Professional Documents
Culture Documents
Tanzimat’ın ilanından 170 sene geçmiş olmasına rağmen onun tarih olduğunu söyle-
mek mümkün değildir. O, etkileri, devam eden kurum ve gelenekleriyle yaşamakta ve bu
yüzden hala tartışılmaya devam etmektedir.
Tanzimat, yönünü Batı’ya çevirmiş ıslahat hareketlerinin remzidir. Bir yönüyle tarih ol-
muş ama birçok veçhesiyle de yaşamaya devam eden sembolüdür. Dolayısıyla Tanzimat’ın
neyi, nasıl tanzim ettiği kadar ıslahat hareketlerinin de neyi, nasıl tanzim etmeye devam
edeceği konuşulmalıdır.
Bugün birçok meseleyi tartışırken onların Tanzimat’la başlayan bir sürecin içinden gel-
diğini hatta Tanzimat’la birlikte neşet ettiğini unutuyoruz. Olayları hep, şu an içinde yaşa-
dığımız fiziki ve zihinsel şartlarda doğmuş ve gelişmiş kabul ediyoruz. Bu ise problemleri
işin içinden çıkılmaz hale getirmeye yetiyor.
Sorunlarımızı, tarihi kökenlerine inmeden ve biz kimiz sorusunu berraklaştırmadan
çözemeyiz. Birçok sorunumuzun kökeninde modernleşme tecrübemizin yatıyor olması,
Tanzimat’ı önemini kaybettirmeyecek bir mesele haline getiriyor.
Osmanlı ıslahat hareketleri içinde hiçbiri Tanzimat kadar toplumun kimliği üzerinde
derin izler bırakmadı. Osmanlı ileri gelenleri modernleşme girişimlerini, düzeni eski’ye,
“şer’i şerif”e uydurmayı ısrarla vaat ederek gerçekleştirdi. Ancak çok kısa bir süre sonra
Osmanlı topraklarında geleneksel kurum ve güçler sığlaştı, irtifa kaybetti. Laik, pozitivist
ve sun’i kurum ve güçler önce eskiye eşlik etti ardından onu saf dışı bıraktı. Cumhuriyet’e
gelene kadar, onun temelleri, kurumları, kadroları Tanzimat’tan itibaren hazırlanmış oldu.
Cumhuriyet bir karşıtlığın, eski ile yeni’nin mücadelesinin neticesinde kurulmuştu ve
bu ortamın duygusal etkileri çok tazeydi. Aradan geçen zaman içinde hem uluslar arası
ilişkiler hem kültür hem de toplumun Müslüman karakteri gibi başlıklar etrafında bile dü-
şünüldüğünde Türkiye’nin sorunlarının “eski”ye bütünüyle bir reddiye çekilerek çözümle-
nemeyeceği ortaya çıkmıştır. Tanzimat’tan günümüze kadar “eski” adı altında Müslüman
halkın değerleri, inanç ve kurumları kötülenmiş, saf dışı bırakılmaya çalışılmıştır.
Tanzimat, bozulan işleyişi düzenleme gayreti olarak yansıtılmakla birlikte kendi kim-
liğini batılı değerler üzerinden ıslah etme projesi olarak işletildi. Oysa bugün, “eski”nin,
Tanzimat’ın getirdiği “yeni”yi bir gölge gibi takip ettiği hatta “çevre”de biriktirdiği potan-
siyeli idareye, toplum hayatına yansıttığı bir dönemi yaşıyoruz. Müslüman halkın inançları
ile kavgalı bir sistemin yürümeyeceği elan gün gibi ortadadır. Ulus devletlerin kağıt üstün-
de çizdiği sınırlar, insanlar arasına çekilememiş ve Osmanlı hinterlandında bu ilişkiler güç-
lenerek devam etmiştir. Bugün Tanzimat’ın 170. sene-i devriyesinde, Tanzimatçıların yıktı-
ğı düşünülen şeyler bütün cesametiyle varlığını sürdürmektedir.
Tanzimat trajik bir sürecin adıdır, bu trajediyi “eski” ve “yeni”nin taraftarlığı ya da
karşıtlığı şeklinde bir yarış içinde sürdürmenin anlamsızlığı ortadadır. Tanzimat’ın üretti-
ği sun’i süreç, toplumsal gerçekleri görmezden gelen bir yönetim anlayışının ürünü olarak
günümüze kadar taşındı. Bugün din-devlet-toplum ilişkileri başta olmak üzere toplum-
sal gerçeklerle, yıllardır yok edilmeye çalışılmış toplumun kodlarıyla tekrar yüzleşiliyor; bu
bağlamda başörtüsü sorunu, Kürt ve Ermeni sorunu gibi problemler Türkiye’nin kimlik so-
rununun bir parçasıdır ve bu da Tanzimat döneminin bir ürünüdür.
Modernleşme sürecinin sancıları devam ediyor. Basit şekli düzenlemeler ya da he-
veslerin değil bir kimlik arayışının ve kendi olamamanın sancılarıdır bunlar. Türkiye hâlâ
kendi’ne gelememiştir ve bu ülkenin dokusuna uygun asli kimliğinin inşası için söylenecek
daha çok söz vardır; Tanzimat’ın 170. Yılı’nda…
YAŞAYAN İSLÂM ‹Ç‹NDEK‹LER
4 DÜŞÜNCE
Hayatı “Allâh’ın Âyetleri” Temelinde
Kur(gula)mak
ABDULLAH YILDIZ
15
Kimlik Sorununa Yeni Bir Yaklaşım
BURHANETTİN CAN
DOSYA
26 40
“Gavura Gavur Denmeyecek!” Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
Tanzimat’ın İlanı ve Islahat Hukukun Laikleşmesi
Hareketleri KAYA KARTAL
ZAFER ÖZDEMİR
44
GÜNDEM 34 Tanzimat, Bir “Savunmacı
Köklerle İlişki Kur/a/mayan Modernizasyon” Süreci İnşa Etti
Tanzimat ve Düşünürleri ERIC JAN ZURCHER İLE
9 AHMET DAĞ SÖYLEŞİ
Dolar Kardeşliği ve Yeni IMF
DİLAVER DEMİRAĞ
ARŞ‹V
13
Batı’dan Düşünce Özgürlüğüne Son 48
Bir Katkı Auguste Comte’un Mustafa Reşit
Tarık Ramazan Erasmus Paşa’ya Mektubu ve Tercümesi
Üniversitesi’nden Kovuldu
ALPEREN GENÇOSMANOĞLU 50
Tanzimat Fermanı
(Gülhane Hatt-ı Humâyunu)
ANALİZ
54
Bir İnanç Olarak Evrim
SELÇUK KÜTÜK
60
“Ben de Yetimdim”
DEMET TEZCAN Sahibi
Umran Yay›nc›l›k
Turizm San. ve Tic. Ltd. fiti. Ad›na
Abdullah Y›ld›z
Arafat’ta
Yay›n Kurulu
Kucaklaşması
Uğur Altun, ‹lhan Gündoğdu,
CEMAL ÖZDEMİR Cevat Özkaya, Abdullah Y›ld›z
Abonelik fiartlar›
70 Yurtiçi
Sibel Eraslan’la Örnek Kadın Y›ll›k (12 say›): 50 TL
Türkiye Finans Kat›l›m Bankas›
Şahsiyeti Anlatıları Üzerine
F›nd›kzade fib. TL Hesab›
99165159-1 (Umran Yay›nc›l›k)
Posta Çeki Hesab›
1605252 (Umran Yay›nc›l›k)
82
Anılar Örgüsü
üsü Yurtd›fl›
Bir Roman Y›ll›k (12 say›): 80 Usd - 60 Euro
ASIM ÖZ
Fiyat›: 5 TL
‹ç Düzen-Kapak Tasar›m
Furkan Selçuk Ertargin
HAYATI
“ALLÂH’IN ÂYETLERİ”
TEMELİNDE KUR(GULA)MAK
ABDULLAH YILDIZ
Rûm sûresinin 20-27. âyetleri; da, yüksek binalara da ‘âyet’ de- ma girerken’ tabiri akşam ve yat-
Âdemoğulları olarak evrende- nilir: Şuara/128). Şahıs, siluet, ka- sı namazlarına, ‘sabaha ererken’
ki durumumuzu, duruşumuzu ve raltı. Kur’ân’da, insan üstü olduk- sabah namazına, ‘günün sonu’
yürüyüşümüzü/gidişâtımızı belir- ları için Allah’ın varlığını kanıtla- ikindi, ‘öğleye erdiğiniz vakit’ ise
leyen, yaratılışa dair altı “âyete” yan olağan dışı olaylar (mucize- öğle namazlarına işarettir.2
dikkatlerimizi çeker. Kur’ân’ın ler) ve azap. Kur’ân-ı Kerim cüm- On dokuzuncu âyet, insa-
bütününe bakılırsa, Rabbimi- leleri. Allah’ın birliğine şahitlik nı, ölümü ve yeniden dirilişi yani
zin dikkat çektiği bu tür kevnî eden bütün maddi olgular, sim- Ahiret hayatını düşünmeye davet
âyetlerin sayısı elbette çok daha geler.”1 eder. Çünkü, hayat bu dünyada-
fazladır. kinden ibaret değildir; bu haya-
“Ve min âyâtihi : O’nun Beş Vakit Namaz Kılarak tın hesabının ve hasılasının gö-
âyetlerinden biri de” ibaresi her Allah’ı Hamd ile Tesbih Edin ve rüleceği bir başka hayat vardır.
seferinde aynen tekrarlanarak Hesap Gününü Hesaba Katın! İşte, bizi yaratan ve yaşatan, ya-
sıralanan altı kevnî âyetin he- şamamız için ölü toprağı ve varlık
men öncesinde yer alan üç âyet-i “Haydi, akşama girdiğiniz va- âlemini hep diri tutan, öldükten
kerîme de (Rûm 30/17-19), aşağı- kit de, sabaha erdiğiniz vakit de sonra da bizi tekrar diriltip bu ha-
daki altı fıtri esasla doğrudan il- Allah’ı tesbih edin (namaz kılın).” yatın hesabını soracak olan Rab-
gili görünmektedir. Dolayısıyla, “Göklerde ve yerde, günün bimizin rızasını kazanmak için,
bu yazının çerçevesi, Rûm/17-27. sonunda da, öğleye erdiğinizde günde beş vakit namaz kılmak;
âyetler olacaktır. de hamd (namaz), O’na mahsus- kainattaki duruşumuzu belirle-
Burada, “âyet” teriminin tur.” yen merkezi bir ibadet ve kulluk
Kur’ân’daki anlam sahası hakkın- “O, ölüden diriyi çıkarır, diri- ispatı olarak karşımıza çıkar. Zira,
da kısa bir açıklama yararlı ola- den ölüyü çıkarır ve ölmüş topra- Allah Teâlâ, yüce zâtını gereğin-
caktır: ğa hayat verir. İşte siz de öldük- ce hamd ve tesbih etmemize ge-
“Âyet: Sözlükte, açık alâmet, ten sonra böylece diriltileceksi- rekçe teşkil edecek sayısız kevnî
nişan, şifre, sembol. Bir başka niz.” (Rûm 30/17-19) âyetini ve nimetini bizlere lütfet-
şeye işaret eden şey. İbret, ders Yukarıdaki ilk iki âyet, günün miştir.
veren. Delil. Kesin bilgi ve ger- belirlenen dönüm noktaların- Bu dünya hayatını doğru ve
çek ifade eden şey. Cemaat, top- da Allah’ı tesbih edip yüceltmeyi huzurlu yaşamamız ve hayatımızı
luluk. Yüksek bina, yapı (bazı dil- ve hamdimizi de yalnız O’na sun- sağlam esaslar üzerinde kur(gula)
cilere göre âyet, ‘tesbit ve bir mayı emreder ki, burada kaste- mamız için Yüce Allah’ın bize ik-
şeye dayanma’ anlamına gelen dilen beş vakit namazdır. Ashab- ram ettiği altı kevnî âyet yani altı
‘teeyyâ’dan türemedir. Bu anlam- dan yapılan nakillere göre; ‘akşa- temel hayat ilkesi ya da altı sa-
gulanan ve Allah’ı hesaba kat- layan ulusçuluk akımı ve “ulus birlik olmaya potansiyel olarak
mayan modern hayat, aileyi bir devlet” anlayışı, devleti ve toplu- diğerlerinden daha hazır bulunu-
arada tutan Allah vergisi merha- mu “etnik” temelde yeniden ta- yorlar. Umalım ki, Türkiye’nin içi-
meti ve sevgi bağını çekip aldı; nımlayıp kurguladı ve insanlık ta- ne girdiği “açılım” süreci böyle
bu sebeple sekînetini kaybeden rihinde, kadim içtimai gelenek- bir güzellikle sonuçlansın.
aile sarsıldı. ten tam bir kopuş ve sapmayı ifa-
de eden çok kes(k)in bir kırılma 4) Çalışma Hayatınızı, “Gece
3) Sosyolojik Temel: Toplum- yaşandı. Bu süreç, tüm dünyada Dinlen, Gündüz Çalış-Kazan” Ya-
sal Hayatı Dillerinizin ve Renk- farklı renklere, ırklara ve dillere sasına Göre Düzenleyin!
lerinizin Farklılığı Üzerine Bina karşı tahammülsüzlüğü de bera-
Edin! berinde getirdi. Tek ulus, tek dev- “O’nun âyetlerinden biri de:
let, tek … modası, öncelikle renk- geceleyin uyumanız ve gündüz
“O’nun âyetlerinden biri de: leri/ırkları ve dilleri tekleştirme O’nun geniş lütfundan geçim ve-
gökleri ve yeri yaratması, lisan- abesliğini terviç etti. Baskın dil ve sileleri aramanızdır. Elbette bun-
larınızın ve renklerinizin farklı renkler diğerlerini yutmaya, asi- da işiten kimseler için ibretler
olmasıdır. Elbette bunda bilen mile etmeye kalkıştı. Allah’ın var- vardır.” (Rûm 30/23)
ve anlayan kimseler için ibretler lık yasası olarak toplum hayatı- Bu âyet, insanoğlunun
vardır.” (Rûm 30/22) nın temeline yerleştirdiği “renk- çalışma-dinlenme hayatını gece-
Gökte ve yerde çeşitlilik esas lerin ve dillerin farklı yaratılışı” gündüz denklemine göre düzen-
olduğu gibi, insanın sosyal haya- âyeti/sabitesi yerinden oynatıldı. liyor.
tında da farklılık esastır. Bir erkek İnsanı-toplumu-devleti ‘tek tip- Yukarıdaki âyetten, hem gece
ve dişiden (Âdem ile Havva) türe- leştirme’ salgını, yerkürede külli hem gündüz uyumak da anlaşıla-
yip yeryüzüne yayılan beşer türü- bir fesada yol açtı. Fıtratla savaş- bilirse de, başka âyetlerde (6/96;
nün farklı renk/ırk ve dillere sahip mak anlamına gelen, suları yoku- 10/67; 40/61) belirtildiği gibi, Rab-
olması da Allah’ın âyetlerinden şa akıtmaya eş bir şeytani histeri bimiz, insanlara geceyi dinlenme,
yani delillerinden ve sabitele- uğruna nice zulümler, cinayetler, gündüzü ise çalışıp Allah’ın faz-
rindendir. Bu farklı oluş bir rah- katliamlar işlendi; savaşlar, yıkım- lından arama yani maişetini ka-
mettir; Allah’ın nimeti ve muci- lar, göçler yaşandı; kanlar aktı. zanma zamanı olarak tahsis bu-
zesi olarak bilinip korunmalıdır. Bu külli fesat, elbette İslam yurmuştur. Zaten, insan fıtratı da
İşte bu âyet, renk ve dil farklılı- dünyasını ve Türkiye’yi de etkile- gündüz çalışıp çabalamaya, gece
ğı temelinde sosyolojik duruşu- di. İslâm nimeti ile kardeş olan ve ise dinlenmeye uygun olarak ya-
muzu belirler. Hucurât sûresinin yüzyıllar boyu ümmet şuuru için- ratılmıştır. İstisnai durumlar ha-
13. âyeti de; tüm insanların bir de kardeşçe yaşayan farklı renk riç olmak üzere, gece çalışıp gün-
erkek ve bir dişiden yaratıldığını, ve dillere mensup Müslüman top- düz dinlenmek ise, insan fıtratı-
zamanla ortaya çıkan etnik fark- luluklar, yeryüzünü kasıp kavuran na ters bir uygulamadır ve sıkın-
lılaşmanın sadece bir “tanışma” ulusçuluk fitnesinin etkisi altında tıya, bunalıma yol açar. Ne ki, in-
vesilesi olduğunu, üstünlüğün ise kalarak birbirlerinin boğazına sa- sanı bir üretim-tüketim makine-
yalnızca “takvâ”da yani Allah’a rıldılar. “Allah’ın âyetlerini” sırt- sine indirgeyen ve insan emeği-
karşı sorumluluklarının bilincine larının gerisine atmanın bedelini ni sonuna kadar sömürmeyi esas
erip O’nun çizdiği sınırları koru- çok ağır ödeyen insanlık, bir süre- alan kapitalist dünyada, bu alan-
ma hassasiyetinde olduğunu vur- dir, farklılıkları koruyarak bir ara- da da taşlar yerinden oynatılmış-
gular. Rasûlüllah’ın (s.); “Hepiniz da yaşamanın formüllerini arı- tır. İnsanlar, karınlarını doyurmak
Adem’in çocuklarısınız, Âdem ise yor. Günde beş vakit aynı kıbleye için gece yarılarına kadar çalış-
topraktandır.” hadisi ise, hem on- yönelen, aynı Allah’a, aynı kita- mak zorunda bırakılmıştır. Da-
tolojik hem de sosyolojik temeli ba, aynı peygambere iman eden hası, geceleri, ışıltılı eğlence ha-
tahkim eder. Müslümanlar ise, renk ve dil far- yatı ve yorucu televizyon yayınla-
Ancak, Fransız İhtilâli ile baş- kını bir zenginlik olarak görüp rınca işgal edilen zavallı insanlar,
uyuyup dinlenmeye vakit bula- Allah’a İtaat Ederek Ayakta Du- suna katılarak, Allah’ın emirleri-
mamaktadır. Fıtrata ters biçimde ruyor! Siz de İtaat Ediniz! ne itaatle hem bu dünyada hem
kurgulanan modern hayat tarzı, de Ahiret yurdunda huzura kavu-
çalışma-dinlenme dengesini de “O’nun âyetlerinden biri de: şacağını insanoğlunun dikkatleri-
tepetaklak ederek insanlığı yay- göğün ve yerin O’nun buyru- ne sunuyor.
gın bir stresin ve buhranın içine ğu ile ayakta durmasıdır. Sonra Ancak, hakikat şu ki; Yüce
sürüklemiştir. sizi kabirlerinizden bir çağırma- Rabbimizin “kainattaki âyetleri”
ya görsün, hemen çıkıverirsiniz.” olan bu altı fıtrat ilkesi, insanoğ-
5) Ekolojik Duruş: Şimşeği (Rûm 30/25) lu tarafından dikkate alınmamış,
Korku ve Umut Göstergesi, Yağ- Gök ve yer, Hayy ve Kayyûm ihmal hatta tepetaklak edilmiş-
muru ise Rahmet Bilin! olan Allah’ın her an kainata mü- tir. Topraktan geldiğini unutan
dahalesi, onların ve içindekilerin insan, öncelikle aile hayatında
“O’nun âyetlerinden biri de de Allah’a itaat etmesi ile ayak- sevgi ve merhameti iptal edince
(şudur): size korku ve ümit ver- ta durmaktadır. Kainattaki mu- sekînetini kaybetmiş; toplum ha-
mek üzere şimşeği gösteriyor, azzam düzen, mutlak güçlü ve yatında da yüzyıllar boyu bir zen-
gökten su indirip ölümünün ar- her şeye kadir olan bir tek irade- ginlik olarak algılanan renk ve dil
dından arzı onunla diriltiyor. nin, Kadir-i Mutlak’ın elinde hiç farkını ortadan kaldırmaya yani
Doğrusu bunda, aklını kullanan aksamadan devam ediyor. Ve bu
tekleştirmeye kalkışınca ve ışıltılı
bir kavim için dersler vardır.” dünyanın hesabının görüleceği
eğlence hayatı ile geceyi gündü-
(Rûm 30/24) bir başka âlem var. İşte bu âyet
ze, gündüzü geceye döndürün-
Yağmurun, özellikle de şim- ve aşağıdaki ayetler de, Dünya-
ce, tam bir kaosa sürüklenmiştir.
şekli ve gök gürültülü yağışın Âhiret denklemi temelinde koz-
Ekolojik duruş bozukluğu ile gök
toprak için diriltici bir rahmet mik duruşumuzu belirliyor ve
ve yerdeki, evrendeki ve insan
ve bitkiler için de büyük bereket inşa ediyor.
hayatındaki düzeni kendi elleriy-
kaynağı olduğu malumdur. Böy- “Göklerde ve yerde kim var-
le ifsad eden insan, kozmik duru-
le bir yağmur geleceğe dair mad- sa O’nundur. Onların hepsi, iste-
şunda istikamet krizine girmiş ve
di umutları da beslerken, şimşek yerek veya istemeyerek O’na ita-
geleceğini karartmıştır.
ise korku ve ürperti verir. İşte bu at ederler.”
“Kahrolası insan! Ne kadar
âyet, ekolojik duruşumuzu belir- “Yaratmayı başlatan, sonra
nankördür o!” (Abese 80/17)
ler. Şöyle ki: insan, kainattaki şaş- onu iade edecek olan O’dur; bu
Bu yürek hoplatan ikazın çok
maz düzene uygun hareket et- O’na göre pek kolaydır. Gökler-
daha elim bedelini ödememek
meli ve o muazzam evrensel ko- de ve yerde en yüce sıfatlar (mi-
için tek seçeneğimiz var:
roya katılmalıdır. Ancak, moder- sal) O’nundur. O, güçlü ve üstün
nizmin dayattığı tüketim kültü- olandır, hüküm ve hikmet sahibi- Hayatımızı a’dan ze’ye,
rü, çevreyi alabildiğine kirletme- dir.” (Rum 30/26-27) “Allah’ın âyetleri” temelinde ye-
yi, gelecek nesillerin hakkı olan niden kurmak/kurgulamak!..
yeraltı ve yerüstü kaynaklarını Sonuç: Hayatınızı Allah’ın
hoyratça tahrip etmeyi, böylece Âyetleri Temelinde Kurgulayın
1 Ali Bulaç, Kur’ân-ı Kerim ve Türk-
kainattaki doğal dengeyi altüst ve O’na Nankörlük Etmeyin!
çe Anlamı, Bakış y., s. XXIV; Ali Ünal,
etmeyi beraberinde getirdi. Mo-
Kur’ân’ın Temel Kavramları, Beyan y., s.
dern kentler betonla ve asfalt- Son iki âyet, kainatın gerek
47-50.
la örtülünce, yağmur rahmet ol- makro gerekse mikro plandaki 2 Namaz ve vakitleri hakkında daha ge-
maktan çıktı, zahmete hatta fe- muhteşem düzenini intaç eden niş açıklama için bkz: Abdullah Yıldız,
lakete dönüştü. Şimşekli yağmur, temel yasayı işaret buyuruyor. Namaz Bir Tevhid Eylemi, Pınar y., s.
bereket ve umut değil korku un- Kainattaki tüm varlıkların, nes- 57-61.
suru haline geldi. nelerin ve kişilerin zorunlu ola- 3 Rağıb el-Isfahanî, el-Müfredat, çev. Yu-
rak O’na itaat ettiğini; iradi var- suf Türker, Pınar y., s. 1546-1548, “Ve-
6) Kozmik Duruş: Gök ve Yer lık olan insanın da kainat koro- De-De” maddesi.
