You are on page 1of 60

içindekiler

18

Tanpınar’a Yazılan Bir Mektup:
“Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı
48

Karabatak
Vuslat Yaşar


Olmalı Bunun”
Funda Özsoy E.
49

Rorschach Resmigeçidi
Furkan Bulut
20

Çizim
Şeyma Erdevir
50

Sanrı
Yağmur Sevinç
21

Bekâ
Mevlüt Kaan Akçatepe
51

Sarı Oje
Minel Yağmur Yıldır
22

Ruhum Semada Süzülürken
Hatice Üçkardaş
52

Karaburun Eşrafından Hamit’in
Bunca Zaman Sustuğudur
24

Sonbahar
Zehra Gök

54 Muhammed Yusuf Aktekin
Kale ve Nefer
25

Son Hatıra
Tarık Erdel

56 Ufuk Aykol
Tatar İmparatorluğu
26

Sessiz Şiir
Mehmet Can Kuyucu
Muhammet Taha Bayraktar

29

30
Neruda ve Picasso
Mehmet Özer
Sönük Yıldızlar
EDEBİYAT
4
Oğuzhan Bedir
31

Etibbâ
Utku Can İlhan
VE POPÜLER
KÜLTÜRDE
32

Boş Ölüler Mezarlığı
Emre Özcan
ÜTOPYACILIK
VE NOSTALJİ
35

Kırk Odalı Han
Melike Erken
ÜSTÜNE
37

Halevar
Tarık İlbey Kulat
Murat Kabak

38

Sayaç
Doğa Deniz Karademir
İmtiyaz Sahibi

39

Son Sahne
Neslişah Kahraman
Serhat Kabaklı
Genel Yayın Yönetmeni
41

Kambur
Yüksel Bulut
Enver Aykol
Yazı İşleri Müdürü

12
KAYZERLERİN
Ömer Faruk Yazıcı / Gülsüm Kuş
Yayın Kurulu
Yelda Özer / Muhammet Ali Polat
İSTİRATGÂHI: Grafik - Tasarım
ROMAN Atilla Ceylan
Osman Süreyya
Yönetim Yeri: Divanyolu Cad.
No: 14 34122
Sultanahmet - Fatih / İSTANBUL
Tel: 0.212 526 16 15 - 527 50 32
www.gencsanatdergi.com
dergi@gencsanatdergi.com
S
başlarken

evgili Genç Sanat okurları,


Bu ayki sayımıza Murat Kabak’ın Edebiyat ve Popü-
ler Kültürde Ütopyacılık ve Nostalji üzerine yazmış
olduğu makalesiyle başlıyoruz. Ütopya ile nostalji
kelimeleri ilk bakışta birbiri ile zıt dursa da arala-
rındaki ilişki bir hayli dikkat çekici. Murat Kabak
makalesinde ütopyalardaki nostaljilerin izini sü-
rüyor. Osman Süreyya ise bu sefer bizleri Roma’ya
götürüyor. Caracalla Hamamı’ndan Kolezyum’a,
Santa Maria Maggiore Bazilikası’ndan Del Popolo
Meydanı’na kadar Süreyya’yı heyecanla takip ediyoruz ve bu yol-
culuk sırasında yazarın kendi iç dünyasındaki yolculuğa da
şahit oluyoruz. Funda Özsoy, Selim İleri’nin geçtiğimiz ay
yayımlanan Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bu-
nun kitabı üzerine yazmış olduğu inceleme yazısı ile
yer alıyor. Selim İleri’nin Tanpınar ile mücadele-
sini bir baba-oğul çatışmasına benzeten Özsoy,
kitap hakkında dikkat çekici tespitler yapıyor.
Şiir bölümümüzden hemen önce Şeyma Er-
devir’in Turgut Uyar çizimi yer alıyor. Şiir
bölümümüzde ise bu ay Mevlüt Kaan Akça-
tepe, Bekâ; Hatice Üçkardaş, Ruhum Sema-
da Süzülürken; Zehra Gök, Sonbahar; Tarık
Erdel, Son Hatıra; Mehmet Can Kuyucu,
Sessiz Şiir; Mehmet Özer, Neruda ve Picasso;
Oğuzhan Bedir, Sönük Yıldızlar; Utku Can İl-
han, Etibbâ; Emre Özcan, Boş Ölüler Mezarlığı;
Melike Erken, Kırk Odalı Han; Tarık İlbey Kulat,
Halevar; Vuslat Yaşar, Karabatak; Furkan Bulut, Ror-
schach Resmigeçidi; Yağmur Sevinç, Sanrı; Minel Yağmur
Yıldır, Sarı Oje; Muhammed Yusuf Aktekin, Karaburun Eşrafından Hamit’in Bunca Za-
man Sustuğudur şiirleri ile yer alıyor. Doğa Deniz Karademir ise Sayaç öyküsü ile zaman
ve benlik kavramlarını sorguluyor. Neslişah Kahraman, Son Sahne denemesiyle gitmek ve
kalmak eylemlerini irdeliyor. Yüksel Bulut, Kambur öyküsünde bizleri Mahir’in bir günü-
ne götürüyor. Ufuk Aykol, Ömer Gezer’in Kale ve Nefer kitabı hakkında yazmış olduğu
inceleme yazısı ile yer alıyor. Muhammet Taha Bayraktar da Ötüken Neşriyat’tan çıkan
Tatar İmparatorluğu kitabı üzerine yazmış olduğu detaylı incelemesi ile bizlerle. Gülsüm
Kuş ise arka kapakta yer alan fotoğrafı ile otuz üçüncü sayımızı sonlandırıyor.
Bu ay da dolu ve renkli bir sayı ile karşınızdayız. Herkes iyi okumalar dileriz…

Enver Aykol
EDEBİYAT VE POPÜLER
KÜLTÜRDE ÜTOPYACILIK
VE NOSTALJİ ÜSTÜNE
Murat Kabak

Bu anlamda nostalji, bize tarihsel bir süreklilik duygusu verdiği için


ölüm korkumuza karşı bir tepkidir. Geçmiş, geleceğin belirsizliğinin
aksine bize rahatlık, güvenlik ve aidiyet duygusu sağlar.

B
atı edebiyatında ideal düzen düşüncesi- sanatta ideal geleceği kurgulayan eserlerde et-
ne ismini veren en ünlü örnek, Rönesans kisini sorgulamayı ve “nostaljinin ütopyayı ger-
düşünürlerinden Thomas More’un Ütop- çekleştirmemize yardımcı olacak özgürleştirici
ya (1516) eseri olsa da insanlığın ulaşmayı arzu- veya dönüştürücü bir potansiyeli var mıdır?” so-
ladığı ideal toplum kurgusu Platon’un Devlet’i- rusuna edebî metinlere ve popüler kültür eserle-
ne dayanır. Eğitimden dine, sanattan askerliğe rine göndermeler ile yanıt bulmayı amaçlar.
sosyal ve siyasi yaşamın tüm alanlarını titizlikle
kurgulayan Devlet, takip eden tüm ütopyalara Televizyonda Nostalji
bir şablon oluşturmuştur. Nostaljinin edebi-
yattaki ilk örneklerinden birine ise yine antik Doksanlı yılların özellikle genç yetişkin kit-
Yunan kültüründe Hesiodos’un İşler ve Günler lesine hitap eden popüler medya eserlerinin
eserinde rastlamak mümkündür. Hesiodos’un 2010’larda yeniden yorumlanarak izleyiciyle
kaydettiği yaratılış inancına göre yazarın ken- buluşması (Ghostbusters, Power Rangers ve Ju-
di yaşadığı ve yazdığı “Demir Çağı”, insanların manji gibi) ya da devam serilerinin çekilmesi
ve tanrıların barış içerisinde yaşadığı, ölümün, (Gilmore Girls, Twin Peaks ve The X-Files gibi)
açlığın, adaletsizliğin olmadığı “Altın Çağ” ile nostaljinin popüler medyayı kontrolü altına
zıtlık içerisindedir. Hakkından övgüyle bahse- aldığının göstergesi. Yazar Drew Harwell, bu
dilen altın çağ artık geride kalmış, demir çağda trendi, stüdyoların orijinal ürünler yaratmak
insanlar: “Gündüzleri çalışır, geceleri üzülür” ... yerine “kemikleşmiş hayran kitlelerine güvene-
“Misafir, ev sahibi ilişkisi ... Dostluk ve kardeşlik rek ... düşük riskli ve yüksek kazançlı bahisler”
... Anne ve babaya saygı” unutulmuştur (2014, (2015, 4 Kasım) oynaması ve güvenilir dizi/
s. 174-200). Hesiodos, bu karmaşık zamanlar filmlere yönelmesi olarak değerlendiriyor. An-
karşısında mitik bir geçmişe özlemle baksa da cak bu yazı, büyük bütçeli stüdyoların nostaljiyi
insanlığa adalet, erdem ve cömertliği öğütler. Bu bir pazarlama stratejisi olarak nasıl kullandık-
anlamda Hesiodos’un didaktik şiiri yalnızca yi- larını değil, birbiriyle zıt kutuplarda görünen
tik bir geçmişe özlem duymaz, daha adil, daha geçmişe duyulan özlem ve ideal geleceği kurgu-
erdemli bir gelecek hayali de kurar. Bu yazı, geç- layan ütopya düşüncesi arasındaki bağı odağına
mişe saplantılı görünen nostaljinin, edebiyat ve almaktadır.

4 EKİM 2020
makale

Yazar Brett Martin’in “televizyonun üçüncü


altın çağı” (akt. Reese, 2013, 11 Temmuz) ola-
rak adlandırdığı 2000’li yıllara damgasını vuran
televizyon dizisi Mad Men (2007-2015), birinci
sezon finalinde nostalji ile ütopya arasındaki
bağlantıyı odağına alır. Sterling Cooper Reklam
Ajansı, Kodak firmasının “Tekerlek” isimli ci-
hazının reklam kampanyasını almak üzere bir
sunum yapar. 35 milimetrelik fotoğraf kare-
lerini bir tepegöz ve disk biçimli bir gösterim
aletiyle bir zemin üstüne yansıtan cihaz, fotoğ-
rafları bir slayt gösterisine dönüştürür. Cihazın
sunumunda, evlilik hayatının farklı dönem-
lerinden fotoğrafları ekrana yansıtan Donald
Draper, nostaljiden bahseder:
“Yunancada nostalji, eski bir yaranın acısı
anlamına gelir. Hafızadan çok daha güçlü, insa-
nın kalbinde bir sancı. Bu cihaz bir uzay gemisi
❯ Dizide Don Draper rolünü Amerikalı oyuncu
değil, bir zaman makinesi. Geri gider, ileri gider.
Jon Hamm canlandırmıştı
Bizi tekrar gitmek için can attığımız bir yere gö-
türür. Cihazın adı “Tekerlek” değil, “Atlıkarınca”. da ekler (s. xiv). Ardından, “İlk bakışta nostalji
Bir çocuğun seyahat ettiği şekilde seyahat etme- bir mekâna olan özlemdir.” der Boym, “ama as-
mizi sağlar. Dönüp durur ve sonra tekrar eve dö- lında farklı bir zamana duyulan özlemi çocuk-
neriz. Sevildiğimizi bildiğimiz bir yere.” (Weiner luğumuzun zamanı, rüyalarımızın daha yavaş
& Veith, 2007) ritmini ifade eder” (2001, s. xv). Draper’ın pa-
İzleyici, arka planda bu sunumu dinlerken zarladığı bu düşünce, artık varolmayan çocuk-
ekranda Draper’ın ilk çocuğu Sally’nin doğu- luk anılarına duyulan özleme hitap eder.
mu, bir yılbaşı sabahı mutlu bir aile tablosu, Jon Hamm’in karakteri Don Draper’ın bah-
çocukları Sally ve Bobby’nin oyun oynarken setmeyi unuttuğu nokta ise, “nostalji” kavramı-
görüntüleri ve Don ve Betty’nin evliliklerinden nın gerçek kelime anlamında gizlidir. İlk olarak
mutlu kareleri görür. Amerikalı yazar ve ku- Johannes Hofer’in 1688 yılında yayınlanan dok-
ramcı Susan Sontag (2008), fotoğrafın gücüne tora tezinde geçen nostalji, Hofer’in Yunanca
ve nostaljiyle bağına vurgu yapar. Sontag’e göre kişinin anavatanına dönüşünü belirten nostos
fotoğraf “nostaljiyi besler ... Fotoğraf, ağıtlı bir ve acı ya da kederi ifade eden algos kelimelerini
sanattır ... Bir fotoğraf çekmek, başka bir insa- birleştirmesiyle ortaya çıkmış, bu tanımı itiba-
nın (ya da şeyin, durumun, vb.) ölümlülüğüne, rıyla “sıla hasreti” anlamına gelmektedir (1934,
incinebilirliğine ve dönüşebilir hâline dâhil ol- s. 381). Bir tıp doktoru olan Hofer, Avrupa tari-
maktır. Söz konusu anı dilimleyerek donduran hinin en uzun ve yıkıcı savaşlarından Otuz Yıl
bütün fotoğraflar, zamanın amansız eriyişinin Savaşları sırasında İsviçre’den ayrı kalan paralı
tanığıdırlar” (s. 18-19). Dolayısıyla, Draper’ın askerlerin deneyimlediği bunalıma paranoya,
Kodak firması yetkililerine satmaya çalıştığı fi- yurt özlemi ve melankolinin de eşlik ettiğini
kir, aslında bu mutlu aile görünümünün yarat- düşündüğü hastalığa bu ismi verir. Hofer’in on
tığı hatıradır. Svetlana Boym (2001) Nostaljinin yedinci yüzyıldaki tanımından günümüze, nos-
Geleceği’nde “Nostaljinin, ütopik bir boyutu talji bir duygudurum bozukluğundan duygusal
vardır.” diye yazar, nostaljinin nesnesinin ütop- bir tepkiye evrildi. Başka bir deyişle, nostalji, pa-
ya gibi gelecek değil, geçmişe yönelik olduğunu toloji alanının konusuyken, geçmişe hasret dolu

EKİM 2020 5
makale

bir özlem duygusuna dönüşmüştür. Mad Men arasındaki zıtlığa vurgu yapar: “Yarattığımız
dizisinde başarılı bir kariyeri, mutlu bir ailesi [ütopyadan] rahatsız olan birçok kişi var. Bu
olan Draper, Amerikan rüyasının vücut bulmuş neredeyse biyolojik bir isyan. Dikkatle plan-
hâli gibi görünse de aslında bir kimlik hırsızı, lanmış toplumlara, programlanmaya ve temiz-
sorgulanabilir ahlaki seçimleri, sadakatsizliği lenmiş, dengeli atmosferlere karşı derin bir
ve çıkarcılığı ile gerçek bir trajik kahramandır. nefret” (Fontana vd. 1969). Geminin yarı in-
Kodak sunumundan sonra evine dönen Draper, san yarı Vulkan’lı bilim subayı Spock, insanlığı
hasretini duyduğu yuvayı boş bulur. Pazarladı- ve kendi insan yönünü kavramaya çalışma yo-
ğı Amerikan ütopyası imgesi, yuvanın sessizli- lunda, bu alıntıda olduğu gibi kaptana her za-
ği ile dağılır ve ütopyanın nostalji ile bağı daha man yararlı bir anlayış sunar. İdealist grubun
da görünür hâle gelir. Bu anlamda “Amerikan arayışı, tam olarak Platon’un steril ütopyasın-
rüyası”nın varsıllığa, çekirdek aile yapısına, aile dan Thomas More’un ideal toplumuna kadar
bağlarına, fırsat eşitliğine, gelenekselciliktense titizlikle planlanmış tüm toplumlara yapılan
yenilikçiliğe vurgu yapan ütopyasının, aslında bir göndermedir. Bu kaçış, teknolojiden do-
pazarlanabilir bir üründen ibaret olduğunu, ğaya, karmaşık bir düzenden kır hayatına dö-
satmaya çalıştığı mutlu aile görüntüsünün yü- nüşü temsil eder. Bu anlamda Spock karakte-
zeyselliğini ön plana çıkarır. rine hayat veren Leonard Nimoy’un yönettiği
Matthew Hoffman Weiner’ın yaratıcısı oldu- 1986 yapımı Uzay Yolu: Eve Yolculuk filmi, ana
ğu ve altmışlı yıllara eleştirel gözle bakan Mad karakterlerin yalnızca Dünya gezegenine dö-
Men’in yanında, ütopya ve nostalji bağlamında, nüş öyküsü değil, mürettebatın gerçek yuvası
altmışlarda yaratılmış ve insanlığın geleceğine Atılgan gemisine de dönüş öyküsüdür. İnsan-
daha ümitli yaklaşan Star Trek’ten bahsetmek lığın potansiyelini gerçekleştirdiği ve ulaşabi-
gerekir. Amerikalı bilim-kurgu yazarı Gene leceği en üst düzeye vardığını tahayyül eden
Roddenberry’nin yaratıcısı olduğu ve Türkiye bu ümitvar televizyon dizisinde bile “ideal”in
televizyonlarına Uzay Yolu (1966-1968) adıy- ötesinde bir ideal hayal edilmektedir. Bu se-
la 1970’li yıllarda konuk olan Star Trek, yirmi bepten, dizinin “Sanki Cennet”, “Yasak Elma”,
üçüncü yüzyılda Yıldız Filosu’na bağlı Atılgan “Özel, Küçük Bir Savaş” ve “Cennet Sendro-
gemisinin “yeni tuhaf dünyalar keşfetme, yeni mu” gibi bölümlerinde Atılgan mürettebatı
yaşam formları ve yeni uygarlıklar arama” se- insanlığın mitik geçmişini, kayıp bir zamanı,
rüvenini konu alır. Dizinin yazıldığı ve yayın- cenneti arar.
landığı 1960’lı yıllar, Amerika Birleşik Devletle-
ri’nin gerek iç siyasetinde siyahilerin sivil haklar Nostalji ve Bilim Kurgu
mücadelesi, gerekse dış siyasetinde Soğuk Savaş
ve Birleşik Devletler’in Vietnam’a müdahalesi Bu kayıp zamanı arayış, yalnızca Rodden-
ile en çalkantılı dönemlerinden biriydi. Ancak bery’nin dizisine özgü değildir. Bilim kurgunun
Roddenberry, yarattığı Star Trek evreni ile ırk, fütüristik, teknoloji odaklı görünümü altında,
cinsiyet ve din ayrımcılığının, küresel savaşla- kayıp bir zaman ve mekâna duyulan hasret te-
rın, milliyetçiliğin, sınıf ayrımının, açlığın ve ması ve geçmişi değiştirerek tarihin akışını de-
eşitsizliğin ortadan kalktığı bir yirmi üçüncü ğiştirme benzeri fanteziler ortaya çıkmaktadır.
yüzyıl hayal eder. Rüya anlatılarından kara deliklere, zaman ma-
Serinin “Eden’e Giden Yol” bölümünde, kineleri aracılığıyla kayıp bir altın çağı yeniden
Atılgan gemisinin kaptanı Kirk, cennet geze- ziyaret etme ya da diriltmeye yönelik hayaller
genini arayan bir grup idealistin neden tekno- bilim kurgunun tekrarlayan motifleri arasında
lojinin imkânlarını, Uzay Yolu evreninin ideal yer almakta. Geçmişin cazibesi, geleceğin belir-
toplumunu reddettiklerini sorgular. Atılgan’ın sizliğinden daha fazla avuntu ve güvenlik hissi
bilim subayı Mr. Spock ise ütopya ve nostalji sağlıyor gibi görünüyor. Tam da bu sebepten,

6 EKİM 2020
makale

❯ Star Trek’in yaratıcısı Gene Roddenberry; Leonard Nimoy, Robert Wise, Defores Kelley ve William Shatner ile birlikte

