You are on page 1of 305

Youtube: Tanrı Mı Varmış

T u ran D u r su n

DİN BU-3
İslam T o p lu m u ve L aiklik

Youtube: Tanrı Mı Varmış


© Bu kitabın yayın hakları
Analiz Basım Yayın Tasarım Gıda Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti.nindir.

Birinci Basım: Ekim 2006


Teknik Hazırlık: Analiz Basım Yayın
Baskı: Uğur Matbaacılık

ISBN: 975-343-464-2 (Tk. No)


975-343-472-3 (3. cilt)

KAYNAK YAYINLARI: 467

ANALİZ BASIM YAYIN TASARIM GIDA


TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.
M eşrutiyet Cad. Kardeşler Han No: 12/3
34430 Galatasaray-İstanbul
web adresi: www.kaynakyayinlari.com
e-posta: iletisim@ kaynakyayinlari.com
Tel: (0212) 252 21 56-99 Faks: (0212) 249 28 92

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Turan Dursun

DİN BU-3
İslam Toplumu ve Laiklik

Youtube: Tanrı Mı Varmış


İÇİNDEKİLER

H A ŞA N Y ALÇIN'IN Ö N SÖ ZÜ
"BEN, Y Ü Z Y ILLA R IN D O Ğ U R D U Ğ U Ö LÜ M Ü M " 11
İS L A M D A T O P L U M 15
K Ö LE 17
"K öle Sahibinin M alı" 17
"Köle, Ö ldürülesiye D övülebilir" 18
Sonuç 19
K Ö PEK V E İN SA N H A K LA R I 20
G erekçe 20
E m ekçi K öpeğin H akları 21
B eslenm e Hakkı 21
Em ekçi K öpeğin İyi B eslenm e H akkını Çiğnem enin Cezası 22
Em ekçi K öpeğin D övülm em e H akkı 23
K öpeği D övm enin Cezası 23
K öpekler de S ınıf Sınıf, Ç eşit Ç eşit 24
"K itab-ı G ayr-i M ukaddes"teki K öpekler 25
R Ü ŞV E T L E M Ü SLÜ M A N O L A N L A R 26
G anim etin Paylaşım ı 26
Ya R esulallah A dalet Et!.. 27
B ir de Z ekât M alından R üşvet 28
R üşvet Verilenler: "M üellefetü'l-K ulub" 29
İslam H ukukçuları Ne D iyor? 30
A İLE 31
A yrıcalıklı A ileler 32
İbrahim ve M uham m ed A ilesinin Seçkinliği 32
İSLA M A G Ö R E "M İLLET" 34
KURBAN 36
Tanrı H er K urbanı Kabul Etm ez 36
H er A dım da K urban 37
İbrahim ve İlk O ğlu 37
S orular S o ru lar... 38

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"M al" A nlayışının Yansıması 39
M uham m ed: "Ben İki K urbanlığın O ğluyum " 39
M uham m ed'in Babası: "K urbanlık" 39
M uham m ed ve 100 D eve K urbanlığı 39
SÜ N N E T 41
T evrat'ta Sünnet 41
İslam da Sünnet 41
M uham m ed'e G öre K adının Sünnet O lm ası da Onurlu B ir Şeydir 42
Sünnet G eleneğinin Kaynağı: Eski M ısır 42
Sünnette K esilen, "Tanrı"ya A rm ağan 43
"D EV E BO Y U " D İN 44
"D eveli" A kıl 44
"D eveli" Ses 45
D eve D ile G elip A ğlam ış 45
M uham m ed'e G öre "Gökler, M eleklerin A ğırlığı' ndan D eve G ibi İnliyor 45
K ütük, D eve G ibi Ses Çıkarıp A ğlam ış 45
Efendi "Tanrı" (Rab), Hac İçin A raç O larak "Deve"yi Tanıyor 46
M uham m ed'e G öre "İnsanlar Kötü D eveler G ibi' dir 46
K A D IN 47
D İN İN K A D IN A BA K IŞI 49
"U ğursuz Bir Mal" 50
"K adınlarınız, Ekin Tarlanız" 51
"K adın: B ir M eta" 51
"M ut'a Nikâhı" 52
D İY A N E T İN YALANLARI V E K A D IN L A R I A ŞA Ğ ILA M A LA R I 53
C anver'in Ö nerisi 53
C anver'in Soruları 54
D iyanet "Cevap" Yerine Yalana B aşvuruyor 54
K adını A şağılayan H üküm ler M adde M adde 54
"İki K adının Tanıklığı, B ir Erkeğin Tanıklığına Bedeldir" 55
D iyanet Şeriat H ükm ünü Savunm ak İçin
Bilim i de K ullanm a Ç abasında 55
"K adınlar, Aklen ve D inen E ksik Y aratıklardır" 56
"U ğursuzluk Üç Şeyde Vardır: ’K an'da, 'Ev'de ve 'At'ta" 56
D iyanet'in Yalanı 56
"N am azı K at'eden Şeyler: K öpek, Eşek, D om uz ve Kadın" 57
"K adınlar A rasında Saliha K adın,
Y üz Tane K arga A rasında A laca B ir K arga Gibidir" 58
"B enden Sonra, Erkekler İçin,

Youtube: Tanrı Mı Varmış


K adından Zararlı B ir Fitne B ırakm adım " 58
"B ana C ehennem H alkı G österildi; Ç oğunluğu Kadınlardı" 59
"K adınlar, İnsanın K arşısına Şeytan G ibi Çıkarlar" 59
"Kadın Eğe K em iği Gibidir, O nu D oğrultm ak İstersen Kırarsın.
O nu Kendi H aline Bırak ve Eğriliğiyle O ndan Faydalanm aya Bak" 59
"Erkekler, K adınlar Ü zerinde H âkim dirler" 59
"Zina Çeşitleri" 60
C anver'in Sorularına K arşılık V erilm iyor 60
M U H A M M E D 'E G Ö RE K A D IN "U Ğ U R SU Z"D U R 61
VE K A D IN A DAYAK 64
D ünyanın En İlkel H ukukunda Bile B ulunm ayan Hüküm 65
ŞE H V E T 67
M uham m ed'in "30 Erkek G ücündeki Şehveti" 67
İslam H ukukuna G öre 9, H atta 5 Yaşındaki
B ir Kız da "Şehvet" K onusudur 70
"İN ŞÂ A LLA H " 71
"A ntiçerim ki Bir G ecede Y üz K adını Şey Edeceğim " 71
"İnşâallahsızlığın, M uham m ed'in Başına G etirdiği 72
Z İN A 74
I: KU R'AN 'D A "ZİNA" SÖ ZC Ü Ğ Ü VE
B U A N LAM D A G E Ç E N SÖ ZC Ü K LE R 74
11: "ZİN A"NIN TANIM I 75
A- İslam H ukukçularına G öre Tanımı 75
B- Laik C eza H ukukçularına G öre Tanımı 76
III: "ZİNA " SAYILAN VE SAYILM AYAN 77
A - "Zina"nın K oşullan ve Bu K oşullara U ym ayan D urum lar 77
B- Sonuç 91
IV: ZİN A C E ZA SI ( "HADD ") VE UYG U LAM ALAR 92
A - C eza Türleri 92
B- Z ina Suçunun Belirlenm esi 101
C- C ezanın U ygulanm ası 104
D -Ö z g ü r İnsan ve Köle Cariye A ynm ı 106
V: ZİNA E D E N LE E V LE N M E K 108

L A İK L İK 113

LA İK LİĞ İN , B A R IŞIN V E G E N Ç L İĞ İN "O LM A ZSA O LM A Z' LA R I 113


I: LA İK LİK VE O LM AZSA O LM A ZLA R I 116
A -L a ik lik 116
B- O lm azsa O lm azları 118

Youtube: Tanrı Mı Varmış


C- Laiklik Nasıl "K uşa Ç evrilm iş"tir? 122
D- Laikliğin G erekçesi 128
II: "İRTİCA" 132
A -T ü rle ri 132
III: B A R IŞ 134
A -O lm a z sa O lm azları 134
B -O lu rsa O lm azları 134
IV: G E N Ç L İK 135
İBNİ H A L D U N ’U N ESERİ
M U K A D D İM E ’NİN ÇEVİRİSİNE Ö NSÖ Z 136

G Ü N CEL KONULAR 167

FE L A K E T İSLA M D A 169
EFEN D İ "TA N RI"N IN "EV İ"N İ M ELE K L ER Mİ,
"K Â FİR "LER İN U Ç A K LA R I MI K O RU YACAK? 171
Efendi "Tanrı", K âbe"deki G üvenliği K aldırıyor 172
"D eccâl, M ekke'ye ve M edine'ye G irem ez!" Biçim inde
M uham m ed'in Verdiği G üvence 172
A B D U çakları Hangi S ınıf M eleklerden? 174
"K U R 'A N "L I BİR SK A N D A L 177
"Ticaret" İçin de O lsa Yalandan K açm ılam az mı? 178
"K ur'an"ın G erisinde K alındı" Savının K orkunçluğu 178
Ve T üyler Ü rpertici Bir Söm ürü 179
163. M A D D EN İN K A LD IR ILM A SI 180
163. M addenin H ükm ünü K aldırm aya M eclis'in G ücü Yetmez 180
"İnsan H aklan"nı Savunm a A dına İstenem ez 181
"H ukuk" A dına da İstenem ez 182
"D em okrasi" A dına da İstenem ez 182
"Ç ağdaşlık" A dına da İstenem ez 182
DİN D U Y G U L A R IN I İN C İTM EK SUÇ M U D U R? 184
K A RA SESLİ K A RA N LIK 188
SEM RA Ö ZA L ve TV A ÇIK O TU R U M U N D A K İ
Ü N İV E R SİT E M O L L A L A R IN A A ÇIK SO RU LA R 189
S em ra Ö zal'a Sorular 189
M olla Yaşar Nuri Ö ztürk'e S orular 190
Ö tekilere Soru 190
EL E ŞT İR İ VE M EK T U PL A R A CEVAPLAR 191
M EK TU PLA R 193
"İslam a Z arar Verilemez" 193

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Cevap: G erçek O rtada 193
"K ur’an'ın Tasdik Ettiği Tevrat ve İncil
Tahrip Edilm eden Ö ncekileridir" 194
Cevap: "T a h rif, Yalnızca İslam ın Savıdır 194
"Y orum larınızda Biraz D aha Ö lçülü O lam az m ısınız?" 194
C evap: "S aldın" Değil, "Sergilem e" 195
"Evrendeki Bu D üzen R astlantı Sonucu O lam az" 195
C evap: Evrende H er Şey, D eğişerek G elm iştir ve de D eğişm ekte 195
"Tanrı Varsa N eden A daletli D eğil?" 196
A kıl ve Bilim G özlüğü-İm an G özlüğü 196
"K ur'an'ın Tanrısı A kıllı mı?" 196
K orkup Ç ekinm ek B ir Çözüm D eğildir 197
"İslam N edir ve K im ler Eliyle O luşturulm uştur?" 197
K öşedeki Yazıları İzlerseniz
Sorularınıza K arşılıklar B ulabilirsiniz 197
"K ur'an'ın Tannsı Akıllı mı?" 197
Cevap: K orkup Ç ekinm ek B ir Ç özüm D eğildir 198
SÜ L E Y M A N ATEŞ'İN M EK TU B U VE K A RŞILIĞ I 199
D iyanet İşleri Eski Başkanı
Prof. Dr. Süleym an A teş’in M ektubu 199
"Bu R ivayetler Ç ürüktür" D iyebilecek B ir
"H adisçi" G österilebilir mi? 200
Süleym an A teş'in Yorumu 201
Süleym an A teş'in K aynakları 202
Süleym an A teş'e B ir Çağrı 203
M E K T U PL A R 204
K üfürler ve Tehditler 204
K üfür ve Tehditler B o şu n a... 205
Ö vgüler 206
Yazılar, B ir K itap O larak Yayım lanacak 206
"Zebur" D iye B ir K itap Yok 206
K ur'an'ın Türkçesi 207
M uham m ed'in Yaşamını Ö ğrenm ek İçin T ürkçe K aynaklar 207
K ur'an'da "6666 Ayet" B ulunduğu
Söylentisi G erçeğe D ayanm ıyor 208
M uham m ed D önem indeki K ur'an'ın
O rijinali H içbir Yerde Yoktur 208
"K utuplarda N am az ve Oruç" H akkında ne Ayet,
N e de Hadis Var 209

Youtube: Tanrı Mı Varmış


EL E ŞT İR İ M EK TU PLA R I 210
Z A M A N G A Z E T E SİY L E G Ö R Ü ŞM E 215
D İN C İ YAYIN Ç E V R E L E R İN E YANITLAR (ZAM AN ,
M İL L Î G A Z E T E , Y EN İ ASYA G A Z E T ELER İ İLE
Y EN İ D Ü ŞÜ N CE, PANEL V E T E V H İD D ER G İLER İ) 226
"İşte C evabım " 226
Suçlam a ve A şağılam alar 226
B ana Verilen "Cevap", Y azdıklarım ın N eresine Y önelik? 229
B ana "Cevap" Veren Kişi, N elerle K arşım a Ç ıkıyor? 231
N eyi Tartışıyoruz? 233
A m acım Nedir, Ben N e İstiyorum ? 244
"Ç am ur A tan Ben D eğilim " 245
"D insizim , Sapık D eğilim " 246
N için İlle de "Yalan" 252
B İR M EK T U B A VE İM ZA D E R G İSİN E YANIT 254
K eçiborlu İm am -H atip Lisesi Ö ğretm eni
İlknur T üzüner'in M ektubu 254
N edir "İlahi Dinler" 255
"T a h rif 256
İm am -H atip O kulu Ö ğretm eni Tüzüner,
K aynağındaki B ilginin Tersini G österip Savunuyor 257
K aynaktaki A nlam ıyla "K ur'an"da da T ahrif Yapılagelm iştir 258
"K ur'an'ın B ir H arfinin Bile D eğişm ediği" Yalan 261
Tevrat'taki S açm alar 263
Sonuç 270
İm za D ergisine Yanıt 270
M E K T U PL A R VE Y ANITLARI 276
Em ekli Ö ğretm en A hm et H am di G üler'in M ektubu 276
K oray K oçhan'ın M ektubu 283
SO N B Ö LÜ M 285
T U R A N D U R SU N ’U N YAYIM LANM IŞ ESER LER İ 287
Y A ZA RIN "K U R AN A N S İK L O P E D İS İN E İLİŞK İN
İLG İLİ Ç E V R E L E R İN G Ö R Ü ŞL E R İN D EN SEÇ M ELER 288
Y A ZA RIN , "K U R 'A N A N S İK L O P E D İS İN E İLİŞK İN A ÇIK LA M A SI 293
D İZİN 295

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"BEN, Y Ü Z Y IL L A R IN D O Ğ U R D U Ğ U ÖLÜ M Ü M "

Turan D ursun öldürüldü, din kurtuldu!


Cinayeti planlayanlar, evinin otuz m etre ötesinde onun başına kurşun sıkan­
lar böyle düşünm üşlerdir sanırım . Turan D ursun'un öldürülm esini radyolarından
sevinç çığlıklarıyla duyuran İranlı m ollalar da buna inanm ış olmalı. Ne gaflet, ne
ilkel aldanışj İnsanlık tarihi boyunca sürüp geliyor bu savaş. Bir kere olsun zu­
lüm le, cinayetle safsatanın üstte kalabildiği olm uş m udur? E ngizisyonun ayakta
tutam adığı hurafe, şim di canilerin kurşunlarıyla mı zafer kazanacak? İnsan aklı
bağnazlığı süpüre süpüre yürüyor. O dunlar üstünde yakılan G iordano Bruno'la-
ra, derisi yüzülen Hallacı M ansur'lara bir de Turan D ursun'un eklenm esiyle din
öm rünü kaç gün uzatabilir acaba? Turan D ursun Teori dergisinin A ğustos 1990
tarihli 8. sayısında şöyle yazm ıştı:

"B ilcüm le İslamcılar! İyice bilin! B ilin ve unutm ayın ki ben, yüzyılların
doğurduğu bir ’ölüm 'üm ! İslam ın, tüm dinlerin, tabuların, sonuçları bugün
ve yarın görülecek ölüm üyüm . Ç ıkarları din karanlığı üstüne kurulu olan­
lar, bu karanlıktan türlü biçim de yararlananlar, tüm karanlık böcekleri ben­
den korksunlar. Ne im zalı, ne im zasız yalanları beni yıldırabilecektir. K ork­
sunlar elim deki ışıktan. B ir m um ışığının bile koca bir oda karanlığını na­
sıl parçaladığını anknsasınlar. B inlerce yıllık ilkelliklerin, yalanlarla örülüp
piyasalara sürüldüğü im anın, kafalardaki duygulardaki zincirlerinin elbette
ki bir gün sonu gelecektir."

T uran D ursun'un sözlüğünde ölüm ün anlam ı işte budur. Bu gerçek ölüm ün


dehşeti içinde çırpınanlar, onu ortadan kaldırarak korkularına çare aram ışlardır.
T uran D ursun'un kendi ölüm üne gelince, gene onun yaklaşım ına başvurm ak
gerekiyor. T uran D ursun'un büyük düşünce savaşını izleyenler, bu cesareti n e ­
reden aldığını, öldürülm ekten korkup k orkm adığını, kendini iyi koruyup k o ru ­
m adığını hep sorm uşlardır. İltican ın tırm andırılıp pervasızca saldırtılm ası k a r­
şısındaki kaya gibi duruşu in sa n la n sadece hayran bırakm am ış, bu türden so ­
ruları akla getirm iştir. YüzyıTm A nkara B ürosu'nda bana şunu anlatm ıştı: Din
kon usunda gerçeğe ulaştığım da k endim e sordum . R ahat yaşam ak uğruna g e r­
çeği m ezara m ı götüreyim ; halka gerçeği anlatm ak uğruna ölüm ü m ü göze ala-

11

Youtube: Tanrı Mı Varmış


yım ? T uran D ursun b ir aydınlanm a savaşçısı gibi yanıtladı soruyu. Ve o anda
ölüm ü yendi. Ö lüm ün ötesine geçti. Bu nedenle Turan D ursun'u öldürm ek o la ­
naksızdı. O nun katilleri gereksiz, boşuna b ir iş için kendilerini yorm uşlardır.
Ö lüm T uran D ursun'u daha da büyüttü. Şim di onun yazdıkları uğrunda y aşam ı­
nı feda etm iş olm asının büyüsüyle de çekici hale geldi. A dı ölüm süz a y d ın lan ­
m a kurbanlarının arasına yazıldı.
Turan Dursun'un ölüsü önünde düşünm eliyiz. Türkiye bir Cum huriyet Devrimi
yaşadıktan sonra, Turan D ursun'ların fikirlerini yazabilmek için ölümü göze alm a­
ları gereken ve sonra da öldürüldükleri bir ülke haline getirilmiştir. A tatürk'ün din
konusunda söylediklerini, Atatürk dönem inde okutulan ders kitaplarının yazdıkla­
rını anım sam anın tam zamanı. "Hayat, herhangi bir doğa dışı etkenin müdahalesi
olm aksızın dünya üzerinde doğal ve zorunlu bir kimyasal ve fiziksel olaylar dizisi
sonucudur" (Saçak, Mayıs 1985, sayı 16) diyen, M uham m ed'in bir Arap siyaset
adamı olduğunu, tektanrılı dinlere siyaseten geçildiğini söyleyip yazan Kemalizm-
den (2000'e Doğru, 22-28 Şubat 1987, yıl 1, sayı 8), bugünkü kodam an A tatürkçü­
lüğüne getirilm iştir ülke. Dinin toplum yaşam ından sökülüp atılması, düşüncenin
özgürleştirilm esi, bağnazlığa karşı m ücadele anlam ındaki laikliğin külü göğe sav­
ruldu. 12 Eylül'ün kattığı ivme ile "laiklik dinsizlik değildir" laikliğine geçildi.
O kullara zorunlu din dersinden, R abıta parasıyla im am maaşı ödenm esine kadar
uzanan icraatla 12 Eylül, M uam m er Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun cinayetle­
rinin kaldırım taşlarını da döşedi. Turan D ursun'un katili tetik çekicilerden çok 12
Eylül'dür. Suudi serm ayesine kaderini bağlam ış iktidar sahipleridir.
C inayetin çarpıcı bir şekilde gündem e getirdiği gerçekler var. M ustafa K e­
m al'i K urtuluş Savaşı'nda ve hem en sonrasında m azlum m illetler alkışladı. Ş im ­
di iktidarda bulunanları Pentagon başta, em peryalistler alkışlıyor. M ustafa K e­
m al hareketini Lenin, yani dünya kom ünizm inin lideri alkışladı, bunları B ush al­
kışlıyor. Turan D ursun böylesine geriye döndürülm üş bir Türkiye tablosunun or­
tasında yatıyor. K oşuyolu'nun soğuk kaldırım ında değil.
C um huriyet, O sm anlı halifeliğini yıkarak kuruldu. Şim di iktidarda olanlar ise
O rtadoğu'nun şeriatçı şeyhleriyle, em irleriyle, krallarıyla halklara karşı saf tutu­
yorlar. Bu cephenin patronu ise A m erika. T ürkiye bir A m erikan savaşına ortak
edilm ek isteniyor. N eden Turan D ursun, neden şim di, sorularına yanıt ararken
bunları düşünm em ek olanaksız. Cinayet, sadece şeriat cephesinin azgınlığını or­
taya koym uyor, bir plana da ışık tutuyor.
Turan D ursun için yazarken eksik bırakılm am ası gereken bir nokta var: O,
düşüncesinin sonuçlarına cesaretle yürüyen aydındı. B ulgulanndan dehşete dü­
şerek sınırlanm ayı reddetti. K alem lerin alınıp satıldığı, m evki için, övgü için fi­
kirlerin şapka gibi giyilip çıkarıldığı, şiirin bile m etalaştırıldığı düşünce dünya­
m ızda az şey mi?

12

Youtube: Tanrı Mı Varmış


A ltında hiçbir yayın organı bencilliği aranm aksızın şu soru üzerinde de düşü­
nülm esini isteriz: Bu kahram an aydınlanm acı, Turan D ursun, neden önce 2000'e
D o ğ ru n u n , sonra da Yüzyıl' ın yazarıdır? N eden M arksistlerin önderlik ettiği d er­
gilerde yazabilm iş, neden ancak M arksistlerle birleşebilm iştir? "Yazabilm iştir"
sözünü vurgulu söylüyorum . Turan D ursun'dan bizzat dinledim : "Doğu Perin-
çek'in beni anladığını, yapm ak istediğim şeyi ancak onunla yapabileceğim i, so­
nuna kadar birlikte olacağım ızı ilk görüşm em izde anladım ." K em alizm iktidar
partisi olduktan sonra katılaşıp, düzenin bekçisi oldu. Statükoyu korum ak ön pla­
na geçti. 70 yıllık tarihi boyunca geldiğim iz noktada artık laiklik de em ekçi sı­
nıfların işidir. D ünyayı dönüştürm e düşüncesinin merkezi M arksizm dir.
Turan Dursun bütün bir din âlem ine karşı, safsataya, hurafeye karşı savaştı.
İnsanlık âlem i karanlığı öncü oğullarıyla yara yara ilerliyor. K urbanlar veriyor.
Turan D ursun, m ücadelesi boyunca din ulem asını sürekli er m eydanına çağırdı.
Hep korktular, hep kaçtılar. "Yazdıklarım en sağlam kabul edilen tem el kaynak­
lara dayalı. Ç ürütenler varsa, buyursunlar bunları çürütsünler." Bu çağrıya yanıt
verecek cesarette bir din savunucusu bulunam adı. A m a pusu kurup, tetik çeke­
cek üç katil bulundu.

Yüzyıl, 9 Eylül 1990, yıl 1, sayı 6


H aşan Yalçın

13
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Youtube: Tanrı Mı Varmış
İS L A M D A T O P L U M

15
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Youtube: Tanrı Mı Varmış
KÖLE

H om o Sapiens. 1778 yılında L im e'nin "insan"a, "düşünen insan"a verdiği ad ­


dır bu. Bugün yeryüzü insanlarının tüm ü bu türden. Eski Yunan düşünce dünya­
sında "algılayan, konuşan hayvan" (elhayvanın nâtık) gibi nitelem eler yapılır.
"İnsan'ın" "hayvanlar" arasından sıyrılıp sivrilerek bu aşam aya ulaşm ası birden
olm am ıştır. Kolay da olm am ıştır. H em zam an, hem em ek gerektirm iştir. M ilyon­
larca yıl geçm iştir bunun için. "İnsan" olm a aşam asında da bir noktada kalm a­
m ıştır Hom o Sapiens. D oğadaki en tem el yasalardan olan "değişm e-değiştirm e"
çizgisi içinde değişm iş ve değiştirm iştir sürekli. K endini, do ğ ay ı...
Ç ağım ızın insanı, ulaştığı aşam a nedeniyle bugün "köle"yi, "kölelik kuru-
m u"nu kabul etm ez. Bu kurum u, insanlardan kim ini "köle" görm eyi, böyle nite­
lem eyi "insanlık dışı" sayar.
Ne var ki, herkesin bildiği gibi insanlığın geçmişinde bu kurum vardır. Tarihte
"köleci toplum" yaşamı, uzun süre yaşanmıştır. Bu toplum yaşam ında "insan" ol­
duklarına bakılm aksızın kimi insanlar birer "mal" sayılmış, alınıp satılmışlardır.
Bu artık gerilerde, çok gerilerde kalm ıştır. A m a "din"lerde, inançlarda yok ol
m am ıştır. Ö zellikle "Sami dinler"in, en başta da Yahudilik ve İslam dinlerinin
"kutsal k itap"lannda ve "şeriat"larm da hep yaşayagelm iştir. Bu dinlerde kölelik
kurum u, bugün de vardır, bunlar silininceye dek yarın da olacaktır. N eden ki
"kutsal kitap" doğm aları ve "Ş E R İA T 'lar değişm ez. D eğişm ezlik, donm uşluk
bunların tem el özelliğidir. "Zam anın değişm esiyle hüküm ler de değişir" türünden
kural kabul edilir gibi bir tutum gösterildiğine de tanık olunm uştur, am a bu bir
yutturm acadır.
"Köleci toplum " yapısında "kutsal kitap"lara birçok kural ve ilke olduğu gibi
geçm iştir. B unların içinde de "köle, sahibinin malıdır" ilkesi vardır.

"K öle, Sahibinin Malı"

Ö nce Tevrat'ta görelim bu ilkeyi:


Tevrat'ta insanlar ikiye ayrılm akta: İsrailoğulları ve onun dışında kalanlar. İs-
railoğullarından olanlar, Yahudiler, köle durum una düşseler bile Tevrat'ta köle
sayılm ıyorlar. K ısacası: Tevrat'a göre "Yahudi köle olm az" hiçbir zam an. Başka
insanlara gelince, koşullara göre "köle" olabilirler. Tevrat'ın bakışı böyle:

17

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- "Ve eğer kardeşin senin yanında yoksul düşerse ve kendisini sana satarsa, onu
köle gibi çalıştırm ayacaksın. Senin yanında ücretli adam gibi ve konuğun gibi ola­
caktır. ( ...) Çünkü onlar, M ısır ülkesinden çıkardığım kullanırıdır. Köle olarak sa­
tılm ayacaklardır..." (Tevrat, Levililer, 25: 39, 42). Bu "kutsal kitap"ta, kim i insa­
nın "köleliği"yse doğal görülür ve "mal olarak alınıp satılabileceği" bildirilir:
"Ve senin m alın olacak köleye ve cariyeye gelince: Ç evrenizde olan toplum -
lardan köle ve cariye satın alacaksınız. Ve aranızda oturan yabancıların da çocuk­
larından, onlardan ve ülkenizde doğup da yanınızda bulunan oym aklardan satın
alacaksınız. Ve sizin m alınız olacaktır. Ve onları, kendinizden sonra m ülk olarak
çocuklarınıza m iras olarak bırakacaksınız. H er zam an köleleri, onlardan satın
alacaksınız. Fakat kardeşlerinize, İsrailoğullarına, birbirinize sertlikle efendilik
etm eyeceksiniz." (Tevrat, Levililer, 25: 44-46.)
Tevrat'ın "ulusal Tanrı'sı - k i K ur'an'a da g eçm iştir-, bu ayrımı yapm akla kal­
m az; "kölenin dövülebileceğini" de bildirir.

"K öle, Ö ldürülesiye D övülebilir"

Tevrat'taki şu tüyler ürpertici satırları birlikte okuyalım:


- "Eğer bir adam , kölesine ve cariyesine değnekle vurur ve o köle, cariye
onun elinin altındayken ölürse o adam cezalandırılacaktır. A ncak dövülen köle ve
cariye, bir ya da iki gün yaşarsa, adam cezalandırılm ayacaktır. Ç ünkü o köle v e­
ya cariye, adam ın kendi malıdır." (Tevrat, Çıkış, 21: 20-21.)
G örülüyor ki dövülen köle hem en ölürse sahibinin "cezalandırılacağı" bildi­
riliyor (cezanın ne olacağı da bildirilm iyor. Bu ceza bir azarlam a türünden de
olabilir) am a aradan bir gün geçtikten sonra o köle ya da cariye ölürse, döven ve
ölüm e yol açm ış olan adam ın cezalandırılm ayacağı hükm e bağlanıyor. G erekçe­
si de açıklanıyor: "Çünkü o köle ya da cariye döven adam ın kendi malıdır."
Bu m antık bugünün insanına elbette ki korkunç gelebilir. N e ki "kutsal ki-
tap"ta hiç eskim eden yaşıyor. G ezegenim izin insanları bu kitabın hüküm lerine
tüm üyle inanm ış olsalar, bu m antığı paylaşm ak zorunda kalacaklar. Çünkü "Tan-
rı'nın değişm ez hükm ü" sayılır bu inanç dünyasında.
K ur'an'da da "kölelik" kurum u vardır. K im i insanlar erkek köledir; kim ileriy­
se "dişi köle". İkincisine "cariye" denir. K ur'an'ın "Tanrı"sı da, kim i insanları "in­
san" oluşlarına bakm aksızın "köle, cariye" olarak kabul eder. Ve her birini "mal-
m ülk" sayar. M uham m ed'in "dişi köle"lerinden, yani "cariye"lerinden söz ed er­
ken: "M âm eleket yem înüke", yani "sağ elinle satın aldığın (m ülk edindiğin mal)"
der iki yerde. (Bkz. A hzâb Suresi, ayet 50, 55). 13 yerde de öteki M üslüm anla­
rın köle ve cariyelerinden söz edilirken "sahiplerinin sağ elleriyle satın aldıkları

18

Youtube: Tanrı Mı Varmış


(m ülk edindikleri m allan)" diye bildirilir. (Bkz. N isâ Suresi, ayet 3, 24, 25, 26;
Nahl Suresi, ayet 71; M üm i'nûn Suresi, ayet 6, 21, 23, 58; Rûm Suresi, ayet 28;
A hzâb Suresi, ayet 50, 55; M eâric Suresi, ayet 30.)
"Köle, cariye" K ur'an'da "abd", "rakabe", "eme" gibi sözcüklerle de anlatılır.
Köle ve cariyeden bolca söz edilir ayetlerde. Ve hepsi de sahiplerinin yasal malı
olarak tanıtılır. İslam şeriatını sevim li gösterenler, "İslam da kölelik yoktur" der­
ler, dem eye çalışırlar, am a işte gerçek ortada. K im i zam an da "İslam, K u ran , kö­
le azat etm eyi teşvik etm iştir" diyerek durum u kurtarm aya çabalarlar. A ncak, İs­
lam, İslam ın "kutsal kitabı" olan K ur'an, "kölelik kurum u" nu tanım ış mı, tanı­
m am ış mı, bir başka deyişle insanlardan kim ini "alınıp satılabilen m al niteliğin­
de köle, cariye" diye kabul etm iş mi etm em iş mi? Önem li olan budur. İslam ın en
başta "kutsal kitabı"yla bu kurum u kabul ettiği, hiçbir biçim de yadsınam az. S a­
yısız hadislerin yanında bu konudaki ayetler de -y o ru m a gerek kalm ayacak b i­
ç im d e - açık. "Â zâd etm e"yse bir başka konu. Köle sahibi, "mal"ı olan "köle"yi
"âzâd" eder ya da etm ez; bu onun bileceği iştir. Tıpkı başka m alını şu ya da bu
yolda harcam ası gibi. D iyelim ki kendisine "şu yolda harcam an sevaptır" deni­
yor. Yine de kişi özgürdür, özendirilen "sevab"ı isteyebilir de istem eyebilir d e ...
E vet önem li olan "kölelik kurum u"nun "insanlık dişiliği" ortadayken, kabul
ediliyor oluşudur.
İslam şeriatını sergileyen "fıkıh kitaplan"nı açıp baktığım ız zam an, bu kitap­
ların çok önem li bölüm lerini "köle" ve "cariye"lere ilişkin "hüküm ler"in oluştur­
duğunu görürüz. Bu bölüm lerde inceden inceye ayrıntılar da yer alır. İslam h u ­
kuku bunlarla doludur.
D em ek ki gezegenim izin insanları, Yahudilik gibi İslam ı da benim sem iş olsa­
lar, bugün de yarın da, kimi insanlar birer "mal" sayılacaklar, "köle, cariye" diye
alınıp satılabileceklerdir. Ve tabii "insan hakları"na ilişkin "uluslararası boyutta”
bugün hiç değilse dünyanın bir kesim inde geçerli olan ilkeler artık o zam an g e­
çerli olm ayacaktır.
İnsanlık, "kutsal kitaplar"ın taşıyageldikleri kuralları yara yara gem isini yüz­
dürüp bugünlere, bugünkü düzeye gelm iştir. "Kölelik" konusunda da öyle.
\
Sonuç

K ötü ve insanlık dışı bir kurum olan "kölelik" de, tüm değişm ezliğiyle dinler­
de vardır. "Yorum "larla "iyileştirm e" yoluna gitm ek bir şey sağlam az. Şim diye
dek sağlam am ıştır d a ... B ir kurum böyleyse kökünden kaldırm ak gerekir. D ü­
zeltm ek yetm ez. D inlerde, "kölelik" gibi nice kökünden kazınıp kaldırılm ası g e­
reken ilke ve insanlık dışı kurum lar vardır.
Em eğin Bayrağı
15 Haziran 1990, yıl 3, sayı 27

19

Youtube: Tanrı Mı Varmış

ı
KÖ PEK V E İN SA N H A K LA RI

"...K Ö P E K beslenirken ET'le birlikte SÜ T


ve yağlı besin verilir. K Ö PEĞ İN HAKKI
olan besindir b u ..."
-A V ESTA , V EN D İD A D , 13. B Ö L Ü M -

Çağ: M ilattan yüzyıllarca önce. Konu: "K öpek hakları ve güvencesi."


Konu önemle ele alınıyor. Çerçevesi çiziliyor. Gerekleri belirleniyor. Hürmüz
(Tanrı) adına, kutsal kitap AVESTA'da açıklanıyor. "Emekçi köpekler"in haklarının
gereğine uym ayanlara verilecek cezalar duyuruluyor. "İnsan em ekçiler"inin hakla­
rının gereklerine uym ayanlar için bugün düşünülem eyecek ağırlıktaki cezalar...
Çağ: M ilattan hem en hem en iki bin yıl sonra. Konu: "İnsan em ekçileri ve
hakları." Bu haklar tartışılıyor. K imi yerde kim i ölçüde tanınıyor, kim i yerdeyse
bırakılıp geçiliyor. "İnsan hakları" kabul edilip dünyanın her bir yanına duyurul­
muş olsa bile.
İlginç olur diye bir küçük karşılaştırm a yapm ak istedim. A m acım ne "kö-
pek"leri "insan'laştırm ak, ne de insanları köpekleştirm ek. Ne böyle bir savım
var, ne de buna gücüm yeter.
A vesta'nın ilgili bölüm lerinden kim i parçaları olduğu gibi dilim ize çevirerek,
kim i kesim leriniyse özetleyerek sunm aya çalışacağım . Yer yer başka yapıtlardan
alıntılarla b irlik te...

G erekçe

"Em ekçi köpekler"in "hakları", kutsal kitapta, gerekçesiyle birlikte "hükm e


bağlanıyor". G erekçe açıklanırken şöyle deniyor:
- Ey Zerdüşt! Ben H ürm üz (Tanrı), köpeği yarattım . Giyim i kuşam ıyla,
ayağında ayakkabısıyla ve keskin dişlerinden oluşan silahıyla birlikte, her an te ­
tikte ve uyanık biçim de yarattım . İnsan onu doyurm alı ki, o da onun m alını,
m ülkünü sağlam ca bekleyebilsin. Ben H ürm üz, köpeği, hırsıza karşı koyacak
özellikte yarattım bu dünyada. Kafası yerinde olduğu zam an köpek bu özelliği
gösterir; insanların m allarını koruyabilir. En küçük sesle kim uyanabilir ey Z er­

20

Youtube: Tanrı Mı Varmış


düşt? Ne hırsız, ne de kurt, köpeği uyandırm am ayı başarabilir ve evden bir şey
götürebilir. K öpek kurdu öldürür, ezer, kovar, kar eritir gibi eritir." (A vesta, Ven-
didad, Bölüm : 13.)
D em ek ki köpeğin önem li bir işi, görevi var. Bekçilik. Kolay değil bu iş. Sağ­
lıklı bir bekçilik için "kafanın yerinde olm ası" gerekir. Bunun içinse em ekçi k ö ­
peğe iyi bakılm alıdır. Hakkı yenm em elidir. İşinin ağırlığına ve önem ine uygun
olarak savsaklanam az hakları vardır onun.

Em ekçi K öpeğin H ak lan

Em ekçi köpeğin, A hura M azda, bir başka adıyla H ürm üz katında ne denli
önem li olduğu ayrıntılarıyla anlatılır. Z erdüşt sorar, açıklam a ister; H ürm üz de
kaşılık verir, anlatır Avesta'da. Ö nem iyle birlikte haklan da dile getirilir. Ayrıca,
bu haklara titizlik gösterm enin "insanların yararına" olduğu da belirtilir. K öpeği­
ne bakm ayan mal m ülk sahibi, üretici zararlı çıkm akta. Bu zararın kam uyu ilgi­
lendiren yanı da var. K öpeğine iyi bakm ayan, h aklanna özen gösterm eyen köpek
sahibinin çok ağır cezalarla cezalandırılm ası bundan. "Köpeğini iyi besleyip ko­
ruyacaksın ki köpeğin de seni, m alını, m ülkünü korusun."

Beslenm e Hakkı

H er köpeğin "beslenm e hakkı" vardır. "İyi beslenm e hakkı." Em ekçi köpek


işinin ağırlığı nedeniyle çok ve çabuk yıpranır, çabuk kocar.
Z erdüşt'ün sorusu üzerine H ürm üz şu bilgiyi verm ekte bu konuda:
Ey Zerdüşt! Bu dünyada kocam ışlık, köpeğin başına çok erken gelir. İn­
sanların yanıbaşm da çöküp bekçilik yaparken aç bırakılırsa köpek, iyi ruhun y a­
rattığı öteki yaratıklardan çok daha hıziı^ biçim de kocar. Onun için köpek besle­
nirken, etle birlikte süt ve yağlı besin verilir. K öpeğin hakkı olan besindir bu."
(Avesta, Vendidad, Bölüm : 13)
K uşkusuz çağım ızda ve uygar dünyada "in san 'ların "em ekçi"lerinin de böy­
le "iyi beslenm e" hakları var. "İnsan H akları Evrensel B ildirisi"nin anlattıkları­
na, özellikle 23., 24. ve 25. m addelerine bakarsanız, "her insanın" bu hakkı var­
dır. Ne var ki, şu başlıklı haberleri de okum aktayız:
Ü lkem izden: "Yeni K atsayı=K eçiboynuzu" (6 M ayıs 1985 günlü M illiyet b i­
rinci sayfa, birinci haber, m anşet). "Ü cretliye A rtık IM F Bile Acıyor" (6 M ayıs
1985 günlü C um huriyet, birinci sayfa, birinci haber, manşet).
D ünyadan: "Tayland'da B edava Pirinç K apışm ası: 21 Ölü" -B a n g k o k - (AP)
Tayland'da bir hayır kurum u bedava pirinç dağıtırken m eydana gelen izdiham da

21
Youtube: Tanrı Mı Varmış
21 kişi öldü, bazıları ağır olm ak üzere 40 kişi de yaralandı. H ayır kurum u 5 kilo ­
luk pirinç ve 190 TL tutarında p a ra dağıttı." (31.7.1984 günlü Cum huriyet)
D ünyanın birçok yerinde, uygar insanlığın gözü önünde kitle kitle insan acın­
dan ölm ekte.

Em ekçi K öpeğin İyi Beslenm e H akkını Ç iğnem enin Cezası

Em ekçi köpeğe "kötü besin" verm enin cezası, Avesta'da, düşünülem eyecek
ölçüde ağırdır. "Başıboş it"e kötü besin verm enin cezası bile çok ağır.
"Kötü besin verm e"nin, köpeğine göre oluşturduğu suç, önce belirlenip dere­
celendiriliyor, sonra da "suçun derecesi"ne göre verilecek "ceza" açıklanıyor.
Vendidad'ın 13. Bölüm 'ünden, dilimime, olduğu gibi çeviriyorum :
"ZERDÜŞT- Ey gövdeler dünyasını yaratan! Ey Kutsal Varlık! Bir adam , bir
çoban köpeğine kötü bir besin verse, ne tür bir suç işlem iş olur?
H Ü R M Ü Z- Birinci dereceden bir aile, bir kabile başkanının önüne kötü besin
çıkaran kim senin işlediği suç türünden bir suç işlem iş olur.
ZERD Ü ŞT- Ey gövdeler dünyasını yaratan! Ey Kutsal Varlık! Bir adam , bir
ev köpeğine kötü bir besin verse, ne tür bir suç işlem iş olur?
H Ü R M Ü Z- O rta dereceli bir aile, bir kabile başkanının önüne kötü besin çı­
karan kim senin işlediği suç türünden bir suç işlem iş olur.
ZERD Ü ŞT- Ey gövdeler dünyasının yaratıcısı! Ey Kutsal Varlık! Bir adam ,
başıboş bir köpeğe kötü bir besin verse, ne tür bir suç işlem iş olur?
H Ü R M Ü Z- K apısına belirli bir din adam ı kılığında gelen bir din adam ına kö­
tü besin veren kim senin işlediği suç türünden bir suç işlemiş olur.
ZERD Ü ŞT- Ey gövdeler dünyasını yaratan! Ey Kutsal Varlık! Bir adam , bir
köpek eniğine kötü bir besin verse, ne tür bir suç işlem iş olur.
H Ü R M Ü Z - Erdem li anne babadan olm a, ergin bir delikanlıya kötü besin ve­
ren kim senin işlediği suç türünden bir suç işlem iş olur."
Ve cezalar:
ZERD Ü ŞT- Ey gövdeler dünyasını yaratan! Ey Kutsal Varlık! Bir adam , bir
çoban köpeğine kötü bir besin verse, bu adam a verilm esi gereken ceza nedir?
H Ü R M Ü Z- Böyle bir suç için verilm esi gereken ceza: 200 kam çı ve 200 değ­
nek sopa.
Ö tekiler de sırasıyla açıklanıyor:
Ev köpeğine "kötü besin verm e"nin cezası: 90 kam çı, 90 değnek.
B aşıboş köpeğe "kötü besin verm e"nin cezası: 70 kam çı, 70 değnek.
K öpek eniğine "kötü besin verm e"nin cezası: 50 kam çı, 50 değnek.
G örüldüğü gibi, en az derecedeki cezaya bile suçlu insan dayanam az. K ısaca­

22
Youtube: Tanrı Mı Varmış
sı: H angi sınıftan köpeğe olursa olsun "kötü besin" veren kim se ağır suç işlem iş
sayılm akta. K im böyle bir suç işlese yandı. Yiyeceği "sopa"ları bitirm eden ölür.
B ununla birlikte, cezadan kurtulm ak için "kurtulm alık" (keffaret) denen yol da
var. A m a o da çok ağır. Ö dem ek, büyük çapta m alvarlığına bağlı. K urtulm alığın
derecesi, cezadaki "kam çı ve değnek" sayısına göre düzenlenm iştir.

Em ekçi K öpeğin D övülm em e Hakkı

H içbir köpeğe dayak atılam az. H içbir köpek, köpekliğinin onuruna uym ayan
bir durum a uğratılam az. Bu hakkı çiğneyen kim se, ağır biçim de cezalandırılır.

K öpeği D övm enin Cezası

ZERD Ü ŞT- Bir adam , bir çoban köpeğine öldürücü biçim de vursa da ruhunu
gövdesinden ayırsa (yani öldürse), bu adam a verilm esi gereken ceza nedir?
H Ü RM Ü Z- 800 kam çı, 800 değnek.
ZERD Ü ŞT- Ey gövdeler dünyasının yaratıcısı! Ey Kutsal Varlık! Bir adam,
bir ev köpeğine öldürücü biçim de vursa, bu yüzden köpeğin ruhu gövdesinden
ayrılsa, bu adam a verilm esi gereken ceza nedir?
H Ü R M Ü Z- 700 kam çı, 700 değnek.
ZERD Ü ŞT- Ey gövdeler dünyasını yaratan! Ey K utsal Varlık! B ir adam , b a­
şıboş köpeğe öldürücü biçim de vursa da, bu vuruş, onun ruhunu gövdesinden
ayırsa, bu adam a verilm esi gereken ceza nedir?
H Ü R M Ü Z - 600 kam çı, 600 değnek.
ZERD Ü ŞT- Ey gövdeler dünyasını yaratan! Ey K utsal Varlık! B ir adam bir
köpek eniğine öldürücü biçim de vursa da bu vuruş onun ruhunu gövdesinden
ayırsa, bu adam a verilm esi gereken ceza nedir?
H Ü R M Ü Z- 500 kam çı, 500 değnek.
K öpeğin "dövülm em e hakkı" var da, kutsal kitaplarda "tüm yaratıkların en
onurlusu" diye tan ıtılan "insan"ın böyle b ir hakkı yok m u? Var, am a "insan"ına
göre. Ö nce "erkek" m i, "dişi" m i ona bakm ak gerekm ekte. E ğer dişiyse, yani
kad ın sa ve "koca"lıysa, K ur'an'a göre dövülebilir. Ç ünkü kocanın "dövm e h ak ­
kı" vardır.
N isâ Suresi'nin 34. ayetinin, D iyanet İşleri B aşkanlığı'nca yayım lanan
"K ur'an-ı K erim ve Türkçe A nlam ı"ndaki çevirisi şöyledir:
"A llah'ın kim ini kim ine üstün kılm asından ötürü ve erkeklerin, m allarından
sarfetm elerinden dolayı erkekler, kadınlar üzerine hâkimdirler. İyi kadınlar, gö­
nülden boyun eğenler ve A llah'ın korunm asını em rettiğini, kocasının bulunm adı­
ğı zam an da koruyanlardır. Serkeşlik etm elerinden (karşı gelm elerinden) endişe­

23
Youtube: Tanrı Mı Varmış
lendiğiniz (korktuğunuz) kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bıra­
kın, nihayet dövün! Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aram ayın. D oğrusu A l­
lah Y üce'dir, Büyük'tür."
H ele köleyse, görünüşte, "insan"sa da, kutsal kitaplara göre, "alınıp satılan
m al"dır. (Ö rnek olarak bkz. K ur'an, 4/3; 4/24; 4/25; 24/33; 24/58; 30/28; 33/50;
33/52.)
Tevrat'a göre, bir "efendi", "köle"sini "öldüresiye" bile dövebilir. D överek öl­
dürdüğü köle, "elinin altında" hem en ölm ezse "cezalandırılm az". Ö ldürülesiye
dövülen kölenin "bir gün" yaşam ası, döverek öldüren "efendi"nin cezadan kur­
tulm ası için yeterlidir. Efendinin "dövm e hakkı" vardır. Çünkü köle, "onun m a­
lıdır".
İlgili iki ayetin, K itab-ı M ukaddes Şirketi'nce yayım lanan E ski ve Yeni A hit
adlı yapıttaki çevirisi şöyledir:
"Eğer bir adam , kölesine yahut cariyesine değnekle vurur ve onun eli altında
ölürse, m utlaka cezalandırılacaktır. A ncak, bir yahut iki gün yaşarsa cezalandı­
rılmayacaktır. Ç ünkü o kendi malıdır." (Tevrat, Çıkış, 21: 20-21.)
İyi ki "İnsan H aklan Evrensel B ildirisi" gerçekleşti yüzyılım ızda. İyi ki, bu
bildirinin 4. m addesiyle "kölelik ve köle ticareti", 5. m addesiyle de "işkence" ve
benzeri "insanca olm ayan durum lar" yasaklandı. İyi ki, "kabul" edip benim sedi
uygar ülkeler. Ve iyi ki, ülkem iz, devletim iz de bunlar arasında var.
İyi de, böyledir diye "işkence" hiç yok m u? "İnsan"lar, "insanca olm ayan" du­
rum lara hiç uğratılm ıyorlar mı? K eşke "evet!" diyebilseydik. A nlaşılan; "kabul"
etm ekle, "uygulam ak" ayrı ayrı şeyler.

K öpekler de S ın ıf Sınıf, Ç eşit Çeşit

Z erdüşt'ün kutsal kitabında bir köpek var ki, son derece değerli. Öteki köpek­
lerin birkaç katı değerde. "Su köpeği" diye niteleniyor. Vendidad'ın 14. Bö-
lüm 'ünde anlatılır. Bunun dışında "üç sın ıf köpek" daha var: Çoban köpeği, ev
köpeği ve başıboş köpek. B ir dördüncü sınıf olarak "enikler sınıfı" da var.
Em ekçi köpekte "8 huy"un bir arada bulunabileceği açıklanıyor Avesta'da:
- D in adam ı huyu.
Bu şöyle belirtiliyor:
- D i n adam ı gibi artıkları yer, din adam ı gibi kolay sevindirilir, din adam ı gi­
bi çok sabırlıdır, din adam ı gibi bir lokm a ekm ekle de yetinebilir."
- Savaşçı huyu.
- Ç iftçi huyu.
- Sivrisinek huyu.
- Yol kesici huyu.
- H ırsız huyu.

24
Youtube: Tanrı Mı Varmış
- O rospu huyu.
- Ç ocuk huyu.
V endidad'ın 13. B ölü m ü n d e ayrıntılarıyla anlatılır bunlar.

"K itab-ı Gayr-i M ukaddes"teki K öpekler

Deyim, yazı ve söz ustası Aziz Nesin'in. Yeni yayımlanan kitaplanndan birine
koymuş. Bir öyküsünün başında, "Kitab-ı Gayr-i Mukaddes'ten: 1 Bölüm, 3. Bab, 5.
Fasıl" diyor ve ünlü usta yazar, gerçekten böyle bir kitap var gibi şu alıntıyı yapıyor:

"İnsanların kendilerini hiç bağışlam ayacağı şey, bir zam anlar başka bir in­
sana köpeklik etm ek zorunda ya da durum unda kalm ış olm alarıdır. Ellerine
ilk fırsat geçtiğinde, astlarına karşı kurtlaşarak, üstlerine karşı aslan kesilip
onları parçalayarak, bir zam anlar köpeklik etm iş olm alarının hıncını çıkar­
m aya çalışırlar. Bir insan ne denli çok aslanlık taslarsa, o denli de çok k ö ­
peklik etm iş olduğu anlaşılır."1

N esin'in "M ukaddes O lm ayan K itab"ında, şunlar da var:


"İnsan, her hayvanın işlevini o hayvandan daha yetkin olarak yaptığı gibi,
köpekliği de köpekten daha iyi yapıyordu. K öpekler ne de olsa insan olm a­
dıklarından, insanlar gibi köpeklik yapam ıyorlardı. ( ...) Hem işsizlere iş
bulm ak hem de köpeklere yaptırılan korum a görevini köpeklerden çok d a ­
ha iyi yapabilecek olan insanlara yaptırm ak daha doğru ve daha insancıl
olacaktı. İşte böylece tarihte öyle bir dönem geldi ki, kimi insanlar köpek­
lerin yerini aldı ve o insanlar korum a görevini köpeklerden daha iyi yapm a­
ya başladılar.

"K endilerinin korunacak şeyleri olm ayanlar, korunacak şeyleri olanların


korunm ası gereken şeylerini köpeklerden daha iyi koruyorlardı. Ne var ki,
bu koruyucu insanlar, köpekliği her ne denli köpeklerden çok daha iyi ya-
pıyorlardıysa da, gerçekten köpek olm adıkları için onlara köpek denilm i­
yor, yine de insan d en iy o rd u ..." (s.74.)
Büyük ustanın her konuda yazdıkları gibi bu konuda yazdıkları da gerçekten
çok güzel. N e var ki, tüm ünü buraya alm anın olanağı yok. Zerdüşt'ün "kutsal" k i­
tabındaki köpeklerle, A ziz N esin'in "kutsal olm ayan" kitabındaki köpekler (yani
köpek işlevini üstlenm iş olan insanlar) karşılaştırılacak olsa, "hak" ve "güvence"
yönünden üstünlüğün hangi kesim de olduğu görülür, ne dersiniz?

Yüzyıl
30 Eylül 1990, yıl 1, sayı 9

1 K a lp a za n lık B ile Yapılamıyor, İst., 1984, s.70.

25
Youtube: Tanrı Mı Varmış
R Ü ŞV ETLE M Ü SL Ü M A N O LA N LA R

M alik İbn Avf, M uham m ed'e karşı savaşanların başkum andanıydı. 630 y ı­
lında H uneyn, bir başka adıyla H evazin S avaşı'nda M üslüm anlara yenilm işti.
M ekke ile T aif arasıdaki H uneyn vadisinde yapılan savaş, A rapların H evazin ve
S ak îf kabileleriyle, M üslüm anlar arasında olm uştu. M alik İbn Avf, H uneyn'i
terk ederek T a ife gitm işti. K endisi İslam düşm anıydı. A m a öneriyi ilgi çekici
buldu. Ç ünkü öneri Peygam ber'den geliyordu. E ğer M üslüm an olursa, tüm m al­
ları ve tutsak ailesi kendisine geri verilecek, ceza görm eyecek, dahası 100 d e ­
ve alacak, bir de kendisine yönetim de yetki verilecekti. H em en kabul etti ve
M üslüm an oldu.
B uhârî m ütercim i Kamil M iras'a göre bu öneri, "Şaheser bir Sem ahati N ebe­
viye" (olağanüstü peygam berlik cöm ertliği) id i.1
A m a tem el tefsirlerden olan Taberî tefsirine göre ise bu düpedüz "rü şv ef'ti.2
Peygam ber; "R üşvet verene de alana da Allah lanet etsin" dem işti.3 Rüşveti
veren İslam ın Peygam beri ydi. Alan ise yeni M üslüm an olm uş ya da M üslüm an
olm ak üzere olan K ureyş'in ileri gelenleri.

G anim etin Paylaşım ı

H evazin Savaşı'nda elde edilen ganim etler, bütün ilgileri üzerine toplam ış­
tı. P aylaştırm a gecikip duruyordu. Bu arada "P eygam ber ganim etleri h em şeh ­
rilerine dağıtacak" ya da "daha çoğunu K ureyş'in ileri gelenlerine verecek" d i­
ye d ed ik o d u lar da çıkm ıştı. G ün gelir, P eygam ber ganim etleri dağıtm aya k o y u ­
lur. G örülür ki ganim etler gerçekten de K ureyşlilere dağıtılm ıştır. Ve daha çok
ileri gelenlerine.

1 S a h îh -i B u h â rî M uhtasarı Tecrîd-i S arîh Tercem esi, c.7 , s. 141.


2 C a m iu l-B e y â n f i T efsiri'l K ur'an, c. 10, s. 113.
3 E bu D av u d , K ita h u 'l-A kd iyye, c.4, hadis 3580; îbn M ace, A hkâm , hadis 2313, T irm izî, A hkâm , h a ­
d is 1337.

26

Youtube: Tanrı Mı Varmış


J - )'+-*■ t i JW ti JW ti jw Çm

Lj t i j İ~ I k i& } * fy j\^ f.k \ıj,\

t i WU" ç j t i ) j \ — L \ j t ’J j t i l-i Jls

jU.:Js^1jj t_|-jki4<ilj>lljjy -] J\>j ,. UyllÇ, «UâJ!-cA£jL*nIıl<*-


I t î Jl» LJ JU Jaı-lJ'j»-! i
f f . J^» J-'l/^'
Taberî tefsirine g ö re g a n im e tin verilm e a m a c ı Rüşvet'ti.

B ir gün Peygam ber ile birtakım kim seler H evazin seferinden dönerken birta­
kım B edevi A raplar ganim et isteyerek P eygam ber in etrafını çevirdiler. H atta
P ey g am b eri son derece taciz ederek 'Sem üre' adı verilen dikenli ağaç altına sı­
ğınm aya m ecbur etm işlerdi. Peygam ber Bedevi A raplarına "Şu iri dikenli ağacın
dikenleri sayısınca ganim et devesi ve sığ ın farz olunsa, m uhakkak ben onları
aranızda taksim ederim . Sonra siz beni ne cim ri, ne yalancı, ne de korkak diye it­
ham edebilirsiniz!" dedi.4

Ya R esulallah A dalet Et!..

H evazin Savaşı ganim etlerinin Peygam ber tarafından K ureyşlilere dağıtılm a­


sı M edineli savaşçılar arasında itirazlara yol açtı. İçlerinden biri, Hz. M uham ­
m ed'e şöyle seslendi: "Ya Resulâllah adalet et!" Peygam ber buna, "Eğer ben ada­
let etm ezsem bedbaht olurum , ben K ureyş'e M üslüm anlığa ısınm aları arzusu ile
jja n im e t m alından çok hisse verdim . Çünkü onlar cahiliyye devrine yakındırlar"
cevabını veriyordu. Fakat söylentiler devam ediyordu. Ensar'dan, yani M edineli-
lerden bazı kim seler, "A llah R esulâllahı yargılasın! O, K ureyş'e veriyor da bizi
bırakıyor. O ysa kılıçlarım ızdan K ureyşlilerin k anlan dam lıyor" diyorlardı. (K ay­
nak: Sahîh-i B u h â rî M uhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, s.505, 510, 511). P ey­
gam ber 100 deve verdiği A rap eşrafını o gün ganim et bölüşüm ünde başkalarına
tercih etm işti. Bu paylaşım da her m ücahite 4 deve verilirken, İslam a karşı sava­
şanlara 100'er deve verilm işti.5

4 S a h îh -i B u h â rî M u h ta sa rı Tecrîd-i S a rîh Tercem esi, c.8 , s.511.


5 S a h îh -i B u h â rî M uhtasarı Tecrîd-i S a rîh T ercem esi, c.8 , hadis 1296.

27
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Bir de Zekât M alından R üşvet

Zekât malından rüşvet vermek, Tevbe Suresi 60. ayetine de geçmişti. Şöyle der:
"Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar
üzerinde çalışan (zekât toplayan) m em urlara, kalpleri İslam a ısındırılacak olanlara,
kölelik altında bulunanlara, borçlulara, A llah yoluna ve yolcuya mahsustur. Topla­
nan zekât ancak bu sayılan yerlere verilir. A llah bilendir, hikm et sahibidir."
E sasen Taberî, rüşvet sözcüğünü bu ayet nedeniyle yorum unda kullanır. B un­
ların arasında varlıklıların olm am ası gerekir. A m a bu ayette kim lere zekât veri­
leceği de açıklanır. Peygam ber, İslam a kazanm ak için K ureyş'in ileri gelenlerine,
zenginlere fazlasıyla pay verm işti. Ayrıca, K ureyş'in ileri gelenleri sadece gani-

"Rüşvet verene d e a la n a d a Allah la n e t etsin"

15 kişilik M üellefetü'l Kulub listesi.

m etten 100'er deve alm akla kalm ıyordu. K ur'an'ın ayetiyle zekâttan sürekli pay
alm a hakkını elde etm iş oluyorlardı. N eye karşılık? Bunun bir tek cevabı vardı:
M üslüm an olm aya karşılık.

28

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Fakat bu zekâttan pay alm a durum u Peygam ber'in ölüm ünden sonra Ebu B e­
kir'in halifeliği dönem ine değin sürm üş, sonra bunlara verilen rüşvet ferm anı
Ö m er tarafından yırtılm ıştı. İslam fakihlerinin bir kısm ı der ki: "Olay o zam an
bitm iştir. A rtık M üellefetü'l-K ulub adı verilen kesim sona ermiştir. Tevbe Sure-
si'nin 60. ayetindeki onlara ilişkin hüküm de artık geçerli değildir." K im ilerine
göre, Ö m er ya da bir başkası ayetin hükm ünü ortadan kaldırm a yetkisinde olm a­
dığına göre aynı durum daha sonra da geçerlidir. Yani İslam yetkilileri veya şeri­
at uygulayıcıları diledikleri kim selere M üslüm an olm aları, İslam ı güçlendirm e­
leri karşılığında bir şeyler verm ek için zekât kurum undan yararlanabilirler. Bu
kim seler zengin de olsalar bunlara zekât verm e yoluna gidebilirler.

Rüşvet Verilenler: "M üellefetü'l-K ulub"

"M üellefetü'l-K ulub, gönülleri İslam a ısındırılan ve pekiştirilen kim seler" d e­


mektir. H evazin Savaşı'ndan sonra A rap kabilelerindeki güçlü ve etkili kişilerin
gönülleri İslam a kazandırılm ak isteniyordu. En iyi yol, ganim etlerden pay ver­
m ekti. O rtada da bir ganim et vardı. H em de o tarihe kadar alınan ganim etlerden
benzeri görülm edik derecede çoktu.
Bunlar; 6 bin kadın, 24 bin deve, 40 bin davar, 4 bin okiyye güm üştü.6 Peygam ­
ber, kabile üyeleri arasında kim lerin çok etkili, nüfuzlu olduklarını çok iyi biliyor­
du. "M üellefetü’l-Kulub'u, yani, rüşvet verilecekleri bunlar arasından seçmişti:
Fahruddin Râzî, İbn A bbas'ın M üellafatü'l- Kulub için "bunlar kabilenin ileri
gelenleriydi" sözünü aktardıktan sonra, 15 kişinin adını sayar:
Ebu Süfyan, H âbisoğlu Akrâ, H ısn Oğlu Ü yeyne, A bdu'l-U zzazoğlu H üaytip,
A m ir O ğullarından A m r oğlu Sehl, Hişam oğlu Hars, A m r el Cüheni oğlu Sü-

Fıkıh kitap la rın da gönülleri İslama kazandırılacak olan lar d ö rt bö lü m e ayrılmıştır.

6 S a h îh -i B u h â rî M uhtasarı Tecrîd-i S arîh T ercem esi, c.7, s .132, hadis no. 1040.

29

Youtube: Tanrı Mı Varmış


heyl, Ebu's-Senabil, H izam oğlu H akim , A vf oğlu M alik, U m eyye oğlu Safvan,
Yerbu oğlu A bdurrahm an,
Kays oğlu Ced, M irdas oğlu Amr, H ars oğlu Alâ.
Yerbu oğlu A bdurrahm an'ın dışında, bunlardan her birine 100'er deve v e ril­
d iğini, A b durrahm an'a da 50 deve ihsan edildiğini H izam oğlu H akim 'e verilen
deve sayısının 70 olduğunu sonradan itiraz üzerine deve sayısının arttırıldığını
yazan R âzî'nin bu aktarm ası, B uhârî ve M üslim 'in de içinde bulunduğu değişik
hadisçilerin aktarm alarına dayanır.7

İslam H ukukçuları Ne Diyor?

"G önülleri İslam a kazandırılacaklar" fıkıh kitaplarında da değerlendiriliyor.


M aliki fakihlerine göre bunlar İslam a özendirilm ek istenen kâfirlerdir. K im i­
lerine göre de bunlar, yarı M üslüm an olm uş olanlardır. Am a M üslüm anlık henüz
kalplerine yerleşm em iştir.
Şafii fakihlerine göre ise bunlar dört sınıftı. İslam fakihlerince bu görüş kabul
edildi.
- Z ay ıf im anlılar,
- Z ay ıf im anlı, yeni M üslüm an olm uşlar, am a toplum da etkinlikleri olan, baş
kaldıranları da M üslüm an yapacak güçte bulunan kabile ileri gelenleri,
- İm anı güçlü olanlar (başkalarından gelecek olan tehlikeler önlensin diye
fazla ganim et ve zekât verilir).
- Z ekât toplam ada etkinliklerinden yararlanılm ak istenenler.
-B u n la r içinde kafirler de bulunabilir.8
G örülüyor ki, İslam ı güçlendirm ek için kim lerin güç ve destek sağlayabile­
ceklerine m arnlıyorsa, onlara "rüşvet" kapısı açık tutulm uştu. Toplum da güçlü
olacakları görülen kim seler, gerek ganim etlerden, gerek zekât m allarından fazla­
sıyla yararlandırılm alardı.
Peygam ber'in, İslam ı güçlendirm ek gerekçesiyle, kim i insanları kazanm ak
için başvurduğu örtülü ödenek, ganim et mal ve develeri, hurm alıklar, araziler,
zekâttı.

2000'e D oğru
22 Kasım 1987, yıl 1, sayı 48

7 R âzî, e't-T efsirü'l-K ebir, c.16, s . 111; B u h â rî, F arz u 'l-H u m u s/1 5 , c.4 , s.56; F arzu 'l H u m u s/1 9 ,
c.4 , s.5 9 -6 1 ; B uhârî, M e ğ azi/5 6 , c.5 , s .104-106; T ecrîd-i S a rîh , c.8 , h adis no. 1296-1 2 9 9 -1 3 0 3 ;
M ü slim , Z e k â t/131-142 c .l , hadis no. 1059-1063; T irm izî, Z ekât, 30, hadis no. 666; A h m ed İbn
H an b el, 4/42.
8 A b d u rrah m an El C eziri, K ilab'ul-F ıkh A le 'l M ezahibi'I-E rbaa, c .l, s.625.

30

Youtube: Tanrı Mı Varmış


A İLE

"A ile", A rapçada "yoksulluk, ağırlık" dem ek olan "ayl"den gelir. Ü zerinde
geçindirm esi gereken karı, çoluk-çocuk ağırlığı olan kim se de, yine A rapçada bu
kökten türem e bir sözcükle nitelenir. K ur'an'da da M uham m ed'in başlangıçta
"yoksul" anlam ında "âil" olduğu anlatılır. D uhâ Suresi'nin 8. ayetinde K ur’an'ın
"Tanrı"sı M uham m ed'e şöyle sesleniyor:
- "Ve (Efendi Tanrı'n) seni yoksul (âil) buldu da zengin etti."
M uham m ed'in zenginliği ilk kansı "H atice"nin malı, Ebubekir'in sağladığı mal,
M edinelilerin sağladıkları m allar ve düşünülem eyecek kadar çok olan "ganimetler"
(örneğin Hayber hurmalıkları, Fedek hurm alıkları, M edine yakınındaki hurm alık­
lar. Bkz. Tecrîd, 1288 nolu hadisin "İzah"ı.) ile olm uştu.1 Bununla birlikte M uham ­
m ed'in son derece yoksul olduğu, evinde iki üç ay "ateş yanmadığı", bu evde "su
ve hurm adan başka bir yiyecek içecek bulunm adığı" yolunda (bkz. Tecrîd, 1424
nolu hadis) yalan ve daha "ağlatıcı" yalanlar uydurulmuş, M üslüm anlar arasında
yayılmıştır. Bu uydurmalar, hem yukandaki ayette anlatılana, hem de gerçeğe ay­
kırıdır. M uham m ed'e düşen "ganimet"ler, yani savaş sırasında elde edilenler, "ça­
pul m allan" gözden kaçırılmak istenm iş ve başanlm ıştır da. Savaşlarda, "gani-
m et"ten M uham m ed'e "humus" adı verilen "beşte bir pay" düşerdi. Kimileri için­
se, "ayet inip" ganim etin tümü, M uham m ed'e bırakılmıştır. Örneğin Fedek halkın­
dan (Nadiroğulları'ndan) elde edilen ganim et böyle olmuştur.2 Bunu, K ur'an'da da
buluyoruz. Haşr Suresi'nin 6. ayetinde, "Efendi Tanrı (Rabb)", ganimet konusunda
M uham m ed'i koruyarak (Diyanet'in çevirisiyle) şöyle diyor:
- "Ey inananlar! O nların m allarından, A llah’ın Peygam ber'e verdiği şeyler
(ganim etler) için siz ne at ve ne de deve sürdünüz. Fakat Allah, peygam berleri­
ne, dilediği kim selere karşı üstünlük verir. A llah her şeye kâdirdir."
Bu ayetle, söz konusu ganimetten pay almak isteyen Müslümanların sesi kesil­
miştir. Yani söz konusu ganimetler "at, deve koşturmadan, bir başka deyişle savaş­
madan elde edildiği için tümü M uhammed'e kalmıştır. "M uhammed ailesi"nin, ileri
sürülenin tersine, "ganimet"lerle ve daha birçok yolla zenginleşmiş olduğu bir ger­
çek. M uham m ed o denli zenginleşmişti ki, 60'ı aşkın kölesi, 20 cariyesi vardı.3 M u­
ham med'in karılarından Aişe, bir "andını bozduğu" için kendisine ait olanlardan "40

1 F. R âzî, 31/218.
2 F. R âzî, 2 9 /2 8 4 , K urtubî, 18/9 ve H aşr S uresi, ay et 6 ile ilgili öteki tefsirler.
3 D iyanet Y ayınları'ndan Tecrîd, 1167 no.'lu hadisin "lzah"ı.

31

Youtube: Tanrı Mı Varmış


köle” birden "âzâd" edebilmiştir.4 "Yoksulluk" içinde öldüğü ileri sürülen M uham ­
med "son haccında", kendi develerinden "100 DEVE" kesmiş ve kestirmiştir.5 " 100
d ev e'y i yalnızca "bir hac"da feda edebilen "yoksul"(!) olur mu?
"A ile", bilindiği gibi, "karı, koca ve çocuklar"dan m eydana gelen topluluğa
denir. "Aynı soydan gelenler" dendiği de olur. D ar ve geniş kapsam lısı vardır.

A yrıcalıklı Aileler

M uham m ed, "K ureyş"ten kim i "aile"lere çok önem li ayrıcalıklar tanım ıştır.
B unlara "el m üellefetü'l-kulub", yani "gönülleri kazanılarak birleştirilenler" de­
nir. Bunlara, Taberî'nin deyim iyle "rüşvet" niteliğinde (bkz. Tevbe Suresi, ayet
60'la ilgili yorum u) "ganim et"ten çok fazla pay verilm iştir, zengin olm alarına b a­
kılm aksızın "zekât verilebileceği" bildirilm iştir. Zekâttaki ayrıcalıkları K ur'an'a
da (bkz. Tevbe Suresi, ayet 60) geçirilm iştir.6
K ur'an'da, "aile seçkinliği"nden açıkça söz edilir. Kur'an'ın "Tanrı"sı, eski
toplum larda da kim i "aile"leri "seçkin kıldığını" açıklar. Kimi "kişileri seçkin
yaptığını" d a ...
K ur'an'da "İm rân Ailesi" anlam ına gelen bir sure vardır: "Âl-i İm rân". Bu su­
renin 33. ayetinde şöyle denir:
- "Kuşku yok ki Tanrı, Â dem 'i, N uh'u, İbrahim Ailesi ni, İm rân A ilesi'ni dün­
yalara üstün, seçkin yapm ıştır."

İbrahim ve M uham m ed A ilesinin Seçkinliği

Tarihte "İbrahim Peygam ber" diye birinin yaşayıp yaşam adığı belli değildir.
Yalnızca Tevrat'a, oradan da K ur'an'a geçm iş olan eski "söylence"lerde yer alır.
Yani bir "maval insanı"dır.7 Böyle olm akla birlikte Yahudilik'te ve İslam da
önem lidir.
N isâ Suresi'nin 54. ayetinin D iyanet çevirisindeki anlam ı şöyledir:
- "Yoksa A llah'ın bol nim etinden verdiği kim seleri mi çekem iyorlar? O ysa
İbrahim ailesine K itab ve hikm et verdik, onlara büyük hüküm ranlık bahşettik."
K ur'an yorum larında, "Y ahudilerin M uham m ed'i çekem em eleri" üzerine böy­
le dendiği anlatılır.8 İbrahim A ilesi'ne nasıl bir üstünlük verilm işse, M uham ­
m ed'e ve ailesine de öyle bir üstünlük verildiğini, onun için bunun "kıskanılm a-
m ası" gerektiği açıklanm ış oluyor.

4 Bkz. Tecrîd, 699 no lu hadisin "İzah"ı.


5 Bkz. Buhârî, e's-Sahîh, K itabu'l-H acc/122; Tecrîd, 829 no.'lu hadis ve "lzah"ı, 1654 no.'lu hadisin
"tzah"ı; M üslim , e's-Sahîh, K itabu'l-H acc/147, hadis no. 1218; A hm ed İbn H anbel, M üsned, 1/214.
6 G en iş bilg i için bkz. elinizdeki kitap ta "R üşvetle M üslüm an O lanlar" başlıklı yazı, s.26.
7 T uran D u rsu n , D in B u-U T anrı ve K ur'an, "İbrahim P ey g am b er M avalı", K aynak Y ayınları, İstan ­
bul, 2 0 0 6 , s. 113.
8 Ö rn eğ in bkz. M uham m ed Ali S abunî, Safvetu't-T efasir, 1/282.

32

Youtube: Tanrı Mı Varmış


N am azlarda ve başka zam anlarda okunan "salavât"larda şu anlam daki A rap­
ça sözler okunur:
- "Ey Tanrı! İbrahim 'e ve ailesine rahm et ettiğin gibi, M uham m ed'e ve aile­
sine de rahm et et! Ve İbrahim 'i, ailesini m übarek kıldığın gibi, M uham m ed'i ve
ailesini de m übarek k ıl..."
"Salavât", "salât" sözcüğünün çoğuludur. "Salât" da eğer "Tann'dan" olursa
"rahm et" (acım a) anlam ını içerir.
M uham m ed ve ailesine salavât" dem ek, "M uham m ed ve ailesine Tann'dan
rahm et" dem ektir. İnanırların "salât etm eleri" de, "dua etm eleri"dir. D iyanet'in
resm î çevirisinde "övme" anlam ı verilm iştir "salât"a. A hzâb Suresi'nin 56. ayeti­
ne şu anlam veriliyor:
- "Şüphesiz A llah ve m elekleri, P eygam ber M uham m ed'i överler. Ey inanan­
lar! Siz de onu övün ve ona esenlik dileyin."
Gerçekte "övme", biraz zorlamalı bir anlam. "Dua etmek" anlamı daha uygun.
Bu ayette de görüldüğü gibi, K ur'an'ın "Tanrı"sı, inanırlarına seslenerek, on­
lardan, "Peygam ber"ine, M uham m ed'e "dua etm elerini" istiyor!
B urada şöyle bir soru sorulabilir:
- Tanrı niye bunu istiyor? M uham m ed’e rahm et mi edecek, iyilik mi yapa­
cak; dilediğini yapar, eder. Bunun için neden dua ettiriyor? K uşkusuz, "iman
gözlüğü"yle görülem eyecek bir çelişki var burada. A m a M uham m ed'in de bir
am acı bulunduğu, gözden kaçırılm am alı. Asıl önem li olan bu amaçtır: M uham ­
med, üzerinde daha yoğun bir ilgi toplansın istemiştir. "Salât"a hedeflenen bu.
H adislerde, "salavât" içine "M uham m ed'in ailesi" de sokulunca her zam an "M u-
ham m ed"le birlikte "aile"si de anılır olm uştur. "Ailesi" derken, M uham m ed'in
"ana baba"sım n da bunun içine girm esi gerekirdi. Ama, İslam da "m ü'm in" olm a­
yanlar, yani inanm ayanlar, "aile"den sayılm azlar. (Bkz. Tevbe Suresi, ayet 23-
24.) İnanm am ış olarak öldükleri için M uham m ed’in "ana ve baba"sı "aile"sinden
sayılm ıyorlarTK ur'an'ın "Tanrı"sı bu konuda çok titizdir. N ûh'un, inanm am ış olan
oğlunu ailesinden saydıram adığı bildirilir. Hûd Suresi'nin 45 ve 46. ayetlerinde
şöyle dendiği görülür: (Çeviri D iyanet'in)
- "Nûh Rabbine seslendi: 'Rabbim ! O ğlum , benim adem dendi. D oğrusu Se­
nin ve va'din haktır. Sen, hükm edenlerin en iyi hükm edenisin.1Allah: 'Ey Nûh!
O senin ailenden sayılm az. Çünkü kötü bir iş işlemiştir. Ö yleyse bilm ediğin şeyi
benden istem e. İşte sana öğüt. B ilgisizlerden olm a!' dedi."

Em eğin Bayrağı
29 Eylül 1990, yıl 3, sayı 29

33

Youtube: Tanrı Mı Varmış


İSLA M A G Ö R E "M İLLET"

Gerçekte "din" ve "millet" bir değildir. Birinin başka, öbürünün başka tanımı
vardır. Gelin görün ki, İslama göre, "din"le "millet" birdir. Biri neyse, öbürü de odur.
"M illet" sözcüğü K ur'an'da 15 kez geçer. (Bkz. Bakara: 120, 130, 135; Al-i
İm rân: 95; Nisâ: 125; E n’âm: 61; A'râf: 88, 89; Yusuf: 37, 38; İbrahim : 13; Kehf:
20; Nahl: 123; Hac: 78; Sâd: 7.) B unların tüm ünde de "din" anlam ındadır. Ö rne­
ğin bir "İbrahim m illeti" deyim i yer alır; "İbrahim dini" demektir. Yahudilerin,
H ıristiyanların "m illet"lerinden söz edilir; "din"leri anlatılm ak istenir. "A taların
m illeti" konu olur; "A taların dini" am açlanır. Ü nlü K ur'an yorum cusu, dilbilim ­
ci Isfahanlı Râğıb (ölm. 1108) tem el kaynak kitaplardan olan el-M üfredât (A rap­
ça) adlı kitabında şöyle der:
"M illet de din gibi; T ann'm n, kulları için peygam berlerinin dilleriyle, Tan-
rı'nın güvencesinde olsunlar diye yasalaştırdığı şeyin adıdır."1 Yalnız Râğıb,
"m illet"le "din" arasında şöyle bir fark bulduğunu belirtiyor: "Tann'm n dini" d e­
yim i var. A m a "Tanrı'nın dini" anlam ında da olsa "Tann'm n m illeti" deyim ine
rastlanm ıyor. Buna karşılık: "Falanca peygam berin m illeti" denebiliyor, "falanca
peygam berin dini" denebildiği gibi. İkisi de aynı anlam da.
K ur'an, M uham m ed'i ve M üslüm anlanm , "İbrahim 'in m illeti"nde, yani onun
"din"inde gösterir. Birçok y erd e... M uham m ed'e: "Biz yalnızca İbrahim 'in m il­
letine bağlıyız!" denm esi gerektiği de bildirilir. (Bkz. Bakara: 135.) Ayrıca "İb­
rahim 'in m illetinden (dininden) uzaklaşm ayı" bir "beyinsizlik" olarak niteler
K ur'an. (Bkz. Bakara: 130.) Buna uyarak, "M üslüm an Türkler" de, kendilerini
"İbrahim m illeti"nden saym ışlardır. A tatürk'ün Türk toplum unu gerçek anlam ıy­
la "m illet (ulus)" yapm a yoluna gittiği dönem lere değin, bu ülkede, "İbrahim m il­
letindenim !" denm esi gerektiği söylenm iştir herkese. Selçuklularda, O sm anlIlar­
da böyle olm uştur hep. Ç ocuklara ders verilirken, "din (İslam ) ve m illet bir m i­
dir, ayrı m ıdır?" diye sorulm uş, "cevab"ım n "birdir" olm ası gerektiği anlatılm ış­
tır. Bu soru ve cevap, "ilm uhal"lerde de yer almıştır. İstenen karşılık alınm ayın­
ca, "ders"ten ve " s ın ıfta n geçirilm em iştir öğrenciler. Bugün "din öğrenim i ve­
ren" okullarda, K ur'an kurslarında, "dinle m illetin bir olduğu"nun, "M üslüm an
olan her T ürk'ün de İbrahim m illetinden olduğu"nun öğretildiğinden kuşku d u ­
yulm asın hiç. D ahası, "laik" sayılan okullardaki "din ve ahlak dersleri"nde de bu­

1 B kz. M ü fred a t, M -L -L .

34

Youtube: Tanrı Mı Varmış


nun böyle öğretildiğine kuşku yok. Çünkü "Kur'an" öğretiliyor, "hadis" öğretili­
yor, "fıkıh" öğretiliy o r... B unların hepsinde de bu böyle.
G erçekte A raplardan başkalarının kendilerini "M üslüm an" saym aları şaşılası
bir olaydır. N e denli yorum lar yapılırsa yapılsın; gerçek o ki, K ur'an, yalnızca
A raplara seslenir. A raplardan başkasını "m uhatab" almamıştır. Ayetlerin açık an­
latım ları buna tanıktır. D ahası: K ur'an, başlangıçta A rapların tüm üne de seslen-
m em iştir. En'âm Suresi'nin 92. ve Şûra Suresi'nin 7. ayetlerine göre K ur'an'ın ses­
lendiği kesim , "M ekke ve çevresi"dir. Bu ayetlerin, D iyanet'in resm î çevirisinde­
ki anlam ı şöyledir: "Bu indirdiğim iz (K ur'an), kendinden öncekileri doğrulayan,
M ekkelileri ve etrafındakileri uyaran m übarek Kitab'dır. A hiret'e inananlar, buna
inanırlar. N am azlarına da devam ederler." (En'âm Suresi, ayet 92.)
"Ey M uham m ed! Böylece şehirlerin anası olan M ekke'de ve çevresinde bulu­
nanları uyarm an, şüphe götürm eyen toplanm a günüyle uyarm an için, sana A rap ­
ça okunan b ir kitap vahyettik. İnsanların birtakım ı cennete, birtakım ı da çılgın
alevli cehennem e girer." (Şûrâ Suresi, ayet 7.)
B öyleyken Araplardan başkalarının "M üslüman" olmalarına şaşılmaz mı? "Fe­
tihler" olm asaydı bu şaşılası durum, belki de hiçbir zam an gerçekleşmeyecekti.
"Türklerin M üslüm anlığı" ayrıca üzerinde durulacak bir durum . M uham ­
m ed'in ve A rapların "Türkler"e nasıl baktıklarını, değerli aydın, bilim adam ı
Prof. Dr. İlhan A rsel, A rap M illiyetçiliği ve Türkler adlı kitabında çok açık ve se­
çik biçim de dile getirmiştir.
K ur'an'da, İslam ın bütününde, "din"le "m illet", daha doğrusu "İslam şeria-
tı"yla, "m illet" eşanlam lı olunca; dinci kesim in "m illiyetçilik"lerini, "m illilik"le-
rinin ne anlam a geldiğini anlam ak zor olm asa gerek. Ü lkem izdeki İslam cıların
"m illi görüşü", Türk toplum unun "ulusal görüş"ü değildir, "ŞERİATÇI G Ö-
RÜŞ"tür. Buna hiç kuşku yok. Bu "görüş"ün sahiplerine "hangi m illettensiniz?"
diye sorulduğunda, eğer çekindikleri bir yan yoksa, ortam ı elverişli buluyorlar­
sa, kesinlikle şu karşılığı vereceklerdir: "İbrahim A leyhisselâm m illetindenim !"
Bu arada "Türk ve İslam sentezcileri"ne ne denir? N e denebilir?

2000'e D oğru
9 Tem m uz 1989, yıl 3, sayı 28

35

Youtube: Tanrı Mı Varmış


KURBAN

 dem 'in iki oğlu vardır: K âbil ve Hâbil. B irincisi çiftçi, İkincisi de koyun ço ­
banıdır. "Efendi"ye yani "Tanrı"ya birer kurban sunm a yoluna giderler. Çiftçinin
kurbanı ne olabilir? K uşkusuz tarım ürünlerinden. Ve çiftçi bu tür bir kurban su­
nar. Ç obansa "sürünün ilk doğanlarından" ve yağlarından getirip koyar. Tanrı, ço ­
banın kurbanına bakar, yani kabul ettiğini gösterir bu kurbanı. Çiftçininkine ise
hiç bakm az. Yani bu kurbanı kabul etm ediğini belli eder. Bu hikâyenin anlatıldı­
ğı Tevrat'ta daha sonra, durum a içerleyen çiftçinin (K âbil'in) kardeşi çobanı (Hâ-
bil'i) öldürerek hıncını aldığı yazılır. (Tevrat, Tekvin, Bap 4: 1-7)

Tanrı H er K urbanı K abul Etm ez

İyi am a, "Efendi Tanrı", zavallı çiftçinin sunduğunu niye kabul etm em iştir?
A nlatılm ak istenen şu olm alı: B irincisi, çiftçinin "kurban" olarak sunduğu
"tarım ürünü", belki de "turfanda", yani "ilk yetişen" türden değildi. O ysa "K ut­
sal K itap"ta, Efendi Tanrı'nın hep "turfanda" türünden ürün istediği işlenir (Tev­
rat, Çıkış, Bap 22: 29; Bap 23: 16, 19; Sayılar, Bap 18: 12; Süleym an'ın M esel­
leri, B ap 3: 9) Efendi Tanrı'nın beğendiği bu.
Ayrıca, K âbil'in (çiftçinin) sunduğu, "kan" değildi. O ysa Efendi Tanrı, daha
çok "kan"ı sever. Sunulan kurbanında, daha çok "kan" olm asını ister. İslam a da
bu geçm iştir. D ahası kurbanda "kan dökülm esi" vazgeçilem eyecek bir koşuldur.
0 denli ki, tüm "fıkıh" kitaplarında anlatıldığına göre, "kan akıtılm azsa, kurban
caiz olm az". K urban bayram ındaki kurban şöyle tanım lanır: "K oşullarının oluş­
m ası durum unda, Tanrı yakınlığını sağlam ak am acıyla belirli günlerde, belirli
yaşta kesilen (yani kanı akıtılan) belirli h ayvandır".1 K urbanda "kan" tem el am aç
olduğu için "hacc" sırasında sunulan "kurban"lardan kim inin bir adı da "kan" an ­
lam ına gelen "dem" dir. (Fıkıh kitapları, "cinayetler" bölüm ü)
Sonra Efendi Tanrı, kendisine sunulan "kurban"ın "özürsüz" olm asını ister.
Bu da İslam a geçm iştir (Fıkıh kitapları, U dhiyye bölüm ü). K urban "en iyisi"nden
olm alıdır.

1 D ürer, K itab ıı'l-U dhiyye, 1/265 ve öteki fıkıh kitapları.

36

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Yine Efendi Tanrı, sunulan kurban, "ilk doğan"lardan olursa daha çok beğe­
nir. Tevrat'ta bu da özellikle anlatılır (Tevrat, Çıkış, Bap 13: 1, 12, 13, 15; Bap
22: 29, 30; Bap 34: 19; Levililer, 27: 26; Sayılar, Bap 3: 13; 8: 16, 17; 18: 15, 17;
Tesniye: Bap 15: 19.) K âbil'in kurbanının neden kabul edilm ediği ve H âbil'inki-
nin neden kabul edildiği Incil'de ise şöyle anlatılır: "Hâbil, T anrıya, K abil'den
daha iyi kurban su n d u ..." (İncil, İbraniler, 11: 4).
D em ek ki Efendi Tanrı'nın istediği koşullara uygun olan kurban, H âbil'in kur­
banıydı. "Kan" vardı, kurban 'en iyisi"ndendi ve de "ilk doğan"dı.

Her A dım da Kurban

A nadolu’da yeni evlenen çiftlere kurban kesilir. Ç iftler kurbanın üzerinden


atlarlar. K anlarını da alınlarına sürerler. N edeni, evliliklerin m utlu geçm esi. Kan
akıtm ak, uğur ve m utluluk anlam ına geliyor. Yağmur yağm adığı zam an, cum a
günleri duaya çıkılır ve kurban kesilir. Yağana kadar bu olay tekrarlanır. Toplu-
lîıu m u z d a her önem li gelişm eye kurban kesm ek eski bir gelenektir. Yeni bir ara­
ba mı alındı? Hem en kurban kesilir. A raba kanın üzerinden geçer, uğur sayılır.
D evlet büyükleri de kurbanla karşılanır. Fabrika ve yeni işyerleri açıldığında,
çocuğu olm ayanların kutsal yerleri ziyaretlerinde, futbol takım larının sezon açı­
lışlarında. .. A dı üstünde, K urban B ayram ı'nda ise hayvan kesim i katliam bo y u t­
larına ulaşır.
K urban kesm enin kökeni nerede? İslam i bir gelenek m i? Yoksa daha eski çağ­
lara m ı uzanıyor?

İbrahim ve İlk Oğlu

İlk doğanın T ann'ya kurban edilm esi çok eski bir gelenektir. K ur'an'dan oku­
yalım:
"İşte biz ona (İbrahim 'e) uslu bir oğlan m üjdesini verdik. (Çocuk doğup bü­
yüdü.) Çocuk kendisiyle birlikte yürüm e çağına erişince, (babası:) 'Oğulcuğum !
D üşüm de seni kesiyor olduğum u gördüm . B ir düşün, ne dersin?' dedi. (Oğlan
da:) 'Baba! Sana buyurulanı yap. O zam an, Tanrı dilerse, beni sabredenlerden bu­
lursun!' diye karşılık verdi. İkisi de boyun eğince ve (babası) onu alnı üzerine y a­
tırınca biz seslendik ona: 'Ey İbrahim ! D üşünü doğruca yerine getirdin. Biz iyi
davrananları işte böyle ödüllendiririz.' A paçık bir denem eydi bu kuşkusuz! 'Biz
kurtulm alık (fidye) olarak ona, büyük bir kurbanlık verdik." (Sâffât Suresi, ayet
101-107.)

37
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Bu ayetlerde anlatılan öyküye göre özet olarak şunlar olmuş:
1- İbrahim bir çocuk istem iş T ann'dan. "Şöyle akıllı uslu olsun!" Ve de "oğ­
lan"!
2- İbrahim 'in dileği kabul edilm iş. B ir oğlu olmuş.
3- Ne var ki bu "ilk oğlan"ı kurban olarak kesm esi gerekm iş. Ç ünkü "Tan­
rı "dan öyle buyruk alm ış. H em de "düşünde"!
4- O ğlan biraz büyüyünce babası düşünü açm ış. O ğlan da kesileceğini, am a
bunun bir T ann buyruğu olduğunu anlayınca, babasına, buyurulanı çekinm eden
yapm asını söylem iş.
5- Ve İbrahim , kesm ek için oğlanı yüzü üstüne yatırm ış. Kesecek!
6- İşte tam o sırada Tanrı, "İbrahim !" diye başlam ış seslenm eye. O ğlunu kes­
m em esini bildirm iş. D üşünde gördüğüne bağlı kaldığını, "sadakat" gösterdiğini
anlatm ış. "Bu bir denem eydi (seni denedik)!" dem iş.
7- Ve de (kuşkusuz gökten) bir kurbanlık gönderm iş. "Bir büyük kurbanlık."

Sorular S o ru la r...

- İbrahim , çocuğunu kurban etm ek, kesm ek için bir "düş"ü nasıl kanıt say­
m ış? B unun T ann'dan olabileceğini nasıl (daha doğrusu niçin) düşünm üş? "Bu
oğlanı bir arm ağan olarak veren Tanrı'ysa nasıl olur da yatırıp kesm esini buyu­
rur? Böyle A R M A Ğ A N olur m u? T ann'm n am acı arm ağan verm ek m i cinayet iş­
letm ek, öz çocuğunu kestirerek sonsuz acılara göm m ek mi?" diye neden düşün­
m em iş?
- B urada olduğu gibi başka konularda da, K ur'an'da Tanrı'nın insanları dene­
diğinden söz edilir. T ann'm n denem eleri kim e karşı, niçin? Bir şey öğrenm eye,
ya da kanıtlam aya gereksinim i m i var?
- B ir başka kişi de, "düşünde gördüğünü bir kanıt sayarak", İbrahim 'in tutu­
m unu gösterirse ne olur? İbrahim 'in öyküsüyle buna yol açılm ış olm uyor mu?
H em en belirtilm eli ki, bu yola giden M üslüm anlara da rastlanm ıştır.
- Tanrı, İbrahim 'e -d ü şte de o ls a - "oğlunu kesm esini" gerçekten buyurm uş
da, sonradan buyruğunu geri m i alm ıştır? B öyleyse, T annlıkla bağdaşır mı bu?
- Tanrı, İbrahim 'e çocuğunu kestirm eyeceğini bildirirken oğlanın yerine bir
"kurtulm alığa" (fidyeye) neden gerek görm üş? Bir başka canlıyı kurban etm ek
niye? Ya da bunun için bir kurbanlık yaratıp gönderm ek?
A kla gelebilen, am a karşılıksız kalan sorulardır bunlar.
Ayetlerden anlaşılan o ki, "ilk doğan oğlan"ın "Tanrı'ya kurban edilm esi" b i­
çim indeki eski inancın bir yansım ası var burada.
K ur'an'daki öykünün kaynağı, kuşkusuz Yahudi kaynakları ve en başta da
Tevrat. Aynı öykü Tevrat'ta da anlatılır.

38
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"Mal" A nlayışının Yansıması

İbrahim 'in çocuğunu kurban olarak sunm aya götürm esinden söz edilm esi, bir
durum u daha yansıtır:
Bu dinlerde "insan", kim i durum larda "mal"dır. Ö rneğin köle, sahibinin
"m al”ıdır. K arı, kocanın malıdır. Çocuk da, özellikle "baba"nm malıdır. İbra­
him 'e, çocuğunu "kurban etm e” yetkisinin verilm esi bundan.

M uham m ed: "Ben İki K urbanlığın O ğluyum "

M uham m ed'in böyle dediği aktarılır. Ve yorum lanır ki: K urbanlıklardan biri
İbrahim 'in oğlu İsm ail'di; öbürü de M uham m ed'in babası A bdullah.2
G elin görün ki, bir terslik var gibi: İbrahim 'in oğlu, Tevrat'taki ve Kur'an'da-
ki "Efendi (Rab) Tanrı" için adanm ışken; M uham m ed'in babası A bdullah, M üs-
lüm anlar'ın "put" saydıkları "Hubel" için adanm ıştı.3 Yani Peygam ber'in babası
bir "put" için kurban olarak adanm ış ve bu adam a " p u fla ra karşı gösterilegelm iş
olan M uham m ed'ce de benim senm iş.
A slında bunda bir terslik yok. "Put" denen "Hubel", gerçekte "el Ba'l" anla­
mındadır. Yani Fenikelilerin en büyük ve ünlü Tanrısı Ba'l M ezopotam ya'da ve
A raplar içinde de son derece yaygın bir tapınm a alanı bulan, tanınan "B aT'in an­
lamı da "efendi"dir. Şu dem ek oluyor: Tevrat'ın ve Kur'an'ın "Tann"sı nasıl "efen­
di (rab)" niteliğini taşıyorsa, bunlara kaynaklık eden "Ba'l" de bu nitelikteydi.4
Dem ek ki, babasının "B aT'e (Hubel'e) kurban olarak adanmışlığını M uham ­
m ed'in benim sem esinde, gerçekte bir terslik yok. Kendi Tanrısıyla, bu "Tanrı" ara­
sında bir fark olm adığı için. H er ne denli "fark" varmış gibi gösteriliyor olsa d a ...
Peki M uham m ed’in babasının kurban olarak adanm ası olayı nedir?

M uham m ed'in Babası: "Kurbanlık"

A nlatılanlara göre şöyle olmuş:


M uham m ed'in dedesi A bdulm uttalib, "10 tane oğlu olursa, birini TA N RI'ya
kurban edeceğini" söyleyerek adakta bulunur. Sonra 10 oğlu olmuştur. O ğulları
gelişm e dönem ine girince durum u bildirir onlara. "Andım, adağım dır, içinizden
birini kurban olarak keseceğim ." H epsini toplar Kâbe'ye, H ubel'in önüne götürür.
10 tane okun üzerine 10 oğlunun adını yazar. Ve M uham m ed'in babası A bdul-

2 A clu n î, K e şfu ’l-H afa, A rapça, 1985, 1/230, hadis no. 606. A yrıca bkz. tefsirler, ö m eğ in F. R âzî,
2 6/152.
3 İb n 'u l-K elb î, K itabu'l-E sm âm , tahkik: A hm ed Z ek i P aşa, A nkara, 1969, A rapçası, s.18, T ürkçesi
"P u tlar K itab ı", İlahiyat Yay, çeviri B e y za D üşüngen, s.36.
4 Dr. M u h am m ed A bdulm uid H an, E l E sa tiru 'l-A ra b iyye K a ble'l-Islâm , A rapça, K ahire, 1937, s .l 14
ve öt.

39
Youtube: Tanrı Mı Varmış
lah'ın adının yazılı bulunduğu ok çıkar sonunda. K urbanlık Abdullah'tır. K urban
yeri olan İsaf ve Naile adlı putların yanına götürülür. A bdulm uttalib bıçağı eline
alm ıştır. Şakası yok, kesecek oğlunu. A m a sonunda kabilesinden kişiler onu bu
işten vazgeçirirler. B irtakım öneriler geliştirerek... Sonunda "deve"nin başına
çorap örerler. A bdullah'ın yerine deve kurban edilir.5
Yine anlatıldığına göre, A bdulm uttalib'in adağı ZEM ZEM K uyusu'nu kazm a
sırasında olm uş. A bdulm uttalib kurbanlık olan oğlunu keseceği sırada kendisine:
"Tanrı'm razı et de, oğlunun yerine deve kurban edilm esini kabul e tsin ..." dem iş­
ler. Sonra öyle olm uş ve adam 100 deve kurban ederek işin içinden kurtulm uş.6

M uham m ed ve 100 D eve K urbanlığı

A bdulm uttalib'in kurban olarak kestiği anlatılan "100 deve"den söz edilince,
M uham m ed'in kestiği ve kestirdiği "100 deve" akla geliyor ister istemez:
B uhârî'nin de yer verdiği bir hadise göre, M uham m ed, "Veda H acc'ında "100
D E V E K U RBA N " olarak sunm uştu. B unlardan büyük bir kesim ini de kendi
eliyle kesm işti. Kalanını, dam adı A li'ye kestirm işti.7
M uham m ed'in "100 deve kurban" edebilm iş olm ası, servetinin büyüklüğünü
de ortaya koyuyor. Yahudilerden elde ettiği "ganim et" olarak çokça ve çok önem ­
li hurm alıkları da olan M uham m ed, çok da yoksul tanıtılır.
Enes şunu anlatıyor:
"B ir arpa ekm eği ve bir bayat yağla Peygam ber'e vardım. Peygam ber'in zırhı
da M edine'de bir Yahudiye R EH İN olarak verilm işti."8 Yani "Peygam ber bu den­
li yoksul" dem ek istenir. Ve M uham m ed'in bu yoksulluğu cami cem aatlerine de
anlatılarak inananlar ağlatılır.
Kurban Bayram ı, "kurban"ın, "kurbanlıklar"ın bayram ıdır. Ve en eski çağla­
rın 'tanrılara kurban" geleneğini yansıtır.
)
2000'e D oğru
16 Temmuz 1989, yıl 3, sayı 29

5 İbn İshak, e's-Sire, tahkik: M uham m ed H am idullah, A rapça, K onya, 1981, s . 10-18, fıkra: 16-22;
İbn H işam , e's-Sire, 1/50; B eyza D üşüngen, P u tla r K itabı, s.75, not. 190.
6 A clunî, 1/230; F. R âzî, 26/152. Ve öteki tefsirler.
7 B uhârî, e ’s-Sahîh, K itabu'l-H ac/121-122; T ecrîd, hadis no. 829: M üslim , e's-Sahîh, K itabu'l-
H ac/3 4 8 -3 4 9 , hadis no. 1317.
8 B kz. Tecrîd, h adis no. 966.

40

Youtube: Tanrı Mı Varmış


SÜNNET

G eçenlerde bir gazete birinci haber olarak, yapılan sünnetlerin çoğunda ço ­


cukların zarar gördüğünü, uzm anların ağzından duyuruyordu. Bir doktor arkada­
şım da, hiçbir sünnetin, cinsel yönden önem li olan sinirlerden bir kesim ine zarar
verm eden gerçekleştirilem ediğini söylem işti. D üşündürücü bir durum . K uşku­
suz, sünnetin, sağlık yönünden ne denli "yararlı" olduğunu söyleyebilecek "uz­
man" (!) da çıkacaktır ve çıkm ıştır. Sağlığa zararlı olduğu tıp dünyasında kabul
edilen, özellikle kim i hastalar için bir çeşit "ölüm" dem ek olan "oruç" için de k i­
m i "doktor" (!) "çok yararlıdır" fetvasını verm iyor mu?
"Sünnet", İslam a, birçok şey gibi Yahudilikten geçmedir. Yahudiliğe de eski
M ısır'dan.

Tevrat'ta Sünnet

Tevrat'ın Tekvin bölüm ünde şunlan okuyoruz:


"Ve A llah İbrahim 'e şöyle dedi: Sen ve senden sonra soyundan gelenler, ah­
dim i tutacaksınız. Seninle ve senden sonra soyundan gelecek olanlarla benim
aram daki, uym anız gereken sözleşm e (ahd) şudur:
- A ranızda her erkek sünnet edilecektir. G ulfe etinizde (yani erkeklik organı­
nın ucundaki deriyi keserek) sünnet olunacaksınız.
Bu, sizinle benim aram daki sözleşm enin belirtisi olacaktır."
(Tevrat, Tekvin, Bap 17: 9-11.)
Yine burada açıklandığına göre, Efendi T an rının (Rabb) buyruğu odur ki, ço ­
cuk sekiz günlükken sünnet edilm elidir. (Bkz. Tekvin, Bap 17:12.)
Tevrat’ın bu açıklam asına göre, "Tanrı" ile İbrahim ve "zürriyet"i arasında bir
"A H D ", yani bir SÖ ZLEŞM E olm uştur. "Sünnet" de bu sözleşm enin vazgeçile­
m eyecek bir gereğidir.
Incil'deyse "sünnet", gerekli görülmez. Ve İbrahim'in, "sünnetsiz"ken "iman"ının
geçerli olduğu anımsatılır. (Bkz. Pavlus'un Rom alılara Mektubu, 4: 9-11.)

İslam da Sünnet

"S ü n n ef'in "hadis"lerde ve İslam fıkhındaki karşılığı: "hatn","hıtâne" ve "hı-


tânet"tir. "H ıtân", kadın ve erkek cinsel organlarında "sünnet edilen yer" anla­
m ında da kullanılır. M uham m ed'in şu sözü, fıkıh kitaplarında yer alır:

41

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- "İki hıtân kavuştuğunda, boy abdesti gerekli olur."1
M uham m ed’in bu sözünü, güvenilir sayılan hadis kitaplarında da bulm akta­
yız. Ö rneğin T irm izî ile N eseî'nin "e's-Sünen"lerinde, A hm ed İbn H anbel'in
"M üsned"inde de var bu hadis.2
"İki hıtân kavuştuğunda" denirken, "erkeğin cinsel organının sünnet edilen
kesim iyle, kadının cinsel organının sünnet yeri birbirine dokunduğunda..." d e­
m ek isteniyor. M uham m ed'in bu konudaki açıklam ası şu biçim de de aktarılır:
- "Erkek, kadının dört kesim i (iki kolu ve iki bacağı) arasına oturup da şey
ettiği ve sünnet yeri sünnet yerine değdiği zam an, boy abdesti gerekli olur."3
B u hadise göre, "iki sünnet yeri kavuştuğunda", erkeğin menisi gelsin gelm e­
sin; boy abdesti gerekli olur. H anefi kesim i de bunu dayanak almıştır. O ysa M u­
ham m ed, cinsel birleşim sırasında "m eni" gelm ediğinde, "yalnızca nam az abdes­
ti" alm ak gerektiğini de söyler.4
Yukarıdaki hadislerden açıkça anlaşıldığına göre, "erkeğin cinsel organının
sünnet yeri" olduğu gibi "kadının cinsel organının da sünnet yeri" vardır İslam da.

M uham m ed'e G öre K adının Sünnet O lm ası da O nurlu Bir Şeydir

M uham m ed'in şöyle dediği hadislerde y er alır:


- "Sünnet, erkekler için sünnettir, kadınlar içinse onurdur (m ekrum e)."5
B ununla birlikte M uham m ed, "cinsel isteği azalttığı" gerekçesiyle, kadın sün­
net edilirken "ileri gidilm esi"nden yana olm adığını belirtm iştir.6
M uham m ed, "ilk sünnet olan insan"ın, "İbrahim " olduğunu ileri sürer.7 Yine
M uham m ed'in açıklam asına göre, İbrahim , "80 yaşındayken ve K E SE R ’le sün­
net olm uştur."8

Sünnet G eleneğinin Kaynağı: Eski M ısır

H erodot (M Ö 490-425), "yalnız M ısırlılar ve bu âdeti M ısırlılardan alm ış


olanlar sünnet olurlar" diyor.9 Sigm und Freud (1856-1939) da sünneti, M usa’nın
"M ısırlılardan aldığı" görüşündedir. M usa'nın kendisinin de bir M ısırlı olduğunu
d ü şü n m ek te.10

1 M erg in ân î, H idâye, 1/14 ve öteki fıkıh kitapları.


2 A clû n î, K e ş fu i-H a fa , 1/86, hadis no: 207.
3 B uhârî, e's-Sahîh, K itabu'l-G usl/28; T ecrîd, h adis no. 201; M üslim , e's-Sahîh, K itab u 'l-H ay z/8 8 ,
h adis no. 349.
4 Tecrîd, h ad is no. 138-139.
5 A h m ed İbn H an bel, M üsned, 5/75.
6 E bu D av u d , S ünen, K itab u ’l-E deb/179, hadis no. 5271.
7 e l M u va tta , K itabu S ıfa ti’n-N ebiyy/4.
8 B u h ârî, e 's-S a h îh, K itabu'l-E nbiya/8; Tecrîd, hadis no. 1379; M üslim , e's-Sahîh, K itabu'l-F edâ-
i 1/151, h ad is no. 2370.
9 H ero d o t Tarihi, çev. M üntekim Ö km en, R em zi K itabevi, İstanbul, 1973, s. 116.
10 S ig m u n d F reu d, M usa ve T ektanrıcüık, çev. E rol S evil, İstanbul, 1976, s.32 ve öt.

42

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Sünnette K esilen, "Tanrı"ya A rm ağan

"Tanrı"ya, "Tanrıça"ya arm ağan sunm ak için yapılırdı sünnet. Ö rneğin Kybe-
le'nin rahipleri, erkeklik organlarını, kökten kesip Ana Tanrıça'ya arm ağan edi­
yorlardı. B ir "bereket verici" diye inanılan "Tanrı Dum uzi" için de kadınlar sün­
net oluyor ve organlarından sunuyorlardı. Prof. Dr. Philip Hitti, Sam i toplum la-
rındaki sünnet geleneğinin asıl kökeninin de bu olduğu görüşündedir.11 N e var
ki, Sam i toplum larındaki "tanrı", hem "efendi", hem de "erkek" (Seyyid, Rabb)
olarak düşünülm üş olduğuna göre, erkeklerden kesilen cinsel organ parçasının
O 'na arm ağan edilm esinin uygunluğu tartışılabilir!
Prof. Dr. Sedat Veyis Ö m ek, sünnet geleneğinin, Sami toplum larında ve "İl­
ker'le rd e bulunduğunu yazar.12

Yüzyıl
16 Eylül 1990, yıl 1, sayı 7

11 H itti, Tarihu Su riye, 1958, s .126.


12 Ö m e k , E tn o lo ji S ö zlüğü, "S ünnet"

43
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"D EV E BO Y U" DİN

İslam , başlangıçta "aşiret"i h ed ef almıştır. "Aşiret" içinde de "en yakınlar"ı...


(Bkz. Şuarâ Suresi, ayet 214.) "Aile boyu" deyim indeki anlam ıyla "aşiret bo-
yu"dur o sırada. Sonra "M ekke ve çevresi” ("Ü m m iil-K urâ ve m en havlehâ) h e ­
deflenm iştir. (Bkz. En'âm Suresi, ayet 92; Şûrâ Suresi, ayet 7.) "Boy"u da o ka­
dardır. Ve gerek K ur’an ayetlerinde, gerek "hadis"lerde bu "boy”, "A raplar"ı aş­
m am ıştır. A tatürk'ün "Arap dini" dem esi de b undan.1 K endilerini "M üslüm an"
sayan toplum lar varsa da, İslam , tem el kaynaklarıyla "Araplar"dan başkasını
"m uhatap" saym az. M uham m ed'in kim i toplum lara özel bir düşm anlığı da vardır.
"Türkler" de bunlar içindedir. Yani İslam , gösterildiğinin tersine, hiçbir zam an
"insanlık boyu"na ulaşmamıştır.
A yrıca da, hem en tüm kapsam ıyla "deve boyu" kadardır.
"Deve", çöl insanı için son derece önem lidir. B ir zam anlar "totem" olarak da,
yani "insan"larla arasında dinsel, büyüsel bir yakınlık bulunduğuna inanılan bir
hayvan diye saygı görmüştür. En ilkel dinlerden "totem izm "de bu tür hayvanlar
çoktur. "D eve"nin bu nitelikte saygı görm üş bir hayvan olduğunun köklü izleri
tslam da da görülür. Deve, Yahudilikte, bir "tabu" konusuydu. Tıpkı "dom uz" gi­
bi "eti yenm eyen" hayvanlardandı. (Bkz. Tevrat, LevifHçr, 11: 4-7.) "Deve"yi "İs­
rail'in kendisine haram saydığı"na, Â l-i İm rân Suresi'nin 93. ayetinde de değin­
m e olduğu, K ur'an yorum cularınca ileri sürülür.2 İslam da devenin dokunulm az­
lığı kaldırılm ışsa da, ona olan saygı sürmüştür.
D eve, birçok konuda "A rabın ölçüsü"dür. Doğal olarak İslam ın d a ... H em en
her kesim i "develi"dir.

"Develi" Akıl

"A kıl", A rapçada "ikâl" sözcüğünden gelir; bu sözcükse, "deveyi bağlam aya
yarayan ip, köstek"ten.3 D eve için "akıllı (âkil)" dendiğinde, "bağlı deve, köstek-
li deve" dem ek olur. Bu kaynaktan türem e olan "İslam daki akıl" da, "ipin, köste­
ğin deveyi bağlam ası gibi", insanı "bağlayan, köstekleyen" bir akıldır.4

1 A fet İnan, M e d en î B ilg iler, s.364-365.


2 T efsirler, ö rn eğin M uham m ed A li S abunî, Sa fıetu't-T efasir, 1/218.
3 R âğ ıb , el-M ü fredât, "A -K -L".
4 R âğ ıb , a yn ı yerde.

44

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"Develi" Ses

B ir "ses"ten, bir "inilti"den mi söz ediliyor? E ğer benzetm e söz konusuysa en


başta "deve sesi"ne benzetilir.
İleri sürüldüğüne göre, deve, "ağlar" gibi, "inler" gibi ses çıkarırm ış. Bir gün,
M uham m ed'in yanında "gerçekten" de "ağlayıp inlemiş" ve "gözyaşları dökerek"
yakınm ış.

Deve D ile G elip A ğlam ış

M uham m ed, M edineli birinin evinin çevresine gitm iş. Birden karşısına bir
deve çıkm ış. A ğlam aya, inlem eye başlam ış deve. Gözyaşları döküyorm uş. M u­
ham m ed, devenin kulaklarının arkasına dokunm uş, okşam ış; deve susm uş. Son­
ra da, "K im bu devenin sahibi?" diye sorm uş. M edineli bir genç, "Benim " dem iş.
Sonra M uham m ed şöyle konuşm uş:
- "Tanrı'nın sana verdiği bir hayvan konusunda Tanrı'dan korkm uyor m usun
sen? B ana yakındı, senin onu aç bıraktığını ve çok sürüp yorduğunu söyledi."5
Zerdüşt, "köpek"lere çok değer verirdi ve köpeğe kötü davrananları cezalan­
dırırdı. (Bkz. bu kitapta "K öpek ve İnsan H akları" başlıklı yazı.) M uham m ed için
de deve değerli.

M uham m ed'e G öre "Gökler, M eleklerin A ğırlığı"ndan Deve G ibi İnliyor

D eve, taşıdığı yükün ağırlığından ses çıkarır inlerse, gökler de inler M uham ­
m ed'e göre. M uham m ed, "gökler"in de, taşıdığı "m eleklerin ağırlığı"ndan dolayı
ses çıkarıp inlediğini açıklıyor.
M uham m ed şöyle diyor:
- "Ben, sizin görm ediğinizi görüyor, işitm ediğinizi işitiyorum . G ök, deve gi­
bi inledi (ses çıkardı). Böyle inleyip ses çıkarm akta da haklıdır. Ç ünkü gökte, her
dört parm ak yerde bile, alnını koyup secde etm ekte olan bir m elek bulunur."6
M eleklerin "m addi ağ ırlık lan ”da mı var ki böyle deniyor?
Bu tür sorunun, "develi akıl”da ve "develi iman"da yeri olamaz. Cevabının d a ...

K ütük, D eve G ibi Ses Ç ıkarıp A ğlam ış

M uham m ed, önceleri bir kütüğün üzerine çıkıp hutbe okuyorm uş. Sonra h u t­
be için m inber yapılınca, M uham m ed'in kendisinden ayrılacağını anlayan kütük,
başlam ış "develer gibi" inlem eye. H em de "gebe develer g ib i" ...7

5 E bu D av u d , Sü n en , K itabu'l-C ihâd/47, hadis no. 2549.


6 Tirm izî, Sünen, K itabu'z-Z ühd/9, hadis no. 2312; İbn M ace, Sünen, K itabu'z-Z ühd/19, hadis no. 4190.
7 B u h ârî'd e de y er alan bu hadisi görm ek için bkz. Tecrîd, hadis no.499.

45
Youtube: Tanrı Mı Varmış
. E fendi "Tanrı" (R ab), H ac İçin A raç O larak "Deve"yi Tanıyor

K u ra n ın "TamT'sı şöyle diyor:


—"Ve insanları hacca çağır. Y ürüyerek ya da her tür arık deveyle uzak yollar­
dan sana gelirler." (Hac Suresi, ayet 27.) N için "arık (zayıf) deve?" Hac yolu
uzun olunca, develerin bu yolda zayıflayacakları düşünülm üş. (Bkz. Tefsirler, ö r­
neğin F. Râzî, 23/28.) O tobüs, otom obil, u ç ak ... B unlar düşünülem ezdi elbette.
"T ann"nın tüm gelecekleri "bildiği" ileri sürülüyor olsa d a ...

M uham m ed'e Göre "İnsanlar Kötü D eveler G ibi"dir

- "İnsanlar, yüz deve gibidir ki, bu develer içinde, iyi-kullanışlı olanı kolay
kolay bulam azsın."8

Yüzyıl
2 Eylül 1990, yıl, sayı 5

8 B u h ârî'd e d e y er alan bu hadis için bkz. T ecrîd, hadis no. 2040.

46

Youtube: Tanrı Mı Varmış


K A D IN

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Youtube: Tanrı Mı Varmış
DİNİN K ADINA BAKIŞI

Bugünkü "semavi" (göksel) diye bilinen dinler, inançların, "efendi-köle" dö­


nem lerinde aldığı bilçimlerin ürünüdür. Sâbiîlik dininden biçim lenip kurum laşm ış
olan Yahudilik de, Hıristiyanlık da, İslam da böyle. "Köle, cariye", nasıl alınıp sa­
tılan bir mal durum undaysa, "kadın" da öyledir. Temel bu. Sonradan biraz anlayış
gelişm eleri olm uşsa da, dinlerdeki anlayışlar, bu temel üstüne kumlmuştur.
K ur'an'da "koca"ya 6 kez "BA'L" denir. (Bkz. Bakara, 228; Nisâ, 128; Nûr,
31.) B ir başka yerde de bir "put"a, "Tanrı"ya "Ba'l" dendiği görülür. (Bkz. Sâf-
fât, 125.) "Ba'l", söz konusu dinlerin kaynağının biçim lendiği dönem lerin Feni­
kelilerin de "en büyük Tanrısı"dır. Ve "efendi" anlam ındadır. Tıpkı "Rabb" gibi,
tıpkı Yunanlıların "Adonis"i gibi. Çünkü ikisi de "B aT'den ko p y a.1
"Efendi" anlam lı b ir "Dut", bir "tanrı" olan "Ba'l" adı, K ur’an ayetlerinde n e­
den "koca' ya da verilm işfir?
Bu, ”koca"ya ve "karı"sına nasıl bakıldığını da ortaya koym akta. "Koca",
K ur'an'da "karı"sının "efendi"sidir. Aynı zam ada da bir tür "Tanrı" durum undadır
"karı"sı için. "Ba'l" denm esi bundan.
K oca "efendi" olunca, "karı"sı da, ne denli "özgür (hurree)" sayılırsa sayılsın;
"dişi köle (cariye)" sayılır. "Dişi köle" gibi "alınıp satılm ası" yoktur. A m a koca­
ya verilen yetkiye bakıldığı zam an, karı için uygun görülen konum , "alınıp satıl­
m aya" yakın bir durum sergiler. Sonuçta "kadın", bir tür "mal" sayılır.
Böyle olduğu içindir ki, K ur'an'da Sâd Suresi'nin 23. ve 24. ayetlerinde "ka-
dın"a "dişi koyun anlam ına gelen" N a'ce" denm iştir.2
H adislerdeki açıklam aya da u ygundur bu. M uham m ed'in anlatm asına göre,
koca "râî", yani "çoban", onun karısıysa "raiyye"den, yani "sürü"dendir.3 K o­
canın "çoban", karnım sa, "sürüden biri" olarak görülm esi, İslam ın başından bu
yana süregelm iş, kadının bu konum u, tüm M üslüm anlarca benim senm iştir.
"Sürü"dekiler, "m al"lardan oluşur. Bu durum da, İslam düşüncesi kadını "sü-
rü"den saym akla da, ona "mal", "erkeğin m alı" gözüyle baktığını bir kez daha o r­
taya koyar.