DOLAR KARDEŞLİĞİ VE
YENİ IMF
DİLAVER DEMİRAĞ
İktidar dendiğinde çoğu kez Başbakan’ın hali ise doğru- dan kesilerek alınan borçla-
aklımıza, şiddet yolu ile insanlar su bir zorluğu yansıtır konum- rı iç eden komprador serma-
üzerinde baskı kuran bir hüküm- daydı. Bir yandan İsrail konu- yeye prim vermeyerek halkın
darlık erki gelir. Oysa artık ikti- sunda, İran konusunda farklı yanında yer aldığını gösteriyor,
dar bu değil. İktidarın yeni adı davranan, uluslararası güçlerin diğer yandan içerde neo-liberal
cilalı imaj. Artık iktidar bedeni körü körüne savunuculuğunu politikaların en militan uygu-
değil doğrudan zihni hedef alı- yapmayan, çok yönlü dış politi- layıcısı olarak özellikle toplu-
yor. Aslında bu yeni iktidar biçi- ka ile ilk kez bu ülkede farklı bir mun zayıf katmanlarının ümü-
mi eski hükümdarlıklardaki tapı- dış politika örneği sergileyen ğünü sıkan politikaları uygu-
naklara benziyor, yeni iktidarın bu hükümetin Başbakan’ı ola- luyor, diğer yandan da ekme-
rahipleri ise profesyoneller. rak, toplantıda yaptığı konuş- ğe muhtaç edilmiş insanlara
Dolayısıyla geçmiş dönem mayla farkını ortaya koyuyor, kömür ve gıda yardımları ile
iktidarlarına nasip olmayan çok salondakilerin, aslında eylemle- yara üzerine bant yapıştırıyor.
büyük bir güç bu. Modern ikti- ri dolayısıyla dışarıda susturul- ‘Sermayenin dini olmaz, ser-
dar olarak sermaye ve onun maya çalışılanların sesini duy- maye nereden ve nasıl gelirse
rahipler ordusu olarak medya ması gerektiğini vurguluyor ve başımız üzeredir’ diyordu. Bir
insanların zihnini köleleştirmek demokratlardan, yoksullardan yandan G-20’de egemen dev-
için var. ve sesi kısılmışlardan yana tavır letlerin aldığı kararlara karşı
Bunları yazma nedenim dil- koyuyordu. Ama öte yandan da çıkılmadan aynen adapte edili-
lere destan bir özgürlük savu- aynı hükümetin polisi, eylem- yor, diğer yandan IMF’ toplan-
nuculuğu yapan liberal bir ciler daha Taksim’den dışarı tılarında dünya yoksullarından
gazetemizin, içerde güvercin- çıkar çıkmaz onlara saldırarak yana tavır takınılıyor.
ken dışarıda tamamı ile şahin- bu vicdan hareketine karşı hiç Kısacası dış politikada yerli
leşmesi. Obama ve AB karşısın- de hoş görülü olmadığını, küre- davranan, onurlu tutum takı-
da sus pus olan bu yayın organı sel sermayenin bekçiliğini yap- nan hükümet, ekonomi poli-
IMF-Dünya Bankası toplantıları tıklarını göstererek, Başbakan’ı tikalarında neo-liberal denen
yapılırken de IMF ve DB’yi kol- “adeta bu ne perhiz bu ne laha- vahşi kapitalist politikaların en
layan bir yayın politikası izledi. na” konumuna sokuyorlardı. militan uygulayıcısı konumun-
Ekonomist köşe yazarları bize Allahtan kırmızı gören boğa- da ve vahşi kapitalist metropol-
ısrarlı bir biçimde artık IMF’nin ya dönüşmüş kimi sol gruplar ler ile aynı paralelde.
eski IMF olmadığını, değiştiğini sayesinde Başbakan zor durum- Bunu uygulayan hükümet
dolayısıyla ona karşı çıkmanın, da kalmaktan kurtuldu. İslami bir geçmişe sahip olma-
ayakkabı fırlatmak gibi kötü Hükümetin çelişkileri bun- sa, muhafazakâr tutumları ile
eylemlerin yapılmasının da bir dan ibaret değil elbette. Bir öne çıkmasa, bu derin çeliş-
fosillik örneği olduğuna bizi yandan IMF’ye boyun eğilmi- ki ve tutarsızlıklar da bu denli
ikna etmeye uğraştılar. yor, içerde halkın boğazın- göze batmayabilirdi. Oysa
bir ironinin altını çizmek gere- sonrasında yaşanan gelişmeler, lık kazanıyormuş görünmesi-
kiyor. Barack Obama ve Gordon küresel ekonomide sadece tek nin ardında ABD’nin Ortadoğu
Brown Keynesyen bir mali uyarı bir hükümran para biriminin politikasında Türkiye’ye önem
paketi ile sistemi düzeltmeye bütün dünya ticaret ve finans vermesinin olduğu görüşünde-
niyetlenirken, onlar adına bu hareketlerine hizmet etmek- ler. Yani IMF’de, BM’de daha
kaynakları küresel olarak dağı- te ne denli sorunlar yarattığı- çok söz sahibi olmak, ener-
tacak aktör IMF olarak belirle- nı gözler önüne sermiş bulunu- ji koridoru olmak noktasında,
niyor. IMF`nin geçmişteki hata- yor. Ancak ne IMF, ne de kendi- ABD’nin güvercin görünümlü
larından ne kadar ders aldığını sini dünya ekonomisinin idare şahin politikalarında Türkiye
ve ne denli dönüştüğünü henüz mercii ilan eden G-20 hareketi- bir Truva atı olsun diye olta-
bilmiyoruz. nin gündeminde ABD Doları’na ya takılan bir yem. Bu tespi-
• Döviz kurlarının “ser- karşı bir almaşık para birimi- ti yapanlar şu verileri tezlerine
best” piyasaya terk edilmesi: nin oluşturulması söz konusu. dayanak yapıyorlar. IMF`den en
Döviz kurları, “yüzen” kur reji- Oysa, küresel kriz, İkinci Dünya çok borç alan üye ülke unvanını
mi söylemi altında uluslarara- Savaşı’ndan bu yana ABD’nin korumasına rağmen Türkiye’nin
sı sermaye hareketlerinin kısa finansal hegemonyasına dayalı IMF kotası ve oy oranının artırıl-
uluslararası para sisteminin ne masının, ‘başarı ve adalet’ kav-
dönemli spekülatif kararlarına
denli çarpık ve kırılgan olduğu- ramlarıyla açıklanamayacağını
ve -deyim yerindeyse- kapris-
nu belgeliyor. savunuyorlar. Ekonomisi kırıl-
lerine terk edilmiş durumday-
Kısacası dışardan verilen gan bir ülkenin kotası yüksel-
dı. Milyarlarca dolarlık serma-
izlenim, bu dönemde sosyal tilerek; hem karar mekanizma-
ye hareketleri anlık kararlar
demokratımsı bir kapitalizmin sında sahip olduğu oy oranı-
neticesinde yön değiştiriyor ve
tercih edileceğini gösterse de nın hem de IMF kaynaklarından
bu da birçok ülkeyi çok yük-
belgeler bunu doğrulamıyor. yararlanma ölçüsünün değişti-
sek boyutta rezerv biriktirme-
Peki, yaşanan bu süreçte rilmesini Ortadoğu’daki geliş-
ye zorluyordu. Bunun ötesin-
zenginlik-yoksulluk kutuplaş- melere bağlıyorlar:
de, kurların belirlendiği piya-
ması aşıldı mı? Ortadoğu’daki paylaşımın,
saların ne serbest, ne de şef-
güç dengelerine göre yeni-
faf olduğu; ulus ötesi şirket-
Neden Türkiye? den incelenip enerjiden made-
lerin tekelci uygulamaları ve
IMF’in toplantılarında ne, eğitimden sigortacılığa tüm
kuralsızlaştırılmış küresel ser- sektörlere ait anlaşmaların bu
Türkiye’yi üs olarak belirle-
maye hareketlerinin yönlen- yeni düzene göre biçimlenece-
mesi, hem vitrinde G-8 yeri-
dirdiği döviz fiyatlarının, ülke- ne G-20’nin olması ve böyle- ğini söylüyorlar. Yani Türkiye
miz de dâhil olmak üzere, bir- ce Obama ile hayata geçiyor- geçmişte olduğu gibi küresel-
çok gelişmekte olan ekono- muş gibi gösterilen insan yüzlü ci politikaların bölgesel koçba-
mide uyumsuz (aşırı ucuz) bir kapitalizm imajının pekiştiril- şı olacak.
denge yarattığı görülmektey- mesi hem de yeni dönem küre- Bu küçük dikkat çekme
di. IMF uzmanları, döviz kurla- sel politikalar ile bağlantılı kimi olgusundan sonra IMF toplan-
rındaki bu tür uyumsuzlukları beklentiler akla pek çok soru tıları sırasında basında çıkan
fark ediyor görünmelerine kar- getiriyor. Ama söz konusu libe- iki habere dikkat çekmek isti-
şın, döviz piyasasına müdaha- ral rüzgarların ayartısına kapıl- yorum.
le etmenin küresel sermayenin mayanlar, Türkiye’nin IMF’nin
hesaplarına kaçınılmaz olarak yeni döneminde, sonbahar top- Utanmazlığın IMF’Sİ
karışmak anlamına geleceğin- lantısında adres yapılarak bir Türkiye toplantıları yapı-
den, henüz bu konuda bir tasa- nevi enerji, finans üssü olarak lır, polisimiz sayesinde İstanbul
rım gerçekleştirebilme cesare- küresel aktörmüş gibi davranı- savaş alanına dönüşürken
tini göstermiş değiller. lıyor olmasına dikkat çekiyor- basında birkaç haber çıktı ve
• ABD Doları’nın uluslara- lar. Bu görüşü savunanlar, son bunlar IMF değişti mi, sorusuna
rası rezerv para konumu: 2007 dönemlerde Türkiye’nin ağır- cevap verecek nitelikteydi.
Mesela, 5 Ekim tarihli haber rı Guyana’nın, David Shaw’ın ABD ve İngiltere’nin ban-
sitelerinde “Bill Gates’in Serveti 2.5 milyar doları ise Belize’nin kaları, krize yol açan şirketleri
140 Ülkeden Fazla” denili- GSYH’si ile paralel gidiyor. kurtarmak için harcadığı para
yor ve şu açıklama yapılıyor- Forbes’in listesindeki 400 ile yoksulluk, yeryüzü ölçeğin-
du. Habere göre Forbes dergi- Amerikalının sahip olduğu
de tarihe karışır, su kıtlığı ve
sinin geçen hafta yayımlanan servetin toplamı 1.27 trilyon
açlık, temiz su şebekesi olma-
en zengin 400 Amerikalı liste- dolar. Listenin birincisinin 50
ması gibi sorunlar tamamı ile
sindeki kişilerin yat, jet, şato milyar, sonuncusunun 950 mil-
ve ada dışında bazı ülkeleri de tarihe gömülürdü. Ama bun-
yon doları var. Listedeki isim-
satın alabilecek güçte olduğu lerin 274’ü servetlerini kendi- lar elbette gerçekçi değil mi
açıklanmıştı. leri elde etti, 74’üne servetle- hem zaten yoksullara yapılan
ABD’nin “en zengini” olan ri tamamen, 52’sine ise kısmen yardımlar sonucu askeri dikta
Bill Gates’in 50 milyar dolar- miras kaldı. rejimleri bu yardımları iç edi-
lık serveti, aralarında Kosta Aynı günlerde bir başka yor değil mi? Ha birkaç rakam
Rika, El Salvador, Bolivya ve haberde ise Dünya Bankası’nın daha, Türkiye’nin IMF’ye olan
Uruguay’ın da bulunduğu siyahî ve yoksul ülke köken- borcunun faizi ile Türkiye eko-
140 ülkenin gayri safi yurti- li yardımcısının demecine yer
nomik olarak şimdikinin kat
çi hâsılasından (GSYH) daha veriliyordu. Dünya Bankası
ve kat üzerine çıkabilir, sağlık,
fazla. Gates’in serveti, çok az Başkan Yardımcısı Dr. Ngozi
eğitim gibi sosyal politikalar-
bir farkla da olsa, Tanzanya ve Okonjo-Iweala, “90 milyon
Myanmar’ın GSYH’sinin gerisin- insan krizde yoksulluk sınırı- da, çok ama çok büyük mesafe
de kalıyor. Geçen yılın birin- na indi. Yüz milyonlarca insan kat edilebilirdi. Sadece 1 saat-
cisi olan, ancak bir yılda 10 aç. Bunlar rakam değil insan. lik faiz rakamı ile şimdikinin
milyar dolar kaybederek ikin- İşsizlik her yerde sıkıntı yara- iki üç katı okul, iki-üç katı tam
ciliğe düşen Warren Buffett, tır ama yoksul ülkede çocukla- teşekkülü hastane açılabilirdi.
sahip olduğu 40 milyar dolar rın ölümüne sebep olur” diye- Bir günlük ödeme ile doğuda
ile Kuzey Kore’nin GSYH’siyle rek derin çelişkiye dikkat çeki- işsizlik sorunu tamamı ile tari-
eş değerde servete sahip. yordu. Iwela, Gelişmiş ülkelerin he gömülür, yolsuz köy, okul-
Listenin 8. sırasında yer alan çıkardığı krizin bedelini yok-
suz hastanesiz yer kalmaz hatta
New York Belediye Başkanı sul ülkelerin de ödemek zorun-
sağlık giderleri nedeni ile katı-
Michael Bloomberg’in, Güney da kaldığını ve bu bedelin ger-
lım payı, emekli maaşlarının
Afrika ülkesi Zambiya’da üre- çekten çok derin olduğunu söy-
tilen mal ve hizmetlere eşde- leyerek, “Az gelişmiş ülkeler- düşüklüğü gibi sorunlar tama-
ğer 17.5 milyar dolarlık serve- de etkisi daha çok oldu tabii. mı ile sona ererdi.
ti bulunuyor. Emlak zengini Yoksul ülkeler zaten az olan Dünyada zengin ülkelerde
Donald Bren, 12 milyar dola- ticaretlerini kaybettiler. Ayrıca makyaja, oyuncağa, kozmeti-
rıyla Haiti’nin ekonomisi kadar göçmenler ülkelerine dönmek ğe, dondurmaya, maden suyu-
bir güce sahipken, kumarha- zorunda kaldı. 90 milyon insan na verilen paralar ile açlık ölüm-
neler kralı Sheldon Adelson daha yoksulluk sınırına indi. leri, temiz su şebekesi olmayışı
sahip olduğu 9 milyar dolar ile Kamboçya’da 30 bin insan,
nedeniyle her yıl 8 milyon civa-
Bahamalar’ın GSYH’sini yakalı- Zambiya’da 10 bin insan işini
rında insanın hayatını kaybet-
yor. Dünyanın en büyük sanal kaybetti. Bunlar rakam değil;
mesi ortadan kalkabilirdi. Bir
müzayede ortamı e-bay’in insan. Gelişmiş, zengin bir ülke-
füze sistemine ve birkaç uçağa
kurucusu Pierre Omidyar da de biri işini kaybettiğinde sade-
5.5 milyar dolarlık serveti ile ce sıkıntı çeker. Fakat yoksul verilen paralar ile yoksulların
Somali’nin ekonomisini kontrol ülkede işsizlik, çocukların okula borçları ödenebilirdi.
edebilecek güçte. Yönetmen gidememeleri hatta ölmeleri Sınırsız eşitsizlik, kapitaliz-
George Lucas’ın 3 milyar dola- demektir.” diyordu. min diğer adı değil mi zaten?!...
TARIK RAMAZAN
ERASMUS ÜNİVERSİTESİ’NDEN
KOVULDU
ALPEREN GENÇOSMANOĞLU
Geçtiğimiz günlerde Ta- gulamaların tekrar düşünül- rın barış içinde, rahat bir yaşam
rık Ramazan, İran’dan ya- mesi konusu İslam âlemindeki için gereken “haklarıyla” çok
yın yapan Press TV’de prog- çok merkezi tartışmalardan farklı renklerin bir araya geldiği
ram sunması gerekçe gösteri- biri; Tarık Ramazan’ın orta- bir ütopya kültürel-çoğulculuk.
lerek Hollanda’da misafir aka- ya attığı bir şey değil. Rama- Bu aslında, egemenlerin her za-
demisyen olarak çalıştığı Eras- zan İsviçre’de doğup, büyümüş man bir manipülasyon yöntemi
mus Üniversitesi’nden kovuldu. ve Batı toplumundaki üst dü- olarak kullandığı, zehirin üstü-
Peki, kimdi Tarık Ramazan ve zey eğitim sistemlerinden geç- nü elma şekeriyle kapatıp, in-
neden kovuldu? miş bir “Avrupalı” ve bunun sanlara yedirmeye çalışmasının
Aslında iki farklı kulvardaki doğal bir sonucu olarak olay- yeni bir örneği sadece. Kültürel-
vasıfları onu farklı kılıyor. Onu lara gayet Avrupa’nın içinden çoğulculuğun gerçek karşılığı,
görünür kılan ilk özelliği ken- bakabiliyor, işte asıl mesele bu- tüm ideolojilerin ve söylemlerin
di çabasıyla ortaya koymaya rada baş gösteriyor: Batı’nın tehlike olmaktan çıkarılıp libe-
çalıştığı görüşleri: “Gelenekçi- ana parametreleri içinde ahla- ralizmin şemsiyesi altında dün-
ler” tarafından İslam’ın Mar- ki bir form olarak var olabile- yaya dair iddialarını kaybetmiş
tin Luther’i benzetmelerine ka- cek bir İslam algısı. Aslında tam küçük kültürel süreçlere dön-
dar sert eleştirilere maruz ka- da burada Avrupa’nın önde ge- dürülmesi projesidir. Peki, Ta-
lan Tarık Ramazan’ın fikir dün- len üniversitelerinde verdiği bir rık Ramazan bu şemsiyeyi aştı
yasına giriş yapalım. Onun asıl ders geliyor akıllara: Kültürel- mı ki böyle bir muameleye tabi
ve üzerinde en çok konuşulan çoğulculuk. tutuldu? Bu noktada tabloyu
tezleri Avrupa İslamı ve çok- Burada ilginç bir tezatla kar- daha net görebilmek adına Ta-
kültürcülük. Tarık Ramazan’a şılaşıyoruz, kültürel-çoğulculuk rık Ramazan’ın fark edilmesini
sıkça yöneltilen eleştirilerin ba- dersinin verildiği bir yerde sağlayan diğer yönüne de dik-
şında, onun dindeki bazı uygu- hem de dersi veren hoca “öz- kat çekmeliyiz.
lamalarda değişikliklere gitmek gür düşünce”nin ve bilimin yu- Bugün dünyadaki en önem-
istemesi gösteriliyor ama tartış- vası olan üniversiteden kovula- li İslami hareketlerden biri ol-
ma ve değerlendirme böyle yü- bilmesi. Bu olay bizi kültürel- ması yanında, dünyadaki pek
zeysel bir düzlemden değil çok çoğulculuğun anlamını tekrar çok emperyalizm karşıtı İslami
daha derinden ve zihniyet tah- düşünmeye itiyor. Batı tarafın- direniş örgütlerinin kuruluşun-
liline kapı açan bir yerden ya- dan, kendini revize etmenin bir da bilfiil rol almış olan İhvan-ı
pılmalı, çünkü dindeki bazı uy- aracı olarak sunulan, insanla- Müslimin hareketinin kurucu-
Kimliğin Elemanları
Kimliğin oluşum sürecin- Kimlik, konumlanma, aidiyetin
den kimliğin elemanlarını tes-
ve tasnifin ortak paydalara göre
pit etmek mümkündür. Bir kim-
likte üç ana unsuru söz konu- yapılışıdır. Bir özdeşleşmedir. Kazanılan
sudur: ortak özelliklerin bütünleşmesi, güven
• Taraflar: Ben/Biz, Öteki/
Ötekiler
duygusunun oluşumudur. “Farklı” oluş-
• Ortak payda ya da Ortak tur, “farklılık” şuurudur. Kendinden
Özellikler: Temel değer-
beklenen rollerin istenerek yapılması-
ler, tarih, coğrafya, kül-
tür ve medeniyet, dil, kan, dır. Değerlerin, kuralların ve onların
vatandaşlık; Bizim aramızda, yaptırım gücünün belirli ve sürekli olu-
Ötekiler arasında
• Taraflar arasında ki etkile-
şudur. Değerlere, kurallara, daha genel
şim: Dost, Müttefik, Düşman- ifade ile kültüre kesin ve emin bir inanç-
Rakip
la bağlanıştır. Karşılıklı etkileşimin ortak
Burada en önemli unsur,
bizi biz yapan bizi birbirine bir senteze ulaşabilmesidir. Kutsalları,
bağlayan ortak paydanın ya da ortak bir zeminde saygın bir şekilde
ortak özelliklerin ne olduğu-
dur. Kimlik te bu ortak payda,
severek, isteyerek gönül huzuru içinde
değer sistemi, tarih, coğrafya, tutabilmedir. Kimlikte, ferdi olandan
dil, kan ya da soy bağı, kültür
toplumsal olana, kollektif olana doğru
ve medeniyet, vatandaşlık bağı
gibi özellikler etrafında olu- bir açılma, aynılaşma, aidiyet olgu-
şur. Seçilen ortak payda kimli- su vardır.
ği niteler: Dini kimlik, milli kim-
lik, etnik kimlik, ümmet kimliği
gibi. Bunlar arasında en etkin Kimlik Krizi bir konuma zorla yerleştirmesi
olanı değer sistemidir. Kimlik Kimlik ortak paydalar etra- değil; kendisinin, kalbî bir tat-
değer sistemine dayanır dense fında rızaya dayanan bir birlik- min ile kendisini nasıl gördü-
abartı olmaz. Değer sistemi, bir telik olduğuna göre ortak pay- ğüdür esas olan. Buna kimliğin
taraftan bizim kendi aramız- daların zayıflaması-azalması mutmainlik ilkesi diyebiliriz.
kimlikte ayrışmaya ve krize Mutmain olma duygusu, aidi-
da ki hukuku, İç Hukuk, belir-
neden olacaktır. Fertlerin ortak yeti kuvvetlendirirken, kişiye
lerken diğer taraftan bizimle
payda olan değerlere karşı de yüksek bir enerji kazandırır.
