Professional Documents
Culture Documents
Tufan ÖĞÜZ
KİŞİLER HUKUKU
20. Baskı
FİLİZ KİTABEVİ
İSTANBUL
2019
Eylül 2019
ISBN: 978-975-368-497-2
YAYINLAYAN:
Filiz Kitabevi Basım Yayın Dağıtım
Petrol Ürünleri Sanayi ve Tic. Ltd. Şti.
Cemal Yener Tosyalı Cad.
No: 57/A (113) Vefa/İST.
Tel: (212) 527 07 18
Fax: (212) 519 20 71
www.filizkitabevi.com
Yayıncı Sertifika Numarası: 15544
ONDOKUZUNCU BASIYA ÖNSÖZ
Kişiler Hukuku kitabının 17. Basısı Hocam Prof Dr. Mustafa Dural 'ın
vefatının ardından yayınlanan ilk hasıdır. Türk Özel Hukuku serisinin diğer
kitapları (Temel Kavramlar, Aile Hukuku, Miras Hukuku) gibi Kişiler Hu
kuku kitabı da hocam Prof Dural'ın teşviki ile, kendisinin "Gerçek Kişi
ler" kitabına tarafımdan yazılan "Tüzel Kişiler" bölümünün eklenmesi ile
oluşmuştur. Bu basıda, kitabın gerçek kişiler bölümü de tarafımdan gözden
geçirilmiş, mevzuat, doktrin ve yargı kararlarında meydana gelen gelişme
ler işlenmiştir. Ancak, kural olarak metnin içeriğine müdahale edilmemiş
tir. Dolayısıyla, kişiler hukuku kitabının "gerçek kişiler" bölümü Dural ki
tabı olarak kalacaktır.
Kitabın yayınlanmasındaki katkıları için Araş. Gör. Fatih Duran 'a ve
Filiz Kitabevi mensupları Oğuzhan Oruç ve Zeynep Onıç Tatlı ya teşekkür
ederim.
İKİNCİ KISIM
TÜZEL KİŞİLER
BİRİNCİ BOLÜM
TÜZEL KİŞİLERE İLİŞKİN GENEL ESASLAR
l. TÜZEL KİŞİ KAVRAMI .............................................................................. 213
1.1. Kavram ................................................................................................... 213
1.2. Tüzel kişi kavramının içeriğindeki zorunlu unsurlar .................... .......... 213
1.2.1. Sürekli amaç unsuru .................................................................... 213
1.2.2. Örgütlenme unsuru ...................................................................... 215
1.2.3. Hukuk düzeninin tüzel kişiliği tanıması: Sınırlı sayı ilkesi .......... 216
1.3. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ...................................................... 217
1.4. Tüzel kişilere ilişkin mevzuat ................................................................ 220
1.4. l. Genel olarak ................................................................................. 220
l .4.2. Dernekler Hukuku Mevzuatı ....................................................... 220
l.4.2.1. Kanunlar ............................. ............. ............................... 220
l.4.2.2. Yönetmelikler ve Tebliğler.............................................. 220
1.4.3. Vakıflar Hukuku Mevzuatı .......................................................... 221
1.4.3.1. Medeni Kanundan Önce Kurulmuş Vakıflar ile İlgili
Mevzuat ......................................................................... 221
l.4.3.2. Medeni Kanuna Göre Kurulmuş Vakıflar ile İlgili
Mevzuat .............................. .............................. .......... ... 221
2. TÜZEL KİŞİLERİN TARİHSEL TEMELLERİ........................................... 222
3. TüZEL KİŞİLERİN HUKUKİ NİTELİĞİNE İLİŞKİN TEORİLER........... 226
3.1. Varsayım teorisi ..................................................................................... 226
3.2. Gerçeklik teorisi ..................................................................................... 227
3.3. Teorilerin bugünkü hukukumuz açısından anlamı ................................. 227
xviii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
VAKIFLAR
1. VAKIP KAVRAMI...................................................................................... 337
1.1. Kavram .................................................................................................. 337
1.2. Vakfın türleri ......................................................................................... 337
1.2.1. Olağan vakıflar ........................................................................... 337
1.2.2. Kamuya yararlı vakıflar .............................................................. 337
1.2.3. Çalıştırılanlara (istihdam edilenlere) ve işçilere (personele) yardım
vakıfları ....................................................................................... 343
1.2.3. 1. Tek taraflı istihdam edilenlere ve personele yardım
vakıfları ......................................................................... 345
1.2.3.2. İki taraflı istihdam edilenlere ve personele yardım
vakıfları ......................................................................... 345
l .2.4. Aile vakıfları ............................................................................... 346
1.3. 5737 sayılı Vakıflar Kanununun Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre
kurulan vakıflara ilişkin düzenlemesinin eleştirisi ................. ............... 346
l .3.1. Vakıflar Kanununun vakıfları düzenleme hususundaki genel
esaslan ....... ................................... ......... ...... ............. .................. 346
1.3.2. Vakıflar Kanununda yer alan hükümlerin ortaya çıkardığı
aksaklıklar ................................................................................... 347
2. VAKFIN KURULUŞU................................................................................. 350
2.1. Vakıfkurma işlemi ................................................................................ 350
2.1.1. Vakıfkurma işleminin şekli ........................................................ 350
2.1.2. Vakıfkurma işleminin ehliyet ..................................................... 351
2.1.3. Vakıfsenedinin içeriği ................................................................ 352
2.1.4. Vakıfkurma işleminin geri alınması ........................................... 353
2.2. Vakfın tüzel kişilik kazanması .............................................................. 354
2.2. l. Vakfın tescili .................................. ............................ ................. 3 54
2.2.2. Vakfın tescilinin hukuki sonuçları .............................................. 357
3. VAKIF KURMA İŞLEMİ İLE TAHSİS EDİLECEK MALVARLIĞI
DEĞERLERİ: VAKIFTA MAL U NSURU.................................................. 359
3.1. Tahsis edilecek mal varlığı değerleri ..................................................... 359
3.2. Tahsis edilen malvarlığı değerlerinin amacı gerçekleştirmeye yeterli
olmaması ............. ....................................................................... ........... 360
4. VAKFIN AMACI......................................................................................... 362
4.1. Vak:fın amacının belirli olması .............................................................. 362
4.2. Vakfın amacının sürekli olması ............................................................. 363
4.3. Vakfın amacının yasak amaçlardan olmaması ...................................... 363
4.4. Vakfın amacının imkansız olmaması .................................................... 363
4.5. Ticari işletme işletmek amacı ile vakıfkurulup kurulamayacağı
sorunu ................................................................................................... 363
5. VAKFIN ÖRGÜTÜ...................................................................................... 365
5. l. Vakfın zorunlu organı: Yönetim organı ................................................ 365
xxiii
GERÇEK KİŞİLER
Giriş
ve
Genel Bilgiler
\
1. GİRİŞ VE GENEL BİLGİLER
Hukukta hak ehliyetine sahip varlıklara kişi denir. Hak ehliyetine sahip 3
olma denince de kuşkusuz akla ilk olarak insan gelir. Bir başka deyişle, kişi
denince düşünülecek ilk varlık insandır. Ne var ki, yukarıda da değinildiği
gibi, kişi, hukuk için sadece insandan ibaret değildir. Onun yanında, toplum
hayatının gereği olarak hukuk, belirli niteliklere sahip insan ya da mal top-
luluklarını (malvarlığı değerlerini) da kişi olarak kabul eder.
Bu açıklamalar
zorunlu olarak şu soruyu ortaya çıkartır: Bir varlığın ki- 4
şi sayılıp sayılmayacağına kim karar verecektir? Bu, hiç kuşkusuz hukuk
politikası, kanun koyma politikasıyla ilgili bir mesele olduğu için, bunu ya-
pacak kanun koyucudur. Ancak bu halde de zorunlu olarak şu sorunun ce-
vaplandınlması gerekir: Kanun koyucu istediği varlığı kişi olarak kabul
etmekte, istediğine kişilik tanımakta serbest midir? Bunun cevabı kavramın
bünyesinin saptanmasından sonra verilebilir.
6 Gerçek Kişiler
1
5 Kişi kavramının, biri şekl'i biri maddi iki karakteri vardır •
6 Şekli yönden kişi, hukuk mantığının bir ürünüdür, yapay bir varlıktır.
Çünkü, hak ve borç kavramlarının ortaya çıkması sonucu hukuk düzeni,
bunlara kimin sahip olabileceğini de belirlemek zorunda kalmıştır2 •
Kişi ya da hak ehliyeti sahipliği kavramı
bu niteliği ile ele alındığı zaman, kişi
7
sayılmanın doğaya bağlı olmadığı, herhangi bir hayvan ya da eşyaya da, salt şekli
kavram olma yönünden kişilik tanınabileceği söylenebilir.
8 Ne var ki, kişi kavramına sadece şekli yönden bakmak doğru değildir.
Onun bir de maddi içeriği vardır. Hukuk düzeni, bir varlığı kişi olarak ka-
bul edebileceği gibi, aksine, o varlığı hakkın konusu da yapabilir. Bir başka
deyişle, bir varlığı hak ehliyeti ile donatmak, onu hak sahibi (süjesi) yap-
mak ya da onu hakkın konusu (obje) haline getirmek kanun koyucunun
elindedir ve bu kavramlardan birine dahil olmak hiç de önemsiz bir şey de-
ğildir. Çünkü hak sahipliği niteliği bir üstünlüğü, bir imtiyazı ifade eder4.
9 Şu halde kanun koyucu, hukuk mantığının yarattığı şekli anlamdaki kişi
kavramının içeriğini doldururken, kendi etik görüşü ve kanun koyma poli-
tikasına uygun hareket edecek, hangi varlığa üstünlük tanımak istiyorsa,
onu kişi sayacak, onu hak sahibi olma ehliyetiyle donatacaktır. Ancak o, bu
seçimi yaparken, sosyal gerçekler ve gereksinimleri göz önünde bulundur-
mak zorundadır. Başka bir deyişle, kanun koyucu, hukukun, insanlar ara-
sındaki ilişkileri düzenlediğini göz önüne alarak, ancak bu düzenin bozul-'\
mamasına yarayacak varlıklara kişilik tanır. Bunun aksine, yine düzenin
bozulmamasını temin edecek varlıkları da hakkın objesi olarak nitelendirir5 •
10 Bu sebepledir ki, bir hayvan ya da eşya ancak hakkın konusu olabilir, yoksa kişi
değil. Aynı şekildebugün, insanların bazılarını hak konusu olarak kabul etmek de
mümkün değildir. Çünkü her iki durum da toplumdaki düzeni temin etmeye yara-
maz, aksine bozulması sonucunu doğurur.
11 Bazı yazarlar6, kişi kavramının insanın mayasında var olduğunu, haklara ehil
olma ve insan arasında sıkı bir bağın bulunduğunu ileri sürerek, şeklı anlamda kişi
kavramının teorik düzeyde kaldığını ifade etmektedirler. Çünkü hak ve kişi deyim-
leri irade ve dolayısıyla da insanı ilgilendir ve insan da iradeye sahip olduğu için ki-
şidir7. Hukuk düzeni, insanların bir kısmını kişi olmaktan uzaklaştıramayacağı gibi,
iradesi olmayan varlıklara da kişi niteliğini veremez.
12 Kuşkusuz bu görüş, gerçek kişiler yani insanlar yönünden geçerlidir. Gerçekten
hak ve borçlar, en azından ilk bakışta, insanlar için vardır ve her insan da hak sahibi
olmaya ve borç altına girmeye ehil olduğu için kişidir. Zaten aksini iddia etmek,
yukarıdada değinildiği gibi, bugünkü hukuk ve kamu düzenine ayları olurdu.
Ne var ki hukuk, bu etik anlamdaki kişi kavramına çok sıkı bağlı kalmış değildir. 13
Eğer, etik kişi kavramı, yani insanı mantık ve değer yargıları olduğu için kişi sayan
görüş hukuka olduğu gibi aktarılsaydı, mantıkla hareket edemeyen, değer yargıları
bulunmayan ayırt etme gücüne sahip olmayan insanları kişi saymamak gerekirdi.
Çünkü, değil mi ki, ayırt etme gücüne sahip olmayan insanların sağlıklı ve mantıklı
değer yargıları yoktur, o halde etik anlamda hak sahibi olamazlar. O zaman, eğer
etik kişi kavramına sıkı olarak bağlı kalınsaydı, ayırt etme gücü olmayan insanları
hak sahibi kabul etmemek gerekirdi. Oysa, hukuk, işte bu etik anlayıştan ayrılarak,
şekli kişi kavramına bir ölçüde daha ağırlık vermek suretiyle insanı, sırf insan oldu-
ğu için, ayırt etme gücüne sahip olup olmadığına bakmaksızın, hiçbir ayırım yap-
madan tüın insanları kişi olarak kabul etmiştir8 •
O halde, şekli anlamda kişi kavramı sınırlayıcı değil aksine, insanlar yönünden J4
genişleticidir. Çünkü hiçbir ayırım yapılmadan tüın insanların kişi olmasını temin
eder, bir kısmının kişi sayılmamasını engeller.
Bunun yanında, şekli anlamda kişi kavramının diğer bir pratik sonucu da, tüzel 15
kişiliğin açıklanmasında görülür. Hukuk, insanın yanında bu kurumları da hak ve
borçlara ehil görerek kişi saymıştır. Tüzel kişilerde kişilik, insanda olduğu gibi, do-
ğalarında bulunmayıp, bir hukuki durumun sonucudur. Oysa, etik ya da maddi an-
lamdaki kişiliğe bağlı kalınsaydı (yani kişinin, sadece değer yargıları olan insanlar
olacağı kabul edilseydi), bir eşya ya da malvarlığı değerine bağımsız kişilik verme
olanağı kalmazdı.
ması sona ermiştir (İnsan Haklan Evrensel Bildirisi 4, Avrupa İnsan Haklan Söz-
leşmesi 4/b).
20 Hukukun, tüın insanları kişi olarak kabul etmesi, bugün hakim olan ahlak ve de-
ğer yargılarının sonucudur. İnsanın ahlaki yönden sorumluluğuna dayanan bir top-
lum, onu ancak, hukuki toplumun bir üyesi, yani hakkın sahibi olarak görebilir. Bu
yüzdendir ki, Türk Hukuku, diğer çağdaş hukuklar gibi, insana, sırf insan olduğu
için, başka bir şart aramaksızın hak ehliyetini vermiş, hak ve borçların süjesi olarak
görmüştür. Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, son zamanlarda çok sık olarak kul-
lanılan hayvan haklan, hayvan haklan kanunu gibi terimlerin ne kadar yanlış oldu-
ğu kendiliğinden anlaşılır. Hele hele köpek üzerindeki velayetten söz etmek kadar
saçma bir şey olamaz. Kuşkusuz canlı varlık olan hayvanın, cansız eşya ile aynı sta-
tüye konulması doğru değildir. Başka bir ifade ile, hak konusu hayvanı diğer hak
konularından ayn bir statüye tabi tutmak gerekir. Ancak bu farklılık, saldırılara karşı
koruma yönünden olmalıdır. Bu koruma ihtiyacı onu kişi, yani hak sahibi haline ge-
tirme sonucu doğurmaz, doğuramaz da ... Zaten hayvanlara ilişkin olan kanunun adı
da hayvan haklan kanunu değil Hayvanları Koruma Kanunudur. Doğrusu da budur.
Aksini kabul, yani hayvanları hak sahibi yapmak, kamu düzenini bozar. Hayvanın
mirasçı olmasını ya da kiracı veya kiralayan olmasını tasavvur etmek mümkün de-
ğildir.
21 Gerçek kişilere, bazen Medeni Kanunun Fransızca metnine uygun olarak, fizik
kişiler(Personnes physiques) ya da Almanca metnine uygun olarak tabii kişiler (na-
türliche Personen) de denilmektedir.
Şu halde kişi,
onun toplum içindeki yerini belirleyen, onun varlığını dı- 25
şa yansıtmasını temin eden değerlerle çevrilmiş bulunmaktadır. Böylece ki-
şi, bünyesi itibariyle sahip olduğu değerlerin tümü itibariyle hukuk alanında
yer alır. İşte, kişilik denince, kişi ile birlikte, kişinin, hukukun korumaya
değer bulduğu, hukuki, manevi nitelikteki varlıklarının tümü anlaşılır. Baş-
ka bir deyişle kişilik, kişinin, kişi olması nedeniyle sahip olduğu hak ve fiil
ehliyetleri ile, hayatı, vücut tamlığı, şerefi, haysiyeti, sırlan, adı vb. üzerin-
deki haklarının tümüdür9•
Bu açıklamalara göre, kişi denildiği zaman, sadece hak ehliyetine sahip 26
olan varlığı (insan, demek, vakıf vb.), kişilik denildiği zaman ise, hukukun
10
koruduğu değerleri ile birlikte kişiyi anlamak gerekir •
Belirtmek gerekir ki, kavramlara açıklık getirmek için yaptığımız bu terim ayı- 27
rırnının genel olarak kabul edildiği söylenemez. Aksine çoğunluk kişi ve kişilik için
tek terim kullanmakta, fakat bu terimin iki ayrı kavramı ifade ettiğini belirtmekte•
<lirler. Örneğin, Tuor, Grossen ve Tekina/ 1, kişilik terimini kullanırlar. Yazarlara
göre, kişilik dar anlamıyla alındığı zaman, sadece hak ehliyetini belirlerken; geniş
anlamıyla, fiil ehliyeti ile birlikte MK 23 vd. de belirtilen ve hukuk tarafından koru-
nan, kişinin değerlerinin tümünü içeren bir anlam kazanır.
Diğer bir grup yazar ise, kişi kavramını dar ve geniş anlamda kullanarak aynı 28
sonuca varır 12 • Bütün bu açıklamalar göstermektedir ki, ister farklı terimler kulanıl-
sın ister tek terim, ortada içerikleri ayrı olan iki kavram vardır. Bu konuda oldukça
orijinal bir fikir Jiigg/ 3 tarafından ileri sürülmektedir. Yazara göre, kişi (Person)
kelimesi, insanı, beden ve ruhuyla, manevi soyut bir kavram olarak belirler. Kişilik
(Persönlichkeit) ise, insan türü içinde insanı birey olarak ifade eder. İşte tüm hukuk,
bu doğal anlamdaki kişilik üzerine kurulmuştur. Çünkü, insanlar ancak bu doğal an-
lamdaki görünüşleriyle birbirleriyle ilişkiye girerler. Ayrıca bu doğal anlamdaki ki-
şiliktir ki, insana sahip olması gereken değeri verir. Kişilik kavramı hukukta değişik
anlamlan ifade eder 1 • Kişi kelimesinin ise hukukta tek başına bir anlamı yoktur.
Kullanıldığı zaman, daima kişilik kavramının anlamlarından birini içerir 15 •
9) Egger, Art. 11, Vorbem !; Saymen, 14-15; Velidedeoğlu, 27-28; Köprülü, 197.
1O) Pedrazzini/Oberho/zer, 2.1.1.
1!) Tııor!Schnyder, 61; Grossen, 287; Tekinay, 201 Vd.
l 2) Örnek olarak bkz., Ataay, 16 - 17; Özsunay, 11.
13) Jiiggi, 146a.
14) Jiiggi'nin kişilik kavramına verdiği değişik anlamlar için bkz., 146a vd, 164a vd.
15) Jiiggi, 147a.
Gerçek Kişiler
karıdabelirtilen haklara sahip olabilmesi için, diğer kişilerle, ister kan ba-
ğından ister evlenmeden doğan bağının tespiti ve kişilerin bir yere bağlan
ması zorunluğu, bunlara ilişkin hukuki esasların, diğer ilişkilerden önce
saptanmasını gerektirmektedir.
30 Belirtmek gerekir ki, bugün Kara Avrupasında olan tüm hukuk sistemleri Kişiler
Hukukunu ayrı bir kitap olarak düzenlemiş değildir. Örneğin BGB, Kişiler Huku-
kunu, Genel Hükümler arasında(§ l - 89, 104 - 115) düzenlemiştir. Buna karşılık
ABGB, bizde olduğu gibi, Kişiler Hukukunu, Giriş'ten hemen sonra birinci bölüm-
de düzenlemiştir ( § 15 - 43).
70 Gerçek kişi olan insanlar yönünden eşitlik ilkesi İnsan Haklan Evrensel Bildiri-
si'nde de açık olarak düzenlenmiştir. Bildirinin 1. maddesi bütün insanların, hür,
haysiyet ve haklar yönünden eşit doğacaklarını belirttikten sonra, 2. maddede,
"Herkes, ırk, renk, cins veya diğer, bir fark gözetilmeksizin işbu beyannamede ilan
olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade ederler" denilmiştir. 6.
maddede, tüm insanların kanun önünde eşitliği, 1O. maddede, herkesin, davasının
tam bir eşitlikte bağımsız ve tarafsız mahkemelerde bakılmasını isteme hakkı dü-
zenlenmiştir. Kamu hizmetlerinden eşit yararlanma hakkı, bildirinin 22/II madde-
sinde, eşit çalışma hakkı 23. maddede, yüksek öğretimde eşitlik ise, "Yüksek öğre
tim liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır" diyen 26/son'da öngô~
rülmüştür. '\
71 Eşitlik ilkesini uluslararası düzeyde düzenleyen tek belge bu bildiriden ibaret
değildir.Bildirinin kaleme alındığı 1949 yılından bu yana, birçok uluslararası söz-
leşme, anlaşma ve protokoller yapılmıştır. Bunların hepsini burada sayacak değiliz.
Ancak, birkaç örnek vermek gerekirse, bunların arasında Avrupa İnsan Haklan Söz-
!eşmesini ve ek protokollerini, Avrupa İnsan Haklan Bildirgelerini, Avrupa Sosyal
Şartını, Her Türlü Ayırtmcılığın Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmeyi,
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi (Kaldırılması) Sözleşmesi ve
nihayet Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK, Helsinki Nihai Senedi) ni
gösterebiliriz.
Belirtmek gerekir ki, eşitlik ilkesi, eşit ilişkilere eşit işlem yapılmasını ifade
72 eder. Bir başka deyişle, eşitlik ayniyet (Jdantitlit) anlamına gelmez. Aralarındaki
farklar objektif olarak farklı hukuki sonuçlar doğmasını haklı göstermeyecek kadar
önemsiz durumlar eşit sayılırlar 17 •
73 İsviçre Federal Mahkemesine göre 18, farklı düzenlemeleri haklı gösterecek ciddi
sebepler olmadıkça, iki kişiyi farklı düzenlemelere tabi tutmak ya da aksine, başın
dan beri birbirinden farklı olan, bu sebeple de farklı düzenlenmeleri gereken iki ol-
guyu aynı hükümlere tabi tutmak da eşitlik ilkesini zedeler. Bu bakımdan gerçek ki-
şiler ile tüzel kişiler arasında hak ehliyeti yönünden eşitsizlikten söz edilemez. Çün-
kü, gerçek kişiler ile tüzel kişiler arasında, farklı düzenlemeyi gerektirecek kadar
objektif farklılıklar vardır. Aynı sonuca, amaçlan ayn tüzel kişiler yönünden de va-
19
rılması gerekir •
74 Eşitlik ilkesi Anayasa Mahkemesi tarafından da aynı şekilde tanımlanmıştır. Ör-
neğin Anayasa Mahkemesinin 2.3.2004 tarih ve 83/26 sayılı kararına göre, "Anaya-
sa 'nın I O. maddesinde yer alan "yasa önünde eşitlik ilkesi" hukuksal durumları ay-
nı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüş
tür. Amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tu-
tulma/arını sağlamak ayırım yapılmasını ve ayrıcalık yapılmasını önlemektir. Bu il-
keye aynı durumda bulunan kimi kişi ve toplumlara ayrı kurallar uygulanarak yasa
karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik. herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlardaki özellik, ki-
mi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir.
Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tuh,lıır
sa Anayasa 'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez "20 •
Eski hukukumuzda tam doğum için, çocuğun vücudunun belli bir oranının ana 8ı
rahminden çıkması gerekiyordu. Ölçü, çocuğun başıyla gelmesi halinde göğsünün,
ters dönmesi halinde göbeğinden fazla bir kısmın çıkınış olmasıydı 26 .
22) von Tuhr, BGB I, 330; Staudinger, § 1 Bem 3; Palandt, § 1 Bem l; Woff1Naujoks, 18;
Merz, ZSR 76, 322/325; Tııor/Schnyder, 90; Grossen, 299; Egger, Art. 13 N 4; Velide-
deoğ/u, 29; Ataay, 38; Özsunay, 13; Köprülü, 230; Tekinay, 207.
23) Arsebük, 174; Belgesay, 248.
"- 24) Saymen, 27.
25) Saerbeck, 36.
26) Bkz., Saymen, 27; Ataay, 31.
27) vof) Tuhr, BGB I, 380, dn.l; Ramm, III, 684; Grossen, 299; Pedrazzini/Oberholzer,
2.2.3l2.; Tekinay, 207; Köprülü, 230.
18 Gerçek Kişiler
rettir28 . Bazı yazarlar ise, çocuğun sağ doğmuş sayılması için, yaşadığını
gösteren herhangi bir işareti (nefes alma, kalbin atması, göbek kordonu
darbeleri, çocuğun bir reflekste bulunması ya da ağlaması gibi) yeterli gö-
rürler29.
83 Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO), 1950 tarihli raporunda, kalp atışı, nefes alma,
göbek kordonunun atması ya da sempatik kasların hareketi gibi, çocuğun yaşadığını
gösteren herhangi bir hayat emaresini sağ doğum için yeterli görmüştür. Buna karşı
lık, aııa rahminden ayrıldığı zaman nefes alamayan ya da herhangi bir hayat emaresi
göstermeyen çocuk ölü doğmuş sayılmıştır3°.
84 Fikrimce, sağ doğum için kesin bir ölçü verilemez. Çocuğun sağ oldu-
ğunu gösteren herhangi bir hayat emaresi, sağ doğum için yeterli sayılmalı
dır. Özellikle sağ doğum için nefes alma şartını aramak yerinde olmaz.
Çünkü, görünüşte ölüm (Scheintod) denilen hallerde, doğan çocuğun kalbi
çalışmasına rağmen solunum yoktur. Ancak solunumun, suni solunum, ci-
ğerlere yapılacak masaj ya da başka tıbbi müdahale yoluyla temin edilmesi
imkanı vardır. Bu hallerde tıp bilimi çocuğu sağ doğmuş kabul eder. Du-
mm böyle olunca da, tıp biliminin, beyin hücreleri tahrip olmadığı sürece
sağ doğduğunu kabul ettiği çocuğun, hukuk yönünden ölü doğduğunun ka-
bul edilmesi gerekir ki, bu da mantığa uymaz 31 . Bu nedenle, hukukun, sağ
doğum için bir kriter vermesi doğru olmaz. Uzmanlık işi olan bu durumu
tıp bilimine bırakmak ve tıp biliminin yaşama emaresi olarak kabul ettiği
bir durunm gösteren çocuğu, hukuki yönden de sağ kabul etmek gerekir.
Böyle olunca da, tıbbi yöntemlerle sonradan hayat verilen çocuğu da sağ
olarak doğmuş kabul etmek gerekir32 .
85 Belirtelim ki, görünüşte ölü doğan çocuk, tıbbi müdahale yoluyla yaşatılabilirse,
onun kişiliğinin doğduğu anda başladığını kabul etmek, yukarıdaki görüşle tutarlı ve
pratik bir sonuçtur. Aksi halde çocuk, doğduğu an ile yaşaması için gerekli bütün
fonksiyonları yerine getirdiği an arasında ölü; bundan sonra sağ sayılırsa, başta mi-
ras hukuku olmak üzere, çözülmesi oldukça güç sonuçlar ortaya çıkar.
Yaşatma olanağının bütün çabalara rağmen başarısız olduğu kesinleştiği anda,
86
çocuk sonradan ölmüş sayılır, yoksa ölü doğmuş değil 33 • 34 .
28) Merz, ZSR 76, 330. Ancak yazar, bunu beyin hücrelerinin tahrip olmamış bulunması
şartına bağlar. Çünkü, ancak beyin hücreleri tahrip olmamışsa nefes alma ya da kalp
çarpması sağ doğuma işaret eder. Saymen (26) sadece nefes almayı yeterli görür.
29) Palandt, § 1 Bem !; Soergel/Siebert § 1 Bem J; Wolj7Naujoks, 90, 108, l l \; Saerbeck,
36; Tııor/Schnyder, 90; Egger, Art. 31 N 5; krş., Özsunay, 5.
30) Merz, ZSR 76, 329/330; WojlNaııjoks, 21/22; Saerbeck, 37; krş., Özsıınay, 16/7.
31) Wolj7Naııjoks, 16 vd. Ve özellikle orada anılan yerler; Merz, ZSR 76, 331.
32) Aynı fikirde, Köpriilii, 230; Zevkliler, 176.
33) Wolj7Naı!ioks, 23.
34) Kalbi çalışan fakat nefes alamayan çocuğu canlı kabul etme, doktora, hukuki yönden ya-
şatma çabalarını gösterme yükümünü getirir. Oysa bu hallerde çocuk ölü doğmuş kabul
edilirse, böyle bir yüküm söz konusu olamaz (Wolj7Naujoks, 26).
Kişiliğin Başlangıcı 19
35) Örnek olarak bkz., Palandt, § 1 Bem 2; Lareıız, 67; Erman,§ 1 Bem 1; Staudinger, § 1
Bem 5; RGRK, § l Bem 1.
36) Koziol/Welser, 46.
37) Ccfr. Art. 314,725,906. İsviçre Hukukunda da, Medeni Kanunun yürürlüğe girınesin
den önce bazı kantonlar yaşama kabiliyetinin bulunmasını ararlardı. Medeni Kanun ya-
pılırken, Federal kanun koyucu, bu şarttan, ispat yönünden büyük zorluklar doğuracağı
gerekçesiyle vazgeçmiştir. Bkz., Grossen, 300; Ataay, 309.
38) Grossen (300) ispat zorluğunun bulunduğunu kabul etmekle beraber, yaşama kabiliyeti-
ni aramanın, kalp ya da beyin gibi önemli organlarından biri eksik doğan ya da geliş
meleri yetersiz olan ve bu nedenle de ölüme mahkum oldukları kesin yaratıkların kişilik
kazanmış sayılıp sayılmayacakları gibi önemli bir soruna çözüm getireceği için yararlı
olduğu fikrindedir. Çünkü, yazara göre, bu şart aranacak olursa, bu gibi varlıkların kişi
lik kazanması engellenmiş olur.
39) "İnsan biçimine aykırı olarak doğan çocuklar ölü sayılırlar" (Paulus, 14. De. De statu
hoıninuın).
40) Wolf/Naı!joks, 86, dn.4'den naklen; Saerbeck, 33; Özsunay, 16. .
41) Motive Bd. l, 28; krş., Merz, ZSR 76, 322; Wo[f!Naujoks, 86/86; Özsunay, 16.
20 Gerçek Kişiler
95 Çocuğun sağ ya da ölü doğduğunu ispat, genel kurala göre (MK 6, 29/I)
bunu iddia edene aittir47 •
96 Avusturya Medeni Kanunu, sağ doğum yönünde bir karine getinniştir. ABGB §
23 'e göre, "Bir çocuğun sağ ya da ölü doğduğunun kuşkulu olduğu hallerde ilki
(.~ağ doğum) karinedir. Aksini ispat, bunu iddia edene aittir. "
42) Örnek olarak bkz., Palandt, § ı Bem 1; von Tuhr, l, 380, dn. 1; RGRG, § 1 Bem l; Sta-
udinger, § 1 Bem 7; Saerbeck, 33; Velidedeoğlu, 30; Özsunay, 16; Tekinay, 207.
43) Wof/Naujoks 87 ve orada anılan yazarlar; açık olmamakla birlikte Grossen, 300; ayrıca
bkz., Özsunay, 18.
44) Aynı şekilde, yazarlara göre, salkım (mole), gerçekte parazitten başka bir şey olmadığı
için insan sayılmaz (krş., Saerbeck, 35).
45) Merz, SZR 76, 332.
46) Pedrazzini/Oberholzer, 2.2.2.
47) Aynca bkz., aşağıda, 3.3.2.
' Kişiliğin Başlangıcı 21
ı Ana rahmine düşme anı, cinsi münasebet anı olmayıp, kadının gebe kaldığı an- 98
dır. BGB § 1, kişiliğin başlangıcı için doğumu öngönnüş, fakat MK 28/ll'ye paralel
bir hükme yer vennemiştir. Bu, gerçekte kişi olmak için, vücut bağımsızlığını ara-
yan Corpus Iuris Civilis'teki kuralın yansimasından başka bir şey değildir.
BGB'nin bu düzenleme şekli doktrinde oldukça sert bulunmuştur. Bu nedenle, 99
BGB'nin ceninin korunmasına ilişkin özel hükümlerinden yararlanılarak (örnek
olarak bkz., § 1923, 1912, 1913, 2178), sağ doğmak şartıyla, ceninin sınırlı ya da
kısmi hak ehliyetinin (beschriinkte Rechtsfahigkeit, Tei/reclıtsfahigkeit) bulunduğu
kabul edilmektedir48 .
Avusturya Hukukunda ABGB § 22'ye göre, çocuk (cenin) ana rahnime düştüğü 100
andan itibaren kanunların korumasından yararlanma hakkına sahiptir (Anspruclı
auf Schutz der Gesetze). Aynı paragrafa göre cenin, üçüncü kişilerin değil de kendi
haklarının söz konusu olduğu hallerde, doğmuş sayılır. Ölü doğan çocuk, doğması-
na bağlanmış haklar yönünden hiç ana rahmine düşmemiş sayılır. Doktrine göre49 ,
çocuğun kanunların korumasından yararlanması, ne ceninin hak ehliyetine sahip ol-
duğu ne de bir hakkının bulunduğu anlamına gelir. Bunun anlamı, onun, başta ceza
kanunları olmak üzere, bazı koruyucu hükümlerden yararlanacağıdır. Ancak, ceni-
nin sağ doğma şartına bağlı sadece kendisini ilgilendiren haklar yönünden sınırlı bir
hak ehliyetine sahip olduğu ifade edilmektedir.
MK 28/II'de sağ doğma şartına bağlı bir kişilik kazanılması söz konu- 101
sudur. Bu şart, genel olarak kabul edilen fikre göre geciktiricidir50 • Buna
göre, kişilik, ceninin sağ ve tam doğması ile birlikte kazanılacak, fakat ana
rahmine düştüğü ana kadar geçmişe etkili olacak, bir başka deyişle, cenin
ana rahmine düştüğü andan itibaren hak ehliyetine sahip olacaktır.
Ceninin durumu özelikle miras hukukunda önemli sonuçlar doğurur. 102
MK 582/I'e göre, cenin, sağ doğmak şartıyla ana rahmine düştüğü andan
itibaren mirasçı olmaya ehildir. Mirasın paylaşılması sırasında henüz doğ
mamış bir cenin varsa, MK 643/I'e göre, paylaştırma doğum anına kadar
ertelenir. Cenin, sağ olarak doğarsa, MK 28/II'ye göre geçmişe etkili olarak
hak ehliyetini kazanacağı için, mirasın açıldığı anda doğmuş gibi paylaş
tırmaya katılır.
48) Ramm, 11,686; Palandt, § 2 Bem 1; Larenz, 75; Staudinger, § 1 Bem 9 vd; Erman,§ 1
Bem 2; Saerbeck, 31; von Tulır, Alman Hukuku yönünden, ceninin bir beklenen hakkı
olduğunu söylerken (I, 380/381), Wolf/Naujoks, dalıa da ileri giderek, ceninin ana rah-
mine düştüğü andan itibaren hak ehliyetini kazanmasının bir tabiat kuralı olduğunu,
BGB'nın § l 'de, Roma Hukukunun etkisi altında bu tabiat kuralına aykırı hüküm getir-
diğini belirtirler (132). Bu görüşün eleştirisi için bkz., Saerbeck, 26 vd.
49) Koziol/Welser, 46 ve orada anılan yazarlar.
50) Egger, Art. 31 N 8 ve 9; Merz, ZSR 76, 332; Saymen, 31; Velidedeoğlu, 31; Ataay, 42;
Özsunay, 20; Köprülü, 233; Tekinay, 209; krş., Tuor/Schnyder, 90; ayrıca bkz., BGE 41
II 640.
22 Gerçek Kişiler
halde bir babalık davası açılması için evlilik dışında ana rahmine düşen çocuğa bir
kayyım atanır. Ancak kayyımın, babalık davası açmaktan başka bir yetkisi yoktur5 1•
104 Cenin yönünden üzerinde durulması gereken diğer bir sorun da onun hayat hak-
kının bulunup bulunmadığıdır. Bu konuda Medeni Kanunda bir hüküm yoktur. Fa-
kat birçok kanun (AY 41, 56), kısmen müstakbel ananın ve çocuğun korunmasına
ilişkin hükümler getirmişlerdir. Ancak bu hükümler genellikle ya anayı ya da top-
lumu koruma amacını güderler. Cenini korumaları dolaylıdır. Daha iyi bir deyişle,
ceninin yaşama ümidini51 korurlar, yoksa hayat hakkını değil. Hayat hakkı, ancak
doğumla ortaya çıkar. Bir başka deyişle cenin, ancak sağ ve tam doğduğu anda kişi
lik kazanacak ve ancak bu andan itibaren yaşama ya da hayat hakkına sahip olacak-
tır.
105 Bu sebeple cenin, herhangi bir dış müdahale sonucu sağ olarak doğmazsa, onun
adına kişiliğin korunmasına ilişkin bir davanın açılmasına imkan yoktur53 . Buna
karşılık cenin, dış müdahale dolayısıyla sakat doğarsa, tazminat isteme hakkı da
olur. Çünkü sağ doğumla kişilik kazanmıştır ve bu dış müdahale dolayısıyla da ki-
şilik hakkı (vücut tamlığı) ihlal edilmiştiı-54 • Genel olarak ileri sürülen bu fikre,
Wolf/Naujoks karşı çıkmaktadırlar. Yukarıda da açıklandığı gibi, yazarlara göre, ki-
şiliği ana rahmine düşme anından itibaren başlatmak tabiat kuralıdır. Böyle olunca
da, ceninin hayat hakkı, ana rahmine düştüğü anda başlar ve bu sebeple de cenin
daha ana rahmindeyken bile hayat hakkı yönünden korunur55 .
3. 1. Genel olarak
Kişilik iki şekilde sona erer: ölüm ve gaiplik
Eski hukuklarda, belirli bir suçtan mahkum olma ya da din adamı olma hak ehli- 107
yetine son verebili ordu. Medeni ölüm (bürgerlicher Tod) denilen bu hal çağdaş
hukuklarda yoktur5 • 1
3.2. Ölüm
57) Avusturya Hukukunda bir tarikata girme hak ehliyetini belirli bir ölçüde sınırlar. Örne-
ğin, bu kişiler fakirlik yemini (Gelübte der Armut) ettikleri için, kural olarak mülkiyet
hakkına sahip değildirler (Klang, Bd. II, 140).
58) Yargıtay 4.5.1978 tarih ve 4/5 sayılı İBK'nın gerekçe bölümünde, kişiliğin sağ doğumla
başlayıp ölümle sona ereceğini belirttikten sonra, dava sırasında ölü olan bir kimse
aleyhine, kişiliği bulunmadığı için dava açılamayacağını söylemiş ve hüküm bölümünde
de, " ... davalının, davanın açılmasından önce ölmesi halinde davanın reddi gerektiği ... "
sonucuna varmıştır (YKD 1978, c. iV, 865). Aynı doğrultuda, 10. HD 4.6.1990,
580/5579 (YKD 1990, c. XVI, 485); 16.HD, 24.12.1987, 4648/4833 (YKD 1988, c.
XIV, 112S.) 1. HD 7.3.2002, 1717/3002 (YKD 2004, c. XXX, 552).
59) Son yılların en önemli sorunlarından biri olan organ naklinde ölümün saptanmasının ro-
lü büyüktür. Bunun için bkz., Hinderling, MHAD, yıl 3, No. 5,419 vd.; Bayraktar, 169
vd. Ve aşağıda, 7.4.1.3.
24 Gerçek Kişiler
olur. Bunun dış belirtisi, kalp atışı ve nefes almanın durmasıdır. Böylece son nefes
alma ve kalp atışı ölümün kesin işareti olmaktadır .
60
110 Biyolojik ölüm ite klinik ölümü birbirine karıştırmamak gerekir. Klinik ölüm,
örneğin görünüşte ölüm (Scheintod), ya da yapay kış uykusu (künstlicher Win-
tersclılaj) denilen hallerde kalp atışları ve solunum vardır, fakat merkezi sinir siste-
mi çalışmamaktadır. Bu sebeple de şartları gerçekleşmediği için (biyolojik) ölüm-
den söz edilemez. Aynı şekilde, kalp ameliyatlarında, kan dolaşımı ve solunum dur-
durulup, bunların yapay kalp - ciğer makinesiyle sağlandığı hallerde de ölümden
söz edilemez 61 •
11 ı Tıp
bilimindeki sürekli ve süratli gelişme, beyin hücreleri harap olma-
dığı sürece, durmuş olan solunum ve kalp atışlarını yeniden harekete ge-
çirme olanağını temin etmiştir. Bu sebeple, beyin hücreleri harap olmadığı
sürece, dolaşım ve sinir sistemleri işlemez hale gelmiş olmasına rağmen,
yapay araçlarla harekete geçirildikleri zaman spontan olarak çalışmaya de-
vam edebiliyorlarsa, ölümden söz edilemez. Aksine, bunlar spontan çalış
ma yeteneğini kaybetmişler ve beyin hücreleri de harap olmuşsa ölüm ger-
çekleşir62. O halde, beyinsel ölüm anlayışına göre, kişinin ölmüş sayılabil
mesi için, beynin vücuttaki fonksiyonel koordinasyonunu yerine getireme-
yecek şekilde harap olması gerekir.
ı 12 Fikrimce, sağ doğum gibi, ölüm hakkında da hukuk bir ölçü veremez.
Burada da tıp biliminin verilerini esas almak doğru olur. Tıp bilimi ise, ye-
niden yaşatma imkanlarındaki sürekli gelişme sebebiyle kesin bir ölçü ve-
rememekte, reflekslerin yok olması, göz bebeklerinin genişlemesi, EEG'nin
sürekli düz çizgi göstermesi, solunum ve dolaşımın durup, yapay araçlara
bağlı olarak tek başlarına çalışamamaları gibi bazı emarelerin varlığını
ölümün işareti olarak kabul etmektedir. Nitekim, Organ ve Doku Alınması,
Saklanması ve Nakli Hakkında Kanunda "Ölüm halinin saptanması" kenar
başlığını taşıyan 11. maddede, "Bu Kanunun uygulanması ile ilgili olarak
tıbbi ölümün gerçekleştiğine, biri nörolog veya nöroşirürjiyen, biri de
anesteziyoloji ve reanimasyon veya yoğun bakım uzmanından oluşan iki
hekim tarafından kanıta dayalı tıp kurallarına uygun olarak oy birliği ile
karar verilir" denilmek suretiyle, tıp biliminin ülkede ulaştığı düzeye yol-
lama yapılmakla yetinilmiş, ölümün saptanması için kesin bir kural getiril-
mekten kaçınılmıştır.
60) Merz, ZSR 76,341 vd; Grossen, 303; WolflNaujoks, 237 vd.; Saerbeck, 143.
61) Wolf/Naujoks, 14 vd; Merz, ZSR 76, 348; Saerbeck, 104 vd.; krş., Özsunay, 214; Bay-
raktar, 183 vd.
62) Merz, ZSR 76,331; Pedrazzini/Oberholzer, 31; BGE 95 la 515; Özsunay, 214 vd; Bay-
raktar, 183.
Kişiliğin Başlangıcı 25
'- Alman Operatörler Birliği de 1968 yılında beyinsel ölüm görüşünü kabul etmiş- J22
tir. Buna göre, kişinin ölmüş sayılması için beynin yeniden düzelmeyecek şekilde
tamamen harap olması gerekir. Beyin hücrelerinin, bilincin yok olması ya da felce
· sebep olacak şekilde bir kısmının harap olması ölüm için yeterli görülmemiştir66 •
Aynı sonuca İsviçre Tıp Bilimleri Akademisi de 1969 yılında varmıştır67 •
3.2.2.2.2. Karineler
126 Medenı Kanun, ölümün ispatını kolaylaştırmak amacıyla iki karine ge-
tirmiştir: ölüm karinesi ve birlikte ölüm karinesi.
68) Ölüm kayıtlarının nüfusa işlenmesinin şekli için bkz., aşağıda, 11.5.2.
Kişiliğin Başlangıcı 27
69) Federal Mahkemeye göre, (BGE 56 1 550), kişinin içinde kaybolduğu durumun, sadece
ölüm tehlikesinin varlığını göstermesi, ölüm karinesi için yeterli değildir. Olayın zorun-
lu olarak ölüm tehlikesi sonucunu doğurması gerekir. BGE 75 l 335'de, tek yolcusu
olan bir uçağın iz bırakmadan kaybolmasında, Federal Mahkeme bu şartın gerçekleşti
ğini kabul etmemiştir.
70) Bkz. Aşağıda 11.6.
71) Farklı görüş, Hatemi, Kişiler, 112.
28 Gerçek Kişiler
134 Bazı hukuklar, ölüm zamanının kesin olarak tespit edilemediği haller için, yaş ve
cinsiyete göre birtakım karineler koymuşlardır. Örneğin Pandekt Hukuku, ergin ol-
mayan çocuğun ana babasından önce, ergin çocuğun ise onlardan sonra öldüğünü
kabul ediyordu. Fransız Hukuku da benzer sıralamalar yapar (Ccfr. Art. 720/722).
135 Birlikte ölüm karinesinde, sırası saptanamayan ölümlerin aynı olay
içinde meydana gelmeleri aranmaz.
\
136 Birlikte ölüm karinesi aksi ispat edilebilen karinelerdendir. İlgililer
ölüm sırasını her türlü delille ispat ederek karineyi çürütebilirler73 •
137 Birlikte ölüm karinesinin en önemli sonucu, ölenlerin birbirlerine mi-
rasçı olamamalarıdır74 • Örneğin kan koca, birinin diğerinden önce ölmesi
halinde birbirlerine mirasçı olabilirlerken; birlikte ölüm karinesinin söz
konusu olduğu hallerde birbirlerine mirasçı olamazlar ve her birinin mirası
(ortak çocukları yoksa) ikinci zümrede kendi mirasçılarına geçer.
72) Feyzioğlu, 113; Tekinay, Aile, 121; Oğuzman/Dural, 97; Dura//Öğüz/Gümüş, N. 456
73) BGE 74 rr 200
74) 2. HD 2.6.1978, 4913/4975 (Yasa 1978, 1425).
74a) Cesedi eşya sayan ve eşya saymayan görüşler için bkz. Aksoy-Dursun, s. 164 vd.
Kişiliğin Başlangıcı 29
yakınlarının
rindeki kişilik haklarını korumaya layık görmesidir95 •
ölüye karşı besledikleri sevgi ve say ının, onların ceset üze-
ülkeye çalışmak üzere üzere giden bir kimseden uzun süre haber alınama
ması gaiplik için yeterli bir sebep değildir. Buna karşılık, öğrenim için git-
tiği yabancı ülkeden, düzenli iletişim içinde bulunulan kişiyle iletişim kesi-
lir ve bu, kanunda aranan süre içinde devam ederse, o kişi gaip sayılabilir.
Çünkü, böyle bir halde, uzun süreden beri haber alamama, o kişinin yaşayıp
yaşamadığı kuşkusunu doğurabilir.
Haberin, muhakkak söz konusu kişiden alınması gerekli değildir. Onunla ilgili 152
olarak başkalarından haber alınması da şartın gerçekleşmemesi için yeterlidir85 •
3.3.2.2.3. Süre
153 Ölüm tehlikesi içinde kaybolma sebebiyle gaiplik karan almak için
mahkemeye, ölüm tehlikesi içinde kaybolmadan itibaren bir yıl geçtikten
sonra başvurulabilir. Buna karşılık, gaiplik, uzun süreden beri haber ala-
mamaya dayandırılıyorsa süre, son haber alma tarihinden itibaren beş yıldır
(MK33/I).
155 Yetkili kişiler için davacıterimini kullanmak doğru olmaz. Çünkü gaiplik kararı
çekişmesiz yargı (nizasız kaza) ya tabi bir iştir. Nitekim MK 33'ün kenar başlığı ve
metni de bunu doğrular87 •
156 MK 32/I'e göre, hakları ölüme bağlı kişiler gaiplik kararı için mahke-
meye başvurmaya yetkilidirler. Bunlar, gaipliğine karar verilecek kişinin
eşi ya da mirasçıları olabileceği gibi lehlerine vasiyet yapılmış kimseler de
olabilir. Haklan ölüme bağlı kişiler yanında MK 588 Hazineye de gaiplik
karan için mahkemeye başvurma yetkisi vermiştir. Ancak bunun için iki
şartın bulunması aranır: a) ölü ya da sağ olduğu belli olmayan kişinin mal-
larının en az 10 yıldan beri mahkemece yönetilmesi ; b) ya da malların
88
86) Aynı terim için bkz., Tekinay, 218; Özsunay, 229; Öztan, 214; Ataay, 204.
87) Kunı, Nizasız Kaza, Ankara 1961, 68; Grossen, 308; BGE 39 Il 916; krşa TEG, § 14;
Verschg., § 13/1. Oysa 2. HD 23.5.1989 tarih ve 3178/4929 tarihli kararında (YKD
1989, c. XIV, 1713) aynen şöyle demektedir: "Gaiplik davası, gaip olduğu iddia edilen
kişinin mirasçılarına, kanuni mirasçı bulunmadığı takdirde dava son hak sahibi olan
Hazine )ıe yöneltilir. Olayda bu kurala uyulmamış, kendisine lııısumet yöneltilmesi caiz
olmayan Nüfiıs İdaresi hasım sayılarak dava açılmıştır. Şu durumda hasım yanlışlığı
dolayısı ile davanın reddi icap eder. "
88) HGK 24. 12. 1982, 43/982 (YKD 1983, c. IX, 815).
89) HGK, dn 86. sözü edilen kararına göre, "MK 530/1 (58811) maddesine göre. hayat ı>e
mematı belli olmayıpta malları on seneden beri mahkeme marifetiyle idare edilen kim-
senin gaipliğine Hazinenin isteği üzerine hükmolunur. Anılan madde uyarınca izlenecek
yol MK.nun 32/2 (33) maddesinde yazılı olan yoldur" (YKD 1983, c. IX, 815).
Kişiliğin Başlangıcı 33
3.3.2.2.3. İlan
Gaiplik kararı için kendisine başvurulan mahkeme durumu ilan eder. 159
İlanın amacı, gaip hakkında bilgi sahibi olanların mahkemeye başvurmala
rını temindir (MK 33/II). İlanla, aynı zamanda, eğer hayattaysa, gaibin de
durumdan bilgi edinebilmesi amacı güdülür. İlan süresi ilk ilan tarihinden
itibaren en az altı aydır (MK 33/III).
Kanun, ilk ilandan söz ettiğine göre, birden fazla ilan yapılması gerekir. 160
İlk ilan tarihinden itibaren en az altı ay beklemek gerektiğine göre; ölüm
tehlikesi içinde kaybolmadan itibaren en az bir buçuk yıl; son haber alma
tarihinden itibaren en az beş buçuk yıl geçmedikçe gaipliğe karar verileme-
yecektir.
"3,}2.2.4. ilanın
. sonuçları
90) 2. HD 21. 5. 1962, 3038/2919: "Gaiplik kararı verilebilmesi için gaip şahsın ölümünün
tespit edilmemiş olması gerekir. Halbuki İbrahim ve Mehmetin öldükleri şahidin şaha
detinden anlaşılmaktadır" (Yazıcı/Atasoy, No. 78).
34 Gerçek Kişiler
mirasçılar MK 584'e göre, gaibin ya da üstün bir hak sahibinin ortaya çık
ması halinde malları (terekeyi) geri vereceklerine dair belli bir süre için te-
minat (güvence) göstermek zorundadırlar. Bu süre, ölüm tehlikesi içinde
kaybolmada tereke mallarının teslimi tarihinden itibaren 5 yıl; uzun süre
"- haber alınamamada son haber alma tarihinden itibaren 15 yıl ve her halde
gaibin yüz yaşına bastığı andır (MK 584/II, III). Bunun gibi, kaybolma ile
gaipl_ik kararı verilmesi arasındaki devrede, gaibe mirasçı sıfatıyla düşen ve
resmen idare edilen miras da teminat karşılığında mirasçılara verilir (MK
586). Gaibin mirasçısı Hazine ise, teminat verme yükümü yoktur96 • Ancak
geri verme yükümlülüğü diğer mirasçılıµfa aynıdır (MK 588/III).
Yukarıda belirtilen süreler geçtikten sonra, teminat sona erer ve tereke 173
hiçbir şarta bağlı olmaksızın mirasçılara ait olur. Ne var ki, bu süreler dol-
duktan sonra bile, bizzat gaibin ya da bir üstün hak sahibinin ortaya çıkma-
sı ihtimali vardır. Böyle bir durum söz konusu olursa mirasçılar MK
585/I'e göre terekeyi zilyetlikteki geri verme kurallarına göre gaibe ya da
üstün hak sahibine yine geri vermek zorundadırlar97 •
3. Gaipliğin evliliğe
etkisine gelince; hemen belirtmek gerekir ki, gaip- 174
lik kararı evliliğe kendiliğinden
son vermez. Eğer gaibin eşi, evliliğin son
bulmasını istiyorsa MK 131 'e göre evliliği de feshettinnesi gerekir. Bunu
yapmadan evlenecek olursa, evliliği MK 145 b. l 'e göre çift evlilik sebebiy-
le mutlak butlanla sakat olur.
MK 131/1' e göre, gaipliğine karar verilen kişinin eşinin yeniden evle- 175
nebilmesi için, gaiplik kararından ayrı olarak evliliği de feshettirmesi gere-
kir. Evliliğin feshi, gaiplik kararı için başvuru ile birlikte istenebileceği gi-
bi, gaiplik kararının alınmasından sonra ayrı bir dava ile de istenebilir
(MK 131/III).
Evliliğin feshine hangi mahkemenin yetkili olduğuna gelince; bu soru- 176
nun cevabı MK 131/IIl'te verilmiştir. Söz konusu hükme göre, "Ayrı bir
dava ile evliliğin feshi, davacının yerleşim yeri mahkemesinden istenir".
Hükümden anlaşılacağı üzere, evliliğin feshi, gaiplik kararı ile birlikte iste-
niyorsa, yetkili mahkeme MK 32/II'de belirtilenlerdir98 . Fesih, gaiplik kara-
rından sonra ayrı bir dava ile isteniyorsa, yetki, davacının yerleşim yeri
mahkemesindedir.
96) Tuor/Picenoni, Art. 546 N 3; Art. 550 NI0; Escher, Art. 550 N 6; Kocayusufpaşaoğlu,
561, dn. 6; Dural/Öz, 383
97) Geri vermenin nasıl olacağına ilişkin bkz., Dural/Öz, 376 vd.
98) Bu konuda etraflı bilgi için bkz., Dural/Öğüz, 3.3.2.2.2
İKİNCİ BÖLÜM
Kişinin Ehliyetleri
4. HAK EHLİYETİ
i
;
Eski MK 8/I, c.l, "Her şahıs medeni haklardan istifade eder" şeklin- 180
deydi. Yeni MK 8, şahıs yerine insan kelimesini kullanmıştır. Maddenin,
genel olarak şahısların değil de, sadece gerçek kişi insanın hak ehliyetini
düzenlediği düşünülecek olursa, bu terim değişikliği isabetli olmuş, böylece
MK 8'in insanın hak ehliyeti ile ilgili olduğu açıklığa kavuşmuştur.
Lafız bakımından yapılanbir başka değişiklik de maddenin kenar başlı- 181
ğında bulunmaktadır. Eski metnin kenar başlığı Fransızcaya uygun olarak,
Medeni Haklardan İstifade şeklindeydi. Türk uygulaması ve doktrininde
ise, Almanca metindeki daha doğru olan hak ehliyeti (Rechtsfahigkeit) te-
rimi yerleşmişti. Yeni metin, 8. maddenin kenar başlığını hak ehliyeti şek
linde değiştirerek hem daha doğru olan terimi kullanmış hem de kanun ile
uygulama ve doktrin arasındaki terim farklılığını gidermiştir.
4.2.1. Genellik
Hak ehliyeti yönünden genellik prensibi MK 8/I'de, "Her insanın hak 183
ehliyeti vardır " şeklinde ifade edilmiştir. Bunun anlamı, din, dil, ırk, cinsi-
' yet, renk, sosyal sınıf, düşünce, yabancılık vb. gibi farklar gözetilmeksizin
her insanın hak ehliyetine sahip olduğudur.
4.2.2. Eşitlik
184 Hak ehliyetine herkes, hiçbir ayırım yapılmadan eşit olarak sahiptir
(MK 8/II, c. 2).
185 Belirtmek gerekir ki, MK 8'de ifade edilen genellik ve eşitlik prensipleri, kanu-
nu uygulayacak olanlara yönelik bir direktif niteliğindedir. Oysa Anayasanın 10.
maddesi, aynı direktifi daha geniş olarak, hem kanun koyucuya hem de kanunu uy-
gulayacak olanlara, sadece hak ehliyeti yönünden değil, kanun önünde eşitlik yö-
nünden vermiştir. Bu bakımdan baskın görüşle birlikte, MK 8'i, sadece hak ehliyeti
yönünden değil, fakat hukuk önünde eşitlik ve genelliği düzenlediği şeklinde yo-
rumlamak Anayasa IO'a uygun düşer 101 .
186 Jii,ggi, Anayasamızın 10. maddesine paralel bir hüküm içeren, İsviçre Federal
Anayasasının 4. maddesi ile hak ehliyeti arasında daha sıkı bir bağ kurmakta ve hak
ehliyetinin bir sosyal hak olduğunu savunmaktadır. Yazara göre, hak ehliyetine sa-
hip olan kişinin edinebileceği haklar, kural olarak dava edilebilen ve devlet gücün-
den yararlanılarak ileri sürülebilen haklardır. Bu sebeple, hak ehliyeti, kişinin dava
etme hakkı dolayısıyla fert ile devlet arasında bir temel ilişki kurar. Çünkü o, bir
yandan davalı olarak hakim önüne çıkmak yükümündedir öte yandan da kararın
aleyhine olması halinde, devletin kendisine yaptırım uygulamasına katlanmak zo-
rundadır. Çünkü, serbest karar verme iradesine sahip olabilmek (ki kişi olarak insa-
nın ayrılmaz bir parçasıdır), sorumluluğu da birlikte getirir. İşte hak ehliyeti, fert ile
devlet arasındaki ilişkiyi düzenlediği içindir ki, Anayasada öngörülen sosyal hak-
lardan biri olmaktadır.
187 MK 8/II'ye göre, "Buna göre, bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları
içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler". Bu hükümden anlaşıla
cağı üzere hak ehliyetine hukuk düzeni (kanun ve hakim) tarafından birta-
kım farklılıkların getirilmesi mümkündür ve getirilmiştir de ...
188 "... kanun dairesinde ... " diyen eski MK 8 c.2'den farklı olarak, yeni metin in-
sanların, hukuk düzeninin sınırları içinde hak ve borçlara eşit olarak ehil olduklarını
öngörmüştür. Böylece, sınırlamaların sadece kanun tarafından değil, öteden beri sa-
vunulduğu gibi, hakim tarafından da getirilebileceği açıklığa kavuşturulmuştur 102 •
Belirtmek gerekir ki, bu farklılıklar genellik ve eşitlik prensibini bozmazlar. Çünkü
bunlar, özel olarak belirli kişilere değil, aynı nitelikte olan kişilerin tümüne uygula-
nır. Bunun yanında adalet ve eşitlik düşüncesi de bu farklılıkları haklı gösterir. Baş
ka bir deyişle, yukarıda açıklanan eşitlik kavramı 1°3, göz önünde tutulacak olursa,
aşağıda sayacağımız gruplara giren kişilerin, objektif olarak farklı hükümlere tabi
tutulmaları daha iyi anlaşılır. Ancak MK 8'in açıklayıcı, düzenleyici olduğu göz
önünde tutulacak olursa, bunun önemi sınırlamaların yorumunda ortaya çıkar. Şöyle
ki, farklılıklar getiren özel hükmün uygulama alanı kuşkulu ise, MK 8/II'yi dar yo-
rumlamak gerekir. Yani hak ehliyetinin sınırlanması yönünden, açık ve kuşkuya yer
venneyecek bir hüküm bulunmadı~a, insanların hak ehliyeti yönünden eşit olduk-
lan kuralına üstünlük tanınmalıdır 1 •
a) Evlenme
MK 124'e göre, erkek ve kadın, kural olarak 17 yaşını doldurmadıkça 190
evlenemez. Ancak olağanüstü hallerde hakim, önemli bir sebep varsa, 16
yaşını doldurmuş kadın ya da erkeğin evlenmesine izin verebilir. Bu karar
verilmeden önce, mümkünse ana baba ya da vasi dinlenir.
MK 124'ü karşılayan eski MK 88'de evlenme yaşı farklı düzenlenmişti. Bu 191
hükme göre, "Erkek 17 kadın 15 yaşını ikmal etmedikçe evlenemez.
Şukadar ki, hakim fevkalade hallerde ve pek mühim bir sebebe mebni onbeş ya- 192
şımikmal etmiş bir erkeğin veya on dört yaşını bitirmiş bir kadının evlenmesine
müsaade edebilir. Karardan önce ana, baba veya vasinin dinlenmesi şarttır".
b) Evldt edinme
MK 307 hükmüne göre, evli olmayan bir kimse ancak 30 yaşını doldu- 193
runca evlat edinebilir. Aynı durum, evli olup da MK 307/II'deki şartlardan
birinin varlığı sebebiyle tek başına evlat, edinecek olan eş için de söz konu-
sudur. Buna karşılık eşler birlikte evlat edineceklerse, her ikisinin de 30 ya-
şını doldurmuş olması ya da 30 yaşını doldurmuş olmamakla beraber, en az
beş yıldan beri evli olmaları gerekir. Bu son ihtimalde, herhangi bir yaş sı
nırlaması yoktur (MK 306/II). Eşlerden biri diğerinin çocuğunu evlat edi-
necekse, 30 yaşını doldumıuş olması veya evliliğin en az iki yıldır devam
ediyor bulunması gerekir (MK 306/III).
196 Baskın görüş, burada bir hak ehliyeti sınırlaması olduğunu kabul et-
mekle beraber, modern doktrin, evlenme ve ölüme bağlı tasarruf yapma
yönünden, sadece hak ehliyetinin değil de hem hak hem de fiil ehliyetinin
sınırlaması olduğunu kabul eder. Bu görüşte olan yazarlara göre, her ne ka-
dar hak ve fiil ehliyeti arasında bir ayırım yapılması gerekirse de; belirli bir
hakka ilişkin hususlarda hak ve fiil ehliyeti için aranan şartların genellikle
birbirinin aynı olduğu görülmektedir. Buna en iyi örnekler, evlenme ve
ölüme bağlı tasarruflardır. Şöyle ki, MK 124 vd. evlenme, MK 502 ve 503
vasiyetname ve miras sözleşmesi yapabilme şartlarını saymıştır. Bu şartlan
haiz olmayan kişi ne evlenme, vasiyetname ya da miras sözleşmesi yapma
ehliyetine ne de hakkına sahiptir. Böyle olunca da şartların bulunmaması,
bu haklar yönünden hem hak hem de fiil ehliyetini sınırlamaktadır 105 .
e) Vasi olabilme
198 Ancak ergin olan kişiler vasi olarak atanabilirler (MK 413).
j) Din seçme
199 Kişinin kendi dinini seçebilmesi için ergin olması gerekir (MK 341 ).
g) Evlenme yasağı
200 Soybağı karışıklıklarını önlemek amacıyla, kadının, önceki evliliği her-
hangi bir sebeple sona erdikten itibaren 300 gün geçmedikçe yeniden ev-
lenmesi yasaktır (MK 132).
201 Ancak, kadının gebe olmadığı anlaşılırsa ya da bu süre dolmadan doğum yaparsa
ya da eski eşi ile yeniden evlenecek olursa bekleme süresi sona erer (MK 132/II,
III).
202a Ancak aynı maddeye göre, evli kadın isterse, kocasının soyadının önünde, mad-
dede öngörülmüş kurallara uyarak, evlenmeden önce taşıdığı soyadım kullanabilir.
105) Grossen, 313 (Yazar aynı sonuca tüm kişiye bağlı haklar yönünden de varmaktadır).
Gutzwiller Schweizerisches Privatrecht II, 472; Bucher, Art.! 1. N 40, 41 (Bu yazara
göre, söz konusu olan durumları sadece fiil ehliyetinin bir sınırlaması olarak kabul
etmek daha doğru olur); Pedrazzini/Oberholzer, 2.3.2.1.; Kocayusufpaşaoğlu, 135.
Hak Ehliyeti 43
iEğer evlenmeden önce çift soyadı taşıyor idiyse, o zaman bunlardan seçeceği birini
kocasının soyadının yanında kullanabilir.
Ancak, Anayasa Mahkemesi, 2013/2,187 başvuru no'lu ve 19.12.2013 tarihli MK 202b
187'nin iptali sonucunu doğurmayan bireysel _başvuru kararında (25.4.2014 Tarihli,
28982 Sayılı Resmi Gazete) MK 187 hükmünün Anayasanın 17. maddesinde gü-
vence altına alınan kişinin manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkını ih-
lal ettiğine hükmetmiştir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi de 28.4.2015 tarihli,
20471/8704 tarihli kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Kadınlara Karşı
Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşmesi uyarınca kadı-
nın evlendikten sonra önceki soyadını (bekarlık. soyadım) kullanabileceğine karar
vermiştir. (Kazancı İçtihat Bilgi Barık.ası).
i) Evlilik içinde doğan çocuk ailenin, yani babanın soyadım taşır (MK 203
321). Aynı kural, evlilik dışında doğup da, ana ve babasının evlenmesi so-
nucu babası ile arasında soybağı kurulan çocuk yönünden de geçerlidir.
Buna karşılık evlilik dışında doğan çocuk, anasının soyadını taşır. Ana- 204
nın iki soyadı varsa, çocuk onun bekarlık soyadını kazanır (MK 321 c.2).
MK 321 'in metninde yer almamakla beraber gerekçesinde, baba çocuğu ta-
nısa ya da hak.im babalığa hükmetse bile, çocuğun anasının soyadım taşı
maya devam edeceği belirtilmiştir. Ancak 2006 yılında yürürlüğe giren Nü-
fus Hizmetleri Kanununun 28. maddesi tamamen farklı bir düzenleme ge-
tirmiştir. Maddenin 4. fıkrasına göre, evlilik dışı baba çocuğu tanırsa çocuk,
baba hanesine baba adı ve soyadı ile yazılır. Nüfus Hizmetleri Kanununun
bu hükmü, MK 321 ile çeliştiği için doktrinde tartışmalara yol açmıştır 106 •
Tartışma özellikle şekle ilişkin bir kanunun, maddi hukuka ilişkin bir ka-
nunda değişiklik yapabilip yapamayacağı yönünde olmuştur. Ne var ki, bu
tartışmalar, Anayasa Mahkemesinin 2.7.2009 tarih ve 114/105 sayılı kararı
ile 107 321. maddenin birinci fıkrasındaki "çocuk... evli değilse ananın"
hükmünü Anayasa'nın 10, 11, 41. maddelerine aykırı bularak iptali ile sona
ermiştir. Anayasa Mahkemesi'ne göre "Anayasa Mahkemesinin benzeri
konularda daha önce verilmiş olan kararlarında vurguladığı üzere, çocuk
evlilik dışı dünyaya gelse bile, ana babasını bilmek, babanın nüfasuna ya-
zılmak, bunun getireceği haklardan yararlanmak, ana ve babasından ken-
disine karşı olan görevlerini yerine getirmelerini istemek gibi kişiliğine
bağlı temel haklara sahiptir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde bütün
çocukların evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın ay-
nı sosyal korumadan yararlanması gerektiği açıklanmıştır. Keza, Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinde, yasama, yürütme ve yargı organla-
rınca gerçekleştirilecek bütün faaliyetlerinde "çocuğun yararı "nzn esas
alınması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Anayasa 'mn 41. maddesinin gerek-
çesinde de, ailenin yanı sıra evlilik dışında doğan çocukların da korunması
devlete bir ödev olarak yüklenmiştir.
205 Bu nedenle, tanıma işleminin varlığı veya babalık hükmünün verilmiş
olmasıdurumunda, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olmanın çocukların
hukuksal statüsünde birfarklılığa yol açtığı kabul edilemez. "
206 }) Hak ehliyetine diğer bir sınırlama, velayet ve vesayet altındaki ço-
cuklar yönünden getirilmiştir. MK 21/I'e göre, velayet altındaki çocukların
yerleşim yeri, ana ve babanın ortak yerleşim yeridir. Ana ve babanın ortak
yerleşim yeri yoksa, velayet altındaki kişinin yerleşim yeri, hukuken kendi-
sine bırakıldığı ana ya da babasının yerleşim yeridir. Bu haller dışında (ör-
neğin ana ve babanın ortak ya da münferit yerleşim yerleri yoksa), çocuğun
oturma yeri (meskeni) onun yerleşim yeri sayılır 108 •
207 Ana babanın ortak yerleşim yerleri bulunmadığı fakat velayetin her ikisine de ait
olduğu hallerde (böyle bir durumda çocuk ana ya da babaya bırakılamayacağı için),
velayet altındaki çocuğun yerleşim yerinin neresi olacağına ilişkin MK 21/I'de açık
bir hüküm yoktur. Bu durumda MK 21/1, c.2' den hareketle, çocuğun fiilen oturduğu
yerin onun yerleşim yeri olduğunu kabulden başka bir çare yoktur.
208 Vesayet atında bulunan kişinin yerleşim yeri, bağlı olduğu vesayet ma-
kamının (sulh mahkemesi) bulunduğu yerdir (MK 21/II).
209 21. maddenin eski metninde bulunan, evli kadının yerleşim yerinin ko-
casının yerleşim yeri olduğuna ilişkin hüküm, kadın erkek eşitliğine aykırı
görüldüğü için, yeni kanuna alınmamıştır. Böylece evli kadının kocasından
bağımsız bir yerleşim yeri edinebileceği kabul edilmiştir.
21 O Belirtmek gerekir ki, evli kadının bağımsız yerleşim yeri edinebileceğine ilişkin
kanunda açık bir hüküm yoktur. Bu sonuca. MK 21 'in evli kadını hükmünün dışın
da bırakması ve gerekçedeki bazı açıklamalardan varılmaktadır. Gerçekten, kanu-
nun genel gerekçesinde, 249. sayfada, "... ancak kadın erkek eşitliğinin sağlanması
amacıyla, kocanın ikametgahı karının ikametgahı addolunur hükmii Tasarıya alın
mamıştır"; 21. maddenin gerekçesinde, " ... ana ve babanın ortak yerleşim yerinin
bulunmadığı hallerde ( ki bu ibare hem evli olan hem de evli olmayan ana ve babayı
kapsamaktadır)" cümle parçacığından evli kadının bağımsız yerleşim yerinin ola-
cağı sonucu çıkmaktadır.
1
bb) Bir ceza mahkemesinden mahkum edilip de kamu haklarından yok- 213
sun edilen kişiler, ölüme bağlı tasarrufların yapılmasına resmi memur ya da
tanık sıfatıyla katılamazlar (MK 536/1).
m) Akıl hastalığı
Akıl hastaları, evlenmelerinde bir sakınca olmadığı bir resmi sağlık ku- 214
rulu raporuyla tevsik edilmedikçe evlenemezler (MK 133).
n) Yabancılık
Yabancı uyruklu olma bazı haklara sahip olmayı sınırlar ya da engeller. 215
Örneğin Tapu Kanunu 35 ve 36, yabancı gerçek ve tüzel kişiler ile yabancı
yatırımcıların Türkiye'de kurdukları ya da katıldıkları ortaklıkların taşın-
maz edinmelerine gerek yer gerek miktar yönünden sınırlamalar getirmiştir.
Bir başka örnek de Kooperatifler Kanununda bulunmaktadır. 56 ve 65.
maddelere göre, yabancı uyruklu kişiler kooperatif denetim ve yönetim ku-
rulu üyesi olamazlar.
218 Çocuk derneklerine üye olabilme Dernekler Kanununda özel olarak dü-
zenlenmiştir. DK 3/III ve IV'e göre oniki yaşını bitirmiş ve ayırt etme gücü
olan çocuklar, yasal temsilcilerinin rızası ile çocuk derneklerine üye olabi-
lirler. Buna karşılık onsekiz yaşını doldurmuş olanlar çocuk derneklerine
üye olamazlar (DK 3N).
219 Kural olarak, hakim hukuku uygularken fertler arasında farklılık yarat-
maz. Ancak ratio legis gerektiriyorsa, hak ehliyeti yönünden bir farklılık
getirebilir 1°9.
220 Hakim tarafından farklılık yaratılmasına imkan veren bir hükme örnek
olarak TCK 53/III'ü gösterebiliriz. Söz konusu maddenin ikinci fıkrasına
göre, hakim, beş yıldan daha fazla hapis cezasına çarptınlnıış bir kimsenin
ceza müddeti içinde velayet ve koca sıfatıyla sahip olduğu haklardan yok-
sun bırakılmasına karar verebilir.