1 B ilgi için bkz. Prof. P hilip H itti, T arihu S u riy e ve L übnan ve F ilistin, s. 125-126.
2 B kz. T efsirler, ö rn eğ in T aberî, C am iü'l-B eyân, 23/92-97.
3 B u h â rî, e's-S a h îh , K itab u 'l-C u m 'a/1 1 ; M ü slim , e's-S a h îh , K itab u 'l-İm ar/2 0 , h ad is no. 1829.

49
Youtube: Tanrı Mı Varmış
K adına, İslam ın "mal" diye baktığını gösteren çok şey vardır. Pek çok "hü­
küm ", pek çok şeriat kuralı. B ir "boşanm a" kurum unu ele alalım. "B oşanm a", Is-
lam da -b ilin d iğ i g ib i- "erkeğin hakkı"dır. Erkek, kadını boşayabilir de, kadın e r­
keği boşayam az. N eden?
Aynı tem elden dolayıdır bu da. Yani İslam , kadını "m al-m ülk" gördüğü için.
B ir m alın, m ülkün "sahib' i, dilediği zam an bu m aldan, m ülkten "vazgeçebilir".
K aldırıp atabilir, satabilir. K im se karışam az. A m a bir m alın, m ülkün, kendi sahi­
bini atabileceği, satabileceği düşünülem ez. K oca da, karısının "m ülk sahibi" tü­
ründen sahibidir. K arısını boşam ası da bir tür "vazgeçm e"dir "mal ve m ülk"ten.
Sonra bu m al, m ülk gidip yeni "sahip" bulam az. K adın da koca bulam az. İslam ,
"mal" gördüğü kadına böyle b ir "irade" verm ez. O kadına koca olacak biri var­
sa, o gelip kadını bulur. M alı, m ülkü, "yeni sahibi"nin gelip bulm ası gibi.
M edeni Yasa'yla böyle bir durum dan, yani "m al-m ülk olma" niteliğinden kur­
tarılm ak istenm iştir. Ne ölçüde kurtarılabilm iştir? Bu, tartışılabilir.

"U ğursuz Bir Mal"

K adın, İslam şeriatının gözünde yalnızca bir "mal" değil, "uğursuzdur" da.
M uham m ed, çok açık biçim de, "kadın"da da "uğursuzluk” bulunduğunu söyler.4
B ununla birlikte İslam ı kurtarm aya çalışanlar, "İslam da uğursuzluk inancı
yoktur" diyorlar. B aşta da D iyanet İşleri Bakanlığı,.
B ilindiği gibi, ülkem izin onur duyacağı nitelikteki bir bilim adam ı Prof. Dr.
İlhan A rsel'in, her biri yüzakı olan kitapları arasında bir de (son kitabı) Şeriat ve
K adın adlı kitabı vardır. A rsel, bu kitabı daha çok, D iyanet'in yayınlarına, en baş­
ta da Sahîh-i B uhârî M uhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi adlı kitap ve İslam dün­
yasında "m uteber” olan kitaplara dayanarak yazm ış; İslam ın, İslam şeriatının
"kadın"a nasıl baktığını, tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. A dana M illet­
vekili C üneyt C anver de, 5.10.1989'da Türkiye Büyük M illet M eclisi B aşkanlı­
ğ ın a verdiği bir soru önergesinde, D iyanet'in kadını aşağılayıcı hüküm ler içeren
yayını konusunda sorular sorm uştu.

4 B kz. B uhârî, e's-Sahth, K itabu'l-C idâd/7; M üslim , e's-Sahîh, K itab u 's-S elâm /1 15-116, hadis no.
2 225; E b u D av u d , Sünen, K itab u 't-T ıb b /2 4 , hadis no. 3922; T irm izî, Sünen, K itab u 'l-E d eb /5 8 , h a ­
dis no. 2824; tb n M ace, Sünen, K itabu'n-N ikâh/55, hadis no. 1995; N eseî, Sünen, K itab u 'l-H ay l/5 ,
h ad is no. 3598; M âlik İbn E nes, el-M uvatta, K itab u 'l-İstizan /8 , hadis no. 22, s.972; A hm ed İbn
H an bel, 2 /8 ...

50
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Canver, Kısaca:
1- D iyanet'in neden "kadını aşağılayıcı hüküm ler içeren yayın"lara yer verdi­
ğini, bu tür hüküm lerin yayılm asına aracılık ettiğini,
2- D iyanet'in kadının "çağdaş k o n u m u 'n d an yana mı, "şeriattaki konu-
m u"ndan yana mı olduğunu sorm uştu.
D iyanet'in hangi konum dan yana olduğu belli. İlgili bakanlık, konuyu Diya-
net'e "havale" edince, D iyanet de "cevab"a girişm işti. C evapta da daha çok İlhan
A rsel'e saldırılar yer alıyordu. Bu arada, kadının, İslam şeriatındaki konum undan
yana olduğunu iyice sergiliyordu. Yine bu arada, kendi yayınlarında ve hadisler­
de yer alanlardan birçoğunu "inkâr" yoluna sapıyor, İslam ı sevim li gösterm eye
çabalıyordu. D iyanet'in inkâr ettikleri arasında, M uham m ed'in "k a d ın 'm "uğur­
suz" olduğunu anlatan yukarıdaki "hadis"i de vardır.
K adının "şeriat"ta ne denli aşağılandığını görm ek için bu kitabın okunm asını
öneririm .

"K adınlarınız, Ekin Tarlanız"

Bakara Suresi'nin 223. ayetinde (D iyanet'in resm î çevirisiyle) şöyle deniyor:


- "K adınlarınız, sizin tarlanızdır. Tarlanıza, istediğiniz gibi g e lin ..."
İnsanın "tarla"sı da "mülk"üdür. Bu ayet de açıkça, kadının bir "m ülk" görül­
düğünü ortaya koyuyor. Dahası da var:
Bu ayetin nedeni ("iniş nedeni") tartışm alıdır. İbn Ö m er'den aktarılan ve Bu-
hârî'nin de yer verdiği bir hadise göre, bu ayette, erkeğin, "kendisi için bir ekin­
lik (tarla) durum unda olan karısı"yla "ters cinsel ilişki"de bulunabileceğinin an­
latıldığını kabul etm ek gerekir. Yani ayet, bu ters ilişkiye "olur" diyor.5
K im i de ayette, kadınla, norm al ilişkide bulunm ak koşuluyla istenen biçim de
yatılabileceğinin anlatıldığı görüşünde. F. Râzî, her iki kesim in de görüşlerine ve
kanıtlarına yer veriyor.6
Hangi görüş kabul edilirse edilsin, burada, konum uz nedeniyle bizi ilgilendi­
ren, kadının, "erkek için bir ekin tarlası" diye sunuluyor olmasıdır.

"K adın: Bir Meta"

K ur’an, kadını, erkek için "bir m eta" diye sunar. Bu, N isâ Suresi'nin 24. aye­
tinde açıkça göze çarpar. Bu ayette, "...O n lard an (karı olarak aldıklarınızdan)

5 Bkz. B uhârî, e's-S a h îh, K itabu T efsiri'l-K ur'an/39; C elaled dın S üyutî, el-İtkan, M ısır, 1978, 1/42;
F ahruddin R âzî, e't-Tefsirü'l-K ebir, 6/72/73.
6 B kz. ayn ı yer.

51
Youtube: Tanrı Mı Varmış
m etalandığınızda (yani m eta olarak kullandığınız zam an) ücretlerini (m ehirleri-
ni) v e rin ..." D iyanet'in çevirisindeki anlam ı da şöyle: "...onlardan faydalanm a­
nıza m ukabil, kararlaştırılm ış olan m ehirlerini v e rin ..." Am a kadınlar için kulla­
nılan sözcük, "meta" sözcüğünün bir türevidir.
K im ilerine göre bu ayet, "m ut'a nikâhıyla kadın alınabileceğini" anlatıyor.7
Sözlük anlam ıyla "m ut'a" ve "meta" aynı.8
K adından "meta" olarak yararlanm anın bir yolu da "m ut'a nikâhı"dır.

"M ut'a Nikâhı"

Belirli bir ücret karşılığında ve belirli bir süre için kadından cinsel yönden ya­
rarlanm ak am acıyla erkekle kadın anlaşırlar. Ve bir süre birlikte yaşarlar. Bu tür
anlaşm aya "m ut'a nikâhı" denir. K im i hadisler, bu nikâh biçim inin M uham m ed
dönem inde, bir süre bulunduktan sonra geçerli olm aktan çıkarılıp yasaklandığı­
nı belirtirken, kim i hadisler her zam an (bugün bile) şeriatta geçerli olduğunu an ­
latır.9 Bu nikâh biçim inin, Ö m er dönem ine değin geçerli olduğunu, sonra
Ö m er'in bunu kaldırdığını anlatan hadis de vardır.10
Bu nikâh biçim i, bugün İslam dünyasının kim i kesim inde geçerlidir.
K adın, erkeğe hep "sunulur". C ennette de "huri"lerin erkeklere sunulacağı
bildirilir K ur'an'da. Bu da, İslam ın, kadına bakışını anlatan nice kanıttan biri.

Em eğin Bayrağı
31 M art 1990, yıl 3, sayı 25

7 B kz. F. R âzî, 10/49.


8 B kz. R âğ ıb , el M üfredât, M -T-A.
9 B kz. F. R âzî, 10/49; M üslim , e ’s-Sahîh, K itab u 'n -N ik âh /1 1-32, hadis no. 1404-1407.
10 B kz. M üslim . K itab u 'n -N ik âh /1 4-18, hadis no. 1405.

Youtube: Tanrı Mı Varmış


DİY A N ET'İN Y A LA N LARI VE
K A D IN LA RI A ŞA Ğ ILA M A LA R I

Bilindiği gibi, Prof. Dr. İlhan Arsel'in Şeriat ve Kadın adlı bir kitabı var. Yazar
bu kitabında, "şeriat"ın "kadm"ı nasıl gördüğünü, nasıl aşağıladığını, kaynaklarını
gösterere^ ortaya koyuyor. Yani "Kur'an"ına, "hadis"lerine dayanarak... Kur'an or­
tada. Yer verdiği "hadis"ler de, tüm üne yakın bir kesimiyle Diyanet Yayınlan'nda,
çoğunlukla da Sahîh-i Buhârî M uhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi adlı kitapta var.

C anver'in Ö nerisi

A dana M illetvekili C üneyt Canver, Prof. Dr. İlhan A rsel'in Şeriat ve Kadın
adlı kitabının en baş kaynağını oluşturan "Sahîh-i B u hârî... Tercem esi" üzerinde
duruyor ve "kadınlarla ilgili hüküm ler" nedeniyle bir "soru önergesi" hazırlıyor.
5 Ekim 1989 günlü önergeyi, B akanlığın cevaplandırm ası isteğiyle T B M M Baş-
kanlığı'na veriyor.
K onu, döne dolaşa, D iyanet İşleri B aşkan lığından sorulm asına varıyor. B a­
kanlık soruyor bu kurum dan. K urum da "cevap" veriyor.
Diyanet, som önergesinin Şeriat ve Kadın adlı kitaba dayanılarak hazırlandığını
belirtiyor ve "şeriat"taki "kadını aşağılayıcı hükümler" için de "yalan", "iftira" diyor.
C anver'in soru önergesinde, "şeriat"ın "kadını aşağılayan hüküm leri"nden bir
bölüm ü şöyle sıralanm ış bulunuyor:
1- "İki kadının tanıklığı, bir erkeğin tanıklığına bedeldir."
2- "K adınlar aklen ve dinen eksik yaratıklardır."
3- "U ğursuzluk üç şeyde vardır: K arıda, evde ve atta."
4- "N am azı kat' eden şeyler, köpek, eşek, dom uz ve kadındır."
5- "K adınlar arasında saliha kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gi­
bidir."
6- "B enden sonra erkekler için kadından zararlı bir fitne bırakm adım ."
7- "B ana cehennem halkı gösterildi; çoğunluğu kadınlardı."
8- "Kadınlar, insanın karşısına şeytan gibi çıkarlar."
9- "K adın eğe kem iği gibidir, onu doğrultm ak istersen kırarsın."
10- "Erkekler, kadınlar üzerinde hâkim dirler. O sebeple ki, Allah erkekleri ka­
dınlara üstün kılmıştır."
11- "Kadınlar, erkeklerin elinde, hürriyetlerini terk etm işlerdir."

53
Youtube: Tanrı Mı Varmış
12- "Eğer erkek tepeden tırnağa cerahat olsa, kadın da diliyle yalasa, yine de
erkeğin hakkını ödeyem ez."
13- "Elin zinası, el temasıdır. H er kim yabancı kadının elini tutar ve onunla
tokalaşırsa, kıyam et gününde, onun iki avucuna ateş konur. B irinizin başına d e­
m irden b ir şişin vurulm ası, onun kendisine helal olm ayan bir kadınla tokalaşm a­
sından daha hayırlıdır."

C anver'in Soruları

1- B ütün bunlar doğru ve geçerli değilse, D iyanet İşleri Başkanlığı niçin k a­


dınları aşağılayan, küçülten ve erkeğin yanında zavallı kılan hüküm lerin yayıl­
m asına aracılık eder? A çıklar m ısınız?
2- D iyanet İşleri Başkanlığı'nın bu yayınları karşısında vatandaşlar kadınların
bugünkü çağdaş konum larına mı, yoksa bu yayınlardaki konum larına mı itibar
edeceklerdir? D iyanet İşleri B aşkanlığı hangisine itibar etm ektedir?
A çıklar m ısınız?

D iyanet "Cevap" Yerine Yalana B aşvuruyor

K adınları aşağılayan "şeriat hüküm leri"yle ilgili olarak D iyanet’in yapm ası
gereken neydi?
En başta dürüstçe davranm aktı kuşkusuz. "Var" olana "var" dem ekti. K aran­
lıktan ve herkesin konuyu yeterince bilm em esinden yararlanıp "gerçek" olanı
örtm ek, saklam aya çalışm ak ve tam tersini gösterm ek değildi. Şeriatın çağ dışı
"hüküm ler"i olarak ortaya getirilen ve D iyanet'in yayınlarında da yer aldığı b e­
lirtilen "hü k ü m ler'i bir bir ele alarak, am a hiçbirini atlam adan cevabını verm ek­
ti. D iyanet bunu yapmıyor. 6 K asım 1989 gün ve 10/027/1302 sayılı D in İşleri
Y üksek K urulu Başkanlığı'nın yazısında, Şeriat ve K adirim yazan Prof. Dr. İl­
han A rsel'e saldırıyor, cevaplanm ası istenen "kadını aşağılayıcı hüküm ler"i de bir
kısm ını atlayarak ele alıyor, ele aldıklarını da tersyüz ediyor, saptırıyor, "var"
olanı "yok" gösterm eye, gerçeği örtm eye çabalıyor. Ve çoğunda yalana başvuru­
yor. Bu arada da "kadını aşağılayıcı hüküm ler"in bir kesim i için "gerekçe"ler ile­
ri sürüyor ve kadının "çağdaş konum u"nu değil, ilkel konum unu savunuyor. H em
de "çağdaş" görünerek bunu yapıyor.

K adını A şağılayan H üküm ler M adde M adde

Şim di b ir bakalım . G erek Şeriat ve K adın adlı kitapta, gerek C anver'in soru
önergesinde yer alan "şeriat hüküm leri", gerçekten İslam da ve D iyanet Yayınla-
rı'nda var mı, yok mu; görelim:

54

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"İki K adının Tanıklığı, Bir Erkeğin Tanıklığına Bedeldir"

Birinci m adde bu.


D iyanet yazısında, "B aşkanlığın sözü edilen eserinde böyle bir cüm le yoktur"
diyor. Sonra da "bu hükm ün", K ur'an'da, Bakara Suresi'nin 282. ayetinde yer al­
dığını belirtiyor. Zaten sorulan, gündem e getirilen "cümle" değil; "hüküm "dür.
D iyanet bu hükm ün, K ur'an'da var olduğunu kabul etm ek zorunda kalıyor.
"İtira f' ediyor. Sorun bitmiştir. A m a D iyanet bu hükm e bir gerekçe uyduruyor,
daha doğrusu çok öncekilerin uydurduğu gerekçeyi koyuyor. Bu gerekçeye göre:
- K adınların, erkeklere oranla "hafıza"ları " z a y ıftır.
- Çünkü "fertler arasında yapılm akta olan çeşitli sözleşm elere, genellikle sey­
rek şahit olurlar."
- Bu durum da olanların "hafızalarının z a y ıf', "olayları hatırlam alarının zor"
olacağını "psikoloji de ortaya koym uştur".

D iyanet Şeriat H ükm ünü Savunm ak İçin


Bilim i de K ullanm a Ç abasında

Ş eriatçılar bunu hep yapm ıştır. Şeriatın "kadın ’ı aşağılayan hüküm lerine kılıf
bulm ak için kim i bilim dallarını da kendilerine göre yorum layıp "yalancı tanık"
gibi kanıt gösterm eye çalışm ışlardır. Şeyhülislam M usa K âzım (1858-1920), şe­
riatın kadını "aşağı derece"ye iten hüküm leri konusunda, "şeriaf'ın her buyru­
ğundan insanlar için yararlar olduğunu" savunm uş, kadın erkek arasındaki
"fark"ın bir "doğa yasası"nın gereği olduğunu, kadının tüm görevinin "ev işleri
ve çocuk bakım ı" çerçevesinde toplanm ası gerektiğini savunm uştur.1 D iyanet
Y ayınları'ndan Anglikan K ilisesine C evap adlı kitapta da şeriatın kadına "aşağı
derece"de yer verm esini savunm ak için kadın-erkek arasındaki "biyolojik fark­
lar" uzun uzun sıralanm ıştır (bkz. s .151-161). Aynı kitapta şunlar da yazılı:

"Evet, İslam şeriatı, adaletin bu son şekliyle tektir. K anunla uğraşanlar


tarafından, hatta bugüne kadar konulan hüküm lerin en bedii (güzeli), kanun
m ecm ualarına süs veren m addelerin en olgunu da hâlâ onun (şeriatın)
düzeyine varam adı."2

Laik Türkiye C um huriyeti'nin bütçesinden her yıl, birkaç bakanlığınki kadar


para alan ve tem el görevi, laikliğin korunm asına yardım cı olm ak olan D iyanet İş­
leri B aşk an lığ ın ın yayım ladığı bir kitapta böyle deniyor. D aha nice kitaplarında
neler var!

1 M u sa K âzım , H ü rriyet-M usâvât, S ırat-ı M üştekim , 1326, sayı 1, 2, 3; İsm ail K ara, T ü rkiye'd e İs ­
la m cılık D ü şü n cesi, 1/54 ve öt.
2 A n g lika n K ilisesi'n e C evap, D iyanet Y ayınları, 1997, s.36.

55

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"K adınlar, A klen ve D inen E ksik Yaratıklardır"

C anver'in soru önergesinde bu da olduğu halde, D iyanet, cevap yazısında bu­


nu atlam ış. Yani "İslam "da ve kendi yayınlarında böyle bir hüküm bulunm adığı­
nı söyleyem iyor.

"U ğursuzluk Üç Şeyde Vardır: 'K arı'da, 'Ev'de ve 'At'ta"

D iyanet, "önce belirtelim ki, İslam dininde 'uğursuzluk', yani bir şeyi uğursuz
saym a yasaklanm ıştır. N itekim Hz. P eygam ber Efendim iz (s.a.) "Ne Safer ayın­
da, ne kuşun uçm asında, ne baykuşun geceleri ötm esinde, ne de başka bir şeyde
uğursuzluk vardır" diyor. (Bkz. s.3)

D iyanet'in Yalanı

"İslam dininde uğursuzluğun bulunm adığı ve yasak olduğu" gerçek d eğ il­


dir, yalandır. B ir başka yalan da, "ne S afer ay ın d a ..." diye çevirisi yapılan h a ­
diste, "ne de başka bir şeyde uğursuzluk vardır" dendiği. Sözü edilen hadis ay ­
nen şöyle:
- "H astalık bulaşm ası yoktur (lâ advâ). K uşlu uğursuzluk yoktur (Lâ tiyare-
te). B aykuş da yoktur (Lâ ham ete). Safer (ayının iyilik ve kötülük getirm esi) de
yoktur (La safere)." Bu hadisin sonu var, am a "uğur" ya da "uğursuzluk"la ilgili
değil. Yani hadiste, "ne de başka bir şeyde uğursuzluk vardır" denmiyor. Bu, tü ­
m üyle D iyanet'in uydurm ası.
D iyanet, gerçeği saklam a çabasını ve yalanını şöyle sürdürüyor:
H adis-i şerifin, "B uhârî M uhtasarı"nda c.8, s.3 12-313’teki aslı ise şu şekilde­
dir: "E ğer bir şeyde uğursuzluk olsaydı, kadında, atta ve m eskende olurdu."
Varsayalım ki "hadisin aslı" böyledir. Burada da kadın aşağılanmış olm uyor mu?
K aldı ki hadisin, "B uhârî M u h tasarı'ndaki aslı" bu değildir. K endi y ay ın la­
rından olan bu kitapta, 1211 no.lu hadistir. Ve burada da T ürkçeye şöyle çe v ­
rilm iştir:
"A bdullah İbn Ö m er R adıyallahu anhum âdan, N ebi (Peygam ber) sallalahu
aleyhi vessellem in: 'U ğursuzluk, ancak üç şeyde: atta, kadında, evde hasıl olur'
buyurduğunu işittim dediği rivayet edilm iştir."
G örüldüğü gibi M uham m ed, burada, kadında, atta ve evde uğursuzluk bulun­
duğunu çok açık biçimde söylüyor. Ve bu hadis, Diyanet'in söz konusu yayınından
başka, İslam dünyasında en sağlam kabul edilen hadis kitaparında da yer alıyor.3

3 B uhârî, e's-S a h îh, K itabu'l-C ihâd/47; M üslim , e's-Sahîh, K itab u 's-S elam /1 1 5 -1 16, hadis no. 2225;
E bu D av u d , S ü nen, K itab u ’t-T ıbb/24, h adis no. 3922; T irm izî, Sünen, K itab u 'l-E d eb /5 8 , h adis no.
2 824; N eseî, S ü nen, K ita b ü l-H a y /5 , h adis no. 3598; İbn M ace, Sünen, K ita b ü n -N ik â h /5 5 , hadis
no. 1995; A h m ed İbn H anbel, 2/8; M u v atta' İstizan/22.

56

Youtube: Tanrı Mı Varmış


D em ek ki bu hadisin "yok" sayılm ası m üm kün değil. Am a D iyanet gerçeği
örtm ek için bu hadisi yok sayıyor.

"N am azı K at'eden Şeyler: K öpek, Eşek, D om uz ve Kadın"

D iyanet, cevap yazısında, "B uhârî'de bu anlam da bir hadis yoktur. Aksine,
nam az kılanın önünden bunların geçm esiyle bozulm ayacağını ifade eden hadis­
ler vardır" diyor.
Bu, bir saptırm acadır. Çünkü "B uhârî'de bulunm ayan hadisler" de "hadis"tir.
Bu hadislere göre de İslam da "hüküm " belirlenm iştir. Bu konuda da öyle. D iya­
net'in kendi yayınlarından olan Sahîh-i B u h â rî M uhtasarı Tecrîd-i S a rîh 'de bu
yönde açıklam a vardır. Ve bu açıklam aya göre:
- M ekhûl, Ebu'l-A hvas, H aşan B asrî ve İkrim e, nam az kılanın önünden kö­
pek, eşek, kadın geçerse, bunların nam azı bozacağı görüşünü paylaşm ışlardır.
- İbn Abbas da, kara köpek ve âdet gören kadının önden geçmesi durum unda na­
mazın bozulacağını savunmuştur. Atâ İbn Ebi Rebâh da İbn Abbas'ın görüşündedir.
- A hm ed İbn H anbel'den de, "düz kara köpek", eşek ve kadının, önünden geç­
tiği nam azı bozacağı görüşünde olduğu aktarılm ıştır.
- Ehl-i Irak (Irak halkı, Irak ulem ası) da fıkıh kitaplarında yazılı bulunduğu­
na göre, "köpek, kadın, eşek ve dom uz" nam az kılanın önünden geçtiği zam an
nam azı bozar.
Söz konusu D iyanet yayınında bu bilgiler verildikten sonra, dayanak olarak
alınan hadis, en sağlam hadis kitaplarından olan M üslim 'in e ’s-Sahîh 'inden şu çe­
viriyle aktarılıyor:
- "Ö nünde, deve sem erinin ard kaşı boyunda bir sütresi (engel) olm ayan kim ­
senin nam azını KA D IN , EŞEK , bir de K A RA KÖ PEK kat'eder (keser, bozar)."
Yine aynı yerdeki açıklam aya göre, soru soran biriyle Ebu Z er arasında şu ko­
nuşm a geçer:
- K ara köpek nam azı bozuyor da kırm ızı köpek neden bozm uyor?
- A kardeşim in oğlu! Ben de senin sorduğunu Peygem ber'e sordum . Peygam ­
ber, "K ara köpek şeytandır" buyurdu.
Evet, D iyanet'in yayınlarından olan sözkonusu kitapta bunlar yer alıyor.4
D em ek ki, M uham m ed, "kara köpek, eşek, dom uz" ve "kadın", nam az kıla­
nın önünden -a ra d a bir şey o lm a d a n - geçerse, bunların her birinin nam azı boza­
cağını söylem iştir. "Eşek, dom uz" gibi hayvanlar "kötü", "kara köpek" ile "ka­
dın" da hem "kötü" hem de "şeytan" olarak görüldüğü iç in ...
B uhârî'nin y er verdiği had isler arasında da A işe'nin bir tepkisini görürüz.
D iyanet'in yayınladığı Tecrîd’in 309. hadisi olarak yer verdiği açıklam aya gö­
re Âişe:

4 S a h îh -i B u h â rî M uh tasarı T ecıîd -i S arîh Tercem esi, A nkara, 1985, 9. basım , 2/440-441.

57

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- "Siz, biz kadınları, köpek ve eşekle bir m i tutuyorsunuz?" demiştir.

"K adınlar A rasında Saliha K adın,


Y üz Tane K arga A rasında A laca Bir K arga Gibidir"

D iyanet, bu anlam da bir sözün, kendi yayınlarında bulunm adığını belirtiyor


(bkz. s.8). A m a, "böyle bir hadis yoktur" diyem iyor. Arsel, bu hadis için İslam
dünyasında ünlü İm am G azali'nin yapıtlarını gösteriyor. G azali'nin ünlü kitabı
İhya-i U lum i'd-D in adlı kitabında bu hadis yer alıyor.5

"Benden Sonra, Erkekler İçin,


K adından Zararlı Bir Fitne Bırakm adım "

B u da M uham m ed'in sözlerinden. D iyanet yayınlarından Sahîh-i B uhârî


M uhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi'nde, 1795.
Canver'in önergesinde bulunduğu için Diyanet, buna da cevabında yer veriyor.
"Böyle bir hadis yok" diyemiyor. "İtiraf etm ek gerekir ki, kadınlar içinde erkekler
için gerçekten fitne âmili olanlar vardır. Bazı erkeklerin bu tip kadınlara ram olm a­
ları yüzünden m eydana gelen aile dram ları her gün gazete sahifelerini doldurm ak­
tadır. A ncak bu hadis-i şerif, 'bütün kadınlar fesat âmilidir' anlam ına gelmez" diye
başlıyor ve hadisi, yorum larla anlam ının dışına taşırarak saptırıyor. Yani durum u
kurtarm aya çalışıyor (s.8-9).
O ysa M uham m ed, "kadınlar içinde fitne olanlar vardır" dememiştir; sözünü ka­
dınlar için genel olarak söylemiştir. Yani genellem e açıktır. Diyanet, genellem e ya­
pılm adığına, Teğabun Suresi'nin 14. ayetini gösteriyor. Ayete de am açlı olarak yan­
lış anlam veriyor. Ayette, "Ey inananlar! Eşleriniz ve çocuklarınız içinde size düş­
m an olan vardır; sakının onlardan..." denir. Hem en sonraki ayetteyse "fitne" yö­
nünden genellem e yapılır; "mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) fitnedir..." denir
(15. ayet). Dem ek ki ayetlere göre, "kadın ve çocuklar içinde düşm an olanlar var­
dır", am a "fitne" yönüne gelince, genellem e söz konusudur. 15. ayette "çocuklar"la
birlikte "kanlar" yoktur, am a M uham m ed, söz konusu hadiste, özellikle "kadınlar"
üzerinde durm uş ve kendisinden sonra gelecek zaman içinde, "en zararlı yaratıkla-
n n kadınlar olduğunu" çok kesin ve açık biçim de söylemiştir. îslam ın bakışm a gö­
re, "çocuklar" gibi "kadınlar" da birer "mal" sayılır, am a "birer şeytan olan mal".
Diyanet, "gerçek şu ki, İslam dini kadını hiçbir şekilde aşağılam am ış, onu yü-
celtm iştir..." diyor (s.9). İslam ın kadını "yüceltmesi" (!) işte böyledir.

5 T ü rk çesi için bkz. S erdaroğlu çevirisi, 2/11-18; A rapçası için bkz. 2/42.

58

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"B ana C ehennem Halkı G österildi; Ç oğunluğu K adınlardı"

Diyanet, M uham m ed'in bu sözleri söylediğini ve kendi yayınlarında da yer al­


dığını kabul ediyor, am a bunun, "kadınlan aşağılayıcı olmadığım" savunuyor (s.8).
O ysa İslam inancına göre "cehennem lik kişiler", hep "kötü kişiler"dir. İn ­
san lar içinde "cehennem lik olanlar"ın "çoğunluğu"nun "kadınlar"dan olduğu­
nu söylem ek, insanlar içinde erkeklere oranla, "kadınlar"ın daha çok "kötü-
ler"den oluştuğunu söylem ekle eşanlam lıdır.

"K adınlar, İnsanın K arşısına Şeytan G ibi Çıkarlar"

Diyanet, cevap yazısında bunu da atlam ış, dolayısıyla bu hadisin de varlığını


ve kendi yayınlarında bulunduğunu kabul etm ek zorunda kalmıştır. Yani "böyle bir
hadis yoktur" diyememiştir. Ve kuşkusuz, bu hadisi ve hükm ünü benimsemiştir.
K ısacası, D iyanet’e göre de "kadınlar insanın karşısına birer şeytan olarak çı­
karlar". Çünkü "Peygam ber Efendi"leri öyle söylüyor.

"K adın Eğe K em iği Gibidir, O nu D oğrultm ak İstersen K ırarsın.


Onu K endi H aline Bırak ve Eğriliğiyle O ndan Faydalanm aya Bak"

H adis tam böyle değil; am a bunu an latır nitelikte. D iyanet cevap yazısında
hadisin tam böyle olm am asını İlhan A rsel'in aleyhine kullanıyor (s.8). O ysa
önem li olan bunun an latılıyor olm ası değil m idir? D iyanet'in yayınlarından
T ecrîd 'de 1816 num arayla y er alan hadise bakıldığı zam an, bunun anlatılıyor
olduğu görülür.

"Erkekler, K adınlar Ü zerinde H âkim dirler"

D iyanet, bunun N isâ Suresi'nin 34. ayetinin, İlhan Arsel tarafından "tahrif"
edilm iş bir m eali olduğunu söylüyor (s.6) ve bir kez daha yalana başvuruyor.
Çünkü bu söz, N isâ Suresi'nin 34. ayetinin ilk tüm cesinin tam karşılığıdır. D iya­
net'in resm î çevirisinde de bu anlam verilmiştir. A rsel, bu sözün, ayetin tüm ü ol­
duğunu zaten ileri sürmüyor. H em en belirtelim ki, bu ayette, K ur’an'ın Tanrısı
erkeklere öğüt verirken, kendilerine daha başkaldırm am ış, am a başkaldıracak­
larından kuşkulanacakları karılarını "dövm elerini" de buyuruyor ve "kadın"ı
böyle "yüceltiyor" (!)
Bu tüm ceyle birlikte, C anver'in önergesinde aynı sırada yer alan ve kadınları
aşağılayan öteki hüküm lere, D iyanet cevap yazısında bir şey diyem iyor ve
suskunluğuyla bu aşağılayıcı hüküm leri dolaylı biçim de kabul ediyor.

59
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"Zina Çeşitleri"

"Elin zinası, el temasıdır. H er kim yabancı bir kadının elini tutar, onunla to­
kalaşırsa, kıyam et gününde onun iki avucuna ateş konur. B irinizin başına dem ir­
den b ir şişin vurulm ası, onun kendisine helal olm ayan bir kadınla tokalaşm asın­
dan daha hayırlıdır."
Bu, yalnızca bir hadis değildir, birkaç hadisten oluşm uştur. İlhan Arsel de k i­
tabında bunu belirtiyor.6 Ne var ki, D iyanet, bunu görm ezlikten gelerek, dem a­
gojiye sapıyor ve bunun, Tecrîd'de 2132 num arayla yazılı olan hadisin tam kar­
şılığı olm adığını söyleyip A rsel'in aleyhine kullanm aya çabalıyor (s.7).

C anver'in Sorularına K arşılık V erilm iyor

C anver sormuştu:
- D iyanet, kadını aşağılayan hüküm lerin yayılm asına niçin aracılık ediyor?
- D iyanet, yurttaşların, kadınların hangi konum larını benim sem elerini isti­
yor? Bu yayınlardaki ilkel konum larım mı, yoksa çağdaş konum larını m ı? Ve D i­
yanet'in kendisi kadının hangi konum undan yana?
D iyanet cevap yazısında bu sorulara açıkça karşılık vermiyor. Am a kadının
hangi konum undan yana olduğunu çok açık biçim de belli ediyor. D iyanet, kadı­
nın, İslam şeriatının uygun gördüğü konum da bulunm asından yana.
D iyanet İşleri B aşkanlığı, kadının ilkel konum a itilm esine karşı çıkan Prof.
Dr. İlhan A rsel'e, cevap yazısında hiç de yeri yokken, olanca gücüyle saldırıyor.
Yine bu D iyanet, aynı nedenle, soru soran yurttaş dilekçelerinde de İlhan Ar-
sel'e saldırılar yöneltiyor. Ne var ki, kim i yurttaştan, örneğin 80'i aşkın bir yurt­
taş olan Sadreddin H alulu'dan hak ettiği cevabı alıyor. H alulu, D iyanet İşleri
B aşkanlığı'na yazdığı 14.8.1989 günlü m ektubunda şunları yazıyor:
"Sayın Prof. Dr. İlhan A rsel’in dinler hakkında bilgisiz olduğunu hiçbiriniz
söyleyem ezsiniz. ( ...) Dinsiz, M üslüm an düşm anı sözleri, sadece onun savlarını
çürütem eyeceklerin savunm a tarzı o lu r..."
D iyanet Turan D ursun hakkında da bir şeyler dem iş olm alı ki, Sadreddin H a­
lulu, D iyanet'e yazdığı 23.9.1989 günlü m ektubunda da şöyle diyor:
"Takdir edersiniz ki, Turan D ursun, klasik A rapçaya m ükem m elen vakıftır.
Yani K ur'an'ın nazil olduğu K ureyş kabilesinin lisanı demektir. B ugün bunu,
dünyada, hakkıyla bilen -A ra p la r da d a h il- çok az sayıda kim se bulunm aktadır.
İşte bu zat delillerle ve de çok eski A rap ve M üslüm an kaynaklarına dayanarak
bu hakikati an lattı..."

2000'e D oğru
1 N isan 1990, yıl 4, sayı 14

6 Ş eria t ve K a d ın , İstanbul, 1989, s .100.

60

Youtube: Tanrı Mı Varmış


MUHAMMED'E GÖRE K ADIN "UĞURSUZ”DUR

K itap D erg isin in M ayıs 89 sayısında "PEY G A M B ER 'E G Ö R E K A D IN


U Ğ U R SU Z L U K M U?" başlıklı bir yazı yayım landı. Yazarı: Ali Bulaç.
Bulaç, bu yazısında, Prof. Dr. İlhan Arsel'in Şeriat ve Kadın adlı kitabını eleş­
tiriye koyulmuş. Arsel'in kitabı, şim diye dek yazdığı kitapları gibi son derece de­
ğerli, titiz bir incelem e, araştırm a ürünü. Sağlam, dürüst bir bilim adam ının değer­
lendirm esi olarak, ele alınanların hepsi sağlam kaynaklara dayalı. Yürekli, daha
güzel bir dünya hazırlanm asına yönelik, ışık tutucu öm ek bir çalışma. Kitap, yüz­
yılım ızın kitabı olacak nitelikte. "Kadın hakları" yönünden özellikle. Buna karşılık
Ali Bulaç'ın yazısı, "m üm inlerin im anlannı okşam aya" yönelik ve politik. A ğırbaş­
lı ve sağlam dayanıklı bir eleştiri olm aktan da tüm üyle uzak. Bulaç, İslamın kendi
uzmanlarının üzerinde birleştikleri noktalara, ilkelere, kurallara bile ters şeyler ya­
zıp döktürm üş. Öyle anlaşılıyor ki, "imanlıları okşam a çabası"nı gösterirken, ko­
nuları da bilmiyor. Yani yeterince bilmiyor. Örneğin bir "tefsir usulü" uzmanı de­
ğil, bir "hadis usulü" uzmanı değil, bir "fıkıh usulü" uzmanı değil.
B ir öm ek:
A li Bulaç: "AT”m, ”EV "in ve bir de "K A D IN "ın "U ĞURSU Z" olduğunu an­
latan hadisi ele alır - k i A rsel'in, kitabında üzerinde durduğu hadislerden yalnız­
ca b irid ir- ve bilgiçliğe girişirken önce şöyle bir soru soruyor:
"B uhârî ve M üslim gibi iki hadis kaynağında ve diğer m uteber hadis kitapla­
rında bu sözün yer alm asını nasıl açıklayacağız?"
Sonra "Buysa cevabı kolay bir sorudur" diyor.
U zm anlarına göre ciddiye alınm ayacak b ir sürü deli saçm asını bir yana bıra­
kırsak, ileri sürdüklerinin, yani "cevabının" özeti şudur:
- B uhârî ve M üslim 'in kitaplarına yazdıkları bir hadis bunlara göre hadis ola­
bilir de, "cerh ve ta'dil" adlı bilim dalına göre bir başkasınca hadis olm ayabilir.
- Senedi sahih olan bir hadisin m etni sahih olm ayabilir
- B ir sözün "hadis" olup olm adığını anlam ak için "Kur'an'la, öteki hadislerle
ve aklın geçerli (kim e göre geçerli?) kuralları"yla karşılaştırılm alı; bunlara uyu­
yorsa hadistir, uym uyorsa değildir (s.23).
Bulaç, hadis uzm anları önünde gerçekten gülünç durum a düşüyor:
1- B uhârî ve M üslim 'in "e's-sahih"lerinde (kitaplarında) yer verdikleri hadis­
lerin tümü "sahih (sağlam )" kabul edilm iştir. K itapları, "Kur'an"dan sonra "en

61
Youtube: Tanrı Mı Varmış
sağlam kitaplar" sayılm ıştır İslam dünyasında. Birlikte yer verdikleri hadislerin
"sahihlik" derecesi de, "en üstün derece", "7 derecenin l.si" olarak benim senm iş­
tir.1 A rsel'in kitabında yer verdiği hadislerden biri olan "AT'da, EV'de, bir de KA-
D IN 'da U Ğ U RSU ZLU K " bulan hadis de bunlardan olduğuna göre "sahihliği",
yani sağlam lığı tartışılam az. Tartışm ası, "M üslüm anım " diyenlerce ve uzm anla­
rınca yapılam az.
2- T üm hadis uzm anlarınca benim senen ölçüye göre, bir hadise "sahih" deni­
yorsa, "sened"i de, "m etni” de "sahih"tir. "Sahihlik" için de üç koşul vardır:
"A D A LET", yani "güvenirlik", sonra "ZA BT" yani "yazıya ya da belleğe geçir­
m edeki sağlam lık" ve sonra "İTTİSÂ L" yani "zincirin halkalarının Peygam ber'e
değin kesintisiz ulaşm ası"dır.2
3- B ir sözün "hadis" olup olm adığını anlam ak için başka hadislerle ya da
K ur'an'la karşılaştırm a yapm ak gerektiği yolundaki sav "çağdaş (!) M üslüm anla-
ra biraz sevim li gelebilir. A m a bu savın, uzm anlarınca bir değeri ve ciddiliği yok­
tur. H ele Ali Bulaç gibi "m ukallid" sayılm ası gerekenler yönünden sözü bile edil­
m em elidir.3 K arşılaştırm ayı kim yapacak? Ali Bulaç mı?
4- "A klın geçerli kuralları"na gelince: Bu kurallarla karşılaştırm a yapm ak ge­
rektiği yolundaki sav da, "çağdaş" görünüm lü M üslüm anlarca sevim li bulunur.
A m a bunun da hadis uzm anlarınca b ir değeri, bir ciddiliği yoktur. Kaldı ki "ak­
lın" kim e göre "geçerli" olan "kuralları"ından söz ediliyor? İslam a, "m olla"ya
göre "geçerli olandan mı, "im anla gölgelenm em iş ve bozulm am ış olan akıl ve b i­
lim ilkeleri"ni benim sem iş olanlara göre "geçerli" olandan mı?
Ne denli çabalanırsa çabalansın örtülem eyecek bir gerçektir ki, ne İslam , ne
de bir başka "din", bozulm am ış "insan aklı ve biliırî'le bağdaşır. "Tanrı” anlayı­
şı, "m elek", "cin", "gökten inm e kitap", "P ey g am b erlik ", "kader", "ahiret", "cen­
net", "cehennem "..."İm an"ın tem el ilkelerinin kapsam ında olan bunlardan han­
gisi "insan aklı ve bilirrî'le bağdaşabilir?
Ali Bulaç, İslam ın "K A D IN 'a üstün haklar verdiğini" yazıyor. İslam ın hangi
kaynağıyla veriliyor bu haklar?
"K U R 'A N 'la mı? Bakara Suresi'nin "erkeklerin kadınlar aleyhine dereceleri
(üstünlükleri) vardır" diyen 228. ayetiyle m i? İslam uzam anlarının ve K ur'an yo­
rum cularının kendileri, bu ayetle, "AKIL" da, "D İN"de, "M İRA S"ta, "İM AM -
LIK "ta, "K A D IN LIK "ta, "TA N IK LIK "ta, "EV LİLİK TE"te, "B O ŞA M A -BO -
ŞA N M A " da, "G A N İM ET"te ve daha birçok konuda, "K A D IN "ın "ERK EK "ten
"daha aşağı derecede" olduğunun anlatıldığını belirtiyorlar.4 En ilkel hukuk sis-

1 D âv û d el K arsî, Şerhu U sûli'l-H adis li'l-B irgivî, A rapça, İstanbul 1312, s.22-23.
2 Ali El K ârî, Ş erhu N uhbeti'l-F iker, A rap ça, İstanbul, 1327, s.51; D âvûd el K arsî, age, s.21.
3 D âv û d el K arsî, age, s.22.
4 F. R â z î,6 /1 0 1 ,T a b e rî,C a m iu l-B e y â n , 2 /4 5 3 ;T efsiru'n-nesefî, 1 /1 1 5 ;T efsiru İbn K esir, 1/271; Kâ-
sım î, M eh asin u 't-T e'vîl, 3/585; T e fsiru i-M e râ ğ î, 2/167; S eyyid K utub, F i Z d â li'l-K u r'a n , 1/360;
Ş ev k ân î, F eth u 'l-K a d ir ve öteki tefsirler, "ah k âm ü l-k u r'an 'lar.

62

Youtube: Tanrı Mı Varmış


tem inde bile "suç" işlenm eden "ceza" verilem ezken, kendisine daha başkaldır-
m am ış, am a başkaldıracağı (nüşûz) kuşkusunu taşıyan "KOCA"yı, "K A R I"sım
"D Ö V M E ”ye çağıran, N isâ Suresi'nin 34. ayetiyle mi veriliyor o "üstün haklar"
kadına?
Yoksa kadını aşağılayan hadislerle m i? (D eğerli Arsel, bu hadisleri kaynakla­
rıyla gözler önüne sermiştir.)

2000'e D oğru
11 Haziran 1989, yıl 3, sayı 24

63
Youtube: Tanrı Mı Varmış
VE K A D IN A DAYAK

İslam ı savunanlar hep şöyle derler:


- "İslam , insanlık dinidir. İnsan haklarına önem verir. Kadını da yüceltm iş-
tir..."
B irçokları İslam ın kendisini bilm edikleri, tanım adıkları halde, yapılan propa­
gandalara ya da kendi kafasında oluşturduğu İslam a göre konuşur. İslam ın ken­
disine, içyüzüne bakıldığı zam ansa gerçek ortaya çıkar.
İslam şeriatı, "din" ayırım ı yapar; kendinden başka bir dini tanım az. (Ö rneğin
bkz. Â l-i İm rân, 19, 83, 85) "Irk" ayrım ı yapar; A rap toplum una seslenir. (Ö rne­
ğin bkz. M eryem : 97.) Bu nedenle Kur'an'ın "Arapça" olarak gönderildiğini bil­
dirir (örneğin bkz. Yusuf, 2; Ra'd, 37; Tâ-H â, 113; Şûrâ, 7; Nahl, 103). "O ym ak
(kabile)" ayrım ı yapar; hukukunda, "Peygam ber"inin diliyle, "HA LİFELİK " ku-
rum unu yalnızca K ureyş K abilesi"ne verir. Ö rneğin (Bkz. A hm et İbn H am bel
5/220-21.) "K ent-yöre" ayrım ı yapar; K ur'an ve "Peygam ber"in yalnızca "M ek­
ke ve çevresi"ni uyarm aya yönelik olduğunu bildirir. (Bkz. E riâm , 92; Şûrâ, 7)
"Zengin-yoksul" ayırım ı yapar; ”nim et”leri "Tanrı'nın bölüştürdüğü"nü, işçinin,
çalışanın yanında, bunları çalıştırsınlar diye her zam an "patrori'un bulunm ası ge­
rektiğini, "Tanrı'nın kim i insanlara karşı derecelerle üstün kıldığını" anlatıp aşı­
lar. (Ö rneğin bkz. Zuhruf, 32.) Yani "zengiri'den, "patrori'dan yana ağırlığını ko­
yar. G anim etleri paylaştırırken de, "Peygam ber"i eliyle bunu yapm ıştır.1 "M üel-
lefetü’l-K ulûb" (gönülleri İslam a kazandırılm ak istenenler) adını verdiği kim se­
lere, "M üslüm an" olsunlar ya da bu dinde kalsınlar diye "ganim et"ten rüşvet ver­
diği gibi, zengin olm alarına bakılm aksızın, "zekât"tan da rüşvet verm iştir. (Bkz.
Tevbe Suresi, ayet 60.) "Efendi-K öle" ayırım ı yapm ıştır, insanların bir kesim ini
"alınan-satılan mal" durum una sokm uştur (K ur'an da sayısız ayetiyle). Ve "cins"
ayırım ı yapm ış, "erkeği kadına derece ile üstün kılm ıştır." (Ö rneğin bkz. Bakara
Suresi, ayet 228.)
Bakara Suresi'ndeki "derece"yle anlatılm ak istenenin ne olduğunu, K ur'an
yorum cuları ve İslam hukukçuları açıklarlarken şu görüşleri savunm uşlardır:
"Erkek, kadından birçok yönden üstündür:
1- Erkeğin akılca üstünlüğü vardır.
2- D iyette (kurtulm alıkta) üstünlüğü vardır.

I B uhârî'nin de yer verdiği ilgili hadisleri, D iyanet Y ayınlan'ndan T ecrîd de görm ek için, 1040, 1296,
1299-1303. nolu hadislere bkz.

64

Youtube: Tanrı Mı Varmış


3- M iras konularında üstünlüğü vardır.
4- Erkek, "kadı (yargıç)", hüküm dar olur, kadın olam az. Erkek tanıklığa da
daha elverişlidir.
5-Erkek, kadının üstüne evlenebilir. D ilerse karısının, karılarının üstüne cari­
ye de alabilir. K adının kocasının üstüne evlenm ek gibi bir hakkı yoktur.
6- M irasta erkeğin payı daha çoktur.
7- Erkek, kadını boşayabilir; kadın erkeği boşayam az. Erkek, karısını boşa­
dıktan sonra da süresi içinde dönüş yapabilir, kadının bu yönde bir hakkı yoktur.
8- Erkeğin ganim etten payı, kadınınkinden ço k tu r... İslam dünyasının ünlü
ve en yetkili K ur'an yorum cularından Fahruddin R âzî böyle sayar.2 Öteki yorum ­
cular da benzer sıralam alar yaparlar ve B akara Suresi'nin, "erkeğin, kadından d e­
rece yönünden üstün olduğunu" anlatan 228. ayetini böyle yorum larlar.3
K ur'an'ın "Tanrı'sı "erkeği kadına üstün yaptığını" duyurm akla kalm ıyor; e r­
keklerin karılarına nasıl davranm aları gerektiğini de bildiriyor:

D ünyanın En İlkel H ukukunda Bile B ulunm ayan Hüküm

N isâ Suresi’nin 34. ayetinin, D iyanet çevirisindeki anlam ı şöyle: "A llah'ın k i­
m ini kim ine üstün kılm asından ötürü ve erkeklerin, m allarından sarf etm elerin­
den dolayı, erkekler, kadınlar üzerine hâkim dirler. İyi kadınlar, gönülden boyun
eğenler ve A llah'ın korunm asım em rettiğini, kocasının bulunm adığı zam an da
koruyanlardır. Serkeşlik etm elerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, y a­
taklarında onları yalnız bırakın, nihayet DÖVÜN! Size itaat ediyorlarsa onların
aleyhine yol aram ayın. D oğrusu A llah Y üce'dir, Büyük'tür."
Ç eviride geçen "serkeşlik", ayetteki "nüşûz"un karşılığıdır. "Serkeşlik", T ürk­
çe sözlükte şu anlam dadır: "K afa tutm a, başkaldırm a."
K ur'an'ın "Tanrı"sı erkeklere şunu diyor:
- "E ğer karılarınızın size başkaldırm alarından, kafa tutm alarından kaygılanı­
yorsanız, bu tutum u göstereceklerinden kuşkulanıyorsanız, şunu, şunu yapın,
sonra da dövün onları."
"İslam da kadını dövm enin bulunm adığını" savunanlar, ayetteki bu hükm ü
görm elidirler. Ayeti okuyup, " ...v e sonunda karılarınızı dövün!" buyruğunu
unutm am alıdırlar. Ve ayrıca "karılar"ın hangi "suçtan" dolayı dövülm elerinin bu-
yurulduğunu da hak-hukuk ve adalet ilkeleri içinde değerlendirm elidirler.
D üşünün: "K ocaya b aşkaldırm a suçu"(!) daha işlenm em iş. K oca yalnızca
bir "kaygı" ve "kuşku" içindedir. Yani, "karısının kendisine başkaldıracağından
kuşkulanıyor." İşte bu, ayetin hükm üne göre, "karıyı cezalandırm ak" için ye-

2 F. R âzî, e't-Tefsirü'l-K ebir, 6/95.


3 T aberî, C a m iü 'l-B eyâ n , 2/275-276; Tefsiru İbn K esîr, 1/271; Dr. K âm il M usâ, D erece, B eyrut,
1987, s . 15-26.

65

Youtube: Tanrı Mı Varmış


terli görülüyor. D ünyanın hangi hukuk sistem inde olursa olsun, "suç"la "ceza"
ilişkisi önem lidir. "Suç"a göre, "ceza" verilir. "Suç" azsa, "ceza" da azdır. Ve
"ceza", y alnızca "suç işlendikten sonra" verilir. En ilkel hukukta bile, işlenm e­
dik bir suçtan dolayı ceza hükm ü yoktur. K ur'an'daki bu ayetteyse son derece
açık ve seçik olarak bu var.
"İnsan H akları"na ilişkin "evrensel bildirim "lerin kabul edilip benim sendiği
bir dünyada, İslam şeriatını savunm a çabası içinde olanlar, bu ayet hükm ü karşı­
sında da bocalıyor ve durum u kurtarm aya çalışıyorlar. K uşkusuz, bunu yaparken
son derece gülünç durum lara da düşüyorlar. Ö rneğin diyorlar ki:
- "K ur'an'da kadını dövm e var, am a bu dövm enin bir koşulu da var: İncitm e­
den (eza verm eden) dövm e."4
Ayette sözü edilen "koşul (şart)" yok. Ayrıca, "incitm eden dövm e" nasıl ola­
bilir? "Ceza" için başvurulm ası istenen "dövm e", ceza verilen kim seyi "hiç incit-
m eyecekse", bir anlam ı kalır mı?
"K adının incitilm eden dövülebileceğini" savunanlar, ayetteki "dövm e"nin ge­
rekçesini anlatırken, bunun bir "ilaç" olduğunu da savunurlar. "Kadını yola getir­
m enin bir ilacının da D Ö V M E olduğunu" yazarlar.5
Ve düşünün, şeriat savunucuları, ilkellerdekinden daha ilkel olan hukuklarıy­
la uygar dünyanın karşısına çıkıp "biz de varız" diyebiliyorlar. K ur'an'larında,
kocaya, daha suç işlem em iş olan kadını göstererek, "döv, onu dayakla yola g e­
tir!" denip dururken b ile ...

Em eğin Bayrağı
17 M art 1990, yıl 3, sayı 24

4 Dr. K âm il M u sâ, M esa il fi'il-H a y a ti'l-Z e v c iy y e , B eyrut, 1985, s. 126.


5 M u h am m ed A li e's-S abuni, R eva yi'l-B eya n Tefsiru  ya ti'l-A h kâ m , 1/474-475.

Youtube: Tanrı Mı Varmış


ŞEHVET

T ürkçe sözlükte "şehvet (kösnü)" için şöyle denir:


- "Erkek ve dişinin birbirine karşı duydukları istek", "istek" am a "coşkunca
bir istek".
Ş erif C ürcanî'nin ünlü e't-Ta’rifât'm da "N efsin, kendisine yatkın olanı ister­
ken gösterdiği harekettir" diye tanım lanır. (Bkz. "Şehvet" m addesi.) Buradaki
"nefs", "öz varlık"tır ya da kişinin "doğal eğilim i"dir.
M üslüm an ahlakçıların sözlerinde "el kuvvetu'ş-şehevâniyye" (şehvet gücü,
şehvete ilişkin güç) diye bir deyim vardır. Eski Yunan düşünce dünyasındaki "er-
.dem (fazilet)" konusundan aktarılm a bilgilerle "dört ana erdem (adalet-hikm et-
iffet-şecaat)" anlatılırken geçer. A nlatıldığına göre, eğer kişi, "iffet" erdem ini e l­
den bırakm ak istem iyorsa, "Şehvet gücü"ne tutkun olm am alıdır.1 "İffet", özellik­
le cinsel konuda "dürüstlük" diye T ürkçeye çevrilebilir.
K im i de "şehvet"i "köpeksi olan ve o lm ay an ” diye ayırır. "K öpeksi şehvet
(e'ş-şehvetu'l-kelbiyye)" şehvetin hem çok aşırı olm ası hem de sürm esidir.2
B una göre, aşırı şehveti olan kim sede, "köpeksi (köpeklere özgü) şehvet" var
dem ektir.3

M uham m ed'in "30 E rkek G ücündeki Şehveti"

B uhârî'nin de y er verdiği b ir h adise göre, "M uham m ed, günün belirli saatin­
de, 9 ya da 11 olan karılarını cinsel b irleşim için dolaşır ve hepsiyle de b irle­
şim de bulunur"du. B una nasıl güç y etirebiliyordu?" sorusuna da şu karşılık v e ­
rilm iştir:
- "...O n a 30 erkek gücü (30 erkeğinki kadar şehvet) verilm işti."
Bu hadis, D iyanet İşleri B aşkanlığı Yayınları arasında yer alan Sahîh-i Buhâ-
rî M uhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi adlı kitapta, 192. hadis olarak yer alır.
H er şeyi "mucize" gibi gösterilm eye çalışılan M uham m ed'in "şehvet"i ve "er­
keklik gücü" de öyle sunulm uştur inanırlarına. K im i hadis kaynaklarında da, M u-
ham m ed'de "40 erkeğinki kadar şehvet" bulunduğu belirtilir.

1 S ad u d d in T eftâzânî, T elvih, İstanbul, 1310, 2/511.


2 M u h a m m e d A li T ehanevî, K e şşâ fu I s tılâ h a tıl- F ü n û n , 1/788.
3 B kz. a yn ı yerd e.

67

Youtube: Tanrı Mı Varmış


K ur'an'da "şehvet" tekil olarak iki kez (bkz. A ’râf: 81; Nemi: 55), çoğul ola­
rak da üç kez (Âl-i İmrân: 14; Nisâ: 27; M eryem : 59) geçer. K ur'an'da " sehvet"
anlam ında "heva"nm da yer aldığı görülür. Tekil ve çoğul olarak çok yerde ve ki­
mi türevleriyle birlikte yer alır. K ur'an sözcükleri uzmanı R âğıb'ın ünllü el M üf-
redaî'ında "heva", aynen şöyle tanım lanır: "Nefsin, şehvete eğilim i."4
"M uham m ed'in hevası", en çarpıcı biçim de, karılarından  işe'nin şu sözünde
dile getirilir:
- "G örüyorum ki senin R abbin (E fendi Tanrın) senin HEVAN (senin şey i­
nin keyfini yerine getirm ek) için koşuyor."5
H adiste b elirtildiğine göre, Â işe bu sözü, K ur'an'ın "Tanrı"sınm M uham -
m ed'e seslenerek, "O karılardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini öne alab i­
lirs in ..." dediği, A hzâb S uresi'nin 51. ayetine bir tepki olarak söylem iştir.
(Bkz. aynı kaynaklar.)
Dem ek ki M uham m ed'in "30 erkeğinki kadar" olan "şehvet"ini dilediğince do­
yurm ası için çok özel önem veriyor "Tann"sı. Aynı surenin 50. ayetinde, (D iya­
net'in resm î çevirisiyle): "Ey Peygam ber! M ehirlerini verdiğin eşlerini (kanları­
nı), Allah'ın sana ganim et olarak verdiği câriyeleri, seninle birlikte hicret eden am ­
canın kızlannı, halalarının kızlannı, dayının kızlannı, teyzelerinin k ızla n n ı... al­
m anı helâl kılm ışızdır" deyip sayarken "kendisini Peygam ber'e verm ek isteyen
inanır kadını alm asını da, öteki m ü'm inlerden ayn olarak ve yalnızca Peygam ber'e
özgü olm ak üzere helal kıldığını anlam akta. Ve sonunda M uham m ed'e verdiği ay­
rıcalığın gerekçesini bildirm ekte. Bu gerekçeye göre, M uham m ed'in "bir zorluğa
uğram am ası içindir" her şey! Yani M uham m ed "şehvet"ini öylesine doyurm alı ve
bu konuda güçlüklerden, engellerden öylesine uzak kalm alı ki, kendini vahye ada­
m akıllı verebilm eli. Sağlıklı "vahiy" alabilm ek için bu gerekli görülüyor.6
M uham m ed'in o "30 erkeğinki kadar" olduğu bildirilen "şehvet"ini doyurm a­
sına "T ann"sı hiç mi bir sınır koym uyor?
Aynı surenin 52. ayetine bakıldığı zam an, bir "sınır" koyduğu söylenebilir. Bu
ayetin, D iyanet çevirisindeki anlam ı şöyle:
- "Ey M uham m ed! B undan sonra, sana hiçbir kadın, câriyelerin bir yana, gü­
zellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini başka bir eşle değiştirm en he­
lal değildir. A llah, her şeyi gözetlem ektedir."
O sırada M uham m ed'in "karı" türünden ne kadar "kadın"ı olduğu tartışm alı.
K im ine göre karı sayısı 9.,7 kim ine göre İ l . 8

4 B kz. el M ü fred at, H-V-Y.


5 B u h â rî, e's-S a h îh , T efsir/7; Tecrîd, h ad is no. 1721; M ü slim , e's-S a h îh , R ıd a/4 9 , 50, h ad is no.
1464. ve öt. h ad is k a y n a k la n .
6 Bu d o ğ ru ltu d ak i yorum için bkz. F. R âzî, e't-T efsirü'l-K ehir, 25/220.
7 B kz. T efsirler, örneğin: T aberî, C a m iü 'l-B eyâ n , 22/21; C elaleyn, 2/111; T efsiru'n-N esefi, 3 /3 1 0 ...
8 H ad islere, ö rn eğ in Tecrîd'de 192 num aralı olarak yer alan hadise bkz.--------

68

Youtube: Tanrı Mı Varmış


52. ayeti ele alan yorum culardan bir kesim ine göre; ayette, "(Ey M uham ­
m ed!) B undan sonra sana, cariyelerinin dışında hiçbir kadın helal d e ğ ild ir..." d e­
nirken M uham m ed’in "karı sayısı"na bir sınır konm uş, o sıradaki karılarından
başka bir karı alam ayacağı bildirilm iştir (bkz. aynı kaynaklar). K im i yorum cuya
göre de ayette öyle denirken bir "sınır" konm uş oluyor, am a bu sınır, 50. ayette
sayılanlar yönündedir.9
"52. ayette, M uham m ed'in karı sayısına sınır konm uştur" denirse, o zam an
50. ayette, kendisine bir güçlük çıkarılam ayacağı konusundaki açıklam ayla çe ­
lişm iyor mu; buna nasıl bir açıklam a getirilebilecek?
F. R âzî'nin açıklam asına göre şöyle dem ek gerekiyor. "M uham m ed, başlan­
gıçta vahye tam alışık değildir. O zam an kendisini vahye daha iyi verebilsin d i­
ye gönül işlerinde kendisine daha bir serbestlik verilm işti. A m a vahye iyice alı­
şınca, buna gerek kalm adı ve sınırlam a ondan sonra o ld u ."10
N etleştirilecek olursa 52. ayette şunlar söylenm iş oluyor M uham m ed'e:
- "B undan böyle başka karı sana helal değildir. A m a dilediğin ölçüde cariye-
lerin olabilir. Karı değiştirm en de olm ayacak. H erhangi bir karının güzelliği se­
ni çekse, im rendirse bile yasağa uym alısın."
O ysa kendisine daha önce, "gönlünün çektiği her kadın"ı alma yetkisi verilm iş­
ti. "Tefsir"lerde, bu arada Fahruddin Râzî'de şu çok ilginç açıklamayı buluyoruz:
- "Peygam ber'in gözü bir karıyı görm üş olsa da gönlü o kadına düşm üş, o k a­
dını sevm iş bulunsa, o karı, artık kocasına haram olur ve kocasının o karıyı bo­
şam ası gerekir."11
Peki "sınır" konm uşsa, o sınır öylece kalm ış mıdır, yoksa sonradan kaldırıl­
m ış m ıdır?
Bu soruya kim i yorum cu, bu arada İm am lardan İm am Şafiî, şu karşılığı verir:
- "52. ayetteki hüküm yürürlükten kaldırılm ıştır (sınır kalkm ıştır)."12
İyi am a "sınırlam a" neyle kaldırılm ıştır? Yani 52. ayetteki hükm ü yürürlükten
kaldıran nedir?
K im ilerine göre, ayetteki hükm ü yürürlükten kaldıran bir "hadis"tir:
M uham m ed'in karılarından  işe şöyle der:
- "Peygam ber, kadınlar kendisine (sınırsız olarak) helal kılınm adan ölm edi."
Bu hadis, İslam dünyasında en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında da var­
d ır.13 K uşkusuz tefsirlerde d e . . . 14 Hadis kitaplarında olsun, tefsir kitaplarında
olsun, bu hadise, A hzâb Suresi'nin 52. ayeti nedeniyle ve ayetteki sınırlam aya
ilişkin hükm ün kaldırıldığını anlatm ak için yer verilir.

9 B kz. F. R âzî, 2 5/222; T aberî, 22/21-22.


10 B u d o ğ ru ltu d ak i yorum için bkz. F. R âzî, 25/222.
11 B kz. F. R âzî, 25/222.
12 B kz. F. R âzî, 25/223.
13 B kz. T irm izî, S ü nen, K itabu T efsiri'l-K ur'an/34, h ad is no. 3216.
14 Ö rn eğ in bkz. T aberî, 22/23-24; R âzî, 25/223.)

69

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Buna göre "hadis", Kur'an'daki "ayet"in hükmünü yürürlükten kaldırmış oluyor.
Peki bu olabilir mi?
H anefi m ezhebine göre: "Evet!" Şafiî m ezhebine göreyse: "Hayır!"
"U sulü'l-fıkh", yani İslam hukuku k itaplarında, "ayet hükm ü"nün "hadis"le
kaldırılab ileceğ in e bu hadis ö m ek verilir, am a Şafiî'nin karşı görüşü de açık la­
nır. 15
Şâfıi'ye göre, M uham m ed'in "karı sayısı ve k a n boşam ası" konusunda sınır­
lam a getirm iş olan 52. ayetteki "hüküm ", yürürlükten kaldırılm ıştır, am a "ha-
dis"le değil; 50. a y e tle ... Bu durum da bu iki ayetin öncelik sırası, K ur'an'daki gi­
bi değildir. Yani 52. ayet K ur'an'da daha sonra yer alm ışsa da, aslında 50. ayet­
ten öncedir. (Bkz. aynı kaynaklar.)
Sözün özü: M uham m ed'in "şeh v ef'in i belirli sayıdaki "karılar"la ve sınırı çi­
zilm em iş olan "cariyeler"le doyurm ası yeterli görülm üyor bu açıklam alara göre.

İslam H ukukuna Göre 9, H atta 5 Yaşındaki


Bir Kız da "Şehvet" K onusudur

İslam hukukunda "m üştehât" diye bir sözcük yer alır. Ve çok önem lidir. A n­
lam ı da, "şehvet konusu olacak yaşa gelm iş olan kadın". "Kadın"ı hep "şehvet
aracı" olarak gören İslam şeriatındaki hüküm şöyle:
"9 yaşm a gelm iş olan kız, şehvet konusudur, onunla evlenilebilir. İm am Azam
Ebu H anife'den ve Ebu Y usuftan aktarılan bir görüşe göre de 5 yaşındaki bir kız
da şehvet ve evlilik konusu olabilir."16
İslam dünyasında en sağlam hadis kitaplarının yer verdiği hadislere göre,
M uham m ed de, Â işe'yle, Âişe 6 yaşındayken evlenm iş, 9 yaşındayken de gerde­
ğe girm iştir.17

Em eğin Bayrağı
15 N isan 1990, yıl 3, sayı 26

15 Ö rn e ğ in bk z. S ard u 'ş-Ş erîa -T eftâ zân î, T av d îh -T elv îh , İstan b u l, 1310, 2 /4 8 8 -4 8 9 ; İbn M elek ,
M e b a rik u 'l-E z h a r f i Ş erh i M e n a ri'l-E n v a r, İsta n b u l, 1308, s.246.
16 T eh an ev î, K eşşa f, 1/788.
17 B u h ârî, e ’s-S a h îh, K itabu M enakıbi'l-E nsar/44; Tecrîd, hadis no. 1553; M üslim , e's-Sahîh, K ita-
b u 'n -N ik âh , h adis no. 1422.

70

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"İN ŞÂ ALLA H "

Tevrat'a göre, "Peygam ber" Süleym an'ın 700 karısı, 300 de cariyesi vardı.
(Bkz. Tevrat, 1. Krallar, 11: 3.) M uham m ed'in oğulluğu Zeyd'in karısını (Zey-
neb'i) alm asını haklı bir gerekçeye bağlam ak için A hzâb Suresi'nin 38. ayetinde,
".. .Bu, daha önce gelip geçm işlere Tanrı'nın uyguladığı bir y a sasıd ır..." denm e­
si üzerine, K ur'an yorum cuları bu açıklam ayı değerlendirm e gereği duym uşlar;
"burada, Tanrı, D avud'un ve oğlu Süleym an'ın aldığı çok karıya değiniyor dolay­
lı o la ra k ..." dem işlerdir. Ve Tevrat'ta anlatılanlardan, Kur'an yorum larına da yan­
sım ıştır bu arada. A m a biraz değişik olarak. Ö rneğin Süleym an'ın kadınları için,
"Süleym an'ın 700 karısı, 300 de cariyesi vardı" deniyor.1
İşte bu Süleym an, M uham m ed'in anlattığına göre, bir gün, "inşâallah"sız bir
"antiçm iş"tir:

"A ntiçerim ki Bir G ecede Y üz K adını Şey Edeceğim "

Hadis:
"D avud Oğlu Süleym an şöyle demişti:
- A ndolsun ki, bu gece Y Ü Z K A R IY I ŞEY ED EC EĞ İM (Bunlarla yatıp cin­
sel birleşim de bulunacağım )! G ebe bırakacağım için hepsi de oğlan doğuracak.
D oğan çocuk atlı savaşçı olacak. Ve Tanrı yolunda savaşacak!
A rkadaşı m elek, Süleym an'a:
- "İN ŞÂ A LLA H de!" dedi.
A m a o dem edi, unuttu.
O nedenle de kanlardan yalnızca biri G E B E kaldı. Bu kadın da "yanm insan,
yarım adam " doğurdu.
(M uham m ed anlatm ayı sürdürüyor:)
"M uham m ed'in canı elinde olan T a n n ’ya antiçerek söylerim ki, Süleym an
'İN ŞÂ A LLA H ' deseydi, andı yerine gelecekti, gereksinim ine en elverişli durum
gerçekleşecekti, o kadınların hepsi erkek çocuk doğuracaktı, doğan çocuklar da
hep atlı olarak Tanrı yolunda savaşacaklardı."2

1 B kz. T efsirler, ö rneğin: T efsiru-n-N esefî, 3/305; K urtubî, 14/195.


2 B kz. B uhârî, e's-Sahîh, K itabu'l-C ihad/23, K ita b u 'n N ik â h ! \\9 .

71
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Bu hadis, Buhârî'yle M üslim 'in üzerinde birleşerek yer verdikleri hadisler­
den.3 Bu hadise, önem li hadis kaynaklarından Tirmizî, A hm ed İbn Hanbel de ki­
taplarında yer verm işlerdir.4 A ncak, M uham m ed karı sayısında duraksıyor. Sü­
leym an'ın "bir gecede cinsel birleşim de bulunm ak ve hepsine de savaşçı oğlan
çocuğu doğurtm ak" için "antiçtiği" kadın sayısı için bir "60", bir "70", bir "90,
bir "99" ve bir de "100 (kadın)" diyor.5
H adislerde, M uham m ed'in de aynı gün, dahası "aynı saat"te, çok kadınla (9
ya da 11 kadınla) birden C İN SEL B İR L E ŞİM D E bulunabildiği (m ucize olarak
bunu başardığı) anlatılır ve "30 erkek gücünde" olduğu belirtilir.6
N e var ki, "aynı saatte 9 ya da 11 kadınla yatm ak" başka, "aynı saatte ya da
aynı gecede 60-100 kadınla yatm ak" başka.
Burada, konum uzu ilgilendiren nokta "İN ŞÂ ALLA H ". Süleym an'ın bunu
söylem em esi nedeniyle, antiçerek giriştiği cinsel birleşim de sözkonusu kadınla­
rı "gebe bırakm ayı" başaram am ış olm ası.
B ilindiği gibi "İnşâallah"ın anlam ı: "Tanrı dilerse”.
- "Tanrı ne dilerse onu yapsın, zaten yapar. Ayrıca bunu söylem eye ne gerek
var?" denebilir.
A ncak, K ehf Suresi'nin 23-24. ayetlerinde bağlayıcı buyruk var: "H içbir şeyi,
Tanrı'nın dilem esi dışında: 'B en onu yarın yapacağım !' dem e!" deniyor. M uham ­
m ed, yukarıdaki öyküyü anlatırken, Süleym an'ın da bu buyruğun bağlayıcı kap­
sam ında bulunduğunu anlatıyor. N e var ki, akla gelebilecek şöyle bir sorunun
karşılığı yok:
- Süleym an antiçerken "kadınları şey edip gebe bırakacağına ve hepsine O Ğ ­
LA N doğurtacağına" antiçm işti. Eylem e geçtiği zam an, "inşâallah" dem em esi,
neden o kadınların "gebe kalm alarına ve oğlan doğurm alarına" EN G EL O L U ­
Y O R da, "kadınları şeyetm esine (cinsel birleşim e)" EN G EL O LM U Y O R? Yani
"İnşâallahsızlığın etkisi" neden birincisinde görülüyor yalnızca?
Bu sorunun karşılığı, hadiste bulunm am akta. Yorumlarda da bir açıklam a yok.

"İnşâallahsızlığın, M uham m ed'in Başına Getirdiği"

Yukarıdaki hadiste görüldüğü gibi, "M ELEK anım sattığı halde" Süleym an
"İnşâallah" dem em iş ve başına gelen gelm iş. A ktarıldığına göre, bir olayda da
M uham m ed "inşâallah" dem eyi unutm uş (m eleğin ona anım satıp anım satm adığı
açıklanm ıyor):

3 İbn M elek , M eb â riku 'l-E zh a r f i Şerhi M eşâ riki'-E n vâ r, A rapça, İst., 1309, 2/216; M üslim , e's-Sa-
hîh, K itab u 'l-E ym ân/22-25, hadis no. 1654.
4 T irm izî, Sü n en , K itabu'n-N üzûr/7, hadis no. 1531; A hm ed İbn H anbel, 2/229, 275, 506, 6/253.
5 B u h ârî, e's-S a h îh, K itab u 't-T ev h îd /3 1, K ita b u î-E y m a n /3 , K itab u î-K affârât/9 , K itabu'l-C ihad/23,
K ita b u n -N ik â h /1 19; M üslim , aynı y e r d e ; T irm izî, aynı yerde.
6 Bkz. K itab u î-G u sl/1 2 ; Tecrîd, hadis no. 192.

72

Youtube: Tanrı Mı Varmış


OLAY: Birileri M uham m ed'e gelirler ve birtakım sorular sorarlar. Sorulara
alacakları karşılığa göre M üslüm an olup olm am aya karar vereceklerdir. M uham ­
med de bu sorular için: "Yarın size cevap vereceğim !" der karşıdakilere. O sıra­
da "inşâallah" dem eyi unutm uştur. C evap için "vahiy" getirsin diye Cebrail'i bek­
ler, am a C ebrail bir türlü gelm ez. "15 gün sürer bu kesinti." Cebrail sonra gelip
durum u açıklar. B ir sürü dedikodu olduktan so n ra... Ve Kur'an'ın Tanrı'sı, ayrıca
K ehf S uresfnin 23.-24. ayetleriyle uyarıda bulunur: "H içbir şeyi, Tanrı'nın dile­
m esi dışında, 'B en onu yarın yapacağım !' dem e" d iy e re k ...7

2000'e D oğru
29 Ekim 1989, yıl 3, sayı 44

7 İbn İshak, e's-Sîre, Yay. M uh. H am idullah, fıkra: 257; tefsirler, örneğin F. R âzî, 21/108; T aberî,
15/151; N esefî, 3 /9 -1 0 ... Ayrıca bkz. M üslim , hadis no. 1797.

73
Youtube: Tanrı Mı Varmış
ZİN A

(İslam a göre) Şeriatça geçerli akd (evlilik)


olm aksızın kadınla cinsel birleşme.

I
K U R'AN 'D A "ZİNA" SÖ ZC Ü Ğ Ü VE
B U A N LAM D A G E Ç E N SÖ ZC Ü K LER

"Zina": Bu sözcüğün türevleri yer alır: "Yeznûne"=Z'ma ederler. K ur'an'da bir


kez geçer. Furkan Suresi, ayet 68. "Yeznîne"-Z\na ederler (kadınlar). K ur'an'da
bir kez geçer: M üm tahine Suresi, ayet: 12. "Zâni"-Z'm a eden (erkek). K ur'an'da
üç kez geçer: N ûr Suresi, ayet 2,3 (bu ayette iki kez yer alır). "Zâniye"=Zina eden
(kadın). K ur'an'da üç kez geçer: N ûr Suresi, aynı ayetler.
"Biğâ": Kendisi bir kez geçer: N ûr Suresi, ayet 33. "Zina" anlam ındadır. "Bi-
ğâ"m n türevlerinden "ba ğ iyye"- Z ina eden (kadın). D aha çok "orospu" anlam ın­
da. K ur'an'da iki kez geçer: M eryem Suresi, ayet 20, 28.
"Sifâh": K endisi geçm ez, türevleri y er alır: "M üsâfihîn"= Zina edenler (er­
kekler). İki yerde geçer: N isâ Suresi, ayet 24; M âide Suresi, ayet 5. "M üsâfi-
hât"=Z ina edenler (kadınlar). B ir yerde geçer: Nisâ, ayet 25. "Sifâh" aslında
"dökm ek" anlam ındadır. "Cinsel birleşim "de "meni" döküldüğü için "zina"ya bu
ad da verilm iştir.1
"Fâhişe": Türkçeye "orospu" anlam ında geçm iştir, am a K ur'an'da bu anlam ­
da yer alm az. Temel anlam ıyla "sınırı aşan" demektir. Kur'an ayetlerindeyse, yo­
rum cuların belirtm elerine göre2 dört anlam da yer almıştır: "G ünah", "zina", "eş­
cinsellik" ve "kadının kocasına başkaldırm ası". Ancak, sonuncu anlam da yer al­
dığı ileri sürülen yerlerde de, kim i yorum cu ve fıkıhçılarca "zina" anlam ı verilir.
T üm anlam larıyla, K ur'an'da 17 kez geçer:
7 yerde "zina" anlam ındadır: Â l-i İm rân, ayet 135; Nisâ, ayet 15, 19, 25;
A 'râf, ayet 33; A hzâb, ayet 30; Talâk, ayet 1. Fıkıhta "livata" denen "eşcinsellik"
anlam ında da iki yerde görülür: N em i, ayet 54; A nkebût, ayet 28.

1 S ab u n î, S a fvetu 't-T efasir, 1/270.


2 A b d u rrah m an İbnü'İ-C evzî, N ü zh etü 'l-A 'yü n , s.466-467

\
74
Youtube: Tanrı Mı Varmış
II
"ZİNA "NIN TANIM I

"Zina"nın, İslam (şeriat) hukukçularınca ayrı bir tanım ı vardır ki, laik hukuk­
çuların yaptıkları tanım dan çok değişiktir:

A- İslam H ukukçularına G öre Tanımı

R âğıb'ın benim sediği tanım:


"Şeriatça geçerli bir akd (nikâh) olm aksızın kadınla cinsel birleşm e."3
Bu tanım , genellikle benim senen bir tanım dır. A m a yine de tüm m ezheplerce
benim sendiği söylenem ez.

I - H anefi H ukukçularınca B enim senen Tanım


"Zina": "Erkeğin, nikâhla ya da kuşkulu da olsa nikâh sayılacak bir yolla ya
da efendi-cariye (dişi köle) ilişkisinden ötürü ya da böyle bir ilişki var sanısıyla
sahip olm adığı bir kadının cinsel organına cinsel organını, sünnet yeri tüm üyle
girm iş olacak biçim de sokm ası."4
Bu tanım , kısa anlatım ıyla da olsa, H anefî fıkıh kitaplarında benim senm iş
olarak yer alır. Yalnız "erk eğ in ..." yerine "m ü k ellefin...", yani "erkek yüküm lü­
n ü n ..." denir. Tanım ın kapsam ında yalnızca "akıllı (âkil)" ve "bâliğ (ergin)" er­
kek bulunsun ve "deli", "kısıtlı" ve "çocuk" gibi "m ü k e lle f sayılm ayanlar tanı­
m ın kapsam ı dışında kalsın d iy e ... Çünkü böyle "m ükellef olm ayan"ların cinsel
birleşm eleri "zina" sayılm am aktadır.5
Ü nlü düşünür İbn Rüşd (1126-1198) de tüm "İslam ulem ası"nın şu tanım da
birleştiğini yazar:
"Zina: G eçerli (sahih) bir nikâh ya da böyle bir nikâh sanısı ya da efendilik-
cariyelik ilişkisi olm aksızın gerçekleşen her tür cinsel birleşm e."6
Yine de aşağıda görüleceği gibi, Şafiî fıkıhçılannın tanım ı biraz daha değişik­
tir, "eşcinselliği" de içine alacak kapsam dadır:

2- Ş a fiî H ukukçularınca B enim senen Tanım


Şafiî m ezhebince benim senen tanım ın, Fahruddin R âzî'nin yer verdiği şu ta ­
nım la dile geldiği söylenebilir:

3 R âğ ıb , eI M ü fred â t, "z-n-y".
4 M u h am m ed A li e't-T ehânevî, K eşşa fu Istıla h a t'l-F ü n û n . 1/623.
5 H id ây e, A rap ça, 2/493-494; D âm âd, M ecm au'l-E nhür. A rapça, 1/458; D ü rer, A rapça, 2/61.
6 İbn. R ü şd , B id â y e tü ’l-M üctehid, 2/362.

75
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"Zina: K esinlikle haram ve doğal olarak da şehvet kaynağı olacak nitelikte,
'ferc'in 'ferc'e sokulm ası."7
"Ferç" burada "cinsel organ" anlamındadır. Râzî, "dübür"ü, yani "arkadaki (kıç­
taki) deliği (anüsü)" de "fere" sayıyor. Bu nedenle, "livata"nın da (eşcinselliğin)
"zina" sayılacağını belirtiyor. Bir de şu tanım a yer veriyor: "Zina: Tüm üyle haram
nitelikte, doğal olarak şehvet kaynağı olan bir yerden şehvetin doyurulup bitirilm e­
si."8 Râzî, bu tanım ın kapsam ında da "livata"nm (eşcinselliğin) bulunduğunu be­
lirtip şöyle diyor: "Ön delik de, arka delik de şehveti çek erler..."9 Bununla birlik­
te şunları da yazıyor: "Zina adının kapsam ı içinde livatamn da bulunduğunu savu-
nunların kanıtları, savunm alan böyle. Ancak, bizim arkadaşlarım ızın (Şafiî fakih-
lerin) çoğuna göre, livata, zina adının kapsam ı içine g irm em ek te..."10
Fıkıh kitaplarındaysa, "Ş afiî'n in , "livata"yı, "zina" ile bir tuttuğu belirtilir.11
D ahası, Şafiî m ezhebi gibi, M alikî ve H anbelî m ezheplerinin de, "livata" suçunu
"zina" suçu sayıp aynı cezanın verilm esi gerektiğini savundukları açıklanır.12
"Livata (eşcinsellik)" zina m ıdır, değil m idir; tartışm aları aşağıda ayrıca yer
alacak.

B- L aik C eza H ukukçularına G öre Tanımı

H ukuk sözlüklerinde şu tanım görülür:


"Zina: Evli bir kişinin, eşinden başkasıyla cinsel birleşim de bulunm ası."
Yaygın, am a çok yetersiz bir tanım dır bu. M edenî K anun yönünden ele alınır­
sa böyle bir tanım a yer verilebilir. Senai O lgaç da, M edenî K anun'un, zina ile il­
gili olan 129. m addesinin açıklanm asında, biraz değişik bir anlatım la bu tanım a
yer veriyor: "Evli bir erkeğin karısından başka bir kadınla; evli bir kadının koca­
sından başka bir erkekle cinsel m ünasebette bulunm asına 'zina' denir" diyor.13
N e var ki, T ürk C eza K anunu'nun ilgili m addeleri (bkz. M adde: 440, 441)
gözönünde tutulduğunda, "kadının zinası"nın ayrı, "kocanın zinası"nm ayrı
öğeler içerm esi nedeniyle bu tan ım ın yeterli olam ayacağı görülür.
C eza Yasası'ndaki ilgili m addelere göre bir tanım yapılırsa, "kadının zinası"
için başka, "erkeğin zinası" için başka tanım yapılm ası uygun olur. A m a ikisi
şöyle bir tanım da birleştirilebilir de:
Zina: Evli bir kişinin, eğer kadınsa kocasından başka bir erkekle; erkekse k a­
rısından başka, karısıyla birlikte oturduğu ("evlilik ikam etgâhı" sayılan) bir evde

7 F. R âzî, e't-T efsiru'l-K ebîr, 23/131.


8 F. R âzî, ayn ı yerde.
9 B kz. ayn ı yerde.
10 F. R âzî, ay n ı tefsir, 23/132.
11 D iirer, 2/66.
12 A b d u rrah m a n el C ezîri, K itabu'l-F ıkh A le 'l-M ezâ h ib i'l-E rb a a . 5/139.
13 S enai O lg aç, K a za î ve İlm î İçtih a tla ra G öre T ürk M e d e n î K anunu Şerhi, İstanbul, 1969, s .121.

76

Youtube: Tanrı Mı Varmış


ya da herkesçe bilinen bir yerde karıkoca gibi yaşadığı bir kadınla, hiçbir zor kar­
şısında kalm adan ve bilerek cinsel ilişkide (birleşim de) bulunm ası.
Gömülüyor ki, burada, "karının zinası" ile "kocanın zinası" arasında başkalık­
lar var. "Karının zinası"nın oluşm ası için, "kocasından başka bir erkekle, isteye­
rek ve bilerek cinsel birleşim de bulunm ası" yetiyor. O ysa "kocanın zinası"nm
oluşm ası için başka öğeler de gerekli: Zina ettiği kadınla, "evlilik ikâm etgâhı"nda,
ya da "herkesçe bilinen bir yer"de, "karıkoca gibi yaşam aları". Bu koşullar yoksa,
"koca" yönünden "zina" oluşm uş sayılm ıyor.14 "Oluşan zina, 'kocanın zinası' sa­
yılm ıyor" dem ek daha doğru. Yani böyle bir durum da, adamın "karı"sı için "zina­
dan şikâyet hakkı" doğmuyor. "Suçun m addi unsurları" tam bulunm adığı iç in ...
A ncak bir kez daha belirtilm eli ki, bu, "Türk C eza Hukuku" yönünden b ö y le ...

///
"ZİNA" SA YILA N VE SAYILM AYAN

İslam hukukçularının " z in a 'y ı nasıl tanım ladıkları daha önceki bölüm de
(bkz. II/A ) görüldü. T anım lardan da, neyin "zina" olduğu, nelerin zina sayıla­
m ayacağı anlaşılabilir. B urada biraz daha ayrıntılar ve kim ine ilişkin tartışm a­
lar sunulacak:
T anım lardan da anlaşılacağı gibi, "zina"da tem el olan, "evlilik dışı ilişki"dir.
A ncak bu suçun oluşm ası, birtakım koşulların gerçekleşm esine bağlıdır:

A- "Z ina"nın K oşulları ve Bu K oşullara U ym ayan D urum lar

1- "Erkeğin Cinsel Organının Giren Kesimi"nin Yetersizliği


- "C insel ilişki"de bulunan erkeğin cinsel organının, hiç değilse, "sünnet ye­
rine değin" olan kesim i, ilişkide bulunduğu kim senin cinsel organına girm iş o l­
m alıdır. D aha azı girm işse, "hadd (ceza)" gerektiren türden bir zina oluşm uş o l­
m az. Bu arada "m eninin gelm esi (boşalm a)" şart değildir.15

2- Delinin ve Bunağın Cinsel Birleşimi


- Cinsel birleşim de bulunan kim senin akıllı olm ası gerekir. D elinin, bunağın,
geri zekâlının cinsel birleşim i "zina" kapsam ına girm em ekte.16

14 B kz. T C K m ad. 440, 441 ve A bd u llah P ulat G özü b ü y ü k , T ü rk C eza K anunu A çıkla m a sı A n k a­
ra, IV /2 6 4 ve öt.
15 B kz. D ü rer, 2/61.
16 B kz. F ık ıh k itap ları, örneğin: H id â y e , 2/498; M ecm a u 'l-E n h ü r, 1/458; D ü rer, 2/61.

77
Youtube: Tanrı Mı Varmış
3- Çocuğun Cinsel Birleşimi
- C insel birleşim de bulunan, ergin olm alıdır. (Ergin olm a çağının, kız için 9,
erkek için de 12 yaşla başlayacağı belirtilir.) K üçüğün cinsel birleşim i "zina"
kapsam ına girm em ekte. (Bkz. aynı kaynaklar.)

4- Deliyle ya da Çocukla Cinsel Birleşim


- C insel birleşim de bulunan kim se kadınsa, bu birleşim in, "zina" suçunu
oluşturm ası için birleşilenin, "deli" ya da "çocuk" olm am ası gerekir. "Deli" ve
"çocuk" için nasıl "zina" suçu olm azsa, bunlarla cinsel ilişkiye giren kadın için
de o suç oluşm az. Bu E bu H anife'nin ve m ezhebinin görüşü. Şafiî'yse bu görüşe
karşı çıkar. Karşı çıkanlar arasında, H anefî m ezhebinini ileri gelenlerinden Z üfer
de var. Dahası: Ebu Y usuf un da karşı çıkanlara katıldığı söylenir. Bu karşı çıkan­
lara göre deli ve çocuk için "zina" oluşm az, am a onlarla cinsel ilişkide bulunan
kadın için "zina" oluşur ve ceza ("hadd") uygulanır. Deliyle ya da çocukla cinsel
ilişkide bulunan, eğer erkekse, o zam an durum değişir: "D eli"yle olan bu cinsel
ilişki "zina" kapsam ına girer. Ç ocuğa gelince: E ğer bir erkeğin cinsel ilişkide bu­
lunduğu çocuk (kız), "cinsel ilişkide bulunulabilir bir gelişkinlikte ve çekicilik­
te" ise bu cinsel ilişki de adam için "zina" niteliğini alır ve bundan dolayı o ada­
m a "zina" suçunun cezası uygulanır.17 N e var ki, cinsel ilişkide bulunulan çocuk,
şehvet, uyandırm aya elverişli olm ayacak kadar küçükse, bu ilişki, adam için de
"zina" niteliğinde sayılm am aktadır.18

5- Ölüyle Cinsel Birleşim


- Cinsel ilişkinin "zina" kapsam ına girm esinin koşullarından biri de, ilişki ku­
rulanın "şehvet çekecek nitelikte" bulunm ası olduğundan, "zina" suçunun oluş­
m ası için cinsel birleşim in diriyle olm ası gerekir. Çünkü "ölü, şehvete elverişli"
nitelikte değildir.19

6- Hayvanla Cinsel Birleşim


- B ir cinsel ilişkinin "zina" olm ası için, "zina"nm "anlam ı"na da uygun bu­
lunm ası gerekir. "Ç ocuk olabilecek" bir "dölyatağı"na ("ana rahm i"ne) dökülen
"dölsuyu" ("m eni"), "soyun sürm esi"ne elverişli biçim de dökülm üyorsa "boşa
harcanm ış" sayılıyor. Evlilik dışı ilişkinin "zina" sayılm asının tem el "anlam "ı bu.
Ç ünkü evlilik dışı cinsel ilişkilerin, "soyun sürm esi"ne zarar verdiği yolundaki-
düşünce egem en. İslam hukukçuları da, "Zina, soyu Çnesl'i) korum ak am acıyla
yasaklanm ıştır" derler. Ç ok küçük yaştaki çocukla, ölüyle ve hayvanla olan cin­
sel ilişkilerde, "zinanın anlam ı" bulunm uyor. Çünkü "m enfînin döküldüğü yer,
zaten "üretim (çocuk) yeri" değildir. K ısacası, kim i cinsel ilişkiler gibi, "hayvan-

17 H id â ye, 2/498.
18 D ürer, 2 /6 1 -6 2 ve öteki fıkıh kitapları.
19 D ü rer, aynı y er ve öteki fıkıh kitapları.

78

Youtube: Tanrı Mı Varmış


la cinsel ilişki" de, bu gerekçeyle (yani "zina anlam ı"ında görülm ediği için) "zi­
na" sayılm ıyor.20
Ne var ki, "hayvanla cinsel birleşim "in "zina" kapsam ına girm ediği yolunda­
ki görüş, bir kesim İslam hukukçusunun görüşüdür. Ö zellikle Ebu H anife ve
m ezhebinde olanların görüşü. Bu görüş savunulurken yukarıdaki gerekçe ileri
sürülür. Ayrıca şöyle denir:
"H ayvanla cinsel ilişkide, 'zinanın anlamı' bulunm adığı gibi, zinaya sürükleyen
neden ('dâî') de yoktur. İnsanın sağlam doğal yapısı ('e’t-tabu's-selîm') böyle bir iliş­
kiden tiksinip kaçınır. Ancak aşın ölçüdeki bir şehvet düşkünlüğü buna sürükler.
Herkes böyle bir şeye sürüklenm ediği için, hayvanın cinsel organını örtm ek gerek-
mem iştir."21 Fahruddin Râzî de bu gerekçeyi benim sediğini belli eder.22
K im ileri de şunları ileri sürerek savunurlar:
- K ur'an'da, hayvanla cinsel birleşim e ve bu ilişkinin "zina" olduğuna, suçlu­
suna "hadd" (ceza) uygulanacağına ilişkin bir ayet, bir hüküm bulunm am akta.
- B una ilişkin bir hadis de yoktur. Çünkü, hayvanla cinsel ilişkide bulunm uş
olana, P ey g am b erin "zina haddi (zina cezası)" uyguladığına ilişkin bir hadis, ak-
tarılagelm iş değildir.23
F ahruddin Râzî, "hayvanla cinsel ilişki"nin "zina" kapsam ına girm ediği, onun
için bu ilişkiden dolayı "hadd" uygulanam ayacağı, yalnızca "ta'zir" (azarlam a)
cezasının verilebileceği yolundaki görüşe, İm am M alik, İm am Sevrî ve İm am
Ahm ed İbn H anbel'in de katıldığını yazar.24 A m a kim i kaynaklar da, M alikî m ez­
hebinin, "hayvanla cinsel ilişki"yi "zina" kapsam ında gördüğünü; H anbelî mez-
hebince benim senen iki görüşten birinin de bu olduğunu belirtir.25
K onuya ilişkin Şafiî görüşüne gelince: Bu konuda birkaç aktarm a (rivayet)
var: B irincisine göre, Şafiî’nin görüşü, "hayvanla cinsel ilişki”yi, bütünüyle "zi­
na hükm ünde" görm ek gerektiğidir. İnsanlar arasında zina eden kişiler gibi, b e­
kâra ayrı, evliye ayrı işlem yapılır. İkinci görüşse, "hayvanla ilişkide bulunm uş
olan kim senin -b e k â r olsun, evli o ls u n - öldürülm esi gerektiği" yolunda. A ktarı­
lan üçüncü görüşe göreyse, "hayvanla ilişkide bulunan kim seye, azarlam anın
ötesinde bir şey yapm ak gerekm ez".26
B ütün bu görüşleri ayrı ayrı destekler nitelikte hadisler var:

H ayvanla cinsel birleşim de bulunana


ne ya p m a k gerektiğine ilişkin hadisler:

20 H id â ye, 2/497.
21 H id â ye, ay n ı yer.
22 F. R âzî, e't-T efsiru 'l-K eb îr, 23/133.
23 A b d u rrah m an el C ezîrî, K ita b u 'l-F ıkh A le'l-M ezâ h ib i'l-E rb a a , 5/149.
24 F. R âzî, 23/133.
25 K ita b u 'l-fık h A le 'l-M ezâ h ib i'l-E rb a a , 5/150.
26 F. R âzî, ay n ı yer, K itabu'l-F ıkh A le 'l-M ezâ h ib i'l-E rb a a , aynı yer.

79

Youtube: Tanrı Mı Varmış


H adis:
İbn A bbas'tan, şöyle dediği aktarılır:
- "H ayvanla cinsel ilişkide bulunan kim seye zina cezası uygulanm az."27
H a d is:
"Hayvanla cinsel ilişkide bulunan kim se, öldürülm eli "
Aynı İbn A bbas'tan, Peygam ber'in şöyle dediği de aktarılır:
- "H ayvanla cinsel ilişkide bulunan kim seyi öldürün! O nunla birlikte, hayva­
nı da öldürün!"28

İnsanın C insel İlişkide B ulunduğu H ayvana Ne Yapılmalı?


M olla H usrev (ölm. 1480) kısaca "Dürer" diye adlandırılan D ürerü'l-H ükkâm
Fi G ureri'l-A hkâm adlı kitabında şu bilgileri verir:
C insel ilişkide bulunulan hayvan eğer eti yenm eyen türdense, kesilir, son­
ra yakılır. K esilm eden, yakılm az. Bu yapıldıktan sonra da, hayvanın değeri, sa­
hibine ödenir. E ğer hayvan, cinsel birleşim de bulunan kim senin değil de başka-
sın ın sa... değerinin sahibine ödenm esi, hayvanın, cinsel birleşim nedeniyle k e­
silm iş olm asındandır. Sözkonusu hayvanın yakılm ası, vâcib (farz) değildir. Bu,
adam o hayvan nedeniyle kınanm asın diyedir. Kaldığı zam an kınam a konusu ola­
bilir. H ayvan yok edilir ki, dedikodunun önüne geçilsin. H ayvan eğer eti yenen
türdense, E bu H anife'ye göre, kesildikten sonra eti yenir. Ebu Y usuf a göreyse, eti
yenm ez ve yakılır.29 Bu bilgi ve görüşler, başka fıkıh kitaplarında da bulunur.30
A bdurahm an el C ezîrî'nin K itabu'l-Fıkh A le'l-M ezâhibi'l-Erbaa adlı kitabın­
daysa şu bilgiler aktarılır:
"H anefiler ve H ânbelîler: 'Cinsel ilişkide bulunulan hayvan eti yenen türden
de olsa, kesilir ve yakılır. E tinin yenm esi caiz değildir' derler. M alikîler de: 'Bu
hayvan, kesildikten sonra yenebilir. C insel birleşim de bulunan kim se de, başka­
ları da o hayvanın etinden yiyebilir. B unda hiçbir sakınca yoktur. Çünkü, bu hay­
vanın etinin haram olduğuna ilişkin bir şeriat hükm ü gelm iş d eğ ild ir...' dem ek-
teler."31
Aynı kitapta, Şafiî m ezhebinin görüşüne de yer veriliyor, söz konusu hayva­
nın etinin yenebileceğine ilişkin görüşün de, yenm eyeceğine ilişkin görüşün de,
bu m ezhebin görüşü olarak aktarıldığı belirtiliyor. (Bkz. aynı kaynak, aynı yer.)

7- " L iv a ta " D en en E şcin sellik ve Ters İlişk i


- D aha önce de belirtildiği gibi, bir cinsel ilişkinin "zina" suçunu oluşturm a­
sının tem el koşu llan arasında, "zina anlam ı"nda olm ası da bulunuyor. Yine belir­

27 E bu D av u d , K itabu'l-H udûd/30, hadis no. 4465; T irm izî, K itabu'l-H udûd/23, hadis no. 1455.
28 E bu D av u d , K itabu'l-H udûd/30, hadis no. 4464.
29 D ü rer, 2/66.
30 Ö m eğ in bkz. H idâye, 2/497; M e cm u a 'l-E h ü r, 1/465.
31 Bkz. 5/151.

80

Youtube: Tanrı Mı Varmış


X

tilm işti ki, "küçük çocuk"la, "deli"yle, "ö lü 'y le, "hayvan"la cinsel ilişkinin, "zi­
na" niteliğinde görülm em esi buna bağlanıyor. Aynı nedenle, İslam hukukçuların­
dan önem li bir kesim i (H anefî m ezhebi başta), "livata" dedikleri "eşcinsellik"
ilişkisini ve "ters ilişki"yi, "zina" kapsam ında görmüyor. "Z in a'n ın tanım ları su­
nulurken (bkz. II/A ) buna da değinilm işti.

a) E şcinsellik "Zina" mı, D eğil mi?


H anefî fıkıh kitaplarında verilen bilgiye göre:
H anefî m ezhebinden İm am M uham m ed ve Ebu Yusuf, eşcinselliği "zina"
kapsam ında görüyorlar. Şafiî'den aktarılan görüşlerden biri de bu doğrultuda.
A ncak, Ebu H anife bu görüşte değildir. Ebu H anife'nin kanıtı şöyle: "Eşcinsellik
için ne yapm ak gerektiği konusunda Peygam ber'in arkadaşları görüş birliğinde
olm ayıp tartışm ışlardır. Ayrıca, eşcinsellik zina anlam ında değildir. K aldı ki sü­
rükleyici ortam ı bulunm adığı için, bu ilişki yaygın değildir, pek azdır."32
K aynaklarda, M alikî ve H anbelî m ezheplerinin birinci görüşten yana olduk­
ları, yani, eşcinselliği "zina" saydıkları belirtilir.33
ilg ili âyetler:

Anlam ı:
(D iyanet'in)
Lût'u da gönderdik. M illetine: "D ünyalarda hiç kim senin sizden önce yapm a­
dığı bir hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere
yaklaşıyorsunuz. D oğrusu çok aşırı giden bir m illetsiniz" dedi. (Bkz. A 'râf S ure­
si, ayet 80-81)

32 H id â y e , 2 /4 9 6 -497 ve öteki fıkıh kitapları.


33 K ira b u l-F ıkh A le 'l-M e zâ h ib i’l-E rb a a , 5/139-140.

81

Youtube: Tanrı Mı Varmış


I

A çıklam a:
"H ayâsızlık" diye çevrilen sözcük, ayette "el fâhişe"dir ve burada "eşcinsel­
lik" anlam ındadır. (M addenin başına bkz.)
F. Râzî, burada bir soru ve cevaba yer veriyor:
- "D ünyalarda sizden önce hiç kim senin yapm adığı bir kötü şeyi mi yapıyor­
sunuz" deniyor; "eşcinselliğin daha önce hiçbir toplum da görülm ediği" anlatılı­
yor. Bu nasıl olabilir? İnsanlarda ona sürükleyen şehvet varken böyle bir şey na­
sıl söylenebilir?
- İnsanların çoğu, bu tür bir işi pis, çirkin bulurlar. Böyle de olunca, yüzyıllar
boyunca kim senin böyle bir çirkin işi yapm adığı düşünülebilir. Ayrıca, böyle bir işi,
geçm işte, "kişi"lerin değil de "hiçbir toplum "un yapm adığı anlatılm ak isteniyor
olabilir. Lût toplum u, "toplum" olarak bu işi yapmışlardır. Aradaki fark bu.34
R âzî, şu aktarm aya da yer veriyor:
"Lût toplum unda, eşcinseller evleniyorlardı. Ancak, arkalarını verenleri (pa­
sif durum da olanları), ile de yabancılardan bulup nikâhlıyorlardı. "B ununla bir­
likte, o toplum da işin çok yaygınlaştığı ve toplum içindeki insanların "birbirle-
riyle de eşcinsel ilişkilerde bulundukları" (İbn A bbas'dan) aktarılıyor.35

E şcinsellikle ilg ili H adisler:


H adis:
İbn A bbas'tan, P ey g am b erin şöyle dediğini söylediği aktarılıyor:
- "Lût toplum unun yaptığı türden iş (eşcinsellik) yapan kim seleri bulduğunuz­
da, ’yapan'ı (aktif durum da olanı), 'kendisini yaptıranı (m efû N p asif durum da ola­
nı) öldürün!"36
H adis:
Ebu H ureyre, Peygam ber'den, L ût toplum unun yaptığı türden iş yapanlar (eş­
cinseller) hakkında soru sorulduğunu ve Peygam ber'in de şu karşılığı verdiğini
anlatır:
- "Ü stte olanı da, altta bulunanı da (aktifi de, pasifi de) 'recm 'edin (öldürün-
ceye dek taşlayın)!"37
A bdullah oğlu Câbir'den, Peygam ber'in söylediğini söylediği aktarılır:
- "B enim üm m etim için en korktuğum şey, Lût toplum unun yaptığı türden iş­
tir (yani eşcinsellik)."38
B ununla birlikte, İbn A bbas'tan, Peygam ber'in, "eşcinsel"leri "lanetlediği,
am a bunları öldürm ekten söz etm ediği" de aktarılır.39

34 F. R âzî, 14/168.
35 R âzî, ayn ı yerde.
36 E bu D avud, K itabu'l-H udûd/29, hadis no. 4462; T irm izî, K itabu'l-H udûd/24, hadis no. 1456; İbn
M ace, K itabu'l-H udûd/12, hadis no. 2561.
37 İbn M ace, K itabu'l-H udûd/12, hadis no. 2562.
38 T irm izî, K itab u 'l-H udûd/24, hadis no. 1457; İbn M ace, K itabu'l-H udûd/12, hadis no. 2563.
39 T irm izî, K itab u 'l-H udûd/24, hadis no. 1456.

82
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Eşcinsele Verilecek Ceza
İslam hukukçularınca, eşcinsele şu cezaların verilm esi gerektiği savunulur:
"Ölüm cezası":
E şcinsellik suçunu işlem iş (bir kez bile olsa, bu işi aktif ya da pasif olarak
yapm ış) olan kim seye, ölüm cezasının verilm esi gerektiğini savunanlar, nasıl bir
ölüm cezası olm ası gerektiği konusunda birleşem em ektedirler:
Fıkıh kitaplarında belirtildiğine göre şu görüşler ileri sürülüyor:
- "Bu suçu işleyen kim se, yakılm alıdır!",
- "Bu suçu işleyen kim se, üzerine duvar yıkılarak öldürülm elidir!",
- "Bu suçu işleyen kim se, yüksek bir yerden tepesi üstüne dikilip ve taşla da
bağlandıktan sonra atılarak öldürülm elidir."40 K im ilerine göre de, bu suçu işle­
m iş olan, "taşlanarak" öldürülm elidir.41
"Ta'zir (azarlam a) Cezası":
Ebu H anife'ye ve onun görüşünü benim seyenlere göre, "livata" suçunu işle­
m iş olana verilm esi gereken ceza budur. "Suçlu, tevbe edene ya da ölene dek
hapse atılm alıdır" diyenler de var.42

b) Ters İlişki
K adınla "arkadan (’dübür'den) birleşm e"ler, bir başka deyişle "ters ilişki"ler
de, "Lût toplum unun işi" ("livata"), yani "erkeğin erkekle cinsel ilişkisi" hük­
m ünde görülür.43
"K adınla ters ilişki" konu olunca, şu ayet üzerinde durulur ve nasıl yorum lan­
m ası gerektiği tartışılır.

Anlam ı:
K adınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza, istediğiniz gibi gelin. İstikbal için h a­
zırlıklı olun, A llah'tan sakının. O na hiç şüphesiz kavuşacağınızı bilin. Bunu, in­
sanlara müjdele! (B akara Suresi, ayet 223.)

4 0 H id â ye, 2/496.
41 K ita b u 'l-F ıkıh , A le'l-M ezâ h ib i'l-E rb a a , 5/141 ve öt.; T irm izî, K itabu'l-H udûd/24, 1456' no.lu h a ­
dis n ed en iy le y er verilen görüşler.
4 2 B kz. fıkıh kitap ları, örneğin, H id â ye, 2/496.
43 B kz. fıkıh kitap ları, örneğin. H idâye, 2/496.

83
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Açıklam a:
"Tarlanıza istediğiniz gibi gelin"deki "gibi", ayetteki "ennâ"nın karşılığı o la­
rak y er almıştır. O ysa, "ennâ", gerçek anlam ıyla, "yer" anlatan bir sözcüktür. F.
R âzî de burada bu sözcüğe kendi anlam ını (yer anlam ını) verm enin daha doğru
olduğunu yazar.44
Ö yleyse, "tarlanıza istediğiniz gibi gelin" yerine, "tarlanıza (daha doğrusu
ekiniiğinize=kadınlarınıza) istediğiniz yerden gelin (yani cinsel ilişkide bulu­
nun)" diye anlam verm ek, ayetteki karşılığına daha uygun olur.
Peki "K adınlarınızla dilediğiniz yerden cinsel ilişkide bulunun!" ne dem ek?
Ayette böyle denirken ne dem ek isteniyor?
İşte asıl tartışm a konusu burası.
F. R âzî, dinbilirlerin çoğunun ('ulem â'), ayetle anlatılm ak istenenin şu oldu­
ğunu savunduklarını belirtir:
"B ir adam karısıyla, isterse önden yanaşarak önden cinsel ilişkide bulunabi­
lir, isterse arkadan yanaşarak önden cinsel ilişkide bulunabilir, bu iki yoldan bi­
rini seçm ekte özgürdür. Ayetle anlatılm ak istenen budur."45
Ne var ki, ayetteki anlatılanlardan, "kadınlarınızla, nerelerinden isterseniz
oralarından cinsel birleşim de bulunabilirsiniz" anlam ım , kişinin kendi karısıyla
"ters ilişki"de bulunm asına izin verildiği hükm ünü çıkaranlar da var. F. Râzî, her
iki kesim in yorum ve kanıtlarına da uzun uzun yer veriyor. Özeti şu:
İnsanın kendi karısıyla "ters ilişki"sine (arkadan, arka delikten cinsel ilişkide bu­
lunm asına) izin verildiği yolunda hüküm çıkaranlara göre, ayetteki "ekin" ya da
"ekinlik (tarla)" dem ek olan "hars" ve "yer (nereden)" anlamı içeren "ennâ" sözcük­
leri, "karıyla ters ilişki"nin serbest olduğunu anlatıyor. Buna göre ayetin anlamı şu­
dur: "K anlarınız sizin ekinliğinizdir, bu ekinliğe nereden yanaşırsanız, nereden cin­
sel birleşimde bulunursanız özgürsünüz, dilediğinizi yapın!" Ayete bu anlamı ve­
renler, kişinin "cinsel organı"nı, "kendi kansından ve cariyesinden korumak" zo­
runda bulunmadığını, kendi karısıyla ve cariyesiyle cinsel birleşimde bulunurken
"km anam ayacağı'nı anlatan M ü'm in Suresi, ayet 5-6 ile de bu serbestliğin dile ge­
tirildiğini savunurlar. "Çünkü bu ayetlerde, herhangi bir sınırlama yoktur" derler.
Söz konusu "ters ilişki"ye izin verildiği anlam ının yukarıdaki ayetten de,
M ü'm in Suresi'ndeki ayetlerden de çıkarılam ayacağını savunanlarsa, yukarıda­
ki ayetten bir önceki ayette, "...(K arıların ız aybaşılı durum dan) tem izlendikle­
rinde, onlara, Tanrı'nın size buyurduğu yoldan yaklaşın!" dendiğini anım satıyor­
lar: "Tanrı'nın buyurduğu yol, ters yol olam az, çocuk üretim ine elverişli olan
yoldur, kadınlık o rg a n ıd ır..." diyorlar. Yukarıdaki ayette, iki "hars" (ekin ve
ekinlik) geçiyor. Bu iki "hars"tan birincisiyle "karı"nm , İkincisiyle ise "karının
kendisi" değil, "ekinliği" olan "cinsel orgam "nm (”ferc"inin) anlatılm ak istendi­
ğini savunuyorlar. Buna göre, neresinden yanaşılırsa yanaşılsın, "karının ekinli-

4 4 F. R âzî, 6/69.
45 R âzî, 6/71.

84

Youtube: Tanrı Mı Varmış

\
ği (çocuk tohum unun ekildiği yer)" dem ek olan "cinsel organıyla birleşilebile-
ceği" anlatılıyor.46
Ayetin, "karıyla ters ilişki'ye izin vermediği yolundaki görüşü benimseyenler
çoğunlukta. Sünnî kesimin bütünüyle bu görüşü benimsediği söylenebilir. Bununla
birlikte İbn Ömer'den de, ayetin, "karıyla ters ilişki" konusunda olduğu aktarılır47
B ir kesim Şiîlerce de, ayet, "karıyla ters ilişki" hakkındadır.48
K ur'an yorum larında, ayette, "karıyla ters ilişki"nin değil, başka şeyin anlatıl­
mak istendiği belirtilirken "iniş nedeni"nin şu olduğu da aktarılır:
"Yahudiler, 'bir insan karısıyla, arkadan yanaşarak (öndeki cinsel organıyla)
cinsel ilişkide bulunursa, doğan çocuk şaşı olur!’ derlerdi. O nların bu görüşleri­
nin doğru olm adığını dile getirm ek için bu ayet indi."49
Yani: "insan nereden yanaşırsa yanaşsın, karısıyla cinsel ilişkide bulunabilir,
elverir ki ilişki, norm al yerden (önden) olsun" dem ek istendiği belirtilir.
Erkeğin erkekle eşcinsel ilişkisi de, erkeğin kadınla ters ilişkisi de hadislerde
kınanıyor ve belirli bir kesim bir yana, İslam fıkıhçılarınca "büyük günah"lardan
sayılıyor. A ncak, birincisinin "zina" olup olm adığı, zinaya auygulanan cezanın,
ona da uygulanm asının gerekip gerekm ediği tartışılırken; İkincisinde böyle bir
tartışm a bulunm uyor. Ö zellikle "insanın kendi karısıyla ters ilişkisi" söz konusu
olunca; Çünkü, kişinin "kendi karısıyla ters ilişkide bulunm ası"nm , "büyük gü­
nah" sayılsa da, "zina" sayılm adığı, böyle bir ilişkiden dolayı "zina cezası"nın
uygulanam ayacağı konusunda birleşildiği belirtilir kaynaklarda.50 Yine de, "ya­
bancı bir kadınla ters ilişki"nin "zina" sayılıp sayılm am ası tartışm alı.51
A bdurrahm an el Cezirî, insanın "kendi karısı'yla da olsa "ters ilişki"de bulun­
m asının nasıl kınandığına ilişkin birçok hadisler aktarıyor.52

8- Kuşku ve Sanıya Dayalı Cinsel İlişki


- "Zina" suçunun oluşm asının koşullarından biri de, işe, ”kuşku"nun, "sa-
m "m n karışm am asıdır. Peygam ber'den, "-K uşku bulunduğu durum larda, suç için
belirli cezaları (hudûd) uygulam ayıp kaldırın! dediği aktarılır. Bu hadis, fıkıh ki­
taplarında da yer alır.53

a) K uşkunun Türleri
Fıkıh kitaplarında, konuya ilişkin kuşku, ikiye ayrılır: Biri, suçu işleyen kim se­
nin, işlediğinin suç olm adığını sanmasından kaynaklanır. Bu türden olanda, suçu

46 F. R âzî, 6/71 -7 4 . K onuya ilişkin çeşitli görüş ve ak tarm alar için de bkz. T aberî, tefsir, 2/232-236.
47 T aberî, 2/233 ,2 3 4 ; F. R âzî, 6/71.
48 R âzî, 6/71.
49 T aberî, Tefsir, 2/233; F. R âzî, 6/73-74; S abunî, Safvetıı't-T efasir, 1/142.
50 K ila b u 'l-F ıkh A le ’l-M ezâhibi'l-E rbaa, 5/146; M ecnıau'l-E nhur, 1/466.
51 M ecm a u 'l-E n h ü r, aynı yer.
52 K ita b u 'l-E ıkh A le 'l-M ezâ h ib i'l-E rb a a , 5/146-149.
53 Ö rn eğ in bkz. H id â ye, 2/493.

85
Youtube: Tanrı Mı Varmış
işleyen kim se, işlediğinin suç olm adığına ilişkin bir kanıt var olduğunu sanmış ve
kanıtlan birbirine karıştırm ıştır ("iştibâh"). Yani gerçekte, suç olm adığına ilişkin
bir kanıt yoktur. Bu kim se "ben onu öyle sanıyordum, öyle biliyordum" dediği için
suç için belirlenmiş cezadan kurtulur. "Ben onu bilerek yaptım" dese, ceza uygula­
nır. İkinci türüyse, gerçekteki "ciddî kanıt"tan kaynaklanır. Bu dum m da, işlenenin
suç (haram ) sayılıp sayılamayacağı kesin değildir, kuşkuludur. Böyle durum da su­
çu işleyen, "Ben suç olduğunu bilerek yaptım" dese bile, o suç için belirlenm iş ce­
za uygulanm az.54 "Kuşku"yu ve "kuşkulu durum"u ikiye değil de, üçe ayıran kay­
naklar da var. A m a hepsinde de aynı şeyler anlatılır. İki bölüm içinde anlatılanlar­
dan bir kesim i, kimi kaynaklarda ay n bir bölüm olarak ele alınmıştır, o kadar.55

B irinciye Örnekler:
A dam , "üç talâk"la boşadığı karısıyla "iddet (kadının beklediği süre)" içinde,
("nasıl olsa daha karım dır" diyerek) cinsel birleşim de bulunmuştur. Ya da "baba­
sının cariyesi"yle ya da "anasının cariyesi"yle ya da "karısının cariyesi"yle ol­
m uştur cinsel ilişkisi. İşte bu ve benzeri durum larda, olayın "helâl" olduğuna iliş­
kin hiçbir köklü "kanıt" yoktur. A m a adam "kanıtları birbirine karıştırarak” ("iş-
tibâh"la), "haram " olanı "helâl" sanmıştır. İşte adam ın bu "sanı"sı, "kuşkulu bir
durum " m eydana getirdiğinden, "zina cezası"yla cezalandırılm asına hükm edil­
miyor. A m a adam , "Ben de haram olduğunu biliyordum , bile bile yaptım !” dese,
"zina cezası" uygulanır. (Bkz. aynı kaynaklar.)
A m a bu, "H anefî fıkhı"na göre böyle. Tersine görüşler de yok değil. Tersine
hadisler de var.56

İkinciye Ö rnekler:
A dam karısını, tem elli, am a kapalı, "kinâye"li sözlerle boşamıştır. "Sen artık
kendi başınasın, benden bağım sızsın, özgürsün ('el em ru bi y ed ik ')..." gibi boşa­
m ayı am açladığı sö zlerle... Böyle boşadığı karısıyla, "iddet (beklem e süresi)"
içinde cinsel birleşim de bulunsa ya da "oğlunun cariyesi"yle ya da "başkasıyla
ortak olduğu cariye"yle ya da "sattığı, am a alıcıya daha tesim etm ediği cari-
y e "y le ... cinsel ilişkisi olsa, bu kim seye "zina cezası (hadd)" uygulanm az. A dam ,
"Ben bu işi, haram olduğunu bile bile yaptım !" dese b ile ... Çünkü, olayın "he­
lâl" olduğunu düşündürecek "ciddî kanıt" var ortada. Örneğin, "kapalı, kinâyeli
söz"lerle boşanm ış kadının boşanm ası, Peygam ber'in kim i arkadaşlarına göre, te­
m elli değildir, "dönülm esi m üm kün" (ric'î) olan türdendir. A dam ın "oğlunun ca-
riyesi" de Peygam ber'in: "Sen ve m alın, babanındır!" sözüne göre adam ın "ken­
di m alı" sayılabilir. Ö teki örneklerde de, cinsel ilişkinin "helal" olduğunu düşün­

54 H id â y e , 2/493-494.
55 D ü rer, 2 /6 4-65; M ecm au'l-E nhiir, 1/463.
56 Ö rn ek olarak bkz. E bu D avud, H udûd/28, hadis no. 4458.