ötekiler arasında ki ilişkiyi de,
şüphe duyması, kimlik için en Kişinin/kişilerin kendi/kendileri
hukuku da, dış hukuk, belir-
ciddi tehlikedir. Çünkü kimlik, kendisi/kendileri ile konuşması-
ler. Değer sisteminin değişme-
ortak değerlere rıza tabanlı bir na mani olur.
si, hem iç hem de dış hukukun
bağlanış olduğu için fertlerin Kimlik oluşumunda mutma-
değişmesine neden olacaktır.
ortak değerlere mutmain olmuş in olma olgusu, Kur’an’ın üze-
Ortak paydalar, artıp sağlam-
olarak bağlanmaları önemlidir. rinde yoğun bir şekilde dur-
laştıkça kimliğe bağlılık ve onu
Kimlikte temel nokta, bireyin duğu bir konudur. Vahyî bilgi-
savunma, koruma duygusu da
kendisini bir topluluğa ait his- nin mutmainlik ilkesine verdi-
artacaktır.
setmesidir. Başkalarının onu ği önemi, bütün peygamber-
muvahhid kimliği, diğer taraf- bilmiş ve kavmini kendi değer iman edenlere karşı gösterilen
ta, bütün bir toplumun müşrik sisteminden, kimliğinden şüp- şiddet, iman edenlerin ruh dün-
kimliği söz konusudur. heye düşürmeyi başarabilmiş- yalarında geçici de olsa kırıl-
Hz. İbrahim gök cisimle- tir: malara sebebiyet verebilir. Bu
ri için yaptığı akıl yürütmeyi “Bunun üzerine kendi nefis- beşeri bir vakadır. Herkesin
kavminin taptığı putlar için de lerine başvurdular da: “Gerçek aynı irade ve kararlılığı göster-
yapar. Kavminin düşünme siste- şu ki, siz, zalim olanlar sizler- mesi mümkün olmayabilir. Bu
mini ve değer sistemini akıl ve siniz” dediler. Sonra, yine de nedenle Allah kendi peygam-
beş duyuyu kullanarak yargılar. tepeleri üstüne ters döndüler: berlerini şüpheye düşmeme
“İşitmeyen, görmeyen ve seni And olsun, bunların konuşma- konusunda uyarıp desteklemek-
herhangi bir şeyden bağımsız- yacaklarını sen de bilmekte- tedir. Gerçekte uyarılan ve des-
laştırmayan” (19 Meryem/42), sin.” (21 Enbiya/64-65) teklenen, Peygamberlerin şah-
“çağırdığınız zaman sizi işiti- Kendi kendilerine bu iti- sında peygamberlerin izinden
yorlar mı?”, “size bir yararla- rafları yapmış olmalarına kar- gidenlerdir. Mesaj çok nettir:
rı ya da zararları dokunuyor şılık, yılların birikmiş tortula- “Gerçek (hak) Rabbindendir.
mu?” (26 Şuara/72-73), “size rını, kemikleşmiş kalıpları- Şu halde sakın kuşkuya kapı-
rızık vermeye güç yetiriyorlar nı, kısa zamanda tasfiye edip lanlardan olma”. (2/147, 3/ 60,
mı?” (29 Ankebut/17), (putlara) gerçekle aralarındaki duvarla- 6/114, 10/94-95)
“yemek yemiyor musunuz?”, rı yıkıp doğru yola ulaşmala- Kimlikten şüphe etmeme-
“konuşmuyor musunuz?” rı o kadar kolay bir olgu değil- nin, ona sadakatle bağlı olma-
(37 Saffat/91, 92), “yontmak- dir. İşte bütün bu olumsuzluk- nın ölçütü, onun uğrunda yapı-
ta olduğunuz şeylere mi tapı- lar karşısında muvahhid kim- lan mücadeledir:
yorsunuz?” (37 Saffat/95) gibi liği, kendi doğruları üzerinde “Mü’min olanlar, ancak o
aklı kullanmaya ve düşünmeye yalnız başına da olsa dimdik kimselerdir ki, onlar, Allah’a
davet edici soruları ile kavmi- ayakta durmayı, sabırlı olmayı ve Rasulü’ne iman ettiler,
nin ruh dünyasında titreşimler gerekli kılar. İşte bunun için Hz. sonra hiç bir kuşkuya kapılma-
meydana getirmeye çalışmak- İbrahim, kavminin gösterdiği dan Allah yolunda mallarıyla
tadır. Böylelikle onların putla- bu katılığa karşı tam bir karar- ve canlarıyla cihad ettiler. İşte
ra olan güvenlerini yıkmak iste- lılık gösterir: onlar, sadık (doğru) olanların
mektedir. “O halde, Allah’ı bırakıp da ta kendileridir.” (49 /15)
Kavminin düşünce dünya- sizlere yararı olmayan ve zara- Kimlikten şüphe, kimliğe
sında bir şok meydana getire- rı da dokunmayan şeylere mi rengini ve şeklini veren ortak
bilmek için, putların en büyüğü tapmaktasınız? Yazıklar olsun payda ne ise onun sorgulan-
hariç geri kalanlarının tamamı- size ve Allah’tan başka tap- ması ile başlar. Ortak payda-
nı kırması mükemmel bir yakla- tıklarınıza, siz yine de aklını- ya duyulan güvensizlik aidiyet
şımdır. Kavminin bundan dola- zı kullanmayacak mısınız?” (21 ve sadakat bağının zedelenme-
yı kendisini yargılaması aşama- Enbiya/66, 67) sine, tedbir alınmazsa kopma-
sında, bu eylemi; “büyük putun Kendisini ölümle teh- sını sebebiyet verir. Genelde
yaptığını” söyleyip, “eğer dit etmelerine ve hatta ateşe İlahi Kitaplara mirasçı olanla-
konuşabiliyorsa, siz ona soru- atmalarına karşılık bu duru- rın Kitaplarını terk etmelerinin
verin” demesi (21 Enbiya/58-63) şundan vazgeçmemiştir. Kendi nedeni, kimliklerine karşı kapıl-
aklı en iyi bir şekilde kullanma- kimliğine mutmain bir şekilde dıkları kuşkudur:
nın güzel bir örneğidir. Böyle sadakatle bağlı kalmıştır. “Onlar, kendilerine ilim
bir durum karşısında kavmi- Kimlikler ya da değerler ara- geldikten sonra, yalnızca ara-
nin düşüncesinde geçici de olsa sında mücadele zaman zaman larındaki ‘tecavüz ve haksız-
dalgalanmalar meydana getire- çok sert şekil alabilir. Özellikle lık’ dolayısıyla ayrılığa düştü-
başka (diğerlerinin tümü) secde yarattın.»” (38/76, bkz: 7/12-13, ra, (sana başkaldırmayı ve
ettiler. O ise, direndi ve kibir- 15/32-33, 18/50) dünya tutkularını) süsleyip-
lendi ve kâfirlerden oldu.” (2 İblis, Allah’ın emrine karşı çekici göstereceğim ve onla-
Bakara/34, bkz: 7/11, 20/116, geldiği için makamdan kovulup rın tümünü mutlaka kışkırtıp-
38/72) lanetlenir: saptıracağım.»” (15/39,
Bu secde olayı sonucunda, “Dedi ki:«Öyleyse ondan bkz:15/40-43)
davranış olarak melek özelli- (cennetten) çık, çünkü sen “(Allah Dedi ki):«Onlardan
ği gösteren Melekler topluğu, kovulmuş bulunmaktasın.»” güç yetirdiklerini sesinle sarsın-
Allah’ın emrine itaat edenler- (15/34) tıya uğrat, atlıların ve yayala-
le etmeyenler olarak ayrışır. “«Ve şüphesiz, din gününe rınla onların üstüne yaygarayı
Artık Melek, İblis ve Hz Âdem kadar lanet senin üzerinedir.»” kopar, mallarda ve çocuklarda
ile eşinden oluşan hem yapısal (15/35, bkz: 7/18, 38/77-78) onlara ortak ol ve onlara çeşit-
hem de davranış olarak fark- Hz Adem ve eşi toprak- li vaadlerde bulun.» Şeytan,
lı olan üç varlık alanı meyda- tan yaratılmış beşer olarak Biz onlara aldatmadan başka bir
na gelir. iken, İblis ateşten yaratılmış şey vaat etmez.” (17/64, bkz:
Allah Meleklerin yapı taşı ve Allah’a isyan eden cin ola- 38/82-83)
ile ilgili Kur’an’da bilgi vermez rak Öteki’dir. Taraflar arasın- Allah Hz. Adem’le eşini
ancak davranışları ile ilgili bilgi daki ilişki düşmanlık üzerine Cennete yerleştirirken orada
verir. Kur’an’da gerek İblis’in kuruludur ve İblis Hz. Adem’le kalma şartlarını, yani yaşamaya
dâhil olduğu cinlerle ilgili eşine ve onların soyuna açık ilişkin hukuku kendilerine bil-
gerekse Âdem’in dâhil olduğu bir şekilde savaş ilan etmek- dirir. Öteki olarak İblis’in düş-
beşer-insanın hem yapıtaşı hem tedir. Böylece Hz. Adem ve eşi manlığına dikkat çekerek ken-
de davranışı ile ilgili ayrıntı- bir tarafta saf tutarken İblis de dilerini uyarır:
lı bilgi verilmektedir. İblis ateş- karşı tarafta düşman olarak saf “Ve dedik ki: «Ey Adem, sen
ten yaratılmış olmasının kendi- tutmaktadır: ve eşin cennette yerleş. İkiniz
sine ayrı bir üstünlük kazandır- “«Mutlaka senin dosdoğ- de ondan, neresinden dilerse-
dığı iddiası ile topraktan yara- ru yolunda pusu kurup otura- niz, bol bol yiyin; ama şu ağaca
tılmış olan Âdem’e secde etme- cağım. Sonradan onlara önle- yaklaşmayın, yoksa zalimlerden
mektedir: rinden, arkalarından, sağların- olursunuz. »” (2/35, bkz: 7/19)
“«Onu bir biçime sokup, ona dan ve sollarından kendilerine “Bunun üzerine dedik ki:
ruhumdan üflediğim zaman da sokulacağım. Onların çoğunu «Ey Adem, bu gerçekten sana
siz onun için hemen secdeye şükrediciler bulmayacaksın.»” da, eşine de düşmandır; sakın
kapanın.»” (38/72) (7/16, 17) sizi cennetten sürüp çıkarma-
“Meleklerin hepsi topluca “«Onları -ne olursa olsun- sın, sonra mutsuz olursun.»”
secde etti;” (38/73) şaşırtıp-saptıracağım, en olma- (20/117)
“Yalnız İblis hariç. O dık kuruntulara düşüreceğim İblis’in lanetlenip kovulması
büyüklük tasladı ve (böylece) ve onlara kesin olarak davar- üzerine Hz. Âdem’le ilişkisi, biz
kâfirlerden oldu.” (38/74) ların kulaklarını kesmelerini ve öteki çerçevesinde düşman
“(Allah) Dedi ki: «Ey İblis, iki emredeceğim ve Allah’ın yarat- olarak şekillenir. İblis düşman-
elimle yarattığıma seni secde tıklarını değiştirmelerini emre- lık üzerine yemin eder. Yemin
etmekten alıkoyan neydi? deceğim.» Kim Allah’ı bırakıp yaptığı andan itibaren Cennete
Büyüklendin mi, yoksa yük- da şeytanı dost (veli) edinirse, yerleştirilmiş olan Hz. Âdem ve
sekte olanlardan mı oldun?»” kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana eşini oradan çıkaracak planlar
(38/75) uğramıştır.” (4/119) yapar ve tuzaklar kurar.
“Dedi ki: «Ben ondan daha “Dedi ki: «Rabbim, beni kış- Allah’ın koyduğu yasa-
hayırlıyım, sen beni ateşten kırttığın şeye karşılık, andol- ğın çiğnenmesi için İblis tuzak
yarattın, onu ise çamurdan sun, bende yeryüzünde onla- kurar. Yasak ağacın mahiyeti-
ni çarpıtarak anlatır. Haramı “Derken Adem, Rabbinden “And olsun İblis, onlar hak-
helal gösteren bir vesveseyi, Hz. (birtakım) kelimeler aldı. (Allah kındaki tahminini doğru-
Âdem’le eşine verir. Allah’ın da) Bunun üzerine tevbesini ya çıkardı. İnanan bir zümre-
vazettiği değerlerin zıddı- kabul etti. Şüphesiz O, tevbe- nin dışında hepsi ona uydular.
na yeni değerler ihdas edip leri kabul edendir, esirgeyen- Hâlbuki şeytanın onlar üzerin-
Hz. Âdem’le eşine ikna ederek dir.” (2/37) de hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak
kabul ettirir: “Dedik ki: «Oradan tümü- ahirete inananı, şüphe için-
“Şeytan, kendilerinden nüz inin. Artık, ne zaman size de kalandan ayırd edip bile-
‘örtülüp gizlenen çirkin yerle- benden bir hidayet gelir de, lim diye (ona bu fırsatı ver-
rini’ açığa çıkarmak için onla- kim benim hidayetime uyarsa, dik). Rabbin gerçekten her şeyi
ra vesvese verdi ve dedi ki:
onlar için ne bir korku vardır, koruyandır.” (34/19-21, bkz:
«Rabbinizin size bu ağacı
ne de mahzun olacaklardır.»” 7/23, 2/37-39, 26/94-103)
yasaklaması, yalnızca, sizin iki
(2/38, bkz: 20/123, 7/23-25) Cennete yaşanan bu küçük
melek olmamanız veya ebedi
“«Küfredip de ayetlerimi- toplumun hayat hikâyesi aynı
yaşayanlardan kılınmamanız
zi yalanlayanlar ise; onlar, ate- zamanda insanoğlunun hayat
içindir.»” (7/20)
şin halkıdırlar ve orada süresiz hikâyesinin bir özetidir. Bu
“Ve: «Gerçekten ben size
kalacaklardır.»” (2/39) mücadele ile tarih başlamış,
öğüt verenlerdenim» diye
Hz. Adem ve eşi ile İblis ara- genel çerçeve şekillenmiştir.
yemin de etti.” (7/21)
“Böylece onları aldata- sında vuku bulan bu mücadele, Bu tarihten itibaren hayat, iki
rak düşürdü. Ağacı tattıkları yeryüzüne gönderilmeyle bir- zıt ana eksen etrafında şekille-
anda ise, ayıp yerleri kendileri- likte son bulmayacak, kıyamete necektir:
ne beliriverdi ve üzerlerini cen- kadar sürecektir. Cennette Hz. • İki Rehber : Allah +
net yapraklarından yamayıp- Adem ve eşinden ibaret olan Peygamber+ Mü’minler-
örtmeye başladılar. (O zaman) bir toplum, yeryüzünde çoğa- Şeytan + Tağut
Rableri kendilerine seslendi: lıp farklılaşacak ve yayılacak- • İki Değer sistemi :
«Ben sizi bu ağaçtan menet- tır. Cennetteki iki kişilik top- Hak-Batıl, Hidayet-Dalâlet
memiş miydim? Ve şeytanın da lum da Adem ve eşi Biz iken, • İki Yol : Sırat-ı Müstakim-
sizin gerçekten apaçık bir düş- İblis Öteki’dir. Ancak yeryüzün- Şeytanın Yolu
manınız olduğunu söylememiş de artık yeni toplum iki kişiden • İki Kimlik : İman Edenler-
miydim?»” (7/22) ibaret olmadığı gibi İblis de tek İnkâr Edenler
Hz. Adem’le eşi Allah’ın değildir. Artık bundan sonra • İki Sistem : Vahye Dayalı-
emirlerini çiğneyip İblis’e Allahın hidayetçiler aracılığıy- Hevaya Dayalı
uymanın bedeli olarak cennet- la göndereceği değer sistemi- • İki Ahlak Sistemi : Güzel
ten çıkarılırlar. Yeryüzüne gön- ne tabı olup olmamak şeklin- Ahlak-Kötü Ahlak
derilirler. Yeryüzüne gönderi- de ortaya çıkan yol ayırımı söz • İki Menzil : Cennet-Cehennem
lirlerken Biz olarak Hz. Âdem konusudur: • İki Tavır : Tevbe+İtaat-
ve eşi ile Öteki olan İblis vardır “Ey Ademoğulları, şeytan, İsyan+Suçlama
ve birbirlerinin düşmanıdırlar:
anne ve babanızın çirkin yerle-
“Fakat Şeytan, oradan iki-
rini kendilerine göstermek için,
sinin ayağını kaydırdı ve böy-
elbiselerini sıyırtarak, onları
lece onları içinde bulunduk-
cennetten çıkardığı gibi sakın Kaynaklar
ları durumdan çıkardı. Biz de:
sizi de bir belaya uğratmasın. 1. Güvenç B., Türk Kimliği,
«Kiminiz kiminize düşman ola-
Çünkü o ve taraftarları, (kendi- Remzi Kitabevi, İstanbul 1997,
rak inin, sizin için yeryüzün-
lerini göremeyeceğiniz yerden) s. 5.
de belli bir vakte kadar bir yer-
sizleri görmektedir. Biz gerçek- 2. Kösoğlu N., Kültür Kimlik
leşim ve meta vardır» dedik.”
ten şeytanları, inanmayacakla- Üzerine, Türkiye Günlüğü, sayı
(2/36)
rın dostları kıldık.” (7/27) 33 1995, s. 41-47.
TANZİMAT’IN İLANI VE
ISLAHAT HAREKETLERİ
Zafer ÖZDEMİR
Tanzimat’tan Önce
Osmanlı’da Islahat Hareketleri
Osmanlı İmparatorluğu,
kanun ve nizamlarının bozul-
madığı, kültür ve mede-
niyet seviyesi bakımından dı; hükümet merkezinde baş notlarının ötesinde Batı’ya açı-
Avrupa’dan üstün veya aynı gösteren kanunsuz hareketler lan ilk pencere, dahası bir rapor
seviyede bulunduğu devirler- eyaletlere kadar sirayet etti. niteliğindeydi. O, Osmanlı’nın
de bir ıslahat teşebbüsüne ihti- Sonuçta Osmanlı’nın yaşadığı ilk ıslahat programı oldu.4
yaç duymamıştı. Avrupa’da sıkıntılar, onu bir arayış içerisi- Ne var ki açılan ilk pence-
Rönesans ve keşifler ile yeni ne itti. reden ancak derin bir nefes
bir tarihi çağın açıldığı zaman, XXVIII Çelebi Mehmet’in çeken Saray ve çevresi hayalle-
Osmanlı devleti de kültür ve “vesaiti umran ve maarifini rinin okşanması ile yetinecekti.
medeniyet sahasında en yük- dahi layıkıyla kesbi ıttıla ede- Şair Nedim’in “gülelim, oyna-
sek devrini yaşamakta, Avrupa rek kabili tatbik olanların takri- yalım, kâm alalım dünyadan”
devletleri ile Osmanlı devleti ri” için Paris sefiri olarak atan- gibi mısralarının kayda geçtiği
arasında kültür ve medeniyet ması sonucunda kaleme aldı- dönem, ilk arayışların ve yöne-
sahasında henüz büyük bir far- ğı “‘Sefaretname’, Batı kültür limlerin dönemi olacaktı. Bu
kın varlığı hissedilmemektey- ve medeniyetinin Osmanlı dev- dönemde, Lale, Osmanlı’ya yön
di. Fakat XVI. asrın ikinci yarı- letine nüfuz etmesine bir baş- verenlerin yeni hayat arayışları-
sından sonra devletin kanun langıç teşkil etti. Sefaretname, nı temsil eden bir sembol hali-
ve nizamları bozulmaya başla- basit bir dille yazılmış seyahat ne geliyordu.5 Lale Devri’nde
alışkanlıkları nasıl değiştirdi- rın tesisi, bürokrasinin ve laik, lür. Hakikatte bu sefaretnamede bü-
ğini, burada bütünüyle ifade seküler bir yapının yerleşmesi- tün bir program gizlidir.”
etmek imkânsızdır. Ancak şu dir. Geleneksel bütün yapıla- 5 Karal, E. Ziya, Tanzîmâttan Evvel
birkaç örnek bile hem yaşa- rı ve toplumu meydana getiren Garplılaşma Hareketleri, Tanzimat
I, s.13.
nan değişimin boyutlarını unsurları etkileyen bu köklü
6 Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En
hem de günümüze uzayan değişimin etki alanlarının bir
Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İst.2005, s.
etkilerini anlamaya yetecek bütünlük içinde değerlendiril-
24.
vukufiyetteler. Siyasi, ekono- mesi gerekir.
7 Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye Çağdaş
mik, askeri zorunluluklar ida- Nizam-ı Âlem’den
Düşünce Tarihi, Ülken Yay., s.33.
recilerin hevesleriyle birleşin- Tanzimat’a geçişin şartla-
8 Karal, Enver Ziya, Tanzimat’tan Evvel
ce Tanzimat döneminden iti- rı ve sonrasındaki gelişmeler
Garplılaşma Hareketleri (1718-1839),
baren toplumun genel doku- bugünkünden daha fazla bir MEB, Tanzimat I, s. 17.
sunda aykırı bir sistem işle- ilgiyi bekliyor. Oluşturulmuş
9 Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En
meye başlar. Müslim tebaa, tarihle yönlendirilen bindiril- Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İst.2005, s.
esnaf el tezgahlarına varınca- miş kıtalar olmaktan çıkma- 24.
ya kadar ekonomik imkanla- nın yegâne yolu tarihi bilmek. 10 Tanpınar, A. Hamdi, XIX. Asır Türk
rını kaybeder, gayrimüslimler Genel kabuller, ön yargılar- Edebiyatı Tarihi, s.52.
dış bağlantıları ile hem eko- la tarihten ibret almak müm- 11 Kaynar, Reşat, Tanzimat I, MEB, s. 41-
nomi hem de siyasete hakim kün müdür? Hele günün siya- 82.
olmaya çalışırlar. si, güncel kavramlarıyla geç- 12 Avcıoğlu, Doğan, Türkiye’nin Dü-
Tanzimat Osmanlı teba- mişi anlamaya çalışmak anak- zeni, s.104.; Cem, İsmail, Türkiye’de
asının toplumsal bütünlüğü- ronizmden başka bir şey değil- Geri Kalmışlığın Tarihi, s. 314; Sayar,
ğın ve gafletin yanında fazi- ve dirayetli bir vezirin seba- ların yaşanmasına yol açmamış-
let ve aydınlığın ortaya çıktığı, tından ibaret olarak görür. tır. Askeri alandaki reformla-
çöküşle ilerleyişin boğuştuğu, Comte, kendi inşa ettiği insan- rın toplumsal yansımaları top-
Osmanlı Tarihinin en uzun asrı- lık dinini yayması için Mustafa lumda ciddi olarak ontolojik
dır. 19. yüzyıl bütün Osmanlı Reşit Paşa’ya müracaat etmiştir. ve epistemolojik kırılmalara yol
camiasının en hareketli, san- Nitekim bu dönemin aydınla- açmıştır.
cılı, yorucu uzun bir asrıdır. rı, Tanzimat’ın babası Mustafa Kendinden önceki tari-
Geleceği hazırlayan en önem- Reşit Paşa tarafından muha- hi hadiselerden beslenen
li olaylar ve kurumlar bu asrın faza edilmişlerdir. Pozitivizm, Tanzimat dönemi, çeşitli
tarihini oluşturur.3 Comte’in “ordre et progres” fikir akımlarının da (Batıcılık,
Tanzimat dönemi, X1. yüz- (nizam ve terakkisinden) mül- İslamcılık, Osmanlılık ve
yıldan beri Batı ile ilişkide olan hem İttihat ve Terakki’yle bir- Türkçülük) ortaya çıkmasına
çarpışan bir toplumun, iktisadi likte girmiştir.5 yol açmıştır. Tanzimat tama-
sınaî Batı uygarlığı karşısındaki İnkılâpçı değil reformcu bir mıyla kendi içinde bulundu-
bir direnişidir. Tanzimat devri dünya görüşüne sahip olan ğu durumdan esinlemeyip dış
tarihi, her şeye rağmen önem- Tanzimat döneminde, Avrupa etkilerden mülhem bir hare-
li bir dünya parçasının bir geniş ve Rusya’ya karşı direnebil- ket olarak nitelendirilemez.
coğrafya üzerindeki kavimlerin mek için askeri alanda yapılan Osmanlı modernleşmesi, paket
tarihidir. Kapanmış bir bilinç reformlar, edebiyata, mima- proje olmaktan ve daha önce-
değildir, dramatik gelişmelerle riye ve günlük hayata yansı- den bilinçli olarak kurgulan-
halen yaşayan bir tarihtir.4 mıştır. Nitekim askeri alanda maktan daha çok, zaman ve
Comte, Tanzimat’ı bünye- yapılan reformların toplumsal süreçler içinde yaşanan olay-
vi bir zaruret olarak değil ener- yönünün az bulunuşu, bu alan- ların sonucunda şekillenmiş
jik bir hükümdarın teşebbüsü da ciddi sosyo-kültürel kırılma- bir modernleşmedir. Nitekim
TANZİMAT’TAN CUMHURİYET’E
HUKUKUN LAİKLEŞMESİ
KAYA KARTAL
Son iki yüz yıllık tarihimizde neticesinde yapılan ıslahat çalış- sadrazamlığı devri, Tanzimat
‘hukuk’ hemen her konuda tar- malarında, bürokratlar açısından Fermanı’nın yanı sıra, Hukukta
tışmanın merkezinde yer almış, kendimizi batıya kabul ettirme “resepsiyon”4 çalışmalarının başla-
Tanzimat’la başlayan hukuk- çabası görülürken, Avrupa açı- dığı önemli bir kırılma dönemidir.5
ta laikleşme süreci Cumhuriyet sından dönemin tabii karakteri- Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat
ile devam etmiştir. Aşağıda delil ne uygun olarak, sömürge çabası Fermanı’ndan önce, 1838 yılın-
ve örnekleriyle ortaya koymaya açığa çıkmıştır.2 da İngilizlerle imzalanan,
çalışacağımız bu süreç, özellikle Tanzimat döneminde aynı Baltalimanı Antlaşması’nda etkin
bugünü anlamak için önemli bir zamanda, kabaca iki tip bürok- rol oynamıştır.6 Paşa’nın Dış İşleri
gösterge olup, geldiğimiz nokta- rat modeli neşvünema bulmuş- Nazırlığı’na denk gelen bu ant-
da kendisini de tekrar etmektedir. tur. Birinci grup, Avrupa’ya biraz laşma ile Osmanlı ekonomisi, Batı
Tanzimat sürecinin öncülü daha mesafeli duran, gelenek- sömürüsüne kayıtsız-şartsız açıl-
olarak, 1789-1807 yıllarını kap- lerin muhafazasının gereklili- mış, oluşan yeni ekonomik iliş-
sayan III. Selim’in saltanatı gös- ğini ifade eden ve klasik ola- kiler, yeni bir düzen ve yeni bir
terilebilir. Bu devir, Osmanlı açı- rak “Batının ilim ve fennini ala- hukuk sistemi yönündeki iç ve dış
sından, yenilginin her alanda lım ama kültürünü almayalım.” talepleri de kuvvetlendirmiştir.
anlaşıldığı ve buna çözüm olarak cümlesiyle ifade edilebilecek bir Oluşan yeni ekonomik düzen
“yenileşme-batılılaşma” hareket- yönelime sahipken; ikinci grup, Tanzimat Fermanı yanında yeni
lerinin başladığı, yaklaşık 200 yıl Avrupalılaşmış bir Osmanlı haya- bir Ceza, Ticaret ve Medeni
süren ve Cumhuriyet’le birlikte li görmekte ve bu hayal için gele- Kanunu da dayatmıştır. Tanzimat
devam eden bir süreçtir. Bahse neğe de, dine de mesafe koyabil- Fermanı’nı çoğunlukla Fransa
konu Batılılaşma hareketleri, hal- mektedir. Ceza Kanunu’ndan tercüme edi-
kın “gâvur padişah” olarak tav- Tanzimat dönemi her iki grup len 1840 tarihli Ceza Kanunu ve
sif ettiği -bu ifade, halkın söz aydının da bolca bulunduğu bir 1841’de yine Fransız kanunlarına
konusu hareketlere olan bakışını dönemdir. İkinci grup bürokrat- uygun bir Ticaret Kanunu takip
ve katkısını göstermesi açısından ların etkin olduğu, 1839 tarihli etmiş, bütün bunlardan sonra,
manidardır- II. Mahmut’un salta- Tanzimat Fermanı ve 1856 tarih- temel kanunlardan olan, Medeni
natıyla birlikte hız kazanmıştır.1 li Islahat Fermanı süreçlerinde Kanun’un da Fransa’ya uyarlan-
Tanzimat’a kadarki dönemde, Mustafa Reşid Paşa ve Âli Paşa ması çalışmalarına girişilmiştir.
