Professional Documents
Culture Documents
Sahibi
TED Ankara Koleji Vakfı adına
Ahmet Ziyaettin Çörtoğlu
Adres
TED Ankara Koleji Vakfı Okulları
Taşpınar Mah. 2800. Cad. No:5
İncek / ANKARA
Tel : (0312) 586 90 00
Levent Toprak
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Kapak Resmi
Burçe Geçit 11-P
ORTAOKUL DOSYASI 95
Haldun Taner’in Konçinalar Öyküsünü Uyarlama Denemesi Arjen Deniz Türkmen 144
Söz, var oluşun başlangıcıdır çünkü varlığı anlamlandırma sözle mümkündür. Sözün ya-
rattığı anlam evreni ise dünya algımızı, düş gücümüzü ortaya koyan çağrışımlar zinciri
oluşturmaktadır. Bu çağrışımların yansıdığı eylemler ise bizi sanatla buluşturan zincirin
halkalarıdır. Sanatın gücü de burada başlar. Bu anlam evreninin zenginleşmesinde, sa-
natçı, görünmeyeni bulup çıkaran bir farkındalığa sahiptir. Sanatçının göstermek istediği
evreni ise ancak sanat eğitiminden geçmiş insanlar anlayacaktır. Bu anlayıştan yoksun
kalmak, sanatçıyla buluşamamak bireysel gelişimin önünde bir engel oluşturur.
Oscar Wilde, De Profundıs adlı yapıtında “Kötülüklerin en büyüğü sığlıktır.” derken al-
gıdaki zenginliğin ve düş gücünün önemini vurgular. Sığlıktan kurtulmak için başka in-
sanların hayatlarını tanımak, başkalarının gözüyle de bakabilmek gerekmektedir. Sanat
yapıtları bizleri kendi dünyamızın dışına taşıyarak önümüze bambaşka evrenler sermekte,
algılama gücümüzü artırmakta ve anlam evrenimizi zenginleştirerek kendimize doğru bir
yol açmaktadır.
Bu yıl da öğrencilerimizle birlikte algı dünyamızı, düş gücümüzü geliştirmek için sanat
yapıtlarını etkin okumalar ve eleştirel yöntemlerle değerlendirdik. İçsel zenginliğimize-
katkı sağlamanın yanında akademik çalışmalar da yaptık. Bunların içinden seçtiklerimizle
“Kalem İzleri” dergimizi oluşturduk. Şiir ve düzyazı eleştirileri, yapıt değerlendirmeleri,
yaratıcı yazarlık çalışmaları, ödüllü öykülerin yanında; Görsel Sanatlar Zümresinin ortaya
koyduğu resimler, bizlere görsel bir şölen sundu. Bütün bu çalışmalar, dergimizi zengin-
leştirdi. Ortaokul Türkçe Zümresi, “Kolej Ortaokul Sesleri /Kalem İzleri’ne Yazıyorum” adlı
dosyası ile dergimizin yazar yelpazesini genişletti.
85 yıl önce “ Dinlenmemek üzere yola çıkan” TED Ankara Koleji eğitimde sözle, resimle,
müzikle çoğalarak varlığını sürdürmeye devam edecektir.
Sevgi ve saygılarımla.
İyi Okumalar.
AYŞE YILDIZ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ZÜMRE BAŞKANI
DÜŞLERİMİZ BÜYÜYOR:
VI. LİSELİ GENÇ ELEŞTİRMENLER
Sempozyumunu gururla gerçekleştirdik.
Varlığımızı hissetmenin ve hissettirmenin en insan- re hissettirebilmek olsa gerek. TED Ankara Koleji’nin
ca yolu, yaratma çabamız… Kendi elimizden, zihni- Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenleri olarak biz de bu
mizden, bedenimizden çıkan nitelikli ürünlere bakıp gizil gücümüzü kullanabilmek amacıyla ve bilinciyle
gücümüzü, sınırlarımızı, yeniden tanımlamamız da… altı yıl önce bir yola çıktık. Geleceği belirleyen bir-
Söz konusu ürünler, yaratılmış olanı, önce o bütünü takım sınavların dayattığı ve bizlerin de bu nedenle
parçalarına ayırıp işlevlerini algılama, yaratımının sır- bir parçası olduğu ezber zihniyetinin, öğrencilerimizi
rına varma, sonra değiştirme, dönüştürme yoluyla yaratıcılığın sınırlarında bile gezdiremeyeceğinin far-
elde edilmiş olsa bile, bizim için, ilk halinden daha an- kındaydık. Okulumuzdaki dil ve anlatım derslerinin
lamlı. Büyük bir heyecanla yaşamımızı sürdürmemizin içeriği ile edebiyat zevki kazandırma, bağımsız oku-
altında yatan da bu yaratma gücünden ve yarattıkla- ma alışkanlığı geliştirme, okuduklarını olduğu gibi
rımızdan duyduğumuz haz belki de. Bir eğitimcinin, alımlamadan önce, eleştirme, sorgulama ve kendine
seslendiği kitleden bağımsız olarak en gizil gücü, en uyarlama konusunda epeyce yol kat ettik. Edebiyat
büyük başarısı yaratabilme cesaretini karşısındakile- öğretiminin önemli yanlarından birinin, öğrencilere
katılımcı sayısına ulaşabileceğimizi aklımızdan geçir- müjdesi de sempozyumun Türkçe, İngilizce, Almanca,
miyorduk. Niceliğin nitelikten üstün olduğu bilinciyle, Fransızca olarak dört dilli gerçekleştirilmesinin plan-
belirtmek isteriz ki, bu yılki sempozyumda amaç birli- lanması oldu. İlk toplantılar yapıldı ve kararlar alındı.
ği içinde, tek yürek, eğitime, özellikle de duygu eğiti- Önümüzdeki yıl, dört farklı anadili konuşan öğrencile-
mine inanan farkındalığı yüksek 550 kişi vardı. Tam da rimizle, yabancılaşma, göç, kültürlerarasılık konuların-
bu nedenle, artık Genç Liseli Eleştirmenler Sempoz- da yapacağımız tartışmalarla ufkumuzu genişletmek
yumu, öncülüğünü ve ev sahipliğini okulumuz yapsa üzere görüşmek dileğiyle…
Dili kullanmadaki ustalığıyla tanınan Hasan Ali Toptaş, Bana anlamsız geliyor; bu, heyecanı olmayan bir tek-
postmodern edebiyatın önemli temsilcilerinden biri nik. Adeta bir mühendislik. Oysaki edebî metnin te-
olarak kabul edilmektedir. Yazın yaşamında çok yönlü mel unsuru heyecandır. Farkında olmadan yazdığın
bir kimliğe sahip olan Toptaş’ı, 9 Mart 2016 tarihinde cümlelerin heyecanına kapılırsın, sözcüklere siner o
okulumuza konuk ettik ve kendisiyle söyleşi yaptık. heyecan. Heyecanla yazıp yazmadığın da okur tara-
Okulumuz öğretmenleri ve öğrencilerinden oluşan fından da hissedilir.” cevabını aldık.
toplulukla söyleşen yazar, kendisine yöneltilen soru- Yazarın, roman üslubu kadar, roman hakkındaki dü-
ları yanıtladı, romanları ve romancılığı ile ilgili merak şünceleri de çok dikkat çekiciydi: “Yazarken sisler ara-
ettiğimiz tüm konulara açıklık getirdi. sındayım. Temeli, ana ekseni biliyorum. Bir cehalet
Yazara ilk olarak yazın serüvenine nasıl başladığını ya da cesaretle yazılan ilk cümlenin ardından hemen
sorduk. Yazmaya çocukluğundan itibaren ilgi duydu- ikinci cümle takip ediyor. Ardından üçüncü cümle
ğunu ifade eden Toptaş, Denizli’de ortaokul sıraların- ve artık siz yazdığınız ilk cümleye bağlısınız, böylece
da başlayan yazma macerasından söz etti. On üç ya- metin giderek sizi kendine hapseder. Tüm cümlelerin
şında denediği roman girişimiyle yazınsal kimliğinin oluşturduğu müzik, hem kendi içinde hem de genele
temellerini attığını bizlerle paylaştı. “Memuriyet za- uygun olmalıdır. Roman yazmak beste de yapmak de-
manlarımdan sonra boş vakitlerimi değerlendirmek mektir aynı zamanda.”
için yazmadım.” sözüyle yirmi dört saat edebiyat dü-
şünmek isteğini dile getirdi. Birkaç sayfadan sonra ya- Yazar, romanlarını yazarken dikkat ettiği ayrıntılara
zarın metni değil, metnin yazarı yazmaya başladığını da değindi: “Romancı metnini yazdıktan sonra bu ses
dile getirdi: “Yazarlık bir meslek değildir, bir hastalıktır, uyumunu kontrol etmek için yüksek sesle okumalıdır.
virüstür. Hayali dünyalardır, kendini keşfedip inşa et- Ben de öyle yapıyorum. Açık ve kapalı heceleri bu sesli
medir.” okuyuşta kontrol ediyorum. Romancı okuyanın rahat-
sız olmayacağı şekilde yazmalıdır, buna ‘sanatı gizle-
Yazara çıkış noktanız nedir diye sorduğumuzda: “Ba- me sanatı’ denir. Anlama yoğunlaşılır, arkadan müzik
zıları gibi kurguyu önceden not edip sonunu bilerek devam eder. Ben de bunun için çabalıyorum.”
yazmıyorum. Kontrol ederek yazanlardan değilim.
Roman ve öykü türünde yapıtları olan yazar Sezgin mantık zinciri kopmadan devam etmek, ikincisi ise
Kaymaz ile “Edebiyat ve Gerçeklik” konulu söyleşide “yazmak”. Bir kitap alırken arkasına bakarım, ilgimi çe-
edebiyat dünyasına ait birçok paylaşımda bulundu. kerse alır ve içinden rastgele bir sayfayı okumaya baş-
Sezgin Kaymaz edebiyatın gerçeklikten nasıl beslen- larım. Eğer yazarın dili ilgimi çekiyorsa bu benim için
diğini, yaratım sürecinde gerçekler ve hayallerin nasıl yeterlidir. Hikâyenin tutarlılığını incelemek editörlerin
çarpıştığını eserlerinden örnekler vererek anlattı. Yaz- ya da eleştirmenlerin işidir, okuyucunun değil. Güzel
ma sürecinin aşamalarını, edebi metinlerde kullanılan yazılmış, iyi bir kalemden çıkmış, kelimeleri kıvrak, dile
dilin niteliklerini de değerlendiren yazar, söyleşi so- boyun eğmeyip onun egemenliği altına girmeyen
nunda öğrencilerimize kitaplar hediye etti, kitaplarını metinler benim için en önemlisidir. Kafeste kalmaya
imzaladı. razı olmayıp bir şeyler yapmaya çalışmak en değerli
“Yazarlık aslında bir mühendisliktir. Karakterleri, olandır. Bunu yaptıktan sonra hikâyenin seni nereye
zaman ve mekânları kafada az çok tasarlayarak bi- savurduğunun bir önemi yoktur.”
nanın kabasını oluşturursun. Daha sonrasında ise Metinlerinizde sıklıkla gündelik dilin kullanımına
dekorasyon süreci başlar ve eseri süslemeye koyu- rastlıyoruz. Sizce dil ve içerik birbirine ne ölçüde
lursun.” bağlıdır?
Yazma maceranızda nasıl bir süreç izlersiniz?
“Eserlerde kullanılan dil ve içerik birbirini besler. So-
“Bana kalırsa yazmanın iki boyutu vardır. Birincisi kak ağzı olarak tabir ettiğimiz söyleyişlere her gün
2. Onu yüceltme.
HEPİMİZİN BAKTIĞI YER sağ üstte dijital
bir saat, sağ altta haber kanalının arması, hemen altta bir
dolar bir avro dönen kaç para levhası, solda meyl adresi,
alttan dünya spor ekonomi haberleri akıyor, ortanın hemen
altında oynanan filmin alt yazıları, tam ortada ise ingilizce
olarak cengizhan belgeseli draması oynuyor.
Şiirsel Bilgi
Edebiyat dünyasında sanatçılar genelde bir gelene- taşımak yerine ona alelade ama genel bir bakış sun-
ğin parçası olarak eserlerini ortaya koyarlar. Kimi sa- maktadır. Bu sunum ise hitap edilen muhatap içindir.
natçılar da kendilerine göre sanat anlayışı geliştirip Öyle ki hitap edilen kişi, şair ile ilgili hem genel ve sıra-
eserlerini bu anlayışa göre ortaya koymuşlardır. Bu dan hem de tinsel yönüyle ilgili bilgi edinir. Bölümde
açıdan bakıldığında Ahmet Güntan’ın da kendine seslenen şiir kişisinin ortaya koyduğu bu malumatfu-
göre bir sanat anlayışı geliştirdiği söylenebilir. Ahmet ruşluk bir örnek ile de desteklenmektedir. Ancak bu
Güntan’ın “Parçalı Ham / Şairin Yanına Nasıl Gidilir” örnekleme yine geleneksel şiir anlayışının çok dışında
adlı şiiri bu anlamda farklı bir form ile kendini göster- bir örneklemedir. Gerçek hayatta var olan bir şahıs, bir
mektedir. Metin/Şiir, bir yönerge niteliğinde ve kolaj şairin üzerinden/dilinden verilen bir örneklemedir ki
formunda yapılandırılmıştır. Bu yapı, kendini hemen bu örnekleme de seslenen şiir kişisi, şairi konuşturur,
başlıkta göstermektedir. Şiirin başlığı bir cümle niteli- ona bir anekdot anlattırır.
ğindedir ve yönerge/bildirme anlamı taşımaktadır. Bu
seçim şiir/metin boyunca tüm kesitlerde/bölümlerde “EFE MURAD: ben odamdayken herkes yemeğe gidi-
devam ettirilmektedir. yordu,
Metin/Şiir, şairin yanına nasıl gidileceğinin yol ve yön- birileri efe’yi de çağıralım mı dedi
teminin yönergesini bildirmek üzerine kurgulanmış-
(odamdan duyuyorum), italyan amerikanı dedi ki
tır. Metinde bu amaç gerçekleştirilirken, bir seslenen
şiir kişisi, bir de hitap edilen kişi vardır. Ancak metne o garip bir çocuk onu çağırmayalım.”
dahil edilen anekdotta başka kişilere de rastlanmak-
tadır. Metinde/Şiirde, geleneksel şiir formundan fark- Bu tutum metni yaşanmışlığı açısından hem daha sa-
lı bir form; şiir dilinden farklı bir dil kullanımı tercih hici kılmaya yaramakta hem de seçilen anlatım tekniği
edilmektedir. Metnin formu, yönerge niteliği taşıyan açısından geleneksel şiir dilinden uzaklaşmasını sağ-
bir kolaj hissi uyandırmaktadır. Her bir parça numara- lamaktadır. Bu iç metin/anekdot, içinde gerçek bir şai-
lanmıştır ve farklı bir niteliktedir. 1’den 4’e kadar nu- rin konuşuyor oluşu (Efe Murad 1), ve parantez içinde
maralanan kısımlarda sırasıyla tanıtım cümleleri ve bir verilen “odamdan duyuyorum” cümlesi, ilk kesitte bil-
anekdot, bildirme cümlesi ve bir betimleme, yine arka dirilen şairin “yalnız”lığını “kimsenin dokunamadığı”nı
arkaya tanıtım ve bildirme cümleleri yer almaktadır. desteklemekte ve bir işlevi yerine getirmektedir. Bu
Bu durum metni geleneksel/klasik şiir formundan çı- tutum da hem şiirin kurgusu ile sahihliğini/gerçekliği-
karmakta ve farklı bir yere konumlandırmaktadır. ni/hayatın içinden olma özelliğini pekiştirmekte hem
de şiirin poetikasına katkı sunmakta ve güçlendirmek-
Şiiri/Metni farklı kılan temel üç nitelik öne çıkmakta- tedir: Gösterme, sunma, sergileme.
dır: Kurgusunun “kolaj” niteliği taşıması, dilinin klasik
şiir dili değil “konuşma dili” olması, somut bir ger- Şiirin birinci kesiti olan 1 ile numaralanmış kısımda
çekliği “bildirmesi”dir. Tüm bu yönleriyle metnin inşa “-dır” eki her bilgi cümlesinden sonra kullanılmak-
edildiği/“yapı”landığı gözlenmektedir. Böylece metin/ tadır. Gösterme ve bildirme anlamı katan “-dır” eki
şiir, dize anlayışının, şiirsel dilin, imgesel ve sanatsal metni tanım cümlesi ya da bildirme cümlesi haline
anlatımın, ahengin yönlendirdiği geleneksel şiire kar- getirmektedir. Bu tutum metnin geleneksel şiirin im-
şıt bir noktada konumlanmıştır. geselliğinden uzaklaşmasını sağlamaktadır ve metni
geleneksel şiir formundan çıkarmakta ve tanıtan, yan-
Şiirin birinci kesiti olan 1 ile numaralanmış kısımda sıtan metin haline getirmektedir. Bu -dır ekinin paran-
emir ve bildirme cümlelerine yer verilmiştir. Bu, ses- tez içinde verilmesinin nedeni onların ahenk sağlayan
lenen şiir kişisinin, seslenilen şiir kişisine bir hitabıdır. bir işlevden çıkarma isteği olabilir.
Onu bilgilendirmeye amaçlamakta ve bir yönerge
niteliği taşıyor. Bu yönergede verilen bilgiler şair ile Şiirin ikinci kesiti, birinci kesitte olduğu gibi yine bir
ilgili soyut ve somut karışık verileri/bilgileri içermek- bildirme cümlesi ile başlar. “Onu yüceltme”. Seslenen
tedir. Şairin belirli bir yönüne genel bir bakış niteliği şiir kişisi şairin yüceltilmemesi gerektiğini söylerken
Sonsuzluğun Başlangıcı
“Okulumuz Lise kısmı 9- O sınıfı öğrencisi Merih İstemek de hayallerin gerçekleşmesinde başlı başına
Deniz Törüner küçük yaşlarda başlayan yazma bir etkenmiş. Benim hayallerimi başlatan ilk kitabım
macerasının ürünlerini “Sonsuzluğun Başlan- da böyle çıktı işte.
gıcı” adlı bir kitapla yayınladı. Yaşamın çeşitli İlkler belirleyicidir hayatta. Bir bakınca geriye, anlıyor
anlarını, deneyimlediği kimi halleri yazıya dö- insan. İlk gülücükle başlar soluk alıp veriş. Son gülü-
ken Merih Deniz kendi “pencere”sinden bizlere cük ise yaşamın sonuna konmuş tek noktadır. Kalemi
türlü manzaralar gösteriyor.”
“TÜKENMEZ DOLMAKALEM
DOLDURULUR, KIRILMAZ CAM
TAMİR EDİLİR YÜZYILINDA İKİYE
KIRILMIŞ BİR ŞEYİN BİR PARÇASI
KONUŞSAYDI” HAKKINDA
İnsan, biyoloji ve psikoloji bilimlerince sosyal bir canlı eden “merdiven” sembolüdür. Merdiven, şiir kişisince
olarak nitelendirilir. Bu kavram, insanın toplumsal ha- toplum ve kendisi arasındaki bağın tekrar kurulması
yat içerisinde başka bireyler ile uyum içerisinde yaşa- için aşılması gereken yolu sembolize ederken “merdi-
ma ihtiyacını anlatmak için kullanılır ancak zamanla venlerden inmek” imgesi takip eden dizelerle bir bü-
değişim gösteren toplum ve insan yapısı “bireyselleş- tün olarak incelendiğinde birleşme, yakınlaşma çağrı-
me” yönünde ilerlemiş, bu bireyselleşme de bazı nok- şımlarını doğurmaktadır.
talarda bu iki olgu arasında çatışmalara neden olmuş,
bireyi diğerlerinden, içinde yaşadığı toplum yapısın- Dil anlatım ve biçim açısından incelendiğinde şiirin
dan ayrıksı bir hale getirmiş, başka bir deyişle onu Cumhuriyet Dönemi şairlerinden olan Özdemir Asaf
“farklı”laştırmış, ayrıksılaştırmıştır. Özdemir Asaf’ın tarafından, dönemin biçimce ve dilce sadelik ilkesine
“Tükenmez Dolmakalem Doldurulur, Kırılmaz Cam Ta- uygun yazıldığı görülür. Çoğu Modern Edebiyat örne-
mir Edilir Yüzyılında İkiye Kırılmış Bir Şeyin Bir Parçası ğinde olduğu gibi bu şiirin de kurallı veya belirli bir
Konuşsaydı” adlı şiirinde de bireyin, toplumun genel nazım birimi, ölçüsü, uyağı ya da redifi yoktur. Şiir dize
kabulünün zıttı bir algı ile hareket etmesinin kişide sayıları birbirini tutmayan dört bentten oluşmuş uyak
yarattığı mutsuzluk ve ümitsizlik duygularına rağmen veya rediflerin bir ahenk unsuru olmaktan çok denk
hayatını devam ettirmek için o topluma en azından gelen biçimce rastgele, anlamca uyum içerisinde harf-
görünüşte uyum sağlaması gerektiği yargısı şiirsel bir ler, heceler, sözcükler olduğu görülür. İmge ve sembol
ifade biçimi ile dile getirilmektedir. gibi okuyucuyu düşünmeye yönelten edebi sanatla-
rın kullanılması ve biçimden çok içeriğin ön planda
Şiirin başlığından da anlaşılacağı üzere birinci tekil kişi tutulması metni, döneminin şiir anlayışıyla uyum
olan şiir kişisi, ikiye kırılmış bir şeyin bir parçasıdır ve içerisinde gösterse de Asaf’ın kendine has biçemi ve
“sen” olarak seslenilen ve genel olarak kendisiyle “biz” tercih ettiği temalar bu şiiri herhangi bir akımın ürünü
ifadesiyle kurulan bir bütünlük içerisinde olan kişiye olmaktan çıkarır. Yine ünlü daralmasının bazı sözcük-
seslenmektedir. Şiirde sen kişisinin varlığı hakkında lerde (demeyoruz vb.) ihlal edilmesi şairin özgün dil
herhangi bir ipucu bulunmamaktadır ama “ben” ile kullanımının göstergesidir. Asaf’ın çokça tercih ettiği
arasında “biz” adılı ile kurulan bağlılık ve şiirin başlı- üçüncü bentteki “çeken” gibi çok anlamlı sözcükler şi-
ğında da verilen parça/bütün ilişkisi okura bu iki ki- irden çıkarılacak anlamların çeşitliliğini artırmaktadır.
şinin tek bir kişi olduğunu düşündürmektedir. Bu dü-
şünce Asaf’ın genel şiir anlayışı ile uyum içerisindedir. Şiir içerik bakımından incelendiğinde birinci ve üçün-
Şiirde, şiir kişisinin ağzından doğrudan aktarılan bir cü bentler anlamca benzerlik gösterirken ikinci ve
zaman ve uzam olmamakla birlikte zaman, şiirin baş- dördüncü bentler konuca ortaklık içerir. Şiirde üç fark-
lığında “tükenmez dolmakalem doldurulur, kırılmaz lı kişi algısı vardır: şiir kişisi (ben), “sen” ve “onlar”. Onlar
cam tamir edilir” yüzyılı olarak karşıt bir ifade ile oku- olarak belirtilen grup, şiir kişisince “Bizi bekleyenler,
yucuya aktarılır. Batı edebiyatında “oksimoron” olarak bizi konuşanlar” olarak nitelendirilen ve merdivenin
tanımlanacak bu ifade şiir kişisinin ayrık ve eleştirel aşağısında bulunan toplumun simgesidir. İkinci pa-
duruşunun da bir göstergesidir. Uzam açısından şiirde ragrafta da belirtildiği üzere merdiven şiir kişisinin
yer bildiren tek sözcük şiirin farklı bölümlerinde tekrar toplumla arasındaki aşılması gereken yoldur ve bu
istanbul
şehri
ağlıyor
Attila İlhan
Sefalet
İnsanlar, tarih boyunca toplumlar oluştururarak ya- engelleyecek tek şeyin, “inanç”ın da tükenmesidir.