86

Youtube: Tanrı Mı Varmış


düren benzer kanıtlar var. Böyle kanıtlar olunca da, olay "zina" kapsam ı içine so-
k ulam ıyor ve "zina cezası” uygulanam ıyor. (Bkz. aynı kaynaklar, aynı yerler.)

b) G eçersiz D e Olsa "Akd"e, "Sözleşm e"ye D ayalı C insel Birleşim ler


K im i fıkıh kaynaklarında, bu tür cinsel birleşm elerin, "zina" olm ak yönünden
"kuşkulu" durum un ayrı bir türü, ayrı bir bölüm ü olarak ele alındığı görülür.57

K iralık K adınla C insel İlişki


"Kitabu'l-Fıkıh Ale'l-M ezahibi'l-Erbaa" (D ört M ezhep Üstüne Fıkıh Kitabı) ad­
lı kitabın yazarı (Abdurrahm an el Cezîri), bu konuya ayırdığı bölüm de, Hanefî
m ezhebinin görüşünü: "Bir adam zina için bir kadını ücret karışılığında tutm aya
yönelse, kadın da kabul etse ve o kadınla cinsel birleşim de bulunsa, adam a da, k a­
dına da zina cezası uygulanm az, yalnızca devlet başkanının uygun göreceği biçim ­
de ikisi de azarlanır, bununla birlikte, ikisine de, kıyam et günü karşılığı görülm ek
üzere zina günahı yüklenir...dediler" diye anlattıktan sonra şu öyküye yer verir:
"Bir kadın, kırda koyunlarım otlatan çobandan içm ek için süt ister. Çoban da,
cinsel ilişki için kendisini verm edikçe ona süt verm eyeceğini söyler. K adın, çok
aç olduğu, besine çok gereksinim duyduğu için ister istem ez, adam ın isteğini ka­
bul eder. Ç oban kadınla cinsel ilişkide bulunur. Olay, H attab oğlu Ö m er'e iletilir,
Ö m er, bu iki kişiden de zina cezasını kaldırır. Ve 'Verilen süt, adam ın kadına v er­
diği m ehir sayılır!" der ve sütü, cinsel birleşim in karşılığında bir ücret sayar."58
Yazar, "m ehir"in de, aslında "kadınla olan cinsel birleşim in karşılığında bir üc­
ret" olduğunu belirtir ve ayetlerde geçen: "O nlara ücretlerini v e rin ...!" buyruğu­
nu (bkz. N isâ Suresi, ayet 24, 25) anım satır. Yazar, öyküdeki türden ücret k arşı­
lığında (kadın kiralayarak) cinsel birleşim de bulunm alarda, "zina cezası"m n u y ­
gulanm am ası gerektiği yolundaki görüşe, M alikî, Şafiî ve H anbelî m ezhepleri­
nin, bu arada, H anefî m ezhebinden ve im am Ebu Y usufun ve İm am M uham ­
m ed'in karşı çıktıklarını da belirtir.59

B ir Süre İçin A nlaşm a Yapılan ve N ikâhlanan K adınla C insel İlişki:


B ir süre için yapılan "nikâh"a, "m ut'a nikâhı" deniyor. Kâm il M iras, bu nikâ­
ha, Peygam ber'in (bir zam anlar) izin verdiğini anlatan bir hadis60 nedeniyle açık­
lam a yaparken bu nikâhı ("m ut'a nikâhı"nı) şöyle tanım lıyor:
"M uvakkat (belirli) bir zam an için iki tarafın râzı olduğu bir ücret m ukabilin­
de, kadın kiralam aktır..." 61

57 D ü r e r, 2/65; M ecm a u 'l-E n h ü r, 1/463.


58 K ita b u 'l-F ıkh A le 'l-M ezâ h ib i'l-E rb a a , 5/66.
59 B kz. a g e, 5/66, 67.
60 T ecrîd -i S arîh, hadis no. 1697.
61 S a h îh -i B u h â rî M u h ta sa rı T ecrîd-i Sarîh Tercem esi, İstanbul, 1947, c . l l , s.108.

87
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Bu tanım , fıkıh kitaplarında anlatılana da uygundur.62
Şu nokta üzerinde birleşiliyor:
"M ut'a nikâhının Peygam ber dönem inde yaşandığı bir zam an yaşanm ıştır."63
Tartışılagelen noktalarsa şöyle:
- M ut'a nikâhı geçerliliği sonradan kaldırılm ış m ıdır?
- G eçerlilik kaldırılm ışsa ne zam an ve kim tarafından kaldırılm ıştır?
- Şim di böyle bir nikâhla cinsel ilişkide bulunulursa, bu, "zina" sayılır m ı ve
"zina cezası (hadd)" uygulanır mı?
İlgili hadisler aydınlatıcı olur:
H adis:
A bdullah Oğlu C âbir ile E k'va O ğlu Selem e'den şöyle dedikleri aktarılıyor:
B ir savaş birliği içindeydik. Peygam ber geldi bize: "M ut'a yapm anız için size
izin verildi. H aydi m ut'a yapın!" dedi.
Selem e, "m ut'a"nm nasıl yapılabileceğini de anlattığını ve şöyle dediğini
açıklar:
"H erhangi bir erkekle kadın (birlikte yaşam ak için) anlaştıklarında, üç gece
aralarında işret (birlikte yaşam aları) sürer. Bu süre bitince, isterlerse süreyi artı­
rabilirler, isterlerse birbirlerini bırakabilirler."
Selem e'nin şunu açıkladığı da aktarılır:
"A rtık bilm iyorum : Bu durum bize m i özgüydü (yalnızca Peygam ber'in arka­
daşlarına özgü olm ak üzere verilm iş b ir izin miydi?); yoksa bütün insanlara da
aynı izin verilm iş m iydi?"64
Bu hadiste, olayın ne zam an geçtiğine ilişkin tarih yok.
H adis:
A bdullah İbn M es'ud'un şunları anlattığı aktarılır:
"Peygam berle birlikte gazaya ı savaşa) giderdik, yanım ızda kadınlar da bulun­
m azdı, (cinsel birleşim için çok gereksinim duyardık). B ir ara şöyle dedik:
- İğdiş (erkeklik bezleri çıkarılarak ya da burularak erkeklik görevini yapa­
m az durum a gelm e) olm ayalım m ı bu durum da?
Peygam ber iğdiş olm am ızı yasakladı ve ondan sonra elbise gibi ücret karşılı­
ğında (belirli bir süre için) kadın alıp evlenm em ize izin v e rd i..." 65
Bu hadiste de "gaza"nm hangi gaza ve konuşm aların geçtiği, "m ut'a nikâhı' na
izin verildiği tarihin hangi tarih olduğu belirtilm iyor.

62 Ö rn eğ in bkz. H id â ye, 2/292.


63 A şağ ıd ak i h ad islerle birlikte bkz. K ita b u 'l-F ıkh A le 'l-M ezâ h ib i'l-E rb a a . 5/138.
64 B uhârî, K itab u 'n -n ik âh /3 1; M üslim , K itab u ’n-n ik âh /1 3 -1 4 , hadis no. 1405.
65 B uhârî, K itab u ’n -n ik âh / 8; Tecrîd-i S a rîh, hadis no. 1697; M üslim , K itab ü n -n ik âh /1 1 , h ad is no.
1404.

88
Youtube: Tanrı Mı Varmış
H adis:
Ali İbn Ebî Tâlib'in şöyle dediği aktarılır:
"Peygam ber, kadınlarla m ut'a yapm ayı, H ayber günü y asak la d ı..."66
Bu hadiste, "m uta"nın geçerli kılındığı tarih değilse bile, yasaklandığı tarih
belirtiliyor: H ayber günü, yani H ayber Savaşı. Bunun da tarihi belli: 628.
H adis:
Sebretü'l-C ühenî'nin, Peygam ber M ekke'nin fethi sırasında "kadınlarla m ut'a
yapm a"ya ("m ut’a nikâh"ına) izin verdiğini anlattığı aktarılır. Aynı hadiste, Seb­
retü'l-C ühenî'nin başından geçen bir olayı nasıl anlattığına da yer verilir. A nlatı­
lanlara göre: Peygam ber "m ut'a"ya izin verince; Sebre, kabilesinden bir kişiyle
birlikte kadın için yola koyulur. M ekke yakınında bir yere vardıklarında "genç
bir kadın" bulurlar. K adın öylesine güzel, öylesine çarpıcı ki, -S eb re'n in deyişiy­
le -: "uzun boylu, uzun boyunlu, genç bir dişi deve"ye benzem ekte. Sebre de
genç ve yakışıklı. Ne var ki, kadına karşılık olarak verebileceği giysisi pek eski
ve kötü. A rkadaşı yakışıklı değil, am a onun giysisi güzel. N eyse kadına yanaşıp
konuşurlar:
- Birim iz senden yararlanm ak (seninle bir süre için cinsel birleşim de bulun­
m ak, yaşamak") ister, kabul eder m isin?
- Peki karşılığında bana ne verebilirsiniz?
İkisi de verecekleri giysiyi çıkarıp sunar. Sebre konuşur:
- B enim ki eski, am a arkadaşım ınki yeni ve güzel.
K adın bir giysinin güzeline bakar, bir de Sebre'nin y akışıklılığına... Yani bir
yanda güzel bir giysi, öbür yanda yakışıklı b ir adam . H angisini seçm eli? K adın
yakışıklı adam ı seçer ve seçim ini bildirir Sebre'ye:
- Seninki yeterli.
Ve Sebre, bu kadınla bir süre, üç gün birlikte olur. Yani "m ut'a nikâhı" yapa­
rak cinsel birleşim de bulunur. A rdından, Peygam ber'in "m ut'a nikâhı"nı yasakla­
yan buyruğu gelir:
- "K im in m ut'a nikâhıyla yanında bulunduğu kadın varsa, hem en yol versin!"
Ve böylece "m ut'a nikâhı" (bir kez daha) yasak olm uş olur.67
Bu hadiste de, "m ut'a nikâhı"nın M ekke'nin fethi günlerinde, yani 630 yılın­
da bir süre geçerli kılındığı, sonra yasaklandığı açıkça anlatılır.
Yukarıdaki hadislerden çıkan sonuç: "M ut'a nikâhı", H ayber Savaşı'ndan ön­
ce "meş'ru" kılınıyor, bu savaşta, yani 628 yılında yasaklanıyor, 630'da "meş'ru"
kılınıyor ve aynı yıl (yasallaştıktan kısa bir süre sonra) yasaklanıyor.

66 B uhârî, K itab u 'l-M eğâzî/38; Tecrîd-i S a rîh , h adis no. 1613; M üslim , K itab u 'n -n ik âh /2 9 -3 2 , h a ­
dis no. 1407.
67 M ü slim , K itab u 'n -N ik âh /1 9-20, hadis no. 1406.

89
Youtube: Tanrı Mı Varmış
D ahası var:
H adis:
A bdullah O ğlu C âbir anlatıyor:
"Biz P eyga m b erin , Ebubekir'in ve Ö m er dönem inde m ut'a nikâhını kullan­
dık. Peygam ber'in ve E bubekir'in dönem inde, günlerce, biraz hurm a, biraz un
karşılığında m ut'a biçim inde (kadınlardan) yararlandık. Sonunda Ö m er ya sakla­
dı m u t'a y ı...”68
M üslim 'in e's-Sahîh'inde çok açık anlatım larla yer alan bu hadise göre de
m ut'a nikâhını en son yasaklayan Halife Ö m er oluyor. Yani buna göre, Peygam ­
ber dönem inden sonra da, H alife Ö m er dönem ine değin (bu dönem in de bir k e­
sim ini içine alacak biçim de) geçerli oluyor.
K âm il M iras diyor ki:
"Şiîler arasında hâlâ cârî ve m u te b e rd ir..."69
"Sünnî kesim (ehl-i sünnet)", bu nikâhı "meşr'u" saymaz.
İbn Rüşd, konuya ilişkin şunları yazm akta:
"M ut'a nikâhının yasaklandığına ilişkin haberler çok ve birbirini izler. A m a
tartışm a konusu olan da var: Bu nikâhın ne zam an yasaklandığı tartışılır. Kimi
aktarm alara göre, Peygam ber bu nikâhı, H ayber günü, kim ine göre, Fetih günü
(M ekke'nin fethi sırasında), kim ine göre Tebük gazasında, kim ine göre, Veda'
haccında, kim ine göre, um re kazasında, kim ine göre Evtas yılında (630) yasak­
lamıştır. Peygam ber'in arkadaşlarının çoğu ve ülkelerin fakihlerinin tüm ü, bu ni­
kâhın haram (yasak) olduğu görüşünde. İbn A bbas'ınsa, bu nikâhı helâl saydığı
ünlüleşm iştir. Bu söylentiye göre, M ekke halkından ve Yemen halkından arka­
daşları da onun görüşüne katılm ışlardır. A nlattıklarına göre İbn A bbas, görüşü­
nün doğru olduğuna şu ayeti kanıt olarak gösterm iştir:...'O nlardan yararlanm a­
nıza karşılık olarak (istim ta ettiğiniz=m ut'a yoluna gittiğiniz sürece) ödenm esi
gerekli ücretlerini v erin '...'İb n A bbas'tan, burada 'ayettendir' diye) 'belirli bir sü­
reye dek (ilâ ecelin m üsem m â)' kıraati de aktarılır. Ve anlatıldığına göre İbn A b­
bas şöyle dem iştir: 'M ut'a nikâhı, T an rın ın M uham m ed üm m eti için bir rahm eti­
dir. E ğer bu nikâhı M uham m ed yasaklam am ış olsaydı, ondan çok daha kötü olan
zinaya ister istem ez sürüklenm e durum u olm azdı (ya da en kötü kim se bile zina
etm ek zorunda kalm azdı.) Bunu İbn A bbas'tan, İbn C üreyye ile A m r İbn D inâr
rivayet etmiştir. A tâ'dan da A bdullah O ğlu C âbir'in şöyle dediği aktarılm ıştır:
'Biz P eygam ber dönem inde, E bubekir dönem inde ve Ö m er'in halifeliğinin de y a­
rısına değin, m ut'a nikâhı yapardık. Sonra onu, Ö m er halka yasakladı.'"70
"Sünnî kesim", şimdi bu nikâhın geçerli olm adığını benimser; am a bu tür bir ni­
kâhla kadın edinip cinsel ilişkide bulunm uş olan kimseye de "zina cezası (hadd)"

68 M ü slim , K ita b u 'n - n ik â h /\5 - \l.


69 S a h îh -i B u h â rî M uhtasarı T ecıîd-i S arîh Tercem esi, İstanbul, 1947, 11/335.
7 0 İbn R ü şd , B id â y etü 'l-M ü cteh id ve N ih â ye ti'l-M u k ta sıd , 2/48.

90

Youtube: Tanrı Mı Varmış


uyg u la m a z71 Dahası, H idâye gibi önem li kimi fıkıh kitaplarında, bu nikâhın, "sün­
net ehli' nden İm am M alik'e göre de geçerli ("câiz") olduğu yazılır.72
Sonuç: Hadislere ve yorum lara göre, "m ut'a nikâhı", birkaç kez geçerli sayıl­
m ış ve birkaç kez de yasaklanm ıştır. G enellike "Sünni kesim "e göre, konu yasak­
la kapanm ıştır. K im ileriyse, özellikle Şiîler, bu nikâhın bugün de geçerli olduğu
görüşündedirler. Bu nikâhı "haram " sayanlar da, "zina cezası"nın uygulanm asına
engel sayarlar.

9- Zorla Yaptırılan Cinsel İlişki


- Zina suçunun oluşm asının k o şullanndan biri de, söz konusu yasak cinsel
ilişkide bulunan kim senin onu, kendi isteğiyle, zor karşısında kalm adan yapm ış
olm asıdır. O nedenle "zorla yaptırılan cinsel ilişki", zina kapsam ına sokulm a-
m akta.73
A nlatılan tüm koşulların bulunm ası durum unda "zina" suçu oluşur ve kanıt­
lanm asıyla da ceza (hadd) uygulanır.

B- Sonuç

Bir cinsel ilişkinin "zina" sayılm ası birçok koşula bağlıdır. Bu koşulların da
üzerinde birleşilenleri vardır, tartışm a konusu olanları vardır.
- C insel birleşim de bulunanların "akıl" durum u, "yaş"ı nedir, yeterli midir?
- C insel ilişkide bulunanlar, bu ilişkide bulunurlarken ne durum daydılar, ken­
di istekleriyle mi yaptılar?
- C insel birleşim de bulunanlar, bu ilişkide bulunurlarken yasak olduğunu m u,
olm adığını mı düşünerek sürüklenm işlerdir? Yasak olm adığını düşünm üşlerse,
"sam "larının dayanağı nedir, ciddî sayılabilecek bir kanıta dayanm ışlar mıdır?
- C insel ilişkide bulunanların, aralarında bir akit, bir sözleşm e var mıdır, g e­
çerlilik derecesi nedir?
- C insel ilişkide, insanla insan m ı vardır? K adın-erkek ilişkisi biçim inde mi,
ilişki düz ilişki mi, ters ilişki m i, eşcinsellik biçim inde m i? İlişkiye geçilen insan
sağ m ı, ölü mü?
- C insel ilişki, insan-hayvan arasında mı?
İncelendiğinde, cinsel ilişkinin, "zina" suçunu oluşturur nitelikte bulunm ası
durum unda, "zina" edenlerin "bekârlık" ve "evlilik"leri gözönünde tutulur ve ta­
nıklar aranır. Tanıklar da yeterli bulunduğunda, "evli"ye ayrı, "bekâr"a ayrı ceza
uygulanır.

71 K âm il M iras, Tecrîd, 11/335; M e c m a u ’l-E nhür, 1/270.


72 H id â ye, 2/292.
73 D ü re r, 2/67 v e öteki fıkıh kitapları.

91
Youtube: Tanrı Mı Varmış
IV
ZİN A C E ZA SI ("H AD D ") VE U YG U LAM ALAR

A- C eza T ürleri

I- Kadına: Kınamayla Birlikte Evde Ömür Boyu Hapis;


Erkeğe: Kınama

Anlamı:
(D iyanet'in)
K adınlarınızdan zina edenlere, bunu ispat edecek aranızdan dört şahid göste­
rin, şehâdet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tu­
tun. (N isâ Suresi, ayet 15.) İçinizden zina eden iki kim seye eziyet edin. Tevbe
edip düzelirlerse, onları bırakın. D oğrusu A llah tevbeleri dâim â kabul ve m erha­
m et eder. (N isâ Suresi, ayet 16.)
Açıklam a:
Yukarıdaki ayetlerden ilkinin kadınlara özgü olduğu açık. "Dört tanığın tanık­
lığı" olursa, "zina eden kadın"a nasıl bir ceza verilm esi gerektiği de çok açık b i­
çim de belirtiliyor: "Ö lünceye ya da Tanrı bir başka yol gösterene dek evde tutul­
m a (haps)".
İkinci ayetse "erkekler"i dile getiren sözcüklerle hüküm bildiriyor. "İçiniz­
den zina eden iki e rk e ğ e ..." diye çevrilm esi gereken sözlerin, yukarıdaki çevi­

92

Youtube: Tanrı Mı Varmış


ride "erkeğin erkekle zinası" anlatılıyor sanılm asın diye, "İçinizden zina eden
iki k im se y e ... " diye çevrildiği görülüyor. "Ellezâni yezniyâni'nin tam karşılığı:
"Zina eden iki erkek"tir. A m a burada am açlanan, genellikle benim senen yoru­
m a göre "iki erkeğin zinası" değildir, "bir erkekle bir kadının zinası "dır.74 N e
var ki bütün yorum lar böyle değil. İkinci ayetin başındaki "ellezâni" "yezniyâ-
ni" ve bunu izleyen sözlerle, "erkeğin erkekle cinsel birleşim i"nin, "livata" d e ­
nen eşcinselliğin cezasının anlatıldığını ileri sürenler de var. Şâfiî'nin görüşünün
de bu olduğu belirtiliyor. C elaleyn tefsirinde Şâfiî'nin bu yorum una yer verili­
yor ve bu yorum un doğru olduğu savunuluyor.75 Ebu M üslim İsfehânî'yse ikin­
ci ayetteki bu sözlerle "zina eden erkek ile zina eden kadın"ın am açlandığına
"ihtim al" bile verm ez. K onuyu birçok yönden ele alarak böyle bir ihtim alin bu­
lunm adığını kanıtlam aya çalışır.76 E bu M üslim 'e göre birinci ayette "seviciler"
(erkek yerine birbiriyle cinsel ilişkiye giren, sapıkça sevişen kadınlar) ve ceza­
ları, ikinci ayetteyse "eşcinsel erkekler" ve cezaları anlatılıyor. Bu yorum u sa­
vunan başkaları da var.77
F ahruddin Râzî, Ebu M üslim 'in bu yorum una geniş yer verir.78
Bu yorum a göre çıkan hüküm ler şöyle:
- Sevici kadına verilecek ceza: Ö m ür boyu evde hapsedilm e.
- Eşcinsel erkeğe verilm esi gereken ceza: "Eziyet".
"Eziyet" de, bir yorum a göre - k i genellikle bu yorum b en im sen ir- "sözlü k ı­
nam a (tevbih)", bir başka yorum a göre de sözlü kınam ayla birlikte, "dayak".79
İbn A bbas'ın yorum u: "N alınla (yani ayakkabıyla) vurm ak gerekir,"80 K im i tef­
sirlerde, örneğin Celâleyn'de bu yorum un benim sendiği görülür.81
G enellikle benim senen görüşe göre, daha önce de değinildiği gibi, ayetlerde­
ki cezalar, karşı cinsle zina eden kadın ve erkeklere ilişkindir. N e var ki burada
d a iki görüş bulunuyor:
B ir yorum a göre, öm ür boyu evde hapsedilm e cezası kadınlara; "eziyet" yani
dayaklı ya da dayaksız sözlü kınam a da erkekleredir.
Ö bür yorum a göre de, öm ür boyu evde hapsedilm e cezası yalnızca k adınla­
ra; am a dayaklı ya da dayaksız kınam a, hem kadınlara, hem de erkekleredir.
Ç ünkü "eziyet"ten söz eden ikinci ayette, erkekle birlikte kadın da var. F. R âzî
de bu yorum u benim siyor. "Y orum ların en güzeli budur" diyor.82 Yani:
- Z ina eden kadına: Ö m ür boyu evde hepsedilm eyle birlikte dayaklı ya da da-
yaksız kınam a.
74 T efsiru 'n -N esefî, 1/214; T aberî, 4 /200; S abunî, S a fv e tu ’t-Tefasir, 1/266.
75 T efsiru l C e la ley n , 1/73.
76 F. R âzî, Tefsir, 9 /231-232.
77 N esefî, Tefsir, 1/214.
78 F. R âzî. 9/231 -232.
80 T ab erî ve R âzî. aynı yer.
81 Tefsiru 'l-C elâ leyn, 1/73.
82 F. R â zî, 9/235.

93
Youtube: Tanrı Mı Varmış
- Zina eden erkeğe: Yalnızca dayaklı ya da dayaksız kınam a.
A yetlerde zina edenlerden söz edilirken, evli mi, bekâr mı oldukları açıklan­
m ıyor. A m a bir yorum a göre, birinci ayette anlatılan, "evliler", ikinci ayette an­
latılansa "bekâr"lardır.83
Ne var ki şim di İslam hukukunda geçerli olan, yukarıdaki ayetlerde yer alan
hüküm ler değildir. Bu hukukta geçerli olan, bekâra "yüz değnek", evliye
"recm "dir. (A şağıya bkz.)
Ö yleyse ne dem eli?
G enellikle denen şu: "Bu ayetler m ensuhtur." Yani bu ayetlerin hükm ü kaldı­
rılmıştır. K im ilerine göre, önce hadisle kaldırılm ıştır. H adisin hükm ü de, N ûr Su-
resi’ndeki (aşağıya bkz.) ayetle geçersiz kılınm ıştır. G enellikle kabul edilen gö­
rüşe göreyse, yukarıdaki ayetlerin hükm ünü kaldıran, doğrudan doğruya, N ûr
S uresi'ndeki ayettir.84
A m a, birinci ayette "seviciler"in, ikinci ayette de "eşcinseller'in anlatıldığını
savunan E bu M üslim 'e ve onun gibi düşünenlere göre, "ayetlerin m ensuh olduk­
ları" ileri sürülem ez. Çünkü bu yorum a göre yukarıdaki ayetlerin hüküm leri, Nûr
Suresi'ndeki ayetin hükm üyle çatışm ıyor.85 N eden ki, konuları başka.

2- Zina Eden Kadına da, Erkeğe de "Yüz Değnek"

A nlam ı:
(D iyanet'in)
Zina eden kadın ve erkeğin her birine yü zer değnek vurun. A llah'ın dini ko­
nusunda o ikisine acım ayın. O nların ceza görm esine, inananlardan bir topluluk
da şahid olsun. (N ûr Suresi, ayet 2.)

83 F. R âzî, ayııı yerde.


84 F. R âzî, 9/232; T aberî, 4/201 ve öteki tefsirler.
85 F. R âzî, 9/231.

94
Youtube: Tanrı Mı Varmış
A çıklam a:
G örülüyor ki, bu ayette, zina eden kadına da, erkeğe de eşit olarak "yüz değ­
nek cezası" var. Daha önce yer verilen ayetlerde, kadın ve erkek arasında ceza
yönünden bir ayrım vardı. K adın için zina cezası başka (öm ür boyu evde hapse­
dilm e ya da bununla birlikte dayaklı, dayaksız kınam a), erkek için zina cezası
başkaydı (dayaklı ya da dayaksız kınam a).
D em ek ki bu ayetteki hüküm le, o ayeti erdeki hüküm ler birbirine uymuyor.
Ö yle görünüyor. D aha doğrusu, bu ayetteki hüküm le, o ayetlerdeki hüküm lerin
başka oldukları çok açık. O ayetlerin hüküm leri için "m ensuhtur" denm esi de,
bundan kaynaklanm ıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi, genellikle benim senen yo­
rum a göre, o ayetlerdeki hüküm ler (hapis, kınam a), bu ayetteki hüküm le yani
"yüz değnek" cezasıyla yürürlükten kaldırılm ıştır.
Ne var ki bu ayette de bir başka yönden "m ensuh"luk bulunduğu ileri sürülür
K ur'an yorum larında:
Ç ünkü bu ayette, "zina eden kadın ve erkeğe yüz değnek" cezası bildirilirken,
zina edenlerin bekârlık ve evlilikleri arasında bir ayrım yapılm am ıştır. O ysa bu­
günkü İslam fıkhında geçerli olan şu:
Z ina eden "bekâr" olursa cezası "yüz değnek", "evli" olursa cezası "recm",
yani "ölene dek taşa tutulm ası"dır.
İşte bu nedenle, bu ayetteki hükm ün de bir başka hüküm le "daraltıldığı (tah-
si edildiği)" ve kapsam ı içinden, "evlinin zinasına ilişkin ceza"nm çıkarılm ış bu­
lunduğu belirtilir.86
Sözün özü: İslam fıkhında var olan "recm ", yani "evliyken zina etm iş olan ki­
şiyi taşlam a (taşlayarak öldürm e) cezası", bu ayette bulunm am akta. Kur'an'ın
başka ayetlerinde de bu hüküm yoktur.
Ö yleyse, "recm cezası"nı getiren kaynak nedir?
Bu sorunun karşılığı ve tartışm alar için aşağıya bkz.

3- Zina Eden Evlilere: "Recm"


K ur'an'da bulunm ayan "recm" cezası için şu kaynaklar gösterilir:

a) H adis:
Bu konuda en ünlü hadis şudur:
Sâm it Oğlu U bâde'nin, Peygam ber'in şöyle dediğini anlattığı aktarılır:
- "B enden alın, benden alın (şu bilgiyi): Tanrı (zina eden) kadınlara (ceza y ö ­
nünden başvurulacak) yolu bildirdi: B ekâr bekârla zina ettiğinde, yüz değnek ve
bir yıl sürgün('nefy'); evli evliyle zina ettiğinde yüz değnek ve recm (cezası ve­
rilir.)"87

86 F. R âzî, 23 /1 3 4 ve öt. S abunî, Tefsiru  yâ ti'l-A h k â m , 2/21 ve öt.


87 M üslim , K itab u 'l-H udûd/12, hadis no. 1690; E bu D av u d , K itabu'l-H udûd/23, hadis no. 4 414; Tir-
m izî, K itab u 'l-H u d û d /8 , hadis no. 1434; İbn M ace, K itab u 'l-H u d û d /7 , hadis no. 2550.

95
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Bu hadisle, N isâ Suresi'nin yukarıda geçen 15. ayeti arasında bağlantı kuru­
lur. Bu bağlantıyı kuranlardan kim ileri, bu hadisin o ayeti açıkladığını, kim ileri
de "nesh" ettiğini, yani hükm ünü ortadan kaldırdığını ileri sürerler. O ayette,
"...Ö lü n cey e veya A llah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun" deniyor ya,
bağlantı buradan kaynaklanıyor. "Bu hadisle, Allah, o kadınlara nasıl bir yol be­
lirlediğini bildiriyor" deniyor. Yoruma göre, Tanrı'nın belirlediği "yol" şu: "Ö lün­
ceye dek haps" cezası kaldırılıp, yerine bu hadiste belirtilen ceza, yani " b e k â r la ­
ra "yüz değnek", "evli"lereyse "recm ve bir yıl sürgün" cezası konuluyor.88
A m a üzerinde durulan kim i noktalar var:
- N isâ Suresi'nin 15. ayetinde, zina edenlerden yalnızca "kadınlar" söz konusu­
dur. Bu, açık. Dahası, bir yorum a göre, zina eden "kadınlar"dan da, yalnızca "evli"
olanlardır konu olan. Hadisin, bu ayetin "açıklaması" niteliğinde olması için, aynı
konuda olması gerekirdi. O ysa hadis, zina edenlerden yalnızca "kadınlar" ı konu
olarak alm am akta, hem kadınlar, hem de erkekler için hüküm içermekte.
-A y e tte k i "kadınların lehine (yararına)" anlam ına gelen "lehünne"den, "ölün­
ceye kadar evde hapsedilm e" cezasının yerine, sonradan "nesh" ya da "açıklam a"
yoluyla getirilen cezanın, "kadınlar için daha h a fif' türden olm ası gerekirdi. O y­
sa hadiste yer alan bir "recm ", yani "taşlanarak öldürülm e" cezası var. Yeni ceza
eski cezadan çok daha ağır olduğuna göre "kadınların lehine" bulunm am akta.
- Bu hadisle getirilen hüküm , ayetteki hükm ü "nesh" etm e niteliğinde m idir?
E ğer "evet" denirse, bu görüş yalnızca H anefî m ezhebine göre geçerli olabilir.
Ç ünkü "hadisle ayetin neshedilebileceği" yolundaki görüş, Hanefi m ezhebinin
görüşüdür. Şafiî m ezhebine göre, böyle bir "nesh" olam az.89
H anefî m ezhebine göre söz konusu "nesh" caizdir, am a bunun için hadisin
"m ütevâtır" adı verilen (aktaranlarının yalan üzerinde birleşm eleri m üm kün gö­
rülm eyen hadis, hiç değilse "m eşhur" denen türünden bulunm ası gerekir. Çünkü
"ayet m ütevâtır"dır, "m ütevâtır"sa yalnızca kendisi gibi "m ütevâtır" ya da "m eş­
hur" olanla "neshedilebilir". (Bkz. U su lu î-fık h kitapları.) Bu hadis "m ütevâtır"
ya da "m eşhur" türden m idir ki, ayeti "nesh" edebilecek güçte olsun? K im ine g ö ­
re "evet". A m a bu kuşkulu. Sadru'ş-Şerîa, konuyu bir başka noktadan ele alarak,
N isâ Suresi'nin 15. ayetinin bu hadisle neshedildiği yolundaki görüşün ileri sürü-
le geldiğini ve bunun, "hadisle ayetin neshedildiği"ne öm ek olarak gösterildiği­
ni, am a bu görüşün doğru olm adığını, çünkü o ayetin, "recm ayeti' yle (K ur'an'da
bulunm ayan bu ayet için aşağıya bkz.) neshe^ ldiğini savunur.90

88 F. R âzî, 23 /1 34 ve öteki tefsirler. A yrıca bkz. İbn M elek, M eb â riku 'l-E n zh â r F i Ş erh i M eşâriki't-
E n vâ r, 1309, 2/278; Ebu D avud, Sünen, K itab u 'l-H u d û d /2 3 , hadis no. 4 414. not: 4, c. 4, s.570.
89 B kz. usu lû l-fıkıh kitapları, örneğin İbn M elek, M eb a riku 'l-E zh â r Fi Şerhi M eşâ riki'l-E n vâ r,
A rap ça, İstanbul, 1308, s.245.
9 0 S ard u 'ş-Ş erîa, T evdîh, 2/487.

96

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- H adiste yer alan "recm", ayette bulunm ayan bir "hüküm" olduğuna göre,
son derece güçlü bir kanıta dayalı olm alıdır. Çünkü söz konusu olan, bir
"hadd"dir, yani "ceza"dır, hem de çok ağır bir cezadır. Daha önce de belirtildiği
gibi, "hadd"lerin "kuşku î u durum larda uygulanam ayacağı bir kural olarak kabul
edilm iştir. K uşkudan uzak bir kanıtınsa, eğer "hadis"se, "m ütevâtır" olm ası ve
böylece "kaynak yönünden son derece sağlam (sübûten kat'î)" bulunm ası gere­
kir. Bu da yetm ez; "delâleten kat'î", yani sözlerinin açık, neshedilm iş olm a ihti­
m alinden uzak bulunm ası da gerekir. (B unun için de U sûlu'l-Fıkh kitaplarına
bkz.) Söz konusu hadisinse bu nitelikte olduğu kuşkulu. Ö nce, "m ütevâtır" oldu­
ğu kolayca kanıtlanam am akta. Sonra, sözleri yeterince açık bulunm am akta:
- Söz konusu hadisin sözleri yeterince açık değildir, çünkü: H adisin sözleri­
ne göre, söz konusu olan "bekârla bekâr"ın ve "evliyle evli"nin zinalarıdır. B irin­
cilere, "yüz değnek ve bir yıl sürgün" cezası, ikincilereyse "yüz değnek ve recm"
cezası hükm ü var. O ysa İslam hukukçularının, özellikle "H anefî fakihleri"nin h a­
disten çıkardıkları hüküm ler böyle değildir. Ö nce söz konusu olan; ister "be-
kâr"la, ister "evli"yle zina etsin, "zina eden "bekâr"a ve "zina eden evli"ye ne ce­
zanın verileceğidir.91 Ayrıca H anefî m ezhebine göre, "zina eden bekâr"a veril­
m esi gereken ceza, tem el olarak yalnızca "yüz değnek"tir, yani "yüz değnekle
birlikte sürgün" değildir. "Zina eden evli"ye gelince: Yine H anefî m ezhebine gö­
re, ona verilm esi gereken ceza da, yalnızca "recrri'dir. Yoksa, hadiste belirtildiği
gibi "önce yüz değnek", sonra da "recm" cezası değildir.92
M âiz Olayı:
M âlik O ğlu M âiz'in "recm" edilm esine (taşlanarak öldürülm esine") ilişkin
hadis.
Bu hadis (M âlik'in öyküsü), Peygam ber'in birçok arkadaşından, değişik bi­
çim lerde aktarılır. Ebu H ureyre, İbn A bbas, A bdullah Oğlu Câbir, Sem ure Oğlu
C âbir de var aralarında.
M âlik Oğlu M âiz, bir aktarm aya göre birinin yanında bulunan bir öksüzdür,
kim ine göre bir uşaktır. Yanında kaldığı kişi ona, Peygam ber’e gitm esini söyler:
G it, belki P eygam ber senin bağışlanm an için Tanrı'ya dua eder" der. M âiz de
gidip P eygam ber'e anlatır.
K im i aktarm aya göre Peygam ber, M âiz'in kabilesine: "Bu adam deli m idir?"
diye sorar. D eli filan olm adığını söylerler. Kimi aktarm aya göre, Peygam ber
onun "sarhoş" olup olm adığını da sorm uştur ve "hayır!" karşılığını almıştır.
Kim i aktarm aya göre, M âiz, Peygam ber'e gidip durum unu anlattığında P ey­
gam ber M escid'dedir. Peygam ber'e: "Ey Tanrı elçisi ben zina ettim !" diye sesle­
nir. Peygam ber işitir am a yüz çevirip karşılık verm ez. M âiz söylediklerini bir d a ­
ha, bir daha yineler. O , dördüncü kez söylediğinde Peygam ber karşılık verir an-

91 İbn M elek; M eb â riku 'l-E zh â r F i Şerhi M eşâ riki'l-E n vâ r, A rapça, İstanbul, 1309, 2/278.
9 2 F ık ıh k itap ları, örneğin: H id â y e , 2/492; D ürer, 2/64; M ecm au'l-E nhür, 2/462463.

97
Youtube: Tanrı Mı Varmış
cak. K im ine göre, M âiz gelip Peygam ber'e durum unu anlattığı ve kendisini (gü­
nahtan) arındırm asını istediğinde Peygam ber, ona gidip, "Tanrı ya yalvarm asını,
tevbesini sunm asını ve bağışlanm asını dilem esini" söylemiştir. M âiz'se bir süre
sonra gelip yeniden Peygam ber'e başvurm uştur. Ve bu başvuru dört kez olm uş­
tur. K onuşm alarsa şöyle:
- Ey Tanrı Elçisi! Beni arındır!
- Yazık (olmuş) sana! G it de T ann'dan günahının bağışlanmasını dile, tevbe et!
M âiz'in gidip gelişi ve sözleri dört kez yinelenm iştir.
- Peki hangi günahtan arındırılm anı istersin?
- Z ina günahından.
Peygam ber sorup deli olm adığını öğrenir. Sarhoş olm adığını da iyice öğren­
m ek için ağzını koklatır adam ın. Sarhoş olm adığını öğrenir.
- D em ek sen zina m ı ettin?
- Evet!
K im i aktarm aya göre, M âiz ayrı ayrı günlerde (kim ine göre üç gün arayla) gi­
dip P eygam ber'e başvurduğunda şunları da söylem iştir:
- Beni taşlarla öldür!
K im i aktarm aya göre P eygam berle, M âiz'in konuşm aları şöyle olm uştur:
- Ey Tanrı Elçisi! B en zina ettim .
- D eli m isin sen?
- Hayır!
- Evli m isin?
- Evet!
K im i aktarm aya göreyse şöyle konuşm uşlardır:
- Ey Tanrı Elçisi! B en zina ettim , Tanrı'nın kitabındaki hüküm neyse benim
üzerim de (gereğini) uygula!
Bu sözler dört kez yinelenm iştir.
- Bu sözleri sen dört kez söylediğine göre, şimdi söyle bakalım , kim le zina
ettin?
- Falan kadınla (cariyeyle).
- Yani onunla yattın mı?
- Evet!
- O nunla birbirinize yaklaşıp dokundun m u ona?
- Evet!
- O nunla cinsel ilişkide bulundun m u?
- Evet!
K im i aktarm aya göre de, arada geçen konuşm a şöyle:
- Z ina ettim .
- Belki de kadını yalnızca öpm üşsündür, ya da ona göz kırpm ışsındır ya da
bakm ışsındır, ha ne dersin?

98

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- H ayır (Zina ettim ;)
- Peki onu "şey m i ettin" yani (onunla cinsel birleştin mi)?
- Evet!
- K im i aktarm aya göre de konuşm alar şöyle:
- Ey Tanrı Elçisi! H elâl olm ayan, haram olan bir kadınla cinsel birleştim .
- O nu şey mi ettin yani?
- Evet!
- Seninki onunkinin içine; "sürm e aygıtının sürm eliğin içine ve kovanın ku­
yunun içine girip kaybolm ası biçim inde" girip kayboldu mu? (Erkeklik organı,
kadınlık organına iyice girdi mi):
- Evet!
- Peki zina nedir; bilir misin?
- Evet. B ir insanın helâl olan karısıyla cinsel birleşim de bulunm ası gibi ben
de haram olan bir kadınla cinsel birleşim de bulundum .
- Peki ne istiyorsun bunları anlatm akla?
- B eni tem izlem eni, arındırm am istiyorum .
Tüm aktarm alara göre, Peygamber, sonunda, M âiz'in hakkındaki kararı bildirir:
- G ötürün ve buna, "recm" (taşa tutm a cezası) uygulayın.
Kim i aktarm aya göre, M âiz, taşa tutm a sırasında bağırıp kaçm ak ister, yaka­
larlar ve aynı yolla öldürürler sonunda. M âiz'in kaçm a çabaları ve sonunda yaka­
lanıp öldürülüşü Peygam ber'e anlatılır, Peygam ber in tepkisi şöyle olur:
- Onu kaçtığında bıraksaydınız keşke. Belki de tevbe ederdi ve Tanrı onun
tevbesini kabul ederdi.
O laya ilişkin daha başka aktarm alar da yer alır hadis kitaplarında.93
Bu hadisin, birinci hadisten bile ünlü olduğu söylenebilir. Ve İslam fakîhle-
rince, "recm " cezasının İslam da var olduğuna kanıt olarak gösterilir.
N e var ki kim i aktarm ada, Peygam ber'in "Onu (M âiz'i) kaçtığında keşke bı-
raksaydınız. Belki de o tevbe ederdi de Tanrı da onun tevbesini kabul ederdi" d e­
m iş olm ası ilgi çekici bulunur. Ayrıca, K ur'an'da bulunm ayan bir hükm ü, "recm "i
getirerek, K ur'an'ın "zina"nm cezasına ilişkin hükm ünü ya da hüküm lerini orta­
dan kaldırm ası (nesh) konusunda, daha önceki hadisin açıklam asında belirtilen
türden tartışm alar görülür. Tartışm alarda belki de en önemli soru şu: H adisin
"m ütevâtır" olduğu kolay kolay söylenem eyeceğine göre, K ur'an'daki hükm ü
"neshetm iş" olabileceği nasıl söylenebilir?
B ununla birlikte bu hadisin, özellikle H anefî fıkıh kitaplarında, "evlilerin zi­
naları için recm uygulam ası gerektiği"ne kanıt olarak gösterildiğine tanık olm ak­
tayız.94

93 T ü m ak tarm alar için bkz. B uhârî, K itab u 'l-H u d û d , 28-30; M üslim , K itab u 'l-H u d û d /1 6 -2 3 , hadis
no. 1691-1695; E bu D avud, K itab u 'l-H u d û d /2 4 , hadis no. 4 4 19-4439; T irm izî, K itabu'l-H u-
d û d/5, hadis no, 1428-1429; İbn M ace, K itab u 'l-H u d û d /9 , hadis no. 2554-2555.
94 Ö rn eğ in bkz. H id âye, 2/487.

99
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"Recm " konusunda, Peygam ber dönem inde "recm" cezasının uygulandığına
ilişkin başka hadisler de var.95
b) Ayet:
D aha önce de belirtildiği gibi "recm" konusunda, K ur'an'da herhangi bir h ü ­
küm bulunm am akta. Ancak, güvenilir kabul edilen hadislerde ve "İslam ulem a-
sı"nm sözlerinde, bir "recm ayeti"nden sözedilm ekte:
H attab O ğlu Ö m er (H alife) hutbede sesleniyordu:
"Tanrı M uham m ed'i gerçek P eygam ber olarak gönderdi. Ve ona K itab'ı
(K ur'an'ı) indirdi. O na indirilenler arasında 'recm ayeti' de vardı. Bu ayeti biz
okum uş ve iyice bellem iştik. P eygam ber 'recm 'i (recm cezasını) uyguladı. Biz de
ondan sonra recm i uyguladık. K orktum ki, aradan uzun zam an geçer de, biri çı­
kıp 'biz T ann'nın K itabı'nda recm ayetini bulam ıyoruz' der de, insanlar T ann'nın
indirdiği bir farzı bırakarak sapm ış olurlar. (Bundan dolayı açıklam a yapm a g e­
reğini duyuyorum .) dem ek ki recm gerçekten vardır. Erkek ve kadınlardan kim
evli olarak zina ederse, kanıtlandığı zam an, ya da gebelik, ya da suçu boyuna al­
m a (itiraf) olduğunda recm uygulanır o kim seye. T ann'ya ant içerek söylerim ki,
insanlar 'Ö m er T ann'nın K itab ın a (K ur'an'a) eklem e yaptı' derler korkusu olm a­
saydı, bu ayeti de K ur'an'a yazardım ."
Bu hadisi, B uhârî ve M üslim 'in de içinde bulunduğu hadis kitapları yazar.96
Bu ayetin ("recm ayeti"nin) m etni de hadis kitaplarında yer alıyor:
"Erkek ve kadın, evli olarak zina ettiklerinde, ikisine de kesinlikle recm u y ­
g u la y ın ..."97
"Recm ayeti", U sûlu'l-fıkıh (İslam hukuku) kitaplarında da (tam olarak) yer
alıyor. Bu ayet, bu kitaplarda, "K ur'an'dan sözü neshedilip (kaldırılıp) hükm ü
(geçerliliği) bırakılanlar"a öm ek olarak gösterilir.98 Tam olarak, usûlu'l-tefsir k i­
taplarında da aynı türün örneği olarak y er alır.99 "Ahkâm ayetleri"ni konu alan
kitaplarda d a .. . 100 "Tefsir" kitaplannda d a . . . 101
Yani "recm ayeti", sözleri K ur'an'da yer alm ayan, am a "hükm "ü (geçerliliği)
K ur'an'da bulunan bir ayettir.
Kim ileri diyor ki: "Öm er'in sözlerinden anlaşıldığına göre, 'recm ayeti',
Kur'an'daki yerine yazılabilir, bu, câizdir. Ö m er'in yazmamış olması, insanların de­
dikodusundan çekinm esinden kaynaklanm ıştır.. ," 102

95 Ö m eğ in bkz. M üslim , K itabu'l-H udûd/24-33, hadis no. 1696-1704.


96 B u h ârî, K itabu'l-H udûd/30; M üslim , K itabu'l-H udûd/15, hadis no. 1691; E bu D avud, K itabu'l-
H u d û d /2 3 , hadis no. 4 418; T irm izî, K itab u 'l-H u d û d /7 , hadis no. 1431.
97 İbn M ace, K itabu'l-H udûd/10, h ad is no. 2553; M u va tta , K itabul-H udûd/10.
98 S ard u 'ş-Ş erîa -S ad u d d in T ef tâzânî, T enkîh-T avdîh-T elvîh, 2/486-487.
99 C elaled d in S üyutî, el-İtkan f ı U Ium ü'I-K ur'an, 2/32, 34-35.
100 S ab u n î, Tefsiru A yâ ti'il-A h kâ m , 2/25.
101 F. R âzî, 3/230, 23/135; İbn K esir, 3/261; Â lûsi, 1 8 /7 9 ...
102 S üyutî, el-İtkan, 2/34.

100

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Peki bu ayetin, sözleri kaldırılm adan önce, K ur'andaki yeri neresiydi?
G enellikle yazılan şu: "Recm ayeti, N ûr Suresi'ndeydi." B ununla birlikte A h-
zâb Suresi'nde bulunduğunu ileri sürenler de var.103
Bu arada b ir tartışm a var:
- "R ecm ayeti", Peygam ber'e indirildikten sonra "nesh" edilenlerden m i, yok­
sa "unutturulan"lardan m ıdır?
- "Recm " cezası, zina eden evlilerden "özgür" ("hürr" ve "hürre") içindir. K ö­
le ve cariye için söz konusu değildir. (A şağıya, köle ve cariyenin zinasıyla ilgili
kesim e bkz.)

B- Z ina Suçunun Belirlenm esi

1- Zina İçin Şart Olan Tanık Sayısı: Dört


D aha önce yer alan, N isâ Suresi'nin 15. ayetinde, bu açıkça görülm ektedir.
A şağıdaki ayette de, dört tanığın gerekli olduğu açıklanır:

Anlam ı:
(D iyanet'in)
İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahid getirem eyenlere, seksen
değnek vurun. Ebediyen onların şahidliğini kabul etm eyin. İşte onlar, yoldan çık­
m ış kim selerdir. (N ûr Suresi, ayet 4.)

A çıklam a:
Bu ayette, zina suçuyla suçlayanların, dört tanık gösterem em eleri durum unda
"seksen değnek" cezasını hak etm iş olacakları, bu tür kim selerin "tanıklıklan"nm
da hiçbir zam an kabul edilm eyeceği açıkça bildiriliyor. Bu kim selerin "yoldan çık­
mış" (fâsık) sayılacaktan da anlatılıyor. Ancak, bu ayeti izleyen 5. ayette, "tevbe
edenler"in bu hükm ün dışında tutulduklan belirtiliyor. F. Râzî, burada bu üç sonu­

103 İbn K esîr, gö sterilen yer; Dr. S ubhi e's-S alih , M eb â h is f î U lû m i'l-K u r'a n , s.265, not: 2; S üyutî,
el-İtk a n , 2/32; A clunî, K eşfu'l-H afa, 2/23, hadis no. 1579.

101
Youtube: Tanrı Mı Varmış
cu, yani "seksen değnek cezası"nı, "tanıklığının kabul edilm em esi"ni ve "fâsık sa­
y ılm a s ın ı anlatırken, 5. ayetteki "ama bundan sonra tevbe edenler bunun dışında­
d ır..." anlam ındaki açıklamanın, üçüncü sonuca yönelik olduğunu belirtiyor.104
B undan sonraki dört ayetin anlam ları da (D iyanet'in resm î çevirisiyle) şöyle:
"K arılarına zina isnâd edip de, kendilerinden başka şahitleri olm ayanların şa-
hidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna A llah'ı dört defa şahid tutm asıyla
olur. B eşincisinde, eğer yalancılardan ise, A llah'ın lanetinin olm asını diler. K oca­
sının yalancılardan olduğuna A llah'ı dört defa şahid tutm ası, cezayı kendinden
savar. B eşincisinde, kocası doğrulardan ise, kendisinin A llah'ın gazabına uğra­
m asını diler." (N ûr Suresi, ayet 6-9.)
B urada, karısını zina ile suçlayan "koca" ile suçu olm adığını söyleyen "ka-
rı"nın karşılıklı "lanetleşm esi" var. İslam fıkhında buna "lanetleşm e" anlam ında
"lian" adı verilir ve başlı başına bir bölüm de anlatılır.

Tanık G etirm eye itiraz ve B ir O lay


"Karısının üzerinde bir erkeği gören, koşup tanık mı arayacak?"
H adiste belirtildiğine göre: Ü m eyye O ğlu Hilâl, 'karısının, Sehm â O ğlu Şe-
rik'le zina ettiğini ileri sürer: konuyu Peygam ber'e götürür. Ve Peygam ber'le ara­
larında şu konuşm a geçer:
- "K arım , Sehm â O ğlu Şerik'le zina etti."
- "Tanık göstererek kanıtla, yoksa sırtına (iftiradan dolayı) değnek cezası v u ­
rulur."
- "İyi am a ey Tanrı Elçisi, birim iz karısının üstünde bir erkeği gördüğünde,
gidip tanık m ı arayacak?"
- "Ya tanık gösterip kanıtlarsın, ya da sırtına değnek cezası vurulur."
- "Seni hak Peygam ber olarak gönderen Tanrı'ya ant içerek söylerim ki, ben
doğru söylüyorum . Ve kesin olarak biliyorum ki, Tanrı, beni böyle bir cezadan
kurtaracak bir açıklam a indirecektir.
O sırada henem Cebrâil iner ve yukarıdaki ayetleri (Nûr Suresi, ayet 6-9) indirir.
"Lian (lanetleşm e)" uygulam ası yapılır: H ilâl, kendisine düşen sözleri söyle­
yerek, doğru söylediğini anlatır, ant içer. K adın da ayetlerde belirtildiği biçim de
kendisinin söylem esi gerekenleri söyler, o da doğru söylediğini, kocasının yalan­
cı olduğunu, öyle bir suç işlem ediğini -Tanrı'yı tanık göstererek- (Yani ant içe­
rek) dile getirir. Peygam ber bu durum karşısında: "İkinizden biriniz yalan söylü­
yor kuşkusuz" der ve tevbeye çağırır. A m a ikisi de direnir. Kadın bir ara, "lanet-
leşm e"den vazgeçip suçu üzerine alacakm ış gibi yapar yani herkes öyle olacağı­
nı düşünür. A m a sonra şunları söyler:
- "Ben, toplum u, ailem i, kabilem i rezil etm em ...!"
D aha sonra P eygam ber şöyle dem ektedir:

104 B k z. F. R âzî, 23/157.

102

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- "Bu kadına bakın: E ğer gözleri sürm eli, kalçaları iri, baldın kalın bir tipte
çocuk doğurursa, bu çocuk Sehm â Oğlu Şerik'indir."
İzlerler, kadının, Peygam ber'in dediği gibi bir çocuk doğurduğunu görürler. O
zam an Peygam ber şöyle der:
- "Eğer T ann'nın kitabında, konuya ilişkin belirli bir hüküm bulunm am ış ol­
saydı, ben bu kadına gösterirdim (zina cezası uygulardım .")105
B urada önem li bir nokta: Şu ortaya çıkıyor ki, sonuçta zina kesin olarak an ­
laşılsa bile, zina suçu ("hadd") uygulanm ıyor.

2- Tanıklara Sorulacak Sorular


a) "Zina" nedir?
Tanık "zina"m n ne dem ek olduğunu biliyor mu? "Zina" deyince ne anlıyor?
Bu belirm eli önce. "Sence zina ne dem ektir?" diye sorulup görüşü öğrenilm eli.
b) "Zina" nası gerçekleşti? O lay nasıl oldu?
Tanık, olaya nasıl tanık olduğunu, "zina"nm anlam ına uygun bir cinsel ilişki­
ye ne ölçüde tanıklık edebileceğini belirtm eli.
"Erkeğin cinsel organı, kadının cinsel organına, bir sürm e aygıtının sürm eli­
ğin içine girm esi gibi girdi m i? C insel organ cinsel organa ne kadar girdi?"
Bu sorulup öğ renilm eli.106
c) "Zina" olayı nerede oldu?
Tanık, tanıklık ettiği zina olayının yerini söylem eli.
d) "Zina" olayı ne zam an oldu?
Tanık, tanıklık ettiği zina olayının gerçekleştiği zam anı da söylem eli.

3- "İkrar" (Suçu Boyna Alma)


Zina etm iş olan kişi, suçunu boynuna alm ış olabilir. D ört m ezhebe göre de,
zina suçu bu yolla da belirlenebilir.
A ncak başka yönden tartışm alar var:
İbn Rüşd, bu tartışm aları şöyle özetliyor:
- İkrar denen suçu boyna alm anın sayısı ne olm alı? Suçun belirlenm iş olm a- *
sı için zina suçlusu kaç kez söylem elidir bu suçu işlediğini?
- İkrarın yerinin sayısı ne olm alı?
- C eza uygulanana dek ikrardan dönm em ek şart mıdır, değil midir?
İbn R üşd bu tartışm alardaki görüşleri de özetliyor:

105 B uhârî, T efsiru'l-K ur'an/3; Tecrîd , hadis no. 1717; E bu D avud, K itabu't-T alâk/27, hadis no.
2256; T irm izî, T efsiru'l-K ur'an /6 2 5 , hadis no. 3179; İbn M ace, K itabu't-T alâk/27, hadis no.
2067.
106 B kz. F ık ıh kitapları, örneğin, H idâye, 2/487.

103
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"İkrar"ın BİR K EZ olm asının yeterli olduğu görüşü: Bu görüşte olanlar: İmam
M âlik, İm am Şafiî, Davud (Zahirî), Ebu Sevr, Taberî ve daha başka bir topluluk.
"İkrar"ın dört ayrı "m eclis"te D Ö RT K EZ olm ası gerektiği görüşü. Bu görüş­
te olanlar: Ebu H anife ve arkadaşları (H anefi m ezhebi).
”İkrar"ın "dört ayrı m eclis”te olm asa bile dört kez olm ası gerektiği görüşü.
Bu görüşte olanlar: A hm ed İbn H anbel, İshak, İbn Ebî Leylâ.
İbn Rüşd, herkesin kendi görüşünü bir hadise dayandırarak savunduğunu be­
lirttikten sonra "ikrardan dönm e" konusuna geçiyor. Ve "cum hur' un, yani genel
olarak İslam hukukçularının, "ikrardan dönm e"yi "meşru" saydıklarını ve "kabul
edilebilir" gördüklerini anlatıyor.107
H anefî fıkıh kitaplarında bu konuda şöyle denir:
"Bu konudaki ikrar, ergin ve akıllı bir kim senin, zina ettiğini, dört kez ve dört
ayrı m ecliste boynuna almasıdır. Ö yle ki sayı dörde ulaşana dek her ikrarını, yar­
gıç (kadı) R ED eder. (Yani dörde kadar her ikrarı yetersiz bulur;. Ergin ve akıllı
olm ak şart. Çünkü, çocuğun ve delinin sözü (ikrarı) geçerli değildir. İkrarın dört
kez olm ası, bizim m ezhebim ize göre şarttır. Şafiî m ezhebine göreyse ikrarın bir
kezi de geçerlidir. ( ...) Bizim kanıtım ız, M aîz olayına ilişkin hadistir. ( ...) İkrar
eden kişi, ceza uygulanm adan ya da ceza sırasında ikrardan vazgeçerse, vazgeçi­
şi kabul edilir. Ve kendisi şerbet bırakılır. Şafiî'ye ve İbn Ebi Leylâ'ya göreyse,
ikrardan dönse bile ceza u y g u la n ır..."108

C- C ezanın U ygulanm ası

1 -Zinada "Değnek Cezası"nın Uygulanması

D eğneklerin nasıl vurulacağı:


D eğneklerin nasıl vurulacakları, ayetin sözlerinde açıklanm akta. Bunu, yo­
rum cular birtakım sözcüklerden, hadislerden ipuçları, elde ederek belirlem ekte-
ler. >°9
Fıkıh kitaplarında şunlar belirtilir:
- Sopalar orta şiddette olm alıdır. N e çok hızlı, ne de çok yavaş vurulm alı.
- K ullanılan değnek, budaksız olmalıdır.
- Sopa vurulacak olanın giysisi çıkarılm alı, çıplak gövdesine vurulmalıdır. (Ce­
zalandırılan kadının giysisi çıkarılm az. A m a giysinin çok ince olması gerekir.)
- G övdenin yalnızca bir yerine değil, değişik yerlerine vurulm alıdır. (Çünkü
yalnızca bir yere vurulursa, kişi öldürülebilir.)

107 İbn R üşd, B id a y elü 't-M ecleh id ve N ihayetu l-M u kta sıd , 2/366-367.
108 H id â y e , 2 /488. A y n ca bkz. D iirer, 2 /6 2 ; M e c m a u ’l-E nhür, 1/459-460.
109 R âzî, c.2 3 , s.145.

104

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- Başa, yüze ve cinsel organa vurulm am alıdır.
- Erkek ayaktayken, kadınsa otururken cezalandırılm alıdır.
- Sopalara ara verilm em elidir.
- Zinadan dolayı değnekle cezalandırılacak olan kim se hastaysa, hastalığı iyi­
leşecek türdense iyileşm esi beklenir, sonra değnek vurulur. A m a hastalığı iyileş­
m eyecek türdense, beklenm em elidir, sopalar vurulm alıdır.
- D eğnekle vurm a cezaasının uygulandığı gün, ne çok soğuk, ne de çok sıcak
olmalıdır.
- C eza verildiği sırada suçlu ölürse yıkanır, kefenlenir, nam azı kıldırılır ve
M üslüm anların m ezarına göm ülür.110

Zina cezasını, din ve devlet adına yetkili kişi (im am ) verebilir


C ezayı yetkili (İm am ) verebilir, çünkü: N ûr Suresi'nin 2. ayetinde: "Yüz değ­
nek vurun!" buyruğuyla, "İm am "a, yani "din ve devlet başkanı"na, "din ve dev­
let adına yetkili olan"a seslenilm ektedir.111 B ununla birlikte, M âlikî, Şafiî ve
H anbelî m ezheplerine göre, bir E FEN D İ de, K Ö LE’sine cezayı uygulayabilir.
H anefî m ezhebine göreyse, efendinin, kölesine ceza uygulayabilm esi için
İM A M 'in İZN İ ŞA RT’tır.112
Ayette ayrıca, değnek vurulacak olan kim selere ceza uygulanırken bir toplulu­
ğun hazır bulunm ası ve cezalandırılanlara hiç açınmaması gerektiği de açıklanıyor.

2- Zinada "Recm (Taşlayarak Öldürme)" Cezasının Uygulanması


Fıkıh kitaplarında, "recm 1e nasıl başlanacağı, "recm"in nasıl yapılacağı da
ayrıntılarıyla açıklanm ıştır:

Taşlanacak olan suçlu ne durum da olm alı ?


- Suçlu kadınsa, BİR Ç U K U R kazılm alı, göğsüne dek çukura sokulm alı. B u­
nunla birlikte çukura sokulm asa da olabilir.
Erkek için çukur gerekli değildir.

Taşlamayı kim başlatacak ve nasıl bir sıra (protokol) izlenecek?


- Taşlam ayı TA N IK LA R başlatacak. Yani önce tanıklar taşlayacak zina suç­
lusunu.
- Sonra İM AM ,
- Sonra HALK taşlayacak

Sonuç:
Ö lünceye dek taşlan acak ...
110 F. R âzî, 2 3 /1 45-146; H idâye, 2/489-490; D ürer, 2/63-64; D âm âd, 1/461.
111 Bkz. R âzî, 23/143.
112 B kz. S abunî. R eva yiu 'l-B eyâ n Tefsiru A yâti'l-A hkâm M ine'l-K ur'an, 2/32; D âm âd, 1/462; H id â ­
y e , 2/491; D ürer, 2/63. '

105

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Ç ünkü "recm "de esas olan, suçluyu "öldürm ek"t:r.
- Suçlu öldükten sonra, yıkanacak, kefenlenecek ve nam azı kılınacak. (Bkz.
Aynı kaynaklar.)

D- Ö zgür İnsan ve K öle C ariye Ayrımı

A nlam ı:
(D iyanet'in)
Sizden, hür m ü'm in kadınlarla evlenm eye güç yetirem eyen kim se, elleriniz­
deki m ü'm in cariyelerinizden alsın. A llah sizin im anınızı çok iyi bilir. Birbiriniz-
densiniz, aynı soydansınız. O nlarla zinadan kaçınm aları, iffetli olm aları ve gizli
dost tutm am ış olm aları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şe­

106

Youtube: Tanrı Mı Varmış


kilde m ehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hiir ka ­
dınlara edilen azabın yarısı edilir. C ariyeyle evlenm edeki bu izin, içinizden, gü­
naha girm e korkusu olanlaradır. Sabrederseniz, sizin için daha hayırlıdır. A llah
bağışlar ve m erham et eder. (N isâ Suresi, ayet 25.)

A çıklam a:
Yukarıdaki çevirideki kim i yerler, ayetteki sözlerin aslına daha uygun duru­
m a getirilebilir:
" ...s a ğ ellerinizin satın aldığı, inanır cariyelerinizden a lsın ..." "...velilerinin
izniyle evlenin ve uygun olan biçim de onlara karşılıklarını (kimi yorum cuya gö­
re 'nafaka' kim i yorum cuya göreyse 'm ehir') verin.
Ç eviride, ayette karşılığı olm ayan sözler de var: " ... aynı soydansınız." D aha
önce: "B irbirinizdensiniz" dendikten sonra bunun, ayette karşılığı yok. Parantez
içinde bir açıklam a olarak yer alabilir. "C ariyeyle evlenm edeki bu izin"in de
ayette karşılığı bulunm am akta. Ayettekine uygun karşılık, "bu 'dur. Çünkü ayet­
te "zâlike", geçiyor yalnızca. A nlam ı da "bu 'dur. "Bu"yla "işaret" edilen paran­
tez içinde (cariyeyle evlenm edeki izin) biçim inde gösterilebilirdi.
"Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa onlara, hür kadınlara edilen azabın ya­
rısı edilir"in anlam ı da şudur: "(C ariyeler) evlendikten sonra zina ederlerse, öz­
gür (köle olm ayan) kadınlara verilen zina cezasının yarısı kadarım onlara zina
cezası olarak uygulayın!
D em ek ki, "zina eden cariye"ler için verilm esi gereken ceza, zina eden özgür
kadınlara verilen cezanın yarısıdır. Ö zgür kadın bekârsa, zina ettiği zam an, N ûr
Suresi'nin yukarıda sunulan 2. ayetinde açıkça belirtildiğine göre, "yüz değnek"
vurularak cezalandırılır. Ö yleyse "zina eden cariye"ye verilm esi gereken ceza da,
"elli değnek" vurmaktır. Erkeklerinki de kadınlarınki gibidir.
A ncak, Fahruddin Râzî, burada önem li bir anlaşılam azlık üzerinde duruyor:
"Ö zgür kadınlara verilen zina cezasının yarısı k ad arı..." anlam ına gelen sözler­
deki "özgür k ad ın lard a "evli" olanlar mı, "bekâr" olanlar mı anlatılm ak isteni­
yor? B urada anlatılm ak istenen, "evli özgür kadınlar"sa, bu kadınlara verilm esi
gereken "zina cezası", İslam hukukunda kabul edildiğine göre, "recm" cezasıdır.
Bu cezaysa "ölüm" cezasıdır. "Ö lüm cezası"nınsa, "yarısı" olamaz. D em ek ki,
anlatılm ak istenen, "evliyken zina eden özgür kadınlar" değildir. E ğer anlatılm ak
istenen "bekârken zina eden özgür k ad ın lar'sa, verilm esi gereken ceza "yüz değ­
nek" olduğu için, "cariyeler"inki de, yukarıda belirtildiği gibi "elli değnek" olur.
A m a cariyelerden "evliyken" zina edenlere de, "bekârken" zina edenlere de bu
ceza verilir. O zam an, ayette "evlendikten sonra zina ederlerse" diye bir ayrım
yapılm asının anlam ı ne olabilir?
F ahruddin Râzî, buradaki "m üşkil"i "kavi (güçlü)" diye niteler. Yine de bir
"cevab"la, sorunu çözüm lem eye çalışır: R âzî'nin çözüm lem esine göre, ayette an-

107

Youtube: Tanrı Mı Varmış


latılm ak istenen "bekârken zina eden özgür kadınlara" verilen zina cezasının ya­
rısının "zina eden cariye"lere verilm esidir. Bu da "elli değnek"tir. Zina eden ca­
riye "bekar"ken "yüz değnek" cezasını hak edince evliyken bu cezayı daha çok
(evleviyetle) hak eder. B ununla birlikte "hâriciler", bu tür karışıklıkları doyuru­
cu bulm azlar ve yukarıdaki ayeti de kanıt göstererek, "recm" cezasının bulunm a­
dığını savunurlar.113
K ısacası: Z ina eden dişi ve erkek köleye, İslam hukukuna göre verilm esi ge­
reken ceza, "elli değnek" vurm aktır. Z ina eden dişi ve erkek köleye, "recm" ce­
zası uygulanm az.114

V
ZİNA E D E N LE E V LEN M EK

Anlam ı:
(D iyanet'in)
Z ina eden erkek: ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zina
eden kadınla da, ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir. Bu,
m üm inlere yasak edilm iştir. (N ûr Suresi, ayet 3.)

Açıklam a:
"Zina eden erkek: ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir" ile
"zina eden kadınla da ancak, zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir."
C üm leleri aynı şeyi anlatıyor. Yani:
- Z ina eden bir erkek, ya zina eden bir kadınla ya da putatapar bir kadınla ev ­
lenebilir. Z ina eden kadının varacağı erkek de ya zina eden ya da putatapar bir
erkektir.
K ısacası: Z ina eden kişi, biriyle evlenm ek m i istiyor? Ya kendi gibi zina eden
ya da putatapan birini bulacak, yoksa, başka biriyle evlenem ez.

113 F. R âzî, 10/64, 23/134.


114 H id â y e , 2 /4 9 1-492 ve öteki fıkıh kitapları.

108

Youtube: Tanrı Mı Varmış


A yetteki sözlerden bu anlaşılıyor.
K ur'an yorum cularına göre bu ayette anlatılanlar ya "haber" niteliğindedir ya
da bu ayetle "hüküm" bildirilm ektedir. E ğer "haber" niteliğindeyse, dem ek iste­
nen şudur:
- Kadın ya da erkek zina eden kişi, ya kendi gibi zina eden ya da putatapar
biriyle evleniyor. Yani, olan, görülen durum bu. Hani, "Tencere yuvarlanır, kapa­
ğını bulur" derler ya, öyle.
N e var ki gerçek bu mu?
Fahruddin Râzî'de de yer alan itiraz şöyle:
- "G erçek durum böyle değil. Çünkü biz görüp tanık oluyoruz ki, kim i zam an
zina etm iş bir kişi de, nam uslu biriyle evleniyor, bu oluyor."
B una K affal'ın şu karşılığı verdiği aktarılır:
- "B urada anlatılan, genel durum dur. Yani genellikle kişi, dengini bulur. Ve
zina eden de, kendi gibi biriyle ya da putataparla evlenir." F. Râzî, en doğru ce­
vabın bu olduğunu yazar.
Ayette, İslam ın ilk dönem lerindeki özel bir kesim in durum larının anlatıldığı­
nı ileri sürenler de var:
B una göre, "M edine'de, kiralık kadınlar vardı. Bu kadınların yerleri, evleri de
belliydi. B unlarla ilişki kurm ak, M edine'de bulunanlara daha "ucuz"a geliyordu.
Z ina eden ve putatapar kesim den kim seler bu kiralık kadınlarla ilişki kurarlardı.
M üslüm anların yoksulları -k i, o sırada M ekke'den M edine'ye göç etm iş M üslü-
m anlar çok y o k su ld u lar- bu kadınlara ilgi gösterdiler. "Biz de zengin olana ve ar­
tık bu kadınlara gereksinim im iz kalm ayana dek bu kadınlara biz de gidelim , iliş­
ki kuralım , evlenelim " diyerek P eygam ber'den izin istediler. Bunun üzerine y u ­
karıdaki ayet geldi.
K im ilerine göreyse, ayette bir "hüküm ", bir yasaklam a bildiriliyor. Yani "zi­
na eden bir kadın"la, zina etm eyen nam uslu bir M üslüm anın evlenm esi yasakla­
nıyor. Bu yasak, İslam ın ilk dönem inde vardı. K im ilerine göre, bu yasak şimdi
de var. Ebubekir, Ömer, Ali, İbn M es'ud ve  işe de bu yasaktan yana. Yani zina
eden zina edenle, nam uslu da nam usluyla evlenm eli, tersi olm am alı. K im ilerine
göreyse, bu hüküm sonradan ortadan kaldırılm ıştır (neshedilm iştir). Bu konuda
başka tür yorum lar da var.115

115 F. R âzî, 2 3 /150-152.

109
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Youtube: Tanrı Mı Varmış
L A İK L İK

I II
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Youtube: Tanrı Mı Varmış
LA İK LİĞ İN , B A R IŞIN V E G EN Ç LİĞ İN
"O LM A ZSA O L M A Z ’LARI*

B elirlem elere göre A tatürk şunları söylem iştir:

"Tanrı'ya şükürler olsun hepim iz M üslüm am z; hepim iz inanm ış kim seleriz.


( ...) B izim dinim izin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçüyle, neyin dine uygun,
neyin dine aykırı olduğunu kolayca kestirebilirsiniz: Hangi şey ki akla,
m antığa, ulusun yüksek çıkarlarına uygundur; biliniz ki o, bizim dinim ize
de uygundur. B ir şey, akla, m antığa, ulusun çıkarlarına uygun düşüyorsa,
kim seye sorm adan bilin ki, o şey, dinin de istediği, hoşgördüğü şeydir. Eğer
bizim dinim iz bu kadar akla, m antığa uygun olm asaydı, dinlerin en sonun­
cusu ve en eksiksizi olm azd ı."1

Bu sözler, A tatürk'ün 16 M art 1923’te A dana esnafıyla yaptığı konuşm asında


yer almaktadır.
Yani A tatürk bu sözleri söylerken, "laiklik yapısı" daha bitirilm em işti. C um ­
huriyet bile ilan edilm em işti daha. Ekim 'in 29'u gelecek; C um huriyet ilan edile­
cekti. 3 M art 1924 gelecek; H alifelik kaldırılacaktı. Ayrıca "eğitim ve öğretim in
birleştirilm esi" (Tevhid-i Tedrisat) gerçekleştirilecekti. 8 N isan 1924 gelecek;
Şeriye M ahkem eleri kaldırılacaktı. 30 K asım 1924 gelecek; tekke ve zaviyelerle
türbeler kapatılacaktı. 4 Ekim 1926 gelecek; T ürk M edeni Yasası yürürlüğe gire­
cekti. 9 N isan 1928 gelecek; 20 N isan 1924 tarihli A nayasa'daki "Türkiye devle­
tinin dini, İslanT'dır atılacak, yerine hiçbir din de konm ayacaktı. Ayrıca, "dinsel
ant içm e" biçim ine de son verilecekti. B öylece "laiklik yapısı" bitm eye yakın bir
durum a getirilecekti. Ve 1937 gelecek; "laiklik" ilkesi A nayasa'ya girecekti. B öy­
lece de son aşam aya gelinm iş olacaktı.
A tatürk yukarıdaki sözleri söylediğinde bunlardan hiçbiri daha gerçekleşm e­
mişti. B ir İslam inanın ("m üm in") niteliğiyle konuşm uştu. A tatürk'ün bu tür ko­
nuşm aları vardır. Bunlar, belirli bir aşam aya özgüdür. Laiklik yolundaki durakla­
rın çok başlarında söylediği sözlerdir. A tatürk de, laiklik de, çıktığı yolda hızla

* T uran D u rsu n , bu çalışm asıy la 1987 y ılın d a "D ü n d ar S o y er Y arışm ası" ödülüne katıldı. Y azıyı,
1990 yılı A ğ u sto s ayında, öldü rü lm esin d en bir ay önce Teori dergisine verdi. 1993 E ylül sa y ısın ­
d a y ay ım lan d ı.
1 A ta tü rk'ü n S ö ylevleri, A n k ara Ü niversitesi B asım ev i, T D K Y ayınları, A nkara, 1968, s .110.

113

Youtube: Tanrı Mı Varmış


ilerlerken bun lan aşmıştır. Ne var ki, A tatürk'ü sürekli bir "İslam inanırı" göster­
m e çabasında olanlar, bu konuşm aların tarihine aldırmazlar, devrim yolculuğun­
daki aşam aları görm ezden gelirler. Ve bu tür sözleri alıp alıp kullanırlar. Bir "din­
ci", "İslam"cı, bir başka anlam ıyla da "şeirat"çı Atatürk uydurup sergilerler.
"Resmî" ağızlardan, devletin radyosunda ve televizyonunda bile bu sergilem eyi
yapm aktan çekinm ezler. "Atatürk buysa, İslam ın ayrılm az bir parçası, hatta ken­
disi olan ŞERİAT'ı neden bıraktı, neden DİN kuralları yerine çağdaş yaşam kural­
larını koydu?" karşılığına boş verirler, ne düşünm ek, ne de düşündürm ek isterler.
"Din ve Şeriat Atatürkçüleri" diyebileceğim iz bu çevrelere göre A tatürk, "dinli",
"dinci" gösterilirse "yüceltilmiş"; olduğu gibi "din" yerine "insan akh"nı, "ırzına
geçilm em iş bir aklı"; bilim i, uygarlığı koyan laik kişiliğiyle gösterilirse "küçültül­
müş" olur. Bu çevrelere göre, A tatürk'ün kim olduğu, nasıl bir kişilikte olduğu de­
ğil, kendi ölçüleri içinde nasıl bir kim likte olm ası gerektiği önemlidir.
O ysa A tatürk şunları da söylem iştir:

"- U lusun, varlığını sürdürebilm ek için bireyleri arasında düşündüğü ortak


bağ, yüzyıllardan beri sürüp gelen biçim ini, niteliğini değiştirm iş; ulus bi­
reylerini, din bağı-m ezhep bağı yerine, Türk uluşçuluğu bağıyla toplam ış,
bir araya getirm iştir ( ...) C um huriyet T ürkiye’sinde, eski yaşam a kuralları­
nın, eski hukuk ilkelerinin yerini, bugün; yeni hukuk ilkelerinin alm ış oldu­
ğu, bilinen bir gerçektir."2

A tatürk bu sözleri, 5 Kasım 1925'te A nkara H ukuk Fakültesi'nin açılışı sıra­


sında, dinsel kurallara dayalı hukuk yerine, çağdaş hukuku yerleştirm e çabaları­
nı belirtirken söylemiştir.
B urada çok açık seçik belirtiliyor ki, "ulusun bireyleri arasında olm ası istenen
ortak bağ, din bağı-m ezhep bağı değildir" artık. "Y üzyıllardan beri sürüp gelen
bağ, biçim ini de, niteliğini de değiştirm iş"tir. Bundan böyle "bireyleri bir araya
toplayıp birbirine bağlayacak olan bağ, T ürk ulusçuluğu"dur. O sm anh'nm "din-
ciliği-m ezhepçiliği" de sırılsıklam "dincilik" dem ek olan "m illetçiliği" de atılm ış,
yerine "Türk ulusçuluğu" konm uştur. A rtık eskiden olduğu gibi "hangi m illetten­
sin" diye sorulduğunda, "İbrâhim H alilullah m illetindenim !" denm eyecek. Ç ün­
kü böyle dem ek "m illet"in "din" anlam ında kullanıldığı K ur'an'ın ve hadislerin,
yani İslam ın gereğidir. Bu gereğe uyulm ayacak, "Türk ulusundanım !” karşılığı
verilecektir. Bireyler, "İslam" çatısında yer alm anın değil, "Türk" olm anın, daha
doğrusu "Türkiye"li olm anın ve en doğrusu "insan" olm anın onuruyla ortaya çı­
kacaktır. "G ök ölçüsü" yerine, "insanın kendi yaşam ı için kendi koyduğu ölçü"
konup geçerli kılınm ıştır. Y üzyıllardan beri insanlara giydirilegelen, yam ana ya­
m ana aslı belli olm ayan ve gelişen yaşam gerekleri karşısında tüm üyle yetersiz
kalan ilkel giysi, bu giysinin "göksel terzi"si, terzileri bırakılm ış, insanın kendi­

2 A ta tü rk'ü n Söylevleri, A nkara, 1968, s .159, 160.

114

Youtube: Tanrı Mı Varmış


si için ve kendi adına diktiği giysiler ve terzileri seçilmiştir. Cum huriyet'i ve
C um huriyet Türkiye'sine TEM EL yaptığı laikliği kuran A tatürk, işte bunu dile
getirm ektedir. Bunu dile getiren daha birçok sözleri vardır. Bu niteliği ortaday­
ken "dinci" ve "İslam"cı olarak sunulabilir m i? A m a yazık ki sunulduğunu gör­
m ekteyiz. H em de en resm î ağızlardan.
Aynı yıl, yani 1925'te, "devrim lerin am acı"nı açıklarken şöyle dem ektedir:

"Yaptığımız ve yapm akta olduğum uz devrim lerin amacı; Türkiye C um hu­


riyeti halkını, tam am en m odem ve bütün anlam ve biçim iyle olgun bir to p ­
lum durum una getirm ektir. D evrim lerim izin tem el am acı budur. Bu gerçe­
ği kabul etm eyenleri perişan etm ek zorunludur. Şim diye dek m illetin bey­
nini paslandıran, uyuşturan ve bunu ister durum da olanlar olm uştur. H er
durum da, zihinlerdeki boş inançlar, tüm üyle atılacaktır. O nlar çıkarılm adık­
ça, gerçeğin ışıklarını aşılam a olanağı yoktur."3

"Dinci" ve "İslamcı" bir A tatürk'ün bu sözleri söylem iş olabileceği düşünüle­


bilir mi? Bu sözleri söyleyen ve daha nice benzer sözlerle yeni Türkiye'nin in­
sanlara biçtiği insanca ölçüleri dile getiren A tatürk, bunları söylediği zam an, la­
ikliğin önüne çıkan pisliklerden birçoğunu tem izlem iştir artık. Ve oaha başka pis­
likleri tem izlem eye da kararlıdır, yüreklidir, bilinçlidir.
Aynı yıl, "iki bin yıllık düsturlar"ın, yani bu denli eski ölçülerin, kuralların,
yasaların neden bırakılm ası gerektiğini ve bunların yerine hangi ölçünün ve yol
göstericinin konulm ası gerektiğini belirtirken şunları söylediğini görm ekteyiz:

"D ünyada her şey için, m addiyat için, m aneviyat için, yaşam için, başarı
için en gerçek yol gösterici (m ürşid), bilim dir, fendir. B ilim ve fennin d ı­
şında yol gösterici aram ak, aym azlıktır, bilgisizliktir, sapıklıktır. Yalnız
bilim ve fennin yaşadığım ız her dakikadaki aşam alarının gelişm elerini al­
gılam ak ve ilerlem elerini zam an içinde izlem ek şarttır. Bin, iki bin yıl. ön­
ceki düsturları bugün olduğu gibi uygulam aya kalkışm ak; elbette ki bilim
ve fennin içinde bulunm ak değildir" (1925).4

"Bin, iki bin yıl önceki düsturlar", "dinsel kurallar, yasalar ve ölçüler"dir.
A nayasa'daki "Türkiye devletinin dini İslam dır" çıkarılıp atıldıktan, yani 9
N isan 1928'deki değişiklikten sonra da artık "Türkiye'nin resm î dini olm adığını"
duyurm aktadır herkese:

"Türkiye Cum huriyeti nde, herkes, A llah'a istediği gibi ibadet eder. T ürki­
ye C um huriyeti'nin resm î dini yoktur."5

A tatürk bunu söylem iş midir, söylem em iş m idir?

3 İkd a m , 1 E ylül 1925.


4 M u s ta fa B ay d ar, A ta tü r k D iy o r ki, V arlık Y ayınları, İsta n b u l, 1981, s.73.
5 A fetin an , M . K em a l A ta tü rk'ten Yazdıklarım , A n kara, 1969, s.41; M ustafa B aydar, agy, s.69.

115

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- Söylem iştir. H içbir kuşku yok.
K im dir Atatürk?
- T ürkiye C um huriyeti'nin de, laikliğin de kurucusu.
Ö yleyse başka türlüsü ileri sürülem ez: "Türkiye C um huriyeti'nin resm î dini
yoktur."
O ysa kim i resm î ağızlara ve yasa değişikliklerine bakılacak olursa, "Türkiye
C um huriyeti'nin resm î dini vardır ve İslam dır". A çıkça söylenm ese de çok açık
olarak bu sergilenm ektedir. "A tatürkçülük" de ileri sürülerek A tatürk'e m eydan
okurcasına. İleride bu konuya dönülecektir.
Laiklik alanında ileriye doğru adım lar atıla atıla ve pislikler tem izlene tem iz-
lene gelindi 1937 yılına. Ne oldu bu yılda? L aiklik ilkesi resm en A nayasa'ya kon­
du. "Laiklik yapısı", bütünüyle bitirilip sonuçlandırılm ış oldu. K urucusu, içten­
likle savunucusu, göğsünü gererek koruyucusu olan A tatürk, işte bu yılda şunla­
rı söylem ektedir:

"Bizim devlet yönetim inde izlediğim iz ilkeleri, gökten indiği sanılan kitap­
ların dogm alarıyla hiçbir zam an bir tutm am ak gerekir. Biz, ilham larım ızı,
gökten ve gaipten değil; doğrudan doğruya hayattan alm ış bulunuyoruz."6

K urucusu açık seçik ortaya koyduğu ve çerçevesini çizdiği halde, laiklik, za­
m an zam an karm aşaya getirilm ektedir: K im ine göre bir "muz"dur, soyulup yenir.
Ve yenm ektedir. K im ine göre "fil"dir, her yanı bir yaratığa benzem ektedir. O ne­
denle herkes bir yanından alıp benzettiği şeye göre yorum lam akta. K im ine göre
"anka kuşudur" ve "kaf dağının ardında aranm alı"dır. "Adı olm alı, am a kendi ol-
m am alı"dır. Bu durum a sokulm ak istenm ektedir.
Peki nedir belirginleşen? Laiklik gerçekte ve kurucusuna göre nedir? Neden
vazgeçilem ezliği vardır? Neden ve kim ler eliyle hırpalanmıştır? Neden hırpalanm a­
ması, yaşatılması, güçlendirilmesi gerekm ektedir? Ve olmazsa olmazları nelerdir?

/
L A İK LİK VE O LM AZSA O LM AZLARI

A- Laiklik

1 - Sözcük O larak
Yunancada bir "laca" sözcüğü bulunuyor. "Halk, kalabalık" anlam ında. "B un­
dan "laicos" türem iş. "Halka, kalabalığa ilişkin" anlam ında. Bundan Fransızcaya
"laique", dilim ize de "laik" geçip yerleşm iş. Başlangıçtaki anlam ıyla "din adam ­
ları kesim inde olm ayan" anlam ında.

6 M u stafa B aydar, agy, s.67.

116

Youtube: Tanrı Mı Varmış


2- Tanımı
Çetin Özek:
"Laiklik, genellikle: 'devlet ile din işlerinin ayrılığı, dinsel ve siyasal iktidarla­
rın bağım sızlığı' olarak tanım lanır" der. A ncak bu tanım ın yetersizliğini haklı ola­
rak belirtir. Özellikle "diri'in h er alana karıştığı bir gerçek olan İslam ın ağır bas­
tığı ülkelerde.7 Özek, şu tanımı uygun görür: "Laiklik, siyasal iktidarın, siyasal ik­
tidar- din ilişkileri açısından belirli bir biçim leniş sistemidir. Siyasal iktidarın, din­
sel kurallara göre sistem lendirilm em esi ve dinsel em irlere bağlı bulunm am ası­
dır."8 Ne var ki, yine kendinin de üzerinde durduğu noktalar ele alındığında bu ta­
nım ın da eksikliği görülür. Bu tanım da laikliğin içerm esi zorunlu olan anlam ı ve
koşulları içine almamaktadır. İleride açıkça görülecektir. Çetin Ö zek bir de "dev­
letin siyasal bir kuruluş olarak dinsel kurallara göre oluşturulm am ası ve kişilere
inanç özgürlüğünün tanınm ası" biçim inde de tanım lanabileceğini savunm akta­
dır.9 N e var ki, bu tanım da da -ilerid e görüleceği g ib i- laikliğin olm azsa olm az­
larından kim i bulunmam aktadır. D olayısıyla eksiklik vardır.
Hilm i Z iya Ü lk en e göre:
"Laiklik, dini inançla devletin ayrılm ası, yahut dinin devlet işlerine karışm am a­
sı, devletin de dini inançlara karşı saygı ve vicdan hürlüğünü gösterm esi"dir.10
Böyle bir tanım, tümüyle yetersizdir ve bu yetersizliği Özek de belirtmektedir.
Leon D uguit de şöyle tanım lar:
"Laik devlet, din konusunda tam am en tarafsız olup başkanı ve m em urları is­
tedikleri dini taşım akla beraber, kendisi devlet olm ak haysiyetiyle bir din tutm a­
yan ve hiçbir din töreni yapm ayan ve kendi adına da yaptırm ayan devlettir."11
E m est Lavisse de şöyle der:
"Laiklik, geçici olan dinlere, devam edici olan insanlığı idare etm e hakkı ver­
m em ek, dinlerin ilham ettiği garaz ve ayrılık ruhunu ortadan kaldırm aktır. Laik
olm ak, insan düşüncesinin hareketsiz olan bir din kuralına katlanm am ası ve an­
laşılm az bir şey önünde hakkından vazgeçm em esi ve hiçbir bilgisizliğe razı ol­
m am asıdır, hayatın yaşam aya değer olduğuna inanm ak, bu yaşam ı sevm ek ( ...)
gözyaşlarının iyilik getirici olduğunu kabul etm em ek, azabın bir A llah em ri o l­
duğuna inanm am aktır. Laiklik, hiçbir sefaletten, acıdan yana o lm a m a k tır..."12
Bu anlatılanların hepsinde, laikliğin öğeleri bulunm aktadır. Am a tüm üyle mi?
Laikliğin tanım ının ne ölçüde eksiksiz yapılabildiğinin anlaşılabilm esi için
"olm azsa olm azları'ria bakm ak gerekir. Laikliğin tüm öğeleri tanım içinde yer al-

7 Prof. Dr. Ç etin Ö zek, D evlet ve D in, A da Y ayınları, İstanbul, s. 15.


8 A g e, s. 14.
9 A g e, s. 16.
10 L a iklik, 50. Y ıl, İlahiyat Y ayınları, no: 117, A nkara, 1973, s.59.
11 L a iklik, s.44; bkz. Prof. Dr. M ehm et T aplam acıoğlu, "L aiklik İlkesi ve T ü rk iy e’deki D u ru m ", İ la ­
h iya t F a kü lte si D ergisi, 1963, s.36.
12 T ap lam acıo ğ lu , a gy.

117
Youtube: Tanrı Mı Varmış
malı, tersi ya da ilgili olm ayanlar, dışında kalm alı ki, tanım eksiksiz olabilsin. B i­
lindiği gibi tanım da eksiksizliğin bilim sel koşulu budur. (Tanım, "efrâdını câm i,
ağyârını mâni" olm alıdır.)
A şağıda üzerinde durm aya çalışılacağı gibi, şu vazgeçilem ezler söz konusu­
dur burada: D evlet ve toplum sal kesim de D İN D IŞILIK ; YANSIZLIK; din kesi­
m inde K İŞİSELLİK ; insan, akıl, bilim tem ellerinde gerekli K U RU M LA ŞM A ;
bu alanda gerekli G Ü V EN CE.
B unlardan biri bile eksik olsa laiklik olm az. Bunlar olm adığı zam an laikliğin
olm ayacağı, olam ayacağı konusunda hukukçular ("gugukçular" değil) birleş­
mektedirler. Türkiye'de ve A tatürk'ün önderliğinde kurulan "laiklik yapısı", bu
vazgeçilem ezlerden oluşturulm uştur. Çok açık seçiktir bu. Ö yleyse laiklik, T ü r­
kiye'de, kurucusunun da yapılaştırdığı biçim ve anlam ıyla, "devletin; yönetim de,
toplum sal yaşam ın her kesim inde, insan aklı, bilim tem elleri üzerinde gerekli ku­
rum lan oluşturup geliştirerek ve sağlam güvenceler sağlayarak din dışı kalm ası;
tüm inançlara, inançsızlığa karşı yansız (aynı uzaklıkta) bulunm ası ve dini, kişi­
sellik alanına itip orada tutm asıdır" diye tanım lanabilir.

B- O lm azsa O lm azları

1- D indışılık
Laikliği benim seyen devlet, yönetim de ve toplum sal yaşam da "dindışı" k a l­
m ak zorundadır. Bunun gerekleri de şunlardır:
a) D in kuralları üstüne kurulu olm am ası. Şu ya da bu biçim de dayalı da o l­
m am ası. B enim sediği ilkelerden, oluşturduğu kurallardan kim ileri dininkilerle
çakışabilir. Devlet; dinin gereğidir, dinde vardır diye değil; benim sediği için ken­
di ilkelerine ve kurallarına dayanm alıdır. İlkeler ve kurallar, "gökten indiği sanı­
lan kitapların dogm aları"ndan değil, yaşam ın gerçeklerinden alınıp oluşurulm a-
lıdır. A tatürk, "Bizim devlet yönetim inde izlediğim iz ilkeleri, gökten indiği sanı­
lan kitapların dogm alarıyla bir tutm am ak gerekir. Biz ilham larım ızı, gökten ve
gaipten değil; doğrudan doğruya hayattan alm ış bulunuyoruz" derken bunu dile
getirm ektedir.
b) D evletin, "resm î dini"nin olm am ası. D evletin bir dini, "resm î din" olarak
benim sem esi durum unda, laikliğin zaranna çok önem li sonuçlar doğurur: Bu du­
rum da devlet, dinsel kurallara şöyle ya da böyle uym aktan kendini alam az. Din,
yönetim de ve toplum sal yaşam da etkinleşir. Eğitim o doğrultuda olur. Ayrıca, b e­
lirli bir din, başka dinlere, inançlara üstün tutulm uş; din-inanç ayrım ı yapılm ış
olur. D indışı düşünce ve yaşam a fırsat verilm em iş olur. O lm ası gereken özgür­
lük yok edilm iş olur. A tatürk'ün, "Türkiye C um huriyeti'nin resm î dini yoktur"
dem esi bundandır, yani kurduğu cum huriyette hem "resm î din"in olm am asından,
hem de olm am ası gerektiğindendir. N e var ki, 1982 A nayasası'nın, kendi içinde

118
Youtube: Tanrı Mı Varmış
ve öteki m addeleriyle çelişen 24. m addesiyle, "din eğitim ve öğretim i"nin "ilk ve
ortaöğretim kurum larında okutulan zorunlu dersler arasında" yer verdiği ve böy-
lece bir çeşit "resm î din" benim sem e yoluna gidildiği görülm ektedir. Bu nokta
üzerinde ayrıca durulacaktır.
c) D inin, toplum sal yaşam da etkin durum a getirilm em esi. Y önetim in ve top­
lum sal yaşam ın her kesim inin din etkinliğinden arındırılm ası.

2- Yansızlık
D evletin, tüm inançlara ve inançsızlığa karşı yansız olm ası, aynı uzaklıkta
bulunm ası da, "laikliği benim sedim !" diyebilm esinin vazgeçilem ez koşulların-
dandır. "İnsan hakları"na sahip çıkm anın, ana haklardan olan özgürlüğün de g e­
reğidir bu. İnsan H akları Evrensel B ildirisi'nin 2. m addesinde, din-inanç ayrım ı
gözetilem eyeceği hükm e bağlanm ıştır. Aynı hüküm , yazık ki biraz güçsüz biçim ­
de, 1982 A nayasası'nın 14. m addesinde de y er almaktadır.

3- D inin Kişiselliği
D inde kişisellik sağlayıp sürdürm ek de laikliği benim sem iş bir devletin gö­
revleri arasındadır.
L aik devlet "din"i, (o din "İslam" da olsa) "kişisellik" alanına itm ek ve bu
alanda tutm ak zorundadır.
a) Laik devlet, "din"e "toplum sal işlev" verem ez, verm em ek zorundadır. D in,
kişilerin kendi iç ve bireysel dünyaları çerçevesinde kalmalıdır.
P rofesör Çetin Ö zek şöyle dem ektedir:

"Laik devlet sistem lerinde, 'din', kam u hizm eti olarak kabul edilem ez. Laik
devlet, kişilerin, dinsel inançlarına uygun davranabilm ek haklarını güvence
altına alm akla yüküm lüdür; fakat devlet, doğrudan doğruya bir cem aatin
dinsel gereksinm elerine yönelik hizm eti yüklenem ez."13

K uşkusuz doğrudur bu. N e var ki aynı profesör, bu doğrunun hem en ardın­


dan, bununla bağdaşam ayacak nitelikteki bir yargıyla şöyle de diyebilm ektedir:
"Bu kural, doğal olarak ülkenin kendi özelliklerine göre değişir." O ysa bu yakla­
şım, dem okrasinin dışında yer alm ış; am a içinde gibi görünm e çabasında olan
yönetim lerin başındakilerin, "H er ülkenin kendine göre bir dem okrasisi vardır,
bizim dem okrasim iz de böyledir!" türünden ileri sürdüğü sava yakışır bir yakla­
şımdır. Ö zek çok iyi bilir ki, "laik devlet sistem lerinde 'din', kam u hizm eti olarak
kabul edilem ezse ve devlet doğrudan doğruya bir cem aatin dinsel gereksinm ele­
rine yönelik hizm eti yüklenem ezse", bu laik devlet yönetim inin geçerli olduğu
falan ülkede de böyledir, filan ülkede de böyledir. L aikliğe uygun ve "doğal"
olan, "bu kuralın ülkeden ükeye değişm esi" değil; değişm em esidir. D em okraside

13 D e v le t ve D in , s .17.

119
Youtube: Tanrı Mı Varmış
olduğu gibi. Ç etin Ö zek, İslam ın özelliği ve ülkem izde ağırlıklı olm asından do­
layı, D iyanet İşleri B aşkanlığı'na devlet bütçesinden ödenekler ayrılarak devlet
çatısında yer verilm esine hoşgörüyle bakılm asından yana olabilir ve bu nedenle
böyle bir savı ileri sürebilir. A ncak, savın, savunulam azlığı ortadadır. Yine P ro­
fesör Ö zek çok iyi bilir ki, ceza yasası uygulam alarında da, "D iyanet İşleri B aş­
k an lığ ın d ak i görevlilerin görevleri, bir "kam u görevi" sayılm am aktadır. Ö m ek:
İm am D ursun K ahram an'ın görevi, bir kam u görevi sayılm adığı gerekçesiyle,
Tekirdağ A ğır Ceza M ahkem esi'nin 9 Eylül 1968 gün ve 86/96 sayılı k aran bo­
zulm uştur. (Y.C.G.K. 20 O cak 1969 E. 693 YYBK. 69-17.) "Vaiz’e, "m üftü"ye
ve öteki "D iyanet g ö rev lileri'n e olan ya da olduğu ileri sürülen "hakaret"ler de
"görevli m em ur"a, "kam u görevlisi"ne hakaret türünden sayılm am ıştır. Yargı­
tay'ın k ararlan arasında bunun birçok örnekleri vardır. Faruk Erem 'in, A bdullah
Pulat G özübüyük'ün Türk Ceza Yasası'na ilişkin açıklam alarında da bu konu, il­
gili m addelerinde açıklanm aktadır. Ö rneğin: TC Y 'nin 241. m addesi dolayısıyla
G özübüyük'ün kitabında şöyle denm ektedir:
"C eza kanunu bakım ından memur, kam u görevini yerine getiren kimsedir.
H albuki im am , hatip, vaiz gibi din hizm etlilerinin yaptıkları vazifeler kam u g ö ­
revi m ahiyetinde olm adığından, bunları ceza kanunu uygulam asında m em ur k a­
bulüne im kân yoktur.14
Şaşılası bir şeydir ki, Türkiye C um huriyeti'nin yargıçlarının "kam u görevi"
yapıyor saym adığı bir D iyanet'e aynı ülkenin yasa ve yürütm e kesim inde, "kam u
görevi" yapıyor gibi yer verilm ekte ve dolu dolu ödenekler ayrılm aktadır.
- D iyanet İşleri B aşkanlığı'na devlet örgütünde yer verilm eli m idir?
Tartışm alıdır. A li Fuat Başgil gibi dinciler de, buna karşı çıkm aktadırlar. Am a
ayrı açılardan. Yani laikliğin vazgeçilm ez koşulları açısından değil. D insel kay­
gılarla. Ç ünkü bu çevreyi ilgilendiren yalnızca "din"dir. Laikliğe de "din"e yarar­
lı olduğu sürece sahip çıkarlar. Ve yorum larını bu doğrultuda yaparlar. Ö rneğin,
Ali Fuat Başgil, D iyanet İşleri B aşkanlığı'na yer verilm em esini isterken, devlet
denetim inden uzak, bağım sız bir cem aat olarak örgütlenm esini istemiştir. "Laik
devlet, din işlerini denetleyem ez!" dem iştir. Laikliği gerçekten savunanlarca da
D iyanet İşleri B aşkanlığı'nın devlet örgütünde yer alması ve bütçeden destek g ö ­
rüp beslenm esi, yani devlet gücüyle ayakta tutulm ası, kolay savunulam ayacak
bir durum dur. A ncak ne yapılabilirdi? K onunun tartışm ası uzun yer tutacağı için
üzerinde daha fazla durulam ayacaktır. A ncak şu söylenebilir. Laikliği bütün bi­
çim ve anlam ıyla benim sem iş bir devlette, buna da bir çözüm bulunabilir. K onu,
yazık ki, laikliğin zararına çözülm üştür. Yani bugün tanık olunan çözüm , laik
doğrultuda bir çözüm sayılm az kolayca.

14 G arrau d , Traite, cilt IV, no: 1487, s.313; G ö zü b ü y ü k , M u ka yeseli T ürk C eza K anunu A ç ık la m a ­
sı, c.III, 279. M adde; G özübüyük, T ürk C eza K anunu A çıkla m a sı, A nkara 1976, c.III, s.236.

120
Youtube: Tanrı Mı Varmış
b) Laik devlet, dini, kişisel alana itm ekle kalam az, bu alanda tutm ak zorun­
dadır da. D üşünce ve "vicdan" özgürlüklerinin gereği de budur. Çünkü "din" ken­
di başına bırakıldığı, "denetim "den uzak tutulduğu zam an, saldırgandır. Saldır­
ganlık, dinin özünde vardır. Ö zellikle, yaşam ın tüm alanlarına el atm ış olan dev­
lete: sen elini çek ben yöneteceğim !" diyen ve ilkel de olsa, her alanda savı
olan İslam gibi bir din. D enetim den uzak kaldığı zam an, kesinlikle "özgürlük" ta­
nım az. Tanıdığı özgürlük, yalnızca kendi ölçüleri içindeki özgürlüktür. Bu ölçü­
ler içindeyse, ırzına geçilm em iş insan aklının ve yansız düşünce ve bilim in ölçü­
lerine yer yoktur. İnanç ve düşünce özgürlüğü isteniyorsa ve korunacaksa, din,
laik ölçüler içinde, yani inanana inancında ve ibadetinde baskı yoluna gitm eden
denetlenm eli, alanı olan kişisellikte sıkı sıkıya tutulmalıdır.
P rofesör M üm taz Soysal, "laik olm ayan", "laiklik karşıtı" olan düşüncelere
serbestlik verm enin, "laikliğin gereği" olduğu görüşünü savunur.15
Soysal'ın yanıldığını söylem ek için hukukçu olm aya bile gerek yoktur. B öy­
le bir sav ileri sürm ek, Türkiye'deki durum u, İslam ı, A tatürk devrim lerinin oluş­
turulm ası sırasında m eydana gelen olayları ve daha nice şeyi bilm em ektir üste­
lik. M üm tüz Soysal bilm iyor m u? Bilm ediği nasıl ileri sürülebilir? Yalnızca
İslam ı bilm ez o kadar. Ya da yeterince bilm ez. A m a yalnızca bu kadarı, böyle bir
savı ileri sürüp savunm asında kendisini "özürlü" kılm aya yeter m i? D üşündürü­
cü. N e var ki yalnızca M üm taz Soysal m ı bu tür savları ileri süren?

4- L a ik O luşum u Kurum laştırm a


D evletin her kesim inde; yasam ada, yürütm ede, yargıda; toplum sal yaşam ın
her kesim inde; başta eğitim de, siyasal kesim de "göksel"liği ("sem âviliği") değil;
insan yaratm asını, insan aklını, bilim i, bilim selliği tem el alan köklü düzenlem e­
lerle laikliği kurum laştırm ak, kökleştirm ek ve dilden düşünceye, giyim -kuşam -
dan ekonom inin, üretim in her boyutuna değin yaygınlaştırm ak, korum ak; laik
devletin savsaklayam ayacağı tem el görevidir. A tatürk devrim lerinin ("inkılap"la-
rının değil) ve ilkelerinin doğrultusu da budur. G ürbüz Tüfekçi, yapıtlarında, "-
laiklik, A tatürk devrim lerinin beynidir" der. Bu beyin, sağlam bir korunakla, sağ­
lıklı kurum larla sarsılm az ancak. T ürk toplum unu çağdaşlaştırm ak için kurulm uş
olan ve söz konusu beyne de korunak-korunacak durum unda bulunan devrim ler-
de eksik yanlar varsa tam am lanm alı, boşluklar doldurulm alıdır. O ysa kurucusun­
dan sonra, devrim lerden, laikliğin kurum larından, sürekli taşlar sökülüp atıldığı­
na tanık olm aktayız.
Laikliğin altyapısı öylesine sağlam yapılm alı ve kurum lan oturtulm alıdır ki
kim se sarsam asın. Ö yle olm alı ki, ne din "cihad"çıları, ne ırzına geçtiği bilim i,

15 B kz. Yüz S o ru d a A n a ya sa n ın A n la m ı, G erçek Y ayınları, s .176.

121
Youtube: Tanrı Mı Varmış
din ve aşağılık politika yararına kullanm akta usta olan "ilim adam ları", ne A ta­
türk'ün ve ilkelerinin candan düşm anı A tatürkçüler, ne hukuksuz hukukçular, ne
karanlıkçı aydınlar, ne "ittifak" salağı solcu görünüm lü sağcılar, ne de "eli silah­
l ı l a r sarsabilsin. B öyle bir durum u sağlayabilecek altyapı ve kurum lar, gerçek
anlam ındaki "hukuk d evletı'n d e gerçekleşebilir ancak.

5- G üvence ve Ö dünsüzlük
Laik devlet, laiklik ilkelerine, yani "olm azsa olm az"larına bağlılık konusun­
da güvence verm ek zorundadır. Bu da ayrı bir "olm azsa olmaz"dır. Bu güvence,
başlıca iki yolla verilebilir:
a) G erekli düzenlem eler ve uygulam alarla oluşturulan köklü kurumlar. Başta
eğitim kurum lan.
b) Laikliğe aykırı tutum ve davranışlara göz açtırılm am ası ve ödünsüzlük.
Ö dün verm e bir kez başladı m ı sonu gelm ez. N e ödünü alan doyar; ne de ödünü
veren o noktada durur. N ice örneklerine tanık olm uyor m uyuz? Ödün koparanla­
rın başvurdukları çok çeşitli yollar vardır. Bunlar, iyi niyetli kesim den bile ödün
koparm ayı başarabilm işlerdir. Ö rneğin, "dinsel düşünce ve inançlara saygı"yı
ileri sürerler. Sonra da alacaklarını alırlar. Laikliğin kurucusu bu konuda da ge­
rekli uyarıda bulunm uştur:
"-Parti, dinsel düşünce ve inançlara saygılıdır sözlerini ilke edinip bayrak gibi
kullanan kişilerden, iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri, bi­
linçsizleri, bağnazlan ve boş inançlara saplanmış olanlan aldatarak, özel çıkarlar
sağlam aya yönelmiş kimselerin taşıdıklan bayrak değil miydi? Türk ulusu, yüzyıl­
lardan beri, sonu gelmeyen yıkımlara, içinden çıkabilmek için büyük özveriler is­
teyen pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş m iydi?16
L aiklik yapısının kurucusu böyle uyarm aktadır işte.
L aik devlet, inançlara ve inansızlığa karşı yansız kalırken, laikliğin yanında
yer alır, alm alıdır. D inin ve öteki yiyicilerin laikliği ve olm azsa olm azlarını ye­
m elerine seyirci kalam az, kalm am alıdır. Yoksa laiklik, "anka kuşu"na döner,
döndürülür. Ö rneği görülm üyor mu?

C - L aiklik N asıl "K uşa Ç evrilm iş"tir?

1- Yasama Kesim inde


Ç ok çarpıcı örneği, 1982 A nayasası'na, 24. m addesine sokuşturulan laiklik d ı­
şı hüküm dür. Bu hüküm , hem yasa m addesinin kendisiyle, hem de 14. m addede
yer alan hüküm le çelişm ektedir.

16 Söylev, II, s.6 0 9 -bkz F ethi N aci, Yüz So ru d a A ta tü rk'ü n Teme! G örüşleri, İstanbul, 1974, s.53.

122
Youtube: Tanrı Mı Varmış
24. m addenin başında şöyle denm ektedir:
"H erkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14. m adde hüküm lerine aykırı olm am ak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler
şerbettir."
14. m addede, birçok hüküm yanında, "anayasada yer alan hak ve hürriyetle­
rin hiçbirinin", "temel hak ve hürriyetleri yok etm ek için kullanılam ayacağı", ay ­
rıca "din ve m ezhep ayrım ı"nın da yapılam ayacağı belirtilm ektedir. "A m ir h ü ­
k ü m ” o la ra k ... Sonra 24. m addede: "Din kültürü ve ahlak öğretim i, ilk ve orta
öğretim kurum larında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır" denm ektedir.
Yine "âm ir hüküm " olarak.
M addenin gerekçesine bakıyoruz; "Ü çüncü fıkra hükm üne göre, istism ar ve
suistim ali önlem ek am acıyla, din ve ahlak eğitim ve öğretim i devletin denetim i
ve gözetim i altına alınmıştır. K eza hu eğitim , ilk ve orta öğretim de zorunludur.
G ayrim üslim ler, tek tabiri olarak, bu zorunlu eğitimin dışında bırakılm ışlardır"
dendiğini görüyoruz. Şim di düşünelim :
D evlet, yurttaşına diyor ki: "-D in-m ezhep ayrım ı yapam ayacaksın!" A naya-
sa'da yer alan hiçbir hürriyetin, bu ayrım ı yapm ak için de kullanılam ayacağını
hükm e bağlıyor. Sonra kalkıyor, kendisi "din eğitim i"ni "zorunlu" yapıyor.
"Eğitim i yapılan din" belli değil m idir? K uşkusuz bellidir: İslam . M addenin
gerekçesinde, "gayri m üslim ler"in ayrı tutulduğunun anlatılıyor olm ası da buna
ayrıca açıklık kazandırm aktadır. D em ek "eğitim i zorunlu kılınan din", yalnızca
İslam dır. D ahası: devletin resm î kuruluşları arasında yer alan D iyanet İşleri B aş­
k an lığ ın d a olduğu gibi din eğitim ini verecek olanların ve verenlerin bağlı bulun­
dukları belirli bir m ezhep de vardır. H aydi yüzde yüz dem eyelim , yüzde doksan
dokuz "sünni" ve "hanefi". Peki şim di devletin kendisi "din ve m ezhep ayrım ı"
yapm ış olm uyor m u? Bu laikliğe aykırıysa, kötüyse, zararlıysa, yurttaştan yapıl­
m am asını isterken kendisi nasıl yapıyor?
Türkiye Cum huriyeti laik olduğu, laik bir devlette "resm î din" olam ayacağı,
devletin hiçbir dine, inanca arka çıkam ayacağı konusunda hukukçular birleştiği
ve laikliğin kurucusu A tatürk de: "-T ü rk iy e C um huriyeti'nin resm î dini yoktur"
dediği halde, Türkiye C um huriyeti'nin A nayasası'nın 24. m addesinde yer verilen
bir hüküm le, belirli bir dine sahip çıkılm ış, bu din resm î devlet dini durum una
sokulm uş ve eğitim i "zorunlu" yapılm ıştır.
K onunun bir başka yönü: M addenin gerekçesinde, "gayrim üslim ler"in tek ta­
biri olarak (ne dem ekse?) "bu zorunlu eğitim dışında bırakıldıkları" ileri sürül­
m ektedir.17 N e var ki, m addenin kendisinde, "gayrim üslim ler"in, söz konusu
"zorunlu dinsel eğitim "in dışında bırakıldıklarına ilişkin bir hüküm bulunm a­
m aktadır. Yani Türkiye'de, falanca kentte, kasabada ya da köyde oturan ve fılan-

17 A vukat K an i E kşioğlu, G erekçeli A n a ya sa 1982, Y asa Y ayınları, s.41.

123
Youtube: Tanrı Mı Varmış
ca okula giden "gayrim üslim " (yani M üslüm an olm ayan) bir yurttaşın çocuğuna
da rahatlıkla bu "zorunlu din eğitim i" uygulanır. Buna engel hiçbir şey yoktur.
Ü stelik üzerinde durulan m addedeki hükm ün gereğidir bu uygulam a.
B ir başka yönü: Aynı m addenin başında, "herkes, vicdan, dini inanç ve kana­
at hürriyetine sahiptir" deniyor. 25. m addenin başında da: "Herkes, düşünce ve
kanaat hürriyetine sahiptir" denm ektedir. 26. M addede "D üşünce ve kanaati
açıklam a hürriyeti"ne yer verilir.
"Din eğitim i", hem de belirli b ir dinin eğitim i "zorunlu "yken, "vicdan, dini
inanç ve kanaat hürriyeti"nden, "düşünce hürriyeti"nden nasıl söz edilebilir?
M üslüm an olm ayanın "dini inanç ve kanaati" yok m udur? Varsa "hürriyet"i ne­
rede kalm aktadır? H içbir dini inancı olm ayanın "düşünce ve kanaat"ı yok m u­
dur? Varsa "hürriyet"i nerede kalm aktadır? D em ek ki 24. m addeye sokuşturulan
söz konusu hüküm , yani "din eğitim inin zorunlu kılınm ası", hem m addenin ken­
di içindeki bir başka hükm e, hem başka m addelerdeki hüküm lere aykırıdır. Hem
de tartışm ası bile yapılam ayacak bir açıklıkta. İşte m addeye bu sokuşturm a, bir
"devlet irticaı"dır. B ilindiği gibi "irtica", "geriye dönüş dem ektir. A nayasa'nın bu
m addesindeki söz konusu hükm üyle, laiklik alanında daha önce A tatürk'ün ön­
derliğinde atılan adım dan "geriye dönülm üştür". Bunun tersi ileri sürülem ez.
C um huriyet anayasasında böyle bir hükm e yer verilm esine, "din istism arını ön­
lem e am acının güdüldüğü" yolundaki sav da "gerekçe" olam az. Kaldı ki "din is-
tism arı"nın önlenem ediğini, tersine "güçlendiği"ni, bu güçlenm ede söz konusu
hükm ün de payının az olm adığını olaylar ortaya koymuştur. "D enetim altına" alı­
nacağı ileri sürülen yasadışı "K ur'an kursları" azalacağı yerde çoğalm ıştır. B irço­
ğu da kendisine "yasal kılıf" uydurm ayı, "A tatürk köşeleri" bile yaparak "istis­
m ar" ını sürdürm eyi bilmiştir. Bu durum , resm î devlet örgütlerinin, M illi G üven­
lik Ö rgütleri'nin "rapor"larına geçm iştir.18
Bu dem ektir ki Türkiye C um huriyet D evleti, laiklik alanında, açtığı yaralar
kolay onarılam aycak bir açm aza sokulm uştur. A tatürk Türkiye'sinde bunun ol­
m ası ne denli acıdır! A tatürk yaşıyor olsaydı ne derdi acaba? Laikliğin böylesi-
ne kuşa çevrildiğini görseydi?
Ayrıca son zam anlarda ceza yasasında yapılmak istenen laik düşünceyi kıskaca
alan, "din"e ("İslam"dan başkası değildir) ve dince kutsal sayılanlara laf söylettir­
m eyen, "hürriyet"i anayasaya konulduğu halde kendisine soluk bile aldırılm ak is­
tenm ediğini gördüğüm üz laik düşünceyi boğm aya yönelik olduğu izlenimini veren
değişiklik istem leri görülmektedir. O ysa bugün, Cum hurbaşkanlığı Atatürk'e ait el
yazm aları arşivinde bir kitap vardır: "Din Yok M illiyet Var." Yazarı: "Ruşenî" bu ki­
tabı A tatürk okumuş, incelemiş, sayfalarının kıyılarına notlar koymuş, işaretlerle
de gösterm iş bulunmaktadır. Bunlar arasında "aferin", "alkışlar" sözcükleri de var.

18 G ü n eş gazetesi, 9 E kim 1985.

124
Youtube: Tanrı Mı Varmış
A tatürk'ün beğendiği, "aferin" dediği, "alkışladığı" şeyler arasında öyleleri var ki,
TCK 'da görülen, özellikle son değişiklik istekleri gerçekleşirse bunlan söylemek,
açıklam ak, kimsenin yeltenebileceği bir iş değildir artık.19
U nutulduğunu düşünebileceğim iz bir şey var: H ukukun genel ilkelerinin ve
A tatürk Türkiye'sinde, kurucusunun eliyle kurulm uş ilkelerin üstünlüğü. G eçer­
lik sıralam asında, yasalar, anayasalar bile bunların üstünde değildir. Ve "Türki­
ye'de de yargıçlar vardır". Söz konusu ilkelerin bağlıları, elbette ki yasal konum ­
da kalacaklardır. A m a "suların tersine akıtılm ası"na yönelik çabaların etkin ola­
m ayacağı gün de gelebilir. İşte o zam an, yasalardaki hukuka aykırı "ur"lar da te-
m izlenebilecektir.