221 Bazı yazarların 110 bunu, şeref ve haysiyetsizlikten kaynaklanan bir fark olarak
görmeleri doğru değildir. Çünkü her suçtan mahkumiyet, şeref ve haysiyetsizlik so-
nucunu doğurmaz. Örneğin fikir suçundan mahkum olan bir kimsenin haysiyetsiz
olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Kaldı ki TCK 53/III cezayı, suçun niteli-
ği ve toplum üzerindeki etkisine göre değil, hapis cezasının süresine göre öngör-
müştür.
109) Egger, Art. 11 N 11; Ataay, 54 vd.; Özsunay, 29 ve orada anılan örnekler.
110) Zevkliler, 196.
5. FİİL EHLİYETİ
5.1. Kavram
Kişinin kendi fiiliyle hak sahibi olabilmesi ve borç altına girebilmesine 222
fiil ehliyeti denir (MK 9).
Eski 9. madde, fiil ehliyeti yerine medeni hakların kullanılması kenar başlığını 223
taşırdı. Bu ZGB Art. 12'nin Fransızca metninin tam çevirisiydi (exercise des droit
civils). Almanca metin ise, kenar başlığı olarak fiil ehliyeti (Haııdluııgsfahigkeit)
terimini kullanmıştır. Yeni Medeni Kanunun metninde de daha doğru olan bu fiil
ehliyeti terimi tercih edilmiştir. Zaten doktrinde de bu terim yerleşmiştir •
111
Daha geniş bir ifade ile, fiil ehliyeti, kişinin, kendi fiilleriyle hak ve 224
borçlar kurabilmesi, bunlara son verebilmesi ya da yeni hukuki durumlar
yaratabilmesidir.
Belirtmek gerekir ki, eski MK 9'un metninde kendi fiiliyle ibaresi yer 225
almıyordu. Bu bakımdan, "Medeni hakları kullanmaya salahiyettar olan
kimse iktisaba da ehildir" diyen eski MK 9 hak ehliyeti ile fiil ehliyeti ara-
sındaki farkı açıklamaya elverişli değildi. Çünkü, fiil ehliyeti olmayan bir
kimse de yasal temsilcisi aracılığıyla hak kazanır ve borç altına girebilir.
Fiil ehliyetinde ise önemli olan sadece, kişinin hak sahibi olabilmesi ya da
borç altına girebilmesi değil, bunları kendi fiilleriyle yapabilmesidir. Bu
bakımdan yeni metne ZGB 12'ye uygun olarak kendi fiilleriyle kelimeleri-
nin eklenmesi yerinde olmuştur.
Ataa/ 12 , kendi fiilleriyle kelimelerinin bulunmasını dahi yeterli bulmamaktadır. 226
Çünkü ona göre, sınırlı ehliyetsizler, başkasının temsilcisi olarak, temsil ettikleri ki-
şiyi borç altına sokabilirler ve onu hak sahibi yapabilirler. Bu bakımdan yazara gö-
re, metnin tatmin edici olabilmesi için, kendi fiilleriyle kendileri için denilmesi ge-
rekir.
228 Aşağıda, hak ve fiil ehliyetleri arasındaki farklar açıklanmaya çalışılacak ise de,
bu iki ehliyet arasındaki sınırı çizmenin oldukça güç olduğunu belirtmemiz gerekir.
Fiil ehliyetine getirilen sınırlamalar genellikle hak ehliyetinin de sınırlanması sonu:
cunu doğururlar. Bunun gibi, hak ehliyetine getirilen sınırlamaların bazıları fiil eh- '\
liyetinin de yokluğu sonucunu doğururlar. Fakat buna rağmen iki kavram aynı de-
ğildirler. Bu bakımdan hak ve fiil ehliyetini ayırmak metod yönünden zorunlu ve
aynı zamanda amaca da uygundur. Fiil ehliyetinin temelinde bir ölçüde hak ehliyeti
yatar. Her fiil ehliyetine sahip kişi doğal olarak hak ehliyetine sahiptir. Buna karşı
lık herkes ipso iure fiil ehliyetine sahip değildir 114 •
230 Fiil ehliyeti ise, kişinin kendi fiilleriyle, kendi isteğiyle ve kendisi için
hak ve borç edinmesidir. Bu ehliyete kişi doğuştan sahip olmadığı gibi,
herkes de sahip değildir. Ancak kanunda belirtilen şartları gerçekleştiren
kişiler fiil ehliyetine sahiptirler.
231 Görüldüğügibi, fiil ehliyeti için önemli olan kişinin hak sahibi olabil-
mesi ve borç altına
girebilmesi değildir. Çünkü bunlara kişi, kişiliğinin
oluşmasından itibaren hak ehliyeti dolayısıyla sahiptir. Fiil ehliyetinde
önemli olan kişinin kendi fiilidir. Kişi kendi fiili sonucu hak edinebiliyor ya
da borç altına girebiliyorsa, fiil ehliyetine sahiptir. Buna karşılık, hak sahibi
olabilmesi ya da borç altına girebilmesine kendi fiili yeterli olmayıp, fiile
yasal temsilcisinin de katılması ya da yasal temsilcinin fiili onun adına
yapması gerekiyorsa, kişinin fiil ehliyeti yoktur.
232 Fiil ehliyetinde önemli olan kişinin kendi fiili olduğu içindir ki, ancak
belirli nitelikleri olan kişilerin bu ehliyete sahip olacakları öngörülmüştür.
Bir başka deyişle fiil ehliyeti, fiillerinin sonuçlarını anlayabilecek ve ser-
bestçe hareket edebilecek düşünce ve irade sahibi olan kişilerde bulunabilir.
Çünkü hukuk, ancak hareketinin sebep ve sonuçlarını bilen ve serbest ira-
deyle hareket edebilen kişilerin fiillerine bir sonuç bağlayabilir.
233 Fiil ehliyeti ile hak ehliyeti arasındaki farklar, MK 8'in belirli bir ölçüde, sadece
açıklayıcı nitelikte hükümler koyduğunu gösterir. Çünkü gerçekte, hak ehliyetine
sahip olmayan kişi düşünülemez. İşte MK 8 bu gerçeği açıklamaktan ileri gitme-
miştir.
234 Oysa fiil ehliyeti sonradan kazanılan bir ehliyettir. Kişi, belirli niteliklere sahip
olduğu and~ bu ~hlifeti. ~az~nır, yoksa kişilik _kazanma,. yani doğum ile ~~ıiı. Bu
bakımdan fııl ehlıyetıne ılışkın kurallar emredıcı olup aksı kararlaştırılamaz -.
Aşağıda görüleceği gibi, kanunun bazı kimselere fiil ehliyeti tanımaması, bunları 235
cezalandırmak değil, aksine korumak amacını güder, onların lehinedir116• Çünkü,
yukarıda da değindiğimiz gibi, fiil ehliyeti, serbestçe karar verebilecek, yaptıkları
fiil ya da işlemin sebep ve sonuçlarını anlayabilecek kişilere tanınmıştır. Bir başka
deyiş ile kişi, ancak ilişkilerini mantıklı olarak yürütebilecek ve hukuk kurallarına
uygun hareket edebilecekse, hukuk düzeni onun fiil ehliyetinin varlığını kabul eder.
Bunun aksine kişi, mantıklı ve hukuk kurallarına uygun olarak hareket edemiyorsa,
onun bir yandan günlük hayatta istismar edilmeye karşı korunması gerekir; diğer
yandan da hukuk kuralını ihlal etmesi halinde, normal bir insana oranla hiç sorumlu
tutulmaması ya da az sorumlu tutulması zorunludur • Başka bir deyişle, hukuk so-
117
rumluluk temeline dayanır. Sorumluluk için ise insanın irade serbestisine sahip ol-
ması gerekir. Çünkü, ancak irade serbestisinin varlığıdır ki, insanın hareketlerinde
bağımsız ve bu bağımsızlığı dolayısıyla da sorumlu olması sonucunu doğurur. Bu
'\ kural ise, ancak mantıklı hareket edebilen, ayırt etme gücü olan insanlara uygulana•
bilir. Bu durumda olmayan kişilerde ise, bu kuralın uygulanması adil olmayan so-
nuçlar doğurur. Çünkü bu, hareketlerinin bilincinde olan ile olmayanı aynı kurallara
tabi tutmak olurdu. Bu sebepledir ki, fiil ehliyetsizliği , sorumluluğun bir dengeleyi-
cisi olmaktadır. Daha açık bir deyişle, serbest ve mantıklı hareket etme doğal şartla
rından yoksun olan kişiler, fiil ya da sözleriyle taahhüt altına girme ihtimalinden ko-
runınalan amacıyla fiil ehliyetinden yoks"4U bırakıldıklan gibi, hukuku ihlal etmele-
ri halinde de sorumlulukları özel olarak düzenlenmiştir 118 • Bu ise, insanların akıl ve
karakter yapısındaki farklılığın bir sonucudur. Bu farklılık, bütün insanların kendi
tutumları ile, hukuken geçerli aynı sonuçlan doğurmalarını engeller. İşte fiil ehliye-
tinin görevi, "insanın hareketlerinin, hangi şartlar altında, hukukım bunlara nor-
mal olarak bağladığı sonuçları doğuracağını saptamaktır" 119 .
Kanunun belirli bir fiil için fiil ehliyetinin yokluğunu kabul etmesi, kişinin o fiili 236
yapamayacağı değil de - kural olarak -, bu fiile normal hukuki sonuçlarının bağla
namayacağı anlamına gelir. Örneğin tam ehliyetsiz bir kişi sözleşme yapabilir ya da
haksız fiil işleyebilir. Ne var ki, fiil ehliyeti olmadığı için, sözleşme geçerli olmaz
ya da haksız fiilden (kural olarak) tazminat ödeme borcu doğmaz 120 • Ancak, bu yu-
karıda yapılan açıklamalar, fiil ehliyetsizliğinin hiç nazara alınmayacağı anlamına
gelmez. Hukuk kurallarının öngörmüş olması şartıyla, ehliyetsiz bir kişinin tutumu,
fiili bir durum olarak, tıpkı bir tabiat olayı gibi, bazı sonuçlar doğurabilir. Birkaç
örnek vermek gerekirse; karşı tarafı fiil ehliyeti bulunduğuna hile ile inandıran ehli-
yetsiz, işlem ehliyeti bulurımamasına rağmen, MK 452'ye göre, BK 59 şartları varsa
haksız fiil kurallarına göre tazminat öder. Haksız fiilden de sorumlu tutulamıyorsa,
verdiği zarar, ev başkanı (aile reisi) ya da istihdam eden tarafından tazmin edilir
(MK 369, BK 66) 121 • Aynı şekilde, daimi ayırt etme gücünden yoksun olan bir kim-
se evlenecek olursa, bu evlilik geçersizdir (MK 125, 145). Ancak, hakim karar ve-
rinceye kadar geçerli bir evliliğin tilin sonuçlarını doğurur.
240 Yapılan işlem bir sözleşme ise, işlem ehliyetinin özel bir türü olan söz-
leşme ehliyetinden (Vertragsfahigkeit)'den söz edilir. Buna karşılık bir ta-
sarruf işleminin bulunduğu hallerde, yine işlem ehliyetinin özel bir türü
olan tasarruf ehliyeti (Verfiigungsfahigkeit)'i söz konusu olur. Nihayet, bir
davada usul hukuku işlemleri yapma ehliyeti dava ehliyeti de (ıProzess
fahigkeit) fiil ehliyetinin bir türüdür 122 •
241 Davada usuli işlem yapabilme ehliyeti ile davaya taraf olma ehliyetini birbirine
karıştırmamak gerekir. Bu ikincisi, genel olarak bir davada, davacı ya da davalı ol::'.\
ma ile ilgilidir. Bu bakımdan taraf olma ehliyeti, hak ehliyetine dahildir 123 •
242 Fiil ehliyetinin bir türü olan tasarruf ehliyetini, benzer bir kavram olan
tasarruf yetkisi (Verfiigungsmacht) ile karıştırmamak gerekir 124 • Tasarruf
ehliyeti, yukarıda da açıklandığı gibi, fiil ehliyetinin bir türüdür. Fiil ehli-
yeti genel olup, yapılan hukuki işlemin bir sonuç doğurabilmesi için bizzat
kişinin kendisinde bulunması gereken şartları belirtir. Buna göre, tasarruf
ehliyeti de, kişinin genel olarak geçerli tasarruf işlemi yapabilmesi için ge-
rekli fiil ehliyetine ilişkin şartlara sahip olmasını belirtir.
243 Tasarruf yetkisi ise, doğrudan kişi ile ilgili olmayıp, kişi ile üzerinde ta-
sarruf edilecek şey arasındaki ilişkiyi ifade eder. Daha iyi bir deyişle, tasar-
ruf yetkisi, kişinin genel olarak tasarruf işlemi yapabilip yapamayacağını
değil de, tasarruf işleminin konusu olan şeye doğrudan doğruya etki yapa-
122) Postacıoğlıı, 205,210; Kum, 121 vd.; Grossen, 312; Velidedeoğlu, 45; BGE 39 II 430;
42 II 553.
123) Postacıoğlu, 205 vd.; Kum, 118 vd.; Grossen, 312; Pedrazzini/Oberholzer, 2.3. l.
aynca bkz., dn. 120'de anılan Federal Mahkeme kararlan.
124) Tasarruf ehliyeti ile tasarruf yetkisinin ayrıntılı karşılaştırması için bkz. Vardar
Hamamcıoğlu, Medeni Hukukta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014.
Fiil Ehliyeti 51
125) von Tuhr/Peter, I, 214; von Tuhr, BGB II/1, 365; Ataay, 62; Özsunay, 32; Saymen,
79.
52 Gerçek Kişiler
254 Bunun aksine örnek, sınırlı ehliyetsizin başkalarını temsilen yaptığı ta-
sarruf işlemi olabilir. Sınırlı ehliyetsiz, fiil ehliyeti sınırlı olduğu için, mal-
varlığına ilişkin tasarruf işlemleri yönünden tasarruf ehliyetine sahip değil
dir. Fakat o, başkasına ait malvarlığına dahil bir mal üzerinde, o kişinin
temsilcisi sıfatıyla tasarruf işlemi yapabilir. Görüldüğü gibi bu halde, tasar-
ruf ehliyeti olmayart sınırlı ehliyetsiz, tasarruf yetkisine sahip bulunmakta-
dır.
256 Bazen hukuka ayk:ın fiillerden sorumlu olma yerine haksız fili ehliyeti ya da hu-
foka aykırı fiillerden sorumlu tutulabi/me ehliyetinden söz edilmesi doğru değil
dir126. Çünkü ehliyet sadece hukuka uygun davranışlar için söz konusu olabilir; hu-
kuk hiç kimseye hukuka aykın davranma yetkisi (ehliyeti) vermez.
5.4.1. Erginlik
5.4.1.1. Kavram
259 Erginlik. belirli bir yaşa gelme ya da kanunen o yaşa gelmiş sayılma-
dır. Erginliğini kazanan kimseye ergin denir.
MK 11 ve 12'ye göre üç türlü erginlik vardır: yasal erginlik (yaş ergin- 260
/iği),evlenmeyle kazanılan erginlik ve ergin kılınma (kazaf rüşt).
şöyle açıklanrnıştır 129 : "Küçük yaştaki kızların evlendirilmesinin gerek biyolojik ge-
rek psikolojik açıdan olumsuz etkiler gösterdiği günümüzde tartışmasız olarak kabul
edilen bir gerçektir. Daha orta öğretim çağında bulunan onbeş yaşındaki bir çocu-
ğun evlenmesine izin vermemek gerekir. Ülkemizde Medeni Kanunun kabul edilme-
sinden bu yana bu konuda halkın bilinçlendiği ve eğitildiği göz önünde tutulmak su-
retiyle önemli bir kurum olan aile hayatının kurulmasında kadınlar için onbeş yaşın
bitirilmesi yeterli görülmemiştir. Bu konuda bu kadar küçük yaşta evlenme yaşı iti-
bariyle kadın ve erkek arasında ayrım yapılmasının da bir anlamı olmadığı kabul
edilmelidir. Bu sebeple evlenme yaşı kadın ve erkek için onyedi yaşın bitirilmesi
olarak kabul edilmiştir.
267 ... Aynı gerekçelerle erken evlenme yaşının da her iki cins için hem de daha yük-
seltilerek... kabulü uygun görülmüştür".
268 Evlenmeyle erginliğin kazanılabilmesi için, evlenmenin tamamlanmış
olması yeterlidir (MK 142); başka bir şeye gerek yoktur. Aynı şekilde er-
ginliğin kazanılması evlenmenin geçerli olması şartına da bağlı değildir.
Evlenme mutlak ya da nisbı butlanla yasak olsa bile, erginlik yine kazanılır.
269 Evlenmenin boşanma, ölüm ya da gaiplik ile sona ermesi kazanılan er-
ginliğietkilemez. Yani erginlik, evlenmenin bu sebeplerden biri ile sona
ermesi halinde dahi devam eder.
270 Ancak baskın görüş, evliliğin mutlak butlan sebeplerinden biri ile sona
ermesi durumunda erginliğini evlenmeyle kazanan eşin, iyi ya da kötü ni-
yetli olması hali için bir ayırım yapar. MK 156 ve 158 hükümlerine dayan-
dırılan bu görüşe göre, mutlak butlan sebebiyle sona eren evlilikle kazanı
lan erginliğin devam edebilmesi için, erginliği kazanan eşin iyi niyetli ol-
ması gerekir 130 •
271 Bu konuda Egger daha da ileri gitmekte ve mutlak butlan hallerinde er~inliğin
devamını, sadece eşle işlem yapan kişinin iyi niyetli olmasına hasretmektedir 31 •
cağını kabul etmek, evlenmenin hakim kararına kadar geçerli bir evlenme-
nin tüın sonuçlarını doğuracağı kuralının konulma amacından çok daha ge-
niş yorumlanması ve bunun sonucunda da Medeni Hukukun temel ilkeleri
ile bağdaşamayacak bir durumun yaratılmasına sebep olur. Aynı sonuca
yazar, hile ya da korkutmayla evlenen eş yönünden de varmaktadır.
MK 12'ye göre, hakimin erginliğe karar verebilmesi için ilk şart, küçü- 274
ğün onbeş yaşını doldurmuş olmasıdır. Onbeş yaşını doldurmuş olması is-
tem anında değil, karar anında aranır. Daha onbeş yaşını dolduramamış
olan bir kimse de erginliğine karar verilmesi için mahkemeye başvurabilir,
ancak karar onbeş yaşını doldurmadan verilemez 134 .
Ataa/ 35 daha da ileri giderek, daha onbeş yaşını doldurmamış olan bir kimsenin 275
de erginliğine karar verilebileceğini, ancak kararın onbeş yaşın doldurulması ile hü-
küm ifade edeceğini savunur.
Küçük velayet altında ise, hakimin erginliğe karar verebilmesi için, ve- 278
134) Egger, Art. 15 N 13; Bucher, Art. 15 N 28; Velidedeoğlu, 59; Saymen, 94; Ataay, 71.
135) Ataay, 7 l.
136) Egger, Art. 15 N 4; Velidedeoğlu, 60; Ataay, 71; Özsunay, 45.
56 Gerçek Kişiler
linin rızası şarttır. Buna göre ana ve babadan her ikisi de velayete sahipse
ikisinin de rızası aranacaktır. Buna karşılık, velayet ana ya da babadan bi-
rindeyse, o zaman sadece onun rızası yeterli olacaktır.
279 Ataay'a göre 137, velayet hakkıha sahip ana babadan birinin rızasını açıklayama-
yacak durumda olması ya da nerede olduğunun bilinmemesi durumunda da hakim
sadece diğerinin rızası ile yetinmelidir.
280 Vesayet altındaki küçüklere gelince; eski Medeni' Kanunun 12. maddesi-
nin 2. cümlesi, ergin kılınmak için vasinin dinlenmesini öngörmüştü. Hakim,
sadece onu dinlemekle yetinecek, fakat onun görüşü ile bağlı olmayacaktı.'\
Yeni Medeni' Kanunun 12. maddesinde, vasiye ilişkin hiçbir hüküm bulun-
mamaktadır. Ancak bu, ergin kılınmada vasinin hiç rolü olmadığı anlamına
gelmez. Vasiye ilişkin bir hükmün 12. maddede yer almamasının sebebi, 12.
maddenin gerekçesinde şöyle açıklanmıştır: "463. maddede küçüğü,n ergin
kılınması için, vesayet makamının izni ve denetim makamının onayının alın
ması öngörüldüğü,nden eski maddede yer alan ayrıca vasinin dinlenmesi hu-
susuna yer verilmemiştir ". Başka bir ifade ile, kısıtlının ergin kılınması için
MK 463 b.6'ya göre sulh ve asliye mahkemelerinin rıza ve onayı mahkeme-
ye sunulacağı için ayrıca vasinin dinlenmesine gerek görülmemiştir.
28 ı Belirtmek gerekir ki, bu yeni düzenleme şekli bazı soru işaretlerine sebep ola-
caktır. Şöyleki, eski metin sadece vasinin dinlenmesinden söz ederek, hakimin bu-
nunla bağlı olmayacağını öngörmüştü. Oysa yeni düzenleme sulh ve asliye mahke-
melerinin nza ve onayını aramaktadır. Böyle bir durumda erginliğe karar verecek
hakimin, iki mahkemenin nza ve onayından geçmiş bir hususta bunların karan ile
bağlı olmayacağını söylemek kolay kolay mümkün değildir.
nılmasının söz konusu olduğu hallerde hüküm ifade etmez. Ancak, özellikle MK
470/Il'ye göre ilan yapıldığı hallerde buna güvenerek ergin kılınan kişi ile işlem ya-
panların iyi niyeti korunmalı ve işlem icazet aranmaksızın geçerli kabul edilmelidir.
5.4.2.1. Kavram
142) Farklı
bir tanım için bkz., Akipek/Akıntürk, 51; Zevkliler, ve oradaki ilginç örnekler.
Aynca, psikolojik anlamda temyiz kudreti ve mantıklı hareket etme ile Medenı Kanun
anlamındakiler arasındaki fark için bkz., Binder, 9 vd.
143) Grossen, 318; Bucher, Art 16 N 44 vd.; Köprülü, 198/199; Özsunay, 34; 4.HD 11. 3.
1981, 12471/3018 (YKD 1981, c. VII).
144) BGE 90 il 9 vd.; ayrıca bkz., BGE 55 il 229; 77 II 97.
58 Gerçek Kişiler
kişinin iradesi oluşurken, dış etkenlere karşı koyabilecek güce sahip olması
gerekir. Bu güç yoksa, ayırt etme gücünün bulunduğundan söz edilemez 1 •
45
290 MK 13 ayırt
etme gücünü olumsuz olarak tanımlamıştır. Bir başka de-
yişle, kişininne zaman ayırt etme gücüne sahip olduğunu değil de, hangi
durumların ayırt etme gücünü ortadan kaldırdığını saymış ve bu durumlar-
dan birinin içinde bulunmayan kişinin ayırt etme gücüne sahip olduğunu
belirtmiştir.
291 Kanunun ayırt etme gücünü olumsuz açıklamasının sebebi, bunun varlığının ku-
ral, yokluğunun ise istisna olmasıdır. İstisnaların ise özel olarak tanımlanması ge-
rekir146.
292 MK l 3 'e göre ayırt etme gücünü ortadan kaldıran haller şunlardır:
145) BGE 55 II 22; 67 II 52; 70 II 140; 77 II 970; Grossen, 319; Bucher, Art. 16 N 62 vd.;
Köprülü, 202.
146) Pedrazzini/Oberholzer, 3.1.3.2.1.
147) 4. HD 11.3.1981, 12471/3013 (YKD 1981, c. VII, 1417); 7. HD 13.4.1981, 3667/4492
(YKD 1981, c. VII, 992); 1 HD 27. 9. 1979, 7978/10405 (YKD 1979, c. V, 1695);
HGK 19. 7. 1967, 65/640 (Yazıcı/Atasoy, No. 26).
Fiil Ehliyeti 59
bir gelişmeye sahip olması gerekir. Buna karşılık başka bir olayda Federal Malıke
me, bir elektrik direğinin vidalarını sökrnesinde, 12 yaşındaki bir çocuğun ayırt et-
me gücüne sahip bulunduğu ve dolayısıyla da ika etmiş olduğu haksız fiilden so-
ruınlu olduğu sonucuna varmıştır 148 • Karara göre, haksız fiilden sorumlu tutulabil-
mek için, 12 yaşındaki çocuğun fiilin bütün sonuçlarını idrak etmesi gerekmez.
Onun, direğin direncini azaltarak tehlike yaratacağını anlayacak durumda olması
yeterlidir.
Hemen belirtmek gerekir ki, tıbbın akıl hastalığı olarak kabul ettiği her 297
hastalık, fiil ehliyeti yönünden önemli değildir. Bir akıl hastalığının fiil eh-
liyetini etkileyebilmesi için, ayırt etme gücünü, yani kişinin makul surette
hareket edebilme yeteneğini etkileyecek nitelikte olması gerekir. Bakılacak
husus, hastalığın belirli bir işlemi yaparken, hastanın ayırt etme gücünü et-
kileyecek derecede olup olmadığıdır 149 •
Zürih istinaf malıkemesine göre 150, ayırt etme gücünün yokluğu somatik ya da 298
biyolojik sebeplere bağlıdır. Akıl hastalığı ayırt etme gücünün yokluğuna işaret
eden önemli bir emaredir, fakat kesin olarak yokluğu sonucuna götüremez. Akıl
hastalığı denince, bundan tıbbı anlamda bir hastalık değil de, niteliği ya da etkileri
gereği ayırt etme gücünü engelleyen bir akli bozukluk anlaşılmalıdır, Bu sebeple,
bizatihi tıbbı anlamda bir akıl hastalığı sayılmayan bir anomali, ayırt etme gücünün
yok sayılması için yeterli bir sebep değildir. Bunun aksine, sürekli ya da geçici bir
akıl bozukluğunun, ayırt etme gücünün yokluğu sonucunu doğurabilmesi için yeteri
kadar yoğun olması gerekir. Bu bakımdan bedeni rahatsızlıklar kural olarak ayırt
etme gücünün yokluğu sonucunu doğurmazlar. Ancak bazı bedeni hastalıklar akıl
bozukluğuna sebep olabilirler ya da etkileri akıl hastalığı ile eşdeğer bir sonuç do-
ğurabilir. Bu halde, ispat edilmesi şartıyla, ayırt etme gücünün yokluğu kabul edile-
bilir.
Akıl hastalığının ayırt etme gücünü kaldıracak nitelikte olmasının istisnası ev- 299
lenmede görülür. Evlenmede, sağlık kurulu raporu ile, evlenmek için bir tıbbı sa-
kınca bulunmadığı belgelenmedikçe, ayırt etme gücünü ortadan kaldırıp kaldırma•
dığına bakılmaksızın her türlü akıl hastalığı kesin evlenme engeli olarak öngörül-
müştür (MK 133).
5.4.2.2.4. Sarhoşluk
148) BGE 90 II 9 vd.; ayrıca bkz., BGE 89 II 56; 70 11 149; 71 II 222; 67 II 52; 66 II 20.
149) BGE 38 II 417; 43 II 733.
150) Pedrazzini/Oberholzer, 3.2.3.4.3. 'den naklen.
60 Gerçek Kişiler
304 MK 13, "bunlara benzer sebeplerden biriyle... " demek suretiyle, sade-
ce maddede yazılı hususların değil de, makul surette hareket edebilme ikti-
darını ortadan kaldıran her hususun ayırt etme gücünü ortadan kaldırabile
ceğini ifade etmiştir. Benzer sebeplere örnek olarak, uyuşturucu madde kul-
lanmayı, hipnotizmayı, ateşli hezeyanları, uyurgezerliği ve aşırı hiddeti
gösterebiliriz.
305 Ayırt etme gücü nisbı bir kavramdır. Her olayda ayrı ayrı tespit edilme-
si gerekir. Bir başka deyişle, ayırt etme gücü problemi ortaya çıktığı zaman
hakim, söz konusu kişinin genel olarak makul surette hareket edip etmedi-
ğini, her zaman dış etkenlere karşı koyacak iradi güce sahip olup olmadığı
nı araştırmaz. Onun saptayacağı husus, kişinin söz konusu işlem sırasında
ayırt etme gücüne sahip olup olmadığıdır. Bu sebeple de bir kimse, belirli
bir olay yönünden ayırt etme gücüne sahip kabul edilirken; aksine, başka
bir olayda bundan yoksun olduğu sonucuna varılabilir 152 •
306 İşlem sırasında ayırt etme gücünün geçici mi yoksa sürekli mi kaybe-
dilmiş olduğunun önemi yoktur.
307 Kural bu olmakla beraber, biri Aile Hukukunda diğeri de haksız fiiller alanında
olmak üzere iki istisna vardır. Aile Hukukunda, evlenme sırasında sürekli olarak
ayırt etme gücünden yoksunluk mutlak butlan sebebi sayılırken (MK 145 b.2 ); ev-
lenme merasimi sırasında geçici olarak ayırt etme gücünden yoksunluk bir nisbı
butlan sebebidir (MK 148).
308 Diğer istisna ise BK 59'da öngöıiilmüştür. Buna göre, ayırt etme gücünü geçici
olarak kaybeden kimse, bu haldeyken vermiş olduğu zarardan, kural olarak sorum-
Ayırt etme gücünün varlığı karinedir. Bu sebeple onun yokluğunu iddia 309
eden ve bundan kendisine haklar çıkartan bir kimse bu iddiasını ispat etmek
zorundadır 154 .
Ayırt etme gücünün karine olduğu kanunda düzenlenmiş değildir. Bu husus, 3 IO
ayırt etme gücüne sahip olmanın normal, sahip olmamanın ise istisna olduğuna iliş-
kin hayat tecrübelerinden kaynaklanır. Ancak bundan doğan karine, aksi ispat edi-
linceye kadar geçerlidir 155 .
Bazı yazarlar ispat yükü yönünden bir ayırım yaparlar 156• Buna göre, akıl hasta- 311
lığı, akıl zayıflığı ve çok küçük yaşta olma hallerinde asıl olan ayırt etme gücünden
yoksun olmadır. Bunun aksini, yani ayırt etme gücünün varlığını ispat, iddia edene
düşer. Diğer hallerde ise asıl olan ayırt etme gücünün varlığıdır. Bu hallerde ayırt
etme gücünün bulunmadığını ispat ise, bunu iddia edene düşer.
İspat herhangi bir şekle bağlı olmadığı gibi, aranacak şartlar da çok sıkı 312
tutulmamaktadır. Hatta ayırt etme gücünün yokluğuna işaret eden büyük
bir ihtimalin ispatı da yeterli görülmektedir 157 .
İstisna olarak ayırt etme gücünün varlığını ispat, bunu iddia eden kişiye yükle- 313
nebilir. Örneğin, herkesin akıl hastası olduğunu bildiği bir kimse, bir sözleşmeyi
şuuruna sahip olduğu bir anda yaptığını iddia ediyorsa, bunu ispat yükü altında
dırıss.
Ayırt etme gücünün varlığı ya da yokluğu hakim tarafından takdir edi- 314
lir. Ancak çoğu kez hakim, kendi duyulan ve tanık beyanları ile bunu takdir
edebilecek durumda olamaz. Bu sebeple, ayırt etme gücünün tartışma ko-
nusu olduğu hallerin çoğunda bilirkişiye başvurmak zorunluluğu doğar 159 •
Bir kimsenin akli durumunun tespiti maddi bir olay; buna karşılık, bu 315
durumun ayırt etme gücüne etkisinin tespiti hukuk.ı bir olaydır. Bu bakım
dan hukuki bir durum olan ayırt etme gücünü hakim takdir eder. Ancak,
çoğu kez hakim, kendi duyuları ile ya da tanık beyanları ile bunu tespit
edemez. Bu yüzden ayırt etme gücünün tartışmalı olduğu hallerde, maddi
vakıa olan akli durumun tespiti için bilirkişiye başvurur. Ancak, ayırt etme
gücünü ortadan kaldıran durum sabit ise, bilirkişiye başvurmaktan vazge-
çebilir1 60 .
316 Belirtmek gerekir ki hakim, bilirkişinin vermiş olduğu raporla bağlı de-
ğildir.O, ayırt etme gücünün varlığı ya da yokluğuna işaret eden (raporda
değinilmiş olsun ya da olmasın) tüm olayları göz önünde bulundurarak bir
sonuca varır.
317 Federal Mahkemeye göre, bilirkişiler tarafından verilen raporlar, duruma genel-
likle tıbbı yönden cevap verirler. Oysa bir kimse, hekim tarafından yapılan deneyle-
re, bazı sebeplerle (örneğin, öğrenim yetersizliği, yaşlılık, matematik zekasının bu-
lunmaması, belirli bir korku) tatminkar cevaplar veremeyebilir. Fakat kişi buna
rağmen ayırt etme gücüne sahip olabilir. Bu sebeple hakim, raporun, hukuki yönden
ayırt etme gücünün varlığı ya da yokluğuna işaret eden olaylardan hareket edip et-
mediğini araştırır. Vardığı sonuç olumsuzsa, rapora bağlı kalmaksızın kendisi somut
olayla ilgili tüm durumları göz önüne alarak değerlendirme yapar 161 • Bunun sonu-
cunda hakim bilirkişinin tespit ettiffe} hususlardan farklı bir sonuca varıyorsa, bunun
gerekçesini göstermek zorundadır' .
319 Kısıtlanan kimse vesayet altına konulur ve kendisine bir vasi atanır
(MK 419/1). Ancak ergin çocukların kısıtlanması halinde, kural olarak ve-
sayet değil de velayet altına konulmaları esastır (MK 419/III).
320 Kısıtlama sebepleri MK 405-408. maddeler arasında sıralanmıştır. Bun-
lar numerus clausus olup, kişi, burada yazılı sebeplerden başka bir sebeple
kısıtlanamaz.
Bu hallerin de kısıtlama
sebebi olabilmesi için, sadece varlıkları yeterli 326
olmayıp, ayrıca, kişininkendisini ya da ailesini darlık ya da yoksulluğa dü-
şürme tehlikesine yol açması ve bu sebeple sürekli yardım ve bakım ihtiya-
cının bulunması ya da başkalarının tehlikeye sokulması da aranır.
d) İlgilinin talebi
MK 408'e göre: "Yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya ağır hastalığı 328
sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden her ergin kısıt
lanmasını isteyebilir".
329 İstek üzerine kısıtlamaya karar verilebilmesi için talepte bulunan kişi-
nin ayırt etme gücüne sahip olması gerekir. Kısıtlama kararını vermeden
önce mahkeme, kısıtlama için şartların gerçekleşip gerçekleşmediğini araş
tırır.
331 Oysa, ayırt etme gücüne sahip erginler yönünden durum tamamen fark-
lıdır. Çünkü onlar, kısıtlandıkları anda (tam) fiil ehliyetlerini kaybedip, sı
nırlı ehliyetsiz durumuna girerler. Bunlar üzerinde aşağıda etraflıca durula-"
caktır.
6. FİİL EHLİYETİ YÖNÜNDEN KİŞİLERİN AYIRIMI
6.1. Giriş
Fiil ehliyeti yönünden kişilerin ayırımı, fiil ehliyeti için gerekli şartların 332
tümüne sahip olup olmamaya göre yapılır. Ayırt etme gücüne sahip, ergin
ve kısıtlanmamış kişiler, ehliyetliler grubuna girer. Ancak bu gruba dahil
olan kendisine yasal danışman atanmış olan kimselerin, bazı işlemler yö-
nünden fiil ehliyetlerine sınırlama getirilmiştir 164 • Buna karşılık fiil ehliyeti
için aranan şartlarda eksiklik varsa, fiil ehliyetsizliğinden söz edilir. Fiil eh-
liyetsizliği, eksik olan şarta göre ya tam ya da sınırlıdır. Kişi, ayırt etme
gücüne sahip değilse tam ehliyetsizdir. Buna karşılık kişi, ayırt etme gücü-
ne sahip olmakla beraber, küçük ya da kısıtlı ise sınırlı ehliyetsizler grubu-
na girer.
Eski Medeni Kanunun, 169/III, 173/II hükümlerinden hareket eden yazarlar165 , 333
ehliyetlileri de tam ve sınırlı ehliyetli olmak üzere ayırıyorlardı. Biz bu görüşe karşı
çıkarak, böyle bir aynının yersiz olduğunu savunmuştuk 166 • Yeni Medeni Kanun,
yukarıda belirtilen maddelerdeki hükümlerin hiçbirine yer vennediği için, artık böy-
le bir ayırım her türlü temelden yoksun kalmıştır.
6.2. Ehliyetliler
337 Bu bakımdan, yasal danışman atanmayı, yumuşatılmış bir vesayet olarak kabul
eden, bu sebeple de kendisine yasal danışman atanmış kimseyi sınırlı ehliyetsiz sa-
yan yazarların görüşüne prensipte katılmamaktayız 169 •
a) Oy (katılma) danışmanlığı
Yeni metinde rey (oy) yerine görüş kelimesi kulla~ılmışsa da, bu esasında sade- 341
ce lafzi bir değişiklik olup, fonksiyonel bir farklılık yaratmamıştır.
Tam ehliyetsiz bir kimse ne hukuki sonuç doğuracak irade beyanında 353
bulunabilir ne de kendisine karşı yapılan irade açıklamaları bir hukuki so-
nuç doğurur (MK 15). Bu bakımdan tam ehliyetsiz borçlanma ve tasarruf
işlemleri yapamayacağı gibi, örneğin feshin ihbarında da bulunamaz, bir
açık arttırmada pey süremez , aleni mükafat vaadinde bulunamaz ya da
181
bir seçimlik borçta seçim hakkını kullanamaz. Aynı durum, bu tür irade
açıklamalarının tam ehliyetsiz kişiye yöneltilmesi halinde de söz konusu-
dur182. Bu açıdan, kural olarak, ayırt etme gücünün geçici ya da sürekli, ku-
surlu ya da kusursuz kaybedilmiş olmasının önemi yoktur 183 .
Yukarıda da açıklandığı gibi, tam ehliyetsiz tarafından yapılan herhangi 354
bir hukuki işlem kesin hükümsüzdür. Bu sebeple, zamanaşımıyla düzele-
meyeceği gibi, yasal temsilcinin izin ya da icazet vermesi ile de geçerlik
kazanamaz 184 • Aynı şekilde tam ehliyetsizin ayırt etme gücünü kazandıktan
sonra, kendisinin işleme icazet vermesi de söz konusu olamaz. Geçerlik ka-
zanması isteniyorsa, işlemin yeniden yapılması gerekir.
Ayırt etme gücüne sahip olmama bir itiraz olduğu için, hakim bunu 355
\_re'sen göz önüne alacağı gibi 185 , fiil ehliyetini kazandıktan sonra işlemi ya-
parken tam ehliyetsiz olan kişi, yasal temsilcisi ya da ilgililer tarafından da
ileri sürülebilir, meğerki kesin hükümsüzlüğü ileri sürme hakkın kötüye
kullanılması sayılsın. Kesin hükümsüzlüğü ileri sürme hakkının kötüye kul-
lanılması hem tam ehliyetsiz ya da yasal temsilcisi hem de karşı taraf yö-
nünden söz konusu olabilir 186 • ~- "-
356 Tam ehliyetsizle işlem yapan kimsenin iyiniyetli olması, yani onun
ayırt etme gücüne sahip olmadığını bilmemesi ve bilebilecek durumda ol-
maması, işleme geçerlik kazandıramaz. Bir başka deyiş ile, tam ehliyetsiz-
lik ya da ayırt etme gücünün yokluğu karşısında iyiniyet korunmaz. Çünkü
kanunkoyucu, tam ehliyetsizin korunmasının gerekliliğini, prensip olarak,
karşı tarafın ya da iş hayatının güvenliğinin korunmasından daha üstün
görmektedir 187 •
357 Yargıtay da, 28. 7. 1941 tarih ve 4 / 21 sayılı İçtihadı Birleştirme Kara-
rında yukarıdaki sonuca varmıştır 188 • Söz konusu İçtihadı Birleştirme Kara-
rının gerekçesine göre, "Mümeyyiz olmayan bir kimse ile hukuki muamele-
de bulunan diğer akidin bunu bilmeyerek hüsnüniyetle hareket etmiş olması
zikri geçen 15. maddenin mutlak ve kati sarahati karşısında böyle bir kim-
senin tasarrufu üzerinde hukuki hüküm terettüp etmesi için kcıfi değildir.
Kanun, o gibi temyiz kudretinden mahrum olan kimselerin esasen hüküm
ifade etmeyen tasarrufları hususunda o tasarruftan dolayı hak iddia eden-
lerin hüsnüniyetini himaye etmemektedir. Elverir ki, o tasarrufun hüküm
ifade etmesi için lüzumlu olan temyiz kudreti derecesinin tasarruf zamanın
da mevcut olmadığı katiyetle sübut bulsun. Bu takdirde kaasmn hali, hüs-
nüniyetten ziyade himayeye layik görülür. Medeni Kanunumuzun metni ve
ruhundan başka bir netice çıkarılması mümkün değildir".
358 Belirtmek gerekir ki, ayırt etıne gücünün yokluğu sebebiyle kısıtlanma halinde,
kısıtlama kararının ilan edilmemiş olması, karşı tarafın iyiniyet iddiasında bulunma-
sına temel olamaz. Bir başka deyişle MK 410/ll hükmü, ayırt etme gücünün yoklu-
ğu halinde uygulanmaz. Çünkü, bir yandan ayırt etıne gücüne sahip olmama (kısıt
lanılmamış olunsa bile), başlı başına bir kesin hükümsüzlük sebebidir. Diğer yandan
da, fiil ehliyeti olmayan kişinin çıkarlarının, karşı tarafın çıkarlarından hatta kamu
düzeninden dahi daha üstün tutulduğu 15. maddenin amacından açık olarak anlaşı
lırıs9_
359 Tam ehliyetsiz olan bir kimseden bir şeyi iktisap eden kimsenin, bunu
iyiniyetli bir üçüncü kişiye devir etmesi halinde, üçüncü kişinin iktisabının
geçerli olup olmayacağı, şeyin taşınır ya da taşınmaz olmasına göre ayrı in-
celenmesi gerekir. Şöyle ki:
Tam ehliyetsiz bir kimseden bir taşının devir alan kimsenin bunu iyini- 360
yetli üçüncü kişiye devir etmesi halinde, üçüncü kişi beş yıllık zamanaşımı
sonunda mülkiyeti kazanır. Çünkü ayırt etme gücünün yokluğu, taşınırın
hak sahibinin elinden MK 989 anlamında rıza dışı çıkmış sayılmasını ge-
rektirir190.
Taşınmazlar yönünden ise uygulanacak hüküm MK l 023 'dür. Buna gö- 361
re, tapu sicilindeki tescilin yolsuzluğunun sebebi ayırt etme gücünden yok-
sunluk olsa bile, tescile güvenerek taşınmazı devir alan üçüncü kişi mülki-
yeti derhal kazanır. Bu hem tapu sicilinin aleniyeti ve sicile güvenin gere-
ğidir hem de MK l 023 yolsuzluğun sebepleri yönünden bir ayırım yap-
" mazı9ı_
Bucher1 91, ayırt etme gücünün karşı tarafça bilinip biiinmemesinin önemli olma- 362
<lığını kabul etmekle beraber BK 65'ten yararlanarak, ayırt etme gücüne sahip ol-
: mayan kişinin kendisini ayırt etme gücüne sahipmiş gibi göstermesi halini bu kurala
bir 'istisna olarak kabul etmektedir. Yazara göre, her ne kadar MK 452/II'ye paralel
bir hüküm tam ehliyetsizler yönünden Y,Oksa da culpa in contrahendo kuralına göre,
sadece hakkaniyetin gerektirdiği hallerde (yoksa her zaman değil) BK 65'in haksız
fiiller için getirdiği istisnadan yararlanılarak tam ehliyetsiz sorumlu tutı.ılabilir.
Tam ehliyetsiz ayırt etme gücüne sahip olmadığı için, tüm işlemleri 363
onun adına yasal temsilcisi yapar 193 .
6.3.2.2. İstisnalar
cun doğması için hukuki sonuca yönelmiş bir iradeye gerek olduğu haller-
de, MK 15 bu iradeyi kesin olarak hükümsüz sayar. Çünkü, ayırt etme gü-
cüne sahip olmayan bir kimsenin geçerli iradesinden ve dolayısıyla da ge-
çerli bir irade açıklamasından söz edilemez.
367 Buna göre, hukuki sonucun doğması için irade beyanına gerek olmayan
hallerde MK 15 tam ehliyetsizin hak sahibi olabilmesini engellemez. Bu
sebeple hukuk düzeninin sonucun doğması için makul ve bilinçli, hukuki
sonuca yönelik bir iradeyi aramayıp, sadece objektif olarak olaya sonuç
bağladığı hallerde, tam ehliyetsiz de hak sahibi olabilir 195 .
368 Örneğin tam ehliyetsiz bir kişi, işleme (MK 775) ya da karışma ve bir-
leşme (MK 776 ) yoluyla bir taşınırın mülkiyetini kazanabilir. Çünkü her
iki halde de kanun maddi bir fiile (işleme, karışma, birleşme) hukuki sonuç
bağlamaktadır 196 . Zaten bu hallerde insan fiili olmasa da hukuki sonuç do-
ğar197.
369 Ancak, ayırt etme gücünden yoksunluğun özelliği gereği olarak, işleme halinde
MK 775/Il'nin pek uygulama alanı olamaz. Çünkü ayırt etme gücü olmayanların
kötü niyetinden söz edilemez 198 •
370 Zamanaşımıyla mülkiyeti kazanmada ayırt etme gücünün bulunm'ası gerekir.
Çünkü bu hallerde mülkiyeti kazanabilmek için malik gibi hareket etme iradesine
gerek vardır (MK 713, 777) 199 • Zamanaşımı için söylenenler mülkiyetin terk yoluy-
la kaybında da yürür. Çünkü bu halde de terk iradesine gerek vardır (MK 778)2 00 •___
195) Egger, Art. 18 N 7; Tuor/Schnyder, 70; Grossen, 332; Bucher, Art 17/18 N 64 vd; Öz-
sunay, 52; Köpriilii, 219.
196) Tuor/Schnyder, 70; Bucher, Art. 17/18, N 76; Özsunay, 52; Köpriilii, 219; Jö.ger, 15.
197)Jiiger, 15, dn. 12.
198) Bucher, Art. 17/18 N 76.
199) Egger, Art. 18 N 7; Bucher, Art. 17/18 N 40. Ancak Bucher, zamanaşımı süresinin bü-
yük bir kısmında ayırt etme gücüne sahip olan kişinin bu yolla mülkiyeti kazanabile-
ceğini kabul eder.
200) Egger, Art. 18 N 7; Özsunay, 52.
Fiil Ehliyeti Yönünden Kişilerin Ayınını 73
Belirtmek gerekir ki, hakkın kötüye kullanılması itirazı iki taraflı işler. 373
Bir başka deyişle, sadece tam ehliyetsize karşı kesin hükümsüzlüğün ileri
sürülmesi (şartları varsa) hakkın kötüye kullanılması sayılmaz. Aksine, tam
ehliyetsizin temsilcisi ya da temyiz kudretini kazandıktan sonra, bizzat
onun tarafından karşı tarafa kesin hükümsüzlüğün ileri sürülmesi de hakkın
kötüye kullanılmasının şartlarını gerçekleştirebilir.
Yargıtay'ın da yukarıda sözü edilen 1955 tarihli İçtihadı Birleştirme 374
Kararında aynı sonuca şu gerekçeler ile vardığı görülmektedir: "l 5. mad-
denin mümeyyiz olmayan tarafından diğer taraf aleyhine dermeyan edilme-
si de hal ve şartlara göre hüsnüniyet esaslarına aykırı bir mahiyet arz ede-
bilir. Filhakika, mümeyyiz olmayan kimse, temyiz kudretine sahip olsaydı
aynı tarz muamelede bulunacak idiyse, temyiz kudretinden mahrum oldu-
ğunu ileri sürerek muamelenin hükümsüzlüğünü dermeyan edememelidir...
Netekim mümeyyiz olmayan kimsenin tasarrufunun hukuken hüküm ifade
etmeyeceği kaidesini vaz eden 15. maddenin ikinci fıkrasıyla mahfuz tutu-
lan istisnalar arasında ikinci maddede ifade edilen objektif hüsnüniyet esa-
sına aykırılık hali de mevcuttur. Başka bir tabirle mümeyyiz olmayan tara-
fından hukuki muamelenin hükümsüzlüğü iddiası objektif hüsnüniyet kaide-
lerine aykırı olduğu takdirde dinlenmez, zira bir hakkın suiistimali duru-
muna girer ve kanuni himayeden mahrum olur".
6.3.2.2.3. Evlenme
375 MK 125'e göre, ayırt etme gücü olmayan kimselerin evlenmesi yasak-
tır. Eşlerdenbiri ya da her ikisi evlenme merasimi yapılırken sürekli olarak
ayırt etme gücünden yoksun olmalarına rağmen her nasılsa evlenirlerse, bu
evlenme mutlak butlanla sakat olur (MK 145 b. 2). Ancak kanun evlenme-
nin kamu düzeni ile yakından ilgili olmasını göz önünde bulundurarak, tam
ehliyetsizin yapmış olduğu diğer işlemlerdeki gibi, evlenmeyi kendiliğin
den hükümsüz kabul etmemiş, MK 156'da özel bir düzenleme getirmiştir.
Bu hükme göre, evlenmenin mutlak butlanı ancak hakim kararıyla hüküm
ifade eder. Butlan kararına kadar, geçerli bir evlenmenin tüm sonuçları do-
ğar (MK 156 c.2). Bu bakımdan evlenmenin butlanı kararı geçmişe etkili
değildir.
376 Buna karşılık, eşlerden birinin, evlenme merasimi sırasında ayırt etme
gücünü geçici olarak kaybetmiş olması halinde durum farklıdır. Bu halde
MK 148'e göre evlenme, mutlak butlanla değil nisbı butlanla sakattır. Ev-
lenmenin sakatlığını, mutlak butlandan farklı olarak (savcı dahil) her ilgili
değil MK 152 'de öngörülen süreler içinde, sadece nisbi butlana dayanma
hakkı olan eşler ya da yasal temsilci (MK 153) ileri sürebilir. Bu süreler
içinde iptal istenmezse, evlenme geçerli hale gelir.
6.3.3.2. İstisnalar
Ana kural, ayırt etme gücüne sahip olmayanların hukuka aykırı fiilden 381
sorumlu tutulmamaları olmasına rağmen, buna üç yönde istisna getiri1miş
tir203. Bunlardan biri kusursuz sorumluluk halleri, diğeri hakkaniyet sorum-
luluğu ve üçüncüsü de kişinin kendi kusuruyla ayırt etme gücünü kaybet-
mesidir.
Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişi, ancak ayırt etme gücüne sahip olsaydı,
387
sorumlu tutulacak idiyse, hakkaniyet gereği sorumlu olur. Bir başka deyişle, fiil an-
cak ayırt etme gücüne sahip olan bir kimse yönünden kusurlu sayılacak nitelikte ise
BK 65 uygulanır. Buna karşı, ayırt etme gücüne sahip olan kimse söz konusu fiilden
sorumlu tutulamıyorsa, ayırt etme gücü olmayan kimse de BK 65'e göre sorumlu
tutulamaz206 .
388 Kural olarak ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerde müterafık kusur (BK 52)
söz konusu olmaz. Ancak, BK 65 ömeksemeyle uygulanması yoluyla ayırt etme
gücüne sahip olmayanlarda da müterafık kusura ilişkin kuralın uygulanması müm-
kündüı-207.
390 Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişi, borca aykırı davranışlarından da sorumlu
değildir. Çünkü bu hallerde de sorumluluk için kusur aranır (BK 112, 114). Ancak
BK 114/II'ye göre, haksız fiillere ilişkin hükümler ömeksemeyle borca aykırı dav-
ranışlara da uygulanır. İşte, bu hükümden yararlanarak, BK 65 hükmünü örnekse-
meyle borca aykırılığa da uygulayıp, hakkaniyet gerektiriyorsa tam ehliyetsizi so-
rumlu tutmak mümkündür2w.
391 Bazı yazarlar, BK 65'ten yararlanarak MK 452/II'nin ömeksemeyle tam ehliyet-
sizlere de uygulanabileceği görüşündedirler. Buna göre, tam ehliyetsiz kendisini eh-
liyetli gibi göstermiş ve karşı tarafça da ayırt etme gücünün bulunmadığı bilinmi-
yorsa, onun bu sebeple sözleşmeye güveninden doğan zararını hakkaniyet gereği
tazmin etmek gerekir2 10. Karşı tarafın tam ehliyetsizliği bilmesi, tazminat istemini
tamamen engellerken, bilmemede kusurlu olma bir indirim sebebidiı-2 11 .
rardan sorumlu olur. Yani, kişinin geçici olarak ayırt etme gücünü kaybet-
mesi onun verdiği zarardan sorumlu olmasını engellemez. Bu durumda olan
kişi, zarardan sorumlu olmak istemiyorsa, bu duruma kendi kusuru ile
düşmediğini ispat etmelidir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, kusurun
ayırt etme gücünün kaybında bulunmamasıdır, yoksa zarar vermede değil.
Bu sebeple de sorumluluktan kurtulmak isteyen, bu duruma düşmede bir
kusurunun bulunmadığını (yoksa zarar vermede değil), ispat etmek zorun-
dadır. Örneğin bir kimse, içki içerek ya da uyuşturucu madde kullanarak
ayırt etme gücünü kaybetmesi halinde, bu duruma kendi kusuruyla düşmüş
olduğu için verdiği zarardan sorumlu olur. Buna karşılık elleri kolları bağ
lanıp, arkadaşları tarafından zorla içki içirtilen bir kimse, ayırt etme gücünü
kendi kusuruyla kaybetmemiş olacağı için, vermiş olduğu zarardan sorum-
lu olmaz.
Görüldüğü gibi BK 65 ve BK 59'un uygulama şartları birbirinden fark- 393
lıdır. Hakkaniyet sorumluluğunu düzenleyen BK 65 ayırt etme gücünün
sürekli ya da geçici, kusurlu ya da kusursuz kaybı üzerinde durmaz. BK
65'in uygulanması için önemli olan hakkaniyetin, tam ehliyetsizi vermiş
olduğu zarardan sorumlu tutmayı gerektirmesidir. Oysa BK 59'un başlıca
uygulama alanı ayırt etme gücünün geçici kaybı halidir. Buna karşılık BK
65 'ten farklı olarak tazminatın ödenmesini, hakkaniyetin gerektirmesi
aranmaz.
397 Vekaletsiz iş görme halinde de tam ehliyetsizlik bazı taleplerin ileri sürülmesini
engellemez. Çünkü vekaletsiz iş görmede hukuki sonucun, lehine iş görülen kimse-
nin katkısı olmadan doğması zaten durumun niteliği gereğidir. Buna karşılık iş gö-
ren ehliyetsiz ise, BK 529' daki talepleri, bunlar için fiili ilişkinin varlığı yeterli gö-
rüldüğü için, ileri sürebi!iı-2 14 •
!
398 Tam ehliyetsizler, sık sık değinildiği gibi, kanunda belirtilen istisnalar
'\
dışında hiçbir hukuki işlem yapamazlar. Tüm işlemlerin onlar adına yasal
temsilci (veli ya da vasi) tarafından yapılması gerekir.
399 İşlemin bizzat yasal temsilci tarafından yapılması zorunludur. Onun, sı
nırlıehliyetsizlerde olduğu gibi, işleme izin ya da icazet ile katılması söz
konusu olamaz. Bir başka deyişle, yasal temsilcinin, bizzat yapmadığı bir
işleme rızasını göstermesi, işlemi kesin hükümsüz olmaktan hiçbir zaman
kurtaramaz.
400 Belirtmek gerekir ki, yasal temsilcinin görevi sadece tam ehliyetsiz adına işlem
yapmaktan ibaret değildir. Gerçekte bu, yasal temsilcinin tam ehliyetsizi koruma
görevinin bir bölümünden başka bir şey değildir.
40 ı Kural, tüm işlemlerin tam ehliyetsiz adına yasal temsilci tarafından ya-
pılmasıolmakla beraber, Medenı Kanun bazı işlemlerin yasal temsilci tara-
fından dahi yapılmasını yasaklamıştır. Bu işlemler MK 449'a göre, a)
önemli bağışlamada bulunma, b) vakıf kurma ve c) kefalet sözleşmesi
yapmadır.
403 Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklara örnek olarak doktrin şunları göstermek-
tedir: ergin kılınma (MK 12), kişiliğin korunması ile ilgili tüm davalar (MK
23, 24, 25), adın değiştirilmesi talebi (MK 27), nişanlanma (MK 118), ni-
şanı bozma (MK 120), nişanın bozulması dolayısıyla manevi tazminat tale-
bi (MK 121), evlenme (MK 124 vd), boşanma davası açma (MK 161 vd),
Bu hakların, bütün haklar gibi ayırt etme gücü olmayan kişi tarafından 404
bizzat kullanılamayacağı açıktır. Tartışmalı olan husus, bunların tam ehli-
yetsizin yasal temsilcisi tarafından kulanılabilip kullanılamayacağıdır.
Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların, kişiyi
ve onun hislerini yakından ilgi- 405
lendirmesi özelliği,
bu soruya genellikle olumsuz cevap verilmesi sonucunu
doğurmuştur. Bir başka deyişle, kişiye sıkı sıkıya bağlı olan hakların kulla-
nılıp kullanılmayacağına bizzat hak sahibinin karar vermesi gerektiği için,
yasal temsilci bu haklan tam ehliyetsiz adına kullanamaz denilmektedir. Bu
bakımdan kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarda yasal temsil düşmanlığından söz
edilir.
Ancak bu temsil düşmanlığı sadece yasal temsil yönünden vardır. Bir başka de- 406
yişle, bu düşmanlık, sadece hak sahibi adına hakkın kullanılması ya da kullanılma
masına karar vermeyi içeren bir temsil yetkisi için söz konusudur. Yoksa, hak sahi-
binin hakkını kullanmaya karar vermesinden sonra, kendisine bir rızai temsilci ata-
masına engel yoktur. Fakat bazı hakların nitelikleri gereği rızai temsilci aracılığıyla
da kullanılmalarına imkan yoktur. Bunun en belirgin örneği evlenmedir.
Ne var ki, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların tümünün tam ehliyetsizlik 407
durumunda yasal temsilci aracılığıyla kullanılamaması, fiil ehliyetsizliğini
aşıp belirli bir ölçüde hak ehliyetsizliği sonucunu doğurması, doktrin ve
uygulamada adil olmayan bir sonuç olarak kabul edilmiş, hiç olmazsa bazı
kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların yasal temsilci tarafından kullanılmasını te-
min etmek amacıyla bazı çözüm yolları teklif edilmiştir.
Bu amaçla yapılan önerilerden biri, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklan mut- 408
lak ve nisbı diye ikiye ayırmaktır215 • Bu ayırıma göre, mutlak kişiye sıkı sı
kıya bağlı haklarda (die absolut höchstpersönlichen Rechte), yasal temsil
kesin olarak işlemez. Bu bakımdan ayırt etme gücünün yokluğu halinde,
yasal temsilci bu hakları tam ehliyetsiz adına kesin olarak kullanamaz.
Mutlak kişiye sıkı sıkıya bağlı haklara örnek olarak, nişanlanma, evlenme,
nişanın bozulması, bazı evliliğin feshi sebepleri, boşanma, soybağının red-
215) Gontersweiler/Lüchinger, 14 vd.; Grossen, 328 vd.; Buclıer, Art. 19 N 206 vd.; Özsu-
nay, 61; İmre, 390 vd.; İmre, Balta'ya Armağan, 351.
80 Gerçek Kişiler
di, tanıma, babalık davası açma, ölüme bağlı tasarruf yapma ve geri alma
gösterilmektedir2 16 •
409 Nisbı kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarda (die relativ höchstpersönlichen
Rechte) durum farklıdır. Bu haklan, ayırt etme gücüne sahip olması halinde
hak sahibi bizzat kullanır. Buna karşılık, hak sahibi ayırt etme gücüne sahip
değilse, hak, yasal temsilci tarafından onun adına kullanılır • Nisbı kişiye
217
sıkı sıkıya bağlı haklara örnek olarak, kişiliğin korunmasına ilişkin dava
açma, ergin kılınma istemi, tanımaya itiraz ve evlat edinme gösterilmekte-
dir2 ıs.
410 Nisbı kişiye sıkı sıkıya bağlı haklan Grossen 219, kendi içinde de üçe ayımıakta-
dır, Yazara göre, birinci grup kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar, hak sahibi tarafından
yasal temsilcinin rızasıyla kullanılırlar. Nişanlanma, evlenme gibi...İkinci gruba,
ayırt etme gücüne sahip olması halinde hak sahibi tarafından, ayırt etme gücünün
yokluğunda ise yasal temsilciler tarafından kullanılanlar girerler. Buna örnek, kişili
ğin korunmasına yönelik haklardır. Son grup nisbi kişiye sıkı sıkıya bağlı haklan,
hak sahibi ve yasal temsilci birlikte kullanmak zorundadırlar. Ergin kılınma istemi,
evlat edinilme ve adın değiştirilmesi gibi ...
411 Görüldüğü gibi, bu ayrımda, sadece mutlak kişiye sıkı sıkıya bağlı hak-
lar yasal temsilci tarafından kullanılamamakta, nisbı olanlarda ise yasal
temsile izin verilmektedir.
412 Diğer bir grup yazar, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların mutlak ya da nisbı
ayırımına gitmeksizin, bu hakların niteliğinden hareket ederler. Bu yazarla-
ra göre, ayırt etme gücünün varlığı halinde, hak sahibinin bizzat kullanması
bu hakların niteliği gereğidir. Çfrıııkü, bu haklar kişilik ve kişinin hisleriyle
çok yakından ilgilidirler. Bu sebeple, yasal temsilci bunları hak ,sahibi adına
kullanamaz. Ancak, ayırt etme gücünün yokluğu halinde, ne hak sahibinin
ne de yasal temsilcinin bunları kullanabilmesi hak sahibinin aleyhine so-
nuçlar doğurur. Bu bakımdan, bu hakların kişiye bağlanmasının amacından
hareket etmek, ayırt etme gücünün okluğu aleyhe sonuçlar doğuracaksa/\
yasal temsile cevaz vermek gerekir22 6.
413 O halde, bu fikre taraftar olan yazarlara göre, tam ehliyetsizlik halinde
kural, bu haklan yasal temsilcinin kullanamaması olmakla beraber, eğer
216) Bkz., dn. 208'de anılan yazarlar, Egger, Art. 19 N 20; Art. 92 N 1; Art. 93 N 7; Buc-
her, Art. 19 N 7,240,242,259,274 vd.; BGE 41 Il 256 ve 553; 44 II 211; 68 II 144;
77 II 7; 78 II 99; 85 II 223.
217) Gontersweiler/Lüchinger, 17 vd; Bucher, Art. 19 N 206 vd.; Özsunay, 64; aynca bkz.,
İmre, 392; İmre, Balta'ya Armağan, 352.
218) Bkz., yukarıda dn. 210'da anılan yazarlar ve aynca, Bucher, Art. 19 N 146.
219) Grossen, 329; benzer bir ayırım için bkz., Gonterweiler/Lüchinger, 17 vd.
220) Saymen, 112; Ataay, 119 vd.; Köprülü, 215; ayrıca krş., İmre, Balta'ya Armağan, 361;
Arpacı, 53154.
Fiil Ehliyeti Yönünden Kişilerin Ayırımı 81
Bazı yazarlar, ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin, kişiye sıkı sı- 415
kıya bağlı haklan kullanamayacaklarının açık olmakla beraber, yasal tem-
silcinin bu haklan onlar adına kullanabilip kullanamayacaklarının MK 16,
c.2'nin yorumlanmasından çıkartılması gerektiği görüşündedirler. Bu fikre
göre 222 , MK 16 c.2, ayırt etme gücü olan küçüklerin ve kısıtlıların, kişiye
sıkı sıkıya bağlı hakları bizzat kullanabileceklerini belirtir. Bir başka deyiş-
le, sınırlı ehliyetsizlik halinde, MK 16 c.2, yasal temsilcinin kişiye sıkı sı
kıya bağlı haklan kullanma yetkisinin bulunmadığını söylemekten başka
bir hüküm getirmez. Bu hükümden, yasal temsilcinin, kişiye sıkı sıkıya
bağlı hakları hiçbir zaman kullanamayacağı sonucu çıkartılamaz. MK 16
c.2, yasal temsilcinin küçüğün tüm malvarlığı ve kişiliğine bağlı haklan
kullanması ve koruması genel kuralının bir istisnasıdır. Bu istisna, ayırt
etme gücüne sahip sınırlı ehliyetsizler yönündendir. Tam ehliyetsizler için
ise, MK 16 c.2 'deki gibi bir istisna getirilmemiştir. Bu bakımdan, tam ehli-
yetsizler için genel kuralı uygulamak ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların ya-
sal temsilci tarafından kullanılacağını kabul etmek gerekir. Bu görüşü MK
449 da destekler. Çünkü bu maddede, yasal temsilci tarafından yapılması
yasak olarak sayılan işlemler arasında kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar yoktur.
Açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları 416
mutlak ve nisbi diye ikiye ayıran görüş, mutlak kişiye sıkı sıkıya bağlı hak-
ların, tam ehliyetsizlik halinde hiçbir zaman yasal temsilci tarafından kulla-
nılamayacağını; buna karşılık nisbi kişiye sıkı sıkıya bağlı olan hakların,
yasal temsilci tarafından kullanılabileceğini kabul eder. Ne var ki, bu fikri
savunan yazarların, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan hangilerinin mutlak,
hangilerinin nisbi olduğunda bir fikir birliği içinde oldukları söylenemez.
Örneğin, nişanlanmayı bazıları mutlak kişiye sıkı sıkıya bağlı hak olarak
kabul ederlerken223 ; diğerleri nisbi olduğunu ileri sürerler224 • Aynı farklılık
soy bağının reddi2 25 ve evlenme226 için de söz konusudur.
417 Sanırım ki, bu farklılık, mutlak ve nisbi ayırımını yapan yazarların fark-
lı temellerden hareket etmelerinden ileri gelmektedir. Şöyle ki, bazıları ayı
rımlarına temel olarak, bu hakların niteliğini alırken; diğerleri ayırımı, sı
nırlı ehliyetsizin kişiye sıkı sıkıya bağlı hakkı tek başına mı yoksa yasal
temsilcisi ile birlikte ya da onun rızasıyla mı kullanacağına göre yapmakta-
dırlar. Böyle olunca da, nitelikten hareket eden yazarlar, evlenme ya da ni-
şanlanmayı mutlak kişiye sıkı sıkıya bağlı hak olarak kabul ederler. Oysa
bu hakların kullanılmasında, yasal temsilcininin rızasının aranmasından ha-
reket eden yazarlar, bunların nisbı kişiye sıkı sıkıya bağlı hak olduğunu sa-
vunurlar. Bu bakımdan bu ayırım, tam ehliyetsizlik halinde, kişiye sıkı sı
kıya bağlı hakların yasal temsilci tarafından kullanılabilmesine bir gerekçe
olamaz.
418 Nitekim, bu ayırımı yapan yazarlardan Grossen 227, gruplandırmanın kesin olma-
dığını kabul eder. Yazara göre, kuşku duyulan hallerde eşyanın tabiatından hareket
ederek, tam ehliyetsizin çıkan gözönünde bulundurulmalıdır. Eğer tam ehiyetsizin
çıkan gerektiriyorsa ve hisleri önemli rol oynamıyorsa, genel kuralı uygulayıp, ya-
sal temsile cevaz verilmelidir.
419 Fikrimce bu halde doğru sonuca, diğer iki görüşün birlikte değerlendi-
rilmesi ile varılabilir. Şöyle ki, MK 16 c.2'yi yasal temsil kuralına kişiye
sıkı sıkıya bağlı olan haklar yönünden, sadece sınırlı ehliyetsizler için geti-
rilmiş bir istisna olarak kabul etmek gerekir228 • Çünkü kanun koyucunun
amacı, kişiliği ve hisleri çok yakından ilgilendiren bu haklan, durumu en
iyi şekilde hak sahibi değerlendireceği için, bizzat onun kullanmasını te-
mindir.
42 0 Buna göre, MK 16 c.2, sadece sınırlı ehliyetsizler yönünden genel ya-
sal temsil kuralına bir istisna getirmekte, yoksa tam ehliyetsizlik halinde de
kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların yasal temsilci tarafından kullanılamayaca
ğını söylememektedir. Hükme aksine bir anlam vermek, belirli ölçüde fiil
ehliyetsizliğini aşıp, hak ehliyetsizliği sonucunu doğurur229 .
421 Bu sebeple, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarda, tam ehliyetsizin çıkarının,
yasal temsile cevaz verilmemesine oranla ağır bastığı hallerde, genel kura-
lın uygulanarak, yasal temsilcinin onun adına bu hakları kullanmasına
imkan veren görüşe katılmak daha doğru gözükmektedir. Bunun değerlen
dirilmesi ise, kesin bir kıstasa bağlanamaz. Her olay ve hak türü yönünden
ayrı ayn değerlendirmek daha doğru olur. Ancak genel olarak denilebilir ki,
hak sahibinin korunması gereğinin bulunduğu ve kişiye bağlılığın çok sıkı
226) Grossen, 329; Tekinay, 244; İmre, 392; Bucher. Art. 19 N 242.
227) Grossen, 329.
228) Bkz., yukarıda dn. 217' de anılan yazarlar
229) Ataay, 119/120.
Fiil Ehliyeti Yönünden Kişilerin Ayınını 83
olmadığı hallerde, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların yasal temsilci aracılığıy
la kullanılmasında tam ehliyetsizin çıkan vardır230 •
Bazı kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarda ise, hakkın niteliği gereği kişinin 422
hisleri ağır bastığı ve kişiliği yakından ilgilendirdiği için, yasal temsil hiç-
bir zaman söz konusu olamaz. Bu tür haklara ilk akla gelen örnekler, nişan
lanma, evlenme, af, tanıma, ölüme bağlı tasarruf yapma ya da geri alma
olabilir.
Yasal temsile cevaz venneyen kişiye sıkı sıkıya bağlı haklan bu kadar dar tutun- 4223
ca, yasal temsil düşmanlığmı da bu hakların ayırıcı niteliği olarak görmemek yerin-
de o!uı-23 1 •
kabul ederleı-2 38 • Buna karşılık kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların yasal temsil-
ci tarafından kullanılmasında çıkar şartını arayan yazarlar, aynı ölçüyü bu-
239
rada da uygularlar •
428 Fikrimce burada mutlak bir sonuca varmak yerine, boşanma sebeple-
rinden hareket etmek daha yerinde olur. Şöyle ki, zina (MK 161), hayata
kast, pek kötü ve onur kırıcı davranış (MK 162), suç işleme, haysiyetsiz
hayat sürme (MK 163) ve terk (MK 164) sebeplerinden biri varsa, yasal
temsilci boşanma davası açabilmelidir. Çünkü bunlar birer mutlak boşanma
sebebidir ve bu durumlardan birinin varlığı halinde her normal insan dava
açar. Sırf ayırt etme gücü yok diye yasal temsilci aracılığıyla bu sebepler-
den birinin varlığı halinde dava açma hakkının olmadığım ileri sürmek, ki-
şinin ömrü boyunca eşinin zinasına, canına kast etmesine ya da diğer so-
nuçlara katlanması gerektiğini söylemekten başka bir şey değildir. Bu ise
insan haysiyeti ile bağdaşmadığı gibi, bunlara tam ehliyetsizin katlanmasını
beklemek de insafsızlık olur.
429 Buna karşılık evlilik birliğinin sarsılmasına (MK 166) dayanılarak açı-
lacak davalarda biraz farklı sonuca varmak gerekir. Önce, fikrimce, yasal
temsilci anlaşmalı boşanma davası açamaz. Çünkü kanun, mutlak olarak
tarafların anlaşmasını ve boşanmanın feri sonuçlarına ilişkin anlaşma yap-
malarını, ayrıca da, boşanmanın baskı altında istenmediğinin saptanması
için, her iki tarafın da hakim tarafından dinlenmesini arar. Davacının ayırt
etme gücünden yoksun olduğu hallerde bu şartların gerçekleşmesi
imkansızdır. MK 166/IV'e göre ise, sürenin dolmasından sonra yasal tem-
silcinin boşanma davası açmasına engel yoktur. Çünkü burada, boşanma
için fiili bir durum aranmaktadır (yani daha önce açılmış olan boşanma da-
vasının reddi ve redden sonra eşlerin üç yıl bir araya gelmemiş olmaları),
yoksa kişinin hislerini yakından ilgilendiren bir durum değil...
430 MK 166/I' e göre, ortak hayatı sürdürmenin eşlerden birinden beklene-
meyeceği sebebiyle dava açılmasında ise, beklenemezlik hususunda çok
dikkatli olmak şartıyla, yasal temsilcinin dava açmasına izin verilebilir.
238) Örnek olarak bkz., Egger, Art. 10 N 10 ve Art. 143 N 5; Gontersweiler/Lüchinger, 48;
örtülü olarak, Özsunay, 62; aynca krş., Bucher, Art. 19 N 246 ve 249.
