You are on page 1of 88

Islah Olmayan Kim’likler

Tanzimat’ın 170. Yılı’nda

Tanzimat’ın ilanından 170 sene geçmiş olmasına rağmen onun tarih olduğunu söyle-
mek mümkün değildir. O, etkileri, devam eden kurum ve gelenekleriyle yaşamakta ve bu
yüzden hala tartışılmaya devam etmektedir.
Tanzimat, yönünü Batı’ya çevirmiş ıslahat hareketlerinin remzidir. Bir yönüyle tarih ol-
muş ama birçok veçhesiyle de yaşamaya devam eden sembolüdür. Dolayısıyla Tanzimat’ın
neyi, nasıl tanzim ettiği kadar ıslahat hareketlerinin de neyi, nasıl tanzim etmeye devam
edeceği konuşulmalıdır.
Bugün birçok meseleyi tartışırken onların Tanzimat’la başlayan bir sürecin içinden gel-
diğini hatta Tanzimat’la birlikte neşet ettiğini unutuyoruz. Olayları hep, şu an içinde yaşa-
dığımız fiziki ve zihinsel şartlarda doğmuş ve gelişmiş kabul ediyoruz. Bu ise problemleri
işin içinden çıkılmaz hale getirmeye yetiyor.
Sorunlarımızı, tarihi kökenlerine inmeden ve biz kimiz sorusunu berraklaştırmadan
çözemeyiz. Birçok sorunumuzun kökeninde modernleşme tecrübemizin yatıyor olması,
Tanzimat’ı önemini kaybettirmeyecek bir mesele haline getiriyor.
Osmanlı ıslahat hareketleri içinde hiçbiri Tanzimat kadar toplumun kimliği üzerinde
derin izler bırakmadı. Osmanlı ileri gelenleri modernleşme girişimlerini, düzeni eski’ye,
“şer’i şerif”e uydurmayı ısrarla vaat ederek gerçekleştirdi. Ancak çok kısa bir süre sonra
Osmanlı topraklarında geleneksel kurum ve güçler sığlaştı, irtifa kaybetti. Laik, pozitivist
ve sun’i kurum ve güçler önce eskiye eşlik etti ardından onu saf dışı bıraktı. Cumhuriyet’e
gelene kadar, onun temelleri, kurumları, kadroları Tanzimat’tan itibaren hazırlanmış oldu.
Cumhuriyet bir karşıtlığın, eski ile yeni’nin mücadelesinin neticesinde kurulmuştu ve
bu ortamın duygusal etkileri çok tazeydi. Aradan geçen zaman içinde hem uluslar arası
ilişkiler hem kültür hem de toplumun Müslüman karakteri gibi başlıklar etrafında bile dü-
şünüldüğünde Türkiye’nin sorunlarının “eski”ye bütünüyle bir reddiye çekilerek çözümle-
nemeyeceği ortaya çıkmıştır. Tanzimat’tan günümüze kadar “eski” adı altında Müslüman
halkın değerleri, inanç ve kurumları kötülenmiş, saf dışı bırakılmaya çalışılmıştır.
Tanzimat, bozulan işleyişi düzenleme gayreti olarak yansıtılmakla birlikte kendi kim-
liğini batılı değerler üzerinden ıslah etme projesi olarak işletildi. Oysa bugün, “eski”nin,
Tanzimat’ın getirdiği “yeni”yi bir gölge gibi takip ettiği hatta “çevre”de biriktirdiği potan-
siyeli idareye, toplum hayatına yansıttığı bir dönemi yaşıyoruz. Müslüman halkın inançları
ile kavgalı bir sistemin yürümeyeceği elan gün gibi ortadadır. Ulus devletlerin kağıt üstün-
de çizdiği sınırlar, insanlar arasına çekilememiş ve Osmanlı hinterlandında bu ilişkiler güç-
lenerek devam etmiştir. Bugün Tanzimat’ın 170. sene-i devriyesinde, Tanzimatçıların yıktı-
ğı düşünülen şeyler bütün cesametiyle varlığını sürdürmektedir.
Tanzimat trajik bir sürecin adıdır, bu trajediyi “eski” ve “yeni”nin taraftarlığı ya da
karşıtlığı şeklinde bir yarış içinde sürdürmenin anlamsızlığı ortadadır. Tanzimat’ın üretti-
ği sun’i süreç, toplumsal gerçekleri görmezden gelen bir yönetim anlayışının ürünü olarak
günümüze kadar taşındı. Bugün din-devlet-toplum ilişkileri başta olmak üzere toplum-
sal gerçeklerle, yıllardır yok edilmeye çalışılmış toplumun kodlarıyla tekrar yüzleşiliyor; bu
bağlamda başörtüsü sorunu, Kürt ve Ermeni sorunu gibi problemler Türkiye’nin kimlik so-
rununun bir parçasıdır ve bu da Tanzimat döneminin bir ürünüdür.
Modernleşme sürecinin sancıları devam ediyor. Basit şekli düzenlemeler ya da he-
veslerin değil bir kimlik arayışının ve kendi olamamanın sancılarıdır bunlar. Türkiye hâlâ
kendi’ne gelememiştir ve bu ülkenin dokusuna uygun asli kimliğinin inşası için söylenecek
daha çok söz vardır; Tanzimat’ın 170. Yılı’nda…
YAŞAYAN İSLÂM ‹Ç‹NDEK‹LER
4 DÜŞÜNCE
Hayatı “Allâh’ın Âyetleri” Temelinde
Kur(gula)mak
ABDULLAH YILDIZ
15
Kimlik Sorununa Yeni Bir Yaklaşım
BURHANETTİN CAN

DOSYA

26 40
“Gavura Gavur Denmeyecek!” Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
Tanzimat’ın İlanı ve Islahat Hukukun Laikleşmesi
Hareketleri KAYA KARTAL
ZAFER ÖZDEMİR

44
GÜNDEM 34 Tanzimat, Bir “Savunmacı
Köklerle İlişki Kur/a/mayan Modernizasyon” Süreci İnşa Etti
Tanzimat ve Düşünürleri ERIC JAN ZURCHER İLE
9 AHMET DAĞ SÖYLEŞİ
Dolar Kardeşliği ve Yeni IMF
DİLAVER DEMİRAĞ

ARŞ‹V
13
Batı’dan Düşünce Özgürlüğüne Son 48
Bir Katkı Auguste Comte’un Mustafa Reşit
Tarık Ramazan Erasmus Paşa’ya Mektubu ve Tercümesi
Üniversitesi’nden Kovuldu
ALPEREN GENÇOSMANOĞLU 50
Tanzimat Fermanı
(Gülhane Hatt-ı Humâyunu)

ANALİZ

54
Bir İnanç Olarak Evrim
SELÇUK KÜTÜK

2 UMRAN KASIM ’09


YAŞAYAN İSLÂM

60
“Ben de Yetimdim”
DEMET TEZCAN Sahibi
Umran Yay›nc›l›k
Turizm San. ve Tic. Ltd. fiti. Ad›na
Abdullah Y›ld›z

Genel Yay›n Yönetmeni


63 ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü
Bir Başkadır Ümmetin Cevat Özkaya

Arafat’ta
Yay›n Kurulu
Kucaklaşması
Uğur Altun, ‹lhan Gündoğdu,
CEMAL ÖZDEMİR Cevat Özkaya, Abdullah Y›ld›z

Bu Say›ya Katk›da Bulunanlar


Abdullah Sabit Tuna, Sefa Öztürk, Emir Timur
Kafkas, Ahmet Üzmez, Metin Tekden
KÜLTÜR-SANAT 76 ‹dare Merkezi
Emir-Komuta Zincirini Delip Geçen Mega Center, C 34 Blok, Kat 2 No:340
66 Roman: Aslan Asker Svayk Bayrampafla / ‹stanbul
“Orası Neresi Burası Bir Adam” ve HABİL SAĞLAM Tel: (0212) 640 01 22 - 640 01 23
Fax: (0212) 640 01 25
Cahit Zarifoğlu
Yeni Türkçe fiiirde ‹slam Olgusu - XI
79 www.umrandergisi.com
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU umran@umrandergisi.com
Edebiyat Tarihine Objektif Bakmak
abone@umrandergisi.com
EKREM SAKAR
Temsilcilikler
Ankara: (0312) 435 94 48
‹zmit: (0542) 250 75 77
Trabzon: (0462) 321 95 44
Isparta: (0246) 232 34 77
Lyon: (0033) (0) 478 52 39 78

Abonelik fiartlar›
70 Yurtiçi
Sibel Eraslan’la Örnek Kadın Y›ll›k (12 say›): 50 TL
Türkiye Finans Kat›l›m Bankas›
Şahsiyeti Anlatıları Üzerine
F›nd›kzade fib. TL Hesab›
99165159-1 (Umran Yay›nc›l›k)
Posta Çeki Hesab›
1605252 (Umran Yay›nc›l›k)
82
Anılar Örgüsü
üsü Yurtd›fl›
Bir Roman Y›ll›k (12 say›): 80 Usd - 60 Euro
ASIM ÖZ
Fiyat›: 5 TL

‹ç Düzen-Kapak Tasar›m
Furkan Selçuk Ertargin

KİTAP Bask›: fieny›ld›z Matbaac›l›k


Gümüflsuyu Cad. No:3 Kat:1
Topkap› - ‹stanbul Tel: (212) 483 47 91
86
Sabra Davet Eden
Hakikat Yerel Süreli.
M. ZEKİ SAKA Ayda bir yay›mlan›r.

KASIM ‘09 UMRAN 3


Yaşayan İslam

HAYATI
“ALLÂH’IN ÂYETLERİ”
TEMELİNDE KUR(GULA)MAK
ABDULLAH YILDIZ

Rûm sûresinin 20-27. âyetleri; da, yüksek binalara da ‘âyet’ de- ma girerken’ tabiri akşam ve yat-
Âdemoğulları olarak evrende- nilir: Şuara/128). Şahıs, siluet, ka- sı namazlarına, ‘sabaha ererken’
ki durumumuzu, duruşumuzu ve raltı. Kur’ân’da, insan üstü olduk- sabah namazına, ‘günün sonu’
yürüyüşümüzü/gidişâtımızı belir- ları için Allah’ın varlığını kanıtla- ikindi, ‘öğleye erdiğiniz vakit’ ise
leyen, yaratılışa dair altı “âyete” yan olağan dışı olaylar (mucize- öğle namazlarına işarettir.2
dikkatlerimizi çeker. Kur’ân’ın ler) ve azap. Kur’ân-ı Kerim cüm- On dokuzuncu âyet, insa-
bütününe bakılırsa, Rabbimi- leleri. Allah’ın birliğine şahitlik nı, ölümü ve yeniden dirilişi yani
zin dikkat çektiği bu tür kevnî eden bütün maddi olgular, sim- Ahiret hayatını düşünmeye davet
âyetlerin sayısı elbette çok daha geler.”1 eder. Çünkü, hayat bu dünyada-
fazladır. kinden ibaret değildir; bu haya-
“Ve min âyâtihi : O’nun Beş Vakit Namaz Kılarak tın hesabının ve hasılasının gö-
âyetlerinden biri de” ibaresi her Allah’ı Hamd ile Tesbih Edin ve rüleceği bir başka hayat vardır.
seferinde aynen tekrarlanarak Hesap Gününü Hesaba Katın! İşte, bizi yaratan ve yaşatan, ya-
sıralanan altı kevnî âyetin he- şamamız için ölü toprağı ve varlık
men öncesinde yer alan üç âyet-i “Haydi, akşama girdiğiniz va- âlemini hep diri tutan, öldükten
kerîme de (Rûm 30/17-19), aşağı- kit de, sabaha erdiğiniz vakit de sonra da bizi tekrar diriltip bu ha-
daki altı fıtri esasla doğrudan il- Allah’ı tesbih edin (namaz kılın).” yatın hesabını soracak olan Rab-
gili görünmektedir. Dolayısıyla, “Göklerde ve yerde, günün bimizin rızasını kazanmak için,
bu yazının çerçevesi, Rûm/17-27. sonunda da, öğleye erdiğinizde günde beş vakit namaz kılmak;
âyetler olacaktır. de hamd (namaz), O’na mahsus- kainattaki duruşumuzu belirle-
Burada, “âyet” teriminin tur.” yen merkezi bir ibadet ve kulluk
Kur’ân’daki anlam sahası hakkın- “O, ölüden diriyi çıkarır, diri- ispatı olarak karşımıza çıkar. Zira,
da kısa bir açıklama yararlı ola- den ölüyü çıkarır ve ölmüş topra- Allah Teâlâ, yüce zâtını gereğin-
caktır: ğa hayat verir. İşte siz de öldük- ce hamd ve tesbih etmemize ge-
“Âyet: Sözlükte, açık alâmet, ten sonra böylece diriltileceksi- rekçe teşkil edecek sayısız kevnî
nişan, şifre, sembol. Bir başka niz.” (Rûm 30/17-19) âyetini ve nimetini bizlere lütfet-
şeye işaret eden şey. İbret, ders Yukarıdaki ilk iki âyet, günün miştir.
veren. Delil. Kesin bilgi ve ger- belirlenen dönüm noktaların- Bu dünya hayatını doğru ve
çek ifade eden şey. Cemaat, top- da Allah’ı tesbih edip yüceltmeyi huzurlu yaşamamız ve hayatımızı
luluk. Yüksek bina, yapı (bazı dil- ve hamdimizi de yalnız O’na sun- sağlam esaslar üzerinde kur(gula)
cilere göre âyet, ‘tesbit ve bir mayı emreder ki, burada kaste- mamız için Yüce Allah’ın bize ik-
şeye dayanma’ anlamına gelen dilen beş vakit namazdır. Ashab- ram ettiği altı kevnî âyet yani altı
‘teeyyâ’dan türemedir. Bu anlam- dan yapılan nakillere göre; ‘akşa- temel hayat ilkesi ya da altı sa-

4 UMRAN KASIM ’09


Yaşayan İslam

bite, bir silsile-i meratib halinde


şöyle sıralanır:

1) Ontolojik Temel: Toprak-


tan Geldiğinizi ve Rabbinizin Sizi
“Adam” Ettiğini Unutmayın!

“O’nun âyetlerinden biri: sizi


topraktan yaratmasıdır. Sonra
dünyaya yayılmış beşeriyet hali-
ne geldiniz.” (Rûm 30/20)
Allah’ın en büyük mucize-
si, kendisine ‘yeryüzünde halife’
olarak insanı yaratmasıdır. Top-
raktan halk ettiği bu varlığa akıl
nimetini bahşetmesi bu mucize-
nin tamamlayıcı unsurudur. Aslı-
esası toprak (türâb) olan insan/
beşer türü, O’nun lütfu ile adam
oldu da çoğalıp yayıldı ve yeryü-
zünde arz-ı endam ediyor. Bu se-
beple insan, aslını unutmamalı,
günde beş vakit olarak üzerine
farz kılınan namazının her sec-
desinde alnını yere koyarken; il-
kinde topraktan geldiğini, ikinci-
sinde de tekrar toprağa dönece-
ğini hatırlamalı, böylece Rabbini
en az günde beş kez hamd ile tes-
bih etmelidir.
İşte bu âyet-i celîlenin işaret
buyurduğu “topraktan yaratılış”
gerçeği, insanın arzdaki ontolo-
jik duruşunu belirler. Varlık şuu-
(Mâliki Yevmi’d-Din) vereceğine nıza sevgi ve rahmet koyması-
runa sahip olmayan yani Allah’ın
kesin olarak inanan insan ise, on- dır. Şüphesiz bunda düşünen bir
kendisini topraktan yaratıp mer-
tolojik duruşunu doğru belirler toplum için ibretler vardır.” (Rûm
hale merhale insan haline getir-
ve dosdoğru bir istikamet (Sırât-ı 30/21)
diğinin, sonra ona ilahi ruhun-
Müstakîm) üzre yürür. Bir önceki âyette topraktan
dan üflediğinin ve onu akıl ni-
halk edilen insanın, sonra arza
meti ile donattığının bilincinde
2) Aileyi İnşa Eden Üç Temel yayıldığı belirtilmişti. Bu âyette
olmayan insan Rabbinin kadrini
Kevnî Âyeti (Sekînet, Meveddet, ise, insanın çoğalarak yeryüzüne
gereğince takdir edemez. (6/91;
Merhamet) Koruyun! dağılmasının evlilik yasası ile ger-
22/74; 39/67) Sahip olduğu her
çekleştiğine dikkat çekiliyor ve
şeyi Allah’a borçlu olduğunu bi-
bu kevnî âyet üzerinde tefekkür
len (Din, ‘deyn/borç’ kökünden “O’nun âyetlerinden biri de,
etmemiz isteniyor. Evet, beşer tü-
gelir) ve bu hayatının hesabını sükûna eresiniz diye size nefisle-
rünün aynı hamurdan yoğrulan
sadece “Din Günü’nün Sahibi’ne rinizden eşler yaratması ve ara-

KASIM ‘09 UMRAN 5


Yaşayan İslam

bit kalması gibi çok sıkı bir sev-


İstisnai durumlar hariç olmak üze- gi bağını ifade eder.3 Rabbimiz
re, gece çalışıp gündüz dinlenmek ise, Kur’ân’da, Hz.İbrahim’in kav-
mine söylediği, “Siz gerçekten,
insan fıtratına ters bir uygulamadır ve sı- Allah’ı bırakıp dünya hayatında
kıntıya, bunalıma yol açar. Ne ki, insanı bir aranızda bir sevgi bağı (meved-
det) olarak putları ilahlar edindi-
üretim-tüketim makinesine indirgeyen ve
niz.” (Ankebût 29/25) ifadesi ile;
insan emeğini sonuna kadar sömürmeyi esas putların, toplumu birbirine ke-
alan kapitalist dünyada, bu alanda da taş- netleyecek bir sevgi bağı olama-
yacağını vurgular. Allah’ın Vedûd
lar yerinden oynatılmıştır. İnsanlar, karınla- ismiyle aynı kökten gelen meved-
rını doyurmak için gece yarılarına kadar ça- det; merkezinde Allah’ın bulun-
duğu bir sevgi bağını ifade eder.
lışmak zorunda bırakılmıştır. Dahası, gece- İnsanlar ve eşler birbirlerini “sırf
leri, ışıltılı eğlence hayatı ve yorucu televiz- Allah için” severlerse, bu sevgi
gerçek ve daimi bir sevgi olur.
yon yayınlarınca işgal edilen zavallı insanlar,
Kalbinde meveddet olan in-
uyuyup dinlenmeye vakit bulamamaktadır. san ve karı-koca, sevdiğine mer-
Fıtrata ters biçimde kurgulanan modern ha- hamet eder, ona acır, onu esirger
ve bağışlar (Allah’ın Vedûd ismi-
yat tarzı, çalışma-dinlenme dengesini de te- nin, Kur’ân’da Rahîm ve Ğafûr
petaklak ederek insanlığı yaygın bir stresin ismi ile birlikte geçmesi anlamlı-
dır).
ve buhranın içine sürüklemiştir. Aile kurumu, meveddet ve
merhametle beslenerek ayak-
erkek ve dişi cinsinin bir araya sağlamada ikinci ve üçüncü aya- ta kalır. Dilimize asli anlamıyla
gelmesi ile “insan” tamamlanı- ğa ihtiyaç vardır: “Meveddet” ve yerleşmiş odak bir kavram olan
yor. Aynı nefisten yaratılan ve el- “Rahmet/Merhamet”! “merhamet” kelimesi; Allah’ın
manın iki yarısı gibi birbirini bü- “Meveddet”; salt sevgi, ka- Rahmân ve Rahîm sıfatları ile
tünleyen, biri olmadığında diğeri tışıksız ve karşılıksız sevgi an- aynı kökten gelir. Esirgemek, ba-
eksik olan iki cinsin birlikteliği ve lamına gelir. Bir nesneyi sev- ğışlamak, affetmek, acımak, ko-
kaynaşması ile kuşatıcı bir huzur mek, temenni etmek anlamında- rumak, nimet vermek anlamla-
ve sükûn (sekînet) iklimi hasıl olu- ki “vudd”dan gelen meveddet; ra gelen “rahmet” / “merhamet”
yor. Âyette geçen “sekînet” kav- Kur’ân’da kalplerin birbirine ısı- terimi; aile ilişkileri bağlamında
ramı; güven ve huzur duygusu, nıp kaynaşmasını ifade eden “ül- daha bir anlam ve derinlik ka-
yatışma, sükûn, kalbin mutmain fet” kelimesiyle aynı anlamda zanır. Anne rahmi, merhamet ve
olması, rahmet, sebat, kararlılık, kullanılmıştır. Meveddet; sade- rahmetin yatağıdır; esirgemenin,
vakar gibi anlamlara gelir. Sade- ce karı-koca arasında değil tüm korumanın, sahiplenmenin, üze-
ce evlilik bağlamında ele alınır insanlar arasında kaynaşma ve rine titremenin… Hiç şüphe yok
ve cinsel tatminle sınırlanırsa, birlik meydana getiren bir “sev- ki, çocuklar, ailedeki sevgi ve rah-
Rabbimizin “sekînet” âyeti hem gi bağı” olarak da kullanılmıştır. met/merhamet bağını pekiştiren
kavranılamaz hem de bütün bo- “El-Veddü”; bir put olup, insan- asli unsurlardır.
yutlarıyla inşâ edilemez. İnsan te- lar ona sevgi beslediği için böy- Böylece aile kurumu sekînet,
kinin, toplumun ve toplumun en le denmiştir. “El-veddü”; aynı za- meveddet, merhamet sacayağı
temel yapı taşı olan ailenin maddi manda kazık demektir. Dolayısıy- üzerinde yükselir ve devam eder.
ve manevi huzurunu /sükûnunu la meveddet; kazığın yerde sa- Ne ki, seküler temelde kur-

6 UMRAN KASIM ’09


Yaşayan İslam

gulanan ve Allah’ı hesaba kat- layan ulusçuluk akımı ve “ulus birlik olmaya potansiyel olarak
mayan modern hayat, aileyi bir devlet” anlayışı, devleti ve toplu- diğerlerinden daha hazır bulunu-
arada tutan Allah vergisi merha- mu “etnik” temelde yeniden ta- yorlar. Umalım ki, Türkiye’nin içi-
meti ve sevgi bağını çekip aldı; nımlayıp kurguladı ve insanlık ta- ne girdiği “açılım” süreci böyle
bu sebeple sekînetini kaybeden rihinde, kadim içtimai gelenek- bir güzellikle sonuçlansın.
aile sarsıldı. ten tam bir kopuş ve sapmayı ifa-
de eden çok kes(k)in bir kırılma 4) Çalışma Hayatınızı, “Gece
3) Sosyolojik Temel: Toplum- yaşandı. Bu süreç, tüm dünyada Dinlen, Gündüz Çalış-Kazan” Ya-
sal Hayatı Dillerinizin ve Renk- farklı renklere, ırklara ve dillere sasına Göre Düzenleyin!
lerinizin Farklılığı Üzerine Bina karşı tahammülsüzlüğü de bera-
Edin! berinde getirdi. Tek ulus, tek dev- “O’nun âyetlerinden biri de:
let, tek … modası, öncelikle renk- geceleyin uyumanız ve gündüz
“O’nun âyetlerinden biri de: leri/ırkları ve dilleri tekleştirme O’nun geniş lütfundan geçim ve-
gökleri ve yeri yaratması, lisan- abesliğini terviç etti. Baskın dil ve sileleri aramanızdır. Elbette bun-
larınızın ve renklerinizin farklı renkler diğerlerini yutmaya, asi- da işiten kimseler için ibretler
olmasıdır. Elbette bunda bilen mile etmeye kalkıştı. Allah’ın var- vardır.” (Rûm 30/23)
ve anlayan kimseler için ibretler lık yasası olarak toplum hayatı- Bu âyet, insanoğlunun
vardır.” (Rûm 30/22) nın temeline yerleştirdiği “renk- çalışma-dinlenme hayatını gece-
Gökte ve yerde çeşitlilik esas lerin ve dillerin farklı yaratılışı” gündüz denklemine göre düzen-
olduğu gibi, insanın sosyal haya- âyeti/sabitesi yerinden oynatıldı. liyor.
tında da farklılık esastır. Bir erkek İnsanı-toplumu-devleti ‘tek tip- Yukarıdaki âyetten, hem gece
ve dişiden (Âdem ile Havva) türe- leştirme’ salgını, yerkürede külli hem gündüz uyumak da anlaşıla-
yip yeryüzüne yayılan beşer türü- bir fesada yol açtı. Fıtratla savaş- bilirse de, başka âyetlerde (6/96;
nün farklı renk/ırk ve dillere sahip mak anlamına gelen, suları yoku- 10/67; 40/61) belirtildiği gibi, Rab-
olması da Allah’ın âyetlerinden şa akıtmaya eş bir şeytani histeri bimiz, insanlara geceyi dinlenme,
yani delillerinden ve sabitele- uğruna nice zulümler, cinayetler, gündüzü ise çalışıp Allah’ın faz-
rindendir. Bu farklı oluş bir rah- katliamlar işlendi; savaşlar, yıkım- lından arama yani maişetini ka-
mettir; Allah’ın nimeti ve muci- lar, göçler yaşandı; kanlar aktı. zanma zamanı olarak tahsis bu-
zesi olarak bilinip korunmalıdır. Bu külli fesat, elbette İslam yurmuştur. Zaten, insan fıtratı da
İşte bu âyet, renk ve dil farklılı- dünyasını ve Türkiye’yi de etkile- gündüz çalışıp çabalamaya, gece
ğı temelinde sosyolojik duruşu- di. İslâm nimeti ile kardeş olan ve ise dinlenmeye uygun olarak ya-
muzu belirler. Hucurât sûresinin yüzyıllar boyu ümmet şuuru için- ratılmıştır. İstisnai durumlar ha-
13. âyeti de; tüm insanların bir de kardeşçe yaşayan farklı renk riç olmak üzere, gece çalışıp gün-
erkek ve bir dişiden yaratıldığını, ve dillere mensup Müslüman top- düz dinlenmek ise, insan fıtratı-
zamanla ortaya çıkan etnik fark- luluklar, yeryüzünü kasıp kavuran na ters bir uygulamadır ve sıkın-
lılaşmanın sadece bir “tanışma” ulusçuluk fitnesinin etkisi altında tıya, bunalıma yol açar. Ne ki, in-
vesilesi olduğunu, üstünlüğün ise kalarak birbirlerinin boğazına sa- sanı bir üretim-tüketim makine-
yalnızca “takvâ”da yani Allah’a rıldılar. “Allah’ın âyetlerini” sırt- sine indirgeyen ve insan emeği-
karşı sorumluluklarının bilincine larının gerisine atmanın bedelini ni sonuna kadar sömürmeyi esas
erip O’nun çizdiği sınırları koru- çok ağır ödeyen insanlık, bir süre- alan kapitalist dünyada, bu alan-
ma hassasiyetinde olduğunu vur- dir, farklılıkları koruyarak bir ara- da da taşlar yerinden oynatılmış-
gular. Rasûlüllah’ın (s.); “Hepiniz da yaşamanın formüllerini arı- tır. İnsanlar, karınlarını doyurmak
Adem’in çocuklarısınız, Âdem ise yor. Günde beş vakit aynı kıbleye için gece yarılarına kadar çalış-
topraktandır.” hadisi ise, hem on- yönelen, aynı Allah’a, aynı kita- mak zorunda bırakılmıştır. Da-
tolojik hem de sosyolojik temeli ba, aynı peygambere iman eden hası, geceleri, ışıltılı eğlence ha-
tahkim eder. Müslümanlar ise, renk ve dil far- yatı ve yorucu televizyon yayınla-
Ancak, Fransız İhtilâli ile baş- kını bir zenginlik olarak görüp rınca işgal edilen zavallı insanlar,

KASIM ‘09 UMRAN 7


Yaşayan İslam

uyuyup dinlenmeye vakit bula- Allah’a İtaat Ederek Ayakta Du- suna katılarak, Allah’ın emirleri-
mamaktadır. Fıtrata ters biçimde ruyor! Siz de İtaat Ediniz! ne itaatle hem bu dünyada hem
kurgulanan modern hayat tarzı, de Ahiret yurdunda huzura kavu-
çalışma-dinlenme dengesini de “O’nun âyetlerinden biri de: şacağını insanoğlunun dikkatleri-
tepetaklak ederek insanlığı yay- göğün ve yerin O’nun buyru- ne sunuyor.
gın bir stresin ve buhranın içine ğu ile ayakta durmasıdır. Sonra Ancak, hakikat şu ki; Yüce
sürüklemiştir. sizi kabirlerinizden bir çağırma- Rabbimizin “kainattaki âyetleri”
ya görsün, hemen çıkıverirsiniz.” olan bu altı fıtrat ilkesi, insanoğ-
5) Ekolojik Duruş: Şimşeği (Rûm 30/25) lu tarafından dikkate alınmamış,
Korku ve Umut Göstergesi, Yağ- Gök ve yer, Hayy ve Kayyûm ihmal hatta tepetaklak edilmiş-
muru ise Rahmet Bilin! olan Allah’ın her an kainata mü- tir. Topraktan geldiğini unutan
dahalesi, onların ve içindekilerin insan, öncelikle aile hayatında
“O’nun âyetlerinden biri de de Allah’a itaat etmesi ile ayak- sevgi ve merhameti iptal edince
(şudur): size korku ve ümit ver- ta durmaktadır. Kainattaki mu- sekînetini kaybetmiş; toplum ha-
mek üzere şimşeği gösteriyor, azzam düzen, mutlak güçlü ve yatında da yüzyıllar boyu bir zen-
gökten su indirip ölümünün ar- her şeye kadir olan bir tek irade- ginlik olarak algılanan renk ve dil
dından arzı onunla diriltiyor. nin, Kadir-i Mutlak’ın elinde hiç farkını ortadan kaldırmaya yani
Doğrusu bunda, aklını kullanan aksamadan devam ediyor. Ve bu
tekleştirmeye kalkışınca ve ışıltılı
bir kavim için dersler vardır.” dünyanın hesabının görüleceği
eğlence hayatı ile geceyi gündü-
(Rûm 30/24) bir başka âlem var. İşte bu âyet
ze, gündüzü geceye döndürün-
Yağmurun, özellikle de şim- ve aşağıdaki ayetler de, Dünya-
ce, tam bir kaosa sürüklenmiştir.
şekli ve gök gürültülü yağışın Âhiret denklemi temelinde koz-
Ekolojik duruş bozukluğu ile gök
toprak için diriltici bir rahmet mik duruşumuzu belirliyor ve
ve yerdeki, evrendeki ve insan
ve bitkiler için de büyük bereket inşa ediyor.
hayatındaki düzeni kendi elleriy-
kaynağı olduğu malumdur. Böy- “Göklerde ve yerde kim var-
le ifsad eden insan, kozmik duru-
le bir yağmur geleceğe dair mad- sa O’nundur. Onların hepsi, iste-
şunda istikamet krizine girmiş ve
di umutları da beslerken, şimşek yerek veya istemeyerek O’na ita-
geleceğini karartmıştır.
ise korku ve ürperti verir. İşte bu at ederler.”
“Kahrolası insan! Ne kadar
âyet, ekolojik duruşumuzu belir- “Yaratmayı başlatan, sonra
nankördür o!” (Abese 80/17)
ler. Şöyle ki: insan, kainattaki şaş- onu iade edecek olan O’dur; bu
Bu yürek hoplatan ikazın çok
maz düzene uygun hareket et- O’na göre pek kolaydır. Gökler-
daha elim bedelini ödememek
meli ve o muazzam evrensel ko- de ve yerde en yüce sıfatlar (mi-
için tek seçeneğimiz var:
roya katılmalıdır. Ancak, moder- sal) O’nundur. O, güçlü ve üstün
nizmin dayattığı tüketim kültü- olandır, hüküm ve hikmet sahibi- Hayatımızı a’dan ze’ye,
rü, çevreyi alabildiğine kirletme- dir.” (Rum 30/26-27) “Allah’ın âyetleri” temelinde ye-
yi, gelecek nesillerin hakkı olan niden kurmak/kurgulamak!..
yeraltı ve yerüstü kaynaklarını Sonuç: Hayatınızı Allah’ın
hoyratça tahrip etmeyi, böylece Âyetleri Temelinde Kurgulayın
1 Ali Bulaç, Kur’ân-ı Kerim ve Türk-
kainattaki doğal dengeyi altüst ve O’na Nankörlük Etmeyin!
çe Anlamı, Bakış y., s. XXIV; Ali Ünal,
etmeyi beraberinde getirdi. Mo-
Kur’ân’ın Temel Kavramları, Beyan y., s.
dern kentler betonla ve asfalt- Son iki âyet, kainatın gerek
47-50.
la örtülünce, yağmur rahmet ol- makro gerekse mikro plandaki 2 Namaz ve vakitleri hakkında daha ge-
maktan çıktı, zahmete hatta fe- muhteşem düzenini intaç eden niş açıklama için bkz: Abdullah Yıldız,
lakete dönüştü. Şimşekli yağmur, temel yasayı işaret buyuruyor. Namaz Bir Tevhid Eylemi, Pınar y., s.
bereket ve umut değil korku un- Kainattaki tüm varlıkların, nes- 57-61.
suru haline geldi. nelerin ve kişilerin zorunlu ola- 3 Rağıb el-Isfahanî, el-Müfredat, çev. Yu-
rak O’na itaat ettiğini; iradi var- suf Türker, Pınar y., s. 1546-1548, “Ve-
6) Kozmik Duruş: Gök ve Yer lık olan insanın da kainat koro- De-De” maddesi.

8 UMRAN KASIM ’09


Gündem

DOLAR KARDEŞLİĞİ VE
YENİ IMF
DİLAVER DEMİRAĞ

İktidar dendiğinde çoğu kez Başbakan’ın hali ise doğru- dan kesilerek alınan borçla-
aklımıza, şiddet yolu ile insanlar su bir zorluğu yansıtır konum- rı iç eden komprador serma-
üzerinde baskı kuran bir hüküm- daydı. Bir yandan İsrail konu- yeye prim vermeyerek halkın
darlık erki gelir. Oysa artık ikti- sunda, İran konusunda farklı yanında yer aldığını gösteriyor,
dar bu değil. İktidarın yeni adı davranan, uluslararası güçlerin diğer yandan içerde neo-liberal
cilalı imaj. Artık iktidar bedeni körü körüne savunuculuğunu politikaların en militan uygu-
değil doğrudan zihni hedef alı- yapmayan, çok yönlü dış politi- layıcısı olarak özellikle toplu-
yor. Aslında bu yeni iktidar biçi- ka ile ilk kez bu ülkede farklı bir mun zayıf katmanlarının ümü-
mi eski hükümdarlıklardaki tapı- dış politika örneği sergileyen ğünü sıkan politikaları uygu-
naklara benziyor, yeni iktidarın bu hükümetin Başbakan’ı ola- luyor, diğer yandan da ekme-
rahipleri ise profesyoneller. rak, toplantıda yaptığı konuş- ğe muhtaç edilmiş insanlara
Dolayısıyla geçmiş dönem mayla farkını ortaya koyuyor, kömür ve gıda yardımları ile
iktidarlarına nasip olmayan çok salondakilerin, aslında eylemle- yara üzerine bant yapıştırıyor.
büyük bir güç bu. Modern ikti- ri dolayısıyla dışarıda susturul- ‘Sermayenin dini olmaz, ser-
dar olarak sermaye ve onun maya çalışılanların sesini duy- maye nereden ve nasıl gelirse
rahipler ordusu olarak medya ması gerektiğini vurguluyor ve başımız üzeredir’ diyordu. Bir
insanların zihnini köleleştirmek demokratlardan, yoksullardan yandan G-20’de egemen dev-
için var. ve sesi kısılmışlardan yana tavır letlerin aldığı kararlara karşı
Bunları yazma nedenim dil- koyuyordu. Ama öte yandan da çıkılmadan aynen adapte edili-
lere destan bir özgürlük savu- aynı hükümetin polisi, eylem- yor, diğer yandan IMF’ toplan-
nuculuğu yapan liberal bir ciler daha Taksim’den dışarı tılarında dünya yoksullarından
gazetemizin, içerde güvercin- çıkar çıkmaz onlara saldırarak yana tavır takınılıyor.
ken dışarıda tamamı ile şahin- bu vicdan hareketine karşı hiç Kısacası dış politikada yerli
leşmesi. Obama ve AB karşısın- de hoş görülü olmadığını, küre- davranan, onurlu tutum takı-
da sus pus olan bu yayın organı sel sermayenin bekçiliğini yap- nan hükümet, ekonomi poli-
IMF-Dünya Bankası toplantıları tıklarını göstererek, Başbakan’ı tikalarında neo-liberal denen
yapılırken de IMF ve DB’yi kol- “adeta bu ne perhiz bu ne laha- vahşi kapitalist politikaların en
layan bir yayın politikası izledi. na” konumuna sokuyorlardı. militan uygulayıcısı konumun-
Ekonomist köşe yazarları bize Allahtan kırmızı gören boğa- da ve vahşi kapitalist metropol-
ısrarlı bir biçimde artık IMF’nin ya dönüşmüş kimi sol gruplar ler ile aynı paralelde.
eski IMF olmadığını, değiştiğini sayesinde Başbakan zor durum- Bunu uygulayan hükümet
dolayısıyla ona karşı çıkmanın, da kalmaktan kurtuldu. İslami bir geçmişe sahip olma-
ayakkabı fırlatmak gibi kötü Hükümetin çelişkileri bun- sa, muhafazakâr tutumları ile
eylemlerin yapılmasının da bir dan ibaret değil elbette. Bir öne çıkmasa, bu derin çeliş-
fosillik örneği olduğuna bizi yandan IMF’ye boyun eğilmi- ki ve tutarsızlıklar da bu denli
ikna etmeye uğraştılar. yor, içerde halkın boğazın- göze batmayabilirdi. Oysa

KASIM ‘09 UMRAN 9


Gündem

ri, oy haklarının olması IMF’ye


daha demokratik, daha meşru
bir görüntü sağlayacak.
Bu süreçte daha ‘adaletli
temsiliyet’ iddiasıyla ‘gelişmek-
te olan ülkeler’ diye tanımla-
nan Türkiye gibi ülkelerin oy
gücü arttırıldı. Fakat bu ülke-
ler karar mekanizması üzerin-
de hiçbir şekilde etkili değil.
Çünkü kotası artırılan ülke-
lerin oy potansiyeli yüzde 5’i
geçmiyor ve en yüksek kotaya
sahip ABD’nin kotası tek başı-
na yüzde 17.
IMF’nin değişim geçirme-
Başbakan’ın da, hükümetin de izlemesi söz konusu olacak-
ye mecbur olduğunu savunan
İslam konusunda samimiye- tır, çünkü IMF’nin asıl patronu
iyimserler artık Washington
ti kuşku götürmez, ama İslam ABD idi, nitekim. IMF son G-20
Uzlaşısı’nın yani eski vahşi kapi-
algısı noktasında protestanca toplantısı sonrası hem elinde-
talist yöntemlerin ya da neo-
denecek bir tutumun hayata ki fon miktarını arttırdı hem de
liberal politikaların geçerli-
yansıması ister istemez kafalar- daha işbirliği eksenli politikalar
liğini yitirdiğini savunuyor-
da soru işaretlerine yol açıyor… izleyeceği izlenimi verdi.
lar. Özellikle 1997’deki Asya
Bu olgulara dikkat çektikten Bu nedenle Fon yeni bir
Krizi’nden sonra IMF’nin ciddi
sonra IMF değişti diyen ve hükü- varoluş nedeni arayışı içerisin-
bir iç revizyon yaşadığı görü-
metin görüşlerine çok değer de. Kendi geleceğini etkileye-
şündeler. Bu süreçlerle birlik-
verdiği liberal kesimin zihinle- cek gelişmeler doğrultusun-
rimizde yarattığı sisi dağıtmak da, IMF önemli bir reform ger- te IMF’nin yeni bir sorumluluk
için IMF değişti mi buna bak- çekleştirmeyi hedefliyor. IMF alanı bulduğu ve adeta küllerin-
mak gerekiyor. Dahası IMF top- Başkanı Rodrigo Rato’ya göre den yeniden doğduğunu ifade
lantılarında açlık, yoksulluk vb. bu yeni görevin daha çok ‘ulus- ediyorlar. Bu yeniden doğuşun,
konulara dikkat çekilmesi, en lararası dengesizlikler üzerin- neo liberalizmin küresel ölçekte
hafifinden pişkince mi buna da de bir kontrol mekanizma- kurumsallaşmasını ve hegemo-
bakmak gerekiyor. sı oluşturmak’ üzerine odak- nik bir yapı olmasını sağlayan
laşması gerekiyor. Çin, Güney ‘Washington Uzlaşısı’nın artık
IMF Değişti mi? Kore, Meksika, Türkiye’nin IMF hükmünü yitirdiği bir dönemde
IMF değişti diyenler tezle- içindeki ağırlığını artırmak da yaşanıyor.
rini genel olarak şu verilerin bu reformun bir parçası. Kriz Bu olguya iyimser ve kötüm-
üzerine kuruyor. Neo-liberal sonrası etkisiz kalan IMF bun- ser boyutu ile bakanlar var.
politikalar eskisi gibi savu- dan sonra Macaristan’ı bütçe Kötümserlerin başında Joseph
nulmuyor, Obama ile birlik- açığından dolayı azarlamak Stiglitz geliyor. Stiglitz IMF’nin
te neo-keynesyen politikalar yerine, Çin’in bütçe fazlası ile bir iç dönüşüm ve değişim geçir-
artık uygulanmıyor, Obama’nın uğraşmayı planlıyor. Çinlileri diği konusunda epey çekince-
yeni dönemde “daha demokra- döviz rezervi yapmaya son ver- li bir tutum sergiliyor. Stiglitz’e
tik kurumlar” anlayışı eksenin- meye ve iç tüketimini artırma- göre IMF’nin, ‘vahşi’ politikala-
de yeniden yapılanan IMF’nin ya ikna etmek için IMF kararla- rından taviz vermeye niyeti yok;
bu dönemde, sıkı maliye poli- rının meşru görünmeye ihtiya- Letonya`da harcamaların yüzde
tikasından vazgeçerek Obama cı var. Ekonomilerin ağırlıkları 40 düşürülmesi isteği bunun en
politikaları ile uyumlu bir çizgi doğrultusunda temsil edilmele- açık örneği. Elbette bu noktada

10 UMRAN KASIM ’09


Gündem

bir ironinin altını çizmek gere- sonrasında yaşanan gelişmeler, lık kazanıyormuş görünmesi-
kiyor. Barack Obama ve Gordon küresel ekonomide sadece tek nin ardında ABD’nin Ortadoğu
Brown Keynesyen bir mali uyarı bir hükümran para biriminin politikasında Türkiye’ye önem
paketi ile sistemi düzeltmeye bütün dünya ticaret ve finans vermesinin olduğu görüşünde-
niyetlenirken, onlar adına bu hareketlerine hizmet etmek- ler. Yani IMF’de, BM’de daha
kaynakları küresel olarak dağı- te ne denli sorunlar yarattığı- çok söz sahibi olmak, ener-
tacak aktör IMF olarak belirle- nı gözler önüne sermiş bulunu- ji koridoru olmak noktasında,
niyor. IMF`nin geçmişteki hata- yor. Ancak ne IMF, ne de kendi- ABD’nin güvercin görünümlü
larından ne kadar ders aldığını sini dünya ekonomisinin idare şahin politikalarında Türkiye
ve ne denli dönüştüğünü henüz mercii ilan eden G-20 hareketi- bir Truva atı olsun diye olta-
bilmiyoruz. nin gündeminde ABD Doları’na ya takılan bir yem. Bu tespi-
• Döviz kurlarının “ser- karşı bir almaşık para birimi- ti yapanlar şu verileri tezlerine
best” piyasaya terk edilmesi: nin oluşturulması söz konusu. dayanak yapıyorlar. IMF`den en
Döviz kurları, “yüzen” kur reji- Oysa, küresel kriz, İkinci Dünya çok borç alan üye ülke unvanını
mi söylemi altında uluslarara- Savaşı’ndan bu yana ABD’nin korumasına rağmen Türkiye’nin
sı sermaye hareketlerinin kısa finansal hegemonyasına dayalı IMF kotası ve oy oranının artırıl-
uluslararası para sisteminin ne masının, ‘başarı ve adalet’ kav-
dönemli spekülatif kararlarına
denli çarpık ve kırılgan olduğu- ramlarıyla açıklanamayacağını
ve -deyim yerindeyse- kapris-
nu belgeliyor. savunuyorlar. Ekonomisi kırıl-
lerine terk edilmiş durumday-
Kısacası dışardan verilen gan bir ülkenin kotası yüksel-
dı. Milyarlarca dolarlık serma-
izlenim, bu dönemde sosyal tilerek; hem karar mekanizma-
ye hareketleri anlık kararlar
demokratımsı bir kapitalizmin sında sahip olduğu oy oranı-
neticesinde yön değiştiriyor ve
tercih edileceğini gösterse de nın hem de IMF kaynaklarından
bu da birçok ülkeyi çok yük-
belgeler bunu doğrulamıyor. yararlanma ölçüsünün değişti-
sek boyutta rezerv biriktirme-
Peki, yaşanan bu süreçte rilmesini Ortadoğu’daki geliş-
ye zorluyordu. Bunun ötesin-
zenginlik-yoksulluk kutuplaş- melere bağlıyorlar:
de, kurların belirlendiği piya-
ması aşıldı mı? Ortadoğu’daki paylaşımın,
saların ne serbest, ne de şef-
güç dengelerine göre yeni-
faf olduğu; ulus ötesi şirket-
Neden Türkiye? den incelenip enerjiden made-
lerin tekelci uygulamaları ve
IMF’in toplantılarında ne, eğitimden sigortacılığa tüm
kuralsızlaştırılmış küresel ser- sektörlere ait anlaşmaların bu
Türkiye’yi üs olarak belirle-
maye hareketlerinin yönlen- yeni düzene göre biçimlenece-
mesi, hem vitrinde G-8 yeri-
dirdiği döviz fiyatlarının, ülke- ne G-20’nin olması ve böyle- ğini söylüyorlar. Yani Türkiye
miz de dâhil olmak üzere, bir- ce Obama ile hayata geçiyor- geçmişte olduğu gibi küresel-
çok gelişmekte olan ekono- muş gibi gösterilen insan yüzlü ci politikaların bölgesel koçba-
mide uyumsuz (aşırı ucuz) bir kapitalizm imajının pekiştiril- şı olacak.
denge yarattığı görülmektey- mesi hem de yeni dönem küre- Bu küçük dikkat çekme
di. IMF uzmanları, döviz kurla- sel politikalar ile bağlantılı kimi olgusundan sonra IMF toplan-
rındaki bu tür uyumsuzlukları beklentiler akla pek çok soru tıları sırasında basında çıkan
fark ediyor görünmelerine kar- getiriyor. Ama söz konusu libe- iki habere dikkat çekmek isti-
şın, döviz piyasasına müdaha- ral rüzgarların ayartısına kapıl- yorum.
le etmenin küresel sermayenin mayanlar, Türkiye’nin IMF’nin
hesaplarına kaçınılmaz olarak yeni döneminde, sonbahar top- Utanmazlığın IMF’Sİ
karışmak anlamına geleceğin- lantısında adres yapılarak bir Türkiye toplantıları yapı-
den, henüz bu konuda bir tasa- nevi enerji, finans üssü olarak lır, polisimiz sayesinde İstanbul
rım gerçekleştirebilme cesare- küresel aktörmüş gibi davranı- savaş alanına dönüşürken
tini göstermiş değiller. lıyor olmasına dikkat çekiyor- basında birkaç haber çıktı ve
• ABD Doları’nın uluslara- lar. Bu görüşü savunanlar, son bunlar IMF değişti mi, sorusuna
rası rezerv para konumu: 2007 dönemlerde Türkiye’nin ağır- cevap verecek nitelikteydi.

