You are on page 1of 10

Yunus Emre ve Türkçe

Turan Karataş*

Yunus’tan Bugüne Akan


Türkçe Pınarı
1. Giriş dar pörsümeyen şiirlerinde dili sade ve
On dördüncü asrın ilk çeyreğinden iti- samimidir. Bize öyle geliyor ki yaşadığı
baren, bilhassa Yunus’un manzume- devrin Türkçe konuşan insanları için-
lerinden sonra Türkçenin “şiir dili”nden de, Yunus’un bu yalın dilini anlamayan
söz açabiliyoruz. “Estetik kıvamı” olan, ve sevmeyen yoktu. Şairin muhitindeki
edebî kıymeti bulunan bir dildir bu. muhatabı yani “alıcı” kitlenin durumu,
Türkçeyi böyle ahenkli bir söyleyişe, şiirlerin dilini ve üslubunu belirlemişti.
tatlı bir sese kavuşturanın Yunus oldu- Yunus manzumelerini, medrese eğitimi
ğunu herkes kabul etmektedir. Ondan görmemiş ancak sözlü kültürün verim-
evvel söylenen örneklerde takır tukur leriyle bilgisini, görgüsünü inşa etmiş,
bir lafızla yürüyen Türk şiiri, Yunus’un göçebe ve yarı göçebe Türkmenlerin
hançeresinde bir güzellik tülüne bürün- anlayacağı bezeksiz, samimi, sade bir
müştür. Sesler yumuşamış, kelimelerin dille, içten geldiği gibi söylemiştir.
cezaleti (sertliği) kaybolmuştur. Yunus,
adeta bir kelimeler mimarıdır, şiirindeki En erken divan Yunus’un vefatından
her sözcük yerini yadırgamayan yüzük en az yüz yıl sonra yazıya geçirildiği-
taşı gibi durur. Büyük usta, benzetmek ne göre, bu zaman dilimi içinde hafı-
doğruysa onları öyle yontmuş, öyle zalarda gezdirilen, dilden dile dolaşan
munisleştirmiş ki bütün içinde erimiş, şiirlerin halkın söyleyişiyle “işlendiği”ni,
genel uyuma râm olmuştur. Sanki bin ufak tefek değişmelerle yazıya emanet
yıllık bir tecrübenin sonucunda bu hâle edildiğini, bugüne gelirken de bu değiş-
büründükleri zehabına kapılırız. melerin az buçuk sürdüğünü anlıyoruz.