şamlarını sürdürmüştür. Oluşturdukları toplumlarda “Minareler el pençe divan durmaktan usanmış” dize-
bir yer edinmeye, bunun bir parçası olmaya çalışmış- siyle koşulların değişeceğine karşı olan inancın, dine
larsa da kimi bireyler kendilerini toplumun güzellikle- sığınmanın da sona erdiği görülmektedir.
rinden, acılarından soyutlamayı tercih etmişlerdir. Bu
soyutlanma adeta bireyin toplumsal sorunlardan bir Şiirde yer alan uzam betimlemeleri bozulmanın
kaçışıdır. Attila İlhan’ın İstanbul Şehri Ağlıyor şiirinde yansımaları olarak kurgulanmıştır. “Mavi yeşil neon
de şiir kişisinin kendini bulunduğu toplumun aksak- lambalar” dizesinde yer alan doğaya ait mavi ve ye-
lıklarından, yani sosyal sınıf farklılığından, yoksul- şil renklerinin “neon” sözcüğüyle nitelenmesi bozul-
luğundan ve sefaletinden soyutlaması anlatılmıştır. manın, yapaylaşmanın bir göstergesidir. İnsanların
Şiirde tercih edilen isyankar dil, İstanbul uzamına ait “gözü yaşlı”, “aç”, “veremli” biçiminde betimlenmesi bu
betimlemeler bu soyutlanma durumunun okuyucuya değişimin ve bozulmanın kişi üzerindeki etkisini gös-
yansıtılmasında etkili olmuştur. termektedir. Şiir kişisinin gözlemlediği bu durumlar
onun üzülmesine neden olmaktadır. Şiirin üçüncü an-
Şiirin bütününe betimlemelerle hakim olan İstanbul latımsal kesitinde uzam betimlemeleri devam etmiş,
uzamı; canlılığıyla, eğlenceleriyle, tarihiyle, kalabalık- “karanlık”, “yağmur”, “rüzgâr” gibi hüznü ve mutsuzlu-
lığıyla güzellikler şehridir. Bu şehir görünen pek çok ğu çağrıştıran sözcüklerle aynı duygu durumu devam
güzel yönünün dışında aynı zamanda sefaletiyle, yok- ettirilmiştir.
sulluğuyla, sınıf farklılıklarıyla acıların da şehridir. Bu
durum şiirin başlığında da dikkati çekmekte, başlık ile Şiirin ikinci anlatımsal kesitinde şiir kişisinin içinde
içerik arasındaki uyumun bir kanıtı olmaktadır. “İstan- bulunduğu duygu durumu toplumsal sorunlar bağla-
bul” ile şiirin uzamı, “şehir” ile İstanbul toplumu, “ağlı- mında ele alınmıştır. Anlatıcı konumundaki şiir kişisi-
yor” sözcüğünün esenliksiz çağrışımlarıyla da hüzün nin duygularının dile getirilişine hakim olan ben diline
ve mutsuzluk okuyucuya hissetirilmektedir. İstanbul karşın onun toplumsal sorunlardan soyutlanamadığı,
toplumu sefaletinden, sorunlarından, sosyal eşitsizlik- bozulmaya karşı kayıtsız kalamadığı görülmektedir.
ten bir hüzün duyarak ağlamaktadır. “Mehtabı içmişim gökyüzü içime akmış” dizesinde şiir
kişisinin şehrin sorunlarının farkında olduğu ve bun-
Şiirin birinci anlamsal kesitinde şair, zaman bağlamın- dan dolayı derin üzüntü duyduğu görülmektedir. Bu
da uzamı betimlemiştir. “Şimdi gökler mecnun rüzgâr dizede kullanılan “mehtap” sözcüğü şiirin bütününe
yolcu bulutlar” dizesiyle “gökler” bir âşığa; “rüzgâr” ise hakim olan “gece” zamanının bir kanıtıdır. Şiirde seçi-
bir yolcuya benzetilmiştir. Şiirin ilk sözcüğü olan ve len bu zaman dilimi, kötülüklerin ve bozulmanın şehir
şiir boyunca birkaç kez tekrar edilen “şimdi” sözcüğü, uzamında en iyi gözlemlendiği andır. Ancak mehtabın
uzamda olan bir değişimi göstermektedir. Söz edilen ortaya çıkardığı bu kötü durum şiir kişisini derinden
zamana hâkim olan olumsuzlukların geçmişte olma- etkilemektedir. Şiir kişisi dışında şiirde yer alan ikin-
dığını düşündürmesine karşın geçmişteki yaşam yani ci kişi ise “onlar”dır. Bu adılla ifade edilen kişiler ise
“eski” İstanbul şiirde hiç yer almamıştır. İstanbul toplumudur. Toplumun “anadan üryan” sö-
züyle nitelenmesi, masumluğun ve aynı zamanda
Şiir kişisi, değişen uzam koşullarına karşın kendini yoksulluğun bir göstergesidir. Şiir kişisinin toplumun
çaresiz hissetmektedir. “Yürek”, “kâğıt” ve “kalem”in durumuna karşı olan bilinçlenmesi ise ”bir hayal bir
sarhoş olması şiir kişisinin şehrin düzeni karşısındaki rüya gibi gelip elimi sıkmışlar” dizesinde görülmekte-
çaresizliğini ve bunun yol açtığı üzüntüyü simgele- dir. Toplumun yer aldığı uzamların “feshane”, “beykoz
mektedir. Bu çaresizliğin ortaya çıkmasının nedeni fabrikası” olması “onlar”ın sosyoekonomik koşullarını
ise şiir kişisinin sığınabileceği, umudunu yitirmesini göstermektedir. Acılarını dışa vurmayan işçi sınıfının
‘‘Asi çocuk’’ tanımı özgün bir dil özelliği olarak dikkat dır. Aynı kesitte günümüz insanının bir örnek olmaya
çekmektedir. Asi sözcüğünün kalıpların dışına çıkma, zorlanma gerçeğine vurgu yapılmış, kısa öykünün
mevcut düzeni sorgulama gibi çağrışımlar taşıması bu duruma ilaç niteliği taşıdığına okur inandırılmak
kısa öykünün pratikte ‘‘deneyselliğe olanak sağlama- istenmiştir. Böyle bir toplumsal eksiklikte kısa öykü
sı ve özgürlük arayışındaki yazarların isteklerine yanıt özgürlük alanı oluşturmaktadır. Tekdüze yaşananların
verecek, bu anlamda deneyselliğe olanak sağlayan insanı boğan ve kıstıran koşullarına karşı, kısa öykü-
özelliği ile’’ örtüşmektedir. Böylece kısa öykü yazarı – nün yeni biçem arayışlarına olanak sağlamasına dik-
yazarın söylemiyle- yarattığı öykü evreninde özgürlü- kat çekilmiştir. Bu durum da kısa öykünün hayatın ta
ğünü yaratmaya çabalayacaktır. O nedenle kısa öykü kendisi olma özelliğiyle örtüşmektedir. Aynı zamanda
yükseliştedir. Bu yükseliş, Türkiye gibi gelişmekte olan bu özgürlük deneme türünün sağladığı özgürlük ile
ülkeler ve öykü yaratmaya uygun toplumlar için de de ortak bir payda oluşturmaktadır.
geçerli olacaktır.
Kısa öykünün geri dönüşümlü bir ürün olduğu gerçe-
İkinci kesitin ikinci paragrafında yazar Aliye, metropol ği metin boyunca ortaya konan düşünceyle ortaklık
insanlarının kısa öyküye yaklaşımlarını nedenlere/ taşımaktadır. Buna da kısa öykünün derinlikli, yoğun
gerekçelere bağlamıştır. Bu yolla bireyin toplumsal ve imgesel bir yapıya sahip olduğu tanımlaması bir
değişim sürecinde kendi ihtiyaçlarını pratik biçim- gerekçe olarak gösterilmiştir.
de çözdüğünü; kısa öykünün büyük şehir yaşamının
sıkışıklığında zaman darlığı çeken insanların kısa öy- Metnin son kesitinde kısa öyküyle ilgili ortaya konan
küyü tercih ettiğini de ortaya koymuştur. Yazara göre özellikler, kısa öykü-roman karşılaştırmasıyla pekiş-
‘‘metropolleri, kentleri, dar zamanların bunalmış, sı- tirilmiştir. Yazarın ‘’20.yüzyılın başat ürünü romanın
kışmış insanı, insan ilişkilerini en yoğun ve derinlikli tahtını 21.yüzyılda öyküye bırakacağı’’ inancı, onun
anlatılabilecek tek yazınsal tür kısa öykü’’dür. ‘‘Hayatın öyküden yana taraf tuttuğu gerçekliğini ortaya koy-
kendisi’’ gibi özgün söylemi de yazarın bu öykü türüne muştur. Bu yaklaşım yazarın bireysel bakış açısının,
inancını pekiştirirken kesin hüküm niteliği taşımakta- kısa öyküden yana beklentilerinin bir yansımasıdır.
SESİMİ
ARIYORUM
Sennur Sezer
Bir ses arıyorum
Yeni bir şiire başlamak için
Bir doğum çığlığı gibi kaçınılmaz
Çocuğun ilk ağlayışınca güzel
Bir ses.
Çünkü yüreklerimiz
Acılarla şişe şişe nasırlaştı
Kızgın demirlere değen ellerimiz
Su toplayıp kabarır, nasırlaşır
Ateşe ve demire dayanır
Yüreklerimiz acıyla dövüle dövüle
Çelikleşti.
Yalnız orda, ta dipte küçük bir çekirdek
Gözyaşı gibi titriyor mavisiyle havanın.
Kız çocuklarının perçemleriyle oğlanların afacanlığı
Kaynatıveriyor o damlayı.
YAŞAMAKTA
DİRENMEK
Attila İlhan
Düzyazı Eleştirisi
Tüketim Toplumunun
Baskısı: Tatil
“Yaz Tatili: Zamanın Katili” / Ayfer Tunç Sömürü düzeninin içindeki kısır döngünün bir parçası
olan bireylerin tüm yıl fazla çalışarak yıl sonunda tatili
Tatil köküne bakıldığında olumlu, hoş anlam-
hak etmesini sorgulayan yazar, duygularını şöyle ifa-
larla yüklü bir kelime sayılmaz. Arapça “atl” keli-
de etmiştir: “…öyle çok çalıştınız ki bunu çoktan hak
mesinden geliyor. Yani, âtıl, boş, işsiz. Kök anla-
mı boşlama, çalışmama. Anlam genişlemesiyle ettiniz.” Bu cümle ve bu cümlenin devamında gelen
dinlenme olmuş. Çalışmayı yüceltecek, kutsa- cümlede yazar, derin bir toplumsal eleştiri yapmıştır:
yacak değilim, zamanı bomboş geçirip bun- “Hep çalışıp hak edenler mi gidiyor bu cennete?” Top-
dan en ufak bir rahatsızlık duymayanlara im- lumdaki adalet sistemine ve haklı-haksız çelişkilerine
renirim, özellikle aylaklık ettiğim için huzursuz dikkat çeken yazar, tatili asıl kimin hak ettiğini sorgu-
olduğumda. Ama yapı meselesi, olmuyor. Ben lamaktadır.
de tatile gidiyorum, huzursuz olup dönüyorum.
Düşünceyi geliştirme yollarından örneklemeyi kulla-
Varlık Dergisi’nde 2003 yılında Ayfer Tunç tarafından narak Latin Amerika ülkelerinden birinde yaşanan bir
yayımlanan “Yaz Tatili: Zamanın Katili” adlı metinde olayı anlatan yazar, toplumdaki “tatile gitmeliyiz” bas-
anlatıcı olan yazarın yaz tatili ve genel olarak “tatil” kısının ciddiyetini vurgulamıştır. Son paragrafta yazar,
kavramı hakkındaki görüşleri açıklanmıştır. Yazar, ta-
til konusunda toplumun genelinin aksine olumsuz İstanbul’u benimseyerek yaz mevsiminde hissettiği
duygu ve düşüncelere sahiptir ve tatilden hayatındaki yalnızlık, hüzün duygusu ve öfkeyi dile getirmiştir.
düzeni bozduğundan dolayı rahatsızlık duymaktadır. Metin boyunca “cennet köşesi” olarak nitelendiren yaz
Başlıktan da anlaşıldığı gibi yazar tatili zamanı öldüren tatilleri mekanlarının İstanbul’da kalmak yerine tercih
bir şey olarak kabul etmektedir. Hayatında olan biteni edilmesi yazarı üzmektedir: “Başka bir ‘cennet köşe’nin
rayına oturtarak kendi kafasında bir düzen oluşturan
o zaman parçası için tercih edilmiş olması duygusun-
yazar, büyük çabalarla oluşturduğu bu “ritmin” tatilin
gelmesiyle bozulmasından hoşnutsuzdur. Anlatıcının dan kurtulamıyorum.” Daha sonra yazar, esenliksiz bir
duygu durumunun olumsuzlaşarak onun mutsuz, İstanbul betimlemesine yer vererek duygularını oku-
korku dolu ve huzursuz hissetmesinin sebebi zamanı
run gözünde canlandırma yaparak yansıtmıştır.
kötü kullandığı düşüncesidir. Uzun yıllar kendini tatili
sevdiğine inandırması aslında toplumsal baskının bi-
Yazar, tatil hakkındaki olumsuz görüşlerini kimi zaman
rey üstünde yarattığı gözle görülmez etkilerden biri-
dir. Herkesin tatili sevmesi ancak yazarın sevmemesi- içten kimi zaman abartılı, eleştirel ve iğneleyici bir dil-
ni, yazarın kendisi de sorgulamıştır ve tatilin ideolojik le anlatmıştır. Okuyucuya sorular yönelterek toplum-
anlamını sevmediği sonucuna varmıştır. Bu sonuca,
daki “tatil” kavramını sorgulamak istemiştir. Böylece
küçüklüğünde tatilden zevk aldığı ancak büyüdükçe
ve toplum ile ilgili farkındalık kazandıkça tatili sevme- tatili hak edenler mi yapar, tatil düzenin parçası mıdır;
meye başladığı düşüncesiyle varmıştır. yoksa düzeni bozar mı, tatil tüketim toplumunun bir
Yazarı rahatsız eden ideolojik anlamın temel nedeni, oyunu mudur… gibi sorularıyla okuyucuyu düşün-
yüzyılın sorunlarından olan tüketici toplum yapısıdır. dürmüştür.
Tatil köküne bakıldığında olumlu, hoş anlam- akıcı olduğu gözlemlenmektedir. “İstanbul’un bütün
larla yüklü bir kelime sayılmaz. Arapça “atl” keli- renkleri soluyor, güneşte kalıp rengi uçmuş bir fotoğ-
mesinden geliyor. Yani, âtıl, boş, işsiz. Kök anla-
rafa benziyor.” cümlesinde benzetme örneği görül-
mı boşlama, çalışmama. Anlam genişlemesiyle
dinlenme olmuş. Çalışmayı yüceltecek, kutsa- mektedir. Toplumda tatile olan bakış açısının çoğun-
yacak değilim, zamanı bomboş geçirip bun-
lukla Ayfer Tunç’un bakış açısıyla çeliştiği göz önünde
dan en ufak bir rahatsızlık duymayanlara im-
renirim, özellikle aylaklık ettiğim için huzursuz bulundurulmaktadır. Tunç, metnin son paragrafında
olduğumda. Ama yapı meselesi, olmuyor. Ben bakış açısı farklılığının kendisinin yalnız hissetmesine
de tatile gidiyorum, huzursuz olup dönüyorum.
sebep olduğunu belirtmektedir. “(...) bende garip bir
ROMAN
OKUDUM
SENİ
DÜŞÜNDÜM
Cemal Süreya
Bende tarçın, sende ıhlamur kokusu Börekçi! diye bağır istersen şurada
Yürürüz başkentin sokaklarında Kısmet çıkar sanırım Emek’te oturan kıza
Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi Abiler, abiler! diye bir şey satayım ben
Üstünde iki yonga: Çarşamba bir de Cuma Mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda?
Ayrılık lafları etme sevgilim
Üç peseto gibi bir paraya dondurma yemiştim
Önümüz Temmuz, önümüz Ağustos nasıl olsa
Madrid’de yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu
Kol kola yürüyoruz, tek tük öpüşüyoruz
Londra’da
Sonra ayrılıyoruz, korkuyoruz da
Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da, Seversin mi beni, doğru söyle ama? – Sigara?
Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa Ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca
İşimiz mi yok, şu Akay’a sapalım istersen İnan Selimiye’nin camileri gibisin
İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna Her seferinde başka yoldan çıkılır Nirvana’ya
ŞEHRİN HALLERİ
Şehirlere karşı hissedilen duygular, o şehirde yaşanan “İşimiz mi yok, şu Akay’a sapalım istersen / İstersen
anılara bağlı olarak şekillenir. Şehirde yaşananlar, se- garson girelim ilkyazın gazinosuna” dizelerinde şiir
vilen insanlarla paylaşıldığında ise, şehre yüklenen kişisinin Akay caddesine ve bir gazinoya yüklediği an-
duygular daha da derinleşir. Cemal Süreya’nın “Roman lamlar üzerinden gidilmiştir. O günlere duyulan özlem
Okudum Seni Düşündüm” adlı şiirinde de; şiir kişisinin ve geri dönme isteği de hissettirilmiştir. Aynı zaman-
bir şehirde, Ankara’da, sevgilisiyle dolaşarak ona his- da Ankara sokaklarındaki gündelik yaşantıdan da söz
settiği duygulardan söz edilir. Anlatıcının duygu du- edilmektedir. “Börekçi diye bağır istersen şurada / Kıs-
rumu, Ankara sokaklarıyla birleştirilerek aktarılmıştır. met çıkar –sanırım- Emek’te oturan kıza” dizelerinde,
Ankara esnafından ve halkından parçalar görülmek-
Şiirde, şiir kişisi, sevgilisiyle Ankara semtlerinde dola-
tedir. Burada şiir kişisinin halkı gözlemlediği anlaşılır.
şırken yaşadıklarını, sevgilisine seslenerek aktarır. Bi-
Zira, oradaki insanlar hakkında bilgisi vardır ve günde-
lindiği gibi koku, anıları en iyi hatırlatan unsurlardan
lik yaşamı ezberlemiş durumdadır. İlerleyen dizelerde
biridir. Bu sebeple ilk dizeler koku duyusunun kulla-
nılmasıyla verilmiştir; koku aynı zamanda bu gezilerin ise, uzam, çağrışım yoluyla, anımsama üzerinden yer
bahar mevsiminde gerçekleştiğini de belirtir. “Bende değiştirir ve Avrupa ülkelerine geçilir. “Üç peseta gibi
tarçın, sende ıhlamur kokusu / Yürürüz başkentin so- bir paraya dondurma yemiştim / Madrid’de yemiştim
kaklarında”. Diğer dizelerde günlerin vurgulanması da ve çatılardan kanguru akıyordu Londra’da.” Bu dizeler
sevgiliden ayrılmak zorunda olmayı çağrıştırır gibidir. şiir kişisinin geçmişinde yaşadıklarını anlatmaktadır;
“Bir nehir şu tutuk konuşan Cumartesi / Üstünde iki fakat sözü edilen olayların gerçekte yaşanması müm-
yonga: Çarşamba bir de Cuma”. Zamanın bahar sonu kün değildir, hayal ürünüdür. Örneğin Londra’da çatı-
olması onların ayrılık vaktini belirler ve anlatıcı bir kez lardan kanguru akması anlamlı bir ifade değildir. Bu
daha sevgiliye seslenir. “Ayrılık lafları etme sevgilim, nedenle şiir kişisi, sevdiği ortamlardan uzak kaldığın-
önümüz temmuz, önümüz ağustos nasıl olsa”. Yaz ay- da bu durumun anlamsızlığını dile getirmiştir.
ları insanların tatilde olduğu, serbest kaldığı zaman-
Şiir, “İnan Selimiye’nin minareleri gibisin / Her sefe-
lardır. Asla sevgilisinden ayrılmak istemeyen şiir kişisi-
nin sevgilisine ayrılıktan söz etmemesini söylemesinin rinde başka yoldan çıkılır Nirvana’ya” dizeleriyle son
nedeni de budur. Birbirlerine vakit ayırabileceklerini bulmaktadır. “Nirvana” kavramı, Budizm’e göre Sekiz
belirtmek ister ve hep birlikte olabileceklerine dair bir Aşamalı Asil Yol’un son basamağıdır. Acıların son bul-
umut besler. “Kol kola yürüyoruz, tek tük öpüşüyoruz duğu, insanların huzura kavuştuğu yer olarak tanım-
/ Sonra ayrılıyoruz, korkuyoruz da” dizelerinde ise şiir lanır. Oysa sözü geçen benzetme bir camii üzerinden
kişisi ve sevgilisinin sokaklarda birlikte vakit geçirme- yapılmıştır. Şiir kişisi burada iki farklı kavramı birbiri-
leri, zaman zaman da çekindikleri durumların olduğu ne katmıştır; aynı zamanda Ankara uzamından yine
anlatılmıştır. Şehri sevmelerine ve vakit geçirebilme- uzaklaşmış, başka uzamlardan söz etmiştir. Bütün bu
lerine rağmen kimi zaman da şehirden uzakta, saklı anlamları sevgilisine, yani “sen” kişisine yüklenmiştir.
bir yerde olmak istemeleri, belki de onaylanmayan bir Sevgilisinin tüm zenginlikleri içinde taşıyan, gerçek
ilişki yaşamalarından kaynaklanmaktadır. Bu düşünce, huzur olduğunu düşünür.
“Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da /
Kimi zaman da bir köşe arıyoruz en sapa” dizeleriyle “Roman Okudum Seni Düşündüm” şiiri, uzam üzerin-
aktarılmıştır. den duyguların aktarıldığı, uzamla bireyin örtüştüğü,
bir şehir/insan şiiridir. Bu yöntemle aslında bir yeri
Uzam, şiirde sonraki dizelerde daha vurgulu biçim- sevmenin o yerde yaşananlarla orantılı olduğu belirt-
de aktarılmıştır. Ankara’nın bazı semtlerine yer verilir. miştir.