KASIM ‘09 UMRAN 11


Gündem

Mesela, 5 Ekim tarihli haber rı Guyana’nın, David Shaw’ın ABD ve İngiltere’nin ban-
sitelerinde “Bill Gates’in Serveti 2.5 milyar doları ise Belize’nin kaları, krize yol açan şirketleri
140 Ülkeden Fazla” denili- GSYH’si ile paralel gidiyor. kurtarmak için harcadığı para
yor ve şu açıklama yapılıyor- Forbes’in listesindeki 400 ile yoksulluk, yeryüzü ölçeğin-
du. Habere göre Forbes dergi- Amerikalının sahip olduğu
de tarihe karışır, su kıtlığı ve
sinin geçen hafta yayımlanan servetin toplamı 1.27 trilyon
açlık, temiz su şebekesi olma-
en zengin 400 Amerikalı liste- dolar. Listenin birincisinin 50
ması gibi sorunlar tamamı ile
sindeki kişilerin yat, jet, şato milyar, sonuncusunun 950 mil-
ve ada dışında bazı ülkeleri de tarihe gömülürdü. Ama bun-
yon doları var. Listedeki isim-
satın alabilecek güçte olduğu lerin 274’ü servetlerini kendi- lar elbette gerçekçi değil mi
açıklanmıştı. leri elde etti, 74’üne servetle- hem zaten yoksullara yapılan
ABD’nin “en zengini” olan ri tamamen, 52’sine ise kısmen yardımlar sonucu askeri dikta
Bill Gates’in 50 milyar dolar- miras kaldı. rejimleri bu yardımları iç edi-
lık serveti, aralarında Kosta Aynı günlerde bir başka yor değil mi? Ha birkaç rakam
Rika, El Salvador, Bolivya ve haberde ise Dünya Bankası’nın daha, Türkiye’nin IMF’ye olan
Uruguay’ın da bulunduğu siyahî ve yoksul ülke köken- borcunun faizi ile Türkiye eko-
140 ülkenin gayri safi yurti- li yardımcısının demecine yer
nomik olarak şimdikinin kat
çi hâsılasından (GSYH) daha veriliyordu. Dünya Bankası
ve kat üzerine çıkabilir, sağlık,
fazla. Gates’in serveti, çok az Başkan Yardımcısı Dr. Ngozi
eğitim gibi sosyal politikalar-
bir farkla da olsa, Tanzanya ve Okonjo-Iweala, “90 milyon
Myanmar’ın GSYH’sinin gerisin- insan krizde yoksulluk sınırı- da, çok ama çok büyük mesafe
de kalıyor. Geçen yılın birin- na indi. Yüz milyonlarca insan kat edilebilirdi. Sadece 1 saat-
cisi olan, ancak bir yılda 10 aç. Bunlar rakam değil insan. lik faiz rakamı ile şimdikinin
milyar dolar kaybederek ikin- İşsizlik her yerde sıkıntı yara- iki üç katı okul, iki-üç katı tam
ciliğe düşen Warren Buffett, tır ama yoksul ülkede çocukla- teşekkülü hastane açılabilirdi.
sahip olduğu 40 milyar dolar rın ölümüne sebep olur” diye- Bir günlük ödeme ile doğuda
ile Kuzey Kore’nin GSYH’siyle rek derin çelişkiye dikkat çeki- işsizlik sorunu tamamı ile tari-
eş değerde servete sahip. yordu. Iwela, Gelişmiş ülkelerin he gömülür, yolsuz köy, okul-
Listenin 8. sırasında yer alan çıkardığı krizin bedelini yok-
suz hastanesiz yer kalmaz hatta
New York Belediye Başkanı sul ülkelerin de ödemek zorun-
sağlık giderleri nedeni ile katı-
Michael Bloomberg’in, Güney da kaldığını ve bu bedelin ger-
lım payı, emekli maaşlarının
Afrika ülkesi Zambiya’da üre- çekten çok derin olduğunu söy-
tilen mal ve hizmetlere eşde- leyerek, “Az gelişmiş ülkeler- düşüklüğü gibi sorunlar tama-
ğer 17.5 milyar dolarlık serve- de etkisi daha çok oldu tabii. mı ile sona ererdi.
ti bulunuyor. Emlak zengini Yoksul ülkeler zaten az olan Dünyada zengin ülkelerde
Donald Bren, 12 milyar dola- ticaretlerini kaybettiler. Ayrıca makyaja, oyuncağa, kozmeti-
rıyla Haiti’nin ekonomisi kadar göçmenler ülkelerine dönmek ğe, dondurmaya, maden suyu-
bir güce sahipken, kumarha- zorunda kaldı. 90 milyon insan na verilen paralar ile açlık ölüm-
neler kralı Sheldon Adelson daha yoksulluk sınırına indi. leri, temiz su şebekesi olmayışı
sahip olduğu 9 milyar dolar ile Kamboçya’da 30 bin insan,
nedeniyle her yıl 8 milyon civa-
Bahamalar’ın GSYH’sini yakalı- Zambiya’da 10 bin insan işini
rında insanın hayatını kaybet-
yor. Dünyanın en büyük sanal kaybetti. Bunlar rakam değil;
mesi ortadan kalkabilirdi. Bir
müzayede ortamı e-bay’in insan. Gelişmiş, zengin bir ülke-
füze sistemine ve birkaç uçağa
kurucusu Pierre Omidyar da de biri işini kaybettiğinde sade-
5.5 milyar dolarlık serveti ile ce sıkıntı çeker. Fakat yoksul verilen paralar ile yoksulların
Somali’nin ekonomisini kontrol ülkede işsizlik, çocukların okula borçları ödenebilirdi.
edebilecek güçte. Yönetmen gidememeleri hatta ölmeleri Sınırsız eşitsizlik, kapitaliz-
George Lucas’ın 3 milyar dola- demektir.” diyordu. min diğer adı değil mi zaten?!...

12 UMRAN KASIM ’09


Gündem

BATI’DAN DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNE


SON BİR KATKI

TARIK RAMAZAN
ERASMUS ÜNİVERSİTESİ’NDEN
KOVULDU
ALPEREN GENÇOSMANOĞLU

Geçtiğimiz günlerde Ta- gulamaların tekrar düşünül- rın barış içinde, rahat bir yaşam
rık Ramazan, İran’dan ya- mesi konusu İslam âlemindeki için gereken “haklarıyla” çok
yın yapan Press TV’de prog- çok merkezi tartışmalardan farklı renklerin bir araya geldiği
ram sunması gerekçe gösteri- biri; Tarık Ramazan’ın orta- bir ütopya kültürel-çoğulculuk.
lerek Hollanda’da misafir aka- ya attığı bir şey değil. Rama- Bu aslında, egemenlerin her za-
demisyen olarak çalıştığı Eras- zan İsviçre’de doğup, büyümüş man bir manipülasyon yöntemi
mus Üniversitesi’nden kovuldu. ve Batı toplumundaki üst dü- olarak kullandığı, zehirin üstü-
Peki, kimdi Tarık Ramazan ve zey eğitim sistemlerinden geç- nü elma şekeriyle kapatıp, in-
neden kovuldu? miş bir “Avrupalı” ve bunun sanlara yedirmeye çalışmasının
Aslında iki farklı kulvardaki doğal bir sonucu olarak olay- yeni bir örneği sadece. Kültürel-
vasıfları onu farklı kılıyor. Onu lara gayet Avrupa’nın içinden çoğulculuğun gerçek karşılığı,
görünür kılan ilk özelliği ken- bakabiliyor, işte asıl mesele bu- tüm ideolojilerin ve söylemlerin
di çabasıyla ortaya koymaya rada baş gösteriyor: Batı’nın tehlike olmaktan çıkarılıp libe-
çalıştığı görüşleri: “Gelenekçi- ana parametreleri içinde ahla- ralizmin şemsiyesi altında dün-
ler” tarafından İslam’ın Mar- ki bir form olarak var olabile- yaya dair iddialarını kaybetmiş
tin Luther’i benzetmelerine ka- cek bir İslam algısı. Aslında tam küçük kültürel süreçlere dön-
dar sert eleştirilere maruz ka- da burada Avrupa’nın önde ge- dürülmesi projesidir. Peki, Ta-
lan Tarık Ramazan’ın fikir dün- len üniversitelerinde verdiği bir rık Ramazan bu şemsiyeyi aştı
yasına giriş yapalım. Onun asıl ders geliyor akıllara: Kültürel- mı ki böyle bir muameleye tabi
ve üzerinde en çok konuşulan çoğulculuk. tutuldu? Bu noktada tabloyu
tezleri Avrupa İslamı ve çok- Burada ilginç bir tezatla kar- daha net görebilmek adına Ta-
kültürcülük. Tarık Ramazan’a şılaşıyoruz, kültürel-çoğulculuk rık Ramazan’ın fark edilmesini
sıkça yöneltilen eleştirilerin ba- dersinin verildiği bir yerde sağlayan diğer yönüne de dik-
şında, onun dindeki bazı uygu- hem de dersi veren hoca “öz- kat çekmeliyiz.
lamalarda değişikliklere gitmek gür düşünce”nin ve bilimin yu- Bugün dünyadaki en önem-
istemesi gösteriliyor ama tartış- vası olan üniversiteden kovula- li İslami hareketlerden biri ol-
ma ve değerlendirme böyle yü- bilmesi. Bu olay bizi kültürel- ması yanında, dünyadaki pek
zeysel bir düzlemden değil çok çoğulculuğun anlamını tekrar çok emperyalizm karşıtı İslami
daha derinden ve zihniyet tah- düşünmeye itiyor. Batı tarafın- direniş örgütlerinin kuruluşun-
liline kapı açan bir yerden ya- dan, kendini revize etmenin bir da bilfiil rol almış olan İhvan-ı
pılmalı, çünkü dindeki bazı uy- aracı olarak sunulan, insanla- Müslimin hareketinin kurucu-

KASIM ‘09 UMRAN 13


Gündem

nu tehdit eden ve bir biçimde


sürekli ortaya çıkan unsur) ta-
nımlanan kesime karşı saplantı-
lı bir devlet kontrolü, diğer ta-
raftansa karşıdakini terörize ol-
maya zorlayan bir form oluşu-
yor. Peki, ama hukuk devletinin
olduğu bir yerde insanlar nasıl
suçsuz yere böyle muamelelere
tabi tutulabilir? Bu aslında tam
da hukuk devletinin yapısıyla il-
Tarık Ramazan gili bir durumdur. Hukuk dev-
letinde “istisna hali” denen bir
su şehit Hasan el-Benna’nın to- ses İslam’ın, alternatif mede- süreç mevcuttur, burada hukuk
runu, Tarık Ramazan. Bu da bir niyet potansiyeline sahip olu- kendini askıya alır (darbeler, iş-
bakıma Tarık Ramazan’ın “radi- şu da korkunun kaynağı hali- kencede insanların ölmesi…) ve
kal” İslami hareketler ile bağ- ne geliyor Batı için. Ama tabii ki her türlü şey o istisna anında
lantısının kurulmasına sebep Batı’nın tutumunu İslam’a kar- mümkün olur. Agamben’e göre
oluyor sanırım. Böyle bir du- şıtlıkla sınırlandırmak, Batı’yı “modern totalitarizm, istisna
rumda İslam özelinde düşündü- tam olarak anlamlandırama- hali aracılığıyla, yalnızca siya-
ğümüzde Batı’nın, Tarık Rama- yacağımız bir yere kilitler bizi. si hasımlarını değil, şu ya da bu
zan üzerinden somutlaşan İs- Olayın diğer boyutlarını göz- şekilde sistemle bütünleşeme-
lam düşmanlığının sebeplerini leyebilmek adına Fransa’daki yecekleri belli olan yurttaş ke-
nasıl açıklayabiliriz? bir örnek üstünden gidelim. simlerinin ortadan kaldırılması-
Bunun önemli bir sebebi Paris’in dış kısımlarındaki anar- na izin veren bir iç savaş olarak
“toplumsal hafıza”, bir hafıza şist bir hareket, kendilerine bir
tanımlanabilir.”
oluşturabilmek neredeyse on- köy hayatı kuruyor ve şehre sa-
Yazı boyunca bahsettikle-
tolojik bir problemdir, yani ol- dece bildiri dağıtmak için iniyor,
rimizle bir yandan bağlantı-
madığı takdirde insanların ve işte bir süre sonra devlet hiçbir
lı ama bir yandan da daha te-
toplumun kendini anlamlan- geçerli sebep gösterememesine
mel bir noktayı işaret eden, ola-
dırma bunalımı içine sürüklen- rağmen burada yaşayan 9 anar-
yı kökeninden çözmeye yönelik
mesine doğru evrilen bir süreç. şisti tutukluyor1. Bu olayı ince-
bir soru var: Holocaust Aydın-
Batı’nın hafızasına baktığımız- lediğimizde, aslında anarşist-
lanma tarihinde bir kaza mıydı
da, eğer aydınlanmayı ergen- lerin devlete veya topluma fi-
yoksa zaten bu olay modernite-
lik, akıl-baliğ olma süreci olarak ziksel hiçbir zararları olmadığı
değerlendirirsek, çocukluğun- görülüyor ama cari olan yapı- de içkin bir durum mudur?2 Ben
da sürekli İslam’ın korkulan bir ya bir alternatif oluşturma ihti- burada bu soruyu yanıtlamak
şey olarak görülmesi. Psikoloji- malini içlerinde barındırıyorlar, yerine liberal değerler hakkın-
de de dile getirildiği üzere ço- işte bu alternatifliği karşısında- da öğretici bir pozisyondayken
cuklukta edinilen korkular bir ki tavrı bize, liberalizmin, teh- “Hukuk Devleti”nin istisnai bir
daha hayat boyu kolay kolay bı- like olarak algıladığı şeye karşı uygulamasına maruz kalan Ta-
rakmaz insanı. İkinci bir neden ne kadar totaliterleşebileceği- rık Ramazan’a bu soruyu yö-
ise, Fukayama’nın Tarihin Sonu ni gösteriyor. Aslında üzerinden neltmeyi yeğlerim.
diye zaferini ilan ettiği liberaliz- gittiğimiz iki örnekte de neo-
min artık sesli bir şekilde eleş- liberalizm ile birlikte oluşan gü-
tirilmeye başlandığı bir dünya- venlik toplumu modelinin bir 1 Geniş bilgi için: http://tarnac9.word-
press.com/
da, dünyaya yeni bir ruh üfle- sonucu olarak devlet karşısında 2 Geniş bilgi için: Bauman Zygmunt,
yip, hâkim olmaya aday yegâne terörist diye (güvenlik toplumu- Modernite ve Holocaust.

14 UMRAN KASIM ’09


Düşünce

KİMLİK SORUNUNA YENİ


BİR YAKLAŞIM
PROF. DR. BURHANETTİN CAN

«Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı


terk edilmiş olarak bıraktılar.»”
(25/ 27-30)

Giriş de dine ve toplumsal değer- Çift kişilikli insanların art-


Osmanlı aydınlarının lere, onları yaşamdan tasfi- ması, ne zaman, neyin, nasıl
“Türkleşmek, İslamlaşmak, ye etmek için savaş açmışlar- yapılacağı konusunda karar-
Batılılaşmak” formülleri ara- dır. Ortaya çıkan boşluğu, batı sızlık ve karamsarlıkları artır-
sında toplumdan kopuk tar- medeniyetinin farklı renklerini mıştır. Kimin ne zaman, nasıl
tışmaları ve çözüm arayışla- bir araya getirerek oluşturduk- davranacağının bilinmeme-
rı, sonuç vermediği gibi taraf- ları eklektik bir yapı ile doldur- si güven duygusunu yıkmıştır,
lar arasındaki görüş ayrılığı- maya çalışmışlardır. “Altı Ok”, dayanışmayı çözmüştür, birey-
nı daha da derinleştirmiştir. böyle bir eklektizmin garip bir ciliği öncelemiştir. Yalan, dolan,
Cumhuriyet’le beraber ‘yeni ürünüdür. Yeni sistemin değer- talan, aldatma, vurgun, soy-
bir ulus yaratma’(!) hayali ile leri, Batı’nın farklı ülkelerin- gun, doyumsuzluk, baskı, şid-
önceleri “Türkleşmeye ve batı- den devşirilerek ve toplumsal det, cinayet, karalama, tehdit,
lılaşmaya”, sonraları da yalnız- bünye ile uyuşup uyuşmadığı- hırsızlık, normal kişilik özellik-
ca “batılılaşmaya” dönük çalış- na bakılmadan, zorla, tehditle, leri olarak meşruiyet kazanmış-
malar, çok önemli bir fırsatın baskı ile, hatta şiddetle uygula- tır. Uyuşturucu, alkol kullanı-
kaçırılmasına neden olmuş- ma alanına konmuştur. mı, kumar, fuhuş yaygınlaşmış-
tur. Sanal bir halkın inşası için, İthal edilen ve taklit ile inşa tır. İnsanları sürüleştirme, birey-
yaşayan halkın düşman ola- edilmeye çalışılan yeni değer selleştirme, sindirme, korkut-
rak algılanması çok büyük bir sistemi, varolan yerli değer sis- ma bir yönetim anlayışı haline
potansiyel ve motivasyon kay- temi ile uyuşmadığı gibi onu gelmiştir. Düşünme ve düşün-
bına neden olmuştur. tamamıyla tasfiye edememiştir. ce doğrudan olmasa bile dolay-
Batı’nın bilim ve teknolo- Ne ithal değerler yerli değer- lı olarak potansiyel tehlike ola-
jideki baş döndürücü gelişimi leri tasfiye edebilmiş ne de rak addedilmiştir. Bu konuda-
ve batı karşısında alınan sürek- gücün korunması altındaki ithal ki mahkûmiyet uygulamaları ile
li mağlubiyetlerin oluşturduğu değerleri yerli değerler absor- topluma gözdağı verilmektedir.
yılgınlık, bezginlik, ezilmişlik, be edebilmiştir. Ancak birbirle- Tornadan çıkmış tek boyut-
hor görülmüşlük, dönemin sivil rini karşılıklı etkilemişlerdir. Bu lu, tek tip insan özlemi, özgür
ve asker ileri gelenlerini yanlış etkileşim anaforunda hetero- tartışma ortamını yok etmiştir.
bir anlayışa ve yanlış bir arayışa jen, melez bir yapı oluşmuştur. Ortalığa salınan bir korkunun
itmiştir. Geri kalmışlığın nede- Şizofren denebilecek, iki fark- anaforunda insanlar, kodlar-
nini dinde ve toplumsal değer- lı değer arasında bocalayan bir la, sembollerle iletişim kurma-
lerde aramışlardır. Onun için toplum meydana gelmiştir. ya çalışmıştır. Toplum muhbir

KASIM ‘09 UMRAN 15


Düşünce

nu araması, sorgulaması doğal-


dır. Bu sorular, mevcut kimlik-
ten şüphe edilip yeni bir kim-
lik arayışına başlandığının gös-
tergeleridir.
“Kimiz, kimlerdeniz; nere-
den gelmiş, nereye gideriz?”
ünlü Ressam Gauguin yaptığı
bir tabloya bu adı vermiştir.(1)
Bu sorgulama, kimlik arayışın-
da veya kimliğin değerlendi-
rilmesinde temel niteliğinde-
dir. Burada yalnızca “kim oldu-
ğu” ve “kimlere ait olduğu”
sorgulanmıyor, “nereden geli-
nip nereye gidildiği” de sorgu-
lanıyor.
Hayatın başlangıcı ve sonu-
olmaya zorlanmıştır. Muhbirlik nin yarattığı kaostur. Bir kül-
cuna ilişkin bir sorgulama,
meşru bir özellik haline gelerek türel deformasyon ve ortak doktriner(akidevi) bir arayıştır.
bizatihi kurumların çalışması- değer sisteminin çöküşü ve Hayat, kâinat, insan ve bunla-
nı kilitlemektedir. Ülke darbe- çözülmesidir. Bizi temsil eden rın başlangıç ve sonuçlarına iliş-
ler, cuntalar, çeteler ve mafya- örnek insanın kayboluşudur. kin sistemli bir düşünce orta-
lar ülkesi olmuştur. Ne zaman, nasıl davranacağı ya koymak demek bir doktrin
Halka güvenilmemekte ve belli olmayan bir insan unsuru, ihdas etmek demektir, değer-
halkın bizzat kendisi tehlike işte asıl büyük tehlike budur. ler sistemi oluşturmak demek-
olarak görülmektedir. Ülke ne Uzun yıllar uygulanan yanlış tir. Değer sistemi, hayatın baş-
hikmetse iç tehdit(!)’den kurtu- politikalardan dolayı Türkiye langıcı, sonucu, ölüm ötesini
lamamaktadır. “Sanal bir halk” atomize olmaktadır. Sürekli iki kuşatacak bir donanıma sahip-
için “yaşayan halkın” tehli- iç tehdit algısı ile Türkiye bu se evrensellik iddiasında bulu-
ke olarak algılandığı belki de duruma getirilmiştir. O neden- nabilir. Değer sistemleri çözüm
başka bir ülke yoktur. Dost kim- le Türkiye’nin şu an yaşadığı en üretebildikleri ve üretilen
dir, düşman kimdir belli değil- ciddi mesele, bir kimlik krizidir. çözümleri, bireyleri mutlu ve
dir. “At izi, it izine karışmıştır”. Burada genel olarak kimli- tatmin edebildiği sürece hayat-
Toplumun, devletin bütün ğin ne olduğu ele alınıp ince- ta kalabilir. Evrensellik iddia-
kurumlarına olan güveninde lenecektir. sındaki değer sistemlerinde
ciddi bir erozyon meydana gel- değerler, iki ana sınıfta topla-
miştir. Halkın kamplara ayrıla- Kimlik Nedir? nabilir. Birincil değerler ve ikin-
rak yalanla, vaatle, aldatma ile Toplumların bunalım cil değerler.
hatta tehdit ve şantajla yönetil- dönemlerinde insanların, en Birincil değerler; zaman
mesi, 200 yıllık tarihin belki de azından bir kısım insanın, “ne ve mekândan bağımsız, kalı-
en belirgin vasıflarından biridir. oluyoruz,?”, “nereye gidiyo- cı, değişmeyen, o değer sis-
Bütün bunların gerçek sebe- ruz?” diye sorması normaldir. temi için olmazsa olmazlardır.
bi nedir? Kendi kökenini, nereden gelip İkinciller, birincillerle uyum-
Gerçekte karşı karşıya gel- nereye gittiğini, hangi kültür lu ve fakat zaman ve mekâna
diğimiz sorun bir kimlik krizi- ve medeniyete dâhil olduğu- bağımlıdır. Birinciller değişme-

16 UMRAN KASIM ’09


Düşünce

den kalırken, ikinciller değişik


coğrafyada, farklı koşullarda, Gerçekte karşı karşıya geldiğimiz
farklı zaman dilimlerinde fark-
sorun bir kimlik krizinin yarattı-
lı şekiller alabilir. Hatta uygu-
lamadan kalkabilir de. Aynı ğı kaostur. Bir kültürel deformasyon ve
koşullar meydana geldiğinde, ortak değer sisteminin çöküşü ve çözül-
yeniden uygulanabilir. Teknik
bir terimle ifade edersek birin-
mesidir. Bizi temsil eden örnek insanın
cil değerler, işaretin ana fre- kayboluşudur. Ne zaman, nasıl davra-
kansıdır; ikincil değerler ise,
nacağı belli olmayan bir insan unsuru,
harmonikleridir. Harmonikleri
istediğiniz kadar alır ya da atar- işte asıl büyük tehlike budur. Uzun yıllar
sınız. Ancak ana frekansı attığı- uygulanan yanlış politikalardan dola-
nız zaman işaret yok olur.
Bir değer sistemi, fark-
yı Türkiye atomize olmaktadır. Sürekli
lı değer sistemleri ile etkileşe- iki iç tehdit algısı ile Türkiye bu duru-
rek yeni ikincil değerler kaza-
ma getirilmiştir. O nedenle Türkiye’nin
nabilir. Bu boyutu ile bakıl-
dığında karşılıklı etkileşimin şu an yaşadığı en ciddi mesele, bir
sonucu olarak kültürler değişir. kimlik krizidir.
Ancak birincil değerlerde deği-
şim, o düşünce ya da değer- değerler sistemine göre oluşur Bazı ortak değerleri paylaşabi-
ler sisteminin kendini inkârıdır. ve gelişir. Bütün bunlarla örtü- lirler, bütünü ile aynı olmaları
Oluşturduğu kültür ve medeni- şen bir kültür ve medeniyet mümkün değildir.
yetin yıkımıdır. meydana gelir. Değerler siste- İnsanın bir değer sistemine
Değerler sistemi, kim oldu- minin hayatın değerlendirilme- ya da bir kültüre tabi olması
ğumuzu ve kimlerden oldu- si ve tanzimine ilişkin ortaya ile başlayan değişimi, kendisinin
ğumuzu, nereden gelip, nere- koyduğu maddi ve manevi her başkaları ile aynileşmesine ya da
ye gittiğimizi cevaplandırır. Bu şey kültür kavramı ile isimlen- farklılaşmasına neden olur. Bu,
bireyin dünya görüşünü oluş- dirilmektedir.(2) insanın kendini yeniden tanım-
turur. Soruların cevapları, tek Dolayısıyla her kültür, laması ve konumlandırmasıdır.
bireyin malı olmaktan çıkıp, dayandığı değer sistemine Damdaki Kemancı müzikalinin
bireylerin ortak doğruları oldu- bağlı olarak hayatı yorumlar bir güftesinde yer alan,
ğu zaman topluluk; bireyle- ve tanzim eder. Bu gücünden “Geleneklerimizden dolayı
rin toplamı -yığın-, olmaktan dolayı saygındır, özgündür. (bizde)
kurtulup toplum olmaya hak Ancak zaman ve mekâna bağlı Herkes bilir kim olduğu-
kazanır. Bireyler arasında ortak olarak, özü aynı kalmak kaydıy- nu”(!)
değerler arttıkça bütünleşme la değişime uğrar. Ana doğru- ifadeler, kişinin kendisini
sağlanır. Kader birliği oluşur. lar (birincil değerler) etrafında tanımlamasını ve konumlandır-
Hayat, ortak paydalar etrafın- değişebilirlik (ikincil değerler- masını güzel bir şekilde ifade
da şekillenir. Yeni bir yaşam de değişim) bir kültürün gücü- etmektedir. Burada başkaların-
biçimi, tarzı ortaya çıkar. nü gösterir. Kültüre gelişip ser- dan farklı olma söz konusudur
Gelenek, görenek, örfler, pilme imkânı verir. Bağlılarına ve de bu farklılaşma gelenek-
adetler, töreler, yazılı olan ve heyecan, güç katar. Her kültür, lerden kaynaklanmaktadır. Bu
olmayan hukuk, ekonomi, eği- bazı ortak paydaları olsa bile aşamada “ben ve öteki” mey-
tim, ahlak, özetle her şey ana bir başka kültürün aynı olamaz. dana gelmektedir. “Ben, benim

KASIM ‘09 UMRAN 17


Düşünce

la bağlanıştır. Karşılıklı etki-


leşimin ortak bir senteze ula-
şabilmesidir. Kutsalları, ortak
bir zeminde saygın bir şekil-
de severek, isteyerek gönül
huzuru içinde tutabilmedir.
Kimlikte, ferdi olandan top-
lumsal olana, kollektif olana
doğru bir açılma, aynılaşma,
aidiyet olgusu vardır. Kimlik
bireyler arası bir olgu olup,
toplumsal boyutludur. Önemli
olan bireyin/bireylerin kendi-
sini/kendilerini nasıl algıladığı,
değerlendirdiği, konumlandır-
dığı ve kimlerle özdeş kıldığı-
dışımdakilerden farklıyım.” öteki yapmaktadır. Akrabalık( dır. Karşıdakine/Karşıdakilere
Bireyler arasındaki etkileşimin kan bağı), ben, kardeşim ve göre kendine nasıl bir konum
yönüne ve şiddetine bağlı ola- yeğenim arasında ortak payda- biçtiğidir. Burada önemli olan
rak “ben ve ötekiler”(1) ya da dır ve yabancıya karşı ilişkile-
başkalarının onu nasıl görüp
biz ve ötekiler meydana gelir. rimizi belirlemektedir. Burada
konumlandırdığı değil; ken-
Bu şekildeki bir ayrışım ya da akrabalık ortak paydalı bir
disinin kendisini nasıl görüp
tasnif, kimlerle birlikte veya tanımlama, konumlandırma ve
konumlandırdığı, kim ya da
kimlere karşı olduğumuzu ref- tasnif yapılmaktadır.
kimlerle kader birliği yaptığı-
leksiv bir şekilde ortaya koy- Belli özellikler ortak payda
dır. Dolayısıyla kimlik rızaya
maktadır. Arapların aşağıda- olduğunda bunlar etrafında
dayalı bir birlikteliktir.
ki atasözü, bu konunun daha bireylerin bütünleşmesi, kay-
Türkiye’de ki cari sistemin
güzel bir şekilde anlaşılmasına naşması meydana gelmekte-
genelde Müslümanlarla özel-
yardımcı olacaktır: dir. Olaylar karşısında, genel
de Kürtlerle ilgili anlayama-
“Kardeşime karşı ben olarak, benzer tutum ve tavır
dığı ya da anlamak istemedi-
Yeğenime karşı kardeşim ve ortaya konabilmektedir. Daha
ği en kritik nokta burasıdır.
ben genel bir ifade ile kader birliği
Müslümanlara siz laiksiniz ya
Yabancıya karşı yeğenimiz, yapılabilmektedir.
kardeşim ve ben” Kimlik, konumlanma, aidi- da laik olmak zorundasınız;
Burada Ben ve benim dışım- yetin ve tasnifin ortak payda- Kürtlere siz dağ Türklerisiniz ya
da olan, öteki, vardır; o da lara göre yapılışıdır. Bir özdeş- da olmak zorundasınız demek-
kardeşimdir. Ancak yeğenim leşmedir. Kazanılan ortak özel- le, ne Müslüman laik olmakta
işin içine girdiğinde kardeşim- liklerin bütünleşmesi, güven ne de Kürtler Türk olmaktadır.
le aramdaki ortak payda, birin- duygusunun oluşumudur. Şeyh Ebulvefa’nın Osmanlıdaki
ci dereceden kan bağı, beni ve “Farklı” oluştur, “farklılık” şuu- ıslahat hareketlerini kast ede-
kardeşimi biz yapmakta; öteki rudur. Kendinden beklenen rek “Kürt yattım Arap kalktım”
ise ikimizin dışında ki yeğe- rollerin istenerek yapılmasıdır. dediği gibi Cumhuriyet’le bir-
nim olmaktadır. Yabancı biri Değerlerin, kuralların ve onla- likte akşam Müslüman veya
varsa yabancıya karşı akrabalık, rın yaptırım gücünün belirli ve Kürt olarak yatanların sabah
birinci ve ikinci dereceden kan sürekli oluşudur. Değerlere, laik veya Kürt olarak kalkmala-
bağı, beni, kardeşimi ve yeğe- kurallara, daha genel ifade ile rı istenmiştir.
nimi biz yaparken yabancıyı da kültüre kesin ve emin bir inanç-

18 UMRAN KASIM ’09


Düşünce

Kimliğin Elemanları
Kimliğin oluşum sürecin- Kimlik, konumlanma, aidiyetin
den kimliğin elemanlarını tes-
ve tasnifin ortak paydalara göre
pit etmek mümkündür. Bir kim-
likte üç ana unsuru söz konu- yapılışıdır. Bir özdeşleşmedir. Kazanılan
sudur: ortak özelliklerin bütünleşmesi, güven
• Taraflar: Ben/Biz, Öteki/
Ötekiler
duygusunun oluşumudur. “Farklı” oluş-
• Ortak payda ya da Ortak tur, “farklılık” şuurudur. Kendinden
Özellikler: Temel değer-
beklenen rollerin istenerek yapılması-
ler, tarih, coğrafya, kül-
tür ve medeniyet, dil, kan, dır. Değerlerin, kuralların ve onların
vatandaşlık; Bizim aramızda, yaptırım gücünün belirli ve sürekli olu-
Ötekiler arasında
• Taraflar arasında ki etkile-
şudur. Değerlere, kurallara, daha genel
şim: Dost, Müttefik, Düşman- ifade ile kültüre kesin ve emin bir inanç-
Rakip
la bağlanıştır. Karşılıklı etkileşimin ortak
Burada en önemli unsur,
bizi biz yapan bizi birbirine bir senteze ulaşabilmesidir. Kutsalları,
bağlayan ortak paydanın ya da ortak bir zeminde saygın bir şekilde
ortak özelliklerin ne olduğu-
dur. Kimlik te bu ortak payda,
severek, isteyerek gönül huzuru içinde
değer sistemi, tarih, coğrafya, tutabilmedir. Kimlikte, ferdi olandan
dil, kan ya da soy bağı, kültür
toplumsal olana, kollektif olana doğru
ve medeniyet, vatandaşlık bağı
gibi özellikler etrafında olu- bir açılma, aynılaşma, aidiyet olgu-
şur. Seçilen ortak payda kimli- su vardır.
ği niteler: Dini kimlik, milli kim-
lik, etnik kimlik, ümmet kimliği
gibi. Bunlar arasında en etkin Kimlik Krizi bir konuma zorla yerleştirmesi
olanı değer sistemidir. Kimlik Kimlik ortak paydalar etra- değil; kendisinin, kalbî bir tat-
değer sistemine dayanır dense fında rızaya dayanan bir birlik- min ile kendisini nasıl gördü-
abartı olmaz. Değer sistemi, bir telik olduğuna göre ortak pay- ğüdür esas olan. Buna kimliğin
taraftan bizim kendi aramız- daların zayıflaması-azalması mutmainlik ilkesi diyebiliriz.
kimlikte ayrışmaya ve krize Mutmain olma duygusu, aidi-
da ki hukuku, İç Hukuk, belir-
neden olacaktır. Fertlerin ortak yeti kuvvetlendirirken, kişiye
lerken diğer taraftan bizimle
payda olan değerlere karşı de yüksek bir enerji kazandırır.
ötekiler arasında ki ilişkiyi de,
şüphe duyması, kimlik için en Kişinin/kişilerin kendi/kendileri
hukuku da, dış hukuk, belir-
ciddi tehlikedir. Çünkü kimlik, kendisi/kendileri ile konuşması-
ler. Değer sisteminin değişme-
ortak değerlere rıza tabanlı bir na mani olur.
si, hem iç hem de dış hukukun
bağlanış olduğu için fertlerin Kimlik oluşumunda mutma-
değişmesine neden olacaktır.
ortak değerlere mutmain olmuş in olma olgusu, Kur’an’ın üze-
Ortak paydalar, artıp sağlam-
olarak bağlanmaları önemlidir. rinde yoğun bir şekilde dur-
laştıkça kimliğe bağlılık ve onu
Kimlikte temel nokta, bireyin duğu bir konudur. Vahyî bilgi-
savunma, koruma duygusu da
kendisini bir topluluğa ait his- nin mutmainlik ilkesine verdi-
artacaktır.
setmesidir. Başkalarının onu ği önemi, bütün peygamber-

KASIM ‘09 UMRAN 19


Düşünce

eder. Çünkü Hz. İbrahim vahyî


bilgi, akıl ve beş duyuyu (göz-
lem ve değerlendirme) en este-
tik ve ayrıntılı bir şekilde kul-
lanarak bir kimliğin nasıl orta-
ya çıkabileceğini bize göster-
mektedir. O gerçeğe ulaşma-
da akıl ve beş duyuyu herkesin
anlayabileceği ve algılayabile-
ceği bir tarzda kullanırken aynı
zamanda onların kapasitesinin
de sınırlı olduğunu ve daha
üst bir akla ve bilgiye ihtiyaç
olduğunu bize ispatlamaktadır.
Yaptığı gözlem ve değerlendir-
me ile kendi şüpheleri ile top-
lumun şüphelerini, kendi endi-
lerin kimlik oluşturma müca- keni yapmıştır. Ayetin ikin- şeleri ile toplumun endişeleri-
delesinde görebilmekteyiz. Hz. ci kısmı İbrahim’in isteğine ni çok estetik bir şekilde bir-
İbrahim’in âlemlerin Rabbi olan Allah’ın cevabıdır. birine bağlayarak bir taraftan
Allah’a karşı, ölüleri nasıl dirilt- Bu yaklaşım, kimlik krizi kendi kimliğini şeksiz şüphe-
tiğinin kendisine gösterilmesini anlarında izlenmesi gere- siz inşa ederken, diğer taraftan
istemesini bu açıdan değerlen- ken yolun ne olması gerekti- kavmini mevcut kimliğine karşı
dirmek gerekmektedir: ğini bize göstermektedir. Bir şüpheye düşürerek kimlik krizi
“Hani İbrahim: «Rabbim, beşerin mutmain olmak için meydana getirmektedir:
bana ölüleri nasıl dirilttiğini Âlemlerin Rabbi’ne soru yönel- “Hani İbrahim, baba-
göster» demişti. (Allah ona:) tebilmesi ve cevabını alabilme- sı Azer’e (şöyle) demişti: “Sen
«İnanmıyor musun?» deyin- si hususu üzerinde bugün hepi- putları ilahlar mı ediniyorsun?
ce «Hayır (inandım), ancak mizin oturup düşünmesi gerek- Doğrusu, ben seni ve kavmini
kalbimin tatmin olması için.» mektedir. Çoğunluk olmak ya apaçık bir sapıklık içinde görü-
demişti. da güç ve kuvveti elde bulun- yorum.”
Öyleyse, dört kuş tut. Onları durmak sorunun zorla, baskı Böylece İbrahim’e, -kesin
kendine alıştır, sonra onları ile çözüme kavuşturulabilece- bilgiyle inananlardan olma-
(parçalayıp) her bir parçasını bir ği vehmine kimseyi kaptırma- sı için- göklerin ve yerin
dağın üzerine bırak, sonra da malıdır. Bugün Türkiye’nin en melekûtunu gösteriyorduk.
onları çağır. Sana koşarak gelir- ciddi sorunu, bu ülke insanla- Gece, üstünü örtüp bürü-
ler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün rının genelinin, kalbi mutmain yünce bir yıldız görmüş ve
ve güçlü olandır, hüküm ve hik- olmuş bir şekilde bir üst kimlik- demişti ki: “Bu benim rabbim-
met sahibidir.” (2 Bakara/260) te uzlaşamamış olmasıdır. dir.” Fakat (yıldız) kayboluve-
Allah’ın “inanmıyor Bu sorun, güç kullanarak rince: “Ben kaybolup-gidenleri
musun?” sorusuna İbrahim’in değil; tartışarak, konuşarak, sevmem” demişti.
verdiği, “Hayır inandım; ancak doğrularda anlaşarak, uzlaşa- Ardından ay’ı, (etrafa aydın-
kalbimin tatmin olması için” rak ve ortak paydalar oluştura- lık saçarak) doğar görünce: “Bu
şeklindeki cevabı çok anlamlı- rak çözülebilir. İşte bu aşama- benim rabbim” demiş, fakat
dır. Ve Allah İbrahim’in kalbi- da Hz. İbrahim’in duruşu gibi o da kayboluverince: “And
nin mutmain olması için gere- bir duruş hayati bir önem arz olsun” demişti, “Eğer Rabbim

20 UMRAN KASIM ’09


Düşünce

beni doğru yola erdirmezse


gerçekten sapmışlar toplulu- Akıl ve beş duyu ile yapılan bir
ğundan olurum.”
değerlendirmede, akıl ve beş duyu-
Sonra güneşi (etrafa ışık-
lar saçarak) doğar görünce: nun gerçeğe ulaşmada yetersiz kaldı-
“İşte bu benim rabbim, bu en ğını göstererek üçüncü bir bilgi kayna-
büyük” demişti. Ama o da kay-
boluverince, kavmine demişti
ğı olarak vahyî bilgiye başvurması, kav-
ki: “Ey kavmim, doğrusu ben mini şüpheye düşürme açısından önem-
sizin şirk koşmakta oldukları-
li bir yaklaşımdır. “Vahyî bilgiyi”, ger-
nızdan uzağım.”
“Eğer Rabbim beni doğru çeğe ulaşmada kullandığı bilgi vasıta-
yola eriştirmezse kuşkusuz larını (akıl, beş duyu) tamamlayan ve
sapmışlar topluluğundan olu-
rum.” (6 En’am/74-78)
hatta onlara çerçeve çizen bir şekilde
Hz. İbrahim, kavminin gök kullanmasının, bütüncül ve evrensel bir
cisimlerine niçin taptıkları-
düşünce sistemi ve değer sistemi inşa
nı ve onlarda ne buldukları-
nı sorgulamaktadır. Yıldız, ay etme amacı taşıdığına dikkat edilmeli-
ve güneşin hareketlerinin arda dir. Bir taraftan kendisini farklı kılarken
arda sorgulanması ve bunla-
rın kaybolup gitme özellikle-
diğer taraftan karşıtlarını şüpheye
ri ile Rablık arasında kurduğu düşürmektedir.
ilişki, kavminin temel değerle-
rindeki tezadı ortaya koyması ve beş duyunun gerçeğe ulaş- “Ey kavmim, tartışmasız ben
açısından mükemmeldir. Kendi mada yetersiz kaldığını göste- sizin şirk koşmakta oldukları-
zihin dünyasında kavminin şüp- rerek üçüncü bir bilgi kayna- nızdan uzağım, gerçek şu ki,
helerini seslendirmesi, kavmi- ğı olarak vahyî bilgiye başvur- ben bir muvahhid olarak yüzü-
nin değerlerine yönelttiği este- ması, kavmini şüpheye düşür- mü gökleri ve yeri yaratana
tik ve nazik bir eleştiridir. Bu me açısından önemli bir yakla- çevirdim. Ve ben müşriklerden
süreçte net bir kimlik belirtme- şımdır. “Vahyî bilgiyi”, gerçeğe değilim.” (6 En’am/78-79)
mektedir. ulaşmada kullandığı bilgi vası- Bu ifadeler, İbrahim’in farklı
Hz. İbrahim, babası ile yap- talarını (akıl, beş duyu) tamam- bir değer sistemine ve de fark-
tığı tartışmada; yıldız, ay ve layan ve hatta onlara çerçe- lı bir kimliğe ulaşmış olduğu-
güneşin hareketlerine ilişkin ve çizen bir şekilde kullanma- nu göstermektedir. Hz. İbrahim
yaptıkları değerlendirmeleri sının, bütüncül ve evrensel bir için “Ben ve Öteki” ya da “Biz
niçin sonuna kadar götürme- düşünce sistemi ve değer siste- ve Ötekiler” vardır. Artık Hz.
diklerini, “kaybolup gidenleri mi inşa etme amacı taşıdığına İbrahim kavmini sapıklık için-
sevmem” diyerek sorgulamak- dikkat edilmelidir. Bir taraftan de görmekte, kendisini kav-
tadır. Kavminin de bu sorgula- kendisini farklı kılarken diğer minden ayrı addetmekte ve tek
mayı yapmasını istemektedir. taraftan karşıtlarını şüpheye başına da kalsa ayrı bir aidi-
En özgür bir şekilde düşünül- düşürmektedir. Değer farklılaş- yet ve sadakat bağı ile kendi-
mesi ve tartışılmasından yana- masının kimlik farklılaşmasına sini bağlamaktadır. Bir tarafta
dır Hz. İbrahim. neden olduğunu, safların ayrış- kendisi, diğer tarafta ise kavmi
Akıl ve beş duyu ile yapı- tığını, Hz. İbrahim’in sözlerinde vardır. Bir tarafta tek kişilik
lan bir değerlendirmede, akıl görmek mümkündür: ümmet olan Hz. İbrahim’in

KASIM ‘09 UMRAN 21


Düşünce

muvahhid kimliği, diğer taraf- bilmiş ve kavmini kendi değer iman edenlere karşı gösterilen
ta, bütün bir toplumun müşrik sisteminden, kimliğinden şüp- şiddet, iman edenlerin ruh dün-
kimliği söz konusudur. heye düşürmeyi başarabilmiş- yalarında geçici de olsa kırıl-
Hz. İbrahim gök cisimle- tir: malara sebebiyet verebilir. Bu
ri için yaptığı akıl yürütmeyi “Bunun üzerine kendi nefis- beşeri bir vakadır. Herkesin
kavminin taptığı putlar için de lerine başvurdular da: “Gerçek aynı irade ve kararlılığı göster-
yapar. Kavminin düşünme siste- şu ki, siz, zalim olanlar sizler- mesi mümkün olmayabilir. Bu
mini ve değer sistemini akıl ve siniz” dediler. Sonra, yine de nedenle Allah kendi peygam-
beş duyuyu kullanarak yargılar. tepeleri üstüne ters döndüler: berlerini şüpheye düşmeme
“İşitmeyen, görmeyen ve seni And olsun, bunların konuşma- konusunda uyarıp desteklemek-
herhangi bir şeyden bağımsız- yacaklarını sen de bilmekte- tedir. Gerçekte uyarılan ve des-
laştırmayan” (19 Meryem/42), sin.” (21 Enbiya/64-65) teklenen, Peygamberlerin şah-
“çağırdığınız zaman sizi işiti- Kendi kendilerine bu iti- sında peygamberlerin izinden
yorlar mı?”, “size bir yararla- rafları yapmış olmalarına kar- gidenlerdir. Mesaj çok nettir:
rı ya da zararları dokunuyor şılık, yılların birikmiş tortula- “Gerçek (hak) Rabbindendir.
mu?” (26 Şuara/72-73), “size rını, kemikleşmiş kalıpları- Şu halde sakın kuşkuya kapı-
rızık vermeye güç yetiriyorlar nı, kısa zamanda tasfiye edip lanlardan olma”. (2/147, 3/ 60,
mı?” (29 Ankebut/17), (putlara) gerçekle aralarındaki duvarla- 6/114, 10/94-95)
“yemek yemiyor musunuz?”, rı yıkıp doğru yola ulaşmala- Kimlikten şüphe etmeme-
“konuşmuyor musunuz?” rı o kadar kolay bir olgu değil- nin, ona sadakatle bağlı olma-
(37 Saffat/91, 92), “yontmak- dir. İşte bütün bu olumsuzluk- nın ölçütü, onun uğrunda yapı-
ta olduğunuz şeylere mi tapı- lar karşısında muvahhid kim- lan mücadeledir:
yorsunuz?” (37 Saffat/95) gibi liği, kendi doğruları üzerinde “Mü’min olanlar, ancak o
aklı kullanmaya ve düşünmeye yalnız başına da olsa dimdik kimselerdir ki, onlar, Allah’a
davet edici soruları ile kavmi- ayakta durmayı, sabırlı olmayı ve Rasulü’ne iman ettiler,
nin ruh dünyasında titreşimler gerekli kılar. İşte bunun için Hz. sonra hiç bir kuşkuya kapılma-
meydana getirmeye çalışmak- İbrahim, kavminin gösterdiği dan Allah yolunda mallarıyla
tadır. Böylelikle onların putla- bu katılığa karşı tam bir karar- ve canlarıyla cihad ettiler. İşte
ra olan güvenlerini yıkmak iste- lılık gösterir: onlar, sadık (doğru) olanların
mektedir. “O halde, Allah’ı bırakıp da ta kendileridir.” (49 /15)
Kavminin düşünce dünya- sizlere yararı olmayan ve zara- Kimlikten şüphe, kimliğe
sında bir şok meydana getire- rı da dokunmayan şeylere mi rengini ve şeklini veren ortak
bilmek için, putların en büyüğü tapmaktasınız? Yazıklar olsun payda ne ise onun sorgulan-
hariç geri kalanlarının tamamı- size ve Allah’tan başka tap- ması ile başlar. Ortak payda-
nı kırması mükemmel bir yakla- tıklarınıza, siz yine de aklını- ya duyulan güvensizlik aidiyet
şımdır. Kavminin bundan dola- zı kullanmayacak mısınız?” (21 ve sadakat bağının zedelenme-
yı kendisini yargılaması aşama- Enbiya/66, 67) sine, tedbir alınmazsa kopma-
sında, bu eylemi; “büyük putun Kendisini ölümle teh- sını sebebiyet verir. Genelde
yaptığını” söyleyip, “eğer dit etmelerine ve hatta ateşe İlahi Kitaplara mirasçı olanla-
konuşabiliyorsa, siz ona soru- atmalarına karşılık bu duru- rın Kitaplarını terk etmelerinin
verin” demesi (21 Enbiya/58-63) şundan vazgeçmemiştir. Kendi nedeni, kimliklerine karşı kapıl-
aklı en iyi bir şekilde kullanma- kimliğine mutmain bir şekilde dıkları kuşkudur:
nın güzel bir örneğidir. Böyle sadakatle bağlı kalmıştır. “Onlar, kendilerine ilim
bir durum karşısında kavmi- Kimlikler ya da değerler ara- geldikten sonra, yalnızca ara-
nin düşüncesinde geçici de olsa sında mücadele zaman zaman larındaki ‘tecavüz ve haksız-
dalgalanmalar meydana getire- çok sert şekil alabilir. Özellikle lık’ dolayısıyla ayrılığa düştü-

22 UMRAN KASIM ’09


Düşünce

ler. Eğer senin Rabbinden, adı


konulmuş bir ecele kadar geç- Kimlikler ya da değerler arasında
miş (verilmiş) bir söz olmasaydı,
mücadele zaman zaman çok sert
muhakkak aralarında hüküm
verilmiş (iş bitirilmiş)ti. şekil alabilir. Özellikle iman edenlere
Şüphesiz onların ardından karşı gösterilen şiddet, iman edenlerin
Kitab’a mirasçı olanlar ise, her-
halde ona karşı kuşku verici bir
ruh dünyalarında geçici de olsa kırılma-
tereddüt içindedirler.” (42/13-14) lara sebebiyet verebilir. Bu beşeri bir
Özelde İman edenlerin bir
vakadır. Herkesin aynı irade ve karar-
kısmı kimliklerinden şüpheye
düşerek Kuranı tehlikeli, yarar- lılığı göstermesi mümkün olmayabilir.
sız görüp ondan hicret etmiş, Bu nedenle Allah kendi peygamberle-
onu terk etmişlerdir:
“O gün, zulme sapan, elle-
rini şüpheye düşmeme konusunda uya-
rini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: rıp desteklemektedir. Gerçekte uyarılan
«Ah keşke, peygamberle birlik-
ve desteklenen, Peygamberlerin şahsın-
te bir yol edinmiş olsaydım!»
«Vah yazıklar bana, ne olur- da peygamberlerin izinden gidenlerdir.
du da filanı dost edinmesey- Mesaj çok nettir:
dim!»
«Çünkü o, gerçekten bana
“Gerçek (hak) Rabbindendir. Şu halde
gelmiş bulunduktan sonra beni sakın kuşkuya kapılanlardan olma”.
zikirden (Kur’an’dan) saptırmış
(2/147, 3/ 60, 6/114, 10/94-95)
oldu.
Şeytan da insanı ‘yapayal-
nız ve yardımsız’ bırakandır.» olarak anılırlar. Bu Melekler Melekler topluluğunun bu
Ve peygamber dedi ki: topluluğu, Allah’a itaat ve iba- tavrına karşılık Allah, yarattı-
«Rabbim gerçekten benim kav- det özelliklerini esas alarak ğı varlığın kendilerinden fark-
mim, bu Kur’an’ı terk edilmiş Âdem’in yaratılışı ile ilgili, tabir lı özellik ve yeteneklere sahip
(bir kitap) olarak bıraktılar.»” ( caiz ise, çekince ortaya koy- olduğunu göstermek üzere
25/ 27-30) dukları görülmektedir. Onların Âdem’i bilgilendirmekte ve
gözünde beşer, fesatçı ve kan ona bilgi edinme yol ve yete-
Yaratılış ve İlk Kimlik dökücüdür. Bu açıdan ayrı bir neğini vermektedir. Sonra da
Oluşumu kimlik sahibidir: bu farklı varlık kümelerini bir
Hz. Âdem’in yaratılışı ile “Hani Rabbin, Meleklere: imtihana tabı tutup Âdem’i
melek, İblis (cin) ve beşer olmak «Muhakkak ben, yeryüzünde etkin konuma getirmektedir.
üzere üç farklı canlı varlık alanı bir halife var edeceğim» demiş- (2/31-33) Yeni varlığın konumu,
meydana gelmiştir. İblis’in ti. Onlar da: «Biz seni övüp- böyle bir imtihanın sonucunda
Hz. Âdem’e secde etmemesi- yüceltir ve (sürekli) takdis edip daha etkin bir şekilde ortaya
ne kadarki süreçte yapısal ola- dururken, orada fesat çıkara- çıkınca Allah, saygı ve Âdem’i
rak melek olanlarla yapısal ola- cak ve orada kanlar akıtacak yüceltme bağlamında melek-
rak cin olan canlılar topluluğu, birini mi var edeceksin?» dedi- ler topluluğuna Âdeme secde
davranış olarak melek özelliği ler. (Allah:) «Şüphesiz, sizin bil- etmesini emretmiştir:
gösterdiğinden dolayı Kur’an-ı mediğinizi ben bilirim.» dedi.” “Ve meleklere: «Adem’e
Kerim’de Melekler topluluğu (2 Bakara/30, bkz: 38/71) secde edin» dedik de İblis’ten

