You are on page 1of 11

GÖSTERGE DİZGELERİ VE DİL

Gösterge nedir?

Kendisinden başka bir şeyin yerini tutan, daha doğrusu, kendi dışında bir
şey gösteren her çeşit biçim, nesne, olgu vb. gösterge diye adlandırılır. Söz
gelişi, fotoğrafımız bizim yerimizi tutan bir göstergedir. Göstergeler; sözcükler,
imajlar, sesler, jestler veya nesneler biçiminde bulunabilir.

Göstergeler, anlamı ifade etme araçlarıdır. Duygu, düşünce, fikir, bilgi ya


da diğer insanlarla paylaşmak istenen ne varsa, onların diğer insanlara aktarımı
göstergelerle yapılır.

Hangi gösterge dizgelerinden söz edilebilir?

Dünyamızı çevreleyen pek çok dizge göstergelerin birleşmesiyle oluşur.


Türkçe, İngilizce, Rusça, Çince gibi doğal diller, çeşitli bilim dilleri, görüntüler,
resimler, fotoğraflar, trafik işaretleri, bir şehir veya yerleşkenin plânı, bir müzik
parçası, bir resim, bir tiyatro gösterisi, bir film, reklâm afişleri, moda, sağır ve
dilsizler için oluşturulmuş alfabeler, beden dili, davranışlar, bir takım ritueller
(selamlaşma, namaz kılma, resmi törenler), roman, şiir gibi edebî eserler, halı,
kilim, oya gibi el sanatlarındaki desen ve motifler, sofra düzeni, çalınan bir ıslık
vb. gibi her anlamlı bütün, göstergelerden oluşur ve bu dizgeleri anlamak için
öncelikle dizgelerin en küçük anlamlı birimleri olan göstergeleri anlamak
gerekir.

Gösterge Modelleri:

İki baskın gösterge modelinden söz edilebilir. F. de Saussure ve C.S. Peirce


modelleri.
F. de Saussure’nün gösterge modeli iki parçalı bir modeldir. Bir gösterge,
gösteren ve gösterilenin bileşiminden oluşur. Çağdaş yorumcular göstereni
biçim, gösterileni kavram olarak yorumlar. Dilbilimsel bir gösterge, bir isim ve
bir varlık arasındaki bağ değil, bir kavram ve bir ses imgesi arasındaki bağdır.
Bir ses imgesi gerçek bir ses değil, dinleyicinin psikolojik bir ses izlenimidir. Bu
ses unsuru, ‘maddî’ bir unsur olarak adlandırılabilir. Bu bizim duyusal
izlenimimizin sunumudur. Bir ses imgesi böylece bir dilbilimsel göstergede
onunla ilişkili diğer unsurdan ayrılabilir. Bu diğer unsur genellikle daha soyut
bir türdür: kavram (Saussure 1983).
Saussure için gösteren ve gösterilen bütünüyle psikolojiktir. He ikisi de
varlıktan çok biçimdir. Bir gösterge hem bir gösteren hem de bir gösterilene
sahip olmak zorundadır. Bu iki unsur bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden
ayrılamaz, birbirine sıkı sıkıya bağlı ve birbirini çağrıştırır durumdadır. Bu görüş
Derrida ve yapıbozumcular tarafından eleştirilmiştir. Onlara göre, gösteren
gösterilenden sürekli ayrılır ve yeni anlamlar üretir (Uçan 2008: 49).
Saussure, dilbilimsel gösterge ve konuşulan sözcük üzerine odaklanmıştır. O yazıyı
ayrı, ikincil, bağımlı; fakat karşılaştırılabilir bir gösterge dizgesi olarak görmüştür.

Pragmatikle ilgilenen felsefeci ve mantıkçı Charles Sanders Peirce,


Saussure ile aşağı yukarı aynı zamanda bir gösterge modeli belirlemiştir. Peirce,
Saussure’den farklı olarak göstergeyi ikili değil, üçlü bir yapı olarak
düşünmüştür. Bu üçlü modelde gösteren/temsil eden (representamen),
göstergenin biçimine; yorum (interpretant), göstergenin oluşturduğu anlama;
nesne (object) ise, göstergenin gönderimde bulunduğu şeye işaret eder. Daha
sonra bu yapı Ogden ve Richards (1923) tarafından geliştirilmiş ve buna göre
göstergebilimsel bir üçgen oluşturulmuştur.