BULUT MU
OLSAM
Nazım Hikmet Ran
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa? ..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
MAVİ YOLCULUK
Dünyada neyin çok daha önemli olduğunu kestire- kendimizi çıkmaz bir yolun içinde bulduğumuzda
mez insan. Kimi zaman aşk der; kimi zaman aile. En iyi kendimizi denizin o sonsuz maviliğinde bulmak iste-
arkadaşım, sevdiğim oyuncu, pembe kazağım, mavi riz. Kıyıda duran adamın ne yaşadığını bilmesek de ka-
defterim der… Bazen de yalnızlığım, sessizliğim, der. fasını boşaltıp düşünmeye ihtiyacı olduğunu tahmin
İnsan kendi için önemli olanın, önceliklerinin, değer edebiliriz.
verdiği şeylerin değişebileceğini anlayamaz. Bazı an-
lık mutluluklar, mutluluğu sürekli olan bir olaydan çok İkinci anlamsal kesit, şiir kişisinin gözlemlediği kişi-
daha güzeldir. Bazen de öyle mutluluklar yaşarız ki; nin düşünceleri ile başlar. “Bulut mu olsam/ gemi mi
tarifi imkânsız bir huzur dolar içimize, yaşadıklarımızı yoksa? / Balık mı olsam / yosun mu yoksa?” dizeleri bize
düşünüp yalnız olmadığımızı anlarız. Hayat böyledir bu kişinin kendini başka nesne veya varlıkların yerine
işte, hayallerimizin yorgun düştüğü anda bile yeniden koyma düşüncesini göstermektedir. Bedeninden, ha-
canlanıverebilir her şey, ne olacağı hiç belli olmaz. Ne yatından, herkesten, her şeyden bezmiş olabileceğin-
yaşarsak yaşayalım, ne tür hüzünler etrafımızı sararsa den, acıların üstüne üstüne gelmesinden, hayallerinin
sarsın, umudumuzu sımsıkı ayakta tutmak en önem- renksiz birer gözyaşına dönmesinden bıktığı için ya-
lisidir belki de… Nazım Hikmet Ran’ın “Bulut mu Ol- şamı başka varlıklarla veya nesnelerle anlamlandırma
sam” şiirinde şiir kişisinin yaşadığı olaylardan sonra çabası içine girmiştir. Şiir kişisi, bu kişinin düşüncele-
huzur bulma arayışı iki anlamsal kesitte incelenebilir.
rinin arasına dalarak ona bu şeylerden herhangi biri
Birinci anlamsal kesitte şiir kişisinin betimlemelerin- yeri olmak yerine deniz olması gerektiğini vurgula-
den yola çıkarak deniz kenarında bir insanı gözlemle- mıştır. “Ne o, ne o, ne o / Deniz olunmalı, oğlum / bulu-
diğini söyleyebiliriz. Şiir kişisi bulunduğu çevreyi renk- tuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.” Deniz olunmalı,
ler yardımıyla betimleyerek hayatın güzelliklerini öne mavileri almalı, umutlarla beslenip en huzurlu yere
çıkarmayı amaçlamıştır. Yaşam, içinde birçok güzellik akmalı. Deniz olunmalı, sonsuzluğu, özgürlüğü bize
barındırır; ancak her insan bunları göremez çünkü bi- hatırlamalı, sadece bir duyguya takılıp kalmamalı,
zim hayata bakış açımız, yaşamı nasıl gördüğümüzü hüznü de mutluluğu da, umudu da hasreti de içinde
belirler. “Kıyıda çıplak bir adam / Durmuş düşünür” barındırmalı insan, işte bu yüzden şiir kişisinin de de-
dizeleriyle şiir kişisi gözlemlediği insanı anlatırken diği gibi deniz olunmalı.
mecazi bir yola başvurur. Aslında bu adam fiziksel gö-
rünüş bakımından çıplak değildir, zihni çırılçıplaktır. Deniz olunmalı yani, güne, hayata, dünyaya masmavi
Deniz insana huzur verir, kafamız karışık olduğunda, bakabilmeli… der gibidir şiir okuruna.
Yatırca
Yaşam, her insanın en değerli hazinesidir. Bu hazine- zannettiği bir “şey”den korkmaktadır, aslında böceğe
nin kıymeti beraberinde, kutsallığı da getirir. Yaşamak benzeyen şey bir çatlaktır. Bu olaydan önce babasına
ne kadar kutsal ise bireyin yaşamına son verilmesi de böceklerin nereden geldiğini soran ve olay sırasında
kadar kabul edilemez bir durumdur. Hakan Günday’ın yanında babasının değil de otuz beş çocuğun olduğu
“Az” adlı eserinden alınmış bu metinde insan hayatı- karanlık bir odada uyumaya çalıştığı göz önünde bu-
nın değersizleştirilmesi altı yaşında bir kızın öyküsü lundurulursa aslında ailesinin olmadığı anlaşılacaktır.
üzerinden protesto edilmiştir. Roman türü burada Yazar-anlatıcı bu kesitte ele aldığı başka bir durum da
yazar-anlatıcıya aktarmak istediklerini, didaktik ola- yabancılıktır. Küçük kızın aynı odada uyuduğu otuz
rak değil de bir duygu durumu yaratarak iletme ola- beş çocuğunun birinin bile ismini bilmemesi ve ranza-
nağı sağlamıştır. Böylelikle metnin ana izleği de olan, sının üst katına çıkmasına yardım eden çocuğun “Bir
romanın odak figürü küçük kız Derda’nın öyküsüne dahakine kendin çıkacaksın!”demesi, onun duyduğu
tanıklık eden okurun, yaşamın kutsallığını yine kendi yabancılığı gösterir. Küçük kızın böcekten saklanmak
içinde bulması ve kabul ederek değerlendirebilmesi için yorganın altına girmesiyle “İnsanın göremediği
sağlanmaya çalışılmıştır. Metin; iki anlamsal ve anla- şeyler yok olmaz ki!” demesi ailesinin ölümünü kabul-
tımsal kesitten oluşmaktadır. Metnin anlamsal kesitle- lenmediğinin de bir göstergesidir. Yazar-anlatıcı bu
ri, bireyin toplumsal açmazlardan duyduğu korkuları kesitte tüm bireylere ama aslında ebeveynlere hitap
ve bu korkularından kaçma isteği ile kaçamayıp derin etmektedir. Seslenilen bu hedef kitlenin seçilmesinin
bir çaresizlik içine düşmesi olmak üzere; Derda’nın nedeni bireylere hissedilen korku ve yabancılığın,
“böcek”ten korkması, “böcek”ten korkup kaçma çaba- yalnızlık ve çaresizlik gibi esenliksiz duyguları kaçınıl-
sı ve Derda’nın terör karşısındaki çaresizliği şeklindeki maz olarak beraberinde getirmesini somutlamaktır.
iki anlatımsal kesitle sunulmuştur. Seslenilen ebeveynlere bu duyguların kişilik gelişimi
oturmamış bir çocukta ne denli tepkiler yaratacağını
Metnin ilk satırından 47. satıra kadar verilen bölüm, ilk örnekleyerek aktarmak yazar-anlatıcı için toplumsal
anlamsal ve anlatımsal kesiti oluşturmaktadır. Bu kesi- bir görevdir.
tin ana iletisi, bireyin deneyimlediği yalnızlık duygusu-
Yazar-anlatıcı altı yaşında bir kızın içinde olduğu ya-
nun beraberinde getirdiği korku duygusudur. Bu ileti-
bancılık ve yalnızlık durumlarını ve bunların kız üze-
yi, okura sunan yazar-anlatıcıdır. Metnin sunumunda,
rinde doğurduğu sonuçları, ölümü sunarken güttüğü
I. tekil kişi anlatımı görülmektedir. Bununla birlikte,
amaç okurda toplumsal farkındalık olmuştur. Aile ve
metin boyunca görülen geçmiş zaman kiplerine yer arkadaşlık gibi sosyal grupları güçlendirerek insana
verilmesi, aktarılan olayı deneyimleyen ya da ilk elden destek olacak mekanizmalar geliştirilmesinin doğru
duyan bir kişinin yazar-anlatıcı olduğunu göstermek olacağı vurgulanmıştır. Yazar-anlatıcının bu amacını
içindir. Bu bağlamda yazar-anlatıcı, olayın geçtiği uza- gerçekleştirmek için izlediği yöntem iç gerçekliği or-
ma da tanıklık etmişçesine gerçekçi betimlemeler ve taya koymak ve dış gerçeklikle bağlantılar kurmaktır.
o uzama dair yaptığı belirlemelerle de okurda gerçek-
lik algısı yaratmaktadır. Bunu destekleyen düşünce- Metnin 47. satırından sonuna kadar verilen bölüm,
ler, ağırlıklı olarak küçük kızın karakter çözümlemesi ikinci anlamsal ve anlatımsal kesiti oluşturmaktadır.
üzerinden verilmiştir. Küçük kız yetimdir. Altı yaşın- Bu kesitin ana iletisi, terörün insanlığı ve insani de-
da ailesinden ayrı bırakılmış figür; yalnızlık, korku ve ğerleri tüketerek, insanı büyük bir çaresizliğin içine
çaresizlik duyguları içindedir. Tavanda duran “böcek” sürüklemesidir. İkinci kesit, pek çok yönden ilk kesitle
Bilmez
Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
Kıyılar da bomboş, kır yolları da
Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
miyim Hiç
Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
Yol kenarında bir kapı, tahta
Peki, kim yitirmiş evini, ya da
Hangi yitikle yok olmuş o yapı
Kim bilir
Edip Cansever
Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
Bir taşın üstüne oturuyorum
Ben oturur oturmaz Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Çıkıyor kuytularından bütün görünümler Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa Yani tam böyle Bir şeye benziyor zaman
Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi Çıkageliyor sonra, saat on iki.
Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar
Anlıyorum
taslağı gibi
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Denize yeni sürülmüş bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Yalnızca bunun için uzun
Ve işin tuhafı bense
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Alışıyorum gittikçe
Örneğin
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
Ve bu yüzden mi bilmem Döğüşmek de sevgidir
Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum Ve benim bildiğim kadarıyla
Sürüyle kuş havalanıyor defnelerin içinden Her şeydir bir insan, her şeydir
Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden Yalandır kısalığı yaşamın
Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri Ve özellikle insan dediğimiz şey
Dağılıp gitmişler her biri bir yana İnançlı bir insan soyunun parçasıysa.
Kuşlar gibi, onlar da
Benimse ne gideceğim bir yer Sonunda baş başa kalıyoruz gene
Ne de özlediğim bir şey var Baş başa kalıyoruz doğayla ben
Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa On temmuz cumartesi
Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana. Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki Tam öyle yapıyorum
Dalıp gidiyorum, düşünüyorum da, saat on iki Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru
Bir sigara yakıyorum, bir kâğıda bir iki dize yazıyorum seviyorum.
Yalnızlık Yağmuru
Aşk, aşırı sevgi ve bağlılık duygusu olarak açıklanmış- yalnızlığı iyice anlamasını sağlayıp, okuru şiirin içine
tır sözlüklerde. Oysa herkesin kendine ait bir açıklama hayal güçlerini kullandırarak sokar. “Tam o sıra bir va-
şekli vardır bu duyguyu. Bazıları aşkı ait olduğun yeri pur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı
bulmak ve kendini tamamlamak olarak açıklar. Aşkı gibi” dizesi ile şiir kişisi benzetme kullanarak hüznünü
bulup kaybetmiş insanları yolunu da kaybetmiş olarak ve acısını okuyucuya yansıtmıştır. ‘Sonbahar’ yaprakla-
görürler. Bu tür insanların bir belirsizlik, çaresizlik, yal- rın döküldüğü, ilkbaharın, neşenin, heyecanın bittiği
nızlık içinde kaybolduğuna inanırlar. Edip Cansever’in bir mevsimdir ve şiir kişisi ‘iskeleye’ gelen ‘vapuru’ bu
‘Ben Bilmez Miyim Hiç’ adlı şiirinde de yalnızlık ve aşk mevsime benzeterek yaşadığı duyguların ‘sen’ kişisi-
acısı anlatılmıştır. Şiir kişisinin ‘sen’ kişisini kaybetme- nin gitmesi üzerine kendine geldiğini söylemiştir. “Her
siyle yaşadığı acı, betimlemeler, doğa motifleri, geriye gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma” dizesi ile
dönüşler ve izlekler aracılığıyla yansıtılmıştır. anlatıcı her ne kadar hüzün içinde olsa da gittikçe ya-
şadığı terk edilme ve yalnızlık acısına alıştığını ve ‘sen’
İlk bölümün ‘Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der kişisine karşı duyduğu özlemin azaldığını belirtmiştir.
ona / Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar’ “Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden / Du-
dizelerinde şiir kişisi yazdıklarının ‘sen’ kişisinden ayrıl- rup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum” dizeleri ile
manın kendisine yaşattığı ‘uzaklık’ yani yalnızlık, terk
şiir kişisi özlemini unutmaya başladığını kabul edeme-
edilmişlik duygusunu anlattığını belirtmiştir. Anlatıcı
yip kendini kandırdığını belirtmiştir. “Dağılıp gitmişler
“Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok /
her biri bir yana / Kuşlar gibi, onlar da / Benimse ne
Kıyılar da bomboş, kır yolları da” dizelerinde yalnızlık
gideceğim bir yer / Ne de özlediğim bir şey var” dize-
duygusunu vurgulamıştır. Aynı zamanda ‘Dolaşıyo-
leri ile anlatıcı artık duygularının tamamen dağıldığını
rum’ sözcüğünü kullanıp nereye gittiğini açıklamama-
ve hüznü ile özleminin bittiğini anlamıştır. “Öyleyse
sı şiir kişisinin bir belirsizlik içinde ve yalnızlığında kay-
neden yazıyorum bu sözleri ona / Bu biraz sevdaya
bolmuş olduğunu gösterir. “Soluğumu duyuyorum
benzeyen, biraz da sevdasızlığa” dizeleri ile anlatıcı
ara sıra, bir onu duyuyorum / Duymuyorum belki de,
her ne kadar özlemi bitse de geçmişteki aşkının onu
biliyorum yalnızca” dizelerinde anlatıcının çaresizlik
etkilediği ve duygularına az da olsa hala dokunduğu-
ve yalnız olduğunu tekrarlamıştır. Sadece ‘soluğunu’
nu kabul etmiştir.
duyması şiir kişisinin düşünceleriyle baş başa kaldığı-
nı göstermektedir. Ancak emin olamaması anlatıcının İkinci bölümde şiir kişisi geçmişinden bir zamanı ha-
içinde bir boşluk hissettiğini, ayrıca çaresiz ve hüzünlü tırlar ve özellikle “saat on iki” gibi bir zaman dilimi
olduğundan hayata umursamaz bir açıdan baktığını belirler. “Dalıp gidiyorum, düşünüyorum da, saat on
göstermiştir. Bu dizeden sonraki dizelerde anlatıcı be- iki” dizesi ile şiir kişisi dalgın olduğunu ve hala içinde
timlemeler yaparak ve ‘yitirmiş’ sözcüğünü kullanarak bir boşluk olduğunu belirtmiştir. “Ama hiç kımıldamı-
yaşadığı terk edilmişliği vurgulamaya çalışmıştır. “Çı- yor, akrep de, yelkovan da” dizesi ile anlatıcı yaşadığı
kıyor kuytularından bütün görünümler / Ve ufak bir eksiklikten dolayı zamanın boş ve durmuş olduğunu
oyun oynuyor bana doğa / Alıp alıp götürüyor gözleri- dile getirmiştir.
mi bıkmadan” dizeleri ile ise anlatıcı hem doğaya gön-
derme yapıp hem de ‘sen’ kişisi ile anılarını andığını ve Üçüncü bölümde “Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe
bir özlem duyduğunu belirtmiştir. “Güneşin şavkından sevgiyi” dizesiyle anlatıcı sevgi oldukça zamanın uzun
yuvarlanan çakıllara” dizesi gibi dizelerle ise şiir kişisi ve akıcı olduğunu, yaşamın derinliğinin sevgiyi insan-
doğa ile bir bağlantı kurarak ve betimlemelerle hem ların içlerinde taşıyabildikçe var olabileceğini söyle-
etrafta kimsenin olmadığını dolayısıyla doğaya yönel- miştir. Aynı zamanda artık sevdası olmadığından za-
diğini gösterip hem de okurunun yaşadığı duyguyu, manın durduğunu bir kez daha vurgulamıştır. Sevgisiz
Bir canlı için mükemmel olan nedir? Kişisel görüşe Tek tipleşmiş insan ruhu ve devlet için insan anlayı-
dayanan noktaları ağırlıkta olan bir sorudur bu. Nes- şı, yapıttaki Tek Devlet’in benimsenmiş sanat anlayı-
nel dayanaklar bulmak için bilime ve canlılar tarihine şı ile örtüşür. Sanat tekdüze olmakla beraber devleti
bakılabilir. Canlılar, evrimin basamaklarını tırman- yüceltmek amaçlıdır. Şairlerin devleti ve makamlarını
dıkça fiziksel farklılıklar gösterirler. Daha üstün olan övmesi, yapıtta devletin başı olarak tanıtılan İyilikçi’yi
canlılarda ortak görülen özellik ise ilkel canlılara göre öven şiirlerde görülür. Müzik fabrikası ve cam binalar
çevreden daha fazla bilgi toplayabilme ve bu bilgiyi ise sanatın da insanlar gibi tekdüze ve aynı olduğu-
işleyebilmektir. Yani canlıların genel eğilimi çevreye nun göstergesidir. Bu tekdüzelik, Tek Devlet’in hayal
egemen olmaktır. Egemenlik ise güç istemini doğurur. gücünü desteklemediğine işarettir. Oysa bireyselliğin,
Bulunduğu çevrede hâkim olmak, güçlü olmak, canlı hayal gücünün ve basın özgürlüğünün desteklenme-
doğasının bir eğilimidir. Yevgeni Zamyatin’in “Biz” ya- si gerektiğini savunan düzenlerde sanat, insanlardaki
pıtında çizilen ve mükemmel olduğu savlanan düzen, çeşitliliğin dışa vurumudur. İki aykırı dünyadaki bir
günümüzdeki ideal devlet ve toplum anlayışıyla çe- başka farklılık da etik olgulardaki farklılıklardır. Ya-
lişmektedir. Bu düzen araçları, vatandaşların devletin pıtta öne çıkarılan etik olgu da “vicdan”dır. Hümanist
gözündeki konumu, sanatın işlevi, vicdanın yeri, eko- ruhun doğuşuyla insanda hep var olan vicdan değer
nomideki verim ve insan doğasını tatmin yönlerinden kazanmış, insan haklarının ve uluslararası hukukun te-
karşılaştırılabilir. melini oluşturmuştur. Oysa materyalizmin ekonomik
boyutlarında insanı ele alan Tek Devlet, insanlardaki
Yapıttaki düzene dair en belirgin unsur birey olma yo- vicdanı da büyük ölçüde törpülemiştir. Tek Devlet’in
lunun kesilmesidir. Doğumdan itibaren ad yerine nu- örnek vatandaşı -yapıtın başlarında- D-503, Integral’in
mara alan insanlar, aynı renk üniformalar giyip, tek tip motorunun yanlış ateşlenmesi sonucu ölen çalışanları
dairelerde devletin onlar için planladığı takvime göre olağan bir şeymiş gibi, günlüğüne ifadesiz bir şekilde
yaşarlar. Hayatın herkes için aynılaştırılması, insanlar- not alır. İnsan vicdanını hiçe sayan bir düzen vardır bu
daki özgün olma eğilimini törpüler. Yapıtta D-503’ün yaşanan olaydaki bu durum gerçek dünyada karşılığı-
dediği gibi, Tek Devlet eğer bir makine ise insanlar nı bulamamaktadır. (!)
da bu makinenin küçük parçaları, çarkları, vidalarıdır.
İnsanların yaşamasının yegane amacı, bu makinenin Düzenlerin hâkimiyete yönelmesi, canlı doğasındaki
kusursuzca işlemesidir. Öte yandan artık tek bir küre- mükemmellik anlayışından gelir. Devlet’in gücünü
sel uygarlık olma yolunda ilerleyen günümüz insanlı- simgeleyen bir unsur da ekonomik güçtür. Vicdanı,
ğı, “vatandaşı için devlet” inancını benimsemiştir. Bu sanatı, bireyselliği destekleyen bir düzen, ekonomik
felsefenin temelinde ilerlemek vardır. Bireysellik des- verimliliğe adanmış bir düzenden, ekonomik alanda
teklendiğinde yaratılan insan çeşitliliği, toplumun dü- üstün olabilir mi? Bu durum kapitalist Batı’nın, SSCB’yi
şünsel dünyasını da çeşitlendirir. Farklı düşüncelerin ekonomik olarak mağlup etmesine benzer. Çünkü
bir arada varoluşu da sistemdeki eksikliklerin görül- Batı dünyasında SSCB dünyasında yetersiz olan iki şey
mesine, kangrenli parçaların kesilip atılmasına yardım vardır: hırs ve rekabet. SSCB’de bir ya da iki otomobil
eder. Bu bağlamda yapıtta ele alınan “Tek Devlet” sis- üreticisi varsa, Batı’da bu sayı en az ondur. Hırs ve re-
temi tuğladan inşa edilmiş tekdüze bir yapıya benzer. kabet ise ekonominin yoğunluğunu artıran en önemli
Birbirinin kopyası olan tuğlalar, bu devletin vatandaş- etmendir. Hırs ve rekabetin Tek Devlet düzeninde ol-
larıdır. Tuğlalar yapıyı ayakta tutar, karşılığında yapı maması, ekonominin verimsiz ve durağan olması ile
da onlara güvenli bir ev olur. Ancak sistem kısırdır. sonuçlanır. Bu durum teknolojik gelişmeleri de derin-
KANTO
Cemal Süreya
KANTO
Cemal Süreya’nın “Kanto” adlı şiirinde şiir kişisi sev- Bu yaratılan uzam kopuklukları duyulan özlemin gi-
diği kişiye duyduğu özlemi uzam kopukluklarından dilen her yerde şiir kişisini etkilediğini göstermek için
ve duygu değişiminden yararlanarak anlatmış, daha verilmiştir, “rakı ve “Hakkı” kelimelerinde de , “bira” ve
sonrasında ise hayatında bu kadar yer kaplayan özle- “Barba” da olduğu gibi ses benzerliği görülmektedir.
mi yitirdiğini dile getirmiştir. Şiir üç anlamsal kesitte
incelenebilir. Şiirin son anlamsal kesiti olan son dörtlük diğer iki
dörtlükten bağımsız duygular içermektedir ve duygu
Şiirin ilk dört dizesine bakıldığında, şiir kişisinin sevdi- değişiminin en yoğun yaşandığı yerdir. Bu dörtlükte
ğine karşı duyduğu yoğun özlem ve bu özlemin yanlış şair ilk başta “Sen belki de bir resimsin ne haber” di-
anlaşılmış olduğu görülmektedir, “Ben nerde bir çift yerek aslında yaşadığı özlemin gerçek olmayan, bir
göz gördümse / Tuttum onu güzelce sana tamam- tablonun arkasına gizlenmiş birine duyduğunu dile
ladım” dizelerinde şiir kişisinin nereye giderse gitsin getirmiş, uzun bir zamandan sonra, sevdiğinin bu
bu özlemi taşıması ve hayatının her anında sevdiğini dünyadan ayrıldığını dile getirmiştir. Bu farkına varma
yanında hayal etmesi dile getirilmiş, kullanılan “ben” sürecinin uzun olmasını sevdiğinin çok güzel olması-
dili ile duyulan özlemi güçlendirilmiştir. Şiir kişisi “ Bir na bağlayan şiir kişisi resmin olduğu mekanı betimle-
bunun için yaptım” dizesiyle öncesinde bir yanlış an- yerek aktarmıştır, “Kırmızı bir Beykoz”. Son dörtlüğün
laşılma olduğunu veya bir şeyden pişmanlık duydu- son iki dizesinde şiir kişisi duyduğu özlemin aslında
ğunu okuyucuya aktarmıştır. Duygularının en yoğun bir yansımaya karşı olduğunu “Yapan bir de ağaç
ve baskın olduğu noktada garsona seslenen şiir kişisi yapmış yanına / Dallarına konsun diye kelimelerinin”
“Garson bira getir / Garsonun adı Barba” dizeleriyle dizeleriyle belirtmiş, duyduğu özlemin resimdeki ka-
duygularını bastırması, “bira” ve “Barba” kelimelerinin dına karşı değil, yansıması olan ağaca karşı olduğunu
arasındaki ses benzerliği uzam kopukluğunu vurgula- söylemiştir. Önceleri bira ve rakı isteyen şiir kişisi bu
dörtlükte şarap istemiş ve duyguların bira ve rakı ile
mak için oluşturulmuş olabilir.
bastırıldığı bir mekanda şaraba dönmesi garsonu şa-
Şiirin ikinci anlamsal kesiti olan sonraki dörtlükte ise, şırtmış ve harap bırakmıştır: “Garsonun hali harap”
şiir kişisi önceden bahsettiği pişmanlığının nedenini
Şiirin başlığı ele alındığında, “Kanto”, sözlük anlamının
belirtmiş ve bu pişmanlığın, sevdiğini çağın kötülük-
şiire yansıdığı görülmektedir. Şiir kişisi gittiği mekan-
lerinden koruyamama olduğunu söylemiştir. Sevdi-
daki kanto danslarını şiirin dış görünüşüne işlemiş ve
ğini kaybetmesine neden olan: “açlıklar”, “kavgalar”,
dans figürlerini okuyucuya aktarmıştır. Dörtlüklerden
“kötülükler” şiir kişisinde anı olarak canlanmış ve sev-
sonra gelen ikiliklerin sağda olması ve ardından gelen
diğine “Namussuz bir dünya bu biliyorsun” diye sesle-
diğer dörtlüğün tekrar solda olması da dansın ritmini
nerek çağın kötülüklerinin sevdiğini elinden aldığını
çağrıştırmaktadır.
vurgulamıştır. Daha sonrasında ise yerine duygularını
bastırmak için; fakat bu sefer biradan daha güçlü olan Şair, şiir kişisi üzerinden sevdiğine duyduğu özlemi ve
rakıyı tercih eden şiir kişisine rakı, bir Türk ismi olan bu özlemin hayatını nasıl etkilediğini anlatmış daha
“Hakkı” tarafından getirilecektir. Başta “Barba” olan sonra ise bir farkındalık geçirerek bu özlemin bu dün-
garson “Hakkı” ismini almıştır ve uzam kopukluğu gar- yadan ayrılmış birine olduğunu anlamış, kendisinin
son isminin değişmesinden okuyucuya aktarılmıştır. yaşadığı bu yoğun özlemi eleştirmiştir.
