You are on page 1of 148

Kültür, E debiyat Dergisi

Haziran 2016 Yıl: 15 / Sayı: 15


kalemizleri@tedankara.k12.tr Kalem İzleri, TED Ankara Koleji Vakfı Okulları’nın ücretsiz yayın organıdır.
VI. ULUSAL GENÇ ELEŞTİRMENLER SEMPOZYUMU’NDAN
Kültür, Edebiyat Dergisi

Sahibi
TED Ankara Koleji Vakfı adına
Ahmet Ziyaettin Çörtoğlu

Adres
TED Ankara Koleji Vakfı Okulları
Taşpınar Mah. 2800. Cad. No:5
İncek / ANKARA
Tel : (0312) 586 90 00

Derleyen ve Yayıma Hazırlayanlar


Ayşe Ümit Dönmez
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Levent Toprak
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Kapak Resmi
Burçe Geçit 11-P

Kapak Resmi ve Görseller


TED Ankara Koleji Vakfı Özel Lisesi
Öğrencilerine aittir.

Katkılarından dolayı Görsel Sanatlar


Zümresine teşekkür ederiz.

Tasarım / Uygulama / Baskı


OFSET FOTOMAT
İvedik Organize San. Sitesi
24. Cad. 729. Sok. No: 17
06370 İvedik / ANKARA
Tel: 0(312) 395 37 38

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


İÇİNDEKİLER
Sempozyum Işıl Çırakoğlu 6
Hasan Ali Toptaş ile Söyleşi Göksu Esra Hasbay 8
Sezgin Kaymaz ile “Edebiyat ve Gerçeklik Elif Arya Bulut 10
Şiir Yolculuğu Levent Toprak 13
Sonsuzluğun Başlangıcı Merih Deniz Törüner 16
Tükenmez Dolmakalem Doldurulur,
Kırılmaz Cam Tamir Edilir Yüzyılında İkiye Kırılmış Bir Şeyin Bir Parçası Konuşsaydı
Ayşe Ece Aslan 19
İstanbul Şehri Ağlıyor Sena Erden 23
Kısa Öyküye Bakış Alara Günel 26
Acının Olgunlaştırdığı Yaşamlar Ceren Alataş 29
Siyahlar İçinde Bir Beyaz İrem Kaftan 33
Tüketim Toplumunun Baskısı: Tatil Nazlı İnay 36
Yaz Tatili Zaman Katili Nermin Özdemir 38
Roman Okudum Seni Düşündüm Dicle Çakın 41
Bulut Mu Olsam İdil Zoraloğlu 45
Bir Sosyal Vahşet İncelemesi: Yatırca Can Sarp Özcan 48
Bilmez Miyim Hiç Derin Yiğit 53
Yaşamı İdealize Etmek Kubilay Aytek 56
Kanto Hakan Kaş 59
“Gatsby” ve “Muhteşem” İrem Bardakçı 62
Dalga Damla Ertem 65
Çukurova’nın Sözcüsü Yaşar Kemal Ceren Alataş 68
Ortadirek Adlı Yapıtta Giriş Cümlelerinin İşlevi Hazal Karakuş 70

2 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


Ortadirek Adlı Yapıtta “Döngele” nin İşlevi Ceren Alataş 72

“Ortadirek” ile “Eskici ve Oğulları”nda Mücadele Olgusu Doğa Baysal 74

Yaşama Uğraşı İrem Kaftan 76

Aylak Adam Defne Dilbaz 78

Son Dünya Savaşı Ayşe Irmak Eroğlu 81

Kırmızı Pazar Cansu Ertan 85

Yabancı ve Ben Ece Genelioğlu 88

Yaşamın Tadına Varabilmek Burcu Özer 91

ORTAOKUL DOSYASI 95

Başlangıç Selin Irmak Köksal 118

Genç Meşale Öykü Ödülü Çağla Çeçen 120

Kırmızı Olan Özlem Çorapçıoğlu 122

Bütün Dünyada Barış Şevval Memecan 124

Hecelerin Ötesindeki Barış Gökçe Aybeniz Sevim 126

Barış Tohumlarından Savaş Sarmaşıklarına Elif Doğa Ulugöl 128

Aynıyız/Çiçekli Elbise/Bu Şehir/Kedi Nilsu Erkaya 131

Renkler Begüm Serim 134

Yeni Güneş Aranıyor Karya Şenköylü 136

Terk ediliş Yıldönümü Özlem Çorapçıoğlu 138

Bir Kaçış Planıydı Yaşamak Cemre Kılıçarslan 140

Güneş Zeynep Turgut 142

Haldun Taner’in Konçinalar Öyküsünü Uyarlama Denemesi Arjen Deniz Türkmen 144

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 3


BEYZA UYSAL 11-C

4 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


Sevgili Kolejliler,

Söz, var oluşun başlangıcıdır çünkü varlığı anlamlandırma sözle mümkündür. Sözün ya-
rattığı anlam evreni ise dünya algımızı, düş gücümüzü ortaya koyan çağrışımlar zinciri
oluşturmaktadır. Bu çağrışımların yansıdığı eylemler ise bizi sanatla buluşturan zincirin
halkalarıdır. Sanatın gücü de burada başlar. Bu anlam evreninin zenginleşmesinde, sa-
natçı, görünmeyeni bulup çıkaran bir farkındalığa sahiptir. Sanatçının göstermek istediği
evreni ise ancak sanat eğitiminden geçmiş insanlar anlayacaktır. Bu anlayıştan yoksun
kalmak, sanatçıyla buluşamamak bireysel gelişimin önünde bir engel oluşturur.

Oscar Wilde, De Profundıs adlı yapıtında “Kötülüklerin en büyüğü sığlıktır.” derken al-
gıdaki zenginliğin ve düş gücünün önemini vurgular. Sığlıktan kurtulmak için başka in-
sanların hayatlarını tanımak, başkalarının gözüyle de bakabilmek gerekmektedir. Sanat
yapıtları bizleri kendi dünyamızın dışına taşıyarak önümüze bambaşka evrenler sermekte,
algılama gücümüzü artırmakta ve anlam evrenimizi zenginleştirerek kendimize doğru bir
yol açmaktadır.

Bu yıl da öğrencilerimizle birlikte algı dünyamızı, düş gücümüzü geliştirmek için sanat
yapıtlarını etkin okumalar ve eleştirel yöntemlerle değerlendirdik. İçsel zenginliğimize-
katkı sağlamanın yanında akademik çalışmalar da yaptık. Bunların içinden seçtiklerimizle
“Kalem İzleri” dergimizi oluşturduk. Şiir ve düzyazı eleştirileri, yapıt değerlendirmeleri,
yaratıcı yazarlık çalışmaları, ödüllü öykülerin yanında; Görsel Sanatlar Zümresinin ortaya
koyduğu resimler, bizlere görsel bir şölen sundu. Bütün bu çalışmalar, dergimizi zengin-
leştirdi. Ortaokul Türkçe Zümresi, “Kolej Ortaokul Sesleri /Kalem İzleri’ne Yazıyorum” adlı
dosyası ile dergimizin yazar yelpazesini genişletti.

85 yıl önce “ Dinlenmemek üzere yola çıkan” TED Ankara Koleji eğitimde sözle, resimle,
müzikle çoğalarak varlığını sürdürmeye devam edecektir.

Sevgi ve saygılarımla.

İyi Okumalar.

AYŞE YILDIZ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ZÜMRE BAŞKANI

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 5


IŞIL ÇIRAKOĞLU / SEMPOZYUM KOORDİNATÖRÜ

DÜŞLERİMİZ BÜYÜYOR:
VI. LİSELİ GENÇ ELEŞTİRMENLER
Sempozyumunu gururla gerçekleştirdik.

Varlığımızı hissetmenin ve hissettirmenin en insan- re hissettirebilmek olsa gerek. TED Ankara Koleji’nin
ca yolu, yaratma çabamız… Kendi elimizden, zihni- Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenleri olarak biz de bu
mizden, bedenimizden çıkan nitelikli ürünlere bakıp gizil gücümüzü kullanabilmek amacıyla ve bilinciyle
gücümüzü, sınırlarımızı, yeniden tanımlamamız da… altı yıl önce bir yola çıktık. Geleceği belirleyen bir-
Söz konusu ürünler, yaratılmış olanı, önce o bütünü takım sınavların dayattığı ve bizlerin de bu nedenle
parçalarına ayırıp işlevlerini algılama, yaratımının sır- bir parçası olduğu ezber zihniyetinin, öğrencilerimizi
rına varma, sonra değiştirme, dönüştürme yoluyla yaratıcılığın sınırlarında bile gezdiremeyeceğinin far-
elde edilmiş olsa bile, bizim için, ilk halinden daha an- kındaydık. Okulumuzdaki dil ve anlatım derslerinin
lamlı. Büyük bir heyecanla yaşamımızı sürdürmemizin içeriği ile edebiyat zevki kazandırma, bağımsız oku-
altında yatan da bu yaratma gücünden ve yarattıkla- ma alışkanlığı geliştirme, okuduklarını olduğu gibi
rımızdan duyduğumuz haz belki de. Bir eğitimcinin, alımlamadan önce, eleştirme, sorgulama ve kendine
seslendiği kitleden bağımsız olarak en gizil gücü, en uyarlama konusunda epeyce yol kat ettik. Edebiyat
büyük başarısı yaratabilme cesaretini karşısındakile- öğretiminin önemli yanlarından birinin, öğrencilere

6 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


satır aralarını okuma ve iyi doldurabilme becerisini da artık bu ülkenin sempozyumu. Altı yıldır katılımla-
kazandırmak olduğuna inandık. Öğrencilerimizin de rıyla, sunumlarıyla destek veren okulların da eğitime,
bu ısrarımızın anlamını fark edebilmelerini, kendile- edebiyata, bu ülkenin gençlerine inanan bir eğitim
rini karşılaştırma ve ifade edebilme olanağı bulma- ordusunun ortak duyarlılığı. Yerelden evrensele ulaş-
larını hep önemsedik. Bu, geniş ölçekli bir etkinlikle mayı düşlememizi sağlayan da bu duyarlılık, bu inanç,
mümkündü ve sempozyum, bu düşünce kırıntılarının bu güç olacak. Bu yılki sempozyumda her yıl olduğu
birleşmesiyle filizlendi. İçinde yaşadığımız popüler gibi, şiir, öykü, roman, tiyatro, yaratıcı drama, sinema
kültürün izleyici, destekleyicisi, ürünü olan günümüz uyarlama alanından seçilen seçkin edebiyat metinle-
insanının, bunun için de bizlerin ve öğrencilerimizin
ri üzerinde, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerimizin
farkındalıkları ve değiştirme isteği duyduğu yaşantılar
rehberliğinde yıl boyunca düzenlenen toplantılarda
da sempozyum düşüncesini besledi. Ülkemizde tartış-
belirlediğimiz araştırma soruları üzerinde tartışmalar
ma kültürünün olmaması, “bilgi sahibi olmadan fikir
sürdürülmüş olsa da sempozyumdaki en büyük ye-
belirtme” alışkanlığının varlığı, baskıcı ve yetişkin oto-
nilik İngiliz Dili ve Edebiyatı zümresinin çizgi roman
ritesine dayalı eğitim anlayışının henüz ortadan kalk-
ve roman alanında İngilizce sürdürülen tartışmalardı.
mamış olması ve bu nedenle özgüvensiz bireylerin
Öğrencilerimizin, kapanış programındaki değerlen-
yetişmesi, topluluk önünde konuşma adabına ilişkin
dirmeleri, amaçladığımız kazanımların gerçekleştiğini
eksikler, değiştirilmesi istenen konulardan yalnızca
açıkça gösterdi ve özellikle İngilizce değerlendirmeler,
birkaçıydı. Bu düşüncelerle düşleri büyütmek, düş-
sempozyumun düşlenen evrensel boyutunun gerçe-
lerle zenginleşmek amacıyla yola çıktığımızda altıncı
sempozyumda yirmi üç okulun katılımıyla 553 kişilik ğe dönüşmesi için ilk tohumu attı. Önümüzdeki yılın

katılımcı sayısına ulaşabileceğimizi aklımızdan geçir- müjdesi de sempozyumun Türkçe, İngilizce, Almanca,

miyorduk. Niceliğin nitelikten üstün olduğu bilinciyle, Fransızca olarak dört dilli gerçekleştirilmesinin plan-

belirtmek isteriz ki, bu yılki sempozyumda amaç birli- lanması oldu. İlk toplantılar yapıldı ve kararlar alındı.

ği içinde, tek yürek, eğitime, özellikle de duygu eğiti- Önümüzdeki yıl, dört farklı anadili konuşan öğrencile-
mine inanan farkındalığı yüksek 550 kişi vardı. Tam da rimizle, yabancılaşma, göç, kültürlerarasılık konuların-
bu nedenle, artık Genç Liseli Eleştirmenler Sempoz- da yapacağımız tartışmalarla ufkumuzu genişletmek
yumu, öncülüğünü ve ev sahipliğini okulumuz yapsa üzere görüşmek dileğiyle…

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 7


GÖKSU ESRA HASBAY 11-İ

Hasan Ali Toptaş ile


Romanları Üzerine Bir Söyleşi

Dili kullanmadaki ustalığıyla tanınan Hasan Ali Toptaş, Bana anlamsız geliyor; bu, heyecanı olmayan bir tek-
postmodern edebiyatın önemli temsilcilerinden biri nik. Adeta bir mühendislik. Oysaki edebî metnin te-
olarak kabul edilmektedir. Yazın yaşamında çok yönlü mel unsuru heyecandır. Farkında olmadan yazdığın
bir kimliğe sahip olan Toptaş’ı, 9 Mart 2016 tarihinde cümlelerin heyecanına kapılırsın, sözcüklere siner o
okulumuza konuk ettik ve kendisiyle söyleşi yaptık. heyecan. Heyecanla yazıp yazmadığın da okur tara-
Okulumuz öğretmenleri ve öğrencilerinden oluşan fından da hissedilir.” cevabını aldık.
toplulukla söyleşen yazar, kendisine yöneltilen soru- Yazarın, roman üslubu kadar, roman hakkındaki dü-
ları yanıtladı, romanları ve romancılığı ile ilgili merak şünceleri de çok dikkat çekiciydi: “Yazarken sisler ara-
ettiğimiz tüm konulara açıklık getirdi. sındayım. Temeli, ana ekseni biliyorum. Bir cehalet
Yazara ilk olarak yazın serüvenine nasıl başladığını ya da cesaretle yazılan ilk cümlenin ardından hemen
sorduk. Yazmaya çocukluğundan itibaren ilgi duydu- ikinci cümle takip ediyor. Ardından üçüncü cümle
ğunu ifade eden Toptaş, Denizli’de ortaokul sıraların- ve artık siz yazdığınız ilk cümleye bağlısınız, böylece
da başlayan yazma macerasından söz etti. On üç ya- metin giderek sizi kendine hapseder. Tüm cümlelerin
şında denediği roman girişimiyle yazınsal kimliğinin oluşturduğu müzik, hem kendi içinde hem de genele
temellerini attığını bizlerle paylaştı. “Memuriyet za- uygun olmalıdır. Roman yazmak beste de yapmak de-
manlarımdan sonra boş vakitlerimi değerlendirmek mektir aynı zamanda.”
için yazmadım.” sözüyle yirmi dört saat edebiyat dü-
şünmek isteğini dile getirdi. Birkaç sayfadan sonra ya- Yazar, romanlarını yazarken dikkat ettiği ayrıntılara
zarın metni değil, metnin yazarı yazmaya başladığını da değindi: “Romancı metnini yazdıktan sonra bu ses
dile getirdi: “Yazarlık bir meslek değildir, bir hastalıktır, uyumunu kontrol etmek için yüksek sesle okumalıdır.
virüstür. Hayali dünyalardır, kendini keşfedip inşa et- Ben de öyle yapıyorum. Açık ve kapalı heceleri bu sesli
medir.” okuyuşta kontrol ediyorum. Romancı okuyanın rahat-
sız olmayacağı şekilde yazmalıdır, buna ‘sanatı gizle-
Yazara çıkış noktanız nedir diye sorduğumuzda: “Ba- me sanatı’ denir. Anlama yoğunlaşılır, arkadan müzik
zıları gibi kurguyu önceden not edip sonunu bilerek devam eder. Ben de bunun için çabalıyorum.”
yazmıyorum. Kontrol ederek yazanlardan değilim.

8 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


neden katil olduğunu anlamaya çalışmalı, kalemi bük-
memeli. İyiliği de kötülüğü de anlamaya çalışmalıdır.”

Yazarken nelerden ilham aldığı sorusuna: “Yazmak


için mutsuzluk gerekir. Mutluluk rehavete düşürür,
rahatlatır. İstenilen şeyler eldeyken yazılmaz. Acı yaz-
dırır. Günümüze baktığımızda azıcık aklı olan insan bu
koşullarda mutlu olamaz. Yazarken okurun seveceği
değil kendimize en yakın hissettiğimiz konuları ele
almalıyız.”
Toptaş konuşmasında yaratıcı yazma atölyelerinin gü-
nümüzde çok yaygın olduğunu hatta kendinin de bu
Konuğumuz eserlerindeki düş ve gerçek bağıntısını
kapsamda dersler verdiğini yine de buradaki eğitimin
sınırlı kaldığını, asıl amacın kişinin içindeki cevheri or- ise şu şekilde yorumladı: “Harmanlamaları bilinçli yap-
taya koymak olduğunu dile getirdi: “Bir yazarı en iyi mıyorum. Gerçek denilen şey hayatın çok azı. Hayaller
kendi yazdıkları eğitir.” ve “Kendi metninin öğretmen- daha çoğunu oluşturuyor hayatın. Hayaller daha ger-
liğini başka kimse yapamaz. Eğer yazmak için olgun- çek. Düşleri esas alıyor, gerçek hayat ögelerini onlara
laşmayı beklersen okuyacaklarını okuyana kadar baş- süs yapıyorum.”
ka kitaplar çıkacak ve bu bekleyiş sonuçsuz kalacak. “Roman nasıl yazılır?” sorusuna Ronald Barthes’ten bir
Yazılan kelimelerin süzgeçten geçirilmesi, onların sey- alıntıyla yanıt veriyor: “Körü körüne içtenlik mi, teknik
redilmesi metnin yazarı eğitmesi açısından çok daha
mi dediğimizde içtenlik yoksa, okura poz veriyorsan
önemlidir.”
tekniği bilmek işe yaramaz.” Toptaş. Edebiyatın, sana-
Söyleşinin ana izleklerinden biri de yalnızlıktı. Yazara tın, müziğin ana harcı içtenliktir. Yazdığın sayfaya önce
göre insan, ana karnından ayrıldığı andan beri yal- sen inanmalısın. ” biçiminde sürdürüyor sözlerini.
nızdı ve gurbetteydi. Bu nedenle edebiyatın temel
temalarından biri yalnızlıktı ve edebiyat; ölüm ve aşk Söyleşimiz boyunca tüm sorularımızı içtenlikle yanıt-
eşliğinde süren bir kısır döngüden ibaretti. Edebiyatın layan yazar: Dertleşmek için yazdığınız oldu mu, so-
dönüp dolaşıp aynı konuları farklı şekillerde ele aldı- rumuza: “Yazmak içini kanatmaktır ve kendini iyileştir-
ğını belirtirken bu fikrini “Güneş altında söylenmemiş
mektir. Tek bir nedeni yoktur yazmanın, çoklu amaçtır
söz yoktur, sözü farklı şekilde dile getirme çabası var-
dır.” diyerek destekledi. Yalnızlığın keyfini sürmenin de yazmak. Ruhların acı çekmeye de ihtiyacı vardır.” Diye
belirli bir dengede olması gerektiğini de belirtti. tamamladı.
Son olarak postmodernist bir yazar olup olmadığı
Kariyerinin kırılma noktaları sorulduğunda: “Bin Hü- konusunda fikrini merak ettiğimiz yazar: “Yazarken
zünlü Haz” yapıtının edebi kariyerinde önemli bir yer düşünmüyorum postmodern mi değil mi diye, zaten
tuttuğunu anlattı. Hatalı baskı olduğu düşünülen kita- düşünmemem de gerekiyor. Roman, kendi metinleri
bının aslında teknik oyunlar içeren deneysel bir kitap içinde bütünlüğe giriyor. Tüm kavramları bilip unut-
olduğundan bahsetti. İlk kitabının 1987’de yayınevi
mak gerekiyor. Yazar her şeyi bilerek yapmaz. Sanat
tarafından basılmadığını, onu kendi olanaklarıyla bas-
aklın menzilinde değildir, aklı da aşar. Bilinçdışı bir
tığını söyleyen yazar, ilk iki kitabının bu sonbaharda
yeniden basılacağını da müjdeledi. bilinçtir.” diyerek üstü kapalı bir biçimde postmoder-
nizm ögelerine de işaret etti.
Roman kişilerinin ruhsal durumlarını ve yaşam algı-
larını yansıtmak için hangi kaynaklardan yararlandı- İçimizden biri sıcaklığı sunan düşünceleriyle sessiz,
ğı sorulduğunda: “Yazarken yaratılan roman kişisinin derin ve anlamlı sözleriyle şiir gibi anlar yaşattı bizlere
psikolojisini, psikoloji/felsefe okumadan oluşturmak
mümkündür. Ben inandıkları ideoloji sınırlarında ya-
zan yazarları onaylamıyorum. Her şeyi okumanın fay-
dası vardır; ama yaratıcılık çok önemlidir. Verdiğim
yaratıcı yazarlık dersinde ilk söylediğim şey ‘Sakın not
almayın. Bilgi muteber değildir, buharı muteberdir.’ ol-
muştu. Yazmanın kuralı yoktur.”

Yazar ile figür ilişkisini nasıl kurduğu sorulduğunda


ise şu yanıtı verdi Toptaş: “Yazar karakteri seviyorsa
da içinde tutar, hepsine karşı tutumu eşit olmalıdır.
Tanrısal yaklaşmalıdır olaylara, yani yansız. Katil varsa

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 9


ELİF ARYA BULUT / 11-C

Sezgin Kaymaz ile


“Edebiyat ve Gerçeklik”
Üzerine Söyleşi

Roman ve öykü türünde yapıtları olan yazar Sezgin mantık zinciri kopmadan devam etmek, ikincisi ise
Kaymaz ile “Edebiyat ve Gerçeklik” konulu söyleşide “yazmak”. Bir kitap alırken arkasına bakarım, ilgimi çe-
edebiyat dünyasına ait birçok paylaşımda bulundu. kerse alır ve içinden rastgele bir sayfayı okumaya baş-
Sezgin Kaymaz edebiyatın gerçeklikten nasıl beslen- larım. Eğer yazarın dili ilgimi çekiyorsa bu benim için
diğini, yaratım sürecinde gerçekler ve hayallerin nasıl yeterlidir. Hikâyenin tutarlılığını incelemek editörlerin
çarpıştığını eserlerinden örnekler vererek anlattı. Yaz- ya da eleştirmenlerin işidir, okuyucunun değil. Güzel
ma sürecinin aşamalarını, edebi metinlerde kullanılan yazılmış, iyi bir kalemden çıkmış, kelimeleri kıvrak, dile
dilin niteliklerini de değerlendiren yazar, söyleşi so- boyun eğmeyip onun egemenliği altına girmeyen
nunda öğrencilerimize kitaplar hediye etti, kitaplarını metinler benim için en önemlisidir. Kafeste kalmaya
imzaladı. razı olmayıp bir şeyler yapmaya çalışmak en değerli
“Yazarlık aslında bir mühendisliktir. Karakterleri, olandır. Bunu yaptıktan sonra hikâyenin seni nereye
zaman ve mekânları kafada az çok tasarlayarak bi- savurduğunun bir önemi yoktur.”
nanın kabasını oluşturursun. Daha sonrasında ise Metinlerinizde sıklıkla gündelik dilin kullanımına
dekorasyon süreci başlar ve eseri süslemeye koyu- rastlıyoruz. Sizce dil ve içerik birbirine ne ölçüde
lursun.” bağlıdır?
Yazma maceranızda nasıl bir süreç izlersiniz?
“Eserlerde kullanılan dil ve içerik birbirini besler. So-
“Bana kalırsa yazmanın iki boyutu vardır. Birincisi kak ağzı olarak tabir ettiğimiz söyleyişlere her gün

10 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


rastlıyoruz. Bunları gözlemlerken bir yandan her figü- Geçmişten gelen sporcu kimliğinizin yazarlık süreci-
rü “İstanbul Türkçesi” ile konuşturmak komik olmak- nize bir katkısı oldu mu?
tan öteye geçmez ve sadece gerçekliğe vurulan bir
Hentbol antrenörlüğü yaptığım dönemde sporculara
darbe olarak kalır. Bu nedenle bu iki kavram birbiri ile
ilk söylediğim söz “Yaptığın işten keyif al.” olurdu. Ay-
işbirliği içinde olmalıdır.”
nısını yazarlıkta da uyguluyorum. Kendini keyifli bir
Sizi yazmaya iten sebep nedir? şekilde yazmak sürecine bıraktırdığım zaman verimli
sonuçlar elde edebiliyorum. Bazen bir harf yazarsınız
“Bir sporda amacın kazanmak olursa kaybetmeye
ve orada kalır. Akan suyun bir anda duvara toslama-
başladığın an zevk almayı bırakırsın. Ancak amaç spor
sı gibidir bu. Suyun yoluna devam etmesi için iki yol
yapmaksa maçın durumu ne olursa olsun her daki-
vardır: Ya aşındırıp kanyon oluşturacak ya da etrafın-
kasından haz alırsın çünkü ihtiyacın spor yapmaktır.
dan dolaşacaktır. Su, duvara gelip beklemek zorunda
Yazmak da benim ihtiyacım oldu hep. Arkadaşım ro-
kaldığında dahi bunun tadını çıkarmak gerekir. Tabi
manlarımı gizlice yayınevine yollamadan önce de ya-
bazen de su çok coşkulu akar. Böyle zamanlarda da bu
zıyordum. Eğer götürmeseydi bu on üç roman yine de
bolluğun hakkını vermek gerekir. Yazarlık süreci bun-
yazılacaktı. Bu tamamen bendeki ihtiyaçtan kaynakla-
ların hepsini kapsar.
nan bir durum.”
Eserleriniz yayınlanmaya başlanmasa dahi aynı sa- Kitaplarınızın başında bizi farklı düşünür, şair ve ya-
yıda eser verebileceğinizi söylediniz. Yine de eserle- zarlardan alıntılarla karşılıyorsunuz. Bu tercihinizin
rinizi tozlu raflara kaldırmak yerine vitrinlerde ser- özel bir nedeni var mı?
gilemek sizde bir farklılık hissi yaratmıyor mu? Bazen bölüm yazılmadan önce aklıma gelen iki satır
“En çekindiğim şeylerden biridir aslında bu. Övgüden eseri şekillendirebiliyor. Bazen de yazdıktan sonra
ve yergiden eşit derecede korktuğum söylenebilir. Öv- geliyorlar aklıma. Bu şekilde okura da farklı yönlen-
gülerle donatılıp kendimi geliştirememek ya da tam dirmeler yapabiliyorum. Eserler arası köprüler kurarak
tersi “Bu ne biliyormuş ki?” yorumlarıyla karşılaşmak farklı metinler arası yolculuklar yapmak bir okuyucu
benim için denktir. İkisini de duymaktan kaçınırım. olarak da hoşuma gittiğinden tercih ediyorum bunu.
Kendi sosyal çevrem ve mektup arkadaşlarım bana bu
konuda çok destek oluyorlar. Tüm eleştirilerini kendi
sınırlarını koruyarak dürüstçe ifade ediyorlar. Bu yolla
kendimi en verimli şekilde geliştirmeye yönelebiliyo-
rum.
Eserlerinizde gerçeklik ve fantastik ögelerin denge-
sini nasıl kuruyorsunuz?
Aslında buna ben karar vermiyorum. Metin buna ken-
di karar veriyor. Gerçek dünyada da oldukça absürt
ögelere rastlayabiliyoruz. Bunlar hayatın renkleri ol-
duğu gibi esere de renk katıyorlar. Yazarken “Ben de
bir okur olsaydım bunu seve seve okurdum.” noktası-
na geldiğim vakit benim için yeterlidir. İçimden geleni
yazdığım için” Hangisi fantastiktir?”, “Hangisi gerçek-
tir?”, “Hangisi fazla ciddi kaçar?” gibi bir kaygı gütmü-
yorum. Özetle kendi okuyabileceğim eserler vermeye
gayret ediyorum. Kendi okuyabileceğim eserlerden
kastım “sonunu bilmediğim filmlere gitmek”tir. Eser-
lerimde özellikle dikkat ettiğim nokta da budur. Ya-
zarken bir sonraki sayfada ne olacağını bilirsem onun
benim için bir önemi kalmaz.
Eserlerinizde genelde uzam olarak Ankara’yı seçti-
ğinizi görüyoruz. Bunun bir nedeni var mı?
İçimden gelerek yazdığım için çok sevdiğim Ankara’ya
istemsizce daha çok yer veriyorum sanırım. Günlük
hayatta özellikle biz yazarlar olmak üzere hepimiz bi-
rer gözlemciyiz. Gün içinde dikkat etmesek bile gör-
düğümüz her şey beynimize kodlanıyor. Ben de haya-
tımın uzun süresini Ankara’da geçirdiğim için farkında ZEYNEP AÇIKGÖZ - ECE ALEHAN 10-N
olmadan Ankara eserlerimde daha belirginleşiyor.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 11


12 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016
Parçalı Ham 14
Şairin Yanına
Nasıl Gidilir?
Ahmet Güntan

Çocukluğumda 1. Şairin yanına ona dokunup kucaklamak sonamacıyla


bir sabah yaklaş. (Yalnız (dır) ) (kimsenin dokunamadığı (dır) )
kazayla kırdığım bir zambak, (hep daha yeni reşit olan (dır) ) (uyarılan (dır) ) (bir sıkıştırma
bana makinesine ihtiyacı var (dır) )
saflığın sembolü olan genel bir zambaktan
daha fazla EFE MURAD: ben odamdayken herkes yemeğe gidiyordu,
dokunur. birileri efe’yi de çağıralım mı dedi
(odamdan duyuyorum), italyan amerikanı dedi ki
Nezval o garip bir çocuk onu çağırmayalım.

2. Onu yüceltme.
HEPİMİZİN BAKTIĞI YER sağ üstte dijital
bir saat, sağ altta haber kanalının arması, hemen altta bir
dolar bir avro dönen kaç para levhası, solda meyl adresi,
alttan dünya spor ekonomi haberleri akıyor, ortanın hemen
altında oynanan filmin alt yazıları, tam ortada ise ingilizce
olarak cengizhan belgeseli draması oynuyor.

3. Unutma ki en zayıf malzemeyi, dili kullanıyor.

4. ( şişşşt ) Şimdi o düşünüyor.


kitap-lık 107, Temmuz-Ağustos

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 13


Levent Toprak / Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Şiirsel Bilgi
Edebiyat dünyasında sanatçılar genelde bir gelene- taşımak yerine ona alelade ama genel bir bakış sun-
ğin parçası olarak eserlerini ortaya koyarlar. Kimi sa- maktadır. Bu sunum ise hitap edilen muhatap içindir.
natçılar da kendilerine göre sanat anlayışı geliştirip Öyle ki hitap edilen kişi, şair ile ilgili hem genel ve sıra-
eserlerini bu anlayışa göre ortaya koymuşlardır. Bu dan hem de tinsel yönüyle ilgili bilgi edinir. Bölümde
açıdan bakıldığında Ahmet Güntan’ın da kendine seslenen şiir kişisinin ortaya koyduğu bu malumatfu-
göre bir sanat anlayışı geliştirdiği söylenebilir. Ahmet ruşluk bir örnek ile de desteklenmektedir. Ancak bu
Güntan’ın “Parçalı Ham / Şairin Yanına Nasıl Gidilir” örnekleme yine geleneksel şiir anlayışının çok dışında
adlı şiiri bu anlamda farklı bir form ile kendini göster- bir örneklemedir. Gerçek hayatta var olan bir şahıs, bir
mektedir. Metin/Şiir, bir yönerge niteliğinde ve kolaj şairin üzerinden/dilinden verilen bir örneklemedir ki
formunda yapılandırılmıştır. Bu yapı, kendini hemen bu örnekleme de seslenen şiir kişisi, şairi konuşturur,
başlıkta göstermektedir. Şiirin başlığı bir cümle niteli- ona bir anekdot anlattırır.
ğindedir ve yönerge/bildirme anlamı taşımaktadır. Bu
seçim şiir/metin boyunca tüm kesitlerde/bölümlerde “EFE MURAD: ben odamdayken herkes yemeğe gidi-
devam ettirilmektedir. yordu,

Metin/Şiir, şairin yanına nasıl gidileceğinin yol ve yön- birileri efe’yi de çağıralım mı dedi
teminin yönergesini bildirmek üzerine kurgulanmış-
(odamdan duyuyorum), italyan amerikanı dedi ki
tır. Metinde bu amaç gerçekleştirilirken, bir seslenen
şiir kişisi, bir de hitap edilen kişi vardır. Ancak metne o garip bir çocuk onu çağırmayalım.”
dahil edilen anekdotta başka kişilere de rastlanmak-
tadır. Metinde/Şiirde, geleneksel şiir formundan fark- Bu tutum metni yaşanmışlığı açısından hem daha sa-
lı bir form; şiir dilinden farklı bir dil kullanımı tercih hici kılmaya yaramakta hem de seçilen anlatım tekniği
edilmektedir. Metnin formu, yönerge niteliği taşıyan açısından geleneksel şiir dilinden uzaklaşmasını sağ-
bir kolaj hissi uyandırmaktadır. Her bir parça numara- lamaktadır. Bu iç metin/anekdot, içinde gerçek bir şai-
lanmıştır ve farklı bir niteliktedir. 1’den 4’e kadar nu- rin konuşuyor oluşu (Efe Murad 1), ve parantez içinde
maralanan kısımlarda sırasıyla tanıtım cümleleri ve bir verilen “odamdan duyuyorum” cümlesi, ilk kesitte bil-
anekdot, bildirme cümlesi ve bir betimleme, yine arka dirilen şairin “yalnız”lığını “kimsenin dokunamadığı”nı
arkaya tanıtım ve bildirme cümleleri yer almaktadır. desteklemekte ve bir işlevi yerine getirmektedir. Bu
Bu durum metni geleneksel/klasik şiir formundan çı- tutum da hem şiirin kurgusu ile sahihliğini/gerçekliği-
karmakta ve farklı bir yere konumlandırmaktadır. ni/hayatın içinden olma özelliğini pekiştirmekte hem
de şiirin poetikasına katkı sunmakta ve güçlendirmek-
Şiiri/Metni farklı kılan temel üç nitelik öne çıkmakta- tedir: Gösterme, sunma, sergileme.
dır: Kurgusunun “kolaj” niteliği taşıması, dilinin klasik
şiir dili değil “konuşma dili” olması, somut bir ger- Şiirin birinci kesiti olan 1 ile numaralanmış kısımda
çekliği “bildirmesi”dir. Tüm bu yönleriyle metnin inşa “-dır” eki her bilgi cümlesinden sonra kullanılmak-
edildiği/“yapı”landığı gözlenmektedir. Böylece metin/ tadır. Gösterme ve bildirme anlamı katan “-dır” eki
şiir, dize anlayışının, şiirsel dilin, imgesel ve sanatsal metni tanım cümlesi ya da bildirme cümlesi haline
anlatımın, ahengin yönlendirdiği geleneksel şiire kar- getirmektedir. Bu tutum metnin geleneksel şiirin im-
şıt bir noktada konumlanmıştır. geselliğinden uzaklaşmasını sağlamaktadır ve metni
geleneksel şiir formundan çıkarmakta ve tanıtan, yan-
Şiirin birinci kesiti olan 1 ile numaralanmış kısımda sıtan metin haline getirmektedir. Bu -dır ekinin paran-
emir ve bildirme cümlelerine yer verilmiştir. Bu, ses- tez içinde verilmesinin nedeni onların ahenk sağlayan
lenen şiir kişisinin, seslenilen şiir kişisine bir hitabıdır. bir işlevden çıkarma isteği olabilir.
Onu bilgilendirmeye amaçlamakta ve bir yönerge
niteliği taşıyor. Bu yönergede verilen bilgiler şair ile Şiirin ikinci kesiti, birinci kesitte olduğu gibi yine bir
ilgili soyut ve somut karışık verileri/bilgileri içermek- bildirme cümlesi ile başlar. “Onu yüceltme”. Seslenen
tedir. Şairin belirli bir yönüne genel bir bakış niteliği şiir kişisi şairin yüceltilmemesi gerektiğini söylerken

14 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


onun herhangi bir insan oluşuna vurgu yapar ve in- cü ile her okuyanın zihninde yeniden üretilmekte ve
sanlar ile şair arasındaki ilişkiyi normale çevirmek is- farklı bir forma kavuşmaktadır. Geleneksel şiirde bu
ter gibi bir amacı varmış hissi uyandırmaktadır. Metin, durum kendini biteviye göstermektedir. Metin ise şa-
kurgunun genelinde şaire yönelik böyle bir amacı irin bu dili kullanıyor oluşunu olumsuzluyor olabilir
taşıyor hissi vermektedir: “Şair, sıradan biridir ve onu ki bu tutum, metnin kendi kurgusu ve dil kullanımı-
farklı bir yere konumlandırmamalıyız.” na da uygun görünmektedir; çünkü metin, imgesel,
göndergesel bir dil ile kaleme alınmamıştır. Aksine
Kesitte verilen betimleme de bunu destekler nitelik- bildirme kipleri ile ve yönerge cümleleri ile yapılan-
tedir. c dırılmıştır. Metinde şairin düşünmesi bölünmemesi
“HEPİMİZİN BAKTIĞI YER sağ üstte dijital gereken önemli bir eylem/etkinlik olarak sunulmakta-
dır. Bu nedenle de geleneksel şiirde görmediğimiz bir
bir saat, sağ altta haber kanalının arması, hemen altta seslenme ünlemi ile verilmiştir: ( şişşşt ). Bu yaklaşım
bir dilsel olarak metnin günlük konuşma dilini destekler-
ken, anlamsal olarak da şaire şiirdeki genel atmosferin
dolar bir avro dönen kaç para levhası, solda meyl ad- aksine özel bir yaşam alanı ayırma izlenimi vermekte-
resi, dir. Ancak bu cümlede yine metnin/şiirin poetikasına
alttan dünya spor ekonomi haberleri akıyor, ortanın uygun bir şey görünmektedir: anlam ve yapılandırma.
hemen Anlam ve yapılandırma ile düşünme birbirini tamam-
layan, birbirine koşut olan durumlardır. Metinde sözü
altında oynanan filmin alt yazıları, tam ortada ise in- edilen şairin düşünmesini, gerçeklikle örtüştürürken;
gilizce geleneksel şairin “ilham”ına karşılık bir eylem ve tu-
tum olarak düşünülmüş olabilir.
olarak cengizhan belgeseli draması oynuyor.”
Metne/şiire bütüncül bakıldığında, metnin gelenek-
O, herkes gibi televizyon izlemekte, herkes gibi sıradan sel/klasik şiirden çok farklı olduğu görülmektedir. Şii-
şeyler izlemektedir. Ancak bu sıradanlıkta şairin bilin- rin isminin aynı zamanda “parçalı ham” oluşu, şiirin ya-
cini de göstermektedir. Herkesin baktığı yere, gerçek pısına vurgu yapar gibidir. Şiir/metin kolaj tekniği ile
yaşamın aktığı, gösterildiği televizyona bakmaktadır. kaleme alındığından parçalı; geleneksel şiir diline yani
Herkes gibi bakmaktadır. Bir şair olarak o da insanlar imgeye, söz sanatlarına, ahenge yer verilmediğinden,
gibi gerçek haberlere, gerçek belgesele bakmaktadır. dili birincil anlamıyla kullandığından ham adını almış
Şiirde yer alan bu içmetinde/anekdotta gösterilen/su- olabilir. Yani bu şiir bir Divan şiiri gibi bütüncül, yek-
nulan şair; gerçeğin peşinde olan, gerçekten beslenen pare bir yapıya ve imbikten süzülmüş, haddeden geç-
bir şairdir. Bu özellikleriyle o, metnin/şiirin poetikasına miş bir dile sahip değildir ki böyle düşünüldüğünde
uygun/paralel bir şair kimliği sunmakatdır: Gösteren, adının parçalı ve ham olması akla daha yatkın gelebi-
sunan, sergileyen metin ve yine gösteren, sunan, ser- lir. Aynı zamanda bu şiir/metin, yapısı ve dili ile Hilmi
gileyen şair.
Yavuz’un “Şiir yapılan bir şeydir.” (2) sözünün pratiğe
3 ve 4 numaralı kesitler de birinci kesit gibi bildirme dökülmüş halini yansıtmaktadır.
cümlelerinden oluşmaktadır.
Dipnotlar:
“3. Unutma ki en zayıf malzemeyi, dili kullanıyor. / 4. ( 1. Efe Murad:1987 yılında İstanbul’da doğdu. Liseyi Robert Kolej’de
şişşşt ) Şimdi o düşünüyor.” okudu. Princeton Üniversitesi’nde felsefe ve siyaset bilimi okudu.
Halen Harvard Üniversitesi Tarih ve Ortadoğu Çalışmaları doktora
Hitap eden kişi, muhatabı olan seslenilen kişiyi hem programına devam etmektedir. Cem Kurtuluş’la birlikte Adam Sa-
bilgilendirmekte hem de şiirin sonunda uyarmak- nat dergisinde Madde Akımı Manifestosu’nu (Mayıs 2004) yayım-
tadır. Bilgilendirme şairin kullandığı dil konusunda ladı. Şair Ahmet Güntan ile şiir fanzini Cehd’i(2006) çıkardı. Türkçe-
yapılıyor. Şairin kullandığı dilin zayıf olduğunu söy- de yayımlanan beş şiir kitabının yanı sıra, İranlı şairler M. Âzâd ve
Ferîdûn-i Muşîrî ile Pulitzer Ödüllü Amerikalı şair C. K. Williams’tan
lemesi -ki bunu kendinden emin bir üslupla yapmak- yaptığı çevirileri kitap olarak yayımladı.
tadır şiir kişisi- dilin çağrışımsal anlamına yaptığı bir
olumsuz vurgu olabilir. Çünkü dil , imgelem gizilgü- 2. Hilmi Yavuz, Edebiyat Üzerine Makaleler, Şiir ve Logos, s.133

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 15


MERİH DENİZ TÖRÜNER /9-O

Sonsuzluğun Başlangıcı

“Okulumuz Lise kısmı 9- O sınıfı öğrencisi Merih İstemek de hayallerin gerçekleşmesinde başlı başına
Deniz Törüner küçük yaşlarda başlayan yazma bir etkenmiş. Benim hayallerimi başlatan ilk kitabım
macerasının ürünlerini “Sonsuzluğun Başlan- da böyle çıktı işte.
gıcı” adlı bir kitapla yayınladı. Yaşamın çeşitli İlkler belirleyicidir hayatta. Bir bakınca geriye, anlıyor
anlarını, deneyimlediği kimi halleri yazıya dö- insan. İlk gülücükle başlar soluk alıp veriş. Son gülü-
ken Merih Deniz kendi “pencere”sinden bizlere cük ise yaşamın sonuna konmuş tek noktadır. Kalemi
türlü manzaralar gösteriyor.”

“Doğallık her zaman kazanır.” Beni bu söz cesaretlen-


dirdi. Doğal görününce ve doğal davranınca her şey
olurmuş. Hayaller gerçekleşir, isteklere kavuşulurmuş.
Amaç, her zaman kendin olup içinden geldiği gibi
yazmakmış. Gerçeklerden de uzak kalmak insanı ba-
zen rahatlatırmış. Benim de amacım gerçeklere bağlı
kalmayıp havada uçmak oldu. Bazen sonsuzlukta sü-
zülmek kalemimle birlikte, bazen de bir bulut oluştur-
mak yazdıklarımla. Belki de o bulutlar kitaba dönüşe-
cek zamanla.
O zaman kitabının içine, bir parçanı saklarsın. Duy-
gularını, hayallerini… Sonra yavaş yavaş büyümeye
başlar, tıpkı bir bebek gibi. İlgiye ihtiyacı vardır her
zaman. Çoğu gece kalkıp yanı başında beklersin en-
dişelenerek. Sonra da bir hayat arkadaşı olarak çıkar
karşına.
Belki de bu yüzden en büyük hayalimdi kitap çıkart-
mak. Çoğu zaman bana erişilemeyecek gibi gelse de
bu hayal, hiçbir şey üzerine dokunulamayacak kadar
uzak değilmiş aslında. Onun uğruna uykusuz kalmak,
onun için yorulmak şartmış sadece.

16 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


hiç bırakmamak gerek aslında, hayallerin bitmemesi
için. Önemli olan da yarattıklarımız ve ortaya koyduk-
larımızdır zaten.
Eserlerimiz tamamlayıcımızdır adeta. Bir şey çıkart-
mak uğruna bütünleşiriz kalemimizle. Onsuz yaşaya-
mayız. Ve martısız… Ve denizsiz… İstemeden, keşke
demeden duramayız.
“Başarmak için başlamak gerekir, bitirmek içinse de-
vam etmek...” Ben de öyle yaptım… Hayallerimi, dü-
şüncelerimi, alışılmışın dışına çıkarak sergilemeye ça-
lıştım.
Gözünü açtı. O minnacık gözlerini… Bir boncuğu
andıran o gözlerini açtı. İlk bana baktı ve onunla işte
böyle tanıştık. Bir tebessümle… Minik ama umut dolu
gülücüklerle birbirimizi tanıdık.
İlk gördüğümde benimsedim onu, bütün kalbimle,
bütün yüreğimle… Bir parçamdı o benim. Ve ona ih-
tiyacımın olduğunu anladım. Gülmek, sevmek, zevk
almak için ihtiyacım vardı. Hayatın ellerini tutabilmek
ve hayallerimi de yaşayabilmek için… Haklıymışım
da… İlk bana gülümsedi, ilk benim ellerimi tuttu, ilk
bana seslendi… Ve en önemlisi ilk bana yardım etti.
Hem de hiç yılmadan bugüne kadar. Özgür kıldı beni
aslında. Çıkmaz sokaklardan çıkabilmemi, gün bitti-
ğinde ise yeniden başlayabilmemi sağladı. “Kötü” ke-
limesinin ağzımdan çıkmasına izin vermedi. Her şeyi
sevdirdi ve her aksiliğin de bir iyi yanı olduğunu gös-
terdi bana… Hayata nasıl olumlu ve iyimser bakılabi-
lineceğini de…
O yumuşacık saçlarını okşamam beni her zaman fark-
lı bir başlangıca sürüklüyordu adeta. Yeni resimlere,
yeni sorulara, yeni sevdalara… Ve hepsi de mutluluğa
götürüyordu beni.
Bundan sonra her gün böyle mi geçecekti? Yoksa yeni
günlere daha mı çok ihtiyacımız olacaktı? Henüz yo-
lun başındaydık çünkü. Biraz korkuyorum sanırım.
Hayallerin gerçekleşmesi uzun sürer aslında. Bana sen
öğrettin bunu. Ama biz büyüdükçe kaldırım taşları
beni ürkütmeye başladı. Hayata yeniden başlamak
mücadele etmek miydi acaba? Yoksa sevdiklerimiz-
den uzaklaşmak mı?
Bugüne kadar nasıl geldiysek öyle mi devam etme-
liyiz? Ya da nasıl bir başlangıç yapmamız gerekir? Bu
başlangıç, sonsuzluğun başlangıcı da olabilir, bir so-
nun başlangıcı da… Denemeliyiz sadece. Deneme-
den kim bilebilir ve kim öğrenebilir ki geleceği?
Sen kararlı gibisin hayatı yaşamaya ve yeni bir başlan-
gıca. Gözlerindeki ifade böyle söylüyor. Ancak ben,
yanımda olsan da hazır değilim bu yolculuğa.
Ne sonsuzluğa ne de onun başlangıcına…

DOĞA ULUS-SELİN YALMAN 9-E

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 17


IŞILSU GÜNDOĞAN -YAĞMUR CİMŞİT 11-Ş

18 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


AYŞE ECE ASLAN / 11-C

Tükenmez Dolmakalem Doldurulur,


Kırılmaz Cam Tamir Edilir
Yüzyılında İkiye Kırılmış Bir Şeyin
Bir Parçası Konuşsaydı
Özdemir Asaf

Gülelim, varsın olmasın iten. Varsın olmasın çeken, aralarında.


