You are on page 1of 659

Makina

Efsanesi
LEWIS MUMFORD
İNSAN YAYINLARI DÜŞÜNCE DİZİSİNDE
ÇIKAN KİTAPLAR

İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı - S. H. N asr


Evrenin Yatışmaz Yapısı - Abdiilkerim Sııruş
Müslüman Psikologların Çıkmazı - M. B. Bedri
Sömürge Ülkelerinde Fikir Savaşı - M alik Bimıebi
Mağlupların Zaferi - Erol Ö zbilgen
Çevresizsiniz - D eniz G ürsel
İlerlemeye Farklı Bir Bakış - Lord N orthbourne
Onbirinci Saat - M artin Lings
Kirlenmenin Boyutları - Ersin G ürdoğan
İslam ve Batı - Perviz M an zu r
Şehirlerin Ruhu - G iilzar H aydar
Dinin Sosyal Gerçekliği - Peter L . Berger
Din ve Psjkoloji - C ari G ıtstav Jım g
Felsefe-i U lâ - Şemseddin G iinaltay
Aklın Aynası - T ilu s Burckhardt
İslâm Maneviyatı ve Batı - M ichel V a h a n ^
Bir Kutsal Bilim İhtiyacı - S. H üseyin N asr :
Gelenek ve Modernlik Arasında - M. Arm ağan
Mistik Düşünce ve Yeni Fizik - M ichael T albot
İslâm'da Sembolik Dil - Sadık Kılıç
Kutsalın Peşinde S.H. N asr - K . 0 'B r ire ne
Makaleler - S. H üseyin N asr
Bilincin Evrimi - Theodore Roszak
M odern Dünyada Din - Lord Northbourne
Kur'an Okumaları - M uham m ed A rko ıın
İslâm Felsefesine Bir Katkı - M uham m ed İkbal
Ulema ve Dinî O torite - D erleme
Fizik ve Metafizik - Jennifer T rusted
Birlik M edeniyetinin Kökleri - Roger de Pasquier
Felsefe Dersleri -1 - M urtaza M ııtahhari
Çeviri Nasıl Yapılmalı- Edm ond Cary
Kadim Bilgeliğin Yeniden K eşfi- F ernand Schwarz
Çağdaş Ruhçuluğun Maske ve Yüzleri - Julius Evola
İslam Felsefe Tarihi -‘H enry Coi'bin
M akina Efsanesi - Lewis M utnford
Makina Efsanesi
in sa n yayınlar ı: 192
d ü ş ü n c e dizisi: ‘13

ISBN 975 - 574 - 135 - 6

insan yayınlan
k l o d l a r e r o ı d . k ü l t ü r a p t . 27/
d iv a ııv o lu -is ta n b u l
tel: 5 1 6 0 8 2 8 - 518 0 8'7 8

orjiııal adı
the m ilh o f the m achine
the pentagon o f p ow er

tashih
m eral k u z u

dizgi - içdüzen
s iyahgül, 527 77 22

baskı-cilı
B ayrak'

kapak baskı
m atsan

kapak düzeni
m u r a t çiftkava

İstanb ul
n isa n , 1996
Makina Efsanesi

LEWIS M U M F O R D

Türkçesi
FIRAT ORUÇ

insan yayınlan
( D . 19 e k i m 1895, F lu sh in g , N e w Y ork, A B D ) a m e r ik a lı
sosyolog, y azar v e ö ğ r e t m e n . M i m a r l ı k ve k e m p lan lam as ı
k o n u l a r ı n d a k i y azıların da, (eknoloii ve k e n t l e ş m e n i n tarih
b o y u n c a i n s a n l o p l u m l a n ü z e r i n d e d o ğ u r d u ğ u etk ileri
tartış m ıştır.

İlk y a z ı l a r ı , M u m f o r d ’u n m i m a r l ı k ve k e n t s o r u n l a r ı m
işleyen b i r y azar o l a r a k t a n ı n m a s ı n a yol açtı. The Story ol
Utopia, Sticks am i Stones, The Golden D ay ve The Brown
D e c a d e s: A S tu d y o f a r ts in A m e ric a 1S 6 5 - 1895.
M u m f o r d ’u n a m e r i k a n e d e b i y a t ı , g ü z e l s a n a t l a r ı ve
m i m a r i s i y l e ilgili k i t a p l a r ıd ı r . L e o n a r d o da V in c i ö d ü l ü n ü
k a z a n a n Technics an d Civilization, C ulture o f Cities ve
M en M u st Act a d l ı k i t a p l a r ı n d a M u ı n f o r d , t e k n o l o j i
t o p l u n u n u m kişisel ve y ö r e se l k ü l t ü r l e u y u m sa ğ l a m a s ı
g e r e k tiğ in i s a v u n d u . Hn ö n e m l i e s e rl e r i n d e n biri olan The
City in History ( 1961) ad lı k i t a b ı n d a ş e h ri n t a r i h b o y u n c a
o y n a d ı ğ ı r o l ü i n c e l e d i . The M yth o f the M a ch in e ’ de
t e k n o l o j i n i n in san lığın g e l i şm e s in d e k i r o l ü n ü , tarihsel bir
b ak ış ve k esk in b i r eleştirel yaklaşım la d e ğ e r l e n d i r d i

M u m f o r d ’un aldığı ç o k say ıd a ö d ü l a r a s ı n d a The City in


H istory i ç i n v e r i l e n U l u s a l K i t a p Ö d ü l ü ile A m e r i k a n
ö z g ü r l ü k M a d a ly a sı (1 9 6 1 ) sa y ıla b ilir. A yrıca B ü y ü k
B ritanya İ m p a r a t o r l u ğ u şö va lye u n v a n ı m a lm ıştır.
İçindekiler

I. BÖLÜM
YENİ KEŞİ FLER YENl DÜN YA LA R 11

1. Yeni Vizyon 13
2. Ortaçağ Prelüdü 17
3. D ış çatışm alar ve iç çelişkiler 31
4. Yeni D ünya Ü topyası 41
5. Ortaçağ N atüralizm i ile karşılaştırma 47

II. BÖLÜM
G Ü N EŞ T A N R ISPN IN D Ö N Ü Ş Ü 53

1. G üneş teolojisi ve bilim 55


2. Yeni D ünya hayalleri versus Eski D ünya gerçekleri 71
3. Kepler’in hayali 79
III. BÖLÜM
m e k a n ik d ü n y a r e sm i

1.T ab ii halinden uzaklaştırılan çevre 89


2. G alileo’nin suçu 99
3. Suçun ayrıntıları 105
4. M akinanın onayı 113
5. Kusurlu organizm alar olarak makinalar 119
6. G alileo için af 127

IV. BÖLÜM
SİYASAL MUTLAKIYETÇILIK VE SINIFLANDIRM A 133

1. Tabiatın efendileri 135


2. M utlakivetçilige geçiş 141
3. Kanun yapıcı olarak bilim adam ı 149
4. M akina m od eli yeniden in celem ed e 153
5. M akina biçim ciliğin başarısızlığı 167
6. Leviathan çarka dahil olu yor 173
7. Terbive edici olarak M akina 179

V. BÖLÜM
TEKNOLOJİ OLARAK BİLİM 183

1. Y eniden onarım 185


2. B acon’ın teknik anlayışı 195
3. Yeni A tlantisin dünyası 201
4. Baconven icraat 211
5. Beklentiler versus gerçekleşim ler 221
VI. BÖLÜM
POLITEKNİK GELENEK

1. Ortaçağ sürekliliği 227 ’


2. Politeknik miras 235
3. T eknik serbestlik 243
4. Politeknigin yıkım ı 251
5. T eknolojik havuz 265
6. Ö znel geçiş 271
7. G öm ülen y en id en -d ogu ş 277

VII. BÖLÜM
KİTLE ÜRETİM VE İNSAN O T O M A SY O N U 283

1. Güç beşgeni 285


2. M ekanik seferberlik 293
3. Sınırların kaldırılması 297
4. O tom asyon u n zaferi 303
5. Çalışmakla geçen öm ü r ' 309
6. O tom asyonun paradoksu 313
7. Zorlamalar ve baskılar 321
8. Son aşama: Büyük beyin 327
9. M eçhule doğru 335

VIII. BÖLÜM
'BİLİM KU R G U ’ OLARAK İLERLEME 341

1. ilerlem enin çarkları 343


2. Evrim ve gerilem e 351
3. Ü topyaların rolü 361
4. Prefabrik Ü topyalar 367
5. Bellam y’nin geriye doğru hayali 371
6. Ü topyadan Kakotopvaya 377
7. C esur yeni dünya 383

IX. BÖLÜM
G Ü C Ü N ÇEKİRDEKLEŞMESİ 391

1. ‘Tarih öğretm enlerine bir m ektup’ 393


2. Eski ve yeni m egam akina 403
3. Yeni ittifak 411
4. G eçişsel totaliteryanizm 415
5. N azi katkısı 423
6. infilaklar ve patlam alar 431
7. Karşılaştırılan m egam akinalar 439
8. İnsan kurbanı ve m ekanik kurtuluş 443

X. BÖLÜM
YENİ M EGAM AK İNA 447

1. Tapınağın sırlan 449


2 . Y üksek ruhbanlığım feragati 457
3. H erşeyi gören g ö z 465
4 . D ü zen lem e insan 469
5. T op lu kontrol tekniği 477'

XI. BÖLÜM
M EGATEK NlK ÇORAK-ÜLKE 491

1. H avalandırm alı Piram idler 493


2. Gerçeklikten uzaya uçuş 499
3. U zay sancısı 503
4. ‘Tarih sonrası’ Kültür 511
XII. BÖLÜM
VAATLER, RÜŞVETLER, TEHDİTLER

1. Z enginliğin başlangıcı 525


2. M egatekııik giderler ve gelirler 531
3. M egateknik rüşvet 535
4. N iteliksiz nicelikleşnıe 541
5. Asalaklık tehdidi 547

XIII. BÖLÜM
AHLAKSIZLAŞMA VE İSYAN 557

1.. Ç atırdayan sütun 559


2 . 'Kaybolan m uhafızlar 565
3.. D evrim ci köp.ürtü (Backvvash) 569
4. N i Iıifist tepkiler 575
5. G erilem enin belirtileri 5 79

X ]V . BÖ LÜM
YENİ O R G A N Ü M 585

1. Bitkiler, M em eliler ve insan 587


2. O rganik dünya resmi 591
3. Uyuyanlar uyandırılsa 597
4. Sonsöz: Yaşam ın ilerlem esi 601

BİBLİYOGRAFYA 605
İNDEKS 629
YENİ KEŞİFLER, YENİ DÜNYALAR
1

Yeni vizyon

N BEŞİNCİ YÜZYILIN SO N U N D A başlayan devir, K eşif


Çağı olarak adlandırılm ıştır ki bu tanım lam a, akabindeki
olayların bir çoğunu kapsar. Fakat b u yeni keşfin en b elir­
gin kısm ı zih in d e yer aldı. V e dahası sö z ü e d ile n kültürel Yeni
D ünya gerçekte, Batı yarım küresinde dahi, hâlâ Eski D ü n ya’daki
bir çok çapraşık, dallı budaklı köklere bağlıydı; toprağın ağır kat­
m an ların d an kadim şehir ve im p a ra to rlu k la rın en k azın a in m iş
kökler.
Batılı insan için gerçekten yeni olan şey, ilk defa gezegenin her
parçasına ulaşılabilir olm anın coşkun hissi ve gözüpek macera, faal
iktisadi m ünasabet ve hatta en azından daha m ütefekkir zihinler,
öz-aydınlanm a için sunulan fırsatlardı. Daha ö n ce görülm em iş bir
biçim de, hem dünya hem sem a, sistem atik araştırmaya açık u zan ı­
yordu. Parlak yıldızlı gökler gibi denizlerin ötesin d ek i karanlık kı­
talar ve en nihayetinde, insanın kültürel ve biyolojik geçm işinin h a ­
reketsiz, daha karanlık kıtası keşfedilm eyi bekliyordu.
Kaba bir ifadeyle, o zam an, keşifin iki bütünleyici türü Batılı in ­
sana yol gösterdi. Başlangıç noktalarında vakm bir şekilde birbir-
leriyle ilişkiliyken farklı yönlerde hareket ettiler, sıkça çakışm aları­
na rağm en farklı hedefler takip ettiler ve en son u n d a tabiatın n i­
m etlerini, tabiatın tek bir yön ü n d en kaynaklanan, insanın daha sı­
nırlı m am ülleri ile değiştirm eye ziyadesiyle çabalayan tek bir ak ım ­
da birleştiler. Bir keşif, tem el olarak gök ve gezegenlerin d üzenli ha­
reketleri ve düşen cisim ler üzerine, yer ö lçü m ü ve zam an tutm a
ü zerin e, m ü kerrer olaylar ve tayin ed ile b ilir k an u n lar ü zerin e
odaklandı. D iğeri, cesur bir şekilde denizleri aştı ve hatta kısm en
merak ve tam ah, kısm en kadim bağlardan ve sınırlardan kurtulm a
arzusu ile cezbedilm iş biçim de, Arz-ı M ev’u d ’un peşinde yerin altı­
nı kazdı.
O n b eşin ci ve o n d o k u zu n cu yüzyıllar arasında, kara kaşifleri,
maceracılar, askerler ve yöneticiler tarafından fethedilen Yeni D ü n ­
ya, bilim adamları, m ucitler ve m ühendislerin keşfedip geliştirdik­
leri bilim sel ve teknik yeni dünya ile güçlerini birleştirdi; aynı akı­
m ın parçası ve parseli haline geldiler. Keşfin bir türü soyut şeın b ol-
ler, rasyonel sistem ler, evrensel kanunlar, tekrar edilebilir ve tah­
m in edilebilir olaylar, nesnel m atem atiksel ölçü m ler ile ilgili idi: n i­
hai olarak kozm ostan ve güneş sistem in d en türeyen güçleri anla­
maya, onlardan faydalanm aya ve onları k ontrol etm eye çabaladı.
D iğer tür, som u t, organik, m aceralı, kavranabilir (m ad d î) olanın
üzerinde durdu: bilinm eyen denizlere açılm ak, yeni yerler tanım ak,
yabancı halklara boyun eğidirm ek ve onların üzerine çökm ek, yeni
yiyecekler ve ilaçlar keşfetm ek, belki gençlik iksirini bulm ak ya da
silahların arsız güçleriyle Yerlilerin zenginliğini ele geçirm ek. Keş­
fin her iki türünde de, başından beri küstah bir gururun ve şeytani
taşkınlığın d ok u nuşu vardı.
Bu yeni dünya vizyonundan hareketle, cüretkâr yelkenci g em i- !
ler, yeryüzü halklarını oldukça uzun bir zaman ayrı tu tm u ş coğrafi
bariyerleri yardılar; bu fetihler yoluyla sonraki birkaç yüzyıl sü re­
since kaşiflerin ilk dam lası, gerçek sakinleri şim diye kadar göreli bir
b e n -m erk ezli hay'ata sev k ed ilm iş yery'üzünün b ü yü k alan ların a
k en d ilerin e has bir b içim d e y erleşm ek ve buraları ele geçirm ek
am acıyla Amerikalaı a, Avusturya ve Yeni Z elanda’ya, ve Afrika’ya
dökülen bir göçm en seline d ön d ü .
Onaltıncı yüzyılın başlangıcından itibaren Avrupa top lu m u n u n
ö n cü leri insan hayatında büyük bir dairesel (cyclical) d eğ işim in
m eydana gelm ekte old uğu na hararetle inandılar. P olizian o, hayal
gücü kuvvetli Floransa’lı hüm anist, Yeni D ünya’nın C o lo u m b tara­
fından keşfinin insanın varlığında lütufkar bir değişim i getirebile­
ceğini derhal ilan etti. Sadece bir asır sonra Calabria’lı rahip Cam-
panella, Bacon ve G alileo’dan heyecanlanarak, üm itvar bir şekilde
aynı hararetle insan top lu m u n u d ön ü ştü rm ek için kuşandıkların­
dan em in olduğu isim siz m ekanik ve elektronik icatları fantezi için ­
de kucaklayarak astron om i, fizik ve teknolojinin yeni dünyasını se­
lam ladı. İdeal cu m h u riyeti “G üneş Ü lk esi”nin ana özelliklerinin
taslağını çıkarttıktan sonra, C am panella, çağdaş astrologlara göre
gelen asrın bir yüzyıl içinde “d ünyanın dört bin yıl ön ce sahip o l­
d u ğ u m d a n daha fazla tarihe sahip olacağını gözlem ledi.
Ufak bir yanılm a payı ile birlikte, b u kehanet dikkate değer bir
doğrulukla ispatlandı; en vahşi hayalî icatlar bir kaç yüzyılda gelip
geçen fiili başarılara hiç kafi gelm edi. Başından beri tüm geçm iş in ­
san başarılarını aşacak olan bir Yeni D ü n ya’ya duyulan özn el inanç
en tem kinli zihinleri kuşattı: Batılı insan üzerinde, zem heriler b o ­
yunca m ühürlenm iş ve bakım sızlığa terkedilm iş eski bir evde pan-
curları savurup cam lan açmak m isali bir etkisi oldu. Baharın taze
havasını soluyanlar, kadim m eskenlerindeki yadigarlar hala hizm et
görebilir ve güzel olsalar da yosu n lu kirişler ve örüm cek ağları ara­
sında daha fazla yaşam aya razı değillerdi. Başta tüm m eskeni yık­
m ada tereddüt ettilerse de, eski d ö şem ey i atm aya, kullanılm am ış
odaları yenilem eye, yeni bir konfor tan zim etm eye başladılar. Ve
daha cesur olanları kırda hatta o lm a zsa ayda, en azından ruhsal
olarak, hayata yeniden başlamak için b u eski malikaneyi hep birlik­
te terketm eye hazırdılar.
E tienne de la B oetie, arkadaşı M ichel de M on taign e’e yazarken
şöyle diyordu: “Y üzyılım ızın baştnda okyanusun ötesin d e yeni bir
d ünya yükseldi, çünkü ilahlar, insanların daha güzel bir sem a altın­
da topraklarını ekebilecekleri, A vrupa’yı m ahkum eden m erham et­
siz kılıç ve kara bela (veb a)’nın yok o ld u ğu bir sığınak yaratmak is­
tediler." Yeni bir başlangıç yapm ak için benzer bir r u i hali, benzer
bir arzu bilim adam larını m ucitlerle, ütopyaların parlak gö zlü ya­
zarlarım kasıla kasıla yürüyen ö n cü orm an adam ları ile birleştirdi.
Yeni D ünya vizyon u n u n her türlü beşer olanaklarını genişlettiği ve
yücelttiği gözüktü. Buna rağm en kaşifler ve ön cü ler, Eski D ünya’ya
sırtlarını dönerken, gerçekte “M erham etsiz K ılıç”ı ya da “Kara Be-
la”yı arkalarında bırakm adılar, zira onların çiçek hastalığı, kızamık
ve verem i, silahlarının im ha etm ediği yerlilerin büyük bir kısm ını
yok etti.
K eşif ve k olon ileştirm en in faal devresi b ittiğin d e ve vadedilen
toprak hâlâ ufukta uzandığı zam an, baştaki in an ç ve hararetin ç o ­
ğu gerçek “Yeni D ü n ya”m n istism arından m akinanınkine aktarıldı.
Fakat gerçekte Yeni D ünya’ya bu iki farklı yaklaşım — biri, keşfedi­
lecek ve sahip olunacak doğal kaynakları, diğeri, im al edilecek ve
kârlı bir şekilde satılacak m ekanik güç ve suni zenginliği hedefle­
m işti— başından beri hiç bir zam an birbirinden ayrı değildi. Tıpkı
erken kapitalizm in m ünzevi, dünyadan vazgeçen, düzenli âdetleri­
nin ortaçağ m anastırından neşet etm esi gibi, her iki güdü de m ili­
tan bir ortaçağ arkaplanından neşet etm işlerdir.
2
Ortaçağ Prelüdü