KASIM ‘09 UMRAN 23


Düşünce

başka (diğerlerinin tümü) secde yarattın.»” (38/76, bkz: 7/12-13, ra, (sana başkaldırmayı ve
ettiler. O ise, direndi ve kibir- 15/32-33, 18/50) dünya tutkularını) süsleyip-
lendi ve kâfirlerden oldu.” (2 İblis, Allah’ın emrine karşı çekici göstereceğim ve onla-
Bakara/34, bkz: 7/11, 20/116, geldiği için makamdan kovulup rın tümünü mutlaka kışkırtıp-
38/72) lanetlenir: saptıracağım.»” (15/39,
Bu secde olayı sonucunda, “Dedi ki:«Öyleyse ondan bkz:15/40-43)
davranış olarak melek özelli- (cennetten) çık, çünkü sen “(Allah Dedi ki):«Onlardan
ği gösteren Melekler topluğu, kovulmuş bulunmaktasın.»” güç yetirdiklerini sesinle sarsın-
Allah’ın emrine itaat edenler- (15/34) tıya uğrat, atlıların ve yayala-
le etmeyenler olarak ayrışır. “«Ve şüphesiz, din gününe rınla onların üstüne yaygarayı
Artık Melek, İblis ve Hz Âdem kadar lanet senin üzerinedir.»” kopar, mallarda ve çocuklarda
ile eşinden oluşan hem yapısal (15/35, bkz: 7/18, 38/77-78) onlara ortak ol ve onlara çeşit-
hem de davranış olarak fark- Hz Adem ve eşi toprak- li vaadlerde bulun.» Şeytan,
lı olan üç varlık alanı meyda- tan yaratılmış beşer olarak Biz onlara aldatmadan başka bir
na gelir. iken, İblis ateşten yaratılmış şey vaat etmez.” (17/64, bkz:
Allah Meleklerin yapı taşı ve Allah’a isyan eden cin ola- 38/82-83)
ile ilgili Kur’an’da bilgi vermez rak Öteki’dir. Taraflar arasın- Allah Hz. Adem’le eşini
ancak davranışları ile ilgili bilgi daki ilişki düşmanlık üzerine Cennete yerleştirirken orada
verir. Kur’an’da gerek İblis’in kuruludur ve İblis Hz. Adem’le kalma şartlarını, yani yaşamaya
dâhil olduğu cinlerle ilgili eşine ve onların soyuna açık ilişkin hukuku kendilerine bil-
gerekse Âdem’in dâhil olduğu bir şekilde savaş ilan etmek- dirir. Öteki olarak İblis’in düş-
beşer-insanın hem yapıtaşı hem tedir. Böylece Hz. Adem ve eşi manlığına dikkat çekerek ken-
de davranışı ile ilgili ayrıntı- bir tarafta saf tutarken İblis de dilerini uyarır:
lı bilgi verilmektedir. İblis ateş- karşı tarafta düşman olarak saf “Ve dedik ki: «Ey Adem, sen
ten yaratılmış olmasının kendi- tutmaktadır: ve eşin cennette yerleş. İkiniz
sine ayrı bir üstünlük kazandır- “«Mutlaka senin dosdoğ- de ondan, neresinden dilerse-
dığı iddiası ile topraktan yara- ru yolunda pusu kurup otura- niz, bol bol yiyin; ama şu ağaca
tılmış olan Âdem’e secde etme- cağım. Sonradan onlara önle- yaklaşmayın, yoksa zalimlerden
mektedir: rinden, arkalarından, sağların- olursunuz. »” (2/35, bkz: 7/19)
“«Onu bir biçime sokup, ona dan ve sollarından kendilerine “Bunun üzerine dedik ki:
ruhumdan üflediğim zaman da sokulacağım. Onların çoğunu «Ey Adem, bu gerçekten sana
siz onun için hemen secdeye şükrediciler bulmayacaksın.»” da, eşine de düşmandır; sakın
kapanın.»” (38/72) (7/16, 17) sizi cennetten sürüp çıkarma-
“Meleklerin hepsi topluca “«Onları -ne olursa olsun- sın, sonra mutsuz olursun.»”
secde etti;” (38/73) şaşırtıp-saptıracağım, en olma- (20/117)
“Yalnız İblis hariç. O dık kuruntulara düşüreceğim İblis’in lanetlenip kovulması
büyüklük tasladı ve (böylece) ve onlara kesin olarak davar- üzerine Hz. Âdem’le ilişkisi, biz
kâfirlerden oldu.” (38/74) ların kulaklarını kesmelerini ve öteki çerçevesinde düşman
“(Allah) Dedi ki: «Ey İblis, iki emredeceğim ve Allah’ın yarat- olarak şekillenir. İblis düşman-
elimle yarattığıma seni secde tıklarını değiştirmelerini emre- lık üzerine yemin eder. Yemin
etmekten alıkoyan neydi? deceğim.» Kim Allah’ı bırakıp yaptığı andan itibaren Cennete
Büyüklendin mi, yoksa yük- da şeytanı dost (veli) edinirse, yerleştirilmiş olan Hz. Âdem ve
sekte olanlardan mı oldun?»” kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana eşini oradan çıkaracak planlar
(38/75) uğramıştır.” (4/119) yapar ve tuzaklar kurar.
“Dedi ki: «Ben ondan daha “Dedi ki: «Rabbim, beni kış- Allah’ın koyduğu yasa-
hayırlıyım, sen beni ateşten kırttığın şeye karşılık, andol- ğın çiğnenmesi için İblis tuzak
yarattın, onu ise çamurdan sun, bende yeryüzünde onla- kurar. Yasak ağacın mahiyeti-

24 UMRAN KASIM ’09


Düşünce

ni çarpıtarak anlatır. Haramı “Derken Adem, Rabbinden “And olsun İblis, onlar hak-
helal gösteren bir vesveseyi, Hz. (birtakım) kelimeler aldı. (Allah kındaki tahminini doğru-
Âdem’le eşine verir. Allah’ın da) Bunun üzerine tevbesini ya çıkardı. İnanan bir zümre-
vazettiği değerlerin zıddı- kabul etti. Şüphesiz O, tevbe- nin dışında hepsi ona uydular.
na yeni değerler ihdas edip leri kabul edendir, esirgeyen- Hâlbuki şeytanın onlar üzerin-
Hz. Âdem’le eşine ikna ederek dir.” (2/37) de hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak
kabul ettirir: “Dedik ki: «Oradan tümü- ahirete inananı, şüphe için-
“Şeytan, kendilerinden nüz inin. Artık, ne zaman size de kalandan ayırd edip bile-
‘örtülüp gizlenen çirkin yerle- benden bir hidayet gelir de, lim diye (ona bu fırsatı ver-
rini’ açığa çıkarmak için onla- kim benim hidayetime uyarsa, dik). Rabbin gerçekten her şeyi
ra vesvese verdi ve dedi ki:
onlar için ne bir korku vardır, koruyandır.” (34/19-21, bkz:
«Rabbinizin size bu ağacı
ne de mahzun olacaklardır.»” 7/23, 2/37-39, 26/94-103)
yasaklaması, yalnızca, sizin iki
(2/38, bkz: 20/123, 7/23-25) Cennete yaşanan bu küçük
melek olmamanız veya ebedi
“«Küfredip de ayetlerimi- toplumun hayat hikâyesi aynı
yaşayanlardan kılınmamanız
zi yalanlayanlar ise; onlar, ate- zamanda insanoğlunun hayat
içindir.»” (7/20)
şin halkıdırlar ve orada süresiz hikâyesinin bir özetidir. Bu
“Ve: «Gerçekten ben size
kalacaklardır.»” (2/39) mücadele ile tarih başlamış,
öğüt verenlerdenim» diye
Hz. Adem ve eşi ile İblis ara- genel çerçeve şekillenmiştir.
yemin de etti.” (7/21)
“Böylece onları aldata- sında vuku bulan bu mücadele, Bu tarihten itibaren hayat, iki
rak düşürdü. Ağacı tattıkları yeryüzüne gönderilmeyle bir- zıt ana eksen etrafında şekille-
anda ise, ayıp yerleri kendileri- likte son bulmayacak, kıyamete necektir:
ne beliriverdi ve üzerlerini cen- kadar sürecektir. Cennette Hz. • İki Rehber : Allah +
net yapraklarından yamayıp- Adem ve eşinden ibaret olan Peygamber+ Mü’minler-
örtmeye başladılar. (O zaman) bir toplum, yeryüzünde çoğa- Şeytan + Tağut
Rableri kendilerine seslendi: lıp farklılaşacak ve yayılacak- • İki Değer sistemi :
«Ben sizi bu ağaçtan menet- tır. Cennetteki iki kişilik top- Hak-Batıl, Hidayet-Dalâlet
memiş miydim? Ve şeytanın da lum da Adem ve eşi Biz iken, • İki Yol : Sırat-ı Müstakim-
sizin gerçekten apaçık bir düş- İblis Öteki’dir. Ancak yeryüzün- Şeytanın Yolu
manınız olduğunu söylememiş de artık yeni toplum iki kişiden • İki Kimlik : İman Edenler-
miydim?»” (7/22) ibaret olmadığı gibi İblis de tek İnkâr Edenler
Hz. Adem’le eşi Allah’ın değildir. Artık bundan sonra • İki Sistem : Vahye Dayalı-
emirlerini çiğneyip İblis’e Allahın hidayetçiler aracılığıy- Hevaya Dayalı
uymanın bedeli olarak cennet- la göndereceği değer sistemi- • İki Ahlak Sistemi : Güzel
ten çıkarılırlar. Yeryüzüne gön- ne tabı olup olmamak şeklin- Ahlak-Kötü Ahlak
derilirler. Yeryüzüne gönderi- de ortaya çıkan yol ayırımı söz • İki Menzil : Cennet-Cehennem
lirlerken Biz olarak Hz. Âdem konusudur: • İki Tavır : Tevbe+İtaat-
ve eşi ile Öteki olan İblis vardır “Ey Ademoğulları, şeytan, İsyan+Suçlama
ve birbirlerinin düşmanıdırlar:
anne ve babanızın çirkin yerle-
“Fakat Şeytan, oradan iki-
rini kendilerine göstermek için,
sinin ayağını kaydırdı ve böy-
elbiselerini sıyırtarak, onları
lece onları içinde bulunduk-
cennetten çıkardığı gibi sakın Kaynaklar
ları durumdan çıkardı. Biz de:
sizi de bir belaya uğratmasın. 1. Güvenç B., Türk Kimliği,
«Kiminiz kiminize düşman ola-
Çünkü o ve taraftarları, (kendi- Remzi Kitabevi, İstanbul 1997,
rak inin, sizin için yeryüzün-
lerini göremeyeceğiniz yerden) s. 5.
de belli bir vakte kadar bir yer-
sizleri görmektedir. Biz gerçek- 2. Kösoğlu N., Kültür Kimlik
leşim ve meta vardır» dedik.”
ten şeytanları, inanmayacakla- Üzerine, Türkiye Günlüğü, sayı
(2/36)
rın dostları kıldık.” (7/27) 33 1995, s. 41-47.

KASIM ‘09 UMRAN 25


Dosya

“GAVURA GAVUR DENMEYECEK!”

TANZİMAT’IN İLANI VE
ISLAHAT HAREKETLERİ
Zafer ÖZDEMİR

Topkapı Sarayı Gülhane meler ve değişiklikler yüzün- yişi karşısındaki düzenleme


bahçesinde 26 Şaban 1255 den bugün dahi tartışılıyor, yapma düşüncesi Osmanlı ida-
(3 teşrin II. 1839) tarihinde üzerinde düşünülmeyi hak edi- resini uzun asırlar meşgul etti.
Tanzimat-ı Hayriye Fermanı’nın yor. Ona yeterince ilgi gösterdi- Devlete nizamat verme anlamı-
okunmasıyla yeni bir tarih baş- ğimiz, hak ettiği değeri verdiği- na gelen Tanzimat, asırlar önce
lar! Bu tarih, bir başlangıç mı, miz söylenemez. Umarız tarihe başlayan bu ıslahat düşünce ve
bir son mu, sonun başlangı- ibret nazarıyla bakmayı emre- hareketinin etkileri en kalıcı
cı mıdır, hâlâ tartışma konu- den bir dinin takipçileri olarak olanı oldu.
sudur. Din-devlet-toplum iliş- bu konudaki eksiklerimizi de Tanzimat, aydınların bakış
kilerinden azınlıklar sorunu- gideririz. açılarına göre farklı şekillerde
na kadar birçok konu bugün- … tasvir edilmiştir: “Avrupa’dan
kü canlılığıyla, o günlerde de Osmanlı ihtişamlı günlerin- mülhem programlı bir ıslâhat,
gündemdedir. Tanzimat’la ara- de kendi sistemini, sistemle- reform hareketi (Yavuz
mızdaki iki asra yaklaşan mesa- rin olabilecek en mükemme- Abadan, Tanzimat Fermanı’nın
feye rağmen, Türkiye’nin başta li anlamında “nizam-ı âlem” Tahlili, Tanzimat I, s. 32),
kimlik sorunu olmak üzere olarak ifade ederdi. Ancak sis- mecburî kültür değişmeleri
temel meseleleri gündeme gel- temi, ortaya çıkan sorunlara devri (Mümtaz Turhan, Kültür
diğinde, o tarih, bütün canlılı- yeterince cevap üretememe- Değişmeleri, İstanbul, 1951, s.
ğı ile karşımıza çıkabilmektedir. ye başlayınca Osmanlı trajedisi 189), Osmanlı devletine Avrupai
Hem yakın hem uzak bir tarih- de sökün etti ve nizam-ı âlem bir idare şekli verme gayreti
tir Tanzimat; bu da onun ger- devrinden “Tanzimat” devrine (F. Kraelitz Greifenhorst, Wien,
1
çek manada incelenmesini zor- geçilmek zorunda kalındı. 1919, s.VII), her şeyden evvel
laştıran bir durumdur. Güncel Dizme, sıralama mana- Türkiye’ye karşı daha müla-
sorunlarımıza yakınlığı, onu, sına gelen Arapça tan- yim ve müsaadekâr davranma-
günlük konuşlanışlarımızın çer- zim kelimesinin çoğulu olan sını temin için Avrupa’yı mem-
çevesine hapsedebilmektedir. Tanzimat, XIX. asırda Osmanlı nun etme hareketi (Engelhardt,
Oysa tarih, düşüncelerimiz gibi İmparatorluğu’nda yapılan ısla- Türkiye ve Tanzimat, trc. Ali
bizim kontrolümüzde değildir. hatlar için kullanılan bir kav- Reşâd, İstanbul, s. 324) ve niha-
Tanzimat, tarihimizdeki en ram olup aynı zamanda bu ısla- yet Tanzimat hukukî değil,
önemli ıslah hareketlerinden hatın yapıldığı devri de ifade sırf siyâsî bir eserdir (Nâmık
biri olarak getirdiği düzenle- etmektedir. Devletin gerile- Kemâl’in İbret gazetesi, 4

26 UMRAN KASIM ’09


Dosya

Ramazan 1289, sayı 46’daki


makalesinden naklen Reşat
Kaynar, Mustafa Reşit Faşa
ve Tanzimat, Ankara, 1954, s.
195). 2
“Tanzimat bir geçiş ve buh-
ran devridir.” (Hilmi Ziya Ülken,
Türkiye Çağdaş Düşünce Tarihi,
Ülken Yay., s. 53)
Yine Ortaylı’nın aktarımına
göre, “1930’larda Cumhuriyet-
çi tarihçilik, Tanzimat dönemini
Cumhuriyet döneminin yarı ba-
şarılı ön deneyimi olarak gör-
müştür (1940 tarihli Tanzimat I
adlı derleme). 1960’ların siyasal
toplumsal sorunları içinde Tan-
zimat devrine bakan aydınlar
ise, Tanzimat reformlarının ya-
pısını ve Tanzimatçıların dünya
görüşünü, Türkiye’nin ekono-
mik çıkmazının ve bağımlılığı-
nın tarihi sorumlusu olarak gös-
termişlerdir.”3

Tanzimat’tan Önce
Osmanlı’da Islahat Hareketleri
Osmanlı İmparatorluğu,
kanun ve nizamlarının bozul-
madığı, kültür ve mede-
niyet seviyesi bakımından dı; hükümet merkezinde baş notlarının ötesinde Batı’ya açı-
Avrupa’dan üstün veya aynı gösteren kanunsuz hareketler lan ilk pencere, dahası bir rapor
seviyede bulunduğu devirler- eyaletlere kadar sirayet etti. niteliğindeydi. O, Osmanlı’nın
de bir ıslahat teşebbüsüne ihti- Sonuçta Osmanlı’nın yaşadığı ilk ıslahat programı oldu.4
yaç duymamıştı. Avrupa’da sıkıntılar, onu bir arayış içerisi- Ne var ki açılan ilk pence-
Rönesans ve keşifler ile yeni ne itti. reden ancak derin bir nefes
bir tarihi çağın açıldığı zaman, XXVIII Çelebi Mehmet’in çeken Saray ve çevresi hayalle-
Osmanlı devleti de kültür ve “vesaiti umran ve maarifini rinin okşanması ile yetinecekti.
medeniyet sahasında en yük- dahi layıkıyla kesbi ıttıla ede- Şair Nedim’in “gülelim, oyna-
sek devrini yaşamakta, Avrupa rek kabili tatbik olanların takri- yalım, kâm alalım dünyadan”
devletleri ile Osmanlı devleti ri” için Paris sefiri olarak atan- gibi mısralarının kayda geçtiği
arasında kültür ve medeniyet ması sonucunda kaleme aldı- dönem, ilk arayışların ve yöne-
sahasında henüz büyük bir far- ğı “‘Sefaretname’, Batı kültür limlerin dönemi olacaktı. Bu
kın varlığı hissedilmemektey- ve medeniyetinin Osmanlı dev- dönemde, Lale, Osmanlı’ya yön
di. Fakat XVI. asrın ikinci yarı- letine nüfuz etmesine bir baş- verenlerin yeni hayat arayışları-
sından sonra devletin kanun langıç teşkil etti. Sefaretname, nı temsil eden bir sembol hali-
ve nizamları bozulmaya başla- basit bir dille yazılmış seyahat ne geliyordu.5 Lale Devri’nde

KASIM ‘09 UMRAN 27


Dosya

Lale Devri’nden itibaren


Reşid Paşa tarafından kaleme alı- askeri, kültürel, devlet düzeni-
nan Tanzimat Fermanı’nın hazırlık- ne kadar geniş bir alanda etki-
leri hissedilen ıslahat hareket-
ları aslında tam bir yıl öncesinde 1838’de lerinin ortak karakteri, yönü-
başlamış ancak II. Mahmud’un buna cesa- nün Batı’ya dönük olmasıydı.
ret edememesi ile önce gecikmiş sonra Tanpınar, 1789 ile 1807 ara-
sındaki ıslahat devrini “garba
da onun vefatıyla Sultan Abdülmecid
doğru gidişimizin ikinci safha-
zamanına kalmıştır. Abdülmecid’in genç sı” olarak addeder ve asıl kök-
yaşına rağmen ıslahatların farkında leşmenin bu dönemde oldu-
olduğu söylenir. Sarayın duvarlarına asılı ğunu belirtir. Ülken de aynı
döneme dikkat çekmektedir:
tablolarda gördüğü Avrupa şehirlerinin “Selim III ile Mahmud II devri-
sokaklarını kendi ülkesinde inşa ettir- nin devlet kurumlarında ve onu
mek arzusunun sadece bir mühendis- tamamlamak için öğretim işin-
lik meselesi olmadığının da bilincinde- de giriştiği geniş reform hare-
keti, Türkiye’nin modernleşme-
dir. Doktoru Spitzer’in hatıralarında çizi- si tarihinde en önemli safha-
len genç, hırslı, Batı’nın maddi ve kültü- larından biri olarak gösterile-
rel değerlerine karşı arzulu Abdülmecid bilir.”7

portresi, fikri planda Reşid Paşa’nın yer
Batı ile başlayan temasların
aldığı Tanzimat’ın ilanına giden yolda görünen ilk yanı, batılı hayat
siyasi cepheyi tamamlar. tarzına karşı taklit meyli uyan-
dırmış olması, padişah ve dev-
let ricalini zarif köşkler inşa-
Osmanlı ileri gelenlerini daldık- dağılan yapısını toparlamak en
sına ve süslü bahçeler tanzi-
ları bu derin uykudan Patrona öncelikli meseleydi. Orduyla
mine, lüks ve israfa yol açan
Halil isyanı uyandıracaktı. kalmadı, onunla irtibatlı ne
yeni bir hayat tarzına yönelt-
Sonraki yıllar ise, Osmanlı varsa kısa sürede ıslahatlar ora-
mesiydi. Islahat hareketlerin-
İmparatorluğu’nu meşgul ede- lara da sirayet etti.
den beklenilen sonuçlar bunlar
cek büyük karışıklıkların ama “ O s m a n l ı
değildi. İstenilene ulaşılamıyor-
aynı zamanda Saray ve çevresi- İmparatorluğu’nun aske-
du. Bunda, ekonomik sıkıntı-
nin ıslahat için, köklü dönüşüm- ri gereksinimleri dolayısıyla
lar, ıslahatları gerçekleştirecek
ler için ibret devşirdikleri yıl- Avrupa dünyasına, düşünce ve
kadro/nun eksiklikleri ile ısla-
lar olur. Nihayet, Rönesans’tan edebiyattan daha önce yaklaş-
hatların fikrî esaslardan yok-
beri her sahada ilerleme kay- mak zorunda olduğu açıktır.
sun olması gibi parametreler
deden Avrupa medeniyeti kar- Askeri reformların sadece kış-
etkiliydi. Osmanlı ıslahatlarının
şısında Osmanlı İmparatorluğu layla kalmayacağı, daha doğru-
ufku, ancak, Avrupa’dan gelen
su reformun askeri cerrah yetiş-
kendi siyasi birliğini muhafa- elçiler, getirdikleri hediyeler,
tirmek için tıp eğitimi, istihkâm
za ve devletin devamını sağla- elçilerin sefaretnameleri, sara-
ve yol için mühendislik eğiti-
mak için bu medeniyetten fay- ya girip çıkan yabancı doktor-
mi, matematik, coğrafya der-
dalanmak zorunda bulunduğu- lar kadardı.8
ken sonunda vergilerin düzenli
nu kabul etmek mecburiyetin- “Osmanlı batılılaşmaya
toplanması için maliyeye yansı-
de kaldı. Islahatlar kaçınılmaz pragmatik bir yaklaşımla girdi.
yacağı açıktır.”6
hale geldi. Orduyu düzeltmek, Ama bu sürece girince geliş-

28 UMRAN KASIM ’09


Dosya

meler onu bugüne kadar getir-


di. Osmanlının batılılığa teo- Tanzimat’ın vazettiği hükümle-
rik planda hazırlanmayışının
rin o güne kadar hiç duyulmamış,
en önemli kanıtı, tarih, felse-
fe ve edebiyat alanındaki yavaş yeni hükümler olduğu söylenmez ancak
değişmedir.”9 bu hükümlere padişahın kendisinin de
Ancak bununla birlikte açı-
lan yeni yolda az da olsa yürü- aykırı hareket etmeyeceği durumu bir
yenler vardı ve gelecekte atı- bütün halinde düşünülürse ve elbet-
lacak esaslı adımların mimar-
ları da bunlar olacaktı. Bütün
te sonuçları ile birlikte, bu hükümlerin
eksiklerine rağmen ıslahat çalış- iktidarı saraydan alıp bürokrasiye dev-
maları neticesinde, Avrupa’da
rettiği söylenebilir. Tanzimat’ın kültürel
aldıkları eğitimle yetişenler
vardı. Önceki asırlardaki ısla- yönlerinin yanı sıra asıl üzerinde durul-
hat girişimlerinden farklı ola- ması gereken noktalardan biri de bura-
rak 19.yy.’ın başında “garplılık
cereyanı” artık “kendi neslini
sıdır. Bu aynı zamanda, kurumsal yapı-
yetiştirmişti”.10 sı değişen bir toplumun temel dina-
Avrupa usullerini, ilim ve
miklerinin kaçınılmaz olarak değişece-
tekniğini benimseyen yeni bir
neslin yetişmesi ve yavaş yavaş ği gerçeğine de işaret eder. Bu anlamda
devlet idaresinin başına geç- Tanzimat’ın, şekilsel değişikler ötesinde
mesi ile ıslahat hareketi yeni
bir hız kazandı. Bu yeni nes- toplumsal dengeleri, onların işleyiş kai-
lin temsilcisi ise Mustafa Reşid delerini, zihniyetleri ve nihayet yaşam
Paşa olacaktı.11
tarzlarını değiştiren bir karakteristiğe
Tanzimat Fermanı sahip olduğunun altı çizilmelidir.
Napolyon Savaşları, Sırp ve
Yunan isyanı, Rusya ile süren
savaşlar, Vahhabi ayaklanma- İngiltere’ye büyük ticarî haklar Bağımsızlığını ilan eden
sı, Mısır meselesi ve İngiltere tanıyan Osmanlı, sınaî, ticarî ve ve sıranın kendine gelmesini
ile imzalanan Baltalimanı mali bakımlardan büyük zara- bekleyen milletlerin yanı sıra
Antlaşması ve Tanzimat ra uğramaya kendini mahkûm büyük devletlerin siyasi baskı-
Fermanı öncesi siyasi şartların etmiştir. İstanbul’da bu ant- ları ile son raddeye varan Mısır
önemli başlıklarıdır. laşma için görüşmeler yapı- meselesi Osmanlı’yı, yeniden
Özellikle, İngiltere ile yapı- lırken, Mehmed Ali Paşa’nın, farklı bir kurumsal yapı etra-
lan Baltalimanı Antlaşması, Mısır’da kurmuş olduğu siste- fında şekillenmeye zorluyor-
Osmanlı ekonomisinde yapısal min tehlikeye düşeceği endişe- du. Bunlar, Osmanlı’nın, batı-
bir değişikliğe gidişin tescili ve siyle bağımsızlığını ilan etmesi, lılaşmak yolunda içten gelen
‘ekonomik liberalizm’in içsel- Bab-ı Âli’ye karşı cephe alması bir arzudan çok kendi siya-
leştirilmesinin başlangıcı olarak ise gelecekte bu antlaşma vesi- si, hukuki ve kurumsal yapı-
gösterilmiş, böylece gelenek- lesiyle Osmanlı’nın sadece eko- sıyla devam edemeyeceğinin
sel esnaf kesiminin, Batı karşı- nomik alanda zorluklar yaşa- resmi ve zorunlu bir ilanı ola-
sında iktisadi hayattan silindiği mayacağının da habercisi ola- rak Tanzimat’ın siyasi atmosfe-
belirtilmiştir. 12 Bu antlaşma ile caktır. rini de oluşturuyordu.

KASIM ‘09 UMRAN 29


Dosya

Gülhâne Köşkü’nden takip


etmekle yetinir. Osmanlı tari-
hinde yeni bir devri açan fer-
man, okunduğu yere nispetle
Gülhane Hattı Hümâyunu ola-
rak da adlandırılacaktır.
Tanzimat Fermanı, hüküm-
leri tebaa ile devlet arasında-
ki ilişkilere dair esaslar ve özel-
likle devlet teşkilâtında yenilik-
lerin yapılmasının zarurî oldu-
ğuna işaret eden, hükümdarın
yetkilerini sınırlayan bir içeri-
ğe sahiptir.
Tanzimat Fermanı, devle-
tin içinde bulunduğu olum-
suz durumu tespit eder, bunun
nedenleri üzerinde durur,
Osmanlı’nın imkânlarına deği-
nir ve belirtilen gerekçelerle
yeni düzenlemeler bildirilir.
“Şer’i şerif” ile idare edilme-
Bununla birlikte Tanzimat’ın lerinin sokaklarını kendi ülke-
yen memleketlerin payidar ola-
tasarlandığı günlerde (1838) sinde inşa ettirmek arzusunun
mayacağı ve “Osmanlı devleti-
gerçekleşen diplomatik geliş- sadece bir mühendislik mesele-
nin verimli arazileri”, “kabili-
melerin bu zorunluluk atmos- si olmadığının da bilincindedir.
yetli halkı” harekete geçirilirse
ferinin boyutlarının daha Doktoru Spitzer’in hatıraların-
“beş-on sene zarfında” büyük
ileri noktalara, Tanzimat da çizilen genç, hırslı, Batı’nın
bir ilerleme kaydedileceği söy-
Fermanı’nın ilham kaynağı- maddi ve kültürel değerlerine
lenir.
nı Osmanlı dışına götürmeye karşı arzulu Abdülmecid port-
Metinde, bütün arızala-
kadar vardırıldığına da deği- resi, fikri planda Reşid Paşa’nın
rın sebebi, şeriata uymamak
nelim. 13 yer aldığı Tanzimat’ın ilanı-
olarak gösterilirken yapılma-
na giden yolda siyasi cepheyi
sı gerekenler ise yeni kanun-
Tanzimat Fermanı’nın İlanı tamamlar.14
lar tedvin edilerek yine şeria-
Reşid Paşa tarafından kale- Nihayet Tanzimat, 3 Kasım
ta uymak olarak takdim edi-
me alınan Tanzimat Fermanı’nın 1839 (26 Şaban 1255/3 teşrin
lir. Tanzimat Fermanı’nda abar-
hazırlıkları aslında tam bir yıl II.) tarihinde büyük bir mera-
tılı bir şeriat vurgusu vardır.
öncesinde 1838’de başlamış simle ilan olunur. Bu merasime
Israrla yapılan şeriat vurgusu,
ancak II. Mahmud’un buna sadrazam, şeyhülislâm, bütün
Ferman’da belirtilen hususlara
cesaret edememesi ile önce saray erkânı ve devlet ricali,
karşı gelebilecek muhalefeti de
gecikmiş sonra da onun vefa- ulema, esnaf cemiyetleri, Rum,
yumuşatmak gayesiyledir.
tıyla Sultan Abdülmecid zama- Ermeni patrikleri, hahamba-
Can, mal, namus emniye-
nına kalmıştır. Abdülmecid’in şı, İstanbul’da bulunan yaban-
ti başta olmak üzere müslim-
genç yaşına rağmen ıslahatla- cı devlet sefir ve konsolosları
gayrimüslim bütün tebaanın
rın farkında olduğu söylenir. iştirak eder. Hatt-ı Hümâyun’u
hakları, bunlar sağlandığın-
Sarayın duvarlarına asılı tab- bizzat Mustafa Reşid Paşa
da halkın kendini geliştirece-
lolarda gördüğü Avrupa şehir- okurken padişah ise, merasimi
ği, vasata kavuşacağı ve dola-

30 UMRAN KASIM ’09


Dosya

yısıyla devleti güçlendirece-


ği gerekçesiyle teminat altı- Tanzimat Osmanlı tebaasının
na alınır. Bu, genel anlamda
toplumsal bütünlüğünü de etkiler.
bir emniyet temini meselesi-
nin ötesinde özellikle gayri- Azınlıklar ulusçuluk düşüncesinin etki-
müslimler için yeni bir statü sine daha fazla girebilecekleri doğal bir
tahsisi olarak da algılanmış ve
neticelenmiştir. Baltalimanı zemin bulurken Müslüman ahali de git-
Antlaşması’yla Osmanlı esna- tikçe devletten soğutulur. Halksız bir
fı karşısında özerklik, ayrıca-
lık kazanan gayrimüslim esnaf;
devlete doğru gidiş başlar. Tanzimat
Ferman’ın ilanından sonra top- ikiliğin, düalizmin asrıdır. Geleneksel
lumsal planda da konumunu
kurumlarla modern kurumlar birlikte
güçlendirmiştir. Eskiden, raiyye
kelimesinin çoğulu olup çoban yürür. Geleneksel hukukla laik hukuk,
halk anlamına gelen “reaya” geleneksel eğitimle modern eğitim,
sınıfı artık imparatorlukta res-
men önemli bir yer kazanmış- hatta geleneksel edebiyatla yeni edebi-
tır.15 Ferman’ın, “artık gavu- yat… Tanzimat aydınları bu ikiliği, çeliş-
ra gavur denmeyecek” tarzın-
da anlaşılması bunun en açık
ki ve çatışmayı iliklerine kadar yaşarlar.
örneğidir. Kaldı ki gayrimüs- Onların bu ruh hali daha sonra döne-
lim tebaa, dış siyasi bakıların da
min ruh hali olarak ifadelendirilir.
etkisiyle, Tanzimat Fermanı’yla
kazandığı sosyal statüyü Islahat
Fermanı’yla pekiştirecektir. ları ile birlikte, bu hükümlerin tiyle sürdürülebileceği düşün-
Tanzimat Fermanı’nın temel iktidarı saraydan alıp bürok- cesine dayanıyordu. Fakat, tek-
insani hakların teminini teyit rasiye devrettiği söylenebilir.16 nikle birlikte onun gerektirdiği
eden ibarelerinden sonra, Tanzimat’ın kültürel yönlerinin düşünce şartlarının da girmesi
kanun üstünlüğünü geti- yanı sıra asıl üzerinde durul- bu vehimleri boşa çıkartmıştır.
ren kimsenin kanunlara aykırı ması gereken noktalardan biri Bunun en açık örneği Tanzimat
ceza ve müeyyidelere muhatap de burasıdır. Bu aynı zaman- sonrası bürokrasinin yerleşmesi
olmayacağı, kimsenin gücünün da, kurumsal yapısı değişen bir ve güçlenmesi ile kendini gös-
üstünde bir vergi yükümlülüğü toplumun temel dinamikleri- terir.
altına alınmayacağı ve askere nin kaçınılmaz olarak değişece- Şerif Mardin, Reşid Paşa’nın
almada keyfi davranılmayacağı ği gerçeğine de işaret eder. Bu “hükümdarın hareketleri-
ve askerlik süresinin 4-5 sene ile anlamda Tanzimat’ın, şekilsel ni tahdit edecek bazı mües-
belirleneceği gibi temel esaslar değişikler ötesinde toplumsal seselerin kurulması” fikrinin
sıralanır. dengeleri, onların işleyiş kai- 19. asır Avrupa devlet düşün-
Tanzimat’ın vazetti- delerini, zihniyetleri ve nihayet cesiyle ve liberalizmle irtibatı-
ği hükümlerin o güne kadar yaşam tarzlarını değiştiren bir nı kurar. Ona göre Avrupa’daki
hiç duyulmamış, yeni hüküm- karakteristiğe sahip olduğunun Anayasacılık düşüncesiyle Reşid
ler olduğu söylenmez ancak bu altı çizilmelidir. Paşa’nın elde etmek istedikle-
hükümlere padişahın kendisi- Osmanlı ıslahat hareketleri, ri arasında tam bir mutabakat
nin de aykırı hareket etmeye- askeri ve teknik alanda başla- vardır. Yine Mardin’in, Sadık
ceği durumu bir bütün halinde yan batılılaşmanın, en azından Rıfat Paşa’nın iktisadi düşünce-
düşünülürse ve elbette sonuç- ruhta değişmeden kalmak sure- lerini analiz ederken Paşa’nın

KASIM ‘09 UMRAN 31


Dosya

ya çıkan teknik, idari, adli ve


Tanzimat dönemi kurumsal eğitimsel düzenlemeler şek-
linde devam eden gelişmele-
değişmelerinin zihni arka planı-
ri özetledikten sonra bunla-
nı ve onların geleneksel alışkanlıkları rın sekülerleştirici etkisine de
nasıl değiştirdiğini, burada bütünüyle vurgu yapar. Ulemanın etkisi-
nin, teşekkül eden yeni kurum-
ifade etmek imkânsızdır. Ancak şu bir- ların merkezi idareden gide-
kaç örnek bile hem yaşanan değişimin rek artan payı karşısında geri-
lediğine ve yargı ve eğitim
boyutlarını hem de günümüze uzayan sistemlerinde önce gelenek-
etkilerini anlamaya yetecek vukufiyet- sel kurumlarla beraber yürü-
yen yeni kurumların zaman
teler. Siyasi, ekonomik, askeri zorun-
içinde artan nüfuzuna dik-
luluklar idarecilerin hevesleriyle birle- kat çeker. Ferman’ın ilanına
şince Tanzimat döneminden itibaren müteakip kurulan ceza, tica-
ret, hukuk ve muhtelit mah-
toplumun genel dokusunda aykırı bir kemelerin genel özelliği, eski
sistem işlemeye başlar. Müslim tebaa, kanunlar ve hukuk sistemi ile
birlikte yeni, batılı normlara
esnaf el tezgahlarına varıncaya kadar
uygun bir sistemin devreye gir-
ekonomik imkanlarını kaybeder, gay- mesidir. Örneğin ticaret mah-
rimüslimler dış bağlantıları ile hem kemelerinde daha öncekinden
farklı olarak din ve mezhep
ekonomi hem de siyasete hakim ayrımı kaldırılmış, faiz kabul
olmaya çalışırlar. edilmiştir.
Bununla birlikte bu düzen-
“a) insanların kendi olurları- gelerine de değinen Mardin’in lemelerin Tanzimat’ın ilanın-
na bırakıldıkları takdirde giri- tespitleri, yaşanan değişimin dan kısa bir süre sonra bile
şecekleri faaliyetlerin tümün- boyutlarını gözler önüne ser- devletin ilerlemesi konusun-
mektedir. Yine Ortaylı’nın da somut karşılığı alınamaz.
de cemiyete fayda geleceği,
Tanzimat bürokrasinin, gele- Özellikle Fransız devriminin
yani tabiatta muvazene kuran
neksel bürokrasinin hacmiyle yaydığı düşünceler etrafın-
bir “gizli el” fikri, b) bir dev-
mukayese edilemeyecek artı- da şekillenen kurumsal yapı-
letin kuvvetinin zenginliğine
şına dikkat çekerken bu duru- lar eşitlik, hürriyet, demokrasi
bağlı olduğu, c) hususi mülki-
mun dil ve yazı sorununu gün- ideallerini tek bir Osmanlı çatı-
yet ve serbest ticaretin devletin
deme getirdiğini ve yazı dilinin sı altında buluşturmak yerine
müdahalesine maruz kalmadan
sadeleşmesinden başlayan bir azınlıkları dışarı ile daha bağ-
gelişmesi zarureti” şeklindeki
dizi değişikliği doğurduğunu lantılı bir hale getirir. Ticaretin
görüşlerini özetlerken klasik azınlıkların eline geçmesi bera-
tespit etmesi de hayli ilginçtir.
iktisat düşüncesinin yansıma- berinde bürokrasi ve memuri-
Yine Mardin’e dönecek
larına açık örneklikler bulur.17 yette de yer almaya başlamala-
olursak, Mardin, Osmanlı ısla-
Meselenin teorik boyutu ile hat hareketlerinin genel yapı- rı ise müslim tebaanın hareket
Osmanlı memurlarının artık sını ordudaki düzenlemeler, alanını kısıtladıkça kısıtlar.
padişahın kulu olmaktan çıkıp bunun için gerekli mali düzen- Tanzimat dönemi kurum-
devletin hizmetkârları olması- lemeler ve beraberinde orta- sal değişmelerinin zihni arka
na kadar varan somut göster- planını ve onların geleneksel

32 UMRAN KASIM ’09


Dosya

alışkanlıkları nasıl değiştirdi- rın tesisi, bürokrasinin ve laik, lür. Hakikatte bu sefaretnamede bü-

ğini, burada bütünüyle ifade seküler bir yapının yerleşmesi- tün bir program gizlidir.”

etmek imkânsızdır. Ancak şu dir. Geleneksel bütün yapıla- 5 Karal, E. Ziya, Tanzîmâttan Evvel

birkaç örnek bile hem yaşa- rı ve toplumu meydana getiren Garplılaşma Hareketleri, Tanzimat
I, s.13.
nan değişimin boyutlarını unsurları etkileyen bu köklü
6 Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En
hem de günümüze uzayan değişimin etki alanlarının bir
Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İst.2005, s.
etkilerini anlamaya yetecek bütünlük içinde değerlendiril-
24.
vukufiyetteler. Siyasi, ekono- mesi gerekir.
7 Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye Çağdaş
mik, askeri zorunluluklar ida- Nizam-ı Âlem’den
Düşünce Tarihi, Ülken Yay., s.33.
recilerin hevesleriyle birleşin- Tanzimat’a geçişin şartla-
8 Karal, Enver Ziya, Tanzimat’tan Evvel
ce Tanzimat döneminden iti- rı ve sonrasındaki gelişmeler
Garplılaşma Hareketleri (1718-1839),
baren toplumun genel doku- bugünkünden daha fazla bir MEB, Tanzimat I, s. 17.
sunda aykırı bir sistem işle- ilgiyi bekliyor. Oluşturulmuş
9 Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En
meye başlar. Müslim tebaa, tarihle yönlendirilen bindiril- Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İst.2005, s.
esnaf el tezgahlarına varınca- miş kıtalar olmaktan çıkma- 24.
ya kadar ekonomik imkanla- nın yegâne yolu tarihi bilmek. 10 Tanpınar, A. Hamdi, XIX. Asır Türk
rını kaybeder, gayrimüslimler Genel kabuller, ön yargılar- Edebiyatı Tarihi, s.52.
dış bağlantıları ile hem eko- la tarihten ibret almak müm- 11 Kaynar, Reşat, Tanzimat I, MEB, s. 41-
nomi hem de siyasete hakim kün müdür? Hele günün siya- 82.
olmaya çalışırlar. si, güncel kavramlarıyla geç- 12 Avcıoğlu, Doğan, Türkiye’nin Dü-
Tanzimat Osmanlı teba- mişi anlamaya çalışmak anak- zeni, s.104.; Cem, İsmail, Türkiye’de

asının toplumsal bütünlüğü- ronizmden başka bir şey değil- Geri Kalmışlığın Tarihi, s. 314; Sayar,

dir. Osmanlı modernleşmesi Ahmet Güner, Osmanlı İktisat Dü-


nü de etkiler. Azınlıklar ulus-
çok büyük zorlukların yaşan- şüncesinin Çağdaşlaşması, Der Yay.,
çuluk düşüncesinin etkisi-
İst. 1986, s. 212-213.
ne daha fazla girebilecekle- dığı ve etkileri hâlâ hissedilen
13 Türköne, Mümtaz’er, Osmanlı Mo-
ri doğal bir zemin bulurken bir süreçtir. Bu süreci değer-
dernleşmesinin Kökleri, Yeni Şafak
Müslüman ahali de gittikçe lendirmek, her şeyden önce
Kitaplığı, 1995, s. 9.; Cavid Baysun,
devletten soğutulur. Halksız bugünü anlamlandırmak iste-
Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat I, s.
bir devlete doğru gidiş baş- yen ve kimliğini dert edinenle-
732’de ise Mustafa Reşit Paşa’nın İn-
lar. Tanzimat ikiliğin, düaliz- rin meselesi olmalıdır. giltere dışişleri bakanı Palmerston ile
min asrıdır. Geleneksel kurum- görüşmeleri ve Avrupa devlet adam-
larla modern kurumlar birlik- ları ile temasları ile Avrupalıların ya-
te yürür. Geleneksel hukukla pılacak ıslahata özel bir önem atfet-
1 Kılıçbay, Mehmet Ali, “Nizam-ı tikleri, Osmanlı devletinin Avrupa
laik hukuk, geleneksel eğitim-
Âlem’den Tanzimat’a”, Türkiye Gün-
devletleri hukukundan faydalan-
le modern eğitim, hatta gele- lüğü, Kasım 1989, sayı 8, s.49.
masını önleyen muhalefetin kalkma-
neksel edebiyatla yeni edebi- 2 “Tanzimat” maddesi, İslam Ansiklo-
sı yönünde adımlar atılacağı temina-
yat… Tanzimat aydınları bu pedisi, MEB.
tının verildiği belirtilir.
ikiliği, çelişki ve çatışmayı ilik- 3 Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En
Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İst. 2005, 14 Refik Ahmet, Dr. Spitzer’in Hatıratı,
lerine kadar yaşarlar. Onların
s. 30. Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası,
bu ruh hali daha sonra döne- s. 599-622.
4 Tanpınar, A. Hamdi, XIX. Asır Türk
min ruh hali olarak ifadelen- Edebiyatı Tarihi, s.44. “Hiçbir ki- 15 Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye Çağdaş
dirilir. tap garplılaşma tarihimizde bu kü- Düşünce Tarihi, Ülken Yay., s. 37.
Osmanlı modernleşmesinin çük “Sefaretname” kadar mühim bir
16 Türköne, Mümtaz’er, Osmanlı Mo-
yer tutmaz. Okuyucu üzerinde “Bin-
İstanbul ve Anadolu dışındaki dernleşmesinin Kökleri, Yeni Şafak
bir Gece”ye iklim ve mahiyet değiş-
etkilerine de bakmak gerekir. Kitaplığı, 1995, s. 16.
tirmiş hissini bırakan bu kitabın he-
Tanzimat her şeyden önce batı- men her satırında gizli bir mukaye- 17 Mardin, Şerif, Türkiye’de Toplum ve
lılaşma yolunda yeni kurumla- se bir fikrinin gizlice yürüdüğü görü- Siyaset, İletişim Yay., s.312.