Çok söylendiği ve açıkça görüleceği Anadolu Türkçesinin Yunus’un şiirleriy-


üzere Yunus’un güzelliği bugüne ka- le kendisini idrak ettiğini söyler Ahmet

*Prof. Dr., Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

98
Hamdi Tanpınar. Bu, doğru bir tespittir. geçirildiği tahmin edilen
Dilin gücünün ve etkisinin farkına varıl- ve ilk yazmalardan biri ol-
ması, bunun şuurluca şiirde kullanılması duğu bilinen Yunus Divanının
hemen ilk kez Yunus’ladır. Beri yanda, Fatih nüshasındaki şiirlerde (195
onun şiirlerindeki edebî kıymeti bulu- manzume) 2.555 çeşit kelime var.
nan dil tutumunun, Türk toplumu içinde Bunlardan 1.191’i Türkçe, 967’si Arap-
“inanç birliği”nin yerleşmesinde, kök- ça, 382’si Farsça, 10’u Yunanca, 3’ü La-
leşmesinde büyük yararlar sağladığı tince, ikisi Ermenice ve biri de Cermen
da açıktır. dillerinden. Türkçe kelimelerin oranı
yüzde kırk altıdan fazla. Mustafa Tatcı
Bu makalede, Yunus’un dilini hâlâ canlı, neşriyatı olan Yunus Emre Divanı (417
ışıltılı ve sevimli kılan, tutan özellikleri, manzume) ve Risaletü’n-nushiyye’de
unsurları birtakım verilerle ve şahitlerle ise kelime çeşidi 4154’e çıkıyor. Bunların
göstermeye çalışacağım. Onun şiirle- 2380’i Türkçe (% 57, 29), 1227’si Arap-
rinde kullanılan kelimelerin zaman için- ça (% 29,53), 518’i Farsça (% 12,46),
deki macerasını göstereceğim. Kelime- 29’u da diğer dillerden (% 0,69) (Albay-
leri örneklemek maksadıyla seçtiğim rak 2014:49).
mısra ve beyitleri de Yunus’un ölümsüz
sözlerine tanıklık etsin diye huzurunuza İkinci neşirdeki 4154 kelimenin erken
çıkarıyorum. dönem Türkçe eserlerdeki dağılımını
göstermekte de fayda var. Yunus’un
2. Dilin Müslümanlaşması kullandığı bu kelimelerden 1040’ı Di-
Şair Süleyman Çobanoğlu, bir söyleşi- van u Lugati’t-Türk’te, 1146’sı Süheyl
de şöyle diyordu: “İnsanlar ve cemiyet- ü Nevbahar’da, 1429’u Dede Korkut
ler gibi diller de din değiştirirler. Türkçe, Kitabı’nda karşımıza çıkıyor. Kelimeler-
Yunus Emre’nin huzurunda diz çökerek den 1958’i bu ilk dönem eserlerimizde
Müslüman olmuş bir dildir.” (İtibar, Mart yok, ilk defa Yunus’un şiirlerinde görü-
2012) Bu çok hoş tespit, son derece lüyor (Albayrak 2014:50).
isabetlidir. Yunus, Türkçeye İslam inan-
cının canını üfleyen bir şairdir. “Hak’tan Yunus’un kullandığı Arapça, Farsça ke-
gelen şerbeti içtik elhamdülillah/ Şol limelerden bazı örnekler seçtik. Burada
kudret denizini geçtik elhamdülillah” şunu bilhassa belirtelim, Yunus, bu ke-
mısralarını söyleyen Müslüman Türk- limelerin çoğunu Türkçe söyleyişe uy-
men bilgesi, Türkçenin İslam deryasın- durarak yani bir bakıma Türkçeleştire-
da salimen yol almasının yolunu açmış- rek kullanmıştır. Bir de Yunus’un şiirine
tır. Bu büyük ve son dinin bir yaşama aldığı Arapça veya Farsça kelimelerin
yolu olan tasavvuf, en saf, en berrak hemen hepsi, okuryazar olanların bile-
hâliyle onun şiirlerinde görünür. bileceği cinsten. Yunus kendi devrinde
halkın itibar etmediği, anlamını bilme-
Yunus’un şiirlerinde yer alan Arap- diği kelimelere çok az yer vermiş olmalı.
ça, Farsça kelimelerin oranı yüzde elli Aşağıya bir kısmını aldığımız kelimeleri
civarında. İslamiyet’i kabul edişimiz- gözden geçirirsek Yunus’un söylediği
den sonra dilimize girmeye başlayan şiirlerin niçin hâlâ taptaze yaşadığını
bu kelimelerin hemen çoğu bugünkü daha kolay izah edebiliriz.
Türkçede de kullanılıyor. Aşağıda bu
kelimelerden örnekler vereceğiz. Önce Abes: “Okudum bildim deme/ Çok tâat
Yunus’un şiirlerindeki Türkçe, Arapça, kıldım deme/ Eri hak bilmez isen/ Abes
Farsça kelimelerin sayılarını, oranlarını yere yelmektir” Ağyar, ahiret, ahval,
gösterelim. On beşinci asırda yazıya akibet, alamet, âlim, amel, arafat, ârif,