İslam esasları ekseninde dizayn öne çıkmıştır. Resepsiyon çalışmaları olarak
edilen Osmanlı Devleti’nde, Şinasi’nin, “Medeniyet’in adlandırdığımız bu süreç, doğal
Müslümanlar asli unsur ola- Resulü” olarak isimlendirdiği, olarak Ulema’nın tepkisini çek-
rak kabul ediliyor, gayrimüs- İngiliz elçisi Stradford Canning’in miş, Meclis-i Vala’da kendisine
limlerden üstün tutuluyorlardı. “Nazırlar arasında politikaca ve Ticaret Kanunu’nun şer’iliği soru-
Tanzimat bu asliliği ortadan kal- ruhça en iyi anlaştığımız Mustafa lan Mustafa Reşid Paşa, adeta
dırmış, imparatorluğa daha sekü- Reşid Paşa idi. Devrim meselele- batılılaşmanın temel argümanı-
ler temelde örgütlenme model- rinin çoğunda kafa birliği ettik.” na atıfta bulunarak: “Şeriatın bu
lerini dayatmıştır. Bu dayatmalar dediği3 Mustafa Reşid Paşa’nın konuda yapacak bir şeyi yoktur”
diyerek dönemin bürokratlarının alanında yapılan reformlar, Dil ile başlayan hukukta laik-
hakim ideolojisini yansıtmıştır. hukukun doğası gereği, devle- leşme sürecinin en önemli aşama-
Malum olduğu üzere, tin bütün kurum ve kuruluşla- sı, ‘kanunlaştırma hareketleri’dir
Tanzimat döneminin ikinci devre- rını direkt olarak etkilemiş ve diyebiliriz. Kodifikasyon (codifi-
si, Tanzimat Fermanı’nın devamı laikleşme belirtileri hızlı bir cation) süreci olarak da ele ala-
ve kuvvetlendirilmesinden ibaret şekilde görülmeye başlamıştır. bileceğimiz bu süreçte, Kara
olan, 1856 tarihli Islahat Fermanı Hukuktaki değişimle başlayan bu Avrupası Hukuku’nun merke-
ile başlamıştır. Bu dönemin sem- laikleşme serüveni, Türkiye’nin zi olan Fransa’dan ciddi anlam-
bol ismi ise, Âli Paşa’dır. Yabancı siyasi, sosyal, ekonomik vb. alan- da etkilenilmiş, Fransız kanun-
devletlerin hazırladığı ve Bab-ı larda bugün geldiği noktayı ları direkt tercüme yoluyla veya
Âli’nin kabul etmek zorunda kal- anlamak ve anlamlandırmak için muhteva itibariyle iktibas edil-
dığı bir ıslahat programı ola- oldukça önemlidir. Hukuk, eği- miştir.11 Bu süreçte Fransız İhtilali
rak ifade edilen ferman ile Batı tim, ekonomi gibi alanlar dinin yanı sıra Avrupa’ya ve özellikle
müdahalesi iyice içselleştirilmiş- dışına çıkılarak dünyevileşmeye de Fransa’ya giden Jön Türkler,
tir. Bu müdahaleye ilişkin olarak başlamış, İslam dininin bu alan- Tanzimat sonrası klasik adli yapı-
Engelhardt: “Müdahale modern daki ağırlığı giderek ortadan kal- nın değişmiş olması, tek hâkimli
milletlerin kamu hukukuna ne dırılmıştır. Böylece devlet kurum şer’i mahkemelerin yanı sıra,
kadar aykırı olursa olsun, Türkiye ve kuruluşlarının laikleştirilmesi toplu hâkimli Ticaret ve Ceza
için meşrudur, çünkü zorunlu- Tanzimat’ın en önemli yönü ola- Mahkemeleri’nin kurulmaya baş-
dur ve bu zorunluluğu doğuran rak dikkati çekmiştir.9 lanması, yavaş da olsa görülmeye
şartlar halen devam etmektedir.” Bu laikleşme serüveninin ilk başlayan batılı tarza benzer üre-
diyerek dönemi özetlemiştir.7 işaretleri dilde görülmüştür; zira tim tarzı ve her alanda yaşanan
Âli Paşa döneminde, yaban- Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan mağlubiyetler devleti yeni hukuk
cı tesiri devam etmiş, kanun- sosyal ve siyasi değişim, ifadesini düzenine zorlamıştır. Yeni siya-
laştırma hareketlerinde Fransız dilde bulmuştur. Batı Edebiyatı’nı si ortam, merkezi bürokratik ida-
Hukuku’na dayanılmış, Tanzimat örnek alan, Tanzimat kelime- renin güçlenmesi, milliyetçiliğe
ile başlayan yeni hukuki düzen sinden mülhem, yeni bir edebi- paralel olarak hukukun millileş-
dayatması Islahat Fermanı ile hız yat olan Tanzimat Edebiyatı’nın tirilmesi, artan iç ve dış problem-
kazanmıştır. Tanzimat devrinde doğduğu bu değişimin hukuka ler, modernleşme ve batılılaşma
yetişen yeni bürokrasinin ilk nes- yansıması, Tanzimat’tan önce çabaları devleti batı etkisine açık
linden olan Mithad Paşa ile batı- geçerli olan ‘fıkıh’ kavramı- hale getirmiş bu durumun etkile-
lılaşma çalışmaları devam etmiş, nın yerini, Tanzimat’tan sonra, diği Osmanlı devlet adamları da
Meşrutiyet’in ilanı çabalarının bir Tanzimatçıların zihin yapısına da kodlaştırma faaliyetlerinin hız-
sonucu olarak Sultan Abdülaziz uygun olarak, bizzat ‘hukuk’ kav- lanmasında etki etmişlerdir.
tahttan indirilmiştir. ramının kullanılmaya başlanma- Kanunlaştırma doğal ola-
Tanzimat süreci, öncelik- sına bırakmıştır. Yine hukuk diliy- rak yeni kanunlar karşısında,
le Jön Türk sürecini ve nihai le yakından ilişkili olan ‘hürriyet’ Müslimlerle Gayrimüslimlerin
olarak Kemalizm’i doğurmuş kavramının da, anlamı genişle- kanun önünde eşitliği ki bu eşit-
sonuçta elde; topluma yaban- yerek, bütün siyasi özgürlükle- lik Tanzimat Fermanı’nda dile
cı, kendi halkına tepeden bakan re sahip olma anlamında kul- getirilmişti, düşüncesini perçin-
bir bürokratik sınıf oluşmuştur. lanıldığı görülmüştür. Öyle ki, leştirmiştir. ‘Şahsi masuniyet’
Hilmi Yavuz’un deyişiyle, batılı- Fransız Ceza Kanunu’ndan tercü- prensibini dile getiren Tanzimat
laşmadan kalkılıp Oryantalizm’e me yönü ağır basan, 1840 tarih- Fermanı’ndan sonra hiçbir rütbeye
varılmıştır Böylece yeni düzenin li Ceza Kanunu da ‘Hürriyet-i bakılmaksızın icra edilmesi ve tan-
kurucusu olma vasfını, gücünü ve Şer’iyye’ şeklinde karşımıza çık- zimi istenen Ceza Kanunu 1840
meşruiyetini taşıyan İslam, zihin- mıştır. Bunlardan başka; mil- yılında tanzim edilmiş, 1851 ve
lerde batılı sembollerle idrak edi- let, vatandaş, vatan, vatanper- 1858’de de tadil edilerek geliştiril-
len bir dine dönüştürülerek sade- ver, serbestiyet gibi kelimler yeni miştir. Şer’i hukuk ve örgütlenme-
ce, değişmeyen bir dogma olarak anlamlar da yüklenerek hukuk lerden kopuşun ilk örneğini teşkil
kavranmıştır.8 alanındaki laikleşmenin temelle- eden kanun ile Tanzimat’ın karak-
Tanzimat sürecinde hukuk rini oluşturmuşlardır.10 terine de uygun olarak hukuk-
ta ikilik/çift başlı bir düzen (hem lığı, aslında nasıl bir süreçle karşı de etkili olmuş, Şer’i mahkeme-
modern laik hukuka; hem de şeri- karşıya kalındığının nişanesidir. ler yanında ve bu mahkemele-
ata atıf) göze çarpmaktadır.12 Bütün bu süreçte, aslın- rin yetkileri azaltılarak, Ceza,
Çıkarılan kanunlar hukuk tekliği- da, sürecin farklı da işleye- Hukuk, Ticaret, İhtilat gibi şer’i
ni bozarak ikili bir hukukun oluş- bileceğini göstermesi açısın- olmayan mahkemeler kurulma-
masını sağlamış, İslam Hukuku’yla dan Ahmet Cevdet Paşa ile Âli ya başlanmıştır. Şer’i mahkeme-
Laik Hukuk’un bir arada uygulan- Paşa’nın, bir fikir olarak doğma- ler, Miras ve Aile hukuku işleri
masına neden olmuştur. Cezaların sında ve hazırlanmasında önem- dışında diğer alanlarda söz sahi-
istisna olmaksızın, Müslümanlara li etkiye sahip olduğu Mecelle-i bi olmaktan çıkarılmıştır.
ve Gayrimüslimlere eşit olarak Ahkâm-ı Adliyye’ye ve birtakım Tanzimat sürecinin Türkiye
uygulanacağı vurgusu da kanun- olumlu değişikliklere de değin- Cumhuriyeti’ne yansıması, her
da dikkati çeken hususlardandır. 13 mek gerekmektedir. Daha önce alanda görüldüğü gibi hukuk-
Kanunlaştırma hareketi açı- değindiğimiz Tanzimat bürokra- ta da görülmüştür. Konferanslar
sından ikinci büyük öneme sahip tı tiplemesinden ilk kanadı tem- sonunda imzalanan Yargı
olan kanun, 1849 tarihli Ticaret sil ettiği söylenilebilecek Cevdet Yönetimine ilişkin bildiriyle
Kanunnamesi’dir. Avrupa huku- Paşa, Islahat Fermanı’ndan Türkiye en az 5 yıllığına Avrupalı
kunun İslam dünyasına girişin- sonra gündeme gelen Medeni Hukukçu danışmanlar alma-
de önemli etkiye sahip olan Kanun yapılması tartışmaların- yı kabul etmiştir. İstanbul ve
bu kanun, Fransız Ticaret da öne çıkmıştır. Bu tartışmalar- İzmir’de görev yapacak bu danış-
Hukuku’ndan alınarak hazırlan- da Âli Paşa’ya rağmen, Osmanlı manlar, hukuk reformları yap-
mış olup, liberalleşme ve laikleş- Medeni Kanunu’nun, Fransa makla görevli olacak komisyon-
me yolunda önemli bir adım ola- Codecivil’inden (Code Napolyon) ların çalışmalarına katılacak ve
rak görülmüştür.14 direkt tercüme yoluyla değil, mahkemelerin işleyişini kontrol
Merkezi devlet aygıtının etkin- İslam Hukuku’nun tedvini sure- ederek Adalet Bakanlığı’na bilgi
liğinin rasyonalize edilmiş yeni tiyle yapılması gerektiği yönün- vereceklerdir. Hukuk devrimi ola-
kanunlardan geçtiğinin düşü- deki düşüncesini kabul ettirebil- rak adlandırılan bu süreç esasın-
nüldüğü bu dönemde, Tanzimat miştir. Bu kabuldür ki Türkiye’de, da tam bir resepsiyon sürecidir.
Fermanı’nda da bahsi geçen15 Medeni Hukuk’un laikleşmesini Kanunlaştırma hareketleri
kodifikasyon çalışmaları; 1840 yarım asır geciktirmiştir. Bunun her ülke için gerekli olsa da sorun
tarihli Ceza Kanunu’ndan sonra, dışında, Padişaha ait yasama yet- bunun nasıl ve hangi kaynağa
1849 tarihli Ticaret Kanunu, 1858 kisinin bir bölümünü üstlene- müracaat ile yapılacağı nokta-
tarihli Arazi Kanunu16, 1869 tarih- cek olan meclisler oluşturulma- sındadır.20 Türkiye açısından bu
li Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye17, sı, Dâr-ı Şuray-ı Askerî, Meclis-i mesele, Mahmut Esat Bozkurt
1876 tarihli Kanun-i Esasi ile hız Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliyye ve Dâr-ı tarafından şöyle halledilmiş-
kazanmış, Kanun-i Esasi’de yapı- Şura-yı Bab-ı Âli gibi meclisle- tir: “Türk ihtilâlinin kararı, Batı
lan 1909, 1921 ve 1924 değişik- rin, devlet yönetimiyle ilgili belli medeniyetini kayıtsız şartsız ken-
likleri ile devam etmiştir. Kanun-i başlı kararları almak, özellikle disine mal etmek, benimsemektir.
Esasi de diğer birçok kanun gibi memurları yargılamak ve devlet Bu karar, o kadar kesin bir azme
Avrupa’daki örnekleri nazara alı- ile kişi arasındaki anlaşmazlık- dayanmaktadır ki, önüne çıka-
narak gündeme gelmiş ve 1930 ları çözmekle görevlendirilmesi, caklar, demirle, ateşle yok edil-
Belçika Anayasası örneğine daya- bu meclislerde görüşülmedikçe meye mahkûmdurlar. Bu prensip
nılarak alınmıştır.18 Ceza Kanunu çıkarılan kanun ve nizamnamele- bakımından, kanunlarımızı oldu-
ve Ticaret Kanunu ile bunlara iliş- rin yürürlüğe konamayacağının ğu gibi Batı’dan almak zorunda-
kin usul kanunlarının, İngiliz ve belirlenmesi, had cezası dışında, yız. Böylelikle Türk ulusunun ira-
Fransız elçiliklerinin de etkisiy- “siyaseten katl” olarak ifade edi- desine uygun harekette bulun-
le, doğrudan doğruya tercüme len ölümle cezalandırmanın kal- muş olacağız.”21 Mustafa Kemal
ürünü olarak alınması bunların dırılması, “kanunsuz suç ve ceza ise Ankara Hukuk Fakültesi’nin
temel kanunlar olmadığı gerek- olmaz” kuralının getirilmesi sayı- açılış töreninde:“Tamamen
çesiyle yumuşatılmaya çalışılmışsa labilir.19 yeni kanunlar meydana getire-
da temel bir kanun olan Medeni Tanzimat süreci, ‘adliye teş- rek eski hukuk esaslarını kökün-
Kanun’da da aynı eğilimlerin var- kilatı’ açısından da aynı şekil- den kaldırmak teşebbüsündeyiz.
Yeni hukuk esasları ile alfabe- 1 Doğan Mehmet, “Batılılaşma İhane- Mecelle” , Sebil Yayınevi, 3. bs., İs-
ti” , İz Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. tanbul, 1993, s. 20.
sinden eğitime başlayacak yeni 15. 12 Eryılmaz Bilal, “Tanzimat ve Yöne-
bir hukuk neslini yetiştirmek için 2 Doğan Mehmet, “Batılılaşma İhane- timde Modernleşme”, İşaret Yay. , İs-
bu müesseseleri açıyoruz.”22 diye- ti” , İz Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. tanbul 1992, s. 224.
34. 13 Okumuş Ejder, Cihan A., Avcı M.,
rek Tanzimat ile başlayan hukuk- 3 Doğan Mehmet, “Batılılaşma İhane- “Osmanlı Devletinde Eğitim Hukuk
taki laikleşmenin geldiği noktayı ti” , İz Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. ve Modernleşme”, Ark Kitapları, İs-
17-25. tanbul, 2006, s. 277.
açıkça göstermiştir. 4 Balcı Muharrem, “Tanzimat’tan Ulu- 14 Okumuş Ejder, Cihan A., Avcı M.,
Ayrıca 1926 tarihli, Ahmet sal Programa Yeniden Yapılanmanın
“Osmanlı Devletinde Eğitim Hukuk
Hukuki Gelişim Süreci” , Genç Hu-
Cevdet Paşa’nın daha önce değin- kukçular Hukuk Okumaları Grubu -
ve Modernleşme”, Ark Kitapları, İs-
tanbul, 2006, s. 282-283.
diğimiz müdahalesiyle gecik- Birikimler I, İstanbul, 2003, s. 16-67.
15 (…) bazı kâvânin-i cedîde vaz’u tesisi
miş, Türk Medeni Kanunu’nun, 5 Kanunlaştırma hareketleri genelde
iki şekilde ortaya çıkmıştır. Birincisi, lazım ve mühim görünerek (…) bkz.
Mahmut Esat Bozkurt tarafın- Islah/Rehabilitasyon denilen, varolan Tanzimat Fermanı.
hukuk kurallarının yeniden tanzimi 16 Arazi Kanunu da Ahmet Cevdet Paşa
dan yazılan, Esbab-ı Mucibe
ve yeni ihtiyaçları karşılar hale geti- öncülüğünde bir komisyon tarafın-
Layihası’nda da; Türk milleti- rilmesi iken; İkincisi, Resepsiyon, ya- dan hazırlanmış olup, döneminin en
nin kararının muasır medeniye- bancı bir hukuk sisteminin ülke hu- başarılı ve özü koruyarak (Kanunda,
kuk sistemi olarak kabul edilmesi İslam Hukuku’nun etkisi açıktır) ge-
ti kayıtsız şartsız tüm prensiple- ve düzenlenmesidir. Bir de Ekspen- liştirilen eserlerindendir. Bkz. Eryıl-
riyle taklit olduğu ve modernleş- siyon vardır ki, resepsiyondan fark- maz Bilal, “Tanzimat ve Yönetimde
me tarihinde Âli Paşa’nın Fransız lı olmayıp tek farkı sömürgeci dev- Modernleşme”, İşaret Yay., İstanbul
letlerin kendi kanunlarını sömürge- 1992, s. 228.
Medeni Kanunu’nun aynen lerine gerektiğinde zor kullanarak 17 Kendisi de Kodifikasyon sürecinin bir
kabulü isteğinin, milletin haklı taşımalarıdır. Bkz. Balcı Muharrem, ürünü olan -ki buna rağmen Mede-
“Tanzimat’tan Ulusal Programa Ye- ni Hukuk’un yarım asır kadar laikleş-
menfaatlerini nazar-ı dikka- niden Yapılanmanın Hukuki Gelişim mesini önlediği söylenmiştir- ve Ah-
te almayanlarca (Ahmed Cevdet Süreci” , Genç Hukukçular Hukuk med Cevdet Paşa’nın hazırlanmasın-
Okumaları Grubu - Birikimler I, İstan- da önemli bir rol üstlendiği Mecelle,
Paşa’ya atıf) geçiştirildiğini ve
bul, 2003. daha farklı bir yere sahip olup, buna
şimdi İsviçre Medeni Kanunu’nun 6 Eryılmaz Bilâl, “Tanzimat ve Yöne- ilerleyen satırlarda değineceğiz.
medeni kanunlar arasında en timde Modernleşme”, İşaret Yay. , İs-
18 Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ara-
tanbul 1992, s. 228
yeni ve mükemmeli olduğu için sında tartışılan Anayasanın hayata
7 Engelhardt, Tanzimat dönemi Fran-
geçirilmesinde en önemli rol Mithad
iktibas edildiği belirtilmiştir. sız diplomatlarındandır. Türkiye ve
Tanzimat isimli eseri Türkçe’ye de çe- Paşa’nındır.
Görüldüğü gibi Cumhuriyet virilmiştir. 19 Balcı Muharrem, “Tanzimat’tan Ulu-
bürokrasisi de, selefleri Tanzimat 8 Yavuz Hilmi, “Oryantalizm” Üzerine sal Programa Yeniden Yapılanmanın
Bir ‘Giriş’ Denemesi” , http://www. Hukuki Gelişim Süreci” , Genç Hu-
Paşaları gibi çareyi toplum kukçular Hukuk Okumaları Grubu -
marife.org/6-yavuz.htm .
mühendisliğinde görmüş ve hiç- 9 Okumuş Ejder, Cihan A., Avcı M., Birikimler I, İstanbul, 2003, s. 23.
“Osmanlı Devletinde Eğitim Hukuk 20 “Ezmanın Tagayyürü ile Ahkâmın Ta-
bir siyasal katılıma izin vermeden
ve Modernleşme”, Ark Kitapları, İs- gayyürü İnkâr Olunamaz.” (Zamanın
ve her alanda tam bir taklitçilikle tanbul, 2006, s. 256-262. değişmesi ile hükümlerin de değişe-
resepsiyon faaliyetlerine girişmiş- 10 Okumuş Ejder, Cihan A., Avcı M., ceği inkâr edilemez), Mecelle m. 39.
“Osmanlı Devletinde Eğitim Hukuk 21 BOZKURT M. Esat, “Türk Medenî Ka-
lerdir. Tanzimat Fermanı ile baş- ve Modernleşme”, Ark Kitapları, İs- nunu Nasıl Hazırlandı”, s. 11. Ayrı-
layan hukukta laikleşme serüve- tanbul, 2006, s. 262-270. ca Bkz. Mevcut hukuk sisteminin ye-
11 Codecivil’in kabul edildiği 1804 yı- nilenmesi, modernleştirilmesi için
ninin hızlı bir şekilde Cumhuriyet
lından önceki yaklaşık 800 yıllık dö- 1923 yılında Adliye Vekâleti tarafın-
ile devam ettiğini belirtmek nemde Fransa’da, kodlaştırma dü- dan kurulan komisyonlara yürürlük-
gerekir. şüncesinin oluşumunda 4 etkiden te bulunan kanunların elden geçiri-
bahsedilebilir. Birincisi adliyle me- lerek tadili görevi verildi. Bu komis-
Yaklaşık iki asra tekabül murlarının tuttuğu ve örf-adet mü- yonların çalışma şekillerini düzenle-
eden bu süreçte toplum belir- nasebetlerini içeren Âdet Kitabı (co-
yen talimatnamede, komisyonların
utumier) ve bunun tatbikatı; ikincisi,
li kalıplara sokulmaya çalışılmış- İtalya’daki birtakım hukukçuların 11.