KASIM ‘09 UMRAN 33


Dosya

KÖKLERLE İLİŞKİ KUR/A/MAYAN


TANZİMAT VE
DÜŞÜNÜRLERİ
AHMET DAĞ

Kaos/kargaşa ortamların- Osmanlı Aydınları arasın- 1839 Gülhane Hattı


da fikir beyan etmek olduk- da Batı’ya karşı baş döndürü- Hümayunu’nu hazırlayan
ça kolay olmayan bir teşeb- cü hayranlık duyan aydınların bürokratik gruba ‘Babıâli dikta-
büstür. Kaos ortamının verdiği (Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza törleri’ denilmiştir. Tanzimat’ta
panikle düşünce geliştirenlerin vb.) olduğu kadar Batı’ya ve sadrazamlarla birlikte bürok-
fikirleri ya olgunlaşmamış fikir- Batı düşüncesine karşı kuşkucu ratlar da yönetime hâkim
lerdir ya da yerini bulamayan ve ihtiyatlı davranan aydınlar olmuştur. Yakın tarihin en
salvolardır. Hele ki hâkim güç da (Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet becerikli yaratıcı kadroları ola-
karşısında afallayanlar savrulan Mithat Efendi vb.) vardır. rak görülen Tanzimat döne-
biri gibi tutunacak tutamaklar Batı düşüncesiyle ve fikir minin yöneticileri, bürokrasinin
ararlar kendilerine. İşte böyle hareketleriyle ilgilenen şahsi- içinde yetişip yükselen devlet
yetler genellikle Bürokrasi sını- memurlarıydı.2
bir ortamda Tanzimat düşünce-
fının üyeleriydiler. Hem aydın Hakkında çok şeyler yazı-
si, hareketi, kurgusu ve psiko-
hem de devlet adamı vasfı- lan, bazen övülen bazen köklü
lojisi darma duman olan Türk
na ve statüsüne sahip aydın- eleştirilere muhatap olan
düşünürünü üretmiştir.
lar, Gramsci’nin isimlendirdi- Tanzimat’ı İlber Ortaylı şu cüm-
18. yüzyılda başlayan
ği iki aydın grubun nitelikle- lelerle tasvir ediyor:
Osmanlı modernleşmesi en
rine de sahiptiler. Yani ken- Tanzimat, Osmanlı modern-
etkin varlığını Tanzimat’ta sür-
dini toplumdan ayrı bir sınıf leşmesini hazırlayan tarih-
dürür. Ama Tanzimat’tan önce
gibi gören ‘geleneksel’ aydın- tir. Tanzimat hareketi, Türkiye
18. yüzyılda Osmanlı dünya-
lar ile her sınıfın, kendi safla- Tarihinde, toplumu ileri-
sı Avrupa’yı ve Rusya’yı ustaca
rı arasından ‘organik’ olarak ye götüren ve çığır açan bir
gözlemlemiştir.1 III. Selim döne- ürettiği aydın tipiydiler. Ahmet rol oynamıştır. Tanzimat devri
minde Batı düşüncesi ve uygar- Rıza ya da Abdullah Cevdet tarihi, ne dramatik ne protest
lığıyla yüzleşen Osmanlı dev- gibi kendi toplumunun davra- ne de mutantan bir tarihtir.
leti, özellikle bürokrat kanadı nış kalıplarını eleştiren, bazen Kelimenin tam anlamıyla traje-
Batı’ya göndererek batılılaşma hor gören aydınlar olduğu gibi didir. Trajik bir çözülmezliğin,
politikalarını benimsemiştir. toplumun karakter ve yaşantı- içten içe ağır ağır kaynamazıy-
Bu dönemde, yalnızca gittiği sından hareketle yeni nitelikli la tarihin ilerlediği bir zaman-
ülkenin (özellikle Fransa) dilini kadrolar yetiştirmeyi amaç edi- dır. Bir toplumun kurumlarıy-
öğrenmekle kalmayan Latince nen Ahmet Cevdet Paşa gibi la, gelenekleriyle, devlet adam-
öğrenen Osmanlı-Türk aydınla- “Organik Aydın” tipleri söz larıyla kaçınılmaz bir yazgı-
rı vardır. konusuydu. ya doğru ilerlediği, karanlı-

34 UMRAN KASIM ’09


Dosya

ğın ve gafletin yanında fazi- ve dirayetli bir vezirin seba- ların yaşanmasına yol açmamış-
let ve aydınlığın ortaya çıktığı, tından ibaret olarak görür. tır. Askeri alandaki reformla-
çöküşle ilerleyişin boğuştuğu, Comte, kendi inşa ettiği insan- rın toplumsal yansımaları top-
Osmanlı Tarihinin en uzun asrı- lık dinini yayması için Mustafa lumda ciddi olarak ontolojik
dır. 19. yüzyıl bütün Osmanlı Reşit Paşa’ya müracaat etmiştir. ve epistemolojik kırılmalara yol
camiasının en hareketli, san- Nitekim bu dönemin aydınla- açmıştır.
cılı, yorucu uzun bir asrıdır. rı, Tanzimat’ın babası Mustafa Kendinden önceki tari-
Geleceği hazırlayan en önem- Reşit Paşa tarafından muha- hi hadiselerden beslenen
li olaylar ve kurumlar bu asrın faza edilmişlerdir. Pozitivizm, Tanzimat dönemi, çeşitli
tarihini oluşturur.3 Comte’in “ordre et progres” fikir akımlarının da (Batıcılık,
Tanzimat dönemi, X1. yüz- (nizam ve terakkisinden) mül- İslamcılık, Osmanlılık ve
yıldan beri Batı ile ilişkide olan hem İttihat ve Terakki’yle bir- Türkçülük) ortaya çıkmasına
çarpışan bir toplumun, iktisadi likte girmiştir.5 yol açmıştır. Tanzimat tama-
sınaî Batı uygarlığı karşısındaki İnkılâpçı değil reformcu bir mıyla kendi içinde bulundu-
bir direnişidir. Tanzimat devri dünya görüşüne sahip olan ğu durumdan esinlemeyip dış
tarihi, her şeye rağmen önem- Tanzimat döneminde, Avrupa etkilerden mülhem bir hare-
li bir dünya parçasının bir geniş ve Rusya’ya karşı direnebil- ket olarak nitelendirilemez.
coğrafya üzerindeki kavimlerin mek için askeri alanda yapılan Osmanlı modernleşmesi, paket
tarihidir. Kapanmış bir bilinç reformlar, edebiyata, mima- proje olmaktan ve daha önce-
değildir, dramatik gelişmelerle riye ve günlük hayata yansı- den bilinçli olarak kurgulan-
halen yaşayan bir tarihtir.4 mıştır. Nitekim askeri alanda maktan daha çok, zaman ve
Comte, Tanzimat’ı bünye- yapılan reformların toplumsal süreçler içinde yaşanan olay-
vi bir zaruret olarak değil ener- yönünün az bulunuşu, bu alan- ların sonucunda şekillenmiş
jik bir hükümdarın teşebbüsü da ciddi sosyo-kültürel kırılma- bir modernleşmedir. Nitekim

KASIM ‘09 UMRAN 35


Dosya

ler vardı. “Yobazları mat etmiş ri yanında yeni derin kültü-


medrese bilgini” Ahmet Cevdet rel atmosferine, çalışma yön-
Paşa, “sefaretnamelerde yetiş- temlerine uyum sağlayamayan-
miş” Mustafa Reşit Paşa, “nük- larının da bulunduğu açıktır.
tedan ve lafını sakınmayan” Yabancı dili yanlış yazıp konu-
Fuat Paşa, “pozitivist” Ahmet şanlar, koltuğunun altında laf
Rıza, “bilimden başka hiçbir şeyi olsun diye Fransızca gazeteler-
Ahmet Mithat Efendi kabul görmeyen” Dr. Abdullah le dolaşanlar, kayırıldığı görev-
Cevdet, “Le Play’ci ve liberal” lerde gülünç işler yapanlar da
Prens Sabahaddin bu döne- boldu. Nitekim Ahmet Mithat
Ortaylı, Tanzimat Osmanlıcığını
min önemli düşünürlerindendir. Efendi’nin “Felatun Bey” tip-
Fransız döneminde etkilerle
Tanzimat döneminin getirdiği lemesi böyle bir tiplemeydi.
değil ona tepki olarak düşü-
sosyo-kültürel değişim hiç değil- Yine mektepli-alaylı ayrımı bu
nülüp geliştirilmeyecek olan
se üst ve orta tabaka kadınının dönemde başlamıştır.
bir düşünce olarak yorumlar.
toplumsal hayata girişini hazır- Bu dönemin önemli bürok-
Ona göre Tanzimat, hüzün-
layan altın bir dönem olmuş- rat ve aydınlardan biri, 10
lü ve boğucu bir atmosferde
tur. Fatma Aliye ve Şair Nigar yaşında hafız olan, 12 yaşın-
başlamış ve öyle devam etmiş
da Arapça ve Farsça öğrenen,
bir harekettir. Yaygın kanaat, Hanım, kültürel açılımı olan üst
dönemin ünlü âlimlerinden
Tanzimat aydınlarının İngiltere sınıf kadınlardandır.
ders alan Mithat Paşa, valilik-
ve Fransa’dan çok Prusya ve Reformları, devletin kad-
ten sadrazamlığa kadar yükse-
Avusturya’dan etkilendiği, rolarıyla çatışan dil ve din-
len Tanzimat’ın önemli figürle-
topyekûn bir zihniyet kopuşu den grupların olduğu ortam-
rinden biridir. Abdülaziz’i tah-
değil mevcut olan zihniyetin da yürütmek zorunda olan
tından indiren kadronun için-
kendi içinde dönüşümüdür.6 Tanzimat aydınları kişilikle-
de bulunan Mithat Paşa Taif’e
Re-organizasyonu karşıla- rinde tutuculuk ve pragma-
sürülmüş ve hapiste boğularak
mak için kullanılan Tanzimat tik reformculuğu birleştir-
öldürülmüştür. Milletleri kay-
sözcüğü ile, hukuki yapının miş, dünya görüşleri, davranış
naştırmak için yeni bir anaya-
ıslahı, kanun ve düzenleme- biçimleri ve politikalarıyla 19.
sayı zorunlu görmüş, gerekirse
ler getirilmesi kastedilmiştir.7 yüzyıl Osmanlı toplumundaki
kısmi federalizme değinmiştir.
Askeri alandaki reformların bir yeni insan tipinin tipik tem-
uzantısı olan Tanzimat döne- silcileri veya öncüleri olmuş-
mi, özellikle hayat ve kazanç tur. Toplumsal değişimin loko-
güvenliğini sağlamaya yönelik motifi aydınları romanların-
hareketler ve yasama girişimle- da, özdeşleştikleri ideal tipler
riyle başlamıştır. Bu dönemde yarattılar ve toplum öncülü-
köleliğin kaldırılması, Müslim
ğü misyonunu bu karakterler-
ve Gayri Müslimler arasında
le yüklendiler. Nitekim vatan-
eşitliğin sağlanması, görüşleri-
sever (Cezmi), Batı ve Doğu
nin dikkate alınması, can-mal
arasında iyi bir denge kurmuş
güvenliklerinin ve haysiyetle-
(Rakım Efendi), dönemine eleş-
rinin kazanılması çabaları söz
tirel gözle bakan (Mansur Bey)
konusudur.8
yazarların düşünce ve karakter-
Tanzimat döneminde ve son-
lerini yansıtır.9
rasında değişmenin ve olayla-
Tanzimat bürokrasisinin,
ra yön vermenin zorunlu oldu-
yabancı dil bilen, dış dünya-
ğunu düşünen önemli düşünür- Ahmet Cevdet Paşa
yı izleyebilen yetenekli üyele-

36 UMRAN KASIM ’09


Dosya

Türk siyasal hayatında bir


mit haline gelen, anayasal ve
parlamenter rejimin simgesi
sayılan “hürriyet şehidi” Mithat
Paşa’nın, Jön Türk hareketin-
den Türk soluna kadar fark-
lı kesimlerin kahramanı olarak
her dönemde “geri” karşısın-
da “ileri”yi temsil ettiği varsa-
yılmıştır.10
Diğer bir düşünür Lofça
doğumlu Ahmet Cevdet Paşa
büyükbabası tarafından 16
yaşında iyi eğitim almak için Sutlan Abdülaziz Sultan Abdülmecid
İstanbul’a gönderilmiştir. Akli
ilimler, fıkıh, tasavvuf ve edebi- Kuleli Askeri Tıbbiye öğren- çok ideolojik bir Tanzimat aydı-
yat sahasında olağanüstü çalış- cisi olan Dr. Abdullah Cevdet nıdır.12
kanlık göstermiştir. Mustafa 1897’de Jön Türklere katılmış- Galatasaray Sultanisi’ni biti-
Reşit Paşa’nın sadık, izdeş ve tır. Avusturya Viyana Sefaret ren “pozitivist” Ahmet Rıza,
yandaşı olmuş, ölümüne kadar Tabipliği’nde çalışırken sefirle Montesquie, Locke, Voltaire,
daima Reşit Paşa ekolüne bağlı arası açılmış, Kahire’de İçtihat Helvetius, Holbach, Renan, ve
bir Tanzimat siyasetçisidir. mecmuasını yayımlamış, hane- H. Spencer gibi 18. yüzyıl Batı
Sadrazam olma umuduyla yaşa- dan karşıtlığı içeren yazılar düşünürlerinden etkilenmiştir.
yan Cevdet Paşa, Hanefi fıkhın- yazmıştır. II. Meşrutiyet’ten İlerlemenin düzen içinde ola-
dan hareketle Osmanlı mede- sonra 1911’de İstanbul’a dön- cağını iddia eden Comte’nin
ni hukuku anlamına gelen müştür. İngiliz taraftarı İngiliz bu düşüncesi dönemin şartla-
“Mecelle-i Ahkam-ı Adliye”yi Muhipler Cemiyeti ve Kürt rından dolayı Ahmet Rıza’yı
oluşturmuştur. Devleti ayak- Teali Cemiyeti’nde önemli rol- etkilemiştir. Uhrevi özünden
ta tutabilecek devlet adam- ler oynamıştır. boşaltılmış bir din mefhumu-
larını yetiştirme amacını taşı- Osmanlının içinde bulundu- nun Ahmet Rıza’nın toplumsal
yan Cevdet Paşa, doğru insan- ğu durumu hastanın durumu- tahayyülünde işlevsel bir rolü
ları doğru görevlere getirme na benzeten Abdullah Cevdet vardır. Fikirleri “aşırı pozitivist”
ve bunu sağlayan idare meka- aklınca hekim olarak yaraya ve “beynelmilelci” bulunduğu
nizmasını kurma gayesini güt- neşterini vurur. Ona göre ilim için cemiyetin mahalli örgütle-
müştür. Yenilikçi, İslamcı, İbn ve fennin çözemeyeceği hiçbir rinden çokça eleştiri almış ve
Halduncu olarak isimlendiril- sorun yoktur. Ölümden sonra- Jön Türkler arasında hep biraz
miştir. C. Neumann onu, 19. ki hayata inanmayan Cevdet, muhalif ve sivri bir kişilik olarak
yüzyıl Osmanlı düşüncesinin dinin dinamik kılıcı toplumsal görülen Ahmet Rıza 1910’da
Hobbes’i olmaktan ziyade onun özelliğine inanıyordu. Ona göre merkez komiteden çıkarılmıştır.
Machiavvelli’si olarak niteler. Müslümanların zulüm ve haka- Mili Mücadele’ye Paris’ten yaz-
Ortaylı’ya göre ise eski hakimi- ret görmelerinin nedeni dinle- dığı yazılarla katkıda bulunan
yet kavramlarının mirasçısı hem ri değil cahil ve tembel olmala- Rıza, Lozan Antlaşması’ndan
de her şeyi tek elden halletme- rından dolayıdır. Dr. Abdullah sonra İstanbul’a dönmüş ve
ye çalışan otoriter ve pragma- Cevdet, uşak olmak konumun- 1930’da ölmüştür.13
tik Tanzimat Babıalisi’nin men- dan kurtulmak gerektiğini söy- Ahmet Rıza ablası Fahriye
11
subudur. leyen, ütopik olmaktan daha Hanım’a yazdığı mektupta,

KASIM ‘09 UMRAN 37


Dosya

min iliklerine kadar işlemiş bir


Tanzimat’ın fikir adamlığı, büyük Tanzimat aydınıdır.
Tanzimat döneminin en
bir medeniyet geleneği oluştu-
farklı aydınlarından biri, bazı
ran köklerle ilişkisi olmayan bir fikir yaklaşımlarıyla Osmanlıcı deni-
adamlığıdır. Tanzimat’ın bazı düşü- lebilecek Prens Sabahaddin’dir.
O da babası Damad Mahmud
nürleri, yer yer İslam’dan koparılmış Celaleddin Paşa gibi sert bir
bir devlet ve hayat yapılanması vaat Abdülhamit muhalifidir.
Yetiştiği ortam Abdülhamit’e
etmiştir. Tanzimat’taki kafa karışıklığı
ve istibdadına karşı olan Jön
Cumhuriyet dönemi düşüncesi ve aydın- Türkler’in ortamıdır. Teşebbüs-i
larında zaman zaman devam etmiştir. Şahsi ve Adem-i Merkeziyet
Cemiyeti’ni kuran Prens
Meşrutiyet döneminin düşünürlerinden Sabahaddin’in, I. Osmanlı
olan Hüseyin Cahit Yalçın, Yakup Kadri Liberal Kongresi’nde program
ilkelerinin özeti şudur.
Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı vb. yazar-
1 . Şahsi teşebbüsü geliştirmek
larda bu kafa karışıklığı devam etmiş- ve âdem-i merkeziyet yolu-
tir. Bugün yaşanan sosyo-kültürel sıkın- nu tutmak için Türk halkı ara-
sında içtimai eserler okumak
tıların en büyük nedeni Tanzimat döne- zevkini uyandırmaktır.
minde yaşanan kafa karışıklıkla- 2 . Osmanlıdaki muhtelif kuvvet-
ler arasında anlaşma zemini
rı ve aydın tipinin perişan halidir.
uyandırmak.
3 . İleri ülkelerde Osmanlı hakkı-
metafiziği alaya alan pozitivist yüzümü dolap beygiri gibi ört- nı korumak.
yaklaşımını şu cümlelerle ser- tükten maada beni her eğlen- 4 . Cemiyet ve komiteler kurarak
giler: ceden men eden kocamı boşa- programı tatbike çalışmak.
“…O çocukluklardan vaz- mamak, döver ise sesimi çıkart- Gençler, azınlıklar ve tüc-
geç, namaz kılacağım diye mamak gibi daima erkeklere carlar arasında taraftar bulan
ayaklarını üşütme, namazına, hayırlı, kadınlara muzır kanun- Prens Sabahaddin Abdülhamit’i
orucuna itirazen yazdığım şey- lar vazeden bir din benden ortadan kaldırmakla hürriyet
ler biliyorum ki gücüne gidi- uzak dursun derim. Tuhaf! Bu ve bireysel serbestliğin gerçek-
yor, seni hiddetlendiriyor… da bir nevi sinir hastalığı olma- leştirilemeyeceğini savunarak,
Ah Fahriyeciğim, seni, anlama- lı, dine dair bahis açıldı mı ken- iktidar üzerindeki denetimini
yarak okuduğun Kur’an’dan, dimi zapta muktedir olamıyo- gerçekleştiren İTC’ye muhale-
dünyadan ve ne olduğunu bil- rum.”14 fet etmiştir. İTC toplumcu bir
meyerek inandığın cennet- Dinden bahis açılınca ken- organizasyonu temsil eder-
ten daha çok severim. …ben disini zapta muktedir olama- ken onun hareketi yabancı ser-
kadın olsaydım dinsizliği ihti- masını, bir çeşit sinir hastalı- mayeye, gelişen ve zenginle-
yar eder ve İslam olmasını iste- ğı olarak yorumlayan Ahmet şen azınlık ve eşrafa dayanır.
mezdim. Üzerime üç karı ve Rıza’ya göre pozitivist düşünce Ortak noktaları, milli burjuva-
hâkim olunca dinden vaz geçil-
istediği kadar odalıklar alma- zi yaratmak düşüncesidir. İTC
mesinde hiçbir mahsur yoktur.
sına cevaz veren, kocama cen- modernist dönüşümlerle dev-
Kısaca Ahmet Rıza, pozitiviz-
nette huriler hazırlayan, başımı leti kurtarmaya çalışırken Prens

38 UMRAN KASIM ’09


Dosya

Sabahaddin eleştiri yoluyla larına önem vermiş, gerek iç dönüşerek epistemolojik ve


yeni bir düzen tasarlamaktadır. gerekse dış dengeleri koru- ontolojik kopuşla, kendi mede-
Prens Sabahaddin eserlerinde, muş, tam bir Tanzimatçı olarak niyet dinamiklerimizle, ruhu-
Osmanlı toplumunun geri kal- dine özel bir önem vermiştir. muzla, iddialarımızla ve kay-
masının sebeplerini tahlil etmiş Dönemin düşünsel akımlarına ( naklarımızla ilişkilerimizi kopa-
ve Le Play Okulu’nun sınıflan- Batıcılık, İslamcılık, Osmanlılık, rıp atmamızla sonuçlandı.
dırma metodolojisine göre Türkçülük) eşit mesafede yak-
Önce kendimize ait ne varsa
çözüm önerilerinde bulunmuş- laşmıştır. Namık Kemal’in sen-
her şeyi elimizin tersiyle ittik.
tur. Prens Sabahaddin için iki tezci yaklaşımını; reform yoluy-
Sonra da, reddettiğimiz, inkâr
önemli kavram vardır: Bunlar la restorasyon yanlısı olmayı ter-
ettiğimiz şeylerin yerine onlar-
“şahs-i teşebbüse” ve adem-i cih etmiştir. Abdülhamit hem
la boy ölçüşebilecek kalibre-
merkeziyet” tir.15 modern düşünceye yatkın kuşak
Bu makalede Tanzimat’ın yetiştirmiş hem de bu düşünür- de ve çapta yeni ve esaslı şey-
tarihi, belli kronolojik bir lere sınırlamalar getirmiştir.16 ler ikame edemedik, kaçınıl-
takvime mahkûm edilmemiş- Tanzimat’ın fikir adamlı- maz olarak…17
tir. Nitekim Orhan Koloğlu ğı, büyük bir medeniyet gele-
Tanzimat’ın, Âli Paşa’nın neği oluşturan köklerle ilişki-
1871’de ölümüyle sona erdi- si olmayan bir fikir adamlığıdır. 1 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En
Uzun Yüzyılı, İstanbul: İletişim
ği düşüncesini yanlış bulur ve Tanzimat’ın bazı düşünürleri, Yayınları, 1997, s. 15.
Tanzimat’ı Osmanlının sonuna yer yer İslam’dan koparılmış 2 Ortaylı, s. 89.
kadar hep devam eden bir yeni- bir devlet ve hayat yapılanma- 3 Ortaylı, s. 32.
4 Ortaylı, s.274–275.
den yapılanma çabası olarak sı vaat etmiştir. Tanzimat’taki
5 Ortaylı, s. 214.
yorumlar. Dolayısıyla ona göre kafa karışıklığı Cumhuriyet 6 Gökhan Çetinsaya, Kalemiye’den
Abdülhamit te bir Tanzimatçı dönemi düşüncesi ve aydın- Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti,
sayılır. Tanzimat düşünürle- larında zaman zaman devam Mehmet O. Alkan (Editör),
Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi,
rinin bu bulanık düşüncele- etmiştir. Meşrutiyet döneminin
(54-72), İstanbul: İletişim Yayınları,
rinden en fazla etkilenenler, düşünürlerinden olan Hüseyin 2009, s. 71.
haliyle dönemin yöneticileri- Cahit Yalçın, Yakup Kadri 7 Ortaylı, s. 111.
dir. Tanzimat’ın getirmiş oldu- Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı vb. 8 Ortaylı, s.26–92
9 Jale Parla, Tanzimat Edebiyatında
ğu anlayış karşısında tutum yazarlarda bu kafa karışıklığı Siyasi Fikirler, (223-226) a.g.e. s.
geliştiren Abdülhamit Batı’ya devam etmiştir. Bugün yaşa- 223–224.
karşı önyargılı değildi. Romanı, nan sosyo-kültürel sıkıntıla- 10 Gökhan Çetinsaya, Mithat Paşa,
a.g.e. s. 60–65.
tiyatroyu, müziği ve Avrupa rın en büyük nedeni Tanzimat
11 C. K. Neumann, Tanzimat
kültürünü Saray’a taşımıştır. döneminde yaşanan kafa karı- Bağlamında Ahmet Cevdet Paşa’nın
Abdülhamit kafa karışıklığı şıklıkları ve aydın tipinin peri- Siyasi Fikirleri, a.g.e. s. 83-85
yaşayan bürokrat aydınların şan halidir. 12 Kerem Ünüvar, Abdullah
Cevdet, a.g.e. s. 98-103.
teorilerinin geçersizliğini gör- Nitekim gelinen durumu
13 Barış Alp Özden, Ahmet Rıza, a.g.e.
müş, birbirine düşen yöneti- son dönem Türk düşünce haya- s.120–123.
cilerin durumunu fark eden tının en önemli fikir adamla- 14 Murtaza Korlaelçi, Pozitivist
Düşüncenin İthali, (214-222), a.g.e.
bir yöneticidir. Dönemin en rından Yusuf Kaplan şu şekilde
s. 217.
büyük sloganı olan hürriyete özetliyor: 15 Cenk Reyhan, Prens Sabahaddin,
karşı olmadığını, hürriyetin en Tanzimat, bir tereddüt a.g.e., s. 146-151
büyük savunucularından olan hikâyesi olarak başladı; ama bu 16 Korlaelçi, s. 217
17 Yusuf Kaplan, Frankfurt
Ahmet Mithat’ı sözcülüğüne tereddüt ve kendinden şüphe,
Nasihatnâmesi–2: Ne söylüyoruz
getirerek göstermiştir. zamanla, Tanpınar`ın deyişiy- dünyaya?, Yenişafak, 03.11.2008, s.
Abdülhamit eğitim kurum- le, `kendini inkâr` hikâyesine 10.

KASIM ‘09 UMRAN 39


Dosya

TANZİMAT’TAN CUMHURİYET’E
HUKUKUN LAİKLEŞMESİ
KAYA KARTAL

Son iki yüz yıllık tarihimizde neticesinde yapılan ıslahat çalış- sadrazamlığı devri, Tanzimat
‘hukuk’ hemen her konuda tar- malarında, bürokratlar açısından Fermanı’nın yanı sıra, Hukukta
tışmanın merkezinde yer almış, kendimizi batıya kabul ettirme “resepsiyon”4 çalışmalarının başla-
Tanzimat’la başlayan hukuk- çabası görülürken, Avrupa açı- dığı önemli bir kırılma dönemidir.5
ta laikleşme süreci Cumhuriyet sından dönemin tabii karakteri- Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat
ile devam etmiştir. Aşağıda delil ne uygun olarak, sömürge çabası Fermanı’ndan önce, 1838 yılın-
ve örnekleriyle ortaya koymaya açığa çıkmıştır.2 da İngilizlerle imzalanan,
çalışacağımız bu süreç, özellikle Tanzimat döneminde aynı Baltalimanı Antlaşması’nda etkin
bugünü anlamak için önemli bir zamanda, kabaca iki tip bürok- rol oynamıştır.6 Paşa’nın Dış İşleri
gösterge olup, geldiğimiz nokta- rat modeli neşvünema bulmuş- Nazırlığı’na denk gelen bu ant-
da kendisini de tekrar etmektedir. tur. Birinci grup, Avrupa’ya biraz laşma ile Osmanlı ekonomisi, Batı
Tanzimat sürecinin öncülü daha mesafeli duran, gelenek- sömürüsüne kayıtsız-şartsız açıl-
olarak, 1789-1807 yıllarını kap- lerin muhafazasının gereklili- mış, oluşan yeni ekonomik iliş-
sayan III. Selim’in saltanatı gös- ğini ifade eden ve klasik ola- kiler, yeni bir düzen ve yeni bir
terilebilir. Bu devir, Osmanlı açı- rak “Batının ilim ve fennini ala- hukuk sistemi yönündeki iç ve dış
sından, yenilginin her alanda lım ama kültürünü almayalım.” talepleri de kuvvetlendirmiştir.
anlaşıldığı ve buna çözüm olarak cümlesiyle ifade edilebilecek bir Oluşan yeni ekonomik düzen
“yenileşme-batılılaşma” hareket- yönelime sahipken; ikinci grup, Tanzimat Fermanı yanında yeni
lerinin başladığı, yaklaşık 200 yıl Avrupalılaşmış bir Osmanlı haya- bir Ceza, Ticaret ve Medeni
süren ve Cumhuriyet’le birlikte li görmekte ve bu hayal için gele- Kanunu da dayatmıştır. Tanzimat
devam eden bir süreçtir. Bahse neğe de, dine de mesafe koyabil- Fermanı’nı çoğunlukla Fransa
konu Batılılaşma hareketleri, hal- mektedir. Ceza Kanunu’ndan tercüme edi-
kın “gâvur padişah” olarak tav- Tanzimat dönemi her iki grup len 1840 tarihli Ceza Kanunu ve
sif ettiği -bu ifade, halkın söz aydının da bolca bulunduğu bir 1841’de yine Fransız kanunlarına
konusu hareketlere olan bakışını dönemdir. İkinci grup bürokrat- uygun bir Ticaret Kanunu takip
ve katkısını göstermesi açısından ların etkin olduğu, 1839 tarihli etmiş, bütün bunlardan sonra,
manidardır- II. Mahmut’un salta- Tanzimat Fermanı ve 1856 tarih- temel kanunlardan olan, Medeni
natıyla birlikte hız kazanmıştır.1 li Islahat Fermanı süreçlerinde Kanun’un da Fransa’ya uyarlan-
Tanzimat’a kadarki dönemde, Mustafa Reşid Paşa ve Âli Paşa ması çalışmalarına girişilmiştir.
İslam esasları ekseninde dizayn öne çıkmıştır. Resepsiyon çalışmaları olarak
edilen Osmanlı Devleti’nde, Şinasi’nin, “Medeniyet’in adlandırdığımız bu süreç, doğal
Müslümanlar asli unsur ola- Resulü” olarak isimlendirdiği, olarak Ulema’nın tepkisini çek-
rak kabul ediliyor, gayrimüs- İngiliz elçisi Stradford Canning’in miş, Meclis-i Vala’da kendisine
limlerden üstün tutuluyorlardı. “Nazırlar arasında politikaca ve Ticaret Kanunu’nun şer’iliği soru-
Tanzimat bu asliliği ortadan kal- ruhça en iyi anlaştığımız Mustafa lan Mustafa Reşid Paşa, adeta
dırmış, imparatorluğa daha sekü- Reşid Paşa idi. Devrim meselele- batılılaşmanın temel argümanı-
ler temelde örgütlenme model- rinin çoğunda kafa birliği ettik.” na atıfta bulunarak: “Şeriatın bu
lerini dayatmıştır. Bu dayatmalar dediği3 Mustafa Reşid Paşa’nın konuda yapacak bir şeyi yoktur”

40 UMRAN KASIM ’09


Dosya

diyerek dönemin bürokratlarının alanında yapılan reformlar, Dil ile başlayan hukukta laik-
hakim ideolojisini yansıtmıştır. hukukun doğası gereği, devle- leşme sürecinin en önemli aşama-
Malum olduğu üzere, tin bütün kurum ve kuruluşla- sı, ‘kanunlaştırma hareketleri’dir
Tanzimat döneminin ikinci devre- rını direkt olarak etkilemiş ve diyebiliriz. Kodifikasyon (codifi-
si, Tanzimat Fermanı’nın devamı laikleşme belirtileri hızlı bir cation) süreci olarak da ele ala-
ve kuvvetlendirilmesinden ibaret şekilde görülmeye başlamıştır. bileceğimiz bu süreçte, Kara
olan, 1856 tarihli Islahat Fermanı Hukuktaki değişimle başlayan bu Avrupası Hukuku’nun merke-
ile başlamıştır. Bu dönemin sem- laikleşme serüveni, Türkiye’nin zi olan Fransa’dan ciddi anlam-
bol ismi ise, Âli Paşa’dır. Yabancı siyasi, sosyal, ekonomik vb. alan- da etkilenilmiş, Fransız kanun-
devletlerin hazırladığı ve Bab-ı larda bugün geldiği noktayı ları direkt tercüme yoluyla veya
Âli’nin kabul etmek zorunda kal- anlamak ve anlamlandırmak için muhteva itibariyle iktibas edil-
dığı bir ıslahat programı ola- oldukça önemlidir. Hukuk, eği- miştir.11 Bu süreçte Fransız İhtilali
rak ifade edilen ferman ile Batı tim, ekonomi gibi alanlar dinin yanı sıra Avrupa’ya ve özellikle
müdahalesi iyice içselleştirilmiş- dışına çıkılarak dünyevileşmeye de Fransa’ya giden Jön Türkler,
tir. Bu müdahaleye ilişkin olarak başlamış, İslam dininin bu alan- Tanzimat sonrası klasik adli yapı-
Engelhardt: “Müdahale modern daki ağırlığı giderek ortadan kal- nın değişmiş olması, tek hâkimli
milletlerin kamu hukukuna ne dırılmıştır. Böylece devlet kurum şer’i mahkemelerin yanı sıra,
kadar aykırı olursa olsun, Türkiye ve kuruluşlarının laikleştirilmesi toplu hâkimli Ticaret ve Ceza
için meşrudur, çünkü zorunlu- Tanzimat’ın en önemli yönü ola- Mahkemeleri’nin kurulmaya baş-
dur ve bu zorunluluğu doğuran rak dikkati çekmiştir.9 lanması, yavaş da olsa görülmeye
şartlar halen devam etmektedir.” Bu laikleşme serüveninin ilk başlayan batılı tarza benzer üre-
diyerek dönemi özetlemiştir.7 işaretleri dilde görülmüştür; zira tim tarzı ve her alanda yaşanan
Âli Paşa döneminde, yaban- Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan mağlubiyetler devleti yeni hukuk
cı tesiri devam etmiş, kanun- sosyal ve siyasi değişim, ifadesini düzenine zorlamıştır. Yeni siya-
laştırma hareketlerinde Fransız dilde bulmuştur. Batı Edebiyatı’nı si ortam, merkezi bürokratik ida-
Hukuku’na dayanılmış, Tanzimat örnek alan, Tanzimat kelime- renin güçlenmesi, milliyetçiliğe
ile başlayan yeni hukuki düzen sinden mülhem, yeni bir edebi- paralel olarak hukukun millileş-
dayatması Islahat Fermanı ile hız yat olan Tanzimat Edebiyatı’nın tirilmesi, artan iç ve dış problem-
kazanmıştır. Tanzimat devrinde doğduğu bu değişimin hukuka ler, modernleşme ve batılılaşma
yetişen yeni bürokrasinin ilk nes- yansıması, Tanzimat’tan önce çabaları devleti batı etkisine açık
linden olan Mithad Paşa ile batı- geçerli olan ‘fıkıh’ kavramı- hale getirmiş bu durumun etkile-
lılaşma çalışmaları devam etmiş, nın yerini, Tanzimat’tan sonra, diği Osmanlı devlet adamları da
Meşrutiyet’in ilanı çabalarının bir Tanzimatçıların zihin yapısına da kodlaştırma faaliyetlerinin hız-
sonucu olarak Sultan Abdülaziz uygun olarak, bizzat ‘hukuk’ kav- lanmasında etki etmişlerdir.
tahttan indirilmiştir. ramının kullanılmaya başlanma- Kanunlaştırma doğal ola-
Tanzimat süreci, öncelik- sına bırakmıştır. Yine hukuk diliy- rak yeni kanunlar karşısında,
le Jön Türk sürecini ve nihai le yakından ilişkili olan ‘hürriyet’ Müslimlerle Gayrimüslimlerin
olarak Kemalizm’i doğurmuş kavramının da, anlamı genişle- kanun önünde eşitliği ki bu eşit-
sonuçta elde; topluma yaban- yerek, bütün siyasi özgürlükle- lik Tanzimat Fermanı’nda dile
cı, kendi halkına tepeden bakan re sahip olma anlamında kul- getirilmişti, düşüncesini perçin-
bir bürokratik sınıf oluşmuştur. lanıldığı görülmüştür. Öyle ki, leştirmiştir. ‘Şahsi masuniyet’
Hilmi Yavuz’un deyişiyle, batılı- Fransız Ceza Kanunu’ndan tercü- prensibini dile getiren Tanzimat
laşmadan kalkılıp Oryantalizm’e me yönü ağır basan, 1840 tarih- Fermanı’ndan sonra hiçbir rütbeye
varılmıştır Böylece yeni düzenin li Ceza Kanunu da ‘Hürriyet-i bakılmaksızın icra edilmesi ve tan-
kurucusu olma vasfını, gücünü ve Şer’iyye’ şeklinde karşımıza çık- zimi istenen Ceza Kanunu 1840
meşruiyetini taşıyan İslam, zihin- mıştır. Bunlardan başka; mil- yılında tanzim edilmiş, 1851 ve
lerde batılı sembollerle idrak edi- let, vatandaş, vatan, vatanper- 1858’de de tadil edilerek geliştiril-
len bir dine dönüştürülerek sade- ver, serbestiyet gibi kelimler yeni miştir. Şer’i hukuk ve örgütlenme-
ce, değişmeyen bir dogma olarak anlamlar da yüklenerek hukuk lerden kopuşun ilk örneğini teşkil
kavranmıştır.8 alanındaki laikleşmenin temelle- eden kanun ile Tanzimat’ın karak-
Tanzimat sürecinde hukuk rini oluşturmuşlardır.10 terine de uygun olarak hukuk-

KASIM ‘09 UMRAN 41


Dosya

ta ikilik/çift başlı bir düzen (hem lığı, aslında nasıl bir süreçle karşı de etkili olmuş, Şer’i mahkeme-
modern laik hukuka; hem de şeri- karşıya kalındığının nişanesidir. ler yanında ve bu mahkemele-
ata atıf) göze çarpmaktadır.12 Bütün bu süreçte, aslın- rin yetkileri azaltılarak, Ceza,
Çıkarılan kanunlar hukuk tekliği- da, sürecin farklı da işleye- Hukuk, Ticaret, İhtilat gibi şer’i
ni bozarak ikili bir hukukun oluş- bileceğini göstermesi açısın- olmayan mahkemeler kurulma-
masını sağlamış, İslam Hukuku’yla dan Ahmet Cevdet Paşa ile Âli ya başlanmıştır. Şer’i mahkeme-
Laik Hukuk’un bir arada uygulan- Paşa’nın, bir fikir olarak doğma- ler, Miras ve Aile hukuku işleri
masına neden olmuştur. Cezaların sında ve hazırlanmasında önem- dışında diğer alanlarda söz sahi-
istisna olmaksızın, Müslümanlara li etkiye sahip olduğu Mecelle-i bi olmaktan çıkarılmıştır.
ve Gayrimüslimlere eşit olarak Ahkâm-ı Adliyye’ye ve birtakım Tanzimat sürecinin Türkiye
uygulanacağı vurgusu da kanun- olumlu değişikliklere de değin- Cumhuriyeti’ne yansıması, her
da dikkati çeken hususlardandır. 13 mek gerekmektedir. Daha önce alanda görüldüğü gibi hukuk-
Kanunlaştırma hareketi açı- değindiğimiz Tanzimat bürokra- ta da görülmüştür. Konferanslar
sından ikinci büyük öneme sahip tı tiplemesinden ilk kanadı tem- sonunda imzalanan Yargı
olan kanun, 1849 tarihli Ticaret sil ettiği söylenilebilecek Cevdet Yönetimine ilişkin bildiriyle
Kanunnamesi’dir. Avrupa huku- Paşa, Islahat Fermanı’ndan Türkiye en az 5 yıllığına Avrupalı
kunun İslam dünyasına girişin- sonra gündeme gelen Medeni Hukukçu danışmanlar alma-
de önemli etkiye sahip olan Kanun yapılması tartışmaların- yı kabul etmiştir. İstanbul ve
bu kanun, Fransız Ticaret da öne çıkmıştır. Bu tartışmalar- İzmir’de görev yapacak bu danış-
Hukuku’ndan alınarak hazırlan- da Âli Paşa’ya rağmen, Osmanlı manlar, hukuk reformları yap-
mış olup, liberalleşme ve laikleş- Medeni Kanunu’nun, Fransa makla görevli olacak komisyon-
me yolunda önemli bir adım ola- Codecivil’inden (Code Napolyon) ların çalışmalarına katılacak ve
rak görülmüştür.14 direkt tercüme yoluyla değil, mahkemelerin işleyişini kontrol
Merkezi devlet aygıtının etkin- İslam Hukuku’nun tedvini sure- ederek Adalet Bakanlığı’na bilgi
liğinin rasyonalize edilmiş yeni tiyle yapılması gerektiği yönün- vereceklerdir. Hukuk devrimi ola-
kanunlardan geçtiğinin düşü- deki düşüncesini kabul ettirebil- rak adlandırılan bu süreç esasın-
nüldüğü bu dönemde, Tanzimat miştir. Bu kabuldür ki Türkiye’de, da tam bir resepsiyon sürecidir.
Fermanı’nda da bahsi geçen15 Medeni Hukuk’un laikleşmesini Kanunlaştırma hareketleri
kodifikasyon çalışmaları; 1840 yarım asır geciktirmiştir. Bunun her ülke için gerekli olsa da sorun
tarihli Ceza Kanunu’ndan sonra, dışında, Padişaha ait yasama yet- bunun nasıl ve hangi kaynağa
1849 tarihli Ticaret Kanunu, 1858 kisinin bir bölümünü üstlene- müracaat ile yapılacağı nokta-
tarihli Arazi Kanunu16, 1869 tarih- cek olan meclisler oluşturulma- sındadır.20 Türkiye açısından bu
li Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye17, sı, Dâr-ı Şuray-ı Askerî, Meclis-i mesele, Mahmut Esat Bozkurt
1876 tarihli Kanun-i Esasi ile hız Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliyye ve Dâr-ı tarafından şöyle halledilmiş-
kazanmış, Kanun-i Esasi’de yapı- Şura-yı Bab-ı Âli gibi meclisle- tir: “Türk ihtilâlinin kararı, Batı
lan 1909, 1921 ve 1924 değişik- rin, devlet yönetimiyle ilgili belli medeniyetini kayıtsız şartsız ken-
likleri ile devam etmiştir. Kanun-i başlı kararları almak, özellikle disine mal etmek, benimsemektir.
Esasi de diğer birçok kanun gibi memurları yargılamak ve devlet Bu karar, o kadar kesin bir azme
Avrupa’daki örnekleri nazara alı- ile kişi arasındaki anlaşmazlık- dayanmaktadır ki, önüne çıka-
narak gündeme gelmiş ve 1930 ları çözmekle görevlendirilmesi, caklar, demirle, ateşle yok edil-
Belçika Anayasası örneğine daya- bu meclislerde görüşülmedikçe meye mahkûmdurlar. Bu prensip
nılarak alınmıştır.18 Ceza Kanunu çıkarılan kanun ve nizamnamele- bakımından, kanunlarımızı oldu-
ve Ticaret Kanunu ile bunlara iliş- rin yürürlüğe konamayacağının ğu gibi Batı’dan almak zorunda-
kin usul kanunlarının, İngiliz ve belirlenmesi, had cezası dışında, yız. Böylelikle Türk ulusunun ira-
Fransız elçiliklerinin de etkisiy- “siyaseten katl” olarak ifade edi- desine uygun harekette bulun-
le, doğrudan doğruya tercüme len ölümle cezalandırmanın kal- muş olacağız.”21 Mustafa Kemal
ürünü olarak alınması bunların dırılması, “kanunsuz suç ve ceza ise Ankara Hukuk Fakültesi’nin
temel kanunlar olmadığı gerek- olmaz” kuralının getirilmesi sayı- açılış töreninde:“Tamamen
çesiyle yumuşatılmaya çalışılmışsa labilir.19 yeni kanunlar meydana getire-
da temel bir kanun olan Medeni Tanzimat süreci, ‘adliye teş- rek eski hukuk esaslarını kökün-
Kanun’da da aynı eğilimlerin var- kilatı’ açısından da aynı şekil- den kaldırmak teşebbüsündeyiz.

42 UMRAN KASIM ’09


Dosya

Yeni hukuk esasları ile alfabe- 1 Doğan Mehmet, “Batılılaşma İhane- Mecelle” , Sebil Yayınevi, 3. bs., İs-
ti” , İz Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. tanbul, 1993, s. 20.
sinden eğitime başlayacak yeni 15. 12 Eryılmaz Bilal, “Tanzimat ve Yöne-
bir hukuk neslini yetiştirmek için 2 Doğan Mehmet, “Batılılaşma İhane- timde Modernleşme”, İşaret Yay. , İs-
bu müesseseleri açıyoruz.”22 diye- ti” , İz Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. tanbul 1992, s. 224.
34. 13 Okumuş Ejder, Cihan A., Avcı M.,
rek Tanzimat ile başlayan hukuk- 3 Doğan Mehmet, “Batılılaşma İhane- “Osmanlı Devletinde Eğitim Hukuk
taki laikleşmenin geldiği noktayı ti” , İz Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. ve Modernleşme”, Ark Kitapları, İs-
17-25. tanbul, 2006, s. 277.
açıkça göstermiştir. 4 Balcı Muharrem, “Tanzimat’tan Ulu- 14 Okumuş Ejder, Cihan A., Avcı M.,
Ayrıca 1926 tarihli, Ahmet sal Programa Yeniden Yapılanmanın
“Osmanlı Devletinde Eğitim Hukuk
Hukuki Gelişim Süreci” , Genç Hu-
Cevdet Paşa’nın daha önce değin- kukçular Hukuk Okumaları Grubu -
ve Modernleşme”, Ark Kitapları, İs-
tanbul, 2006, s. 282-283.
diğimiz müdahalesiyle gecik- Birikimler I, İstanbul, 2003, s. 16-67.
15 (…) bazı kâvânin-i cedîde vaz’u tesisi
miş, Türk Medeni Kanunu’nun, 5 Kanunlaştırma hareketleri genelde
iki şekilde ortaya çıkmıştır. Birincisi, lazım ve mühim görünerek (…) bkz.
Mahmut Esat Bozkurt tarafın- Islah/Rehabilitasyon denilen, varolan Tanzimat Fermanı.
hukuk kurallarının yeniden tanzimi 16 Arazi Kanunu da Ahmet Cevdet Paşa
dan yazılan, Esbab-ı Mucibe
ve yeni ihtiyaçları karşılar hale geti- öncülüğünde bir komisyon tarafın-
Layihası’nda da; Türk milleti- rilmesi iken; İkincisi, Resepsiyon, ya- dan hazırlanmış olup, döneminin en
nin kararının muasır medeniye- bancı bir hukuk sisteminin ülke hu- başarılı ve özü koruyarak (Kanunda,
kuk sistemi olarak kabul edilmesi İslam Hukuku’nun etkisi açıktır) ge-
ti kayıtsız şartsız tüm prensiple- ve düzenlenmesidir. Bir de Ekspen- liştirilen eserlerindendir. Bkz. Eryıl-
riyle taklit olduğu ve modernleş- siyon vardır ki, resepsiyondan fark- maz Bilal, “Tanzimat ve Yönetimde
me tarihinde Âli Paşa’nın Fransız lı olmayıp tek farkı sömürgeci dev- Modernleşme”, İşaret Yay., İstanbul
letlerin kendi kanunlarını sömürge- 1992, s. 228.
Medeni Kanunu’nun aynen lerine gerektiğinde zor kullanarak 17 Kendisi de Kodifikasyon sürecinin bir
kabulü isteğinin, milletin haklı taşımalarıdır. Bkz. Balcı Muharrem, ürünü olan -ki buna rağmen Mede-
“Tanzimat’tan Ulusal Programa Ye- ni Hukuk’un yarım asır kadar laikleş-
menfaatlerini nazar-ı dikka- niden Yapılanmanın Hukuki Gelişim mesini önlediği söylenmiştir- ve Ah-
te almayanlarca (Ahmed Cevdet Süreci” , Genç Hukukçular Hukuk med Cevdet Paşa’nın hazırlanmasın-
Okumaları Grubu - Birikimler I, İstan- da önemli bir rol üstlendiği Mecelle,
Paşa’ya atıf) geçiştirildiğini ve
bul, 2003. daha farklı bir yere sahip olup, buna
şimdi İsviçre Medeni Kanunu’nun 6 Eryılmaz Bilâl, “Tanzimat ve Yöne- ilerleyen satırlarda değineceğiz.
medeni kanunlar arasında en timde Modernleşme”, İşaret Yay. , İs-
18 Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ara-
tanbul 1992, s. 228
yeni ve mükemmeli olduğu için sında tartışılan Anayasanın hayata
7 Engelhardt, Tanzimat dönemi Fran-
geçirilmesinde en önemli rol Mithad
iktibas edildiği belirtilmiştir. sız diplomatlarındandır. Türkiye ve
Tanzimat isimli eseri Türkçe’ye de çe- Paşa’nındır.
Görüldüğü gibi Cumhuriyet virilmiştir. 19 Balcı Muharrem, “Tanzimat’tan Ulu-
bürokrasisi de, selefleri Tanzimat 8 Yavuz Hilmi, “Oryantalizm” Üzerine sal Programa Yeniden Yapılanmanın
Bir ‘Giriş’ Denemesi” , http://www. Hukuki Gelişim Süreci” , Genç Hu-
Paşaları gibi çareyi toplum kukçular Hukuk Okumaları Grubu -
marife.org/6-yavuz.htm .
mühendisliğinde görmüş ve hiç- 9 Okumuş Ejder, Cihan A., Avcı M., Birikimler I, İstanbul, 2003, s. 23.
“Osmanlı Devletinde Eğitim Hukuk 20 “Ezmanın Tagayyürü ile Ahkâmın Ta-
bir siyasal katılıma izin vermeden
ve Modernleşme”, Ark Kitapları, İs- gayyürü İnkâr Olunamaz.” (Zamanın
ve her alanda tam bir taklitçilikle tanbul, 2006, s. 256-262. değişmesi ile hükümlerin de değişe-
resepsiyon faaliyetlerine girişmiş- 10 Okumuş Ejder, Cihan A., Avcı M., ceği inkâr edilemez), Mecelle m. 39.
“Osmanlı Devletinde Eğitim Hukuk 21 BOZKURT M. Esat, “Türk Medenî Ka-
lerdir. Tanzimat Fermanı ile baş- ve Modernleşme”, Ark Kitapları, İs- nunu Nasıl Hazırlandı”, s. 11. Ayrı-
layan hukukta laikleşme serüve- tanbul, 2006, s. 262-270. ca Bkz. Mevcut hukuk sisteminin ye-
11 Codecivil’in kabul edildiği 1804 yı- nilenmesi, modernleştirilmesi için
ninin hızlı bir şekilde Cumhuriyet
lından önceki yaklaşık 800 yıllık dö- 1923 yılında Adliye Vekâleti tarafın-
ile devam ettiğini belirtmek nemde Fransa’da, kodlaştırma dü- dan kurulan komisyonlara yürürlük-
gerekir. şüncesinin oluşumunda 4 etkiden te bulunan kanunların elden geçiri-
bahsedilebilir. Birincisi adliyle me- lerek tadili görevi verildi. Bu komis-
Yaklaşık iki asra tekabül murlarının tuttuğu ve örf-adet mü- yonların çalışma şekillerini düzenle-
eden bu süreçte toplum belir- nasebetlerini içeren Âdet Kitabı (co-
yen talimatnamede, komisyonların
utumier) ve bunun tatbikatı; ikincisi,
li kalıplara sokulmaya çalışılmış- İtalya’daki birtakım hukukçuların 11.
önce fıkıh hükümlerine dayanacak-
ları, ikinci derecede de diğer uluslar-
tır. Geldiğimiz noktada bu çaba- yy. da Roma Hukuku kaidelerini işle-
ca benimsenmiş hukukî çözüm ve uy-
meleri sonucu oluşan kodlar; üçüncü
ların amaçlarına ulaşamasa da gulamalardan yararlanacakları belir-
olarak, Almanya ve Fransa’da Roma
toplumsal krizlere ve travmalara Hukuku kaidelerinin şerh ve izahla- tilmişti. 1925 yılında Adalet Baka-
rı yönündeki gayretler ile Papalık ta- nı Mahmut Esat Bozkurt bu komis-
neden olduğunu açıklıkla ifade yonlar önünde yaptığı bir konuşma
rafından, sekülerleşmeyi kırmak adı-
etmek gerekir. Sonuçta, montaj- na, 1502’de tedvin edilen ‘Corpus ile komisyonların görevine son verir-
cı hukuk algısının neden olduğu Juris Canonici’ adlı kod; son olarak ken bu cümleleri kullanıyordu. Boz-
da 13. yy.’dan itibaren kuvvetlenen kurt Gülnihal, “ATATÜRK ARAŞTIR-
kısırlık, kendisini bütün toplum- kralların ferman-beyanat-buyrultu- MA MERKEZİ DERGİSİ”, Sayı 22, Cilt:
sal ilişkilerde göstermiştir. nizamnameleri. Bkz. Gür Refik, “Hu- VIII, Kasım 1991)
kuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından 22 Söylev ve Demeçler, II, s. 240-243

KASIM ‘09 UMRAN 43


Dosya

TANZİMAT, BİR
“SAVUNMACI
MODERNİZASYON”
SÜRECİ İNŞA ETTİ
ERIC JAN ZURCHER İLE SÖYLEŞİ

Eric Jan Zürcher’i daha çok Türkiye’nin bakış açılarının var olmasıdır. Bunlardan birinci-
yakın dönem tarihi üzerine yaptığı çalışmalar- si, Ermeni olaylarının nasıl vuku bulduğu ve nasıl
dan tanıyoruz. Özellikle Osmanlı’nın yıkılışı ile değerlendirileceği hususudur. Sayın Zürcher, bu
Cumhuriyet’in kuruluşuna ilişkin olarak kale- tarihsel hafızayı bir “etnik temizlik” olarak
me aldığı onlarca kitabı hem Avrupa’da hem de adlandırmak suretiyle, kendi bakışı doğrultu-
Türkiye’de yayımlandı. Aynı zamanda Türkolog sunda bir temellendirmeye başvurmuştur; ne var
da olan Zürcher, uluslararası alanda Türkiye ki devamında, gerçeklerin objektif bir biçimde
denilince ilk akla gelen isim denilebilir. Halen, açığa çıkabilmesi için adil ve tarafsız bir incele-
Leiden Üniversitesi Türkiye Etütleri Bölümü baş- menin gerekliliğini, herkes kadar kendisinin de
kanıdır. beklediğini belirtmiştir. Yani olaya bu çerçevede
Söyleşiye geçmeden vurgulamamız gereken yaklaşmak en doğrusu olacaktır. Bir diğer önem-
önemli bir nokta var. Sayın Eric Jan Zürcher, li husus ise, söyleşinin son kısmında yer alan
dünya literatüründe saygın bir isim; burada da insan hakları retoriğinin içeriği ile alakalı olan
yapılan, bu saygın ismin gerek tarihsel hafıza- husustur. Burada ise, söyleşiyi yapan kişi olarak
ya yönelik, gerekse de dünya görüşüne yönelik kendisine katılmadığımız nokta, eşcinselliğin bir
çıkarsamalarına müracaattan ibarettir. Tüm söy- hak nosyonu içerisinde yer alıp almayacağının,
leşilerde olduğu gibi, bu söyleşide de, okuyu- hangi felsefi temele göre yorumlanacağı husu-
cu kitlenin hatırlaması gereken nokta, mülakatı sudur. Burada ise dayanılan paradigmaya göre
veren ismin saygın ve önemli yerini unutmadan farklılaşan bir durum vardır ve kanımızca da bu
ama beraberinde de olayları doğal olarak kendi gayet doğaldır. Bu anlamda üç büyük ve kadim
dünya görüşü doğrultusunda okuduğu gerçeği- dinin meseleyi “günah” sayan yaklaşımına rağ-
dir. Bu yüzden böyle söyleşiler, her satırının her men modern batılı düşüncenin açmazlarından
kelimesine kadar herkesin mutlak olarak doğru olan değerlendirmenin Zürcher’in kendisi açısın-
kabul edip, ona göre yargılamalara başvurulma- dan insan hakkı bağlamında değerlendirilmesini
sı için yapılmaz; sadece buradan alınan görüşle- doğal karşılıyoruz; zira bir paradigma ve değer
rin farklı pencerelerin nasıl ve ne şekilde yer bul- farklılaşması durumundan bahsediyoruz.
duğunun yeteri kadar göz önünde bulundurul-
ması gerektiği için yapılır. Bu önemli hatırlatma- Abdurrahman Babacan
ya bizi iten saik ise, iki husus üzerindeki göreceli

44 UMRAN KASIM ’09


Dosya

Abdurrahman Babacan:
Türk Modernleşmesi perspek-
tifi içerisinde konuşacak olur-
sak, 1839 Tanzimat Reformu
ile öngörülen süreç kültürel
ve sosyal açıdan ne anlam
taşır? Yani, tarih kitaplarımızın
bize anlattığı gibi Tanzimat,
Türkiye’nin modernleşme serü-
veninin başat aktörü müdür,
böyle okumak ne kadar doğru?
Eric Jan Zürcher

Eric Jan Zürcher: Tanzimat,


deklarasyondu. Fakat yeni lara maruz kalmaksızın eşitli-
aslına bakılırsa devletin,
Cumhuriyet’in kuruluşu ile ğin tüm avantajlı durumlarına
bir bütün mekanizma ola- görülen şey, Cumhuriyet’in sahip olmuşlardı.
rak modernleştirilmesi çabası- bizatihi varoluşsal felsefi Cumhuriyet’in milliyetçiliği
dır. Modern devlet temel üç dayanağını, içerisinde baskı- ise iki yüzlüydü. Bir taraftan,
özelliği ile -ki bunlar, merke- cı homojenik unsurları ihtiva Fransız aydınlanmasında kökle-
zi bürokratik kontrole daya- eden bir Türk milliyetçiliğine rini bulan ve tüm vatandaşların
lı bir yapı, etkin vergilendirme dayandırdığı gerçeği idi. Bu eşit olduğunu kabul eden, Türk
sistemi ve gücün meşru kulla- noktadan yola çıkılacak olur- vatandaşlığına geçmek isteyen
nımına dayalı bir devlet teke- sa, Tanzimat ile başlayan süreç herkesin bu haklardan eşit bir
li inşasıdır- on sekizinci yüz- ile Cumhuriyet ile oluşan süreç biçimde yararlanacağını söyle-
yılda sadece Avrupa’da orta- arasındaki durumu, ideolojik yen bir sistem öngörürken, bir
ya çıkmıştı. Napolyon Savaşları ve felsefi anlamda süreklilik ya taraftan da köklerini gayrimüs-
sonrasında ise Osmanlı, kıtada da kırılma kelimelerinden han- limlere karşı on yıllık (1912-
yaşanan bu yeni durum bağla- gisiyle açıklayacağız? 1922) bir mücadelede bulan bir
mında oluşan sürecin gerisin- Cumhuriyet’ten bahsediyoruz.
de kalmama gerekliliğinin far- Zürcher: 1839 Gülhane Bu ise, takdir edersiniz ki ciddi
kına varmaya başlamıştı. İşte Bildirisi’nde belki üstü biraz bir dilemma, ikilem olarak dur-
bu bağlamda, Tanzimat tabir-i örtülü bir biçimde, daha net makta idi Cumhuriyet’in karşı-
caizse bir “defansif/savunma- ve açık olarak ise 1856 Reform sında; ve daha işin en başından
cı modernizasyon” süreci inşa Bildirisi’nde, Sultan’ın tüm şu anlama geliyordu: Türkler
etti. Fakat bu modernizasyon tebaasına eşit bir biçimde mua- açısından gayrimüslimlerin ger-
süreci daha çok devletle sınır- mele edileceğinin garantisi çek bir Türk olarak kabul edil-
lı bir süreçti; bir bütün olarak veriliyordu; bu doğru. Bu ise, mesi son derece zor bir olay-
toplumsal yapıyı derinden etki- farklı gayrimüslim toplulukla- dı. Türk milliyetçiliği, 1923’ten
leyen ve şekillendiren bir süreç rının, millet sistemi denilen sis- sonra tam anlamıyla baskın
anlamına geldiğini söylemenin tem içerisinde daha evvelden ideoloji olarak yer aldı ve aslı-
de bu yüzden zor olduğu kana- kazanmış olduğu hakların sona na bakılırsa yine ikiyüzlüydü.
atindeyim. erdirilmesi anlamı taşımıyordu. Türklüğün herkese açık olduğu
Ya da kapitülasyonlar gibi özel bir taraftan reddedilmiyordu
Babacan: Tanzimat, hem koruma ve ayrıcalık içeren hak- evet; ama öte taraftan yeni bir
dini hem de mezhepsel anlam- ların sona erdirilmesi anlamı ulus, yaratılmış birtakım tarih-
da azınlıkların haklarının da taşımıyordu. Bu bağlamda, sel ve linguistik mitlere dayana-
garantörlüğünü ilan eden bir evet, azınlıklar dezavantaj- rak yeni baştan inşa ediliyordu.