99
El Yazması Kur'an-ı Kerim

arzu, âsân, asıl, âsûde, âşık, âşinâ, âvâ- lek, fena, figan, firak, gaflet, gam, gam-
re, âvaz, âyine, ayyar, azamet, azim, maz, garib, gark, gayret, gevher, girif-
bade, bağ, baha/paha, bahane, basi- tar (mübtela, tutkun), gurbet, gümrah,
ret, bazar/pazar, belâ, beraber, bere- günah, güzaf, haber, hâce, had, hakikat,
ket, beyan, bîçare, bîkarar, bîmekân, hâl, ham, handan, harab, has, hasret,
bînihayet, bînişan, biryan/büryan, bî- hasta: “Ecel büke bilimizi/ Söyletmeye
vefa, bîzar, burç, bühtan, bünyad, cahil, dilimizi/ Hasta iken hâlimizi/ Soranla-
cefa, cehd: “Canını dost yoluna koma- ra selam olsun” Hayat, hayvan: “Âşık
yan âşık mıdır/ Cehd eyleyip ol dosta öldü deyi salâ verirler/ Ölen hayvandu-
ermeyen âşık mıdır” Cennet, cevher, rur âşıklar ölmez” Hazret, hırs, Hızır, hi-
cevr, cihan, çâre: “Âşık kişi miskin gerek cab, hikmet, huri, hüküm, ibadet, ibret,
yol içinde teslim gerek/ Kim ne derse ilim: “İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bil-
boyun bura çâre yok gönül yıkmağa” mektir/ Sen kendini bilmezsen/ Yâ nice
(Farsçadan dilimize geçen bu kelime, okumaktır” İmaret, izzet, kabir, kâfir,
Yunus gibi güçlü şairler dilinde öyle bir kahır, kalp, kalem, kanaat, kitap, kud-
yapı içine yerleştirilmiş ki, unutulması ret, kuvvet, latif, muhabbet: “Dünya-
ve dilden atılması mümkün olmamış- nın muhabbeti ağulu aşa benzer” Ma-
tır.) Çerağ, çeşme, daim, danişmend, kam, mârifet, maşûk, meclis, medrese,
defter, dem: “Bir dem gelir söyleye- melâmet, melûl: “Karga ile bülbülü bir
mez bir sözü şerh eyleyemez/ Bir dem kafese koysalar/ Birbiri sohbetinden
dilinden dür döker dertlilere derman dayim melûl değil mi” Menzil, mesel:
olur” (Bu kelime, mensup olduğu dilde, “Bu dünyanın meseli benzer murdar
bu beyiti içinden aldığımız o muhteşem gövdeye/ İtler murdara üştü Hak dos-
şiirdeki gibi yüksek bir mevki ve parıltılı tu kodu kaçtı” Miskin, müderris, mülk,
bir mana kazanmamıştır. “Dem”, Fars- mümin, münafık, münevver: “Sağır işit-
çadan ziyade Türkçede bahtlı kelime- mez sözü/ Gece sanır gündüzü/ Kördür
lerden biri olmuştur denebilir.) Dergâh, münkirin gözü/ Âlem münevver ise”
derman, derviş, destan, devir, devlet, Mürid, mürşid, müselman, nâçar, nasi-
devran, didar, dilber, din, divane, dost, hat, nazar, niyaz, nûş, perâkende, pir,
dua, dükkân, dünya, dür, düşman, ebed, rahman, rahmet, rızık, riya, sabır, sadık,
ecel, edeb, elif, emir, endişe: “Fikir yu- selamet, sermaye, sohbet, sûret, şâd:
muş oğlanıdır endîşe kaygu kanıdır” “Söz var kılar kayguyu şâd/ Söz (var)
Erkân, evliya, ezel, fakir, fâni, fâsid, fe- kılar bilişi yad/ Eğer horluk eğer izzet/