önce fıkıh hükümlerine dayanacak-
ları, ikinci derecede de diğer uluslar-
tır. Geldiğimiz noktada bu çaba- yy. da Roma Hukuku kaidelerini işle-
ca benimsenmiş hukukî çözüm ve uy-
meleri sonucu oluşan kodlar; üçüncü
ların amaçlarına ulaşamasa da gulamalardan yararlanacakları belir-
olarak, Almanya ve Fransa’da Roma
toplumsal krizlere ve travmalara Hukuku kaidelerinin şerh ve izahla- tilmişti. 1925 yılında Adalet Baka-
rı yönündeki gayretler ile Papalık ta- nı Mahmut Esat Bozkurt bu komis-
neden olduğunu açıklıkla ifade yonlar önünde yaptığı bir konuşma
rafından, sekülerleşmeyi kırmak adı-
etmek gerekir. Sonuçta, montaj- na, 1502’de tedvin edilen ‘Corpus ile komisyonların görevine son verir-
cı hukuk algısının neden olduğu Juris Canonici’ adlı kod; son olarak ken bu cümleleri kullanıyordu. Boz-
da 13. yy.’dan itibaren kuvvetlenen kurt Gülnihal, “ATATÜRK ARAŞTIR-
kısırlık, kendisini bütün toplum- kralların ferman-beyanat-buyrultu- MA MERKEZİ DERGİSİ”, Sayı 22, Cilt:
sal ilişkilerde göstermiştir. nizamnameleri. Bkz. Gür Refik, “Hu- VIII, Kasım 1991)
kuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından 22 Söylev ve Demeçler, II, s. 240-243
TANZİMAT, BİR
“SAVUNMACI
MODERNİZASYON”
SÜRECİ İNŞA ETTİ
ERIC JAN ZURCHER İLE SÖYLEŞİ
Eric Jan Zürcher’i daha çok Türkiye’nin bakış açılarının var olmasıdır. Bunlardan birinci-
yakın dönem tarihi üzerine yaptığı çalışmalar- si, Ermeni olaylarının nasıl vuku bulduğu ve nasıl
dan tanıyoruz. Özellikle Osmanlı’nın yıkılışı ile değerlendirileceği hususudur. Sayın Zürcher, bu
Cumhuriyet’in kuruluşuna ilişkin olarak kale- tarihsel hafızayı bir “etnik temizlik” olarak
me aldığı onlarca kitabı hem Avrupa’da hem de adlandırmak suretiyle, kendi bakışı doğrultu-
Türkiye’de yayımlandı. Aynı zamanda Türkolog sunda bir temellendirmeye başvurmuştur; ne var
da olan Zürcher, uluslararası alanda Türkiye ki devamında, gerçeklerin objektif bir biçimde
denilince ilk akla gelen isim denilebilir. Halen, açığa çıkabilmesi için adil ve tarafsız bir incele-
Leiden Üniversitesi Türkiye Etütleri Bölümü baş- menin gerekliliğini, herkes kadar kendisinin de
kanıdır. beklediğini belirtmiştir. Yani olaya bu çerçevede
Söyleşiye geçmeden vurgulamamız gereken yaklaşmak en doğrusu olacaktır. Bir diğer önem-
önemli bir nokta var. Sayın Eric Jan Zürcher, li husus ise, söyleşinin son kısmında yer alan
dünya literatüründe saygın bir isim; burada da insan hakları retoriğinin içeriği ile alakalı olan
yapılan, bu saygın ismin gerek tarihsel hafıza- husustur. Burada ise, söyleşiyi yapan kişi olarak
ya yönelik, gerekse de dünya görüşüne yönelik kendisine katılmadığımız nokta, eşcinselliğin bir
çıkarsamalarına müracaattan ibarettir. Tüm söy- hak nosyonu içerisinde yer alıp almayacağının,
leşilerde olduğu gibi, bu söyleşide de, okuyu- hangi felsefi temele göre yorumlanacağı husu-
cu kitlenin hatırlaması gereken nokta, mülakatı sudur. Burada ise dayanılan paradigmaya göre
veren ismin saygın ve önemli yerini unutmadan farklılaşan bir durum vardır ve kanımızca da bu
ama beraberinde de olayları doğal olarak kendi gayet doğaldır. Bu anlamda üç büyük ve kadim
dünya görüşü doğrultusunda okuduğu gerçeği- dinin meseleyi “günah” sayan yaklaşımına rağ-
dir. Bu yüzden böyle söyleşiler, her satırının her men modern batılı düşüncenin açmazlarından
kelimesine kadar herkesin mutlak olarak doğru olan değerlendirmenin Zürcher’in kendisi açısın-
kabul edip, ona göre yargılamalara başvurulma- dan insan hakkı bağlamında değerlendirilmesini
sı için yapılmaz; sadece buradan alınan görüşle- doğal karşılıyoruz; zira bir paradigma ve değer
rin farklı pencerelerin nasıl ve ne şekilde yer bul- farklılaşması durumundan bahsediyoruz.
duğunun yeteri kadar göz önünde bulundurul-
ması gerektiği için yapılır. Bu önemli hatırlatma- Abdurrahman Babacan
ya bizi iten saik ise, iki husus üzerindeki göreceli
Abdurrahman Babacan:
Türk Modernleşmesi perspek-
tifi içerisinde konuşacak olur-
sak, 1839 Tanzimat Reformu
ile öngörülen süreç kültürel
ve sosyal açıdan ne anlam
taşır? Yani, tarih kitaplarımızın
bize anlattığı gibi Tanzimat,
Türkiye’nin modernleşme serü-
veninin başat aktörü müdür,
böyle okumak ne kadar doğru?
Eric Jan Zürcher
Auguste Comte’un
Mustafa Reşit Paşa’ya
Mektubu
Düşünen Siyaset Sayı: 19 (İslam ve İlerleme Sayısı)
Efendim,
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, Avrupa’daki Doğu ve Batı siyaseti arasında belirgin bir tezat
mevcuttur. Toplumsal hareketi yönetmekten aciz kalan Batılı yöneticiler, maddi düzeni doğru-
dan korumak için gerekli olan, ancak devrim hâlini sürdüren körü körüne bir baskı uyguluyor-
lar. Fakat gerçekten milletlerinin başında bulunan Doğulu hükümdarlar, her hükümetin çifte
işlevi olan iyiye teşvik etmeyi ve kötüye karşı koymayı lâyıkıyla yerine getirmeye gayret ediyor-
lar. Bu asil tutum artık Rusya’da olduğu kadar Türkiye’de de dile getiriliyor. Yenilikçi bir sul-
tanın gayretli girişimini sağduyu ile beslemek suretiyle, yönetiminizin bunda önemli bir katkı-
sı oldu. Osmanlı başkentini lekeleyen esir pazarını kaldırarak ve tek eşliliğin parlak bir örneği-
ni vererek, Müslüman uygarlığı için şu anda en büyük önemi taşıyan çifte ilerlemeyi gösterme-
niz asla unutulmayacaktır. Batı’da olduğu kadar Doğu’da da beklenen düşünsel ve toplumsal
bir yenilenmenin sistematik olarak şahsmıza sergilenmesi için gerçek bir filozofu ikna eden özel
nedenler işte bunlardır.
Emekliliğinizde geçici olarak boş kalan zamanlarınız, ilkin size doktrinimin genel manzarası-
nı sunacak olan Pozitivizmin İlmihâli’ne (Catechisme positiviste), ardından da bu doktrini kesin
bir biçimde yerleştiren Pozitif Siyaset Sistemi’ne (Systeme de politique positive) gereken ilgiyi
göstereceğiniz ümidini beslememi sağlıyor. Bu iki kitabı okuduğunuzda, yabancı ve yerli bakış-
lardan kurtulan Batı dehasının bundan böyle, önemli bir durumun etkisiyle, bütün uygar halk-
ların ortak gereksinimlerine doğrudan doğruya bağlı kavramlarla yakından ilgilendiğini fark
edeceksiniz.
Doğu ve Batı, henüz erişememekle birlikte, yüzyıllardır aynı şevkle evrensel dini arıyorlar.
Her ikisi açısından da çoktanrıcılığın yalnızca milli inanışlar sağlayabileceği kabul edildiğinde,
tektanrıcılık güvenilir bir birlik kaynağı olarak görüldü. Fakat, deneyim ve muhakeme böyle bir
umudun tamamen boş olduğunu gösterdi. Tektanrıcı evrenselliği yerleştirmek uğrunda beyaz
ırkın yaptığı iki büyük girişim, Roma Dünyasının Katoliklik ile İslâm arasında kesin paylaşımı
sonucunda, karşılıklı olarak etkisiz hale geldi. Bu girişimlerin başarısızlığı, özünde muğlâk ve
ispatlanamaz olan görüşlerin boşluğunu doğrudan doğruya gösteren akılcı felsefeye ters düşen
herhangi birşey sunmaz. Eşzamanlı olarak işledikleri bilim alanında, Doğulular ile Batılılar ara-
sında kendiliğinden oluşan uyum, üstesinden gelinemez farklılıklarla belirgin bir zıtlık oluştu-
rur. İster toplu ister bireysel, bütün insanlığı Pozitif din, gerektirdiği hazırlıklar nede-
tamamen pozitif bir inançla kucaklamak için niyle yalnızca Batı’da çıkmış olmakla bera-
her türlü ilâhi inancı bertaraf ederek, beni ber, İslâm’ın Doğu’yu bu dinin kabul edilme-
tam anlamıyla evrensel dini keşfetmeye iten sine daha iyi hazırladığı kabul edilmelidir.
temel neden budur. İlk gençlik yıllarımdan Öte yandan İslâm, dogmasında Protestanlığın
başlayarak bu şekilde düşünme mutluluğuna veya deizmin yozlaşmasına yer vermediği
sahip olduğumdan, bütün hayatımı söz konu- ve yönetimde veraset ilkesini derinlemesine
su büyük sorunun nihaî çözümünü dizgeleş- kısıtladığı için, halkları devrimin bozulması-
tirmeye ve geliştirmeye adayabildim. na karşı korudu. Aynı zamanda, teorik kavra-
Ortaçağ’ın sonlarından itibaren, seçkin yışları ile pratik algılayışları arasındaki uyum
akılların ilahiyattan kurtulması, farklı biçim- kusurları nedeniyle, yöneticileri daima genel
lerde de olsa, Batı’da olduğu kadar Doğu’da manzarayı yakalamaya teşvik ederek, hükü-
da zorunlu olarak aynı hızla ilerledi. Zira bu metlerin olağan üstünlüklerini korudu.
kurtuluş, her iki tektanrıcılığın, pozitivizmin Filozofların üstler tarafından anlaşılama-
evrenselliği ile bağdaşmayan iddialı tavır- dıkları için altlara hitap etmeye zorlandığı
larının ortak gereksizliğini hissettiren kesin Batı’daki girişimin doğurduğu anarşik karışık-
bir çatışmanın sonucudur. Hattâ daha basit lığa yol açmadan, bu nihaî oluşum Doğu’da
olan inancı ve daha uygulanabilir olan yöne- üstün gelebilir. Müslüman dehanın tarih-
timi sayesinde gerçeğe daha yakın olan İslâmî sel olarak değerlendirilmesi sonucunda, ilk
deha, pozitif dinin kabul edilmesine Katolik şaşkınlıklarını üzerlerinden atan bu kişile-
dehadan daha az karşı olmalıdır. rin pozitif dini, temel kaygılarının umulma-
Dogmatik bakımdan aynı olan Roma ve dık çözümü olarak göreceklerine kuşkum yok.
Bizans dinleri arasında derin bir karşıtlık göz- Herhangi bir metafizik geçiş olmadan, doğ-
lemleyen eşsiz Muhammed, her iki insani rudan doğruya İslâm’dan pozitivizme geçe-
iktidarın alışılageldik bölünmesindeki düşün- rek, kendilerini, insanlık sevgisini ve evrensel
sel ve ahlaksal faydaları lâyıkıyla kabul etti. mutluluğu dizgeleştiren büyük peygamber-
Ancak parlak sosyal dehası, bu önemli yet- lerinin şerefli takipçisi olarak hissedecekler.
kinleşmenin, ilahiyat ahlâkına uygun düşen Böylece gereksiz bir siyasi birliği reddetme-
uygarlıktan daha ileri bir uygarlık istediği- ye yönelerek ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
ni fark etti. Zamansız, ancak takdire değer parçalanmasını, zamansal yönetimlerin yaşam
bir girişimin başarısızlığını önceden sezerek, alanını kısıtlayan toplum yasasının olağan
daha basit ve ilahiyatın doğasına daha uygun bir uygulaması olarak kabul edip, bu kaçınıl-
bir geçiş yapmakla yetindi. maz çözülmeye üzülmekten vazgeçecekler.
Böylece Doğu, kadınların ve işçilerin kade- Aynı zamanda, Osmanlı yöneticileri, kendi
meli olarak özgürleşmesi için gerekli top- güçlerinden daha az mütecanis ve dolayısıy-
lumsal devrim adına yapılacak şerefli giri- la da böyle bir dağılmaya daha fazla gebe
şimi, gerçek Katolik ahlâkın öncülüğünde, bir gücün gelecekteki olası işgâlleriyle ilgi-
Batı’ya bırakmak zorunda kaldı. Ancak, bu li hayali olduğu kadar yıkıcı da olan kaygıla-
önemli başlangıcı izleyen büyük hareketin rından kurtulacaklar. İslâm’ın temel ruhuna
kesin sonuçlarını benimsemek konusunda, göre siyaset, yalnızca görüşlerin ve gelenek-
Doğulular bizden daha fazla yatkınlık gös- lerin ayrılığını sağlamaya ve sağlamlaştırmaya
terdiler. Çünkü bu sayede, Batılı ilericilerde yönelik olduğundan, bu büyük amaca Tanrı
görülen temel düşünsel ve toplumsal sıkıntı- yerine İnsanlığı koyarak daha iyi ulaşılacağını
lardan, inançlarının aşırı ruhanî niteliğinden yakında anlayacaklar.
ve özellikle de yapay yönetimlerin kendiliğin- Selâm ve saygılar,
den ortaya çıkan ayrışmasından doğan meta- Auguste Comte
fizik düzensizlikten kurtulmuş oldular. 10, rue Monsieur-le Prince.
Tanzimat Fermanı*
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM adam onları tehlikede gördükte hilkat-i zâtiye
Tebâreke ellezî bi-yedihi’l-mülk ve hüve ve cibillet-i fıtriyesinde hıyânete meyl olmasa
alâ külli şey’in kadîr. bile muhâfaza-i can ve nâmusu içün elbet-
Benim vezîrim; te bazı sûretlere teşebbüs edeceği ve bu dahi
Cümleye ma’lûm olduğu üzere Devlet-i devlet ve memlekete muzır olageldiği müsel-
Aliyyemiz’in bidâyet-i zuhûrundan beri lem olduğu misillü bilakis can u nâmûsundan
ahkâm-ı celîle-i Kur’âniyye ve kavânîn-i emîn olduğu halde dahi sıdk u istikâmetten
şer’iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan ayrılmayacağı ve işi gücü hemân devlet ve
saltanat-ı seniyyemizin kuvvet ve miknet ve milletine hüsn-i hizmetten ibâret olacağı dahi
bi’lcümle tebe’asının refâh u ma’mûriyyeti bedîhî ve zâhirdir ve emniyet-i mâl kazıy-
rütbe-i gâyete vâsıl olmuş iken yüz elli sene yesinin fıkdânı halinde ise herkes ne dev-
vardır ki, gavâ’il-i müte’âkıbe ve esbâb-ı müte- let ve ne milletine ısınamayub ve ne i’mâr-ı
nevviaya mebnî ne şer-i şerîfe ve ne kavânîn-i mülke bakamayup dâima endişe ve ıztırab-
münîfeye inkıyâd ü imtisâl olunmamak hase- dan hâlî olamadığı misillü aksi takdîrinde yâni
biyle evvelki kuvvet ve ma’mûriyyet bilakis za’f emvâl ü emlâkinden emniyet-i kâmilesi oldu-
u fakra mübeddel olmuş ve halbuki kavânîn-i ğu halde dahi hemân kendi işiyle ve tevsî-i
şer’iyye tahtında idâre olunmayan memâlikin dâire-i taayyüşüyle uğraşup ve kendisinde
pâyedâr olamayacağı vâzıhâttan bulunmuş gün-be-gün devlet ve millet gayreti ve vatan
olup cülûs-ı hümâyûnumuz rûz-ı fîrûzumdan muhabbeti artıp ona göre hüsn-i harekete
beri efkâr-ı hürriyet-âsâr-ı mülûkânemiz dahi çalışacağı şübheden âzâdedir ve tayîn-i vergi
mücerred i’mâr-ı memâlik ve enha ve terfîh-i maddesi dahi çünkü bir devlet muhâfaza-i
ahâlî ve fukarâ kazıyye-i nâfi’asına münha- memâlikiyçün elbette asker ü leşkere ve sâir
sır ve Memâlik-i Devlet-i Aliyyemiz’in mevki-i masârif-i mukteziyyeye muhtac olarak bu ise
coğrafîsine ve arâzî-i münbitesine ve hal- akça ile idâre olunacağı ve akça dahi tebea-
kın kâbiliyet ü isti’dâdlarına nazaran esbâb-ı nın vergisiyle hâsıl olacağına binâen bunun
lâzımesine teşebbüs olunduğu halde beş bir hüsn-i sûretine bakılmak ehemm olup
on sene zarfında bi-tevfîkihî te’âlâ sûret-i gerçi mukaddemlerde vâridât zannolunmuş
matlûbe hâsıl olacağı zâhir olmakla avn ve olan yed-i vâhid beliyyesinden lehü’l-hamd
inâyet-i Hazret-i Bârî’ye itimâd ve imdâd-ı Memâlik-i Mahrûsemiz ahâlisi bundan evvel-
rûhâniyet-i cenâb-ı Peygamberî’ye tevessül ce kurtulmuş ise de âlât-ı tahrîbiyyeden olup
ve istinâd birle bundan böyle Devlet-i Aliye hiçbir vakitte semere-i nâfiası görülemeyen
ve Memâlik-i Mahrûsemiz’in hüsn-i idâresi iltizâmât usûl-i muzırrası el-yevm cârî olarak
zımnında bazı kavânîn-i cedîde vaz’ ve te’sîsi bu ise bir memleketin mesâlih-i siyâsiye ve
lâzım ü mühim görünerek işbu kavânîn-i muk- umûr-ı mâliyesini bir adamın yed-i ihtiyârına
teziyyenin mevâdd-ı esâsiyyesi dahi emniyet-i ve belki pençe-i cebr u kahrına teslîm demek
can ve mahfûziyyet-i ırz u nâmûs u mal olarak ol dahi eger zâten bir iyice adam değil-
ve tayîn-i vergi ve asâkir-i mukteziyyenin se hemân kendi çıkarına bakıp cemî-i harekât
sûret-i celb ve müddet-i istihdâmı kazıyyele- ü sekenâtı gadr u zulmden ibâret olmasıy-
rinden ibâret olup şöyle ki, dünyada can ve la bad ez-în ahâlî-i memâlikten her ferdin
ırz u nâmûsdan e’azz bir şey olmadığından bir emlâk ve kudretine göre vergi-i münâsib
tâyin olunarak kimseden ziyâde şey alınma-
* (Gülhane Hatt-ı Humâyunu)
ması ve Devlet-i Aliyye’mizin bahran ve beren vükelâ ve ricâl-i Devlet-i Aliyyemiz dahi bazı
masârif-i askeriye ve sâiresi dahi kavânîn-i tâyin olunacak eyyâmda orada ictimâ ede-
îcâbiyye ile tahdîd ü teybîn olunup ona göre rek ve cümlesi efkâr u mütâla’âtını hiç çekin-
icrâ olunması lâzımedendir ve asker maddesi meyüp serbestçe söyleyerek işbu emniyet-i
dahi ber-minvâl-i muharrer mevâdd-ı mühim- cân ve mâla, ta’yîn-i vergi hususlarına dâir
meden olarak egerçi muhâfaza-i vatan için kavânîn-i mukteziye bir taraftan kararlaştırı-
asker vermek ahâlinin farîza-i zimmeti ise de lıp ve Tanzîmât-ı askeriye maddesi dahi Bâb-ı
şimdiye kadar cârî olduğu vechile bir memle- Seraskerî dâr-ı şûrâsında söyleşilüp her bir
ketin aded-i nüfûs-ı mevcûdesine bakılmaya- kânun karargîr oldukça ilâ-mâşâallâhu te’âlâ
rak kiminden rütbe-i tahammülünden ziyâde düstûru’l-amel tutulmak üzre bâlâsı hatt-ı
ve kiminden noksan asker istenilmek hem hümâyûnumuz ile tasdik ve tevşîh olunmak
nizâmsızlığı hem de zirâat ü ticâret mevâdd-ı için taraf-ı hümâyûnumuza arzolunsun ve
nâfiasının ihlâlini mûcib olduğu misillü asker- işbu kavânîn-i şer’iyye mücerred dîn ü dev-
liğe gelenlerin ilâ-nihâyeti’l-ömr istihdamla- let ve mülk ü milleti ihyâ için vaz’ oluna-
rı dahi fütûru ve kat-ı tenâsühü müstelzim cak olduğundan cânib-i hümâyûnumuzdan
olmakta olmasıyla her memleketten lüzûmu hilâfına hareket vukû bulmayacağına ahd ü
takdîrinde taleb olunacak neferât-ı askeri- mîsâk olunup Hırka-i Şerîfe Odası’nda cemî-i
ye içün bazı usûl-i hasene ve dört yahud ulemâ ve vükelâ hazır oldukları halde kasem-i
beş sene müddet istihdâm zımnında dahi billâh dahi olunarak ulemâ ve vükelâ dahi
bir tarîk-i münâvebe vaz u te’sîs olunma- tahlîf olunacağından ona göre ulemâ ve
sı îcâb-ı haldendir. Ve’l-hâsıl bu kavânîn-i vüzerâdan ve’l-hâsıl her kim olur ise olsun
nizâmiye hâsıl olmadıkça tahsîl-i kuvvet ve kavânîn-i şer’iyyeye muhâlif hareket eden-
ma’mûriyyet ve âsâyiş ü istirâhat mümkün lerin kabahat-ı sâbitelerine göre te’dîbât-ı
olmayup cümlesinin esası dahi mevâdd-ı lâyıkalarının hiç rütbeye ve hatır ve gönü-
meşrûhadan ibâret olduğundan fî-mâ-bad le bakılmayarak icrâsı zımnında mahsûsan
ashâb-ı cünhanın davâları kavânîn-i şer’iyye cezâ kânunnâmesi dahi tanzîm ettirilsin ve
iktizâsınca alenen ber-vech-i tedkik görü- cümle memûrînin el-hâletü hâzihî mikdar-ı
lüp hükm olunmadıkça kimse hakkında hafi vâfî ma’aşları olarak şâyed henüz olmayan-
vü celî idâm ü temsîm mu’âmelesi icrâsı câiz ları var ise onlar dahi tanzim olunacağın-
olmamak ve hiç kimse tarafından diğerinin dan şer’an menfûr olup harâbiyyet-i mül-
ırz u nâmûsuna tasallut vukû’bulmamak ve kün sebeb-i a’zâmı olan rüşvet mâdde-i
herkes emvâl ü emlâkine kemâl-i serbestîyle kerîhesinin fî-mâ-ba’d adem-i vukû’ı madde-
mâlik ve mutasarrıf olarak ona bir tarafdan sinin dahi bir kânun-ı kavî ile tekîdine bakıl-
müdahale olunmamak ve farazâ birinin töh- sın ve keyfiyyât-ı meşrûha usûl-i atîkayı bütün
met ve kabâhati vukû’unda onun veresesi bütün tağyîr ü tecdîd demek olacağından
ol töhmet ve kabahatten berî’üz-zimme ola- işbu irâde-i şâhânemiz Dersa’âdet ve bilcümle
caklarından onun malını müsâdere ile vere- Memâlik-i Mahrûse’miz ahâlisine i’lân ve işâ’a
sesi hukûk-ı irsiyyelerinden mahrum kılın- olunacağı misillü düvel-i mütehâbbe dahi bu
mamak ve tebe’a-i saltanat-ı seniyyemizden usûlün inşâallâhu te’âlâ ile’l-ebed bakâsına
olan ehl-i İslâm ve milel-i sâire bu müsâ’adât-ı şâhid olmak üzre Dersa’âdetimiz’de mukîm
şâhânemize bilâ-istisnâ mazhar olmak üzre bi’l-cümle süferâya dahi resmen bildirilsin.
cân ve ırz ve nâmus ve mâl maddelerin- Hemân Rabbimiz teâlâ hazretleri cümlemizi
den hükm-i şerî iktizâsınca kâffe-i memâlik-i muvaffak buyursun ve bu kavânîn-i müesse-
mahrûsemiz ahâlisine taraf-ı şâhânemizden semin hilâfına hareket edenler Allâhu te’âlâ
emniyet-i kâmile verilmiş ve diğer hususlara hazretlerinin la’netine mazhar olsunlar ve
dahi ittifak-ı ârâ ile karar verilmesi lâzım gel- ile’l-ebed felâh bulmasınlar. (Âmîn)
miş olmağla Meclis-i Ahkâm-ı Adliye a’zâsı
daha lüzûmu meretebe teksir olunarak ve Fî 26 Şaban 1255 (3 Kasım 1839)
Tanzimat Fermanı
Herkesin bildiği gibi, devletimizde kuruluşundan beri Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat
yasalarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tebaasının refah ve mutluluğu en yük-
sek noktaya çıkmıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini izleyen karışıklıklar ve çeşitli neden-
lerle şeriata ve yüce yasalara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve
fakirliğe dönüştü. Oysa, şeriat yasaları ile yönetilmeyen bir ülkenin varlığını sürdürebilmesinin
imkansızlığı açık seçik ortadadır.
Tahta geçtiğimiz mutlu günden bu yana bütün çabalarımız, hep ülkenin kalkınması, ahali-
miz ve fakirlemizin refahı amacına yönelik oldu. Eğer, yüce devletimize dahil ülkelerin coğrafi
konumu, verimli toprakları ve halkının yetenekleri gözönünde tutularak gerekli girişimler yapı-
lırsa, yüce Allah’ın yardımı ile, beş-on yılda kalkınabileceğimiz söz götürmez.
Yüce Allah’ın yardımına ve Peygamberimiz hazretlerinin ruhaniyetine sığınarak, yüce devle-
timizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılma-
sı gerekli görüldü.