KASIM ‘09 UMRAN 45


Dosya

ya ve bu konu üzerinden işin


Cumhuriyet’in milliyetçiliği ise iki temel felsefesine dair bir man-
yüzlüydü. Bir taraftan, Fransız aydın- talite dönüşümünden bahsede-
bilir miyiz?
lanmasında köklerini bulan ve tüm vatan-
daşların eşit olduğunu kabul eden, Türk Zürcher: Evet bu konu ciddi
vatandaşlığına geçmek isteyen herkesin bir konu. Kanımca 1915-1916
olaylarını bir toplu kıyım ola-
bu haklardan eşit bir biçimde yararlana- rak adlandırmak mümkün;
cağını söyleyen bir sistem öngörürken, bu ise, Balkanlar’da yenilgiye
bir taraftan da köklerini gayrimüslimle- uğramış bir Jön Türkler ikti-
darı tecrübesinin ve Balkanlar
re karşı on yıllık (1912-1922) bir müca- ve Kafkaslar’dan gelen mül-
delede bulan bir Cumhuriyet’ten bahse- teci akınının beraber üretti-
diyoruz. Bu ise, takdir edersiniz ki ciddi ği bir durum ya da sonuçtur.
1915’te Rusya’nın Doğu’daki
bir dilemma, ikilem olarak durmakta idi işgali ve boğazlara yönelik
Cumhuriyet’in karşısında; ve daha işin en Anglo-Fransız saldırıları, ikti-
başından şu anlama geliyordu: Türkler darı “etnik temizlik” gibi son
derece radikal bir politikaya
açısından gayrimüslimlerin gerçek bir itmiştir. Bir milyondan fazla
Türk olarak kabul edilmesi son derece Anadolulu Ermeni’nin sürülme-
zor bir olaydı. Türk milliyetçiliği, 1923’ten si -ki bunlar Osmanlı vatandaş-
larıydı- bunların yüz binlerce-
sonra tam anlamıyla baskın ideoloji ola- sini ölüme sürükleyen bir poli-
rak yer aldı ve aslına bakılırsa yine ikiyüz- tikaydı. Ki bu bağlamda, son
lüydü. Türklüğün herkese açık olduğu bir derece sıcak bir biçimde tartı-
şılan bir konu olarak soykırım
taraftan reddedilmiyordu evet; ama öte tartışmalarına biraz da bura-
taraftan yeni bir ulus, yaratılmış birtakım dan bakmakta fayda var.
tarihsel ve linguistik mitlere dayanarak Türkiye Cumhuriyeti, ilk
elli yıllık zaman diliminde bu
yeni baştan inşa ediliyordu. konuda büyük oranda sessiz-
liği tercih etti. Fakat ne var ki
yaşlı kuşağın birçoğunun buna
Babacan: Peki. İzin verirse- Tarihi” kitabınızda, bu soru- şahit olduğunu ve hatta bir-
niz yine azınlıklar konusu ile nun İttihat ve Terakki kaynak- çok insanın devletin politika-
sı doğrultusunda şekillenen bu
devam etmek istiyorum; zira lı bir sorun olduğu görüşünü
süreç içerisinde bireysel olarak
Cumhuriyet’in kuruluşundan savunuyorsunuz. Bunu sanıyo-
yer aldığını biliyoruz. Bu ise
bu yana, en temel problem- rum biraz açmak gerekiyor. Bir
şu demek: genç kuşak, büyük
li konuların belki başında geli- de biliyorsunuz ki birkaç hafta
oranda 1915’te nelerin yaşan-
yor bu konu. Örneğin Ermeni evvel, Türkiye ile Ermenistan dığından bihaber. Bu yüzden
meselesi konuşulması gere- arasında bir protokol imza- de mevcut durumu anlamlan-
ken, bahse değer bir konu. landı. Tüm bunları bir sepet- dırmak onlar açısından kolay
“Modernleşen Türkiye’nin te topladığımızda, bu konu- değil ve yine bu yüzden, yet-

46 UMRAN KASIM ’09


Dosya

mişlerde ASALA terörü ile baş-


layan süreç büyük bir toplum- Türkiye Cumhuriyeti, ilk elli yıllık
sal şok olarak yankı buldu ve zaman diliminde bu konuda büyük
nihayet seksenlerden; yani
oranda sessizliği tercih etti. Fakat ne var
Evren iktidarından bu yana bu
konuda, inkârcı bir pozisyon ki yaşlı kuşağın birçoğunun buna şahit
alındı. olduğunu ve hatta birçok insanın devle-
Son birkaç yılda ise bu konu-
tin politikası doğrultusunda şekillenen bu
da belirli bir zihniyet farklılaş-
masının yansımalarını görmek süreç içerisinde bireysel olarak yer aldığı-
mümkün. Türkiye ile Ermeni nı biliyoruz. Bu ise şu demek: genç kuşak,
diasporası arasındaki ihtilaf- büyük oranda 1915’te nelerin yaşandı-
lı durumun halli için ciddi ve
cesaret verici adımlar geliyor
ğından bihaber. Bu yüzden de mevcut
mevcut hükümetten. İki hükü- durumu anlamlandırmak onlar açısından
met de adil ve tarafsız bir ince- kolay değil ve yine bu yüzden, yetmişler-
lemeye olan ihtiyaç konusunda
hemfikir. Bence, artık durduru-
de ASALA terörü ile başlayan süreç büyük
lamaz ve önüne geçilemez bir bir toplumsal şok olarak yankı buldu ve
süreç başlamıştır ve bu Türkiye nihayet seksenlerden; yani Evren iktida-
için çok çok iyi bir haberdir.
rından bu yana bu konuda, inkârcı
Kalkınmak ve gelişmek isteyen
herhangi bir ülke, geçmişini bir pozisyon alındı.
tartışmak, yüzleşmek ve yeni-
den değerlendirmek durumun- Zürcher: Çok net ve kesin lıyor. Zira hem Ergenekon hem
dadır çünkü. Çağdaş demok- konuşmak doğru olmaz; ama de Kürt meselesi, aynı zaman-
rasilerde, tarihsel tabulara yer kanımca bunlar arasında da Türkiye’nin dış politikasıyla
olmaz. Ergenekon davası çok önem- da eşgüdümlü olarak değerlen-
li bir yerde duruyor. Derin dev- dirdiği adımlardır; gerek kom-
Babacan: Son olarak sor- letin, çeteleşmelerin yok edil- şularıyla olan ilişkileri konusun-
mak istediğim, gerek daha mesi ve Türkiye’nin demokra- da olsun, gerek güvenlik temel-
fazla demokratikleşme -ki tik kültürünün pekişmesi için
li temalar olsun, gerekse de
bunun içerisinde Ergenekon atılmış çok önemli bir adım.
dışarıda daha güçlü bir Türkiye
Benzer şekilde, demokratik açı-
davası önemli bir yer tutmak- yaratma politikasında olsun.
lım kapsamındaki Kürt sorunu-
ta- gerek AB’ye üyelik süreci Bu bakımdan bunlar, hükü-
nun çözümü yolunda hükümet
bağlamında; gerekse de Kürt metin ajandasında bir bakıma
tarafından gösterilen irade ve
sorunu gibi kronik ve ciddi iç zaten yapmasının kendi politi-
kararlılık da altı çizilmesi gere-
problemlerin elimine edilme- kaları açısından gerekli olduğu
ken bir diğer unsur. Fakat tüm
sine yönelik düzenlemelere bunlara rağmen, bazı şüphele- hususlar. Fakat hükümet mese-
gidilmek suretiyle Türkiye’nin ri taşımıyor da değilim. Yani, la kadın, eşcinsel, gayrimüslim
siyasal, kültürel ve sosyal alan- bu saydığım önemli adımla- (hem Hıristiyan, hem Yahudi
da toplu bir dönüşüm süreci rın yanı sıra, hükümetin siyasi ve hem de ateist) hakları konu-
içerisinde olduğu fikrine katı- ajandasında yer almayan farklı sunda da yine bu kararlılık ve
lır mısınız? durumlara ne kadar eğilip eğil- iradeyi gösterir mi; bundan pek
meyeceği sorusu zihnimi kurca- emin değilim.

KASIM ‘09 UMRAN 47


Gündem
Arşiv

Auguste Comte’un
Mustafa Reşit Paşa’ya
Mektubu
Düşünen Siyaset Sayı: 19 (İslam ve İlerleme Sayısı)

Osmanlı İmparatorluğu eski Vezir-i Âzamı


Ekselansları Reşid Paşa’ya
Paris, 7 Homeros 65
(4 Şubat 1853 Cuma)

Efendim,
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, Avrupa’daki Doğu ve Batı siyaseti arasında belirgin bir tezat
mevcuttur. Toplumsal hareketi yönetmekten aciz kalan Batılı yöneticiler, maddi düzeni doğru-
dan korumak için gerekli olan, ancak devrim hâlini sürdüren körü körüne bir baskı uyguluyor-
lar. Fakat gerçekten milletlerinin başında bulunan Doğulu hükümdarlar, her hükümetin çifte
işlevi olan iyiye teşvik etmeyi ve kötüye karşı koymayı lâyıkıyla yerine getirmeye gayret ediyor-
lar. Bu asil tutum artık Rusya’da olduğu kadar Türkiye’de de dile getiriliyor. Yenilikçi bir sul-
tanın gayretli girişimini sağduyu ile beslemek suretiyle, yönetiminizin bunda önemli bir katkı-
sı oldu. Osmanlı başkentini lekeleyen esir pazarını kaldırarak ve tek eşliliğin parlak bir örneği-
ni vererek, Müslüman uygarlığı için şu anda en büyük önemi taşıyan çifte ilerlemeyi gösterme-
niz asla unutulmayacaktır. Batı’da olduğu kadar Doğu’da da beklenen düşünsel ve toplumsal
bir yenilenmenin sistematik olarak şahsmıza sergilenmesi için gerçek bir filozofu ikna eden özel
nedenler işte bunlardır.
Emekliliğinizde geçici olarak boş kalan zamanlarınız, ilkin size doktrinimin genel manzarası-
nı sunacak olan Pozitivizmin İlmihâli’ne (Catechisme positiviste), ardından da bu doktrini kesin
bir biçimde yerleştiren Pozitif Siyaset Sistemi’ne (Systeme de politique positive) gereken ilgiyi
göstereceğiniz ümidini beslememi sağlıyor. Bu iki kitabı okuduğunuzda, yabancı ve yerli bakış-
lardan kurtulan Batı dehasının bundan böyle, önemli bir durumun etkisiyle, bütün uygar halk-
ların ortak gereksinimlerine doğrudan doğruya bağlı kavramlarla yakından ilgilendiğini fark
edeceksiniz.
Doğu ve Batı, henüz erişememekle birlikte, yüzyıllardır aynı şevkle evrensel dini arıyorlar.
Her ikisi açısından da çoktanrıcılığın yalnızca milli inanışlar sağlayabileceği kabul edildiğinde,
tektanrıcılık güvenilir bir birlik kaynağı olarak görüldü. Fakat, deneyim ve muhakeme böyle bir
umudun tamamen boş olduğunu gösterdi. Tektanrıcı evrenselliği yerleştirmek uğrunda beyaz
ırkın yaptığı iki büyük girişim, Roma Dünyasının Katoliklik ile İslâm arasında kesin paylaşımı
sonucunda, karşılıklı olarak etkisiz hale geldi. Bu girişimlerin başarısızlığı, özünde muğlâk ve
ispatlanamaz olan görüşlerin boşluğunu doğrudan doğruya gösteren akılcı felsefeye ters düşen
herhangi birşey sunmaz. Eşzamanlı olarak işledikleri bilim alanında, Doğulular ile Batılılar ara-
sında kendiliğinden oluşan uyum, üstesinden gelinemez farklılıklarla belirgin bir zıtlık oluştu-

48 UMRAN KASIM ’09


Gündem
Arşiv

rur. İster toplu ister bireysel, bütün insanlığı Pozitif din, gerektirdiği hazırlıklar nede-
tamamen pozitif bir inançla kucaklamak için niyle yalnızca Batı’da çıkmış olmakla bera-
her türlü ilâhi inancı bertaraf ederek, beni ber, İslâm’ın Doğu’yu bu dinin kabul edilme-
tam anlamıyla evrensel dini keşfetmeye iten sine daha iyi hazırladığı kabul edilmelidir.
temel neden budur. İlk gençlik yıllarımdan Öte yandan İslâm, dogmasında Protestanlığın
başlayarak bu şekilde düşünme mutluluğuna veya deizmin yozlaşmasına yer vermediği
sahip olduğumdan, bütün hayatımı söz konu- ve yönetimde veraset ilkesini derinlemesine
su büyük sorunun nihaî çözümünü dizgeleş- kısıtladığı için, halkları devrimin bozulması-
tirmeye ve geliştirmeye adayabildim. na karşı korudu. Aynı zamanda, teorik kavra-
Ortaçağ’ın sonlarından itibaren, seçkin yışları ile pratik algılayışları arasındaki uyum
akılların ilahiyattan kurtulması, farklı biçim- kusurları nedeniyle, yöneticileri daima genel
lerde de olsa, Batı’da olduğu kadar Doğu’da manzarayı yakalamaya teşvik ederek, hükü-
da zorunlu olarak aynı hızla ilerledi. Zira bu metlerin olağan üstünlüklerini korudu.
kurtuluş, her iki tektanrıcılığın, pozitivizmin Filozofların üstler tarafından anlaşılama-
evrenselliği ile bağdaşmayan iddialı tavır- dıkları için altlara hitap etmeye zorlandığı
larının ortak gereksizliğini hissettiren kesin Batı’daki girişimin doğurduğu anarşik karışık-
bir çatışmanın sonucudur. Hattâ daha basit lığa yol açmadan, bu nihaî oluşum Doğu’da
olan inancı ve daha uygulanabilir olan yöne- üstün gelebilir. Müslüman dehanın tarih-
timi sayesinde gerçeğe daha yakın olan İslâmî sel olarak değerlendirilmesi sonucunda, ilk
deha, pozitif dinin kabul edilmesine Katolik şaşkınlıklarını üzerlerinden atan bu kişile-
dehadan daha az karşı olmalıdır. rin pozitif dini, temel kaygılarının umulma-
Dogmatik bakımdan aynı olan Roma ve dık çözümü olarak göreceklerine kuşkum yok.
Bizans dinleri arasında derin bir karşıtlık göz- Herhangi bir metafizik geçiş olmadan, doğ-
lemleyen eşsiz Muhammed, her iki insani rudan doğruya İslâm’dan pozitivizme geçe-
iktidarın alışılageldik bölünmesindeki düşün- rek, kendilerini, insanlık sevgisini ve evrensel
sel ve ahlaksal faydaları lâyıkıyla kabul etti. mutluluğu dizgeleştiren büyük peygamber-
Ancak parlak sosyal dehası, bu önemli yet- lerinin şerefli takipçisi olarak hissedecekler.
kinleşmenin, ilahiyat ahlâkına uygun düşen Böylece gereksiz bir siyasi birliği reddetme-
uygarlıktan daha ileri bir uygarlık istediği- ye yönelerek ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
ni fark etti. Zamansız, ancak takdire değer parçalanmasını, zamansal yönetimlerin yaşam
bir girişimin başarısızlığını önceden sezerek, alanını kısıtlayan toplum yasasının olağan
daha basit ve ilahiyatın doğasına daha uygun bir uygulaması olarak kabul edip, bu kaçınıl-
bir geçiş yapmakla yetindi. maz çözülmeye üzülmekten vazgeçecekler.
Böylece Doğu, kadınların ve işçilerin kade- Aynı zamanda, Osmanlı yöneticileri, kendi
meli olarak özgürleşmesi için gerekli top- güçlerinden daha az mütecanis ve dolayısıy-
lumsal devrim adına yapılacak şerefli giri- la da böyle bir dağılmaya daha fazla gebe
şimi, gerçek Katolik ahlâkın öncülüğünde, bir gücün gelecekteki olası işgâlleriyle ilgi-
Batı’ya bırakmak zorunda kaldı. Ancak, bu li hayali olduğu kadar yıkıcı da olan kaygıla-
önemli başlangıcı izleyen büyük hareketin rından kurtulacaklar. İslâm’ın temel ruhuna
kesin sonuçlarını benimsemek konusunda, göre siyaset, yalnızca görüşlerin ve gelenek-
Doğulular bizden daha fazla yatkınlık gös- lerin ayrılığını sağlamaya ve sağlamlaştırmaya
terdiler. Çünkü bu sayede, Batılı ilericilerde yönelik olduğundan, bu büyük amaca Tanrı
görülen temel düşünsel ve toplumsal sıkıntı- yerine İnsanlığı koyarak daha iyi ulaşılacağını
lardan, inançlarının aşırı ruhanî niteliğinden yakında anlayacaklar.
ve özellikle de yapay yönetimlerin kendiliğin- Selâm ve saygılar,
den ortaya çıkan ayrışmasından doğan meta- Auguste Comte
fizik düzensizlikten kurtulmuş oldular. 10, rue Monsieur-le Prince.

KASIM ‘09 UMRAN 49


Gündem
Arşiv

Tanzimat Fermanı*
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM adam onları tehlikede gördükte hilkat-i zâtiye
Tebâreke ellezî bi-yedihi’l-mülk ve hüve ve cibillet-i fıtriyesinde hıyânete meyl olmasa
alâ külli şey’in kadîr. bile muhâfaza-i can ve nâmusu içün elbet-
Benim vezîrim; te bazı sûretlere teşebbüs edeceği ve bu dahi
Cümleye ma’lûm olduğu üzere Devlet-i devlet ve memlekete muzır olageldiği müsel-
Aliyyemiz’in bidâyet-i zuhûrundan beri lem olduğu misillü bilakis can u nâmûsundan
ahkâm-ı celîle-i Kur’âniyye ve kavânîn-i emîn olduğu halde dahi sıdk u istikâmetten
şer’iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan ayrılmayacağı ve işi gücü hemân devlet ve
saltanat-ı seniyyemizin kuvvet ve miknet ve milletine hüsn-i hizmetten ibâret olacağı dahi
bi’lcümle tebe’asının refâh u ma’mûriyyeti bedîhî ve zâhirdir ve emniyet-i mâl kazıy-
rütbe-i gâyete vâsıl olmuş iken yüz elli sene yesinin fıkdânı halinde ise herkes ne dev-
vardır ki, gavâ’il-i müte’âkıbe ve esbâb-ı müte- let ve ne milletine ısınamayub ve ne i’mâr-ı
nevviaya mebnî ne şer-i şerîfe ve ne kavânîn-i mülke bakamayup dâima endişe ve ıztırab-
münîfeye inkıyâd ü imtisâl olunmamak hase- dan hâlî olamadığı misillü aksi takdîrinde yâni
biyle evvelki kuvvet ve ma’mûriyyet bilakis za’f emvâl ü emlâkinden emniyet-i kâmilesi oldu-
u fakra mübeddel olmuş ve halbuki kavânîn-i ğu halde dahi hemân kendi işiyle ve tevsî-i
şer’iyye tahtında idâre olunmayan memâlikin dâire-i taayyüşüyle uğraşup ve kendisinde
pâyedâr olamayacağı vâzıhâttan bulunmuş gün-be-gün devlet ve millet gayreti ve vatan
olup cülûs-ı hümâyûnumuz rûz-ı fîrûzumdan muhabbeti artıp ona göre hüsn-i harekete
beri efkâr-ı hürriyet-âsâr-ı mülûkânemiz dahi çalışacağı şübheden âzâdedir ve tayîn-i vergi
mücerred i’mâr-ı memâlik ve enha ve terfîh-i maddesi dahi çünkü bir devlet muhâfaza-i
ahâlî ve fukarâ kazıyye-i nâfi’asına münha- memâlikiyçün elbette asker ü leşkere ve sâir
sır ve Memâlik-i Devlet-i Aliyyemiz’in mevki-i masârif-i mukteziyyeye muhtac olarak bu ise
coğrafîsine ve arâzî-i münbitesine ve hal- akça ile idâre olunacağı ve akça dahi tebea-
kın kâbiliyet ü isti’dâdlarına nazaran esbâb-ı nın vergisiyle hâsıl olacağına binâen bunun
lâzımesine teşebbüs olunduğu halde beş bir hüsn-i sûretine bakılmak ehemm olup
on sene zarfında bi-tevfîkihî te’âlâ sûret-i gerçi mukaddemlerde vâridât zannolunmuş
matlûbe hâsıl olacağı zâhir olmakla avn ve olan yed-i vâhid beliyyesinden lehü’l-hamd
inâyet-i Hazret-i Bârî’ye itimâd ve imdâd-ı Memâlik-i Mahrûsemiz ahâlisi bundan evvel-
rûhâniyet-i cenâb-ı Peygamberî’ye tevessül ce kurtulmuş ise de âlât-ı tahrîbiyyeden olup
ve istinâd birle bundan böyle Devlet-i Aliye hiçbir vakitte semere-i nâfiası görülemeyen
ve Memâlik-i Mahrûsemiz’in hüsn-i idâresi iltizâmât usûl-i muzırrası el-yevm cârî olarak
zımnında bazı kavânîn-i cedîde vaz’ ve te’sîsi bu ise bir memleketin mesâlih-i siyâsiye ve
lâzım ü mühim görünerek işbu kavânîn-i muk- umûr-ı mâliyesini bir adamın yed-i ihtiyârına
teziyyenin mevâdd-ı esâsiyyesi dahi emniyet-i ve belki pençe-i cebr u kahrına teslîm demek
can ve mahfûziyyet-i ırz u nâmûs u mal olarak ol dahi eger zâten bir iyice adam değil-
ve tayîn-i vergi ve asâkir-i mukteziyyenin se hemân kendi çıkarına bakıp cemî-i harekât
sûret-i celb ve müddet-i istihdâmı kazıyyele- ü sekenâtı gadr u zulmden ibâret olmasıy-
rinden ibâret olup şöyle ki, dünyada can ve la bad ez-în ahâlî-i memâlikten her ferdin
ırz u nâmûsdan e’azz bir şey olmadığından bir emlâk ve kudretine göre vergi-i münâsib
tâyin olunarak kimseden ziyâde şey alınma-
* (Gülhane Hatt-ı Humâyunu)

50 UMRAN KASIM ’09


Gündem
Arşiv

ması ve Devlet-i Aliyye’mizin bahran ve beren vükelâ ve ricâl-i Devlet-i Aliyyemiz dahi bazı
masârif-i askeriye ve sâiresi dahi kavânîn-i tâyin olunacak eyyâmda orada ictimâ ede-
îcâbiyye ile tahdîd ü teybîn olunup ona göre rek ve cümlesi efkâr u mütâla’âtını hiç çekin-
icrâ olunması lâzımedendir ve asker maddesi meyüp serbestçe söyleyerek işbu emniyet-i
dahi ber-minvâl-i muharrer mevâdd-ı mühim- cân ve mâla, ta’yîn-i vergi hususlarına dâir
meden olarak egerçi muhâfaza-i vatan için kavânîn-i mukteziye bir taraftan kararlaştırı-
asker vermek ahâlinin farîza-i zimmeti ise de lıp ve Tanzîmât-ı askeriye maddesi dahi Bâb-ı
şimdiye kadar cârî olduğu vechile bir memle- Seraskerî dâr-ı şûrâsında söyleşilüp her bir
ketin aded-i nüfûs-ı mevcûdesine bakılmaya- kânun karargîr oldukça ilâ-mâşâallâhu te’âlâ
rak kiminden rütbe-i tahammülünden ziyâde düstûru’l-amel tutulmak üzre bâlâsı hatt-ı
ve kiminden noksan asker istenilmek hem hümâyûnumuz ile tasdik ve tevşîh olunmak
nizâmsızlığı hem de zirâat ü ticâret mevâdd-ı için taraf-ı hümâyûnumuza arzolunsun ve
nâfiasının ihlâlini mûcib olduğu misillü asker- işbu kavânîn-i şer’iyye mücerred dîn ü dev-
liğe gelenlerin ilâ-nihâyeti’l-ömr istihdamla- let ve mülk ü milleti ihyâ için vaz’ oluna-
rı dahi fütûru ve kat-ı tenâsühü müstelzim cak olduğundan cânib-i hümâyûnumuzdan
olmakta olmasıyla her memleketten lüzûmu hilâfına hareket vukû bulmayacağına ahd ü
takdîrinde taleb olunacak neferât-ı askeri- mîsâk olunup Hırka-i Şerîfe Odası’nda cemî-i
ye içün bazı usûl-i hasene ve dört yahud ulemâ ve vükelâ hazır oldukları halde kasem-i
beş sene müddet istihdâm zımnında dahi billâh dahi olunarak ulemâ ve vükelâ dahi
bir tarîk-i münâvebe vaz u te’sîs olunma- tahlîf olunacağından ona göre ulemâ ve
sı îcâb-ı haldendir. Ve’l-hâsıl bu kavânîn-i vüzerâdan ve’l-hâsıl her kim olur ise olsun
nizâmiye hâsıl olmadıkça tahsîl-i kuvvet ve kavânîn-i şer’iyyeye muhâlif hareket eden-
ma’mûriyyet ve âsâyiş ü istirâhat mümkün lerin kabahat-ı sâbitelerine göre te’dîbât-ı
olmayup cümlesinin esası dahi mevâdd-ı lâyıkalarının hiç rütbeye ve hatır ve gönü-
meşrûhadan ibâret olduğundan fî-mâ-bad le bakılmayarak icrâsı zımnında mahsûsan
ashâb-ı cünhanın davâları kavânîn-i şer’iyye cezâ kânunnâmesi dahi tanzîm ettirilsin ve
iktizâsınca alenen ber-vech-i tedkik görü- cümle memûrînin el-hâletü hâzihî mikdar-ı
lüp hükm olunmadıkça kimse hakkında hafi vâfî ma’aşları olarak şâyed henüz olmayan-
vü celî idâm ü temsîm mu’âmelesi icrâsı câiz ları var ise onlar dahi tanzim olunacağın-
olmamak ve hiç kimse tarafından diğerinin dan şer’an menfûr olup harâbiyyet-i mül-
ırz u nâmûsuna tasallut vukû’bulmamak ve kün sebeb-i a’zâmı olan rüşvet mâdde-i
herkes emvâl ü emlâkine kemâl-i serbestîyle kerîhesinin fî-mâ-ba’d adem-i vukû’ı madde-
mâlik ve mutasarrıf olarak ona bir tarafdan sinin dahi bir kânun-ı kavî ile tekîdine bakıl-
müdahale olunmamak ve farazâ birinin töh- sın ve keyfiyyât-ı meşrûha usûl-i atîkayı bütün
met ve kabâhati vukû’unda onun veresesi bütün tağyîr ü tecdîd demek olacağından
ol töhmet ve kabahatten berî’üz-zimme ola- işbu irâde-i şâhânemiz Dersa’âdet ve bilcümle
caklarından onun malını müsâdere ile vere- Memâlik-i Mahrûse’miz ahâlisine i’lân ve işâ’a
sesi hukûk-ı irsiyyelerinden mahrum kılın- olunacağı misillü düvel-i mütehâbbe dahi bu
mamak ve tebe’a-i saltanat-ı seniyyemizden usûlün inşâallâhu te’âlâ ile’l-ebed bakâsına
olan ehl-i İslâm ve milel-i sâire bu müsâ’adât-ı şâhid olmak üzre Dersa’âdetimiz’de mukîm
şâhânemize bilâ-istisnâ mazhar olmak üzre bi’l-cümle süferâya dahi resmen bildirilsin.
cân ve ırz ve nâmus ve mâl maddelerin- Hemân Rabbimiz teâlâ hazretleri cümlemizi
den hükm-i şerî iktizâsınca kâffe-i memâlik-i muvaffak buyursun ve bu kavânîn-i müesse-
mahrûsemiz ahâlisine taraf-ı şâhânemizden semin hilâfına hareket edenler Allâhu te’âlâ
emniyet-i kâmile verilmiş ve diğer hususlara hazretlerinin la’netine mazhar olsunlar ve
dahi ittifak-ı ârâ ile karar verilmesi lâzım gel- ile’l-ebed felâh bulmasınlar. (Âmîn)
miş olmağla Meclis-i Ahkâm-ı Adliye a’zâsı
daha lüzûmu meretebe teksir olunarak ve Fî 26 Şaban 1255 (3 Kasım 1839)

KASIM ‘09 UMRAN 51


Gündem
Arşiv

Tanzimat Fermanı
Herkesin bildiği gibi, devletimizde kuruluşundan beri Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat
yasalarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tebaasının refah ve mutluluğu en yük-
sek noktaya çıkmıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini izleyen karışıklıklar ve çeşitli neden-
lerle şeriata ve yüce yasalara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve
fakirliğe dönüştü. Oysa, şeriat yasaları ile yönetilmeyen bir ülkenin varlığını sürdürebilmesinin
imkansızlığı açık seçik ortadadır.
Tahta geçtiğimiz mutlu günden bu yana bütün çabalarımız, hep ülkenin kalkınması, ahali-
miz ve fakirlemizin refahı amacına yönelik oldu. Eğer, yüce devletimize dahil ülkelerin coğrafi
konumu, verimli toprakları ve halkının yetenekleri gözönünde tutularak gerekli girişimler yapı-
lırsa, yüce Allah’ın yardımı ile, beş-on yılda kalkınabileceğimiz söz götürmez.
Yüce Allah’ın yardımına ve Peygamberimiz hazretlerinin ruhaniyetine sığınarak, yüce devle-
timizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılma-
sı gerekli görüldü.
Söz konusu yasaların başında can güvenliği; ırk, namus ve malın korunması; vergi toplanma-
sı; halkın askere alınıp silah altında tutulma süresi gibi hususlar gelmektedir. Şöyle ki; Dünya’da
can, ırz ve namustan daha kıymetli birşey yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce, yaradılış-
tan kötü olmasa bile, canını ve namusunu korumak için olmadık çarelere başvurur. Bunun dev-
let ve memlekete zarar vereceği açıktır. Buna karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse
sadakat ve doğruluktan ayrılmaz, işi ve gücü ile devletine ve milletine yararlı olur.
Mal güvenliğinin olmadığı yerde ise kimse devlet ve milletine ısınamaz, ülkesinin yükselme-
si ile ilgilenmez, hep korku ve üzüntü içinde yaşar. Buna karşılık, malından, mülkünden emin
olmadığı zaman hep kendi işi ve işinin genişletilmesi ile uğraşır. Devlet ve millet gayreti, vatan
sevgisi kendisinde her gün artar.
Vergi konusuna gelince: Bir devlet, ülkesini korumak için askere ve gerekli öbür masraflara
muhtaçtır. Bu, para ile olur. Para, tebaadan toplanacak vergiler ile oluştuğundan bunun en iyi
şekilde toplanması gerekir.
Evvelce gelir sanılmış olan “yed’i vahit” belasından ülkemiz hamdolsun, kurtulmuşsa da yıkı-
cı bir yöntem olup hiçbir zaman yararlı sonuç doğurmamış olan iltizam usülü hala sürüyor. Bu,
ülkenin siyasi işlerini ve mali konularını bir adamın keyfine, hatta cebir ve zulmüne teslim etmek
demektir. Bu adam iyi bir insan değilse hep kendi çıkarına bakar, bütün davranışlarında kötü-
lüğe, zulme yönelir. Bu nedenle, ülkemiz insanlarının her biri için, malına ve gelirine göre bir
verginin saptanması ve kimseden bundan fazla birşey alınmaması gerekir. Yüce devletimizin
karada ve denizdeki askeri masrafları ile öbür masrafları yasalarla belirlenip sınırlandırılmalı ve
uygulama ona göre yapılmalıdır.
Askerlik de, yukarıda belirtildiği gibi, önemli konulardan biridir. Ülkenin korunması için
asker vermek halkın başlıca borcudur. Fakat, bir memleketin mevcut nüfusuna bakılmaksızın,
şimdiye kadar yapıldığı gibi, kiminden tahammülünden çok, kiminden az asker alınması hem
düzesizliğe; hem tarım, ticaret ve bayındırlık işerinin kötü gitmesine; hem ömür boyu askerlik
bıkkınlığa; hem de nüfusun azalmasına yol açar. Bu nedenle, her memleketten alınacak asker

52 UMRAN KASIM ’09


Gündem
Arşiv

miktarı için uygun yöntem konulmalı ve dört Askerlikle ilgili konular Bab-ı Seraskeri
veya beş yıl hizmet için sıra usulü getirilmeli- Dar-ı Şurası’nda görüşülüp karara bağlandık-
dir. Bunlar yapılmadıkça devletin kuvvetlenip tan sonra sonsuza dek uygulanmaları için tas-
gelişmesi, huzur ve asayişin sağlanması müm- dik edilmek üzere tarafıma gönderilecektir.
kün olmaz. Bütün bunların dayanağı yukarıda Söz konusu yasalar sırf din, devlet, ülke ve
açıklanan hususlardır. milleti kalkındırmak amacı ile çıkarılacakla-
Bu nedenle, bundan böyle suç işleyenle- rından, bunlara tam uyacağımıza yemin ede-
rin durumları şeriat yasaları gereğince açık- riz. Bu konuda, Hırka-i Şerife odasında, tüm
ca incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse din adamları ile bakanların hazır bulunacak-
hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme ları bir sırada yemin edecektir.
işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse, başka-
Din adamı ve vezirlerden yasalara aykı-
sının ırz ve namusu-
rı hareket edenlerin,
na saldırmayacaktır.
kanıtlanacak suçla-
Herkes malına, mül-
rına göre, rütbeleri-
küne tam sahip ola-
ne ve hatır ve gönü-
cak, bunları dilediği
le bakılmaksızın ceza-
gibi kullanacak, bunu
landırılmaları için
yaparken de devlet
özel ceza yasası çıka-
büyüklerinin müda-
halesine uğramaya- rılcaktır.
caktır. Birinin suçlu- Memurlara yeter-
luğunun saptanması li maaş bağlanmış
halinde mirasçıların o olup, henüz bağlan-
işle ilgileri bulunma- mış olanlarınkiler de
yacağından, suçlunun belirlenecektir. Bu
malları elinden alınıp yolla da, şeriata aykı-
varisleri miras hak- rı olan ve ülkenin
kından yoksun bıra- gerilemesinde baş-
kılmayacaklardır. rolü oynayan rüşvet
Yüce devle- belası güçlü bir yasa
timizin tebaası ile ortadan kaldırılmış
Müslümanlarla öbür olacaktır.
milletler bu haklar- Bütün bu sayılan
dan tam yararlana- hususlar eski hüküm-
caklardır. lerin tümden değiş-
Can, ırz, namus ve tirilmesi demek ola-
mal konularında, ülkemizin tüm halkına şeri- cağından işbu fermanımız İstanbul halkına
at yasaları gereğince garanti verilmiştir. Öbür ve ülkemiz halkına duyurulacaktır. Bundan
konularda da oybirliği ile karar verilmesi
başka, dost devletlerin de bu yönetimin son-
için, Meclisi Ahkam-ı Adliye üyeleri gerektik-
suza dek uygulanmasına tanık olmaları için
çe artırılacaktır. Yüce devletimizin bakanları
fermanımız, İstanbul’daki tüm büyükelçilere
ile ileri gelenleri belirli günlerde orada top-
resmen bildirilecektir.
lanarak, görüşlerini çekinmeden açıkça söy-
Allah hepimizi başarılı kılsın; yasala-
leyeceklerdir. Can, mal güvenliğine ve vergi-
ra uymayanlar Allah’ın lanetine uğrasın ve
lerin belirlenmesine ait yasalar böyle hazırla-
ömürleri boyunca rahat yüzü görmesin. Amin.
nacaktır.

KASIM ‘09 UMRAN 53


Analiz

BİR İNANÇ OLARAK EVRİM


SELÇUK KÜTÜK

Bazı konulardaki tartışma- Bir teorinin ispatını yap- da tanrının var olmadığını kesin
ların sonu hiç gelmez, çünkü mak iddia sahibinin vazifesidir, bir veri olarak kabul ederek
asıl mesele hep gölgede kalır dolayısıyla bizim evrim teorisi- yola çıkmaktadır. Dolayısıyla,
ve söylenmesi gereken şeyler ni yanlışlama gibi bir mecburi- geriye hiç inandırıcı olmama-
doğrudan değil de dolaylı ola- yetimiz yoktur. Buna rağmen, sına rağmen, her şeyi sadece
rak ifade edilir. Evrim teori- evrim teorisine yönelik teknik maddeye bağlı olarak açıklama
si ve evrenin kökeni hakkın- itirazların ve eleştirilerin yapıl- yönteminden başka çare kal-
daki tartışmaların bu bitme- dığını biliyoruz. Bu yazı çerçe- mıyor ve buna bilimsel açıkla-
yen münakaşalar listesinin en vesinde ise, sözü edilen teori- ma deniyor. Bilimsel kılıf altın-
başında geldiğini söylemek nin bilimsel kriterlere uymadığı da yapılan sahte açıklamala-
abartı sayılmaz. Taraflar söyle- ve hepsinden önemlisi apriori ra itiraz yöneltildiğinde ya “şu
nebilecek hemen her şeyi orta- kabullere dayalı bir inanç oldu- anda eldeki en iyi izahın bu
ya koymuş olmalarına rağmen ğu gösterilemeye çalışılacaktır. olduğu” ya da “bilimin gele-
neredeyse hiç kimse pozisyonu- cekte bu sorulara açıklık kazan-
nu değiştirmez, çünkü herkes Bilimsellik İddiası dıracağı” söylenmektedir. Bu
daha baştan konumunu koru- Karşımızda öyle bir teori yaklaşımda evrimcinin kendi-
maya azmetmiş haldedir. Eğer duruyor ki, bilimsel olduğu ni bilimsel bilgi ile sınırladığını
tartışma başka herhangi bir ısrarla savunuluyor, fakat bilim- görüyoruz. Ancak kişinin ken-
teori üzerinde cereyan ediyor sel kriterlere uymuyor; gözle- dini salt bilimsel bilgi ile kayıt
olsaydı, çoktan neticeye bağ- nemiyor, yeniden uygulanamı- alması onun dünya görüşüy-
lanır ya da önemini kaybeder- yor ve ölçülemiyor. Hepsinden le ilgili bir sorundur. Tüm bil-
di. Tüm mesele, evrim teorisi- ötesi, daha iyisi olmadığından gimizin bilimsel bilgiden iba-
nin sadece bilimsel bir sorun bunun kabul edilmesi isteniyor. ret olduğunu söylemek tam bir
değil, aynı zamanda felsefi bir Eğer teorinin arkasında ideo- bilim-perestlik anlamına gelir.
problem olması ve arkasında lojik bir bakış ve doğruluğu- Sanat, müzik, edebiyat, ahlaki
bir dünya görüşünün yatıyor na dair kesin inanç olmasay- değerler, sevgi, aşk vs. hakkın-
olmasıdır. Teorinin geçerli olup dı, açıklama gücündeki zayıflı- daki bilgilerimiz bilimsel bilgi
olmaması, onu sonuçları itiba- ğından dolayı çoktan terk edil- kategorisine dahil edilemez. O
riyle diğer teorilerden farklı kıl- miş olurdu. Bilimsel bilgi, felse- halde, “kişi kendini ne ile sınır-
maktadır. Ateist açısından bu fi görüşlerle yoğrulup düzen- layıp bağlıyorsa gerçekte inan-
bir ölüm kalım meselesi sayı- lenerek önümüze getiriliyor cı odur” diyebiliriz. Problemin
labilir, çünkü teorinin geçer- ve bunun bilimsel bilgi oldu- daha başında Allah’ın varlığını
li olmadığının anlaşılması tek ğu ileri sürülüyor/dayatılıyor. ve yaratılış düşüncesini devre
alternatifi olan dini argüma- Bu anlamda teistlerin karşısın- dışı bırakarak evrimsiz bilim
nın, yani yaratılışın kabulüne da bir bilim kilisesi durmakta- olamayacağını dayatmak işte
yol açacaktır. Aynı şeyin teist dır. Tabii ki bu noktada karşı- ancak böyle bir inancın gere-
açısından neden geçerli olma- mıza, bilim olanla bilim olma- ği olabilir.
dığı ya da kısmen geçerli oldu- yanı ayırt etme sorunu çıkıyor. Fiziksel bir olayın açıklan-
ğu aşağıda açıklanacaktır. Evrimci, daha meselenin başın- masında bilimsellik kaygı-

54 UMRAN KASIM ’09


Analiz

sı altında öznesiz bir açıkla- başladığı iddiası bilimsel olarak ran şey, hangisinin daha makul
ma yöntemine başvurulması bir gösterilemediğinden evrimci olduğudur. Issız bir adaya çık-
şeyleri gizlemeye yönelik bir açısından bu durum tam mana- tığınızı ve dev bir makine ile
tavırdır. Bilindiği üzere, Aristo sıyla aksiyomatik inanç özelli- karşılaştığınızı düşünün. İki
maddi, şekli, fail ve gai ola- ği taşır. Bilindiği üzere mate- açıklama söz konusu olabilir:
rak dört sebepten bahseder. matik, geometri ve fen bilimle- birincisi, etrafta herhangi birisi
Modern bilim bunlardan sade- rinde belirli bir başlangıç yapa- görünmemekle beraber bunun
ce ilk ikisi (madde ve form) bilmek için birtakım aksiyom- bir bilinç ve dizayn gerektirdi-
ile ilgilenir, asıl fail ve maksat lar kabul edilir. Bu aksiyom- ği ve gösterme imkânı olmasa
üzerinde durmaz. Dolayısıyla lar kümesi sadece birer tanım- bile akıl taşıyan bir fail tarafın-
bilimsel açıklama biçimi pra- lamadan ibarettir ve ispatla- dan yapıldığıdır. İkincisi, çeşit-
tikte değilse bile, felsefi açı- rı yapılamaz (Euclides geomet- li doğal kuvvetlerin etkisi ile
dan hiçbir zaman tatmin edici risinde iki nokta arasındaki en böyle makinenin kendiliğinden
olmamaktadır. Bu probleme kısa mesafenin bir doğru olma- oluştuğunu ileri sürmek, fakat
evrim teorisinde de rastlan- sı gibi). Dolayısıyla aksiyomatik bunu deneysel olarak göster-
makta ve failsiz ve herhangi bir temele dayalı bir bilginin doğ- me noktasında başarısız olmak.
maksada yönelik olmayan salt ruluğu, aksiyomların geçerlili- Hangisinin daha makul ya da
maddesel dönüşümlerin insan ğine bağlıdır. O halde evrimci- bilimsel olduğuna herkes kendi
gibi bir varlığı netice verdiğine nin ya canlılığın nasıl başladı- karar vermelidir.
inanılması istenmektedir. ğını göstermesi ya da bu iddi-
asının sadece bir kabulden İnsanın Sadece Biyolojik Bir
Canlılığın Başlangıcı Sorunu ibaret olduğunu ifade etmesi Varlık Olamaması
Evrimci, tüm çalışmalarında gerekir. Yanlış olan şey, kendi Evrimciler, insanın salt biyo-
rağmen en temel sorun olan kabullerini/inançlarını bilimsel lojik gelişimini açıklamaya çalı-
hayatın nasıl başladığını mese- ve ispatlanmış bir gerçek gibi şıyorlar fakat akıl, bilinç ve duy-
lesini açıklayamıyor. 21. yüzyı- ileri sürmeleri ve itiraz edenleri guların nasıl ortaya çıkıp geliş-
lın bilgisi ile laboratuar şartla- bilim-dışı olmakla suçlamaları- tiği konusunda bir izahta bulu-
rı altında bile bir hücre üreti- dır. Böyle bakıldığında hayatın namıyorlar. Ayrıca düşünme,
lemezken, hayatın kendiliğin- bir şekilde kendiliğinden baş- hesap yapma, konuşma, bilgi
den ortaya çıktığını ileri sürme- ladığını ya da Allah tarafından üretme, yazma gibi pek çok
nin neresi bilimseldir? Açıkçası yaratıldığını söylemek arasın- özellik sadece insanda görün-
hayatın, cansız maddelerin da, bilime uygunluk açısından, mekte ve başka hiçbir canlı-
kendiliğinden bir araya gelerek bir fark kalmaz. Farkı oluştu- da bunlara rastlanmamaktadır.

KASIM ‘09 UMRAN 55


Analiz

Fosiller Meselesi
Evrim teorisinin tarifine göre, tür- Evrim teorisinin tarifine
ler arası geçişin son derece yavaş ve göre, türler arası geçişin son
derece yavaş ve aşamalı bir
aşamalı bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. şekilde gerçekleşmesi gerekir.
Bu durumda bir türden diğerine geçişi Bu durumda bir türden diğeri-
ne geçişi gösteren sayısız halka-
gösteren sayısız halkanın bulunması gere- nın bulunması gerekir. Mesela
kir. Mesela sudan karaya geçişte, organ- sudan karaya geçişte, organ-
ların nasıl dönüştüğünü her aşamasıyla ların nasıl dönüştüğünü her
aşamasıyla gösteren çok mik-
gösteren çok miktarda fosilin ortaya çıka- tarda fosilin ortaya çıkarılma-
rılması lazımdır. Aksi taktirde, son derece sı lazımdır. Aksi taktirde, son
derece kopuk halkaların birbi-
kopuk halkaların birbirinin devamı oldu- rinin devamı olduğunun söy-
ğunun söylenmesi sadece bir iddia ola- lenmesi sadece bir iddia olarak
rak kalacaktır. Eğer türlerin ortaya çıkışı kalacaktır. Eğer türlerin orta-
ya çıkışı sıçrama yoluyla olmuş-
sıçrama yoluyla olmuşsa bunun yaratılış sa bunun yaratılış görüşünden
görüşünden hiçbir farkı yoktur. hiçbir farkı yoktur.