Judith Berman (2006), 1960’ların çoğu bilim teknolojik ilerlemenin ideal bir topluma evri-
kurgu hikâyesinin “nostalji, pişmanlık, yaşlan- leceği fikrini savunurken, Morris’in sosyalist
ma ve ölüm korkusu, genel anlamıyla gelecek ütopyası, sanayileşme öncesi bir çağa duyulan
korkusu” ile dolu olduğunu ileri sürer (akt. nostaljiyi yansıtır.
Hollinger, s. 466). Bu anlamda nostalji, bize ta- Ütopya geleneği, Thomas More’un Ütop-
rihsel bir süreklilik duygusu verdiği için ölüm ya’sından günümüze beş asır içerisinde defa-
korkumuza karşı bir tepkidir. Geçmiş, geleceğin larca biçim ve üslup değiştirmiş, günümüzdeki
belirsizliğinin aksine bize rahatlık, güvenlik ve hâlini ise yirminci yüzyılın ilk yarısında alma-
aidiyet duygusu sağlar. ya başlamıştır. Rus yazar Yevgeny Zamyatin’in
Ütopyacı kurgu, sosyal, ekonomik, politik, Biz (1921) romanıyla temelini attığı distopya
eğitim, din ve çevre sorunlarına ayrıntılı çö- ya da karşı-ütopya türü, ilerleyen yıllarda Al-
zümler öneren bir külliyattır. Ancak ütopya dous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya (1932) ve
geleneğinde, Star Trek’te ve Berman’ın örnek George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
gösterdiği bilim kurgu hikâyelerinde olduğu (1949) romanlarıyla edebî ve düşünsel zirve-
gibi ideal toplum düşüncesi iki karşıt kutup ara- sine ulaşacak, insanlığın ideal dünya düzenini
sında sürekli bir salınım içindedir. Cennet gibi kurma adına düşebileceği yanlışlara dikkat çe-
pastoral sadeliğe ve bolluğa vurgu yapan, bu sa- kecektir. Bu anlamda bu edebî tür, ters giden
deliğin yeniden yaratılmasını umut eden ideal bir ütopya deneyinin yıkıcı sonuçları üstüne
durum ve buna karşı kentsel, mekanize, tekno- odaklanır. Zamyatin’in Sovyetler Birliği ale-
lojik bir mükemmellik anlayışı. Bu çelişkili üto- gorisinde ben değil, biz vardır. Bireyler, toplu-
pik düşünce türlerini, Edward Bellamy’nin Geç- mun iyiliği için makineleşmiş ve kimliklerini
mişe Bakış - 2000’den 1887’ye (1888) ve William yitirmiştir. Huxley’nin yeni dünyası kültürel
Morris’in Bellamy’nin ütopyasına yanıt olarak yozlaşmışlık, tüketim ve hedonizmle yönetilir-
yazdığı Hiçbir Yerden Haberler (1890) adlı eser- ken, Orwell’in Okyanusya’sı korku ile yönetilir.
leri en iyi şekilde örneklenmektedir. Bellamy, Görünüşte açlığı, savaşları, eşitsizlikleri önle-

EKİM 2020 7
makale

miş bu toplumlar, özgür düşünceyi ya korkuy- “Çocuklarının, torunlarının ve hizmetçileri-


la bastırmakta ya da hedonizme teslim ederek nin sesleriyle yankılanan, mermer zeminli, kırmı-
engellemektedir. zı lake sütunlu baba yadigârı evini özlüyordu…
Ütopik geleneğinin genel evrimi ile ilgili, Dünyanın öteki ucuna gen-kırma bitlere da-
1950 sonrası distopyalardan da kısaca söz edil- yanıklı çayla yelken açıp, İlerleme günlerinden
meli. İngiliz siyasi düşünce tarihi profesörü beri görülmemiş pahalı konyaklarla geri dönen
Gregory Claeys (2017), dünya savaşları ve to- filosunu, kaptanlarını, mürettebatını (Renklileri
taliter rejimler sonrası distopyalara hakim olan bile almamış mıydı işe? Hatta kimisini kaptan
ana temaları şu şekilde sıralar: nükleer yıkım, bile yapmıştı) özlüyordu. Geceleri karılarının
çevresel yıkım ve iklim değişikliği, insan-maki- yanına dönme, tıka basa yeme ve oğullarından
ne arasındaki farkın bulanıklaşması, “kültürel birinin yeterince dirayetli çıkmaması ya da kız-
yozlaşmayla gelen entelektüel bunama, hedo- larından birinin doğru dürüst koca bulamaması
nistik tüketim ahlakına karşı köleleşme” ve “te- dışında derdi olmamasını özlüyordu.” (Bacigalu-
rörle mücadele” ile ilgili endişe (s. 447). Claeys’e pi, 2009, s. 69)
göre, yirminci yüzyılın ilk yarısına damgasını Bu pasaj, Hock Seng’in geçmiş görüşünün
vuran Biz ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört gibi ve çevresel felaketlere dâhiliyetinin maddi
totaliter distopyaların aksine, bu distopyalar gerçekliğinin nostaljiyle nasıl bozulduğu-
“günlük siyasetten göreceli olarak kopuktur” nu kusursuz bir şekilde göstermekte. Kendisi
(2017, s. 494). Ancak günümüz Kuzey Ameri- de Tayland’da bir göçmen olarak çalışmasına
kan edebiyatında, Claeys’in dikkat çektiği tema- karşın, siyahi çalışanlarını “renkli insanlar”
lar çevresinde dönen ve kıyamet sonrası bilim diyerek aşağılaması, geçmiş algısının çok ge-
kurgusunun en iyi örneklerinden olan Paolo leneksel, ataerkil ve romantikleştirilmiş oldu-
Bacigalupi’nin Hugo ve Nebula ödüllü Kurma ğunu yansıtır. Baba figürü otoriter ve kontrol
Kız romanı ve Booker ile Arthur C. Clarke sahibidir, babanın temel işlevi ise yine “baba
ödüllü dünyaca ünlü Kanadalı yazar Margaret yadigârı” evine dönmek ve burjuva ailesinin
Atwood’un Antilop ve Flurya romanı yalnızca efendisi olmanın ayrıcalıklarından yararlan-
ütopya-distopya sınırlarıyla oynarken siyasete maktır. Sınıf, cinsiyet ve aile yapılarının açıkça
vurgu yapmaz. Bu romanlar aynı zamanda nos- ve keskin çizgilerle tanımlandığı bu romantik
talji deneyimini hem bireysel hem de kolektif geçmiş, Hock Seng’in Tayland’da aşağılanmış
olarak ele alıp, nostalji ve ütopyacılık arasındaki bir mülteci olarak mevcut gerçekliğiyle kes-
bağlantı üzerine de düşünmemizi sağlar. kin bir tezat oluşturur. Ancak Hock Seng’in
Bacigalupi’nin Pump Six and Other Stories Malezya’daki ayrıcalıklı statüsü; sosyal rolü ile
kitabında önceden yayınladığı öykülerden yola sınırlı değildir. Pasajda Hock Seng’in veba ön-
çıkarak 2009’da yazdığı The Windup Girl (Kur- cesi “İlerleme” dönemine ait konyak gibi pa-
ma Kız) romanında uluslar ötesi tarım şirket- halı ve küresel mallara erişimi olduğuna dair
leri, genetiği değiştirilmiş organizmalar yoluyla göstergeler de mevcuttur. Ailesine dair hatıra-
gıda pazarına hükmederken, dünyanın geri ka- larının ortasında “pahalı konyaklar” ve virüse
lanı laboratuvar ortamında üretilmiş salgınlar- dirençli çay türlerinden bahsedilmesi dikkati-
dan muzdariptir. Fosil yakıtın tükenmesi, küre- mizden kaçmamalı. Bu ürünlere erişim ve do-
sel iklim değişikliği ve yükselen deniz seviyeleri laşımını sağlaması, Malezya’daki katliam ön-
dünyayı mahvetmekte ve roman, yirmi üçüncü cesinde Hock Seng’in hem “gen-kırma bitler”
yüzyılda zarar görmeden kalan birkaç şehirden gibi zararlı yaşam formlarını üreten hem de
biri olan Bangkok’ta geçmektedir. Kurma Kız’ın küresel gıda pazarına hakim olmak için virüse
önemli sahnelerinden birinde, ailesi Malezya’da dayanıklı ürünler geliştiren tarım şirketleri-
etnik bir kıyıma kurban giden Çinli karakter nin suçlarına ortak olduğuna dikkat çekiliyor.
Hock Seng, katliam öncesi hayatını hatırlar: Geçmişini eleştirel bir şekilde düşünemeyen

8 EKİM 2020
makale

ve felaketlerdeki rolünü kabul edemeyen Hock


Seng, bu hatıraların güven verici etkisiyle bü-
yülenir.
Nostalji etimolojik olarak “yurtsama” ya da
“sıla hasreti” anlamına gelirken, Hock Seng’in
Malezya’daki geçmişini anımsamasında iki sem-
bolik yurttan söz edildiğine de dikkat etmek
gerek. Birincisi, Hock Seng’in kişisel tarihini ve
köklerini Malezya’ya bağlayan “atalarından kal-
ma ev”dir. İkincisi, “[onun] filosu” olan “[onun]
ev”i gibi sahiplik bildiren ifadeler. Her iki du-
rumda da yuva, maddi varlıklar ile özdeşleştiri-
lir. Mermer zeminli salonlar ve maddi varlıklar,
ataların evini nitelendirir, Hock Seng’in atala-
rıyla kültürel veya dinî bağlantısını değil. Aynı
şekilde pasajda yuvanın, “eşlerinin yanına dön-
düğü yer” olduğu geçer. Bu hatırayı zihninde
canlandırdığı zaman, mülksüz bir adam olarak
arada kalmıştır. Ne Malezya’daki kayıp yuvasına
geri dönebilir ne de Tayland toplumuna enteg-
re olabilir. Dahası, Hock Seng’in, kimliğini ırk ❯ Paolo Bacigalupi
ve geleneksel değerler aracılığıyla tanımladığı,
“renkli insanlar”ı işe almakla övünmesinden Bununla birlikte, bu inanç sadece Tayland’ın
anlaşılır. Hock Seng, Tayland Krallığı’nda ikinci kültürel zenginliğini reddetmekle kalmaz, aynı
sınıf bir vatandaş olmasına karşın, önceki yaşa- zamanda homojen bir geçmişin nostaljik bir
mında kaptan olarak görevlendirmekle övün- fantezisini de inşa eder. Ayrıca, ekolojik tahri-
düğü siyahi işçilere karşı kendini yine de üstün batın mevcut çıkmazına bizi aslında “petrol ve
görmektedir. teknoloji” ile beslenen altın çağın sürüklediği
Kurma Kız, altın çağa duyulan özlemin gerçeğini de göz ardı eder.
masum olmaktan çok uzak ve her zaman ide-
Yakın gelecekte Kuzey Amerika’da belirsiz
olojik olduğunu ortaya koyar. Ana karakter-
bir bölgede geçen Antilop ve Flurya, Atwo-
lerden Kanya, Tayland’daki ekolojik felaket ve
od’un MaddAddam üçlemesinin ilk kitabıdır.
ekonomik kriz için Batılı emperyalist güçleri
Roman bölümleri, kurumsal distopya atmos-
ve Hock Seng gibi Tayland’a gelen mültecile-
feri ile ana karakter Kar Adamı dışında in-
ri suçlar: “Geçmişte sahiden daha güzel günler,
sanlığın yok olduğu bir salgın sonrası dünya
her sorunun çözümünün başka yeni bir sorun
doğurmadığı, petrol ve teknolojiden beslenen bir arasında gidip gelir. Romanın salgın öncesi
altın çağ var mıydı, merak ediyordu” (Bacigalu- ortamında, küresel iklim değişikliği nedeniyle
pi, 2009, s. 211). Oysa ki Bacigalupi’nin met- gezegenin büyük kısmı yaşanmaz hale gelmiş-
ninde bu altın çağ romantikleştirilmez. Daha tir. Seçkin bilim insanları, uluslar ötesi farma
ziyade, altın çağ olarak geçmişin ideolojik bir şirketlerinin duvarlarla örülü sınırlarında gö-
yapı olduğunu gösterir. Çünkü Kanya’nın söy- rece güvenli bir hayat sürerken, nüfusun geri
leminde dış tehdit olarak algıladığı güçler mü- kalanı mütemadiyen suç, genetik hastalıklar,
dahale etmeden önce, mitik bir geçmişte Tay- ekolojik yıkım tehditleri altındadır. Roman, ik-
land’ın homojen bir ulus olduğuna dair üstü lim değişikliği ve kontrol dışı biyomühendisli-
kapalı varsayımı görmemek mümkün değil. ğin felakete yol açabilecek sonuçlarına odakla-

EKİM 2020 9
makale

karakterlerin bu aidiyet duygusunu gidermeye


yönelik tepkisidir.
Romanın gelecekte geçen “flashback” ya
da geriye dönüş sahneleri, biyomühendislik
ürünleri aracılığıyla dünyaya hâkim olan ilaç
firmalarının sahip olduğu yerleşim bölgele-
rinin içindeki yaşamı anlatır. Romanın evin
anlamını sorgulaması, görünüşte ideal koşul-
ları sağlayan bu toplumun çelişkilerini açığa
çıkarır çünkü, kurumsal banliyölerin barışçıl
yüzünün altında, etik dışı biyomühendislik
uygulamaları ve gözetim ve baskı altında bir
toplum yatar. Bu kapılı ütopyadaki ev, yalnızca
hayalî bir güvenlik ve aidiyet duygusu yaratan
bir mekândır. Üstelik ekolojik çöküş nedeniyle
insan ve doğa arasındaki bağlantı da kopmuş
ve doğa da insanlığa güvenli bir sığınak sağ-
layamaz olmuştur. Bu aidiyet duygusu kay-
bından dolayı, Glenn / Flurya ve Jimmy / Kar
Adamı, kayıplarını telafi etmek için bir mer-
keze için özlem duyarlar. Varoluşsal merkeze
duyulan bu özlem, kaybedilenin geri kazanıl-
masıyla, kaybın etkilerinin ortadan kalkacağı
yanılgısını sürdürür.
Atwood, bireye güvenlik ve birlik sağla-
yamamasına bakarak evin ne olduğunu daha
da karmaşıklaştırır. Kar Adamı, çocukluğun-
❯ Margaret Atwood da yetişkinlerin ekolojik ve kültürel çöküşten
önceki hayatlarıyla ilgili özlemlerini hatırlar:
nır. Romanda veba öncesi dünyanın çocukları
“Hatırlar mısın, eskiden arabayla istediğin
Glenn ve Jimmy’nin eğitimi, hiçbir ebeveyn
yere gidebilirdi. Hatırlar mısın, eskiden herkes
rehberliği olmaksızın, internetteki şiddet içe-
avam diyarında yaşardı. Hatırlar mısın, eski-
rikli video oyunları ve çocuk pornografisinin
den dünyanın her yerine korkusuzca seyahat
gözetimi altındadır. Aile yapısının çöküşü, eğ-
edebilirdin. Hamburger zincirlerini, gerçek
lence endüstrisinin istilası ve kültürel yozlaş- eti, sosisli sandviç büfelerini hatırlar mısın? …
ma, roman kahramanlarının gelişim sürecini Hatırlar mısın, oy kullanmak bir zamanlar işe
sabote eder. Diğer bir deyişle, Atwood’un dis- yarardı” (Atwood, 2003, s. 63). Özlemlerinin
topyasında, sosyal yapının çekirdeği olan aile kaynağına baktığımızda ilk üç sorunun hare-
dağıldıkça, bu dünyanın gençleri, gelecekte ketlilikle ilgili olduğunu görürüz. Sonraki iki
anlam arayamaz. Antilop ve Flurya’da bireyin soru, etin nostaljisi ya da genetiği değiştiril-
aidiyet duygusu, toplumsal dokunun çözül- miş organizmalar karşısında geleneksel ola-
mesinden ve hızlı ve derinlemesine meydana rak üretilen etin romantikleştirilmesi ve son
gelen çevresel felaketten dolayı o kadar tehli- soru merkezi hükümetin yokluğuyla ilgilidir.
kededir ki, bireyin geçmişi ile bugünü arasında Pasajdaki “hatırlama” fiilinin tekrarı, bireyin
elle tutulur hiçbir bağ bulunamaz. Daha basit yaşamı ve eylemleri üzerindeki kontrol hissi-
ve daha istikrarlı bir zamana duyulan özlem, nin anısını canlı tutma ısrarını ortaya çıkarır,

10 EKİM 2020
makale

çünkü bunlar, sonunda soru işareti gerektir- cigalupi’s The Windup Girl” [“Atwood’un Antilop ve
meyen retorik sorulardır. Bu sınırları çizili Flurya ve Bacigalupi’nin Kurma Kız Romanlarında
Nostaljinin Siyaseti”] başlıklı yüksek lisans tezin-
ütopyada kendini evinde hissetmeyen sadece
den kısaltılmıştır. Aksi kaynakçada belirtilmediği
Jimmy/Kar Adamı değil, bilim insanlarıdır sürece tüm ikincil kaynak çevirileri yazara aittir.
da. Birbirlerine bu soruları soran muhataplar,
karşılarındakinin oy vermenin önemli olduğu Kaynakça
bir zamanı hatırlayıp hatırlamadıkları soru-
suna bir cevap beklemez. Mevcut otoriter ve Atwood, M. (2003). Oryx and Crake. New York: Nan
baskıcı rejime karşı duydukları hoşnutsuzlu- A. Talese.
ğu ifade ederler, çünkü sınırlı olan şey bireyin Bacigalupi, P. (2009). The windup girl. San Francisco:
Night Shade Books.
hür iradeleriyle bir eylem gerçekleştirme ka-
Boym, S. (2001). The future of nostalgia. New York: Ba-
biliyetidir. Eleonora Rao’nun (2006) belirttiği sic Books.
gibi, Flurya ve Kar Adamı’nın çocukluk evi, Claeys, G. (2017). The post-totalitarian dystopias,
sakinlerinin özgürlüğünü sınırlayan, kapalı, 1950-2015. G. Claeys, Dystopia: A natural history
“ihlal edilmiş bir alan”dır (s. 108). - A study of modern despotism, its antecedents, and
its literary diffractions içinde (s. 447-496). Oxford:
Sosyal, ekonomik, politik, eğitim, din ve çevre
Oxford University Press.
sorunlarına detaylı çözümler üreten ütopya ge- Fontana, D. C. (Yazar), Heinemann, A. (Yazar), &
leneği, yüzyıllar içerisinde ideali kurgulama gö- Alexander, D. (Yönetmen). (1969, 21 Şubat). The
revinden, ideale ulaşma yolunda insanlığı bek- way to Eden. (3. Sezon, 20. Bölüm) [Televizyon di-
leyen tehlikelere karşı uyarı görevine evrilmiştir. zisi bölümü]. G. Roddenberry (Denetçi yapımcı),
Star Trek. Desilu, NBC.
Yazıda bahsettiğimiz popüler kültür metinleri,
Harwell, D. (2015, 4 Kasım). Inside the weird business of cult
Amerikan rüyası gibi düşüncelerin ne kadar kı- TV reboots. The Washington Post. https://www.was-
rılgan olduğunu nostalji aracılığıyla eleştirirken, hingtonpost.com/news/the-switch/wp/2015/11/04/
edebî metinler daha siyasi bir yorum getirir. Ba- inside-the-weird-business-of-90s-cult-tv-reboots/
cigalupi’nin Kurma Kız ve Atwood’un Antilop ve Hesiodos. (2014). İşler ve günler. (F. Akderin, Çev.). İs-
tanbul: Say Yayınları.
Flurya romanlarında geçmişe duyulan hüzün- Hofer, J. (1934). Medical dissertation on nostalgia. Bul-
lü özlem temel sorun değildir. Aslında, nostalji letin of the Institute of the History of Medicine, 2(6),
daha büyük bir kültürel ve sosyal sorunun baş- 376-391. www.jstor.org/stable/44437799
lıca belirtisidir. Saflığa, kimliğin homojenliğine Hollinger, V. (2006). Stories about the future: From pat-
ve milliyetçiliğe dayanan bir geçmişin nostaljisi terns of expectation to pattern recognition. Science
Fiction Studies, 33(3), 452-472. https://www.jstor.
kimlik politikaları üzerine dayalıdır ve ütopik org/stable/4241464
bir gelecek inşa etmekten acizdir. Bu distopya- Rao, E. (2006). Home and nation in Margaret Atwood’s
lar, bireyin tarihsel süreklilik duygusunun yok later fiction. C. A. Howells (Ed.), The Cambridge
olmasıyla geçmiş bir zamana veya yere özlem companion to Margaret Atwood içinde (s. 100-113).
duymanın, o dönemi idealize etmenin yalnızca New York: Cambridge University Press.
Reese, H. (2013, 11 Temmuz). Why is the golden age of
hastalıklı bir ilişkiden ibaret olduğunu gösterir. TV so dark? The Atlantic. https://www.theatlantic.
Bu tür bir tutum, ne insanın geçmiş eylemleri- com/entertainment/archive/2013/07/why-is-the-
nin sonuçlarıyla yüzleşebilmesini sağlar ne de golden-age-of-tv-so-dark/277696/
daha iyi bir gelecek inşa edebilir. Bu anlamda, Sontag, S. (2008). Platon’un mağarasında. S. Sontag,
her iki romandaki nostalji eleştirisi de idealize Fotoğraf üzerine içinde (O. Akınbay, Çev., s. 1-30).
İstanbul: Agora Kitaplığı. (Orijinal eserin yayın ta-
edilmiş bir geçmişe özgünlük atfetmek ve aidi- rihi 1973)
yet hissetmenin tehlikelerine ve tuzaklarına kar- Weiner, M.(Yazar), Veith, R. (Yazar), & Wiener, M.
şı bir uyarı görevi görmekte. (Yönetmen). (2007, 18 Ekim). The wheel. (1. Sezon,
13. Bölüm) [Televizyon dizisi bölümü]. M. Wiener
* Bu yazı, yazarın 2020 Haziran tarihli ve “The Politi- (Denetçi yapımcı), Mad Men. Lionsgate Television,
cs of Nostalgia in Atwood’s Oryx and Crake and Ba- AMC. ❰

EKİM 2020 11
KAYZERLERİN
İSTİRAHATGÂHI: ROMA
Osman Süreyya

Roma, bir hayaldi. Uzunca anlatılacak bir hikâyeydi. Tiber’in


beslediği topraklarda iki kardeşin kurduğu ve dünya durdukça
ismi unutulmayacak kentlerden biriydi.