Bak alıştık, gülüyoruz, Gözlerimizin içine bakalım.
İnelim merdivenlerden. Boyuna unutalım.
Bizi bekleyenler, bizi konuşanlar Bilinen bir şey kalmasın ortada.
Yakınlaştığımızı görsünler Bizi bekleyenler, bizi konuşanlar
Aralarında Yakınlaştığımızı görsünler
Aralarında.
Biz biliyoruz, ama söylemeyoruz.
Onlar da biliyor.
Bakmayanlar durmasın görenlerin yanında.
Ama belli ediyorlar bildiklerini.
Dolaşalım yan yana,
Birincisi böyle sürsün, ikincisi.
Bir daha gelmeyecek, biliyoruz. İkiye kırılmamış bir şey gibi,
Biz biliyoruz olmadığını, ama var demeyoruz. Aralarında.
Onlar da biliyor ikincisini,
Hem olduğunu sanıyorlar Olmadığımızı bilerek anlaşalım olmakta.
Ama yok demeyorlar ona. Konuşalım, gülelim, yanılalım,
Darılıp barışalım.
Biz bırakalım bunları, Birincisi böyle sürsün dışında.
İnelim merdivenlerden. Yaşayormuş gibi yapalım.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 19


Şiir Eleştirisi

“TÜKENMEZ DOLMAKALEM
DOLDURULUR, KIRILMAZ CAM
TAMİR EDİLİR YÜZYILINDA İKİYE
KIRILMIŞ BİR ŞEYİN BİR PARÇASI
KONUŞSAYDI” HAKKINDA
İnsan, biyoloji ve psikoloji bilimlerince sosyal bir canlı eden “merdiven” sembolüdür. Merdiven, şiir kişisince
olarak nitelendirilir. Bu kavram, insanın toplumsal ha- toplum ve kendisi arasındaki bağın tekrar kurulması
yat içerisinde başka bireyler ile uyum içerisinde yaşa- için aşılması gereken yolu sembolize ederken “merdi-
ma ihtiyacını anlatmak için kullanılır ancak zamanla venlerden inmek” imgesi takip eden dizelerle bir bü-
değişim gösteren toplum ve insan yapısı “bireyselleş- tün olarak incelendiğinde birleşme, yakınlaşma çağrı-
me” yönünde ilerlemiş, bu bireyselleşme de bazı nok- şımlarını doğurmaktadır.
talarda bu iki olgu arasında çatışmalara neden olmuş,
bireyi diğerlerinden, içinde yaşadığı toplum yapısın- Dil anlatım ve biçim açısından incelendiğinde şiirin
dan ayrıksı bir hale getirmiş, başka bir deyişle onu Cumhuriyet Dönemi şairlerinden olan Özdemir Asaf
“farklı”laştırmış, ayrıksılaştırmıştır. Özdemir Asaf’ın tarafından, dönemin biçimce ve dilce sadelik ilkesine
“Tükenmez Dolmakalem Doldurulur, Kırılmaz Cam Ta- uygun yazıldığı görülür. Çoğu Modern Edebiyat örne-
mir Edilir Yüzyılında İkiye Kırılmış Bir Şeyin Bir Parçası ğinde olduğu gibi bu şiirin de kurallı veya belirli bir
Konuşsaydı” adlı şiirinde de bireyin, toplumun genel nazım birimi, ölçüsü, uyağı ya da redifi yoktur. Şiir dize
kabulünün zıttı bir algı ile hareket etmesinin kişide sayıları birbirini tutmayan dört bentten oluşmuş uyak
yarattığı mutsuzluk ve ümitsizlik duygularına rağmen veya rediflerin bir ahenk unsuru olmaktan çok denk
hayatını devam ettirmek için o topluma en azından gelen biçimce rastgele, anlamca uyum içerisinde harf-
görünüşte uyum sağlaması gerektiği yargısı şiirsel bir ler, heceler, sözcükler olduğu görülür. İmge ve sembol
ifade biçimi ile dile getirilmektedir. gibi okuyucuyu düşünmeye yönelten edebi sanatla-
rın kullanılması ve biçimden çok içeriğin ön planda
Şiirin başlığından da anlaşılacağı üzere birinci tekil kişi tutulması metni, döneminin şiir anlayışıyla uyum
olan şiir kişisi, ikiye kırılmış bir şeyin bir parçasıdır ve içerisinde gösterse de Asaf’ın kendine has biçemi ve
“sen” olarak seslenilen ve genel olarak kendisiyle “biz” tercih ettiği temalar bu şiiri herhangi bir akımın ürünü
ifadesiyle kurulan bir bütünlük içerisinde olan kişiye olmaktan çıkarır. Yine ünlü daralmasının bazı sözcük-
seslenmektedir. Şiirde sen kişisinin varlığı hakkında lerde (demeyoruz vb.) ihlal edilmesi şairin özgün dil
herhangi bir ipucu bulunmamaktadır ama “ben” ile kullanımının göstergesidir. Asaf’ın çokça tercih ettiği
arasında “biz” adılı ile kurulan bağlılık ve şiirin başlı- üçüncü bentteki “çeken” gibi çok anlamlı sözcükler şi-
ğında da verilen parça/bütün ilişkisi okura bu iki ki- irden çıkarılacak anlamların çeşitliliğini artırmaktadır.
şinin tek bir kişi olduğunu düşündürmektedir. Bu dü-
şünce Asaf’ın genel şiir anlayışı ile uyum içerisindedir. Şiir içerik bakımından incelendiğinde birinci ve üçün-
Şiirde, şiir kişisinin ağzından doğrudan aktarılan bir cü bentler anlamca benzerlik gösterirken ikinci ve
zaman ve uzam olmamakla birlikte zaman, şiirin baş- dördüncü bentler konuca ortaklık içerir. Şiirde üç fark-
lığında “tükenmez dolmakalem doldurulur, kırılmaz lı kişi algısı vardır: şiir kişisi (ben), “sen” ve “onlar”. Onlar
cam tamir edilir” yüzyılı olarak karşıt bir ifade ile oku- olarak belirtilen grup, şiir kişisince “Bizi bekleyenler,
yucuya aktarılır. Batı edebiyatında “oksimoron” olarak bizi konuşanlar” olarak nitelendirilen ve merdivenin
tanımlanacak bu ifade şiir kişisinin ayrık ve eleştirel aşağısında bulunan toplumun simgesidir. İkinci pa-
duruşunun da bir göstergesidir. Uzam açısından şiirde ragrafta da belirtildiği üzere merdiven şiir kişisinin
yer bildiren tek sözcük şiirin farklı bölümlerinde tekrar toplumla arasındaki aşılması gereken yoldur ve bu

20 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


ifade birinci ve üçüncü bentte yinelenmektedir. Bu
nedenle birinci ve üçüncü bentler onun içinde bulun-
duğu yalnızlığı gidermek için şiir kişisini “onlar”a “iten”
veya “çeken” bir ilgi ilişkisi veya benzerlik olamasa dahi
mutluluğu yakalamak için kişinin toplumun arasına
karışması gerektiğini anlatır. Bu birleşme süreci an-
cak sahte gülüşler, zihindekileri ve geçmişi unutma,
sen ve benin birleşmesi ve en sonunda şiir kişisinin
dördüncü bentte anlatılan toplumdan farklı olma ne-
denlerinin açıklaması olan “bilinen şey” kavramının
görmezden gelinmesi veya bu konuda uzlaşıya varıl-
ması yoluyla olur. Toplumu “onlar”, şiir kişisi ve “sen”i
biz yapan bu bilinen şeye olan yaklaşımlarıdır. “Biz bi-
liyoruz, ama söylemiyoruz/Onlar da biliyor./Biz biliyoruz
olmadığını, ama var demeyoruz./Onlar da biliyor ikin-
cisini,/Hem olduğunu sanıyorlar,/Ama yok demeyorlar
ona.” bu karışık bilmek ve dillendirmek ile ilgili dizeler
iki kutup arasındaki farklılığın kaynağıdır. Bilinen şey
bu noktada varlık evreninin ve idealler evreninin var-
lığı veya yokluğudur. Şiir kişisine göre herkes “birinci”
olarak nitelendirilen varlık evreni hakkında nerdeyse
aynı fikirdedir, farklılıklarının nedeni ideallerin ger-
çekliği veya gerçekdışı olmasıdır. Şiir kişisi “biz”in bu
evrenin var olmadığını bildiğini ama bunu kelimelere
dökemediğini çünkü toplumdakilerin her ne kadar
bu evrenin var olmadığını bilseler de idealara inan-
mayı devam ettiklerini ve onu bu düşüncesi nede-
niyle farklılaştırdıklarını bu bentte bu dizelerle anlatır.
Toplum süregeleni değiştirmekten kaçınmaktadır. Şiir
kişisinin bu noktada topluma eleştirel ve yüksekten
bir bakış açısıyla yaklaştığı üslubundan anlaşılır. O
merdivenlerden aşağı inen kişidir. Ona göre toplum
bu noktada ikiyüzlü ve korkaktır. Dördüncü bentte
ise topluma “Olmadığımızı bilerek anlaşalım olmakta.”
dizesiyle uzlaşı çağrısında bulunur, çünkü şiir kişisinin
varlık anlayışına göre sadece bir kez yaşanır ve bu ya-
şamın anlamlı ve değerli kılınması için maddi dünya-
nın “konuşma, gülme, yanılma, darılma ve barışma”
gibi öğeleri ölümden önce tadılmalıdır ancak uzlaşı
sonucu varılan bu noktada bile şiir kişisi hala susmak
durumunda kalmakta ve ancak “Yaşayormuş gibi” ya-
pabilmektedir.

Özdemir Asaf, “Tükenmez Dolmakalem Doldurulur,


Kırılmaz Cam Tamir Edilir Yüzyılında İkiye Kırılmış Bir
Şeyin Bir Parçası Konuşsaydı” şiirinde varoluşçu anlayı-
şın idealist bir toplumdan dışlanışını, toplum ve birey
çatışmasının bireye hissettirdiği olumsuz duyguları ve
bireyin topluma hiçbir zaman -düşüncelerini değiştir-
medikçe- tam olarak katılamayacağını anlatır. Bu nok-
tada kişi ancak sahte bir kimlikle toplumda var olabilir.
Şiirin konusu ve iletisi, şairin dönemiyle değerlendiril-
diğinde ise Asaf’ın dönemine uygun yalın eseri, döne-
minin dışında evrensel bir ileti içermektedir.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 21


ECE HAŞEMOĞLU - İREM ŞİMŞEK - YASEMİN AKATA - AYLİN SU SOYBAY 9-K

22 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


SENA ERDEN / 11-O

istanbul
şehri
ağlıyor
Attila İlhan

şimdi gökler mecnun rüzgâr yolcu bulutlar merhaba mahkûmlar kelepçeliler


şimdi yürek sarhoş kağıt sarhoş kalem sarhoş yumruklarınız koparılmak istemez hayat kavgasından
minareler elpençe divan durmaktan usanmış yalnız sen yağma yağmur vurma kalbime kalbime
mavi yeşil neon lâmbaları bir sönüp bir yanıyor bulutlar seni almasın karanlık kana girmesin
son tramvaylar fren çözüp uykuya doğru uzamış çıkmış bir yol sefere çıkmaz olası rüzgâr
ve iliklerine kadar geçmiş efkâr şimdi bütün türkiye bir anne gibi uyumuş
istanbul şehri ağlıyor
ah benim anadolu’m ah benim türkiye’m
ben mehtabı içmişim gökyüzü içime akmış yarana merhem olsam gözlerimi sürsem
onlar anadan üryan ansızın karşıma çıkmışlar bu çocuklar merinos fabrikası’nın işçileri bursa’dan
bir hayal bir rüya gibi gelip elimi sıkmışlar bunlar kömür kesilmiş kalbini söker yeraltından
kimisi feshane’den kimisi Beykoz fabrikası’ndan söndürme lâmbamı rüzgâr bulutlar beni almasın
gözleri nemli değilmiş ama galiba açmışlar kaldırımlar dinleniyor başını toprağa koymuş
bu kan mıdır kızılcık mıdır mum gibi veremliler ne zincirler örmüşüz gözyaşlarından
ölüm gezer gölgeniz misâli arkanızdan bırakın İstanbul şehri kana kana ağlasın

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 23


Şiir Eleştirisi

Sefalet
İnsanlar, tarih boyunca toplumlar oluştururarak ya- engelleyecek tek şeyin, “inanç”ın da tükenmesidir.
şamlarını sürdürmüştür. Oluşturdukları toplumlarda “Minareler el pençe divan durmaktan usanmış” dize-
bir yer edinmeye, bunun bir parçası olmaya çalışmış- siyle koşulların değişeceğine karşı olan inancın, dine
larsa da kimi bireyler kendilerini toplumun güzellikle- sığınmanın da sona erdiği görülmektedir.
rinden, acılarından soyutlamayı tercih etmişlerdir. Bu
soyutlanma adeta bireyin toplumsal sorunlardan bir Şiirde yer alan uzam betimlemeleri bozulmanın
kaçışıdır. Attila İlhan’ın İstanbul Şehri Ağlıyor şiirinde yansımaları olarak kurgulanmıştır. “Mavi yeşil neon
de şiir kişisinin kendini bulunduğu toplumun aksak- lambalar” dizesinde yer alan doğaya ait mavi ve ye-
lıklarından, yani sosyal sınıf farklılığından, yoksul- şil renklerinin “neon” sözcüğüyle nitelenmesi bozul-
luğundan ve sefaletinden soyutlaması anlatılmıştır. manın, yapaylaşmanın bir göstergesidir. İnsanların
Şiirde tercih edilen isyankar dil, İstanbul uzamına ait “gözü yaşlı”, “aç”, “veremli” biçiminde betimlenmesi bu
betimlemeler bu soyutlanma durumunun okuyucuya değişimin ve bozulmanın kişi üzerindeki etkisini gös-
yansıtılmasında etkili olmuştur. termektedir. Şiir kişisinin gözlemlediği bu durumlar
onun üzülmesine neden olmaktadır. Şiirin üçüncü an-
Şiirin bütününe betimlemelerle hakim olan İstanbul latımsal kesitinde uzam betimlemeleri devam etmiş,
uzamı; canlılığıyla, eğlenceleriyle, tarihiyle, kalabalık- “karanlık”, “yağmur”, “rüzgâr” gibi hüznü ve mutsuzlu-
lığıyla güzellikler şehridir. Bu şehir görünen pek çok ğu çağrıştıran sözcüklerle aynı duygu durumu devam
güzel yönünün dışında aynı zamanda sefaletiyle, yok- ettirilmiştir.
sulluğuyla, sınıf farklılıklarıyla acıların da şehridir. Bu
durum şiirin başlığında da dikkati çekmekte, başlık ile Şiirin ikinci anlatımsal kesitinde şiir kişisinin içinde
içerik arasındaki uyumun bir kanıtı olmaktadır. “İstan- bulunduğu duygu durumu toplumsal sorunlar bağla-
bul” ile şiirin uzamı, “şehir” ile İstanbul toplumu, “ağlı- mında ele alınmıştır. Anlatıcı konumundaki şiir kişisi-
yor” sözcüğünün esenliksiz çağrışımlarıyla da hüzün nin duygularının dile getirilişine hakim olan ben diline
ve mutsuzluk okuyucuya hissetirilmektedir. İstanbul karşın onun toplumsal sorunlardan soyutlanamadığı,
toplumu sefaletinden, sorunlarından, sosyal eşitsizlik- bozulmaya karşı kayıtsız kalamadığı görülmektedir.
ten bir hüzün duyarak ağlamaktadır. “Mehtabı içmişim gökyüzü içime akmış” dizesinde şiir
kişisinin şehrin sorunlarının farkında olduğu ve bun-
Şiirin birinci anlamsal kesitinde şair, zaman bağlamın- dan dolayı derin üzüntü duyduğu görülmektedir. Bu
da uzamı betimlemiştir. “Şimdi gökler mecnun rüzgâr dizede kullanılan “mehtap” sözcüğü şiirin bütününe
yolcu bulutlar” dizesiyle “gökler” bir âşığa; “rüzgâr” ise hakim olan “gece” zamanının bir kanıtıdır. Şiirde seçi-
bir yolcuya benzetilmiştir. Şiirin ilk sözcüğü olan ve len bu zaman dilimi, kötülüklerin ve bozulmanın şehir
şiir boyunca birkaç kez tekrar edilen “şimdi” sözcüğü, uzamında en iyi gözlemlendiği andır. Ancak mehtabın
uzamda olan bir değişimi göstermektedir. Söz edilen ortaya çıkardığı bu kötü durum şiir kişisini derinden
zamana hâkim olan olumsuzlukların geçmişte olma- etkilemektedir. Şiir kişisi dışında şiirde yer alan ikin-
dığını düşündürmesine karşın geçmişteki yaşam yani ci kişi ise “onlar”dır. Bu adılla ifade edilen kişiler ise
“eski” İstanbul şiirde hiç yer almamıştır. İstanbul toplumudur. Toplumun “anadan üryan” sö-
züyle nitelenmesi, masumluğun ve aynı zamanda
Şiir kişisi, değişen uzam koşullarına karşın kendini yoksulluğun bir göstergesidir. Şiir kişisinin toplumun
çaresiz hissetmektedir. “Yürek”, “kâğıt” ve “kalem”in durumuna karşı olan bilinçlenmesi ise ”bir hayal bir
sarhoş olması şiir kişisinin şehrin düzeni karşısındaki rüya gibi gelip elimi sıkmışlar” dizesinde görülmekte-
çaresizliğini ve bunun yol açtığı üzüntüyü simgele- dir. Toplumun yer aldığı uzamların “feshane”, “beykoz
mektedir. Bu çaresizliğin ortaya çıkmasının nedeni fabrikası” olması “onlar”ın sosyoekonomik koşullarını
ise şiir kişisinin sığınabileceği, umudunu yitirmesini göstermektedir. Acılarını dışa vurmayan işçi sınıfının

24 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


gerçeği “gözleri nemli değilmiş ama galiba açmışlar”
dizesiyle okuyucuya yansıtılmıştır. İşçi sınıfı yoksulluk
ve sefalet içinde yaşamını sürdürmekte, düzene karşı
ayakta kalmaya çalışmaktadır. “Bu kan mıdır kızılcık
mıdır mum gibi veremliler” dizesinde isçi sınıfının ne
kadar zor koşullar altında hayatlarını sürdürdükle-
ri ifade edilmiştir. İşçi sınıfının “mum gibi veremliler”
biçiminde betimlenmesi onların elverişsiz koşulların
neden olduğu hastalıklara ne kadar yakın olduğunu
göstermektedir. Kesitin son dizesi olan “ölüm gezer
gölgeniz misalı arkanızdan”la işçi sınıfının ölüme olan
yakınlığı anlatılmıştır. Toplumun olumsuz koşullarla
olan mücadelesi şiirin üçüncü anlatımsal kesitinde
yer almaktadır. Anlatıcı konumundaki şiir kişisi “mer-
haba mahkûmlar kelepçeliler” dizesiyle toplumun bir
başka kesimine “mahkûmlara” seslenmektedir. Bu aynı
zamanda düzene “mahkûm” olanlar olarak da yorum-
lanabilecek bir dize olarak şiirde yer almaktadır.

Şiirin ikinci anlamsal kesitinde ise birinci kesitte belir-


lenen koşullara karşı bir çözüm arayışı yer almaktadır.
“Ah benim Anadolu’m ah benim Türkiye’m” dizeleriyle
şiir kişisi kendini toplumun bir parçası olarak gördü-
ğünü, memleketin durumu karşısında hüzünlendiğini
göstermiştir. Şiir kişisi “yarana merhem olsam gözle-
rimi sürsem” dizesinde görüldüğü üzere toplumun
acılarına karşı duyarsız kalmadığını, topluma yardımcı
olmak isteğindedir. Şiirde “bu çocuklar merinos fabri-
kasının işçileri Bursa’dan” dizesi gibi somut örneklere
yer verilmesi, şiirde ele alınan konunun daha gerçekçi
bir bakış açısıyla okuyucuya yansıtılmasını sağlamıştır.

Birey, parçası olduğu toplumun olumsuzluklarını


görmezden gelemez. Ancak düzeni değiştirmek çok
için üzülmesi sorgulanması ve çözüm arayışında bu-
lunması bireyde bulunması gereken bir özelliktir. At-
tila İlhan’ın İstanbul Şehri Ağlıyor adlı şiirinde de şiir
kişisinin kendini toplumdan soyutlamaya çalışması,
ancak bunu başaramayarak ”onlar” diye nitelendirdi-
ği işçi sınıfının sorunlarına çözüm arayışı anlatılmıştır.
Toplum koşullarının, uzamdaki olumsuz değişimin şiir
kişisi üzerindeki etkisinin daha iyi yansıtılması için şiir-
de sıkça betimlemelere yer verilmiştir.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 25


ALARA GÜNEL 12/E

Kısa Öyküye Bakış


“Edebiyatın bir sanat alanı olarak giderek po- henüz gelişme aşamasındaki, otomatizme kilitlenme-
pülaritesini yitirdiği bir çağın içinden geçiyoruz. miş ancak kültürel bağlamda da belli bir gelişmişlik
düzeyini aşmış tüm toplumlar için geçerli olduğu ka-
Yazınsal türler sürekli kan kaybediyor. Görsellik,
nısındayım.
sanat alanlarının kimliğine damgasını basıyor.
İnsanın zirveye ulaştığı, daha ötesinin olama- Metropolleri, kentleri, dar zamanların bunalmış, sıkış-
yacağı görüşünden yola çıkılarak ‘‘yazar öldü’’, mış insanı, insan ilişkilerini en yoğun ve derinlikli an-
latabilecek tek yazınsal tür çünkü kısa öykü. Çağdaş
‘‘sanat öldü’’ benzeri savlar ileri sürülüyor.” yaşamı en iyi karşılayan, onun rengini, kokusunu, tını-
sını, sesini, ritmini taşıyan belki de tek yazınsal tür. Bir
Elbette Batı’dan bakıldığında bir tersine işleyiş söz başka deyişle, öykü, hayatın ta kendisi…
konusu. Ancak bu işleyişin kendiliğinden ya da bir
Öykü sonsuz bir özgürlük sunuyor günümüzün baskı
rastlantı sonucu olmadığını, kısa öyküyü böyle ‘yaşa-
altındaki, bir örnek olmaya zorlanan insanlarına; hem
mın içine sokan’ etkenin, Türkiye’deki tüm bir edebi-
yazar hem de okur açısından, her duruma uygun yeni
yat çevresinin, kısa öykünün, bugünün ve geleceğin
biçem arayışlarına olanak sağlayabiliyor, deneyimci-
en önemli yazınsal türü olduğunu keşfetmesi ve aynı
liği geliştiriyor, ayrıntıları işlerken aynı zamanda yeni
zamanda onu kendisine çok yakın bulması olduğunu
ayrıntıları işaret ederek kişinin hayal gücünü harekete
düşünüyorum.
geçirebiliyor.
Modern zamanların asi çocuğu kısa öykü, henüz kötü
Ayrıca kısa öykü geri dönüşümlü bir ürün. Her oku-
kurallara hapsolmadığı, kesin sınırları da çizilmediği
mayı yeni açılımlara olanak sağlayacak bir sürece dö-
için özgürlük arayışındaki yazarların isteklerine yanıt
nüşterecek derinlikli, yoğun, imgesel bir yapıya sahip
verebilecek ve bu anlamda deneyselliğe olanak sağla-
çünkü.
yabilecek önemli bir yazınsal tür çünkü. Yazar, büyük
bir istekle girip keşfetmeye çalıştığı öykü evreninde İşte bunlar ve daha pek çok nedenden dolayı, 20. yüz-
özgürlüğünü yaratmaya çabalarken özgürlüğüne de yılın başat türü olan romanın, tahtını 21. yüzyılda öy-
kavuştuğunu ayrımsayabiliyor. Ve o noktada okurun küye bırakacağına inanıyorum.
da aynı bireysel serüveni yaşadığını biliyor. Ayrıca öy-
künün günümüzdeki bu hızlı yükselişinin, Türkiye gibi Zeynep Aliye, Varlık, Haziran (2003)

Düzyazı Eleştirisi / Kısa Öyküye Bakış


Zeynep Aliye’nin Varlık Dergisi 2003 Haziran sayısın- Deneme türünde yazılmış metnin ilk kesitinde yazar
da yayımlanan yazısında, bir edebiyat türü olarak kısa Aliye, bütün sanat dallarını olumsuz etkileyen gör-
öykünün günümüz insanı için değeri ve değerli bu- selliğin, bizim edebiyatımızda kısa öyküye düşen
lunma nedenleri, deneme türünün yazarı özgür kılan gölgesinden söz etmiş; ‘‘yazar öldü’’, ‘‘sanat öldü’’ gibi
olanakları çerçevesinde ortaya konmuştur. Altı parag- genel yargılardan oluşan örnekler vererek görüşünü
raftan oluşan metin, bütünlüklü bir yapı içinde sıralan- pekiştirmiştir. İlk kesitin ikinci paragrafında ise bizde
maktadır. Bununla birlikte giriş amacıyla yazılmış ilk yaygın olarak yer alan algıyı dünya edebiyatındaki
iki paragraf; bizim edebiyatımızda yaygınlığını yitiren tersine işleyişle değerlendirmiş, önemli bir gerçekliğe
bir tür iken dünya edebiyatında gereken değeri gör- değinmiştir. ‘‘Batı’da edebiyat çevresinin kısa öyküyü
bugünün ve geleceğin en önemli yazınsal türü olarak
mesi gibi bir gerçekliği içermesi yönünden ilk kesiti
keşfetmesi’’ olarak, savunmaya varan bir söylem orta-
oluşturmaktadır. İçeriğin özgün tanım ve ayrıntılarıy-
ya koymuştur. Aynı zamanda yazar, Batı’nın bu bakış
la işlenmesi yönünden üç, dört ve beşinci paragraflar
açısını ‘‘kendisine çok yakın bulması’’ gerekçesini vur-
ikinci kesiti; kısa öykünün 20. yüzyılın büyük başarısı
gulayarak pekiştirmiştir.
olarak bilinen roman karşısındaki vazgeçilmezliği ve
üstünlüğünün vurgulandığı son paragraf da üçüncü Metnin ikinci kesiti yazarın ‘‘modern zamanların asi
kesiti oluşturmaktadır. çocuğu kısa öykü’’ öznel tanımıyla başlamaktadır.

26 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


AKIN ALTINAY-11-V

‘‘Asi çocuk’’ tanımı özgün bir dil özelliği olarak dikkat dır. Aynı kesitte günümüz insanının bir örnek olmaya
çekmektedir. Asi sözcüğünün kalıpların dışına çıkma, zorlanma gerçeğine vurgu yapılmış, kısa öykünün
mevcut düzeni sorgulama gibi çağrışımlar taşıması bu duruma ilaç niteliği taşıdığına okur inandırılmak
kısa öykünün pratikte ‘‘deneyselliğe olanak sağlama- istenmiştir. Böyle bir toplumsal eksiklikte kısa öykü
sı ve özgürlük arayışındaki yazarların isteklerine yanıt özgürlük alanı oluşturmaktadır. Tekdüze yaşananların
verecek, bu anlamda deneyselliğe olanak sağlayan insanı boğan ve kıstıran koşullarına karşı, kısa öykü-
özelliği ile’’ örtüşmektedir. Böylece kısa öykü yazarı – nün yeni biçem arayışlarına olanak sağlamasına dik-
yazarın söylemiyle- yarattığı öykü evreninde özgürlü- kat çekilmiştir. Bu durum da kısa öykünün hayatın ta
ğünü yaratmaya çabalayacaktır. O nedenle kısa öykü kendisi olma özelliğiyle örtüşmektedir. Aynı zamanda
yükseliştedir. Bu yükseliş, Türkiye gibi gelişmekte olan bu özgürlük deneme türünün sağladığı özgürlük ile
ülkeler ve öykü yaratmaya uygun toplumlar için de de ortak bir payda oluşturmaktadır.
geçerli olacaktır.
Kısa öykünün geri dönüşümlü bir ürün olduğu gerçe-
İkinci kesitin ikinci paragrafında yazar Aliye, metropol ği metin boyunca ortaya konan düşünceyle ortaklık
insanlarının kısa öyküye yaklaşımlarını nedenlere/ taşımaktadır. Buna da kısa öykünün derinlikli, yoğun
gerekçelere bağlamıştır. Bu yolla bireyin toplumsal ve imgesel bir yapıya sahip olduğu tanımlaması bir
değişim sürecinde kendi ihtiyaçlarını pratik biçim- gerekçe olarak gösterilmiştir.
de çözdüğünü; kısa öykünün büyük şehir yaşamının
sıkışıklığında zaman darlığı çeken insanların kısa öy- Metnin son kesitinde kısa öyküyle ilgili ortaya konan
küyü tercih ettiğini de ortaya koymuştur. Yazara göre özellikler, kısa öykü-roman karşılaştırmasıyla pekiş-
‘‘metropolleri, kentleri, dar zamanların bunalmış, sı- tirilmiştir. Yazarın ‘’20.yüzyılın başat ürünü romanın
kışmış insanı, insan ilişkilerini en yoğun ve derinlikli tahtını 21.yüzyılda öyküye bırakacağı’’ inancı, onun
anlatılabilecek tek yazınsal tür kısa öykü’’dür. ‘‘Hayatın öyküden yana taraf tuttuğu gerçekliğini ortaya koy-
kendisi’’ gibi özgün söylemi de yazarın bu öykü türüne muştur. Bu yaklaşım yazarın bireysel bakış açısının,
inancını pekiştirirken kesin hüküm niteliği taşımakta- kısa öyküden yana beklentilerinin bir yansımasıdır.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 27


ALİHAN KOÇ-DEFNE HELVACI 11-Z

28 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


CEREN ALATAŞ 11/K

SESİMİ
ARIYORUM
Sennur Sezer
Bir ses arıyorum
Yeni bir şiire başlamak için
Bir doğum çığlığı gibi kaçınılmaz
Çocuğun ilk ağlayışınca güzel
Bir ses.
Çünkü yüreklerimiz
Acılarla şişe şişe nasırlaştı
Kızgın demirlere değen ellerimiz
Su toplayıp kabarır, nasırlaşır
Ateşe ve demire dayanır
Yüreklerimiz acıyla dövüle dövüle
Çelikleşti.
Yalnız orda, ta dipte küçük bir çekirdek
Gözyaşı gibi titriyor mavisiyle havanın.
Kız çocuklarının perçemleriyle oğlanların afacanlığı
Kaynatıveriyor o damlayı.

Bir ses arıyorum


Yeni bir şarkı için
Çocukların ilk sözcüğü gibi umutla,
Sevinçle duyulacak bir ses,
Çünkü umutsuzluk yasaktır
Don vuran ağaç sürgün verecek,
Kaya çatlayacak, tohum yeşerecektir.
Ama susmaktan sesimi yitirdim
Nasırlaştı dilim.

Elim ateşten korkmuyor,


Ülkemin bütün kadınları gibi tırnaklarım küt
Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilirim
Köz basarım yüreğime.
Yüreğim nasırlarıyla umudu koruyor,
Bir küçük ışıltıyla baharı bekleyen
Çekirdek ateşten korkmuyor.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 29


Şiir Eleştirisi

Acının Olgunlaştırdığı Yaşamlar


İnsanlar hayatta büyük acılar çekseler de umutları- teriyor olabilir. Bu sesin, çocukların ilk sözcüğü gibi
nı ve yaşama sevinçlerini koruyabilmelidirler. Ancak umutla duyulabilecek olması, sesin umuttan çok yeni
böylece hayatlarında yeni bir sayfa açabilir, hayata ye- bir bakış açısını, hayatın güzelliklerine yönelişi temsil
niden bağlanabilirler. Sennur Sezer de “Sesimi Arıyo- ettiğini düşündürmektedir. Şairin umutlu bakış açısı,
rum” isimli şiirinde çektiği büyük acılara rağmen umu- “Don vuran ağaç sürgün verecek/ Kaya çatlayacak, to-
dunu koruduğunu anlatmıştır. Şiir iki anlamsal kesitte hum yeşerecektir.” dizelerinde de anlaşılmaktadır. En
incelenmiştir. karanlık gecenin bile aydınlığa çıkacağı, en çetin ko-
şulların dahi aşılabileceği anlatılmıştır. Tıpkı insan gibi
Şair, şiirin ilk kesitinde acılarını anlatıp okuyucuya
bütün doğa, kötü koşullardan acılardan kurtulacaktır.
esenliksiz bir hava verse de ikinci kesitinde her şeye
Çünkü hiçbir acı, kötülük sonsuza kadar yaşamaya-
rağmen var olan umudu anlatmış, esenlikli anlatım
caktır.
benimsemiştir. İnsanların hayatta yeni bir sayfa aç-
mak için umut ve yaşama sevincine sahip olmaları İnsanın umutlu bakış açısını koruyabilmek için aynı
gerekir. Güzel günlerin kendisini beklediğine inan- zamanda güçlü ve cesur olması da gerekmektedir.
mayan bir insan, yaşam sevincini de kaybeder. ‘’Bir Şairin elinin ateşten korkmaması, elini taşını altına
ses arıyorum/ Yeni bir şiire başlamak için’’ dizelerinde koymaktan gocunmayacağını belirtiyor olabilir. Daha
şair, şiiri yeni ve temiz bir sayfa olarak düşünmüş; ona önce elinin kızgın demirlere değmesiyle nasırlaştığını
başlamak için de şiirin güzel olacağı umudunu, sesini
söyleyen şair, elini ateşe korkusuzca uzatacak kadar
arıyor olabilir. Doğum çığlığı, bebeğin yani güzellik,
da cesur bir kişiliğe sahiptir. ‘’Ülkemin bütün kadınları
umut ve saflığın gelmekte olduğunun habercisidir.
gibi tırnaklarım küt’’ dizesinde tırnakların küt oluşu,
Çocuk ağlaması ise beklenen umudun geldiğini an-
çalışkanlığı ve cefakarlığı göstermektedir. Şair, ülke
latmaktadır. Şairin bu güzellikleri aramasının nedeni,
kadınları üzerinden genelleme yaparak kadınların gü-
hayatındaki acılardır. “Çünkü yüreklerimiz/ Acılarla
şişe şişe nasırlaştı’’ dizelerinde şair, yüreğinin çektiği cünü ve cesaretini dillendirmiştir. Aynı zamanda şairin
acılarla büyüdüğünü, artık nasırlaşıp acılara dayanıklı ateşten bir tencereyi yanmadan alması da onun kor-
hale geldiğini dile getiriyor olabilir. kusuzluğunu pekiştirmektedir. Ateş, acı ve güçlükleri
sembolize etmektedir.
Şairin yüreğinde bütün çektiği acılara rağmen umut
yaşamaktadır. Bu, Pandora’nın kutusunun açılmasının Şair, bütün güçlüklere rağmen umudunu koruduğu-
ardından içeride kalıp daha sonra dışarı çıkan umut nu, bardağın dolu tarafından baktığını güzel günle-
kelebeğini anımsatmaktadır. ‘’Yalnız orda, ta dipte kü- rin kendisini beklediğine dair olan inancını ‘’Yüreğim
çük bir çekirdek/ Gözyaşı gibi titriyor, mavisiyle havanın’’ nasırlarıyla umudu koruyor/ Bir küçük ışıltıyla baharı
dizelerindeki küçük çekirdek, umudu sembolize edi- bekleyen/ Çekirdek ateşten korkmuyor’’ dizeleriyle an-
yor olabilir. Havanın mavisi, gökyüzünün sonsuzluğu latmıştır. Nasırlarla artık dünyanın kötü yönlerini gör-
ve bireye verdiği umudu anlatıyor olabilir. Yani bire- mediğini, daha fazla acı çekmediğini anlatıyor olabilir.
yin içinde var olan umut, gökyüzünün sonsuzluğu al-
tında pekişiyor olabilir. Şiire göre, acı da sevinç ve umut gibi yaşamın vazge-
çilmez bir parçasıdır ve yaşamın güzelliklerinin farkına
‘’Bir ses arıyorum’’ dizesinin tekrarı ile şair, umut ve varılması, ancak çekilen acılarla mümkündür. Acının
sevinç aradığını vurguluyor olabilir. Bu, aynı zaman- olmadığı yerde mutluluğun değeri de anlaşılmamak-
da hayatında yeni bir sayfa açmak istediğini de gös- tadır.

30 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


DEFNE GÖKALP 11-P

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 31


ZEYNEP NAZ SADUN-MELİS GÜRDAL 10-İ

32 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


İREM KAFTAN 11- L

YAŞAMAKTA
DİRENMEK
Attila İlhan

ıslak bir otomobil sabah karanlığında


seni kaybedilmiş bir oyuna iletirken
inadın nagant gibi koltuğunun altında
oynamakta direnmek ne demek düşündün mü?
en hızlı manşetlerin en gergin saatinde
tırnağın ipin nerden çürüdüğünü
ne gün kopacağını kestiremeden
inadın nagant gibi koltuğunun altında
tırmanmakta direnmek ne demek düşündün mü?

ya sırtlan dişleri kontes ağızlarında


en kral öpüşmeyle gelen ya çakal salyası
bulaştığın her kadın seni ayrıca kirletilirken
sevişmekte direnmek ne demek düşündün mü?
bu çabuk değişen deliler borsasında
tanrının simsiyah yeryüzüne tükürdüğü
karşılıksız adamlar her gece yarısı
deprem gürültüleriyle ansızın yıkılırken
inadın nagant gibi koltuğunun altında
yaşamakta direnmek ne demek düşündün mü?

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 33


Şiir Eleştirisi

SİYAHLAR İÇİNDE BİR BEYAZ


İnsanlar içinde bulundukları toplumların değer yargı- içinden bir gözlemci olduğu anlaşılır. Değer yargıları
larını her zaman benimseyemez ve yaşamlarını kendi körelen bir toplumda bireylerin kişiliklerinin de yoz-
doğrularıyla şekillendirmek için çaba gösterirler. Bu laştığı kaçınılmaz bir gerçeklik olarak sunulur ve çıka-
süreç boyunca bireyin zorlandığı, yorulduğu anlar ra dayalı ilişkilerin hayatı ele geçirdiği anlatılır.
olsa da mücadeleden vazgeçmez; çünkü kişi karşı
durduğu toplumun giderek körleşen düşünce yapı- “Ya sırtlan dişleri kontes ağızlarında/en kral öpüşmey-
sının tutsağı olmak istemez. Attila İlhan’ın ‘Yaşamakta le gelen ya çakal salyası” dizeleriyle en ciddi ilişkile-
Direnmek’ adlı şiirinde de toplumun yozlaşmış ve kir- rin bile değersizleştiği, insanların birbirlerini sadece
lenmiş yaşam biçimi karşısında var olmak için inatla cinsel obje olarak görerek arzularını dindirmek için
ve umutla direnen şiir kişisinin düşünceleri eleştirel ve kullandığı ve gerçek aşktan giderek uzaklaşıldığı dile
sorgulayıcı bir yaklaşımla anlatılmıştır. getirilir. Sevginin bile kirletilerek çakalların elinde bir
oyuncak olarak kullanıldığını belirtmek isteyen şiir ki-
Şiirin birinci anlatımsal kesitinde şiir kişisi “ıslak bir
otomobil sabah karanlığında” diyerek başlar. Kullanı- şisi, toplumdan saflığın ve güzelliklerin de koparılma-
lan ‘sabah karanlığında’ ifadesiyle şiir kişisinin etrafın- sıyla duygusuzluğun hayatın içine yayıldığını anlatır.
daki ıslıklarla gelen belirsizlik ve boğuculukla birlikte Yaşamın “bir deliler borsası” olarak betimlenmesiyle
karamsar bir ruh durumu içinde olduğu anlatılır. Ha- değerlerin çok hızlı bir şekilde değiştiğini ve bu di-
yatın kaybedilmiş bir oyuna benzetilmesiyle esenlik- namik içinde bireylerin doğruya değil de gücü elinde
siz anlatım devam ederken bu yenilgi durumunda bulunduranlara yöneldiği görülür. Toplumun ‘deliler’
bile kişinin yaşamaktan vazgeçmediği görülür. “İna- olarak adlandırılmasıyla eleştirel söylem devam ede-
dın nagant gibi koltuğunun altında” dizesiyle hayatın rek karanlık ve soğuk insanların çoğaldığı, bu neden-
gerçek anlamını bulmaya çalışırken zorluklara kar- le doğruluğun yerini yozlaşmış düşüncelerin aldığını
şı güçlü durmanın, tehlikelere rağmen yaşama dair anlatır. “Karanlık, simsiyah, gece yarısı” gibi kelimelerle
inanç ve umudu kaybetmemenin gerekli olduğuna esenliksiz anlatımını da sürdüren şiir kişisi toplumsal
dikkat çekilir. Şiir genelinde üç kere tekrar edilme- yapının kirlenmişliğine de dikkat çeker ama umudunu
siyle leitmotive olarak kullanılan bu dizenin hep bir hala yitirmediğini ve kötülüklerin bir gün sona erece-
soru cümlesiyle devam etmesi, şiir kişisinin sen diye ğini “karşılıksız adamlar deprem gürültüleriyle ansızın
seslendiği toplumu sorgulamaya yönelttiğini gösterir. yıkılırken” dizeleriyle dile getirir.
Yaşamın, kaybedilen bir oyunun yanı sıra tırmanılan
bir ipe benzetilmesiyle de kirlenmiş toplumsal yapı- Şiirin başlığı şiir içinde tekrar edilen bir söz grubu
ya karışmamak için hayata sıkı bir şekilde sarılmanın, olarak içeriğe yönelik bir ipucu izlek konumundadır.
bütün belirsizliklere rağmen yaşamak için direnmenin ‘Yaşamakta Direnmek’, yaşarken ölmenin aksine ya-
gerekliliği anlatılır. Hayatın bu ipi ne zaman çekeceği şarken direnmeyi seçen şiir kişisinin inanç ve umutla
bilinmediği için şiir kişisinin baskıcı toplum içindeki toplumsal yapının bozulmuşluğuna karşı verdiği mü-
yaşam mücadelesi boyunca güçlü kaldığı ve topluma
cadeleyi anlatırken halkın içinde bulunduğu durumun
yönelttiği “tırmanmakta direnmek ne demek düşün-
yankısı haline gelen bir şiirdir. Bağlı olduğu değerleri
dün mü” gibi sorularla farkındalık yaratmak istediği
ön planda tutarak yaşamak için direnişini sürdüren şiir
görülür.
kişisinin leitmotive olarak kullanıldığı soru cümleleriy-
Şiirin ikincil anlamsal kesitinde, toplumun yozlaşmış le toplumu sorgulamaya ve düşündürmeye yönelttiği
ve kirlenmiş yapısına dikkat çeken şiir kişisinin hayatın de görülmüştür.

34 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


SEREN ALEYNA AKMAN 11-Ş

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 35


NAZLI İNAY / 12-J

Düzyazı Eleştirisi

Tüketim Toplumunun
Baskısı: Tatil
“Yaz Tatili: Zamanın Katili” / Ayfer Tunç Sömürü düzeninin içindeki kısır döngünün bir parçası
olan bireylerin tüm yıl fazla çalışarak yıl sonunda tatili
Tatil köküne bakıldığında olumlu, hoş anlam-
hak etmesini sorgulayan yazar, duygularını şöyle ifa-
larla yüklü bir kelime sayılmaz. Arapça “atl” keli-
de etmiştir: “…öyle çok çalıştınız ki bunu çoktan hak
mesinden geliyor. Yani, âtıl, boş, işsiz. Kök anla-
mı boşlama, çalışmama. Anlam genişlemesiyle ettiniz.” Bu cümle ve bu cümlenin devamında gelen
dinlenme olmuş. Çalışmayı yüceltecek, kutsa- cümlede yazar, derin bir toplumsal eleştiri yapmıştır:
yacak değilim, zamanı bomboş geçirip bun- “Hep çalışıp hak edenler mi gidiyor bu cennete?” Top-
dan en ufak bir rahatsızlık duymayanlara im- lumdaki adalet sistemine ve haklı-haksız çelişkilerine
renirim, özellikle aylaklık ettiğim için huzursuz dikkat çeken yazar, tatili asıl kimin hak ettiğini sorgu-
olduğumda. Ama yapı meselesi, olmuyor. Ben lamaktadır.
de tatile gidiyorum, huzursuz olup dönüyorum.
Düşünceyi geliştirme yollarından örneklemeyi kulla-
Varlık Dergisi’nde 2003 yılında Ayfer Tunç tarafından narak Latin Amerika ülkelerinden birinde yaşanan bir
yayımlanan “Yaz Tatili: Zamanın Katili” adlı metinde olayı anlatan yazar, toplumdaki “tatile gitmeliyiz” bas-
anlatıcı olan yazarın yaz tatili ve genel olarak “tatil” kısının ciddiyetini vurgulamıştır. Son paragrafta yazar,
kavramı hakkındaki görüşleri açıklanmıştır. Yazar, ta-
til konusunda toplumun genelinin aksine olumsuz İstanbul’u benimseyerek yaz mevsiminde hissettiği
duygu ve düşüncelere sahiptir ve tatilden hayatındaki yalnızlık, hüzün duygusu ve öfkeyi dile getirmiştir.
düzeni bozduğundan dolayı rahatsızlık duymaktadır. Metin boyunca “cennet köşesi” olarak nitelendiren yaz
Başlıktan da anlaşıldığı gibi yazar tatili zamanı öldüren tatilleri mekanlarının İstanbul’da kalmak yerine tercih
bir şey olarak kabul etmektedir. Hayatında olan biteni edilmesi yazarı üzmektedir: “Başka bir ‘cennet köşe’nin
rayına oturtarak kendi kafasında bir düzen oluşturan
o zaman parçası için tercih edilmiş olması duygusun-
yazar, büyük çabalarla oluşturduğu bu “ritmin” tatilin
gelmesiyle bozulmasından hoşnutsuzdur. Anlatıcının dan kurtulamıyorum.” Daha sonra yazar, esenliksiz bir
duygu durumunun olumsuzlaşarak onun mutsuz, İstanbul betimlemesine yer vererek duygularını oku-
korku dolu ve huzursuz hissetmesinin sebebi zamanı
run gözünde canlandırma yaparak yansıtmıştır.
kötü kullandığı düşüncesidir. Uzun yıllar kendini tatili
sevdiğine inandırması aslında toplumsal baskının bi-
Yazar, tatil hakkındaki olumsuz görüşlerini kimi zaman
rey üstünde yarattığı gözle görülmez etkilerden biri-
dir. Herkesin tatili sevmesi ancak yazarın sevmemesi- içten kimi zaman abartılı, eleştirel ve iğneleyici bir dil-
ni, yazarın kendisi de sorgulamıştır ve tatilin ideolojik le anlatmıştır. Okuyucuya sorular yönelterek toplum-
anlamını sevmediği sonucuna varmıştır. Bu sonuca,
daki “tatil” kavramını sorgulamak istemiştir. Böylece
küçüklüğünde tatilden zevk aldığı ancak büyüdükçe
ve toplum ile ilgili farkındalık kazandıkça tatili sevme- tatili hak edenler mi yapar, tatil düzenin parçası mıdır;
meye başladığı düşüncesiyle varmıştır. yoksa düzeni bozar mı, tatil tüketim toplumunun bir
Yazarı rahatsız eden ideolojik anlamın temel nedeni, oyunu mudur… gibi sorularıyla okuyucuyu düşün-
yüzyılın sorunlarından olan tüketici toplum yapısıdır. dürmüştür.

36 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


TUNA İDİL YILDIZ- ECE ERKAN- ZEYNEP ATABEKOĞLU 9-C

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 37


NERMİN ÖZDEMİR 12-J

Yaz Tatili Zaman Katili / Düzyazı Eleştirisi

HERKES BEKLER, O KAÇAR


“Yaz Tatili: Zamanın Katili” / Ayfer Tunç Tunç’un üslubu incelendiğinde, dilin sade, yalın ve

Tatil köküne bakıldığında olumlu, hoş anlam- akıcı olduğu gözlemlenmektedir. “İstanbul’un bütün
larla yüklü bir kelime sayılmaz. Arapça “atl” keli- renkleri soluyor, güneşte kalıp rengi uçmuş bir fotoğ-
mesinden geliyor. Yani, âtıl, boş, işsiz. Kök anla-
rafa benziyor.” cümlesinde benzetme örneği görül-
mı boşlama, çalışmama. Anlam genişlemesiyle
dinlenme olmuş. Çalışmayı yüceltecek, kutsa- mektedir. Toplumda tatile olan bakış açısının çoğun-
yacak değilim, zamanı bomboş geçirip bun-
lukla Ayfer Tunç’un bakış açısıyla çeliştiği göz önünde
dan en ufak bir rahatsızlık duymayanlara im-
renirim, özellikle aylaklık ettiğim için huzursuz bulundurulmaktadır. Tunç, metnin son paragrafında
olduğumda. Ama yapı meselesi, olmuyor. Ben bakış açısı farklılığının kendisinin yalnız hissetmesine
de tatile gidiyorum, huzursuz olup dönüyorum.
sebep olduğunu belirtmektedir. “(...) bende garip bir

yalnızlık ve hüzün duygusu, hatta öfke yaratıyor (...)”


Yaz Tatili Zaman Katili” adlı metinde Ayfer Tunç, yaz
tatilinden hoşlanmadığını ve tatillerin insanların gö- cümlesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
zünde büyütüldüğünü anlatmaktadır. Metnin anla-
tıcı öznesi olan Tunç, bu yazı ile tatil kavramıyla ilgili Metin boyunca farklı uzamlar okuyucunun karşısına
farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır. 2005’te Varlık getirilmektedir. Tatil bölgelerinin cennete benzetilme-
Dergisi’nde yayımlanan metnin okuyucu kitlesi dergi-
sinin sorgulanması okuyucunun karşısına getirilen ilk
nin okuyucuları olarak belirlenmiştir.
uzam yorumudur. İkincisi ise İstanbul’dur. 34. satırdaki
Metinde Tunç, tatilin zaman kaybı olduğunu savun-
maktadır. Kendisinin de çocukluğunda tatil kavramın- “İstanbul bana terk edilmiş gibi geliyor.” cümlesinde
dan etkilendiği ancak zaman geçtikçe aslında anlam- tatil için İstanbul’dan gidenlerin anlatıcı ve bulundu-
sız olduğunu anladığı aktarılmaktadır. 15. satırdaki
ğu uzam üzerinde etkisi yansıtılmaktadır. Bahsedilen
“Çocukluğumda tatili severdim oysa denize girmeyi
(...)” cümlesi ile Tunç’un çocukluğunda tatili sevdiği zaman tatile çıkılan zamanlardır, ancak özelleştirilerek
kanıtlanabilir. yaz tatili sürecinin üzerinde de durulmaktadır.
Yazının başlığında da içeriğinde olduğu gibi esenlik-
Tartışma konusu olarak ortaya koyduğu tatil kavra-
siz bir duygu durumu vardır. Metnin tümü sitem ve
yakınma içerir. Tunç, tatilin insanlık gözündeki değe- mını Ayfer Tunç, çeşitli benzetme, örnekler ve soru
rini anlamlandırmamaktadır. 18. satırdaki “Yaz tatiline
sorma yöntemleriyle okuyucuya kendi bakış açısıyla
yüklenen ideolojik anlamı sevmiyorum ben” cümlesi
tüm bunlara örnek olarak gösterilebilir. aktarmaktadır. Tunç’a göre tatil hak edilecek bir ödül

değil, zamanın katili olan ve kurulmuş düzenin ritmi-


Anlamsal bağlamda incelendiğinde metnin tümünün
olumsuz bir bakış açısına büründüğü görülmektedir. ni bozan bir olgudur. Yazısında herkesin aylarca bek-
Ayrıca, okura tatil ile ilgili düşüncelerini, cevabını bek- lediği tatil döneminden koşan adımlarla kaçan Ayfer
lemediği sorular sorarak sorgulatmaktadır. “Çalışma-
Tunç, okuyucularına bu bakış açısının sebeplerini
sak hak etmeyecek miydik?” sorusu buna örnek olarak
gösterilebilir. açıklamaktadır.