Ortak Köken ve Gen


İnsanın en yakın atası oldu- şempanzenin Hamlet’i yazma Haritaları
ğu ileri sürülen şempanzeler- olasılığı sıfırdır. Fakat daktilo- Evrimci, canlıların gen hari-
le insan arasında bu sayılan nun, yanlış bir harfe basıldı- talarını ve matris dizilimlerini
nitelikleri kısmen taşıyan hiçbir ğı zaman yazmadığı ve sadece göstererek aralarındaki ortak
canlı gösterilememektedir. doğru harfe basıldığında yaza- yönlere dikkat çekmekte ve bu
cak şekilde çalıştığı düşünülür- benzerliklerden hareketle tür-
Tesadüf ve Daktilo Örneği se Hamlet’in yazılması müm- ler arası geçişin olduğunu ve
Evrimci, canlılığın ve türlerin kün hale gelebilir”. Evrimci tüm canlıların aynı ortak ata-
ortaya çıkışını açıklama nokta- meseleyi kendi açısından makul dan geldiğini ileri sürmekte-
sında kullandığı tesadüf kavra- hale getirmek isterken ciddi bir dir. Tüm canlılarda temel yapı-
mının sorgulanmasından rahat- taşlarının var olması ve benzer
tutarsızlık içindedir. Hamlet’in
sız olur. Bunun yerine ran- fonksiyonları icra eden organ-
yazılabilmesi için şempanzeye
dom, süreç, doğal mekanizma- ların bulunması canlıların aynı
atfedemediği bilinci daktiloya
lar, seçilim, mutasyon varyas-
vermek gibi bir yola girmekte- kökenden geldiğini değil, tek
yon gibi bazı terimler kullanır.
dir. Daktilonun sadece doğru bir tasarımın ürünü olduğunu
Fakat bu kavramlar biraz kur-
harfleri kabul ederek yazması gösterir. Canlıların temel ortak
calandığında, mekanizmanın
onun daha evvel ne yazacağı- yapılara sahip olması gayet
işleyişinde hiçbir aklın ve bilin-
nı bilmesini gerektirir ki, bunun normaldir; benzerliğin olma-
cin söz konusu olmadığının
belirtilme zorunluluğu doğar anlamı daktilonun Sheakespare ması için, “kedilerin gözü var-
ve yine karşımıza tesadüf çıkar. olması demektir! Doğal seçilim, ken fillerin gözsüz olması ya
Varlık âleminin ve canlılığın tam anlamıyla bir inanç terimi- da devenin etten fakat atla-
tesadüfe sığmayacağını anla- dir. Seçen ve seçilenin her ikisi rın demirden yapılmış olma-
yan evrimci doğal seçilimi öne de aynı şeyi, yani tabiatı gös- sı gerekir” gibi garip sonuçla-
çıkarır ve bunu açıklamak için termektedir. Seçim, şuurlu bir ra ulaşılır.
bilinen bir örneğe başvurur: fiildir; o halde kim, neyi, hangi Son iki yüzyıl boyunca oto-
“Daktilo başında oturan bir amaçla seçmektedir? mobillerin gelişimin/evrimini

56 UMRAN KASIM ’09


Analiz

takip edersek hepsinde benzer


malzemelerin ve fonksiyonların
var olduğunu görürüz. Fakat
buradan hareketle, otomobil-
lerin kendiliğinden ortaya çıktı-
ğı ya da kendi kendilerine geli-
şerek bir modelden diğer bir
üst modele atladıkları sonucu
çıkarılamaz. Yapılabilecek en
makul çıkarım, hepsinin bilinç-
li bir dizaynın ürünü olduğu ve
bir mühendisin eliyle gerçek-
leştiğidir.
Bilindiği üzere, moleküleri
evrim konulu bilimsel makale-
lerin tamamına yakını amino-
asit dizilimlerinin kıyaslanma-
sı ile ilgilidir. Bu dizilim kar-
şılaştırmasında iki proteinin
tüm aminoasitleri sıralanarak
incelenir veya bir DNA üze-
rindeki nükleotidler karşılaştı-
rılır. Bu dizilimlerin karşılaştı-
rılması karmaşık bir biyokim-
yasal sistemin fonksiyonları-
nın nasıl ortaya çıktığını açık-
lamaz. Aynı şirket tarafından
üretilen iki ayrı model bilgi-
sayara ait kullanım kılavuzla-
rı, birçok ortak kelime ve cüm-
lelere sahip olmasına rağmen, la deneyip gözlemleneceğine dünyanın etrafında döndüğü
kılavuzlardaki harflerin dizili- karar verilemez. Durum böyle zanneden birinin, her sabah
mini karşılaştırmak hiçbir şekil- olunca, deneyden elde edilen güneş doğarken kendisinin
de bu bilgisayarların kendi baş- bilgiler tarafsız ve ham değil, hareketsiz ve güneşin hareket-
larına daktilodan evrimleştikle- işlenmiş ve yönlendirilmiş ola- li olduğunu gözlemlemesi ve
rini göstermez. Buradan yapıla- rak karşımıza çıkmaktadır. Bu bunu iddiasına açık bir delil
bilecek en mantıklı çıkarım, bu sebeple aynı verilerin, tam ters olarak göstermesi gibi bir şey-
iki model bilgisayarın aynı fir- yöndeki teorileri doğrulamak dir. Halbuki aynı gözlem, dün-
manın ürünü olduğu ve tek bir için de kullanılması mümkün- yanın güneş etrafında döndü-
elden çıktığıdır. dür. Dolayısıyla, salt doğrula- ğü yönündeki iddiayı doğrula-
ma o teorinin kesinlikle geçer- mak için de kullanılabilir.
Yorum Farkı li olduğunu ve ispatlandığını Bu yaklaşımın en bariz örne-
Bilindiği üzere, deney veya göstermez. ğini fosiller konusunda gör-
gözlem belirli bir teori ya da Evrimci kendini, teorisinin mekteyiz. Evrimci zorlukla bul-
bakış açısını doğrulamak/test doğruluğuna inandırdığı için duğu her fosili benzer gördü-
etmek amacıyla yapılır. Zihinde elde ettiği her bilginin teyit ğü başka bir fosilin önüne ya
bu bakış açısı olmazsa neyin, edici yönde olduğunu düşün- da arkasına yerleştirerek ara
niçin ve hangi yönü itibarıy- mektedir. Aslında bu, güneşin form zincirini tamamlamaya

KASIM ‘09 UMRAN 57


Analiz

ları olmaksızın yavaş yavaş kar-


Evrimci henüz teorisini ortaya koy- maşık bir mekanizmayı oluştur-
madan evvel, tabiatta hazır bulduğu duğunu düşünmek tam mana-
sıyla bir inançtır. Sorunun far-
maddenin/evrenin kökeni hakkında bir kında olan evrimciler mese-
açıklama yapmak zorundadır. Bu nokta leyi atlatabilmek için ilginç
yollara başvurmaktadırlar.
irdelendiğinde evrimcilerin bilimsel görüş Tartışmalarda en çok gündeme
olarak dayatmaya çalıştıkları teorilerinin gelen bakteri kamçısı, gözün
kökeninde maddeci dünya görüşünün oluşumu ya da kanın pıhtılaş-
ması gibi mekanizmalarda her-
yattığı hemen görülecektir. Cansız var- hangi bir elemanın çıkarılma-
lıklardan hareketle kendiliğinden can- sının sistemin tümünü etkisiz
kılacağı, argümanını bertaraf
lıların ortaya çıkacağını ileri sürmenin etmek için bazı kritik olma-
bilimle hiç alakası yoktur ve tamamen yan parçalar dışarı atılmakta ve
bir varsayımdan ibarettir. Hayatın, mad- sistemin hâlâ çalıştığı gösteril-
mektedir. Böylelikle karmaşık
dede potansiyel olarak var olduğunu yapıların basitten kompleksliğe
düşünmek, parlayan bir aynanın içinde doğru geliştiği argümanı canlı
tutulmak istenmektedir. Daha
gerçekten güneşin olduğunu zannetmek
iyi anlamak için şöyle bir örnek
gibi bir yanılgıdır. Halbuki tüm aynalarda üzerinde düşünebiliriz: Bir oto-
görünen ışığın (hayatın) kaynağı mobili oluşturan ve karşılıklı
ilişki içinde olan binlerce par-
gökyüzündeki güneştir. çanın kendiliğinden bir araya
gelemeyeceği ve kritik bir par-
çalışır. Halbuki, bulunan fosilin inancın ve kabulün olduğunu çanın çıkarılmasıyla otomobilin
başka bir türü göstermesi ya da hemen görebilir. Evrimcinin bu artık çalışamayacağı düşünce-
soyu tükendiği için günümü- noktadaki inancı/kabulü açık- sine karşılık evrimci, bazı par-
ze kadar gelememiş bir canlıya tır: maddi yapıların, zorunlu çaları çıkararak sistemin yine
ait olması mümkündür. Fakat birtakım neticeleri üretmek çalıştığını gösterme yoluna git-
evrimci bu seçeneği, kendi teo- gibi maksatları vardır ve bunun mektedir. Otomobilin kapıları-
risini doğrulamadığı için kabul için var olurlar! nı, ön-arka kaputunu, döşeme-
etmez. lerini, kornasını dışarı atmakta
İndirgenemez Komplekslik ve sistemin hâlâ çalıştığını gös-
Doğal Seçilim Canlılara ait son derece kar- tererek indirgenemez komp-
Evrimi yöneten bir akıl ya maşık yapıların aşamalı olarak leksliği boşa çıkarmaya gayret
da bilincin var olmadığını ve gelişimini açıklamak evrim açı- etmektedir. Belli ki evrimci esas
mutasyonların belirli bir amacı sından ciddi bir problem ola- meseleyi anlamak istememek-
gerçekleştirmek için ortaya çık- rak görünmektedir. Göz, kulak, tedir. Çünkü burada önemli
madığını evrimci kabul etmek- kalp, akciğer, beyin gibi pek olan kritik, yani olmazsa olmaz
tedir. İddiaya göre evrim, daha çok organın ortaya çıkışına dair parçaların çıkarılamayacağıdır.
önce oluşmuş maddi yapı- tatmin edici bir izah yoktur. Mesela tekerleklerin, motorun,
lar üzerinde zorunlu bir şekil- Tek başına bir işe yaramayan, ateşleme mekanizmasının çıka-
de meydana gelir. Dikkatli bir fakat bir sistem içinde kritik rol rılması ya da benzin konulma-
göz, böyle bir iddianın arkasın- oynayan elemanların birbirin- ması gibi şeylerden herhangi
da bilimsel bilginin değil, bir den habersizce ve hiçbir amaç- birinin olmaması tüm sistemi

58 UMRAN KASIM ’09


Analiz

atıl hale getirir. Evrimci, tüm bu sı birbirinden tamamen fark- olmakla suçlanırlar. Eğer evrim
elemanlar birbirinden habersiz lı şeylerdir. Tür içi farklılaşma- teorisinin bilimsel olduğu ileri
olarak nasıl aşama aşama bir lar dereceli değişimlerdir, hal- sürülüyorsa, evrim karşıtları-
araya geldiğini açıklamalıdır. buki bir türden diğerine geçiş nın bilimsel bir ispat bekleme
Diğer taraftan, ortada gör- mahiyet farklılığını gerektirir. hakkı vardır. Şu ya da bu sebep-
mek, duymak, düşünmek gibi Dolayısıyla evrimcinin bu nok- le evrimcinin bazı şeyleri gös-
şeyler hiç yokken göz, kulak ve tada gerçeğe uygun düşmeyen terememesi kendilerini ilgilen-
beyin gibi organların nasıl ve analojilere başvurması geçer- diren bir sorundur. Bu nok-
neden ortaya çıktığını evrimci- li değildir. tada evrimcinin, ileri sürdüğü
nin izah etmesi gerekiyor. teorinin bilimsel bazı kriterleri
Sonuç ve Değerlendirme karşılayamadığını itiraf etme-
Mutasyonlar ve Evrimci henüz teorisini si gerekir.
Varyasyonlar ortaya koymadan evvel, tabi- Yaratılış düşüncesi, Allah’ın
Evrimci, mutasyonların rolü- atta hazır bulduğu maddenin/ varlığının kesin olmasına daya-
ne fazlasıyla güvenmektedir. evrenin kökeni hakkında bir nır. Benzer şekilde, evrim teori-
Türlerin kendi içinde varyas- açıklama yapmak zorunda- si de ateizmin zorunlu bir neti-
yonları olduğuna dair herhan- dır. Bu nokta irdelendiğinde cesi olarak apriori doğru sayılan
gi bir itiraz yoktur. Mutasyon evrimcilerin bilimsel görüş bir inançtır. Evrimcinin kendi
veya tür içi farklılaşmalar o can- olarak dayatmaya çalıştıkları dünya görüşü doğrultusun-
lının kendi kodlarında zaten teorilerinin kökeninde mad- da bir takım varsayım ve aksi-
varolan potansiyeldir. Ancak deci dünya görüşünün yattı- yomlara dayanma hakkı var-
bu potansiyel, tür içinde kal- ğı hemen görülecektir. Cansız dır, fakat sahip olduğu inançla-
makla sınırlıdır. Doğal şartlar- varlıklardan hareketle kendili- rını bilimsel ve sanki defalarca
da, türün genetik potansiye- ğinden canlıların ortaya çıka- ispatlanmış bir mesele gibi tak-
lini aşacak derecede birtakım cağını ileri sürmenin bilimle hiç dim etmesi kabul edilebilir bir
durumlar oluşursa o tür elen- alakası yoktur ve tamamen bir şey değildir.
meye maruz kalır. Hiçbir deney, varsayımdan ibarettir. Hayatın, Yine de evrimcinin bilim-
mutasyon yoluyla daha ileri maddede potansiyel olarak var sel yoldan ya da aklını ve man-
türlerin ortaya çıktığını göste- olduğunu düşünmek, parlayan tığını kullanarak tanrının var
remiyor. Bu mümkün olsaydı, bir aynanın içinde gerçekten olmadığı yönündeki ön yargısı-
belirli bir canlıdan başlayarak güneşin olduğunu zannetmek nı terk etmesi ve yaratılış seçe-
hızlandırılmış mutasyon yoluy- gibi bir yanılgıdır. Halbuki neğini daha işin başında ele-
la diğer türlere geçiş sağlana- tüm aynalarda görünen ışığın meyi bilimsellik zannetmenin
bilirdi. Fakat yine de evrimcinin (hayatın) kaynağı gökyüzünde- yanlışlığını fark etme ihtimali
bu konudaki inancı ve ümidi ki güneştir. vardır. Evrimci açısından, haya-
devam etmektedir. Hayatın ve farklı türlerin tı yaratanın tesadüfler değil
İspinoz kuşlarının gagasının ortaya çıkışını laboratuarda ya de Allah olduğunu fark etme-
değişimi ya da ıslah oluyla inek- da başka şekillerde göstereme- si, çocukken yılbaşında hedi-
lerin daha fazla süt vermesi- yen evrimcinin bahanesi belli- ye getirenin Noel Baba olma-
nin sağlanmasındaki değişim- dir: bu oluşumlar binlerce yıl- dığını ve her şeyi kendi baba-
lerle analoji kurularak, kuşların lık süreç sonunda meydana gel- sının hazırladığını fark etme-
kanatlarının hiç yokken ortaya miştir, o yüzden bunları göster- si gibi bir durumdur. Bu far-
çıktığı veya sudan karaya çıkışta me imkânı yoktur! Fakat yara- kına varış, ancak çocuğun aklı
akciğerlerin hiç yoktan oluştu- tılışı savunanlar, Allah tarafın- başına geldiğinde gerçekleşe-
ğu söylenemez. Varolan organ- dan yaratılma işleminin göz- bilir. Bu anlamda tüm evrim-
ların kendi içinde farklılaşma- lenmesinin ya da deney konu- cilere çocukluktan çıkıp akıl-
sı ile hiç yoktan yeni organla- su yapılmasının imkânı olma- baliğ olmaya doğru evrilmele-
rın veya özelliklerin kazanılma- dığını söylediklerinde bilim dışı ri temennisinde bulunabiliriz.

KASIM ‘09 UMRAN 59


Yaşayan İslam

“BEN DE YETİMDİM”
DEMET TEZCAN

Savaş, doğal afet gibi neden- görmezden gelmek, yok saymak Yetimliği daha ana rahminde
lerden ötürü toplu ölümle- en büyük toplumsal yara. Bugün yaşamış nebi… Yetimler efen-
rin yaşanmasıyla, geride toplu- tüm dünyada işlenen çocuk suç- disi, yetimler güzeli Nebi… “Ben
ca yetimler kalıyor. Topluca diye ları, sokaklardaki çocuk manza- de bir yetimdim…”
ifade ettiğimiz bu rakam, mil- raları toplumların aynası bir Yetimliğin ne demek olduğu-
yonlarca yetim çocuk manasına bakıma. Vaktiyle elinden tutul- nu çok iyi bilen yüreğinden gelen
geliyor. Babasız kalmış çocuklar, mayan çocuk, toplumuna sorun- sesle: “Dünyada yetimi gözeten
çocuklarının babasını kaybetmiş lar yumağı olarak dönüyor. ahirette benimle şu iki parmağım
kadınlar… Gerek dünyada savaş- Onlara en az kendi çocuklarımız gibi yan yana olacaktır” buyura-
ların artması gerekse savaşlar- kadar emek sarf etmediğimiz- caktır sonra.
da en ileri derecede teknoloji- de, yine en az kendi çocukları- Allah Resulü ile ahirette omuz
ye sahip silahların kullanılmasıyla mızdan göreceğimiz kadar yakın- omuza, yan yana yürümek için
bu durum daha da vahim bir hal dan zararın muhatapları olaca- yetimlerin ayak izlerini takip
almış durumda. Bu vahim man- ğız. Biz değilsek çocuklarımız etmek düşecek bize, izlek olacak
zara karşısında yetimliği problem olacak. Aynı toplumun içinde, yetimin ayaklarını bastığı yer-
olmaktan çıkaracak, yetimlerin aynı atmosferi paylaşan kişilerin ler… İz düşecek dünyadan ukba-
yaralarını saracak olan da, bizle- sosyal-kültürel ve ahlaki durum- ya, rahmet peygamberinin yanı
rin ortaya koyacağı gayretli çalış- ları, bir şekilde uzak yakın herke- başına ulaşan kutlu yola…
malardır. si etkiler. Allah, tabiatı nimetin her tür-
Yetimliğin, hem yetim çocuk- Kaldı ki yetimlere şefkat eli lüsüyle donatırken insanoğlu
lar hem de yakın çevreden baş- uzatmak sadece toplumsal bir ölüm silahları geliştirmekte her
lamak üzere tüm topluma yan- sorumluluk değil aynı zamanda nevinden. Hay olan hayat bah-
sıyan iki yönü vardır. Çocuk üze- bir kulluk görevi olarak karşımız- şederken nimetlerle donatılmış
rindeki psikolojik boyutu, çocuk- da duruyor. Onlarla olan irtiba- dünyada, yaratılmışlar ölümün
luk döneminde yaşadığı ezilmiş, tımız ya da irtibatsızlığımız dün- çeşidini arayıp bulup uygulama-
yardıma muhtaç, acınan, bir yanı yada değilse bile ahirette karşı- ya koyma yarışında.
eksik veya itilen kişi duygusu ile mıza çıkacak olan bir sorumluluk Milyonlarca çocuğun hayat
boynu bükük yaşaması bir çırpı- ve bir kutlu alış veriştir. Onlara döngüsü, savaş, deprem, yok-
da sayabildiklerimiz… dair atılacak her adım, Allah’a ve sulluk, salgın hastalıklar gibi
Çocuktan topluma yayılan Resulü’ne doğru atılmış bir adım- nedenlerden ötürü ebeveynle-
etki, karşılıklı bir ilişki ya da iliş- dır aslında. “O seni yetim bulup rini kaybetmeleri ile değişiveri-
kisizliğin yaşandığı her durum, barındırmadı mı?” ilahi buyruğu, yor. Sahiplenilmediklerinde ise
hem çocukta hem de toplumun göklerin ve yerin sahibi Allah’ın geride milyonlarla ifade edilen
hassas noktalarında olumlu ya yetime sahipliğini daha bir vur- yetimlerin her biri, bir istatistiğin
da olumsuz etkiler bırakacaktır. guluyor, hem de yirmiyi aşkın parçası olarak kalıveriyor.
Yıkım sadece çocukta olmaya- ayetle… Her biri başka sebebin parçası
caktır. Kanıksamak, uzak durma- “Ben de bir yetimim” diyecek- olan ölümler gerçekleşirken, mil-
yı tercih etmek duyarsız kalmak, tir her vesileyle Allah Resulü… yonlarla ifade edilen ama her biri

60 UMRAN KASIM ’09


Yaşayan İslam

bir başka hayat hikayesinin par- nunu kırarcıcasına arkaya eğip, Tabii biraz hüzün, biraz kederdir
çası olan çocukların babalarını içinden ne kadar da büyük bir aynı zamanda. Yüreğinize çörek-
da alıp giderken, onlara da baba- adam olduğunu geçirerek yüzü- lenip oturan…
sızlığın ve yetimliğin ağır yükünü ne bakmaya çalışacağı babaları Yetimin yüreğindeki elemi
omuzlamak kalıyor geride. olmaz bundan böyle… paylaşmaksa, bu yetimin sesine
“O an” ve “ondan sonra” Akıl izan dışı özlemlerin ate- ses vermek, eline el vermekse
“babalarının ölümü” ve “babasız şinde yanar yetim yürekleri… ne mutlu bu eleme… Bir parça
kaldıktan sonrası” olarak milat Bir baba eli doldurur hayalleri- olsun, bir anlık olsun unuttura-
oluyor yaşadıkları hadise. Ölüm ni. Daha ötesi, daha iyisi, daha bilmek, varsa içinde babasızlığı-
sebebi ne olursa olsun, zaten her başkası olamaz hayallerinde. nı yahut anasızlığını. Bu kutsal
ev, evin direği babanın ölümü Bir baba eli ararlar hep. Bir el emanete sahip olmak için atı-
ile hane halkının başına yıkılı- görürler baktıkları her şeyde. lan her bir adım ne de kutlu bir
yor. Bazen evlerine düşen bir Çocuğunun başını sıvazlayan, adımdır!
bomba, bazen büyük bir sarsın- elinden tutan, ayakkabısını giy- Bu çocukların çoğu babalarını
tıyla gelen yıkım, bazen günler diren, okulun kapısında çanta- kaybetmeleriyle beraber annele-
süren sancılı hastalığın sonun- sını eline veren, akşam eve elin- rini de kaybediyorlar. Baba haya-
da verilen son nefes… Herkes de çikolata ile dönen baba eli. tını kaybettikten sonra, annenin
emanetini bir şekilde teslim eder Sevecekse babasının eli, vura- maddi imkanları yoksa ya baş-
etmesine de, geride kalanların caksa babasının eli olmadır başı kası ile evlenip çocuğu dedeye,
kaldıkları yerde hayatlarını sür- üstünde kalkan… Ekmeğini geti- nineye, yakın bir başka akrabaya
dürebilmeleri zorlu bir serüvene ren, bayramlığını giydiren baba yahut imkansızlıktan ötürü yurt-
döner bundan böyle. eli… lara bırakıyor.
Ağırdır yetimliğin yükü. Başını okşayan, gömleğinin Yanlarında kaldıkları akraba-
Küçücük bedenlerinde yürekler yakasını düzelten, dışarı çıkarken ları çok merhametli olabileceği
dolusu elemdir yetimlik. cebine harçlığını koyan bir el… gibi çok zalim de olabiliyorlar.
Hayatı değişir kiminin, meka- Ayakkabısının bağını bağlaya- Bir ilimizde bir amca tanımış-
nı değişir, onların küçük dünyala- cak, kapıda kendi ayakkabıları- tım, yetim yeğenini “ gel baba-
rında tüm alem değişir. nın arasında onun da ayakkabıla- cım” “al babacım” diye muha-
Bir afet bölgesinde beş mil- rının olduğu bir babayı arayacak- tap alıyordu. İyiliğin yayılması
yon evsizden, otuz bin yetim- tır yetimler. Babanın varlığının adına bu güzel örnekle yetinip
den biri, bir savaş bölgesinde üç güçlü tılsımı, daha kapıda çoluk kötü örnekleri yetimlerin sahibi-
milyon mülteciden, beş milyon çocuğun ayakkabılarına karışmış ne havale ediyorum…
yetimden biri olurlar. Her şeyden ayakkabılarıyla başlar. Çocuk için Sahipsizlik belki de bu gün
önce adları değişir; yetim denir eşikte bırakmak demektir gam ve en başlıca sorunları yetimlerin.
onlara. Bundan böyle adlarından kedere dair ne varsa. Karınlarının açlıkları yada sırt-
çok yetimlikleri öne çıkar, adla- Onlara dokunmak, Allah’ın larının çıplaklığı ile sınırlı değil
rından önce yetimlikleri vurgula- ayetlerine ve Resul’ün hadislerine bu sahipsizlik. Bedenleri kadar
nır. Topluca sayıma tabi tutulup yani yetimler güzelinin kendisine ruhları da tehlikede çocukların.
topluca anılırlar. dokunmak gibidir. “Bir yetimin Beden avcıları olarak tetikte bek-
Tek yitikleri, sırtlarından bir başını okşayan, saçları adedince leyen organ mafyası, fuhuş maf-
dağ gibi kayıp giden babaları sevap alır.” Müşahhas bir durum, yası bir yana misyonerlerin başlı-
değildir; sevgi, ilgi, şefkat, bazen somut, apaçık. Yetimi gözetme- ca hedefi bizim yavrularımız. Bir
babacan bir öfke bile hep aradık- yi, barındırmayı, şefkat göster- yandan modern silahlarla aileleri
ları, hep izini sürdükleri yitikler meyi buyuran ayet ve hadisler- yok edilirken öte yandan çocuk-
silsilesini oluşturur. le iç içe olmaktır aynı zamanda. ları, sözüm ona yardım çalışma-
Sırtını yaslayacağı sıcak bir İnsanın yüreğini coşturan, duy- ları adı altında, inançlarından
kucak, nazla niyazla tutunacağı gularını taçlandıran bir durum- edilmeye çalışılmaktadır. Bugün
bir el, bacaklarına dolanıp boy- dur yetimlerle hem hal olmak. Afrika’da Hıristiyan nüfus artış

KASIM ‘09 UMRAN 61


Yaşayan İslam

durum ise o ülkelerdeki yetimle-


rin mağdurluğunu daha da artır-
makta.
Bu sahipsiz, el uzatılmamış
çocuklar hırsızlık, gasp, cinayete
kadar her türlü suça ve istisma-
ra açık yaşıyorlar. Yine Afrika’da
birçok çocuk asker bulunmakta;
bunların insani özellikleri kaybet-
tirilerek birer ölüm makinesi hali-
ne dönüştürülmekteler. Bu tehli-
ke her ülke her bölge için böyle.
Irak’ta 1 milyondan fazla sivil
katledildi. Dünyanın yetim ora-
nının % 5’i Irakta. Bu çocuklar
el uzatılmayıp salt istatistik bilgi
olarak kalırlarsa, gelecekteki suç
Şu anda üçüncü dünya ülkelerinin patlamasının baş aktörü olacak-
çoğunda savaş afet ve açlık gibi prob- lar, demektir. Dünyada 90 mil-
yon çocuğun sokakta yaşadığı-
lemler yaşanıyor. Bu ülkeler genç nüfus
nı yine istatistik bilgilerden öğre-
bakımından zengin fakat ne var ki kalkın- niyoruz. Öte yandan Balkanlar,
ma açısından, yukarıda belirtilen sebepler- Afrika, Güneydoğu Asya ülkele-
rinde her türden çocuk ticareti
den dolayı fakirler; bu durum ise o ülke-
almış başını gidiyor.
lerdeki yetimlerin mağdurluğunu daha da Şu an, kriz bölgeleri Irak,
artırmakta. Filistin, Lübnan, Somali, Arakan
ve daha birçok Afrika ülkesin-
Bu sahipsiz, el uzatılmamış çocuklar hır-
de sahiplenilmeyi özellikle İslam
sızlık, gasp, cinayete kadar her türlü suça ümmeti tarafından sahiplenilme-
ve istismara açık yaşıyorlar. Yine Afrika’da, yi bekleyen nice yetimler var.
Aksi takdirde her biri bume-
birçok çocuk asker bulunmakta; bunların
rang gibi dönüp çeşitli suçlar-
insani özellikleri kaybettirilerek birer ölüm la kendi toplumlarını vuracak-
makinesi haline dönüştürülmekteler. lar. Sevgiden, şefkatten, uzanan
ellerden ve maddi manevi des-
tekten uzak her bir yetim adeta
gösteriyorsa, Irak işgali ile bir- koymak mecburiyetindeyiz, bun- kaymaya-kaybolmaya aday duru-
likte bölgede yüzlerce sivil top- dan kaçış yok… yor.
lum örgütü boy gösteriyorsa, Şu anda üçüncü dünya ülkele- İnsan suresi 8. ayette beyan
hatta büyük bir cüretle yetimha- rinin çoğunda savaş afet ve açlık edildiği üzere “ Onlar, gönül-
nelerimizin kapısına kadar daya- gibi problemler yaşanıyor. Bu den, yiyeceği yoksula, yetime ve
nıp anasız-babasız çocuklar zorla ülkeler genç nüfus bakımından esire yedirirler” diye övülenler-
alınmaya çalışılıyorsa, yetimleri- zengin fakat ne var ki kalkın- den ve Sevgili Peygamberimiz’le
mizin sahipsiz olmadıklarını gös- ma açısından, yukarıda belirtilen -buyurduğu üzere- ahirette omuz
teren somut çalışmalar ortaya sebeplerden dolayı fakirler; bu omuza olabilmek duasıyla…

62 UMRAN KASIM ’09


Yaşayan İslam

BİR BAŞKADIR
ÜMMETİN ARAFAT’TA
KUCAKLAŞMASI
CEMAL ÖZDEMİR

Hac ibadeti Müslüman açısın- “Orada apaçık deliller vardır. ğini temin etmek ve haccın yapı-
dan, hayatının en önemli değişim İbrahim’in makamı vardır. Kim lacağı mekânların hizmetkârı
duraklarından biridir. Bir irkiliş, bir oraya girerse emniyette olur. olmak Müslüman devlet adam-
kendine gelişin fırsatıdır. Nefsiyle Oraya gitmeye gücü yeten herke- ları için büyük bir şeref telak-
hesaplaşmanın doruk noktasıdır. se, Allah için Kâbe’yi haccetmek ki edilmiştir. Bu şartlar bir bakı-
Tövbe etmek, o güne kadar varsa farzdır. Kim inkâr ederse şüp- ma, Allah’a teslimiyetini göster-
işlemiş olduğu günahlardan arın- hesiz ki Allah, âlemlere muhtaç mek isteyen Müslüman’ın ken-
manın gerçekleşeceği bir zama- değildir.”(2/97) Hac ibadetinin dini bu amaca yönelik olarak
nın geldiği andır. Allah’ın misafi- biz Müslümanlara farziyeti bu hazırlaması gerektiğini de ifade
ri olarak Beytullah’a kabul edil- ilahi emirle ferman buyrulmuş- etmektedir. Müminin hem malı
mek mü’min için büyük bir lütuf- tur Evvel emirde Müslüman hac hem de bedeniyle gerçekleştir-
dur, onurdur. ibadetinin kendisine farz oldu- diği bir ibadet olan hac insanın
Kendisine Hac ibadetinin farz ğunu kabullenmekle işe başlar. bütün varlığını ilgilendirir ve bu
olduğunu kabullenmek ve idrak Ondan sonra da gidebilmenin haliyle külli bir teslimiyetin ifa-
edebilmek de aslında bir mezi- yollarını araştırır, gücünün yetti- desidir. Diğer yükümlülükler gibi
yettir, gaflet içerisinde olan bir- ğince mücadelesini verir. İmkân hac da insan merkezli ve insanın
çok insan bu farziyeti idrak ede- bulursa gider, gidemediği tak- ihtiyaç duyduğu hayırların tahak-
memektedir. Dolayısıyla sorum- dirde gitmek için gerekli çaba- kukunu hedef alan bir ibadettir.
luluğunun farkında olmadan yı gösterdiği için de sorumluluk- Bu bakımdan onun hikmetleri-
veya farkında olarak günah işle- tan kurtulur. ni üç noktadan hareketle tespit
mekte ve bir Müslüman’ın ilahi Haccın farziyetini belirten etmek mümkündür. Bunlardan
emirlere göstermesi gereken ayette ona güç yetirmekten söz birincisi, Allah’ın insanlara bazı
duyarlılığı gösterememiş olmak- edilir. Bunun anlamı, insanın hac şeyleri yapmalarını emretmesi ve
tadır. Buradan şunu anlıyoruz ki için gerekli olan bütün imkânlara bunların yerine getirilmesi sure-
Hac ibadetinin bir ön hazırlığı ve kavuşması, şartların da bunu tiyle kendilerine lütuf da bulun-
bir arka planı vardır. Büluğ çağın- kolaylaştıracak bir durumda masıdır. İkincisi, Haccı gerçekleş-
dan itibaren namazın farziyeti- bulunması demektir. Söz konu- tiren insanın ona hazırlanırken,
ne inanarak beş vakit namazı- su ayet, dolaylı olarak haccın ifa- menâsikini ifa ederken ve ibade-
nı kılan Müslüman, Hac ibadeti- sını sağlayacak her türlü vasıtayı tini tamamladıktan sonra kendi
ne kendini daha rahat hazırlaya- hazırlamaları için Müslümanları kabiliyetine göre elde edebildi-
cak ve farz olduğu andan itiba- uyarmakta, gerekli tedbirleri ği olumlu sonuçlar ve üçüncüsü
ren de bir an önce o sorumlulu- almalarını bir vecibe olarak onla- de, bu ibadeti sadece Allah rızası
ğu yerine getirebilmek için tüm ra yüklemektir. Bu sebeple tarih için yerine getiren tek tek insan-
imkânlarını seferber edecektir. boyunca hac yollarının güvenli- ların iradelerinin ve tesir alanları-

KASIM ‘09 UMRAN 63


Yaşayan İslam

bulur. Rasûlüllah’ın belirtti-


ği üzere ‘anasından doğduğu
Hac ibadetinin ilahi ferman- an ki gibi’ tertemiz ve günah-
la beyan edilen ‘takvaya ulaşmış sız olmayı yakalamanın atmos-
ve Allah’ına teslim olmuş bir ümmet’ ferini ancak ve ancak o kut-
sal mekânlarda yakalayabiliyor-
bugün oluşabilmiş midir? Bu ayrı bir sunuz. İhrama girdiğiniz andan
yazının konusu tabiî ki, sizler de tak- itibaren zaten farklı bir halet-i
dir edersiniz... Ancak ümmetin, takvaya ruhiye sizi kaplıyor. Tavafta
ihramlı olarak mahşerî bir kala-
ulaşmada tembel davrandığı ve rabbine balık sizi ölmeden önce mah-
teslimiyette büyük kusurları olduğu şer gününü yaşatıyor. Aynen
Kur’an’da anlatılan sahnele-
muhakkak. Bugün kendi aralarında
ri bire bir yaşamaya başlıyorsu-
kenetleşemeyen ve gereği gibi saf tut- nuz. Herkes kendi telaşesinde
amayan Müslümanlar, çok ağır yanındaki eşine, anne ve babası-
na bile sahip çıkamadığı bir izdi-
bedeller ödemektedirler. ham yaşıyorsunuz. Peygamber
Efendimiz’in, ‘hac meşakkattir’
nın dışında haccın bütün ümme- ederken bazılarına tavaf, bazı- ifadesi tam yerine oturuyor. Her
te sağladığı faydalar ve onla- larına Arafat, bir gruba da hac Müslüman kendi nefsiyle meş-
rı ulaştırdığı yüksek seviyedir. esnasında kurulan insani ilişkiler gul. Ümmetin, hac ibadetindeki
Haccın hikmeti, Allah’a yönel- daha anlamlı gelebilir. kadar bir araya toplandığı başka
miş insanla Allah arasında kul- Müslümanlar ömürleri boyun- bir ibadete rastlayamazsınız.
rab ilişkisinin insanın kendi haya- ca günde beş defa Kâbe’ye Ümmetin bu bir araya gelişinin
tı ve ayrıca içinde bulunduğu yönelerek namaz kılarlar. Her adı ise arınma ve kemale erme-
ümmet üzerindeki etkisiyle orta- Müslüman, imandan sonra en dir. Müslüman’ın, yaşı kaç olur-
ya çıkar. Gazali’nin ifadesiyle hac faziletli ibadet sayılan nama- sa olsun nefsiyle en güzel hesap-
dinin kemale ermesi ve teslimiye- zın kıblesini oluşturan mübarek laşacağı, tabiri caiz ise sigaya
tin tamamlanmasıdır. mekânı görmek, orada başta Hz. çekeceği en güzel fırsat eline
Hac ibadetinin fert ve Muhammed olmak üzere geçmiş geçmiştir artık. Şeytanın taşlan-
Müslüman toplum açısından sağ- peygamberlerin hak din uğrun- dığı ve borusunun pek ötmedi-
ladığı manevi kazançların kişi- da verdikleri mücadeleleri hatır- ği bir mekânı Müslüman başka
den kişiye, toplumdan toplu- lamak, asırlar boyunca birçok nerede bulacaktır. Nefsini hesa-
ma ve devirden devire farklılık müminin namaz, dua ve niyaz- ba çeken ve günahlarından arı-
arz ettiği görülür. Bunun çeşitli larına sahne olan manevi atmos- nan Müslüman kemale erme-
sebepleri vardır. Her insan niye- ferde yaşamak ister. nin artık hazzını yaşamaya baş-
tine, iradesine ve yeteneklerine lar. Artık hayata yeniden doğ-
bağlı olarak hacdan farklı nasip- Nefisle Muhasebenin Zamanı muştur.
ler elde edebileceği gibi hiç nasip Geldiği An…
almadan bu seyahatten dönen- Rabbine gereği gibi kulluk Hz. İbrahim (a.s.) Duası
lerin bulunması da mümkündür. edebilmenin ve O’nun huzuru- Haccın tarihçesine bakıl-
Çünkü hac dış görünüşü itibariy- na arınmış olarak gidebilmenin dığında Hz. İbrahim’e ve Hz.
le sembolleri andıran, gerçekte mücadelesini veren Müslüman Peygamber’e kadar uzanan tari-
ise çeşitli ruhi eğitimleri sağlayan için nefsini hesaba çekebilece- hi bir boyutu olduğu görülür.
birbirinden farklı davranışların ği en kıymetli zamanların yaşa- Nemrud’la olan mücadelesi-
toplamından ibarettir. Bazıları nabileceği mekânlara ve ortam- nin sonunda Hz. İbrahim önce
için şeytan taşlamak çok şey ifade lara hac ibadetinde bir fırsat Filistin’e gelmişti. Sonra ilerleyen

64 UMRAN KASIM ’09


Yaşayan İslam

yaşında eşi Hacer’le oğlu İsmail’i


su bulunmayan ve ekili olma-
yan bir vadiye, Mekke’deki Beyt-i
Haram’ın yanına yerleştirmişti. O
beldenin bereketli olması için de
dua etmişti. (14/35-37) Yüce Allah
Hz. İbrahim’e ve oğlu İsmail’e,
Beyt’ini, tavaf eden, namaz kılan,
rükû ve secde edenler için put-
lardan temizlemelerini emretmiş-
ti. Bunun üzerine olar Kâbe’nin
temellerini birlikte yükseltmiş-
ler ve bunu kendilerinden kabul
etmesi, orayı güvenli ve bere-
ketli kılması ve zürriyetlerinden
Allah’a teslim olacak bir ümmet
vermesi için dua etmişlerdi.
(Hac/26; Bakara/125-128) Sonra
Allah Hz. İbrahim’e, yaya ola-
rak veya bineklerle gelip Kâbe’yi
tavaf etmeleri, kurbanlarını kese-
misafir olmuştur. Takvaya ula- Bütün dünya Müslümanları,
rek tevhidi yeniden tesis etme-
şarak ‘muttakiler’den olmuştur. koca bir ümmet Arafat’ta VAKFE
leri, ‘günahlarından arınıp tak-
Yoksa fuzuli bir seyahat gerçek- yapıyorlar. Vakfe ne demek,
vaya ulaşmaları’ için insanları leştirmiş olacaktır Vakfe bir duruştur. Rabbinin
hacca davet etmesini emretmiş- huzurunda ‘Emret yarab,
ti. (Hac/27-37) Allah’a Teslim Olacak Bir bugün burada huzurundayım.
Ümmet ve Onun Kucaklaşması Mağfiretine geldim’ demektir.
Tevhidin Yeniden Tesisi ve Hac ibadetinin ilahi ferman- ‘Emirlerine amadeyim. Vatanı
Takvaya Ulaşma la beyan edilen ‘takvaya ulaş- ikameye döndüğümde vazifem
Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa- mış ve Allah’ına teslim olmuş ne olacak benim?’ demektir. Bir
sı ilahi bir buyrukla oluyor. Bu bir ümmet’ bugün oluşabilmiş duruştur Arafat’ta vakfe. Ümmet
ilahi buyruk ise iki önemli ekse- midir? Bu ayrı bir yazının konu- olarak şirkin ve zulmün karşısın-
ne oturtuluyor. Tevhidin yeni- su tabiî ki, sizler de takdir eder- da duracağımıza söz verdiğimiz
den tesisi ve takvaya ulaşma. siniz... Ancak ümmetin, takva- bir duruştur. Ümmetin baş bela-
Haccı anlamak ve idrak etmek te ya ulaşmada tembel davrandı- sı olan İsrail karşısında bir duruş-
zaten buradan başlıyor. Mü’min ğı ve rabbine teslimiyette büyük tur. Müslüman kanı akıtmaktan
haccı eda ederek, darbelenmiş, kusurları olduğu muhakkak. zevk duyan tüm çağdaş vampirle-
dünyevileşmiş ve günah kirlerin- Bugün kendi aralarında kenet- rin karşısında bir duruştur.
den paslanmış iradesini bir irki- leşemeyen ve gereği gibi saf Ümmetin Arafat buluşma-
liş ve kendine gelişle, önce kendi tutamayan Müslümanlar, çok sı, rengiyle, ırkıyla, mezhebiyle
ruhunda Kâbe’yi yeniden inşa ağır bedeller ödemektedirler. ve meşrebiyle tüm farlılıklarıyla
eder. Tevhidi düşünceye yeni- İslam coğrafysıa kan gölüne ÜMMET BİLİNCİYLE bir kucaklaş-
den kenetlenircesine sarılır ve dönmüş, dul ve yetimlerin göz- madır. Ümmet Arafat’ta öylesine
yeryüzüne tevhidi hâkim kılma- yaşları sel olmuş ve bu dehşet birbirine sarılmalı ve kucaklaşma-
nın bilincine vararak sorumluğu- manzara karşısında tavır alma- lı ki hiçbir dünyevi etken onu bir-
nu anlar. Bu inkılâbı yaşayabil- sı, bir duruş sergilemesi gereken birinden ayıramamalıdır.
miş ise, işte o zaman hacı olmuş- Müslümanlar teferruatlara dal- Ve bir başkadır ümmetin
tur. Ve gerçek anlamda Rabbine mışlardır. Arafat’ta kucaklaşması!...