Üçgenin altındaki kesik çizgiler, gösterge aracı (gösteren: ses veya yazı
gibi) ile gönderge arasında herhangi bir gözlenebilir ve doğrudan ilişki
olmadığını göstermektedir.

Gösterge türleri
Charles Sanders Peirce, göstergeleri sınıflandırırken üç ayrı üçlük belirler:
1) Nitel, tekil ve kural gösterge; 2) sözcebirim, önerme, kanıt; 3) sembol, ikon
ve indeks (Bunların karşılığı olarak Türkçede sırasıyla simge, görüntüsel
gösterge ve belirti terimleri kullanılmaktadır).
1) Görüntüsel göstergeler (ikonlar), gösterenin gösterileni taklit ettiği veya
gösterenin gösterilene benzediği göstergelerdir. Bir portre, radyo
dramasındaki ses efektleri, taklit edilen jestler, tabiat taklidi sesler bu tür
göstergelerdir.
Bu nedir?

Bu bir “armut” mu?

“Peki onu yiyebilir misiniz?”

“Hayır”

“Evet, bu bir armut değil, armut resmi”dir. Tıpkı Magritte’nin bir pipo
resminin altına “Bu bir pipo değildir” yazdığı gibi yukarıdaki resimdeki de bir
armut değil, yalnızca bir armut göstergesidir. Yukarıdaki armut resmi, armut
nesnesinin bulunmadığı bir ortamda nesnenin yerini tutan ikonik ‘görüntüsel’ bir
göstergedir.

Bir ikonografik gönderim, bu gönderime güçlü bir duygusal yanıtı


anımsatmak için tasarlanan gönderimin imgesini kuran bir gönderimdir.
İkonografik gönderimin iki özel türü vardır: ikonlar ve karikatürler. İkon,
hayranlık ve saygı gösterilen bir imgeyken, karikatür hakaret içeren bir imgedir.
2) Belirti türünden göstergelerde ise, gösteren nedensiz değil; doğrudan
ilişkilidir ve bu ilişki gösterilebilir veya anlaşılabilir. Sigara dumanı,
gök gürültüsü, yankılar, sentetik olmayan kokular (ter kokusu gibi),
tatlar gibi doğal işaretler; tıbbî belirtiler (ağrı, nabız atışı, ateş gibi), ölçü
aletleri (termometre, saat, rüzgâr gülü gibi), kapı çalması, telefon
çalması gibi işaretler, işaret değneği (körlerin kullandığı) veya köpek;
fotoğraf, film, video gibi kayıtlar; el yazısı gibi kişilik göstergeleri ve
dizinsel sözcükler (bu, şu, burada, orada gibi) belirti niteliğindeki,
dizinsel göstergelerdir. Dizinsel göstergelerin birçoğu sözel değildir.
Bununla birlikte, bu sözel olmayan göstergeler de sözel olarak
aktarılabilir veya anlatılabilir. Söz gelişi, “ağaçların kuzeyde kalan
kısmı yosun tutar”, dersek bunu duyan ama deneyimlememiş biri
yosunlu bir ağaç yüzeyi gördüğünde o yüzeyin kuzeye baktığı anlamını
üretir ve yönünü belirleyebilir.
3) Simge türündeki göstergeler (semboller), gösteren ile gösterilen
arasındaki ilişkinin nedensiz olduğu göstergelerdir. Genel olarak dil ve
buna ek olarak özel diller, alfabe harfleri, noktalama işaretleri,
sözcükler, söz öbekleri, cümleler, sayılar, trafik ışıkları, mors alfabesi,
ulusal bayraklar sembolik göstergelerdir.

Tarihî seyir izlendiğinde dilbilimsel işaretlerin dizinsel ve ikonik


biçimlerden sembolik biçimlere doğru gelişme eğiliminde olduğu görülür. Söz
gelişi, alfabeler başlangıçta sesler için geleneksel sembollere dayalı değildi.
Yunan ve Latin alfabesindeki bazı harflerin Mısır hiyerogliflerindeki ikonik
işarelerden türemesi gibi runik alfabedeki bazı semboller de ikonik Türk
damgalarından türemiştir. İkonik işaretlerden sembolik işaretlere geçiş, yontma
kullanımındaki ekonomiyle açıklanır.
Chandler’a göre (2002: 37, 43), üç türe ayrılan bu göstergeler, kişiler
tarafından farklı değerlendirilebilir. Bir kişi tarafından sembolik olarak
değerlendirilen bir gösterge başka biri tarafından ikonik, bir üçüncü kişi
tarafından belirti türünden bir gösterge olarak değerlendirilebilir.