Söz konusu yasaların başında can güvenliği; ırk, namus ve malın korunması; vergi toplanma-
sı; halkın askere alınıp silah altında tutulma süresi gibi hususlar gelmektedir. Şöyle ki; Dünya’da
can, ırz ve namustan daha kıymetli birşey yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce, yaradılış-
tan kötü olmasa bile, canını ve namusunu korumak için olmadık çarelere başvurur. Bunun dev-
let ve memlekete zarar vereceği açıktır. Buna karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse
sadakat ve doğruluktan ayrılmaz, işi ve gücü ile devletine ve milletine yararlı olur.
Mal güvenliğinin olmadığı yerde ise kimse devlet ve milletine ısınamaz, ülkesinin yükselme-
si ile ilgilenmez, hep korku ve üzüntü içinde yaşar. Buna karşılık, malından, mülkünden emin
olmadığı zaman hep kendi işi ve işinin genişletilmesi ile uğraşır. Devlet ve millet gayreti, vatan
sevgisi kendisinde her gün artar.
Vergi konusuna gelince: Bir devlet, ülkesini korumak için askere ve gerekli öbür masraflara
muhtaçtır. Bu, para ile olur. Para, tebaadan toplanacak vergiler ile oluştuğundan bunun en iyi
şekilde toplanması gerekir.
Evvelce gelir sanılmış olan “yed’i vahit” belasından ülkemiz hamdolsun, kurtulmuşsa da yıkı-
cı bir yöntem olup hiçbir zaman yararlı sonuç doğurmamış olan iltizam usülü hala sürüyor. Bu,
ülkenin siyasi işlerini ve mali konularını bir adamın keyfine, hatta cebir ve zulmüne teslim etmek
demektir. Bu adam iyi bir insan değilse hep kendi çıkarına bakar, bütün davranışlarında kötü-
lüğe, zulme yönelir. Bu nedenle, ülkemiz insanlarının her biri için, malına ve gelirine göre bir
verginin saptanması ve kimseden bundan fazla birşey alınmaması gerekir. Yüce devletimizin
karada ve denizdeki askeri masrafları ile öbür masrafları yasalarla belirlenip sınırlandırılmalı ve
uygulama ona göre yapılmalıdır.
Askerlik de, yukarıda belirtildiği gibi, önemli konulardan biridir. Ülkenin korunması için
asker vermek halkın başlıca borcudur. Fakat, bir memleketin mevcut nüfusuna bakılmaksızın,
şimdiye kadar yapıldığı gibi, kiminden tahammülünden çok, kiminden az asker alınması hem
düzesizliğe; hem tarım, ticaret ve bayındırlık işerinin kötü gitmesine; hem ömür boyu askerlik
bıkkınlığa; hem de nüfusun azalmasına yol açar. Bu nedenle, her memleketten alınacak asker
miktarı için uygun yöntem konulmalı ve dört Askerlikle ilgili konular Bab-ı Seraskeri
veya beş yıl hizmet için sıra usulü getirilmeli- Dar-ı Şurası’nda görüşülüp karara bağlandık-
dir. Bunlar yapılmadıkça devletin kuvvetlenip tan sonra sonsuza dek uygulanmaları için tas-
gelişmesi, huzur ve asayişin sağlanması müm- dik edilmek üzere tarafıma gönderilecektir.
kün olmaz. Bütün bunların dayanağı yukarıda Söz konusu yasalar sırf din, devlet, ülke ve
açıklanan hususlardır. milleti kalkındırmak amacı ile çıkarılacakla-
Bu nedenle, bundan böyle suç işleyenle- rından, bunlara tam uyacağımıza yemin ede-
rin durumları şeriat yasaları gereğince açık- riz. Bu konuda, Hırka-i Şerife odasında, tüm
ca incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse din adamları ile bakanların hazır bulunacak-
hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme ları bir sırada yemin edecektir.
işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse, başka-
Din adamı ve vezirlerden yasalara aykı-
sının ırz ve namusu-
rı hareket edenlerin,
na saldırmayacaktır.
kanıtlanacak suçla-
Herkes malına, mül-
rına göre, rütbeleri-
küne tam sahip ola-
ne ve hatır ve gönü-
cak, bunları dilediği
le bakılmaksızın ceza-
gibi kullanacak, bunu
landırılmaları için
yaparken de devlet
özel ceza yasası çıka-
büyüklerinin müda-
halesine uğramaya- rılcaktır.
caktır. Birinin suçlu- Memurlara yeter-
luğunun saptanması li maaş bağlanmış
halinde mirasçıların o olup, henüz bağlan-
işle ilgileri bulunma- mış olanlarınkiler de
yacağından, suçlunun belirlenecektir. Bu
malları elinden alınıp yolla da, şeriata aykı-
varisleri miras hak- rı olan ve ülkenin
kından yoksun bıra- gerilemesinde baş-
kılmayacaklardır. rolü oynayan rüşvet
Yüce devle- belası güçlü bir yasa
timizin tebaası ile ortadan kaldırılmış
Müslümanlarla öbür olacaktır.
milletler bu haklar- Bütün bu sayılan
dan tam yararlana- hususlar eski hüküm-
caklardır. lerin tümden değiş-
Can, ırz, namus ve tirilmesi demek ola-
mal konularında, ülkemizin tüm halkına şeri- cağından işbu fermanımız İstanbul halkına
at yasaları gereğince garanti verilmiştir. Öbür ve ülkemiz halkına duyurulacaktır. Bundan
konularda da oybirliği ile karar verilmesi
başka, dost devletlerin de bu yönetimin son-
için, Meclisi Ahkam-ı Adliye üyeleri gerektik-
suza dek uygulanmasına tanık olmaları için
çe artırılacaktır. Yüce devletimizin bakanları
fermanımız, İstanbul’daki tüm büyükelçilere
ile ileri gelenleri belirli günlerde orada top-
resmen bildirilecektir.
lanarak, görüşlerini çekinmeden açıkça söy-
Allah hepimizi başarılı kılsın; yasala-
leyeceklerdir. Can, mal güvenliğine ve vergi-
ra uymayanlar Allah’ın lanetine uğrasın ve
lerin belirlenmesine ait yasalar böyle hazırla-
ömürleri boyunca rahat yüzü görmesin. Amin.
nacaktır.
Bazı konulardaki tartışma- Bir teorinin ispatını yap- da tanrının var olmadığını kesin
ların sonu hiç gelmez, çünkü mak iddia sahibinin vazifesidir, bir veri olarak kabul ederek
asıl mesele hep gölgede kalır dolayısıyla bizim evrim teorisi- yola çıkmaktadır. Dolayısıyla,
ve söylenmesi gereken şeyler ni yanlışlama gibi bir mecburi- geriye hiç inandırıcı olmama-
doğrudan değil de dolaylı ola- yetimiz yoktur. Buna rağmen, sına rağmen, her şeyi sadece
rak ifade edilir. Evrim teori- evrim teorisine yönelik teknik maddeye bağlı olarak açıklama
si ve evrenin kökeni hakkın- itirazların ve eleştirilerin yapıl- yönteminden başka çare kal-
daki tartışmaların bu bitme- dığını biliyoruz. Bu yazı çerçe- mıyor ve buna bilimsel açıkla-
yen münakaşalar listesinin en vesinde ise, sözü edilen teori- ma deniyor. Bilimsel kılıf altın-
başında geldiğini söylemek nin bilimsel kriterlere uymadığı da yapılan sahte açıklamala-
abartı sayılmaz. Taraflar söyle- ve hepsinden önemlisi apriori ra itiraz yöneltildiğinde ya “şu
nebilecek hemen her şeyi orta- kabullere dayalı bir inanç oldu- anda eldeki en iyi izahın bu
ya koymuş olmalarına rağmen ğu gösterilemeye çalışılacaktır. olduğu” ya da “bilimin gele-
neredeyse hiç kimse pozisyonu- cekte bu sorulara açıklık kazan-
nu değiştirmez, çünkü herkes Bilimsellik İddiası dıracağı” söylenmektedir. Bu
daha baştan konumunu koru- Karşımızda öyle bir teori yaklaşımda evrimcinin kendi-
maya azmetmiş haldedir. Eğer duruyor ki, bilimsel olduğu ni bilimsel bilgi ile sınırladığını
tartışma başka herhangi bir ısrarla savunuluyor, fakat bilim- görüyoruz. Ancak kişinin ken-
teori üzerinde cereyan ediyor sel kriterlere uymuyor; gözle- dini salt bilimsel bilgi ile kayıt
olsaydı, çoktan neticeye bağ- nemiyor, yeniden uygulanamı- alması onun dünya görüşüy-
lanır ya da önemini kaybeder- yor ve ölçülemiyor. Hepsinden le ilgili bir sorundur. Tüm bil-
di. Tüm mesele, evrim teorisi- ötesi, daha iyisi olmadığından gimizin bilimsel bilgiden iba-
nin sadece bilimsel bir sorun bunun kabul edilmesi isteniyor. ret olduğunu söylemek tam bir
değil, aynı zamanda felsefi bir Eğer teorinin arkasında ideo- bilim-perestlik anlamına gelir.
problem olması ve arkasında lojik bir bakış ve doğruluğu- Sanat, müzik, edebiyat, ahlaki
bir dünya görüşünün yatıyor na dair kesin inanç olmasay- değerler, sevgi, aşk vs. hakkın-
olmasıdır. Teorinin geçerli olup dı, açıklama gücündeki zayıflı- daki bilgilerimiz bilimsel bilgi
olmaması, onu sonuçları itiba- ğından dolayı çoktan terk edil- kategorisine dahil edilemez. O
riyle diğer teorilerden farklı kıl- miş olurdu. Bilimsel bilgi, felse- halde, “kişi kendini ne ile sınır-
maktadır. Ateist açısından bu fi görüşlerle yoğrulup düzen- layıp bağlıyorsa gerçekte inan-
bir ölüm kalım meselesi sayı- lenerek önümüze getiriliyor cı odur” diyebiliriz. Problemin
labilir, çünkü teorinin geçer- ve bunun bilimsel bilgi oldu- daha başında Allah’ın varlığını
li olmadığının anlaşılması tek ğu ileri sürülüyor/dayatılıyor. ve yaratılış düşüncesini devre
alternatifi olan dini argüma- Bu anlamda teistlerin karşısın- dışı bırakarak evrimsiz bilim
nın, yani yaratılışın kabulüne da bir bilim kilisesi durmakta- olamayacağını dayatmak işte
yol açacaktır. Aynı şeyin teist dır. Tabii ki bu noktada karşı- ancak böyle bir inancın gere-
açısından neden geçerli olma- mıza, bilim olanla bilim olma- ği olabilir.
dığı ya da kısmen geçerli oldu- yanı ayırt etme sorunu çıkıyor. Fiziksel bir olayın açıklan-
ğu aşağıda açıklanacaktır. Evrimci, daha meselenin başın- masında bilimsellik kaygı-
sı altında öznesiz bir açıkla- başladığı iddiası bilimsel olarak ran şey, hangisinin daha makul
ma yöntemine başvurulması bir gösterilemediğinden evrimci olduğudur. Issız bir adaya çık-
şeyleri gizlemeye yönelik bir açısından bu durum tam mana- tığınızı ve dev bir makine ile
tavırdır. Bilindiği üzere, Aristo sıyla aksiyomatik inanç özelli- karşılaştığınızı düşünün. İki
maddi, şekli, fail ve gai ola- ği taşır. Bilindiği üzere mate- açıklama söz konusu olabilir:
rak dört sebepten bahseder. matik, geometri ve fen bilimle- birincisi, etrafta herhangi birisi
Modern bilim bunlardan sade- rinde belirli bir başlangıç yapa- görünmemekle beraber bunun
ce ilk ikisi (madde ve form) bilmek için birtakım aksiyom- bir bilinç ve dizayn gerektirdi-
ile ilgilenir, asıl fail ve maksat lar kabul edilir. Bu aksiyom- ği ve gösterme imkânı olmasa
üzerinde durmaz. Dolayısıyla lar kümesi sadece birer tanım- bile akıl taşıyan bir fail tarafın-
bilimsel açıklama biçimi pra- lamadan ibarettir ve ispatla- dan yapıldığıdır. İkincisi, çeşit-
tikte değilse bile, felsefi açı- rı yapılamaz (Euclides geomet- li doğal kuvvetlerin etkisi ile
dan hiçbir zaman tatmin edici risinde iki nokta arasındaki en böyle makinenin kendiliğinden
olmamaktadır. Bu probleme kısa mesafenin bir doğru olma- oluştuğunu ileri sürmek, fakat
evrim teorisinde de rastlan- sı gibi). Dolayısıyla aksiyomatik bunu deneysel olarak göster-
makta ve failsiz ve herhangi bir temele dayalı bir bilginin doğ- me noktasında başarısız olmak.
maksada yönelik olmayan salt ruluğu, aksiyomların geçerlili- Hangisinin daha makul ya da
maddesel dönüşümlerin insan ğine bağlıdır. O halde evrimci- bilimsel olduğuna herkes kendi
gibi bir varlığı netice verdiğine nin ya canlılığın nasıl başladı- karar vermelidir.
inanılması istenmektedir. ğını göstermesi ya da bu iddi-
asının sadece bir kabulden İnsanın Sadece Biyolojik Bir
Canlılığın Başlangıcı Sorunu ibaret olduğunu ifade etmesi Varlık Olamaması
Evrimci, tüm çalışmalarında gerekir. Yanlış olan şey, kendi Evrimciler, insanın salt biyo-
rağmen en temel sorun olan kabullerini/inançlarını bilimsel lojik gelişimini açıklamaya çalı-
hayatın nasıl başladığını mese- ve ispatlanmış bir gerçek gibi şıyorlar fakat akıl, bilinç ve duy-
lesini açıklayamıyor. 21. yüzyı- ileri sürmeleri ve itiraz edenleri guların nasıl ortaya çıkıp geliş-
lın bilgisi ile laboratuar şartla- bilim-dışı olmakla suçlamaları- tiği konusunda bir izahta bulu-
rı altında bile bir hücre üreti- dır. Böyle bakıldığında hayatın namıyorlar. Ayrıca düşünme,
lemezken, hayatın kendiliğin- bir şekilde kendiliğinden baş- hesap yapma, konuşma, bilgi
den ortaya çıktığını ileri sürme- ladığını ya da Allah tarafından üretme, yazma gibi pek çok
nin neresi bilimseldir? Açıkçası yaratıldığını söylemek arasın- özellik sadece insanda görün-
hayatın, cansız maddelerin da, bilime uygunluk açısından, mekte ve başka hiçbir canlı-
kendiliğinden bir araya gelerek bir fark kalmaz. Farkı oluştu- da bunlara rastlanmamaktadır.
Fosiller Meselesi
Evrim teorisinin tarifine göre, tür- Evrim teorisinin tarifine
ler arası geçişin son derece yavaş ve göre, türler arası geçişin son
derece yavaş ve aşamalı bir
aşamalı bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. şekilde gerçekleşmesi gerekir.
Bu durumda bir türden diğerine geçişi Bu durumda bir türden diğeri-
ne geçişi gösteren sayısız halka-
gösteren sayısız halkanın bulunması gere- nın bulunması gerekir. Mesela
kir. Mesela sudan karaya geçişte, organ- sudan karaya geçişte, organ-
ların nasıl dönüştüğünü her aşamasıyla ların nasıl dönüştüğünü her
aşamasıyla gösteren çok mik-
gösteren çok miktarda fosilin ortaya çıka- tarda fosilin ortaya çıkarılma-
rılması lazımdır. Aksi taktirde, son derece sı lazımdır. Aksi taktirde, son
derece kopuk halkaların birbi-
kopuk halkaların birbirinin devamı oldu- rinin devamı olduğunun söy-
ğunun söylenmesi sadece bir iddia ola- lenmesi sadece bir iddia olarak
rak kalacaktır. Eğer türlerin ortaya çıkışı kalacaktır. Eğer türlerin orta-
ya çıkışı sıçrama yoluyla olmuş-
sıçrama yoluyla olmuşsa bunun yaratılış sa bunun yaratılış görüşünden
görüşünden hiçbir farkı yoktur. hiçbir farkı yoktur.
atıl hale getirir. Evrimci, tüm bu sı birbirinden tamamen fark- olmakla suçlanırlar. Eğer evrim
elemanlar birbirinden habersiz lı şeylerdir. Tür içi farklılaşma- teorisinin bilimsel olduğu ileri
olarak nasıl aşama aşama bir lar dereceli değişimlerdir, hal- sürülüyorsa, evrim karşıtları-
araya geldiğini açıklamalıdır. buki bir türden diğerine geçiş nın bilimsel bir ispat bekleme
Diğer taraftan, ortada gör- mahiyet farklılığını gerektirir. hakkı vardır. Şu ya da bu sebep-
mek, duymak, düşünmek gibi Dolayısıyla evrimcinin bu nok- le evrimcinin bazı şeyleri gös-
şeyler hiç yokken göz, kulak ve tada gerçeğe uygun düşmeyen terememesi kendilerini ilgilen-
beyin gibi organların nasıl ve analojilere başvurması geçer- diren bir sorundur. Bu nok-
neden ortaya çıktığını evrimci- li değildir. tada evrimcinin, ileri sürdüğü
nin izah etmesi gerekiyor. teorinin bilimsel bazı kriterleri
Sonuç ve Değerlendirme karşılayamadığını itiraf etme-
Mutasyonlar ve Evrimci henüz teorisini si gerekir.
Varyasyonlar ortaya koymadan evvel, tabi- Yaratılış düşüncesi, Allah’ın
Evrimci, mutasyonların rolü- atta hazır bulduğu maddenin/ varlığının kesin olmasına daya-
ne fazlasıyla güvenmektedir. evrenin kökeni hakkında bir nır. Benzer şekilde, evrim teori-
Türlerin kendi içinde varyas- açıklama yapmak zorunda- si de ateizmin zorunlu bir neti-
yonları olduğuna dair herhan- dır. Bu nokta irdelendiğinde cesi olarak apriori doğru sayılan
gi bir itiraz yoktur. Mutasyon evrimcilerin bilimsel görüş bir inançtır. Evrimcinin kendi
veya tür içi farklılaşmalar o can- olarak dayatmaya çalıştıkları dünya görüşü doğrultusun-
lının kendi kodlarında zaten teorilerinin kökeninde mad- da bir takım varsayım ve aksi-
varolan potansiyeldir. Ancak deci dünya görüşünün yattı- yomlara dayanma hakkı var-
bu potansiyel, tür içinde kal- ğı hemen görülecektir. Cansız dır, fakat sahip olduğu inançla-
makla sınırlıdır. Doğal şartlar- varlıklardan hareketle kendili- rını bilimsel ve sanki defalarca
da, türün genetik potansiye- ğinden canlıların ortaya çıka- ispatlanmış bir mesele gibi tak-
lini aşacak derecede birtakım cağını ileri sürmenin bilimle hiç dim etmesi kabul edilebilir bir
durumlar oluşursa o tür elen- alakası yoktur ve tamamen bir şey değildir.
meye maruz kalır. Hiçbir deney, varsayımdan ibarettir. Hayatın, Yine de evrimcinin bilim-
mutasyon yoluyla daha ileri maddede potansiyel olarak var sel yoldan ya da aklını ve man-
türlerin ortaya çıktığını göste- olduğunu düşünmek, parlayan tığını kullanarak tanrının var
remiyor. Bu mümkün olsaydı, bir aynanın içinde gerçekten olmadığı yönündeki ön yargısı-
belirli bir canlıdan başlayarak güneşin olduğunu zannetmek nı terk etmesi ve yaratılış seçe-
hızlandırılmış mutasyon yoluy- gibi bir yanılgıdır. Halbuki neğini daha işin başında ele-
la diğer türlere geçiş sağlana- tüm aynalarda görünen ışığın meyi bilimsellik zannetmenin
bilirdi. Fakat yine de evrimcinin (hayatın) kaynağı gökyüzünde- yanlışlığını fark etme ihtimali
bu konudaki inancı ve ümidi ki güneştir. vardır. Evrimci açısından, haya-
devam etmektedir. Hayatın ve farklı türlerin tı yaratanın tesadüfler değil
İspinoz kuşlarının gagasının ortaya çıkışını laboratuarda ya de Allah olduğunu fark etme-
değişimi ya da ıslah oluyla inek- da başka şekillerde göstereme- si, çocukken yılbaşında hedi-
lerin daha fazla süt vermesi- yen evrimcinin bahanesi belli- ye getirenin Noel Baba olma-
nin sağlanmasındaki değişim- dir: bu oluşumlar binlerce yıl- dığını ve her şeyi kendi baba-
lerle analoji kurularak, kuşların lık süreç sonunda meydana gel- sının hazırladığını fark etme-
kanatlarının hiç yokken ortaya miştir, o yüzden bunları göster- si gibi bir durumdur. Bu far-
çıktığı veya sudan karaya çıkışta me imkânı yoktur! Fakat yara- kına varış, ancak çocuğun aklı
akciğerlerin hiç yoktan oluştu- tılışı savunanlar, Allah tarafın- başına geldiğinde gerçekleşe-
ğu söylenemez. Varolan organ- dan yaratılma işleminin göz- bilir. Bu anlamda tüm evrim-
ların kendi içinde farklılaşma- lenmesinin ya da deney konu- cilere çocukluktan çıkıp akıl-
sı ile hiç yoktan yeni organla- su yapılmasının imkânı olma- baliğ olmaya doğru evrilmele-
rın veya özelliklerin kazanılma- dığını söylediklerinde bilim dışı ri temennisinde bulunabiliriz.
“BEN DE YETİMDİM”
DEMET TEZCAN
Savaş, doğal afet gibi neden- görmezden gelmek, yok saymak Yetimliği daha ana rahminde
lerden ötürü toplu ölümle- en büyük toplumsal yara. Bugün yaşamış nebi… Yetimler efen-
rin yaşanmasıyla, geride toplu- tüm dünyada işlenen çocuk suç- disi, yetimler güzeli Nebi… “Ben
ca yetimler kalıyor. Topluca diye ları, sokaklardaki çocuk manza- de bir yetimdim…”
ifade ettiğimiz bu rakam, mil- raları toplumların aynası bir Yetimliğin ne demek olduğu-
yonlarca yetim çocuk manasına bakıma. Vaktiyle elinden tutul- nu çok iyi bilen yüreğinden gelen
geliyor. Babasız kalmış çocuklar, mayan çocuk, toplumuna sorun- sesle: “Dünyada yetimi gözeten
çocuklarının babasını kaybetmiş lar yumağı olarak dönüyor. ahirette benimle şu iki parmağım
kadınlar… Gerek dünyada savaş- Onlara en az kendi çocuklarımız gibi yan yana olacaktır” buyura-
ların artması gerekse savaşlar- kadar emek sarf etmediğimiz- caktır sonra.
da en ileri derecede teknoloji- de, yine en az kendi çocukları- Allah Resulü ile ahirette omuz
ye sahip silahların kullanılmasıyla mızdan göreceğimiz kadar yakın- omuza, yan yana yürümek için
bu durum daha da vahim bir hal dan zararın muhatapları olaca- yetimlerin ayak izlerini takip
almış durumda. Bu vahim man- ğız. Biz değilsek çocuklarımız etmek düşecek bize, izlek olacak
zara karşısında yetimliği problem olacak. Aynı toplumun içinde, yetimin ayaklarını bastığı yer-
olmaktan çıkaracak, yetimlerin aynı atmosferi paylaşan kişilerin ler… İz düşecek dünyadan ukba-
yaralarını saracak olan da, bizle- sosyal-kültürel ve ahlaki durum- ya, rahmet peygamberinin yanı
rin ortaya koyacağı gayretli çalış- ları, bir şekilde uzak yakın herke- başına ulaşan kutlu yola…
malardır. si etkiler. Allah, tabiatı nimetin her tür-
Yetimliğin, hem yetim çocuk- Kaldı ki yetimlere şefkat eli lüsüyle donatırken insanoğlu
lar hem de yakın çevreden baş- uzatmak sadece toplumsal bir ölüm silahları geliştirmekte her
lamak üzere tüm topluma yan- sorumluluk değil aynı zamanda nevinden. Hay olan hayat bah-
sıyan iki yönü vardır. Çocuk üze- bir kulluk görevi olarak karşımız- şederken nimetlerle donatılmış
rindeki psikolojik boyutu, çocuk- da duruyor. Onlarla olan irtiba- dünyada, yaratılmışlar ölümün
luk döneminde yaşadığı ezilmiş, tımız ya da irtibatsızlığımız dün- çeşidini arayıp bulup uygulama-
yardıma muhtaç, acınan, bir yanı yada değilse bile ahirette karşı- ya koyma yarışında.
eksik veya itilen kişi duygusu ile mıza çıkacak olan bir sorumluluk Milyonlarca çocuğun hayat
boynu bükük yaşaması bir çırpı- ve bir kutlu alış veriştir. Onlara döngüsü, savaş, deprem, yok-
da sayabildiklerimiz… dair atılacak her adım, Allah’a ve sulluk, salgın hastalıklar gibi
Çocuktan topluma yayılan Resulü’ne doğru atılmış bir adım- nedenlerden ötürü ebeveynle-
etki, karşılıklı bir ilişki ya da iliş- dır aslında. “O seni yetim bulup rini kaybetmeleri ile değişiveri-
kisizliğin yaşandığı her durum, barındırmadı mı?” ilahi buyruğu, yor. Sahiplenilmediklerinde ise
hem çocukta hem de toplumun göklerin ve yerin sahibi Allah’ın geride milyonlarla ifade edilen
hassas noktalarında olumlu ya yetime sahipliğini daha bir vur- yetimlerin her biri, bir istatistiğin
da olumsuz etkiler bırakacaktır. guluyor, hem de yirmiyi aşkın parçası olarak kalıveriyor.