2- Yürütm e Kesim inde


Siyasal iktidarlar eliyle laiklikten ne ödünler verildiğini ve verilm ekte oldu­
ğu, örnekleriyle buraya sığdırılam az. "M illi Eğitim " örneğini alm ak bile, du ru ­
m un korkunçluğunu ortaya koym aya yeter. B ir yanda "din öğrenim i veren", din­
ci, şeriatçı yetiştirm ekte birer fabrika gibi çalışan "alçaklı-yüksekli" okullar,
kurslar. İm am H atip O kulları, Y üksek İslam Enstitüleri (şimdi hepsi İlahiyat
Fak.). İlahiyat Fakülteleri, "resm î"li-resm îsiz Kur'an kursları, kim i üniversilerde-
ki çeşitli adlar altında din öğretim i yaptıran bölüm ler (bütün bunların dışında da
D iyanet İşleri B aşkanlığındaki, görevli bulundukları yerleri, cam ileri de taşarak,
her yerde ve her zam an "dinsiz"le savaşan, bu arada beyinleri din aşırılarıyla is­
tedikleri yöne yöneltm e ”gayret"inde olan "din orduları"). Ö bür yandaysa sözüm
ona "laik okullar". Yani aynı devlette, iki ayrı kafayı yetiştirm eye yönelik iki ay­
rı kesim . Dinci, şeriatçı kafa da, laik kafa da A tatürkçülük adına yetiştirile gel­
m iştir siyasal iktidarlar eliyle. İki ayrı kafanın çatışm ası olm ayacak m ıydı, olm a­
sı doğal değil m iydi? Oldu da. Elbette ki tüm çatışm alar, kavgalar bu nedene bağ­
lanam az. A m a bunun payı hiç yok m udur? D evlet gücüyle "din tutkunu", "din ci-
hadcısı" yetiştirilm iş olm anın, çatışm alardaki payı yok sayılabilir mi?
B ugünkü "M ili Eğitim "deki durum a gelince: Bugün "eğitim ve öğretim ", bir
kez daha "birleştirilm iş"tir. A m a A tatürk dönem inde yapılanın, tam tersine! O za­
m anki "birleştirm e", çağdaş uygarlık, akıl, bilim tem elleri üzerindeydi, laiklik ta-
banındaydı. Bugün tanık olduğum uz "birleştirm e"yse, açık seçik, "din" tabanın­
da gerçekleştirilm iş. Yine A tatürkçülük adına. Daha da ustalıkla... "İslam "a, "İs­
lam şeriatı"na bağlı olduğunu her fırsatta açığa vuran bir bakan bile, "A tatürk"ten
ve "A tatürk ilkeleri"nden "övgü"yle söz edebiliyor.
Ö yle bir durum m eydana getirilm iştir ki, "M illi Eğitim "in "m illi"si, bir parti­
nin adının ve görüşünün başındaki "m illi"yle eş anlam lı olmuştur. Bu "m illi"li-
ğin, A tatürk’ün ve arkadaşlarının kullandıkları "m illi"likle, "m illet"le hiçbir ilgi-
19 B ir kesim i için bkz. G ürbüz T üfekçi, A ta tü rk'ü n O kuduğu K itaplar, İş B ankası Y ayınları, A n k a ­
ra, 1983, s . 170-171.

Youtube: Tanrı Mı Varmış


si yoktur. A tatürk ve arkadaşlarının "millet"i, "ulus", "Türk ulusu" olduğu halde,
buradaki "m illi"liğin "millet"i, "din"dir, "ümmet"tir. Kur'an'daki ve hadislerdeki
anlam ına uygun olarak. Tüm ayet ve hadislerde "millet", "din", "İbrahim "den
M uham m ed'e m iras olarak geldiği ileri sürülen "İslam"dır. Yani, Osm anlı yöne­
tim indeki "İlm uhal"lerde çocuklara, m edreselerde "talebe"ye ve cam ilerde M üs­
lüm an cem aate söylenip aşılandığı gibi , "din" ile "millet" birdir. "M illi görüş"
diye ileri sürülen "görüş"(!)teki "m illi", bu anlam daki "m illet"ten kaynaklanm ak­
tadır işte. Ve bugünkü "M illi Eğitim ", A tatürk'ün önderliğinde kurulan laik T ür­
kiye C um huriyeti'nin "Mili Eğitim i" değil de, "milli görüş"ü bayrak yapanların
yandaşlarını yetiştirm ek, üretm ek için kurulm uş bir kurum durum una getirilm iş
gibidir. Tanık olduğum bir örnek: B ir işim için "M ili Eğitim Bakanlığı'na" git­
m iştim . A sansörle çıkıyoruz. Yakalarındaki kim liklerden orada m em ur oldukları
anlaşılan üç-dört genç insan da var. A rapça konuşuyorlar. Dili bildiğim için
A rapçayı yeni öğrenm ekte olduklarını anladım . Ve aram ızda şu konuşm a geçti:
- T ürkçeyi bırakıp A rapça konuşuyorsunuz.
- N iye konuşm ayalım ? Ü stelik dinim izin de "icabı".
- Bu m antığa göre Suudi A rabistan'a bağlanalım olsun-bitsin! D aha kolay
A raplaşırız.
- Bir gün o da olur inşallah!
Çok sarsılm ıştım . A tatürk T ürkiye'sini düşündüm , laikliği düşündüm , öteki il­
keleri düşündüm ve gösterm elik olarak bakanlığın girişinde üst kesim e asılm ış
olan "Ne M utlu T ürküm Diyene" yazısını düşündüm . Ve "A tatürkçüler"(!)i d ü ­
şündüm . Elim den ne gelirdi ki. Y ürüyüp gittim.
Siyasal iktidarın verdiği destekle, M illi Eğitim , TRT ve Diyanet, laikliği, kök­
süz bir ağaç durum una getirm e çabasında el ele çalışm aktadır. Ve birbiriyle yarış
durum undadır. Bunlardan hangisinin bu alanda daha etkin olduğunu söylem ekse
oldukça güçtür. Çabalar, yine A tatürkçülük adına sergilenm ektedir. Bu durum da,
A tatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen devrim leri, ilkeleri yürekten benim se­
m iş olanlar, "-ben de A tatürkçüyüm !" diyebilirler mi?

3- "İlim A dam ları" K esim inde


"İlim adam ları"yla "bilim" adam ları"nı karıştırm am ak gerekir. B unlar T ürki­
ye'de hep ayrı ayrı niteliklerde ve konum larda olagelm işlerdir. "İlim adam la-
rı"nda geçerli olan "ilim", ya K ur'an ve hadislerde de kullanılan ve tüm üyle "din
bilgisi" anlam ına gelen "ilim"dir; ya da "nam us"undan uzaklaştırılıp "din”in b u y ­
ruğuna sokulm uş olan "bilim"dir. B ir kesim i, tüm üyle "dindar" olarak görünür­
ler, bir kesim iyse öyle görünm ekten çok, kendilerine çağdaş bir görünüm verir­
ler, çağdaş bilim adamı kılığına bürünürler. İkisi de boldur ülkem izde.
İki türünün de laiklik konusunda birleştikleri tutum şudur: Laiklik ilkesine sa­
hip çıkılsa bile, dinin yararına kullanılm alıdır. "H er şey din ve m ukaddesat için".
K endilerine göre taktikleri vardır.

126

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"İlim adam ları", laikliği kendi anlayışlarına göre tanım larlar. "Din 'i akıl ve
bilim le bağdaştırm a çabasında olanlar, laikliğin, "din"de de, İslam da da bulundu­
ğunu ileri sürerler. Laiklik, "din"de var görülünce, en teokratik yönetim lerde, ö r­
neğin O sm anlı yönetim inde bile niçin olm asın?
Laik C um huriyet'in haftanın günlerinin çoğunda, radyoda ve televizyonda
İslam ın propagandasını yaptıran laik TRT'si de, laikliği, bu tür "ilim adam ları"na
yorum latm aktadır. Fetvayı verm ektedirler:
- "D in"de laiklik var m ıdır?
- "El cevap": İslam da vardır.
- O sm anlı yönetim inde laiklik var m ıydı?
- "El cevap": Vardı.
Peki İslam da laiklik vardı da, A tatürk'ün yaptığı neydi? A tatürk şeriatı neden
kaldırdı?
İslam da laiklik nasıl var?
Hilmi Z iya Ü lken'e göre: İslam da laiklik vardır çünkü: "M uam elât" bölüm ü,
öteki bölüm lerden ayrılm ıştır. M uam elât bölüm üyse "farz"lardan değildir.20
B ir kez "m uam elât"ın, İslam da "farz"lardan olm adığı doğru değildir. H er
alandaki hüküm leriyle İslam bir bütündür. Hepsi İslam daki tem el kaynaklara,
K ur'an'a ve hadislere dayandırılır. K im ileri zorlanarak bile olsa. Yani kapalı
İslam cı "ilim adam ları"ndan Ü lken'in ileri sürdüğünün tersine, "m uam elât";
İslam daki kaynağı ve geçerliliği yönünden ötekilerden ayrı değildir. Başka k e­
sim deki "farz"lar nasılsa, "muam elât" kesim indeki "farz"lar da öyledir. H içbir
fark yoktur. "A çıktan İslam cı"lar da bunu böyle kabul ederler. Ö rneğin Üç Din
ve Üç Şeriat K arşısında Laiklik adlı kitabın yazarı A hm et Selâm î, bu kesim den
bir yazar olarak bu kitabında şöyle dem ektedir:
"D in; sadece im an, ibadet, ahlak ve vicdana tealluku olan, yeri ise m abet ve
insanların gönlü bulunan bir şey değildir. P eygam berler eliyle beşeriyete teb li­
ği yapılan ilahi dinin tam am ı, aynı zam anda topyekün dünya ve dolayısıyla
d evlet işlerini nizam layan bir bünyenin sahibi olarak varlık b e lirtir..." 21
Ali Fuat Başgil de "din"le "devlet"in; "birleşik" olduğu zam anlarda çatışm a­
nın olm ayacağını, "din"le "devlet"in ayrı olm ası durum unda "çatışacak'darım ,
"birbirlerini kovm a" yoluna gideceklerini yazar.22
K ısacası "din"in özellikle de "Yahudilik" ve "İslam ”ın "laiklik'de bağdaşm a­
yacağı, son derece açıktır. Başka türlü yorum lar, zorlam alı ve am açlı yorum lar­
dır. Yahudilik ve daha önce de belirtildiği gibi İslam , yaşam ın her kesim ine el at­
m ıştır ve aynı ağırlıkta "Tanrı'dandır" diye hüküm lerini ortaya koymuştur. "Ce­
za" hukukuyla, "miras" hukukuyla ve öteki hüküm leriyle: "Ben varım! D ünya-

2 0 5 0 . Y ıl, İlah iy at F akültesi Y ayınları, no: 117, s.64-65.


21 A h m et S elâm î, Ü ç D in ve Ü ç Ş eria t K arşısın d a L a iklik, İstanbul, 197 6, s.59-60.
22 B kz. D in ve L a iklik, s.86-87.

127

Youtube: Tanrı Mı Varmış


daki yaşam ı da ben düzenlerim , ben yönetirim !" dem ektedir. Bu nedenle insan­
lar ve toplum lar seçim lerini yapm ak zorundadırlar: Ya, "laik devlet" ya da "İs­
lam ". Bir başka deyişle devlet ya bütün biçim ve anlam ıyla "laik" olacak, ya da
"teokratik" olacak. K arm ası, -h e le çatışm asız- düşünülem ez.
Hilmi Z iya Ü lken'e göre O sm anlı yönetim inin de laiklik dışında gösterilm esi
ve "teokratik bir devletti" diye nitelenm esi yanlıştır. Çünkü: "Fatih'ten Selim e
değin H alifelik yoktur, Selim 'den sonra da birdenbire teokratik olm am ıştır", "Fa­
tih'in dinlere ve m ezheplere karşı hoşgörüsü vardır".23
D em ek ki Ülken in m antığına göre, yeryüzünde "laik olm ayan hiçbir devlet"
olm am ıştır, olm ayacaktır da. Ö yle ya, İslam ve O sm anlı yönetim i "laik" diye ni­
telendiğine göre, laik olm ayan hangi yönetim düşünülebilir?!
O ysa "din k u ra lla rı'n a dayalı olan bir yönetim e "laik" dem ek; ya hukuku bil­
m em ek, ya bilm ezlikten gelm ek, belirli bir amaç için laikliğin canına okum ak ve
"bilim nam usu"ndan çok uzaklaşm akla m üm kün olabilir. Din kurallarına dayalı
bir yönetim e "laik" diyebilecek bir hukukçuya dünyada rastlanam az. B ir bilim
adam ı ve aydın kişiye d e ... A m a ülkem izde rastlanm akta. Hem de TRT yayınla­
rında, televizyonda. Dizi dizi. Ve her zam an oduğu gibi A tatürkçülük adına.

D- L a ik liğ in G erek çesi

1- D in-İslam K urallarının, İnsanlığın G ereksinm elerine Yetmezliği


M edeni Yasa'nın gerekçesinde, zam anın Adliye Vekili M ahm ut Esat şöyle der:
M ecelle"nin tem eli ve ana çizgileri dindir. O ysa insan yaşam ı her gün, da­
hası h er an, köklü değişm elere uğrar. Onun değişm elerini, yürüyüşünü hiçbir za­
m an bir nokta çevresinde çivilem ek ve durdurm ak m üm kün değildir. Yasaları d i­
ne dayalı devletler, kısa bir zam an sonra, ülkenin ve ulusun gereksinm elerini do-
yuram az durum a gelirler. Çünkü dinler, değişm ez hüküm ler ileri sürerler. Yaşam ­
sa yürür, gereksinm eler hızla değişir. Din kuralları-yasaları, kesinlikle, ilerleyen
yaşam ın karşısında biçim sel ölü sözlerden öte bir değer, bir anlam taşımazlar.
D eğişm em ek, dinler için bir zo ru n lu lu k tu r..." (4 N isan 1926 yayın ve 4 Ekim
1926 yürürlük tarihli ve 743 sayılı T ürk M edeni K anunu'nun gerekçesinden - b u ­
günkü dille T ürkçeleştirilm iştir- T.D.)
Ö zeti şu:
Din kurallarında "değişm ezlik" temeldir. K urallar durağandır. İnsanlar ve top-
lum larsa, yaşam larıyla birlikte sürekli bir değişm e içindedirler. D eğişm eyen ku­
rallar, her an değişen ve gelişen yaşam ın gereksinim lerine karşılık verm ezler.
K arşılık veriyorm uş gibi gösterilseler de.

2 3 5 0 . Yıl, İlah iy at F akültesi Y ayınları, no: 117, A nkara, 1973, s.66.

128

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Ü nlü M üslüm an yazar Şehrestâni (1076-1153) bile, daha 12. yüzyılda, yaşam
karşısında dinsel kuralların yetersizliğini ortaya koyan görüşe yer verip bu görü­
şü savunm uştur. "Dinsel kuralların sonlu olduğunu", buna karşılık yaşam ve g e­
reksinim lerin sonsuz bulunduğunu, "sonlu olan bir şeyin ise, sonsuz olanı kavra­
yıp içine alam ayacağını" savunur bu görüş.
Taa 12. yüzyılda bu böyle; hem de M üslüm an yazarlarca belirtene dursun; ça­
ğım ızın İslamcı "ilim adam ları "na ve bunları kaynak göstererek yorum lar yapan
kim i "çağdaş bilim adam ları"na göre "İslam, devrim ci gelişm elere de açıktır”, "ki­
mi yorum larla, İslam , çağın gereklerine karşılık verir durum a getirilebilir", çünkü
İslam da "zam anın değişm esiye hüküm ler de değişir" ilkesi kabul edilmiştir.
Ç ağdaşlıkları kılıklarında ve çalım larında olan aydınlar eliyle bile sergillenen
bir yutturm acadır bu!
Önem li bir yutturm aca, Profesör Dr. Çetin Özek, D evlet ve Din adlı kitabında
"İslam ın Gelişimci ve D evrim ci Gücü" diye bir başlık koymuş. "Devrimci" sözcü­
ğünü tırnak içine almış, ama bölüm de anlatış biçim ine bakılırsa "İslam"ın "geliş-
meci" de "devrimci" de olabileceği görüşüne hiç de katılm ıyor değil. "İslam", "ge-
lişmecilik" ve "devrimcilik". B unlann yan yana bile getirilmeleri olacak şey değil­
dir. A m a niceleri gibi bu yazar da yanyana getirebiliyor ve şunları yazabiliyor:
"-K itap (K ur'an), kişisel davranış ve toplum un yönetim iyle ilgili ilkeleri k e­
sin ve değişm ez olarak belirlem em iş, tem el kurallar ışığında, bunların yorum la
çağa ve koşullara göre değişebilirliğini benim sem iştir. "Zam anın değişm esiyle
ahkâm de değişir” ilkesi, hadiste kabul edilm iş ve ”fıkh"ın genel kurallarından
olm uştur. N itekim belirtilen nitelikleri nedeniyle, İslam ın devrim ci rol oynayabi­
leceğini öne süren düşünceler ortaya atılm ış ve çağım ızın değişen koşulları için­
de bu güce dayanm anın gerekliliği sav u n u lm u ştu r..."24
"Kitap (Kur'an), kişisel davranış ve toplum un yönetim iyle ilgili ilkeleri kesin ve
değişm ez olarak belirlememiş"miş! Yazarın "kitab"ı bilmediği nasıl da belli.
İslam ın bu "kutsal kitabı"ında, "kişisel d a v ra n ışla rla ilgili hüküm ler de, "toplu­
mun yönetim i"yle igili hüküm ler de kendi boyutları içinde ayrıntıyla belirlenm iş­
tir oysa. "Kesin ve değişm ez olarak." "Kitabın" yani Kur'an'ın "hükümleri"ni kim,
kim ler "değiştirecek" İslama göre? Kime, kim lere verilm iş bu yetki? Kuşkusuz ve
kesin olarak hiç kimseye! "M uhkem" ayetlerin "hükürri'lerini değiştirebilecek yet­
kide, İslam da hiçbir kim se ve m akam yoktur. Bu tartışılamaz bile. "Zamanın değiş­
m esiyle ahkâm de değişir" kuralına gelince. Bu kural, M ecelle'de ve İslam Usul-ü
fıkhında yer almıştır. Doğru. A m a Çetin Ö zek'in anladığı anlam da değil. Önce bu,
hadis değildir. Sonra, bu kurala yer verenlerin kendileri de belirtm işlerdir ki, "de­
ğişeceği" söylenen, "hükümler", tem elde olanlar değildir. "Farz"lara, "haram"lar,
dahası "vacib"lere bile ilişkin olm ayan hükümlerdir. Bu kuralın alındığı kaynak

24 P ro f. Dr. Ç etin Ö zek, D e v le t ve D in , s.243-244.

129
Youtube: Tanrı Mı Varmış
olan "El Eşbah Ve'rı-Nezâir"de olsun, ötekilerde olsun, "zamanın değişm esiyle hü­
küm lerin de nasıl değişeceği"ne, bununla ne am açlandığına öm ek de verilm ekte­
dir. Şu öm ek: Eskiden cam ilerin kapılarını kapam ak doğru bulunmazdı. Bununla
ilgili ayet ve hadis de yoktur. A m a cam inin kapısının açık tutulması, daha uygun
görülürdü. Sonra "zaman değişti". H ırsızlıklar çoğaldı. Şimdi artık, cam ilerin kapı­
sı kapatılabilir, kitlenebilir de. İşte "Usul-ü fıkıh"da, yani İslam hukukunda verilen
öm ek bu ve benzeri bir iki küçük ayrıntı. Ç etin Özek'se, İslamın "değişmelere açık
olduğu" yutturmacısını pazarlayanlara katılarak "İslamda her türlü hükm ün, zam a­
nın değişm esiyle değişebileceği" düşünülebilirm iş gibi, hatta böyle bir olgu varmış
gibi yazıp savunmakta. Sorm ak gerekir: İslam ın temel hükümlerinden hangisi za­
m anın değişm esiyle değişebilir kendi kuralları içinde? "Nam az"a, "oruç"a,
"hacc"a, "zekât"a ilişkin olanları mı? "Nikâh"a (evlenmeye), "talak"a (boşamaya),
"miras"a "h a d le re (çeşitli cezalara) ilişkin olanları mı? Hangisinin, İslama göre,
zam anın değişm esiyle değişebilceği ileri sürülebilir? İleri sürülemez; ama, Çetin
Ö zek'in de katılm ış göründüğü yutturm aca, nicelerini yanıltmıştır. Kuşkusuz, ya­
zarda ille de kötü bir amaç aramak doğru değildir. Konuyu bilmiyor olabilir. Fakat
insan bilmediği konuyu da biliyormuş gibi sunmamalıdır. İslam hukuku bir uzm an­
lık işidir. Kaynak olarak gösterdiğini gördüğüm üz Hilmi Ziya Ülken'den de yeter­
li bilgiyi alamaz. Özek sonra "kelâm okullan"na "ilm-i kelâm "a dalıyor. Buradan
da sonuçlar çıkanyor. Burada gösterdiği kaynak da, çok iyi tanıdığım Ali Arslan
Aydın. "M ukaddesat"çı kesimden. A m a arkadaşımızın, "kelâm"cı da tanındığı hal­
de, bu konuda derinlem esine bir uzm anlığı olmadığı bu alanın uzm anlarınca bilin­
mektedir. Çetin Özek'in bu konulan anlam ası için de uzman olması gerekir. Yazar
aynca, kim ilerince "ilerici" gösterilen Cem aleddin Afganî'yi gerçekten biliyormuş
gibi, bilebilirm iş gibi nitelem elerle sunmaktadır. Cem aleddin Afganî, M uham m ed
A bduh, Seyyid Raşid Rıza, M usa Carullah, ülkem izde de Hayreddin Karaman, "İs­
lam yenilikçileri"nden sayılırlar. B unlar İslam ı, "akıl ve bilim"le bağdaştırm a ça­
basında olan kimselerdir. "İskolastik" yöntem in temsilcileri. Batı'da bu yöntem
çoktan bırakılm ışken, Doğu'da yeni diye piyasaya sürülmektedir. İslam da bile ye­
ni değildir ve cılkı çıkmıştır. A fganî'de ve ötekilerin dilinde yer alan "emperya-
lizm "se özel, dinsel anlam taşımaktadır. B unlann yapıtları doğrudan okunabilir ve
"hareket"leri izlenebilirse ancak anlaşılabilirler.

2- D inin Savaş ve Saldırganlık K aynağı Oluşu


A tatürk laiklik yapısını yapıp bitirirken, gerek bizim geçm işim izdeki gerek
başka ulusların tarihlerindeki "facia”lardan, "ıstırap"lardan sonuçlar çıkarıp de­
ğerlendirdiğini belirtm ektedir.25
"Tarihteki bin bir facia ve "ıstırap"ın k aynağında "din", ağırlıklı olarak b u ­
lunm aktadır. G eçm işteki kanlı olayların, savaşların ya doğrudan nedeni, kay-
25 M u stafa B aydar, A ta tü rk D iyo r ki, s.67.

130
Youtube: Tanrı Mı Varmış
nağı olm uştur; ya da nedenlere araç yapılm ıştır. Yok sayılam az, yadsınam az bir
g erçek tir bu.
Yahudiler ilk H ıristiyanlara göz açtırm ak istem em işler, tüyler ürpertici zulüm
ve işkenceler uygulam ışlardır. A teş h avuzlan açıp yakm ışlardır birçok H ıristiyan
inanırı. Bugün devletleri de bir terör örgütü gibi "dehşet" salm akta, gözünü kırp­
m adan soykırım lar yapıp sergilem ekte. B unda, Yahudiliğin birinci derecede payı
vardır. K utsal kitabı olsun, onun açıklam aları olsun, sürekli: "-Vurun, kırın, ya­
kın, yıkın, öldürün!" diyor inanırlarına. T ann'sı Yehova, U lusal Tanrı'sıdır ve eli
silahlı, ağzı kanlıdır.
H ıristiyanlar, ellerine güç geçirince, başka din inanırlarına yapm adıkları k ö ­
tülük bırakm am ışlar, kötülük ve işkence uygulam alarında Y ahudilerden geri kal­
m am ışlardır. K ilise babaları, "im anı bozan"ların "kalpazan"lar gibi suçlu olduk­
larını ve en ağır cezayla, ölüm le cezalandırılm aları gerektiğini söylem işlerdir.
N icelerini diri diri yakm ışlardır. "A teşte yananın, suçlu olduğu kanıtı"na dayanan
"engizisyon" yargılam alarındaki insanlık dışı örnekler, ciltleri doldurm aktadır.
Incil'de "K im , senin sağ yanağına vurursa, ona ötekini de çevir." (M atta, 5: 39)
denm iyor m u? Deniyor. A m a bunun işlerliğini sıfıra indiren yorum lar da yapılı­
yor. A yrıca İsâ, açık açık şöyle diyor:
"-Y eryüzüne barış getirm eye geldim sanm ayın! Ben barış değil; kılıç getir­
m eye geldim . Çünkü ben, kişiyle babasının, kızla anasının, gelinle kaynanasının
arasına ayrılık koym aya geldim . (M atta, 10: 34-35. Ayrıca bkz. Luka, 12:49-51.)
M üslüm anlar da güçlenince öteki din inanırlarına kötülük yapm ışlardır. Ebu-
bekir dönem inde, "Peygam ber'in fetvası var" denerek, insanlar ateşe atılıp yakıl­
mışlardır. B enzer olaylar, Ali dönem inde de olmuştur. ”Peygam ber"in dönem in­
de bile insanlar, hayvan boğazlanır gibi boğazlanm ışlardır. B ir olayda, dam adı
A li'nin de cellatlar arasında bulunduğu bir adam kesm e gösterisinde bir sürü eli
kılıçlı cellad, bir gün boyunca kelle kesm işler ve yorulm uş, dinlendikten sonra
yeniden kesm işlerdi. "Peygam ber"in b u yruğuyla!!!
K ur'an'da "-N erede bulursanız orada öldürün!" (Bakara, ayet 191; N isâ, ayet
89; Tevbe, ayet 5) deniyor. İnançlanndan dolayı insanların öldürülm eleri isteni­
yor. "K âfir", "putatapar" oldu k lan için. O ysa, yine K ur'an'ın tanıklığıyla putata-
parlar, "asıl Tek A llah'a inandıklarını, putlara da, asıl A llah'a yaklaştırsın diye
kulluk ettiklerini" söylem ektedirler (bkz. Züm er, ayet 3)
M üslüm anlar, yalnızca "kâfir"leri değil, birbirlerini bile keserek öldürm üşler­
dir. Sayısız örneklerinden biri Cem el O layı'nda m eydana gelmiştir (9 A ralık 656
da): İki kesim savaşıyor. İki kesim de de bulunanlar, yalnızca M üslümanlar. İki ke­
sim de de Peygam ber'in yakınlan ve arkadaşlan var. Dahası, "sağlıklannda cennet­
le m üjdelenm iş on kişi"den kişiler de var bunlar arasında. Ve dahası: savaşan iki
kesim den birinin başında M uham m ed'in karısı (daha doğrusu kanlanndan biri
olan) Aişe; öbür kesimin başındaysa sevgili dam adı Ali bulunuyordu. İki kesim kı­

131

Youtube: Tanrı Mı Varmış


yasıya savaştı. Sonuç: 15 bin ölü. Âişe kesim inden 13 bin kişi, Ali kesim inden de
2 bin kişi kesilip öldürülmüştür. "Din" adına, Tann aşkına.26
İslam ın kendi inanırlarını bile Tanrı adına kesm ekten çekinm eyen v , yalnız­
ca b ir savaşta 15 bin kişi öldürebilm iş olan bir "İslam cem aati", başkalarını öl­
dürm ekten çekinir mi? Sürüler halinde - e li sila h lı- ortaya döküldüğü zam an ne­
ler yapm az? Ve neler yapm am ıştır?
İşte laiklik bunun için son derece önem lidir ve bunun için gerçekleştirilm iştir

3- U ygarlığa, insana, Bilim e Yöneliş


L aikliğin kurucusu, bu yapıyı kurarken çağdaş uygarlığı, insan aklını ve bili­
m i tem el aldığını birçok açıklam asıyla belirm iştir. D aha önce bu yoldaki sözle­
rinden örnekler sunuldu.
A tatürk, 31 A ğustos 1925'te de şöyle der:
Tekkelerin am acı, halkı m eczup ve aptal yapmaktır. H albuki halk, m eczup
ve aptal olm aya karar vermemiştir. ( ...)
Biz dünya uygarlığı ailesi içinde bulunuyoruz. U ygarlığın bütün gereklerini
uygulayacağız"27

II
"İRTİCA"

A- T ürleri

1-D evlet "İrtica"ı


"İrtica" gerçek anlam ıyla "geriye dönüş" demektir. Bu anlam daki irtica yal­
nızca devlet için söz konusu olabilir. Ç ünkü "geriye dönüş", ileri adım atm ış olan
için söz konusudur. B ir devlet düşünelim . Laik yolu seçm iştir, bu yolda "ileri
adım " atmıştır. E ğer bu devlet, sonra, şu ya da bu etkiyle laiklikten ödün verir ya
da tüm üyle dönerse, "geriye dönüş" yapm ış olur. İşte bu geriye dönüştür "irtica".
A tatürk ve arkadaşları, Türkiye için laikliği seçtiler. İnsanını daha çağdaş kıl­
m ak, akılcı, bilim sel tem eller üzerinde yaşatıp geliştirm ek için. E ğer daha sonra,
siyasal iktidarlar eliyle bu ilkeden, bu ilkenin olm azsa olm azlarından "dönüş"ler
yapm ışsa, örneğin laik bir devletle hiçbir yönden bağdaşam ayacak olan "din eğ-
tim ini devlet eliyle ve zorunlu" yapm ışsa "irtica" eylem inde bulunm uş sayılır. Bu
tür "irtica", gerici çevrenin gericiliği değildir. Çünkü bu çevre "ileri" adım atm ış
değildir ki, "geri dönüş"ü söz konusu olsun.

2 6 N eşet Ç ağatay-İbrahim A gâh Ç ubukçu, İsla m M ezhepleri Tarihi, A nkara, 1965, s. 10.
27 A .A . Ç an k ırı, 31 A ğustos 1925; M u stafa B aydar, age, s.67.

132

Youtube: Tanrı Mı Varmış


2- G ericilik
D evletin dışındaki gerici çevrelerin gericiliklerine de m ecaz olarak "irtica"
denm ekdir. Ve şaşılasıdır asıl yakınılan da "irtica"ın bu türüdür. O ysa "ekilen"
neyse "o bitm ekte"dir. Buğday yerine "arpa" ekilir de sonra da "arpa bitti" diye
yakınılır mı? Siyasal iktidarlar, devletin kendisine "geriye dönüş" yani gerçek an­
lam ıyla "irtica" yaptırırlar da bunun sonucu, "m eyve"si olm az mı? D em okrasinin
vazgeçilem ezlerinden olan çok partili dönem de, devlet çarkı, laiklik zararına
aşındırılagelm iştir. En başta oy toplam ak için verilen m em eler yüzünden. Önce
"toprak" elverişli durum u getirilm iş, sonra da tohum lar ekilm iştir:

a) E lverişli Toprak
- G elir dağılım ındaki eşitsizlik
A radaki farklar birer uçurum durum una gelmiştir.
- "H ukuk devleti" niteliğinden "yarı polis-jandarm a devleti" niteliğine kayış.
Ve:
- "Çaresizlik". Yurttaşın, kim e, kim lere, hangi m akam a "b a şv u rac ağ ın ı bil­
m em esi, dayanılm az durum a gelen dertlerinden kurtarabilecek bir kurtarıcının
olm am ası.
- İşte bu durum , daha birçok nedenle birlikte, ülke insanlarını "dinci"nin, "şe-
riatçı"nm , "tarikat"çinin açık duran kucağına itmiştir. "Sığınacak" bir yer bula­
m ayan yurttaş, "sığınak" aram ış, "Tanrı"ya sığınm ış, Tanrı adına din-im an pazar­
layanlara sığınmıştır.

b- Tohum
Toprak elverişli olunca, laiklik karşıtı tohum lan ekm ek ve yeşertm ek zor ol­
mam ıştır. Bir yandan varlıktılar, öbür yandan din kesim i yararına çarkları aşındı­
rılm ış devlet içinde her yerde "din fabirikası" kurulm uş ve sayıları hızla arttırıl­
mıştır. Ö rneğin küçük kasabalarda, köylerde bile "İm am -H atip O kulu" açm a yo­
luna gidilm iştir. D aha yükseği olan o kullann da sayısını artırm aya hız verilm iş­
tir. Ayrıca başka adlar altında da "din eğitim ve öğretim i" yaptırılm ıştır. Hele
K ur'an kurslan. Resm îsi ve resm î olm ayanı. Ü lke baştan başa, bunlarla sırılsık­
lam durum a getirilm iştir. Ve yukarıda da belirtildiği gibi bütün bunlar A tatürkçü­
lük adına sergilenmiştir. Bu da yetm em iş, gelsin "zorunlu din eğitim i".
Ayrıca ülkeyi yine baştan başa saran "tarikat ağı". Ö rüm cek ağından beter. Bu
ağlar içinde politikacılar. Parti ileri gelenleri. H em şeyhlerden "el alan", hem za­
m an zam an içlerine katılıp ayinlerde bulunan (Zeyrekli M ehm et Efendi'nin "hat-
m acegâh"lanndan boy gösteren iki ay n partinin genel başkanı gibi) eski parti
başkanları, başbakan yardım cıları, A tatürk, devrim ve ilkelerini korum akla yü­
küm lü "m ülki âm ir"ler...

Youtube: Tanrı Mı Varmış 133


A tatürk'se ne demiş:
A rkadaşlar, efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye C um huriyeti,
şeyhler, dervişler, m üritler, m eczuplar m em leketi olamaz. En doğru, en hakiki ta­
rikat, m edeniyet ta rik a tıd ır...”28
A tatürk böyle dem iş am a, "din-im an p a z a rla y an la rın da, laiklik üstüne
T B M M 'de ant içtikleri halde laikliği ortadan kaldırm ayı çıkarlarının gereği gö­
ren politikacıların da diyecekleri vardı ve bugüne değin A tatürk'ün dedikleri d e­
ğil, b u n lan n dedikleri olmuştur.
L aiklik karşıtı ürünler elde edildikçe yeni ürünler için yeni üretim ler yapıl­
m ış, yeni tohum lar ekilmiştir.
Ve sağlanan ürünler, ülke geneline dağıtılm ıştır. A m a gelir dağıtım ındaki gi­
bi değil. Bu ürünlerin hem en tüm ü, "din"e sığınm aya hazır, varlıksız ve çaresiz
kesim in payına düşm üştür.

III
BA R IŞ

B arış, "gök"ten gelm ez. Evrene ve insana doğru bakış sorunudur. G eniş anla­
m ıyla "insanlaşm a"ya dayalı olarak gerçekleşir.

A- O lm azsa O lm azları

1- A da letli G elir D ağılım ı


"Adalet" gerçek anlam ıyla gerçekleştirilm elidir.
2-Yarım P olis D evleti Yerine Tam H ukuk D evleti
3- Ve "Laikliğin O lm azsa O lm azları"nın E ksiksizliği
Laikliğin olm azsa olm azları, b an şın da vazgeçilem ezleridir. B ir ülkede tam
dem okrasi ve laiklik yoksa, o ülkede "barış" sağlanam az. Yani barışın, bir nice
koşuluyla birlikte bu koşullarının da eksiksiz olm ası gerekir. O labildiğince...

B- O lursa O lm azları

O lm azsa olm azlarının karşıtları sergilenirse, doğal olarak barış değil, savaş
elde edilir ürün olarak. Ve barışı, böyle b ir durum dan sonra, "silah" zoruyla ge­
tirm ek de m üm kün olmaz.

28 M u stafa B aydar, age, s.66.

134
Youtube: Tanrı Mı Varmış
IV
G E N Ç LİK

G ençlik, laikliğin, barışın koşullarının sağlandığı ortam da sağlıklı biçim de


geliştirilebilir ancak. B aşka ortam da bu m üm kün değildir. A tatürk’ün "C um huri­
yeti em anet ettiği" gençlik, bu ortam da erginliğine ulaştırılm ış gençliktir. Ne
"din" uyuşturucularıyla uyuşturulup koyunlaştınlm ış olan, ne "din, Tanrı, cihad"
kışkırtm alarıyla coşturulup H aşan Sabbah'ın fedaileri durum una getirilm iş olan,
ne de önce ellerine silah verilip vuruşturulm uş, sonra da korkutulup sersem e çev ­
rilm iş olan gençliktir. D üşünce ve beden sağlığına özenle bakılm ış, en değerli
varlıklar olarak yetiştirilm esine, gereksinim leri yerine getirilerek çalışılm ış olan
gençliktir o gençlik.
Teori
Sayı 45, Eylül 1993

135
Youtube: Tanrı Mı Varmış
İBN İ H A L D U N ’U N ESERİ
M U K A D D İM E N İN Ç E V İR İSİN E ÖNSÖZ*

14. ve 15. yüzyılın önemli düşünürü İbni Haldun'un yapıtları, bugüne değin,
gerçek anlam da dilimize kazandırılm ış değildir; yurdum uzda,M u ka d d im en in eski
ve yeni yazıyla çevirileri yayınlanm ış olm akla birlikte, bunları, gerek eksik olm a­
ları, gerek içerdikleri yanlışlar nedeniyle bilim sel ve klasik yayın anlayışıyla bağ­
daştırm ak m üm kün değildir. Buna karşın İbni Haldun, gerek Batı dünyasında ge­
rek İslam dünyasında, üzerinde ilgiyle durulan güncel bir konu haline gelmiştir.
Özellikle M ukaddim enin kendi dilinde yeni baskılarının yapılması, Batı dillerine
(İngilizce ve Fransızcaya) çevrilm esi ve İbni Haldun üzerine yazı ve yayınların gi­
derek kabarm ası, onun, kendi çağı ve çevresi içerisinde incelenmesi gereken önem ­
li bir kaynak olduğunu bize düşündüren kanıtlar olmak gerekir. Türkiye'de de İbni
Haldun konusunda, zaman zam an tanıtm a, yorum ve inceleme yazılan yayınlan­
mıştır; am a bu tanıtma, yorum ve incelem elerin, genellikle üniversite ve ansiklo­
pedi çevresinde kaldığını da aynca belirtelim . Batı ülkelerinde olduğu gibi, sosya­
list ülkelerde de örneğin; Sovyetler Birliği'nde inceleme ve araştırma konusu olan
İbni Haldun'a, günüm üzde, M arksist açıdan yaklaşılm akla birlikte, ülkemiz Mark-
sistleri arasında henüz bir incelem e konusu olarak ele alınmamıştır. Bütün bu ne­
denleri göz önünde tutarak, önce İbni Haldun'dan, daha sonra İbni Haldun ile ilgi­
li tanıtm a, inceleme ve yorum lardan, genel bir kesit sunarak yazım ıza başlam ak,
okurun İbni Haldun konusunda genel tablo çizm esine yardımcı olacağı gibi, bizim
yorum larım ız için de, bir hareket noktası sağlayacaktır kanısındayız.

İbni H aldun'un Sözlerinden Bir D em et

"Bilesin ki" der İbni H aldun, "tarih, gerçekte toplum sal yaşam ve bu yaşam ın
doğal yapısında belirm iş durum lar konusunda bilgi v e rm e k tir..."1 "İnsanların
toplum sal yaşam ları zorunludur. D üşünürler bunu şu sözleriyle dile getirirler:
'İnsan doğuştan uygardır.’ Yani insan için toplum sal yaşam , kaçınılm az bir şey­
dir. Ki, bu yaşam , filozofların özel anlatım larında 'kent yaşam ı' diye g e ç e r..." 2

* T u ran D u rsu n , İbni H aldun'un dünyaca ünlü eseri M u k a d d im e y i T ü rk çey e kazandırdı. O n u r Ya-
y ın ları'm n y ay ım ladığı çevirinin ilk iki cildi çıktı. D iğerlerinin de ok u y u cu y a sunulacağı b ild irili­
yor. T u ran D u rsun, çevirisinin başına bir ön sö z yazdı. Bu önsöz, D u rsun'un önem li çalışm a la rın ­
d an b irid ir v e İbni H aldun'un "din ile ilgili görü şleri"n i de ele alıyor. A ynen y ayım lıyoruz. (O nur
Y ayınları, 2. basım , A nkara, N isan 1997.)
1 M u ka d d im e, c . l , s. 123.
2 M u ka d d im e, c . l , s. 139.

136

Youtube: Tanrı Mı Varmış


" ... İnsanın yaşam ı ve kalıcılığı sağlıklı olarak yalnızca besinle sağlanabi­
lir. Onun için insan, besinini aram aya yönelir. Ancak, insanın besinini elde
etm eye tek başına gücü yetm ez. G ereksinm e duyacağı besini sağlam aya ye­
terli olam az. Yaşamının temel m addesini oluşturan besinini insan tek başına
sağlayam az. Günlük yiyeceği tahılını elde etm esi bile birçok iş ve uğraşı g e­
rektirir. Tahılı öğütüp un durum una getirm esi, unu ham ur yapm ası, ham uru
pişirip ekm ek yapm ası gerekir. Bu üç işten herbiri için kapkacak araç-gereç
gerekli olur ona. Ve söz konusu işler, birtakım zanaatlar olm adan sonuca
ulaşam az. D em irci gerekli olur, m arangoz gerekli olur, çöm lekçi gerekli
olur. Tutalım ki, o kişi, sözünü ettiğim iz işlere gerek kalm adan tane olarak
yiyor tahılı. Bu da gene birtakım işlerin gerçekleşm esine bağlıdır. Tanenin
ekilm esi, biçilm esi, başağından çık a rılm a sı..."3

"Tarih alanında düşülen yanlış ve yanılgının ince bir nedeni var: Ç ağlar d e­
ğişir ve günler geçip giderken, toplum ların, kuşakların durum larının da sü­
rekli olarak değiştiğinin gözden k açırılm ası,... Evrenin ve toplum ların d u ­
rum ları, ilişkileri, gidişleri tek bir süreç (vetîre) üzerinde sürm ez ve değiş­
m eyen bir çizgide kalm az. Günler, zam anlar geçer, oluşan değişm eler ve
durum dan durum a geçişler bütünüdür her şey. Bu değişm eler ve geçişler,
kişilerde, sürelerde, kent ve kasabalarda olduğu gibi, tüm evrende, ülkeler­
de, kıtalarda, zam anlarda ve devletlerde de olur."4

İbni H aldun İçin Ne D iyorlar?

"15. yüzyılın başına kadar K uzey A frika'da yaşayan İbni H aldun", diyor H il­
mi Z iya Ülken,

"Tarihçi olduğu kadar, sosyolojinin önderi ve ilk tarih filozofudur (1332-


1406). M ukaddim e’yi ilk kez Q uatrem eres Paris'te M ustafa Fehm i Bulak'ta
bastırdılar. İlk çevirisi Türkiye'de yapıldı. 18. yüzyıla değin Batılıların bu
filozoftan haberi yoktu. 17. yüzyıl sonuna doğru d'H erbelot ondan Bibliot-
heca O rientalis'te söz etti. 19. yüzyıl başında Sylvestre de Sacy, değerini
belirtti. O yüzyılın sonlarında H am m er-Purgstall, onun hakkında m akaleler
yazdı. 'A rapların M ontesquieu'sü' diye söz etti. Garcin de Tracy, birkaç yıl
sonra İbni H aldun'un M ukaddim e'sinden bazı bölüm leri Fransızcaya çevir­
di. Q uatrem eres, M u ka d d im en in A rapça m etnini P role göm ene s adıyla ya­
yınladı ve özet halinde bir çevirisini yapm aya çalıştı, fakat bitirem edi. Ç e­
viri, yapıt üzerinde filozof ve sosyologların incelem eler yapm alarına ola­

3 M u ka d d im e, c .l , s. 139-140.
4 M u ka d d im e, c . l , s .109.

137
Youtube: Tanrı Mı Varmış
nak verdi. O zam andan bu yana Batı'da, İbni H aldun'dan çok söz edilm ek­
tedir. Bazıları önem ini aşırı dereceye çıkarm ışlar, onu yeni bir bilim in ku­
rucusu saym ışlardır. B atıkların övm elerle dolu olan yazıları daha hızını ala­
m am ıştır. B ir kesim i ona tarih fiozofu gözüyle bakmaktadır. B ir kesim i de
onu, sosyolojinin önderi saym aktadır. Örneğin: Rappoport, R. Flins, N.
Schm idt onu tarih filozofu sayıyorlar. G um plow icz, R. M aunier, Fındıkoğ-
lu, Satı El Husri, tekrar Schm idt, Ü lken, onu sosyolojinin habercisi sayıyor­
lar. B outhoul onda her iki vasfı gördüğü gibi, birçok Batı düşünürüyle k ar­
şılaştırıyor. O nda Vico'nun, M ontesquieu'nün, M arx'ın, biyolojik sosyoloji
görüşünü buluyor. F. Schulz, İbni H aldun için Journal A siatique'de birçok
m akaleler yayınladı (1885 Paris). G raberg de Hemsö, R osenthal, Von Kre-
mer, Lew ine, G. Bouthoul, G abrieli, C olosio, Ferreiro, Carra de Vaux, De
Boer, G. Richter, G authier, A. Bom baci, Ch. Issavvi, W. Fischel, C. M acD o-
nald, B reisig, H. A. R. G ibb, A. A ltam ira vb. geçen yüzyıl sonlarından beri
ondan söz etm ektedirler. Bu güçlü ilginin sonucu olarak da, onun tarih ve
toplum görüşünün, çağdaş düşünürler üzerinde etkili olduğunu, örneğin,
Untergang D es Abendlasds yazarı Osvvald Spengler'in B atı'daki çöküntüyü
anlatan felsefesi üzerinde veya bazı M arksistler ve Breisig gibi tarih filo ­
zofları üzerinde etkisi olduğuna işaret edilm elidir."5

Prof. Dr. M. Fuad Köprülü'den:

"İbni Haldun hakkında 1918'de A lfred Bel'in İslam A nsiklopedisi'nt yazdığı


'İbni Haldun' maddesi, basit bir biyografiden başka bir şey değildir. Oysa aşa-
ğı-ortazam an fikir tarihinde, onun işgal ettiği yer çok büyüktür. Yalnız İslam
alem inde değil, genel olarak dünya fikir tarihinde, onu tarih felsefesinin en
m üm taz simalarından, daha doğru bir ifadeyle sosyolojinin ilk büyük kurucu­
larından biri saym ak hiç yanlış değ ild ir... Yalnız müsteşriklerin değil, sosyo­
logların da dikkatini çeken bu büyük adam hakkında, Batı'da uzun zam andan
beri birçok tetkikler yapılmış, özel m onografiler vücuda getirilmiştir. L.
Gumplovvicz, Rene M unier gibi tanınm ış sosyologların onun hakkındaki
yüksek takdirleri dikkate şay an d ır..."6

C em il Sena'dan:

"İbni H aldun, tarihte akılcıdır, sosyoloji ile tarihi birleştirm ekte ilk adım ı
atm ıştır. H ilm i Z iya Ü lken, onun, coğrafî ve ekonom ik determ inizm düşün­
cesini savunm asından, K ari M arx ve M ontesquieu'nün m üjdecisi saydığı

5 H ilm i Z iy a Ü lken, İslâ m F elsefesi, K aynakları ve Tesirleri, T ürkiye İş B ankası Y ay ın lan , İstan ­
bul, 1967, s.32 0 -3 21. (K im i sözcükler y en ileştirilerek aktarılm ıştır.-T .D .)
6 W. B a rth o ld , Islâ m M ed en iyeti Tarihi, çev iren , M . F u ad K öprülü, D iyanet İşleri B aşk an lığ ı Y ayın­
ları, A n k ara, 1963, s .169-170. (K im i sözcükler y en ileştirilerek aktarılm ıştır.-T .D .)

138

Youtube: Tanrı Mı Varmış


gibi, nüfusa ilişkin görüşleriyle de M althus'la ilişkili görür, aynı zam anda
onun kent yaşam ından tiksinm esi ve uygarlığın ahlakı bozduğuna dair d ü ­
şünceleriyle de R ousseau'dan, hatta bir bakım a da N ietzsche'den önce gel­
diğini ve M achiavelli'nin de öncüsü olduğunu yazar. İbni Haldun, G obine-
au’dan önce ırka önem verm iş, hukuk anlayışında H obbes ve H egel'e, tak­
lidin rolüne önem verm ekle de G. Tard'a rehberlik e tm iştir..."7

Prof. Dr. Cavid Sunar'dan:

"İbni H aldun'dan önceki felsefe, yani İbni Rüşd ve M aim onides'in akılcı
felsefelerinin konusu, özellikle m etafizik ve tabiat bilim leriydi. İbni H al­
dun'u en çok ilgilendiren konu ise, toplum ve sorunlarıydı. Bu sorunlar da
spekülatif olm aktan çok, gözlem e ve deneye dayanan konulardı.” "...İb n i
H aldun’da bizi gerçeğe götüren, bize bilgi veren m antık kuralları değil, an­
cak, gözlem ve deneydir. M antığın y aran büyükse de doğru düşünebilm e ve
doğru bilgi edinebilm ede tam am ıyla yeterli değildir. Bize bilgi veren ve bi­
zi aydınlatan, sadece gözlem ve deneydir. D olayısıyla m antık, bütün bilim ­
lerin tem eli olam az. O ancak, bilim lerin yardım cısı olabilir.8

Prof. Dr. İlhan A rsel’den:

"İbni H aldun, M ukaddim e adlı ünlü yapıtında sosyolog gözüyle A rap k a­


rakterini inceler ve değerlendirir. O nun bu değerlendirm esinde şüphesiz ki
A rap hakkında daha önce M uham m ed'in gerek Kur'an hüküm leri ve gerek
hadislerle ortaya vurduğu görüşler ve değerlendirm eler de rol oynam ıştır.
Fakat İbni H aldun, bu incelem esini ve eleştirm esini çok daha isabetle ve
çok daha bilgili şekilde y ap ab ilm iştir..." "İbni H aldun'a göre Türkler, sa­
vaşçı karakterleri ve kahram anlıkları nedeniyle İslam ın kurtarıcısı olm uş­
lardır. G örülüyor ki, İbni H aldun, T ürk'ün İslam sayesinde kurtulduğunu
söylem iyor da tersine İslam ın T ürk sayesinde kurtulduğunu ifade ediyor."9

Prof. Dr. G. H üseyin Yurdaydın'dan:

"İslam dünyasında F ârâbi ve İbn Sina'da görülen akılcı anlayışa karşı, d a­


ha sonraları başka bir İslam düşünürü, İbni H aldun'un ileri sürdüğü görüş,
toplum ları tabii şartlara göre inceleyen, tabiatçı, naturalist bir dünya g ö ­
rüşüdür. İbni H aldun, toplum ları u zviyetlere benzetir. O nlar da tıpkı u zv i­
y etler gibi doğarlar, gelişir, yetişir, olgunlaşır ve daha sonra da d u raklaya­
rak geriler, küçü lü r ve yok olurlar. V ico'dan 300 yıl kadar önce ortaya a tıl­

7 C em il S ena, F ilo zo fla r A n siklo p ed isi, R em zi K itabevi, İstanbul 1976, c.3, s .14, ("İbni H aldun"
m addesi).
8 C avid Sunar, İslâm 'da F elsefe ve F ârâbi, İlahiyat F akültesi Y ayınlan, A nkara, 1972, c.II, s.92-94.
9 İlhan A rsel, A ra p M illiyetç iliğ i ve Türkler, A n k ara Ü niversitesi H ukuk F akültesi Y ayınları, A n k a ­
ra, 1975, s.53-231.

139
Youtube: Tanrı Mı Varmış

i
m ış olan bu görüş Yunan ve O rtaçağ filozoflarına nazaran büyük bir y e­
nilik getirm ektedir. B öylece Fârâbi ve İbni Sina'yı da eleştiren bu görüş,
O sm anlı devrinde büyük bir ilgi g ö rm ü ştü r... K âtip Ç elebi de O sm anlı
devrinin ileri gelen İbni H alduncularındandır. K âtip Ç elebi’nin D üsturu'l-
A m el'm d e İbni H aldun'un bu biyolojist, uzviyetçi toplum felsefesine d a­
yanan b ir tarih felsefesi şem ası görülür. K âtip Ç elebi ye göre de toplum ­
lar doğm a, gelişm e, olgunlaşm a, durm a ve gerilem e safhalarından g eçer­
ler ve sonunda y ık ılırla r..." 10

A bdülhak A dnan Adıvar'dan:

" ... [İbni Haldun] M achiavelli'nin P rince adlı eserindeki sonuçlara benzer
sonuçlara ulaşm ış ise de İbni H aldun'un, M achiavelli gibi ikiyüzlü değil,
tersine sadece realist ve dini, realitelerin en başında tutan bir düşünür oldu­
ğu kuşkusuzdur. B ununla birlikte, halifelik ve im am et konularında İbni
H aldun, çok özgür ve bağım sız görüşler açıklam ış ve genel olarak hükü­
m ette şeriatın m utlak gerekli olm adığını söylemiştir. Eserin çevirisi ve aslı,
bu konuları içine aldığı için, İkinci A bdülham it dönem inde, T ürkiye'de sa­
tılm ası ve okunm ası yasak kitap lard an d ı... Eğer tarih bir bilim olm ak hay­
siyetini kazanm ışsa, tarihin konusunun, toplum sal olaylar olduğunu söyle­
m ekle hiç kuşku yok, ilk kez İbni Haldun bu yolu açm ıştır."11

A dnan Adıvar, İslam A nsiklopedisi'nin "İbni Haldun" m addesinde ayrıca "ki­


m i Batılı şarkiyatçıların 'A m erika'nın keşfi' gibi bir "İbni H aldun'un keşfi "konu­
su" ortaya atıp işlediklerini, oysa kendilerinden önce Türk bilim adam larının İb­
ni H aldun'dan ve yapıtlarından söz ettiklerini yazar.
A rap edebiyat ve tarihçilerinden Em ir Şekip A rslan (1871-1946), İbni H al­
dun'un Tarih'inin I. cildine yazdığı "M ulhak"da ("Ö nsöz"de), ünlü Fransız D oğu-
bilim cisi C arra de Vaux'un, İbni H aldun'la ilgili görüşlerini aktarıyor. Bu alıntı­
larda şöyle deniyor:

"M üslüm an A frika'nın ilk dönem indeki toplum sal yapısı, İbni H aldun'un
kişiliğiyle aydınlanm ıştır. İbni H aldun'dan önce, tarih felsefesini, onun
ölçüsünde sağlam ve aydınlık biçim de ortaya koyabilen bir başka bilim
adam ı bilinm iyor. Ç ünkü to plum ların öz durum ları, bu durum larda b eli­
ren ve bu durum ların d eğişm elerinde k esin etkili olan nedenleri, dev letle­
rin nasıl kuruldukları ve hangi aşam alardan geçtikleri, uygarlıkların d e­
ğ işm eleri, gelişm eleri ve çöküşlerindeki etkenler, bütün bunlar, İbni
H aldun'un, inilebilecek ölçüde derinliklerine indiği konulardır. Bu d erin ­

10 G. H ü sey in Y urdaydın, İsla m Tarihi D ersleri, A nkara, 1971, s . 132.


11 A b d ü lh ak A d n an A dıvar, "İbni H aldun", İsla m A n siklo p ed isi (K im i sö z cü k ler y en ileştirilerek a k ­
tarı lm ıştır.-T .D .).

140

Youtube: Tanrı Mı Varmış


liğe, ünlü M u ka d d im e 'sinde ("P rolegom enes") inm iştir. A vrupa H ıristiyan
tarihçilerinden sadece bir kesim ini, 18. yüzyılda, İbni H aldun'unkine b e n ­
zer biçim de tarihin gizlerini yakalam aya girişm iş buluyoruz. Ü stelik bu n ­
ların konuya ilişkin çıkarıp ortaya koydukları, kapalı, anlaşılm ası son d e­
rece güç anlatım lardan oluşuyor. İbni H aldun, us ve algıda, M ontesquieu
ya da üstad M ably erdem inde bir düşünürdür. Ve hiç kuşku yok ki o, y e ­
ni toplum bilim cilerim izden Tarde ya da D oğubilim ci G obineau gibi to p ­
lu m bilim cilerin de ulu a tasıd ır."12

Aynı kitabın (Tarihu İbni H aldun'un) birinci cildine, yayınlayanın yazdığı ö n ­


sözde bir yazısı yayınlanan K ahire Ü niversitesi eski öğretim üyelerinden A hm et
E m in de şöyle diyor: "İbni H aldun'dan önce hiçbir tarihçinin, tarihe, onun bakış
açısından bakabildiğini bilm iyorum ." s. "n".
E m ir Şekip de Tarih'in I. cildine yazdığı "El M ulhak"ının girişinde C arra de
Vaux'un görüşlerini aktarırken, İbni H aldun'dan önceki düşünürlerin görüşlerini
sıralıyor ve Platon, A ristotales, Fârâbî üzerinde durduktan sonra şöyle diyor: " ...
Yalnız bunlardan hiçbiri, tarih felsefesi bilim ine açıkça değinm iyor. N e Platon,
ne A ristotales, ne de Fârâbî. Bu bilim dalı, Veliyyu'd-Din Ebu Zeyd A bdurrah-
m an İbni H aldun'un buluşu olarak ortaya çıkıyor. O, Batı'nın da, D oğu'nun da
övüncesi ("M efharet"i)dir.13
İslam M edeniyet Tarihi adlı yapıtı nedeniyle ülkem izde pek iyi tanınan Prof.
Dr. W. Barthold da şunları yazıyor:

"İbni H aldun'un, tarihine yazm ış olduğu ünlü M ukaddim esi, A rap edebiya­
tında, tarihi, öykücülükten kurtarm ak m uhâkem eyi egem en kılm ak ve tari­
hin yasalarını araştırm ak için yapılm ış ilk ve biricik deneyim dir. İbni
H aldun, tarihe, kendi anlayışına göre, 'yeni bilim' vasfını verm ektedir.14
O nun tarihi, Yunan pragm atik tarihçilerinin etkilerinden uzaktır. A rap tarih­
çisi [İbni H aldun], Yunan tarihçilerine nazaran deneyim ve bilgi bakım ın­
dan daha zengindir. Yunan tarihçilerinin nazannda esas olan siyasal şekille­
rin değişm esi yerine, İbni H aldun, kuram ına tem el olarak, İktisadî koşulla­
rın değişm esini, göçebelikten yerleşik hayata ve köy hayatından kent haya­
tına geçişi almaktadır. İbni H aldun'un bu kuram ı, hangi bilginlerin ve han­
gi kitapların etkisiyle m eydana geldi? Bu, henüz, tam am ıyla bilinm iyor...
İbni H aldun'un kuram ı, diğer A rap tarihçilerini etkilem edi. Şurası dikkate
değerdir ki, İbni H aldun A rap olduğu halde, 'İslam U ygarlığı'nın bütün
M üslüm an dünyasının ortak m alı olduğunu iddia ed iy o r... İbni Haldun.

12 Tarihu ib n i H a ld un E l M ü lh a k B i'l-C ü zi'l-E vvel, M ısır, 1936, yayınlayan M uham m ed H abbeci.


c.I, "Ö n sö z", s .l .
13 Ib id , s. "n".
14 O y sa, tb n i H ald un'un "yeni bilim " ded iğ i, "toplum un g elişm esin e egem en olan y asalar' dır.

141
Youtube: Tanrı Mı Varmış
A raplara 'uygarlığı tahrip edici bedeviler' gözüyle b a k m a k ta d ır..."15

A rapları eleştirdiği ve T ürkleri övdüğü için İbni H aldun'a içerlem iş görünen


ünlü A rap yazarı T âhâ H üseyin bile İbni H aldun için şunlan yazm aktan kendini
alam ıyor.

"İbni H aldun, tarihsel alanda bir yöntem yaratm ış, bu yöntem de açık ve
gerçekten çoğu kesim de doğru çıkan görüşler ortaya k o y m u ştu r..."16

"İbni H aldun'un tarih yönünden ortaya koyduğu bakış açısı, gerçek bir b a­
kış açısıdır. O, tarihe bölünm ez bir bütün olarak bakan, tarihi oluşturan ol­
guları ve olayları inceleyip yan lışlan atm a yolunu düşünen ve bunu anlaşı­
labilir göreceli (İzafî) bir bilim olarak yaratan ilk tarihçidir. İslam dünyasın­
da, ne ilkçağlarda, ne O rtaçağ'da bu nitelikte bir tarihçi görülm üştür."17

Tâhâ Hüseyin, İbni Haldun'un "dâhi" kişilerden biri olduğunu yazıyor. "İçtimaî
felsefe"yi, ilk kez onun "bilimsel kalıba döktüğünü" ve onun için Arapların, "bu işi
ilk başaran biziz" diye övünebileceklerini savunuyor.18 Ve gene Tâhâ Hüseyin "ay­
rı ayrı yollardan yürüm üş olsalar bile, İbni H aldun'la M ontesquieu'nün toplumsal
görüngüleri, tarihsel cebir (tarihsel determ inizm ) ilkesine bağlam akta birleştikleri­
ni ve bu konuda, İbni Haldun'un, M ontesquieu'ye öncülük ettiği"ni açıklıyor.19
Türk A nsiklopedisi'ndeki değerlendirm esiyle Ziyaeddin Fm dıkoğlu da İbni
H aldun konusunda ilginç görüşler sergiler. İlerde üzerinde duracağım ız bu değer­
lendirm enin bir bölününde Fm dıkoğlu şöyle diyor:

"Tarih ve sosyal olaylarda her çeşit ekonom ik etkene yer veren İbni H aldun,
köy ve kent yapılarına özgü ekonom ik bir düzen bulunduğuna dikkatim izi
çekm ektedir. Bu düşünce 20. yüzyıl sosyolojisinde iki sosyoloji kolu (köy
ve kent) ile uğraşan sosyologlarca Tunuslu tarihçiye [İbni Haldun'a] oriji­
nallik ve hatta m odernlik niteliğinin verilm esini gerektirm iştir."20

Ç eşitli yazarlardan sunduğum uz kesitleri burada bitirirken belirtelim ki, İbni


H aldun'u tarihsel-felsefî toplum sal tem ellerini M arksist bir yaklaşım la araştıran
S. M. B atseva'nın yazısını, tüm olarak, bu kitapta yayınladığım ız için, burada ay­
rıca, aynı yazıdan kesitler sunm anın doğru olm ayacağı kanısındayız.

15 W. B a rth o ld , İslam M ed en iyeti Tarihi, s.39-40. (K im i sözcükler y en ileştirilerek aktarılm ış-


tır.-T .D .)
16 T aha F elsefetu İb n i H a ld u n E l İctim a iyye, F ran sızcad an A rap çay a çeviren, M u ham m ed A b d u l­
lah A nnan, M ısır, 1925, M a tb aatu 'l-ltim ad , s.49.
17 A ynı kitap, s.26.
18 A ynı kitap, s.26.
19 A ynı kita p , s.4 1 .
2 0 T ü rk A n siklo p ed isi, c. 19, s.492 ("İbni H aldun" m ad d esi). (B azı sözcükler y en ileştirilerek akta-
rılm ıştır.-T .D .)

142

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Şim di, artık İbni H aldun'un ilgi çeken görüşleri üzerinde ayrı ayrı durm aya
çalışalım :

Tarih K onusundaki G örüşleri ve Y öntem i

İbni H aldun tarih konusunda şöyle diyor:

" ... D ıştan bakılınca tarih, eski günlerden ve devletlerden, eski çağlarda ge­
çen olaylardan haber veren bilim olm aktan öteye geçm ez. A ğızdan ağıza
geçen sözler, öyküler anlatılır. A nlatılanlardan özdeyişler çıkarılıp sergile­
nir. Toplantı yerlerinde kalabalık belirdiği zam an bunlarla eğlendirilir d in ­
le y e n le r..."21

Yazarımız, bunu, tarihin dış yüzünde olan (fi zâhirihî) diye niteliyor, bu tür
tarihçiliğe de yüzeysel tarihçilik gözüyle bakıyor. A m a gerçek tarihçiliğin bu de­
m ek olm adığım , tarihin bir de "iç yanı", derinliği bulunduğunu anlatıyor:

"D erinliğine inilerek bakıldığındaysa, tutarlı bir bakıştır tarih. B ir incele­


m edir (nazarun ve tahkîkun). O lup bitenleri nedenleriyle birlikte incelem e­
dir, nedenlerine bağlam adır (ve ta'lîlun li'l-kâinât). N e var ki bunun ilkeleri
çok incedir (Vem ebâdîha dekikun). O lguların nasıllarını ve nedenlerini d e­
rinlem esine bilmedir. B undan dolayı, tarih, tem el bilimdir. ’H ikm et'e de bü­
tünüyle girmiştir. O nun için 'hikm et'22 bilim lerinden sayılsa yeridir ve sa­
yılm ası doğaldır"

diyor. Y azarım ıza göre, gerçek tarihçilik budur, tarih alanında bu bakış açısından
yürüm edir. İbni H aldun, bunu, tarihin "içyüzü" ("ve fi bâtınihî") diye niteliyor.
Ziyaeddin Fındıkoğlu, İbni H aldun'un bu açıklam asını değerlendirirken şun­
ları yazar:

"Sosyolojinin bilim ler arasında yer aldığı 19. yüzyıldan önceki dönem ler­
de, tarihi aynı zam anda sosyoloji sayan düşünürlere rastlanm aktadır. Ö rne­
ğin: Vico ve B acon bunlar arasındadır. İbni H aldun'un 19. yüzyılda B atı'da
H am m er tarafından tanıtılm asından sonra, A rap tarihçinin bu alandaki ön­
cü görüşü yayılm ış bulunm aktadır. G erçekten tarihçiliği 'zahirî' ve 'batınî'
diye ikiye ayıran yazar (İbni H aldun), birinciyi öykücü, İkinciyi 'izahçı' ol­
m akla niteliyor. Bu vasıf, 'bâtını' tarihçiyi, sosyal olayı illet ve nedenlerine

21 B kz. M u ka d d im e, c .l , s.64.
22 "H ik m et", "felsefe"den d ah a geniş kapsam lıdır.

143
Youtube: Tanrı Mı Varmış
bağlam aya yöneltm ektedir. N itekim günüm üzde de sosyoloji ile bu anlam ­
da anlaşılan bir tarih arasında, sıkı bağlılıklar kurulm aktadır."23

İbni H aldun, tarihte aktarm acılığa değiniyor ve şöyle diyor:

"İslam dünyasındaki tarihçilerin ileri gelenleri, geçm iş günlerin haberlerini


dolu dolu alıp topladılar. Yazdıklarının arasına koydular, sakladılar.
"Sonra asalaklar gelip yanlışın aldatıcılarına kattılar o haberleri. Bu alanda
kim i zam an sanılara, kuruntulara kapıldılar; kim i zam an da bilerek haber
uydurdular. A bartılm ış söylentilerden yaldızlıları aldılar, ötekilerle karıştı­
rıp sürdüler piyasaya. Ve uydurdukça uydurdular. D aha sonra gelenlerden
çokları da bunlara uydular, haber aktarıcılığında onları izlediler. Ö ncekiler­
den nasıl işitip aldılarsa öyle ilettiler bizlere. O lguların ve durum ların ne­
denlerini düşünüp kavram adan. U ydurm a haberciliğin sapık yollarını bırak­
m adılar, bu uydurm acılığa karşı koyalım demediler.
"İncelem e denen şey azdı bunlarda. Ayıklama, doğruların içinden yanlışla­
rı çıkarıp atm a yönü çok a z d ı.. ."24

İbni Haldun, bu açıklam asıyla tarihçiliği nasıl anladığını açıkça belirtiyor. Ve


tarih felsefesini açığa vuruyor: İbni H aldun, "yüzeysel" bir tarihçilik ve aktarm a­
cı (nakilci) bir tarihçilik istem iyor. B ir tarihçi, aldığı ve yazacağı "haber" üzerin­
de düşünsün, araştırsın, incelesin, gerekirse tarihçi olarak ad yapm ış olanlara, g e­
leneğe başkaldırsın, karşı koysun, hele hiçbir zam an uydu olm asın, sanılara, k u ­
runtulara kapılm asın istiyor.
İbni H aldun'dan önceki tarihçiliğin "öykücülük", geçm işten haber toplayıp
aktarm a (vak'anivislik) biçim inde olduğu, İbni H aldun’unsa tarihe ilkeler getirdi­
ği ve bir tarih felsefesi orta koyduğu konusunda, aşağı yukarı düşünürlerin tüm ü
birleşir. H em en hem en şu noktada birleşirler ki, İbni H aldun, tarih felsefesini
başlatan, ya da bu felsefenin başlayıp gelişm esinde çok büyük katkısı olan bir ta­
rihçidir. D üşünürler, onun tarih felsefesini kurduğu gibi, Batı'yı, bu konuyla uğ­
raşanları büyük ölçüde aydınlattığını da yazarlar. Birçok düşünür, çok geç tanın­
m ış olm asına karşın, ondan yararlandıklarını açıklarlar. Onu eleştirenler bile
onun tarih felsefesini önem sem ezlik etm ezler. Sözgelim i: İbni H aldun'u kıyasıya
eleştiren Tâhâ H üseyin bile onu bu konuda çok över.25 Ayrıca bu konunun "us­
ta" sı ve bu konuda "dâhi" olarak niteler.26

23 T ü rk A n siklo p ed isi"nden kim i sö z cü k ler y en ileştirilerek aktarılm ıştır. (T.D.)


24 Bkz. M u ka d d im e, c .l , s.65.
25 B kz. F elsefetu İb n i H a ld u n E l İctim a iyye, s.34.
26 B kz. a yn ı kitap, s.26.

144

Youtube: Tanrı Mı Varmış


O rhan H ançerlioğlu "tarih felsefesi"nin ne olduğunu ve ayrıca İbni H aldun'un
bu felsefedeki yerini şöyle anlatıyor:

"Tarih felsefesi, geçm işte neler olup bittiğini araştıran tarih bilim inden fark­
lı olarak, geçm işte olup bitenlerin nedenlerini araştırır. Bu bakım dan tarih
felsefesi, tarihsel oluşum u içinde genel felsefe alanının üç büyük dünya gö­
rüşüne göre sıralanır. M etafizik tarih felsefesi, bireyci tarih felsefesi, diya­
lektik tarih felsefesi. M etafizik açıdan işlenen tarih felsefesine göre, insan­
ların tarihi, Tanrı'nın iradesiyle yönetilm ektedir. Tanrı nasıl istem işse öyle
olm uştur, bundan sonra da öyle olacaktır. Temelde, m etafizikten başka bir
şey olm ayan bireyci tarih felsefesine göre, insanların tarihini büyük birey­
ler, eş deyişle üstün düşünceler yönetm ektedir, bu büyük kişiler nasıl iste­
m işlerse öyle olm uştur ve bundan sonra da öyle olacaktır. Ç ağdaş diyalek­
tik felsefesine göreyse, tarihi, üretim ilişkileriyle belirlenen toplum lar y a­
par. Toplum sal olayların nedenleri özdeksel [maddî] k oşullardır... Tarih
felsefesi, m etafizik ve bireyci açılardan işlenirken bile, çağdaş özdekçi
[m ateryalist] diyalektik anlayışın sezgisini taşım aktadır. Tarih felsefesinin
ve topum bilim in kurucusu sayılan A rap düşünürlerinden İbni H aldun'a
(1334-1406) göre, toplum sal olayların nedenini toplum un kendinde aram ak
gerekir. Tarih bilim iyle uğraşanları yanıltan şey, ulusların hal ve durum ları­
nın değişm ekte olduklarını unutmaktır. D eğişm e, Tanrı'nın bütün varlıklar
için koyduğu bir yasadır. D oğasal verim , özdeksel bir değişm eden ibarettir.
Toplum lar da insanlar gibi doğar, gelişir ve ölürler. H üner ve sanayiin ge­
lişm esi, toplum sal gelişm enin başında gelir. Hüner ve sanayiin gelişm esi,
... insanı düşünsel bilgilerle uğraşm aya yöneltir. Değer, em ekle belirlenir,
pazarda satılan buğdayda, iş ve em eğin değeri açıkça görünm ez ama, buğ­
dayın değeri, onu elde etm ek için harcanan iş ve em eğin değeridir. Toplum ­
sal olayların tem eli, ek o n o m ik tir..."27

H ançerlioğlu'nun bu değerlendirm esi gerçeği oldukça yansıtıyor. A ncak, bu­


rada İbni H aldun'un olduğu açıklanan görüşler arasında yer verilen "değişm e,
Tanrı’nın bütün varlıklar için koyduğu bir yasadır" tüm cesine bakıp, onun "m a­
teryalist" olm adığı sanılm am alıdır. Çünkü İbni H aldun'da ”Tanrı"nın, "dinsel
dünyada"kinden daha değişik bir anlam ı vardır. İbni H aldun'a göre "Tanrı", do­
ğal yasaların dışında değildir, yasaları hem "koyan"dır, hem de yasaların "kendi-
si"dir. G elişm eyi etkileyen bir çeşit "özgüç"tür. İbni H aldun, H ançerlioğlu'nun da
belirttiği gibi, toplum sal olayların nedenlerini, "toplum un kendisinde" aram ayı

27 O rh an H an çerlio ğ lu, F elsefe S ö zlüğü, R em zi K itabevi, İstanbul, 1973, s.303.

145
Youtube: Tanrı Mı Varmış
önerir. O ysa "dinsel çevreler", bu nedeni, kendi anlayışlarındaki "Tanrısal iş ve
hikm etlerde" aram ayı önerirler. G ene H ançerlioğlu'nun belirttiği gibi, İbni
H aldun'un tarih felsefesinde "toplum sal olayların" temeli "ekonomik"tir. İbni
Haldun anlayışında tem el etkenin "ekonom ik" olduğu görüşünü Ziyaeddin Fındı-
koğlu da paylaşıyor. A şağıda bu konu üzerinde ayrıca duracağız. Durum böyle
olunca İbni H aldun'un tarih felsefesini, m addî tem elin dışında düşünebilir miyiz?
İbni H aldun'un "tarih” anlayışının özelliği nereden ileri geliyor?
Ö zellikle iki şeyden ileri geliyor: B irincisi, "konu" olarak "toplum "u, "top­
lum sal yaşam "ı alm ası İkincisi de getirdiği "yöntem "dir. Bu iki tem el öğe, onun
"yeni bilim " diye nitelediği ve haklı olarak kendisinden önce bilinenler arasında
hiçbir tarihçinin haberi olm adığını belirttiği bilim e (toplum bilim e) önem ve özel­
lik kazandırıyor.
İbni H aldun, "yeni bilim "in konusunu şu sözle açıklıyor: "insana özgü 'üm ­
ran' ve insana özgü toplum "28 (H uve'l-um ranu'l-beşerî ve'l-ictim au'l-insanî'). Ya­
zarım ız, "üm ran" sözcüğünü, "uygarlık" ve "toplum sal yaşam " anlam larında k u l­
lanıyor.29 Tâhâ H üseyin, İbni H aldun'un, bağım sız (sui generis) bir bilim e, "top-
lum "u konu alan ilk düşünür olduğunu yazıyor.30 D aha önce aktardığım ız görüş­
lerden de anlaşılacağı gibi, birçok yazar ve düşünür de Tâhâ H üseyin'in bu yar­
gısını paylaşıyor.
İbni H aldun, "yeni bilim "in konusu olarak "toplum ”u alıyor ve bununla kal­
m ıyor, toplum u etkileyen nedenler, etkenler üzerinde de duruyor. Çoğrafi etken,
doğal etken, politik etken ve en başta da ekonom ik etken. Tâhâ H üseyin de İbni
H aldun'a göre bu etkenlerin toplum u etkileyip değiştirdiğini yazarken, onun bu
alanda "din"e ve "metafiziğe" yer verm ediğini açıklar.31
İbni H aldun'un, kendisini anıtlaştıran yöntem inin ne olduğuna gelince:
İbni Haldun, bu yöntemini çok geniş ve örneklerle anlatır. Burada kısaca şunu
belirtelim ki, İbni Haldun yöntem inde en önem li olan üç şey: yansızlık, eleştiri, ve
toplum a, toplum un gelişm esine, değişm elere egem en olan yasaların bilinmesidir.
İbni H aldun, bu sonuncusunun hepsinden daha önemli olduğunu özellikle belirti­
yor. Tarih alanında "yansız" olam ayan, "eleştiri"ye yer verm eyen ve hepsinden da­
ha önem lisi, toplum yapılarını ve toplum yapılarına egem en yasaları bilm eyen ta­
rihçinin "her zam an yanlışa ve yanılgıya" düşeceğini açıklıyor. İbni H aldun'un top­
lum sal yasalarında Tâhâ Hüseyin'e göre, önem li şu üç yasa var: "N edensellik” ya­
sası ("kanunu'l-illiyye"), "benzerlik" yasası ("kanunu'l-teşâbüh") ve "benzemezlik"
yasası ("kamınu'l-tebâyun").32 Tâhâ Hüseyin'in "benzemezlik" yasası diye anlattı­

28 B kz. M u ka d d im e, c . l , s .123.
29 "Ü m ran" sö zcüğü için bkz. M uka d d em e, c . l , 8 no'lu not.
30 B kz. F elsefetu İb n i H a ld u n E l Ictim a iyye, s.58.
31 B kz. A ynı kitap, s.45.
32 B kz. F elsefetu İb n i H aldun E l İctim a iyye, s.40-47.

146

Youtube: Tanrı Mı Varmış


ğı konuda, İbni H aldun, "değişme"lere, "süreç"lere ("vetîre") son derece önem ver­
diğini gösteriyor. Onun bu konudaki sözlerinden bir parçaya, yazım ızın başında yer
verdik. Kendisi bu konuya çok önem verdiği iç in ...
İşte İbni H aldun'un "toplum bilim ci" sayılm asını ve kim ilerince "toplum bili­
m in kurucusu", "çağdaş toplum bilim cilerin atası" diye nitelenişini sağlayan,
onun bu ve benzeri görüşleridir. Tarih anlayışı ve getirdiği yöntem dir. B ilim dün­
yasına sunduğu "yeni bilim"dir.

Toplum ile İlgili G örüşleri

İbni H aldun, toplum sal yaşam ı "zorunlu" sayar. N eden zorunlu saydığını
uzun uzun anlatır. Bu konudaki görüşlerini tanıtlayan örnekler sıralar. "İnsanın
*
besinini tek başına elde etm eye gücü y etm e z ..." diyerek başladığı açıklam asının
sonunda, ekonom ik nedenlerin, "toplum sal yaşam "ın vazgeçilem ezliğinde en b ü ­
yük rolü oynadığını ortaya koyar. H atta "toplum sal yaşam ı", ekonom iye dayan­
dırır da denebilir. Çünkü ekonom iyi tem el etken olarak işler. Sonra dünyanın an­
cak "toplum la bayındır durum a" getirilebileceğini, toplum olm adan doğanın d e ­
ğiştirilip yaşanır biçim e sokulam ayacağını belirtir. C oğrafya çevresi ve iklim ko­
şulları üzerinde de durarak, toplum ları, çeşitli toplum birim lerini ve biçim lerini
bu açıdan da inceler. Çeşitli etkileri açıklar, sonuçlar çıkarır. Ayrı bir ana bölü­
m ün çeşitli bölüm lerinde insan ilişkilerini, aile, boy, kabile ilişiklerini, kısaca
"toplum sal yapı"lan, bu arada değerleri, kuralları, gelenek ve görenekleri, alış­
kanlıkları yani "kültürel y a p ı'y ı, gene bu arada ve ayrı ayrı bölüm lerde değişik
yönetim leri, egem enlik evrelerini, politik gelişm eleri ve böylece "siyasal ya-
pı"ları ele alıp geniş ve ilgi çekici açıklam alarda bulunur. Toplum u anlatır, top-
lum -devlet ilişkisini anlatır. Toplum ve devlet yaşam ındaki gelişm eleri ve değiş­
m eleri anlatır. Toplum u ilgilendiren ne varsa söz konusu eder. Ç ünkü eğildiği
"yeni bilim "in konusu "toplum "dur, bölüm leri, sorunları (ve m esailuhu) da top­
lum sal sorunlardır. İbni H aldun, hangi konudan söz ediyorsa "toplum u"u ve "üm ­
ran"! (toplum sal yaşam ve uygarlık) ilgilendirdiği için söz ediyor. İbni H aldun,
toplum psikolojisine ve toplum ya da topluluk üyelerini birbirine bağlayan bağ­
lara, örneğin kabilelerdeki "kan bağı"na, yakınlık-akrabalık ilişkilerine, dayanış­
m ayı sağlayan etkenlere, "topluluk"ların gücüne ve bu güçlerle elde edilen so­
nuçlara da çok önem verir. Bu alanda kullandığı ve düşünürlerin üzerinde durup
çeşitli yorum lar yaptıkları "el asabiyye" ya da "asabiyet"33 sözcüğü vardır ki, bu
sözcük, toplum ve devlet gelişm eleriyle ilgili bölüm lerde sık sık geçer.

33 Bu sö zcü ğ ü n an lam ı için bkz. M ukaddime, c .l'd e k i 37 nolu açıklayıcı not.

147
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Toplum ların G eçirdikleri Dönem ler, Evreler

Tâhâ H üseyin'e göre, İbni H aldun'un bu konudaki görüşünü şöyle özetlem ek


m üm kün:
Toplum ların üç dönem i ("tavır"ı) vardır: a) İlkel yaşam (ayşetu'l-bedv) döne­
mi. Bu bölüm e çöl yaşam ı ve kırsal yaşam sürenler girer, b) D evlet kurm a döne­
mi ("fetih yoluyla"), c) Yerleşik (kentsel) yaşam , zenginlik, savrukluk, eğlence,
durgunluk ve ardından yıkılış dönem i.
Birinci dönem de toplum lar, "kabile", "aşiret", düzeni içinde yaşarlar. G erek­
sinm elerinin ve geleneklerinin dışında yasa bilm ezler. Yalnızca gereksinm e duy­
dukları ya da geleneklerinin ittiği doğrultuda davranırlar. İkinci dönem de giriş­
tikleri "fetih"ler ve başka toplum ları yenm e-ezm e sonucunda, kabile yönetim in­
den devlet yönetim ine geçerler. Bu dönem de "yasa" nedir bilirler ve düzenlerini
sağlayan yasalar yaparlar. Yalnızca gereksinm elere ve geleneklere değil, bu ya­
salara uyarlar artık. Ü çüncü dönem deyse yerleşik ve kentsel yaşam ın gerek ve
alışkanlıklarına göre yaşanır. Yenilgiye uğratılan toplulukların geleneklerine, ho­
şa giden yaşam larına uyulur. Z engin, parlak yaşam ve eğlenceye düşkünlük gös­
terilir. Bu arada bilim e, tekniğe yönelm eler görülür. Bu aşam adaki toplum un ya­
şam ı, yıkılıncaya ve yok oluncaya dek böyle sürer gider.34
Tâhâ H üseyin, İbni H aldun'un bu konudaki görüşünü böyle özetler. O rhan
H ançerlioğlu'ysa üç değil, beş dönem de özetler yazarım ızın konuyla ilgili görü­
şünü:

"G öçebelikten ülkelere saldırm a tavrı, aldıkları ülkelerde ekonom ik ege­


m enlik tavrı, gittikçe zenginleşm e tavrı, barışçılık ve gevşem e tavrı, sefahat
ve eğlenceye dalarak çökm e tavrı."33

Ziyaeddin Fındıkoğlu da, "tavırlar teorisi" başlığı altında, İbni H aldun'un bu


konudaki görüşünü şöyle yansıtır:

"Asabiyetle donatılm ış ilk kavim ler, hayatları boyunca bazı tavırlar gösterir­
ler. B unlar ilk defa, zuhur ve zafer tavrı yaşarlar. Siyasal lider ve ahlak bera­
berliği, bu zaferin tem el nedenidir. Sonra ’infırad' devri başlar. Lider ve çev­
resindekiler kütleden ayrılırlar. Ve ferağ hali yaşarlar. Şimdi durgunluk zam a­
nıdır. Egemenliği elde bulunduranlar, zuhur ve zafer devrinin çocuklarıdır.
Asabiyetleri, gerginliğini kaybetm ek üzeredir. Fakat gene de güçlü dönem in
hatıralarını anarlar. Sonunda israf dönem i başlayacak, bir başka asabiyet sa­
hibi kavim zuhur edecektir. Egem enlikler nöbet değiştirecektir."36

34 B kz. F elsefetu İb n i H aldun İctim a iyye, s.82-83.


35 F elsefe A n sik lo p e d isi, s. 114.
36 T ü rk A n siklo p ed isi, "İbni H aldun" m addesi. (K im i sö z cü k ler yenileştirilerek ak tarılm ıştır.-T .D .)

148

Youtube: Tanrı Mı Varmış


G erek Tâhâ H üseyin'in, gerek H ançerlioğlu'nun, gerek Fındıkoğlu'nun özet­
lem eleri, aşağı yukarı aynı şeyleri anlatm ış olsalar bile, İbni H aldun'un anlattık­
larını tam yansıttıklarını söylem ek biraz güçtür. Bunu, çevirinin ilgili bölüm leri­
ni okuduğu zam an okur da görecektir. H ele ikinci ciltten sonra bu durum daha iyi
anlaşılacaktır.
Z iyaeddin Fındıkoğlu, altında görülen açıklam asına şunu ekliyor:

"İbni H aldun'un bu görüşü, "uzviyetçi" (organizm acı) bir görüşe dayan­


m aktadır. Kendi deyim iyle 'ömr-ü beşerle öm r-ü cem iyet'i, analoji yoluyla
yaklaştırm akta, biyolojik determ inizm i, sosyolojik determ inizm iyle devam
ettirm ektedir."

O rganizm acı G örüş ve ib n i H aldun


İbni H aldun'u yorum layan çoğu kim se, onun "organizm acı" görüş taşıdığını,
ya da görüşünün "organizm acı" olduğunu ileri sürer. Bu, ne ölçüde gerçeği yan­
sıtıyor?
Bilindiği gibi bilim çevreleri, birçok alanda olduğu gibi toplum bilim de de
birtakım "teori"ler, teori "m odel"leri belirlerler, "sınıflam a"lar yaparlar. A m a ne
denli "bilim sel" olursa olsun "sınıflandırm alar" değişiktir. K im i bir türlü, kim i bir
başka türlü sınıflandırm a yapar.37
Bu "sınıflandırm a"ların haklı gerekçesi vardır elbette. Sözgelimi, Emre Kongar,
"her bilim dalı, ister doğal, ister toplumsal olsun, inceleyeceği konuyu daha iyi an ­
layabilm ek için m odeller kullanır" diye başlar ve gerekçeyi anlatm aya koyulur.38
Ne var ki aynı Emre Kongar, kitabının bir başka yerinde de şunları yazar:

"A slında toplum sal bilim lerde yapılan her sınıflam a eksik ve hatalı olm aya
mahkûm dur. Çünkü her düşünürün ya da toplum sal bilim cinin m odeli, az
ya da çok, öbürlerinden farklı öğeler taşır. Öğretici ve çözüm leyici am aç­
larla yapılan sınıflam alar ise, bu farklılıkları genellikle ihmal eder. A slında
yapılan sınıflam alar da birbirini tu tm az... Yapılan her sınıflam a, sınıflam a­
yı yapan kişinin am acına, görüşüne ve yaklaşım ına göre değişm ektedir. Bu
nedenle, biz de bu çalışm ada, şim diye kadar yapılm ış olan bazı sınıflam a­
lardan çok daha farklı olm ayan bir sınıflam ayı ortaya koyduk. Pek doğal
olarak bizim sınıflam am ız da yukarda, sınıflam aların getirdikleri sakıncılar
olarak sayılan bütün sakıncaları ve m uhtem elen bazı ilâveleri beraberinde
taşım aktadır."39

37 D eğişiklikleri görm ek ve karşılaştırm ak için bkz. S orokin, B ir B unalım Ç ağında Toplum F elsefele­
ri, çeviren: M ete Tunçay, Bilgi Yayınları, A nkara, 1972; E m re K ongar, Toplum sal D eğişm e, Bilgi
Yayınları, A nkara 1972; P rof Şazi K ösem ihal, Sosyoloji Tarihi, R em zi K itabevi, İstanbul, 1974.
38 B kz. E m re K ongar, T oplum sal D eğ işm e, s.34.
39 B kz. a g e, s.53.

149
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Şim di düşünün, İbni Haldun için "görüşü, organizm cı görüştür" deniyor. İbni
H aldun'dan aldığı alıntıyı, kitabına koyduğu bölüm e bakılırsa, Em re K ongar da
aynı eğilim de.40 Yani o da yazarım ızı "organizm acı” kuram cılar arasına koyuyor.
İyi am a, İbni H aldun'u başka kuram cılar arasında gösterenler de var, ona ne di­
yeceğiz? Sözgelim i: "Taklit" konusundaki düşüncelerinden dolayı G. Tarde'a
benzetenler var, ”ırk"larla ilgili görüşlerinden dolayı G obineau'ya benzetenler
var, coğrafya çevresinin ve iklim lerin etkilerine ilişkin görüşleri dolayısıyla
"coğrafyacı görüş" te olanlara benzetenler var, bundan ve "nedenselliğe" ilişkin
görüşlerinden dolayı M ontesquieu'ye benzetenler ve "A rapların M entesquieu'sü"
diye niteleyenler var. D aha başka düşünürlere, kuram cılara benzetenler ve bu
arada ”M arx”ın görüşünün öncülü olduğunu söyleyenler var. B aşlangıçta aktar­
dığım ız yazarlarda da bu, açıkça görülür. Ö yleyse, İbni H aldun'u bir bütün ola­
rak ele alıp değerlendirm eden, tarihte toplum bilim de "organizm acı" diye nitele­
m ek olası mı? "O rganizm acı görüş"te olanlardan birini, en ünlülerinden birini
alıp karşılaştıralım kısaca:
Ö rneğin, A lm an düşünürü, O sw ald Spengler (1880-1936): A lm an faşizm inin
teorik öncülerinden biri. O rtaya koyduğu tarih felsefesini açıklayan yapıtı, A l­
m anya'nın Birinci D ünya Savaşı yenilgisinden hem en sonra yayınlanm ış, em per­
yalizm in ideologları arasında hayli ilgi görmüştür.
N e diyor Spengler? Em re K ongar'ın kitabında şöyle açıklanır:

"Spengler de, kültürleri organizm alar olarak görür. 'Tarih, bu organizm ala­
rın ortak biyografisidir. H er kültürün çocukluğu, gençliği, erginliği ve yaş­
lılığı vardır. H er kültür kendi uygarlığını yaratır. U ygarlık, kültürel organiz­
m aların son aşam ada ortaya koydukları bir olgudur. Uygarlık aşam ası, koz­
m opolit kentleşm e, bilim sellik, halkın kitleleşm esi ile belirlenir. İlk aşam a­
lardaysa kan bağlılığı ve topluluk (cem aat) havası egem endir. Uygarlıklar,
ölm eden önce ikinci bir dinsel aşam a geçirirler. Eski R om a yönünden H ıris­
tiyanlık bunun örneğidir."41

Bu görüşlerle, İbni H aldun'un bu konuya ilişkin görüşleri arasında benzerlik­


ler bulunduğu kuşkusuz. A m a sadece "benzerlikler" var. Belki de, H ilm i Z iya Ül-
ken'in açıkladığı gibi (yukarıda Ü lken'den aktarılan alıntıya bakınız), Spengler,
İbni H aldun'un görüşlerinden etkilenm iştir. O nun görüşlerinden işine gelen yan­
ları alıp yansıtm ıştır. B ununla birlikte "benzerlikler'in ötesindeki "fark lar'ı, hem
de çok önem li farkları da görm ek gerek. En önem li fark da şudur: İbni H aldun,
"m adde"yi ve ”ekonom i"yi tem el alır. "K ültür"ü ve "kültürel değişm eler"i "öz"de
("li zatihî") görm ez, "geçim" ve ”besin"e yönelik çabaların "arızî" ve bu alanda­

4 0 B kz. ayn ı kitap, s .5 1.


41 B kz. a yn ı kitap, s.56.

150
Youtube: Tanrı Mı Varmış
ki toplum sal yaşam a, "um ran"a göre değişen yansım alar olarak görür. İbni
H aldun, "bağım sız", "eşsiz" kültürler tanım az. Ve İbni H aldun'un, gerek toplum
ve gerek devlet yaşam ım insan yaşam ına benzetm esi, "doğm a, erginleşm e, yaş­
lanm a ve ölm e" gibi dönem lere ayırm ası, gene Spengler ve benzeri organizm a-
cılardan farklıdır. Çünkü İbni H aldun'a göre, yalnızca "yaşlanm a" dönem inde d e­
ğil, "her an" oluş (kev) ve çözülüş (fesad) vardır. D eğişm e ve yenileşm e her an
söz konusudur. B ir başka deyişle ona göre çözülen ve ölen bir şeyde aynı zam an­
da "doğm a"da vardır. İbni H aldun, her şeyin her an "değiştiğini" yeri geldikçe
vurgular. "D oğm a, gelişm e, erginleşm e, yaşlanm a, ölüm" gibi evrelerden söz et­
m esi de, her şeyin, bu arada toplum un ve devletin de durum değiştirdiklerini an ­
latm ak içindir. Çünkü İbni H aldun'a göre her şey birbirine bağlıdır ve her şey
"sürekli" durum değiştirir. O nun için bu "değişm eleri" göz önünde tutm ayan ta­
rihçinin yanılgıya düşeceğini açıklar. O nun için "süreç" ("vetîre") sözcüğünü
kullanır. İbni H aldun'da evrim ci düşünce de vardır. "D üşünen insan"a değin n a­
sıl gelindiğini uzun uzun anlatır. Ve İbni H aldun, Spengler gibi "kaderci"değildir.
T üm bunlardan sonra, onu, Spengler'le aynı sıraya koym ak doğru olabilir mi? Ya
da öteki "organizm acı" düşünürlerle? Y ineleyeyim : Arada büyük ölçüde benzer­
likler var; am a çok daha büyük ölçüde farklar da var. U nutulm am ası gereken bir
şey daha var: İbni H aldun "dönem ler" ("tavır"lar) ile ilgili görüşünü, inceleyebil­
diği toplum yapılarındaki gözlem lerine dayanarak ortaya atıp işlem iştir. İbni
H aldun'u değerlendirirken bunu da göz önünde tum ak gerekir.
H ançerlioğlu şunları yazar:

"İslam bilgini İbni H aldun'a göre bu (toplumsal gelişm enin durm ası anlam ın­
daki) çökme, hiçbir toplum un kaçınam ayacağı genel yasadır. M etafiziğin,
gözlem lediği bu o lg u y u ... Kari M arx bilim sel olarak çözümlemiştir: Bir top­
lum, üretim güçleriyle üretim ilişkilerinin birbirine uygunluğu halinde gelişir,
üretim ilişkileri, üretim güçlerinin gelişm esine engel olm aya başlayınca çök­
m e ve üretim güçlerinin gelişm esine uygun yeni üretim ilişkilerinin kurula­
cağı üstün düzeyde bir sosyo-ekonom ik biçimlenmeye dönüşme kaçınılm ız-
dır. Ü retim ilişiklerinin, üretim güçlerinin gelişmesine sürekli olarak destek
olacağı bir toplum da, örneğin sosyalizmde, durma ve çökm e olm az."42

H ançerlioğlu'nun İbni H aldun yönünden yanıldığı söylenebilir. Tâhâ H üse­


yin'in, İbni H aldun'un "tavır"lar konusundaki görüşüyle ilgili benzetm esi de, y a­
nılgıyı açıkça gösterir:

"[İbni H aldun'a göre:) Toplum genel niteliğiyle bir ırm ağa benzetilebilir.
Yatağı hiçbir zam an kurum ayan bir ırm ağa. K esintisiz yenileşerek akıp git­

4 2 O rh an H an çerlio ğ lu , F elsefe A n siklo p ed isi, "D eclin" m addesi, R em zi K itabevi, İstanbul, 1976,
s.274.

151
Youtube: Tanrı Mı Varmış
tikten sonra denize her dökülüşünde yeni olarak dökülen bir ırm ağa. Bu ır­
m ak, çölden ya da kırsal bir kesim den çıkar. Yatağında ilerlerken tepelere
rastlar ve eğilm ek zorunda kalır. Yengi ve yenilgi dönem leri budur işte. Ir­
m ak, tepeleri geçm eyi başardığında doğrultusunda çok daha güçlü olarak
akışını sürdürür. İşte tam bu sırada, kentsel yaşam ın çeşitli iş ve uğraşları­
nın doğum sancısını çekm ektedir toplum . Irm ak ilerler, am a bir gün işin so­
nuna gelir, akışını yavaşlatır, sonunda durur. O sırada da deniz yutar ırm a­
ğın sularını. A m a denize dökülenleri, [aynı ırm ağın yatağında] yeni sular
izler ve her zam an 'yeni' sular akar."43

K ısacası: İbni H aldun'a göre, bir toplum un "yok olm ası", sanıldığı anlam da
bir yok olm a değildir, "denize dökülm e"dir. H er dökülüşte "yenileşerek". K uşku­
suz, gerçek çözüm , Kari M arx'ın getirdiği öğretiyle gerçekleşm iştir. A ncak, İbni
H aldun'u da iyi anlam ak gerek.

Devlet ve Egem enlik ile İlgili G örüşler

İbni H aldun'un anlayışında, devletten, toplum u ilgilendirdiği için söz edilir.


Bu nedenle devlet, toplum dan ayrı düşünülem ez. Toplum için hangi dönem ler
söz konusuysa, devlet için de aynı dönem ler söz konusudur. Ancak, toplum için
"yok oluş" yoktur. Tâhâ H üseyin'in düşünürüm üzü yorum larken yaptığı yerinde
benzetişiyle, "bir ırmak" gibi "yeni sularla yenilenerek akışı" vardır. Tüm ırm ak­
ların vardığı bir "deniz"e, okyanusa dökülüşü vardır. Devlet için "doğuş", "geliş­
m e", "yaşlanm a" dönem lerinden sonra "ölüp gitm e" kaçınılm az bir sondur. Bu
"son" gelince devlet yıkılıp gider, am a toplum kalır ve yıkılan devletin yerini bir
başka devlet alır. Yeni devleti de ya giden devletin kurucusu olan toplum , ya da
bir başka toplum kurar. A m a hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, "toplum ", yeni­
lenerek kalıcılığını sürdürür. B ir başka toplum içinde "erimiş" olsa bile.
D evlet, çeşitli koşullar nedeniyle biçim den biçim e girer. Devlet ve egem en­
lik, toplum un ilkel ve göçebe dönem inde başkadır, yerleşik ve kentsel yaşam dö­
nem inde başkadır.
B aşlangıçta "kabile" düzeni vardır. Sonra devlet düzenine ulaşılır. D evlet d ü ­
zeninde de çeşitli evreler vardır. "Fetihçilik" evresi, yerleşik ve kentsel yaşam
dönem indeki, bir ölçüde oturm uşluk evresi ve "parlak" dönem i izleyen "çökün­
tüye gidiş" evresi ("tavr") vardır.
H er evrede de tem el dayanak, "ekonom ik" koşullardır. Sözgelim i: D evlet,"fe­
tihçilik" dönem inde neden "fetihçi"dir? İbni H aldun'a göre, bunun tem el nedeni
ekonom iktir. Devlet, ekonom ik koşullar nedeniyle şuraya buraya saldırm a poli­

43 B kz. F elsefetu İb n i H aldun E l İctim a'ıyye, s.83.

152

Youtube: Tanrı Mı Varmış


tikası izler. "G anim et"ler sağlam ak, ya da daha verim li topraklar elde etm ek. Te­
m el neden bu. "Din" de vardır. A m a "din" etkeni bu tem el nedene bağlıdır.
İbni Haldun görüşlerini tanıtlam ak ve som utlaştırm ak için sık sık örneklere
başvurur. Bu alanda başvurduğu örneklerden biri, Ö m er'in bir söylevidir. İbni
H aldun, bu örneği şöyle sunup açıklar:

"Tanrı hoşnut olası Ö m er'den aktarılagelen sözleri, bu konuda düşünüp d e­


ğerlendirebilirsin: O na ’biât' edildiğinde ve o kalkıp halkı Irak'a kışkırtırken
şöyle dem işti: 'H icaz yöresi, sizin için bir yurt olam az. Sadece, otlak ve av
alanı olabilir. Bu yörenin halkı, bunun dışında bir olanak sağlayarak güçle­
nem ez. N erede o, T ann'nın verdiği söze dayanarak göçen Kur'an okuyucu­
lar! H aydi, T ann'nın kitabında, m iras olarak alacağınıza ilişkin söz verdiği
topraklara doğru, yeryüzünde koşup dolaşın [saldırın]! Tanrı o Tanrı'dır ki,
dinin, tüm dinlere üstün kalsın diye, size peygam berini doğru yol ve hak
dinle gönderdi. Putataparlar bunu istem eseler de' dem işti Tanrı. (Tevbe S u ­
resi, ayet 33.)”44

Dikkat edilirse düşünürüm üzün konuyla ilgili olarak verdiği öm ek, çok ilginç­
tir. "Fetih"ler için "temel neden"in "ekonomik" olduğu açık seçik görülüyor. Bura­
da "din" de kullanılıyor, ama "yardımcı" ve "kışkırtma" ("teşvik") aracı olarak kul­
lanılıyor. Ekonom ik olanakları sağlam ak için kullanılıyor. Halkı daha çok coştur­
mak için. Bundan öteye gitm iyor "din" etkeni. "Tanrı da sizin şuraya buraya saldı­
rıp olanaklar elde etmenizi istiyor. Sizi başarılı kılacağına da söz veriyor. Başka
toplum lardan 'miras" olarak alacağınız topraklar vardır. Tanrı bunu Kur'an'da açık­
lamıştır. Haydi koşun, koşun da yeni topraklar elde edin, güçlenin. Yoksa bu Hicaz
yöresinde güçlenem eyecek, aç kalacaksınız. G özünüzü açın, durmayın!.." dem ek
isteniyor. Ömer'in devlet politikasının ne olduğu açıkça görülüyor burada.
İbni H aldun bu örneği verdikten sonra açıklam asını şöye sürdürüyor:

"Bu durum u, Yemen hüküm darları, H im yerliler gibi eski A raplarda da gö­
rüp, üzerinde düşünebilirsin. B unlar bir kezinde Yemen'den B atı'ya doğru,
bir başka kez, Irak'a ve H indistan'a doğru nasıl akınlar yaptılar düşün! Top­
lum lar içinde A raplardan başka hiçbir toplum da bu denlisi görülm em iştir.
Batı'daki [B erber topluluklarından] M ülessim ler'in durum u da öyledir.
B unlar da devlet ve egem enlik girişim inde bulununca, Sudan yöresindeki
birinci bölgede bulunan dolaşım yerlerinden kalkarak, Endülüs [İspanya]
illerindeki 5. ve 6. bölgelere değin tırm anm ışlardır. Hem de hiçbir taşıyıcı
araç olm aksızın.

4 4 B kz. M ukaddime, c .l . B irinci A n a B ölü m ü n Y irm ibirinci Bölüm ü.

153

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"Yabanıl [ilkel] toplum lann durum u böyledir işte. Onun için bu toplum la-
rın ülkelerinin sınırları çok geniş olur, 'm erkezlerden' [hüküm et m erkezle­
rinden] de çok uzak yörelere u la şır..."45

İbni H aldun'un dem ek istediği açıktır: B ir devlet ve egem enlik kurulurken de,
devlet ve egem enliği ayakta tutm a, güçlü kılm a çabalan gösterilirken de, tem el
am aç, ekonom iktir. D evlet politikası, kurulurken de, yaşatılırken de bu tem el
am aca dayalı olarak yürütülür.
A ncak, İbni H aldun'un her konuda olduğu gibi bu konudaki görüşleri de bi­
reysel değil, toplum saldır. Yani bireyden çok, toplum ve topluluk önem lidir. İb­
ni H aldun için.
Bu nedenle düşünürüm üz, ister "kabile" düzeninde, ister "devlet" aşam asında
olsun, egem enlik için "topluluk gücü"nü ilk koşul görüyor. Bu am açla da "kan
bağı", yakınlık, akrabalık bağı, aile, boy, kabile, topluluk gücü, topluluk, inanç
birliği, ruh birliği, dayanışm a, karşılıklı yüküm lülükler ve sorum luluklar yüklen­
m e gibi anlam lara gelen ve topluluktan topluluğa, düzenden düzene, ortam dan
ortam a değişen "el asabiyye" ya da "asabiyet" diye bir şey işler ve buna çok
önem verir. D evlet kurulurken de, yaşatılırken de bunun çok önem li olduğunu
anlatır. Art arda gelen birçok bölüm ler içinde ve geniş açıklam alarla dile getirir
bu yoldaki görüşlerini.
İbni H aldun, bir devlet ve egem enliğin yaşam ası için "erdem li olm a"yı da k a­
çınılm az bir koşul sayar. Ö zellikle devletin başındakilerin ve devlet politikasıyla
uğraşan yetkililerin "kesinlikle erdem li olm aları gerektiği"ni savunur. "Er-
dem "ierin başında da "adelet"e yer verir. H alka zulm etm ekten titizce sakm ılm a-
sını, halka altından kalkam ayacağı yükler, vergiler yüklem em eyi öğütler. Tersi­
ne davrananların egem enliklerinin öm ürlü olam ayacağını söyler. H atta devlet ve
egem enliği kurm a girişim inde bulunurken bile bu tür erdem lerin gerekli olduğu­
nu, bu erdem leri taşım ayanlara halkın değer verm eyeceğini yazar. Sonra devle­
tin halkın "yarar"ı için, yani bu savla kurulduğunu, böyleyken, "zulüm ", haksız­
lık gibi halkın zararına olan şeyler geçerli kılınırsa, kuruluş am acına ve savm a
ters bir durum ortaya çıkacağını, bunun da egem enlerin varlıklarını sürdürm ele­
rine engel olacağını açıklar. İbni H aldun, devlet ve hüküm et biçim inden çok, bu
"erdem "lere ("fazilet", "hilalu'lhayr") hepsinin başında da "adalet"e ve özellikle
"vergi adaleti"ne önem verir. B unlardan uzaklaşm ayı, "çöküş" nedenlerinin
önem lileri arasında sayar.
İbni H aldun'un "devlet ve hüküm et biçim i" konusundaki görüşlerine ikinci
ciltte değineceğiz.

45 B kz. ay n ı bölüm .

154

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Din ile İlgili G örüşleri

Ö m ek olarak kendi yazdıklarından birkaç parça aktarıp üzerinde düşünelim :

"Felsefeciler, peygam berlik kurum unu, akıl kanıtıyla tanıtlam aya yöneldik­
leri zam an, savlarını, bu kanıta [bir düzenleyici bulunm ası gerektiği kanıtı­
na] dayandırırlar. Böyle bir eklem e yaparlar, Peygam berliğin insanlara ö z­
gü doğal bir şey olduğunu da eklerler. Sözünü ettiğim iz kanıta başvurarak
sonuca ulaşırlar. 'İnsanlık için bir düzenleyici hakem gereklidir' diye yola
çıkarlar, sonra şöyle derler: 'Bu düzenleyicinin yargısı, Tanrı katından gel­
diği varsayılan bir şeriat ile [bir din ile] oluşur. O şeriatı, insanlardan biri
getirir. G etiren kişinin, insanlar arasında sivrilm iş biri olm ası gerekir. Tan­
rının kılavuzluğuyla sivrilm iş biri. Böyle biri olm alıdır ki, halkın teslim ol­
m ası ve kabul etm esi gerçekleşebilsin. Böyle olm alıdır ki, insanların içinde
ve üzerinde kurulan egem enlik, karşı konulm adan ve kargaşaya uğram adan
yerleşebilsin.'

"Felsefecilerin bu akıl yürütm eleri, senin de göreceğin gibi, kesin kanıta d a­


yalı değildir. N eden dersen: varlık ve insanlığın yaşam ı, öyle Tanrı'dan din
getiren biri olm aksızın da oluşup gelişebilir. D üzenleyici hakem , egem en,
kendinde bulduğu güçle ya da yakınlarının yardım larıyla, insanlar üzerinde
gücünü gösterip, egem enlik kurabilir ve insanları kendi doğrultusuna çek e­
bilir. Düşünün: K itaplılar (ehli kitap) ve Peygam berlere uyanlar, kitapları
olm ayan ateşe tapanlardan sayıca daha azdırlar. G erçekten, ateşe tapanlar,
dünyada en kalabalık topluluklardan birini oluştururlar. K itapları, Peygam ­
berleri olm adığı halde, onların da yönetim leri ve uygarlıkları vardır. N ere­
de kaldı ki, yaşam larını sürdürem em iş olsunlar. Çağım ızda da [14. yüzyıl­
da) K uzey ve G üney kesim lerdeki bölgelerde onların devletleri ve uygarlık­
tan vardır.

"A m a insanlığın yaşam ı açısından iş ele alındığında durum başkadır. D ü­


zenleyici öndere kesin gereksinm e vardır. İnsanlığın yaşamı onsuz kesinlik­
le olam az.

"Bu açıklam adan açıkça anlaşılır ki, felsefeciler, Peygam berlik kurum unun
gerekliliğini tanıtlarken yanlışa düşüyorlar. Ve şu bir gerçek ki, P eygam ber­
lik kurum u, akla dayalı bir şey değildir. Onu bildiren, duyuran dindir sade­
c e ..." 46

"D insel çağrı, topluluk gücüne dayanm adan, sonucu ulaşam az. Nedeni: d a­
ha önce de belirttiğim iz gibi, kam unun yöneltildiği her işin, her girişim in,

4 6 B kz. M ukaddime, c .l , s.43.

155
Youtube: Tanrı Mı Varmış
sonuca ulaşabilm esi için, kesinlikle bir yakınlık bağının, topluluk gücünün
desteğinde olm ası gerekir. D aha önce de sözü geçen sağlam bir hadiste Pey­
gam ber şöyle der: 'Tanrı, toplum unun desteğinde bulunm ayan hiçbir P ey­
gam ber gönderm em iştir.'"47

Bu iki konudaki anlattıklarından aktardıklarım ız bile. İbni H aldun'un, "din"


olayına nasıl baktığını ortaya koym aya yeter: İbni H aldun'a göre, insanlığın y a­
şam ı için Peygam berlik kurum una gerek yoktur. Toplumlar, Peygem bersiz ve
Tanrısal kitap olm adan da yaşayabilirler. "Yaşamak" ne söz, gelişebilir, devlet ve
uygarlıklar da kurabilirler. Peygam berlik, akılla kanıtlanam ayacak bir şeydir,
"aklî değil, "naklî"dir. Toplum yaşam ı için Peygam berlere değil, Peygam berler
olsun ya da olm asın "düzenleyici" öndere gerek v ard ır... G ene düşünürüm üze
göre, "din davası, topluluk gücüne dayanm adan" yürüyüp başarıya ulaşam az.
Peygam ber'in kendisi bile bunu itiraf etm iş, "toplum unun desteğine dayanm ayan
hiçbir Peygam beri, T ann’nın gönderm ediği"ni söylemiştir.
İbni Haldun, "din"in başlangıçta, "kabile" gücüyle doğrulup yaşatıldığını sık sık
işler. Eğer kabilesinin desteği olm asaydı, Hz. M uham m ed'in de peygam berlik da­
vasını, "din çağnsı"nı, başanya ulaştırabilirdi diye düşünülem eyeceğini anlatır.
İbni H aldun, "devlet düzeni, dinsel kurallara dayanm ak zorundadır" yargısı­
na katılm adığım açıklayabilm iş bir düşünürdür. A dnan A dıvar'ın da, İslâm Ansik-
lopedisi'mn "İbni Haldun" m addesinde belirttiği gibi, düşünürüm üz, "Hilâfet" ve
"im am et" konularında da açık, özgür görüşlerle ortaya çıkm ış, "hüküm et işinde
şeriatın ille de gerekli olm adığını" açıklam ıştır. A dnan Adıvar, bu tür görüşler bu­
lunduğu için M ukaddim e'nin, İkinci A bdülham it dönem inde "yasak" kitaplar ara­
sına sokulm uş, "tercüm esi ve aslı" yasaklanm ış olduğunu yazar.
İbni Haldun "şeriat"ın "hükümet için şart olmadığını" açıkladığı zaman, böyle
bir görüşü açıklam ak büyük bir yüreklilik işiydi. Herkeste yerleşen bir inanç var­
dı: devlet ve hüküm et "şeriaf'sız olam az. "Tanrı, Kur'an'da her şeyi ayrıntılarıyla
açıklamıştır. H er kuralı koymuştur. Nasıl bir yönetim olması gerektiğini, insanlann
hangi kurallara uymak zorunda bulunduklarını açıklamıştır. H er konuda olduğu gi­
bi devlet düzeni içinde ne aranırsa onda vardır. Onun ve onun getirdiği şeriatın hü­
küm lerine ancak kâfirler uymaz." Böyle düşünülüyor ve böyle konuşuluyordu.
"Şeriat"ın "yeterli" olduğu konusunda din çevreleri durm adan halkın beynini yıka­
m aya çalışıyordu. Örneğin: Bağdatlı Bahâuddin İbni Haldun (Hicrî 495-562, M i­
lâdî 1101-1166), Tezkeretu İbni H am dun adlı kitabında şunları yazar:

"Tann'nın kitabı, siyaset bilim lerinin her türlüsünü, tüm bölümleriyle birlikte
ve düşünen kim senin artık başkasına gereksinm e duym ayacağı ölçüde içine
almıştır. Bu kitabın toplum yönetim i için anlattığı hükümler, düşünen herke­

4 7 B kz. M ukaddime, c .l . İkinci A na B ölü m ü n A ltıncı B ölüm ü.

156

Youtube: Tanrı Mı Varmış


se yeter. 'Kısas' gibi. Ki, Tanrı bizim için onda 'hayat' yaratmıştır. Çeşitli ce­
za hüküm leri gibi. Ki, canlar, mallar, nam uslar o hüküm lerle korunabilir. Z e­
kât gibi. Ki ona ilişkin hüküm le, zenginlerin yoksullara lütuf göstermeleri
sağlanır, zenginler, Tann'nın kendilerine olan lütfundan yoksullara verirler.
Ve halkın yöneticilere boyun eğm elerine ilişkin hüküm ler gibi."48

Şim di bile "şeriat" hüküm leri savunulm uyor mu?


Ü rdün'deki şeriat uygulam asını bile yeterli bulm ayan, daha çoğunu isteyen ve
onun için de asılan Takiyyudin en-N ebhanî'nin "İslam A nayasası"nı içeren N iza-
m u'l-İslâm , K udüs 1953, kitabı, "H izbu't-Tahrircilerin" öteki yayınlarıyla birlik­
te, birçok İslam ülkesinde olduğu gibi yurdum uzda da kim i çevrelerce ilgi gör­
m üyor mu? Bu "A nayasa"nın "şerhi" bile, M ukaddim etu't-D üstur adı altında b o l­
ca piyasaya sürülm üyor mu? (1963, basıldığı yer belli değil, Arapça, 456 sayfa.)
Şeriat hüküm eti kurm a çabası gösteren ve bunun için Pakistan'da partisini bile
kurm uş bulunan M evdûdî'nin kitapları ülkem izde de yayınlanm ıyor mu? Ç eviri­
leri baskı üstüne baskı yapm ıyor m u? Ö rneğin M evdûdî'nin İslam da H üküm et
adıyla T ürkçeye çevrilen bir k ita b ı... Bu kitap, şöyle sunuluyor:

"İkinci kısım ise, Pakistan'da İslam i hüküm eti teessüs ettirm ek için sarfedi-
len gayretli çalışm aları ve bu hususta ileri sürülen am elî çalışm a sistem le­
rini etraflı bir şekilde anlatır."49

K ısacası: Ç ağım ızda bile "ille de şeriat düzeni olsun" diyenler eksik değildir.
B una karşılık İbni H aldun, ta 14. yüzyılda, hem de "kadılık" eden bir kişi olarak:
"Hayır, devlet için, ille de şeriat gerekli değildir!" diyebiliyordu.
"Peygam berlik kurum unu" insanlığın yaşam ı için zorunlu görm em ek, "din,
kabile gücüyle gerçekleştirilebilm iştir, kabilesinin gücü olm asaydı Peygam ber
başarılı olam ayacaktı, bu güç olm asaydı hiç bir Peygam ber başarılı olam azdı”
dem ek, "şeriat"ın, devlet kurm ak ve halkı yönetm ek için "şart" olm adığını söy­
le m e k ... Bütün bunlar, özellikle İbni H aldun'un yaşadığı dönem ler için birer
"devrim " niteliğini taşır.
B ununla birlikte İbni H aldun, yaşadığı ortam ın özellikleri ve hoşgörüsüzlük­
ler dolayısıyla, düşüncelerinden "ödün" verm e gereğini duym uştur zam an zaman.
"Ödün" verm ek zorunda kalmıştır. Sözgelimi: Peygam berliği, "kâhinliği", "bü-
y u 'y ü anlatırken, ödün verdiği açıkça görülür. G erçi bu konulan anlatırken, gene
büyük yüreklilik isteyen açıklam alarda bulunm am ış değil. Örneğin: Peygam ber­
leri, kâhinleri, büyücüleri anlatırken, hepsini aynı sırada gösterir, yalnız Peygam ­

48 B ah âu d d in İbni H am dun, T eıkeretu İb n i H a m dun, M ısır 1927, B ağdatlı İbni H am dun ü n bu k i­


tabı, b irtak ım ö ğ ütleri ve devlet po litik asın a ilişkin önerileri içerir. M ev d û d î İsla m 'd a H ü kü m et,
U rd u ca'd an çev iren A li G enceli, İstanbul (B asım tarihi yok), s.9
49 M ev d û d î, isla m d a H ü kü m et, U rd u ca'd an çeviren A li G enceli, İstanbul (B asım tarihi yok), s.9.