100
Her kişiye sözden gelir”. Şâr, şehir, şe- yok adım atmağa”. Ağaç: “Ağaç ata
riat, şükür, taat, tac, taht, tâlib, tarikat, bindireler / Sinden yana göndereler/
tecelli, tefekkür, ten, terk, tesbih, teslim, Yer altına indireler/ Kimse ayrık görmez
tevbe, teveccüh, tevekkül, tiryak, vakit, ola” Ak/ag/ağ: “Keleci bilen kişinin yü-
vatan, vefa, velâyet, velî, yâr, yâren, zâ- zünü ağ ede bir söz/ Sözü pişirip diye-
hid, zencir, zerre, zeval, zikir, ziyaret. nin işini sağ ede bir söz” Agu/ağu: “Söz
ola kese savaşı söz ola bitire başı/ Söz
Bu bahiste mühim bir husus da şudur. ola ağulu aşı bal ile yağ ede bir söz” Al-
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Yu- çak: “Yol odur ki doğru vara/ Göz odur
nus’un şiirlerindeki Arapça ve Farsça ki Hakk’ı göre/ Er oldur alçakta dura/
kelimelerin o devirde halk arasında kul- Yüksekten bakan göz değil” Alın: “Ey
lanılanlar olduğu anlaşılıyor. “Türk halk bana iyi diyen benim kamudan yavuz/
dilince özümsenmiş ve bu dilin ayrılmaz Alnımı ay bilirim bu gözlerimi yıldız” Ar-
bir parçası hâline gelmiş” sözcükler, şın: “Şol bir iki arşın bezin ne yeni var ne
“adamakıllı Türkçeleşmiş oldukları için yakası” Aydın: “Aşk odına yan der isen
artık hiç göze çarpmaz ve yabancı gönüllere gir der isen/ Karanular aydın
kaynaklı oldukları hissini vermezler.” ola ne kandil ü çerağ bana”. Azdırmak/
(Bazin 1971:78, 80) Şu küçük noktayı azmak: “Dört kitabın manası tamam-
da belirtelim: Arapça ve Farsça keli- dır bir elifte/ Bâ dedirmen siz bana bâ
melere Türkçe ekler getirmek suretiyle deyicek azarım” Bağır/bağrı/bağırlı:
yapılmış yeni kelimelerin de Yunus şiir- “Şu karşıma göğüs geren/ Taş bağırlı
lerinde kullanıldığını görmekteyiz. Bir iki dağlar mısın” Belirsiz: “Soğulmuş şol
örnek: Arzulamak, düşmanlık, hâldaş, kara gözler/ Belirsiz olmuş ay yüzler/
hürmetli, kurbanlık, seyreylemek, zârı- Kara toprağın altında/ Gül deren elleri
lık, zalimlik. gördüm”. Beslemek: “Ne beslersin bu
teni/ Sinde kurt kuş yer gider” Bezek
3. Türkçenin Süt Dişleri (süs, ziynet), bezemek, bezenmek, bez-
Cemal Süreya’nın çok meşhur bir de- mek. Bınar/pınar: “Dirildik pınar olduk
yişi vardır: “Yunus ki süt dişleriyle Türk- irkildik ırmak olduk” Boncuk: “Sarraflığı
çenin ne güzel biçmişti gök ekinini.” Bu öğrenmeyen bu gevheri boncuk sanır/
hoş sözü gerçek anlamıyla düşünürsek, Varır verir yok nesneye bilmez neye
süt dişlerinin kaybolup yerine ana / asıl sattığını” Boşanmak (akmak, dökül-
dişlerin gelmiş olduğunu varsaymalı- mek): “Çürümüş toprak içre ten/ Sin
yız. Öyledir, Yunus’tan sonra, bilhassa içinde yatar pinhan/ Boşanmış damar
onun eser verdiği Anadolu Türkçesi akmış kan/ Batmış kefenleri gördüm”
büyük bir çınar gibi kökleşmiş, dallanıp Buçuk: “İçerime bakarsan buçuk pulluk
budaklanmış; yüzbinlerce söz varlığına nesne yok” Bütün: “Sakıngıl yârin gön-
kavuşmuştur. Beri yanda Yunus’un şi- lün sırçadır sımayasın/ Sırça sındıktan
irlerindeki dilimizin “süt dişleri” kaybol- sonra bütün olası değil” (Bu şahane
mamıştır. Bütün saflığı ve aklığıyla var- kelimenin yerine niye “tüm”ün konmak
lığını korumaktadır. Yunus’un yedi yüz istendiğini anlamak güçtür.) Çıyan:
sene evvel söylediği şiirlerinde yer alan “Beş karış bezdürür donum/ Yılan çıyan
ve bugünkü dilimiz içinde de dolaşımda yiye tenim/ Yıl geçe obrula sinim/ Unu-
bulunan kelimelerden bazılarını sırala- tulup kalam bir gün” Çiğ: “Tapduk’un
mak istedim. Amacım, bu sözcüklerin tapısında kul olduk kapısında/ Yunus
Yunus şiirlerinde nasıl etkili ve manalıca miskin çiğ idik piştik elhamdülillah” Dar:
kullanıldığını göstermektir. “Ben dervişim diyen kişi/ İşbu yola âr
gerekmez/ Derviş olan kişilerin/ Gönlü
Adım: “Sensiz yola girer isem çarem gendir dar gerekmez” Değirmen: “Bu