KASIM ‘09 UMRAN 65


Kültür - Sanat

“ORASI NERESİ BURASI BİR ADAM” VE


CAHİT ZARİFOĞLU
YENİ TÜRKÇE ŞİİRDE İSLÂM OLGUSU - XI
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU

Cahit Zarifoğlu yirmili yaş iktidara taşıyan zihniyetti bu. medi. Çünkü şairleri son dere-
şiirlerini 1969 yılında İşaret Ezanın Türkçe yerine yeniden ce yüksek bir sanat telakkisi-
Çocukları adıyla kitaplaştır- Arapça okunmaya başlaması, ne sahipti. İdeolojilerini sanat-
dığında, güçlü ve özgün sesi- İmam Hatip Okulları ve Kur’an larına öylesine ustalıkla giydir-
ne sanat çevrelerinde hemen Kurslarının çoğaltılması, onlar mesini bilmişlerdi ki, en küçük
mümtaz bir yer ayırmasını bil- için Demokratlığın yeter sebebi bir slogan ve asabiyet koku-
mişti. O yıllar Türkiyeli insan- görünüyordu. Yeni rejimin bu su almak mümkün görünmü-
ların ideolojilerin farkına var- ustalıklı tuzağı tutmuş ve top- yordu. Yani inanışlarını ustalık-
dığı, genç insanların ideolojik lumun büyük kesimini avlamış- la kamufle ederek yazıyorlardı.
kavgalardan haz almağa baş- tı. Bu kesim içerisindeki aydın- Sadece Sezai Karakoç istisnay-
ladığı yıllardı. Yeni rejimin ta lar maneviyat ve mukaddesat dı. Bu cereyanı izleyen yıllar-
başından bu yana ilk kez insan- gibi kavramları bolca kullana- da, Sezai Karakoç tezgâhından
lar kısmen de olsa düşünce ve rak, düşünce ve sanat üretimi- sıyrılarak müstakil bir hareket
inanç hürriyeti yaşıyor ve bunu ne hız vermişlerdi. Solculuk ise başlatan kimi muhafazakârlar,
çok sesli biçimde ifade edebili- bu topraklarda ilk kez yine bu Nuri Pakdil usta ile birlikte
yordu. Zaten toplumda esasen paralelde giderek gürbüzleşi- hareket ederek, sırasıyla önce
çok eski tarihlerden bu yana yordu. Edebiyatta Garip Akımı Çıkış, ardından Edebiyat, niha-
var olan inanç ve düşünce fark- denilen cereyan can çekişiyor- yet Mavera dergileri çevresin-
lılıkları, artık su yüzüne çıkı- du. Çünkü artık insanlar sıradan de kümelendiler. Ülkenin süre-
yor ve kümelenmelere sebebi- ve bohem bir sanat anlayışına gelen muhafazakâr zihniyetin-
yet veriyordu. Kaba anlamda doymuş, herkes kendisini bir den yalnızca dilleri ile ayrılmış-
kavmiyetçiler, batıcılar ve İslâm ideolojik kümede ifade etme- lardı. Nuri pakdil öncülüğün-
taraftarları olarak üçe ayrılan ye başlamıştı. İkinci Yeni şiiri de klasik muhafazakâr söyle-
kümeler, esasen kendi içerisin- böyle bir atmosferde doğdu. mi, artık Öz Türkçe denilen ve
de de farklı anlayış ve inanç- Sezai Karakoç haricindeki tüm bu çevreler tarafından uydurma
lar barındırmıyor değildi. İslâm temsilcilerinin sol bir ideolojiye olarak nitelenip karalanan bir
taraftarlarının büyük çoğunlu- mensup görünüşü bunu kanıt- dili, sıklık ve inatla kullanmaya
ğu aslında İslâm’ı sahih biçim- lasa gerektir. başladılar. Necip Fazıl ve Sezai
de idrak etmiş kimselerden İkinci Yeni şiiri, Türkçe Karakoç’tan büyük oranda etki-
oluşmuyordu. Bunlar bir tür Edebiyatın Cumhuriyet döne- lenmiş bulunmalarına rağmen,
muhafazakârlardı ve en uzun mi içerisinde, etkisi en uzun doğrusu kendilerine mahsus bir
emelleri, Osmanlı Hilafetinin ve köklü süren akımıdır dersek evren kurmayı, hatta bu mahal-
hatta bir kısmına göre saltana- yanılmış olmayız. Elbette salt lenin en geniş katılımlı sanat
tının yeniden ülkede egemen ideolojik bir şiir değildi. Hatta akımını oluşturmayı başardılar.
olması idi. Çok partili döne- kendisinden sonra doğan, daha Onların birçoğu ile yakın
me geçer geçmez, Demokrat keskin bir ideolojik içerik taşı- arkadaş olan Cahit Zarifoğlu,
Parti’yi büyük bir çoğunlukla yan hiçbir akım onu öteleye- İşaret Çocukları ile öyle bir şiir ve

66 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

buna paralel olarak öyle bir söy-


lem ortaya koymuştu ki, doğru-
su herkesi şaşırtmıştı. Çünkü bu
şiir, Edebiyat ve Mavera dergi-
si çevrelerinin, Necip Fazıl’dan
mülhem sürdürdüğü Metafizik
Ürperti denilen ideadan, bir
hayli uzak duruyordu. İşaret
Çocukları adlı bu kitapta bas-
bayağı insan vardı, insan teki
konuşuyordu. Zaten Zarifoğlu
kendi yayını olan bu kitabın
kapağına, İnsan Yayınevi mar-
kasını boşuna koymuş ola-
mazdı. Buradaki insan mane- Cahit Zarifoğlu
viyat ve mukaddesat dışındaki
maddi dünyayı ihmal etmiyor- yönü, bahsettiğimiz insan fıt- nırdı.” Buradaki beden bakın
du. Aksine ve inadına insanın ratını konuşturduğu ilk ürünle- ne kadar sahicidir ve ken-
bütün boyutlarını dile getiriyor rinde ortaya çıkar. Orada insan dinden utanmaz. Bir metafi-
ve besbelli ki maddeyi mana- kalbini, vicdanını, sağduyusu- zik kamuflaj kullanmaz öteki
dan ayıran muhafazakârlardan nu, fücur ve takva eğilimini muhafazakârlar gibi. Çünkü fıt-
zihnen ve ruhen ayrılıyordu. Bir bir bütünlük içerisinde anlayıp rat budur, Allah’ın ihsanı ve
kere insanın her türlü ilişkisi, her anlamlandıran sanatkâr dur- ikramı budur; bence sahih İslâm
türlü teması, her yönü bazen maktadır. Mısralar ve kıtalar işte bu fıtratın kılavuzladığı ve
en primitif bazen en girift bir arasında söylenenlerle boğuşa insanın kendisiyle barışık yaşa-
halde şiire dâhil ediliyordu. boğuşa onu anlamaya, söyle- ma modelinin adıdır. Toprak,
Esasen bu et ve kemik temala- diklerinden bir şeyler sezinle- su, ateş ve hava, sonra karın,
rı, insanın çıplak halini, yani fıt- meye çabalarken, arka plan- gövde, et, kemik hepsi aynı
ratını yansıtıyordu. Oysa öteki daki yaralı kalbin acısını hisse- hamurun mayasından çıkmadır.
kesim insanın maddi boyutu- dersiniz. Onun şiirindeki kadın, Üstelik der ki: “Hem şarklıyım
na neredeyse ayıp olarak bak- çocuk ve erkek son derece sahi-
ben/ Gövdem yara dolu.”
maktaydı. Bir kere Zarifoğlu bu cidir. Yaşamak ise deyim yerin-
anlamda ötekilerden çok farklı Yetmediyse uzuvlar konusu-
deyse sapına kadar yaşamak
bir düzlemde değerlendirilmeli- nu dilediğimiz kadar genişlete-
anlamı taşır. Bütün nimetleri
dir. Onlarla fiziki, fiili beraberli- biliriz. Kaburga, elmacık kemi-
istihsal ve istihlak ederek yaşa-
ği bu zihniyet ve telakki farkını ği, el, göbek, bel, saç, sakal,
mak. Nitekim denemelerinin
örtmüyor. Belki bu sebeptendir alın, sinir, iç organ bütün bu
toplamına Yaşamak adını boşu-
ki solun edebiyat eleştirmenleri insanın fizik mahiyetini kurca-
na vermemiştir. “Çocuklar baş-
de Zarifoğlu için müstakil bahis- layan şair, belki ancak bunlar-
tan sona kadınlara düğmeli”dir.
ler açmayı tercih etmişlerdir. la birlikte, bunların ötesinde-
Kadınlar ise “silme kadın”dırlar.
Zarifoğlu sonraki şiirlerinde ki metafizik mahiyetine ayna
Erkekler ise Ceyhan ırmağının
klasik muhafazakâr söylemin tutmak ister. Çünkü bunları
buz gibi suyunda daha güneş
etkisinde çokça kalmıştır; bunu doğmadan, sabah ezanları görmezden gelerek, hiçe saya-
görmezden gelemeyiz. Ancak okunmadan önce “Sonra insan rak, yok kabul ederek ve hatta
onu Cahit Zarifoğlu namıyla, o ki denizde/ Küçük ve büyük küçümseyerek bir yere, doğru
tek başına bir ümmet, kendi nehirde/ Bedeni ıslatan afsun- bir menzile varılamaz. Kendini
evreninde yalnız ve erişilme- lu suda/ Önce niyet sonra yıka- sevemeyen kimi sevebilir ki?
si güç bir sanatkâr kılan yanı/ Mesela şair “raskolnikof/ müt-

KASIM ‘09 UMRAN 67


Kültür - Sanat

blek börd bir gözdeyiz/ sıra


Zarifoğlu sonraki şiirlerinde kla- kimin/ benimse-rölans” Lakin
aksi hocanın hışmından kurtul-
sik muhafazakâr söylemin etkisinde
ması ne mümkün. Mutlaka sıfır
çokça kalmıştır; bunu görmezden gele- alarak yerine oturmuş ve “hay-
meyiz. Ancak onu Cahit Zarifoğlu namıy- darpaşadan binip kurtalanda/
trenden iner gibi bir kız” dize-
la, tek başına bir ümmet, kendi evrenin- lerine gizlediği ön sıradaki sınıf
de yalnız ve erişilmesi güç bir sanatkâr arkadaşının kendisi hakkındaki
izlenimini önemsemiştir.
kılan yanı/yönü, bahsettiğimiz insan fıt-
Tıpkı Robinson gibi tek başı-
ratını konuşturduğu ilk ürünlerinde orta- na sanki kendi adasında yaşa-
ya çıkar. Orada insan kalbini, vicdanını, yan şair, fıtratın bahşettiği
temiz haslet ve hassasiyetle-
sağduyusunu, fücur ve takva eğilimini bir ri koruyarak bazen insanların
bütünlük içerisinde anlayıp anlam- arasına da karışır. Ama onlar-
la aynı dili konuşmadığından
landıran sanatkâr durmaktadır.
bocalar. Ne var ki muhatapla-
rı bu insan görmemiş kimse-
hiş bir Allah ağrısı çekmekte- seye sezdirmek istemeden ana nin sözlerindeki ahenge değil
dir” derken, esasen tefeci kadı- yargısını yapıştırır: “Ne korkunç örtük hikmete kulak kesilir-
nın katilinden ziyade, aynı yalın bir iklimdi çocukluğum.” ler. “Anlayın bizim de güzelli-
duyguların zebunu olarak bu Zarifoğlu’nun şiiri, evet ğimizi/ bizim balık yiyip ölen/
ağrıyı bizzat kendisi çekmek- başka bir dünyanın şiiridir; kelimeyi çatlatan güzelliği-
tedir. Muhafazakâr bir bakış lakin bu başkalık, özellikle de mizi/ aklından açılıp kadının/
için günah, belki elfazı küfür yakın çevresine göre bir baş- bizi kemiren yüzünün güzel
sayılabilecek bu eğilim, esasen kalıktır. İşte bu sebepten onu terkisinde/ Allahın ağır açı-
temel insani arayışın bir teza- anlamak, dinlemek, öğren- lan/ geniş sofralı odalarında/
hürüdür ve son derece meş- mek önemlidir. Bize ne söyle- bir bir dünya namına/ seferber
rudur. Küçüklüğünün oralar- diğini değil belki ne söylemek eder sevgililerini.” Salvo adlı
dan kalkıp gelmiş ve aramı- istediğini kavramaya niyetlen- şiir Zarifoğlu’nun en karakte-
za katılmış bu adam, aramızda meliyiz. Çünkü böylece kimi ristik şiiridir. Ve onun insana
(muhafazakâr muhitinde) deh- detaylar aydınlanacaktır. “Ne dair bütün bakış, görüş ve tes-
şetli yalnız ve korkunç dere- çok acı var” diyen bir şairin pitlerini içerir. İnsan derken de
cede rahatsızdır. Okuyucu şai- acısına tanık olmadan, yakın- yeniden Robinson’u hatırlaya-
rin benimsediğini sanabilir ama lık kesp etmeden, şiirine dair rak düşünmek gerekmektedir.
küçüklüğünün oralardaki olu- çözümlemeler nasıl yapılacak- Her insan yahut insan teki ve
şuma bir bakalım: “şeyhin bir tır? “Yaratılmanın bir yoksul- kendi başınadır burada. Elbette
nefesle ayakta tuttuğu mina- luğu da gereklilik” diyen şair, bazen doğuda bazen batıda-
re/ ve yattığı toprağından hatı- besbelli bir şeylerden kaçıp kur- dır. Ama onun doğu veya batı-
ralar alındığı/ kadınlar gebe- tulmanın, oralarda bulunma- da bulunması, yüzünün döndü-
lik isteklerine/ her tozunda bin manın hesapları içerisindedir. ğü istikamet değildir kendisi-
bir suare…/Erkek ve dalgınca Aksi bir hocanın, hiç çalışmadı- ne değer katan. Başka bir ölçü
büyüdüm/Dervişin su okuduğu ğı dersinde, aniden tahtaya kal- vardır ama onu size söylemez
taslarda/ Yumulup eğilmiştim dırılarak sözlü sınava tabi tutul- siz düşünmelisiniz. “doğu’yu
bedenim vardı/ Suyu arıyordum
manın şaşkınlığı, mahcupluğu, yaya gerince/ inanç terazili haz-
vardı yanılmıyordum.” Bütün
muamması kalbinde dehşetli ret gözleriyle/ şerbet veriyor-
bunların arkasından sanki kim-
anaforlar yaratır. Der ki: “hep du okunan şekerden veriyordu/

68 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

el veriyordu…marşlara çabuk dir. Üstelik güçlükle kiraladı- Cahit Zarifoğlu İşaret


şarkılara/ eşitlenen geçmişinin/ ğı bu berbat ev soğuktur. Kötü Çocukları adlı önemli eserin-
kalifiye insanı kök sürüyor/ zor- insanların yaşadığı bu mahalle- den sonraki eserlerinde gide-
layıp değiyor uzay hayvanına…. nin kopukları sabahlara kadar rek mistik ögelere müracaatını
tavanda cenk eden tek seste/ evin penceresi önünde içip sız- yoğunlaştırır. Aralarında yaşa-
tabanların nakışlarıyla/ haz- maktadırlar. Tek bir huzme dığı muhafazakârlardan öğren-
reti isa toplantılarından ayrı- güneş görmeyen bu evin gece- diği bilgi birikimini şiirine yan-
lan/ ilk Muhammed lengerinin/ si de gündüzü de cehennem sıtır. Artık geleneksel mistisiz-
başında zenci evlatlarının/ çeki- gibidir. İşte buradan doğan şiiri min kimi iddialarıyla, bu fik-
lip gözlerine yerleşen…selamı- takdimimdir: “noktanın sonu- rin ünlüleri sökün eder dizele-
nı ezraile mahsus çakan/ alla- na kadar/ bir sinir bir can yan- rine. Sağdan sola doğru yazılan
hı yalnız kuşanan.” Okuyunca masıyla/ bir parçamı/ bir demir eski yazıya değinir. Ardından
insan kendisini ekvatorun etra- mengeneye/ koyup sıkmak isti- tarikat virdleri ve Mansur girer
fını süratle dolaşıp gelmiş gibi yorum mu nedir/ dilimi.” Niçin devreye. Sonra uydurmalığı
hissetmiyor mu? İçerisindeki dilini mengenede sıkmak iste- meşhur hadise dayanarak nur-u
şeytanlık ve meleklikle birlik- sin? Çünkü başka bir sermayesi Muhammedi telakkisi uç verir.
te üzerinde durulan, konuşu- yoktur şairin. Devam eder: “bir Hala bize önceki Zarifoğlu
lan mahlûk insandır. İnsan, şairi acı mı ne gerek/ öyle uykum örneklerini de sunmayı sürdü-
ırgalamaktadır, onun umurun- var ki/ öyle istiyorum ki” ama rür: “ey Anna taş içinde heyke-
dadır insan teki. Çünkü o, aynı asla huzur içerisinde uyumaya lim/ Yonttum yonttum taş bitti
zamanda kendisidir de. imkân ve fırsatı bulamayacak- sen çıkmadın” der. “Seni aydın-
Ağartı şiirinde, yirmili yaş- tır. Karar verir ve der ki: “mor- lığa getirip anlıyorum” diyerek
larını henüz idrak etmiş bulu- fin gibi arıyorum direnmeni.” yüreklerimizi ferahlatır yine de.
nan bu adamı hayat, nasıl da Yedi Güzel Adam kitabın- Menziller kitabı ile iyice der-
yormuş ve eskitmiştir, anlar- da önceki şiirlerini tamamlayan viş söylemine geçen bir şair ola-
sınız. Ha neden böyle olmuş- şu dizeler önemlidir: “Birgün rak lanse edilir. Lakin yine de
tur; ne kadarı kendi kusuru- sapsarı kesildim/ Öyle bir tabi- asli
dur; çok fazla ayırtına vara- at vardı ki gövdemde/ İnsanları Cahit Zarifoğlu kendi şiirin-
mazsınız bunun. Lakin ortada görmezdim bile yanımdan/ Bir den kopamaz. “..ah şu yalnız-
derin, köklü ve başkaları tara- hava bulutu gibi geçerlerdi/ lık/ kemik gibi/ ne yanına dön-
fından paylaşılmaması sebebiy- İçimden/ Gidip dağlara/ Kafa sen batar.” Kemik niçin insana
le tamamı tek kişinin omuz- tutmak gelirdi.” Ancak yine batsın ki? Eğer insan kemikle-
larına yıkılmış bir ağırlık mev- aynı şiirin devamındaki dize- ri sayılacak kadar zayıfsa batar.
cuttur. Yeryüzündeki insanlık ler o muazzam iç çelişkisini Bu adam kendisidir. “Zaten
macerası, evvela baba, anne ortaya döküyor şairin. Diyor esmerim” demesinden belli
ve çocuk bağlamında küçültü- ki: “Halk aşksızsa sokaklar/ değil mi? Her ne kadar “Eski
lerek hatta tersine büyütüle- banka dükkânlarıyla doludur.” şairliklerim gitti gözümden/
rek düşünülmelidir. Şair çocuğu Birinci anlatım şairin kendisidir. Gayridir başka bir hal kuşanıyo-
temsil etmektedir. “erkek olu- İkincisi ise yavaş yavaş etrafın- rum” diyorsa da Busat şiiri onu
şunuza binaen/ bu arada özel dakilere benzemeye başlama- doğrulamıyor çünkü şöyle söy-
sıkıntılarımızın/ kılıç kuşanmış sının göstergesi gibi görünü- leyen kendisidir: “Artist mille-
hali” denildiğine göre, bekâr yor. Çünkü aslında işin doğru- tizdir/ Bizde defaten ölünür.”
bir erkek var karşımızda. Yalnız su “halk âşıksa sokaklar banka Yeni Türkçe Şiirde İslâm
yaşamaktadır zira “bekârdan dükkânlarıyla doludur” demek Olgusu üzerine düşünürken
korkan ev sahiplerinin” diye geliyor insanın içinden. Ve ara- İslâm’ın fıtrat dini olduğunu
bir not düşmüştür. Besbelli larında yaşanan bu toplumun Cahit Zarifoğlu’nun ise fıtratın
yalnızlık ona dokunmaktadır. âşık bir toplum olduğu müsel- dilini kullandığını bile bile onu
Yaşadığı ev rutubet içerisinde- lemdir. ihmal etmek olmazdı.

KASIM ‘09 UMRAN 69


Kültür - Sanat

SİBEL ERASLAN’LA

ÖRNEK KADIN ŞAHSİYETİ


ANLATILARI ÜZERİNE
Son yıllarda ağırlıklı olarak lik üzerinden tanımladılar ve dünyasında geçmişe dair yol-
tarihsel kişiliklere özellikle de dünya belki de bu yüzden eksik culuk salt evrak üzerinden işle-
kadın kişiliklere dair anlatı kaldı… mez. Edebiyat ve hikaye, benim
metinleri kaleme alıyorsunuz. cinsimin özgeçmişi için sadece
Deneme ve öykü türünde de Bu konuya eğilen dağınık geç- bir yöntem değil, dünyaya ve
yazmaya devam ediyorsunuz. miş biyografik anlatılar bir kendine anlam verme halidir…
Dilerseniz önce, sizde, kadınla- anlatım biçimi, aynı zamanda
rı yazma duygusunu/düşünce- bir okuma yordamı olarak sizin Müslüman kadınları öğrenme-
sini var edenlerin ne/ler oldu- için ne anlam ifade ediyordu nin Müslüman erkeklere göre
ğunu konuşalım. Niçin kadın bu süreçte? Ne tür eksiklikle- daha zor olduğu, bu çerçevede-
kişilikler? ri vardı? ki literatüre bakıldığında görü-
İnsanın kendi gerçeklerinden Hayatın kendisine dair geniş lebiliyor. Bu öğrenme sürecinin
yola çıkması kadar tabii bir şey zamanlı bir eksiklik olduğu- kolaylaştırılması çerçevesinde
olamaz. Parmağınıza diken bat- nu düşünüyorum bunun. Yani neler yapılabilir?
tığında bunu sadece o parma- sadece biyografiler, kronolo- İlk emre tabi olmak yani oku-
ğınız hissetmez, tüm beden, ji veya hatırattan bahsetmiyo- mak, okumak… Bu “reading”
ruh, zihin, kalp, hep birlikte o rum. Bellek tabii ki önemli, bel- anlamında değil, okumayı
acıya odaklanır. Acının, insan lek olmazsa, bilinç de doğa- daraltmak olur bu. Hayatın
ruhunda, ilk öğretmen oldu- maz. Kadın belleği dediğimiz- hakikatini okumaktan bahse-
ğunu düşünüyorum. Varoluş, de büyük bir çaba gerekiyor, diyorum. Doğrusunu isterse-
yeryüzüne gönderiliş ve tüm çünkü kadınların dünyası uzun niz bunun cevabı da cebimde
kulluk hakikati, aslen o büyük yıllar de-politikti. Mesela Hz. değil… Belki kalplerimizdedir
ve ilk parçalanmanın, yarılma- Aişe olmasaydı, dinler tarihin- cevabı, hakikatin yeri kalptedir
nın, bütünden kopmanın telaş- de kadın tanıklığı ve yorumu- çünkü…
lı acısı gibi geliyor bana. “Yer na asla ulaşamazdık. Kadın bel-
ve gök altı günde yaratılmıştır” leği hakkındaki uykulu ve ses- Kadın bakış açısı ya da kadın
der kutsal kitaplar. Yazdığımız siz geçmiş yazı üzerinden değil, duyarlığını nasıl yorumluyor-
her şey yedinci günün hikaye- söz üzerinden yürür, ninniler, sunuz?
si aslında. Peki kadın, yedin- ağıtlar, şarkılar, iğlerle bükülü Dünyadan O’na üç şey sevdiril-
ci günün neresinde? Hangi kıs- rengarenk iplikler, çömlekler, di. Kadın, güzel koku ve göz
mında? Erkekler, yazıyı uzun çömlek üzerindeki kenar süsle- nuru namaz… Meryem Suresini
yıllar, salt sanat ve haberleş- ri, ele yakılan kınalar, şifa ver- okuduğunuzda, kalbinizi haki-
me olarak değil, politik bir güç mesi için kaynatılan bitkiler ve kate açarak okuduğunuzda,
olarak kullandılar. Aydınlanma otlardan yükselen keskin koku- majör tanrısal varedişe eşlik
dediğimiz şey, diyalektik tarih, lu tütsüler… Yani yazıya dökül- eden minör ama paralel ve yer-
antropoloji, arkeoloji, mimarlık memiş iç dünyalar… Tabii hika- yüzüne adeta hediye edilmiş bir
hatta müzecilik, acıyı salt erkek- yeler ve rüyalar… Kadınların başka varedişe tanık oluyorsu-

70 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

nuz. Meryem, Meryemliğini salt


doğurmak üzerinden kazanma-
mıştır, yetiştirmekle; çabayla,
vefayla, fedayla, aşkla yetiştir-
mek…

Bundan bağımsız olmakla bir-


likte kısmen bununla da irtibat-
lı olarak düşündüğüm bir başka
konu var: Müslüman öznelli-
ğinin dışavurumu olarak İslam
düşüncesinin ve İslamcılığın
erkek egemen olduğu yönün-
deki sava nasıl bakıyorsunuz?
İslam düşüncesi ve İslamcılık
şeklinde ayrım yaptığınıza göre
zihinsel anlamda din ve şeri-
at gibi (kabataslak oldu biliyo-
Sibel Eraslan
rum) veya kutsal/ hukuk gibi,
iman/ibadet gibi bir ayrımdan
söz edebilir miyiz, şeklinde
Mesela Hz. Aişe olmasaydı, dinler
anlayabilirim bu sorunuzu…
Açık konuşacağım ben de çağı- tarihinde kadın tanıklığı ve yoru-
mın entelektüellerinden çok muna asla ulaşamazdık. Kadın belleği
farklı değilim: Siyasal anlamda
tabii İslamcıyım. Emperyalizme, hakkındaki uykulu ve sessiz geçmiş yazı
işgale, katliamlara, hukuksuz- üzerinden değil, söz üzerinden yürür,
luklara karşı mücadele eden
biriyim. Doğulu olup da bunun ninniler, ağıtlar, şarkılar, iğlerle bükü-
dışında kalan kalemlere hay- lü rengarenk iplikler, çömlekler, çöm-
ret ederim. Bununla birlik-
te İslamcı düşünce, modern
lek üzerindeki kenar süsleri, ele yakılan
zamanlara has reflektif ve kınalar, şifa vermesi için kaynatılan bit-
çoğu kez reaksiyoner bir hare-
kettir. Doğası gereği böyle-
kiler ve otlardan yükselen keskin koku-
dir bu. Yani işgale karşı çıkar- lu tütsüler… Yani yazıya dökülmemiş
ken çok fazla zamanınız yok-
iç dünyalar… Tabii hikayeler ve rüya-
tur, beyninize dayalı kurşuna
karşı kadın ya da erkek oldu- lar… Kadınların dünyasında geçmişe
ğunuzun çok önemi yoktur.
dair yolculuk salt evrak üzerinden işle-
Ama tüm bu zor şartlar, benim
kadınlığımı, cinsel kimliğimi mez. Edebiyat ve hikaye, benim cinsi-
ketlemiştir, doğru. Öte yan- min özgeçmişi için sadece bir yöntem
dan verdiğim hukuk mücadele-
si kadın duyarlılığımı pekiştir- değil, dünyaya ve kendine anlam
miştir. Beni çoğaltmıştır. verme halidir…

KASIM ‘09 UMRAN 71


Kültür - Sanat

Bu, bizim yazı anlamında ayak-


Ya üstünkörü ve politik olarak ceza- larımızı basacağımız zemi-
ni keşfetme süreci ile ilgili-
landırılıyor kültürel miras… Ya da dir diye düşünüyorum. Yani
popüler imkanlar bağlamında yağmalanı- Fatma Aliye Hanım da böyleydi,
hatta Halide Edip Hanım, keza
yor. Akademik çalışmaları elbette önem- Samiha Hanım, Safiye Hanım,
siyorum. Ama kültürel mirasa asıl hayat yeni zamanlarda Cihan Aktaş
da benzer izleği önemsemiş
verecek iksir, edebiyattadır. Edebiyat, kalemlerdir. Kalem, mitolojiy-
İsa’nın hayat veren elleri mesabesindedir. le beslenir. Sözü yazı haline
getirmek emek ve alınteri ister.
Ama Meryem oğlu bu işe, “Bismillâh” diye- Gittiğim hiçbir yere sırf kendim
rek başlardı, bunu unutmamak gerek… olarak gitmiyorum, gidemem,
yok böyle bir şey. Benim yüzü-
Ölüleri mezardan kaldırmayı söylemiyo- me bakan, alnımdaki yazıyı oku-
rum, hayat vermekten açıldı bahis. Yani maya çalışan, parmak izime göz
gezdiren herkes, orada büyü-
geçmişi diriltmek değil, an’ı geniş- kannelerimin ve öldüğü geçti-
letmek, an’a dercetmek zamanı… ği düşünülen binlerce kadının
gözlerini kırpıştırarak baktığı-
nı görecektir. İçimdeki çekme-
Eleştirmen ya da okurun gözün- rini kullandıklarını hatırlatırım. celerde yaşıyor hepsi, onların
de kadın yazarın kadın kah- Yani bu bir dil sürçmesi midir devamıyım, istesem de isteme-
ramanı/kahramanları nedense sadece? Yoksa bilinçaltımız- sem de… “Ben” demek kolay
mı? Ben’i ben eden yüzyıllar var
çoğunlukla yazarın kendisiyle da yatan, zor işlerle başa bela
içimizde. An’a toplaşmış, kay-
özdeşleştirilir. Erkek yazarların getirecek işlerle hep erkekler
naşmış koskocaman bir varo-
erkek kahramanları için pek uğraşır gibi bir ön bilginin eseri
luş hikayesi… Yedinci günün
akla gelmeyen böyle bir ben- midir? İslamcı kimlik, kadın kaderidir bu. Wolf veya Plath’ta
zetme, hatta özdeşleştirme- yazara ister istemez ve aslın- yok muydu? Salt “ben” diye bir
den kadın yazarların çoğunluk- da hesap edilemez bir şekilde şey olsaydı, hiçbir kadın inti-
la kendini kurtaramayışı hak- bunu sağlar. İslamcı kadınlar, har etmezdi… Yüceltilen ve
kında neler söylersiniz? yazdı mı kadınları yazar, ama değer olarak tekleştirilen ego-
Balık ve Tango ile Parçası onlar aslında “abi” diyeceğimiz izmi kemale erdiremeyecekleri-
Benden adlı hikaye kitaplarım- kadar cinsiyetsizdirler şeklinde ni fark ettikleri için ölmeyi ter-
da ilk öykülerin kahramanları kutsanmış bir bakış… cih ettiler. Tanrı’yı fark ettikle-
erkek çocuklardır. Birinci tekil rinde tekil benliklerinin kendi-
şahıs olarak anlattığım bu iki Akademik düzlemde İslamcı lerine en büyük engel olduğu-
öykü de nedense hep kız çocu- kadın yazarların yapıtları- nu hissettiler. Doğulu kadınlar-
sa birbirlerine kulaktan kulağa
ğu üzerinden okundu. Erkek na eğilen çalışmalar, İslamcı
intikal ettirdikleri kutsal bilgi
birinci tekil şahıs üzerinden kur- kadın yazarların, kültürel
çerçevesinde “ben”den hicap
duğum öykülerin sayısı azdır özgeçmişlerini çoğunlukla
ettiler çoğu kez. Nefs terbiye-
ve bunlar üzerinde diğerlerin- Müslümanların kültürel özgeç- si dediğimiz geleneksel bilgi,
den çok çalışırım. Bu benim için mişlerinin peygamber döne- “ben”i yok etmeyi değil, aşma-
ciddi bir handikap. Edebi yet- minin (Asr-ı Saadet) ölçüt ve yı öğütledi bize. Hâlâ intihar
kinlikle aşılacak bir konudur bu davranış biçimlerinde yattığını etmemişsek bundandır diyorum
derseniz, ben de size insanların vurgulama eğiliminde olduğu çoğu kez… Cesur olmadığımız-
çoğu kez bana hitap ederken tespitini yaparlar. Siz bu yar- dan ya da daha az acı çektiği-
“beyefendi veya abi” kelimele- gıya nereye kadar katılırsınız? mizden değil…

72 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

Müslüman kadınların meselele- le başladığını söylüyorsunuz. bilgisinin, bilgi olmaktan çıkıp


ri bağlamında oluşturdukları dil Yazıya hazırlık sürecinde neler hale dönüştüğü mekandır çöl…
ve söylemler önemli. Şunu sor- okuyordunuz? Etkilendikleriniz
mak istiyorum: Çağdaşlarınızın nelerdi? Geçişkenlikler de var. Hz.
kültürel mirasta yer alan kadın- Mustafa İslamoğlu Bey’in proje- Fatıma’da, Hz. Meryem ve Hz.
ları okuma biçimlerini nasıl siydi… Yaşar Kaplan Bey koor- Hatice’ye de değinen/uğrayan
buluyorsunuz? dine ediyordu. Kadın sahabe- satırlar var. Bu üç insanı birleş-
Ya üstünkörü ve politik ola- leri kadın yazarlar kaleme alsın tiren nitelikler nedir?
rak cezalandırılıyor kültürel diye düşünmüşler. Bana da Onlar çölleşmiş kalplere hayat
miras… Ya da popüler imkan- “Fatıma”yı teklif ettiklerinde suyu olmuş nehir tabiatlı kadınlar.
lar bağlamında yağmalanıyor. çok şaşırmıştım. “Efendim ben
Akademik çalışmaları elbette ilahiyatçı değilim, yazamam” Batı patentli, oryantalist renk-
önemsiyorum. Ama kültürel dediğimde, Yaşar bey; “ sanırım ler taşıyan toptancı sosyolo-
mirasa asıl hayat verecek iksir, bir edebiyatçının Hz. Fatıma’yı jik yargılarla hesaplaşmanın da
edebiyattadır. Edebiyat, İsa’nın yazabilmesi için ilahiyatçı olma- yer aldığı Kadın Sultanlar nasıl
hayat veren elleri mesabesin-
sı şart değildir, ama Müslüman oluştu?
dedir. Ama Meryem oğlu bu
olması yeterli ve gereklidir” Dünyanın savaştan ibaret olma-
işe, “Bismillâh” diyerek başlar-
demişti. Ezilmiştim bu cevap dığını söylemesi gerekiyor biri-
dı, bunu unutmamak gerek…
karşısında. Yedi yıl sürdü, oku- lerinin…
Ölüleri mezardan kaldırmayı
malarım bundan sonra. Hâlâ
söylemiyorum, hayat vermek-
da Fatıma ile ilgili yerli yabancı Müslüman kadının bağımlı,
ten açıldı bahis. Yani geçmişi
her araştırmayı toplarım, hatta ikincil ve pasif bir konumda
diriltmek değil, an’ı genişlet-
masalları, ağıtları, kadınların olduğuna ilişkin kibirli ve öte-
mek, an’a dercetmek zamanı…
anlattığı meselleri, gördükleri kileştirici yorumlara karşı da
rüyaları, çocuk oyunlarını, folk- bir cevap içerdiğini söyleyebilir
Tür olarak ilk başta öyküyü
lorik intikallere kadar hemen miyiz bu çalışmanın?
seçmiş olmanızın bu kitapla-
her şeyi… Bağımlı, ikincil ve pasif kelime-
rı yazma sürecinize katkıları
olmuştur, diyebilir miyiz? lerini, daha gençken feci şekil-
Ben hikaye yazıyorum. Masal İki kitabınızda da çöl (s)imgesi de püskürtürdüm. Hayatı yaşa-
dinleyerek, kıssa okuyarak yoğun. Bunu biraz açar mısı- dıkça öğreniyoruz. Şimdi daha
büyüyen bir kız çıcuğuydum. nız? Niçin çöl? rahatım ve özgüvenim daha
Hikaye anlatıp, öykü yazarak Çöl, dünyanın en zor coğrafya- yüksek, rahatlıkla söyleyebili-
ihtiyarlayacak bir nine olmak- sıdır. İnsanı yakar. Ateşin topra- rim; ben bağımlıyım, çocukla-
tır duam. Çocuk ve nine iki ğa neler ettiğini anlayabilmek rıma, arkadaşlarıma, yaşadığım
deniz… İkisi de içimde… için çölde yalın ayak gezmek kente, savunmasını yaptığım
gerek. Yapayalnızlık ve devasa tüm “öteki”leştirilmiş çevrele-
Sanırım ilk önce Can Parçası’nı göklerin altında bir başınalık… re. İkincilim, fedakarlık yapma-
kaleme aldınız. Niçin Can Çölde, yerle ve göğün bitiştiği dan hayatın devam edemeyece-
Parçası? yerdesiniz. Tam konturun üze- ğini biliyorum, sevdiklerimden
“Fatıma benden bir parçadır” rindesiniz, hatta konturun ken- vermedikçe hakiki manada iyi-
diyen “Kızlar Babası”, başı ve disi… Dünyada bundan daha liğe kavuşamayacağımı öğret-
sonu kendisinde derceden sevgi ağır yük olabilir mi? Kulun tek ti bana hayat. Pasif? Bazen
okyanusu, fahri alem, kainatın başınalık kaderini, devasa ağır- taş gibi durmak gerekiyorsa,
efendisi, Hz.Peygamber… Daha lıkta hissettiği mekan olarak durursunuz. Bir pasif direniş-
ne söyleyeyim? çöl, insan olmanın imkanları- çi ve sivil itaatsiz olarak, bunun
nı da işaret eder. Mekan, aynı ne demek olduğunu hayatıma
Hz. Fatıma okumalarınızın zamanda imkandır. En imkansız bakan görecektir… Meydan
Yaşar Kaplan’ın teşvikleriy- yerdeki imkan… Kulun kulluk okuma mı bu? Neden olmasın?

KASIM ‘09 UMRAN 73


Kültür - Sanat

dinden ayırd etmek Kur’an-ı


Meryem’i yazdıran, Fatıma’dır… Kerim’in Furkan özelliğine
Tıpkı ikisinin bir olup, Hatice Anne’yi odaklanarak düşünme imka-
nı sağlamıştır bu süreç. Ama
yazdırdığı gibi. Macerayı ben belirlemiyo- aynı zamanda bu tür şüphe-
rum. Sanki kolları beni tutup sarıp sarma- ciliğin beni hakikatten ziyade
zahire odakladığını, günübir-
lıyor gibi bu güzel kadınların… Bağımlı,
lik ve anlık reaksiyoner aktiviz-
ikincil ve pasif denilen bu kadınlar çok me hapsettiğini de fark ettim.
şey de yapmadılar aslında. Sadece Okuma, sizi kendinizle yüzleş-
tirir. Eksikliklerimi fark etme-
dünyayı değiştirdiler, sadece… nin de önemli olduğunu düşü-
nüyorum. Bahsettğiiniz “levla-
İşte ben buradayım! Peki siz müminin kendi dini hakkında ke levlak…”/“sen olmasaydın,
neredesiniz? konuşmaya ve yazmaya cüret alemleri yaratmazdım” mev-
edişini bir tür olgunlaşma olarak zuu, kitapta yer almıyor zaten.
Hz. Meryem’in kıyılarında gördüğüm için önemsiyorum. Ama “habibim”, “sevgilim”
dolaştığınız an’lara dönelim. Ama şu da var: Özellikle Hz. diye hitap edilen bir insan-ı
Onu yazdıran duyguya, yazdı- Peygamber’e dair sahih olma- kamil varsa önümüzde, onun
ran itkiye... yan rivayetlere edebi metinde varlığını, varlığının hakikati-
Meryem’i yazdıran, Fatıma’dır… yer vermenin doğru olmadığını ni daha derin düşünmek gere-
Tıpkı ikisinin bir olup, Hatice düşünüyorum. Hz. Hatice met- kir derim. “Gizli bir hazineydim
Anne’yi yazdırdığı gibi. ninde bu türden malzemeleri bilinmekliği istedim” şeklinde-
Macerayı ben belirlemiyorum. (örneğin “gizli hazine”, “sen ki tevatürse, ontolojik seyirde
Sanki kolları beni tutup sarıp olmasaydın alemleri yaratmaz- varoluşun macerasını ve varlı-
sarmalıyor gibi bu güzel kadın- dım” vb.) kullanmanızın sıkın- ğın hakikatini duyumsamada
ların… Bağımlı, ikincil ve pasif tılı oluşuna ilişkin düşüncelere benim için önemli bir başlan-
denilen bu kadınlar çok şey nasıl yaklaşırsınız? gıçtır… Dini tartışmaya gire-
de yapmadılar aslında. Sadece Bahsettiğiniz kaygı müslümana mem bu konuda. Kitabın tek
dünyayı değiştirdiler, sadece… yakışan bir endişedir. Kitapları ismi Furkan değildir. Kur’an’dır
dini kitap olarak değil de edebi aynı zamanda. Yani toparla-
Günümüzde bu tarz anlatı/m/ metinler olarak söylememdeki yan, toplayan, bağlayan, der-
ların insanı iyileştirici, duygu- kasıt, sizin endişelerinize eşlik ceden… Tenzih, başlangıçtır, la
sal/düşünsel yönden, eğitici bir eden basınçtan kaynaklanıyor ile başlar, ama kulluğun tek
yanı olduğuna inanır mısınız? zaten. Fakat bu ihtiram hisleri- rüknü değildir, hamd ve şükür
Beni iyileştirdiklerini en azın- nin bizde bir tür uzaklık doğur- kısmı da vardır… Yani, “la ilahe
dan umut etmek isterim. Hayatı duğunu da görüyoruz baktığı- illallah” deyip bırakamazsınız,
devam ettirebilmek çok kolay mızda. Ben nerdeyse kuşağım- “muhammeden resûlullah”
değil, ama bu kadınların sabrı- da etkin olarak fark edeceğiniz demeden Müslüman olamazsı-
na, gayretine ve direncine bak- İslamcı Düşüncenin talebesiyim. nız…
tıkça insan çok şey öğreniyor. Geleneksel tasavvufi bir terbi-
ye imkanım ne yazık ki olama- Metinlerin doğduğu ortam, sizin
Eserler edebiyatın sahilin- dı. Seküler hukuk eğitimimin yazma süreciniz, bu bağlam-
de yazılmış. İlahiyatlı olma- yanı sıra içinde yetiştiğim dire- da oluşturduğunuz dil üzerinde
manın çekinikliğini atarak bu niş ve savuma dili beni şüphe- duralım. O ortamın ekseninden,
tür metinler kaleme almanızı ci hatta yapısalcı kılmıştır çoğu sizin oradaki yoğunlaşma/yazma
önemli buluyorum. Bunu her kez. Gayrı sahih ve batıl olanı sürecinden söz eder misiniz?
Çölde ve tek başımaydım. Hem

74 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

Fatıma’da, hem Meryem’de, anlatılar. Ne dersiniz? rat dönemeç, “asıl burjuva


hem de Hatice’de… Bazen Bu ne istediğimizle alakalı biziz” cümlesine veya “tekfir
yazarken ağzımda kumlar var- aslında. Edebiyat mı dini bilgi listeleri”ne gelip dayattı hepi-
mış gibi geliyordu. Sık sık, üze- mi? Edebiyatsa necip Fazıl Bey, mizi… Öte yandan tasavvuf
rimdeki olmayan kumları silki- bunun şahikalarını yazmıştır. önerisiyle çıkan kişilerin hudut
yordum. Feci bir ışık ve güne- Hamidullah Bey ise, hayatını tanımaz ene’leri de dudak
şin altındaymışım hissi, gözle- sahih bilgiye adamış didaktik uçuklatıcı boyutta… Edebe dair
rim kamaşıyordu. Bu yaz çok bir kalem… Ama mesela Dr. geometriyi çökertmiş haldeyiz
zorlu bir süreç oldu benim için. Muhammed Hüseyin Heykel desem çok mu karamsar olur?
Yakınlarımın sağlığımdan ciddi hem bilimsel çalışma yapmıştır
telaş duyduğum bir yazım süre- hem de ciddi edebi bir eser Peki Çöl/Deniz kitabınızı tür
ciydi. Kitap bittikten sonra, kaleme almıştır. Keza Elmalılı olarak nereye konumlandırı-
yürümekte ve konuşmakta güç- Hamdi Yazır tefsirine sade- yorsunuz?
lük çektiğimi fark ettim. ce din bilgisi olarak bakabi- Hikaye’dir. Geçmişte Attar’ın,
lir miyiz, onun edebi temyiz Galip’in, şimdilerde ise
Yazma sürecindeki yolunuzun gücüne sahip bir edebiyatçı var Kutlu’nun devam ettirdiği tah-
önünde duranları, sık sık dön- mı günümüzde? Edebiyatla din kiye geleneğine talebe olan bir
düğünüz mecraları, alışverişte arasında büyük bir yarılmanın çırağın hikayeleri…
olduklarınız.. Bu metinler üze- yaşandığı modern zamanlarda-
rinde çalışırken kimlerle yüz yız. Edebiyatçıların dini bilgisi Dinler tarihi, din felsefesi, kül-
yüzesinizdir; nelerdir sizi besle- yok hatta dinsel kişi ve konular türel tarih gibi alanlarda yapı-
yen, önünüzü açıp yol/yordam demode addediliyor, dini bilgisi lan okumalardan beslenen
gösterenler? olanlarsa edebiyatı müptezel- anlatıların, romanların sonun-
Sevgili hocam Fatma Kutluoğlu likle, dünyevilikle suçluyor… da yer alan kaynakça ögesi-
ile dört yıldır Kur’an Okuma ni edebi türlere dair yeni bir
ve Anlama derslerimiz devam İki metninizde kısmen hayatı- unsur olarak görebilir miyiz?
ediyor Araştırma ve Kültür nı yazdığınız Hz. Peygamber’in Bilmiyorum. Ama ben yazarken
Vakfı’nda. Ayrıca iki okuma gru- hayatını farklı bir kitap düz- başucumda olan diğer kitapları
buna daha devam ediyorum. leminde okurla buluşturmayı da paylaşmak istedim. Sanırım
Ontoloji ve Mitoloji okumala- düşündünüz mü hiç? sorumluluktan korktuğum için,
rı diyebiliriz bunlara. Mekan, Topal karınca, Kaf Dağını nasıl hoca değil talebeyim demek için…
çizgi, simge bağlamında kuram- taşısın?
sal sanat okumalarımı Ömer Çöl/Deniz’in girişinde edebiya- Yazdığınız öncü kadınlardan
Lekesiz eşliğinde yapıyorum. tın geometrisinden söz ediyor- hangisini kendinize yakın bul-
Öykü-edebiyat çalışmalarımda sunuz. Sizi bu yargıya vardıran/ dunuz? Niçin?
hocam Mustafa Kutlu’dur, hika- götüren nedir? Profesyonel diğer yazarlar gibi
yelerim Dergah Yayınları’nda Yeryüzüne bir bakın ve gökle- yazar mesafesi kurabilen biri-
yayınlanıyor, Ezel Erverdi Bey’in re de… Bu mükemmel sanat si değilim. Kötü, zayıf, hasis
üzerimdeki emeğini saygıyla karşısında titrememek imkan- karakterler de dahil, hepsi bana
zikrederim. sız. Özellikle uzay geometrisi, yakın, benimle iç içedir kitap-
matematiğin hikmete açılan larımda… Bu yüzden “par-
Özellikle İslami kaynaklarda kapısı gibidir. Bizde ne yazık ki çası benden” diyorum. Hepsi
gördüğümüz edebi tarih yazı- matematik felsefesi okutulmu- yakînimdir.
mı ile belgesel tarihçiliğin örne- yor. Aydınlanma kavşağından
ğin Necip Fazıl ile Muhammed sonra, realizm, sekülerizm ve Yenilerde neler var yazma gün-
Hamidullah tarzının bir araya hümanizm üçgenine hapsedil- deminizde?
gelemeyişini büyük bir han- dik hepimiz. Müslümanlar da. Çöl/Deniz’i yazarken çok yorul-
dikap olarak görüyorum. Tek Aynı kafesteyiz aslında. Hurafe dum. Kısa öykülerle vakit geçi-
kanatlı kuş gibi bu noktadaki karşıtlığının bizi getirdiği hoy- riyorum…

KASIM ‘09 UMRAN 75


Kültür - Sanat

EMİR-KOMUTA ZİNCİRİNİ
DELİP GEÇEN ROMAN:
ASLAN ASKER ŞVAYK
HABİL SAĞLAM

Aslan Asker Şvayk’ın önsö- olan Kafka’nın eserlerinde, eleş-


zünde, “Büyük dönemler, büyük tiri üstü örtük ve arka planday-
insanlar yaratır,” önermesinden ken, Aslan Asker Şvayk’ın sava-
söz açan Yaroşlav Haşek, asıl şa karşı açık bir bildiri, dayatılan
savaşanların ve ölenlerin hatır- Germen kültürüne karşı bir baş-
lanmaz küçük insanlar olduğu- kaldırı olduğu söylenebilir.
nu söyler, romanın kahramanı
olan Şvayk’ın da onlardan biri Omzu Kalabalık Adamlar
olduğunu ekler. Çok şükür ki, Şvayk, edebiyat tarihindeki
Haşek’in bu romanı sayesinde, gelmiş geçmiş en ilginç kahra-
savaş dendiğinde büyük insan- manlardan biridir şüphesiz. Su
ların yanı sıra, muhalif kimseler katılmamış bir ahmak mı, yoksa
tarafından Şvayk’ın adı da anılı- üç kağıtçının teki mi olduğu
yor. Yayınlandığı ilk günden iti- pek belli olmayan bir adam.
baren savaş karşıtlarının başucu İflah olmaz bir geveze. Boş mu
eseri olan, savaşı alaya alan bir konuşuyor, dolu mu belirsiz.
yergi başyapıtı olarak dünya- dönüm noktası sayılıyor. Ancak Tüm maceraları boyunca ortalı-
da tüm zamanların en çok oku- dünya edebiyatında olduk- ğı birbirine katan, fakat suratı-
nan kitaplarından olan Aslan ça sağlam bir yere sahip olan nın saflığına aptallık ekleyerek
Asker Şvayk, ülkemizde okur- bu denli önemli bir eserle ilgili sürekli dört ayağı üstüne düş-
larla oldukça geç buluştu. Daha ülkemizde doğru düzgün konu- meyi başaran biri. Dünya sava-
önce sadeleştirilmiş olarak bir- şulmamış olması ve edebiyat şının çıkmasıyla beraber orduya
kaç defa yayınlanan eserin tam ortamında yeterince gündem- alınan Şvayk’ın başından geçen
metni, ilk kez Celal Üster’in leştirilmemiş olması ise düşün- maceraların anlatıldığı roman,
çevirisiyle 2006 yılında iki cilt dürücü. dünya edebiyatında çok sayı-
olarak Can Yayınları’ndan çıktı. Celal Üster, aynı dönem- da bulunan tamamlanamamış
Aslan Asker Şvayk, roman- de ve aynı şehirde yaşamasına kitaplardan.
dan çok tiyatro uyarlamalarıy- karşın Kafka’nın Haşek’le hem Savaşın bitmesiyle bera-
la tanınıyor ülkemizde. Bertolt biçim hem de muhteva olarak ber cepheden dönen Yaroşlav
Brecht tarafından İkinci Dünya tamamen zıt olduklarını söylü- Haşek, hemen Şvayk’ın mace-
Savaşı’na uyarlanan versiyo- yor. Yahudi azınlık içinde yaşa- ralarını yazmaya koyulmuş; ne
nu, hem mizahî tiyatroda, hem yan, Almanca yazan ve çevre- ki, romanını tamamlayama-
de Brecht tiyatroculuğunda bir siyle iletişim kurmakta başarısız dan ölmüştür. Kitabın çevirme-

76 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

ni Celal Üster, yarıda kesilen absürd sahnelerle gösteriyor. ren disiplin aracılığı ile itaat
Şvayk’ın maceralarının aslında Şvayk ordunun dört bir yanını altında tutulur. Disiplin üret-
günümüzde de sürdüğünü söy- dolaşıyor. Her tür adamla kar- mek, salt güçle boyun eğdir-
lüyor. Öyle ya, zorla silah altı- şılaşıyor. Aynı kıyafeti giydir- mek olarak algılanmamalıdır.
na alınan, savaşlara yollanan mekle insanların asla tektipleş- Son yüzyıllarda ulus-devletin
milyonlarca insanın olduğu bir tirilemeyeceğini, aç gözlüsün- kutsalları üzerinden aşkın bir
dünyada yaşamaya devam edi- den ırkçısına, aptalından kur- disiplin oluşturulmaya, öncelik-
yoruz. Omzu kalabalık darbe- nazına tasarladığı birçok fark- le sınırları belli bir “vatan”ın
ciler aramızda dolaşmayı sür- lı asker karakterle ortaya koyu- özellikle eğitim gibi itaat alan-
dürüyor. yor yazar. Otobiyografik unsur- larında kitlelere benimsetil-
Bilindiği üzere, Dünya Savaşı larla harmanladığı romanının mesi suretiyle askerî disipli-
Avusturya veliahtının bir Sırp olay örgüsünün arasına bitmez nin altyapısı kurulmaya çalışıl-
anarşist tarafından öldürül- tükenmez hikâyeler serpişti- mıştır. Bu da doğal olarak bir
mesiyle patlak veriyor. Roman riyor. Şvayk’ın roman boyun- “vatan haini” kavramsallaştır-
da tam bu noktada Avusturya ca ağzını her açışında anlattığı masını beraberinde getirmiş-
İmparatorluğu’nun göbeğin- birbirinden ilgi çekici yüzlerce tir. İnsanlara rabbliğini daya-
de yaşayan Şvayk’ın impara- hikâye ile anlatı mizahî yönden tan müstekbirler, tiranlar; kışla
tor hakkında atıp tutması sonu- oldukça zenginleşiyor. içinde iktidarını fiziksel olarak
cu bir ajan tarafından tutuk- Önce askerî cezaevine yolu dayatmaktadır. Foucault disip-
lanmasıyla başlıyor. Ordudan düşen Şvayk, sonra bir asker- lini, iktidarın bedene işlenme-
ahmak olduğu gerekçesiyle atıl- papazın emir eri olmayı başa- si olarak tanımlar. İnsanların
mış olan Şvayk, askerî zihniyeti rıyor. Devletin, dini kendi bedenine hükmetmek iktidarın
oldukça iyi tanıyor. Nasılsa her- çıkarları için yeniden kurgula- artık en ileri safhası olmalıdır.
kesi zorla cepheye gönderecek- yışı açıkça gözler önüne seri- Şvayk, egemenlere ve emirleri-
lerini bildiğinden, savaştan yırt- liyor bu bölümde. Aynı Laik ne başkaldırmak yerine, cevap-
mak için akla hayale gelmeye- Türkiye devletinin hiç çekinme- larındaki inceden alaylı tavrıy-
cek yöntemler deneyen diğer- den ulus-devlet için ölenlere la pasif bir muhalefet yöntemi-
leri gibi asker olmamak için hiç- şehit sıfatını yakıştırması gibi, ni benimser.
bir mücadele vermiyor, hatta bu sarhoş ve devletçi papazın “Albay Kraus, yoldan geçen
gönüllü olarak katılıyor ordu- ağzından da “Tanrı Avusturya subayları durdurmakla nam sal-
ya. İnsanların evlerinden, yurt- İmparatoru’nu korusun!” cüm- mıştı. Onun gözünde, savaşta
larından koparılması savaşın en lesi düşmüyor. Dini tahakkü- zafere ulaşmaları da, ordunun
büyük realitesi belki de. Şvayk mü altında tutan devlet, halkı güçlü olması da astların üstle-
çaldığı köpeğe bakarak düşü- silah altına alabilmek ve ordu- rine selâm vermesine bağlıydı.
nüyor: “Aslında her asker de yu coşkuyla cepheye sürebil- ‘Asker adam, tüm yüreğiy-
evinden çalınmış sayılmaz mı?” mek için savaşı dinsel bir hadise le selam vermeli,’ derdi. Selâm
olarak pazarlıyor. Dünya sava- bedensel boyun eğişin en güzel
Tekdüzeliğin Disiplini şında aynı dinden toplulukların göstergesiydi. Asker talimat-
Anarşist yazar, mizahî bir savaştığı dikkate alınırsa, dev- nameye harfiyen uyarak, en
üslupla, orduyu ve ölümcül letlerin kendi iktidar alanları- küçük bir şey yapmadan, vakar-
bir olgu olan savaşı alaya ala- na uygun din anlayışları kur- la selam vermeliydi.
rak, okura devletin varlığı- gulamakta son derece becerik- Asker dediğin, üstünü kala-
nı sorgulatmayı hedefliyor. li oldukları görülecektir. balığın içinde bile hemen seç-
Haşek, romanın başından itiba- Okullarda, fabrikalarda, meli ve görevlerini yerine getir-
ren ordunun işleyişindeki zor- cezaevlerinde ve ordularda mekten başka bir şey düşün-
balıkları, kurguladığı değişik insanlar küçük yaşlardan itiba- memeliydi. Savaş meydanın-

KASIM ‘09 UMRAN 77


Kültür - Sanat

da vurulan bir asker, son nefe- tiren Haşek, ordunun cepheye larda ise kapitalist endişeler-
sini verirken bile komutanını gidişini de şöyle tasvir ediyor: le beliren istikrar isteği kitle-
selâmlamalıydı.” “Tugay komutanının söylevinin leri iktidarla bütünler. Kitleler
Yaroşlav Haşek, komutan- ardından tugay bandosu ulu- böylece iktidarın itaati altında
ların askerlere ve tüm insan- sal marşı çaldı, art arda üç kez
oldukları gibi, iktidarın uygu-
lara bakışlarındaki zorba tavrı ‘İmparatorum sen çok yaşa!’
layıcısı da olurlar. Aslan Asker
anlatırken, güce tapınan ve kit- diye bağırıldı ve insan sürüle-
Şvayk’da askerleri cesaretlen-
leler üzerinde tanrılaşan mili- ri, belirlenmiş olan düzenleme-
tarist zihniyeti ifşa ediyor. Ve ye göre sıralandılar. Bug’dan diren, pohpohlayan sivil top-
bu zulüm ve sömürüye daya- ötede bir yerlerde kendilerini lum örgütleri kitlenin iktidar-
lı bu zihniyetin evrenselliğini, bekleyen mezbahaya doğru bir- la bütünleşmesine önemli bir
kitleyi disiplinize ederken kul- biri ardı sıra yola koyuldular.” örnektir.
landığı benzer yöntemler saye- Teğmen Lukaş-Şvayk ikilisi-
sinde rahatlıkla görebiliyoruz. İktidarın Sınırları Haşek’in ni, yergi romanlarında çokça
Sözgelimi, ordu içinde Çeklerin Açmazı rastlanan efendi-uşakların yanı-
ve Çekçe’nin aşağılanması tanı- Şüphesiz insanın yeryüzün-
na rahatlıkla ekleyebiliriz. Don
dık bir sahne olarak Türkiyeli deki günleri sayılıdır, dolayısı
Kişot ve Sanço Panza’ya da
okurun zihninde kolaylıkla yer ile iktidarı da. Mutlak iktidar
benzetiliyor bu ikili. Teğmen
bulacaktır. ise ölümsüzlüktür. Egemenler
Lukaş’ın yazdığı aşk mektupla-
Bu yüzden Aslan Asker iktidarlarını sürdürebilmek için
Şvayk, asla 1910’larda başka ölümlere ihtiyaç duyar- rını emir eri Şvayk’la gönder-
Avusturya’da geçen ve Dünya lar. Kendilerini ölümsüzleştire- mesini, Haşek’in Cervantes’e
Savaşından bir kesiti anlatan bilmek için ölümlerden besle- selâmı olarak değerlendirebili-
tarihî bir roman olarak kalmı- nirler. “Ölüm ortadan kaldırıla- riz. Yine bir yergi romanı olan
yor; militarizmle hesaplaşan bilseydi, iktidar çok daha zarar- Kishon’un, Tavuk Kümesinde
cesur tarzıyla güncelliğini asla sız olurdu.” diyor Elias Canetti, Tilki’sindeki Dolniker-Zeev ikili-
yitirmeyen bir başyapıt ola- Kitle ve İktidar’da. Canetti’ye
sini de anabiliriz bu bağlamda.
rak varlığını sürdürüyor. Güce göre iktidarını korumak için
Fakat, bu tarz anlatılarda alışıl-
tapınan, zorbalığı kanunlaştı- cepheye insanları süren ege-
mış olanın aksine, burada baş
ran gelmiş geçmiş tüm zalim- menlerin kitleyle etkileşim-
rolü Şvayk, yani uşak oynuyor.
leri hedef alıyor. Tüm darbe- leri hayatta kalma güdüsüyle
ci paşaları şamarlıyor ve kutsal- bağıntılıdır. Mutlak itaati sağ- Anarşizmin bir götürü-
laştırdıkları ulusal mitleri yüzle- layabilmek adına büyük kitlele- sü olarak, bunca sahih tespitin
rinde parçalıyor. Aynı zamanda rin disiplinize/militarize edilme- ve ustaca yerginin yanına bir
kendi militer güçleri karşısında- si, burjuva ulus-devletlerinin bir öneri, bir çözüm, bir yol hari-
ki en ufak bir tehlike karşısın- genetik özelliği halini almıştır. tası koyamıyor yazar. Adaleti
da etekleri tutuşacak kadar da Cahit Koytak’ın dizeleri geliyor sağlamak yerine, adaletin var-
korkak olduklarını gösteriyor: akla: “hudutlar senin için çizil- lığını inkar etmesini olumla-
“Subaylar, askerlerin kendi baş- di, / senin için çekildi tel örgü-
mak mümkün değil. Zorbaları
larına düşünmeleri şöyle dur- ler; / mayınlar senin için döşen-
ve zalimleri tanıyor, tanıtıyor;
sun, düşünmelerine bile izin di hudutlara, / yollara, yasalara
fakat “Başka bir dünya müm-
vermemeliydiler.”Askeri ritüel- / kalplere ve kafalara...” Sürekli
lere her fırsatta giydiren, emir bir iktidar için sürekli bir korku kün!” diyemiyor. Ezilenlerin
komuta zincirini usta espriler- gereklidir. Savaş dönemlerinde önüne reçete koyamayışının,
le delip geçen, çoğu yarım akıl- ölüm korkusuyla ortaya çıkan Haşek’in temel açmazı olduğu-
lı olan komutanlara verip veriş- yaşama güdüsü, diğer zaman- nu söyleyebiliriz.