Y
alnız ve uykusuzdum. Tren yavaşlama- yollarını ve garları çok sevdiğim için kalacağım
ya başlamış ve penceresinden Roma’nın yeri Termini’ye yakın konumda ayarlamıştım.
kenar yerleşimlerini görmeye başladı- Kalacağım muhit, göçmenlerin yoğunlukla ya-
ğımda keyfim artmıştı. Tren bir kısmı harap şadığı ve gayet kalabalık bir yerdi. Gerçi gitti-
olmuş veya terk edilmiş eski yapıların arasında ğim diğer şehirlerde de benzer mahallelerde
usulca ilerliyor ve sabahın ışıkları bu yapıları kalmıştım. Arka sokaklarda gezmeyi çok sevi-
uyandırıyordu. Şehre dair ilk izlenimim nere- yorum çünkü bir kentin en doğal, en hareketli
deyse üç bin yıldır inşa edilen binalar yığınıydı. ve en gerçek tarafı arka sokaklardı.
Bu nedenle kenti baştan aşağı gezmek bir ömür Termini’ye yakın evimden çıktım ve rastgele
isterdi adeta. Nitekim sınırlı zamanımı verimli yürümeye başladım. Navigasyon kullanmadan
kullanmak için yoğun planlama yapmıştım ama yürümek istiyordum. Zaten attığım her adım
her şeyden önemlisi birkaç yıldır hayalini kur- ayan veya gizli birçok hikâyeyi anlatan yapılara
duğum fakat gidemediğim bu kente sonunda götürüyordu. Trajan Hamamları’nda biraz so-
ulaşmıştım. Gerçi zamanlama kötüydü benim luklandım. Roma kültürü, hamamlarda eğlence
için. Her ne kadar eylül ayı gibi İtalya’nın en kültürüydü bir bakıma. Romalılar gün içinde
güzel havalarının yaşandığı ayda gitmiş olsam hamamlarda sadece yıkanmıyorlardı. Bugün
da ruhen kendimi kötü hissettiğim bir süreçtey- adını iş görüşmesi dediğimiz konsepti andıran
dim. Belki de Roma’nın havası kalbime ferahlık bazı kritik kararlar bu hamam toplantılarında
verecekti, bilmiyorum. Avrupa’nın en büyük alınırdı. Tabii ki diğer taraftan dost meclisleri
tren garlarından birisi olan Termini’de fazla ve sohbetleri de hamam duvarlarında yankı-
oyalanmamam konusunda güvenlik açısından lanırdı. Erkekler hamama her gün gitmekte ve
ikaz etmişlerdi beni. Hırsızlık ve gasp vakala- temizlik ihtiyacının ötesinde yeme ve içme et-
rının yaygın görüldüğü bir yermiş. Bir arkada- kinlikleri yapmaktaydı. Roma hamamı, şehir
şım orada sırt çantasını kaptırmıştı. Yine de çok hayatının gerekliliğiydi ve Avrupa’nın yüzyıllar
fazla demiryolu hattının iç içe geçmişliğinin, sonra geri kazandığı gelişmiş temizlik ve hıf-
kenarda bekleyen vagonların, peronlarından zıssıhha kültürünü gösteriyordu. Roma demek
ayrılan trenlerin ve Termini’nin hareketli kala- eğlence demekti. Sınırsız, hadsiz ve insan hazla-
balığının büyüsünü kaçırmak istemezdim. Tren rının nihai sınırlarını zorlayan mutluluk arayışı

12 EKİM 2020
gezi

❯ Caracalla Hamamı

demekti. Nitekim güçlü imparatorlar, kentin bu kişinin çok uzaklardan orayı görmek için gel-
talebine cevap vermek için ya da kentte böyle diği- Kolezyum’un tam karşısındaydı ve orada
bir talep yaratmak için hamamlar inşa etmişti. toplanmış bir yığın insanın yaptığını umursa-
Trajan, Roma’nın en güçlü imparatorlarından madan hayatını yaşıyordu. Kolezyum, Roma
biriydi ve İstanbul fatihi II. Mehmed’in hayran- kentlilerinin zevk çığlıklarının patladığı bir
lıkla takip ettiği bir hükümdardı. Trajan döne- yerdi. Bizim zihnimizde gladyatörlerin hariku-
minde Roma orduları medeni dünyanın büyük lade dövüş gösterileri sergilediği bir yer olarak
bir kısmını yönetir olmuştu. Bu kentteki ha- yer etse de Roma’nın, Kolezyum’da gemi savaş-
mamlardan en meşhuru Caracalla Hamamı’ydı. ları gösterisi yapacak kadar suya hükmettiği-
Trajan’ınkine kıyasla ayakta kalan kısmı çoktu. ni gösteren bir yapıydı. Kolezyum’un ortasını
Yapı ve mimari açısından da Caracalla Hama- suyla hızlı bir şekilde doldurup drenaj ettiren
mı daha gelişmiş ve geniş kompleksi haviydi. hidrolik mekanizma kurulmuştu. Dünya mi-
Hakeza Osmanlı hamam kültürü de selefi Ro- marlık tarihinin zirvesi tabi ki Roma mimari-
ma’dan tevarüs edilmişti. siydi ve Vitruvius gibi hendese ustaları bu şehri
Hamamdayken zihnimde dolaşan bu bil- inşa etmişti. Roma mimarisi, özetle, çimento,
gilerden sıyrılıp Kolezyum’a doğru ilerledim. beton kullanımının yanı sıra mermer işlemesi
Dünyanın en önemli turistik noktasında uzun ve dev mermer bloklarının üst üste bindirilme-
kalmaya niyetim yoktu. Kolezyum’un ne oldu- siydi. Büyük sütunlar, dev kubbeler ve mermer
ğunu bilmeden anlamsızca fotoğraf çekinen lü- duvarlar Roma karakteristiğiydi. İmparator
zumsuz kalabalığa karışamazdım. Kolezyum’da Augustus’un “Roma’yı tuğlalar içinde buldum,
beni etkileyen bir sahne de yapının tam karşı- mermerler içinde bırakıyorum.” sözü bu kentin
sındaki apartmanlardan birinde bir “teyze” ça- anıtsal, abidevi sütunları, tapınakları, sirkleri
maşır asıyordu. Vay be, dedim kadının konumu ve villalarıyla sürekli büyüdüğünü anlatıyordu.
o kadar garip yahut şanstı ki evi -milyonlarca Ama ilginçtir ki Roma’yı gezerken İmparator-

EKİM 2020 13
gezi

❯ Kolezyum

luk mirasından çok fazla eserin kalmadığı gö- bu kenti tarumar etmişti. Joseph-Noël Sylvest-
rülmektedir. Bugün gezdiğim şehir, İmparator re, Karl P. Bryullov ve Thomas Cole gibi ressam-
Augustus’un Roma’sından çok Papa VI. Six- ların resmettiği Roma’nın Düşüşü tablolarını
tus’un kutsal şehriydi. gözümün önüne getirdim. Roma işgal edilirken
Roma Forumu imparatorluğun kalbiydi. Ca- bile kentsoyluları hamamda eğlencelerine de-
esar ve Augustus Forumları en büyük örnek- vam ediyorlardı. Tarih rehaveti affetmezdi ve
lerindendi. En çok saygı duyduğum imparator Alarik binyıllık masalı bir anda bitirivermişti.
Augustus’tu. Genç yaşında Roma Senato’sunu Forum’a vuran ikindi güneşi, sütun gölgelerini
askerî darbeyle ele geçirip cumhuriyet devrini uzattıkça binyıllık haşmetin sönüşünün tablo-
kapatan Augustus, erdemli ve sade yaşayışıyla su çiziliyordu gözümün önünde. Her ne kadar
kentlilerin gönlünde yer bulmuştu. Augustus, imparatorluk çöktükten sonra kentin kaderinin
halefleri gibi hasta ruhlu ve vahşet timsali değil- bitmesi beklenirken o dönemin yeni dini Hıris-
di. Tarihçi Edward Gibbon gibi ben de Forum’u tiyanlık, Roma’yı merkez alarak evrensel mesaj-
gün batımına yakın saatlerde görmek istedim. larına başlamıştı. 125 yılında İmparator Had-
Palatino Tepesi’nde yer alan İmparatorluk Sara- rianus’un tamamladığı büyük Roma Panteonu
yı’ndan ayakta kalan birkaç sütunun turuncuya 600’lerde kiliseye çevrildiğinde Roma kentinin
boyayan gün batımını izledim. Binyıl boyunca bugüne kadar sağlam gelen yeni kimliğini gös-
medeni dünyaya hükmeden ve kendi dönemin- termekteydi. Pagan kültürlerde tüm tanrılara
de yıkılmaz kabul edilen imparatorluk, güneşin adanan ortak tapınak kompleksinin en başarılı
batışı gibi aheste kaybolmuştu. Tarih bir değir- örneği olan Roma Panteonu’nun tipik özelli-
mendi ve devletlerin en güçlüsünü de zaman ği yayvan ve geniş kubbe yapısı olması ve inşa
içinde çürütüp yok ediyordu. Got Kralı Alarik edildiği dönemde dünyanın en yüksek ve geniş
ve ordusu barbarca niyetleri, oburca hırslarıyla kubbesine sahip olmasıydı. Doğu Roma İmpa-
eğlence ve keyif düşkünü sakinlerinin yaşadığı ratoru I. Justinianus’un İstanbul’a Ayasofya’yı

14 EKİM 2020
gezi

inşa etmesine kadar Panteon, dünyanın en gös- se gezmiştim. Katolikliğin tahakküm gayreti ve
terişli mimarlık çalışmasıydı. Dışarıdan bakıl- evrensel din olma güdüsü bu kiliselerde göste-
dığında beklenenden küçük gibi görünen bina riş ve şaşaa olarak vücut bulmuştu. Bu kiliseleri
içine girildiğinde kubbenin yarattığı boşluk sa- ziyaret ederken duvar resimleri ve heykellerini
yesinde büyüklüğü fevkalade hissediliyor. İçin- tek tek izliyordum. Bu nedenle içeride çok oya-
deyken kubbeden gözümü uzun süre alamamış- lanıyordum. Santa Maria del Popolo Bazilika-
tım. Dışarıdan tuğlanın yapıya kattığı sadeliğin sı’nda Raphael, Bernini ve Caravaggio gibi Rö-
aksine bina, içeriden mermerlerin yarattığı bir nesans büyük üstatlarının duvar resimlerini ve
şaşaaya dönüşüyordu. Ressam Raphael burada tavanı gökyüzünü andıran Santa Maria sopro
gömülmüştü. Minerva’da Michelangelo’nun heykelini bizzat
Kaldığım yere yakın olan Santa Maria Mag- görmekten büyük haz alıyordum. Sanat tari-
giore Bazilikası, her sabah rutin ziyaretgâhım- hinin devrimi bu kentte vücut bulmuş ve za-
dı. Bu kilisenin tavanları altın kaplamaydı ve manın büyük artistleri bu kentte nefes almıştı.
Roma’nın en eski yapılarından sayılıyordu. Ta- Aziz Petrus Bazilikası zaten zarif heykeller ve
van süslemelerine dalarak uyanıyordum adeta. muhteşem resimleriyle bambaşka bir dünyaya
Güneybatıya doğru Piazza Vittorio Emanuele sokuyordu insanları. Bu resimlerde görülen yüz
Meydanı ve bahçesi her gün bir şekilde soluk- ifadelerine yüklenen duygu tasvirleri, derinlikli
landığım noktalardandı. Bu meydanı kuşatan perspektif tarzı, canlı ve kontrast renkler Rö-
binaların revaklarının altında yürümek çok nesans resminin karakteristiği olduğu hâlde o
hoşuma gidiyordu. Gerçi bakımsızdı ve temiz dönem insanlarını hayrete düşürmüş ve birçok
değildi. Roma’nın birçok eski yerleri adeta terk dindar, bu resimlerden fazlasıyla etkilenmişti.
edilmiş havasındaydı. Bu meydanın devamında Hatta bazıları bu resimlerin şeytan işi olduğuna
keşfettiğim kafede karamelli kruvasan ile kah- hükmetmişti. Benzer durum heykeller için ge-
valtı yaptıktan sonra şehrin birçok noktasına çerliydi. Vücut hatları, elbise kıvrımları, detaylı
yürüyerek gezmiştim. Hatta yürümenin keyfi- bakışın mermere zarifçe işlenmesi heykeltıraş-
ne o kadar kaptırmıştım ki Termini’den Vatikan ların taşa ruh verme çabasından başkası değildi.
Aziz Petrus Bazilikası’na kadar adım adım kili- Her bir ressam ve heykeltıraşın aynı figüre (örn.

❯ Santa Maria Maggiore Bazilikası

EKİM 2020 15
gezi

Meryem veya İsa) yansıttığı ifade farklıydı ve Amalfi beni cezbediyordu. Neyse Amalfi baş-
adeta bambaşka figür yaratılıyordu. Bu esnada ka bir yazının konusu olsun.
Hermann Hesse’nin haşarı çırağı Goldmund’un Şehrin her tarafı çeşmeydi. Elinizde su şişe-
tıraşladığı Meryem Ana heykelinin aslında sev- si olduğu hâlde Roma’da suya para vermezsi-
diği kıza benzemesinden ötürü heykel ustasıyla niz. Çeşme suları içilebilir ve lezzetliydi. Belli
yaptığı konuşmalar hatırıma gelmişti. Bu kili- bir dönemde bu kent, kalabalığı kaldıramayıp
selerde gördüğümüz her sanat eseri, sanatçının hastalıklara yuva olunca kentin sahipleri birçok
kendi hayatıydı aslında. Barok tarzının bence en noktaya çeşme açmışlardı. Bu nedenle neredey-
başarılı eserlerini toplayan San Giovanni in La- se her sokak köşesinde suyu akan çeşmeye ve
terano geniş içyapısı ve muhteşem cephe tasa- başında su dolduran turistlerine rastlarsınız. İs-
rımıyla büyüleyiciydi. Tabi ki Roma’daki bütün tanbul da hakeza Roma gibi çeşme şehriydi ama
kiliseler Rönesans sahnesi değildi. Orta Çağ’ın suları akmadığı gibi çeşmeleri de çöp kovasına
mütevazı ve iki boyutlu ve içimde basıklık his- dönüştü. İstanbul demişken, İstanbul’u iyi anla-
si uyandıran sade kiliseleri vardı. Santa Maria mak ve yaşamak istiyorsanız mutlaka Roma’ya
in Trastevere’nin altın yaldızlı zemin üzerine da uğramanız gerekiyor. Birbirini çok güzel ta-
nakşedilmiş mihrap resimleri ortaçağın başarılı mamlayan kader kentleri ikisi de. Çeşme deni-
numunesini yansıtıyordu. Gotik tarzı kiliseler lince Âşıklar Çeşmesi olarak bilinen ve oldukça
içinde Santa Maria in Aracoeli’nin sadeliğini zarif heykellerin olduğu Trevi Çeşmesi gelir ak-
hiç unutamıyorum. Roma kiliselerindeki havayı lımıza. Aslında Roma şehir meydanlarında bu
yaşayabilmek için sürekli ayin ve ritüellere katı- tür çok hoş heykellerin incelikle kompozisyonu
lıyordum. Resim ve heykel sanatlarının seçkile- tamamladığı havuzlar vardı. Tabi ki bu heykel-
rinin arasında icra edilen tesir edici müziklerin lerin en bilineni ve bence en güzeli Piazza Na-
verdiği coşku bambaşkaydı. Bütün bunların ya- vona’da bulunan Bernini’nin Dört Nehir Çeş-
nında Borgia gibi ailelerin bu şehirde çevirdiği mesi’ydi (Fontana dei Quattro Fiumi). Navona
entrikalar da aklımdan çıkmıyordu. Aslında bu meydanı belki en çok dinlendiğim meydandı.
eserlerin ortaya çıkışında bu ailelerin hırsları ve Oldukça hareketli ve kalabalıktı. Müzik icra
rekabetlerin katkısı çoktu. eden gençler, bazı akrobatik gösteriler yapanlar
Roma, mermer kent olduğu kadar su ken- meydana gelen turist ve kent sakinleriyle birlik-
tiydi. Kenti ortadan bölen Tiber nehri, şehrin te eğleniyordu. Ben de bir keresinde hiç anla-
havasını nemlendirmekte ve Roma yazlarının madığım İtalyanca şarkıyla sokak sanatçılarına
basık geçmesine neden olmaktaydı. Nehrin eşlik etmiştim. Akşama doğru Frigidarium’dan
kenarlarında sağlı sollu ağaçlar nehri izlerken aldığım dondurmaları bu meydandaki havuz
hoş bir gölgelik oluşturuyordu. Nehir umdu- dibine oturarak yemeyi alışkanlık hâline getir-
ğumdan kirliydi ve kokuyordu. Sanki üç bin mek isterdim ama kente ayırdığım zamanım
yıllık şehrin içinden geçmekten yorulmuş gibi kısıtlıydı. İlk defa İstanbul’da tattığım Roma
ağırdı. Yine bir gün nehrin kenarında müziğe dondurmalarının aroması gerçekten lezzetliydi.
dalmış otururken yağmura fena halde yaka- Sıcak ve nemli havanın getirdiği harareti aldı-
lanmıştım. Kapalı yer bulup sığınıncaya kadar ğı gibi damakta da gerçek bir tat bırakıyordu.
sırılsıklam ıslanmıştım. Nihayet bir dükkânın Meydanın atmosferi yorgunluğumu alıyordu.
tentesine sığınmış ve orada benim gibi bek- Roma’nın en tarihi meydanlarından birisi de
leyen Napolili ile bayağı muhabbet etmiştim. Piazza del Popolo’ydu ve halk meydanı olarak
Nitekim Roma’dan sonraki güzergâhım Napo- adlandırılmakta ve eski kentin dışına doğruy-
li ve Amalfi olduğu için ona Napoli ve Amalfi du. Meydanın yanında içinde hayran olduğum
hakkında sorularım olmuştu. Çünkü malum koyu renk tonlarının ressamı Caravaggio’nun
Napoli güvenlik açısından pek de iyi anılmı- çalışmalarının olduğu kilise vardı ama resto-
yordu. Ancak İtalya’nın şirin sahil kasabası rasyondan ötürü gezememiştim. Meydanda