239) Riemer, Rn. 81; Saymen, İBD 1952, 90 vd.; Tekinay, Aile, 245; İmre, 369; biraz farklı
İmre, Balta'ya Annağan, 360; Feyzioğlu, 392; Oğuzman, 95; Akyol, Medeni Hukuk
Uygulama Örnekleri, İstanbul 1971, 124.
Fiil Ehliyeti Yönünden Kişilerin Ayırımı 85
MK 16/1, c.1 'e göre, "Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, 433
yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına gire-
mezler". Hemen belirtmek gerekir ki, bu hüküm, sadece borç altına girme-
elen söz ettiği için yeterli değildir. Hükmün amacı, sınırlı ehliyetsizi koru-
malc olduğuna göre, amaca göre bir yorumla, sınırlı ehliyetsizin sadece
borçlanma işlemi yaparken değil, tasarruf işlemi yaparken de yasal temsil-
cisinin rızasını alması gerektiği sonucuna varmak lazımdır240 •
MK 16/I'in eski metninde de düzenleme aynıydı (iltizam edemezler). İstisnasız 434
bütün Kişiler Hukukuna ilişkin kitaplarda bunun yanlış olduğu yukarıdaki gerekçe-
lerle açıklanmıştı 241 • Buna rağmen anlaşılmaz bir şekilde yeni MK 16/I'de bu yan-
lışta ısrar edilmiştir ve madde gerekçesinde de neden böyle olduğuna ilişkin bir
açıklama da yoktur.
Buna göre sınırlı ehliyetsiz ancak yasal temsilcisinin rızasını alarak 435
borçlandırıcı işlem ve tasarrruf işlemi yapabilir (MK 16/I, c. 1, 343, 451 ).
Yapılacak işlemlerin türü yönünden, MK 449'un getirdiği istisnalar dışında tam 436
ehliyetliler ile sınırlı ehliyetsizler arasında bir fark yoktur. Daha açık bir deyişle,
MK 449'daki istisnalar dışında tam ehliyetlinin yapabileceği her türlü işlemi yasal
temsilcinin rızasının olması şartıyla sınırlı ehliyetsiz de yapabiliı-242 • Belirtelim ki,
yasal temsil yönünden velayet altındaki kimselerle vesayet altındaki kimseler ara-
sında bir fark yoktur (MK 343). Ancak vesayetin söz konusu olduğu hallerde, bazı
işlemler yönünden vesayet makamlarının izni de gerekir (MK 462, 463)243 .
240) Genel olarak kabul edilen bu görüşe örnek olarak bkz., Grossen, 325; von Tuhr/Peter,
211, dn. 37; Bucher, Art. 19 N 14; Ataay, 89; Özsunay, 63; Köprülü, 221.
241) Sadece Akipek/Akıııtürk (92/93) bu ibare üzerinde durmamışlar, fakat sınırlı ehliyetsiz
tarafından tek başına yapılamayacak işlemler arasında tasarruf işlemlerini de saymış
lardır.
242) Bucher, Art.19 N 15.
243) Bucher, Art. 19 N 10 ve 33; Köprülü 223.
86 Gerçek Kişiler
1
çözüpı dava açmak olacaktır ki, eşlerin en basit anlaşmazlık halinde dahi bu yola
başvurmaları, mahkemelerin zaten ağır olan yüklerini daha da ağırlaştıracaktır.
Velayet hakkı, ana babadan birinin; ölümü halinde sağ kalana; boşan- 442
mada ya da velayetin kaldırılmasında velayet hakkının kendisine verildiği
tarafa ait olacağı için, sağ kalan ya da velayet hakkı kendisine verilen ana
ya da babanın rızası yeterli olacaktır (MK 336/III). Aynı durum, ortak ha-
yata son verilmiş ya da hakimin ayrılığa karar vermiş olması halinde de söz
konusudur (MK 336/II).
Bucher247, babanın nerede olduğunun bilinmediği ya da sürekli ayırt etme gü- 443
cünden yoksun olduğu hallerde de, sadece ananın rızası ile yetinilebileceği görü-
şündedir. Ancak yazarın aynı kuralı neden ananın aynı durumda olması halinde uy-
gulamadığı anlaşılamamaktadır.
Nihayet yasal temsilci, bu sıfatıyla herhangi bir işlemi sınırlı ehliyetsiz 446
adına bizzat yapabilir (MK 342, 448). Ancak, vasi olan yasal temsilcinin,
işlemi bizzat yapması halinde de, işlem, vesayet makamlarının müdahalesi-
ni gerektirenlerdense (MK 462, 463) onların da izni aranır. Ayrıca, sınırlı
ehliyetsiz kısıtlı, görüşlerini oluşturma ve açıklama yeteneğine sahipse (ki
ayırt etme gücüne sahip olduğuna göre bu yeteneğe sahip olduğu asıldır),
mallarının yönetimine ilişkin önemli tasarruflarda, mümkün olduğu ölçüde
vasi tarafından onun da görüşü alınır (MK 450). Fikrimce bu hükmün ör-
nekseme yoluyla velayet altındaki çocuklara da uygulanması mümkündür.
Gerçi, "Ana ve baba, olgunluğu ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme ola-
nağı tanırlar; önemli konularda olabildiğince onun düşüncesini göz önünde
tutarlar" diyen MK 339/III'ün de bu imkanı tanıdığı ileri sürülebilirse de,
bu hükmün amacının daha ziyade çocuğun hayatını düzenleme ile ilgili ol-
duğu ve her malvarlığına ilişkin işlemin de önemli olmayabileceği düşünü-
sınırlı ehliyetsiz, fiil ehliyetini kazandıktan sonra onay vererek işlemi geçerli hale
getiremez25 ı. Bu halde işlemin yeniden yapılması gerekir.
449 Yasal temsilci, izin ya da onayını açık ya da örtülü olarak verebilir (MK
451). İşlem şekle bağlı olsa bile, izin ya da onay şekle bağlı olmadan veri-
lebilir52.
450 Hukuk Genel Kurulu da bir kararında, kısıtlıyken hastahaneye tedavi için gelen
bir kimsenin, kısıtlılıktan kurtulduktan sonra, hastahane masraflarına itiraz etmeme-
sini örtülü onay olarak kabul etmiştir2 53 • 3. Hukuk Dairesi ise, sınırlı ehliyetsizin,
ehliyetini kazandıktan sonra, işleme bizzat vereceği onayın örtülü olamayacağını
söyleyerek tam aksi sonuca vannıştır. Karara göre, "Reşit olmayan bir kimsenin
borçlandırıcı bir muameleye reşit olduktan sonra bizzat zımni şekilde icazet vermesi
bahse konu olamaz. Belki taraflar arasındaki yeni ve müstakil bir muamelenin ya-
pılması gerekli olup, bu da zımni bir şekilde yapılamayacağıııdaıı, rızanııı sarih ola-
rak verilmesi gerekir"254 • Yine 3. Hukuk Dairesinin son bir kararına göre, dava sıra
sında erginliğini kazanan bir kimseye, davaya devam etmeyi isteyip istemediğinin
sorulması gerekir2 55 •
451 İzin belirli bir işlem ya da işlemler grubu için verilebilir. Belirli bir iş-
lem için verilen izin, o işleme bağlı tüm sonuçları da içerir. Örneğin, bir fo-
toğraf makinesi satın alınmasına ilişkin izin, sadece satım işleminin yapıl
masını değil, buna bağlı olarak satış bedelinin ödenmesi (ya da alınması) ve
mülkiyetin devralınması (ya da devredilmesini) de içerir. Kural bu olmakla
beraber, yasal temsilci rızasını sınırlayıp bir kısmi izin de verebilir2 56 •
249) İmre, 381; BGE 54 II 429; 54 II 83; 7(3 II 337; 82 II 169; 3.HD 12.4.1994, 9594/10862
(YKD 1995, c. XXI, 368).
250) von Tuhr/Peter, 212.
251) Bucher, Art. 19 N 95. \
252) Bkz., yukarıda, dn. 243 'de anılan yazarlar, ayrıca, BGE 46 II 352; 51 II 249; 54 II 429;
75 II 337; BGE 54 II 83 ise, şekle bağlı işleme, sınırlı ehliyetsizin, ehliyetini kazandık-
tan sonra vereceği icazetin işlemin bağlı olduğu şekilde verilmesini arar. -
253) HGK 1.12.1971, 7/704 (İBD 1972, 28). "-
254) 3. HD 9.10.1954, 6149/4531 (MHAD, 1956 sayı 6, 33-34).
255) 3.HD 12.9.1994, 9594/10862 (YKD 1995, c. XXI, 386). Bir bonoyu velisi ile birlikte
imzalama halinde iznin verilmiş sayılacağına ilişkin bkz., 19. HD 18.3.1994 724/1789
(YKD 1995, C. XXV, 966).
256) Bucher, Art. 19 N 99 ve 100.
Fiil Ehliyeti Yönünden Kişilerin Ayınını 89
Yasal temsilcinin birden çok işlem, yani belirli bir grup işlemler için 452
izin vermiş olması halinde, iznin geçerli olması için, ya işlemlerin tümünün
amacının aynı olması ya da belirli talimatlarla işlemlerin sınırlanmış olma-
sı gerekir. Bir başka deyişle, birden çok işlem için verilen iznin, sınırlı eh-
liyetsizi bütün işlemleri yapacak duruma getirmemesi gerekir. Çünkü böyle
bir halde kişi, ehliyet yönünden tam ehliyetli durumuna gelir ki bu da, MK
16/I'in amacına aykırı olacağı için geçersizdir2 • Örneğin ergin olmayan
57
bir kimsenin bir geziye çıkması halinde, yasal temsilci bu seyahat ile ilgili
tüm işlemlere izin vermiş sayılır. Buna karşılık onun, bu gezi sırasında çok
pahalı bir kamera almasına da izin vermiş sayılmasının kuşkuyla karşılan
ması gerekir. Çünkü böyle bir satım işlemini, gezi ve ona bağlı işlemlerle
aynı amaçta görmek çok zordur2 58 •
Yasal temsilci vermiş olduğu izni, işlem yapılıncaya kadar geri alabilir. 453
Fakat işlem yapıldıktan sonra artık geri alamaz 259 .
Yasal temsilci işlem yapılmadan önce rızasını açıklamamış ve işleme 454
de katılmamışsa, vereceği onayla (icazet) işleme geçerlik kazandırabilir
(MK 451 ). Onay da izin gibi bir şekle bağlı değildir ve niteliği itibariyle
kurucu yenilik doğuran bir irade açıklamasıdır . Geçmişe etkilidir ve iş-
260
Onaya ilişkin irade açıklaması, sınırlı ehliyetsiz ya da onunla işlem ya- 456
pan üçüncü kişiye yöneltilebilir. Ancak, karşı tarafın iradesini açıklaması
için yasal temsilciye süre verdiği hallerde iradenin ona yöneltilmesi zorun-
ludur263.
Sınırlı ehliyetsizin önceden izin almadan yaptığı bir işlem, yapıldığı 457
andan, yasal temsilcinin iradesini açıkladığı ana kadar olan devre içinde as-
458 Üçüncü kişi ne kadar süre yasal temsilcinin iradesini açıklamasını bek-
leyecektir? MK 451/II'ye göre, karşı taraf dilerse kendisi bir süre tayin
eder, dilerse böyle bir süreyi hakime tayin ettirir. Bu süre içinde yasal tem-
silci açık olarak ortay vermez ya da süreyi susarak geçirirse, karşı taraf artık
işlemle bağlı kalmaktan kurtulur.
459 Alman Hukukunda, yasal temsilcinin onay vermesine ilişkin bir süre kanuna
açık olarak konulmuştur. BGE § 108/II'ye göre bu süre, yasal temsilciye iradesini
açıklamasına ilişkin üçüncü kişinin ihbarının varmasından itibaren iki haftadır.
460 İşleme izin ya da onaym verildiğinin ispat yükü, bunu iddia eden üçün-
cü kişiye aittir. Çünkü, sınırlı ehliyetsizlik halinde asıl olan ehliyetsizliktir.
Bu sebeple de, yasal temsilcinin izin ya da onayıyla ehliyet noksanının gi-
derildiğini iddia eden MK 6'daki genel kurala göre bunu ispat eder2 65 .
sahip olduğu hususunda diğer tarafi yanıltmış ise, onun bu yüzden uğradığı
zarardan sorumlu olur". Bu hükmün örnekseme yoluyla velayet altındaki
çocuklara da uygulanacağı savunulmaktadır2 •
66
Ayırt etme gücüne sahip küçükler yönünden yukarıda sözü edilen kural 464
kesinlikle yürür. Bir başka deyişle, yasal temsilcinin işleme onay vermeme-
si halinde, ayırt etme gücüne sahip küçüğün durumu tam ehliyetsize benzer
ve işlem kesin hükümsüz olup, karşı tarafın iyiniyeti korunmaz. Buna karşı-
lık ayırt etme gücü olan kısıtlılar yönünden iyiniyetin korunup korunmama-
sı, kısıtlama kararının ilan edilmiş olup olmamasına bağlıdır269 • MK
410/II'ye göre, kısıtlama karan ancak ilanla üçüncü kişilere karşı hüküm
ifade eder. Buna göre, kısıtlama karan ilan edilmemişse, üçüncü kişi iyini~
yetli olduğunu ileri sürebilecektir. Kısıtlama kararının ilanıyla birlikte artık
iyiniyet iddiası dinlenmeyecektir.
Belirtmek gerekir ki, MK 410/11, ancak kısıtlının ayırt etme gücüne sahip olması 465
halinde uygulanır. Kısıtlama ayırt etme gücünün ~okluğuna dayanıyorsa, üçüncü ki•
şinin iyiniyet iddiası ilandan önce de dinlenınez 27 •
6.4.3. Ana kuralın istisnası: sınırlı ehliyetsizin tek başına yapabileceği işlemler
Aşağıdaki hallerde sınırlı ehliyetsiz, yasal temsilcinin iradesine gerek 466
olmaksızın tek başına işlem yapabilir.
266) Ayrıntılı bilgi için bkz., Schwarz, 205; Jiig~r, 30 vd.; Grossen, 329; voıı Tuhr/Peter,
213 ve özellikle Bucher, Art. 19 N 41 O vd.; BGE 79 II 356.
267) von Tuhr/Peter, 212; Schwarz 204.
268) Schwarz, 205; Jiiger, 35 vd.; von Tulır/Peter, 212 dn 45; Bucher, Art. 19 N 80 vd.;
Ataay, 100; İmre, 407; BGE 57 ll 389.
269) Bkz., yukarıda, dn. 261 'de anılan yazarlar.
270) 28.7.1941 tarihli ve 4/21 sayılı İBK (RG sayı 4871; krş., yukarıda 6.3.2.1.
92 Gerçek Kişiler
271) Köprülü, 226; aynca bkz., Bucher, 226, Bucher (Andreas), Rn. 149.
272) Egger, Art. 19 N 6; Schwarz, 198; Grossen, 328; von Tuhr/Peter, 209; Bucher, Art 19
N 158; Bucher (Andreas) Rn. 149; Larenz, 80; Velidedeoğlu, 77; Ataay, 82; Özsunay,
60; Köprülü, 227; aynca bkz., BGE 51 II 359.
273) Egger, Art. 19 N 7; von Tuhr/Peter, 209; Bucher, Art. 19 N 171; Schwarz, 199; Say-
men, 104; Velidedeoğlu, 77; Özsunay, 61; Köprülü, 226.
274)Bucher,Art. 19N 161.
275) Bucher, Art. 19 N 161 vd.; Bucher, (Andreas) Rn. 149.
Fiil Ehliyeti Yönünden Kişilerin Ayırımı 93
ma meydana getirir, fakat sınırlı ehliyetsizin malvarlığını bir yüküm altına sokmaz
ve bu bakımdan da onun için bir tehlike arzetmez 276 •
isviçre Hukukunda Bucher, hiçbir gerekçe göstermeksizin, taşınmaz üzerindeki 474
rehnin, bağışlamayı karşılıksız olmaktan çıkartacağını ileri sürmektedir277 •
Yukarıda da açıklandığı
gibi, bağışlama niteliği gereği bir karşılıksız 475
kazandırma olduğu için, sınırlı
ehliyetsiz bu işlemi tek başına yapabilir.
Ancak BK 287 c.2, sınırlı ehliyetsizin yasal temsilcisine yapılan bağışla
maya itiraz etme imkanı vermiştir. Bu veto hakkının amacı, sınırlı ehliyet-
sizi zararlı olacak bağışlamalardan korumaktır.
Yasal temsilci, açıkça sınırlı ehliyetsize hiçbir zararı dokunmayacak bir bağışla- 476
maya itiraz edecek olursa, bir kayyım atayarak çekişmeye bir çözüm getirmek ye-
rinde olur (MK 426 b.2)2 78 •
Sııwlı
ehliyetsiz, bir hakkın kaybolmasını engelleyen beyanlarda da 477
(örneğin ayıp ihbarı ya da temerrüt ihtarı) yasal temsilcisinin katılmasına
gerek olmadan bulunabilir279• 1
Sınırlı ehliyetsiz kişiye sıkı sıkıya bağlı haklan tek başına kullanabilir 478
(MK 16 c.2). Bir başka ifade ile, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar, sınırlı ehli-
yetsizin istisna olarak ehliyetli sayıldıiı hallere girer ve bu sebeple de ya-
sal temsile gerek olmadan kullanılırlar2 0 • Ancak kanunun, yasal temsilci ile
birlikte kullanılmasını öngördüğü kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanıl
masına yasal temsilcinin de katılması gerekir . Bu şekilde kullanılacak
281
haklara örnek olarak, evlenme, ergin kılınma, evlat edinilme ve adın değiş
tirilmesini gösterebiliriz 282 • Nişanlanmada, nişanlanmanın geçerliliği için
değil de, nişanın bozulmasının sonuçları yönünden yasal temsilcinin rızası
aranır.
Sınırlı
ehliyetsiz, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları tek başına kullanabile- 479
ceğigibi, bunlara ilişkin davaların açılmasında da yasal temsilcinin rızasını
almasına gerek yoktur.
276) Örnek olarak bkz., Larenz, 89; Palandt, § 108 Bem 2; ayrıca bkz., BGH 158, 168.
277) Bucher, Art. 119 N 161.
278) Saymeıı, 104; Köprülü, 226.
279) Egger, Art. 19 N 7; von Tıılır/Peter, 211 O; Bııcher, Art. 19 N 169; Bııcher, (Andreas)
Rn. 149; Özsııııay, 61.
280) Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların, niteliği ve özellikleri hakkında yukarıda 6.3.6. da et-
ratlı bilgi verildiği için burada üzerinde durulmayacaktır.
281) 2. HD 4.12.1975, 7673/9224 (YKD 1976, c.11, 618).
282) Adın değiştirilmesinde farklı bir görüş için bkz., Saymen, 106.
94 Gerçek Kişiler
480 İmre, boşanma davası yönünden kurala bir istisna getirmektedir. Yazara göre,
boşanma davası sonucu sınırlı ehliyetsiz bazı külfetler altına gireceği için, yasal
temsilcisinin rızası gerekir 83 •
482 Belirtelim ki, sınırlı ehliyetsiz ancak rızai temsilci olabilir. Onun yasal
temsilci olmasına MK 335/I ve MK 418 b.l engeldir.
1
485 Sınırlı ehliyetsiz, ayırt etme gücüne sahip olduğu için, hukuka aykırı fiil
sonucu vermiş olduğu zarardan sorumlu olur (MK 16/II)286 •
283) İmre, 410; maddi tazminat davası için aksi görüş, Pedrazzini/Oberholzer, 3.2.4.3.2.b.
284) Nö.geli, 112; Grossen, 330; Buclıer, Art. 19 N 328 d.; Bııcher (Andreas), Rn. 151 Ha-
uslıeer/Aebi- Müller Rz 07.58; Riemer, Rn. 78; Saymen, 107; Ataay, 88; Özsunay, 68;
İmre, 411; ayrıca bkz., ABGB § l O18. Kendisine vekil atayan kişinin kısıtlanması ha-
linde, vekile ait temsil yetkisinin vasiye geçeceğine ilişkin bkz., 2. HD 5.3.1999,
120/1933 (YKD 1999, c. XXV, 607).
285) Egger, Art. 19 N 19; Grossen, 330; Bucher, Art. 19 N 327- 361; Buclıer (Andreas) Rn
152; İmre, 412, dn. 17; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 100; Alman Hukuku için bkz.,
BGB 179/III.
286) Etraflı bilgi için bkz., yukarıda 5.4.2.
Fiil Ehliyeti Yönünden Kişilerin Ayınını 95
Kişilik Hakkı
7. KİŞİLİK HAKKI
KİŞİNİN KORUNMAYA DEĞER VARLIKLARI
VE
KİŞİLİĞİN KORUNMASI
Özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan ve İkinci Dünya 493
Savaşının yapılmasına neden olan totaliter rejimlerin, kişiye önem venne-
meleri, en yüksek varlık olarak devleti kabul edip, onun çıkarları için kişi-
liği ihlal etmeleri karşısında, savaş sonunda tüm devletlerin yeniden kişili-
ğin ihlal edilmesine karşı önlemler almaları gereğini ortaya çıkartmıştır. Ni-
"- t~kim 1O Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 4 Kasım
1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri bu amaçla hazırlanmış, tümüyle
kişiliğin korunmasına yönelik uluslararası antlaşmaların ve sözleşmelerin
öncüle;idi( 89 .
Kişiliğin gerek devlet gerek diğer kişilere karşı korunması zorunluluğu 494
tekniğin ilerlemesiyle daha da önem kazanmıştır. Resim çekme, ses alma
ve dinleme araçlarıyla bilgisayarlar ve basının teknik yönden vardığı aşa-
ma, bilgi bankalarındaki gelişme ve yaygınlık gözönüne alınacak olursa,
kişinin, özellikle özel hayatı ve sırları yönünden, kişiliğinin her an saldırıya
uğraması tehlikesi ile karşı karşıya olduğu daha da iyi anlaşılır290 •
7.1.2. Tanım
289) Kişiliği korumaya yönelik diğer uluslararası belgeler için bkz., yukarıda, 1.4.1.,
290) Bu hususta etraflı bilgi için bkz., Siebert, 217 vd.
291) Örnek olarak bkz., Egger, Art. 28 N 47; Süft, 198; Grossen, 355; Tuor/Schnyder, 77;
Palandt, § 823 Bem 15; Lareıız, 107; Erman,§ 823 Bem 2; Ramm, II G 637; von Tuhr,
100 Gerçek Kişiler
496 Bu tanım - aşağıda açıklanacağı gibi -, Medeni Kanunun kişilik hakkın\ düzen-
leme biçimine de uygundur. Çünkü MK 24 ve BK 58, kişilik haklan yönünden birer
çerçeve hüküm getirmişler ve bunun içini doldurmayı, bir başka deyişle hangi var-
lıkların kişilik hakkına dahil olacaklarının saptanmasını hakime bırakmışlardır. Bu:
na paralel olarak verilen tanımda da, kişiliğe saygınlığı ve kişiliğin serbestçe geliş- '\
mesini temin edecek her varlık kişilik hakkına dahil sayılmıştır.
BGB I 149; Velidedeoğlu, 107; Ataay, 122; Özsunay, 97; Tekinay, 223; İmre, 445; lm-
re, Seçkin'e Armağan, 801; 4. HD 16.10.1978, 6924/11432 (YKD 1980, c. V, 1214);
4. HD 8.9.1982, 6084/7436 (YKD 1983, c. IX, 194); 4. HD 30.5.1983, 4708/5665
(YKD 1983, c IX, 1307). "Kişisel varlıklar, insanın insan olmasından güç alan varlık
lar ya da kişinin adı, onuru, sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kısımdır" (1. HD,
8.4.1996, 3713/4111; YKD 1996, c. XXV, 1548).
292) 4. HD 10.4.2008, 9966/5096 (YKD 2008, c. XXXIV, 1718).
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 101
Yukarıda da değinildiği
gibi, kişilik hakkının içeriğine nelerin girdiğini, 501
bir başka deyişle, hukukun korumaya layik gördüğü kişisel varlıkların neler
olduğunu hakim saptayacaktır. Hakimin, kişilik hakkının ihlal edildiği iddi-
asıyla karşılaştığı zaman yapacağı ilk şey, böyle bir kişisel varlığın hukuk
düzeni tarafından korunup korunmadığını araştırmaktır. Hakim bunun için
araştırmasını sadece özel hukukla sınırlamaz. Başta Anayasa olmak üzere
tüm kamu hukuku kanunlarını da araştırır. Özellikle, kişinin, kişiliğine bağ-
lı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlerinden
söz eden Anayasanın 12. maddesiyle kişinin hak ve ödevlerini düzenleyen
17 - 40. maddeleri hakim yönünden, önemli ve bağlayıcı nitelikte yol gös-
terici hükümlerdir.
"Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını 502
ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır" diyen AY 11/l ile,
Anayasa hükümlerinin Türk Hukukunda yatay etkisi olduğu (üçüncü kişilere etki,
özel hukuk ilişkilerine etki) hükme bağlanmıştır. Bu bakımdan hak.im, tüm özel hu-
kuk ilişkilerinde Anayasa hükümleriyle bağlıdır. Böyle olunca da AY 10/l kişilik
hakları yönünden, hakimin Anayasa hükümleri ile bağlılığını gösteren pozitif bir
hükümdür.
Anayasa hükümlerinin yatay etkisinin anlamı, Anayasa hükümlerinin özel hukuk 503
ilişkilerine, bunların varlığı, kapsamı ve içeriğini saptayacak şekilde uygulanması,
etkili olmasıdır. Bunun pratik sonucu, hakimin özel hukuk hükümlerini uygularken
Anayasa ile kesin bağlılığıdır296 .
Anayasa hükümlerinin, devletin kuruluş ve işleyişini içerdiği, devlete karşı kişi- 504
nin hak ve yetkilerini düzenlediği ve bu sebeple de, sadece fert ile devlet arasındaki
297) Wespi I O.
298) Merz, ZSR 81,416; Huber, 97; Wespi, 11.
299) Türk Hukukunda Anayasa hükümlerinin kişilik haklan yönünden yatay etkisine ilişkin
etraflı bilgi için bkz., Karaya/çın, 257; Tandoğan, 15; Seçkin, Hukuk Kurallarının
Anayasaya Uygun Yorumu, Yargıtay 100. Yıl Armağanı, İstanbul 1968, 121/152.
Edis, Hukukun Uygulanmasında Yargıca Tanınmış Takdir Yetkisi, AHFD, c. 30, 491,
dn. 65; Hırsch, 85; lmre, Seçkin'e Armağan, 800; Serozan, Sözleşmeden Dönme, İs
tanbul 1975, 215, 401, 444 vd., HGK 26.6.1963, 28/36 (Sİ 1964, 5747); 4. HD
18.12.1972, 6619/9367 (Sİ 1973, 101); 24.5.1974 tarihli ve 5/7 sayılı İBK (Sİ 1974,
361/367): " ... Oysa ki, Anayasanın 8.maddesinde ifadesini bulduğu üzere, kanunlar.
Anayasaya aykın olamayacağı gibi. Anayasanın metin ve esprisine ters düşecek bir
yorumu da mümkün değildir". Aynca bkz., 2. HD 28.9.1972, 5153/5324 (RKD 1972,
saayı 11/12, 418); HGK 19.1.1963, 17/73 (Yazıcı/Atasoy, 224, Nr 318); 1. HD
8.4.1996, 3713/4111 (YKD 1996, XXII, 1548).
300) RGZ 39,401 vd.; aynı doğrultuda, RGZ 79, 398; 113,414 vd.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 103
disinden bir önceki mülkiyet kelimesine bağlı olarak yorumlamış ve sadece mutlak
haklan ( ihtira, marka ve ticaret ünvanı) kapsadığı sonucuna varmış, yoksa tilin ko-
runmaya değer varlıkları içerdiğini kabul etmemişti.
İkinci Dünya Savaşı, özellikle 1954 tarihinden itibaren, Alman Federal Mahke- 515
mesi ve Anayasa Mahkemesinin fıkir değiştirdiği görülmektedir. Bu fıkir değişikli-
ğinin temelinde, Anayasa hükümlerinin özel hukuk ilişkilerine yatay uyfı11anması
yatmaktadır. Gerek Anayasa Mahkemesi gerek Federal Mahkemeye göre , Anaya-
3 1
2. Kişilik hakkı mutlak bir haktır. Amacı olan, kişilere, kişiliklerini 518
haksız müdahaleden arınmış geliştirme imkanı temin etmeye ve kişiliğin
dokunulmazlığına ancak bu niteliği ile erişir. Bu sebepledir ki, başkalarının
kişinin hayat alanına müdahalesini yasaklayan genel bir hüküm getirir303 •
3. Kişilik hakkı inhisari bir haktır. Mutlak hakkın içeriği, kişisel varlık- 519
lar üzerinde her türlü müdahaleden masun bir hakimiyet yetkisidir. Bu yet-
ki, sadece bu değerlere sahip olan kişiye aittir304 •
301) BGHZ 13,339; 15, 157 vd; 20, 351 vd.; 29, 76; 24,203; 26, 67 vd.; 27,284 vd.; 31,
308 vd.; 33, 20; 35, 363; 36, 77; 39, 124; 44, 372; 45, 296; 50, 133; 51, 59; 52, 326;
BGHSt, 10, 205; 14, 358; 19, 326 vd.; BverGr 30, 173; 35, 202; 24, 269; BAGH, 2,
224 vd.; 10,281 d.; 10,379 vd.
302) Alman Hukukundaki gelişmelere ilişkin etraflı bilgi için bkz., Neumann/Nipperdayl
Scheuner, Die Grundrechte, 2. Band., Berlin 1954; von Tuhr, BGBI, 149 Palaııdt, §
823 Bem. 15; Erman, § 823, Bem 2; SüB, 206 vd; Küchenhof, Persönlichkeitsschutz
kraft Menschenwürde und freiheitliche Rechtsordnung, in Festschrift für Willie Geiger
zum 65. Geburtstag, Tübingen 1974, 45-59; von Kiimmerer, Der privatrechtliche Per-
sönlichkeitsschutz nach deutschem Recht in Festschrift für Fritz von Hippel, Tübingen
1967, 27 - 41; Siebert, (çev. ôztan) Şahsiyet haklan ile ilgili meseleler AHFD,1969,
sayı 1 - 2, 217 - 230; Hirsch, 85 vd.
303) Egger, Art. 28 N 51; Jiiggi, ZSR 79, 167a, dn. 48; Wespi, 19.
304) Jiiggi, ZSR 79, 167a; Wespi, 19; aynca bkz., 4. HD 8.9.1982, 6084/7436 (YKD 1983,
c. IX, 94); 4. HD 30.5.1983, 4708/5665 (YKD 1983, c. IX, 1307).
104 Gerçek Kişiler
522 Kişinin, hayatı, vücut bütünlüğü ve sağlığı üzerinde sahip olduğu hak,
kişilik hakkına dahildir. Anayasa'nın 17. maddesi, yaşama (hayat) hakkını,
temel haklar arasında saymış ve bu hakka herkesin sahip olduğunu belirt-
miştir. Bunun yanında (kişilik hakkına dahil değer olduğu için), MK 24 ve
özellikle BK 56, hayat, sağlık ve vücut tamlığına yapılan saldırılara karşı
ne gibi yaptırımların uygulanacağını öngörmüştür. Ayrıca Ceza Kanunu da
81 vd. maddelerinde, bunlara karşı yapılan saldırıları Ceza Hukuku yönün-
den yaptırıma bağlamıştır.
523 Yukarıda da açıklandığı gibi, Anayasa 17/I, herkesin yaşama hakkına sahip ol-
duğunu öngörmektedir. Bu bakımdan bugün, yaşamaya değmeyen ve bu sebeple de
son verilmesi caiz olan hayatlar söz konusu olamaz. Oysa, yakın bir geçmişte, İkinci
Dünya Savaşı öncesi ve sırasında, Almanya'da Nasyonal Sosyalist dönemde aksine
görüşün kabul edildiği ve akıl hastası, aşın sakat ve ari ırktan sayılmayan kişilerin,
yaşamaya layık olmadıkları gerekçesiyle öldürüldükleri hala hatırlardadır.
kamu düzenine aykırı olan bir rıza hukuka aykırılığı ortadan kaldırmamakla
beraber, BK 52'ye göre tazminatın indirimi sebebi olabilir307 •
Görüldüğü gibi kişinin, hayatı, sağlığı ve vücut tamlığı üzerindeki ta- 526
sarruf imkanı, kişiliğine zarar vermemesi şartına bağlıdır. Böyle olunca da
kişinin hayatı üzerinde tasarruf edilmesine rıza gösterme yetkisi kesin ola-
rak yoktur. Bir başka deyişle -hangi amaçla olursa olsun -, kişi öldürülme-
sine rıza gösteremez. Bu bakımdan, iyileşme imkanı olmayan bir hastayı,
çektiği acıdan kurtarmak için öldürme (ötenazi, Hasta Hakları Yönetmeliği
(HHY), 13) ya da düello hukuka aykırıdır3° 8 •
Ancak bu hallerde rızanın bulunması, yukarıda da açıklandığı gibi BK 52'ye gö- 527
re bir indirim sebebi olabilir.
Son zamanlarda gittikçe fazla tartışılmaya başlanan ve bazı ülkelerde hukuken 528
geçerli sayılan, kişinin kendisinin öldürülmesini isteme hakkı, üzerinde dikkatle du-
rulması gereken bir konudur. Belirtmek gerekir ki, ölüm hakkına, hayat hakkı ile pa•
ralellik kurularak cevaz verilemez. Çünkü ölüm, kişiliği sona erdiren bir durumdur,
Oysa hayat hakkı ya da hayat üzerindeki hak, hukukun da amaçladığı kişiliğin ko-
runmasına yönelik bir haktır. Bu bakımdan, eğer kişinin ölümü isteyebilme hakkı
kabul edilecek olursa, bunun sınırlarının çok dikkatli çizilmesi, ancak çok olağanüs-
tü hallerde kabul edilmesi gerekir. Örneğin çok ızdırap çeken ve iyileşmesi müm-
kün olmayan bir hastaya bu imkan verilebilir. Ancak yine de, bugün tıbbın dev
adımlarla yaptığı gelişmeler karşısında, her zaman bir kurtulma ümidinin bulunabi-
leceğinin gözden uzak tutulmaması gerekir. Kaldı ki, yukarıda da değinildiği gibi
HHY'de (13/I) ötenaziyi yasakladığı için bizde bu yola başvurmak şimdilik müm-
kün değildir.
307) von Tuhr, BGB IVI, 369/370; Hubmann, 231; Palandt, § 823 Bem 7; Grossen 363;
"- Ve/idedeoğlu, 117; Ayiter, 140.
308) Hubmann, 223/224; Erman,§ 823 Bem 3; Ataay, 128; Özsunay, 99; İmre, 420; RGZ,
66, 367; Ötenazinin hukuka aykırılığı kaldırıp kaldırmayacağına ilişkin tartışmalar için
bla.1 Bayraktar 149 vd. ve değişik ülkelerdeki uygulamalar için bkz., Zivilrechtliche
Regelung zur Absicherung der Patsentenautonomie au Ende des Lebens, Heidel-
berg/New York, 2000.
309) Buna ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz., aşağıda, ,7.4.1.2.
106 Gerçek Kişiler
532 Hekim tarafından yapılan müdahaleyi hukuka uygun hale getiren ilk
şart, tedaviye rıza gösterilmesidir • Gerçekten 1.8.1998 tarihli Hasta Hak-
312
310) AyrıcaBkz., Umumi Hıfzısıhha Kanunu, 67, 72, 75, 88, 90, 101, 103, 107, 107, 119,
284,287,288,291; Sıtmanın İmhası Hakkında Kanun, 7, 10.
311) Hubmann, 231; Palandt, § 823 Bem 7, 8, f; İmre, 452, dn. 18; Hatemi (Kişiler), 105;
BGHZ 34, 363.
312) RGZ 68,431; 151,352; 168,210; BGHZ 29, 35; 49, 179; Deutsch, VersR, 92,307; 4.
HD 7.3.1977, 6296/548' e göre, ''Tıbbi müdahaleler ve hekimin girişeceği diğer eylem-
ler kişinin sağlığını, vücut bütünlüğünü ilgilendirdiği için, bunların gerçekleştirilmesi
ne karar verme yetkisi hekime değil müdahalelere maruz kalacak kişiye, hastaya ait-
tir" (YKD 1978, 907 ).
313) RG 23420. Bu yönetmelik ile ilgili açıklamalar için bkz., Dural, Landesbericht Türkei,
in Zivilrechtliche Regelungen zur Absicherung der Patientenautonomie am Ende des
Lebens, Heidelberg / New York 2000, 951 - 962.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 107
314) Bucher, 125 vd; Hubmann, 229 vd; Palandt, § 823 Bem 4b; Erman,§ 823 Bem 4b;
Grossen, 363; Hinder/ing, 60; Ayiter, 140 vd; Ataay, 129; Özsunay, 103; Köprülü, 263;
Bayraktar, 133; Çilingiroğlu, 95; İmre, 453 ve 464.
108 Gerçek Kişiler
Kuşkusuz, hasta genel anestezi altındaysa, onu arıltıp rızasını alıp tekrar bayıltarak
ameliyata devam etmesi hekimden beklenemez31 • O, bu durumda, hastanın mefnız
iradesinden hareket ederek ameliyata devam etmelidir. Buna karşılık hastanın lokal
anestezi altında olduğu hallerde, rızanın alınmasının gerektiği kuşkusuzdur.
539 Rızanın genel olarak değil de, özel olarak somut bir durum için verilmiş
olması gerekir. Bir aile doktoru ile tedavi ya da bakım sözleşmesi yapına ya
da bir kamu hastahanesine yatma, teşhis sonucunda ortaya çıkan ameliyat
zorunluluğuna da rıza ~österilmiş sayılması için yeterli değildir, bunun için '\
aynca rıza zorunludur3 8 .
540 2 - Rızanın serbestçe verilmiş olması gerekir. Hasta rızasını açıklarken,
hekim dahil, hiç kimsenin baskısı altında olmamalı, iradesi hata, hile ya da
korkutma ile sakatlanmaırıahdır319 •
541 3- Hekim açıklama yükümünü yerine getirmiş olmalıdır. Bu aynı za-
manda rızanın geçerliğinin önşartıdır. Bu sebeple bugün aydınlatılmış rıza
dan ya da aydınlatılmış onamdan söz edilmektedir. HHY m. 4/ğ hükmüne
göre bilgilendirme; yapılması planlanan her türlü tıbbi müdahale öncesinde
müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından kişiye ge-
rekli bilginin verilmesidir.
542 Hekim, hastaya, teşhisi, teklifi, tedavi yöntemi ve tedavinin muhtemel
mahzurları ve diğer tedavi imkanlarını açıklayarak bu görevini yerine ge-
tirmiş olur. Hekimin bu açıklama yükümü HHY 15'te düzenlenmiştir. Bu
hükme göre, "Hastaya; hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği,
tıbbi müdahalenin kim tarafından, nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile
tahmini süresi, diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getirece-
ği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, muh-
temel komplikasyonları, reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel
320) 13.HD 3.4.1994, 8572/2136 (YKD 1994, c. XX, 1288). 13. Hukuk Dairesinin 5.4.1993
tarih ve 131/2741 sayılı kararına göre, estetik ameliyatında, ameliyatı yapan hekim, bir
görünüm konusunda belli bir teminat vermişse, o zaman yapılan sözleşme eser sözleş
mesi sayılır (YKD 1994, c. XX, 79). 13. HD 18.9.2009, 4519/10750 (YKD 2009, c.
XXXV, 78).
321) Hinder/ing, dn.313'de anılan yer ve 53.
322) Deutsch, VersR, 81, 294; Çi/ingiroğ/u, 58.
323) Deutsch, VersR 81,284; Hinder/ing, 57 vd, 60/61; BGHZ 29, 179; krş., RGZ 163, 125.
324) Bu hususta etrafı bilgi için bkz., Deutsch, VersR, 81, 295/296 ve VersR, 82,307; Hin-
derling, 57 vd.; Sarıal, 58; Bayraktar, 125 vd.; Çilingiroğlu, 64 vd.; ayrıca Tıbbi De-
ontoloji Nizamnamesi, 14/II.
325) Deutsch, VersR 81,295; Çilingiroğlu, 66.
110 Gerçek Kişiler
bazı hallerde, hastalığın arazlarını, hastanın kendisi değil de yakınlan fark eder. Bu
özellikle psikolojik ve sinirsel hastalıklarda söz konusu olur. Bu durumda hekim,
açıklamalarını hastaya değil de yakınlarına yapmakla yükümünü yerine getirmiş
olur3 26 .
547 Bazı hallerde hekimin açıklama yükümü bulunmayabilir. Bunların başında, has-
tanın açıklamadan feragat ettiği haller gelir (HHY 20). Ne var ki böyle bir halde de
müdahalede hayati tehlike bulunuyorsa, yine de açıklama yapılmalıdır. Bunun gibi,
hasta, hastalığı ve tedavisi hakkında gerekli bilgiye sahipse (örneğin hasta, hekim ya
da hemşire ise), açıklamada bulunmak gerekmez327• Yine, istatistiklere göre, müda-
halelerin çok az bir yüzdesinde bir tehlikeli durumun ortaya çıktığı hallerde, hekim
tehlike yönünden açıklamada bulunmayabilir ya da sadece temel açıklamalarla yeti-
nebilir. Çünkü, örneğin 1000 hastadan sadece birinin tehlikeye maruz kaldığı hal-
lerde, diğer 999 hastayı ameliyat olup olmamada tereddiite düşürmek, tedavi ama-
cıyla bağdaşmaz328 •
548 Hekimin hastayı aydınlatma yükümüne karşılık, hastanın da hekimin sorularını
doğru cevaplandırma, kendisi ve hastalığıyla ilgili bildiği tüm hususları hekime
açıklama yükümü vardır. Onun bu yükümünü yerine getirmemesi, hekimin sorum-
luluğunun hafiflemesine, hatta tamamen kalkmasına sebep olabillı-1 29 .
Hastanın talebi halinde yapılacak işlemin bedeline ilişkin bilgiler sağlık 549f
hizmet sunucusunun ilgili birimleri tarafindan verilir.". Bilgi verilmesi caiz
olmayan ve tedbir alınması gereken haller kenar başlığı altında 19. madde şu
hükümleri içermektedir: "Hastanın manevi yapısı üzerinde fena tesir yap-
mak suretiyle hastalığın artması ihtimalinin bulunması ve hastalığın seyrinin
ve sonucunun vahim görülmesi hallerinde, teşhisin saklanması caizdir.
Hasta veya yakınlanna, hastanın sağlık durumu hakkında bilgi verilip 550
verilmemesi, yukarıdaki fikrada belirtilen şartlar çerçevesinde tabibin tak-
dirine bağlıdır.
Tedavisi olmayan bir teşhis, ancak bir tabip tarafindan ve tam ihtiyat 551
içind.e hastaya hissettirilebilir veya bildirilebilir. Hastanın aksi yönde tale-
binin bulunmaması veya açıklanacağı şahsın önceden belirlenmemesi ha-
linde, böyle bir teşhis ailesine bildirilir".
Rıza, müdahaleden önce ya da en geç müdahale sırasında verilir ve 552
330
daha önceden verilmişse, müdahale sırasında dahi geri alınabilir. Geri al-
mayla birlikte müdahale yeniden hukuka aykırı hale gelir331 • Verilen rıza,
olağanüstü tehlikeler hariç, belirli bir tedavinin gerektirdiği tüm müdahale-
leri içerir. Ancak, hastanın belirli bir müdahale değil de her türlü müdaha-
leye ilişkin genel bir rıza vermesi geçersizdir332 •
Acaba, bir ölüm tehlikesi içinde bulunmasına rağmen hasta, müdahaleye kesin- 553
Jikle karşı koyacak olursa hekim, buna rağmen müdahalede bulunabilir mi? Buna
bazı yazarlar, kamu düzenini ilgilendiren haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne
rızası dışında kesinlikle bir müdahale yapılamayacağını ileri sürerek olumsuz cevap
verirlerken333; Bayraktar aksi görüşü savunmaktadır. Yazara göre, kişinin, hayat ve
vücut bütünlüğünü önemli derecede zedeleyecek tasarruflara hakkı yoktur. Bu ba-
kımdan, yakın bir hayati tehlikenin bulunduğu hallerde, açık karşı koymaya rağmen
330) Rızanın verilmesi şekil şartına bağlı olmamakla birlikte HHY m. 26 hükmünde, HHY
m. 15'teki bilgileri içeren rıza formunun hazırlanacağı durumlar öngörülmüştür.HHY
m. 26'ya göre: "Mevzuatta öngörülen durumlar ile uyuşmazlığa mahal vermesi hbben
muhtemel görülen tıbbi müdahaleler için sağlık kurum ve kuruluşunca 15 inci madde-
deki bilgileri içeren rıza formu. hazırlanır. Rıza formunda yer alan bilgiler; sözlü ola-
rak hastaya aktan/arak rıza formu hastaya veya kanuni temsilcisine imzalatılır. Rıza
formu iki nüsha olarak imza altına alınır ve bir. nüshası hastanın dosyasına konulur,
diğeri ise hastaya veya kanuni temsilcisine verilir. Acil durumlarda hbbi müdahalenin
hasta tarafından kabul edilmemesi durumunda, bu beyan imzalı olarak alınır, imzadan
imtina etmesi halinde durum tutanak altına alınır. Rıza formu bilgilendirmeyi yapan ve
tıbbi müdahaleyi gerçekleştirecek sağlık meslek mensubu tarafından imzalanır. Verilen
bilgilerin doğruluğundan ilgili sağlık meslek mensubu sorumludur. Rıza form/an arşiv
mevzuatına uygun olarak muhafaza edilir".
331) Bucher, 129; Palandt, § 823 Bem 7.b.f.; Bayraktar, 142.
332) Bkz., dn. 324'de anılan yazarlar.
333) Hubmann, 232; Bucher, 129; Erman, § 823 Bem. 4.b.; [)eutsch, VersR 82, 307; fakat
krş., Deutsch, VersR 81, 295: Ancak rızasına aykırı olarak yapılan ameliyat nedeniyle
hastanın isteyeceği manevi tazminat, ameliyat sonucu elde edilen yararla denkleştirilir.
Bkz., Hinderling, 54.
112 Gerçek Kişiler
hekim müdahale eder. Bu müdahalenin pozitif temeli de yazara göre Tıbbi Deonto-
loji Nizamnamesinin 2. maddesi hükmüdür3 34 •
554 Oysa HHY 25, Tedaviyi reddetme ve durdurma kenar başlığı altında farklı bir
düzenleme getirmiştir. Buna göre: "Kanunen zorunlu haller dışında doğabilecek
olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere; hasta, kendisine uygu-
lanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulması•
nı istemek hakkına sahiptir. Bu halde, tedavinin uygulanmamasından doğacak so-
nuçların hastaya veya kanuni temsilcilerine veyahut yakınlarına anlatılması ve bu-
nu gösteren yazılı bir belge alınması gerekir.
555 Bu hakkın kullanılması, hastanın tekrar sağlık kuruluşuna müracaatında hasta
aleyhine kullanılamaz".
Evvelce tecrübe edilmemiş bir tıbbi tedavi ve müdahale usulü, ancak 559
zarar vermeyeceğinin ve hastayı kurtaracağının mutlak olarak öngörülmesi
halinde yapılabilir".
Belirtmek gerekir ki, ubbi müdahalenin, hastanın rızası ve tedavi amacıyla ya- 560
pılmış olması, hekimin vereceği zarardan hiçbir zaman sorumlu olmayacağı anla-
mına gelmez. Bu iki şart, sadece vücut bütünlüğüne yapılan müdahalenin hukuka
aykın olmasını engeller. Buna karşılık, yanlış teşhis ve tedavi uyguladığı (meslek
hatası), yardımcı kişileri hatalı davrandığı ya da kullanılan tıbbi alet ve makineler
bozuk oldukları için hasta zarara uğramışsa, hekimin, iardımcı kişilerinin ve (var-
sa) sağlık kurumunun sorumluluğu da söz konusu olur3 7
•
565 Organ Nakli Kanunu, yaşayan kişiler ile cesetten organ ve doku nakli-
nin şartlarını ayrı ayn düzenlemektedir.
567 Yaşayan bir kimsenin organ verebilmesinin ilk şartı, verilecek organın
hayat için zorunlu, verilmesi halinde, vericinin hayatına mutlak surette son
verecek organlardan olmamasıdır. Organ Nakli Kanunun 8. maddesi bu tür
organların verilmesini kesin olarak yasaklamıştır. Daha açık bir deyişle, ki-
şinin, hayatına son verecek ya da onun toplum ve ailesine karşı olan görev-
lerini yerine getirmesini engelleyecek organların verilmesi 8. maddeye gö-
re yasaktır3 38 •
568 Bu bakımdan insan organizmasının kısa sürede yenileyebileceği dokuların nakli-
ne bir engel yoktur. Oysa kalp gibi hayati önemi olan bir organın canlı bir kimseden
338) Ataay, 128; Özsunay, 105; Köprülü, 271 dn. 22a; İmre, 454; Bayraktar, 145, 170 vd.;
Toroslu, 99/100; Akünal, 21; krş., Ayiter, 147.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 115
nakli söz konusu olamaz. Çünkü bu naklin, kişinin hayatına son vereceği açıktır.
Buna karşılık, organizmanın yeniden oluşturamayacağı böbrek gibi çift organlardan
birinin verilebilip verilemeyeceği, bunun kişinin sağlığını önemli derecede etkileyip
etkilemeyeceğine, topluma ve ailesine karşı görevlerini yerine getirmesini engelle-
yip engellemeyeceğine bağlıdır. Eğer bu olumsuz etkiler söz konusu olınayacaksa,
nakle bir engel yokiur3 39•
Organ nakli için karnımın aradığı ikinci şart, organı verecek kişinin 18 569
yaşını doldurmuş olması ve ayırt etme gücüne sahip olmasıdır (5). Kanun, bu
iki şartın varlığını aradığına göre,fikrimce, ayırt etme gücüne sahip 18 yaşını
doldurmuş kısıtlıların da verici olmalarına bir engel yoktur3 • Ancak, her ne
40
,kadar organ verme kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haksa da, ayırt etme gücüne sa-
hip bir kısıtlının böyle önemli bir karar vermesinde, MK 16/I, c.2' deki ana
kuraldan ayrılarak, yasal temsilcinin de onayını aramak çıkar durumlarına
daha uygun düşer. Ancak, kanım, ergin olmayı değil de açık olarak onsekiz
yaşın doldurulmasını aradığı için, evlenme ya da hakim kararı ile onsekiz ya-
şını doldurmadan ergin olanlar organ bağışında bulunamazlar.
Organ naklinin geçerliğinin en önemli şartı, vericinin şekle uygun ola- 571
rak iradesini açıklamasıdır. Rızanın açıklanış şekli Organ Nakli Kanunun 6.
maddesinde şöyle düzenlenmiştir: "... organ alınması için iki tanık huzu-
runda ... önceden verilmiş yazılı ve imzalı veya en az iki tanık önünde sözlü
olarak beyan edip imzaladığı tutanağın bir hekim tarafından onaylanması
gerekir. Aynı maddeye göre, rızanın her türlü etkiden uzak olarak verilmesi
gerekir.
Resmi Gazete' de yayınlanmış olan Organ ve Doku Nakli Hizmetleri 572
Yönetmeliği'nin 1.2.2012 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan Yönetmelik
ile değişik m. 16 hükmü vericileri iki gruba ayırmıştır. Buna göre verici,
alıcının en az iki yıldan beri fiilen birlikte yaşadığı eşi, ya da dördüncü de-
receye kadar (dördüncü derece dahil) kan ya da kayın hısımı ise yukarıda
sayılan şartlarda bir değişiklik yapılmamıştır. Bunların dışında kalan canlı
vericiden organ ya da doku alınabilmesi için, "Naklin yapılacağı ilde oluş
turulacak Etik Komisyonunun verici ile alıcı arasında, bu Yönetmeliğe ve
diğer ilgili mevzuata aykırı herhangi bir hususun bulunmadığını, ve etik
açıdan organ bağışının uygunluğunu onaylaması zorunludur. "
573 6. maddenin şekle ilişkin hükmü 3678 sayılı kanunla yüriirlükten kal-
kan MK 23'e eklenen ve yeni Medeni Kanuna da aynen alınan 23. madde-
nin 3. fıkrasının birinci cümlesi ile fikrimce kısmen değiştirilmiştir. Söz
konusu hükme göre, "Yazılı rıza üzerine insan kökenli biyolojik maddelerin
alınması, aşılanması ve nakli mümkündür". Bu hükümden de anlaşılacağı
üzere,- artık Organ Nakli Kanununun 6. maddesinde öngörüldüğü gibi, iki
tanık önünde sözlü olarak rızanın belirtilmesi ve bunun bir hekim tarafın
dan onaylanması şekli, rızanın şekil yönünden geçerli olması için yeterli
değildir. Çünkü rıza, artık sadece yazılı olarak açıklanabilir.
574 Belirtmek gerekir ki, MK 23/III, c 1'in uygulama alanı Organ Nakli
Kanununun 6. maddesine oranla iki yönden daha geniştir. Önce, rızanın ya-
zılı olması şartı sadece organı verecek kişi için değil, kendisine organ nak-
ledilecek ya da doku aşılanacak kimse yönünden de aranmaktadır. Oysa
Organ Nakli Kanununun 6. maddesi, rızanın veriliş şeklini sadece organı
verecek kişi yönünden düzenlemektedir.
575 Belirtmek gerekir ki, MK 23fill.c.1 ile getirilen hüküm bulunmasaydı dahi, ken-
disine organ nakli yapılacak kimsenin yine de rızasını yazılı olarak açıklaması gere-
kirdi. Çünkü Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanıın'un yuka-
rıda sözü edilen 70. Maddesi bütün büyük tıbbi müdahalelerde yazılı rızanın bu-
lunmasını aramaktadır. Bu bakımdan MK 23/III, c. l 'in çok büyük bir değişiklik ge-
tirdiği söylenemez.
bunun tıbbi, psikolojik, ailevi ve sosyal sonuçları hakkında bilgi vermek; 582
b) Organ ve doku verenin, alıcıya sağlayacağı yararlar hakkında vericiyi aydın- 583
/atmak;
c) Akli ve ruhi durumu itibariyle kendiliğinden karar verebilecek durumda ol- 584
mayan kişilerin vermek istedikleri organ ve dokuları almayı reddetmek;
d) Vericinin evli olması halinde, birlikte yaşadığı eşinin, vericinin organ ve doku 585
verme kararından haberi olup olmadığını araştırıp öğrenmek ve öğrendiğini bir tu-
tanakla tespit etmek;
e) Bedel veya başka bir çıkar karşılığı veya insancıl amaca uymayan bir düşünce 586
ile verilmek istenen organ ve dokuların alınmasını reddetmek;
j) Kan ve sıhri hısımlık veya yakın kişisel ilişkilerin mevcut olduğu durumlar ay- 587
rık olmak üzere, alıcının ve vericinin isimlerini açıklamamak;
zorundadırlar.
Organ naklinin vericinin tam özgür nzası ile olması gereğinin doğal bir 588
sonucu olarak, rızanın nakil gerçekleşinceye kadar her zaman geri alınabi
leceği doktrinde kabul edilmekteydi. Bir başka deyişle, bir çıkar karşılığı
yapılmamış olan organ nakli sözleşmesinin hukuken geçerli olmakla bera-
ber ifaya zorlayıcı olmayacağı söyleniyordu. Bu sebeple rızanın geri alın
masından sonra organ nakli için yapılacak girişimin kişiliğe hukuka aykırı
bir saldırı olacağı savunuluyordu342 •
Doktrinde savunulan bu görüş, 3678 sayılı kanunla eski MK 23'e ek- 589
lenen ve ifade biçimi hariç yeni MK 23'e de alınan üçüncü fıkranın ikinci
cümlesi ile bir kanun hükmü haline gelmiştir. Bu hükme göre: "Ancak bi-
yolojik madde verme borcu altına girmiş olandan edimini yerine getirmesi
istenemez; maddf ve manevi tazminat isteminde bulunulamaz". Böylece,
biyolojik madde verme borcu altına giren kimseden, sonradan bundan vaz-
geçmesi sebebiyle, maddi ve manevi tazminat istenemeyecektir. Bu, kişi-
nin vücudu üzerindeki hakkında prensip olarak tasarruf edilemeyeceği ku-
ralının doğal bir sonucudur.
Fikrimce, kanunun sadece organ nakli için bu şekilde bir düzenleme getirmesi 590
yeterli değildir. Aynı düzenlemenin, doktrinde savunulduğu gibi, vücut bütünlüğüne
yapılacak her türlü müdahale için geçerli olması gerekir. Hatta bizce, sadece vücut
bütünlüğüne yapılacak müdahalelerde değil, kişinin, kişilik hakkına dahil olan her-
hangi bir değere müdahale yapılmasına ilişkin rızanın geri alınması halinde de, bir
zorlamanın söz konusu olamayacağının ve rızayı geri almadan dolayı tazminat iste-
nemeyeceğinin açık olarak düzenlenmesi gerekir.
Öte yandan, rızanın geri alınması halinde tazminat istenemeyeceğine ilişkin 591
592 Organ Nakli Kanunu, naklin gerçekten tedavi amacına hizmet etmesi,
yapılacak naklin istenilen amacı gerçekten temin edebilmesi ve alıcı ile ve-
ricinin ileride uğrayabilecekleri tehlikeleri engellemek amacıyla, 9. madde-
sinde tahlil ve inceleme yapma zorunluluğunu getirmiştir. Buna göre, "Or-
gan ve doku alınması, aşılanması ve naklinden önce verici ve alıcının ya-
şamı ve sağlığı için söz konusu olabilecek tehlikeleri azaltmak amacıyla ge-
rekli tıbbi inceleme ve tahlillerin yapılması ve sonucunun bir olurluluk ra-
poru ile saptanması zorunludur".
ilişkin açıkladığı rızasını sonradan geri alması halinde, yine de 14. maddede
sayılı kişilerin izni ile cesetten organ alınıp alınamayacağı bir yorum mese-
lesidir. Eğer geri alma, cesede hiçbir şekilde dokunulmasını istemediği şek
linde yorumlanırsa, o zaman, söz konusu kişilerin rızası olsa bile cesede
dokunulamaz, meğerki, 14/II'ye göre, cesedin görünümünde değişiklik
yapmayan dokular söz konusu olsun.
Cesetten organ alınması için nza şartının aranmayacağı hal 14/IV'te be- 595
lirtilmiştir.Bir tür ızdırar halini ifade eden bu hükme göre, "Kaza veya do-
ğal afetler sonucu vücudunun uğradığı ağır harabiyet nedeniyle yaşamı so-
na ermiş bir kişinin yukanda sayılan kimseleri yoksa sağlam doku ve or-
ganları, tıbbi ölüm halinin alınacak organlara bağlı olmadığı 11. maddede
belirtilen hekimler kurulu raporuyla belgelenmek kaydıyla, yaşamı organ
ve doku nakline bağlı olan kişilere ve naklinde ivedilik ve tıbbi zorunluluk
bulunan durumlarda vasiyet ve rıza aramaksızın organ ve doku nakli yapı
labilir. Bu hallerde adli otopsi, bu işlemler tamamlandıktan sonra yapılır
ve hekimler kurulunun raporu adli muayene ve otopsi raporuna geçirilir ve
evraklarına eklenir".
Ceset üzerinde bilimsel araştırma yapılmasının şartları Organ Nakli Ka- 596
nunu 14/IV'te belirtilmiş ve uygulamanın ne şekilde olacağı da 17.6.1982
tarihli, İnsan Cesedi Üzerinde Bilimsel Araştırma Yapılmasına ilişkin Yö-
netmelik'te gösterilmiştir347 •
Organ Nakli Kanunu 14 /IV'e göre, "Ayrıca vücudunu ölümünden sonra 597
inceleme ve araştırma faaliyetlerinde faydalanılmak üzere vasiyet edenlerle
yataklı tedavi kurumlarında ölen veya bunların morglarına getirilen ve
kimsenin sahip çıkmadığı "ölü muayenesi veya otopsi işlemi tamamlanmış"
345) Kanundaki, herhangi bir yakın ibaresinin neyi ifade ettiğini anlamak güçtür. Her ne ka-
dar Zevkliler (321), hııkııkuınuz yönünden yakınlar kavramının içine, eş, ergin çocuk-
lar, ana baba ve ergin kardeşlerin girdiğini söylemekte ise de, kanunun bu kişileri te-
ker teker saydıktan sonra, aynca bir de herhangi bir yakını demesi karşısında bu yoru-
ma katılmarnaktayız. Aynca bkz., Toroslu, 104; Akünal, 25; Bayraktar Makal~, 20.
346) Helvacı, dn. 287'de cesette değişiklik yapmayan dokuların alınmasını Dural/Ôğüz'ün
fikriymiş gibi belirtrnekteyse de, bu husus, kanun hükmüdür.
347) RG 17.6.1982, sayı 17727.
120 Gerçek Kişiler
cesetler aksine bir vasiyet olmadığı takdirde 6 aya kadar muhafaza edilmek
ve bilimsel araştırma için kullanılmak üzere ilgili yüksek öğretim kurumla-
rına verilebilir. Bu cesetlerin defin hususu dahil tabi olacakları işlemler,
Adalet, içişleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlıklarınca bu kanunun ya-
yımı tarihinden itibaren üç ay içinde çıkartılacak yönetmelikle belirlenir".
598 Organ Nakli Kanunu 14N ile getirilen yeni düzenlemeye göre; tıp eği-
timi için gerekli olan kadavranın yurt içinden yeteri kadar temin edileme-
mesi halinde, kadavra veya kadavra parçası, soykırım ve insanlığa karşı iş
lenmiş suçlar yoluyla ölmüş kimselerden temin edilmemiş olması kaydı ile
yurt dışından temin edilebilir.
600 Kişinin
cinsi hayatı ve üreme fonksiyonlarına müdahale iki sebebe daya-
nır:aile (nüfus) planlaması ve sağlık. Her iki tür müdahale de 24.5.1983 tarih
ve 2827 sayılı Niifus Planlaması Hakkında Kanun'da düzenlenmiştir348 •
601 Aile (nüfus) planlaması nedeniyle kişinin cinsi hayatına müdahale için,
yukarıda da değinildiği gibi, kural olarak rıza şarttır. Bu müdahale ya üre-
tim faaliyetinin önlenmesi ya da gebeliğe son verilmesi şeklinde olur.
602 Üreme faaliyeti ya da gebeliğin önlenmesi ilk önce, gebeliği önleyici
tedbirlerin alınması yoluyla olur. Bu da gebeliği önleyecek ilaç ve araçlar
ile olur. İlaç ve araçların temini ile halkın bu alanda eğitilmesi ödevi NPHK
3 'e göre Sağlık Bakanlığındadır.
603 Gebeliğin önlenmesinin ikinci yolu sterilizasyon ve kastrasyondur.
NPHK 4/I' göre: "Sterilizasyon, bir erkek veya kadının çocuk yapma kabi-
liyet cinsi ihtiyaçlarını tatmine mani olmadan izalesi için yapılan müdaha-
le" demektir. Bunun yapılabilmesi için, tıbbi bir sakıncanın bulunmaması
şartıyla, ergin olan kimsenin rızası aranır. Sterilizasyon yaptırmak isteyen
kimse evli ise, eşinin de rızasının bulunması şarttır (NPHK 6/Il).
604 Kanun rıza için sadece erginlik şartını öngörmüş, ayırt etme gücünden söz et-
memiştir. Ne var ki, sterilizasyona rıza gösterecek kişinin ayırt etme gücüne sahip
olması gerektiğinde kuşku yoktur. Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin steri-
lizasyonunun nasıl yapılacağına ilişkin kanunda bir hüküm yoktur. Fikrimce,
NPHK'nın gebeliğe son verilmesine ilişkin bu kişilerin durumunu düzenleyen 5 ve
348) RG 27.5.I 983, sayı 18059. Daha önce bu konuyu, bu kanun ile yürürlükten kaldırılan
557 sayılı kanun düzenlemekteydi.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 121
Nüfus planlaması için başvurulacak ikinci yol gebeliğin sona erdirilme- 606
sidir (rahmin tahliyesi). Hemen belirtmek gerekir ki, gebeliğin sona erdi-
rilmesi sadece nüfus planlaması için değil, aşağıda açıklanacağı gibi, sağlık
nedeniyle de başvurulacak bir yoldur.
Nüfus planlaması amacıyla gebeliğe son verilmesi için de kişinin rızası 607
şarttır.
Ancak, gebeliğe bu amaçla son verilebilmesi, ananın sağlığı yönün-
den bir sakıncanın bulunmaması şartıyla, gebeliğin ilk on haftası içinde
mümkündür. Bu süre dolduktan sonra nüfus planlaması amacıyla gebeliğin
önlenmesi, rıza bulunsa da yasaktır. Bundan sonra ancak, aşağıda da açık
lanacağı gibi, sağlık nedeniyle gebeliğe son verilebilir.
Kadının evli olması halinde, gebeliğe son vermek için onun rızasının 608
yanında eşinin de rızası aranır (NPHK 6/II). Velayet altındaki ayırt etme
gücüne sahip kadınlarda, onların rızasına velinin izninin eklenmesi gerekir.
Vesayet altındaki, ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlı kadınlarda, bun-
ların rızasının yanında, vasinin izni ve sulh mahkemesinin de onayı gerekir.
Ayırt etme gücünden yoksun kadınlarda ise, ister vesayet ister velayet al-
tın.s!_a olsunlar, onların rızası aranmaz (NPHK 6/!)349 •
Yukarıda da değinildiği gibi, gebeliğin on haftayı doldurmasından son- 609
ra rahrniı;ı tahliyesi ancak sağlık nedeniyle yapılabilir. Bunun için, ya gebe-
liğin ananın. sağlığını tehdit etmesi ya da doğumun, doğacak çocuk ve onu
izleyecek nesiller için ağır bir hastalık ya .da sakatlığa sebep olabilme tehli-
kesinin bulunması gerekir (NPHK 5/II). '
Gebeliğin giderilmesinin tam tersi, normal yollarla gebe kalması müm- 610
kün olmayan bir kadının yapay döllendirilmesidir (suni ilkah, tüp bebek).
Bu konuda, yıllar önce bu imkanın ortaya çıkması ile başlayan tartışmaları
bir yana bırakıp 350 , durumu Türk Hukuku yönünden inceleyelim.
Toplumda genel olarak tüp bebek olarak bilinen yapay döllenme, 611
30.09.2014 tarihli ve 29135 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Üremeye
Yardımcı Tedavi Uygulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri
349) Bu hallerde genel kurala göre, kadın, velayet altında ise velinin, vesayet altında ise va-
sinin izni ile sulh mahkemesinin onayı aranmalıdır.
350) Bu konuda etraflı bilgi için bkz., Hubmann, 232;· Cihan, Sosyal ve Hukuki Bakımdan
Sun'i İlkah, İstanbul 1971; Bayraktar, 199; Özsunay, 122; Lüttiger, Die künstliche
Samenübertragung beim Menschen (artifıziele Insemination) als kriıninalpolitisches
und legislatorisches Problem (AÜHFD, c. XXXV, 131 vd).
122 Gerçek Kişiler
351) 2. HD 27.3.1986, 651/3256 (YKD 1986, c. XII, 1112); aynca bkz., 2. HD 21.1.1982,
891/259 (YKD 1982, c. VII, 323).
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 123
Yine bir kimse erkeklere özgü olan askerlik milli görevinden (askerlik yükümlülü-
ğünden) kurtulmaya ya da kadınlar için tanınan erken emeklilik hakkı elde etmeye,
benzeri haksız yararlar sağlamaya imkan bulur.Bu örneklere kimsenin olumlu ce-
vap vereceğini sanmıyoruz. Her ne kadar yanlışın devamına hukuk ilgisiz kalamaz
ise de hukukun öngördüğü husus çift organlı olarak doğmuş olan, yani hünsa du-
rumunda bulunan ve zamanla inkişaf eden cinsiyetine göre durumu açıklığa kavu-
. şanları işbu gerçek cinsiyetleri ile nüfus kayıtlarındaki çelişkinin düzetilmesini sağ-
lamaktır.Dosyadaki raporlar olayın gelişimi ve yürürlükteki hukuk karşısında dava-
cı, hangi cinsel duygular içinde bulunursa bulunsun, ne yolla cinsel tatmine ulaşır
sa ulaşsın, psikolojik yapısında ne gibi değişiklik meydana gelirse gelsin özgür ira-
desi ile yok ettiği cinsiyetine dayanarak karşı cinsten olduğunun tespitini, yani cin-
siyetinin değiştirilmesini isteyemez.
Davacının, serbest iradesi ile vaki ameliyatı yüzünden cinsiyetinin (erkekliğinin) 615
gerektirdiği imkanları yeniden elde edemeyecek duruma gelmiş olması da varmak
istediği amaca ulaşmasını haklı kılmaz. Yani kanun, kişilik hakkına bizzat saldıran
kimsenin meydana getirdiği sonuca hukukta yeri olmayan bir çare bulmaya mecbur
değildir. Herkes yanlış eylemlerinin sonucuna katlanmak zorundadır.
İç duygusal zeminde çözüm aramak doğru olmaz. Çünkü hukuk, hak karşısında 616
ne kadar şefkatli ise, hata söz konusu olduğu hallerde de o derece müsamahasızdır.
Erkekliğini yitirmiş fakat kadın da olmamış bir kimsenin çaresizliğine birlikte acı-
nır. Ama kanun bir yana itilerek imkan hazırlanamaz".
Görüldüğü gibi Yargıtay, hiçbir ayırım yapmaksızın hermafroditler (hünsa, erdi- 617
şil, çift cinsiyetli) olanlar dışındaki kişilerin cinsiyet değiştirmesini asla kabul edil-
mez buluyordu. Oysa tedavi amaçlı cinsiyet değişiklikleri ile başka sebeplere daya-
narak ( örneğin hiç gereği yokken sahnede meşhur olabilmek için) yaptırılan cinsiyet
değişikliklerinin birbirinden ayrılması gerekir.
3444 sayılı kanunla MK 29'a eklenen ikinci fıkrııya göre, "Doğumdan sonra 618
meydana gelen cinsiyet değişikliğinin asgari sağlık ,kurulu raporu ile belgelendiril-
mesi halinde nüfus kütüğünde gerekli düzenleme yapılır.Bu konularda açılacak da-
valarda, cinsiyeti değiştirilen kişi evli ise, eşe de husumet yöneltilir ve aynı mahke-
me, varsa ortak çocukların velıiyetinin kime verileceğini tayin eder;cinsiyet değişik-
liği kararının kesinleştiği tarihte, evlilik kendiliğinden son bulur".
Esasında 3444 sayılı kanunla yapılan değişiklik cinsiyet değiştirilmesi gibi çok 619
nazik bir konuya çözüm getirme amacını gütmekteydi. Ancak yapılan değişiklik bu
amaca hizmet etmekten ziyade fiili durumun tespiti, yani değiştirilmiş cinsiyetin
nüfus siciline nasıl intikal edeceği ve bu tespit edılen fiili ,durumun sonuçlarının ne
olacağını saptamaktan ileri gitmemiştir. Çünkü, kişilerin cinsi kimliklerini ve kamu
düzenini bu kadar yakından ilgilendiren bir konunun, iki üç cümlelik bir değişiklik
ile düzenlenmesi mümkün değildir. Bu konudaki düzenlemelerin tıp adamlarının da
görüşü alınarak, aceleye getirilmeden, cinsiyet değişikliğinin yapılabilmesi için ge-
rekli objektif şartları da içerecek biçimde etraflı olarak yapılması zorunludur. Oysa
eski MK 29/II, bunlara cevap vermekten çok uzaktı ve sonuçları da kamu düzenini
sarsacak nitelikteydi. Bunun sebebi de, özellikle 1980 ydından sonra, Türkiye'de
moda haline gelen, görünürde objektif fakat esasında sübjektif ya da kişiye özgü
kanun çıkartma ya da kanunlara hüküm ekleme eğilimidir. Gerçekten eski MK 29'a
bir ikinci fıkra eklenmesinin asıl sebebi, kanunkoyucunun, kişilerin cinsel kimlikle-
rini seçmelerine kurallarına uygun olarak çözüm getirme isteği değildir. Asıl sebep
o zamanın sanatsever rnillletvekillerinin, yukarıda sözü edilen Yargıtay kararına
konu olan ve sahneye çıkması bu sebeple yasaklanan ses sanatçısının yeni kimliği
ile sahneye çıkabilmesini temin gayretiydi.
Eski MK 29/ll'ye eklenen ikinci fıkra ile getirilen düzenleme, tıp biliminin anla- 620
yışına ve izlenen amaca tamamen aykın ve özellikle de kamu düzeni açısından ola-
124 Gerçek Kişiler
623 Transseksüellerde ise durum tıbbi açıdan daha da vahimdir. Çünkü onların be-
denleri ve ruhları arasında sürekli bir çatışma vardır. Transseksüel, dış görünüşü iti-
bariyle tam bir erkek ya da kadırıdır. Ancak o, kendisini ruhi yönden karşı cinsten
kabul etmektedir. Bu bakımdan eşcinseller ya da travestilerden farklı olarak hetero-
seksüel ilişki içinde bulunduklarını kabul ederler. Transseksüel bir kimse,dış görü-
nüşü, ruhen kabul ettiği cinsiyete uygun olmadığı için, kendi dış görünüşünden nef-
ret eder, ondan kurtulmak için kendisini sakatlayabilir hatta intihar bile edebilir. Bu
sebeple onlar yönünden ameliyat tedavi amaçlıdır.