38 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


SİMAY BATUM-10P

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 39


ESRA TÜREYEN-ÖYKÜ HATİPOĞLU-LARA GÖRÜR 10-A/B

40 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


DİCLE ÇAKIN 11-H

ROMAN
OKUDUM
SENİ
DÜŞÜNDÜM
Cemal Süreya

Bende tarçın, sende ıhlamur kokusu Börekçi! diye bağır istersen şurada
Yürürüz başkentin sokaklarında Kısmet çıkar sanırım Emek’te oturan kıza
Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi Abiler, abiler! diye bir şey satayım ben
Üstünde iki yonga: Çarşamba bir de Cuma Mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda?
Ayrılık lafları etme sevgilim
Üç peseto gibi bir paraya dondurma yemiştim
Önümüz Temmuz, önümüz Ağustos nasıl olsa
Madrid’de yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu
Kol kola yürüyoruz, tek tük öpüşüyoruz
Londra’da
Sonra ayrılıyoruz, korkuyoruz da
Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da, Seversin mi beni, doğru söyle ama? – Sigara?
Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa Ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca
İşimiz mi yok, şu Akay’a sapalım istersen İnan Selimiye’nin camileri gibisin
İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna Her seferinde başka yoldan çıkılır Nirvana’ya

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 41


Şiir Eleştirisi

ŞEHRİN HALLERİ
Şehirlere karşı hissedilen duygular, o şehirde yaşanan “İşimiz mi yok, şu Akay’a sapalım istersen / İstersen
anılara bağlı olarak şekillenir. Şehirde yaşananlar, se- garson girelim ilkyazın gazinosuna” dizelerinde şiir
vilen insanlarla paylaşıldığında ise, şehre yüklenen kişisinin Akay caddesine ve bir gazinoya yüklediği an-
duygular daha da derinleşir. Cemal Süreya’nın “Roman lamlar üzerinden gidilmiştir. O günlere duyulan özlem
Okudum Seni Düşündüm” adlı şiirinde de; şiir kişisinin ve geri dönme isteği de hissettirilmiştir. Aynı zaman-
bir şehirde, Ankara’da, sevgilisiyle dolaşarak ona his- da Ankara sokaklarındaki gündelik yaşantıdan da söz
settiği duygulardan söz edilir. Anlatıcının duygu du- edilmektedir. “Börekçi diye bağır istersen şurada / Kıs-
rumu, Ankara sokaklarıyla birleştirilerek aktarılmıştır. met çıkar –sanırım- Emek’te oturan kıza” dizelerinde,
Ankara esnafından ve halkından parçalar görülmek-
Şiirde, şiir kişisi, sevgilisiyle Ankara semtlerinde dola-
tedir. Burada şiir kişisinin halkı gözlemlediği anlaşılır.
şırken yaşadıklarını, sevgilisine seslenerek aktarır. Bi-
Zira, oradaki insanlar hakkında bilgisi vardır ve günde-
lindiği gibi koku, anıları en iyi hatırlatan unsurlardan
lik yaşamı ezberlemiş durumdadır. İlerleyen dizelerde
biridir. Bu sebeple ilk dizeler koku duyusunun kulla-
nılmasıyla verilmiştir; koku aynı zamanda bu gezilerin ise, uzam, çağrışım yoluyla, anımsama üzerinden yer
bahar mevsiminde gerçekleştiğini de belirtir. “Bende değiştirir ve Avrupa ülkelerine geçilir. “Üç peseta gibi
tarçın, sende ıhlamur kokusu / Yürürüz başkentin so- bir paraya dondurma yemiştim / Madrid’de yemiştim
kaklarında”. Diğer dizelerde günlerin vurgulanması da ve çatılardan kanguru akıyordu Londra’da.” Bu dizeler
sevgiliden ayrılmak zorunda olmayı çağrıştırır gibidir. şiir kişisinin geçmişinde yaşadıklarını anlatmaktadır;
“Bir nehir şu tutuk konuşan Cumartesi / Üstünde iki fakat sözü edilen olayların gerçekte yaşanması müm-
yonga: Çarşamba bir de Cuma”. Zamanın bahar sonu kün değildir, hayal ürünüdür. Örneğin Londra’da çatı-
olması onların ayrılık vaktini belirler ve anlatıcı bir kez lardan kanguru akması anlamlı bir ifade değildir. Bu
daha sevgiliye seslenir. “Ayrılık lafları etme sevgilim, nedenle şiir kişisi, sevdiği ortamlardan uzak kaldığın-
önümüz temmuz, önümüz ağustos nasıl olsa”. Yaz ay- da bu durumun anlamsızlığını dile getirmiştir.
ları insanların tatilde olduğu, serbest kaldığı zaman-
Şiir, “İnan Selimiye’nin minareleri gibisin / Her sefe-
lardır. Asla sevgilisinden ayrılmak istemeyen şiir kişisi-
nin sevgilisine ayrılıktan söz etmemesini söylemesinin rinde başka yoldan çıkılır Nirvana’ya” dizeleriyle son
nedeni de budur. Birbirlerine vakit ayırabileceklerini bulmaktadır. “Nirvana” kavramı, Budizm’e göre Sekiz
belirtmek ister ve hep birlikte olabileceklerine dair bir Aşamalı Asil Yol’un son basamağıdır. Acıların son bul-
umut besler. “Kol kola yürüyoruz, tek tük öpüşüyoruz duğu, insanların huzura kavuştuğu yer olarak tanım-
/ Sonra ayrılıyoruz, korkuyoruz da” dizelerinde ise şiir lanır. Oysa sözü geçen benzetme bir camii üzerinden
kişisi ve sevgilisinin sokaklarda birlikte vakit geçirme- yapılmıştır. Şiir kişisi burada iki farklı kavramı birbiri-
leri, zaman zaman da çekindikleri durumların olduğu ne katmıştır; aynı zamanda Ankara uzamından yine
anlatılmıştır. Şehri sevmelerine ve vakit geçirebilme- uzaklaşmış, başka uzamlardan söz etmiştir. Bütün bu
lerine rağmen kimi zaman da şehirden uzakta, saklı anlamları sevgilisine, yani “sen” kişisine yüklenmiştir.
bir yerde olmak istemeleri, belki de onaylanmayan bir Sevgilisinin tüm zenginlikleri içinde taşıyan, gerçek
ilişki yaşamalarından kaynaklanmaktadır. Bu düşünce, huzur olduğunu düşünür.
“Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da /
Kimi zaman da bir köşe arıyoruz en sapa” dizeleriyle “Roman Okudum Seni Düşündüm” şiiri, uzam üzerin-
aktarılmıştır. den duyguların aktarıldığı, uzamla bireyin örtüştüğü,
bir şehir/insan şiiridir. Bu yöntemle aslında bir yeri
Uzam, şiirde sonraki dizelerde daha vurgulu biçim- sevmenin o yerde yaşananlarla orantılı olduğu belirt-
de aktarılmıştır. Ankara’nın bazı semtlerine yer verilir. miştir.

42 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


GIZEM KULUHAN - YAREN YALÇIN - AYSİMAY KUMANDAŞ 11-R

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 43


IŞILSU GÜNDOĞAN -YAĞMUR ÇİMŞİT -11-Ş

44 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


İDİL ZORALOĞLU 11/G

BULUT MU
OLSAM
Nazım Hikmet Ran

Denizin üstünde ala bulut


yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa? ..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 45


Şiir Eleştirisi

MAVİ YOLCULUK
Dünyada neyin çok daha önemli olduğunu kestire- kendimizi çıkmaz bir yolun içinde bulduğumuzda
mez insan. Kimi zaman aşk der; kimi zaman aile. En iyi kendimizi denizin o sonsuz maviliğinde bulmak iste-
arkadaşım, sevdiğim oyuncu, pembe kazağım, mavi riz. Kıyıda duran adamın ne yaşadığını bilmesek de ka-
defterim der… Bazen de yalnızlığım, sessizliğim, der. fasını boşaltıp düşünmeye ihtiyacı olduğunu tahmin
İnsan kendi için önemli olanın, önceliklerinin, değer edebiliriz.
verdiği şeylerin değişebileceğini anlayamaz. Bazı an-
lık mutluluklar, mutluluğu sürekli olan bir olaydan çok İkinci anlamsal kesit, şiir kişisinin gözlemlediği kişi-
daha güzeldir. Bazen de öyle mutluluklar yaşarız ki; nin düşünceleri ile başlar. “Bulut mu olsam/ gemi mi
tarifi imkânsız bir huzur dolar içimize, yaşadıklarımızı yoksa? / Balık mı olsam / yosun mu yoksa?” dizeleri bize
düşünüp yalnız olmadığımızı anlarız. Hayat böyledir bu kişinin kendini başka nesne veya varlıkların yerine
işte, hayallerimizin yorgun düştüğü anda bile yeniden koyma düşüncesini göstermektedir. Bedeninden, ha-
canlanıverebilir her şey, ne olacağı hiç belli olmaz. Ne yatından, herkesten, her şeyden bezmiş olabileceğin-
yaşarsak yaşayalım, ne tür hüzünler etrafımızı sararsa den, acıların üstüne üstüne gelmesinden, hayallerinin
sarsın, umudumuzu sımsıkı ayakta tutmak en önem- renksiz birer gözyaşına dönmesinden bıktığı için ya-
lisidir belki de… Nazım Hikmet Ran’ın “Bulut mu Ol- şamı başka varlıklarla veya nesnelerle anlamlandırma
sam” şiirinde şiir kişisinin yaşadığı olaylardan sonra çabası içine girmiştir. Şiir kişisi, bu kişinin düşüncele-
huzur bulma arayışı iki anlamsal kesitte incelenebilir.
rinin arasına dalarak ona bu şeylerden herhangi biri
Birinci anlamsal kesitte şiir kişisinin betimlemelerin- yeri olmak yerine deniz olması gerektiğini vurgula-
den yola çıkarak deniz kenarında bir insanı gözlemle- mıştır. “Ne o, ne o, ne o / Deniz olunmalı, oğlum / bulu-
diğini söyleyebiliriz. Şiir kişisi bulunduğu çevreyi renk- tuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.” Deniz olunmalı,
ler yardımıyla betimleyerek hayatın güzelliklerini öne mavileri almalı, umutlarla beslenip en huzurlu yere
çıkarmayı amaçlamıştır. Yaşam, içinde birçok güzellik akmalı. Deniz olunmalı, sonsuzluğu, özgürlüğü bize
barındırır; ancak her insan bunları göremez çünkü bi- hatırlamalı, sadece bir duyguya takılıp kalmamalı,
zim hayata bakış açımız, yaşamı nasıl gördüğümüzü hüznü de mutluluğu da, umudu da hasreti de içinde
belirler. “Kıyıda çıplak bir adam / Durmuş düşünür” barındırmalı insan, işte bu yüzden şiir kişisinin de de-
dizeleriyle şiir kişisi gözlemlediği insanı anlatırken diği gibi deniz olunmalı.
mecazi bir yola başvurur. Aslında bu adam fiziksel gö-
rünüş bakımından çıplak değildir, zihni çırılçıplaktır. Deniz olunmalı yani, güne, hayata, dünyaya masmavi
Deniz insana huzur verir, kafamız karışık olduğunda, bakabilmeli… der gibidir şiir okuruna.

46 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 47
CAN SARP ÖZCAN 12/K

Düzyazı Eleştirisi / Hakan Günday, “Az”

Bir Sosyal Vahşet


İncelemesi: Yatırca
Altı yaşındaydı ve altı yaşında ölecekti. Korku- dı. Çünkü hiçbirinin adını bilmiyordu ve öğrenmek
dan titriyor, gözlerini böcekten ayıramıyordu. için artık çok geçti. Uyuyorlardı. Uyku seslerini duyabi-
liyordu. Verdikleri nefeslerin tıkanmış burunlarına çar-
Ay çekirdeği tarlası kadar bir tavana bakıyor pıp kırılma gürültüsünü duyabiliyordu. Uykularında
ama sadece onu görüyordu. Ay çekirdeği ka- hırlayan çocuklar bir omuzlarından diğerine dönüyor,
dar bir böcek. Sivri ayaklarının etrafındaki tüy- serin yüzlerini denk getirebilmek için yastıklarını baş-
leri paça gibi duran, antenlerinin inceliği kirpik larının altında çeviriyor, bir ayaklarını diğerinin topu-
kadar olan bir böcek. Bir böcek resmi kadar ha- ğuyla kaşıyor ve böceği zerre kadar umursamıyorlardı.
reketsiz gövdesiyle, koyu bir loşluğun koyu gri- Kaçması gerekiyordu. Böcek üzerine düşmeden önce
ye boyadığı betonda simsiyah bir leke. Küçük yataktan inmesi gerekiyordu. Ama nasıl inebilirdi ki?
kızın korkudan sulanmış gözleriyle aynı renkte. Merdiven olsaydı! Çıkması bile altında yatan çocuğun
itmesiyle olmuştu. “Bir dahakine kendin çıkacaksın!”
diyen çocuğun. Kızgın çocuğun. Ani bir hareketle
Çenesine kadar çektiği battaniyeyi terli avuçlarının üzerindeki battaniyeyi yüzüne çekti. Yıllar içinde ka-
içinde sıkıyor ve böceğin ne zaman yüzüne düşece- tılaşmış battaniyenin dikenleşmiş tüyleri yanaklarına
ğini düşünüyordu. Merdivensiz bir ranzanın üst ka- batmaya başladığı anda ne kadar büyük bir yanlış
tındaydı. Tavanla arasındaki mesafe, yarım metreden yaptığını anladı. Çünkü böceği göremiyordu artık.
azdı. Elbet uyuyakalacaktı. Elbet uyurken ağzını aça- Oysa o hâlâ oradaydı. İnsanın görmediği şeyler yok
cak ve böcek kendini boşluğa bırakıp dişlerinin ara- olmazdı ki! Hem düşmanı gözetleyemedikten sonra
sından geçecekti. Ya da önce battaniyesinin üzerine gizlenmenin ne anlamı vardı? Hatta artık her şey daha
düşüp bir süre orada duracak, karnı acıkınca da küçük tehlikeliydi. Böcek istediğini yapabilir ve kimsenin
yüzüne ayak basıp burun deliklerinden birine girecek bundan haberi olmazdı. Çıkmıştı göz hapsinden.
ve önüne ne çıkarsa kemirecekti. Bir saniyeliğine ba-
şını sağa çevirip uzattı ve yerden ne kadar yüksekte Ter damlaları belirdi yüzünde. Şakaklarında su çiçek-
olduğunu anlamaya çalıştı. Ama bunun için bir saniye leri açtı. Nefes alışverişi kalp atışlarını geride bıraktı.
yeterli değildi. Tam olarak zemini görememiş, böceği Kurtulacaktı oradan! Kurtulacaktı o böcekten! Kurtu-
gözden kaçırmamak için bakışlarını yeniden tavana lacaktı yalnızlıktan!
çevirmişti. Bir yolunu bulacaktı. O yataktan inmenin bir yolunu
Daha önce de böcek görmüştü. Kendi evinin duvar- bulacaktı. Bir yolu olmalıydı. Bir tane yeterdi. Araması
larında da, başka evlerin duvarlarında da. Hatta içine uzun sürmedi. Yollardan en kısa olanı seçti. “Ne olursa
adım attığı her evin duvarında en az bir tane böcek olsun!” adında kestirme bir sokağa saptı. Sol eliyle bat-
görmüştü. “Dereden geliyorlar” demişti babası. Dere- taniyeyi savurup, sağ eliyle kendini boşluğa doğru itti.
den gelip tavanlara tırmanan, sonra da kendi ağırlığı- “Nereye olursa olsun!” adındaki bir yere atladı.
na dayanamayıp sobaya düşen daha büyük böcekler Alnı zemine değdiğinde tek alkış kadar ses çıktı. Boy-
de görmüştü. Saçlarının kesilmesine neden olan bitler nunun kırıldığınıysa kimse duymadı. O ana kadar bir
kadar küçüklerini de. Duvarların içine hızla kaçıp yok sinekkuşunun kanatları gibi atan kalbi betona çarpın-
olanları da görmüştü, şekerpancarı çuvallarının altın- ca durdu. Altı yaşındaydı. Loşluğun ve korkunun bö-
da sakince öldürülmeyi bekleyenleri de. Fare bile gör- ceğe benzettiği tavandaki çatlaksa ondan sadece bir
müştü. Bir defasında bir kurt bile görmüştü. Gözlerini yaş büyüktü. Yedi yıldır orada duruyor ve yedi yıldır,
karartmış böcekten yüz kat daha büyük bir kurt. Ama ışıklar kapanınca bir böceği andırıyordu. Ayaklarında-
hiçbirinden korkmamıştı. Hiçbirinde titrememiş, hiç- ki tüylerin belirmesi içinse koridordaki ampulün yan-
birinde ağlamamıştı. Çünkü hiçbirinde yalnız değildi. ması ve koğuş kapısının açık kalması gerekiyordu.
Aslında yine yalnız değildi. Altında yatanla birlikte,
çevresinde otuz beş çocuk vardı. Ama onlar sayılmaz- Gözlerini alkış sesine açan Derdâ, yerde yatan çocu-

48 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


ğun katlanmış ensesini gördü. Yüzü karanlığa gömül- kimsenin uyanmadığından emin olunca ağlamaya
müş olsa da, tanıdı. Birkaç saat önce, gözlerine bakıp başladı. Ağzını, dişlerinin arasındaki alt dudağıyla ört-
“Sen üstte yatacaksın!” dediği çocuktu. Bacaklarından tü. Kimseyi uyandırmayacak kadar sessizce hıçkırdı.
itip tırmanmasına yardımcı olmuş, sonra da “Sesini
duyarsam, keserim dilini!” demişti. Hatta diğer çocuk- Var olmayan bir böcekten korkup ranzasının üst ka-
lar duysun diye bağırarak söylemişti. Şimdiyse yerde tından atlayan küçük kız Yatırcalı’ydı. Korucu köyü Ya-
yatıyordu çocuk. Hemen yanında. Belli ki düşmüştü. tırca. İtirafçı köyü Yatırca. Çocukların dediği gibi, ajan
Atlamış olamazdı ya!
köyü Yatırca, hatta orospu çocuğu Yatırca. Ve Yatırca-
Yastığının altından çektiği elini uzatıp çocuğun kolu- lılara yardım etmek yasaktı. Ölü bile olsalar onlara el
na dokundu. Yetmedi, parmaklarıyla yakaladığı omzu- uzatılmazdı. Bu yüzden Derdâ, o gece, ne nöbetçi öğ-
nu sarstı. Başını kaldırıp ranza demirlerinin arasından retmene haber verdi, ne de başka bir şey yaptı. Sade-
koğuşa baktı.
ce ağladı. Sonra da kızın bedeninden yavaşça sıyrılıp
Uyanık birini aradı. Dikilmiş bir başa rastlamayınca sessizce yatağına girdi. Çünkü kendisi de Yatırcalı’ydı.
rahatladı. Yavaşça yatağından kalkıp, çocuğun yanın- Ve bu gerçeği okuldaki dört yüz otuz çocuğa unuttur-
da dizlerinin üstüne çöktü. Bir kedi kadar hafif olan mak dört yılını almıştı.
çocuğu omuzlarından tutup çevirdi. Küçük yüzü kan
içindeydi. Derdâ başını kaldırıp çevresine baktı. Hâlâ Hakan Günday, “Az”, Radikal (2011)

Yatırca
Yaşam, her insanın en değerli hazinesidir. Bu hazine- zannettiği bir “şey”den korkmaktadır, aslında böceğe
nin kıymeti beraberinde, kutsallığı da getirir. Yaşamak benzeyen şey bir çatlaktır. Bu olaydan önce babasına
ne kadar kutsal ise bireyin yaşamına son verilmesi de böceklerin nereden geldiğini soran ve olay sırasında
kadar kabul edilemez bir durumdur. Hakan Günday’ın yanında babasının değil de otuz beş çocuğun olduğu
“Az” adlı eserinden alınmış bu metinde insan hayatı- karanlık bir odada uyumaya çalıştığı göz önünde bu-
nın değersizleştirilmesi altı yaşında bir kızın öyküsü lundurulursa aslında ailesinin olmadığı anlaşılacaktır.
üzerinden protesto edilmiştir. Roman türü burada Yazar-anlatıcı bu kesitte ele aldığı başka bir durum da
yazar-anlatıcıya aktarmak istediklerini, didaktik ola- yabancılıktır. Küçük kızın aynı odada uyuduğu otuz
rak değil de bir duygu durumu yaratarak iletme ola- beş çocuğunun birinin bile ismini bilmemesi ve ranza-
nağı sağlamıştır. Böylelikle metnin ana izleği de olan, sının üst katına çıkmasına yardım eden çocuğun “Bir
romanın odak figürü küçük kız Derda’nın öyküsüne dahakine kendin çıkacaksın!”demesi, onun duyduğu
tanıklık eden okurun, yaşamın kutsallığını yine kendi yabancılığı gösterir. Küçük kızın böcekten saklanmak
içinde bulması ve kabul ederek değerlendirebilmesi için yorganın altına girmesiyle “İnsanın göremediği
sağlanmaya çalışılmıştır. Metin; iki anlamsal ve anla- şeyler yok olmaz ki!” demesi ailesinin ölümünü kabul-
tımsal kesitten oluşmaktadır. Metnin anlamsal kesitle- lenmediğinin de bir göstergesidir. Yazar-anlatıcı bu
ri, bireyin toplumsal açmazlardan duyduğu korkuları kesitte tüm bireylere ama aslında ebeveynlere hitap
ve bu korkularından kaçma isteği ile kaçamayıp derin etmektedir. Seslenilen bu hedef kitlenin seçilmesinin
bir çaresizlik içine düşmesi olmak üzere; Derda’nın nedeni bireylere hissedilen korku ve yabancılığın,
“böcek”ten korkması, “böcek”ten korkup kaçma çaba- yalnızlık ve çaresizlik gibi esenliksiz duyguları kaçınıl-
sı ve Derda’nın terör karşısındaki çaresizliği şeklindeki maz olarak beraberinde getirmesini somutlamaktır.
iki anlatımsal kesitle sunulmuştur. Seslenilen ebeveynlere bu duyguların kişilik gelişimi
oturmamış bir çocukta ne denli tepkiler yaratacağını
Metnin ilk satırından 47. satıra kadar verilen bölüm, ilk örnekleyerek aktarmak yazar-anlatıcı için toplumsal
anlamsal ve anlatımsal kesiti oluşturmaktadır. Bu kesi- bir görevdir.
tin ana iletisi, bireyin deneyimlediği yalnızlık duygusu-
Yazar-anlatıcı altı yaşında bir kızın içinde olduğu ya-
nun beraberinde getirdiği korku duygusudur. Bu ileti-
bancılık ve yalnızlık durumlarını ve bunların kız üze-
yi, okura sunan yazar-anlatıcıdır. Metnin sunumunda,
rinde doğurduğu sonuçları, ölümü sunarken güttüğü
I. tekil kişi anlatımı görülmektedir. Bununla birlikte,
amaç okurda toplumsal farkındalık olmuştur. Aile ve
metin boyunca görülen geçmiş zaman kiplerine yer arkadaşlık gibi sosyal grupları güçlendirerek insana
verilmesi, aktarılan olayı deneyimleyen ya da ilk elden destek olacak mekanizmalar geliştirilmesinin doğru
duyan bir kişinin yazar-anlatıcı olduğunu göstermek olacağı vurgulanmıştır. Yazar-anlatıcının bu amacını
içindir. Bu bağlamda yazar-anlatıcı, olayın geçtiği uza- gerçekleştirmek için izlediği yöntem iç gerçekliği or-
ma da tanıklık etmişçesine gerçekçi betimlemeler ve taya koymak ve dış gerçeklikle bağlantılar kurmaktır.
o uzama dair yaptığı belirlemelerle de okurda gerçek-
lik algısı yaratmaktadır. Bunu destekleyen düşünce- Metnin 47. satırından sonuna kadar verilen bölüm,
ler, ağırlıklı olarak küçük kızın karakter çözümlemesi ikinci anlamsal ve anlatımsal kesiti oluşturmaktadır.
üzerinden verilmiştir. Küçük kız yetimdir. Altı yaşın- Bu kesitin ana iletisi, terörün insanlığı ve insani de-
da ailesinden ayrı bırakılmış figür; yalnızlık, korku ve ğerleri tüketerek, insanı büyük bir çaresizliğin içine
çaresizlik duyguları içindedir. Tavanda duran “böcek” sürüklemesidir. İkinci kesit, pek çok yönden ilk kesitle

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 49


benzeşir ve onu bütünler. Bu kesitte yazar-anlatıcının
sesi toplumsal gerçekleri somutlamasıyla duyulur.
Ülkenin doğusundaki acı gerçekliğin farkında, olay
örgüsü içinde bulunmayan, yalnızca üçüncü bir taraf
niteliği taşıyan bir konumda olan yazar-anlatıcının
saptamaları, ilk kesitteki bireysel-evrensel ve aileye
yönelik iletilerin üzerine çıkmakta ve daha özel bir
nitelikle toplumsal olana yönelmektedir. Türkiye’nin
Doğu gerçekliği ve terörle ilgili olan bu kesitte, odak
figür Derda, Yatırcalı küçük kızın ölümünden sonra
olay örgüsüne dahil olmuştur. Küçük kızın düşme-
siyle Derda’nın “koğuş”ta “göz gezdirmesi”yle uzamın
bir “yetimhane” olduğu somutlanmıştır. Derda başta
“üst ranzada yatan küçük kız”a düşmanca denebile-
cek bir tavır sergilemiş olsa da ölümü üzerine hıçkı-
rarak ağlaması yazar-anlatıcının ele almak istediğini
insani ve evrensel değerlerle noktalar. Kesitte yazar-
anlatıcı yer verdiği en önemli saptama uzamın küçük
kızın kimliğinin de yansımasının olmasıdır. Küçük
kızın köyü olan Yatırca anlaşıldığı üzere Türkiye’nin
doğusunda bulunan bir “ajan köyü”dür. Yani terör ör-
gütüyle bağlantısı olan kimseleri emniyet güçlerine
ihbar edenlerin bulunduğu bir köydür. Romanına bu
dış gerçekliği yansıtan yazar-anlatıcı bölgenin sosyal
yapısına da eğilmektedir. Derda’nın küçük kızın ölü-
müne ağlarken taşıdığı endişe yetimhaneden başka
birinin onu görmesidir. Yazar-anlatıcının seslendiği
kesim tüm bireyleri ve Doğu insanını içerirken oluş-
turmaya çalıştığı mesajla örtüşen bir hedef kitle görü-
lür. Yazar-anlatıcının sesini duyurmak istediği kişilerse
o yetimhanelerdeki Derdaların küçük kızlara ağlama-
sını kınayan, hor gören diğer çocuklarla anlatılmak
istenen toplum bireyleridir. Böylelikle güdülen amaç,
küçük kız ve Derda ile yansıtılmak istenen masumiye-
te tezat oluşturan terör aracılığıyla vahşeti kınamaktır.
Terörün sadece fiziki vahşete değil sosyal baskıdan
doğan yalnızlık, yabancılaşma ve aidiyetsizlik gibi pek
çok duygusal çatışmayı doğurduğu da bir insanlık
gerçeği olarak verilmektedir.

Hakan Günday’ın “Az” adlı romanından alınan bu ke-


sitte, bir ülkenin gerçekliği ve bunun tüm insanlığı ve
evrensel birliği bozduğu konu edilmiş; aynı zamanda
yalnızlık, yabancılaşma, masumiyet gibi evrensel de-
ğerler tartışılmıştır. Bunlar da altı yaşında babasını
kaybetmiş Yatırcalı küçük kızın yalnızlığı ve odak fi-
gür Derda’nın bu olaylara tanıklığı ile ötekileştirilme
korkuları üzerinden sosyal vahşete karşı verilemeyen
mücadele üzerinden aktarılmıştır. Çocuklar naiftir,
masumdur ve gerçek sevginin taşıyıcısıdırlar. Sosyal
vahşet onların masumiyetlerinin kurtarılmasıyla son
bulacaktır.

50 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


MELİS GÜRDAL- ZEYNEP NAZ SADUN10-İ

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 51


PINAR NAZ ÇELEBİOĞLU - NAZ ÖZDEMİR 9-O

52 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


DERİN YİĞİT / 11-H

Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona

Bilmez
Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
Kıyılar da bomboş, kır yolları da
Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum

miyim Hiç
Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
Yol kenarında bir kapı, tahta
Peki, kim yitirmiş evini, ya da
Hangi yitikle yok olmuş o yapı
Kim bilir
Edip Cansever
Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
Bir taşın üstüne oturuyorum
Ben oturur oturmaz Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Çıkıyor kuytularından bütün görünümler Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa Yani tam böyle Bir şeye benziyor zaman
Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi Çıkageliyor sonra, saat on iki.
Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar
Anlıyorum
taslağı gibi
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Denize yeni sürülmüş bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Yalnızca bunun için uzun
Ve işin tuhafı bense
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Alışıyorum gittikçe
Örneğin
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
Ve bu yüzden mi bilmem Döğüşmek de sevgidir
Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum Ve benim bildiğim kadarıyla
Sürüyle kuş havalanıyor defnelerin içinden Her şeydir bir insan, her şeydir
Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden Yalandır kısalığı yaşamın
Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri Ve özellikle insan dediğimiz şey
Dağılıp gitmişler her biri bir yana İnançlı bir insan soyunun parçasıysa.
Kuşlar gibi, onlar da
Benimse ne gideceğim bir yer Sonunda baş başa kalıyoruz gene
Ne de özlediğim bir şey var Baş başa kalıyoruz doğayla ben
Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa On temmuz cumartesi
Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana. Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki Tam öyle yapıyorum
Dalıp gidiyorum, düşünüyorum da, saat on iki Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru
Bir sigara yakıyorum, bir kâğıda bir iki dize yazıyorum seviyorum.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 53


Şiir Eleştirisi

Yalnızlık Yağmuru
Aşk, aşırı sevgi ve bağlılık duygusu olarak açıklanmış- yalnızlığı iyice anlamasını sağlayıp, okuru şiirin içine
tır sözlüklerde. Oysa herkesin kendine ait bir açıklama hayal güçlerini kullandırarak sokar. “Tam o sıra bir va-
şekli vardır bu duyguyu. Bazıları aşkı ait olduğun yeri pur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı
bulmak ve kendini tamamlamak olarak açıklar. Aşkı gibi” dizesi ile şiir kişisi benzetme kullanarak hüznünü
bulup kaybetmiş insanları yolunu da kaybetmiş olarak ve acısını okuyucuya yansıtmıştır. ‘Sonbahar’ yaprakla-
görürler. Bu tür insanların bir belirsizlik, çaresizlik, yal- rın döküldüğü, ilkbaharın, neşenin, heyecanın bittiği
nızlık içinde kaybolduğuna inanırlar. Edip Cansever’in bir mevsimdir ve şiir kişisi ‘iskeleye’ gelen ‘vapuru’ bu
‘Ben Bilmez Miyim Hiç’ adlı şiirinde de yalnızlık ve aşk mevsime benzeterek yaşadığı duyguların ‘sen’ kişisi-
acısı anlatılmıştır. Şiir kişisinin ‘sen’ kişisini kaybetme- nin gitmesi üzerine kendine geldiğini söylemiştir. “Her
siyle yaşadığı acı, betimlemeler, doğa motifleri, geriye gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma” dizesi ile
dönüşler ve izlekler aracılığıyla yansıtılmıştır. anlatıcı her ne kadar hüzün içinde olsa da gittikçe ya-
şadığı terk edilme ve yalnızlık acısına alıştığını ve ‘sen’
İlk bölümün ‘Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der kişisine karşı duyduğu özlemin azaldığını belirtmiştir.
ona / Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar’ “Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden / Du-
dizelerinde şiir kişisi yazdıklarının ‘sen’ kişisinden ayrıl- rup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum” dizeleri ile
manın kendisine yaşattığı ‘uzaklık’ yani yalnızlık, terk
şiir kişisi özlemini unutmaya başladığını kabul edeme-
edilmişlik duygusunu anlattığını belirtmiştir. Anlatıcı
yip kendini kandırdığını belirtmiştir. “Dağılıp gitmişler
“Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok /
her biri bir yana / Kuşlar gibi, onlar da / Benimse ne
Kıyılar da bomboş, kır yolları da” dizelerinde yalnızlık
gideceğim bir yer / Ne de özlediğim bir şey var” dize-
duygusunu vurgulamıştır. Aynı zamanda ‘Dolaşıyo-
leri ile anlatıcı artık duygularının tamamen dağıldığını
rum’ sözcüğünü kullanıp nereye gittiğini açıklamama-
ve hüznü ile özleminin bittiğini anlamıştır. “Öyleyse
sı şiir kişisinin bir belirsizlik içinde ve yalnızlığında kay-
neden yazıyorum bu sözleri ona / Bu biraz sevdaya
bolmuş olduğunu gösterir. “Soluğumu duyuyorum
benzeyen, biraz da sevdasızlığa” dizeleri ile anlatıcı
ara sıra, bir onu duyuyorum / Duymuyorum belki de,
her ne kadar özlemi bitse de geçmişteki aşkının onu
biliyorum yalnızca” dizelerinde anlatıcının çaresizlik
etkilediği ve duygularına az da olsa hala dokunduğu-
ve yalnız olduğunu tekrarlamıştır. Sadece ‘soluğunu’
nu kabul etmiştir.
duyması şiir kişisinin düşünceleriyle baş başa kaldığı-
nı göstermektedir. Ancak emin olamaması anlatıcının İkinci bölümde şiir kişisi geçmişinden bir zamanı ha-
içinde bir boşluk hissettiğini, ayrıca çaresiz ve hüzünlü tırlar ve özellikle “saat on iki” gibi bir zaman dilimi
olduğundan hayata umursamaz bir açıdan baktığını belirler. “Dalıp gidiyorum, düşünüyorum da, saat on
göstermiştir. Bu dizeden sonraki dizelerde anlatıcı be- iki” dizesi ile şiir kişisi dalgın olduğunu ve hala içinde
timlemeler yaparak ve ‘yitirmiş’ sözcüğünü kullanarak bir boşluk olduğunu belirtmiştir. “Ama hiç kımıldamı-
yaşadığı terk edilmişliği vurgulamaya çalışmıştır. “Çı- yor, akrep de, yelkovan da” dizesi ile anlatıcı yaşadığı
kıyor kuytularından bütün görünümler / Ve ufak bir eksiklikten dolayı zamanın boş ve durmuş olduğunu
oyun oynuyor bana doğa / Alıp alıp götürüyor gözleri- dile getirmiştir.
mi bıkmadan” dizeleri ile ise anlatıcı hem doğaya gön-
derme yapıp hem de ‘sen’ kişisi ile anılarını andığını ve Üçüncü bölümde “Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe
bir özlem duyduğunu belirtmiştir. “Güneşin şavkından sevgiyi” dizesiyle anlatıcı sevgi oldukça zamanın uzun
yuvarlanan çakıllara” dizesi gibi dizelerle ise şiir kişisi ve akıcı olduğunu, yaşamın derinliğinin sevgiyi insan-
doğa ile bir bağlantı kurarak ve betimlemelerle hem ların içlerinde taşıyabildikçe var olabileceğini söyle-
etrafta kimsenin olmadığını dolayısıyla doğaya yönel- miştir. Aynı zamanda artık sevdası olmadığından za-
diğini gösterip hem de okurunun yaşadığı duyguyu, manın durduğunu bir kez daha vurgulamıştır. Sevgisiz

54 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


zaman, içi boşalmış bir yaşamdır ona göre ve anlamı
da yoktur.

Son bölümde “Sonunda baş başa kalıyoruz gene / Baş


başa kalıyoruz doğayla ben” dizeleri ile anlatıcı doğa-
ya gönderme yaparak, yalnızlığını kabul ettiğini be-
lirtmiştir. “İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi
günlerden” dizesi ile yalnızlığının arttığını vurgulamış-
tır. ‘yağmur’ motifi hüznü, yalnızlığı, acıyı simgeleyen
bir motiftir ve anlatıcının duyguları ile şiddetlenmek-
tedir. “Bir vapur daha kalkıyor iskeleden / Ve yağmur
hızlanıyor biraz” dizeleri ile hüznünün sevdası ile bir-
likte ‘iskeleden’ yani duygularından gittiğini belirtmiş-
tir. Aynı zamanda yağmurun şiddetlenmesi yaşadığı
kabullenmenin arttığını ve yalnızlık duygusuna karşı
koymayı bıraktığını gösterir. “Uzanıp yatsam diyorum
otların üstünde çırılçıplak / Tam öyle yapıyorum” dizele-
ri ile şiir kişisi üzerindeki yükten, fazlalıklardan ve acı
duygusundan tamamıyla kurtulmak istediğini söyler
ve kurtulur. “Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmu-
ru seviyorum, yağmuru seviyorum.” dizesinde ise an-
latıcı artık yalnızlığını tamamen kabullenmiş ve hatta
bu duyguyu sevmeye başlamıştır.

“Bilmez miyim Hiç” yalnızlığa ve hüzne karşı koyma


ile başlayıp, kabulleniş ile biten bir şiirdir. Şiirin başlığı
bir iç çekişi, sıkıntıyı ve yaşanmışlığı anlatır. ‘Yağmur’
sözcüğünün özellikle son dizede tekrarı okuyucu-
ya anlatıcının yalnızlığına alıştığını ve bu duyguyu
benimsemeye başladığını vurgulamak için kullanıl-
mıştır. Anlatıcı özne, yalnızlığa, hüzne karşı sevgiden
vazgeçmez, her şeyin temeline sevgiyi koyar, sevgiyle
var olur, insandan doğaya çevirdiği sevgisini yağmur-
la paylaşır.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 55


KUBİLAY AYTEK / 11-K

Biz / Yevgeni Zamyatin

Yaşamı İdealize Etmek


Canlılar ilkelden mükemmele doğru giden bir İleri yönelemez. Ve dayanıksızdır çünkü uygun sütu-
yolda, sürekli yarış halindedir. Ancak mükem- nu yıkarsanız çöker ve kendini iyileştiremez. İnsanlık
tarihindeki fırsatlar ve tutkular düzenini ele alırsak bu
mellik f(x)=1/x fonksiyonu gibidir. Yani x de- düzen daha çok bir ormana benzer. Otlar gibi uzun
ğişkenini ne kadar artırırsanız sıfıra o kadar kamışların ve hatta ulu kavakların bulunduğu orman-
yaklaşırsınız ama asla sıfırı elde edemezsiniz. da zehirli sarmaşıklar ve kör edici mantarlar da vardır.
Mükemmellik de saf olarak elde edilemez, an- Sayısız türün bir arada bulunduğu orman güzel ve
cak ona yaklaşılabilir. tehlikelidir. Hayatta kalma savaşı veremeyenler ölür,
orman patikalarını iyi bilen yükseklere tırmanır ve sis-
tem daimi olarak yenilenir ve evrimleşir.

Bir canlı için mükemmel olan nedir? Kişisel görüşe Tek tipleşmiş insan ruhu ve devlet için insan anlayı-
dayanan noktaları ağırlıkta olan bir sorudur bu. Nes- şı, yapıttaki Tek Devlet’in benimsenmiş sanat anlayı-
nel dayanaklar bulmak için bilime ve canlılar tarihine şı ile örtüşür. Sanat tekdüze olmakla beraber devleti
bakılabilir. Canlılar, evrimin basamaklarını tırman- yüceltmek amaçlıdır. Şairlerin devleti ve makamlarını
dıkça fiziksel farklılıklar gösterirler. Daha üstün olan övmesi, yapıtta devletin başı olarak tanıtılan İyilikçi’yi
canlılarda ortak görülen özellik ise ilkel canlılara göre öven şiirlerde görülür. Müzik fabrikası ve cam binalar
çevreden daha fazla bilgi toplayabilme ve bu bilgiyi ise sanatın da insanlar gibi tekdüze ve aynı olduğu-
işleyebilmektir. Yani canlıların genel eğilimi çevreye nun göstergesidir. Bu tekdüzelik, Tek Devlet’in hayal
egemen olmaktır. Egemenlik ise güç istemini doğurur. gücünü desteklemediğine işarettir. Oysa bireyselliğin,
Bulunduğu çevrede hâkim olmak, güçlü olmak, canlı hayal gücünün ve basın özgürlüğünün desteklenme-
doğasının bir eğilimidir. Yevgeni Zamyatin’in “Biz” ya- si gerektiğini savunan düzenlerde sanat, insanlardaki
pıtında çizilen ve mükemmel olduğu savlanan düzen, çeşitliliğin dışa vurumudur. İki aykırı dünyadaki bir
günümüzdeki ideal devlet ve toplum anlayışıyla çe- başka farklılık da etik olgulardaki farklılıklardır. Ya-
lişmektedir. Bu düzen araçları, vatandaşların devletin pıtta öne çıkarılan etik olgu da “vicdan”dır. Hümanist
gözündeki konumu, sanatın işlevi, vicdanın yeri, eko- ruhun doğuşuyla insanda hep var olan vicdan değer
nomideki verim ve insan doğasını tatmin yönlerinden kazanmış, insan haklarının ve uluslararası hukukun te-
karşılaştırılabilir. melini oluşturmuştur. Oysa materyalizmin ekonomik
boyutlarında insanı ele alan Tek Devlet, insanlardaki
Yapıttaki düzene dair en belirgin unsur birey olma yo- vicdanı da büyük ölçüde törpülemiştir. Tek Devlet’in
lunun kesilmesidir. Doğumdan itibaren ad yerine nu- örnek vatandaşı -yapıtın başlarında- D-503, Integral’in
mara alan insanlar, aynı renk üniformalar giyip, tek tip motorunun yanlış ateşlenmesi sonucu ölen çalışanları
dairelerde devletin onlar için planladığı takvime göre olağan bir şeymiş gibi, günlüğüne ifadesiz bir şekilde
yaşarlar. Hayatın herkes için aynılaştırılması, insanlar- not alır. İnsan vicdanını hiçe sayan bir düzen vardır bu
daki özgün olma eğilimini törpüler. Yapıtta D-503’ün yaşanan olaydaki bu durum gerçek dünyada karşılığı-
dediği gibi, Tek Devlet eğer bir makine ise insanlar nı bulamamaktadır. (!)
da bu makinenin küçük parçaları, çarkları, vidalarıdır.
İnsanların yaşamasının yegane amacı, bu makinenin Düzenlerin hâkimiyete yönelmesi, canlı doğasındaki
kusursuzca işlemesidir. Öte yandan artık tek bir küre- mükemmellik anlayışından gelir. Devlet’in gücünü
sel uygarlık olma yolunda ilerleyen günümüz insanlı- simgeleyen bir unsur da ekonomik güçtür. Vicdanı,
ğı, “vatandaşı için devlet” inancını benimsemiştir. Bu sanatı, bireyselliği destekleyen bir düzen, ekonomik
felsefenin temelinde ilerlemek vardır. Bireysellik des- verimliliğe adanmış bir düzenden, ekonomik alanda
teklendiğinde yaratılan insan çeşitliliği, toplumun dü- üstün olabilir mi? Bu durum kapitalist Batı’nın, SSCB’yi
şünsel dünyasını da çeşitlendirir. Farklı düşüncelerin ekonomik olarak mağlup etmesine benzer. Çünkü
bir arada varoluşu da sistemdeki eksikliklerin görül- Batı dünyasında SSCB dünyasında yetersiz olan iki şey
mesine, kangrenli parçaların kesilip atılmasına yardım vardır: hırs ve rekabet. SSCB’de bir ya da iki otomobil
eder. Bu bağlamda yapıtta ele alınan “Tek Devlet” sis- üreticisi varsa, Batı’da bu sayı en az ondur. Hırs ve re-
temi tuğladan inşa edilmiş tekdüze bir yapıya benzer. kabet ise ekonominin yoğunluğunu artıran en önemli
Birbirinin kopyası olan tuğlalar, bu devletin vatandaş- etmendir. Hırs ve rekabetin Tek Devlet düzeninde ol-
larıdır. Tuğlalar yapıyı ayakta tutar, karşılığında yapı maması, ekonominin verimsiz ve durağan olması ile
da onlara güvenli bir ev olur. Ancak sistem kısırdır. sonuçlanır. Bu durum teknolojik gelişmeleri de derin-

56 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


den etkiler. Bu anlamda Tek Devlet düzenindeki yük- lerin tutunamayacağının bir kanıtıdır. Evrende fizik
sek teknoloji, gerçek yaşamda daha kısa sürede elde kuralları kadar geçerli bir yargı varsa o da “Entia non
edilebilir. sunt multiplicanda praeter necessitatem”dir. (Tama-
men gerekli olmayan hiçbir şeyin var olması varsa-
Ekonomik, teknolojik, sanatsal olarak ve vicdanen yılamaz). Yani Tek Devlet düzeni, uygarlık ölçütlerine
daha insancıl olan yaşam, Tek Devlet gibi zayıf düzen- göre ilkeldir ve uygarlıklar yarışında çoktan elenmiştir.

SELİN YAMAN-DOĞA ECE ERSOY-HAZAL YILDIZ 9-Z

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 57


ECE ALEHAN - ZEYNEP AÇIKGÖZ 10-N

58 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


HAKAN KAŞ / 11-G

KANTO
Cemal Süreya

Ben nerde bir çift göz gördümse


Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım
-Garson bira getir
Garsonun adı Barba

Ben nereye gittimse bütün zulumlardı


Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm
Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
Namussuz bir çağ bu biliyorsun
-Garson rakı getir
Garsonun adı Hakkı

Sen belki de bir resimsin ne haber


Kırmızı bir Beykoz’un yanında duruyorsun
Yapan bir de ağaç yapmış yanına
Dallarına konsun diye kelimelerin
-Garson şarap getir
Garsonun hali harap

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 59


Şiir Eleştirisi

KANTO
Cemal Süreya’nın “Kanto” adlı şiirinde şiir kişisi sev- Bu yaratılan uzam kopuklukları duyulan özlemin gi-
diği kişiye duyduğu özlemi uzam kopukluklarından dilen her yerde şiir kişisini etkilediğini göstermek için
ve duygu değişiminden yararlanarak anlatmış, daha verilmiştir, “rakı ve “Hakkı” kelimelerinde de , “bira” ve
sonrasında ise hayatında bu kadar yer kaplayan özle- “Barba” da olduğu gibi ses benzerliği görülmektedir.
mi yitirdiğini dile getirmiştir. Şiir üç anlamsal kesitte
incelenebilir. Şiirin son anlamsal kesiti olan son dörtlük diğer iki
dörtlükten bağımsız duygular içermektedir ve duygu
Şiirin ilk dört dizesine bakıldığında, şiir kişisinin sevdi- değişiminin en yoğun yaşandığı yerdir. Bu dörtlükte
ğine karşı duyduğu yoğun özlem ve bu özlemin yanlış şair ilk başta “Sen belki de bir resimsin ne haber” di-
anlaşılmış olduğu görülmektedir, “Ben nerde bir çift yerek aslında yaşadığı özlemin gerçek olmayan, bir
göz gördümse / Tuttum onu güzelce sana tamam- tablonun arkasına gizlenmiş birine duyduğunu dile
ladım” dizelerinde şiir kişisinin nereye giderse gitsin getirmiş, uzun bir zamandan sonra, sevdiğinin bu
bu özlemi taşıması ve hayatının her anında sevdiğini dünyadan ayrıldığını dile getirmiştir. Bu farkına varma
yanında hayal etmesi dile getirilmiş, kullanılan “ben” sürecinin uzun olmasını sevdiğinin çok güzel olması-
dili ile duyulan özlemi güçlendirilmiştir. Şiir kişisi “ Bir na bağlayan şiir kişisi resmin olduğu mekanı betimle-
bunun için yaptım” dizesiyle öncesinde bir yanlış an- yerek aktarmıştır, “Kırmızı bir Beykoz”. Son dörtlüğün
laşılma olduğunu veya bir şeyden pişmanlık duydu- son iki dizesinde şiir kişisi duyduğu özlemin aslında
ğunu okuyucuya aktarmıştır. Duygularının en yoğun bir yansımaya karşı olduğunu “Yapan bir de ağaç
ve baskın olduğu noktada garsona seslenen şiir kişisi yapmış yanına / Dallarına konsun diye kelimelerinin”
“Garson bira getir / Garsonun adı Barba” dizeleriyle dizeleriyle belirtmiş, duyduğu özlemin resimdeki ka-
duygularını bastırması, “bira” ve “Barba” kelimelerinin dına karşı değil, yansıması olan ağaca karşı olduğunu
arasındaki ses benzerliği uzam kopukluğunu vurgula- söylemiştir. Önceleri bira ve rakı isteyen şiir kişisi bu
dörtlükte şarap istemiş ve duyguların bira ve rakı ile
mak için oluşturulmuş olabilir.
bastırıldığı bir mekanda şaraba dönmesi garsonu şa-
Şiirin ikinci anlamsal kesiti olan sonraki dörtlükte ise, şırtmış ve harap bırakmıştır: “Garsonun hali harap”
şiir kişisi önceden bahsettiği pişmanlığının nedenini
Şiirin başlığı ele alındığında, “Kanto”, sözlük anlamının
belirtmiş ve bu pişmanlığın, sevdiğini çağın kötülük-
şiire yansıdığı görülmektedir. Şiir kişisi gittiği mekan-
lerinden koruyamama olduğunu söylemiştir. Sevdi-
daki kanto danslarını şiirin dış görünüşüne işlemiş ve
ğini kaybetmesine neden olan: “açlıklar”, “kavgalar”,
dans figürlerini okuyucuya aktarmıştır. Dörtlüklerden
“kötülükler” şiir kişisinde anı olarak canlanmış ve sev-
sonra gelen ikiliklerin sağda olması ve ardından gelen
diğine “Namussuz bir dünya bu biliyorsun” diye sesle-
diğer dörtlüğün tekrar solda olması da dansın ritmini
nerek çağın kötülüklerinin sevdiğini elinden aldığını
çağrıştırmaktadır.
vurgulamıştır. Daha sonrasında ise yerine duygularını
bastırmak için; fakat bu sefer biradan daha güçlü olan Şair, şiir kişisi üzerinden sevdiğine duyduğu özlemi ve
rakıyı tercih eden şiir kişisine rakı, bir Türk ismi olan bu özlemin hayatını nasıl etkilediğini anlatmış daha
“Hakkı” tarafından getirilecektir. Başta “Barba” olan sonra ise bir farkındalık geçirerek bu özlemin bu dün-
garson “Hakkı” ismini almıştır ve uzam kopukluğu gar- yadan ayrılmış birine olduğunu anlamış, kendisinin
son isminin değişmesinden okuyucuya aktarılmıştır. yaşadığı bu yoğun özlemi eleştirmiştir.

60 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


DEFNE GÜL 11-U

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 61


İREM BARDAKÇI 11/E

“Gatsby” ve “Muhteşem”
İnsanın en temel dürtüsü istemek ve istediğini İşte Gatsby böyle bir dönemde doğmuştur. Tek sorun
başarıyla elde etmektir. Bu amaç insanlar ka- ailesinin zengin olmayışıdır. Burada tutkulu ve hırslı
bir âşık olan Gatsby, her ne kadar acımasız bir karakter
dar toplumlarda da vardır. İnsanın yarattığı gibi dursa da aslında bu yapıttaki en büyük kurbandır.
güçlü devletler, güçlü ekonomiler veya güçlü Toplumsal baskıyla yoksul olanların hor görüldüğü bir
olmasa bile yenilmez ve mükemmel imajı ya- yerde, gözü en çok boyanan kişidir o, çünkü küçük-
ratan devlet politikalarının da odağında bu lüğünde bu sıradan olma baskısını üzerinde hisset-
vardır. İşte F. Scott Fitzgerald’ın “Muhteşem miştir. Bir hayal uğruna -geçmişinden kaçıp gerçekten
de bu hayali gerçekleştirmesine rağmen- aslında kur-
Gatsby” adlı yapıtında da, toplumun, ‘kabus’ tulmak yerine bu çukurun daha da derinine inmiştir.
içindeyken şatafatlı bir rüya içindeymiş gibi Gatsby zamanla New York’un en ünlü adamı olurken
yansıtılması, ‘muhteşem’ zannedilen bir hayat- aynı zamanda da Amerikan Rüyası’nın en ağır oyuna
la kandırıldığı anlatılmaktadır. getirdiği kişi olmuştur.

Yine yapıt ve sinema uyarlamasında Daisy, Gatsby’nin


âşık olduğu kişidir ve tam bir altın kızdır. Gösterişli,
Yapıtta bunun yansıtılmasında en önemli işlevi odak vurdumduymaz ve şımarık bir kadındır. Çok etkileyi-
figür Gatsby yüklenmiştir. Gatsby’nin karşılaştığı top- ci ve ilgi odağı olmak isteyen bir karakterdir. Yazarın
lumsal ve bireysel olgular yapıtın uzam ve figür betim- karakteri bu şekilde oluşturmasının nedeni, Daisy’nin
lemeleriyle sunulmuştur. Yapıtın aynı adla oluşturulan tıpkı o dönemdeki Amerikan politikası gibi etrafını
sinema filmi uyarlaması da bu dikkat çekici noktaları etki altına alması ve de zengin olan bir adamın yanına
barındırmaktadır. 1974 ve 2013 yıllarında bire bir ka- çok uygun bir eş olacağını düşünmesidir. Tıpkı o dö-
bul edilebilecek biçimde sinemaya uyarlanan Gatsby, nem insanları gibi o da macera peşindedir ve Gatsby
yazın kadar sinema dünyasında da ses getirmiştir. bu macerayı yaşaması için mükemmel bir karakterdir.
Her ne kadar Gatsby’i seviyor olsa da kocası Tom’u da
Yapıt ve sinema uyarlaması, Gatsby adında bir ada- bırakmamasının sebebi her şeye sahip olmak isteme-
mın etrafında gelişir. Gatsby genç yaşta evden kaçar sidir. Bu düşünce toplumun genelinde vardır. Uyarla-
ve kendince ‘hak ettiği, olması gereken’ muhteşem mada da seçilen oyuncularla bunlar etkili bir şekilde
hayatı yaşamak ister. Şatafatlı olmanın normal hatta sunulmuştur.
olması gereken bir şey olarak topluma yansıtıldığı
1920’ler Amerika’sında, gösterişli olmayanın gerçek- Muhteşem Gatsby bir aşk romanı olarak düşünülse de
ten görünmez olduğu bir ortam vardır. Wall Street’i aslında toplumu ve yaşamı algılayış şekillerinin eleşti-
birbirine katan ekonomik kriz halktan saklanmak iste- rildiği bir yapıttır. Mutluluktan felç olmuş bir kuşağın
nir ve bunun için de Amerika’nın en büyük ve muh- nasıl da gerçek olmayan hayatlar içinde yaşadığını,
teşem imajı halkın imgeleminde oluşturulur. Binalar paranın en güçlü silah olduğu bir hayatta insanların
daha büyük, partiler daha büyük, yaşam daha büyük- nasıl da bunu kanıksadıklarını anlatır yapıt. F. Scott
tür New York’ta. Amerikan Rüyası akımı adeta bir sis Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby adlı yapıtı ve yapıtın
bulutu gibi insanların üzerine inmiştir. Görünürdeki sinema uyarlamasında bu olgular dramatik bir şekilde
tek yeşil ışık paradır. vurgulanır.