157
Youtube: Tanrı Mı Varmış
berlerin "derece"lerinin biraz daha yüksek olduğunu söyler. Bu bile, cesaret işidir.
A ncak, gene de görüşlerini tam açıklayam adığı ve ödün verdiği seziliyor.
Tâhâ Hüseyin, İbni Haldun'un, İbni Rüşd gibi, "felsefe"yle "din"i birleştirme
çabasını gösterdiğini yazar.50 Ama, bence, Tâhâ Hüseyin'in bu görüşü doğru değil­
dir. İbni H aldun, kimi zam an "ayet"lere ve "hadis"lere de yer veriyor, yorum lar ve
açıklam alarda bulunuyor. Ancak, bunları iki am açla yapıyor: birincisi, dinsel veri­
lerden yararlanıp görüşlerini dinsel çevrelere de aktarmak. İkincisi, baskılar ve din­
sel yönden suçlam alar karşısında, biraz olsun kendisini savunabilmek.
B ununla birlikte T âhâ H üseyin de, İbni H aldun'un bilinen nitelikte "dinsel bir
inanır" olm adığı görüşündedir. H atta, "Ne İbni Haldun, ne de bir başka İslam dü­
şünürü, herkesin anladığı biçim de tanrısal gerçeğe inanır"51 biçim inde açıklıyor
görüşünü.
Sözün özü şu ki, bir toplum bilim ci, özgür düşünceli bir bilim adam ı, "din"
olayına nasıl bakıyorsa, İbni H aldun da öyle bakıyor. Ü stelik, İbni H aldun, her­
hangi bir toplum bilim ci ve bilim adam ından da "din"i daha iyi biliyor. Tüm "İs-
lami bilim dalları"nı çok iyi okuyup öğrenm iş, derinlem esine incelem iş, bunun­
la da kalm am ış, dinleri karşılaştırm ış, çeşitli inançlar üzerinde durm uş, araştır­
m alar yapm ış bir düşünürdür. O nun için ne söylüyorsa, bilerek söylüyor. A çıkla­
m aları son derece yansız ve gerçekçidir.

İbni H aldun'un Yaşam öyküsü

K endisinin yazdığı ve "Tarih"inin sonuna eklediği bir kitap var. K itabın adı:
"E 't-Ta'rîf Bibni H aldun ve Rihletihi G arben ve Şarken ("İbni H aldun'u ve B atı­
ya, D oğuya G ezilerini A nlatır"). Bu kitap, M uham m ed Tavit Tanci’nin düzeltm e­
leriyle ve çok değerli notlarıyla, şim diye dek yayınlanm ış olanlar içinde en doğ­
ru, üstelik açıklam alı biçim de 1951 'de, K ahire'de basılıp yayınlanm ıştır. Elbette
ki, A rapça olarak. İşte düşünürüm üzün yaşam öyküsünü bu kaynaktan aktaraca­
ğız. Z aten başvurabileceğim iz başka da tem el kaynak yok. Tüm dünya, onu, bu
kendi kitabıyla tanımıştır.
Asıl adı: A bdurrahm an. "Ebu Zeyd" (Z eyd'in babası) diye de anılır. "Veliy-
yuddin" diye anıldığı, "E't-Tunusî" (T unuslu) diye çağrıldığı da olur. A m a d a ­
ha çok "İbni H aldun" (H aldun'un oğlu) diye bilinir. O ysa babasının adı
"H aldun" değildir, "M uham m ed"dir. "H aldun", atalarından birinin adıdır. K en­
disi, H aldun'dan kendisine dek şöyle bir sıralam a yapılabileceğini söylüyor:
H aldun oğlu A bdurrahm an oğlu İbrahim oğlu M uham m ed oğlu C âbir oğlu M u-

50 B kz. F elsefetu ib n i H a ld u n E l Ictim a iyye, s.76.


51 A g e, s.97.

158

Youtube: Tanrı Mı Varmış


ham m ed oğlu H aşan oğlu M uham m ed oğlu M uham m ed oğlu M uham m ed oğlu
A bdurrahm an (İbni H aldun). Bu sıralanışın pek kesin olm adığını da ekliyor.
(B kz. A g e, s .l.)
"H aldunoğulları" ailesine adını veren "Haldun", Güney ArabistanlIdır. Ye-
m en’in H adrem evt (H adram ut) kesim inden. K abilesinden bir toplulukla birlikte
Endülüs'e (İspanya'ya) gelm iş, orada, önce "K erm ûne"ye (Carm ona'ya) yerleşm iş.
"Haldunoğulları" diye bilinen çocukları burada doğmuştur. Sonra H aldunoğulları
buradan "İşbiliye"ye (Ispanya'nın güneyinde bulunan Sevilla kentine) göçtüler.
Bu göçün hicri 3. yüzyılda (M ilâdî 9. yüzyıl) olduğu anlaşılıyor. (Bkz. s.4.)
A ilenin atası H aldun'un asıl adı: Halid. H alid, O sm an’ın oğlu. O sm an Hâ-
nî’nin oğlu, H ânî H attab’ın oğlu, H attab K ureyb'in oğlu, K ureyb M a'dikerib'in
oğlu, M a'dikerib H âris'in oğlu, H âris V âil'in oğlu, Vâil de Hucr'un oğludur. A n­
latıldığını göre: Bu Vâil, bir elçi olarak Peygam ber'e gelm iş, Peygam ber ona çok
ilgi gösterm iş, şalını yerlere serip onu üzerine oturtm uş ve onun için şöyle dua
etm iş: "Tanrım! H ucr oğlu V âil'i, onun çocuğunu, çocuğunun çocuğunu, ta kıya­
m ete dek kutlu eyle!".(s.2.)
Bu aile, çok uzun süre, İşbiliye'de devlet ve yönetim de önem li rol oynam ış
bir ailedir. (Bkz. s.4-11.) A ileden birçokları, yapılan savaşlarda öldükten sonra
kalanlar yine devlet ve politika yaşam ında uğraşılarını sürdürm üşlerdir. Çok
uzun süre İşbiliye'de kalan H aldunoğulları, daha sonra A frika'ya Septe (Ceuta)
kentine 13. yüzyılın başlarında, göçm üşlerdir. (Bkz. s .11.) H aldunoğulları, 13.
yüzyılın ortalarında da Tunus'a göçtüler, (s .l.)
İşte düşünürüm üz İbni H aldun, burada, Tunus'ta doğdu. D oğum yılı: H icrî
732 (M ilâdî 1332).

Ö ğrenim i
İbni H aldun'un ilköğrenim i, babasının yanında, babasından ders alarak başladı.
Sonra K ur'an okum ada ve Kur'an tekniğinde uzm anlaşm ak için bu konuda uzman
kişi olan Bural oğlu Sa'd oğlu M uham m ed Ebu Abdillahi'l-Ensarî'den ders aldı.
Kur'an’ı ezberledi, ünlü "yedi kıraat" üzerine Kur'an okum a becerisini kazandı. "İf-
rad" yani bir "kıraat" üzerine ve "cem" yani "yedi ya da on kıraat biçimlerini bir­
leştirerek" 21 kez Kur'an'ı "hatmetti", yani baştan sona okudu, (s. 15.) Sonra bir
"hatim" de, "on kurra"dan biri olan Ya’kub "rivayeti" üzerine ve Ya’kub’dan "iki ri-
v a y e fi birleştirerek yaptı. Sonra Şatıbî'nin "kıraat" konusundaki iki kasidesini Lâ-
m iyye (Teyh) ve Raiyye (Akîle) adlı kasidelerini öğrenip hocasına kontrol ettirdi
ve hocası da ona, kendi hocası Patem alı (Batem î) Ebu'l-A bbas'tan aldığı bilgileri
verdi. Ve daha başka hocalardan öğrendiklerini de öğretti İbni Haldun'a.
Ve böylece İbni H aldun, "kıraat" (K ur’an ve K ur'an okum a tekniği) konusun­
da gerekli uzm anlığı elde etm iş oldu. (s. 16.)

159
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Sonra İbni M âlik'in dilbilgisine ("nahv"e ) ilişkin Kitabu't-Teshîl, İbni Ha-
cib'in "fıkıh"a ilişkin M uhtasarru'l-F ikhî adlı kitapları ve başka birçok kitaplar
okudu, (s. 16-17.) İbni H aldun, "bu iki kitabın ezberini bitirem edim !" diyor,
(s. 17.) D em ek ki, okuduğu kitapları ezberliyordu, ya da ezberlem eye çalışıyor­
du. Bu arada A rap dilini, bu dille ilgili çeşitli uzm anlık dallarını, gerek babasın­
dan, gerek Tunus'taki hocalarından çok iyi biçim de öğrenm eye çabalıyordu. Bu
alandaki hocaları arasında A rap dilbilgisinde ("nahv"de) büyük hoca ("im am ")
sayılan E 'ş-Şeyh Ebu A bdillah M uham m ed İbni'l-A rabî El K hasayirî, Şevvaş oğ­
lu Ebu A bdillah M uham m ed E'z-Zerzâlî, K assar oğlu Ebu'l-A bbas A hm ed,
"A rap dil ve edebiyatının büyük üstadı" diye nitelenen Bahr oğlu Ebu A bdillah
M uham m ed de vardı. Bu sonuncusu, şiir ezberlem esini öğütleyince birtakım şi­
ir kitaplarını olduğu gibi ezberledi, (s. 17-18.)
Sonra Tunus'ta "hadisçilerin önderi" sayılan Sultan oğlu C âbir oğlu Şem süd-
din Ebu A bdillah M uham m ed El K eysî'nin verdiği hadis derslerine devam etti.
Ü nlü hadisçi H accac oğlu M üslim ’in yine ünlü e's-Sahîh adlı kitabını İm am M â­
lik'in M uvatta adlı kitabını tüm üyle okuyup bu hocaya dinletti. ("M üslim 'in kita­
bından çok az bir yer kalm ıştı" diyor. Bkz. s. 18.) Bu hocadan, önce hadis konu­
sunda "icazet" aldı. ("D iplom a" gibi.) Sonra A rapça ve "fıkıh" (İslâm H ukuku)
konularında birçok kitap okuduktan sonra "genel icazet" aldı ("İcazetun âm m e").
El K eysî'nin program ı içinde adları geçen birçok hadisçilerden hadisler edindi.
T unus'ta bulunan bu hadisçilerin en ünlülerinden biri de G am m az oğlu E bu’l Ab-
bas A hm et el K harcî idi.
"Fıkıh" konusunda da birçok hocalardan ders aldı. Bunların arasında şu hoca­
lar vardı: A bdullah oğlu Ebu A bdillah M uham m ed El Ceyânî, E bu'l-K âsım Mu-
ham m ed'l-K asîr, A bdüsselâm oğlu K adı E bu A bdillah M uham m ed. B ir kez de bu
sonuncu hocadan "icazet" aldı. (s. 19.) D aha birçok hadisçi ve fıkıhçılardan ya­
rarlanm a yoluna gitti ve yeniden icazet aldı. B irçok hadis kitaplarını olduğu gibi
ezberledi. Bu arada yine K ur'an ve K ur'an tekniği konularında derinleşm e çaba­
larını gösterdi, (s.20.) Sonra bu konuda da bir "icazet" aldı, (s.21.) Hocaları ara­
sında "aklî bilim ler"de ileri olanlar da vardı. Örneğin: İbrahim oğlu Ebu A bdil­
lah M uham m ed El Âbilî. Bu hocadan tem el bilimler, m antık, felsefe bilim leri ve
benzeri dallarda ders aldı, (s.22.) Yazı ve "hitabet" konularında da, uzm an kişi­
lerden yararlandı ve bu konuda da uzm anlaşm aya çalıştı.

D evlet K esim inde G örev


D evlet kesim inden bir görev önerildi kendisine: Tunus'ta "H afsiyyun" (Ebu
H afsoğulları) denen hüküm darlardan Ebu İshak İbrahim 'in "Alâm e Yazıcılığı"
İşi: "B esm ele"den sonra "A lham du L illah Ve'y-şükru Lillah" diye yazm ak.
(s.55.) "A lâm e", "bel, işaret" anlam ındadır. Yani İbni H aldun'un yazacağı yazı,

160

Youtube: Tanrı Mı Varmış


özel biçim de yazılacak ve devletin "işaret"i sayılacak. Yıl: H icrî 753, M ilâdî
1352. (s.56.) D aha 20 yaşında bir delikanlı. H em en bu görevi kabul etti.
Bu görevde bulunurken orduyla birlikte Tunus'tan ayrıldı. Batı Trablus ille­
rinde bulunduğu ordu, düşm an güçleriyle (K usentiniyye Em iri’nin ordusuyla)
karşılaşınca bugünkü K ırvan (K airouan=K ayarevan) kentine 90-100 km. uzak­
lıkta bulunan Ü bbe'ye sığındı. O rada M uratbıtlar'ın ileri gelenlerinden Şeyh A b­
durrahm an El Veştâtî'nin yanında konuk kaldı. Sonra yine C ezayir kentlerinden
Tebesse'ye (Tebessa) geçti. O rada da, oranın egem eni A bdun oğlu M uham m ed'de
konuk oldu. K endisine ve yanındaki arkadaşlarına güvenlik sağlanıncaya dek
orada kaldı. Sonra Tunus kentlerinden K afsa'ya (Gafsa) geçti. Bir süre de bura­
da kaldı, (s.56.)
O sırada M erinoğullan'ndan Ebu İnan, Tilmisan'ı (Tlemcen) almıştı. İbni
Haldun, Ebu İnan'la görüşm ek istiyordu. Önce Cezayir kentlerinden Biskra'ya, ora­
da bulunan kardeşinin yanına gitti. A m a çok kalmadı. Ebu İnan'la görüşm ek üze­
re, Tilm isan'a (Tlem cen’e) yöneldi. Yolda, B atha denen yere gelince önem li kişiler­
den İbni Ebi Am r'la rastlaştı. Bu kişi Ebu İnan'ın vahşiydi. İbni Haldun'a, kendisi­
nin de beklem ediği biçimde ilgi gösterdi. İbni Haldun'u alıp Bicaye'ye (Bougie'ye)
götürdür. M evsim kıştı. Yıl: H icrî 754, M ilâdi 1353. İbni Haldun, kışı orada geçir­
di. Ebu İnan, Fas'a dönünce, yani Fas'ta M erinoğullan'ndan hüküm dar olarak tah­
ta oturunca, çok önem verdiği bilim adam lan, sarayda toplanıp bilimsel söyleşiler­
de bulunm aya başladılar. Bu bilim çevrelerinde İbni Haldun'dan da söz edilir oldu.
Bu arada Tunus'ta karşılaştığı kim seler de hüküm darın katında ondan söz ettiler.
Sonra bir çağn aldı düşünürüm üz. Ve H icrî 755, M ilâdî 1354 yılında hüküm dann
ilgi gösterdiği bilim çevresine, bilim sel toplantılara katıldı. Sonra hükümdar, yani
Ebu İnan, bir de "yazıcılık" (sekreterlik) görevi verdi ona. (s.58-59) Ama, İbni
H aldun'u saraydaki görevinden çok, bilim konulan çekiyordu. Fas'ta bulunan ve
Fas'tan gelip geçen bilim adam lanyla görüşüp konuşuyordu sürekli olarak, (s.59.)
Ebu İnan'la asıl görüşm esi ise H icrî 756, M ilâdî 1355 yılının sonuna rastlar. İbni
H aldun'un devlet basam ağında etkili rol oynam ası bu tarihten sonra başlar. Ebu
İnan, İbni Haldun'u, yakınlan, danışm anlan arasına aldı. İbni Haldun yine sekre­
terlik görevini yürütüyordu. A m a bu sekreterlik, "vezirlik" niteliğinde bir sekreter­
likti. (Bkz. s.66.) Ne var ki, İbni H aldun'u kıskananlar oldu. Onu, hüküm dar katın­
da kötülediler, siyasal yönden tehlikeleri gösterdiler ve sonunda hapse attırdılar.
H icrî 758, M ilâdî 1357 yılında hapishaneye girdi düşünürüm üz, (s.67.) Ebu İnan'ın
öldüğü H icrî 759, M ilâdî 1358 yılına değin de hapishanede kaldı. Sonra vezir
Ö m er oğlu Hasan'ın çıkardığı birçok kim selerle birlikte oradan kurtuldu. Eski gö­
revine geri verildi. Üstelik, vezir tarafından çok ilgi ve saygı gördü.
İbni H aldun hapisten kurtulduğu zam an daha 26 yaşındaydı. A m a devlet ve
politika işlerinden yakasını kurtaram ıyordu. İster istem ez göm ülm üştü bu işlere.

161

Youtube: Tanrı Mı Varmış


E gem enlik için türlü oyunlar oynanırken, ister istem ez onu da katıyorlardı. Ö r­
neğin Sultan E bu Sâlim 'in gelip Fas'ta egem en olm ası için, düşünürüm üzün de
yardım ı sağlanm ıştı. Çünkü İbni H aldun'un halkın ileri gelenleri üzerinde çok et­
kisi vardı. Onun bilgisine ve düşüncelerine herkes önem veriyordu. Genç olduğu
halde, hangi yana ağırlığını koysa, o yan, ağır basıyordu. "Saltanat"ı ele geçir­
m ek için çalışanlar, ne yapıp ederek onu kendi yanlarına çekm eye çalışıyorlardı.
İbni H aldun'un sonraki çağlarda düşünürlerce çok eleştirilecek olan bu yanından
kuşkusuz kendisi de hoşlanm ıyordu. Çünkü zam an zam an bırakm ak istiyordu,
bırakıp yeniden bilim çalışm alarına dönm ek istediğini belli ediyordu. A m a, o
berbat ortam dan yakasını kurtaram ıyordu bir türlü.
E bu Sâlim 'e yardım etti, Ebu Sâlim de tahta oturduktan sonra ona önem li gö­
rev verdi, "Sır K âtipliği"ne getirdi onu. Ve "m abeynci" yaptı. ("Fi kitabeti sım h i
ve't-tersil anhu".) Yıl: H icrî 760, M ilâdî 1359. Ayrıca kendi sözcülüğü görevini
verdi ona (Ve'l-inşâi li m uhatebatihi.) Çünkü İbni H aldun, konuşm ada da ustay­
dı, güzel konuşuyordu. O zam an çok geçerli olan uyaklı konuşm ayı çok iyi b e­
ceriyordu. Bu arada şiire verdi kendini, (s.70.) Ç okça şiir yazıyordu. Sonra ceza
davalarına bakm a görevi verildi düşünürüm üze. İbni H aldun bu görevdeyken
birçok kim selerin hakkını koruduğunu söyler, (s.77.)
D aha sonra Vezir Ö m er tahta geçti. O nun döneminde de İbni Haldun ilgi gördü.
N e var ki, ortam dan ay n lm ak istiyordu. İzin alm ak için epeyce uğraştı, so­
nunda Endülüs'e (İspanya'ya) gitm ek için izin aldı. "Tilm isan'ın dışında nereye
gitm ek istersen gidebilirsin" denm işti kendisine. H icrî 764'te M ilâdî 1362 E ndü­
lüs'ün yolunu tuttu, (s.79.)
K ım ata (G ranada) hüküm darı ve B enî A hm er sülâlesinden Ebu A bdillah M u-
ham m ed'e karşı bir ayaklanm a olm uş. M uham m ed de, veziri Lisanüddin Ebu A b­
dillah İbnu'l-H âtib’le birlikte Fas'a sığınm ak zorunda kalm ıştı. İşte o sıra, İbni
H aldun onlarla tanışm a olanağı bulm uştu. O nlara iyilik yapm ıştı, önce İbnu'l-H â-
tib, onun aracılığıyla da M uham m ed'le iyi b ir dostluk kurm uştu, (s.79.)
M uham m ed ve veziri İbnu'l-H âtib sonra yeniden K ım ata'ya (G ranada'ya)
dönm üşler, M uham m ed yine tahtına oturm uş, İbnul'l-H âtib de eski görevini, y a­
ni vezirliğini elde etm işti. İbni H aldun'un E ndülüs"e doğru yola çıktığı tarih, on­
ların eski saltanatlarına dönüşlerinden birkaç ay sonraya rastlıyordu.
İbni H aldun, K ım ata yakınlarında bulunurken M uham m ed İbnu'l-A hm er'le
veziri İbnu'l-H âtib'e gelm ekte olduğunu ve durum unu anlatan bir m ektup yazıp
gönderdi, (s.82.) İbnu'l-H âtib, bu m ektuba, İbni H aldun'a "hoş geldin" diyen ve
onu son derece öven uzunca şiirler yazıp göndererek karşılık verdi. Şiir, şöyle
başlıyordu:

"K uraklık olan bir ülkeye yağm urun gelişi gibi oldu gelişin.

"U ğur kuşu gibi geldin, hoş geldin, safa geldin." (s.82.)

162

Youtube: Tanrı Mı Varmış


İbni H aldun K ım ata'ya girerken, sultan, büyük bir ilgi ve törenle karşıladı.
S arayında köşeler, döşekler hazırlattırdı. Sonra vezir, İbni H aldun'u konuk olaca­
ğı yere götürdü. O nuruna toplantı düzenledi, yüksek m eclisini topladı. Ve daha
birçok ilgi, saygı dile getiren tutum ve davranırlarda bulundu.
Sonra H icrî 765'te M ilâdî 1364 K aştale (Castilla) K ralı U zfuneş (A lphonse)
oğlu H unşuh oğlu Bıtru (Petruss) ile görüşm ek ve M uham m ed İbnu'l- A hm er'in
bir barış önerisini iletm ek üzere İşbiliye'ye (Sevilla) gitti. Ö nem li arm ağanlar gö­
türdü. Bu kente gittiğinde kralla görüştü. Bu arada, H aldunoğulları ailesinin o ra­
daki anılarına tanık oldu. Kral da İbni H aldun'un orada bir geçm işi olduğunu bi­
liyordu. Kral, İbni H aldun'un, orada kalm asını istedi ve kendisine ailesinin ora­
da nesi varsa hepsini vereceğini söyledi. İbni H aldun, uygun biçim de, kabul ede­
m eyeceğini anlattı. Ve gerekli görüşm elerden sonra birtakım değerli arm ağanlar­
la döndü, (s.84-85.)
İbni H aldun, aldığı arm ağanları İbnu'l-A hm er'e verdi. Ona karşılık olarak
K ım ata'ya bağlı Biyre köyünün sulu topraklarını arm ağan etti İbni Haldun'a. Bir
de "ferm an" yazıp verdi.
Tam bu sırada İbni H aldun'un kendisiyle iyi tanıştığı Ebu A bdillah, Bicaye'yi
(B ougie'i) ele geçirm iş ve İbni H aldun'a da, gelip kendisiyle birlikte çalışm ası
için m ektup gönderm işti. Zaten o sıralarda İbni H aldun'la vezir İbnu'l-H âtib ara­
sında bir soğukluk başlam ıştı. D üşünürüm üz m ektubu alır alm az, hem en İbnu'l-
A hm er'den yani K ım ata sultanından izin istedi. Sultan izin verm ek istem edi.
Sonra direnince izni alm ayı başaran İbni H aldun, H icrî 766 M ilâdî 1365 yılında
B icaye'nin yoluna koyuldu, (s.97.) B icaye (B ougie) em iri Ebu A bdillah, devleti­
nin ileri gelenleriyle birlikte ve törenle karşıladı İbni H aldun'u.
İbni H aldun, Ebu A bdillah'ın em irliğinde önem li devlet işleri üstlendi, tüm
gücüyle yararlı olm aya çalıştı Em ir'e. Ne var ki, Ebu A bdillah ile am casının oğ­
lu, K onsentine Em iri E bu'l-A bbas arasında çıkan bir savaşta Ebu A bdillah yenil­
di. B icaye'ye üzgün olarak döndü. Ve İbni H aldun'un da yardım ıyla sağlanan
devlet gelirlerinin tüm ünü A raplara dağıttı, (s.98.) E bu'l-A bbas'la yeniden karşı­
laştı. A m a bu kez kurtulam adı, savaş alanında öldürüldü, (s.99)
Sonunda E bu'l-A bbas B icaye'yi (Bougie) ele geçirdi. İbni H aldun'a dokun­
m adı, hatta saygı, ilgi bile gösterdi. N e var ki, İbni H aldun burada daha çok k al­
m anın doğru olm ayacağını, tehlikeli olacağını anladığından izin alıp ayrıldı ora­
dan. B iskra'ya gitti. Çünkü o sırada T ilm isan'da egem en olan Ebu H am m û M u-
sâ'dan, bu yolda m ektup alm ıştı, (s.9 9 -100) E bu H am m û, İbni H aldun'un Bica-
ye'den ayrılıp B iskra'ya gittiğini öğrenince hem en yeni bir m ektup yazdı ve ken­
disiyle çalışm ak istediğini bildirdi İbni H aldun'a. A m a İbni H aldun bu öneriyi
uygun biçim de, kabul edem eyeceğini belirtti. "D evlet ve politika işlerinden ayrı­
lıp araştırm a ve öğrenci yetiştirm e işleriyle uğraşm ak" istiyordu. Bu isteğini de
Ebu H am m û'ya bildirm iş ve kendisini önerisi konusunda bağışlam asını dilem iş­

163

Youtube: Tanrı Mı Varmış


ti. (s. 103.) B iskra'da bulunurken eski dostu vezir İbnu'l-H âtib'den bir m ektup al­
dı K ım ata'dan. İkinci bir m ektup daha aldı. Ö zlendiği ve beklendiği bildiril.yor­
du bu m ektuplarda. İbni H aldun'a yeniden devlet işlerinde çalışm ası konusunda
istek aşılanm ak isteniyordu, (s .103-123.) İbni Haldun, bu m ektuplara da uygun
biçim de karşılık verdi ve bir süre devlet işlerine atılm adı. Yeniden m ektuplaşm a­
lar oldu. İbni H aldun devlet işlerine pak k an şm a yoluna gitm edi. A m a yine de
sürüklendi. Bicaye egem eni E bu'l-A bbas'a karşı birleşen Ebu H am m û ve Tunus
sultanı E bu Hafs oğularından (H afsîler'den) E bu İshak'ı desteklem e gereğini duy­
du. Ve bir sürü olaydan ve birçok yer değiştirdikten sonra bir kaleye, daha doğ­
rusu kalenin çevresinde bir kesim e çekilerek kendini yeniden bilim e verdi. "Eğer
yakasını bırakırlarsa orada kalm ayı ve bilim uğraşılarında bulunm ayı çok istedi­
ğini" yazıyor, (s. 134.) N e var ki, sonra Fas'a çektiler onu. Çağrı üzerine Fas'a git­
ti. Yıl: H icrî 774, M ilâdî 1372. (s.2 16.) B ir süre çok iyi karşılandı, kendisine dev­
let kesim inde görev verildi, (s.218.) A ncak aradan çok geçm eden, sultanlar ve
vezirler arasındaki çekişm eler yüzünden başı derde girdi yine. A m a yine de ki­
taplara, bilim yönüne kendini verm e olanağı buldu, (s.224.) B ununla birlikte pek
rahat değildi. R ahat olm ak ve kendini, en çok istediği alana, bilim alanına bütü­
nüyle verm ek istiyordu. Bu am açla izin aldı, yeniden Endülüs'e (Ispanya'ya) yö­
neldi. Yıl: H icrî 776, M ilâdî 1375. (s.226.) A m a Endülüs'e K ım ata'ya gittiğinde
yine ilgi gördüyse de ortam kendisine pek elverişli değildi. Dostu vezir İbnu'l-
H âtip de tutukluydu. İbnu'l-H âtib'in kurtarılm ası için birtakım çabalarda bulun­
du. K endisinden kuşkulandılar ve Sultan İbnu'l-A hm er'i, onu yeniden K uzey A f­
rika'ya döndürm esi için kandırdılar, (s.227). İbnu'l-A hm er, İbni H aldun'a oradan
ayrılm ası için uygun bir u yanda bulundu ve İbni Haldun İspanya'dan ayrılıp Til-
m isan'a (Tlem cen'e) dönm ek zorunda kaldı. A ilesiyle birlikte oraya yerleşti.
(s.227). Ve kendini bilim alanına verdi. Yıl: H icrî 776, M ilâdî 1375. Tilm isan sul­
tanı kendisine görev verm ek istedi, anlaşılan yine rahat bırakılm ayacaktı. O radan
uzaklaşm ak zorunda kaldı ve bilim e daha çok kendini vereceği bir yer aradı. Til-
m isan'la B iskra arasında bulunan B athâ'ya gitti. A rîfoğulları'na sığındı. Ticaret
kentinin güneybatısında bulunan K üzûl D ağı yakınında bulunuyorlardı bunlar.
B unlar, Tilm isan sultanının İbni H aldun'u ve ailesini bağışlam ası için aracı oldu­
lar. Ve İbni H aldun'u İbni Selam e K alesi'ne (Taoughzout) götürdüler. B urada ko­
nuk yaptılar. Ve İbni H aldun burada dört yıl kaldı.
Bu kale İbni H aldun için son derece önem lidir. Çünkü İbni H aldun, burada,
bilim sel çalışm alara kendini bütünüyle verm e olanağı buldu. D aha önce yazm a­
ya başladığı M ukaddim e 'sini de burada bitirdi, (s.228-229.) Dem ek ki, M ukaddi-
m e'nin yazılıp bitirilişi H icrî 780, M ilâdî 1379 yılına rastlıyor.
İbni H aldun, M ukaddim e'yı bitirdikten sonra aynı yıl Tunus'a gitti, (s.230.)
İbni H aldun o sırada 47 yaşındaydı ve öm rünün en büyük ürününü verm iş olm a­
nın, kendi çağından çok sonraki düşünürleri ve bilim dünyasını etkileyecek olan

164

Youtube: Tanrı Mı Varmış


M u k a d d im e y i yazm ış olm anın coşkusu içindeydi. K arşılaştığı nice olayları da
incelem eleri içinde değerlendirerek kalem e alm ıştı M ukaddim e'yi. Yaşadığı her
şeyi not etm iş, daha önce de yaşananlarla karşılaştırm ış ve öyle yazm ıştı. Tam
gerçekçi biçim de ve o gerçekten inanılm az "deha”sını kullanarak. Bu çalışm asıy­
la çağını aşm ıştı, geleceğin dünyasına da ışık tutm uştu. Belki de bunu başarm ak
için katlanm ıştı onca sıkıntılara. Bu am açla saraylara, devlet işlerine ve politika­
ya girm işti. A m a devlet işlerinde çalışırken, politik dalgalanm alar içinde yaşar­
ken asıl am acını unutm am ıştı ve ona göre bakm ıştı her şeye.
D üşünürüm üz Tunus'a bu çoşkuyla gitti. D oğduğu kente vardı. Tunus Sulta-
m 'nın da isteğiyle öğrenci yetiştirm eye ve araştırm alarını sürdürm eye koyuldu. O
dönem de Tunus Sultanı bulunan E bu'l-A bbas A hm et (H üküm darlığı: 1370-1394)
İbni H aldun'u, M ukaddim e'den sonraki Tarih'i de yazıp bitirm esini düşündüren­
dir. Bu alanda, ona her türlü olanağı sağladı. D üşünür de çalışıp Tarih'i de yazdı.
Ve bir nüshasını hüküm dara sundu, (s.233.)
Sultan Ebu'l-A bbas, çok büyük ilgi gösteriyordu İbni Haldun'a. İşte bu ilgi,
birtakım kişilerin onu kıskanm alarına yol açtı. Ve İbni H aldun, daha çok sürtüş­
m elere yol açm am ak için "H a c c 'a gitm e gerekçesiyle Tunus'tan ayrıldı. Yıl: H ic­
rî 784, M ilâdî 1382, (Aralık), (s.245.)
İbni H aldun'un yaşam ında bundan sonra da birçok olaylar yer aldı. A m a bunlar
bizim konum uz yönünden pek önemli değil. D üşünürüm üzün büyük yapıtı M ukad­
dim e ve bu yapıtın oluşmasını hazırlayan yaşam ı bizi ilgilendiriyor daha çok.
İbni H aldun "H acc”dan dönüşünde M ısır'a yerleşti. El Ezher'de ders verdi.
"K adılar Kadısı" ("K adîu'l-K udât") oldu. H ilm i Ziya Ü lken'in deyişiyle "hukukî
reform "lara yöneldi. (Bkz: İslâm F elsefesi K aynakları ve Tesirleri, s.229.) B eli­
ren hoşnutsuzluklar yüzünden bir aralık ayrıldı. Sonradan geldi ve yeniden aynı
göreve atandı. Elçi olarak Tim ur'a gönderildi, Tim ur'la görüştü ve M ısır'ın bir
tehlikeden kurtulm asını sağladı. Hiç değilse bu konuda katkısı oldu.
Ve H icrî 25 Ram azan 808, M ilâdî 15 M art 1406 yılında 74 yaşında göçtü bu
dünyadan.52

52 T â h â H ü sey in , F elsefetu ib n i H a ld u n E l Ictim a iyye, s.23.

165
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Youtube: Tanrı Mı Varmış
GÜNCEL KONULAR

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Youtube: Tanrı Mı Varmış
FE L A K E T İSLA M D A

3 Tem m uz 1990’daki gazetelerde, "şeytan taşlam a" yüzünden girilen "Ölüm


T üneli"nde "yüzlerce hacı adayı"m n öldüğü duyuruluyordu. İslam ın tem el inan­
cı anım satıldı: "Bu bir İlâhi takdirdir." "Ah"lar, "acı"lar "İlâhi takdir" anım satm a­
larıyla bastırıldı bastırılabildiği ölçüde. "Tazm inat"m ı? Ü lkem ize gelip Turgut
Ö zal'la görüşen Suudî A rabistan Hac ve E vkaf B akanı Abdu'l-V ahhab A bdu'l-
V âsi'nin bu konudaki açıklam asını da 20 Tem m uz 1990'da basınım ızda okuyor­
duk: "Bu, trafik kazası gibi bir kaza. Takdir. Ü lkenizde kaza geçirip ölsem , ailem
sizden para mı isteyecek yani?" (20 Tem m uz günlü gazeteler, birinci haber ola­
rak, SH P ve D Y P'nin 426 T ürk hacının ölüm üyle sonuçlanan "hac olayı" konu­
sunda genel görüşm e açılm ası önergesinin T B M M 'de yapılan olağanüstü toplan­
tıda "reddedildiği"ni bildiriyordu. (Yankısı için bkz. 20 Temmuz günlü C um hu­
riyet .) "İlâhi takdir"e boyun eğilm işti. Ö nce "olay" nedeniyle "istifa" kahram an­
lığında bulunan, am a sonra bunu geri alan D iyanet İşleri Başkanı M ustafa Said
Yazıcıoğlu, 22 Tem m uz günlü H ürriyet'te yeni bir kahram anlık gösterisinde bu­
lunuyordu: "Facia, takdiri İlâhi ile geçiştirilem ez" diyordu. B undan da kuşkusuz,
kafalarda şu soru beliriyordu: "G eçiştirilem ez de ne olur, ne yapılır ve ne yapıla­
biliyor?" A slında, Yazıcıoğlu, Laik Türkiye C um huriyeti'nin bir "kam bur"u sayı­
labilecek nitelikte bir kurum olduğu halde birkaç bakanlığın bütçesi kadar dev­
letten para koparm ayı bilen D iyanet İşleri B aşkanlığı'nda "Ehl-i Sünnet ve'l-C e-
m aat"in baş tem silcisi durum undadır. Bu "Fırka-i N aciye"ye (cehennem den tek
kurtulacak olan fırkaya) göreyse, tartışm asız olarak "her şey takdiri İlâhiye bağ­
lıdır". Hac olayı, yani "facia"da bunun dışında kalam az.
3 Ağustos 1990 günlü basında da Saddam Irak'ının "Kuveyt'i işgaf'inin "ilhak"a
dönüştürüldüğü haberi verildi. İslam inancına göre, bu da "İlâhi takdir". Yann öbür
gün, insanlık yeni bir "savaş"la karşılaşırsa, aynı inancın inanırları yine "İlâhi tak­
dir böyleym iş" dem ek durum unda kalacaklar ya da bırakılacaklardır. İslam ın "Ya-
hudilik'ten"ten aktarılm a "imanın altı şartı' ndan biri, herkes biliyor ki "kadere
imân"dır. "Kader"e inanmayan, yani "her şeyin Allah'tan geldiğine ve Tanrı takdi­
rine bağlı bulunduğuna" inanm ayan kim se, "M üslüman" sayılmaz. M ezhepler için­
de filanca m ezhep (M utezile) başka türlü düşünmüş; bunun, pek önemi yok.
Ö yleyse "facia"nın, "felaket"in tem eli, İslamdadır. "A slında dinim iz öyle d e­
m iyor, dinim iz akıl dinidir, m antık dinidir" diyerek ortaya atılanlar vardır. B un­
lar, her zam an da olacaktır. K aranlık ortadan kaldırılıncaya, yani "din"in, "İs­

169
Youtube: Tanrı Mı Varmış
lam "ın aslında ne olduğu ve ne olm adığı kitlelerce iyice anlaşılıncaya dek süre­
cektir bu "yorum"lar. A m a İslam ı bu tür "sevimli" gösterm e çabalarının bir şeye
yaram adığı ortada.
Evet "im anın altı şartı", Y ahudilikten geçm edir.1
İslam kelam ında ünlü "B ed'ü'l-Em âlî"nin dördüncü beytini aynen dilim ize
çeviriyorum :
- "(Tanrı) hayrı (hayırlı olanı) da, çirkin olan şerri de diler. A m a yalnızca hiç
olm am ası gereken (kâfirliği) hoşgörm ez."
Yani insan için yararlı olsun, zararlı olsun, güzel olsun, çirkin olsun her şeyi
diler Tanrı. Ve her şey O 'nun dilem esiyle olur. A m a O, yine de kulunun kâfir o l­
m asını hoş karşılam az.2
H anefilik m ezhebinin kurucusu Ebu H anife (699-767) de ünlü "el Fıkhu'l-Ek-
ber"inde çok açık seçik olarak, "her şeyin Tanrısal K A ZA ve K A D E R çerçeve­
sinde planlanıp gerçekleştiğini" anlatır.3 Ayrıca "kader"in, "kaza"m n değişm eye­
ceğini de savunur. (Bkz. Aynı yer.) M âturîdîlik m ezhebinin kurucusu İm am Ebu
M ansur el M âturîdî (ölm. 944) de, "kader"e karşı çıkan M utezile m ezhebinden
olanları, bu görüşlerinden dolayı son derece kınar.4
D iyanet İşleri eski başkanlarından - k i İslam cı hareketin de kurucuları arasın­
d a d ır-A h m e t H am di A kseki (1887-1951) "kader ne dem ektir?" sorusuna şu kar­
şılığı verir: "İm anın esas tem elinden biri de "kadere iman'dır. Yüce T ann'nın,
başlangıçsızlıktan sonsuza değin olacak şeylerin, zam anını, yerini, niteliğini,
özelliklerini, kısacası: ne biçim de ve ne zam an olacaklarsa onların hepsini ezel­
de, yani daha onlar m eydanda yokken bilip o biçim de sınırlarını koym asına ve
takdir buyurm uş olm asına K A D ER d e n ir..." 5 "Zam anı gelince, her şeyi, Tan-
n 'n ın kaderde belirlediğine uygun olarak yapıp ortaya koym asına da K A ZA d e­
nir."6 A kseki, "kader"i ve "kaza"yı anlatırken İslam ı da kurtarm a çabası gösterir;
am a yorum larının tüm üyle zorlam alı olduğu gözden kaçmaz.
Ve "kader değişm ez, değiştirilem ez" (el m ukadder lâ yuğayyer) İslam da, üze­
rinde birleşi len bir inançtır.
İşte asıl "felaket" de bu değil mi?

Yüzyıl
19 A ğustos 1990, yıl 1, sayı 3

1 B irin ci eld en tem el k ay n ak lara u laşam ay an lar bu k o n u y u c id d î bir T ü rk çe k ay n ak ta g ö rm ek için


şu k ay n ağ a b ak ab ilirler: H ayrullah Ö rs, M usa ve Y ahudilik, İstanbul, 1966, R em zi K itabevi, s.355-
362.
2 A li El K ârı, Ş e r h u ’l-E m âlî, s. 17-19.
3 E l F ık h u 'l-E k h e r ve Ş erhuhu, M ısır, 1323, s.181, 36-44.
4 M âtu rîd î, K ita b u 't-T evh îd , s.314 ve öt.
5 B kz. A k sek i, İsla m D ini, A nkara, 1980, s.96. S özler T ürkçeleştirilm iştir.
6 A k sek i, agy.

170

Youtube: Tanrı Mı Varmış


E FE N D İ "TANRI"NIN "EVİ"Nİ
M EL E K L E R Mİ,
"K Â FİR "LER İN U Ç A K LA R I MI
KORU Y A CA K ?

İlhan Selçuk güzel yazmış:


" ... Peygam ber efendim izin doğduğu kutsal topraklarda H ıristiyan deniz p i­
yadeleri, bilgisayarlı aygıtlarda istavroz çıkarıyor. Agel kefıyeli İslam şeyhleri,
çıplak ayaklarının parm aklarını karıştırırken, varlıklarının savunm asını, göğüsle­
rinde haç taşıyan silahşörlere havale etm işler. Basra Körfezi'nde çelikten adalar
oluşm uş; savaş gem ileri yan yana nöbete durm uşlar. Yalnız M ekke ve M edine'yi
mi koruyorlar H ıristiyan askerler? ( ...) Peki düşm an kim ? Saddam . 'Çılgın, deli,
katil, H itler bozuntusu' dedikleri zalim , bir 'M üslüm an' değil mi?" (19 Ağustos
günlü C um huriyet gazetesi.)
Y ıllar önceydi. Bugün Ankara Radyosu M üdür Yardımcısı olan Dr. Faruk Er­
m em iş, "dinî yayınlar" da "prodüktör"dü. Bana, "Suudi Arabistan'a girem eyeceği­
mi, M ekke ve çevresine ayak basam ayacağım ı, çünkü dinsizliğimi saklamadığımı,
dinsiz birini de yönetim in, o topraklara ayak bastırm ayacağını, buna kesinlikle izin
verm eyeceğini" söylemişti. Erm em iş'in sözlerini şimdi anım sıyor ve düşünüyo­
rum. Kur'an'ın "Efendi Tann"sım n, K ur'an'da verdiği "güvence"yi d e ...
B akara Suresi'nin 125. ayeti, (D iyanet'in çevirisiyle) şöyle başlıyor:
"K âbe'yi, insanların toplanm a ve güven yeri kılm ıştık."
126. ayette de şöyle denir:
"İbrahim : Rabbim ! Burasını em in bir şehir k ıl..."
Efendi "Tanrı" (Rabb) "dua"yı kabul etm iş.
 l-i İm rân Suresi'nin 97. ayetinde de şu bilgi verilir:
"O rada (M ekke'de) apaçık deliller vardır, İbrahim 'in m akam ı vardır. Kim o ra­
ya girerse güvenlik içinde o lu r..."
K A B E Ü Z E R İN D E N K U Ş L A R IN U Ç M A SIN A İZ İN V E R M E D İĞ İ
SÖ Y L E N E N "TANRI" A B D 'N İN SAVAŞ U Ç A K LA RIN A İZİN VERİYOR!
M üslüm anlara söylenegelenlerden biri de şu: "Kuşlar, Kâbe üzerinden geçe­
m iyorlar. Uçup tam K âbe üzerine gelince, üstünden uçm ayı bırakıp yandan geçi­
yorlar."1

I F. R âzî, e't-T efsirü'l-K ebir, 8/145.

171
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Buna göre, "Rabb" yani Efendi Tanrı, A BD 'nin savaş uçaklarını daha zararsız
buluyor! K âbe'nin üzerinden "kuş"lann uçm asına izin verm ezken, söz konusu
uçaklara izin veriyor oluşu, başka türlü açıklanabilir mi?

Efendi "Tanrı", K âbe"deki G üvenliği K aldırıyor

K ur'an'ın "Efendi Tanrı"sı, birkaç ayette, "M ekke'yi insanlara güvenlikli bir
kent, K âbe'yi de güvenlikli bir ev" olarak açıkça duyurduğu halde; sonradan bun­
dan dönm üş, M üslüm anlara, burada da savaşm alarını buyurm uştur. T üm üyle "te­
rör" estiren ayetlerle dolu olan Tevbe Suresi'nin, "Kılıç Ayeti" diye ünlü ayetin­
de şöyle denir:
- "Saygınlığı olan aylar çıkınca, putataparları bulduğunuz yerde ö ld ü rü n ..."
(Bkz. Tevbe Suresi, ayet 5.)
"K âbe"nin, Sâbiîlik dini inanırları, bir başka anlatım la "yıldızlara tapanlar"
eliyle bir "güneş tapmağı" olarak, yapıldığını artık bilebiliyoruz.
"Din Bu" adlı kitapta, Tahsin M ayatepek Raporu nedeniyle bu konu üzerinde
de geniş çapta durm aya çalıştım . İnanırları K âbe'yi bir "güvenlik alanı" görm ek
isteyegelm işlerdir. Ticaret ilişkileri için de önem li ve gerekliydi bu. "Kâbe'deki
saygınlığı" İslam da kabul etm iş ya da kabul etm ek zorunda kalmıştır. A m a işine
geldiği sü rece... İlginçtir ki "kutsal bölgede savaş yasağı"nı, hep M üslüm anlar
bozm uş ve kim i zam an, K âbe'yi yıkıntılar içinde bırakm ışlardır savaşırken.
{Tecrîd'in altıncı cildinin başlarına bkz.)

"D eccâl, M ekke'ye ve M edine'ye G irem ez!" Biçim inde


M uham m ed'in Verdiği G üvence

M uham m ed şöyle diyor:


- "M edine'ye M esih D eccâl’in değil kendisi; kokusu bile girem eyecektir. O
fitne günlerinde M edine'nin yedi kapısı olacak, her kapısında bekçi, koruyucu iki
m elek bulunacaktır."2
İran m ollaları A BD 'yi "deccâl" saym ıyorlar m ıydı? "Tann'nın bekçi, koruyu­
cu m elekleri" nerede? Böyle bir soru sorulabilir.
M uham m ed bir "hadis"inde de şöyle der:
-"M edine'nin kapılannda ve giriş çıkış yerlerinde m elekler vardır; M edine'ye
ne tâûn (veba salgını), ne de deccâl girebilir."3
Ve yine M uham m ed şu açıklam ayı da yapıyor:

2 B kz. B u h ârî, e's-Sahîh, K itabu F edâili'l-M edine/9; Tecrîd, hadis no. 890.
3 B kz. B u h ârî, e's-S ahîh, K itabu F edâili'l-M edine/9; Tecrîd, hadis no. 891.

172

Youtube: Tanrı Mı Varmış


-"H içbir belde (ülke) yoktur ki, D E C C Â L orayı çiğneyecek olm asın. M ekke
ve M edine, bunun dışında yalnızca. M edine'nin her kapısında, her giriş ve çık ı­
şında sıra sıra olm uş m elekler vardır. Bu m elekler, orayı k o ru rla r...”4
M uham m ed'in bu tür açıklam aları ve inanırlarına güvence verm eleri sürüp gi­
der. Ve şim di, M üslüm anlarca birer "deccâl" sayılan "kâfir"lerin askerlerini gö­
rüyoruz sözü edilen "kutsal beldeler"de. "D eccâl uçakları"nı da "sem â"larında...
H adislerde bildirilen şu "koruyucu m elekler nerede?" diye sorm az m ısınız?

Yüzyıl
26 A ğustos 1990, yıl 1, sayı 4

4 B uhârî, e's-S a h îh , K itabu F edâili'l-M edine/9; Tecrîd, hadis no. 892; M üslim , e 's-Sahîh, K itabu'l-
F iten /1 2 3 , h ad is no. 2943.

173
Youtube: Tanrı Mı Varmış
A B D UÇAKLARI HANGİ SINIF MELEKLERDEN?

"M elek" şöyle tanım lanabilir:


H er zam an türlü işlere baksınlar diye ”Tanrı"nın özel olarak görevlendirdiği­
ne, görevlerini hiç aksatm adan yerine getirdiklerine ve gök halkını oluşturdukla­
rına inanılanlardan her biri.
F ahruddin R âzî, "M üslüm anların çoğu"nun şu tanım ı benim sediğini yazar:
"Çeşitli biçim lere girebilen, asıl yurtlan gökler olan hava türünden ince ci-
sim li varlıklardan her biri."l
D em ek ki "m elek"lerin de yerleri yurtları var: Gökler. K ur'an'ıyla, hadisleriy­
le İslam ın anlattığı bu. Sayılannın da pek çok olduğu bildirilir.
M uham m ed'in bir açıklam ası var:
"G ök (m eleklerin ağırlığından) deve gibi ses çıkarır. Eh, böyle ses çıkarm ak­
ta da haklıdır. Çünkü dört parm ak genişliğinde bir yer bulunm az ki orda, alnını
koyup secde etm ekte olan bir m elek bulunm am ış olsun. (Yani her dört parm ak
yerde m utlaka secde eden bir m elek bulunur.)"2
B urada anlatılan şu:
M elekler, göklerde bu denli çok.
Bu denli çok oldukları için m eleklerin ağırlığını gökler zor taşıyor. O neden­
le de ağır yüke dayanam ayıp ses çıkaran deve gibi ses çıkarır (inler)!
Evet, en güvenilir hadis kitaplarının yer verdiği hadise göre M uham m ed böy­
le diyor.
B una bakılarak, M uham m ed'in, "m elek"lerin tüm ünün cüce olduklarını "dört
parm ak genişliğinde bir yer"e sığacak küçüklükte bulunduklarını anlatm ak isti­
yor olduğu sanılm asın. Çünkü aynı M uham m ed, birçok m eleğin de çok iri olduk­
larından söz eder. "İnsan azm anlan" gibi "m elek azm anları" türünden, düşünüle­
m eyecek kadar büyük gövdeli m eleklerin bulunduğu da hadislerde anlatılır. B un­
ların içinde en büyükleri "dağ keçileri" dem ek olan "a'vâl" diye adlandırılan ve
"T an n ”nın tahtıyla sarayını taşıdıkları" bildirilen meleklerdir.
Bu "m elek"ler de, yine verilen bilgilere göre sınıf sınıf! Ayet ve hadislerin an­
lattıkları o ki, kim i "Tanrı tahtıyla sarayının taşıyıcıları (H am eletu'l-A rş)"; Kimi
1 F. R âzî, e't-T efsiru 'l-K eb îr, 2/160.
2 T irm izî, Sü n en , K itabu'z-Z ühd/9, hadis no. 2312; İbn M ace, Sünen, K itabu'z-Z ühd/19, hadis no.
4190.

174

Youtube: Tanrı Mı Varmış


birer "bakan" ya da "üst düzey kom utan" durum undaki, "en yüksek rütbeli" (Ekâ-
biru'l-M elâike); kim i "cennet bekçileri"; kim i "cehennem bekçileri" kim i insan­
larla ilgili; kim i evrenle ilg ili...3
Y ine M uham m ed açıklar ki "m elek"lerin bir bölüm ü de, "M ekke ve M edi­
ne'm i koru su n lar diye özel olarak görevlendirilm iş. H em de nam azdaki gibi sı­
ra sıra olup öyle beklerler, M ekke ve M edine'yi öyle korurlarm ış "koruyucu
m elekler".
İşte bir hadis:
-"H içbir ülke (kent, kasaba) yok ki deccâl orayı çiğneyecek olm asın. Yalnız­
ca M ekke ve M edine bunun dışında. B unların her giriş ve çıkışında m elekler sı­
ra sıra bulunur ve buraları k o ru rla r..."4
"D eccâl"in girem em esi dem ek, M ekke ve M edine'ye zarar verebileccek hiç­
bir kim senin girem em esi dem ektir. D aha doğrusu böyle düşünülebilir. "Efendi
Tanrı (Rabb)" K ur'an'da da güvence veriyor. B akara Suresi'nin 125. 126; Âl-i İm-
rân Suresi'nin 97. ayetlerinde, bu güvence açıkça görülebilir. N e var ki bu ayet­
lerde verilen güvence, yalnızca "O 'nun evi" olduğu bildirilen "K âbe"ye ve bura­
nın içinde bulunduğu "M ekke"ye özgü. B akara, 125'te "K âbe'yi insanlar için top­
lanm a ve güven yeri k ılm ıştık ..." Bakara, 126'da da; "İbrahim: Tanrım! B urası­
nı güvenli bir kent (ülke) yap! d e m işti..." denir. Al-i îm rân, 97'deyse, "İbra-
him "in bu "dua"sım n kabul edilm iş olduğu duyurulur: "Burada apaçık belgeler
vardır, burada İbrahim 'in m akam ı vardır. Ve kim buraya girerse güvenlik içinde
o lu r..." deniyor. D em ek ki bu güvenceye göre, "M ekke"de bulunan herkesin gü­
venliği tam olarak sağlanmıştır. B urada savaş, adam öldürm e yasağı da var.
B ununla birlikte verilen güvencenin herkes için olduğu düşünülm em eli. Çünkü
Tevbe Suresi'nde, özellikle de "Kılıç Ayeti" diye ünlü beşinci ayette "kâfır"ler için
hiçbir güvence olm adığı, açıkça görülür. İslam öncesinden sürüp gelen "kutsal ay­
lar" çıkar çıkm az, '"putatapar"lann "nerede yakalanırlarsa orada öldürülmeleri"
buyrulur. Verilen güvence, özellikle M üslüm anlar içindir. Bir de kim senin "M ek­
k e 'c e zarar verem eyeceği konusundadır. B ir "güneş tapınağı" olarak yapıldığı ar­
tık iyice bilindiği halde M üslüm anlarca "Tann'nın evi" (Beytullah) diye nitelenen
"Kâbe" konusunda daha büyük bir titizlikle durulur. Bu "ev"in üzerinden "K U Ş­
LA RIN B İLE UÇM A D IĞ I" bildirilir. Fahruddin Râzî'den dilimize çevireyim:
- "K uşkusuz, havada uçm aktayken kuşlar, K âbe'nin üzerinden geçm eye ge­
lince bırakıp dönerler. K âbe'nin üzerinden tam geçecekleri sırada yollarını değiş­
tirirler."5

3 F. R âzî, e't-T efsiru 'l-K ebîr, 2 /162.ye öt.


4 B uhârî, e's-S a h îh , K itabu F ed âili'l-M ed in e/8 ; Tecrîd, hadis no. 892; M üslim , e's-Sahîh, K itabu'l-
F iten /1 2 3 , h ad is no. 2943.
5 F ah ru d d in R âzî, e't-T efsiru'l-K ebîr, 8/145.

175
Youtube: Tanrı Mı Varmış
B una göre, "Rabb", yani "Efendi T ann", kendi evinin üzerinden kuşların uç­
m asına bile izin vermiyor.
B urada biraz duralım :
"Tanrı evi"nin üzerinden "kuşların bile uçup geçm elerine izin verilm ediğini"
öğrenegelm iş olan M üslüm anlar şim di ne düşünüyorlar acaba? Yani şu bilinen
kriz nedeniyle "D eccâl", "büyük şeytan" diye nitelenen A BD 'nin uçaklarını uçu­
yor görürlerken. "Ulu Tanrı, K âbe'nin üzerinden kuşların uçm asına bile izin ver­
m ezken bu uçakların, bu savaş uçaklarının uçm alarına nasıl ve niçin izin veri­
yor?" diye düşünüyorlar mı?
Belki de sorulm ası gereken sorular şu:
-Ayet ve hadislerle, "M ekke"nin, dahası "M edine"nin, "sıra sıra olm uş m elek-
ler"le korundukları açık seçik bildiriliyor. Ö yleyken "korum ak" için gelen
"uçak"ların, hem de "kâfirlerin uçakları"nın işi ne? M üslüm an şeyhler, başkanla-
rı, kralları bu durum a nasıl "razı" olabiliyorlar? Dahası böyle bir durum için na­
sıl "çağrı" çıkarabiliyorlar? "Tanrı"ya, "Peygam ber"e ve bunların verdiği "açık
güvence"ye güvenm iyorlar mı? N için?
- A B D 'nin ve öteki "kâfir"lerin uçaklarını birer "koruyucu m elek" sayabilir
m iyiz? E ğer öyleyse bu m elekleri "hangi sınıf m elek"ten saym ak gerekir?
İslam ı her zam an kurtarm a çabasında olan İslam cılar ve yorum cuları bu so­
ru la n ele alm alı ve çözüm için ciddi ciddi oturup düşünm elidirler. N asıl olsa her
konuya, "A llah'ın izniyle" bir yorum bulabiliyorlar!

Em eğin Bayrağı
A ğustos 1990, yıl 3, sayı 28

176

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"K U R 'A N "LI BİR SK A N D A L

B asınım ızın "laik" grubunun önem li bir kesim i "irtica"ya karşıdırlar. A m a


kendi düşünce dünyalarında özel anlam ı olan "irtica"ya karşıdırlar. Bu "karşı
oluş"larıyla "İslam "ı övm edeki yarış "lan sarm aş dolaş bağdaşıyor. Hele "R am a­
zan" o lu n ca..."
"R am azan Ayı" gelince, basınım ızın tüm ü değilse de, tüm üne yakın bir kesi­
mi "İslam cı" olm ada birleşirler. "Şeriat boyası"yla, ki K ur'an'da bu boyaya "Tan-
n 'n ın boyası" denir, (bkz. B akara Suresi, ayet 138.) boyanıp "şeriatçı" olup çıkar­
lar. Ve alabildiğine bir yarış.
N e için?
Tiraj için. Yani "kör olası birkaç kuruşluk dünyalık" iç in ...
Ve bu sırada ne "laik" olanın laikliği kalır, ne de dürüstlük.
H ürriyet gazetesi, "Kur'an-ı Kerim A nsiklopedisi" (!) verecekm iş. "Büyük
G azete" olm asına yakışır biçim de, büyük bir kam panyayla duyurdu, duyuruyor.
A dının başında "Doç. Dr." bulunan bir üniversite m ollasıyla b irlik te...
B undan birkaç yıl önce bitirm iştim . D ünyada ilk olan bir "Kur'an A nsiklope­
disi" hazırlam ıştım . Ö nce 12 ciltti, sonra tam 14 cilde ulaştı. Bu ansiklopedinin
oluşm asında çok büyük bir özveriyle paraca desteğini esirgem eyen A da A jan-
sı'nın sahibi Ersin Salm an'la birlikte ansiklopedinin yayınının gerçekleştirilm esi
için "finansör" aradık. B ir iki yerle de tam anlaşm ak üzereyken olm adı. Görsel
Yayınlar'la, G üneş Y ayıncılık'la... Bu arada, Kur'an A siklopedisi'nin "ad"ım , il­
gili yerlere "tescil" ettirdik. Yine bunları yaparken, ansiklopedinin ilgili m adde­
lerini, igili "din" ve "bilim" çevrelerine okutturup bir kesim inden yazılı görüşler
aldık. H erkesin üzerinde birleştiği şuydu: "Bu ansiklopedi, hem tarihte ilktir,
hem de bilim sel bir titizlikle hazırlanm ıştır, kültür yaşam ında da büyük bir b o ş­
luk dolduracaktır". "ABC sırasıyla hazırlanm ış, kültür yaşam ında da büyük bir
boşluk dolduracaktır". Bu ansiklopedide diyelim ki bir "Kur'an" m addesini açıp
bakıyorsunuz. "Kur'an" sözcüğü hangi dildendir, A rapçada nasıl ve hangi anlam ­
ları yüklenerek yer alm ıştır? İlgili ayet ve hadisler, bunların geçm işteki ve bu­
günkü İslam otoritelerince yoru m lan nelerdir? (Türkçe açıklam alar yanında.)
B ulabiliyorsunuz ("H azret"siz "aleyhisselam "sız). M addede, bir uzuncası, bir de
özeti var. M addenin tüm ü (yani yalnızca bir K ur'an m addesi) 15 sayfayı aşkın.

177
Youtube: Tanrı Mı Varmış
K ur'an A nsiklopedisi için "finansör" ararken, adı ve böyle bir ansiklopedi olabi­
leceği oraya buraya duyuruldu kuşkusuz.
Sonra şuna tanık olduk:
Tercüman gazetesi de bir Kur'an-ı K erim A nsiklopedisi (!) sundu. Birkaç m ol­
laya hazırlatm ış. İki m inik cilt. B ir sürü yanlışlarla birlikte sunuldu, gördük. İlgi
görm edi, ciddiye alınm adı.
Ve şim di H ürriyet g azetesininki...

"Ticaret" İçin de O lsa Yalandan K açım lam az mı?

A nsiklopedinin tüm ü, 320 sayfaym ış. Bunu okuyanlar, "Kur'an-ı K erim 'i an­
layarak okuyacak ve dinleyecek"m iş.
B unun böyle olabilm esi için K ur’an'daki tüm ayetlerin çevirilerinin bu ansik­
lopedide bulunm ası gerekir. Buna da olanak yok. Çünkü Kur'an'ın A rapçası bile,
0 da A rap harfleriyle tam 604 sayfadır. Siz bu kadar sayfalık bir A rapça m etnin
çevirisini 320 sayfaya nasıl sığdırabilirisiniz? "Peygam ber'in hayatından pasaj­
lar, savaşları, kısm en hanım larıyla ilgili olanları" da yer alacakm ış üstelik. D aha
bitm edi. "6666 ayetin iniş öyküleri" de bulunacakm ış.
B öyle b ir şeyin olabileceği düşünülem ez. Ö lçüsüz bir yalandır bu.
1- B ir kez şu bilinm eli ki, K ur'an'daki "ayet" sayısı, "6666" değil. "K ur'an'da
6666 ayet var" sözü, sıradan halkın dilindekidir. İbn A bbas'tan yapılan bir aktar­
m aya dayanır, am a gerçek değildir. Bu bir.1
2- Sonra K ur'an’daki "ayetlerin tüm ünün iniş öyküleri" yoktur. A rapçası "es-
babu'n-nüzûl"dür. H er ayetin "sebeb-i nüzûl'ü, yani "iniş nedeni (İniş öyküsü)"
bulunm az. Yoktur da o n d an ... Bu da iki.2
3- İleri sürülen kapsam da olabilm esi için sözü edilen ansiklopedinin en az bü­
yükçe 5-6 cilt olm ası gerekirdi. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi ayetlerin çe ­
virisi bile sözü edilen ansiklopedinin iki katından daha büyük bir kitap olacak k a­
dar yer tutar. Bu da üç.

" K ur'an"ın G erisinde K alındı" Savının K orkunçluğu

H ürriyet soruyor:
- "Toplum olarak K ur’an-ı K erim 'in çok m u gerisindeyiz?"
D oçent m ollanın verdiği yanıtının özeti, kısaca "evet"tir. (Bkz. 18 M art gün­
lü H ürriyet)

1 B ilg i için bkz. C elaled d in S üyutî, el-İtkan f i U lum ü'l-K ur'an, M ısır, 1978, 1/89 ve öt.
2 B ilg i için bkz. Dr. S ubhî e's-S alih, M eb â h is f i U lûm i'l-K ur'an, B eyrut, 1979, s.139-140.

178

Youtube: Tanrı Mı Varmış


M olla bunu ileri sürebilir. Yukarıda üç m addede özetlenen yalanda olduğu gi­
b i... A m a zam an zam an "irtica"yla savaşır gördüğüm üz H ürriyet gazetesi nasıl
bu savda bulunabilir? Hele İslam cıların işlem iş olabileceği bir "cinayet" olarak
da düşünülebilen "Çetin E m eç"in öldürülm esi"inden so n ra...?
- "M adem K ur’an'ın gerisinde kalm ışız; K ur'an'ı anayasa olarak tem el alan
şeriatı getirelim , olsun bitsin; bunu m u istiyorsunuz?" diye sorulm az mı?

Ve T üyler Ü rpertici Bir Söm ürü

Yine H ürriyet soruyor:


- "Bu ansiklopediyi okum ak sevap m ıdır?"
M ollanın yanıtının özeti yine kısaca: ”Evet"tir.
Böyle bir gazetede böyle bir söm ürünün bulunm ası ne acıdır!

2000'e D oğru
25 M art 1990, yıl 4, sayı 13

179
Youtube: Tanrı Mı Varmış
163. M A D D EN İN
K A LD IR ILM A SI

141. ve 142. m addelerle birlikte 163. m adde de kaldırılsın. "D üşünce suçu"
diye bir şey istenm iyorsa, bu m addelerin tüm ünün kaldırılm ası istenm eli ve sağ­
lanmalı.
"D em okrasi" için, "düşünce özgürlüğü" için bu gerekli, zorunlu. 141. ve 142.
m addelerin kaldırılm ası istenirken, "163. m adde kalsın" denem ez, denirse "çifte
standart" o lu r...
Böyle dene geldiğini biliyoruz. Yani böyle diyenlerin bulunduğunu, dahası az
o lm ad ığ ın ı...
Bu savın bir gelişm esi var; öyküsü var. Sağ kesim deki "m olla"ların, bir kesim
" s o f la "ittifak", girişim leri ve bunu, sonunda başarm aları... Bu yazıda, bunlar
üzerinde durulacak değil.
"163. m adde kaldırılsın" denirken neyin "o lm ay ac ağ ın ı belirlem ek gerekir.
En başta bu yapılm alı. Şu sorunun karşılığı bulunm alı burada.
-163. m addenin "hükm ü" kaldırılabilir mi?

163. M addenin H ükm ünü K aldırm aya M eclis'in G ücü Yetmez

Bu şaşılası gibi gelebilir. Ama gerçek.


*
B ir düşünelim :
163. m adde ne tür bir hükm ü içine alıyor?
B ilindiği gibi, bu m adde "laikliğe ay k ın o larak ..." diye başlar. Ve "laikliğe
aykırılıklar"ı bir takım ceza hüküm lerine bağlar. Bu madde hükm ünün kaldırıl­
m ası dem ek, "laikliğe aykırılığın serbest bırakılm ası" demektir. Bunu, yasam a
organı, yani T B M M yapabilir mi? Yapamaz; çünkü:
Yasama organı, "D E V L E T 'in "üç erk"inden biridir. Devlet, bu gücünü, "laik­
liğe aykırılık" eylem ini "serbest bırakm ak"ta kullanılm az. "Laik" olm asaydı kul­
lanabilirdi. A m a herkesin bildiği gibi "laik"tir. (Anayasa, m adde 2.) Bu nitelik
"değiştirilem ez" ve "değiştirilm esi önerilem ez". (Anayasa, m adde 4.)
Konu, bu denli açık. Tartışm ası bile olm ayacak ölçüde...

180
Youtube: Tanrı Mı Varmış
D em ek ki "kaldırılsın" denen m adde hükm ü, "kaldırılam az". Tüm partiler bi-
raraya gelse bile, buna güç yetirilem ez. "Şeriatçı bir darbe" o lm ad ık ça...
D evlet, hem "laik" olacak; hem de "laikliğe aykırılığın serbest olm ası" için
"irade" gösterecek; gücünü kullanacak, "isteyen laikliğe aykırı görüş ileri sürsün,
bu doğrultuda davransın, partisini kursun, yapabiliyorsa gelsin, iktidar olsun.
O labiliyorsa şeriat devleti k u ru lsu n ..." diyecek!!! O lm az, olam az böyle şey.
D evlet, "laik" olarak "laikliğe aykırılığı serbest bıraktığı" zam an, "laik olm a ni­
teliğini" yitirir. Ayrıca da, "Kendi yıkıcısı"nı kendi elleriyle hazırlayam az.
Ve böyle bir şey istenem ez de. O nun için 163. m addenin kaldırılm ası istene­
m ez. Ne "insan haklarım " savunm a adına istenebilir; ne "hukuk" adına istenebi­
lir, ne "dem okrasi" adına istenebilir; ne de "çağdaşlık" adına isteneblir.

"İnsan H akları"m Savunm a A dına İstenem ez

İstenem ez çünkü: "Laikliğe aykırılığı serbest bırakm am ak", en geniş anla­


m ıyla "insan haklan"m güvence altına alm anın bir gereğidir. Laikliğin olm adığı
yerde, "in san 'ın tem el "h a k la rın d a n olan "düşünce özgürlüğü", "inanç özgürlü­
ğü" olam az.
Ayrıca: 163. m addenin yasakladığı "şeriat iktidar"ında "insan haklarT ndan
değil; "İslam a inanan insan haklan"m dan söz edilebilir olsa olsa. Bu da tam d e­
ğil; bir ö lçü d e... Çünkü İslam şeriatı, İslam "fıkıh"ı, İslam dan başka hiç bir
"din"i "din" saym am anın yanında, "ırk ayrım ı" yapar (K ur'an'a göre: Tek m uha­
tap ırk Araptır, A raplar içinde de E n'âm /92'ye, Şûrâ/7'ye göre de "M ekke ve çev­
r e s in d e bulunanlardır.); "soy sop ayrım ı" yapar (hadislere ve fıkha göre: "en üs­
tün olan, K ureyş K a b ile sid ir.); "m ezhep ayrım ı" yapar (Şiilerin etkin olduğu
yerde Sünnilere, Sünnilerin etkin olduğu yerde de Şiilere ve ötekilere değer v e­
rilm ez.); "M üslüm an ayrım ı" yapar ("dindar"ı varken, dinde biraz zayıf olanın
değeri yoktur.)... M uham m ed'in kendi arkadaşları arasında bile ayrım yapm ış;
dahası bir kesim öbür kesim iyle kıyasıya savaşm ış, 656 yılında bir savaşta bile
(C em el S avaşın d a) iki kesim den 15 bin kişi öldürülm üştür. Bu tür savaşlar, öl­
dürm eler, İslam şeriatının egem en olduğu yüzyıllar boyu olmuştur.
İslam şeriatı, "insan"m en tem el "Hakkı" olan "yaşam a hakkı"nı elinden alır
kendi ölçüleri içinde. Ve kendi inanırlarına, "inanm azlar" gösterilerek:
- "N erede bulursanız, orada öldürün!" der. (Bkz. Bakara: 191; Nisâ: 89, 91;
Tevbe: 5.)
"İnsan H akları" yaşayabilir m i böyle bir ortam da? Bu "terörlerin terörü" orta­
mında?!
"İnsan H aklan" için evrensel nitelikte, "uluslararası" kabul edilm iş "bildir­
g e l e r var. B unlardan hangisi böyle bir ortam a "evet" diyebilir? Hangi m addesi,
hangi hükmü?!!

Youtube: Tanrı Mı Varmış


181
"Hukuk" A dına da İstenem ez

İstenem ez çünkü: "Laikliğe aykırılığı", ne ülkem izdeki hukuk sistem i benim ­


ser; ne de "hukukun genel ilkeleri" buna uygun. 1982 A nayasası bile kesin ola­
rak "laik" dediği devletin bu niteliğini, sağlam güvenceye bağlayan hüküm ler
içeriyor. "Y aptırım ı"ysa Türk C eza Yasası'nda. Ve işte 163. m addesinde.
Ayrıca, Türkiye C um huriyeti'nin 2 num aralı yasası olan bir Hiyaneti Vatani­
ye Yasası var. T ürk C eza Yasası'nın 163. m addesiyle yasaklam alar, bu yasada
"vatan hainliği" sayılm ıştır. Yaptırım ı da: İdam ve bu yasa, bugün de geçerli.
Türk C eza Yasası'ndaki 163. m addenin kaynağıdır bu yasa.
L aiklik, insanlığın ileri uygarlığı ve gelişm işliğiyle yakından ilgilidir. U laşıl­
m ış olan bir aşam adır. "H ukukun genel ilişkileri"yle iç içe olan, ayrılm az nitelik­
te bulunan bir aşam a... Bu aşam adan geri dönülm ez. Geri dönülm esi de istene­
m ez. H ele "hukuk" a d ın a ...
K aldı ki, yukarıda da değinildiği gibi, İslam şeriatı, kendi ölçüleri dışında hiç­
bir hakka yer verm eyen bir hukuksuzluk düzenidir. A dam öldürm enin türlü bi­
çim lerinin, türlü işkencelerin de bulunduğu bir d ü zen ... Başlı başına bir terör
m ekanizm asıdır. 163. m addeyle yasaklanan m ekanizm a işte budur. Bu m addenin
kaldırılm asını istem ek, bu m ekanizm aya "serbestlik" vermektir.

"D em okrasi" A dına da İstenem ez

İstenem ez çünkü: 163. m adde, dem okrasiyle hiçbir biçim de bağdaşm ayan bir
eylem i "laikliğe aykırılık" niteliğindeki eylem i yasaklıyor.
Yine bu m addeyle yasaklanan "şeriat" düzeni "dem okrasi" için bir ölümdür.
Bu konuda yeterli bilgi alm ak isteyenler "yüzyılım ızın kitabı" niteliğindeki
kitabın, Şeriat ve Kadirim yazarı, arı duru bilim adam lığıyla yürekliliğin örneği­
ni veren değerli insan Prof. Dr. İlhan A rsel'in, bir hukuk anıtı niteliğindeki Teok­
ratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına adlı kitabını okuyabilir­
ler. Ve okum alıdırlar.
163. m addenin kaldırılm asını istem ek, "dem okrasi"yle bu m addenin yasakla­
dığı şeyin ne olduğunun bilincinde olanların tüylerini ürpertm eye yeter sanırım.
E lverir ki ikisi de iyi bilinsin.

"Ç ağdaşlık" A dına da İstenem ez

İstenem ez çünkü: Laiklik, çağdaşlığın en "olm azsa olm az"larındandır.


"Ç ağdaşlık"ta, "laikliğe aykırılık" eylem i hoş görülm ez. Çünkü bu eylem in
hoş görülm esi, "düşünce ve inanç özgürlüğünü yok etm e" eylem inin hoş görül­
m esiyle eşanlam lıdır.

182
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Hele "şeriat" söz konusu o lu n c a ... Şeriat'ın "iktidar" olm asına kapı açm ak,
insanı, "ortaçağ karanlığı"na hapsetm enin yanı sıra, insan boğazlam anın, işken­
cenin bir sistem durum una geldiği düzen için "buyursun, olabilirse iktidar ol­
sun!" dem ektir! "Çağdaş" insan bunu diyem ez.
"M O LLA " başlıklı yazıyı da okuyacaksınız derginin bu sayısında. Bu yazıyı
yazdığım zam an, Prof. Dr. M uam m er Aksoy, daha öldürülm em işti.
163. m addenin kaldırılm ası istem ine karşı sürekli savaşm ış olan bu hukuk ve
bilim adam ının öldürülm esinden sonra, sağ kesim den şim dilik "m üm aşaat"çı
davranan kim i "m olla" ile, sol kesim den kim ileri, "terör"e karşı "ortak bir bildi­
ri" yayım ladılar. (7 Şubat 1990 günlü gazetelerde.) Bence bu "ittifak"ın "terör"e
karşı olm ak yönünden hiç, am a hiçbir önem i yoktur. Çünkü, sağdaki "M olla"la-
rın savundukları düzen, "İslam"dır. İslam şeriatıdır. Bu düzenin, kendini güçlü
bulduğu zam an, baştan sona bir terör durum unu aldığıysa, kim senin yadsım aya­
cağı bir gerçek. "Teröri'le, "terör"e karşı çıkabilirler mi?
Ne var ki, "ça ğ d a şla rım ız d a n kim ileri, "m ollalarla ittifak"ta direnm ekteler.
B ence yanlış bir yoldur bu. U nutulm am alı ki, İran'da da bu yola gitm işlerdi ve
durum şim di ortada.
K ısacası: 163. m addenin y asakladığına, "düşünce suçu" dem ek, "özgürlük
dü şm an lığ ı"y la "teröri'le "cinayet"lerle "düşünce"yi birbirine karıştırm aktır
bence.
Sosyal Demokrat
Şubat 1990, sayı 22

183
Youtube: Tanrı Mı Varmış
DİN D U Y G U LA R IN I İN CİTM EK
SU Ç M U D U R?

D aha güzel bir dünya için her zam an daha ileri bir hukuk gerekli. Prangalı ol­
m ayan, dinam ik, canlı ve gereken hızla yürüyen, çağdaş bir hukuk.
Türk M edeni K anunu'nun kabul edilişindeki gerekçesinde din ve şeriat huku­
kunun neden bırakıldığı çok açık biçim de anlatılır. En tem el neden şöyle özetle­
nebilir: D in-şeriat kuralları "değişm ez" özelliktedir. Dinam ik değildir. Yaşamsa
sürekli değişir. B eliren yeni gereksinim ler, yeni karşılıklar ister. "D eğişm eyen"
kurallarla kolay herlenem ez, çağdaş olunam az. O ysa yeni Türk D evleti, her yön­
den ileri ve çağdaş olm aya y ö n elm iştir...
"Hukuk" var ki, ayakları "pranga"lıdır.
H ukukun prangaları türlüdür. B unlardan kim i, geleneklerden, belirli din ve
inançlardan kaynağını alır. B unlarla bağlı olan hukuk, kim i zam an kötürüm , k i­
m i zam an aksaktır.
G erçek anlam ıyla bir "hukuk devleti"nde ve çağdaş toplum yaşam ında, etkin­
lik, egem enlik geleneklere, din ve inançlara verilem ez. Verildiğinde de "hu­
k u k s a n , "çağdaşlık"tan söz edilem ez.
D urum bu olunca, "din duygularını incitm ek"ten kaçım labilir mi?
Bir gerçektir: "Yeni" geldiğinde, "eski"ye bağlı olanlar, sevim li bulm ayabilir­
ler onu. Yararlı bile olsa; zararlı, kötü ve düşm an görebilirler. K arşısına geçip
onunla savaşabilirler. Ve her karşılaştıkça ondan incinebilirler.
D in-şeriat inanırları, bağım lıları için ters, "rahatsız edici" ve "incitici" olan­
lardan kaçınılırsa işin içinden çıkılam az, hiçbir yere de varılam az. Bu kesim de-
kilerin "dinsel duygularını inciten" çok şey vardır yaşamda.
"Yeni Türkiye"yle karşılaşan niceleri, bu tutum a girm em işler midir? Rahatsız
olm am ışlar mıdır? B aşkaldırm aya, savaşa yeltenm em işler m idir? D evrim belirti­
lerini, devrim in sim gelerini, izlerini, devrim üstüne kurulu olanları her gördükçe
öfkeye k a p ılm a m ışla r m ıdır? D ev rim in k urucusu A tatürk'ün k endisine,
bıraktıklarına düşm anlıklarını her fırsatta sergilem em işler m idir? Ve A tatürk'ün
heykelleri, bu kesim dekilerin "dinsel duyguları"nı "incitm iyor" mu her zam an?
T ürkiye C um huriyeti’nin 2 num aralı yasası olan "Hıyanet-i Vataniye (Vatan
H ainliği) Yasası" niçin çıkarıldı? Söz konusu gerçekten dolayı değil mi?

184

Youtube: Tanrı Mı Varmış


D ünkü "şapka" nedeniyle görülen başkaldırılar ve bugünkü "türban" olayları
yeterince düşündürücü olsa gerek.
D in-şeriat inanırları, bağım lıları için ters, "rahatsız edici" ve "incitici" olan­
lardan kaçınılırsa işin içinden çıkılam az, hiçbir yere de varılam az. Bu kesim dek-
ilerin "dinsel duygularını inciten" çok şey vardır yaşam da. Çağdaş uygarlıktaki
birçok şey:
Eski "m ektep-m edrese" yerine konan laik okul, laik üniversite. "D inî tedrisat"
yerine konan laik öğretim . Bu öğretim de "gökten inme" kaynaklı "bilgi (!)" ve
eğitim in yerini alan bilim sel bilgiler, çağdaş eğitim. Örneğin evrende her şeyin,
T ann'nın "ol!" dem esiyle olduğunu, "yaratıldığı"nı anlatm ak, öğretm ek yerine;
zam anla, koşulların oluşm asıyla ve bir "evrim" süreci içinde oluşup geliştiğinin
anlatılıp öğretilm esi. Kur'an'da, "Tann'nın indirdikleriyle hükm etm eyen"lerin
"kafir" olacaklan (M âide Suresi, ayet 44.), "zalim" olacaklan (M âide Suresi, ayet
45.) ve "falsık" olacaklan (M âide Suresi, ayet 47.) bildirilip dururken; insanların
yasa koym aları ve kendi yasalarıyla "hükm etm eleri". Eski "m üctehid"lerin,
"m ü fti"lerin, "kadı"larm yerini C u m h u riy et’in çağdaş yargıçlarının,
hukukçularının, yasa koyucularının ve uygulayıcılannın almış olması... D aha nice
neler... Tüm ü, din-şeriat bağım lısının "dinsel duygulannı incitir" nitelikte. Şim di
gelin "incitm eyin" bakalım! İşyerinde çalışan, dışarıda dolaşan bir kadının çağdaş
görünüm ü, "dört duvar arası"nda ya da çarşaf-İslam i örtü içinde bulunm am ası bile
yetiyor söz konusu "duygulan incitm e"ye. İncitm em ek için ne yapmalı?
"Dinsel duyguların incitilm em esi" gerektiğini savunanlardan kim ileri am açlı­
dır. "İslam i düzen"in, yani şeriatın yeniden gelm esini isterler. Çeşitli kılıklara b ü ­
rünerek bunu sağlam aya çabalarlar. Savunanların kim ileriyse "iyi niyetli"dir. İn ­
sanca duygular taşırlar; "incitm ek"ten, "incitilm ek"ten yana olm adıkları için sa­
vunurlar bunu. Ne var ki yanlışa, hem de tehlikesine düştükleri açık.
K im i hukukçular da, Türk C eza Yasası’nm 175. m addesiyle, "dini duyguları
incitm e"nin "suç" sayıldığı görüşündedirler.
B ilindiği gibi bu m adde, 1986'da, ancak bir İslam şeriatı m ollasının kafasın­
dan, kalem inden çıkm a olabilecek türden bir m etinle değiştirilm iştir. Hele gerek­
çesi!.. Siyaset tarihçisinin, incelem ecinin, geleceğin hukukçusunun bu değişikli­
ği ele alırken, hele gerekçesi üzerinde durup düşünürken; anayasasında " ...la ­
ik. .. bir hukuk devleti" olduğu yazılı bir devletin yasam a organına nasıl getirile-
bildiğine, kabul edildiğine şaşm aktan kendini alam ayacağını düşünüyorum . Am a
iyi ki, A nayasa M ahkem esi bu değişikliği "iptal" etti (4 Kasım 1986). Bugün yü­
rürlükte olan biçim i, 20 M ayıs 1987 tarihlidir. K uşkusuz, çağın gerisinde olm a­
yanların üzerinde çok şey söyleyebileceği noktalar yine vardır içeriğinde.
B ununla birlikte, bu m addede ve gerekçesinde bile, "dini duyguların incitil-
m esi”nden söz edilm iyor ve bunun suç sayıldığına ilişkin bir hüküm yer almıyor.

185
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Ö yleyken ve yazık ki ünlü hukukçu Prof. Dr. Faruk Erem , söz konusu m ad­
dedeki hüküm leri ele alırken; "te z y if' edilen "değersiz gösterilen") din ve m ez­
hebe m ensup kim selerin "dini hislerini rencide edecek" (dinsel duygularını inci­
tecek) türden yayının ve başka davranışın önlenm ek istendiğini ileri sürüyor.
Erem , görüşünü, Yargıtay'ın bir kararm a da dayandırıyor. Erem 'i kaynak göste­
ren A bdullah Pulat G özübüyük gibi aynı sonuca varan başka hukukçular da var.
Ve yazık ki A nayasa M ahkem esi'nin kararında da, bu görüş doğrultusunda sayı­
labilecek sözler bulunuyor.
B urada dayanak alınan m addenin üçüncü fıkrasının üzerinde durulan hükm ü,
yasanın alındığı yasada yok. Yapılan ilk çeviride de bulunm uyor. Yani sonradan
eklenm e. B elki de bu nedenle hangi am aca yönelik olduğu iyice bilinmiyor.
Erem , "bugünkü devletin, dinin m üdafıiliği (savunuculuğu) görevini üstlen­
m iş olam ayacağını" belirtiyor. Bu, çok doğrudur.
Yasanın koruduğu, din ve m ezheplerin kendisi olam ayacağına göre nedir?
E rem 'in de içinde bulunduğu kim i hukukçular, yukarıda da belirtildiği gibi,
"dini duygulardır" karşılığını veriyorlar. İşte bence, yanlışın kaynağı burada.
B ence yasa, "dini duygular"ı değil; insan onurunu, kişiliğini güvence altına alı­
yor. H iç kim senin, "din"inden, inancından dolayı da olsa, aşağılanam ayacağını,
kınanam ayacağını hükm e bağlıyor. İsteniyor ki herkes dinini, inancını özgürce
seçsin. B ölüm başlığının: "Din H ürriyeti A leyhinde Cürüm ler" olm ası da am acı­
nın bu olduğunu, suçun konusunun "dini duyguları incitm ek" değil; "din-inanç
özgürlüğüne saldırı" olduğunu gösterir. Erem de bunu kabul etm ek zorunda k a­
lıyor, ne var ki "kanunun sistem atik taksim indeki bir eksikliğe" bağlıyor. O ysa
başka yasa m addeleri, en başta A nayasa'nın 24. m addesinin 1. ve 3. fıkraları da
bunu dile getirir niteliktedir. K im se ne dininden, inancından; ne de inançsızlığın­
dan, düşüncesinden dolayı kınanabilir. Bu evrensel ilke de anayasal güvence al­
tında. Erem , şunu belirtm ekten de kendini alam ıyor: "K anunun gayesi, dinleri ve
m ezhepleri her türlü tenkit dışı bırakm ak, onlara neşriyat (yayın) sahasında bir
dokunulm azlık tanım ak değildir." "D ini d u y g ulan incitm eden", din ve m ezhebi
"tenkit" etm ek (eleştirm e) nasıl olabilir? O labilir mi?
A nayasa M ahkem esi'nin k aran n d a şunları okuyoruz: "M odem devlette din,
kim i haklara sahip olm anın şartı değildir. ( ...) Laik devlette herkes dinini seç­
m ekte ve inançlarım açığa vurabilm ekte tanınm ış olan din ve vicdan özgürlüğü­
nün sınırları içinde şerbettir. H içbir dine itikadı olm ayanlar için de durum aynı­
dır."
A nayasa'nm 174. m addesinde, "Türk Toplum unu çağdaş, uygarlık seviyesi­
nin üstüne çıkarm a ve Türkiye C um huriyeti'nin laiklik niteliğini korum a am a-
cı"m n, her türlü yasa girişim inin üstünde olduğu, açıkça belirtilir. Bu am aç, "di­
ni d u y g u lan incitm e"ye götürdüğünde durum ne olur? A m açtan vaz mı geçilir,
ya da sapm ak m ı gerekir?

186
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Yasada da, gerekçesinde de yer alm adığı halde, "dini duygulan incitm e"yi
"suç" saym ak, "c e z a la n d ırm a yoluna gitm ek, Türk Ceza Yasası'nm 1. m addesin­
deki genel ve evrensel hukuk ilkesine de aykırıdır. "Yasa"sız "suç" olam az ve
"yasanın açıkça suç saym adığı bir fiil için kim seye ceza verilem ez.

S on u ç

Çağ, çağdaşlık, uygarlığın gerekleri ve kim i tem el, evrensel ilkeler bir yana
bırakılm adan, "dini duyguları incitm ek" suç sayılam az.

Ekonomi ve Politikada Görüş


N isan 1990, sayı 41

187
Youtube: Tanrı Mı Varmış
KARA SESLİ K A R A N LIK

Yazık ki, görülen durum çok acı. U zun süredir İslam cılığa çok önemli ödünler
verilmiştir. K orkunç yatırım lar yapılmıştır. Din öğrenimi veren okullar vardı; yeni­
leriyle sayıları arttırılmıştır. Ayrıca, buralardan çıkanlara yeni kapılar açılmıştır.
H er m eslek dalında, devlet erkinin her kesim inde, yönetimin her basam ağında bun­
lardan var şimdi. Hem de bol, bol. M ühendisi, avukatı, savcısı, yargıcı, yöneticisi,
parlam enteri... İslamcılar, tarihte rastlanm adığı ölçüde ekonom ik tabanlıdır günü­
m üzde. H em de uluslararası b o y u tta... Örgütü var, arkası var, parası v a r... Laik ve
"aydın" görünen kesiminse, koyu bir aymazlığı. Tam bir dem agojiye dönüştürdük­
leri "demokratiklik"leri. K orkaklıklarının arkasına sakladıkları "taktik"leri, karan­
lıkçılarla "ittifak" hevesleri. Kimilerinin de "oy kaygılan".
"Y asakçılık çözüm değil" deniyor. Elbette ki yalnız başına çözüm olam az bu.
Trafik yasakları trafik sorunu için yalnız başına çözüm oluyor mu? A m a gelin,
trafik yasaklarını kaldırın, olur m u? L aiklik konusundaki sorunların çözüm ü için
de, "yasak"lar yanında, buna yönelik sağlıklı, çağdaş eğitim gerekir. "Laikliğe
aykırılıklar"a ilişkin yasaklan kaldırm ak olm az, doğru olmaz. İslam ın yaygın ol­
duğu bir ülkede hiç doğru olm az bu. İslam , yalnızca '"inanç" değildir, "eylem "dir
de. Yaşamın her dalına kollarını uzatm ış bir eylem . "Laikliğe aykırılıklar "a iliş­
kin "yasak"lan, kaldırm ak şöyle dursun; A nayasaya göre önerilem ez bile. H uku­
ku bir parçacık bilen, bunu da bilir. B unun için "dem okrasi" de gerekçe olarak
ileri sürülem ez. D em okrasi için "dem okrasiye aykırılıklar" serbest bırakılam az.
İslam şeriatının kendisi "dem okrasi"ye terstir. N e dem okrasi dinler, ne özgürlük.
B unlardan vazgeçm edikçe - k i buna kim senin gücü yetm ez -"şeriatçılar"a: " B u­
yurun kendi partinizi, şeriat partisini kurun!" denem ez. "D em okrasinin Batı'daki
ölçüsüyle benim senm esi"nin gereği bu değildir. "C am ilerdeki cem aatin özgürce
partilerini kurm aları ve m eydanlarda m itinglerini yapm aları", Batı'daki ölçüle­
riyle "dem okrasi" adına istenem ez.
Şeriat yolundaki oluşum lar "terör" yolundaki oluşum lardır. Batı dem okrasi­
sinde "terör serbest" değildir, "terör partisi" yoktur. Basında, "Tahran R adyo­
s u n u n tahrik ettiği" ve "şeriat kansız gelm ez" dediği haberi verildi. Terörün kay­
nağı, H um eyni'nin kafası değildir yalnızca. Onun "fetvası" da değildir. "Şeri-
af'tır. H um eynl'yi tek ölçü de alm ak yanlıştır. İşte "Kara ses" C em aleddin, şeri­
ata dayanıyor. K itabından dolayı İlhan A rsel için "öldürün!" diye haykırırken
şeriat terörünü yansıtm ıştır.
Tempo
19 M art 1989, yıl 2, sayı 12

188
Youtube: Tanrı Mı Varmış
SEM RA Ö ZA L ve T V A Ç IK O TU RU M U N D A K İ
Ü N İV ER SİTE M O L L A L A R IN A A ÇIK SO RU LA R

T V -l'deki açık oturum u (7 H aziran 1990 saat: 22.15) olanca dikkatim le izle­
dim. M akyajlanm ış İslam ın savunucusu "m olla"larm neler söyleyeceklerini az
çok kestirebiliyordum . A m a yine de söyleneceklerden hiçbir aynntıyı kaçırm ak
istem iyordum . Hazırlığım ı ona göre yaptım , kendim i ona göre verdim açık oturu­
ma. Sem ra Özal, bir başka özellikteydi. "A tatürkçü ve laik kim liğiyle oradaydı.
Ve "kadın h aklan savunucusu" olarak. B akalım "m olla"lar karşısında kendisini
hangi konum a koyacaktı? "Farklı şeyler" söylüyor gibi görünmedi değil. N e var
ki, "hocam da gayet güzel b e lirtti..." türünden sözleriyle ve sergilediği kim i tutu­
m uyla, "m olla"lann yanında yerini aldı. A tatürk'ten aktardıklanysa havada kaldı.
O rada bulunup karşılık verm ek isterdim . A m a benim gibilerin düşünce dün­
yasından en küçük bir şeyin bile orada yansıtılm asına TRT olanak verir mi? Bu
olam ayacağına göre, sesim i buradan duyurm ak istiyorum . S orularla... Sem ra
Ö zal'dan başlayarak.

Sem ra Ö zal'a Sorular

- A çık oturum da, A tatürk'ün, "erkek kadın ayrımı yapan m illetlerin, m edeni
m illet o lm adığını ifade ettiğini" b elirttiniz. B unu benim siyorsanız, başta
"K ur'an"ı, hukuk düzeniyle bu aynm ı yapan İslam dan yana nasıl olabiliyorsu­
nuz? İşte bir ayette anlatılan: (D iyanet'in resm î çevirisiyle)"... K adınların hakla­
rı, örfe uygun olarak vazifelerine denktir. Erkeklerin, onlardan bir üstün derece­
leri v a rd ır..." (Bakara, ayet 228) İşte bir başka ayetten: (Çeviri, yine D iyanet'in)
"A llah'ın kim ini, kim ine üstün kılm asından ötürü ve erkeklerin m allarından sarf
etm elerinden dolayı erkekler, kadınlar üzerine hâkim dirler. İyi kadınlar, gönül­
den boyun eğenler ve A llah'ın korunm asını em rettiğini, kocasının bulunm adığı
zam an da koruyanlardır. Serkeşlik etm elerinden (baş kaldırm alarından) endişe­
lendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın, nihayet d ö v ü n ...
(N isâ, ayet 34) Şim di siz, bir "kadın h ak lan savunucusu" kadın olarak, "kadın"ın,
bu ayetlerdeki konum undan yana olabilir m isiniz?

189

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- Dilinizdeki "Atatürk inkılapları", eğer "kadın"'ı bu konum unda süründüren ve
süründeregelm iş olan İslam şeriatına karşı değildiyse neye karşıydı, söyler m isi­
niz?
- A tatürk'ün "laiklik dinsizlik değildir" dediğini söylediniz. Bunu kanıtlaya­
bilir m isiniz?
-A ta tü rk , "İslam "dan "Arap dini" diye söz eder ve bu dinin, Türk toplum una
b ir şey kazandırm adığını, tersine çok şey yitirttiğini, toplum un ulusal bağlarını
gevşettiğini, toplum u uyuşturduğunu b elirtir.1 Bunu biliyor m uydunuz? Ve böy-
leyken m odern T ürkiye'yi, "K ur'an'ın gerisinde" gösteren bir "m olla"yla nasıl
uyuşabildiniz?
- Sizi, "A tatürk ilke ve inkılaplarT nın "en başında" geldiğini söylediğiniz la­
iklik, eğer çok ilgilendiriyorsa, "Türkiye Cum huriyet"i laiktir, am a ben laik d e­
ğilim , M üslüm anım !" diyen ve "TBM M 'de laiklik için ant içm iş "bir kişi olarak
bunu söylem iş olan bir "koca"yla nasıl yaşayabiliyorsunuz? Ö yle bir kocadan,
hiç değilse bundan sonra birlikte olm am ak için boşanm anızı önerirsem saçm a bir
öneride m i bulunm uş olurum ?

M olla Yaşar Nuri Ö ztürk'e Sorular

- K ur'an'da, "kız çocuklarının diri diri göm ülm esi"nden sözedildiğini, bunun
"en aşağılık b ir şey" olduğunun anlatıldığını ve "bu tabirin K ur'an-ı K erim 'in ta­
biri olduğunu" söyledin. Bu, "yalan" olm adı m ı? K ur'an'da "göm ülm üş (kız, ka­
dın) olana, hangi suçtan öldürüldüğü sorulduğu zam an?" anlam ındaki iki ayetten
(Tekvîr Suresi, ayet 6-7) başka bir ayet var mı?
- İslam öncesi A raplarda, "kız çocuklarının diri diri göm üldükleri", İslam ın
bir "yalan "ı değilse, herhangi bir belge gösterilebilir mi? Böyle bir durum olsay­
dı, A raplarda "kadın çokluğu" olabilir m iydi? D ahası, kız çocukları öldürülüyor-
duysa, A raplar nasıl ürüyordu?

Ö tekilere Soru

- M olla Yaşar Nuri Ö ztürk'ün "K ur'an'a dayanarak kadın h ak la n 'rid a n söz
ederken (!) b ir tek ayet bile gösterm ediği dikkatinizi çekm edi mi? N eden bir ayet
gösterm esini istem ediniz?
- Bu açık oturum da, Türkiye C um huriyeti üniversitelerinden kişiler olarak İs­
lam şeriatı m ollalan gibi İslam ı savunm anız ve A tatürk'ü de o konum da göster­
m eniz sizi hiç rahatsız etm edi mi?

1 P rof. Dr. A. A fetinan, M ed en i B ilgiler, s.364 ve ötekiler.

190

Youtube: Tanrı Mı Varmış


ELE ŞTİR İ VE M E K T U PL A R A CEVAPLAR

191
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Youtube: Tanrı Mı Varmış
M E K T U PL A R

Bu köşeye gelen m ektup oldukça çok. B ir sıraya konuyor ve karşılık verm e­


ye çalışılıyor. Şim di kim i eleştiri içeren, kim i de destekleyici nitelikte birkaç
m ektup ve cevabı sunulacak:

"İslam a Z arar Verilemez"

İsm ail N acar'ın m ektubu.


N acar daha önce de bir m ektup yazm ıştı. 37. sayım ızda olabildiğince yer ve
karşılık verilm işti. Ne var ki, sevgili okur, bunu yeterli bulm am ış. Saldırılar da
içeren anlatım larla üzüntüsünü belirtiyor. H er m ektuba, tüm üyle yer verm eyi is­
terdik. Yazık ki, buna olanak yok.
"B ir M üslüm an olarak, ipe sapa gelm ez bu tip söz ve yazılardan, İslam adına
en ufak b ir üzüntü ve rahatsızlık duym adığım ı bilm enizi isterim. Ç ünkü bırakın
Turan D ursun gibileri, tarihte, burnundan kıl aldırm ayan nice kudret sahibi F ira ­
vun ve krallar, dengeyi sağlayam am ış nice ideolog ve düşünürler, İslam a olm a­
dık çam ur attılar da, o yine de tüm asaletiyle kucağını bütün insanlığa açık tu ta­
rak hep tebessüm le yoluna devam etti" diyor Nacar.

C evap: G erçek O rtada

G erçeği, yalnızca gerçeği gözler önüne serm eye çalışıyorum . G erçeği ortaya
serenler hiç olm adı mı şim diye dek?
Kuşkusuz oldu. A m a ayetleriyle "nerede bulursanız orada öldürün!" diyen (bkz.
Bakara Suresi, ayet 191; Nisâ Suresi, ayet 89, 91; Tevbe Suresi, ayet 5.) İslamın
tüyler ürperten acımasızlığıyla yok edildiler. Örneğin: İbnü'l-M ukaffa (8. yüzyıl).
"Kulumuz M uhammed'e indirdiğimizden kuşkulanıyorsanız, siz de onun benzeri bir
sure meydana getirin" diyen (Bakara Suresi, ayet 23) Kur'an'ın Tann'sına karşılık ve­
rip "nazîre (benzer)" yazdığı için bu ünlü düşünür ve edebiyatçı da aynı acımasızlık­
la yakılarak yok edilenlerden.
Bu köşede ne yazılıyorsa, en sağlam larından KA Y N A K LA R'a dayandırılıyor.
Son derece ilgi görm esi de bundan. "İslam a olm adık çam ur atılıyor" suçlam ası­
nın gerçekle bir ilintisi yok.

193
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"K ur'an'ın Tasdik Ettiği Tevrat ve İncil
Tahrip Edilm eden Ö ncekileridir"

A nkara İlahiyat Fakültesi'nden yazan Alpaslan Aslan bunu ileri sürüyor m ektu­
bunda. "Kur'an, hiçbir zam an, başka dinleri taklit etm ek için değil, onları kaldır­
m ak için gelmiştir. Çünkü artık bozulm uşlardı" diyor. Dinlerin en çok "ortak oldu­
ğu nokta"lardan birinin "peygam berler" olduğunu belirtiyor. Ve şunları yazıyor:
"K ur'an, İncil ve Tevrat'ı tah rif edilm em iş şekliyle mi tasdik ediyor, yoksa
tah rif edilm iş haliyle m i tasdik ediyor?"

C evap: "TahriF', Yalnızca İslam ın Savıdır

B ir m etne "tahrif edilm iştir" dem ek için, o m etnin, "aslı"nı gösterm ek gere­
kir. "Tevrat" ve "İncil"in "tahrif edilm em iş biçim leri" hiçbir yerde gösterilem ez.
Ç ünkü h içbir zam an olm am ıştır. D ünyanın neresindeki TEVRAT ve İN C İL 'e b a­
kılırsa bakılsın; İslam ın ileri sürdüğünden, savunduğu kim i im an ilkelerinden
başka bir içerikle karşılaşılır. M uham m ed’in zam anından da önce okunan, elden
ele dolaşan ve saklanan "m etin"leri, "elyazm aları" vardır. "Tahrif" m üm kün mü?
Değil. K aldı ki, M üslüm an yorum cu ve araştırıcıların ileri gelenlerinden birçoğu
da, "m etni değiştirm e ve bozm a" anlam ında bir " ta h rifin "Tevrat" ve "İncil" de
olam ayacağını anlam ış, "itira f’ etm işlerdir. F. Râzî'yi de bunlardan sayabiliriz.1
R âzî, ayetlerde söz konusu olan " ta h rifin "yanlış yorum " niteliğinde olduğunu,
yani Tevrat ve İncil'in "sözlerinin değiştirilm iş olam ayacağını", olsa olsa "sözle­
rinin yanlış yorum lanm ış olabileceğini" ve " ta h rif deyince bunun am açlandığı­
nı çok açık biçim de yazıp savunuyor (bkz. gösterilen yerler). Yani, Tevrat ve In­
cil'de b ir "değiştirm e" olm am ıştır.
Tevrat ve İncil birtakım söylence ve öğütler derlenerek nasıl kalem e alınm ış­
larsa öyle sürüp gelm işlerdir. Bir kesim i de K ur'an'a, yer yer değiştirilerek geçi­
rilm iştir. Yani, " ta h r if K ur'an'dakilerdedir. Bu ortaya çıkıyor.

"Y orum larınızda B iraz D aha Ö lçülü O lam az mısınız?"

Salim Taşçı da m ektubunda böyle diyor.


Şunları yazıyor:
"M anevî değerlere saldırm a hakkını siz nereden buluyorsunuz? ( ...) Yeryü-
zündeki insanların A L LA H kavram ını beyinlerindeki şekillendirm eleri m utlaka
değişiktir. M ilyarlarca insana sorarsanız, benzer bulam azsınız. A llah, her şeyden
m ü n ezzeh tir..."

1 F. R âzî, e't-T efsirü 'l-K ebir, 8/107, 3 /134-135, 10/118, 11/187.

194
Youtube: Tanrı Mı Varmış
C evap: "Saldırı" D eğil, "Sergilem e"

Yazılarımı okuyanlar, "saldırı"nın değil; kanıtlarına ve kaynaklarına dayalı bir


SERG İLEM EN İN olduğunu görürler. "Ölçü"süyse gerçeklerdir. Sevgili okurum ,
"hacc farizasını yerine getirm iş bir K em alist olduğunu" da yazıyor. "Kem alist"in
"Kem al" i, eğer M ustafa K emal A tatürk'se, A tatürk'ün getirdiği LA İK LİK ve dev-
rim lerin " h e d e fi anımsanmalı. A tatürk ilke ve devrim leri getirilip yerleştirilm eye
girişildiğinde de "m anevî değerler" adına gürültüler koparılm ıştı öyle değil mi?

"E vrendeki Bu D üzen R astlantı Sonucu O lam az"

 dem Yalnız da, sayfalardan oluşan çok uzun m ektubunda bunu dile getirm e­
ye çalışıyor. M ektubundakilerin büyük çoğunluğu, D iyanet Yayınları'ndan bir k i­
tapta da aşağı yukarı aynen var. T V 'deki "İnanç Dünyası" konuşm acıları, örneğin
bir Dr. H aluk N urbaki de zam an zam an bu kitaptakileri, hiç kaynak gösterm eden,
yani kendi konuşm asıym ış gibi sunm akta.
"B akın şu gördüğün yuvarlak AY değil, DÜNYA. Şu da GÜ N EŞ. K im düzen­
lem iş onları? A ralarındaki yaklaşım m esafesi nasıl da uyum lu. Ya D ünya, G ü­
neş'e 100 km. yakın bir m esafede olsaydı, herhalde ısı 150-200 derece olm az
m ıydı?" ( ...)
Sevgili okur evrendeki, dünyadaki, canlılardaki, özellikle insandaki şaşılası
yapıya, düzene örnekler veriyor. Ve bunların "bir rastlantı"yla değil, bir G Ü Ç
eliyle, Tanrı'nın yaratm asıyla olm ası gerektiğini yazıyor. A ynca şöyle diyor:
"K ur'an, her şeyin özünü oluşturm akta ve fikirler sunm aktadır. B ütün buna
rağm en 6666 ayet, 6666 çekirdek. H er çekirdek, binlerce çiçek, binlerce m eyve,
binlerce tohum dur. H esabı varın, siz yapın."

Cevap: E vrende H er Şey, D eğişerek G elm iştir ve de D eğişm ekte

G ök cisim lerinin evrendeki konum ları hep bu görüldüğü gibi olm am ıştır.
M ilyarlarca yıl içinde değişerek gelm iştir. Sürekli de değişm ekte. M ilyarlarca yıl
önce öyle zam anlar olm uştur ki, yıldızların, gezegenlerin kim i hiç yoktu, kim i de
yeni oluşum lar içinde bulunuyordu. N e D ünya, ne Ay, ne öteki gezegenler, ne
G üneş, ne de gezegenleriyle öteki "güneşler", yıldızlar böyleydi bir zamanlar.
Z am an içinde, biçim den biçim e, konum dan konum a girerek bugünkü durum ları­
nı aldılar. Ö rneğin 6 m ilyar yıl önce DÜNYA var m ıydı ve böyle m iydi? G eze­
genim izin doğum undan sonraki, hiçbir canlının yaşam adığı, yaşayam adığı orta­
m ını bir düşünün. Baştan başa ATEŞ. "Tek hücreli canlı"nın bile m eydana gel­
m esi için bir buçuk m ilyar yıl beklem ek gerekm iştir. Sözü edilen o "D Ü ZEN LE-

195
Youtube: Tanrı Mı Varmış
YİCİ" neredeydi o zam anlar? B ugünkü hayranlıkla bakılıp görülen ve "Yara­
t a n ı n a "kanıt" sayılan canlıların, özellikle İN SA N 'ın, olsa olsa ancak birkaç m il­
yon yılın ürünü olduğu bilim sel araştırm alarla ortaya konuyor. "D ünya"ysa yak­
laşık 5 m ilyar yıllık.
Kaldı ki, evrene bakılırken kafalarda oluşan "Tanrı"nın "K ur'an'daki T ann"ya
benzeyebileceği tartışm alı. İleri sürülen "6666 ayet"inse ele alınıp tartışılm ası bir
başka konu. Yalnız hem en belirtm ek gerekiyor ki, eldeki K ur'an'da bulunan ayet
sayısı "6666" değildir.

"Tanrı Varsa Neden A daletli Değil?"

U rfa'dan yazan A hin G üneş soruyor bu soruyu.


"A llah varsa ve adaletliyse neden dünyadaki her türlü eşitsizliğe seyirci kalı­
yor?" diyor m ektubunda.
Cevap:

Akıl ve B ilim G özlüğü-Im an G özlüğü

K ur'an'ın Tanrı'sı, her şeyi kendisinin yaptığını, yarattığını, dünyadaki "nzık-


lan " da kendisinin bölüştürdüğünü, am a kim i insanı zengin, kim ini yoksul yap­
tığını açıkça bildiriyor. G eniş bilgi için "K ur'an'daki T ann'm n İnsanlan Ayırm a
Politikası" ve "K ur'an'ın Tanrısı'nın Elindeki Terazi" başlıklı yazılar okunabilir.
K ur'an'ın anlattıklarına, A K IL ve B İLİM gözlüğüyle değil, İM A N gözlüğüyle
bakıldığında inanılabilir ancak.

"K ur'an'ın Tanrısı Akıllı mı?"

Halil K onut'un m ektubunda, bu som tam böyle yer almıyor. A m a bu anlam da.
Sevgili okur, oldukça çaplı bir incelem e ve araştırm ada bulunm uş. K im i g a­
zete ve dergilerdeki yazıları taram ış, "akaid kitaplan"na bakm ış, ilgili Kur'an
ayetlerini incelem iş. 22 Eylül 1989 günlü Türkiye gazetesinde "Bir B ilene Sora­
lım 'da, bir okuyucuya verilen cevapta, "Bir kim se A LLA H ŞU U R L U D U R der­
se, ŞU U R yaratık olduğu, insanda olan bir sıfatı A llah'a verdiği için K Ü FR E D Ü ­
ŞER (kâfir olur) İM A N I G İD ER " dendiğini aktarıyor. "Akaid kitaplan"nda "Al-
lah'da A K IL ve ŞU U R bulunduğu yazılm ıyor" diyor. Ve birtakım incelem elerden
sonra, ayrıca şu soruyu soruyor:
"A llah'ta A K IL ve ŞU U R olm adığına (akaid kitaplarının böyle dediğine) gö­
re, A llah'ı K A N U N K O Y U C U kabul edenlerde, yani ŞERİA TÇILA R’da akıl ve
şuur v ar m ıdır? A kılsız ve şuursuz olan bu kişilerden size bir zarar gelm eyeceği­

196
Youtube: Tanrı Mı Varmış
ne nasıl em in olabiliyorsunuz? Ve sizin için kaygılanan okurunuza nasıl oluyor
da 'K A Y G ILA N M A Y IN !' diyebiliyorsunuz?"
Cevap:

K orkup Ç ekinm ek Bir Ç özüm D eğildir

"K ur'an'daki T ann'nın aklı" konusunda, buna ilişkin yazıyı (yayım lanacak
olan "İslam ın T ann'sı Akıllı m ı?" başlıklı yazıyı) lütfen okuyun, gerekli karşılığı
bulacaksınız. "Şeriatçı kesim in Z A R A R I"na gelince. D aha güzel bir dünya için
karanlığın üzerine yılm adan gidilm esi gerekir. K itleleri AYDINLATM AKTAN
başka b ir yol yok. Bunun için de birçok şeyin yanında, iki şey, "olm azsa olm az"
niteliğinde gerekli: "BİLG İ (araştırm aya dayalı)" ve "Y Ü R EK LİLİK ". Hani ne
derler, "korkunun kendisi, korkulan şeyden kötüdür".

"İslam N edir ve K im ler E liyle O luşturulm uştur?"

"Din Bilgisi" köşesinde yayınlanan ve daha önceleri kapak konusu yapılan ya­
yınların çok önem li, yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyorum " diyerek m ektubu­
na giren H. A takan'ın sorularından ikisi böyle özetlenebilir. "Bu yayınlar aydınlı­
ğa, m edeniliğe, bilim e, dem okrasiye açılan öncü hareketlerinden biri. Bu konuda
bir başlangıç sayılabilir. Çoktan zam anı gelm işti, 2000'e D oğru'ya nasip oldu" di­
yerek bize güç verm eyi de esirgem eyen sevgili okurum un öteki sorularıysa: "ayet-
ler"e, "M uham m ed"e (okum a yazm a bilip bilm ediğine), "Kur'an'ın üslubunun
m ucize niteliğinde olup olm adığı"na, "İslam ın anlattığı İsa"ya ve "Daniken'in
K ur'an ve M uham m ed konusunda bir çalışm ası olup olm adığına" ilişkin.
Cevap:

K öşedeki Yazıları İzlerseniz


Sorularınıza K arşılıklar B ulabilirsiniz

S orular burada hem en karşılık verilebilecek türden değil. A yn ayrı ele alıp y a­
nıtlam ak gerekir. A ncak şu bilinm eli ki, bu köşede tüm ünün, olabildiğince ve ay­
rı a y n başlıklar altında karşılıkları yer alacaktır. Son soruya gelince: D aniken'in
öyle bir çalışm ası olup olm adığını bilm iyorum .

"K ur'an'ın Tanrısı Akıllı mı?"

Halil Konut'un m ektubunda, bu soru tam böyle yer almıyor. A m a bu anlamda.


Sevgili okur, oldukça çaplı bir incelem e ve araştırm ada bulunm uş. K im i ga­
zete ve dergilerdeki yazıları taram ış. "A kaid kitapları"na bakm ış, ilgili K ur'an

197
Youtube: Tanrı Mı Varmış
ayetlerini incelem iş. 22 Eylül 1989 günü Türkiye gazetesinde "Bir Bilene Sora-
lım "da, bir okuyucuya verilen cevapta: "B ir kim se A LLA H ŞU U R LU D U R der­
se ŞU U R yaratık olduğu, insanda olan bir sıfatı A llah'a verdiği için K Ü FR E D Ü ­
ŞER (kâfir olur), İM A N I G İD ER" dendiğini aktarıyor. "Akaid kitapları"nda "Al-
lah'da A K IL ve ŞU U R bulunduğu yazılm ıyor" diyor. Ve birtakım incelem elerden
sonra, ayrıca şu soruyu soruyor.
"A llah'ta A K IL ve ŞU U R olm adığına (akaid kitaplarının böyle dediğine) gö­
re, A llah'ı K A N U N K O Y U C U kabul edenlerde, yani ŞERİA TÇILA R'da akıl ve
şuur var m ıdır? A kılsız ve şuursuz olan bu kişilerden size bir zarar gelm eyeceği­
ne nasıl em in olabiliyorsunuz? Ve sizin için kaygılanan okurunuza nasıl oluyor
da 'K A Y G ILA N M A Y IN !' diyebiliyorsunuz?"

C evap: K orkup Ç ekinm ek Bir Ç özüm D eğildir

"K ur'an'daki Tanrı'nın akıl" konusunda, buna ilişkin yazıyı (yayım lanacak
olan "İSLA M 'IN TA N RI'SI A K IL L I M I?" başlıklı yazıyı) lütfen okuyun, gerek­
li karşılığı, bulacaksınız. "Şeriatçı kesim in Z A R A R I"na gelince: D aha güzel bir
dünya için karanlığın üzerine yılm adan gidilm esi gerekir. K itleleri A Y D INLAT­
M A K TA N başka bir yol yok. Bunun için de birçok şeyin yanında, iki şey, "ol­
m azsa olm az" niteliğinde gerekli: "B İLG İ (araştırm aya dayalı)" ve "Y Ü R E K L İ­
LİK ". H ani ne derler, "korkunun kendisi, korkulan şeyden kötüdür."

2000'e D oğru
5 K asım 1989, yıl 3, sayı 4

198
Youtube: Tanrı Mı Varmış
SÜ LEY M A N ATEŞ'İN
M EK TU B U V E K A R ŞILIĞ I

G önül ister ki m ektuplar bir b ir ele alınsın, hepsine yer ve karşılık verilsin.
N e var ki, gönülün istediği her zam an oluyor m u? D erginin sayfalarının sınırları
ortada. Bu köşe, daha da sınırlı. M ektuplara yanıt için iki sayfa ayrıldığı h ald e...
A ncak olabildiğince oluyor.

D iyanet İşle r i Eski Başkanı


Prof. Dr. Süleym an Ateş'in M ektubu

M ektuplar arasında Süleym an A teş'inki de var. A teş, hem bu alandaki çalış­


m alarıyla tanındığı, hem de ve belki de daha önem lisi D iyanet İşleri Başkanı ola­
rak görev yaptığı için ayrı bir önem i, özelliği var. M ektubuna da bu nedenle ay ­
rı bir önem verilm esi gerekir.
A teş'in m ektubu şöyle başlıyor:
"2000'e D oğru dergisinin 11 M art 1990 sayısının Turan D ursun im zasıyla y a­
yım lanan bir yazısında: 'K ur'an'da AY'ın bir m ucize olarak ikiye bölündüğünün
söylendiği, gerçekte böyle bir şeyin olam ayacağı, bu ifadeyle K ur'an'ın bilim e
ters düştüğü anlatılıyor. Ö m rünü K ur'an'la geçirm iş bir insan olarak bu sathî y o ­
rum u düzeltm e ihtiyacını duydum ."
A teş, "Ö nce şunu kesinlikle belirteyim ki, K ur'an'ın kendi orijinal vahyinde
bilim le ters düşen hiçbir şey yoktur" diyor. Buna göre, B akara Suresi'nin 259.
ayetinde anlatılan "eşeğiyle birlikte ölen bir kişinin bulunduğu yerde YÜ Z YIL
ölü olarak kaldığı, sonra önce kendisinin dirildiği; sonra eşeğinin kem iklerinin
birleştiğini, ardından kem iklerin etle kaplandığını ve sonunda diriliverdiğini g ö r­
m esi" bilim e "ters düşm üyor". 260. ayette anlatılan "İbrahim 'in dört kuşu parça­
layıp her bir parçayı bir dağın üzerine koyduğu, sonra bu k u şlan çağırdığı, kuş-
lan n dirilip İbrahim 'in çağ n sın a uyarak uçup yanm a geldiği", bilim e "ters düş­
m üyor". Âl-i İm rân Suresi'nin 49. ve M âide Suresi'nin 110. ayetlerinde anlatılan
"İsa”nm 'kuş heykeli' yaptığı, bu heykele üfürdüğü, çam urdan kuşun, canlanıp
kuş olduğu, İsa'nın ölüyü dirilttiği" bilim e "ters düşm üyor". K ur'an'da anlatılan,
S üm er söylencelerinden Tevrat'a, oradan da K ur'an'a geçtiği, artık "İlahiyatçı-

199

Youtube: Tanrı Mı Varmış


lar ’ca bile kabul edilen "N uh Tufanı" ve A nkebût Suresi'nin 14. ayetinde anlatı­
lan "N uh'un toplum u içinde 950 yıl kaldığı", bilim e "ters düşm üyor"...
Süleym an A teş, sonra K ur'an'ın "ilm iliği"ne, kendi deyişiyle bir "H ıristiyan
bilim adam ının K ur'an'a hayranlığı"nı tanık gösteriyor ve sonra konuya giriyor.
Süleym an A teş'e göre K ur'an'da, "AY'ın (ikiye) bölündüğü" anlatılm ıyor.
A teş, "K ur'an böyle b ir şey söylem em iştir, am a çürük rivayetleri gerçek sanan
yorum cular, K ur'an'ı rivayetlere göre yorum layıp hataya düşm üşlerdir" diyor.
D em ek ki, Süleym an A teş'e göre: K am er Suresi'nin ilk ayetlerinde anlatılan
"AY'ın bölünm esi"ne ilişkin "rivayetler", yani "hadisler", tüm üyle "ÇÜRÜK"tür.