624 Oysa eski MK 29/II hükmü, hiçbir ayırım yapmaksızın , herkese, istediği anda\
hiçbir ön şart aramaksızın, hatta evli olsa bile cinsiyetini değiştirme imkanı vermek-
teydi. Başka bir deyişle, sadece tedavi edilmesi gereken hermafrodit ya da transsek-
süeller değil, eşcinseller, arızi ya da profesyonel travestiler hatta bunlardan hiçbiri
olması bile, herhangi bir sebeple karşı cinsten olmak isteyen bir kimse bu hükme
göre, elini kolunu sallaya sallaya gidip cinsiyetini değiştirebilir ve bunu mahkemede
belgeleyip nüfusa yeni cinsiyetini kaydettirebilirdi. Bunun kamu düzenini nasıl ihlal
edeceğini açıklamaya bile gerek yoktur. Diğer bir deyişle, tedavisi gerekli olan kişi
lerden bu imkanı almak ne kadar kamu düzenini bozarsa, aksine bu imkanı tedavi
amacı ile sınırlamadan kişilere vermek de toplum için o derecede hatta daha da teh-
likeler yaratır. Hele evli ve çocuk sahibi olan bir kimseye cinsiyetini değiştirme
imkanının tanınması kabul edilemez. Bu konunun düzenlendiği ülkelerin hemen
hemen tümünde evli olmama ve çoğunda çocuk sahibi olma yeteneğinden yoksun
bulunma cinsiyet değişikliğinin ön şartıdır. Gerçekten de, evlenecek kadar karşı cin-
se ilgi duyan ve çocuk sahibi olan bir kimsenin cinsiyetini değiştirmesi, tedavi
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıklan ve Kişiliğin Korunması 125
amaçlı olmaktan çok, bir kapris ya da meraktan öteye gidemez. Kaldı ki bu. hüküm,
Anayasanın 44. maddesindeki devletin aileyi koruma ilkesine de aykırıdır. Özellikle
ortada bir ortak çocuk varsa, bunun aile düzeni ve çocuklar yönünden ortaya çıkar
tacağı sakıncalar, sanırız
ki kendiliğinden anlaşılır.
Özetle 3444 sayılı kanunla önceki MK 29'a eklenen ikinci fıkra, kaş yapayım der- 625
ken göz çıkartmış, değişikliği hiçbir ön şarta bağlamaksızın, sadece cinsiyet değişikli-
ğinin mahkeme tarafından onaylanmasını öngörerek ve sırf tedavi amaçlı değil, kişinin
(evli olsa bile) keyfine göre yaptıracağı cinsiyetdeğişikliklerine de izin vermişti3 .
52
Medeni Karnımın düzenlemesine geri dönecek olursak; 40. maddenin ge- 626
rekçesinde, neden cinsiyet değişikliğine ilişkin yeni bir düzenlemeye gerek
duyulduğu şöyle açıklanmıştır; "Yürürlükteki 29. maddenin ikinci fıkrası ge-
reğince cinsiyet değişikliği dolayısıyla nüfus sicilinde gerekli değişikliğin ya-
pılabilmesi için kişinin önceden cinsiyetini değiştirmesi, bu değişikliğin resmi
sağlık kurulu raporuna dayandığının belgelendirilmesi yeterli görülmüştür.
Madde bu şekli ile mahkemeye, kişinin cinsiyetinin değiştirilmesi sonucu nü-
fus sicilinde değişiklik yapma konusunda bir takdir yetkisi vermemekte, mah-
kemeyi adeta bir onay makamı haline getirmektedir. Bu durum, gelişigüzel
cinsiyet değişiklikleri sonucu mahkemelerimizi, adeta emrivaki ile karşı kar-
şıya bırakmaktadır. Bu amaçla yeni düzenlemede cinsiyet değiştirmek isteyen
kişinin bu değişikliğe gitmeden önce bizzat mahkemeye başvurması zorunlu
kılınmış; mahkemenin böyle bir izni verebilmesi bazı koşullara bağlanmak
suretiyle yürürlükteki 29 uncu maddenin ikinci fıkrasında olduğu gibi gelişi
güzel cinsiyet değişikliklerinin önüne geçilmek istenmiştir".
İşte kanunkoyucunun bu gerekçelerle 40. maddede öngördüğü cinsiyet 627
değişikliğinin a şartlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
352
352) Bu açıklamalar için bkz., Dural/Öğüz, Kişiler Hukuku, 1. bası 7.4.1.5. ve orada atıf ya-
pılan yazarlar.
352a) Türk Medeni Kanununun 40. maddesinin eksikliklerine ilişkin olarak bkz. Atamer/
Taşkın, Transseksüellere İlişkin Hukuksal Düzenlemeler: Uygulama, Anayasa ve Av-
rupa İnsan Hakları Sözleşmesine Aykırı Yönler ve Revizyon Teklifleri (Yargıtay
Dergisi, Ekim 2016, C. 42, S. 4, 719 vd.).
353) Gerekçe, 341.
126 Gerçek Kişiler
tiğinde kuşku yoktur. Ancak burada, üzerinde durulması gereken başka bir
soru vardır ki, o da sınırlı ehliyetsizlerin cinsiyet değişikliği için başvuruda
bulunabilip bulunamayacaklarıdır. 18 yaşını doldurmamış sınırlı ehliyetsizler
yönünden bu sorunun cevabı açıktır. Çünkü bu kişiler, daha 18 yaşını dol-
durmadıklarına göre, onlar yönünden daha hak doğmamıştır • Aynı sonuca
354
vesayet altındaki küçükler için de varmak gerekir. Bunun gibi evli fakat kısıt
lı olan bir sınırlı ehliyetsiz de, evli olmama şartı gerçekleşmediği için, cinsi-
yet değişikliği için başvuramayacaktır. Ayırt etme gücüne sahip ergin kısıtlı
lara gelince;fikrimce, burada HHY 24/I'deki kuraldan ayrılarak, yasal tem-
silcinin ameliyata rıza göstermesini değil de, bizzat kısıtlının başvurusunu
aramak gerekir. Çünkü burada, diğer hbbi müdahalelerden çok daha farklı bir
durum söz konusudur. Daha açık bir ifadeyle, kişi fiil ehliyeti yönünden sı
nırlandırılmış olsa bile, kendi cinsiyetine ancak kendisi karar verebilir.
Yargıtay'a göre, MK 40 açık olarak sağlık kurulu raporu aradığı için, bir 632
tek doktorun imzaladığı rapor, mahkemenin izin vermesi için yeterli değildir.
Gerek yukarıda açıklanan rızanın geçerliliği gerek cinsiyet değişikliği ameliyatı- 633
nın tedavi amaçlı olup olmadığının tespiti yönünden hekimin (sağlık kurulunun)
gözlem ve aydınlatma yükümlülüğünün önemi, diğer tıbbi müdahalelere oranla bu-
rada çok daha fazladır. Çünkü, cinsiyeti değişecek olan kimse, dönüşü olmayan bir
yola girecektir. Bu bakımdan hekimin, ameliyata karar vermeden önce, söz konusu
kişiyi yeterince uzun süre gözlem altında bulundurması gerekir. Böyle bir süre bi-
zim kanunda belirtilmemiştir. Oysa cinsiyet değişikliğini kabul eden diğer ilkelerde
bu süre altı ay ile üç yıl arasında değişmektedir. Bu gözlem sırasında hekim, hasta-
nın kendisini karşı cinsten sayan görüşünün değişmeyeceğini, yani 40. maddenin
ifadesi ile transseksüel eğilimde olup olmadığını, kesin olarak tespit etmelidir. Böy-
lece hekim, cinsiyet değiştirmek isteyen kişinin gerçek bir transseksüel mi yoksa bir
cinsi sapma eğiliminde mi olduğunu saptayıp, ikinci durum söz konusu ise cinsiyet
değişikliğine izin vermeyecektir. Bu psikolojik gözlemler yanında hekimin fiziki
gözlemler de yapması gerekir. Burada hekim, sadece cinsiyetini değiştirmek isteyen
kimsenin üreme yeteneğinden yoksun olup olmadığını değil, kişinin cinsiyet deği
şikliği ameliyatı sonunda dış görünüşü yönünden de ne dereceye kadar olmak iste-
diği cinse benzeyeceğini de araştıracaktır.
Bunların saptanmasından sonra hekime düşen en önemli görevlerden biri de, 634
cinsiyetini değiştirecek olan kimseyi, müdahalenin tehlikeleri, ameliyattan sonra ar-
tık eski cinsiyetine dönemeyeceği, yeni cinsiyetine girdikten sonra psikolojik duru-
munda, en azından başlangıçta olacak çalkantılar hakkında aydınlatmaktır.
linin yeni duruma göre düzeltilmesi sadece bir düzen kuralı olup, cinsiyet
değişikliğinin şartı değildir.
Belirtelim ki, Yargıtay' a göre, dava sonunda
nüfus kaydının deşiştirilmesi gerekeceği için, Nüfus İdaresi ve savcının da
katılması gerekir35 .
636 Üzerinde durulması gereken bir husus, bir kimsenin MK 40'ın aradığı şartlara
uymadan cinsiyetini değiştirmesi durumunda nasıl hareket edileceğidir. Böyle bir
durumda, sırf 40. maddenin aradığı şartlar gerçekleşmedi diye cinsiyet değişikliğini
kabullenmeme bir ölçüde kamu düzenini bozabilir. Böyle olunca da bu de facto du-
rumu kabullenmek, fakat gerek ameliyatı yapana gerek ameliyat olana cezai yaptı
rım uygulamaktan başka çare yoktur.
637 Şeref ve haysiyet, dahil olduğu toplumun gerekli saydığı ahliikf nitelik-
lere sahip olduğu ya da böyle kabul edildiği için kişiye verilen değeri ifade
eder357 •
638 Yakından incelendiği zaman, şeref ve haysiyetin iki unsurdan oluştuğu
görülür. Bunlardan birincisi, herkesin insan olması sebebiyle sahip olduğu
şeref; ikincisi de kişinin, kendisini geliştirme ve olgunlaştırma çabaları so-
nucu elde ettiği değerlerle toplum içinde ulaştığı 1ser. Bu çabalar sonucu ki-
şi, toplum içinde değişik alanlarda değer kazanır 58 •
639 Bir başka ayırıma göre de şeref, iç şeref ve dış şeref olmak üzere ikiye ayrılır. İç
şeref, kişininkendisine olan saygısıdır. Bazılarına göre, iç şeref ihlal edilemeyeceği
için, hukuken önemsizdir359 •
640 Dış şeref sübjektif ve objektif olmak üzere iki unsurdan oluşur. Objektif unsur,
başkalarının bizim hakkımızdaki yargısı, sübjektif unsur ise, bizim bu yargı karşı
sında duyduğumuz çekinmedir3 60 •
641 Mer:/ 61 ise iç ve dış şeref ayınmınm pratik bir önemi olmadığı görüşündedir.
Çünkü yazara göre, iç şeref de korumadan yararlanır.
642 Şeref ve haysiyet, insanın insan olması sıfatıyla doğuştan sahip olduğu
temel değerlerden biri olarak, kişilik hakkına dahildir. Bu bakımdan da hu-
kuk tarafından korunur. Bu kişisel değer Anayasa' da da temel haklar ara-
sında sayılmış ve kimseye işkence ve eziyet edilemeyeceği, insan haysiye-
tiyle bağdaşmayacak ceza verilemeyeceği belirtilmiştir (AY 17/Il).
"İnsan haysiyeti kavramı, insanın ne durumda hangi şartlar altında bulunursa 643
bulunsun, sırf insan oluşunun kazandırdığı değerin tanınması ve sayılmasını anlatır.
Bu, öyle bir davranıf çizgisidir ki, ondan aşağı düşünce, ona muhatap olanı insan
olmaktan çıkartır "36 .
Kişinin şerefi denince, sadece yukarıda açıklanan genel anlamdaki şeref 644
anlaşılmamalıdır. Onun aynı zamanda belirli bir meslek ya da sanata sahip
olmasından dolayı mesleki şeref ve haysiyeti de vardır. Örneğin bir tücca-
rın ticarı şerefinden, bir sanatçının edebi şerefinden söz edilir ve bunlar da
tıpkı genel anlamdaki şeref gibi MK 24 tarafından korunurlar363 •
Belirtmek gerekir ki, MK 24 sadece gerçek kişilerin, yani insanların 645
şeref ve haysiyetini koruyan bir hüküm değildir. MK 48 aracılığıyla tüzel
kişilere de uygulanır ve onların da şeref ve haysiyeti bu yolla korunur364 •
Şeref ve haysiyet nisbi bir kavramdır. İnsanın içinde bulunduğu çevre ve 646
zamana göre değişir. Bu bakımdan hakim, şeref ve haysiyete bir saldırının
söz konusu olup olmadığını o zaman ve o yerde hakim olan ahlaki telakkilere
\. göre tespit eder. Ancak, nisbi bir kavram olmasına rağmen, her insanın asgari
ölçüde bir insanlık şerefi olduğu ve bunun da korunacağını gözden uzak tut-
mamak gerekir. Bu anlamı ile değişmez bir çekirdek şeref ve bunun çevre-
sinde, kişinin durumuna göre şerefe ilişkin değerlerden söz edilir365 •
1
Kişinin kendisine çok değer vennesi ya da çok hassas bir şeref duygusuna sahip 647
olması, şeref ve haysiyetin ihlal edilip edilmediğine ölçü olarak alınamaz. Çünkü böy-
le bir halde değerlendirme objektif değil de sübjektif esaslara göre yapılmış olur3 66 •
Toplum içinde yaşayan kişi, tüm kişisel varlıkları yönünden olduğu gi- 648
bi, şeref ve haysiyeti yönünden de her an başkalarının müdahalesi tehlikesi
ile karşı karşıyadır; Bir olayın aktarılması ya da bir kişinin eleştirilmesi,
çoğu kez şeref ve haysiyete müdahale niteliğinde olabilir. Acaba bu müda-
362) 28.6.1966 tarih ve 132/ 29 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı (RG 1967, sayı 12632).
Ayrıca bkz., 4. HD 29.11.1977, 12714/11212 (YK.D 1979, c. V, 341); 4. HD 1.1.1978,
3302/13995 (YKD 1979, c. V, 789).
363) BGE 95 il 181 (kararın çevirisi için bkz., Dural, MHAD 197, sayı 9, 137 vd); BGE 97
II 97 vd. (kararın çevirisi için bkz., Ulusan, MHAD, 1973, sayı l0'dan ayrı bası); 4.
HD 14.5.1970, 1944/4053 (Karahasan, 929 ); 4. HD 8.7.1977, 3518/7947 (YK.D 1979
c. V, 182); Kılıçoğlu, Tüzel Kişiler Manevi Tazminat İsteyebilir mi? DÜHFD, 1983,
sayı 1, Diyarbakır, 287.
364) 11 HD 5.5.2003, 12249/4456 (YKD 2004, c. XXX, 234).
365) Merz Rapor 10; şeref ve haysiyetin zamana uygun olarak değerlendirilmesi için bkz.,
4. HD 30.5.1983, 4708/5665 (YKD 1983, c. IX, 1305); Haksız haczin bu anlamda kişi
liğin haksız ihlali olduğuna ilişkin bkz. 4 HD 7.2.2005, 306/9187 (YKD 2005, c.
XXXI, 1862).
366) Hubmann, 288/ 289; A.. Bucher, Rn. 492; BGE 105 II 16 vd.; 106 II 96 vd.; 107 II 1
vd.; 11 l II 209; 122 II 449 vd; 123 II 354 ve 363.
130 Gerçek Kişiler
halelerin hepsi, şeref ve haysiyetin hukuka aykırı ihlali sayılabilir mi? Bu-
nun cevabını MK 24 vennektedir. Bu hükme göre, tüm kişisel değerlerde
olduğu gibi, şeref haysiyete müdahalenin de tecavüz sayılması için, huku-
ka aykırı olması gerekir. Hukuka aykırı olmayan bir müdahale şeref ve
haysiyetin ihlali sayılmaz.
649 Bu açıklama
zorunlu olarak şu soruyu ortaya çıkartmaktadır. Kişilik
hakkına müdahale ne zaman hukuka aykırıdır? Genel olarak denilebilir ki,
kişide, çevresinin kendisinden beklediği niteliklerden bir ya da bazılarının
eksik olduğu fikrini uyandıran, söz, yazı ya da resimle yapılan her türlü be-
yan şeref ve haysiyete tecavüz sayılır367 .
650 Belirtmek gerekir ki, şerefe yapılacak müdahale, hayat ve vücut bütünlüğüne ya-
pılanlardan farklı olarak, sınırsız bi'r korumadan yararlanmaz. Çünkü diğer insanlar-
la birlikte yaşamanın doğal bir sonucu olarak apriori bir sınırlama vardır. Başka bir
deyişle şerefin (ileride görüleceği gibi hayat alanlarının da) korunmasina, genel ya
da kişisel çıkarlar sonucu olarak, önceden bir sınırlama getirilmiştir. Bu bakı_mdan
dır ki - aşağıda açıklanacağı gibi-, topluma mal olmuş kişiler şereflerinin ihlalinden
bahisle eleştiriden kaçınamazlar. Bu hallerde, toplumda birlikte yaşamanın sonuçla~
nna uygım bir tutumun meşruiyetinden, sosyal uygunluğundan söz edilir368 _
651 Bugün (kişinin özel yaşamı yanında) şeref ve haysiyete müdahale, ge-
nellikle kitle haberleşme araçları ve bunların içinde de özellikle basın yo-
luyla olduğu için, şeref ve haysiyet ile basın arasındaki ilişkiyi özel olarak
incelemeyi daha doğru bulduk369 • Ancak burada basın için söylenenler, bir
özelliği bulunmadığı sürece, bütün kitle iletişim araçları (medya) için de
geçerlidir.
367) Specker, 165; Helle, 4 vd.; Grossen, 431; Özsunay, 431; Kılıçoğ/u, 74; fmre, 465; BGE
60 II 406; 91 II 401; 100 II 179; 103 II 161; 4,HD 29 11. 1977, 12174/1212 (YKD
1979, c. V, 789); HGK 9.11.1979, 264/1351 (YKD 1980, c. VI, 296).
368) Jiiggi, 227a; Hinderling, 30/31.
369) Bir yazının şeref ve haysiyete saldın sayılması için, aleniyete intikalin şart olmadığına
ilişkin bkz., 4.HD 30.11.1999, 6386/4569 (YKD 1999 c. XXV, 613).
370) 4. HD 30.5.1975, 2113/2898 (Karahasan, 916); 4. HD 16.12.1974, 9835/10628 (Kara-
hasan, 924); 4.HD 16.12.1974, 9835/1308 (Karalıasan, 931); 4. HD 9.. 1968,
11771/1531 (Karahasan, 935); 4.HD 10.10.1967, 7204 / 2332 (Karahasan, 437).
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 131
bir olayın pratik çözümünü temin için fikir açıklar, devlet yönetimi, özellik-
le kamu paralarının harcanmasında toplumu aydınlatır ve toplumdaki suis-
. il . , 1 ,.311 .
tıma erı açııc ar
Basının bu sayılan görevleri yerine getirebilmesi için hiç kuşkusuz öz- 655
gür olması gerekir. Nitekim Anayasanın 28. maddesi, basının özgür oldu-
ğunu açıkça belirtmiştir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız değildir. Anaya-
sanın 28. maddesinin 4. fıkrası, basın özgürlüğünün sınırının ne olduğunu
belirtmiştir. Bu sınırlardan biri de kişinin şeref ve haysiyetidir373 .
AY 28/l'de basın hürdür sansür edilemez hükmü getirildikten sonra, ikinci fık• 656
rasında, Devletin basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak gerekli tedbirleri ala-
cağı belirtilmiştir. Basın özgürlüğünün sınırının ne olduğu ise AY 28/IV'te AY 26
ve 27'ye atıf yapılarak belirtilmiştir. İşte kişilik hakkının, kişinin şeref ve haysiyeti-
nin basın özgürlüğünün sınırlarından biri olduğu bu atıf yoluyla anlaşılmaktadır.
Gerçekten de AY 26/Il 'ye göre, " ... başkalarının şöhret ve haklarının, özel ve aile
hayatıııın yahut kaııımuıı öııgördüğii meslek sırlarının korunması ... amacıyla sınır-
371) BGE 37 I 377; 39 I 364; 39 I 593; 42 I 91; 50 I 204; 52 I 264; 64 I 18; 71 II 192; 95 II
48L 4. HD 15.10.1981, 9793/11230 (YKD 1982, c. VIII, 36); 4.HD 21.3.1981,
1302/l9 (YKD 1981, c. VII, 562); 4.HD 3.2.1983, 11527/1087 (YKD 1983, c. IX,
833); 4.HD 12.4.1979, 9042/4835 (YKD 1980, c.VI, 355).
372) 4. HD 1.6.1983, 5122/5790 (YKD, 1984, c. X, 371); ayrıca krş., HGK 9.10.1985, 96/790
(Yasa, 1986, c. IX, 1083); 4. HD 27.2.1990, 10681/1775 (YKD 1990, c. XVI, 655).
373) 4.HD 15.10.1981, 9783/11230 (YKD 1982, c. VIII, 36 vd.); HGK 9.11.1979, 264/135 l
(YKD 1980, c. VI, 926; BGE 60 II 406; 64 II 17; 98 il 131; 71 II 191; 80 II 26; 91 II
401.
132 Gerçek Kişiler
!anabilir". Anayasanın bu iki hükmü birlikte ele alındığı zaman, basının özgürlük
açısından devlete karşı korunduğu, yoksa basın özgürlüğünün - iddia edildiği gibi -
,kamu yaran ya da rıza olmadıkça, kişilerin şeref ve haysiyetine ya da özel hayatla-
rına müdahale hakkı vermediği kendiliğinden anlaşılır.
657 Basm, yukarıda belirtilen görevlerini yerine getirirken birçok halde zo-
runlu olarak kişilik hakkına müdahale eder. Bir kamu görevlisinin rüşvet
aldığını ileri sürmek ya da görülmekte olan bir ceza davasına ilişkin bilgi
vermek, zorunlu olarak ilgili kişinin şeref ve haysiyetine müdahaleyi birlik-
te getirebilir. Bundan da anlaşılacağı gibi, basının kamuyu aydınlatma gö-
revinde iki husus çatışmaktadır: basın özgürlüğü ve kişinin şeref ve haysi-
yeti. Bu bakımdan, basının, kişinin şeref ve haysiyetine müdahalesinin
hangi hallerde hukuka aykırı sayılmayacağının tespit edilmesi gerekir.
658 Basın, yukarıda sayılan görevlerini iki yolla yerine getirir: olay bildir-
me ve değer yargısı verme, yani eleştiri.
659 Genel kanıya göre, olay bildirmenin şeref ve haysiyete saldırı niteliğin-
de sayılmaması için, en başta olayın gerçek olması gerekir. Bir başka deyiş
ile, basında açıklanan olay gerçek değilse, şeref ve haysiyete hukuka aykırı
müdahale yapılmış sayılır374 . Ancak hemen belirtmek gerekir ki, haberin
sadece gerçek ve doğru olması, tek başına hukuka aykırılığı ortadan kal-
dırmaya yeterli değildir. Haberin, daha genel olarak yazının, uygun bir
amaca, uygun bir araçla hizmet etmesi gerekir. Uygun amaç ve araç ilişki
si, sadece haber vermeyi değil, eleştiriyi de ilgilendirdiği için, ikisini de
içerecek şekilde aşağıda açıklanacaktır.
660 Basın haberi tümüyle doğru vermek yükümü altındadır. Bu yüzden, olayın bir
kısmının yazılması ya da bazı kısımlarına ağırlık verilerek, diğer kısımlarının oku-
yucunun gözünden kagacak şekilde özensiz bir biçimde verilmesi, haberin doğru
olma niteliğini zedeler3 5•
661 Haberi veren kişinin, onun doğruluğuna iyiniyetle inanması, yanlış ve-
rilen haberin şeref ve haysiyeti hukuka aykırı olarak zedelemesini engelle-
mez. Ne var ki bu halde, kusur söz konusu olmadığı için maddi ve manevi
374) Specker, 318; Schuhmacher, 10; Hııbmann, 293; Helle, 13; Giger, 39 vd; Merz, SJZ,
67, 87; Ataay, 138; Özsunay, 199; Franko, 76; BGE 50 I 219; 71 ll, 193; 4. HD
4.1.1974, 3709/6536 (Karahasan, 914); 4.HD 30.5.1974, 2113/2898 (Kwahasan,
922); 4. HD 14.4.1972, 9835/10628 (Karahasan, 925); 4.HD 13.2.1970, 12603/1309
(Karahasan, 931); 4.HD 8.7.1977, 3518/7947 (YKD 1979, c. V, 182); 4.HD
21.3.1980, 1302/3719 (YKD 1981, c. VII, 563); 4.HD 15.10 1981, 9783/1230 (YKD
1982, c. VII, 36); 4.HD 8.9.1982, 6084/7436 (YKD 1983, c. IX, 194); 4.HD 3.2.1983, \
11527/1087 (YKD 1983, c. IX, 883); 4.HD 31.11.1998, 6386/9569 (YKD 1999, c.
XXV, 613). HGK 10.5.2006, 230/288 (YKD 2007, c. XXXIII, 431).
375) Specker, 298; He/le, 12 vd., 171 vd; 4.HD 4.1.1974, 3706 / 16535 (Karahasan, 913);
4.HD 14.4.1972, 1565/3389 (Karahasan, 922); 4. HD 16.12.1971, 9835/10628 (Kara-
hasan, 924).
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 133
376) Bkz., dn. 365'te anılan yazarlar, aynca Schuhmaclıer, 110; BGE 91 II 191; 91 Il 401;
4.HD 19.2.1971, 10412/1515 (Karahasan, 927); HGK 25.11.1964, 677/78 (Karalıa
san, 94[).
377) BGE 82 IV 11 vd., 85 II 186. 4. Hukuk Dairesinin 21.3.1980 tarih ve 1302/3719 sayılı
kararına göre (YKD 1981, c.Vll, 562), basın gerçek haberi vermeden onun doğruluğu
na ilişkin araştırmayı yaparken gerekli özeni gösterme yükümü altındadır. Ancak bu
özeni göstermişse, haberin doğru olmaması sebebiyle manevi tazminat ödemekten kur-
tulur. Gösterilecek özenin ne olacağına ilişkin kesin bir ölçüt verilemez; her olayda ay-
rı değerlendirme yapılır. Ne var ki, basının elindeki imkanları göz önünde bulunduran
Yüksek Mahkeme, özen yükümünde ölçütün sert olması gerektiğini savunmaktadır.
Örneğin aynı daire bir başka kararında (8.7.1977, 3515/7947, YKD 1979, c. V, 182),
haberin Anadolu Ajansı kaynaklı olmasının gerekli özenin gösterilmiş sayılması için
yeterli görmemiştir.
378) BGE 68 II 131; 71 II 193; farklı BGE 87 iV, 14.
379) Hubmann, 294; Specker, 230; Grossen, 366; Giger, 151; He/le, 8, 14; lmre, 466 vd.;
Franko, 65; BGE 60 II 407; 71 II 61; 4.HD 30.5.1974, 2113/2898 (Karahasan, 914);
4.HD 5.10.1966, 3489/8970 (Karahasan, 939); 4.HD 14.5.1970, 1944/4043 (Karalıa
san, 928); 4.HD 9.2.1968, 11771/153 (Karahasan, 933); HGK 2.7.1980, 187 / 2l07
(YKD 1980, c. VI, 1455); 4.HD 23.6.1977, 10894/7295 (YKD 1979, c. V, 180); 4.HD
8.7.1977, 3518/7947 (YKD 1979, c. V, 182).
380) Huber, 109; Hiııderling, 37; BGE 71 II 19l.
134 Gerçek Kişiler
tay' ın da kararlarında belirttiği gibi, eleştiri ne kadar sert ve kırıcı olursa ol-
sun gerçekleri yansıtması ve topluma iletilmesinde haklı bir çıkarın bulun-
ması şartıyla, eleştirilen buna katlanmak zorundadır. Başka bir deyişle,
eleştiri, amaca uygun bir biçimde objektif ve kamuoyunu oluşturmaya yö-
nelik olduğu sürece hukuka aykırı olmaz381 . Yazının eleştiri sınırlan içinde
kalıp kalmadığı ise, orta seviyeli bir okuyucunun anlayış biçimine göre sap-
tanır382. Bu yapılırken de, yazının bazı kelimeleri ya da kesitleri değil tümü
ölçü olarak alınır383 • Eleştiri, bu yukarıda belirtilen amacından ayrılır ve ki-
şiye saldırı için araç niteliğini alacak olursa, hukuka aykırı hale gelir .
384
666 Belirtmek gerekir ki, eser sahibi ile eserin birbirinden ayrılması mümkün olma-
dığı için, sahibine değinmeden bir eseri eleştirmek çoğu kez mümkün olmayacaktır.
Bu bakımdan zorunlu olarak eser sahibinin kişiliği düşünceleri de eleştirinin içine
girer. Bu, eser sahibine yönelik açıklamaların, kişinin ününü sarsacak bir sonuç do-
ğuracak olsalar bile, eleştirinin çerçevesi içinde değerlendirilip, hukuka aykırı sa-
yılmamaları gerekir; yeter ki, eser sahibine ilişkin açıklamalar ile eleştiriye konu
olan eser (ya da fiil) arasında fikri bağ bulunsun ve tahkir edici dil kullanılmasın 385 .
667 Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, basının şeref ve haysiyete saldırı iddiasından
kurtulabilmesi için, uygun amaca uygun araçla hizmet etmesi gerekir. Basının, kişi
nin şeref ve haysiyetine (ve aşağıda 7.4.3.3.1. 'de açıklanacağı gibi, özel hayatına)
kamunun ya da üçüncü kişinin çıkarı, ıeref ve haysiyete müdahale yasağına oranla
daha üstünse, üstiin amaçtan söz edilir 86 . Kuşkusuz, ne zaman kamu ya da üçüncü
kişinin çıkarı daha üstündür, ne zaman verilen haberde ya da yapılan eleştiride bu
nitelikler bulunmadığı için kişiliğe saldırı vardır, bunun baştan bir ölçüsü verile-
mez. Yargıtay'a göre, hakim,bu hallerde MK 1'den yararlanarak bir sonuca varır.
Yargıç bu değerlendirmeyi yaparken, olayın bütün özelliklerini göz önünde bulun-
durarak çatışan çıkarları, yani şeref ve haysiyetin korunmasını ve üstün olduğu iddia
edilen çıkarı karşılıklı ölçerek bir sonuca varır387 •
381) 4.HD 8.12.1977, l 242/11370 (Karahasan, 1402); 4.HD 31.10.1978, 11402/12234 (Ka-
rahasan, 1411); HGK 9.12.1983, 1871/121 I (YKD 1984, c. X, 13 vd.); 4.HD
1.6.1983, 5122/579 (YKD 1984, c. X, 371). 4 HD 5.12.2005, 16722/13086 (YKD
2005, c. XXXI, 379).
382) 4.HD 1.6.1983, 5122/579 (YKD 1984, c.X, 371).
383) Bkz., dn. 371 'de anılan Kararlar.
384) Bkz., dn. 369'da anılan yazarlar. HGK 2.1983, 1871/121 (YKD 1984, c.X, 13); 4.HD
10.10.1967, 7204/2332 (Karahasan, 936); 4.HD 15.10.1967, 3489/8970 (Karahasaıı,
839). HGK. 1.5.2002, 183/340 (YKD. 2003, c. XXIX, 5).
385) Özek, 203 vd.; Kılıçoğlu, 143; HGK 9.10.1985, 961/790 (Yasa, 1986, c. IX, 1083).
HGK 10.5.2006, 230/288, (YKD 2007, c. XXXIII, 431).
386) Specker, 277; Sc!ıuhmacher, 69 vd; Grossen, 366; Merz, Rapor, 28; Kılıçoğlu, 129;
BGE 95 il 481; 4.HD 13.2.1967, 217/146 (Karahasan, 937); 4. HD 8.7.1977,
3518/7947 (YKD 1979, c. V, 182); 4. HD 1.3.1980, 1302/3719 (YKD 1981, vn, 563);
4. HD 5.10.1981, 9783/11230 (YKD 1982, c. VIII, 36); 4.HD 8.9.1982, 6084/7436
(YKD 1983 c.IX, 194); 4.HD 3.2.1983, 11527/3719 (YKD 1983, c.IX, 833); ayrıca
bkz., aşağıda 7.5.
387) 4. HD 8.9.1982, 6084/7436 (YKD 1983, c. IX, 194); 4. HD, 8.7.1977, 3518/7947
(YKD 1979, c. V, 182); ayrıca bkz., Specker, 288 vd.; Hııbmann, 295; BGHst 15, 184
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 135
Yüksek Mahkemenin uygulaması incelendiği zaman, verilen bir haber ya da ya- 668
pılan bir eleştirinin uygun amaca hizmet ediyor olması, yani hukuka aykırı olma-
ması için, şu dört unsurun bulunmasını aradığını görmekteyiz: a) gerçeklik ya da
o~jektif olaylara dayanma; b) kamu ya da üçüncü kişinin üstün yararı; c) toplumsal
ilgi; d) günce/lik388 •
Aracın uygun olarak nitelendirilebilmesi, doğru ve objektif olması yanında haberin 669
verilmesinin ya da eleştirinin yapılmasının üstün bir amaca hizmet etmesi gerekir. Ni-
hayet, korunmak istenen amaçla, şeref ve haysiyetin ihlali arasında bir orantı bulun-
malıdır. Bir başka deyişle, şeref ve haysiyete amacın gerektirdiğinden fazla oranda
müdahale edilmemiş olmalıdır. Örneğin, bir tecavüz olayında toplumu ilgilendiren,
olayın kendisi olup, olayla ilgili kişiler değildir. Bu sebeple tecavüz ol~ının ad ve re•
sim verilmeden bildirilmesi gerekir. Aksi halde orantıdan söz edilemez 89 • Nitekim bu
oranı göz önünde bulunduran Basın Kanununun 21. maddesinde, evlenmeleri yasak
olan kişiler arasında cinsi münasebetle ilgili haberlerin yayınu yasaklanmış ve cebren
ırza geçme, küçükleri baştan çıkartma, kadın ve genç erkeklere söz atma ve sarkıntılık
ile evlenme nedeniyle kandırma gibi olayların kimlik belirtmeden yayınlanması öngö-
rülmüştür390. Aynı kanunun 20. maddesi de, intihar olaylarının haber niteliğini aşıp,
okuyucuyu etki altında bırakacak biçimde yazılmasını yasaklar. Bugün bu kurallara
yazılı ve sözlü basında uyulduğunu kim iddia edebilir?
Son olarak belirtelim ki, Türk Hukukunda, basına, kişilik hakkına mü- 670
dahale yönünden özel bir düzenleme getirilmiş değildir. Bir başka deyişle,
basının bir kamu görevi yaptığından hareketle, ona bu yönde bir imtiyaz ta-
nınmamıştır. Bu bakımdan, şeref ve haysiyete yapılan saldırılar, kifer ta-
rafından yapılmış saldırılar gibi, MK 24, 25 ve BK 58'e tabi olurlar3 1•
Anayasanın basın özgürlüğünü belirten 28. maddesi, şeref ve haysiyete yapıla- 671
cak saldırıları haklı gösterecek bir hükünı değildir. Çünkü madde, fikir özgürlüğü-
nün basın yoluyla kullanılmasma ilişkin bir hükünı olup, bu konuda devlet ile kişiler
arasındaki ilişkiyi düzenler. Daha açık bir deyişle, kişilerin basın yoluyla yaptıkları
açıklamaların, kanun koyucu ve hakim tarafından hukuka uygun sayılmasmı temin
eder, yoksa basın aracılığıyla şeref ve haysiyete saldırıyı haklı göstermez392 . Zaten
buna, kişiye saygınlığı öngören Anayasa hükümleri engel oduğu gibi; 28. maddenin
dördüncü fıkrası da 26. maddeye yaptığı atıfla da, açık olarak basın yoluyla şeref ve
haysiyete saldırıyı yasaklar.
\_
7.4.3. Kişinin hayat alanı
7.4.3.l.-Genel olarak
Kişinin· hayat alanı, onun kişiliğinin bir yansımasıdır. Gerçekten, şeref 672
388) Bkz., dn. 376'da anılan kararlar ve HGK 9.10.1985, 87/790 (Yasa, 1986, c. IX, 1083);
HGK 10.5.2006, 230/288 (YKD. 2008, c. XXXIV, 431). Aynca, İçel, 10 vd; Dönme-
zer, 41 vd.
389) Specker, 285 vd.; Sclıulımacher, 99 vd.; He/le, 14; HGK 9.11.1979, 264/1351 (YKD
1980, c. VI, 926); HGK 9.2.1983, 1871/121 (YKD 1984, c. X, 11).
390) 4. HD 21.4.1972, 833/3665 (Karahasan, 919); 4. HD 1.2.1966, 10196/1246 (Karaha-
san, 935).
391) Specker, 251; Grosseıı, 366/367; Merz, SJZ, 67, 69; Merz, Rapor, 22 vd.
392) Specker, 316 vd.
136 Gerçek Kişiler
Bu üçlü ayırımda,
özel ve gizlilik alanı, kişiliğin bir yansıması olarak, 679
kişilik hakkınadahil ve bu sebeple de korunmaya layık kişisel varlıklardan
kabul edilmektedirler.
Gerçekten, kişinin kamuya açık haYıat alanında bir gizlilik söz konusu 680
olamaz. Çünkü olaylar toplumun gözü önünde olmaktadır. Bir kimsenin
gezinmesi, tiyatroya gitmesi, maç seyretmesi, kazaya uğraması, hatta bir
suç işlemesi, herkes tarafından görülen, bilinen olaylardır. Bu bakımdan da
bu tür olayların başkalarına açıklanması ya da bir araçla tespit edilmesinde,
kişinin yaşamını zedeleyen bir şey yoktur. Ancak bu olayların şeref ve hay-
siyeti zedeleyecek bir biçimde açıklanması le/
da hatırlatılması halinde, şe-
ref ve haysiyete tecavüz söz konusu olabilir 98 •
Buna karşılık özel alana ve gizlilik alanına müdahaleler, hayatın, dola- 681
yısıylada kişilik hakkının hukuka aykırı ihlalidirler. Çünkü kişi, bu alanda-
ki olayların, toplum tarafından, hatta bilmesini istediği kişiler dışındaki
kimseler tarafından dahi öğrenilmesini istememektedir.
686 FSEK, 85. maddesine göre, sanat eseri niteliğinde olmasalar bile, yazahnın ölü-
münden sonra !O yıl geçmedikçe, mirasçılardan izin alınmadan mektupların yayın
lanınası yasaktır. Yazar ya da ölümünden sonra, yakınlan izin verseler bile, yayın
sırasında, başkalarının kişilik hakkına tecavüz edilmemesine özen göstermek gere-'\
kir. Bu bakımdan tarihe mal olmuş kişilere ait mektup ve hatıralar yayınlanırken,
tarihi gerçeklerin bilinmesindeki yararla, ilgili kişilerin kişilik hakları karşılaştırıl
malı ve kamu yaran daha üstün değilse, yayından kaçınılmalıdır404 •
687 Nihayet, Avrupa İnsan Hakları Bildirisinin 8. maddesi, herkesin özel ve aile ha-
yatına ve haberleşmesine saygı gösterilmesini istemeye hakkı olduğunu öngörmek-
tedir. Aynı şekilde İnsan Haklan Evrensel Beyannamesinin 12, 15, 16 ve 17. mad-
delerinin de aynı alanlarda kişiyi koruduğunu görmekteyiz.
688 Kişinin
özel ve gizlilik alanına giren hususların sadece açıklanması de-
ğil, bunlarınhukuka aykırı olarak öğrenilmesi bile kişilik hakkının ihlalidir.
Bu bakımdan örneğin, bir kimsenin hatıra defterini çalan kişi, bunu açıkla
masa bile, kişinin gizli hayatına haksız müdahale etmiş olur. Yargıtay'a gö-
401) Bu konuda daha etraflı bilgi için bkz., Huhmann, 322 vd.; Giesker, 49 vd.; Schıılımac
her, 136 vd.; He/le, 75 vd.; Specker, 78 vd.; Süss, 89 vd.; Meiss, 155 vd; Tandoğan,
26; Özsıınay, 130; İmre, 469; BGE 14 II 319; 90 IV, 74; BGHZ 13, 334; 24, 72; 27,
384; 13,308; 39, 124; BverfGE, 34,328.
402) Hııhmann, 326 ve orada anılan yazarlar; BGE 44 n 319; 90 IV 74.
403) 4. HD I 2.7.1972, 4002/682 (Karalıasan, 663).
404) İmra, İHFD, c.29, sayı 1 - 4, 158; Atcıay, 133; Özsııncıy, 128 vd.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 139
re, şeref ve haysiyete tecavüz amacı güdülmese bile, sırf gizli hayatı öğ
renme bile kişiliğe saldırıdır •
405
Kişinin özel ve gizlilik alanına müdahale yönünden en büyük tehlike bilgisayar- 689
!ar ve bilgi bankalarıdır. Devletin yanında, hemen hemen bütün büyük kuruluşların
elinde onmilyonlarca kişinin her alandaki hayatına ilişkin bilgiler ve sırlar, bilgi
bankalarında depolanmıştır ve gerektiği zaman söz konusu kişi hakkındaki bilgilere
kısa zamanda ulaşılabildiği için büyük kolaylık sağlamaktadır. Devlet bir yana bıra
kılacak olursa, önce bilgi bankaları ticaret hayatında önemli rol oynamaktadır. Bir
kredi, sigorta ya da kira sözleşmesinin yapılması sırasında, ilgililerin birbirlerinin
güvenilirliği ya da ödeme güçlerinin ne olduğu hakkında bilgi sahibi olmaları zo-
runludur. Bu konuda bilgi bankaları hiç kuşkusuz büyük kolaylık sağlar. Bunun ya-
nmda kitle iletişim araçları da, daha ilerde kullanabilmek amacıyla bilgi depolarlar.
İşte toplanan bu verilerin amaçları dışında, kullamlması ya da yayınlanması kişiliğe
hukuka aykırı müdahale oluştururlar.
Belirtelim ki, bilgi bankaları aracılığıyla kişilik hakkının (özel ya da gizlilik ala- 690
m) ihlali sadece elde edilen bilgilerin açıklanması halinde değil, bunların sırf depo
edilmesi halinde de söz konusu olur. Çünkü, sadece depolama halinde dahi, potan-
siyel bir ihlal tehlikesi vardır. Bu bakımdan, kişilik hakkı ve kişisel özgürlüğün ga-
rantisi açısından toplanan bilgilerin ilgili kişi tarafından incelenmesine imkan tanı
mak gerekir. Böylece, bir yandan bunların yanlış kullanılmasının engellenmesi406 ,
öte yandan da yanlış bilgilerin düzeltilmesi mümkün olur.
İkinci şart, eğer açıklayan bir sınırlama getirmişse, açıklamanın sadece 693
bu sınır içinde bulunan kişilere yapılmasıdır. Bir başka deyişle rıza, açık
lamanın ancak belirli kişilere yönelmesi ııartıyla verilmesine rağmen bu sı-
nır aşılmışsa yine hukuka aykırılık vardır 8•
696 Belirtmek gerekir ki, bir kimsenin kamu görevlisi ya da kamuya mal
olmuş kişi olması, onun özel ya da gizlilik alanına her müdahaleyi haklı
göstermez. Müdahalenin hukuka aykırı olmaması için ya bir kamusal yarar
ya da üçüncü kişinin üstün yararının bulunması ya da kişilerin kamuya mal
oldukları hususlar ya da işgal ettikleri makamla ilgili olması gerekir. Bu-
nun ölçüsü, sosyal uygunluk (özel hayata oranla daha üstün bir kamusal ya
da özel yararın bulunması) ve yakışık almadır411 •
697 Kamu görevlisi ya da kamuya mal olmuş kişilerde de özel hayatınge-
reğindenfazla ya da gereken kişilerden fazla kişilere açıklanması, hukuka
uygunluğu ortadan kaldınr412 .
698 Üstün yarar, ad belirtmeksizin, sadece olayın açıklanmasıyla elde edilebiliyorsa,
adın açıklanması özel alana haksız müdahale teşkil eder413 .
699 Kişinin resmi, onun kişiliğini dış dünyaya yansıtan önemli araçlardan
biridir. Bu sebeple herkes, başkasının, kendi resmini yapmasını, çekmesini
ve yayınlamasını yasaklamaya yetkilidir414 •
415
700 Kişinin resminin, belli istisnalar dışında , yayınlanması genellikle,
aynı zamanda onun şeref ve haysiyetine ya da özel ve gizli hayatına bir sal-
416) Grossen, 373; Traclısel, 118 vd.; imre, 475; Franko, 43; benzer, Meiss, 171; aksi Gii-
müş, 368.
417) Bkz., Grosseıı, 372 ve orada anılan kararlar.
418) 2. HD 17.12.1969, 3339/5689 (Karalıasaıı, 919); 2. HD 8.6.1971, 2936/3742 (RKD
1971, sayı 11, 357); 4.HD 21.4.197, 2833/3665 (Karalıasan, 919); 2.HD 29.1.1976,
9403/625 (YKD 1976, c. II, 957); aynca bkz., 11. HD 26.4.1983, 2205/2172 (YKD
1983, c. IX, 1189); Giimiiş, 378 ve orada anılan kararlar.
419) Bkz., dn. 406'da anılan kararlar; ayrıca, imre, 476; Fraııko, 48; resmin fikir ve sanat
eseri olarak korunmasının eleştirisi için bkz., Süss, 19/194; 2. HD 17.1.1969, 3339/665
(Karalıasan, 665).
142 Gerçek Kişiler
707 Bu, kanunda belirtilen istisnalar dışında, bir kimsenin resminin, özellikle portre-
sinin, sanat amacıyla yayınlanmasının da hukuka aykırı olmaması gerekir421 , meğer
ki, portresi yapılan kişi bunu açıkça yasaklamış olsun. Aynı şekilde, yayınlanan bir
resimde, ana amaç kişi değilse, bir başka deyişle, örneğin, bir manzaranın resmi ise
ve kişi de resimde bir aynntı, bir dekor olarak gözüküyorsa, yine kural olarak hu-
kuka aykırılık yoktur422 •
709 Bir meslek, sanat ya da ticari faaliyette bulunarak toplum hayatına katı-
lan kişinin, özellikle serbest rekabetin hakim olduğu iktisadi rejimlerde,
420) Bkz., dn. 406'da anılan kararlar, ayrıca Jii.ggi, 138 vd.; Hubmann, 300; Grosseıı, 374;
Traclısfer, 138; Ataay; 146; Özsunay, 145; Franko, 49150.
421) BGE 70 II 127; Hubmann, 301; Trachsler, 146.
422) Hubmamm, 310; Trachsler, 134; Özsunay, 145; aynca bkz., HGK 18.10.1978, 872/850
(YKD 1979, c. V, 1109).
423) Hııbmanıı, 199,225; Grosseıı, 225; farklı, Jaggi, 221a; jii.ggi'nin görüşünün eleştirisi
için bkz., Merz, ZSR 79, 674a; aynca bkz., Oftiııger, Über den Zusammenhang von
Privatrecht und Staatsstruktur, SJZ 37,225 vd.; 241 vd.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 143
"' Belirtmek gerekir ki, ne zaman haksız rekabet vardır ne zaman kişilik hakkının 710
ihlali, bunun sınırlarını çizmek oldukça zordur. Aynı olay bazen iktisadi hayatın
ihlali bazen ise kişiliğe haksız saldın olarak görülebilir. Örneğin bir tüccarın aynı işi
· y1apan diğer bir tacirin mallarını kötülemesi, haksız rekabet olurken,bir gazetenin,
toplu~nu, belirli bir tacirin maparına karşı boykota yöneltmesi - kural olarak -kişilik
hakkına aykırılık teşkil eder42 -.
424) Etraflı bilgi için bkz., Hııbmann, 1910 vd.; Franko, 91 vd.; A. Bııcher, Rn 503 vd.;
RGZ 8, 30; 45, 161; 64, 156; 73, 122; 76, 46; 95,340; 100,214; 119,438; 149; 332;
163, 32; BGHZ 3,27; 8, 142; 8,394; 14, 304; 24,265; 29,69; 36, 22; 38,200; BGE 125
III 70 vd; 11. HD 27.12.1982, 5594/5674 (YKD 1983, c. IX, 1021); HGK 11.2.1976,
1088/209 (YKD 1976, c.II, 1269). Aksi görüş için, Teoman, a.g.e., s. 458 No. 1289.
Yazar, bir sinema eleştirmenini çok sayıda ödül almış bir filmi kasten kötülemesinin
ve bireysel eleştiri sınırlarını aşacak şekilde buna içi boş yıldızlar vererek, seyredilme-
sinin zaman yitirilmesinden başka bir anlama gelmeyeceğini dile getim1esinin ya da
bir gazetenin yanlı biçimde yaptığı yayınlan ile basmın haber verme görev ve işlevinin
sınırları dışına çıkarak, belirli bir ortaklığın faaliyetlerini yanlış ve kötüleyici beyanlar-
la küçük düşürmesinin eTK 57-1 (TK 55/1-a-l) açısından haksız rekabet oluşturduğu
nu savunmaktadır.
425) Aynı yönde Oğuzman/Öz, C. Il, s. 11, dn. 1: "26.6.1956 tarihli ve 6763 sayılı Kanunla
Eski BK. m. 48'e eklenen ve TBK m. 57'de de korunan 2. Fıkra, TBK m. 57'nin (Eski
BK m. 48'i) ticari işler dışında uygulama alanı bulunduğunu göstennektedir. Diğer bir
ifade ile, serbest meslek mensuplarının (hekimlerin, avukatların vs.) ve esnafın haksız re-
kabetinde TBK. m. 57/f. 1 uygulanacaktır.". Belirtelim ki, Yargıtay son kararlarında,
haksız rekabetin yalnızca tacirler arasında söz konusu olabileceğine ilişkin uygulamasın-
144 Gerçek Kişiler
712 Mesleki faaliyetin diğer bir sonucu da hiç kuşkusuz eleştiridir_! Herke-
sin, topluma sunulan, ticar'i bir mal olsun, bir fikir eseri olsun her ürün hak-
kında fikrini açıklama serbestisi vardır. Bu fikir açıklaması, eleştiri sınırları
içinde kalıp, iktisadı varlığı yok etmeye yönelmediği sürece, iktisadı faali-'
yete ilişkin kişilik hakkına bir saldırı söz konusu olmaz427 . Ancak, kişinin
meslek sırlarının, onun rızası olmadan açıklanması bunun kapsamına gir-
mez. Bu halde kişinin gizlilik alanına saldırı söz konusu olur428 •
713 Belirtmek gerekir ki, mesleki faaliyetler yönünden, meslek ya da ticaret hayatı-
nın olağan saydığı müdahaleler gizlilik alanına haksız saldırı teşkil etmezler. Örne-
ğin, bir bankanın kredi vereceği tacir hakkında bilgi toplaması, meslek hakkına ola-
dan vazgeçerek, tacir olmayanlar tarafından da Türk Ticaret Kanunu kapsamında haksız
rekabet olarak nitelendirilen fiillerin işlenebileceğini kabul etmiştir (Özellikle bkz. Yarg.
11 HD. 21.02.2010, E. 2008/9072, K. 2010/591. Karar için bkz. Fatma Karaman Odaba-
şı, Uygulamada Fikri Mülkiyet Haklarının Haksız Rekabete Konu Olması, Ankara, 2015;
Yarg. 11. HD., 15.5.1989, 2889/2929, YKD. 1990/1, s. 64-65). Bu çerçevede Yargıtay'a
göre, haksız rekabetin kim tarafından, hangi yolla meydana getirilmiş olduğunun bir
önemi bulunmamaktadır. Önemli olan bu eylemin ticari işletmeye, ticari faaliyete ve gü-
ven içerisinde işlemesi gereken ticari rekabet ortamını bozuyor olup olmadığıdır. Dokt-
rinde de bu gelişme çerçevesinde, tüketiciler tarafından haksız rekabet eyleminin gerçek-
leştirilebileceği kabul görmüştür. Bununla birlikte yine doktrindeki görüşlere göre, tüke-
ticinin eylemine ilişkin olarak haksız rekabet değerlendirmesinde bulunulurken, Anayasa
m. 22 ile güvence altına alınmış haberleşme özgürlüğü ile Anayasa m. 25-26 ile korun-
makta olan fikir açıklama özgürlüğünün de göz önünde bulundurularak tüketici lehine
yorumda bulunulması bir zorunluluktur (Nomer Ertan, Fiisun, Haksız Rekabet Hukuku,
Oniki Levha, 2016). Buna karşın Ticaret Hukuku doktrininde TK'nın haksız rekabeti dü-
zenleyen hükümlerinin yanı sıra haksız rekabetin ayrıca BK 57'de düzenlenmiş olması
eleştirilmekte, haksız rekabet ile ilgili uygulama alanı bulabilecek yegane kanunun TK
olduğu, BK'nın uygulanma kabiliyeti olmadığı ifade edilmektedir (Nomer Ertan, Füsun
( Ülgen, Hüseyin/Helvacı Mehmet/Kendigelen Abuzer/Kaya Arslan, Ticari İşletme Huku-
ku, İstanbul 2015, s. 525 No. 1130. Ayrıca bkz. Teoman, Ömer(Ülgen, Hiiseyin/Helvacı
Mehmet/Kendigelen Abuzer/Kaya Arslan/Nomer Ertan, Fiisun, Ticari İşletme Hukuku.
İstanbul 2009, s. 452 No. 1276). Buradan hareketle TK'nın haksız rekabete ilişkin hü-
kümlerinin, hiçbir ayrım gözetmeksizin, ticari olsun-olmasın, faili kamu yararına çalışan
bir dernek olsun veya olmasın tüm haksız rekabet halleri açısından uygulama kabiliyeti
olan, genel hüküm niteliğindeki yegane düzenleme olduğu belirtilmektedir (Nomer Er-
tan, a.g.e., s. 522 No. 1127).
426) Hubmann, 196; BGHZ 3,281; 8, 145; 4,304; 24,206; 36, 27; BGE 121 lll 168 vd.
427) BverfüE 7,209; ayarıca bkz., BGHZ 3,280 vd.; 36, 80.
428) Özsunay, 144; Fraııko, 87.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 145
ğan bir müdahaledir. Fakat bankanın, olumsuz çıkan sonuçları, ilgisi olmayan kişi
lere açıklamasıya da başka amaçlarla kullanması, kişilik hakkına saldırı olur.
"' -- İktisadı hayata yapılacak müdahalelerde haksızlığı ortadan kaldıran di- 429
714
ğer bir hal de üçüncü kişilerin üstün çıkarının bulunmasıdır . Örneğin bir
firma tarafından piyasaya sürülen bir besin maddesinde sağlığa zararlı
maddelerin bulunduğunu açıklama, toplumun üstün yararı bulunduğundan
(MK 24/II), hukuka aykırı bir müdahale plmaz. Bu belirli bir ölçüde kamu-
nun bilgilendirilmesinin doğal bir sonucudur. Ancak, iddia gerçek değilse,
kuşkusuz kişiliğe bir saldırı vardır.
Bu alanda üzerinde durulması gereken önemli bir mesele de boykottur. Bor:kot, 715
belirli bir kişiyle, organize bir şekilde iktisadi faaliyete girmeme anlruruna gelir 30 .
Türk uygulamasında boykota ilişkin bir karar bulunmadığı gibi, bu konuda özel 716
hükümler de yoktur. Bu yüzden bazı yazarlar, boykotun BK 27, MK 23 ve 24'e ay-
kırılık sebebiyle yasak olduğunu savunmaktadırlar431 . Fikrimce, haksız boykotlara
karşı kişiyi daha da kuvvetli olarak koruma imkanı, kişinin maddi gelişmesine hu-
kuka aykırı müdahaleleri yasaklayan AY 17/l ve çalışma özgürlüğünü düzenleyen
AY 48/1 hükmüdür.
İsviçre uygulamasında Federal Mahkeme 1960 yılına kadar, boykotun ne zaman 717
hukuka aykırı olduğuna ilişkin genel bir ölçü verememekteydi. Başlangıçta Yüksek
Mahkeme, boykotu, sözleşme özgürlüğüyle bağdaşmadığı gerekçesiyle hukuka ay-
kırı bulmaktaydı 432 • Daha sonra, boykot edilenin, iktisadi varlığı yok olma tehlike-
sine düşüror ya da kullanılan araçlar hukuka aykırı ise, boykot da hukuka aykırı sa-
yılmıştır4 3• 1959 yılında verilen bir kararda Federal Mahkeme, amaç ve aracın hu-
kuka uygunluğu üzerinde durmakta, boykot sonucu elde edilen yararla verilen zarar
arasındaki orantıyı ölçü almaktaydı434 • Nihayet 1960 yılında boykot yönünden şu
genel prensibi koymuştur: Herkesin kişiliğini, iktisadi alandaki faaliyete dahil etme
hakkı vardır. İsviçre Anayasası da ticari ve mesleki hayatın özgürlüğünü garanti al-
tına almıştır. Her ne kadar bu hüküm, doğrudan doğruya özel hukuka uygulanamaz-
sa da İsviçre iktisadı hayatının, serbest rekabet üzerine kurulu olduğunu açıkça gös-
terir. Serbest rekabet kuralları özel anlaşmalarla bertaraf edilemez. Çünkü iktisadı
hayata katılma kişiliğin bir parçasıdır. Boykot da, serbest rekabet kurallarını ortadan
kaldırmaya yönelik olduğu için, kişiliği ihlal etme sonucunu doğurur ve ZGB Art.
28 (MK 24) anlamında kişilik hakkına aykırıdır. Bu sebepledir ki, boykotu yapan ya
da boykota sevkeden kişiler, kişilik hakkının ihlal edilmezliğine oranla, daha üstün,
daha korunmaya değer bir yararın varlığını ispat etmek zorundadırlar. Ancak bu is-
pat edilebilirse boykot, dolayısıyla kişilik hakkına müdahale hukuka aykırı ol-
maz435.
Alman Hukukunda da uygulamanın aynı paralelde olduğu görülmektedir. Re- 718
ichsgericht'in vermiş olduğu kararlarda, rakibin iktisadi varlığının yok edilmesini
436) RGZ 56,278; 64, 168; 93,302; 104,331; 154, 161; 159, 129.
437) BverfGE 7,198; 12, 113.
438) BGHZ 2, 387; 3,270; 24, 200 ve aynca BGHZ 28, 142.
439) BGHZ 24, 206; Alman Hukukuna ilişkin etraflı bilgi için bkz., Hubmann, 225 vd; He/-
le, 77; Kötz, 306.
440) Jiiggi, 199a, dn. l 18; Karaya/çın, 266; Tandoğan, 5 -6; Özsunay, 15 !; Helvacı, 21; ay-
nca bkz., İmre, 447; Zevkliler (413 vd.), "kişinin rızasına dayanılarak yapılan saldırı
lara karşı korunması" ve "kişinin rızası olmaksızın yapılan saldırılara karşı konınması"
terimlerini kullanmaktadır.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 147
441) Yürürlükten kalkan 818 sayılı Borçlar Kanununun m. 19/f. 2 hükmündeki, şahsi hü-
kümlere müteallik ibaresinin, mehaz kanun OR 19/!I'ye göre, kişilik hakkı (das Recht
der Persönlichkcit) olarak anlaşılması gerektiği kabul edilmekteydi. Krş, Oğuz
man/Se/içi/Oktay-Özdemir, 141; Arpacı, 143.
442) 2. HD 21.2. I 970 tarihli kararında, nafaka hakkından peşin vazgeçmeyi MK 23 'e aykırı
bulup geçersiz saymıştır (İBD l 971, I 049).
148 Gerçek Kişiler
729 Belirtmek gerekir ki, kişi önceden hak ehliyetinden vazgeçemez. Yoksa
doğmuş bir hakkını kullanmayacağını taahhüt etmesi ya da ondan feragat
etmesine bir engel yoktur. Çünkü bu, hak ehliyetinden feragat olmayıp, bir
hakkın kullanılmasından vazgeçmedir.
443) Ayrıntılı bilgi için bkz. Karabağ Bulut, Medeni Kanunun 23. Maddesi Kapsamında
Kişilik Hakkının Sözleşme Özgürlüğüne Etkisi, İstanbul, 2014.
444) BGE 44 II 77; Grossen, 298; Hubmann, 181; İmre, 449.
445) Jiiggi, 151a vd.; Grossen, 295.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 149
özel ve gizlilik alanı şeref gibi hukuki değerlere her müdahele, kural olarak hukuka
aykırı sayılacaktır, meğerki, bir hukuka uygunluk sebebi (rıza.daha üstün çıkar, ka-
nunı bir yetkinin kullanılması, ızdırar hali, meşru müdafaa) bulunsun.
Rızanınhukuka aykırılığı gideren bir sebep olduğundan, yukarıda sık sık 745
söz edilmişti.
Bu bakımdan burada, sadece rızanın hukuka ve ahlaka uygun
olması şartıyla, hukuka aykırılığı giderebileceğini hatırlatalım. Rıza, hukuka
,uygun değilse, BK 26, 27 anlamında geçersiz olup 452, hukuka aykırılığı orta-
dan kaldırmaz; ancak BK 52 anlamında tazminattan indirim sebebi olur.
Bazı yazarlar453 , MK 24/II'nin hiçbir sınırlama getirmeden, genel ve mutlak ola- 746
·nµc rızayı hukuka uygunluk sebebi olarak göstermesini doğru bulmamaktadırlar. Bu
yazarlara göre, rızayı hiçbir sınırlama getirmeden hukuka uygunluk sebebi saymak,
MK 23 'ün, kişiyi bizzat kendisine karşı koruyan temel felsefesine aykırıdır. Çünkü
kişi, ilke olarak, kişiliğine müdahale edilmesine nza gösteremez.
Rızanın hukuka aykırılığı gidemıesi için, yukarıda da değinildiği gibi, hukuka ve 747
ahlaka aykırı olmaması ön şart olduğuna göre, MK 23'e aykırı olan bir rızanın da
hukuka aykırılığı gideremeyeceğinde kuşku yoktur. Bu bakımdan MK 24/Il'deki bu
hükmün, zorunlu olarak MK 23 ile birlikte yorumlanması gerektiği için, fikrimce
MK 24/II'de ayrıca bir sınırlama getirilmesine gerek yoktur. Nitekim bu yazarlar
da, rızanın zorunlu olarak MK 23 ile birlikte ele alınması gerektiğini kabul etmektc-
dirler454. Böyle olunca da, MK 24/II'deki rızanın tehlikeli sonuçlar doğurması ken-
diliğinden engellenmiş olacağından ifadenin geniş olduğu tenkidine pek yer kalmaz.
750 Failin üstün yararının bulunduğu hallerde ticari boykot da hukuka ay-
kırılığı ortadan kaldırır • Aynı şekilde, kötüye kullanılmaması şartıyla,
458
ise, bunların şikayet olarak ileri sürülmesi, kişilik hakkına hukuka aykırı bir
müdahaledir ve manevi tazminatı gerektirir459 . '·
751 Bazı yazarlar460 , üstün özel yarann, kişilik hakkına yapılan müdahalelerde huku-
ka aykınlığı gideren bir hal olarak öngörülmesini çok sakıncalı bulmaktadırlar-:--Bu
yazarlara göre bu hüküm, gereksiz fikir ayrılık:Janna yol açabilir, bir çok yanlış an~
lamaya ve kötüye kullanılmaya sebep olabilir; kişilik hakkına, başkalarının yararı
nın üstün tutulabileceği gibi "şeametli" yorumlara, bazı kişi ya da kişi gruplarının
"'çıkarlarının" kişilik hakkına üstün tutulabileceği gibi "sakim" anlayışlara yol
açabilir.
ma altına alınan "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı hük-
müne aykırılık teşkil ettiğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi aynca AİHM Sözleş
mesinin 8. maddesinde özel hayat alanının güvence altına alındığını, özel yaşam kavra-
mının AİHM tarafından oldukça geniş yorumlandığına vurgu yapmış; özel yaşama saygı
hakkı kapsamında fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkının ve kişinin kendisine yönelik karar
alabilme hakkına sahip olduğunun üzerinde durulmuştur. Anayasa Mahkemesi, ebeveyni
tarafından bebeklik dönemi aşılannm uygulanmasına nza gösterilmemesine rağmen, be-
beklik dönemi aşılarının yapılması hususunda sağlık tedbiri uygulanmasının maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesine müdahale olduğuna hükmetmiştir. Buna
karşılık 29.6.2016 tarihli kararında (R.G. 26. 10.2016-29869) topuk kanı alınması ebe-
veyni tarafından kabul edilmediği halde mahkemece bu hususta sağlık tedbir uygulanma-
sına ilişkin olarak yapılan başvuruda, yenidoğan tarama programı ile yenidoğanlann be-
lirli yönlerden tararnalannın yapılarak zeka geriliği, beyin hasarları ve geri dönüşemez
zararların engellenerek topluma getirdiği yükün önlenmesi ve akraba evliliklerinin azal-
tılması konusunda toplum bilincinin artırılması, tanı konan bebeklerde bu hastalıklar ne-
deniyle oluşacak rahatsızlıklan önlemek amacıyla uygun tedaviye başlanması amaçlan-
dığından hareketle söz konusu uygulamanın çocukların ve buna bağlı kamu sağlığının
korunması şeklindeki meşru amacı tanıdığına hükınedilmiştir.
457) Bu konu için bkz., yukarıda 7.1. 1.2.
458) Etraflı bilgi için bkz., 7.4.5.
459) HGK. 22.3.2006, 66/99 (YKD. 2006, c. XXXII, 1383); aynca, 7. HD 27.12.2005,
3639/4132 (YK.D 2006, c. XXXII, 1597).
460) Tekinay, 260; Arpacı, 150; Hatemi (Kişiler), 104 vd.
i
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 153
i
Fikrimce, bütün bu eleştiriler "(daha) üstün özel yarar" kavramına verilen an- 752
tamdan kaynaklanmaktadır. Eğer kanunda sözü edilen daha üstün yarar kavramını
herhangi bir yarar, örneğin, mülkiyet hakkından, kira hakkından ya da alacak hak-
kından kaynaklanan bir yarar (daha doğrusu çıkar) olarak yorumlarsak, hiç kuşku-
suz hükmün bu ifade şeklini kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü hiçbir yarar, kişilik
hakkından, kişisel varlıklardan üstün olamaz. Hiç kimse, komşusunun bahçesine
girdiği için (mülkiyet hakkının ihlali) ya da borcunu ödemediği için (alacak hakkı-
nın ihlali) dövülüp, sonra da, döven tarafından bunun, çıkarı olduğu için yapıldığı
ileri sürülemez. Çünki~ vücut bütünlüğü üzerindeki hak, failin çıkan olduğunu iddia
ettiği hususlarla karşılaştırılamaz bile ... Bu bakımdan hükmün, kanunun içinde bu-
lunduğu yeri de göz önünde bulundurularak anlaşılması gerekir. Hüküm, kişilik
hakkı ile ilgili bölümde bulunduğuna göre, hukuka aykırılığı giderecek olan daha
üstün özel yararın da kişilik hakkı ile ilgili olması gerekir. Eğer daha özel yarar, ki-
şilik hakkından kaynaklanan bir yarar değil de, başka bir husustan kaynaklanan ya-
rarsa, müdahale hukuka aykırı kalmakta devam eder. Böyle olunca da, bizce, yapı
lacak olan /tarar değerlendirmesi ve karşılaştırılması, yine "eşdeğer olan kişilik eş
değerleri"4 1 arasında olur.
463) Krş., Tekinay, 270; Arpacı, 150; Öztan, 162; Zevkliler, 476.
464) Bkz., Zevkliler, 456.
465) Oğuzman ayrı bası, 21; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 224; ayrıca, Tekinay, 268.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 155
Yine MK 25 'te öngörülmüş olan bu dava, kişiliğe tecavüzün henüz baş- 764
lamadığı, fakat tecavüz tehlikesinin bulunduğu hallerde açılır. Buna göre,
davanın amacı, kişiliğe yapılacak olan tecavüzü henüz başlamadan, tehlike
halindeyken engellemektir. Örneğin, kişiliğine tecavüz teşkil edecek bir ki-
tabın basılmakta olduğunu öğrenen bir kimsenin, bu kitabın basılması ve
piyasaya sürülmesini engellemek amacıyla açacağı dava önleme davasıdır.
Davanın açılabilmesi için, kişiliğe herhangi bir tecavüz ihtimalinin bu- 765
lunması yeterli değildir. Tecavüz tehlikesinin ZGB Art. 28a'da belirtildiği
gibi, ciddi (drohend) olması gerekir466 •
Önleme davası tecavüz tehlikesi bulunduğu sürece açılabilir. Tehlike 766
herhangi bir sebeple sona ermişse, önlenecek bir durum kalmadığı için açı
lamaz. Örnek olarak, kişiliğe tecavüz teşkil edecek kitabın yazarı bu kitabı
yazmaktan vazgeçmişse, tehlike ortadan kalktığı için önleme davası açıla
maz. Aynı şekilde, kitap yayınlanmışsa yine önleme davası açılamaz. Bu
son halde, tecavüz tehlikesi, kitabın yayımı ile fiili tecavüze dönüşmüştür.
Böyle olunca da artık açılacak dava durdurma davasıdır.
Belirtmek gerekir ki, bir çok halde açılmış olan bir durdurma davası, aynı za- 767
manda ileride tekrarlanabilecek tecavüzleri de engelleyebileceği için, bu konuda ay-
rıca bir önleme davası açılması gerekmez. Örneğin, bir kimsenin kişiliğine tecavüz
teşkil edecek şekilde çekilmiş olan bir fotoğrafının negatifinin imha edilmesi (dur-
durma), ileride fotoğrafın tekrar basılarak yenilenebilecek tecavüzleri önler. Ancak,
bazı hallerde, bu mümkün olmadığı için, durdurma davası ile birlikte önleme dava-
sının da açılması gerekir. Örneğin bir kimsenin kişiliğine tecavüz teşkil edecek bir
kitabın birinci cildinin dağıtımına son verilmesi için açılan durdurma davası, ikinci
cildin yayınlanması tehlikesini ortadan kaldırmayacağı için, bunun engellenmesi
yönünde ayrıca bir de önleme talebinin de ileri sürülmesi gerekir467 •
466) BGE 97 11 97 vd. ve 107 vd.; 95 II 481 vd. ve özellikle 500 vd. Federal Mahkemeye
göre, zarar tehlikesi yaratan kimse bunu inkar ediyorsa, ileride tecavüzün tekrarlanma-
sı ihtimali bulunduğu için, durdurma davası açılabilir (BGE 124 III 72 vd).
467) Örnekler için bkz., Oğuzman ayrı bası, 22.
156 Gerçek Kişiler
770 Durdurma ve önleme davalarının uzun sünnesi dolayısıyla, istenilen etkiyi bazı
hallerde doğuramayacağı ihtimalini göz önünde bulunduran İsviçre kanun koyucu-
su, yayına, bir an önce, davanın sonuçlanmasına kadar engel olmak amacıyla ZGB
Art. 28c vd.'de ilgiliye ihtiyati tedbir isteme imkanını tanımıştır. Buna göre, hukuka
aykırı ihlal tehdidi ya da varlığını ispat eden kişi, ihtiyati tedbir isteminde bulunabi-
lir (ZGB Art. 28c/I). Eğer kolaylıkla düzeltilemeyecek bir zarar tehlikesi bulunu-
yorsa, hakim ihtiyati tedbirleri alır. ihtiyatı tedbirlere örnek olarak ZGB Art. 28c/II,
tecavüzü geçici olarak durdurma ya da önleme ile delillerin korunması için gerekli
tedbirleri almayı saymıştır.
771 İhtiyatı tedbire karar vermeye bir sınırlama aynı maddenin üçüncü fıkrası ile,
dönemsel yayınlar için getirilmiştir. Buna göre, bunlarda kişiliği ihlal eden bir yayı
na karşı hakim, ancak, a) ağır bir zarar doğacaksa, b) bir hukuka uygunluk sebebi
tespit edilemiyorsa, c) nispetsiz gözüküyorsa, ihtiyatı tedbire karar verebilir.
772 İhtiyatı tedbir istemi üzerine hakim, karşı tarafı beyanda bulunmaya davet eder.
Eğer tehlike çok yakın olduğu için, karşı tarafın önceden dinlenmesi mümkün değil
se, talepte bulunanın, talebi açıkça geciktirmemiş olması şartıyla, hakim, karşı tarafı
dinlemeden de ihtiyatı tedbire karar verebilir (ZGB Art. 28d/lI).
773 İhtiyatı tedbirin, davalıya zarar vermesinin muhtemel olduğu hallerde hakim, ta-
lepte bulunandan teminat isteyebilir (ZGB Art. 28d/III).
774 İhtiyatı tedbire karar verilmesinden sonra 30 gün içinde davanın açılmaması du-
rumunda, ihtiyati tedbir karan geçerliliğini kaybeder (Art. 28e/Il).