Bir gösterge bazen birden fazla gösterge sınıfı içinde değerlendirilebilir.

Yukarıdaki heykel bir ikonik (görüntüsel) göstergedir. Biz bunu


deneyimlerimizden yola çıkarak İsa heykeli olarak yorumlayabiliriz. Bu heykel
aynı zamanda Brezilya’daki Rio Janeiro şehrinin sembolü durumundaki
Kurtarıcı İsa heykelidir. 710 metre yükseklikte olan Corcovado Dağı üzerinde
yer alması 30 metre boyunda olması nedeniyle şehrin her yerinden görünmesi
onu şehrin sembolü durumuna getirmiştir.
Boğaz Köprüsü, İstanbul’u sembolize eden bir göstergedir. 15 Temmuz
Şehitler Köprüsü olarak adının değiştirilmesi bir takım çağrışımları da
beraberinde getirerek bazı yan anlamlar oluşturmuştur.

Simgeler oldukları şeyden daha fazlasını sunarlar. Post-modernist Jacques


Derrida’ya göre bir gösterge (sign) ve onun gösterileni arasında açık bir ayrım
yoktur. Postmodernistlere göre her şey yalnızca bir simgedir. Gerçek dünya dile
simgelerle yansıtılır. Başka bir deyişle, simge olmayan şeyler daha gerçektir.

Hjelmslev, düz anlam ve yan anlam kavramlarını, göstergenin iki değişik


değeri olarak ortaya atar. Herhangi bir gösterge ilk anlamı (düz anlam) dışında
anlamlara da sahip olabilir. Bu anlamlarda toplum-dilbilimsel olgular önemli
etkiye sahiptir.

Hjelmslev, gösterge dizgelerini iki düzeyde inceler: anlatımın tözü ve


anlatımın biçimi; içeriğin tözü ve içeriğin biçimi. Söz gelişi, kız göstergesinde
görülen üç sesbirim /K.I.Z./ anlatımın tözünü, başka sesbirimlerin
düzenlenmesinden ayrılan ses düzeni de anlatımın biçimini oluşturur. İçerik
düzeyinde ise, [+genç], [+dişi], [+insan] unsurları içeriğin tözünü, kendilerini
başka anlamsal birimlerden ayıran düzenlemeleri de içeriğin biçimini oluşturur.

Bizler sembolik göstergelerle kuşatılmış durumdayız. Doğal diller birçok


sembolik gösterge barındırdığı gibi, tehlikeye işaret eden semboller, matematik
(+, -), fizik gibi bilim dallarıyla ilgili semboller, dinî semboller gibi dil dışında
da günlük yaşamımızda karşılaşabileceğimiz çok sayıda sembolik gösterge
vardır.
Semboller kullanım alanları dışına çıkabilir, zaman içinde farklı anlamlar
yüklenebilir. Bugün için ay ve yıldız, Müslümanlığın sembolüdür. Kökeni,
İslamiyetten önceki ay kültlerine kadar uzanır.
Davut Yıldızı, Museviliğin sembolüdür. İç içe geçmiş iki üçgenden oluşur,
iyilik ve kötülüğün bir arada bulunduğunu simgeler. Kökeninin Hinduizm gibi
doğu dinlerine kadar gittiği söylenir. Eski Türk damgaları arasında da Davut
Yıldızı’na benzer bir gösterge bulunmaktadır. Pagan kültüründe bereket ve güç
sembolüdür.
Beş köşeli yıldız etrafına çizilen çember, şeytana tapanların simgelerinden
biridir.
Haç, Hristiyanlığın sembolüdür; fakat onun kökeni de eski Mısır’a kadar
gider. Dört gücün simgesi olan haç göstergesi, Hristiyanlıkla birlikte İsa’nın
çarmıha gerilmesini simgeler hâle gelmiştir. Uçları sola doğru kıvrık haç
mutluluk ve iyiliğin sembolü; Gamalı Haç olarak bilinen Hitler’in uçları sağa
doğru kıvrık haçı ise, mutsuzluk ve kötülüğün sembolüdür.
Budizmin sembolü Dharma tekerleği, Zerdüştlüğün sembolü içinde ateş
yanan bir kadehtir.
Taoizmin sembolü olan Yin ve Yang, dişi ve erkek gibi doğada zıt; fakat
birbiriyle ahenk içinde birleşen, birbirini tamamlayan güçleri simgeler.