101
dünyanın misali benzer bir değirme- (yazılmış şey, mektup), buşmak (üzül-
ne/ Gaflet onun sepeti bu halk öğünen mek, sinirlenmek), buşu (öfke): “Akıl
tane” (Bana öyle geliyor ki bu kelimeyi gitti buşu geldi akl evini buşu aldı/ İmdi
daha etkili bir benzetişle kullanan şair sultan buşu oldu göze göstermez ciha-
çıkmamıştır. Onu, Yunus öyle bir bağ- nı” Çagşaban (dağılarak), çakıcı (anla-
daştırma içinde kullandı ki sözü darb-ı tıcı, sezici), Çalab (Allah): “Gönül Çala-
mesel oldu.) Ekin: “Bu dünyada bir nes- b'ın tahtı/ Çalab gönüle bahtı/ İki cihan
neye/ Yanar içim göynür özüm/ Yiğit bedbahtı/ Kim gönül yıkar ise” Çatmak
iken ölenlere/ Gök ekini biçmiş gibi” Es- (birleştirmek): “Yunus bu sözleri çatar/
kice: “Bir miskini gördün ise/ Bir eskice Sanki balı yağa katar/ Halka meta’la-
verdin ise/ Yarın anda karşı gele/ Hulle rın satar/ Yükü gevherdir tuz değil”
donun biçmiş gibi” Gelin: “Bu dünya bir Çeg (dirgen), çokal (zırh), çöksü (ağırlık,
gelindir yeşil kızıl donanmış/ Kişi yeni baskı), delim (daima, hep), devlengeç
geline bakıbanı doyamaz” (Türk şiirin- (çaylak), dikçi (dedikoducu), dölenmek
deki nefis teşbihlerden biridir. İnsanın (yatışmak, huzura kavuşmak): “Âşık
dünya karşısındaki zaafını ve hayran- gönlü dölenmez maşûkun bulmayınca”
lığını anlatacak daha güzel ve etkili bir (Bu güzel kelimeyi yeniden kullanıma
söz azdır.) kazandırmak gerek.) Döymek (dayan-
mak, katlanmak), duş/ tuş (taraf, yön,
Yunus’un şiirlerinde yer alan Türkçe ke- cihet; karşı), dükeli (bütün, hep, cümle),
limelerden bir kısmı yani “süt dişler”in Tün/ dün (gece), dürişmek (çalışmak,
bazıları bugün ya tamamen unutulmuş, çabalamak), esrik/esrimek (sarhoş,
kullanılmaz olmuş ya da biçim veya an- mest;/ kendinden geçmek): “Esridi
lam bakımından bir değişime uğramış Yunus’un canı/ Yoldayım illerim hani/
olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmamı- Yunus düşte gördü seni/ Sayrı mısın
zın ana kaynağı olan Nurettin Albay- sağlar mısın” Eydmek/eydürmek (de-
rak’ın hazırladığı Açıklamalı Yunus Emre mek, söylemek; söyletmek); gensüz
Sözlüğü’nü (2014) tarayarak bu sözcük- (istemeyerek, ister istemez), gönilmek
leri tespit ettik. Unutulanları ve değişime (yönelmek, yüzünü göndermek): “Kıla-
uğrayanları yahut bazı ağızlarda kulla- vuz olgıl sen bana/ Gönilelim dosttan
nılanları göstermenin yararlı olacağını yana” Gözgü (ayna): “Dost sûreti göz-
düşündük. Yunus’un kelime kadrosunu güdürür bakan kendi yüzün görür” (Bu
tanımak için bu gerekli olabilir. güzel kelimeyi unuttuk maalesef.) Göz-
sepek/gözsüzsepek (köstebek), gülrek
Bugün Kullanmadığımız Unutulmuş Ke- (kahkaha, çok gülme), Issı/issi (sahip),
limeler: irgürmek (tamamlamak, becermek),
Aldaguç (aldatıcı), anaturmak (sü- kalmaç (aldatıcı, hilekâr), kancaru/
reklice anmak), ancılayın (onun gibi), kanda (nereye / nerede), kavşurmak
assı, balıcak (küçük balık), balk urmak (katlamak, birleştirmek, kavuşturmak),
(ışıldamak), balkımak (parıldamak), kaykımak (meyletmek, değer vermek),
baş (yara): “Söyler isem sözüm savaş kaysı (kaygı), keleci (söz): “Keleci bilen
söylemezsem ciğerim baş/ Cihan do- kişinin yüzünü ağ ede bir söz/ Sözü pi-
ludurur kallâş her birinden bir taş gelir” şirip diyenin işini sağ ede bir söz” Ke-
Başlı (yaralı), bay (zengin, paralı), ba- ler (kertenkele), key (pek, gayet, çok),
yık (doğru, gerçek), baylık (zenginlik), kezek (keşik, sırayla yapılan), kıgırmak
bencileyin (benim gibi), berk (sağlam, (çağırmak, seslenmek), koduk (sıpa),
kuvvetli), berkitmek (sağlamlaştır- kodurmak (bıraktırmak), kolmaş/
mak), bigi (gibi), bilelik (birliktelik), bili/ kulmaş (geveze; aldatıcı), kösülmek
bilü (bilgi, ilim, irfan), birle (birlikte), biti (geçimini birinin sırtından sağlamak;