78 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

EDEBİYAT TARİHİNE
OBJEKTİF BAKMAK
EKREM SAKAR

Tarih mevzubahis olunca tevdi etmişlerdir. Recaizade sıyrılamazlar. Kişisel beğenileri,


ilk akla gelen nasıl hüküm- Mahmut Ekrem ve Muallim siyasî görüşleri... vs. tüm âmiller
dar isimleri oluyorsa, edebiyat Naci arasında geçenler, Hz. göz önünde bulundurulduğu
tarihi mevzubahis olunca da İbrahim ve Nemrut arasında takdirde, objektif bir edebiyat
ilk akla gelenler edîpler olur. geçenlerden veya Hz. Musa tarihi yazmanın ne kadar güç
Nazım şekilleri, edebiyat çığır- ve Firavun hakkında geçenler- olduğu aşikârdır. Eğer sadece
ları, edebî akımlar veya edebî den daha fazla ilgi çekmek- biyografik bilgiler verilip eser-
devirler, hep şahıslardan sonra te ve daha dikkatli okun- lerin muhtevası üzerinde duru-
hatırlanan unsurlardır. Bu edip- maktadır. Shakespeare’nin lacaksa, belki büyük nisbette
lerden klasik olmak vasfına eri- Sonnet’lerindeki mısralar, objektif olunabilir. Fakat iş
şenler de, diğerleri içerisinde Kütüb-i Sitte’deki hadislerden eserleri değerlendirmeye,
ilk akla gelenler olur. Okunsun daha büyüleyici telâkki edil- üsluplarının nasıl olduklarından
veya okunmasın, kulağa çalı- mektedir. Dindar olan dinci’dir, bahsetmeye gelince, objektif-
nanlardan hareketle isimler kendine bir yol çizmiştir; likten gittikçe uzaklaşılmaya
birbiri ardına sıralanır. Meselâ, sanatkâr göz önündedir, yaptı- başlanır. Yazar, bu tuzağa düş-
‘haydi Türk edebiyatı hakkında ğı iş ise saygıdeğerdir. memek için birkaç yol deneye-
bir şeyler konuşalım’ dediğiniz- Edebiyatın bu muhterem bilir.
de çoğu kişinin aklına gelecek çerçevesinden edipler de isti- En meşhur yol, okuyanı kıs-
liste üç aşağı beş yukarı aynı- fade etmişlerdir. Batıda kla- tas almaktır. Gaye, çoğunlu-
dır: Fuzuli, Baki, Nazım Hikmet, sik dediğimiz eserlerin tenkidi- ğun beğenisine zıt gitmemek-
Mehmet Akif, ilââhiri... nin doğru bulunmaması bunun tir. Meselâ Klasik Türk Edebiyatı
Din, kudsiyetini gittikçe neticesidir meselâ. Kendi ede- devrini işleyen yazarımız, halkın
kaybettikçe, hem batıda hem biyat tarihimize döndüğümüz- ekserisinin beğendiği Fuzuli’ye
doğuda hem de bizde, dinin de, bir Necip Fazıl’ı, bir Nazım ‘kötü bir yazar’ dese olur mu?
bıraktığı boşluğu sanat ile tat- Hikmet’i eleştirmek tabir-i caiz- Tabii ki olmaz. Bununla bera-
min etmek ihtiyacı doğmuştur. se yürek ister. Daha tarih olma- ber çoğunluğun beğendiğinin
Bilhassa edebiyatta bu ciddi mış (Allah uzun ömür versin) her zaman iyi olmadığını da bil-
ciddi benimsenmiştir. Kur’an Sezai Karakoç da keza öyledir. diği için, beğenmese dahi kötü
tercümesi üzerinden her şeyi Bu isimler düşünceleri ışığında olmadığını söylemekle iktifa
anladıklarını düşünenler, hatta şakirdleri olan ve eserleri her eder. Hiç iyi bir şey söyleme-
hüküm verenler; şiirin asla ter- daim muhafaza altında tutulan yince aslında ‘kötü’ demiş olur.
cüme edilemeyeceğini söyleye- isimlere birkaç misâldir. Yahut beğenilmeyen yaza-
rek şiiri bir yerde daha kudsî Edebiyat tarihi yazanlar da rı veya eseri, ‘şu yönü iyi, bu
görürler. Kısasü’l-Enbiya’lar bu cemiyetin içersinden çıktık- yönü iyi’ diye tümevarım usü-
yerini edebiyat antolojilerine ları için birtakım önyargılardan lüyle takdir eder, bir bakıma

KASIM ‘09 UMRAN 79


Kültür - Sanat

dışındaki bir gözle, ama şart-


lar göz önünde bulundurula-
rak bakılabilir. Meselâ İstiklâl
Harbi yıllarında yazılan roman-
ları o yıllarda yaşayanlar şimdiki
kadar objektif tahlil edemezler-
di. İkincisi ise, yazarın maksadı-
nın iyi veya kötü yanlarını gös-
termekten ziyade; eseri, yazarı
veya devri okura takdim etmek
olmasıdır. Okur illâki neti-
ce beklemez, sadece bakmak
ve öğrenmek ister. Bu şekilde
de eserler enine boyuna tet-
kik edilmedikçe, tarih, objektif-
liğinden kolay kolay bir şey kay-
betmez.
Tüm bunların yanında
objektif olmak kaygısı taşıma-
yan edebiyat tarihlerine de
tesadüf ederiz. Bunlar eski eser-
lerden seçki oluşturup tahlile
girişen antolojiler ve edebiyatı
bir bütün halinde tetkik eden
edebiyat tarihleridir. Antolojiye
misal verelim:
‘iyi’ demiş olur. Neticede iyi de, Bu sebeple yazar, mübalağa- Cevdet Kudret’in Türk roma-
kötü de demediği için objektif- ya kaçmak zorunda kalacaktır. nı ve hikâyesi hakkında tetki-
miş gibi gelir okura. Aslında çok iyi olan bir eserde ke başlayan ilk isimlerden biri-
Başka bir yol, eseri veya zorlama birçok kötü taraf bul- si olduğunu biliyoruz. Meşhur
yazarı, takdir de etmemek, mak, objektiflik midir, haksız- çalışması, Türk Edebiyatında
hakir de görmemektir. İyi yanla- lık mıdır? Hikâye ve Roman adlı serisin-
rının yanında kötü yanlarını da Bu ve başka yollar objek- de, 26 sayfacık ayırdığı, roman
söyleyip, neticeyi okura bırak- tifliği yakalamak adına teşeb- ve hikâye pınarı olan Peyami
maktır. Zahirde gayet sağlıklı büsten ibarettirler. En iyi usül, Safa’dan şu satırlarla bahseder1,
bir yolmuş gibidir. Lâkin bunda çoğunluğu da, eserin iyi ve kötü “(...) çalıştığı parti gazeteleri-
da cereyan eden bir arıza var- yanlarını da gözardı etmeksi- ne göre ikide bir ağız değiştire-
dır. Kötü yanı iyi yanına nisbet- zin, şahsî beğenilerden elden rek siyasal bir dengesizlik içeri-
le çok az olan, yahut tam tersi, geldiğince uzaklaşılmaya çalı- sinde bocaladı, genellikle geri-
kötü tarafı iyi tarafına nisbet- şarak yazmaktır. Zira objektif ci birtakım görüşlerin savunu-
le çok daha fazla olan bir metin edebiyat tarihi yazabilmek, iki lucuğunu yaptı (...)”. Cevdet
düşünelim. Yazar, hem iyi hem sebepten dolayı edebiyat ten- Kudret, edebiyat tarihi yazıyo-
de kötü yanlarını mümkün mer- kidinden çok daha kolaydır. rum derken, kendi mukaddes-
tebe eşit miktarda bulmalıdır. Birincisi, tarihtir, üzerinden yıl- lerine muhalefet etti diye taraf-
Aksi takdirde bir yanı ağır basar lar geçtiği için teşekkül etti- sızlığa son derece zıt yorumlar
ve subjektifmiş gibi görünür. ği siyasî veya edebî ortamın yapması gerçekten üzücüdür.

80 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

Herkesin eserine odaklanırken


yine Safa’ya “gerici” demesi ve Edebiyat tarihi yazanlar da bu
kitabın başka bir yerinde2 Nihal
Adsız için “kafatasçı” tabirini
cemiyetin içersinden çıktıkları için
kullanması, tüm bunların yanın- birtakım önyargılardan sıyrılamazlar.
da mukaddesatı büyük ölçü-
Kişisel beğenileri, siyasî görüşleri... vs.
de uyuşuyor diye tam 52 sayfa
ayırdığı Aziz Nesin kısmı, bu tüm âmiller göz önünde bulundurul-
hususta düşündürücüdür. duğu takdirde, objektif bir edebiyat
Edebiyat tarihlerine baktığı-
mızda, Türk Edebiyatı hususun-
tarihi yazmanın ne kadar güç olduğu
da en iyilerden bildiğimiz Nihad aşikârdır. Eğer sadece biyografik bil-
Sami Banarlı’nın Resimli Türk
Edebiyatı Ansiklopedisi’nde de
giler verilip eserlerin muhtevası üze-
bu konuya vereceğimiz misaller rinde durulacaksa, belki büyük nisbet-
mevcuttur. Milliyetçi biz çizgide
te objektif olunabilir. Fakat iş eserle-
olan ve bunu saklamak ihtiyacı
hissetmeyen Banarlı, milliyet- ri değerlendirmeye, üsluplarının nasıl
çi isimlere ve onların şiirlerine olduklarından bahsetmeye gelince,
genişçe yer vermekten kendini
alamamıştır. Ayrı ayrı asırlar-
objektiflikten gittikçe uzaklaşılmaya
da, herhangi müşterek bir fikir başlanır. Yazar, bu tuzağa düşme-
etrafında teşekkül etmemiş,
her birisi ayrı sebeplerle “sade
mek için birkaç yol deneyebilir.
yazan“ yazarları bir araya geti-
rip “mahallileşme cereyanı” mamış olsa da, gözden kaçır- En çok şaşırtan da bu kitabı
altında tahlil etmek fantezisi, maması gerekir. Nitekim hocası neşreden yayınevinin Dergâh
işte bu milliyetçi fikirlerinin Fuat Köprülü’yü zikrederken en Yayınları olması.
tezahürüdür. Bu fikri ona hoca- azından soyadıyla, “Köprülü” Buradan son olarak şu neti-
sı Fuad Köprülü’nün mirasıdır. diye hitap etmesi, hiçbir yerde ceyi çıkartabiliriz; edebiyat tari-
Bununla birlikte diğer “Fuat” diye hitap etmemesi, hine objektif bakmak, senden
mukaddesata lâkayd davran- bu husustaki ihtimamını ortaya olmayanlar gibi bakmak veya
dığı yerler olmuştur. Meselâ koyuyor. mukaddesatı hiçe saymak da
İslâm mukaddesatına göre Söz edebiyat tarihinden ve değildir...
Hz. Peygamber’e ism-i şerifiy- mukaddesattan açılmışken, A.
le hitap etmek yanlıştan da A. Şentürk ve A. Kartal tara-
öte, ayıptır. Müşrik âdetidir. fından neşredilen Eski Türk
1 Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman;
Kur’an-ı Kerim’de direkt olarak Edebiyatı kitabına değinmeden
Cevdet Kudret; Dünya Kitapları; Cilt
ism-i şerifiyle hitap edilen bir geçemeyiz. Bu kitapta Fatih 2; Sf. 313.
Sultan Mehmed’in İstanbul’un 2 Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman;
yer yoktur. Buna mukabil kita-
Cevdet Kudret; Dünya Kitapları; Cilt
bın Mehmed Akif bahsinde “(...) fethinden bahsedilirken, “Feth 3; Sf. 211.
Bir Gece, Muhammed’in büyük olunan İstanbul yağma ve esir 3 Resimli Türk Edebiyatı Ansiklopedisi;
Nihad Sami Banarlı; Milli Eğitim
hayatının hikâyesidir (...)” ve “ edildi.”4 gibi şaşırtıcı malûmata
Bakanlığı Yayınları; Cilt 2; sf. 1158-
(...) Kur’an’a ve Muhammed’e rastlanır. İlk defa kulağımıza 1159.
çalınan bu bilgiyi bir müsteşrik 4 Eski Türk Edebiyatı Tarihi; Ahmet
sövenler (...) “3 şeklinde tabir-
Atillâ Şentürk, Ahmet Kartal; Dergâh
ler vardır. Kasdî olarak yap- yazmış olsa ‘hadi neyse’ derdik. Yayınları; sf.164

KASIM ‘09 UMRAN 81


Kültür - Sanat

ANILAR ÖRGÜSÜ
BİR ROMAN
ASIM ÖZ

Hapishane ortamı ve dün- hapishanedekilerin yaşadıkları-


yası edebiyatın hiç yabancı- nı onlar üzerinden belli belir-
sı olmadığı bir dünyadır. Bu siz bir tür içinde anlatan bir
yalnızca, yazının konu geniş- anı roman yayımlandı. Adı
liğinden değil, aynı zamanda Salyangoz. Yazarı Mustafa
epeyce bir yazarın yaşamının Halife.
belli bir dönemini zindanlarda
geçirmiş olmasından kaynakla- Türsel Karasızlık Karaltısı
nır. Cumhuriyet tarihi boyun- Roman, öykü gibi, olay örgü-
ca hapishaneler bu ülkede hep sü gerektiren anlatıların, yerine
sorun oldu. 1920’lerden itibaren göre, kurgunun uçlarını anılara,
Türkiye hapishanelerinde yazar- otobiyografiye uzattığı çok olu-
lar eksik olmadı. 1940’larda, yor. Romanın soluk alma ala-
Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, nının genişlediğine tanık oldu-
Sabahattin Ali, Orhan Kemal, ğumuz çağımızda, bu ‘uçlar’
Kemal Tahir gibi yazarlar, ağır daha da özgürleşti. Beslenme
hapis cezalarına çarptırıldılar. kaynağı anılar olsun, yazarın
Bu hapishane deneyimleri ara- yaşadıkları olsun, anlatılanlara
dan geçen yıllar içinde, çeşit- romansal bir dil boyutu kazan-
li biçimlerde edebiyata yansı- bütün korkulardan uzak / Bir dırılmışsa, ona ‘roman’ demek-
dı Nâzım Hikmet en güzel şiir- sevdadır böylesine yaşamak” te ne sakınca olabilir? Ayrıca,
lerini Ankara, Çankırı ve Bursa diyordu. ‘kalem’in eline geçen hangi
Hapishanelerinde yazdı. Her Özellikle de cezaevi orta- yaşam, ‘yaşadıklarınız’ ya da
defasında severek okuduğumuz mında hiç de eksik olmayan ‘anımsadıklarınız’ olarak kalır?
ve dinlediğimiz “Başın öne eğil- işkencenin kaldırılması için Bu açıdan Suriyeli
mesin, aldırma gönül, aldırma” yazarlardan hukukçulara değin yazar Mustafa Halife’nin,
dizelerinin sahibi Sabahattin yorulmak bilmez mücadele ise Salyangoz’da kat ettiği yol bir-
Ali, bu şiiri 1933 yılında insan hakları mücadelesinin bir çok açıdan hayranlık verici-
Sinop Hapishanesi’nde yazdı. parçasını oluşturur. dir.1 Kitabın jeneriğinin düşün-
1952’de İstanbul Harbiye Askeri Suriye’nin özellikle Hafız ce dizisi, alt başlığının “anı”,
Cezaevi’nde yatan şair Ahmed Esat’tan beri, 60-70’li yıllardan arka kapağında roman diye
Arif ise; “Bir ufka vardık ki / yal- itibaren Müslüman Kardeşler’e yazsa da tam bir tür tanımlama-
nız değiliz sevgilim / Gerçi gece neler yaşattığını hepimiz bili- sı yapmak mümkün ya da kolay
uzun / Gece karanlık / Ama yoruz. Suriye’de yaşananları, değil… Bu güzel ve esrarengiz

82 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

kitap bir yapbozun parçaları yazı Müslümanların geliş- leyebilir? Hele bir de sürekli
gibi birbirine kenetlenen anı ve tirdiği bir yazı yöntemidir. işkence korkusu yaşayan birini
eleştirel anımsamalardan olu- Mahkûmlardan biri on binden düşünecek olursak… Salyangoz
şan bir bütün mü, yoksa gizli bir fazla kişinin ismini aklında tut- romanında Mustafa Halife,
roman mı? Ama arka kapaktaki maktaydı. Sahra hapishanesi- Hıristiyan bir Arap vatandaşının
yargıya katılmamak imkânsız. ne düşen mahkûmların isimleri, hikâyesini anlatıyor. Eğitimi için
Yani onu en nihayetinde bel- ailelerinin, şehirlerinin, köyleri- gittiği Fransa’dan altı yıl sonra
gesel bir roman olarak okuya- nin isimleri. Tutuklanış tarihle- ülkesine dönmek ister. Bütün
biliriz. Yazar bence bu kitap- ri, haklarında verilen hükümler ailesi Fransa’ya göç etmiş olan
ta anı ve eleştirel anımsamala- ve sonları… arkadaşı Suzan ise, sevdiği bu
rını kurgusal biçimde gizli bir Bu günlüğü yazmaya karar Suriyeli Katolik Hıristiyan Arap
roman yapısında birleştirmeyi verdiğim zaman artık zih- gencine Suriye’ye dönmemesi
tercih etmiş. Yazar yaşadıklarını nimi bir kayıt cihazına çevir- için yalvarır ve Paris’te kalıp
ya da kahramanına yaşattıkları- meyi başarmış durumdaydım. kendisi ile yaşamasını ister.
nı doğrudan, öykünün bir öğesi Gördüklerimin hepsini, duyduk- “Suzan, ben vatanımı sevi-
kılıyor/kılmaya çalışıyor. larımın ise bir kısmını zihnime yorum. Şehrimi seviyorum. Bu
Hapishanelerdeki yaratıcılı- kaydetmiştim. boş ve anlamsız bir roman-
ğın önündeki engellerin, özün- Şimdi yaptığım, kayıtların tiklik değil. Aksine bilinçli ve
de aynı olmasına karşın, deği- bir kısmını açıklama zamanı.” köklü bir his. Mahallemizdeki
şik dönemlerde farklılıklar gös- eski evlerin duvarlarına kazıl-
terdiğini söyleyebiliriz. Devlet Bir Tükenişin Günlüğünde mış yazılar hâlâ hafızamda.
aygıtının hapishanelerde edebi- Gizli Roman Yapısı Onları özlüyorum” der ve Orly
yat dâhil tüm insan yaratıcılığı- Salyangoz böyle bir anı/ Havaalanı’ndan ülkesine doğru
nın önünde temel engel olduğu roman işte. Yazar bir tür meta- umut uçuşuna başlar.
bilinen bir gerçekliktir. O yüz- formoz tekniği kullanarak gör- Ancak sinema yönetmenli-
den burada François Mauriac’ın düklerini/yaşadıklarını/tanık ği bölümünden mezun olan ve
şu sözü, yaşantılarla beslenen olduklarını metinleştirmiş. hayallerini ünlü bir yönetmen
bir romanın karabasan orta- İşkencenin insan üzerindeki olmak süsleyen talihsiz gencin
mında da var olabileceği ger- olumsuz etkisini önemle imle- yolculuğu umduğu ve özledi-
çeğini doğrular: “Her romancı yerek anılarını yazarken hep ği mutluluk diyarına değil keli-
kendi tekniğini icat etmelidir.” şu gerçeği belleğinde tutmuş: menin tam anlamıyla cehenne-
Salyangoz’un kahramanı bu İşkence ve şiddet kaygısı insa- me uçuştur.
durumu şöyle anlatır:”Yaptığım nı deli edebilir, onu içine kapa- Ülkesine döndüğü zaman
bu casusluk, ulusal bir casus- tabilir. İnsanların haksızca ve ülkesinin havaalanında
luk değil. Bu günlüğün büyük acımasızca topluca hapsedil- Müslüman Kardeşler’e üye
bölümünü sahra hapishane- mesi, örgütlü işkenceye maruz olmak suçlamasıyla tutuklanır!
sinde yazdım. Önceki cümlem- kalmış bireyde nasıl bir ruhsal Ve böylesi mesnedsiz bir suç-
de kullandığım “yazmak” ger- çöküntü yaratır? Hukukçuların, lama sonucu hapishanede tam
çek anlamında değil, mecazi- sosyologların ve psikologla- on üç yıl geçirir. Romanın adsız
dir. Çünkü sahra hapishanesin- rın üzerinde ısrarla çalıştıkla- kahramanı her ne kadar dini ve
de yazmak için ne kalem ne de rı bir konudur bu. Uygulanan siyasi kimliğini açıklamaya çalış-
kağıt bulunmaz.” kadar uygulayıcıları da etkisi sa da başarılı olamaz. Sonuçta
Ağır işkence nedeniyle bir altına alan bir çöküntüdür bu. çift taraflı bir baskıya maruz
anlamda yaratıcılığı engelle- İnsanı işkenceye tabi tutma- kalır. Bir taraftan gardiyanların
meye varan çabalarının eklen- nın, bu emri vermenin ve uygu- diğer taraftan ise beraber hap-
miş olması yazarın belleği- lamanın insan yaşamını olum- sedildiği Müslüman Kardeşler’e
ni güçlü kılmıştır: “Zihinsel suz etkilemeyeceğini kim söy- mensup mahkûmların baskı-

KASIM ‘09 UMRAN 83


Kültür - Sanat

da başı hizasına gelen bir deliği


Salyangoz romanının genel fikri, keşfeder ve bu delikten idamla-
rın ve işkencelerin uygulandığı
kişisel bir deneyimi aktarmaktır.
hapishane meydanını battani-
Ama bu sadece bir kişiye ait bir deneyim yesi altına saklanarak gizli gizli
değil, bütün bir Müslüman Kardeşler’in gözlemeye başlar. Bu aslın-
da romanın adının Salyangoz
yani sosyal ve politik hareketin bir oluşunu da anlaşılır kılır. Aynı
deneyimidir. Bu hareket, neredeyse koğuşta kaldığı Müslüman
mahkûmların büyük kısmı tara-
tüm Arap ülkelerinde baskı ve özgür- fından da dışlanan yazar, her
lüklerinin kısıtlanmasıyla karşı kar- geçen gün içine kapanıp “
kabuğum” dediği battaniyesi-
şıya kalmıştır. ne sarılarak köşesine çekildiği
hapishane koğuşunda neredey-
sı. Hapishanedeki Müslüman kahramanı çevresine bir uzlet se hiç konuşmadan acı ve hasret
Kardeşler de kendi içinde fark- duvarı örülür ve mahkûmiyeti dolu on üç yıl geçirir.
lılıklar taşır. Bunlar sürekli ola- süresince neredeyse hiç konuş- Kabuğuna yani iç dünyasına
rak kesişir, çarpışır, iç içe geçer maz: “Eğer herkese yaptıkla- çekilen bir insanın dünyasından
ama asla çakışmaz. Batıya ilişkin rı gibi beni de araştırsalardı izleriz hapishanede yaşananla-
elbette biri kim olduğumu ve rı. Mahkûmları çöküntüye uğra-
tartışmalarda bunu rahatlıkla
suçumun ne olduğunu anlar- tan işkencelerin tasvirleri kita-
görebiliriz. Öte yandan hapis-
dı. Ama her gün Müslüman ba sürükleyici bir üslup kazan-
hane endüstrisindeki küresel-
Kardeşler’den yüzlercesinin dırırken olayların çeşitliliği her
leşmeyi de yazarın anlatımla-
getirildiği istihbaratla yine bölümde sürpriz sonuçlarla kar-
rından öğreniriz. “Batı mede-
onlardan bir grubun getirildiği şılaştırır okuyucuyu. Mesela bu
niyeti diyorsun. Etrafına bir
bir zamanda getirilmem, onla- hapishanede uyuz olmak bile
bak. Ben Alman sandalyesin-
rın arasına karıştırılmam, subay- ölmek için yeterli bir sebeptir.
den dolayı felç oldum. Ve şura-
ların ve memurların günde Yine gardiyanların fare yaka-
daki Muhammed, Rus yapımı
yirmi dört saat çalışmaları, bu laması, yakaladıkları fareyi
bir kurşunun omurgasına isa-
derece büyük bir grupta kaos mahkûma yedirme zevki yaşa-
bet etmesi sonucu felç oldu.
yaşanması vs. bütün bunlar ara- maları açısından oldukça sevinç
Bu hapishaneyi Fransızlar inşa
sından sıyrılmam ve bu karma- verici(!) bir olaydır. Bir baba üç
etmiş. Ellerine takılan kelepçe- oğlunun aynı anda idam edilişi-
şayı açıklayabilmem imkan-
lerin üzerinde “İspanyol malı” ne şahit olabilir. Tüm bu örnek-
sızdı. Üstüne üstlük ismim de
yazıyor. Beni tutuklayan polis ler romanda anlatılan hapisha-
Müslüman olmadığım çağrışı-
Belçika malı tabanca taşıyor. ne koşullarının sadece ayrıntı-
mı vermiyordu.” Herkes işken-
Sorgu ve işkenceyle görevli olan ce ile sindirildiğinden hapisha- larıdır.
subaylar Amerika, İngiltere nede korkaklık ve korku doğal Yaşadıklarını anımsama-
ve Rusya’da eğitiliyorlar… durum, cesaret ise istisnai bir ya çalışan romanın kahrama-
Bunların hepsi batı medeniye- durumdur. Ama çok korkak nı, yaşadıklarının onun benli-
tinin ürünleri. Bunlara bir de olmak da hoş karşılanmaz. Bu ğinde oluşturduğu değişimle-
günahkarlığı ve ahlaki çökün- şartlar içinde kendi kabuğuna re de değinir: “Ben on üç yıl
tüyü eklersen batı medeniyeti- çekilmekten başka çaresi yoktur önceki benle aynı kişi miyim?
ni somut olarak karşında bulur- kahramanın. Evet, aynı kişiyim. Ve hayır aynı
sun.” Bir gün hücresinin duvarın- kişi değilim. Kısmen evet. Ama
Baskılar sonucu romanının büyük ölçüde hayır.

84 UMRAN KASIM ’09


Kültür - Sanat

Evet. Çünkü, zihnimdeki bu maları tam bir çaresizlik için- mıyor, öyküyü besleyen yaşam-
günlüğün içerdiği gerçeklerin de üstlenmek zorunda kalır sal birikimler oluyor. Buradan
bir kısmını yazıyorum. romanın kahramanı. Suriye’de hareketle Mustafa Halife’nin
Ve hayır. Çünkü, her şeyi yürürlükte olan Baas diktatör- kurgucu bir yazar değil, yaşa-
yazacak ve söyleyecek gücüm lüğünün Müslüman Kardeşler’e dıklarının benliğinde yarattığı
yok. Bunları söyleyebilmek karşı yürüttüğü sindirme poli- duyumsamaların izinde yürü-
için itiraf edebilmek gerekir. tikasını tüm çıplaklığı ile orta- yen biri olduğunu söyleyebili-
İtiraf için ise bazı şartlar olma- ya koyar. Cezaevi koşullarının riz. Açıkçası, yazınsal gerçeğin
lı.” Kahraman uzun yıllar kal- acımasızlığı ve özellikle zin- bu olup olmadığı tartışılır. Ama
dığı hapishaneden çıktıktan dancılarının maruz bıraktıkla- Salyangoz yalnız başına alındı-
sonra hayatına anlam verecek rı gündelik işkenceyi okumak ğında görülecektir ki, orada bir
hiçbir isteği kalmamıştır. Eğer gerçekten dayanılmaz. Bu zin- anı anlatılmıyor, bir ‘tükeniş’in
o da hapishaneden çıktıktan dancıları en kötü muamelele- acısı çekiliyor. Kalemi zaman
sonra arkadaşının yaptığı gibi ri reva görmelerinden dolayı zaman fantezilere de kaymıyor
intihar edebilseydi tereddüt- Ahmed Othmani’nin “işken- değil, ama yazdıklarının maya-
süz intihar ederdi. Ama yaz- ce sanatçısı” diye adlandırdığı sında hep yaşadıkları yani acıla-
mak onu -mecazi bir intiharın tiplerle kıyaslamak mümkün.2 rı var yazarın.
ardından- hayata bağlamıştır. Hapishanelerdeki uygulamala- Biliyoruz ki dünyada bir yer-
Hapishanedeyken içinde yaşa- rın kötü ve insanlık dışı, kapatıl- lerde zalimlerin eline düşmüş
dığı kabuğunu dışarıdayken de ma koşullarının korkunç oldu- yardım çığlıkları atan mazlum-
hiçbir şey izleme isteği olmaksı- ğunu; insanların kapatıldıkları lar var. Salyangoz işte onların
zın hep yanında taşımıştır. koğuşların aşırı kalabalık oldu- sesi. Duyulmalı, kulak verilme-
Romanın hemen girişinde ğunu; bundan dolayı ikinci bir li… Kim bilir belki insan olma
hapishanede olan insanların zulme daha maruz kaldıklarını sürecinde bir nebze de olsa
aslında orada olmamaları, hapis- öğreniyoruz. mesafe kat etmiş olan birileri
hane gerçekliğine maruz bıra- Salyangoz romanının genel kitabı okur da bu çağrıyı duyar
kılmamaları gerektiğini anlarız. fikri, kişisel bir deneyimi aktar- ve vicdanlarında adalet duy-
Öncelikle şiddetle karşı karşıya maktır. Ama bu sadece bir kişi- gusu uyanır. Ya da insan anne
kalır; hapishanede türlü işken- ye ait bir deneyim değil, bütün babadan doğmuş olmaktan
celere maruz kalan Müslüman bir Müslüman Kardeşler’in yani başka insanlıkla alakası olma-
Kardeşler’le tanışır. Acziyet… sosyal ve politik hareketin bir yan birileri okur da yürekleri-
Kahır. Üzüntü… Ölüm ve çığlık- deneyimidir. Bu hareket, nere- ne bir damlacık da olsa merha-
lar hiç eksik olmaz. “Efendim… deyse tüm Arap ülkelerinde met damlar.
Ben Müslüman değilim… Ben baskı ve özgürlüklerinin kısıt- Salyangoz, kendi türünün
hristiyanım… Ben hristiyanım. lanmasıyla karşı karşıya kalmış- okurlarına hitap eden, yaza-
Efendim! Lütfen… Elinizi aya- tır. rın oldukça düzeyli bir biçimde
ğınızı öpeyim… Ben hristiya- Yazarın da uzun süren bir kaleme aldığı anılardan oluş-
nım!”, dese de kurtulamaz hapishane tecrübesi olmuş. O muş bir roman.
işkenceden. Her yaştan insan nedenle “yazar her ne kadar
vardır hapishanede: Sekseni kitabın kahramanını Hıristiyan
aşmış yaşlılardan alın da on yapmış olsa da aslında kendi
beşini geçmemiş çocuklara tecrübelerini anlatıyor”. 1 Mustafa Halife, Salyangoz, Çevi-
kadar. Hastalar, zayıflar, gerek Yaşadıklarını, yazı yolu boyun- ren: Hülya Afacan, Mana Yayınları,
eskiden sakat olan gerekse de ca bir günlüğün içinden anım- 2009.
işkenceden dolayı sakat kalan- samak, onu başka boyutta yeni- 2 Ahmed Othmani, Hapishneden
lar… den yaşamaktır. Öyle ki, anlat- Çıkış, Çeviren: Işık Ergüden, Metis
Kendisine yöneltilen suçla- tıkları artık salt ‘anı’ olarak kal- Kitap, 2003.

KASIM ‘09 UMRAN 85


Kitap

SABRA DAVET EDEN HAKİKAT


M. ZEKİ SAKA

Bir kitap neden okunur? Ya da onlarca kita- larıyla daha da bir önemsediğim Mustafa Aydın
bın içinden bir kitabın kendini görünür ve oku- ve Rasim Özdenören’ i sevdiren, okutturan şey
nur kılmasının sebebi nedir? Neden bazı kitap- ile Abdurrahman Arslan’ı da gözü kapalı okuttu-
ları gözü kapalı alır ve okuruz? Dahası bir kita- ran şey aynıdır. “Şey”in içini dolduran ise mezkur
bı okumuşken, potansiyel olarak ondan alacağı- isimlerin “hakikate” olan “yakınlık” ve “yatkın-
mızı da almışken, neden bir kitap için bir şeyler lık” larıdır. Burada özellikle “yatkınlık”ı özü iti-
yazma gereği duyarız? Üstelik herhangi bir pro- barı ile Allah’ın Rahman yanının tecellisi ve lütfu
fesyonel konumu haiz değilken sahip olduğu- olarak gördüğümüzü belirtmeliyiz. Bu anlamda
nuz vasat okurluğunuz içinde, neden bunu dene- fıtrata da atıfta bulunan yatkınlık, sahip oldu-
me gereği duyarsınız? Her okuryazar bu tür soru- ğu öncelik gereği “yakınlık”a davetiye çıkarır.
ları kendine sorar ve cevaplar mı bilmiyorum ve Yatkınlığın peşinden giden yakınlık daha başın-
fakat bu tür soruları da cevaplarını da artırmak da kimlik dediğimiz şeyi var eder ve ona bir duruş
olasıdır. Ama benim için durum, sahip olduğum kazandırır. Kimlikle gelen duruş, sosyal dünya-
vasat okurluğum içinde sorduğum sorular kadar daki yapıp etmelerimizi belirlediği kadar onla-
yalın ve açıktır; evet ben bazı kitapları hiç tered- rın ötesinde de bir anlama sahiptir. Dolayısı ile
düt etmeksizin alır ve okurum. kimlik daha işin başında bazı problemleri görü-
nür kıldığı kadar bazı şeyleri de problem kılma-
Hakikat’e Yakınlık ve Yatkınlık yı gerektirir.
Eğer izaha yönelik daha tatmin edici bir ceva- Abdurrahman Arslan’ı kulak aşinalığının ver-
bı cümle haline getirmem gerekirse, bana Seyyid diği bilmenin ötesinde, denk geldikçe okuduğum
Kutup ve Ali Şeraiti gibi artık isimlerinin başına Umran ve Birikim dergilerindeki yazı ve röportaj-
“üstad” ifadesi ekleyerek konuştuğumuz isimle- larından tanıyorum. İtiraf etmeliyim ki kulak aşi-
rin yanında, bugün hâlâ yaşıyor ve üretiyor olma- nalığımın evvelinde dikkatime çarpan ilk şey üret-

DİN VE DUA, Ahmet Baydar, ALAFRANGALIĞIN


Beyan Yayınları TARİHİ, Hilmi Yavuz, Timaş
Dua, derin, anlaşılmaz ve biçim- Yayınları
siz bir ibadettir. Varlığın önceli- Alafrangalığın Tarihi, alışıl-
ğindeki derinliğinin, şimdiliğinde- mış türden bir tarih kitabı değil.
ki aşılamazlığının ve sonsuzluğun- Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
daki biçimsizliğinin mümin zihne dönüşüm sürecinde ve elbet-
yansımasıdır. Ancak varlık her te Cumhuriyet’ten sonra, alaf-
zaman derin, aşılamaz ve biçim- rangalık, doğrudan doğruya
siz görülmeyebilir. Varlık üzeri- modernleşmenin zihnî arka pla-
ne düşünmek duaya kıvam verecektir. Bunun için nını yeniden inşa etme bağla-
yüksek sesle olsun, fısıltıyla olsun, cehri olsun, hafi mında bir ‘kavram tarihi’ olarak ele alınmaktadır.
olsun, kurtuluş için olsun, temenni için olsun, kendi- Hilmi Yavuz’a göre ‘alafrangalık’ kavramının tarihi;
si için olsun, başkası için olsun; durum arz edilir, piş- modernleşme, Oryantalizm, rasyonalite (ve dolayı-
manlık belirtilir, yakarılır, istenir, secde edilir, sakını- sıyla Aydınlanma) kavramlarının alımlanış biçimleri
lır, gayret edilir, sabredilir ve tevekkül edilir. ile üst belirlenmiş bir tarihtir. Osmanlı-Türk alafran-

86 UMRAN KASIM ’09


Kitap

ken bir müslüman yazar olmasının yanında sosyo- bir kitabı Pınar Yayınları’ndan “Sabra Davet
log olmasıydı. Fakültede okurken, BİZ’ den biri- Eden Hakikat” başlığıyla yayımlandı. Kitabın adı
nin daha sosyolog olduğunu öğrenmenin bizim her ne kadar kitap içindeki makalelerden biri-
minik tecessüslerimize denk gelmesinden ve onla- nin başlığını taşıyor olsa da, modern dünyada
rı depreştirmesinden daha doğal ne olabirdi! Biz Müslümanlara, sabra davet eden hakikati hatır-
lisede Seyyid Kutub’ un ve Ali Şeraiti’nin hemen latması benim için hayli anlamlı görünüyor. Hatta
hemen bütün kitaplarını okumuşken fakülte- biraz maksadımı aşarak Abdurrahman Arslan’ı
de sırf sosyolog oldukları için okumak isteyenlere, “Modern
üstadları yeniden okumamış mıy- Dünyada Müslümanlara: Sabra
dık! Fakültenin ilk yılının daha Davet Eden Hakikat” başlığı
ilk aylarında, adına sınıf deni- tarzında her iki kitabı beraber
len kalabalık, daha ne olduğu- okumalarını önerebilirim. Belki
nu bile bilmedikleri, anlamadıkla- böyle yapmakla soran, sorgula-
rı doğu despotizmiyle vatan kur- yan, itiraz eden, müdahil olan,
tarırken, dahası Karl’ın Marx’ı ile çözüm üreten, direnen, farkına
Weber’in Marx’ını birbirine karış- varan ve ayırt eden yanlarıyla
tırıyorken, biz Ali Bulaç’ın Çağdaş bir düşünürü anlamak daha da
Kavramlar ve Düzenleriyle sos- mümkün hale gelebilir.
yolojiye arka kapıdan duhul edi-
yorduk. Kimine göre geçtir belki Epistemik Zemin
ama Abdurrahman Arslan isminin “Sabra Davet Eden Hakikat”te
kulağımıza değdiği ve de aşinalık Abdurrahman Arslan, aydınlan-
kazandığı dönem de bu dönem- ma denilen kopuşla başlatılan ve
dir. Sonra bazen denk gelişler- adına modernite denilen süreci,
le bazen de kendi inisiyatifimiz- öncelikle kendi geleneği ve coğ-
le metinleri üzerinden de olsa Abdurrahman rafyasının üzerinde ve yine kendi epistemik zemi-
Arslan’la hasbelkader bir temas, ünsiyet kur- ninden hareketle tasvir ediyor. Modernitenin
duk. Nihayet 2000’de “Modern Dünyada uzanımlarını, aklını, düşünme ve algı biçimini,
Müslümanlar” adıyla kitaplaştırdığı makalelerini belirlediği ve ön gördüğü standartlarını, hayat
derli toplu okuma fırsatını bulduk. tipini, kodlarını ve konumlandırmalarını vs. hep-
Geçtiğimiz haziran ayında Abdurrahman sini yine modernitenin ürettiği temel kavramların
Arslan’ın yine makalelerinin derlemesi olan üzerinden tartışıyor. Moderniteyi kendi ürettik-

galığının, bu üç temel koyucu kavramın karşılıklı iliş- Meryem ismine 19 kez yer
kilerinin belirlediği bir problematik olarak okunma- verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de
sı gerekir. Bu doğrultuda alafrangalık, Oryantalizm adına müstakil bir sûre olan
olarak alımlanıp temellük edilmiş Batı modernizmi- Hz. Meryem, Kur’an’da adı
nin, rasyonel ve Aydınlanmacı bir dönüşüm olduğu- geçen yegâne kadın olup
nu zannetmekten ibaret yanlış bir bilinçlenmedir. ismi 34 kez anılmaktadır.
Bu anlamda Hıristiyan kut-
MERYEM SURESİ VE TEFSİRİ, Bilal Gökkır, Fecr sal metinleriyle mukaye-
Yayınevi se edildiğinde Kur’an’da
Meryem sûresi üzerine yapılmış bir tefsir çalış- Hz. Meryem’e daha fazla
ması olan Gökkır’ın kitabında klasik ve modern yer verildiği görülmektedir.
yaklaşımlar ve kaynaklar ışığında sûre bir bütün Kur’an’daki bu referanslar-
olarak ele alınarak yorumlanmaya, dil ve üslup la Meryem ve İsa kapsamın-
incelemesi yapılarak sûredeki pasajlar arasın- da Hıristiyan inancında yer alan yanlış anlayışlar eleş-
daki bütünlük yakalanmaya çalışılmaktadır. tirilmektedir.
Hıristiyan Kutsal metinlerinde İsa’nın annesi olarak

KASIM ‘09 UMRAN 87


Kitap

lerinin üzerinden tartışmakla beklide bir anlam- se de bu durum her zaman işlevsel olmayabiliyor.
da modernitenin kendi içindeki denge açığını da Ki böyle durumlarda genellikle kavramın içeriğini
ortaya çıkarıyor. Esasında bu batının kendi üze- yeniden doldurulmakla sahiplenir kılındığını da
rinde düşünürken yapmadığı bir şey değil. Zira biliyoruz. Dolayısıyla daha başında belli bir cazi-
modernitenin en büyük iddialarından birinin de, besi olan kavramların ikinci bir işlemle içleri dol-
kendi üzerinde düşünmek, kendi kendine yete- durulup kullanılır hale getirilmesi onları vazgeçil-
bilmek ve kendi zaafını giderebilmek olduğu- mez kılabiliyor. Özellikle son yıllarda revaçta olan
nu biliyoruz. Hatta başlangıçta modernitenin sivil toplum, çok kültürlülük ve bireyselleşme gibi
büyük ve büyüklük iddialarını, karşı koyuş ola- kavramların müslümanlar arasında sahiplenilme-
rak anlaşılan, gerçekliği parçalayan yanıyla da si ifade edilen durumu gösterir niteliktedir. Bu
yeni imkanların önünü açtığı düşünülen, özgür- bağlamda Abdurrahman Arslan kavramların ika-
lük vadeden ve yeni bir döneme atıfta bulundu- mesi ya da yer değiştirmesi söz konusu olduğun-
ğu öngörülen postmodernizmin, bugün moder- da kendi ontolojimiz ve dünya görüşümüz için-
niteyi beslemeye doğru evrildiğini okuyabili- deki kavramlardan yana tercih koyarak ed-din’in
yoruz. Dolayısıyla Lyotard’ın dillendirdiği post- religion’a ya da cemaatin bireye indirgeneme-
modernizmi, Anthony Giddens gibi bir radikal yeceğini söylüyor. Bunu söylerken de zamanın-
modernistin kavram olarak dahi olsa sahiplenme- da Daryush Shayegan’ın Yaralı Bilinç’te yaptığını
sine iş bu yüzden şaşırmıyoruz. Tam da bu nokta- bize yapmıyor, ortada bulduğu malı çalma hakkı-
da Abdurrahman Arslan kavramların dünya görü- nı hırsıza vermiyor. Bilakis hakikati olan yatkın-
şü ile olan tekabüliyetlerine işaret ederek her lığı ve yakınlığı ile kavramlar arasından ezilme-
kavramın kendini var eden ontolojinin ve dünya den çıkıyor.
görüşünün içinde düşünülmesi gerektiğini söylü- Son tahlilde kitap tanıtım yazılarının belli bir
yor. Uzun zamandır kullandığımız, ittiba ettiği- formatı var mıdır ya da bu bir kitap tanıtımı yazı-
miz ya da etmek durumunda bırakıldığımız bir- sı mıdır, bilmiyorum. Vesile kendi gereğini aşabi-
çok kavram ve durumun önünü arkasını düşün- liyor ve sizi de peşinden sürükleyebiliyor bazen.
mek ve görmek zorunda olduğumuzu hatırlata- Neticede biz, Ali Bulaç’ın “Çağdaş Kavramlar ve
rak modernite ve postmodernite gibi genel ifa- Düzenler”i ile arka kapısından girdiğimiz sosyolo-
deler içinde barınan çok kültürlülük, sivil toplum, jide, kaynakçalarda geçen onlarca kitabı okuyup
özgürlük, bireyselleşme vb. her bir kavramı yeni- girdiğimiz meselelerin içinde, Mustafa Aydın’ın
den düşünmeye sevk ediyor. Bir kavramı ya da Moderniteye Dışardan Bakmak’ı, Abdurrahman
durumu yine bağlamından hareketle, kendi üret- Arslan’ın Sabra Davet Eden Hakikat’i ile kaybol-
tiği dille boşa çıkarmak felsefi bir başarı sayılabil- muyoruz.

FİLMİN AĞLANACAK YERİ, Anadolu’nun son 30-40 senelik


Muhsin Macit, Timaş Yayınları serüveni, sosyal-kültürel durumları
Muhsin Macit, divan edebi- bu öykülerle birlikte, yer yer miza-
yatı uzmanı bir profesör ama bu hi, yer yer dramatik, trajik ama her
öyküleri okudukça bir “Anadolu seferinde etkileyici olarak getirili-
profesörü”yle karşı karşıya olduğu- yor karşımıza…
nuzu anlıyorsunuz. Kitap, kamyon Macit, Anadolulular olarak
şoförlüğüyle edebiyat öğretmenli- “aşırı şehirlilik”le bir türlü sobe-
ği arasında sıkışıp kalmış bir gen- leyen olamadığımız saklambaç-
cin öyküleriyle başlıyor ve ardından yakalamaç oyunlarına girişme-
yazarın hayatının çeşitli dönem- mizden rahatsız. Bize doğrultu-
lerinden yirmi adet anı-öykü peş lan kamera ve mikrofonlara inat,
peşe sıralanıyor. Bir süre sonra, bu çekinmeksizin, karda, kızak üstün-
anı-öyküler kişisel olmaktan çıkıp de çocukluk ve naifliğe selam çak-
bizi de alakadar etmeye başlıyor. mayı, bütün bunlara yeğliyor.

88 UMRAN KASIM ’09

You might also like