Dinî semboller yanında devletlere, kurumlara, partilere, akımlara vb. ait


birçok sembolden de söz edilebilir.
Simgeler, dini rituellerde, kubbe gibi bir takım ibadethane modellerinde vb.
önemli olduğu gibi sihir ve büyü dünyasında da önemli yere sahiptir.
Bütün sihir biçimleri göstergelere ve dolayısıyla dile bağlıdır. Büyülü
sözler, anlamsız konuşma, tefekkür; zihinde bazı özel kelimeleri tekrarlayarak
ve derin düşünce yoluyla huzur bulma, meditasyon dilin sihirli gücünü gösterir.
Konuşma yoluyla sihir yapılabildiği ve kontrol edilebildiğine inanılır. Sihir
yapmak için dilin seslerinden yararlanılır. Çoğu zaman tekerleme benzeri sözler
üretilir. Çok bilinen bir sihir sözü olan abrakadabra sözünün ne anlama
geldiğini çoğu insan bilmez. Bu tür sihir sözleri değiştirilemez. Belli bir dildeki
kelimeleri kullanarak sihir yapma gücü, herhangi bir dilsel birimin
değiştirilmesiyle sihrin etkisinin değişeceği düşüncesi dikkate değerdir.
Abrakadabra, sihir yapmak için bir anahtar sözcük olarak geçmişten günümüze
kullanımını sürdürür ve dilin seslerinde zaman içinde bazı değişiklikler
gerçekleşirken bu sözcüğün seslerinde değişiklik olmaz. Abrakadabra,
İbraniceyle ilişkili bir dil olan Aramca bir deyim; avra kadabra ‘Ben konuşarak
yaratırım’ sözüne dayanır. İbranice, yaratmak için iki kelime kullanır. Eğer biri
bir şeyi yoktan var ediyorsa, evra sözcüğü, eğer bir şeyi başka bir şeyden
yapıyorsa etzor sözcüğü kullanılır. Bu yüzden abrakadabra ‘Ben konuştuğumda
bir şeyi, var olmayan bir şeyden yaratıyorum; yani yoktan var ediyorum’
anlamına gelir.

İnsanların yararlandığı her gösterge dizgesi ancak dil aracılığıyla, dil


desteğiyle gerçeklik kazanır. Bu nedenle, gösterge dizgeleri, bu dizgelerden söz
eden metinler yoluyla anlaşılır. Afrika zencileri birbiriyle davul çalarak,
Amazon’un kuzeybatısında yaşayan yerliler ksilofon davullarıyla iletişim
kurarlar. Modern toplumlarda da zil gibi bazı çağrı cihazları kullanılır. Bunlar,
göstergebilimin inceleme alanına giren işitsel dilyetisine dayalı iletişim
biçimleridir; fakat bunların ne anlama geldiği yine dil yoluyla öğrenilir ve
aktarılır.