62 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


MELİSSA GÜNEŞOĞLU-NİHAN KARAEFE 10-D DERYA ŞİMŞEK 10-A

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 63


MERT BAYRAMUSTA-BENSU ÖNGEL 11-R

64 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


DAMLA ERTEM / 11-G

DALGA
Orhan Veli

Mesut sanmak için kendimi Yalan....


Ne kağıt isterim, ne kalem Ama gene de
Parmaklarımda sigaram Gene de güzel günler geçirebilirim
Dalar giderim mavisinden içeri Geçirebilirim bu mavilikte
Karşımda duran resmin… Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız
Ağacın gökyüzüne vuran aksinden
Giderim deniz çeker Her sabah erikleri saran buğudan
Deniz çeker, dünya tutar Buğudan, sisten, ışıktan, kokudan...
İçkiye benzer birşey mi var
Birşey mi var ki havada Ne kâğıt yeter ne kalem
Deli eder insanı, sarhoş eder? Mesut sanmam için kendimi
Bunların hepsi... hepsi fasafiso
Bilirim, yalan, hepsi yalan Ne takayım, ne tekneyim
Taka olduğum, tekne olduğum yalan Öyle bir yerde olmalıyım
Suların kaburgalarımdaki serinliği Öyle bir yerde olmalıyım ki
İskotada uğuldayan rüzgâr Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi
Haftalarca dinmeyen motor sesi İnsan gibi...

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 65


Şiir Eleştirisi

Dalgalı Ruhlar
İnsan ruhu ne gariptir; bir sağa bir sola, rüzgârı nere- Şiir iki anlamsal kesite ayrılmıştır; ilk anlamsal kesitte
ye onu estirmek isterse oraya… Orhan Veli’nin “Dalga” şiir kişisi daha sanatçı ruhludur ve duygu yoğunluğu
adlı şiiri de; şairin gelgitli, kararsız ruh hali, çeşitli dil ağırdır. Ruhunun götürdüğü yere gitmek ister ama
ve anlatım özelliklerinden yararlanılarak oluşturul- gerçek hayatın buna engel olduğu görülür. İkinci
muştur. Şiir, dil ve anlatım, içerik ve biçim özellikleri anlamsal kesitte ise, ilk kesitin tam tersi şiir kişisi ta-
açısından üç farklı yönüyle incelenecektir. rafından savunulur. Mesut olmak için ilk başta kale-
Orhan Veli şiirinde birçok imge ve betimlemeye anla- me, kâğıda ihtiyacı olmamasını dile getirmesi son-
tımı güçlendirmek için yer vermiştir. “ Dalar giderim rasında ise ani bir değişimle ne kâğıdın, ne kalemin
mavisinden içeri / Karşımda duran resmin…” şek- yetebileceğini dile getirmesi değişken ruh halini ifa-
lindeki dizelerde karşısında duran resmin mavisine de etmektedir. Tekneye ya da takaya benzemediğini
dalıp gitmesi, resmin şairi huzura kavuşturduğunu, yalanlarken, yalan kelimesinin içinde saklı keşkelerin
dinginleştirdiğini belirtmektedir. “Giderim deniz çe- olduğunu belirtmektedir, ama ikinci anlamsal kesitte
ker / Deniz çeker, dünya tutar” dizelerinde ise denizin ne taka ne tekne olmadığını daha kısa ve net bir şekil-
anlatıcı özneyi çekmesi sözleri ile denizin huzur verici de dile getirmesi anlatıcının bir ve ikinci kesitler ara-
hareketleri karşısında denize teslim olup kendisini ra- sındaki duygusal değişimini ortaya koyar. Son dizede
hatlığa bıraktığı görülmektedir. Takip eden dizede ise ise “insan gibi” demesi ilk anlamsal kesitteki duygusal,
dünyanın anlatıcıyı tutması dış dünya gerçekliğini or- doğaya eğilimli ruhu ağır basan şiir kişisi yerine daha
taya koymaktadır; çünkü bu dize, anlatıcıya dünyadan insancıl kalıba bürünmüş bir şiir kişisinin geldiğini
kopamayacağını hatırlatır; tam gidiyorken arkasından göstermektedir.
çeker. Burada dünya, kişinin kendi iç dünyasından çok,
dış dünyasına hitap eder; kişinin sorumlulukları, ya- Şiire bakıldığında şiirin biçimi de dalga gibidir; ilk an-
şanmışlıkları bunlara örnektir. Tıpkı kıyıdaki kumların lamsal kesit daha uzun, ikinci anlamsal kesit daha kısa.
bir dalgayla denizin içine çekilip, bir tümsek oluşturup Şairin dalgadan ilham alarak şiiri düzenlediği düşünü-
başka bir dalgayla o kumların her tarafa saçılması gibi lebilir. Bu dalga aynı zamanda şiir kişisinin kararsızlı-
kendisini de kum taneciklerine benzetir. “Taka oldu- ğını da ortaya koymuştur. Biçimin başlıkla uyumlu ol-
ğum, tekne olduğum yalan” dizesinde şairin aslında
ması genel olarak şiire bütünlük katmıştır. Hiçbir dalga
deniz araçlarına, denizle igili olduğu için bu araçlara
bir diğerinin aynısı değildir, anlatıcı da bazı dizeleri şiir
olan benzeme isteğini; ama benzeyemediği için his-
settiği isyan duygusunu iletir. “Yalan” sözcüğünün sık- boyunca tekrar etmiş, fakat farklı tekrarlamıştır; tıpkı
ça kullanımı da onun hüzünlendiğini göstermektedir. hiçbir dalganın bir diğerine benzemediği gibi. Aynı
Anlatıcı özne, aslında sadece denize yakın, onunla iç zamanda noktalama işaretlerinin de kullanımı bu ka-
içe olmak istediği için taka ve tekne sözcüklerini kul- rarsızlığı ve farklı yinelemeleri göstermektedir.
lanmıştır. Şiirde sadelikten ödün verilmeyecek şekilde
basit ama etkili betimlemeler kullanılmıştır. “Suların Dalga üzerine kurgulanan bu şiirde, anlatıcı özne ken-
kaburgalarımdaki serinliği” beş duyulardan dokun- dine özgün betimlemeleri, dil ve anlatım özellikleri-
mayı vurgulayarak hem anlatıcı öznenin hem de oku- ni kullanarak kendi gelgitli ruhsal değişimini ortaya
run hissetme duygusuna gönderme yaptığını göste- koymuştur. Tıpkı her dalganın kendine özgü olduğu
rir. Karpuz kabuğu ise çok gündelik ama anlatıcının gibi her duygu da birbirinden farklıdır. Anlatıcı özne,
bile kıskandığı bir obje olmuştur. Kabuk bile dünya- her ruhun dalgalar gibi farklı olduğunu, denizle gelen
dan, sorumluluklardan bağımsız bir şekilde denizde dinginliği ne kadar önemsediğini, aradığını, onu en-
durmaktadır ama anlatıcı onu sadece seyreder. gelleyen etkenleri anlatmıştır.

66 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


DELAL İLHANLI-GÜLCE TEKİN 11-M

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 67


CEREN ALATAŞ 11-K

Çukurova’nın Sözcüsü
Yaşar Kemal
Anadolu, hem insanını binbir güçlük altında tır. Küçük yaşlarından beri aşık atışmalarına meraklı
ezen, mücadeleye zorlayan; hem de güzel- oluşu, daha sonradan onu edebiyata yönlendiren et-
menlerden olmuştur. Yazın hayatında ilk öykü kitabı,
likleriyle insanı yaşama bağlayan, bereketli, Sarı Sıcak olan Yaşar Kemal daha sonra İnce Memed,
canlı bir coğrafyadır. İnsan, Anadolu’da yılın Akçasazın Ağaları, Dağın Öte Yüzü, Bir Ada Hikayesi,
büyük bir çoğunluğunu yağmur, sıcak, sıt- Binboğalar Efsanesi, Binbir Çiçekli Bahpe gibi roman,
ma gibi doğanın güçlüklerine karşı ayakta öykü ve deneme türlerinde eserler vermiştir. Nobel
kalmaya çalışarak geçirir. Özellikle baharın Edebiyat ödülüne aday gösterilen ilk Türk yazardır.
gelmesiyle beraber, doğa güzelliklerini gös- Yaşar Kemal’in romanlarında anlattığı insanların ruh-
termeye başlar, insanın umudu tazelenir. sal çözümlemelerinden çok onların çevreleriyle ilişki-
Anadolu’da hayat, çalışma üzerine kurulu- si, verdikleri yaşam mücadelesi ön plandadır. İnsanı
çevresi ile bir bütün olarak ele alan Yaşar Kemal, bu
dur. İnsanın yaşam mücadelesinde ayakta süreçte onları hem tensel hem tinsel çerçevesi ile çi-
kalmak için gücünü kaybetmemesi, doğanın zer. Yapıtlarında anlattığı insan, Anadolu insanının
koşullarına karşı direnç göstermesi gerekmek- kendisidir, hiçbir yapıtından karton tipler yoktur, oku-
tedir. İnsanın, geçimini sağlamak için doğa- ru herhangi bir Anadolu köyünde Yaşar Kemal’in in-
yı kullanma mecburiyeti, onun sürekli doğa sanlarından biriyle karşılaşabilecekmiş hissine kapılır.
ile etkileşimde olmasını beraberinde getirir. Yaşar Kemal’in Anadolu insanının en belirgin özellik-
leri, yaşam mücadelesindeki direnci ve hiç sönmeyen
umududur. Binboğalar Efsanesi adlı yapıtta Haydar
Cumhuriyetin kuruluş ve gelişim sürecinde Türk köy- Usta’nın sonsuz bir umutla, yıllarca kılıç yapışı ve
lüsü için hayatı zorlaştıran şey, sadece doğa değil; top- bunu paşalara götürerek kışlak alabileceklerini umut
rak ağalarının kontrolsüz gücü olmuştur. Anadolu’nun etmesi, Anadolu insanının sonsuz umuduna örnek-
savaş yıllarında devlet tarafından asker deposu olarak tir. Ortadirek’te, köylülerin her türlü yağmur, kayalık
kullanılmasıyla köylülerde oluşan devlet çekincesi- yollar karşısında güçlerini yitirmemeleri ve pamuğa
ni kullanan ağalar ve beyler, kimi zaman muhtar ve erişme umudunu kaybetmemeleri de yaşam mücade-
jandarma komutanı gibi devlet temsilcileri, zaten zor lesine ve sönmeyen umuda örnektir.
koşullarda yaşam mücadelesi veren köylüleri sömür-
müş, onlara zulmetmişlerdir. Devlet otoritesinin bile Yaşar Kemal’in yapıtlarında Anadolu’da yaşayan
köylü üzerinden çıkar sağlamaya çalışması, Anadolu Türklerden başka Kürtler, Türkmenler de ele alınır.
köylüsünü çaresizce var olan düzende ayakta kalmaya Yazar, sadece Türk gelenek, inanç ve yaşamını değil
çalışmaya itmiştir. Bu süreçte köylüler, kendilerine su- Anadolu’da yaşayan bütün milletlerin düşünce, inanç
nulan koşullara karşı yoğun bir direnç göstermişlerdir. ve umutlarını anlatmıştır. Yaşar Kemal’in yapıtları
derinlemesine bir Anadolu portresi niteliği taşıdığın-
Bu unutulmuş insanın ne derece ağır bir hayatı oldu- dan, Anadolu’daki her unsur, her gelenek, görenek bu
ğunu, üzerlerindeki sömürüyü, acılarını, umutlarını, yapıtlara yansımıştır. Bu anlamda Binboğalar Efsane-
düşüncelerini bütün yalınlığı ve çarpıcılığı ile yansı- si’ndeki Nevruz, demircilik gibi unsurlar, gelenek ve
tan, Anadolu’dan gelen sesi dünyaya duyuran isim Ya- inanışlara örnektir.
şar Kemal’dir. Yaşar Kemal, Anadolu’yu, Anadolu’nun
kendisi gibi sert fakat zengin bir dille anlatmıştır. Anadolu’da derin bir yeri olan ağalık, beylik gibi ol-
gular Yaşar Kemal’in bir çok yapıtında bulunmaktadır.
Yaşar Kemal, 1923 yılında Osmaniye’de doğmuştur. Köylünün ağalar ve beylerin kişisel istekleri ve top-
Beş yaşındayken babasının camide öldürülüşüne ta- raklarını genişletme arzuları yüzünden yaşadıkları; bu
nık olan Yaşar Kemal, bu olaydan derin bir şekilde et- kişilerin köylülere yaptığı zulüm, Yaşar Kemal’in yapıt-
kilenmiştir. Orta okulu bırakıp tarlalarda ırgatbaşılık, larında savaş ve ölüm karşıtlığı olarak yansımasını bul-
ırgat katipliği, traktör sürücülüğü gibi işler yapmış- muştur. Yapıtlarda sadece Anadolu portresi çizilmez,

68 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


bunun yanında barışın önemine de dikkat çekilir, yo- çevrede olabilecek herhangi bir şeyi, örneğin bir dön-
ğun bir savaş karşıtlığı göze çarpar. geleyi veya mor bir kayalığı sade fakat zengin bir dille
Yaşar Kemal’in yapıtlarının bu denli kalıcı olması ve okuyucusuna sunarak onu anlattığı olayların içine al-
başarıya ulaşmasının nedeni, onun kendi insanını, makta, sadece insan ile değil insanın bütün yaşamını
içinde ömrünü geçirdiği Anadolu insanını anlatması- geçirdiği doğa ile de tanıştırmaktadır.
dır. Yazar, aslında anlattığı insanların içinde yaşadığı
için onların bütün yaşamını, duygularını, düşünceleri- Yaşar Kemal’i Türkiye’nin önemli yazarlarından biri ya-
ni yakından öğrenmiştir. Bu da yarattığı kurgusal ger- pan şey, onun Anadolu insanına bakışı, onun yaşam
çeklik düzleminde figürlerin doğal ve içten olmasını algısını kavrayışıdır. Anadolu köylüsünün içinden
sağlamıştır. çıkan bir ses olarak birçok insanın fark etmediği, bil-
Yaşar Kemal’in eserlerinde göze çarpan bir diğer un- mediği bu coğrafyayı ve insanları bütün canlılığıyla
sur da gerçekçi, çarpıcı doğa betimlemeleridir. Yazar, dillendirmiştir.

DERYA GÖKTAŞ - DENİZ NAZ KAYA 9-Z

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 69


HAZAL KARAKUŞ / 11-K

Ortadirek adlı yapıtta giriş


cümlelerinin işlevi nelerdir?
Tıpkı yeni bir insanla tanıştığımızdaki ilk izle- Yıllar içinde, döngeleyi götürme görevi Koca Halil’in
nimlerimizin o insan hakkındaki fikirlerimi- olmuştur ve kendisi de dâhil herkes bu durumu be-
zin oluşumunda büyük bir etkisi olması gibi, nimsemiştir. Koca Halil kendi kendine “Al götür dön-
romanların da ilk cümleleri o romanı anla- geleyi.” der çünkü yapıttaki sosyal düzen içerisinde
bazı insanların birtakım görevleri, diğer köylülere kar-
mamız için büyük önem taşımaktadır. Bu
şı sorumlulukları vardır ve bu düzen bu şekilde devam
cümleler yapıtın ne hakkında olacağını veya
etmelidir.
hangi bağlamlara oturtulacağını okura su-
narlar. Yaşar Kemal’in Ortadirek adlı yapıtın- Bu düzen içerisinde önemli görevleri olan bir diğer
daki giriş cümleleri de, okura yapıttaki sosyal kişi ise Koca Halil’in ilk haber vermesi gereken kişi
düzen ve zamansal ögelerin romandaki yeri olan Muhtar Salih’tir. Muhtar, kıdem sahibi olduğu ve
ve önemini göstermesi açısından önemlidir. yapıttaki sosyal düzende bu kişilerin aleyhine çalışıl-
maması gerektiği muhtarın “Senden hiç beklemezdim
Halil Emmi, Uzun Ali’ylen, öteki köylüylen bir olup be-
Yapıt, “Döngele geldi kapıya dayandı. Al götür dönge- nim aleyhime çalışıyormuşsun. Ayıp.” (syf. 19) cümlele-
leyi.” cümlesi ile açılmakta, devamında ise döngelenin
rinden henüz yapıtın başlarında iken anlaşılmaktadır.
önemi açıklanmaktadır. Döngele, “çukurda pamuk
açma” döneminin geldiğinin habercisidir. Pamuk, köy- Yapıtın giriş cümlelerinden itibaren kendini belli eden
lünün geçim kaynağıdır ve her yıl tüm köylü pamuk bir diğer sosyal düzen ögesi ise “yaşlılık”tır. “Şu koca-
toplamaya gitmektedir. “Çukurda pamuk açtı” ifadesi-
lık batsın”, “Kocalık demek rezilliğin büyüğü” (syf. 13)
nin tekrarlanması ise yılın bu döneminin o bölgedeki
köylü açısından ne derece önemli olduğunu açıkla- gibi cümleler ve muhtarın Koca Halil’e karşı sert bir
maktadır. Yapıttaki bu zamansal ögeden bahsedilir- tavırla konuşabilmesi yaşlılığın köydeki toplumda
ken belli bir aydan bahsedilmek yerine “döngele” gibi saygıyı beraberinde getirmeyip aksine muhtar gibi
doğa ögelerinden yardım alınmış olması, sözcüğün güç sahibi insanların karşısında aciz kaldığı gerçeğini
anlatımsal olarak simgesel anlamda kullanıldığını gös- ifade etmektedir. Giriş tümceleri köydeki yaşlılık anla-
termekte ve aynı zamanda anlamsal olarak köylülerin yışını yansıtması açısından önemlidir çünkü yaşlılık,
zamansal ögelere bakış açısını yansıtmaktadır. Yılın o yapıt boyunca motif olarak okuyucunun karşısına
döneminin köylüler için asıl önemi pamuktur, bu se- çıkmaktadır. Yaşlılık zordur, Meryemce ve Koca Halil’in
beple ay veya mevsim değil, pamuğun açmış olması
Çukurova’ya inişlerinde büyük bir engeldir ve bu iki
yani döngelenin görülmesi önem taşımaktadır. Yapı-
figürü başkalarına muhtaç hale getirmiştir. Bununla
tın pamuğa doğru olan yolculuk temeline oturtulma-
sı sayesinde yılın bu döneminin önemi yapıt boyunca beraber, her iki figürde de olduğu gibi, ölüm korku-
görülür. Döngele, Koca Halil’in üzerinden kullanılan iç sunu da beraberinde getirmektedir. Yaşlılık, yapıtın
monolog tekniği ile tekrar edilerek yılın bu döneminin girişinde de belli edildiği üzere, tamamıyla olumsuz
önemi okura hissettirilmektedir. bir kavram olarak ele alınmıştır ve bu durum yapıt
boyunca Meryemce ve Koca Halil’in yaşadığı zorluklar
Okur, yapıtın ilk cümlelerinden itibaren romandaki
anlatılarak okuyucuya aktarılmıştır.
sosyal düzen hakkında da bilgi sahibi olmaya başla-
maktadır. Yapıt, Koca Halil’in kendi içinde döngeleyi Ortadirek’te kullanılan giriş cümleleri, yapıtın temelin-
köylüye haber verip vermeme ikileminde kalması ile
de büyük bir öneme sahip olan iki kavramı; “zamansal
başlamaktadır. “Çukurova’da pamuğun açtığını her
ögeler” ve “sosyal düzen”i ve bu kavramların yapıtın
yılki gibi söylemezsen köylüye, köylü seni yer Halil”
(syf. 10) cümlesinde yılın bu döneminin köylü için her devamında hangi açılardan, ne tür yaklaşımlarla ele
yıl benzer geçtiği zamansal ögesi bulunmakla birlik- alınacağını anlatmaktadır. Bu sayede okurun yapıtın
te, bu dönemin habercisi olma görevinin de köylüler- konuya yaklaşımı hakkında fikir sahibi olması ve adeta
den birinde, Koca Halil’de, olduğu ifade edilmektedir. romanın içine çekilmesi amaçlanmıştır.

70 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


PINAR NAZ ÇELEBİOĞLU - NAZ ÖZDEMİR 9-O

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 71


CEREN ALATAŞ 11/K

ORTADİREK ADLI YAPITTA


"DÖNGELE" NİN İŞLEVİ
(…) Ağustos ortasından ekime kadar dönge- gelenin gelişiyle başlayan değişimlerin yapıtın gene-
leler kırmızıdır. Bir kırmızı sis, bir kırmızı bu- line zemin olacağını göstermektedir. Döngele aynı
zamanda mevsimin değiştiğinin, kışın gelmekte ol-
lut gibi bozkırın üstüne çöker. Ardından gün duğunun da habercisi olduğundan zaman ögesini de
verilmiş. Bir kırmızı yol, uzun, dalgalı bir şerit, oluşturmaktadır.
bir turna katarı, çığlık çığlığa geçen bir kuş
Döngelenin gelişiyle başlayan süreçte köydeki sosyal
sürüsü gibi açılır kapanır, iner çıkar, toplanır
düzen hakkında da bilgi verilir. Koca Halil ile Muhtar
dağılır. Deli yeller önünde bozkırı bir uçtan bir Sefer’in “Senden hiç beklemezdim Halil Emmi, Uzun
uca dolanır. Yalar. Bir yerde duramaz. Kabına Aliyen, öteki köylüylen bir olup benim aleyhime ça-
sığamaz. Döngele bozkırın en önemli bitkisi, lışıyormuşsun. Ayıp, sana yakışır mı? Sakalından
dikenidir. Yazın tatlı bir yeşildeyken dikenleri utanmadın mı?” sözünden köyde muhtar ve köylüler
arasında ikilik olduğu anlaşılmaktadır. Köylüler ve
kadar kökleri de sağlamdır. Görünüşü bozkı-
muhtarın ortak bir amaca yönelik çalışmıyor olmala-
ra can verir, hayat bağışlar. Kuruyunca kökü rı, sömürü düzeninin ipuçlarını vermektedir. Muhtar
zayıflar, dikenleri sertleşir daha da. Esen yel- Sefer, devlet otoritesini temsil etmesine rağmen köy-
lerin önüne düşer sonra. Orta güzden sonra lünün cehaletinden yararlanarak ağalar ve beyler ile
yeller iyice azıtır. Döngele de. Ve döngelelerin anlaşıp köylüyü sömürmektedir. Kendisi rüşvet aldığı
sürece köylünün durumunu umursamayacak kadar
rengi açılır altın sarısına keser.(…) Koca Ha-
bencil ve çıkarcı bir kişiliğe sahip olan muhtar, yaşa-
lil der ki: “Şu uçsuz bucaksız, cansız toprağın mını köylünün emeği üzerinden sürdürmektedir.
şenliği, güzelliği döngeleyle gelir. Döngelesiz,
şu boş, ölü toprak neye yarar ki!” (Göğçeli, 21) Yapıtta köylüler, cahil ve devletten çekinen kimseler
olarak kurgulanmıştır. Bunun temelinde muhtar, jan-
darma gibi otoriteyi temsil edenlerin onlara yaptığı
Bazı edebi yapıtların giriş tümcelerinde uzam ve sos- acımasız muamele, sömürü yatmaktadır. Bu yüzden
yal gerçeklikler hakkında bilgi verilerek okurun zih- köylüler, çaresizce muhtarın onlara bulduğu pamuk-
ninde yapıtın kurgusal gerçekliği yapılandırılır. Giriş suz tarlalarda çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Köy-
tümcelerinde yapıtın genelini etkileyecek bir olay ya lü, ne de olsa yaşam savaşında ayakta kalabilmek
da kavrama değinilerek gelişme bölümümlerde alt yani için Adil Efendi’ye borçlarını ödemek ve kışın aç
gerçeklikler oluşturulur. kalmamak için pamuk toplamaya muhtaçtır. Her ne
kadar muhtarı kendilerinden üstün bir otorite olarak
Yaşar Kemal’in Orta Direk yapıtı, döngele ile başlar. görseler de Anadolu köylüsünde yatan zulme karşı
Köylüler için döngele, pamuk vaktinin geldiğinin ha- direnme, Ortadirek romanındaki köylüde de görül-
bercisidir. Yapıt genelinde döngelenin gelişi ile başla- mektedir.
yan süreçte köylülerin yaşam mücadelesi anlatılmıştır.
Yapıtta pamuk, köylünün tek geçim kaynağı ve Adil Yapıtta köylülerin gösterdiği direnişten ayrı olarak
Efendi’ye borçlarını ödeme yolu olduğundan hayati Uzun Ali ve Taşbaşoğlu önderliğinde ki muhtarın sö-
önem taşımaktadır. Pamuğa inemezlerse aç kalacak- mürü düzenini sonlandırmak amacıyla başlayan dire-
larını bilen köylüler, canlarını dişlerine takarak pamu- niş de köylülerin hayatını şekillendirir niteliktedir. Bu
ğa inmeye çalışırlar. Döngele, pamuğun olduğunun direniş, köylünün özgürlüğünü elde etme ve daha iyi
habercisidir, bu da onu köylüler için umudun simgesi bir tarlaya girip daha çok pamuk toplama umudunun
haline getirmiştir. Köylüler, pamuğun çok olduğuna dışa vurumudur. Her sene çok çalışmalarına rağmen
ve çok para kazanacaklarına dair umutlarını yapıt bo- pamuktan istedikleri kadar kazanamayan sömürü dü-
yunca hiçbir zaman yitirmezler. zeninin ezdiği köylülerin hayata tutunmalarının tek
yolu, yaşamlarının iyileşeceğine dair umutlarıdır.
Döngele bu işlevi ile bir leit-motive’dir. Döngelenin
gelişi, pek çok kez tekrarlanarak hem olayın önemi- Muhtar, köylünün bütün zayıflıklarını ve korkularını
ne vurgu yapılmış, hem de yapıta müzikalite kazan- bildiğinden, köylünün üstünde hakimiyet kurabil-
dırılmıştır. Giriş cümlelerinin ‘’Döngele geldi kapıya mektedir. Uzun Ali ve Taşbaşoğlu önderliğinde göste-
dayandı. Al götür döngeleyi’’ şeklinde olması, dön- rilen bu direnişin başarıya ulaşamayıp, muhtarın galip

72 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


gelmesinin nedeni, yine muhtarın köylüye uyguladığı kalmasının tek yoludur. Düzenin sürmesi, köylünün
duygusal sömürüdür. Köylülerin kendisine duyduğu zihnine kazınmış olan Muhtarın üstünlüğü ve onların
saygıyı çıkarları uğuruna kullanan muhtar, böylece is- anlamadıkları ‘’demokrasi’’ gibi kavramları kullanarak
tediklerini elde etmeyi başarmaktadır. korkutmasına dayanmaktadır. Köylü her ne kadar
döngelenin gelişiyle pamuğa gidileceği için mutlu
Ortadirek yapıtında Muhtar Sefer, Delice Bekir ve
olsa da aslında bu, onların emeğini kullanan sömürü
Uzun Ali, Taşbaşoğlu gibi karakterlerin arasındaki mü-
cadelenin anlatımında kutupluluk tekniği kullanılarak düzeninin başlangıcı olmuştur.
yapıttaki egemen sömürü düzeni dile getirilmiştir. Köylünün amacı, yaşamlarını sürdürmek ve aç kal-
Delice Bekir ve Muhtar, köylüyü rüşvet aldığı tarlalara
mamaktır. Aynı zamanda köyde barınıp barınamaya-
götürdükleri için ezen taraf, çaresizce itaat eden köy-
caklarına da muhtar karar verdiği için köylüler, sosyal
lüler de ezilen taraftadır.
düzen adı altında süren sömürüye isyan da edeme-
Yapıtta betimlenen sosyal düzen, ağalar ve beylerle mektedir. Bunun sebebi de yaşam mücadelesini an-
iş birliği içinde olan muhtarın hegemonyasında sü- cak toplum halinde yaşayarak sürdürebileceklerine
ren bir sömürü düzenidir. Pamuk, köylülerin ayakta dair inançlarıdır.

AYŞEGÜL ARSAN-MELİSA KABOĞLU-10-V

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 73


DOĞA BAYSAL 11-I

“Ortadirek” ile “Eskici ve


Oğulları”nda Mücadele Olgusu
Yaşar Kemal’in “Ortadirek” ile Orhan Kemal’in gözler önüne sermiştir. İki figürün de iç çatışmalarının
“Eskici Ve Oğulları” dönemin ekonomik sıkın- temelinde yatan neden yaşam mücadelesinde başa-
rısız olma korkusunun üzerlerinde yarattığı baskıdır.
tılarını ve Çukurova uzamını konu alan ya-
pıtlardır. Ortadirek adlı yapıtta mevsimlik pa- Topal Eskici’nin çektiği geçim sıkıntısının ruhsal duru-
muk işçiliği ile geçinen Meryemce ve ailesinin muna yansıması onun iç çatışmalarına ve kendi ben-
liğine yabancılaşarak aile bağlarının zayıflamasına ne-
yaşadığı ekonomik, fiziksel ve ruhsal sorunlar
den olmaktadır. Topal, Eskici Dükkânı’nın ailesini artık
anlatılırken Eskici ve Oğulları adlı yapıtta To- geçindiremediğinin farkına varınca, yakın zamanda
pal Eskici ve ailesinin değişen düzene ayak çalıştığı fabrikanın kapanması sonucu yanında çalış-
uyduramamaları sonucu çektiği sıkıntılar maya başlayan Mehmet’e karşı öfkelenmeye başla-
ele alınmaktadır. Her iki yapıtta da yaşanı- mıştır. Topal Eskici ailesini seven, onlara kendine sağ-
lanan imkânları sağlayabilmek isteğiyle yanıp tutuşan
lan zorluklara karşı hayatlarını sürdürebil-
bir baba olmasına karşın yaşadığı ekonomik sıkıntılar
mek adına verilen mücadele anlatılmaktadır. onun özellikle oğullarıyla çatışmalar yaşamasına ne-
den olmuştur. “Oğlunun karşısında sus, kızının karşı-
sında sus, amirinin karşısında sus” (Kemal, 24). Topal
Topal Eskici sanayileşme, makineleşme ve piyasaya
Eskici’nin ailesinin karşısında duyduğu mahcubiyet
giren yabancı mallar sonucunda yerli üreticinin ve
duygusu figürün iç çatışmalarının temelini oluştur-
zanaatkârın değerinin azalmasından zarar gören bir
maktadır. Meryemce verdiği yaşam mücadelesi sonu-
figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Müşterileri gün-
cu başarısız olacağı korkusuyla öfkelenmekte ve bu iç
den güne azaldığı için ailesini geçindirmekte oldukça
çatışması çevresindeki insanlarla en başta oğluyla ça-
zorlanmakta ve ailesine yetememek düşüncesi onun
tışmasına neden olmaktadır. Meryemce özünde oğlu-
içten içe sıkıntı duymasına neden olmaktadır. “İçlerin-
nu çok seven bir figür olmasına rağmen atlarına Koca
den çoğu yıllar yılı işlerini kendisine yaptıran müşte-
Halil’in binmesine izin vermesi üzerine oğluyla anlaş-
rilerdi. Demek müşterilerini yitiriyordu yavaş yavaş.
mazlıklar yaşamıştır. Dolayısıyla Koca Halil’e duyduğu
Karşıdaki ne tür davranıyordu da müşteriler ona kaçı-
öfke ve atını başkasıyla paylaşmak zorunda kalması-
yordu. Bilmiyordu bu kahpe dünyanın işini” (Kemal,4).
nın ortaya çıkardığı ölüm korkusu oğluyla çatışmasına
Topal Eskici yeniliklere ayak uyduramadığı için müşte-
neden olmaktadır. Her iki yapıttaki figürler de katlan-
rilerini kaybetmekte bu da onu ekonomik bir buhrana
dıkları zorlu ekonomik ve fiziksel koşulları üstlerinde
sürüklemektedir. Bunun verdiği rahatsızlık günden
yarattığı baskı sonucu kendi benliklerinden uzaklaşa-
güne büyümekte ve Topal’ın iç çatışmalarının teme-
rak çevrelerindeki hatta en yakınlarındaki insanlarla
lini bu geçim sıkıntısı oluşturmaktadır. Dolayısıyla
çatışmaya başlamışlardır.
Topal’ın iç çatışmalarının nedeni kendisine ve ailesine
yetememek, verdiği yaşam mücadelesinde başarısız Topal Eskici’nin de Meryemce’nin de iç çatışmala-
olmaktır. Topal Eskici’nin bu rahatsızlığı okuyucuya iç rında geçmişte yaşadıkları olayların ve koşulların
monolog tekniğiyle verilmiş ve figürün iç dünyasının etkisi görülmektedir. Topal Eskici’nin geçmişe ait ya-
yansıtılması sağlanmıştır. Meryemce’nin iç çatışmala- şamı özetleme tekniğiyle okuyucuya yansıtılmakta-
rının altında yatan nedenlerden biri ise ölüm korkusu- dır. “ Topal Eskici yıllar önce Çukurova’nın güm güm
dur. Meryemce Çukurova’ya sağlıklı bir şekilde ulaşa- gümleyen çiftliklerinden birinde dünyaya gözlerini
bilmeyi istemektedir ancak atın ölümü Meryemce’nin açtı”(Kemal,9). Topal Eskici’nin geçmişte yaşadığı bu
önüne bu yolda büyük bir engel oluşturmuştur dola- rahat, ekonomik sıkıntılardan uzak hayat figürün bu-
yısıyla Meryemce’nin öfkelenmesine ve korkmasına günkü durumunu sindirememesine ve eski hayatına
neden olmaktadır. “Sen ölme benim güzel atım, bu özlem duymasına yol açmaktadır. Bu durum figürün
geberesiceden hayır yok. Ölme Çukur’a inene kadar, iç çatışmalarına neden olurken aynı zamanda şu an
ölürsen ben öyle kalırım yolda” Meryemce’nin öfkesi yaşadığı hayatı ve verdiği yaşam mücadelesini daha
Ali’yle ve Koca Halil’le çatışması dış monolog tekniğiy- güç kılmaktadır. Topal Eskici’nin bu durumu kendine
le yansıtılmış ve Meryemce’nin yaşam mücadelesini yedirememesinin bir diğer nedeni ise içinde bulundu-

74 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


ğu duruma ülkesi için fedakârlıklar yapıp, savaşta ba- haksızlık eden Koca Halil’e karşı kızgınlığı yatmakta-
cağını kaybettikten sonra gelmiş olmasıdır, o zaman dır. Anlatıcı Meryemce’nin ve Koca Halil’in geçmişini
savaştan kaçanlar ise bu durumdan faydalanarak şim- geriye dönüş tekniğinden yararlanarak okuyucuya
diki zamanda giderek güçlenmiş, mal mülk sahibi ol- aktarmaktadır. “Ağrına giden onuruna dokunan bir
muş, Eskici’ye acır hale gelmişlerdir. “Acıyarak bakıyor- şeyler oluyordu. Gerçi Halil kocasını övüyordu övüyor-
du tanıdıkları. İlle de İbo İbram gibi askerden kaçmak du ama. İşin içinde bir bit yeniği olduğunu biliyordu.”
için sıçan deliği arayıp bulanlar…”. Topal Eskici bacağı- Anlatıcı geriye dönüş tekniğini kullanarak Koca Halil
nı kaybedip sonra da savaştan kaçanlar kendisinden ve Meryemce’nin arasındaki gerginliğin ve düşmanlı-
daha iyi durumda olduğu için kendisini haksızlığa ğın nedenini okuyucuya aktarmıştır. Her iki figürün iç
uğramış hissetmekte ve bundan dolayı öfkesi günden çatışmalarının nedenini geçmişte yaşadıkları olaylar
güne artmaktadır. Özetleme tekniği kullanılarak Topal oluşturmaktadır.
Eskici’nin geçmişi okuyucuya yansıtılmış ve Topal’ın
öfkesinin nedeni açıklanmıştır. Topal Eskici’nin bu- Yaşar Kemal’in “Ortadirek adlı yapıtında Çukurova hal-
gün ekonomik zorluklar yaşamasının nedeni dedesi kının pamuk toplamaya gidişiyle birlikte yaşam mü-
ve babaannesinin onu yetiştirme şeklinden kaynak- cadelesi figürler üzerinden anlatılmıştır. Figürlerden
lanan geleneksel bakış açısıdır. Topal Eskici bu bakış Meryemce’nin içinde bulunduğu koşullara göre tu-
açısı nedeniyle çağın gerisinde kalmış, değişime ayak tum ve davranışlarındaki değişimler ve kendisine ve
uyduramamıştır. Bu da iç çatışmalarının temelini oluş- çevresine karşı yaşadığı çatışmalar duygu durumunu
turan ekonomik sıkıntılara yol açmıştır. Oysaki babası yansıtmıştır. Orhan Kemal’in “Eskici ve Oğulları” adlı
ileri görüşlü ve yenilikçi bir adamdır ancak dedesinin yapıtında da odak figür Topal Eskici, içinde bulun-
Topal’ı yetiştirmesine izin vermesi sonucu oğluna bu duğu toplumsal yapıda değişen ekonomik koşullarla
düşüncelerini aktarmakta başarısız olmuştur. “Ço- birlikte yaşam mücadelesi veren bir figür olarak kar-
cuğu ne dede bırakıyordu ne nine. Dedeyle ninenin şımıza çıkmaktadır. Her iki yapıtta da zorlu ekonomik
çağı sağ olurken oğluna kendi sözü geçmezdi. Ne de- koşullar karşısında direnen Çukurova insanının yaşam
mekti mektep? Fabrika ne demekti?”(Kemal,11-12). mücadelesi ve bu yaşam mücadelesi süresince yaşa-
Meryemce’nin öfkesinin temelinde geçmişte kocasına dıkları ruhsal ve fiziksel durumlar ortaya konmaktadır.

İLAYDA İL ASLAN- İREM ALP 10-L

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 75


İREM KAFTAN / 11- L

Yaşama Uğraşı
Eskici ve Oğulları(Orhan Kemal) / Ortadirek (Yaşar Kemal) Yapıtlarının
Karşılaştırma ve İncelenmesi

İnsanlar zorluklar karşısında umutlarını kay- şam mücadelesine devam ettiği görülmüş, ‘ölme atım
betmeye başlasa da onları hayata bağlayan (syf 61)’ gibi cümlelerin Meryemce’nin içindeki sevgi
duygusunu yansıtmakta kullanılmıştır.
amaçları ve hayalleri olduğu için pes etme-
den mücadele etmeye devam ederler. Yaşar Meryemce ve Koca Halil arasındaki çatışmalar da
Kemal’in ‘Ortadirek’ ve Orhan Kemal’in ‘Eskici monologlar ve geriye dönüş teknikleriyle anlatılmış
ve bu tekniklerle figürlerin sevgi, merhamet ve öfke
ve Oğulları’ adlı yapıtlarında da yaşamları-
gibi duygular etrafında şekillenen iç dünyaları yansı-
nı sürdürmek için pamuk ve kütlü toplamaya tılmıştır. “Koca Halil’den, onun anlattıklarından köyde
inen ailelerin mücadelesi, zamanın yıkıcı et- bir tek kişi Meryemce gelin memnun değildi. (syf 224)”
kisine ve değişen koşullara karşı direnme ve gibi ifadelerle geriye dönüşle anlatılan eski ve güzel
zorluklarla şekillenen yaşamlarında doğayla günlerin kişilik oluşumunda etkili olduğu görülmüş,
ve birbirleriyle olan çatışmaları odak figür- Meryemce’nin yaşam mücadelesi çerçevesinde artan
iç çatışmalarının temelinde hızla akıp giden zamanın
lerin ikilemleri üzerinden anlatılmıştır. Yapıt- yaşlılığı da beraberinde getirerek onun eski günlere
ların realist yapısı, iç monolog ve bilinç akışı özlem duymasına neden olması yatmış ve özellikle
gibi anlatım teknikleriyle güçlendirilmiştir. geçmişin canlılığını simgeleyen atının ölmesiyle öfke-
ye yönelişinin arttığı görülmüştür.

İki yapıt da yol ve süreç romanıdır. Yapıtlar, Anadolu “Ortadirek” adlı yapıtta pamuğa inmek bir yaşam tar-
gerçekliği ve geleneksel yapılanma içinde dinamik zı ve kurulu bir düzen olduğu için çekilen zorlukların
bir şekilde değişen düzen ve koşullara ayak uydur- bireylerin birbiriyle ve doğayla olan mücadeleleriyle
makta zorlanan kişilerin yaşam mücadelesini yansı- yansıtılmıştır; ancak “Eskici ve Oğulları” yapıtında küt-
tır. Bu mücadelenin kişilerin karakter oluşumlarında lüye inme halinin yaşama tutunmak için son çare ola-
etkili olduğu görülmüştür. İç ve dış monologlarında rak ilk defa denenmesinin olumsuzluklara yol açtığı
Meryemce’nin yaşlılıkla birlikte gelen huysuz davra- vurgulanmıştır. Hayata karşı olan öfkeli tutumları ve
nışları, hayata karşı yorgun ama dirençli duruşu vur- hayata ayak uyduramamaları bakımından Meryemce
gulanmaktadır. Konuşma dilinin canlılığını betimle- ve Eskici figürleri birbirine benzerler. Meryemce’nin
meler ve yöresel kelimelerin kullanılmasıyla sunan iç ve dış monologlarındaki merhametsizliği ve öfke-
anlatıcı, betimlemelerini figürlerin duygu durumla- si yaşlılığa olsa da Eskici’nin değişen zamanla birlikte
rına göre şekillendirerek onların iç dünyalarını sun- değerlerin yitirilmesine ve otoritesini kaybetmesine
muştur. Meryemce’nin dış monologlarında Ali’ye öfke isyan ettiği aktarılmış, oğullarını hem yanında iste-
ve nefret kusması ama iç monologlarında güçlü bir mesi hem de kendi paralarını kazanmalarını istemesi
merhamet ve sevgi duygusuyla onun iyiliğini isteme- Eskici’nin iç monologlarında sıkça görülen duygu ve
si yaşadığı iç çatışmaların göstergesi olmuş, Anadolu düşünce ikilemlerini açığa çıkarmıştır.
insanının hem geleneklere bağlı inatçı yapısı hem de
vefalı yönü sunulmuştur. Orhan Kemal de konuşma dilinin canlılığını Ana-
dolu kültürüne ait yerel sözcüklerin kullanılmasıyla
İç ve dış monologların kurguyu ve dış gerçekleri oluş- sunarken bu uzamı iyi gözlemlediğini belli etmiş ve
turmada etkili olmasının yanında Meryemce’nin öfke- yapıtın realist yapısı desteklenmiştir. Geriye dönüş
lendiği zamanlarda bilinç akışı tekniğiyle iç dünyasını anlatım tekniğiyle Eskici’nin refah ve huzur içinde
ağaçlara ve taşlara döktüğü gözlenmiş, Anadolu insa- geçen çocukluğunu leitmotive olarak kullanılan ‘To-
nının içindeki doğa gerçekliği vurgulanarak doğanın pal Eskici gerçekten de güm güm gümüleyen büyük
zorluklara yol açsa da insanlar için bir sığınak olduğu çiftliklerden birinde gözlerini açtı. (syf 9)’ gibi ifade-
belirtilmiştir. ‘Sen bilirsin güzel atım, bu geberesice- lerle anlatan yazar, savaş yıllarının ardından düzenin
den hayır yok. (syf 61)’ gibi ifadelerle iç monologların- değiştiğine dikkat çekmiştir. Eskici yalnızlığı küçük
da doğayla iletişim kuran Meryemce’nin yalnızlık ve yaşta yaşayan bir figür olarak savaşta ülkesi için ba-
çaresizlik duygusunu azaltmak için Anadolu kültürün- cağını kaybetmesine rağmen alay ve hayal kırıklığına
de yer alan mistik ve masalsı öğelere tutunarak da ya- uğradığı için iç monologlarında saygı ve değerlerin

76 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


yitirilmesi üzerine öfkelenmiştir. Ailenin giderek kö- miş, Anadolu mahalle yaşantısına dikkat çekilerek
tüleşen finansal durumu değerlendirildiğinde Eskici komşularının eleştirileri ve ailenin ekmek kazanma
büyük oğlunu kendine bir yük olarak görse de kendi çabasını utanç olarak nitelendirmeleri vurgulanmıştır.
otoritesinden çıkmasını istememiş, davranışsal açıdan Eskici’nin iç monologlarında özetleme anlatım tekni-
kendisiyle benzerlik gösteren küçük oğluyla yaşadığı ğiyle geçmiş ve içinde bulunduğu koşullar arasındaki
çatışmalar da dış monologlarındaki öfkeye konu ola- farklılığı ve umutsuzluğu anlattığı görülmüş, dış mo-
rak ikili ilişkilerin çevre koşullarından etkilenerek yoz- nologlarında küfürlü ve beddua dolu sözlerin kullanıl-
laştığı belirtilmiştir. Geriye dönüşler ve monologlar masıyla Anadolu insanının zorluklar altındaki öfkeli ve
karakter oluşumunda etkili olmasının yanı sıra kişile- isyankâr kişiliği sezdirilmiş ve yapıtın realist anlatımı
rin iç dünyalarını, Anadolu’nun erkek egemen toplum desteklenmiştir. ‘Acıyarak bakıyordu tanıdıkları. (syf
yapısını ve zor koşullara uyum sağlayamayan değerle- 15)’ gibi ifadelerle Eskici’nin dış gerçekliklere karşı ver-
rine bağlı olan insanların mücadelesini anlatmak için diği mücadele de anlatılmış, iki yapıtta da üzerinde
kullanılmıştır. durulan güçlü-güçsüz ilişkisi elcinin Eskici’nin ailesine
verdiği umutların boşa çıkması ve kütlü toplamadaki
Eskici yaşam mücadelesi içinde dirençli durmaya ça- yetersizlikleri nedeniyle hayallerine ulaşamamaları
lışan bir figür olarak oğullarına duyduğu sevgiyi dışa üzerinden aktarılmıştır. Yapıtın sonlarında Eskici’nin
vurmaya çekinerek öfkeye yönelmiş, savaştan dönü- iç monologlarındaki yumuşama ve çaresizlik, başla-
şünde insanların ‘acıyarak bakışları günden güne, ay- dıkları noktanın daha gerisine düşmeleri temelinde
dan aya, yıldan yıla değiştiği (syf 15)’ için yeni düzeni şekillenerek geçmişin bir değeri olan dükkânını sat-
içselleştirememiş ve dükkânının yeni binalar arasında malarıyla sonlanmış, hayal kırıklıkları yapıt genelinde
eskiden bir görüntü gibi olan duruşu Eskici’nin hayata kutupluluk tekniğiyle sunulan modernizm ve gelenek
karşı direnen kişiliğini ön plana çıkarmıştır. ‘İşte gelmiş çatışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkarak realist
gdiyordu o. (syf 11-12)’ gibi ifadelerle eskicinin güzel anlatımlarda güçlü ve gerçekçi tarafın hayallere üstün
günlerinin yerini makineleşmenin aldığı belirtilerek geldiğini desteklemiştir.
insan emeğinin değerinin azaldığı dile getirilmiş, bu
nedenle Eskici’yi hayata bağlayan değerlerden birinin Her iki yapıtta da kullanılan monolog, geriye dönüş ve
de yitirilmeye başlandığı görülmüştür. Eskici’nin dış betimleme gibi anlatım teknikleri yapıtların kurgusu-
monologlarında Ali’ye öfkelenerek bağırması ama iç nu oluşturarak kişilik çözümlemelerinin yapılmasın-
monologlarında pişman olarak onları merak etmesi da rol oynamış, zamanın hızla değiştirdiği koşullara
ve üzülmesi yaşadığı iç çatışmaları ve kendi düşünce- uyum sağlayamayan Meryemce ve Eskici gibi kültür-
leri içinde düştüğü karmaşayı göstermiş, ‘Bilmiyordu, lerine bağlı kişilerin yaşam mücadelesi anlatılmıştır.
bilmiyordu bu kahpe dünyanın işini. (syf 4)’ gibi ifade- Figürlerin iç dünyalarını ve ikilemlerini yansıtmada da
lerle hayata olan isyanı anlatılmıştır. etkili olan bu tekniklerle dönemin ve uzamın özellik-
lerine değinilerek toplumcu ve gerçekçi anlatım sağ-
Varlıklarını ekonomik sıkıntılar nedeniyle başka bir lanmış, değerlerin yitirilmesi ve yaşlılığın beraberinde
uzama taşıyan bir ailenin mücadelesi ve hayal kırık- getirdiği huysuzluğun kişilerin düşünce ve duygula-
lığı olarak da değerlendirilebilecek ‘Eskici ve Oğulla- rını etkileyerek yaşam içindeki yüklerini arttırdığı ve
rı’ yapıtında zenginlikten kütleye gitme konumuna insanların umut kapısı olarak gördüğü şansların hayal
düşen ailenin kendi gerçekliklerine aykırı bir uzama kırıklıkları ve yoksunluklarla sonuçlanabileceği görül-
alışma çabası ve sürüklendikleri yalnızlık dile getiril- müştür.