16 EKİM 2020
gezi

❯ Del Popolo Meydanı

Roma’nın muhtelif noktalarında yer alan -ve Roma, Avrupa’nın en büyülü kenti… Viya-
İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda da gör- na gibi eski binaların sergi alanı olduğu açık
düğümüz- Mısır obelisklerinden biri dikilmiş- hava müzesi gibi değil bizzat üç bin yıldır
ti. Piazza del Popolo, en iyi şekilde Roma’nın yaşamaya devam eden bir kentti. Trenle gel-
en meşhur ve güzel bahçelerinden birisi olan diğim şehri yine trenle terk ederken yol bo-
Pincio terasından görülüyordu. Bu teras Napo- yunca burada yaptıklarımı hatırlayıp mutlu
leon tarafından yaptırılmıştı ve Roma şehrinin oluyordum. İçinde güzel havuzların olduğu
panoramik manzarasını günbatımında almak yemyeşil ve sık ağaçlı bahçelerinde en plein air
isteyenler için en uygun fotoğraf noktasıydı. resimler çizmek isterdim. Şehir her gün yep-
Del Popolo Meydanı, Piazza di Spagna’ya yahut yeni bir özelliğini ortaya çıkartıyordu. Roma
İspanyol Merdivenleri’nin olduğu meydana ya- sokaklarında rastgele yürümenin ve her so-
kındı. Campo de Fiori Meydanı da ülkemizde kağın yepyeni dünyası olan başka sokaklara
AVM’leşmekten ötürü kaybettiğimiz pazar yer- açılmasının verdiği merak hislerini burada
lerinden birisiydi ve çok çeşitli meyve ve sebze anlatamam gerçekten. Benim gibi tarih me-
ürünleri satılmakta ve oldukça renkli bir ortamı raklısına rahatlıkla malzeme çıkartan bu şeh-
vardı. Campo de Fiori’de yere oturup natürmort rin her köşesi sürprizlerle doluydu. Takdir
resim çalışan on kadar lise öğrencilerine rast- ettiğim imparator Augustus’un anıt mezarı
lamıştım. Onlarla tanışıp resim üzerine biraz olduğunu bilmiyordum ve rastgele yürüdü-
muhabbet etmeye çalışsam da İtalyanların İn- ğüm son akşamımda bu mezara rast gelmeyi
gilizceye karşı soğukluğundan ötürü pek iler- kendime uğur addetmiştim. Mezarın önünde
letememiştim ama en azından bir müsvedde Augustus’u yâd ederek durdum. Şehirdeki son
kâğıda hızlıca meyve tabağı çizerek onlarla aynı akşamımda da olsa Augustus’a tesadüf eseri
duyguyu hissetmeye çalıştım. Resmimi nezake- veda etme şansım oldu. Roma, bir hayaldi.
ten beğenmişlerdi hâlbuki acele çizdiğim için Uzunca anlatılacak bir hikâyeydi. Tiber’in
oldukça kötüydü. Neyse ki oraya yakın yerde beslediği topraklarda iki kardeşin kurduğu ve
bulduğum güzel restoranda yediğim fettucini dünya durdukça ismi unutulmayacak kentler-
ile keyfim katlanmıştı. den biriydi. ❰

EKİM 2020 17
TANPINAR’A YAZILAN BİR MEKTUP:
“YAŞADINIZ ÖLDÜNÜZ, BİR
ANLAMI OLMALI BUNUN”
Funda Özsoy E.

Her usta yazar, paltosundan çıktığı o baba yazarla gün gelip


hesaplaşmak ister, hatta onun zaaflarını yüzüne vurmak.

S
elim İleri’nin Yaşadınız Öldünüz, Bir An- hatta onun zaaflarını yüzüne vurmak. İşte Ya-
lamı Olmalı Bunun romanını Tanpınar’a şadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun ile
yazılmış uzun bir mektup olarak da kabul bu hesaplaşmayı edebiyatın gücünü kullanarak
edebiliriz. Türk edebiyatında kalıcı izler bırak- bir roman formuna getirdiği uzun bir mektup
mış Tanpınar ile günümüz romanının usta ismi yazmış Tanpınar’a sanki Selim İleri.
Selim İleri’yi buluşturan bir mektup… Biyolojik Okurlar olarak yazarların babalarına yazdık-
babalarımızın dışında fikrî zürriyetinden doğ- ları uzun ve hesaplaşmayı hedefleyen mektup-
duğumuz babalarımız da vardır zira. larına yabancı değiliz aslında. Hemen aklımıza
Babalar ve oğullar çatışmasına Batı ve Doğu Kafka’nın ve Oğuz Atay’ın biyolojik bir babaya
kültürlerinde farklı yaklaşımlar getirilmiştir. yazılmış edebî mektupları gelecektir. Bizi derin-
Oidipus kompleksinden beslenen Batı’daki den sarsan bu mektuplardan anlıyoruz ki aslında
baba oğul hesaplaşması, babayı öldürerek öz- onları meşakkatli, çok bedeller isteyen edebiyat
gürlüğüne ulaşmaya odaklanmışken Doğu için yolculuğuna çıkaran, hatta o yolun taşlarını dö-
bu çatışma, babanın otoritesine rağmen, o oto- şeyen kişiler de bir anlamda babaları olmuştur.
riteyi tanırken bile kendi olabilmeyi başarma Bir yazar için kitaplarının büyüsü ile yetiştiği
üzerinedir. Evet, baba otoritedir; ona saygı du- bir büyük yazara sesleniş de bir anlamda mazisi
yulur ama oğul da babanın otoritesini sarsma- geçmişe dayanan bir meydan okuyuş, yüzüne
dan, onu öldürmeden kendi varlığını yeniden söyleyemeyeceğini, rüştünü çoktan ispatlamış
inşa etmek, rüştünü ispatlamak durumundadır. kalemi ile söylemeye çalışmak demektir. Selim
Bir yazarın zihnine ektikleri ile onun edebî İleri, daha çocukluğunda okuduğu, anlamaz-
varlığını inşa eden, kalemini besleyen, derin- ken bile derinliğini hissedebildiği, henüz sağın
leştiren, güçlendiren, ona yol olan yazarlardan ve solun gözde yazarı değilken, “sükût suikastı”
biridir Tanpınar. Günümüzün pek çok usta ya- devam ederken daha ve bir genç yazarken artık
zarı için onun “paltosundan” çıktığını söylemek Selim İleri, yeniden keşfettiği o büyük yazarın
yanlış olmayacaktır. Selim İleri de geçmişinde eserlerinin derinliğinde kulaç atmaya çalıştığı,
o paltoya temas eden usta yazarlardan biridir. belki de meydan okuduğu bir yazar olması açı-
Ancak yine de her usta yazar, paltosundan çık- sından onun Tanpınar’a böyle bir mektup yaz-
tığı o baba yazarla gün gelip hesaplaşmak ister, maya hakkı olduğu kanısındayım.

18 EKİM 2020
inceleme

Tanpınar anlatılıyor romanda ve Selim İleri’nin


kendi ile iç hesaplaşması paralel ilerliyor roman
boyunca. Hem de türlü yüzü, türlü zaafları ile tür-
lü türlü Tanpınar’lar, Selim İleri’ler iç içe geçmiş:
“Açtığınız yolda yürümüşüm, yolun sonuna
gelmişken onarılamaz. Bire bir aynı kekeleyiş,
yolun sonunda da” (s. 160).
Oğul yazar, daha toyken fark edemediği
büyük yazarın zaaflarını, zaman içinde, onun
geçtiği yollardan kendi de geçtikten sonra fark
ediyor. Artık kızmıyor, küçümsemiyor bu za-
aflarını onun; şartların getirisidir, bir var oluş
savaşının gereğidir belki de olgunlaşmaya ça-
lışılırken yürünen yoldaki yanılsamalardır, se-
rapları gerçek sanmalardır ve an gelir, aynı duy-
gudaşlıkta buluşulur:
“Ruhunuzdaki yeraltını düşünüyordunuz. (ben
de, her zaman) Herkesten hırpalandığınızı (Ben de)
… Hırpalanış, hoyratlığı başkalarının, çevrenizde-
kilerin, içinizi yakıyordu. (Benim de)” (s. 117).
Kitapta Tanpınar ile öyle iç içe geçiyor ki Se-
lim İleri, kendi zaaflarıyla da yüzleşiyor böylece.
Zira insanın kendiyle yüzleşmesinin en kolay Romanın sonunda ise ilk Sabri’ye kadar ulaşı-
yolu, birini kendine ayna kılmaktır. yor, Yaşar Nabi Nayır’a yazılmış bir mektuptan
Tanpınar’ı aynı zamanda yaşadığı dönemin yola çıkarak:
edebî muhitinde yer alan kişilerin bakışından, “Dördüncü Sabri’yi, ‘asıl’ Sabri’yi baştan beri
sancılar çeken bir entelektüel olarak, bir yer biliyordum, sona sakladım, en yaralısını, bence
altı adamı olarak, bir “Hamdicik” olarak veren ‘siz’ olanı” (s. 219).
Selim ileri; kendi adına da bir edebî baba-oğul Bence hem Tanpınar hem de Selim İleri olan
hesaplaşmasını yapmaya doğrudan olmasa bile Sabri’dir bu en sonuncusu; en yaralısı, evet, kur-
dolaylı olarak hakkı olduğunu da hissettirir sa- guda ve gerçek hayatta, “özvarlığını, kendini,
tır ararlarında. Zira daha 1970’lerde Tanpınar kaderini” bu iki önemli yazara bırakan, ıstırap-
üzerine yazarak unutuluşa terk edilmişken bu ta, güzellikle ve edebiyatta buluşturan ihtiyat
büyük yazar, edilecekken, onun bir türlü göl- zabiti.
gesinden sıyrılamadığı Yahya Kemal’in -o da Yine de bir anlamı olmalı her şeyin, çekilen
ayrı bir baba oğul hesaplaşması gerektirir üste- ıstırapların, yaşamanın ve ölmenin… Bunu ro-
lik- yanı başındaki mezarını değil de eserlerini manın adına da yansıtmak istemiş Selim İleri.
işaret etmiştir: Anlamı var; yazdıkları ile kendinden sonraki-
“Ama ben eseriniz üzerine ilk yazanlardan lere yol gösterici olmuş. Yazar olarak da insan
biriyim. Sizden niye söz açtığıma, eserinize hay- olarak da hayatta derinlik aramış, edebiyatımı-
ranlığıma şaşanlar vardı.” (s. 51). za derinlik katmış Tanpınar; sadece bu romanın
Kitap yeniden Tanpınar okuma iştiyakı oluş- yazarına değil, okurlarına da bunu hissettirmiş.
turuyor okurda. Onu ilk defa “Yaz Yağmuru” Selim İleri Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Ol-
hikâyesinde izine rastladığı ve daha sonra di- malı Bunun kitabı ile günümüzde popüler kül-
ğer eserlerinde de izini sürdüğü Sabri karakteri türün sığlığında debelenen okura ve edebiyatçı-
üzerinden çözümlemeye çalışıyor Selim İleri. lara bir Tanpınar hatırlatması yapıyor böylece. ❰

EKİM 2020 19
Şeyma Erdevir

20 EKİM 2020
şiir

BEKÂ
Mevlüt Kaan Akçatepe

Kimin haberi var köhne derdimden,


Kimsesiz sesimi bilsem kim duyar?
Hangi topraklarda saklı kendimden
Sonsuzluğa doğru kaçtığım diyâr?

Yeniden doğuş o evin affında,


Ve deverân yedi kez etrafında.
Bekleyeceğim en arka safında,
Öyle gözü yaşlı, öyle bahtiyâr…

EKİM 2020 21
şiir

RUHUM SEMADA
SÜZÜLÜRKEN
Hatice Üçkardaş

Ruhum, özgür bir balon gibi süzülürken semada


Uçuyor olmanın hakkı üzerimde kalmasın
Gururunu yaşıyor olmak gökyüzünün bu
Bulutların yaşıyla ruhum hüzünden arınsın.

Bunu düşlemez mi her doğan,


Kanatlansam, süzülsem semada…
Bundan boğazda uçmadı mı Hazerfan
Galata’dan, altın kanatlarıyla...

Bense öyle hafifim ki şimdi


Kanatsız uçuyorum sonsuza.
Bir bahar dalında değilim, unuturum kışta üşümeyi
Zamanın eskitemeyeceği bir mekânda.

Hiç böyle hafif hissetmemiştim,


Bir terk ediş böyle sevdirmemişti kendini.
Bıraktım yetmiş yıl taşıdığım bedeni,
Kafesteki kuş eritti demiri
Özgür...

22 EKİM 2020
şiir

Artık ne kör kuyular ne boş kovalar


Alacağımı aldım heybeme.
Sevdim bir ömür birçok kimseyi
Ardımdan yaşlarını silemesem de.

Dokunmak manasızlaştı elbise düştü düşeli,


Eller tutmayı bıraktı elleri…
Bir ruha değmek için
Bir seven avuçlarını yukarı çevirdi.

Bir hakikati sindirip hayatın hamuruna


Tatmayacağını sanır insan
Oysa müstakbel bir ölüdür her doğan
Sofra kuruldu evvelce doğduk doymaya.

EKİM 2020 23
şiir

SONBAHAR
Zehra Gök

Vakit ilham vakti, kalem huzurda,


Bırak dertlenmeyi sarı sonbahar.
Kalp kan kusuyor, şifa yağmurda,
Bırak dertlenmeyi sarı sonbahar.

Sevgilim, Sevgilim mevsim sonbahar,


Her köşe başında başka ismin var,
Sevdamın zikriyle esiyor rüzgâr
Bırak dertlenmeyi sarı sonbahar.

Rahman’ın emriyle son bulur hayat,


Dirilişe hazırlanır kâinat,
Bu gördüklerimiz en gerçek sanat,
Bırak dertlenmeyi sarı sonbahar.

Göçmenleri çağırıyor uzaklar,


Toprağı öpüyor sarı yapraklar,
Yaratılış sineması sokaklar,
Bırak dertlenmeyi sarı sonbahar.

Aşk ve savaş bu mevsime griftar,


Fikir intikamlı, yürek ihtiyar,
Çaysız meşke benzer sevdasız bahar
Bırak dertlenmeyi sarı sonbahar.

Zehra Sultan yağmur düştü ateşe


Sonbaharın rengi değdi güneşe,
Kaptırdım gönlümü, sonsuz gidişe
Bırak dertlenmeyi sarı sonbahar.

24 EKİM 2020
şiir

SON HATIRA
Tarık Erdel

Sevginin başladığı yerde bittik biz Yerden göğe kadar vurulduk


Kimseler koşmadı gözlerimize Gökten düşerken söz verdik korkarak
Sımsıcak süzülen yaşları hiçbir anlama gelmeyen bir söz...
toplamak için.
Şimdi seni sevdiğim yerlerde adımlarımız 
Seni sevdiğim yerde bittik biz Adlarımız, sözlerimiz ve bakışlarımız
Ellerin yine ellerimdeydi Her birini gördükçe 
Bir bakışın yalvarırdı Zihnimi parçalar yüreğim
Bir bakışın pes etmiş Sen bir dilektin 
Parmakların sıcacıktı Ben ise artık
Ben ise karşında bitmiş duvarlarda saklanan biriyim.
dudaklarına mıhlıydım. 

Gönüllerimiz çiçekten bir urganla bağlıydı


Nefesimiz de öyle
Sadece şehrimiz başkaydı
Hayallerimiz de
Perili köşklerde yok ettik birbirimizi
Ellerimizde kanla kaplı hançerler vardı
Üstümüzde çıplaklık
Ruhumuzda yorgunluk
Sen benim gözlerimi kör ettin
Ben senin bileklerini kestim

EKİM 2020 25
şiir

SESSİZ ŞİİR
Mehmet Can Kuyucu

Yüzün geldikçe aklıma 


Duraklarını karıştırıyorum bu kentin
Bir yağmur damlası seni sayıklıyor  
Rüzgârın kanatlarına tutunurken
Bir rıhtımda buluyorum kendimi sonra
Dalgaların kimsesizliğini izliyorum. 
Yolcusuz gemilerin gidişlerini 
Adının bilinmezliğini görüyorum  
Gökyüzünün renginde…
Yüzün aklıma geldikçe 
Ben bende olmuyorum

Ellerin geldikçe aklıma 


Çaresiz oturuyorum
Titrek bir sokak lambası altına  
Gözlerimde yüz yıllık  isyan 
Sessizce başkaldırıyorum sensizliğe 
Henüz adını bile bilmemem var bir de 
Kendimce isimler yakıştırıyorum sana  
Her şiirde bir tutam sen arıyorum 
Bütün şairler seni anlatıyorlar bana…
Usulca oturuyorum masalarına 
Şiirler kadim bir dua gibi savruluyor 
Nazım’a senden bahsediyorum 
Sonra Asaf ’a…
Piraye’nin saçları yolun oluyor ardından
Lavinia’nın sükûtu, sesin... 

26 EKİM 2020
şiir

Ellerin hâlâ aklımda 


Tüm şiirlere meydan okur gibi 
Ellerin...

Ya gözlerin?
Tarifsiz acılarımın sebebi,
Henüz adın bir soru işaretiyken zihnimin ala-
cakaranlığında 
Suretini unuttuğum bir aşk yaşıyorum sende 
Apansız gelirsin diye caddeleri seyrediyorum 
Anlamıyor musun? 
Öylesine sensizim ki
Bir gelsen; tüm mevsimler bahar olacak
İnsanlar Lavinia’yı unutacak 
Sonra Piraye’yi 
Ardından Rosa’yı...
Herkes seni okuyacak mısralarda...
Attilla İlhan mesela üçüncü şahıs olmayacak 
“Sisler Bulvarı”, “Kırmızı melek şarkısı” 
Hep sen kokacak satırlar 

O gün,
Sesini duyduğumdan bu yana 
Kalbim daha bir başka atıyor boşlukta 
Gecem yıldızlara bürünüyor 
Her gece yattığım derin uykularım oluyorsun 
Muhsena’m... Neler oluyor böyle bana? 
Yoksa sen de beni mi seviyorsun...

Bir gerçekten bahsedeyim mi sana? 


Kahire’nin saraylarını anlatırdım 
Gözlerimi anlat bana desen eğer…

EKİM 2020 27
şiir

Nefi’nin gazellerinden bir dize çekerdim 


Altın mermerler üstüne 
Duvarları ayetlerle dile getirir
En güzel musikiyi söyletirdim dilsiz 
Taşlara...
Çünkü ben,
Yalnızca ben anlatamam gözlerini sana...