Kodlar ve Yorumlar
Kodlar, en basit ifadeyle, simgelerimizin yer aldığı çerçeveler, dizgelerdir.
Dilin kendisi bir koddur. Dil gibi formal olmayan kodlar da vardır. Bir film
çekimi sırasında siz bir hareketi izliyorsanız ve yönetmen kamerayı hafifçe yana
yatırmayı seçiyorsa, bu bir koddur. Bizde ana karakterin şaşırtıldığı varsayımını
uyandırır. Bir roman “Özge, o gün çok mutluydu” cümlesiyle başlıyorsa,
romanın ana karakterinin Özge olacağı varsayılır. Bir romanda, okuyucunun
onunla ilgili bilgiye sahip olduğu ana karakteri sunma bir koddur. Genellikle
romanın başında onun eylemleriyle ilgili bilgi verilir. Okuyucunun onu ana
karakter olarak okuması istenir ve bu bir koddur.
Simgeleri yorumlamak için kullandığımız kodlarla ilgili çok fazla
düşünmeyiz; çünkü onları çok erken yaşlarda ve hiçbir gayret göstermeden
ediniriz. Kodlar da simgeler gibi genellikle keyfîdir. Söz gelişi, bir soru
cümlesiyle bir isteği dile getirebiliriz: Kapıyı kapatabilir misin? cümlesini
karşıdaki bir soru olarak değil, kapının kapatılması isteği olarak anlar. Bu, bir
dilsel koddur. Bir video kamera omuzda tutularak dolaşılıyorsa, çekilen film
kesik kesik ve sarsıntılı olacaktır; bunu biliriz ve bu bir koddur.
Roman Jakobson’a göre, metinlerin üretilmesi ve yorumlanması, kodların
varlığı veya iletişim geleneklerine bağlıdır. Bir göstergenin anlamı kodlara bağlı
olduğundan kodlar göstergenin anlamını teşkil eden bir çerçeve üretir. Çok
farklı kod türleri vardır. Bunlar Chandler (2002) tarafından şu başlıklar altında
toplanmıştır:
1) Toplumsal kodlar: ses bilgisi, söz dizimi, sözlük bilgisi,
vurgu, tonlama gibi kodları içine alan sözlü dil; yüz ifadesi, göz kırpma,
dokunma, fiziksel yönelim, beden duruşu gibi beden kodları; moda, giysiler,
arabalar, ev eşyaları gibi eşya kodları; protokol kuralları, ritueller, oyunlar gibi
davranışsal kodlar bu grupta yer alır.
2) Metinsel kodlar: Matematikteki işaretler (+, - gibi)
bilimsel kodlar; klâsik, romantik, realist vb. akımlara uygun olarak yaratılmış
şiir, tiyatro, resim, heykel, müzik gibi çeşitli sanatlardaki estetik kodlar;
betimleme, öyküleme, tartışma, örnekleme gibi tür, retorik ve stilistik kodlar;
fotoğraf, televizyon, sinema filmi, radyo, gazete, dergi gibi hem geleneksel hem
de teknik biçimler taşıyan medya kodları bu grupta yer alır.
3) Yoruma dayalı kodlar: Görsel algı gibi algı kodları;
liberalizm, komünizm, kapitalizm, faşizm, feminizm gibi ideolojik kodlar bu
grupta yer alır.

Bu tür kodları yorumlayabilmek için belli bir dünya bilgisine, tür bilgisi
gibi metinsel bilgilere sahip olmak bu ikisi arasındaki ilişkiyi iyi kavramış
olmak gerekir.
Bu kodlar arasında belki de en ilgi çekici olan kodlar, toplumsal kodlardır.
Toplumsal kodlar kültüre bağlıdır. Bir toplumun kültürü toplumsal kodlar
yoluyla ortaya konabilir. Kendi kültürümüze ait bu tür kodları toplum içinde
yaşayıp deneyimleyerek öğrendiğimiz gibi, büyüklerin anlatılarından,
izlediğimiz filmlerden, okullarda verilen derslerden veya okuduğumuz
kitaplardan da öğrenebiliriz. Farklı kültürlere ait kodları, eğer o kültür içinde bir
süre yaşamadıysak, öğrenmenin en önemli yolu, filmler ve edebî metinlerdir.
Bunun için bir örnek James Joyce’un Ulysses romanından (s. 90-91) alınmış
aşağıdaki parçadadır:

Ana caddenin kapalı perdeleri ve üzerine yas bezi örtülü kapı


tokmağıyla dokuz numara geride kaldı, kapısı aralık. Yürüyüş hızıyla.
Virajı alıp tramvay raylarının yanından geçmeye başlayana kadar bir
şey demeden, dizleri sallana sallana oturdular….
Mr. Dedalus dışarı bakarak başını salladı.
Ne güzel bir gelenek, dedi. Ölüp gitmemiş olduğunu görmek beni
sevindiriyor.
Herkes bir süre pencerelerinden gelip geçenlerin çıkardıkları şapka
ve kasketlere baktı. Saygı.

Ölüm karşısında insanların takındıkları tavırlar genellikle kültüreldir ve


ölüm sonrasında önceden edinilmiş bazı ritueller, toplum düzenine bağlı olarak
herkesçe tekrar edilir. Yukarıdaki parçada yer alan ölüm evinin kapısını aralık
bırakmak ve kapı tokmağı üzerine yas bezi örtmek, cenaze karşısında sessizlik,
cenaze geçerken şapka ve kasketleri çıkarmak, yas elbiseleri giymek birer
toplumsal koddur, İrlanda kültürünün birer yansımasıdır.
Önemli kodlardan biri de mitolojidir. Bir dilbilim kodu olan mitoloji gizli
bilgiler, sembolik bir dil, işaretler ve imgeler barındırır. Dil içindeki dünya
gerçek dünya değil, mitolojik olarak kurgulanmış dünya modelidir. Her kültür,
evreni algıladıktan ve evren içindeki insanın yerini anladıktan sonra bir dünya
modeli oluşturur. Bu dünya modeli kuşaktan kuşağa sözel dil ve sözel olmayan
göstergeler yoluyla (resimler, grafikler, vb.) aktarılır.
Bayraklar da göndergesel birer simgedir. Güneşin en önce doğduğu ülke
Japonya’nın bayrağında bir güneş ikonu yer alır.