OĞUZ SALAR - KAAN KEVEN 10-C

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 77


DEFNE DİLBAZ 11-B

Aylak Adam
Aylak Adam, 1950’lere modern anlatım ve ko- ulaşmaya çalışırlar fakat birbirlerine en yakınken bir-
nusuyla damga vurmuş Yusuf Atılgan’ın ilk birlerinden habersiz bir şekilde kaçarlar. Yapıtta Güler,
B’ye mektup yazarken, “Mavi şemsiyeyi takip etseydi
yapıtıdır. Aylak konusunu sadece yüzeysel ve B’yi görecekti.” gibi söylemlerle yakınlığın uzaklığı iro-
ilgi çekici bir karakter üzerinden yansıtmak ye- nisi ortaya koyarak, ulaşamamazlık olmasaydı bu ro-
rine kendisi de aylak olmayı tercih eder kitap. manın gerçekleşmeyeceğini hatırlatır bizlere.
Anlatımıyla da okuyucunun içindeki sempatiyi
C için B “o”dur, B için de C. Bu iki kişi de toplumun belli
ortaya çıkararak belki de okuyucusuna kar- bir kalıba sığdıramadığı, belirli bir ad veremediği fakat
şı dürüst ve olağan bir yapıttır Aylak Adam. C’nin kendilerini aylak olarak tanımlamasıyla ortaya
çıkmış figürlerdir. C’nin “Ben zengin değilim, sade-
ce paralıyım.” demesiyle bu iki karakteri tanımlarken
Yüzey yapıda bu yapıtın belli bir konusu yok gibi
kesin yargılara varılamaz çünkü karakterlerinin kesin
gözükür ve Yusuf Atılgan’ın da bizi sadece “aylaklık”
olan özelliği kesin olmayışlarıdır, yani karakterleri bel-
konusuna yönlendirdiği zannedilebilir. Bu durumda
li bir ada sahip değildir, sosyal yaşantı içerisinde ayırt
karakterlerden özellikle B ve C öne çıkar ve ikisi ulaşı-
edilemez.
lamayan bir arayışın iki ucudur.
Bu iki karakter de aslında hayatta kurallara sabit kal-
C, dramatik bir çocukluk geçirmiş, bu yüzden bireysel-
maktan, sosyal bir bağlılıktan korkarlar fakat onların
leşmiş ve yalnızlaşmış bir karakterdir. Bir yaşında anne-
“o”nu arayışı, kişiliklerinin bu aylak özelliğine tezat
sini kaybetmiş ve eksik olan sevgisini kendi teyzesin-
oluşturur. Arayışın umudu “o”nun C veya B’yi bir yatış-
den karşılamaya çalışmış, kadın düşkünü komisyoncu
tırma hissiyle karşılaştıracağı, kabul edilme ve sevgiyle
babasına ise bir tepki olarak kendi hayatını yaşamaya tanıştıracağıdır. Yani bağlılıktan korkan bu iki karakter
çalışmıştır. C, sığ veya avanak bir insan değildir. Onu, bir bağlılık adına bağlamsızlıkla kavrulur. Bu durumda
kültürsüz veya derinliksiz diye tanımlamak yanlıştır. C ve B arasında en önemli ortak nokta ikisinin de he-
B, resim ve müziğe ilgi duyan, çekici bir zekâsı olan men aldanabilmesi ve şıpsevdi olmasıdır. Fakat C, hızlı
bir erkektir ve bu nedenle de kurgu boyunca Ayşe ve kararlar alabilir ve kendini Ayşe’nin “o” olduğu düşün-
Güler de olmak üzere çeşitli kadın figürü ile karşılaşır cesindeki gibi yanıltabilir, B ise kendini daha çabuk
fakat aradığı kişiyi (o) bulamaz. C’nin hayatında Zehra tanımlayabilir bu yüzden Erhan’dan ayrılırken içinde
Teyze’nin yarattığı boşluğu dolduracak, aylak haya- ikinci bir düşünce taşımaz.
tında bir anlam kazandıracak kimse yoktur ve umur-
samaz gibi gözükürken ruhen kıvranması yapıtın Romanın başında C’nin Ayşe’ye özlemi kronolojik ol-
başında göze çarpmaz. Yapıt ilerledikçe iç dünyası çö- mayan bir anlatımda metnin satır aralarında fark edi-
zümlenir ve kâbuslarını dolduran gerçeklik sergilenir. lir. C, başkalarıyla dövüşmesi ve yoldan geçen kızları
öpmesiyle tutarsız ve kontrolsüz özellik kazanır.
Zehra Teyzesi C’nin anneliğini üstlenmiş ve onda ilk
defa sevgiyi yaşatmıştır. Tersine C’nin babası ise onu Bir gün İstanbul’da yürürken Güler’i görür ve ona ta-
aşağılamalar ve dışlamalarla farklılaşmaya ve yabancı- kılır. Güler’in bu gizemli ve anlaşılması güç karaktere
laşmaya itmiştir. Babası kadın düşkünüdür, eve gelen duyduğu heyecanla ilişkileri, ikisi için de ilgi çekici
her kadınla bir süreliğine cinsel ilişki kurar ve bu ilişki fakat olanaksız hale gelir. Güler “üç oda iki çocuk bir
içerisinde Zehra Teyze de vardır. Bir gün C, babasının mutfak” sendromuna yakalanmıştır, yani kendisine
Zehra Teyze’sinin bacaklarını açtığını görür ve babası- derinliği olmayan fakat toplum tarafından anlaşıla-
nın üstüne atılır, babası da onun kulağını çekerek ku- bilen bir hedef belirlemiştir. C ve Güler’in kişilik özel-
lağını yırtar. Roman boyunca C’nin kulağını kaşıması likleri açısından zıtlıkları, ilişkilerinin imkânsızlığını
ve “Onun bacaklarına dokunmadım!” sözleri ise birer ortaya koymasına rağmen bu iki karakter de tezat-
ipucu izlek niteliğinde olup, gördüğü kâbuslar da ru- lıklar yüzünden birbirlerine olan heyecanlarını, Güler
hunu besleyen korkuları yansıtır. Ne var ki C, kendisi sarhoş olup psikolojik çöküntü yaşayana kadar sürdü-
de farkında olarak, babasına benzememeye çalışırken rür. Güler’in C’nin yatak odasında ağlamasıyla bu iki
baba gerçeğinden kaçamaz çünkü babasının vurdum- karakterin uyumsuzluğu daha da derinleşir ve Güler’i
duymazlık ve şıpsevdilik gibi özelliklerini o da taşır. rahatsız etmiş iki erkekle C’nin kavga edip Güler’in
kaçmasıyla da ilişkileri sonlanır.
Romanda olay akışında belli bir işlevi yok gibi gözüken
ama hep aranan kişi B’dir. B ve C, iyice bireyselleşen ve Bundan sonra içinde bir sıkıntıyla uzaklaşma isteği
salt gerçekliklere dayanan bir toplumda ulaşılmayana duyan C, avukatından adada bir ev ayarlamasını iste-

78 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


yerek Naciye Hanım’ın evini kiralar. Bu yeni mekânda ğildir ve değişikliği yansıtır. C’nin birden fazla mekân
C, tanıdık bir kadın bacağı görür ve onun zihnindeki arasında değişmesi fakat bu değişimde zamanın yan-
bu ön izlek, bacakların Ayşe’nin bacakları olduğunu sıtılmaması arayışı yansıtır. C, gittiği her yerde objeleri
hatırlatır. Böylelikle Ayşe’nin bacaklarında diz çöken oynatarak aidiyet hissinden kurtulmaya çalışır ve uza-
C, yazın Ayşe ile yoğun bir vakit geçirir fakat geçirdi- ma bağlı kalmamaya çalışarak karakterinin önemli bir
ği vaktin duygusal açıdan derinliği ve tatminkarlığı
özelliği olan bir kişiye tamamıyla bağlanmamayı gün
yoktur, ilişkileri sadece cinsel ihtiras üzerine kurulu-
yüzüne çıkarır.
dur. C’nin Ayşe’nin bacaklarına duyduğu özlem ve en
sonunda bacaklarına dokunabilme hissi onun sadece Aylak Adam, okunması zevk veren ve acı bir şekilde
takıntılarını dindirir fakat duygusal ihtiyaçlarını karşı- düşündüren bir romandır. İçimizdeki o arayış ve o
lamaz. Ayşe ise yazını kayda değer bir şekilde geçirmiş
anlamsızlık Aylak Adam ile anlam kazanır, sonunda
olur fakat ona göre de ilişkilerinin gerçekçiliği yoktur
ise yapıt, sadece aylak birini anlatır gibi gözükürken
çünkü Ayşe’nin dünyası sosyaldir ve C’nin istediği yal-
nızlaşıp sadece “o”na odaklanmayı barındırmaz. aslında modern hayatın getirdiği aykırılığın duygusal
çöküntüsünü yansıtır. Bu yüzden Aylak Adam çok bo-
Bu farkındalıkla birlikte yollarını ayırdıktan sonra yutlu yapıtlardan biridir.
İstanbul’a dönen C, farklı uzamlarda kendini yeniden
gösterir ve o duygusal çöküntü hep kendini besler.
“O”na olan inancı ve umudu vardır fakat “o” hiçbir za-
man yoktur. Bunun farkında olan C, gördüğü kişileri
takip eder fakat ya “o” sonra karşısına çıkacaktır, ya da
“o” gitmiştir bile. Yapıtın sonunda da C’nin “o”nu görüp
peşinden gitmeye çalışırken otobüsün durması ve tak-
sicinin ona yumruk atması da arayışın imkânsızlığını
sergilerken romanın da dürüstlüğünü yansıtır.

Bütün yapıt boyunca C, aylaklığı umursamazlığı ve


başı boşluluğu yansıtır. Kendisine tembel bile deme-
yerek aylak diye nitelendirir ve bu konuda dürüsttür.
Bir başka konu ise dışlanmışlık, bireyselleşme ve ya-
bancılaşmadır. C, fiziksel olarak yalnız değildir, hatta
her zaman sosyal ortamlarda gezinmektedir. Gezdiği
sokaklar, içinde bulunduğu atölye veya masa sosyal
işlev görürken C, ne kadar kalabalık olursa olsun hep
yalnızdır. Romanın sonunda da yazar, “Biliyordu, anla-
mazlardı.” sözüyle bu konulara dikkat çekmiş ve C’nin
yaşadığı ikilemlerin duygusal derinliğini gözler önüne
sermiştir.

Yapıtta önemli konulardan biri de arayıştır ve görü-


nürde fark edilemeyen fakat asıl konusu da C ve B’nin
birbirini arayışıdır. Bu yüzden yapay ve sığ zannedi-
len bu aylak adamın macerasıdır. Gerçekte ise roman
“aylak” diye nitelendirilen C ve diğerlerinin de aslın-
da “tembel” olmaması ve aylak olarak nitelendirilen
bu karakterin de gerçek bir kişiliği olduğunun ortaya
konmasıdır.

Romanın kurgusunda en önemli özellik, akışın da ola-


ğan ve kendiliğinden olması ve C ile tutarlılık göster-
mesidir. Romanda belli bir kronolojik sıra veya dil ve
anlatıma uygun düşünsel akış yoktur. Kronolojik akış
olmadığı için önemli konulara geçmişe dönüş ile yer
verilir. Olaylar bilinç akışı ile roman karakterinin dü-
şündüğü şekliyle anlatılır, bazen anlatıcı değişir, ba-
zen iç çözümlemelerle anlatıcı roman karakteri gibi
olayları anlatır ve bazen de iç monolog ile roman ka-
rakterinin iç çatışması yansıtılır. SİMAY BATUM 10-P
Uzam da olağan ve kendiliğindendir çünkü kesin de-

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 79


BİLGESU ALTUNKAN- ECE GÖÇER -12-Y

80 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


AYŞE IRMAK EROĞLU / 11-H

SON DÜNYA
SAVAŞI
Turgay Fişekçi

Sığınaklara indirelim kuşları


Ne ciğerlerinin dayanabileceği gökyüzü
Ne içebilecekleri bir yudum su kaldı

Sığınaklara indirelim balıkları


Kurşuni gövdeleri kurşunlaşmadan

Sığınaklara indirelim ağaçları


Cevizleri, çınarları, servileri
üzerindeki sincaplara dokunmadan

Arı bakışını çocukluğun


indirmeliyiz sığınağa
kirli bir kâğıt para gibi buruşmadan
elinde hayatın

Ucu işlemeli mendili, kavun kokusunu


Yumuşaklığını bir dere yatağının
Penceredeki hanımelini
Zor günlerde alnımıza konan o eli

Sığınağa indirelim Dünyayı

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 81


Şiir Eleştirisi

Dünyayı İnsanoğlundan
Koruma Savaşı
İnsanoğlu elindekilerinin kıymetini anlayamadığın- ağaçları / Cevizleri, çınarları, servileri/ Üzerindeki sin-
dan, Dünya’nın ev sahipliği yaptığı birçok güzelliğin, caplara dokunmadan” dizelerinde, şiir kişisi bu sefer
masumiyetin, hayata anlam katan yalın mutlulukların karada yaşanan çevre sorunlarını dile getirmektedir.
değerini de bilmemektedir. Çoğu zaman hırsları uğru- Aynı zamanda “ağaçlar” sembolüyle, şiir kişisi ağaçla-
na kendine bahşedilmiş muhteşem bir armağan olan rın kesilmesi sonucu ortaya çıkan sorunları evsiz kalan
hayatı, her geçen gün biraz daha tahrip etmektedir. sincapları vurgulayarak belirtmektedir. Böylece, şiir
Turgay Fişekçi’nin “Son Dünya Savaşı” adlı bu şiirinde kişisi doğadaki her olayın birbirini etkileyerek yeni so-
de insanoğlunun yaşama, doğaya, kendine ve diğer nuçlar doğurduğunu söylemektedir.
canlılara verdiği zarar simgelerle desteklenerek anla-
İkinci kesitte; “Arı bakışını çocukluğun/ indirmeliyiz
tılmıştır. Simgelerle beslenen şiir üç ana kesitte ince-
sığınağa” dizeleriyle başlamaktadır. Bu kısımda ar-
lenebilir.
tık çevre sorunlarından, insanların birbirileriyle olan
Birinci kesitte; “sığınaklara indirelim kuşları” dizesiyle, problemlerine geçilmiştir. “Arı bakış” çocukların ma-
şiir kişisi “kuşlar” sembolünü kullanarak “sığınak” vur- sumiyetini sembolize eder ve onu koruma isteği ma-
gusu yaparak canlıların koruma altına alınması ge- sumiyetin azaldığının belirtisidir. Masumiyet, aranan
rektiğine değinmektedir. “Ne ciğerlerinin dayanabile- bir duygu olmuş, yok olmaya yüz tutmuştur. “Kirli bir
ceği gökyüzü / Ne içebilecekleri bir yudum su kaldı” kâğıt para gibi buruşmadan/ Elinde hayatın” dizelerin-
dizeleriyle de, şiir kişisi canlıları koruma altına almak de ise, “masumiyeti”, “insanlığı”, “çocukluğu” hayatın
istemesinin nedenini açıklamaktadır. Dünya’nın doğal elinde buruşan kirli bir kâğıt paraya benzeterek, kay-
bedilmelerinin sebebinin hayatımızı ele geçirip kir-
sorunlarına, çevre kirliliklerine dikkat çekmeye çalış-
leten para ve güç olgusu olduğu ifade edilmektedir.
maktadır. Dünya’daki doğal kaynakların hor görülme-
Hayattan karamsar bir şekilde bahsederken koruma
sinden kaynaklanan çevre kirliliğine değinmektedir.
isteği yinelenerek vurgulanmış, şiirin tonu olumsuzlu-
Hava kirliliğini vurgulamak amacıyla da ilk dizelerde
ğa doğru yönelmiştir. Şiir kişisi insanlar tarafından za-
“kuşlar” sembolünü kullanarak görüntüyü okuyucu-
rar görenleri koruma altına almak istemektedir. Dün-
nun zihninde canlandırmayı ve sorunun önemine ışık
yanın gidişatından memnuniyetsizliğini belli eden
tutmayı amaçlamaktadır. “Sığınaklara indirelim balık-
şiir kişisi, artık yaşamın doğurduğu sorunlar sonucu,
ları / Kurşuni gövdeleri kurşunlaşmadan” dizelerinde
insanoğlunun açgözlülüğünü, benciliğini ve masumi-
ise, şiir kişisi bu defa su kirliliğine vurgu yapmak için yetini yitirmesini, umutsuzluğunu vurgulayarak be-
“balıkları” kullanmaktadır. Denize bırakılan atıkla- lirtmektedir.
rın balıklar üzerinden deniz canlılarına verdiği zararı
eleştirmektedir. Yeniden “sığınak” vurgusu yaparak Son kesitte; “Ucu işlemeli mendili, kavun kokusunu/
koruma izleğine değinmektedir. “Sığınaklara indirelim Yumuşaklığını bir dere yatağının/ Penceredeki ha-

82 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


nımelini” dizeleriyle başlamaktadır. Bu dizelerde ha-
yattaki basit mutlulukların önemi vurgulanmaktadır.
Yaşamımızda büyük yeri olmayan olayların, büyük
olaylar arasındaki yaşantımızın aslında hayatın kendi-
si olduğu söylenmektedir. Küçük anların, basit şeyle-
rin getirdiği mutlulukların, geleneksel değerlerimizin
önemi anlatılmaktadır. Bunlara duymamız gereken
minnet belirtilmektedir. Değerlerimizi yaşatmamız ve
korumamız, ona sahip çıkmamız gerekir. “Zor günler-
de elimize konan o eli” dizesinde ise insanın yine min-
net duygusuna gönderme yapılmaktadır. Zor günle-
rimizde yanımızda olan insanların değerini bilmemiz
gerektiği söylenmektedir. İnsan, insani değerlerini yi-
tirmemeli ve ona sahip çıkmalıdır. Yanında olan, onu
destekleyen insanların kıymetini bilmelidir.

Şiirin “Son Dünya Savaşı” başlığıyla basit mutlu-


lukların ve değerlerin yaşamdaki yeri vurgulanmakta,
dünyadaki güzelliklerin değerinin bilinmemesi, ma-
sumiyetin, doğallığın, saflığın gücün elinde oyuncak
haline gelmesi eleştirilmektedir. Anlatıcı şiir boyunca
bu duygulara sahip çıkmak ve onları korumak iste-
mektedir. Koruma altına alınmaz iseler kaybolacakla-
rından endişelenmektedir İnsanlığa bu duyguları ha-
tırlatmak, duyguların önemini kavratmak buna bağlı
tüm değerlerin korunması için harekete geçirmek
arzusundadır. Çünkü bebekler paranın esiri olama-
yacak kadar masum; ağaçlar, balıklar, kuşlar, insanlar
tarafından katledilmeye terk edilemeyecek kadar sa-
vunmasız; değerlerimiz de unutulmaya bırakılmaya-
cak kadar kıymetli ve insana özgüdür.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 83


ATAKAN ASAL -ALİ KURUMLU 11-Y

84 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


CANSU ERTAN / 11-J

KIRMIZI
PAZAR
Attila İlhan

kız sen burda yeni misin peki leyla nerde buranın tesisatını biz yaptık cahid’le beraber
hani çekirdek gözlü örümcekten korkan
düğmeye şöyle dokun süt gibi aydınlık
kim ulan beni herkes tanır git patronuna sor
elektrikçi ihsan dedin mi içkide üstüme yoktur cahit askere gitti bak leyla da gitmiş

leyla güzel kızdı ben böyle göz görmedim geceleri uyku tutmuyor işin yoksa cıgara iç
sen de güzelsin bak omuzların mesela yıldızlar boğazıma dizili inanmazsın
biz elektrikçi kısmı karanlıkla güreşiriz
ölüm tellerde ıslık çalar gözümüz pektir dilsiz misin nesin bir şey söylesene
saçların kendinden mi sarı boyadın mı
istanbul’dan mı geldin yalnız mısın
öyle örtülü bakma içimi karıştırıyorsun

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 85


Şiir Eleştirisi

Kırmızı Pazar
Hayatta dışarıdan dertsiz, tasasız ve güçlü görünen ki- öyle bakma içimi karıştırıyorsun” denilmiş yani yeni
şiler aslında içinde çok büyük bir yalnızlıkta boğulan, kızın yeniliğinin verdiği gizem ve akıl karışıklığı vurgu-
sıkıntılarını hep saklayan kişiler olabilir. Attila İlhan’ın lanmıştır.
“Kırmızı Pazar” adlı şiiri de şiir kişisi İhsan’ın yalnızlığını
anlattığı bir monolog sayılabilir. Şiirde süslü ve sanatlı Şiirde kullanılan basit ve günlük dil, yer yer argoya
bir anlatımdan daha çok yalın ve imgelerden uzak bir rastlanması ve şiir kişisinin aklından geçenleri açık
açık ortaya dökmesi onun gerçek hayatına, kişisel
dil kullanılmıştır. Şiir anlamsal olarak iki kesitten oluş-
hikâyesine bir göndermedir. İhsan bu mekânda her-
maktadır.
kes tarafından tanınan, benimsenmiş bir kişidir. “kim
Sevdiği ve beğendiği kız olan Leyla’dan belirtilmeyen ulan beni herkes tanır git patronuna sor” İhsan’ın ken-
bir sebepten ötürü ayrı kalan İhsan, yalnızlığını bastır- dine olan güvenini ve çevresindeki yüksek kıdemli ki-
maya çalışmış fakat pek başarılı olamamıştır. “Yıldızlar şilerin bile ona saygı duyduğunu vurgular. Bu sözler
boğazıma dizili inanmazsın” derken İhsan içten birik- yeni gelen kıza kendini tanıtma ve adeta bir gövde
tirdiği onca söz ve birisiyle paylaşmak istediği pek çok gösterisidir. Mesleğini ve yaşam tarzını benimsemiş,
şey olduğunu vurgular. Birlikte çalıştığı arkadaşı Cahit işinden memnun olan İhsan hayata karşı olan güçlü
ve Leyla’nın gidişi İhsan’ın yüreğinde kocaman bir iz, duruşunu ve cesurluğunu “biz elektrikçi kısmı karan-
büyük bir boşluk yaratır. Yalnızlığına çözüm bulama- lıkla güreşiriz” ve “ölüm tellerde ıslık çalar gözümüz
yan ve büyük kedere teslim olan İhsan, “işin yoksa pektir” dizelerinde anlatılmaktadır.
cigara iç”, “geceleri uyku tutmuyor” dizelerinden anla- Kendisini böyle güçlü ve kendinden emin tanıttığı
şılmaktadır. bu yeni kız belki de İhsan’ın yalnızlığına bir ilaç ola-
cak ve aynı onun elektrikçilikte yaptığı gibi “düğmeye
İhsan böyle yalnız ve büyük bir özlem içerisindey-
şöyle dokun süt gibi aydınlık” dizesinde olduğu gibi
ken bir anda yeni bir kızla tanışır. Bu kız ilk başlarda
karanlığına ışık olacaktır. Başlarda hiç yüz vermeyip,
İhsan’da bir Leyla arayışı uyandırır. Bu tanımadığı yeni
hep Leyla ile karşılaştırıp Leyla’yı üstün bulduğu bu
kızı Leyla ile karşılaştırır ve onun özelliklerini arar. Ley-
kızın verdiği akıl karışıklığı onu kendine çeker ve onu
la “çekirdek gözlü örümcekten korkan” bir kız olarak
tanımak ister. Bu isteğini “dilsiz misin cevap versene”
betimlenmektedir. Yani Leyla şiir kişisinde aynı çekir-
ve “İstanbul’dan mı geldin yalnız mısın” dizelerinden
dek gibi zamanla bağımlılık yapmış, bırakması güç
görebiliriz.
hale gelmiştir. Ayrıca küçük şeylerden bile korkması,
onu korumaya muhtaç, güçsüz bir kişi olarak göster- Sevgiliye olan hasret ve hüznün yarattığı yalnızlık ba-
miştir. Bu yeni kız her ne kadar “sen de güzelsin bak zen insanı yeni ilişkilere sürükleyebilir. Attila İlhan’ın
omuzların mesela” diye bahsedilse de Leyla’nın güzel- bu şiirinde de şiir kişisi aynen böyle bir durumla karşı
liği kimsede görülmedik, eşsiz olduğundan yanında karşıyadır. “Kırmızı Pazar” adından da anlaşılacağı üze-
küçük kalmıştır. Leyla’nın gözleri “ben böyle göz gör- re şiir kişisi bir aşk arayışı, yalnızlığını söndürecek bir
medim” diye anlatılırken bu yeni kızın gözlerine “bak arayış içindedir.

86 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


BERKAY BOZYİĞİT- BALCA DİZDAR -10-Z

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 87


ECE GENELİOĞLU / 12-Ü

Yabancı ve Ben
Günümüz toplumu ve yaşayışındaki ikilem ve ve arzular hatta ahlaki değerler bile kendi içinde ayrı
kalıplaşmış olguları anlayabilmek için Albert kulvardaymış gibi gözükseler de aslında hepsi ortak
bir paydada birleşmişti. Kısacası her şey farklı görü-
Camus’ nun Yabancı adlı eserini okudum. nüyordu fakat temelde aynıydılar. Toplumun yararına
Yapıt, 1957 yılının Cezayir’ine ışık tuttuğu- göre bu olgular değiştiriliyor, eğilip bükülüyor farklı
nu zamanların dünyası günümüzden çok da formlarda günümüz nesline aktarılıyordu. Sonra her
farklı olmasa gerek. Albert Camus absürdizm köşeden sızan “Dünya eski Dünya değil!” cümleleri
akımının öncülerinden biridir. Bu absürdlüğü çınlıyordu kulaklarda. Oysaki bu cümleleri kuran kişi-
ler, bu nesli bizzat kendileri yetiştirmiş olan kişilerdi.
toplumun yarattığını düşündüğü için, kendi Bizler de kendi yeni düşüncelerimizi bir alt nesle uyar-
içinden büyük mücadeleler verir. Absürdün layacaktık nasıl olsa. Bu böyle gidecekti. Dünya hep
içinde bile var olabilme mücadelesi. Albert aynı dünyaydı zaten. Değişen bir şey yoktu aslında.
Camus, absürdü ele alırken bir metot aradım, Çevre kendine ait ortak düşünce sistemlerini oluştur-
doktrin değil, der. Sistemli bir şüphe pratiği or- muştu, bu düzenin dışında kalacak herkes, sosyal çev-
renin dışına itiliyordu. Yaşamın içinde değil hızlı fakat
taya koymaya çalışmış, tabula rasa yöntemi niteliksiz bir makinenin içindeydik sanki. Yukarıdan
ile, hiçbir şeyin anlamı olmadığını varsayarak, emir alanlar ve aşağıya emir verenler. Herkes ve her
dünyanın absürd olduğu sonucuna ulaşmıştır. şeyi denetleyenler.

“Haklı olma ihtiyacı, sıradan insanlara özgüdür.’’


Camus’de her olgu zıtlıklarıyla birlikte karşıma çıktı.
Mutluluğun ve yaşamın olduğu yerde keder vardı. Bugün mü? Kesin doğrular veya kesin yanlışlar var.
Çünkü hayat bir tekdüzelikten ibaret değil ve Camus Ya haklısın ya haksız. Düşüncende özgür isen de, elle
bunu sıkça kendine de hatırlatmaya devam ediyordu. tutulur bir başarıya ulaşmadıkça, genellikle toplumun
Sürekli bir çelişki içindeydi. İçinde bulunduğu ikilem dışına itilirsin. Bu kişilere ‘’Yabancı’’ denir. Anladım ki,
tek bir şeyden kaynaklanıyordu aslında. Camus, istedi- ne kadar bilgi alırsam alayım zihin özgür değilse, o
ği gibi özgür yaşamaya ve düşünmeye yeltendiği an, bilgi niteliksiz bilgidir. Makinenin küçük çarklarından
dış dünyadan yani toplumdan olumsuz tepkiler alı- biri olduğumu fark ettiğimde uzunca bir süre geçmişti
yordu. Öyle bir dünyada farklı olmak, farklı olmak bile belki hayatımdan, bir gençlik! Ama saat hala işliyordu.
değil, sadece özgür olmak kabul edilebilecek bir şey Ve ben hayattaydım. Bir şeyler değiştirilebilirdi. . Ben
değildi. Herkes aynı kalıplar içinde düşünmeliydi. Ca- de yabancı olmak istiyorum.
mus, bunu umursamıyordu fakat mutluluğun yanında
kederi, yaşamın yanında ölümü de görmesinin sebe-
bi, kendi düşünceleriyle gerçekten var olamamasıydı.
O ne kadar özgürleşirse özgürleşsin, özgür bir boyut-
ta yaşamadığından, asla gerçek özgürlük duygusunu
tadamayacaktı. Bu nedenle hayat ona göre absürddü.
Tamamı ile dışarı açılamayacağı, kafatasının içinde
yalnız bir beyin ile yaşıyordu. Yabancı’yı okuduğum
esnada, her gün geçtiğim yollar, baktığım gözler, duy-
duğum sesler sanki yabancılardı bana. Kayboldum o
yollarda, tanıyamadım o gözleri, o sesleri. Çevreme
baktım ve anlamaya çalıştım. İlk defa bir farklılık his-
sediyordum, yeni bir şeydi bu. Tanımlayamadığım, an-
lamlandıramadığım bir şeydi. İnsanın her gün yaşadı-
ğı hayatını, bir anda anlamlandıramaması ne garipti!

‘Her ideoloji, insan psikolojisine karşıttır.’’

Anladım ki, aslında hayatımdaki her şey bir düzene


göre işliyordu. Kişilikler, ortaya atılan fikirler, istekler

88 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


ALARA NİL SELER-MELİSA ŞERBETCİ 11-Z

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 89


ZEYNEP KARAER- ECE NAZ BİLGİÇ -BERKAY UYSAL-10-E

90 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


BURCU ÖZER 11-C

YAŞADIKLARIMDAN
ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Ataol Behramoğlu

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten arzusuyla yanmalısın
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin
mutluluğunu
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır dolmalısın
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını benliğinle
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gire- Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
ceksin Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi
dinleneceksin
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın armağandır
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 91


Şiir Eleştirisi

Yaşamın Tadına Varabilmek


Yaşam, insana verilmiş bir fırsattır. Sayısız güzelliklerle mıştır. Şiir kişisi, bir “sevgili” ile birlikte geçirilen zaman
dolu bir dünyada yaşam, insana kimi zaman tatlı kimi kadar yalnızca doğanın güzelliklerine bakarak geçen
zaman acı yönlerini gösterir. Önemli olan ise hayatın sürenin de yaşama tat katabileceğini belirtmiştir. Tek-
bütün yönleriyle tadını alabilmek ve hayata sahip rarına başvurulan “bitkin” ve “saatlerce” kelimeleri ile
olma fırsatını en iyi şekilde değerlendirebilmektir. Bu bu anların pes etmeden, yoruluncaya kadar yaşanma-
durum Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan Öğ- sı ile ancak bu tatların değerinin bilinebileceğinin altı
rendiğim Bir Şey Var” adlı şiirinde de ele alınmıştır. Şi- çizilmiştir. “Yaşamak yeryüzünde onunla karışmaktır/
irde yaşamın her anının dolu dolu yaşanması, insanın kopmaz kökler salmaktır” dizelerinden de anlaşıldığı
yaptığı her işin hakkını vermesi gerektiği ve ancak bu gibi çıkarız nasıl bir bitki toprağın derinliklerindeki
şekilde yaşamının anlam kazanabileceği anlatılmıştır. suya ulaşmak için kök salıyorsa, insan da aynı şekilde
yaşamın ona sunduğu zevklere ulaşmak için yaşamla
Şiirin bütününde “ben” kişisi, kendi deneyimlerine olan bağını güçlendirmelidir.
dayanarak ideal bir yaşamın nasıl olması gerektiğini
açıklamış ve bunu öğüt verici bir dille “sen” kişisine ak- Şiirin ikinci anlamsal kesitinde ise şiir kişisi, “sen” kişi-
tarmıştır. “Sen” kişisi yardımıyla da aslında her yaştan sinin hayatında karşılaştığı bütün zorluk ve kolaylık-
bütün insanlara seslenilmiştir. Şiir tek bir zaman veya larda ve insanlarla olan ilişkilerinde izlemesi gereken
uzam içermeyip günlük yaşamın her anını merkezine yolu açıklamıştır. Kişi sevgisini de en yoğun şekilde
almıştır. Şiir boyunca hayat, farklı boyutları ile ele alın- aktarmalı: “Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın ar-
mış ve çeşitli örnekler, betimlemeler ve benzetmeler kadaşını”, kavgasını da tüm benliği ve gücüyle yaşa-
ile şiirin ana teması desteklenmiştir. Sade ama söz sa- malıdır: “Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla
natlarıyla zenginleştirilmiş bir anlatımla şiirin vermek gireceksin”. Kavga etmek gibi zorlu bir eylemde insan
istediği iletinin hem etkili hem de anlaşılır bir şekilde nasıl elinden geleni yapmalı ise dinlenmek gibi kolay
aktarılması sağlanmıştır. Serbest ölçü ve serbest na- bir eylemin de hakkını vermelidir. “Bir kum tanesi”, “bir
zım biçimi ile yazılmış şiirde uyak ve rediflere de yer yaprak”, “bir taş gibi” benzetmeleri kullanılarak dinlen-
verilerek şiirin akıcılığı ve ahengi artırılmıştır. me işinin bile bu işi en iyi yapan varlıklar gibi gerçek-
leştirilmesinin önemi dile getirilmiştir.
Şiirde tekrar edilen bir ifade olan “Yaşadıklarımdan
öğrendiğim bir şey var” dizesi aynı zamanda şiirin Yaşamın insana sunduğu fırsatlar ve bu fırsatların
başlığını da oluşturmuş ve şiirin yazılış amacının “ben” değerlendirilmesi konuları şiirin üçüncü anlamsal
kişisinin bu öğrendiklerini aktarmak olduğunu gös- kesitinin şekillenmesini sağlamıştır. Şiir kişisi yaşamı
termiştir. Dizede kullanılmış olan “bir şey” ifadesi ve “zümrüt bir deniz” olarak sembolize etmiş ve “hayat
iki nokta işareti bütün şiirin temelde tek bir ileti üze- denizine balıklama dalınması” imgesine yer vermiştir.
rinde yoğunlaşacağını okura sezdirmiştir. Şiir, yaşamı Deniz, uçsuz bucaksız olması ve içinde ne olduğunun
ele aldığı yönler bakımından beş farklı anlamsal kesite dıştan tam olarak seçilememesi bakımından bilin-
ayrılmıştır. mezlik kavramını çağrıştırmaktadır. Hayat da bir de-
niz gibidir, insanın karşısına ne çıkaracağı belli olmaz
Şiirin birinci anlamsal kesitinde insanın çevresinde bu- ancak yaşamın tadına varabilmek için cesurca, çekin-
lunup onu mutlu eden, bir arada zaman geçirmekten meden, ona “balıklama” dalıp içerisindeki güzelliklere
hoşnut olacağı varlıklar anlatılmış ve “sen” kişisinin bu ulaşılmaya çalışılmalıdır. Şiir kişisi insanın “bütün mü-
varlıklarla geçirdiği zamanı uzun uzadıya, tadına vara- zikleri”, “bütün kitapları” ve “bütün hayatları” tanıma-
na dek, “yoğunluğuna yaşaması” gerektiği vurgulan- ya çalışmasını ve böylece hayatın ona sunduklarını en

92 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


iyi şekilde kullanmasını öğütlemiştir. İnsan “bir bardak
su” ile mutlu olabilmeyi bilmeli fakat hiçbir zaman da
yeni fırsatlar elde etmek için sahip olduğu yaşama se-
vincini de kaybetmemelidir.

Şiirin dördüncü anlamsal kesitinde ise yaşamın acı ve


tatlı bütün yanlarıyla bir bütün oluşturduğu ve hep-
sinin insana ayrı ayrı katkıda bulunduğu düşüncesi
ele alınmıştır. İnsan yaşamı boyunca sevinçle olduğu
kadar “keder” ile de karşılaşacaktır ancak insan yaşa-
mının zorlu anlarını da en yoğun şekilde yaşayıp ya-
şadıkları ile hayata daha da sıkı tutunmalıdır: Çünkü
acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı. İnsan haya-
tı her yönüyle yaşayıp hayatın büyük dolaşımına ka-
rışmalı, bir yandansa yaşadıklarını içselleştirip hayatın
sonsuz kanını da kendi damarlarında taşımalıdır.

Şiirin aynı zamanda son anlamsal kesiti olan son dört-


lük, şiirin bir nevi özeti olarak düşünülebilir. Şiir kişinin
bu dörtlüğe tekrardan “Yaşadıklarımdan öğrendiğim
bir şey var” dizesi ile başlaması da bu durumun bir
göstergesidir. “Yaşadın mı büyük yaşayacaksın” diyen
şiir kişisi bütün şiirde bahsettiği yaşamın hakkını ver-
me, yaşama bütün benliğiyle katılma düşüncelerini
birkaç sözcükle özetlemiştir. “Hayat, sunulmuş bir ar-
mağandır insana” sözleriyle yaşamın değerine dikkat
çeken şiir kişisi, “ömür dediğimiz şey, hayata sunul-
muş bir armağandır” ifadesiyle ise her bir insanın da
yaşamın ve evrenin doğal akışında büyük bir katkıya
sahip olduğunu vurgulamıştır.

Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan öğrendiğim


bir şey var” adlı şiirinde şiir kişisi insanın hayatını an-
lamlı kılması için ne yapması gerektiğini okura ak-
tarmış; böylelikle okuru yaşamı doyasıya, tutkuyla ve
SARP SAGAY 11-R
cesurca yaşamaya yönlendirmiştir.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 93


AYLİN YILDIRAN - AZRA DEFNE EROĞLU 11-J
KALEM İZLERİ'NE YAZIYORUM

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 95


AYŞE DENİZ KARABEY 7-N

Savaşın Çocukları
2016 Özgür Pencere Çocuk ve Genç Kalem Öykü Yarışması Birincisi
Koştum. Güneşten sararmış kirli siyah saçlarım dağıldı yahati yapılacak. Kaçıp gitmek, kalbimizde yaşatmak
bir küçük rüzgârla. Koştum. Kaşlarımın ortasında ke- en sevdiklerimizi... En iyisi kaçıp gitmektir belki, unu-
derli bir çift çizgi belirdi, usulca. Koştum. Çıplak, nasır- tamasak da. Kim bilir, belki çocuk oluruz yeniden. Sil
lı, çatlamış ayaklarımda bir acı... Koştum. Susamıştım, baştan affederiz dünyayı.
susamıştım çocukluğumdan kalma bir avuç umuda.
Kendime kimsenin görmeyeceği bir köşe buluyorum.
Koştum. “Anne!” , “Baba! Baba!” diye bağırsam duyar mı
Sesimi duymasınlar, yüzümü görmesinler. Yok olayım,
doyamadığım cansız bedenleri? Koştum. Kapanmış,
kaçıp gideyim uzaklara... Ben kimim ki? Küçük ellerim,
gece akan gözleri artık hayata aydınlık bakamaz mı
küçük hayallerim. Burada sussam yalnızlık bile fark et-
sanki? Ve son defa koştum, gücüm kalmamış ikinci bir
defasına. Yanağıma tüm kaybettiklerim adına düşüve- mez beni. Bir ses duyuyorum, cılız bir çığlık. Bir tane
rir, bir küçük damla. daha ve yeniden. Ardından ayak sesleri... Yaklaşıyor,
yaklaşıyor. Delikten bakıyorum. Kalbim sızlıyor. Bir be-
Fatma, benim adım. Kara kaşlı, kara gözlü Fatma. Ba- yaz, inanmıyorum! Beyaz, güzelim bir kız çocuğu.
bam ben doğar doğmaz adımı Fatma koymuş. Hiçbir
zaman anlamını bilmediğim bu isim bana göçmen “Kimse yok mu?”, kekeliyor. “Lütfen, lütfen yardım
kuşları hatırlatıyor, çalıkuşlarını. Ne yerimizde durma- edin!”, titriyor. Küçük, “bu yüzden tüm saçmalaması,
yı biliyoruz, ne yuvamızdan uçmayı. Olsa olsa, buranın hataları”... Ayağı takılıyor, yere düşüyor. Ağlıyor, o da
kuşu olurum ben. insan. Ağlıyor, bende insanım. Yardım, etmeli miyim?
Onun babası öldürdü benim babamı? Biz kardeştik,
Siz, bilir misiniz buraları? Buranın suyunu, buranın artık o bana bir yabancıdan bile uzak. Ellerimiz, tutu-
toprağını? Siz, bilmezsiniz. Oysa bir zamanlar her şamaz. İnsan kalbine zincir vurulamazsa peki? Zaman
sabah bülbülleşirdi tanrının unuttuğu bu izbe köy; daralıyor, inlemesini duyuyorum. Annemi duyar gibi
kaldırım taşları, bu ev, buranın insanları. Evet, bir oluyorum, o ne pahasına olursa olsun yardım etmemi
peri masalı anlatacağım size, mutluluğun masalı. Biz, söylerdi. Her kalp sevilmeyi hak eder diye düşünürdü
mutluluğu en derinden yaşayanlar, birlikte yaşardık hep, bir acıma payı bırakırdı. Onlar bize acımamış-
yaşamayı, hayatı ve dünyanın sevgiyle evcilleşeceğine sa biz nasıl acırız onlara? O açık, güneş gibi, ay gibi,
canı gönülden, inanırdık. Çıplak ayaklarımız derken bizimse tenimiz kömürden kara. Kalbimiz kararmadı
acındırmaya çalışmıyorum kendimi, toprağı biz ayak- ama henüz...
larımızda hissederdik. Saf, katıksız... Toprak rengiydi
yüzümüz. Şarkımız uzanırdı kırlara, bağlara, kuzulara. “Gel!” , etrafına şaşkınca bakındı kız. “Gel dedim ya!
Pek yağmur yağmaz buralara ama zaten biz burayı Yardım edebilirim.”, elimi uzattım kimse görmeden.
güneşiyle severdik. Yağmur yağınca ise sadece dua Koşulsuz elimi tuttu, hatta elime sarıldı. Sonunu bil-
ederdik. Teşekkür ederdik her nefesimize, her solukta mediği bir yolculuğa çıkmıştı. Korkusunu kalbine
seve seve yaşadığımız hayata. Dilsizsek gözümüzle, gömdü, umuduna sarıldı. Onu içeriye çekebilmiştim:
kulağımızla... - Kıvrıl, yat şuraya. Sabaha kadar birlikteyiz fakat sa-
bah birbirimizi unutup gideceğiz. Ben senin ne dos-
Oysa bu sabah, ölümü, başucumda buldum. Sanki
tunum, ne tanıdığın. Beni görmeye çalışma, duyma,
tüm bu hatıralarımla saklambaç oynuyordum. Ara-
sadece öylesine bak. Bir daha görmemek üzere.
dım, aradım. Yoklardı. Aydınlıklarda, umutlarda, salın-
caklarda… Savaşın eli vurmuştu acımadan onları, bir -Sen kimsin?
yığın masumla daha. Toprak rengiyiz diye. Bilmezlerdi
-Seni ilgilendirmez.
ki biz gülünce yanaklarımızda al, ağlayınca çaresizce
beyaz olurduk. -Niye bana yardım ettin?
Korkak bir bakış attım arkaya. Ses soluk yoktu. Bu ses- -Sana benimle konuşmamam gerektiğini söyleme-
sizlik beni daha da korkutuyordu. Yokluğun içinde bir dim galiba.
varlık vardı çünkü. Oradalardı, bekliyorlardı. Açlardı,
-Tek kelime edeceğim, tek kelimemin sesine kulak
kana susamışlardı. Öyle garip bir diyar olup çıkmıştı
vermez misin? Teşekkürler...
ki burası. Şehir, mutlak onu yaşatan insanlarıyla var-
dı. Olmayan insanların olmayan evleri, mezarlıklarıydı Tek kelime nasıl bu kadar çok şey ifade edebilir? Bana
burası. Korku kente hâkim olmuştu. Ben, bir ceylan, ettiği bir teşekküründe bir demet sevgi, bir demet
nefes nefese... Yarın sabah Girit’e gizlice bir gemi se- dostluk, bir demet özür vardı. Ailesinin yaptığı ama

96 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


kendisinin de bir ömür sorumlu olduğunu bildiği ha- kacak çok şey var anne. Hatta geceleri inleyerek uya-
talar için. Bu kızı sevmiştim, belki de böylesine sert nıyorum ama tek tesellim rüyamda seni, sizleri, ailemi
davranmamalıydım. O sanki karşı çıksa savaş duracak görecek kadar şanslı olmam. Siz dünyayı temiz bilin,
mıydı? Kimse böyle olsun istemezdi. Onu sorumlu anneciğim. Ve şunu da bilin ki bir gün can verirken sizi
tutmak aptallık olurdu. Bir nefeslik çiçekti sanki beyaz tanımanın mutluluğuyla öleceğim.
kız. Adını bile sormamıştım. Adın, sana biçilen isim her
neyse buraya kaçıp gelmenin de tek sebebi oydu. O Vardık. Çuvaldan çıkardım seni. Elini tuttum, hiç bırak-
isim geçmişindi, yarınlar geleceğin... mayacak gibi. Girit, Girit derlerdi inanmazdım. Burada
ömür ne mutlu geçer be! Balık tutarız, balık tutar sa-
Ah, ne çabuk uyudun güzelim! Yanağında bir kızarıklık
tarız. Veya gül toplarız, kırmızı güller, sarı laleler, çiçek
var. Sadece yanağında değil, pek çok yerinde. Yaralı-
pazarından. Yazın kıvrılır, uyuruz deniz kenarında. Kı-
sın, öksürüyorsun... Neden savrulduğun belli buralara.
şın bir şeyler bulur buluşturur, ateş yakarız. Mucizeler
Kim yaktı canını ha? Neye zorladılar seni? Evlenmeye
mi, çalışmaya mı yoksa? Sen hak etmiyordun biliyo- hâlâ inanılacak kadar sıcaksa okuruz, eğitim alırız, mü-
rum ama dünya hiçbir zaman yeteri kadar adaletli cadele ederiz iki gönül bir olunca biz! Değil mi, beyaz
davranmıyordu. Yarana merhem olmak istercesine kız...
sarıldım sana, bilmiyorum hissettin mi... Evet, seviver- Sesin kesildi, nedense. Baktım, gözlerin kapalıydı. Bir
miştim. Sen beyazdın, ben siyah. Ne fark eder! Açtım, keman sesi duydum, içli içli çalıyordu. Ağlıyordu aynı
susamıştım. Öbek öbek dostluktu, karnımı doyuran. zamanda. Ağlamak ölen canı geri getirmese bile, ağ-
Sabah erken kalktım, daha doğrusu kalktık. Kimse gör- lamak. Bir son değildi bu, bir yarın, bir başlangıçtı. Sen
memeliydi bizi. “Gitmek istiyor musun?” diye sordum, gittiğin yerde emin ol daha mutlu olacaktın. Baban
“Güneş doğmuyor ...” dedin bana. Seni eşya çuvalının orada dövmeyecek seni, aksine sevecek, çiçekler ge-
içine sakladım, biri görse ikimizi de denize atardı. tirecek sana ve keder sözcüğü sözlükten kaldırılmış
Oysa sular ne güzel şırıldıyordu kulağımda. Bir ömür olacak. Kalbin atmayacak ama seveceksin, yine de.
dinle, unut orada kederlerini. Yansımam güneşle mavi Hatta barış olacak. Barış, dünyanın çocuk ıslığı, sava-
sularda parıldıyordu. Buralarda bir söylenti vardır, der- şın çocukları...
ler ki: Son nefesini bu topraklarda veren insanlar de-
nizin büyüsüne kapılırmış. Kimsesiz ruhları martı olur, Sevdim, yarınlara, koşa koşa. Sevdim, bir kâğıt parçası
bir ömür özgürlüğe uçarmış. Evet, bir martı, martıda vardı kaldırımda. Sevdim, kâğıtla kendime bir küçük
sen anneciğim. Merak etme, iyiyim. Başımın çaresine tekne yaptım. Sevdim, tekneme geçmişimden anıları-
bakacak kadar büyüdüm ben, koca kız oldum. Hâlâ mı kattım ve yılmadan, yorulmadan sevdim, teknemi
özlüyor muyum, özlüyorum çünkü korkuyorum, kor- suya bıraktım.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 97


DERİN ÖZEN 7-N

ADALET’İN GÖZLERİ
Uzaklarda bir radyo mırıldanıyor. O, doğruluyor, ya- Kayboluyorlar, kaybolmanın oluşturduğu o, deli fırtı-
tağından düşen iki çift kuş tüyü yere değdiği anda nada, kayboluyorlar. Onların yüzünden akan kömür
kül oluyor. O, dönüp tam 3 kere arkasındaki gümüş karası kaplıyor adaleti. Adalet, her yeri kapatıyor.
aynadan yansıyan altın yüzüne bakıyor. Fuşya rengi
O başını 2 santimetre kaldırıyor, bakışlarında anlam-
çarşafların arasından sıyırdığı bedeni bir anda büyük
sız bir anlam var, kimsenin anlayamadığı. Üzerinde ne
bir acıyla kavruluyor. Beyni acının kaynağını bulmak
turuncu kalmış, ne gümüş, kapkara kıyafetlerle doğ-
amacıyla sanki kafasının içinde dönüp duruyor. So-
ruluyor, yürüyor bembeyaz bir tünelin, ucundaki kara
nunda yavaşça yerde duran bir mindere basıyor. Min-
umut ışığına. Her adımı 1 metre, sonra yavaşlıyor. 78
derin 5 santimetrelik derinliğinin altından hafif kızıl
santimetre. Daha da yavaşlıyor 50 santimetre. İyice
bir duman yükseliyor. Doğuda siyah camlı bir ekran...
duruyor 37 santimetre. Durdu. 0 santimetre.
Ekranın 2 milimetre solunda basılmamış bir düğme.
O, yavaşça ekrana yaklaşıyor. Yavaşça yürümeye de- Uzaklardan bir radyo mırıldanıyor. Adaletin duvarla-
vam ederken batıya ufak bir bakış atıyor, göğün renk- rında kurşuna dizilecekler okunuyor. O, ya umursamı-
leri odasını yansıtıyor, onun odasını, onun renklerini, yor, ya da duymuyor. O kapkara umut ışığına ulaşmak
onun kızılını, onun altınını, onun turuncusunu, onun için atacağı sonsuz adımlar, çok gereksiz geliyor ona.
gümüşünü. Cesurca uzatıyor parmaklarını düğmesi- Ucu hayat doluymuşçasına, son bir kez veda ediyor,
ne, cesur hissetmese de. O, cesur değil, bunu o da bili- onun kırmızısına, onun gümüşüne, onun turuncusu-
yor, o da yazıyor bunlar odanın güneye bakan camın- na, onun altınına. Korkusuzca atıyor sonsuz adımları,
da, önde duran o kitapta ‘’Ben cesur değilim, çünkü kapkara sonsuzluğa, cesurca. Cesur hissetmiyor ama.
hislerimi çaldılar, fakat mutluyum, çünkü zihnimi de
Gözleri arıyor adaletin karanlık kollarını. Son bir kez
aldılar…’’
düşünüyor adalet mi karanlık yoksa adaleti sağlayan-
En sonunda topladı tüm kırıntılarını, zihninden ve his- lar mı, umutla doluyor zihni, hızlanıyor adımları, ka-
lerinden arta kalanları. Dokunmaktı tek yapacağı ve ranlık adalet sağlayıcıları bekliyor onu tünelin kapkara
yaptı. İşte o an 2016. Yılın, 3. Ayının, 13. Gününün, 18. ucunda. O, hızlanıyor, koşuyor karanlıklara. Zihninde
Saatinin, 35. Dakikasının ilk saniyesinde patladı gök- yine filizlenen ufacık bir umutla bakınıyor etrafına,
yüzü. Önce gökkuşağından bir sarmal oldu tüm renk- siluetler var, her yerde, sağında, solunda kocaman si-
ler. Sonra, o, düşerken karanlıklara, yine onun kırmı- luetler, kocaman silahlı, kocaman siluetler ve onların,
zısı, onun altını, onun turuncusu, onun gümüşü oldu hepsinin arkasında kocaman adalet.
tüm renkler, tüm zevkler ve kaybolan tüm hisler.
İçinde bulunduğu bu durumdan çıkıp kasabaya in-
Geçmişe dönüyor hatıralarla dolu zihni, yavaş yavaş mek istiyor. Kasaba ne güzel, ne yalın olur şimdi…
yavaş parçalanan bu dünyanın haksızlıkları geliyor Kapkara bulutların üzerine çöktüğü bu şehirdense,
gözlerinin önüne. Zihinlerinden sökülüp alınmış anı- şeffaf yağmur damlalarından birinin yere düşüşüy-
ların, kaybolan günlerle birlikte uzandığı bir hiçliğe ta- le parçalansaydı keşke dünyası. Filizlenirken sararıp
kılıyor bakışları. Sonsuz endişesi kalbinin çaresiz çırpı- ölen çiçeklerin mezarıdır şehir, oysa kasaba küçücük
nışlarıyla bir olup, sarmalıyor, tüm bedenini. Korkusuz tohumları filizlendirip, yeşerten yerdir. Çiçekleri kök-
ve kuşku duyulamayacak güçteki adaleti arıyor gözle- lerinden ayırıp, kökleriyle birlikte söküp, topraktan
ri. Bedeni salınırken kıyısında bulunduğu uçurumdan alanlardır adaleti sağlayanlar. Kocaman, korku saçan
aşağıya, güçlü ve otoriter bir çift kol yakalıyor onu, duvarlarıyla olanları izleyip, birilerini haklı, birilerini
çıkarıyor tüm çıkmazlarından ve sürüklüyor yeni, yep- suçlu görendir, yeşeren filizleri şehre gömendir, ada-
yeni bir çıkmaza. Kimse duramaz o yüce gücün karşı- let. Serin bir yaz akşamı, usul bir kasaba gibidir adalet,
sında, herkes sığınır ona af diler ondan. Savunmasızdır sonsuzlukla kavrulurken içi. Çalılıklarda öten çalıkuşu
herkes onun karşısında, insanı öğüten bir makinenin gibidir adalet, sessiz ve sinsi yılanlarla doluyken içi.
gövdesidir adeta o soyut duvarları. Gözlerinden kıvıl-
Kasabaya inmek istiyor canı. Kasabaya inip adaleti
cımlar çıkan, sonsuz alevle parlayan, dev bir canavar
anlatmak istiyor. Fakat o, biliyor, o, farkında tüm bun-
gibi yutuyor tüm duyguları. Anılar kocaman bir çağ-
ların, yok oldu dünya, yok oldu onun dünyası. Önce
layandan aşağıya bırakılıyor, yıkık dökük, kağıttan bir
gökkuşağından bir sarmal oldu tüm renkler, sonra, o
gemiyle.
düşerken karanlıklara, yine onun altını, onun turun-
Parçalanıyor gökyüzü, yalpalıyor adalet, her yeri kap- cusu, onun gümüşü, oldu tüm renkler, tüm zevkler ve
larken kara gövdesi. Sonsuz kırmızılar, sonsuz altınlar, kaybolan tüm hisler. Şimdi yine duyuyor uzaklardan
sonsuz turuncular, sonsuz gümüşler, kayboluyorlar. mırıldanan o radyoyu. O, kasabaya inmeyi bekliyor,

98 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


sonu gelmez karanlıklarla beraber. Yine adları oku- ya da umursamıyor. Yine ve son kez gökkuşağından
nuyor, adalet uğruna ölenlerin. Yumuşacık, ama katı, bir sarmal oluyor tüm renkler, ama bu sefer onun al-
güvenli ve sarsılmaz adalet uğruna ölmek midir, yoksa
tını, onun turuncusu, onun gümüşü, onun kırmızısına
sarsılmaz, kapkara ve koskoca adaletin karşısında eği-
lişimiz, küçülüşümüz müdür ölüm, o, bilmiyor. Sadece dönüşmüyor tüm renkler tüm zevkler ve kaybolan
bekliyor, 2x2’nin 4 ettiğini anlamak için gereken za- tüm hisler, kararıyor parçalanmış dünya, kararıyor,
man kadar, bekliyor. Kasabaya inmeyi bekliyor. Gerçek onun, dünyası ve koca, koskoca adalet, onu kara kap-
adaleti anlatmayı bekliyor. Adaletin duvarlarında kur-
kara duvarlar içine hapsedip tüm dünyasını kaplıyor.
şuna dizilmeyi bekliyor. Uzaklardan bir radyo duyuyor.
O, kasabaya inmeyi, radyoda adını duymayı bekliyor. O, son nefeslerinde sayıklarken, sayıklamaları bir mı-
Adının okunmasıyla, beklentileri, son buluyor. rıltıyla karışıyor ve onun altın kalabilmiş gözleri kömür
Gözlerinde ilk ve son kez adalet sağlayıcılarını görü- karası olup kapanırken, onun altın kalabilmiş kalbi du-
yor, ne de kara yüzleri var, ama o, bunu ya görmüyor rurken, uzaklardan yine bir radyo mırıldanıyor…

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 99


DERİN ÖZEN 7-N

PARADOKS
Bir grup canlı bir araya gelmiş dünyayı tartışıyor, ha-
yatın ne olduğunu konuşuyorlardı. “Benim için dünya
karanlık, tenha, tuzlu, ıslak ve yalnızdır.” dedi Midye.
“Zemin yumuşaktır ve arada sırada kabuğuma doku-
narak geçen güzel renkli balıklar vardır. Bazen birkaç
haylaz kum tanesi süzülür kabuğumdan içeri, rahatsız
ederler; beni sarıp sarmalayan kum tanelerini, inci ta-
nesi yaparım.”
Hemen karşı çıktı Lağım Faresi “Yanılıyorsun!” dedi.
“Dünya dediğin pis kokulu karanlık bir delikten fark-
sız! Ben o karanlık ve pis kokulu delikte doğdum. Ne
güzel renkli balık bilirim ne de haylaz kum tanesi. Be-
nim dünyam da bu.”
Onları dinleyen Kartal onlara acıyarak baktı. “Yazık
size güneşi bilmeyen canlılarsınız. Güneş benim yaşa-
dığım dağın zirvesine doğar ilk. Ben uçarken rüzgâr,
her bir tüyümün üstünden, bir çocuğun dondurma-
yı yalaması gibi nazikçe geçip uçmama yardım eder.
Canım uçmak istediğinde dağın zirvesinden kendimi
boşluğa bırakır, yemyeşil ağaçların üzerinden uçarken
kendimi olabildiğince güçlü, özgür ve farklı hissede-
rim. Bence dünya, güneşin parladığı, yeşilin umutlan-
dırdığı; özgürce kendimi rüzgârlara bırakabildiğim
güzel bir yerdir.”
Çınar Ağacı gülümsedi: “Midye’ninki kadar karanlık,
Fare’ninki kadar pis veya Kartal’ınki kadar özgür bir
dünyaya sahip olamasam da benim dünyam da son-
suz. Sonbaharda ölür, ilkbaharda yeniden doğarım
ben. Yıllarca yaşarım binlerce kişinin yaşamına şahitlik
ederim. Benim için dünya sonsuzdur, herkes ölse de
ben yaşamaya devam edeceğim.”
Kelebek, Çınar Ağacı’nın dediklerini duyunca ona im-
rendi “Çok şanslısın.” dedi. “Ben bir varım bir yokum.
Tırtıl olarak gelirim dünyaya; bir hafta sonra, bir hafta-
lık koza dönemine girer çıktığım an hayat denen o bir
iki günlük yarışa başlarım. Her şeyi tek bir güne sığ-
dırmaya çalışırım; bu gün içinde gençliğimi, yetişkinli-
ğimi, yaşlılığımı, anneliğimi yaşarım. Günün sonunda
ölürüm! Size vakit ayırdığım için çok şanslısınız!”
İşte gördünüz herkesin yaşadığı bir dünya var. Deni-
zin dibindeki Midye bilmedi hiç güneşi. Tüm dünyası
kendini sarmalayan kabuğu olan ve yanlışlıkla içeri
süzülen minik, haşarı kum tanesi de… Lağımda ya-
şayan Fare tüm dünyayı pis kokulu bir çukur bildi ve
Kartal yaşamayı hep özgürce gökte süzülmek zannet-
ti. Çınar Ağacı tüm yaşayanları kendi gibi bir ölür bir
dirilir sanıp yaşamı sonsuz diye öğrendi. Kelebek de
bir günlük süreyi bir ömür diye geçirdi.
Peki, hangisinin dünyası gerçekti?