“Gatsby” ve “Muhteşem”
İnsanın en temel dürtüsü istemek ve istediğini İşte Gatsby böyle bir dönemde doğmuştur. Tek sorun
başarıyla elde etmektir. Bu amaç insanlar ka- ailesinin zengin olmayışıdır. Burada tutkulu ve hırslı
bir âşık olan Gatsby, her ne kadar acımasız bir karakter
dar toplumlarda da vardır. İnsanın yarattığı gibi dursa da aslında bu yapıttaki en büyük kurbandır.
güçlü devletler, güçlü ekonomiler veya güçlü Toplumsal baskıyla yoksul olanların hor görüldüğü bir
olmasa bile yenilmez ve mükemmel imajı ya- yerde, gözü en çok boyanan kişidir o, çünkü küçük-
ratan devlet politikalarının da odağında bu lüğünde bu sıradan olma baskısını üzerinde hisset-
vardır. İşte F. Scott Fitzgerald’ın “Muhteşem miştir. Bir hayal uğruna -geçmişinden kaçıp gerçekten
de bu hayali gerçekleştirmesine rağmen- aslında kur-
Gatsby” adlı yapıtında da, toplumun, ‘kabus’ tulmak yerine bu çukurun daha da derinine inmiştir.
içindeyken şatafatlı bir rüya içindeymiş gibi Gatsby zamanla New York’un en ünlü adamı olurken
yansıtılması, ‘muhteşem’ zannedilen bir hayat- aynı zamanda da Amerikan Rüyası’nın en ağır oyuna
la kandırıldığı anlatılmaktadır. getirdiği kişi olmuştur.
DALGA
Orhan Veli
Dalgalı Ruhlar
İnsan ruhu ne gariptir; bir sağa bir sola, rüzgârı nere- Şiir iki anlamsal kesite ayrılmıştır; ilk anlamsal kesitte
ye onu estirmek isterse oraya… Orhan Veli’nin “Dalga” şiir kişisi daha sanatçı ruhludur ve duygu yoğunluğu
adlı şiiri de; şairin gelgitli, kararsız ruh hali, çeşitli dil ağırdır. Ruhunun götürdüğü yere gitmek ister ama
ve anlatım özelliklerinden yararlanılarak oluşturul- gerçek hayatın buna engel olduğu görülür. İkinci
muştur. Şiir, dil ve anlatım, içerik ve biçim özellikleri anlamsal kesitte ise, ilk kesitin tam tersi şiir kişisi ta-
açısından üç farklı yönüyle incelenecektir. rafından savunulur. Mesut olmak için ilk başta kale-
Orhan Veli şiirinde birçok imge ve betimlemeye anla- me, kâğıda ihtiyacı olmamasını dile getirmesi son-
tımı güçlendirmek için yer vermiştir. “ Dalar giderim rasında ise ani bir değişimle ne kâğıdın, ne kalemin
mavisinden içeri / Karşımda duran resmin…” şek- yetebileceğini dile getirmesi değişken ruh halini ifa-
lindeki dizelerde karşısında duran resmin mavisine de etmektedir. Tekneye ya da takaya benzemediğini
dalıp gitmesi, resmin şairi huzura kavuşturduğunu, yalanlarken, yalan kelimesinin içinde saklı keşkelerin
dinginleştirdiğini belirtmektedir. “Giderim deniz çe- olduğunu belirtmektedir, ama ikinci anlamsal kesitte
ker / Deniz çeker, dünya tutar” dizelerinde ise denizin ne taka ne tekne olmadığını daha kısa ve net bir şekil-
anlatıcı özneyi çekmesi sözleri ile denizin huzur verici de dile getirmesi anlatıcının bir ve ikinci kesitler ara-
hareketleri karşısında denize teslim olup kendisini ra- sındaki duygusal değişimini ortaya koyar. Son dizede
hatlığa bıraktığı görülmektedir. Takip eden dizede ise ise “insan gibi” demesi ilk anlamsal kesitteki duygusal,
dünyanın anlatıcıyı tutması dış dünya gerçekliğini or- doğaya eğilimli ruhu ağır basan şiir kişisi yerine daha
taya koymaktadır; çünkü bu dize, anlatıcıya dünyadan insancıl kalıba bürünmüş bir şiir kişisinin geldiğini
kopamayacağını hatırlatır; tam gidiyorken arkasından göstermektedir.
çeker. Burada dünya, kişinin kendi iç dünyasından çok,
dış dünyasına hitap eder; kişinin sorumlulukları, ya- Şiire bakıldığında şiirin biçimi de dalga gibidir; ilk an-
şanmışlıkları bunlara örnektir. Tıpkı kıyıdaki kumların lamsal kesit daha uzun, ikinci anlamsal kesit daha kısa.
bir dalgayla denizin içine çekilip, bir tümsek oluşturup Şairin dalgadan ilham alarak şiiri düzenlediği düşünü-
başka bir dalgayla o kumların her tarafa saçılması gibi lebilir. Bu dalga aynı zamanda şiir kişisinin kararsızlı-
kendisini de kum taneciklerine benzetir. “Taka oldu- ğını da ortaya koymuştur. Biçimin başlıkla uyumlu ol-
ğum, tekne olduğum yalan” dizesinde şairin aslında
ması genel olarak şiire bütünlük katmıştır. Hiçbir dalga
deniz araçlarına, denizle igili olduğu için bu araçlara
bir diğerinin aynısı değildir, anlatıcı da bazı dizeleri şiir
olan benzeme isteğini; ama benzeyemediği için his-
settiği isyan duygusunu iletir. “Yalan” sözcüğünün sık- boyunca tekrar etmiş, fakat farklı tekrarlamıştır; tıpkı
ça kullanımı da onun hüzünlendiğini göstermektedir. hiçbir dalganın bir diğerine benzemediği gibi. Aynı
Anlatıcı özne, aslında sadece denize yakın, onunla iç zamanda noktalama işaretlerinin de kullanımı bu ka-
içe olmak istediği için taka ve tekne sözcüklerini kul- rarsızlığı ve farklı yinelemeleri göstermektedir.
lanmıştır. Şiirde sadelikten ödün verilmeyecek şekilde
basit ama etkili betimlemeler kullanılmıştır. “Suların Dalga üzerine kurgulanan bu şiirde, anlatıcı özne ken-
kaburgalarımdaki serinliği” beş duyulardan dokun- dine özgün betimlemeleri, dil ve anlatım özellikleri-
mayı vurgulayarak hem anlatıcı öznenin hem de oku- ni kullanarak kendi gelgitli ruhsal değişimini ortaya
run hissetme duygusuna gönderme yaptığını göste- koymuştur. Tıpkı her dalganın kendine özgü olduğu
rir. Karpuz kabuğu ise çok gündelik ama anlatıcının gibi her duygu da birbirinden farklıdır. Anlatıcı özne,
bile kıskandığı bir obje olmuştur. Kabuk bile dünya- her ruhun dalgalar gibi farklı olduğunu, denizle gelen
dan, sorumluluklardan bağımsız bir şekilde denizde dinginliği ne kadar önemsediğini, aradığını, onu en-
durmaktadır ama anlatıcı onu sadece seyreder. gelleyen etkenleri anlatmıştır.
Çukurova’nın Sözcüsü
Yaşar Kemal
Anadolu, hem insanını binbir güçlük altında tır. Küçük yaşlarından beri aşık atışmalarına meraklı
ezen, mücadeleye zorlayan; hem de güzel- oluşu, daha sonradan onu edebiyata yönlendiren et-
menlerden olmuştur. Yazın hayatında ilk öykü kitabı,
likleriyle insanı yaşama bağlayan, bereketli, Sarı Sıcak olan Yaşar Kemal daha sonra İnce Memed,
canlı bir coğrafyadır. İnsan, Anadolu’da yılın Akçasazın Ağaları, Dağın Öte Yüzü, Bir Ada Hikayesi,
büyük bir çoğunluğunu yağmur, sıcak, sıt- Binboğalar Efsanesi, Binbir Çiçekli Bahpe gibi roman,
ma gibi doğanın güçlüklerine karşı ayakta öykü ve deneme türlerinde eserler vermiştir. Nobel
kalmaya çalışarak geçirir. Özellikle baharın Edebiyat ödülüne aday gösterilen ilk Türk yazardır.
gelmesiyle beraber, doğa güzelliklerini gös- Yaşar Kemal’in romanlarında anlattığı insanların ruh-
termeye başlar, insanın umudu tazelenir. sal çözümlemelerinden çok onların çevreleriyle ilişki-
Anadolu’da hayat, çalışma üzerine kurulu- si, verdikleri yaşam mücadelesi ön plandadır. İnsanı
çevresi ile bir bütün olarak ele alan Yaşar Kemal, bu
dur. İnsanın yaşam mücadelesinde ayakta süreçte onları hem tensel hem tinsel çerçevesi ile çi-
kalmak için gücünü kaybetmemesi, doğanın zer. Yapıtlarında anlattığı insan, Anadolu insanının
koşullarına karşı direnç göstermesi gerekmek- kendisidir, hiçbir yapıtından karton tipler yoktur, oku-
tedir. İnsanın, geçimini sağlamak için doğa- ru herhangi bir Anadolu köyünde Yaşar Kemal’in in-
yı kullanma mecburiyeti, onun sürekli doğa sanlarından biriyle karşılaşabilecekmiş hissine kapılır.
ile etkileşimde olmasını beraberinde getirir. Yaşar Kemal’in Anadolu insanının en belirgin özellik-
leri, yaşam mücadelesindeki direnci ve hiç sönmeyen
umududur. Binboğalar Efsanesi adlı yapıtta Haydar
Cumhuriyetin kuruluş ve gelişim sürecinde Türk köy- Usta’nın sonsuz bir umutla, yıllarca kılıç yapışı ve
lüsü için hayatı zorlaştıran şey, sadece doğa değil; top- bunu paşalara götürerek kışlak alabileceklerini umut
rak ağalarının kontrolsüz gücü olmuştur. Anadolu’nun etmesi, Anadolu insanının sonsuz umuduna örnek-
savaş yıllarında devlet tarafından asker deposu olarak tir. Ortadirek’te, köylülerin her türlü yağmur, kayalık
kullanılmasıyla köylülerde oluşan devlet çekincesi- yollar karşısında güçlerini yitirmemeleri ve pamuğa
ni kullanan ağalar ve beyler, kimi zaman muhtar ve erişme umudunu kaybetmemeleri de yaşam mücade-
jandarma komutanı gibi devlet temsilcileri, zaten zor lesine ve sönmeyen umuda örnektir.
koşullarda yaşam mücadelesi veren köylüleri sömür-
müş, onlara zulmetmişlerdir. Devlet otoritesinin bile Yaşar Kemal’in yapıtlarında Anadolu’da yaşayan
köylü üzerinden çıkar sağlamaya çalışması, Anadolu Türklerden başka Kürtler, Türkmenler de ele alınır.
köylüsünü çaresizce var olan düzende ayakta kalmaya Yazar, sadece Türk gelenek, inanç ve yaşamını değil
çalışmaya itmiştir. Bu süreçte köylüler, kendilerine su- Anadolu’da yaşayan bütün milletlerin düşünce, inanç
nulan koşullara karşı yoğun bir direnç göstermişlerdir. ve umutlarını anlatmıştır. Yaşar Kemal’in yapıtları
derinlemesine bir Anadolu portresi niteliği taşıdığın-
Bu unutulmuş insanın ne derece ağır bir hayatı oldu- dan, Anadolu’daki her unsur, her gelenek, görenek bu
ğunu, üzerlerindeki sömürüyü, acılarını, umutlarını, yapıtlara yansımıştır. Bu anlamda Binboğalar Efsane-
düşüncelerini bütün yalınlığı ve çarpıcılığı ile yansı- si’ndeki Nevruz, demircilik gibi unsurlar, gelenek ve
tan, Anadolu’dan gelen sesi dünyaya duyuran isim Ya- inanışlara örnektir.
şar Kemal’dir. Yaşar Kemal, Anadolu’yu, Anadolu’nun
kendisi gibi sert fakat zengin bir dille anlatmıştır. Anadolu’da derin bir yeri olan ağalık, beylik gibi ol-
gular Yaşar Kemal’in bir çok yapıtında bulunmaktadır.
Yaşar Kemal, 1923 yılında Osmaniye’de doğmuştur. Köylünün ağalar ve beylerin kişisel istekleri ve top-
Beş yaşındayken babasının camide öldürülüşüne ta- raklarını genişletme arzuları yüzünden yaşadıkları; bu
nık olan Yaşar Kemal, bu olaydan derin bir şekilde et- kişilerin köylülere yaptığı zulüm, Yaşar Kemal’in yapıt-
kilenmiştir. Orta okulu bırakıp tarlalarda ırgatbaşılık, larında savaş ve ölüm karşıtlığı olarak yansımasını bul-
ırgat katipliği, traktör sürücülüğü gibi işler yapmış- muştur. Yapıtlarda sadece Anadolu portresi çizilmez,
Yaşama Uğraşı
Eskici ve Oğulları(Orhan Kemal) / Ortadirek (Yaşar Kemal) Yapıtlarının
Karşılaştırma ve İncelenmesi
İnsanlar zorluklar karşısında umutlarını kay- şam mücadelesine devam ettiği görülmüş, ‘ölme atım
betmeye başlasa da onları hayata bağlayan (syf 61)’ gibi cümlelerin Meryemce’nin içindeki sevgi
duygusunu yansıtmakta kullanılmıştır.
amaçları ve hayalleri olduğu için pes etme-
den mücadele etmeye devam ederler. Yaşar Meryemce ve Koca Halil arasındaki çatışmalar da
Kemal’in ‘Ortadirek’ ve Orhan Kemal’in ‘Eskici monologlar ve geriye dönüş teknikleriyle anlatılmış
ve bu tekniklerle figürlerin sevgi, merhamet ve öfke
ve Oğulları’ adlı yapıtlarında da yaşamları-
gibi duygular etrafında şekillenen iç dünyaları yansı-
nı sürdürmek için pamuk ve kütlü toplamaya tılmıştır. “Koca Halil’den, onun anlattıklarından köyde
inen ailelerin mücadelesi, zamanın yıkıcı et- bir tek kişi Meryemce gelin memnun değildi. (syf 224)”
kisine ve değişen koşullara karşı direnme ve gibi ifadelerle geriye dönüşle anlatılan eski ve güzel
zorluklarla şekillenen yaşamlarında doğayla günlerin kişilik oluşumunda etkili olduğu görülmüş,
ve birbirleriyle olan çatışmaları odak figür- Meryemce’nin yaşam mücadelesi çerçevesinde artan
iç çatışmalarının temelinde hızla akıp giden zamanın
lerin ikilemleri üzerinden anlatılmıştır. Yapıt- yaşlılığı da beraberinde getirerek onun eski günlere
ların realist yapısı, iç monolog ve bilinç akışı özlem duymasına neden olması yatmış ve özellikle
gibi anlatım teknikleriyle güçlendirilmiştir. geçmişin canlılığını simgeleyen atının ölmesiyle öfke-
ye yönelişinin arttığı görülmüştür.
İki yapıt da yol ve süreç romanıdır. Yapıtlar, Anadolu “Ortadirek” adlı yapıtta pamuğa inmek bir yaşam tar-
gerçekliği ve geleneksel yapılanma içinde dinamik zı ve kurulu bir düzen olduğu için çekilen zorlukların
bir şekilde değişen düzen ve koşullara ayak uydur- bireylerin birbiriyle ve doğayla olan mücadeleleriyle
makta zorlanan kişilerin yaşam mücadelesini yansı- yansıtılmıştır; ancak “Eskici ve Oğulları” yapıtında küt-
tır. Bu mücadelenin kişilerin karakter oluşumlarında lüye inme halinin yaşama tutunmak için son çare ola-
etkili olduğu görülmüştür. İç ve dış monologlarında rak ilk defa denenmesinin olumsuzluklara yol açtığı
Meryemce’nin yaşlılıkla birlikte gelen huysuz davra- vurgulanmıştır. Hayata karşı olan öfkeli tutumları ve
nışları, hayata karşı yorgun ama dirençli duruşu vur- hayata ayak uyduramamaları bakımından Meryemce
gulanmaktadır. Konuşma dilinin canlılığını betimle- ve Eskici figürleri birbirine benzerler. Meryemce’nin
meler ve yöresel kelimelerin kullanılmasıyla sunan iç ve dış monologlarındaki merhametsizliği ve öfke-
anlatıcı, betimlemelerini figürlerin duygu durumla- si yaşlılığa olsa da Eskici’nin değişen zamanla birlikte
rına göre şekillendirerek onların iç dünyalarını sun- değerlerin yitirilmesine ve otoritesini kaybetmesine
muştur. Meryemce’nin dış monologlarında Ali’ye öfke isyan ettiği aktarılmış, oğullarını hem yanında iste-
ve nefret kusması ama iç monologlarında güçlü bir mesi hem de kendi paralarını kazanmalarını istemesi
merhamet ve sevgi duygusuyla onun iyiliğini isteme- Eskici’nin iç monologlarında sıkça görülen duygu ve
si yaşadığı iç çatışmaların göstergesi olmuş, Anadolu düşünce ikilemlerini açığa çıkarmıştır.
insanının hem geleneklere bağlı inatçı yapısı hem de
vefalı yönü sunulmuştur. Orhan Kemal de konuşma dilinin canlılığını Ana-
dolu kültürüne ait yerel sözcüklerin kullanılmasıyla
İç ve dış monologların kurguyu ve dış gerçekleri oluş- sunarken bu uzamı iyi gözlemlediğini belli etmiş ve
turmada etkili olmasının yanında Meryemce’nin öfke- yapıtın realist yapısı desteklenmiştir. Geriye dönüş
lendiği zamanlarda bilinç akışı tekniğiyle iç dünyasını anlatım tekniğiyle Eskici’nin refah ve huzur içinde
ağaçlara ve taşlara döktüğü gözlenmiş, Anadolu insa- geçen çocukluğunu leitmotive olarak kullanılan ‘To-
nının içindeki doğa gerçekliği vurgulanarak doğanın pal Eskici gerçekten de güm güm gümüleyen büyük
zorluklara yol açsa da insanlar için bir sığınak olduğu çiftliklerden birinde gözlerini açtı. (syf 9)’ gibi ifade-
belirtilmiştir. ‘Sen bilirsin güzel atım, bu geberesice- lerle anlatan yazar, savaş yıllarının ardından düzenin
den hayır yok. (syf 61)’ gibi ifadelerle iç monologların- değiştiğine dikkat çekmiştir. Eskici yalnızlığı küçük
da doğayla iletişim kuran Meryemce’nin yalnızlık ve yaşta yaşayan bir figür olarak savaşta ülkesi için ba-
çaresizlik duygusunu azaltmak için Anadolu kültürün- cağını kaybetmesine rağmen alay ve hayal kırıklığına
de yer alan mistik ve masalsı öğelere tutunarak da ya- uğradığı için iç monologlarında saygı ve değerlerin
Aylak Adam
Aylak Adam, 1950’lere modern anlatım ve ko- ulaşmaya çalışırlar fakat birbirlerine en yakınken bir-
nusuyla damga vurmuş Yusuf Atılgan’ın ilk birlerinden habersiz bir şekilde kaçarlar. Yapıtta Güler,
B’ye mektup yazarken, “Mavi şemsiyeyi takip etseydi
yapıtıdır. Aylak konusunu sadece yüzeysel ve B’yi görecekti.” gibi söylemlerle yakınlığın uzaklığı iro-
ilgi çekici bir karakter üzerinden yansıtmak ye- nisi ortaya koyarak, ulaşamamazlık olmasaydı bu ro-
rine kendisi de aylak olmayı tercih eder kitap. manın gerçekleşmeyeceğini hatırlatır bizlere.
Anlatımıyla da okuyucunun içindeki sempatiyi
C için B “o”dur, B için de C. Bu iki kişi de toplumun belli
ortaya çıkararak belki de okuyucusuna kar- bir kalıba sığdıramadığı, belirli bir ad veremediği fakat
şı dürüst ve olağan bir yapıttır Aylak Adam. C’nin kendilerini aylak olarak tanımlamasıyla ortaya
çıkmış figürlerdir. C’nin “Ben zengin değilim, sade-
ce paralıyım.” demesiyle bu iki karakteri tanımlarken
Yüzey yapıda bu yapıtın belli bir konusu yok gibi
kesin yargılara varılamaz çünkü karakterlerinin kesin
gözükür ve Yusuf Atılgan’ın da bizi sadece “aylaklık”
olan özelliği kesin olmayışlarıdır, yani karakterleri bel-
konusuna yönlendirdiği zannedilebilir. Bu durumda
li bir ada sahip değildir, sosyal yaşantı içerisinde ayırt
karakterlerden özellikle B ve C öne çıkar ve ikisi ulaşı-
edilemez.
lamayan bir arayışın iki ucudur.
Bu iki karakter de aslında hayatta kurallara sabit kal-
C, dramatik bir çocukluk geçirmiş, bu yüzden bireysel-
maktan, sosyal bir bağlılıktan korkarlar fakat onların
leşmiş ve yalnızlaşmış bir karakterdir. Bir yaşında anne-
“o”nu arayışı, kişiliklerinin bu aylak özelliğine tezat
sini kaybetmiş ve eksik olan sevgisini kendi teyzesin-
oluşturur. Arayışın umudu “o”nun C veya B’yi bir yatış-
den karşılamaya çalışmış, kadın düşkünü komisyoncu
tırma hissiyle karşılaştıracağı, kabul edilme ve sevgiyle
babasına ise bir tepki olarak kendi hayatını yaşamaya tanıştıracağıdır. Yani bağlılıktan korkan bu iki karakter
çalışmıştır. C, sığ veya avanak bir insan değildir. Onu, bir bağlılık adına bağlamsızlıkla kavrulur. Bu durumda
kültürsüz veya derinliksiz diye tanımlamak yanlıştır. C ve B arasında en önemli ortak nokta ikisinin de he-
B, resim ve müziğe ilgi duyan, çekici bir zekâsı olan men aldanabilmesi ve şıpsevdi olmasıdır. Fakat C, hızlı
bir erkektir ve bu nedenle de kurgu boyunca Ayşe ve kararlar alabilir ve kendini Ayşe’nin “o” olduğu düşün-
Güler de olmak üzere çeşitli kadın figürü ile karşılaşır cesindeki gibi yanıltabilir, B ise kendini daha çabuk
fakat aradığı kişiyi (o) bulamaz. C’nin hayatında Zehra tanımlayabilir bu yüzden Erhan’dan ayrılırken içinde
Teyze’nin yarattığı boşluğu dolduracak, aylak haya- ikinci bir düşünce taşımaz.
tında bir anlam kazandıracak kimse yoktur ve umur-
samaz gibi gözükürken ruhen kıvranması yapıtın Romanın başında C’nin Ayşe’ye özlemi kronolojik ol-
başında göze çarpmaz. Yapıt ilerledikçe iç dünyası çö- mayan bir anlatımda metnin satır aralarında fark edi-
zümlenir ve kâbuslarını dolduran gerçeklik sergilenir. lir. C, başkalarıyla dövüşmesi ve yoldan geçen kızları
öpmesiyle tutarsız ve kontrolsüz özellik kazanır.