"Bu R ivayetler Çürüktür" D iyebilecek Bir


"H adisçi" G österilebilir mi?

S üleym an A teş, lütfen bir "hadisçi" bulsun. Evet arasın, tarasın yalnızca bir
"hadisçi" bulsun ve o hadisçi, konum uza, yani "Ay'ın ikiye bölünm esi"ne ilişkin
"hadisler"in "rivayetler"ine "çürük" desin. A teş, bunu diyen, kitabında böyle bir
sava yer veren bir hadis uzm anı bulsun yeter. İşte m eydan, Süleym an A teş bunu
başarırsa, konum uzdaki tartışm ayı kazanm ış sayılacaktır. Buyursun, m eydan ola­
bildiğine açık kendisine.
K onuya ilişkin "hadis"lerin yer aldığı kaynaklar, B uhârî'nin, M üslim 'in "e’s-
Sah ih "\eh gibi sağlam lıkları İslam dünyasında benim senen hadis kitaplarıdır.
B unlardaki hadisler de "çürük" değil; "sağlam " olarak kabul edilir. Ayrıca, konu­
ya ilişkin hadislerin sağlam lık derecesinin "şöhret" basam ağında olduğu da hadis
uzm anlarınca belirtilegelm iştir. D ahası, kim ilerince bu hadislerin "m utevatır" ol­
duğu, yani sağlam lığın en yüksek basam ağında bulunduğu savunulm uştur.
İslam ın ateşli savunucularından ve zorlam alı yorum larıyla K ur'an'ı bilim dün­
yasındaki gelişm eler karşısında savunm aya çabalayan Süleym an N edvi ve onun
kitabını dilim ize çeviren ve yine zorlam alı yorum larıyla tanınan Ö m er R ıza D oğ­
rul bile, bu konuda Süleym an A teş'in yaptığını yapmıyor. N edvi'nin kitabında
(D oğrul un çevirisinde) şunları okuyoruz:
"K ıyam et alam etlerinden biri, K A M E R 'in (AY'ın) ikiye bölünm esidir. Bu ala­
m et R esul-u E krem tarafından gösterilm iştir. K ur'an diyor ki: K ıyam et yaklaştı,
K A M E R bölündü; fakat onlar bir ayet (m ucize) gördükçe yüz çevirirler ve bu
ârızî b ir sihirdir (büyü) derler. A kliyyundan olan bazı M üslüm anlar, şakk-ı kam er
(Ay'ın bölünm esi) m ucizesinin Peygam berim iz zam anında vuku bulm adığını,
belki bunun K ıyam et alam etlerinden biri olduğunu söylerler. B unu kabul için
'K ıyam et yaklaştı ve K am er (Ay) bölündü' nazm -ı cehlindeki m azî fiilerin (geç­
m iş zam an kiplerinin), m üstakbeli (geleceği) ifade ettiğini kabul etm ek icap eder
ki bu doğru değildir. ( ...) Şakk-ı kam er (AY'ın bölünm esi) hadisesi, Buhârî,

200

Youtube: Tanrı Mı Varmış


M üslim , Tirm izî, İbn H anbel, Tayalisi, H âkim , Beyhakî, Ebu N aim tarafından en
sarih (açık) surette kaydolunm aktadır. Bu hadisenin ravileri 'ashab'dan A bdullah
İbn M es'ud, A bdullah İbn A bbas, A bdullah İbn Ömer, Enes İbn M âlik, C übeyr
İbn M ut'im , Ali İbn Ebi Tâlib, H uzeyfe İbnü'l-Yem ân ile sair z e v a ttır..." 1
"Ay’ın, M uham m ed zam anında bölündüğünü" anlatan Peygam ber’in arkadaş­
larının, K am er S uresin d ek i ayetleri açıklam aya yönelik söylediklerini yalanlaya­
bilirsiniz. "Bunlar, yalan söylüyorlar, böyle bir şey olm am ıştır" diyebilirsiniz.
Nasıl ki böyle diyenler olmuştur. K aynaklarda belirtildiğine göre N azzam da
(ölm. 845) bunlar arasındadır. İbn K uteybe (828-889), N azzam ’ın, "Ay’ın M u­
ham m ed dönem inde m ucize olarak bölündüğünü" söyleyenlerden A bdullah İbn
M es’ud’u yalanlam asına değiniyor ve şunları yazıyor. (A rapçasından aynen çevi­
riyorum ):
"N azzam , İbn M es’ud'a yalancılık suçunu yüklüyor. Buysa, gerçekte İbn
M es’ud’u yalanlam a değil; P eygam berlik sim gesini küçültm ektir; doğrudan
K ur’an’ı A zîm ’i yalanlam aktır. Çünkü Tanrı: 'K ıyam et yaklaştı, Ay (ikiye) bölün­
dü' diyor. E ğer Ay o zam an ikiye bölünm eyip de T ann'nın bunu söylerken am a­
cının 'Ay gelecekte bölünecek' dem ekse, ardından 'O nlar (inanm azlar) bir m ucize
gördüklerinde, yüz çevirirler ve bu, bir büyüdür d e rle r...' dem esinin anlam ı ne
olur? Bu söz, bir topluluğun, Ay'ı bölünm üş olarak gördüklerinin bir kanıtı değil
m idir?"2

Süleym an A teş'in Yorumu

Süleym an A teş, "işin gerçeği şudur" deyip şunları yazıyor:


"K am er Suresi'nin birinci ve ikinci ayetlerinde kıyam etin çok yaklaşm ış o l­
duğunu belirtm ek üzere: 'K ıyam et saati yaklaştı, Ay yarıldı. (İnsanlar böyle) bir
m ucize görecek olsalar dahi yine yüz çevirirler. Ve süregelen bir büyüdür derler'
buyurulm aktadır. Bu ifade, ayetlerin indiği zam an AY'ın yarılm ış olduğunu d e­
ğil; K ıyam et arifesinde düzenin bozulup Ay'ın yarılacağım anlatır. İleride olacak
işlerin kesinliğini belirtm ek için, olayın geçm iş zaman kipiyle anlatılm ası Arap-
çada olduğu gibi Türkçede de vardır. M esela fakültenin son sınıfına gelm iş bir
öğrenciye: 'Sen artık fakülteyi bitirdin!' denir. Bu tabir, öğrencinin fakülteyi biti­
receğinin kesinliğini anlatır."
A teş'in dediği gibi, geleceği kesin olan bir olaydan, "geçm iş zam an kipi"yle
söz edilm esi vardır. A m a yerine ve sözdizim ine göre olur bu. H er yerde ve her
söz için bu olm az. K am er Suresi'nin sözü edilen ayetlerinde de bu olam az. O la­
m ayacağı için de "m üfessir"ler A teş'in ileri sürdüğü anlam ı verm e yoluna gitm e-

1 S ü ley m an N ed v î, A sr-ı Saadet, çev. Ö m er R ıza D oğrul, İstanbul, 1928, 2/1605-1606.


2 İbn K u tey b e, Te'vilu m u htelifi'l-H adis, M ısır, 1326, s.30-31.

201

Youtube: Tanrı Mı Varmış


m işler, gidem em işlerdir. A rapçadaki "hakikat"i, "mecaz"ı, A rapçanın her türlü
özelliğini çok iyi bildikleri iç in ...
A teş'in dediği anlam verilecek olsa, K am er Suresi'nin "K ıyam et yaklaştı ve
Ay bölündü" diyen birinci ayetinin anlam ı şu olacaktır:
"K ıyam et yaklaşacak ve Ay bölünecek." "K ıyam et yaklaşacak" dem enin saç­
m alığı ortada. Bunu uzun uzun anlatm aya gerek yok. Ö yleyse "K ıyam et yaklaş­
tı" anlam ındaki sözün kendi anlam ında kullanıldığını kabul etm ek gerekir. "Ve
Ay bölündü" anlam ındaki sözle "ve Ay bölünecek" dem ek istendiğini düşünelim .
O zam an ayete şu anlam ı verm ek gerekecek:
"K ıyam et yaklaştı ve Ay bölünecek."
İşte bu olam az. Bunun olam ayacağının gerekçesi "tefsir"lerde şöyle açıklanır:
"G eçm iş zam an kipine, gelecek zam an anlam ı yüklem ek çok uzak bir olasılı­
ğa zorlanm aktır."3
Fahruddin R âzî şöyle diyor:
- "M üfessirler tüm üyle derler ki, 'anlatılm ak istenen şudur: Ay, bölünm üştür.
Ve bu (ikiye) bölünm e geçm iş zam anda (Peygam ber dönem inde) olup gerçekleş­
m iştir.' H adisler de, bölünm e olayını kanıtlam ıştır. B uhârî'nin e's-Sahîh'inde de
sahabeden bir topluluğun aktardığı "m eşhûr bir hadis yer alır".4 Tefsirlerde, "Ay
bölündü" anlam ındaki söze, "Ay (ileride) bölünecek" diye anlam verm enin "ba­
tıl” olduğu belirtilir.5
Süleym an A teş, "geçm iş zam an kipi"yle "gelecek zam an"da olacakların anla­
tıldığına, K ur'an'dan örnekler verm eye çalışıyor, am a o verdiği örneklerin sözdi-
zim leri gelecek zam an anlam ı verm eye elverişlidir. K am er Suresi'nin konum uza
ilişkin ayetlerindeki sözdizim iyle gelecek zam an anlam ı verm eye hiçbir biçim de
elverişli değildir.
Süleym an Ateş, ikinci ayetin başındaki sözlere de olduğundan başka anlam
veriyor.

Süleym an A teş'in K aynakları

K ısacası: Süleym an A teş'e göre, "K ur'an'da, Ay'ın (ikiye) bölündüğüne" iliş­
kin bir anlatım yok. K ur'an’da böyle bir şey anlatılm ıyor. D ahası, K ur'an'da "böy­
le bir şeyin olm adığı" anlatılıyor. Ateş bunu ileri sürerken: "Esasen büyük m ü­
fessirler, olayı böyle açıklarlar" diyor. A teş'in anlatm asına göre, İslam dünyasın­
da "büyük ve m uteber m üfessirler" olarak bilinegelm iş olanların hiçbiri "büyük
m üfessir" değil. Ateş, iki kaynak veriyor. M eh a sin u t-T e’vil. Ve E ’t-Tefsiru'l-Ha-
dis. İkincisinin de konuya ilişkin yerini yanlış yazm ış. "2/61-62" dem iş. D oğru­

3 H âzin , 4 /2 2 6 ; F. R âzî, 29/28.


4 R âzî, ayn ı yer.
5 Ö rn eğ in bkz. H âzin, aynı yer.

202

Youtube: Tanrı Mı Varmış


su: "1/61-62". Bu iki kaynağın yazarlarını da belirtm em iş. Biz belirtelim : B irin­
cisinin yazarı M uham m ed C em aluddin el K âsım î. İkincisinin yazarıysa "Büyük
m üfessir" olm ası şöyle dursun, İslam dünyasında, ilgili olanlarca bile pek tanın­
m ayan M uham m ed İzzet D erûze. Şunu da belirtelim : Süleym an A teş, bu kişinin,
İslam dünyasında konunun uzm anlarınca ciddiye alınm ayan zorlam alı yorum la­
rını, kendisinin özgün görüşleri, yorum ları im iş gibi yazıyor. Birinci kaynaksa
(K âsım î), kendisini doğrulam ıyor. Yalnızca, "Ay"ın M uham m ed dönem inde b ö ­
lündüğünü" kabul etm eyenlerin, "kâfir, dinsiz" sayılam ayacaklarını anlatıyor.

Süleym an A teş'e Bir Çağrı

S üleym an A teş'i yüzyüze tartışm aya çağırıyorum : K endisinin seçeceği yerde,


konunun uzm anlan önünde, kaynaklan ortaya koyarak tartışalım . "Ö m rünü
K ur'an'la geçirm iş" olduğunu söyleyen ve D iyanet İşleri B aşkanlığı da yapm ış
olan Profesör kabul ederse buyursun "m inder"e.

203
Youtube: Tanrı Mı Varmış
M EK TU PLA R

Bu köşe elverm ediği için gelen m ektuplara karşılık verilem iyor. U zun zam an
aradan geçtikten sonra ancak birkaçı ele alınabiliyor. O ysa gönül isterdi ki, hep­
si tek tek ele alınsın ve hepsine y er ve karşılık verilsin.
G elen m ektuplar ya İslam cı çevrelerden "küfür", "tehdit" biçim inde oluyor;
ya da laik çevrelerden övgü b içim in d e... Eleştiri niteliğinde pek olmuyor.
"K üfür"ler, "tehdit"ler hem en hem en aynı biçim de, aynı havada. Ö ylesine ki,
başı okununca ardından ne geleceği belli oluyor. Çoğu im zasız; kim i de "acayip"
adlarla. Belli ki "takm a a d "la r... O ysa eleştiri olsun isterdik. Şöyle soğukkanlı ve
u y g a rc a ...

K üfürler ve Tehditler

İstanbul'dan O sm an B lada P.İ.T. adına yazdığını belirtiyor. Bu harflerin ne an­


lam a geldiğini de açıklıyor. "Puştları İtlaf Tugayı" dem ekm iş.
M ektubun altında "not" anlam ında "H am iş" denerek şu not düşülm üş:
"Eğer paçanız sıkıyorsa, bu m ektubu dergi zenettiğiniz o paçavrada neşret­
m ekten çekinm ezsiniz. Lâkin nerede sizin gibi yavşaklarda o cesaret?"
M ektup şöyle başlıyor:
"Eya m ütedeyyus-ı m üntehip Turan D ursun düm büğü,
"Eya fâcir-i fâsık-ı kâzib-i m el'un sıfatını hakkıyla iktisâb etm iş ham am oğlanı,
"Eya hâm il-i tac-ı şeytânî, lâbis-i libası katranî ile telebbüs etm iş A thenago-
ras kılıklı Salm an Rüşdi m ukallidi nâdide pezevenk,
"Eye nâr-ı cehennem in yağlı kütüğü,
"C enâb-ı H akk'ın kahrı, lâneti ve intikam ı üzerine olsun; R esulünün ve asha­
bının şefaati senden ırak olsun. D ibace kabilinden olm ak üzere haşr gününde d i­
nozorla ham am böceği beynindeki bilcüm le haşarat ve sürüngen takım ıyla birlik­
te haşrolunarak, cehennem in en m utena sem tinde Ebu Cehil ve Ebu Leheb m isil-
lu cüm le yaranınla ebediyyen kom şu olm anı niyaz ederiz."
Ve "U lan ey tenasül cihazlarım ızın daim i atış poligonu m evkini ihraz etm iş
olan m üstesnâ y av şâk ..." diyerek sürüp gidiyor. Tam "adab-ı İslâm iye"ye uygun

204

Youtube: Tanrı Mı Varmış


o la ra k ... Bu kesim de "şâheser" olur um uduyla yazılm ış olsa gerek. A m a bence o
denli de değil. Çünkü neler neler var bu alanda.
Bu "küfüm am e"nin tüm üne yer verilebilirdi. A m a bu, öteki okurlara haksız­
lık olurdu. O nun için hoşg ö rü le...
"Â dab-ı İslam iye"ye tam uygun m ektup kalem e alıp gönderm iş olanlardan b i­
ri de yine İstanbul'dan, zarfın üzerinde: "A hm et A kar"ın gönderdiği yazılı. A m a
m ektupta ad yok, im za yok.
Bu İslam "kahram an"ı da "Ey A m erikan uşaklan, nam ussuzlar!" diye başlı­
yor. "N am ussuz, şerefsiz, haysiyetsiz, adi, köpek, A m erika’nın ve R usya'nın be­
sili k ö p ek leri..." türünden sövgüler sergiliyor. Bu arada da tehditler:
"Ey sen alçakların ta alçağı Turan Dursun! O köpeklerin nasıl gebertildiğini
gördün m ü? Sen de öyle köpek gibi sürüne sürüne gebertileceksin. ( ...) Senin o
adi abin Rüşdi'yi İngiltere koruyor; ya seni kim koruyacak? A lçakların ta alçağı.
M ektubum a istem eyerek son verirken A llah'm n büyük laneti üzerine olsun! B ü­
tün bela ve m usibetler üzerinizde olsun. BİJİ İslam! Yaşasın İslam !"
"C ihadü'l-İslam li Felahi'l (yani K ürdistanın K urtuluşu İçin İslam i Cihâd) y a­
zısı eski harflerle ve im za yerine (am blem ) konm uş bir m ektupta da "Turan Bey,
siz Salm an Rüşdi'nin yaptığından daha beter yapıyorsunuz. Çünkü Salm an Rüş-
d i'nin yaptığı, sizinkinin çeyreği kadar değildir. Biz, insanların düşüncelerine
saygı gösteren insanlarız. A m a insan da bu saygınlığını lekelem em eli! L ekeledi­
ği zam an bizler de onun saygınlığını lekeleyebilecek güçte olduğum uzu ve her
zam an sizin gibi yüreksizlerin üstesinden gelebileceğim izi peşinen söyleyelim .
Sonunda bizi uyarm adı dem ey esin iz..." Tehdit ve aşağılam alar sürüyor.
"As Bıçakçı" adını kullanm ış olan bir M üslüm an da köşemdeki bir yazımı kes­
miş, resm im deki kaşım la gözüm le oynayıp kendince "şeytan"a benzettikten ve bir
hançeri boğazım a sapladıktan sonra bir zarfın içinde bana (2000'e Doğru kanalıy­
la) gönderm iş. Üzerinde de küfürler, tehditler. "Bana bak şeytanın çocuğu! Her şey
iyi, tam am da, M üslüm anlarla dolup taşan bir ülkede bu din bilgisi diye saçma sa­
pan yazm ak senin neyine. Yoksa canından bezip hayatından vaz m ı geçtin? E ğer
bir an önce geberip cehennem e gönderilm ek istiyorsan derginizin gelecek sayısın­
da (15 Ekim 1989'daki sayısında) da yaz da bir yolunu bulup icabına bakarız. O ko­
nuda hiç şüphen olmasın. Hiç acı çektirm eden cehennem e postalarız. Eğer bu say­
fayı dergiden çıkarm ayıp da yazm aya devam edersen bunu böyle bil ki, Salman
Rüşdi gibi kendi ölüm ferm anını kendi elinle vermiş olursun."
Sövgüler, korkutm alar içeren m ektuplar sürüp gidiyor.

K üfür ve Tehditler B o şu n a ...

"Küfür" de, "tehdit" de yüreksizliğin, tükenm işliğin ürünüdür. Ve boşunadır.


"Tabu ’lar üzerine gidiş sürecek, şim diye dek "yalan"larla örtülegelm iş, karanlık-

205
Youtube: Tanrı Mı Varmış
larda -g ü çlü lerin y ararın a- saklanagelm iş ne denli "m esâil-i m üstetire (gizli sak­
lı din konuları)" varsa, bir bir ortaya dökülüp sergilenecektir. Buna kim senin ku ş­
kusu olm asın. D aha güzel bir dünyanın, ışıklı dünyanın, özgürlüklerin, insan ak­
lı ve bilim in tüm boyutlarıyla geçerli olduğu bir dünyanın kurulm ası için bu tür
çabalar, su kadar, hava k a d a r... gereklidir. Ve şu da unutulm am alı ki, bunun, kor-
kulagelen, ürkülegelen "izm "lerle de hiçbir ilgisi yoktur.

Ö vgüler

Bu köşede çıkan yazılardan övgüyle söz eden m ektuplar da az değil. Bu m ek ­


tupların tüm üne yakın bir bölüm ünde dile getirilen bir istek var: "Turan Dur-
s u n 'u n yazdığı yazılar, bir kitap olarak basılıp yayım lansın." Ö nce bu ortak iste­
ğe karşılık verm ek gerekiyor:

Yazılar, Bir K itap O larak Y ayım lanacak

Bu köşedekilerin de içinde bulunduğu ve "din" konularına ilişkin yazılar bir


kitapta toplanacak. İlk kitap yayım lanacak. İkinci, üçüncü, dördüncü kitaplar da
ardından gelecek. Böylece, "din karanlığı"nın ve içinde beslenegelen "tabu"larm
hakkından gelm eye çalışılacak. "K aynaklar"la, "akıl ve bilim " ışığ ıy la... İnsan­
ca ölçülerin geçerli olduğu daha güzel b ir dünya iç in ... B ekleyin lü tfe n ...
K öln'den yazan Halis A ltunsoy, m ektubunda şöyle diyor:
"Din B ilgisi sayfasında çıkan yazılarınızı ilgi duyarak okuyorum . Sizden iki
ricam var. Birincisi: Bu konuda çıkan yazılarınızı içeren bir kitabınız varsa onu
istiyorum . İkincisi: Z ebur ve özellikle Tevrat’ın Türkçesini nasıl tem in edebili­
rim ? Yardımcı olabilirseniz m üteşekkir olurum ."
Sevgili okur, kitabın çıkm ası uzun sürmez. Çıktığı zaman öğreneceksiniz. B öy­
lece birinci isteğiniz yerine gelecek. İkinci isteğinizi oluşturan sorunuza gelince:

"Zebur" D iye Bir K itap Yok

Bu sözcük, K ur’an’da tekil olarak üç kez geçer: N isâ Suresi, ayet 163; İsrâ
Suresi, ayet 55; E nbiyâ Suresi, ayet 105. Birinci ve ikinci ayette, K ur'an’ın "Tan-
rı"sı şöyle diyor:
- "Ve D avud'a Zebur'u verdik." (N isâ Suresi, ayet 163; İsrâ Suresi, ayet 55.)
Ü çüncü ayetteyse şöyle dendiği görülüyor:
"A ndolsun ki Tevrat'tan sonra Z ebur'da da yazdık ki, "Yeryüzüne, iyi kulla­
rım m irasçı olacak." (Enbiyâ Suresi, ayet 105.)

206
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"Zebur" sözcük anlam ıyla "kitap yazm a", "kitap", özellikle de "içinde hikm et
(yararlı Tanrısal bilgiler) bulunan kitap" anlam larındadır.1 Çoğul olarak geçtiği
yerlerde kullanıldığı dört anlam dan biri de bu sözlük anlamıdır.2
D avud'un "Zebur" diye bir kitabı yoktur. D avud'un "M ezmurlar"ı vardır. "Mez-
m urlar", bugün "Ahd-i Atîk (Eski Ahd, Eski Ahit)" diye bilinen bütünün içinde yer
alır. "Tevrat" dendiğinde de tüm ü birden amaçlanır. Buna göre D avud'un kitabı, y a­
ni "M ezmurlar", Tevrat'ın bütünü içinde yer almıştır. Bu kitaba, Kur'an'da "Zebur"
denm esinin, M uham m ed'in ya da öğreticisi durum unda olanlann bir yanlış okum a­
larından ve o yanlışlığın Kur'an'a geçirilm esinden ya da daha sonraki eklem elerden
kaynaklandığı düşünülebilir. E nbiyâ Suresi'nin 105. ayetinde yer alan alıntıyı,
M ezm urlar'da buluyoruz. (Bkz. Tevrat, M ezmurlar, 25: 13; 37: 11, 22, 29, 39; 69;
36; 102: 28.) Bu, Incil'de de var. (Bkz. M atta, 5 :5 .)
"Tevrat", "K itab-ı M ukaddes" diye yayım lanan kitapta var. H er yerde buluna­
bilir. K ıbrıs'tan yazan M ehm et Em in Panel, dinsel geriliğin alt edilm esi için giri­
şilen savaşım ında, yazılarım ızın kendisine büyük destek sağladığını yazdıktan
sonra "aydınlanm ak için", A ziz N esin'in, "herkesin K ur'an'ı okuyup anlam asını"
önerdiğini anım satıyor, K ur'an'ı anlam ak için de hangi kaynaklardan izlem ek g e­
rektiğini ve "en bilim sel Türkçe K ur'an"ı nasıl elde edebileceğini soruyor.

K ur'an'ın Türkçesi

H er yerde bulunabilir. K im in çevirisi olursa olsun okunabilir. Birkaç çeviri­


den karşılaştırm alı olarak okunm ası daha iyidir.
A m a sıradan bir çeviri okunduğunda da, K ur'an'ın bir "mucize" olduğu yolun­
da şim diye dek ileri süregelen savın ne denli uydurm a olduğu, K ur'an'daki çeliş­
kiler, akıl ve bilim dışılıklar anlaşılabilir. E lverir ki, "iman" koşullanm asıyla d e­
ğil de, akılla, m antıkla, tle ştiric i gözle okunsun.
M ehm et Em in Panel, M uham m ed'in yaşam ını öğrenm ek için en yararlı kay­
nakların hangileri olabileceğini de soruyor.

M uham m ed'in Yaşam ım Ö ğrenm ek İçin Türkçe K aynaklar

T ürkçede çevrilm iş olanlardan Leaoni Caetano'nun İslam Tarihi (H üseyin


C ahit Yalçın çevirisi) oldukça objektif sayılabileceklerin başında salık verilebilir.
N e var ki, eski harflerledir. G üvenilebilecek bir Türkçe kitap bulm ak kolay d e­
ğil. D ahası, olanaksız gibi. A ncak M uham m ed, inancı, dünyaya bakışı konusun-

1 R âğıb, el-M iifredât, Z-B -R .


2 İbnü'l-C evzî, N ü zh etu l-A 'yü n i'n -N eva zır, B eyrut, 1985, s.338.

207
Youtube: Tanrı Mı Varmış
da sağlıklı bilgi için başvurulabilecek kitaplar hiç yok değildir. O lanların başın­
da Prof. Dr. İlhan A rsel'in kitapları gelir. Ö zellikle de Şeriat ve Kadın adlı k ita­
bı. Cem il Sena'nın Hz. M uham m ed'in F elsefesi adlı kitabından da, dikkatli oku­
nursa yararlanılabilir. O labilse de, tem el kaynaklardan, A rapça'sından ve birinci
elden okunup izlenebilse... Bu köşede yazılanlar böyledir.
O kuyucu, m ektubunu şöyle bitiriyor:
"Şim di de en çok istediğim : 2000'e D oğru dergisinde yazdıklarınızı ve daha
başka yerde yazm ışsanız onları toplayıp b ir kitap haline getirirseniz, gerek T ür­
kiye halkına, gerek K ıbrıs Türk toplum una çok büyük hizm et etm iş olursunuz."
Yusufeli'nden yazan N usret A te ş :" ... Siz Türkiye'de bilinçli olarak ve öz kay­
nağından kanıtlar ve som ut delillerle bir tabuyu yıkm aya çalışıyorsunuz. Sizi yü­
rekten kutluyorum " diyerek ve burada yer verem eyeceğim türden övgüyle giri­
yor m ektubuna.
A rdından şunları yazıyor:
"...Y o lu , okulu olm ayan bir köydeyim . Yine de sağ olsun gazete bayii arka­
daş, fırsat buldukça 2000'e D oğru ve Teori dergilerini yollam ayı ihm al etm iyor.
Teori'de daha geniş yazm a olanağınız olduğu içindir ki, daha detaylı bilgi alabi­
liyoruz. Sorularım a geçm eden önce, bu çalışm alarınızı kitap olarak yayınlasanız
da biz de yararlansak nasıl olur acaba? Bunu beklem ek hakkım ızdır sanırım."
N usret A teş'in sorularının özeti şöyle:
-K ur'an'da "6666 ayet olduğu" doğru mu?
-K ur'an'a sonradan eklem eler olm uş m udur?
-K utuplarda "nam az ve oruç" ibadetlerinin nasıl yerine getirileceğine ilişkin
K ur'an'da bir açıklam a var mı?"

K ur'an'da "6666 Ayet" Bulunduğu


Söylentisi G erçeğe D ayanm ıyor

Bu konuda bilgilenm ek için 2000'e D o ğ ru n u n 25 M art 1990 günlü sayısın­


daki bu köşeye bakılabilir. "K ur'an'lı B ir Skandal" başlıklı yazıya bkz.

M uham m ed D önem indeki K ur'an'ın


O rijinali H içbir Yerde Yoktur

M uham m ed dönem indeki "K ur'an ayetleri"nin ne tüm ü, ne de aynı bulunuyor


elde. 1. ve 2. orijinallerinin yakılm ış olm ası nedeniyle hiç kim se aslını, tam ola­
rak bilem ez. O rijinal diye yutturulagelen "yazm a"ların da bu bakım dan bilim sel

208

Youtube: Tanrı Mı Varmış


tem eli yoktur. O sm an dönem inde yapılan derlem e ve yazm alar da bugün dünya­
nın hiçbir yerinde bulunm uyor. G eniş bilgi için 2000'e D o ğ ru n u n 29 M ayıs 1988
günlü sayısına, kapak konusu olan yazıya bakılabilir.

"K utuplarda N am az ve Oruç" H akkında ne Ayet,


Ne de H adis Var

İslam ın açığını kapatm ak ve durum u kurtarm ak için yorum lara başvuruluyor.


A m a boşuna. N iceleri gibi bu açık da yorum larla kapatılam az. K ur'an'ın "Tan­
r ıs ın ın "kutsal kitap"lara geçtiği dönem lerde "kutuplar" biliniyordu k i... D aha­
sı her şey (tüm ibadetler), "yıldız tapım ı"ndan, "Güneş" ve "Ay" kültlerinden
alınm adır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Saçak dergisi, Şubat 1988. Eren
K utsuz (Turan Dursun), "G üneş K ültü", s.4-62.

209

Youtube: Tanrı Mı Varmış


E L E ŞT İR İ M EK TU PLA R I

B urada üç eleştiri ve karşılıklarını (cevap) bulacaksınız. E leştirilerden biri


sövgü olduğu halde hoş görülm üş eleştiri sayılmıştır.

1- İsm ail N acar'm M ektubu

20 A ğustos 1989 tarihli sayınızda, Turan D ursun im zasıyla yayım lanan


"K ur'an'ın Tanrısı nerede?" başlıklı yazı, akıl ve bilim e ters düşüyor. Ö rneğin,
M ülk S u resi'nin 16. ve 17. âyetlerine getirdiği yorum , O rtaçağ'ın sıradan insan­
larının bile çok gerisindedir. Â yetlerde "G ökte olan" tabiriyle kastedilen A llah,
- k i pek çok m üfessir: B eyzavî, C elaleyn, H. Basri Ç antay vs. m elek şeklinde ak­
ta rıy o rla r- sanıldığı gibi belli bir m ekânda, yani yukarıda değildir.
T. D u rsu n - M ülk Suresi'nin 16. ve 17. ayetlerindeki "GÖKTE O LA N (M en
fi's-Sem â)" için H. Basri Çantay'ın "melek" dediği doğru. Bu yorum u yapanlar,
K ur'an yorum cuları arasında azınlıkta. Bu yorum, Kur'an'ın kendi "Tann"sı için ya­
kıştırdığı konum u, akla, m antığa ters bulup durum u yorum la kurtarm a çabasına da­
yanır. Celaleyn'de -ile ri sürüldüğü g ib i- "G Ö KTE OLAN" için "melek" denmez.
Bir başka yorum la kurtarm a am acı güdülerek "O'NUN (TANRI'NIN) SALTANA­
TI, K U D RETİ" denir.1 K âdî Beyzavî'deyse "melekler", ya da "Tann’nın buyruğu-
yargısı ya da Arap inanışına göre Tann'nın k en d isi..." diye açıklanır.2
İ. N a ca r- D ünyam ız küre şeklinde olduğuna göre, "Sem a"nın bunun üzerin­
de olduğunu iddia edebilir m iyiz?
T. D u rsu n - Elbette ki "iddia" edem eyiz. B unu "iddia etm ek" "B İLİM "e ters
olur. A m a K ur’an'ın anlattığı öyle. "B ilim "e ters olan; K ur'an'ın anlattığı "SEM A
(yedi kat gök)". O nun anlattığını "bilim "e uydurm a çabasıysa boşuna. K ur'an'ın
"SEM A "sı "eskilerin" yani gelişm elerin ilkellik aşam asında olduğu dönem lerin
göğüdür. K ur'an'ınki de, "kutsal" bilinen öteki "kitap"larınki de böyledir.
K ur'an'da "...sem av at ve'lart" geçer birçok yerde. "G ökler ve yer" anlam ında.

1 C elaley n , 21/229.
2 K âd î B ey zav î, 2/535.

210

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"Yer"le am açlanan "dünya"dır. Yani bir yanda "dünya", öbür yanda evrenin öte­
ki kesim ini oluşturan "gökler". Bunun böyle denm esi ilkeller düzeyindeki anla­
yışa uygun bir anlatım biçim i. Çünkü m ilyarlarca güneşi, gezegeni olan evrenin
içinde "dünya"m ız nedir ki? G elin görün ki "eskilerin göğü" söz konusu olunca
bilim sellik aranm az. Voltaire, ünlü F elsefe S ö zlü ğ ü n d e "Eskilerin G öğü" m adde­
sinde bunu çok güzel dile getirir.3 "Kutsal kitaplar"ın anlattığı "gök" ve "gök-
ler"le m itolojilerdeki "gökler" aynıdır. M itolojilerde de "gökler", inanılan "TAN-
RI"nın "TA N RILA R"ın oturdukları "apartm an katları" gibidir. M urat Uraz, k ita­
bındaki bir bölüm ünün başında şöyle der: "Tanrısal ikam etgâhlar, katlara ayrıl­
mış göklerdedir. Başka bir deyim le gökler büyük tanrılarla iyi ruhların, perilerin
ve m eleklerin kâinat çapında bir apartm anı h a lin d e d ir...4 A raştırm alar ortaya
koym uştur ki "kutsal kitaplar"ın kaynağı, "m itolojiler"dir. Bu durum da "bilim ­
sellik" aranır mı?
İ. N a ca r- Kuzey yarıküresinde üzerim izde diye isim lendirdiğim iz, güney ya­
rı küresinde altım ızdadır.
T. D u rsu n - Bu, neyi anlatır ki? Bunun, K ur'an anlatım larında bir yeri ve d e­
ğeri yoktur. "M en Fi's-Sem a" dan bu anlam ın çıkm ayacağı açık. Tanrı'nın "her
yerde hâzır ve nazır olduğu" genel bir inanışsa da K ur'an'ın bu anlatım ına uym az.
I. N acar- "M en fi's-Sema" tabiriyle insanın idrakine sunulan Allah, bütün m e­
safelerin, noktaların, aşağı ve yukarıların, uzaklık ve yakınlıkların tam am ında ha­
zır ve nazırdır. Nitekim şu ayetler, bu konuyu yeterince açıklamışlardır: "And ol­
sun ki insanı biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah da­
m arından daha yakınız." (K. 50/16), "...N ered e olursanız olun, O, sizinle beraber­
d ir..." (K. 57/4), "...H üküm ranlığı, gökleri ve yeri kaplamıştır" (K. 2/255).
T. D u rsu n - Tanrı'nın "kullarına yakınlığı", K ur'an'ın gösterdiği konum una,
"tahtında, sarayında (göklerde)" oluşuna ters düşm ez. B ir "kral", "tahtında, sara­
yında" bulunur da, öyleyken herkese "ben size çok yakınım " diyebilir. "Sizinle
birlikteyim " de diyebilir. "H üküm ranlığım her yanı kuşatm ıştır" dem esi de doğal.
/. N aca r- B ugünkü m odem bilim in ışığında konunun anlaşılm ası bu denli
açık iken, Bay Turan D ursun'un kafası, çağlar gerisinde yaşam ış bazı aklı evvel­
lere cahiliyye dönem i A raplarına takılm ış.
T. D u rsu n - Cahiliyye çağı A raplarına takılı olan benim kafam değil; o çağın,
hatta kökeni nedeniyle çok daha önceki çağların bir ürünü olan K ur'an'dır. Ve de
bağım lıları. Ben, yalnızca K ur'an'ın anlattıklarını sergiliyorum . İslam dünyasın­
da sağlam kabul edilen "hadis"lerle birlikte. İlgili kaynaklar (m uteber sayılan k i­
taplar) da göstererek.

3 B kz. L ü tfi Ay'ın çevirisi, İnkılap ve A ka Yay. 1/288 ve öt.


4 M . U raz, T ü rk M ito lo jisi, İstanbul, 1967, s.66.

211

Youtube: Tanrı Mı Varmış


t. N acar- K endisine destek getirdiği m üfessirleri; örneğin, Elm alılı Ham di
Yazır'ı da, hiç m i hiç anlam am ış. Yazar, buradaki "Gökte olan" tabirini, m utlak
yükseklik ve üstünlüğün sem bolü olarak anlıyor ve A llah'ın, bütün m ahlukatın,
m ekân ve zam anın fevkinde olduğu şeklinde yorumluyor.
T. D u rsu n - H am di Yazır'ı kendim e "destek" olarak gösterm iş değilim . Yer
verdiği sorulan aktarıp kitabını gösterdim . B iliyorum ki Yazır da K ur'an'daki an-
latım lann yol açtığı durum u kurtarm a çabasında olanlardan. K im leri, niçin kay­
nak gösterdiğim açık. Ben "yorum" yapm ıyorum , yalnızca sergiliyorum . K aran­
lığa aydınlık getirm ek için.
/. N acar- Aktardığı değişik görüş sahiplerinden hiç kimse de, Sayın D ursun'un,
D iyanet'in m ealinden anladığı gibi, "K ur'an'ın Tanrısı gökte asılıdır" demiyor.
T. D u rsu n - "K ur'an'ın Tanrısı gökte asılıdır" diyen yok. Am a K ur'an'ın ken­
disi, "Tanrı"sının "gökte" olduğunu söylüyor. "M enfi's-Sem a" yani "G Ö K TE
O LA N " diyerek ve başka an latım larla...
Kur'an'ın anlattıklarına ve M uham m ed'in açıklam alarına dayanarak Tanrı nın
"yerinin göklerde, arşta olduğunu" söyleyenler de olm uştur İslam dünyasında.
Yani bu ilkel inanca, K ur'an'ın ve hadislerin anlattıkları yüzünden saplanm ışlar­
dır. B ir "K erram iyye" bunlardandır. T ann'yı "cisim" gören bir "M ücessim e", "in­
sana benzeten" bir "M üşebbihe" topluluğu olm uştur İslam da. B unlar ayete, hadi­
se de uygun.
/. N a ca r- ...E ğ er, "Bizim m ücadelem iz İslam la değil, salt gericilikledir" d i­
yorsanız, o zam an A llah, K ur'an ve P ey g am berie uğraşm ayın ki, size yardım cı
olalım . Şu an Türkiye'deki büyük kavram kargaşası bir yana, tarikat ve tasavvuf
adı altında öyle ahlaksızlar, öyle ilkel şeyler işleniyor k i...
T. D u rsu n - Yalnızca "tarik af'la savaşm ak gericiliğin bir kesitiyle savaşm ak­
tır. B ence gericiliğin asıl kaynağı olan karanlıkla, İslam şeriatının bütünüyle sa­
vaşm ak gerekir. A tatürk, şeriatı yürürlükten kaldırm akla Türk insanına çok
önem li bir çığır açmıştır. "Ç ağdaş uygarlık düzeyi' ne ve daha güzel bir dünyaya
ulaşm anın yolu, karanlıkla bir bütün olarak savaşm aktan geçer.
t. N acar- Örneğin; A hm et E flaki'nin A riflerin M enkıbeleri kitabında, Şeyh
H ariri, kendisine m ürid olm ak isteyen H alifen in karısının eline tenasül aletini
uzatır. D iyanet İşleri eski başkanlarında Lütfi D oğan ın sadeleştirip piyasaya sür­
düğü R am uz el-E hadis'te, cennetlik bir adam a 4 bin bakire, 8 bin dul ve 100 h u ­
ri verileceği hadis olarak a k tarılıy o r...
Bu saçm alıkları nasıl dine mal edebiliriz? Şahsen bunlan kendisine yakıştır­
m adığım eski m illetvekillerinden Şener Battal, birgün bürom a gelerek, bu konu­
daki m ücadelem den "M üslüm anların rencide olduklarını" söyledi. D edim ki:
"Bu hurileri anladım ; bir ölçüye kadar bakirelere de sesim izi çıkarm ayalım . Am a
şu 8 bin dul ne oluyor? E ğer bunlar daha dünyadayken dul hale getirilm işlerse,

212

Youtube: Tanrı Mı Varmış


kocaları nerede? Yok eğer cennette bu hale gelm işlerse, haşa ırzlarına kim geç­
m iş? İslam a ve insanlığa yakışm ayan cehalet ve gericiliğin üzerine, akıl ve bili­
m in ölçüleriyle gidelim de kim rencide olursa olsun."
T. D u rsu n - Verilen örnekler ilginç. D aha başkaları da sıralanabilir. A m a İs­
lam budur işte. A yetleriyle, hadisleriyle ve "fetva"larıyla bir bütün. H alkım ıza
aşılanagelm iş olan da bu. İslam ı, "akıl ve bilim "le bağdaştırm a çabaları var ola­
gelm iştir. A m a bir sonuç verm em iştir. Vermez de. İslam "akıl ve m antıkla, bilim ­
le" bağdaşm az çünkü.
/. N acar- Bu son cüm ledeki çağrı size de yönelik. Bunun dışındaki yöntemler,
sadece ilticanın işine yarar. Sonuçta da kim in kârlı çıkacağı bence meçhul değildir.
T. D u rsu n - D aha güzel bir dünya için IŞIK gerekiyorsa karanlığın üstüne g it­
m ekten başka bir yolu yok.

2- M ustafa G üneş'in M ektubu

Yazınızın son paragrafındaki H adis-i Ş erif oldukça ilginçtir. Sineğin bir kana­
dı altında zehiri, diğer kanadı altında panzehiri olduğunu kim in ispatladığını ve
hangi ansiklopediye geçtiğini bana söyleyebilir m isiniz? İşte bu yüce insan, b u ­
nu asırlar, yüzyıllar önce biliyordu. A caba o zam an bunu hangi teknikle denem iş
ve öğrenm işti? Ayrıca, Peygam ber'in eliyle, üfürüğüyle ve duasıyla insanlara şi­
fa verm esi doğaldır. N itekim o A llah-u Teala'nın en sevgili kulu ve de Peygam ­
beriydi. Ö rneğin Hz. İsa'nın ölüleri diriltm esi hadisesi de gerçektir. B undan do­
layıdır ki ilkel yöntem dediğim iz bu m esele m anevi doygunluğun m eyvesidir.
M ustafa Güneş!Erzincan
T. D u rsu n - Sineğin bir kanadının altında "zehir", öbür kanadının altında da
"panzehir" bulunduğu, bilim sel yönden önem senecek bir sav değildir. B ilim i
"din"e kurban etm ek isteyenlerin dışında hiçbir "bilim adamı" da tersini söyleye­
mez. "Ü fürüğün yararı" naysa yalnızca "üfürükçüler"e bel bağlayanlar inanır.

3- M ahm ut Silvani'nin M ektubu

M ektubum a A llah'ın laneti ve azabını senin üzerine atm akla başlam ak istiyo­
rum . Çünkü sen ve senin gibilere sunulacak en iyi şey dalkavukluğunu yaptığı­
nız bu batıl davaya yakışanlar da bunlardır. Sen, hangi ateist m ihraklara köpek­
çe hizm et ettiğini idrak edem eyecek kadar cahil ve kazancının ne olacağını bil­
m eyecek kadar zavallı bir m ahluksun.
N asıl ki hayvanlar arasında nam usunu diğer hayvanlardan kıskanm ayan bir
tek dom uzsa, siz de Allah'ı ve O 'nun elçisini korum ayan, aksine o kopasıca dilin­
le kötülem eye kalkan bir "insanlık dom uzusunuz". Sana bir şey yapm ak elim den

213
Youtube: Tanrı Mı Varmış
(şim dilik) gelm ediği için seni huzuru m ahşere havale ediyorum . Allah'ın gazabı
üzerinde olsun.
M ahm ut Silvarıi
T. D u rsu n - K ur'an’ın Tanrısı ve M uham m ed de kızdıklarına "lanet" okur.
(Tanrı'nın B edduaları başlıklı yazıyı okuyacaksınız.) Onun için okurun beni la­
netlem eleri doğal.

214

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Z A M A N G A Z E T E SİY L E G Ö RÜ ŞM E

Zam an: Şim di ilk sorum uz şu. G eçm işinizi ana hatlarıyla anlatır m ısınız? Bu
yere gelişinizin hikâyesi nedir?
T.D.: Ö nce doğum um dan başlayarak özetlem eye çalışayım . 1934 yılında S i­
vas'ın Ş arkışla ilçesinin A ltın K öyü'nde doğm uşum . Şim di G üm üştepe adıyla
anılıyor. Beş yaşındayken babam anam ları alıp babasının topraklarının bulundu­
ğuna inandığı A ğrı'nın Tutak ilçesine götürdü. Fakat oraya gittiğinde baktı ki,
ağalar bu topraklarını almışlar, sahiplenm işler. O rtada kaldı. Biraz dini bilgisi
vardı. O nunla im am olm aya koyuldu, Tutak'ın kimi köylerinde im am lık yaptı.
Sonra M uş'un köylerine geçti ve ben daha altı, yedi yaşım a gelirken -k i, ben
okula verilm edim . Babam bu ilkokulları gâvur okulları sayıyordu ve verm iyor­
d u -. Beni götürüp Kürt hocaların içine bıraktı. A ğrı'nın Tutak ilçesine bağlı K ar­
galık K öyü'nde Şeyh Ram azan diye biri vardı. O nun him ayesinde, öğrenciler
okuyordu. A rapça okuyorlardı. Ben, M olla N âdir Efendi bir de Hafız vardı Türk,
esasen başlangıcı onda okum uştum . Sonra hafız oradan gitti, ben K ürtçe'yi öğ­
rendim .
Zam an: K ürtçeyi sonradan mı öğrendiniz?
T.D.: Evet. Çok kısa süre sonra öğrendim Kürtçeyi.
Zam an: A nadiliniz değil yani?
T.D.: Değil. K ürtçeyi öğrendikten sonra başladım hocadan A rapçayı, Kürtçe
anlam ıyla okum aya ve giderek ben T ürkçeyi unuttum . Sürekli K ürtçe konuşu­
yordum çünkü. Kürt öğrenciler arasında. O rada K ürt öğrenciler yani çevreden
gelen öğrenciler köylü tarafından idare edilirdi. Cam ide yatıp kalkardık. Ve R A ­
T IP denen bir yöntem vardı. O yöntem le kazanlar içerisinde besin m addeleri, yi­
yecekler toplanırdı ve karıştırılırdı. Etli, sütlü, tatlı hepsi aynı kazanın içinde ka­
rıştırılırdı. Sonra bölüştürüldü. H erkes tabağına, tabağı olm ayan ekm eğinin üze­
rine, lavaş denen bir açık ekm ek vardı. Bu şekilde bir geçim sağlanırdı. Oradaki
öğrenciler, oradaki m ollalar tarafından yetiştirilirlerdi, okutulurlardı. B ir usul
vardı o zam an. Şafilerin uyguladıkları, izledikleri bir usul. O usule göre okutul­
m ası gereken derslerin tüm ü, okutulm ak istenirdi, am a tüm ünü sonuna kadar gö­
türm ek m üm kün olm azdı, çünkü, oradaki yöntem çok ağır ve yavaş giden bir
yöntem di. SA R F ve N A H V ile yani b ir A rapça gram erle 15 yıl uğraşılırdı. Yani

Youtube: Tanrı Mı Varmış 215


15 yıl ona harcandıktan sonra okutulacakların tüm ünü bitirm ek m üm kün olm az­
dı. 12 İLİM sayarlardı çünkü. O 12 İLM İ sonuna kadar götürm ek m üm kün ol­
mazdı. A m a benim bir hedefim vardı. Babam belirlem işti o hedefi. K afam a aşı­
lam ıştı. "Basra ve K uffe'de olm ayacak ölçüde ÂLİM olacaksın." Öyle bir hede­
fe ulaşm ak için zam anım da yoktu. 15 yıl vereceksiniz; gram erle uğraşacaksınız.
Ben çok kısa aralıklarla sarfı, nahvi bitirdim . O nların 12 İLİM dedikleri ilim le­
rin tüm ünü bir iki yıl içerisinde bitiriverdim .
O nların en son kitapları olan C em -Ü l Cevam i'i okudum . Cem -Ü l Cevam i
U sulü'l-Fıkıh'tan. O nu bitirdim . Fakat ben kendim i hep Türk olarak bilirdim .
T ürkçeyi bilm ediğim h ald e... Söverlerdi: "ne kadar Türk varsa anasını avradını"
diye. Ben de o zam an başlardım "ne kadar Kürt varsa anasını avradını" diye.
Böyle bir şey aşılanm ıştı bana. Ben m adem ki, Türküm , öyleyse Türklerde ge­
çerli olan H anefi m ezhebinin usulüne göre okum alıyım dedim . O nedenle çıktım
K ayseri, A dana, Sivas’ta bulabildiğim hocaların yanm a gittim okum aya. O nlar
güçlük çekerlerdi dilim den dolayı, çünkü T ürkçeyi çok az biliyordum . Fakat o
usulle de yani H anefi usulünce de M Ü C A Z oldum . İcazet verilen kişiye M Ü CA Z
deniyor. İcazet deniyor. İcazet alınacak düzeye Hanefi U sulünce de ulaştım . Bu
arada askerliğim gelm işti. A skerlikten önce gittim girdim M üftülük, vaizlik sı­
navlarına. D ediler ki, sen çocuksun; çok iyi biliyorsun am a biz çocuğu m üftü, v a­
iz yapam ayız. Sen şim di askerliğini yap gel, ondan sonra... Ben askerliğim i yap­
tım , bu arada Türkçeyi öğrendim , askerlikte. A skerlikte, Türkçeye çalışm ıştım .
Ç ünkü askerliğim biraz iyi olmuştu.
Zam an: N erede askerlik yaptınız efendim ?
T.D.: K ütahya'da ve A dana'da İncirlik'te yapm ıştım .
Zam an: H angi yılla r olduğunu hatırlıyor m usunuz?
T.D.: 55-57 başlarında olm uştu. İyi T ürkçe konuşm ayı askerlikte elde ettikten
sonra İstanbul’a geldim . İstanbul'da Ü çbaş ve İsm ailağa m edreseleri vardı. Bir
dem eğin organizasyonunda A rapça eski usulle talebe yetiştiriyorlardu. M üftü,
vaiz yetiştirm e yoluna gidiyorlardı.
Zam an: K aragüm rük’te değil m i efendim ?
T.D.: Çarşam ba'da. O rada kim i derslere hoca bulunam am ış. M esela M an-
tık'tan, K elâm 'dan, U sûl-u Fıkıh'tan falan hocalar bulunam am ış. K endim i orada
buldum . O rada yüksek düzeyde sayılan dersleri okutm aya başladım , birkaçını bir
arada okutm aya çalıştım . O zam an M ahm ut Bayram vardı. Vaizdi, oranın hoca­
ları arasındaydı. H atta sonra alçakgönüllükle benim derslerim e de devam etti.
Ben de okum uştum am a öyle okum am ıştım diyerek. Salih Şeref vardı. Yani İs­
tanbul'un ileri gelen hocaları ile de görüşüyorduk. O nlar da kim i derslere geliyor­
lardı am a aşağı düzeydeki derslere geliyorlardı. O rasını o şekilde götürdükten
sonra gidip bir de m üftülük, vaizlik sınavlarına katılm ayı düşündüm ve katıldım

216
Youtube: Tanrı Mı Varmış
öğrencilerim le birlikte. O nlardan da birçoğu kazandı. Fakat ortaya bir şey çıktı:
İlkokul diplom am yok, tayinim yapılam ayacak. İlkokul diplom ası nasıl alabili­
rim ? Tarih, coğrafya falan güzel am a, öbür bilm iyorum . Sınava girdim , tarih,
çoğrafya sorularını falan verdim . M ahm utpaşa İlkokulu'nun dışardan bitirm e sı­
navlarına girdim . N eyse diplom am ı aldım. K ısa zam anda diplom ayı alm am ış o l­
saydım , m üftülüğe atam am yapılam ayacaktı. İlk görevim Tekirdağ'da oldu.
Zam an: İlk vazife alışınız hangi yılda efendim ?
T.D.: ’58'in sonları idi.
Zam an: Peki onun bir öncesine geçsek, sizin yetiştirdiğiniz talebeler arasın­
da belli m evkilere gelm iş kim seler var mı ?
T.D.: Evet, m üftü, epeyce vaiz var.
Zam an: M edresede okuttuklarınızdan bahsediyorum . Kim bunlar, şu anda a k ­
lınızda olan var mı?
T.D.: M esela, İzm ir K arşıyaka m üftüsüydü şim di em ekli olan galiba. A bdul­
lah A n lık vardı. Sizin Z am an gazetesinde zam an zam an yazılar yazdığını söyle­
yen, çeviriler yapan Salih U çan benim talebelerim arasındaydı. Ki, o çocuk çok
zeki bir çocuktu. A rapçayı çok iyi bilir. Yani adlarını anım sayam ayacağım epey­
ce öğrencim .
İlk görevim Tekirdağ'dı. Sonra, m üftülük ve ondan sonra m üftülükte sürgün­
ler. Sürgünlerin başlam ası A tatürkçü çizgideki davranışlarım yüzünden olm uştu.
Zam an: H angi yıllara rastlıyor ilk sürgünleriniz?
T.D.: 62-65 yıllarına. A lışılm adık bir m üftü olm uştum . N edeni şuydu: Ben S i­
vaslI sayıyordum kendim i. Sivas cam ilerine gidip gördükçe bakıyordum rahleler
oraya buraya asılm ış, çok berbat.
B unlar niye burada duruyor falan diyordum . O ndan sonra im am ları vardı. Ab-
destlerini tutam ayacak kadar yaşlıydı bunlar. D aha göreve gelir gelm ez haftasın­
da 15 tane im am ın görevine son verdim . B unlar zengin insanlardı. B unların ço ­
ğunun o ğullan yargıç, doktor ve daha başka etkin görevlerdeydi. Tabii bunlar ba­
na orada sorun çıkardılar.
Ç irkinlikleri giderm ek, cam ileri park yerine getirm ek, Sivas'ın köylerini
ağaçlandırm ak yoluna gittim. Bana dediler ki, "m üftülük şeyi, lojm anı yapın iş­
te, ondan kendiniz de tanır yararlanırsınız" diye. M üftülük lojm anı yapm ak yeri­
ne, hastane önerdim , konuştuk orada. İşin başına geçtim , o hastane, göğüs hasta­
lıkları hastanesi, ki, şim di çok güzel bir hastanedir. O nun için köylerden, ilçeler­
den buğday toplam a yoluna gittim . Sonra onlardan, im am lardan beklem edikleri
şeyleri isteyince imamlar, söylenm eye başladılar. Toplu halde sinem aya götürü­
yordum . K urs açm ıştım . Ü lkede im am lar için ilk kez yetiştirm e kursları sayıla­
bilir, öyle sanıyorum orada. Ki, im am lar, halkın eline bakm asın, halka m uhtaç

217
Youtube: Tanrı Mı Varmış
durum a gelm esin diye. O nlara konferans verm eyi, grup çalışm alarını öğretm e
yoluna gitm iştim . M illi E ğitim 'le işbirliği yaparak diplom a sağlam aya yönelm iş­
tim ki, çoklarına alm ıştık. O da eklenince ve sıkıcı bulununca söylendiler, "bu
m üftü kâfirdir" dediler. H atta "kom ünisttir" dediler. Fakat benim kom ünistliği­
m in söylenm esi A tatürk'e çelenk koym a işinde oldu. Ve şöyle gelişti: K ursun açı­
lışında, ki bunlar çok zayıf bütçeli insanlardı. Ben bunlara karavana verem ezdim ,
askeriyeden sağlatm ıyordum . K om utan dedi ki, "bir koşulla ancak ben bunlara
karavana verebilirim : A tatürk'e götürüp çelenk k o y arlarsa..." İyi am a nasıl olur?
B unlara nasıl yaptırılabilir bu? G eldim topladım dedim ki, "Bakın ben sizi hiç
zorlam ıyorum . Ya karavana ya da A tatürk'ün önüne gidip saygı duruşunda bulun­
m a, ikisinden birini seçeceksiniz. Seçm ek size ait" dedim. O nlar kendileri arala­
rında konuşm uşlar, sonra im am lar, vaizler falan saygı duruşunda bulundular fa­
kat arkasından kom ünistliğim iddiaları doruğa yükseldi. A rkasından bir baktım
nakiller. O rada burada yani sürekli nakil. Çıkıyor, durduruyorlar. En son Halk
Partisi'nin hışm ına uğradım. En büyük darbeyi ben Halk Partisi'nden yedim . Şa­
şılası b ir şeydir ki, kendim de H alk Partili olarak ileri sürülüyordum .
Zam an: Peki efendim o yUlarda M arksist düşünceyle hiç karşı karşıya gelm iş
m iydiniz?
T.D.: Hiç am a hiç. H atta solun S harfinden bile ürperiyordum . Yani ben nasıl
solcu olabilirim ? Sadece solcu olm ak bile beni son derece tedirgin ediyordu. Bu
olam ayacak şeydi. N asıl solcu olurdum ? A m a benim bu Üçbaş m edresesinden,
okuttuklarım dan ya da öğrencilerim in öğrencilerinden biri geldi o sırada "hocam
sizin yanınızda biraz daha okum ak istiyorum " dedi. "Yalnız burada bana bir
im am lık verir m isiniz?" dedi. B en de kazandırm ak istedim. Onu im am lık sınavı­
na koydum am a kazanam adı, istediğim halde kazanam adı. B ir baktım , im am lığı
kazanam am ış olan K âzım Ö zçiçek benim yerim e m üftü atanm ış, ben de Sinop'un
T ürkeli ilçesine sürülm üşüm . 300 haneli falan bir yer. Ve de suçlam alarla. O za­
m an Yeni İstanbul, Yeni İstiklal diye birtakım gazeteler, m ecm ualar falan vardı.
O rada kom ünistliğim , içkiyi severliğim yazıldı sabaha kadar içki içm iştim ki, ağ­
zım a dam lasını koym uyordum . Yani içkiyle m içkiyle hiç tanışm am ıştım .
Zam an: Böyle bir içki içiyor söylentisi çıkarıldığına göre, içki içenlerle haşır
neşirliğinizden dolayı olabilir mi?
T. D.: Olabilir. A m a şu da gerçek değildi. D iyorlardı ki, falanca gazinoda bu­
lundu. Ben hiç gazinoya gitm edim . O dedikleri gazinoyu hiç tanım ıyorum , sor­
dum , bu gazino nerede. A kşam oralardaym ışım ; tanım ak, görm ek istiy o ru m .. .di­
ye. D edikleri yerlerde kesinlikle bulunm uşluğum yoktu. A m a gerçekten içki se­
ven dostlarım vardı. O nlarla birarada bulunabiliyordum . A m a benim işte sol dün­
ya görüşüyle tanışm am Sinop'un Türkeli ilçesinde oldu. Bir öğretm en Ali Şarap­

218
Youtube: Tanrı Mı Varmış
çı adında. Ben m aaşım yetm ediği için kentin çok uzağında bir kulübeciği seçm iş­
tim , kiralam ıştım . O rada bulunuyordum . Ç ok berbat bir durum daydım . O Ali Ş a­
rapçı, öğretm en, kam ı burnunda karısıyla birlikte gelip yardım etm işti. O narıla­
cak yerleri onarm ıştı. B adana yapılacak yerlere badana yapm ıştı. O nun için de
kom ünist diyorlardı. Ben de diyordum ki, ne kadar iyi bir adam , keşke kom ünist
olm asaydı. Sonra dedim ki, "Yahu bana hep kom ünist diyorlar, şu kom ünist ki­
tapları nasıl şeylerdir bir bakayım , göreyim ". "Ali Bey şu kom ünist kitaplarını
getirir m isin dedim , ben de onları okum ak istiyorum ." İşte tanışm am ondan son­
ra oldu. L enin'in D eğer Teorisi falan vardı. O zam an Sosyal Y ayınlardan çıkan
F elsefenin Başlangıç İlkeleri vardı. B una benzer kitaplar vardı. Ben anlam azdım
bunları, o bana öğretirdi. Benim de böyle ders okum a okutm a alışkanlığım oldu­
ğu için o kitapları bir ders okur gibi okum uştum . Fakat orada da durdurm adılar.
H alk beni çok seviyordu. D iyanet, m üfettiş gönderm işti. D iyanet İşleri Başkanı
gazetelerde hakkım da açıklam a yapm ıştı. D iyanet İşleri Başkanı o zam an İbra­
him E lm alı ydı. İbrahim Elm alı beni çok ağır biçim de suçlam ıştı solculukla, ko­
m ünistlikle. Sonra aldım okudum , baktım , inceledim . M atem atiği nasıl okursun,
öyle. A bartılacak birşey olm adığını gördüm . A m a neym iş bir şey veriyorlar, bir
ipucu veriyorlar. Çok açık söyleyeyim bir kom ünist partisi kurulsa girm em . B il­
m em ne olsa girm em . A m a kafalarda oluşturulan o şeylerin tersine birtakım şey­
ler buldum . B ilinm esi gereken şeyler buldum . N e güzel dedim bunları da öğren­
dim . Ç ünkü öğrenm ek, bilm ek çok güzel şeyler. Bunları da o arada öğrendim .
Zam an: Peki şunu sorayım , M arksist diyebileceğim iz, yahut kom ünist fik ir ­
lerle sizin o güne kadar bildiğiniz Islam i düşünce. B unlar sizde bir tezat m eyda­
na getirdi mi? B ir çarpışm a sözkonusu oldu mu?
T. D.: Hayır, o açıdan hiçbir şey incelem edim . Ben o zam an dünyayı tanım a­
ya çalışıyordum . Elim deki gereçler, İslam dan vardı, M arksizm den vardı. B aşka
şeylerden vardı, nereden hangi şeyi bulursam , içinde bulunduğum toplum , d ü n ­
yayı, daha iyi değerlendirm eye çalışıyordum çünkü, içim de çok birikim ler v ar­
dı. Ç özüm lem ek istediklerim vardı. O nları nasıl çözüm leyebilirim diye bir ç a ­
baya girişm iştim . H atta zam anım yoktu. A caba ölüm lü yaşam ım bitinceye k a ­
dar ben hepsini bitirebilecek m iyim diye böyle gece gündüz, bir öğrenci sınava
girecekm iş gibi sabaha kadar okum aya çalışıyordum . B urada da doğubilim e
yöneldim , etnolojiye yöneldim , çevrilm iş olan ne kadar kitap varsa, onları elde
etm eye yöneldim . O kudum . O ayrı b ir dünya açtı önüm de. Sonra inanç sarsıl­
m ası oldu bende. Benim bu inanç sarsılm asıyla m üftülükte kalm am olam az. Ya­
ni m üm kün değil. Şim di ben halka ne söyleyebilirim ? İnsanlara ne söyleyebili­
rim ? G eliyorlar önüm e böyle saygı gösteriyorlardı. O nların niye saygı göster­
diklerini biliyordum . Bu da beni çok incitiyordu. M üftülükten ayrılm aya karar

219
Youtube: Tanrı Mı Varmış
verdim . Ç öpçülüğe başvurdum . 65 yılında. Bu arada D iyanet İşleri B aşkanlı­
ğ ın d a n çok değerli bir dostum Tevfik E rsan ile karşılaştım . "TRT var. TRT'de
sana göre y er bulunur" dedi. "B unu kim sağlayacak?" dedim . "B enim hiç tan ı­
dığım yok." "Sayın G erçeker bunu sağlar" dedi. A dnan Ö ztrak'a m ektup y azar­
sa bunu sağlar dedi. Ç ünkü "A dnan Ö ztrak'la arası iyi" dedi. O ndan bir m ektup
g ötürdüm am a işe yaram adı. Fakat Turhan F eyzioğlu'yla benim yakınlığım var­
dı. O zam anki çizgim A tatürkçüydü. Turhan Feyzioğlu'nun aracılığıyla O rhan
Ö ztrak'tan m ektup alıp götürdüm . İşte o işe yaradı. TRT'ye geçtiğim de beni g ö ­
türdüler am bar m em urluğuna verdiler. M alzem e m em urluğuna verdiler. K oru­
m a m em urluğuna verdiler. İşim i doğru dürüst yapam adım . Çünkü, fiziğim elv e­
rişli değildi. E vrak m em urluğuna verdiler. O nu biraz başarm aya yöneldim am a
bir yaym a geçeyim istedim , geçtim ve sınavlara girdim , prodüktör oldum . Epey
bir zam an da prodüktör olarak çalıştım .
Zam an: Ö zgürken, M arksizm le tanınm azdan önce bir A tatürkçü çizginiz var.
Siz o zam an kendi ifadenizle im am larınızın A tatürk'ün büstüne çelenk ko ym a k­
ta zorluk çektiğini belirtiyorsunuz. Sizdeki m üftülükle A tatürkçülüğünüz a ra sın ­
da bir sürtüşm e var m ıydı? B u bir, İkincisi, M arksizm i tanıyıp da İslam iyet n o k­
tasında birtakım inançlarınızda sarsılm alar m eydana geldikten sonra, A ta tü rk ­
çülükle aranız ne hale geldi? Yani bir M arksistin m i daha rahat A tatürkçü o l­
m ası m üm kün oluyor, yoksa bir m üftü olarak mı daha rahat bir A tatürkçülüğü­
nüz vardı?
T. D.: Şim di benim m üftülüğüm deki A tatürkçülüğüm yorum cu bir nitelikte
olduğu için birtakım yorum larla İslam ın yaşanabilir bir durum a getirilebileceği­
ni düşünüyordum . A tatürkle tam anlam ıyla bağdaşık değildim , İslam dan dolayı.
A m a, ben küçüklüğüm de bile im ana karşı bir başkaldırı içindeydim . Ö rneğin
Tanrı'yla kavga ederdim . Bir kız vardı çarpık çurpuk "Tanrım ben senin yerinde
olsaydım bunu böyle yaratm azdım " derdim . Sonra "bu kölelik niye K ur'an'da
var" derdim . A m a arkasından "tövbe estağfurullah" derdim . A tatürk söz konusu
olunca da "işte benim için bu, peygam berden bile daha üstün" derdim am a arka­
sından "tövbe estağfurullah" derdim . Şöyle düşünüyordum : "Bu insan T ürki­
ye'nin kurtuluşunu sağlam asaydı, biz cam ilerde kalam ayacaktık. C am ilerim iz o l­
m ayacaktı, ibadet olm ayacaktı, T ürkiye'de birçok şey olm ayacaktı." Bu açıdan
bakıyordum . K uşkusuz M arks'ın getirdiği dünya görüşü içerisinde böyle bir dü­
şüncenin, yani İslam cı A tatürkçü çizgim in bir yeri olabileceğini sanm ıyorum .
Şunu hem en belirteyim o sol kitapları okuduğum için inancım da sarsılm a olm uş
değildir. Yani onun hiç mi hiç etkisi olm adı. B ende inanç devrim i neden oldu? Ya
da neden inançsızlık oluştu? O nu belirteyim . D oğubilim e yönelm iştim . Ç ok bü­
yük kütüphanelere gittim . O zam an ben İslam ın kökenini gördüm , okudum . S öy­

220
Youtube: Tanrı Mı Varmış
lencelerde de okudum . B ir gün Süm er efsanesi ile karşılaştım . Süm erlerde bir
Tufan efsanesi. Baktım Tevrat'ta var, K ur'an'da var. Bu bir efsane, Süm er efsane­
si, nasıl olur da Tevrat'ta, K ur'an'da olabilir? M ilattan Ö nce 3 bin yıllarında k a­
lem e alındığı sanılıyor. İslam dan, hatta Tevrat'tan çok önce. Peki bunlardaki
olan, K utsal kitaplarda ne arıyor? Sonra H am m urabi Y asalan'nı aldım , onunla
Tevrat arasında karşılaştırm a yaptım . B aktım H am m urabi Yasaları'nın kim i m ad­
deleri Tevrat'ta aynen geçm iş, ondan sonra K ur’an'a da yansım ış. Peki bu ne?
B unlar A llah sözüyse? Yani sarsılm alar benim öyle başladı. O M arks'ın kitapla­
rıyla hiç olm adı. Şunu da belirteyim . B ugün M arksist şeriatçılar İslam cılar var.
A slında denir ki M arksizm in tem elinde kuşkusuz bir m addecilik var. M aterya­
lizm var. M ateryalizm olm adığı zam an M arksizm olam az. Peki M arksizm le, m a­
teryalizm le İslam nasıl bağdaştırılabilir? İşin o noktası unutuluyor.
Zam an: Siz m üftüyken de A tatürkçü bir çizgiye sahiptiniz bir yere kadar. İs-
lam iyetle de Atatürkçülüğün zam an zam an çarpıştığının farkındasınız. O ndan
sonra bir inanç sarsılm ası, sol dünyayla bir tanışm anız oldu. Bu tanışm adan
sonra A tatürkçülüğe bakışınız nasıl oldu? D aha rahat mı kabul ettiniz, birtakım
güçlükler m i oldu?
T. D.: Şim di ben A tatürkçü olduğum u söyleyem iyorum . Çünkü ortada A ta­
türkçü olduğunu söyleyen bir dolu kim se var. A nayasa'nın 24. m addesini koyan,
zorunlu din dersini getirenler de A tatürkçüydüler. D evlet radyo ve televizyonun­
dan K ur’an okuyan vaiz gibi konuşan devlet adam ları var. B unlar da A tatürkçü­
lüğü doruk noktada sergilediler. B unlar A tatü rkçüyse... G elm iş geçm iş en büyük
liderlerden sayıyorum . G erçekten T ürkiye için bir şans olarak bir kılavuz olarak
gördüğüm , keşke birlikte yaşasaydım dediğim A tatürk'ü onların kalıplarında gö­
rünce, onlar sahip olunca, onlar biz A tatürkçüyüz deyince ben A tatürkçüyüm d i­
yem iyorum . Yani bir kere o çizgiye girm iyorum . O zam an A tatürk'ü dinsiz gö s­
term em eye, öyle sevm eye çalışırken, şim di A tatürk'ün kesinlikle dinsiz olduğu­
na inanıyorum . İnanıyorum değil görüyorum . Bir M edeni B ilgiler e baktığınız
zam an onları görüyorsunuz. A fet İnan'ın yayınladığı A tatürk'ün el yazm alarına
baktığınız zam an bunları görüyorsunuz. 1937 yılındaki sözleri, "ben devlet yö­
netim indeki siyasetim i gökten indiği sanılan kitaplardan alm ıyorum " ya da bu
anlam da söylediği sözleri düşünüyorsunuz. Ö yle bir kim senin M üslüm an olm a­
sı, bana göre m üm kün değildir. İslam i açıdan da böyle değerlendiriyorum . A slın­
da sol dünya görüşü A tatürk'le daha çok anlaşır durum dadır. Fakat bugünün
M arksistleri, A tatürkle anlaşm ıyorlar, genellikle anlaşam ıyorlar. Şeriatçıların an­
laşam adığı gibi. B ir de tepeden bakıyorlar. Biz A tatürk'ü aştık diyorlar. B ence bu
doğru değildir. Yani A tatürk bana göre dünyaya eşine az rastlanır bir biçim de la­
ikliği getirm iştir. Y üzyıllara ancak sığabilecek nitelikteki devrim lerini kısa ara-

221

Youtube: Tanrı Mı Varmış


tıklarla getirebilm iştir. Y aşam am ıştır, yaşatılam am ıştır. Çünkü onun getirdikleri
çok kim selerin çıkar alanlarıyla çatışm ıştır. Y aşam asına olanak verm em işlerdir.
Ö zgürlüğüm ü kısıtlam ak istem iyorum , sınırlam ak istem iyorum . O nun için de bir
d em ekte bile yer alm am aya dikkat etm işim dir.
Zam an: Peki, insan hak ve hürriyetlerinden söz ediyoruz. A caba kısıtlanm a­
sına taraftar olduğunuz birtakım hürriyetler birtakım haklar var mı? Yani daha
doğrusu şu şekilde diyebiliriz. İnsan dediğim iz varlığa baktığınız zam an, kin d u ­
yabildiğiniz veyahut tahkir etm ek istediğiniz, birtakım haklarının olm am asını a r­
zu ettiğiniz birtakım şeyleriniz olabiliyor mu?
T. D.: Şim di ben bir kere kinden yana değilim . Benim dünyam da kesinlikle
kin yok. D ini açıkça karşım a alm ış durum dayım . A ncak din inanırlarına, im anlı­
lara, en küçük kinim yok. İnsanlara sınırsızca hak ve özgürlük verilm esinden y a­
nayım . H ak ve özgürlüklerin sınırı bence yalnızca hak ve özgürlüklerdir. Yani si­
zin hak ve özgürlükleriniz benim hak ve özgürlüklerim e geçm em ekle, saldırm a-
m akla ancak sınırlı olabilir. Bu hak ve özgürlükler, inanç özgürlüğü, düşünce öz­
gürlüğü, benim eğer insanlığa önerdiğim dünya gerçekleşm iş olsa, orada o ö z­
gürlüklerin tüm ü, insanca çok daha yaşanabilir diye düşünüyorum .
Zam an: P eki İslam iyete m uhalefetinizi zaten sohbetim izde ortaya koydunuz.
B u m uhalefet sizde ne zam an başladı sorusuna da cevap verdiniz: Bu m uhalefe­
ti üstlenirken bir reform ist m isiniz, yoksa tam am en başka bir safta m ısınız? A s­
lında bu soruya da cevap verdiniz. Yani İslam iyetle ilgili söyledikleriniz. Islam i-
yete bir yenilik getirm ek, onu yanlışlarından kurtarm ak değil, tam am en kökten
b ir red olup, karşı safta y e r aldığınızı ifade ediyorsunuz değil mi?
T. D.: Bunu şöyle anlatabilirim: Ben bir zam anlar reformcu, daha doğrusu yo­
rum cu bir çizgide oldum. Kısa bir süre için oldum bu çizgide. A m a şimdi bana gö­
re İslam ın yorum larla kurtarılabileceği hiçbir yanı yok. Yani İslam bir giysiyse ba­
na göre, artık onun yam anm am ası, orasından, burasından esnetilerek giydirilme-
m esi gerekir insanlara. O elbiseyi insanlar çıkarm alı bir yana koymalı. Bana göre
A tatürk C um huriyeti'nde bu yapılm ak istenmiştir. M ahm ut Esat Bozkurt'un dile
getirdiği M edeni K anun'un gerekçesinde de buna ilişkin açıklama var.
Zam an: D ine karşı olm ak sizce ne kazandırır derken daha ziyade şunu söyle­
m ek istiyorum : D in, cem iyette ve insanda belli bir boşluğu doldurm uş. Bunu çe­
kip aldığınız zam an boşluk m eydana gelm esi tabii, bu boşluğa neyi doldurm ak
istiyorsunuz? B una teklifiniz nedir diye bir sorum var.
T. D.: Şim di bence din insanlığa çok şeyi yitirtmiştir. D insizlik ne kazandınr?
Ö nce bu yitirilen şeyleri bir daha yitirm e durum una düşm em eyi kazandırır. D in­
ler neyi yitirtm iştir? B ana göre dinler insanlara gözyaşı getirmiştir. Ö lüm ler getir­
miştir. İslam da bunların arasındadır. Bugün Yahudiler eğer Filistinlilere birtakım

Youtube: Tanrı Mı Varmış


zulüm ler yapıyorlarsa bence bunda Yahudiliğin içindeki Yehova'nın Tevrat Yeho-
vası'nın insanların kafasına aşıladıklarının çok büyük payı vardır. "Gidin, vurun,
öldürün, acım ayın" en çok, büyük etkisi vardır. İslam öyle olmuştur. M uham m ed
dönem inde de öyle olmuştur. Ebu B ekir dönem inde, daha sonraki dönem lerde de.
Ebu Bekir dönem inde, "Ridde" (dinden dönm e) olaylarında belgelere göre ateş
hav u zlan açılmıştır. O ateş havuzlarına insanlar inançlanndan dolayı atılm ış, y a­
kılm ışlardır. M uham m ed'den sonraki d ö n ım d e, Osm an dönem inde bir Cem el
O lay ı’m anım sıyoruz. Bu Cem el olayında iki yanda da M uham m ed'in arkadaşla­
rı vardı. B ir yanda 400 kadar "biat-ı R ıdvan"da bulunm uş olan kişi vardı. Başla-
n n d a Ali, M uham m ed'in dam adı. Ö bür yanda, yine cennetle m üjdelenm işler var­
dı. İki kesim birbirlerine saldınyorlardı, öldürm ek için ve o olayda tarihlerin biz-
lere kaydettiğine göre 15 bin kişi hayvan boğazlanır gibi boğazlanmıştır. 656 yı­
lında. 13 bin kişi A işe tarafından, 2 bin kişi de Ali tarafından. Şim di bunlar ki,
M uham m ed'in "Eshabi K enm ucûm i bi eyyıhim iktedeytüm ihtedeytüm s" yani
"benim ashabım birer yıldız gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz"
dediği birer yıldız saydığı kişilerdi. B unlar böyle olunca ondan sonra aynı tutum u
sürdüren kim selerin bulunm ası şaşırtıcı değildir. Ondan sonra görüyoruz neler yi-
tirtm iştir din? A klın, bilim in yolunda olm aya çalışan birçoklarının öldürülm esine
neden olmuştur. Çünkü irtidat yani dinden çıkm a bütün m ezheplere göre ölüm
hükm ünü içine alıyor. M ezhepler arasında ihtilaf yok. Sadece istilabe yani tövbe­
ye davet gerekli mi, gereksiz mi? Bu konuda tartışıyorlar. Yoksa bir insan eğer dü­
şüncelerinde bir gelişm e olm uş, inancında gelişm e olm uş ya da inançsızlığa düş­
m üşse ya da bir başka inanca geçm işse bunun m utlaka öldürülm esi gerekiyor.
Kur'an ve hadis hüküm lerine göre. İslam da öyle. D iğer dinler de böyle. Bu açıdan
insanlığa bir şey verm em iş, yitirtmiştir. Bir İsa, bir yanağına vururlarsa öbür ya­
nağını uzat derken, öbür yanda diyor ki, "ben dünyaya barış için gelm edim , savaş
için geldim ". Bu da İncil'den. D in ölüm getirdiği için çok şey yitirtmiştir. İkinci­
si, insanların akıllarını ve duygularını prangaladığı için, hapsettiği iç in ... Hiçbir
M üslüm an, İslam kardeşliğinin dışına çıkam az insan haklan sözkonusu olunca.
H içbir Y ahudi'nin çıkam adığı gibi, H ıristiyanlık çok evrensel ve hoşgörülü bir din
olarak sayıldığı halde, bir H ıristiyanın da eğer gerçekten o H ıristiyanlığa inanm ış­
sa, kendi inanırlannın dışındakilere aynı h ak lan tanım ış olabileceğini sanm ıyo­
rum. Yani durum böyle olunca bir kere bunun olm am ası sağlanm ış olur. Kazancı
birincisi bu. İkincisi, yerine benim önerdiğim dünya görüşü eğer gerçekleşirse; o
uygarlık gerçekleşirse; o uygarlığın iki tane ayağı vardır. Biri bilimdir, öbürü akıl­
dır. Bir üçüncüsünü de eklem ek m üm kün; D erinleşm iş insanca duygular. Bugün
birçoklarında yitirildiğini gördüğüm üz o dostluk, sevecenlik, arkadaşlık... Çok
daha derin boyutlarda insanlarda gelişir diye düşünüyorum .

223

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Zam an: P eki aileniz ve yakın çevreniz yazılarınızı nasıl değerlendiriyor? Ya­
ni ailenizle bir ahenksizlik söz konusu mu? Yakın çevrenizle söz konusu mu?
T. D.: Babam benim bir im amdır. B abam tabii beni bir hedef için çalıştırm ış.
O na göre ben bir kahram an olm alıydım . İslam kahram anı, din kahram anı olm a­
lıydım . Şu anda babam la anlaşabildiğim i söyleyem em .
Zam an: H ayatta mı babanız?
T. D.: Evet, yaşıyor babam . 81 yaşlarında A nkara'da. Babam son derece kar­
şı. H atta çocuklarım ı çağırıyor, "Eğer siz babanızın yolundan ayrılırsanız ben si­
ze ev alırım , şunu alırım , bunu alırım ", bunları söylüyor. Babam ı anlıyorum . İş­
te dediğim nedenden dolayı. O hedeflediği konum dan başka bir konum dayım .
O nun dışındaki ailem , evim in bireyleri, yakın, uzak çevrem biraz da benim ra­
hatsız olabileceğim ölçüde beni sever ve sayarlar.
Zam an: B ir de şunu diyorum . Ü slubunuzda yarı m izahi alaycı bir hava var.
D irekt m evzuyu alıp, m antık m uhakem e çizgisi tamam am a. Biraz, sanki hafiften
hafiften bir alay, karşısındakine yahu bak sen nelere inanıyorsun der gibi m iza­
h î bir hava var. Ciddi bir üslup, yazılarınızın m uhatabı noktasından daha fa y d a ­
lı olm az mı, insanları daha fa zla düşünm eye teşvik etm ez mi?
T. D.: D ostum ben m izah yolunu, alay yolunu seçm edim . Bunu gerçekten
söylüyorum . Yazılarım da eğer m izah, alay konusu seziliyorsa bu benim yöneldi­
ğim in dışında bir olaydır. Yani konusundan kaynaklanıyor olm alı. Çünkü benim
seçtiğim konu, bugünün insanına çıplak olarak anlattığım için, yüceltm ediğim
için, şim diye kadar yapılanlar türünden bir sergilem e olm adığı için bugünün in­
sanına, bu insan dindar bile olsa alaylı gibi gelebilir.
Ö rneğin Tanrı'nın sekiz dağ keçisi üzerinde olduğunu söylüyorum yazım ın
başlığı. B ir taht var. O nun üstünde, o sekiz dağ keçisi üzerinde onun üzerinde de
Tanrı. B ugünün insanı bunu nasıl algılar? A ncak mizah gibi gelir. O ysa hadis ay­
nen böyle. "A layem aniyeti avalin" diyor. Yani sekiz dağ keçisinin üzerindedir.
Bu hadisler K ütüb-u Sitte de yer alan hadislerden. Ö yle, İslam dünyasında "bu
hadis de ne oluyor?" denem eyecek türden hadisler. Ve ben hadisleri de hep İslam
dünyasında en sağlam kabul edilenlerden aldım . Ben hadisçi, fıkıhçıyım . Bu ha­
dis bilim ine, yani bir hadis ne ölçüde doğru olur, ne ölçüde olm az onu da bilirim ,
hadis tenkidini bilirim. D ikkat ediyorum ; sağlam hadislerin dışındaki hadislere
yer verm iyorum . O ysa pekâlâ onları kullanabilirdim işim e yarıyor diye. İşe ya­
rar diye bir şeyi kesinlikle alm ıyorum . Ben din olayına son derece önem veriyo­
rum. A m a nasıl önem veriyorum ? B ir çevre sağlığına önem verenler nasıl önem
veriyorlarsa, bir kansere önem verenler, nasıl önem veriyorlarsa, bir A ID S'e
önem verenler nasıl önem veriyorlarsa, onlar gibi am a onlardan çok daha fazla,
yani "insanlığın yaşam ından artık bu çıkm alı" diyorum . Onun için ciddilik veri­
yorum ve kesinlikle alay sözkonusu değildir. Bunlar üç aşağı beş yukarı aynı.

224

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Ben K utsal Kitapların K ayn a kla n diye beş ciltlik bir şey yazdım . B ir de Kur'an
A nsiklopedisi. Temel kaynaklarından öğrenm e fırsatını buldum . Bu ürünleri kar­
şılaştırırken önüm e şu çıktı. D inleri şöyle ayırm ak m üm kün. D inlerin kim i insan­
lığın yaşam ına bütünüyle el atmıştır. D ünya yaşam ına yatak odalarına varıncaya
kadar girm iştir. Yahudilik ve İslam böyledir. K imi de bu kadar el atm am ıştır, sa­
dece inanç dünyalarında vardır. A m a bir ceza hukuku, bir m iras hukuku, bir dev­
letler hukuku, bir bilm em ne hukuku türünden şeyleri yoktur. H ıristiyanlık bö y ­
ledir. Ben insanlığın yaşam ına bütünüyle el atm ış olanları, insanlar için daha za­
rarlı görüyorum . A slında hepsi bana göre binlerce yıl öncesinin düşüncelerini,
inançlarını taşıyıp getirm ekte birleşiyorlar. M elekleri, cinleri ve diğer inanç bi­
çim leriyle bağdaşıyorlar, birleşiyorlar. Biri falanca diyor, biri filanca diyor söz­
ler değişiyor, am a öz değişm iyor. H epsi aynı kalıptan.
Zam an: M üftülük yaptığınız dönem de doğrusu inancınızda bir sarsılm a o l­
m adan önceki dönem de kebdirle bir haşır neşirliğiniz oldu mu?
T. D.: Ben hiç zinayı tanım adım . İçkiyi tanım adım . Kum arı tanım adım zaten
hiçbir oyunu bilm em .*
Teori
Ocak 1990, yıl 1, sayı 1

* B u g ö rü şm e Z a m a n gazetesi tarafından yayınlanm adı.

225
Youtube: Tanrı Mı Varmış
DİNCİ YAYIN Ç E V R E L E R İN E YANITLAR
(ZA M A N , M İLLÎ G A ZETE, YENİ ASYA
G A Z E T E L E R İ İLE
Y EN İ D Ü ŞÜ N C E, PANEL VE TEV H İD
D ER G İLER İ)

M illî G azete'de Yayım lanan Yazı D izisi Ü zerine

"İşte Cevabım "

(M ahkem e kanalıyla bu yazının bir kısm ı M illî G azete'de yayım landı.)

7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15 K asım 1989 günlü M illî G azete'de "Doğu Pe-
rinçek'in M üftüsü (!) Turan D ursun'a Cevap" genel başlıklı ve H. K em al Özyü-
rek im zalı bir dizi yazı yayınlandı. Bu dizinin ilk bölüm lerinde, olm adık yalan­
lar savrularak çirkin biçim de suçlanıyorum , aşağılanıyorum ve belli bir çevreye
hedef gösteriliyorum .
H angi yazım a nasıl cevap?
"Turan D ursun'a Cevap" başlığını görünce: "Bana hangi konuda cevap verili­
yor?" dedim kendi kendim e. Ve hem en okum aya koyuldum . Bana yöneltilen bir
sürü suçlam alar ve sövgüler arasında güçlükle seçebildim ki, benim "M uham ­
m ed'in doktorluğu"na ilişkin, hadisleri sıralam adan öteye gitm eyen, yorum suz
yazım a cevap(!) verilm ek isteniyor.

Suçlam a ve A şağılam alar

Beni aşağılam ak ve hedef gösterm ek için başvurulanların tüm ü, evet tüm ü


yalan. H. K em al Ö zyürek, benim için: "Alevi m ü ftü ..." diyor. Sonra: "O, hep sol
bir askerî ihtilâlin özlem ini çekti. A llah'ın işine bakın ki, 12 Eylül oldu. 12 Eylül
onun ("onu" dem ek istiyor T.D.) hayal kırıklığına uğrattı. H albuki sol bir ihtilâl
olsaydı, kızılbaşlara büyük bir ikbal yolu a çılacak tı..." diye sıralıyor.

226

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Alevilik:
Ve A LEV İ değilim . "Sünni" ana babadan gelm eyim . Bu, bir gerçek. Dahası,
"imam " olduğu ve A leviliğe düşm anlıkla koşullandırıldığı için, "A LEV İLER"i,
"YAHUDİLER" den, "H IRİSTİY A N LA R"dan daha "kâfir" gören bir babanın
oğluyum . Ben de, m üftü oldum . "Alevi" olsaydım , beni "müftü" yapm azlardı. Bu
da belli. Şim diyse benim için hiçbiri geçerli değil. Ne "A levilik-K ızılbaşlık", ne
de "Sünnilik". H .K .Ö ., "...S o l bir ihtilâl osaydı, kızılbaşlara büyük bir ikbal yo­
lu a çılacak tı..." derken, bir yandan da "m ezhep kışkırtıcılığı" yapıyor. A nım sa­
yın, bu ülkede nice acı olaylar oldu bu yüzden.
"Sol askerî ihtilâl özlem i":
A levi olduğum nasıl yalansa, böyle bir özlem içinde bulunduğum da yalan.
"A skeri ihtilâl 'i benim sem em . Ç ok açık ve dürüst biçim de belirtiyorum : Ben
hiçbir "ih tilâl'd en yana değilim . Sağ ve şeriatçı bir "ihtilâl'den yana olam ayaca­
ğım açık. "Sol bir ihtilâl" den yana da değilim . "İhtilâl" bana göre, benim benim ­
seyebileceğim bir olay olam az. Çünkü "ih tilal'le r gelirken, "kan"la, "ölünT'le,
çoğu kez de "zulüm "le gelirler. B unların hiçbirinin, benim benim sediğim dünya­
da yeri yoktur. " İh tilâ lle r geldikten sonra da, birtakım "karanlık"lar, "kapalı-
lık 'la r oluşur. Bu sırada türlü haksızlıklar yaşanabilir, yaşatılabilir. B enim b e­
nim sediğim dünyadaysa, bunlar olm am alıdır.
Ya A tatürk'ün ülkem izde gerçekleştirdiği?
A tatürk de ülkem izde köklü bir değişikliği gerçekleştirdi. B una da "İhtilâl"
deniyor. A tatürk'ün getirip yerleştirm eye çalıştığı ilkeleri, "C um huriyet ilkele-
ri"ni benim siyorum . H em de olanca gücüm le ve bağlılığım la. Bu, bir "çelişki"
m idir? B öyle sayanlar olabilir. Bence, A tatürk'ün gerçekleştirdiği olayı benim se­
m eyi, bir "ihtilâl benim sem e" saym ak, yüzeysel bir değerlendirm e olur. Bu olay­
la gelişip olgunlaşan, tüm üyle olm asa bile toplum yaşam ım ıza geçirilen devrim
ve ilkelerden yana olm ayı, bir "askerî ih tilâ l’den yana olm akla hiç karıştırm am ak
gerekir. Bu devrim ler, ve ilkeler, toplum um uz için bir yüz akıdır. Hedefi: "Ç ağ­
daş uygarlık". B unlan benim sem ek, çağdaş uygarlığı benim sem ektir. İnsan ak ­
lından, bilim den yana olmaktır. B unlar yokken "yasa" olarak şeriat dogm aları
vardı. D eğişen yaşam koşullarına uym uyordu. M ecelle'de yer alan "zam anın d e­
ğişm esiyle ahkâm de değişir" ilkesi bir aldatm acanın ürünüydü. "D eğişm e",
önem siz ayrıntılardaydı. "Temel ahkâm "da bir değişm e olam azdı. Ne ayet, ne de
"hadis" değişebilirdi. Y üzlerce yıldan bu yana sürüp gelen eski elbise, insanlığa,
insanım ıza göre bir elbise olm aktan çıkm ıştı artık. G övde büyüm üştü. Z am ana
uydurulsun diye, katı kalıpları biraz gevşetm ek için bir sürü hadis uydurulm uş­
tu. M evzu hadisleri derlem iş olan birçok kitap var. (İbn C evzî’ninki, Süyutî'nin-
ki, İbn Teym iyye'ninki, A li el K ârî'n in k i... B unların ve daha nicelerinin topladık­
ları "m evzu", yani uydurm a hadisler, hadis uydurm acılığının nerelere, hangi bo-

227

Youtube: Tanrı Mı Varmış


yutlara vardığım gözler önüne seriyor.) Bu uydurm acılık yetm edi; eski elbiseyi
biraz giyilebilir durum a getirm ek için; olm adık biçim deki zorlam alı "yorurri'la-
ra başvuruldu. Eski elbiseye "yam a"lar yapıldı bu yorum larla. O rasını burasını
esnetm e çabaları gösterildi. A m a, her an değişen koşullarla gelişen, devleşen
gövdeye bir türlü olm uyordu. îşte bunu gören genç C um huriyet yönetim i, bu e l­
bisenin çıkarılıp bir yana konulm asına, tarihe göm ülm esine karar verdi. Bu
am açla m odem dünyadan yasalar alınıp yürürlüğe kondu. Bunu, dönem in A dli­
ye Vekili M ahm ut E sat Bozkurt, Türk M edenî K anunu'nun gerekçesinde pek gü­
zel dile getirir. Sonra da "Egem enlik kayıtsız şartsız m illetindir" ilkesine uygun
olarak Türkiye Büyük M illet M eclisi"inde, "Tanrısal irade'yle değil; toplum un
kendi iradesiyle, "insan iradesi"yle yasalar geliştirildi, kabul edildi. Yasalarda y e­
tersizlikler elbette olabilir. A m a hangi kaynağa dayandığı önemli. Burada daya­
nak, "in sari'd ır ve gelişen yaşam koşullarıdır. D aha güzel bir dünyaya doğru iler­
lendikçe yasalar da ona uygun olacaktır. Bunu savunm ak dinam izm i savunm ak­
tır, insanı insan yapan akılcığı savunm aktır. Cum huriyet devrim ve ilkelerinden
önce insan aklı "m ahbus"tu. D ahası, "zincire vurulu 'ydu. İstenm iştir ki akıl, "ha­
pishane" sinden ve "zincirim den kurtulsun. Nasıl bundan yana olunm az? Şunu da
belirtm eliyim : Hem "A tatürkçüyüm " diyen, hem de "Atatürk'ü "dinci-İslam cı"
gösterm e çabasında olanlar vardır. Bunlarla karıştırılm am ı istemem. Benim dün­
yam için A tatürk'ün ve getirdiklerinin anlam ı başkadır. Bu konuyu biraz uzunca
yazdım . Çünkü İslam cı çevrelerin bana olan "kin” ve düşm anlıkları, ilkin, A ta­
türk konusundan kaynaklanm ıştır.
B ana ilişkin bir başka yalan:
H. K em al Ö zyürek, şunları da yazıyor: "B enim m erak ettiğim bir şey var.
T uran B ey'in asıl ism i M ehm et olduğu halde, bu ism ini hep saklıyor. N eden
acaba? Hz. M uham m ed'e olan d ü şm anlığından m ı, M ehm etçiğe olan düşm an ­
lığından m ı?"
"M ehm ed adı": Bu yazıyı okuyan, "bunları yazan adam ın kim liğini, m üfusu-
na değin biliyordur ki böyle yazıyor!" diye düşünebilir. D üşünm ekte de haklıdır.
Yalanın bu kadarının da olabileceğini nereden bilecek?
G erçeğe gelince: Benim "M ehm et" diye bir adım hiç olm adı. N e nüfus k im ­
liğim de, ne ailem de, ne çevrem de böyle bir adım oldu. "M uham m ed"e nasıl
bak tığ ım ı hiç saklam adım . A dım "M ehm et" olsaydı hiç kullanır m ıydım ; b ile ­
m em . A m a yok işte böyle bir adım . Yazı karşısında bir an dona kaldım . Sonra
kendim i toparlayıp, İslam şeriatının "Sünnet-i S eniyye"sinde "yalan üret-
m e"nin nasıl olağan olduğunu anım sadım ? K ısacası: "A levi" olduğum , "sol a s­
k erî ihtilâl özlem i içinde bulunduğum " yolundaki yalan gibi bu yalanı da uy­
durup yazıyordu Ö zyürek.
Peki bu yalanı niçin uydurm uş olabilir?

228

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Sorunun karşılığı, yazısından kolaylıkla çıkarılabiliyor: A m aç, beni "M eh­
m etçik düşm anı" da gösterm ek.
Bu yalanları uyduran ve birçok ilkel, aşağılayıcı anlatım larla bana seslenen,
yazı yazan bu H. Kemal Ö zyürek kim dir?
Bilm iyorum . Said-i N ursî (K urdî) için "Bediüzzam an" (bir anlam ıyla "zam a­
nın olağanüstü", bir başka anlam ıyla da "zam anın yaratıcısı") dediğine ve "Risa-
le"sindeki abuk sabuklan "doyurucu, m ükem m el izahlar" diye sunup yer verdi­
ğine göre "N U R CU " denen "şâkirt"lerden olabilir. Eğer öyleyse ve gençse, bana
olan hıncı, eski "şâkirt"lerden kalm a olabilir. 1960'lı yıllarda, bana yönelttikleri
baskı ve korkutm a çabalarını, bindiğim otobüsü durdurm aya ve beni öldürm e gi­
rişim ine dek vardırm ışlardı. Bunu o eskilerden öğrenm em işse sorup öğrenebilir.
A m a şunu da öğrenebilir ki, beni yıldıram am ışlardır. H içbir aşağılık yöntem , y a­
lan, korkutm a, beni benim sediğim yoldan döndürem ez.
H.K. Ö zyürek kim se, bir "İslam kahram anı" olarak sivrilm e hevesini taşıyor
olabilir. Eski İslam "polem ikçiler"inin hep yaptıkları gibi, bana bir "reddiyye"
yazıp, din çevrelerinde, "kâfire hak ettiği cevabı verdim !" deyip şişinm e olana­
ğına yönelm iştir. K im bilir?
N e var ki seçtiği yol ve derlediği yalanlar, bu am acına istediği ölçüde ulaşm a­
sına yetecek kadar dayanaklı değildir. Ve kim in karşısına çıkarıldığını da yazık,
bilem em ekte.

Bana Verilen "C evap", Yazdıklarım ın N eresine Yönelik?

Ö nce de belirttiğim gibi, H.K. Ö zyürek'in bana "cevap"ı, "M uham m ed"in
doktorluğu"na ilişkin sunduğum hadislerden oluşan yazılarım la ilgili. Bu yazıla­
rım ın sonuncusu 13 A ğustos 1989'da (2000'e D oğru dergisinde) yayım landı. Üç
ay geçti aradan.
Bu denli gecikm e niçin?
N eden aradan bunca zam an geçtikten sonra cevap verm e gereği duyulm uş?
A nlaşılm ıyor, açıklanmıyor.
Verilen "cevap"a gelince: N asıl cevap veriliyor?
Y azdığım hadisler ele alınarak bunların "uydurm a", ya da kaynaklarının "çü­
rük" olduğu m u ileri sürülüyor? Hayır.
H adislerin çevirileri, açıklam aları m ı "yanlış" bulunuyor? Hayır.
B irilerine yönelik sövgüm ya da övgüm yakalanm ış da bu mu eleştiriliyor?
Hayır.
B unlardan biri olsaydı, bana verilen "cevap"a "cevap" denilebilirdi.
Ö yleyse "cevap" verilen konu nedir? Bu belli değil.

229
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Yazdığım hadislerden ikisi ele alınıyor. B unlar için de herhangi biçim de "iti­
raz" yok. Ben bunlara yer verirken bunlar arasındaki "çelişki"ye de şöyle bir d e­
ğinm iştim . Vay, sen m isin buna değinen?! Veryansın ediliyor. Peki "çelişki' nin
bulunm adığı mı savunuluyor? Hayır. Çelişkinin "görünüşte" olduğu savunulup
yapılagelm iş olan "yorurri'lar sıralanıyor. Yani benim dediğim çürütülm üyor. Ü s­
telik tersi de söylenm iyor. "Yorum." Çelişkiyi yok saym anın yolu. "Y orurri'larla
çelişkiyi giderm e, yok saym a çabalarının gösterildiğini ben de belirtm iştim za­
ten. Peki "itiraz" varsa, yöneldiği nokta neresi? Anlaşılam ıyor. Kaldı ki, ben bu
hadisleri, aralarındaki "çelişki" üzerinde durm ak için yazm am ıştım . B unlara ben,
"M uham m ed'in doktorluğu"nu yansıtan hadisler olduğu için, İslam dünyasında­
ki "e't-Tıbbu'n-N ebevî"de, yani "P eygam berce D oktorluk"ta yer aldıkları için yer
verm iştim . Yorumsuz o larak ... "M uham m ed'in doktorluğu nu dile getiren hadis­
lerden b ir kesim i, "rukye" denen üfürükçülükle ilgili olanlar. Bunlara de yer ver­
m iştim yazım da.
Ö zyürek, bu hadislere -te k tek değil d e - genel olarak değiniyor. Ü zerinde
durduğum "rukye" konusunu ele alıyor. Buna ilişkin bir sürü şey aktarıyor. Peki
benim yazdıklarım ı çürütüyor m u? Yine hayır. "İtiraz" bile etmiyor. "Rukye",
onun aktardıklarında, benim verdiğim anlam a gelecek sözlerle açıklanıyor. Ona
ilişkin hadisler için de "uydurm a" ya da "çürük" denmiyor. D enem ezdi, çünkü
ben, her konuda olduğu gibi bu konuda da "en sağlam" (sahih) hadisleri seçm iş
ve en güvenilir kaynaklan gösterm iştim . H adisler kabul ediliyor. Benim verdi­
ğim anlam larla b irlik te... Peki öyleyse?
Şu yapılıyor yalnızca: "Rukye" yani "okuyup üfürm e" yoluyla olan "teda-
vi"ye ilişkin hadisler, birer "mucize" olarak gösteriliyor. Ben "mucize" dem em iş­
tim; aradaki fark bu. Şim di lütfen düşünün; böyle "cevap" olur m u? Yani bana
"cevap" verilm iş oluyor mu?
K ısacası: Ben, M uham m ed ve arkadaşlarının "rukye" (okuyup üflem e=üfü-
rükçülük) yöntem iyle "hasta tedavi ettiklerini", bunun için de "ücret" aldıklarını
yazm ıştım . D aha doğrusu, yalnızca ilgili hadisleri sıralam ıştım . K endini bana
"cevap veriyor" gösteren H. K em al Ö zyürek de, "m uhterem hoca"sım n "not­
lar" ından ve başka "m uhterem hocalar"dan aktardıklarıyla bir bir kabul ediyor.
"R ukye"yi de, buna verdiğim anlam ı da, karşılığında alınan "ücret"i d e ... N e var
ki "m ucize" diyor. Ha, bir de şunu ekliyor: "Rukye" yöntem i ve karşılığında alı­
nan "ücret", "hekim liği teşvik" işine yaram ış ve bu sayede "tıp, yıldırım hızıyla
in k işâ f' etm iş. Bunu deyim lerle savunuyor Ö zyürek. Savunm a dursun, am a ba­
na bir "cevap" olmuyor.
Ö zyürek'in savunm alarına, aktarm alarına ilişkin örnekleri ileride sunacağım .

230

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Bana "Cevap" Veren K işi, N elerle K arşım a Ç ıkıyor?

"İm an kahram am "m ız H. K em al Özyürek, bir sürü yalanı, ilkel aşağılamaları,


İslam ın "Sünnet-i Seniyye"sindeki geleneğe uygun olarak ve de soyadına uygun
bir yüreklilikle sıraladıktan sonra, "yalancı tanık" gösterir gibi, benim yanlış yolda
olduğum a, kimi, eski yeni ünlüleri tanık gösteriyor: "Kaptan Custo, M aurice Bu-
caille, R oger Garaudy, B em ard Shaw." (Ö zyürek'in yer verdiği sıraya göre.)
Ö nce konuyla ilgisi olm adığı halde, bunları göstererek çıkıyor karşım a. S on­
ra "B ediüzzam an"ın "M ektubat"ından yaptığı uzun alıntıyla...T ürkçenin ve sağ­
lam aklın "başı gözü kırılarak "... Yine konum uzla bir ilgisi yok.
Sonra "Doç. Dr. H ayrettin K aram an'ın M ülahazaları" başlığını koyduğu bir
kesim geliyor. Bunun, konum uzla bir ilgisi olabileceğini sandım. Yanılmışım. Y i­
ne ilgisi yok. K aram an'ın bilm em nerede yayım lanm ış, konum uzu ilgilendirm e­
yen "sohbet"inden alıntılar yapıyor. Yine uzun u zu n ...
K ahram anım ızın "cevap" diye yayım lattırdığı 1. ve 2. si (7, 8 K asım ) böyle
geçiyor. Sonra "İslam Tıbbı Ü zerine" diye bir alt başlık altındaki derlem e. "İslam
Tıbbı" denince konum uzla ilgili olduğu ve benim yazdıklarım a bir cevap niteli­
ği taşıdığı sanılır. O ysa öyle değil. "İslam Tıbb-ı gıdasını N ebevî'den (burada bir
karışıklık var. "İslam tıbbı", gıdasını Tıbb-ı N ebevî'den olacak. T.D.), Peygam ­
ber E fendim iz'in (s.a.v.) doktorluğundan ve İslam ın m esajından alm ış ve beslen­
m esini G rek-İskenderiye, H int ve İran zengin toprağından sağlam ıştı" dendikten
sonra, İslam ın "eski bâtıl inanış ve hurafeleri reddettiği" savm a yer veriliyor,
"C ahiliyye" diye kınanan İslam öncesi "A raplar"da ve "m u h arref', (tahrif edil­
miş, bozulm uş) diye kınanan H ıristiyanlık'ta hastalık ve tedavi anlayışının "fark­
lı" olduğu belirtiliyor. D aha sonra H ıristiyanlık'ta ve Batı'da "tıbb"ın, nasıl geri
olduğu, İslam daysa daha ileri durum da bulunduğu savlarına yer veriliyor. Bu
arada, "ilk İslam tıbbı", "seyyar hastaneler", "ilk M üslüm an H ekim " gibi konula­
ra değiniliyor. Bir dolu propaganda ürünü, bilim sel tem elden yoksun savlar, din
çevrelerinin, daha çok son zam anlarda piyasaya sürdüğü kim i kitap ve dergiler­
den olduğu gibi aktarılıyor. D iziden 3. de (9 Kasım ) böyle geçiyor.
D iziden 4'teki alt başlık şöyle: "Turan D ursun ve H adis U sulü Bilgisi". Eh,
artık burada ciddi biçim de eleştiriliyor olm alıyım . B aşlığa uygun olarak "hadis
usûlü"ne ilişkin "bilgi" derecem üzerinde durulm alı, yazdıklarım dan örnekler v e­
rilerek "yanlış"larım sergilenm eli "bilgisizliğim " ortaya konm alı. B aşlık gereği
olsun bu yapılm alı artık, değil mi?
Hayır. Saldırının ötesinde yine bir şey yok.
"Eleştiri"(!) olarak bütün dediği şu:
"Turan D ursun, iki sahih hadis arasında zahiri bir m ana tenâkuzu, zıtlığı gö­
rünce, ganim et bulm uşçasına sevinm iş, hem en yapışm ış, tenkit etm eye yelten-

231
Youtube: Tanrı Mı Varmış
m iş. D aha doğrusu, 'bağa destursuz girm iş1. H albuki, her şeyin bir usûlü olduğu
gibi, hadisin de usulü vardır. H atta İslam literatüründe, 'H adis Usulü' ayrı bir ilim
olarak kabul edilm iş olup, bu hususta birçok eser yazılmıştır. Dursun Bey, her ne
kadar em ekli bir m üftü(!) olsa da işin bu yönünü ne bilsin. Bazı hadis ıstılahları­
nı bilm iş olsaydı, bu bile, kendisinin bu kadar gülünç durum a düşm esine mani
olurdu. M esela D ursun Bey, ’İhtilâfu'l-H adis' veya 'M uhtelifu'l-H adis' m eselesi­
ni biliyor m u? B ilseydi zaten bu laf salatası yazısını yazm azdı."
"K ahram an"ım ız böyle diyor. Şim di ne denir buna?
B ir kere benim , "laf salatası" diye nitelediği yazım, tüm üyle, kendisinin de
"red" etm ediği, sağlam lığını kabul ettiği "hadis'Merden oluşuyor. O zam an "laf
salatası" diye bu hadislere dem iş oluyor. A m a ille de ilkel biçim de saldırm ak h e­
vesiyle farkında değil. Haydi sözüm ü düzelteyim , "ilkel biçimde" değil de, uy­
garca yapm ış olsun bu nitelem eyi ve saldırsın. İyi de benim "Hadis U sûlü"nü ve
de "ıstılah"larım bilm ediğim i ileri sürebilm esi için elinde ne var? "Tenkit"e giriş­
m işim . G irişem em m i? Buna ne engel var? "Hadis Usûlü (U sûlü-H adis)" bilgisi
buna neden engel olsun. K aldı ki ben "tenkit de etm edim . Sözünü ettiği iki hadi­
si de, öbür hadislerle birlikte T ürkçeye çevirip sundum yalnızca. İkisinin arasın­
da bir çelişki olduğunu belirttim . Kendisi de bunu, "zahiri bir m ana tenâkuzu" d i­
yerek kabul ediyor. Y orum larla bu çelişkinin giderilm esi için hadisçiler arasında
çaba harcandığı doğru. A m a bu çelişkinin bulunm adığını gösterm ez...
"M erak"ım giderm ek için açıklam alıyım : Kendisi bu yazısında, Prof. Dr. Ta­
lat K oçyiğit'in öğrencisi olduğunu belirtiyor. Bu profesör için söyleyeceklerim
var. A m a yeri burası değil. Kendisi bu "hoca"nm öğrencisi olduğuna göre, daha
çok genç demektir. Belki de ben, o bilm ediğini ileri sürdüğü "Hadis U sûlü nü,
ayrıca "Fıkıh U sûlü"nü, "Tefsîr U sûlü"nü, "K elâm "ı, "Ferâiz"i, "M aânî" (Bedi',
B eyân'la birlikte) okuttuğum zam an, kendisi dünyaya bile gelm em iştir daha. Ben
bu konuların uzm anıyım . A lçakgönüllüğü bir yana bırakarak, yeri gelm işken, al­
tını çizerek belirtm eliyim : Bu konuları iyi bilirim ben.
"H adis U sûlü" konusunda kendisini "bilgili" gibi sunan kahram anım ız, bu ko­
nuda da "m uhterem hoca"sından aldığını belirttiği "notlar"ı koym akla bitiriyor.
11 K asım günlü yazısı, "Psikolojik Tedavi ve Rukye" üstüne. A m a bana "ce­
vap" niteliği taşıyan, beni çürüten en küçük bir yanı yok. Tersine, yazdıklarım
doğrulanıyor. Ve oradan buradan yapılan alıntılardan oluşuyor.
Bundan sonraysa, 15 Kasım 1989'a değin, kahram anım ız, "muhterem hoca"lar-
dan Prof. Dr. İbrahim Canan'ın Hz. Peygam berin Sünnetinde Terbiye adlı kitabını
açmış, bu kitaptan 235-248. sayfalan olduğu gibi, 249. sayfanın da bir bölüm ünü,
bir şey katm aksızın almış: "Doğu Perinçek’in M üftüsü(!) Turan Dursun'a Cevap"
genel başlığı altında koyup yayım latm ış bulunuyor. "Aferin!" demek gerekir.
"Ayıp" diyeceksiniz. K ahram anım ız bir başka "ayıp" daha yapm ış: C anan'ın
kitabından aynen koyduğu yazıların tüm ünün altında H. K emal Ö zyürek adı var.

232

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Yalnızca, yazılarından birinde, kendi adının altına, lütfetm iş de "m uhterem ho-
ca"nm adına da yer vermiş. Bu da bir şaşkınlığa yol açıyor. Çünkü insan ilk ağız­
da "bu yazıyı yazan H. K em al Ö zyürek mi, İbrahim Canan mı?" diye düşünm ek­
ten kendini alam ıyor? N eyse ki, daha sonrakilerde yalnızca kendi adını koyarak
"şaşkınlığı" önlem iş. C anan'ın adının bulunm adığı yazıları okuyanlar, yazılar bu
hocanın kitabındaki satırlardan oluştuğu halde, kahram anım ızın adını görecekle­
ri için, onun yazdığını düşünecekler rahatlıkla. Ö zyürek, belki de, "ayıp"tan filan
çekinm eksizin, bunu düşündürtm ek istemiştir.
N eyse, özeti şu: K ahram anım ız, C anan'ın kitabında olanları karşım a çıkarı­
yor, am a daha ağır biçim de gülünç durum a düşüyor. Çünkü bunların benim le il­
gisi ne? Kitaptakiler, bana "cevap" olsun diye hazırlanm ış değil k i... Ayrıca da
aktarılanların, benim yazdıklarım ı çürütücü yanı değil; doğrulayıcı yanı var.
H. Kem al Ö zyürek'in en son yazısıyla karşım a çıkardığı da, yine beni doğru­
dan ilgilendirm eyen ve İslam propagandasına yönelik derlem eler. K itaplardan,
derg ilerd en ...

Neyi Tartışıyoruz?

A slında açıkça görülen şu: Saldırıldığı. Ele alınan "M uham m ed'in doktorlu­
ğu" üstüne yazdığım yazılar eleştirilem iyor. A m a önüm e getirildiği için, yukarı­
da değinilen bir iki konu üzerinde biraz daha duralım :
1- A ralarında "çelişki" olan hadisler. Bu konuya, çelişki nedeniyle "hadislerin
birbirine uym azlıkları" dem ek olan "ihtilafu'l-hadîs" ya da "hadislerin değişik so­
nuçlara götürm esi" diye anlam verilebilecek olan "m uhtelifu’l-hadis", uyuşm az­
lığı (çelişkiyi) giderm e çabalarından dolayı da, "hadis uzlaştırm a" anlam ında
"telfiku'l-hadis" de denir.
Ö zü şu: O rtada birbirinin tersi anlam lar, sonuçlar çıkan iki (ya da daha çok)
hadis vardır. Sonra yorum lar yapılıyor, sonuçta ikisinin de "aynı kapıya" çıktığı
görülüyor ya da öyle ileri sürülüyor. Aynı kapıya çıkarılabildiği için deniyor ki,
"çelişki görünüştedir, tem elde değildir."
Ö m ek: "Peygam ber", bir sözünde "lâ advâ" yani "hastalık bulaşm ası diye bir
şey yok" dem iştir. A m a öte yandan bir buyruğu da şudur: "Arslandan kaçar gibi,
cüzzam lıdan kaç!" İki hadisin sağlam lığına da diyecek yok. B irincisine bakınca
"bulaşıcı hastalığın olm adığı", İkincisine de bakınca "bulaşıcı hastalığın olduğu"
anlatılm ış durum da. İkisini söyleyen de aynı "Peygam ber" olunca, bir çözüm
aranıyor. Ve yorum lara girişiliyor.
"Çelişki"nin tem elde olm adığı, "görünüşte" olduğu savunuluyor.

233
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Bu savunulurken kim inin yorum u şöyledir:
"H astalık kendi doğal yapısıyla bulaşm az. Peygam berin 'hastalıkta bulaşm a
yoktur' derken söylem ek istediği de budur. Öte yandan, Tanrı, hastada bulunan
birtakım hastalıkların sağlıklı olana geçm esine bir neden yaratm ıştır; O da, has­
ta olanla olm ayanın biraraya gelm esi. Bunu dile getirm ek için de Peygam ber,
hasta olanla, olm ayanın biraraya gelm em esini istemiştir. ’A rslandan kaçar gibi
cüzzam lıdan kaç!' buyruğunu bunun için verm iştir."1
H.K. Özyürek lütfen beni hoşgörsün, bilgiçlik tasladığı için burada belirtmek
zorundayım: Bu yorumu o da aktarıyor. A m a asıl kaynağına ulaşabildiğini sanm ı­
yorum. A nlaşılan "muhterem hocası Koçyiğit"ten aldığı "notlar"ın ötesine geçem e­
miş. Çünkü gösterdiği "kaynak"ta yanlışlık var: "M uhbetü'l-Fiker Şerhi" diyor.
"M uhbe" değil, "Nuhbe". Bunu bir "dizgi yanlışı" sayabiliriz. Ama dahası var:
"Nuhbetu'l-Fiker Şerhi" diye bir kitap da yok. Eğer Türkçe bir "şerh'ten söz ediyor­
sa, "şârih"ini ve "mütercim" ini belirtm esi gerekirdi. Dahası: Bu kitabın yazan ola­
rak İbn Hacer'i gösteriyor. Oysa İbn Hacer, "Şerh"in değil, "metn"in yazandır. Şerh
eden başka. Örneğin: Ali el Kâri. Birincisinin adı "Muhbetü'l-Fiker." İkincisinin
adıysa "Şerhu Nuhbeti'l-Fiker"dir. Yukandaki yorumda "çelişki" ortadan kaldınla-
biliyor mu? Bence, hayır. Çelişki daha da derinleştiriliyor. Çünkü, "arslandan kaçar
gibi cüzzam lıdan kaç!" sözünde, "hastalık buluşm ası"ndan açıkça söz edilmediği
halde, "neden"e (sebep) dayandırm a yoluyla da olsa, yorum a konuluyor bu. Yani
sonuçta, "hastalıklı birinden, hastalıklı olm ayan birine hastalık bulaşabileceği" an­
latılmış oluyor. Oysa birinci hadiste, açıkça "hastalık buluşması yoktur" deniyor.
"Hastalığın doğasında bulaşm a yoktur" demek istendiğini söylemek de durumu
kurtarmıyor. Yani, zorlamalı yorum, hadislerin arasını uzlaştırma işine yaramıyor.
O nun için kim ileri bu yorum u beğenm eyip başka bir yorum a yöneliyor. Ö r­
neğin şöyle:
"Peygam ber: 'H astalıkta buluşm a yoktur' derken, sözün tüm kapsam ıyla ol­
m adığını söylem iştir. H içbir yönden yoktur hastalık bulaşm ası. Peygam ber, 'hiç­
bir şey hiçbir şeye geçm ez de dem iştir. A rap köylüsüyle olan tartışm a da durum u
açıklıyor. Köylü A rap, 'uyuz deve, sağlıklı olanların içine katıldığında, hasta ol­
m ayanları da uyuz yapar' görüşündedir. Peygam ber, 'hastalık bulaşm ası diye bir
şey yoktur' diyerek karşı çıkar. K öylü A rap tartışm aya girişir: 'Peki, benim kum ­
luktaki develerim e ne oldu? B irer geyik gibi (güzel, sağlıklı) idiler. Sonra arala­
rına uyuz develer katıldı ve develerim i uyuz ettiler!' der. Bu kez Peygam ber kar­
şı çıkışını şöyle belirtir: 'Peki ilk develere (uyuz olanlara) nereden uyuz bulaş­
m ıştır?' Peygam ber açıkça şunu söylem iş oluyor: 'Birinci develerdeki uyuzu Ya­
ratan (Tanrı), İkincisinde de yaratm ıştır.' Özet: H er şey gibi, hastalık da, T ann'nın
takdiriyle, yaratm asıyla oluşur. B ulaşm ayla filan değil.