ENİ DÜNYA’NIN FETHİNİN RESMİ TARİHİ, uzun bir za­

Y m an C o lo u m b ’un ilk seyahati olarak b elirlen m işti; b u n a


rağm en şim dilerde kişinin bunun başka bir perde o ld u ğu n u
varsaym ası için bir neden var, zira aynı yön d e daha yetkin ham leler
atılm ıştı — Cari Sauer’in son zamanlarda işaret ettiği gibi, ihtim a-
len lrlanda’lı rahipler, İskandinav korsanlar ve Britanyalı balıkçılar
tarafından. Elbette ki, dünyanın kozm ografikçilere ait bir küre şek­
lindeki resm i, u m um iyetle kabul edilm ese de, on b eşin ci yüzyıldan
önce dahi bilinm ekteydi; ve m ekanik Yeni D ünya’nın soyut m o d e ­
li, belirgin bir biçim de, 1492’den iyice ön ce, onb eşin ci— yüzyıl ha­
ritalarının enlem ve boylam hatlarında tasarlanm ıştı. Bu, R önesans
ressam larının, D escartes’ten tam bir yüzyıl ö n ce, dünyaya bakıp
uzayda düzenler inhisar etm e yoluyla tanım lanan yakın ve uzak c i­
sim ler arasındaki ilişkiyi tuvallerinde titizlilikle resm etm eye başla­
dıkları pre-kartezyen koordinatların benzer bir kurgusu sayesin -
deydi.
B unun akabinde C olou m b , hiç bir surette entellektüel bir öncü
olm asa da, seyahat planım çıkartmak için bilim sel araçları kullandı
ve d ö n ü şü n ü usturlap, m ıknatıslı pusula ve halihazırdaki d en iz ha-
ritalaları vasıtasıyla em n iyete aldı; beceri isteyen seyahati için yola
koyulm ak ve m ürettebatının şüpheli balaşlarında yolu n a devam et­
m ek için kendisine öz-güveni veren araçlar. N itekim , köm ür ve de­
mir, buhar m akinesi ve otom atik d okum a ile m eydana gelm iş en­
d ü striyel d eğ işim lerd en çok ö n c e , -O rta Ç ag’da, d eğirm en lerd e
rüzgâr gücü ve suyun yoğun kullanım ı gibi- bu erken teknik ilerle­
m eler, insan zih n in d e oldukça belirgin bir değişim yaratmışlardır.
Bu kültürel d eğişim i on yedinci yüzyıldan itibaren tarihlendirm e
m od ası tem elde, teknisyenler arasında tarihsel b ilg in in , tarihçiler
arasında teknik bilgi ve kavrayışın zayıflığından kaynaklanan bir
dar görü şlü lü k tü r. H albuki o n ü çü n cü yüzyıldan bu yana bu iki
alan arasında sürekli, verim li bir ilişki vardı. O n sek izin ci yüzyıl
A y d ın la n m a ’sın ın ö n cü lerin in katı d in î önyargıları h em karasal
h em de m ekanik Yeni Dünyalara dair cari görüşlerim ize yanlış bîr
b içim d e rengini verm işlerdir. V oltaire ve D iderot gibi düşünürler,
k en d i zam anlarındaki çü rü m ü ş kalıntılar d olayısıyla ortaçağ ku-
rum larım yargılayarak Orta Ç ag’ın bir kara cehalet ve bâtıl inanç
devri o ld u ğ u n u kanıksadılar; ve R esm i K ilisenin etkisini defetm e
hırsıyla A vrupa k ü ltü rü n d e büyük akım lardan biri olan Y ükself
Orta Çag’ı, kendi devirlerine kadar herhangi bir alanda hiçbir ciddi
ilerlem enin olm ad ığın a hükm ederek, bir n eo -G o tik korku m asalı­
n a çevirdiler. Bu an ti-G otik obsesyon sadece ortaçağ kazanım ları-
n ın değil fakat aynı zam anda binaların ve kurum ların toptan yıkı­
m ı ile so n u çla n d ı ki eger m u h afaza ed ilip tekrar yen ilen seyd iler
yükselen güç sistem ini insanileştirm ede yardım cı olabilirlerdi.
Ş im di, yetkin ortaçağ bilim adam lığı bu perdeleri kaldırmıştır.
K eşif Ç ağı’n ın alt yapı çalışm asın ın Ç in ’den m ıknatıslı pusula ve
b aru tun gelm esiyle birlikte o n ü çü n c ü yüzyılda başlayan bir dizi
teknik ilerlem eler yoluyla ortaya k o n d u ğ u n u takdir edebiliyoruz:
hakikatte, A vrupa top lu m u o n u n cu yüzyıldan bu yana m üteakip
devrenin bir tür kostüm lü provasını sahneledi. Bu, m anastır d ü ­
zenlenm eleri yoluyla orm anların düzenlem eleri ve ön cü feodal yer­
leşim birim lerinin ve dogu ve gü n ey sınırlarında yeni şehirlerin ku­
rulmasıyla başlam ıştı, ve Yeni D ü n ya’ya ilk yerleşenler, hayata y e­
niden başlam aktan oldukça uzak, tipik ortaçağ kurum lannı bera­
berlerinde götürdüler ve aynı işlem lere devam ettiler: ‘Am erikan,
ahşap kulübeleri dahi İsveç’ten geldi. ( Ağaçlar ve Taşlar, {Sticks a n d
Stones) (1924) kitabının Ortaçağ G eleneği b ölü m ü n e bakınız.)
Bu açıdan bakıldığında, lskandinavların cesur akınları ve kanlı
fetihleri, İrlanda ve Ingiltere’ye h ücum etm eleri, Orkneyleri ele ge­
çirm eleri, İzlanda’ya yerleşm eleri, N orm an d iya’yı fethetm eleri, n i­
hayetinde İran’a ulaşm aları, bir sonraki fetihlerin ve k olonileştir-
m elerin ilk dalgasıydı; ve bu, acım asızca gözdağı verm e ve çılgınca
talanın ben zersiz örn eğin i olu ştu rd u . D olayısıyla, D ö rd ü n cü Se-
fer’de n eticelen en en , d in î gaye veya k en d in i ken d in i savunm aya
dair en ufak bir b ahane o lm a k sız ın , B izans Im p aratorlu gu ’nun
H ristiyan hakim iyetini em m ek ve harap etm ek için yola koyulan
Yakın D o g u ’daki Haçlı Seferleri de Batı em peryalizm inin en erken
tezahürleri olarak ele alınm alıdır. Yine, Afrika’nın çevresinin Por­
tekizlilerce keşfi, Prens D en izci H enry (1 4 4 4 )’den başlayarak başka
bir çirkin em sali teşkil etti, zira zenci köleleri gü n d em e getirdi. Bu
yen id en-diriltilen kölelik, feod al ve kent Avrupa’sında serflik ile b e­
raber ortadan kalkm ış bu kurum , bu gayri insani uygulam a oradan
Portekizliler, Ispanyollar ve Ingilizler vasıtasıyla Yeni D ünya’ya ya­
yıldı.
Bu fetihleri ve söm ürüleri ve köleleştirm eleri yapm ış teçhizata
sahip olu n d u ğu n d an -zırh, yaylar, tüfekler ve to p - yeni teknik k o ­
laylıklar onları kullanan Avrupalılara, sayıca fazla gelseler de, yerli
halkların üstesinden gelm e gü cü n ü verm iştir. O nların gaddar küs­
tahlıkları ve m utlak acım asızlıkları silahlarıyla yalnızca desteklen­
m iyor fakat aynı zam anda yüceltiliyordu. D ahası, vücuda gelm ekte
olan yeni güç kom pleksini güçlendiriyordu.
Şavet Yeni D ünya keşfi, ü stü n lü ğü n daha fazla old u ğu K uzey
A m erika’da dahi beklenen m u tlu tatm ine ulaşam adıysa, bun u n n e­
deni yeni kolonicilerin ve yerleşim cilerin yanlarında Eski D ünya’ya
ait birçok teçhizat ve yabani âdetleri getirm elerid ir. D aha ilginç
olanı üm itvar rüyanın uzun bir zaman, canlı kalm ış olm asıdır. Lâ­
kin orijinal parlaklığı aynı arkaik fantezilere devam eden, uzaya se ­
yahatler planlayan birçok çağ d a şım ızın g ö zler in i hala k am aştır­
makta, kör etm ektedir. U zay keşfini uçsuz bucaksız alan ve astro­
notları da m üstakbel öncüler olarak ilan eden çağdaş “uzay çağı kâ­
hinleri” bu tür çabaların hem geçm işin e ve belki daha da fazla bir
biçim de geleceğine sahte bir parlaklık saçıyorlar.
Bu b ütün işlem i tam am lam ak için, R om a Katolik K ilisesi’nde
endülijansların artan satışı, beynelm ilel sermayedarlara iyi kapita­
list ilkeler üzerine tevzi etm ek için imtiyazlar kiralamak, B occaccio
zam anında artık bir skandal olm u ştu . Bu sistem kelim elerden daha
pişkin bir şekilde ifade ediliyordu, ö y le ki bundan böyle dünyada
ve C en n et’te para için satın alınam ayacak hiç bir şey yoktu. M alî ve
ruhanî kazanç ile bağlantılı kelim elerdeki bu in an ç C o lo u m b ’un
ağzından birçok sefer zikredildi: “Altın m ükem m eldir, altın hazi­
nedir ve on a sahip olan kim se bu dünyada istediğini yapar ve c e n ­
netteki ruhlara yardım etm eye m uvaffak o lu r.” Bu ifadenin italikle­
re ihtiyacı yoktur.
Başından beri Batılı insanın Yeni D ünya’ya karşı tavrında iç bir
çelişki vardı: sadece hayal ile'kirli gerçek arasında değil, fakat H ris-
tiyanlıgın etkisini sulta gücü ve kom uta altında d ünyanın uzak yer­
lerine yaym a arzusu ile gezegenin diğer tarafında en azından yeni
bir başlangıcın olabileceği u m u d u n u besleyen yurttaki bu k u ra m ­
lardan duyulan tam ahkâr tatm insizlik arasında bir çelişki vardı.
Bir yandan H ristiyan m isyon erler putperestleri ateşle, ihtiyaç
duyulursa kılıçla barış, kardeşlik ve uhrevi saadet kelam ına d ö n ­
dürm eye çabaladılar; diğer yandan daha atılgan ruhlar, bağlayıcı
gelenek ve adetlerden kurtulm ayı ve sın ıf farklılıklarını eşitleyip,
bolluk ve lüks şevleri, im tiyaz ve farklılıkları ve hiyerarşik düzeni
ortadan kaldırarak hayata yeniden başlam ayı arzuladılar. Batı ya­
rım küresi gerçekte m esken tu tu lm u ş ve bir çok kısmı m ahirce ekil­
m iş olm asına rağm en, o kadar seyrek bir şekilde işgal edilm işti ki
Avrupalı oıuı, insan kuvvetini kışkırtan bakir bir kıta olarak d ü şü n ­
dü. Bir tarafta Avrupalı istilacılar, hristivan kelam ını yerli p u tp e­
restlere vazettiler, onları güçlü likörler ile devirdiler, avretlerini el­
biselerle örtm elerine zorladılar ve onları ölünceye kadar m adenler­
de çalıştırdılar; diğer tarafta, ö n c ü n ü n kendisi K uzey A m erikalı
Yerli’nin usullerini aldı ve eski paleolitik iktisada döndü; avlanma,
balıkçılık, kabuklu hayvan ve kabuksuz m eyve toplam a, kırın ıssız­
lığında eğlenip oynam a, kitabi hukuk ve d üzene karşı gelm e ve ta­
bii ki sıkıntı altında yabani ikam e araçları ortaya çıkarma. Bu özgür
yaşam ın güzelliği, A u d u bon ’u yaşlılığında bile avlıyordu.
H içbir yerde, bu çelişkiler Kuzey A m erika’dan daha bariz bir
şekilde görülür değildi. İngiltere’ye bağlılıktan kurtulan ve eylem le­
rini özgürlük, eşitlik ve m utlu olm a hakkı adıyla m eşrulaştıran ilk
koloniciler, kölelik kurum unu m uhafaza ettiler ve yerliler üzerinde
daim i askeri baskı kullandılar ki topraklarını sistem atik bir şekilde
hile ve güç yoluyla ele geçirdiler. Arsız bir şekilde b u n u , “satın al­
m a” diye tanım layıp. Birleşik Devletler hüküm etinin kendi lehine
m ükerrer defalar ihlal ettiği -ve ihlal etm eye hala devam ediyor-
savlarla resm ileştirdiler.
Fakat daha trajik bir paradoks Yeni D ünya hayaline leke düşür­
dü ve yeni bir sem a altında hayata yeniden başlamayı im kânsız kıl­
dı. M eksika, Orta Am erika ve A ndlaıia kurulm uş yüksek kültürler
hiçbir şekilde ilkel ya da yeni değillerdi, Eski Dünya kültürlerinin
ortaya kovduklarından daha fazla kabul edilebilir insan idealleri su ­
nuyorlardı. M eksika ve Peru’nun fatihleri keskin bir biçim de sınıf­
landırılm ış ve insiyatiften bütü n ü yle m ahrum bırakılm ış yerli bir
nüfus buldular. Öyle ki kralları, M on tezu m a, esir alınıp emirlerini
verem ez durum a gelir gelm ez istilacılara açık ya da gizli bir direniş
sergilem ediler. Kısaca, burada, “Y eni” D ünyada, m edeniyeti M ezo­
potam ya ve M ısır’daki başlangıcından beri bağlam ış aynı kurumsal
kom pleks vardı: kölelik, kast, savaş, tanrı-kıallık, ve sunaklarda in ­
sanların dinsel bir şekilde kurban edilm eleri -kim i zam an Aztekler-
de o ld u ğu gibi dehşet verici ölçü d e. P olitik bir biçim d e ifade ed e­
cek olursak, Batı em peryalizm i N ew castle’a kor taşıyordu.
Bu kor sön dü ğü nde, Batılı insanın keşfetm eyi başaram adığı kır,
arkaik tabular, ortak kabuller ve dinî yasakları atarak ve dostça sev­
gi ve tevazudan hiç bir eser bırakm ayarak Eski D ü n y a ’nın yap tı­
rım larından m esafeden dolayı kurtulan, tam da Joseph C onrad’ın
işaret ettiği gibi “Karanlığın Kalbi” olan batılı ruhun karanlık kıtası
haline geldi. Batılı insan nereye gittiyse, kölelik, arazi so ygu n cu lu ­
ğu, kanunsuzluk, kültür zayıflam ası ve hem vahşi hayvanların hem
de uysal insanların yok olm ası da beraberinde gitti: lâkin artık iti­
bar gösterdiği tek güç -o n a zarar verecek eşit kuvvete sahip bir düş-
m an - ortada yoktu, ayakları bir kere yeni toprağa sağlam basm ıştı.
O zam anki bir gözlem cin in tah m in in e göre, C o lo u m b ’un İspanyol­
ları karaya çıkarm asından sonra altı yıl zarfında bir buçuk m ilyon
yerli öldürülm üştü.
E m erson’un “Savaş Ü zerine D en em e” (Essay on W ar) sine g ö ­
re, kendi zam an ında iyi bir H ıistiy a n o ld u ğu d ü şü n ü len m eşhur
C avendish, bir devr-i âlem den d ö n ü şü n d e Lord H u n sd o n ’a şöyle
yazm ıştı: “Eylül, 1588. H erşeye Kadir olan A llah, bana M acellan
B o ğ a zı’ndan girip ve B uena E speranza B u rn u ’nda geri d ön erek
tü m dünya küresini katétm eyi nasip etti; ki bu seyahatte zam anın­
da h erhangi bir H ristiyan tarafından k eşfed ilm iş d ü n y a n ın tü m
zen gin yerlerini ya kaşfettim ya da onların belli istidatlarını aldım .
B üyük talanlar yaptığım Şili, Peru ve N ew Spain kıyıları boyunca
gem i ile gezdim . K üçük, büyük, doksan yelkenliyi yakıp batırdım .
K araya çık tığım tü m köyleri ve kasabaları yakıp y ık tım . Büyük
m iktarda defineye sahip o ld u m .”
P olinezya yerlilerine Britanya’nın acım asız ceza kanunlarını ka­
bul ettirm ede bir m ânâ görm eyen bir m erham etli Kaptan C ook
— “İngiltere’de bu hırsızlar asılırlar, O taheite’de n eden kurşuna
dizilm eliler, bunun sebebini an lam ıyoru m ” — varsa, kıyıdaki n ü fu ­
sa tedhiş salm ak için uğradığı bir East India lim anı balıkçılarını -
m isafirce gem isin e davet ettiği m asum kişiler- soğukkanlı bir şekil­
de gem i direğine asan sayısız V asco de Gam a vardı. Bu vahşetler
Yeni D ünya yöntem lerinde bir iz bıraktı ve yüzyıllar boyunca, zorla
çalıştırılan em ek ve tam bir köleleştirm e yoluyla devam etti. Kral
L eopold altında K ongo, V envoerd ve on u n takipçileri altında G ü­
ney Am erika yerlilerine yapılan m uam eleler bu benzersiz tedhiş ve
vahşetin fosilleşm iş hatıralarıdırlar.
Yalnızca kölelik değil fakat soykırım lar da Yeni D ünya’nm keş­
fiyle birlikte zem in kazanm ıştı. Yine, bu uygulam a Avrupa’da b ilin ­
m iyor değildi, lâkin o n üçüncü yüzyılda kilisenin yaptırım ı ile Pro-
vans’taki Albi heretiklerine karşı yürürlüğe k on m u ştu ve zam anı­
m ıza kadar yeterli bir ahlâkî tepki görm ed en varlığını sürdürm üş­
tür: T ürklerin 1923’teki Erm eni k atliam ına, 1 9 3 1 -3 2 ’de Stalin’in
m ilyonlarca Rus köylüsünü m ah su s aç bırakm asına, kırklarda A l­
m anların Y ahudilere ve zayıf d ü şm ü ş diğer m illetlere karşı yaptık­
ları katliam lara bakın; 1939’da V arşova ve 1940’ta R otterdam ’da
Alm anlar tarafından başlatılan, fakat kabul ed ilm iş savaş kuralları­
na rağm en Britanya’nın ve Birleşik D evletler’in ifsat olm u ş liderleri
tarafından da gayretli bir şekilde taklit edilen İkinci D ünya Sava-
ş f nda kent nüfu slarına fark g ö zetm ek sizin yapılan saldırılardan
bahsetm eye gerek yok.
Bu Yeni D ünya uygulamaları (köleleştirm e ve soykırım ), işçile­
rin artık ne feodal ö rf ne de kendi kendini y ön eten lonca tarafından
korunm adıkları on altıncı yüzyıldan sonraki m ekanik endüstri ile
başka bir gizli bağ kurdular. Ingiltere’nin ‘şeytan değirm enleri’ ve
m adenlerinde on d ok u zu n cu yüzyılın erken devirleri b oyu n ca ç o ­
cuk işçilerin ve kadınların m aruz kaldıkları rezillikler, sadece Batılı
insanın bölgesel yayılm asında vu k u bulan olayları yansıtıyorlardı.
Tazm anya’da m esela, Ingiliz kolonicileri zevk için av partileri’ d ü ­
zenliyorlardı, geriye kalan yerlileri katletm ek için. B ilim adam larına
göre, sonraki antropologların yararlanmaları için cam kavanozda
m uhafaza ed ilm iş olm ası gereken, Avusturalya yerlilerinden daha
ilkel bir toplu luk. Bu uygulam alar o kadar sıradanlaşm ış, yerliler o
kadar açık bir şekilde kaderleri ön ced en b elirlenm iş kurbanlar o la ­
rak ele alınıyorlardı ki, iyi kalpli ve ahlâken hassas Em erson bile
18 2 7 ’deki ilk şiirlerinden birinde teslim iyetle şu n u söyleyebiliyor­
du:
“Yazık; kızıl adamlar az, kızıl adamlar zayıf
Az ve zayıflar m adem , m azi olm alılar artık.”
Sonuç olarak batılı insan sadece, ister ‘ilkel’ ister ‘ileri’ o lsu n ,
d o k u n d u ğ u her kültürü bir dereceye kadar kurutm akla kalm adı,
fakat aynı zam anda, ölen toplulukların ölen dilleri ile birlikte kay­
b olan sadece sözlü olarak aktarılan kıym etli bilgiler gibi kendi n es­
linin sanat ve hünerinin sayısız nim etlerini de çaldı. İlk kültürlerin
bu şekilde im h a edilm esiyle birlikte, olağanüstü keşifleri -Am erikan
yerlisinin lo ğ u sa otu n u (reserpin) akıl hastalığında sakinleştirici
olarak kullanm ası gibi - m odern tıp tarafından oldukça geç kalın­
m ış bir şekilde fark edilm eye başlanm ış, binlerce yıllık keskin g ö z­
lem ve am prik deneyin m ahsulü olan geniş bir botanik ve m edikal
bilgi kaybı o ld u . D ört yüzyıl boyunca tüm d ünyanın kültürel zen ­
ginlikleri Batılı in san ın ayaklarına serildi; lâkin kendi arsızlığı ve
aynı şekilde yoksunluk ve m ahrum iyetinden dolayı, tem el ilgisi, sa­
dece altın, g ü m ü ş ve elm asları, kereste ve hayvan derilerini ve geniş
nüfusları besleyebilm esi için bir takım yeni besinleri (m ısır ve pata­
tes) elde etm ekti.
Sanat çalışm aları olarak sahip oldukları değerden ötürü, M on -
tezu m a tarafından II. Charles’a hediye edilenler gibi, sanat ü rü n le­
rinin A vrupa’da sergilenm elerinden ö n ce yıllar geçti -ki bir A m eri­
kan sanat m ü zesin d e dahi gösterildiler-. Bu Ispanyol kolleksiyonu-
n u inceleyen A lbrecht D ürer bile, sahip oldukları estetik değerler
hakkında hiçbir şü phe taşım ıyordu. “Şu ana kadar” diyordu Dürer,
“kalbim i bu nesneler kadar fazla ısıtan başka bir şey görm ed im .”
Bu sanat çalışm alarını altın külçelerine çevirenler, on u n kavrayış ve
ilham ını paylaşmadılar.
M aalesef A vrupalı, karşılaştığı yeni kültürlere karşı gösterdiği
düşm anlığı daha da ileri götürüp toprakla ol^jı ilişkilerine taşıdı.
T ü m k u lla n ılm a m ış ya da seyrek çe fa y d a la n ılm ış kaynaklarıyla
A m erikan kıtalarının u çsu z bucaksız açık alanları am ansız savaş,
yıkım ve istila■için bir m eydan olarak görüldüler. O rm anlar kesil­
m ek, geniş kırlar tarım için işletilm ek, bataklıklar kurutulm ak, vah­
şi hayat besin veya giyim olarak favdalanılm asa da spor olsun diye
öldürülm ek için bekliyorlardı.
“Tabiatı fetih” hareketinde atalarım ız, yeryüzüne sıkça, esas sa­
kinlerine reva gördükleri kibirlilik ve vahşette m uam ele ettiler; b i­
zo n ve yaban güvercini gibi büyük hayvan sü rü lerin i yok etm e,
toprakları yılda bir tekrar doldurm adan kazma ve hatta, bugün, sırf
hala, vahşi hayat ve m ünzevi ruhlar için yurt olduklarından ötürü
kıym etli olan en son boş arazileri istila etm e. Buna karşılık, bu ara­
zileri altı şeritli karayolları, benzin istasyonları, eğlence parkları ve
kereste işlerine teslim ediyoruz, selvi korulukları ya da Y osem ite ve
T ahoe gölünde olduğu gibi- bir kere tecavüz edildiklerinden bu ilk­
el alanlar asla tam am ıyle restore ya da telafi edilem ezler.
Bu büyük keşfin olu m su z tarafı üzerinde gereğinden fazla dur­
m a arzusunda d eğilim . Eğer burada böyle birşey yaptığım görü n ü ­
yorsa bunun nedeni, gerek tabiatla uyum lu yaşanan yeni bir hayata
dair eski rom antik ifadelerin gerekse de makinayla m utabık bir şe­
kilde tasarlanm ış yeni bir hayata dair daha sonraki ifadelerin, ya
ilk-el servetin bitm ez tükenm ez olduğu ya da m odern insanın b i­
lim ve icat yoluyla tabiatın sağladığından son su z bir şekilde daha
harika olan suni bir dünyayı ergeç üreteceğinden kayıpların sorun
teşkil etm ediği yanılgısı altında dehşet verici israf ve kayıpları göz­
den kaçırmalarıdır. Her iki görüş, Yeni D ünya hayaline ait iki saf­
hanın birlikte vardıkları Birleşik D evletler’de uzun bir zam an var
olageldiler ve hâlâ etkilidirler.
B ununla birlikte, daha sonra on sek izin ci yüzyıldaki rom antik
akım tarafından idealize edilen, on altın cı yüzyılda sıkça ifade ed i­
len, um utlar tem elsiz değillerdi. Gerçekte o n d o k u zu n cu yüzyılda,
Kuzey A tlantik devletlerinde, bu um u tların yeni bir kişilik ve n i­
m etlerin i tü m ü yelerin e sunan bir cem aat tü rü n d e gerçek leşm e
noktasını geldikleri bir an vardı: “H erkese ihtiyacı kadar, herkesten
gücü kadar."
Yeni D ünya, köklerini burada bulm u ş, yeni gelen sakinlerin ha­
yallerini kaplam ıştı. G enişliğiyle, ekolojik çeşitliliğiyle, iklim türleri
ve fizyografîk profilleri ile ve hem verim li vahşi hayat ve h em de
besleyici bitki ve ağaçlarla dolu hâzinesi ile Yeni D ünya vadedilm iş
bir topraktı; filhakika hem beden hem de zihin için birçok vaatlerin
toprağı. Burada, m akinanın saf b edensel zahm etin yükünü hafiflet­
m esin den önce kadim kölelik ve sefalet belasını kaldırmayı vadet-
m iş tabii bir servet vardı. Sahil suları balık, m idye ve istiridyelerle
doluydu; ve av o kadar boldu ki uç yerleşim bölgelerinde sığır ve
d o m u z eti yaiksek fiyattan satılıyordu. Evleri A u d u bon gibi kırda
olanlar, ipotek ve borçlarına rağm en hiç bir zam an yiyecek sık ın tı­
sına düşm ediler.Y eni D ünva’da daha iyi bir top lu m u n olabileceği
inancı, Paraguay’lı C izvitleıden , M assachusetts’lı M uhacirler ve da­
ha sonra low a’daki H utterilere kadar bir çok göçm en topluluğunu
harekete geçirdi. B unun içindir ki o n d o k u zu n cu yüzyılın son u n a
kadar Yeni D ünya’nın gizli adı Ü top ya’ydı.
D ört yüzyıl b oyu n ca Yeni K eşifin düşünsel öncüleri, gezegenin
her tarafını üm itle inceleyip araştırdılar. Kaptan C ook ve D arwin
yoluyla okyanussal ve m eteorolojik gözlem ler yapm ak ve d en iz z o ­
olojisine ait sayısız harikaları gün yü zü n e çıkarm ak için uzun ve çe­
tin seyahatlere çıktılar; Schoolcraft, Catlin ve Lewis M organ yolu y­
la, A vustralya’da Spencer ve M illen ’le o ld u ğ u gibi, Batılı insanın
evvelce vahim bir şekilde tecavüz ettiği otantik kültürleri araştırıp,
onların grafik kayıtlarını tuttular; Layard vasıtasıyla N in ova’m n ö r­
tü sü n ü kaldırdılar ya da Aurel Stein ve Raphael Pum pelly yoluyla
vaktiyle m ü reffeh kültürlerin m erkezi o lm u ş uzak T ürkistan ve
M o ğolistan tekrar b ilin ir hale g elirk en S tep h en s’ın tasvir ve çi-
zim leriyle ilk büyük Maya kalıntıları gün yü zü n e çıktı.
Bu ilk keşif hızlı ve doğal olarak yüzeysel olduysa da, uzak bir
geçm işe dayanan yaşam tarzlarını, u n u tu lm u ş şehirleri ve yüzüstü
bırakılm ış abideleri gün yü zün e çıkardı. Efsanelerin, m itlerin, plas-
tik've grafik sanat biçim lerinin, işaret sistem lerinin, ayin ve kanun­
ların, kozm ik yorum ların ve dinsel inançların yanında Yeni Gine
gibi küçük alanlarda dahi yüzlerce num aralandırılan geniş bir dil ve
lehçe varitesinin açıklığa kavuşm ası sağlandı. Bu suretle mekanik
yeknesaklık birim lerinin, hız, güç ve parasal kazanç nam ına doğal
çeşitliliği azaltıp bozm a yoluyla m untazam an galebe çaldıkları asır­
lar boyunca, bu diğer kaşifler karşı kutupta yer aldılar ve er ya da
geç insanlığın uçsuz bucaksız kültürel çeşitliliğini ilk olarak açıkla­
dılar; tabiatın esas servet ve çeşitliliğiyle hem en hem en örtüşen in ­
sanlık tarihinin zengin halitasını.
M ekandaki bu cih an şü m u l k eşif bir yan ürün olarak, hem en
‘ hem en kazaen, eşit aldatıcılığa sahip zam andaki tarihsel bir keşif ile
tam am landı; bu, dâhi tarihçi Jacob Burckhardt tarafından yanlış
bir biçim de ‘Y eniden D oğu ş’ şeklinde tanım landı. Geriye kalan d o ­
küman ve abidelerden yola çıkarak hem Grek hem de Rom a antiki­
tesinin ortaya çıkartılm ası, in san ın g eçm işin e yön elik daha geniş
bir araştırmanın işaretiydi sadece. Coğrafi keşiflerin belli bir toprak
ve kültürle m ekansal bağlarını kaybetm eleri gibi, bu yeni zamansal
keşifler, anlık zam anla bağlarını kaybettiler; insan zihni ilk olarak,
istediği gibi seçerek, tahm in edip tasarlayarak, tahakküm edici “b u ­
rada” ve “ş im d f’nin dar alanlarından kurtulm uş bir biçim de hem
geçm iş hem de geleceğe özgürce hareket etm eye başladı. H em tabi­
at hem de kültür tarihi yoluyla Batılı insan, niceliksel bilim sel araş­
tırm anın kapsamı dışında tutu lm u ş doğasına dair birçok seçkin y ö ­
nün ü keşfetti. Şayet bugünkü kuşak, bu özgürlüğün, serbestiyetin
anlam ını kaybetm işse, bun un n ed en i erken on yed in ci yüzyıl b ili­
m inin aklı, biolojik ö z-d ön ü şü m ler ve tarihsel yaratıcılığa dair ger­
çeklikleri reddeden bir ideolojiye tıkm asıdır.
Her ne kadar diğer kültürler -Süm er, Maya ve Yerli kültürü g i­
bi- insan kaderini soyut takvim zam anının uzun silsileleriyle eşleş-
tirdilerse de, R önesans’ın tem el katkısı, tarihin m üterakim (k ü m ü ­
latif) sonuçlarını, muvaffak kuşakların dam gasını vurduğu kültürel
başarılar varitesi ile ilişkilendirm ek olm uştur.H eykelleri, abideleri,
binaları, şeh irleri ortaya çıkarm akla, eski kitapları ve kitabeleri
okum a yoluyla, uzun bir zam an terkedilm iş fikirler dünyasına tek­
rar girm ekle zam andaki bu yeni kaşifler kendi varlıklarındaki taze
potansiyelin farkına vardılar. Aklın bu öncüleri, H .G . YVells’in tek­
nolojik m aharetinden daha harika olan bir zam an-m akinesi icat et­
tiler.
Yeni m ekanik dünya-resm inde, ‘zam an’ın m ekanda hareket iş­
levinden başka bir yeri olm adığı anda, tarihsel zaman -H enri Berg-
so n ’un d ü şü n cesin d e replikasyon, taklit ve hafıza yolu yla direnci
ihtiva eden sü reç-g ü n d elik tercih lerd e b ilin çli bir rol oyn am aya
başladı, şayet halihazırdaki zam an- görünür bir şekilde d önüştürü-
lebildiyse ya da en azından itinalı bir b içim d e G otik bir tarzdan
form elleşm iş bir klasik yapıya degiştirebildiyse aynı şekilde gelecek
de şekillendirilebilirdi. Tarihsel zam an kolonileştirilip yetiştirilebil-
di ve insan kültürünün kendisi kollektif bir hüner oldu. Gerçekten
bilim ler, T hales, D em okrit, A rşim ed, Kahraman İskender’den taze
kuvvet alarak bu tarihsel restorasyondan kazançlı çıktılar.
Ö yle görülüyor ki ilk defa, gelecek, her ne kadar d en en m em iş
olsa da, geçm işten daha cazipti; deneysel ve yeni olan, tecrübe ed il­
m iş ve geleneksel olanın ö n ü n e geçm işti. K ilisenin kalbinde olan
C am penalla gibi bir rahip dahi m ü k em m eliyetin bu yeni anlam ını
G alileo’ya yazdığı bir m ektupta izhar edecekti: “ Kadim hakikatlere,
yeni dünyalara, yeni sistem lere, yeni m illetlere dair yenilikler yeni
bir çağın başlangıcıdırlar.”
O n beşinci yüzyıldan sonra Batılı insanı birçok şekillerde ele ge­
çirm iş bir ‘Yeni D ünya’ fantezisi o vakitler, zam anı işgal edilm em iş
bir m ekanla değiştirm ek suretiyle zam an ve o n u n k üm ülatif so n u ç ­
larından (gelen ek ve tarih) kaçm a girişim iyd i. Bu girişim , birçok
şekil aldı: Resm i kilise ve on u n oı tod ok silerin d en ayrılmakla dinî
bir şekil, yeni cem aatler kurmakla ütopyacı bir şekil; makinaları or­
ganizm aların yerine geçirm ek ve zam anın sadece norm al bir aşın­
ma süresi olarak varolduğu fiziksel değişim leri zam anın kendisinde
daim i bir iz bıraktığı organik değişim ler ile takas etm ek suretiyle
m ekanik bir şekil; son olarak, ‘Yeni D ü n ya’ devrim ci bir şekil aldı.
T üm bu kaçış türlerinin az ya da çok, tek bir kom plekste birleştik­
leri geniş bir nüfusun tarz, alışkanlık ve hedeflerinden feragat etm e
teşebbüsü; kralcılığın, feod alizm in , ruhbancılıgın ve kapitalizm in
son b ulm asından sonra vücuda gelecek yeni sem a ve dünya.
Yeni bir başlangıç yapm a teşeb b ü sü , insan gelişim in in çeşitli
noktalarında birtakım şeylerin esaslı bir biçim d e yanlış gittiğine da­
ir m uteber algılayışa dayandı. B unu, izale edilm esi im kânsız, te o lo ­
jide adı ilk günah olan, herkese şam il kusur olarak kabul etm e veri-,
ne ve bun u n ilahlar tarafından takdir edildiğini teslim etm e yerine
Batılı insan, büyüyen öz-güveni ile, siyah m erm eri tem izleyip her-
şeye yeniden başlamak istedi. Burada bir tuzak vardı; çünkü zam a­
nın ü stesinden gelm ek için, yen id en başlam ak için, Batılı insanın
g eçm işind en kaçması değil, fakat onunla yüzleşm esi ve kendi içinde
geçm işinin travm atik olaylarını harfi harfine yaşaması gerekiyordu.
Her kuşak, ağarmış geleneğini yeni tecrübelerin ışığında inceleye­
rek, m irasının her parçasını seçip değerlendirerek bu yaşam ayı b i­
linçli bir şekilde gerçekleştirm edikçe insan yeni bir başlangıç yapa­
m azdı. Her bir zihinde bu çaba başlam ıştı, fakat çok erken bir n o k ­
tada terkedildi. B unun içindir ki gü n ü m ü z için (halledilm esi gere­
ken) acil bir görev olarak durmaktadır.
3
Dış çatışmalar ve iç çelişkiler