Zehra Teyzesi C’nin anneliğini üstlenmiş ve onda ilk
defa sevgiyi yaşatmıştır. Tersine C’nin babası ise onu Bir gün İstanbul’da yürürken Güler’i görür ve ona ta-
aşağılamalar ve dışlamalarla farklılaşmaya ve yabancı- kılır. Güler’in bu gizemli ve anlaşılması güç karaktere
laşmaya itmiştir. Babası kadın düşkünüdür, eve gelen duyduğu heyecanla ilişkileri, ikisi için de ilgi çekici
her kadınla bir süreliğine cinsel ilişki kurar ve bu ilişki fakat olanaksız hale gelir. Güler “üç oda iki çocuk bir
içerisinde Zehra Teyze de vardır. Bir gün C, babasının mutfak” sendromuna yakalanmıştır, yani kendisine
Zehra Teyze’sinin bacaklarını açtığını görür ve babası- derinliği olmayan fakat toplum tarafından anlaşıla-
nın üstüne atılır, babası da onun kulağını çekerek ku- bilen bir hedef belirlemiştir. C ve Güler’in kişilik özel-
lağını yırtar. Roman boyunca C’nin kulağını kaşıması likleri açısından zıtlıkları, ilişkilerinin imkânsızlığını
ve “Onun bacaklarına dokunmadım!” sözleri ise birer ortaya koymasına rağmen bu iki karakter de tezat-
ipucu izlek niteliğinde olup, gördüğü kâbuslar da ru- lıklar yüzünden birbirlerine olan heyecanlarını, Güler
hunu besleyen korkuları yansıtır. Ne var ki C, kendisi sarhoş olup psikolojik çöküntü yaşayana kadar sürdü-
de farkında olarak, babasına benzememeye çalışırken rür. Güler’in C’nin yatak odasında ağlamasıyla bu iki
baba gerçeğinden kaçamaz çünkü babasının vurdum- karakterin uyumsuzluğu daha da derinleşir ve Güler’i
duymazlık ve şıpsevdilik gibi özelliklerini o da taşır. rahatsız etmiş iki erkekle C’nin kavga edip Güler’in
kaçmasıyla da ilişkileri sonlanır.
Romanda olay akışında belli bir işlevi yok gibi gözüken
ama hep aranan kişi B’dir. B ve C, iyice bireyselleşen ve Bundan sonra içinde bir sıkıntıyla uzaklaşma isteği
salt gerçekliklere dayanan bir toplumda ulaşılmayana duyan C, avukatından adada bir ev ayarlamasını iste-
SON DÜNYA
SAVAŞI
Turgay Fişekçi
Dünyayı İnsanoğlundan
Koruma Savaşı
İnsanoğlu elindekilerinin kıymetini anlayamadığın- ağaçları / Cevizleri, çınarları, servileri/ Üzerindeki sin-
dan, Dünya’nın ev sahipliği yaptığı birçok güzelliğin, caplara dokunmadan” dizelerinde, şiir kişisi bu sefer
masumiyetin, hayata anlam katan yalın mutlulukların karada yaşanan çevre sorunlarını dile getirmektedir.
değerini de bilmemektedir. Çoğu zaman hırsları uğru- Aynı zamanda “ağaçlar” sembolüyle, şiir kişisi ağaçla-
na kendine bahşedilmiş muhteşem bir armağan olan rın kesilmesi sonucu ortaya çıkan sorunları evsiz kalan
hayatı, her geçen gün biraz daha tahrip etmektedir. sincapları vurgulayarak belirtmektedir. Böylece, şiir
Turgay Fişekçi’nin “Son Dünya Savaşı” adlı bu şiirinde kişisi doğadaki her olayın birbirini etkileyerek yeni so-
de insanoğlunun yaşama, doğaya, kendine ve diğer nuçlar doğurduğunu söylemektedir.
canlılara verdiği zarar simgelerle desteklenerek anla-
İkinci kesitte; “Arı bakışını çocukluğun/ indirmeliyiz
tılmıştır. Simgelerle beslenen şiir üç ana kesitte ince-
sığınağa” dizeleriyle başlamaktadır. Bu kısımda ar-
lenebilir.
tık çevre sorunlarından, insanların birbirileriyle olan
Birinci kesitte; “sığınaklara indirelim kuşları” dizesiyle, problemlerine geçilmiştir. “Arı bakış” çocukların ma-
şiir kişisi “kuşlar” sembolünü kullanarak “sığınak” vur- sumiyetini sembolize eder ve onu koruma isteği ma-
gusu yaparak canlıların koruma altına alınması ge- sumiyetin azaldığının belirtisidir. Masumiyet, aranan
rektiğine değinmektedir. “Ne ciğerlerinin dayanabile- bir duygu olmuş, yok olmaya yüz tutmuştur. “Kirli bir
ceği gökyüzü / Ne içebilecekleri bir yudum su kaldı” kâğıt para gibi buruşmadan/ Elinde hayatın” dizelerin-
dizeleriyle de, şiir kişisi canlıları koruma altına almak de ise, “masumiyeti”, “insanlığı”, “çocukluğu” hayatın
istemesinin nedenini açıklamaktadır. Dünya’nın doğal elinde buruşan kirli bir kâğıt paraya benzeterek, kay-
bedilmelerinin sebebinin hayatımızı ele geçirip kir-
sorunlarına, çevre kirliliklerine dikkat çekmeye çalış-
leten para ve güç olgusu olduğu ifade edilmektedir.
maktadır. Dünya’daki doğal kaynakların hor görülme-
Hayattan karamsar bir şekilde bahsederken koruma
sinden kaynaklanan çevre kirliliğine değinmektedir.
isteği yinelenerek vurgulanmış, şiirin tonu olumsuzlu-
Hava kirliliğini vurgulamak amacıyla da ilk dizelerde
ğa doğru yönelmiştir. Şiir kişisi insanlar tarafından za-
“kuşlar” sembolünü kullanarak görüntüyü okuyucu-
rar görenleri koruma altına almak istemektedir. Dün-
nun zihninde canlandırmayı ve sorunun önemine ışık
yanın gidişatından memnuniyetsizliğini belli eden
tutmayı amaçlamaktadır. “Sığınaklara indirelim balık-
şiir kişisi, artık yaşamın doğurduğu sorunlar sonucu,
ları / Kurşuni gövdeleri kurşunlaşmadan” dizelerinde
insanoğlunun açgözlülüğünü, benciliğini ve masumi-
ise, şiir kişisi bu defa su kirliliğine vurgu yapmak için yetini yitirmesini, umutsuzluğunu vurgulayarak be-
“balıkları” kullanmaktadır. Denize bırakılan atıkla- lirtmektedir.
rın balıklar üzerinden deniz canlılarına verdiği zararı
eleştirmektedir. Yeniden “sığınak” vurgusu yaparak Son kesitte; “Ucu işlemeli mendili, kavun kokusunu/
koruma izleğine değinmektedir. “Sığınaklara indirelim Yumuşaklığını bir dere yatağının/ Penceredeki ha-
KIRMIZI
PAZAR
Attila İlhan
kız sen burda yeni misin peki leyla nerde buranın tesisatını biz yaptık cahid’le beraber
hani çekirdek gözlü örümcekten korkan
düğmeye şöyle dokun süt gibi aydınlık
kim ulan beni herkes tanır git patronuna sor
elektrikçi ihsan dedin mi içkide üstüme yoktur cahit askere gitti bak leyla da gitmiş
leyla güzel kızdı ben böyle göz görmedim geceleri uyku tutmuyor işin yoksa cıgara iç
sen de güzelsin bak omuzların mesela yıldızlar boğazıma dizili inanmazsın
biz elektrikçi kısmı karanlıkla güreşiriz
ölüm tellerde ıslık çalar gözümüz pektir dilsiz misin nesin bir şey söylesene
saçların kendinden mi sarı boyadın mı
istanbul’dan mı geldin yalnız mısın
öyle örtülü bakma içimi karıştırıyorsun
Kırmızı Pazar
Hayatta dışarıdan dertsiz, tasasız ve güçlü görünen ki- öyle bakma içimi karıştırıyorsun” denilmiş yani yeni
şiler aslında içinde çok büyük bir yalnızlıkta boğulan, kızın yeniliğinin verdiği gizem ve akıl karışıklığı vurgu-
sıkıntılarını hep saklayan kişiler olabilir. Attila İlhan’ın lanmıştır.
“Kırmızı Pazar” adlı şiiri de şiir kişisi İhsan’ın yalnızlığını
anlattığı bir monolog sayılabilir. Şiirde süslü ve sanatlı Şiirde kullanılan basit ve günlük dil, yer yer argoya
bir anlatımdan daha çok yalın ve imgelerden uzak bir rastlanması ve şiir kişisinin aklından geçenleri açık
açık ortaya dökmesi onun gerçek hayatına, kişisel
dil kullanılmıştır. Şiir anlamsal olarak iki kesitten oluş-
hikâyesine bir göndermedir. İhsan bu mekânda her-
maktadır.
kes tarafından tanınan, benimsenmiş bir kişidir. “kim
Sevdiği ve beğendiği kız olan Leyla’dan belirtilmeyen ulan beni herkes tanır git patronuna sor” İhsan’ın ken-
bir sebepten ötürü ayrı kalan İhsan, yalnızlığını bastır- dine olan güvenini ve çevresindeki yüksek kıdemli ki-
maya çalışmış fakat pek başarılı olamamıştır. “Yıldızlar şilerin bile ona saygı duyduğunu vurgular. Bu sözler
boğazıma dizili inanmazsın” derken İhsan içten birik- yeni gelen kıza kendini tanıtma ve adeta bir gövde
tirdiği onca söz ve birisiyle paylaşmak istediği pek çok gösterisidir. Mesleğini ve yaşam tarzını benimsemiş,
şey olduğunu vurgular. Birlikte çalıştığı arkadaşı Cahit işinden memnun olan İhsan hayata karşı olan güçlü
ve Leyla’nın gidişi İhsan’ın yüreğinde kocaman bir iz, duruşunu ve cesurluğunu “biz elektrikçi kısmı karan-
büyük bir boşluk yaratır. Yalnızlığına çözüm bulama- lıkla güreşiriz” ve “ölüm tellerde ıslık çalar gözümüz
yan ve büyük kedere teslim olan İhsan, “işin yoksa pektir” dizelerinde anlatılmaktadır.
cigara iç”, “geceleri uyku tutmuyor” dizelerinden anla- Kendisini böyle güçlü ve kendinden emin tanıttığı
şılmaktadır. bu yeni kız belki de İhsan’ın yalnızlığına bir ilaç ola-
cak ve aynı onun elektrikçilikte yaptığı gibi “düğmeye
İhsan böyle yalnız ve büyük bir özlem içerisindey-
şöyle dokun süt gibi aydınlık” dizesinde olduğu gibi
ken bir anda yeni bir kızla tanışır. Bu kız ilk başlarda
karanlığına ışık olacaktır. Başlarda hiç yüz vermeyip,
İhsan’da bir Leyla arayışı uyandırır. Bu tanımadığı yeni
hep Leyla ile karşılaştırıp Leyla’yı üstün bulduğu bu
kızı Leyla ile karşılaştırır ve onun özelliklerini arar. Ley-
kızın verdiği akıl karışıklığı onu kendine çeker ve onu
la “çekirdek gözlü örümcekten korkan” bir kız olarak
tanımak ister. Bu isteğini “dilsiz misin cevap versene”
betimlenmektedir. Yani Leyla şiir kişisinde aynı çekir-
ve “İstanbul’dan mı geldin yalnız mısın” dizelerinden
dek gibi zamanla bağımlılık yapmış, bırakması güç
görebiliriz.
hale gelmiştir. Ayrıca küçük şeylerden bile korkması,
onu korumaya muhtaç, güçsüz bir kişi olarak göster- Sevgiliye olan hasret ve hüznün yarattığı yalnızlık ba-
miştir. Bu yeni kız her ne kadar “sen de güzelsin bak zen insanı yeni ilişkilere sürükleyebilir. Attila İlhan’ın
omuzların mesela” diye bahsedilse de Leyla’nın güzel- bu şiirinde de şiir kişisi aynen böyle bir durumla karşı
liği kimsede görülmedik, eşsiz olduğundan yanında karşıyadır. “Kırmızı Pazar” adından da anlaşılacağı üze-
küçük kalmıştır. Leyla’nın gözleri “ben böyle göz gör- re şiir kişisi bir aşk arayışı, yalnızlığını söndürecek bir
medim” diye anlatılırken bu yeni kızın gözlerine “bak arayış içindedir.
Yabancı ve Ben
Günümüz toplumu ve yaşayışındaki ikilem ve ve arzular hatta ahlaki değerler bile kendi içinde ayrı
kalıplaşmış olguları anlayabilmek için Albert kulvardaymış gibi gözükseler de aslında hepsi ortak
bir paydada birleşmişti. Kısacası her şey farklı görü-
Camus’ nun Yabancı adlı eserini okudum. nüyordu fakat temelde aynıydılar. Toplumun yararına
Yapıt, 1957 yılının Cezayir’ine ışık tuttuğu- göre bu olgular değiştiriliyor, eğilip bükülüyor farklı
nu zamanların dünyası günümüzden çok da formlarda günümüz nesline aktarılıyordu. Sonra her
farklı olmasa gerek. Albert Camus absürdizm köşeden sızan “Dünya eski Dünya değil!” cümleleri
akımının öncülerinden biridir. Bu absürdlüğü çınlıyordu kulaklarda. Oysaki bu cümleleri kuran kişi-
ler, bu nesli bizzat kendileri yetiştirmiş olan kişilerdi.
toplumun yarattığını düşündüğü için, kendi Bizler de kendi yeni düşüncelerimizi bir alt nesle uyar-
içinden büyük mücadeleler verir. Absürdün layacaktık nasıl olsa. Bu böyle gidecekti. Dünya hep
içinde bile var olabilme mücadelesi. Albert aynı dünyaydı zaten. Değişen bir şey yoktu aslında.
Camus, absürdü ele alırken bir metot aradım, Çevre kendine ait ortak düşünce sistemlerini oluştur-
doktrin değil, der. Sistemli bir şüphe pratiği or- muştu, bu düzenin dışında kalacak herkes, sosyal çev-
renin dışına itiliyordu. Yaşamın içinde değil hızlı fakat
taya koymaya çalışmış, tabula rasa yöntemi niteliksiz bir makinenin içindeydik sanki. Yukarıdan
ile, hiçbir şeyin anlamı olmadığını varsayarak, emir alanlar ve aşağıya emir verenler. Herkes ve her
dünyanın absürd olduğu sonucuna ulaşmıştır. şeyi denetleyenler.
YAŞADIKLARIMDAN
ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Ataol Behramoğlu
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten arzusuyla yanmalısın
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin
mutluluğunu
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır dolmalısın
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını benliğinle
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gire- Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
ceksin Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi
dinleneceksin
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın armağandır
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Savaşın Çocukları
2016 Özgür Pencere Çocuk ve Genç Kalem Öykü Yarışması Birincisi
Koştum. Güneşten sararmış kirli siyah saçlarım dağıldı yahati yapılacak. Kaçıp gitmek, kalbimizde yaşatmak
bir küçük rüzgârla. Koştum. Kaşlarımın ortasında ke- en sevdiklerimizi... En iyisi kaçıp gitmektir belki, unu-
derli bir çift çizgi belirdi, usulca. Koştum. Çıplak, nasır- tamasak da. Kim bilir, belki çocuk oluruz yeniden. Sil
lı, çatlamış ayaklarımda bir acı... Koştum. Susamıştım, baştan affederiz dünyayı.
susamıştım çocukluğumdan kalma bir avuç umuda.
Kendime kimsenin görmeyeceği bir köşe buluyorum.
Koştum. “Anne!” , “Baba! Baba!” diye bağırsam duyar mı
Sesimi duymasınlar, yüzümü görmesinler. Yok olayım,
doyamadığım cansız bedenleri? Koştum. Kapanmış,
kaçıp gideyim uzaklara... Ben kimim ki? Küçük ellerim,
gece akan gözleri artık hayata aydınlık bakamaz mı
küçük hayallerim. Burada sussam yalnızlık bile fark et-
sanki? Ve son defa koştum, gücüm kalmamış ikinci bir
defasına. Yanağıma tüm kaybettiklerim adına düşüve- mez beni. Bir ses duyuyorum, cılız bir çığlık. Bir tane
rir, bir küçük damla. daha ve yeniden. Ardından ayak sesleri... Yaklaşıyor,
yaklaşıyor. Delikten bakıyorum. Kalbim sızlıyor. Bir be-
Fatma, benim adım. Kara kaşlı, kara gözlü Fatma. Ba- yaz, inanmıyorum! Beyaz, güzelim bir kız çocuğu.
bam ben doğar doğmaz adımı Fatma koymuş. Hiçbir
zaman anlamını bilmediğim bu isim bana göçmen “Kimse yok mu?”, kekeliyor. “Lütfen, lütfen yardım
kuşları hatırlatıyor, çalıkuşlarını. Ne yerimizde durma- edin!”, titriyor. Küçük, “bu yüzden tüm saçmalaması,
yı biliyoruz, ne yuvamızdan uçmayı. Olsa olsa, buranın hataları”... Ayağı takılıyor, yere düşüyor. Ağlıyor, o da
kuşu olurum ben. insan. Ağlıyor, bende insanım. Yardım, etmeli miyim?
Onun babası öldürdü benim babamı? Biz kardeştik,
Siz, bilir misiniz buraları? Buranın suyunu, buranın artık o bana bir yabancıdan bile uzak. Ellerimiz, tutu-
toprağını? Siz, bilmezsiniz. Oysa bir zamanlar her şamaz. İnsan kalbine zincir vurulamazsa peki? Zaman
sabah bülbülleşirdi tanrının unuttuğu bu izbe köy; daralıyor, inlemesini duyuyorum. Annemi duyar gibi
kaldırım taşları, bu ev, buranın insanları. Evet, bir oluyorum, o ne pahasına olursa olsun yardım etmemi
peri masalı anlatacağım size, mutluluğun masalı. Biz, söylerdi. Her kalp sevilmeyi hak eder diye düşünürdü
mutluluğu en derinden yaşayanlar, birlikte yaşardık hep, bir acıma payı bırakırdı. Onlar bize acımamış-
yaşamayı, hayatı ve dünyanın sevgiyle evcilleşeceğine sa biz nasıl acırız onlara? O açık, güneş gibi, ay gibi,
canı gönülden, inanırdık. Çıplak ayaklarımız derken bizimse tenimiz kömürden kara. Kalbimiz kararmadı
acındırmaya çalışmıyorum kendimi, toprağı biz ayak- ama henüz...
larımızda hissederdik. Saf, katıksız... Toprak rengiydi
yüzümüz. Şarkımız uzanırdı kırlara, bağlara, kuzulara. “Gel!” , etrafına şaşkınca bakındı kız. “Gel dedim ya!
Pek yağmur yağmaz buralara ama zaten biz burayı Yardım edebilirim.”, elimi uzattım kimse görmeden.
güneşiyle severdik. Yağmur yağınca ise sadece dua Koşulsuz elimi tuttu, hatta elime sarıldı. Sonunu bil-
ederdik. Teşekkür ederdik her nefesimize, her solukta mediği bir yolculuğa çıkmıştı. Korkusunu kalbine
seve seve yaşadığımız hayata. Dilsizsek gözümüzle, gömdü, umuduna sarıldı. Onu içeriye çekebilmiştim:
kulağımızla... - Kıvrıl, yat şuraya. Sabaha kadar birlikteyiz fakat sa-
bah birbirimizi unutup gideceğiz. Ben senin ne dos-
Oysa bu sabah, ölümü, başucumda buldum. Sanki
tunum, ne tanıdığın. Beni görmeye çalışma, duyma,
tüm bu hatıralarımla saklambaç oynuyordum. Ara-
sadece öylesine bak. Bir daha görmemek üzere.
dım, aradım. Yoklardı. Aydınlıklarda, umutlarda, salın-
caklarda… Savaşın eli vurmuştu acımadan onları, bir -Sen kimsin?
yığın masumla daha. Toprak rengiyiz diye. Bilmezlerdi
-Seni ilgilendirmez.
ki biz gülünce yanaklarımızda al, ağlayınca çaresizce
beyaz olurduk. -Niye bana yardım ettin?
Korkak bir bakış attım arkaya. Ses soluk yoktu. Bu ses- -Sana benimle konuşmamam gerektiğini söyleme-
sizlik beni daha da korkutuyordu. Yokluğun içinde bir dim galiba.
varlık vardı çünkü. Oradalardı, bekliyorlardı. Açlardı,
-Tek kelime edeceğim, tek kelimemin sesine kulak
kana susamışlardı. Öyle garip bir diyar olup çıkmıştı
vermez misin? Teşekkürler...
ki burası. Şehir, mutlak onu yaşatan insanlarıyla var-
dı. Olmayan insanların olmayan evleri, mezarlıklarıydı Tek kelime nasıl bu kadar çok şey ifade edebilir? Bana
burası. Korku kente hâkim olmuştu. Ben, bir ceylan, ettiği bir teşekküründe bir demet sevgi, bir demet
nefes nefese... Yarın sabah Girit’e gizlice bir gemi se- dostluk, bir demet özür vardı. Ailesinin yaptığı ama
ADALET’İN GÖZLERİ
Uzaklarda bir radyo mırıldanıyor. O, doğruluyor, ya- Kayboluyorlar, kaybolmanın oluşturduğu o, deli fırtı-
tağından düşen iki çift kuş tüyü yere değdiği anda nada, kayboluyorlar. Onların yüzünden akan kömür
kül oluyor. O, dönüp tam 3 kere arkasındaki gümüş karası kaplıyor adaleti. Adalet, her yeri kapatıyor.
aynadan yansıyan altın yüzüne bakıyor. Fuşya rengi
O başını 2 santimetre kaldırıyor, bakışlarında anlam-
çarşafların arasından sıyırdığı bedeni bir anda büyük
sız bir anlam var, kimsenin anlayamadığı. Üzerinde ne
bir acıyla kavruluyor. Beyni acının kaynağını bulmak
turuncu kalmış, ne gümüş, kapkara kıyafetlerle doğ-
amacıyla sanki kafasının içinde dönüp duruyor. So-
ruluyor, yürüyor bembeyaz bir tünelin, ucundaki kara
nunda yavaşça yerde duran bir mindere basıyor. Min-
umut ışığına. Her adımı 1 metre, sonra yavaşlıyor. 78
derin 5 santimetrelik derinliğinin altından hafif kızıl
santimetre. Daha da yavaşlıyor 50 santimetre. İyice
bir duman yükseliyor. Doğuda siyah camlı bir ekran...
duruyor 37 santimetre. Durdu. 0 santimetre.
Ekranın 2 milimetre solunda basılmamış bir düğme.