102
Yunus Emre Divanı Bursa Nüshası
büzülmek, toplanmak, toparlanmak), Uçmag (cennet), uz (uygun, doğru, mu-
obrulmak (oyulmak, çökmek, çukur- vafık; becerikli, mahir), yagı (düşman,
laşmak): “Beş karış bezdürür donum/ hasım), yalıncak (çıplak, yoksul), yaşın
Yılan çıyan yiye tenim/ Yıl geçe obrula yaşın (için için): “Karlı dağların başında/
sinim/ Unutulup kalam bir gün” Olok Salkım salkım olan bulut/ Saçın çözüp
(hemen, o an), ög (düşünce, bilinç, akıl), benim için/ Yaşın yaşın ağlar mısın”
ögürsüz (eşi dostu olmayan, arkadaş- Yatlu (kötü), yavı (kayıp), yavlak (kötü,
sız), öküş (çok, pek çok, fazla), önmek fena), yazug (günah), yıylamak (kokla-
(öne çıkmak, beklemek, gözetlemek; mak): “Bir bahçeye girmek gerek/ Hoş
saklanmak), öri/ örü (yukarı doğru, di- teferrüc kılmak gerek/ Bir gülü yıyla-
kine), pulluk (karşılığı pul olan; değer- mak gerek/ Hergiz ol gül solmaz ola”
siz), salaca (sedye, tabut), sayrı/ sayru Yigrek (daha üstün tutulan, tercih edi-
(hasta), sencileyin (senin gibi): “Yunus len, yeğrek), yord/ yort (hüküm, ege-
senin sözlerin nişandır bilenlere/ Gel- menlik, hükmünü geçirmek), yortmak/
memiş sencileyin devr ü zaman içinde”. yorutmak (yürütmek, harekete geçir-
Sıdurmak (sıyırmak; sızdırmak; kırdır- mek), yoyılmak/ yoyulmak (silinmek,
mak), sımak/ sınmak (kırmak, bozmak/ bozulmak, yok edilmek).
kırılmak, yenilmek; bozulmak), soyak-
mak (aslına dönmek), susak (maşra- Yukarıya aldığımız örneklerde görül-
pa, tahta kova), süçi (şarap), sünük düğü gibi, 13. ve 14. asırlarda şiir dilinde
(kemik), talbınmak (çırpınmak), tapu kullanılan fakat bugün unuttuğumuz,
(huzur, kat, nezd; hizmet): “Tapduk’un Türkçede dolaşımda olmayan kelime-
tapısında kul olduk kapısında/ Yunus ler az değil. Bu durum, canlı ve yenile-
miskin çiğ idik piştik elhamdülillah” Tar- nen bir varlık olan dilin yapısıyla da ilgi-
tınmak (özlemek; acınmak; çekinmek), lidir. Yeri gelmişken şunu da söyleyelim,
tınmak (ses çıkarmak, bir şey demek), “yabancı” dillerden kelimeler almak
tutaş olmak (rastlamak, karşılaşmak), yerine yukarıda gösterdiğimiz Türkçe