DEAL İŞLER VE FİİLİ BAŞARILAR ARASINDA daim a bir ihtilaf

İ vardır, en azından zam ansal bir boşluk. Bu, insan kuram ları­
nın tabiî tarihinin bir parçasıdır ve to y bir sin izm e yol .açma­
m alıdır. Fakat berrak Yeni D ün ya hayali ile o n u n fiilî yoru m u ara­
sındaki b oşlukta, çelişkiler o kadar fazla ve başarılar o kadar b en ek ­
li ve lekelidirler ki herhangi bir sistem atik m u am eleyi hem en h e ­
m en im kansız kılarlar. Z orluğu n bir kısm ı, kaşiflerin ve m aceracı­
ların beraberlerinde Eski D ü n ya ö zellik lerin in ağır bir karışım ını
taşıdıkları o lg u su n d a n neşet eder ki bu ö zellik lerin bir çoğu n u n
binlerce yıllık seyirde, kendilerini defettirm ek için herhangi bir c id ­
di teşebbüsü tahrik etm eksizin öld ü rü cü , tehlikeli oldukları ispat­
lanm ıştır. Fakat ne Eski D ü n ya ’dan m ekanda bağım sız olm ak ne de
geçm işle köprülerin atılması kolayca ispatlanm adı.
Buradan geriye dönüp baktığım ızda, siyah m erm eri tem izlem e
ve Yeni D ü n ya’da yeniden başlam a planının bir illüzyona veya da­
ha ziyade bir illüzyonlar serisine dayandığını görebiliyoruz. H em
karadaki ö n cü n ü n hem de endüstriyej m ü teşeb b isin kıym etli Incil’i
olan R ob inson C rusoe m itinde old u ğu gibi, Yeni D ü n ya’da ku rtu ­
luş, ancak Eski D ünya enkazından değerli kereste ve aletlerin kurta-
r ıla b ilm esiy le m ü m k ü n d ü . A m erikaları fe th e tm e ve Ü m it B u ı-
n u ’ndan Java’ya kadar herhangi bir yerde ticaret postaları ve k o lo ­
nileri kurm a hareketinde istilacılar, kendilerini ancak, yeni tek n o ­
lojinin silahları,'çelik bıçakları, maşataları ve her türlü hırdavatına
göre tanzim etm eleri sayesinde ayakta kaldılar. M ekanik Yeni D ü n ­
ya, başından beri onlara destek verdi; kanal, buharlı gem i, d em ir­
yolu , telgraf, iki Yeni D ünya’yı birbirlerine old u k ça yakınlaştırır­
ken, her yeni icatla beraber istilacıların m akinava olan borçları da­
ha d a a r ttı. Y en i D ü n y a ’ya y e r le ş im n e k a d a r ile r i g it tiy s e ,
yerleşim in kendi ilkel tem ellerine olan yararı o kadar azaldı; önce
sevgiyle ödüllendirildi, sonra hissi bir biçim d e aşırı m ethedildi.
Birleşik D evletler’de ideal h ed ef ve eylem arasındaki bu çelişki,
ö n cü n ü n batıya doğru yürüyüşünü karakterize ediyordu. Kişi, b u ­
nu, tüm hayatını Kuzey A m erika’daki kuşlar ve m em elileri g ö zlem ­
lem e ve resm etm eye adayan, kıra derin bir şekilde m eftun o lm u ş
bir ruh-gerçi iyi niyetleri, tüm çalışm alarının gelirini, o n u iflasa g e­
tiren ham bir m ekanik teşekkül olan bir buharlı bıçkı m akinasında
batırmakla zayıflatıyor- olan A u d u b o n ’un kariyerinde dahi göreb i­
lir. B ağım sızlık ve özgürlük arayışında sırtlarını kıyı yerleşim b i­
rim lerine d ö n m ü ş ilk göçm enler, merkezi h ü küm etten kanalları,
şoseleri ve dem iryollarını inşa etm e da fiilî yardım talep etm ekle
kalm adılar; fakat aynı zam anda kendi yerleşim birim lerini k o ru ­
m ak ve kendi yollarına dikilm iş yerlileri defetm ek, köleleştirm ek ve
eğer direnilirse, yok etm ek için silahlı m illî birliklerini de yardım a
çağırdılar. ‘A yrılm ış topraklar’ ilk to p la m a k am plarından başka
neydiler?
H er ne kadar, D iderot’dan R ousseau’ya kadar, onsekizinci y ü z­
yıl A ydınlanm a filozofları insanın tabii iyiliğine inandılarsa da,Yeni
K e şifin fiili durum u sıkça, Incil’in şu hakikatine işaret ediyordu:
“İnsan kalbinin tahayyülü, on u n gen çliğin d en daha kötüdür.” Ye-
hova’nın N u h ’a ve oğullarına söylediği, aynı şekilde Yeni D ünya in ­
sanı için de doğruydu: “Sizin korkunuz ve sizin dehşetiniz, yeryü-
züııdeki her hayvanın ve havada uçan her kuşun...ve denizdeki tüm
balıkların üzerinde olsun; sizin ellerinize aksınlar.”
Bu kadim sözler, Amerikalara uygulandığında, ö n em i, en b ü ­
yük kaşif bilim adam larından olan Alexander von H u m b old t tara­
fından Avrupa’ya bildirilen m eşum bir telm ihi hatırlatıyordu. Şöyle
yazıyordu: “Başka bir yerde old u ğu gibi bu A m erikan ormanları
cen n etinde de, tecrübe tüm varlıklara öğretm iştir ki güçle beraber
şefkat çok nadir b u lu n u r.” Bu ön erm e evrensel bir tatbike sahiptir.
Bu yüzyılda, A m erika tarihçisi W alter W eb b ’in bazı güzide bilim
adamları tarafından klasik bir çalışm a olarak telakki edilen A m eri­
kan sınır bölgelerine dair tarih çalışm asını, çalışm anın bütününde
“İk in ci d ereced en bir m esele o la n k ö lelik ” h ak k ın d a sad ece iki
cüm le yazıp sınır bölgelerinin zenginlik, özgürlük ve güce katkıları­
na vurguda bulunarak yazması hâlâ m üm kündü.
B ununla beraber, yeni keşiften elde edilen hem ek on om ik hem
de kültürel kazanım lar gerçekti ve kişinin, teknolojinin eşlik eden
kazanım larına ışık tutm asından başka bu kazanımları k ü çü m sem e­
si kötülük olur, ilk defa, tüm süregitm ekte olan hatalara ve zararla­
ra rağm en, m odern insan, sahip olduğu tüm zenginlik ve yaşam çe­
şitliliği, yaşam tarzları, kültürel başarılar, ekolojik ortaklıkları ile bir
b ü tün olarak işgal ettiği gezegenin bilincine vardı. En vahşi balina
avı seyahatleri bile sadece vağ ve balina kem iği değil, fakat aynı za­
m anda iklim ler ve okyanus akıntıları hakkında, tropikal m eyve ve
sebzeler hakkında, farklı bir hayatı farklı bir tem p od a ve farklı bir
am aç için yaşayan Yerliler, Polinezyalılar ve M ikronezvalılar hak­
kında bazı bilgiler de getiriyordu.
Bu keşif son u n d a bilim sel aletlerle, bilim sel gözlem lerle bağım ­
sız bir şekilde inşa edilm iş zaman ve m ekanın ve yerçekim inin so ­
yut kozm osu, hayat d olu bir dünyaya indirildi. Yerleşim alanı ge­
nişledikçe, tabiatın nim etlerine duyulan hayret ve m em n u n iyet art­
tı. G ezegenin fetH edilm esiyle beraber insan türü evd e kalm a za­
m anlarından tah m in ed ilen in çok ö tesin d e fazla şeyler ispatladı.
V an H u m b old t, O ıin o c o orm anlarını keşfettiğinde heyacanını giz-
leyem ez: Üç ay için d e bin altıvüz bitki türü topladı ve altıyüz yeni
hayvan türü buldu!
D aha ön ce görü lm em iş bir biçim d e, Batılı insanı yeni bir m e­
rak, keşif için yeni bir tutku, nadir mineralleri bulup çıkarm a, ya­
bancı bitkileri tanım lam a, egzotik m eyve ve sebzeleri örn ek len d ir­
m e ve tohum larını toplam anın verdiği yeni bir m em n u n iyet b o y ­
dan boya kuşattı. B ulm a ve çıkarm ası, araştırma ve toplam ası, tat­
m a ve örneklendirm esi ile eski paleolitik tetkik büyük bir ölçekte
yeniden başladı. Kuzey Am erika’da on binlerce yaban güvercini g ö ­
ğü kapladı ve geniş çayırlarda çilekler o kadar koyu yetiştiler ki bir
gezginin naklettiğine göre atların topuklarının kanla kaplı olduğu
zannedilirdi. Lâkin Yeni D ünya insanı herşeyden ön ce bir arayıcıy­
dı ve bir besin toplayıcısı olarak vahşi ve avcıl şeylere iştahı vardı.
A.R. YVallace’den bile önce, A udubon öldürdüğü tüm kuşları tadıp
örneklem işti ve karıncalarla beslediklerinden ağaçkakanları hazm e­
d ilm ez, ringa m artılarını çok tuzlu, fakat sığırcık k u şu n u lezzetli
b ulduğunu naklediyordu.
Batılı insan, bir sefer daha, daha istekli ve araştırmacı bir şekilde
ayakları altında uzanan şeye dikkatlice baktı. Sadece m erm er m ade­
ni dam arlarını ya da altın ve güm üş külçelerini değil, fakat aynı şe­
kilde köm ür m ad eni damarlarını, m ineral yağ kaynaklarını, cevher
halindeki m adenleri de araştırdı, ve bu incelem eler ışığında hiçbir
vahşi varlığın bilinm ediği Sibirya’daki fillerin kem ikleri gibi, yeterli
zeka ve arkaplana sahip olm adığı için daha önce farkına varmadığı
kem ikleri açığa çıkardı ve onlar üzerine düşü n ü p taşındı. M em eli­
lerin görünm elerinden önce yeryüzünde uzunca bir m ü d d et dolaş­
m ış sürüngenlerin iri kalıntılarını b u ld u ğu n u daha sonraları anladı.
Bu dağılm ış buluşların biraraya getirilebilip am pirik ve tarihsel
b ilim ler yoluyla adam akıllıca h azm ed ilm elerin d en o ld u k ça önce
olsa da onaltıncı yüzyıldan sonra gerçekleştirilen teknik ve bilim sel
ilerlem elerin hikâyesi, yeryü zü n ü n içeriklerine dair bu kapsam lı
sergiye g ön d erm ed e b u lu n m ak sızın tam bir şek ild e anlatılam az,
değerlendirilem ez. Bu, yeryüzünün ve denizin derinliklerini birbi­
rine bağlam aya ya da geniş fakat hâlâ görü n m ez olan m ikroorga­
nizm alar dü n yasın ı hesaba katm aya b aşlad ığım ızd an ötürü sona
ermesi oldukça uzak bir keşiftir. Ç ok yön lü teknolojik ilerlem eleri­
m izin tüm ünü, dokum a gücüne, buhar m akinesine ve benzeri m e ­
kanik birim lere eşitlem ek, faydacı ilerlem enin geniş bir kısm ını giz­
lemektir.
O naltıncı yüzyıldan bu yana tabiatın birinci elden bilgisine ait
sermaye birikim i gem iler, m adenler, değirm enler ve fabrikalara ar­
tan bir şekilde yapılan serm aye yatırım ları ile kolaylıkla birleşti:
H angisinin daha yüksek kâr getirdiğini kim söyleyecek? Sanat ala­
nındaki en iyi zihinlerin bir çoğu bu araştırmaya iştirak etti. Dürer,
Panofsky’nin belirttiğine göre, kem ikler, d eniz kabuklan, tu h af şe­
killi yem iş kabuklan, ender bitkiler ve taşlar toplarken ve diğer bir­
çok çağdaşı benzer kolleksiyonlar oluştururken, Toskana tepelerin­
de fosiller bulan Leonardo da V inci deniz kabuklarının çıkarıldık­
ları ok yanusu n eski zam anlarda karayı kapladığını tah m in ettiği
için hem jeolojinin hem de evrim in tem ellerini attı. Burada da baş­
langıç, k endisine ait doğaüstü id eolojin in istikam etine dayanarak
Ortaçağ’da yapıldı: Azizlerin kutsal em anetleri, saç ve kem ik kalın­
tıları, elbiselerin yam aları, ufak kan şişeleri, gerçek H aç’tan tahta
parçaları, aynı açgözlü ruhun örneklerinden başka neydiler?
O nbeşinci yüzyılda bu tür koleksiyonlar sekülerleşti ve p atron ­
ları, bizim bugün m üze d ediğim iz kam u kurum lan haline gelinceye
kadar bunları her tarafa hızla yayılan ‘korku tünelleri’nde sergiledi­
ler. Erken Tradescant kolleksiyonu, onsekizinci yüzyılda, geniş bir
m im ari objeler çeşitliliğine sahip Londralı m im ar Sir John Soane
k olleksiyonu gibi m eşhur old u . Z oolojik ve b otan ik bahçelerdeki
canlılar aynı zam anda hareketsiz nesneler ile rekabet ettiler. Kap­
tan C ook’un Pasifik O kyan usu ’na seyahatleri -belirgin bir şekilde,
ilk olarak V en ü s’ün geçişinin astronom ik gözlem i için p lan lan m ış­
tı-, D an vin ’in m eşhur ‘B eagle’sevahati gibi, geriye zengin bir b o ta ­
nik ve antropolojik bilgi dep osu getirm işlerdi. Kaptan C ook, Tieı ra
del Fuego açıklarında dahi, bilim adamları ı\lr. Banks ve Dr. Solan-
der’in kıyıdan “A vrupalı b o ta n ik çilere tü m ü y le yab an cı, yüzün
üzerinde değişik bitki ve çiçek türleri” ile dön d ü k lerin i kaydede­
cekti.
Fiziksel bilim ler ve onlara bağlı teknolojilerin başarıları üzerine
tespitlerinde Viktorya Devri yorum cuları ve onların takipçileri, ye­
ni k eşif vasıtasıyla ortaya konan daha sonraki endüstrileşm e sü reci­
nin sınırsız ön em in i gözden kaçırdılar. Form ve türlere ait kapsam ­
lı envantere sahip zooloji, botanik, paleontoloji gibi organik b ilim ­
lere m atem atik, m ekanik ve fiziğin soyut çalışm a alanına düşm üş
bilim lerden daha alt bir statü verildi. Fakat bu tek taraflı görüşü
tashih etm en in zam anı geldi. G elişm edeki her noktada, bir yanda
som u t, am pirik ve tarihsel, diğer yanda soyut, analitik ve m atem a­
tiksel olm ak üzere, bilim in her iki türü de gerçekliğin kâmil bir res­
m ini oluşturm ada gerekli olm uştur. D eğilse, bulanlar ve top layan ­
lar hayatın gerekleri için fabrikatör ve m anipülatörlerden daha ve­
rimli bir şekilde h izm et etm işlerdir.
• Kısaca, karasal keşif çağının, Everest T epesi'ne çıkış ya da Kuzey
ve G üney Kutupları’nın ‘keşfi’ gibi birkaç gözüpek iş ile kıraç bir
zirveye çıkm asından çok ön ce, maceracılar ve arayıcılar, m ad en ci­
ler, avcılar ve toplayıcılar, jeolojistler, ilk defa, sadece insanın yaşa­
dığı bir yer olarak değil fakat aynı zam anda organik evrim in m er­
kezi ve tüm so m u t genişlik ve çeşitliliği ile hayatın kendisine ait en ­
der ve harika bir yurt olarak d ü n yan ın bir resm ini olu ştu rm aya
başladılar. A rkeolog ve paleo-antropologlaı ın son yüzyıl boyunca
süslü bir çeşn i kattıkları, u zu n zam an g ö m ü lü k alm ış başarıları
m eydana getirdiler, in san ın o zam an ki düzen siz geçm iş varlığını
bir araya getiren ve oradan geleceğe dair daha büyük potansiyelleri
gün d em e sokan bu keşif olm asaydı, insanın kendi itibar ve kıymet
hissi sürekli olarak onaltıncı yüzyıldaki astronom ik keşiflerle gölge-
lenecekti.
Tarih p erspektifinde, yeni keşiften elde edilen kültürel kaza­
nım lar, inci boncukları, kolyeleri kürkler, postlar ve fildişi ile takas
etm e ya da çökm üş krallık ve im paratorlukların pazarlarını k ont­
rol etm e yoluyla elde edilen anlık m addi kazançlardan oldukça ağır
basar. Ekim yapm ak için tüketilm em iş topraklarla dolu uçsuz b u ­
caksız alanların açılm ası, geniş bir oranda kereste orm anlarının ke­
silm esi ve her türlü m ineral kaynakların kullanılm ası yoluyla elde
edilen nihai ve iktisadi zenginlik elbette ki kaçınılm azdı. Fakat tüm
bu ilerlem eler sadece -daha hızlı bir safhada olsa da- evvelce Orta
Ç ağ’da başlam ış bir akım ı devam ettiriyorlardı ve on d o k u zu n cu
yüzyıla kadar Yeni D ü nya'nın buğday, m ısır, pam uğundan ya da
Avustralya yününden çok az etkilendiler. Yeni K eşifin bir çok po-
tansiyel avantajlarım bilfiil yok eden şey, Batılı in san ın iki yönlü
ilişki için hazırlıksızlığıydı- en az hesaba katılan vahşiliği değil, fet­
hettiklerinden öğrenm eye karşı takındığı bencillik, gurur ve istek­
sizliği.
Endüstri bakım ından dahi, Batılı insan tüm gezegeni, on u n tek­
nolojik potansiyelini tam kapasitede kullanm ak için keşfetm e ih ti­
yacını duydu. O n sek izin ci yü zyıld a T urgot, A vrupa’nın dünyayı
k o lo n ileştirm e ve uygarlaştırm a “ m isv o n ”u n u n k endi gelişm esi
için zorunlu bir ihtiyaç olduğu n a inandı; ve bu inanç Frank M anu-
el’in işaret ettiği gibi, C ondorcet ve Saint-Sim on gibi daha sonraki
reform cular tarafından da paylaşıldı. Ve Batılı insan zam anla bunu
başardıysa da, eğer bozduğu ve yıktığı kültürlere daha yakın dikkat
edebilsevdi ihtim al ki çok daha fazla başarılı olurdu; zira onları za­
yıflatmakla kendi entellektüel çalışm a serm ayesini azaltıyordu. O n ­
sekizinci yüzyıl endüstriyalizm i, yeni makinaları üretm ek veya bir
güç kaynağı olarak köm ürden faydalanm ak için Yeni D ünya ürü n ­
lerine ihtiyaç duym adıysa da -başta tam tersi-, o n d ok u zu n cu y ü z­
yılla birlikte, Yeni D ünya’nın m ısır, patates ve yer elm asına katkı­
ları artan bir işçi sayısının çiftçilikten im alata akm asına neden o l­
muştur.. Ayrıca Yeni D ünya, kitle üretim için en kârlı yolları sunan
jir tekstil, sahte m ücevherler, cam takılar ve hırdavat pazarıydı.
Halihazırdaki teknolojim izin ilkel top lu m a b orcu d ü şü n ü ld ü ­
ğünde, Beyaz Adam la karşılaşm alarından önce sadece kauçuk to p ­
ları değil ayrıca şırıngalar ve yağm urluklar üretm iş ve kendilerine
ait yerli kauçuk ağacının yararlarını öğrenm iş A m azon Yerlilerinin
g izem li kabilesi tarafından gerçekleştirilen sadece tek bir katkı bile
m uazzam kalacaktır. Hiçbir yirm inci yüzyıl icadı, kauçuk ağacının
ö zsu yund an bu yaratıcı faydalanm a kadar dikkate değer değildir:
ilk defa m etallerin çıkartılm ası yahut cam ın eritilm esin d en dahi
gözle görülm eye değer bir başarı. Esas olarak kendi botanik d ağılı­
m ın d a sınırlı olan yaban kauçuk ağacının bu ilkel kullanım ı o lm a ­
saydı, m odern dünya ne doğal ne de suni kauçuğa sahip olam aya­
caktı ki b u n u n için doğal za'mk bir m o d e l olarak k u llan ıld ı. V e
açıktır ki kauçuk olm asaydı tüm m otorlu ulaşım aksardı.ilkel kül­
türlerin bir diğer katkısı- kivininin kaynağı olan Peru barkası -Batı-
lı insanın Am erika, Afrika ve Asya’nın sıtm a felaketi ile kuşatılm ış
alanlarında bir sığınak elde etm esini m ü m k ü n kılm ıştır.
Ö zetle, arama ve keşfin son dört yüzyılı tam am en, güç m akina-
larının imal edilm esi ya da elektronik iletişim in gelişm esi kadar ana
teknolojik gelişm em iz için önem li olm u ştu r. Ö ncelikle bir köm ür,
dem ir ve buhar olayı olarak Endüstri D evrim i’n in standart resm i
ile birlikte bu araştırm anın ön em i küçüm sendi ya da tüm den dik­
kate alınm adı. Fakat ileri bir teknik için gerekli olan m etallerin ve
nadir toprakların sadece küçük bir oranı herhangi bir kıtada vardır:
M an g en ez, m agn ezyu m , krom , to ry u m , tu n gsten , irid yu m , a lü ­
m in yu m , helyum , uranyum , petrol ve köm ür yalnızca noktalı bir
gezegensel dağılım a sahiptirler. Bu elem entlerin kim yacılar tarafın­
dan keşfi ve bu kaynakların (kullanım a) açılm ası daha geniş bir icat
ve im al sistem i için gerekli bir ön hazırlıktı. Bugün bile, ısmarlam a
m oleküller üreten sentetik kimya tarafından serdedilen anlık m u ci­
zelere rağm en ok yan u s can lıla rın ın , ki bazıları yüksek gerilim li
elektrik üretm eyi insandan çok önce öğrenm işler, diğer birçok d e ­
ğerli sırrı kend ilerinde sakladıklarından haklı olarak şü p h e eden
kimyacılar ve biy'ologlar denizleri sistem atik bir biçim d e araştırma
uygulam asını yeniliy'orlar. •
Bu keşiflerden birkaçının işaret edilm esi gereken geriletici bir
y'önü o ld u . En eski bitkilerden ikisi, haşhaş ve kenevir, -keşfedilm e­
diler fakat uzağa yayıldılar- uzun zam andan beri insan için bir fela­
kettiler. V e çay, kahve, Paraguay çayı gibi yerli uyarıcılar büyük
oranda yararlar, hatta belki on yed in ci yüzyıldan bu yana A vru­
pa’nın entellektüel canlılığında faal yardım cılar hanesine yazılmayı
hak ediyorlarsa da daha saf insanlarda old u ğu gibi seram onik bir
tütsü olarak değil, fakat kronik bir b ağım lılık olarak, sinirsel bir
m ecburiyet değilse ticari kazanç için , kasten alıştırılan tütünün ci­
hanşüm ul kullanım ı, zarar hanesine konm alıdır. Aynı şekilde, cin,
viski ve votkanın imal bedelini düşüren hububat ve patates b o llu ­
ğu, fakir ve söm ürülen halk arasında periyodik sarhoşluk n öb etleri­
ni, vahşi endü striyel rejim e k v ş ı bir d en g eleştirm e aracı olarak
kullanılm asına yol açtı.
Fakat bu tür nitelem eler ve tüm evarım larla bile bu kapsamlı ka­
rasal k eşif ve etkileşim den hasıl olan avantajlar sın ırsızd ı. Ve bu
apaçık avantajların bir çoğu m ekanik endüstriye başta çok az b orç­
lu oldu; hatta tam tersi bir durum söz konusuydu. M ineral kaynak­
lar, ham m addeler ve besin bitkilerindeki b u engin artış olm asaydı,
genellikle yalnızca fiziksel bilim lere ve icatlara atfedilen değişim ler
ya gecikecek ya da bazı durum larda im kânsız olacaktı.
T ü m ü n e az çok işaret edildiyse de, Batılı in san ın okyanus ötesi
keşiflerinin, kesin bilim lerin (exact scien ces) gelişim in e bir başka
etkisi daha vardı. Haftalar boyu karayı görm eden yapılan uzun m e ­
safeli d en iz seyahatleri, delice bir atılganlıkla d olu cesaretten çok
başarıyı talep ettiler. Zaten, h em îskandinavların, hem de Havaili
çağdaşlarının örneğinde old u ğ u gibi, cesaretin esas olarak karada
yaşayan kuşların u çu şu n u yakın bir şek ild e g ö zlem lem e yolu y la
m üm kün olduğu görülür.
D enizcilikle ilgili yetenekler p o zitif b ilim i gerektiriyordu; b ilim ­
sel m etodun ana prosedürlerinin ilk olarak neticelendirildikleri yer
denizdi. Avrupalı aklı, güneş ve yıldızlara dair kesin gözlem lere çe ­
viren (saik), astrolojik tahm ine duyulan istekler kadar d en izcin in
astrom om ik bilgiye olan gereksinim iydi. Hava değişim lerine cevap
verm e ve şayet m üm künse bu değişim leri ön ced en tahm in etm e ih ­
tiyacı bulutların, rüzgârların, suyun renk ve hareketinin sürekli o la ­
rak g özlem len m esin e vesile olurken, suyun derinliğini ölçm ek ve
bu ölçüm leri dikkatli bir şeklide kaydetm ek karaya yaklaşm ada ih ­
tiyaç duyulan em niyetten kaynaklandı ki bu, niceliksel gözlem i d e ­
nizde seyreden insanlar arasında bir alışkanlık haline getirm işti.
G em inin seyir planının çıkartılması ve topografik verilerin haritala­
ra transkriptinin yapılm ası bilim e dair daha seviyeli bir arşivciliği
(b o o k k eep in g) oluşturdu. Ve son olarak, varsayım sal ya da eksik
bilginin daha yakın ilk elden gözlem ler ile kartografik olarak d ü zel­
tilm esi deneysel bilim lerinin m etodojisini haber verirken, gem inin
seyir defterinin tutulm ası, gözlem len en olayların anında kaydedil­
m esi, laboratuvar defterinin titiz bir örn eğin i oluşturdu. T ü m bu
uygulam alar bilim sel akılda kaydedilip takviye edildi. M odern b ili­
m in d enizciliğe olan esas borcu kapitalist m uhabeseciliğe olan b o r­
cundan hiç de az değildir; ve onyedinci yüzyılın kozm ik gerçeklikle
tanım ladığı soyut yapı bu iki tem el üzerinde vücuda geldi.
4
Yeni Dünya Ütopyası