775 Açılan davada, ihtiyatı tedbir verilmesine ilişkin olayın var olmadığı anlaşılırsa,
talepte bulunan bu sebeple karşı tarafın uğradığı zararı tazmin eder. Ancak kusuru
yoksa ya da hafifse, hakim tazminat miktarını indirir ya da istemi reddeder (MK
28/f.I).
776 Durdurma davası sonucunda hakim, belirli bir ya da birden fazla davra-
nışı yasaklayabilir, yoksa genel bir davranış yasağı getiremez. Çünkü genel
bir davranış yasağı MK 23 'e aykırı olur ve dolayısıyla da karar infaz edi-
lemez468.
468) Jiiggi, Rn. 571. Federal Mahkeme de (BGE 78 II 283) aynı gerekçeyle, evlilik birliğini
ihlal edici davranışların genel olarak yasaklanmasına ilişkin davayı (Ehestönıngsklage)
reddetmiştir.
469) Hukuka aykırılığın tespiti davası açma imkanının saldırının etkisinin devam etmesi hali
ile sınırlandırılmasının tenkidi için bkz., Tekinay, 274; Zevkliler, 458; Arpacı, 161.
Helvacı, açık olmamakla beraber, 132.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıklan ve Kişiliğin Korunması 157
Medeni Kanunda kişiliği koruyan davalar ve bu davalarda ileri sürülebilecek ta- 780
lepler arasında düzeltme isteme hakkı bulunmadığına göre, burada neden düzeltme•
den söz edildiğini anlamak güçtür. Bu olsa olsa, ZGB Art. 28a/II'nin olduğu gibi
çevrilmesinden kaynaklanan bir hatadır. Ne var ki ZGB Art. 28g'de cevap (düzelt-
me) hakkı özel olarak düzenlendiği için, bu hükmün İsviçre Medeni Kanunu için bir
anlamı vardır. Oysa MK 25 düzeltme hakkına hiç yer vermediğine göre, bizde bu
hüküm havada kalmaktadır.
Oysa BK 58'de durum farklıdır. Orada manevi tazminat türü olarak düzenlenen 784
ilanınmuhakkak basın yolu ile olması gerektiği açık olarak belirtilmiştir.
MK 25/IIl, kişiliğine tecavüz edilen kimsenin, failin bu sebeple elde et- 785
tiği kazancı,
vekaletsiz iş görme kurallarına göre talep edebileceğini ön-
789 Belirtmek gerekir ki, bazı hallerde her iki davanın da birlikte açılması mümkün-
dür. Çünkü aynı olay sebebiyle mağdurun hem kazançtan yoksun kalması hem de
471) Detaylı bilgi için bkz. Akdemir, Kişilik Haklarının İhlalinden Elde Edilen Kazancın ia-
desi Davası, İstanbul, 2014.
472) Krş., Oğuzman, Ayn bası, 30; Arpacı, 162; Serdar, 264.
473) Arpacı, 162 ve özellikle dn. 263.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıktan ve Kişiliğin Korunması 159
onun elde edemeyeceği kazancın fail tarafından elde edilmiş olması mümkündür.
Ancak bu halde de zarar tazminat davası, onu aşan kazanç ise vekaletsiz iş görme
kurallarına göre istenecektir. Çünkü ikincisinin, ortada bir zarar olmadığına göre,
tazminat davası ile istenmesi mümkün değildir. Aksi halde, ortada bir zarar olmadı
ğı için, failin elde ettiği kazanç onda kalacaktır. Bu ise pek adil olmaz. Durumu bir
örnekle açıklayalım. A, hatıralarıyla ilgili bir kitabı basıma hazırlamış ve yayıncı ile
5000 adet üzerinden bir anlaşmaya varmıştır. Basıma geçmeden önce B, müsvedde-
leri çalmış ve 50.000 adet bastırarak 25.000'ini satmışsa; A, 5000 adet karşılığını
maddi tazminat davası ile (onun elde edebileceği ve yoksun kaldığı kazanç budur)
isteyebilecektir. Pekiyi, geri kalan 20.000 adet için ne yapacaktır? Burada maddi
tazminat davası açması düşünülemez. Çünkü ortada (o, sadece 5000 adet satımı dü-
şündüğü için) bir kazanç kaybı yoktur. Böyle olunca da, bu 20.000 adet için
vekaletsiz iş görmeden kaynaklanan davayı açmaktan başka çaresi yoktur. Dikkat
edilirse bu ikinci dava ile sadece fazla basılan ve satılan 20.000 adetin bedeli talep
edilmekte, yoksa bunlara ek olarak satılmasını düşündüğü 5 000 adedin de ikinci
olarak tazmin edilmesini istememektedir. Böyle olunca da bir kurbandan iki post
çıkarmak fikrimce söz konusu olmaz. 1
797 Manevi tazminat isteminde bulunmak için bir manevi zararın varlığı
şarttır.
798 Ancak yürürlükten kalkan BK 58'in 3444 sayılı kanunla değiştirilen metninin
hiç kusurdan söz etmemiş olması, manevi tazminat yönünden kusursuz sorumluluk
esasının mı getirildiği sorusunu ortaya atmıştı.
474) Manevi tazminat kavramı için bkz., Dural, 161; 4HD 5.11.1999, 8323/8490 (YKD
1999, c. XXV, 17); Erlüle, 80; Keskin, 90 vd.
475) Tartışmalar için bkz., Dural/Öğüz, birinci bası, 7.5.4.6.1.
476) Bu tartışmalara ilişkin etraflı bilgi için bkz., Oğuzman, ayn bası, 34 vd.
Kişilik Hakkı-Kişinin Korunmaya Değer Varlıkları ve Kişiliğin Korunması 161
kın görüş, yürürlükten kalkan BK 49'un bir kusursuz sorumluluk ilkesi getirmediği,
fakat kusursuz sorumluluk hallerinde de manevi tazminat istenebileceğine açıklık
getirdiğini kabul etrnekteydi477 •
Daha açık bir deyişle, manevi tazminat isteyebilmek için kural, kişiliğe kusurlu 800
bir tecavüzün varlığıdır.
804 Bu hüküm doktrinde hemen tüm yazarlar tarafından, kişiler arasında, sıfat ve
mevkileri, sosyal ve ekonomik durumlarına göre ayırım yaptığı gerekçesiyle haklı
olarak eleştirilmekteydi. Hükmün lafzına göre, örneğin, aynı tecavüze maruz kalan
bir milletvekiline yüksek; buna karşılık basit bir memura daha az bir manevı tazmi-
nat ödenecekti. Çünkü hükmün mantığına göre, milletvekili sosyal ve ekonomik du-
rumu gereği, basit bir memura oranla daha fazla acı çeker ve daha fazla para ile
acısını giderebilir.
805 Bu ve buna benzer örneklerden kaynaklanan eleştirilere katılmamak mümkün
değildi. Hükmün bu hali ile uygulanması hiçbir mantığa uymaz ve adalet hissini ze-
delerdi. Bu sebeple bu hükmün bir an önce kaldırılması veya anlamsızlığı giderile-
cek şekilde düzetilmesi gerekmekteydi.
806 Ne var ki 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce de
lege lata var olan bu hüküm karşısında, aramamız gereken husus, hükme, adaleti
rencide etmeyecek biçimde nasıl bir anlam verebileceğimiz, onun lafzının kapsamını
nasıl sınırlandırabileceğimizdir. Fikrimce, bu konuda şöyle bir yorum getirilebilir:
önce, tarafların sıfatı, işgal ettikleri makam ibaresi, kişiliğe yapılan müdahaleye kat-
lanma yönünden ele alınabilir. Daha önce değinildiği gibi 481 , topluma mal olmuş ki-
şiler, diğer kişilere oranla, kişiliğe yapılan müdahalelere daha fazla katlanmak zo-
rundadırlar. İşte hakim, böyle bir kimsenin kişiliğine tecavüz iddiası ile manevi taz-
minat talebi ile karşılaştığı zaman, yürürlükten kalkan BK 49/II'deki hükümden ya-
rarlanıp, manevi tazminata hükmetmede daha dikkatli davranacak; kişiliğe müdahale
hakaret niteliğini almadığı sürece, sıfat ve işgal ettiği mevkii gözönünde bulundura-
rak, tazminata karar vermeyebilecektir.
807 Bunun gibi, tarafların sosyal ve ekonomik dunımları ibaresi, özellikle, tazminat
ödeyecek kişi yönünden tazminat miktarının azami ve asgari ölçüsü olarak anlaşıla
bilir. Başka bir deyişle, hakimin takdir edeceği manevi tazminat bu ölçüye göre, ne
faili iktisadi yönden yıkacak ne de mağdur için manevı zarnn özlenebilir hale getire-
cek yükseklikte olmamalıdır. Nitekim, Yargıtay kararlarına göre de, hakim, manevı
tazminat miktarını takdir ederken, onun amacını göz önünde bulundurmalı ve adale-
te uygun bir miktara karar vermelidir. Bir ba~ka deyişle, manevi tazminat, ruhsal du-
rumu düzeltecek miktar ve nitelikte olmalı 48 , yoksa felaketi özlenebilir hale getire-
cek ya da sebepsiz zenginleşme yaratacak bir para miktarına manevı tazminat olarak
karar vermemelidir483 • Bu bakımdan saldırıya uğrayanı tatmin edebilecekse, mah-
kemenin sembolik bir miktar paraya da hükmedebileceği Yargıtay ve genel olarak
doktrin tarafından kabul edilmektedir •
484
808 Belirtmek gerekir ki, Temmuz 2012'de yürürlüğe girmiş olan yeni
dir48 1. Buna göre, örneğin, manevi tazminat isteme hakkı olan kişinin, bunu
uğra an kişinin bunu ortaya koyan ve kanıtlanabilen hür iradesi" yeterli-
485) Bu tartışmalar için bkz., Dııral/Öğüz, beşinci bası, 7 .5.4.6.2. ve orada anılan yazarlar.
486) Bkz., Gerekçe, 338.
487) Gerekçe, 338.
\_
164 Gerçek Kişiler
816 Belirtelim ki, MK 25N hükmü kesin bir yetki kuralı değildir. Buna gö-
re, dava haksız fiilden kaynaklanıyorsa, davacı isterse HUMK 21 'e göre,
haksız fiilin işlendiği yer mahkemesinde de dava açabilir. Yargıtay da, ba-
sın yoluyla kişiliğe yapılan tecavüzlerde, haksız fiilin vuku bulduğu yer
mahkemesinde de davanın açılabileceğini kabul etmektedir490 . Haksız fiilin
vuku bulduğu yer olarak da, yayının satıldığı her yer kabul edilmektedir .
491
İster ilgilinin doğrudan istemi ister mahkeme kararı sonucu yayınlanan cevap ve 820
düzeltmede bu şekil şartlarına uyulmamışsa, yayın tarihinden itibaren 20 gün içinde
sulh ceza mahkemesine başvurulup, yeniden şekil şartlarına uygun olarak yayın
lanması için karar alınabilir. Bu karara karşı ilgili basın kurumu 4 gün içinde asliye
ceza mahkemesinde itiraz edebilir. Asliye ceza mahkemesinin iki gün içinde vere-
ceği karar kesindir.
Cevap ve düzeltme hakkı, bizzat hakkında yazı yazılan kişi tarafından kullanılır. 821
Bu kişi, hakkını kullanmadan ölürse, cevap ve düzeltme hakkını, mirasçılarından
sadece birisi kullanabilir.
492) Örnek olarak bkz., Zevkliler, Kişiler Hukuku, Gerçek Kişiler, Ankara 1981, 572; Tan-
doğan, 345; Saymen, 210; Franako, 168.
493) Riklin, 428 vd; Kocayusufpaşaoğlıı, Manevi Tazminat, 26 l; Kılıçoğlıı, 261; Öztan 15 7.
Cevap ve düzeltme hakkını kendine özgü bir kişiliğin korunması yolu olarak kabul
eden görüş için bkz., Helvacı, 147 ve orada anılan yazarlar.
166 Gerçek Kişiler
822 TRTK l 8'e göre televizyonda yapılan yayınla kişiliğine saldırıldığı iddiasında
olan kişi cevabını ya da düzeltme yazısını 7 gün içinde Genel Müdürlüğe bildirir.
Genel Müdürliik metni 3 gün içinde yayınlamak zorundadır.
823 Gönderilen metin TRT'nin yayın esaslarına aykırı ise ya da yeni bir cevap hakkı
doğuracak nitelikte ise, üç günü izleyen iki gün içinde ilgiliye bildirir. Bunun üzeri-
ne ilgili kişi sulh ceza mahkemesinde iki ayda itirazda bulunabilir. Sulh ceza mah-
kemesi iki gün içinde incelemenin sonucunu taraflara bildirir. Karara karşı ilgililer
asliye ceza mahkemesinde itiraz edebilirler. Asliye ceza mahkemesinin kararı kesin
olup, yayına ilişkinse TRT bunu iki gün içinde yayınlar. Cevap hakkı kullanılmadan
ilgili ölmüşse, cevap hakkını mirasçılar birlikte ya da ilk başvuran kaz~nır.
8. KİŞİLERİN ADI
8.2.1.1. Özad
494) Ad üzerindeki hakkın niteliği ve tartışmalar için bkz., Egger, Art. 29 N 13; Erman, §
12 Bem 17; Palandt, § 12 Bem la; Grossen, 339; Aıaay, 166; Velidedeoğlu, 141;
Saymen, 162; Özsunay, 186; İmre, 479.
495) Akıntürk, Aile 404'te önad terimini kullanmaktadır. Türkçe'de bulunmayan bu terim,
bazı yabancı dillerdeki özad karşılığı olan önadın kelime kelime çevirisi olup, kabul
edilemez bir terimdir.
496) Ataay, 158; İmre, 48 l.
168 Gerçek Kişiler
831 Söyleyişte ve yazışta özad önde, soyadı arkada kullanılır (Soyadı K. 2).
Ancak, söyleyişte ve yazışta sadece soyadının kullanılması da mümkündür
(Soyadı Tüzüğü 2). İmza da, önce özad, sonra soyadı ile atılır (Soyadı K.
2). Soyadı Tüzüğünün ikinci maddesine göre, özadın ilk harfi ve soyadının
tamamı ile de imza atmak mümkündür. Birden fazla özad varsa, soyadın
dan önce her iki özadın ilk harfleri ya da birinin ilk harfi ile diğerinin tümü
ve soyadının yazılması ile imza atılması da mümkündür.
8.2.1.2. Soyadı
832 Aynı aileden gelen fertleri, diğer ailelerden gelen fertlerden ayırmaya
yarıyan ada soyadı denir.
833 Soyadı Kanununun 1. maddesine göre, her Türk, özadından başka bir
soyadı kullanmaya mecburdur. Ayırt etme gücüne sahip ve ergin olan kişi
ler, soyadlarını serbestçe seçebilirler (Soyadı K. 5/I).
834 Rütbe, memuriyet, aşiret, yabancı ırk ve millet adları, ahlak ve adaba
aykırıkelimelerle iğrenç ve gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılamazlar
(Soyadı K. 3); Soyadı Nizamnamesi (7-11).
8.2.2.1. Müstear ad
836 Kişinin,
belli bir faaliyet alanında, gerçek adını (ve kişiliğini) gizlemek
amacıyla kullandığı addır. Müstear ad Medeni Kanunda düzenlenmemiştir.
Buna karşılık, FSEK 11, müstear aqdan söz eder. Müstear ad genellikle sa-
natçılar tarafından kullanılır. ·
837 Müstear ad Medeni Kanunda düzenlenmemiş olmasına rağmen, kişinin,
genellikle o ad ile tanınmış olması halinde, müstear adın MK 26'dan yarar-
lanılarak korunacağı kabul edilmektedir498 . _
838 Ancak, müstear ad, hukuka aykırı bir amaçla ya da üçüncü kişilere zarar vennek '\
için kullanılıyorsa, MK 26'daki korumadan yararlanılması söz konusu olamaz •
499
839 Alman Hukukunda da, müstear adın korunacağına ilişkin bir hüküm bulunma-
makla beraber, BGB § 12 ya da 826'dan yararlanılarak konmacağı fikri hakimdir5°0 .
497) Özsunay ( 187), kullanılması zorunlu olmayan ad yerine ad benzerleri terimini kullan-
maktadır.
498) Velidedeoğ/u, 138; Ataay, 162; İmre, 484; Özsunay, 189.
499) BGE 72 II 145; ayrıca bkz., İmre, 483.
500) von Tuhr, BGB 850; Palandt, § 12, Bem. 4, bb ve cc; Hubmann, 276; RGZ 101,230;
BGHZ30, 9.
Kişilerin Adı 169
8.2.2.2. Lakap
Ayırma görevi bütün adlar için söz konusudur. Aynı soyadım taşıyan 843
kişileri özad; bir aileye bağlı fertleri, diğer aileye bağlı fertlerden soyadı
ayırır. Aynı şekilde müstear ad ve lakap da, toplum içinde kişileri birbirin-
den ayırmaya yarar.
Bu görevi, bir aileye dahil fertleri birbirine bağladığı için soyadı yerine 844
getirir. Aynı görevi, bütün aileye yaygın olması şartıyla lakap da yapar.
Bu görevi, lakap yerine getirir. Çünkü lakap, kişiye, belirli fiziki ya da 845
psikolojik üstünlüğü ya da eksikliği veya davranışlardaki belirli özellikleri
dolayısıyla takılmaktadır.
847 Gerek özadı gerek soyadı, ulusal ve aile içindeki birliği sağlar.
Anası babası belli olmayan çocuklar ile (kendilerine daha önce yetkili 852
bir kişi tarafından özad verilmemiş olan) zihinsel özürlü çocuklara kimin
özadı koyacağı NHK 19'da düzenlenmiştir.
Söz konusu maddenin üçüncü fıkrasının birinci cfunlesine göre, "Bu ki- 853
şiler hakkında düzenlenen
tutanaklarda, doğum tarihi.ad ve soyadı, ana ve
baba adı belirtilmemiş ise
nüfus müdürlüğünce ad ve soyadı ile ana ve ba-
ba adı verilir".
Ancak zihinsel özürlü olup da onsekiz yaşından büyük kişiler için NHK 854
19/II farklı bir düzenleme getirmiştir. Söz konusu hükme göre, bu kişilere
bir kayyım atanacaktır. Böyle olunca da bu kişilerin adı kayyım tarafından
konulacaktır.
MK 321 'deki bu kuralı, MK 285. madde ile birlikte yorumlayarak, sa- 857
dece ana ve babası evli olduğu sırada doğan çocukların değil, evliliğin sona
ennesinden itibaren 300 gün içinde doğan çocuklar ile gaipliğe karar veril-
mesi halinde, kayıp olma ya da son haber alına tarihinden itibaren üçyüz
gün içinde doğan (yani babalık karinesinden yararlanan) çocukların da ai-
lenin soyadım alacağını kabul etmek gerekir.Aynı sonuca, MK 285/Il'ye
göre, evliliğin sona ermesinden üçyüz gün geçtikten sonra doğan, fakat
ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatlanması sonucu babalık karine-
sinden yararlanan çocuk için de varmak gerekir.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi 321. maddedeki ana ve babanın evli 858
olması ibaresini, çocuğun hem doğum anını hem de ana rahmine düştüğü anı kap-
sayacak şekilde yorumlamak gerekir.
\,_
__ Bunun gibi, ana ve babası sonradan evlenen çocuklar da MK 292'ye 859
göre, kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tabi
olacakf arından, onların da ailenin soyadım almaları gerekir.
Kadının MK l 87' den yararlanarak, kocasının soyadı ile birlikte evlen- 860
meden önceki soyadım kullanması da; yukarıda açıklanan kuralı değiştir
mez. Bu halde de evlilik içinde doğan ya da ana rahmine düşen ya da anası
babası sonradan evlenen çocuk yine sadece babanın (ailenin) soyadını taşır.
172 Gerçek Kişiler
'\
861 Çocuk ilk evliliğin sona ermesinden itibaren üçyüz gün geçmeden
doğmuş, fakat ana bu arada evlenmişse ikinci evlilik içinde doğmuş sayıla
cağından ikinci kocanın baba olduğu kabul edilir. Bu sebeple de çocuk
ikinci kocanın soyadım alır. Ancak, MK 290/II'ye göre bu karine çürütüle-
bilir. Böyle bir durumda artık ilk koca baba sayılacağından, çocuk ilk ko-
canın soyadım taşır. İlk koca da soybağını reddedecek olursa, çocuk evlilik
dışında sayılacağı için, anasının soyadım alacaktır (MK 321/1).
861a
507
Yargıtay • velayet hakkı tevdi edilen annenin çocuğun soyadının ken-
di soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebini velayet hakkı kapsamındaki
yetkilerin kullanımı ile ilgili olduğu, velayet hakkı kapsamında çocuğun
soyadım belirleme hakkının da yer aldığı, bu hakkın kadına tanınmaması
nın, cinsiyete dayalı bir ayrım teşkil edeceği, evlilik sona erdikten sonra
kendine velayet hakkı tevdi edilen annenin, çocuğun evlilik birliği içinde
doğarak kazandığı aile soyadım kendi soyadı ile değiştirilmesi talebini en-
gelleyen bir düzenleme olmadığı, bu durumun çocuğun üstün yararına da
aykırı olmadığı gerekçesiyle uygun bulmuştur.
321/c. 1). Kadın önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa (MK
173/II), çocuk, anasının bekarlık soyadım alır (MK 321 c.2). Aynı kuralın,
çocuğun evlilik içinde doğması, fakat kocanın soybağını reddetmesi halin-
de de uygulanması gerekir.
MK 321 c. l 'in bu hükmü, şimdiye kadar yazılan bütün aile hukuku ki- 863
taplarında508 , çocuğun babası tarafından tanınması ya da babalığa hüküm
verilmesi halinde dahi uygulanacağı, yani çocuğun yine de anasının soya-
dını taşıyacağını da kapsayacak şekilde geni~ yorumlanmıştır. Bu geniş yo-
ruma maddenin gerekçesi sebep olmuştur50 • Çünkü orada, evlilik dışı ço-
cuğun, babası tarafından tanınsa ya da babalığa hükmedilse bile çocuğun
yine anasının soyadını taşıyacağı açık olarak yazılıdır. Ne var ki, Gerek-
çe'ye dayanılarak bu yorum yapılırken, Medeni Kanunda bu yönde bir hü-
küm bulunmamasına karşılık (eski) Nüfus Kanunundaki 20N hükmü gö-
" zardı edilmiştir. Bu,belki de bir ölçü de olması gereken hukukun, (de !ege
ferendanın), yürürlükteki (de lege latanın) hukukun yerini alması isteğin
den kaynaklanmaktadır. Ancak (eski) Nüfus Kanunu 20N ve biraz sonra
sözü' edilecek Nüfus Hizmetleri Kanununun hükmü karşısında, kanun ko-
yucun~ :;ıçık iradesine aykırı bir yoruma gidilmesine imkan vermez. Çün-
kü (eski) Nüfus Kanunu 20N açık olarak, "Ancak bunların (yani evlilik dı
şında doğan çocukların) nesebi düzeltillliğinde veya tanındıklarında babala-
rı hanesine baba adı ve soyadı ve annelerine izafetle naklen kaydolunur".
Bu hükümde, tanınan çocukların babalarının soyadım alacakları açık ola-
rak öngörülmüştür. Bu hüküm karşısında MK 321/c. l 'in doktrinde yapıl
dığı şekilde geniş yorumlanması mümkün değildir.
Buna karşılık NHK 28/IV her ne kadar sadece tanımadan söz ediyorsa 865
da, babalığa hükmü de kapsayacak şekilde geniş yorumlanması gerekir.
Çünkü, aynı amaca yönelik, sonuçları aynı olan (baba ile soybağının ku-
rulması) iki yola farklı sonuçlar bağlamak doğru olmaz. Daha açık bir ifade
ile, söze göre (lafzı) yoruma bağlı kalarak, NHK 28/IV'ün sadece tanıma
dan söz ettiği için, tanınan çocuğu babasına bağlamak; buna karşılık baba-
lığa hükme değinmediği için, onunla babası arasında soybağı kurmamak
doğru olmaz.
866 Belirtmek gerekir ki, NHK bu konuya sadece evlilik dışında doğan çocuğun va-
tandaşlığına ilişkin
düzenlemede yer vermiştir. Madde 23/IV'e göre, hakim kararıy
la babalığı hükmedilmiş ya da tanınmış çocuklar, babanın vatandaşlığını ve soyadım
alıp babanın hanesine tescil edilirler.
Evlatlık evli bir erkek ise ve evlat edinilirken, evlat edinenin soyadım 871
almışsa, onunla birlikte eşinin ve ergin olmayan çocuklarının da soyadı deği-
şir. Evlatlık evli kadınsa, kocasının soyadım taşımaya devam eder. Boşanma
halinde asıl ailesinin soyadına döner ya da evlat edinenin soyadım seçer.
Evlatlık ilişkisi sona erince, evlatlık kendi ailesinin soyadına döner. Fa- 872
kat ölüm, evlatlık ilişkisine son vermediği için, evlatlık, evlat edinenin so-
yadım taşımaya devam eder.
MK 187 c. 1'e göre, "Kadın, evlenmekle kocasının soyadım alır; ancak 873
evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı baş
vuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadım da kullanabilir. Daha önce
iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir".
Hükümden anlaşılacağı üzere, evlenen kadın, kocasının soyadım almak 874
zorundadır
511
• Bir başka deyişle, kanun ona kocasının soyadım taşıma yü-
kümlülüğü getirmiştir. Ancak bunun yanında, kocasının soyadının önünde
(yoksa kocasının soyadının yerine değil), evlenmeden önceki soyadım da
taşıma hakkı venniştir. Bunun için kadının, bu hakkını kullanacağını ya ev-
lenme merasimi sırasında evlendirme memuruna beyan etmesi ya da daha
sonra nüfus idaresine yazılı olarak bildirmesi gerekir. Nüfus idaresine yazılı
bildirim yönünden kanun bir süre öngörmediği için, kadın bunu her zaman
yapabilir.
MK 187 c. l, önceki soyadmdan söz ettiğine göre, kadın, evlenme sıra- 875
sında hangi soyadım taşıyor idiyse, onu kocasının soyadının önünde kulla-
nacaktır. Bu, babasının ya da evlat edinenin soyadı olabileceği gibi, evle-
nirken dul idiyse, ilk kocasının soyadı olabilir. Aynı şekilde, boşanmış, fa-
kat MK 173/II'den yararlanarak eski kocasının soyadım taşıyan kadın, ko-
casının soyadı ile birlikte eski kocasının soyadım da kullanabilir. Ancak bu
son halde, eski kocası MK 173/III'e göre, şartların değiştiğini ileri sürerek,
kadının onun soyadım taşımasını engelleyebilir. Evlenmeden önce iki so-
yadı taşıyan kadın, ancak bunlardan birini seçerek kocasının soyadı ile bir-
likte kullanabilir (MK I 87 c. 2).
876 Değişik ülkelere göz atıldığı
zaman, Türk Hukuku yönünden emredici olan, ka-
dının kocasının soyadım taşıması kuralının farklı farklı düzenlendiğini görmekteyiz.
Örneğin G/eichberechtigungsgesetz ile 1957 yılında değiştirilen§ 1355'e göre, eş
ler, evlilik soyadlarını (Ehename) kendileri tespit ederler. Eğer böyle bir seçim
yapmamışlarsa, her biri evlenme anında taşıdığı soyadım kullanmaya devam eder.
Eşler evlilik soyadı olarak kadının ya da erkeğin soyadım seçebilirler. Kendi soyadı
evlilik soyadı olarak seçilmeyen eş, evlenme esnasında taşıdığı soyadım, evlilik so-
yadının önünde kullanabilir.Birden çok soyadı varsa, bunlardan sadece seçeceği bi-
rini evlilik soyadı ile birlikte kullanabilir. Boşanan ya da dul kalan eş, evlilik soya-
dını taşımaya devam eder. Ancak isterse, evlendirme memurluğuna yapacağı bir
beyanla, evlilik soyadım seçmeden önceki soyadım ya da bekarlık soyadım tek ba-
şına ya da evlilik soyadına ekleyerek kullanabilir.
877 ABGB'nin 92. paragrafında 1975 yılında yapılan bir değişiklik sonucunda,
Avusturya Hukukunda da eşler, kocanın soyadı yerine kadının soyadım kullanacak-
larını kararlaştırabilirler. Böyle bir kararlaştırma yok ise erkeğin soyadı ailenin so-
yadı kabul edilir. Soyadı ailenin soyadı olmayan eş, kocanın soyadı ile birlikte ken-
di soyadım da kullanabilir.
878 İsviçre Medeni Kanunundaki düzenleme bizdekinin aynısıdır (ZGB Art. 160).
Ancak ZGB Art. 30/II, eşlerin evlenmeden önce yapacakları bir beyanla, evlenme-
den itibaren kadının soyadım evlilik soyadı olarak kullanacaklarını beyan edebilir-
ler. Bu beyan haklı bir sebep varsa kabul edilir ve ailenin soyadı kadının soyadı
olur.
879 Bazı hallerde sanatçı kadınların evlenmelerine rağmen, onunla tanındıkları için,
evlenme sırasında kullandıkları soyadlarını kullanmaya devam ettikleri görülmekte-
dir. MK l 87'nin emredici hükmü karşısında, eski soyadlarını müstear ad olarak kul-
lanmaya devam ettiklerini kabul etmek gerekir.
Soyadının idari yolla kazanılması, anası ve babası belli olmayan çocuk- 884
!ar ile zihinsel özürlü olan ve onsekiz yaşını doldurmuş kişiler için söz ko-
nusudur. NHK. 19/IIl'e göre, bunların soyadını nüfus müdürü koyar.
Soyadı Kanunun 7. maddesine göre, kanunun yayımı tarihinden itibaren iki yıl 885
içinde kendilerine bir soyadı seçmeyenlere, 8. madde gereğince, mahallin en büyük
mülki amiri soyadı koyar. Oysa 2009 yılında değiştirilen Soyadı Nizamnamesinin 1.
maddesine göre, soyadı olmayanlar soyadlarını kendileri seçerler ve bu ad mülki
amir tarafından aile kütüğüne kaydedilir. 1934 yılında yürürlüğe giren Soyadı Ka-
nununun bu hükmünün, bugün artık uygulama alanı kalmamıştır.
Müstear adın kazanılması bir fikre göre, bir defa kullanmayla gerçekle- 886
şir. İkinci bir fikre göre, ancak sürekli kullanma ve örf ve adete göre ko-
runmaya değer kabul edilmesiyle kazanılır. Üçüncü bir görüşe flöre de, ki-
şinin o adla tanınması ve o adı kullanmakta haklı olması gerekir 12 •
Kişi belli bir çevrede bu adla tanınmaya başladığı anda lakabı kazanır. 887
Ancak, lakabın yasak adlardan olması ya da diğer kişilerin çıkarlarını ihlal
etmesi, kazanılmasına engel olur513 .
893 Bir kimsenin, hakkı olmadan başkasına ait bir adı, kendi adı olarak ya
da bir eşyayı belirtmek amacıyla kullanması adın haksız kullanılmasıdır518 •
Örneğin, bir kimsenin, tanınmış bir kişinin soyadım, toplum içinde yer
edinmek amacıyla kullanması, tanınmış bir futbolcunun adının bir spor ga-
zetesine verilmesi, bir kimsenin, sevmediği komşusunun adını köpeğine
takması, adın haksız kullanılması sayılır.
894 Ataa/ 19 , adın başkası tarafından haksız kullanılmasıyla, adın bir şeyi belirtmek
için kullanılması arasında bir ayırım yapar. Yazara göre, adın haksız kullanılmasın
dan ancak, adın belirtme ve ayırma fonksiyonlarını yerine getinnemesi halinde söz
edilir. Bu da, ancak, adın, başka bir kişi tarafından, kendi adı olarak kullanılmasında
söz konusudur. Adın, bir eşyayı belirtmek için kullanılmasında, yine hukuka aykırı
lık vardır. Fakat bu tür kullanmayla, adın fonksiyonları ihlal edilmediği için, haksız
kullanma söz konusu değildir. Bu ikinci halde, MK 26 değil de, MK 25'deki koru-
ma yollarından yararlanılır.
Haksız
kullanmadan söz edebilmek için, başkasına ait bir adın tümüyle 895
kullanılmasıgerekir. Adın kısmen kullanılması haksız kullanmayı oluştur-
maz. Ancak, bu halde de, kişilerin karıştırılması tehlikesi bulunduğu için,
MK 24'ten yararlanılarak mahkemeye başvurulabilir520 .
Aynı durum, benzer bir adın kullanılmasında da söz konusudur. Bu halde de, 896
adın haksız kullanılması gerçekleşmemekte beraber, karıştırma ve kişisel ilişkilerin
ihlali tehlikesi olabileceğinden MK 24 'teki korumadan yararlaııılabilir521 .
Adın kullanılmasının çekişmeli olması halinde tespit davası açılır (MK 897
26/1). Bu davada, adı kullanmaya hakkı olmadığı iddia edilen kişi, hakim-
den, adı kullanmaya yetkisi olduğunun tespitini ister.
MK 26, adı kullanması çekişmeli olan kimsenin, sadece tespit davası açacağını 898
söyler. Ancak, adı kullanmasına itirazdan bir zarara uğraınışsa, ilgili kişi, MK 24,
25 ve BK 49'a dayanarak, maddi ve manevi tazminat davası da açabi!ir522 .
Adın haksız kullanılmasına son vermek amacıyla açılır. Davanın açıla- 900
bilmesi için, haksız kullananın kusurlu olması aranmaz.
Egger ve ona katılan Özsunay, haksız kullanmadan toplumun bilgisinin 901
olması halinde, kararın ilan edilmesini de doğru bulurlar52 •
\.
8..f.3.2.2. Önleme davası
Ada,: hukuka aykırı bir saldırının yapılacağına ilişkin, inandırıcı emare- 902
!erin bulunması halinde açılır. Bu davanın açılması için de kusur aranmaz.
Bir kimsenin adının, ticari faaliyetini etkilemesi de, değiştirilmesi için 914
haklı sebep olabilir. Adın, ticarı faaliyeti katlanılmaz derecede zorlaştırma-
sı, buna örnek olabilir5 30 .
Bunun aksine, kişinin, soyadının değişmesi onun ticari faaliyetini 915
olumsuz etkileyecekse, eski soyadım kullanmaya devam etmeyi istemesi
haklı sebep sayılmalıdır. Örneğin, ticaret hayatında kocasının soyadı ile ta-
nınan kadının, boşanmadan sonra da eski soyadım taşımaya devam etmek
istemesi, haklı sebeptir (MK 173/II)531 •
Yukarıda sayılan gruplara girmese bile, adın değiştirilmesini haklı gös- 916
terecek başka sebepler de vardır. Yabancı uyruklu olup da Türk vatandaşlı-
ğına giren ya da müslüman olan bir hıristiyanın adının değiştirilmesini is-
temesi, diğer haklı sebeplere örnek olabilir532 . Yargıtay, din değiştiren
(olayda budist olan) bir kimsenin yeni dinine uygun bir özad alabileceğini
kabul etmiştir. Buna karşılık Yüksek Mahkeme, Soyadı Kanununun 3., So-
yadı Tüzüğünün 7. maddesine göre, aynı kişinin soyadının da değiştirilmesi
istemini reddetmiştir 533 •
8.6.3.2. Davacı
918 Adın değiştirilmesini isteme hakkı, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan ol-
duğu için, doğrudan hak sahibi tarafından ileri sürülmesi gerekir534 . Bu ba-
kımdan tam ehliyetliler tek başlarına adlarının değiştirilmesini isteyebilirler.
Ancak evli kadının, tek başına evlenmeyle edindiği soyadının değiştirilmesi
ni istemesine MK 187'nin emredici hükmü engeldir535 . Buna karşılık evli ka-
dın özadının değiştirilmesini tek başına isteyebilir.Aynı kuralın, kocasının
soyadı ile birlikte taşınan önceki soyadı için de geçerli olması gerekir.
920 Tam ehliyetsizlerde, haklı bir çıkarın bulunması halinde, yasal temsilci-
si, onun adına dava açabilir5 37 .
921 Evli bir erkeğin soyadım değiştirmesi halinde, ona bağlı olarak, erg1n
olmayan çocukları ile kansının da soyadı değişir (NHK 36/1, b/ 38 • Evli'-
olmayan bir kadının soyadım değiştirmesi halinde, onun evlilik dışında do-
ğan ve ergin olmayan çocuklarının da soyadı değişir.
8.6.3.4. Kayıt
Adın değişmesi, kişinin, kişisel durumunu etkilemez (MK 27 /III). Yani, 925
sadece kişinin adı değişir; diğer kişisel durumlarında bir değişiklik olmaz.
Nüfus Hizmetleri Kanununun 36/6 hükmüne göre, ad değişikliği halin- 925a
de nüfus müdürlüğü bu kişinin çocuklarının baba veya ana adına ilişkin
kaydı, soyadı değişikliğinde ise eşin ve ergin olmayan çocukların soyadım
düzeltir.
9.1.1. Kavram
Hısımlık, doğal ya da belirli ilişkiler sonucu, kişi ile, belirli kimseler 926
arasında kurulan ve hukuki sonuçlar doğuran bir bağdır541 •
9.1.2. Türleri
927
Hısımlık, kuruluş şekline göre, üç türlüdür:
a) Kan hısımlığı: bu tür hısımlık kan bağından doğar. 928
9.2.1. Tanım
Biri diğerinden gelen ya da ortak bir kökten gelenler arasındaki hısım- 931
lığa kan hısımlığı denir (MK 17/11).
Biri diğerinden gelen kişiler arasındaki hısımlığa üstsoy - altsoy hısım- 933
lığı denir (MK 17/II). Kişiden yukarı doğru çıkan (örneğin, baba, ana, bü-
C
J
B
A K
E L
M
Şekil1
Üstsoy-Altsoy
Hısımlığı
A ile B, C arasındaki
hısımlık üstsoy hısımlığı; A
Şekil 2
ile D ve E arasındaki Y ansoy hısımlığı
hısımlık altsoy hısımlığıdır. Aile B, C, D, E, F, G, H, İ, J, K, L, M arasındaki
hısımlık yansoy (kan) hısımlığıdır.
B B1 A B2
cQ Qo
cı-~1.0
Şekil 3 Şekil 4
Tam kan yansoy hısımlığı Yanın kan yansoy hısımlığı
C ile Darasında tam kan yansoy C ile D arasında yanın kan
hısımlığı vardır. yansoy hısımlığı vardır.
935 Ortak kökten gelen kişiler arasındaki hısımlığa yansoy hısımlığı denir
Yerleşim Yeri 189
\(MK 17 /II). Örneğin, bir kimsenin, kardeşleri, kardeş çocukları, kardeş to-
runları vd., ya da amca, dayı, hala, teyze, büyük amca, büyük hala, büyük
dayı, büyük teyze vd. arasında yansoy kan hısımlığı vardır (bkz., şekil 2).
\
Yansoy, kan hısımlığı tam ya da yarım kan olabilir. 936
Kan hısımlığı yönünden, kadın ve erkek arasında bir fark yoktur. 938
a) Evlenme yasağı: MK 129/b. l 'e göre, derecesi ne olursa olsun, üst- 942
soy ve altsoy arasında evlenme kesin olarak yasaktır. Aynı hükme göre,
üçüncü dereceye kadar (yani yeğen ile amca, dayı, hala ve teyze) yansoy
hısımlar arasında da evlenme yine kesin olarak yasaktır.
b) Yasal ve saklı paylı mirasçılık: Medeni Kanuna göre (eş, evlatlık ve 943
devlet dışında) yasal ve saklı paylı mirasçılar sadece kan hısımlarıdır (MK
495 vd, 505)
c) Vesayet: MK 414' e göre, vasi atamada kan hısımlığı tercih sebebidir. 944
544) Bııcher, Art. 20/21 N 13; Tııor/Schnyder, 73; ayrıca bkz., Özsıınay, 78, dn. 7; Ataay,
217.
190 Gerçek Kişiler
ı§
ı§
8;;; A B
§
<il
..2 ..2
ı:.
>. s
;,-.
,6b ,6b
"'
.:.: "';,-.
..><ı § ]
6'
~
~
~
o .a"' <il
.a
'C:
>,
o
~
;,-.
o'
~ ~
.~
~
<il
.... 1'ii
ı:.
·a
i:ı:ı
A
1 B
~
,::ı
.5
p
<il <'<!
>
·o:;
.s
a
·o:;>
ı::i
s
~l
a:ı "ı::
~ ~
l Şekil 5
Şekil 6
Civar kayın hısımlığı
958 d) Hakimin davaya bakma yasağı: Davanın, (c)'de sayılan kayın hısım-
larıile ilgili olması halinde, hakimin bu davaya bakması yasaktır (HMK
34/b. (d), CMK 22).
959 Bu hısımlık, evlat edinen ile evlatlık arasında mahkeme kararıyla kuru-
lur (MK 305 vd.).
960 Evlat edinme sonucunda, sadece evlat edinen ile evlatlık ve onun altso-
yu arasında hısımlık
kurulur. Evlat edinenin hısımları ile evlatlık ya da
evlatlığın (altsoyu hariç) kan hısımları ile evlat edinen arasında hısımlık
bağı kurulmaz.
10.2.1. Tanım
Yerleşim yeri, az çok farklı olmakla beraber, kişinin, hayat faaliyetleri- 968
nin ve ilişkilerinin asıl merkezi olan yer şeklinde tanımlanmaktadır546 •
MK 19/1, yerleşim yerini, bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu 969
yer olarak tanımlamaktadır. Eski metinde de bulunan buna benzer tanım
"-- haklı olarak eleştirilmiştir547 • Gerçekten de MK 19/I'de öngörülen sürekli
kalma niyeti, sadece bağımsız kişilerin yerleşim yerinin unsurudur. Bir
başka deyişle, ancak kendi iradeleri ile yerleşim yeri seçebilecek kişilerin
oturdukları yerin yerleşim yeri sayılması için sürekli kalma niyeti aranır.
546) Benzer tanımlar için bkz., Ataay, 283; Egg~r, Art. 23 N 6; Larenz, 93; Velidedeğlu, 90;
Tunçomağ, 155; İmre, Ellinci Yıl, 209; krş. NHK 3, ÇÇ.
547) Eleştiriler için bkz., Ataay, 233.
194 Gerçek Kişiler
\
Özellikle irade unsurudur ki, kişinin yerleşim yerini mesken ya da fiilen
otunılan yerden ayırır.
970 Oysa bağımsız yerleşim yeri kuramayacak ya da kanunun deyişi ile ya-
sal yerleşim yerine (MK 21) tabi olan kişiler yönünden 548 , kanunda belirti-
len bir yerde sürekli oturma niyeti olmasa bile, orası onların yerleşim yeri-
dir. Hatta, kişi yasal yerleşim yeri olarak belirtilen yerde oturmasa bile,
orası kişinin yerleşim yeri sayılır. Bu bakımdan, yukarıda beliıiilen iki un-
suru, genel olarak yerleşim yerinin değil de, bağımsız kişilerin yerleşim ye-
rinin unsurları olarak görmek daha doğrudur.
974 Alman Hukukunda, yerleşim yerinin tekliği ilkesi yoktur. BGB § 7/Il'ye göre,
bir kimsenin birden fazla yerleşim yeri olabilir. Ancak bunun için, her iki yerde de
az çok sürekli bulunma ve o yeri faaliyetlerinin merkezi haline getirıne aranır. Bu
sebeple, örneğin bir kimsenin, sadece hafta sonlarını geçirdiği bir dağ kulübesi,
BGB § 7/1! anlamında yerleşim yeri sayılmaz553 .
982 Yerleşim yerinin birinci şartı, sadece oturmak değil de, sürekli oturmak-
tır.Ancak, süreklilik ebedilik anlamına gelmez. Belirsiz ya da uzun süreli
olması yeterlidir . Bir başka deyişle, hayat faaliyetlerinin merkezi haline
557
984 Yerleşme niyeti, bir kimsenin, oturduğu yeri, hayat faaliyetlerinin mer-
kezi haline getirmeye ilişkin amacıdır561 .
985 Yerleşme niyeti, bir irade açıklaması değil, bir hukuki fiil olduğu için, kişinin bu
amacınınbulunup bulunmadığının yorumunda, iradenin yorumuna ilişkin kurallar
uygulanmaz 562 •
belirttiği hallerde bir sorun yoktur. Sorun bu sübjektif olgunun açık olarak
belirtilmediği hallerde nasıl saptanacağıdır.
Hakim olan fikre göre, kişinin yerleşme niyetinin bulunup bulunmadığı 987
objektif olarak tespit edilir. Bu yapılırken, tüm olgular göz önünde bulun-
durulur. Ancak, değerlendirme, objektif olarak, dış olgulara göre yapılaca
ğından, kişinin, dış aleme aksetmemiş olan niyeti, değerlendirme sırasında
göz önüne a!ınmaz 563 .
MK 21 'de belirtilen kişiler, kendi iradeleriyle bir yerleşim yeri kura- 989
mazlar. Onlar, kendileri için kanunlarda öngörülen yerlerde oturmak zo-
rundadırlar. Bu bakımdan bağımsız yerleşim yeri kuramazlar.
MK 21/I, c.1 'e göre, velayet altındaki çocukların yerleşim yeri, ana ve 991
babasının ortak yerleşim yeridir. Ana ve babanın ortak yerleşim yeri yoksa,
çocuğun kendisine bırakıldığı ana ya da babanın yerleşim yeri, velayet al-
tındaki çocuğun yerleşim yeridir. Bunun ne anlama geldiği Gerekçe'de şöy-
le açıklanmaktadır 564 : "Ana babanın ortak yerleşim yerinin bulunmadığı,
eşlerin ayrı yaşadığı, boşanma halinde henüz velayet hakkına sahip olma-
yan ana ve babanın söz konusu olduğu durumlarda çocuğun yerleşim yeri,
çocuk kendisine bırakılan ana veya babanın yerleşim yeri olacaktır. Bura-
da, çocuğun kendisine bırakıldığı deyimi, fiilen çocuğu yanında alıkoyan
ana veya baba değil, bırakılmanın bir hakka dayanmasını ifade etmek üze-
re kullanılmıştır. Bir başka ifadeyle buradaki alıkoymak, fiili durumu değil
hukuka uygun bırakmayı ifade eder".
Bundan da anlaşılacağı gibi, ana baba birlikte velayet hakkına sahipse- 992
ler ve ortak yerleşim yerleri varsa, velayet altındaki çocuğun yerleşim yeri
bu ortak yerleşim yeridir. Ana babanın herhangi bir sebeple ortak yerleşim
563) Egger, Art. 23 N 27; Grossen, 351; Bucher, Art. 23 N 35; Tuor/Schnyder, 75; Ataay,
238; Tunçomağ, 167; İmre, 50. Yıl; BGE 77 II 15; 85 II 318; 77 I 117; 91 I 8; Buna
karşılık Federal Mahkeme, 90 il 213'te, kişinin iç iradesinin araştırılmasını arar. Ayrı
ca bkz., 2.HD 27.3.1948, 1987/001 (Olgaç, 1, 59).
564) Bkz., Gerekçe, 336.
198 Gerçek Kişiler
994 Ancak, çocuk velayet altında değilse kural olarak vesayet altında olacağı için, bu
kuralın
uygulama alanının ne olacağı açıklanması gereken bir husustur.
(MK 453) göstermektedirler. Bu yazarlara 566 göre, bu kişiler bağımsız yerleşim yeri
edinebilirler.
Fikrimce, bu halde, eğer işyeri başka bir yere gitmeyi gerektiriyorsa, sadece yet- 999
kili vesayet makamı değişir, yoksa bağımsız yerleşim yeri kurma hakkı doğmaz.
MK 453, sadece ehliyet yönünden özel hüküm getirip, yerleşim yerine ilişkin bir
düzenleme öngönnemektedir. Kaldı ki, böyle bir çözümü haklı gösterecek bir çıkar
durumu da yoktur.
Eski MK 21 'e göre, evli kadının yerleşim yeri, kocasının yerleşim yeriydi. Yani 1000
evli kadın da (kanundaki istisnalar dışında) bağımsız yerleşim yeri edinemiyordu.
Yeni MK 21, bu hükmü, kadın erkek eşitliğine aykırı gördüğü için kaldınnıştır567 •
Bugün evli kadın da kocasınınkinden ayn bir yerleşim yeri edinebilir.
566) Örnek olarak bkz., Saymen, 256; Tunçomağ, 178; İmre, 50. Yıl, 230; Ataay, 247;
Oğuzmaıı/Seliçi/Oktay-Özdemir, 139. Ancak yazarların, Dural'ın da bu görüşte oldu-
ğunu yazmaları doğru değildir.
567) Bkz., Gerekçe, 290
BEŞİNCİ BÖLÜM
Kişisel durum sicili, Kişiler Hukuku kitabının birinci kısmının ikinci 1003
bölümünde 36- 46. maddeleri arasında düzenlenmiştir. 36. maddenin 2. fık
rasına göre, "Bu sicilin tutulmasına ve zorunlu bildirimlerin yapılmasına
ilişkin esaslar, ilgili kanunda gösterilir". Sözü edilen kanun, 29.4.2006 ta-
rihli Resmı Gazetede yayınlanmış olan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanu-
nudur.
NHK 11, her Türk'e nüfus kütüğüne kayıt olma ve nüfus cüzdanı alma 1004
yükümlülüğü getirir. Yerleşim yerinin değişmesi halinde, nüfus kaydı da
yeni yerleşim yerindeki nüfus kütüğüne naklolunur.
Nüfus işleri, İçişleri Bakanlığına bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Ge- 1005
nel Müdürlüğü tarafından yürütülür. Genel Müdürlüğün örgütü, Nüfus
Hizmetleri Kanununa ek bir numaralı listede belirtilmiştir.
11.2.2.1. İller
11.2.2.2. İlçeler
Nüfus işleri ilçelerde İlçe Nüfus İşleri Müdürlüğünce yürütülür. 1007
204 Gerçek Kişiler
ı 008 Gerek il gerek ilçe nüfus hizmetlerinin nasıl yürütüleceği Nüfus Hiz-
metleri Kanununa ek iki numaralı listede öngörülmüştür.
1009 Nüfus kütükleri ilçe esasına göre tutulurlar. Nüfus olayları ilçe nüfus
müdürlüklerince aile kütüğüne ve merkezı veri tabanına tescil edilirler
(NHK 6/I). Ayrıca her mahalle ve köyde ayrı bir aile kütüğü tutulur (NHK
7/I).
1011 Kişisel durum sicili, değişik kütüklerden oluşmasına rağmen, kişisel "
hal ve işlemlerin tümünü içerir (NHK 5). Bu bütünlük, sadece Türkiye'de
oturan Türk vatandaşları yönünden değildir. Yabancı bir ülkede yaşayan
Türk vatandaşları da, kişisel durumlarındaki her türlü değişikliği, ilgili kü-
tüğe yazdırmak üzere, konsolosluklar aracılığıyla ya da doğrudan doğruya
İçişleri Bakanlığına bildirmek zorundadırlar (NHK 11, 15).
Sağ olarak dünyaya gelen her çocuk, Türkiye'de doğmuşsa otuz gün 1017
içinde nüfus müdürlüğüne; yurt dışında doğmuş ise altmış gün içinde dış
temsilciliğe bildirilir (NHK 15/I). Bu bildirimi veli, vasi, kayyım, bunlar
yoksa büyük ana, büyük baba ya da ergin kardeş veya çocuğu yanında bu-
lunduran yapar. Bildirim, doğumu gösteren resmi belgeye dayanılarak ya
da sözlü olarak yapılır (NHK 15/II). Belge ibraz edilmeden yapılan sözlü
bildiride beyan esas alınır, tutanak tutulur ve tutanak görevli memur ile be-
yanı yapan tarafından imzalanır (NHK 15N).
ı 020 Zihinsel özürlü bulunmuş kişi ergin ise ona bir kayyım atanır nüfusa
bildiriyi kayyım yapar. Bulunan zihinsel özürlü kişi küçük ise, yukarıda sö-
zü edilen bulunmuş kişilere ilişkin hükme göre nüfusa kaydedilir (NHK
19).
1022 Ölmüş olmasına rağmen kütükte sağ olarak gözüken bir kimsenin öl_üm
tutanağı, ölüm olayını gösteren belge verilirse nüfus müdürlüğü tarafından
düzenlenir. Ölüm belgesi yoksa gerekli araştırma yapılarak nüfus müdür-
lüğü tarafından düzenlenen ölüm tutanağı mülki amire sunulur ve onun
emri ile işleme konulur (NHK 33).
1023 Ölüm karinesine dayanılarak ölü kaydının düşürülmesi için, söz konusu
kişinin alt veya üstsoyundan bir kişinin, bunlar da yoksa mirasçılarından bi-
rinin olayın belgesi ile birlikte nüfus müdürlüğüne başvurması gerekir. Nü-
fus müdürlüğü durumu mülki amire bildirir ve onun emri ile nüfus kütüğü
ne ölü kaydını düşürür (NHK 34).
1024 Gaiplik söz konusu ise, mahkeme kararı on gün içinde nüfus müdürlü-
ğüne bildirilir ve müdürlük gaipliği tescil eder (NHK 34).
Belirtmek gerekir ki, bildirim bir düzen kuralıdır. Bu sebeple, bildiri- ı 026
min yapılmaması ve kütüğün yeni oturulan yere nakledilmemesi, yeni geli-
nen yerin yerleşim yeri sayılmasına engel değildir.
Aile kütüğü aynı soydan gelen ve aynı soyadım taşıyan ve evvelce bir 1027
hanede kayıtlı bulunan kimselerin, dilerlerse, tek aile gibi nüfus kayıtlarını
devam ettirdikleri kütüklerdir. Her mahalle veya köy esasına göre tutulan
aile kütüğüne nelerin tescil edileceği NHK ?'de şu şekilde sıralanmıştır:
a) Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, b) kayıtlı bulunduğu il, ilçe, 1028
köy veya mahalle adı ile cilt, aile ve birey sıra numarası, c) kişinin adı, so-
yadı, cinsiyeti, ana ve baba adı ile soyadları, evli kadınların önceki soyadla-
rı, d) doğum yeri ile gün, ay ve yıl olarak doğum tarihi ve kütüğe kayıt tari-
hi, e) evlenme, boşanma, soybağının kurulması veya reddi, ölüm, vatandaş-
lığın kazanılması veya kaybedilmesi gibi kişisel durumda meydana gelen
değişiklik veya yetkili makamlarca yapılan düzeltmeler, e) dini, f) medenı
hali, g) fotoğrafı.
Türkiye'de aile kütüğü olmayan ve yabancı ülkede oturan kişiler İçiş- 1029
!eriBakanlığı tarafından gösterilecek bir nüfus müdürlüğünde açılan aile
kütüğüne kaydedilir (NHK 7/Il).
Bildiriyi alan, kocanın kayıtlı olduğu yer nüfus memuru, kadını, koca- l031
nın aile kütüğüne geçirir (NHK 23/II).
Kocası ölen kadın, yeniden evlenınedikçe, ölen kocasının aile kütüğün- 1032
de kalır. Ancak isterse babasının kütüğüne dönebilir (NHK 32/ll).
1034 Eski Nüfus Kanunundan (madde 32) farklı olarak Nüfus Hizmetleri
Kanununda boşanan ya da evliliği iptal edilen kadının kendi aile kütüğüne
nakledileceğine ilişkin bir hüküm yoksa da, bu durumdaki kadınların, artık
kocanin ailesine dahil olmadıkları için kendi aile kütüklerine dönecekleri
kendiliğinden anlaşılır.
570) Dinin de kütüklerde belirtilmesinin Anayasa'ya aykın olduğu iddiasıyla açılan davayı
Anayasa Mahkemesi 21.6.1995 tarih ve 95/16 sayılı kararı ile reddetmiştir (RG
22433).
Kişisel Durum Sicili 209
İKİNCİ KISIM
TÜZEL KİŞİLER
I. BÖLÜM
TÜZEL KİŞİLERE İLİŞ.KİN GENEL ESASLAR
1.1. Kavram
Hukuk düzeni, gerçek kişilerin dışında bir takım varlıklara da kişi sıfa- 1044
tını tanımıştır.Tüzel kişi, gerçek kişiler dışında, kişi sıfatına sahip olan var-
lıkları ifade eder. Böylece hukuk düzeni, gerçek kişilerin yanında, tüzel ki-
şilerin de hukuk süjesi olarak hak ehliyetine, yani hak kazanma ve borç al-
tına girme yeteneğine sahip olduğunu kabul etmiştir.
Hukuk düzenince tüzel kişilerin hukuk süjesi olarak kabul edilmesinin 1045
iki olguya dayandığı söylenebilir. Birincisi, gerçek kişilerin ömrünün sınırlı
oluşudur. Dolayısıyla, bünyesindeki kişilerin değişmesinden etkilenmeyen
tüzel kişilik, insan ömrünün yeterli olmayacağı bazı amaçlara ulaşmak için
elverişli bir araç teşkil etmektedir. İkincisi, yine bazı amaçlara ulaşmak için
insanların tek başlarına sahip olduklarından daha fazla güç gerekmektedir.
Bu sebeple, kişiler ancak güçlerini birleştirmek suretiyle bu amaçlara ula-
şabilme imkanını elde edebilmektedir.
İşte, bu ihtiyaçları karşılamak üzere, hukuk düzeni, kişilerin bir araya 1046
gelmek suretiyle oluşturdukları kişi topluluklarını ve malvarlığı değerlerini
bir amaca tahsis ederek oluşturdukları mal topluluklarını hukuk sujesi ola-
rak kabul etmiştir. Belirtmek gerekir ki, bir kişi veya mal topluluğunun tü-
zel kişi niteliği taşıyabilmesi, içeriğinde bazı zorunlu unsurları barındırma-
sına bağlıdır. Bu unsurların gerçekleşmediği hallerde, kişi ya da mal toplu-
luğu tüzel kişi sıfatını taşımaz.
şarma işlevlerine uygun olarak tek kişinin bireysel menfaatinin üzerinde or-
tak bir menfaatin gerçekleştirilmesi amacına yönelmiştir. Bu amaç, ortak
ekonomik bir menfaatin karşılanmasına yönelik olabileceği gibi, manevi
menfaatlerin karşılanmasına yönelik ideal nitelikte bir amaç da olabilir'.
Ortak ekonomik bir menfaatin karşılanması amacına yönelmiş tüzel kişiler
de, amaç, dar anlamda ekonomik menfaat olarak adlandırılabilecek 2 kazanç
paylaşma tarzında ortaya çıkıyorsa, TTK m. 124 vd. hükümlerine göre ku-
rulmuş bir ticaret şirketi söz konusu olur. Kollektif, komandit, anonim limi-
ted, kooperatif şirketler böyledir. Kooperatif şirketlerde tüzel kişinin ama-
cının, ekonomik nitelikte, fakat kazanç paylaşma dışında olduğuna işaret
etmek gerekir (Bkz. Koop. K: m. 1)3.
ı 049 Ekonomik amaç, özellikle kazanç paylaşma amacı gütmeyen ideal
amaçlı tüzel kişiler, Medeni Hukuk tüzel kişileri olan dernekler ve vakıf
lardır (Bkz. MK m. 56 ve Dem. K. m. 2/a; MK m. 101 ve Vakıflar K. m. 4-
5). Sendikalar ve siyasi partileri de bu gruba dahil etmek mümkündür.
1050 Hangi türde olursa olsun, tüzel kişilerin amacının iki niteliğe sahip ol-
ması gerekir. Bunlardan ilki tüzel kişinin amacının sürekli nitelik taşıması
dır. Buna göre, ancak sürekli amaca yönelmiş kişi veya mal toplulukları tü-
zel kişilik kazanabilir. Kanaatimce de amacın sürekliliğinden söz edilebil-
mesi için, amaca ulaşmak için gerçekleştirilen faaliyetin süreklilik arz et-
mesi yeterlidir. Bu faaliyet sonucunda gerçekleşecek amacın süreklilik arz
etmesi gerekmez4 • Şu halde, bir hastalığın tedavisini sağlayacak ilacın ge-
liştirilmesi amacıyla malvarlığı değerlerinin tahsis edilerek vakıf kurulması
mümkündür. Böyle bir vakfın amacı, ilacın geliştirilmesini sağlayacak bi-
limsel faaliyetlerin zamana yayılması itibariyle sürekli niteliktedir. İlacın
geliştirildiği anda amaca ulaşılmış olur ve ulaşılan amacın süreklilik niteliği
taşıyıp taşımaması, daha doğrusu amaca ulaşılmasından sonra faaliyetin
1) Bkz. Gutzwıller Max, Das Recht des Verbandspersonen, Grundsaetzliches, SPR 11, Ba-
sel/Stutgart 1967, 461-462; Pedrazzini/Oberholzer, Grundriss des Personenrechts, 4.
Aufl. Bem I993, I 81, 225 vd; Riemer, Juristische Personen, Systematischer Teil, Nr. 79
vd,; Weber, Rolf H, SPR II/4, Juristische Personen, Basel l 998, 51; Oğıızman/Seliçi/Ok
tay-Özdemir, 247; Akünal, Türk Medeni Hukukunda Tüzel Kişiler, İstanbul 1995, l O.
2) Hatemi, Kişiler Hukuku Dersleri, 2. Bası, İstanbul 2001, § l I, Nr. 8.
3) Gutzwiller, 462; Ha temi, § 11, Nr. 8.
4) Akiinal, 10-11. Yazar, örnek olarak 2000 yılının gelişini kutlamak için faaliyette bulun-
mak amacıyla bir derneğin veya bu kutlamanın masraflannın karşılanması için bir vakfın
kurulabileceğini göstermektedir. Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdemir ise (247), geçici amaca
yönelmiş kişi ya da mal topluluklannın tüzel kişilik kazanamayacağını belirtmekte ve
örnek olarak bir kişiye bir yemek vermek için dernek veya vakıf kurulamayacağını ver-
mektedir. Kanaatimce, bu son örnekte amacın gerçekleştirilmesi için gerekli faaliyetin
süreklilik arz etmemesi sebebiyle tüzel kişilik kazanılamaması söz konusudur.
Kavram 215
Kanun koyucu, tüzel kişilerin hangi organlara sahip olması gerektiğini 1053
belirlemiştir. Kanunun tüzel kişinin örgütlenmesini sağlamak için gerekli
gördüğü organlar zorunlu organlardır. Zorunlu organlar, kanun koyucu ta-
rafından, tüzel kişinin yapısı gözönünde tutularak her tüzel kişi için farklı
şekilde belirlenmiştir. Medeni Kanun, derneğin zorunlu organı olarak genel
kurul, yönetim kurulu ve denetim kurulunu öngörmüştür (MK m. 72/f. 1) 7•
Vakıflarda zorunlu organ yönetim organıdır (MK m. 109). Türk Ticaret
Kanunu, her bir ticaret ortaklığı için zorunlu organlan farklı şekilde düzen-
lemiştir. Sendikalarda ise, zorunlu organlar, genel kurul, yönetim kurulu,
denetleme kurulu ve disiplin kuruludur (Sendikalar K. m. 9). Siyasi Partile-
'\ rin zorunlu organlar ise, Siyasi Partiler K. m. 7' de belirtilmiş ve Siyasi Par-
tiler K. m. 13 ve devamında da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
1054 Tüzel kişinin zorunlu organlara sahip olmaması tüzel kişiliğin kazanı-'\
lamamasına8 ya da tüzel kişinin sona ermesine yol açar.
8) Bu durum kuruluşları açısından tescil sisteminin geçerli olduğu tüzel kişi tiplerinde söz
konusu olur. Bkz. 5.2.
9) Hatemi, Kişiler Hukuku,§ 11, Nr. 37-38; Weber, SPR IV4, 78 vd; Akünal, 12; Oğuzman/
Seliçi/Oktay-Özdemir, 246-247, Rona Serozan, Tüzel Kişiler, Özellikle Dernekler ve Va-
kıflar, İstanbul 1994, 29 vd.; Brückner, Christian, Das Personenrecht des ZGB, Zürich
2000, Nr. 1003. Tip bozulmasına ilişkin örnekler için bkz. Serozan, 31.
10) Bkz. Ulmer, Münchener Kommentar, 1987, vor § 705, Nr. 8; § 705, Nr. 127 vd.; K.
Schmidt, Gesellschaftrecht, 3. Auflage, 1997, § 8, § 58 IV.
11) BB 2001, 374 = ZIP 2001, 330 vd.= NJW 2001, 14, 1056-1061; Kararın türkçe tercüme-
si için bkz. Narbay/Deliduman, Alman Federal Mahkemesinin (Dış-) Adi Şirketin Hak
ve Taraf Ehliyetine Sahip Olduğuna İlişkin 29.1.2001 Tarihli Kararı, Prof. Dr. Ömer
Teoınan'a 55. Yaş Günü Armağanı, İstanbul 2002, 577 vd.
12) Bkz. Tuğrul Ansay, Adi Şirket Bir Tüzel Kişi midir?, Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu'na 65.
Yaş Günü Armağanı, İstanbul 1999'dan ayrı bası, s. 9; Fatih Bilgili, Adi Ortaklıkların
Fiil Ehliyeti ve Alman Federal Mahkemesinin Verdiği Yeni Karar Karşısında Ortaya
Çıkan Durum, Prof. Dr. Ömer Teoman'a 55. Yaş Günü Armağanı, İstanbul 2002, 197
vd.
Kavram 217
Tüzel kişi niteliğine sahip olan topluluklar, kendilerini oluşturan kişi- 1058
!erden bağımsız ve ayrı bir kişilik olarak giriştiği hukuki ilişkilerde hak sa-
hibi olur ve borç altına girerler. Tüzel kişiyi oluşturan üyeler veya ortaklar,
kural olarak, tüzel kişi tarafından kazanılan haklar üzerinde bir talepte bu-
lunamayacakları gibi, tüzel kişinin borçlarından da sorumlu olmazlar. Bu
durum, tüzel kişiyi oluşturan kişiler tarafından bazı yükümlülüklerden kur-
tulmak ya da hukukun engel olduğu bir sonuca ulaşmak amacı ile kullanıl
maya elverişli bir hukuki yapı ortaya çıkarmaktadır. İşte, doktrin, tüzel kişi
kurumunun amacından saptırılarak kötüye kullanılması halinde, üçüncü ki-
şilere tüzel kişinin ortaklarına veya üyelerine uzanarak onların sorumluluk-
larına gidebilme imkanını tanımakta, diğer bir deyişle, bu kişilerin tüzel ki-
şilik perdesinin arkasına saklanarak sorumluluktan kurtulmalarını engelle-
mektedir 14.
13) Werteııbııch, Die Parteifühigkeit der GbR -die Anderungen für die Gerichts- und Vollst-
reckungspraxis, NJW 2002, Heft 5, 325-326.
14) Önceleri Anglo-Amerikan hukukunda ortaya çıkan ve oradan Kara Avrupası hukukları
na giren bu kavram, Türk hukukunda "perdeyi kaldırma teorisi" (Poroy/Tekiııalp/ Ça-
moğlıı, Nr. 121; Tekinalp/Tekinalp, Perdeyi Kaldırma Teorisi, Reha Poroy'a Armağan,
İstanbul 1995, s. 387 vd.), "tüzel kişilik perdesinin aralanması" (Akünal, 16) ya da "tü-
zel kişinin tabanına basılması" (Dııral, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması ya da Tüzel
Kişinin Tabanına Basılması, Sermaye Piyasası Kurulu, 15. Yıl Sempozyumu, Ankara
l 998, s. 97 vd.) olarak da ifade edilmektedir. Ancak tüzel kişilik perdesinin kaldınlınası
teriminin yerleştiği söylenebilir. Bkz. Yanlı, Anonim Ortaklıklarda Tüzel Kişilik Perde-
sinin Kaldırılması ve Pay Sahiplerinin Ortaklık Alacaklılarına Karşı Sorumlu Kılınma
sı, İstanbul 2000, 13 vd. Ayrıca bkz. Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, I. Uluslara-
rası Ticaret Hukukı.ı Sempozyumu, 2 Şubat 2008, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakül-
tesi Yayını, 2008.
218 Tüzel Kişiler
20) Serozı:ı,n,
19; Akünal, 18; Tekinalp/Tekinalp, 396; Dural, 102-103; Oğuzmaıı/Seliçi/Ok
tay-Özdemir, 256.
21) Akünal, 18.
22) Bkz. Oğuzman/Bar/as, 305 vd.; Dural/Sarı, 215. Bu sebeple, Tekinalp/ Tekinalp (387)
tarafından tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına ilişkin olarak verilen şu örneği isabetli
bulmuyorum: Bir bononun hamili, bonoyu borçluya ibraz ettiği takdirde karşılacağı ki-
şisel def'iden kurtulmak için, bonoyu kendisinin hemen hemen tümüne sahip olduğu bir
limited şirkete devrediyor. Kanaatimce, bu örnekte bono borçlusunun kişisel def'iyi li-
mited şirkete karşı ileri sürebilmesi için tüzel kişilik perdesinin kaldırılması kavramma
başvurmaya gerek yoktur. Yürürlükten kalkan 6762 sayılı TIK m. 737/f.2 ve 6102 sa-
yılı TIK m. 825/f. 2 hükümlerinin uygulanması sonucu, kişisel definin bonoyu devra-
lan limited ortaklığa karşı ileri sürülebileceği kabul edilebilir. Zira, bonoyu devreden
kişinin hemen hemen tamamına sahip olduğu limited ortaklık, bu kişinin kontrolü altın
dadır ve ortaklığın yetkili organı da bu kişidir. Bu sebeple, ortaklığın bonoyu devralma-
sı, bilerek borçlunun zararına hareket etme olarak nitelendirilebilir ve böylece yürürlük-
ten kalkan 6762 sayılı TIK m. 737/f. 2 ve 6102 sayılı TIK m. 825/f. 2 hükmü uyarınca
bono borçlusu tarafından kişisel defi limited ortaklığa karşı da ileri sürebilir.
220 Tüzel Kişiler
1.4.2.1. Kanunlar
1064 4.1 l.2004 tarih ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu (RG.23.11.2004, sayı
25649); 23.6.1983 tarih ve 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu (RG.
25.6.1983, sayı 18088); 1.4.1981 tarih ve 2443 sayılı Devlet Denetleme
Kurulu Kurulması Hakkında Kanun (m.2/b.e) (RG. 3.4.1981, sayı. 17299);
26.3.1987 tarih ve 3335 sayılı Uluslararası Nitelikte Teşekküllerin Kurul-
ması Hakkında Kanun (RG. 7.4.1987, sayı.19424); 13.5.1971 tarih ve 1402
sayılı Sıkıyönetim Kanunu (m.3/b.a, g), (RG. 15.5.1971, s. 13837;
12.3.1982 tarihli ve 2632 sayılı K. ile değişik); 25.10.1983 tarih ve 2935
sayılı Olağanüstü Hal Kanunu (14.11.1984 tarih ve 3076 sayılı Kanun ile
değişik m.11/b.o); 4.7.1934 tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet
Kanunu (24.11.2004 tarih ve 5259 sayılı Kanunla değişik 8. madde) (RG.
14.7.1934, S.2751); 22.12.1934 tarih ve 2644 sayılı Tapu Kanunu (m.2)
(RG. 29.12.1934, sayı.2892); 22.1.2004 tarihli ve 5072 sayılı Dernek ve
Vakıfların Kamu Kurum ve Kuruluşları ile İlişkilerine Dair Kanun (RG.
29.1.2004, sayı 25361)
23) Türk Medeni Kanunu 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten önce 4.4.1926
tarih ve 743 sayılı Medeni Kanun (Türk Kanunu Medenisi) yürürlükte idi. Bkz. Baki
İlkay Engin, Yeni Medeni Kanun ve Dernekler Kanununda Yapılan Değişikliklerin
Türk Dernekler Hukukuna Etkileri, Prof. Dr. Necip Kocayusufpaşaoğlu İçin Armağan,
Ankara 2004, s. 333 vd.
24) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten'\
önce 8.5.1926 tarihli 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlükte idi.
Kavram 221
20.2.2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu (RG. 27.2.2008, sayı. 1066
26800).
13.7.1967 tarih ve 903 sayılı Türk Kanunu Medenisinin Birinci Kitabı- 1067
nın İkinci Babı Üçüncü Faslının Değiştirilmesi, bu kanuna bazı madde ve
fıkralarıneklenmesi, bazı vakıfların vergi muafiyetinden faydalandırılması
hakkında kanun (RG. 24.7.1967, sayı.12655); 9.8.1983 tarih ve 2872 sayılı
Çevre Kanunu (RG. 11.8.1983, sayı.18132); 29.5.1986 tarih ve 3294 sayılı
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu (RG. 14.6.1986, sa-
yı.19134); 17.6.1987 tarih ve 3388 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlen-
dirme Vakfı Kanunu (RG. 25.6.1987, sayı.19498); 22.1.2004 tarihli ve
5072 sayılı Demek ve Vakıfların Kamu Kurum ve Kuruluşları ile İlişkileri-
ne Dair Kanun (RG. 29.1.2004, sayı 25361); 20.2.2008 tarihli ve 5737 sayı-
lı Vakıflar Kanunu (RG. 27.2.2008, sayı. 26800). Kamu Finansmanı ve
Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Ka-
nun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (RG.
18.4.2013, sayı. 28622).
Vakıflar Yönetmeliği (RG. 27.9.2008, sayı. 27010), Vakıflar Yönetme- 1068
liğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (RG. 10.11.2013, sayı.
28817).