Yıkım sadece çocukta olmaya- ayetle… Her biri başka sebebin parçası
caktır. Kanıksamak, uzak durma- “Ben de bir yetimim” diyecek- olan ölümler gerçekleşirken, mil-
yı tercih etmek duyarsız kalmak, tir her vesileyle Allah Resulü… yonlarla ifade edilen ama her biri
bir başka hayat hikayesinin par- nunu kırarcıcasına arkaya eğip, Tabii biraz hüzün, biraz kederdir
çası olan çocukların babalarını içinden ne kadar da büyük bir aynı zamanda. Yüreğinize çörek-
da alıp giderken, onlara da baba- adam olduğunu geçirerek yüzü- lenip oturan…
sızlığın ve yetimliğin ağır yükünü ne bakmaya çalışacağı babaları Yetimin yüreğindeki elemi
omuzlamak kalıyor geride. olmaz bundan böyle… paylaşmaksa, bu yetimin sesine
“O an” ve “ondan sonra” Akıl izan dışı özlemlerin ate- ses vermek, eline el vermekse
“babalarının ölümü” ve “babasız şinde yanar yetim yürekleri… ne mutlu bu eleme… Bir parça
kaldıktan sonrası” olarak milat Bir baba eli doldurur hayalleri- olsun, bir anlık olsun unuttura-
oluyor yaşadıkları hadise. Ölüm ni. Daha ötesi, daha iyisi, daha bilmek, varsa içinde babasızlığı-
sebebi ne olursa olsun, zaten her başkası olamaz hayallerinde. nı yahut anasızlığını. Bu kutsal
ev, evin direği babanın ölümü Bir baba eli ararlar hep. Bir el emanete sahip olmak için atı-
ile hane halkının başına yıkılı- görürler baktıkları her şeyde. lan her bir adım ne de kutlu bir
yor. Bazen evlerine düşen bir Çocuğunun başını sıvazlayan, adımdır!
bomba, bazen büyük bir sarsın- elinden tutan, ayakkabısını giy- Bu çocukların çoğu babalarını
tıyla gelen yıkım, bazen günler diren, okulun kapısında çanta- kaybetmeleriyle beraber annele-
süren sancılı hastalığın sonun- sını eline veren, akşam eve elin- rini de kaybediyorlar. Baba haya-
da verilen son nefes… Herkes de çikolata ile dönen baba eli. tını kaybettikten sonra, annenin
emanetini bir şekilde teslim eder Sevecekse babasının eli, vura- maddi imkanları yoksa ya baş-
etmesine de, geride kalanların caksa babasının eli olmadır başı kası ile evlenip çocuğu dedeye,
kaldıkları yerde hayatlarını sür- üstünde kalkan… Ekmeğini geti- nineye, yakın bir başka akrabaya
dürebilmeleri zorlu bir serüvene ren, bayramlığını giydiren baba yahut imkansızlıktan ötürü yurt-
döner bundan böyle. eli… lara bırakıyor.
Ağırdır yetimliğin yükü. Başını okşayan, gömleğinin Yanlarında kaldıkları akraba-
Küçücük bedenlerinde yürekler yakasını düzelten, dışarı çıkarken ları çok merhametli olabileceği
dolusu elemdir yetimlik. cebine harçlığını koyan bir el… gibi çok zalim de olabiliyorlar.
Hayatı değişir kiminin, meka- Ayakkabısının bağını bağlaya- Bir ilimizde bir amca tanımış-
nı değişir, onların küçük dünyala- cak, kapıda kendi ayakkabıları- tım, yetim yeğenini “ gel baba-
rında tüm alem değişir. nın arasında onun da ayakkabıla- cım” “al babacım” diye muha-
Bir afet bölgesinde beş mil- rının olduğu bir babayı arayacak- tap alıyordu. İyiliğin yayılması
yon evsizden, otuz bin yetim- tır yetimler. Babanın varlığının adına bu güzel örnekle yetinip
den biri, bir savaş bölgesinde üç güçlü tılsımı, daha kapıda çoluk kötü örnekleri yetimlerin sahibi-
milyon mülteciden, beş milyon çocuğun ayakkabılarına karışmış ne havale ediyorum…
yetimden biri olurlar. Her şeyden ayakkabılarıyla başlar. Çocuk için Sahipsizlik belki de bu gün
önce adları değişir; yetim denir eşikte bırakmak demektir gam ve en başlıca sorunları yetimlerin.
onlara. Bundan böyle adlarından kedere dair ne varsa. Karınlarının açlıkları yada sırt-
çok yetimlikleri öne çıkar, adla- Onlara dokunmak, Allah’ın larının çıplaklığı ile sınırlı değil
rından önce yetimlikleri vurgula- ayetlerine ve Resul’ün hadislerine bu sahipsizlik. Bedenleri kadar
nır. Topluca sayıma tabi tutulup yani yetimler güzelinin kendisine ruhları da tehlikede çocukların.
topluca anılırlar. dokunmak gibidir. “Bir yetimin Beden avcıları olarak tetikte bek-
Tek yitikleri, sırtlarından bir başını okşayan, saçları adedince leyen organ mafyası, fuhuş maf-
dağ gibi kayıp giden babaları sevap alır.” Müşahhas bir durum, yası bir yana misyonerlerin başlı-
değildir; sevgi, ilgi, şefkat, bazen somut, apaçık. Yetimi gözetme- ca hedefi bizim yavrularımız. Bir
babacan bir öfke bile hep aradık- yi, barındırmayı, şefkat göster- yandan modern silahlarla aileleri
ları, hep izini sürdükleri yitikler meyi buyuran ayet ve hadisler- yok edilirken öte yandan çocuk-
silsilesini oluşturur. le iç içe olmaktır aynı zamanda. ları, sözüm ona yardım çalışma-
Sırtını yaslayacağı sıcak bir İnsanın yüreğini coşturan, duy- ları adı altında, inançlarından
kucak, nazla niyazla tutunacağı gularını taçlandıran bir durum- edilmeye çalışılmaktadır. Bugün
bir el, bacaklarına dolanıp boy- dur yetimlerle hem hal olmak. Afrika’da Hıristiyan nüfus artış
BİR BAŞKADIR
ÜMMETİN ARAFAT’TA
KUCAKLAŞMASI
CEMAL ÖZDEMİR
Hac ibadeti Müslüman açısın- “Orada apaçık deliller vardır. ğini temin etmek ve haccın yapı-
dan, hayatının en önemli değişim İbrahim’in makamı vardır. Kim lacağı mekânların hizmetkârı
duraklarından biridir. Bir irkiliş, bir oraya girerse emniyette olur. olmak Müslüman devlet adam-
kendine gelişin fırsatıdır. Nefsiyle Oraya gitmeye gücü yeten herke- ları için büyük bir şeref telak-
hesaplaşmanın doruk noktasıdır. se, Allah için Kâbe’yi haccetmek ki edilmiştir. Bu şartlar bir bakı-
Tövbe etmek, o güne kadar varsa farzdır. Kim inkâr ederse şüp- ma, Allah’a teslimiyetini göster-
işlemiş olduğu günahlardan arın- hesiz ki Allah, âlemlere muhtaç mek isteyen Müslüman’ın ken-
manın gerçekleşeceği bir zama- değildir.”(2/97) Hac ibadetinin dini bu amaca yönelik olarak
nın geldiği andır. Allah’ın misafi- biz Müslümanlara farziyeti bu hazırlaması gerektiğini de ifade
ri olarak Beytullah’a kabul edil- ilahi emirle ferman buyrulmuş- etmektedir. Müminin hem malı
mek mü’min için büyük bir lütuf- tur Evvel emirde Müslüman hac hem de bedeniyle gerçekleştir-
dur, onurdur. ibadetinin kendisine farz oldu- diği bir ibadet olan hac insanın
Kendisine Hac ibadetinin farz ğunu kabullenmekle işe başlar. bütün varlığını ilgilendirir ve bu
olduğunu kabullenmek ve idrak Ondan sonra da gidebilmenin haliyle külli bir teslimiyetin ifa-
edebilmek de aslında bir mezi- yollarını araştırır, gücünün yetti- desidir. Diğer yükümlülükler gibi
yettir, gaflet içerisinde olan bir- ğince mücadelesini verir. İmkân hac da insan merkezli ve insanın
çok insan bu farziyeti idrak ede- bulursa gider, gidemediği tak- ihtiyaç duyduğu hayırların tahak-
memektedir. Dolayısıyla sorum- dirde gitmek için gerekli çaba- kukunu hedef alan bir ibadettir.
luluğunun farkında olmadan yı gösterdiği için de sorumluluk- Bu bakımdan onun hikmetleri-
veya farkında olarak günah işle- tan kurtulur. ni üç noktadan hareketle tespit
mekte ve bir Müslüman’ın ilahi Haccın farziyetini belirten etmek mümkündür. Bunlardan
emirlere göstermesi gereken ayette ona güç yetirmekten söz birincisi, Allah’ın insanlara bazı
duyarlılığı gösterememiş olmak- edilir. Bunun anlamı, insanın hac şeyleri yapmalarını emretmesi ve
tadır. Buradan şunu anlıyoruz ki için gerekli olan bütün imkânlara bunların yerine getirilmesi sure-
Hac ibadetinin bir ön hazırlığı ve kavuşması, şartların da bunu tiyle kendilerine lütuf da bulun-
bir arka planı vardır. Büluğ çağın- kolaylaştıracak bir durumda masıdır. İkincisi, Haccı gerçekleş-
dan itibaren namazın farziyeti- bulunması demektir. Söz konu- tiren insanın ona hazırlanırken,
ne inanarak beş vakit namazı- su ayet, dolaylı olarak haccın ifa- menâsikini ifa ederken ve ibade-
nı kılan Müslüman, Hac ibadeti- sını sağlayacak her türlü vasıtayı tini tamamladıktan sonra kendi
ne kendini daha rahat hazırlaya- hazırlamaları için Müslümanları kabiliyetine göre elde edebildi-
cak ve farz olduğu andan itiba- uyarmakta, gerekli tedbirleri ği olumlu sonuçlar ve üçüncüsü
ren de bir an önce o sorumlulu- almalarını bir vecibe olarak onla- de, bu ibadeti sadece Allah rızası
ğu yerine getirebilmek için tüm ra yüklemektir. Bu sebeple tarih için yerine getiren tek tek insan-
imkânlarını seferber edecektir. boyunca hac yollarının güvenli- ların iradelerinin ve tesir alanları-
Cahit Zarifoğlu yirmili yaş iktidara taşıyan zihniyetti bu. medi. Çünkü şairleri son dere-
şiirlerini 1969 yılında İşaret Ezanın Türkçe yerine yeniden ce yüksek bir sanat telakkisi-
Çocukları adıyla kitaplaştır- Arapça okunmaya başlaması, ne sahipti. İdeolojilerini sanat-
dığında, güçlü ve özgün sesi- İmam Hatip Okulları ve Kur’an larına öylesine ustalıkla giydir-
ne sanat çevrelerinde hemen Kurslarının çoğaltılması, onlar mesini bilmişlerdi ki, en küçük
mümtaz bir yer ayırmasını bil- için Demokratlığın yeter sebebi bir slogan ve asabiyet koku-
mişti. O yıllar Türkiyeli insan- görünüyordu. Yeni rejimin bu su almak mümkün görünmü-
ların ideolojilerin farkına var- ustalıklı tuzağı tutmuş ve top- yordu. Yani inanışlarını ustalık-
dığı, genç insanların ideolojik lumun büyük kesimini avlamış- la kamufle ederek yazıyorlardı.
kavgalardan haz almağa baş- tı. Bu kesim içerisindeki aydın- Sadece Sezai Karakoç istisnay-
ladığı yıllardı. Yeni rejimin ta lar maneviyat ve mukaddesat dı. Bu cereyanı izleyen yıllar-
başından bu yana ilk kez insan- gibi kavramları bolca kullana- da, Sezai Karakoç tezgâhından
lar kısmen de olsa düşünce ve rak, düşünce ve sanat üretimi- sıyrılarak müstakil bir hareket
inanç hürriyeti yaşıyor ve bunu ne hız vermişlerdi. Solculuk ise başlatan kimi muhafazakârlar,
çok sesli biçimde ifade edebili- bu topraklarda ilk kez yine bu Nuri Pakdil usta ile birlikte
yordu. Zaten toplumda esasen paralelde giderek gürbüzleşi- hareket ederek, sırasıyla önce
çok eski tarihlerden bu yana yordu. Edebiyatta Garip Akımı Çıkış, ardından Edebiyat, niha-
var olan inanç ve düşünce fark- denilen cereyan can çekişiyor- yet Mavera dergileri çevresin-
lılıkları, artık su yüzüne çıkı- du. Çünkü artık insanlar sıradan de kümelendiler. Ülkenin süre-
yor ve kümelenmelere sebebi- ve bohem bir sanat anlayışına gelen muhafazakâr zihniyetin-
yet veriyordu. Kaba anlamda doymuş, herkes kendisini bir den yalnızca dilleri ile ayrılmış-
kavmiyetçiler, batıcılar ve İslâm ideolojik kümede ifade etme- lardı. Nuri pakdil öncülüğün-
taraftarları olarak üçe ayrılan ye başlamıştı. İkinci Yeni şiiri de klasik muhafazakâr söyle-
kümeler, esasen kendi içerisin- böyle bir atmosferde doğdu. mi, artık Öz Türkçe denilen ve
de de farklı anlayış ve inanç- Sezai Karakoç haricindeki tüm bu çevreler tarafından uydurma
lar barındırmıyor değildi. İslâm temsilcilerinin sol bir ideolojiye olarak nitelenip karalanan bir
taraftarlarının büyük çoğunlu- mensup görünüşü bunu kanıt- dili, sıklık ve inatla kullanmaya
ğu aslında İslâm’ı sahih biçim- lasa gerektir. başladılar. Necip Fazıl ve Sezai
de idrak etmiş kimselerden İkinci Yeni şiiri, Türkçe Karakoç’tan büyük oranda etki-
oluşmuyordu. Bunlar bir tür Edebiyatın Cumhuriyet döne- lenmiş bulunmalarına rağmen,
muhafazakârlardı ve en uzun mi içerisinde, etkisi en uzun doğrusu kendilerine mahsus bir
emelleri, Osmanlı Hilafetinin ve köklü süren akımıdır dersek evren kurmayı, hatta bu mahal-
hatta bir kısmına göre saltana- yanılmış olmayız. Elbette salt lenin en geniş katılımlı sanat
tının yeniden ülkede egemen ideolojik bir şiir değildi. Hatta akımını oluşturmayı başardılar.
olması idi. Çok partili döne- kendisinden sonra doğan, daha Onların birçoğu ile yakın
me geçer geçmez, Demokrat keskin bir ideolojik içerik taşı- arkadaş olan Cahit Zarifoğlu,
Parti’yi büyük bir çoğunlukla yan hiçbir akım onu öteleye- İşaret Çocukları ile öyle bir şiir ve
SİBEL ERASLAN’LA
EMİR-KOMUTA ZİNCİRİNİ
DELİP GEÇEN ROMAN:
ASLAN ASKER ŞVAYK
HABİL SAĞLAM
ni Celal Üster, yarıda kesilen absürd sahnelerle gösteriyor. ren disiplin aracılığı ile itaat
Şvayk’ın maceralarının aslında Şvayk ordunun dört bir yanını altında tutulur. Disiplin üret-
günümüzde de sürdüğünü söy- dolaşıyor. Her tür adamla kar- mek, salt güçle boyun eğdir-
lüyor. Öyle ya, zorla silah altı- şılaşıyor. Aynı kıyafeti giydir- mek olarak algılanmamalıdır.
na alınan, savaşlara yollanan mekle insanların asla tektipleş- Son yüzyıllarda ulus-devletin
milyonlarca insanın olduğu bir tirilemeyeceğini, aç gözlüsün- kutsalları üzerinden aşkın bir
dünyada yaşamaya devam edi- den ırkçısına, aptalından kur- disiplin oluşturulmaya, öncelik-
yoruz. Omzu kalabalık darbe- nazına tasarladığı birçok fark- le sınırları belli bir “vatan”ın
ciler aramızda dolaşmayı sür- lı asker karakterle ortaya koyu- özellikle eğitim gibi itaat alan-
dürüyor. yor yazar. Otobiyografik unsur- larında kitlelere benimsetil-
Bilindiği üzere, Dünya Savaşı larla harmanladığı romanının mesi suretiyle askerî disipli-
Avusturya veliahtının bir Sırp olay örgüsünün arasına bitmez nin altyapısı kurulmaya çalışıl-
anarşist tarafından öldürül- tükenmez hikâyeler serpişti- mıştır. Bu da doğal olarak bir
mesiyle patlak veriyor. Roman riyor. Şvayk’ın roman boyun- “vatan haini” kavramsallaştır-
da tam bu noktada Avusturya ca ağzını her açışında anlattığı masını beraberinde getirmiş-
İmparatorluğu’nun göbeğin- birbirinden ilgi çekici yüzlerce tir. İnsanlara rabbliğini daya-
de yaşayan Şvayk’ın impara- hikâye ile anlatı mizahî yönden tan müstekbirler, tiranlar; kışla
tor hakkında atıp tutması sonu- oldukça zenginleşiyor. içinde iktidarını fiziksel olarak
cu bir ajan tarafından tutuk- Önce askerî cezaevine yolu dayatmaktadır. Foucault disip-
lanmasıyla başlıyor. Ordudan düşen Şvayk, sonra bir asker- lini, iktidarın bedene işlenme-
ahmak olduğu gerekçesiyle atıl- papazın emir eri olmayı başa- si olarak tanımlar. İnsanların
mış olan Şvayk, askerî zihniyeti rıyor. Devletin, dini kendi bedenine hükmetmek iktidarın
oldukça iyi tanıyor. Nasılsa her- çıkarları için yeniden kurgula- artık en ileri safhası olmalıdır.
kesi zorla cepheye gönderecek- yışı açıkça gözler önüne seri- Şvayk, egemenlere ve emirleri-
lerini bildiğinden, savaştan yırt- liyor bu bölümde. Aynı Laik ne başkaldırmak yerine, cevap-
mak için akla hayale gelmeye- Türkiye devletinin hiç çekinme- larındaki inceden alaylı tavrıy-
cek yöntemler deneyen diğer- den ulus-devlet için ölenlere la pasif bir muhalefet yöntemi-
leri gibi asker olmamak için hiç- şehit sıfatını yakıştırması gibi, ni benimser.
bir mücadele vermiyor, hatta bu sarhoş ve devletçi papazın “Albay Kraus, yoldan geçen
gönüllü olarak katılıyor ordu- ağzından da “Tanrı Avusturya subayları durdurmakla nam sal-
ya. İnsanların evlerinden, yurt- İmparatoru’nu korusun!” cüm- mıştı. Onun gözünde, savaşta
larından koparılması savaşın en lesi düşmüyor. Dini tahakkü- zafere ulaşmaları da, ordunun
büyük realitesi belki de. Şvayk mü altında tutan devlet, halkı güçlü olması da astların üstle-
çaldığı köpeğe bakarak düşü- silah altına alabilmek ve ordu- rine selâm vermesine bağlıydı.
nüyor: “Aslında her asker de yu coşkuyla cepheye sürebil- ‘Asker adam, tüm yüreğiy-
evinden çalınmış sayılmaz mı?” mek için savaşı dinsel bir hadise le selam vermeli,’ derdi. Selâm
olarak pazarlıyor. Dünya sava- bedensel boyun eğişin en güzel
Tekdüzeliğin Disiplini şında aynı dinden toplulukların göstergesiydi. Asker talimat-
Anarşist yazar, mizahî bir savaştığı dikkate alınırsa, dev- nameye harfiyen uyarak, en
üslupla, orduyu ve ölümcül letlerin kendi iktidar alanları- küçük bir şey yapmadan, vakar-
bir olgu olan savaşı alaya ala- na uygun din anlayışları kur- la selam vermeliydi.
rak, okura devletin varlığı- gulamakta son derece becerik- Asker dediğin, üstünü kala-
nı sorgulatmayı hedefliyor. li oldukları görülecektir. balığın içinde bile hemen seç-
Haşek, romanın başından itiba- Okullarda, fabrikalarda, meli ve görevlerini yerine getir-
ren ordunun işleyişindeki zor- cezaevlerinde ve ordularda mekten başka bir şey düşün-
balıkları, kurguladığı değişik insanlar küçük yaşlardan itiba- memeliydi. Savaş meydanın-
da vurulan bir asker, son nefe- tiren Haşek, ordunun cepheye larda ise kapitalist endişeler-
sini verirken bile komutanını gidişini de şöyle tasvir ediyor: le beliren istikrar isteği kitle-
selâmlamalıydı.” “Tugay komutanının söylevinin leri iktidarla bütünler. Kitleler
Yaroşlav Haşek, komutan- ardından tugay bandosu ulu- böylece iktidarın itaati altında
ların askerlere ve tüm insan- sal marşı çaldı, art arda üç kez
oldukları gibi, iktidarın uygu-
lara bakışlarındaki zorba tavrı ‘İmparatorum sen çok yaşa!’
layıcısı da olurlar. Aslan Asker
anlatırken, güce tapınan ve kit- diye bağırıldı ve insan sürüle-
Şvayk’da askerleri cesaretlen-
leler üzerinde tanrılaşan mili- ri, belirlenmiş olan düzenleme-
tarist zihniyeti ifşa ediyor. Ve ye göre sıralandılar. Bug’dan diren, pohpohlayan sivil top-
bu zulüm ve sömürüye daya- ötede bir yerlerde kendilerini lum örgütleri kitlenin iktidar-
lı bu zihniyetin evrenselliğini, bekleyen mezbahaya doğru bir- la bütünleşmesine önemli bir
kitleyi disiplinize ederken kul- biri ardı sıra yola koyuldular.” örnektir.
landığı benzer yöntemler saye- Teğmen Lukaş-Şvayk ikilisi-
sinde rahatlıkla görebiliyoruz. İktidarın Sınırları Haşek’in ni, yergi romanlarında çokça
Sözgelimi, ordu içinde Çeklerin Açmazı rastlanan efendi-uşakların yanı-
ve Çekçe’nin aşağılanması tanı- Şüphesiz insanın yeryüzün-
na rahatlıkla ekleyebiliriz. Don
dık bir sahne olarak Türkiyeli deki günleri sayılıdır, dolayısı
Kişot ve Sanço Panza’ya da
okurun zihninde kolaylıkla yer ile iktidarı da. Mutlak iktidar
benzetiliyor bu ikili. Teğmen
bulacaktır. ise ölümsüzlüktür. Egemenler
Lukaş’ın yazdığı aşk mektupla-
Bu yüzden Aslan Asker iktidarlarını sürdürebilmek için
Şvayk, asla 1910’larda başka ölümlere ihtiyaç duyar- rını emir eri Şvayk’la gönder-
Avusturya’da geçen ve Dünya lar. Kendilerini ölümsüzleştire- mesini, Haşek’in Cervantes’e
Savaşından bir kesiti anlatan bilmek için ölümlerden besle- selâmı olarak değerlendirebili-
tarihî bir roman olarak kalmı- nirler. “Ölüm ortadan kaldırıla- riz. Yine bir yergi romanı olan
yor; militarizmle hesaplaşan bilseydi, iktidar çok daha zarar- Kishon’un, Tavuk Kümesinde
cesur tarzıyla güncelliğini asla sız olurdu.” diyor Elias Canetti, Tilki’sindeki Dolniker-Zeev ikili-
yitirmeyen bir başyapıt ola- Kitle ve İktidar’da. Canetti’ye
sini de anabiliriz bu bağlamda.
rak varlığını sürdürüyor. Güce göre iktidarını korumak için
Fakat, bu tarz anlatılarda alışıl-
tapınan, zorbalığı kanunlaştı- cepheye insanları süren ege-
mış olanın aksine, burada baş
ran gelmiş geçmiş tüm zalim- menlerin kitleyle etkileşim-
rolü Şvayk, yani uşak oynuyor.
leri hedef alıyor. Tüm darbe- leri hayatta kalma güdüsüyle
ci paşaları şamarlıyor ve kutsal- bağıntılıdır. Mutlak itaati sağ- Anarşizmin bir götürü-
laştırdıkları ulusal mitleri yüzle- layabilmek adına büyük kitlele- sü olarak, bunca sahih tespitin
rinde parçalıyor. Aynı zamanda rin disiplinize/militarize edilme- ve ustaca yerginin yanına bir
kendi militer güçleri karşısında- si, burjuva ulus-devletlerinin bir öneri, bir çözüm, bir yol hari-
ki en ufak bir tehlike karşısın- genetik özelliği halini almıştır. tası koyamıyor yazar. Adaleti
da etekleri tutuşacak kadar da Cahit Koytak’ın dizeleri geliyor sağlamak yerine, adaletin var-
korkak olduklarını gösteriyor: akla: “hudutlar senin için çizil- lığını inkar etmesini olumla-
“Subaylar, askerlerin kendi baş- di, / senin için çekildi tel örgü-
mak mümkün değil. Zorbaları
larına düşünmeleri şöyle dur- ler; / mayınlar senin için döşen-
ve zalimleri tanıyor, tanıtıyor;
sun, düşünmelerine bile izin di hudutlara, / yollara, yasalara
fakat “Başka bir dünya müm-
vermemeliydiler.”Askeri ritüel- / kalplere ve kafalara...” Sürekli
lere her fırsatta giydiren, emir bir iktidar için sürekli bir korku kün!” diyemiyor. Ezilenlerin
komuta zincirini usta espriler- gereklidir. Savaş dönemlerinde önüne reçete koyamayışının,
le delip geçen, çoğu yarım akıl- ölüm korkusuyla ortaya çıkan Haşek’in temel açmazı olduğu-
lı olan komutanlara verip veriş- yaşama güdüsü, diğer zaman- nu söyleyebiliriz.