a ş t a , k e ş f i n k a r a s a l v e t e k n o l o j i k IkI t ü r ü n ü n

B ortak bir kaynağa sahip olduklarını ve uzun bir m ü ddet sü ­


rekli bir etkileşim i m uhafaza ettiklerini beyan ettim . Birkaç
asır boyunca Batılı insan, ya da en azından uyanık bir azınlık, her
iki dünyanın en iyisini m eydana getirebilm enin m ü m k ü n o ld u ğu ­
na inandı. H er iki dünyanın gerçekte birçok ortak noktaları o ld u ­
ğunu görm ek için , bugün sadece bir hayal olarak can çekişen ilk
Yeni D ünya resim lerinden yeterince uzağız.
H er iki akım da, farklı kısım larına olsa da geçm işe açık bir d ü ş­
m anlıkla şekillenm işlerdi. Açık bir şekilde kesinti ile, hatta topye-
kün yakım ile övündüler. O nsekizinci yüzyılda bu zıt tavırlar Jean-
Jaques R ousseau ile D en is D id ero t’n u n kişiliklerinde toplanm ıştı;
birincisi ilkel olanı, yalın olanı, eski köylü âdetlerini övm ekte, for­
m el düzeni hor görüp kendiliğindenliği ve basitliği benim sem ekte
iken İkincisi, kişisel olarak Polinezyalıların açık cinsel özgürlüğünü
arzulasa da içgü d ü ler ve tabiî h islerd en ziyade akla gü v en en ve
şevkle m ekanik icat ve üretim in işleyişlerini araştıran biri. Bu iki
insanın arkadaş olarak başladıkları gerçeği yalnızca sem b olik rolle­
rinin ön em in i belirtir.
G eçm işe yönelik her iki tavrın tem elind e, form el uygarlığın bir
şekilde yanlış gittiği ve çevreyi d önüştüren ve aklı harekete geçiren
b üyük k ollek tif insan gücü top lu lu k ların ı m eyd an a getirdiyse de
uygarlığın en başarılı kuram larının -hiçbir erken kabile to p lu lu ğ u ­
nun ya da köyün idrak etm eye dahi kalkışmadığı oluşum lar- insa­
nın tam gelişm esini ilerleteceğine, geciktirip sınırlandırdığı d ü şü n ­
cesi vardı ki bu d üşüncenin kökleri tarihin erken devirlerine, ö z e l­
likle M .ö altıncı yüzyıla uzanıyordu..
D evlet, resmi din, bürokrasi, ordu, m edeniyetin bu yeniden d i­
rilen kurum lan gerçekte, çevre üzerinde büyük yapıcı dönüşüm leri
etkilem e yetisine sahiptiler, bu başarının insan bedeli ise ağırdı; sı­
n ıf yapısı, işlevin hayat boyu sabit tutulm ası, toprak ve ek on om ik
ve eğitim sel fırsat tekeli, m ülkiyet ve im tiyaz eşitsizlikleri, kronik
k öleleştirm e ve savaş zu lm ü , y ö n etici sınıfların korkuları, ob ses-
yonları ve paranoyak hırslan, kitle yıkım ve im halardaki sürekli ar­
tış. Kısaca, bir kabus. Güç ve d ü zen lem en in bu tür kalıcı başarısız­
lıkları bu sistem e karşı oluşturulabilir gerçek iddiaları ortaya çıkar­
dı ve en azından tahakküm edilenlerin, köleleştirilenlerin zih in le­
rinde m edeniyetin kendisine ait değeri hakkında ciddi sorular o lu ş­
turdu. Bu şüpheler, insanların ancak geçm iş kurum ve m edeniyet
yapılarının yıkılm asıyla m utlu, erdem li ve özgür olacakları n o sy o ­
n u n u güçlendirdi. R ousseau, bu düşünceyi en uç şekliyle insanların
en az şü p h e duydukları m ed en iyet özellikleri olan sanat ve b ilim le­
rin ahlak b o zu cu etkilerini D ijo n ’daki akadem i için yaptığı öd ü l
konuşm asında ifade e t t i.
M edeniyetin bir çok tarzının gerçekte yararlı değil zararlı o ld u ­
ğu n o syon u bir çok eksen (Axial) din ve felsefede şöyle ya da böyle
ifade edilm iştir ve daha yalın bir yaşam türü için özlem duym a şek­
lini almıştır: M egam akina tarafından zenginliğin, ‘barış’ın ve savaş­
ta zaferin bir bedeli olarak talep edilen m ecburiyetlerden ve katı sı­
nıflandırm alardan kurtulm a yolu n u arayan, köye, bam bu koruluk­
larına, çöle doğru bir dönü ş.
M edeniyetin travm atik etkileri anlaşıldığında, yaşlı kâhinler k i­
şinin yen iden doğabileceğin i ve kısır geleneğe karşı çıkarak, yeni
kanunlar oluşturarak, yeni yerler keşfederek, eski sınırlamaları bir
kenara atarak hayata sağlam bir tem el ü zerinde başlayabileceğini
dü şü n düler. Bu d ü şü nceler, Yeni D ü n ya’n ın k olon ileştirilm esin e
dam gasını vuran boş (kırsal) alanlara doğru yapılan büyük göçte
tekrar teyid edildi. Lâkin.öncüler m edeniyeti cebren arkalarında b ı­
raktılar ve öyle bir şekilde hareket ettiler ki L ongfellow ’un ortaya
koyduğu gibi, "her varın bizleri bugü n d en daha uzak bulur”. Bu sı­
ğınak, m aalesef, sadece atılgan bir azınlığa açıktı.
‘H areketle ilerlem e’ye dair tem el n osyon , tu h af bir tarzda hem
Yeni D ünya’nın korsanlık eden akıncılarını hem de son üç yüzyıl
boyunca en ufak enerjilerini bile türlü m ekanik ulaşım biçim lerini
hızlan dırm aya adayan m ek an ik ön cü leri birbirleriyle birleştirdi;
“ne kadar hızlı hareket o kadar büyük ilerlem e” bir aksiyom olarak
kabul ed ilm işti. H er iki çabanın arkasında, ‘daha uzak’ın, sadece
m ekanda daha uzak m ânâsına değil fakat geçm işten de daha uzak
olm a anlam ına geldiği inancı vardı. Rousseau ve takipçilerinin etk i­
si altında ortaya çıkan çevrenin bu parçası, ilkel alanları ve bir yaşa­
m ı sü rd ü rm en in daha basit türlerini arayıncaya kadar, arkaik bir
hayata istekli bir dönüştü: bu d ö n ü ş, son u ç olarak, bu noktada uy­
garlığa ait yeni kurum ların dağınık küçük çiftçi topluluklarını fet­
hedip, onlara egem en olm asınd an önceki paleolitik ve n eolitik k ü l­
türlerde herşeye yeniden başlam a tebebbüsüydü.
Yaklaşık bir asır boyunca bu teşebbüs, so n d a zikredilen çabanın
kısm en başarılabileceğini um du; ve endüstriyalizm in yeni güçlerine
m ağlup old uğunda dahi A m erikan yaşam ında hala tüm üyle silin ­
m em iş izler bıraktı. — Her ne kadar bugün bu izler m utlu bir şe ­
kilde doğal kaynakları k oru m a h areketinde ve h em en h em en el
d eğm em iş, arta kalan bir kısım kır alanlarını m uhafaza etm e çaba­
larında yüceltiliyorsa da.
Bu kısa başarının nedeni ön cü yerleşim cilerin tüm öğren cileri­
nin m alum udur. Orada, Eski D ünya kuram larının sınıflandırm ala­
rı m eşrulaşm ış eşitsizlikleri voktuysa da sın ıf farklılıkları, en azın ­
dan sadece hafiften ve aralıklı olarak m evcuttu. Krallık ve feodal
otoriten in altında kullanılan keyfi siyasi güce tem silciler hüküm eti
tarafından son verilm esinin yanında. N ew England'da en azından,
idaresi cem aatin elinde olan kiliseler, serbest okullar ve kü tü p h an e­
ler, yerel kam u m eselelerin in ele alındığı Kasaba T o p la n tısı gibi
sağlıklı bir kom ünal o to n o m i gelişm esi vardı. Her bir üyesinin, is­
ter bir çatıyı yükseltm ek ister mısır koçanlarını soym ak ya da b ağ­
lam ak o lsu n , k om şu ların a yardım ı göz ö n ü n d e tutm aya m ecbur
tu tulduğu, gözü d ö n m ü ş haydutlara karşı bir m aden kam pında o l­
duğu gibi küçük ve kısm en kendisiyle sınırlı topluluklarda yaşaya­
rak insanlar, bir m ü d d et, m ed en iyet yoluyla sok u lm u ş, tem elind e
tek y ön lü olan sın ıf söm ü rü sü türlerinin üstesinden gelm ek için bir
yol buldukları zehabına kapıldılar. Hatta iktisadi işb ölü m ü dahi bu
koşullar altında yok olm aya yüz tutm uştu.
D ilbilim ci ve coğrafyacı olan G eorge Perkins M arsh, bu arkap-
landan zuhur etm iş olağanüstü beyinlerden biri, Ingiliz dili üzerine
bir k onu şm asın da şu gözlem d e bulundu: “yalnızca m ekanik m ese­
leler dışında, orada dahi m ükem m ellikten oldukça uzak, iş b ölü m ü
ilkesini herhangi bir m uasır uygar ulustan çok daha sınırlı bir dere­
cede uyguladık. H erkes, her bilgide bir uzm an değilse de bir bilgiç.
H erkes kendisi için bir ilah, bir fizikçi ve bir avukat old u ğu gibi bu
m esleklere uygun bir şekilde ilişkin olan bilim lerde m ü n d em iç tüm
m enfaatlerde kom şuları için bir m üşavir.” E m erson’un Ö z-g iiven
Ü zerine D en em e (Essay on S elf-R elia n ce/si de bu tu tu m u teyit ed i­
yordu..
M arsh b u durum u ne abartıyor ne de aşırı idealleştiriyordu. Kı­
sa bir devre için, kabaca 1800 ve 1860, ya da 1880’in son yılları ara-
sinda, Rousseau ve D iderot’nun ilkelerinin, en azından arzu edilen
bir kaç alanda, etkili bir biçim de uzlaştın labileceği görüldü. R o­
m antik ve faydacı (utilitarian) kişilikler yan yana yaşam ayı öğren i­
yorlardı, sadece bir arada bulunm uyorlardı fakat aynı zam anda bir­
likte gelişiyorlardı. Bu devrenin tipik figürleri, bilim , mekanik icat
yahut endüstriyel organizasyondan çekinm ediler, tam aksine tüm
bu yeni potansiyelleri, insanın tabii ve insancıl mirasını içeren daha
geniş bir.hayat çerçevesi içinde özüm sediler. Örneğin T hoau, C o n ­
cord civarındaki tüm orm an, arazi ve nehir kıyılarım keşfedip d o ­
ğal çevreye yönelirken, aynı zam anda aile m esleği olan kalem yapı­
m ını, grafiti tem izlem ek için bilim sel bir incelem ede buldukları ye­
ni bir işlem den faydalanarak ilerletiyorlardı. Y önelim in bu hazır
bütü n lüğü, bu Yeni D ünya galaksisinin diğer öncü beyinlerini de
tanım lar ve birleştirir: A udubon, O lm sted, Em erson, Marsh, M el­
ville, W hitm an. O nlar ne m ünzevi ne de ilkeldiler; fakat en azından
zihinlerinde, önceki tüm m edeniyetlerin yıpranm ış ve kirlenmiş el­
biselerini üzerlerinden attılar. Esasta ‘m ed en iyet’i vücuda getirmiş
tüm güçlerin canlandırm ası ve kuvvetlendirm esi sayesinde, bu yeni
dünya ütopyası, bu vadedilen toprak, kısa bir sürede, ondokuzuncu
yüzyılda Batı dünyasının üzerine püskürm üş küllerin ve lavların al­
tına göm ü ldü. M erkezi devletin ortaya çıkışı, bürokrasi ve düzenli
ordunun genişlem esi fabrika sistem inin rejim entasyonu, spekülatif
mal y ağm alan, M eksika Savaşı’nda olduğu gibi, em peryalizm in ya­
yılm ası ve gizli bir şekilde devam eden kölelik, tüm bu olum suz ha­
reketler Yeni D ünya hayalini lekelem ekle kalmadılar; fakat aynı za­
m anda öncekin den daha geniş bir ölçekte Eski D ünya kabuslarını
da beraberlerinde getirdiler ki A m erika’ya göç edenler hayatlarını
riske sokm u ş ve kaçm ak için kültürel hâzinelerini feda etm işlerdi.
Bu geride bırakışın bir s o n u ç ı olarak, insanların zihinlerinde
‘rom antik ’ Yeni D ü n va’mn yerini m ekanik Yeni D ünya aldı. İlki
yalnızca boş bir hayal olm uştu, varolan düzene ciddi bir alternatif
değildi. Lâkin, bu esnada, yeni bir Tanrı zuhur etm iş; yeni bir din
aklı zaptetm iş ve bu birleşm eden yeni m ekanik dünya resmi neşet
etm işti ki her yeni bilim sel keşif, her yeni başarılı icatla birlikte ge­
rek tabii dünyanın gerekse insan kültürünün çeşitli sem bollerinin
yerini yalnızca m akinanın ölçü sü n e göre kesilm iş bir çevre aldı. Bu
id eoloji, teknolojinin kendisine ait olanlardan başka herhangi bir
insani ilgi ve değer tarafından sınırlandırılm aksızın yeni teknolojik
kom pleksin serpilip gelişebileceği gayri tabii ve gayri insani çevreye
ön celik verdi. Ç ok kısa bir zam an zarfında, insan ırkının geniş bir
#
oranı, bir zam anlar başka türde bir çevrenin ya da alternatif bir ya­
şam türünün varolduğunu gerçekten unutacaktı.
5

Ortaçağ Natüralizmi ile


karşılaştırma

AKLAŞAN BU İDEOLOJİK D Ö N Ü ŞÜ M Ü N yapısını kavra­


m ak için kişi, bu d ön ü şü m ü Ortaçağın son u n a doğru Avru­
p a’ya halcim olan dön ü şü m ile karşılaştırmalıdır. G eom etri
ve a strom om iye dair öğelerin ötesin d e, O rtaçag’ın sahibi old u ğu
tem el bilim sel bilgi başta en fazla etkiye sahip olm ak üzere Saler-
n o ’daki tıb okulları vasıtasıyla aktarıldı. H ekim lerin zorunlu olarak
yaptıkları organizm ayı doğrudan tecrübe etm e eylem inin dışında,
tabiatın bilgisine duyulan arzu geniş oranda, tabii dünya hakkında
bir sorular dizisine dönüştü.
Salerno Bahisleri (Salernitan Q uestions) üzerine bir risalesinde
Brian Lavvn, 1300’lü yıllara dayandığı tahm in edilen son bir elyaz-
m asm a gönd erm ede bulunarak, birçok kadim kaynaktan türeseler
de b u “Bahislerin on kadarının soyut A ristocu fizik ve metafizik ile,
yalnızca iki tanesinin ruh veya akıl ile ilgilendiklerini” gözlem ler.
Bir b ü tün olarak bahislerin “hem en hem en tam am ıyla, antropoloji,
tıp, zo o lo ji, b otanik , m ineraloji, sim ya d en eyleri, m eteoroloji ve
coğrafya gibi dünyevi konulara h a sr e d ild ig in e.........deney ve k im ­
yanın üzerine eh em m iyetle durulduğuna” işaret eder.
Lawn'i bu soruları bugüne ait uygun bilim sel disiplinler altında
gruplandırm aya sevk eden sadece bilim sel m eraktı, zaten pozitif b i­
lim daha y ü z y ı l l a r c a uzaktaydı. Bu sorular, “Sesler neden yankı ya­
par?”, “Bir ihtiyar neden hala yüzü koyun yatar?”dan “Süt yahut
balık nasıl besine çevrilir?”, “Yağm urun, rüzgârların ve yüksek b u ­
lutların nedeni nediı?”e kadar sıralanıyordu. Bu sorular sadece ta­
bii dünyaya uyanm aya başlayan zihinleri kaı akterize eder. Yine de
şaşkın, hâlâ m ahsullerini toplam aktan aciz, hâlâ Grek ve Rom a g e­
leneğini sıkı sıkıya bağlı. Bu soruları O rtaçağ sanatçısının sağlam
cevaplan ile kıyaslayın. Bu, sarmaşık; bu bir av köpeği; bu, tarlayı
biçen bir köylü; bu, kurnaz yaşlı bir rahip. Soyut bir çerçeve, m etot
n oksanlığından ötürü her iki durum da da zihin bir handikap yaşı-
yorduvsa da; zenaatkar, tabiata ve on a davalı bir bilim e bu gelişigü­
zel sorulan Latince dizelere döken alim den daha yakındı.
O rta ça ğ ak lın ın so y u tla m a la r la u ğraşm a n a m ın a h ü n erd en
m ahrum kaldığına dikkat edin. Birbirlerine oldukça zıt. “Bilim ve
M o d ern U ü ııy a , (S c ie n c e an d th e M o d er n \V o rld )" d a k en d isi
m üm taz biı m atem atikçi ve filo zo f olan A .N . W hitehead, düzenli,
ahenkli ve aklediiebilir bir dünyaya derin bir im an duyan Hrıstiyan
teologlar arasında soyut düşüncenin olağanüstü bir biçim de rafine­
leştirilm esin in rasyonel b ilim için m ü m k ü n olab ilecek en güçlü
desteği sağladığına işaret eder. Ç ünkü sk olastik teoloji, evrende
karşılıklı rasvonalitenin olduğunu varsaymakla kalmadı fakat aynı
zam anda bunu en yüce hedefi olarak kanıksam ış araştırmacıyı da
bıı varsayım a ikna etti. Skolastikler tarafından geliştirilen m antıksal
soyutlam alar sistem ini daha sora bilim adam larının geliştirdiğin­
den ayıran fark, Ortaçağ aklına göre tüm dünya hay-atının ona d o ğ ­
ru bir hazırlık oldu ğu, gerçek dünyanın görü n m ez olduğuydu.
Eksen dinlerin ölü m , yokluk, 'öteki hayat’a olan yüce ilgisi (u l­
tim ate con cern ), bu dini soyutlam aları teknolojiye ve cem aatin so ­
m ut m edeni ve m ahalli pratiğine m üracaattan yoksun bıraktı. Lâ­
kin, bu devrenin büyük beyinlerinin zihinsel enerjilerinin ufak bir
parçası bile maharetle kurulm uş bağlara sarfınazar etm ek ya da bu
yü ce so y u tla m a la r arasındaki -T a n rı, R uh'ul K udüs, m elek ler,
ölüm süzlük, C ennet, C eh ennem - bağlantıları örm ek için kullanıl­
madı.
Bilim in kendisi ve daha sonraları bilim yönelim li teknoloji, O r­
taçağ yeteneğinin m antıksal bir şekilde, hayali varlıklar ve m ate­
m atikteki yeni gelişm eler yoluyla hatıra gelen varsayımsal ilişkiler
üzerin d e uğraşm asıyla birlikte gelişm eye başladı. Bir to p lu iğne
n ok tasının üzerinde kaç m eleğin dans edebildiği ve görünm eyen
elektronik 'elçiler’in hayat dansında hangi rolü oynadıklar; sorusu,
bu noktanın gerçekten ne kadar geniş old u ğu n u keşfeden m olekü-
ler fizik için artık saçm adır. Ortaçağ teolojisinin m ahrum olduğu
şey dakik ihtim ali soyutlam alar değildi. Fakat düzenli hayatın su n ­
duğu tüm zenginlik, yoğunluk ve birlik içinde som utlam alara girip,
bu som utlam aları anlayacak eşit seviyede bir kabiliyetti.
Burada, estetik natüralizm in yapacağı bir katkı vardı: En yeter­
siz el sanatları işçisi bile loncası için ehil olm ayı arzuluyorsa seya-
hetlerinin dön ü şü n d e gözleriyle neleri gördüğünü, elleriyle neleri
taklit ettiğini ustalarına rapor etm ek zorundaydı. Sanatçı-zenaat-
kârlar bu yeni bilgiyi taş, ağaç ve boyalı parşöm en üzerinde im geye
çevirdiler. Kilisedeki sundurm a ve sıralarda, takvim lerde ve dua ki­
taplarında (B ooks o f H ours) kişi, daha da yüce ruhsal bir ilham ın
delili olarak beğenilen, gündelik hayattan alınm ış sahneler görür.
Lvnn T horndike’in ifade ettiği gibi, “Hayvan figürlü taş oyukla­
rın (gargoyles) ve sü slem ed e kullanılan canavarların (ch im eras)
heykeltraşları, varolan hayvanları tekrar üretm eye taham m ülkâr
değillerdi, fakat hayvan anatom isi üzerindeki hakim iyetlerini g ö ­
rülm em iş birleşim ve m elezlikte canavarlar yaratma yoluyla göster­
diler. Bu taşa hayat veren kişiler, bu kalem sahibi Burkbanlar, bu
keski aletli Darvvinlerdi ki onlar tabiatı biliyorlardı ve A risto ve
P liny’nin çalışm alarım yutm uş bilginleren daha fazla botanik ve
zooloji çalışm ışlardı.”
Tabiatın gözlem ve kesin ön erm e yoluyla yeniden ele g eçirilm e­
si, “öğrenim in ihyası”na öncülük etti ve orijinal Grek bilim gelen e­
ğine, ölü klasik form ların vazifeşinas taklitlerinden ya da eskim iş,
şekli b o zu lm u ş Grek m etinlerinin dindar okum asından çok daha
y a k ın d ı. Z enaata va rekabete dair yüksek standartlar geliştirm iş
özerk loncaların kılavuzluğu altında gün d elik çalışm an ın serbest
şeh irlerd e ortaya çıkm asıyla bu n a tu ıa liza sy o n süreci b ü yü m eye
devam etti ve on altın cı yüzyılla birlikte bu sürecin, zenaatkârın, bir
işçi, bir d üşünür, bir düzenleyici, bir yaratıcı gibi, m eşguliyeti dah i­
lindeki ya da haricindeki her türlü deneyim i keşfeden tam o lg u n ­
laşm ış sanatçıya d ö n ü şü m ü yö n ü n d e gelişm esi şaşırtıcı değildir.
R önesans sanatçılârı ‘natüralizasyon’dan ‘hü m an izasyon ’a d i­
rekt bir yol açtılar: Kutsal Teslis, saf insan form u n u n yerini alır al­
m az, azizler ve pagan tanrılar da, insan kültürüne açık tabii d ünya­
nın her tarafına girildiğinin bir işareti olarak Ruysdael ve C onstab-
le’in natürel peyzajını, R em brandt ve H ogarth’in natürel insanını,
ve Le N ain kardeşlerin alçak gön ü llü köylülerini geride bırakarak
yok olm aya başlarlar. Bu süreçte, bu zenaatkâr ve sanatçıya yü zyıl­
ların natürel felsefecileri yahut bilim adamları ö n cü oldu. D ahası,
saatin ve m atbaanın yeni m ekanik icatları bilim sel akıl üzerinde d e ­
rin bir etki yarattı.
Yeni D ünya resm inin son eklem inde, kesin bir değişim i m eyd a­
na getiren ortaçağ tekniğindeki erken bir ilerlem e -cam m ercekle­
rin gelişm esi- vardı; zira teleskopun icadıyla ilk olarak Kopernik ve
T ych o Brahe tarafından çeşitli zorluklarla yapılan gözlem ler o ld u k ­
ça g en işlem işler, so n u n d a işleyişin ken d isi a y d ın la tılm ıştı. H eli-
osen trizm (gün eş-m erkezcilik ) yavaş bir biçim de kabul edildi, ger­
çekten K opernik’ten sonraki bir asır boyunca bilinen dünya ü ze­
rinde az bir etkisi vardı. Bu görüşün bugün bile güneşin dünyanın
etrafında d ön d ü ğü görüşü bir çok insana tatm in edici gelm ektedir.
Fakat teleskop ve m ikroskop derin bir farklılık yarattılar; çünkü
büyük son su z küçük son su zu n , m akrokozm ve m ikrokozm un, yal­
nızca spekülatif kavramlar olm aları son a erdi. Teleskop ve m ikros­
kop, belirgin görsel tecrübenin ideal sınırlarını, en azından p o ta n ­
siyel olarak, açıklığa kavuşturdular.
M ercek teknikleriyle ilgili bu iki eser, insan hayatında buhar
m ak inasının yaptığından çok daha radikal (k ö k lü ) bir d ö n ü şü m
yarattı. Vaktiyle, öteki hayata ilişkin sa f dini kavramlar -sonsuzluk,
ezeliyet, ölü m sü zlük- artık fiilî (aktüel) zaman ve m ekanla ilişkiliy­
di. B unun yanında, H rıstiyan teolojin in bir zam anların kapalı, ken ­
di k en d in e yeten ve b en -m erk ezli dünyası artık m uteber değildi.
Fakat dinin kendisi tard ed ilm em işti. Hakikatte, yeni bir din gizli
bir b içim d e vücu da geliyordu. O kadar gizli ki o n u n en m üttaki
abidleri, bu n u n gerçekte bir din old u ğu n u n farkında değiller.
II
GÜNEŞ TANRISI’NIN DÖNÜŞÜ
1