Bak bugün sözcüklere seni anlatıyorum 


Ne anlatsam şiir oluyor adı senle başlayan 
Hangi noktayı nereye koysam, 
Beyaza bürünüp yol oluyor dizelerin ırmağında 
Sensizliğin hissini,
Ölüm ürpertisiyle taşıyorum sol tarafımda 

Anla artık Muhsena


Duymasan da hissetmesen de anla
Bak şimdi 
Güneş parça parça düşüyor sokağımın ruhuna 
Anla artık Muhsena…
Duymasan da hissetmesen de anla.
Kelimelerin hududundayım şimdi 
Bağışla...

28 EKİM 2020
şiir

NERUDA
VE PİCASSO
Mehmet Özer

İnanmaz mı Pablo
Kuşların asil sesine?
Bir kanat çırpış bu
Mavilikler aşkına
Özgürlüğün şehrine.
İnanmaz mı Pablo
Renklerin gücüne?
Guernica,
Anlatır her şeyi bu tablo!
Görmezden gelmeyin siz de.

EKİM 2020 29
şiir

SÖNÜK
YILDIZLAR
Oğuzhan Bedir

Sönük yıldızlar saçıyorum


Tüm sesler üzgün, renkler buruk

Tılsımını yitirmiş bir tını


kulaklarımda
Kırışıklıklarında hışırtı
Yaprakların yaşlı tenindeki
rüzgâr
Dalga dalga işleyen ezgiler
özünde hüzün

Canlılığını yitirmiş bir manzara


gözlerimde
Gökyüzü isteksiz, mavisi
Buz, rızasız gelin, yüzünde
yaşlar
Buruklukta geçişen renkler
özünde hüzün

30 EKİM 2020
şiir

ETİBBÂ
Utku Can İlhan

Çağlayan’a gelme sonbahar


kimliğimi adliyede unuttum
bazı meşum sualler sordular

doktorumu arıyordum anlamadılar doktorum


ve gökten çekik çekik yağan onun gözleriydi
birilerini doktoruma benzetiyordum

Beşiktaş’a gelme sonbahar


ruhum başka bir yerde unutuldu
başka kıyılarda son hatırasına kadar

Doktor Hande’nin yüzünde durakladım


benim doktorum değildi katiyen içeri almadı
en erken gelecek yıla bazı sözler topladım

Harbiye’ye gelme sonbahar


Çatı Yabancı’ya çağrıldım
işin içinde bir tuzak var

doktor bu benim dozum değil, neredesin


yeter mi ki bu uyuz bu hasta tehlike
veya alt dudağımı ısıran kadehteki kin

gelme sonbahar, öleceğim lakin başka şehirde


en büyük düşmanımı kendi kafamdan vurarak
planlarım var yeni ve ukala bir eylülde ve Hande
hırsım bir köpek olup kapısında yatacak

EKİM 2020 31
şiir

BOŞ ÖLÜLER
MEZARLIĞI
Emre Özcan

bir kuş, bir serçe ölmüşlüğü var üstümde


onun günahı da bana mı
her yanım başarısızlık
şöyle gürül gürül ağlasam, dağılacak
içime içime akıyor keskin damlalar
arkamda hangisi bendim hangisi sen
ne kadar da yabancı artık
o istenilen adam ben değilim!
şimdi önümde sırat
düşenler görüyorum
bunlar bunlar bana benziyor Allah’ım
içime içime akıyor keskin damlalar
binlerce ölü var önümde, binlercesi de arkamda
içleri boş
yığın yığın, nereye gömeceğim bunları
ben daha bir yer bulamazken
her yanım her yanım merhamete aç

şimdi bir yerde kar yağıyor


bir yerde gün ışımış

her şey yarım mı kalacak


eğer bir hakkım varsa tam ölüm istiyorum

32 EKİM 2020
şiir

her yanımda yarı ölüler var


keskin damlalar boğdu onları
şimdi de başlarını alıyor
eyvah
önümde sırat, daha düşmeden atlayanlar görüyorum
içim ondandır ürpertiler mezarlığı
her boş mezarda yatan bir ölüm var
benim
benim selalarım selviler arasındaki kısık rüzgâr
her kalem tutan yıkıldı
canlı ölüler görüyorum
kâğıda sürtünüyor sıcak nefesleri
daha yeni, daha taze bir mısrada ölen var
ama biri var organlarıma çarpa çarpa koşuyor
biri var, geçtiği yeri ateş kaplıyor
yanıyor, yanıyor ölülerim yanıyor
bir sen varsın canlı
Seni öldüremem ki
içimde
neden diyorlar neden
cevabını bilmeden sırattan atlıyorlar
her yana düşen benim
benim ölülerim onlar
keskin damlalar boğmuştu ya hani

o öyle bir keskin damla ki koca okyanusa bedel


susamışlık da var ama boğuluyor koca okyanus
keskin bir damlada
yaklaştırmıyor yanına hiçbir kayan yıldızı
uzaklar daha uzak
yakınlar daha geride
iki yerde de beni bekleyen ölülerim var

EKİM 2020 33
şiir

duvarları aşan da benim


duvarlara çarpan da benim ölülerim
benimse senin de ölülerin onlar

Kimse duymadı çığlıklarımı,


Sonra yalnızca sana haykırdım…

içimde yıkılmışlığın en kuytusu


ben evvelden geleceğe yalnız Sana sığındım
kimse görmedi ölülerimi
boş mezarlarımı yalnızca Sana açtım
Sen beni benden iyi bilen
benim de ölülerimin de Sahibi
içimi ardı ardına Sana açtım
bil ki bilgi de Senindir zaten
umut;
bende ürkek, umut bende topal
göz göre göre
düşeceğini bile bile sırata gidiyor
ardında boş ölüler mezarlığı.

34 EKİM 2020
şiir

KIRK ODALI HAN


Melike Erken

Aynı göğün altında saklanan, İsa’nın ve Musa’nın yitik çocukları.


Kilisenin ayrı duran sütunları.
Bin kollu yoldan birbirini bulmuş iki meçhul seyyah.
Birinin duvarları ilmek ilmek aşk işlemeli,
Diğerinde ise is dolu suretler...
Meçhul bir seyyâhın kapısını çaldığı kırk odalı han.
Ve handa saklanan kırk katlı yalanlar...
Seyyâhın kafasında bin bir türlü sorular.
Duvarda asılı yasaklar...

Münzevi usulca koyar başını yastığa.


Kırk odalı hanın düşüne dalar.
Ve kırkıncı kapıda kalkar.
Ay kırıkları yüzüne çarparken garamın,
Kanı mürekkep olsa da durmaz damarlarında...
Bir tütsü yakar başucuna;
Gazele döner tüm hisler.
Ve bir naradır ki o
Koparır kıyameti en inceden…
Seyyah kaçamaz bir kez daha o sesten.
Artık kapatmaz kulaklarını: sese koşar tüm benliğiyle.
Boşluğa düşer bir anda seyyah,
En içten yanar yüreği,
Mihmandarı olduğu sevdanın ikrahını yaşar.

EKİM 2020 35
şiir

Çıkamaz boşluktan: bir saatin sarkacı nasıl gidip geliyorsa,


Seyyah tam da o an devleşir hanın önünde…
Bin yıllık duyguları patlar içinde.
Ve kırkıncı kapıda bulur kendini.
Seyyah kalır kapının önünde.
Çünkü kalmak;
Gecede yanıp tükenirken saatler,
Donmak ve billurlaşmak,
Bir kalıbın içinde hapsolmak demektir...
Ölümün ak kanatları sarar seyyâhın bedenini.
Kapı açılır usulca.
Tüylerin arasında saklı kılıçlarla döşeli, nurdan bir yol serilir önüne...
Kadir olanının dokunabileceği, bir ney çalınır başköşede.
Seyyâhın suretinde bir adam;
Nefesini üfledikçe neye,
Seyyah kendine gelir.
Kaçtığı sese yönelir.
Ve kafasında tek bir soru kalır seyyâhın.
“Bir harp miyim ben kendimle,
Kadir olanın elini dokundurabileceği;
Bir ney miyim yoksa nefesini üfleyebileceği?”

36 EKİM 2020
şiir

HALEVAR
Tarık İlbey Kulat

Günümü geceye sakladım


Hayalini kurmak için
Yıldızları yerinden kopardım
Saçlarına takmak için

Derdimi derine gömdüm


Gönlümü soğutmak için
Gün be gün filizlendim
Gönlüne açmak için

Kendimi ateşe attım


İbrahim sevgisi için
Sen yoktun ardımda
Gül bahçem olmak için

Ferhat dağları deldi


Sevdiceği Şirin için
İlbey arar yarini
Hikâyesini yazmak için

EKİM 2020 37
SAYAÇ
Doğa Deniz Karademir

Önündeki sayaçla odada yapayalnızdı. En sonunda odada kalan


sadece ikisi olmuştu işte. Bir zamanlar hayatını bıçak gibi
bölen saliseler, şimdi onun tek dostuydu.

Ö
nündeki sayaçla odada yalnızdı. Yalnız- di ve orada heba olan duygularının yasını hâlâ
lık hiç bu kadar keyif vermemişti ona. tutuyordu. Duygularının gebe olduğu umutları
Güçbela kalabalığın içinde bulabildiği ise yalnızlığın erdemi içinde uçup gitmişti.
karakteri artık bir illüzyondan ibaretti. Gelişi- Artık külüstür olan erdemlerini hatırlamaya
güzel birkaç aklın ortak yapıtı, olabildiği tek şey çalıştı. O erdemleri diplerden çıkaran hatıraları
buydu. Ne kendisine aşinaydı ne de kendisine belirdi gözlerinin önünde. Saniyelerin aşırdığı
yapılan yanlışlara. Fakat şimdi bu odada, sayaçla anıları, şimdi bir nefes olmuş süzülüyordu oda-
baş başa, kişiliğini diplerden çıkarıyordu. Sancı- nın her bir köşesinde. Odanın içinde durdukla-
lıydı ama elzemdi. İşte bu yüzdendi yalnızlığın rı her bir durak bir pişmanlığı, süzüldükleri her
ona keyif vermesi. Olduğu ve olduğunu sandığı bir saniye ise bir başka geleceği vadediyordu. Ve
her şey artık sayacın sorumluluğundaydı çünkü. işte, geriye kalan tek tük erdemleri de bir bir bu-
Üzerindeki rakamlardı hislerini var eden. O ra- harlaşıyordu bu sırada. Elinde hiçbir şeyin kal-
kamların şaşaasıydı kişiliğini baştan çıkaran. Ve mamış olması muhtemel bir hüznün habercisi
yine aynı rakamlardı fikirlerini düzen. Hayatının olabilirdi ama buna izin vermedi. Zincire vu-
ortasından akan bu dere, onun rakamlara olan rulmuş anılarının yarattığı erdemler ne kadar
minnettarlığını arttırıyordu her geçen saniye. özgür olabilirdi ki? Esaret için değer miydi peki
Bu minnettarlığını düşünedururken odanın bu denli hüzün ve gözyaşı. İşte bu yüzdendir ki
kırık dökük kapısı çaldı dört kere. Her bir çalış izin vermedi onlara.
bir saniye. Her bir saniye ise bir ömürdü onun Önündeki sayaçla odada yapayalnızdı. En so-
gözünde. Bu nedendendir ki aldırış etmedi ka- nunda odada kalan sadece ikisi olmuştu işte. Bir
pıya da onun arkasındaki insana da. Gözlerini zamanlar hayatını bıçak gibi bölen saliseler, şim-
kapattı ve “Rahatsız edilmek istemiyorum!” di onun tek dostuydu. Şu anda prangalarından
diye bağırdı. Ses boş odada yankılandı ve sa- kurtulmanın tam zamanıydı. Kapı çaldı üç kere.
yaç akmaya devam etti, yankıların hızlandıran Sustu. Elini kolunu bağlayan zincirler daha bir
rüzgârıyla. Bu kaba hareketinin bir erdem ol- sıkılaştı. Boğuluyordu hatıraların maviliklerinde
duğunu hangi aklı başında insan kabul ederdi ama dayandı. Kapı çaldı iki kere. Yine sustu. Kur-
bilemiyorum ama o kabul ettirmişti kendine. tulmalıydı bu odadan ve saniyeleri harcayan sa-
Çünkü önceden benimsediği erdemlerden aldı- yaçtan. Kapı çaldı bir kere. Yine sustu. Ve o anda
ğı darbelerin izleri hâlâ karnının orta yerinde kırıldı önündeki sayaç. Saniyeleri hapseden de-
duruyordu. Esas kişiliğini saklaması gerektiğini mir bağlar çözüldü kararlılığın ışığında. Ve açıldı
de tam buradan öğrenmişti. Dışarısı tehlikeliy- kapı, yeni erdemlerin huzurunda. ❰

38 EKİM 2020
SON SAHNE
Neslişah Kahraman

Gidenler gitti, kalanlar köşelerine çekildi.


Bir adım mesafeyle sınırlar belirlendi.

V
akit geldi. Gidecek olanların sırtlarına dığı yetmiyormuş gibi bir de o sırtlandığı yük
bir yalnızlık alıp yola çıktığı, hüzünle geri çekiyor onu. Hafiflik ilkesi. Taşıyabilece-
çalkalanan kalplerin dallarından ayrı- ğinden fazlasını alma. Neden? Çünkü amacı
lan birer yaprak gibi savrulduğu o vakit; mev- gitmek olan biri geride bırakabildiği kadarını
simlerin en yorgunu, baharların en suskunu... bırakmalı, aksi takdirde hep “geri gelmenin”
Şehrime sonbahar geldi. Onun gelişini duydum hayaliyle yaşar. Mesela şuradaki genç kız geri-
uzak iklimlerden, kulağımda durmadan çalan de bırakamamış aşkını, yolcu kapısına diktiği
melodilerden. Bir İstanbul akşamında kalemi- gözlerinden anladım. Beklemenin en yorucu
mi usulca yaklaştırırken defterime, sayfaların, hâlidir bu. Sen gitmek üzeresindir ve o hâlâ
biri diğerinden intikam almak istiyormuşçasına gelmemiştir. Usta gidenler de aynı benim gibi
birbirine vurmalarından duydum. Kulakları- seyrediyor istasyonu. Çünkü onlar kalmak-git-
mın hizasında kestirdiğim saçlarım rüzgâra ka- mek ilişkisini artık aşmış ve gidilen yerde kur-
rışırken kirpiğime düşen bir yağmur damlasıyla muşlardır hayatlarını. 
geldi sonbahar. Yaz ayrıldı bizden. Biz ayrıldık. Kalanların da aralarında ustalar ve acemi-
Yazla gelen ne varsa öyle doyamadığımız, mev- ler vardır. Usta bir kalan korkmaz vedalardan,
simleri hasretiyle geçireceğimiz ve her iklimde uğurlamalardan. Tüm hafifliğiyle o istasyonda
arayacağımız, ayrıldı bizden. Yokluğuyla bizi belirir ve yolcu edeceği her ne varsa usulca veda
noksan bırakan ne varsa, selamını gönderdi bu eder, acele etmeden. Bir birlikteliğin son kahve-
baharla.  si içiliyor gözlerimin önünde. 40 yıl hatırı var
Ben yılın bu vaktinde gidişleri seyrederim. derler, öyle olsun. Bir 40 yıla daha sığacak cüm-
Gidenleri, kalanları... Kulağımda hep bir ba- leler kuruyorlar şimdi tüm sanatlardan uzak.
vulun tekerlek sesleri... Kimi gidişler alışkan- Usta bir giden-kalan ilişkisinde sözler verilmez,
lık hâlini almıştı ve artık ustalaşmıştı. Usta bir boş vaatlerle hayaller kurulmaz. Yolun açık ol-
giden, taşıyabileceği kadarını yanına alıp du- sun, kadar basittir tüm cümleler ve “hoşça kal”
raklara, molalara ihtiyaç duymadan olması ge- kadar derin... Acemi sevdaların sonu daha şid-
rektiği saatte, o istasyonda yerini alıyor. Fakat detlidir her zaman. “Gitme” ile başlayan cümle-
ilk defa ardında yarım kalmış hikâyeler bıra- lerin ardı arkası kesilmiyor. Biri diğerini yanın-
kan gidenlerin acemiliği her hâllerinden belli da istiyor. Fakat henüz öğrenememişler kuralı.
oluyor. Bak ne çok şey almış yanına! Hafiflik Gözlerinde “yol” u taşıyan insan, kalbinde en
ilkesini daha keşfedememiş, belli, uzun bir fazla bir misafire yer ayırabilir ama kimse bir
yolu var. Zaten bir yolculuğun hüznünü taşı- kalpte misafir olmak istemez. 

EKİM 2020 39
deneme

Yolculuk birazdan başlayacak, gidenler sırt- denize, su onu alıp bilmediği yerlere götürecek.
larına aldıkları yalnızlık ile yola koyulurken Herkes birbirine selamını gönderecek bir ba-
usta kalanlar bir gülümseme ile bakarlar yol- har rüzgârıyla ve saçlarını dağıtan rüzgârların
cularına, akıllarındaki son sahne bu olacaktır. hangi selamı taşıdığını bilmeden insan, gelecek
Acemiler gözyaşları içerisinde bir hayal kırıklığı baharların hayalini kuracak. Başka vedalara ha-
ile kalacaklar hafızalarda. Son sahne. Yorucu bir zırlanıp rolünde ustalaşacak. 
bekleme hâli içinde olan genç kız, mecburi bir Yılın bu vaktini her zaman sevmişimdir.
gidişin içine dâhil etti şimdi kendini ve aklında- Sırtımda ince bir örgü hırka, yaprakların veda-
ki son sahne, boş bir istasyon olacak.  sıyla dolan sarı bir yoldan yürüyorum. Eğilip
Gidenler gitti, kalanlar köşelerine çekildi. Bir bir tanesini elime aldığımda kucakladığım bir
adım mesafeyle sınırlar belirlendi. Usta da olsa, mevsimin mutluluğu var içimde. Bir “giden”in
acemi de olsa birbirlerini anımsayacaklar de- hayat izlerine hiç bu kadar yakın olmamıştım,
vamlı. Bir şarkı mırıldanacaklar limanda, rüz- kim bilir kaç veda taşıyordur damarlarında. Son
gâr notaları taşıyacak, biri bir gözyaşı dökecek sahne. Sonbahar… ❰

40 EKİM 2020
KAMBUR
Yüksel Bulut

Biliyordu; konuşmak, sohbet etmek, bir dili tüm imkânlarına değin


kullanmak lüzumsuzdu şimdi… Tüm mümkünlerin tükendiği
bir yerde, ikisi de denizi izlemeyi tercih etti bir tek.