100 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


DİLARA YALÇIN 6-M

KAR TANELERİ
Beyaz, eski okul binasından çıktı ve yokuş aşağı yolda insanın gelemeyeceği kadar da uzak.”
yürümeye başladı İpek. Bir iki adım attıktan sonra okul
İpek devamını okumak için sayfayı çevirdi. Gözlerini
binasından biraz aşağıda, yolun karşısında bulunan
kitaba dikmesiyle iri iri açması bir oldu. Kitaptan ol-
kitapçıya gitmeye karar verdi. Birkaç adım daha gittik-
dukça aydınlık bir ışık yayılıyordu. Bir süre sonra bir
ten sonra vücudunu yola çevirdi. Açık yeşil gözlerini
kuvvetin onu kitaba doğru çektiğini fark etti. O daha
önce soldan, sonra sağdan gelen arabaların üstünde
karşı koyamadan bir hortumun içine girdi, bir yere
gezdirdi. Yolun boşaldığına karar verdiğinde ise ken-
uçtu ve hortumdan fırlatıldı. Hepsi saniyelik bir zaman
dini hızlıca yola atıp, seri adımlarla kitapçının önüne
diliminde olup bitti ve kendini başka bir ülkede elinde
vardı.
sadece bir kitapla buldu. Kafasını kaldırdığında gör-
İnce parmakları küçük cam kapının soğuk, demir ko- dükleriyle gözlerine inanamadı. Okuduğu cümleler
lunu kavradı ve usulca ileri itti. Kapı açıldığında çalan kafasının içinde adeta bir topaç gibi dönüyor, İpek’e
rüzgâr çanlarının hoş melodisi kulaklarına kısa süreli kitaptaki ülkede olduğunu bağırıyordu. Aynı kitapta
bir konser verirken kendine açtığı boşluktan içeri sü- yazdığı gibi ince mimariye sahip evleri, ormanları ve
züldü kız. Kasada duran tonton amcaya selam vererek arabaları gördü. Hayatında gördüğü belkide en güzel
her zaman kitaplarını seçtiği rafa yönelmek için hamle yerdi. Tek sıkıntı... Ne yapacağını bilmemesiydi. Bura-
yapacaktı ki tonton amcanın sesi onu geri çevirdi. dan kurtulması gerekiyordu. Burası tehlikeli ve yaban-
cıydı. Hızla kitabı açtı ve sayfaları çevirdi. Sayfalarda
“Kızım, bu sefer o rafa gitme. Sana ben bir kitap ve-
hızlıca göz gezdirdi. Hemen hemen hepsinde nasıl bir
reyim. Her çarşamba geliyorsun. Kendi rafına gidiyor,
yerde olduğu anlatılıyordu. Detaylıca okumaya vakti
kitapların arkalarını okuyor, bir kitap seçip alıyorsun.
yoktu. Vakti sadece bir iki cümle okuyabilmeye yete-
Devamlı müşterim sayılırsın artık.”
cek kadardı. Tam umutsuzluğa kapılmış kitabı kaptı-
“Amcacığım ben hallederdim. Siz zahmet etmeseydi- yordu ki bir sayfayı ayırmak için konulan kâğıdı gördü.
niz. “Olur mu öyle şey? Hem bu kitabı senden başkası Hızlıca açtı:
okuyamaz. Sağlam okuyucu olmak lazım.”
“Perla... Şelaleye git, bilmeceyi çöz, evine dön.”
İpek sonunda pes ederek başını olumlu anlamda sal-
İpek şifreyi çözmeliydi. Eve dönmesinin tek yolu buy-
ladı. Daha sonra da çoktan ilerlemeye başlayan ada-
du. Hızla yürümeye başladı ve en bulduğu ilk dükkâna
mın arkasından yürümeye başladı. Adamın daha de-
girdi ve Perla, Şelalesi’nin adresini öğrendi. Girdiği
min oturduğu masaya geldiklerinde adam, masasının
dükkândan çıkıp ilk gelen taksiye bindi ve adresi ver-
çekmecelerinden birini açıp karıştırmaya başladı. Kısa
di. Birkaç dakika sonra arabanın durmasıyla elini cebi-
bir süre içinde adamın kahverengi gözleri odağına al-
ne attı ve gerekli miktarı verecekti ki buradaki paranın
dığı şey onu mutlu etmişçesine parladı. Daha sonra si-
daha farklı olduğunu fark etti. Ancak adam “Önemli
yah ciltli, üzerinde büyüklü küçüklü beyaz kar taneleri
değil. Benden.” diyerek kızı rahatlattı. İpek arabadan
olan bir kitabı poşetledi ve kıza uzattı. İpek poşeti eli-
inmesiyle mükemmel bir şekilde, masmavi, tüm ber-
ne aldıktan sonra diğer eliyle çantasından cüzdanını
raklığıyla çağlayan şelaleyle karşılaştı. Bir anda gözü-
çıkarmak için uzandı ama tonton amca tekrar konuş-
nün önünden bir yazı geçti. Kızın yeşil gözlerindeki
tu. “Para istemem. Umarım beğenirsin.”
sarı ağlar korkuyla genişledi ve bilmeceyi gördü.
İpek itiraz etmek istedi ama tonton amcanın bakışla-
“Kitaptaki tek sayfa, en soğuk, en dondurucu olanı.
rını gördüğünde bir tatsızlık çıkmaması için usulca te-
Şelaleyle aynı genler. At içine birleşsin gezegenler.”
şekkür edip çıktı. Kitabın içeriğini merak ediyordu. Bir
an önce eve gitmek için adeta koşar adımlarla yürü- İpek akıllı bir kızdı. Kar tanelerinden bahsettiğini an-
yordu. İçindeki merak duygusu onu hızlı adım atmaya lamıştı fakat kaybedecek zamanı yoktu. Hızla kitabı
sürüklüyordu. Heyecanlanmıştı. şelaleye fırlattı. Büyüleyici bir kar fırtınası gördü ve bir
geçit. Karların arasından var gücüyle koştu. Odasına
Eve geldiği gibi odasına koştu ve kitabını poşetin-
girdi kar fırtınasıyla açılan kapıyı sonuna kadar kapat-
den çıkardı. Önce parmaklarını ve dikkatli bakışlarını
tı. Başardı.
kitabın kapağının üstünde gezdirdikten sonra kapağı-
nı özenle sanki kırılgan, narin bir cam motifi kaldırı-
yormuşçasına açtı. Baştaki iki sayfayı geçtikten sonra
ilk bölümün başladığını belirten kar tanesinin altın-
dan okumaya başladı.
“Aralidya. Diğer ülkelerden çok daha güzel, çok daha
göz alıcı ama bir o kadar da yabancı bir ülke. Her yer-
de görebileceğiniz ince mimarinin ürünü evler, her
renkten son model arabalar, nereye baksanız gözünü-
ze çarpan ormanlık alanlar... Burası bir insanın hayal
edemeyeceği kadar güzel bir yer, aynı zamanda bir

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 101


DEFNE ERKAN 7-U

ÇARŞIDAKİ SAAT TAMİRCİSİ


Yalnız bir gün o haşarı çocuk gitmiş yerine çekingen
bir Ali gelmişti. Oğlunun kaza geçirdiği günü anımsa-
dı Gülsen Hanım. O günden sonra hayatı bir kâbusa
dönmüştü Ali’nin. Arkadaşları dışarıda koşup oynar-
ken o, kazadan sonra takılan protez bacağıyla ancak
kısa mesafelere topallayarak gidebiliyordu. Bu kaza
onda derin izler bırakmıştı. İçine kapanık ve birisi ol-
muştu. Böyle mutsuz büyümektense hep bir çocuk
olarak kalmayı yeğlerdi.
Oğlunun üniversiteyi bitirmesini dört gözle bekliyor-
du Gülsen Hanım. Üniversiteyi bitirdiğinde yaşamı
kolaylaşacak ve kendine bir faydası olacaktı oğlunun.
Hayatındaki engeller kalkacaktı ve kendi ayakları üze-
rinde durmayı öğrenecekti.
Oğlu eve bir süredir gece yarıları geliyordu. Kütüp-
Ali ve annesi Gülsen Hanım, yaşamlarını zar zor sür- hanede çalıştığını söyleyip, annesinin ona yönelttiği
düren bir aileydi. Gülsen Hanım, ekmeğini taştan çıka- soruları bir şekilde geçiştiriyordu. Gülsen Hanım, oğ-
ran, tüm evin yükü üstünde olan, yaşamın zorlukları lunun arkasından dolap çevirdiğinden habersiz onun
yüzünden yorgun ve dermansız kalmış bir kadındı. mezuniyet hayalleriyle mutlu oluyordu.
Her gün biraz daha yaşlandığını ve yorgun düştüğü- Bir gün Kapalı Çarşı’ya alışverişe gittiğinde oğlunu
nü hissetse de kalbinde umutlarıyla yaşamaya devam eski, verniği dökülmüş bir masanın üstünde saat tamir
ediyordu. Çünkü oğlundan ümitliydi. Üniversiteden ederken gördü. Gözlerine inanamamıştı, emin olmak
mezun olacak oğlunun iyi bir işe girip, temiz bir aile- için biraz daha yaklaştı. Şehrin en işlek çarşısında saat
nin kızıyla evlenmesini istiyordu. Hem o zaman gelini tamiri yapan kişinin, oğlu olduğundan artık emindi.
ona bakardı. Oğlunun evine yerleşirdi artık. Ayrıca her Hesap sormak için hızla oğluna doğru ilerledi. Oğlu
gün başkalarının evine temizlik yapmak için gitmesi- onun geldiğini fark etmemişti, bütün dikkatini işine
ne gerek kalmazdı. Bunların gerçek olabileceğine ken- vermişti. Onca insanın şaşkın bakışları arasında sert
disi de inanmasa da evine gelen komşularına anlatırdı bir tokat indirdi oğlunun yüzüne. Bu ona ilk vuruşuy-
hep bunları. Komşular da Ali’nin bunları başarabile- du. Oğlunun onu kandırdığını öğrendiği için kan bey-
ceğine inanmasalar da Gülsen Hanım’ı üzmemek için nine sıçramıştı. Yoksa vurur muydu hiç? Ana yüreğiydi
ona bir gün bunların olacağını müjdelerlerdi. Ancak bu. Onu rencide etmek ister miydi herkesin içinde?
Gülsen Hanım, oğlunun ne kadar çekingen olduğunu Oğlu el âleme rezil olmuştu, tıpkı onun eskiden oğlu
bildiği için oğlunun iş hayatına atılıp atılamayacağı yüzünden olduğu gibi.
konusunda tereddüte düşüyordu.
Gülsen Hanım, oğlunun bu işi yapmasındaki nedenin
Bazen durup dururken duygulanıyordu Gülsen Ha- annesinin biraz da olsa yükünü hafifletmek ve aile
nım. Bazı anılar gözünde canlanıyordu. Evin saklı kö- ekonomisine katkı sağlamak olduğunu bilse de onu
şelerinde kalan birkaç parça eski eşya, ona oğlunun affedemiyordu. Ayrıca oğlunun bu işi yapmaya devam
çocukluğunu hatırlatıyordu. Çocukken haşarıydı Ali. etmesine de göz yumamazdı. O, üniversiteye devam
Yaramazlıklar yapar, daha sonra da çevik hareketlerle etmeliydi. Bu durumu gururuna yediremezdi.
kaçardı mahalle sakinlerinden.
Oğlu ne kadar durumu açıklamaya çalışsa da o, oğlu-
Bazılarının camına taş atar, bazılarının bahçesine izin- nu dinlemiyordu. Kararı kesindi. Oğlu bu işi okul çıkı-
sizce girip meyve toplardı. Ancak yaramazlıkları anne- şında yapabilirdi ancak komşuları ne derdi. Yakışık alır
sinin kulağına gitti mi boynu kıldan inceydi. Annesi ne mıydı hiç böyle bir durum?
ceza verse razıydı. Annesinin onun başkalarının malı-
na zarar verecek yaramazlıklar yaptığını duyduğunda Eğer toplumda farklı yaşam tarzlarına yer olsaydı,
ne kadar utandığını, annesi her seferinde mahalleye belki de her şey onlar için daha kolay olurdu. İnsan-
rezil olduklarını söylerdi ve nasıl barut fıçısına döndü- lar yaptıkları işlerle, giydikleri giysilerle, kazançlarıy-
ğünü biliyordu. Ancak yaramazlık yapma huyundan la değerlendirilmeseydi, başkaları hakkında peşin
vazgeçemiyordu. Sonuçta “Can çıkmayınca huy çıkmı- hükümlü olmasalardı Gülsen Hanım da oğlunun bu
yordu.” fedakârlığına başka bir gözle bakabilirdi.

102 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


EKİN ERTÜRK 8-M

#THROWBACK’E
DÖNMELİYİZ
İnsan ilişkileri belki de eski yaşantılarda her şey de- mememize rağmen sadece neler yaptıklarını merak
mekti fakat nesil değişti ve artık insan ilişkilerinin, ettiğimizden mavi butonu yeşil’e çevirmiyor muyuz?
arkadaşlıklarının yerini sosyal medya, internet sitele- Yoksa kırgın olduğumuz kişiye ithafen 1257 abonelik,
ri aldı. “Neden acaba?”, “yoooo”, “öyle mi?” fısıltılarının twitter sayfamızdan özlü sözler paylaşmıyor muyuz?
yükseldiğini duyuyorum. Bu da sizlerle benim aram- “Kızgınlık gürültülüdür, kırgınlık sessiz.” “Küskünlü-
daki ilişkiyi bozmuyor mu? Söz kesmek. Bağırmak, ğüm hayata değil, içindeki beş para etmez insanlara.
şiddet yollarına başvurmak, bir şeyleri hatta kendimizi Bıkkınlığım ise, onların yüzüne bakmak zorunda kal-
bile olmadığı gibi göstermek. İşte sosyal medyada da mam aslında.”
yapamadığımız tam olarak bu değil mi? Yoksa tam ter-
si, olmadığımız gibi gözüküp olmadığımız gibi konu- Fakat ne Cemal Süreyya bizleri barıştırabiliyor, ne de
şup, olmadığımız gibi mi davranıyoruz? Tartışılır. Can Dündar kurtarabiliyor bizi bu zor durumlardan
aslında. Her şey iletişimde bitiyor. Konuşup halledile-
Her birimizin elinde olan cep telefonları, tabletler ve bilecek olayları boş yere uzatmaya, başka insanların
diğer teknolojik aletlerle herkes çok meşgul çünkü öğrenmesine gerek yok.
onlarda farklı bir yaşam, farklı bir “biz olma fırsatı”
var. Hatta yüz yüze konuşamadığımız şeyleri bile sos- Parmaklarımızı o ekrandan çekip dışarıda da bir ya-
yal medyada rahatlıkla konuşabiliyoruz. 870 mesaj, şam olduğunu yeniden fark etmeliyiz. Tuşlara basarak
ınstagram’dan kalpler, uçuşan twitter kuşları... Aslında duygu, düşünce ve fikirlerimizi söylemekten vazgeçip
tüm bu verilere baktığımızda tek yaptığımız şey duy- yüz yüze gerçek mimiklerle konuşmalıyız. Günaydın
gularımızı saklamak değil mi? Kahkahalardan gözya- bile demekten aciz olduğumuzu hatırlayıp, silkelen-
şına boğulmuş emojiyi kullanırken bile bir çekinme menin vakti geldi! İlişkilerimizi koruyup en kısa za-
olmuyor, parmağımızı ekrana götürüyor ve iki saniye manda sosyal medyayı odak noktamızdan çıkarıp, ye-
boyunca sabit tutuyoruz, fakat suratımızda en ufak bir rine duygularımızı, insanlığımızı ve henüz içerisinde
değişme bile olmuyor. Instagram’dan bazılarını sev- olamadığımız gerçek yaşamı koymalıyız.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 103


DEFNE ERKAN 7-U

KAVRAMLAR ve ÇAĞRIŞIMLAR
ULU ÇINAR’IN GÖLGESİNDE mek ve bunu bilebilmekten geçtiğini anlatan Kemal
zihinleri aydınlatan bu ve bunun gibi sayısız sözüyle
her zaman bir yol gösterici olarak var olmuştur. Yaşar
Kemal, o kocaman yüreğiyle, fikirleriyle her zaman var
olacaktır.
BORA SALTAŞ 6-B

SÖZLERİN BÜYÜSÜ

Ulu çınardır edebiyatımız. Uzun boy ve kalın gövdesiy-


le sıkı sıkıya bağlıdır kökleri Türk geleneklerine, topra-
ğına. Toprak verimli, zemin sağlam; ne eksen çıkıverir
fazlasıyla. Marifet su vermekte… Fazla verirsin ziyan
olur, az verirsin gözü kalır. Damla damla biriktirecek-
sin ki kıymetli olsun. Hayatı doya doya yaşayacaksın
ki anlamlı olsun. Her damla da yenilenecek ulu çınar.
Her söz yeni bir bağ daha kuracak toprağına. Her ses
yeni bir anlam kazandıracak hayata. Edebiyatımızın
İletişim, bugün değerini kaybetmiş kavramlardan
hayat sesinden kopan damlalar; Yaşar Kemal’in sözleri
biridir. Bakınız bugün, daha iyi şartlarda yaşamamı-
yankı buldu hayatımızda. Edebiyatımızın önde gelen
za rağmen eskisinden daha mutsuzuz çünkü iletişim
yazarlarından Yaşar Kemal, savunduğu “özgürlükçü”
kuramıyoruz ya da yanlış kuruyoruz. Yoldan geçen
ve “demokratik” fikirlerle sadece okurlarına değil tüm
insanlara göz atıyorum. Çoğu bağırıyor, çağırıyor, si-
dünyaya örnek olmuştur. İnsanlığın, doğayla olan
nirleniyor, tartışıyor… Hepsi yanlış ama kolay olanı
ilişkisiyle birlikte çoğunlukla kaleme aldığı eserlerin-
yapıyor çünkü hatır almak, tatlı dilli olmak, bir soru-
de birçok farklı duygu ve düşünceye yer veren Yaşar
nu çözmeye çalışmak onlara zor geliyor. Ne demiş
Kemal’in en çok üzerinde durduğu değerlerden biri
Montaigne: “İnsan yalnız sözle insandır ve yalnız sözle
de yaratıcılık ve hayal gücüdür. “İnsan, düşleri öldüğü
bağlanırız birbirimize.” Ne kadar da doğru, değil mi?
gün ölür.” sözünde belirttiği gibi insanın hayalleriyle
İnsan, düşünebildiği için diğer varlıklardan üstün de-
var olduğunu, düş gücünün aslında insanı var eden
ğil midir? Eğer konuşurken düşünme yeteneğimizi
temel yapı taşlarından biri olduğunu belirtmek iste-
kullanmazsak diğer canlılardan ne farkımız kalır? Söz-
miştir. Yaşar Kemal, “İnsan, evrende gövdesi kadar değil,
lerimiz, zekâ seviyemizi gösteren ölçüt değil midir? O
yüreği kadar yer kaplar.” sözünde yine insanın duygu
zaman neden hâlâ gittiğimiz birçok ortamda sarf edi-
dünyasına verdiği önemi açıkça ifade etmiştir. “Evren-
len boş sözcüklerin yarattığı kuru gürültülere maruz
de iki sonsuz doğurgan yaratıcı güç vardır. Biri insan,
kalıyoruz? Bunun yanı sıra, düşünmeden sarf ettiğimiz
öbürü doğa. İnsan, yaratıcılığını yitirdiği gün, doğa
kalp kırıcı sözcükler daha sonra kırgınlıklara, hatta bir
yaratıcılığını bitirdiği gün her şey bitecektir.” Bu söz-
kavgaya, bu “zaman kaybı” kavgalar ise ömür boyu
le, yaratıcılığın insanın manevi dünyasının önemini ve
vicdan azabı çekeceğimiz pişmanlıklara dönüşüyor.
insanı ayakta tutan güç olduğunu ortaya koymuştur.
Oysaki atalarımızın söylediği gibi “iki düşünüp bir söy-
İnsanı kemik ve kas yığını olmaktan kurtaran ve onun
lemek” ve kalp kırmamaya özen göstermek bu kadar
fiziksel dünyanın sınırlarını aşmasına olanak sağlayan
zor olmamalı. Sözler duygularımızı, düşüncelerimizi
düşünme faaliyetinin önemi de Yaşar Kemal’in ünlü
iletmemize yarayan en etkili araçtır. Sihirli bir değnek
sözleri arasında yerini bulmuştur. “Düşünmek, en kü-
gibi kalbimizi yumuşatabilir ya da soğutabilirler lakin
çük anlamda, var olmak demektir.” diyerek bir bakı-
bu değneği nasıl kullanacağımız, bize kalmıştır.
ma René Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım”
sözüyle paralel olarak varlığın temel kanıtın düşün- DEFNE ERKAN 7-U

104 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


RENKLERDEN ÖZGÜRLÜK durmayalım? Bunu başarmak günlerimizi alabilir fakat
“Geç olsun, güç olmasın.” Eski yıllarda büyüklerimiz
hep komşuları ile iletişim içindelerdi. Herkes birbirini
tanır, iletişim kurar yalnızlık söz konusu ile olmazdı.
Çocuklar şeker istemek için çekinmeden komşuları-
na gider, yetişkinler oturmaya gider sohbet arasında
güzel bir Türk Kahvesi içerlerdi. Şimdilerde ise değil
kahve içmek, komşularımızı tanımıyoruz bile! Zaman
varken dışarı çıkın. Komşularınız ile birlikte güzel bir
kahve için. İşe giderken herkese kocaman gülümse-
yerek “Günaydın!” deyin. Arkadaş edinin. Tüm bunları
yaptıysanız, onları çok iyi koruyun ki yalnızlığa tam et-
kili bir ilacınız olsun.
SAMİ BORA AKOĞUZ 6-B

Özgürlüğün rengi, doğruluğun ve temizliğin rengi


beyaz mıdır yoksa sonsuz deniz ve gökyüzünün rengi, ÖZGÜRLÜK BİZİM İÇİN
mavi midir? Belki de büyük ve kudretli güneşin rengi,
sarı veya hayatımızda bizi gittiği yere götüren kalbimi-
zin rengi, kırmızı mıdır? Peki, siyaha ne dersiniz? Siyah,
kafamızda oluşmuş “özgürlük” kavramına oldukça ters
düşse de herkes için her rengin farklı anlamları ve her-
kesin farklı “özgürlük” tanımları vardır. Bana sorarsanız
özgürlüğü en iyi anlatan renk, mavidir. Özgürlüğün
rengi, güneşin doğuşunda ve batışında farklı renklere
bürünüp herkesi kendine hayran bırakan ama aslında
masmavi ve uçsuz bucaksız olan gökyüzünden gele-
bilir. Uzanıp giden denizlerde yüzmek ama bazen de
her şeyden kaçıp yine denizlere sığınmak da olabilir,
mavinin özgürlük tanımı. Belki de çok farklı bir şeydir,
özgürlük. Peki, sizin özgürlüğünüzün rengi nedir?
“Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür”
ADA YILDIRIM 8-O sözü ne kadar da doğru bir sözdür, değil mi? Günü-
müzde maalesef bu sözü unutmuş ya da bu düşünce
sistemini benimseyememiş binlerce insan var. Bu dü-
BULAŞICI YALNIZLIK şünce sistemi derken Atatürk’ün bizi yolunda sefalet-
ten kurtardığı düşünce sisteminden bahsediyorum.
Eğer Atatürk, bu düşünce yapısına ve ileri görüşlülüğe
sahip olmasaydı biz o gün çağdaş medeniyetler sevi-
yesine çıkmış olamazdık. Atatürk, önce Türk milletinin
bağımsızlığını daha sonra her Türk bireyinin aklen ve
vicdanen özgürlüğünü kanunlarla koruma altına al-
mıştır. Bizi diğer ülkelerden farklı kılan özellik budur.
İnsan özgürse üretkendir. Düşüncelerini korkmadan,
açıkça söyleyemeyen ve başkalarına bağımlı yaşayan
milletler üretemez buna bağlı olarak ilerleyemezler.
Gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasındaki fark
çok belirgindir ve eğer neden bu toplumların gelişe-
mediği sorusunu sorarsanız, cevap tabi ki özgür be-
yinler olmadığı için olacaktır. Bu milletler kadınlara
değer vermedikleri ve sınıf ayrımcılığı yaptıkları için
Yalnızlık, çağımızın en büyük hastalıklarından biridir. gelişemezler. Atatürk, bu konuda da Türk milletini ay-
Tedavisi çok zor olan bu hastalığa, her gün aynı işle- dınlatmıştır. Özgürlük, kuşun kanadındadır. Eğer onu
ri yapmamız, içe kapanık ve asosyal olmamıza neden kafese koyarsanız hiçbir zaman medenileşemez, kalkı-
olur. İçten içe bizi kemirir, bizi içerden yok eder bu namazsınız çünkü kuş yalnızca özgürken keşfedebilir
hastalık. Hala aramızda bulaşıcı “yalnızlık” hastalığına ve topluma öncülük edecek fikirler yaratabilir.
yakalanmamış insanlar varken, neden biz de onlara
katılıp içimizi kemirmeye başlamadan önce bunu dur- DEFNE ERKAN 7-U

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 105


DEFNE ERKAN 7-U

İÇİMİZDE UÇAMAYAN KUŞ nıyorlar. Oysa Atatürkçü olmak, onu anlamak herke-
sin kolayca başaramayacağı bir durumdur. Atatürk’ü
anlamak... Bu iki kelimeyi açıklamak günler hatta aylar
alır. Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin kalbidir.
Onun buralardan göçüp gitmiş olması kalbimizde, fi-
kirleriyle zihnimizde yaşamayacağı anlamına gelmez.
Onu anlamak için önce damarlarımızdaki asil kanın
farkına varmalıyız. Türk milletine faydalı, yararlı evlat-
lar olmalıyız. Mustafa Kemal’in “Gençliğe Hitabesi”nde
dediği gibi Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni
ilelebet korumalı ve savunmalıyız. Aklı hür, vicdanı
hür, irfanı hür gençler olmalıyız. Atatürk’ün aydınlık
yolunda yürümeli, onun ilkelerinde yaşamalıyız. Bizler
Mustafa Kemal’in evlatlarıyız, Türk milletinin geleceği-
yiz. Evet, aslında çoğumuz gereklilik kipiyle kurulmuş
bu tür cümleleri biliyoruz. Peki, biz kanları toprakla-
Yalnızlık, insanların içinde uçamayan bir kuştur. Bu rımıza karışmış şehitlerin evlatları... Biz ne yapıyoruz?
kuş o kadar yalnız ve güçsüzdür ki en iyi becerisine, Dönün bir bakın! Bu ülke, bu vatan, bu millet ne zor-
uçmaya cesaret edemez. Yalnızlık kocaman bir boşluk luklarla kazanıldı. Ne acılar yaşandı bu topraklarda,
oluşturur yüreğinin ortasında. İnsanlar bu boşluğu ne analar evlatlarını toprağa verdi. Nasıl kazanıldı bu
doldurmak için öncelikle yüreğindeki kuşu serbest bı- vatan, bu bayrak... Neler sonrasında yazıldı bu İstiklal
rakmalıdır. O kuşu uçurmayı başarırsak daha özgür in- Marşı. Hepimiz diyoruz, İstiklal Marşı okunurken tüy-
sanlar olacağımız kesin. Günümüzde birçok insan ya- lerim ürperdi diye ya da boşuna mı dedik biz ilkokul-
şadığı yeri terk etmek zorunda kalıyor. Peki, kimlerin dayken üşümeden her sabah “Varlığım Türk varlığına
içindeki kuş uçamaz duruma gelir? Yalnızlık, her insa- armağan olsun!” diye. Dönün bir bakın, bakalım. Biz
na farklı bir şey çağrıştırıyor olabilir. İnsanlar yalnızlık her işe başlamadan önce o İstiklal Marşı’nı okumuyor
kavramını kendilerine göre tanımlar. Yalnız olan insan muyuz? Boşuna mı bunca şey? Onca bize o zorlukları
kendini dışlanmış hissedebilir. Bazı insanlar yaşadık- anlatmaya çalışmaları, milli mücadelemizi anlatmak
ları yerleri terk etmek zorunda kaldıkları için içlerinde için zorunlu dersler koymaları... Dönün bakın, gidin
oluşan doldurulamaz bir boşluk olduğu için o kuşu gezin o müzeleri, Anıtkabir’i... Tüyleriniz ürperecek,
belki de artık hiçbir zaman uçuramazlar. Bu insanlar vicdanınız sızlayacak. Açın on yaşındaki çocukların
küçük bir durumdan dolayı o içlerindeki kuşu bir daha sosyal dersi kitaplarını, okuyun. Onca savaş dönemleri
uçuramayacaklarını zannederler. Bu durumda önemli boy kadar çocuklara boşuna mı öğretiliyor. Biz maale-
olan umudunu kaybetmemektir. sef milletçe suçu başka şeylerde aramaya alışmışız. Hiç
SU NAZ KILIÇ 6-B dönüp aynaya bakmıyoruz. Kusura bakmayın ancak
bizim Mustafa Kemal’i anlamamamız için hiçbir sebep
yok. Yalnızca biraz kitaplara ve çabaya ihtiyacımız var.
Unutmayın! Bizler bu kanlı milletin, toprakları acılarla
BENİM KAHRAMANIM dolu milletin evlatlarıyız... Anlamak istersek başarırız...
Küçükken anlamak kavramının öğrenmek olduğunu
BEGÜM BOZDAĞ 8-M
sanırdım. Oysa “anlamak” bambaşka bir sözcüktür. Bi-
rini ya da bir şeyi anlamış olmanız onu öğrendiğiniz
anlamına gelmez. Herkesin bir kahramanı vardır aslın-
da. Kocaman yüreğinde ölümsüzleştirirler onu. Benim KUTU
kahramanım, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ufacık bir
çocukken Atatürk dendiğinde gözlerim dolardı, onu
hiç göremedim diye. Hiç unutmam bu olayı yaşadığım
zamanı, yağmurlu bir 10 Kasım günü Atatürk’ü Anma
Töreni’nde gözyaşlarımı tutamamıştım. Sonra öğret-
menim kenara çekti beni ve Atatürk’e ait olduğunu
söylediği şu sözü söyledi. “Beni görmek demek yüzü-
mü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim
duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeter-
lidir.” O zamandan sonra ben onu göremediğim için
üzülmedim. İnsanlar onu tam anlamıyla anlayamadığı
için üzüldüm. Atatürk’ü ne kadar anlıyoruz? Bazen gö-
rüyorum, öyle insanlar var ki Atatürk’le ilgili nesnelere
sahip olduklarında kendilerini en büyük Atatürkçü sa-

106 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


Uçsuz bucaksız bir yolda oltanın ağının nereye düşe- gibidir. Sen ki bir sevgili uğur böceği, sıkılmaz mısın
ceğini bilemeden, sonunda ne olacağına dair hiçbir yalnız uçmaktan? Uçup uçup sonra bir kendin gibi-
fikri olmadan yürümek, elinde ise ne lehine ne aley- nin camına konmaktan… Sen, bilirsin. Sen bilirsin bir
hine taşıdığı esrarengiz bir kutu, kutu ise boş. Sadece gün tüm gerçek sevinçlerin ve hiçbir zaman sevme-
dışını kaplayan püsküllü kadife bir kumaş… Kutunun ye doyamayacak yüreğimin vuslatı, çok güzel olacak.
içine sinmiş bir tutam ıhlamur kokusu, bir “fısta” va- Dur bakalım, önümüz yaz. Yaz, ılık rüzgârıyla kim bilir
nilyalı parfüm kokusu. Belli, varlıklı birine ait olduğu, nelerin habercisidir. Yaşayamadığım bir çocukluğun
fakat gerisi boş. En çok esansını bozan ise ekşi kokulu misali... Oturup camdan izlediğim. Oysa ben sek sek
kumaş, üzerine yazılmış silik harfler, yarım yamalak oynamayı, en az onlar kadar bilirdim elbet. Utanırdım
yazılar. Kelimelerin art arda geldiği anlamsız anlamlar, belki, görmesinler isterdim, onlardan biri olup saçları-
üzeri örtülmüş öbekler. Hepsinin içerdiği bir anlam, mın toza, dumana karışmasını isterdim. Bilmezlerdi ki
arta kalan düşüncelere, hikâyelere sığmamış boş düş- bende, gözlerimdeki ışıkla onlardan biriydim. Hatırla-
ler, yazıya dökülmemiş kelimeler aslında. Harfleri bir rında cam kenarında kitap okuyan kız olarak kaldım.
araya getiren kalemin artık zar zor ele sığması, işlevini Gözleri gördü, gönülleri aldandı. Benim gözüm, dün
kaybetmiş olması, kalemi tutan elin ise titrediği bel- yapılan helvada kaldı. Bugünün munis bir gülümse-
ki de üşüdüğü veya ölümün ufkunda olduğu o kadar yişinde, dünün sek sek oyununda kaldı. Ben böyle
belli ki. Beyaz saf bir güvercinin özgürlüğe açılan ka- miydim? Köklü sevgi fidanlarıma, anlaşılan en güzel
natlarının kırılması, bir sokak müzisyeninin o kadar hatıralarımla su vermişim. Kumdan kalelerim varmış,
kendini hırpalamasına belki de evine götüreceği üç hesapsız. Kaygısız bakışlarıma saklanan ümitlerim var-
beş kuruşluk kazancına layık görülmemesi hatta bir mış, mütemadiyen. Güllerce kıskanılan alı al dudakla-
beyin cerrahının gerçekleştirdiği başarılı bir operas- rım, dudaklarımdan dökülen tatlı mı tatlı lâkırdılar...
yondan sonra hak ettiği parayı almaması niteliğidir Hadi, gene söylesem ya! Belki duyar birileri. Düşün-
bu… mek bile güzel, ağızdan bir kere çıkıp şiire dönüşenle-
ri. Hah, işte o zaman kanadında bir benek belirir şimdi.
ECE HARMANKAYA 7-N
Dostluğun beneği...
AYŞE DENİZ KARABEY 7-N
CAMIN ARDINDAKİ KIZIN
UĞURBÖCEĞİ
ŞEMSİYEMİN ALTINDA

“Gözlerinden düşen bir damla yaş. Ne sen görmüşsün,


ne ben görmüşüm. Ne sen ağlamışsın ne ben aynı kal- Elimde hayali şemsiyem yürüyorum yağmurun altın-
mışım. Lâkin biri sorarsa yanağının ıslaklığı kalmışım.” da, yolda. Şemsiyemin altında damlalar, damlalarım.
Bir uğurböceği var dışarıda. Küçük ve olasılık düşkü- Sakladığım damlalar. Şemsiyenin altında, rüzgârın
nü. Bilmem neden, benim dahi uçup gitmeye özen- yanı başında duran bir damla sadece. Diğer sakladıkla-
diğim ebemkuşaklarının ötesine gitmez de buranın rım gibi. Gülümsememi şekerime sakladığım gibi. Her
mağrur camlarına konuverir, anlamam. Bu kimsesiz bir kıvrımına, her rengine, her anısına... Narıma sakla-
sokakları, caddeleri, caddelerdeki sokak lambalarını dım birazını da. Hayal etmeyi mesela, sevgiyi, barışı,
yuva bellerde burada volta atar. Küçüğüm ölümden insanlığı... Narın en küçük taneciğine sakladım bunla-
filan da korkmaz anlaşılan, hüzünlü sonbahar yağ- rı. Onu da en öne koydum belki birileri acır da atmaz
murlarının hıçkırıkları, ağrıtmaz başını. Bir omuz daha diye. Birileri bir zamanlar ufacık tefecik, biraz dağınık,
aramaz ki yoldaşı olsun, beneği olsun kanadının ki korkusuz, sevgi dolu bir çocuk olduğunu hatırlar diye.
zaten o şu koca dünyaya yalnız uçmak için gelmiş- Narı da bir ağaca astım, küçük bir ağaca benim gibi.
tir. Ömrünü müphem bakışlarla harcayacak değildir Birileri daha kolay bulur diye. Pandora’nın güzel, kızıl,
ki ömrü, bendenizin dolu dolu içine çektiği bir nefes alev saçlarından bir kelebeğe sakladım küçük çok kü-

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 107


DEFNE ERKAN 7-U

çük bir şeyi. Umudu sakladım. Kanat çırpışında birileri melerine neden oluyor. Bir yerlere yetişmek için koş-
onu duyar diye. Kısacık bir ömre sakladım umudu, az turan, asık suratlı, paylaşmaktan uzak, doğaya özlem
bir şey ne kadar muhteşem olduğunu görürler diye. duyan, mutsuz insanlar topluluğu kentleşmenin bir
Sonra Pandora’dan bir kutu ödünç aldım. Kelebeği de sonucu… Einstein’ın “Üçüncü Dünya Savaşı’nda hangi
o kutuya sakladım, kelebeğin canını acıtmasınlar diye. silahlar kullanılacak bilmiyorum ama dördüncüsü taş
Kutuyu da herkesin kalbine koydum, anahtarını da el- ve sopa ile yapılacak.” sözü sizce de doğru bir tespit
lerine verdim belki açarlar diye. Bir de hayatı sakladım, değil mi?
çok güzel bir yere. Gözlere sakladım hayatı, hiç unut-
DENİZ MISIR 6-A
masınlar diye.
ASYA İNCE 7-K
YAŞAMAK SANILAN…
Yalnızlık… Yalnız olan kişiler aynıdır. Üstüne giydiği
BOŞLUK EN BÜYÜK CEZAYMIŞ OYSA hayat kostümünden tutun, taktığı maskeye kadar…
Yalnız olmak ceza gibidir. İnsan her zaman birlerine Bir düşünün kimseniz yok. Yalnız olan kişinin büyük
ihtiyaç duyar. Sadece zorunlu olduğunuz için ülkeniz- bir boşluk vardır hayatında. Mesela çok zengindir…
den ayrılmak çok zordur. Bütün yaşadıklarınızı bırakıp Ancak kimsesi yoksa ne anlamı kalır zenginliğin? Katı
ailenizden, arkadaşlarınızdan, ülkenizden uzaklaştığı- olur, insanlara sıcakkanlı davranmaz. Kalabalığa gir-
nızda hayatınızın tamamen değiştiğini göreceksiniz. meyi, insanlarla vakit geçirmeyi sevmez; kaçar, gittik-
Hislerinizi, duygularınızı, kalbinizi yanınızda taşıdı- çe yozlaşır. Kalbi taştandır. Gün geçtikçe daha da yaş-
ğınızı düşünseniz de boşluk kaçınılmazdır. Yanınızda lanır. Geceleri yatağa girdiği anda evdeki sessizlik, o
birkaç eşya ve aklınız dışında hiç bir şey kalmaz. Gülü- taştan yüreğine dolar. Hayattaki mutluluğu tadamaz.
şünüz, kahkahalarınız yok olur ve siz bir boşluğun or- Âşık olup hayatına renk katamaz. Yaşama nedeni ne
tasında kalırsınız. Mutluluğunuz her saniye azalırken, olur o zaman? Hayatta, arkada bıraktığı güzellikler
duygular sizi birer birer terk eder. Siz her şeyiniz ya- sonradan yüreğinin karartısı haline gelir. Sevgiyi, ya-
nınızda sanırken duygularınız ülkenizde kalır. Yalnızlık şamı, mutluluğu bulmak için başka yerlere bakar ama
sizi her saniye yok eder. Boşluk hissinden kurtulamaz- tek yapması gereken içini kontrol etmektir. O boşluğu
ken aklınız size tavsiyeler vermeyi sürdürür. Başka bir doldurmak için sevmeyi, yaşamayı, öğrenmesi gerekir.
şansınız yoktur onu dinlemek dışında, boşluk başka Onu yapabildiği zaman yalnız olmaktan çıkar. Sever,
bir şans vermez çünkü. Boşluk etkisiz gibi görünse de sevdirir, o zaman yaşamaya başlar. Etrafınızdakilere
sizi yok etmeyi başarabilir. bakın. Bulduğunuz yalnızlık boşluklarını kapatın. Ya-
şamayı, yaşatmayı, sevmeyi, sevdirmeyi öğretin. Sizce
EYLÜL İNCE 6-H
de en büyük sorun yalnızlık değil mi?
SUDE GÜNAYDIN 6-B
KENTSEL ROBOTLAŞMA
Kentler köy ve kasabalara göre insanların, evlerin,
arabaların daha çok olduğu yerleşim yerleridir. Yaşa-
dığımız kente şöyle bir baktığımızda insanların para
uğruna milyon dolarlık evler inşa ettiğini, gökdelenler
yaptığını buna karşılık doğal güzelliklerin yok edildi-
ğini, nefes alınabilecek doğal bir çevrenin kalmadığını
gözlemliyoruz. Kentlerde nüfusun artması ile birlikte
araba sayısının çoğaldığını, insanların gün içerisinde
trafik ile boğuşarak bir yerden bir yere gitmek için
saatlerce zaman harcadığını, günlük yaşamımızda
biz okula giderken, anne babalarımız işe giderken
yaşıyorlar. Bu da bizim kendimize ve ailemize daha
az zaman ayırmamıza neden oluyor. Gün içerisinde
aile bireyleri birbirleriyle daha az zaman geçiriyorlar.
İnsanlar şehrin karmaşası içinde robotlaşmaya başlı-
yor. Bu gün yan komşusunu tanımayan bir sürü insan
var. Kentleşme beraberinde iletişimsizliğe, insanların
daha çok kendine dönük yaşamasına neden oluyor.
Doğaya olan özlemini gidermek için balkonunda
küçük saksılarda bitki yetiştiren insanlara şahit ol-
muşuzdur. Akrabaların şehir içerisinde farklı yerlerde
oturmaları, ulaşım zorluğu birbirlerini daha az gör-

108 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


BİLİM İNSANI SINIFLARININ FANTASTİK EDEBİYAT YOLCULUĞU

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 109


SELİN SAYDAM 10-A

Odysseia Destanı
Günümüz edebiyatının birçok örneğinde, bir amaç olarak yaşayacağı su perisi Kalypso’nun adasına atar.
veya düşünce uğruna savaşan ve belirli bir noktaya Kalypso onu ölümsüz kılmayı teklif etse de bunu ka-
varmaya çalışan karakterlerin hikayelerine rastlanır. bul etmeyen Odysseus, Zeus’un Hermeias’la gönder-
Kişinin önüne sayısız engel çıkar ancak bu kişi yıl- diği emirle birlikte tekrar yola çıkar. Bir başka fırtınayla
madan ve yorulmadan hepsini atlatacak ve amacına Phaiakların ülkesine savrulan kahraman, buradan ül-
ulaşacaktır. Bu tip hikayelerin çıkış noktası olarak ta- kesine geçer ve karısına ve oğluna 20 yıl sonrasında
nımlanan Odysseia Destanı, Kral Odysseus’un Troya kavuşur.
Savaşı’ndan sonra evine dönme çabasıyla geçirdiği 10 Destan, bir Yunan edebiyatı ürünüdür, dolayısıyla
yılı ve bu süreçte başına gelen olayları anlatır. Yunan mitolojisinde karşılaşılan tanrılar ve olağa-
nüstü yaratıklar hikayede yerlerini bulmuştur. İnsan
gibi davranan ve insanlarla iletişime geçen tanrılar,
ki Odysseia’da kralın koruyucu tanrısı olan Athena ve
baş tanrı olan Zeus özellikle önemlidir, ve maceraları
şekillendiren Skylla ve Siren gibi yaratıklar Truva Sa-
vaşı sonrasında gelişen olaylarda yer bulurlar. Desta-
nın özellikle toplumu derinden etkileyen bir savaştan
sonraki zaman diliminde geçmesi, eserin bir doğal
destan olarak sahip olduğu özelliklerden birisidir.
Manzum şekilde yazılan destanda yer betimlemeleri
kısıtlıdır, asıl odak, karısından başka gözü kimseyi gör-
meyen cesur savaş kahramanının başına gelen olay-
lardır. Karmaşık ve detaylı olay örgüsü, Odysseus’un
vatanına ulaşmak uğruna verdiği çabaya vurgu yapar.
Gözü kara kral, önüne çıkan engelleri bir bir aşar ve
Adının anlamı ‘başı beladan kurtulmayan’ olarak çev- amacına ulaşır. Türdeşlerine kıyasla sadece savaş veya
rilebilecek olan Odysseus, gerçekten de bir sorunun dövüş gibi tek bir olayı anlatmak yerine, bir yolculuk
ortadan kalkıp diğerinin başladığı, sıkıntılı bir 10 yıl sürecini anlatması onu farklı ve önemli kılan bir özel-
geçirir. Karısı ve oğluna ulaşmak için tayfasıyla çıktı- liktir. Merak ve heyecan ögelerini kullanır, okuyucu
ğı yolda çeşitli adalara uğrar, bu adaların kimilerinde Odysseus’un ülkesine ne zaman varacağını ve başına
tutsak, kimilerinde konuk edilirler. Bir süre sonra tam ne geleceğini merak eder ve kralın hikayesini okuma-
ya devam eder.
İthaka’ya yaklaşmışken açgözlü tayfalarının Aeolus’un
verdiği batı rüzgarı çavulunu mücevher sanıp açma- Homeros’un yazıya geçirdiği Odysseia Destanı, tüm
sıyla, gerisin geri Aeolus’un adasına geri dönerler. Yol- zamanların en ilgi çekici ve önemli destanlarından
culuklarının bundan sonraki kısmında Odysseus Ölü- biridir. Bir destanda ilk kez bir yolculuğu ve bir yere
ler Diyarı’nın da içlerinde bulunduğu birçok farklı yere ulaşma isteğini anlatmasıyla öne çıkan Odysseia, kur-
uğrar, canavarlar ve yaratıklarla karşılaşır, fakat gemi- gusuyla kendisinden sonra gelen yazarları etkilemiş
lerinin yok olmasına ve bütün adamlarının ölmesine ve bu yapının daha sık kullanılmasının önünü açmıştır.
sebep olan Zeus’un fırtınası, onu 7 yıl boyunca tutsak Bir bakıma Odysseus olmasaydı bugün okuduğumuz
birçok hikaye de olmazdı, tabii Odysseus gerçekten
var olduysa…