Güneş teolojisi ve bilim

B
u r a y a k a d a r , b ü y ü k b ir i h t i m a l l e o n b irin d yüzyıl
gibi erken bir devrede başlayan ‘K eşif Çagı’nda doruğa çı­
kan uzun teknolojik değişim dizilerini anlattık. Fakat vuku
b ulduğu gibi, onaltıncı ve onyed in cı yüzyıllarda ortaya çıkan en ke­
sin tek n ik ilerlem eler, tek n o lo jin in m ev cu t m ın tık a sın ın dışın d a
seyretti. Lâkin diğer tü m aktivitelerin başını çeken ve Batı’nın h a ­
yata bakış tarzını değiştiren büyük hadise, dinsel bir fen o m en d i.
G ök Tanrıları’nın d ön ü şü , özelKkle G üneş Tanrısı’n ın .
G ün eş T anrısı’nın dini h içbir zam an tü m ü yle yok o lm a m ıştı.
Yeni kurum sal uygulam alar, Piram id Çağı’nda şeklini b u lm u ş g ü ­
neş teolojisind en türediler. Büyük m edeniyetlerin ana hatları iz ­
lendi ve Tanrı Kral’ın (D ivin e King) otoritesi ve kişiliğinde bu Gök
Tanrıları dininin uygulam ası, gerek spontane yen id en - icat gerekse
kişiler ve fikirler yoluyla oluşan insani ilişkiler vasıtasıyla m erk ez­
lerden tüm dünyaya yayıldı. Siyasi ve askeri kontrolün u ygulanm a­
sı, ve büyü k k ollek tif m akineler aracılığıyla hayretam iz jeotek n ik
başarıların sergilenm esi; kanallar, sulam a sistem leri, büyük duvar-
h r, tapınaklar ve şehirler inşa etm ek.
Yeni dine ve yeni m ekanik dünya resm ine nazar eden ilah, dişil
özü n yardım ı olm ak sızın kendi d ö lü n d en evreni ve daha kadim
olan N un ya da Ptah dışında ona tabi tüm ikincil ilahları idrak et­
m iş, kendisinin yaratıcısı G üneş Tanrısı A tu m -R a’dan başkası d e ­
ğildi. Bu silsilenin bağlantısını kurmak için kişi sadece şunu hatırla­
m alıdır ki K o p eın ik ’in dün yan ın evrenin m erkezi olm adığı, g er­
çekte m uayyen bjr y'örüngede güneşin etrafında hareket ettiği ka­
naatine varması G rek-M ısır astron om u Batlamyaıs’un (M.S.I1. y ü z­
yıl) a stro n o m ik h esap ların ın d ü zeltilm esi esn a sın d a d ır. G ü n eşe
merkezi bir konum hasretm ekle Kopernik, sonuçta, Batlam yus’tan
daha iyi bir M ısırlıydı.
M odern dünya resm inin ilk defa yeni bir dinin izharı ve yeni
bir güç sistem inin tem eli olarak telakki edildiği bir noktadan b ah ­
sedilecekse, bu onaltıncı yüzyılın beşinci on yılıdır. Zira sadece N i-
colaus K opernik’in D e R evolutionibus O rbiunı C oelestiııın’u (1 5 4 3 )
değil, fakat aynı şekilde V esalius’un anatom i üzerine olan risalesi
H u m a n i C o rp o ris Fabr'tca, (1 5 4 3 ), Jerom e C a ıd a n ’ın ceb iri A rs
M agna; (1545) ve Fracastoro’nun hastalığın m ikrop (gerin) teorisi­
ne dair tasrihi, D e C otıtagione e t contegiosis M orbis, (1546) de ya­
yın la n m ıştı1 Bilim sel olarak konuşacak olursak, bu onyılların ony'i-
lıydı: yüzyılım ıza kadar da rakipsiz. Şayet okuyucu bilim sel ve nihai
olarak teknolojik bir devrim o ld u ğu kadar b u n u n dini bir devrim
olduğundan şüphe ediyorsa, ispatlarım ı sununcaya kadar bu itira­
zını yanında tutsun.
K opernik devrim in i yorum lam ada genel tarz, bu devrim in en
tahripkâr so n u cu n u n T a n n ’nın dünyayı evrenin merkezi kıldığı ve
insanın, on u n inayetinin yüce unsuru olduğuna dair teolojik fara-
ziyey'i atıl kılm ak old u ğu n a hükm etm ektir. Şayet gü n eş gerçekten

• 'B u kitapların sırasıyla Türkçeleri: I) Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine 2)


insan Bedeninin Yapısı üstüne, 3) Büyük Sanal. 4) Bulaşma ve Bulaşıcı Hastalıklar
Üstüne, ((¿ev.)
m erkezdiyse, o zaman dogm atik Hrıstiyan teolojisinin tüm yapısı -
biricik yaratma eylem i, T a n ıı’nın m erkezi ilgisi olarak insan ruhu
veT a n rı'n ın iradesinin ilahi ihsanı olan ebediyet için hazırlanmada
in san ın yeryüzündeki ahlâkî tek âm ü lü - parçalanm a tehlikesi ile
karşı karşıyaydı.
B ilim in yeni m ercekleriyle in san ın küçüldüğü görüldü. A stro­
n om ik nicelikler bazında insan ırkının değeri gezegende bir günlük
yaşayan titıeksinekleri sürülerinden biraz daha fazlaydı. Buna m u ­
kabil, bu tahripkâr keşfi İlâhi bir ilham la değil sadece ortak insani
m elekeleri kullanarak, gerçekleştirm iş olan bilim , sahih ve m uteber
bilginin güvenilir yegane kaynağı oldu. Fakat bu sonuçlara, her ne
kadar bugün açık görünseler de, yeni din tarafından derin bir şekil­
de kuşatılm ışlar tarafından anında varılam am ıştı. Ü ç asır boyunca
Batılı insan her iki dünyanın en iyisini, kendilerini em p oze eden sı­
nırlamaları düşüncede aşm aksızm m eydana getirm eye çabaladı.
Yem teolojinin ilk anki etkisi oldukça farklıydı. Yeni teoloji, n i­
hai olarak, hem M ısır h em de M ezo p a ta m y a ’dakî P iıa m id Ça-
ğı’ndan türeyen güç sistem in in eski cüzlerini hayata döndürm ede
veya onları ihya etm ede yardım cı old u . Piramid Çağı tabirini tam
m ânâsıyla Mısır kültürüyle ya da dört asırla (M .Ö 2 7 00-2300) sı­
nırlam ıyorum . Bu tabiri, daha ziyade hem M ısır’da hem de M ezo­
p otam ya’da D ördüncü B inyıl’da (M .Ö ) m eydana gelen değişiklik­
lere gönderm ede bulunm anın kısa ve açık bir yolu olarak kullanı­
yoru m ki D ördü ncü Binvıl, tipik bir kurum lar ve kültürel icatlar
b ü tü n ü ile belirgin bir çağdı: Tanrı-K rallık kültü, astronom ik za­
m an ö lçüm ü, yazılı kayıt, iş b ölü m ü ve uzm anlaşm ası, savaş yoluy­
la dü zenli fetih ve m uhteşem abidevi yapılar, tapmaklar, saraylar,
surlu şehirler, sulam a ve kanal sistem leri.
M ısır, Piramid Ç agı’m n klasik m ekanı olsa da, bu kullanım , ne
M ısır’ın yegane liderlerinin ne de M ısır’ın başka herhangi bir kül­
tür üzerinde direkt etkisin in o ld u ğu anlam ına gelir. Yine, daim a
Piram id şeklinde olm asa da, bu kurum lar kom pleksinin, Çin, Tür­
kistan ve İran’ın yanında K am boçya, Tayland, Peru ve M eksika gibi
gen iş bir şekilde yayılm ış kültürlerde de b ulunm ası bu özel isim ­
lendirm eyi ispatlar gibi geliyor.
Y önetici sınıfların zih inlerin d e eski m erkezi k o n u m u n u y en i­
den kazanm asıyla birlikte, gün eş bir kez daha bilfiil Tanrı oldu. B u­
nun sebebi yalnızca güneşin şim di o ld u ğu gibi, yeryüzünde gücün
başkaynagı olm ası değildi, fakat güneş, d ünya da dahil olm ak üzere
gezegenlerin hareketlerinde m erkezi referans noktasıydı; malcina-
larda, hepsinin ötesin d e zenbereklerde (clockvvork) ulaşılan m eka­
nik d ü zen , kozm ik m utlak dü zen in m inyatür kopyalarını sundu!
Bir asırdan daha az bir zam anda güneş> bilge gözlem cilerin zih in le­
rindeki k o n u m u n u değiştirdi; artık bir uydu ya da hizm etçi değil,
fakat beşer m evcud iyetinin efendisiydi.
Yeni ilahın m u vaceh esin d e, tü m k om p lek s fen o m en ler, başta
z ih in d e fakat daha sonra gün d elik yaşam ın d ü zen len m esin d e o l­
m ak üzere ölçü leb ilir, tahm in ed ileb ilir v e n ih ai olarak kontrol
ed ile b ilir , m ükerrer ola n a in d ir g e n e b ilm e liy d i. M erk ezi g ü cü n
sem b o lü olan G üneş Tanrısı tüm insan kurum larm ın m ü k em m el­
lik m odeli oldu ve kozm ik düzenin bu kaynağını ilk defa açığa çıka­
ran ve ondan faydalanan, m atem atik ölçü m lerin e sahip olan bilim
kilisesi, m uhtem el sonuçlara dair en zayıf ön sezid en bile m ah ru m ­
du. T ü m m asum iyetiyle, astronom i ve gök m ekaniğini, tem eli daha
m utlak bir düzen üzerine, siyasal ve endüstriyel düzen üzerine kur­
dular ki bu nokta, Piram id Çagı’m n dayandığı nokta ile benzerdir.
Fakat, Piram id Çagı’nın büyük firavunsal icadı olari m egam akina-
nın tekrar biraraya getirilebilm esi için dört aşıra ihtiyaç vardı.
Yeni astronom inin, tanrı-krallık ve m erkezi siyasi gücün ihyası
ile birleşm esi bir tesadüf eseri değildi fakat bu, yine de sahte bir gu ­
rurdu. Bir katolik prensi olarak d in d arlığın a rağm en, on y ed in ci
yüzyılın en büyük batılı monarkı XIV. Louis kendisini Le R oi Sole-
il, G ü neş Kralı, şeklinde adlandırarak m utlak otoritesini dramatize
etti. XIV. Lois’ten ön ce dahi, ‘A C hristian F am iliar C om fort, adlı ki­
tabında N arden, D evlet’i C enn et’le (H eaven ), Kraliçe Elizabeth ve
K on sü l’ü ilk muharrik ya da m üdebbir küre ile kıyasladı. “R oi Soleil
gerçekte,” diye ekliyor Tillyard, “b ü tün Elizabeth çağı basmakalıp
sözlerinin en kalıcı olanıdır”. Bu »merkezi o to riten in kurulm asının
»
■akabinde, kadim sistem in diğer m em urlarının tü m ü , sadece biraz
farklı kostüm ler giydikleri halde yeniden zuhur ettiler: rahiplik, o r ­
du, bürokrasi. Onların yardım ıyla bütün kültür, büyük insan kitle­
lerini fethetm e ve idare etm eye,m uktedir bir. m utlak güç sistem ine
doğru gayret gösterek , Francis B a co n ’ın sö y led iğ i gibi “İnsanlık
H üküm ranlıgı”n ın sınırlarını “m u h tem el olan tü m şeylere tesir et­
m e” sınırlarına genişleterek yeniden işler hale geldi.
Şu halde, G üneş Tanrısı’nın üstünlüğüne dair ilk işaret teknikte
değil yön etim d e (governm ent) ortaya çıktı: Yeni din hem ideoloji
hem de pratik olarak düzensiz ve niteliksiz güce inancı arttırdı. ‘B i­
lim sel Bakış’ı doğru bir şekilde tefsir eden Bertrand Russell evvelce
şunu m üşahede etm işti: “Bilim sel düşünce, tem eld e güç d ü şü n cesi­
dir -yani am acı, bilinçli ya da bilinçsiz, sahibine gücü verm ek olan
dü şü n ce tü rü .-” G üneş T anrısı’na tapınm a, astrolojide gezegenle­
rin g özlem lenm esini teşvik ve ihya etm iş ilgiler b ü tü n ü n ü n bir te­
zahürüydü.
A stroloji çok ön ced en Saint A u gu stin e ve diğer H ristiyan te ­
ologlar tarafından T anrı’nın m ü stesn a inayetine ve insanın özgür
iradesine olan inanca zıt pagan bir hurafe olarak tahkir edilm işti.
H ristiyan in an cının daha sonraki çürüm esiyle birlikte, astroloji ta­
m am layıcı bir din olarak özel bir rolü ve bir kişinin d o ğu m un u n
kesin saati ile gezegenlerin bağlantısı arasındaki ilişkiye dayalı, sa­
dece kesin zam an ölçüm lerini değil fakat göklerin gözlem lerini de
gerektiren gizem li (occult) bilgiye dair uğraşıyı üzerine aldı. D o la ­
yısıyla astroloji astronom iyi, sim ya kimyayı b esled i. Bu uğraşılar,
şöhret bulan sonuçlarından ziyade takip ettikleri y ö n tem dolayısıy­
la önem liydiler. Kopernik ve Kepler’in her ikisi de burçlara baktılar
ve T ych o Brahe’nin K opernik’in sonuçlarını sağlam laştırıp, K ep ­
ler’in son dü zeltm esini m üm kün kılm ası, uğraştırıcı m atem atiksel
hesapların yan ında gezegensel hareketlere dair bu tür yakın g ö z ­
lem ler dolayısıylaydı.
A stronom i başından beri sarayın him ayesi altında serpilip geliş­
ti. G üneş takvim inin tesis edilm esi, başlangıçtan b eıi krallığın ya­
yıldığı yerlerde kraliyet otoritesin in ön em li vasıflarından birisiydi
ve K opernik’in risalesinden bir kuşak sonraydı ki 1582'de H risti-
yanlıgın ruhani m onaı kı Papa, takvim in en son yeniden gözden g e ­
çirilm esini buyurdu. V atikan’ın hâlâ kendi astro n o m u n u b u lu n ­
durm ası, tarihi değişen yortularını d ü zen lem ek ten başka bir şey
için değildir. Tıpkı kendilerinden öncekilerin binlerce yıl önce M ı­
sır ve Babil’de yaptıkları gibi, her Avrupa sarayının ‘yerleşik astro-
log’u vardı. Astrolojiye dair bu yoğun ilgi olm asaydı bilim , krallar­
dan ve ileri gelenlerden gördüğü desteği elde edem eyecekti: M o ­
dern bilim in esasen güç ve çetin bir m ücadele verdiğine dair p o p ü ­
ler n osyonu yalanlayan bir destek.
Bunun yanında astroloji kesin bilim e bir başka katkıda b u lu n ­
du. D eterm inizm in en sıkı türüne dair inanışı bir akide şeklinde te­
sis etti; zira astroloji, ferdi yaşaı.ı(ın ) hadiselerini, esasen, kraliyet
em riyle toplanan ve birbirleri ile karşılaştıran bir yığın kişi biyogra­
filerinden derlenen verilere dayanan k ollek tif istatiksel olasılıklar
çerçevesin d e yoru m lu vord u . Bu suretle, kraliyet him ayesi sadece
yıldızları tetkik etm eyi teşvik etm ekle kalm adı, fakat fiziksel b ilim ­
lerin daha haşin ve pı agmatik olan yararlı d eterm in izm i için gerekli
zem in-çalışm asını da yaygınlaştırdı. Bir kere zih in d e iyice yer ettik­
ten sonra, bu ispatı im kânsız faraziye, gururlu S r m atem atikçinin
tek bir olaya ilişkin yeterli bir bilgiden evrendeki diğer tüm cüzlerin
konum ve durum larının tahm in edilebilir olm asın d an iftihar etm e­
sine yol açtı. Bu talihsiz entellektüel kibir gösterisi,erken bir tarihte
artık insan varlığını tehdit eden bilim sel d eterm in izm ile otoriter-
yeıı kontrol arasında güvenilm ez bir ittifakın tem elini attı.
A stron om in in , astrolojinin esaslı etkisi altında yaptığı şey, öteki
hayatla ilişkili -sonsuzluk, ebediyet, ö lü m sü zlü k - saf bir dini kav­
ram olan C en n et’i, mesafesi teleskopun herbir ilerlem esi ile daha
da artan sınırsız uzayın her bir tarafında dolanan fiziksel cisim lerin
g ö zlem len eb ilir hareketlerine d ön ü ştü rm ek ti. H ristiyan vahyinin
kapalı, kendini kapsayan, insaıı-nıerkezli dünyası artık m uteber d e ­
ğildir. Ö nceliği ışık, enerji ve harekete veren bu yeni dünya, en az
keşfedilm eyi bekleyen eski dünya kadar ö zn el (subjective) ve insan
biçim sel (anth ropom orphic) idi. Fakat yeni d ünyanın astronom la­
rın üzerindeki anlık etkisi hakkında hiçbir şüphe yoktur. Butterfi-
eld ’in gözlem lediği gibi: “ Kopernik, güneşin m u h teşem yapısı ve
merkezi konum u ile ilgili yazdığı zam an, lirizm e ve adeta tapınm a­
ya yükselir.” G üneş T anrısı’nın yeniden d oğu şu ve kadim m egam a-
kinanın tekrar biıarava getirilip en son u n d a yeniden inşa edilm esi,
bu duygusal vecd anındaydı.
G alileo, Johannes Kepier gibi mistik değil ve her ne kadar geze­
gensel hareketlere ilişkin hakim B atlam vusçu tasvire dokunm akta
tereddütlüydüvse de sırf yeni icat edilen teleskop O nu gökteki sa­
bit ve heı eket eden cisim lere daha fazla yakınlaştırdığı için Koper­
nik ile aynı hisleri paylaştı: “En yüksek m eziyetin sahibi, en yükseğe
bakandır.” der G alileo ve D ü n y a Sistem ler Ü zerine K o n u şm a sın ın
(D ialogue on the W orld System s) ithafında övü n çle ekler: “ Felsefe­
nin has konusu olan tabiatın büyük kitabına dön ü ş, kişiye yükseğe
bakm asını öğretm e yoludur....şu halde şayet akılları ile diğer insan­
lardan belirgin bir şek ild e ayrıldıklarını iddia ed eb ilecek birileri
varsa, Batlam yus ve Kopernik en uzağı görm e ve dünya sistem leri
üzerine en derin bir şekilde konuşm a onuruna sahip olan kişiler­
di.”
M aalesef, tabiat kitabını daha im anlı bir tarzda okum a çabasın­
da, yeni düşünürler, T haïes ve A ristarchus’un yaptıkları hatayı tek­
rarladılar: D üşüncesiz bir şekilde, Socrates ve ondan sonraki H risti­
yan teologların sırtlarını tabiata dönm elerin d e olduğu gibi kati ve
keyfi bir biçim de d ü şünü rün kendisini resim den sürdüler. A stro­
nom lar onların gözlem elerindeki hatanın bir kaynağının sinir siste­
m in in ; bir mesajı gözd en beyine yollarken geçen zam anın u zu n lu ­
ğu old u ğu n u keşfedinceye dek yeni düşünürler dış âlem e ait hiçbir
kısm ın tüm üyle insana yabancı o lm ad ığın ın ya da insanın fizyolo­
jik yetenekleri ve k ü m ü latif kültürel icatlarınden faydalanm adan da
d ış âlem in araştırılabilecegin in farkına varam adılar, ki insandan
bağım sız bir kâinat n o syon u n u n kendisi dahi insan tarihi ve insan
bilin cine bağlı özel bir insan edinim iydi.
Açıkçası, insanın fazilet ve ö n em in i zayıflatan, a stron om in in fi­
ziksel tabiatın genişliğiyle ilgili olarak b ulduğu yeni doğrular değil,
fakat insanın aldırm adığı, kendisiyle ilgili eski doğrulardı. Yukarı,
dışarı ve ileriye bakıp astron om ik uzaklıkları katetm eye hazırlanan,
fakat aşağı, içeri ve geriye bakmayı unutanları G üneş T anrısı, b i­
lim sel gerçekliği, figürleri olm ayan bir peyzaj gibi tasavvur etm enin
içinde hayran bırakıp kör etti -onlara, peyzajı boyam ada öm ü rleri­
ni harcam ış sanatçıları ve bu sanatçılar olm aksızın evrenin engin
b içim inin kelim enin tam anlam ıyla d ü şü n ü lem ez olacağını u n u ttu ­
rarak.
A stronom i ve m ekaniğin fethettiği yeni dünya gerçekte başlan­
gıcından beri hem insanın varlığını hem de hayatın görüngüsünü
dışta bırakm ış dogm atik bir ö n cü le dayanıyordu. Bu yeni faraziye-
de k o zm osu n kendisi öncelikli olarak, yalnızca m ekanik bir m o d e­
lin referans alınm asıyla anlaşılabilecek m ekanik bir sistem d i. Bu ye­
ni dünya sistem in in m erkezi veçhesini oluşturan insan değil, maki-
na o ld u . Burdan itibaren insanın varoluşunun baş gayesi, bu siste­
m i, güneşten türeyen enerjileri kontrol etm e ve onlardan faydalan­
m a yoluyla sağlam laştırm ak, çevrenin her parçasını G üneş T anrı-
sı’nın katı em irlerin e uygun bir şeklide y en id en şekillendirm ekti.
Bu m ekanik ortod ok siyi kabullenm ekle, insan kendi kurtuluşuna
ulaşacaktı.
Yeni güç k om pleksini şekillendiren G üneş Tanrısı’(m n ) dininin
pek çok pratik so n u çla n olacaktıysa da -siyasî, askerî, İktisadî- b u n ­
ların esasen görüşe etki eden m otivler olduklarına inanm ak bir ha­
ta olacaktır. B ozuk insani m otivlerin sirayet etm ediği yeni bir kur­
tu lu ş vaadi sunar gibi görünen faktör, baskıcı beşer endişelerinden
kesin bir şekilde ayrılmasıyla m eydana gelen astronom inin açık ve
gizli veçheleriydi. D aim a am ansız teolojik m ücadelelerin savaş ala­
nı olm u ş ve ideolojik ihtilafların ağına düşm üş bir dünyada yeni
a stronom i, k en d isin d e -o zam an ki m eşhur tan ım la- “kürelerin
a h en g f’ni çağrıştıran aydınlatıcı bir düzen getirdi.