O, yavaşça ekrana yaklaşıyor. Yavaşça yürümeye de- Uzaklardan bir radyo mırıldanıyor. Adaletin duvarla-
vam ederken batıya ufak bir bakış atıyor, göğün renk- rında kurşuna dizilecekler okunuyor. O, ya umursamı-
leri odasını yansıtıyor, onun odasını, onun renklerini, yor, ya da duymuyor. O kapkara umut ışığına ulaşmak
onun kızılını, onun altınını, onun turuncusunu, onun için atacağı sonsuz adımlar, çok gereksiz geliyor ona.
gümüşünü. Cesurca uzatıyor parmaklarını düğmesi- Ucu hayat doluymuşçasına, son bir kez veda ediyor,
ne, cesur hissetmese de. O, cesur değil, bunu o da bili- onun kırmızısına, onun gümüşüne, onun turuncusu-
yor, o da yazıyor bunlar odanın güneye bakan camın- na, onun altınına. Korkusuzca atıyor sonsuz adımları,
da, önde duran o kitapta ‘’Ben cesur değilim, çünkü kapkara sonsuzluğa, cesurca. Cesur hissetmiyor ama.
hislerimi çaldılar, fakat mutluyum, çünkü zihnimi de
Gözleri arıyor adaletin karanlık kollarını. Son bir kez
aldılar…’’
düşünüyor adalet mi karanlık yoksa adaleti sağlayan-
En sonunda topladı tüm kırıntılarını, zihninden ve his- lar mı, umutla doluyor zihni, hızlanıyor adımları, ka-
lerinden arta kalanları. Dokunmaktı tek yapacağı ve ranlık adalet sağlayıcıları bekliyor onu tünelin kapkara
yaptı. İşte o an 2016. Yılın, 3. Ayının, 13. Gününün, 18. ucunda. O, hızlanıyor, koşuyor karanlıklara. Zihninde
Saatinin, 35. Dakikasının ilk saniyesinde patladı gök- yine filizlenen ufacık bir umutla bakınıyor etrafına,
yüzü. Önce gökkuşağından bir sarmal oldu tüm renk- siluetler var, her yerde, sağında, solunda kocaman si-
ler. Sonra, o, düşerken karanlıklara, yine onun kırmı- luetler, kocaman silahlı, kocaman siluetler ve onların,
zısı, onun altını, onun turuncusu, onun gümüşü oldu hepsinin arkasında kocaman adalet.
tüm renkler, tüm zevkler ve kaybolan tüm hisler.
İçinde bulunduğu bu durumdan çıkıp kasabaya in-
Geçmişe dönüyor hatıralarla dolu zihni, yavaş yavaş mek istiyor. Kasaba ne güzel, ne yalın olur şimdi…
yavaş parçalanan bu dünyanın haksızlıkları geliyor Kapkara bulutların üzerine çöktüğü bu şehirdense,
gözlerinin önüne. Zihinlerinden sökülüp alınmış anı- şeffaf yağmur damlalarından birinin yere düşüşüy-
ların, kaybolan günlerle birlikte uzandığı bir hiçliğe ta- le parçalansaydı keşke dünyası. Filizlenirken sararıp
kılıyor bakışları. Sonsuz endişesi kalbinin çaresiz çırpı- ölen çiçeklerin mezarıdır şehir, oysa kasaba küçücük
nışlarıyla bir olup, sarmalıyor, tüm bedenini. Korkusuz tohumları filizlendirip, yeşerten yerdir. Çiçekleri kök-
ve kuşku duyulamayacak güçteki adaleti arıyor gözle- lerinden ayırıp, kökleriyle birlikte söküp, topraktan
ri. Bedeni salınırken kıyısında bulunduğu uçurumdan alanlardır adaleti sağlayanlar. Kocaman, korku saçan
aşağıya, güçlü ve otoriter bir çift kol yakalıyor onu, duvarlarıyla olanları izleyip, birilerini haklı, birilerini
çıkarıyor tüm çıkmazlarından ve sürüklüyor yeni, yep- suçlu görendir, yeşeren filizleri şehre gömendir, ada-
yeni bir çıkmaza. Kimse duramaz o yüce gücün karşı- let. Serin bir yaz akşamı, usul bir kasaba gibidir adalet,
sında, herkes sığınır ona af diler ondan. Savunmasızdır sonsuzlukla kavrulurken içi. Çalılıklarda öten çalıkuşu
herkes onun karşısında, insanı öğüten bir makinenin gibidir adalet, sessiz ve sinsi yılanlarla doluyken içi.
gövdesidir adeta o soyut duvarları. Gözlerinden kıvıl-
Kasabaya inmek istiyor canı. Kasabaya inip adaleti
cımlar çıkan, sonsuz alevle parlayan, dev bir canavar
anlatmak istiyor. Fakat o, biliyor, o, farkında tüm bun-
gibi yutuyor tüm duyguları. Anılar kocaman bir çağ-
ların, yok oldu dünya, yok oldu onun dünyası. Önce
layandan aşağıya bırakılıyor, yıkık dökük, kağıttan bir
gökkuşağından bir sarmal oldu tüm renkler, sonra, o
gemiyle.
düşerken karanlıklara, yine onun altını, onun turun-
Parçalanıyor gökyüzü, yalpalıyor adalet, her yeri kap- cusu, onun gümüşü, oldu tüm renkler, tüm zevkler ve
larken kara gövdesi. Sonsuz kırmızılar, sonsuz altınlar, kaybolan tüm hisler. Şimdi yine duyuyor uzaklardan
sonsuz turuncular, sonsuz gümüşler, kayboluyorlar. mırıldanan o radyoyu. O, kasabaya inmeyi bekliyor,
PARADOKS
Bir grup canlı bir araya gelmiş dünyayı tartışıyor, ha-
yatın ne olduğunu konuşuyorlardı. “Benim için dünya
karanlık, tenha, tuzlu, ıslak ve yalnızdır.” dedi Midye.
“Zemin yumuşaktır ve arada sırada kabuğuma doku-
narak geçen güzel renkli balıklar vardır. Bazen birkaç
haylaz kum tanesi süzülür kabuğumdan içeri, rahatsız
ederler; beni sarıp sarmalayan kum tanelerini, inci ta-
nesi yaparım.”
Hemen karşı çıktı Lağım Faresi “Yanılıyorsun!” dedi.
“Dünya dediğin pis kokulu karanlık bir delikten fark-
sız! Ben o karanlık ve pis kokulu delikte doğdum. Ne
güzel renkli balık bilirim ne de haylaz kum tanesi. Be-
nim dünyam da bu.”
Onları dinleyen Kartal onlara acıyarak baktı. “Yazık
size güneşi bilmeyen canlılarsınız. Güneş benim yaşa-
dığım dağın zirvesine doğar ilk. Ben uçarken rüzgâr,
her bir tüyümün üstünden, bir çocuğun dondurma-
yı yalaması gibi nazikçe geçip uçmama yardım eder.
Canım uçmak istediğinde dağın zirvesinden kendimi
boşluğa bırakır, yemyeşil ağaçların üzerinden uçarken
kendimi olabildiğince güçlü, özgür ve farklı hissede-
rim. Bence dünya, güneşin parladığı, yeşilin umutlan-
dırdığı; özgürce kendimi rüzgârlara bırakabildiğim
güzel bir yerdir.”
Çınar Ağacı gülümsedi: “Midye’ninki kadar karanlık,
Fare’ninki kadar pis veya Kartal’ınki kadar özgür bir
dünyaya sahip olamasam da benim dünyam da son-
suz. Sonbaharda ölür, ilkbaharda yeniden doğarım
ben. Yıllarca yaşarım binlerce kişinin yaşamına şahitlik
ederim. Benim için dünya sonsuzdur, herkes ölse de
ben yaşamaya devam edeceğim.”
Kelebek, Çınar Ağacı’nın dediklerini duyunca ona im-
rendi “Çok şanslısın.” dedi. “Ben bir varım bir yokum.
Tırtıl olarak gelirim dünyaya; bir hafta sonra, bir hafta-
lık koza dönemine girer çıktığım an hayat denen o bir
iki günlük yarışa başlarım. Her şeyi tek bir güne sığ-
dırmaya çalışırım; bu gün içinde gençliğimi, yetişkinli-
ğimi, yaşlılığımı, anneliğimi yaşarım. Günün sonunda
ölürüm! Size vakit ayırdığım için çok şanslısınız!”
İşte gördünüz herkesin yaşadığı bir dünya var. Deni-
zin dibindeki Midye bilmedi hiç güneşi. Tüm dünyası
kendini sarmalayan kabuğu olan ve yanlışlıkla içeri
süzülen minik, haşarı kum tanesi de… Lağımda ya-
şayan Fare tüm dünyayı pis kokulu bir çukur bildi ve
Kartal yaşamayı hep özgürce gökte süzülmek zannet-
ti. Çınar Ağacı tüm yaşayanları kendi gibi bir ölür bir
dirilir sanıp yaşamı sonsuz diye öğrendi. Kelebek de
bir günlük süreyi bir ömür diye geçirdi.
Peki, hangisinin dünyası gerçekti?
KAR TANELERİ
Beyaz, eski okul binasından çıktı ve yokuş aşağı yolda insanın gelemeyeceği kadar da uzak.”
yürümeye başladı İpek. Bir iki adım attıktan sonra okul
İpek devamını okumak için sayfayı çevirdi. Gözlerini
binasından biraz aşağıda, yolun karşısında bulunan
kitaba dikmesiyle iri iri açması bir oldu. Kitaptan ol-
kitapçıya gitmeye karar verdi. Birkaç adım daha gittik-
dukça aydınlık bir ışık yayılıyordu. Bir süre sonra bir
ten sonra vücudunu yola çevirdi. Açık yeşil gözlerini
kuvvetin onu kitaba doğru çektiğini fark etti. O daha
önce soldan, sonra sağdan gelen arabaların üstünde
karşı koyamadan bir hortumun içine girdi, bir yere
gezdirdi. Yolun boşaldığına karar verdiğinde ise ken-
uçtu ve hortumdan fırlatıldı. Hepsi saniyelik bir zaman
dini hızlıca yola atıp, seri adımlarla kitapçının önüne
diliminde olup bitti ve kendini başka bir ülkede elinde
vardı.
sadece bir kitapla buldu. Kafasını kaldırdığında gör-
İnce parmakları küçük cam kapının soğuk, demir ko- dükleriyle gözlerine inanamadı. Okuduğu cümleler
lunu kavradı ve usulca ileri itti. Kapı açıldığında çalan kafasının içinde adeta bir topaç gibi dönüyor, İpek’e
rüzgâr çanlarının hoş melodisi kulaklarına kısa süreli kitaptaki ülkede olduğunu bağırıyordu. Aynı kitapta
bir konser verirken kendine açtığı boşluktan içeri sü- yazdığı gibi ince mimariye sahip evleri, ormanları ve
züldü kız. Kasada duran tonton amcaya selam vererek arabaları gördü. Hayatında gördüğü belkide en güzel
her zaman kitaplarını seçtiği rafa yönelmek için hamle yerdi. Tek sıkıntı... Ne yapacağını bilmemesiydi. Bura-
yapacaktı ki tonton amcanın sesi onu geri çevirdi. dan kurtulması gerekiyordu. Burası tehlikeli ve yaban-
cıydı. Hızla kitabı açtı ve sayfaları çevirdi. Sayfalarda
“Kızım, bu sefer o rafa gitme. Sana ben bir kitap ve-
hızlıca göz gezdirdi. Hemen hemen hepsinde nasıl bir
reyim. Her çarşamba geliyorsun. Kendi rafına gidiyor,
yerde olduğu anlatılıyordu. Detaylıca okumaya vakti
kitapların arkalarını okuyor, bir kitap seçip alıyorsun.
yoktu. Vakti sadece bir iki cümle okuyabilmeye yete-
Devamlı müşterim sayılırsın artık.”
cek kadardı. Tam umutsuzluğa kapılmış kitabı kaptı-
“Amcacığım ben hallederdim. Siz zahmet etmeseydi- yordu ki bir sayfayı ayırmak için konulan kâğıdı gördü.
niz. “Olur mu öyle şey? Hem bu kitabı senden başkası Hızlıca açtı:
okuyamaz. Sağlam okuyucu olmak lazım.”
“Perla... Şelaleye git, bilmeceyi çöz, evine dön.”
İpek sonunda pes ederek başını olumlu anlamda sal-
İpek şifreyi çözmeliydi. Eve dönmesinin tek yolu buy-
ladı. Daha sonra da çoktan ilerlemeye başlayan ada-
du. Hızla yürümeye başladı ve en bulduğu ilk dükkâna
mın arkasından yürümeye başladı. Adamın daha de-
girdi ve Perla, Şelalesi’nin adresini öğrendi. Girdiği
min oturduğu masaya geldiklerinde adam, masasının
dükkândan çıkıp ilk gelen taksiye bindi ve adresi ver-
çekmecelerinden birini açıp karıştırmaya başladı. Kısa
di. Birkaç dakika sonra arabanın durmasıyla elini cebi-
bir süre içinde adamın kahverengi gözleri odağına al-
ne attı ve gerekli miktarı verecekti ki buradaki paranın
dığı şey onu mutlu etmişçesine parladı. Daha sonra si-
daha farklı olduğunu fark etti. Ancak adam “Önemli
yah ciltli, üzerinde büyüklü küçüklü beyaz kar taneleri
değil. Benden.” diyerek kızı rahatlattı. İpek arabadan
olan bir kitabı poşetledi ve kıza uzattı. İpek poşeti eli-
inmesiyle mükemmel bir şekilde, masmavi, tüm ber-
ne aldıktan sonra diğer eliyle çantasından cüzdanını
raklığıyla çağlayan şelaleyle karşılaştı. Bir anda gözü-
çıkarmak için uzandı ama tonton amca tekrar konuş-
nün önünden bir yazı geçti. Kızın yeşil gözlerindeki
tu. “Para istemem. Umarım beğenirsin.”
sarı ağlar korkuyla genişledi ve bilmeceyi gördü.
İpek itiraz etmek istedi ama tonton amcanın bakışla-
“Kitaptaki tek sayfa, en soğuk, en dondurucu olanı.
rını gördüğünde bir tatsızlık çıkmaması için usulca te-
Şelaleyle aynı genler. At içine birleşsin gezegenler.”
şekkür edip çıktı. Kitabın içeriğini merak ediyordu. Bir
an önce eve gitmek için adeta koşar adımlarla yürü- İpek akıllı bir kızdı. Kar tanelerinden bahsettiğini an-
yordu. İçindeki merak duygusu onu hızlı adım atmaya lamıştı fakat kaybedecek zamanı yoktu. Hızla kitabı
sürüklüyordu. Heyecanlanmıştı. şelaleye fırlattı. Büyüleyici bir kar fırtınası gördü ve bir
geçit. Karların arasından var gücüyle koştu. Odasına
Eve geldiği gibi odasına koştu ve kitabını poşetin-
girdi kar fırtınasıyla açılan kapıyı sonuna kadar kapat-
den çıkardı. Önce parmaklarını ve dikkatli bakışlarını
tı. Başardı.
kitabın kapağının üstünde gezdirdikten sonra kapağı-
nı özenle sanki kırılgan, narin bir cam motifi kaldırı-
yormuşçasına açtı. Baştaki iki sayfayı geçtikten sonra
ilk bölümün başladığını belirten kar tanesinin altın-
dan okumaya başladı.
“Aralidya. Diğer ülkelerden çok daha güzel, çok daha
göz alıcı ama bir o kadar da yabancı bir ülke. Her yer-
de görebileceğiniz ince mimarinin ürünü evler, her
renkten son model arabalar, nereye baksanız gözünü-
ze çarpan ormanlık alanlar... Burası bir insanın hayal
edemeyeceği kadar güzel bir yer, aynı zamanda bir
#THROWBACK’E
DÖNMELİYİZ
İnsan ilişkileri belki de eski yaşantılarda her şey de- mememize rağmen sadece neler yaptıklarını merak
mekti fakat nesil değişti ve artık insan ilişkilerinin, ettiğimizden mavi butonu yeşil’e çevirmiyor muyuz?
arkadaşlıklarının yerini sosyal medya, internet sitele- Yoksa kırgın olduğumuz kişiye ithafen 1257 abonelik,
ri aldı. “Neden acaba?”, “yoooo”, “öyle mi?” fısıltılarının twitter sayfamızdan özlü sözler paylaşmıyor muyuz?
yükseldiğini duyuyorum. Bu da sizlerle benim aram- “Kızgınlık gürültülüdür, kırgınlık sessiz.” “Küskünlü-
daki ilişkiyi bozmuyor mu? Söz kesmek. Bağırmak, ğüm hayata değil, içindeki beş para etmez insanlara.
şiddet yollarına başvurmak, bir şeyleri hatta kendimizi Bıkkınlığım ise, onların yüzüne bakmak zorunda kal-
bile olmadığı gibi göstermek. İşte sosyal medyada da mam aslında.”
yapamadığımız tam olarak bu değil mi? Yoksa tam ter-
si, olmadığımız gibi gözüküp olmadığımız gibi konu- Fakat ne Cemal Süreyya bizleri barıştırabiliyor, ne de
şup, olmadığımız gibi mi davranıyoruz? Tartışılır. Can Dündar kurtarabiliyor bizi bu zor durumlardan
aslında. Her şey iletişimde bitiyor. Konuşup halledile-
Her birimizin elinde olan cep telefonları, tabletler ve bilecek olayları boş yere uzatmaya, başka insanların
diğer teknolojik aletlerle herkes çok meşgul çünkü öğrenmesine gerek yok.
onlarda farklı bir yaşam, farklı bir “biz olma fırsatı”
var. Hatta yüz yüze konuşamadığımız şeyleri bile sos- Parmaklarımızı o ekrandan çekip dışarıda da bir ya-
yal medyada rahatlıkla konuşabiliyoruz. 870 mesaj, şam olduğunu yeniden fark etmeliyiz. Tuşlara basarak
ınstagram’dan kalpler, uçuşan twitter kuşları... Aslında duygu, düşünce ve fikirlerimizi söylemekten vazgeçip
tüm bu verilere baktığımızda tek yaptığımız şey duy- yüz yüze gerçek mimiklerle konuşmalıyız. Günaydın
gularımızı saklamak değil mi? Kahkahalardan gözya- bile demekten aciz olduğumuzu hatırlayıp, silkelen-
şına boğulmuş emojiyi kullanırken bile bir çekinme menin vakti geldi! İlişkilerimizi koruyup en kısa za-
olmuyor, parmağımızı ekrana götürüyor ve iki saniye manda sosyal medyayı odak noktamızdan çıkarıp, ye-
boyunca sabit tutuyoruz, fakat suratımızda en ufak bir rine duygularımızı, insanlığımızı ve henüz içerisinde
değişme bile olmuyor. Instagram’dan bazılarını sev- olamadığımız gerçek yaşamı koymalıyız.
KAVRAMLAR ve ÇAĞRIŞIMLAR
ULU ÇINAR’IN GÖLGESİNDE mek ve bunu bilebilmekten geçtiğini anlatan Kemal
zihinleri aydınlatan bu ve bunun gibi sayısız sözüyle
her zaman bir yol gösterici olarak var olmuştur. Yaşar
Kemal, o kocaman yüreğiyle, fikirleriyle her zaman var
olacaktır.
BORA SALTAŞ 6-B
SÖZLERİN BÜYÜSÜ
İÇİMİZDE UÇAMAYAN KUŞ nıyorlar. Oysa Atatürkçü olmak, onu anlamak herke-
sin kolayca başaramayacağı bir durumdur. Atatürk’ü
anlamak... Bu iki kelimeyi açıklamak günler hatta aylar
alır. Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin kalbidir.
Onun buralardan göçüp gitmiş olması kalbimizde, fi-
kirleriyle zihnimizde yaşamayacağı anlamına gelmez.
Onu anlamak için önce damarlarımızdaki asil kanın
farkına varmalıyız. Türk milletine faydalı, yararlı evlat-
lar olmalıyız. Mustafa Kemal’in “Gençliğe Hitabesi”nde
dediği gibi Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni
ilelebet korumalı ve savunmalıyız. Aklı hür, vicdanı
hür, irfanı hür gençler olmalıyız. Atatürk’ün aydınlık
yolunda yürümeli, onun ilkelerinde yaşamalıyız. Bizler
Mustafa Kemal’in evlatlarıyız, Türk milletinin geleceği-
yiz. Evet, aslında çoğumuz gereklilik kipiyle kurulmuş
bu tür cümleleri biliyoruz. Peki, biz kanları toprakla-
Yalnızlık, insanların içinde uçamayan bir kuştur. Bu rımıza karışmış şehitlerin evlatları... Biz ne yapıyoruz?
kuş o kadar yalnız ve güçsüzdür ki en iyi becerisine, Dönün bir bakın! Bu ülke, bu vatan, bu millet ne zor-
uçmaya cesaret edemez. Yalnızlık kocaman bir boşluk luklarla kazanıldı. Ne acılar yaşandı bu topraklarda,
oluşturur yüreğinin ortasında. İnsanlar bu boşluğu ne analar evlatlarını toprağa verdi. Nasıl kazanıldı bu
doldurmak için öncelikle yüreğindeki kuşu serbest bı- vatan, bu bayrak... Neler sonrasında yazıldı bu İstiklal
rakmalıdır. O kuşu uçurmayı başarırsak daha özgür in- Marşı. Hepimiz diyoruz, İstiklal Marşı okunurken tüy-
sanlar olacağımız kesin. Günümüzde birçok insan ya- lerim ürperdi diye ya da boşuna mı dedik biz ilkokul-
şadığı yeri terk etmek zorunda kalıyor. Peki, kimlerin dayken üşümeden her sabah “Varlığım Türk varlığına
içindeki kuş uçamaz duruma gelir? Yalnızlık, her insa- armağan olsun!” diye. Dönün bir bakın, bakalım. Biz
na farklı bir şey çağrıştırıyor olabilir. İnsanlar yalnızlık her işe başlamadan önce o İstiklal Marşı’nı okumuyor
kavramını kendilerine göre tanımlar. Yalnız olan insan muyuz? Boşuna mı bunca şey? Onca bize o zorlukları
kendini dışlanmış hissedebilir. Bazı insanlar yaşadık- anlatmaya çalışmaları, milli mücadelemizi anlatmak
ları yerleri terk etmek zorunda kaldıkları için içlerinde için zorunlu dersler koymaları... Dönün bakın, gidin
oluşan doldurulamaz bir boşluk olduğu için o kuşu gezin o müzeleri, Anıtkabir’i... Tüyleriniz ürperecek,
belki de artık hiçbir zaman uçuramazlar. Bu insanlar vicdanınız sızlayacak. Açın on yaşındaki çocukların
küçük bir durumdan dolayı o içlerindeki kuşu bir daha sosyal dersi kitaplarını, okuyun. Onca savaş dönemleri
uçuramayacaklarını zannederler. Bu durumda önemli boy kadar çocuklara boşuna mı öğretiliyor. Biz maale-
olan umudunu kaybetmemektir. sef milletçe suçu başka şeylerde aramaya alışmışız. Hiç
SU NAZ KILIÇ 6-B dönüp aynaya bakmıyoruz. Kusura bakmayın ancak
bizim Mustafa Kemal’i anlamamamız için hiçbir sebep
yok. Yalnızca biraz kitaplara ve çabaya ihtiyacımız var.
Unutmayın! Bizler bu kanlı milletin, toprakları acılarla
BENİM KAHRAMANIM dolu milletin evlatlarıyız... Anlamak istersek başarırız...
Küçükken anlamak kavramının öğrenmek olduğunu
BEGÜM BOZDAĞ 8-M
sanırdım. Oysa “anlamak” bambaşka bir sözcüktür. Bi-
rini ya da bir şeyi anlamış olmanız onu öğrendiğiniz
anlamına gelmez. Herkesin bir kahramanı vardır aslın-
da. Kocaman yüreğinde ölümsüzleştirirler onu. Benim KUTU
kahramanım, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ufacık bir
çocukken Atatürk dendiğinde gözlerim dolardı, onu
hiç göremedim diye. Hiç unutmam bu olayı yaşadığım
zamanı, yağmurlu bir 10 Kasım günü Atatürk’ü Anma
Töreni’nde gözyaşlarımı tutamamıştım. Sonra öğret-
menim kenara çekti beni ve Atatürk’e ait olduğunu
söylediği şu sözü söyledi. “Beni görmek demek yüzü-
mü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim
duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeter-
lidir.” O zamandan sonra ben onu göremediğim için
üzülmedim. İnsanlar onu tam anlamıyla anlayamadığı
için üzüldüm. Atatürk’ü ne kadar anlıyoruz? Bazen gö-
rüyorum, öyle insanlar var ki Atatürk’le ilgili nesnelere
sahip olduklarında kendilerini en büyük Atatürkçü sa-
çük bir şeyi. Umudu sakladım. Kanat çırpışında birileri melerine neden oluyor. Bir yerlere yetişmek için koş-
onu duyar diye. Kısacık bir ömre sakladım umudu, az turan, asık suratlı, paylaşmaktan uzak, doğaya özlem
bir şey ne kadar muhteşem olduğunu görürler diye. duyan, mutsuz insanlar topluluğu kentleşmenin bir
Sonra Pandora’dan bir kutu ödünç aldım. Kelebeği de sonucu… Einstein’ın “Üçüncü Dünya Savaşı’nda hangi
o kutuya sakladım, kelebeğin canını acıtmasınlar diye. silahlar kullanılacak bilmiyorum ama dördüncüsü taş
Kutuyu da herkesin kalbine koydum, anahtarını da el- ve sopa ile yapılacak.” sözü sizce de doğru bir tespit
lerine verdim belki açarlar diye. Bir de hayatı sakladım, değil mi?