2. TÜZEL KİŞİLERİN TARİHSEL TEMELLERİ
ı 069 Medeni Hukukumuzun, Roma ve Cermen hukuklarının etkisi altında
bulunan gruba dahil olması sebebiyle25 tüzel kişilerin tarihsel süreç içindeki
gelişimi incelenirken Roma ve Cermen hukuklarının üzerinde özellikle du-
rulması gerekir.
1070 Tarihsel süreç içinde tüzel kişi ihtiyacını yaratan toplumsal olgular ön-
celeri kişi topluluklarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Amaca özgülenmiş
malvarlığının tüzel kişiliğe sahip olması ise, daha sonraları modern hukuk
doktrinlerinin tüzel kişi kuramını geliştirmeleri ile gerçekleşmiştir2 6 .
1071 Şöyle ki; bugünkü tüzel kişi kavramının içeriğini teşkil eden, birçok in-
sani amaca ancak bireysel güçlerin birleştirilmesi ile ulaşılabilecek olması
düşüncesi, uygarlığın gelişmesi sürecinde ilk zamanlardan itibaren kişi top-
luluklarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur2 7 • Tarihsel süreç içinde, eko-
nomik, sosyal, kültürel veya dini amaçlara uygun olarak örgütlenen bu bir-
liklerin ortak özelliği, gerçekleştirdikleri sosyal işlevleri dolayısıyla hem
özel hukuk alanında hem de kamusal alanda faaliyet göstermeleridir28 • Bu
özellikleri itibariyle çeşitli amaçlara yönelmiş kişi birliklerinin gerek Roma
gerek Cermen hukukunda özel hukuk veya kamu hukuku kişi birlikleri ola-
29
rak çok kesin çizgilerle ayrılmış olduğu söylenemez •
1072 Yine özellikle Cermen hukukunda insanlar, bağımsız bireyler olarak
değil, dahil olduğu birliğin bir üyesi olarak kabul edildikleri için, hukuki
alanda da hak ve yükümlülüklere sahip olma açısından birey yerine, kişi
birlikleri ön planda yer almıştır. Bununla beraber Roma ve Cermen hukuk-
larında bugünkü anlamda bir tüzel kişilik kavramının geliştiğinden söz edi-
lemez30.
ı 073 Roma hukukunda tüzel kişi kavramı, Roma hukukunun ilk dönemlerin-
den sonra ortaya çıkmış, fakat bir sistem haline getirilmiş değildir31 • Dola-
yısıyla, ancak Roma hukukunun tarihsel açıdan incelenmesinden sonra,
doktrin tarafından tüzel kişi kavramına ilişkin olarak geliştirilen prensipler,
Roma hukuku tüzel kişilerinin karakteristik özellikleri ile uyumlu hale geti-
rilmiştir32.
Roma hukukunda ilk ortaya çıkan tüzel kişilik Roma devletidir (Roma 1074
kavmi; populus Romanus). Roma devleti, esas itibariyle Roma vatandaşla-
nnın bütününü ifade eder ve bu açıdan üyeleri sürekli değişen nitelikte kişi
birliği olarak tanımlanınıştır33 . Roma devletinin tüzel kişilik açısından
önemi, daha sonra ortaya çıkan diğer tüzel kişiler için model teşkil etmesi-
dir34. Roma devleti dışında Romalılarca bilinen yegane tüzel kişilik olan
dernekler ise, bölgesel örgütlenmeler, sosyal veya dini topluluklar (sodali-
tates) ya da meslek birlikleri (collegia) olarak ortaya çıkmıştır35 . Roma hu-
kukunda derneklerin, ancak izin ile kurulabildikleri İmparatorluk dönemi
hariç, M.Ö. 500 yılından itibaren serbestçe kurulabilmesi mümkündü. An-
cak, devlet, dernekler üzerinde denetim hakkına sahip olması itibariyle be-
lirli derneklerin kurulmasını yasaklayabildiği gibi, kurulmuş derneklerin
sona ermesini de sağlayabiliyordu36 . XII Levha Kanunundan sonra (M.Ö.
450) ise, dernekler, kanuna aykırı olmadığı ölçüde tüzüklerini kendileri
oluşturabiliyordu3 7•
Roma hukukunda farklı isimlerle (collegia, corpora, sodalitates) anılmış 1075
olsa da, tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarının38 bugünkü hukuk sistemle-
rindeki tüzel kişilerin karakteristik özelliklerini taşıdıkları görülmektedir:
Bunlardan birincisi, kişi birliklerinin hak ehliyetine sahip olması, dolayısıy
~a hak sahibi olabilmeleri ve borç altına girebilmeleridir. İkincisi, kendisini
oluşturan kişilerden bağımsız bir örgütlenmeye sahip olmasıdır. Son olarak,
tüzel kişinin borçlarından üyelerinin sorumlu olmamasıdır39 .
1
40) Umıır, 415; Özsunay, 7; Hatemi, Tüzel Kişiler, 53; Akünal, 4; Weber, SPR Il/4, 41;
Honsell/Mayer-Maly/Selb, 80.
41) Weber, SPR II/4, 41-42; Honsell/Mayer-Maly/Se/b, 81; Hausmaninger/Se/b, 142.
42) Bkz. Umur, 415; Akünal, 4; Weber, SPR II/4, 42; karş. Özsıınay, 7.
43) Gutzwiller, SPR II, 431; Weber. SPR 11/4, 42-43; Pedrazzını/Oberholzer, 154.
44) Weber, SPR Il/4, 43.
45) Elbirliği ortaklığında, bireylerin tek tek ortaklığa dahil malvarlığı üzerinde doğrudan
doğruya hakkının bulunmadığı, mülkiyetin tüzel kişiliğe sahip olmayan birliğe, yani or-
takların tamamına ait olduğunun kabul edilmesi, zamanla bu mülkiyet türünün üçüncü
kişilere karşı bağımsızlık kazanmasına ve böylece günümüzün tüzel kişi kavramına ula-
şılmasına yol açtığı hususunda bkz. Özsunay, 7-8; Aküna/, 5; Pedrazzini/Oberho/zer,
155.
46) Weber, SPR Il/4, 43; Gutzwiller, SPR II, 432.
Tarihi Gelişim 225
Tüzel kişilerin niteliğine ilişkin teorilerin, tüzel kişilerin kanun tarafın- 1084
dan düzenlenmesi aşamasında, şüphesiz ki, kanun koyucular üzerinde etkisi
olmuştur. Bu açıdan İsviçre Medeni Kanununda ve dolayısıyla Medeni Ka-
nunumuzda gerçeklik teorisinin yansımalarının bulunduğu söylenebilir55 •
Medeni Kanunda derneklerin kurulması açısından serbest kuruluş sistemi-
nin benimsenmesi (MK m. 57); tüzel kişilerin, insanlara özgü olan hakların
tüzel kişiler tarafından kazanılamaması dışında, hak ehliyetlerinin sınırlan
maması (MK m. 48), tüzel kişilerin fiil ehliyetine sahip olmaları ve fiil eh-
liyetini organları vasıtasıyla kullanmaları (MK m. 49-50) ve organların hu-
kuka aykırı fiillerinden tüzel kişinin sorumlu olması (MK m. 50/0) bu hu-
susta örnek olarak gösterilebilir56 • Bununla beraber, kanun koyucunun tüzel
kişileri düzenlerken yukarıda belirtilen teorilerden birine bağlı kalarak tüzel
kişilere ilişkin prensipleri oluşturduğunu söylemek isabetli sayılmaz 57 • Zira,
kanun koyucular tüzel kişilere ilişkin düzenlemeleri gerçekleştirirken belirli
bir modeli seçip, kanunu bu modele göre oluşturmak yerine, toplumun ihti-
yaçlarını gözönünde tutarak, benimsedikleri hukuk politikasına göre kanuni
düzenlemeleri yapmaktadırlar58 . Bu sebeple, kanunda yer alan prensiplerin
bazen varsayım bazen de gerçeklik teorisinin izlerini taşıması mümkündür.
54) Tuor/Schııyder/Schmid,
125; Pedrazzini/Oberlıo/zer, 197, 277; Riemer, 26; Weber, 48-
49; Özsuııay, 48; Oğuzmaıı/Se/içi/Oktay-Özdemir, 249; Aküna/, 15; Briickner, Nr.
1032.
55) Tııor/Schnyder/Schmid, 126; Weber, 49; Özsunay, 49; Zevkli/er/Acabey/Gökyayla, 583.
Nitekim, Medeni Kanunumuzun kaynağını teşkil eden İsviçre Medeni Kanununu
hazırlayan Eugen Huber'in gerçeklik teorisinin taraftan olduğu bilinmektedir. Bkz.
Tuor/Schnyder/Schınid, 126; Weber, 2.
56) Bkz. Özsunay, 49-50; Oğuzınan/Seliçi/Oktay-Özdeınir, 249; Akünal, 15-16.
57) Bkz. Oğuzmaıı/Se/içi/Oktay-Özdemir, 249; Akiinal, 16.
58) Akünal, 16.
228 Tüzel Kişiler
59) Bkz. Weber, 49-50; Özsunay, 49; Akünal, 16. Bu teori soyutlama teorisi olarak
adlandırılmaktadır. Tuor/Schnyder/Schmid, 125.
60) Weber, 50; Akünal, 14.
4. TÜZEL KİŞİLERİN ÇEŞİTLERİ
Tüzel kişiler, kuruluşları, çalışma esasları ve sona ermeleri açısından 1085
kamu hukuku veya özel hukuk prensiplerine tabi olmaları dikkate alınarak
kamu hukuku tüzel kişileri ve özel hukuk tüzel kişileri olarak ayrılmaktadır.
Bu ayınında her iki gruba da dahil olduğu söylenebilecek kamu iktisadi te-
şebbüslerini de ayrıca incelemek gerekir.
Kamu hukuku tüzel kişileri kamu gücüne sahip olarak kamu görevlerini 1086
yerine getiren tüzel kişilerdir 61 • MK m. 55 hükmü kamu tüzel kişilerini
Medeni Kanununun kapsamı dışında tutmuş, bunların kamu hukuku kural-
larına tabi olduğunu belirtmiştir.
Kamu hukuku tüzel kişileri bir kamu hukuku işlemi ile kurulabilir. Ni- 1087
tekim, AY m. 123/f.3 uyarınca "Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya
kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur". Kamu tüzel kişileri-
nin kanunla ya da kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanarak idari işlemle
kurulabileceğinin öngörülmesi, AY m.123/f. l hükmünde "İdare"nin kunı-
luş ve görevlerinin kanunla düzenleneceği ilkesinin bir sonucudur. Kamu
hukuku tüzel kişilerinin işleyişleri de kamu hukuku esaslarına tabidir ve bu
husustaki esaslar da yine kanunla düzenlenir.
Yürürlükteki hukukumuzda kamu hukuku tüzel kişileri iki tip altında 1088
düzenlenmiştir: kamu idareleri ve kamu kurumları.
Kamu idareleri, kamu hizmeti görmek üzere kurulan kamu hukuku tü- 1089
zel kişileridir. Anayasa' da kamu hizmeti gören kamu idareleri, yerel yerin-
den yönetim örgütleri "mahalli idareler" olarak belirtilmiştir. AY m. 127
hükmünde, "Mahalli idareler, il, belediye veya köy halkının mahalli müşte-
rek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve ka-
rar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek
61) Kamu hukuku tüzel kişilerinin kamu gücünü kullanması, kamu hukuku alanındaki iş
lemlere ilişkindir. Örnek olarak kamulaştırma işlemi böyledir. Kamu hukuku tüzel kişi
lerinin diğer kişilerle özel hukuk ilişkisine girmeleri halinde kamu gücünün kullanılma-
'- sı söz konusu olmaz. Özel hukuk ilişkisinde kamu hukuku tüzel kişileri de diğer kişiler
_ile eşit durumdadır. Bir kamu hukuku tüzel kişisinin akdettiği kira sözleşmesi bakımın
dan dunım böyledir.
230 Tüzel Kişiler
65
bu niteliktedir •
1091 AY m. 130/f.2 uyarınca kanunda gösterilen usul ve esaslara göre ka-
zanç paylaşma amacına yönelik olmamak şartıyla vakıflar tarafından, dev-
letin gözetim ve denetimine tabi olarak kurulan yüksek öğretim kurumları
da, vakıf tüzel kişiliğinin dışında, tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır (2547
sayılı Yüksek Öğretim K. ek m. 6). Bunlar, mali ve idari konular dışında
akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönle-
rinden devlet eliyle kurulan yüksek öğretim kurumları için Anayasa'da be-
lirtilen hükümlere tabi oldukları için (AY m. 130/f.son), kamu tüzel kişiliği
niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.
clausus) söz konusu olduğu için, hukuki işlemle sadece kanunun öngördüğü
tipte tüzel kişiler kurulabilir. Kanun tarafından öngörülmedikçe, herhangi
bir kişi veya mal topluluğuna hukuki işlemle tüzel kişilik kazandırmak
' _!!lümkün değildir70 •
Yürürlükteki hukukumuzda özel hukuk tüzel kişileri; Dernekler (MK 1094
m. 56 vd; Dem. K.m.2/a); Vakıflar (MK m.101 vd., Vakıflar K. m. 4); Ti-
caret Şirketleri (TTK m. 124 vd); Sendikalar (Sendikalar K) ve Siyasal Par-
tilerdir (Siyasal Partiler K.).
1095 Anılan özel hukuk tüzel kişilerinin yapıları itibariyle ve izledikleri
amaca göre ayrıma tabi tutulmaları mümkündür.
1096 Özel hukuk tüzel kişileri yapıları itibariyle "kişi toplulukları" ve "mal
toplulukları" olarak sınıflandırılır. Kişi topluluğu niteliğindeki tüzel kişiler,
dernekler, ticaret şirketleri, sendikalar ve siyasal partilerdir. Vakıflar ise
mal topluluğu niteliği taşıyan tüzel kişilerdir.
1097 Özel hukuk tüzel kişilerinin izledikleri amaca göre sınıflandırılması, bu
tüzel kişilerin tabi oldukları kuralların belirlenmesi açısından önem taşir71 •
1098 Kazanç paylaşma amacına yönelmiş ya da ekonomik amaç güden tüzel "'
kişiler, ticaret şirketleridir (ticaret ortaklıkları). TTK, tüzel kişiliğe sahip ti-
caret şirketi olarak kollektif, komandit, anonim ve limited şirketi ve koope-
ratifleri saymaktadır (TTK m. 124). Ticaret şirketleri Türk Ticaret Kanu-
nu'nun m.124-644 hükümleri arasında düzenlenmiştir. Kooperatifler ise,
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu 72 hükümlerine tabidirler. Kooperatifler
amaçları itibariyle, kazanç paylaşma amacı güden ticaret şirketlerinden
farklılık taşırlar. Her ne kadar TTK m. 124 hükmünde, kooperatifler de ti-
caret şirketi olarak belirtilmişse de 73 , Kooperatifler Kanunum. 1 hükmünde
kooperatiflerin amacı " .... ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve
özellikle meslek ve geçimlerine ait ihtiyaçlarını karşılıklı yardım, dayanış
ma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak" tarzında ifade edilmiştir. Bu ta-
nıma göre, kooperatifler dar anlamda kazanç paylaşmanın ötesinde ekono-
mik amaç güden tüzel kişiler olarak adlandırılabilir74 • Avukatlık K. m. 44
"aynı baroya kayıtlı birden çok avukatın bu Kanuna göre mesleklerini yü-
rütmek için oluşturdukları" avukatlık ortaklığına tüzel kişilik tanımıştır.
Ancak avukatlık ortaklığı ticaret şirketi sayılamaz. Zira avukatlık ortaklığı-
nı oluşturan avukatların faaliyetleri mesleki faaliyet niteliğinde olduğun-
71) Köprülü Bülent, Medeni Hukuk, Genel Prensipler, Kişinin Hukuku (Gerçek Kişiler
Tüzel Kişiler), 2. Bası, İstanbul 1984, 401; Akünal, 8.
72) RG. 10.5.1969, sayı: 13195.
73) 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu döneminde, Kooperatifler Kanununun yürürlüğe gir-
mesinden sonra, kooperatiflerin ticaret ortaklığı niteliği taşıyıp taşımadığı tartışmalıydı:
Bkz. Poroy/Tekinalp/Çamoğlu, Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, 12. Bası, İstanbul
2010, Nr. 25; Nr. 1745. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun yürürlüğe girmesinden
sonra da aynı tartışma varlığını korumaktadır.
74) Hatemi, Kişiler Hukuku, Nr. 8. Kooperatiflerin amacı, genel olarak kooperatif üyelerinin
"ekonomilerinin geliştirilmesi" olarak da ifade edilmektedir. Bkz. Po-
roy/Tekinalp/Çamoğlu, Nr. l 745.
Tüzel Kişilerin Hukuki Niteliği 233
75) Bkz. Ansay, Tuğrul, Avukatlık Ortaklığı-Yeni Bir Ortaklık Türü Mü? Prof. Dr. Turgut
Kalpsüz'e 70. Yaş Armağanı, Ankara 2003, s. 129 vd.
76) RG. 22.11.2004, sayı: 25649.
77) Eski MK ın. 52/f. 2, ekonomik amaç izleyen derneklere ticaret şirketleri hakkındaki ku-
ralların uygulanacağını açıkça öngörmüştü.
78) Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar, Türk Medeni Kanunu-
nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında K. m. 23 ile yürürlükten kaldırılan Tatbi-
kat K. m. 8'in Medeni Kanun'un yürürlüğe girişind,m önce kurulan vakıflar hakkında
aynca bir Tatbikat Kanunu çıkarılacağını, Medeni Kanun'un yürürlüğe girişinden sonra
kurulacak vakıfların ise, Medeni Kanun'a tabi olduğunu belirten hükmü uyarınca çıkarı
lan 5.6.1935 tarihli 2762 sayılı Vakıflar Kanunu (RG. 13.6.1935, sayı 3027) hükümleri-
ne tabi olmuştu. Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında K.
m. 8'de yer alan ..Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş bu-
lunan vakıflar hakkında yürürlükte olan özel hükümler saklı kalmaya devam eder"
hükmü uyarınca bu hukuki durum varlığını korumaktaydı. Bununla beraber 27.2.2008
tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu, Me-
deni Kanunun yürürlüğe ginnesinden önce kurulan vakıfları yeniden düzenlemiştir.
5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 3. maddesi uyarınca "mazbut vakıf' olarak adlandırı
lan vakıfların yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne geçmiş ve bu vakıflar ayn ayn tü-
zel kişiliklerini kaybederek, ..mazbut vakıflar tüzel kişiliği" içerisinde erimişlerdir. Yü-
rürlükten kalkan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu döneminde de geçerli olan bu esaslara gö-
re, özel hukuk tüzel kişisi niteliğinde olmasına rağmen, örgütü ve organları bulunmayan
234 Tüzel Kişiler
mazbut vakıflar tüzel kişiliği, bir kamu hukuku tüzel kişisi olan Vakıflar Genel Müdilr-
lüğü'nün yönetimi altındadır. Yine 5737 sayılı Vakıflar Kanunum. 3 uyarınca "mülhak '\
vakıflar"
olarak adlandırılan vakıflar ise, ayrı tüzel kişiliklerini korumakta (m. 23) ve
bunların
yönetimi de kendi yöneticileri ("mütevelli"leri) tarafından gerçekleştirilmekte
dir. Ancak yöneticiler Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün kontrolü altındadır. Bunu idari
vesayet olarak nitelendirmek mümkündür. Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz. Hatemi.
Tüzel Kişiler, 441 vd., 687 vd.; Hatemi, Kişiler Hukuku, Nr. 29 vd.
79) Bkz. Şahlanan, Sendikalar Hukuku, İstanbul 1995, 4, 7.
80) Teziç Erdoğan, Anayasa Hukuku, 2. Bası, İstanbul 1991, 309.
81) Bkz. Teziç, 317-318.
Tüzel Kişilerin Hukuki Niteliği 235
233 sayılıKHK, kamu iktisadi teşebbüsü kavramını, iktisadi devlet te- ı 107
şekkülleri ile kamu iktisadi kuruluşlarını kapsayacak şekilde kullanmakta-
dır (m. 2). KHK m. 2'ye göre, iktisadi devlet teşekkülü, sermayesinin ta-
mamı devlete ait, ekonomik alanda ticari esaslara göre faaliyet göstennek
üzere kurulan kamu iktisadi teşebbüslerini; kamu iktisadi kuruluşu ise,
sennayesinin tamamı devlete ait olup, tekel niteliğindeki mal ve hizmetleri
karım yararı gözeterek üretmek ve pazarlamak üzere kurulan ve gördüğü bu
kamu hizmeti dolayısıyla ürettiği mal ve hizmetler imtiyaz sayılan kamu ik-
tisadi teşebbüslerini ifade eder.
Her ne kadar, KHK m. 4, iktisadi devlet teşekküllerinin ve kamu iktisa- 1108
di kuruluşlarının, kanun hükmünde kararnamede saklı tutulanlar dışında
özel hukuk hükümlerine tabi olduklarını öngörmüş ise de, bunların anonim
şirket olarak kurulan ve özel hukuk tüzel kişisi niteliğinde olduklarında te-
reddüt edilmeyen bağlı kuruluşları ve iştirakleri bir yana bırakılırsa, kanaa-
timce kamu iktisadi teşebbüslerinin hukuki niteliği 233 sayılı KHK'den
sonra da tartışmahdır 84 .
Karım iktisadi teşebbüslerinin ekonomik alanda faaliyet göstermek üze- ı 109
re kurulmalarından ve bu faaliyetlerinde özerk olmalarından hareket eden-
ler, kamu iktisadi teşebbüslerinin özel hukuk tüzel kişisi olduğunu kabul
etmektedir. Nitekim, 233 sayılı KHK m. 4'de, saklı tutulanlar dışında, te-
şebbüslerin, özel hukuk hükümlerine tabi olduklarının belirtilmesi, sorum-
luluklarının sermayeleri ile sınırlı oluşu, ayrıca Genel Muhasebe Kanunu,
Devlet İhale Kanunu hükümlerine ve Sayıştay denetimine tabi tutulmama-
85) KHK m. 6 teşebbüslerin yöneticilerinin ilgili bakanın teklifi ile atanabilmelerini öngör-
mektedir~
86) Teşebbüsler, KHK m. 39 uyarınca Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu'nun mali,
idari ve teknik denetimine tabi olduklan gibi, m.40 uyannca daha sınırlı olarak ilgili ba-
kanlığın gözetim ve denetimine tabidirler.
87) Bu konudaki tartışmalar için bkz. Özsunay, 40; Hatemi, Tüzel Kişiler, 78 vd. Anayasa
Mahkemesinin 22.12.1994 tarihli, 70/65-2 sayılı Kararında (RG 28.1.1995, 22185) şu
ifadelere yer verilmiştir: Anayasa'nın 123. maddesinin üçüncü fıkrasında, kamu tüzel
kişiliğinin ancak yasayla ya da yasanın açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulabilmesi
öngörülmüştür. Telekomünikasyon hizmetlerini kamu tekeli olarak yürütmekle görevli
Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi'de 4000 sayılı Yasa'nın 1. maddesiyle kurul-
muş bir kamu tüzelkişisidir. Anayasa'da ve yasalarda kamu tüzel kişiliğine birçok alan-
da sıfatına özgü hukuksal durumlar verilmekte; üstün, sınırlı ve kısıtlı yetkiler, haklar
olanaklar sağlanmakta; bağışıklık ve aynklık tanınmakta, görevler yüklenmektedir. Ay-
nca, kamu tüzel kişileri, nitelikleri ve özellikleriyle bağdaştığı ölçüde, özel hukuk tüzel
kişilerinin özel hukuk hükümlerine göre sahip olduğu hakları kullanabilecekleri gibi
borçları da yüklenebilirler. Ancak, özel hukuk kurallarına bağlı olsalar da kamu tüzelki-
şilerinin asıl hukuksal rejimi kamusal mevzuat kurallan ile İdare Hukuku kurallarıdır.
Öte yandan, 1. maddede 233sayılı KHK'ye bağlı olduğu belirtildiğine göre Türk Tele-
komünikasyon Anonim Şirketi bir kamu iktisadı teşebbüsüdür. Kamu iktisadı teşebbüs
leri, 233 sayılı KHK'nin 4. maddesinde de öngörüldüğü gibi, ticarı esaslara, yani özel
hukuk hükümlerine göre faaliyette bulunan ve kamu yararı amacıyla çalışan kamu tü-
zelkişileridir. Kamu iktisadı teşebbüsleri, özel teşebbüsler gibi karlılık ve verimlilik an-
layışı içinde çalışmak durumunda olduklanndan, dış ilişkilerinde ticarı ilke ve yöntem-
lere göre başka bir anlatımla özel hukuk kurallarına göre davranmak zorundadırlar.
Kamu iktisadı teşebbüsünün özel hukuk kurallanna bağlı olarak faaliyette bulunması
onun kamusal niteliğini değiştirmez. Çünkü, kamu idareleri ve idarı kamu kurumları da
gerektiğinde özel hukuk kurallan uyannca işlem yapabilmektedir. Kamu iktisadı teşeb
büsleri içyapı ve ilişkileri yönünden kendi yasaları ile idare hukuku kurallarına bağlıdır
lar.
88) Bkz. Özsımay, 40. Aynca bkz. Hatemi, Tüzel Kişiler, 82.
5. TÜZEL KİŞİLERİN KURULUŞUNA İLİŞKİN TEMEL
İLKELER
'\ Serbest kuruluş sistemi, kuruluş sistemleri içinde en liberal sistem ola- 1113
--rak ortaya çıkmaktadır. Devletin tüzel kişilik kazanılması hususunda mü-
dahalesinin olmaması, kişilerin, arzu ettikleri amaçları gerçekleştirmek için
tüzel :kişi oluşturma açısından geniş bir özgürlük ortamı yaratmakta, dolayı-
Kamu hukuku tüzel kişilerinin kuruluşunda izin sistemi geçerlidir97 • Ni- 1117
tekim AY m. 123/f.3 hükmü, kamu hukuku tüzel kişilerinin ancak kanunla
veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulabileceğini öngör-
müştür.
97) Akiinal, 21. İsviçre hukukunda da durum böyledir. Bkz. Weber, SPR IV4, 91.
98) Eski Medeni Kanunumuzun 53. maddesi de derneklerin tüzüklerinde demek kurma ira-
desini açıklamakla tüzel kişilik kazanacaklarını öngörmüştü. Yine eski MK m. 45 hük•
münde özel hukuk tüzel kişilerinin bir sicile kayıt ile tüzel kişilik kazanacağının ifade
edilmesi ve dernekler hakkında bir istisna içermemesi, eski MK m. 45 hükmünü karşı
layan isv. MK m. 52'nin 2. fıkrasının dernekleri sicile kayıt ile tüzel kişilik kazanılaca
ğına ilişkin ilkeden istisna tutan düzenlemesinin, eski Medeni Kanunumuza alınmama
sından kaynaklanmakta idi. Doktrin, eski MK rn. 45 hükmünün de İsv. MK m. 52 hük-
mündeki gibi anlaşılarak derneklerin sicile kayıt ile tüzel kişilik kazanılacağı ilkesinden
istisna olduğunu kabul etmekteydi. Bkz. Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, Kişiler Huku-
ku, (Gerçek ve Tüzel Kişiler), 6. Baskı, İstanbul, 1999, 173-174.
99) 5253 sayılı Kanundan önce derneklere ilişkin esasları düzenleyen 2908 ve 1630 sayılı
Dernekler Kanunları da serbest kuruluş sistemini benimsemişti. Ancak daha önce 1325
( 1909) tarihli Cemiyetler Kanunu ile 1938 tarihli Cemiyetler Kanunu 'nun derneklerin
kuruluşu hakkında hangi sistemi benimsediği hususundaki tartışmalar için bkz. Özsu-
Nay, 53; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 6. baskı, 192; Aküna/, 21.
240 Tüzel Kişiler
100) Eski 2908 sayılı Dem. K. m. 15 İçişleri Bakanlığınca Dernekler Daire Başkanlığında
ve illerde Valilikler bünyesinde derneklerin kaydolunacağı bir "Dernekler Kütüğü" ktı
rulmasını öngörmüştü. Ancak Derneğin tüzel kişilik kazanması derneğin kütüğe kay-
dedilmesine bağlı değildi. Dernekler kütüğünün amacı, derneklerin denetimini kolay-
laştırmaktı. Yeni Dernekler Kanununun 38. maddesinde, 3152 sayılı Kanunda değişik
lik yapılarak, derneklerin kaydedileceği dernekler kütüğünün şekli düzenleme ve kayıt
esaslan yönetmelikle düzenlenir hükmüne yer verilmiştir. Dernekler Yönetmeliği 'nin
(RG. 31.3.2005) 85 ve devamı maddelerinde de bu hususa ilişkin düzenlemeler yer
almıştır.
Kuruluşu 241
5.3.2. Kuruluş aşamasında amacın hukuka veya ahlaka aykırı olmasının özel-
liği
103a) Ancak Anonim ve Limited Şirketlerin Sermayelerinin Yeni Asgari Tutarlara Yüksel-
tilmelerine ve Kuruluşu ve Esas Sözleşme Değişikliği ile İzne Tabi Anonim Şirketle
rin Belirlenmesine İlişkin Tebliğin (R.G. 15.11.2012, 28468) 5. maddesini_n, kurulu-
şu ve esas sözleşme değişikliği Ticaret Bakanlığının iznine tabi olan şirketleri belirle-
diğine işaret etmek gerekir.
\
Kuruluşu 243
kuka aykırı olması, tüzel kişinin amacının emredici hukuk kurallarına, ka-
mu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olmasını ifade eder 105 • Şüphesiz ki,
tüzel kişinin amacının hukuka aykırı olup olmadığının belirlenmesinde, tü-
zel kişinin ana statüsünün (dernek tüzüğü; vakıf senedi; ortaklık sözleşmesi
vb.) içeriği esas alınır. Amacın hukuka aykırılığı belirlenirken tüzel kişinin
amacına yönelik olarak gerçekleştireceği somut çalışma biçimleri ve faali-
yetlerinin de gözönünde tutulması gerekir 106 • Amaca ulaşmak için başvuru
lacak araçların hukuka veya ahlaka aykırı olması da tüzel kişiliğin kazanıl
masına engel olur •
107
Ahlaka aykırılık, tüzel kişinin amacının toplumda yerleşmiş ahlaki ku- 1129
rallara, diğer bir deyişle, genel ahlaka (adaba) aykırı olmasını ifade eder 108 •
MK m. 47/f.2 hükmünde açıkça anılmış olmasa da, kuruluş aşamasında 1130
amacı objektif olarak imkansız olan kişi ve mal topluluklarının da tüzel ki-
şilik kazanması mümkün değildir (BK m. 27 kıyasen) 109 .
Eğer tüzel kişinin amacının hukuka veya genel ahlaka aykırılığı ya da 1131
objektif olarak imkansızlığı, tüzel kişinin ana statüsünde tanımlanan amaç
hükümlerinin veya bunları gerçekleştirmek için başvurulacak çalışma bi-
çimlerinden, araçlardan birinin ya da bazılarının hukuka veya genel ahlaka
aykırılığı ya da objektif olarak imkansızlığı tarzında ortaya çıkıyorsa, kısmi
hükümsüzlük söz konusu olur 110 . Geçersiz olanların dışında geriye kalan
hükümler, tüzel kişinin ana statüsünün kanunun aradığı asgari içeriğini
oluşturabiliyorsa, tüzel kişilik, bu hükümler olmaksızın kazanılmış olur. Bu
durumda sadece bu hükümler geçersiz sayılacaktır.
MK m. 47/f2 uyarınca tüzel kişiliğin kazanılamadığı hallerde, tüzel ki- 1132
şi kurulmasına ilişkin işlem baştan itibaren geçersiz olduğu ve tüzel kişi bir
an için dahi hak ehliyetine sahip olamadığı için, tüzel kişiliğin kazanılama
dığı olgusu ancak bir tespit davasına konu olabilir • Ancak her ne kadar
111
1133 TTK m. 214 hükmünde 113 açıkça öngörüldüğü üzere, kişi toplulukları,
tüzel kişilik kazanılamadığı hallerde adi ortaklık (BK m. 620 vd) niteliğin
de sayılacaklardır. Bunun en önemli pratik sonuçlarından biri, topluluğu
oluşturan kişilerin üçüncü kişilerle giriştikleri hukuki ilişkilerden doğan
borçlardan kişisel malvarlıkları ile müteselsilen sorumlu olmalarıdır II4 • Ke-
za kendi aralarındaki ilişkiler de adi ortaklık ilişkisinin hükümlerine tabi
olur. Mal toplulukları yani vakıflar açısından ise, bir ayırım yapılmalıdır.
Tek kişi tarafından kurulan vakıflarda, şüphesiz ki, adi ortaklık hükümleri-
nin uygulanması söz konusu olmaz. Bununla birlikte, birden çok kişi tara-
fından kurulan vakıflarda, TTK m. 214 hükmünün kıyasen uygulanması su-
retiyle vakıf kurucuları arasındaki hukuki ilişkinin adi ortaklık olarak nite-
lendirilmesi mümkündür.
111) BGE 112 II 6; BGE 108 II 403; Pedrazzini/Oberholzer, 209; Brückner, Nr. 1047, dn.
23; Riemer, Vereine, Art. 76-79, Nr. 57; Riemer, Juristısche Personen, Art. 52, Nr. 29;
Weber, SPR IV4, 99.
112) Weber, SPR ll/4, 100; Bn'ickner, Nr. 1160.
113) Eski MK m 55 hükmünde de aynı prensip yer almakta idi. Yeni Medeni Kanunda bu
yönde bir hüküm bulunmamakta ise de, bu durum varılacak sonuç açısından bir farklı
lık yaratmamaktadır.
114) Riemer, Art. 60, Nr. 19; Brückner, Nr. 1040; Serozan, 62; Poroy/Tekinalp/Çamoğlu,
Nr. 19.
6. TÜZEL KİŞİLERİN HAK EHLİYETİ
115) Bu konudaki açıklamalar için bkz. Riemer, Juristische Personen, Art. 53, Nr. 2 vd.;
Weber, SPR II/4, 117; Özsunay, 61 vd.; Hatemi, Kişiler Hukuku,§ 13, Nr. 5 vd.; Akü-
nal, 26-27; Oğıızmaıı/Seliçi/Oktay-Özdemir, 262 vd.; Brückner, Nr. 1058 vd.
116) Özsunay, 69; Aküııal, 31.
117) Hukukumuzda vakıf niteliğinde olan mülhak cemaat varlıklarının taşınmaz edinmesi
açısından hak ehliyetlerinin sınırlı olup olmadığı tartışma konusu olmuştu.
3.8.2002 tarihli, 4771 sayılı Kanun ve 2.1.2003 tarihli, 4778 sayılı Kanun ile 5.6.1935
tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 1. maddesinin sonuna eklenen fıkralar ile
sorun çözümlenmek istenmişti. Eklenen fıkralar şöyleydi: "Cemaat vakıfları, vakfiye-
246 Tüzel Kişiler
!eri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dini, hayrı,
sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz
mal edinebilirler ve taşınmaz mallan üzerinde tasarrufta bulunabilirler. Bu vakıfların
dini, hayrı, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere,
her ne suretle olursa olsun, tasarrufları altında bulunduğu vergi kayıtlan, kira sözleş
meleri ve diğer belgelerle belirlenen taşınmaz mallar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği ta-
rihten itibaren altı ay içinde başvurulması halinde vakıf adına tescil olunur. Cemaat
vakıfları adına bağışlanan veya vasiyet olunan taşınmaz mallar da bu madde hükümle-
rine tabidir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Vakıflar Genel Müdür-
lüğünün bağlı bulunduğu Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." Bu hususta
çıkarılan Yönetmelik 24.1.2003 tarihli, 25003 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.
2762 sayılı Vakıflar Kanununu yürürlükten kaldıran 5737 sayılı Vakıflar Kanunu ise,
cemaat vakıflarını da Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan Vakıflar ve Me-
deni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar ile taşınmaz edinmesi yö-
nünden aynı statüde düzenlemiştir (Vakıflar K. m. 12). Dolayısıyla yürürlükteki huku-
kumuz açısından cemaat vakıflarının taşınmaz edinmeleri açısından herhangi bir sınır
lama bulunmamaktadır. Yine, 27.08.2011 tarihli, 28038 sayılı Resmi Gazete'de yayın
lanmış olan 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 17. maddesi ile 5737 sayılı
Vakıflar Kanunu'na aşağıdaki gibi bir ek yapılmıştır:
"Geçici Madde 11- Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,
b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki ne-
denlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı ta-
şınmazları,
c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlık
ları
ve çeşmeleri,
tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe gir-
diği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kara-
rından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.
Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği
veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük
adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye
Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetınelikle düzenlenir."
118) Ancak MK m. 427 (eski MK m. 377) hükmü saklı tutulmaktadır. Bkz. Egger, Art. 53,
Nr. 8; Riemer, Juristische Personen, Art. 53, Nr. 63; Weber, SPR II/4, 125; Özsıınay,
68.
119) Hukukumuzda sadece devlet tüzel kişiliğinin kanuni mirasçılığı söz konusudur. MK m.
501 hükmüne göre, mirasçısı bulunmayan kişinin mirası devlete (hazineye) intikal
Hak Ehliyeti 247
Tüzel kişilerin ancak gerçek kişilerin taraf olabileceği hukuki işlemleri ı 138
yapma imkanları yoktur. Örneğin ölüme bağlı tasarruf (vasiyetname ve mi-
ras sözleşmesi) yapamazlar 121 • Hizmet sözleşmesinde işveren olmaları
mümkün ise de, işçi olmalarından söz edilemez. Yine tüzel kişiler işin nite-
liği gereği bazı hukuki ilişkilerde borçlu sıfatını taşıyabilmelerine karşın,
"-alacaklı sıfatına sahip olamazlar. Kaydı hayatla irad ve ölünceye kadar
bakma sözleşmesi (BK m. 607 vd) açısından durum böyledir. Tüzel kişiler
sadece gerçek kişiler lehine kurulabilecek sınırlı ayni hakları da iktisap
edemezler. Örneğin, hak sahibine bir binanın tümünde veya bir bölümünde
oturma yetkisi veren sükna hakkının (MK m. 823) 122 , hak sahibinin kişisel
ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olması nedeniyle tüzel kişiler lehine
kurulamayacağı kabul edilmektedir 123 .
Tüzel kişilerin yapıları gereği vücut bütünlüğünün ihlali sebebiyle 1139
maddi veya manevi tazminat talep etmeleri (BK m. 54; m. 56) 124 ve BK m.
eder. MK m. 501 hükmü, devlet tüzel kişiliğini son mirasçı olarak öngörmüştür. Bu
sebeple devletin ölenin malvarlığında hak sahipliği mirasçılık sıfatına dayanır. Devle-
tin hükümranlık hakkı dolayısıyla sahipsiz bir terekeye el koyması söz konusu değildir.
Bkz. Kocayusufpaşaoğlu, Miras Hukuku, 2. Bası, İstanbul 1978, 118; Oğuzman, Miras
Hukuku, 6. Bası, İstanbul 1995, 92; Dural/Öz, Miras Hukuku, 6. Bası, İstanbul 2012,
46-47. Diğer kanuni mirasçılardan farklı olarak devletin mirasçılığının özelliği, külli
halef sıfatına sahip olmasına rağmen, tereke borçlarından sadece kendisine intikal eden
mallar ile sınırlı olarak sorumlu olmasıdır (MK m. 631/f. 2).
120) Bkz. Egger, Art. 53, Nr. 8; Riemer, Juristische Personen, Art. 53, Nr. 63; Weber, SPR
II/4, 121; Özsuııay, 64, 68; Hatemi, Kişiler Hukuku,§ 13, Nr. 6; Aküııa/, 26, dn. l;
Oğuzmaıı/Se/içi/Oktay-Özdemir, 263.
121) Ancak ölüme bağlı tasarrufla tüzel kişilere kazandırmada bulunulması, yani tüzel kişi
lerin mirasçı nasbedilmesi veya vasiyet alacaklısı olmaları mümkündür. Bkz. Riemer,
Juristische Personen, Art. 53, Nr. 96; Pedrazziııi/Oberholzer, 212; Weber, SPR II/4,
125; Özsuııay, 67; Akünal, 29; Hatemi, Kişiler Hukuku, § 13, Nr. 6.; Briickııer, Nr.
1061. Yarg. 2. HD., 1.7.1993, 6209/677l'de yer alan "Vakıfların vasiyet ile mal edi-
nebilmeleri için, vakıf senedinde ve derneklerinde tüzüklerinde açık hüküm bulunması
gerekir" ifadesi isabetli değildir (YKD., 1994/1, s. 29-30).
122) Yeni MK m. 823 hükmünde "sükna hakkı" yerine "oturma hakkı" terimi kullanılmış
ise de, hakkın içeriğini daha iyi ifade etmesi açısından ve yerleşmiş olan sükna terimi-
nin kullanılmasını daha isabetli buluyorum.
123) Oğuzmaıı/Se/içi/Oktay-Özdemir, Eşya Hukuku, İstanbul 2012, 852; Riemer, Juristische
Personen, Art. 53, Nr. 65; Weber, SPR II/4, 125; Aküııal, 28.
124) Bir gerçek kişinin ölümü halinde BK m. 56 kapsamında tüzel kişinin manevi tazminat ta-
lep etmesi söz konusu olmaz. Buna karşılık, bir gerçek kişinin ölümü halinde BK m.
53/b. l çerçevesinde tüzel kişinin maddi tazminat talep etmesi mümkün olabilir. Gerçek-
ten ölüm halinde, ölümün hemen gerçekleşmediği süreçte yapılan masraftan talep etme
hakkı mirasçılara intikal ettiği için, kanuni mirasçı olarak devlet veya mansup mirasçı
olan herhangi bir tüzel kişi yapılan masrafların tazminini talep edebilir. Aynı sonuç, defin
masraftan açısından da geçerlidir. Zira defin masraftan terekeden ödenmişse, mirasçı
olan tüzel kişinin, defin masrafları terekeden ödenmemişse masrafı yapan tüzel kişinin
248 Tüzel Kişiler
tanınmış intifa hakkı hak sahibinin ölümü ile, hak sahibi tüzel kişi ise tüzel
kişinin infisahı ile sona erer (MK m. 797). Kanun koyucu, gerçek kişilerin
yaşam sürelerinin sınırlı olması sebebi ile gerçek kişiler lehine tanınmış in-
yaptığı masraflar için tazminat talep etmesi mümkündür. Bu hususta bkz. Oğuzman/Öz,
Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt 2, 11. bası, İstanbul 20 I 2, 99.
125) Bu hususta bkz. 4.6.
126) Kavram için bkz. Oğuzman, Temel Kavramlar, 83.
Hak Ehliyeti 249
tifa haklarının
süresinin kendiliğinden sınırlanmasına paralel olarak, tüzel
kişilerlehine tanınmış intifa haklarının süresini sınırlamış ve bu hakların
ancak yüz yıl için kurulabilmesine olanak tanımıştır (MK m. 797 /f.2).
Tüzel kişilerin kişilik hakkının ihlal edilmesi halinde manevi tazminat 1144
talep edip edemeyecekleri sorununun üzerinde ayrıca durulmalıdır. Tüzel
kişilerin de kişilik hakkına sahip olduğu ve yukarıda belirtildiği üzere yapı-
ları gereği tüzel kişiler açısından söz konusu olamayacak yaşamın ve vücut
bütünlüğünün korunmasına yönelik talepler bir yana bırakılırsa, tüzel kişi-
lerin de kişilik hakkını koruyan davalardan faydalanabileceği genellikle ka-
bul edilmektedir 127 • Bu kapsamda, tüzel kişiler, kişilik hakkına dahil değer
lerinden adına, gizlilik alanına, şeref ve haysiyetlerine gerçekleşen hukuka
aykırı saldırılara karşı, şartları gerçekleştiği ölçüde MK m. 25 hükmünde
öngörülen tecavüze son verilmesi davasını, tecavüz tehlikesinin önlenmesi
davasını, tecavüzün hukuka aykırılığının tespiti davasını ve maddi tazminat
davasını açabileceklerdir • Tüzel kişilerin, kişilik hakkına hukuka aykırı
128
Bir görüşe göre, psikolojik varlığından, ruhsal dengesinden söz edile- 1145
meyen tüzel kişilerin, kişilik hakkının ihlali yüzünden üzüntü duymalarının,
yaşam sevincinin azalmasının söz konusu olmayacağı için manevi zarara
uğramaları, dolayısıyla manevi tazminat talep etmeleri mümkün değildir.
Bu görüş çerçevesinde, tüzel kişiler kişilik hakkını, ancak MK m. 25'te ön-
görülen diğer davalar ile koruyabileceklerdir 130 • Buna karşılık baskın fikir,
127) Bkz. Egger, Art. 53, Nr. 9 vd; Riemer, Juristische Personen, Art. 53, Nr. 14; Weber,
SPR 11/4, 124; Özsımay, 68-69; Akünal, 29; Hatemi, Kişiler Hukuku,§ 13, Nr. 7. BGE
97 II 97; kararın çevirisi için bkz. Ulusan, Bir Derneğin Kişilik Haklarının Zedelenme-
si ile İlgili 3 Haziran 1971 Tarihli İsviçre Federal Mahkemesi Karan, Mukayeseli
Hukuk Araştırmaları Dergisi, 1973, sayı 10, s. 209 vd. Doruk Gönen, Tüzel Kişilerde
Kişilik Hakkı ve Korunması, İstanbul 2011, 148 vd.
128) Basın ya da radyo veya televizyon yayınlan ile gerçekleşen kişilik hakkı ihlallerinde
AY m. 32'de teminat altına alınan düzeltme ve cevap hakkının da tüzel kişiler tarafın
dan kullanılması mümkündür. Bu hakkın kullanılması ile ilgili olarak bkz. Basın K. m.
14; Türkiye Radyo-Televizyon K. m. 27, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuru-
luş ve Yayın Hizmetleri Hakkında K. (RG. 3.3.2011, sayı: 27863). (m. 18).
129) Çeşitli görüşler için bkz. Kocayusııfpaşaoğlıı, Kişilik Hakkını Koruyan Manevi Tazmi-
nat Davasına İlişkin Yeni Gelişmeler, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler, 1.
Sempozyum, 149-150.
130) Kılıç·oğlıı, Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldınlardan Hukuksal
Sorumluluk, Ankara 1982, 266 vd; Kılıçoğlu, Tüzel Kişi Manevi Tazminat isteyebilir
mi? DHFD, sayı 1, 292-294; Serozan, Kişilik Hakkının Korunmasıyla İlgili Bazı
Düşünceler, MHAD, 1977, Sayı 14, 93; Ancak Serozan, Manevi Tazminat İstemine
Değişik Bir Yaklaşım, Prof. Dr. Haluk Tandoğan'ın Hatırasına Armağan, 81 'de
250 Tüzel Kişiler
sadece gerçek kişiler için söz konusu olabilecek kişilik hakkı ihlallerinin
131
dışında, tüzel kişilerin de manevi tazminat talep edebileceği yönündedir .
Kanaatimce de üstün tutulması gereken bu görüş, iki gerekçeye dayandırı
labilir. Bir kere, teorik olarak tüzel kişilerin manevi tazminat talebine daya-
nak bulmak mümkündür. Nitekim tüzel kişiliğin niteliği varsayım teorisine
göre açıklandığında tüzel kişinin organlarını teşkil eden kişilerin duyduğu
elem, acı ve ızdırabın tüzel kişinin elem, acı ve ızdırabı olarak varsaymak
mümkün olabilir. Tüzel kişiliğin niteliği gerçek kişilik teorisine dayandırıl
dığında da organların duyduğu elem ve ızdırap tüzel kişinin ızdırabı olarak
kabul edilebilir 132 . İkinci olarak, tüzel kişinin manevi tazminat talep edebi-
leceğini kabul etmek, amaca da uygundur. Zira, tüzel kişinin manevi taz-
minat talebi yerine, tüzel kişiyi oluşturan kişilerin manevi tazminat talep
edebileceğini savunmak, bir yandan dava sayısının tüzel kişiliğin mensup-
larının sayısı kadar artmasına sebep olabilir, diğer yandan ise, hukuka aykı
rı fiilin tüzel kişinin mi, yoksa tüzel kişinin mensuplarının mı kişilik hakkı
nı ihlal ettiğinin belirlenmesi konusundaki tartışmaları beraberinde geti-
rir133. Bu sebeplerle, kanaatimce de tüzel kişilerin manevi tazminat davası
açması yönündeki görüş daha isabetli sayılmalıdır 134 .
6.5. Tüzel kişilerin hak ehliyetinin amaçları ile sınırlı olup olmadığı so-
runu: Tüzel kişilerde ultra vires ilkesi geçerli midir?
l l46 İlk olarak belirtmek gerekir ki, tüzel kişilik alanında geçerli olan sınırlı
sayı ilkesi gereğince her tüzel kişi MK m. 48 hükmü çerçevesinde kendi tü-
rüne ilişkin olarak hak ehliyetine sahiptir 135 . Dolayısıyla kanunun öngördü-
ğü tüzel kişi tiplerinin, kendi türlerine tamamen yabancı alanlarda faaliyet
göstermeleri söz konusu değildir. Basit bir örnekle ifade etmek gerekir ise,
Medeni Kanunun 48. maddesinin dışında, tüzel kişilerin hak ehliyetinin l 147
amaçlan ile sınırlı olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Yürürlükten kalkan
6762 sayılı TTK m. 137'de yer alan"Ticaret şirketleri ..... şirket mukavele-
sinde yazılı işletme mevzuunun çevresi içinde kalmak şartiyle bütün hakları
iktisap ve borçları iltizam edebilir" hükmü, MK m. 90/f. 1 hükmünde yer
alan "Dernekler, amaçlarını gerçekleştirmek üzere, tüzüklerinde belirtilen
çalışma konuları ve biçimleri doğrultusunda faaliyette bulunurlar" hükmü,
tüzel kişilerin hak ehliyetinin amaçlan ile sınırlı olduğu yönünde yorumla-
nabilecek nitelikte hükümlerdir. Nitekim, bu hükümlere dayanarak bazı ya-
zarlar, tüzel kişilerin hak ehliyetinin tüzel kişinin ana statüsünde belirtilen
amaç ile sınırlı olduğu görüşünü savunmaktadır 136 . Bu görüşün doğal sonu-
cu, tüzel kişinin amacı dışında kalan hukuki işlemlerinin ehliyet dışı (ultra
vires), yani yok hükmünde sayılmasıdır 137 . Şüphesiz ki, bu sonuç tüzel kişi
ile işleme giren üçüncü kişilerin zarar görmesine yol açabilecektir 138 • Buna
karşılık, tüzel kişilerin hak ehliyetinin amacı ile sınırh olmadığını savunan
yazarlar da vardır 139 .
Kanaatimce de, MK m. 48 hükmünün ötesinde hak ehliyetinin sınır- 1148
136) Serozan, Tüzel Kişiler, 33-34; Öztan, Tüzel Kişiler, 29; Zevkliler/Acabey/ Gökyayla, 628.
Özsunay (61-62) medeni hukuk tüzel kişileri için görüş belirtmemektedir. Hatemi (Kişi
ler Hukuku, Nr. 34), tüzel kişilik alanındaki sınırlı sayı ilkesinin tüzel kişilerin hak ehli-
yetini, tüzel kişinin ana statüsündeki amacın ise fiil ehliyetini sınırladığı görüşündedir.
137) Poroy/Tekinalp/Çamoğlu, Nr. 125; Nr. 541; Ülgen, Ticaret Şirketlerinin Ehliyeti, Prof.
Dr. M. Kemal Oğuzman'm Anısma Armağan, İstanbul 2000, 1288.
138) Üçüncü kişilerin korunması hakkında bkz. Serozan, Tüzel Kişiler, 34 vd ..
139) Bu yazarların görüşüne göre, medeni hukuk tüzel kişilerine yönelik olarak yürürlükten
kalkan Dem. K. m. 37 ve 64 hükümlerinden hak ehliyetinin smırlandığı sonucu çıkarı
lamaz. Çünkü, Dem. K. m. 77 hükmü, Dem. K. m. 37 hükmüne ay kın hareket edilme-
si halinde demek yöneticileri için cezai hükümler getiımiş, Dem. K. 64/f.2'de derneğin
iktisap ettiği taşınmazlardan ihtiyacmdan fazla olanlarm demek tarafından paraya çev-
rilmesi öngörülmüştür. Dolayısıyla, anılan hükümler, derneklerin faaliyetleri ile genel
kısıtlayıcı ve yasaklayıcı hükümler olarak nitelendirilmelidir. Zira, bu hükümler ehli-
yeti sınırlayıcı hükümler olarak öngörülseydi, derneğin amaç dışı taşınmaz iktisapları
nın geçersiz olması gerekirdi. Oysa yukarıda belirttiğim gibi, demek Dem. K: m.
64/f. l hükmüne aykırı olarak hareket ederek taşınmazı, ihtiyacının üzerinde olsa dahi
iktisap etmekte, ancak elden çıkarma yükümlülüğü ile karşılaşmaktadır (Dem. K. m.
64/f.2). Bkz. Akünal, 26-27. 5253 sayılı Dernekler K. m. 22'de ise "Dernekler genel
\. kurullarının yetki vermesi üzerine yönetim kurulu kararıyla taşınmaz mal satın alabilir
veya taşınmaz mallarını satabilirler. Dernekler edindikleri taşınmazları, tapuya tesci-
linden itibaren bir ay içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler." hük-
müne yer verilmiştir.
252 Tüzel Kişiler
ı 149 Ticaret ortaklıkları açısından ise, yürürlükten kalkan 6762 sayılı TTK
m. 137 hükmü çerçevesinde ticaret ortaklıklarının ehliyetinin ortaklık söz-
leşmesindeki konu ile sınırlı olduğu kabul edilmekte ve bunun dışındaki iş
lemlerin ortaklığı bağlamayacağı, dolayısıyla yok hükmünde olduğu belir-
tilmekteydi 140. Bununla beraber, doktrinin eğilimi, ortaklık ana statüsünde
belirtilen işletme konusunun mümkün olduğunca geniş yorumlanması ve
yapılan işlemin dolayısıyla da olsa işletme konusuna bağlanabildiği ve or-
taklık yararına olduğu hallerde işlemin geçerli sayılması yönündeydi 141 •
1150 Bununla beraber 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK m.
125/f.2'de yer alan "Ticaret şirketleri, Türk Medeni Kanununun 48 inci
maddesi çerçevesinde bütün haklardan yararlanılabilir ve borçları üstlene-
bilirler" hükmü itibariyle ticaret şirketlerinin hak ehliyetinin amaçları ile
sınırlı olmadığı sonucuna varılacaktır .
142
ı ısı Ancak, her halde özel hukuk tüzel kişileri açısından da tüzel kişinin ana
statüsünde (demek tüzüğü, vakıf senedi, ortaklık sözleşmesi) çizilen çerçe-
venin, tüzel kişinin organlarının yetkisini sınırlayıcı işlevi gözden kaçırıl
mamalıdır. Bu bakımdan yerine göre, organın, yetkisini aşarak yaptığı hu-
kuki işlemler tüzel kişiyi bağlamayabilecektir (Örneğin TTK m. 371). İş
lemin tüzel kişiyi bağlaması için tüzel kişinin organın yaptığı işleme onay
vermesi halinde mümkün olur. Tüzel kişinin fiil ehliyetine ilişkin bu soru-
nun üzerinde aşağıda duracağız.
Tüzel kişiler açısından da fiil ehliyeti, tıpkı gerçek kişilerde olduğu gi- 1152
bi, kişinin kendi fiiliyle hak sahibi olabilmesi ve borç altına girebilmesini
ifade eder.
Tüzel kişilerin 143 fiil ehliyetine sahip olabilmesinin şartları MK m. 49 1153
hükmünde düzenlenmiştir. MK m. 49 hükmü şöyledir: "Tüzel kişiler, ka-
nuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehli-
yetini kazanırlar". Bu hükme göre, tüzel kişiler, fiil ehliyetini kanuna ve
ana statülerine göre zorunlu organlarını oluşturdukları anda kazanacaktır.
"Tüzel kişinin organlarını oluşturması seçim veya atama yoluyla gerçekleşir.
Ş,thalde, kuruluş aşamasını tamamlamakla hak ehliyetine sahip olan tüzel
kişi, henüz zorunlu organlarını oluşturmamışsa fiil ehliyetine, yani kendi fi-
iliyle hak kazanma ve borç altına ginne yeteneğine sahip olamayacaktır 144 •
Ancak belirtmek gerekir ki, tüzel kişilik kazanması hususunda tescil siste-
minin geçerli olduğu tüzel kişilerde, tüzel kişinin tescili için gerekli şartla
rın bulunup bulunmadığını inceleyen makam zorunlu organlara ilişkin ek-
siklikleri gördüğü takdirde tescilden kaçınacağı için zorunlu organlardaki
eksiklik çok kere tüzel kişiliğin, dolayısıyla hak ehliyetinin kazanılamama
sına yol açacaktır 145 .
Tüzel kişilerde hangi organların zorunlu organ niteliği taşıdığı kanun 1154
tarafından belirlenir. Tekrar edelim ki, kanun koyucu, tüzel kişilerin yapıla-
rını dikkate alarak zorunlu organları tüzel kişi tipleri için farklı tarzda dü-
zenlemiştir. Örnek olarak, Medeni Kanunda ve Dernekler Kanununda der-
nekler için genel kurul, yönetim kurulu ve denetleme kurulu zorunlu organ
niteliğinde sayılmıştır. Vakıflarda zorunlu organ yönetim organıdır (MK m.
l 09). Ticaret şirketlerinin zorunlu organları Türk Ticaret Kanununda ortak-
lık türleri için farklı şekilde düzenlenmiştir (örnek olarak bkz. TTK m. 359
143) MK m. 49 hükmü, sadece medeni hukuk t42el kişilerinin (dernekler ve vakıflar) değil,
aynı zamanda ticaret ortaklıklarının fiil ehliyetinin şartlarını da düzenlemektedir. Eg-
ger, Art. 54/55, Nr. 3; Özsunay, 71, dn. 30.
144) Riemer, Juristische Personen, Art. 54/55, Nr. 9.; Weber, SPR II/4, 149, dn. 8.
l 45) Huguenin Jacobs, Art. 54/55, Nr. 4; Brückııer, Nr. 1065.
254 Tüzel Kişiler
1156 Tüzel kişinin zorunlu organlara sahip olmamasının süreklilik arz etmesi
ise tüzel kişinin sona ermesine yol açar (MK m. 87) 147 •
146) Özsunay, 73; Riemer, Juristische Personen, Art. 54/55, Nr. 14; Weber, SPR II/4, 160-
161; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 269.
147) Riemer, Juristische Personen, Art. 54/55, Nr. 15; Weber, SPR II/4, 161. Yeni Medeni
Kanun m. 87 hükmü derneğin yönetim kurulunun tüzük gereği oluşturulmasına olanak
kalmaması halinde derneğin kendiliğinden sona ereceğini öngörüyorsa da, Vakıflar
açısından zorunlu organ eksikliği MK. m. 112 hükmünün uygulanmasına yol açar.
148) Organ kavramına ilişkin çeşitli tanımlar için bkz. Öztan, Medeni Hukuk Tüzel Kişile
rinde Organ Kavramı ve Organın Fiillerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 1970, 81-82;
Özsunay, 72; Akünal, 34; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 269; Weber, SPR Il/4, 154-
155; Brückner, Nr. 1067; Riemer, Juristische Personen, Art. 54/55, Nr. 16 vd.
149) Bu durum, tüzel kişilerde gerçeklik teorisinin yansıması olarak nitelendirilmektedir.
Bkz. Akiinal, 35; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 270.
'\ Fiil Ehliyeti 255
Tüzel kişilerin örgütü içerisinde yer alan organlar arasında tüzel kişinin 1158
amacına ulaşmasını sağlamak için işbölümüne gidilmiştir. Bu anlamda çe-
şitli organlar tüzel kişinin iradesinin oluşumuna ilişkin karar alınması, alı-
nan kararların uygulamaya konulması ve denetlenmesi işlevlerini görürler.
Organlar arasındaki işbölümıl kanun ya da tüzel kişinin ana statüsü tarafın-
dan belirlenir.
Hangi nitelikte olursl olsun organ, yukarıda belirtilen tanımdan da an- ı 159
!aşılacağı üzere, kendi doğal iradesine sahip olamayan tüzel kişinin iradesi-
ni oluşturması itibariyle, temsilci olarak değil, tüzel kişiliğin bir parçası ya
da tüzel kişiliğin unsuru olarak nitelendirilmelidir. Bu açıdan özellikle tüzel
kişinin üçüncü kişilerle olan ilişkisinde tüzel kişinin iradesini açıklayan or-
ganların tüzel kişiyi temsil etmesinden söz ediliyorsa da 150, tüzel kişi ile or-
gan arasındaki ilişki borçlar hukuku alanına ilişkin teknik, anlamda temsil
ilişkisi değil, kişiler hukuku alanına ilişkin, kaynağını kanundan alan bir
ilişkidir. Dolayısıyla, organın iradesinin tüzel kişinin iradesi sayılması,
böylece organın hukuki işlemlerinin tüzel kişiyi bağlaması, organın hukuka
aykırı fiillerinden tüzel kişinin sorumlu olması (MK m. 50/f. 2), organın,
tüzel kişinin temsilcisi olması sıfatına değil, bizatihi organ sıfatına, yani tü-
zel kişiyi cisimleştirmesi, tüzel kişinin kişiliğinin bir unsurunu teşkil etme-
. d
sıne ayanır
ısı
.
Organ ile teknik anlamda temsilci arasındaki farklar şu şekilde belirti- 1160
lebilir: -Organın açıkladığı irade tüzel kişinin iradesidir. Oysa temsilci ken-
di iradesini açıklar, ancak yapılan işlem ile temsil olunan bağlanır. -
Temsilci yetkisini temsil olunanın iradesinden alır ve temsil olunan temsil
yetkisini her zaman geri alabilir. Oysa organ, yetkisini, organ sıfatına bağlı
olarak kanundan alır ve organ sıfatını kaybetmedikçe yetkinin geri alınması
söz konusu olmaz 152 •
Tüzel kişinin sahip olacağı organların her tüzel kişi tipi bakımından ka- 1161
nun tarafından öngörüldüğüne yukarıda işaret edilmişti. Kanunun öngördü-
ğü zorunlu organlar dışında, tüzel kişinin amacına ve yapısına göre ihtiyaç
l 50) Nitekim, TTK m. 365'te anonim şirket için organın şirketi temsil etmesinden söz edil-
mektedir.
151) BGE 115 Ib 281; BGE 112 II 190; BGE 11 1 II 439 vd.; Gutzwiller, SPR II, 486; Rie-
mer, Juristische Personen, Art. 54/55, Nr. 20; Weber, SPR IV4, 156; Tuor/Schnyder/
Schmid, 127; Öztan, Medeni Hukuk Tüzel Kişilerinde Organ Kavramı, 107; Akünal,
39; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 271.
152) Bununla beraber, niteliğine uygun düştüğü ölçüde BK 111. 40 vd. yer alan iradi temsile
ilişkin hükümlerin organın tüzel kişi için yaptığı işlemler hakkında kıyasen uygulan-
ması mümkündür.
256 Tüzel Kişiler
Tüzel kişi ile organ arasındaki, daha doğrusu organı oluşturan kişi ya da 1166
kişiler arasındaki hukuki ilişkinin niteliği konusunda Medeni Kanunda hü-
küm yoktur. Organın tüzel kişiye tabi olarak, belli olan veya olmayan bir
zaman süreklilik arz eden şekilde faaliyet gösterdiği hallerde, tüzel kişi ile
organ arasındaki ilişkinin hizmet sözleşmesi (BK m. 393 vd.) olarak, orga-
nın tüzel kişiye tabi olmaksızın, bir zaman kaydı olmaksızın nitelikli işgü-
cünü tahsis etmek suretiyle faaliyet gösterdiği hallerde ise vekalet sözleş-
mesi (BK m. 502 vd) olarak nitelendirilmesi isabetli olur 160.
7.3.4.1. Organın kanunda öngörülmüş olup olmamasına göre: Zorunlu organlar - İste
ğe bağlı (ihtiyari) organlar
ı 172 Yürütme organı ise, karar organı tarafından alınan kararları uygulayan
organdır. Derneklerde yönetim kurulu bu niteliktedir.
genel kurul ve denetleme kurulu böyledir. Dış organlar ise, tüzel kişinin
üçüncü kişiler ile hukuki ilişkilerini kuran, diğer bir ifadeyle tüzel kişiyi
temsil eden organlardır. Derneklere yönetim kurulu, vakıflarda yönetim or-
ganı böyledir. Esasen yürütme organları genellikle dış organ niteliğindedir.
Bazen kanun, iç organ niteliğine sahip bir organın dış ilişkide tüzel ki- 1174
şiyi
temsil etmesini öngörmüş olabilir (Bkz. Yürürlükten kalkan 6762 sayılı
TTK ın. 341 ).
Bununla beraber, iç organ niteliğindeki bir organın üçüncü kişiler ile gi- ı 175
riştiği
hukuki ilişkideki hukuka aykırı fiillerinden de tüzel kişi sorumlu olur
(MK ın. 50/f.2)162 •
MK m. 50/f.2 'de yer alan "Organlar, hukuki işlemleri ve diğer bütün fi- 1178
illeri ile tüzel kişiyi borç altına sokarlar." hükmüne paralel şekilde tüzel ki-
şinin fiil ehliyetini kullanan organların fiillerinin ne ölçüde tüzel kişiye iza-
fe edileceğini belirlerken, konuyu organın hukuki işlemleri ve hukuka aykı-
rı fiilleri açısından ayn ayn incelemek uygun olur.
Tüzel kişinin kanun ya da ana statüsüne göre yetkili organlan tarafın- 1179
"- ~n yapılan hukuki işlemler tüzel kişiyi bağlar (MK m 50/f.2). Organın
yaptığı işlemin tüzel kişiyi bağlaması, organ sıfatına bağlı yetkinin kulla-
nılması, diğer bir ifade ile, organın fiilinin tüzel kişinin fiili sayılmasının
sonucudur,. Her ne kadar tüzel kişilik alanında organın tüzel kişiyi temsil
etmesinden sıkça söz edilirse de, buradaki temsil ifadesinin teknik anlamda
kullanılmadığına yukarıda işaret edilmişti 163 •
Kural olarak yetkili organın yaptığı her türlü işlem tüzel kişiyi bağlar. 1180
Tüzel kişinin fiil ehliyeti, taraf ve dava ehliyetini de kapsadığı için 164 , yet-
kili organların bu alanda yaptıkları işlemler de tüzel kişiye izafe edilecektir. '\
Tüzel kişiyi temsil etme konusunda hangi organın yetkili olduğunu kanun
ya da tüzel kişinin ana statüsü belirler. Kural olarak, tüzel kişiyi temsil yet-
kisine dış organ niteliğindeki organların sahip olduğu ifade edilebilir. Ör-
nek olarak, derneklerde tüzel kişiyi temsil etme yetkisi yönetim kuruluna
verilmiştir (MK m. 85) 165 . Dolayısıyla, iç organ niteliğindeki genel kurulun
veya denetleme kurulunun, kanun ya da dernek tüzüğü tarafından aynca
yetkilendirilmemişse, demek adına hukuki işlem yapma yetkisi yoktur.
1181 Tüzel kişinin fiil ehliyetinin, diğer bir ifade ile, organın tüzel kişiyi
temsil etmesinin sınırını, tüzel kişinin hak ehliyeti oluşturur. Buna göre, tü-
zel kişinin hak ehliyetine sahip olmadığı bir alanda, tüzel kişinin organları
nın yaptığı hukuki işlemlerin tüzel kişiyi bağlaması söz konusu olmaz. Ör-
neğin, MK m. 48 uyarınca niteliği gereği sadece gerçek kişilere özgü hakla-
ra ilişkin olarak, tüzel kişinin organının tüzel kişiyi temsilen bir aile hukuku
işlemi ya da ölüme bağlı tasarruf yapması mümkün değildir. Aynı sonuç
tüzel kişi tipine tamamen yabancı bir işlemin yapılması açısından da geçer-
lidir166.
1182 Medeni hukuk tüzel kişileri açısından MK m. 48 hükmünün çizdiği sı-
nırlar dışında, hak ehliyetinin tüzel kişinin amacı ile sınırlı olmadığını ka-
bul ettiğimiz için 167 , bu tüzel kişiler açısından fiil ehliyetinin de tüzel kişi
nin amacı ile sınırlı olmadığı kanaatindeyiz 168 .
ll 83 Ticaret ortaklıkları açısından da 6102 sayılı TTK. m. 125/f. 2 uyarınca
aynı esas geçerlidir
169
•
164) Riemer, Juristische Personen, Syst. Teil, Nr. 182; Weber, SPR Il/4, 150.
165) Derneği temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye ve-
rilebilir (MK. m. 85/f. 2).
166) Bkz. 6.5.
167) Bkz. 6.5.
168) karş. Hatemi, Kişiler Hukuku,§ 13, Nr. 32 vd.
169) Bkz. 6.5.
Fiil Ehliyeti 261
10/f. 4'de yer alan "Vakıf yönetiminde yer alan kişiler ile vakıf çalışanları
kusurlu fiilleri nedeniyle vakfa verdikleri zararlardan sorumludurlar" hük-
mü ile bu husus ifade edilmek istenmiştir.
ı 189 MK m. 50/f.2 hükmünde yer alan "diğer bütün fiilleri" kavramı çerçe-
vesinde tüzel kişinin organın haksız fiilinden sorumlu olması için haksız
fiilin tüzel kişinin organı niteliğindeki kişi veya kişiler tarafından tüzel ki-
şinin organı sıfatı ile gerçekleştirilmesi gerekir. Diğer bir ifadeyle, haksız
fiil organın görevini ifa ettiği, yani tüzel kişiyi temsil ettiği veya tüzel kişi
nin işlerini gördüğü çerçevede meydana gelmiş olmalıdır. Şüphesiz ki, tü-
zel kişinin hak ehliyeti, sorumluluk ehliyetinin sınırını da teşkil eder. Dola-
yısıyla, organın haksız fiil niteliğindeki davranışı tüzel kişinin hak ehliyeti-
nin kapsamında yer almalıdır 178 . Şu halde, organın görevini yerine getirme-
174) Pedra:zzini/Oberholzer, 219; Gutzwiller, SPR II, 478; Riemer, Juristische Personen,
Art. 54155, Nr. 62; Hııguenin Jacobs, Art. 54155, Nr. 27; Weber, SPR II/4, 184.
175) Bkz. BGE 112 II 251.
176) Riemer, Juristische Personen, Art. 54/55, Nr. 55.
177) Riemer, Juristische Personen, Art. 54155, Nr. 55; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 272;
Akünal, 41, dn. 60; Weber, SPR II/4, 184.
178) Egger, Art. 54/55, Nr. 19; Pedrazzini/Oberholzer, 219; Riemer, Juristische Personen,
Fiil Ehliyeti 263
siyle görünüşte sadece yer ve zaman açısından bağlantısı bulunan, diğer bir
ifade ile fiilin gerçekleştiği şartların objektif olarak değerlendirilmesi sonu-
cunda organın yetkileri ile işlevsel bağlılığının bulunmadığı anlaşılan hak-
sız fiillerden tüzel kişi sorumlu olmaz 179 . Organın görevle ilgisi olmayan
kişisel davranışı ile meydana gelen haksız fiillerde durum böyledir • Ör-
180
nek olarak, organ sıfatına sahip kişinin, tüzel kişinin işini görmek için araç
ile giderken trafikte tartıştığı kişiye karşı gerçekleştirdiği haksız fiilden ya
da tüzel kişinin işini gördüğü esnada dahi olsa yaptığı hırsızlıktan tüzel kişi
sorumlu olmaz. Buna karşılık, tüzel kişi, organın iç ilişkide kendisine veri-
len yetki sınırlarını aşarak gerçekleştirdiği faaliyetlerdeki haksız fiillerin-
den de sorumludur 181 • .·
Art. 54155, Nr. 57; Weber, SPR II/4, 185; Özsunay, 79; Öztan, Tüzel Kişiler, 37;
Oğıızman/Se/içi/Oktay-Özdemir, 276. Belirtelim ki, organın suç teşkil eden fiillerinden
ötürü tüzel kişinin cezai sorumluluğu sözkonusu olmaz. Suç teşkil eden fiili gerçekleş
tiren kişi ya da kişiler sorumlu olur. Bununla beraber idari veya vergi cezalarının tüzel
kişiye uygulanması mümkündür. Bkz. Tuor/Schnyder/Schmid, 129.
179) BGE 121 III 180; BGE 106 ll 261; Tuor/Schnyder/Schmid, 130; Huguenin Jacobs, Art.
54/55, Nr. 28 vd.; Gutzwiller, SPR II, 494; Pedrazzini/Oberlıolzer, 219; Riemer, Juris-
tische Personen, Art. 54/55, Nr. 59; Weber, SPR II/4, 185-186; Öztaıı, Tüzel Kişiler,
37·
180) Tıı~r/Schııyder/Schmid, 129; Özsunay, 81; Oğıızmaıı/Seliçi/Oktay-Özdemir, 277.