P
erdelere çöken derin huzursuzluk, top- sebepten, öylece öleceğinden korktu. Kulakları-
lumdışı bir acının mistik yalnızlığıyla nı dikkatle yetmiş iki metrekare evin sınırların-
karşıladı onu önce… Etajerin üzerine da gezdirdi. Duvarları ince evlerin içinden ko-
örtülen miskin karanlık… Açık pencere cam- layca geçip gelen daire sakinlerinin horultuları
larından içeri tırmanan motorlu taşıtların ezici yatak odasını doldurduğunda, sinirle birkaç şey
homurtuları bazen… Evin muhtelif yerlerinin söyledi. Her şey öyle olağan ve bir o kadar olağa-
de bir dili olduğuna artık kesinkes inandığı eş- nın dışındaydı ki; önceki geceyle birbirine ben-
yaların sanki kendi aralarında sohbet ederlerken zeyen şeylerin içinde, onu apayrı bir duygunun
çıkardıkları ses çatırtıları… Azalan insan sesle- görülmez demir parmaklıkları ardında tutsak
rinin yerini daha çok; kedi, köpek ve bilumum eden şeyin açık açık konuşulmasını istedi. Kor-
şeylerin gitgide artan kıpırtısına bıraktığı bir kularıyla yüzleşme cesaretini göstermiş birinin
saat bekliyordu dışarıda ve komodinin üzerinde kararlı kararsızlığı ile karanlığın içinde ters dön-
rık rık, diye atan en kalbi parçanın gürültüsü eş- müş telefonunu, elini halının üzerinde bir yarım
lik ediyordu şimdi içeride onlara... Tüm bunla- ay şeklinde gezdirerek buldu önce. Telefonunun
rın arasında, sessizliği dinledi; irdeledi boyuna. ışığı gözlerini acıttı; ekranda yazan ismi seçmek-
Bir yükselip bir alçalan rüzgârı; hışırdayan ağaç te zorlandı bir müddet. Sonra tümden vazgeçti
yapraklarını, tam örtülmemiş kapı pervazları- okumayı. Yalnızca telefonu açmakla ilgilendi.
nın ıslıklarını duydu. Gecenin içinde bir tek ona Herkes uyuduktan sonra çalan telefonlar genel-
ait olan bir şey vardı, durmadan o şeyi aradı. Her de pek umut vermeyen cinstendi. Tedirgin ve
şey, hiçbir şey kadar gerçek durmuyordu. Ama uykunun üzerinde ağırlığı hiç eksilmeyen o tüm
her şey, en az hiçbir şey kadar kafasını karıştırı- mahmur yanıyla konuştu, Mahir:
yordu şimdi… Kendisine büyük acılar verecek Alo?
bir umudun tekrar tekrar üstüne başına sıçra- …
masından korkan biri gibi, gözlerini yavaş yavaş Füsun?
karanlığa alıştırdı. Korktu, karanlığın buzdan …
ellerinin boğazına sarılmasından belki. Hiçbir Sesin…
şey katamadan, daha kabul görmüş bir şey bile …
olamadan, okuyamadığı kitaplar için bile… Bir Tamam, gelirim.

EKİM 2020 41
öykü

İçinde kopmak üzere olan bir boğuntuyla ya- gösteriyordu. Adeta kaybetmek üzere olduğu
tağının üzerinde doğruldu, Mahir. Telefonunun şeyi iyiden iyiye hissettirmek ve Mahir’e bu dü-
saatine baktı, dörde geliyordu ve bir saat sonra şüncenin etrafında hamur gibi şekil verebilmek
Pasaport Vapur İskelesi’nin orada görüşmeliy- için bütün kozlarını masaya sürmeden önce ona
diler. Neler oluyordu, neydi şimdi bu, diye dü- bir maskenin altından bakan bıçkın bir kumar-
şündü, Mahir. İçinde koptu kopacak hâldeki bir baz gibiydi, Fransız. Blöf ile gerçek arasındaki
hezeyan eşlik ediyordu şimdi ona. Tedirgindi, çizgisi öyle belirsizdi ki... Daha fazla üstüne git-
üzgün… Hayatın bir parçası olmaktan çoktan meye korkar olmuştu, Mahir.
kırılmış bir oyuncak gibi sanki daha fazla kı- Gözleri git gide karanlığa alışan Mahir, birden
rılmamak için özenle yatağından kalktı, elektik bire karartının salonun tam ortasında durduğu-
düğmesini çevirdi, ışığı loş bir seviyeye getirdi- nu ayırdı. Hareketsiz, komodinin üzerinde bek-
ğini anlayınca durdu birden. Elbise dolabından leyen biblolar gibi duruyordu, Fransız. Lambayı
hızla üzerine başka şeyler geçirdi, elektrik düğ- yaktı. Birbirlerini izleyen iki çift göz vardı şimdi
mesini eski konumunda bıraktı. Daha vaktinde ikilinin üzerlerinde. Fransız, bir süre sonra oralı
orada, iskelede olmak için en iyisinden yarım olmayı bıraktı, gözlerini eğdi önüne ve balkona
saat daha fazlası vardı. Ama o yine de hızla kori- doğru umursamaz yürüdü, çıktı; etrafını izledi,
dora, dış kapıya doğru yöneldi. Birden açık oda aşağıda duran sessizliği yıkadı önce gözleriyle.
kapısının yanından geçerken içeride bir hareket Sonra sokak lambalarının sarı ışığında dönen
gördüğünü, belli belirsiz sesler duyduğunu dü- ateş böceklerini izledi. Önce seslenmek istedi
şündü. Holden birkaç adım geriye gelerek gözle- Mahir, aralarında sakız gibi uzayan ama bir türlü
rini ilgiyle içeride gezdirmeye başladı. Perdeler kopmayan sessizliği yırtmak istedi. Ama sonra
örtük, saat sabahın dördü olmak üzereydi. Oda- vakitlice çıkmak istediğini hatırlayarak, ışığı ört-
nın her yerine yayılan koyu bir renk hâkimdi. tü ve usul adımlarla apartmandan ayrıldı.
Bu yüzden gözlerini, kaşlarını az daha yukarı it- Envai çeşit seslerin, kabul edilebilir bir yal-
tirecek biçimde, çok daha fazla açarak tüm dik- nızlığın gürültüsüne ait olduğunu düşündüğü
katiyle oraya, odanın içine, iyice dikkat kesildi. her ses, o tüm hızıyla devam etmekteydi dı-
Baktı, baktı; defaatle aradığı şeyi bulmak isteyen şarıda. Oysa tüm bunları kendi içinde asimile
birinin ısrarıyla; baktı, baktı… Fransız, salonun edecek kadar hâkim sesler de vardı. Biraz sonra
ortasında huzursuz huzursuz dolanıyordu. Elle- gecenin karanlığından istifade edecek düşman
ri, ayakları, yüzü, basık burnu, gözleri ve bodur askerleri gibi yavaş yavaş sokulacaklardı önce
boyu karanlığın içinde teninin hâkim rengiyle şehre. Apartmanların içlerine gizleneceklerdi,
birleşip mobilyalara karışıyor, bir türlü seçilmi- işyerlerinin kepenklerine, arabaların motorla-
yordu. Sadece belli belirsiz bir karartı ve par- rına, deniz kenarlarına, gökyüzünün üstünde
kenin üzerinde huzursuz adımlarla gezinirken yürüyen uçaklara, demiryolları ve vapur sefer-
çıkardığı sesleri duyuyordu, Mahir. Şu Fransız, lerine… Zamanı geldiğinde insan; sokakları,
bazen çok sinir ediyordu, onu. Ev arkadaşı; iyi, denizleri, gökyüzünü; yani hava, su ve toprağı
hoş oluyor; insanı yalnızlığın o derin dehlizinde dolduracak, sessizliği her yanıyla işgal altına
bırakmaktan çoğu zaman kurtarıyordu belki la- alacaklardı. Seslerin yalnızlıkla olan ilgisi, tıpkı
kin bir kere bir kabahatinden ötürü kızıp da ver- savaşın ortasında patlamak zorunda olan silah
yansın etti miydi Mahir, işte o zaman çekilmez seslerinin mecburi esaretine benzer bir biçimde
olup çıkıyordu, Fransız. Bütün gün ne ağzını bı- yer değiştirecek sonra her şey, hep olduğu gibi
çak açıyor ne ise doğru düzgün bir şey yiyordu. hep yeni baştan başlayacaktı. Sessizlik, yalnız-
Öylece balkona çıkıp sadece dışarıyı seyrediyor, lığı; yalnızlık, gürültüyü devir daim edecekti
aynı evde yaşamanın getirdiği mecburiyete belki günlerce. Kazanan ve kaybedeni olmayan bir
anlaşılmaz homurtular çıkarıyor ve olabildiğin- sürükleniş hepsi… Gece ve gündüz arasındaki
ce kendini ev arkadaşından soyutlamaya gayret o büyük uçurum…

42 EKİM 2020
öykü

Merdivenlerden aşağı doğru inerken kafası- ihtiyar, çocuk demeden birçok insanın yan yana
nı yukarı doğru kaldırdı, Mahir. Fransız’la göz sıralanıp oltalarını suya atışlarını izliyordu. Yani
göze geldi. Fransız, sanki onu tesadüfen görmüş bu saatlerde bir tek, duvarların arasında olma-
ve ilgi duymuyormuş gibi başka tarafa doğru çe- yışlarının haklı gerekçesini taşıyanlar vardı bir
virdi birden gözlerini. Mahir, gülümsedi o vakit. de çoğu evsiz, hak edilmemiş bir yaşamın pen-
Seviyor bu Fransız beni de açılması biraz zaman çesinde aylak aylak gezinen insanlar… Kanlı
alıyor galiba, diye düşündü o zaman. Hayatında canlı hikâyelere benzetirdi onları, Mahir; ay-
bir Fransız bir de Füsun’dan oluşan hepi topu lak aylak gezinen, banklarda uyuyan, çimlerde
çekirdek bir ailesi vardı, Mahir’in. Kaybetmek, uyanıp uzanan, tek bir dal sigaranın tavafında,
en fazla çok şeyi olanları korkutura benzer bir bir lokma yemek parası ve bir şişe şarapla gü-
şeyler diyor ya bilge abiler; haklıydılar galiba. nah çıkartan hikâyelere... Bazıları ile sohbeti de
Mahir de korkuyordu kendi payına… Adım- vardı. Sigara vermediği için terslendikleri de.
larını bu düşünceyle doldurdu kısa bir süre. Bazen birçoğu ile oturup konuşur ama yalnızca
Sonra merdivenleri bitirip, tek tük akan trafiğin bazılarını severdi; sigaralarını almalarına izin
üstesinden gelen trafik lambalarının yardımıy- verirdi, içi boş pet bardaklarının yarısına kadar
la yolun karşısına; Karataş tramvay raylarının birasını dökmelerine kızmazdı. Genel olarak
üzerinden aşağı sahile çıktığında, dalgın dalgın severdi sokakta yaşayan insanları, Mahir; bazı-
iskeleye doğru yürüyordu böylece. O zaman ları da Mahir’i. Bir insanın sokakta yaşayabil-
ister istemez kafasından o düşünce geçiyordu mesi için evvela sağlam bir hikâyeye ihtiyacı
Mahir’in: Korku… Ama niçin? Füsun mu, ah olduğunu, hikâyelerini dinlediği insanlardan
bilmiyordu, hiçbir şeyden emin değildi. öğrendi. Ama sonra kendi yarattığı hikâyele-
Saatine baktı Mahir, hâlâ vakti vardı. Canı re bir süre sonra inanan mitonomi hastalarına
sigara içmek istedi; ama evden çıkarken bunun benzetti onları ama bu onların bir hikâyeleri
için gerekli tüm gereçleri unuttuğunu fark etti. olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Gereğinden
Konak Vapur İskelesi’nin önündeki büfeye uğ- fazla üzerinde durmazdı bu yüzden bu konu-
rayarak bir Camel ve bir çakmak söyledi. Çok nun. Neticede bir menfaatin kaygan zemininde
zamanki gibi Camel ile Winston’u karıştırdı bü- duran üç şeyle bağlıydılar birbirlerine. Sigara,
feci, Mahir bu defa aksi bir tonda Camel, diye yemek parası ve alkol… Biri düşse daha iki tane
yineledi, Camel Slender! Büfeci özür diler gibi daha vardı. Hiçbiri yoksa sen de yoktun. Bitti.
hemen düzeltti hatasını, yüzü düştü. Mahir de Az sonra Pasaport Vapur İskelesi’nin tarihle
yaptığına üzüldü o vakit. Para üstünü almayı iç içe yapısı gözüküyordu. Saatine baktı tekrar.
bilerek unuttu. Duymazdan geldi arkasından Kabaca; küsuratlı bir saatin onu yoran matema-
seslenen adamı. Büfeci de hepi topu birkaç lira tik hesabıyla, en hesaplısından yarım saat önce
be, dedi herhâlde; bunun için de peşinden koş- gelmişti. Adımlarını ağır işlemekle geçmeyen
maya, büfeyi kimsesiz bırakmaya hacet yok ya; zamana uydurdu. Az sonra iskelenin önüne gel-
bir dahaki geldiğinde birkaç lira eksik alırım miş, gözüne ilişen boş bir banka ilişmişti o da.
her şey hallolmuş olur; sen sağ ben selamet o Tekrar telefonunu çıkartıp saatine baktığında
zaman; zaten afyonum patlamamış, uğraştığım en iyi ihtimalle yirmi dakikası daha olduğunu
şeye bak! ayırdı... Füsun’un da problemi buydu işte, diye
Mahir, fütursuzca üflediği dumanlarla birlik- düşündü: İlla tam söylediği vakitte olması ge-
te sahil boyu yürüyordu. Deniz durgun, rüzgâr reken yerde olmaya kendini mecbur hissetmesi
esmiyordu… Şehir yavaş yavaş uyanıyor, bisik- yok mu? Düşündürüyordu bazen Mahir’i… Sırf
let ve yürüyüş yolu spor yapan insanlarla birlik- dakik olacağım diye ikisinin de çok erken gel-
te git gide kalabalıklaşıyordu. Ardından sabah miş olduğu bir buluşmada Mahir’i bir köşeden
suyu için kimi geceden beri bekleyen kimi ise gizlide gizliye izlemiş, zaman dolunca da “Bak
sabahın erken saatlerinde gelen balıkçı; genç, nasıl dakiğim ama!” diye kollarını ve bacakları-

EKİM 2020 43
öykü

nı olduğundan daha çok iki yana açarak aniden yemci, çay-kahveciler durmadan motosikletle-
önüne sıçramış, Mahir’in de aklı çıkmıştı ta- riyle bağırarak geçmeye devam ediyorlardı.
bii. Bunu da Mahir’e bir gün zamanda dakiklik “Boru kurdu, madya… Madya, mamuun!
mevzusunu konuşup durumunun ciddiyetini “Çay var, kahve…”
pekiştirmek ve bu konuya ne kadar önem ver- “Boru kurdu, madya, mamuun!”
diğini göstermek için bir örnekle anlatmıştı da “Geldi çay!”
Füsun, öyle öğrenmişti Mahir de içinde başrolü Rüzgâr, Göztepe tarafından esiyordu. Kimi-
paylaştığı hikâyeyi. Sonra daha ileri gidip du- leri için doğal bir olaydan daha fazlası değilken
rumun ciddiyetini kavradığını göstermek için bu durum kimileri içinse doğrudan bir umu-
saatlerini saniyesine kadar ayarlamayı teklif dun işareti sayılırdı. Öyle ki rüzgâr, Göztepe
etmişti, Mahir; sevinmişti Füsun da, boynuna dolaylarından esti miydi, balığın iyi yaptığına
sarılmıştı. Aslında alayla karışık şaka yapmıştı, dair güçlü bir rivayet dolaşırdı körfezde. Mahir
Mahir. Ama yüzündeki sevinci görünce bozma- de büyük ölçüde desteklerdi bu fikri. Kaldı ki
mıştı hiç. Yıllardır ne vakit telefonlarının zaman deneyimle sabit kılınmış yanı, rüzgârın Gözte-
ayarı bozulsa, telefon ayarlarına girilir ve defa- pe tarafından esmesiyle bir tuttuğu balıkların
atle aynı saniyeye kurulurdu. Kimi zaman çok daha fazla olduğunu söylerdi. Bu yüzden kimi
tuhaf, kimi zaman pek bir sıradan, kimi zaman balıkçılar için hep bir umuda işaret edildiğini
dünyanın bambaşka bir rengiydi, Füsun. Hak- bilirdi Göztepe’nin. Önemliydi Göztepe. Adı-
lıydı, Mahir. Çünkü renk renkti Füsun… Bütün nı spor kulübüne veren bir takımdan çok daha
renklerden biraz vardı sanki üzerinde... fazlasıydı Mahir için… Ama şimdi sol yanağı-
Bu hatıra, Mahir’i Fransız’dan sonra ikin- na vuran rüzgârın umudu ile çok düşünmekten
ci kez gülümseten yegâne şey olmuştu bugün. çatlamış ve en ufak sarsıntıda altında kalacağı
Aslına bakılırsa henüz bir saat bile geçmeden bir umudun tehdidiyle bekliyor, balıkçıları izli-
iki kere gülümsemenin hiç de azımsanacak bir yordu bir tek…
istatistik olmadığı geçti kafasından. Sonra ise “Boru kurdu, mamuun! Halay çeken mamun
tecrübe ettiği en iyi şeyi yapmaya; beklemeye bunlar!”
devam etti. Saatine baktı, tamı tamına on bir “Çaay!”
dakika kırk beş saniyesi vardı daha gelmesine. “Madya, mamuun!”
Çevresine bakındı, bir yerlerde kendisini yine Füsun, pek sevmezdi ama balık tutmayı,
izliyor mu acaba, diye. Yoktu ama. Görememiş- sıkılırdı daha çok. Ne buluyorsun sanki bura-
ti, Mahir. Ya henüz gelmemişti ya da kamufle da? Bütün gün bekliyor bekliyor; çoğu zaman-
olmayı çok iyi biliyordu Füsun, diye düşündü ve sa bir ya da birkaç balık yahut daha kötüsü şu
beklemeye devam etti. ki Mahir: Bir tek balık bile tutamıyor, boş boş
“Gevreek, taze, çıtır kıtır gevrek var… zamanını tükettiğinle kalıyorsun, derdi. Tüm
Taze, sıcak boyoz…” bunları, sanki yapacak çok daha iyi bir işi var-
Hava iyiden iyiye aydınlanmış, Temmuz sı- mış gibi söylerdi üstelik Mahir’e… Bazen sineye
cağı güneşin doğuşuyla birlikte insanı yakan çekmekten yoruluyordu Mahir, Füsun’u. Bazen
performansına ulaşacak diyordu dün de mete- çok acımasız bazense sevgi ve anlayış dolu olu-
oroloji bültenleri. Ama en azından tekrar rüz- yordu. O zaman iki resim arasındaki yedi farkı
gâr çıktı diye geçirdi içinden. Deniz de yavaştan bulmaya çalışan biri gibi iki ayrı Füsun’u gözü-
hareketlenmeye başlamıştı. Balıkçılar, daha bir nün önüne getirip düşünüyordu, Mahir. Seviyor
iştahla yemlerini kancaya takıp oltalarını suya muydu sahiden Mahir, Füsun’u yahut Füsun,
indirmeye başlamışlardı bile. Balığın yemlenme Mahir’i seviyor muydu gerçekten? Belki de bir
zamanı yaklaşmış, martılar körfezin ortasındaki tür alışkanlık bizimkisi, diye düşündü, Mahir.
balık oynaklarının üzerinde daireler çizip, bağı- Zira tavır ve davranışlarımız bile daha sıradan
rıyorlardı durmadan. Bu zamanı takiben seyyar artık birbirimize karşı, daha olağan, o dünyanın