çok güzel bir yere. Gözlere sakladım hayatı, hiç unut-
DENİZ MISIR 6-A
masınlar diye.
ASYA İNCE 7-K
YAŞAMAK SANILAN…
Yalnızlık… Yalnız olan kişiler aynıdır. Üstüne giydiği
BOŞLUK EN BÜYÜK CEZAYMIŞ OYSA hayat kostümünden tutun, taktığı maskeye kadar…
Yalnız olmak ceza gibidir. İnsan her zaman birlerine Bir düşünün kimseniz yok. Yalnız olan kişinin büyük
ihtiyaç duyar. Sadece zorunlu olduğunuz için ülkeniz- bir boşluk vardır hayatında. Mesela çok zengindir…
den ayrılmak çok zordur. Bütün yaşadıklarınızı bırakıp Ancak kimsesi yoksa ne anlamı kalır zenginliğin? Katı
ailenizden, arkadaşlarınızdan, ülkenizden uzaklaştığı- olur, insanlara sıcakkanlı davranmaz. Kalabalığa gir-
nızda hayatınızın tamamen değiştiğini göreceksiniz. meyi, insanlarla vakit geçirmeyi sevmez; kaçar, gittik-
Hislerinizi, duygularınızı, kalbinizi yanınızda taşıdı- çe yozlaşır. Kalbi taştandır. Gün geçtikçe daha da yaş-
ğınızı düşünseniz de boşluk kaçınılmazdır. Yanınızda lanır. Geceleri yatağa girdiği anda evdeki sessizlik, o
birkaç eşya ve aklınız dışında hiç bir şey kalmaz. Gülü- taştan yüreğine dolar. Hayattaki mutluluğu tadamaz.
şünüz, kahkahalarınız yok olur ve siz bir boşluğun or- Âşık olup hayatına renk katamaz. Yaşama nedeni ne
tasında kalırsınız. Mutluluğunuz her saniye azalırken, olur o zaman? Hayatta, arkada bıraktığı güzellikler
duygular sizi birer birer terk eder. Siz her şeyiniz ya- sonradan yüreğinin karartısı haline gelir. Sevgiyi, ya-
nınızda sanırken duygularınız ülkenizde kalır. Yalnızlık şamı, mutluluğu bulmak için başka yerlere bakar ama
sizi her saniye yok eder. Boşluk hissinden kurtulamaz- tek yapması gereken içini kontrol etmektir. O boşluğu
ken aklınız size tavsiyeler vermeyi sürdürür. Başka bir doldurmak için sevmeyi, yaşamayı, öğrenmesi gerekir.
şansınız yoktur onu dinlemek dışında, boşluk başka Onu yapabildiği zaman yalnız olmaktan çıkar. Sever,
bir şans vermez çünkü. Boşluk etkisiz gibi görünse de sevdirir, o zaman yaşamaya başlar. Etrafınızdakilere
sizi yok etmeyi başarabilir. bakın. Bulduğunuz yalnızlık boşluklarını kapatın. Ya-
şamayı, yaşatmayı, sevmeyi, sevdirmeyi öğretin. Sizce
EYLÜL İNCE 6-H
de en büyük sorun yalnızlık değil mi?
SUDE GÜNAYDIN 6-B
KENTSEL ROBOTLAŞMA
Kentler köy ve kasabalara göre insanların, evlerin,
arabaların daha çok olduğu yerleşim yerleridir. Yaşa-
dığımız kente şöyle bir baktığımızda insanların para
uğruna milyon dolarlık evler inşa ettiğini, gökdelenler
yaptığını buna karşılık doğal güzelliklerin yok edildi-
ğini, nefes alınabilecek doğal bir çevrenin kalmadığını
gözlemliyoruz. Kentlerde nüfusun artması ile birlikte
araba sayısının çoğaldığını, insanların gün içerisinde
trafik ile boğuşarak bir yerden bir yere gitmek için
saatlerce zaman harcadığını, günlük yaşamımızda
biz okula giderken, anne babalarımız işe giderken
yaşıyorlar. Bu da bizim kendimize ve ailemize daha
az zaman ayırmamıza neden oluyor. Gün içerisinde
aile bireyleri birbirleriyle daha az zaman geçiriyorlar.
İnsanlar şehrin karmaşası içinde robotlaşmaya başlı-
yor. Bu gün yan komşusunu tanımayan bir sürü insan
var. Kentleşme beraberinde iletişimsizliğe, insanların
daha çok kendine dönük yaşamasına neden oluyor.
Doğaya olan özlemini gidermek için balkonunda
küçük saksılarda bitki yetiştiren insanlara şahit ol-
muşuzdur. Akrabaların şehir içerisinde farklı yerlerde
oturmaları, ulaşım zorluğu birbirlerini daha az gör-
Odysseia Destanı
Günümüz edebiyatının birçok örneğinde, bir amaç olarak yaşayacağı su perisi Kalypso’nun adasına atar.
veya düşünce uğruna savaşan ve belirli bir noktaya Kalypso onu ölümsüz kılmayı teklif etse de bunu ka-
varmaya çalışan karakterlerin hikayelerine rastlanır. bul etmeyen Odysseus, Zeus’un Hermeias’la gönder-
Kişinin önüne sayısız engel çıkar ancak bu kişi yıl- diği emirle birlikte tekrar yola çıkar. Bir başka fırtınayla
madan ve yorulmadan hepsini atlatacak ve amacına Phaiakların ülkesine savrulan kahraman, buradan ül-
ulaşacaktır. Bu tip hikayelerin çıkış noktası olarak ta- kesine geçer ve karısına ve oğluna 20 yıl sonrasında
nımlanan Odysseia Destanı, Kral Odysseus’un Troya kavuşur.
Savaşı’ndan sonra evine dönme çabasıyla geçirdiği 10 Destan, bir Yunan edebiyatı ürünüdür, dolayısıyla
yılı ve bu süreçte başına gelen olayları anlatır. Yunan mitolojisinde karşılaşılan tanrılar ve olağa-
nüstü yaratıklar hikayede yerlerini bulmuştur. İnsan
gibi davranan ve insanlarla iletişime geçen tanrılar,
ki Odysseia’da kralın koruyucu tanrısı olan Athena ve
baş tanrı olan Zeus özellikle önemlidir, ve maceraları
şekillendiren Skylla ve Siren gibi yaratıklar Truva Sa-
vaşı sonrasında gelişen olaylarda yer bulurlar. Desta-
nın özellikle toplumu derinden etkileyen bir savaştan
sonraki zaman diliminde geçmesi, eserin bir doğal
destan olarak sahip olduğu özelliklerden birisidir.
Manzum şekilde yazılan destanda yer betimlemeleri
kısıtlıdır, asıl odak, karısından başka gözü kimseyi gör-
meyen cesur savaş kahramanının başına gelen olay-
lardır. Karmaşık ve detaylı olay örgüsü, Odysseus’un
vatanına ulaşmak uğruna verdiği çabaya vurgu yapar.
Gözü kara kral, önüne çıkan engelleri bir bir aşar ve
Adının anlamı ‘başı beladan kurtulmayan’ olarak çev- amacına ulaşır. Türdeşlerine kıyasla sadece savaş veya
rilebilecek olan Odysseus, gerçekten de bir sorunun dövüş gibi tek bir olayı anlatmak yerine, bir yolculuk
ortadan kalkıp diğerinin başladığı, sıkıntılı bir 10 yıl sürecini anlatması onu farklı ve önemli kılan bir özel-
geçirir. Karısı ve oğluna ulaşmak için tayfasıyla çıktı- liktir. Merak ve heyecan ögelerini kullanır, okuyucu
ğı yolda çeşitli adalara uğrar, bu adaların kimilerinde Odysseus’un ülkesine ne zaman varacağını ve başına
tutsak, kimilerinde konuk edilirler. Bir süre sonra tam ne geleceğini merak eder ve kralın hikayesini okuma-
ya devam eder.
İthaka’ya yaklaşmışken açgözlü tayfalarının Aeolus’un
verdiği batı rüzgarı çavulunu mücevher sanıp açma- Homeros’un yazıya geçirdiği Odysseia Destanı, tüm
sıyla, gerisin geri Aeolus’un adasına geri dönerler. Yol- zamanların en ilgi çekici ve önemli destanlarından
culuklarının bundan sonraki kısmında Odysseus Ölü- biridir. Bir destanda ilk kez bir yolculuğu ve bir yere
ler Diyarı’nın da içlerinde bulunduğu birçok farklı yere ulaşma isteğini anlatmasıyla öne çıkan Odysseia, kur-
uğrar, canavarlar ve yaratıklarla karşılaşır, fakat gemi- gusuyla kendisinden sonra gelen yazarları etkilemiş
lerinin yok olmasına ve bütün adamlarının ölmesine ve bu yapının daha sık kullanılmasının önünü açmıştır.
sebep olan Zeus’un fırtınası, onu 7 yıl boyunca tutsak Bir bakıma Odysseus olmasaydı bugün okuduğumuz
birçok hikaye de olmazdı, tabii Odysseus gerçekten
var olduysa…
Gılgamış Destanı
tanrılara kafa
tutan kralın ma-
ceraları sırasın-
da, tanrılar ve
güçleri hakkın-
da bilgi verilir,
ayrıca doğada
gerçekleşen
olaylara açıkla-
malar getirilir.
Örneğin, ölüm-
süzlük otunu
Gılgamış’tan bir
yılanın çalması
ve ölümsüzlü-
ğe erişmesi, yı-
lanların neden
baharda deri değiştirdiğinin bir açıklaması olarak
kullanılmıştır. Aynı zamanda, tek tanrılı dinlerde de
Ölümsüzlük, hiç kuşkusuz insanların ilk ortaya çıktık-
büyük bir önemi olan ‘tufan’ olayına ilk olarak bu me-
ları zamandan beri peşinde oldukları bir olgudur. Kimi
tinde rastlanır. Sonsuz yaşama kavuşmuş Utnapiştim,
zaman simyacılar, kimi zaman da maceracıların dahil
Nuh Peygamber’in başından geçen olayların tıpatıp
olduğu bu sonsuz yaşam arayışından krallar -veya yarı
aynısını Gılgamış’a anlatır. Yıllar önce tanrılar insanlı-
insan yarı tanrı olan krallar- eksik kalmamış, ölümsüz-
ğı yok etmeye karar vermiş ve o da kendine bir gemi
lüğe ulaşmak uğruna büyük gayretler göstermişlerdir.
inşa edip tufandan ailesi ve her hayvandan bir çiftle
Bu kişilerin belki de en ünlüsü, Uruk kralı Gılgamış’tır.
sağ kurtulmuştur. Bu durum, tek tanrılı kitapların Gıl-
Ölümden kaçarken çıktığı yolculuğun anlatıldığı Gıl-
gamış Destanı’ndan yararlanmış olabileceği şüphesini
gamış Destanı, Sümerliler tarafından yazıldığı zaman-
doğurmuştur. Sümer halkı ise baskıdan hoşnut olma-
dan beri gördüğü ilgiyi yitirmemiş türünün en önemli
yan bir halk olarak tasvir edilmiştir. Kralları onlara kötü
örnekleri arasındaki yerini korumuştur.
davranması sebebiyle ona bir ders verebilmek için
Destanın kurgusunun önemli bir kısmını, yolculuk te- tanrılardan yardım istemeleri, bu özelliklerine vurgu
ması oluşturur. Kralın yol arkadaşı ise, Gılgamış’a hal- yapar. Destan hakkındaki en ilgi çekici nokta ise, Kral
kına kötü davrandığı için ders vermek için gönderil- Gılgamış’ın gerçekten yaşamış olduğunun Sümer kay-
miş ama sonrasında Gılgamış’la sıkı dost olan canavar nakları tarafından doğrulanmasıdır, bu adı taşıyan bir
Enkidu’dur. İkili birlikte yola düşer, maceralar yaşarlar kişi Uruk şehrinin bir dönem yöneticisi olmuştur.
ancak asıl yolculuk, Enkidu’nun ölümüyle başlaya-
Gılgamış Destanı, ilk yazılı destan olması sebebiyle
caktır. Arkadaşının ölümüne şahit olan Kral Gılgamış,
edebiyat tarihinde oldukça büyük bir yer tutar ancak
kendi ölümünü engellemek için bir ölümsüzlük arayı-
onu bu kadar ünlü yapan nasıl aktarıldığı değil, aktar-
şına çıkar. Yaptığı yolculuğun varış noktası ölümsüzlük
dığı mesajın evrenselliği ve
otunu bulduğu söylenen, 950 yaşındaki Utnapiştim’in
aktarış biçiminin ilgi çekici-
ikamet ettiği Mutlular Adası’dır. Ne kadar ölümsüzlük
liğidir. Bir kahramanın yol-
otunu yaşlı bilgenin yardımıyla bulsa da, onu bir yıla-
culuğudur aslında basitçe
nın çalmasıyla ölümsüzlüğün imkansızlığıyla yüz yüze
ama kendisinden sonra ge-
kalır. Uzun yolculuğunun sonu hüsrandır, bu insanla-
lecek eserlerin kurgusunda
rın ne kadar çabasalarsa çabalasınlar, sonsuz yaşama
büyük etkileri olmuş, ‘arayış’
ulaşamayacaklarının, tanrısallaşamayacaklarının me-
temasının güzelliğini göz-
sajını verir.
ler önüne sermiştir, ne ka-
Tarihsel açıdan büyük öneme sahip olan bu destan, dar yolculuğun Gılgamış’ın
mitolojik motifler ve Sümerlilerin yaşayışları hakkında ölümden kaçmasına yararı
bilgilerin yer bulduğu bir eserdir. Bir yarı tanrı olarak dokunmasa da…
KUTSAL KÂSE’NİN
PEŞİNDE
Her insanın hayatında mişlerdir. Bu üç kişinin arayışı kâseyi aramaya çıkan
ulaşmaya çalıştığı bir he- diğer kişilerden farklı sonlanmamıştır, kâseyi elde
defi vardır ve elde etmesi edememiş hatta bu uğurda canlarından olmuşlardır.
ne kadar zor olursa olsun Kâsenin sembolize ettiği mutluluk ve güç düşünül-
onun peşinden gider. Kelt düğünde, anlaşılır ki bu erdemlere ulaşmak o kadar
Mitolojisine ait “Kutsal da kolay değildir. “Ben” duygusu ve amacıyla çıkılan
Kâse” efsanesinde de üç yolculuğun sonu beklenildiği gibi sonsuz gençlik ve
şövalyenin güç ve unvan güçle değil, ölümle bitmiştir. İronik bir şekilde Kutsal
kazanma amacıyla sonu Kâse’yi ölümsüzlük için arayan herkes ya kaybolmuş,
bilinmez bir yolculuğa, ya ararken hayatlarından olmuş, ya da evlerine eli boş
kutsal bir kâse arayışına döndükten kısa bir süre sonra ölmüşlerdir.
çıkmaları anlatılır. Yıllarca
Kutsal Kâse’nin geçen yıllara rağmen günümüzde hala
aranıp bulunamayan bu
büyük merak uyandıran, üzerine yüzlerce filmin çeki-
efsanevi kasenin bulana
lip kitabın yazıldığı bir efsane olmasının asıl nedeni,
sonsuz gençlik ve mutluluk getireceğine inanılması
kutsal kâse kavramının çağrıştırdıklarıdır. Yüzyıllarca
mitolojide adı geçen üç şövalye de dahil olmak üzere
aranan ama asla elde edilemeyen, bulanın eşi benzeri
binlerce kişinin bu kaseyi hayatları pahasına araması-
görülmemiş güçlere sahip olacağı söylenen bu kâse,
na neden olmuştur.
varlığı kesin olarak reddedilemediği için hep bulun-
Kutsal Kâse tarihi ve dini açı- ması umut edilen bir nesne olarak kalacaktır. Hırslı ve
dan Hz. İsa’nın yediği en son biraz da bencil insanların dileyebileceği her şeyi içer-
yemekte kullandığı ve aynı diği için ve bilinmez olduğu için büyük bir merak öge-
zamanda çarmıha gerildi- sidir. Ayrıca zaman karşısında çaresiz kalan insanoğ-
ğinde akan kanlarının top- lunun büyük korkularından olan ölümü durdurabilme
landığı kâse olarak bilinir. Bu umudunu da simgelemesi onu iyice vazgeçilmez ya-
nedenle varlığı kesin olma- par. Her insanın içten içe elde etmek istediği her şeyi
sa da önemi büyüktür. Orta barındıran kâsenin günümüzde bile bu denli merak
Çağda amaçları saygı ve güç uyandırması bu yüzden şaşırtıcı olmamalı. Gündelik
kazanmak olan birçok insan yaşamın katı sınırlarından bir nebze dışarı çıkabilme
bu nedenle umutsuzca bu fırsatını sunan böyle ilginç mitolojiler, merak uyandır-
kâseyi bulmayı amaçlamış- maya ve kendilerine inandırmaya son vermezler.
lardır. Kral Arthur efsanesin-
Gerek Kral
de de üç genç şövalyenin
Arthur’un şö-
amacı bu kâseyi bulmak ve hem kâsenin getirdiği son-
valyelerinin
suz güce sahip olma hem de “yuvarlak masa şövalye-
çıktığı yolcu-
si” olarak adlandırılan üst sınıfa girebilme istekleridir.
luk gerek diğer
Kutsal Kâse’nin simgelediği üs-
binlerce kişinin
tünlük, güç, kudret, saygınlık ve
neyle karşılaşa-
aslında ulaşılmazlık onu çekici
caklarını bilme-
yapıp insanları kahraman olma
dikleri arayış,
isteğiyle doldurmuştur. Bu karşı
aslında insanın
konulmaz umutlarla yola çıkan
doyumsuzluğu-
üç genç şövalye -Sör Perceval,
nun ve biraz da
Sör Galahad ve Sör Bors- onları
a ç g öz l ü l ü ğ ü -
neyin beklediğini bilmedikleri
nün sonucudur. Her insan sonsuz mutluluk ve gücü
bir yolculuğa çıkmış, kaleleri-
arzular. Ne kadar mantığa aykırı olsa da içlerindeki
nin bulunduğu Camelot’tan
kahraman onlara “Hadi git, ne bekliyorsun!” der ve ara-
Britanya’nın dört bir yanına git-
yışın ucundaki sonsuzluk onları kendisine çeker.
DON KİŞOT
lenmez ve kafasındaki hayale inanmaya devam eder.
Büyücülerin Sancho’yu kandırdığını söyler ve ona ku-
laklarını tıkar. Şövalye olmamasının onda uyandıraca-
ğı acıya katlanmak istemez.
Yolculukları sırasınca birkaç kere arkadaşlarınca köye
götürülen ve tedavi edilmeye çalışılan Don Kişot her
seferinde kaçmanın yolunu bulmuştur. Tekrar yola
koyulduğundaysa amacı her şövalye gibi sevgilisi
Dulcinea’yı bulmak ve kurtarmaktır. Ne yazık ki Dü-
şes Dulcinea köyün çirkin ve şişman kızından başka
biri değildir. Ne olursa olsun Don Kişot’un yolundan
dönmeyeceğini anlayan Sancho onu kandırır ve yolu
bildiğini söyler. Don Kişot yolda tacirlerle karşılaşır ve
durumu anlatarak kendisini şövalye olarak tanıtır. Ta-
cirler ona inanmaz ve onu döverler.
Yapıtta yer verilen son izlek ise Dük ve Düşes’in şato-
sudur. Bu iki figür Don Kişot’la alay etmiş ve onu kul-
lanmışlardır. “Dük ile Düşes onları şatoya misafir ede-
ceklerine memnun oluyorlar ve pek eğlenceli günler
geçireceklerinden şüphe etmiyorlardı.” (Cervantes,
syf: 202) On iki gün sonra Don Kişot, Sanson Carrasca
Dünyaca ünlü yazar Cervantes’in kaleme aldığı ‘Don ile düello yapmış ve yenilmiştir. Bunun sonucunda ar-
Kişot’ adlı yapıt 1600’lü yılların Avrupa’sında modern- tık evine dönmeli ve silah taşımamalıdır.
leşme nedeniyle gözden düşmekte olan şövalyeliği
alaylı bir üslupla okuyucuya sunmaktadır. Hayal ile Yapıtta Don Kişot’un giriştiği hiçbir düelloyu kazana-
gerçeğin çoğu zaman birbirine karıştığı yapıtta saçma madığını fakat buna rağmen kendine olan güveni-
dahi sayılabilecek pek çok komik unsur yer almaktadır. ni kaybetmediğini görmekteyiz. “ Sen bir korkak, bir
boşboğazdan başka bir şey değilsin, dedi. Seni sopa
Eserin odak figürü adını da aldığı Don Kişot’tur. Ger- ile bu memleketten sürüp çıkarmasını seyisime em-
çek adı Alanso olan figür aristokrat sınıftandır, zayıf retmekten niye geri durduğumu anlayamıyorum.”
ve yaşlıcadır. Hayalperest ve oldukça saf bir kişiliği (Cervantes, syf: 267)
vardır ki yolculuğu esnasında Dük -Düşes ve Sancho
başta olmak üzere pek çok figürce kullanılmış ve alay Son olarak kitabın sonucunda Sanson Carrasca’ya karşı
edilmiştir. Sancho, kendini beğenmesi, bütün müsrif aldığı yenilgi Don Kişot’un aklını başına getirmiş ve evi-
umutlarda gözü olması ve basitliğin bir bileşiği ile ne dönmesini sağlamıştır. Tekrar eski Alanson olur ve
Don Kişot’un tersi karakteri olarak oluşmuştur.Oku- S a n c h o’n u n
duğu şövalyelik kitaplarının etkisinde kalmış ve çok onu tekrar
geçmeden kendisini son şövalyelerden sanmaya baş- kandırmasına
lamıştır. Bu nedenle evindeki eski kılıç ve zırhı kuşanır, izin vermez.
güya ezilmekte olan halkı kurtarmak ve resmi şövalye- Fakat bütün
lik ünvanını kazanmak için yollara düşer. şövalyelik ha-
yallerinden
Yolculuğu süresince ilk durak noktası bir handır. Fakat vazgeçer.
hanı bir lordun şatosu sanmakta ve lordun kendisini Umudunu ve
şövalye yapacağına inanmaktadır. Don Kişot’un akıl cesaretini yi-
sağlığının iyi olmadığını anlayan hancı durumu boz- tirir. Çok geç-
maz ve onu şövalye yapar. meden hasta-
Artık şövalye olduğuna inanan Don Kişot yola devam lanır ve bütün
eder. Yolda yel değirmenlerini devler olarak görür ve mallarını fa-
onlara saldırmaya başlar. Seyisi sandığı Sancho du- kirlere bağış-
rumu açıklasa da Don Kişot gerçeği bir türlü kabul- layarak ölür.
BAŞLANGIÇ
Şu son bir yıldır işe gitmiyorum, zaten gitmesem Net bir cevabım da yok, o yüzden kısaca “Sinirlerim
bozuk” diyorum. Torunu ışık hızıyla sormaya başlıyor
de kimse dert etmiyor. Sadece bankada rakam-
“İşten mi atıldın?”, “Sevgilinden mi ayrıldın?”, “Annen
lar her ay artmak yerine azalıyor. Korkuyor mu- mi öldü?” ve anneanne dudaklarını ısırıyor. Yine gülü-
yum? Hayır, fazlasıyla param var. Evim mi? O da yorum ve “Gerçekten de çok zekisin” diyorum. Bu sefer
var. Yalnız bir şeyler eksik içimde, onu bulamıyo- başları önlerine eğiliyor. Yolun sonuna kadar daha faz-
la konuşmuyoruz.
rum. Bir umutla sokaklarda arıyorum sanırım.