110 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


SELİN SAYDAM 10-A

Gılgamış Destanı
tanrılara kafa
tutan kralın ma-
ceraları sırasın-
da, tanrılar ve
güçleri hakkın-
da bilgi verilir,
ayrıca doğada
gerçekleşen
olaylara açıkla-
malar getirilir.
Örneğin, ölüm-
süzlük otunu
Gılgamış’tan bir
yılanın çalması
ve ölümsüzlü-
ğe erişmesi, yı-
lanların neden
baharda deri değiştirdiğinin bir açıklaması olarak
kullanılmıştır. Aynı zamanda, tek tanrılı dinlerde de
Ölümsüzlük, hiç kuşkusuz insanların ilk ortaya çıktık-
büyük bir önemi olan ‘tufan’ olayına ilk olarak bu me-
ları zamandan beri peşinde oldukları bir olgudur. Kimi
tinde rastlanır. Sonsuz yaşama kavuşmuş Utnapiştim,
zaman simyacılar, kimi zaman da maceracıların dahil
Nuh Peygamber’in başından geçen olayların tıpatıp
olduğu bu sonsuz yaşam arayışından krallar -veya yarı
aynısını Gılgamış’a anlatır. Yıllar önce tanrılar insanlı-
insan yarı tanrı olan krallar- eksik kalmamış, ölümsüz-
ğı yok etmeye karar vermiş ve o da kendine bir gemi
lüğe ulaşmak uğruna büyük gayretler göstermişlerdir.
inşa edip tufandan ailesi ve her hayvandan bir çiftle
Bu kişilerin belki de en ünlüsü, Uruk kralı Gılgamış’tır.
sağ kurtulmuştur. Bu durum, tek tanrılı kitapların Gıl-
Ölümden kaçarken çıktığı yolculuğun anlatıldığı Gıl-
gamış Destanı’ndan yararlanmış olabileceği şüphesini
gamış Destanı, Sümerliler tarafından yazıldığı zaman-
doğurmuştur. Sümer halkı ise baskıdan hoşnut olma-
dan beri gördüğü ilgiyi yitirmemiş türünün en önemli
yan bir halk olarak tasvir edilmiştir. Kralları onlara kötü
örnekleri arasındaki yerini korumuştur.
davranması sebebiyle ona bir ders verebilmek için
Destanın kurgusunun önemli bir kısmını, yolculuk te- tanrılardan yardım istemeleri, bu özelliklerine vurgu
ması oluşturur. Kralın yol arkadaşı ise, Gılgamış’a hal- yapar. Destan hakkındaki en ilgi çekici nokta ise, Kral
kına kötü davrandığı için ders vermek için gönderil- Gılgamış’ın gerçekten yaşamış olduğunun Sümer kay-
miş ama sonrasında Gılgamış’la sıkı dost olan canavar nakları tarafından doğrulanmasıdır, bu adı taşıyan bir
Enkidu’dur. İkili birlikte yola düşer, maceralar yaşarlar kişi Uruk şehrinin bir dönem yöneticisi olmuştur.
ancak asıl yolculuk, Enkidu’nun ölümüyle başlaya-
Gılgamış Destanı, ilk yazılı destan olması sebebiyle
caktır. Arkadaşının ölümüne şahit olan Kral Gılgamış,
edebiyat tarihinde oldukça büyük bir yer tutar ancak
kendi ölümünü engellemek için bir ölümsüzlük arayı-
onu bu kadar ünlü yapan nasıl aktarıldığı değil, aktar-
şına çıkar. Yaptığı yolculuğun varış noktası ölümsüzlük
dığı mesajın evrenselliği ve
otunu bulduğu söylenen, 950 yaşındaki Utnapiştim’in
aktarış biçiminin ilgi çekici-
ikamet ettiği Mutlular Adası’dır. Ne kadar ölümsüzlük
liğidir. Bir kahramanın yol-
otunu yaşlı bilgenin yardımıyla bulsa da, onu bir yıla-
culuğudur aslında basitçe
nın çalmasıyla ölümsüzlüğün imkansızlığıyla yüz yüze
ama kendisinden sonra ge-
kalır. Uzun yolculuğunun sonu hüsrandır, bu insanla-
lecek eserlerin kurgusunda
rın ne kadar çabasalarsa çabalasınlar, sonsuz yaşama
büyük etkileri olmuş, ‘arayış’
ulaşamayacaklarının, tanrısallaşamayacaklarının me-
temasının güzelliğini göz-
sajını verir.
ler önüne sermiştir, ne ka-
Tarihsel açıdan büyük öneme sahip olan bu destan, dar yolculuğun Gılgamış’ın
mitolojik motifler ve Sümerlilerin yaşayışları hakkında ölümden kaçmasına yararı
bilgilerin yer bulduğu bir eserdir. Bir yarı tanrı olarak dokunmasa da…

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 111


ZEYNEP KURTEKİN 10-A

KUTSAL KÂSE’NİN
PEŞİNDE
Her insanın hayatında mişlerdir. Bu üç kişinin arayışı kâseyi aramaya çıkan
ulaşmaya çalıştığı bir he- diğer kişilerden farklı sonlanmamıştır, kâseyi elde
defi vardır ve elde etmesi edememiş hatta bu uğurda canlarından olmuşlardır.
ne kadar zor olursa olsun Kâsenin sembolize ettiği mutluluk ve güç düşünül-
onun peşinden gider. Kelt düğünde, anlaşılır ki bu erdemlere ulaşmak o kadar
Mitolojisine ait “Kutsal da kolay değildir. “Ben” duygusu ve amacıyla çıkılan
Kâse” efsanesinde de üç yolculuğun sonu beklenildiği gibi sonsuz gençlik ve
şövalyenin güç ve unvan güçle değil, ölümle bitmiştir. İronik bir şekilde Kutsal
kazanma amacıyla sonu Kâse’yi ölümsüzlük için arayan herkes ya kaybolmuş,
bilinmez bir yolculuğa, ya ararken hayatlarından olmuş, ya da evlerine eli boş
kutsal bir kâse arayışına döndükten kısa bir süre sonra ölmüşlerdir.
çıkmaları anlatılır. Yıllarca
Kutsal Kâse’nin geçen yıllara rağmen günümüzde hala
aranıp bulunamayan bu
büyük merak uyandıran, üzerine yüzlerce filmin çeki-
efsanevi kasenin bulana
lip kitabın yazıldığı bir efsane olmasının asıl nedeni,
sonsuz gençlik ve mutluluk getireceğine inanılması
kutsal kâse kavramının çağrıştırdıklarıdır. Yüzyıllarca
mitolojide adı geçen üç şövalye de dahil olmak üzere
aranan ama asla elde edilemeyen, bulanın eşi benzeri
binlerce kişinin bu kaseyi hayatları pahasına araması-
görülmemiş güçlere sahip olacağı söylenen bu kâse,
na neden olmuştur.
varlığı kesin olarak reddedilemediği için hep bulun-
Kutsal Kâse tarihi ve dini açı- ması umut edilen bir nesne olarak kalacaktır. Hırslı ve
dan Hz. İsa’nın yediği en son biraz da bencil insanların dileyebileceği her şeyi içer-
yemekte kullandığı ve aynı diği için ve bilinmez olduğu için büyük bir merak öge-
zamanda çarmıha gerildi- sidir. Ayrıca zaman karşısında çaresiz kalan insanoğ-
ğinde akan kanlarının top- lunun büyük korkularından olan ölümü durdurabilme
landığı kâse olarak bilinir. Bu umudunu da simgelemesi onu iyice vazgeçilmez ya-
nedenle varlığı kesin olma- par. Her insanın içten içe elde etmek istediği her şeyi
sa da önemi büyüktür. Orta barındıran kâsenin günümüzde bile bu denli merak
Çağda amaçları saygı ve güç uyandırması bu yüzden şaşırtıcı olmamalı. Gündelik
kazanmak olan birçok insan yaşamın katı sınırlarından bir nebze dışarı çıkabilme
bu nedenle umutsuzca bu fırsatını sunan böyle ilginç mitolojiler, merak uyandır-
kâseyi bulmayı amaçlamış- maya ve kendilerine inandırmaya son vermezler.
lardır. Kral Arthur efsanesin-
Gerek Kral
de de üç genç şövalyenin
Arthur’un şö-
amacı bu kâseyi bulmak ve hem kâsenin getirdiği son-
valyelerinin
suz güce sahip olma hem de “yuvarlak masa şövalye-
çıktığı yolcu-
si” olarak adlandırılan üst sınıfa girebilme istekleridir.
luk gerek diğer
Kutsal Kâse’nin simgelediği üs-
binlerce kişinin
tünlük, güç, kudret, saygınlık ve
neyle karşılaşa-
aslında ulaşılmazlık onu çekici
caklarını bilme-
yapıp insanları kahraman olma
dikleri arayış,
isteğiyle doldurmuştur. Bu karşı
aslında insanın
konulmaz umutlarla yola çıkan
doyumsuzluğu-
üç genç şövalye -Sör Perceval,
nun ve biraz da
Sör Galahad ve Sör Bors- onları
a ç g öz l ü l ü ğ ü -
neyin beklediğini bilmedikleri
nün sonucudur. Her insan sonsuz mutluluk ve gücü
bir yolculuğa çıkmış, kaleleri-
arzular. Ne kadar mantığa aykırı olsa da içlerindeki
nin bulunduğu Camelot’tan
kahraman onlara “Hadi git, ne bekliyorsun!” der ve ara-
Britanya’nın dört bir yanına git-
yışın ucundaki sonsuzluk onları kendisine çeker.

112 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


BEYZA SİMAY TÜRKEŞ / 10-C

Ferhat ile Şirin


Hikâyesindeki Yolculuk İzleği
Ferhat ile Şi- de rüyasında bir ihtiyar adam görmüştü. Bu ihtiyar
rin konusunu ona “Uyan da pencereden bak.” diyordu. Bir de bak-
Hüsrev-ü Şirin tı ki Ferhat karşısında bir taş üzerinde oturuyor. Aklı
adlı İran öykü- başından gidip düştü bayıldı, Ferhat üzüntüsünden
sünden alan üstünü başını paraladı, çırılçıplak kaldı. Ferhat’ın bu
eski bir Türk hali Nuşifevan’ın oğlu Husrev’in kulağına geldi. O za-
halk öyküsüdür. man Hürmüz Şah cihan şahıydı. Bir gün avda Ferhat’ın
Hem Hüsrev-ü iniltilerini duydu. Yanına çağırttı. Macerasını anlattı.
Şirin hem de Bunun üzerine Hürmüz Şah, Mehmene Bânû’ya sa-
Ferhat ile Şirin vaş açtı. Behram adındaki kahraman Mehmene’nin
adıyla İran ve askerini kırdı. Savaş sonunda Mehmene’nin ordusu
Türk Divan şairleri tarafından kaleme alınan hikâye mahvoldu. Mehmene Şirin’i kaçırdı. Sonra da Ferhat’ın
mesnevi biçiminde yazılmıştır. öldüğünü söyledi. Bunun üzerine Ferhat, yüz batman-
lık külüngünü havaya atıp başını külünge verince ca-
Anadolu’da Amasya şehrinde anılan haliyle öykünün nını Tanrı’ya teslim etti. Şirin kendine gelince Ferhat’ın
en eski baskısı 1854; yeni harflerle de 1930 yılında öldüğüne inanmadı. “Görmeyince inanmam” dedi.
yayımlanmıştır. Hikâye Ferhat ile Şirin’in aşkını konu Ferhat’ı dağ gibi yerde cansız yatar görünce belinden
edinmiştir ve bu içerik doğrultusunda yolculuk izleği hançerini çektiği gibi sapını Ferhat’ın göğsüne koydu.
de etkili bir biçimde vurgulanmıştır. Hikaye kapsamlı Bir âh edip ucunu kendi göbeğine dayadı. Üzerine dü-
olarak özetlendiğinde olay örgüsü şu şekildedir. şüp tatlı canını bedeninden ayırdı. Hürmüz Şah bunla-
Mehmene Banu adında bir padişahın tek kızı olan Şi- ra acıdığından ikisini bir yere gömdürdü.
rin; on üç on dört yaşlarındaydı ve büyüleyici güzelli- Hüsranla sonuçlanan bir aşk hikâyesi olan Ferhat ile
ğiyle meşhurdu. Şehrin en meşhur mimarları Mehme- Şirin; yolculuk izleğiyle de içeriği destekler nitelikte-
ne Banu’nun emriyle Şirin için bir köşk inşa ediyorlardı. dir. Öncelikli olarak dağı delme fikrindeki Mehmene
Köşkün inşaatının ardından köşkün süsletilmesi için Banu, zindandan çıktıktan sonra mağaraya giden Fer-
dönemin çok usta nakkaşlarından biri olan Bihzad gö- hat ve savaş süreçlerindeki örnek olaylar üzerinden
revlendirildi. Bihzad’ın kendisi gibi nakkaş olan Ferhat yolculuk, yer değiştirme gibi temaları inceleyebiliriz.
adında bir oğlu vardı. Baba oğul köşkü süsleme işiyle
meşgulken Şirin arada sırada köşke Ferhat’ı görmeye Bu durumda da normal bir yaşantıdan dağdaki bir
geliyordu; bu sırada Şirin’i gören Ferhat’ın aklı başın- mağaraya yapılan yolculukla birlikte anormalleşen
dan gidiyordu. Bir keresinde yine Ferhat böyle bayı- hayat şartları ve Ferhat’ın emrindeki hayvanlarla bir-
lınca Şirin başucuna “ Bilmem melek misin cana yoksa likte aşkı için savaşması gözlemlenmiştir. Yolculuk iz-
ferişte, heman aklım aldın efendim bir görüşte” beyit- leğinin beraberinde getirdiği bu değişim süreciyle bir-
lerini bıraktı ve ikilinin ilişkisi başladı. Şirin’in dadısı, likte Ferhat’ın tavırlarındaki dengesizlik ve anormallik
Ferhat ile Şirin’in sırlarını öğrenip onları gözetliyordu; “Aklı başından gidip düştü bayıldı, Ferhat üzüntüsün-
Şirin’in padişah babası ise bir gün gezinirken bir su- den üstünü başını paraladı, çırılçıplak kaldı.” şeklinde
yun başına geldi ve bu suyu saraya getirmek istedi vurgulanmıştır.
ama önündeki koca dağ ile karşılaşınca bir emir çıkar-
Savaş süreçlerindeki yer değiştirme ve sürekli farklı
tarak dağı delip suyu akıtanın her istediğini yapaca-
uzamlarda yer alma konuları da etkili rol oynamıştır.
ğını bildirdi. Ferhat ortaya atılarak ben yaparım dedi
Sürekli değişen koşullar nedeniyle Ferhat ile Şirin ara-
işe koyuldu. Mehmene Banu ve Şirin tahtırevana binip
sındaki iletişimsizlik iki ana figürün de ölümüyle so-
Ferhat’ı seyre geldiler. Ferhat onları görünce coştu.
nuçlanmıştır. Bu olaylar zincirindeki yolculuk ve yer
Her vuruşta dağdan hamam kubbesi iriliğinde taşlar
değiştirme temaları beraberinde iletişimsizliği getiri-
kopardı. Kırk günde dağı deldi ve suyu akıttı. Bunun yor ve bu doğrultuda olumsuz bir şekilde sonuçlanı-
üzerine Mehmene Bânû onu saraya aldı. Şirin dadısını yor.
araya koyup, Ferhat’la küçük köşkte buluşuyordu. Bir
cariye onları gammazladı ve Mehmene Banu, Ferhat’ı Aşk ana teması üzerine kurulu olan hikâyede çeşitli
zindana attırdı; ardından gördüğü rüya nedeniyle bir olaylar birbirini takip etmiş ve olaylar birbirleri üze-
müddet sonra çıkarttı. Ferhat çıktıktan sonra Mehme- rinde çeşitli etkiler bırakarak içeriği zenginleştirmiştir.
ne Banu’nun kendisine verdiği 100 altını fakirlere da- Ferhat ile Şirin hikâyesinde yolculuk izleği çeşitli alt
ğıttı ve külüngiyle dağda kendine bir mağara kazdı. izleklerle desteklenerek; karakterler ve olaylar üzerin-
Aslanlar, kaplanlar gelip karşısında selâm dururlardı. den çok boyutlu olarak incelenmiştir. Bu incelemeler
Ferhat ise Şirin’i andıkça gözlerinden yaş yerine kan doğrultusunda “yolculuk” izleğinin birden çok olay ve
akardı. Bir gün gene Şirin aklına gelince tahammülü figür üzerinde olumlu ve olumsuz etkiler bıraktığını
kalmadı. Aslanları, kaplanları ve bütün hayvanlarıyla ya da doğrudan olayların sonuçlanmasını etkilediği
yola çıkıp Ermen diyarına, Şirin’in şehrine geldi. Şirin görülmüştür.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 113


Z. Naz YARDIM / 10-B

DON KİŞOT
lenmez ve kafasındaki hayale inanmaya devam eder.
Büyücülerin Sancho’yu kandırdığını söyler ve ona ku-
laklarını tıkar. Şövalye olmamasının onda uyandıraca-
ğı acıya katlanmak istemez.
Yolculukları sırasınca birkaç kere arkadaşlarınca köye
götürülen ve tedavi edilmeye çalışılan Don Kişot her
seferinde kaçmanın yolunu bulmuştur. Tekrar yola
koyulduğundaysa amacı her şövalye gibi sevgilisi
Dulcinea’yı bulmak ve kurtarmaktır. Ne yazık ki Dü-
şes Dulcinea köyün çirkin ve şişman kızından başka
biri değildir. Ne olursa olsun Don Kişot’un yolundan
dönmeyeceğini anlayan Sancho onu kandırır ve yolu
bildiğini söyler. Don Kişot yolda tacirlerle karşılaşır ve
durumu anlatarak kendisini şövalye olarak tanıtır. Ta-
cirler ona inanmaz ve onu döverler.
Yapıtta yer verilen son izlek ise Dük ve Düşes’in şato-
sudur. Bu iki figür Don Kişot’la alay etmiş ve onu kul-
lanmışlardır. “Dük ile Düşes onları şatoya misafir ede-
ceklerine memnun oluyorlar ve pek eğlenceli günler
geçireceklerinden şüphe etmiyorlardı.” (Cervantes,
syf: 202) On iki gün sonra Don Kişot, Sanson Carrasca
Dünyaca ünlü yazar Cervantes’in kaleme aldığı ‘Don ile düello yapmış ve yenilmiştir. Bunun sonucunda ar-
Kişot’ adlı yapıt 1600’lü yılların Avrupa’sında modern- tık evine dönmeli ve silah taşımamalıdır.
leşme nedeniyle gözden düşmekte olan şövalyeliği
alaylı bir üslupla okuyucuya sunmaktadır. Hayal ile Yapıtta Don Kişot’un giriştiği hiçbir düelloyu kazana-
gerçeğin çoğu zaman birbirine karıştığı yapıtta saçma madığını fakat buna rağmen kendine olan güveni-
dahi sayılabilecek pek çok komik unsur yer almaktadır. ni kaybetmediğini görmekteyiz. “ Sen bir korkak, bir
boşboğazdan başka bir şey değilsin, dedi. Seni sopa
Eserin odak figürü adını da aldığı Don Kişot’tur. Ger- ile bu memleketten sürüp çıkarmasını seyisime em-
çek adı Alanso olan figür aristokrat sınıftandır, zayıf retmekten niye geri durduğumu anlayamıyorum.”
ve yaşlıcadır. Hayalperest ve oldukça saf bir kişiliği (Cervantes, syf: 267)
vardır ki yolculuğu esnasında Dük -Düşes ve Sancho
başta olmak üzere pek çok figürce kullanılmış ve alay Son olarak kitabın sonucunda Sanson Carrasca’ya karşı
edilmiştir. Sancho, kendini beğenmesi, bütün müsrif aldığı yenilgi Don Kişot’un aklını başına getirmiş ve evi-
umutlarda gözü olması ve basitliğin bir bileşiği ile ne dönmesini sağlamıştır. Tekrar eski Alanson olur ve
Don Kişot’un tersi karakteri olarak oluşmuştur.Oku- S a n c h o’n u n
duğu şövalyelik kitaplarının etkisinde kalmış ve çok onu tekrar
geçmeden kendisini son şövalyelerden sanmaya baş- kandırmasına
lamıştır. Bu nedenle evindeki eski kılıç ve zırhı kuşanır, izin vermez.
güya ezilmekte olan halkı kurtarmak ve resmi şövalye- Fakat bütün
lik ünvanını kazanmak için yollara düşer. şövalyelik ha-
yallerinden
Yolculuğu süresince ilk durak noktası bir handır. Fakat vazgeçer.
hanı bir lordun şatosu sanmakta ve lordun kendisini Umudunu ve
şövalye yapacağına inanmaktadır. Don Kişot’un akıl cesaretini yi-
sağlığının iyi olmadığını anlayan hancı durumu boz- tirir. Çok geç-
maz ve onu şövalye yapar. meden hasta-
Artık şövalye olduğuna inanan Don Kişot yola devam lanır ve bütün
eder. Yolda yel değirmenlerini devler olarak görür ve mallarını fa-
onlara saldırmaya başlar. Seyisi sandığı Sancho du- kirlere bağış-
rumu açıklasa da Don Kişot gerçeği bir türlü kabul- layarak ölür.

114 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


YUNUS ÇINAR KIZILTEPE 10/A

GÖREV ve ORTA DÜNYA


Bir Hobbit Hikayesi kaderini belirleme gücüne sahiptirler. Herkes ve hatta
kendisi tarafından bile küçük gözüken bu hobbit’in
sahip olduğu potansiyel hikayeye büyük bir derinlik
katan bir ironidir. Kahramanımızın sonunda amacına
ulaşarak kendini ve gerçek kudretini keşfetmesi ile
sonuçlanır. Kan ve acı ile gelmiş bir keşif de olsa so-
nunda kahramanımızın bütün acıları yüzüğün yok
edilmesi ile son bulur ve hak ettiği huzura, yüzüğünün
yanında erişmiş olur.
Bitirmesi zor olan bu yolculuk kahramanımıza en çok
da dostluğun ve umudun önemini öğretmiştir. Bütün
umudun yok olduğu zamanlarda çareyi dostlarına
sığınmakta bulan kahramanımız ne yazık ki bu dost-
larına her zaman bağlı kalamamıştır. Onlardan uzak
düşmüş, dış etkenlere, hain oyunlara ve kendi içindeki
savaşlara yenik düşüp arkadaşlarına kaba davranmış-
tır. Onları kovmuş, kavga etmiş hatta bazen öldürme-
ye çalışmıştır. Bu yaşam dostunu ne kadar üzse de
sonunda birbirlerinin kıymetlerini anlamış ve kahra-
manımızın en çok ihtiyacı olduğu anda geri dönen
dostu, ona amacına ulaşması için çok daha kurnaz ve
doğru yolları göstermiştir. Uzun süredir sefalet içinde
ve hiç kimseden sevgi görmeyen kahramanımızı diğer
hobbitler ekmekler ve şiddet gösterileri ile kandırma-

Herkesin baş kahramanı olduğu kendi hayatında bir


takım görevleri vardır. Başarması zor bu görevler hepi-
mizi yolculuklara iter. Bu yolculuklarda hayatı, dünyayı
ve kendimizi tanır, birçok şey keşfederiz. Bir kahrama-
nın bu yolculuğunun en iyi anlatıldığı hikayelerden
biri şüphesiz Yüzüklerin Efendisidir. Görevini başar-
mak uğruna her türlü zorluğa göğüs geren kahrama-
nımız etraftaki diğer bütün akıllı canlılardan küçük,
çelimsiz bir hobbitdir. Yolculuğuna masum ve barışçıl
bir balıkçı olarak başlayan kahramanımız yol boyun-
ca kederi, özlemi, öfkeyi, iyi ve kötüyü, öldürmeyi ve
sevmeyi öğrenir. Zaman zaman umudunu kaybetse,
güçten düşse de ona her zaman yardım eden dostu
sayesinde yolculuğunu tamamlar.
Ona acı ve mutluluk veren her şey, görevinin ve yolcu-
luğunun bütün anlamı aslında kendisi gibi küçük bir
nesnenin, bir yüzüğün içinde toplanmıştır. Bu nesne
ve kahramanımız ne kadar küçük olsalar da bütün
orta dünyanın ve içinde yaşayan milyonlarca canlının

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 115


ya çalışmış olsa da dostunun yardımı ile kahramanı- Kahramanımız gittiği birçok yerde türlü duyguları
mız bunların üstesinden gelmiş ve amacına ulaşmıştır. öğrenmiştir. Mordor ateşlerinde işkence görürken
çaresizliği, kendi halkı tarafından ölüme itildiğinde
Ne kadar dışarıdan kötü ve pis görünse de kalbi saf
üzüntüyü, hırsız bir hobbit yüzüğü ondan çaldığında
olan kahramanımız sürekli eziyet ve haksızlıklara uğ-
öfke ve özlemi, sonunda dostu ve yüzüğü ile huzura
ramaktadır. Bütün bu karanlık günlerinde bile sürekli
kavuştuğu anda ise çoktur yoksun kaldığı mutluluğu
yanında olan dostu ne kadar ona kötü davranıyor gibi
tatmıştır.
gözükse de aslında “Kimse seni sevmiyor”, “Onları öl-
dürmelisin” gibi söylemleri ile dost acı söyler sözünü Şüphesizdir ki baştaki kahramanımız ile yolculuğun
kanıtlıyor ve aynı zamanda ona yardımcı öğütlerde sonundaki birbirinden çok farklıdır. İsimi bile değiş-
bulunur. Kahramanımız bunları anlayamamış ve ne miştir kahramanımızın. Eskiden hitap edildiği “Sme-
yazık ki dostunu kabullenememiştir. Ancak görevinin agol” ismini kendi bile unutmuş, o da herkesin ona
sonunda bu dostluğun değerini anlayan ama artık taktığı aşağılayıcı “GOLLUM” adını sahiplenmiştir. Hi-
yaşlanmış ve beş yüz seksen dokuz yaşına gelen hob- kayenin sonunda sahtekar hobbitleri alt ederek ve
bitimiz ancak zamanının son yıllarında bu dostluğun sevdiği her şey ile birlikte, orta dünyayı kurtarmak
değerini anlayabilmiştir. için kendini ve yüzüğünü lavlara atmıştır. Ne kadar
da onurlu ve yüce bir iş de olsa bu yaptığı, alçakgö-
“Katil!” olarak suçlanan kahramanımız gençliğinde
nüllülük takınıp asla övgü istememiştir. Bütün övgü
kendi halkının arasında bir haksızlık sonucu sürülmüş
ve ödülleri ise yüzüğü başta ondan çalan hobbitlerin
ve acı dolu bir hayat yaşamaya mahkum edilmiştir. Bu
toplaması bize dünyanın ne kadar da adaletsiz oldu-
hatıraların ve mazisinin yolculuk boyunca geçirdiği
ğunu gösterir. Bu acı gerçeğin farkına varan Gollum
değişimde de çok büyük etkisi vardır. Yeni tanıştığı,
ise doğru kararı vermiş ve sevdikleri ve dostları ile be-
dostunun deyişiyle “sahtekar, hırsız ve yalancı!” hob-
raber orta dünyayı terk etmiştir.
bitler ona sahte bir sevgi göstermiş ve zihnini çelerek
dostunu kovmasını sağlamıştır. Bunun olmasında Birçok gerçeği öğrenen, bu yolda değişen, kendini,
kahramanımızın acı dolu geçmişinin etkisi büyüktür hayatı ve dünyayı keşfeden kahramanımız Smeagol
ve sonunda hissettiği şefkat aklını tamamen karıştır- sonunda görevini gerçekleştirmiş ve ölümde bile olsa
mıştır. Kullanıldığını fark edemeyen zavallı kahrama- yüzüğüne kavuşmuştur. Bir sevgi ve fedakarlık hikaye-
nımız acı gerçeği ancak ihanete uğradığında ve yeni si olan Gollum birçok canlıya ilham vermiş ve onlara
hobbit efendisi ona ihanet ettiğinde dostuna kucak enerji katmıştır. Şüphesiz herkesin gerçek kahraman
açmış ve gerçekler ile yüzleşmiştir. Hikayenin bu nok- Smeagoldan öğreneceği çok şey vardır, ki bunlar da
tası kahramanımızın dostluğu ve ihaneti öğrendiği bizim yolculuklarımızda, diğer bütün ışıklar söndüğü
noktadır. zaman yolu aydınlatsın.

116 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


YAĞMUR LARA GÖRÜR - ANIL GÜLBEDEN - DOĞU DENİZ UĞUR - NİL IRMAK 10-A

ÇOK UZUN ZAMAN ÖNCE


ÇOK UZAK BİR GALAKSİDE
ister. Aynı zamanda Padme’yi korumak isterken onu
öldüren de kendisidir. Padme doğum sonrası hiçbir
fiziksel neden olmaksızın uyanamaz bunun nedeni
Obi-Wan ve Anakin’in savaşını görmesi ve çektiği acı-
lardır. Aslında “Benim gücümü hafife alıyorsun.” sözle-
riyle başlayan savaş ve sonrasında olanlar obsesif aş-
kın insanların içindeki şeytanı nasıl uyandırdığının bir
göstergesidir. Padme‘nin ölümünün üzerine Anakin
duygusal bir çöküş geçirir ve yaşam destek ünitesine
bağlanmasıyla da Darth Vader doğar. Vader Palpatin
ile birlikte galaksi üzerinde diktatörlük kurmaya baş-
lar ama bu düzenin de yıkımı yine Vader tarafından
Hikâyeler anlatılmaya, kahramanlar insanların hayal olur. Giderek vahşileşmesine rağmen Palpatin’in oğlu
gücünde hayat bulmaya başladığından beri bir yolcu- Luke’u öldürecek olmasına dayanamaz ve İmparatoru
luktadırlar. Maceralara atılıp, engelleri aşmışlardır ve öldürür. Bu sefer de babalık içgüdüleri onun ruhunu
bu başarıları onları cesur kahramanlar yapmıştır. Yol- kurtarmıştır ve aşk ile başlayan karanlığı yok etmiştir.
culuk teması kahraman hikâyeleri içinde çok yaygın Ama hala cevaplanamayan sorular vardır: Güce den-
olmuş ve efsanevi film serisi Star Wars’da da kullanıl- geyi getiren seçilmiş kimdi? Luke mu Anakin mi? Ya
mıştır. Anakin Skywalker’ın macera ve heyecan dolu da iyiler kazandı mı yoksa Palpatin’in planları gibi tüm
hikâyesini izlerken onunla birlikte izleyici de yolculu- bunlar da bir Sith lordunun karanlık planları mıydı?
ğa çıkmıştır ama Anakin, diğer kahramanların aksine Kim bilir belki her şeyin arakasında Jar Jar vardır.
Karanlık Taraf’a çekilmiş ve tarihteki çoğu kahraman- Star Wars serisinde de olduğu gibi, hem insanların
da görülmemiş, beklenmeyen bir döngüyle yolculuğu benlikleri ve kaderleri hakkında düştükleri iç çatışma-
sona ermiştir. lar, hem de iyi ve kötünün mücadelesi yaşamın son-
Anakin’in özgür olma ve gücü kullanarak bir Jedi olma suza kadar bir parçası olacaktır. Ayrıca yanlış kararlar
isteği onun yolculuğunun başlangıcı olur. Hayatındaki verip istenmeyen yollara sürüklenmek kaçınılmaz
çoğu zorlukla kendi başına başa çıkmak zorunda kal- olabilir, ancak günün sonunda önemli olan özümüze,
mış cesur Anakin, Qui-Gon Jinn ve Obi-Wan Kenobi iyiliğe, tıpkı Anakin Skywalker gibi dönebilmektir. Ka-
tarafından Tatooine’de bulunduğunda, köle olarak ranlık Tarafın gücüne kapılıp kendini bu tarafta bulan,
çalışmak zorunda olan küçük ve fakir bir çocuktur. Bu birçok affedilmez suç işledikten sonra oğluna duy-
çocukta Güç’ün kuvvetini sezen Qui-Gon, onu yanına duğu sevgi sayesinde iyi tarafa geri gelmeyi başaran
almaya karar verir. Ardından, Anakin’in Jedi eğitimi Anakin Skywalker’ın yolculuğu, izleyenleri derinden
başlar. Artık Anakin galakside adaleti savunan kahra- etkilemeyi başarmış, diğer kahramanların aksine daha
man olarak tanınır ancak bu heyecanlı yolculuğunun kusurlu ve karanlık yapısı ona farklılık katmıştır.
sonu yaklaşır ve eğitimini tamamlama zamanı gelir.
Fakat Anakin’in macerası mutlu sonla bitmez ve hiç-
bir hikâyede ya da destanda görülmemiş bir şekilde
kahramandan, kötü adama dönüşür. Senatörlerden
birinin onu Karanlık Tarafla tanıştırıp kendi tarafına
geçmesiyle ünlü Darth Vader’a dönüşür. Anakin’in
karakterindeki bu büyük değişim, onun yolculuğunu
sinema tarihindeki en ilginç yolculuklardan biri yapar.
Anakin aslında bir kahraman olarak değil de bir erkek
olarak hayatının hatasını yapar. Sevdiği kadını koru-
mak adına çıktığı bu yolda Palpatin’e güvenir, onu ko-
rumak için gücün karanlık tarafını kontrol edebilmek

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 117


SELİN IRMAK KÖKSAL 10-K

Özgür Pencere Öykü Ödülü

BAŞLANGIÇ
Şu son bir yıldır işe gitmiyorum, zaten gitmesem Net bir cevabım da yok, o yüzden kısaca “Sinirlerim
bozuk” diyorum. Torunu ışık hızıyla sormaya başlıyor
de kimse dert etmiyor. Sadece bankada rakam-
“İşten mi atıldın?”, “Sevgilinden mi ayrıldın?”, “Annen
lar her ay artmak yerine azalıyor. Korkuyor mu- mi öldü?” ve anneanne dudaklarını ısırıyor. Yine gülü-
yum? Hayır, fazlasıyla param var. Evim mi? O da yorum ve “Gerçekten de çok zekisin” diyorum. Bu sefer
var. Yalnız bir şeyler eksik içimde, onu bulamıyo- başları önlerine eğiliyor. Yolun sonuna kadar daha faz-
la konuşmuyoruz.
rum. Bir umutla sokaklarda arıyorum sanırım.
Tramvay duruyor, az sayıda yolcusu inmeye başlıyor.
Bu sefer anneanne konuşuyor. “Bizimle gelmek ister
Yine alıyorum termosumu ve sırt çantamı elime, dikili- misin, torunumu gezdiriyorum.” Başka işim yok, ve bu
yorum sokak kapısının önüne. Etrafımdakiler yine yan ikili beni nedensizce mutlu ediyor. Küçük kız gülümse-
gözle bana bakıyor. Anlaşılan kalıplara yine uymuyo- yerek elini bana uzatıyor, tutuyorum ve yavaşça yürü-
rum, yine asiyim. Saçı başı dağınık, kalın çerçeveli göz- meye başlıyoruz.
lükleri ve salkım saçak kıyafetleri ile ortalıkta gezinen
bir kadın görmeye bu devirde kimse alışık değil elbet- Bana normalde gözlerimin görmeye tenezzül bile
te. “Azıcık kendine çekidüzen ver yahu!” der gibiler. etmediği şeyler gösteriyor. Sokak satıcılarının önün-
Umursamıyorum, o duygudan da kurtuldum sanırım. de önce masumca dolaşıp mırlayan, kışkışlanınca ise
tıslamaya başlayan kedileri gösteriyor. Gülüyorum,
Her sabah olduğu gibi nereye gitsem diye düşünü- aynı insanlar gibiler, ama bunu belirtmenin sırası de-
yorum, fakat her taraf beni kendine ayrı çekiyor bu ğil. Sonra yol kenarındaki küçücük taburelerde oturup
mevsimde. Sonbahar başımı döndürmüş, daha bir tavla oynayan insanları görüyorum, mutlu ve tasa-
kararsızım. Gülhane Parkı’na, kıpkırmızı yaprakların sız görünüyorlar; olmak istediğim her şey. En son da
ağaçlardan süzülerek düşüşünü izlemeye mi? Deniz ayaklarının altı çekirdek çöpleri ile dolu olan, bankta
havasını içime çekmek için Boğaz civarı huzurlu bir oturmuş sohbet eden emeklileri görüyorum.
kahvehaneye mi? Belki de bugün olağanın aksine in-
Sonra konuşmaya başlıyoruz, havadan sudan denile-
san görmek istiyordur canım, bir bütünün parçası gibi
bilecek konulardan. Daha doğrusu onlar konuşuyor,
hissetmek. Ayaklarım İstiklal tarafına doğru ilerleme-
ben hayranlıkla dinliyorum. Biraz zaman geçince an-
ye başlıyor. lıyorlar ki konuşacak halim yok, konu aileye, arkadaş-
Nispeten erken bir saat sayılır, fakat her yer tıklım tı- lara, komşulara dönüyor. Altın günlerinden, doğum
kış. Dükkanlar kepenklerini yazdan kalma bir sabaha günlerinden, kutlamalardan bahsediyorlar. Ben yine
çoktan kaldırmış. Bir banka oturuyorum ve izliyorum. dinliyorum, bu anlattıkları hem çok uzak, hem çok ya-
İçime doğuyor ve kalemi alıyorum elime. Bomboş say- kın.
falarla dolu defteri açıyorum bağdaş kurduğum dizle- Zannediyorum o zaman eksikliği buluyorum. Elini
rimin üzerine. En azından defter taşıma alışkanlığımı tutan bir elin sıcaklığı, konuşacağın birileri. Soyutlan-
kaybetmemişim. Yine hissettiklerimi kâğıda dökmek dığımı gerçekten fark ediyorum. Dışarı çıktığımı ama
istiyorum. Bir ışık bekliyorum, ama gelmiyor. Önüm- göremediğimi, asla dışarıyla bütün hissedemediğimi
den görmeyi çok istediğim insanlar geçiyor, takım el- fark ediyorum. İçimde kısılıp kalmış olduğumu fark
biseli beyler ve topuklularıyla kaldırımlara takılmadan ediyorum. Kabuğumu kıramadığımı, onun korunaklı
yürümeye çalışan hanımefendiler. Ben de onlardan kabul ettiğim ortamında daha fazla kırılmadan koca
biriydim diye düşünüyorum, ama artık o günler çok bir yıldır yaşamaya çalıştığımı... Aklıma aylardır arama-
uzakta. dığım, aradıklarında açmadığım arkadaşlarım geliyor.
Saat ilerledikçe ortalık boşalıyor, herkes işine gücü- Farkına varmam için bir yıl mı gerekiyordu gerçekten
ne dağılmış olacak. İşte o zaman aklıma tramvaya diye düşünüyorum.
binmek geliyor, ve on dakika içinde yaşlı bir teyze ve Filmlerin o klişe sahnelerinden biri oluyor ve olduğum
torununun karşısında oturuyor buluyorum kendimi. yerde kalakalıyorum. Derin bir nefes alıyorum ve kü-
Küçük kız tam bir cimcime, bıcır bıcır laf yetiştiriyor çük kıza dönüp teşekkür ediyorum. Bana anlamayan
anneannesine. Birbirlerine sevgi dolu gözlerle bakı- gözlerle bakıyor, ama açıklayamayacak kadar heye-
yorlar. Sesleri yumuşacık ve mutlu tınlıyor. İstemsizce canlı olduğum için aldırış etmiyorum. Geri dönüyo-
kıkırdamam üzerine bana bakıyorlar. Kadıncağız kötü rum ve eve doğru koşmaya başlıyorum. Koşuyorum,
bir niyetim olmadığını anlamış olacak, soruyor: “Ne nefessiz kalana kadar koşuyorum. Kapıyı kırarcasına
oldu kızım, ne bu halin?”. Uzun zamandır ilk defa biri- içeri girip elimi telefona uzatıyorum ve Sevda’yı arı-
leri bana nasıl olduğumu soruyor sanırım, önce gerek- yorum. Telefonu açar açmaz bana “Artık hazır mısın?”
li kelimeleri bulamıyorum. diyor.

118 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


EFE OYTUN-NİL KARADOĞAN 10-S

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 119


ÇAĞLA ÇEÇEN / 9-M

Genç Meşale Öykü Ödülü

ÇOCUKLAR VE BÜYÜKLER
Kış şiddetli geçiyordu. Soğuğun insanı bıçak gibi dıkları yerlerden çok uzaklarda olduğunu biliyordu.
kestiği günler bitmek bilmemişti bir türlü. Geniş Mahallelinin tümden kamyona bindikleri günü hatır-
ladı. Kadınlar ağlıyordu. Çocukların kimi düşmüş, kimi
caddeleri birbirine bağlayan kavşağın kaldırım çiğnenmiş, ağlayanlar… Bütün bu manzara gözünün
köşesinde, yıllardır içine çöp konulan dev gibi önüne geldi. Kamyondan herkes gibi onlar da indiril-
plastik kutu bir çocuğun sırtını yasladığı güce mişlerdi. Çadırlara yerleştirildiler önce. Susuz bir yerdi
dönüşmüştü. Birkaç gün öncesine kadar bir orası. Tanker su getiriyordu. Annesi de diğer kadınlar
kadınla, sekiz yaşlarında olduğu anlaşılan bu gibi su getiriyor, yemek buluyor, yediriyordu onlara.
Okulsuz kalmıştı bütün çocuklar, mutlu hayatları da
çocuk çöp kutusunun etrafında yaşam savaşı
gerilerde kalmıştı. Sonra onlara “Bir kısmınız başka bir
veriyor. Kadının kucağında bir de bebeği var. yere gideceksiniz”, dediler. Yeni bir hayat başlıyordu
Kadın bulduğu kâğıt kutu, dal parçası ne var- onlar için. Yine uzun bir yolculuğa daha çıktılar. Bu
sa bunlardan ateş yakıyor, ateşin aleviyle ısın- kez babası yoktu kafilenin içinde. Annesi durmadan
maya çalışıyorlar. Gelip geçenlerden, dillerini ağlıyordu. Babası amcasıyla evlerine, köylerine geri
dönmüştü. Babasının gidişini annesine defalarca sor-
bilmedikleri bu insanlara para veren de oluyor.
muştu oysaki annesi gerçeği açıklamadı inatla. Her
soruşunda annesi ağlıyordu. Sormaması gerekiyordu
Ne olduysa kadın ortadan kaybolmuştu ve küçük demek ki. Neden gitmişti? Savaşacaklar, dedi arkada-
çocuk oradaki yaşamı sürdürmeye çalışıyordu. An- şı. Kiminle savaşacaklardı? Babasına çok kırıldı küçük
nesinden öğrendiği gibi ateş yakmaya çalışıyor, biraz çocuk. Onu da götüremez miydi? Okul çantasını falan
ileride kondurulmuş büfeden önüne atılan para kadar da alacaktı, yeni alınan çantası tam istediği gibiydi.
yiyecek bir şeyler alıyordu. Bu çocuğa, o yaşta çocu- Sırtına alabilecekti onu, su matarasını da koyacak yer
ğu olanlar etkilenip biraz daha duyarlı yaklaşıyorlar- vardı. Geri gitse, çantasını da alırdı. Babasına en çok
dı, o kadar. Hatta çöp kutusunun bulunduğu noktayı bunun için kırılmıştı.
bütünüyle gören apartman sakinleri çocuğun etrafı
Şimdi de hiç bilmedikleri başka bir şehrin bu kuytu kö-
kirlettiğini, buradan uzaklaştırılması gerektiğini bile
şesinde yaşamaya çalışıyorlardı. Yaşadıklarından kop-
düşünüyorlardı. Birinci katta oturan yaşlı kadın, birkaç
muş, uzaklara fırlatılmış olduğunu düşündü. Bir parça
defa plastik kaba doldurduğu, yine içine plastik kaşık
ekmeğe bile muhtaçtı. Açlıktan öleceğini düşündü.
konulmuş çorbayı onca güçsüzlüğüne rağmen, aya-
Annesi kardeşini kucağına alıp bir yerlere gitmişti.
ğını sürükleye sürükleye götürmüştü çocuğa. Apart-
Hastalanmıştı kardeşi. Bir yaşındaki kardeş, annesinin
mandakiler yaşlı kadına kızdılar, oldu olacak evine de
kucağındaydı hep. Annesi onu bedeniyle ısıtıyordu,
al, sorunu kökünden çöz, dediler. Dilini bilmedikleri,
ellerini de nefesiyle… Dün akşamdan beri annesin-
perişan, bir dilim ekmeğe muhtaç bu çocuğa tiksine-
den haber yoktu. Nereye gitmiş olabilirdi? Ellerini
rek bakıyorlardı. Onun etrafa mikrop saçan bir varlık
paltolarının ceplerine sokup, kafalarını sıkı sıkı saran
olduğunu düşünüyorlardı.
kadınlar ve erkekler acele acele bir yerlere yetişmeye
O gün de uyandı küçük çocuk, karnı açtı. Açlığını çalışıyorlardı. Uzaktan geçiyorlardı. Onun yaşındaki
yenebilmek için elini karnına bastırdı. Ne kadar bas- bazı çocuklar da galiba okullarına gidiyorlardı. Bazıları
tırdığını düşünse de açlık, bedeninde kendine yeni ona acıyarak, bazıları da başka bir dünyadan gelmiş
yollar buluyor, onu bitkin düşürmek için elinden ge- gibi bakıyorlardı. “Hiç ateş yakan insan görmemişler
leni yapıyordu. Buna daha fazla dayanamayacağını miydi yoksa…” diyordu onların bakışlarının ardından.
düşünüp ayağa kalktı fakat gözlerine siyah bir perde
Son günlerde hayatın acımasız koşulları ona çok kötü
indiğini düşündü. Perde dünyayla arasına giriyordu.
davranmıştı, hayata direnmek yorucu ve aldatıcıydı.
Gözleri karardı, yerle bir oldu. Bu hayatı sürdürürken
Sonunda işte şimdi, kendini ifade edecek kelimeleri
bunu hep yaşıyordu. Başının dönmesini, gözlerinin
bulamayıp gözyaşlarının onu esir etmesine izin ver-
kararmasını ve ardından düşmesini, içinin bir oyunu
mişti. İçine akıttığı gözyaşları dolup taşmıştı, çünkü
gibi düşünmeye çalışıyordu. Durumunu böyle adlan-
süründüğü soğuk sokakta insanların acıdığı kaderiy-
dırarak kendini avutuyordu. Ne zamandan beri çoğal-
le baş başa olmak onu her geçen zaman daha fazla
dı içimdeki düşme oyunu, diye düşündü. Gözünden
korkutuyordu. Bitmeyen yalnızlığı en güçlü ıstırabıydı.
sızan bir damla yaş ona çok yabancıydı, önceden olsa
ağlamaktan utanırdı. Şimdi her şey çok farklıydı. Yaşa- Ağlıyordu küçük çocuk. Gözlerini kararmış, kirli elle-

120 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


BEGÜM SERİM -GÜLİN SAYGILI 10-Y

riyle sildi, yavaşça ayağa kalkmaya çalıştı. Bir an sar- da zalimlik vardı. Evlerini, yaşamlarını kaybetmişlerdi.
sıldı, tam düşecek gibi olduğu anda gökyüzüne baktı, Oysa kendi ülkelerinde ne güzel hayatları vardı. Anne-
çığlık atmak istedi. Uyuşuk gözleriyle gri bulutlarda siyle akrabalarına giderlerdi. Büyük büyük tabaklarda
göz gezdirirken, bacağında anlam veremediği bir şey yemekler konurdu. Çocuklara öncelik verirlerdi yemek
hissetti; fakat o an öylesine gerçek dünyadan uzaktı ki yerken. Dedesi onu kucağına oturtur severdi. Dedesi-
aşağıya bakmaya cesaret edemedi. Ona küçük bir ço- nin kucağında bazen uyur kalırdı sevgiden. Köylerin-
cuk “Merhaba” dedi. İrkildi, ‘Merhaba’yı anlamıştı. Biri den ayrılırken dedesi de ölmüştü. Acele acele cenaze
ona doğru gelmiş, konuşuyordu. Günlerdir hatta haf- töreni yapılmış, yola çıkmışlardı. Böyle acılı şeyler ya-
talardır hiç kimseyle konuşmayı bırak, göz göze bile şamışlardı. Bugün ise her biri paramparça olmuştu.
gelmemişti. O yüzden kendini uzaydan gelen bir canlı Bu ülkeye gelip hepsi tespih tanesi gibi dağılmışlardı.
veya vahşi doğadan kimsenin bilmediği türden bir Şimdi şuracıkta yolun kar değmeyen köşesine ateş ya-
hayvan gibi hissediyordu. Kekeleyerek ‘Merhaba’ dedi. kıp ısınmaya çalışıyordu. Annesi kardeşini kurtarma-
“Neresidir buralar? Kırmızı arabadakiler beni bırakıp nın yolunu arıyordu.
gitti, bir de kaybolmamı söylediler, artık yalnızmışım. Karşı apartmandan kalın palto giymiş, uzun boylu
Öyle dediler, zaten ailem gittiğinden beri…” Bu söz- bir adam çıktı. Elinde yiyeceğe benzer bir şeyler ta-
lerden sonra uzun süre öksürdü küçük çocuk. Kendisi şıyordu. Yemek artıkları konulmuş bir tabağı sokak
de benzer yollardan geçip bu sokağa mahkûm edil- köpekleri için duvarın dibine koydu. Siyah bir köpek
mişti. Sokak iki çocuğu aynı kaderde buluşturmuştu. alışık olduğu biçimde adama doğru korkmadan yak-
“Bak küçük” dedi, büyük çocuk. “Burası benim için de laştı. Yiyeceklere atladı. Uzun boylu adam gururla iz-
senin için de güvenli değil, ben de sana yardım ede- ledi köpeği. İyiliği gözlerinden okunuyordu. İki çocuk
mem, karşıda oturan şu insanlardan yardım iste. Ben köpeğe imrenerek baktılar. Tam bu sırada yan apart-
gördüğün gibi sadece benim işte…” Küçük, karşıdaki mandan yaşlı bir kadın, hem kendini hem elindekileri
apartmanlara şöyle bir göz gezdirdi. Şaşkınlıktan bir güçlükle taşıyarak çocuklara doğru geliyordu. Büyük
eliyle şöyle bir daire çizdi. Öksürüğü tekrarlamıştı. Bo- çocuk, kadının elindekilerin kendileri için hazırlan-
ğulur gibiydi. Kafasını çöp kutusuna yasladı, sözlerine mış olduğunu bilse de koşamadı. Karın açlığıyla kıv-
gözleri kapalı başladı. “Onlara söyledim, bana güldü- ranıyordu oysa. Sıcak çorba vardı kadının elinde. Bir
ler. Sadece ve de anlamını bilmediğim birkaç şey söy- de ekmek dilimleri. Ağlamaktan kızarmış gözlerinin
leyip çaylarını içtiler, yanlarından ayrılmayınca diğer içi gülüyordu. Bu yiyecekler sanki yaşlı kadından ço-
insanlar gibi kaybolmamı söylediler” Büyük çocuk, o cuklara değil de sokağın sahibi büyük çocuktan kader
an “Ne bekliyordun ki?” demek istedi. Çünkü dünya- arkadaşı küçüğe bir ikramdı.