1 Bu yo ru m için bkz. A li el K âri, Şerhu N u h b eti'l-F iker, İstanbul, 1327, A rapça, s.98.

234
Youtube: Tanrı Mı Varmış
G elelim 'arslandan kaçar gibi, cüzzam lıdan kaç!' diyen hadise: Sağlıklı biri­
nin hastalanm ası, hastalıklıyla biraraya gelm esine denk düşebilir. Bunu gören
kim se, hastalık bulaşm ası oluyorm uş gibi düşünebilir. Böyle düşünm ekse, o kim ­
senin günaha girm esine yol açabilir. Çünkü hastalığın, bulaşm a yoluyla olduğu­
nu düşünm ek, T ann'nın takdiriyle oluştuğu yolundaki inancı bozar. En iyisi, bu­
na giden yolu kapam ak. Ö yleyse en iyisi, hastalıklı olanla olm ayanın biraraya
gelm em esidir. İşte Peygam ber, "arslandan kaçar gibi cüzzam lıdan kaç!" sözüyle
bunu am açlam ıştır."2
B urada da ikinci hadisin yorum unda bir zorlam a olduğu görülüyor. B aşka yo­
rum lar da var.3 A m a tüm ünde de bir zorlam a göze çarpar.
H. K em al Ö zyürek, şunun altını çizm eli: İki hadis arasındaki "çelişki"nin d e­
rinde değil de, "görünüşte" olabilm esi ve "M uhtelifu'l-H adis" kapsam ına girebil­
m esi için, bir koşul var: 'H adisler arasındaki çelişkiyi giderm ek, bunun için gi­
rişilen yorum lar, zorlam alı olm am alı. (Biğayri teassufin)4 B uradaki yorum ların
"zorlam alı" olduğuysa çok açık. B undan dolayı, kim ileri bakm ış ki, çelişkiyi g i­
derm e olanağı yok; "arada nesh (birinin hükm ünü yürürlükten kaldırm a olayı)
var" dem işlerdir.5
Yorum ları, kahram anım ız da aktarıyor. A m a benim sunduğum açıklıkta değil.
Yalnızca "aktarıcılık"tan, üstelik bu konuda "m uhterem hoca"sınm tutturduğu
"ders n o tlan"ndan aktarm asından olsa gerek. Bunu belirtm ekle kabalık m ı etm iş
oluyorum ? Belki, am a beni bir sürü karalam alardan sonra "bilgisizlik"le suçla­
yan kendisi. Şim di Ö zyürek, bir başka yüreklilik gösterm eli, kendi bilgisizliğini
"itiraf" etm eli. Bu bir "erdem"dir. Yalanları, aşağılam aları içinse, bunları yayım ­
lattırdığı sorum lular da yanında olacak biçim de m ahkem ede buluşuruz.
B aşka bir konuya geçmeden; kahram anım ızın propagandaya dayalı bir "iman
gösterisi"ne değinm ek istiyorum :
"Niçin arslandan kaçar gibi de, kurttan, köpekten kaçar gibi değil? Cüzzam
m ikrobu laboratuvarlarda, m ikroskopla incelenmiş, aslana benzediği görülmüştür"
diyor kahram anımız. Başka İslam "kah ram an larının propagandalarından alarak.
B ir düşünelim :
"A rslandan kaçar gibi cüzzam lıdan kaç!" sözünü söyleyen "cüzzam m ikrobu­
nu" (lepra basilini) biliyor m uydu? Biliyordu du, neden doğrudan ve açıkça b e­
lirtm em iştir? B elirtseydi de bu "m ikrop"u insanlık daha o zam anlar öğrenseydi
olm az m ıydı? D aha başka hastalıkların m ikroplarını d a ... Dahası tedavi biçim le­
rini de bildirseydi ne olurdu, bunda ne sakınca vardı? "D oktorluk" da ettiğine gö­
re, bu açıklam alar uygun düşm ez m iydi? "C üzzam lıdan arslandan kaçar gibi

2 Y orum için bkz. A li el K ârî, age, s.98-100.


3 İbn K ay y im i'l-C ev ziy y e, e't-T ıb b u n '-N eh e vt, tahkik: Dr. A bdulm u'tî, 1982, s.215-221.
4 B u k o şu l için bkz. A li el K ârî, a g e , s.96.
5 B kz. İbn. K ay y im i'l-C evziyye, age, s.221.

235
Youtube: Tanrı Mı Varmış
kaç!" sözündeki ”arslan"la cüzzam m ikrobu" arasında bir ilişki kurm ak, "bilim 1i
gülünç durum a sokmaktır. İslam cılar, İslam şeriatının, biraz da kendilerinin pro-
paganlarını yapm ak için hep bunu yaparlar.
"A rslandan kaçar gibi kaç!" dem iş de, "kurttan, köpekten kaç!" neden denm e­
m iş? Belirtm eye çalışalım : "A rslandan kaçar gibi kaçm ak", ilk çağlardan kalm a
bir benzetm edir. Yabanıl doğada, orm anlarda "arslan" çok önem liydi, en önem li
"korku ögeleri"nden biriydi, başta geliyordu. Onun için bu benzetm e A raplara da
girm iştir. Dahası; K ur'an'da, hadislerde de yer almıştır: M üddessir S u resinde,
inanm azlara sövülürken, 50. ve 51. ayetinde şöyle denir: "Onlar, arslandan kaçar
gibi kaçan yabanıl eşekler gibidirler."
Y orum undaysa, M üslüm an K ur'an yorum cularından kim i (İbn Abbas) şöyle
der: "Yabanıl eşekler, arslanı gördüklerinde kaçarlar. Bu m üşrikler de M uham -
m ed'i gördüklerinde öyle k a ç a rla r..."6 Ayette, "arslan" anlam ında geçen sözcük,
"kasvere"dir ve "H abeşçe"dir.7
Yukarıdaki yorum a göre: ”A rslan"a benzetilen "M uhammed"dir. Birçoğunun
yorum una göreyse, "arslan"a benzetilen 'K ur'an"dır.8
B urada "arslan"a benzetilende de "arslana benzeyen bir mikrop" mu var? Ya­
ni "M uham m ed"de ya da K ur'an'da, "cüzzam lı"daki m ikrop gibi bir m ikrop bu­
lunduğu için m i bunlar "arslan"a benzetiliyor?
Sonra bu ayetteki benzetm eye göre, "arslandan yabanıl eşekler k a ç a r ’mış.
B urada da ilginç bir durum ortaya çıkıyor gibi: "Peygam ber", üzerinde durulan
hadisiyle "cüzzam lıdan; arslandan kaçar gibi kaç!" derken, "cüzzam lıdan kaçan­
lar" da "yabanıl eşekler" durum una düşürülm üş olm uyorlar mı, diye düşünüyor
insan. A m a kuşkusuz, amaç bu değil.
B ununla birlikte iyice bilinm eli ki, çağım ızın tıp dünyasında, insanlara, "ars­
landan kaçar gibi cüzzam lıdan kaç!" denmiyor. K açm ak önerilm iyor, tersine
yanlış bulunuyor. Çünkü artık çok iyi biliniyor ki, "bulaşm a" var; am a az ve zor.
C üzzam (lepra), uzm anlarının belirttiğine göre, çok zor ve çok az bulaşıcı bir
hastalıktır. Bunun böyle olduğuna Ö zyürek de yer veriyor. Ve yine biliniyor ki;
cüzzam la savaşan kuruluşların, doktorların, sağlık görevlilerinin ve hastaların en
büyük düşm anı; cüzzam a neden olan lepra basili değildir. En büyük düşm an, top­
lum içinde, "am an kaç!" öğütleriyle kök salm ış olan acım asız ve yanlış önyargı­
lardır. İnsanlar bu yönde uyarılıyor artık. "C üzzam lıdan kaç!" gibi öğütlerle d e­
ğil mi ki, hiç gerekli olm adığı halde, "cüzzam lı"lar "dam galanm aksan kaçını­
yorlar, kendilerini saklıyorlar. G idip "tedavi olm ak" vark en ... M uham m ed'in
"arslandan kaçar gibi cüzzam lıdan kaç!" dem esini anlam ıyor değiliz. O dönem ­

6 F ah ru d d in R âzî, e't-T efsiru’l-K ebir, 30/212.


7 T aberî. C a m iü 'l-B e y â n fi T efsiri'l-K ur'an. B eyrut, 1972, 29/106-107; C elaleddin S üyutî, el-Itkan f ı
U iu m ü 'l-K u r’an, M ısır. 1978, 1/182.
8 F. R âzî, ay n ı yer; T efsiru’n-N esefî, 4/312.

236

Youtube: Tanrı Mı Varmış


lerde, cüzzam , çok korkunç bir şeydi. O nun için M uham m ed, "hastalıkta bulaş­
m a diye bir şey olm az" derken ve "tâuna", yani "veba"yı bile "Tanrı'nin takdiri
olm aksızın bulaşm az" gösterirken9 "cüzzam lı"dan "kaçm a"yı öğütlem iştir.
"C üzzam h", görünüşüyle de ürkünçtür, çirkindir. M uham m ed üzerinde bu da
etkili olmuştur.
K ahram anım ız, "Peygam ber"in "cüzzam m ikrobuna işaret ettiği" yolundaki
aktarm a " k e ş f e yer verdikten sonra şöyle bir coşku gösterisinde bulunuyor:
"14 asır öncesinden bunu görebilm ek ve "karantina tavsiyesi" ne büyük basi­
ret Ya Râb!"
"K arantina tavsiyesi"yle ne ilgisi var bunun! İslam cıya göre var.
"K arantina"ya alm an "hasta"da, "bulaşıcı bir hastalığın varlığı, ya da k u ş­
kusu" kabul ediliyor dem ektir. M uham m ed ise açıkça: "H astalıkta bulaşm a
yoktur, (lâ advâ)" diyor. E ğer "hastalığın doğal yapısında bulaşm anın olm adı-
ğı"nm anlatılm ak istendiği ileri sürülüyorsa, o zam an "m ikrop" söz konusu o l­
m az. Ç ünkü "m ikrobun doğal y apısında b ulaşm a özelliği" bulunduğunu kim se
"inkâr" edem ez. Ü zerinde durulan h astalıkta, yani "cüzzam "da, M uham m ed'in
"m ikrop" filan düşünm ediği kabul ediliy o rsa - k i, doğrusu da b u d u r- o zam an
"karantina"dan söz edilem ez. Ç ünkü "m ikrob"un olm adığı bir yerde "karanti-
na"ya ne gerek var.
G erçekte, ilkel ölçüler içinde de olsa, ”karantina"yı gördüğü, anladığı söyle­
nebilecek kişi, "hastalıkta bulaşm a diye bir şey yoktur" diye M uham m ed'le tartı­
şan A rap köylüsüdür. Yukarıda da belirtildiği gibi, köylü A rap, develerine
"uyuz"un, uyuzlu develerden geçtiği görüşünde direniyor.
M uham m ed'e gelince: Bir başka sözünde, "sağlıklı olanla hastalıklı olanın bi-
raraya getirilm em esi" gerektiğini belirtm ek zorunda kaldığını görüyorsak da, her
şeyi olduğu gibi, hastalığı da "T anrının takdiri"ne bağlıyor. "H astalıkta bulaşm a
olm az" görüşü de, bundan, "takdir"e bağlam aktan kaynaklanıyor. "Takdir, takdir,
ta k d ir..."
H er an "takdir"i geçerli sayan bir sistem de, açıkçası "ş e ria fta "karantina" n a­
sıl söz konusu olabilir?
"İnsan iradesi"m i?
K ur'an'da: "Tanrı dilem edikçe siz dileyem ezsiniz" denir. (Bkz. İnsan Suresi,
ayet 30; Tekvîr Suresi, ayet 29.)
"İnsanın dilem esi"ni bile "Tanrı'nın dilem esi"na bağlayan bir sistem de, "insan
irâdesi"nden nasıl söz edilebilir?
2- "RUKYE" "M uham m ed”in doktorluğu":
2 00 0 'e D oğru dergisinde (6-13 A ğustos 1989) "M uham m ed'in doktorlu-
ğu"nu anlatırken "tükürüklü ve tükürüksüz" biçim leriyle "üfürükle tedâvi"yi

9 B u h ârî, e's-S a h îh , K itabu'l-E nbiya/54; Tecrîd, hadis no. 1418.

237
Youtube: Tanrı Mı Varmış
yazm ıştım . Bu "tedavi (!) biçim i"ne "rukye" denir. M uham m ed'in ve arkadaş­
larının, bu yöntem i kullanarak nasıl "tedavi" yoluna gittiklerine ve karşılığ ın ­
da ücret aldıklarına ilişkin, İslam d ünyasında en sağlam kabul edilen kay n ak ­
lardan sağlam "hadis"ler alıp çevirileriyle sunm uş, kaynakları - h e r zam an o l­
duğu g ib i- gösterm iştim .
Bundan dolayı bana türlü yalanlar uydurarak saldıran kahram anım ız da "ruk­
ye" konusuna yer veriyor. O radan buradan derledikleriyle. Ve çoğunluğu, "çağ­
daşlaştırm ak" için giydirilen şaşılası kılıklar içinde...
"Birçok hekim astrolojik tekabüllere inanm ış ve onları gerek bedenî, gerekse
psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde gözönünde bulundurm uştur..." diye başlı­
yor ve sürüp gidiyor. İnsanı sıkan, gerçekten abuk sabuk şeylerden oluşan alıntı­
lar. Ve şöyle bir alıntı: "Son 30 sene içinde, dünyanın her tarafından hastalar b a­
na m üracaat ettiler. Yüzlercesini tedavi ettim . 35 yaşını geçm iş olanların hasta ol­
m alarının asıl sebebi, dini inançlarını kaybetm eleriydi. B unlar hayata din açısın­
dan bakm ıyorlar, dindar arkadaşları gibi davranm ıyorlardı. D ini anançlarına ye­
niden kavuşm adan da tam am en iyileşm iyorlardı."
Bunu diyen, Psikiyatrist Dr. C art Junq"m uş. Bu alıntıdan sonra kahram anı­
m ız, büyük bir "İslam terbiyesi"yle şöyle diyor: "Şim di Peygam ber Efendim iz'i
(S.A.V.) tükürükçü ve üfürükçü olm akla itham eden câhil m üftü Turan D ursun'un
yüzüne nasıl tükürm ezsin sen?"
Ve arkasından gelen kocam an bir çelişki: "H em tükürük ve üfürük şifadır.
Bak, dinle" diyor.
Peki bu "tükürük"le "üfürük" yöntem ini "Peygam ber Efendi"si de kullanm ış
m ı? Çok çok "terbiyeli kahram an", buna hayır dem iyor; tersine "Peygam ber
Efendi"sinin bunu yaptığını, yani "tükürük ve üfürükle tedavi" yoluna gitiğini
kabul ediyor, onaylıyor. Peki bu adam , bana niye "cahil" diyor ve benim "yüzü­
m e tükürm e" terbiyesini niye gösteriyor?
B ir başlık: "Nukye nedir?"
"N ukye", "rukye" olacak. Bir dizgi yanlışı.
"R u k y e'y i nasıl anlatıyor bu kahram an? "Rukye, okum ak ve nefes etm ekle
yapılan bir tedavi şeklidir" diyor. Türkçeleştirelim : "Nefes etm ek" nedir? "Üfür-
mek". "Ü flem ek" de denir.
Ö yleyse "rukye", kahram anım ızın kabul ettiği tanım ıyla şu dem ek oluyor:
"O kum a ve üfürm ekle yapılan bir tedavi b içim i..." D aha da kısası: "Ü fürükçü­
lük". T ürkçe Sözlük'te "üfürükçü" için şöyle denir: "Okuyup üfleyerek hastalık­
ları savdığını ileri sü re n ..." "Ü fürükçülük"se "üfürükçü"nün yaptığı iş. Başka
türlü anlatılabilir mi? Evet, kahram anım ız, "rukye”nin "okum a ve üfürm e yoluy­
la yapılan tedavi biçim i" olduğunu kabul ediyor. Sonra? Sonra şöyle diyor:
"(Rukye) İslam dan önce C ahilliyye ("Cahilliyye" denm ez, ya "el C ahiliyye",
ya da "C ahiliyyet) denir. T.D.) devrinde çok yaygındı. Peygam ber Efendim iz

238

Youtube: Tanrı Mı Varmış


(S.A.V.) göz değm esine, zehirli hayvan sokm asına, nem le denen yaralardan ha­
sıl olan kurtlara karşı rukyeye ruhsat v e rd i..."
"R uhsat verdi" derken, bir de dürüstlük gösterip, "kendisi de bu yolla hasta
tedavi e tti..." dem esi gerekirdi. Yine de bunu kabul ediyor, am a "mücize" diye
gösteriyor. Yukarıda da belirttiğim gibi, ben, M uhm m ed'in kendisinin de "okum a
ve üflem e (tükürüklü ve tükürüksüz) yoluyla hasta tedavi ettiği"ne ilişkin sağlam
(sahih) hadisler sunm uştum . K ahram anım ız, konuya ilişkin açıklam asını şöyle
sürdürüyor:
"Turan Dursun B ey'in ele aldığı hadisler, yukarıdaki hususlar cüm lesinden-
dir." Yukarıdaki hususlar dediği: "Göz değm esine, zehirli hayvan sokm asına,
kurtlara karşı rukye."
Ve ekliyor: "Hem onlar, m ucizedir. Peygam ber, m ucizeyi halk için bilinen,
yaygın olan şeylerden gösterir". K ahram anım ız, burada, "Peygam ber Efendi'si-
nin, "rukye"yi kullandığını açıkça "itira f' etm ek zorunda kalıyor.
"Peki şim di yüzüne tükürülm esi gereken kim se kim dir?" diye bir soru yönelt­
m eyeceğim . Benim dünya görüşüm e göre, "hiçbir insanın yüzüne tükürülm em e-
lidir". Evet, "Peygam ber E fendi"sinin "tükürüklü ve tükürüksüz okuyup üfleme
yoluyla hasta tedavi ettiğini" kabul ediyor, am a bunun gerekçesini gösteriyor:
"M ucize". A rdından da: "Fakat D ursuncuğun m ucizeyi anlam ası ve inanm ası çok
çok zor" diyor. B ir zam anlar ben de "m ucize"ye inandım kuşkusuz. A m a "üfü­
rükçülük" denen şeye hiç mi hiç inanm adım . B una inanm ak, kahram anım ızın ile­
ri sürdüğü gibi benim için "zor" değil; "olanaksız"dır.
"Peygam ber E fendim izin (S.A.V.) rukyeyi M edine'ye gidince serbest bıraktı­
ğı rivayet edilir. Çünkü M ekke'de kalpler tam olarak şirkten, diller küfürden te ­
m izlenm ediğinden Peygam berim iz (S.A.V.), bilhassa çoçuklar için tem kinli ol­
m uştur" diyor. Ve "rukye" konusunda "m uhterem hoca"lardan İbrahim Canan'ın
kitabına başvurulm asını salık veriyor. O ysa, bu kitaptaki konuya ilişkin bütün
sayfaları, bu yazı dizisinde yayım latıyor. A rtık o kitaba başvurm aya ne gerek k a­
lıyor? K ahram anım ız, kendi adıyla yayım latıyor "hoca"nm kitabındakileri. Yuka­
rıda da belirtilm işti.
"Peygam ber E fendi"si "rukye"yi "M edine' ye gidince serbest bırakm ış" am a
sonra bir ara "yasaklam ış", sonra yine yasağı kaldırm ıştır.10 H adisler açıkça gös­
terir ki, M uham m ed, yasağı kaldırm akla kalm am ış, "rukye"yi kendisi de bol bol
k u llan m ıştı.11
Kahramanımız, rukye denen üfürükçülüğe "mucize" kılıfını giydirdikten sonra
geçiyor "rukye"deki "tükürüğün hizm eti"ni anlatmaya: "Tükürük de, üfürük de şifa-

10 B kz. H âfız E b u b ekir M uham m ed el H em edanî, el İ'tib a r fı'rı-N âsihi ve'l-M ensuhi M in e 'l-Â sâ r,
H ım ış, 1966, s.238-240.
11 R u k y e k o n u su n d a tem el k ay n ak için ay rıca bkz. İbn K ay yim i'l-C evziyye, e ’t-T ıb b u 'n -N eb ev î ta h ­
kik: Dr. A b d u lm u 'tî, K ahire, 1982, s.229-252.

239
Youtube: Tanrı Mı Varmış
dır" demişti ya. "Tedavide tükürük" olgusunun nereden geldiğini bakın nasıl anlatı­
yor: "Tükürükle tedavi, Hıristiyanlıkta da vardı" diyor ve Incil'den aktarma yapıyor:
"Ve geçerken anadan doğm a kör bir adam gördü. Şakirtleri ondan sordular.
Rabbi bu adam ın kör doğm ası için kim günah işledi? Bu mu, yoksa anası baba­
sı mı? İsa cevap verdi.( ...) Bu şeyleri dedikten sonra yere tükürdü. Tükürükle ça­
m ur yaptı. Çam uru onun gözlerine sürdü. Ve ona dedi: Git, Siloam havuzunda yı­
kan. O da gidip yıkandı ve görm ekte olarak geldi." (Yuhanna, 9: 1-7.)
Yalnızca "Yuhanna İncili"nin burasında değil, başka yerinde ve M arkos İnci-
li'nde de "İsa'nın tükürükle m ucizeler gösterdiği" belirtilir. Yukarıdaki alıntıda
İsa’nın bir körün gözünü açm ak için, "yere tükürdüğü, çam ur yaptığı ve aldığı ça­
m uru körün gözüne sürdüğü" anlatılıyor. İlginçtir ki, M uham m ed de "tedavi"sin-
de "okum a üflem e"yle, birlikte "tükürüklü toprağa" başvuruyor.12
M arkos İncili'nde de, gözünü açm ak için, İsa'nın, körün gözüne tükürdüğü
belirtilir. (Bkz. M arkos, 823.) Yine ilginçtir ki göz için M uham m ed de tükürüğü­
nü kullanm ıştır. "K ör gözü görür yapm ak için” değilse de "göz ağrısını tedavi et­
m ek için". Hadiste anlatıldığına göre, dam adı Ali'nin savaşçı arkadaşlarına katı­
lam ayacak ölçüde gözleri ağrıyordu. M uham m ed, onun nerede olduğunu sordu.
D urum u anlattılar. Onu çağırıp getirm elerini söyledi. Ali ağırıkb gözüyle geldi.
M uham m ed hem en tükürdü A li'nin gözüne. A rdından dua. Ve Ali'nin gözü iyileş­
ti.13 K ahram anım ız H. Kemal Ö zyürek, "tükürüklü çam urla tedaviyi Yuhanna In­
cil'inden aktardıktan sonra "bu tedavinin aynısını Peygam ber Efendi'sinin de
yaptığını yazıyor. Ve şöyle bir soru soruyor:
"Peygam ber Efendim iz (S.A.V.) tükürüğün ve çam urun tedavi yönünü ince­
ledi mi acaba?" İncelem esine ne gerek var? " İn c irle r önünde durm uyor m uydu?
Bunları iyi bilen ve kendisine yardım cı olan A ddas gibi, Yessar gibi, C ebr gibi
köleler ve başkaları da yardım edebilirdi.
K ahram anım ız ekliyor: "Kaldı ki bu bir mucizedir."
Hah, böyle söyle de işin içinden çık! İsa'ninki de "mucize" değil miydi? Yoo,
hayır, kahram anım ız bununla yetinmiyor; bilgiçlik taslayıp (lütfen beni hoşgör-
sün); çok eski çağlarda kalmış hekim lik yöntem inden söz ediyor. Daha doğrusu, ar­
tık insanları güldüren, insan aklını şaplaklayan "îzah"ları, berbat O sm anlıca anla­
tımlı bir kaynaktan alıp aktarıyor. Sonunda da getirilip "İbn Sina' ya dayandırılıyor.
"İbn Sina övgüsü’ n e .. .Bu hep yapılır İslam cılarca. Ama, çağımızın İslamcılarınca.
İslam şeriatını sevimli gösterm ek için buna gereksinim duyarlar. Ve ilgili ilgisiz,
eski "hekim "lerden, felsefecilerden, İslam adına övgüyle söz ederler. Oysa bu "fi­
lo z o fla rın daha çok ilgilendikleri İslam değil, Aristo felsefesiydi. Bunlar birer

12 Bkz. B uhârî, e ’s-Sahîh, K itabu't-T ıbb /38; Tecrîd, hadis no. 1935; M üslim , e's-Sahîh, K itabu's-
S elâm /5 4 . h adis no. 2194; E bu D avud. Sünen, K itabu't-T ıbb/19, hadis no. 3895; İbn M ace, S ü ­
nen, K itab ıı't-T ıbb/36, hadis no. 3521.
13 B kz. B uhârî, e's-S ahîh, K itabu'l-C ihad/102; M üslim . e's-S ahîh, K itabu F ed âili's-S ah âb e/3 4 , hadis
no. 2406.

240

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"Aristo şarihi"ydiler. Dahası, bunların söylediklerinin önemli bir kesim i, dinlerin,
bu arada İslam ın temel "iman esasları"na aykırıydı. Örneğin, bu filozoflara göre:
"Tanrı, 'cüz'iyyat'ı yani Zeyd'in falanca yere girmesi çıkm ası gibi ayrıntıları bil­
mez." 14 Dinlerdeki ve İslamdaki inanca göre, "âlem", yani "Tann'nın dışında kalan
her şey, tüm evren", Tann'nın yaratm asıyla "sonradan olm adır (hâdis)". O ysa bu fi­
lozoflara göre, "âlem kadîmdir, yani sonradan olm a değildir."15 Dine göre, bir gün
gelecek, her şey olacak, "kıyamet kopacak". Ve âlem yeni baştan kurulacak "cen­
net, cehennem " olacak. Kısacası "Ahiret inancı" var. Bu filozoflara göreyse şu bir
kuraldır: "Öncesiz (kadîm) olan, sonrasızdır da (ebedi). Öncesiz olan, yok ola­
m az."16 Filozofların, "âlem"e ilişkin bu görüşlerine İslam kelamcıları karşı çıktığı
gibi, Yahudiliğin ikinci kurucusu sayılan M usa İbn M eym un (1135-1205) da, Ya­
hudilik adına karşı çıkıyor.17 Bu filozoflardan yalnızca İbn Sina'nın "ömrünün so­
nunda (zaten hep öyle denir. -T.D.) tevbe edip inandığı" ileri sürülür.18 A m a bunun
bir önem i yok. Çünkü "İslam ulem ası'rica bugün "İslam düşünürleri" diye övülen
öteki filozoflar gibi İbn Sina da "kâfir" sayılmış, dahası, "Yahudilerden ve Hıristi-
yanlardan daha kötü" diye nitelenenler arasına konulm uştur.19
Bu durum da gerek kahram anım ızın, gerek öteki İslam cıların İbn Sina ve öte­
ki filozoflarla İslam için övünm eye hakları var mı? Sonra, konu "M uham m ed'in
doktorluğu"dur, bu filozoflar değil. "M uham m ed'in doktorluğu"nun "İbn Sina
doktorluğu"yla da bir ilgisi yok.
M uham m ed hastaları "tedavi" ederken, "tükürüklü tükürüksüz okum a üfle­
me" yöntem ini hangi tür hastalığa karşı kullanıyordu? K ahram anım ız Ö zyürek'in
kabul ettiği gibi "göz değm esi" türünün yanında, "zehirli hayvan sokm asına,
nem le denen yaralardan hasıl olan kurtlara karşı". A slında buradaki "nem le",
"yara, çıban" anlam ındadır.20 K ahram anım ız, "m uhterem hoca"larından aldığı
bilgiyle, "Peygam ber Efendi"sinin, bundan sonra "rukye"yle tedavisini yasakla­
dığını yazıyor, am a doğru değil. M uham m ed'in aynı yöntem le "tedavi" ettiği ve
ettirdikleri arasında daha başkaları da var: "G öz ağrısı" gibi -y u k a rıd a g e ç ti- kı­
lıç yarası gibi. Bu yara ağır olsa bile, Ö rneğin E k'va O ğlu Selem e, H ayber günü
bacağından ağır yaralanm ış. M uham m ed'e gelm iş. M uham m ed "üç kez nefes et­
m iş", yani okuyup üfürm üş. O saatte Selem e"nin artık "şikâyef'i kalm am ış. H a­
diste anlatılan bu .21

14 İsm ail G elen b ev î, A la Ş erh i C elâliddin D evvâ n i, İstanbul, 1316, 2/8-72.


15 İsm ail G elen b ev î, age, 53-74 ve öt.
16 İsm ail G elen b ev î, age, 1/281 ve öt.
17 M u sa İbn M ey m un, D e lâ le tu ’l-H â irîn , A nkara, 1974, y ayım layan Prof. Dr. H üseyin A tay, A rap ­
ça, s.3 1 0 -3 1 3 ve öt.
18 İsm ail G elen b ev î, aynı kitap, s.2/262-263.
19 C elalu d d in S üyuti, S avn'l-M antûki'il-K em lâm A n F enn'l-M antıki ve'l-K elâm , ta'lik: A li Sam i, s.342.
20 E bu D av u d 'u n S üne/ı'indeki 3887 no.lu hadis ve H attab i'n in 2. nolu notu.
21 B u h ârî, e's-S a hîh, K itabu'l-M eğâzi/38; T ecrîd, hadis no. 1611; E bu D avud, Sü n en , K itabu't-
T ıb b /1 9 , h ad is no. 3894.

241

Youtube: Tanrı Mı Varmış


G örüldüğü gibi M uham m ed'in "rukye" yöntem iyle "tedavi"si kapsam ına g i­
ren bu olaylar "m addi" olaylardır. Biyolojik, fizyolojik olaylar. M uham m ed ve
arkadaşları bu türden hastalıkları da "rukye" yani "üfürük" yoluyla tedavi ediyor­
lardı. B unların " psikolojik tedavi" yle ne ilgisi var? Ve ne ilgisi var ki, bir dinci
"psikiyatrist", dine bağlıları övm üş diye kahram anım ız benim yüzüm e tükürm e
"terbiye"sini gösteriyor?
Toplum um uzda, A nadolu'da, şurada, burada "üfürükçüler" vardır. H er tür
"hastalığı tedavi"(!) ederler. B unların psikolojik tedaviyle bir ilgileri var mı?
E ğer "hayır!" deniyorsa aradaki fark nedir? "Ü fürük"se bunlarda da var. "Oku-
m ak"sa bunlarda da var. "Lems" denen "dokunm a" ve "okşam a"ysa bunlarda en
ileri derecesi var. Peki bunların yaptıkları iş niye "psikolojik tedavi" ya da "m a­
saj tedavisi" kapsam ına girm iyor? Fark, bunların "Peygam ber" ya da "sahâbî" ol­
m am alarından mı ileri geliyor?
K ahram anım ız tedavi için bir hastasını, bildiğim iz doktorlara değil de bu
"üfürükçüler"e götürüyor mu, götürm eli m i? Toplum u o yönde koşullandırm ak,
insanca m ıdır, insanseverlik m idir?
"M asaj tedavisi" varm ış, "m asaj", A rapçadaki "dokunm a” dem ek olan
"m ess"den geliyorm uş, am a benim "zekâ" seviyem " bunu anlam aya yetm ez­
m iş ... H er fırsatta beni küçüm ser b ir tutum takınırken kendisini gülünç durum ­
lara düşürdüğünün farkına varabilir mi? Buradaki bilgiçliğinin ve beni küçüm se­
m e gösterisinin, konum uzla bir ilgisi yok. Yoksa "Peygam ber Efendi"sinin ve a r­
kadaşlarının da "okuyup üflem e" sırasında "m asaj tedavisi" yaptıklarını mı söy­
lem ek istiyor? Ya da "üfürükçülük erbabı"na bir yol mu açıyor?
Yine toplumumuzda, özellikle Anadolu'da "cin çıkarma" lar görülür: "Saralı" ya
da deli "cinci"ye getirilir. "Cinci hoca"mız da başlar hastadan "cinleri çıkarmaya".
Hastanın karşısında kendince bildiği birtakım dualar okurken, bir yandan da "uhruç,
uhruç, uhruç. ." der durur. "Uhruç", Arapça bir sözcük. "Çık!" demek. Hoca "cin tâ-
ifesi"ne seslenir bu sözcükle: "Hadi gel çık bu hastadan. Çık, çık, çık!!!!" anlam ın­
da, hoca, "cin çıksın" diye hastayı döver de. Kimi az, kimi ç o k ... dayak olur ille de!
B iliyor m usunuz bu "tedavi" yöntem i nereden kaynaklanıyor? A çıkça belirte­
yim : "Peygam ber ve arkadaşları"ndan. "Yalan" ve "iftira" diyem ezsiniz. Çünkü
ben bilim ve düşünce adam ıyım , "yalan" ve "iftira"yla bir ilintim olam az. İşte
kaynağı, hem de İslam dünyasında en güvenilirlerden:
- M uham m ed'in önemli görev verdiği kişilerden Ebu'l-Âs Oğlu Osm an hasta­
lanmıştır. M uham m ed onu şeytan-cin tuttuğunu söyleyen tanısını koyar hemen.
A dam ı çömeltir. Eliyle adam ın göğsüne vurur. Ve ağzına tükürür. (Adam: "ve tefe
fı fem i", yani "ağzıma tükürdü" diyor.) Ve başlar (cine seslenerek:) "uhruc!" yani
"çık!" dem eye. "Uhruc aduvellah!" yani "ey Tanrı'nın düşm anı hadi gel çık (ada­
mın içinden)!" der. Bunu üç kez yapar. Sonra da adam ı işine (görevine) gönderir.22

22 İbn M ace, S ü n en . K itabu't-T ıbb/46, hadis no. 3548.

242

Youtube: Tanrı Mı Varmış


- Bir köylü A rap gelm iştir M uham m ed'e. Konuşur, kardeşini "cin tuttuğunu"
söyler. M uham m ed: "Git onu bana getir!" der. K öylü gider, kardeşini getirir. M u­
ham m ed bir sürü ayet okuyarak tedavi eder. A dam o sırada iyileşir.23
- B ir kadın. Elinde çocuğu. Bu çocuğu da "cin tutm uş". M uham m ed'in yanı­
na getirir. M uham m ed "cin"i çıkarm aya koyulur. "Uhruç aduvellah ene resulul-
lah!=Ey Tanrı'nın düşm an (cin!) Gel çık (çocuğun içinden)! Ben Tanrı'nın elçisi­
yim !" diyerek seslenir. Çocuk iyileşm iştir. Yani "cin, çocuğun içinden çıkıp git­
m iştir". K adın biraz kurutulm uş yoğurt, biraz yağ ve iki koç getirip M uham m ed'e
verir. M uham m ed, koçlardan birini alır, öbürlerini kadına geri verir.24
Ö nem li İslam "ulem â"sından İbn K ayyim i'l-C evziyye (ölm. 1350), "saralı bir
hasta" da, "kötü ruh" yani "cin-şeytan" bulunm adığını söyleyerek birtakım "tıb­
bi açıklam alar” yapan doktor ve düşünürler için "birer cahil ve dinsiz" diyor. Ve
sonra, "Peygam ber"in "u h ru c..." diyerek "hastadan cin-şeytan çıkarm ası"na iliş­
kin hadisine yer veriyor.25
Yine İslam "ulem a"sından İbn Teym iyye (ölm. 1328.) M uham m ed'in "hasta­
dan cin çıkarm ası"na ilişkin olaylara yer veriyor ve buna kesinlikle inanılm ası
gerektiğini savunuyor.26 Ayrıca, bu "hastadan cin-şeytan çıkarm a" işinin, "am el­
lerin en faziletlisi (efdalu'l-a'm â)" olduğunu, yani en sevaplı bir iş bulunduğunu
ileri sürüyor. "Peygam ber'in ve salih (iyi) kişilerin hep, insanoğlundan şeytanla­
rı uzaklaştırm a çabası gösterdiklerini", görüşüne dayanak olarak gösteriyor.27
"Saralı" hastaya dayak: Bu dayak da savunuluyor, bu "İslam ulem ası"ndan
yazarlarca:
İbn Teymiyye, saralı hastadan "cini çıkarm ak için" hastaya çok şiddetli dayak
atm ak gerekebileceğini, bu dayakların, hastanın bedenini değil; cinin bedenini et­
kilediğini ve hastanın bu yüzden dayağı duym adığını ileri sürüyor. Şunu da yazı­
yor: "Kimi zaman, hastanın ayağına 300-400, daha az ya da daha çok sayıda sopa
vurulur. Öylesine ki, bu vuruşlar insanın (hastanın) kendisine olsa onu öldürür. So­
palar (hastaya değil) cinlerden olana vurulm uş olur. Ve cin, bağırır, ç a ğ ın r... "28
İbn K ayyim 'l-C evziyye de, saralıdaki "cin", norm alden daha "inatçı" olduğu
ve hastadan çıkm ak istem ediği zam an, hastanın dövüleceği ve cinin, aslında ken­
disine atılan dayaklarla çıkarılacağını, hastanın bu yolla iyileşeceğini yazıyor,
sonra bu işin nasıl yapıldığm uzun uzun anlatıyor.29

23 İbn. M ace, ag e, hadis no. 3549.


24 A h m et İb n H anbel, M ü sn e d , 4 /170-171; D ârim i, Sünen, M ukaddim e/4.
25 İbn K ay y im i'l-C ev ziy e, e't-T ıbbu'n-N ebevî, ta h k ik : Dr. A b d u 'lm u 'ti, K ahire, 1982. s. 136-137.
26 T ak iy y u d d in İbn. T eym iyye, İ d â h u ’d -D elâ le f i U m û m il-R isâ le, M ısır. 1369, s.44-49.
27 İbn T ey m iy y e, aynı risale, s.45.
28 İbn T ey m iy y e, ayni risale, s.48.
29 İbn K ay y im i'l-C ev ziy y e, age, s. 138-140.

243
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Toplum um uzda, bu "cin çıkarm a" olaylan çok iyi bilinir. M uham m ed'in "uh-
ruc"undan alınm a "uhruc duası" kim i kitapçılarda, cam ilerde, orada burar i, bu­
gün de satılm akta.
İnsan olanlar, eğer insanlıklarını "im an"larına kurban etm iş değillerse bu tür
durum lar karşısında sessiz, duygusuz kalabilir mi?
K ahram anım ız H. K em al Ö zyürek, "Peygam ber Efendi "sinin ve arkadaşları­
nın uyguladıkları "rukye (Türkçesi: üfürük)" karşılığı alındığını kabul ettiği "üc­
ret m eselesi "ne yer ayırmış:
"Rukye, Peygam berim iz zam anında bir m eslekti. Tıbbın bir kolu idi. B ugün­
kü psikiyatri veya psikoterapiye benzer. (Böyle bir benzerliğin ileri sürülem eye­
ceği, yukarıda açıklananlarla kolayca anlaşılabilir. T.D.) Peygam berim iz (S.A.V.)
ücrete karşı m üsam ahalı davrandı. Çünkü burada, tıbba, hekim liğe teşvik vardı.
N itekim daha sonraki devirlerde tıp, yıldırım hızıyla inkişâf e tti..."
Ü fürük ve karşılığında ücret alm alar sayesinde "tıbbın yıldırım hızıyla inki­
şâf ettiğini" söyleyebilen, bunu ileri sürebilen insana ben ne diyebilirim ?

A m acım Nedir, Ben Ne İstiyorum ?

H. K em al Ö zyürek, sık sık gösterdiği büyük "İslâm î terbiye"yle benim için:


"Cam i duvarına şey eden şey" diyor. Ben kendisini yine de bir "insan" saydığım
için benzer ağız kullanm ayacağım . A ncak şunu belirtm eliyim :
K ahram anım ızın beni bu nitelem esinde, bir aşağılam a olduğu gibi açık bir
"tehdit (korkutm a)" de var. Ne ki, yukarıda da dile getirm eye çalışm ıştım : Ben
bir yoldayım . Bilerek, seçerek, gönül vererek. Bu yoldan beni döndürebilecek,
yıldırabilecek hiçbir şey olamaz.
G eçm işten bize, bugünkünden daha güzel bir dünya bırakılabilirdi. Bunun o l­
m am asında dinlerden kaynaklı karanlığın çok, am a çok büyük payı var. Bu k a­
ranlık olm asaydı, insanlık daha başka bir noktada olacaktı. İnsan aklı, düşünce­
si, duyguları ve bilim zincirlere vurulu olm adan çalışırdı. M eyvelerini de ona gö­
re verirdi. Ç ok çok önceki çağlarda özlenen olgunluğa, uygarlığa ulaşılırdı. Y üz­
yıllarca türlü yalanlarla örülegelen karanlık yüzünden gerçekleşem edi bu.
"Din"ler, "m ezhep"ler, insanlığın geçm işi boyunca ayrılıklar, acılar, ölüm ler
kaynağı olm uştur. İslam şeriatı da öyle. D ahası, bu yönden başlarda gelir. İşte bir
örnek: C em el Olayı. 9 A ralık 656. Savaş için karşı karşıya gelen iki kesim . Bir
yandakilerin başında "Peygam ber"in ünlü karısı Âişe, öbür kesim in başındaysa
aynı "Peygam ber"in dam adı Ali. İki kesim ashabdan. İslam ın en ileri gelenlerin­
den. İçlerinde sağlıklarında "cennetle m üjdelenm iş" olanlar da var. İki kesim de
d e ... K ılıç çekiyorlar birbirlerine. Sonuç: 15 bin ölü. Yani bir olayda, 15 bin ki­
şi öldürülm üştür. H ayvan boğazlanır gibi boğazlanm ışlardır. Ö rnekler çok. Akıl
ve sağduyu ışığının kanm a g irm e le r...

244

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Şim di kalkıp yerli ve yabancılardan yalancı tanıklarla sevim li gösterilm esin
lütfen. Ö vgüler düzenlerin durum larını incelem ek gerekir. Ayrıca gerçek ortada;
tanığa gerek yok. D aha güzel bir dünya için karanlık yenilm eli. Yenilmeli ki, ger­
çek nedir, ne değildir; her alanda ve herkes iyice görebilsin. Yenilmeli ki kan
em iciler, bitler, parazitler de tem izlensin ya da tem izlenm e sürecine girsin. Y enil­
meli ki yol açılsın insanlığın önünde. D aha b ir güzel, daha bir net ve aydınlık.
E lim deki ışığın önem ini ve gücünü biliyorum . B ilgim var, yüreğim var ve in­
sanlara, insanım ıza yararlı olm aya çalışm ak gibi bir huyum ve tutkum var. Var­
lığım , ölüm lüdür kuşkusuz. A m a ölüm süz katkılarım olsun istiyorum . İnsan ak­
lının zincirlerden kurtulup "oh" diyeceği, soluk alacağı daha güzel bir dünya için.
Ç abalarım bu yolda. Yazılarım bu yolda. K endi yazdıklarım dan sorum luyum .. Şu
ya da bu biçim de suçlam a olm asın. Yazıyorum ve yazacağım . Bana bu olanağın
verildiği her yerde. Yasalara da u y a ra k ...
K arşılık (cevap) verilm ek m i isteniyor? Verilsin. A m a yalan, karalam a, aşağı­
lam a ille de gerekli m idir? B unlarsız olm az mı?
K im liğim , yolum , yöntem im açık. Tartışm aksa buyurun tartışalım . İstiyorsa­
nız "m uhterem hocalarınız" la gelin. A m a uygarca olsun her şey.

Zam an G azetesi Yazıişleri M üdürlüğü'ne

"Ç am ur Atan Ben Değilim"

(Bu yazının tam am ı Zam an gazetesinde yayım landı.)


19 E kim 1989

A nkara'dan yazdığı m ektubu gezetenizde, 16 Ekim 'de yayım lanan H alil Boz-
kurt, beni aşağılam aya yöneliyor ve başında "Ç am ur at, yapışm azsa izi kalır" sö­
züne yer veriyor; "Sizin zihninizi ne güzel ifade ediyor" diyor.
O ysa ben "çamur atmak" gibi bir çirkinliğe düşmem. Ne böyle bir yol seçtim,
ne de bu yapım a uygun. O kuduğunu belirttiği 2000'e D oğru daki yazılarım ortada.
H içbirinde kim seye ve hiçbir kurum a çam ur atılmış değildir. İslam ya da öteki din­
ler konusunda ve içine neleri aldıklarına ilişkin yazdıklarım tümüyle belgeli.
Yorum larım yerine, İslam dünyasında (eğer başka dine ilişkinse o dinde) en
güvenilir türden kaynağına dayalı. Eleştiriye açığım. "Şu kaynak uydurm a" den­
sin. Ya da "yanlış çeviriliyor, yanlış aktarılıyor" denip, ileri sürülsün. A m a "2000’e
D oğru dergisinin din bilgisi âlimi" denerek ünlem li bir küçüm sem e yerine bu yo­
la gidilm iyor, gidilemiyor. Çünkü bu yol kolay değil. Önce yazdıklarım da "uydur­
m a", dahası "yanlış" bulunam az. İddialıyım . Sonra eleştirm ek, bilgi ister, incele-

245
Youtube: Tanrı Mı Varmış
m e ve araştırm a ister. A tıp tutm alarsa, kolay. Bu yola gidiliyor okurun m ektubun­
da. Halil Bozkurt kim se -b ilm iy o ru m - "izin kalm ası için çam ur attığımı" ileri sü­
rerken kendisi bunu yapıyor ve im anının em diği kin ve öfkeden kaynaklanm ış
olarak ya da başka bir nedenle bana "çam ur atıyor". "Saf insanlarım ızın kafasını
bu landınyor'm uşum . "Bilgililerin" de "m idesini"... "Sivas M üftülüğünden atıl­
mışım ". M üftülükteyken oradan oraya sürüldüğüm doğru. A m a atılm adım ve yü­
züm ün akıyla kendim ayrıldım. B ir seçim di ve ben bu seçimi yaptım.

Yeni D üşünce G azetesi Yazıişleri M üdürlüğü'ne

"D insizim , Sapık Değilim"

27 Ekim 1989

20 Ekim 1989 günlü gazetenizde babam la bir "röportaj"(!) yayım landı. Beni
küçük, aşağılık gösterm e çabasına, bu kez babam araç yapıldı.
B aşlıktaki özel amaç:
Babam ın ağzından: "Oğlum Bir Sapıktır" başlığının konm asında güdülen amaç
belli: "Sapık" sözcüğünün ilk bakışta çağrıştırdığını düşündürmek. Yani "cinsel sa­
pıklığı" filan. Bunu kam uoyunda düşündürm ek için de elverişli bir açıklam a(l)
konm uş: "Dinsiz, annesine de zina yapar, bacısına d a ..." Ve şunlar konmuş: "Din­
sizlikte her türlü kötülük vardır. K atillik, hırsızlık dinsize m ahsus..."
Ben "dinsiz" olarak sunulduğum a göre, bu çirkinliklerin bende de bulunduğu
düşünülsün istenm iştir. Ben hiçbir zam an saklam adım , saklam ayı da dürüstlüğü­
m e ters buldum . A çıkça belirtiyorum : Ben dinsizim ve insanlığın kurtuluşunu,
büyük ölçüde, dinlerden annm ışlıkta görürüm . A m a sözü edilen çirkinlikler ben­
de yoktur. N e katilim , ne hırsızım , ne de "anayla, bacıyla yatm ışlık" gibi aşağı­
lıklarım var. Saldırıya hedef gösteriliyorum .
A m aç bu.
A ile ve yakın çevrem :
28 Tem m uz 1989 günlü gazetenizde, "akrabam " olduğu "yakınlarım ın b e n ­
den utanç duyduklarını" ileri süren, adı, kim liği belirsiz bir kişinin m ektubu
yayım landı. K arşılık verdim , böyle b ir akrabam olam ayacağını belirttim . Ve
belirttim ki, değil yakınlarım , k om şularım içinde bile hep sevilip, sayılırım .
B aşka türlü de o labilirdi, am a yok. Ç ekirdek ailem olan karım ve ço cu k larım ­
la, n o rm alin de üstünde, birbirim izi sever ve sayarız. Y akınlarım dan k ard eşle­
rim in bana sevgi ve saygıları da alışılm ışın üstündedir. B abam bunu kıskana-
gelm iş; kardeşlerim e: "B ana değil, ona bağlısınız, beni değil, onu say ıyorsu­

246

Youtube: Tanrı Mı Varmış


nuz. H epinizi dinsiz etti o" d er durur. R öpartaj için babam a gidenler, ondan b u ­
nu ö ğ renm işlerdir ve o yüzden, yakınlarım ın orada bulunduğu açıkça yazıldığı
halde onlara gitm em işlerdir. B abam yoluyla beni v u rm ak ... Bu bir gazetecilik
sayılm ıştır. B ir "im an kahram anlığı".
Babam:
Babam , ne de olsa babam dır, fazla bir şey söyleyem em . Beni 11 yaşım a d e­
ğin okuttuğunu söylem işse bu yanlış. Bu yaşta ben, A ğrı'nın Tutak İlçesi'nde ve
Kargalık K ö y ü n d e, ilerlemiş ölçüde A rapça gram er (sarf ve nahv) okuyordum .
B abam sa A rapça bilmez. Biraz ben öğretm eye çalıştım , am a olm adı, öğrenem e­
di. R esm î im am lık kadrosuna benim m üftülük dönem im de geçti. Am iri de o l­
dum; am a o sırada bile bastonunu çekip beni dövdü. Falanca cam inin im am ını o
cam iden ve "m eşruta"sından (lojm anından) niye çıkarm ıyorum ve kendisini
onun yerine yerleştirm iyorum d iy e ... D övm eye alışıktı. K ur'an'ın da buyruğuyla
(N isâ, ayet 34) karısını döverdi, çocuğunu döverdi. Gelinini ve torunlarını bile
dövm eye yönelirdi. Babam dı: ne yapabilirdim ? Ve şimdi ne yapabilirim ?
B abam , kadrolu im am lığından önce, yarım yam alak din bilgisiyle köy im am ­
lığı yapardı. O köy senin, bu köy benim , öm rünün büyük bir bölüm ü köy im am ­
lığıyla geçti. Bütün yaşam ını din üstüne kurm uştur. Zekâtla, fitreyle, çocuk okut­
ma, m uska yazm a karşılığında aldığı paralarla yaşamıştır. Onun için babam ın b a­
na kızm asını anlıyorum . Beni büyük bir "din m akam ı"nda görm ek istemiştir. Bu
am acına ulaşm ıştır d a ... O zam anlar m utluydu, övünerek geziyordu. Şim diyse
onun istediği konum da değilim . Bundan bir ay önce Zam an gazetesinden, benim ­
le konuşm ak istediler. Kabul ettim . A dam ları geldi; sesimi ve fotoğrafım ı alıp
gitti. O nlar da "ailem "den, "yakın çevrem "den sordular; onlara da açıkça, hem
dinsizliğim i, hem de babam ın bana karşı olan tutum unu açıkladım . Sonradan y a­
yım layacaklarını belirttiler. Sizin gazetenizden de biri, Ö m er (soyadı: sanınm
K ayır), röportaj için benden gün ve saat istedi. Verdim am a gelm edi. Sonra gele­
ceğine ilişkin not bırakm ış; bekledim , yine gelen olm adı. Sizden gelen olsaydı,
aynı şeyleri size de açıklardım.
Röportaj için babam a niye gidiliyor?
80 yaşını çoktan aşmış, kulakları bile çok az duyan bir yaşlı kişiyi konuşturm ak­
taki amaç ne? Benim dinsizliğimi kanıtlamak mı? Ben saklamıyorum k i... Dinlerin
insanlığa ettiği kötülüğü düşünerek, dinsizliğimle övünüyor, onur duyuyorum.
D inler ne yaptı ve ne yapm akta?
Bir din öbür dinle, bir m ezhep öbür m ezheple anlaşamaz. Dar bir "din kardeş­
liği". Bağlı bulunulan "din"in ya da "m ezhep"in çerçevesinde. "İnsan haklan" de­
ğil; inanılan dindeki "mümin haklan" söz konusudur. Bu görüşüm "yanlış" mı?
K eşke yanlış olsaydı. Tarih boyunca da, günüm üzde de, "din"ler hep "kan","göz­
yaşı", "ölüm" getirmiştir. B ir inanç ve görüşte de olanlar, başka inançta olanlar
eliyle ölüm lerin en beterine atılmışlardır. Diri diri yakılmışlardır. Yakılanlar arasın-

247
Youtube: Tanrı Mı Varmış
da kadınlar ve çocuklar da vardır. Yahudilerin ilk Hıristiyanlara, güçlenen Hıristi­
yanların Yahudilere ve öteki dinlerden olanlara, ya da biraz özgür düşünceden ya­
na olanlara dahası kendi dindaşlarına yaptıklarını, gösterdikleri acım asızlıkları, din
adına olan türlü işkenceleri, engizisyonları ve kilise sömürgenliklerini bir düşünün.
"Akıl" tıkıldığı hapishaneden ve zincirinden kurtulm am ış olsaydı bugünkü Batı
dünyası böyle olamayacaktı. Aynı türden acım asızlıklar yönünden bir de İslamı dü­
şünün. Kur'an'daki, İslam ın güçsüz dönem inin ürünleri olan: "Senin dinin sana be­
nim dinim bana" ilkesi (Bkz. K âfırûn Suresi), "Dinde zorlam a yoktur"! diyen ayet
(Bkz. Bakara, ayet 256) ve benzeri ayetler sizi yanılgıya düşürmesin. Aynı
K ur'an'da inanm azlar gösterilerek "nerede bulursanız öldürün!" denir (bkz. B aka­
ra, ayet 191, Nisa, ayet 89, 91; Tevbe, ayet 5.) Bunu diyen ayetlerden birine "Kılıç
Âyeti (Âyetu'-s-Seyf)" adı verilmiştir, ki bu ayetle, bir ölçüde hoşgörü içeren 114
hüküm yeri yürürlükten kaldırılmıştır.30 M uham m ed'in kendi dönem indeki acım a­
sızlıklar, Ebubekir döneminde, özellikle "ridde" olaylarında tanık olunanlar, açılan
ateş havuzlarına insanlann diri diri atılıp yakılmaları. Bunları düşünün. Dahası:
M üslüm anların birbirlerini bile nasıl kılıçtan geçirdiklerini düşünün. M uham m ed'e
çok yakın dönem de, 656 yılında m eydana gelen Cemel O layını anımsayın. Bu
olayda karşı karşıya gelip çarpışan iki kesim de M üslümandı. "Peygamberin en ile­
ri gelen arkadaşları" bunların içinde sağlıklarında "cennetle m üjdelenm iş kişiler"
vardı. İki kesim den birinin başında M uham m ed'in damadı Ali, öbür kesimin başın­
da "Peygam ber karısı" Âişe. K ıyasıya kılıç sallamalar. Sonuç: 15 bin kişinin hay­
van boğazlanır gibi boğazlanıp öldürülm üş olması. 13 bini Âişe kesim inden, 2 bi­
ni de Ali kesim inden. İşte İslam. B ir değil, binlerce cinayet. Hem de yalnızca bir
olayda. Tarih boyunca benzer olaylar olmuştur. Bu arada aklın ve bilimin soluğu­
na kesm ek istercesine, genç düşünce ve bilim adamları, kimi, ateşte yakılıp öldü­
rülmüştür. İşte İbnü'l-M ukaffa. İşte Şehabuddin Suhraverdi. Bugün İslam cılarca
övünm ek için sık sık gündem e getirilen Fârâbi'ler, İbn Sina'lar da, bir zam anlar bi­
rer "kâfir" diye sunulm uştur din çevrelerince. Neden? İslamda "felsfe'nin yeri yok­
tur. Dahası: "mantık, kelâm" bile "kâfirlik" sayılmıştır.31 Öldürmeler, hem de "hi­
le" yolları kullanarak öldürmeler, İslam da M uham m ed ve arkadaşlarından kalm a­
dır. "Hile"yle adam öldürm eye bir öm ek: Dönemin ünlü şairi Ka'b İbn Eşref, şiir­
lerinde M uham m ed'i yermektedir. M uham m ed bir gün arkadaşlarına seslenir:
"Ka'b İbn E şrefi öldürm eye kim hazırdır?" U ygun kişi bulunmuştur: "Ka'b'ın süt
kardeşi M uham m ed İbn M esleme. Bu adam , "P eygam berinden aldığı " iz in ie hi­
le yoluna başvurur ve genç şairi öldürür.32 Buyurun işte. "Yalan" mı bu? Bu öldür­
m e, "kâtillik" değil m idir? Hayır, İslam a göre, değil! "Sevaptır" bile bu tür cinayet­

30 Z erkeşî, el B urhan f i U lûm i'l-K ur'an, 2/40; İbnu'l-B anzi, N â sih u T K u r'a n i'l-A ıiz ve M ensûhuhu,
B eyrut, 1988, s.20.
31 S üyuti, Savnu'l-M antûki'l-K elâm an fen n i'l-M a n tıkı ve'l-K elânı, M ısır, 1-433.
32 B uhârî'nin M u h ta sa r’ı T ecridin çevirisi, D iyanet Yay., hadis no. 1578.

248
Youtube: Tanrı Mı Varmış
ler! İslam a göre, "dinden dönenler"in de kesinlikle yaşatılmaması ve öldürülmesi
gerekir. Tüm m ezheplere göre. Öldür, öldür, ö ld ü r... Ben bunun için dinden arın-
mışlığı bir insanlık, bir onur sayıyorum. O nun için dinsizliğimi açıklamayı seve se­
ve yapıyorum . Ve onun için diyorum ki "dinsizlik bir sapıklık değil, insanlığın ge­
lişmiş, derinleşm iş biçimidir". İslam, Türklere de bir şey kazandırmamıştır.
"İm an 'ıy la insanlarımızın ayaklanna uygarlık yolunda pranga olmuştur. Esasen
M uham m ed, Türkler için hiç de iyi şeyler söylememiştir. Dahası, bu toplum u en
kötü düşm anlarından saymıştır.33 "Yalan" diyebilir misiniz? Kur'an, başka toplum ­
lar! değil, "Araplar"ı "muhatap" almıştır. Türk toplumuna, İslam şeriatını kaldırıp
atarak uygarlık yolunu gösteren Atatürk, "İslam" için boşuna "Arap Dini" demez.
"Din birliğinin de bir millet teşkilinde m üessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat
biz, bizim gözüm üz önündeki Türk milleti tablosunda, bunun aksini görmekteyiz.
Türkler, A rapların dinini kabul etm eden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini
kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne
de M ısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir
etm edi. Bilakis Türk milletinin m illî rabıtalannı gevşetti. M illî hislerini uyuştur­
d u .. ,"34 İslam hukukuna ("Kefâret" bölüm üne) bakın, Arap olmayan bir erkek ye­
terince şerefli sayılmadığı için, Arap kızıyla evlendiğinde kızın babasına, "kadı"ya
başvurup nikâhı feshettirme yetkisinin verildiğini görürsünüz.
M uham m ed'in korkutuculuğu M ekke ve çevresinedir. (Bkz. En'âm Suresi,
ayet 92.)
İslam nasıl kurulup yayıldı?
B urada çeşitli kabilelerarası entrikaların, raslantıların, korkutm aların, um ut­
landırm aların yanı sıra, "İslam rüşveti"nin de payı olmuştur. M uham m ed bu rüş­
veti başlatm ıştır. Bu rüşvet, dönem in ileri gelenlerine, zenginlerine, İslam a gir­
m eleri ya da İslam da kalm aları için verilm iştir. G anim et'ten "yüzer deve fazla"
pay verilm iştir (H uneyn S av aşın d a alınan ganim etlerden). R üşvetin verildiği
kim selere "el M üellefetu 1-Kulûb" adı verilir. Zengin olm alarına bakılm aksızın
zekât da verilebileceği K ur'an ayetine geçirilm iştir. (Bkz. Tevbe, ayet 60.; Hile
gibi, bu gelenek de tarih boyunca süregelm iştir. Babam da bu geleneğe uyup to ­
runlarına, bizim zam an zam an m addî güçlük çektiğim izi bildiği için "gelin, ba­
banızın yolundan gitm eyin, sizi okutayım . Sonunda da evlendiririm " diyerek ay­
nı türden rüşvet önerm iştir. Bu alanda "rüşvet" sözcüğünü, Kur'an yorum cuların­
dan "Taberî" de kullanır.35
U zun m u oldu? Sizin, beni kam uoyu önünde küçük düşürm eye yönelik şu y a­
yınınız daha da uzun.

33 Prof. İlhan A rsel, A rap M illiyetçiliği ve Türkler, İnkılap K itabevi, özellikle s.50'ye değin. B urada
o lanları, sağlam hadis kitaplarında da bulabilirsiniz.
34 A fetinan, M ed en i B ilgiler, A nkara, 1988, s.3ö4-365. >
35 T aberî, tefsir, 10/113.

249
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Kısacası:
Yazdıklarım, hep kanıtlı, en sağlam ından kaynaklara dayalı. Ç ürütm ek isti­
yorsanız bu yolla çıkın karşım a. Ç am ur atm adan. Bilginiz yetm iyorsa, en bilirin­
den ''U lem â"nızı çıkarın. B abam a gidiyorsunuz. Bırakın o yaşlı adam ı. Telaşını
anlıyorum , am a boşuna. Yalanlarla örülü "tabu"lar yıkılacaktır. Bu, önlenem eye­
cektir. Ve bunda insanlığın yararı vardır, lütfen görün. Daha güzel bir dünya için
savaşım veriyorum . A klın, im ana kurban edilm em iş bilim in geçerli olduğu öz­
gürlüklü bir dünya. Benim de katkım olsun istiyorum . K arşı mı çıkıyorsunuz?
B uyurun, uygarca tartışalım . K anıtları, k ay naklan sergileyerek... Var m ısınız?

Yeni A sya G azetesi Sorum lu Yazıişleri M üdürlüğü ne

(Bu yazının tam am ı Yeni Asya gazetesinde yayım landı.)


II M ayıs 1990

19 N isan 1990 günlü sayınızda, "Sırası G elm işken" başlıklı, M ustafa K aplan
im zalı yazıyı bana ilettiler. Bu yazıda alışık olduğum ve "Âdâb-ı İslâm iyye"ye
uygun seslenişler var bana. Teori dergisindeki bir yazım da ele alınm ış; "eleştiri"
yerine, bu çevrenin ölçüleri içinde "küçüm sem e"ler, "aşağılam a"lar sıralanm ış,
bir yandan da "oranın cam i duvarı olduğunu size hiç hatırlatan olm adı mı?" tü­
ründen "tehdit" yoluna gidilm iş olduğu görülüyor. Bu çevreden bir dergiye daya­
nıp. "...m e ğ e r asıl adı Duran im iş..." diyerek bana "cevap"(!) veren Zam an g a­
zetesinden alıntı yapılıyor, derginin aynı "adab"a uygun saldırıda bulunm ak için
80 yaşını çoktan aşkın babam ı kullandığı yazıdan da alıp koym a "m arifet"i g ö s­
teriliyor. Bunların tümü ve daha neler yapılıyor da, bir şey yapılm ıyor: U ygarca
eleştiri. İslam geleneğine uym adığı için yapılm ıyor bu. A raştıranlar bilirler ki,
geçm işteki tüm "reddiyye"ler aynı "üslûb" içinde olagelm iştir. A m a yine de uy­
garca eleştiri yapılm asını gönlüm isterdi.
Teori'deki yazım ele alınm ış. Ne güzel. Ateş püskürm enize bir şey dem iyo­
rum , am a hazır ele alm ışken çürütsenize!
A nlıyorum , sizden çok şey istiyorum değil m i? Sizin geleneğiniz sövgü ve
saldırı. A m a gönlüm ister ki bir de öbür yolu deneyesiniz. Bunu biraz um sam ne
dersiniz? Yani bir başka zam an için!
H aa bir şey var: A lıntı yaptığınız Zam an gazetesinin "Biz, cerbeze ile gerçek­
leri saptırm aya çalışan bu kişiyi m uhatap kabul etm ek istem iyorduk; lâkin bir
dergideki son saçm alarını görünce ham iyetim iz susm aya elverm edi" dem esine
inanm ayın. Bu gazete nice zam an önce m uhabirini gönderm iş; benim le söyleşi­
de bulunm uştu. A m a benim gösterdiğim cesareti ve dürüstlüğü gösterem eyip so­

250

Youtube: Tanrı Mı Varmış


rulara açıkça karşılıklar verdiğim söyleşiyi yayım lam am ıştı. Beni "m uhatap" k a­
bul etm eyen, benden ısrarla randevu istetip o söyleşiyi yaptırır mıydı?
B ir şey daha: Sizin ürker olageldiğiniz "izm "lerle benim hiçbir ilişkim yok.
Bu yazıyı cevap olarak ilk sayınızda yayım lam anızı istiyorum . İstek bu ya.

P anel D ergisi Sorum lu Yazıişleri M üdürlüğü'ne

D erginizin 15 N isan-15 M ayıs 1990 günlü sayısında, kapakta "Sapık M üftü­


ye C evap", içinde de "2000'e D o ğ ru ’m ın M üftüsü" deyim ine başta yer verildik­
ten sonra "Em ekli M em ur Turan D ursun'a A çık M ektup" başlığı altında bana
"verip veriştirm iş olm ak" için sayfalar doldurm uş bulunuyorsunuz.
Hem en belirteyim : "Cevap verm e" çabasına saygı duyarım . A m a uygarca
o lu rsa...
Siz "âdâb-ı İslam iyye" içinde bulunanlar, aşağılayıcı saldırılar olm aksızın bir
"cevap" yazam az m ısınız diye bir soru içim den geliyor, am a sorm aktan vazgeçi­
yorum . Çünkü kendinizce aşağılayıcı sözler koym aksızın yazm ayı, izleyegeldi-
ğiniz "âdab"a ters buluyorsunuz. G eçm işinizdeki "reddiyye"ler yazan eskilerini­
zin geleneğidir bu.
Şunu da belirtm eliyim : B en ne "sapık" kişiyim , ne "şunun bunun m üftü-
sü"yüm , ne de "m üftü"yüm . Ben tüm "din" ve "inanç"ların katkılarıyla oluşup
gelen karanlığa, daha güzel bir dünya için ışık tutm a çabasında olan, bunun için
de okuyan, araştıran, yazan bir insanım yalnızca.
"C evap"(!) yazınız sayfalar dolusu, am a birkaç satırlık öm rü var.
Şöyle:
1- "Üç iddia"da topladığınız konudaki yazdıklarım ın hiçbirini çürütm üyorsu­
nuz:
a) K ur'an'ın Tevrat'tan aktarılm a "Tanrı"sınm "ırkçı" yönünden söz etm iştim .
B una ilişkin koyduğum kanıtlardan B akara, 47-122 ayetlerini ele alırken, yazım ­
da yer alan çevirinin "yanlış" olduğunu söyleyem iyorsunuz. Bugün eldeki D iya­
net çevirisinde yer alm ayan ve ayetteki sözlerden hiçbirinin karşılığı olm ayan
"bir zam anlar" eklem esi, çeviriden değildir, bir "yorum"dur.
b) Ö teki "iki iddia"ya ilişkin verdiğiniz "cevap"lar da yorum lardan oluşuyor.
Ben ayet ve hadislerdeki açık sözleri kanıt olarak gösterm iştim . Yorumlar, duru­
m u kurtarm ak için girişilm iş çabalardır. B unu da belirtm iştim . G eçin o yorum la­
rı lütfen.
2- "Yahudi hayranı" değilim . Tersine, Yahudilerin acım asızlıklarının üzerinde
yeri geldikçe duruyor ve bunun da "Tevrat'taki ulusal Tanrı"nm "kan dökücülü-
ğü"nden K ur'an'a da geçirilm iş olan "öç alıcılığı"ndan kaynaklandığını yazıyo­

251
Youtube: Tanrı Mı Varmış
rum. Savaşım da onun için zaten. Şu gezegenim izde "din"ler yüzünden yaşanan
"acı"lar, "ölünT’ler sona ersin istiyorum .
3- Ben, yazdığım konuların uzm anıyım . "A rapça ib a re 'y i iyi bilirim . "Usû-
lü'l-Fıkh"da, "U sûlü'l-H adis"te, "U sûlu't-Tefsir"de, "kelâm "da... uzm anın, iyi
uzm anım . Ayrıca "Tevrat"ın, "M işna"sınm , G em âra"sım n (bütünüyle "Tal-
m ud"un), eski İran'da geçerli olup, Tevrat'ın da çok şey aldığı "Avesta"nm da
içinde bulunduğu "kutsal" sayılan "m etin"leri karşılaştırm ış, beş ciltlik Kutsal
K itapların K a ynaklan diye kitap yazm ış olacak kadar "dinler"i karşılaştırdım .
D inleri ve inançları hem kendi içlerinde, hem de kendi dışlarından alıntılar yap­
tıkları "m itolojiler"le karşılaştırm alarım vardır. A m a siz bunları da geçin.
4- Size bir önerim var: Yazdıklarım konusunda benim le tartışm ak istiyorsa­
nız; gerçekten "bilen" bir kişi bulun. Birkaç kişi de olabilir. K aynakları alıp orta­
ya koyalım ve eğer bir kez olsun deneyebiliyorsanız "uygarca" bir tutum içinde
tartışalım .
Var m ısınız?

Tevhid D ergisi Sorum lu Yazıişleri M üdürlüğü'ne

N için İlle de "Yalan"

24 M ayıs 1990

G erçekte bu soruya sorm am am gerekir. Çünkü "cevap”ını bildiğim bir soru­


dur bu. N eyse konuya girm eliyim :
5 M ayıs 1990 günlü derginizin 16. sayfasında Prof. Dr. H üseyin Hatemi:
".. .Ve başka bir ŞO V EN İZM 'in tem silcisi olan Turan Dursun" diyor. H angi "Şo-
venizm "in tem silcisi olduğum u söylem iyor. Söylem ez d e ... Benim dünya görü­
şüm de "Şovenizm " olam az ki, herhangi birinin "tem silciliği"ni yapm ış olayım .
Sol kesim e de "şeriatçı M arksistler" eliyle sokulup gazetelerinde, dergilerinde
"m olla ağzı"yla yazılar yazıp boy gösterirken ipliğini bir ölçüde pazara çıkardı­
ğım için bana kızm ış olabileceğini düşündüğüm bu "hukuk"(!) profesörüne çağ ­
rıda bulunm ak istiyorum : "Şovenizm "in herhangi bir biçim ini, kokusu içine alan
bir yazım ı, bir açıklam am ı, küçük bir sözüm ü, bir tüm cem i, bir sözcüğüm ü bu­
lup göstersin. O rtaya koyuyorum kendim i. E ğer bunu yaparsa, hukukçulukla
m ollalığı birbirine karıştırm ış görünen, am a uzm anlığı yetm ediği için hiçbir za­
m an "m olla" da olam ayacak olan bu profesörün yanında olm aya, birlikte olup
"Turan D ursun"u kınam aya hazırım .

252

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"Şovenizm ", H an çerlio ğ lu 'n u n deyim iyle "bağnazcı ulusçuluk"tur (H ançerli-
oğlu, F elsefe Sözlüğü), bir "ırkçılık"tır ve hangi türü olursa olsun bir ilkelliktir.
Böyle bir ilkelliğin, benim düşünce dünyam da yeri olamaz. Ben insanlık için h iç­
bir bağnazlığın, hiçbir "im an"ın kafaları, duyguları prangalayam ayacağı bir dün­
ya öneriyorum . "İm an"ın yalnızca kendi "m ü'm in”lerine kapatageldiği görülen
"ö z g ü rlü k le rin her türünün herkese, alabildiğince açık olduğu, insanların insan­
ca yaşayabildiği, daha güzel bir dünya. Ç abam böyle bir dünyanın oluşm asına
katkıda bulunm aktır hep. B öyle bir dünyanın oluşm ası için de "tabu'ların yıkıl­
m ası, karanlığın belinin kırılm ası "şarf'tır. "D insel karanlık", yalanlarıyla, sade­
ce belirli bir kesim in "h iz m e tin d e , acıya, ölüm e, söm ürüye yol açm alarıyla in­
sanlığa çok çektiregelm iştir. Bunun önüne geçm ek, "İnsanım" diyen herkesin
am acı olm alıdır bence.
"Dinsel karanlık"ta bilgisizlik vardır, binlerce yıllık ilkellikleri insanlığa
"kurtuluş" diye yutturm alar vardır, aklın, m antığın, bilim in "din" için ırzına geç­
m eler vardır. Dünya egem enlerinin önünde kuyruk sallarken, geçip bir başka yer­
de, bir başka kesim önünde çalım satm alar vardır, "ikiyüzlü ahlak" vardır.
G elin, bunların önüne geçm eye çalışalım . "Yalan"larla nereye varılabilir ve
şim diye dek nereye varılabildi?
Bu yazıyı derginizde yayım lam anız um uduyla.

Teori
Haziran 1990, yıl 1, sayı 6

253
Youtube: Tanrı Mı Varmış
BİR M EK TU B A V E İM ZA D E R G İSİN E YANIT

B ilindiği gibi bu dizide, "Kutsal K itapların K aynakları"ndan ”K ur'an"ın K ay­


nakları" yer alıyor. M ektuplar da geliyor bu arada. Bunları zam an zam an karşı­
lıklarıyla birlikte yayım layacağız. İlk m ektubun yazarı K eçiborlu İm am -H atip
öğretm eni. B inlerce benzerinin İslam , insan, evren konusundaki bakış açısını ser­
gilediği için önem li. İkinci olarak im za dergisi yazarına bir yanıtım ız olacak.

K eçiborlu İm am -H atip Lisesi Ö ğretm eni


İlknur T üzüner'in M ektubu:

Bu m ektup da "ilahiyat"çı kesim için b ir örnek. B ir "İm am -H atip ö ğ retm e­


ni" nasıl düşünüyor, neleri, nasıl öğrenm iş, neleri öğretiyor?" onunla birlikte
göreceğiz.

İLAHİ DİNLERİN KAYNAĞI TEKTİR

K ur'an'ın ve diğer ilahi kitapların kaynağı tektir. H epsi de Allah tarafından


gönderilm iş olup, esas gayeleri tevhid inancına davettir. İlahi dinlerin kaynakla­
rı tek olduğuna göre, tem elde birbirine zıt esasları ihtiva etm eleri imkânsızdır.
Ancak, K u r’an'ı Kerim dışındaki kutsal kitaplar, insanlar tarafından değiştiril­
m iş, bozulmuştur. Bu durum , K ur'an-ı K erim 'de şöyle ifade ediliyor:
"Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip 'işittik ve karşı geldik, kulak ver­
m eyerek d in le ’ ve dillerini eğip bükerek, dini yererek 'bizi de dinle" diyenler var­
dır. Şayet 'işittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet' dem iş olsalardı onlar için d a ­
ha hayırlı olurdu, işte A llah, inkârları yüzünden onlara lanet etmiştir. O nların
ancak p e k azı inanır" (Nisâ, 46) Tahrif kelim esi, bir şeyi değiştirm e, bozm a, ka ­
lem oynatm a m analarını ifade eder. Tahrif, ya n i değiştirm e veya bozm a şu üç şe ­
kilde olabilir.
1- B ir lafzı bir başka lafızla değiştirm ek. Tevrat'da Hz. M uham m ed'in (SAV)
sıfatlarıyla ilgili olarak kullanılan "Reb'a" kelim esinin yerine "uzun adam " keli­
m esinin, "recm" kelim esinin yerine "had" kelim esinin kullanılm ası gibi. B unlar
yazım da yapılan tahriftir.

254

Youtube: Tanrı Mı Varmış


2- Şüphe m eydana getirerek, yanlış yorum lam a yaparak bir lafzı öteye beri­
ye çekerek, m anasını haktan batıla çevirmektir. Hz. D avud, Hz. Süleym an hak­
kında iddia edilen, yanlış yorum lam aya dayanan fikirler gibi. Bu, bir çeşit m a­
nevi tahriftir.
3- Yalnız kitabı değil, bir söz söyledikleri zam an, duydukları ve kalplerinde
bildikleri gibi dosdoğru söylem eyip ta h rif ederek söylemeleridir. N itekim Yahudi-
ler, Hz. M uham m ed'in (SAV) huzuruna gelirler bazı şeyler sorarlar, yanından
çıktıkları zam an P eygam ber'in (SAV) kelam ını değiştirerek anlatırlardı .* 1 1
İlahi kitap, söz ve m ana itibariyle Allah tarafından gönderilm iş olan kitaptır.
Kaynak Allah olduğuna göre ilahi kitapta insana ait söz olamaz, iddia edildiği gi­
bi Tevrat'ta Yahudilerin gelenekleri, yaşam biçimleri, edebiyatları yer alıyorsa, Hz.
M usa'ya (AS) indirilmiş bir kitap olduğu kabul edilmiyorsa nasıl olur da kutsal ki­
tap olarak kabul edilebilir! N asıl olur da Allah'ın, Hz. M usa'ya (AS) indirdiği ila­
hi bir kitap olduğu kabul edilmezken, Tevrat'ın aslını koruduğundan bahsedilebi­
lir! Tevrat'ın ta h rif edilmediğini, aslını koruduğunu iddia edenler, Tevrat'ın gökten
indirilmiş bir kitap olmadığını söyleyerek büyük bir çelişkiye düşüyorlar.

Ö nce başlık üzerinde duralım:


"İlahi dinlerin kaynağı tektir" deniyor.

N edir "İlahi Dinler"

"D in"leri böyle ayırm ak belki de bir kesim "İslam cı"ların m antığına göredir.
İslam a bile uygun değildir. Çünkü "ilahi" sözcüğündeki "ilah"la am açlanan
K ur'an'ın "Tanrı"sıysa, bu "Tanrı", İslam dan başka bir "din" tanım az. K âfirûn Su-
resi'nde "Senin dinin sana, benim dinim banadır" deniyor olm asına bakm ayın.
Ç ünkü bunu diyen ayetin hükm ü, "m üm âşaat" dönem ine, yani M üslüm anların
güçsüz oldukları, başkalarıyla "barış içinde bir arada yürüm ek" istiyor göründük­
leri dönem e özgüdür. Sonradan, "Kılıç Ayeti"yle, yani Tevbe Suresi'nin 5. ayetiy­
le "neshedilm iştir". Yani yürürlükten kaldırılm ıştır.1 "Kılıç Ayeti"yle Kur'an'ın
114 yerindeki hüküm yürürlükten kaldırılm ış kabul edilir.2 K ur'an'ın "Tanrı"sı,
M üslüm anların kendilerini güçlü görm eye başlam alarından sonra yalnızca bir
"din"i tanıdığını bildirm iştir. O da İslamdır. (Bunu, hiçbir yorum a gerek kalm a­
yacak biçim de görm ek için bkz. Âl-i İm rân Suresi, ayet 19, 83, 85) D em ek ki bu
"Tanrı"ya göre "ilahi dinler"den değil; yalnızca bir "ilahi din"den söz edilebilir.
Yani "ilahi din" olarak yalnızca "İslam" vardır.

İ.T. 1 E lm alılı H am dı Yazır, E lm alı Tefsiri, 2/1361.


1 B kz. bu ayetlerle ilgili tefsirler, ay rıca Ib n ü 'l-B â rizt, N â sih u 'l-K u r'a n 'iT A zîz, B eyrut, 1988, s.58.
2 B kz. İbn. H azm , e"n-N âsihu ve'l-m ensûh, Tefsiru İbn A b b as'la birlikte, M ısır, 1390, s .122; Z erke-
şî, B u rh an , M ısır, 1957, 2/40; İbnü'l-B ârizî, ag e, s.22.

255
Youtube: Tanrı Mı Varmış
B ilim sel ve evrensel yaklaşım a göre "d in 'ler, "ilahi olanlar, olm ayanlar" diye
ayrılam az. Falanca dinin inanırlarına göre o din "ilahi"dir, falanca dinin inanırla­
rına gör de o dindir "ilahi" olan. Yani kabul ettiği "Tanrı" katında geçerli sayılan.
A N A P'lıların ağırlığıyla, T ürk C eza Yasası'nın 175. m addesi değiştirilerek
"sem avi dinler, sam avi olm ayanlar" ayrım ı yapılm ıştı (1986). Sonradan bu değ i­
şiklik, A nayasa M ahkem esi'nce "iptal" edilm iştir.
İlknur Tüzüner, "K ur'an"ın ve diğer ilahi kitapların kaynağı tektir" diyor. Bu
da kendine özgü "dinsel" bir m antık. Yalnızca "im an"a dayandığı için de bilim ­
sel yönden tartışılabilir bir yanı yoktur. O, inancına dayanarak öyle diyecektir,
öbürü kendi inancına dayanarak başka şey söyleyecektir. Nasıl tartışılır? T üzü­
ner, "hepsi de A llah tarafından gönderilm iş olup, esas gayeleri tevhid inancına
d a v e ttir..." diyerek sürdürüyor. Bu, bir "iman". Bu "im an 'ı paylaşırsın, paylaş­
m azsın ayrı bir konu. Tüzüner, "ilahi dinler"in ya da bir başka deyişiyle "Kur'an
ve diğer ilahi kitaplar"ın "kaynağı"nı "tek" gösterirken "tevhid" gibi havada k a­
lan kavram ın dışında, o "kaynağın ne olduğu"nu som ut bir biçim de, bilim sel in­
celem e ve araştırm a ölçülerine girecek nitelikte belirtm iş olsaydı tartışılabilirdi.
Evet, nedir o "tek kaynak"? Eğer am açlanan, "Tanrı"ysa, "Tanrı anlayışı" o den­
li çok k i... İslam ınki başka, H ıristiyanlığınki b aşk a... K ur'an"ın "Tanrı"sı, Yahu-
dilerden, Tevrat'tan "kopya" olarak alındığı halde, birçok kez, K ur'an'da başka­
dır, Tevrat'ta başkadır. "Esası birdir" dem eninse bilim sel bir değeri yoktur. Som ut
kanıtlarla, som ut açıklam alarla yapılm adıkça. Tüm ünün "tem el"inin "bir" oldu­
ğu bilim sel bir açıklam ayla ileri sürülecekse, şöyle denebilir: "Tüm ünün 'Tan-
rı'sı, ilkellerdeki 'm ana' inancına dayanır".3 Yani savunm ası yapılan inanç, ilkel­
lerdeki inancın ötesine gitmez.

" T a h r if

Tüzüner, "K ur'an'ın dışındaki kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini,


bozulduğunu" ileri sürüyor ve bunu kanıtlam ak için de Nisâ Suresi'nin 46. ayeti­
ni gösteriyor.
O ysa bu ayette, insanların "harhangi bir kitabı değiştirm eleri"nden değil, ki­
m i sözlerin yerini değiştirdiklerinden söz ediliyor. Dahası, yalnızca "dillerini
eğip bükerek konuşuyor olm alarından, "işittik, boyun eğdik" diyecekleri yerde
de "işittik ve karşı çıktık" dediklerinden, bir de "râinâ" diye bir sözcük kullandık­
larından yakınılıyor. M uham m ed'i dinlerlerken "işittik ve boyun eğdik" deseler­
di ya da "râinâ" yerine, "bize bak, bizi gözet" anlam ına gelen "unzum â" dem iş
olsalardı sorun kalm ayacaktı; bu bildiriliyor. H erkesin bildiği anlam daki "tah rif'

3 "M an a"y a ilişkin bilgi için bkz. Prof. Dr. S edat V eyis Ö rnek, E tnoloji Sözlüğü.

256

Youtube: Tanrı Mı Varmış


bunun neresinde anlatılıyor? Yani "K ur'an'dan önceki kitapların değiştirildiği"
yolunda bir sav, burada anlatılanların neresinde?
Birçok K ur'an yorum cusu gibi Fahruddin R âzî de bu ayeti ele alarak, Yahu-
dilerin "Tevrat'ın sözlerini değiştirdikleri" anlam ında bir " ta h rifin söz konusu
olm adığını, burada anlatılanı, "Yahudilerin kendi eğilim lerine göre Tevrat'ı yo­
rum ladıkları" anlam ında anlam ak gerektiğini belirtiyor.4
Tüzüner, " ta h rifin "üç anlam ı"nı yazıyor. K aynak olarak da -b e lk i A rapça
bilm ediği iç in - asıl kaynağı değil; Elm alılı H am di Yazır'ın H ak D ini K u r’an Di-
li'nı gösteriyor. Bu açıklam anın asıl kaynağıysa "Fahruddin Râzî"nin "e’t-Tefsi-
r ü ’l-K ebir"\,5

İm am -H atip O kulu Ö ğretm eni Tüzüner,


K aynağındaki Bilginin Tersini G österip Savunuyor

İlknur Tüzüner, "Kur'an-ı K erim dışındaki kutsal kitaplar 'ın, "insanlar tara­
fından değiştirilm iş, bozulm uş" olduğunu ileri sürmüştür. K uşkusuz, nice "ilahi­
yatçı" g ib i... O ysa " ta h rifin "üç anlam ı"nı aktarırken gösterdiği kaynakta "sağ­
lam olarak" benim senene terstir bu. Elm alı H am di Yazır, " ta h rifin ikinci anlam ı­
nı, F. Râzî'den alıp anlatırken şöyle diyor (sözler bugünkü dile çevrilm iştir):
"Kuşku sokarak ve yanlış yorum lar yaparak, bir sözü öteye beriye çekerek
anlam ını bile bile yanlışa dönüştürm ektir ki, bu da yorum ve açıklam alarda ya­
pılan türden m anevi tahriftir. Fahruddin Râzî, 'nitekim zam anındaki ehli bid'at da
(sapık yolun yolcuları), görüşlerine ters düşen ayetlerde böyle yapıyorlar' dem iş
ve 'TAHRİF'in yorum unda bu ikinci anlam ın temel oduğunu yazm ıştır."6
Tüzüner, kaynak olarak gösterdiği yerden bunu, dürüstçe böyle aktaracağı
yerde, ileri sürdüğü görüşe ters olur diye, burada anlatılan türden bir " ta h rif ya­
pıp geçiyor; kaynağında yer alm ayan örnekler veriyor; "Hz. D avud, Hz. S üley­
m an hakkında iddia edilen, yanlış yorum lam aya dayanan fikirler gibi" diyor.
K uşkusuz bu çok kötü bir "ayıp"tır. A m a bu türden "ayıplar"ı, İslam cı ve "ila-
h iy a tç fla r içinde yalnız T üzüner yapm ıyor k i...
K ısacası, gerek Tüzüner'in gösterdiği kaynağa, gerek asıl kaynağa göre; kanıt
olarak dayanılan ayette, Tüzüner'in ileri sürdüğü türden bir " ta h rif savı bulun­
m am akta. "K itab ehli"nden kim ileri, M uham m ed'i "peygam ber" tanım azlarken
onun sözlerine karşı "işittik ve karşı çıktık" anlam ında sözler söylem işler ve "bi­
ze bak, bizi gözet" anlam ında bir söz söylem eleri beklenirken "râinâ" demişler.

4 F. R âzî, e ’t-T efsir’ül-K ebir, 10/118.


5 F. R âzî, e 't-T e fs iru l K ebir, 10/117-118.
6 E lm alılı H am di Yazır, H ak D ini K u r'a n D ili, 2/1362.

257
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Hepsi bu. Bu anlatılıyor ayette. "Râinâ" da, "aşağılam a", "alay etm e" niteliğinde
bir anlam içeren sözcük diye ileri sürülür.7

K aynaktaki A nlam ıyla "K ur'an"da da Tahrif Yapılagelm iştir

F. Râzî, N isâ Suresi'nin 46. ayetinde Yahudiler için söylenen " ta h rifin ben­
zerinin, "kendi zam anında" da ve "K ur'an ayetleri" ele alınırken yapıldığını çok
açık biçim de yazıyor.8 Râzî'nin bu görüşü savunduğunu, T üzüner'in kaynağı da
belirtiyor.9 O zam an şu açıkça ortaya çıkıyor. E ğer Yahudilerin yaptıkları "yo-
rum "lar "tah rif' sayılacaksa, İslam kesim inde, Kur'an ayetleri ele alınırken ya­
pılan "yorum lar" ki -b u g ü n k ü İslam cılarda bolca v a r- "ta h riftir. B una göre
Kur'an da "tah rif' edilip duruyor. B aşka açıklam a olabilir mi?
M ektuba devam edelim:

KUR'AN'I KERİM'DE TAHRİF YOKTUR

İddia edildiği gibi, Kur'atı-ı K erim 'de en küçük bir tahrifin dahi olm ası m üm ­
kün değildir. Kur'an-ı K erim 'e A llah kelam ından başka hiçbir söz dahil edilm e­
miştir. Kur'an'ı Kerim ayetlerine karışm asını önlem ek için Hz. M uham m ed
(SAV), kendi sözlerinin yazılm asına kesinlikle izin vermemiştir. Sahih-i M üslim -
de E bu Said el-H udri'den rivayet edildiğine göre Peygam berim iz Hz. M uham ­
m ed (SAV) şöyle buyurm uştur:
"Benim ağzım dan K ur'an'dan başka hiçbir şey yazm ayınız. K ur'an’dan başka
bir şey yazm ış kim se varsa silsin. A ncak, yazm aksızın benden dilediğiniz gibi ri­
vayet e d in iz..."
N azil olan Kur'an ayetleri, anında vahiy katiplerince yazılm ış ve ezberlen­
m işti. N e Hz. P eygbam ber (SAV) devrinde ne de daha sonraki dönem lerde bir tek
harfin değişm esi bile m üm kün değildir. Ç ünkü inen ayetler, yazılm asıyla birlikte
anında ezberleniyordu da. Yazıda ve ezberde bir noksanlık olm am ası için de Hz.
M uham m ed (SAV), her sene ram azan ayında Vahiy M eleği C ebrail ile karşılıklı
"Kur'an-ı K e rim i okurlardı-1 T-2
Hz. M uham m ed (SAV) zam anında böyle bir değişikliğin olması m üm kün o l­
m adığı gibi O 'ndan sonraki devirlerde de imkânsızdır. Hz. Ö m er devrinde
Kur'an-ı Kerim kitap halinde iki kapak arasında toplandı. Vahiy katiplerince ç e­

1 B kz. F. R âzî, 10/118-119.


8 F. R âzî, e't-T efsirü 'l-K ebir, 10/118.
9 B kz. Yazır, 2/1362.
İ.T.2 İsm ail C e rrah o ğ lu, Tefsir U sulü, A nkara, 1979, s.54.

258

Youtube: Tanrı Mı Varmış


şitli m alzem elere yazılan Kur'an ayetlerinin iki kapak arasında toplanm ası göre­
vi Z eyd b. Sabit'e verildi. Zeyd, hem vahy katibiydi hem de Kur'an'ı baştan so n ­
ra hıfzetm işti (ezberlem işti). Z eyd , bu görevde her ayetin Hz. P eygam ber tarafın­
dan yazdırıldığı şekilde tespit olunm asını ve bunun iki şahidin şehadetiyle vesi-
kalandırılm asını şart koştu. B öylece Kur'an-ı Kerim, A llah'tan indirildiği gibi
hiçbir tahrife uğram adan kitap haline gelm iştir,IT-3
Bu durum da, K u r’an-ı K erim 'de herhangi bir değişikliğin, noksanlığın olm a­
sı m üm kün değildir. Zira en küçük yanlışlık onu ezberleyen yüzlerce kişi tarafın­
dan anında fa r k edilirdi.
H z. M uham m ed'den (SAV) sonraki dönem de Kur'an-ı Kerim 'in açıklanm ası­
na ihtiyaç duyuldu. H z. M uham m ed (SAV) devrinde anlaşılm ayan ayetler O ’na
sorularak öğrenilebiliyordu. Hz. M uham m ed'in (SAV) ashabı (arkadaşları),
O'nun vefatından sonra Kur'an-ı K erim 'deki anlaşılm ayan kapalı kısımları açık­
lama görevini üstlendiler. K ur'an'ın anlaşılm ayan kısım larını, K ur'an-ı K e­
rim 'deki diğer ayetlere dayanarak, H z. M uham m ed'in açıklam alarına, hal, hare­
ket ve yaşantısına dayanarak açıklam aya çalışıyorlardı. K u r’an-ı K erim 'deki a y­
rıntılı olarak anlatılm ayan kıssaların ayrıntılarını Yahudi ve H ıristiyanlara so ­
ruyorlar, İslam inancı ile karşılaştırarak ince bir süzgeçten geçirdikten sonra ka ­
bul e d iy o r la r d ı.^ * A ncak daha sonraki dönem lerde kim i m üfessirler (K ur’an-ı
K erim 'i açıklam a işini yapanlar) ehli kitabın anlattıklarına güvenerek, araştır­
m adan tefsirlerine almışlar, büyük hataya düşm üşlerdir1 T-.5

T A H R İF T E V R A T ’T A D IR

Tevrat'ın p e k çok yerinde gözle görülür çelişkiler vardır. Örneğin,


1- T ekvinin altıncı bölüm ünün on dokuz ve yirm inci, yedinci bölüm ünün se­
kiz ve dokuzuncu ayetlerinde "ve seninle beraber sağ kalm ak için her yaşayan
bütün beden sahibi olanlardan, her türden ikişer olarak gem iye getireceksin, er­
kek ve dişi olacaklar" diye yazılıdır. Yedinci bölüm ün ikinci ve üçüncü ayetinde
ise "Bütün yeryüzü üzerinde zürriyetlerin sağ kalm ası için kendine tertem iz hay­
vandan erkek ve onun dişisi olarak yedişer olacak" diye yazılıdır.
2- Ç ıkış kitabının dokuzuncu bölüm ünde "Ve Rab, bu şeyi ertesi gün yaptı.
M ısırlıların bütün hayvanları öldü. Israiloğullarının ise bir tek hayvanı bile öl­
m edi" ifadesiyle bütün hayvanların öldüğü açıkça belirtilirken hem en arkasın­
dan "Firavun kavm inden olup da A llah'ın sözlerinden korkanlar hayvanlarıyla
birlikte evlerine sığındılar. A llah'ın sözlerinde kalplerine korku gelm eyenler de
hayvanları sahrada bıraktılar" denilmektedir.

I.T.3 İsm ail C errah o ğlu, age, s.70.


İ.T.4 İsm ail C errah o ğlu, age, s.71
t.T.5 S ab u n î, Safvetu't-Tefasir, 3/54.

259
Youtube: Tanrı Mı Varmış
3- II. Kralların 24. bölüm ünün 8. ayeti "Yehoyakin kral olduğu zam an 18 y a ­
şında idi" derken II. Tarih'lerin 36. bölüm ünün dokuzuncu ayeti "Yehoyakin kral
olduğu zam an sekiz yaşındaydı" denilmektedir.
Tüm bu çelişkili ifadeler, Tevrat'ın gökten indirildiği gibi kalm ayıp bozuldu­
ğunu, değişik yerlerde değişik kişilerce kalem e alınıp Tevrat diye ortaya çıkarıl­
dığını gösterir.
"K ur'an'da tahrif yoktur" savı, bir M üslüm anın "im an"ına uygundur kuşku­
suz. A m a bu sav için sağlam bir dayanak gerek.
"K ur'an'da bir anlam da " ta h rifin olageldiğini F. R âzî gibi Kur'an yorum cula­
rının da kabul ettiklerini yukarıda gördük. K uşkusuz, herkesin anladığı anlam da­
ki "ta h rif' bu değildir. A m a herkesin anladığı anlam da bir " ta h rifin K ur’an'da
yapılm am ış olduğunun da kanıtı yok. İleride belirteceğim gibi ters kanıtlar var.
Tüzüner, "Kur'an-ı K erim 'e, Allah kelam ından başka hiçbir söz dahil edilm e­
m iştir" diyor. Bu da "im an"a uygun. A m a "k anıf'ı nedir?
Tüzüner, buna kanıt olarak , "ayetlerin hadislerle karıştırılm am ış" olduğuna
ilişkin savı gösteriyor. O ysa hem bu sav kanıt olarak yetm ez, hem de bu savın da
ayrıca kanıtlanm ası gerekir. M uham m ed'in "Benim ağzım dan, K ur'an'dan başka
hiçbir şey yazm ay ın ız..." dediğini anlatan hadis de yeterli değildir. Ö nce bu ha­
disin "m ensuh" yani hükm ünün yürürlükten kaldırılm ış olduğunu ileri sürenler
vardır. Ayrıca birçok örnek gösterilerek, bu hadiste yasaklananın yapıldığı belir­
tilir ve "caiz olduğu" görüşünü paylaşanların çoğunlukta bulunduğu anlatılır.10
D em ek ki M uham m ed'in "benim ağzım dan, K ur'an'dan başkasını y azm ayın..."
dediğini bildiren hadis, bu konuda ileri sürülen "yasak" için bile yeterli bulunm a­
m akta. M uham m ed'in, bir konu nedeniyle: "Benim söylediklerim i falan kişi için
y a z ın ..." dediği de aktarılır.11
M uham m ed'in bir yerde bir zam an "benim ağzım dan, Kur'an'dan başka bir
şey yazm ayın!" dediği, bir başka yerde, bir başka zam an da bunun tersi doğrul­
tuda: "B enden (benim ağzım dan) falanca için (şu şu konuları) yazın!" diyerek
buyruk verdiği doğru m udur? E ğer "doğru"ysa, yani G ERÇEK 'se, M uham m ed'in
nice "çelişki"lerinden biridir bu. İslam ”ulem a"sı, bu tür "çelişki"leri, "birinci hü­
küm neshedilm iştir" diyerek "çözüm "e(!) bağlarlar. Buradaki tutum ları da öyle
olm uştur. A m a eğer gerçek değilse, bir "yalan" vardır ortada. Ya birinci hadis
"uydurulm uş"tur ya da İkincisi. Bu "uydurm a1yı yapan da "M üslüm anlar "dan
başkası olam az. Yani "yalan", M üslüm anların.
B üyük olasılıkla da M uham m ed'in "ashab"ının (arkadaşlarının).
M uham m ed’in, "K ur'an'dan başka bir şey yazdırtm adığı" gerçek olsaydı, bu,
"K ur'an'ın tah rif edilm ediği"ni kanıtlam aya yeter m iydi? Elbetteki hayır. Çünkü,
10 M üslim , e's-S a hîh, K itabu'z-Z ühd/72, hadis no. 3004, s.2298, not: 2; İbn M elek, M e b a rik ıı’l-E z-
ha r. İstan b u l 1309, 1/231.
11 B u h ârî, e's-S a hîh, K itab u ’l-İlm /49, Tecrîd, hadis no. 93.

260

Youtube: Tanrı Mı Varmış


M uham m ed'in "yazdırdıkları" yalnızca "K ur'an ayetleri" olurdu da yine de "tah­
rif" yapılabilirdi. Bu, onun dönem inde de olabilirdi, ondan sonraki dönem de de.
G örülüyor ki, İm am -H atip O kulu öğretm eni İlknur Tüzüner'in, "Kur'an'ın
tahrif edilm ediğini" ileri sürerken gösterdiği kanıtın sağlam bir yanı yok.

"K ur'an'ın Bir H arfinin Bile Değişm ediği" Yalan

M uham m ed dönem inden bu yana, "K ur'an'ın BİR H A RFİN İN bile değişm e­
diği" ileri sürülür. Bu koca bir "yalari’dır. Bu yalan, Tüzüner"in uydurduğu ya­
lan değildir. Ne ki, T üzüner de bu yalanı "gerçek" gösteriyor.
"Y alari'm ı, değil mi bakalım:
İlknur Tüzüner'in m ektubunda gösterdiği kaynaklardan biri de, Cerrahoğ-
lu'nun Tefsir Usulü adlı kitabıdır. Bu kitabı açalım: Bu kitabın sayfa 90-110. say­
faları arasında, İslam kaynaklarından aktarılan bilgilerden bir kesim i şö y le:12
Tevbe Suresi'nin 114. ayetindeki "iyyahu" sözcüğünü, Ham m ad İbn Zeber-
kân, "ebahu" diye okurdu. Sâd Suresi'nin 2. ayetindeki "izzetin" sözcüğünü de
"ğırratin" okum aktaydı (bkz. s.90).
B uradaki değişiklikler "harf değişikliği" birincisinde "ya" "ba"ya, öbüründe
de "ayın" harfi, "ğayın" harfine dönüşm üş.
Haydi bu tür " h a rf1değişikliklerini önem sem eyelim .
Eldeki K ur'an'da görülen kim i sözcüklerin yerine, A bdullah İbn A bbas, "mü-
râdiflerini", yani "eşanlam lı olanlarını kullanırdı. Enes İbn M âlik de M üzzem m il
Suresi'nin 6. ayetindeki "akvam u" sözcüğünün yerine, "asvabu” sözcüğünü kul­
lanm ıştır (bkz. s.94). İbn Ömer, C um 'a Suresi'nin 10. ayetindeki "fes'av” sözcü­
ğünün yerine, "femzû" sözcüğünü; İbn A bbas, K âria Suresi'nin 5. ayetindeki
"kel' ıhni" yerine "k'essafı"yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn A bbas "sayhaten
vah id eteri’lerdeki "sayhaten" yerine, "zeyfeteri'i yeğlerdi. Enes İbn M âlik, İnşi-
râh Suresi'nin 2. ayetindeki "vada'nâ" yerine, "halelnâ" diye okurdu (bkz. s.95).
Buralarda görülen de yalnızca "harf" değil, "kelime" değişikliğidir. Aynı kitapta,
gösterilen kesim de başka örnekler de görülebilir.
D em ek ki "Peygam ber'den bu yana bir H A R F bile değişm em iştir" savı,
İm am -H atip Okulu Ö ğretm eni İlknur Tüzüner'in kendisinin gösterdiği kaynakta­
ki bilgilere göre bile gerçek değildir. Ç eşitli "m ushaf'larda, "harf" değil, "keli­
m e” farkları bile görülegelm iştir.
İsmail Cerrahoğlu'nun da kitabında yer verdiği (bkz. age, s.93-94) bir olay çok
ilginçtir bu konuda. A ktarıldığına göre: Bir gün, Hizam Oğlu Hakîm Oğlu Hişâm,
Furkan Suresi'ni okum aktadır. Ö m er dinler, bakar ki Hişâm bu sureyi, M uham ­
m ed'in kendisine öğretip okuttuğundan başka türlü okuyor. Ö m er öfkelenmiştir.

12 İsm ail C errahoğlıı, Tefsir U sulü, A nkara, 1971.

261
Youtube: Tanrı Mı Varmış
- Bu sureyi sana böyle kim belletip okuttu?
- Peygam ber!
- Yalan söylüyorsun. Çünkü Peygam ber bu sureyi bana, senin okuduğundan
başka türlü okuttu.
Ö m er bu tartışm ayı yaparken, H işâm 'ın yakasına sarılmıştır. Sonra adam ı alıp
P ey g am b ere götürür.
- Bu adam, senin bana okuttuğundan başka türlü okuyor Furkan Suresi'ni.
- Yakasını bırak da adam ın okuduklannı ben de dinleyeyim .
Ö m er yakasını bırakınca, M uham m ed adam a döner:
- H işâm haydi oku bir de ben dinleyeyim , Furkan Suresi'ni nasıl okursun?
Hişâm , Furkan Suresi’ni, kendisine öğretildiği gibi okur. Sonra M uhm m ed,
"Bu sure bana böyle indi"der.
M uham m ed, aynı sureyi bir de Ö m er'e okutturur. Öm er'inki için de aynı şeyi
söyler. Yani ikisininkini de doğru bulm uştur. Sonra da şöyle der:
- Kur'an, yedi harf (yedi türlü) indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse,
Kur'an'ı ona göre okuyun.13
Bu hadis, H işâm 'ın okuduğu Furkan Suresi'yle, Ömer'in okuduğu Furkan Sure­
si'nin, çok çok başka olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu hadise göre, M uham m ed
kavgayı tatlıya bağlıyor, "Kur'an'ın yedi çeşit indirildiğini" ve herkesin bir türlü
okuyabileceğini söylüyor. Yani, Kur'an'ı türlü biçimlerde öğrenip okumayı serbest
bırakıyor. "Başkalık"sa, hadisten de kolaylıkla anlaşılacağı gibi, "okunuş"ta değil;
"okunanlar"dadır. Yoksa Ömer'in o denli öfkesinden söz edilebilir miydi?
K aynaklar, ayrı ay n "m ushaflar" üzerinde durur. A ktarılan örneklere göre, ki­
m i "m ushaf'takiler, bugün elim izdeki "resm î K ur'ari'dakileri tutm am akta.14 Ay­
rıca İbn Ö m er'in şu sözü son derece ilgi çekicidir:
- "İçinizden kim se, K ur'an'ın tüm ünü elinde tuttuğunu söylem esin. Bunu d i­
yen bilir m i Kur'an'ın tüm ü ne kadardı, nasıldı? K esin olan o ki, K ur'an'ın çoğu
yok olup gitm iştir."15
B ütün bunlar karşısında, yine "K ur'an, Peygam ber'den bu yana olduğu gibi ve
b ir harfi bile değişm eden gelm iştir" denebilir mi?
Şu gerçek de unutulm am alı: Kaç kez yazdık ve kanıtladık ki, K ur'an'ın birin­
ci orijinali de, ikinci orijinali de yine M üslüm anlar eliyle "yakılm ıştır". K uşku­
suz, gerçekleri örtm ek için. O sm an dönem inde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra
belirli m erkezlere gönderildiği belirtilen "nüshalar"m orijinallerine de, dünyanın
hiçbir yerinde rastlanm am akta. Bunu da birçok kez yazıp kanıtladık. Çeşitli yer­
lerdeki yazılarım dan oluşan ve yakında "DİN BU" adıyla çıkacak olan kitabım ­
da da buna ilişkin açıklam a ve kanıtlar bol bol görülecektir.

13 B uhârî, e's-Sahîh, K itabu'l-H usûm ât 4; Tecrîd, hadis no. 1766; M üslim , ı ’s Sahih, K itabu'l Salâti'l-
M üsâfirîn/270, hadis no. 818.
14 B ilgi için ö rneğin kz. S üyutî, el-İtkan, 2/32-33.
15 S ü y u tî, el İtkân, 2/32.

262
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"...Y azıd a ve esasta bir noksanlık olm am ası için de Hz. M uham m ed
(S.A .V .) her sene ram azan ayında Vahiy M eleği Cebrail ile karşılıklı K ur'an-ı
K erim 'i okurlardı" diyor Tüzüner. Bu, her zam an, "K ur'an"ın tam am olduğuna
ve değişm ediğine" b ir kanıt olarak gösterilir din çevrelerince. T üzüner de C er-
rahoğlu'nu kaynak göstererek aynı geleneğe uyuyor. O ysa böyle bir şey kanıt
o lab ilir m i? "H er yıl ram azan ayında C ebrail gelirm iş de, M uham m ed'le k a rşı­
lıklı K ur'an okurlarm ış"(!) Bu hadis, "im an" için bir değer taşıyabilir. A m a
K ur'an'ın değişikliklere uğram adığına, olduğu gibi geldiğine, "eksiksiz" o ld u ­
ğuna k an ıt niteliği taşıyam az.
B ir de konunun şu yönü var:
K ur'an, olduğu gibi zam anım ıza gelm iş olsaydı, yani hiçbir değişiklik ve ek-
siklik-fazlalık bulunm asaydı bile, onun "Tanrı'dan geldiğine" inanm ak mı gere­
kecekti? Buna yine, ancak "iman" ölçüsü içinde "evet" denebilir. G erçeklere ve
gerek aklın, gerek bilim in geçerli ölçülerine göreyse, böyle bir inanışın hiçbir
sağlam tem eli olam az. A kıl ve bilim , birtakım "cam bazlıklar"la D İN 'e kurban
edilm edikçe de tersi ileri sürülem ez bunun.
Tüzüner, "Hz. Ö m er devrinde K ur'an'ı K erim , kitap halinde, iki kapak arasın­
da to p la n d ı..." diyor ve birtakım "bilgiler" aktarm aya çalışıyor. N e var ki
"K ur'an ayetlerinin derlenm esi" konusunda, daha işin başında "yanlış"a düşüyor.
Ç ünkü, bilindiği gibi tüm kaynaklara göre, ilk derlem e "ve iki kapak arasına g e­
tirm e" olayı, "Ö m er dönem i"nde değil; E bubekir dönem inde gerçekleşm iştir. B u­
rada yanlışa düşen, başka yerlerde doğru bilgiler aktarabilir mi?

T evrat'taki Saçm alar

İlknur Tüzüner, Tevrat'taki kim i "akıldışılık"lar, çelişkiler üzerinde duruyor.


G erçekte bu, Tüzüner'in incelem esi değildir. İslam cıların her zam an, "Tevrat'ın
ilahi olm adığına" kanıt gösterm ek için başvurdukları noktalardır bunlar. Tevrat'ta
belirli "saçm a"lar, "çelişki"ler bulunup gösterilegelm iştir. G österilenler, gerçek­
ten de "saçm a"dır, "çelişkidir". Ve bunların içinde bulunduğu m etinler de gerçek­
ten "Tanrısal" olam az. A m a "aslı" öyledir "Tevrat"ın. Aslı öyle değilse, aslının
öyle olm adığını ileri sürenlere, "peki Tevrat'ın aslı nerede? A slının öyle olm adı­
ğını nasıl kanıtlayacaksınız?" sorusuna cevap bulm ak düşer. N e ki bunun ceva­
bını şim diye dek bulm uş değillerdir. G erçekte ne Tevrat, ne İncil, ne de K ur'an
"Tanrı'dan indirilm e"dir. H epsi, oradan buradan yapılan derlem elerin ürünüdür.
T evrat’ın bir sürü kaynağı vardır. K ur'an'ınsa en tem el kaynağı, "Tevrat"tır. K ay­
nakları arasında, çeşitli Yahudi kaynakları yanında, İncil, eski A rap gelenekleri
ve kendi özel yaşam ı da küçüm senem eyecek bir yer tutuyor. Bu dizide hepsini,
kanıtlarıyla bulacaksınız. M ektup şöyle son buluyor:

263
Youtube: Tanrı Mı Varmış
İSRAİLİYYAT NEDİR?

K ur'an'ı K erim 'de geçen "İsrailoğulları" ifadesinin sık geçm esini öne süre­
rek, K ur'an'ı K erim 'in baştan sona israiliyyatla dolu olduğunu söylem ek çok
yanlıştır.
İsra iliyya t kelim esinin lügat m anası, İsra ilî bir kaynaktan aktarılan kıssa ve
hadisedir.
Israiliyyat'ın ıstılah (terim j m anası ise Islam a ve özellikle tefsire girm iş olan
Yahudi, H ıristiyan ve d iğer dinlere ait kültür kalıntıları ve yine bunlara ait uy­
durulm uş dinin lehinde veya aleyhindeki her türü haberdir.
israiliyya t, uydurm a haber m anası ifade ettiğine göre K ur'an'ı K erim 'de Is-
railoğulları ile ilgili haberlerde "İsrailoğulları" kelim esi geçtiği için "K ur'an’ı
K erim baştan sona israiliyyattır" iddiasında bulunm ak ne derece doğrudur?
"israiloğulları" ile başlayan bu ayetlerde A llah'ın Hz. M usa'ya (AS) ve kav-
m ine verdiği nim etlerden (B a ka ra , 40) F iravun un zulm ünden onları kurtardı­
ğından, K ızıldeniz'de F iravun ve adam larının boğulduğundan (Bakara, 49-50),
Yahudilerin H z. M usa'ya ve A llah'ın bu nim etlerine nankörlük edip bir buzağı­
ya tapm alarından (Bakara, 51) inkârlarından dolayı inanan p ek azı dışında d i­
ğerlerinin lanetlendiklerinden (N isa, 46) bahsedilir.
"İsrailoğullarından 'A llah’tan başkasına kulluk etm eyin, anne ve babaya,
yakınlara, yetim lere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun' d i­
ye söz alm ıştık. Sonra siz p e k azınız m üstesna geri döndünüz. Sizler, zaten dö-
neksizin." (Bakara, 83)
"M usa, R abbim ben ancak kendim e ve kardeşim e söz geçirebiliyorum . A rtık
bizim le bu zalim kavm in arasını a yır dedi." (M âide, 25)
"Ey M usa! B ir çeşit yem eğe dayanam ayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bi­
ze yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarm ısak, m ercim ek ve soğan yetiştirsin dem işsiniz
de 'hayırlı olanı daha küçük şeyle m i değiştirm ek istiyorsunuz. Bir şehre inin, şep-
hesiz orada istediğiniz vardır' dem işti (Hz. M usa). Onlara yoksulluk ve düşkünlük
dam gası vuruldu. Bu, Allah'ın ayeterini inkâr etmelerindendir." (Bakara, 61)
İddia edildiği gibi Yahudiler (İsrailoğulları) Kur'an a göre en seçkin en ü s­
tün toplum değillerdir. A ksine, A llah'ın kendilerine verdiği nim etlerin kıym etini
d eğerini bilm em işler, şım arm ışlar, nankörlük etmişlerdir. Yukarıdaki ayetlerde
bu açıkça görülm ektedir. İsrailoğullarınm kendi dönenem lerinde üstün kılın d ık­
larının hatırlanm ası isteği de bu üstünlüğün belli bir zam anda olup bittiğini
gösterir. Z ira, hâlâ sürüp devam eden şey hatırlanm az!
Hz. D âvûd hakkında işlediği iddia edilen günah:

264

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Hz. D âvûd'un kom utanlarından Ü riya'nın karısına aşık olup onu harbe g ö n ­
derm esi, öldürülünceye kadar ön safta savaşm asını em retm esi ve sonra karısıy­
la evlenm esi iddiaları asılsız ve yalandır.!T-6 Hz. A li, bir peygam bere iftira edil­
m esini önlem ek için bu yalanları anlatana 160 değnek dayak atacağını söylem iş­
tir. Zira, Peygam berlere yalan isnad etm enin cezası 160 değnektir.
K onunun aslı şöyledir:
Hz. D âvûd, vaktinin bir kısm ını devlet işlerine tahsis eder, halkın m eselelerin­
de hüküm verirdi. Vaktinin kalan d iğer kısm ında da halvete çekilir, ibadet eder,
M ih ra b ’da Allah'ı tespih edip Zebur'u düzenlerdi. İbadet ve halvet için m ihraba
girdiğinde insanların yanına çıkana kadar hiç kim se O'nun yanına girm ezdi. B ir
gün bir de baktı ki içinde ibadet ettiği m ihraba girm eye çalışan iki kişi. Olay
Kur'an'ı K erim 'de şöyle anlatılır:
"Sana o davacıların haberi geldi mi? H ani onlar duvardan m escide tırm an­
m ışlardı. O vakit D âvûd'un karşısına giriverm işlerdi de O, bunlardan telaşa dü ş­
m üştü. K orkm a! dediler; biz iki davacıyız. Birim iz ötekinin hakkına tecavüz etti.
Şim di sen aram ızda adaletle hükm et. Aşırı gitm e. Bizi doğru yolun ortasına çı­
kar. Onun 99 koyunu var. Benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken onu ba­
na ver dedi. M ücadelede beni yendi.
D â vû d dedi: 'Andolsun ki o, senin dişi koyununu kendi dişi koyununa katm ak
istem esiyle sana zulm etm iştir.’M allarını birbirine katıp karıştıran ortakların ço ­
ğu m utlaka birbirine haksızlık eder. İm an edip de iyi iş işleyenler bunun dışında­
dır. F akat bunlar ne kadar azdır. D âvûd sandı ki biz kendisine azab hazırladık.
Bunun üzerine O, rabbinden m ağfiret dileyip rükû ile yere kapanıp Allah'a y ö ­
neldi." (Sâd, 21-24)
Hz. D âvûd, diğer hasm ı dinlem eden, açıklam asına fırsa t verm eden, herhangi
bir delil istem eden, açıkça zulüm gören tarafın anlattığı doğrultuda hükm etti.
"Senin koyununu kendi koyununa katm ak istem ekle sana haksızlıkta bulunm uş­
tur" diyerek hüküm verdi. Bunun üzerine Allah, diğer hasmı da dinlem esi, hüküm
verm ede daha tedbirli davranm ası hususunda O 'nu uyardı.
Ayrıca, Hz. D âvûd (AS) gayet sağlam yapılm ış aşılm az, geçilm ez zannedilen,
m uhafızlarca korunan sarayının aşılıp içeriye girildiğini görünce, kendisinin f i t ­
neye düşürüldüğünü, Allah'ın sevk ve idaresiyle m ülkünde bir ihtilalin başlatıl­
dığını veya kendisine bir baskı düzenlendiğini sandı. K endisinin im tihan edildi­
ğini düşündü. Sonradan işin düşündüğü gibi olm adığını görünce kötü zam anın­
dan dolayı A llah'tan a f dileyip secdeye kapandı. Hz. D âvûd'un tevbe edip secde
etm esinin sebebi işte şudur}

İ.T.6 D iy a n e t dergisi, sayı l'd e n naklen İbn A rabi, A h ka m '-ü l K u r ’an, IV /1626-1627.
İ.T.7 E lm alı, a g e, 6/4092.