İnsan varlığından tem izlen m iş, ışık ve uzayın bu yeni dünyası,
zam anım ıza kadar, onaltıncı ve o n yed in ci yüzyıllara dam gasını v u ­
ran dogm atik m ünakaşalar ve gayri-m edeni dinsel zulüm lerden bir
kaçıştı. N itek im , o n sek izin ci yü zyılın en son zam anlarına kadar,
N ew ton tarafından m u h teşem bir şekilde açıklanan tabiatın yeni
sistem i üzerine düşündüklerinde, bilim adam larının en sık kullan­
dıkları k elim eler ‘d ü zen ’ ve ‘g ü zellik ’ti. S o n su z uzayın sessizliği
Pascal’ı korkuttuysa da, birçok tedirgin ruha teselli veren işte bu
sessizlik ve uzaklıktı.
• Kişi, K opernik ve N ew ton arasındaki devrede büyük bilim sel
keşiflerin üzerine çöken ve hiçbir zam an tam am ıyla ortadan kalk­
mayan dinî atm osferi ihm al edecek olursa, yeni bakışın gizli kalmış
öznel katkısını ve bu bakışa ait kutsal gücün büyük kaynağını g ö z­
den k açırır.'H ristiyan cen n etin in k ü çü ld ü ğü esnada astronom ik
cennet genişledi. Son üç asır boyunca vuku buldukları şekliyle bu
tür güçlü değişim ler, ancak, varlığın her veçhesine nüfuz eden d e­
rin bir dinsel yen id en y ö n elim ile birlikte ortaya çıkabilirler. Kişi
ancak bu tür faraziyelerle, astron om ik ve m ekanik dünya resm inin
birçok yetkin zihin üzerinde kullandığı -ki hâlâ kullanm aktadır- sı­
nırsız otoriten in sebebini izah edebilir.
N e ta lih sizlik tir ki karasal k eşfin ark asın d an gelip ü top yacı
um utlan d um ura uğratan şeytani ve cinai dürtüler gibi, yeni b ili­
m in m erham etli dü zen in in ve geom etrik güzelliğinin ardında ka­
d im bir güç sistem i, ö n ced en tasavvur ed ilem eyecek bir ölçekte,
kendisini yeniden tesis etm eye başladı. İnsanın am ellerini eh em m i­
yetsiz kılm aktan ve her tür dü n yevi hırsı m en etm ek ten oldukça
uzak olan yeni kült, paradoksal olarak, dünyevi hayatın efendiliği
üzerine sınırsız bir yoğunlaşm ayı teşvik etti: Keşif, icad, fetih, kolo-
n izasyon; hepsi anlık tatm in ü zerin e odaklandılar. Ö n em li olan
öbür dünya değil, ‘şim d i’ idi.
Bakışlarını göğe ve fiziksel cisim lerin hareketlerine y ön len d ir­
m ekle, bilim sel devrim ciler m edeniyetin başlangıç devrelerine d o ğ ­
ru uzanan sert (haşin) bir dini geleneği devam ettiriyorlardı sadece
ve d oğrudan doğruya G rek leıe dayanan bir uygulam ayı ö n g ö r ü ­
yorlardı. Pisagor, neden yaşadığını sorguladığında, şu cevabı b u l­
m uştu: “göğe ve tabiata bakmak için ”. Bu, yeni bilim sel rotayı kök ­
leştirdi. Aynı şekilde de Santillana’nın belirttiğine göre, Anaksago-
ıas kendi nesli ve kendi şehrine hiç ö n em verm em ekle suçlandı­
ğında, göklere işaret ederek şöyle der: “Benim m em leketim orada.”
İnsanın varlığı ve onun nihai kurtuluşuna odaklanan H ristiyan’ın
evrenini, belli bir am aç ya da arzu edilebilir insani bir h ed ef o lm ak ­
sızın parıldayan güneş altınd a T anrısız ve tam am ıyla gavri-şahsi
(im personal) bir evren ile değiştirm ek kötü bir takas olm alıydı, fa­
kat gerçekte acıklı bir kayıptı. Bilim i anlam ın tek kaymağı, bilim sel
doğruların elde edilm esine tek nihai amaç haline getirm esiyle, (bu
kaybın) telafi edici bir son u cu oldu.
Dr. H en ıv A. M uıray göğe doğru yönelişe Y ükselm ecilik (A s-
cen sio n ism ) adını verir. A stron om in in uygulam alarıyla ilişkilendir-
m esinin yanında, bu kavram ı, parlaklık, havaya yükselm e, uçm a,
tırm anm a ve hareket etm eye doğru genel bir fiziksel yöneliş ile ve
hatta, kendisinde en yüksele birim in yahut kişinin güçte, zekada v e­
ya baş eğdiı ici otoritede azam eti tem sil ettiği hiyerarşik düzen ile
benzeştirir. Fakat Murray, ay'nı zam anda, kişinin sem b olik dağ zir­
vesine doğru yükselm esiyle, aktüel çevrenin canlı organizm alardan
yoksun hale geldiğine ve havanın da aynı şekilde giderek seyrekleş­
tiğine, dolay'isıy'la nefes alm anın güçleştiğine, havanın hem fiziksel
hem de şekilsel olarak insan yaşam ını desteklem ekten aciz durum a
geld iğine d e işaret etm iştir. Y aşam güçlerinin hakkını gözetm ek
am acıyla, M ısır p an teon u n d a G ü n eş Tanrısı A tu m -R a’yı, insanın
arkadaşı, ziraat ve zenaatın m uallim i, ölü m ve yaşam ın, yeniden d i­
rilm e ve tekrar dirilm enin tanrısı -ki başka bir form da H ristiyan
evreninin merkezi olm uştur- Osiris ile dengelem ek bir tesadüften
ziyade iç bir zorunluluktu.
B enim güneşte m erkezlenen yeni kozm ik d üzenin özn el, d u y ­
gusal, dinsel cazibelerini abarttığım ı hâlâ düşünenler için Kepler’in
sözlerinden bazı iktibaslar sunayım . Kendi bilim sel kapasitesinde
Kepler, daire gibi m ükem m el bir figürün lehinde, eski bir ideolojik
hatayı keşfedip üstesinden gelm e ve birçok çabadan sonra, d ü n ya­
nın gü neş etrafındaki yörüngesinin eliptik (oval) olduğu so n u cu n ­
dan kaçınabilm e yetisine sahip old u ğu n d an bu sözlerin tü m ü o l­
dukça ikna edicidir. K endisinde biri kadim Hristiyan teolojisine b i­
ri de astronom i ve kesin bilim e ait olan iki göğün birleşip yek vü-
cud o ld u ğu güneş ile ilgili tasvirini dinleyin.
“ Evrendeki tüm cisim ler arkasında en m ükem m el olanı, ki bu
gerçeği olsa olsa kör bir adam inkar eder, gü n eştir” der, “öyle ki
özü en saf ışıktan başka birşey değildir, kendisinden daha büyük
bir yıldız yoktur: tüm şeylerin tek ve yalnız üreticisi, koruyucusu ve
en sıcağıdır. Bir ışık kaynağıdır, bereket veren ısıda cöm ert ve göze
en h oş, en sıcak ve en berrak ve en saf gelendir. G örm enin kaynağı
ve renklerin ressamıdır, kendisi renkten yoksun olsa da. H areketin­
den d olayı gezegen lerin hükü m d arı, g ü cü n d en dolayı d ü n yan ın
kalbi, gü zelliğin den dolayı da d ü n yan ın gözü olarak adlandırılır.
Yalnızca bu nim etiyle dahi Cenab-ı H akk’ın kadrini bilm eliyiz.” '
Açıktır ki bu tasvirin çoğu olgusaldır; fakat Kepler’in hitabeti
(retoriği) hararetli ve asil olan dinsel tapınışın dilidir. Ve bu h ita­
bet, güneşperestliğin yeniden doğan bir din olarak telakki ed ilm e­
sin d e K opernik ve Kepler’in yalnız olm adıkları gerçeğini zayıflat­
maz. Yine, Tillyard’ın belirttiği gibi, Elizabeth çağında güneş u m u ­
m iyetle, T anrı’nın m addi karşılığı olarak d ü şü n ü lü rd ü . N itek im ,
'C ursor M u rıd i'n in yazarı, güneşi Baba Tanrı, sabit yıldızların küre­
sini oğul ve aradaki ‘şeffaf (etherial) aracı’ yı Ruh’ül-K udüs olarak
tasvir ettiğinden H ristiyan görüşünden büsb ü tü n saptı.
Garip bir tesadüf eseri, K opernik’in gezegenlerin devrim i üzeri­
ne risalesi ile N ew to n ’un yerçekimi kanunu arasındaki zaman aralı­
ğı, M ısır’da ilk Step Piram id’iıı yapılm ası ile Giza’daki Büyük Pira-
m id ’in inşa edilm esi arasındaki zaman aralığı ile hem en hem en ay­
nıydı. “Krallar, kahramanlar ya da im paratorluklar sayesinde tari­
hin ilerlediği yerde” de Mircea Eliade, “güneş en yüksek m ertebe­
dedir.”
H iç kim se tarihin, onaltıncı yüzyıldan bu yana Batı dünyasında
ilerlediğinden veya kendi halklarıyla birlikte gezegenin büyük bir
b ö lü m ü n ü fethetm e ve kolon ileştirm e insiyatifıni ele geçirenlerin
‘tanrısal hak’ (divine right) sahibi monarklar olan Portekiz, İspan­
ya, İngiltere ve Fransa kralları olduklarından şüphe edem ez. Bu es­
nada, ilk göç ve fetih dalgasının öncüleri olan V enediklilerin, Ce-
novalıların, Floransalılann ve Hansa şehirlerinin daha dar kapsamlı
serüvenleri yok olm aya başladı, çünkü tanrı-krallık sihrinin aley-
hindeydiler ve bundan dolayı da yeni kozm ik gücün tahtına ve onu
destekleyen efsaneye (m yth) ısınam adılar. G üneşi gezegensel siste­
m in m erkezi olarak tesis etm ekle K opernik farkında olm ad an , A v­
rupa’yı da, aynı anda vücuda gelen ikiz Yeni D ünyaların merkezi
yaptı: coğrafi keşiflerin Yeni Dünyası ve m akinanın Yeni dünyası.
İkincisinin daha da büyük ve zengin bir im paratorluk o ld u ğu ve
kolonileştirm eye iddia edildiği şekliyle askerî fetih ve yerleşim den
ziyade akıl yoluyla açıldığı görüldü.
N ih ayet, A vrupa’da belirli bir yer, G reem vich ’teki rasathane,
her iki yeni dünyada da zam an hesaplam asında sabit bir nokta o la ­
rak tanındı ve yirm inci yüzyıla girerken Britanya tarihteki tek g lo ­
bal im paratorluğun m erkeziydi. Zira, C engiz H an’ın hakim iyetinin
aksine, üzerinde gü neşin hiçbir zam an batm adığı tek im p arator­
luktu. Fakat bu iddia zanna dayanıyordu ve o çağdaki diğer tüm
koloniyal hakim iyetlerle birlikte, yeni düzen in de öm rü kısa sürdü.
Bu dü zenin alabora olm asıyla beraber, bu rasathanenin ilk yerin­
den geçen zam anlarda nakledilm esi ile Britanya im paratorluğunun
düşm esi aynı zam ana denk geldi. Bu tarihsel paralellik oldukça ke­
sindir.
Bu d ön ü şü m ü n tüm sonuçlarının ortaya çıkm ası ve de birbiriy-
•le ilişkili bir bütün olarak ele alınabilm esi için üç asır geçti.Yani,
H alley kuyruklu yıldızının yörü n gesin in tahm in edilm esi gibi bir
olay dahi, usulüyle programa uyduğu gözlem lenen gökteki düzen,
ister m ekanik ister beşeri her türlü organizasyon türüne uyarlana-
bilirdi. Bugün karşılaştığım ız değişim lerin sınırsız sonuçlarını anla­
yabilm ek için -ki bazıları daha ilerideki insani gelişm enin im kânla­
rını gasbetm e ve hatta yok etm e tehdidinde bulunuyorlar- bu ikiz
Yeni D ünya keşiflerinin öznel ve ideolojik tem ellerine ayrıntılı bir
şekilde inm eliyiz. B undan sonraki bölü m lerd e dikkati hem en h e­
m en b ü tü n ü y le, m akinanın Yeni D ü n y a sı’na ve bu tek n o lo jin in
m odern insanın “hayat, sağlık ve refah”ına dair beşeri sonuçlarına
çekm e am acındayım .
O naltıncı yüzyılda birden çiçek veren tohum lar, uzun zamandır
toprakta göm ülüyd üler ve her an filizlenm eye hazırdılar. Yeni b i­
lim sel ve m ekanik sistem de daha ö n ce bir şekilde varolm am ış tek
bir düşünce yoktu. Göksel m ekanik, astronom ik ölçü m , güneşm er-
kezcilik (h elio sen trizm ), am pirik gözlem ve den ey, dünyanın bir
sferioid (kürem si) old u ğu n u n keşfi, sadece değişim in gerçek o ld u ­
ğu ve durağanlığın bir illüzyon o ld u ğu inancı (H eraklit), her ne
kadar kütlesel olsa da m addenin güneşte dans eden toz tanecikleri­
ne benzer küçük partiküllerden oluştuğuna dair inanç, Leucippus
ve D em ocritus’un ve Lucretius’un atom izm i -kısaca onaltıncı yüz­
yıl son rası b ilim in in tem el faraziyeleri- b u n ların tü m ü , dağınık
parçalarının çıkarılıp, birbirlerine yeniden eklem lenm elerinden ö n ­
ce, Mısırlılar, Babilliler, Ç inliler, Grekler, Romalılar ve Araplar ta­
rafından form üle edilm işti. D ahası, iki anahtar bilim , astronom i ve
geom etri, m etafizik soyutlam aları ele alm ada özel bir nim ete sahip
olan ortaçağ yüksek öğrenim in in bütünleyici kısım larıydı.
Fakat bir an geldi ki-belki iki asır süren bir ‘an’- bu değerli kav­
rayışlar, G üneş Tanrısı’nın etkisiyle, etkileşip tek bir güç ve organi­
zasyon sistem in d e birleştiler. Bu sistem , gayri-şahsileştirilen (d e ­
p ersonalized) m ekanik dünya resm i tarafından diyagram atik bir
form da tem sil edildi. Bu diyagram , tekniğe o kadar fazla uygulandı
ki gerçekliğin kendisinde hata edilm eye başlandı. Ayrıca, saf m eka­
nik form lar hayatın her tezahürüne em p oze edildi ve bu suretle o r­
ganizm aların, kişiliklerin ve insan topluluklarının en tem el karak­
teristikleri bastırıldı. Bu m ekanistik değişim (ihtida) oldukça kolay
gerçekleşti, çünkü, eski efsaneler (m itler) ve karışık kollektif rüyala­
rın kandilleri güneş dogm adan ö n ce ortadan yok olm uşlardı. T üm
bunların uzun vadeli son u çlan vardı.
Eski id e o lo jile r in bir ç o ğ u , y a n lışlık la , ç o ğ u n lu k la d a iresel
(cyclical) ve vahiysel (apocalytic) bir düzene ait, çok sınırlı değişim
im kanlarına sahip statik bir dünya-m erkezli âlem i kabullenm işler­
ken, yeni ideoloji, diğer organizm alarla içiçe g eçm iş ve kendi yaşam
potansiyellerinin p eşinde olan organizm aların kendilerine ait ya­
şam alanlarında bilfiil işlev gördükleri örgüde değil; uzay, zam an ve
harekete ait kozm ik örgüde yoğu n bir ilgiyi teşvik etti. Soyut hare­
ket, Batılı aklı zaptetti. D ün yan ın d ön m esi, gezegenlerin haşm etli
geom etrik yolu, sarkacın sallanm ası, hızla fırlatılan ok, -zenbereğin
doğrusal hareketleri, su değirm enlerinin d ö n m esi, gem ilerin ve ka­
radaki vasıtaların hızlandırılm ış hareketi -tü m bunlar kendi y ö n le­
rine doğru bir ilgiyi em rediyorlardı. H ız,d a m a n ı kısalttı; vakit na-
kitti; nakit ise güçtü, “ileri daha da ileri”, “Hızlı daha da hızlı” in sa­
nın ilerlem esi (progress) ile bir tutuldu.
G ündelik konuşm anın dili, bu zorlayıcı d in am ik dünyayı tasvir
etm ek için artık yeterli değildi. B unun için; cebir, trigonom etri, d i­
feransiyel m atem atik, vektör analizine ait yeni sem bollere ve m an ­
tıksal işlem lere ihtiyaç vardı. G ezegensel bir sistem ile bir makina
arasında gerçek bir benzerlik olm asa da, hareket ve ölçülebilirlige
ilişkin özelliklerde ortaktırlar; işte bu şekilde, ilk olarak astronom i
ve m ekanikte kaydedilen soyut ilerlem elerin, h em dolaylı hem de
dolaysız tarzda, her alandaki m ekanik icatlar için kullanılabileceği
görüldü; lâkin her ikisinde de, niteliksel organik faktörleri dışta tu ­
tup n icelik ler ü zerin d e yoğu n la şm a k gerek iyord u . Bu ilişki ters
orantılıydı. Savaşta ağır silahların artan bir şekilde kullanılm ası, n i­
şan almayı daha da kusursuz gerçekleştirm ek için daha fazla b ilim ­
sel veriyi gerekli kıldı ve ayrıca bu, çıplak gözü güçlendirm ek için
de küçük dürbünü gerekli kıldı. Aynı askeri ihtiyaç türü bugünkü
bilgisayarların gelişm esine de vesile oldu.
Yine oldukça gariptir ki V en ed ik ’teki top h an e, G alileo'nin en
iyi laboratuvarlardan biri olarak hizm et gördü ve o n u n , Piza kated­
ralindeki sallanan lam ba ile ilgili g ö zlem i sarkacın, saatlerde za-
m a n -tu tm an ın d ü zeltilim in d e k u llanılm asına sebep old u . B unun
yanında, m akinadan m ü lh em m etaforlar ve analojiler kabaca o lm a ­
sa da, kurnazca organizm alara uygulandı; hayatı, kendi niceliksel
m ekanik ve kimyasal parçaların indirgem ek, hayatın çetrefilli gize­
m ini ortadan kaldırm anın şaşm az bir m etod u olarak görüldü. O n-
yedinci yüzyılda canlı organizm alar üzerine çalışmalara en orijinal
ve verim li katkılar, H arvey’in kan dolaşım ın a ilişkin gözlem leriydi.
O , bununla, kalbi, kan akışının kapakçıklarla düzenlendiği, atarda­
mar ve toplardam ar den ilen borulara sahip bir p om p a olarak ta­
nım larken, Borelli de hayvanların hareketini aynı m ekanik terim ­
lerle yorum lam a çabaları sarfediyordu. T anım sal sınırları canlı or­
ganizm anın sınırları olarak ele alınm adıkları m ü d detçe her ikisi de
takdire şayan katkılardı; zira yaşam bu yeni m ekanik kabın (Conta­
iner) gözeneklerinden eziyet çeke çeke kaçm ış ‘filtreden geçebilir
bir virüs’tü.
Bu yeni bakış, top lu m u ani bir ham le ile zaptetm edi. Onaltıncı
yüzyıldaki olayların k en d ilerin i tanınabilir bir ‘m ek an ik ’ örgüde
sunm aları, ancak geçm işi düşünürken ortaya çıkar. D in î buyrukla­
rın kati yasaklam alarının hiçbirisinin tekbir kitap ya da özel bir ö ğ ­
retide hedeflem ediği bir şekilde, binlerce yarık ve çatlaktan sağ d u ­
yuya sızan yeni ideolojinin ancak uzun vadede tesiri olabilecekti.
Kiliseyle çıkan ih tila f ve çekişm elere rağm en bilim , gerçekten
hiç şehid verm edi. Fakat M ichael Servetus gibi dindar şehidler, Gi-
ord an o Bruno gibi h ü m an ist şeh id ler vardı. A m ansız E ngizisyon
korkusunun, yayım ı sık sık ertelettiği ve yeni bilgilerin dolaşım ını
geciktirdiği doğrudur; fakat bilim adam larının tarafındaki gurur ve
kibir, kıdem elde etm e çabası ve yeni keşifleri şifreler (anagram ) ve
benzeri m askelerle saklama, yeni fikirlerin geciktirilm esinde benzer
bir rol oynadı. Kilise ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın, gerçek
şu ki Sicilya’lı II. Fı ederick’ten bu yana krallar ve im paratorlar b ili­
ni ad a mİ arını m ükerrer defalar, kendi isteklerine göre ayarladılar.
Bilim adam ları, teoloji, siyaset, ahâk ve gündelik olayları kendi
tartışm alarının dışında tutm aya karar verdiklerinde devletin başın-
dakilerce hoşça karşılandılar. Sonuçta, bilim adam ları âdet üzere,
kam u m eselelerinde sessiz ve ‘sadık’ kaldılar, ki bu,ahlaki ve siyasi
en dişelerde m ahsus tarafsız kalan katı bilim sel o rtod ok sin in kara
lekelerinden biridir. N itekim , zihinsel tecridleri, onları, yeni m ega-
m akiııanın ön ceden takdir edilm iş dişlileri haline getirdi. Bu siyasi
tarafsızlığın farkında olan I.N ap oleon , m atem atikçilere ve fizikçile­
re kıym et verirken, hüm anistlere güven duym adı ve baş belası o l­
duklarından onları kendi dairesinin dışında tuttu.
O rd u n u n kışkırtm ası so n u cu , n ükleer gücün 1945’te Birleşik
D evletler tarafından bir soykırım vasıtası olarak kullan ılm asın d a
dahi, nükleer fizikçiler, her ne kadar b irçoğu insani ve ahlakî en d i­
şeler taşıyorlardıysa da, hiç bir zam an, bilim adam ları ve teknisyen­
lerin katıldığı genel bir grev tertip ed ecek kadar ileri gitm ediler.
H ü küm etin, aktif katılım ları olm asa da rıza gösterm elerinden d ola­
yı su n duğu ödüllere ve ham iliğe sadece cesur bir azınlık tenezzül
etm edi. Tekrar etm ek gerekir ki bilim , kendi hayatlarını d isip lin le­
rine dindarca adayan birçok ‘aziz’ yetiştirdi fakat siyasi düzene kar­
şı asiliğiyle tanınan tek bir şehid verm edi.
2