Bu güneş ikonunu, Mu Kraliyet Armasına kadar götürenler vardır.


Bayraklar da zaman içinde kültürel değişime bağlı olarak değişebilir. Söz
gelişi, Bosna-Hersek bayrağı tarihi süreç içinde değişim göstermiştir. 1760’lı
yıllarda yeşil zemin üzerine beyaz ay yıldız iken bugün petrol rengi tercih
edilmiştir. Bu renk ve bayrak üzerindeki dokuz beyaz yıldız Bosna-Hersek,
Avrupa ülkesidir vurgusu yapmak için kullanılmıştır. Sarı renkli üçgen ise
ülkenin eski krallarından birinin sancağında yer alan bir semboldür. Güneşi ve
barışı simgelemektedir. Bayrak üzerinde ulusal özellik taşıyan tek sembol bu
üçgendir. Bu bayrakla Bosna-Hersek geçmişine bağlı fakat Avrupa ile
bütünleşme arzusunda olduğunu vurgulamaya çalışmıştır:

Kodlayan ve kod çözenin ortak kodlar ve toplumsal pozisyonları


paylaşmalarına göre iletişimdeki anlaşılma düzeyi yükselir. Kod ve toplumsal
pozisyonlardaki en küçük bir fark bile kod çözme aşamasında kodlayanın niyet
ettiği anlamdan farklı anlamların ortaya çıkmasına neden olur. Umberto Eco
(1965), kodlamak için kullanılan koddan farklı bir kodla çözülen bir metin için
‘sapkın, anormal kod çözme’ (‘aberrant decoding’) terimini kullanır. Her
okuyucu, metnin üreticisi tarafından arzulanan ideal okuyucu değildir.
Metinsel kodlar, verici ve alıcı için muhtemel okuma durumlarını sınırlar.
Metinsel bir kod bir takım okuma biçimlerini belirler. Bu biçimler üretici ve
okuyucu tarafından paylaşılır. Özel kodların kullanımı toplumsal sınıf, etnisite,
milliyet, eğitim, meslek, politik ilişki, yaş, cinsiyet gibi etkenlerle ilişkilidir.

Stuart Hall (1973, 1980) bir metin okuyucusu için varsayımsal üç


yorumlayıcı kod veya durum önermiştir:
1) Başat (hegemonik) okuma: Okuyucu metin kodunu tümüyle
paylaşır ve kabul eder ve tercih edilen okumayı yeniden üretir.
2) Müzakereli okuma: Okuyucu metin kodunu kısmen paylaşır. Tercih
edilen okumayı büyük ölçüde kabul eder; fakat bazen itiraz eder ve kendi
durum, deneyim ve ilgilerini yansıtır biçimde onu geliştirir.
3) Muhalif okuma (hegemoniye-karşıt okuma): Okuyucunun
toplumsal durumu baskın kodla doğrudan muhalif bir ilişki içindedir. Tercih
edilen okumayı anlar; fakat metin kodunu paylaşmaz ve bu okumayı reddeder,
alternatif okumalar sunar.
Bazı eleştiriler tercih edilen okumanın nasıl sağlanabileceğini sorgular.
Okuma durumları çoklu, dinamik ve çatışık olabilir.
Bir metin kodunun kişisel çözümü doğrudan toplumsal sınıfıyla
ilişkilendirilir. Farklı topluluklar, farklı yorumlayıcı ve metinsel kodlara sahip
oldukları için metinleri farklı yorumlar. Herhangi bir kişi veya grup farklı konu
ve bağlamlara bağlı olarak farklı kod çözme stratejilerine başvurabilir. Bir kişi
belli bir maddenin bir bağlamda muhalif bir okumasını başka bir bağlamda başat
okumasını yapabilir.
Göstergelerin kullanıcılar tarafından yorumlanmasında üç aşama
belirlenmiştir:
1) Sözdizimi: Göstergenin diğer göstergelerle ilişkisinin belirlenmesi;
2) Anlambilim: Göstergenin niyetlenen anlamının kavranması;
3) Pragmatik: Göstergenin ilinti, uzlaşma yoluyla yorumlanması.

You might also like