181) BGE 105 II 292; Tuor/Schnyder/Schmid, 130; Huguenin Jacobs, Art. 54/55, Nr. 28;
Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 276-277; Tandoğan, Kusura Dayanmayan Sözleşme
Dışı Sorumluluk Hukuku, 76.
l 82) Bu tartışma için bkz. Öztan, Medeni Hukuk Tüzel Kişilerinde Organ Kavramı, 158;
Özsunay, 78; Serozan, Tüzel Kişiler, 43; Riemer, Art. 54/55, Nr. 59.
264 Tüzel Kişiler
görene karşı hem tüzel kişi hem de kusurlu organ sorumludur ve aralarında
müteselsil sorumluluk (BK m. 61) bulunur. Zararın tüzel kişi tarafından
karşılanması halinde, tüzel kişi aralarındaki hukuki ilişki çerçevesinde ku-
surlu organa rücu edebilir. Tüzel kişinin organının birden çok kişiden oluş
tuğu hallerde, haksız fiil organı teşkil eden kişilerin tamamı tarafından iş
lenmemişse, sorumhıluk sadece haksız fiili gerçekleştiren kişi ya da kişiler
için ortaya çıkar.
183) Tuor/Schnyder/Schmid, 128; Brückner, Nr. 1104 vd. MK m. 50/f.2 ile BK m. 66 şartla
nnın karşılaştırılması için bkz. Tandoğan, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorum-
luluk Hukuku, 74 vd. '
\
8. TÜZEL KİŞİNİN YERLEŞİM YERİ (İKAMETGAHI)
Medeni Kamın, her tüzel kişinin yerleşim yerinin bulunmasını öngör- ı 194
müştür. Dolayısıyla Medeni Kanunun, gerçek kişilerde olduğu gibi, tüzel
kişiler açısından yerleşim yerinin zorunluluğu ilkesini benimsediği söyle-
nebilir184. Tüzel kişilerin yerleşim yerine ilişkin MK m. 51 hükmü şöyledir:
"Tüzel kişinin yerleşim yeri, kuruluş belgesinde başka bir hüküm bulunma-
dıkça işlerinin yönetildiği yerdir". Dernekler K. m. 2/b'de ise, "Derneğin
yerleşim yeri; Derneğin yönetim faaliyetlerinin yürütüldüğü yer" olarak ta-
nımlanmıştır. Tüzel kişinin ikametgahının belirlenmesi, tüzel kişinin taraf
olacaşı davalar açısından yetkili mahkemenin tespit edilmesini sağladığı
gibi 18 , tüzel kişinin taraf olduğu yabancılık unsuru taşıyan ihtilaflarda uy-
gulanacak hukukun 186 ve tüzel kişinin uyruğunun (tabiiyetinin) 187 belirlen-
mesini de sağlar.
MK m. 51 'in anılan hükmünden kanun koyucunun tüzel kişinin kurucu- ı ı 95
!arına veya organlarına ikametgahı belirleme yetkisi verdiği anlaşılmakta
dır188. Eğer tüzel kişinin ana statüsünde ikametgah belirlenmemişse, MK m.
51 'in ifadesiyle "işlerinin yönetildiği yer", yani yönetim yeri tüzel kişinin
ikametgahı sayılacaktır. Yönetim yeri kavramı ile ifade edilen tüzel kişinin
günlük yönetim işlerinin görüldüğü yerdir 189 .
Belirtmek gerekir ki, tüzel kişinin ana statüsünde yerleşim yerinin belir- ı 196
tilmesi kanun tarafından zorunlu unsur olarak görülmüşse, MK m. 51 hük-
mü uygulanması söz konusu olmaz. Hukukumuzda özel hukuk tüzel kişile-
rinin ana statülerinde tüzel kişinin merkezinin belirtilmesi zorunlu unsur
184) Egger, Art. 56, Nr. 13; Rierner, Juristische Personen, Art. 56, Nr. 8.
185) 6100 s. Kanun m. 6 hükmüne göre, kural olarak, her dava davalının ikametgahının bu-
lunduğu yer mahkemesinde görülür.
186) MÖHUK m. 9/f.4 hükmüne göre, "Tüzel kişilerin veya kişi veya mal topluluklarının
hak ve fiil ehliyetleri, statülerindeki idare merkezi hukukuna tabidir. Ancak fiili idare
merkezinin Türkiye' de olması halinde Türk hukuku uygulanabilir.
187) Tüzel kişilerin uyruğunun belirlenmesinde başvurulan ölçütlerden biri de ikametgahdır.
Hukukumuzda Türkiye'de kurulmuş olan ve ikametgahı Türkiye'de bulunan tüzel kişi•
!erin Türk uyruğunda olduğu kabul edilmektedir. Bkz. Özsunay, 88; Akünal, 32.
188) Egger, Art. 56, Nr. 8; Rierner, Juristische Personen, Art. 56, Nr. 11; Huguenin Jaçobs,
Art. 56, Nr. 3; Weber, SPR II/4, 136; Özsunay, 86.
189) Egger, Art. 56, Nr. 1O; Riemer, Juristische Personen, Art. 56, Nr. 19; Özsuııay, 86;
Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdernir, 266; Akünal, 30; karş. Gutzwiller, SPR il, 500; Ped-
razzini/Oberholzer, 221.
266 Tüzel Kişiler
190) Dernekler K. m. 38/8 hükmü uyarınca MK. m. 58/f. 2 hükmü de yer alan "yerleşim ye-
ri" ibaresi metinden çıkarılmıştır. Dernekler K. m. 2/c uyarınca demek merkezi, derne-
ğin yerleşim yerinin bulunduğu il veya ilçeyi ifade eder.
191) Egger, Art. 56, Nr. 12; Riemer, Juristische Personen, Art. 56, Nr. 9; Gutzwiller, SPR II,
500.
192) Özsunay, 85; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 266; Akünal, 30. Aksi görüş için bkz.
Özsunay, 84, dn. 10-11 ve 12'de yer alan yazarlar.
9. TÜZEL KİŞİLİĞİN SONA ERMESİ
193) Bkz. Weber, SPR II/4, 204; Pedrazzini/Oberho/zer, 210; Gutzwiller, SPR II, 509;
Hugııenin Jacobs, Art. 57/58, Nr. 14.
268 Tüzel Kişiler
194) Eski Medeni Kanunda bu konuda hüküm bulunmamaktaydı. Buna rağmen bu sonuca,
yürürlükten kalkan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununda ticaret ortaklıkların tasfiye sü-
recinde tüzel kişiliğin tasfiye amacı ile sınırlı olarak devam edeceğini ve bu durumun
da ticaret Unvanında gösterileceğini belirten TTK m. 208, TTK m. 26; TTK m. 439
hükümlerinin kıyasen diğer tüzel kişilere uygulanması yoluyla varılmaktaydı. Bkz. Öz-
sunay, 91; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 280; Zevkliler/Acabey/Gökyayla, 634-635;
Serozan, 49; İsviçre hukukunda aynı yönde Weber, SPR II/4, 204.
195) Eski MK m. 51 tüzel kişinin malvarhğının kooperatiflere ilişkin hükümlere göre tasfiye
olunacağını öngörmüştü. Bu hükme göre, tasfiye, Koop K. m. 85 vd. hükümlerine göre
yapılacak, Kooperatifler Kanununda hüküm bulunmayan hallerde Türk Ticaret Kanu-
nun anonim ortaklıklann tasfiyesine ilişkin hükümleri uygulanacaktı (Koop. K. 98).
196) Bkz. Özsunay, 92.
197) Tasfiyenin gerçekleştirilmesi tasfiye memur veya memurlarının seçimi ile başlar. Yeni
Medeni Kanun yürürlüğe girmesinden önce, tasfiye memur veya memurların seçimi
Koop. K. m. 81 hükmüne tabi idi. Koop. K. m. 81 hükmüne göre, "Mahkemece veya
genel kurulca tasfiye memurları seçilmediği takdirde tasfiye işlerini yönetim kurulu
yapar". Buna göre, tasfiye memurlarının seçilmediği hallerde demek yönetim kurulu
veya vakıf yönetim organı tasfiyeyi gerçekleştirecekti. Belirtelim ki, demek tüzüğünde
veya vakıf senedinde tasfiyeyi gerçekleştirecek kişi veya kişilerin belirlenmesi müm-
kündür.
Sona Ermesi 269
Tüzel kişinin kendiliğinden sona ermesi (infisah) veya tüzel kişinin 1210
kendini feshetmesi halinde, tahsis, dernek tüzüğünde veya vakıf senedinde
bulunan hükümlere göre yapılacaktır. Tüzük veya vakıf senedinde tahsise
1212 Vakıflar K. 27, sona eren vakıfların borçlarının tasfiyesinden arta kalan
malvarlığı değerlerinin vakıf senedinde yazılı hükümlere göre, vakıf sene-
dinde özel bir hüküm bulunmayan vakıflarda ise Vakıflar Genel Müdürlü-
ğünün görüşü alınarak mahkeme kararıyla benzer amaçlı bir vakfa tahsis
edileceğini öngörmektedir.
1213 Tüzel kişinin amacının kanuna veya ahlak ve adaba aykırı hale geldiği
için mahkeme kararı ile tüzel kişiliğin sona erdirilmesi halinde, demek tü-
züğünde veya vakıf senedinde yer alan kayıtlara bakılmaksızın, safi mal-
varlığı kamu hukuku tüzel kişilerine tahsis edilecektir (MK m. 54/f.3). Tah-
sisin yapılması hususunda tüzel kişinin yetkili organının da karar alması
söz konusu değildir. Vakıflar K. m. 27 uyarınca mahkeme kararı ile dağıtı
lan vakıfların tasfiyesinden arta kalan malvarlığı Vakıflar Genel Müdürlü-
ğüne intikal edecektir.
!
1213a Tahsis olunan malların intikali için tasarruf işleminin yapılması aran-
maz. Taşınırlar için zilyedliğin devrine, taşınmazlar için tescile, alacaklar
için alacağın devri işlemine gerek yoktur 198•. ! ,
1214 Malların tahsis olunduğu kamu tüzel kişisinin, malları sona eren t~~l
kişinin amacına uygun kullanma zorunluluğu bulunmamaktadır. Dolayısıy- \,
la, sona eren tüzel kişinin malları, intikal ettiği kamu hukuku tüzel kişisinin
bünyesinde diğer kamu malları ile karışacaktır. Tüzel kişinin ana statüsün-
de yer alan hükümler ve yetkili organların tahsis konusunda alacağı kararla-
rın dikkate alınmamasına dayanılarak, doktrinde, sona erdirilen tüzel kişi
nin mallarının kamu tüzel kişilerine intikali zoralım (müsadere) niteliğinde
görülmektedir 199 •
198a) Bk: Mehmet Serkan Ergiine, Taşınır Mülkiyeti, İstanbul 2017, s. 159.
199) Özsunay, 96; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 281; Serozan, 49. Ancak 12.7.2013 ta-
rihli, 6495 sayılı "Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapıl
masına Dair Kanun'un 50. maddesi ile Vakıflar Kanunu'na aşağıdaki geçici madde ek-
lenmiştir:
"Geçici Madde 12- 1/1/1990 tarihinden bu maddenin yayımı tarihine kadar Genel Mü-
dürlüğün dağıtılma talebiyle açtığı dava sonucunda dağılmasına veya dağıtılmasına ka-
rar verilen yeni vakıflann hayatta bulunan kurucularının birlikte başvurusu üzerine
Sona Ermesi 271
vakfın adı ve amacı aynı olmak kaydıyla bin lira kuruluş malvarlığı tahsis edilerek
Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre yeni bir vakıf kurulabilir.
Kurulan bu vakıflar 4721 sayılı Kanun ve bu Kanun hükümlerine göre faaliyette bulu-
nurlar, ancak kanunla kurulan vakıf staıüsünde sayılmazlar.
Dağıtılan vakfın Genel Müdürlüğe intikal eden ve halihazırda Genel Müdürlük tarafın
dan tasarruf edilen taşınmazları, yeni kurulan vakfa mahkeme siciline tescilinden itiba-
ren üç ay içinde devredilir. Devredilen mallarla ilgili başkaca bir talepte bulunulamaz."
200) Ticaret ortaklıklarının iflası sebebiyle tasfiyesi İc. ve İf. K. hükümlerine tabidir.
il. BÖLÜM
DERNEKLER
1. DERNEK KAVRAMI
1217 Medeni Kanunun 56. maddesinde, dernek, "en az yedi gerçek veya tü-
zel kişinin kazanç paylaşma dışında belirli ve ortak bir amacı gerçekleştir
mek üzere, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluş
turdukları, tüzel kişiliğe sahip kişi toplulukları" olarak tanımlanmıştır201 .
Dernekler Kanunu m. 2/a hükmünde de hemen hemen aynı tanıma yer ve-
rilmiştir. Ancak Dernekler K. m. 2/a hükmünde MK m. 56'da yer alan ta-
nıma ek olarak "kanunlarla yasaklanmamış" amaç ibaresi yer almaktadır.
- Demek kavramının içeriğinde yer alan ikinci unsur, kişi topluluğu- 1220
nun belirli bir amacı gerçekleştirmek üzere biraraya gelmiş olmasıdır. Der-
neklerde belirli amaç, kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış
ideal amaç olarak ortaya çıkmaktadır.
- Üçüncü olarak demek, tüzel kişilik ile donatılmış kişi topluluğudur. 1221
Derneğin tüzel kişiliğe sahip olması, kendisini oluşturan kişilerden bağım-
sız, izlediği amaca yönelik süreklilik arz eden bir örgütlenmeye sahip ol-
masını ifade eder. Bu örgütlenme sayesinde demek, kendisini oluşturan kişi
topluluğundaki değişikliklerden etkilenmeyen bağımsız, ayrı bir hukuk su-
jesi olarak hukuki yaşama katılır. MK ın. 56'da yer alan tanımda tüzel kişi-
lik unsuruna açıkça yer verilmiştir.
Aşağıda bu unsurlara değineceğiz. Ancak daha önce demek türleri üze- 1222
rinde kısaca durulacaktır.
ve Kaybedilmesi, İstanbul 1995, 21. Bununla beraber, anılan dönemde kanunun açık
hükmüne rağmen, tüzel kişilerin dernek kurma hakkına sahip olduğunu ileri sürmek
(Bkz. Alim Taşkın, AHFD. 1991/1992, C. 42, sayı 1-4, 218-219) isabetli değildi.
30.7.2003 tarihli ve 4963 sayılı Kanun ile Medeni Kanun ve Dernekler Kanununda ya-
pılan değişiklik ile tüzel kişilere de dernek üyesi olma hakkı tanınmıştır. Öte yandan
Hukukumuzda derneklerin birleşerek federasyon şeklinde, federasyonların da konfede-
rasyon şeklinde örgütlenmeleri de mümkündür. Dern. K. m. 8.
2. DERNEK TÜRLERİ
1223 Dernekleri çeşitli açılardan ayırımlara tabi tutmak mümkündür205 .
2.1. Sahip oldukları ayrıcalıklar açısından: Alelade dernekler-Kamu
yararına çalışan dernekler
1224 Dernekler Kanunu m. 27 belirlenen şartlan gerçekleştiren derneklere
kamu yararına çalışan dernek niteliği tanımıştır. Bu niteliği taşımayan ale-
lade derneklere nazaran kamu yararına çalışan derneklerin avantajı, bu der-
neklerin bazı ayrıcalıklardan yararlanma imkanına sahip olmasıdır.
1225 Derneğin kamu yararına çalışan demek niteliğine sahip olabilmesi için,
Dem. K. m. 27 esasa ilişkin iki şart öngörmüştür: 1- Derneğin en az bir yıl
dan beri faaliyette bulunması; 2- Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştir
mek için giriştiği faaliyetlerin topluma yararlı sonuçlar verecek nitelik ve
ölçüde olması.
1226 Esasa ilişkin bu iki şartı gerçekleştiren dernekler Dem. K. m 27'de ön-
görülen "ilgili bakanlıkların ve Maliye Bakanlığının görüşü üzerine, İçişleri
Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla" kamu yararına çalışan
demek niteliği taşır.
1227 Yürürlükten kalkan 2908 sayılı Dernekler Kanunu hükümlerine göre, kamu yara-
rına çalışan dernek niteliğinin kazanılabilmesi için, ilgili derneğin genel kurulunun
aldığı karara dayanarak (2908 sayılı Dem. K. m. 59/b.8) demek genel merkezinin
bulunduğu yer valiliğine başvuruda bulunması gerekirdi. Kanıu yararına çalışan
demek sayılmak için başvuruda bulunan dernek ile ilgili gerekli belgeleri içeren
dosyayı hazırlama görevi İçişleri Bakanlığına verilmişti (2908 sayılı Dem. K.
59/f.2). Başvuruda bulunan dernek, 2908 sayılı Dem. K. m. 59'da 8 bend halinde
sayılan belgeleri İçişleri Bakanlığına gönderilmek üzere dernek merkezinin bulun-
duğu yerin valiliğine vermeliydi. Bu belgeler şunlardı: !- Dernek tüzüğünün son
şekli; 2- Tüzüğün ilan edildiği gazete; 3- Dernek üyelerinin sayısı ve geçmiş yıllar
da üyelerden toplanan aidatın miktarı; 4- Derneği şubelerinin sayısı, bulunduğu yer-
ler ve bağlı kuruluşların miktarı ve cinsleri; 5- Derneğin kamu yaran yönünden; faa-
liyeti, yaptığı hizmetler ve gelecekte yapılması düşünülen işler hakkında rapor; 6-
Son yıla ait mali bilanço; 7- Derneğin taşınır ve taşınmaz mallarının listesi; 8- Ka-
mu yararına çalışan derneklerden sayılması için dernek genel kurulunun aldığı ka-
rar.
205) Bu hususta bkz. Özsunay, 104 vd.; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 287 vd.; Akünal,
50 vd.
Türleri 275
Yapı lan başvuru üzere, İçişleri Bakanlığı başvuruyu derneğin 2908 sayılı Dem. 1228
K. m. 58 şartlarını yerine getirip getirmediği açısından değerlendirir, bu değerlen
dirmede, derneğin amacının ve faaliyetlerinin ilgili olduğu Bakanlıkların da görüşü
alınırdı 206 • İçişleri Bakanlığı yaptığı değerlendirme sonucunda olumlu kanaate ula-
şırsa, derneğin kamu yararına çalışan demek sayılması için Danıştay İdari İşler Ku-
ruluna başvuruda bulunur, İçişleri Bakanlığının yaptığı inceleme sonucunda olum-
suz yönde aldığı karara karşı idari yargıya başvurma yolu açıktı (AY m. 125)207 •
Danıştay İdari İşler Kurulu, İçişleri Bakanlığının önerisini benimserse derneğin 1229
kamu yararına çalışan demek niteliğinde sayılması kararını vererek, dosyayı Bakan-
lar Kuruluna gönderir. Bakanlar Kurulunun, Danıştay İdari İşler Kurulunun kararını
onaylamasıyla demek, kamu yararına çalışan demek statüsünü kazanırdı (2908 sayı-
lı Dem. K. 59/f.1) 208 •
5253 sayılı Dernekler Kanunu m. 27'de ise, "kamu yararına çalışan der- 1230
nek statüsünün kazanılması, kaybedilmesi ve gerekli belgeler ile diğer
esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir" hükmüne yer verilmiştir. Dernek-
ler Yönetmeliğinin 48-52 maddelerinde kamu yararına demek sayılma için
aranacak şartlar, kamu yararına dernek statüsünün kazanılması için yapıla-
cak başvuru ve başvuruda istenen belgeler, başvurunun değerlendirilmesi
, ve kamu 6,ararına çalışan dernek statüsünün kaybına ilişkin esaslar düzen-
lenmiştir2 9
•
206) Ötsuııay, 111. Derneğin, kamu yararına çalışan demek niteliğini kazanmasının sağla
yacağı en önemli avantajlardan biri de bazı vergilerden muafiyet olduğu için, uygula-
mada daima Maliye Bakanlığının görüşünün alındığı, Maliye Bakanlığının olumlu gö-
rüş bildirmesi için, başvuruda bulunan demçğin, Bakanlar Kurulu tarafından vergi ba-
ğışıklığı tanınacak vakıflara ilişkin şartlan gerçekleştirmesini aradığı ifade edilmekte-
dir. Bkz. Akünal, 53, dn. 8a. Maliye Bakanlığının iç işlemine dayandığı için Resmi Ga-
zetede yayınlanmayan bu şartlar şunlardır: "Derneğin faaliyet konularının kamu hiz-
metleri olması; Derneğin yıl içinde elde ettiği gelirlerinin en az% 80'ini demek amaç-
larına harcayacağının demek statüsünde yazılı olması; Derneğin, kamu yararına çalışan
demek statüsü tanınma talebinden önce bir yıldan beri faaliyette bulunmuş olması;
Dernekçe kurulacak eğitim ve sağlık tesislerinde en az % 1O kapasitesinin maddi im-
kanları olmayanlara tahsis edilmesi; Derneğin amaç edindiği hizmetlerin herkesin ya-
rarına açık olması, amacının ve faaliyetlerinin belli bir zümre ve mıntıkaya değil, tüm
yurttaşlara ve ülkeye yarar getirecek nitelikte olması; Derneğin sahip olduğu mal var-
lığının ve yıllık gelirinin tüzüğünde amaç edindiği hizmetleri gerçekleştirecek nitelik
ve ölçüde olması; Demek hesaplan üzerinde merkezi denetim elemanları tarafından
yapılacak inceleme sonucunda olumlu rapor verilmesi. Akünal, 53, dn. 8a'dan alınmış
tır.
207) Özsuııay, 112; Akürıal, 54, dn. 9.
208) Bu süreç hakkında bkz. Ballar, Türk Dernekler Hukuku, Ankara 2006, 589 vd.
209) Dernekler Yönetmeliğinin ilgili maddeleri şöyledir:
Kamu Yararına Çalışan Dernek Sayılma
Madde 48- Kamu yararına çalışan dernekler, Maliye Bakanlığının ve varsa ilgili ba-
kanlıkların görüşü üzerine, Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla tespit edi-
lir.
Kamu Yaran İçin Aranacak Şartlar
Madde 49- Kamu yararına çalışan derneklerden sayılması için derneğin;
a) En az bir yıldan beri faaliyette bulunması,
276 Dernekler
b) Son bir yıl içindeki, 2005 yılı için belirlenen tutar olan 50.000.-YTL'sını geçen alım
ve satım işlemlerinin rekabet koşullarına uygun yapılması,
c) Amacı ve gerçekleştirdiği faaliyetlerin, üyelerinin dışında yerel veya ulusal düzeyde\
toplumun ihtiyaç ve sorunlarına yönelik çözümler üretecek ve toplumsal gelişmeye
katkı sağlayacak nitelikte olması,
d) Yıl içinde elde ettiği gelirin en az yarısının bu amaçla harcanması,
e) Sahip olduğu mal varlığının ve yıllık gelirinin tüzüğünde belirtilen amacı gerçekleş
tirecek düzeyde olması gerekir. Bu durum, Bakanlık dernekler denetçileri tarafından
düzenlenen rapor ile tespit ettirilebilir. Bu nitelikleri taşımadığı tespit edilen dernekler,
kamu yaran karan için, bu tespitin yapıldığı tarihten itibaren üç yıl geçmeden önce ye-
niden başvuramaz.
Başvuru ve İstenen Belgeler
Madde 50- Kamu yararına çalışan derneklerden sayılmak isteyen dernekler, aşağıda
belirtilen ekler ile birlikte başvurularını mülki idare amirliğine yaparlar.
a) Derneğin kamu yararı yönünden; faaliyeti, yaptığı hizmetler ve gelecekte yapılması
düşünülen işler hakkındaki raporu,
b) Derneğin taşınır ve taşınmaz mallarının listesi,
g) Kamu yararına çalışan derneklerden sayılması için yönetim kurulunun aldığı karar
örneği.
Başvurunun Değerlendirilmesi
Madde 51- Kamu yararına çalışan derneklerden sayılma istekleri, valilik görüşü ile
birlikte bir ay içinde Bakanlığa gönderilir. Valilik görüşünde derneğin amacının ve
faailyetlerinin topluma yararlı sonuçlar verecek nitelikte ve ölçüde olup olmadığı ve
kamu yararına çalışan derneklerden sayılıp sayılamayacağı açıkça belirtilir.
İlgili bakanlıkların ve Maliye Bakanlığnın da görüşü alındıktan sonra, Bakanlığın tek-
lifi ve Bakanlar Kurulu karan ile dernek, kamu yararına çalışan derneklerden sayılır.
Kamu yararına çalışan derneklerden sayılmaya ilişkin karar Bakanlıkça ilgili valiliğe
bildirilir ve valilik tarafından başvuru sahiplerine bilgi verilir. Başvurusu reddedilenler
buna ilişkin gerekçe ile birlikte ilgili valiliğe bildirilir ve valilik tarafından başvuru sa-
hiplerine bilgi verilir.
21 O) Bkz. Ballar, 282 vd.
211) Yürürlükten kalkan 2908 sayılı Dem. K. m. 61/f.2 hükmü şöyleydi: "Genel ve Katma
bütçeli dairelerle mahalli idareler, kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunlara bağlı
müesseseler ve sermayesinin yansından fazlası Devlete ait kuruluşlar, ancak kamu
yararına çalışan derneklere ... yardım edebilirler."
Türleri 277
Karim yararına çalışan derneklere tanınan bir diğer ayrıcalık, bu der- 1232
neklerin amaçlarına ulaşmak için ticari işletme işletmeleri halinde tacir sa-
yılmamaları ve tacir sayılmaya bağlanan sonuçlara tabi olmamalarıdır
(TTK m. 16/f.2)21 2 •
Ancak bu ayrıcalıklarının yanında, kamu yararına çalışan dernekler, 1233
Cumhurbaşkanının isteği üzerine Devlet Denetleme Kurulu tarafından da
denetlenebilirler (2443 sayılı Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkın-
da K. m. 2/e). Kamu yararına çalışan dernekler en az iki yılda bir denetlenir
(Dem. K. m. 27).
214) 8.6.2006 tarihli 5519 sayılı K. ile eklenmiştir. RG. 15.6.2006, sayı 26199.
215) Eski MK m. 52/f.son hükmünde "İktisadi bir gaye takip eden cemiyetler, şirketler h~-
kmd~i _hü~l_ere_ tab~~ir" ifadesi yer ~hyorsa da,_ "iktisadi bir gaye takip ~d~n ~e?1i~ '\
yetler ıfadesını hukriıu karşılayan İsvıçre Medenı Kanununun 59. maddesmm ıkmcı
tikrasmm Almanca metnine uygun olarak "ekonomik amaç izleyen kişi toplulukları"
olarak anlamak gerekirdi.
216) Pedrazzini/Oberholzer, 225 vd.; Riemer, Juristische Personen, Syst. Teil, Nr. 79; Rie-
mer, Yereine, Art. 60, Nr. 47; Weber, SPR II/4, 61; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir,
287,dn.995.
217) Riemer, Vereine, Syst. Teil, Nr. 360; Weber, SPR II/4, 62; Akiinal, 54-55; Serozan, 59.
Türleri 279
218) Ancak TIK m. 16/f.2 hükmü, kamu yararına çalışan derneklerin ticari işletme işletseler
dahi tacir sayılmayacaklarını öngörmüştür. Dolayısıyla Afyonkarahisar Maden Suyu
İşletmesi'ni işleten Kızılay Derneği tacir sıfatını taşımayacaktır.
219) Eski MK m. 54/f.2'de ticari işletme işleten derneğin "kendisini sicile kaydettirmekle
mükellef' olduğu ifade edilmişse de, ticaret siciline tescil edilecek olan demek değil,
derneğin işlettiği ticari işletmedir. Bu hususta bkz. Özsunay, 107. Nitekim, ticaret sici-
line tescilin yapılmasına ilişkin esasları düzenleyen Ticaret Sicili Yönetmeliği m. 52
vd. hükümlerinden, sicile ticari işletmenin tescilinin yapılacağı açıkça anlaşılmaktadır.
220) Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 288.
221) Yalın (basit) dernekler terimi de kullanılmaktadır. Bkz. Özsunay, 104.
280 Dernekler
224) MK m. 59/f. 2 hükmüne göre, kuruluş bildiriminin içeriği ve gerekli belgelerin neler-
den ibaret olduğu yönetmelikte gösterilir.
225) Eski Medeni Kanun tn. 53, derneklerin, tüzüklerinde kuruluş iradesini açıklamayı tüzel
kişiliğin kazanılması için yeterli görüyordu. Bkz. 1. Bölüm, 5.2.
226) Serozan, 54; Akünal, 61 ve dn. ! 'de anılan yazarlar.
227) Akiinal, 61, dn. 2.
Kuruluşu 283
Buna karşılı!.<, dernek kurma işlemini kendine özgü sözleşme olarak nitele-
yen yazarlara da rastlarunaktaM29• Demek kurma işleminin, şüphesiz ki,
tarafların karşılıklı birbirine yönelik iradd beyanlan ile oluşan ve edim de-
ğişimini amaçlayan bir sözleşme niteliğinde olmadığı açıktır. Ancak, der-
nek kurma işlemini, esas itibariyle adi ortaklık sözleşme.sinin bir görünümü
olarak, çok taraflı kendine özgü sözleşme. olarak nitelendirilmesi yönündeki
görüş kanaatimce de üstün tutulmalıdır. Nitekim, eski MK m. 55 hükmünde
henüz kişilik kazanmamış derneğin adi ortaklık niteliğinde sayılacağına
ilişkin hüküm de bu yorumu destekler230 . Bu hukuki nitelen4irı:ne çerçeve-
sinde dernek kurma işleminin iki aşamada gerçekleştiğini söylemek müm-
kündüı:23 • Buna göre, belirli sayıdaki kurucularıp; demek kurma hususunda
1
anlaşmalarıyla demek kurma işlemi m~ydana ge]miş olur. Bu. aşan:ıada, ta-
raflar arasındaki hukuki ilişki adi ortaktık sözleşmesidir 32 • Ancak henüz
demek kurulmuş değildir. Derneğin tüzel kişilik kazanması, kurucuların
1257 MK. m. 58/f. 2 hükmü, dernek tüzüğünde derneğin adı, amacı, gelir
kaynakları, üyelik koşulları, organlan ve örgütü ile geçici yönetim kurulu-
nun gösterilmesini zorunlu tutınuştur2 37 • Buna karşılık Dem. K. m. 4 dernek
tüzüğünün içeriğinde zorunlu olarak bulunması gereken hususları daha ay-
dir 247 • Zira, demek kurmak veya derneğe üye olmak MK m. 429'da kanuni
müşavirin oyu ile yapılabilecek işlemler arasında sayılmamıştır.
Tüzel kişiler açısından da fiil ehliyetine sahip olma şartı aranacaktır 1288
(MK m. 49).
Dernek kurabilmek için genel ehliyet şartının dışında, Dernekler Kanu- 1289
nunun dernekte kurucu üye olmayı yasaklayan kısıtlayıcı hükümlerine de
tabi olmamak gerekir. Dernekler K. m. 3/f. 2 uyarınca, Türk Silahlı Kuv-
vetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının
memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarda getirilen kısıtla
malar dernek kurma hakkı bakımından uygulama alanı bulacaktır.
Yukarıda değinildiği gibi, dernekte kurucu üye olmak isteyen kişinin 1290
kanunda belirtilen şartları yerine getirememesi halinde, bu kişinin katılımı
olmaksızın dernek kurmak için gerekli yedi kurucu üye sayısına ulaşılamı
yorsa dernek tüzel kişilik kazanamaz. Buna karşılık kurucu üye olmak için
gerekli şartları yerine getiremeyen kişi veya kişilerin katılımı olmaksızın
dernek kurmak için gerekli sayıya ulaşılabiliyorsa, dernek tüzel kişilik ka-
zanır. Ancak gerekli şartları yerine getiremeyen kişiler demek üyesi sıfatını
kazanamaz.
247) Köprülü, 443-444; Akünal, 63; Engin, 38, dn. 69; Hatemi, Kişiler Hukuku, § 12, Nr.
39.
4. DERNEĞİN AMACI
4.1. Kavram
1292 Dernekler, belirli bir amaca yönelmiş kişi toplulukları oldukları için-;
amaç, demek tüzel kişiliğinin en önemli unsurlarından birini teşkil etmek- '\
tedir.
1293 Medeni Kanunda derneğin amacı tanımlanmış değildir. Ancak MK m.
56 ve Dem. K. m. 2/a hükmünde derneklerin kazanç paylaşma dışında bir
amaca sahip olabileceğinin ifade edilmesinden hareket edilerek, derneklerin
amacının ideal bir amaç olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. İdeal
amaç ekonomik nitelik taşımayan tüm amaçlan içerir248 • Derneklerin ama-
cının ideal nitelik taşıması, dernekleri ticaret ortaklıklarından ayıran en
önemli unsurdur.
1294 Doktrinde derneklerin amacına yönelik çeşitli tanımlamalara rastlan-
maktadır. Bu tanımların hepsinde ortak nokta, derneğin amacının, dernek
üyelerini biraraya getirerek dernek tüzel kişiliğini oluşturmaya yönlendiren
temel hedef olduğudur2 49 •
1295 İdeal amaç kavramının ekonomik olmayan tüm amaçları kapsaması, bu
kavrama giren amaçların tek tek sayılmasına imkan vermez. Eski MK m.
53/f.1 hükmünde ideal sayılacak amaçların bazıları örnek olarak verilmişti
ve bu hükme göre, "siyasi, dini, ilmi, bedii, hayri cemiyetler ile eğlence ve
idman cemiyetleri"250 ideal amaçlı dernekler olarak belirtilmişti. Şüphesiz
ki, ideal amaç, eski MK m. 53'te sayılanlardan ibaret değildir. İdeal amaçlı
dernekler, eğitimin geliştirilmesine, bilim ve sanat alanlarında ilerleme sağ
"- !anmasına, çevrenin korunmasına, belirli bir yörenin kalkındırılmasına,
Qyeler arasındaki toplumsal dayanışmanın geliştirilmesine yönelik amaç ta-
şıyabilirler251.
mümkün oluyorsa da, bir çok alanda, özellikle futbol, basketbol vb. alanlarda sporun
önemli ölçüde ticarileştiği, sporcuların ticari meta olarak görüldüğü dikkate alınırsa,
spor kulüplerinin "ideal" amaçlı dernek yerine ticaret ortaklığı olarak örgütlenmesinin
daha isabetli olacağı söylenebilir. Bkz. Riemer, Personenrecht, § 22, Nr. 612.
251) Özsunay, 150; Akünal, 56.
252) Bkz. 2.2.
253) Riemer, Art. 60, Nr. 47; Meier-Hayoz/Forstmoser, § 4, Nr. 5-6 ve Nr. 32-33; Pedrazzi-
ni/Oberholzer, s. 221; Özsunay, 150; Köprülü, 457; Akünal, 56; Brückner, Nr. 1145.
254) Özsunay, 151; Köprülü, 468.
255) Kanaatimce, Dem. K. m. 2/a'daki derneklerin kazanç paylaşma dışındaki amaçlarla ku-
rulabileceği hükmünden hareket edilerek, kazanç paylaşma dışında ekonomik amaçlı
derneklerin kurulabileceğini ifade etmek (Arkan, Ticari İşletme Hukuku, 5. Baskı, An-
kara 1999, 116), ancak belirttiğimiz ölçütün içinde kalmak kaydıyla isabetli sayılabilir.
Bu nitelikteki bir derneğe örnek olarak sağladığı kan üyeleri arasına paylaştırrnayıp
bunu üyelerinin kısa vadeli kredi ihtiyaçlarını gidermekte kullanan bir derneğin göste-
rilmesi ise (Arkan, 116), derneğin ideal amaca sahip olması ile bağdaştırılamaz. Kaldı
ki, tüzel kişiler açısından tipe bağlılık ilkesi de buna engel teşkil eder. Dernekler K. m.
12 hükmünde derneklerin, üyelerinin bazı maddi ihtiyaçları ile birlikte kısa vadeli kre-
di ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla sandık kurabilmesine olanak sağlanması, der-
neğin asıl amacının bu nitelikte olabileceğine dayanak olarak gösterilemez. Dem. K.
m. 12 hükmünde söz konusu olan, derneğin ideal nitelikteki amacının yanında, bu
292 Dernekler
1298 Ancak, belirtmek gerekir ki, derneğin amacı belirlenirken demek tüzü-
ğünün sadece "amaç" başlığını taşıyan hükümleri değil, demek tüzüğünde
yer alan tüm hükümlerin birlikte değerlendirilmesi gerekir .
256
kansızlığın kesin bir nitelik taşıması, diğer bir ifade ile, bugün için imkan-
sız görünse de, siyasi ve sosyal şartlara, bilim ve teknik alanındaki gelişme
lere göre yakın gelecekte gerçekleşmesi mümkün olan amaçların imkansız
sayılmaması gerektiği kabul edilmektedir259 • Derneğin amacının kuruluş
aşamasında imkansız olması derneğin tüzel kişilik kazanamamasına yol
açar iken, amacın sonradan imkansızlaşması derneğin kendiliğinden sona
ermesi sonucunu doğurur.
amaca ulaşmak için başvurulan bir yan amacın izlenmesi ya da bir aracın kullanılması
dır. Bkz. Dernekler Yön. m. 72 vd.; Dernekler Yönetmeliği m. 78 hükmü sandıkların
derneklerin yan kuruluşu olduğunu belirtmektedir.
256) Riemer, Art. 60, Nr. 40; Bnıckner, Nr. 1145.
257) Bkz. I. Bölüm, 5.3.2.
258) Özsunay, 152; Köprülü, 489; Oğuzmaıı/Seliçi/Oktay-Özdemir, 317; Akiiııal, 58.
259) Oğuzmaıı/Seliçi/Oktay-Özdemir, 317; Akiinal, 58.
Amaç 293
Demek amacının dernek için arz ettiği önem dikkate alındığında, der- 1305
neğin amacının değiştirilmesinin derneğin niteliğinin değişmesine de yol
açması doğal bir sonuçtur262 • Bu sebeple, derneğin amacının değiştirilmesi
ancak demek genel kurulunun, derneğin tüm üyelerin oybirliği ile alacağı
bir kararla mümkün olabilmesi gerekir. Bu husus, eski MK m. 67'deki
"Hiçbir aza, cemiyetin gayesini tebdil eden karan kabule icbar edilemez"
hükmünde açıkça ifade edilmişti. Bununla beraber MK 81 hükmünde tüzük
değişikliği için yeterli görülen çoğunluk sağlanarak amaç değişikliği ya-
pılması mümkündür. Ancak bu durumda amacın değiştirilmesine rıza gös-
tenneyen üye, demekten ayrılabileceği gibi (MK m. 66), dernek üyeliğini
sürdürerek MK m. 83 hükmünün şartları gerçekleştiği ölçüde genel kurul
kararının iptali için yargı yoluna da başvurabilir2 63 .
Amacın gerçekleştirilmesi için demek tarafından izlenen faaliyet alan- 1306
!arının, çalışma biçimlerinin, genel olarak ifade edilirse, derneği amacına
eriştirecek araçların değiştirilmesi amaç değişikliği niteliği taşımaz. Dola-
yısıyla, bu tür değişiklikler için dernek tüzüğünün değiştirilmesine ilişkin
usule uyulması ve tüzük değişikliği için gerekli çoğunluğa ulaşılması yeter-
lidir264.
265) Bkz. Engin, 23; Akünal, 69; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 291; Brückner, Nr. 1250.
Hem demek tüzel kişiliği hem de üye için hak ve yükümlülükler doğunnası sebebiyle,
üyelik ilişkisinin sadece üye için derneğe karşı çeşitli hak ve yükümlülükler doğuran
bir ilişki olarak tanımlanması (Egger, Art. 70, Nr. 2; Özsunay, 227) bu açıdan isabetli
değildir.
266) Engin, 24.
267) MK m. 96 vd.'de belirtilen çerçevede derneklerin federasyon, federasyonların da kon-
federasyon şeklinde örgütlenmeleri söz konusu olabilir. Böylece tüzel kişiliği sahip bir
kişi topluluğunun tüzel kişiler tarafından oluşturulmasına olanak sağlanmıştır. Gerçek
kişilerin de federasyon veya konfederasyon üyesi olması mümkün değildir. Federasyon
ve konfederasyonlara kural olarak Medeni Kanun hükümleri uygulanacaktır (MK m.
98/f. 2).
268) Riemer, Art. 70, Nr. 6; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 291; Engin, 21.
Üyelik 295
Kurucu üyelik için aranan şartları yukarıda incelediğimiz için274 burada 1312
üzerinde durmayacağız. Ancak belirtelim ki, kurucu üyeler, derneğin tüzel
kişilik kazanmasıyla birlikte üyelik sıfatını kazanırlar.
Kurulmuş bir derneğe üye olmak, dernek ile üye olmak isteyen kişi ara- 1313
sında bir anlaşmanın yapılmasına bağlıdır. Doktrinde genellikle kabul edil-
diği üzere, derneğe üye olmak isteyen kişi ile demek arasındaki hukuki
ilişki bir sözleşme ilişkisidir 275 . Üyelik sözleşmesi olarak adlandırılabilecek
bu sözleşme bir borç sözleşmesi değil, üyelik ilişkisinin kuru,lmasını sağla-
276) Akiinal, 75; Engin, 32; Hatemi (Kişiler Hukuku, § 14, Nr. 3), bu sözleşmeyi tüzel kişi
ler hukuku sözleşmesi olarak adlandırmaktadır.
277) Akünal, 76; Engin, 32; karş. Riemer, Art. 70, Nr. 4.
278) Üyelik sözleşmesinin kurulması için yetkili organın karar almasının yeterli olmayacağı,
bu karara dayanılarak derneğin yetkili organı tarafından bir kabul beyanında bulunul-
masının gerekli olduğu hususunda bkz. Engin, 33.
279) Dernek tüzüğünde üyeliğe kabul hakkında bir başka organın yetkili kılınabileceği ge-
nellikle kabul edilmektedir. Bkz. Akiinal, 74; Zevkliler/Acabey/Gökyay-La, 681; yürür-
lükten kalkan 2908 sayılı Dem. K. m. 16/f. 7 hükmü sebebiyle aksi görüşte Engin, 36.
Yeni MK m. 64/f. 2 hükmünde dernek tüzüğü ile farklı düzenlemenin yapılabileceği
açıkça belirtilmiştir.
280) Dernek üyeliğinin kazanılmasının koşulları önceden belirlenmiş bir statüye giriş olarak
nitelendirilmesi (ÖZsıınay, 242), dernek üyeliğinin kazanılmasına ilişkin hukuki işle
min sözleşme olarak nitelendirilmesine engel teşkil etmez. Bkz. Engin, 32.
Üyelik 297
281) Sendikalar K. ın. 22/f.3'de böyle bir hüküm yer almaktadır. Bu hükme göre, "Üyelik
başvurusu, sendika tarafından en çok otuz gün içinde red edilmediği takdirde üyelik is-
temi kabul edilmiş sayılır''.
282) Bu fikirde, Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 298; Akünal, 75; Engin, 35-36; aksi fikir-
de, Özsunay, 241; Serozan, 68; Ballar, 90.
283) Bu husus, özel hukuk tüzel kişisi olan derneklerin gönüllü kişi toplulukları olmasını
ifade eder. Oysa, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olan Esnaf ve Küçük
Sanatkarlar Dernekleri açısından durum farklıdır. Bu alanda belirli mesleklerde çalı
şanların bu mesleklerde faaliyette bulunabilmeleri için esnaf ve küçük sanatkarlar der-
neklerine üye olmaları zorunludur.
284) Egger, Art. 70, Nr. 6; Riemer, Art. 70, Nr. 56-57; Pedrazzini/Oberho/zer, 229; Meier-
Hayoz/Forstmoser, § 16, Nr. 40; Brückner, Nr. 1255; Özsunay, 232; Oğıızman/Seliçi/
Oktay-Özdemir, 298; Akünal, 70; Serozan, 67; Engin, 50. Yargıtay da aynı görüştedir.
Bkz. Yarg. 2. HD., 5.3.1987, 614/1811 (İKİD., cilt 27 (1987), s.5011).
285) Riemer, Art. 70, Nr. 56. Böyle bir durumda dernek tarafından yapılmış bir öneri (icap)
söz konusu olur ve gerekli şartları taşıyan kişinin kabulü ile üyelik sözleşmesi kurulur.
Özellikle belirli meslek kuruluşlarına ya da belirli miktarlardaki giriş parasını ödeyen
kişiler için bu tür hükümlere yer verilmektedir. Riemer, Art. 70, Nr. 59 vd.; Engin, s.
51.
298 Dernekler
suz yönde etkilediği hallerde, dürüstlük kuralı uyarınca üye kabul zorunlu-
luğu altında bulunduğu sonucuna vanlabilir286 • Derneğin başvuruda bulu-
nan kişide uyandırdığı güvene aykırı olarak üyelik talebini reddetmesi ha-
linde de durum aynıdır287 •
1319 Ergin olmayan kişiler gerekli yaş şartını gerçekleştirdikleri takdirde an-
cak çocuk derneklerine üye olabilirler (Dernekler K. m. 3/f. 2, m. 3/f. 3).
1320 Medeni Kanunumuzda demek üyesi olabilmek için fiil ehliyeti şartı
arandığından ayırtetme gücüne sahip kısıtlıların da demek üyesi olması
mümkün değildir.
1321 Tüzel kişiler açısından da fiil ehliyetine sahip olma şartı aranacaktır.
Dolayısıyle tüzel kişiler kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organ-
lara sahip olduklarında (MK m. 49) demek üyesi olabileceklerdir.
286) Bu hususta çeşitli gerekçeler için bkz. Bkz. Riemer, Art. 70, Nr. 73; Sungurbey, Der-
neklerde Demokratik Düzen, Medeni Hukuk Eleştirileri, Cilt II, İstanbul 1970, 44; Öz-
sunay, 232 vd.; Akünal, 71; Oğuzman!Seliçi!Oktay-Özdemir, 298; Zevkliler!Acabeyl
Gökyayla, 644. Engin (52 vd., aynı görüşte Brückner, Nr. 1256) bu durumda üye kabul
zorunluluğunu, tekel durumundaki derneğin üyelik başvurusunu haklı sebep olmasızın
reddetmesinin başvuruda bulunan kişinin kişilik hakkına tecavüz teşkil edeceği gerek-
çesine dayandırmaktadır. Bu görüşe göre, başvurusu reddedilen kişi, hakimden tecavü-
run durdurulmasını talep edebilir (MK m. 25). Mahkeme kararında derneğin üye kabu-
lüne mahkum edilmesi halinde, mahkeme karan derneğin üyelik sözleşmesini kurmaya
yönelik irade beyanının yerine geçecektir. Kanaatimce, aynı sonuca dürüstlük kuralın
dan yararlanılarak da varılabilir. Zira, derneğin başvuruyu reddetmesinin hakkın kötü-
ye kullanılması teşkil ettiği hallerde, dernek açısından dürüstlük kuralından bir irade
beyanında bulunma borcunun doğduğu ve bu borcun yerine getirilmesi için açılacak
davada mahkeme kararının derneğin irade beyanının yerine geçeceği kabul edilebilir.
Bkz. Oğuzman/Barlas, Temel Kavramlar, 268-269. Aynca bkz. Riemer, Art. 70, Nr.
58.
287) Engin, 58.
288) Sınırlı ehliyetliler kurucu üye olabildikleri gibi, derneğe üye olma ehliyetine de sahip-
tirler. Bkz. 3.6.1.
Üyelik 299
cak olan kararların geçersizliği ve böylece karar dolayısıyla demek ile iliş
kiye giren üçüncü kişilerin güveninin korunamaması vb.) bertaraf edilmesi
gerekçesine dayanmaktadır. Bu görüş kabul edildiği takdirde, iptal ile der-
nekten çıkmanın (istifa) farkı kalmayacak ve iptal beyanında bulunan kişi
nin yaptığı ödemeleri (giriş parası, aidat) geri alması da sözkonusu olmaya-
caktır. Kanaatimce, iradesi sakatlanan kişinin yaptığı ödemeleri geri alma-
sına ilişkin haklı menfaatinin korunması için iptalin etkisini geçmişe etkili
olduğu kabul edilmelidir. Ancak iptalin geçmişe etkisini savunmak sadece
dernek ile üye arasındaki hukuki ilişki açısından gereklidir. Buna karşılık,
dernek faaliyetleri açısından iptalin ileri etkili olarak üyelik ilişkisini geçer-
siz hale getirdiğinin kabul edilmesi isabetli olur. Zira, bu sayede üyenin ka-
tıldığı kararların veya derneği temsilen üçüncü kişilerle giriştiği hukuki
ilişkilerin iptalden etkilenmemesi sağlanmış olur298 •
Belirtmek gerekir ki, iradesi sakatlanan üyenin iptal hakkını kullanmak 1329
yerine demekten çıkması, iradesi sakatlanan derneğin de üyeyi demekten
çıkarması mümkündür. Çıkma veya çıkarma halinde yukarıdaki tartışmala-
ra yer yoktur. Her iki halde de, üyelik ilişkisi ileriye etkili olarak sona ere-
cektir299.
üyelik sona erer, mirasçılar arzu ederlerse tüzük hükmüne dayanarak der-
neğe üye olmak için başvuruda bulunabilir300 . Derneğin sona ermesi de
üyeliği sona erdirir. Derneği sona erdiren sebeplerin ortaya çıkması halinde
dernek tasfiye sürecine girdiği ve tüzel kişiliğin sona ermesi tasfiyenin ta-
mamlanması ile gerçekleştiği için üyelik de tasfiyenin tamamlandığı anda
sona erecektir301 .
1332 MK m. 65'deki "üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri
sonradan kaybedenlerin" üyeliklerinin sona ereceğini belirten hükmü karşı
sında, MK. m. 57 /f.2'de öngörülen üyelik şartlarını kaybedenlerin üyelikleri
de sona erecektir. Üyenin sürekli olarak ayırt etme gücünü kaybetmesi ve
kısıtlanması ya da diğer üyelik şartlarının kaybedilmesi hallerinde durum
böyledir.
ı 333 Dernek üyeliğinin kendiliğinden sona ermesi demek tüzüğünde öngörü-
len bozucu şartın gerçekleşmesi veya dernek üyeliği süreye bağlandığında
sürenin dolması ile ortaya çıkar. Üyenin kişiliğine ilişkin niteliklerinin der-
nekler için taşıdığı önem dolayısıyla, dernek tüzüklerinde üye olabilmek
için çeşitli şartlar öngörülebildiği gibi, üyelerde aranan niteliklerin kaybe-
dilmesi halinde üyeliğin de sona ereceğine ilişkin hükümlere yer verilebil-
mektedir302. Dernek üyeliğini sona erdiren bozucu şarta örnek olarak vatan-
daşlığın veya bir mesleğe mensup olma niteliğinin kaybı, belirli bir bölgede
ikamet etme olanağının ortadan kalkması ya da derneğe karşı yükümlülük-
lerin yerine getirilmemesi gösterilebilir303 . Keza tüzükte dernek üyeliğinin
belirli bir süreye bağlanması ya da üyenin belirli bir yaşa ulaştığında üyeli-
ğin sona ereceğinin öngörülmesi de mümkündür.
300) Üyelik başvurusunda bulunan mirasçıyı demek üyeliğe kabul etmek zorundadır. Bu zo-
runluluğun dayandığı farklı gerekçeler için bkz. Serozan, 79; Engin, 63.
301) O6'iuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 311; Engin, 71. Tasfiye sürecinde derneğe yeni üye
alınamaz. Akiina/, 80.
302) Doktrin bu tür düzenlemeleri caiz göm1ektedir. Bkz. Meier-Hayoz/Forstmoser, § 16,
Nr. 44; Riemer, Art. 70, Nr. 302; Engin, 73.
303) Bkz. Riemer, Art. 70, Nr. 301; Engin, 73.
304) Derneğe üye olma hakkı gibi, çıkma hakkı da kişiye sıkı surette bağlı bir haktır.
Üyelik 303
tek taraflı bir hukuki işlemdir305 • Çıkma beyanı, dernek tüzür-ı;de aksine
bir hüküm bulunmadıkça, yönetim kuruluna karşı yöneltilir • Çıkına be-
30
yanı derneğe ulaştığı anda sonuçlarını doğurur ve üyelik sona erer. Üyeli-
ğin sona ermesi için derneğin yetkili organının kabulü gerekli değildir •
307
305) Egger, Art. 70, Nr. 9; Riemer, Art. 70, Nr. 266.
306) Egger, Art. 70, Nr. 9; Riemer, Art. 70, Nr. 268; Özsunay, 246; Engin, 84.
307) Bkz. Riemer, Art. 70, Nr. 266; Özsunay, 244; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 311;
Akünal, 81; Serozan, 79.
308) Özsunay, 245.
309) Engin, 83.
310) Riemer, Art. 70, Nr. 270; Brückner, Nr. 1260; Özsunay, 244; Köprülü, 487; Serozan,
80; Engin, 100 vd. Eski Medeni Kanunun 63. maddesinde üyenin demekten çıkmasını
için altı aylık bir feshi ihbar süresine bağlı tutan hükmün, böyle bir ihbar süresine yer
vermeyen eski Dem. K. m. 18 hükmünün yürürlüğe girmesinden sonra yürürlükte olup
olmadığı tartışmalıydı. Bazı yazarlar, Dernekler Kanununun Medeni Kanundan sonra
yürürlüğe giren özel kanun niteliğinde olmasından ve AY m. 33 ile Dem. K. m. 18
hükmünde hiç kimsenin demekte üye kalmaya zorlanamayacağına ilişkin ilkeden ha-
rekı,:t ederek, herhangi bir feshi ihbar süresine yer vermeyen Dem. K. m. 18 hükmünün
MK m. ,63 'teki feshi ihbar süresine ilişkin hükmü zımnen yürürlükten kaldırdığı görü-
şünü ileri sürmekteydiler ( Oğuzman/Seliçi/Oktay, 7. baskı, 224; Akünal, 81; Zevkliler/
Acabey/Gökyayla, 686-687). Buna karşılık,;MK m 63'te öngörülen feshi ihbar süresi-
nin üyelerin demekten birdenbire ayrılması halinde gereken önlemleri alma fırsatını
bulamayan derneğin ekonomik açıdan zor duruma düşmesini engellediği ve hatta der-
neğin varlığını koruma amacını dikkate alan yazarlar, eski MK m. 63'teki altı ayltk
feshi ihbar süresi öngören hükmün Dem. K. m. 18 ile yürürlükten kaldınlmadığını gö-
rüşünü savunmaktaydılar (Engin, 88 vd.; Özsunay, 244, dn. 42; açıkça belirtmemekle
beraber çıkma hakkına MK m. 63/c.2'deki altı aylık süreyi uyguladıkları için bu fikir-
de oldukları kabul edilebilecek: Köprülü, 487; Serozaıı, 79).
Eski MK m. 63/c.2'deki feshi ihbar süresinin yürürlükte olduğunu kabul eden yazarlar,
üyenin, haklı sebeplerin varlığı halinde feshi ihbar süresine bağlı olmaksızın, demek-
304 Dernekler
1338 Üyelikten çıkarına, derneğin tek taraflı yöneltilmesi gereken bir beyanla'
üyelik ilişkisini ileriye etkili olarak sona erdirmesidir. Çıkarma beyanı üye-
ye ulaştığı anda hükümlerini doğurur ve tek taraflı bir hukuki işlem olması
itibariyle üyenin kabulüne bağlı değildir. Çıkarına, üyenin dernekten çıkma
hakkının karşısında, üyelik ilişkisinin diğer tarafı olan derneğe tanınmış
yenilik doğuran hak niteliğindedir. Çıkarma da, çıkma hakkı gibi, sürekli
ilişki niteliğindeki üyelik ilişkisinin olağan fesih hakkının kullanılması ile
sona erdirilmesini ifade eder311 •
ten derhal çıkabileceğini kabul etmektedirler (Engin, 92 vd.; Özsunay, 246; Köprülü,
487; Serozan, 79). Derhal çıkma hakkı sağlayan haklı sebep, dürüstlük kuralı uyarınca
yapılacak değerlendirme sonucunda, üyelik ilişkisini sürdürmeyi çekilmez hale getir-
diği kabul edilebilecek sebeplerdir (BGE 89 II 153; Pedrazzini/Oberholzer, 215; Eg-
ger, Art. 70, Nr. 10; Rıemer, Art. 70, Nr. 286. Haklı sebep teşkil eden olguların ortaya
çıkmasında demek ve demek üyesinin kusurlu olup olmamasının önemi yoktur.
Brückner, Nr. 1261). Üyelikten derhal çıkma, sürekli hukuki ilişkilerde olağanüstü fe-
sih hakkının bir görünümüdür.
Kanaatimce, eski Medeni Kanun döneminde, eski Dernekler K. m. 18 hükmünün, feshi
ihbar süresine ilişkin Medeni Kanun hükmünü zımnen yürürlükten kaldırdığı görüşü
üstün tutulabilirdi. Çünkü, özel kanun niteliğindeki Dernekler K. m. 18 hükmünün
üyelik haklarını ve bu arada çıkma hakkını düzenlerken bu hakkı, AY m. 33 'e paralel
şekilde hiçbir sınırlamaya tabi tutmadığı, dolayısıyla bir feshi ihbar süresine de yer
vermediği gözden kaçırılmamak gerekirdi. Bu bakımdan, derneğin ekonomik menfaati
karşısında üyenin demekten derhal çıkma yönündeki menfaatinin üstün tutulduğu söy-
lenebilirdi. Yine, kanaatimce, Dem. K. m. 18 hükmünde sadece çıkma hakkına işaret
edildiği hakkın kullanılmasının şartlarının düzenlenmediğinin ileri sür[ilmesi (Engin,
89) isabetli sayılamazdı. Bu görüş kabul edildiğinde, haklı sebeple çıkma hakkı kav-
ramına başvurmaya gerek kalmayacaktır. Buna karşılık, yeni Medeni Kanun m. 66
hükmünde de üyelikten çıkma için altı aylık feshi ihbar süresi öngörülmesi karşısında
kanaatimce, Dernekler Kanunundan sonra yürürlüğe giren genel kanun niteliğinde ol-
masına rağmen, amacı dikkate alındığında Medeni Kanunun m. 66 hükmü ile Dem. K.
m. 18 hükmünün yürürlükten kaldırıldığı sonucuna varılması mümkündü. Buna göre,
haklı sebeple çıkma hakkının kullanıldığı haller dışında çıkma beyanı altı aylık feshi
ihbar süresinin sonunda hüküm doğuracaktı. MK m. 66 hükmündeki altı aylık feshi ih-
bar süresi 30.7.2003 tarihli ve 4963 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırıldığı ve yeni
Dernekler Kanununda böyle bir süre öngörülmediği için yürürlükteki hukukumuzda
demek üyeliğinden çıkma hakkının kullanılması hususunda herhangi bir süre bulun-
mamaktadır.
311) Riemer, Art. 72, Nr. 8; Engin, 105; Egger, Art. 72, Nr. 3; Özsunay, 249. Üyenin der-
nekten çıkarılmasının geçici nitelikte olabileceği ifade ediliyorsa da (Özsunay, 249)
geçici çıkarma halinde üyelik ilişkisinin sona ermesi değil, öngörülen süre için ilişki
den kaynaklanan hak ve yükümlülüklerin askıya alınması anlamındadır. Sürenin so-
nunda üye, haklarına yeniden kavuşacağı için, incelediğimiz anlamda çıkarma söz ko-
nusu değildir. Bkz. Engin, 109-110.
Üyelik 305
Derneğin çıkarma hakkını kullanabilmesi için geçerli bir çıkarma kararı 1339
alması gerekir. Çıkarma hakkının kullanılmasında karar alma yetkisi genel
kurula aittir (MK m. 80/f. 1). Çıkarma yetkisi, demek tüzüğünde bir başka
organa tanınmış olabilir. Bu konuda uygulamada disiplin veya onur kurulu-
nun yetkilendirildiği görülmektedir. Ancak, genellikle kabul edildiği üzere,
tüzükte bir başka organın yetkilendirilmesi halinde dahi genel kurulun yet-
kisi de devam eder (MK m. 72/f. 2) 312 •
"- Buna karşılık, MK m. 72/f. 2'de yer alan seçimlik organlara zorunlu or- 1340
ganiarın görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez hükmü karşısında, çı
karma yetkisinin zorunlu organ niteliğindeki yönetim kuruluna devredilme-
si halindi genel kurulun yetkisinin sona ereceği, çıkarma yetkisinin ihtiyari
organ niteliğindeki bir organa (onur kurulu vb.) devredilmesi halinde genel
kurulun yetkisinin de devam edeceği savuıııulmaktadır313 •
Çıkarma hakkının kullanılması için, yetkili organın usulüne uygun şe- 1341
kilde toplanıp üyenin çıkarılmasına ilişkin karar alması gerekir. Çıkarılacak
üyeye savunma hakkı tanınmış olmalıdır 314 .
312) Aküna/, 82; Oğuzman/Se/içi/Oktay-Özdemir, 313; Özsuııay, 248; Kôprü/ü, 496; Yarg.
2. HD., 1.12.1972, 7221/6790 (RKD., 1973 II/2, s.227); Yarg. 2. HD., 26.12.1991,
12180/16112 (YKD .• 1992/2, s. 191-192).
313) Engin, 135 vd.
314) Egger, Art. 72,Nr. 7; Riemer, Art. 72, Nr. 60 vd.; Engin, 141 vd.; Aküna/, 82; Oğuz
man/Se/içi/Oktay-Özdemir, 313; Serozan, 73.
315) Rıemer, Art. 70, Nr. 12.
316) Ancak yürürlükten kalkan Dem. K. m. 8/b.4 hükmünde demek tüzüğünde üyelikten çı
karma şart ve şekillerinin belirtilmesi zorunlu tutulmuştu. Tüzüğün incelenmesi esna-
sında bu eksikliğin tespiti halinde yetkili makamın eksikliği giderilmesini demekten is-
temesi, eksikliğin giderilmemesi halinde derneğin feshi yoluna gidilmesi söz konusu
olacaktı.
306 Dernekler
317) Riemer, Art. 72, Nr. 19; Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 313; Akünal, 81; Engin, 115.
318) Bkz. Egger, Art. 72, Nr. 4; Riemer, Art. 72, Nr. 27; Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdemir,
313; Engin, 115.
3 19) Özsunay, 250; Akünal, 82; Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 313; Engin, 117.
320) Riemer, Art. 72, Nr. 29; Engin, 117.
321) Egger, Art. 72, Nr. 6; Riemer, Art. 72, Nr. 39; Engin, l 18. Yeni Medeni Kanunda der-
nek üyesinin sebep gösterilmeden çıkanlması imkanının bulunmadığı yönünde, Engin,
Değişiklikler, 3 51 .
Üyelik 307
Çıkarma kararına karşı itiraz, çıkarma sebebine göre farklı esaslara 1348
tabidir. Ancak çıkarılan üyenin, her halde çıkarma kararının usulüne uygun
alınmadığı, yani çıkarma kararının yetkili organ tarafından verilmediği,
yetkili organın usulüne göre toplanıp karar vermediği ve çıkarma kararın-
dan önce savunma hakkı tanımadığı hususlarında itiraz etmesi mümkün-
dür324 _
322) Bu olgu, demek tüzüğünde üyeliğin kendiliğinden sona erme sebebi olarak da düzen•
lenmiş olabilir.
323) Riemer, Art. 72, Nr. 30 vd.; Meier-Hayoz/Forstmoser, § 3, Nr. 38; Oğuzman/Seliçi/Ok
tay-Özdemir, 313; Engin, 119-120.
324) Bkz. Engin, 132 vd.
325) Köprülü, 495; Otuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 314; Engin, 123 vd; Zevkliler!Acabey/
Gökyayla, 688; Ozsunay, 252; Serozan, 78.
326) Özsunay, 252; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 314; Serozan, 78; Akünal, 82; Brück-
ııer, Nr. 1265; Köprülü, 498.
308 Dernekler
327) Rieıner, Art. 72, Nr. 29; Engin, 117; Bnıckner, Nr. 1265.
328) Yarg. İBK 20.9.1950, 4/1 ORG. 7.12.1950 sayı: 7676.
329) Özsıınay, 253; Oı,"iuzınan/Seliçi/Oktay-Özdeınir, 314; Engin, 131.
330) Belirtelim ki, yetkili organın çıkamıa karan aldığını öğrenmek sürenin başlaması için
yeterli değildir. Derneğin bu karar uyarınca çıkarma beyanında bulunduğu ve bu beya-
nın üyeye ulaştığı andan itibaren süre işlemeye başlayacaktır.
Üyelik 309
Üyeliğin kendiliğinden sona erdiği veya çıkma ya da çıkarma ile sona 1356
erdirildiğihallerde üyelik ileriye etkili olarak sona ereceği için, üyelik hak
ve yükümlülükleri bu anda sona erecektir. Bu andan itibaren üye üyelik
haklarından yararlanamayacağı gibi, üyelik yükümlülüklerine de tabi değil-
dir. Üyeliği sona eren kişi, derneğin malları üzerinde hak iddia edemez
(MK m. 68/0). Ancak sona erme anına kadar doğan borçlardan sorumlu-
luk devam eder. Nitekim, MK m. 70/f. 1, c. 3, üyelik sona ermiş olsa dahi
ödenmemiş aidat borcundan dolayı derneğe karşı sorumluluğun devam
edeceğini açıkça belirtmiştir.
1358 Üyelik haklan, dernek ile üye arasındaki üyelik ilişkisinden üye yararı-
na doğan haklardır. Bu kapsamda, üye, kanundan veya dernek tüzüğünde
ya da dernek organlarının kararlarından doğan çeşitli haklara sahip olur. Bu
hakların ortak özelliği, kişiye sıkı surette bağlı hak niteliğinde olmaları
dır333. Bu sebeple, üyelik hakları devredilemez ve mirasçıya intikal etmez.
Bu özellikleri itibariyle, üyelik haklarının rehnedilmeleri ve haczedilmeleri
de söz konusu olmaz.
13 59 Doktrinde üyelik haklan, özellikleri itibariyle katılma hakları, yarar-
lanma hakları ve korunma haklan olarak ayırıma tabi tutulmaktadır.
333) Pedrazzini/Oberholzer, 235; Egger, Art. 70, Nr. 1 1; Akünal, 77; Özsunay, 255; Oğuz
man/Seliçi/Oktay-Özdemir, 299; Serozan, 73; Öztan, 93.
334) Katılma hakkının sınırlanmasına ilişkin şu özel düzenlemeye değinmek gerekir. Dem.
K. ın. 3/f. 4 uyarınca "oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk
derneklerine liye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.
335) Serozan, 73.
Üyelik 311
Tüzel kişinin dernek üyesi olması halinde, yönetim kurulu başkanı veya 1363
temsille görevlendireceği kişi oy kullanacaktır. Bu kişinin başkanlık veya
temsil görevi sona erdiğinde, tüzel kişi adına oy kullanacak kişi yeniden be-
lirlenecektir (Dem. K. m. 6).
Üye, bazı hallerde oy hakkından yoksun kalabilir. MK m. 82, üyenin, 1364
kendisi veya eşi ve üstsoyu ya da altsoyu ile dernek arasındaki hukuki iş-
lem veya çekişmeye yönelik kararlarda oy kullanamayacağını belirtmiştir.
Üyenin, oy hakkından yoksun olmasına rağmen oy kullanması halinde, alı-
nan kararın iptali istenebilir (MK m. 83). Ancak kararın iptal edilebilmesi
için oyun geçersiz olması sebebiyle, örneğin yeterli çoğunluk sağlanamadı-
ğı için kararın geçerliliğinin de etkilenmesi gerekir •
336
Üyenin oy hakkının bertaraf edilmesi veya bazı üyelerin oy hakkına üs- 1365
tünlük tanınmasına yönelik tüzük hükümleri, eşitlik ilkesine aykırı olduğu
için geçersizdir (MK m. 68/f. 1)337 •
336) Egger, Art. 68, Nr. 6; Özsunay, 262; Oğuzmaıı/Seliçi/Oktay-Özdemir, 300; Ballar, 115.
337) Bununla beraber, demek tüzüğünde yer alan ancak aidatını ödeyen üyelerin genel kuru-
la katılabileceğine ilişkin hükümler eşitlik ilkesine aykırı bulunmamaktadır. Bkz. Akü-
ııal, 79; Yarg. 2. HD., 16.2.1976, 8063/9033 (YKD., 1980/10, s. 1328).
338) Akünal, 78; Oğuzınan/Seliçi!Oktay-Özdemir, 302.
312 Dernekler
339) Egger, Art. 7; Brückner, Nr. 1272; Nr. 5; Özsunay, 264-265; Oğuzman/Seliçi/Oktay-
Özdemir, 303; Akıına!, 78.
340) Özsunay, 275; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 308; Akiinal, 79.
34 l) Riemer, Art. 71, Nr. 11.
342) Özsunay, 276; Serozan, 74.
Üyelik 313
Yükümlülüklerin ihlali farklı sonuçlara yol açar. Bir kere, aidat ödeme l373
yükümlülüğü yerine getirilmediğinde derneğin alacağını cebri icra yoluyla
elde edebileceğinde tereddüt yoktur345 . Ayrıca demek tüzüklerinde, gerek
dava ve cebri icra yoluyla yerine getirilmesi sağlanabilecek aidat yükümlü-
lüğü gerekse dava ve cebri icra yoluyla yerine getirilmesi talep edilemeye-
cek sadakat yükümlülükleri niteliğindeki üyelik yükümlülüklerinin yerine
getirilmemesi halinde uygulanacak müeyyidelere de yer verilmektedir.
Uyarma, kınama, üyenin katılma 346 veya yararlanma haklarından yoksun
kalması üyelikten geçici çıkarma, para cezası veya demekten çıkarma tar-
zında ortaya çıkan bu müeyyideler "demek cezaları" olarak nitelendiril-
mektedir. Dernek cezaları, dayanağını dernek özerkliğinde bulan demek tü-
züğünde belirtilmiş özel hukuk müeyyideleridir. Bu sebeple, özel hukuk
prensiplerine tabi olurlar. Özellikle para cezaları hakkında Borçlar Kanu-
nunun cezai şart hükümlerinin (BK m. 179 vd.) kıyasen uygulanınası ve
böylece aşırı ölçüdeki "fahiş" para cezalarının indirilmesi söz konusu olabi-
lir (BK m. 182/f.3 kıyasen)3 47 •
Demek cezaları konusunda yetkili organ genel kuruldur. Demek tüzü- 1374
ğünde bir başka organın, örneğin onur kurulunun yetkili olacağı belirtilebi-
lir. Yetkili organın kararına karşı üyenin demek cezasına demek içi başvu-
ru yollarını kullanmak suretiyle itiraz etme ve gerektiğinde iptal davası aç-
6. 1. 1. Kavram
Genel kurul demek üyelerinin tümünden oluşan, derneğin en üst orga- 1377
nıdır (MK m. 73). Genel kurul, derneğin varlığını ve özünü teşkil eder352 .
Demek genel kurulu, diğer demek organlarından farklı olarak, ayrıca 1378
seçilmesine gerek olmaksızın, kanun gereği oluşur.
Genel kurul, derneğin en üst organı olarak, derneğe ilişkin en önemli 1379
kararların alındığı bir karar organıdır. Genel kurul kararları, kanunda belir-
lenen usule uygun olarak yapılan çağrı üzerine üyelerin katılımı ile gerçek-
leşen toplantıda alınır. Dolayısıyla, genel kurul, dernek üyelerin gerek tek
tek gerekse bütün olarak iradelerini açıklamaları ve böylece derneğin irade-
sinin oluşumuna ve faaliyetlerinin belirlenmesine katılmalarına olanak sağ
layan organdır353 •
1380 MK m. 76'da yer alan "Bütün üyelerin bir araya gelmeksizin yazılı katı-
lımıyla alınankararlar ile demek üyelerinin tamamının kanunda yazılı çağrı
usulüne uymaksızın bir araya gelerek aldığı kararlar geçerlidir" hükmü se-
bebiyle genel kurul toplanmadan imza toplamak suretiyle karar alınabilme
si mümkündür. Ancak bu şekilde karar alınması olağan toplantı yerine
geçmez (MK. m. 76/f. 2)3 54 •
dur. MK m. 74/f. 2 olağan genel kurul toplantısının en geç üç yılda bir ya-
pılmasını zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla, tüzükte bunu aşan süre öngörüle-
mez.
Genel kurulu toplantıya yönetim kurulu çağırır (MK m. 74/f. 1). 1384
Olağan genel kurul toplantısının iki defa üst üste yapılamaması halinde 1385
de demek kendiliğinden sona erer (MK m. 87 /b. 5). Bu halde her ilgili sulh
hakiminden derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespitini isteyebilir (MK
m. 87/f. 2).
Olağanüstü genel kurul toplantısı, yönetim veya denetim kurulunun ge- 1386
rekli gördüğü hallerde veya demek üyelerinden beşte birinin357 yazılı isteği
üzerine yapılan toplantıdır (MK m. 75/f. l ).