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 121


ÖZLEM ÇORAPÇIOĞLU / 10-D

Özgür Pencere Öykü Ödülü

O KIRMIZI OLAN
Atkım masada duruyordu. Bir tek o kırmı- güçsüzken karşılarında terk edilişimi yudumlayacak
zı kalmıştı bavulumda yerini almayan. Onu kadar mıydı her düş? Önce annem, babam, kardeşim
ve sevdiğim; ‘kocam’ lafına sığdıramadığım, kalbinde-
almak için yöneldim. Balkon kapısı açıktı, ki ‘ben’le yetinemeyen, duvardaki çerçevesinde dahi
dikkatimi çekti. Dışarı çıktım. Çok erkendi. beni enkaza çeviren. Birkaç yudum kala dayanılacak
Rüzgâr önümden geçen yaprakları savurdu, gibi değildi.
yanağıma yaşlı, kuru bir öpücük kondurdu Çerçeveyi aldım, bir tek o kırmızı olanı, canımı korur-
ve balkon kapısını çarptırdı. Yüzüme kapatır ken öldüreni, eşimi. Gülümsüyorduk. Gülüyorduk ya!
gibiydi. Aslında gitme diyordu. Aniden kapı Vidalarını çevirdim yavaşça, açıldı. Arkası düştü, beyaz
sesini duyunca irkilmiştim. Kendime gelmek bir kağıtla beraber. Mektubu, güvercini, dumanı hepsi
öylece süzüldü. Halıya düşen ıslaklığı kalbim dahi his-
için derin bir nefes aldım, kuru rüzgârı içime
setti. Ne söylemişti ki, nasıl açıklayabilirdi o ipi? O ha-
çektim. Yapraklara veda ederek yerde savrul- yatın son anını, bu hayatın. Kader ortağımdan isteye-
malarını izledim. Her biri sokağın bir köşesine cektim yerime kat izlerini açmasını. Neden karşı gelip
takılana kadar orada öylece durdum. Yere vu- kapıyı kapattığını o an anladım. İstemiyordu benimle
ran yaprakların bile sesi kesilince sokağıma bu satırları paylaşmayı, besbelli. Kahvemi soğumaya
bıraktım, balkona çıkınca da kendimi. Kâğıt hışırda-
bakakaldım. Sessizdi, yalnızdı, terkedilmişti.
maya başlamıştı bile. Bu sefer de niyeti beni kurtar-
maktı, ben öyle anladım. Teşekkür ederek parmakla-
Yer tamamen taştandı. Girik çıkık taşlar, büyüklü kü- rımı araladım. Rüzgâr bağırıyordu onun cümlelerini
çüklü, bir düzeni vardı bir zamanlar ama insanın aya- bana. Yalnızlığa cevabımı böyle verdim. Yanına başka
ğına takılan tiptendi. Yüksekte duran taşların üzerinde bir yalnızlık gönderdim.
koşuşumu düşündüm, sadece yüksektekiler, hem de
parmak ucunda. Sonra gözüme taşların arasında bir
boşluk çarptı. Belediyenin yerleştirdiği dikdörtgen
baklava dilimlerinden biri yoktu. Bir süre gözlerimle
onu aradım ve sonra onu sokağın kenarında duvara
yaslanmış bir şekilde gördüm. Onu yerine koymalıy-
dım, o taşta yaşanmamış çok şey vardı. Daha küçük
sarışın kız, üzerinde gezinmemişti, sokak çalgıcıları
daha uğramamışlardı yanına ve en önemlisi hiç araba
tekerleği patlatıp o kızgın tekmeyi yememişti. Daha
çok eksikti.
Sokaktaki yalnızlık bana sesleniyordu. Yanıma gel di-
yordu usulca. Kapıdan çıkarsam, giremezdim. Hele bu
valizle, asla. Kahve mi içseydim? Son kahve. Şöyle bol
kederli az şekerli. Kafein mi lazımdı, ne yapmalıydım?
En sevdiğim fincana koymaktı asıl mesele. Buradaki
tek mirasım; bu eve son imzam, dudak iziyle yer değiş-
tiren rujum olmalıydı. Aaa, yapma! Dökmeyeyim diye
yavaş koşarken, kaçarken, balkon kapısı rüzgâra yenik
düşmesin mi? Hani dosttuk rüzgâr? Hani yoldaştık,
yalnızdaştık? Kaderdaşımdan bile ihaneti tatmışken,
hala nasıl şaşırıyorum bilinmez, bari içerde içmeliydi
kahveyi. Şöyle gerim gerim gerinip anıları, anı terk
edecek olmanın tadına varmalıydı. Duvardaki resimler
de neydi öyle? Kırıklar Albümü?... Kırık koleksiyonu?...
Ayna?... Hayata bakış açım bu kadar dar mıydı? Sevdi-
ğim bütün insanları duvara asıp indiremeyecek kadar

122 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


ZEYNEP GÜL-AYŞE SELİN ALKAZAN-9-O

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 123


ŞEVVAL MEMECAN /9-C

Atatürkçü Düşünce Derneği Ödülü


BÜTÜN DÜNYADA BARIŞ
Tarihi olayları, kendi dönemleri ve koşulları alana kadar, bu savaş oyunundan vazgeçmeyecekle-
içinde değerlendirmek esas alınmalıdır. Doğru rinin kanıtıdır.
tahlil edilmeyen, olgulara dayanmayan, yüzey- İnsan için, insanın en iyi biçimde yaşaması için olan
sel tarihçilik yapanların gerçeği saptırmaları din insan ölümlerine gerekçe gösterilmektedir. Cen-
nete gitmek için dünyayı cehenneme çevirmekteler.
yüzünden bugün Orta Doğu’da ihanet, zulüm,
Kan ve ölümle beslenen 21. yüzyılın bataklık cana-
kargaşa ve korku hâkim olmuştur. Kurtarıcı varları, şimdi bu bataklığa Anadolu’yu da çekmek is-
kılığında gelen batılı devletler, doğunun zen- temekteler. Asıl acı olan ve iç yakan tarafı ise binlerce
ginliklerini ve bu bölgenin ulusal kaynaklarını yıldır bu topraklar üzerinde oynanan ve tarihin yine-
binlerce yıl yağmaladılar. Tarihi antik kentleri lendiği bu vahşete, bölge halklarının bir araya gelerek
dur diyememesidir.
ve medeniyetin beşiği olan bu toprakları hara-
beye döndürdüler. Yüz binlerce masum insan, Orta Doğu ve Anadolu’da insanların çoğu özellikle ço-
çocuk, yaşlı, kadın demeden topluca katledildi. cuklar, cehalet ve devamında ölüm, açlık, hastalık ve
yoksulluk içinde kıvranırken güya Müslüman petrol
şeyhlerinin ve başkanlarının lüks içinde yaşaması baş-
Orta Doğu ve Anadolu üzerindeki ihtirasları ve emel- ka nasıl açıklanabilir ki?
leri hiç bitmeyen bu devletler, Haçlı seferlerinin deva-
mı olarak türlü bahanelerle Orta Doğu’yu karıştırmaya Hayatının önemli bir bölümünü savaş alanların-
devam ettiler. İleri görüşlü bir lider olan Atatürk bü- da geçiren Türkiye’nin başta Atatürk olmak üzere
tün bunları gördüğü için uygarlığın ve gelişmenin ba- Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardaki yöneticilerinin
rıştan geçtiğine inandı. Çünkü çağdaş uygarlıklar dü- dış politikada hedefleri barış ilkesidir. Anadolu’nun
zeyine ancak böyle ulaşılabilirdi. Yurtta barış demek, varlığı ve Türkiye’nin sürekliliği için esas olan barıştır.
ülke içinde beraberliğin ve birliğin sağlanmasıdır. Asya’dan Avrupa’ya uzanan Türkiye’nin coğrafi konu-
Barış; huzuru, kalkınmayı, gelişmeyi ve demokrasiyi mu nedeniyle etrafındaki komşularının çok olması,
beraberinde getirir. Cihanda barış demek ise, özellikle daha dikkatli bir dış politika izlemesi gereksinimini
birbirine yakın coğrafyalarda hüküm süren devletlerin doğurmuştur.
birlik ve huzur içinde yaşamaları, aralarındaki olum- Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye’nin komşuları ile
suzluklara antlaşmalarla son vermeleri demektir. toprak sorunu olmamıştır. Atatürk uluslararası alanda
Anadolu ve Ortadoğu, dünya üzerindeki diğer bütün yerini sağlamlaştırmak için dış gelişmeleri yakından
kara parçalarına göre konumu ve doğal kaynakları ne- takip etmiş, maceracı değil barışa dayalı etkin bir po-
deniyle binlerce yıldır ilgi odağı olmuştur. 16. ve 17. litika izlemiştir.
yüzyılda yapılan coğrafi keşifler sonucu, güçlü devlet- Orta Doğu toprakları çoğunlukla Arapların yaşadığı
ler keşfedilen bu yerlerin yeraltı ve yerüstü zenginlik- topraklardır. Türkiye’nin bu topraklarla ilgili istekleri
lerini yağmalayarak sömürgeciliği başlatmışlardır. Sö- gerçekleşmeyince Araplar, İsrail dâhil olmak üzere ba-
mürge olmak istemeyen devletler özgürlük ve barış tılı emperyalistlerle karşı karşıya kalmışlardır.
için yüzyıllardır savaşmaya devam etmişlerdir. Savaş-
Mustafa Kemal’in güçlü devletlere karşı yaptığı Kurtu-
lar barış için yapıldığına göre bugün Orta Doğu’daki
luş Savaşı’nı kazanması aslında Arap dünyasında umut
savaşın hala barışla sonuçlanmamasının en önemli
ışığı olmuştu. Mustafa Kemal, Türk milli mücadelesinin
nedeni güçlü devletlerin Arap petrolünü kontrol et-
aslında bütün Orta Doğu’nun ve mazlum milletlerin
mek istemesidir. Dinler savaşı gibi gösterilmek istense
davası olduğunu belirtmek için “Kurtuluş Mücadelesi
bile sebebi kesinlikle din değil petrol ve silahtır. Bu
yalnızca Türkiye’ye ait değildir. Müdafaa ettiği bütün
bölgede yaşayan halkların; çaresizliklerinin, ezilmişlik-
mazlum devletlerin, şarkın davasıdır.” demiştir.
lerinin ve mezhep kavgalarının güçlü devletleri yani
batıyı ilgilendirmediği apaçık bellidir. Gizli olmayan Bu yüzden Atatürk’ün amaçladığı dış politika, ön-
bu güçler bölgedeki zulüm kokan kirli oyunlarını, celikle elde edilen bağımsızlığın sürdürülmesi, milli
insanların içerisine yerleştirdikleri kin ve düşmanlık- menfaatlerin sağlanması hem yurtta hem de dünya-
la, kendinden olmayana yaşama hakkı tanımayarak da barışın korunmasına dayanıyordu. Çünkü Osmanlı
acımasızca canından, yerinden yurdundan ederek Devleti, yöneticilerinin yanlış politikaları sonucu, iş-
yaşanmaz hale getirmektedir. Bu da Orta Doğu’yu ta- birlikçi devletlere Arapların da yardım etmesiyle kendi
mamen kendi istedikleri doğrultusunda kontrol altına coğrafyasında yalnız kalmış, bunun sonucunda Os-

124 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


manlı toprakları İtilaf devletleri tarafından işgal edil- Orta Doğu’da barış adına bugün yaşanan savaşlar ne-
mişti. Mustafa Kemal’in Anadolu’da başlattığı Kurtuluş redeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Bugün ülkemize
Savaşı Lozan Barış Antlaşması ile sona ermiş, ülkenin ve Orta Doğu’da yaşananlara baktığımızda barışın
sınırları belli olduktan sonra barışçıl politikasını kom- önemini, insan ve insanlık sevgisini Atatürk şöyle an-
şuluk ilişkilerinde öncelikle uygulamaya başlamıştır.
latmıştır: “İnsanları mesut edeceğim diye onları birbi-
Atatürk müspet ilme inanan, din ve devlet işlerinin bir rine boğazlatmak, insanlıktan uzak ve son derece üzü-
arada yürümeyeceğini gören bir dâhiydi. Din evren- lecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne
seldir. Toplumlarda tek tip din inancının olması bek- vasıta onları birbirine yaklaştırarak onlara birbirlerini
lenemez. Din inancı, kişinin özelidir. Politik ve siyasi
sevdirerek karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını te-
konulara dini karıştırmak yanlıştır. 16. yüzyılda Kato-
liklerin bir gecede yüz binlerce Protestan’ı katlettiğini mine yarayan hareket ve enerjidir.” “Biz kimsenin düş-
ve beş milyon insanın ölümüne neden olduğunu tarih manı değiliz yalnız insanlığın düşmanı olanların düş-
kitaplarından öğreniyoruz. Bu yüzden de din olgusu- manlarıyız.”
nun siyasi çıkarlar konusu yapılmasının sonucunu bu-
Anadolu ve Orta Doğu kapsamında; bu yüzyılda,
gün Orta Doğu bütün acımasızlığıyla yaşıyor. Kişinin
neye inandığı devleti ilgilendiren bir konu değildir. bugün yaşanılan ve gelinen bu noktada insanlık ve
Laik devlet ayrımcılığı körüklemediği gibi hukuk, ada- gelecek nesiller için çok geç kalınmış gibi gözükse de
let ve insan hakları açısından da vatandaşın haklarını ‘‘Yurtta Barış ve Dünyada Barış’’ için savaşın olmadığı
korur. bir dünya ve hala barış için yapılacak çok şey vardır.

EDİZ YÜCEL - EGEMEN ÖZDURDU 11-Ş

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 125


GÖKÇE AYBENİZ SEVİM / 11-B

Atatürkçü Düşünce Derneği Ödülü


Hecelerin
Ötesindeki Barış
Barışın habercisi; ister bir zeytin dalı ister be- ve iyilik dileklerinin gölgesinde kaldığı bu coğrafyada
yaz bir güvercin olsun, hangi taraflara hitap bölgesel bir iletişimden veya “dünya barışı”na giden
ederse etsin, kendi içinde bir bütünlükten bir yoldan nasıl söz edilebilir?
yoksun ise ve ilkelerini geleceğe taşımaya ha- “Dünya barışı”nı arayan yolda müzakerelerden veya
zır değil ise ancak sözde kalacak, “dostluk”, el sıkışmalarından daha etkili olan bir öge varsa o da
“insanlık”, “kardeşlik” gibi kavramların ilk he- savaşın gerçekliğiyle yüzleşmektir. Türkiye ve Orta
cesinin ötesine geçemeyecektir. Sözde kalma- Doğu devletlerinin bölgesel boyutta yaşadığı savaş-
yan bir barış, Mustafa Kemal’in “Yurtta barış, lar, uluslararası alanda “orta doğu” sözcüğünü kan ve
dünyada barış” ilkesinin hem memleketin dış çatışmayla özdeşleştirmiştir. Halbuki bir devletin kom-
ilişkilerinde hem de iç dinamiğinde uyum ve şuları ile iyi geçinmesi çağdaş medeniyetler düzeyine
tutarlılıkla uygulanmasıyla mümkündür. Bu ulaşmak ve milletin refahını sağlamak için vazgeçil-
ilke, süregelen siyasi istikrarsızlıklardan ve mezdir. Demografik sorunların etkisinde oluşmuş ya-
savaşlardan büyük zararlar görmüş millet- pay düşmanlıklar ve çıkarların kardeşlik duygusunu
ler arasında dostluk ve samimiyeti güçlen- hiçe sayacak boyuta ulaşmış olması; bölgesel gelişimi
direbilir, Türkiye ve Orta Doğu ölçeğinde he- duraksatmış, kan ve çatışma kavramlarını alışılmış söz-
celerin ötesine geçecek bir barışı getirebilir. cükler listesine eklemiştir. Bu bağlamda çağdaşlık ve
milli refah, ancak barışı soyut bir kavram olmaktan çı-
Barış sözcüğünün kökeni “bar-” eylemidir ve bu ey- karmaya yönelmiş bölgesel bir dayanışmayla dünyaya
lem eski Türkçede gidip gelmek, birbirine varmak an- hediye edilebilir.
lamlarına gelir. İki devletin birbirine varabilmesi için
ilk koşul; her iki devletin de kendisiyle barışık olması Mustafa Kemal Atatürk milli siyaseti şu sözlerle ta-
dolayısıyla kendi toplumlarındaki farklı kesimlerin nımlamaktadır: “Milli siyaset; milli sınırlarımız içinde,
birbirine varmış, ulaşmış olmasıdır. Bir bütünsellik her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığı-
ifade eden “yurtta barış” ilkesi; bir milletin kendisiyle,
mızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutlu-
yasalarıyla, hak ve özgürlükleriyle ve yöneticileriyle
barış içerisinde olması ile hayat bulur. Halk; kendini luğuna ve bayındırlığına çalışmak, uygar dünyadan
güvende hissetmiyorsa, memleketinin dokunulmaz- uygar ve insanca davranış ve karşılıklı dostluk bek-
lığı tehlike altındaysa ulusal bir uyum ve kardeşlikten lemektir.” Türkiye’nin hem komşularıyla hem de ken-
söz edilemez. di iç kurumlarıyla ilişkilerinde milli, tutarlı bir siyaset
Orta Doğu boyutunda düşünüldüğünde, ülkelerin izlemesi uygar dünyanın barışına ve milletin kendi
kendi içindeki tutarsızlıklar, uzun yıllar boyu sosyal ve kuvvetinden doğacak olan içsel barışı gerçekleştirme-
kültürel bağlar paylaşmış etnik grupları bile savaşa sü- sine temel olacaktır. “Dostluk”, “insanlık” ve “kardeşlik”
rüklemiştir. İç kuruluşların sosyal yapıda adaleti sağla-
kavramları; “kan” ve “çatışma”yı çıkarlardan, yapaylık-
yamaması ve bölgesel meselelerin; halkın güvenliğini,
demokratik hakları ve sosyokültürel sınırları ihlal eden lardan arındıracaktır. Kendi yurdunda barışa varan
bir biçimde çözümlenmeye çalışılması iç barışı ve re- devletler, Orta Doğu’yu dünya barışına sözlerle değil
fahı unutturmuştur. “Yurtta barış” ilkesinin hayallerin eylemlerle taşıyacaklardır.

126 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


ZEYNEP AYKAÇ- İREM NAZ 11-S-İREM NAZ BALI 11-I

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 127


ELİF DOĞA ULUGÖL / 11-B

Atatürkçü Düşünce Derneği Ödülü


Barış Tohumlarından
Savaş Sarmaşıklarına
İnsanlık bir trajedi üstüne kuruludur. Çıkar- larda, savaşlarda, katliamlarda gösterir. Bir toprak par-
lar, kurallar, sistemler arasında kendi ben- çası için gözünü kırpmadan masum canlara kıyanlar,
savaşın dev dişli çarkında insanlığı ezenler barışın
liğine bir sığınak, düşüncelerini ifade ede- en küçük belirtisinden nefret ederler. Ölmenin ve öl-
bileceği bir özgürlük ortamı arar insan. dürmenin insana yakıştığını ve para denilen o güçlü
Damarlarında bağımsızlık kanının nasıl şid- kaynağın elde tutulmasının bir hak olduğunu iddia
detle akabileceğini, esaretin göğsüne nasıl ederler. Artık düşlerdeki beyaz barış güvercininin ye-
bir acıyla derinlere kadar saplanabileceğini rine elinde tuttuğu hançeri huzura vurmak isteyen
zalimler vardır.
bilir kuşkusuz. En acısı, barış için savaşır. Hu-
zuru bulmak, hayatını rahatça sürdürmek, Her gün gazetelerde okuduğumuz haberlerde, bizleri
derinden sarsan savaş gerçekliği savaşın yıkıcı etkileri-
barışa kavuşmak için öldürmeye hatta canını
nin sadece o yurttaki insanları etkilemediğini yansıtır.
hiçe sayarak ölmeye hazırlanır. İşte hayatın Gün geçtikçe sözlükteki anlamı kaybolan, varlığı unu-
en büyük trajedisi insanla böyle selamlaşır. tulan, ne anlama geldiği bilinmemeye başlayan “barış”
kavramı özellikle Orta Doğu ülkelerinde yer alan eko-
Bir devletin iç karışıklığı ne zaman bir dış tehdit oluş- nomik çıkar çatışmaları, mezhep ayrılıkları, cinsiyet ay-
tursa, orada savaşın tohumları ekilmeye başlar. Kinle, rımcılığı arasında yok olmaya başlamış, yerini şiddete
gözyaşıyla, hıçkırıklarla sulanan tohumlar ülkenin can ve doymak bilmeyen bir yok etme içgüdüsüne bırak-
damarını ele geçirir. Ülkenin nabzı yavaşlar. Bu saatten mıştır. Orta Çağ toplumları gibi kadın ve erkek beden-
sonra huzur kalmamıştır ve barış tarihin karanlık sula- leri arasındaki uçurum açılmış, toplum derin bir yoz-
laşma ve savaş arasında can çekişmiştir. Ortaya çıkan
rına çoktan gömülmüştür. O kadar gariptir ki birbirle-
bu kanlı tablodaki savaş olgusu, günümüzde kanayan
riyle herhangi bir diplomatik ilişkisi olmayan iki devlet
bir yara olmakla beraber, halk bu karışıklık içerisinde
kendini kurtlar sofrasında, cephede savaşırken bulur.
piyon olarak yer almaktadır. Hatta iç mesele halinden
Bu karışıklık içerisinde halk göçün, çocuklar açlığın,
çıkan bu insanlık dramı, tarihin kendisini her ne kadar
anneler evlat acısının, erkekler ölümün girdabına ka-
amaçlar, insanlar, mekânlar farklı olsa da; aynı hırslar
pılır. Artık renkler sadece siyaha, düşler ise gözyaşına
çerçevesinde tekrar ettiğini göstermiştir. Bununla bir-
dönüşmüştür.
likte diğer toplumlar tarafından görmezden gelinen
Sırtlarda çocuklar, kucaklarda bebekler, dik durmaya Orta Doğu bunalımı, dünyada her geçen gün artan
çalışan yetişkinler… Hepsinin ağızlarında barış türkü- terörizmin patlak vermesine uygun bir zemin hazırla-
sü; çıkarlar bilinmeyen bir yolculuğa. Acılar fotoğraf mıştır. Yurdunda huzur bulamayan zavallı halk, dünya
karelerine sığamamakta, haykırışlarla tükenen nefes- barışının da bozulma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu-
ler bir daha konuşmamak üzere boğazlarda düğüm- nu anlamıştır.
lenmektedir. Ayrımcılık, ırkçılık, dini tabular, ekono-
Barışın her geçen gün derinlere gömüldüğü 21. yüz-
mik çıkarlar altında ezilen halk; savaşın cephesinde
yılda, savaşlar artık cephelerde, silah ve tüfekle değil;
çoktan yer almaya başlamıştır. Bu karışıklık ortamında
teknolojinin gelişimi ile beraber üretilen kimyasal,
tarih, insanlığın kinle dolu karanlık yüzünü her zaman
biyolojik ve nükleer silahların kullanılmasıyla gerçek-
portrelemiştir.
leşmektedir. Barış tohumlarını biçip, kan kavgasına
Mustafa Kemal’in gelecek kuşaklara seslendiği, tari- ortak olanlar her ne kadar terör ve şiddeti kendi ül-
hin sayfalarına altın harflerle kazınan sözünün “Yurt- kelerinden uzakta sansalar da, düşman sarmaşıkları-
ta sulh, cihanda sulh!” sadece bir özdeyişten ibaret nın ve terör çemberinin içinde boğulmaya başlamış-
olmadığını, hayatın kendisini sıkça tekrarladığı olay- lardır. Avrupa’da her geçen gün artan terör saldırıları

128 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


bu durumun kanıtıdır. Bu durum sadece bir bölgenin Spinoza’nın dediği gibi “Barış, savaşın yokluğu anlamı-
değil, insanlığın sorunudur. Savaşın hiçbir ülkeye mal na gelmez, o bir erdem, bir ruh hali, bir iyilik, itimat
edilemeyeceğinin gerçeği bu şekilde gözler önüne se- ve adalet duygusudur.” Yediği tokatlarla uslanmamış,
rilmektedir. savaşın dişli çarkında yok olmuş, kendini bir var olma
Birlik ve beraberliğe aç olduğunu anlayan insan barışa mücadelesinde bulmuş olan insanoğlu, barışı elde et-
olan yoğun özlemini yatıştırmaya çalışmaktadır. Vah- meye çalışmalıdır. Kendini şiddetten ve savaş gerçekli-
şetin, kanın, ölümün gölgesinde, insanoğlu gazete ğinden uzak zannedenler büyük bir yanılgı içerisinde-
manşetleri ile birlikte vicdanını sorgulamaya, kardeş- dir. Tarih yinelediği bu yazgı ile savaşın hayatları nasıl
lik ve barıştan ne kadar yoksun olduğuna yeniden acımasızca yok ettiğini genç kuşaklara göstermekten
tanık olmaya başlamıştır. İnsanlığın savaş ile olan ha- hiçbir zaman çekinmemiş ve onun dersine kulak as-
tıraları her zaman barışın ne kadar önemli olduğunu mayan insanlığın tavrını değiştirmemesi halinde de
insana hatırlatmıştır. bu yaptırımını sürdüreceğini belirtmiştir.
Savaşın rüzgârıyla sürüklenen bedenler, dünyaya gelir 21. yüzyılda, insanlığın üzerine düşen en önemli gö-
gelmez kıyıma şahit olan bebekler, savaştan hırpalan- rev, bu insanlık trajedisinin sürüp gitmesini önlemek,
mış ruhlar ve bedenler… İnsanın evinden, yurdundan, barış tohumları ekip dünyayı düşman sarmaşıklardan
ailesinden ve huzur dolu geçmişinden koparılıp sırtı- yok etmektir. Çünkü insanlar ekmek ve su arasında
na cephane yüklenmesi… Her seferinde barışa eriş- seçim yapmak zorunda kalıyorsa, dünyada huzur ve
mek üzere tasarlanan planlar… barıştan söz edilemez.

DERYA GÖKTAŞ-DENİZ NAZ KAYA-9-Z

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 129


DEREN AKÇAM - DERİN ÇAYIR 10-N

130 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


NİLSU ERKAYA / 11-Z

AYNIYIZ
Buğulanan cama şekiller çizmekle geçti
Çocukluğumuz;
Bir parça aynı sayılırız.
ŞİİRLER
Bu hayallerimiz olduğunu gösterir
Ve her hayalin sonu mutluluk demektir.
Bir parça daha ekle aynılığımıza, BU ŞEHİR
Toyluk hayallerimiz uğruna. Bu şehir sabah güzel
Saatlerin ağırlığı çökmeden
ÇİÇEKLİ ELBİSE Gececi ayın sureti gökyüzünden silinmeden
Her şehir bir farklı güzel İnsanlar uyanıp da
Şu an Huzur yerini kalabalığa vermeden
Şu saniye Günün mavisi lacivertten sıyrılıp körpeleşirken
Bekler hep bu mevsim başkent sakinleri, Kuş cıvıltıları ancak günün bu saatinde işitilebi-
Çardağa bir bardak çay içmeye. liyorken
Bu şehir hep bu saatlerde güzel.
Yaz geldi mi
Kuru kokar buralar
Asfalt kokar KEDİ
Şanslıysak bu sene yağmur da kokar Bu sabah evinin önünde bir kedi sevdim.
Kuru diyar bir tutam yeşili tadar. Ellerin değmiş üstüne.
Adın geçti, bir hoş oldum ben yine.
Şu an yaşamakla meşgulüm Kıskancımdır ben!
Gün gelir mazi olur diye topladıklarımla dolu Bu sabah bir kediyi kıskandım
günlüğüm Ellerini tattı diye.

Genç başlamak lazım bu işe, parçalar toplamalı Anlar kediler her şeyi
Gelecekteki geçmişe Mahcup oldu haliyle siyah beyaz kedi
Deli dolu yaşamalı, en çok da gülmeli Sürtünüp durdu özür diler gibi
Gülmeli gençken hala, beden açken yaşamaya Tüyleri döküldü üstüme,
Gün gelir de bu günümü mazi diye andığımda Bu sabah ellerin değdi bana!
Karşımda gülümsetecek bir manzara Tüyler hala üstümde
Çiçekli elbise ne çok yakıştı, Ben bu sabah giderken arkamdan öylece bakan
Şimdiden anılarla doldun be Ankara O kediyi sevdim

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 131


MELİSA ŞERBETÇİ / EDA BAĞDATLI / BİRCE KENET / İDİL BAŞTÜRK / DEFNE HELVACI

132 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


SÜHENDAN SAYIN 11-V / ZEYNEP ERGEN 11-Ş

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 133


BEGÜM SERİM 10-Y

Renkler
Bazen renkler de yorulur bu dünyada

Gündüzler yorulur, gece doğar

Bulutlar yorulur, yağmur yağar

Yaz yorulur, kış doğar

İnsanlar yorulur, ölüm doğar

Aşk yorulur, ayrılık doğar

Sen de yoruldun mu şimdi?

Oysa ne büyüktü kalbimde mesuliyetin

Şimdi sana hiç bilmediğim bir yerden


yazıyorum.

Sessiz, sakin ve sensiz

Ama unutma ki ben ne zaman bu satırları


yazarsam

Yoruluyorum ve bilinmeyenlerde sen


soğuyorsun.

MURAT CAN BOZDAĞ 11-Z

134 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 135
KARYA ŞENKÖYLÜ 9-U

YENİ GÜNEŞ ARANIYOR


Bu satırları yazarken herkesin hayallerini süs- mamıştım ama bunun bir veda konuşması olduğu-
leyen sonsuz büyüklükteki okulun, yürümeye nu anlamak o kadar da zor değildi. Ağlama sesleriy-
le dolup taşan o bir gün, bir yıl gibi geçmişti. Neyse
ömrün yetmeyeceği o uzun koridorların birinde ki akşam oldu, eve gittim. Annem kapıyı açmadan
öylece oturuyorum, düşünüyorum… Meğerse kokusunu duymuştum bile… Bana kocaman sarıl-
hayatın dünyasında güneş amaçmış. Hayat, dı. Olanlardan haberi var gibiydi. Beni kucağına aldı,
güneşin etrafında döner gibi o dört harfin çev- tramboline benzeyen koltuğa oturttu. Evin en sevdi-
ğim eşyasıydı. Yumuşak olmasa da her ortamı yumu-
resinde dönüyormuş. Şu an altıncı sınıfta arka- şatacak kadar yaylıydı. Bunu tek biz bildiğimiz için
daşlarından kopmuş bir kızım. Büyük koridor- gelen misafirleri o koltuğa oturturduk. Ne kadar yavaş
ların birinde dünyama bir güneş arıyorum… otururlarsa otursunlar birkaç saniye de olsa kuş gibi
özgürlüklerini ilan ederlerdi. İlk kez koltuğun bile yu-
muşatamadığı bir hava oluşmuştu evde. Önemli bir
Mutlaka herkesin hayalleri vardır. Hayatın tadı, tuzu… konu konuşacağımız belliydi. Annem koltuğun yayla-
Bunları gerçekleştirmek de insanın elinde. Önce iste- rı gibi gergin bir şekilde yanıma oturdu. Konuşmaya
mek sonrasında da tırnağın etinden kopacak, benliği- başlamadan önce öksürerek boğazını temizledi. Tam
ni ortaya koyacak kadar çok çalışmak gerek. Çalıştın, konuşmaya başlayacakken kapı çaldı. Rahatlamışçası-
ter döktün, kendi hayali olmamasına rağmen kendi- na soluk verdi. Babam gelmişti. O da üzerini değiştirip
sininmiş gibi davrananlardan azar işittin… Ya sonra? yanıma oturdu. Konuşma başlangıçta gayet normal
Benim hayalim böyle başladı, amaç oldu. Çalıştım, ça- gibiydi. Babam gergin havayı yaptığı şakalarla bastır-
baladım. Amacıma ulaşana kadar geçen o zaman di- mıştı. Bütün akşam konuştuk; arkadaşlarımı, okulumu
limi, tiyatro aralarında sonu bitmek tükenmek bilme- ve her gün içinden başka bir şey çıkan yemekleri…
yen ‘on dakika’ oldu. Tek farkı, ben herhangi bir tiyatro Konuşmanın sonuna doğru asıl konuya gelebilmiştik.
oyununa değil, hayatıma ara verdim. İşte benim ‘TED’ Sadece Davut Öğretmen değil, bütün tecrübeli öğret-
adlı hikâyem böyle başladı. menleri gönderiyorlarmış. Bunun sonucunda annem
Beşinci sınıfın başlarıydı. Arkadaşlarıma çok bağlan- ve babam bir karara varmış: TED Ankara Koleji’nde
mıştım. Yirmi sekiz kardeş gibiydik. Koskoca beş yıl… yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler, yeni bir hayat…
Hatta bazılarıyla kreşten beri arkadaştık. Her sabah Tam bir hafta boyunca ağladığımı hatırlıyorum. Der-
olduğu gibi büyükbabamız yani müdürümüz bizi zi- dimi, sıkıntımı kimseye anlatamıyordum. Her şeyin
yarete geldi. O gün ayrı bakıyordu sanki. Gözleri par- değiştiği o akşam annemlerin tembihleri arasınday-
lamaktan çok parlatılmayı bekliyor gibiydi. Sınıfın dı, bu gizlilik meselesi. TED Koleji’ne girmek için son
tam ortasına geçti ve bir sandalye çekti. Bazılarımızı şansımdı. Gün geçtikçe bu fikir kafama oturmaya baş-
kucağına aldı. Bazılarımız da ayağının dibine oturdu. lamış, bir süre sonra da hayallerimin uzamı olmuştu.
Yirmi sekiz çift göz ışık saçan meraklı, kocaman gözle- Sakince düşünüldüğünde zaten bu yıl arkadaşlarımla
riyle ona bakıyordu. Kalbi olmasa da maskesi gülüm- son senemdi. Kimse okul değiştirmese bile arkadaş-
sedi ve konuşmaya başladı .’Çocuklar, maalesef artık lığımız, koridor duvarlarını süsleyen o renkli, küçük
yanınızda olamayacağım. Fakat her zaman, her yerde mozaikler arasındaki alçıya dönüşecekti. Bu düşün-
gözüm üzerinizde olacak. Büyükbabanın torunlarını celerin getirdiği kararlılık beni hızla çalışmaya sevk
terk etmesi mümkün mü? ‘’Hepinizi ayrı ayrı seviyo- etmişti. En az beş özel öğretmen değiştirdim. Her de-
rum, değer veriyorum. Ama yeni rektörümüze göre, ğiştirdiğim öğretmen -çok rahatmışım gibi- sözleriyle
başka çocukların da bir büyükbabaya ihtiyacı varmış. üstüme bir yük daha bindirdi. “Çok çalışmalısın!’’, “Çok
Ben yanınızda olmasam da siz, siz olun. Yaşadığınız şanssızsın bu yıl daha az öğrenci alınacak, çok geç kal-
hiçbir saniyeyi tekrar yaşayamayacağınızı unutmayın. mışsın, bu saatten sonra geceyi gündüze katsan yine
Gördüklerinizi görmeyecek, duyduklarınızı bir daha de başaramazsın…” gibi bir yığın çöp… Stres sonucu
duymayacaksınız. Aynı şeyi görmek için yaptırsanız, hastaneye kaldırılan ilk çocuk benimdir herhalde. En
duymak için tekrarlatsanız boş… İşte bu yüzden anı sonunda doğru öğretmeni bulmuştuk. Doğrusu, öğ-
yaşayın. Hiçbir duygunuzu, düşüncenizi, söylemek is- retmen demek haksızlık olur, tıpkı büyükbaba gibi
tediğiniz hiçbir şeyi ertelemeyin. Bu yaşta, bu dedik- bana büyükanne olmuştu. Evine her gittiğimde kay-
lerimi anlamanızı beklemiyorum sizden. Fakat kulağı- nattığı özel tarif çayları ve pişirdiği pofuduk keklerin
nıza küpe olsun. Belki boyumu geçtiğiniz zaman bu mis kokusu biraz olsun beni rahatlatıyor, kendimi
söylediklerimi hatırlar, ne demeye çalıştığımı anlarsı- evimde hissettiriyordu. Her gün biraz daha çalışıyor,
nız. Sizi çok seviyorum ve her zaman seveceğim.’’ emeğimin karşılığını almak, amacıma ulaşmak için
O zamanlar büyükbabanın ne demek istediğini anla- daha çok ter döküyordum. İlmek ilmek hırs dokun-

136 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


muş o kara halı, gözümü öyle bir örtmüştü ki önümü bir his vardı. Sınavı geçemediğimi hissediyordum. Bir
göremez hale gelmiştim. Kum saatindeki o minik, saf hafta sonra sonuçlar açıklandığında başımdan aşağı
tanecikler yerini, sert kayalara bırakmış; günler ay, kaynar sular döküldü. Kimlik bilgilerimi bilmediğim
aylar yıl olmuştu, benim için. Dışarıdan bakıldığında için sonucuma annem bakmıştı. Boğuk, üzgün bir
sanki abarttığım sanılabilir. Fakat bu sınavı kazanır- ses telefon tellerinin arasından süzüldü, “üzgünüm
sam TEOG stresine yer vermeden üniversite için hazır- kızım…” . O an inanmak istemedim. Sınavdan sonra
lanmaya başlayacaktım. En azından lise arayışı içinde hissettiğim burukluğun gerçek olmasına kendimi hiç
olmayacaktım. Sonunda o kocaman, sert kayaların hazırlamamıştım. Şaka olmalı diye düşünürken, ses
sonuncusu da düşmüş, beklenen gün gelip çatmıştı. birden yükseldi, “ on sekizinci olmuşsun!”. Evin içinde
Sınavdan önceki gün sanki diğer gün sınavım yokmuş koşup, zıplamaya başladım. Telefonu açtığımdaki yüz
gibi kitabın kapağını bile açmadım. Sanki diğer gün ifadem evdekileri korkutmuş olmalıydı ki birden her-
ben değil de köpeğim sınava girecek gibi davranıyor- kesin kafasında bir soru işareti belirdiğini hissettim. O
dum. Sürekli onunla zaman geçiriyor, bir türlü susmu- kadar muyluydum ki amaçsızca bağırıp koşuyordum.
yordum. İçimde yaşadığım o gizli heyecan çeneme Anneannem de, dayım da neye uğradıklarını şaşırmış-
vurmuştu. İçimde o sorunları boşu boşuna yaşamışım tı. Heyecanım biraz olsun yatışınca harika haberi ver-
gibi bir his vardı fakat bunu kendime bile itiraf edemi- dim. Arkasından gelen kucaklaşmalar, kutlamalar…
yordum. İçimdeki o gizli heyecan kafamı yastığa koya- Tam bir hafta evde bayram havası esti. Öğretmenimin
na kadar kalbimin derinliklerinde benimle saklambaç boyunu geçmeden ne demek istediğini anlamıştım.
oynamayı sürdürmüştü. Kafamı yastığa koyduğum Bu anları tekrar yaşayamayacağımı biliyordum fakat
anda gözlerimden sobelendim. Annem başımda bek- kararlılık ve çalışmayla benzerlerini yaşayabileceğimin
lemese yataktan fırlayıp maratona katılacak kadar bir farkına varmıştım.
enerji dolmuştu içim. Zor bela uyudum. Uykumun her
Şimdi o sonsuz koridorların birinde oturuyorum. Kapı-
dakikasında dua ediyordum. Sonunda sabah olmuş-
dan içeri ilk adım attığımda beni büyüleyen ve buraya
tu. Erkenden okula gittik. Hiç bu kadar büyük ve güzel
ait olduğumu hissettiren, meşalelerin aydınlattığı o
bir kampüs görmemiştim. Okulun içine doğru ilerle-
uzun tünellerin birinde… Yarış atı gibi koşturup dur-
dikçe isteğim kat be kat artıyor, sıralarında gerçek bir
duğum o günleri ve ardından gelen zaferi düşünüp
öğrenci olarak oturmak için can atıyordum. Eğer ka-
yenilerinin hayalini kuruyorum. En çok da dünyamı
zanamazsam düşüncesiyle kendimi frenlemeye çalış-
aydınlatacak, yeni güneşimin ışık tutacağı maceraları
sam bile işe yaramıyordu. Sınava benimle beraber bir
heyecanla bekliyorum…
sürü arkadaşım daha girecekti. Bazılarıyla karşılaşmak
beni biraz olsun rahatlatmıştı fakat veliler için durum
biraz daha farklıydı. Birbirini gören her veli daha se-
lam vermeden çocuğunun ne kadar çalıştığını anlatıp
gözdağı vermeye çalışıyordu. Birbirilerini küçük gören
gözlere baktığımda kendimi at yarışının ortasında gibi
hissetmiştim. Bizim için bahis oynayan sahiplerimiz
kendi çıkarlarına ulaşmak için bizden önce, birbiri-
leriyle yarışıyor gibiydiler. Sınav salonuna girdim ve
gözetmen öğretmenin yardımıyla sırama yerleştim.
Annemin özenle hazırladığı çantamın içinden kimliği-
mi, kalem kutumu, suyumu ve renkli şekerlerimi dik-
katlice dizdim. Gözetmen öğretmenin hoşuna gitmiş
olmalıydı ki beni gülümseyerek izlediğini fark ettim.
Sınav kâğıdını sakince sırama koydu. Kitapçığın ka-
pağına sarılarak başladım. Optik formu doldururken
soyadımın uzunluğunun bazen ne kadar sinir bozucu
olabildiğini düşündüm ve büyüyünce soyadı kısa olan
biriyle evlenmem gerektiğine karar verdim. İki saat,
iki saniye gibi akıp geçti. Sınavdan çıktığımda sadece
çevremdekileri izlemekle yetindim. Korkulu fakat he-
yecan dolu gözler, diğerlerinin ağzına bakıyor; emin
olmadığı soruların cevaplarının doğru çıkması için
dua ediyordu. Üstümden öyle bir yük kalkmıştı ki bü-
tün yılın stresini bir gülümsemeyle atmıştım. Anne ve
babamın o kadar çocuğun arasından beni bulmasına
çok şaşırmıştım. Çok fazla kaybolmamın onlara kazan-
dırdığı bir seziydi sanırım. Dört meraklı göz ağzımın
içinden dökülmesini istediği iki kelime için üstüme
dikilmişti. İyi geçtiğini söyledim ve gülümsedim. İki
çift göz havai fişek gibi ışık parıldadı. Tek sorun parla- YİĞİT DEMİR-ALİ SARP AYDEMİR 11-Z
maları için söylememdi. İçimde tarif edilemez buruk

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 137


ÖZLEM ÇORAPÇIOĞLU / 10-D

TERK EDİLİŞ YILDÖNÜMÜ


Bugün, Salı ertesi.
Değişimin başladığı, değişikliğin son
bulduğu gün.
Kendimden vazgeçtiğim, kalbimi sende
kilitleyip
Kaçtığım gün.
Bugün, Perşembe öncesi.
Ertesilerin yarında kaldığı, öncelerin geçtiği
Senlerin bırakıp, kimselerin terk ettiği
Yokluğun çoğaldığı ve hikayelerin azalıp
Mutlu sonların tükendiği bir gün.
Bugün, güllerin somurttuğu,
Yüzlerdeki gülücüklerin solduğu,
Kitap aralarındaki kırmızı öpücüklerin
hayattan kaçtığı,
Senin beni sayfalara savurduğun gün.
Bugün, aslında dün.
Tanımadığım, adını bilmediğim,
Hissetmeyip elimi uzatmadığım ve
Ateşinin tenimi azat ettiği bir gün.
Bugün, yarınım.
‘unutmayı’ deneyip sürüneceğim,
Kalbimdekinden kaçıp da
kurtulamayacağım,
Gecenin en karanlık anlarında dahi
İçimdeki güneşi söndüremeyeceğim bir
gün.
Bugün, sadece Çarşamba.
Beni, gözyaşlarıma emanet edip gittiğin
Öylesine bir gün.

138 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


VEHİPHAN İRMİŞ-YANKI CİVELEK 11-Y

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 139


CEMRE KILIÇARSLAN / 10-0

BİR KAÇIŞ PLANIYDI


YAŞAMAK
İmkansızlıkların sınırında tanıdım seni

Çitlerin ötesindeki hayallerini,

Ormanın derinliklerindeki düşüncelerini

Arkadaşlığın sınırında tanıdım seni

Ufuk çizgisindeki duygularını,

Dağların zirvesindeki ulaşılmazlığını

Bir akşamüstü sınırında tanıdım seni

Güneş batırırken bizi,

Buğdaylar sarı saçarken çitlerin ötesine

Çünkü

Bir kaçış planıyken sevdim seni

Sınırın arkasında yaşatırken hayallerimizi

Ve

Bir tren daha, gürültülü, götürürken seni


benden

Anladım,

Kaçmak değildi yaşam

Ama

Bir kaçış planıydı yaşamak

140 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


ELİF OLGUN - GÜLİN YURTER - İREMSU TAŞKIN 10-N

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 141


ZEYNEP TURGUT /9-U

GÜNEŞ
İki gözünü kırpmadan güneşe bakarsan
eğer,

Acıyla kaparsın gözlerini.

Tek gözünle güneşe bakarsan eğer,

Acıyla kaparsın tek gözünü.

Gözlerin kapalı beklersen eğer,

Huzurla açarsın gözlerini.

Sen güneşsin bana!

Sen varken, her yer aydınlık.

Sana baktıkça ulaşılmazlığın parlıyor


üzerime,

Ağrılık ve acı çöküyor gözlerime.

Biliyorum ki,

Gözlerim açıkken bir olamaz yüreğimiz.

Ne zaman ki gözlerimi kapasam,

Karanlığımda buluşuyor ellerimiz.

142 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


ALİZE UĞUR 12-U

KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016 143


ARJEN DENİZ TÜRKMEN / 10-A

Haldun Taner’in Konçinalar Öyküsünü Uyarlama Denemesi

ÜÇ DİLİM MEYVE BİR DESTE KÂĞIT


İskambil destelerinin hayatımıza nasıl gir- cü parçayla ne yapacağını bulmuş; İnsanlığın tarihini
diği hep bir belirsizliktir. İnsanlığın başın- ve değişmeyen yapısını anlatan bir oyun. Zamanının
ünlü bir zanaatkârına seslenmiş ve onu 3. parçaya yön-
dan beri bizimle birlikte oldukları söyle- lendirmiş, çevresi okyanusla çevrili üstünde sadece bir
nir. İnanıp inanmamak size kalmış ama mağaranın olduğu küçük bir adaya. Bir yıl boyunca
bir doğuş öyküsü anlatacağım sizlere. kalmış orada büyük zanaatkar; kuşlar meyve, tilkiler
et, yunuslar deniz yosunları getirmiş, o ise sadece işi-
ne yoğunlaşmış. Herkes onun öldüğünü sanırken geri
Âdem, bilgelik ağacının meyvesini ısırdığında, bulut-
dönen zanaatkârdan geriye sadece huzura ermiş gibi
ların arasından yere üç parça düştü meyveden. Bir par-
bakan gözleri ve elinde bir deste kart kalmış.
çası toprağa düştü. Mevsimler geçti, büyüdü, çoğaldı,
üzüm bağlarını oluşturdu. Yendiğinde bazen ekşi ba- Kartları gören insanlar büyülenmiş gibi bakmaya baş-
zen tatlı, su dolu insanı rahatlatan bu meyve bilgelik lamış, çünkü kartlarda mutlak bir düzen varmış ve
ağacından düşebilirdi ancak. Meyvenin yenmesinin herkes kendini bir kartla bağdaştırabilmiş. Dört grup
ve insanlığın dünyada yaşamaya başlamasından beri dört farklı toplumsal sınıfı anlatırmış: Kupa bir kalkanı
yıllar, yüzyıllar geçti, cenneti hatırlatan tadıyla insan- andıran şekli ile asil sınıfı ve kiliseyi, Maça bir mızrağın
lar üzüm suyunun tiryakisi olup çıktılar. Ama onların ucunu çağrıştıran şekli ile orduyu, Karo ticari deniz iş-
mutluluğunu kıskanan ve cenneti özleyen şeytan bir letmelerinin eşkenar dörtken kiremitlerinden esinle-
üfledi, iki üfledi ve yakıcı nefesiyle bütün üzüm bağ- nerek orta sınıfı, Sinek ise yonca yaprağına benzeyen
larını kuruttu. Ancak, insanlar bu duruma çok üzülüp şekli ile köylüyü temsil edermiş. Destedeki 52 kart ise
kederlenince şeytan merhamete geldi, asmanın yedi yıldaki 52 haftaymış. 52 kartın toplamı 365 yani bir yıl
ayrı hayvanın kanıyla sulanması gerektiğini söyledi. edermiş. Dört büyük papaz ise hayat hikâyelerinden
İnsanlar, onun dediği gibi aslan, kaplan, ayı, köpek, ders çıkarılması gereken 4 büyük öndermiş. Kupa pa-
horoz, tilki ve saksağandan oluşan yedi hayvanın kanı pazı güçlü ve asil lider Şarlman’ı, Karo papazı, acıma-
ile bağı sulayarak, asmayı yeniden canlandırdılar. sızlığının bedelini en yakınları tarafından öldürülerek
ödeyen Sezar’ı, Maça papazı hatalarını yalanla örtme-
İşte bu yüzden o günden beri üzümün suyundan ya
ye çalıştığı için başarısız olan Kral Davud’u ve Sinek
da bu meyveden üretilen içkiyi içenler, ya aslan gibi
papazı sıfırdan başlayıp hırs ve azimle büyük bir impa-
cesur, ya kaplan gibi yırtıcı, ya ayı gibi kuvvetli, ya kö-
ratorluk kuran Büyük İskender’i anlatırmış.
pek kadar kavgacı, ya horoz gibi gürültücü, ya tilki gibi
kurnaz, ya da saksağan gibi geveze olurlar. Hikâyemiz burada bitti ancak aklınızı kurcalayan so-
rularınız olduğuna eminim. Ölümsüzlüğü bulmuş biri
İkinci parçaya gelince onu bulmak ilki kadar kolay ol-
nasıl ölür? Öldüyse bile felsefe taşını nereye sakladı?
mamış. İlk parça yüzünden olanları gören tanrı onu bir
İskambil kâğıtlarını yaratan zanaatkâr kim?
sır şeklinde saklamış. Bu sır öyle bir sırmış ki, sadece
tamamen arınmış ve gerçek benliğine ulaşan kişi çö- Bunlar da başka bir zamanın hikâyesi…
zebilirmiş sırrın içindeki gerçekliği. Yüzyıllar geçmiş,
bin yıl geçmiş ve sonunda bir Fransız, Nicolas Flamel
çözmüş bu büyük bulmacayı. Flamel, diğer insanla-
rın da sırrı bilmeyi hak ettiğini düşünmüş ve insanları
aydınlatmak için başlamış konuşmaya. “İnsan bilinci
bugüne kadar Felsefe Taşı diye adlandırılan bu sırdan
daha büyük bir sır yaratmamıştır. Bu mucizevi taşı
bulmak için yola çıkmak, masallarda anlatılan gökku-
şağının ardındaki altın dolu sandığı aramaya benzer.
Bu sırrı çözmeye çalışanları, Sfenks’in sorusunu cevap-
lamaya kalkanlarla aynı son bekler. Bununla birlikte,
sayısız mistiğin eserlerinde mevcut olan ipuçları ve
imalar, bu sırrın birçok kişi tarafından bilinip anlaşıldı-
ğını, tıpkı Sfenks’in meşhur bilmecesi gibi, anahtarına
sahip olduğunuzda çok kolay açıklanabilen, basit bir
sır olduğunu akla getirir.” Ancak her insan gibi Flamel
de büyük bir hata yapmış... İnsanlığa güvenmiş.
Hırs ve zenginlik hevesiyle gözü dönen insanlar, ölüm-
süzlük ve altın için, Flamel’ i tehdit etmeye başlamış.
Felsefe taşı çalınmasın diye intihar edince Flamel, sev-
diği kulunun ölümünü gören Tanrı’nın içi burkulmuş. TUNA ÖZTEKİN- 9-Z
Durmaksızın düşünmüş uzun bir süre. Sonunda üçün-

144 KALEM İZLERİ / Kültür, Edebiyat Dergisi / Haziran 2016


VI. ULUSAL GENÇ ELEŞTİRMENLER SEMPOZYUMU’NDAN

You might also like