44 EKİM 2020
öykü

zil çalan eteklerinde gezmiyoruz ilk zamanlar- gözlerinin önünden bir bulut geçti, bir martı
daki gibi, diye düşünmeye devam etti. Galiba kanat çırptı. Bir çocuk ağladı. Bir kediye ara-
sadece alıştığı şeyden kopmaktan korkan iki ba çarptı. Bir adam son sürat giden bir aracın
yabancı olduk biz seninle Füsun, dedi Mahir içinde bir yerlerde defalarca takla attı… Bir an
sessizce. konuyu değiştirmek, belki de acıyı daha katla-
Omzuna bir el dokundu Mahir’in. Mahir he- nabilir bir hâle getirmek için ara vermek istedi.
men uyandı düşüncelerinden ve saatine baktı. Sustu, az biraz… Ama bu bir an önce ağrıyan
Vakit gelmişti. Tam zamanında! etin alınmasını isteyen Mahir’e göre değildi. Ağ-
“Ne o, artık kendi kendine mi sohbet etmeye rıyan etin Füsun’un üzerinde bekleyen bir kam-
başladın, Mahir?” bur gibi kendisi olduğunu düşündü…
Mahir, gülümsedi; üçüncü kez! “Fransız nasıl? Hâlâ kavga ediyor musunuz
“Dalmışım…” çok?”
Mahir’in yanına ilişti Füsun. Bir süre sessiz Bırak şimdi, Fransız’ı! Söyleyeceklerini bitir
kaldı. Bir şeyler söylemesi gerektiği açıktı. Ma- sadece, dedi, Mahir.
hir sonunda dayanamayıp sordu: Fakat bir anda önlerinde beliren çiçekçi ka-
“Neler oluyor Füsun? Neden sabahın bu saa- dın böldü kırp diye ikisini orta yerinden.
tinde beni buraya çağırdın?” “Abim almaz mısın sevdiğine bir gül? Fal da
Füsun, nasıl başlayacağını bilemediği bir bakarım; siftah be abim, bir çiçek almaz mısın
cümleye başlamak için çırpınıp da ağzında ke- güzel ablama?”
limeler mantıksız bir hâl almaya başlayınca, an- Mahir, asabi bir tavırla “Almam! Defol git!”
ladı Mahir. Susturdu onu: dedi.
“Neden?” Çiçekçi, yanlış zamanda yanlış yerde olmanın
Füsun, en azından yazılmakta olan ve ileride verdiği umutsuzluğa ve her şeye rağmen üzeri-
hatırlanma mecburiyeti doğurmayacak bir ha- ne oynayan bu delikanlının tepkisine sinirlendi.
tıranın giriş bölümünden kurtulduğu için biraz Kendisini tutmak, sinirini eyleme dökmemek
rahatladı ve olduğu gibi konuşmaya başladı: için en ufak bir çaba bile harcamadı. Gül ve içinde
“Büyüdük artık, Mahir. Çocuk değiliz ki… envai çeşit çiçekleri olan sepetini birden kafasına
Kaç yıl oldu fakülteden mezun olalı ben? Bir çarptı Mahir’in. Cüzi miktarda çiçek, oturdukları
düşün… Bir bankada, gişede saatlerce oturmak, bank ve etrafa yayıldı. Çiçekçi ise daha fazla ile-
masa başında insanların ağız kokusunu çekmek ri gitmenin Mahir’in hâl ve hareketleri uyarınca
kolay mı sanıyorsun sen? Sıkıldım Mahir, an- daha iyi bir fikir olmayacağı düşüncesiyle belki
lıyor musun, sıkıldım, gücendim ben bu haya- de hızla gerisinde bıraktığı dökülen çiçekleri ve
ta! Ben artık ‘herkes’in o genel toplum yapısına alelacele kavradığı sepetiyle söve söve, kalçasını
karışmak istiyorum; hâli vakti yerinde bir yuva bir sağ bir sola vura vura koştu, uzaklaştı. Kol-
kurmak istiyorum.” luk kuvvetlerinden kaçmaya alışkın seriliği ile
Mahir’in yüzü düştü, Füsun’un günün üç gü- çoktan iş hanının arkasında kaybolmuştu bile.
lümsemesini de götürdüğünü hissetti yüzünden. Füsunsa sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi ya da
Bekle Füsun, dedi. İşleri yoluna koyacağım. sanki bir yıl önce yaşanmış bir hatıranın şimdi
Onun için gece gündüz çalışıyorum, biliyorsun; yüzünde bıraktığı bir tebessümle düşünüp ko-
balığa bile çıkmıyorum eskisi gibi, harıl harıl nuşmaya devam ediyor gibiydi:
KPSS çalışıyorum. Yakında öğretmen çıkacağım. “Bana hiç çiçek almadın Mahir… Koskoca
“Bekle çıkarsın! Memlekette atama mı var, beş yıl geçirdik; sen, bana bir defa bile çiçek al-
Mahir!” madın.”
Füsun, fazla ileri gittiğini anladı. Mahir ka- Mahir, şaşkınlıkla dinledi Füsun’u…
dar Füsun’un ağzından çıkan galiz sözlere kendi “Kafama çiçek sepeti yedim ben Füsun biraz
de alışık değildi. Yüzü eğildi Füsun’un… Çekik önce, ne anlatıyorsun sen! Hem… Ben sevmi-

EKİM 2020 45
öykü

yorum Füsun toprağında olmayan hiçbir çiçeği, arasında kendisini sıkıştırılıyormuş gibi hisse-
sırf sen bir çiçeğin sende uyandıracağı duygu diyordu... Büyümek, gerçekten karşılığında bir
emperyalizmine ulaşacaksın diye bir çiçeğin bedel istiyordu insandan. Şimdi Füsun da Ma-
vaktinden önce ölmesine sebep olacak arz talep hir’e bu bedeli hatırlatıyordu: “Büyüdük artık,
dengesinin piyonu olmayacağım. Hem… Sen Mahir. Çocuk değiliz ki…”
de hayvanat bahçelerini sevmiyorsun; bir bakı- “Ayrılalım geçsin, Mahir... Her şey, her şeye
ma aynı ikisi de… Onlar da bir kafesin içinde rağmen çok güzeldi ama artık herkes yoluna…
izlenmeyi bekliyorlar, bir yerden bir yere git- Biliyorsun.”
mek ne büyük bir lüks onlar için düşünsene. Biliyordu; konuşmak, sohbet etmek, bir dili
Bizler de onlara benziyoruz aslında. Haritadaki tüm imkânlarına değin kullanmak lüzumsuzdu
sınırlar, senin özgürlüğünün ne kadar geniş ol- şimdi… Tüm mümkünlerin tükendiği bir yer-
duğunun ifadesi değil kabaca tutsaklığının tabi- de, ikisi de denizi izlemeyi tercih etti bir tek.
ri yalnızca, bizim etrafımızda çit yok belki ama Deniz kızışmış; rüzgâr, bir toka gibi tutunmuş-
etrafımızı saran sınırlardan kafamıza göre çıkıp tu saçlarına suların… Martıların ciyaklamaları,
gidemediğimiz, bizim de özgür olamadığımız, balık oynaklarının üzerinde çırptıkları kanat
istediğimiz yerde çiçek açıp kanat çırpamadı- sesleri ile bir karışıyordu şimdi seyyar satıcıla-
ğımız gerçeği yatıyor. Bırakalım bari çiçekler, rın bağırışlarına... Yük gemileri dalgalara tüm
hayvanlar doğal ortamlarında ölsünler, başkala- cüssesiyle meydan okuyor, bir yandan ağır ağır
rının kararlar aldığı sınırlar içinde değil... Senin tüm ihtişamıyla ilerliyorken bir yandan ise her
ellerinde bir gülün solması onu senin öldürdü- şey kusursuz bir resmin tarifine yakışıyordu az
ğün gerçeğini değiştirmeyecek Füsun!” sonra. Sanki bir resim sergisindekiler, oturduk-
Özellikle hayvanlarla ilgili olan kısmı, tuttu- ları bankta mutsuz bekleyen iki kişinin içine
ğun balıkları içine almıyorsa gayet başarılı bir sıkıştığı tabloya çeviriyordu bütün bakışlarını.
konuşmaydı Mahir, diyerek alaycı bir yüz ifade- Olmaması gereken yerde, yanlışlıkla sıçratılan
si takındı, Füsun. iki ilgisiz rengin sorumlusuydu sanki bir res-
“En azından küçük balıkları almıyorum, Fü- sam. Bir leke gibi… Bütün. Ve işgal altında…
sun, diye boş verircesine elini boşluğa sallayarak Benim yolum bu yana, Füsun, diyerek liman
kendini teselli etti önce, Mahir... Ona bakılırsa tarafını gözden geçirdi önce sonra o yana yü-
ilaç ve gıda sanayisinde kullanılan bitkiler de var- rümek üzere ayağa kalktı. Yüzünde, dizginleri
dı. Hatta hayvanlar bile. Tepeden aşağı tutarsız- hâlâ elinde bekleyen biri ile onun hâkimiyetini
lık sardı sonra Mahir’i, canı sıkıldı ama biri haz çoktan kabul etmiş bir hayvanın kabullenişi var-
diğeri elzem diye düzeltti sonra kendini. En son dı sanki… Belki de sen haklısındır, dedi en son.
“Şimdi konu bu mu, ne ilgisi var?” diye söylendi. Füsun da bir an önce ayaklanıp ayak uydurdu
Bu defa da Füsun gülümsedi, Mahir karşılık- ona. Yüzünde alçaktan uçan bir serçenin gölge-
sız bekledi. Biraz önce, söylenerek giden çiçekçi si geçti. Dudakları acıyla hareket etti; bir şeyler
kadından almadığı o gülün Füsun’un yüzünde söylemek, bir şeyi çok daha iyi anlamak ve an-
açtığı gülistana kayıtsız kaldı. Bahsetmedi hiç latmak istedi ama hiçbir şey söyleyemedi daha.
ona bundan. Başını çevirdi sulardan yana. Bir Caydı. Bir dilin kendini astıktan sonra geç kalın-
oltanın ucunda, körfezde eşine az rastlanır bir mış çaresizliğini duydu. İşte o zaman eylemin o
balık tuttu çocuk. Sevindi, mahmuzu eline batıp bütün kuvvetiyle sarıldı, Füsun. Yaşadığı bütün
da canını yakınca küfretti sonra balığa… Sonra güzel anılarla vedalaşmanın zor olduğunu bilen
balığı kancadan kurtarıp mavi seyyar soğutucu bir kadının üzgünlüğüyle sanki… Bir daha tek-
dolabının içine büyük bir özen ve gururla koy- rar yaşanır mı bilinmez, yeis içinde birbirlerinin
du. Bir an o çocuğun yerinde olmak istedi Ma- göğsünde durdular bir süre. Tüm bunların orta-
hir; şimdi durduğu bu yer ile bu muhabbetin bir sında belki son defaya mahsus Mahir’i dinlemek
yerinde sanki iki yandan bir pres makinesinin için direndi bir süre daha. Kalmasını istediği bir

46 EKİM 2020
öykü

hatıranın ileride hâlâ kendisi için çarpacak me-


lodisini duymak, dinlemek için tek bir söz bile
söylemeden kalbine koydu başını. Hâlâ oradaydı
işte, Mahir. Oradaydı ya, bir şey eksikti yine de.
Soğuk, buzdan bir şey vardı sanki Füsun’un çev-
resini saran. Dokunduklarında ellerini yakacak
denli soğuk olan bir şey… Şaşırdı, Füsun. Daha
fazla duyumsamak için tüm duyularını alelace-
le göreve çağırdı o an. Mahir’in ellerine dikkat
kesildi, ne tuhaftılar… Tıpkı zarar görmesinden
korktuğu bir kelebeği bir kuşu tutup okşar gibi
bekliyordu sadece elleri üzerimde, diye düşün-
dü. Üzüldü, Füsun; sanki daha şimdiden iki ya-
bancı olmuşlardı bile. İstemeden de olsa tepki-
sizliği acımasız olmuştu işte Mahir’in. Mahir ise
Füsun’un belini sıkıca kavrayamayışını, ilk kez
kendine daha fazla çekip sıkıca göğsüne bastı-
ramayışını sanki çocukken oluşmamış motor
kaslarına veriyordu. Ne tuhaf, diye veryansın
etti o da içinden. Zira tüm beceriksizliği ile bek-
liyordu işte Mahir. Tıpkı bir eşya gibi; daha fazla
düşüp kırılmaktan en sonunda dağılıp gitmek-
ten korkan bir objeden ne farkı vardı Mahir’in;
hayır, hayır sırf düşünebiliyor olması bile daha
farklı biri yapmıyordu şimdi Mahir’i…
Dil boğuldu, bir serçenin gölgesi kondu yüz-
lerine; gerçek, su üstünde gezinen bir zargana
gibi görünür oldu. Her şey birden bire oldu. Ve
ayrılık… İki kalp arasında sıkışan acı bir yaka-
rış; sesi gaipte saklı…
Birbirlerini itmek zorunda olan iki mıkna-
tıs olduklarını hatırladıklarında, artık yavaş ya-
vaş da ayrı yönlere doğru yürümesi gereken iki
yabancı olduklarını anlıyorlardı. Onlar da öyle
yaptı. Usul kıyamet ayrıldılar birbirlerinden. Biri
rüzgârı göğsüne aldı yürüdü. Diğeri sırtına vur-
du gitti. Nasıl ki bir ömür, yırtılıp ayrılırsa parça-
lara onlar da tıpkı öyle yırtılıp ayrıldı ikiye… İki
ayrı yöne yürüyen bütün bir hayatın izleri gözle-
rinden okunan yarım insanlara öyle çok benzi-
yorlardı ki şimdi; sustu ikisi için de bir süre sanki
her şey; acıdı damaklarındaki tadı dünyanın…
Tuhaf. Bir hayattan bilmedikleri bir başka hayata
doğru göç ederlerken tıpkı kavminden kapı dışa-
rı edilmiş bir yerliye benziyordu şimdi, Mahir…
“Gevreek, çıtır!” ❰

EKİM 2020 47
şiir

KARABATAK
Vuslat Yaşar

yeni nefeslere kürek çekerek dalgınca


hep sebepler sunarak özleneni anınca
gözden düşen kralı yok sayınca
gün geçer de kendim olurum sandım

eşsiz sandığım kuşkulara düşünce


gözlerim yalnız bir doğruyu gözleyince
benzeri yok bildiğimin replikasını ezberleyince
düşüp de yok olurum sandım

kapılar bir biri ardına kapanınca


rüyalardan ansızın uyanınca
bildiğim diller meramımı anlamayınca
evrenimin köşesine çakılı kalırım sandım

özgür bir kuş gibi takla atınca


içimdeki halsizlik sahada kalınca
vedası arzusunun boyunu aşınca
duvarlarım arasından sesim işitilir sandım

bahar kokulu sabahlar gidince


yolları karlar bürüyüp, yağmur dinmeyince
gözlerime hain bir inanç perdesi inince
yağmur çamur olur, düş evrenlerinden düşerim sandım

48 EKİM 2020
şiir

RORSCHACH
RESMİGEÇİDİ
Furkan Bulut

bazen saatim kimse için atmaz,


geçer gider zamansız bahçeler.
kanadı kırık petunyalar vurulur
boynumda hafta sonları; ve bu

sarıldığım bir ağacın yelkenlisinin


kaçamak denizlere meyil etmesindendir.
dik yokuşların sonsuzluğunda gözlerim,
sonunu bildiğim masallar büyütür; avuç içlerimde

ökseotları sakladım, bir gün dudakların


çarpar düşürür de yolundan çıkarır diye adımlarımı.
uzayan bu debdebede, kelebeklerin yuva kurduğu yüzümde
katıksız serzenişleri susturur; ellerim

göğe dönük, dualar uçururken


yağmurlar içirir tanrı, ruhumun parmak uçlarından.
biri sudan içmek için eğilir, diğeri suda kendini içer kanarak.
esrik direnişlerimin devinimsizliği yüzüme vurur; sözcüklerim
giyotinde son bulur.

EKİM 2020 49
şiir

SANRI
Yağmur Sevinç

Yürüdüğümüz kaldırımların çatlakları,


Basa basa geçiyoruz üzerine kötü şansların.
Görüyor musun boğazımdaki yarayı? Kan gibi, kıpkırmızı-
Görüyorsun ama aşkımızı-
Hayır, ortak sanrımızı!
Sana benziyorum aslında ben de.
Lakin benim kalbim kapkaranlık. Ruhum soğuk.
Ama ağladığında ağrır ciğerlerim.
Gece yarılarında yatar benim melankolim.
Gözlerinde görüyorum yükselen alevleri,
Yalnızca ben baktığımda sönüyor sanki ateşi.
Eros nasıl da görmüyor seni?
Gün geliyor,
Nasıl olduğumu soruyorsun bana,
Cevaptan korka korka.
Kırılgan, hissiz, âşık biraz da. Kişisel algıla.

İstemeden de olsa unutuyorum bazen sözlerini,


Bir parçam istemiyor olmalı seni.
Yine de yeniden sorsana bana,
Farklı bir cevap verdim mi hiç sana?

50 EKİM 2020
şiir

SARI OJE
Minel Yağmur Yıldır

Ezber edelim sokakların caddelerin adını


Son kez gezermiş gibi gezelim her bir karışını
Aynı sokaktan 67. kez geçmemiş
Köşedeki kitapçıya selam vermemiş gibi yapalım
Sanki ilk kez sarı oje sürermiş gibi
Kısacık tırnaklarıma
Unutalım 67 milyonuncu kez fırça başına geçişimizi
Kendimizden geçelim yine Ortaçgil dinlerken
Sanki o şarkıdan yeni haberimiz olmuş gibi
Dinleyelim Mavi Kuş’u milyonuncu kez
Örgüler düşürelim omuzlarımıza
Unutalım yine öremediğimiz onca teli
Aynı tele 67 milyonuncu kez dokunmamış
Hep, hep yeni baştan başlamamış gibi
Denizkızı batıp batıp çıkarken Marmara’ya
Biz düşünelim bu kum tanesine dokunmuş muyduk?
Yahut havaya savurmuş muyduk?

EKİM 2020 51
şiir

KARABURUN EŞRAFINDAN
HAMİT’İN BUNCA ZAMAN
SUSTUĞUDUR
Muhammed Yusuf Aktekin

Belli, bir tüfek soğumuyor


Bir yerlerde mesela Karaburun’da
Var mı öyle bir yer
Dünyanın bütün öfkelerini topluyordur şimdi
Mesela ben: Karaburun eşrafından Hamit
Hayır, yer isimleri bitişik yazılır atlaslarda
Ve kara burunlu olmak ayıp değil
Kalpler kararır bazen öylesine
Aldırış etme Karaburun’a gidelim ben Hamit
Soğumayan tüfeklerini, levent otellerini, yargıçlarını, kargışlarını
Yerinde görelim Hamit’i Hamit yapan öfkeyi
Mesela Karaburun’da otur kedilerin olsun çiçekler sula
Keşke öyle bir yer olsa bir yerlerde uzak gibi
Hayal ettim, uzaktır ya olmaz mı

Bir tüfek soğumuyor diye bir yerlerde


Ben Hamit, Karaburun eşrafından kedilerin babası
Burada, kedisiz, çiçeksiz, tanınmayanların tanınmayanı
Gri, saatli bir yalnızlık yaşıyorum
Gelinlik kızların çeyiz sandıklarını açıyorum

52 EKİM 2020
şiir

Bu yaşta, ben Hamit, bir Allahsız tüfek soğumuyor diye


Olmadık işler, kuş ölümleri
Çöküntü, çöküntü, çöküntü

Ben Hamit, Karaburun’un bıçkın delikanlısı


İlkokulda süt içtim o gün bugündür mum üflemem
Orta 1’de kâğıt kesti, okumaktan korktum
Orta 2’de kilim dokudum, o gün bugündür körüm
Orta 3’de bir tüfek patladı tam şurada
Kulağımın arkasında, parıltılı suda, ayın çirkin yüzünde
Liseliydim, gelinlik kızların boyunlarını öptüm
Karaburun’da adım çıktı köprülerden geçtim
Orta 1,2,3 kaçmakla geçti ömrüm
Ben Hamit, Karaburunlu söz ustası
Bu yaşıma geldim
Bir tüfeğin soğumayışına yenildim

Bir Hamit: Karaburun eşrafından


Bir dert: Soğumayan Tüfek
Bir deva: Karaburun diye bir yer hiç olmamalıydı
Çöküntü: Hamit’in yaşadığıdır…

EKİM 2020 53
KALE VE NEFER
Ufuk Aykol

"Tuna nehri, balkanlara yerleşmelerinden itibaren


Osmanlılar için kader nehri olmuştu."