Tramvay duruyor, az sayıda yolcusu inmeye başlıyor.
Bu sefer anneanne konuşuyor. “Bizimle gelmek ister
Yine alıyorum termosumu ve sırt çantamı elime, dikili- misin, torunumu gezdiriyorum.” Başka işim yok, ve bu
yorum sokak kapısının önüne. Etrafımdakiler yine yan ikili beni nedensizce mutlu ediyor. Küçük kız gülümse-
gözle bana bakıyor. Anlaşılan kalıplara yine uymuyo- yerek elini bana uzatıyor, tutuyorum ve yavaşça yürü-
rum, yine asiyim. Saçı başı dağınık, kalın çerçeveli göz- meye başlıyoruz.
lükleri ve salkım saçak kıyafetleri ile ortalıkta gezinen
bir kadın görmeye bu devirde kimse alışık değil elbet- Bana normalde gözlerimin görmeye tenezzül bile
te. “Azıcık kendine çekidüzen ver yahu!” der gibiler. etmediği şeyler gösteriyor. Sokak satıcılarının önün-
Umursamıyorum, o duygudan da kurtuldum sanırım. de önce masumca dolaşıp mırlayan, kışkışlanınca ise
tıslamaya başlayan kedileri gösteriyor. Gülüyorum,
Her sabah olduğu gibi nereye gitsem diye düşünü- aynı insanlar gibiler, ama bunu belirtmenin sırası de-
yorum, fakat her taraf beni kendine ayrı çekiyor bu ğil. Sonra yol kenarındaki küçücük taburelerde oturup
mevsimde. Sonbahar başımı döndürmüş, daha bir tavla oynayan insanları görüyorum, mutlu ve tasa-
kararsızım. Gülhane Parkı’na, kıpkırmızı yaprakların sız görünüyorlar; olmak istediğim her şey. En son da
ağaçlardan süzülerek düşüşünü izlemeye mi? Deniz ayaklarının altı çekirdek çöpleri ile dolu olan, bankta
havasını içime çekmek için Boğaz civarı huzurlu bir oturmuş sohbet eden emeklileri görüyorum.
kahvehaneye mi? Belki de bugün olağanın aksine in-
Sonra konuşmaya başlıyoruz, havadan sudan denile-
san görmek istiyordur canım, bir bütünün parçası gibi
bilecek konulardan. Daha doğrusu onlar konuşuyor,
hissetmek. Ayaklarım İstiklal tarafına doğru ilerleme-
ben hayranlıkla dinliyorum. Biraz zaman geçince an-
ye başlıyor. lıyorlar ki konuşacak halim yok, konu aileye, arkadaş-
Nispeten erken bir saat sayılır, fakat her yer tıklım tı- lara, komşulara dönüyor. Altın günlerinden, doğum
kış. Dükkanlar kepenklerini yazdan kalma bir sabaha günlerinden, kutlamalardan bahsediyorlar. Ben yine
çoktan kaldırmış. Bir banka oturuyorum ve izliyorum. dinliyorum, bu anlattıkları hem çok uzak, hem çok ya-
İçime doğuyor ve kalemi alıyorum elime. Bomboş say- kın.
falarla dolu defteri açıyorum bağdaş kurduğum dizle- Zannediyorum o zaman eksikliği buluyorum. Elini
rimin üzerine. En azından defter taşıma alışkanlığımı tutan bir elin sıcaklığı, konuşacağın birileri. Soyutlan-
kaybetmemişim. Yine hissettiklerimi kâğıda dökmek dığımı gerçekten fark ediyorum. Dışarı çıktığımı ama
istiyorum. Bir ışık bekliyorum, ama gelmiyor. Önüm- göremediğimi, asla dışarıyla bütün hissedemediğimi
den görmeyi çok istediğim insanlar geçiyor, takım el- fark ediyorum. İçimde kısılıp kalmış olduğumu fark
biseli beyler ve topuklularıyla kaldırımlara takılmadan ediyorum. Kabuğumu kıramadığımı, onun korunaklı
yürümeye çalışan hanımefendiler. Ben de onlardan kabul ettiğim ortamında daha fazla kırılmadan koca
biriydim diye düşünüyorum, ama artık o günler çok bir yıldır yaşamaya çalıştığımı... Aklıma aylardır arama-
uzakta. dığım, aradıklarında açmadığım arkadaşlarım geliyor.
Saat ilerledikçe ortalık boşalıyor, herkes işine gücü- Farkına varmam için bir yıl mı gerekiyordu gerçekten
ne dağılmış olacak. İşte o zaman aklıma tramvaya diye düşünüyorum.
binmek geliyor, ve on dakika içinde yaşlı bir teyze ve Filmlerin o klişe sahnelerinden biri oluyor ve olduğum
torununun karşısında oturuyor buluyorum kendimi. yerde kalakalıyorum. Derin bir nefes alıyorum ve kü-
Küçük kız tam bir cimcime, bıcır bıcır laf yetiştiriyor çük kıza dönüp teşekkür ediyorum. Bana anlamayan
anneannesine. Birbirlerine sevgi dolu gözlerle bakı- gözlerle bakıyor, ama açıklayamayacak kadar heye-
yorlar. Sesleri yumuşacık ve mutlu tınlıyor. İstemsizce canlı olduğum için aldırış etmiyorum. Geri dönüyo-
kıkırdamam üzerine bana bakıyorlar. Kadıncağız kötü rum ve eve doğru koşmaya başlıyorum. Koşuyorum,
bir niyetim olmadığını anlamış olacak, soruyor: “Ne nefessiz kalana kadar koşuyorum. Kapıyı kırarcasına
oldu kızım, ne bu halin?”. Uzun zamandır ilk defa biri- içeri girip elimi telefona uzatıyorum ve Sevda’yı arı-
leri bana nasıl olduğumu soruyor sanırım, önce gerek- yorum. Telefonu açar açmaz bana “Artık hazır mısın?”
li kelimeleri bulamıyorum. diyor.
ÇOCUKLAR VE BÜYÜKLER
Kış şiddetli geçiyordu. Soğuğun insanı bıçak gibi dıkları yerlerden çok uzaklarda olduğunu biliyordu.
kestiği günler bitmek bilmemişti bir türlü. Geniş Mahallelinin tümden kamyona bindikleri günü hatır-
ladı. Kadınlar ağlıyordu. Çocukların kimi düşmüş, kimi
caddeleri birbirine bağlayan kavşağın kaldırım çiğnenmiş, ağlayanlar… Bütün bu manzara gözünün
köşesinde, yıllardır içine çöp konulan dev gibi önüne geldi. Kamyondan herkes gibi onlar da indiril-
plastik kutu bir çocuğun sırtını yasladığı güce mişlerdi. Çadırlara yerleştirildiler önce. Susuz bir yerdi
dönüşmüştü. Birkaç gün öncesine kadar bir orası. Tanker su getiriyordu. Annesi de diğer kadınlar
kadınla, sekiz yaşlarında olduğu anlaşılan bu gibi su getiriyor, yemek buluyor, yediriyordu onlara.
Okulsuz kalmıştı bütün çocuklar, mutlu hayatları da
çocuk çöp kutusunun etrafında yaşam savaşı
gerilerde kalmıştı. Sonra onlara “Bir kısmınız başka bir
veriyor. Kadının kucağında bir de bebeği var. yere gideceksiniz”, dediler. Yeni bir hayat başlıyordu
Kadın bulduğu kâğıt kutu, dal parçası ne var- onlar için. Yine uzun bir yolculuğa daha çıktılar. Bu
sa bunlardan ateş yakıyor, ateşin aleviyle ısın- kez babası yoktu kafilenin içinde. Annesi durmadan
maya çalışıyorlar. Gelip geçenlerden, dillerini ağlıyordu. Babası amcasıyla evlerine, köylerine geri
dönmüştü. Babasının gidişini annesine defalarca sor-
bilmedikleri bu insanlara para veren de oluyor.
muştu oysaki annesi gerçeği açıklamadı inatla. Her
soruşunda annesi ağlıyordu. Sormaması gerekiyordu
Ne olduysa kadın ortadan kaybolmuştu ve küçük demek ki. Neden gitmişti? Savaşacaklar, dedi arkada-
çocuk oradaki yaşamı sürdürmeye çalışıyordu. An- şı. Kiminle savaşacaklardı? Babasına çok kırıldı küçük
nesinden öğrendiği gibi ateş yakmaya çalışıyor, biraz çocuk. Onu da götüremez miydi? Okul çantasını falan
ileride kondurulmuş büfeden önüne atılan para kadar da alacaktı, yeni alınan çantası tam istediği gibiydi.
yiyecek bir şeyler alıyordu. Bu çocuğa, o yaşta çocu- Sırtına alabilecekti onu, su matarasını da koyacak yer
ğu olanlar etkilenip biraz daha duyarlı yaklaşıyorlar- vardı. Geri gitse, çantasını da alırdı. Babasına en çok
dı, o kadar. Hatta çöp kutusunun bulunduğu noktayı bunun için kırılmıştı.
bütünüyle gören apartman sakinleri çocuğun etrafı
Şimdi de hiç bilmedikleri başka bir şehrin bu kuytu kö-
kirlettiğini, buradan uzaklaştırılması gerektiğini bile
şesinde yaşamaya çalışıyorlardı. Yaşadıklarından kop-
düşünüyorlardı. Birinci katta oturan yaşlı kadın, birkaç
muş, uzaklara fırlatılmış olduğunu düşündü. Bir parça
defa plastik kaba doldurduğu, yine içine plastik kaşık
ekmeğe bile muhtaçtı. Açlıktan öleceğini düşündü.
konulmuş çorbayı onca güçsüzlüğüne rağmen, aya-
Annesi kardeşini kucağına alıp bir yerlere gitmişti.
ğını sürükleye sürükleye götürmüştü çocuğa. Apart-
Hastalanmıştı kardeşi. Bir yaşındaki kardeş, annesinin
mandakiler yaşlı kadına kızdılar, oldu olacak evine de
kucağındaydı hep. Annesi onu bedeniyle ısıtıyordu,
al, sorunu kökünden çöz, dediler. Dilini bilmedikleri,
ellerini de nefesiyle… Dün akşamdan beri annesin-
perişan, bir dilim ekmeğe muhtaç bu çocuğa tiksine-
den haber yoktu. Nereye gitmiş olabilirdi? Ellerini
rek bakıyorlardı. Onun etrafa mikrop saçan bir varlık
paltolarının ceplerine sokup, kafalarını sıkı sıkı saran
olduğunu düşünüyorlardı.
kadınlar ve erkekler acele acele bir yerlere yetişmeye
O gün de uyandı küçük çocuk, karnı açtı. Açlığını çalışıyorlardı. Uzaktan geçiyorlardı. Onun yaşındaki
yenebilmek için elini karnına bastırdı. Ne kadar bas- bazı çocuklar da galiba okullarına gidiyorlardı. Bazıları
tırdığını düşünse de açlık, bedeninde kendine yeni ona acıyarak, bazıları da başka bir dünyadan gelmiş
yollar buluyor, onu bitkin düşürmek için elinden ge- gibi bakıyorlardı. “Hiç ateş yakan insan görmemişler
leni yapıyordu. Buna daha fazla dayanamayacağını miydi yoksa…” diyordu onların bakışlarının ardından.
düşünüp ayağa kalktı fakat gözlerine siyah bir perde
Son günlerde hayatın acımasız koşulları ona çok kötü
indiğini düşündü. Perde dünyayla arasına giriyordu.
davranmıştı, hayata direnmek yorucu ve aldatıcıydı.
Gözleri karardı, yerle bir oldu. Bu hayatı sürdürürken
Sonunda işte şimdi, kendini ifade edecek kelimeleri
bunu hep yaşıyordu. Başının dönmesini, gözlerinin
bulamayıp gözyaşlarının onu esir etmesine izin ver-
kararmasını ve ardından düşmesini, içinin bir oyunu
mişti. İçine akıttığı gözyaşları dolup taşmıştı, çünkü
gibi düşünmeye çalışıyordu. Durumunu böyle adlan-
süründüğü soğuk sokakta insanların acıdığı kaderiy-
dırarak kendini avutuyordu. Ne zamandan beri çoğal-
le baş başa olmak onu her geçen zaman daha fazla
dı içimdeki düşme oyunu, diye düşündü. Gözünden
korkutuyordu. Bitmeyen yalnızlığı en güçlü ıstırabıydı.
sızan bir damla yaş ona çok yabancıydı, önceden olsa
ağlamaktan utanırdı. Şimdi her şey çok farklıydı. Yaşa- Ağlıyordu küçük çocuk. Gözlerini kararmış, kirli elle-
riyle sildi, yavaşça ayağa kalkmaya çalıştı. Bir an sar- da zalimlik vardı. Evlerini, yaşamlarını kaybetmişlerdi.
sıldı, tam düşecek gibi olduğu anda gökyüzüne baktı, Oysa kendi ülkelerinde ne güzel hayatları vardı. Anne-
çığlık atmak istedi. Uyuşuk gözleriyle gri bulutlarda siyle akrabalarına giderlerdi. Büyük büyük tabaklarda
göz gezdirirken, bacağında anlam veremediği bir şey yemekler konurdu. Çocuklara öncelik verirlerdi yemek
hissetti; fakat o an öylesine gerçek dünyadan uzaktı ki yerken. Dedesi onu kucağına oturtur severdi. Dedesi-
aşağıya bakmaya cesaret edemedi. Ona küçük bir ço- nin kucağında bazen uyur kalırdı sevgiden. Köylerin-
cuk “Merhaba” dedi. İrkildi, ‘Merhaba’yı anlamıştı. Biri den ayrılırken dedesi de ölmüştü. Acele acele cenaze
ona doğru gelmiş, konuşuyordu. Günlerdir hatta haf- töreni yapılmış, yola çıkmışlardı. Böyle acılı şeyler ya-
talardır hiç kimseyle konuşmayı bırak, göz göze bile şamışlardı. Bugün ise her biri paramparça olmuştu.
gelmemişti. O yüzden kendini uzaydan gelen bir canlı Bu ülkeye gelip hepsi tespih tanesi gibi dağılmışlardı.
veya vahşi doğadan kimsenin bilmediği türden bir Şimdi şuracıkta yolun kar değmeyen köşesine ateş ya-
hayvan gibi hissediyordu. Kekeleyerek ‘Merhaba’ dedi. kıp ısınmaya çalışıyordu. Annesi kardeşini kurtarma-
“Neresidir buralar? Kırmızı arabadakiler beni bırakıp nın yolunu arıyordu.
gitti, bir de kaybolmamı söylediler, artık yalnızmışım. Karşı apartmandan kalın palto giymiş, uzun boylu
Öyle dediler, zaten ailem gittiğinden beri…” Bu söz- bir adam çıktı. Elinde yiyeceğe benzer bir şeyler ta-
lerden sonra uzun süre öksürdü küçük çocuk. Kendisi şıyordu. Yemek artıkları konulmuş bir tabağı sokak
de benzer yollardan geçip bu sokağa mahkûm edil- köpekleri için duvarın dibine koydu. Siyah bir köpek
mişti. Sokak iki çocuğu aynı kaderde buluşturmuştu. alışık olduğu biçimde adama doğru korkmadan yak-
“Bak küçük” dedi, büyük çocuk. “Burası benim için de laştı. Yiyeceklere atladı. Uzun boylu adam gururla iz-
senin için de güvenli değil, ben de sana yardım ede- ledi köpeği. İyiliği gözlerinden okunuyordu. İki çocuk
mem, karşıda oturan şu insanlardan yardım iste. Ben köpeğe imrenerek baktılar. Tam bu sırada yan apart-
gördüğün gibi sadece benim işte…” Küçük, karşıdaki mandan yaşlı bir kadın, hem kendini hem elindekileri
apartmanlara şöyle bir göz gezdirdi. Şaşkınlıktan bir güçlükle taşıyarak çocuklara doğru geliyordu. Büyük
eliyle şöyle bir daire çizdi. Öksürüğü tekrarlamıştı. Bo- çocuk, kadının elindekilerin kendileri için hazırlan-
ğulur gibiydi. Kafasını çöp kutusuna yasladı, sözlerine mış olduğunu bilse de koşamadı. Karın açlığıyla kıv-
gözleri kapalı başladı. “Onlara söyledim, bana güldü- ranıyordu oysa. Sıcak çorba vardı kadının elinde. Bir
ler. Sadece ve de anlamını bilmediğim birkaç şey söy- de ekmek dilimleri. Ağlamaktan kızarmış gözlerinin
leyip çaylarını içtiler, yanlarından ayrılmayınca diğer içi gülüyordu. Bu yiyecekler sanki yaşlı kadından ço-
insanlar gibi kaybolmamı söylediler” Büyük çocuk, o cuklara değil de sokağın sahibi büyük çocuktan kader
an “Ne bekliyordun ki?” demek istedi. Çünkü dünya- arkadaşı küçüğe bir ikramdı.
O KIRMIZI OLAN
Atkım masada duruyordu. Bir tek o kırmı- güçsüzken karşılarında terk edilişimi yudumlayacak
zı kalmıştı bavulumda yerini almayan. Onu kadar mıydı her düş? Önce annem, babam, kardeşim
ve sevdiğim; ‘kocam’ lafına sığdıramadığım, kalbinde-
almak için yöneldim. Balkon kapısı açıktı, ki ‘ben’le yetinemeyen, duvardaki çerçevesinde dahi
dikkatimi çekti. Dışarı çıktım. Çok erkendi. beni enkaza çeviren. Birkaç yudum kala dayanılacak
Rüzgâr önümden geçen yaprakları savurdu, gibi değildi.
yanağıma yaşlı, kuru bir öpücük kondurdu Çerçeveyi aldım, bir tek o kırmızı olanı, canımı korur-
ve balkon kapısını çarptırdı. Yüzüme kapatır ken öldüreni, eşimi. Gülümsüyorduk. Gülüyorduk ya!
gibiydi. Aslında gitme diyordu. Aniden kapı Vidalarını çevirdim yavaşça, açıldı. Arkası düştü, beyaz
sesini duyunca irkilmiştim. Kendime gelmek bir kağıtla beraber. Mektubu, güvercini, dumanı hepsi
öylece süzüldü. Halıya düşen ıslaklığı kalbim dahi his-
için derin bir nefes aldım, kuru rüzgârı içime
setti. Ne söylemişti ki, nasıl açıklayabilirdi o ipi? O ha-
çektim. Yapraklara veda ederek yerde savrul- yatın son anını, bu hayatın. Kader ortağımdan isteye-
malarını izledim. Her biri sokağın bir köşesine cektim yerime kat izlerini açmasını. Neden karşı gelip
takılana kadar orada öylece durdum. Yere vu- kapıyı kapattığını o an anladım. İstemiyordu benimle
ran yaprakların bile sesi kesilince sokağıma bu satırları paylaşmayı, besbelli. Kahvemi soğumaya
bıraktım, balkona çıkınca da kendimi. Kâğıt hışırda-
bakakaldım. Sessizdi, yalnızdı, terkedilmişti.
maya başlamıştı bile. Bu sefer de niyeti beni kurtar-
maktı, ben öyle anladım. Teşekkür ederek parmakla-
Yer tamamen taştandı. Girik çıkık taşlar, büyüklü kü- rımı araladım. Rüzgâr bağırıyordu onun cümlelerini
çüklü, bir düzeni vardı bir zamanlar ama insanın aya- bana. Yalnızlığa cevabımı böyle verdim. Yanına başka
ğına takılan tiptendi. Yüksekte duran taşların üzerinde bir yalnızlık gönderdim.
koşuşumu düşündüm, sadece yüksektekiler, hem de
parmak ucunda. Sonra gözüme taşların arasında bir
boşluk çarptı. Belediyenin yerleştirdiği dikdörtgen
baklava dilimlerinden biri yoktu. Bir süre gözlerimle
onu aradım ve sonra onu sokağın kenarında duvara
yaslanmış bir şekilde gördüm. Onu yerine koymalıy-
dım, o taşta yaşanmamış çok şey vardı. Daha küçük
sarışın kız, üzerinde gezinmemişti, sokak çalgıcıları
daha uğramamışlardı yanına ve en önemlisi hiç araba
tekerleği patlatıp o kızgın tekmeyi yememişti. Daha
çok eksikti.
Sokaktaki yalnızlık bana sesleniyordu. Yanıma gel di-
yordu usulca. Kapıdan çıkarsam, giremezdim. Hele bu
valizle, asla. Kahve mi içseydim? Son kahve. Şöyle bol
kederli az şekerli. Kafein mi lazımdı, ne yapmalıydım?
En sevdiğim fincana koymaktı asıl mesele. Buradaki
tek mirasım; bu eve son imzam, dudak iziyle yer değiş-
tiren rujum olmalıydı. Aaa, yapma! Dökmeyeyim diye
yavaş koşarken, kaçarken, balkon kapısı rüzgâra yenik
düşmesin mi? Hani dosttuk rüzgâr? Hani yoldaştık,
yalnızdaştık? Kaderdaşımdan bile ihaneti tatmışken,
hala nasıl şaşırıyorum bilinmez, bari içerde içmeliydi
kahveyi. Şöyle gerim gerim gerinip anıları, anı terk
edecek olmanın tadına varmalıydı. Duvardaki resimler
de neydi öyle? Kırıklar Albümü?... Kırık koleksiyonu?...
Ayna?... Hayata bakış açım bu kadar dar mıydı? Sevdi-
ğim bütün insanları duvara asıp indiremeyecek kadar
AYNIYIZ
Buğulanan cama şekiller çizmekle geçti
Çocukluğumuz;
Bir parça aynı sayılırız.
ŞİİRLER
Bu hayallerimiz olduğunu gösterir
Ve her hayalin sonu mutluluk demektir.
Bir parça daha ekle aynılığımıza, BU ŞEHİR
Toyluk hayallerimiz uğruna. Bu şehir sabah güzel
Saatlerin ağırlığı çökmeden
ÇİÇEKLİ ELBİSE Gececi ayın sureti gökyüzünden silinmeden
Her şehir bir farklı güzel İnsanlar uyanıp da
Şu an Huzur yerini kalabalığa vermeden
Şu saniye Günün mavisi lacivertten sıyrılıp körpeleşirken
Bekler hep bu mevsim başkent sakinleri, Kuş cıvıltıları ancak günün bu saatinde işitilebi-
Çardağa bir bardak çay içmeye. liyorken
Bu şehir hep bu saatlerde güzel.
Yaz geldi mi
Kuru kokar buralar
Asfalt kokar KEDİ
Şanslıysak bu sene yağmur da kokar Bu sabah evinin önünde bir kedi sevdim.
Kuru diyar bir tutam yeşili tadar. Ellerin değmiş üstüne.
Adın geçti, bir hoş oldum ben yine.
Şu an yaşamakla meşgulüm Kıskancımdır ben!
Gün gelir mazi olur diye topladıklarımla dolu Bu sabah bir kediyi kıskandım
günlüğüm Ellerini tattı diye.
Genç başlamak lazım bu işe, parçalar toplamalı Anlar kediler her şeyi
Gelecekteki geçmişe Mahcup oldu haliyle siyah beyaz kedi
Deli dolu yaşamalı, en çok da gülmeli Sürtünüp durdu özür diler gibi
Gülmeli gençken hala, beden açken yaşamaya Tüyleri döküldü üstüme,
Gün gelir de bu günümü mazi diye andığımda Bu sabah ellerin değdi bana!
Karşımda gülümsetecek bir manzara Tüyler hala üstümde
Çiçekli elbise ne çok yakıştı, Ben bu sabah giderken arkamdan öylece bakan
Şimdiden anılarla doldun be Ankara O kediyi sevdim
Renkler
Bazen renkler de yorulur bu dünyada
Çünkü
Ve
Anladım,
Ama
GÜNEŞ
İki gözünü kırpmadan güneşe bakarsan
eğer,
Biliyorum ki,