Yeni Dünya hayalleri versus eski


Dünya gerçekleri

ABA HATLARLA, ONALTINCI YÜZYILDA Batılı insanı ku­

K şatan alanlar, coğrafi Yeni D ünya ile m ekanik Yeni D ü n ­


yalardı. Bu ikisine de, son birkaç yüzyıl boyunca tüm insan
ufkunu genişletm iş üçüncü bir Yeni D ünyayı, tarihsel zam anın Ye­
ni D ünyasını, eklem eye çalıştım . Bu zaman fethi, m odern insanın
bakış açısını gizli yollarla değiştirdi ve insana saklı travmalar ve is­
pat edilm iş hataların değersiz tekrarlarıyla dolu bilinçaltı geçm işin ­
den kendisini kurtarmaya ilişkin yeni olanaklar sundu.
Şu an için, ilk iki inisiyatifin m uhayyel olasılıklar ve projeleri
kendi aktüel açıklam alarına tercü m ed e takip ettikleri yanlış yola
izah getirm eyi am açlıyorum . N asıl oldu da, karasal keşif ve yerle­
şim , pek çirkin bir yabanilikle, geleneksel insani değerleri hiçe say­
makla, bu çabanın ekseriyetinin daha iyi bir gelecek nam ına o lm a ­
sına rağm en geleceği çok az hesaba katmakla yürütüldü? Ve nasıl
old u da insanı kıt bir geçinm e seviyesi için çekilen meşekkatli işle­
rin yükünden özgür kılm a niyetine sahip bilim ve icadların geliş-
inesi, güneşle gölde ve insan türü dahil olm ak üzere diğer canlı ya­
ratıklarla tüm direkt bağları koparan bir rutinde yeni yükler, yeni
hastalıklar, yeni m ahrum iyetler em p oze etti?
Kısaca, Shakespeare’in ‘Fırtına’sının cesur yeni dünyası nasıl o l­
du da -artık kaba bir b içim d e, m odern in san ın acım asız kaderi
olarak resm edilen -A ldous H u x ley ’in m üstehzi ‘Cesur Yeni D ü n -
ya’sı haline geldi? Fakat hiçkim se bu sorulara m uvakkat ve eksik bir
cevaptan fazlasını verem ez. B ununla birlikte, b u büyük başarısızlı­
ğa dair belli ipuçları da yok değil. H er iki akım da, Avrupa’da Kili-
se’nin seram onileri, ritüelleri, dogm aları ve gündelik uygulam ala­
rında som u tlaşm ış H ristiyan in an ışın ın büyük b ü n yesin in ç ö z ü l­
m eye başladığı bir devrede ordaya çıktı. O nyedinci yüzyılla birlikte,
Batı Avrupa’da şartlar o kadar değişti ki H rıstiyanlıgın R om a im ­
paratorluğu boyunca yayılm asını harekete geçirm iş marazi korku
ve tedirginlik, um utsuzluk ve hayalkırıklıgı artık gerçekle bağdaş­
m ıyordu. O anda, Ö lüm D ansı’nın bittiği görüldü, insanlar, kurtu­
luşu artık C ennet’te değil dünyada aramaya başladılar ve bu (ara­
yış), dua, salih am el ve ilahi rahm et ile değil, fakat kendi gayretleri
ve sistem atik çabaları ile olacaktı, böylece kendi şartlarını iyileştire­
bileceklerdi.
Kadem e kadem e C ennet, zihindeki şu ışıldayan yer, gökte kay­
boldu. Krallar, encüm enler ve alim ler, kendi alınyazıları hakkında
kehanette bulunm ak ve kendi seyirlerinin haritasını çıkarmak için
yıldızlara ve gezegenlere rücu ettiler. Hatta, daha erken' zam anlar­
da, XI.Louis, güvenilir n ed im i, de Joinville’ye bu hayatta sağlıklı,
ebediyette lanetli olm a ile şu an cüzzam lı fakat sonra kurtulm uş o l­
m an ın h an gisin i tercih etm esin i so rd u ğ u n d a , Joinville tered d ü t
gösterm eksizin, cüzzam pahasına kurtuluşu kabul etm edi.
Kilise’nin dışa yönelik törenlerine bağlılıkları ya da ö lü m yata­
ğındaki panikle son işleri ne olursa olsundu bir çok insan, m u tlu ­
lukları, zenginlikleri, kurtuluşları, kendilerinin em irleri altındaki
araçlarla sadece dünyada elde edilecekm iş gibi davranmaya başladı.
Tanrı ölm ed iyse de en azından insan yeni bedensel güç ile canlı,
em in , cüretkar, cinsel açıdan taşkın o ld u . Bir zamanlar korktuğu
dağları tırm andı, daha önce ifade ettiğim gibi, en üstte Iblis’in C en-
n e t’ten k o v u lm a sın a n ed en o la n ö z e l g ü n a h o lm a k ü zere yedi
ölü m cü l Hrıstiyan günahının beşini m üsbet erdem lere çevirdi.
Yeni D ünya ideolojisinin, Hrıstiyan inancının lafzi işlerinin y e­
rini alm azdan ön ce asırlar geçti ve m akinanın Yeni D ünvası’na g e­
çişi daha yavaş kılm ak için, Fransiskenler ve W aldensiyanlarla baş­
layan, daha sonra protestan m ezhepleri ile devam eden karşı bir
hareket ortaya çıktı. Bu esnada, Yeni D ünya saldırganlığının zirve­
sin d e, Peru’da, Y ucatan’da, Paraguay’da pagan yerlilerle ilgilenir­
ken, H ristiyan m erham etin in bir n eb zesin e yeniden sahip olm ak
için K iliseiçi aziz isyanları tertip edildi ve hatta, yerlilerin bir za­
m an lar yaşadıkları hayatın yazılı tezk ereleri m uhafaza ed ilm eye
başlandı.
Fakat sonuçta yeni güçler zafere ulaştı. G üç, tü m biçim leriyle,
insanların kafasına, en son zam anlarda dam ıtm asını öğrendikleri
konyak ve viski benzeri sert içkiler gibi karıştı.
H ristiyan süperegosundan (ü st b ilin ç) kurtulan cinayet ve şeh ­
v e t, m isy o n e r se l c o şk u n lu k k isv e si a ltın d a şaha k a lk tı. K eşif,
sö m ü rü n ü n ilk safhasıydı sadece; ve beraberinde kölelik, iktisadi
yağm a ve talan ve çevresel yıkım ı getirdi; ezelden beri her ‘ileri’
kültüre tesir etm iş ‘m edeniyet’in kadim travm ası. D ünyanın daim a
m erham etsiz insanların insafına kaldığı keşfi, kanlı topuzlarını M ı­
sır ve Sü m er’in silah sız bahçıvan ve çiftçilerin e indiren B eşinci
Binyıl avcı başları ve proto-m onarkları tarafından yapılm ıştı ve d e­
m ir aletler gibi, so n u n d a feth ed ilen topluluklara yararı dok u n an
m ed eniyetin gerçek eşyalarını icad etm e, d üzenlem e ve yaym a eyle­
m in d e yeni güç kom pleksi, sadece eskinin hatalarını tekrar etti.
B u n u n yanında, Batılı insan, Yeni D ü n y a ’ya doğal zen gin lik ,
sosyal eşitlik, kişisel özerklik ve karşılıklı yardım vaadiyle -ki tüm
bu açık ve yeni vaadler, ön cü n ü n belleğindeydi- ileriye doğru attığı
her adım la birlikte, kendi ‘m ed en i’ fakat zalim ce yabanileşm iş geç-
in işin e dogı u iki adım attı ve piram id Ç ag’nın değerli kazanım ları-
na iştirak etm iş tüm günahları m etotlu ca tekrarladı. İleriye doğru
büyük bir hareket vaadi otantikti fakat geçm işe dön ü ş, gücün köklü
fesatlarına batm a, hiç de gerçek değildi. Bu güçlere karşı onsekizin-
ci yüzyılda başlayan rom antik tepkinin m aalesef n ah if ve nihayetin­
de yetersiz olduğu görüldü.
N e var ki, on d ok u zu n cu yüzyılın ortasıyla birlikte, bu yeni kül­
türün belirgin bir kısm ı, önceki tüm m edeniyetlerde kabuk bağla­
m ış kabiliyetlerin bir çoğundan, Eski D ünya geleneklerinden arta
kalan avantajların bedelini ö d em ek sizin kurtuldu. Kuzey A m eri­
ka’nın bağım sız eyalet ve bölgelerinde kölelik kaldırıldı. Ayrıca, tek
bir uğraşta hayat boyu çalışmak, sıkı işbölüm ü, uğraşlar ve m eslek­
ler, zihne dayalı olan işler ile ele dayalı olanlar arasındaki aşırı kast
ayırımları ortadan kalktı; sınırlı, kendini beğenm iş bir gruba hasre­
d ilm iş gizli bilgi kalm adı; artık d o k u n u lm a z bir rahiplik, mutlak
güç sahibi m onark otoritesi m evcu t değildi; refahı, ilahı olarak ta­
yin edilen kralın y'aşam, sağlık ve zen gin liğin e bağlı bir bürokrasi
yoluyla insanları uzaktan kum anda etm ed en eser kalm adı; -ve en
azından Am erikan devrim inden son ra- hüküm darın iradesini so ­
ğukkanlıca yerine getiren yabancı bir ordunun baskıları yok oldu.
T ü m bu yükler her yerde olm asa da birçok geniş alanlarda kal­
dırıldı ya da büyük oranda hafifletildi; tam bu esnada, m atbu kitap
ve diğer anlık iletişim şekillerinin habercisi telgraf yoluyla iyileştiri­
len direkt iletişim sayesinde, kavim ler ve uluslar, karşılıklı dayanış­
malarını hissetmey'e -ve belli bir dereceye kadar tecrübe etm eye-
başladılar. Emeği tasarruf eden, enerjiyi çoğaltan birçok aletin h e ­
vesle kullanılm ası ve otom atik m akinaların yaygınlaşm asıyla birlik­
te can sıkıcı aşırı çalışm a yükü hafifletildi. O ndokuzcu yüzyılın er­
ken devirlerinde bir İngiliz gözlem ci, ağır bir yük altında sendele-
veduran, Liverpool rıhtım ında çuvalları indirm ekle m eşgul bir is­
kele işçisinin günde yaklaşık olarak kırk sekiz m il kadar koşuştur­
ması gerektiğini hesapladı. Fakat her endüstri dalında, bu insanlık
dışı yük yavaş yavaş kaldırılıyordu. M akina gücü, kas gücünün y e ­
rini alıyordu.
Kısacası, m ekanik Yeni D ünyanın, tüm kadim güç sistem lerinin
uygulam alarını, tüm den zayıflatm ak değilse de değişirm ek için ka­
rasal Yeni D ü n ya ile birleştiği g en iş alanlar vardı. Karasal Yeni
D ünya, bazı alanlarda, uzm anlaşm ış yeterlik kaybına uğradıysa da,
buna m ukabil insani vakar ve öz-saygıda bir artış vaadetti.
Bunlar, ön em li kazanç ve düzelm elerdi; ve bunlar, kişinin o n -
d o k u z u n c u y ü zy ılın ortaların d a k i bu a k ım ın z ir v e sin d e E m er-
so n ’un, W h itm a n ’ın ve M elville’nin yazılarında b u ld u ğ u k en d in ­
den em in ve coşkun notayı geniş oranda açıklarlar. M eiville, m ese­
la, ‘M o b y D ick ’in en karanlık sayfalarında dahi, ‘B ağım sızlık Bildir-
gesin in ’nin -sadece İngiliz yön etim in d en değil, geçm işten ve onun
sınırlam alarından bağım sızlık- hayati bir fark yarattığını düşündü.
Fakat kişi, kendisinin du rum u n u ,Y en i D ünya kazanım larını ger­
çekte oldu ğu n d an daha kamil ve daha kalıcı göstererek kolaylıkla
bozabilir. O zam an, bir kere daha, R om antik hayalin kısa düştüğü
veya kendi vaadlerine ihanet ettiği yön lere tam ağırlığı verm em e
m üsaade edin.
Kuzey A m erika eyaletleri resm i deklarasyonla köleliği ilga e t­
mişlerdi; fakat dem iryollarını döşeyen Irlandalı ve Ç inli g ö çm en ­
lerden oluşan kürek m ahkum lan çalışm a zam anlarında, geçici o l­
maları dışında, kölelerden zorlukla ayırdedilebilirlerdi. C u m h u ri­
yetçi h ü k ü m et, hukuk ve d ü zen le sivil adaleti sağlam ıştı, öyle ki
M assachusetts Eyaleti o kadar düşük bir şiddet ya da su ç oranı g ö s­
terdi ki D an iel \V ebster, geceleyin evinde k im sen in kapıyı kilitle­
m ek zorund a kalm adığını abartm adan, övü n e ö v ü n e söyleyeb ili­
yordu. N e var ki bu dem okratik cem aatler, o n d o k u z u n cu yüzyıl
boyunca bu toprakların hak sahibi asıl sahiplerine, Am erikan Yerli­
lerine karşı acım asız bir savaşı sürdüren ve hâlâ utanm adan, o n la ­
rın torunlarını soyan ve onlara kötü m uam ele eden ve çirkin bir sa­
vaşta M eksika’nın m ilyonlarca hektarlık tapragını talan eden bir
Ulusal D evlet’in parçasıydılar. Yeni D ünya siyasası, teorik olarak,
eşitliği arzuladı ve geniş arazi parçalarını onları işletecek olan kişi­
lere serb estçe, bilfiil dağıttı. Fakat kam u arazilerini, özel kereste,
d em iryolu, m adencilik ve petrol kodam anlarına teslim etm ekle ik­
tisadi eşitsizliği arttırdı ve zengin ve vicdansızı diğer tüm yurttaşlar
pahasına kayırdı. Kısaca savaş, baskı, insani yabancılaşm a ve iktisa­
di söm ü rü n ü n tüm ü olduğu gibi kaldı.
Bu olu m su z örnekleri çoğaltm aya gerek yok. Birleşik D evletler
gibi kendi kendini yöneten bir ülkede dahi 1830’dan beri tehlikeye
atılm ayan ve 1890’a kadar fiilen ortadan kaldırılm ayan ideal bir
o lasılık yahut u laşılm ış bir kazancın o ld u ğ u n u söylem ek yeterli.
M eseleyi paradoksal olarak ortaya koyacak olursak. Yeni D ünya in ­
sanı, kendi m ezarını beşikten çıkm adan ö n c e kazdı. D olayısıyla,
Yeni dünya hayalinin üç bileşeni -ütopyacı, rom antik ve naturalis-
tik- d üşün üldü ğün de, kişi, ilk ikisinin daha son uç nokta feth ed il­
m eden akla yatkın olm a olasılıklarını yitirdiklerinin farkına varm a­
lıdır. Yeni D ünya’nın kendisinde dahi, gerçekte fethedilen şey, sis­
tem atik bilim sel araştırma ve m ekanik icat yoluyla insanın gücünü
genişletm e olasılığına ait olan Yeni D ünya vizyon u n u n diğer parça­
sıydı: sadece fethedilm edi, fakat tabiatın ayrıcalıklarının ve ütopya
vaadlerinin Yeni dünya vizyon u n d a toplanılm asına çalışıldı.
O n d ok u zu n cu yüzyıla kadar, coğrafi Yeni dünya ile m ekanik
Yeni D ü n ya’nın eşit yararlar sunduğu zan n ed ild i. Gerçekte, teritor-
yal Yeni D ünya, birçok kişiye daha cazip bir alternatif gibi geldi;
zahm etsiz bolluk ve zenginliğin diyarına bir kaçış rotası ya da ilkel
yakınlık ve güzel huylu saadete bir d ön ü ş. M ekanik Yeni D ünya,
aynı h edefi gösteriyor gibi olsaydı dar o n u n rotası tam am ıyla farklı
ve daha ağır bir rotaydı. B ölgesel (teritoryal) güç serbest o ld u ğu
m ü d d etçe, en azından bir olasılık olarak, hayatın artan tasnifi (regi­
m en tation ) geçici bir rahatsızlık olarak kabul edilebilirdi, fakat bu,
kalıcı bir baskıya dön üşm em eliyd i; serhadlar, iaşelerini topraktan
tem in etm eyi tercih edenleri bekliyordu. Bu suretle, teritoryal güç
serbest olduğu m üddetçe, en azından zihinde, bir em niyet sübabı
olarak hizm et gördü ve 1814 ve 1914 yılları arasında, büyük oranda
istim lak edildiği bir zam anda, fakirler, söm ürülenler, çaresizler da­
hi u m u tsu z değillerdi. Sadece, okyanusun ötesindeki arz-ı m ev’udu
hayal etm ekle kalm ayıp oraya serbestçe göç edebildiler.
İki Yeni D ünya arasındaki bu dengeyi sabit tutm ak, eşyanın ta­
biatına aykırıydı; zira, gezegenin n ü fu su n u n artm asıyla ve seyrek
bir biçim de yerleşilen kıtalarda tüm iyi topraklara çiftçilerin ve ç o ­
banların sahip olm asıyla, m akinanın m ıntıkası genişledi ve giderek
sad ece ü retim sü recin e değil, fakat hayatın diğer tüm yön lerin e
egem en oldu. Bu suretle, esas Yeni D ünya hayali yok olm aya yüz
tuttu veya ancak m akinanın taleplerine uym ası şartıyla zihinde yer
aldı. Kuzey Am erikalı bilim adam ları arasında, hem vahşi tabiatın
hem de ekili kırsal alanların kamil bir insani gelişm e için gerçek te­
m eller o ld u ğ u n a dair R om antik d ü şü n cen in in an ışın a büyüklük
taslayarak gülü m sem ek âdet haline gelm iştir. M egalopolis savu n u ­
cularının adlandırdıkları şekliyle bu ‘kırsal’ (bucolic) ya da ‘pasto­
ral’ idealin, doğaya göre değil de makinaya göre yaşamaya dayalı,
ters yüz olm u ş rom antizm ile zararlı bir biçim de tezat teşkil ettiği
düşünülür.
Bununla birlikte, m ekanik ilerlem enin bu m isyonerleri, kadim
tabiat tutkusunun, Yeni D ünya m irasım ızın önem li bir kısm ı o la­
rak hâlâ devam ettiğini tüm üyle görm ezlikten gelem ezler; zira kırın
yerine prefabrik bir ikam e aracı ya da avcının kam p ateşinin en
azından dahiyane bir eş değerini icad etm işlerdir. Bu kadim pale-
olitik his, plastik çiçeklerle çevrilm iş arka bahçedeki bir piknik sefa­
sına dönüşm üştür; fabrika rnamülü biftekler kabloya uzak bir pri­
ze bağlı, elektrikle çalışan asetilen çakmağı ile yakılan sıkıştırılm ış
m angal köm üründe kızartılırken, orada hazır bulunan insanlar da
televizyonda, bir Afrika av korusu ya da Y ellow stone’daki b o z ayı­
lar ile ilgili bir belgeseli izlerler. Ah Tabiat! Korkarım ki bu, birçok
yurttaşım için ön cü lerin Yeni D ünya hayalinin sonudur.
Alternatif, daha sofistike, bilim sel kullanım açısından ıasyonali-
ze edilebilir idi fakat, nihai olarak kısırdı: varış noktası olarak eski
keşif devrinin yenilenm esi ve gü n eş sistem i ya da daha uzak geze­
g en sel cisim leri -sem eresiz ay, cilveli V en ü s, ö ld ü rü cü M erih-
keşfedip k o lo n ileştirm e. Bu hayalin, tam da birçok zih n in kendi
hesabına, bu bütün tek -taraflı sürecin (işleyişin) tem el sınırlam ala­
rını ve de korkunç sonuçlarını keşfettiği noktada, bugün yeniden
canlandırılm ası, öncü lerim izin geniş bir kısm ının yaşayan gerçek­
lerle bağı kaybettiklerine ve güttükleri düşünce ve istismarların b e­
şeri sonuçlarından endişe etm eyi terk ettiklerine dair bir işarettir.
B ununla birlikte, her iki Yeni D ünya keşfinin ardındaki h ed ef
takdire şayandır. H ayatiyet kazanan Yeni D ü n ya’n ın orijinal v iz­
yonları ve kuru m lan, insan tecrübesine ilişkin yeni ve ö n em li alan­
lar açm ışlardır ve b un u n yanında, tekniğin insani gelişm e ile sürek­
li etkileşim lerini izlem eye teşebbüs eden hiç bir proje, bu alanları
hesaba katm adan edem ez. Her ne kadar uyandırılan bazı um utlar
acıyla bitm işlerse de, en lüzum su z beklentilerin çoğu n a -anlık ileti­
şim , uçm a, elem en tlerin değiştirilm esi, nükleer g ü ç- öy lesin e bir
sürat ve m ükem m elikle nail olu n m u ştu r ki bu başarıların sahipleri
çoğu zam an şaşırm ış ve hatta şoka uğramışlardır.
3
Kepler’in hayali

ER t Kİ YENİ KEŞFİN VEÇHELERİNİN köklü zayıflıklarını

H anlam adaki genel başarısızlığın nedenlerinden biri bu iki


keşifin öznel (sübjektif) yönlerinin gözardı edilm esi, va­
rolduklarının bile kabul edilm em esidir. B unun başlıca sebebi, bili-
m adam larının daha önceki sistem lerin subjektivizm inin ü stesin ­
den gelirken, b ilim in kendi sübjektifliğine ilişkin birçok kanıtı inat­
la reddetm eleridir. A m a yine de bu subjektivizm daha başta, üç
asırdan daha fazla ö n ce bir zam anda, b u gü n için d e yaşad ığım ız
dünyayı önceden haber verm iş Kepler’in ‘havali’nde klasik berrak­
lığıyla açıklanm ıştır. Bugün içinde yaşadığım ız dünyanın am pirik
bilgisi, pratik aletleri, cebıedici saikleri, m istik istekleri ve nihayet
ayyuka çıkan çözülm esi.
K opernik’ten bir asır, G a lileo ’dan ise ancak birkaç vıl sonra
d o ğ m u ş Kepler, kendi kişiliğin de Yeni D ünya d ö n ü şü m ü n ü n üç
bü yü k y ö n ü n ü taşıdı: G ezegen lerin , g ü n eşin etrafında gittikleri
elipsoid (oval) yolu keşfetm esiyle bilim sel y ön ü , yok olm aya yüz
tutan Hristiyan C enneti’nin gerçek, görünür m uadili olarak güneşe
ve yaldızlarla dolu gökyüzüne apaçık bir tapınışı ile dinî y ön ü ve
son olarak bir gem i seferinde ve kısa m enzilli kusurlu bir topta, aya
ilk güç-kaynaklı yolcu luğu açık ve gerçekçi bir çerçevede r e sm et­
m eye kalkışmasıyla da engel tanım az teknik m uhayyileyi.
Kepler bir gü n eşp eıest idiyse de, N ASA’daki her hangi bir çağ­
daş tek n isyen gibi aynı zam anda bir a y -m e cz u b u id i. T ü b in g en
Ü niversitesi’nde öğrenciyken kendisinden istenen risalelerden b iri­
ni “Ayda k on u şlan m ış bir gözlem ciye g ök yü zü n d e varolan fe n o ­
m enler nasıl görünürlerdi?” sorusuna adadı, ilk astronotların uzay
kapsüllerinden tam bir berraklıkta m üşahede ettiklerini O, evvelce
kendi zih nind e gördü ve P lutaıch ’ın 'A yın Y ü zeyi' (T h e Face o f the
M o o n ) çalışm ası, on u o kadar etkiledi ki 1604 tarihli ‘O p tik le r’ (O p-
tics) adlı eserinde bu çalışm adan ondört alıntı yaptı.
Ancak ölü m ü nden sonra yayım lanan Kepler’in ‘S o m n iu m ’u, üç
asır b oyu n ca, kısm en, k endisine 1898’de anlaşılm az bir A lm anca
çeviri eklenen orijinalinin Latince olm ası fakat daha ziyade, in san ­
lara ciddiye alınam ayacak kadar uçuk gelm esinden dolayı edebi bir
merak olarak ve çoğunlukla okunm adan kaldı. N e var ki, Kepler’in
kendisi, tasarladığı ay uçuşunu G alileo’dan ö n ce ortaya koym akta
hiç tereddüt gösterm edi. B unun için, aya çıkm a planını 1609 y'azı-
nın hem en başında yazıya geçirdi ve bu uyduyu keşfetm eye ilişkin
p lan ın ı, benzeri d en iz keşiflerini haklı çıkaran tem eller ü zerinde
doğruladı. “Kim inanabilirdi ki (C o lo m b ’tan ö n c e )” diye soru yor­
du, “koca okyanusun, Adriyatik \'a da Baltık D en izi’nden veya Ka-
nal’dan daha selim ve em in bir şekilde geçilebileceğine?... gökteki
rüzgârlara uygun gem iler ya da yelkenliler tedarik edin, bu (geze­
genler arası) boşluktan bile korkmayacak birileri olacak. O halde,
bu y'olculuğa yakında girişecekler için gelin astronom iyi tesis ed e­
lim ”
‘Y akında’ sözcüğünü not edin. 18 4 6 ’ta Typee adlı eserinde H er-
m an M elville, on dokuzun cu yüzyılın sona erm esi ile birlikte, Batı
Sahili’ndeki insanların hava yolu say'esinde hafta sonlarını H o n o lu -
lu ’da geçirecekleri ta h m in in d e b u lu n d u . Fakat K epler’in aceleci
tahm ini daha da cüretkârdı. Bilim sel ve teknik ilerlem ede, yalnızca
gözlem lenen olguların katı bir örneğinden diğerine ihtiyatlı ve ma-*
kul basamaklar dizisini görenler bu sıcak sübjektif baskıları hesaba
katm am ışlardı. Kepler’in zihnindeki saf bilim sel astronom ik keşif­
ten bu sersem lttici pratik istismara doğru anlık sıçrayış artık ger­
çekleştirilebilm esi im kân dahilinde olan uzay fantezilerinin içinde
kayboluşu doğru bir şeklide açıklamaya yardım cı olm aktadır.
Bu fantezilerin, yek vücut halinde, Kepler’in zih n in d e tam da
teorik ilerlem enin kaydedildiği bir zam anda ortaya çıktığı gerçeği,
bu fantezilerin kollektif derinliklerindeki ortak kaynaklardan d o ğ ­
duklarına işaret eder gibidir. M eksika’yı dize getirm ede bir Kortes’i
besleyen öz-gü ven in , hırsın ve saldırganlığın aynısı, aynı zam anda,
her ne kadar daha zarif ve yüceltilm iş bir form da olsa da, astrono­
mi ve m ekaniğin ön cü zihinlerinde d e iş görüyordu.
Kepler yalnız d eğildi. Bu u zay-m erk ezli m aceracılar, geleceği
iliklerinde hissediyorlardı ve çalışm alarının bu geleceği daha yakına
getirebildiği ölçü d e tahm inleri k en d iliğin d en geıçek lişiyord u . Bu
hedef, çoğu bilim adam ının ancak son zam anlarda kabul edegeldi-
ginden çok daha fazla yaygındı. Bundan bir buçuk asır ö n ce Edgar
Ailen P oe’nun H ans Pfaall’ın bir balonla aya seyahati ile ilgili b e ­
tim lem esi, V iyana’dan Lizbon’a yapılan bir m otorlu balon y olcu lu ­
ğuna ilişkin bir rapor, o zamanki bir gazetede popüler safdilliğe b ü ­
yük oranda hakaret etm eksizin yayınlandı. Ve onsekinci* yüzyılda
Dr. S am uel Joh n son , ‘R asselas’da hava d en iz c iliğ in in o lasılığın ı
m akul bir şekilde anlatırken, bunu uzay u çu şu n u n olasılığıyla da
birleştirdi; balon p ilotu (aeronaut) bir kere, d ü n yan ın yerçekim i
a lan ın ın d ışınd a bir noktaya ulaştıktan sonra, d ö n en dün yan ın
ayaklarının altından geçtiğini m üşahede edebilirdi.
Burada, K epler’in ay keşfiyle ilgili belirgin gerçek, kavram ın
k endisinin cüretkvrlığı dışında, sıkıcı detayların sivri kancasıydı.
Bu problem lerin çözü m ü n ü n kendi çağının teknik ekipm anlarının
ötesin de yattığını çok iyi bilm esin e rağm en bu keşfin tam am lanm a­
sın d a k i en cid d i en g e lle r in d e n b azıla rın ı k a fa sın d a ta rtışm ıştı.
“ Böyle bir tantanada” diyordu “çok az yol arkadaşına sahip ola b ili­
riz..........bu sefere ilk defa katılacak kişi çok zorluk çeker, çünkü
dağları ve denizleri aşıyorm uşcasına, eğilip bükülerek bir toptan
fırlatılır. D olayısıyla, önceden narkotik ve uyuşturucularla yatıştı-
rılması gerek, ve tepeden tırnağa öyle bir şekilde d ü zen len m eli ki
şok tüm uzuvlarına yayılsın, b öylece vü cu d u n u n üst kısmı m aka­
tından ayrılm asın ya da kafası o m u zu n d an k opm asın. O zaman da
b a şk a bir z o r lu k çıkar; k o r k u n ç so ğ u k ve n e fe s a lm a d a g ü ç ­
lü k ...... anlatılam ayacak kadar çok zorluk var ortada. M uhakkak ki
başım ıza hiçbir zarar gelm ez..”
Sondaki bu güven tazelem e kısmı yine de ham dı, fakat elbette
ki Kepler, görünür olarak aşılam az güçlüklerden, m uhtem el başarı­
sızlıklardan yılm ayacak iç zorunluklarla harekete geçti. ‘Rasselas’ta-
ki sanatçı gibi, “eğer tüm m uhtem el zorlukların üstesinden ilk anda
gelinm esi gerekiyor olsaydı, ilelebed tek bir şeye teşebbüs ed ilm ez­
d i.” dem iş olabilir.
Bu m üfrit hayalin, pratik dünyaya Kepler’in ö n ced en gördüğü
şekliyle hem en çevrilem eyecek olm ası, bu hayalin Kepler‘in zihnini
böylesi erken bir zam anda kuşattığı gerçeğinden daha fazla şaşırtı­
cıdır. G üneş Tanrısı’dan türeyen güçlerin yeni im kânlar yaratacak­
larının ve bir ay seyahatini m ü m k ü n kılmak için büyük kurbanlar
istem ek ten kaçınm ayacaklarının farkında o ld u ğ u görülür. Kendi
g ezegen im izi keşfederken seferber edilen b ü tün güçler, so n u n d a ,
hiçbir m om en tu m kaybı ve m etod ve hedefte hiçbir büyük değişik­
lik olm aksızın gezengenler arası keşife aktarıldı; fakat tabiî ki aynı
kusurlarla birlikte: aynı aşırı kibir, aynı saldırganlık, daha m ü h im
insani endişelere karşı aynı ilgisizlik ve bilim sel keşif, teknik m ah a­
ret ve insanın esas gayesi olarak hızlı hareket üzerinde aynı ısrarkâr
tutum . Bizim bugün bildiğim iz, fakat Kepler’in bilm ediği şey şu ki
uzay keşfinin, kendi başarısını garanti etm ek için öncekinden daha
geniş boyutlu bir m egam akinaya ihtiyacı var ve bu m egam akinanın
oluşturulm ası yüzyıllar alacaktır."
Kepler’in “H aval”i sağgörülü spekülasy'on sınırım aştı; yine de
bu gerçeğin kendisi bile çağının bir diğer karakteristiğine dikkat çe­
ker. O nyedinci yüzyılın bilim -uyarım lı fantezilerinin yirm inci yü z­
yıl gerçekliklerine, onsekizinci ve on d o k u zu n cu yüzyıl endüstrisi­
nin insanca daha verim li fakat nisbeten ağır teşekküllerinden çoğu
zam an daha yakın oldukları görüldü; zira iftihar edilen m ekanik
ilerlem eleri genel olarak, yeni enerji kaynaklarını ve daha m ilitarize
bir organizasyon türünü kadim neolitik endüstrilere tatbik etti sa­
dece: eğirm e, d okum a, çöm lekçilik ya da geç Bronz ve D em ir Çağı
endüstrileri m adenciliği.
Ony'edinci yüzyılda, büyücülüğe o n u n sırlarını açıklayan bir ki­
tap yazacak kadar inanan Joseph Glanvill, bilim in pikap ve belli bir
m esafede anlık iletişim gibi pratik son u çlan üzerinde de düşündü.
D aha da ilgin ci, bir İngiliz rahibi olan Dr. John W ilkins, bir za­
m anların Cam bridge T rinity Kolej’in rektörü, ‘M e rkü r ya da Süratli
E lçi’ (M ercury or the S w ift M essenger) başlıklı kitabında (1641) p i­
kap (p lıo n o g ra p y ) ve uçan araba gibi bir d izi yeni icadı tahm in
ederken, 1638’de yazdığı bir kitapta aya yo lcu lu ğ u n planını arz
ediy'oı du. Bir yıl sonra, “Bir Yeni D ü n y a Ü zerine N u tu k " ta (A D is­
course C oncerning a N ew W orld) “uçm a sanatı bulunur bulunm az,
bazı uluslar (ın ) başka bir dünyaya nakledilecek ilk kolonilerden
birine sahip olacaklar” ını ifade etti.
Belki de, Kepler’in sadece birkaç saatlik iş olarak düşündüğü
aya uçuşa ilişkin gerçeğe uygun hayali tasviri kadar ön em li olan
şey, aşırı soğuk ve sıcağın sabit koşulları altında u ydum uzun bize
zıt taraflarında geliştirilebilecek organizm a türleriyle ilgili tasviri­
dir. H arikulade ekolojik kavrayışla Kepler, aydaki yaşam ın fiziksel
koşullarını biyolojik adaptasyonlara tercüm e etti. ‘Prevolvan’ yara­
tıkların ayın soğuk tarafında, 'Subvolvanlar’ın da, bitkilerin kişinin
gözleri ö n ü n d e büyüyüp aynı şekilde tek bir günde yok oldukları,
insan bozm ası sakinlerin sabit ve güvenilir bir m eskenlerinin (ha-
bitasyon) olm adığı, olsa bile tek bir günde tüm dünyalarının d eği­
şeceği, yüzeyde kalanların kavurucu gü n eşte haşlanıp içteki g ö z e ­
neklerden çıkan barbar Prevolvan ordularına besin oldukları sıcak
tarafta yaşadıklarını tasavvur etti.
K ep ler’in A m erik a’yı G en çlik 1k siri’ni b u lm ak için keşfeden
P on ce de Leon’a ait efsanevi özellikler gibi rom antik sanrılarının
olm adığı hatırda tutulm alıdır. Kepler, organik deform asvon ve ge­
rilem enin, histen yoksun eylem in ve am açsız dolaşm anın ateşin d e­
ki garip canlıların acı dolu bir kabusundan başka bir şey sunm az:
yüce ay ‘Jet Sosyetesi’. K endisinin varsayım sal bir günlük olgu n laş­
m a ve ölüm sınırına zıt olarak Kepler, Subvolvanların şehirler kur­
m alarına izin verir. Fakat sadece karakteristik bir teknolojik n ed en ­
den ötürü olduğunu unutm am alı; kendilerini nasıl yapılandırabil-
dikleri soru nunu çözm ek için!
Birileri, Kepler’e sadece bilim sel tü m d en gelim in gerçekten be­
lirgin güçlerini değil, aynı zam anda biyolojik koşullarla ilgilenm ede
eşit derecede gerçekçi bir m uhayyileyi ihsan etm eli; zira, bir an bile,
dünya üzerinde varolanlarla m ukayese edilebilir herhangi bir orga­
nik form un böyle düşm anca bir çevrede neşet edem eyeğini d ü şü n ­
m ed i. Bu gerçek, m aalesef cevap Verilmesi im k an sız ve ü zerinde
spekülüsyon yapm anın verim siz old u ğu ciddi bir soruyu gü ndem e
getiriyor: N eden Kepler böyle bir gezegene yolcu lu ğu n zahm ete d e ­
ğer o ld u ğu n u düşündü? Bugün bile uzak gezegenlere yapılan bir
yolcu lu k ile sem bolize edilen tek n olojin in en büyük başarıları, n e ­
den sık sık küçük çocukların fantezilerinde son buluyorlar? Eğer bu
soruya bir cevabım ız olsaydı, bugün in san ın bekasını tehdit eden,
hayatı reddeden akılsızlıkların başka tezahürlerinin birçoğu, belki
de üstesinden gelinebilecek yeterlilikte anlaşılabilir olacaktı.
K epler’in ‘S o m n iu m ’u, çağdaş rasyonel terim lere, yalnızca bir
acil uyarı sinyali olarak hizm et etm esi için çevrilm elidir. Kepler’in
gök yü zü nü araştıran aklı, bilim ve teknik tarafından yaratılan yeni
dünyada neva öngördü? Organik sınırları gözden kaçıran bir d ü n ­
yaydı: B üyüm e ve çürüm e süreçlerinin tek bir gü n e indirildiği ve
kısa öm ürlü yaratıkların sadece bir an evvel yok edilm ek için varol­
dukları bir dünya. Bu dünyada, acım asız bir çevreye karşı korun­
m anın tek yolu derin yeraltı sığınaklarına sığınm ak, talihsiz sakin­
lerinin de baş uğraşısı sürekli hareket olacaktır. Kısaca, sadece ca­
navarların bulunabileceği gaddar bir çevre. Kepler, dünyadan bağı­
nı koparmakla arkasında, insanın akıllılığıyla zirvesini bulan, canlı
türjerin bütün yaratıcı faaliyet ve ortaklarıyla iki milyar yıllık orga­
nik varoluşu bıraktı. Yaşam değerleri düşün ü ld ü ğü n d en , kişi güneş
sistem inin tüm gezegenlerini bir m etrekarelik yerleşilm em iş topra­
ğa değişebilirdi.
Şayet bu kabusvâri sonu ç Kepler'e garip gelseydi, bu durum ki­
şisel bir sapm a olarak görülürdü; fakat vuku b u ld u ğu şekliyle bu
sonuç, son teknolojik kakotopyaların tekrar ayyuka çıkan bir tem a­
sı o ld u . H .G A V ells’in 'Z a m a n M a k in a s ı’n d a (T h e T im e M achine)
hikayeci, boş vakit ve rahatlığa doğru yol alan teknolojik ilerlem e­
nin, kendi kendini yıktığının farkına varır ve zam an içinde y olcu lu ­
ğunda yalnızca, gezegendeki tüm yaşam ın kadem e kadem e eridiği­
ni bulur. M edeniyetin büyüyen servetinde sadece “kaçınılm az o la ­
rak son u n d a kendi yaratıcılarının ü stü n e düşüp, onları yok edecek
aptal bir yığın” gördü. Bu ön sezin in arası YVells’in bilim sel ilerle­
m eye bilinçli teslim iyetiyle o kadar açıktır ki nihayetinde ürkütücü
bir sonuca varır: “Eğer bu böyleyse, bize düşen sanki böyle değilm iş
gibi yaşam aktır.” Başka bir ifadeyle, gözlerim izi kapatıp zihnim ize
perde çekm ekle iyi ederiz. Kopernik ve Kepler’in kurdukları, göksel
hakikatin bilim sel uğraşısı adına m u tlu bir son!
Buraya kadar, görünür olarak sınırsız fırsatlara sahip teritorval
Yeni D ü n ya’n ın , prensipte Yeni K e şifin kaçm aya teşebbüs ettiği
can çekişen kurum lardan ve k öh n em iş hedeflerden nasıl çektiğini
açıklamaya çalıştım .
Şim di, bu m odern insanın b ilin cin e ve gün d elik aktivitelerine
hâlâ ziyadesiyle egem en olan ‘m ek an ik ’ Yeni D ü n y a ’nın yapısını
çok daha ayarıntılı incelem em iz gerek. T ek n olojin in alanını gen iş­
letm ede oldukça yardımı dokunan insan ve tabiata dair faraziyele-
nin nasıl da tem el organik ve beşeri işlevlerin yanlış yoru m lan m a­
sından ve bunun yanında bastırılm asından soru m lu olduklarını ve
daha kötüsü, diğer tüm aktiviteleri gücün yayılm asına am ade kıla­
rak insani amaçları nasıl da tahrif ettiklerini gösterm eye çalışaca­
ğım . Bu faraziyeler, evvelce her iki Yeni D ünya keşfi tarafından v e ­
rilen ideal vaade -sınırları genişletm ek ve varoluşun tem ellerini d e ­
rinleştirm ek- ihanet ettiler.
MEKANİK DÜNYA RESMİ
1