18
. yüzyılın şafağı, Osmanlı Devleti için burg Serhaddinde Osmanlı Askeri Gücü (1699-
16 sene süren uzun bir savaş döne- 1715), Kitap Yayınevi tarafından Mart 2020’de
minin ardından Kutsal İttifak devlet- neşredildi. Yazarın doktora tezine dayanan bu
leriyle imzalanan Karlofça ve 1700 senesinde çalışması, Osmanlı Devleti’nin Habsburg hu-
Rusya ile imzalanan İstanbul antlaşmalarının dutlarını iki imparatorluğun da arşiv kaynak-
getirdiği toprak kayıplarının ardından doğdu. larını kullanarak karşılaştırmalı şekilde askerî,
Ömer Gezer’in bu yüzyılın başlarında Osmanlı sosyal ve mali yönlerden inceliyor.
Devleti’nin serhaddindeki güvenliği ve askerî Kitabın “Giriş” bölümünde Osmanlı askerî
siyasetini incelediği eseri Kale ve Nefer: Habs- tarihinin kaynaklarına değinen Gezer, bununla
birlikte literatür üzerine bir değerlendirme su-
nuyor. Buradaki ilgili iki kısım da konuyla aka-
demik olarak ilgilenen araştırmacılar için yol
gösterici niteliğinde. Nitekim Gezer, imparator-
luk sınırlarının “geçirgen ve esnek” olduğunu
vurgulayarak serhaddi ve buradaki “insanı” de-
ğerlendirirken bu hususun göz önünde bulun-
durulması gerektiğine işaret ediyor: “Osmanlı
vilayetlerinden Habsburg İmparatorluğu’na göçün
sebebi bu nispi refah ortamıydı. Ancak 18. yüzyı-
lın ilk yarısındaki göç hareketleri tek yönlü değildi.
Habsburg tebaasından da Osmanlı İmparatorlu-
ğu’na yerleşmek için yola düşenler vardı.” (s. 59)
Osmanlı Devleti’nin Habsburg serhaddinde-
ki sıklet merkezinin Belgrad olduğunu belirten
Gezer, çalışmasının “Kale ve Garnizon” baş-
lıklı dördüncü bölümünde Habsburg sınırının
önemli noktaları olan Belgrad Kalesi ve garni-
zonunu, Temeşvar’ı ve Bosna Eyaleti’ni ince-

54 EKİM 2020
inceleme

liyor. Burada dikkat çekici temel unsurlardan


biri serhaddeki paşaların sık sık değiştirilmesi.
İki imparatorluğun hudutlardaki yöneticilerinin
görev süresini karşılaştırmalı olarak değerlendi-
ren yazar, Habsburgların Saray Harp Şurası gibi
bir kurumunun varlığı sayesinde taşraya daha
hâkim olduğu sonucuna varmış. Bu hâkimiyete
karşın tüm imparatorluklar gibi Habsburgların
da serhadde eksikleri olduğunu belirtiyor: “Sü-
variler için ise durum çok daha trajikti. Macaris-
tan’da 11 bin süvari olması gerekirken 483 nefer,
1.820 at eksikti; mealen Osmanlı serhaddindeki
Habsburg süvarisinin bazısının atı yoktu.” (s. 104)
Kitabın beşinci bölümü olan “Nefer: Sulta-
nın Askerleri”, dönemin askerî bürokrasisinde
Osmanlı neferini ve askerlik hayatıyla beraber
serhaddin sosyo-askerî tarihini inceliyor. Bu
bölümde kalelerdeki neferâtın yoklama ve ta-
yin usullerini ele alırken Gezer, “18. yüzyılın
başında taşradaki askeri gücü için tayin ve terfi
bulunmayan Babıâli’nin, garnizon kuvvetlerine
komutan seçerken askerlik mesleğinin gerektirdi-
ği rasyonel karar mekanizmasına sahip” olduğu-
nun iddia edilemeyeceğini belirterek sebepleri
örneklerle açıklıyor.
Osmanlı Devleti’nin topyekûn gerileme dö-
nemine girdiğini iddia eden tarih yazımının ar-
tık sorgulandığı bu dönemde, Gezer de bu çalış-
ması ile Belgrad ve Temeşvar kalelerinin neden
düştüğü sorusunun cevabını okuyucuya açıkça
vermiş. Bu sorunun bir tek cevabı yok elbette,
ancak burada yazardan bir alıntı yapmakta fayda
var: “Habsburglar Prens Eugen’in şahsında yete-
nekli, cesur ve şanslı bir general bulmuşlardı. Eu-
gen, Habsburg askeriyesinde 1683 kuşağı olarak
tarif edilen başarılı generaller çağının en parlak
ismiydi. Osmanlı tarafından ise savaş meydanın-
da çoğu zaman iyi belirlenmemiş askeri hiyerarşi
nedeniyle düzensizlik bulunuyordu.” (s. 342)
18. asırda Balkanlarda savaş sahasının askerî
mağlubiyetlerle güneye inmesinin de bu kalele-
rin kaybedilmesiyle doğrudan ilgili olduğunun
altını çizmek gerekiyor. Bununla birlikte son
sözü Gezer’e bırakalım: “Tuna Nehri, Balkan-
lar’a yerleşmelerinden itibaren Osmanlılar için
kader nehri olmuştu.” (s. 49) ❰

EKİM 2020 55
TATAR İMPARATORLUĞU
Muhammet Taha Bayraktar

19. yüzyılda Kazan ulemasının durumunu kişiler üzerinden


anlatan kitap zamanla Kazan ulemasının önemini
kaybetmesini adım adım işliyor.

D
anielle Ross’un kaleme aldığı Tatar İm- Rus istibdatının tarihin her döneminde yap-
paratorluğu Kazan Tatarları ve Çarlık maya çalıştığı ve başarılı olduğu tek yöntemdir.
Rusya’sının Oluşumu Kadri Mustafa Bu bölüm de bize aktarılanlar arasında en çok
ORAĞLI’nın çevirisi ile Ötüken Neşriyat tara- dikkatimi çeken olay Çarlık Rusya’sının Kazanlı
fından Ağustos ayında yayınlandı. Eser Kazan ulemalar aracılığı ile Başkurt isyanında ve Pu-
Tatar eğitim hayatı hususunda çok değerli bil- gaçev isyanında etkin olmaya çalışmasıydı. Bir
gilere yer veriyor. Dokuz bölümden oluşan ese- nevi Çarlık ile ulemanın ittifak yaptığını gör-
rin Tatarların İnşa Ettiği İmparatorluk başlığı mekteyiz. 1788 yılında Çarlık hükûmeti ve Ka-
ile başlayan Giriş bölümü kitabın içeriği, Kazan zan ulemasının Orenburg Müslüman Ruhani
Tatarları ile ilgili tanımlamalar, Kazan Tatar- Meclisi’nin kurulması hususundaki işbirliği ile
larının Rus İmparatorluğundaki yeri ve Kazan bu bölüm sonlandırılmış.
Tatarlarını modernleşmeye ve laikliğe götüren Kitabın II. bölümü “İlmi Prestiji Artırma
süreçten bahsediyor. Kitabın çevirisinin dili çok Sanatı” ise faaliyetlere başlayan Orenburg Müs-
ağdalı olmamakla birlikte Mamafih, Binaena- lüman Ruhani Meclisi dönemindeki olaylara ve
leyh gibi terimlere yer verilmesi de gözden kaç- çalışmalara değiniyor. Muhammet Hüseyinov
mıyor. Ayrıca kitaptaki her bölüm giriş, gelişme yönetimindeki çalışmalara dikkat çekilerek bu
ve sonuçtan oluşuyor. dönemde meydana gelen olaylar alt başlıklar
Kitabın ilk bölümü “Yerleşimci Ulemanın hâlinde incelenmiş. Bu bölümde Müftü Hüseyi-
Çağı”, Kazan’ın işgali ile başlayan Rus zulmü- nov’un İslam’ı kurumsallaştırıp Kazan Tatarları
nün ittifak ile işbirliğine dönüşmesini bölümler üzerindeki dinî etkisini arttırmak uğruna yap-
hâlinde anlatıyor. Kuzeydeki Türkler arasında tığı oyunlara ve adaletsizliklere tanık oluyoruz.
ulemalar şehri olarak bilinen Kazan’ın, Rus Çarı Hüseyinov’un haksız rekabeti bu bölümde kar-
Aleksey Mihailoviç döneminde büyük tahriba- şımıza sürekli çıkmaktadır.
ta uğradığını da görüyoruz. Yine aynı dönemde Kitabın III. bölümü “ Kolonyal Ticaret ve
çok sayıda ulemanın öldürüldüğü ve kitapların Dini Uyanış” ise Rusya Ticaretinde Kazan Ta-
yakıldığı da eserin özellikle vurguladığı bir di- tarlarının yeri ile başlayarak Kazan Tatarlarında
ğer konudur. Bir milletin benliğini silmek için matbaa, eğitim ve okuryazarlık gibi konulara
o milletteki bilgili kişileri silmeye çalışmak, değiniyor. 19. yüzyılda Kazan ulemasının duru-

56 EKİM 2020
inceleme

munu kişiler üzerinden anlatan kitap zamanla


Kazan ulemasının önemini kaybetmesini adım
adım işliyor. Utız, İmeni ve Ebunnasır Kursavi
bu bölümde sıkça ismi geçen düşünürler. Bu
bölümde Kazan ulemasının Rus hükûmeti ta-
rafından itibarsızlaştırılması ve Başkurt-Kazak
bürokratlardan oluşturduğu mahalli kadrolar
ile bölgedeki önemini sınırlandırması çokça
dikkat çekiyor. Nasıl olur da Rus hükûmeti bu
denli güvendiği bir sınıfı bu kadar kolay elden
çıkartır, diye bir soru okurun zihninde canlanı-
yor. Ancak dönemin Rus hükûmetinin politika-
ları düşünüldüğünde bunun cevabını bulmak
pek de zor değil
IV. bölüm “Bir Eşraf Zümresi Olarak Şeyh-
ler”, şeyhlerin Kazan halkı üzerindeki etkileri ve
kurdukları medreselerden bahsediyor. Ayrıca
bu bölümde tüccar ailelerinin medrese kurul-
masında etkin olduklarını da görmekteyiz. Yine
bu bölümde Kazan Medrese yapılanmaların-
dan bahsedilerek isimlerini sıkça duyacağımız
Ütemişevler, Apanayevler, Tukayevler ve Tün-
teriler gibi Meçkere eğitim yapılanmasının elit
ailelerine de değinilmiş ve ilime katkılarından
bahsedilmiş. Ayrıca Kazan Medrese hayatında
önemli görülen Şeyh Abdullah el- Çirtuşi fak-
törü de bu bölümde anlatılan diğer bir konu. çalışılmıştır. İlk etapta Feyizhanov’un fikirleri-
Kazan eğitim hayatında önemli bir yere sahip ne karşı çıkan Mercani onun ölümü ile sarsılmış
olan Meçkere yapılanmasına ise ayrıca başlık ve kendi fikirlerini Feyizhanov eksenli değiştir-
açılmış. Meçkere Medresesinin yapısı ve Kazan meye başlamıştır. Mercaninin bu husustaki mü-
ilim dünyasındaki faaliyetleri bu başlık altında cadelesi, eğitimde uyguladığı metotlar ve Rusya
anlatılmış ve son olarak ilgili bölüm değerlen- ile karşı karşıya gelmesi yine bu bölümde sıkça
dirilerek sonuçlandırılmış. geçen mevzulardan biri.
V. bölüm olan “Bilgi, Tarih Yazıcılığı ve Müs- Kitabın VI. Bölümü olan “Müslüman Kül-
temlekeleşmeye” gelince ise Kazanlı ünlü âlimi tür Reformu ve Kazan Tatarlarının Kültür Em-
Şıhabeddin Mercani ve öğrencisi Hüseyin Fe- peryalizmi” ise Kazan Tatarlarında Çeditçilik
yizhanov’dan yola çıkarak Kazan Tatar ilim ha- faaliyetleri ve gelişmesi hususunda bilgiler alt
yatı ve eğitime katkıları üzerine bilgilendirme başlıklar hâlinde anlatılmış. İsmail Bey Gaspı-
yapılmış. Bu bölümde Hüseyin Feyizhanov’un ralı’ya ilişkin çeşitli bilgilerinde yer aldığı bu
fikirleri ile başlayan Kazan modernleşmesinin bölümde Kazan Tatarlarının Tercüman’a ba-
zamanla tüm Kazanı esir alacağına da tanık kışının da yazar tarafından değerlendirildiği
oluyoruz. Daha önce adını hiç duymadığım görülüyor. Muhammed Zakir öncülüğündeki
Hüseyin Feyizhanov’dan da bu kitap vasıtası ile Çistapol medresesinin ve bu medresenin eğitim
haberdar olduğumu ve etkilendiğimi söyleyebi- modelleri de bu bölümde aktarılmış. Bu bölüm-
lirim. Onun fikirleri, vefatı sonrası hocası Şıha- de anlatılan diğer bir konu ise ticaretin eğitimi
beddin Mercani tarafından gerçekleştirilmeye etkilemesi ve tüccarların eğitimdeki faaliyetle-

EKİM 2020 57
inceleme

ri. Kazanlı bir tüccar coğrafyadaki işlerinin iyi hammediye Medresesi’ni ve 1906’da Ziya Kemali
gitmesi sonucunda eğitime, öğrenciye ve hayır Ufa’da Medrese-i Aliye’yi açmaktadır. 1890’lar-
işlerine destek vermeye başlamaktaydı. Yazar, dan 1900’lerin başına dek Bubi Medresesi,
tüccar bir aile olan Hüseyinovlardan Abdulgani Tünter köyündeki Medrese-i Şemsiye, Ufa’daki
Bay’ın Buhara’daki faaliyetlerini okurlara şöyle Osmaniye Medresesi ve Troisk’teki Resuliye Med-
aktarmaktadır: resesi, kapsamlı yönetim ve müfredat reformları-
“Hüseyinov biraderler zenginleştikçe, iş nı uygulamaya koyuldular.
yaptıkları Müslüman toplumlardaki ünlerini Yukarıda belirttiğimiz yeni tip medreseler
sağlamlaştırmak için hayır işlerine yöneldiler. ile ilgili her türlü bilgi yine bu bölüm içeri-
Kazalinsk’te Abdulgani (Gani Bay), Buhara’ya sinde paylaşılmış. Ancak bu medreselerdeki
gidip gelen medrese talebelerinin konaklama ih- talebelerin ve öğretmenlerin ihtilalci kafada
tiyaçlarını karşılıyor, geniş bir taş caminin yapım bulundukları ve halka saygısız tavırlar ile yak-
masraflarını ödüyor ve bir hastanenin inşası için laştıkları yazar tarafından ısrarla belirtilmiş.
para bağışında bulunuyordu.” Kazan Tatar gençliği ve Tatar milliyetçiliği hu-
Ancak bu tüccar aileleri zamanla güçlerinin susunda çeşitli bilgiler verilerek sonuç kısmı
farkına vararak eğitimi kendi tekellerine alma- ile bölüm sonlandırılmış. Yazar yaşlı nesil ve
ya çalışıyorlar. Bu hususta dönen entrikalara da genç nesil arasındaki anlaşmazlığı şu örnekle
bu bölümde şahit oluyoruz. Son olarak yazar; de dile getiriyor:
Muhammed Zahir Bigi, Ayaz İshaki, Abdurrah- “Barudi’nin çalışma arkadaşı ve iyi dostu olan
man İlyasi, Ali Asgar Kemal, Alimcan Barudi, Muhammed Zarif kendi oğlunun, büyüklerine
Musa Bigi, Ahmet Hadi Maksudi, Hasan Ata karşı artık müzmin bir hal alan saygısızlığından
Abeşi, Zeki Velidi Togan ve Sadrettin Maksudi sorumlu tutulmanın verdiği utancı taşıyamaz
gibi Türk dünyasında kendilerine yer edinmiş hale gelmişti. Ekim 1906’da Fatih’in Moskova’ya
önemli kişilerin mezunu olduğu Gölboyu Med- gitmek üzere hazırlandığı bir anda yaşanan geri-
resesi’nden bahsederek bu bölümü sonuç alt lim kopma noktasına dek ulaştı ve baba ile oğul
başlığı ile sonlandırıyor. karşılıklı bağrışmaya başladılar, Kavga Muham-
Kitabın VII. Bölümü olan “Fundamentalizm med Zarif ’in oğluna “Alçak!” diye bağırarak ev-
Milliyetçilik ve Sosyal Çatışma”da ise ağırlıklı den kovmasıyla neticelendi.”
olarak İslam ve İslami ilimlerle uğraşan âlimler Bu bölümde yer verilen bu olay Kazan Ta-
ve ulemalar hakkında genel bir bilgi aktarılıyor. tarlarının önemli yazarlarından Fatih Emirhan
Bir okuyucu olarak şunu söyleyebilirim ki an- ve babası arasında geçmiştir. Yeni tip eğitim ku-
lamakta en çok zorluk çektiğim bölüm bu bö- rumlarında yetişen gençlerin saygı hususunda
lümdü. Bu bölümde İdil, Ural bölgesinde dinî sorunlar yaşaması, yazarın bu bölümde sürekli
hareketlerden bahsederek Kazan’daki edebiyat değindiği bir durum. Bu yeni tip yapılanmaya
hayatında günlük hayatın rolüne de değinil- karşı çıkan din âlimi ise İşmuhammed Dinmu-
miş. Roman ve günlük hayat hususunda yazar hammedovdur.
eser eksenli hareket eden yazarımız kitaplara ve Kitabın VIII. Bölümü olan “Tatar Hegemon-
günlük hayata değinirken bu kitapların yazar- yasında Savaş”da ise yazar reformcu medrese-
larının hayatlarına da kısmen değinmiş. Bu bö- lerin savaş hâlinde bulunduğu İşmuhammed
lümde değinilen diğer bir husus medreselerde- Dinmuhammedov’a değinerek İj Bubi Medre-
ki modernleşme ve yeni tip mezunlar ile ilgili. se’si müdürü Abdullah Bubi ile sürtüşmelerini
Yazarımız yeni tip reformlar ile eğitim hayatına anlatıyor. Öyle ki bu iki medrese arasındaki
devam eden medreselerin hangileri olduğunu olaylara halk da bir süre sonra dâhil olmaya
bize şöyle bildiriyor: başlıyor. Yazarın anlattıklarına göre Bubi Med-
1889’da Hüseyinov ailesi Orenburg’da Hüsey- resesi’nin öğrencileri halka karşı saygısız ta-
niye Medresesi’ni 1891’de Barudi Kazan’da Mu- vırlar takınmaya başlamışlardı. Bu taşkınlıklar

58 EKİM 2020
inceleme

sonucunda halk Çarlık hükûmetine şikâyette bir alt başlıkla Kazan’ın Sovyet hükûmeti tara-
bulunmuştu. Bu şikâyetler sonucunda gerçek- fından ele geçirilmesini anlatarak bu bölümü
leşen İj Bubi Medresesi’nin öğretmenlerinin sonlandırmış.
MVD tarafından yargılanma süreci okuyucula- Tatar İmparatorluğu kitabı bir ilim şehri olan
ra aktarılarak bölüm sonuçlandırılmış. Kazan’ın Rus İmparatorluğu’ndan Sovyetler
Kitabın son bölümü olan “Rusların Olma- Birliği dönemine kadarki ahvalini anlatmakta-
dığı bir İmparatorluk”ta ise çok kısa bir biçim- dır. Eğitim bölgesi olması hasebiyle eğitimcile-
de Birinci Dünya Savaşı öncesine değinilerek rin gözüyle bu anlatı yapılmıştır. Bu kitap Ka-
Rus İmparatorluğu’nu Sovyetler Birliği’ne sü- zan Tatarları hakkında ülkemizdeki literatürde
rükleyen dönemde İdil-Ural bölgesindeki du- birçok boşluğu doldurabilecek niteliktedir. Av-
ruma değinmiş. Bu bölümde dikkatimi çeken rupa ya da Rusya’da yayımlanmış bu nitelikteki
en büyük olay ise Kazan Tatarları ile Başkurt- diğer eserlerin de Türkçeye tercümesi yapılarak
ların restleşerek ayrı ayrı cumhuriyetler kur- yayınlaması ve Türk halkının bilgilendirilmesi-
ması olmuştu. Yazar “Oyunun Sonu” isimli ni dilerim. ❰

EKİM 2020 59

You might also like