103
sözcükleri yeniden kullanıma kazandı- Biçimce veya Manaca Değişerek Kul-
rabiliriz. lanılan Kelimeler:
Aldamak: “Aldadın ey dünya beni/
Çok Az veya Ağızlarda Kullanılan Keli- İşlerinden bîzâr oldum” Arı (temiz):
meler: “Tenim ortaya açıla/ Yakasız gömlek
Ağdırmak(yükseltmek): “Önümce kuyu biçile/ Bizi bir arı vechile/ Yuyanlara se-
kazanı Hak tahtın ağdırsın anı” Ağmak: lam olsun” Bakgıl (bak): (Eski Anado-
“Erenler gelip geçtiler/ Dünyayı koyup lu Türkçesinde emirlerdeki bu -gIl eki,
göçtüler/ Havaya ağıp uçtular/ Bun- sonraları kullanılmaz olmuştur.) Bular
lar hümâdır kaz değil” Aktarmak (çe- (bunlar), degme (olur olmaz, rastgele),
virmek): “Ey nice arslanları alır aktarır değşirmek (değiştirmek): “Dışım derviş
ölüm” Alkış (hayır dua), birlemek (bir içim boş dilim tatlı sözüm hoş/ İlla ben
etmek, şirk koşmamak), depretmek ettiğimi dinin değşiren etmez” Düpdüz
(kımıldatmak, oynatmak): “Benim değil (dümdüz), ılan (yılan), ılduz (yıldız), içre
bu keleci varlık senin Yunus neci/ Çün (içinde), örte (erte), işbu (işte bu, böy-
dilime sensin kâdir sensiz lisan dep- le), kangı/ kanı (hangi/ hani), karanu
retmeyem” (Dilimizin zenginliği için bu (karanlık), karışgan (karışan), kendözi
sözcüklerin dirilmesi, tekrar kullanıma (kendisi), kezin (kez, defa, kere), kiçi/
girmesi gerekir.) Devşirmek (topla- kiçik (küçük, küçüklük), kimesne/ kim-
mak, dermek), fülan (filan), görk/ görk- sene (kimse/ hiç kimse), konşı/ koşnı
lü (güzellik, gösteriş; gösterişli, alımlı): (komşu), kuçmak (kucaklamak, sar-
“Çok söz hayvan yüküdür az söz erin mak), nite/ nete (nice, nasıl), ög (ön),
görküdür/ Bilene bir söz yeter canda öndin (ilk kez, ilk önce, önceden), sa-
gevher var ise” Göyünmek/ göyne- gış (sayış, sayma, hesap), sevi (sevgi,
mek (yanmak, biraz yanmak; keder- muhabbet): “Ben gelmedim da’vi için/
lenmek), gülesimek (güleceği gelmek). Benim işim sevi için/ Dostun evi gönül-
Günde (her gün), ivmek (acele etmek), lerdir/ Gönüller yapmağa geldim” Si-
kovcı (arkadan konuşan, çekiştiren, nirmek (sindirmek, hazmetmek), sovuk
gammaz), muştulamak (müjdelemek), (soğuk), söyünmek (sönmek), şeşür-
oğlancuk (küçük, sevimli çocuk; yav- mek (şişirmek, kabartmak), şol (şu, o):
rucuk), onmak (iyileşmek, şifa bulmak), “Dertsizlere benim sözüm benzer kaya
ögün (defa, kez, kere), segirtmek/ se- yankısına/ Hâldaş bilir hâldaşının gön-
girdim (hızlı hızlı gitmek, koşturmak/ lündeki şol râzını” Tanışık/ tanşuk (isti-
koşu, koşma), sınık (kırık), sin (mezar, şare, meşveret, danışma): “Gelin tanşık
kabir, çukur), soğulmak (suyu ve sütü edelim işi kolay tutalım/ Sevelim sevile-
çekilmek; pörsümek): “Soğulmuş şol lim dünya kimseye kalmaz” Uş (bu, şu,
kara gözler/ Belirsiz olmuş ay yüzler/ işbu), uşadmak/ uşatmak (ufaltmak,
Kara toprağın altında/ Gül deren elleri parçalamak), uşda/ üşde (işte, şu du-
gördüm” Soylamak (soylu göstermek; rumda), üşmek (üşüşmek), viribimek
ululamak, yüceltmek), susalık (susa- (göndermek, irsal etmek, vermek),
mak, susuzluk), suvarmak (su vermek, yasdamak (yaslanmak), yasamak
sulamak), tonanmak (giyinip kuşan- (düzene koymak), yavuz (kötü=> sert,
mak, süslenmek), toylamak (yedirip yaman), yeltemek (teşvik etmek, he-
içirmek, ağırlamak), us (akıl, dirayet, veslendirmek; tahrik etmek; özendir-
zekâ), ütmek (oyunda kazanmak, ut- mek), yig (yeğ, daha üstün, evla), yö-
mak), yilmek (yel gibi hızlı gitmek, koş- nermek (yön vermek, yönlendirmek).
mak, acele etmek, yelmek), yumış/ yu-
muş (iş, görev, hizmet).