EDEBİYAT TARİHİNE
OBJEKTİF BAKMAK
EKREM SAKAR
ANILAR ÖRGÜSÜ
BİR ROMAN
ASIM ÖZ
kitap bir yapbozun parçaları yazı Müslümanların geliş- leyebilir? Hele bir de sürekli
gibi birbirine kenetlenen anı ve tirdiği bir yazı yöntemidir. işkence korkusu yaşayan birini
eleştirel anımsamalardan olu- Mahkûmlardan biri on binden düşünecek olursak… Salyangoz
şan bir bütün mü, yoksa gizli bir fazla kişinin ismini aklında tut- romanında Mustafa Halife,
roman mı? Ama arka kapaktaki maktaydı. Sahra hapishanesi- Hıristiyan bir Arap vatandaşının
yargıya katılmamak imkânsız. ne düşen mahkûmların isimleri, hikâyesini anlatıyor. Eğitimi için
Yani onu en nihayetinde bel- ailelerinin, şehirlerinin, köyleri- gittiği Fransa’dan altı yıl sonra
gesel bir roman olarak okuya- nin isimleri. Tutuklanış tarihle- ülkesine dönmek ister. Bütün
biliriz. Yazar bence bu kitap- ri, haklarında verilen hükümler ailesi Fransa’ya göç etmiş olan
ta anı ve eleştirel anımsamala- ve sonları… arkadaşı Suzan ise, sevdiği bu
rını kurgusal biçimde gizli bir Bu günlüğü yazmaya karar Suriyeli Katolik Hıristiyan Arap
roman yapısında birleştirmeyi verdiğim zaman artık zih- gencine Suriye’ye dönmemesi
tercih etmiş. Yazar yaşadıklarını nimi bir kayıt cihazına çevir- için yalvarır ve Paris’te kalıp
ya da kahramanına yaşattıkları- meyi başarmış durumdaydım. kendisi ile yaşamasını ister.
nı doğrudan, öykünün bir öğesi Gördüklerimin hepsini, duyduk- “Suzan, ben vatanımı sevi-
kılıyor/kılmaya çalışıyor. larımın ise bir kısmını zihnime yorum. Şehrimi seviyorum. Bu
Hapishanelerdeki yaratıcılı- kaydetmiştim. boş ve anlamsız bir roman-
ğın önündeki engellerin, özün- Şimdi yaptığım, kayıtların tiklik değil. Aksine bilinçli ve
de aynı olmasına karşın, deği- bir kısmını açıklama zamanı.” köklü bir his. Mahallemizdeki
şik dönemlerde farklılıklar gös- eski evlerin duvarlarına kazıl-
terdiğini söyleyebiliriz. Devlet Bir Tükenişin Günlüğünde mış yazılar hâlâ hafızamda.
aygıtının hapishanelerde edebi- Gizli Roman Yapısı Onları özlüyorum” der ve Orly
yat dâhil tüm insan yaratıcılığı- Salyangoz böyle bir anı/ Havaalanı’ndan ülkesine doğru
nın önünde temel engel olduğu roman işte. Yazar bir tür meta- umut uçuşuna başlar.
bilinen bir gerçekliktir. O yüz- formoz tekniği kullanarak gör- Ancak sinema yönetmenli-
den burada François Mauriac’ın düklerini/yaşadıklarını/tanık ği bölümünden mezun olan ve
şu sözü, yaşantılarla beslenen olduklarını metinleştirmiş. hayallerini ünlü bir yönetmen
bir romanın karabasan orta- İşkencenin insan üzerindeki olmak süsleyen talihsiz gencin
mında da var olabileceği ger- olumsuz etkisini önemle imle- yolculuğu umduğu ve özledi-
çeğini doğrular: “Her romancı yerek anılarını yazarken hep ği mutluluk diyarına değil keli-
kendi tekniğini icat etmelidir.” şu gerçeği belleğinde tutmuş: menin tam anlamıyla cehenne-
Salyangoz’un kahramanı bu İşkence ve şiddet kaygısı insa- me uçuştur.
durumu şöyle anlatır:”Yaptığım nı deli edebilir, onu içine kapa- Ülkesine döndüğü zaman
bu casusluk, ulusal bir casus- tabilir. İnsanların haksızca ve ülkesinin havaalanında
luk değil. Bu günlüğün büyük acımasızca topluca hapsedil- Müslüman Kardeşler’e üye
bölümünü sahra hapishane- mesi, örgütlü işkenceye maruz olmak suçlamasıyla tutuklanır!
sinde yazdım. Önceki cümlem- kalmış bireyde nasıl bir ruhsal Ve böylesi mesnedsiz bir suç-
de kullandığım “yazmak” ger- çöküntü yaratır? Hukukçuların, lama sonucu hapishanede tam
çek anlamında değil, mecazi- sosyologların ve psikologla- on üç yıl geçirir. Romanın adsız
dir. Çünkü sahra hapishanesin- rın üzerinde ısrarla çalıştıkla- kahramanı her ne kadar dini ve
de yazmak için ne kalem ne de rı bir konudur bu. Uygulanan siyasi kimliğini açıklamaya çalış-
kağıt bulunmaz.” kadar uygulayıcıları da etkisi sa da başarılı olamaz. Sonuçta
Ağır işkence nedeniyle bir altına alan bir çöküntüdür bu. çift taraflı bir baskıya maruz
anlamda yaratıcılığı engelle- İnsanı işkenceye tabi tutma- kalır. Bir taraftan gardiyanların
meye varan çabalarının eklen- nın, bu emri vermenin ve uygu- diğer taraftan ise beraber hap-
miş olması yazarın belleği- lamanın insan yaşamını olum- sedildiği Müslüman Kardeşler’e
ni güçlü kılmıştır: “Zihinsel suz etkilemeyeceğini kim söy- mensup mahkûmların baskı-
Evet. Çünkü, zihnimdeki bu maları tam bir çaresizlik için- mıyor, öyküyü besleyen yaşam-
günlüğün içerdiği gerçeklerin de üstlenmek zorunda kalır sal birikimler oluyor. Buradan
bir kısmını yazıyorum. romanın kahramanı. Suriye’de hareketle Mustafa Halife’nin
Ve hayır. Çünkü, her şeyi yürürlükte olan Baas diktatör- kurgucu bir yazar değil, yaşa-
yazacak ve söyleyecek gücüm lüğünün Müslüman Kardeşler’e dıklarının benliğinde yarattığı
yok. Bunları söyleyebilmek karşı yürüttüğü sindirme poli- duyumsamaların izinde yürü-
için itiraf edebilmek gerekir. tikasını tüm çıplaklığı ile orta- yen biri olduğunu söyleyebili-
İtiraf için ise bazı şartlar olma- ya koyar. Cezaevi koşullarının riz. Açıkçası, yazınsal gerçeğin
lı.” Kahraman uzun yıllar kal- acımasızlığı ve özellikle zin- bu olup olmadığı tartışılır. Ama
dığı hapishaneden çıktıktan dancılarının maruz bıraktıkla- Salyangoz yalnız başına alındı-
sonra hayatına anlam verecek rı gündelik işkenceyi okumak ğında görülecektir ki, orada bir
hiçbir isteği kalmamıştır. Eğer gerçekten dayanılmaz. Bu zin- anı anlatılmıyor, bir ‘tükeniş’in
o da hapishaneden çıktıktan dancıları en kötü muamelele- acısı çekiliyor. Kalemi zaman
sonra arkadaşının yaptığı gibi ri reva görmelerinden dolayı zaman fantezilere de kaymıyor
intihar edebilseydi tereddüt- Ahmed Othmani’nin “işken- değil, ama yazdıklarının maya-
süz intihar ederdi. Ama yaz- ce sanatçısı” diye adlandırdığı sında hep yaşadıkları yani acıla-
mak onu -mecazi bir intiharın tiplerle kıyaslamak mümkün.2 rı var yazarın.
ardından- hayata bağlamıştır. Hapishanelerdeki uygulamala- Biliyoruz ki dünyada bir yer-
Hapishanedeyken içinde yaşa- rın kötü ve insanlık dışı, kapatıl- lerde zalimlerin eline düşmüş
dığı kabuğunu dışarıdayken de ma koşullarının korkunç oldu- yardım çığlıkları atan mazlum-
hiçbir şey izleme isteği olmaksı- ğunu; insanların kapatıldıkları lar var. Salyangoz işte onların
zın hep yanında taşımıştır. koğuşların aşırı kalabalık oldu- sesi. Duyulmalı, kulak verilme-
Romanın hemen girişinde ğunu; bundan dolayı ikinci bir li… Kim bilir belki insan olma
hapishanede olan insanların zulme daha maruz kaldıklarını sürecinde bir nebze de olsa
aslında orada olmamaları, hapis- öğreniyoruz. mesafe kat etmiş olan birileri
hane gerçekliğine maruz bıra- Salyangoz romanının genel kitabı okur da bu çağrıyı duyar
kılmamaları gerektiğini anlarız. fikri, kişisel bir deneyimi aktar- ve vicdanlarında adalet duy-
Öncelikle şiddetle karşı karşıya maktır. Ama bu sadece bir kişi- gusu uyanır. Ya da insan anne
kalır; hapishanede türlü işken- ye ait bir deneyim değil, bütün babadan doğmuş olmaktan
celere maruz kalan Müslüman bir Müslüman Kardeşler’in yani başka insanlıkla alakası olma-
Kardeşler’le tanışır. Acziyet… sosyal ve politik hareketin bir yan birileri okur da yürekleri-
Kahır. Üzüntü… Ölüm ve çığlık- deneyimidir. Bu hareket, nere- ne bir damlacık da olsa merha-
lar hiç eksik olmaz. “Efendim… deyse tüm Arap ülkelerinde met damlar.
Ben Müslüman değilim… Ben baskı ve özgürlüklerinin kısıt- Salyangoz, kendi türünün
hristiyanım… Ben hristiyanım. lanmasıyla karşı karşıya kalmış- okurlarına hitap eden, yaza-
Efendim! Lütfen… Elinizi aya- tır. rın oldukça düzeyli bir biçimde
ğınızı öpeyim… Ben hristiya- Yazarın da uzun süren bir kaleme aldığı anılardan oluş-
nım!”, dese de kurtulamaz hapishane tecrübesi olmuş. O muş bir roman.
işkenceden. Her yaştan insan nedenle “yazar her ne kadar
vardır hapishanede: Sekseni kitabın kahramanını Hıristiyan
aşmış yaşlılardan alın da on yapmış olsa da aslında kendi
beşini geçmemiş çocuklara tecrübelerini anlatıyor”. 1 Mustafa Halife, Salyangoz, Çevi-
kadar. Hastalar, zayıflar, gerek Yaşadıklarını, yazı yolu boyun- ren: Hülya Afacan, Mana Yayınları,
eskiden sakat olan gerekse de ca bir günlüğün içinden anım- 2009.
işkenceden dolayı sakat kalan- samak, onu başka boyutta yeni- 2 Ahmed Othmani, Hapishneden
lar… den yaşamaktır. Öyle ki, anlat- Çıkış, Çeviren: Işık Ergüden, Metis
Kendisine yöneltilen suçla- tıkları artık salt ‘anı’ olarak kal- Kitap, 2003.
Bir kitap neden okunur? Ya da onlarca kita- larıyla daha da bir önemsediğim Mustafa Aydın
bın içinden bir kitabın kendini görünür ve oku- ve Rasim Özdenören’ i sevdiren, okutturan şey
nur kılmasının sebebi nedir? Neden bazı kitap- ile Abdurrahman Arslan’ı da gözü kapalı okuttu-
ları gözü kapalı alır ve okuruz? Dahası bir kita- ran şey aynıdır. “Şey”in içini dolduran ise mezkur
bı okumuşken, potansiyel olarak ondan alacağı- isimlerin “hakikate” olan “yakınlık” ve “yatkın-
mızı da almışken, neden bir kitap için bir şeyler lık” larıdır. Burada özellikle “yatkınlık”ı özü iti-
yazma gereği duyarız? Üstelik herhangi bir pro- barı ile Allah’ın Rahman yanının tecellisi ve lütfu
fesyonel konumu haiz değilken sahip olduğu- olarak gördüğümüzü belirtmeliyiz. Bu anlamda
nuz vasat okurluğunuz içinde, neden bunu dene- fıtrata da atıfta bulunan yatkınlık, sahip oldu-
me gereği duyarsınız? Her okuryazar bu tür soru- ğu öncelik gereği “yakınlık”a davetiye çıkarır.
ları kendine sorar ve cevaplar mı bilmiyorum ve Yatkınlığın peşinden giden yakınlık daha başın-
fakat bu tür soruları da cevaplarını da artırmak da kimlik dediğimiz şeyi var eder ve ona bir duruş
olasıdır. Ama benim için durum, sahip olduğum kazandırır. Kimlikle gelen duruş, sosyal dünya-
vasat okurluğum içinde sorduğum sorular kadar daki yapıp etmelerimizi belirlediği kadar onla-
yalın ve açıktır; evet ben bazı kitapları hiç tered- rın ötesinde de bir anlama sahiptir. Dolayısı ile
düt etmeksizin alır ve okurum. kimlik daha işin başında bazı problemleri görü-
nür kıldığı kadar bazı şeyleri de problem kılma-
Hakikat’e Yakınlık ve Yatkınlık yı gerektirir.
Eğer izaha yönelik daha tatmin edici bir ceva- Abdurrahman Arslan’ı kulak aşinalığının ver-
bı cümle haline getirmem gerekirse, bana Seyyid diği bilmenin ötesinde, denk geldikçe okuduğum
Kutup ve Ali Şeraiti gibi artık isimlerinin başına Umran ve Birikim dergilerindeki yazı ve röportaj-
“üstad” ifadesi ekleyerek konuştuğumuz isimle- larından tanıyorum. İtiraf etmeliyim ki kulak aşi-
rin yanında, bugün hâlâ yaşıyor ve üretiyor olma- nalığımın evvelinde dikkatime çarpan ilk şey üret-
ken bir müslüman yazar olmasının yanında sosyo- bir kitabı Pınar Yayınları’ndan “Sabra Davet
log olmasıydı. Fakültede okurken, BİZ’ den biri- Eden Hakikat” başlığıyla yayımlandı. Kitabın adı
nin daha sosyolog olduğunu öğrenmenin bizim her ne kadar kitap içindeki makalelerden biri-
minik tecessüslerimize denk gelmesinden ve onla- nin başlığını taşıyor olsa da, modern dünyada
rı depreştirmesinden daha doğal ne olabirdi! Biz Müslümanlara, sabra davet eden hakikati hatır-
lisede Seyyid Kutub’ un ve Ali Şeraiti’nin hemen latması benim için hayli anlamlı görünüyor. Hatta
hemen bütün kitaplarını okumuşken fakülte- biraz maksadımı aşarak Abdurrahman Arslan’ı
de sırf sosyolog oldukları için okumak isteyenlere, “Modern
üstadları yeniden okumamış mıy- Dünyada Müslümanlara: Sabra
dık! Fakültenin ilk yılının daha Davet Eden Hakikat” başlığı
ilk aylarında, adına sınıf deni- tarzında her iki kitabı beraber
len kalabalık, daha ne olduğu- okumalarını önerebilirim. Belki
nu bile bilmedikleri, anlamadıkla- böyle yapmakla soran, sorgula-
rı doğu despotizmiyle vatan kur- yan, itiraz eden, müdahil olan,
tarırken, dahası Karl’ın Marx’ı ile çözüm üreten, direnen, farkına
Weber’in Marx’ını birbirine karış- varan ve ayırt eden yanlarıyla
tırıyorken, biz Ali Bulaç’ın Çağdaş bir düşünürü anlamak daha da
Kavramlar ve Düzenleriyle sos- mümkün hale gelebilir.
yolojiye arka kapıdan duhul edi-
yorduk. Kimine göre geçtir belki Epistemik Zemin
ama Abdurrahman Arslan isminin “Sabra Davet Eden Hakikat”te
kulağımıza değdiği ve de aşinalık Abdurrahman Arslan, aydınlan-
kazandığı dönem de bu dönem- ma denilen kopuşla başlatılan ve
dir. Sonra bazen denk gelişler- adına modernite denilen süreci,
le bazen de kendi inisiyatifimiz- öncelikle kendi geleneği ve coğ-
le metinleri üzerinden de olsa Abdurrahman rafyasının üzerinde ve yine kendi epistemik zemi-
Arslan’la hasbelkader bir temas, ünsiyet kur- ninden hareketle tasvir ediyor. Modernitenin
duk. Nihayet 2000’de “Modern Dünyada uzanımlarını, aklını, düşünme ve algı biçimini,
Müslümanlar” adıyla kitaplaştırdığı makalelerini belirlediği ve ön gördüğü standartlarını, hayat
derli toplu okuma fırsatını bulduk. tipini, kodlarını ve konumlandırmalarını vs. hep-
Geçtiğimiz haziran ayında Abdurrahman sini yine modernitenin ürettiği temel kavramların
Arslan’ın yine makalelerinin derlemesi olan üzerinden tartışıyor. Moderniteyi kendi ürettik-
galığının, bu üç temel koyucu kavramın karşılıklı iliş- Meryem ismine 19 kez yer
kilerinin belirlediği bir problematik olarak okunma- verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de
sı gerekir. Bu doğrultuda alafrangalık, Oryantalizm adına müstakil bir sûre olan
olarak alımlanıp temellük edilmiş Batı modernizmi- Hz. Meryem, Kur’an’da adı
nin, rasyonel ve Aydınlanmacı bir dönüşüm olduğu- geçen yegâne kadın olup
nu zannetmekten ibaret yanlış bir bilinçlenmedir. ismi 34 kez anılmaktadır.
Bu anlamda Hıristiyan kut-
MERYEM SURESİ VE TEFSİRİ, Bilal Gökkır, Fecr sal metinleriyle mukaye-
Yayınevi se edildiğinde Kur’an’da
Meryem sûresi üzerine yapılmış bir tefsir çalış- Hz. Meryem’e daha fazla
ması olan Gökkır’ın kitabında klasik ve modern yer verildiği görülmektedir.
yaklaşımlar ve kaynaklar ışığında sûre bir bütün Kur’an’daki bu referanslar-
olarak ele alınarak yorumlanmaya, dil ve üslup la Meryem ve İsa kapsamın-
incelemesi yapılarak sûredeki pasajlar arasın- da Hıristiyan inancında yer alan yanlış anlayışlar eleş-
daki bütünlük yakalanmaya çalışılmaktadır. tirilmektedir.
Hıristiyan Kutsal metinlerinde İsa’nın annesi olarak
lerinin üzerinden tartışmakla beklide bir anlam- se de bu durum her zaman işlevsel olmayabiliyor.
da modernitenin kendi içindeki denge açığını da Ki böyle durumlarda genellikle kavramın içeriğini
ortaya çıkarıyor. Esasında bu batının kendi üze- yeniden doldurulmakla sahiplenir kılındığını da
rinde düşünürken yapmadığı bir şey değil. Zira biliyoruz. Dolayısıyla daha başında belli bir cazi-
modernitenin en büyük iddialarından birinin de, besi olan kavramların ikinci bir işlemle içleri dol-
kendi üzerinde düşünmek, kendi kendine yete- durulup kullanılır hale getirilmesi onları vazgeçil-
bilmek ve kendi zaafını giderebilmek olduğu- mez kılabiliyor. Özellikle son yıllarda revaçta olan
nu biliyoruz. Hatta başlangıçta modernitenin sivil toplum, çok kültürlülük ve bireyselleşme gibi
büyük ve büyüklük iddialarını, karşı koyuş ola- kavramların müslümanlar arasında sahiplenilme-
rak anlaşılan, gerçekliği parçalayan yanıyla da si ifade edilen durumu gösterir niteliktedir. Bu
yeni imkanların önünü açtığı düşünülen, özgür- bağlamda Abdurrahman Arslan kavramların ika-
lük vadeden ve yeni bir döneme atıfta bulundu- mesi ya da yer değiştirmesi söz konusu olduğun-
ğu öngörülen postmodernizmin, bugün moder- da kendi ontolojimiz ve dünya görüşümüz için-
niteyi beslemeye doğru evrildiğini okuyabili- deki kavramlardan yana tercih koyarak ed-din’in
yoruz. Dolayısıyla Lyotard’ın dillendirdiği post- religion’a ya da cemaatin bireye indirgeneme-
modernizmi, Anthony Giddens gibi bir radikal yeceğini söylüyor. Bunu söylerken de zamanın-
modernistin kavram olarak dahi olsa sahiplenme- da Daryush Shayegan’ın Yaralı Bilinç’te yaptığını
sine iş bu yüzden şaşırmıyoruz. Tam da bu nokta- bize yapmıyor, ortada bulduğu malı çalma hakkı-
da Abdurrahman Arslan kavramların dünya görü- nı hırsıza vermiyor. Bilakis hakikati olan yatkın-
şü ile olan tekabüliyetlerine işaret ederek her lığı ve yakınlığı ile kavramlar arasından ezilme-
kavramın kendini var eden ontolojinin ve dünya den çıkıyor.
görüşünün içinde düşünülmesi gerektiğini söylü- Son tahlilde kitap tanıtım yazılarının belli bir
yor. Uzun zamandır kullandığımız, ittiba ettiği- formatı var mıdır ya da bu bir kitap tanıtımı yazı-
miz ya da etmek durumunda bırakıldığımız bir- sı mıdır, bilmiyorum. Vesile kendi gereğini aşabi-
çok kavram ve durumun önünü arkasını düşün- liyor ve sizi de peşinden sürükleyebiliyor bazen.
mek ve görmek zorunda olduğumuzu hatırlata- Neticede biz, Ali Bulaç’ın “Çağdaş Kavramlar ve
rak modernite ve postmodernite gibi genel ifa- Düzenler”i ile arka kapısından girdiğimiz sosyolo-
deler içinde barınan çok kültürlülük, sivil toplum, jide, kaynakçalarda geçen onlarca kitabı okuyup
özgürlük, bireyselleşme vb. her bir kavramı yeni- girdiğimiz meselelerin içinde, Mustafa Aydın’ın
den düşünmeye sevk ediyor. Bir kavramı ya da Moderniteye Dışardan Bakmak’ı, Abdurrahman
durumu yine bağlamından hareketle, kendi üret- Arslan’ın Sabra Davet Eden Hakikat’i ile kaybol-
tiği dille boşa çıkarmak felsefi bir başarı sayılabil- muyoruz.