265
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Hz. D âvûd'a gelen bu iki davacının m elek olduğu iddiaları da yanlıştır. Ç ün­
kü m elekler evlenmezler, onlar için aile hayatı söz konusu değildir. B irbirlerine
zulm etm ezler, hasım olm azlar}-^ 8
Kur'an'ı K erim ’de geçen 99 koyundan m aksadın kadın olduğu söylenerek Hz.
D âvûd'a iftira edilmiştir. "Na'cetün" kelim esi Kur'an'ı Kerim 'de hakiki m anasın­
da (koyun) kullanılmıştır. Tevil etm eye hiçbir şekilde ihtiyaç y o k tu r}T$
H z. D âvûd'ın (AS), kom utanının karısını elde etmesi, onunla evlenm esi a sıl­
sız ve yalan olduğuna göre Hz. Süleym an'ın böyle bir ilişkiden doğm uş nesebsiz
biri olduğu iddiası asılsız, alçakça bir iftiradan başka bir şey değildir.
Hz. M uham m ed'in (SAV) Zeyneb (RA) ile evlenmesi:
H z. D âvûd gibi, Hz. M uham m ed'e (SAV) de saldırılm ış aslı olm ayan, saptırıl­
m ış iddialarda bulunulmuştur.
Hz. P eygam ber'in (SAV), evladlığı Zeyd'in boşam ış olduğu karısıyla evlenm e­
si İslam düşm anlarınca saptırılarak çarpık bir şekilde ele alınmıştır. Hz. M uham ­
m ed'e ve İslama yönelik kasıtlı bir hücum aracı olmuştur, iddia eddildiği gibi Hz.
M uham am ed (SAV) evladlığı Zeyd'in karısına ne aşık olm uştur ne de bu durum
A llah tarafından Hz. P eygam ber için haklı bulunurken Hz. D âvûd hakkında h a ­
talı bulunmuştur.
M eselenin özü şudur:
Z eyd b. H arise, Rasulullah'ın azadi kölesidir. Rasulullah, Zeyd'i halasının k ı­
zı Zeyneb ile evlendirdi. B ir m üddet sora aralarında geçim sizlik çıktı. Zeyd, Zey-
neb'i Rasulullah'a şikâyet etti. Hz. M uham m ed de (SAV) Zeyneb'i boşam am asını
söyledi. A llah, bu noktada Rasulullah'ı (SAV) "Allah'ın açığa vuracağı şeyi için­
de saklıyordun" diyerek uyarm ıştı. Zeyd, Zeyneb'i boşayınca da O'nu Zeyneb'e
bizzat A llah-u Teala nikâhladı. N ikâhın A llah tarafından kıyıldığını "Zevvecnâ"
(Biz nikâhladık) ifadesinden anlıyoruz. Hz. Zeyneb, nikâhının gökte A llah tara­
fın d a n kıyılm asıyla övünürdü} ^ 0
Rasulullah (SAV) böylece, A llah'ın vahiydeki em rini yerine getiriyordu. Yok­
sa, Zeyneb'e duyduğu aşktan dolayı değil. Rasulullah, vahiy em riyle Zeyneb'le
evlenm ekle, evladlıkların öz oğul gibi olm adığını gösterm eyi amaçlıyordu.
N itekim , ayette bu durum şöyle ifade ediliyor:
"Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik ki evladlık-
ları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenm e konusunda bir sorum luluk
olm adığı bilinsin” (Ahzâb, 37)
Allah, kullarına sıkıntı verecek şeyi emretmez. Allah, "Allah'ın P eygam ber’e
fa r z kıldığı şeylerde O'na bir güçlük yoktur. Bu, A llah'ın öteden beri gelm iş geç­
m işlere uyguladığı yasasıdır" diyerek Zeyneb'le Hz. M uham m ed'in (SAV) evlen­
m esini noksanlık olarak kabul eden m ünafıkların iddialarına cevap vermektedir.
İ.T.8 D iy a n e t dergisi, sayı l'd e n nak len  lûsi, T efsir'ul A lüsi, 23/179.
İ.T.9 F ah ru d d in R âzî, M efa tih 'ü l-G a yb , 26/197.
İ.T. 10 S ab u n î, S a fı’et'ut-Tefasir.

266

Youtube: Tanrı Mı Varmış


SO N U Ç

Kur'an'ı Kerim , A llahu Teala tarafından Hz. M uham m ed'e (SAV) indirilm iş
kutsal bir kitaptır. K ur'an’ı K erim 'de inanç ve ibadet esaslarının yanı sıra geçm iş
m illetlerden, P eygam berlerden, inanm ayanların başlarına gelenlerden bahsedi­
lir. B undan m aksat da insanların düşünm elerini sağlayıp yanlış hareket etm ele­
rini önlemektir. K u r’a n ’ı K erim 'de ahlaki özelliklerden de bahsedilir. Çünkü İs­
lam, insanın ahlaki özelliklerle donatılm asını amaçlar. B u am açlarla da soy te­
m izliğine büyük önem verir. B oşanm ış veya kocası ölm üş kadının hem en evlen-
m eyip belirli bir m üddet iddet beklem esi neslin birbirine karışm asını önlem ek,
tem iz olm asını sağlam ak içindir. A lla h ’ın dinini insanlara ulaştırm akla görevli
tüm P eygam berler gibi R asulullah da K u r'a n ’ı K erim 'deki ahlaki unsurları ken ­
di yaşantısında tatbik etmiştir. O nlar hakkında iddia edilenler kasıtlı yapılm ış,
çirkin, açıkça iftiradan başka bir şey değildir.
İlknur Tüzüner
K eçiborlu İm am -H atip L isesi Ö ğretm eni
32700 K eçiborlui İSPARTA

Tüzüner, "K ur'an'da 'İsrailoğulları' sık geçiyor diye, K ur'an'ın, baştan sona İs-
railiyyatla dolu olduğunu söylem enin çok yanlış olduğunu" yazıyor.
K ur'an, gerçekten de "İsrailiyyat"la doludur baştan sona. A m a, bu yalnızca
"İsrailoğullan"nın çok sık geçm esinden değil kuşkusuz. Böyle bir şey ileri sürül­
m em iştir. K ur’an'ın "Israiliyyat"la baştan sona dolu olduğu; hem "İsrailoğulla-
rı"nm sık geçiyor oluşundan, hem de "İsrailoğulları"nın yaşam larından, inançla­
rından, gelenek ve göreneklerinden bolca söz edişinden, bunlara, türlü boş inanç­
lara dayalı söylencelerden, oradan buradan derlem e öykülerine, m avallarına pek
çok y er veriyor oluşundan dolayı bir gerçektir. Y azılarım da anlatılm ış olan bu-
dur. Ve bu gerçek yok sayılam az, örtülem ez.
Tüzüner, "İsrailiyyat"ın ne olduğunu açıklam ak için önce bir sözlük anlam ı­
nı alıyor. Bu anlam doğrudur. A m a sonra bir de "ıstılah" anlam ını, yani sözcüğe
sonradan özel olarak yüklenen anlam ı alıp sonuca varm aya çalışıyor.
Ö nce şunu sorm ak gerekiyor:
"İsrailiyyat"a "ıstılah" anlam ını yükleyen kim , kimler, hangi "ulem a"?
Bu sözcüğün elbetteki b ir "sözcük" anlam ı yanında, bir de "ıstılah" denen
özel kullanım daki anlam ı olabilir. A m a bu "ıstılah" anlam ı, rastgele ve "keyfi"
olarak oluşturulm az ve sözlük anlam ından da büsbütün ilgisi kesilem ez.
Tüzüner, "ıstılah anlamı" deyip bir anlam a yer verirken, bunu nereden aldığım
belirten hiçbir kaynak göstermiyor. A m a ben, nereden kopya ettiğini belitteyim :
Tüzüner'in "ıstılah anlamı" diye yer verdiği; İslamcı çevreden Dr. Abdullah Ayde-
m ir'in, Tefsirde İsrailiyyat adlı kitabında aynen var. Aynı sözcüklerle.. . 16 Tüzüner,

16 A ydem ir, Tefsirde İsrailiyyat, D iyanet Yayınları, A nkara, 1979, s.6-7.

267

Youtube: Tanrı Mı Varmış


aynen alıp kendine maletmiş. Neyse haydi bunu bağışlayalım. Bu anlamı yanlış an­
lamış ya da bilerek, ilgisiz bir sonuca götürm üş, bir başka anlam oluşturm uş bun­
dan. "İsrailiyyat, uydurm a haber ifade ettiğine g ö re..." diyerek sonuç çıkarıyor.
O ysa "uydurm a haber", "İsrailiyyat" sözcüğünün ne sözlük anlamıdır; ne de her­
hangi bir "ıstılah"ta böyle bir anlam ın yeri vardır. Tüzüner, önce aynen kopya için
kullandığı görülen Aydemir'in söz konusu kitabındaki açıklamaları da görm ezlik­
ten geliyor, yok sayıyor. Söz konusu kitapta, "İsrailiyyat" üçe ayrılır: "Senet, m e­
tin bakım ından sağlam olan İsrailiyyat, zayıf olan İsrailiyyat ve uydurm a olan İs­
railiyyat" d iy e.17 B ir başka ayrım da şöyle yapılır: "İslama uygun olan İsrailiyyat,
zıt olan İsrailiyyat, susulup geçilen İsrailiyyat."18 Sözcüğün "ıstılah anlamı"nın
özeti, Tüzüner'in gösterdiği gibi, "uydurm a haber" olsaydı, Diyanet İşleri B aşkan­
lığı Y ayınlan'nda yer alan, bir İslam savunucusunun kitabında bu ayrım lar yapıla­
bilir miydi?
"İsrailiyyat, bence de "uydurm a haberler" den oluşuyor. Ama her "uydurm a
haber" için İsrailliyyat denem ez. K ur'an'daki "uydurm a haberler" içinde de "İsra-
iliyyat"tan olan vardır, olm ayan vardır.
T üzüner'in, Aydem ir'in kitabından kopya aldığı "ıstılah anlam ı” doğru kabul
edildiğinde, "İsrailiyyattan olm ak için ille de tefsirlerde bulunm alıdır" dem ek ge­
rekm ez. Bu anlam a göre de "İsrailiyyat" h er yerde buunabilir. "Tefsir"lerde de,
"h a d is le rd e de, "a y e tle rd e d e ... Var olduğu da bir gerçek. "Istılahi anlam " doğ­
ru sayıldığında, "K ur’an"ın baştan sona İsrailiyyatla dolu olduğu "sonucuna daha
kolay varılır. Çünkü, sözlük anlam ında "İsrailliyyat", yalnızca "İsrailoğulları'na
ilişkin" olanlardır. Yani "Yahudi kültür ve edebiyatı"nda olanlar, Yahudi inanç,
gelenek ve göreneklerinde yer alanlar, öyküler, söylenceler... B unların K ur'an'da
bolca bulunm adığını, gerçeği göz önünde bulundurabilen hiç kim se yok saya­
m az. "Istilah anlam ı"nı doğru sayarsak, "Y ahudiler'inkine bir de başkalarını,
"H ıristiyanlık dünyası"ndakileri ve ötekileri EK L EM EK gerekir. B unların
K ur'an'da bulunduğu da bir gerçek. O zam an, "Kur'an baştan sona İsrailiyyatla
doludur" sözü daha rahat söylenir.
Tüzüner, K ur'an'daki "İsrailoğulları'ndan söz eden kim i ayetlere yer veriyor.
H içbir şey olm asa bunlar bile, "K ur'an'da İsrailiyyat yoktur!" yargısına elverm ez.
T üzüner daha sonra "iddia edildiği gibi Y ahudiler (İsrailoğullan), K ur'an'a
göre en seçkin, en üstün toplum değildir" diyor. O ysa yazılarım da da belirtm iş
olduğum gibi, K ur'an'ın "Tann'sı, hiçbir yorum a gerek bırakm ayacak biçim de,
"İsrailoğulları'nı, âlem lere üstün kıldığını" duyuruyor. Bu duyuru, Bakara Sure­
si'nin 47. ve 122. ayetlerinde aynı sözcüklerle ve A 'râf Suresi'nin 140. ayetinde
yer alıyor. Bu, nasıl yok sayılabilir? K uşkusuz, K ur'an'da "Yahudiler"i eleştiren,

17 B kz. a ge, s.7-9.


18 Bkz. age, s.9-16.

268

Youtube: Tanrı Mı Varmış


kınayan anlatım lar da var. A m a bu, ayetlerde öyle bir duyurunun yer aldığı g er­
çeğini örtem ez. K ur'an'ın "Tann"sı Tevrat'tan aktarılm a olduğu için, ayetlerde İs-
railoğulları'nı "tüm âlem lere (toplum lara) üstün kıldığı"nm duyuruluyor oluşunu
yadırgam am ak gerekir. Yahudileri eleştirm e, kınam a ve Yahudi düşm anlığı; Ya­
hudilerle çatışm anın olduğu dönem lerin ürünüdür.Yahudi düşm anlığı nedeniyle,
"İsrailoğulları'nın âlem lere üstün kılındığını" duyuran ayetlere de birtakım zorla­
m alı yorum lar bulma çabası gösterilm iştir K ur'an yorum cularınca. A m a gerçek
ortada. Tüzüner, "İsrailoğullan'm n kendi dönem lerinde üstün kılındıklarının ha­
tırlanm ası isteği de, bu üstünlüğün belli bir zam anda olup bittiğini gösterir. Z ira
hâlâ sürüp devam eden şey hatırlanm az!" diyor.
Bu m antık doğru sayılacak olsa içinden çıkılm az bir sürü durum ve sonuçlar
karşısında kalınır:
D iyelim ki, sizinle arasındaki dostluğu anım sam anızı istiyor. Bundan, o dost­
luğun "bittiği", sürm ediği mi anlaşılacak?
 l-i İm rân Suresi'nin 103. ayetinde (D iyanet'in çevirisiyle) şöyle deniyor:
"Toptan A llah'ın ipine sarılın, ayrılm ayın. A llah'ın size olan nim etini anın:
D üşm andınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nim eti sayesinde kardeş ol­
d u n u z ..."
G örüldüğü gibi burada, seslenilen M üslüm anların "bir zam anlar düşm an ol­
dukları" anım satılıyor, bunun anım sanm ası isteniyor. Bu düşm anlık "bitm iş"tir.
B u, Tüzüner'in m antığına uygun. A m a yine bu ayette, bir başka şeyin anım san­
m ası daha isteniyor. "M üslüm anların, T ann'm n nim eti sayesinde dost-kardeş o l­
dukları". Bu da "bitm iş" m idir? Aynı m antığı kullanacak olursak, buna da "bit­
m iştir, M üslüm anların kardeş yapıldıkları anım satıldığı, bunun anım sanm ası is­
tendiği için M üslüm anlar artık kardeş değildirler, onların dostlukları bitip sona
erm iştir" dem em iz gerekir. Böyle diyebiliyor mu İslam ın savunucuları?
K ur'an'ın birçok ayetinde, "Tanrı"nm birçok nim eti" anım satılıyor, bunların
"anım sanm ası" isteniyor. "Bu nim etler bitm iştir" denebiliyor mu? Ö rneğin Fâtır
Suresi'nin 3. ayetinde:
"Ey insanlar, A llah'ın size olan nim etini a n ın ..." deniyor.
Şim di "M üslüm an insanlar", Tüzüner'in m antığını kullanarak, "Allah, bize
olan nim etini hatırlam am ızı istediğine göre, bu nim etler artık sürm üyor, sona er­
m iştir" diyorlar mı, diyebiliyorlar mı?
İlknur Tüzüner! G örüyorsunuz ya bir çıkm az karşısındasınız!
"Hz. D âvûd'un, kom utanlarından U riya'nın karısına âşık olup onu harbe gön­
derm esi, öldürülünceye kadar ön safta savaşm asını em retm esi ve sonra karısıyla
evlenm esi ididiaları asılsızdır ve yalandır" diyor. Ve kaynak olarak da, D iyanet
dergisini gösteriyor!
H em en belirtelim . Bunlar "yalan" olabilir elbette. Dahası, birçok "P eygam ­
b e r l e birlikte, tarihte "D avud Peygam ber, Süleym an Peygam ber" diye birileri-

269
Youtube: Tanrı Mı Varmış
nin yaşadığı da belki "yalan"dır, uydurm adır. Çünkü bunlar, bunların yaşadıkla­
rı, y aşam lan, öyküleri, birer "söylence"den öteye gitmiyor. Ne var ki K ur'an bun­
ların "m aval"larıyla dolu. K aynak "Tevrat" ve Yahudi kaynakları olduğu için,
K ur'an yorum cuları da sıkıştıkça bu kaynaklara başvurm uşlar, K ur'an'da kim i
yerde kısa ve kapalı deyim lerle geçen "kıssa"ların boşluklarını bu "m aval"larla
doldurm aya çalışm ışlardır. Olan, bu.
T üzüner "konunun aslı şöyledir" diyor ve anlatıyor. İyi am a "konunun as-
lı"nın o söylediğiniz olduğuna kanıtınız nedir? Yorumlarınız, şim diye dek biline-
gelen yorum lar. D aha doğrusu, bir kesim yorum cunun, "Kur'an"ı, İslam ı, çağdaş
bilim ve ahlak karşısında savunm a, kurtarm a çabasıyla girişm iş olduğu zorlam a­
lı yorum lardır. Ben kaynaklardakini, tem el kaynaklar göstererek sergiledim . Siz­
se "kaynak"(!) olarak D iyanet dergisini gösteriyorsunuz yorum larınız için. Bu,
"ciddilikten" uzak olm uyor m u? İm am -hatip okulundaki öğrencilerinize de D iya ­
net dergisini "kaynak" alarak ders veriyorsunuz? Sorm akta haksız m ıyız?
İlknur Tüzüner'in "Zeyd"e ve "Zeyd'in karısı Z eyneb"in M uham m ed'le olan
öyküsüne ilişkin "yorum "ları da aynı türden olduğu için üzerinde durm aya gerek
görm üyorum .

Sonuç

Y azdıklarım ortada ve "en sağlam " kabul edilen temel kaynaklara dayalı. Ç ü­
rütebilecekler varsa, buyursunlar bunları çü rü tsü n ler...

İm za D ergisine Yanıt

İm za dergisi Sorum lu Yazıişleri M üdürlüğü'ne


"A hm et K ekeç Bey'le m i görüşüyorum ?"
"Evet, benim."
" B en Turan D ursun. D erginizde, benim le ilgili yazı yazm ışsınız. O nu görüş­
m ek istiyorum ."
"Evet efendim ."
"N edir bu aşağılam alar, yalanlar? diye sorm ayacağım . Çünkü bunlar sizler-
den beklem ediğim şeyler değildir. G erekli cevabı da vereceğim . Am a yazılardan
özellikle birinde, şim diden m erakım ı giderm ek istiyorum . B ir 'esans, ayakkabı­
lık ve halı talim atnam esi' varm ış; bunun altında benim im zam bulunuyorm uş!!!
N ed ir bu, söyler m isiniz? İçtenlikle söylüyorum , öğrenm ek istiyorum . N edir bu
'talim atnam e'?"
"İsterseniz sizinle görüşelim ."
"G örüşelim de şim di 'm erak'ım ı giderem ez m isiniz? N edir bu?"

270
Youtube: Tanrı Mı Varmış
"Efendim , ben 'm izah' yazarıyım . B iliyorsunuz, m izahta biraz abartm a olur."
"İyi am a bir şey olursa abartılır, olm ayan şey nasıl abartılır? G erçekten var mı
böyle bir şey? Ben de şu Turan D ursun'u tanıyayım ?"
"G örüştüğüm üz zam an m erakınızı gideririm ."
A hm et K ekeç'le telefon görüşm em iz uzunca oldu. G irişse aşağı yukarı böy-
leydi. Pazartesi, 2000'e D o ğ ru d a bulunacağım ı söyledim ve görüşm eyi kararlaş­
tırdık.* A hm et K ekeç, "kekelem e"den baka’ım neler söyleyecek bana?
"İm ana zincirli olm ayan akıl ve bilim in böyle şeylerin (m ucizenin) olabilece­
ğini kabul edebileceği düşünülebilir mi?"
”M izahçı"(!) K ekeç benim bu tüm cem i alm ış. Turan D ursun denen herifi hem
"dil" ve "yazım ", hem de düşünce alınında vurm ak için, ayrıca ve ilgi çekecek bi­
çim de başa dizdirm iş.
Sorm ak ve öğrenm ek istiyorum :
- Ey "dilbilgisi" ustaları! Ey söz ve imla uzmanlan! Lütfen söyler misiniz ön­
ce? Benim bu tüm cem de dilbilgisi kurallanna aykın bir şey bulabiliyor m usunuz?
Eğer siz bulam ıyorsanız bilesiniz ki, "mizah" ustamız(!) "dilbilgisi" alanında da
nasıl usta(!) olduğunu, "ülküdeş"lerine gösterm ek için, tüm cem deki aykm lığı bu­
luyor ve gösteriyor. Başına "Turan diyor ki" yi koyduktan ve alıntıya yer verdikten
sonra ayraç içinde şöyle diyor: "Turan, noktalam a, dilbilgisi türünden gereksiz ay-
nntılarla uğraşm adığı için, sevabına ben düzelttim . Turan Dursun sağ olsun, var ol­
sun ve de tuttuğu altın olsun da, şu Türkçesine bir çekidüzen versin inşallah".
K ekeç, benim tüm cem in neresini m i düzeltm iş?
B elirtiyor: Tüm cem deki "edebileceği" sözcüğünü "yanlış" bulup "etmesi" d i­
ye düzeltm iş. G ördünüz m ü "usta"yı?!
Telefonla olan görüşm em izde sorm uştum kendisine:
- Bu düzelttiğiniz sözcük hangi yönden yanlış? Hangi yönden "dilbilgisi" ku­
ralına ters?
- Yani cüm le düşük.
K ekeç, "cüm le" de hem "düşüklük", hem de bu düşüklüğü "im la"ya aykırı
bulm uştu.
- O lur m u kardeşim ? Tüm cem de "edebileceği" yerine elbette ki "etmesi" de
kullanılabilirdi. A m a bu, anlatılm ak isteneni anlatm azdı ki! B urada ne "cüm le
düşüklüğü", ne de "im la"ya ay k ın bir durum var. A ynca bir şey daha söyleyeyim :
Ben, "T ürkçe"ye, "dilbilgisi"ne de son derece önem veririm .
Bu alanda bir "yanlış"ım ı bulup gösteren olursa teşekkür edeceğim i, "m innet­
tar" olacağım ı da söyledim . Buna, "Türkçe' yi ve "dilbilgisi"ni de bir "uzm anlık"
alanı olarak seçtiğim i ekledim .
Ve kafam da bir "merak" daha oluştu: Seslendiği kitlenin anlayam ayacağı ki­
m i sözcükleri de araya sokuşturarak bilgiçlik gösterisinde bulunan ve sarhoş et-

* A h m et K ek eç'le ik i u y gar insan olarak g ö rüşüp, konuştuk.

271

Youtube: Tanrı Mı Varmış


tiği sözlerinin kafasını o taşa bu kayaya vurarak kırıp döken bu efendi, söz konu­
su "yanlış"ı bulurken ölçü aldığı "dilbilgisi" kurallarını kim lerden ve nerede öğ­
renm iştir? Telefon görüşm em izde bunu öğrenem edim .
U zun telefon görüşm em izde, K ekeç'in yazısındaki yalanlar üzerinde de dur­
dum .
"B akın kardeşim , nasıl derlem işsiniz, size kim bilgi verm işse, yazınızda bir
sürü yalan var."
"Yazın, konuşalım , seve seve düzeltiriz. M addi bir hata varsa düzeltiriz."
K ekeç, "insan hakları"na bağlı olduklarını ve kendi cevap haklarını da saklı
tutarak yapacağım açıklam aya yer vereceklerini söylüyor, söz veriyordu.
"Ö rneğin dokuz çocuğum olduğunu söylüyorsunuz. Yok kardeşim ."
"Yani dokuz çocuğunuz yok mu?"
"Yok!"
"Kaç çocuğunuz var?"
"Üç. Yalnızca üç çocuğum var."
K ekeç şaşkınlık gösterm işti ya da bana öyle gelmişti.
"Yaşar K em al'in rom anım dan çaldığını açıkladığım ı da yazıyorsunuz, bu da
yalan."
"R om an yazm adınız mı"
"Yazdım."
"G ötürüp Yaşar K em al'e verm ediniz mi, okutm adınız mı?"
"Evet, Yaşar K em al'e verip okuttum ; doğru. Yaşar K em al'le ben gidip tanış­
m adım , o gelip benim le tanıştı. Dr. Y ıldırım A ktuna evim e getirm işti onu. Ve
evim de tanışm ıştık. A ktuna'ya sorabilirsiniz. Konuştuk, sonra rom anım ı verdim ,
okudu. A ktuna'ya telefonla beğendiğini de söylem işti. Yaşar Kem al'in 'rom an d e­
ğil' dediğini söylüyorsunuz. Olabilir. Benim için rom an olup olm am ası önem li
değil. Ben rom an ustası değilim . Rom an benim alanım da değil. Ö yle olunca Ya­
şar K em al'in benim rom anım dan çalıp rom an yazm ası da söz konusu olam az."
Yazıda, "Kur'an A nsiklopedisi projesi"nden de söz ediliyor. Sonra "...M e h ­
m et Barlas'la görüşerek eserinin G üneş gazetesinin ram azan eki olarak yayınlan­
m asını ('yayım lanm ası' olacak. T.D.) sağladı" deniyor. Bu da yalan olduğu için
bunu da anım sattım . Kur'an A nsiklopedisi için M ahm et B arlas'la gerçekten gö­
rüşm üştük, am a ram azan eki için filan değil. G üneş Yayıncılık'ta ansiklopedi ola­
rak yayım lam ak için. K ur'an A nsiklopedisi’nin tüm ciltlerinin (14 cilt) yayım a
hazırlanm ası işi bitm işti. G üneş Yayıncılık, "holding" çatısı altına girince bağlan­
tı da kesilm işti. Bunu anlattım özet olarak.
K ekeç, bir çeşit "kekem e" olarak "Politzer" deyip duruyor yazıda. Beni yol­
dan çıkardığı için "katil" Politzer'm iş! Onu bana okutturup kanım a giren de A b­
dullah Y ılm az'm ış.

272

Youtube: Tanrı Mı Varmış


"N ereden çıkarılıyor bunlar? Ben sol yayınlarla taa 1965 yılında tanıştım . Po-
litzer'in kitabı da bunların arasındaydı. Bunu ben yazdım . Bana bu yayınları ta­
nıtan, okutan kişinin adını da yazdım açıkça."
G erçekten Politzer'in, Felsefenin B aşlangıç İlkeleri'ni ta o zam an okum uştum
ve o sırada yine "im an"lıydım . Benim "im an"ım ın sarsılm asında sol yayınların
en küçük etkisi olm am ıştı. Bunu hep belirtirim . Beni "dinsiz" yapan, "din"in ken­
disidir. Bu konudaki araştırm alanm dır. Y alanlan, sahtelikleri yakalam am dır. Ve
başta İslam ve Yahudilik olm ak üzere, tüm dinlerin, insanlığın zararına olduğu
konusunda kesin bilgi edinm iş olmam dır. B unu da hep belirtegelm işim dir.
K ekeç'le olan uzun telefon konuşm am ızda, benim yazılarım ı da ele aldık. Ke-
keç’in, benim yazılarım da, "tartışm aya değer bir yan" bulunm adığını, benim ya­
zılarım ı anlam adığını söylem esine de "Bu, sizin sorununuz. Benim yazılarım ı
anlayanlar da var" anlam ında karşılık verdim . Yeri geldi; yazım daki kaynakları,
" a y e tle ri, " h a d is le ri herkesle tartışabileceğim i söyledim . K ekeç, bunun, kendi­
sine düşm ediğini, ilgili "üstadlar"a düştüğünü söyledi.
"D em okrasi" üstüne, "insan haklan" üstüne konuştuk.
"B ana, inancım a saygı duyuyor m usunuz?"
"Size 'insan' olarak saygı duyabilirim . A m a inancınıza, dininize saygı duy­
m am . Din, karanlıktır, kötülüktür, işkencedir. B unlaraysa saygı duyulm az bence.
A dam öldüreni ve adam öldürm eyi anlarım . Dini ve dine inananı da anlanm .
B unlara kin duym am . A m a saygı duym ak başka şey. Kötülüğe, ilkelliğe ve sa­
hiplerine saygı duyam am ."
B öyle anlatm aya çalışm ıştım . N e ki, anlatabilm iş m iydim 'm izah' ustasına?"
K ekeç, "hangi zem inde" benim le konuşulup tartışılabileceğini sordu. Şuydu
karşılığım :
"D ürüstlük. 'Zem in', dürüstlük olm alı. N e var ki siz yalanlarla karşım a çıkı­
yorsunuz. A leviliğim ileri sürülm üştü, olm adı. A dım ın altında 'M ehm et' olduğu,
'M ehm etçiğe ve M uham m ed’e düşm anlığım 'dan dolayı bu adı kullanm adığım
ileri sürülm üştü. O ysa ne kütüğüm de böyle b ir adım olm uştu, ne de böyle bir ad­
la çağrılm ıştım . Siz de başka yalanlar uyduruyorsunuz."
İm za dergisinin sorum luları, ilgilileri ve de "bilcüm le İslam cılar"! İyice bilin!
B ilin ve unutm ayın ki ben, yüzyılların doğurduğu bir "ölüm"üm! İslam m , tüm
dinlerin, " ta b u ’ların, sonuçlan bugün ve yarın görülecek olan ölüm üyüm . Ç ıkar­
ları "din karanlığı" üstüne kurulu olanlar, bu karanlıktan türlü biçim de yararla­
nanlar, tüm karanlık böcekleri benden korksunlar. Ne "im za"lı, ne de "im za"sız
yalanları beni yıldırabilecektir. K orksunlar elim deki "ışık"tan. B ir "m um ışı­
ğ ı n ı n bile koca bir oda karanlığını nasıl parçaladığını anım sasınlar. Binlerce yıl­
lık ilkelliklerin, yalanlarla örtülüp piyasalara sürüldüğü "im an"ın kafalardaki,
duygulardaki "zincir"lerinin elbette ki bir gün sonu gelecektir.

273

Youtube: Tanrı Mı Varmış


K ekeç'in yazısında "2000'e D oğru dergisinde yüklü teliflerle aylık" aldığım
da yazılı. 2000'e D o ğ ru d a n açtığım ve bu derginin ilgililerinin de tanık oldukla­
rı telefonla da belirttim . Benim bu dergiden aldığım para, "asgari ücret" düzeyin­
de çok kom ik bir paradır. M erakınızı giderm ek için açıklıyorum bunu. Teori der­
gisinde de yazıyorum . H er sayısında kim i zam an 20 sayfadan fazla yazılarım çı­
kıyor. B iliyor m usunuz buradan ne kadar para alıyorum ? Yine m erakınızı gider­
m ek için belirteyim : Yalnızca 50 bin T L alıyorum her sayısındaki yazı karşılığın­
da. İşte "yüklü telifler" böyle! D ar gelirli olageldim ve yine dar gelirliyim . A m a
kom ik ücretler karşılığında yazılar yazıyorum . Siz bana sütunlarınızda yer verin,
size de yazayım . H em de "ücretsiz" olarak. K arşıtlarını da yayım layın. O lur mu?
Yine K ekeç'in yazısında "takiyye" yaptığım yazılıyor. Ve şöyle tanıtılıyorum :
"Ö nce solcu, sonra sağcı, sonra tekrar solcu olan h o c a..."
Size fırsat veriyorum . Eğer bunu kanıtlarsanız, kam uoyuna "onursuz" (şeref­
siz) biri olduğum u duyuracağım . B uyurun kanıtlayın.
En azından iki şeye hiç m i hiç gücünüz yetm eyecektir: Bir, çıkarcı olduğum u,
b ird e "soldan sağa, sağdan sola" döndüğüm ü. "Sağda"yken, düşünce dünyam da­
ki gelişm eler nedeniyle "solda" yer aldığım doğru. A m a hiçbir zam an yeniden
"sağda" y er alm adım . G üçlü İslam cı kesim den önem li "maddi teklifler" aldığım
halde. R âbıtatu'l-Â lem i'l-İslam i'nin güçlü adam ı Dr. Sâlih Ö zcan'ın adam ı oldu­
ğunu söyleyenlerden ve b aşk aların d an ...
"Takiyye", kullanılan anlam ıyla "olduğu gibi görünm em e, göründüğü gibi ol­
m am a" dır. B ir başka sözcüğüyle de "hud'a". Bu, yalnızca İslam cılar ve de
"şeriatçı M arksistler"in kullandıkları yöntem dir. "Peygam beriniz M uham m ed"in
yöntem idir. "Harb hud'adır (hiledir)" diyen, bu yöntem i kullanan ve "tavsiye"
eden odur.19 Ben kaynakları böyle gösteririm işte K ekeç efendi! Senin ya da üs-
tadlarının gücü çürütm eye yeter m i?) B ense son derece aşağılık bulduğum bu
yöntem i hiç kullanm adım . "Dinsiz, im ansız" olduğum günden başlayarak bunu
açıkladım . TRT'de "dinsel yayınlan" yapıp yönettiğim zam anlarda da, bunu söy­
lediğim ve bu program larda laik kişileri de konuşturduğum için bu program lar­
dan alındım . "Din ve Ahlak" program ında, "ahlak"ın, "genel ahlak"ın ne olduğu­
nu anlatm aları için anayasa profesörlerini, hukukçuları da çağırıyor ve konuşm a­
larına yer veriyordum . 1961 A nayasası'nın 11. m addesine, özgürlüğü sınırlayan
arasına "genel ahlaka ay k ın olm am a"yı da koym uşlardı. Bu anayasayı yapanlar­
dan Prof. Dr. İlhan A rsel'i, Prof. Dr. M uam m er A ksoy'u, öteki hukukçulardan
Prof. Dr. Faruk Erem 'i, Avukat H alit Çelenk'i çağırm ış, bu "genel ahlak"ın ne ol­
duğunu, hangi am açla A nayasa'ya konulduğunu anlatm alarını istem iştim . Ve an­
latm ışlardı. Zam anın "solcu" geçinenleri bu program ın yayım ına engel olm a ça­
bası gösterdikleri halde, yayım lam ayı başarm ıştım . K arataş dönem inde "dinî ya­
yınlar" da prodüktör niteliğini taşıdığım halde, işten atılabileceğim i bile düşün-
19 B uhârî, e ’s-Sahîh, K itabu'l-C ihad/157; M ü slim , e ’s-Sahîh, K ıtab u 'l-cih ad /1 9 , hadis no. 1740; E bu
D avud, S ü n en , K itabu'l-cihad/101, h adis no. 2636, 2637.

274

Youtube: Tanrı Mı Varmış


m eden ve son derece zor geçinen bir m em ur olduğum halde bir ajansa dem eç
verdim ; benim dışım da hazırlattırılan dinî program larda "şeriat propagandası"
yaptırıldığını kam uoyuna duyurdum . C um huriyet gazetesi de birinci sayfasında
yer verm işti açıklam am a.20
TRT'de bugün 2000'e D o ğ ru d a k i yazılarım ın benzeri türünden, İslam cıları
çıldırtan yayınlar yapıyordum bu program ım da: "B aşlangıcından Bu Yana İnsan­
lık" program ı. D iyanet İşleri'nin "Din İşleri Y üksek K u ru lu n ca karar alınm ış ve
bu program ın "durdurulm ası", benim de "atılm am " istenm işti ilgililerden.
TR T'nin "solcu" geçinen kim i ilgilileri de bu isteği yerine getirm işti. A m a dizi­
den birçoklan yayım landıktan sonra başarılabilm işti bu. O program ın altına "ya­
yım lanm az" im zasını koym a yürekliliğini gösterem eyen kim i TRT ilgilisi de
program dan birkaç m etni, M H P'lilerin çıkardığı D evlet dergisine verm işler ve bu
dergide " h e d e f1 gösterilm em i sağlam ışlardı.
Özet: Ben "çıkarcı" olm adım ; ben "ikiyüzlü" olm adım , ben bilinçlendikten
sonra seçtiğim ileri dünya görüşünden dönm edim .
K ekeç'in yazısında: "1989 devrim i olarak nitelenen D oğu Bloku'ndaki değişim ­
lerle Turan'ın K em alist ve sosyal dem okrat olarak ortaya çıktığını görüyoruz" de­
niyor. İyi am a nerede "görüyorsunuz"? Lütfen bunun belgesini bir açıklar m ısınız?
Ben size, bunun da yalan olduğunu belirteyim . Ben "Kem alist" değilim . Hiç
de olm adım . D ahası 1989'da "K em alist'lere çok ağır bir m ektup yazdım . B elge­
si elim dedir. B iliyor m usunuz ki ben "A tatürkçü" de değilim . O lam am d a ... A na­
yasayı anayasa olm aktan çıkaran bir hükm ü, "zorunlu din dersleri"ni, 1982 A na-
yasası'na koyan, koydurtanlar da "A tatürkçü" olunca ben nasıl A tatürkçü olabili­
rim ? Haa, şunu da belirtm eliyim : A tatürk, benim için gelm iş geçm iş üstün nite­
likli kişilerin, devlet adam larının başında gelir. O nun dönem inde yaşayıp, onun­
la tanışm ış olm ayı çok isterdim . O, bu toplum u kendi deyim iyle "Arap dininin
(bkz. A fetinan, M edenî Bilgiler, s.364-365) baskısından "reaya"dan, yani "sürü-
ler"den biri yapılm ışken kurtarıp çağdaş bir toplum durum una getirm ek istem iş­
ti. A m a yazık ki, sonradan olanlar oldu ve işte sizin gibi ürünler verdi bu ülke.
Şim di siz, derginizde "Şeyh Said"i "rah m ef’le, "gıpta"yla (s. 17) anıyorsunuz.
A nın bakalım . K üçük büyük "üstad"larım z, "m uhterem "lerinizle birlikte. "Fa-
tih"lerinizi de "Fatihçik"lerinizle anın. Siz anın, siz de bir türlü anılacaksınız. K a­
ranlıklar üstüne nasıl kurulduklarınızla ve gelecek kuşaklarca anılacaksınız.
Şim di size düşen, benden özür dilem ektir. Ve bu yazıyı derginizin ilk çıkacak
sayısında yayım lam ak. Yoo hayır, bunu sizden bekleyem em !
Teori
A ğustos 1990, yıl 1, sayı 8

20 C u m h u riyet, 19 E ylül 1976.

275
Youtube: Tanrı Mı Varmış
M EK TU PLA R VE YANITLARI

Turan D ursun'un aşağıdaki yazısı, öldürülüşünden önce eline geçen son m ek­
tuplara verdiği yanıtlardan oluşuyor.

B ilindiği gibi bu dizide, "Kutsal K itapların K a y n a k la rın d a n "Kur’an'ın K ay­


n aklan" yer alıyor. M ektuplar da geliyor bu arada. Bunlardan üçü, karşılıklany-
la birlikte yayım lanacak. İkisi iki öğretm enden. Ö ğretm enlerden biri em ekli,
öbürü K eçiborlu İm am -H atip Lisesi Ö ğretm eni. Bu iki öğretm enin m ektubu, iki
örnek olarak ele alınm ıştır. B inlerce benzerinin İslam , insan, evren konusundaki
bakış açısını sergilediği için önem lidir. Ö ğrencilerine neleri, nasıl öğrettikleri,
çarpıcı biçim de yansıyor.

E m ekli Ö ğretm en A hm et H am di G üler'in M ektubu

M ektubundan anlaşıldığına göre, A.H. G üler Am asya'da Yeşilırmak adlı gaze­


tede "Kur'an'ı Kerim'i eleştiren Teori dergisine Reddiye" başlıklı yazılar da yazıyor.
İslam dünyasında "Reddiyye" geleneği ünlüdür. Zaman zaman İslam "kahra-
m ari’ları çıkar ve kimi "kâfır"lere "reddiyye"ler yazar ve "hadlerini bildirir". A nla­
şılan bizim emekli öğretm enim iz de bu yolun çekiciliğine kapılıp heveslenmiş.
Şimdi burada, m ektubuna olduğu gibi yer verilecektir. Tüm yanlışlar da kendisi-
nindir. Yani hiçbir şeyine dokunulmamıştır. Ancak cevap için araya girilecek.
A.H. G ü le r- İslam dinini ve K ur'an'ı K erim 'i eleştiren Turan D ursun'un der­
ginizin 4, 5, 6. sayılarında yayınlanan yazılarına topluca reddiye m ahiyetinde c e ­
vap vereceğim ve verm eye de devam edeceğim .
T. D u rsu n - Bu bir tümce. Bu tüm cede bir sürü yanlış göze çarpıyor. T üm ce­
nin kendi kuruluşu yanlış. Ayrıca "im la (yazım )" yanlışları. D aha başlarken ve ilk
tüm cede görülen bu tür yanlışlar, "em ekli öğretm eri'im izin m ektubu boyunca sü­
rüp gidecek. Bunun altını çizm ek gerekm ez mi?
A.H. G ü le r - 1. Sivas M üftülüğü'nden ayrılan Turan D ursun "Pireye kızıp da
yorgan yakan insan" m isali gibi dengesizce yazılar yazıyor. D ünya nüfusu 5.3
milyardır. Bunun 1.2 m ilyarı M üslüm andır. Turan D ursun sen, 1.2 m ilyarda bir­
sin. Yani kabaca Sonsuzda birsin. D aha doğrusu SIFIRSIN. K alkm ışsın 1.2 m il­

276

Youtube: Tanrı Mı Varmış


y a r M üslan kitlesinin K âbe’ye doğru akışını terse çevirm ek cüretini Selm an R ü ş­
tü ve R eşat H alife gibi gösteriyorsun. M enfi uğraşların nafile hele m ateryalizm
felsefesin in çökm ekte olduğu şu günlerde.
T. D u rsu n - Şu birkaç satırdaki yanlışları sayabilir m isiniz? "Em ekli öğretm e­
nim iz bunca yanlışı bir arada yapm ayı nasıl başarm ış?" diye düşünm ekten ken­
dini alam ıyor insan. Em ekli öğretm enim iz yanlışlarını bir kez bile okuyup gör­
m e olanağını bulam am ış mı? Ö ğrencisi bu yanlışlardan bir ikisini yapm ış olsay­
dı ona kaç num ara verirdi? Yoksa bu yanlışları kavrayam adığını mı düşünelim ?
Ve bunlar sürüyor.
B unca yanlışı yapanın "dünya nüfusu nu, şu ya da bu idelolojiyi değerlendi­
rebileceği kolay kolay söylenebilir mi?
B enim ”sıfır"lığım a gelince:
"Sıfır" olarak nitelenm em um urum da değil. A m a em ekli öğretm enim iz beni
böyle gördüğüne göre bana "reddiye" yazm a gereğini niye duyuyor?
Ben bir "sıfır" değil; belki de "ölüm "üm . İlkel düşüncenin, "tabu"ların, özel­
likle de "din tabusu"nun ölüm üyüm . Ya da karanlığa tutulan ışığı elinde bulun­
duran kişi.
A.H. G ü ler- 2. Teori dergisinin 6. sayısında "Dinsizim" diyerek övünüyorsun.
Aklı olm ayanın Dini olmayacağına göre Turan Dursun aklından zorun var galiba.
T. D u rsu n - Yalan ve yalancılıkta tarih boyunca yarışagelm iş olan İslam dün­
yasında, uydurulan nice hadislerden biri de 'aklı olm ayanın dini de yoktur' anla­
m ındaki sözdür.1 "Aklı olm ayanın dini" var mı, yok m u, bunu bir yana bıraka­
lım. "A klı olanın dini" olur m u ya da "dini olanın aklı" var mı; onun üzerinde dü­
şünelim . Bence, "im a n 'la bozulm adık bir aklın sahibinde, eğer bu aklı gerçek an ­
lam da kullanarak ve araştırm a yaparak her şeyi değerlendirm e çabasını göster­
m işse kolay kolay "din" bulunm az. "Dini olanın aklı"na gelince, bence "im anla
prangalanm ış bir akıl"dır bu. G elelim benim 'aklım dan zorum un olup olm adığı'
konusuna. A.H. G üler'in, 'dinsizliğim ' nedeniyle beni "aklından zoru olan bir k i­
şi" olarak görm esini anlıyorum . A m a şim di konu bu mu?
A .H . G ü le r- 3. Teori'hin 4, 5, 6. sayılarında P eygam berim ize Hz. kelim esini
çok görerek M uham m ed diyorsun. H albuki A ğrı'da (Tutak) din görevlisiyken ve
M üftülüğünüz zam anında hutbelerinizde kim hilir kaç defa Hz. M uham m ed keli­
m esini çok kullandınız hem de yıllarca. Babanız sizi sapıklıkla hitap ettiğini ve
bedduasını aldığınız belli. Senin sonun karanlık Turan Dursun.
T. D u rsu n - "Tanrı" ile "insanlar" arasında aracılık yaptığını ileri sürerek o rta­
ya çıkanlar, ilkel dönem lerin ürünlerini sergileyegelm işlerdir. Yalanlarla örülü
karanlıklar nedeniyle de m ilyonlarca insanı çevrelerinde toplam ayı başarm ışlar­
dır. Ç ıkarları aynı karanlığa dayalı olan güçlüler de bu geleneğin sürm esinde et-

1 U y d u rm a old u ğ u nu görm ek için bkz. A li el K âri, et M a s'n u '. B eyrut, 1984, s.207. hadis no. 398;
A clu n î, K e şfu ’l-H afa, B eyrut, 1985, s.486, hadis no. 3065.

277
Youtube: Tanrı Mı Varmış
kili olm uşlardır. M uham m ed de bu gelenek içinde nicelerden biridir. O na "haz­
ret" dem ek zorunda değilim . D ahası, böyle dem eyi kendim için bağışlanm az bir
şey sayarım . K aldı ki, "hazret", çok sonraki dönem lerin bir uydurm asıdır. M u­
ham m ed'in kendi dönem indekiler, o dönem deki M üslüm anlar bile ona 'hazret'
dem em işlerdir. Esasen onun dönem inde, ona gerçekten inanm ış kişilerin bulun­
duğu bile tartışılabilir. A m a yeri burası değildir. A.H. Güler, "sonum u karanlık
görüyor". Böyle görm esinde, bence bir sakınca yok.
A.H. G ü le r- B ir gün A tatürk bütün ilim adam larını topluyor ve: "Dünyanın
en büyük insanı kim dir?" diye soruyor. B irkaçı: "Sizsiniz" diyorlar verdiği cevap
hayır. M ete, Atila, F atih, W ashington, C hurchil.. .vs. Hep cevaplara A tatürk ha­
y ır cevabını veriyor Ve kendisi açıklıyor. "Dünyanın en büyük insanı Hz. M uham ­
m ed" dir. Sebebini şim di nüfusa göre açıklayalım . 1.2 m ilyar M üslüm anın ya rısı­
nın nam az kıldığını kabul edelim. 0.6 m ilyar bunu günde B eş Vakit N am azla çar­
parsak 3 m ilyar eder. Yani günde Hz. M uham m edin ismi 3 m ilyar defa anılıyor.
B undan daha büyük kim se olabilir m i? 1985 yılında A m erikalı İlim adam ı M ic-
hael H art, D ünyanın en büyük insanını bilgisayarda seçm eye karar veriyor. Yüz
insanı bilgisayarın hafızasına program layarak kaydetti. Bu program lam a 2 ay
sürdü. İlim adam larının huzurunda m erakla netice beklendi. Tuşa basıldığı za­
m an yine Hz. M uham m ed en büyük insan çıktı. Bazı itirazlar yapıldı. P rogram ­
lam ayı, bu itiraz edenler yaptı? Yine tuşa basılınca değişm eyen aynı büyük isim
çıktı. Bunu iyi öğren Turan Dursun.
T. D u rsu n - "A tatürk bütün bilim adam larını toplam ış!"
Ne zam an "toplam ış"?
"Bir gün"(!)
A tatürk "dünyanın en büyük insanı kim dir?" diye sorm uş(!) ve herkes bir kar-
şıklık verirken A tatürk'ün kendisinin verdiği karşılık da şuym uş: "D ünyanın en
büyük insanı H azreti M uham m ed". Böyle dem iş(!) Atatürk!
İslam cı em ekli öğretm en. A.H. Güler, bir paragrafta, bir satırda bile görülen
türlü yanlışlar içinde, dilbilgisi kurallarının "başını gözünü kırarak" bu öyküye
y er veriyor, bunu bir gerçek diye sunuyor. A m a kaynak gösterem iyor. G östere­
m ez d e ... Çünkü bu, kocam an bir yalan. İşte İslam cılar böyle yalan söylerler ve
böyle yalan söyleyerek kitleleri kandıragelm işlerdir.
Burada, M uham m ed için "en büyük insan" dediği ileri sürülen A tatürk, M u­
h am m ed i "Arap Peygam beri" diye tanır. İslam için de "Arap dini" der. Ve bu di­
nin, toplum lara zararlı olduğunu, özellikle de Türklerin ulusal kim likleri için hiç
iyi olm adığını, "milli his ve h eyecanlannı uyuşturduğunu kendi el yazısıyla ya­
zar.2 Aynı A tatürk'ün M uham m ed'i "dünyanın en büyük insanı" diye tanıtm ış ola­
cağı düşünülebilir mi?

2 P rof. Dr. A. A fetinan, M ed e n î B ilg iler ve M . K e m a l A ta tü rk'ü n E l Y azm aları, A nkara. 1988, s.364
v e öt.

278

Youtube: Tanrı Mı Varmış


D ünyada şu kadar "m ilyar M üslüm an" bulunduğu da bir başka tür yalan. T ür­
kiye'nin "nüfusunun" -n ü fu s cüzdanlarına b ak ılarak - "şu kadarının yüzde
99'unun M üslüm an olduğu" yolunda ileri sürülegelen sav gibi. Kaldı ki, "dünya
nüfusunun yüzde 99'u M üslüm an" olsaydı bile aklı başında olan bir insan, ken­
disini M üslüm an olm ak zorunda görm ezdi. Ö yle görünüyor olsa b ile ... Çünkü
dünyadaki insanlar, "İki kere iki ondur" deseler, aklı başında bir insanın da bu­
nun böyle olduğuna inanm ası gerekm ez. İşte bir kez daha açıkça belirtiyorum :
Ben dinsizim ve dinsizliğim le övünüyorum . Ve biliyorum ki daha güzel dünya­
da insanlar ya tüm üyle ya da bugünkünden daha büyük bir oranda dinsiz olacak­
tır. İnsanların özgürlükleri, insanca yaşam aları, çok büyük bir ölçüde dinden
arınm ış olm alarına bağlıdır.
A.H. G ü ler- 4 Aralık 1987 yılında Reagan ile zirvede buluşmaya giden M icha-
el G orbaçov SSCB Havaalanında yüksek predzidyum üyelerine: Allah yardım cınız
olsun diyor.3 Demek ki bir insan fikren Allah'ı inkâr etse dahi kalben edemiyor.
Çünkü, kalbin sol kulakçığında Arapça olarak "ALLAH" yazısı olduğunu O peratör
D oktorlar bilirler. A rapça A L LA H = 0 demektir. Baştan bir harfini " E lifin i alırsak
L 1 L L A H -0 Lillah'ın tekrar baştan bir harfini "LAM "\m alırsak "LE H Ü = 0" tekrar
Lehü'nün baştan bir harfini "Lam"ını alırsak "H U = 0" m anasına gelir.
T. D u rsu n - B unlar abuk sabuk şeylerdir. Ü zerinde durm aya gerek görm üyo­
rum.
A .H . G ü le r- K âinat küresel, gezegenler, güneş, atom ve canlı hücreler hep
küresel. Elektron, proton, nötron, pozitron, m etzotron, nötrino vs. küçük p a rç a ­
cıklar hep küreseldir. Yukardaki saydıklarım ız A lem lerin çizdikleri yörüngeleri
E lips yani O ’dur. B ir küreyi (K arpuzu) nereden kesersek keselim. H ep O çıkar
Yüce A llah G üzel ism in i her zerreye işlemiştir. G orbaçov ve onun Rusyası A lla h ’ı
ararken sana ne oluyor Turan D ursun. Tersine m i gidiyorsun?
T. D u rsu n - B ir sürü bilgiçlik taşlanırken yine sözcükler, deyim ler yanlış kul­
lanılıyor. Yine dilbilgisi kuralları hiçe sayılıyor. D aha doğrusu bu kuralları bilm e­
diğini ortaya koyuyor em ekli öğretm enim iz. Ve yine abuk sab u k lar... Ve soru­
yor: "G arboçov ve onun R usyası A llah'ı (A llah'tan sonra kesm e im i konm alıydı.
T. D .) ararken sana ne oluyor Turan D ursun. (N okta değil, soru işareti konm alıy­
dı. T. D.) Tersine mi gidiyorsun?"
B elirtm em gerekeni daha önce belirttim . Bu soruda yer alan, yalan değil ger­
çek olsaydı bile, kendim i aynı çizgiye koym azdım . Ben, gittiğim yolun ve insan­
lığın tüm üne önerdiğim dünyanın ne olduğunu biliyorum.
A .H . G ü le r- 5. "2000 Yılına D oğru" dergisinin 13 M ayıs 1990 tarihli 46-47
sayfasında "Din B ilgisi ve M ektuplar" bölüm ünde resminle seni tanıdım. Turan

3 M illiyet gazetesi, P a za r İla vesi H aftaya B akış dergisi, 12-18 A ralık 1987, sayı 60, s .18; Y üzyılın
A nlaşm ası.

279
Youtube: Tanrı Mı Varmış
D ursun. O rada yandaşlarına fe lse fe c i Cem il Sena O n g u n u n "Hz. M uham m ed'in
F elsefesi" kitabını kaynak olarak gösteriyorsun ve çok yavaş okunm asını tavsiye
ediyorsun. B ir dahaki yazında ona ait "Bir F elsefeciye Reddiye" başlıklı ya zım ­
la cevap vereceğim. Yeter ki bu yazdıklarım ı ve bundan sonraki yazacaklarım ı kı­
saltm a. Sansür koym a. B u hususta bana söz ver. B ütün yandaş profesörlerini, d o ­
çentlerini çağır im dadına sana fo rm ü llü , grafikli denklem li şem ayı sana anlat­
sınlar, açıklasınlar olur mu?
T. D u rsu n - Em ekli öğretm en G üler'in bu yazdıklarına "gülüp" geçm em ek
m üm kün m ü? Böyle dediğim için beni lütfen hoşgörürler mi?
A.H. G ü le r- 6. Türklerin İslam iyeti kabul etm ekle geri kaldığını iddia ederek
iftira ediyorsun. Türk-Islam tarihini iyi bilm iyorsun. Yeniden oku. K endini Türk
kabul ediyorsun. Seni Türk olarak kabul etm iyorum . Çünkü, dinsizsin. D insiz
Türk olmaz. Türklük Bedenim iz, İslam iyet ise Ruhum uzdur.
T. D u rsu n - Bir kim se için "Şunu bilm iyorsun" denirken kanıtım da göster­
m ek gerekm ez mi?
İslam ın, "Türklere zarar verdiğini", yukarıda da belirttiğim gibi A tatürk de
söylüyor. A tatürk'ü de "Türk" kabul etm iyor m usunuz? Belki de etm iyorsunuz-
dur. A m a benim um urum da değil. Türk sayılıp sayılm am da. Ne Türk olm ak
um urum da, ne de başka bir ırktan olm ak. Ben kendim i "insan" görm eye ve b u ­
nun gereğini yapm aya çalışırım ; o kadar. Ve konunun uzmanı olarak da söylerim
ki M üslüm anlığın kendisi, K ur'an’ıyla (bkz. En'âm , ayet 92; Şûrâ, ayet 7; M er­
yem , ayet 97 ve daha nice ayetler), hadisleriyle (hadis kitaplarındaki "Kitalu't-
Türk" bölüm ünde yer alan hadislere bkz.) A rap'tan başkasını ve bu arada
"Türk"leri "M üslüm an" saymıyor. Siz istediğiniz kadar, "Türklük bedenim iz, İs­
lam iyet ruhum uz" sloganını kullanarak avunun.
A.H . G ü le r- 8. Teori'nin 6. sa yısın d a :... "dinlerin insanlığa ettiği kötülüğü
düşünerek dinsizliğim le övünüyorum ve onur duyuyorum " diyorsun. 35. sayfada
da: "D insizlik, sapıklık değil, insanlığın gelişm esi ve derinleşm iş biçim idir" d i­
yorsun. 38. sayfada da "...aklın m antığın bilim in din için ırzına geçiliyor diyor­
sun" ve "...geçm işten bize bu günlerden daha güzel bir D ünya bırakılabilirdi.
Bunun olm am asında dinlerden kaynaklı karanlığın çok am a çok payı büyüktür"
diyerek çok büyük laflar ediyorsun Turan D ursun. Din ile ilim arasındaki fa r k la ­
rı bilm iyorsun. Şim di iyice öğren ve öğret.
a) İlim Yüce A llahın (CC) yarattığı eserleri inceler.
b) D in ise Yüce A llahı (CC), peygam berlerini ve getirdikleri kitapları inceler.
c) ilim Cem iyetleri ileriye götürür.
d) D in ise C em iyetleri doğruya götürür.
(Sen dinsiz olduğuna göre doğru değilsin.)

280

Youtube: Tanrı Mı Varmış


B ir dahaki yazım da İlm in geçirdiği safhaları anlatacağım .
T. D u rsu n - Em ekli öğretm enim iz, siz "M odem Türkiye" de bunları böyle öğ­
reterek öğretm enlik ediyordunuz değil mi? T ürk M illi Eğitim "i, içine düşürüldü­
ğü bilinen durum nedeniyle böyle ürünler de verm iştir. "Zorunlu din dersleri"nin
yürürlükte olduğu "M illi EğitinT'im iz kim bilir ne ürünler verecektir?! H epsi bir
yana da şu sorudan kendim i alam ıyorum : A.H. Güler, m esleğiniz öğretm enlik ol­
duğuna göre -ne "öğretm en"i olduğunuzu da yazm am ışsınız, bunca "dinsel allâ­
m elik” yapm ak yerine, m esleğinizin en başta gelen gereği olan "dilbilgisi" kural­
larını niye öğrenm em işsiniz ve öğrenm iyorsunuz? Biliyorsanız neden hem en her
sözcükte ya da her tüm cede, her satırda çiğniyorsunuz? D üşünce yanlışlarını b a­
ğışlayanlar, bu alandaki yanlışlarınızı bağışlayabilirler m i dersiniz?
Bakın, "din"in, "inanç dünyası”nın alanı başkadır; "bilim "in alanı başkadır.
"Din" hep karanlık kesim dedir; ”bilim "se aydınlık kesim de. "B ilim ” gözlem e,
deneye dayanır. K urallarım , nesnel gerçeklerden alıp oluşturur. "Doğa yasala-
rı"nı alır, ona göre "çözüm lem eler” yapar. D aha bir nice şey sayılabilir.
"D in"deyse bunlar yoktur. B unlara karşı, ayağı yerde olm ayan tem elsiz savlar
vardır. "Tanrı yarattı" diyorsunuz. Bunu, bilim in kullandığı nesnel gözlem le, d e­
neyle kanıtlayabilir m isiniz? B ilim de "yaratış" değil, "süreç"ler içinde değişm e­
ler, gelişm eler, evrim ler, devrim ler vardır. "Ç ağdaş öğretm en" de insanların iyi
eğitim alm aları, gelişm eleri için bunları öğretir. Ö yle değil mi?
A.H. G ü le r- 9. H z. M uham m ed (SAV) A lb ert E instein’in Ö zel İzafiyet K anun­
larına ait fo rm ü lleri bilm iyorlardı am a onların daha ileri neticelerini biliyorlar­
dı, çünkü, A hiret A lem ine ait sösyledikleri sayısal hadisler, doğruluğunu tasdik
etmektedir. B ir dahaki yazım ızda bunu ispatlayacağım . Yeterki yazdıklarım ı kı­
saltm a aynen yaz. Ve p ro fla rın ı im adadına çağır.
T. D u rsu n - TRT'nin "İnanç D ünyası"nda ve başka program larında, özellikle
şu bilinen "doktor"ların "dinsel allâm e"liğinde de "bilim"i böyle "dine kurban"
etm e çabalarına tanık olup duruyoruz. Sağcı, dahası kim i "çağdaş"(!) basınım ız­
da d a ... Siz şim di bunları geçin lütfen de, öğrenm eniz gerekenleri öğrenin; son­
ra yazın. K ızm anız için değil; içtenlikle belirtiyorum bunu. K ısacası, Türkiye
C um huriyeti'nin okullarında okum uş, okutm uş bir öğretm ene uygun savlar ileri
sürün ve ona uygun yazı yazın. Bu, yalnızca bir öneri.
A.H. G ü le r - 10. A m asya'nın Yeşilırmak gazetesinde, Ö zel K öşem de 20-25 tef-
rikalık "Kur'an'ı K erim 'i eleştiren Teori dergisine Reddiye" başlıklı yazılarım a
başladım . Bitince topluca sana göndereceğim .
11. C em il Sena'ya ait yazdığım , bir F elsefeciye Reddiye yazı dizim iz, A m a s­
ya'nın A m asya gazetesinde 20 Tefrika halinde çıkmıştı. 1988 yılında. Sonra, Yoz­
gat'ta çıkan M .E.B.nca orta dereceli okul öğretm enlerine tavsiye edilen "Birliğe
Ç ağrı" dergisinin 18 Kasım 1988 ve 19 M ayıs 1989 da bir kısmı yayınlanarak
çok ilgi ve alaka gördü. Aynı yazılarım A m asya noterliğinde kayda girm işti.

281
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Yazılarımı kısaltma, sansür koyma, özgürce ve uygarca seninle H odri M ey­
dan'da buluşmaya ne dersin? M atem atik ve fizik prof, ve doç. da yanına alarak gel.
A dres : G üm üşlü M ah.
Saraydüzü Cad.
No : 5
05200-A m asya
T. D u rsu n - G örüyorsunuz, m ektubunuzu hiçbir "sansür"e uğratm adan yayım ­
ladık. O kurlarım ıza birer işkence olabilecek tüm yanlışlıklarıyla b irlik te... "M il­
li E ğitim C am iası"nda ne öğretm enler bulunduğuna bir örnek oluşturuyorsunuz.
A m a bundan sonraki m ektuplarınıza yer verm em iz için, biraz, yazdığınız alanda
bilgi, tartışılabilecek düzey, ciddi kaynak, hiç değilse biraz "dilbilgisi" ve kural­
larına uym a çabası beklem ek hakkım ızdır.
E ğer bu koşullar yerine gelm ezse ve biz de okurlarım ıza daha çok işkence
çektirm em ek, haksızlık etm em ek için yer verm ezsek hoş görebilir m isiniz? Siz­
den başkaları da var çünkü. Benim yazılarım da, sövgü ve saldırıdan başka ser­
m ayeleri olm ayan dinsel çevrelere karşı "gelin uygarca tartışalım . İstiyorsanız bu
konularda m uhterem hocalarınızı, âlim lerinizi de alarak gelin. Var m ısınız?" d i­
ye yazm alarım a karşılık olarak. "...Ö zg ü rce, ve uygarca seninle Hodri M eydan­
da da (burdaki im la da yanlış) buluşm aya ne dersin? M atem atik ve Fizik prof, ve
doç. da yanına alarak da gel" diyorsunuz. A m a siz de biliyor olm alısınız ki bu
"kahram anlığınız"(!) uygun düşm üyor, konum uz ve uzm anlığınız alanında olm a­
dığı için çok "komik" oluyor. Siz lütfen önerim e uygun, em eklilikte bile olsa,
"öğretm enlik" niteliğinizi kullandığınız için, en başta "dilbilgisi" öğrenin ve uy­
gulayın. Benim karşım a çıkm ak, "m uhterem din üstadları"na düşer. Zaten onlar
da gereken "reddiyye"lerini gönderiyorlar zam an zaman. G ereken karşılıkları da
alıyorlar. D iyanet İşleri eski B aşkanlarından Prof. Dr. Süleym an A teş'inkini
anım sayın. O kudunuzsa anım sarsınız.

Yakında Ç ıkacak Olan İki Kitabım

1- D in Bu, 2 0 0 0 ’e D oğru'da, Teori’de ve başka yerlerde çıkan ve kim i de ilk


kez yayım lanacak olan yazılarım dan oluşuyor. K aynak Yayınları ndan.
2- K ulleteyn, 12 yaşına değin olan yaşam ım ın rom anı (belgesel). A kyüz Ya-
yınları'ndan.
Bu iki kitap da, dinsel karanlığa, "tabu"lara ışıkla yaklaşm a çabalarının ürü­
nüdür.

282

Youtube: Tanrı Mı Varmış


K oray K oçhan'ın M ektubu

Ve beni çok duygulandıran bir m ektup. O kurlarım ın beni anlayacaklarını ve


hoş göreceklerini um arak, bu m ektuba, olduğu gibi yer verm ek istiyorum :

D eğerli D ostum Turan D ursun,


Size değerli dostum diye hitap ediyorum ; çünkü siz beni, binlerce yüdan beri
süregelen karanlıklar içinden çekip çıkardınız. Yazılarınızı uzun süredir takip
ediyorum . B üyük bir cesaret ve um ut ışığıyla bizi aydınlığa doğru götüren size
karşı borcum uzu asla ödeyem eyiz.
Yazılarınızı defalarca okuyup neredeyse ezberliyorum . Tüm dost ve tanıdıkla­
ra din kandırm acasının bilim sel kanıtını açıklam aya çalışıyorum yazılarınızla.
18 yaşındayım , karanlığa karşı savaşm ak için daha çok zam anım var.
Sayın Turan D ursun sizden dilediğim , yılm adan çalışm alarınıza devam etm e­
niz ve kendinize çok iyi bakmanızdır. Siz ve sizin gibilere özlem ini çektiğim iz in­
sanın kulluktan çıkıp gerçek insan olduğu dünyayı kurm ak için çok gereksinm e­
m iz var.
K oray K oçhan

M ektubunu K adıköy'den gönderen bu sevgili okurum a şöye seslenm ek isti­


yorum :
Ö nce çok teşekkür ederim . D oğru söylüyorsunuz, benim dostum sunuz ve si­
zin dostunuzum . M ektubunuzla tanışm ış olsak b ile... Tam belirttiğiniz gibi,
"binlerce yıldan beri süregelen karanlık" vardır. Bu "karanlık" da, yine binlerce
yıldan bu yana "yalari'larla, aldatm acalarla, sahte görünüm ve yorum larla örtü-
legelm iştir. K alın duvarlar ve kalın örtüler oluşturm uştur. Bu duvarları birlikte
yıkacağız ve örtüleri birlikte yırtıp atacağız. Ve bunu başardığım ız zam an, gele­
cek insanlara, daha ışıklı bir dünya arm ağan edeceğiz. K endim e iyi bakıyorum .
K uşkunuz olm asın ve alçakgönüllülüğü bir yana bırakarak belirteyim ; önem im i
biliyorum . Savaşım da yılm am da söz konusu değil. Buna da kuşkunuz olm asın
benim genç dostum!

Teori
Ekim 1990, yıl 1, sayı 10

283
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Youtube: Tanrı Mı Varmış
SO N BÖ LÜ M

285
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Youtube: Tanrı Mı Varmış
T U R A N D U R SU N ’UN
YAYIM LANM IŞ ESER LER İ

1- İbn H aldun'un M ukaddim e’ûrim çevirisi. (1. ve 2. ciltler. Öteki ciltler de


yayım a hazırlanıyor.) O nur Y ayınları'ndan.
2- K ulleteyn. Rom an. Turan D ursun'un 12 yaşm a değin olan yaşam ından bir
kesit. Şeyh-A ğa-M olla üçlüsünce tezgâhlananlar ve "Ş E R İA T'm toplum u ne du­
rum lara soktuğu açık seçik görülebilir bu rom anda.

Y ayım lanm ış Eserleri

D in B u-1/ Tanrı ve K ur'an


Din B u-2/ Hz. M uham m ed
D in B u-3/ İslam Toplum u ve Laiklik
K utsal K itapların K aynakları 1
Kutsal K itapların K aynakları 2
K utsal K itapların K aynakları 3
K ulleteyn
A llah
K ur'an
D ua
Şeriat Böyle
M üslüm anlık ve N urculuk
Ü nlülere M ektuplar
İlhan A rsel'e M ektuplar
ŞU LE PE R İN Ç E K / Turan D ursun H ayatını A nlatıyor
A B İT D U R SU N / Babam Turan D ursun
K U R 'A N A N SİK L O PE D İSİ/ 8 Cilt

287

Youtube: Tanrı Mı Varmış


YAZARIN "K U R 'A N
A N S İK L O P E D İS İN E İLİŞK İN İLGİLİ
Ç E V R ELER İN G Ö R Ü ŞL E R İN D EN SEÇM ELER

K ur'an A n siklopedisi’nin hazırlandığını duyduğum zam an sevincim çok bü­


yük oldu; çünkü bu tür bilim sel ve ciddi eserler, bizim din bilgini geçinenlerin
dışındaki bilginler, çoğunlukla da M üslüm an olm ayan bilginler tarafından hazır­
lanm ıştır. Ö rneğin K ur'an dizini, Flügel tarafından, altı m uteber hadis kitapları
dışındakileri de içine alarak m uazzam bir karşılaştırm alı, konulan tasnif edilm iş
hadis konkordansı da Vensink tarafından, yıllarca harcanan bir em ek ürünü ola­
rak yayım lanm ıştır.
B unlardan daha önem li olan elim izdeki K ur'an Ansiklopedisi bu kez bir Türk
bilim adam ı tarafından hazırlanm ıştır. Yazar Turan D ursun, uzun yıllar A nkara
TR T'sinde din ve ahlak yaym lannı yönetm iş ve yine uzun bir süre Sivas M üftü­
lüğü yapm ıştır.
İslam i bilim leri ve A rapçayı hakkıyla bilen Turan D ursun bu eseriyle İslam ın
gerçek am açlarının ilkelerinin iyice anlaşılarak hurafelerden uzaklaşılm asına
hizm et edecektir.
O, K ur'an'daki bütün sözcüklerin ve terim lerin kökenlerine inm iş, niçin ve ne
anlam da kullanıldıklarını, olayların akışı, A rap-İslam topluluğunun gelişim i sen­
tezleriyle işlem iştir. Bu niteliğiyle bu ansiklopedi, ünlü İngiliz A rap edebiyatı uz­
m anı A rthur JEFFER Y 'nin hazırlayıp 1938'de M ısır’ın K ahire şehrinde bastırdı­
ğı The Foreign vocahulary o f t he Q ur'an* adlı eserinden daha önem lidir. Çünkü
A. Jeffery, sadece K ur'an'daki sözcüklerin kökenlerini saptamıştır. Sayın Turan
D ursun ise, aynı şeyi yaptıktan başka, alındıkları dillerdeki asıl anlam larını kar­
şılaştırarak sonuçlar çıkarm ıştır.
Türkiye'de ve dünyada ilk kez yayım lanan bu Kur'an Ansiklopedisi sayesinde
bu konunun M üslüm an ve gayrim üslim meraklıları, tamamiyle ana kaynaklara ve
sağlam belgelere dayanılarak hazırlanm ış bilgileri elde etm iş olacaklardır.
Bu nitelikleri dolayısıyla bu değerli esere, dini, sosyal ve tarihi alanlarda eği­
tim yapan okulların büyük ilgi duyacağını um uyorum .
M em leketim ize böylesine değerli bir eser kazandıran T. D ursun'u tebrik eder,
başarılar dilerim .
Prof. Dr. N eşet Çağatay

* K u r an dak i y abancı sözcükler.

288

Youtube: Tanrı Mı Varmış


***

K ur'an yalnız İslam dininin değil, İslam hukukunun da ana kaynağıdır. B un­
dan dolayıdır ki, K ur'an'ın hukuk kurallarını içeren âyetlerinin ne zam an, hangi
olay üzerine ve niçin geldiklerinin iyice irdelenip açıklanm ası çok önem lidir. Ay­
rıca K u r'an ’da sonradan gelen bir ayet daha önce gelen ayetle çelişiyorsa, önce
gelen ayet "m ensuh" hüküm süz sayıldığından ve bu husus Bakara Suresi'nin 106.
ayetindeki: "H erhangi bir ayetin hükm ünü yürürlükten kaldırır veya unutturur­
sak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini g e tiririz .. ." hükm üne teyid
edilm iş olduğundan, hukuk bakım ından hangi ayetin, hangi ayetle neshedilm iş
olduğunun tartışm asız olarak saptanm ası da özel bir önem taşır.
B ütün diller durm adan değişm ektedirler. Sözcükler anlam larını yitirm ekte,
yeni anlam lar kazanm akta, değişik anlam lara gelm ektedirler. Bir öm ek verm ek
gerekirse: 50 yıl önce doğrudan doğruya "aldatm ak" dem ek olan "iğfal etmek"
bugün gazetelerim iz sayesinde "ırza tecavüz etm ek" anlam ında dilim ize yerleş­
m iş bulunm aktadır. B undan ötürü ayetlere anlam verirken, sözcüklerin bundan
1400 yıl önce ne anlam a geldiklerini bilm ek ve ayetleri ona göre anlayıp yorum ­
lam ak gerekir.
Ç ok uzun yıllar önceden tanıdığım ve bilim sel kişiliğine, yorulm ak bilm ez
çalışm a azm ine ve eski A rapça bilgisine hayran olduğum Sayın Turan D ursun'un
"K ur'an A nsiklopedisi" adı altında K ur'an'ı ansiklopedik açıdan inceleyen ve yal­
nız hukuk sorunlarını değil, K ur'an'ın içerdiği bütün sorunları kapsayan bir yapıt
hazırlam ış olduğunu öğrenm em beni çok sevindirdi.
Bu yapıtın "A llah" m addesini inceleyince Sayın T. D ursun'un yapıtını tam
bir vukufla, o b jek tif ve çağdaş b ilim y öntem lerine göre hazırlam ış olduğunu
gördüm . Bu büyük yapıt yayınlan d ığ ın d a konunun her yönü ile ilgili herkesi
doyurucu olacağından ve ülkem izde büyük b ir boşluğu dolduracağından hiç
kuşkum yoktur. Yapıtı hazırlayan Sn. T. D u rsu n ’u ve yayınlayacak olanları şim ­
diden kutlarım .

Prof. Dr. C oşkun Ü çok

***

B undan birkaç yıl önce bir rastlantı sonucu kendisiyle tanıştığım Turan D ur­
sun, bana, bir K ur'an ve hadis ansiklopedisi hazırladığından söz etm işti. A ncak
bu eserle ilgili bir şey görm ediğim için, kendisine sadece eski deyim le " say'ın
m eşkûr olsun" dem ekle yetinm iştim . Bu kez incelem em ve bu konudaki düşün­
celerim i bildirm em am acıyla ansiklopedinin "Allah" ile ilgili m addesini getirdi­
ler. Bu m addeyi büyük bir ilgi ile okuduğum u önceden belirtm ek isterim.

289

Youtube: Tanrı Mı Varmış


G enellikle yeni ortaya çıkan her din, insanları uzun süre etkisi altında bırakan
bir heyecanı da birlikte getirir. B azen uzun, bazen da kısa bir süre sonra, daha
çok duygusallığa dayanan bu heyecanın yerini, ona neden olan inançları, akıl ve
m antıkla bağdaştırm a çabası alır. Bu çaba daha çok bu inançların gerçekliğini is­
pata yönelik olur. Çoğu kez böyle olm akla birlikte, pek az da olsa, bu çalışm alar,
dinsel inançlara ters düşen bazı gerçeklerin ortaya çıkm asına yardım eder.
Yeni dinin inançlarını içeren kutsal kitapların, çoğu kez insanları etkisi altın­
da bırakan kısa ve özlü ifadelerini, çok geçm eden, bunları yeteri kadar anlaya­
m ayanlar ya da yanlış anlayanlara açıklam a gereği duyulur. B öylece dinin ger­
çek yanıyla, onu yanlış uygulam ak suretiyle bağnazlığa varan yanının açıklan­
m ası sağlanm ış olur. Bu konuda bilgisi tam olanların dinsel bir bağnazlığa sap­
m am asına karşın, bu alanda yeter derecede bilgi sahibi olm ayanların, çoğu kez
bağnazlığa saplandıkları görülür. Ü lkem izde son zam anlarda görülen dinsel bağ­
n azlık ta, bu konudaki bilgi yetersizliğinin sonucudur. D insel alandaki bu bilgi
yetersizliğini giderm ek am acıyla T uran D ursun tarafından hazırlanan bu eserin
ülkem izde başlayan dinsel bağnazlığın giderilm esinde büyük yararlar sağlayaca­
ğı üm idindeyim . Yazar, bu am aca ulaşm ak için, bir yandan gerçekten kılı kırk y a­
rarcasına İslam iyetin başlangıcından itibaren bilinen ya da ileri sürülenleri birer
birer nakletm ekten çekinm em iştir. B ütün bunlara ek olarak, şim diye kadar hiçbir
dinsel yapıtta rastlanm ayan açık ve seçik bir ifade kullanılm ış olm ası da ansiklo­
pedinin değerini bir kat daha arttırm aktadır. Sonuç olarak, bu yapıtın bir an önce
yayınlanm ası ülkem iz kültürü için bir kazanç olacaktır.

Prof. Dr. Tahsin Yazıcı

***

K im i tefsir bilginlerinin çalışm alarının yanısıra daha kapsam lı, çağdaş ve bi­
lim sel teknikten de yararlanarak, bütün kaynak tefsirlerin yorum larını baştan iti­
baren ayet ayet bir bilgisayara alan büyük bir çalışm ayı M edine'de K ur'an-ı K e­
rim kom pleksi içinde gördüm . B u çalışm a, K ur’an-ı K erim 'in anlaşılm asına, çağ­
daş yorum ve anlam lara göre yorum lanm asına yararlı olacaktır. Ü lkem izde de
E lm alılı H am di Yazır'ın H ak D ini K ur'an D ili adlı Türkçe tefsiri yanında bazı ri­
vayet tefsirleri vardır.
A ncak K u r’an-ı K erim 'de herhangi bir kelim enin toplu bir anlam ını bulup ç ı­
karm ak bunlarda çok zor, belki de im kânsız olm aktadır.
Şim di b ir K ur'an A n sik lo p e d isiy le karşı karşıyız. Bu ansiklopedi, sözü edilen
ihtiyacı karşılam akta, K ur'an-ı K erim 'in orijinal ve geniş bir sözlüğü m ahiyetin­
dedir. B ir sözlük ve ansiklopedi olarak bu alanda ilk kez görülm ektedir. B azı bö­
lüm lerini okudum ve inceleledim . Tefsir, tarikat, hadis ve ana kaynaklara dayan­

290

Youtube: Tanrı Mı Varmış


m aktadır. Sonuçlarda, bazı yorum lar tartışm alı olsa da, bu yöntem , ilk kez T ü r­
kiye'de, İslam üzerine düşünen öğrenci ve araştırm acılara kolaylık sağlayacak,
yeni olay ve anlam lara göre yapılacak yorum lara olanak hazırlayacaktır. Bu ni­
telikte bir eseri düşünen, büyük uğraşlarla ortaya koyan ve destek olup yayım a
hazırlayanları, yayınlayanları kutlar, ileride bu yoldaki çalışm alarını daha da ge­
liştirm elerini ve m ükem m elliyetlere ulaştırm alarını üm it ederim .

Dr. Lütfı D oğan

***

K ur'an A nsiklopedisi. Şim diye k ad ar olm ayan, am a ihtiyacı duyulan bir a n ­


siklopedi. D iyanet teşkilatında M erkez Vaizi, M üfettiş olarak görev yapagel-
m iş b ir insan olarak b elirteyim ki bu ansiklopedi büyük bir boşluğu d o ld u ra­
cak. Çünkü:
1- Ç ağım ız insanı artık öğreneceklerini en kısa zam anda öğrenm ek ister. K o­
lay ve hem en. Çünkü fazla zam anı yoktur.
K ur'an'daki konuları hem en anlam aksa oldukça zor. A ranan, ancak uzm anla­
rınca bulunabilir. D iğer M üslüm anlara, insanlara, öğrencilere gelince işte o za­
m an konuların bir ansiklopedi kolaylığı içinde bulunm ası gerekir. Kur'an A n sik ­
lopedisi bu kolaylığı sağlayacaktır. A ranan konu kolaylıkla bulunabilecektir.
2- K ur'an'daki kelim eler, hangi ayetlerde, hangi anlam larda yer aldıysa bulu­
nabilecektir.
3- A yetlerin anlattıkları ve hüküm leri alan ında İslam otoriteleri neler sö y le­
m işler ve ne gibi g örüşler b elirtm işlerse yine kolaylıkla bulunup anlaşılab ile­
cektir.
4- A nsiklopedi'nin dili anlaşılır bir dil olarak seçildiği için karışık ve karm a­
şık konuların da anlaşılm asını kolaylaştıracaktır.
A rapçayı ve konuları çok iyi bildiğini bildiğim iz Turan Dursun'u ve yayınla­
yanları, böyle bir eseri hazırlayıp yayınladıkları için tebrik ederim.

H am za Ayan
***

K ur'an, İslam ın tem el dayanağıdır. O nun için de çok iyi bilinm esi gerekir. İyi
bilinm esiyse, en başta "kelim e"lerinin bilinm esine bağlıdır. Hangi kelim e, nere­
den nasıl gelm ektedir, hangi anlam ı yahut hangi anlam ları içine alm aktadır, "kı-
raet vecih"i, ayetlerdeki "vecih"leri, yani hangi ayette hangi m anaya geldiği, İs­
lam otoritelerinin nasıl ele aldıkları, hangi görüşte birleştikleri yahut ayrıldık­
lar?.. B ütün bu yönleriyle bilinm elidir.

291

Youtube: Tanrı Mı Varmış


B ütün bunları derli toplu anlatan kitaplar son derece azdır. O lanların da dille­
ri çok ağırdır. H er A rapça bilen kolaylıkla işin içinden çıkam am aktadır. Temel İs-
lami kaynaklar klasik A rapçayla yazılıdır. B unları anlayanların sayılarıysa yok
denecek k adar azdır.
Ayrıca şim diye kadar yazılı kitaplardan, yukarıda belirtilen çapta bilgiler el­
de etm ek, karışık olm ası nedeniyle de zordur.
Şim di büyük bir m em nunlukla öğreniyoruz ki, dünyada ve ülkem izde ilk ola­
rak bir işe girişilm iş ve gerçekleştirilm iş bulunm akta, bir Kur'an A nsiklopedisi
m eydana getirilm iş olmaktadır. Bu, çok büyük bir hadisedir. A rtık herkes K ur'an­
daki kelim eleri kolaylıkla anlayabilecektir. A radığını alfabetik olarak düzenlen­
m iş olan ansiklopedide bulup öğrenebilecektir. Yalnız kelim eleri değil; K ur’an'ın
içine aldığı konulan da öğrenebilecektir.
A rapçayı tem el kaynaklarından okuyup öğrenm ek ve öğretm ek için yıllarca
çaba harçam ış biri ve ayrıca bir hafız olarak belirtm ek isterim : Bu ansiklopediy­
le, K ur'an ayetlerinde ve ilgili hadislerde ne var, ne yok; İslam otoritelerinin gö­
rüş ve yorum larıyla birlikte öğrenm e im kânı, M üslüm anlara, inceleyicilere su­
nulm aktadır. Bütün M üslüm anlara, öğrencilere ve öğretm enlere yürekten tavsiye
ederim .

İsm ail Gül

292
Youtube: Tanrı Mı Varmış
YAZARIN,
"K U R'A N A N SİK L O PE D İSİ "NE İLİŞKİN
A Ç IK L A M A SI

1- Bu ansiklopediye ilişkin görüşlerini okuduğunuz bilim ve din adam larına


teşekkür ederim . B ununla birlikte, ansiklopedinin am acı ve neye hizm et edeceği
konusundaki görüşlerin de kendilerine ait olduğunu belirtm ek zorundayım .
2- Ben K ur'an A nsiklopedisi'ni herhangi biçim de yorum lar getirerek, "İs-
lam "ın çağdaş yorum lar'la yorum lanm asını ve bu yolla "dinsel bağnazlıktan"
uzaklaşılm asını sağlam ak gibi bir am açla hazırlam adım . B öyle bir am aca yönel­
m edim ve yönelm enin yararlı olm ayacağı görüşündeyim . Din alanındaki "aydın-
lanm a"nm "yorum lar"larla değil, neyin ne olduğunu açık seçik ortaya döküp ser­
gilem e yoluyla olacağı kanısındayım . Bunun böyle olduğunu deneyim lerim le
gördüm . K ur'an A n siklo p ed isin i de bu am açla hazırladım . Kutsal K itapların
K aynakları adlı yapıtım ı d a ...
3- K u r’an A nsiklo p ed isin i hazırlarken tem el am acım : Yalan ve sahtecilikler­
le, insanları sürüleştirm ek, söm ürm ek am acıyla sürdürülegelen "din"i gün ışığına
çekm ektir Bu ansiklopediyi okuyanlar, İslam da onun "kutsal kitabı" olan
K ur'an'da neler bulunduğunu çok açık biçim de görecekler; O zam an, İslam cıların
İslam ı yeniden insanlarım ıza devlet ve yaşam biçim i olarak sunarken "İslam akıl
dinidir, bilim dinidir, adalet d in id ir..." gibi propagandalarının gerçek olm aktan
ne denli uzak olduğunu daha iyi bilip anlayacaklardır. A nsiklopedi, bu yolla bir
"aydınlanm a1nın gerçekleşm esine önem li katkı sağlayacaktır.

Turan D ursun

293
Youtube: Tanrı Mı Varmış
DİZİN

1982 Anayasası, 118, 119, 122, 182, Akıl, 44, 45, 91, 169, 196, 197, 198.
275. Akseki, Ahmet Hamdi, 170.
A 'râf Suresi, 81, 268 Ali İbn Ebî Tâlib, 89, 201.
Abdu'l-Uzzazoğlu Hüaytip, 29. Altamira, A., 138.
Abdu'l-Vahhab Abdu'l-Vâsi (Hac ve Amir oğullarından Amr oğlu Sehl, 29.
Evkaf Bakanı), 169. Amr el Cüheni oğlu Süheyl, 29.
Abdullah (Muhammed'in babası), 39. Amr İbn Dinâr, 90.
Abdullah İbn Mes'ud, 88, 201. Anadolu, 37, 242.
Abdullah İbn Ömer, 56, 201. Ankebût Suresi, 200.
Abdullah oğlu Câbir, 82, 88, 90, 97,
Arap Milliyetçiliği ve Türkler, 35.
158, 160.
Arap, 29, 64, 139, 140, 141, 143, 145,
Abdullah oğlu Ebu Abdillah M uham­
160, 178, 181, 210, 234, 237, 249,
med El Ceyânî, 160.
263, 275, 280, 288, -1ar, 26, 27, 35,
Abdulmuttalib (Muhammed'in dedesi),
39, 44, 60, 137, 142, 150, 153, 163,
39, 40.
181, 190 ,2 1 1 ,2 3 1 ,2 3 6 , 249.
Abdun oğlu Muhammed, 161.
Aristotales, 141.
Abdüsselâm oğlu Kadı Ebu Abdillah
Arsel, İlhan, 35, 50, 51, 53, 54, 58-63,
Muhammed, 160.
Adalet, 27, 55, 62, 65, 67, 134, 154, 139, 182, 188, 208, 274.
196, 265, 293 Arslan, Emir Şekip, 140, 141.
Âdem, 32, 36, 195. Asabiyet, 147, 148, 154.
Adıvar, Abdiilhak Adnan, 140, 156. Atâ İbn Ebi Rebâh, 57.
Afganî, Cemaleddin, 130. Atatürk devrimleri, 121.
Afrika, 137, 140, 159, 164. Atatürk, 34,44, 113-116, 118, 121-128,
Ahiret, 35, 62, 241, 281 130, 132-135, 184, 189, 190, 195,
Ahmed İbn Hanbel, 42, 5 7 ,7 2 ,7 9 , 104. 212, 218, 220, 221, 227, 228, 249,
Ahzâb Suresi, 18, 19, 33, 68, 69, 71, 275, 278, 280.
101. Avesta, 20-22, 24, 252.
Aile, 31-33. Avf oğlu Malik, 26, 30.
Âişe, 31, 57, 68, 69, 70, 109, 131, 132, Aydın, Ali Arslan, 130.
223, 244, 248.

294
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Bahr oğlu Ebu Abdillah Muhammed, Cinsel, 41, 52, 67, - birleşim (ilişki),
160. 42, 67, 71, 72, 74, 75, 76, 77, 78, 79,
Bakara Suresi, 51, 55, 62, 64, 65, 83, 80, 81, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90,
171, 175, 177, 193, 199, 268, 289. 91, 93, 98, 99, 103, - organ, 41, 42,
Başgil, Ali Fuat, 120, 127. 43, 75, 76, 77, 85, 103, 105.
Batseva, S.M., 142. Colosio, 138.
Bedevi, 27, 142. Cumhuriyet gazetesi, 21, 275.
Bel, Alfred, 138.
Davud, Hz., 71, 206, 207, 255, 267,
BenîA hm er, 162.
269.
Beytullah (Tanrı'nın evi), 175.
De Boer, 138.
Bıtru (Petruss), 163.
Deccâl, 172, 173, 175, 176.
Bicaye, 161, 163, 164.
Değnek cezası, 95, 102, 104.
Biyre köyü, 163.
Devlet ve Din, 129.
Bombaci, A., 138.
Devrimcilik, 129.
Boşanma, 50.
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı,
Bouthoul, G., 138.
54.
Boy abdesti, 42.
Din Yok Milliyet Var, 124.
Bozkurt, Mahmut Esat, 222, 228
Diyanet İşleri Başkanlığı, 23, 53, 54,
Bozkurt, Halil, 245, 246.
55, 60, 67, 120, 123, 125, 169, 203,
Breisig, 138.
220, 268.
Buhârî, 26, 30, 40, 50, 51, 57, 61, 67,
Duguit, Leon, 117.
72, 100, 200, 202.
Dürerü'l-Hükkâm Fi Gureri'l-Ahkâm, 80.
Bulaç, Ali, 61, 62.
DYP, 169.
Bulak, M ustafa Fehmi, 137
Bural oğlu Sa’d oğlu M uhammed Ebu E't-Ta’rifât, 67.
Abdillahi’l-Ensarî, 159. Ebu Abdillah Muhammed, 160, 162.
Büyü, 157, 201. Ebu Bekir (Halife), 29, 31, 90, 109,
131,223,248, 263.
Cahiliyye, 2 7 ,2 1 1 ,2 3 1 ,2 3 8
Ebu Hammû Musâ, 163.
Canver, Cüneyt, 50, 51, 53, 54, 56, 58­
Ebu Hanife, 70, 78, 79, 80, 81, 83, 104,
60.
170.
Carra de Vaux, 138, 140, 141.
Ebu Hureyre, 82, 97.
Cariye, 18, 19, 24, 31, 49, 65, 69, 70,
Ebu İshak İbrahim, 160.
7 1 ,7 5 , 84, 86, 98, 101, 106-108.
Ebu Müslim İsfehânî, 93.
Cebrail, 73, 258, 263.
Ebu Sevr, 104.
Cehennem, 35, 53, 59, 63, 169, 175,
Ebu Süfyan, 29.
204, 205, 241.
Ebu Yusuf, 70, 78, 8 0 ,8 1 ,8 7 .
Cemel Olayı, 131, 223, 244, 248.
E buZ eyd, 158.
Cennet, 35, 52, 62, 131, 175, 212, 213,
Ebu'l-Abbas Ahmet, 165.
223, 241, 244, 248.
Ebu'l-Ahvas, 57.
Cezayir, 161.
Ebu'l-Kâsım Muhammed'l-Kasîr, 160.

295
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Ebu's-Senabil, 30. Gayrimüslimler, 123, 124.
Efendi Tanrı, 31, 36, 37, 39, 41, 46, 68, Gaza, 88, 90.
171, 172, 175, 176. Gazali, 58.
Ehli kitap (kitaplılar), 155, 259. Gemâra, 252.
Ek'va' Oğlu Seleme, 88, 241. Gerçeker, 220.
El Ba'l, 39. Gibb, H.A.R., 138.
El Ezher, 165. Gobineau, 139, 141, 150.
Emeç, Çetin, 179. Gorbaçov, Michael, 279.
Emin, Ahmet, 141. Görsel Yayınlar, 177.
Emperyalizm, 130, 150. Gözübüyük, Abdullah Pulat, 120, 186.
En'âm Suresi, 35, 44. Grek, 231.
Endülüs (İspanya), 153, 159, 162, 164. Gumplovvicz, L„ 138.
Ensar, 27. Gül, İsmail, 292.
Erem, Faruk (Prof. Dr.), 120, 186, 274. Güler, Ahmet Hamdi, 276-281.
Eski ve Yeni Ahit, 24. Güneş gazetesi, 272.
Eski Yunan, 17, 67. Güneş Yayıncılık, 177, 272.
Evtas yılı, 90. Güneş, Mustafa, 213.
Güney ArabistanlI, 159.
Fârâbi, 139, 140, 248.
Fas, 161, 162, 164. Hâbil, 36, 37.
Fâsık (yoldan çıkmış), 101, 102. Hâbisoğlu Akrâ, 29.
F e d e k ,31. Hac, 32, 46, 90, 169.
Fenikeliler, 39, 49. Haccac oğlu Müslim, 160.
Ferç, 76. Had, 79, 130, 254.
Ferreiro, 138. Hadd, 77-79, 86, 88, 90-92, 97, 103.
Fıkıh, 19, 30, 35, 36,4 1 , 57, 61, 75, 76, Hadremevt (Hadramut), 159.
80, 81, 83, 85, 87, 88, 91, 99, 104, Hakim (Hizam Oğlu), 30.
105, 160, 160, 181. H âk im ,201.
Fındıkoğlu, Ziyaeddin, 138, 142, 143, Halifelik, 113, 128, 140.
146, 148, 149. Hammad İbn Zeberkân, 261.
Fischel, W., 138. Hammer-Purgstall, 137.
Flins, R., 138. Hammurabi Yasaları, 221.
Freud, Sigmund, 42. Hanbelî, 76, 79, 81, 87, 105, -1er, 80.
Hançerlioğlu, Orhan, 145, 146, 148,
Gabrieli, 138. 149, 151,253.
Gammaz oğlu Ebu'l Abbas Ahmet el Hanefi, 42, 69, 75, 80, 96, 104, 123,
Kharcî, 160 170, 216.
Ganimet, 26-32, 40, 64, 65, 68, 153, Haram, 44, 69, 76, 80, 86, 90, 91, 99,
231, 249. 129.
Garaudy, Roger, 231. Hariciler, 108.
Gauthier, 138. Hars oğlu Alâ, 30.

296

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Hart, Michael, 278. Hz. Muhammed'in Felsefesi, 208, 280.
Haşan Basrî, 57. Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye,
Haşan Sabah, 135. 232.
Haşr Suresi, 31.
Hatemi, Hüseyin (Prof. Dr.), 252. Irak, 57, 153, 169.
Hatice, 31. İsparta, 267.
Hatn, 41.
Hattab oğlu Ömer, 87, 100. İbn Ömer, 51, 56, 85, 201, 261, 262.
Hayber, 31, 8 9 ,9 0 , 241. İbn Abbas, 29, 57, 80, 82, 90, 93, 97,
Hegel, 139. 201, 261
Helâl, 68, 86, 90, 99. İbn Cüreyye, 90.
Hemsö, Graberg de, 138. İbn Hacer, 234.
Herodot, 42. İbn Hanbel, 42, 57, 72, 79, 104, 201.
Heva, 68. İbn Kayyimi'l-Cevziyye, 243.
Hevazin Savaşı, 26, 27. İbn Kuteybe, 201.
Hıristiyanlık, 49, 150, 223, 225, 231, İbn Mes'ud, 88, 109, 201.
268. İbn Ömer, 51, 56, 85, 201, 261, 262.
İbn Rüşd, 75, 90, 103, 104.
Hısn Oğlu Üyeyne, 29.
İbn Teymiyye, 227, 243.
Hıtâne, 41.
İbni Abbas, 178.
Hıtânet, 41.
İbni Ebi Amr, 161.
Hicaz, 153.
İbni Haldun, 136-154, 156-165.
Hilâfet, 156.
İbni Selame, 164.
Himyerliler, 153.
İbni Sina, 139, 140, 240, 241, 248.
Hindistan, 153.
İbnu 1-Mukaffa, 193, 248.
Hint, 231.
İbrahim oğlu Ebu Abdillah Muhammed
Hişâm (Hâkim Oğlu), 261, 262.
El Âbilî, 160.
Hişam oğlu Hars,
İbrahim Suresi, 34.
Hitti, Philip (Prof. Dr.), 43.
İbrahim, Hz., 32-34, 3 7 -3 9 ,4 İ, 4 İ, 1 71,
Hizam, 30, 261.
175, 199.
Hobbes, 139.
İddet (kadının beklediği süre), 86, zo /.
Homo Sapiens, 17. İkinci Abdülhamit, 140, 156.
Hubel, 39. İkrar, 103, 104.
Humeyni, 188. İkrime, 57.
Humus, 31. İlahiyat Fakültesi, 125, 194.
Huneyn Savaşı, 249. Ilhan Arsel'e Mektuplar, 287.
Huzeyfe İbnü'l-Yemân, 201. İmam Ahmed İbn Hanbel, 79.
Hürmüz (Tanrı), 20-23. İmam Azam, 70.
Hürriyet gazetesi, 177. İmam Hatip Okulları, 125.
Hüseyin, Tâhâ, 142, 144, 146, 148, İmam Mâlik, 79, 91, 104, 160.
149, 151, 152, 158. İmam Muhammed, 81, 87.

297
Youtube: Tanrı Mı Varmış
t

İmam Sevrî, 79. Kâbe, 39, 171, 172, 175, 176, 277.
İmam Şafiî, 69, 104. Kabil, 36, 37.
İmamet, 140, 156. Kabile, 22, 26, 29, 30, 40, 60, 64, 89,
İman, 30, 196, 231, 265. 97, 102, 147, 148, 152, 154, 156,
İmrân, 32. 157, 159, 181, 249.
İmza dergisi, 254, 270, 273. Kadıköy, 283.
İnan, A. Afet (Prof. Dr.), 221. Kâdî Beyzavî, 210.
İncil, 37, 41, 131, 194, 207, 223, 240, Kaffal, 109.
263. Kâfir, 30, 131, 156, 170, 173, 175, 176,
İncirlik, 216. 196, 198, 203, 218, 227, 241, 248,
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 119. 276.
İnsan hakları, 64. Kafsa, 161.
İrade, 50, 145, 181, 228, 237. Kâhinlik, 157.
İran, 172, 183, 231, 252. Kahire, 158, 288.
İrtica, 124, 132, 133, 177, 179, 2.13 Kahire Üniversitesi, 141.
İsa, Hz„ 131, 197, 199, 213, 223, 240. Kahraman, Dursun, 120.
İsaf, 40. Kamçı cezası, 22.
İskenderiye, 231. Kamer Suresi, 200-202.
İslam Ansiklopedisi, 138, 140. Kaplan, Mustafa, 250.
İslam hukuku, 249, 289. Kaptan Custo, 231.
İslam şeriatı, 19, 50, 51, 60, 66, 70, Kara ses Cemaleddin, 188.
181, 183, 185, 188, 190, 212, 228, Karagümrük, 216.
236, 240, 244, 249. Karaman, Hayrettin (Doç. Dr.), 130,
İslam Tarihi, 207. 231.
İslam, 19, 44, 50, 62, 127, 129, 188, Karataş dönemi, 274.
249, 254, 267, 276. Kargalık Köyü, 215, 247.
İsmail (İbrahim’in oğlu), 39. Karşıyaka, 217.
İsmailağa medreseleri, 216. Kassar, 160.
İsrâ Suresi, 206. Kaştale (Castilla), 163.
İsrail, 44. Kâtip Çelebi, 140.
İsrailiyyat, 264, 267, 268. Kayır, Ömer, 247.
İsrailoğulları, 269. Kays oğlu Ced, 30.
İstanbul, 204, 205, 216. Kayseri, 216.
İşbiliye (Sevilla), 159, 163. Kaza, 90.
İştibâh, 86. Keçiborlu İm am -H atip Lisesi, 254,
İzmir, 217. 267.
Kehf Suresi, 72, 73.
Jeffery, Arthur, 288.
Kekeç, Ahmet, 270, 271, 274.
Journal Asiatique, 138. Kelâm, 130, 232, 248, 252.
Junq, Cart (Dr.), 238.
Kemal, Yaşar, 272.
Ka'b-İbn Eşref, 248. Kerramiyye, 212.

298

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Kıbrıs, 207, 208. Laik, 34, 55, 75, 76, 113-117, 119-125,
Kılıç Ayeti, 172, 175, 255. 127, 128, 132, 169, 177, 180-182,
Kıraat, 159. 185, 186, 188-190,204, 274.
Kırnata (Granada), 162-164. Laiklik, 113, 116-122, 124-128, 130,
Kırvan, 161. 132-135, 182, 186, 188, 190.
Kıyamet, 54, 60, 87, 200-202, 241. Lâmiyye, 159.
Kız çocukları, 190. Lenin, 219.
Kızıldeniz, 264. Lewine, 138.
Kitab-ı Mukaddes, 24, 207. Lian (lanetleşme), 102.
Kitabı-ı Mukaddes Şirketi, 24. Lime, 17.
Kitalu't-Türk, 280. Lisanüddin Ebu Abdillah Ibnu'l-Hâtib,
Kitap Dergisi, 61. 162.
Koçhan, Koray, 283. Livata, 74, 76, 8 0 ,8 1 ,8 3 ,9 3 .
Koçyiğit, Talat (Prof. Dr.), 232, 234. Lût, 81-83.
Kongar, Emre, 149, 150.
Konsentine, 163. Maânî, 232.
Konut, Halil, 196, 197. Mably, 141.
Köprülü, Fuad, 138. MacDonald, C., 138.
Kulleteyn, 282, 287. Machiavelli, 139, 140.
Kur'an Ansiklopedisi, 177, 178, 225, Mahmutpaşa İlkokulu, 217.
272, 288-293. Mâide Suresi, 74, 185, 199.
Kur'an kursları, 34. M aimonides, 139.
Kur'an-ı Kerim Ansiklopedisi, 177, M alik İbn Avf, 26, 30.
178. M âlik oğlu Mâiz, 97.
Kurban Bayramı, 36. Mâlik, 97.
Kureyş, 26, 27, - Kabilesi, 60, 64, 181. Maliki, 76, 79-81,87.
Kusentiniyye Emiri, 161. Malthus, 139.
K utsal Kitapların Kaynakları, 225, Mâmeleket yemînüke, 18.
252, 293. Markos İncili, 240.
Kutsal Kitapların Kaynakları 1, 287. Marksist, 136, 138, 142, 218, 219, 221,
Kutsal Kitapların Kaynakları 2, 287. 252, 274.
Kutsal Kitapların Kaynakları 3, 287. Marksizm, 220, 221.
Kutsuz, Eren, 209. Marx, Kari (Marks), 138, 150-152,
Kuveyt, 169. 220 , 221 .
Kuzey Afrika, 137, 164. M ateryalizm, 221, 277.
Kürt, 215, 216. Matta, 131,207.
Kürtçe, 215. Maunier, R., 138.
Kütahya, 216. Maval, 32, 267, 270.
Kütüb-u Sitte, 224. Mayatepek, Tahsin, 172.
Küzûl Dağı, 164. Meâric Suresi, 19.
Kybele, 43. Mecelle, 128, 129, 227.

299
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Medeni Bilgiler, 221. M uhammed İzzet Derûze, 203.
Medenî Kanun, 76. Muhammed, Hz.,
Medeni Yasa, 50, 113, 128. Mukaddime,
M edine, 31, 40, 109, 171-173, 175, Munier, Rene,
290, -li, 2 7 ,3 1 ,4 5 . Musa Carullah,
Mehasinü't-Te'vil, 202. Musa İbn Meymun,
Mehir, 52, 68, 87, 107. Musa, Hz., 18,26 -3 5 ,3 9 -4 2 ,4 4 -4 6 ,49­
Mehmet, 228. 52, 56-59, 61, 67-73, 81, 87, 90, 100,
Mekhûl, 57. 126, 131, 139, 156, 162, 172-175,
Mekke, 26, 35, 44, 64, 89, 90, 109, 181, 193, 194, 197, 201, 203, 207,
171-173, 175, 176, 181, 239, 249. 208, 212, 214, 223, 226, 228-230,
Melek, 33, 45, 62, 71, 72, 171-176, 233, 236-244, 248, 249, 254-263,
2 1 0 , 211 266, 268, 270, 273, 274, 277, 278,
Menfi's-Semâ, 210. 280, 281.
Mensuh, 94, 95, 260, 289. Mut'a nikâhı, 52, 88-90.
M eryem Suresi, 74. Mutezile, 169.
Mescid, 97. Muvatta, 160.
Mesih, 172. Mü'min, 61, 108, 113, 247, 253.
Mete, 278. Mücaz, 216.
Mevdûdî, 157. Mücessime, 212.
Mezmurlar, 207. M üddessir Suresi, 236.
Mısır, 18, 41, 42, 165, 249, 259, 288. M üellefetü'l Kulub, 28.
Millet, 34, 35, 50, 81, 114, 125, 126, Mülessimler, 153.
134, 189, 212, 228, 249. Mülk Suresi, 210.
M illî Gazete, 226. Mümi'nûn Suresi, 19.
Milli Güvenlik Örgütleri, 124. M ümtahine Suresi, 74.
Milliyet gazetesi, 21. Müsâfıhîn, 74.
M illiyetçilik, 35. Müslim, 30, 57, 61, 72, 90, 100, 160,
Miras, 18, 65, 126, 127, 130, 153, 206, 200 , 201 .
225. Müslüman, 26, 28-30, 60, 67, 73, 124,
Miras, Kamil, 26, 87, 90. 126, 129, 140, 141, 193, 194, 205,
Mirdas oğlu Amr, 30. 221, 231, 236, 269, 279, 288, - Türk­
Molla Husrev, 80. ler, 34.
Molla Nâdir Efendi, 215. M üslümanlık ve Nurculuk, 287.
Molla, 80, 179, 190, 215, 252, 287. Müşebbihe, 212.
Montesquieu, 137, 138, 141, 142, 150. Müştehât, 70.
Muhammed Abduh, 130. Mütevâtır, 96, 97, 99.
M uham med Cemaluddin el Kâsımî,
203. N a’ce, 49, 266.
M uhammed İbn Mesleme, 248. Nacar, İsmail, 193, 210-213.
M uhammed İbnu’l-Ahmer, 162. Nadiroğulları, 31.

300

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Nahl Suresi, 19. Öztürk, Yaşar Nuri, 190.
Nahv, 160, 215, 216, 247. Özyürek, H. Kemal, 226,228-236, 240,
Naile, 40. 241, 244.
Namaz, 33, 35, 42, 53, 57, 105, 106,
Pakistan, 157.
130, 175, 208, 209, 278.
Panel dergisi, 251.
Nazzam, 201.
Panel, Mehmet Emin, 207.
Nedvi, Süleyman, 200.
Nesin, Aziz, 25, 207. Paris, 137, 138.
Perinçek, Doğu, 226, 232.
Nikâh, 5 2,75, 82,87-91, 130, 249,266.
Perinçek, Şule, 287.
Nisâ Suresi, 19, 23, 32, 51, 59, 63, 65,
Platon, 141.
74, 87, 92, 96, 101, 107, 193, 206,
Politzer, 272, 273.
256, 258.
Prince, 140.
Nuh, 32.
Puştları İtlaf Tugayı, 204.
Nuh Tufanı, 200, 221.
Put, 3 9 ,4 0 ,4 9 , 131.
Nûr Suresi, 74, 94, 101, 102, 105, 107,
Putatapar, 108,109, 131, 153, 172, 175.
108.
Nurbaki, Haluk (Dr.), 195. Râbıtatu'l-Âlemi'l-İslami, 274.
Râğıb (İsfahanlı), 34, 68, 75.
Olgaç, Senai, 76. Rahmet, 33, 275.
Ongun, Cemil Sena, 280. Râî, 49.
Ortaçağ, 140, 142, 183. Raiyye, 49, 159.
Oruç, 41, 130, 208, 209. Ramuz el-Ehadis, 212.
Osman (Ebu'l-Âs Oğlu), 242. Rappoport, 138.
Osman dönemi, 209. Râzî, Fahruddin, 29, 30, 46, 51, 65, 69,
Osmanlı, 114, 126-128, 140, -1ar, 34. 75, 76, 79, 82, 84, 93, 101, 107, 109,
Osmanlıca, 240. 174, 175, 194, 202, 257, 258, 260.
Recm, 8 2 ,94-97,99,100, 101 105-108,
Öğretmen, 218, 219, 276, 278, 280-
254.
282, 292.
Reddiyye, 229, 250, 251, 276, 282.
Ölüm cezası, 83.
Richter, G„ 138.
Ömer oğlu Haşan, 161.
Ridde, 223, 248.
Ömer, Hz„ 29, 52, 56, 90, 258, 261-
Roma, 150.
263.
Romalılar, 41.
Örnek, Sedat Veyis (Prof. Dr.), 43.
Rosenthal, 138.
Özal, Semra, 189.
Rousseau, 139.
Özcan, Sâlih (Dr.), 274.
Rukye, 230, 232, 237-239, 241, 242,
Özçiçek, Kâzım, 218.
244.
Özek, Çetin (Prof. Dr.), 117, 119, 120,
Rusya, 205, 279.
129, 130.
Ruşenî, 124.
Öztrak, Adnan, 220.
Rüşdi, Salman, 204, 205.
Öztrak, Orhan, 220.
Rüşvet, 26-30, 32, 64, 249.

301
Youtube: Tanrı Mı Varmış
Sâbiîlik, 49, 172. Söylence, 32, 194, 199, 220, 267, 268,
Saçak, 209. 270.
Sâd Suresi, 49, 261. Spengler, Oswald, 138, 150, 151.
Sadıu'ş-Şerîa, 96. Sudan, 153.
Sâffât Suresi, 37. Sultan Ebu Sâlim, 162.
Said-i Nursî (Kurdî), 229. Sultan oğlu Câbir oğlu Şemsüddin Ebu
Sakîf, 26. Abdillah Muhammed El Keysî, 160.
Salât, 33. Suudî Arabistan, 169.
Salavât, 33. Süleyman, Hz., 36, 71, 72, 255, 257,
Salman, Ersin, 177, 204, 205. 266, 269.
Sami, Ali, 241. Sümer, 199, 221.
Sâmit oğlu Ubâde, 95. Sünnet, 41-43, 75, 77, 90, 91, 169, 228,
Satı El Husri, 138. 231.
Schmidt, N., 138. Süyutî, 227.
Schulz, F„ 138. Sylvestre de Sacy, 137.
Sebre, 89.
Sebretü'l-Cühenî, 89. Şafiî, 69, 75, 76, 78-81, 87, 96, 104,
Sehmâ oğlu Şerik, 102, 103. 105.
Selâmî, Ahmet, 127. Şarapçı, Ali, 218.
Selçuklular, 34. Şarkışla, 215.
Semahati Nebeviye, 29. Şehabuddin Suhraverdi, 248.
Semavi, 52, 260. Şehrestâni, 129.
Semure oğlu Câbir, 87, 92, 94, 95, 101, Şehvet, 67.
162, 164. Şekip, Em irA rslan, 140, 141.
Sena, Cemil, 143, 212, 283, 285. Şeref, Salih, 216.
Sengler, Oswald, 142, 154. Şeriat Böyle, 287.
Septe (Ceuta), 163. Şeriat ve Kadın, 50, 53, 54, 61, 182,
Sevab, 19, 271. 208.
Sevilla, 159, 163. Şeriat, 54, 55, 74, 114, 157, 183, 188,
Seyyid Raşid Rıza, 130. 221 .
Shaw, Bemard, 231. Şerif Cürcanî, 67.
SHP, 169. Şeyh Abdurrahman El Veştâtî, 161.
Sifâh, 74. Şeyh Hariri, 212.
Silvani, Mahmut, 213, 214. Şeyh Ramazan, 215.
Sinop, 218. Şeyh Said, 275.
Sivas, 215-217, 276, 288. Şeyhülislam Musa Kâzım, 55.
Sivas Müftülüğü, 276, 288. Şeytan, 59, 176, 205, 242, 243.
Sosyal Yayınlar, 219. Şiîler, 85, 91, 181.
Sovyetler Birliği, 136. Şuarâ Suresi, 44.
Soysal, Mümtaz, 121. Şûra Suresi, 35.

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Ta'zir, 79, 83. Tevhid-i Tedrisat, 113.
Taberî, 26-28, 32, 104, 249. Tevrat Yehovası, 223.
Tabu, 250, 253, 273, 277, 282. Tevrat, 17, 18, 24, 32, 36-39, 41, 44,
Tâ-Hâ Suresi, 64. 71, 194, 199, 206, 207, 221, 223,
Tahran Radyosu, 188. 251, 252, 254-257, 259, 260, 263,
Talak (boşama), 86, 130. 269, 270.
Talâk Suresi, 74. The Foreign vocahulary o fth e Qur'an,
Talmud, 252. 288.
Tanıklık, 101, 103. Tirmizî, 42, 72, 201.
Tanrı Dumuzi, 43. Totem, 44.
Tanrı, 31, 33, 36-39, 43, 49, 59, 71, 72, Totemizm, 44.
92, 95, 97-100, 102, 132, 133, 145, Trablus, 161.
146, 153, 155-159, 169, 170, 175, TRT, 126-128, 189, 220, 274, 275, 281,
196, 197, 207, 210-212, 214. 288.
Tanrıça, 43. Tufan, 200, 221.
Tarde, G. 139, 141, 150. Tunus, 159-161, 164, 165.
Tarih felsefesi, 138, 140, 141, .144-146, Tunuslu, 142, 158.
150. Turan Dursun Hayatını Anlatıyor, 287.
Taşçı, Salim, 194. Tutak, 215, 247, 277.
Tay alisi, 201. Tüfekçi, Gürbüz, 121.
■Tayland, 21. Türk Ceza Yasası, 120, 182, 185, 187,
TBM M , 53, 134, 169, 180, 190. 256.
Tebesse, 161. Türk Ansiklopedisi, 142.
Tebük, 90. Türk Medeni Kanunu, 128, 184.
Tecrîd, 31, 59, 60, 172. Türk, 34, 3 5 ,4 4 ,7 6 ,7 7 , 113, 114, 120­
Tefsîr Usûlü, 232. 122, 126, 128, 139, 142, 169, 182,
Tefsirde israiliyyat, 267. 184-187, 190, 208, 212, 215, 216,
Teğabun Suresi, 58. 228, 249, 256, 278, 280, 281, 288.
Tekirdağ, 120. Türkeli, 218.
Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi, 120. Türkiye Cumhuriyeti, 55, 115, 116,
Tekke, 113, 132. 118, 120, 123, 126, 134, 169, 182,
Tekvîr Suresi, 190, 237. 184, 186, 190, 281.
Teokratik Devlet Anlayışından D em ok­ Türkiye gazetesi, 196, 198.
ratik D evlet Anlayışına, 182. Tüzüner, İlknur (Keçiborlu İmam-Ha-
Teori, 208, 250, 274, 276, 277, 280­ tip Lisesi Öğretmeni), 254, 256-258,
282. 260, 261, 263, 267-270.
Tercüman gazetesi, 178. TV-1, 189.
Tevbe Suresi, 28, 29, 32, 33, 64, 153,
172, 175, 193,255,261. Uçan, Salih, 217.
Tevbih, 93. Umeyye oğlu Safvan, 30.
Tevhid dergisi, 252. Ümran, 146, 147, 151.

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Umre, 90. Yargıtay, 120, 186.
Usûl-u Fıkıh, 216. Yazıcı, Tahsin (Prof. Dr.), 290.
Usûlu'l-fıkıh (İslam hukuku), 100. Yazıcıoğlu, Mustafa Said, 169.
Uzfuneş (Kaştela Kralı Alphonse), 163. Yazır, Elmalılı Hamdi, 212, 257, 290.
Yehova, 131,223.
Übbe, 161. Yemen, 90, 153, 159.
Üç Din ve Üç Şeriat Karşısında Laik- Yeni Asya gazetesi, 250.
■lik, 127. Yeni Düşünce gazetesi, 246.
Üçbaş, 216, 218. Yeni İstanbul gazetesi, 218.
Ülken, Hilmi Ziya, 117, 127, 128, 130, Yeni istiklal gazetesi, 218.
137, 138, 150, 165. Yerbu oğlu Abdurrahman, 30.
Ümeyye oğlu Hilâl, 102. Yessar, 240.
Ümmet, 82, 90, 126. Yeşilırmak gazetesi, 276, 281.
Ümmül-Kurâ, 44. Yılmaz, Abdullah, 272.
Ünlülere Mektuplar, 287. Yunan, 1 7 ,4 9 ,6 7 , 116, 140, 141.
Üriya, 265. Yurdaydın, G. Hüseyin, 139,
Yusuf Suresi, 34, 64.
Vâcib, 80. Yusufeli, 208.
Vahiy Meleği Cebrail, 258, 263. Yüksek İslam Enstitüleri, 125.
Vaux, Carra de, 138, 140, 141.
Veda Haccı, 140. Zabt, 62.
Veliyyuddin, 158. Zaman gazetesi, 217, 245, 247, 250.
Vezir Ömer, 161, 162. Zâniye, 74.
Vico, 138, 139, 143. Zebur, 206, 207, 265.
Voltaire, 211. Zekât, 28-32, 64, 130, 157, 247, 249.
Von Kremer, 138. Zemzem, 40.
Zerdüşt, 21,24-25, 45.
VVashington, 278. Zeyd b. Harise, 266.
Zeyd b. Sabit, 259.
Yahudiler, 17, 32, 34, 40, 85, 131, 222, Zeyd, 71, 141, 158, 241, 259, 266, 270.
241, 248, 251, 254-258, 264, 268­ Zeyneb (RA), 266.
269. Zeyrekli Mehmet Efendi, 133.
Yahudilik, 17, 19, 32, 41, 44, 49, 127, Zina, 54, 60, 74-77.
169, 170, 225, 241, 273. Zuhruf Suresi,64.
Yalçın, Hüseyin Cahit, 207. Züfer, 78.
Yalnız, Âdem, 195.

304

Youtube: Tanrı Mı Varmış


Youtube: Tanrı Mı Varmış

You might also like