104
Yol açıcı bu büyük şairin çok sevdiği mana yükselttiğini de görüyoruz. Şiirle-
ve şiirinde çokça yer verdiği kelimeler, rinde, Arapça ve Farsça kelimeler ya-
kavramlar var. Onları da belirtmeden nına Türkçenin o günkü söz varlığını da
geçmeyelim. Yunus’un şiirlerinde başı koyarak yeni bir birleşime ulaşmış, bu
çeken kelimeleri şöylece sıralayabiliriz: üç dilin kaynaşmasını sağlamıştır. Böy-
Aşk, gönül, dost, Hak, can, yol, ölüm, lece aynı medeniyet dairesine girdiği
söz, dünya, insan /kişi, hâl, ben (benlik), İslam dilleri arasına Türkçeyi de dâhil
sen, miskin / miskinlik (tevazu anlamın- etmiştir. Beri yandan Türkçenin böyle
da), eren. Bu kavramların her biri, aynı bir kültür ve medeniyet havası içinde
zamanda Yunus şiirinin özünü dolduran düşünceyi ve duyguyu ifade etme gü-
temaları da işaret etmektedir. cünü göstermiştir. Türkçeyle tefekkür
etmeye ilk defa Yunus’un şiirlerinde
4. Sonuç karşılaşırız.
Buraya kadar anlattıklarımızı bir özete
kavuşturacak olursak; Yunus’un Türk Şurası açıktır, bu şiirlerde gördüğümüz
dilinin büyük ustalarından biri olduğu- dil, yerleşik hayata geçmekte olan bir
nu, devrinde Türkçenin benimsenmesi- toplumun dilidir. Kırsal kesimdeki yaşa-
ni sağladığını, o günden bugüne kadar yışın yansımaları görülse de bu dil şehir
da dilimizin sevilmesine hizmet ettiği- hayatını tanıyan, eğitimli bir Türkmen’in
ni söylemek durumundayız. Yunus’un Türkçesidir. O günkü konuşulan dile çok
düşüncesindeki evrensel kuşatıcılığın yakın olduğu, ondan çokça yararlandı-
yanında, Türkçenin hemen bütün ince- ğı muhakkaktır. Halkın sevmesindeki
liklerini şiirinde gösterme başarısı, ede- en mühim sebep de bu olmalı. Başkaca
biyatımız ve kültürümüzdeki kıymetini söylersek halk, kendisine iletilecek öğ-
artırmış, mevkiini büyütmüştür. Türk- retileri, öğütleri, görüşleri anlayacağı
çenin, şiir dili olması onun sayesindedir. bir dille söyleyenlere itibar eder. Şiirlerin
Dolayısıyla Türk şiirini kıymetli bir kat- tekkelerde ilahi olarak okunması, şairin

Muradiye Kur'an ve El Yazmaları Müzesi

105
samimiyetinin yanında tasavvuf terim-
lerinin yerli yerinde, anlaşılır bir bağ-
lamda ve etkilice kullanılmasındandır.
Buralardaki dervişler, halkın içinde ya-
şayan, onun görgü ve göreneklerini te-
varüs eden bir zümre olduğu için halkın
diline yakınlığı da böylecedir.

Yaklaşık elli yıllık bir zaman dilimi içinde


söylendiğini tahmin ettiğimiz bu şiirler-
de, Türkçenin görünüşü yer yer farklılık
arz ediyor. Hangilerinin önce hangileri-
nin sonra söze dökülmüş olduğunu bi-
lemesek de Yunus’un son döneminde
söylediğini tahmin ettiğimiz şiirlerinde
Türkçenin daha da sadeleşip güzelleş-
tiğini düşünüyoruz. Bazı şiirlerde bu du-
rum açıkça görülüyor. Kıymetlimiz Yu-
nus’un Divan’ında yer alan ve Türkçenin
klasiği kabul edilen solmaz güzellikteki
şiirleri, az biraz şiir bilgisi ve sevgisi olan
herkes kolaylıkla anlayabilir.

KAYNAKLAR
Albayrak, Nurettin (2014). Gönül Çala-
b’ın Tahtı -Açıklamalı Yunus
Emre Sözlüğü-. İstanbul:
Dergâh Yay.
Bazin, Louis (1971). “Yunus Emre ve Dil So-
runu”. Bildiriler, Uluslararası
Yunus Emre Semineri, İstan-
bul: Baha Matbaası.
Karataş, Turan (hazırlayan, 2019). Yunus Di-
vanı, Ankara: Hece Yay.

106
107
Yunus Emre Türbesi

You might also like