Demek tüzüğünde, olağanüstü toplantıya çağrılması için gerekli beşte 1387
bir oranının azaltılması mümkündür. Buna karşılık, tüzükte beş bir oranın-
dan daha yüksek bir oran tespit edilemez358 •
Genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırma yetkisi yönetim kuruluna 1388
aittir (MK m. 75/f. 1) 359 • Dolayısıyla, denetim kurulu veya üyeler tarafından
olağanüstü toplantı yapılması talebinin yönetim kuruluna yöneltilmesi ge-
rekir. Yapılan başvuru üzerine yönetim kurulu bir ay içinde genel kurulu
toplantıya çağırmak zorundadır. Yönetim kurulunun çağrıyı yapmaması ha-
linde, denetleme kurulu veya toplantı isteğinde bulunan üyelerden birinin
müracaatı üzerine mahalli sulh hukuk hakimi duruşma yaparak demek üye-
leri arasından üç kişilik bir heyeti, genel kurulu toplantıya çağırmakla gö-
revlendirir (MK m. 75/f. 2)360 •
s. 26); Yarg. 2. HD., 31.3.1975, 2686/2977 (yayınlanmamış bu karar Özsunay, 180, dn.
25a'dan alınmıştır); bu yönde Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 326. Aksi fikirde, Öz-
sunay, ı 80-181.
361) MK m. 77/f. 2 hükmünde, demek genel kurulunun toplantıya çağınlması usulünün ve
toplantının ertelenmesine ilişkin konuların yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür.
Dernekler Yönetmeliğinin "Çağrı Usulü" kenar başlığını taşıyan 14. maddesinde konu
ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. "Madde 14- Yönetim kurulu, demek tüzüğüne göre
genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma
hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, toplantının günü, saati, yeri ve gün-
demi en az bir gazetede veya derneğin İnternet sayfasında ilan edilmek, yazılı olarak
bildirilmek, üyenin bildirdiği elektronik posta adresine ya da iletişim numarasına me-
saj gönderilmek veya mahalli yayın araçları kullanılmak suretiyle toplantıya çağrılır.
Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının
hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasında
ki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.
Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa,
bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı
usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden iti-
baren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fık
rada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.
Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz."
362) Yürürlükten kalkan I 630 sayılı ve 2908 sayılı Dernekler Kanununda da yer alan genel
kurul toplantılarının demek merkezinin bulunduğu yerden başka bir yerde yapılması
nın yasaklanmasına ilişkin gerekçe için bkz. Özsunay, 18 7.
Organlar 319
1405 Demek genel kurulunda karar alınması, kural olarak, toplantıya katılan
üyelerin mutlak (salt) çoğunluğu, yani yandan fazlasının oyu ile gerçekleşir
(MK m. 81 ). Oy eşitliği halinde karar alınmamış sayılacaktır364 . Demek tü-
züğünün çeşitli kararlar için farklı karar yeter sayılan öngörmesi mümkün-
dür. Kanun, derneğin genel kurul tarafından feshedilmesine karar verile-
bilmesi ve tüzük değişikliği için, toplantıya katılan üyelerin üçte ikisinin
olumlu oyunu aramıştır (MK m. 81 ). Demek tüzüğünde MK. m. 81 'de ön-
1409 İptal davası açacak üye 369 , kararın alındığı genel kurul toplantısına ka-
tılmamış olmalı ya da toplantıya katılmakla beraber kararın aleyhinde oy
kullanmış olmalıdır. Toplantıya katılarak karar lehinde oy kullanmış üyele-
rin iptal davası açma hakkı yoktur. MK m. 83 hükmünde bu hususa yer ve-
rilmiştir. Ancak MK m. 83 hükmünde yer verilmemiş olsaydı dahi, karar
lehinde oy kullanan üyenin iptal davası açması "çelişkili davranış" (venire
contra factum proprium) teşkil edeceği için hakkın kötüye kullanılması ya-
sağı ile engellenirdi (MK m. 2/f.2) •
370
1410 İptal davası, hak düşürücü süreye tabidir. Dava, kararın öğrenilmesin-
den itibaren bir ay içinde açılmalıdır (MK m. 83). Toplantıya katılmayan
üyeler ise, iptal davasını genel kurul kararını öğrendikleri tarihten itibaren
bir ay içinde, ancak her halde karar tarihinden itibaren üç ay içinde dava
açmak zorundadırlar (MK m. 83/f. 1).
1411 Davalı sıfatı demek tüzel kişiliğine aittir. Davanın sonunda, talep haklı
görülürse, kararın iptaline karar verilir. Böylece ilgili karar, geçmişe etkili
olarak alındığı tarihten itibaren geçersiz hale gelecektir.
Genel kurul sonuç bildirimleri, demek yönetim kurulu tarafından yetki 1413
verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin ya-
pılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.
Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait "genel kurul sonuç bildiri- 1414
mini" bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.
Genel kurul sonuç bildirimi ve eklerinin mevzuata uygunluğu dernekler 1415
birimlerince incelenir. Varsa, eksiklerin veya hataların giderilmesi ilgili
derneklerden istenir. Eksiklik ve hataların giderilmemesi veya konusu suç
teşkil eden fiillerin tespit edilmesi halinde gerekli yasal işlem yapılır."
6.2.1 Kuruluşu
1423 Yönetim kurulunun görev süresi içinde genel kurul tarafından haklı se-
beplerle her zaman işten el çektirilmesi mümkündür (MK m. 80/f.2). Hatta,
yönetim kurulunun işten el çektirilmesi için tüzükte bazı sınırlamalar ön-
görülmüş olsa bile, genel kurul, haklı sebeplerin varlığı halinde her zaman
yönetim kurulunu işten el çektirebilir (MK m. 80/f.2). Öte yandan, demek
ile yönetim kurulu üyeleri arasındaki, yerine göre, hizmet veya vekalet iliş
kisinin yönetim kurulu üyesi tarafından sona erdirilmesi mümkündür .
374
372) Özsıınay, 211-212; Oğıızmaıı/Seliçi/Oktay-Özdeınir, 331; Öztaıı, 74; aksi fikirde, Akii-
ııal, 93.
373) Egger, Art. 69, Nr. 2; Özsıınay, 212; karş. Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 331.
374) Demek ile yönetim kurulu üyesi arasındaki ilişkinin hukuki niteliğine ilişkin açıklama
lar için bkz. Egger, Art. 69,Nr. 2; Özsunay, 2 l 9, Öztan, 74.
375) Serozaıı, 67.
Organlar 325
6.3.1. Kuruluşu
82
yeceğine karar verecektir •
1431 Dernekler K. m. 9/f. 2 uyarınca, denetleme kurulu, derneğin tüzüğünde
gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen
çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, he-
sap ve kayıtların mevzuata ve demek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutul-
madığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı
geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yö-
netim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar. Denetim kurulu üyele-
rinin istemi üzerine, her türlü bilgi, belge ve kayıtların, dernek yetkilileri ta-
rafından gösterilmesi veya verilmesi, yönetim yerleri, müesseseler ve ek-
lentilerine girme isteğinin yerine getirilmesi zorunludur.
1432 Denetleme kurulu, ayrıca genel kurulun olağanüstü toplantıya çağrıl-
masını yönetim kurulundan talep etmek, bu talebin yerine getirilmemesi ha-
linde sulh hakimine başvurarak genel kurul toplantısının yapılmasını sağ
lamak (MK m. 75/f. I), yönetim kurulu üye sayısının üye tam sayısından
aşağı düşmesi halinde, boşalan üyelikler yedek üyeler ile doldurulamıyorsa,
bir ay içinde genel kurulu toplantıya çağırmak (MK m. 84/f. 2) görev ve
yetkilerine sahiptir.
1433 Ayrıca Dernekler K. m. 9/f. l 'de "İç denetim" kenar başlığı altında şu
hükme yer verilmiştir: "Derneklerde iç denetim esastır. Genel Kurul, yöne-
tim kurulu, veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi,
bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırabilir. Genel kurul, yöne-
tim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması,
denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.
381) Bu hususta bkz. Özsunay, 222; Köprülü, 528; Akıına!, 96; Oğuzman/Seliçi/Oktay
Özdemir, 332; Serozan, 69.
382) Özsunay, 222; Serozan, 69.
7. DERNEKLERİN FAALİYETLERİNİN SINIRLANMASI
rinden birine bağlı olarak usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça,
yine bu nedenlere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan duıumlarda
1447a Kamuya yararlı dernekler bakımından işaret edilmesi gereken diğer bir
düzenleme, Devlet Denetleme Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Karar-
namesidir. (Kararname Numarası: 5). Kararname m. 2/d hükmü uyarınca
kamuya yararlı dernekler Devlet Denetleme Kurulunun denetimine tabi tu-
tulmuştur. Kararname m. 6'da sayılan sebeplerin varlığı halinde tedbiren
kamuya yararlı demek yöneticilerinin görevden uzaklaştırılabileceği düzen-
lenmiştir.
9. DERNEKLERİN İDARİ KARARLA FAALİYETTEN
ALIKONULMASI
Derneklerin kapatılması ve faaliyetten alıkonulması ancak mahkeme 1448
karan ile mümkündür. Bu husus AY m. 33, Medeni Kanun m. 90/f. 3 hük-
münde açıkça belirtilmiştir. Derneğin kapatılmasına ilişkin davanın her
safhasında mahkemenin, talep üzerine veya kendiliğinden derneğin faali-
yetlerini yasaklayabilmesi mümkündür (MK m. 89/c. son).
Bununla beraber AY m. 33'ün 26.07.1995 tarihli ve 4121 sayılı Kanun 1449
ile değişik
2. fıkrasında bazı hallerde idari kararla derneğin faaliyetten alı
konulmasına izin verilmektedir. Hüküm şöyledir: "Ancak milli güvenliğin,
kamu düzeninin; suç işlenmesini veya suçun devaımnı önlemenin yahut
yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir
merci, derneği faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin karan,
yirmidört saat içerisinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını
kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, bu idari karar kendiliğinden yürür-
lükten kalkar".
Faaliyetten alıkoyma kararının geçerliliğini koruduğu süreçte derneğin 1450
tüzel kişiliği devam eder. Ancak, bu süreçte derneğin yönetim işleri durdu-
rulmuş, demek yönetimsiz kalmıştır •
387
10.1.Genel olarak
1452 Derneğin sona ermesi, ya kanun uyarınca kendiliğinden gerçekleşir ve-
ya yetkili organının karan ile kendi kendini fesheder ya da mahkeme kararı
(istisnai olarak idari karar) ile feshedilir; derneğin mahkeme kararı ile kapa-
tılması da sona erme sebebidir.
1453 Derneğin kendiliğinden sona ermesine yol açan çeşitli sebepler söz ko-
nusudur. Bu sebepleri MK m. 87 hükmünde belirtmiştir. Bu sebeplerden
herhangi birinin gerçekleşmesi halinde, dernek, bir makamın veya organı
nın karar almasına gerek olmaksızın kanun uyarınca kendiliğinden sona
erer388 •
Yukarıda belirtildiği üzere, genel kurulun toplantı yeter sayısı, genel 1456
kurula katılma hakkına sahip demek üyelerini yarısından fazlasıdır. Bu sa-
yıya ulaşılamaması halinde yapılacak ikinci toplantıda bu çoğunluk aran-
mayacak ise de, ikinci toplantıya katılacak üyelerin sayısının derneğin yö-
netim kurulu ve denetleme kurulu üye sayılarının toplamının iki katından
az olmaması gerekir. Eğer ikinci toplantıya bu sayıda üyenin katılmaması
sebebiyle, üst üste iki olağan genel kurul toplantısının yapılamaması halin-
de demek kendiliğinden sona erecektir392 •
" MK. m. 60/f.son gereğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde 1457
ilk genel kurul toplantısının yapılarak zorunlu organların oluşturulması ge-
rekir (MK m. 62). Bu sürede genel kurulun yapılamaması ve organların
oluştu~lamaması halinde dernek kendiliğinden sona erer.
392) Olağanüstü genel kurul toplantılarında, ilk toplantının yeterli çoğunluk sağlanamadığı
için yapılamadığı hallerde, ikinci toplantıda çoğunluk aranmayacağı, toplantıya katılan
üye sayısı ne olursa olsun genel kurul toplantısının yapılabileceği kabul edilmektedir.
Bkz. Akünal, l 08.
334 Dernekler
393) Egger, Art. 76, Nr. 2; Akiinal, 106; Oğıızman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 339; Öztan, 243.
Sona Erme 335
,,miştik 394 . Amacın derneğin tüzel kişilik kazanmasından sonra kanuna veya
ahlaka aykırı
hale gelmesi derneğin mahkeme kararı ile kapatılmasına yol
açacaktır (MK m. 89).
Deri:ıeğin feshine ilişkin davayı Cumhuriyet savcısı ya da korunmaya 1467
değer maddi veya manevi menfaati olan herkes açabilir 395 .
394) Derneğin amacının kanuna ve ahlaka aykırılığının anlamı için bkz. 1. bölüm, 5.3.2.
395) Akünal, 109. İBK. 17.1.11974, 3/2 (RG. 14161): Derneğin feshi davasında Cumhuriyet
savcısının davacı sıfatı ile hazır bulunmasına gerek yoktur.
11. SONA ERMENİN SONUÇLARI
1470 Derneğin sona ermesi, yukarıda belirtilen sona erme sebeplerinden her
hangi biriyle gerçekleşmesi halinde derneğin malvarlığının tasfiyesi ve tas-
fiyeden sonra geriye kalan malvarlığının tahsisi gerekir.
1471 Tüzel kişilere ilişkin genel açıklamalar yapılırken sona eren tüzel kişi-
nin malvarlığının tasfiyesi ve tahsisi hususlarına yer verildiği için burada
yeniden üzerinde durmayacağız 396 •
1472 Ancak şu kadarını tekrar edelim ki, Dem. K. m. 15/f.1 uyarınca, feshe-
dilen veya kendiliğinden sona erdiği (dağıldığı) tespit edilen derneklerin
tasfiyesi dernek tüzüğünde belirtilen esaslara göre yapılacaktır. Dernekler
K. m. 4/1 hükmü tasfiye şekli hususunda hüküm bulunmasını dernek tüzü-
ğünün zorunlu unsurları arasında saymaktadır. Dernek tüzüğünde bu husus-
ta karar alma yetkisinin dernek genel kuruluna bırakıldığı hallerde, genel
kurul tarafından karar alınmaması veya genel kurulun toplanamaması yahut
derneğin mahkeme kararı ile feshedilmesi durumunda derneğin tasfiye so-
nucu geriye kalan bütün para, mal ve hakları mahkeme kararıyla derneğin
amacına en yakın ve kapatıldığı tarihte en fazla üyeye sahip derneğe devre-
dilir397.
1473 Sona eren derneklerin tasfiye ve tahsis işlemlerinin tamamlanmasından
sonra dernekler kütüğündeki kayıtları silinir (Dem. K. m. 15/f.2; Dernekler
Yön. m. 90) 398 • 1
1. V AKiF KAVRAMI
1.1. Kavram
Eski Medeni Kanunumuzun 73. maddesinde, vakıf, başlıbaşına bir 1475
ınalvarhğı olmak üzere, bir mal veya mal topluluğunun veya bunların geli-
rinin ya da ekonomik değeri olan hakların belirli bir amaca özgülenmesi
(tahsisi) olarak tanımlanmıştı. Yeni Medeni Kanunumuzun 101. maddesi
ise, vakfı, "gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sü-
rekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukla-
rı" olarak tanımlamıştır.
Kamuya yararlı vakıf kavramı 13.7.1967 tarihli ve 903 sayılı Kanun ile 1480
hukukumuza girmiştir400 • Bu kanun uyarınca, kamuya yararlı vakıflar, geli-
rinin yarısından fazlası kamu görevi niteliğindeki işlerin yapılmasına tahsis
ı 482 Vergi hukuku açısından ise, 903 sayılı K. m. 4 uyarınca vakfın gelirle-
rinin en az yüzde seksenini nevi itibariyle genel, özel ve katma bütçeli ida-
reler bütçeleri içinde yer alan bir hizmet veya hizmetlerin görülmesine sar-
fedilmek üzere kurulan vakıflara, Bakanlar Kurulu tarafından tahsis edilen
miktar için vergi bağışıklığı tanınabilmesi öngörülmüştü. Vergi bağışıklığı
tanınan vakıf, çeşitli vergiler açısından avantajlar elde eder •
402
Ancak, mal varlığı ve gelir tutarı başvurunun yapıldığı yıl için geçerli 1486
olan hadlerin iki katını aşan vakıfların vergi muafiyetine ilişkin başvurula
rında asgari bir yıl faaliyette bulunmuş olma şartının yerine asgari altı ay
faaliyette bulunma şartı aranır. Bu şekilde yapılacak vergi muafiyeti başvu
rularının değerlendirilmesinde, asgari altı aylık dönem sürecinde elde edi-
len gelir tutarının içinde bulunulan yıl için belirlenmiş olan gelir tutarının
iki katını aşıp aşmadığı ve gelirin amaçlara harcanma şartının yerine getiri-
lip getirilemediği ile vergi muafiyetinin verilebilmesi için gerekli olan diğer
404
şartların varlığı araştınlır .
Vergi muafiyeti tanınacak vakıfların bilanço esasına göre defter tutma- 1487
tarı gerekir. Bu vakıfların, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre
birinci sınıf tüccarlar tarafından tutulması gereken defterleri aynı Kanunda
belirtilen süreler içinde tasdik ettirerek kullanmaları ve muhasebe kayıtları-
nın Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerine uygun olması, vakfa
ait iktisadi işletmeler bulunması halinde bunlar için de aynca defter tasdik
ettirmeleri ve vakfın muhasebe kayıtları ile iktisadi işletmesinin muhasebe
kayıtlarını birbiriyle karışmasını önleyecek şekilde ayn ayrı izlemeleri ge-
rekmektedir.
Vergi muafiyeti talebinde bulunan vakıfların vergi muafiyeti talebinde 1488
bulundukları tarihte en az 505.000.-TL (beşyüzbeşbin Türk lirası) gelir ge-
tirici mal varlığına ve en az 49.000.-TL (kırkdokuzbin TL) yıllık gelire sa-
hip olmaları gerekir. Yıllık gelirin tespitinde; genel, özel ve katına bütçeli
, idareler bütçelerinden yapılan yardımlar ile bağış niteliğindeki gelirler di-
kakte alınmaz. Bu tutarlar, her yıl Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre o
yıl için belirlenen yeniden değerleme oranında artar ve izleyen yılda bu
miktarlar esas alınır. Bu miktarların hesabında, 1000 (bin) liraya kadar olan
tutarlar dilqcate alınmaz.
404
Bu paragraf, Genel Tebliğ'de değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ ile eklenmiş
tir. (RG. 28.3.2013, sayı 28596).
340 Vakıflar '\
1489 Vakıf resmi senedinde, 4962 sayılı Kanunun 20 nci maddesi hükmüne
uygun olarak yıl içinde elde edilen brüt gelirlerin en az üçte ikisinin sağlık,
sosyal yardım, eğitim, bilimsel araştırma ve geliştirme, kültür ve çevre ko-
ruma ile ağaçlandırma faaliyetlerinden oluşan amaçlara harcanacağının ya-
zılı olması ve son bir yılda veya son iki yılın ortalaması bazında bu koşulu
fiilen yerine getirmiş olması ve vergi muafiyetinin devamı süresince de bu
şarta uyulması gerekir. Vakfın amaçlarına ayrılması ve harcanması gereken
miktarlar hiçbir şekilde başka bir amaçla kullanılamaz. Ancak, yönetim ve
idame giderleri ile ihtiyata ve vakıf malvarlığını artırıcı yatırımlara ayrılan
miktarların, tamamının veya bir kısmının vakfın amaçlarına yönelik hiz-
metlere harcanması mümkündür.
1490 2547 sayılı Kanunun 56 ncı maddesi kapsamında kurulan vakıfların ise
yıllık brüt gelirlerinin en az dörtte üçünün, üniversitede sunulan eğitim ka-
litesinin yükseltilmesine matuf yapılacak fiziki ve teknik yatırımlar ile üni-
versitede görevli eğitim görevlilerine harcanması gerekmektedir. Zikredilen
alanların haricinde yapılacak harcamalar ile eğitim görevlisi olmayan per-
sonele yapılan ödemeler amaca yönelik harcama sayılmaz. Harcama şartı
nın yerine getirilmesinde dikkate alınacak yıllık brüt gelir, vakfa yapılan
bağışlar ile vakfın iktisadi işletmesinden elde edilen gelirler de dahil vakfın
tüm gelirlerini ifade etmektedir.
1491 Vakıfların vergi muafiyetleri taleplerinin Maliye Bakanlığınca ilk de-
ğerlendirilmesi yapıldıktan sonra, vakfa gelir muafiyeti tanınıp tanınmaya
cağı konusunda Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün ve vakıf resmi senedinde
amaç edinilen konulara göre ilgili diğer kuruluşların görüşleri alınır. Vakıf
lar Genel Müdürlüğü ve ilgili kuruluşların bu konudaki görüşlerini vergi
muafiyeti talebinde bulunan vakfın kurulduğu tarihten itibaren vergi muafi-
yeti talebinde bulunduğu tarihe kadarki faaliyetleri ile Devletin kamu hiz-
meti yükünü ne ölçüde azalttığını kendi denetim elemanlarına (denetim bi-
rimi bulunmayan kuruluşların yetkili organlarınca) yaptıracakları inceleme-
lere dayanarak bildirmeleri ve yazıların ekinde inceleme raporu ve tutana-
ğın bir örneğini de Maliye Bakanlığına göndermeleri gerekmektedir. Her-
hangi bir incelemeye dayanmayan görüşler, ilgili vakfa vergi muafiyeti ta-
nınmasında gözönünde bulundurulmaz.
1492 Yukarıda sayılan şartların yerine getirilmesi halinde, vergi muafiyeti ta-
lebinde bulunan vakfın faaliyet süresine bağlı olarak beş yılı aşmamak ve
bir yıldan az olmamak üzere denetime başlama tarihine tekaddüm eden faa-
liyet ve çalışmaları Bakanlık tarafından vergi müfettişlerine denetlettirilir.
1493 Bakanlık tarafından yaptırılan denetimde; vakfın faaliyetleri ile Devle-
tin kamu hizmeti yükünü ne ölçüde azalttığı ve bu Genel Tebliğ ile belirle-
nen diğer şartları taşıyıp taşımadığı tespit edilir. Denetim elemanının ilgili
vakfa vergi muafiyeti verilip verilmemesi konusundaki görüşü raporda açık
olarak belirtilir.
Kavram 341
ı 507 Bakanlar Kurulu karan ile vergi muafiyeti tanınan vakıflarca, dönem
sonunda düzenlenecek bilanço ve gelir gider tablosu ile bir yıllık faaliyetle-
rinin sonuçlarını gösteren kesin bütçelerin birer örneği, yıllık faaliyet rapo-
ru ve yeminli mali müşavirce düzenlenmiş tasdik raporu ile birlikte yılın ilk
üç ayı içinde Bakanlığa gönderilir. Vakfa ait iktisadi işletme bulunması ha-
linde bunlara ait bilanço ve gelir .tablolarının da gönderilmesi zorunludur.
Ancak, yıllık faaliyet raporu dışındaki belgelerin 3568 sayılı Kanun ile ilgi-
li Genel Tebliğ esaslarına uygun olarak yeminli mali müşavire opaylattı
rılmış olması gerekir. Yeminli mali müşavire onaylattırılmadan gönderilen
belgeler hiç gönderilmemiş sayılır.
1508 Bakanlar Kurulu kararı ile vergi muafiyeti tanınan vakıfların, yıllık ge-'\
lirlerinin en az üçte ikisini elde edildiği yıl içinde amaçlarına harcamaları
esastır. Münhasıran devlet üniversitelerinin faaliyetlerinin devam ettirilme-
si ve desteklenmesi amacıyla kurulan vakıflarda 2547 sayılı Kanunun 56
ncı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan şartların sağlanması
açısından yıllık brüt gelirin en az dörtte üçünün elde edildiği yıl içinde
amaçlara harcanması gerektiği tabiidir. Elde edildiği yıl içinde amaçlara
harcanması gerektiği halde vakıf yönetiminin iradesi dışında harcanamayan
gelirler sonraki yılın tahmini bütçesine konulur ve bu miktardan yönetim ve
idame giderleri ile ihtiyata ve vakıf malvarlığını artırıcı yatırımlara pay ay-
rılmadan, tamamı o yıl içinde vakfın amaçlarına harcanır. Bu durumun ge-
çerli bir nedene dayanmaksızın süreklilik göstermesi (üst üste iki yıl gibi)
vergi muafiyeti şartlarının ihlali anlamına gelir. Ancak, sözü edilen gelir
fazlaları, vakıf resmi senedinde yazılı sağlık, sosyal yardım, eğitim, bilim-
sel araştırma ve geliştirme, kültür ve çevre koruma ile ağaçlandırma faali-
yetleriyle ilgili amaçların gerçekleştirilmesine yönelik yatırımlar için üç yıl
süre ile bir fon hesabında tutulabilir. Bunun için ilgili vakıfça, yatırıma iliş
kin yönetim kurulu kararıyla yatırım projesinin ana hatlarını (maliyetini, fi-
nansman kaynaklarını, gerçekleştirme süresini vb.) içeren bir yazı ile Mali-
ye Bakanlığı'na başvurularak izin alınması gerekir. Bu suretle finansmanı
için fon oluşturulmasına izin alınan yatırımın üç yıllık süre içinde tamam-
lanamaması halinde, gecikme gerekçeleri Bakanlıkça uygun görülürse sözü
edilen süre iki yıl daha uzatılabilir.
Kavram 343
Bakanlar Kurulu karan ile vergi muafiyeti tanınan vakıfların, Bakanlık- 1509
ta oluşan dosyalarının incelenmesi veya olağan denetimler ya da yaptırıla-
cak özel denetimler sonucunda;
- Yasal yükümlülüklere uymadıklarının, 151 o
- Resmi senetlerinde yazılı sağlık, sosyal yardım, eğitim, bilimsel 151 ı
araştırma ve geliştirme, kültür ve çevre koruma ile ağaçlandırmaya yönelik
amaçları dışında faaliyette bulunduklarının,
Vergi muafiyeti tanınan vakıflar bilanço esasına göre defter tutmak yü- 1516
kümlülüğündedir. Öte yandan anılan vakıflar izin almaksızın yardım topla-
yabilirler.
Bu vakıflar Medeni Kanuna tabi vakıfların özel bir türünü oluşturur. İs- 1517
tihdam edilenlere ve personele yardım vakıflarının kurulması hakkında
6762 Türk Ticaret Kanunu, Ticaret Kanununa ilişkin Tatbikat Kanunu ve
Sosyal Sigortalar Kanununda hükümler yer almaktaydı. TTK m. 468 hük-
münde, anonim ortaklıkların ana sözleşmelerinde çalıştırdıkları işçi ve
müstahdemler için yardım sandıkları ve sair yardım teşkilatı kurulması ve
sürdürülmesi için akçe ayrılması öngörülmüş, bu amaçla ayrılan malvarlığı
değerlerinin
405
ortaklık malvarlığından ayrılarak Medeni Kanun hükümleri-
ne tabi bir vakıf kurulmasına olanak sağlanmıştı. 6762 sayılı Ticaret Kanu-
nuna ilişkin Tatbikat K. m. 2 l hükmünde de, Ticaret Kanununun yürürlüğe
girmesinden önce bu amaçla ayrılan akçelere dahil malvarlığı değerlerinin
iki yıl içinde ortaklık malvarhğından ayrılması ve bunlarla Medeni Kanun
hükümlerine tabi vakıf kurulması öngörülmüştü. Sosyal Sigortalar K. geçici
m. 20, bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret odaları, sanayi odala-
rı, borsalar veya bunların oluşturduğu birliklerde evvelce kurulmuş bulunan
personele yardım sandıklarının, bu personelin iş kazası, meslek hastalıkları,
analık, malullük, yaşlılık ve ölüm, eşlerinin analık ve hastalık, çocuklarının
hastalık hallerinde, en az Sosyal Sigortalar Kanununda belirtilen yardımları
sağlamak amacıyla bir vakıf haline dönüştürülmeleri halinde, ilgili kurum
ve kuruluşun personelinin ayrıca Sosyal Sigortalar Kanunu hükümlerine
tabi sigortalı sayılmayacakları öngörmüştü 406 •
1518 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı TTK. m. 522'de aşağı-
daki hükme yer verilmiştir: "Esas sözleşmede şirketin yöneticileri, çalışan
ları ve işçileri için yardım kuruluşları kurulması veya bunların sürülebilme-
si amacıyla veya bu amacı taşıyan kamu tüzel kişilerine verilmek üzere ye-
dek akçe ayrılabilir. Yardım amacına özgülenen yedek akçelerin ve diğer
malların şirketten ayrılması suretiyle bir vakıf veya kooperatif kurulması
zorunludur. Vakıf senedinde, vakıf malvarlığının şirkete karşı bir alacaktan
ibaret olacağı da öngörülebilir. Şirketin bu amaca özgülediği yedek akçe-
den başka, yöneticilerden, çalışanlardan ve işçilerden aidat alınmışsa, iş
ilişkisinin sonunda, vakıf senedine göre yapılan ayrımdan yararlanamadık
ları takdirde çalışanlara ve işçilere hiç değilse ödedikleri tutarlar ödeme ta-
rihinden itibaren kanuni faiziyle birlikte geri verilir."
I 519 MK m. 1 1O hükmü, istihdam edilenlere ve personele yardım vakıflarına
uygulanacak esaslan belirlemektedir. Hüküm tüm çalıştırılanlara ve işçilere
yardım vakıflarına uygulanacaktır407 .
1520 MK m. 11 O hükmünde, istihdam edilenlere ve personele yardım vakıfları
için iki farklı hukuki yapı öngörülmüştür. Bu ayırımda, vakfın varlığının tü-
406) 31.5.2006 tarihli ve 55 l O Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun
(RG. 16.6.2006, sayı: 26200), 5754 sayılı 17.4.2008 tarihli K. m. 73 ile eklenen Geçici
Madde 20 hükmü ile 506 sayılı K. geçici m. 20 kapsamında kurulan vakıfların iştirak
çileri ile aylık veya gelir bağlanmış blanlar ile bunların hak sahiplerinin herhangi bir
işleme gerek kalmaksızın bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç yıl içinde Sosyal
Güvenlik Kurumuna devredilerek 551 O sayılı Kanun kapsamına alınacağı öngörülmüş
tü. Geçici m. 20/f. l hükmündeki imkana dayanılarak 14.3.2011 tarihli ve 20U/1559
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile süre iki yıl uzatılmıştı. Geçici m. 20/f. 1 hükmü
4.4.2015 tarihli 6645 sayılı K. m. 51 ile değiştirilerek 506 sayılı Kanunun geçici m.·W
kapsamında kurulan vakıfların iştirakçileri ile aylık veya gelir bağlanmış olanları ile '\
bunların hak sahiplerinin Sosyal Güvenlik Kurumuna devir tarihini belirlemeye Ba-
kanlar Kurulunun yetkili olduğu hükmüne yer verilmiştir.
407) Bkz. Özsunay, 373; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 353.
Kavram 345
411) Aile vakıfları hakkında bkz. Özsunay, 368-369; Güneri, 118; Köprülü, 599 vd.; Akii-
nal, 126; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 353.
412) Köpriilii, 600; Özsunay, 368.
413) Aile vakıflarının Vakıflar Genel Müdürlüğünün denetimine tabi olması 903 sayılı Ka-
nun ile gerçekleşmiştir. Daha önce aile vakıfları denetim dışı idi (Bkz. MK m. eski
80/f. l).
Kavram 347
ile Vakıflar
Genel Müdürlüğünü kapsar" hükmüne yer verilmiştir. Nitekim,
"Tanımlar" kenar başlığını taşıyan 3. maddesinde de "Vakıflar" teriminin
"Mazbut, mülhak, cemaat ve yeni vakıfları", "Yeni vakıf' teriminin "Mül-
ga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu
hükümlerine göre kurulan vakıfları" ifade ettiği açıklanmıştır. Belirtilen bu
hükümler çerçevesinde kanun koyucunun Vakıflar Kanunu ile "yeni va-
kıf'414 olarak adlandırdığı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan
417
vakıflar ile mazbut41 5, mülhak416 ve cemaat vakıflarının hukuki esaslarını
birarada aynı kanun kapsamında düzenlemek istediği anlaşılmaktadır. Aşa
ğıda belirtileceği üzere, bu düzenleme tarzı, kanaatimce özellikle Türk Me-
deni Kanununa göre kurulmuş vakıflar açısından isabetli değildir.
414) Vakıflar Kanununun Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmuş vakıflar için
tercihettiği "yeni vakıf' teriminin isabeti tartışılabilir. Zira, "yeni" sıfatı hukuki kav.
ramların içeriğini açıklamaktan çok zaman itibariyle bir başka olguya göre yakın tarih•
te ortaya çıkan olguları ifade ettiği üzere, Türk hukuk sisteminin temel yasalarından
olan Türk Medeni Kanununun öngördüğü vakıf tüzel kişiliğinin niteliğini açıklamak
için, kanaatimce yerinde bir tercih olarak görünmemektedir. Sadece, eski hukukumuz.
dan gelen mazbut ve mülhak vakıflar ile tüzel kişiliğini Lozan Anlaşmasından alan
cemaat (azınlık) vakıflarını, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıflar
'\ ile aynı kanun kapsamında düzenleme gayretinde olan kanun koyucunun zorunlu ola-
rak başvurduğu bir terimdir. Evvelki hukukumuzdan gelen vakıflar için "eski vakıf' te.
riminin kullanılması da, kanaatimce, Türk Medeni Kanununa göre kurulan vakıflar için
"yeni vakıf' teriminin kullanılmasını haklı göstermez. Bununla beraber, Türk Medeni
Kanununa göre kurulan vakıflar hakkında "yeni vakıf' teriminin özellikle uygulamacı
lar tarafından kullanılmakta olduğuna da işaret etmek gerekir. Bkz. Av. İlhan Demir,
Yeni Vakıfların Temel Kitabı, Ankara 2005 ..
415) Vakıflar Kanunum. 3 hükmüne göre "Ma:ibut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel Mü-
dürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gere--
ğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıftan" ifade eder.
416) Vakıflar Kanunum. 3 hükmüne göre "Mülhak vakıf: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan
gelenlere şart edilmiş vakıftan" ifade eder.
417) Vakıflar Kanunum. 3 hükmüne göre "Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına ba-
kılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfla
rı" ifade eder.
348 Vakıflar
418) Aynca bkz. Ali Akyıldız, Vakıflar Kanununun Getirdikleri ve Götürdükleri, Türk Hu-
kuk, Kasım 2006, sayı 116, 3 vd.
419) RG. 13.6.1935, sayı 3027.
Kavram 349
1536 Vakıf kurma işlemi, hukuki niteliği itibariyle tek taraflı bir irade beya-
nıdır421. Bu beyanın herhangi bir kimseye yönetilmesi ve varması gerek-
mez422. Vakfın kurucularını birden çok kişi olması da durumu değiştirmez.
Bu durumda da, ortak bir işlem ile vakıf kurulacak ise de, her bir kurucu-
nun vakıf kurulmasına yönelik tek taraflı irade beyanı söz konusudur423 .
1537 Vakıf kurma işlemi, hangi tür mal varlığı tahsis edilmiş olursa olsun,
tasarruf işlemi niteliği taşımaz, borçlandırıcı işlem niteliğindedir.424 .
1538 Medeni Kanunun 102. maddesi vakıf kurma işleminin iki farklı hukuki
yapıda ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. '\
1539 Vakfedenin, sağlığında hüküm ifade etmek üzere vakıf kurabilmesi
için, vakıf kurma iradesinin resmi senede bağlanması gerekir. Resmi senedi
noterler düzenleyecektir. Resmi senet, Noterlik K. m. 89 uyarınca "düzen-
425
leme şeklinde" yapılmalıdır . Noterin imza onayı yoluna başvurarak resmi
420) Vakıf kunna özgürlüğünün, esasen anayasadaki sözleşme özgürlüğü ve benzeri birey-
sel özgürlüklerin bir uzantısı olduğu, AY m. 33/f.son hükmünün derneklerin tabi oldu-
ğu sınırlamaların vakıflar hakkında da geçerli olmasını sağlama amacına yöneldiği gö-
ıiişünde Serozan, 87.
42 l) Riemer, Art. 80, Nr. 4; Serozan, 92; Hatemi, Kişiler Hukuku, § 12, Nr. 27; Oğuzman/
Seliçi/Oktay-Özdemir, 370; Köpn"ilii, 559; İşeri, 60 vd.; Zevkliler/Acabey/Gökyayla,
714.
422) von Tıı/ır/Peter, § 22, l; Riemer, Art. 80, Nr. 4.
423) von Tııhr/Peter, § 20, ll, Anm. 7; Riemer, Art. 80, Nr. 6.
424) Rieıner, Art. 80, Nr. 11 vd.
425) Vakıf senedinin resmi şekilde düzenlenmemesi vakıf kurma işleminin geçersizliğine
yol açar. Vakfın mahkeme karan ile tescil edilmesi de vakıf kuırna işlemindeki şekle
Kuruluşu 351
Vakfedenin ölümünden sonra hüküm ifade edecek şekilde vakıf kurul- 1541
ması ise, ölüme bağlı tasarruf yolu ile gerçekleşir. Vakıf kurma iradesinin
yer alacağı şekli anlamda ölüme bağlı tasarruf vasiyetnamedir426•427 • Buna
göre, vakıf, resmi vasiyetname, el yazısı ile vasiyetname veya sözlü vasi-
yetname ile kurulabilir (MK m. 531). Vakıf kurma işleminin miras sözleş
mesinde yer alması halinde, vakıf kurma işlemi açısından miras sözleşmesi,
vasiyetname olarak hüküm ifade edecektir. Bu durumda vakıf kuranın ölü-
müne kadar vasiyetnameden rücu etmesi mümkündür428 •
Bu vasiyetnamenin içeriğini, maddi anlamda ölüme bağlı tasarruf ola- 1542
rak, mirasbırakanın, terekesinin tasarruf edilebilir kısmının tamamını veya
bir bölümünü özgülemek suretiyle vakıf kurma teşkil edecektir (MK m.
526/f. 1).
aykırılığı düzeltemez. Ancak, özellik taşıyan durumlarda vakıf kurma işleminin şekle
aykırılığını ileri sürmek hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilebilir. Bkz. Se-
rozaıı, 99. Nitekim, eski bir kararında Yargıtay, şekle aykırılığa rağmen vakfın tescil
edilerek tüzel kişilik kazanmış olması halinde, vakıf kurucularının ve mirasçılarının
vakfın geçersizliğini ileri sürmelerini hakkın kötüye kullanılması sayılabileceğini ka-
bul etmiştir. Bkz. Yarg. 6. HD., 7.12.1973, 5440/4803 (RKD., 1974, C. 11/2, s. 17-l 8).
426) Vakıflar Yönetmeliği m. 6/f. l hükmünde ölüme bağlı tasarrufla kurulan vakıflarda
sulh hakiminin vakıf kurulmasına esas belgenin bir örneğini yedi gün içinde Vakıflar
Genel Müdürlüğüne göndereceği hükmüne yer verilmiştir. Vakıf kunna tasarrufunun
yer aldığı vasiyetnamenin MK. m. 53 l hükmünün öngördüğü şekillerden (resmi vasi-
yetname, el yazısı ile vasiyetname veya sözlü vasiyetname) herhangi biriyle gerçekleş
tirilmesi mümkün olduğuna göre Vakıflar Yönetmeliği m. 5/f. 2 ancak resmi vasiyet-
namenin sulh hakimi tarafından düzenlenmiş olması (MK. m. 532/f. 2) halinde anlam
taşır.
427) Yeni Medeni Kanunumuzun "ölüme bağlı tasarrufların şekilleri"ne tahsis edilen dör-
düncü ayrımında m. 531 hükmünün hem kenar başlığında hem madde metninde şekli
anlamda ölüme bağlı tasarrufu ifade ederken "vasiyet" terimininin kullanılması isabetli
olmamıştır.
428) Bkz. Oğıızman. Miras Hukuku, 130.
429) Bkz. İşeri, 25; Köpriilii, 558; Özsunay, 382 vd.
352 Yakıtlar
yetsizlerin vakıf kurma işlemi, diğer işlemleri gibi, geçersizdir. Sınırlı ehli-
yetsizlerin (mümeyyiz küçük ve kısıtlıların) kanuni temsilcilerinin rızası ile
vakıf kurmaları, MK m. 449'da vakıf kurma yasak işlemler arasında sayıl
dığı için mümkün değildir. MK m. 449 sebebiyle, tam ehliyetsizler adına
kanuni temsilcileri de vakıf kuramazlar. Sınırlı ehliyetliler, MK m. 429' da
sayılan işlemler arasında vakıf kurma yer almadığı için serbestçe vakıf ku-
rabil iri er430 •
1544 Vakfın, ölüme bağlı tasarruf yolu ile kurulması halinde, vakıf kuranın
vasiyetname yapma ehliyetine sahip olması gerekir. Şu halde, ayırt etme
gücüne (temyiz kudretine) sahip olan ve onbeş yaşını doldurmuş kişiler va-
siyetname yolu ile vakıf kurabilirler (MK m. 502)431 •
1545 Tüzel kişiler açısından ise, tüzel kişinin organlarının vakıf kurma husu-
sunda yetkili olması aranmaktadır. Bu yetki tüzel kişinin ana statüsünde yer
alan bir hükümden kaynaklanabileceği gibi, genel kurullarının alacağı bir
karara da dayanabilir432 .
1546 Bu hususta, Vakıflar Yönetmeliği m. 5/f. 2, vakıf kurucuları arasında
tüzel kişi bulunması halinde tüzel kişinin vakıf kurabileceğini ve vakfa
malvarlığı tahsis edilebileceğine ilişkin hüküm bulunan kuruluş statüsünü
veya yetkili organ kararını da vakıf senedi ile mahkemeye vermesini ön-
görmektedir.
1547 Vakıf kurma iradesini yansıtan vakıf kurma işleminin yazıya dökülmüş
şekliolan vakıf senedinin içeriğinde bulunması gereken zonınlu unsurlar
MK m. 106' da öngörülmüştür. Bu hükme göre, vakıf senedinde vakfın adı,
amacı, bu amaca özgülenen malvarlığı değerleri, vakfın örgütlenme ve yö-
netim şekli ile yerleşim yerinin yer alması gerekir. Vakıf senedinin içeri-
430) İşeri, 26; Özsıınay, 383; Hatemi (Önceki ve Bugünkü Türk Hukukunda Vakıf Kurma
Muamelesi, İstanbul 1969; 278; Tüzel Kişiler, § 12, Nr. 46), eski MK m. 379/b. 7'deki
bağışlama kavramının geniş yorumlanması suretiyle, sınırlı ehliyetlilerin kanuni müşa
virin oyunu olarak vakıf kurabileceği fikrindedir.
431) Vakıf kurma işleminin, miras sözleşmesinin içeriğinde yer alınası halinde miras söz-
leşmesine ilişkin ehliyet şartlarının (eski MK m. 450, MK m. 503) gerçekleşmesi ge-
rektiği kabul edilmekte ise de (Bkz. Özsunay, 385; Akiinal, 127, dn. 4), kanaatimce,
miras sözleşmesinin tek taraflı, her zaman dönülebilir içeriğine dahil olan ve vasiyet-
name gibi hüküm ifade eden vakıf kurma işlemi açısından vasiyetname yapma ehliye-
tine ilişkin şartların gerçekleşmesi yeterli sayılmalıdır. Bkz. Dural/Öz, 162-163.
432) Bkz. Özsımay, 386; Hatemi, Tüzel Kişiler,§ 12, Nr. 45; Doğan, Vakıflarda Malvarlığı,
Ankara 2000, 41.
Kuruluşu 353
ğinde yer alması gereken bu unsurların, vakfın ölüme bağlı tasarrufla ku-
nılınası halinde vasiyetname metninde de bulunması gerekir433 .
Vakıf senedinde vakfın amacı ve bu amaca tahsis edilen mal ve haklar 1548
yeterince belirtilmekle beraber, MK m 106 hükmünde yer alan diğer zorun-
lu unsurların bulunmaması halinde, MK m. 107/f.2 hükmünden yararlana-
rak bunların tamamlatılması yoluna gidilecektir .
434
Vakıf kuranın sağlığında hüküm ifade etmek üzere kurulan vakıflarda 1550
resmi senedin düzenlenmesinden sonra tescil yapılıncaya kadar vakfedenin
vakıf kunna işlemini geri alıp alamayacağı tartışmalıdır. Baskın görüşün,
vakfı kuranın tescil yapılıncaya kadar vakıf kurma işlemini geri alabileceği
yönünde olduğu söylenebilir435 • Bununla beraber, resmi senedin düzenlen-
mesinden sonra vakıf kurma işleminin geri alınamayacağı da savunan ya-
zarlar da vardır436 . Ancak, Vakıflar Yönetmeliği m. 5/f. 3 'te yer alan "vakıf
senedinin düzenlenmesini takip eden üç ay içinde vakfedenin veya ölümü
halinde mirasçılardan birisi tarafından tescil talebinde bulunulmamış veya
vakfeden tüzel kişiliği haiz olup da bu süre içinde sona ermiş ise vakfın
tescili hususundaki başvurma Genel Müdürlük tarafından yapılır" hükmü
437) Eski MK m. 74 ve 2009/15228 sayılı Tüzük ile (RG. 23.7.2009, sayı: 27297) yürürlük-
ten kaldırılan Vakıflar Hakkında Tüzük m. 5/f. 4 vem. 8 hükümlerine göre, vakıflar,
vakıf kurmak isteyen kişinin ikametgahı asliye hukuk mahkemesi nezdinde tutulan si-
cile tescil ile tüzel kişilik kazanıyorlardı. Vakfedenin ikametgahı mahkemesi vakıfla
ilgili diğer işlemler bakımından da yetkili mahkemeydi. Doktrinde, tescilin vaktin
ikametgahı mahkemesi tarafından tutulacak sicile yapılmasının sistemin işlemesi açı
sından daha isabetli olacağı, zira böylece vakfın çeşitli işlemleri hususunda da vaktin
ikametgahı mahkemesinin yetkili olacağını belirtilmekteydi. Bkz. İşeri, 95; Özsunay,
404; Akünal, 131.
438) Riemer, Art. 80, Nr. 15.
Kuruluşu 355
1562 Vakıf, ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından merkezi sicile kay-
dedilir (MK m. 104/f. 3, Vakıflar Yönetmeliği m. 9/f.l) ve Resmi Gazetede
ilan edilir (MK m. 104/f.3; Vakıflar Yönetmeliği m. 9/f.2). Gerek merkezi
sicile kayıt, gerekse Resmi Gazetede ilan kurucu etkiye sahip değildir. MK
m. 104/f. 4, tescil ve ilanın tüzük hükümlerine göre yapılacağını öngörmüş
tür. Vakıfların denetlenmesi açısından önem taşıyan merkezi sicile tescilin
ne şekilde tutulacağı ve hangi kayıtların yapılacağı keza Resmi Gazetede
yapılacak ilanın içeriği Vakıflar Y,önetmeliği m. 9/f.2 hükmünde belirtil-
miştir.
442) Eski MK m. 74/f. 2'de yer alan milli menfaatlere aykırılık kavramının her yöne çekile-
bilir ve dolayısıyla hakime çok geniş bir takdir yetkisi tanıyan bir kavram olması sebe-
biyle, bu deyimin "milli birliğe aykırı" anlamında sınırlayıcı şekilde yorumlanması ge-
rektiği savunulmaktaydı. Bkz. İşeri, 102; Özsunay, 408. Yeni MK m. 1O1/f. 4 hük-
münde "milli birlik" ifadesine yer verilmişse de, "milli menfaatlere aykırılık" ibaresi
de muhafaza edilmiştir.
443) Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 376.
444) Bkz. Hatemi, Vakıf Kurma Muamelesi, 256 vd.
Kuruluşu 357
'-
2.2.2. Vakfın tescilinin hukuki sonuçları
Tes.cil ile birlikte vakıf tüzel kişilik kazanır. Bu açıdan tescil kurucu et- 1566
kiyi haizdir. MK m. 105/f. l 'de yer alan "Özgülenen malların mülkiyeti ile
haklar, tüzel kişiliğin kazanılmasıyla vakfa geçer" hükmünde belirtildiği
üzere, tescil ile birlikte vakfedilen mal~arlığı değerleri vakfa intikal ede-
cektir. Malvarlığı değerlerinin vakfa intikali tüzel kişiliğin kazanılması ile
birlikte, başka bir işleme gerek olmaksızın gerçekleştiği için vakfın tescili-
ne ayni sonuçlar bağlandığı ifade edilmektedir445 •
Buna göre, vakfa tahsis edilen taşınır eşyanın zilyedliğinin devredilme- 1567
sine, taşınmazların vakıf adına tesciline, alacakların da vakfa temlikine ih-
tiyaç olmaksızın, bu malvarlığı değerleri tüzel kişilik kazanmasıyla birlikte
vakfa intikal edecektir. Vakfın tesciline ilişkin kararın kesinleşmesinden
sonra vakfa tahsis edilen taşınmazların vakıf tüzel kişiliği adına tescilinin
yapılabilmesi için, durum mahkeme tarafından re'sen ve derhal tapu idare-
sine bildirilecek ve vakıf senedinin bir örneği de birlikte gönderilecektir.
Tapu idaresi bu bildiri üzerine tüzel kişilik adına tescili yapacaktır (MK m.
105/f. 2, Vakıflar Yönetmeliği m. l 2/f.2)446 •
Vakfın vasiyetname yolu ile kurulduğu hallerde de durum aynıdır447 • 1568
Ancak, vasiyetnamede yer alan vakıf kurma tasarrufunun mirasçı nasbı ni-
teliği taşıdığı, örneğin terekenin tamamının veya bir oranının tahsis edildiği
hallerde, bu sonucu kabul etmekle beraber, vakıf kurma tasarrufunun vasi-
yet niteliği taşıdığı, örneğin terekeye dahil belirli malvarlığı değerlerinin
tahsis edildiği hallerde, vakfın tüzel kişilik kazanmakla birlikte vasiyet ala-
caklısı olduğu ve vasiyet konusu malvarlığı değerini ancak gerekli devir iş
leminin yapılması ile kazanacağını savunan yazarlar da vardır448 .
1569 MK. m. 105/f. 3 hükmü, ölüme bağlı tasarrufla kurulan vakfın mirasbı-
rakanın borçlarından sorumluluğunu, vakfa özgülenen mal ve haklarla sı
nırlamıştır.
1570 Tüzel kişiliğin kazanılması ile tahsis edilen malvarlığı değerleri vakfa
intikal ettiği için vakıf bunları elinde bulunduranlardan istihkak talebi ile is-
teyebilme yetkisine sahiptir. Ancak bu süreçte özellikle taşınmazlar üzerin-
de iyiniyetli üçüncü kişilerin hak iktisabını engelleyebilmek için, vakfın
tesciline karar veren mahkeme, kararın kesinleşmesini beklemeden taşın
mazların vakfedildiğine dair geçici şerh verilebilmesi için durumu, re'sen
ve derhal tapu idaresine bildirecektir. Bu bildirim üzerine, tapu idaresi ta-
şınmazların sayfalarına geçici şerhi kaydedecektir449 .
450) Vakıf kuran üçüncü kişilerdeki alacak haklarını tahsis ederek vakıf kurabileceği gibi,
vakıf kendialeyhine vakıflehine alacak hakkı tesis ederek de valafkurabilir. Bkz. Eg-
ger, Art. 80, Nr. 12; İşeri, 65; Özsunay, 397; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 359;
Öztan, 118.
451) Bkz. Riemer, Art. 80, Nr. 24; Özsunay, 396 vd.; Akünal, 118. Vakfa özgülenecek mal-
varlığı değerlerinin işin niteliği gereği devredilebilir olması gerekir. Örnek olarak,
vakfeden sahip olduğu bir intifa hakkını vakfa özgüleyemez. Bununla beraber mülki-
yetinde bulunan eşya üzerinde vakıf lehine intifa hakkı kurarak tahsis yapması müm-
kündür.
452) İşeri, 63; Özsunay, 397; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 359; Akünal, 118.
453) Bkz. Yarg. 6. HD., 5.2.1980, 6848/892 (YKD., 1980/6, s. 797); Yarg. 6. HD.,
10.6.1980, 2016/6047 (YKD., 1981/10, s. 1279); Yarg. 6. HD., 1.3.1988, 15162/3073
(YKD., 1988/6, s. 777); Yarg. 6.HD., 20.11.1989, 15724/17773 (Yasa Hukuk Dergisi,
1990/1, s. 65).
360 Vakıflar
racak bir tasarruf işlemi sözkonusu değildir. Ölüme bağlı tasarrufla kurulan
vakıflarda tahsis ise, miras hukuku prensiplerine tabidir ve vakfedenin
ölümden sonraki mal varlığında tasarruf etmesi anlamını taşır .
454
1576 Eğer vakfa tahsis edilen malların amacı gerçekleştirmeye yeterli olma-
dığı anlaşılırsa 6, vakıf tüzel kişilik kazanamayacaktır457 . MK m. 107/f. 3
45
hükmü, tescili istenen vakfa ölüme bağlı tasarrufla özgülenen mal ve hakla-
rın amacın gerçekleşmesine yeterli olmaması halinde, vakfeden aksine bir
irade açıklamasında bulunmuş olmadıkça denetim makamının görüşü alına-
458) Bu tahsis üzerine vakfeden veya ınirasçıiad vakfedilen ınalvarlığı değerlerini belirtilen
vakfa devir borcu altına gireceklerdir. Bkz. Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 359.
459) Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 359; Akünal, 118; Akünal/Tezel, 194.
4. VAKFIN AMACI
1578 Vakıf, malvarlığı değerlerinin belirli bir amaca tahsisi ile kurulur (MK
m. 1O1/f. l ). Dolayısıyla, amaç, vakfın önemli unsurlarından biridir. Bu
amaç, vakıf kuran tarafından hukuk düzeninin sınırları içinde kalmak kay-
dıyla, serbestçe belirlenir. Amacın vakıf kuran tarafından belirlenebilmesi
vakıf kurma özgürlüğünün uzantısı olarak ortaya çıkar ve vakıf kurma açı
sından "amacı belirleme özgürlüğü" olarak adlandırılabilir4 •
60
1579 Vakfın amacının belirli niteliklere sahip olması gerekir. Bunlardan ba-
zıları Medeni Kanun hükümlerinde belirtilmiştir. Bazıları da vakfın amacı
nın niteliğinden çıkarılabilir. Şöyle ki;
460) Özsunay, 387; Köprülü, 567; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 363; Öztaıı, 120; Zevkli-
ler/Acabey/Gökyayla, 708.
461) Egger, Art. 80, Nr. 10; Riemer, Art. 80, Nr. 39; İşeri, 35; Özsunay, 387; Köprülü, 567;
Akünal, 1 18- l 19; Köprülü, 568; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 368; Öz tan, 121.
462) İşeri, 35-36; Akünal, 119, dn. 7.
463) Özsunay, 389; Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 368; Öztaıı, 120; Amacın mantıksız
veya anlamsız olduğu hallerde de, vakıf kuranın iradesine saygı gösterilerek vakfın tü-
zel kişilik kazanacağı görüşünde İşeri, 37.
464) Köpnılü, 568; Özsunay, 387.
Amaç 363
Eski Medeni Karnında vakfın amacının sürekli olması gerektiği husu- 1582
sunda hüküm yoktu. Ancak doktrin, işin niteliği gereği vakfın tüzel kişilik
kazanması için vakfın amacının süreklilik arz etmesi gerektiğini kabul et-
mekteydi465. MK m. 101/f. 1 hükmünde amacın sürekli olması gerektiği
açıkça ifade edilmiştir. Vakfın amacının sürekli olması, ebedi olması anla-
mını taşımaz. Ancak tamamen geçici amaçlar için vakıf kurulamaz466 •
465) Bkz. Köprülii, 570; Özsıınay, 389; Oğuzman/Seliçi/Oktay, 6. Bası, İstanbul 1999, 264;
Akünal, 265.
466) Bu hususta bkz. I. bölüm, 1.2.1.
467) Milli menfaatlere aykırılık kavramının çok geniş olması sebebiyle "milli birliğe aykı
rı" olarak anlaşılması gerektiği hususunda bkz. yukarıda dn. 403.
468) Yürürlükten kalkan Vakıflar Hakkında Tüzük m. 7 hükmünde yasak amaç taşıyan va-
kıfların her nasılsa tescil edilmeleri halinde yetkili mahkeme tarafından dağıtılacağına
ilişkin hükmü de, MK m. 45/f.2 hükmüne uygun olarak bu amaca yönelik vakıfların
tüzel kişilik kazanamayacağı tarzında anlamak gerekirdi.
469) Bkz. I. bölüm, 5.3.2.
470) Bkz. 1.2.2.
364 Vakıflar
471) Ticari işletme işleten vakıfların da TTK m. 16/f.l uyarınca tacir sayılacağı ve ticari iş
letmelerinin ticaret siciline tescil edilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Ticaret Sicili
Yönetmeliği m. 58 vd.). Bkz. Arkan, 117. Kamuya yararlı vakıfların ticari işletmeleri
nin ticaret siciline tescili gerekmesine rağmen, TTK m. 16/f.2 hükmünden kıyasen ya-
rarlanmak suretiyle kamuya yararlı derneklerde olduğu gibi, kamuya yararlı vakıfların
da tacir sayılmayacaklarını, tüzel kişiliğe sahip olmamasına rağmen bunların ticari iş
letmelerinin tacir sayılması hususunda bkz. Arkan, 117.
472) Riemer, Syst. Teil, Nr. 85.
473) Karaya/çın, Şirketler Hukuku, 46-47; Güneri, Vakıfta Amaç Kavramı ve Amacına Gö-
re Vakıf Türleri, Ankara 1976, 46-47; Zevkliler/Acabey/Gökyayla, 708-709. Bkz. ve
karş.: Oguzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, 363.
474) Bkz. Hatemi, Tüzel Kişiler,§ 12, Nr. 71; Serozan, 91; Grııninger, Art. 80, Nr. 17.
5. VAKFIN ÖRGÜTÜ
MK m. 109 vakıflarda
zorunlu organ olarak sadece yönetim organını 1587
öngörmüştür. Vakıflarda yönetim organı, aynı zamanda karar organıdır.
Medeni Kanuna göre, yönetim organının kurul tarzında oluşturulması zo-
runlu değildir. Yönetim organı tek kişiden de oluşabilir. Örnek olarak, va-
kıf kuranın doğrudan doğruya kendisini vakfın yönetim organı olarak tayin
etmesi mümkündür475 • Ancak vakfın ihtiyaçlarına göre vakıf senedinde yö-
netim organının bir kurul olarak tayini de söz konusu olabilir. Uygulamada,
yönetim organının kurul olarak tayin edildiği hallerde, yönetim organına,
yönetim kurulu, mütevelli heyeti, mütevelli gibi adlar verilmektedir.
MK m. 106 ve Vakıflar K. m. 6/son uyarınca vakfın örgütlenme ve yö- 1588
netim şeklinin bu kapsamda vakfın yönetim organının vakıf senedinde gös-
terilmesi zorunlu olduğundan, yönetim kurulunun kim veya kimlerden olu-
şacağını vakıf kuran vakıf senedinde tayin edecektir476 • Yönetim organında
tüzel kişinin de bulunabileceği kabul edilmektedir477 .
Vakıf senedinde yönetim organının ve vakfın temsil edilmesine ilişkin 1589
yeterli düzenleme bulunmaması halinde, bu husus tescil kararı verilmeden
önce mahkemece tamamlattırılabileceği gibi, kuruluştan sonra da Vakıflar
Genel Müdürlüğünün başvurusu üzerine eksik hususlar mahkeme tarafın-
dan tamamlanacaktır (MK m. 107/f.2). Mahkeme, Vakıflar Genel Müdür-
lüğünün ve olanak varsa vakfedenin de görüşünü alacaktır (Vakıflar Yö-
netmeliği, m. 10/f.2).
1593 Yönetim organının karar organı olarak faaliyetinde vakfı kuranın irade-
si ile belirlenen vakıf senedi hükümlerine uymak zorundadır. Dolayısıyla,
yönetim organı, vakıf senedinde belirtilen hükümlere uygun olmak kaydıy
la, vakıf faaliyetinde uyulacak ilkeleri belirlemek konusunda gerekli karar-
lan alır. MK m. 112/f. l hükmünde vakfın yönetim şeklinin, MK m. 1 l 3
hükmünde vakfın amacının ve mallarının değiştirilmesi için mahkemeye
başvurulması, yönetim organının karar organı olarak yerine getireceği gö-
revleri arasındadır.
1594 Yönetim organına, yürütme organı olarak, vakfı yönetmek ve temsil
etmek görevi verilmiştir. Bu kapsamda, vakfın faaliyeti, vakfın mallarının
korunması ve vakfın amacına ulaşabilmesi için gerekli bütün günlük işlerin
yapılması yönetim organının görevidir. MK m. 114 uyarınca vakfın mal-
varlığı durumunun ve çalışmalarının, bu kapsamda vakfın gelirleri ve vakfa
yapılan her türlü kazandırmanın Vakıflar Genel Müdürlüğüne bildirilmesi,
herhangi bir nedenle eksilme olduğu takdirde vakıf senedindeki hükümlere göre eksik-
lik tamamlanır. Vakıf senedinde hüküm bulunmaması halinde; öncelikle senet değişik
liği yapılmak suretiyle eksiklik giderilir. Ancak;
a) Vakıf senedi değişikliğine yetkili organında eksilmeler nedeniyle karar yeter sayısı
nın sağlanamaması halinde vakıf senedi değişikliğine yetkili organm karar yeter sayısı
gözetilmeden aldığı karar,
b) Vakıf senedi değişikliğine yetkili organın bulunmaması veya hiçbir üyesinin kal-
maması halinde ise icraya yetkili organın kararı,
c) İcraya yetkili organdaki eksilmeler nedeniyle karar yeter sayısının sağlanamaması
halinde ise karar yeter sayısı gözetilmeden alınan karar,
ile mahkemeye başvurulur. Mahkemecb, Genel Müdürlüğün yazılı görüşü alınarak or-
ganlardaki eksiklik tamamlanır.
(3) Mahkeme kararını müteakip, organlardaki eksilmelerin tamamlanması hususunda
gerekli senet değişikliği yapılır." ·
hükmü yer almaktadır. Vakıflar Yönetmeliği m. 15 hükmü uyarınca vakıf yönetim or-
ganına seçilenlerin isimleri ile tebligata esas adreslerinin seçim tarihinden itibaren l 5-
gün içinde ilgili bölge müdürlüğüne bildirilmesi gerekir. '\
Örgütü 367
Uygulamada çok kere seçimlik organlar olarak, genel kurul, danışma 1597
kurulu, planlama kurulu ve denetleme kuruluna yer verildiği görülmektedir.
Hatta, vakfın yönetim organına bağlı yürütme kurullarına da rastlanmakta-
dır4st.
479) Yönetim organının diğer görevleri için bkz. Vakıflar Hakkında Tüzük m. 20/f.2; m.
22/f.6.
480) Bkz. Akünal, 136.
481) Bkz. Özsıınay, 433; Akünal, 137; Serozan, 101.
482) Özsunay, 433; İşeri, 151.
483) Bkz. Akünal, 137; Hatemi, Kişiler Hukuku,§ 14, Nr. 2.
484) Yargıtay (18 HD., 23.6.2003, 3753/5372, YKD., 2003/8, s. 1411; 18 HD., 4.3.2004,
1028/1672, YKD. 2004/7, s. 1093), Medeni Kanunun 101/f. 3 hükmünün yürürlüğe
ginnesinden sonra yeni düzenleme yapılıncaya kadar, vakıf senetlerinde üyelikle ilgili
368 Vakıflar
düzenleme bulunan vakıfların. yeni üye kaydetmemek koşuluyla hali hazır statülerini
devam ettireceği görüşündeydi.
485) AY. Mahk., 17.4.2008 tarihli, 2005/14 E., 2008/92 K. sayılı kararı (RG. 28.06.2008,
sayı 26920).
486) AY Mahk. 27.11.2007 tarihli 2002/162 E, 2007/89 K. sayılı Kararı (RG. 26.1.2008,
sayı 26768).
487) Vakıflar Kanunum. 10/f. 2 b. f, 2.8.2013 tarih ve 28726 sayılı Resmi Gazetede yayım
lanan 12.7.20 l 3 tarih ve 6495 sayılı Kanunun 48. maddesi hükmü gereğince yürürlük-
ten kaldırılmıştır.
Örgütü 369
Görevinden alınan vakıf yöneticileri Meclis üyesi olamaz ve beş yıl sü- 1611
reyle aynı vakfın yönetim ve denetim organında görev alamazlar. Aynca
ikinci fıkranın (c) ve (e) bentlerinde belirtilen nedenlerle görevinden alınan
vakıf yöneticileri başka bir vakfın yöneticisi ise o görevinden de alınmış
sayılır ve beş yıl süreyle hiçbir vakfın yönetim ve denetim organında görev
alamazlar (Vakıflar K. m. 10/f. 3).
"- __ Vakıf yönetiminde yer alan kişiler ile vakıf çalışanları kusurlu fiilleri 1612
nedeniyle vakfa verdikleri zararlardan sorumludurlar (Vakıflar K. m.
10/f.4).
Devlet ,Denetleme Kurulu Hakkındaki Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 1612a
ın.6' da sayılan sebeplerin varlığı halind~ tedbiren vakıf yöneticilerinin gö-
revden uzaklaştırılması mümkündür. '
488) Dernekler Yönetmeliğinin 21-25. maddelerinde Türkiye'de Kurulu Vakıfların Yurt Dı
şı Faaliyetleri ve Yabancı Vakıfların Türkiye'de faaliyette bulunmalarına ilişkin esas-
lar düzenlenmiştir. Vakıflara ilişkin düzenlemenin Dernekler Yönetmeliğinde yer al-
ması isabetli olmamıştır. Her ne kadar Dernekler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılma
sına Dair Yönetmelik, Dernekler Yönetmeliğinin 21. maddesini yürürlükten kaldırmış
ise de, Yönetmeliğin 22 vd. hükümleri yürürlüktedir.
6. VAKFIN YÖNETİMİN ŞEKLİNİN, AMACININ VE
"' MALLARININ DEĞİŞTİRİLMESİ
489) Bkz. İşeri, 201; Özsıınay, 453; Akünal, 140; Egger, Art. 85-86, Nr. 4 vd; Pedrazzinil
Oberlıolzer, 268; Öztan, 137-138; Oğuzman!Seliçi/Oktay-Özdemir, 383-384. İlköğre
timin paralı olduğu bir sistemde, ilköğretim çağındaki çocukların parasız öğrenimini
sağlama amacıyla kurulmuş bir vakfın amacının ilköğretimin devlet tarafından parasız
hale getirilmesi halinde ilköğretim çağındaki çocuklara burs verme tarzında değiştiril
mesi böyledir. Brückner, Nr. 1433.
490) Bu hususta bkz. Turgut Öz, Vakıf Senedinde Aksine Hüküm Bulunmasına Rağmen
Vakıf Mallarının Değiştirilmesi, Prof. Dr. Kemal Oğuzrnan'ın Anısına Armağan, İs
tanbul 2000, 753 vd.
Denetim 373
Denetimin kapsamı, esas itibariyle vakıf senedi hükümlerinin yerine ge- 1636
tirilip getirilmediğinin ve vakıf mallarının amaca uygun şekilde yönetilip
yönetilmediği ve vakıf gelirlerinin amaca uygun şekilde harcanıp harcan-
madığının belirlenmesidir (MK m. 1 11/f. l ). Denetim, en az iki yılda bir de-
fa gerçekleşecektir.
Bununla beraber, Vakıflar K. m. 33/f.1 vakıflarda iç denetimin esas ol- 1637
duğunu, bu denetimin vakıf organları tarafından gerçekleştirilebileceği gibi,
bağımsız denetim kuruluşlarına da yaptırılabileceğini öngörmüştür. Vakıf
yöneticileri en az yılda bir defa yapılacak iç denetim raporları ile sonuçları-
nı rapor tarihini takip eden iki ay içinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne bildi-
receklerdir (Vakıflar K. m. 33/f.2).
Vakıflar Yönetmeliği m. 39 denetimin kapsamına ilişkin ayrıntılı hü- 1638
kümler öngörmüştür. Bu hükümlere göre, yapılan denetlemede, vakfın,
a) Vakfiye ve vakıf senedinde yazılı amaç doğrultusunda faaliyette bu- 1639
lunup bulunmadıkları,
b) Yürürlükteki mevzuata uygun yönetilip yönetilmedikleri, 1640
1655 Vakfın kendiliğinden sona ermesi vakfın amacının imkansız hale gel-
mesi (MK m. 116/f. 1) veya vakıf senedinde öngörülen hükümler sebebiyle
gerçekleşir.
"
Vakfın amacının imkansız hale geldiğinin kanaatine varan yönetim or- 1660
ganı veya Vakıflar Genel Müdürlüğü, yetkili mahkemeye başvurarak vak-
fın sona erdiği hususunun mahkeme siciline işlenmesini talep edecektir.
Mahkeme başvurunun yapılış şekline göre, yönetim organının veya Vakıf-
lar Genel Müdürlüğünün yazılı görüşünô alarak talebi karara bağlayacaktır
(Vakıflar Yönetmeliği m. 19). Sona eren vakıf, mahkeme kararı ile birlikte
sicilden silinir.
Vakfın kendiliğinden sona erdiği diğer durum, vakıf senedinde bulunan 1661
hükümlerin vakfın sona ermesine yol açmasıdır. Vakıf senedinde vakfın sü-
reye veya bozucu şarta bağlandığı hallerde durum böyledir500 •
500) Egger, Art. 88/89, Nr. 1; Özsunay, 457; Oğuzrnan/Seliçi/Oktay-Özdemir, 397; Aküııal,
144;
501) İşeri, 222; Özsunay, 460; Akünal, 143.
380 Vıtkıflar
1666 Eğer, vakıf kuranın, vakıfkurma işlemi ile tahsis ettiği malvarlığı de-
ğerlerininvakfa intikalinden sonra geriye kalan malvarlığı borçlarını öde-
yemeyecek hale gelirse, vakıf kurarım alacaklıları İİK m. 278 vd. hükümle-
rine dayanarak açacakları bir iptal davası ile vakfa itiraz edebilirler. Bu da-
vanın olumlu sonuçlanması halinde vakıf iptal edilecektir (MK m. 108).
1667 Yine, vakıf kuranın sağlığında resmi senetle veya vasiyetname yolu ile
kurulan vakıflarda, vakıf kurulması, saklı pay sahibi mirasçıların saklı pay-
larına tecavüz teşkil ediyorsa, saklı pay sahibi mirasçılar MK m. 565/b. 3
ve b. 4 hükmüne dayanarak vakıf kurma işlemi ile vakfa tahsis edilen mal-
ların saklı paylarına tecavüz eden bölümünün tenkisini talep edebilirler.
Eğer tenkis sonucunda kalan malvarlığının yetersizliği sebebiyle, vakfın
amacının gerçekleşmesi imkansızlaşırsa vakıf sona erecektir.
9 .5. 1.Tasfiye
1669 Vakfın sona ermesi üzerine vakıf mal varlığının tasfiye edilmesi gereke-
cektir. Tasfiyenin nasıl gerçekleşeceği üzerinde tüzel kişilerin sona ermesi
incelenirken durulmuştu. Kısaca teµarlamak gerekir ise, vakfın malvarlığı
nın tasfiyesi, malvarlığının aktif ve pasifinin belirlenerek bilançosunun ya-
pılmasını, alacakların tahsil edilerek, borçların ödenmesini ifade' ed\'.!r. Tas-
fiye, MK m. 53 hükmü uyarınca terekenin resmi tasfiyesine ilişkin hüküm-
lere göre gerçekleştirilecektir.
9.5.2. Tahsis
1670 Sona eren tüzel kişinin tasfiyeden sonra kalan malvarlığının tahsisine
(özgülenmesine) ilişkin olarak MK m. 54, kanunda veya kuruluş belgesinde
başka bir hüküm bulunmadıkça ya da yetkili organı başka türlü karar ver-
medikçe, malvarlığının en yakın amaç güden kamu kurum veya kuruluşuna
geçeceği; hukuka veya ahlaka aykırı amaç güttüğü için mahkeme kararıyla
sona erdirilen tüzel kişilerin malvarlığının her halde ilgili kamu kuruluşuna
Sona Erme 381
502) 12.7.2013 tarihli, 6495 sayıh Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Deği
şiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 50. Maddesi ile Vakıflar Kanunu'na aşağıdaki geçi
ci madde eklenmiştir:
"Geçici Madde- 1/1/1990 tarihinden bu maddenin yayım tarihine kadar Genel Müdür
lüğün dağıtılma talebiyle açtığı dava sonucunda dağılmasına veya dağıtılmasına karar
verilen yeni vakıfların hayatta bulunan kurucularının birlikte başvurusu üzerine vakfın
adı ve amacı ayııı olmak kaydıyla bin lira kuruluş malvarlığı tahsis edilerek Türk Me
deni Kanunu hükümlerine göre yeni bir vakıf kurulabilir.
Kurulan bu vakıflar 4721 sayılı Kanun ve bu Kanun hükümlerine göre faaliyette bulu
nurlar, ancak kanunla kurulan vakıf statüsünde sayılmazlar.
Dağıtılan vakfın Genel Müdürlüğe intikal eden ve halihazırda Genel Müdürlük tarafın
dan tasarruf edilen taşınmazları, yeni kurulan vakfa mahkeme siciline tescilinden itiba
ren üç ay içinde devredilir. Devredilen mallarla ilgili başkaca bir talepte bulunulamaz."