Tabiî halinden uzaklaştırılan çevre

ÜNEŞ TANRISI KÜLTÜ, düzen, nizam , tahm in edebilirlik


ve -güneşin k o n u m u ve etkisinden d olayı- m erkezi güce
dair tüm dü nyevi tezah ü re, k ozm ik liyakat ve haklılığın
yüce otoritesini verdi.
Bu kültün arkasında, daha sonra bilim sel araştırmanın d o ğ ru ­
luğunu göstereceği kadim bir algılayış uzanıyordu. Bu algılayışa g ö ­
re, hayatın fenom enleri, k ozm ik ışınlar gibi birçoğu uzun süre id ­
rak edilem eyen, b ununla birlikte bazılarının şeksiz teşhis edildikle­
ri, insanın kendisinin üzerinde çok az, hatta hiçbir kontrol selahi-
yetinin bulunm adığı uzaktaki güçlerin bilfiil etkisi altındadırlar. Bu
orijinal resim de eksik olan şey, insanın kendisinin de kozm ik bir
hadise, ki gerçekte bir doruk noktası, o ld u ğu n u n ve yalnızca g ü n eş­
ten değil fakat kendisinin yüksek derecede tekam ül etm iş tabiatın­
dan da kaynaklanan akıl gücün e sahip old u ğu n u n farkına varılm a-
sıydı.
A stronom i, onaltıncı yüzyıldan sonra ortaya çıkan büyük tek­
nik d ö n ü şü m ü n zem inin i hazırladı. B unun için, m ekanik aktivite
ve ilgilerin daha insani endişelere üstün geldiği gayrı - şahsil eştiri 1-
m iş bir dünya resm inin çerçevesini sağladı. Bu dünya resm inin d ü ­
zenlen m esi geniş oranda, tü m zam anların en büyük aydınları ara­
sında sayılan bir dizi m atem atik çi ve fizik çin in işiydi. K opernik,
Kepler, G alileo ve D escartes’la başlayan ve Leibnitz ve N e w to n ’da
zirvesini bulan bu aydınların, zam an, m ekan, hareket, kütle, yerçe­
kim ine ilişkin sistem atik tasvirleri, son u n d a, tek n olojid e ön em li bir
kaym ayı (sh ift) b erab erinde getirdi: a tö ly ed en labaratuvara, asıl
m uharrik (m over) oldu ğu kadar bir düzenleyici olan, alet kullanan
zenaatkâr ve sanatçıdan, m erkezi y ö n etim ve uzaktan kum anda al­
tındaki güç-kaynaklı otom atik m akina kompleksine.^Ve çağdaş m e-
gam akinanın nihai tan rılaştırtm asın a katkıda b ulunan bu dünya
resm iydi, yalnızca ferdi m ekanik icadlar değil.
• Bu galaksideki m erkezi figür G alileo Galilei idi, çünkü kendi k i­
şiliğinde yeni bilim in iki büyük tarzını ihata etti: yakın gözlem e da­
yalı am pirik bilgi ve nicelik, sayı, ilişki ve yapıya ilişkin sem b olik
soyutlam aları form üle etm e ve k ullanm a yeten eğ in e -aklı, so m u t
varlığın nüfu z edilem ez ve tanım lanam az m utad karışıldıklarından
kurtaran bir yeteneğe- dayalı teorik bilgi. Sonuçta, Galileo, K oper-
nik’i yeryüzüne indirdi; ne var ki böyle yapm akla, tam da yeni ast­
ro n o m in in m üttaki H rıstıyanı u m u t ettiği C ennet’ten sürm esi gibi,
o da insanı bu yeni berrak (açık) bilginin diyarından sürdü.
A ziz T h om as A quinas yoluyla A risto’ya dayanan resm i kilise
öğretisinin fosilleştiğini gören G alileo’n u n tepkisi kaçınılm azdı ve
gerçekte de yararlıydı. B ununla birlikte, b u tepkinin aldığı şekil sa­
dece daha tatm inkâr yorum ların m ü m k ü n olduğu alanlarda A ris­
to ’n u n otoritesin e doğrulanabilir bir saldırı değildi; ayrıca, A ris­
to ’nun ilk elden gözlem ci olarak, hâlâ kavrayışta üstün old u ğu b i­
yolojik davranış ve insan tecrübesine ait alanlara ilgisizliği, bilim le,
m atem atiği, organizm alarla, makinaları eşleştirenlere sergiledi.
A risto, m atem atiksel fizikçi değildi; ve fiziksel cisim lerin davra­
nışı hakkında, hiçbir zaman deneyle kontrol etm e zah m etin e kat­
lanm adığı m üdafaa edilm esi im kânsız m alum atlar neşretti. Bundan
başka, O nu, bilim in tü m m eseleleri üzerinde yanılm az bir otorite
olarak telakki etm ek, resm î teolojik d ü şü n cen in tem bel bir sefaha­
tiydi. Ortaçağ b ilim in in form ülasyonunda, m atbu m etin -belki de
köken olarak tecrübeye dayalıydıysa da- tecrübenin yerini aldı ve
daha ileri araştırmacılara engel oluşturdu. Bu, G alileo’n u n ‘K onuş­
ların d aki hikâyede güzel tasvir edilir. Orada, beyinden gelen sinir
kütlesini ve kalpten gelen tek siniri teşhir ederek, sinir sistem inin
k ö k en in in kalp d eğil, beyin o ld u ğ u n u gösterm ek için bir cesedi
parçalara ayıran bir hekim i anlatır. Ancak, bu ispatla karşı karşıya
gelen, oradaki A ristocu gözlem ci şu n u söyler: “Bu işi, bana o kadar
açık ve m akul gösterdiniz ki A risto’nun m etni aksini iddia etm edi...
dü şü n cen izin doğru old u ğu n u itiraf etm eye m ecb u ru m .”
. B öyle diyen dik kafalı doktorlarla G alileo, P adua’da karşılaş­
m ıştı. R asyonel d ü şü n ce k ö h n e m iş m etin lerle m u m la y a n m ış bu
ölü devlette pekiştiği vakit, önceki gözlem ciler gibi aynı zem ini fa­
kat yeni keşiflere hevesli taze ve k endinden em in gözler ve akıllarla
inceleyerek herşeye yeniden başlam anın ve bu tür otoriteleri g ö m ­
m en in tam zam anı gelm işti.
Gerçekte, bu, bilim in iyileştirilm esiyle ortaya çıktı; fakat, m aale­
sef, A risto’nun yaptığı gibi gen iş bir alanı kapsam ak yerine o anki
‘fiziksel dünya’m n yapısını araştırma, hayatın yapısını ve çevresini
araştırm anın ö n ü n e geçti. Aristo, kendilerine o to n o m i ve am acın,
kendi kendini organize etm e ve çoğaltm a yetisin in ihsan edildiği
canlı organizm aların felsefecisi o lm u ştu . G alileo ve ondan sonraki
talebeleri (havarileri), o zam anlar, yeni makinalarda biraraya getiri­
len cansız süreçlerin (işlem lerin) felsefecileriydiler.
G alileo’nun çalışm asının sadece, insanın kozm ostaki biricik y e­
rine ilişkin düşünceyi köklü bir b içim d e değiştiren ve teknik faali­
yetin her tarzının istism arına katkıda bulunan kısm ına değinm eyi
am açlıyorum .
G alileo, kendisinden daha gen ç m eslektaşı Kepler’in O p e ra sı -
nın birinci cild in d e yaptığı bir g özlem le başladı ve o n u geliştirdi.
“Kulağın sesleri işitm ek, gözlerin renkleri görm ek için yaratıldıkları
gibi” diyordu Kepler, “akıl da hem eşyanın tüm türlerini hem de
nicelikleri anlayacak şekilde oluşturulm uştur. Akıl verili bir şeyi, bu
şeyin kökenine olduğu kadar, salt (bare) niceliklere yakınlığı nisbe-
tinde daha açık bir biçim de algılar; fakat birşey niceliklerden ne ka­
dar uzaklaşırsa, kendisinde o kadar karanlık ve yanlışlık m ü n d em iç
olu r.” Ç ok ön ced en Roger Bacon da, O p u s M a ju s ’u n dördüncü b ö ­
lü m ü n d e aynı k onum u edinm işti “Fizik için zorunlu olan her şey,
m atem atikte ispat edilebilir; bunlar olm aksızın, eşyanın m utlak b il­
gisine sahip olm ak im kânsızdır.” Fakat her iki durum da da, m utlak
bilgi yeterli bilgi ile tanım landı ve eşyaya uygulanan gerçek, orga­
nizm alara m ufassıl kılınm adan (am plifıkasyon) uygulandı. Zaten,
onlar eşyaya indirgenm edikçe bu gerçek orada yeterli gelm edi.
D en eyci’ (T h e A ssayerjde Galileo, Kepler’in düşüncelerini kendi
kelim eleriyle tekrar etti: “Felsefe”, der G alileo, “dikkatim ize sürekli
olarak açık duran bu büyük kitapta, Evren de, yazılıdır. Kişi, ilk ö n ­
ce yazıldığı dili anlayıp, harflerini okum ayı öğrenm edikçe, (b u ) ki­
tap anlaşılam az. Bu kitap m atem atik dilinde yazılıdır ve karakterle­
ri kendileri olm aksızın bu kitabın tek bir kelim esinin insani y ete­
neklerle anlaşılm asının im kânsız old u ğu üçgenler, daireler ve diğer
geom etrik figürlerdir; bunlarsız kişi, karanlık bir labirentte gezinir
du ru r.” K epler’in ip u cu n u takip ed en G alileo, sadece m ad d en in
konu edildiği ve niteliklerin 'ö n em siz’ hale geldikleri bir dünya in ­
şa etti.
G alileo’nin ruhu, kendisiyle faal ve dostane ilişkilerde b u lu n d u ­
ğu K epler’inkine o kadar yakındı ki her iki düşünüre de oldukça
açık bir ön erm e olarak görünen kaç yanlışın göm ü lü durduğundan
şü p h e etm ed i. B ugün dahi, görüşleri o kadar sağlam laştırıldı ve
hatta popüler bir b içim d e karşı çıkılm az aksiyom lar olarak kabul
edildiler ki sonuçlarına geçm eden ö n ce bu yanlışlıkları arz etm eyi
gerekli b uluyorum . Bereket ki bu çaba, Stallo, Lloyd M organ, \V hi-
teh ead’ten, Planck, Schrödinger, Bohr ve P olan yi’ye kadar sayıları
gün geçtikçe artan bir m atem atikçi, fizikçi ve b iy o lo g grubu tara­
fından yapılan tenkitler sonucu hafifledi. Bu analizi sadece sezin le­
m ekle kalmadılar, fakat her biri, bu analizi aynı zam anda kendi ala­
nında ileriye taşıdı.
İlk olarak kişinin dikkat etm esi gereken şu ki her ikisinin (K ep­
ler ve G alileo) hakkında konuştukları ‘evren’ hayat em aresinden
m ahrum , izale ed ilm iş fiziksel cisim lerdi sadece: ‘ö lü ’ m adde. Fa­
kat, hayatın bu kesin yokluğunun -ya da en azından hayat potan si­
yelinin yok lu ğu n u n - bir illüzyon o ld u ğu n u biliyoruz. B ileşim de ve
kendisine ait tekam ülün bir noktasında, ‘canlı’ olm a potansiyelini
tam am lam a yetisin e sahip belli elem en tlerin en n ih ai yapısında
‘m ad d e’ vardır; ve m adde G alileo’n in , sadece m atem atiksel terim ­
lerle tarif ed ilm ez olduklarından dolayı özn el ve gerçek dışı olarak
hariçte tuttuğu niteliklerin vücuda geldikleri canlı organizm alarla
ortaya çıkar. G erçekte, astronom ik kozm osla insan tabiatı arasında
evvelce m evcut olan bir birlik vardır. Organik hayat, gece ve g ü n ­
düz, ayın safhaları, m evsim değişiklikleri gibi kozm ik deverana in ­
tibak eder ve in sanın kendisi, k ozm osu n m üm essil bir örneği o l­
duğu n dan başka daha m uğlak fiziksel değişim lerin birçoğuna şü p ­
he etm eksizin karşılık verir. D olayısıyla Galileo, geom etrinin d ili­
n in organizm aların davranışlarını dahi -b izim kuşağım ızda, belir­
gin bir şekilde ortaya çıkan D N A ’daki çift sarmal eğri kavramı g i­
bi- anlam ada yardım cı olacağını söylerken haklıydı.
Fakat hiçbir organizm a, halihazırdaki kuşağa kadar ki fizikçile­
rin gerçek olarak telakki ettikleri, kütle ve hareketin so y u t alanı
o la n ten h alaşm ış d ünyada hayatını sü rd ü rem ez. İn san ın dışında
hiç bir varlık, hacim li teçhizatı olm aksızın, hayat belirtisinin o lm a­
dığı A y’da yaşayam adı. Organizm aların yaşadığı aktif dünya, keli­
m en in tam anlam ıyla, tarifi im k ân sız zenginlik ve kom pleksliğin
dünyasıdır. H erbiri, sayısız işlevsel adaptasyonların ve selektif d ö ­
n üşüm lerin izini taşıyan m oleküllerin, organizm aların, kültürlerin
hayat b oyu süren-birikim i, milyarlarca yıllık tekâm ülün mirası.
Bu büyük d ön üşüm lerin sadece çok ufak bir kısm ı görülebilir
ya da herhangi bir m atem atiksel d ü zen e in d irgen eb ilird ir. Şekil,
renk, koku, duyular, duygular, iştahlar, imajlar, hayaller, kelimeler,
hisler, sem bolik soyutlam alar- en aciz varlıkla dahi belli bir derece­
de görülen hayatın bereketi- herhangi bir m atem atiksel denklem le
çözülem ezler ya da ilgili tecrübenin gen iş bir k ısm ını hariçte tut-
m aksızın geom etrik bir m etafora dönüştürelem ezler.
Yeni m ekanik dünya resm indeki ikinci yanlışlık birincisinden,
G a lileo ’nun insan organ izm a sın ı p arçalam asın d an , kaynaklandı;
çünkü, aklı, vü cu d u n diğer tüm uzuvları olm aksızın işlev görebi­
lirm iş gibi; g ö zü , ken d in e kendim g ö rü y o rm u ş gibi; kulağı, kendi
k endine işitiyorm uş gibi ve aynı şekilde tecrit edilen beyni, en m ü ­
kem m el halinde m atem atiksel d ü şü n m en in özel işlerine adanm ış
gibi telakki etti.
Son deneyler gösteriyor ki, tam tersine, bir bilgisayarın sahip
o ld u ğu sınırlam alardan oldukça uzak ve sadece açık sem boller ve
kesin imajlarla işleyen insan beyni, m uğlak, m ü p h em ve karmaşık
verilerle başetm ek için harikulade bir kapasiteye sahiptir. G eniş bir
ses, ton ve farklı telaffuz d izisin i aynı anlaşılır k elim elere çev ir­
m ekte olduğu gibi insan beyni o kadar yarım yam alak kadar bilgile­
ri anlayabiliyor ki bu, bir bilgisayarı felç eder. İnsanın, diğer tüm
türler gibi sınırlı bir fırsatlar ve karşılıklar dizisi ile güvenli bir k o ­
vuğa çekilm ek yerine, belli bir oranda çeşitli bir çevre ve açık bir
dünyaya karşı başarılı bir b içim d e tepki gösterm esini m ü m k ü n k ı­
lan, sem bolik olarak, geçm iş, şim diki zam an ve geleceğin ilgili k ı­
sım larını daim i surette bir araya getirm e selah iyetin e sahip insan
zih n in in birleştirici özellikleri olm uştur.
Şu halde, her ne kadar organ izm an ın fiili olarak diğer fiziksel
cisim lerle paylaştığı özellikler Kepler’in ilkelerinde aynı geçerlilikte
ele alınabilse de, Kepler’e karşı kişi, haklı olarak diyebilir ki bilim sel
dünya resm i, ses, renk, koku ve bunlardan kaynaklanan hayvani
işlevlerden ne kadar uzaklaşırsa, organizm aların ve canlı insanların
tekil özelliklerine ilişkin telakkisinde o kadar karanlığa gark olur.
H em Kepler, hem de G alileo, organizm aların, ancak öldükleri
vakit, bilim sel bilgi cu m huriyetin in saygıdeğer yurttaşları o lab ile­
ceklerini savundular. Canlı fen o m en lere karşı bu garip dogm atik
ayırım ın, deneysel fizik ve m ekanik ü zerinde hiçbir marazi etkisi
olm adı, am a bu ayırım uzun vadede, biyolojik araştırmaları gecik ­
tirip , bu n ları çık m az sokaklarda oyalad ı. B ilim ad am ların ın bu
yanlış tahlili görm eleri üç asrın en değerli kısım larını aldı. Dr. Law­
rence H in k el’e göre, en son deneyler çok şükür gösterm iştir ki aklı,
ışık, renk, ses, kas gerilm esinin niteliksel uyarıcılarından labaratu-
var şartlarında dahi olsa tam am ıyla koparm a, beraberinde p sik o lo ­
jik çözülm eyi getirir. Ç ünkü, hassas insan aklı, ancak, kendi organ­
ları da dahil olm ak üzere, k om p lek s çevresiyle sürekli bir ilişkiyi
m uhafaza ederek dengede kalabilir. Olayları yalnızca niceliksel u n ­
surlarına indirgem ek, bu yön tem in pratisyenini, her hangi bir o n -
ganik davranıştan bahsetm e ehliyetinden uzaklaştırm aktır.
Bu tam form ülasyonda, G alileo’nun, kendisi farkında olsa da,
sözcüklere dökm eye güç bela kalkışacağı im a edilen bazı şeyler var­
dı. Fiziksel dünyayı ve nihai olarak bu d ünyada var olan insanın
kendisini, sadece kütle ve hareketin bir ürünü olarak algılam ak için
kişi, canlı ruhu (n efsi) b ertaraf etm elid ir. Y eni d ü n ya resm in in
m erk ezin d e in san ın kendisi m ev cu t değildi; filhakika, varolm ası
için de hiçbir sebep yoktu. Sakinleri ve m eskenleri ölçü m ü im k an ­
sız derecede uzun bir tarihe sahip olm u ş bir gezegende aynı uzun
tarihe sahip bir yaratık olan insandan geriye bir parça (fragm an)
kaldı sadece ayrık zihin ve bu arındırılm ış zih n in sadece bazı özel
ürünleri, bilim sel teorem ler ve m akinalar, daim i bir yer ya da ger­
çekliğin yüksek bir d erecesi taleb in d e bulunabilirler. Y eni bilim ,
‘N esn ellik’ nam ına tarihsel insanı ve tüm özn el aktivitelerini berta­
raf etti. G alileo’nun zam anından beri, bu uygulam a ‘o b jek tif b ilim ’
olarak bilinegeldi.
N icelikle olan m üstesna m eşguliyeti so n u cu G alileo, tecrübenin
gerçek dünyasını niteliksizleştirdi. Ve b u suretle insanı, Y ehova’nın
A dem ve Havva’yı A den C en n et’inden sürm esinden daha kesin bir
şekilde, canlı tabiattan kozm ik bir çöle sürdü. Fakat G alileo’nun
durum unda, bilgi ağacının elm asından yem e cezası, tabiatın bilgisi­
nin kendisinde yatar. Lâkin, bu tatsız, kuru m eyva, hayatı sürdür­
m e ya da yeniden üretm e selahiyetinden uzaktı. Gerçek dünyanın
g en iş bir alanı can lı organ izm aların d ü n y a sı, m u tla k b ilim lerin
m ıntıkasından tardedildi; insan tarihi ve insan kültürü boyunca, bu
dünyaya en açık bir b içim d e ait olan kayıt ve suretler, ancak çok
ufak bir kısımları soyu t ‘duyu verisi’ne indirgenebildiklerindeıı ya­
hut m atem atiksel terim lerle tanım lanabildiklerinden dolayı, ‘sü b ­
je k tif olarak bir kenarda terkedildiler. B ilim sel m uam ale için uy­
gun adaylar sadece kadavralar ve iskeletlerdi. Aynı esnada, aynı de­
recede bir soyut zam an ve m ekanda işleyen ‘m ad d i’dünya, yani ‘fi­
ziksel cisim ler’in soyut dünyası, gerçekliğin yegane sahibiym iş gibi
telakki edildi.
Bu kavramın, yirm inci yüzyıl kabalaştırm asında (vulgarization)
ne anlam a geldiği, B uckm inster Fuller’in insan ın tabiatına ilişkin
m ü th iş tasvirinden iktibasta b u lu n m ak suretiyle, m u h tem elen en
iyi şekilde izah edilebilir; otantik olm asa da, orijinal doktrinin adi­
lik ve abesliğini ifşa etm e amacı için sebebsiz yere icat ettiğim itha­
m ın a uğrayabileceğim bir tasvir.
‘İnsan’ der Fuller, ‘kendi kendini dengeleyen, yirm isekiz ek lem ­
li, adaptör bazlı iki ayaklı, bir sonraki binlerce hidrolik ve p nöm a-
tik pom paların harekete geçirilm esi için m otorlara bağlı aküm üla­
törlerdeki özel enerji çıkışlarının ayrık istifleri ile bir b ü tü n o lu ştu ­
ran elektro-kim yasal küçük bir bitkidir; altm ış iki b in m illik kılcal
damarlar, m ilyonlarca uyarı işareti, dem iryolu ve nakil sistem lerin ­
den m üteşekkildir; krasör ve v i n ç ..........eğer iyi işletilirse yetm iş yıl
b oyu nca hiçbir bakım gerektirm eyen Universal bir telefon sistem i­
dir; kendi kendine tescil ve kayıt yapan teleskopik ve m ikroskopik
telem etrelere konu şlan m ış bir kuleden enfes bir hassasiyetle k o n t­
rol edilen olağanüstü kom pleks bir bütündür, bir spektroskoptur
ve saire.”
Kişi, hayali ve yarı-kesin istatistiki tahm inleri hesaba katm aya­
cak olursa, Fuller’in paralellikleri harika, m etafor da olağanüstü za­
riftir. Bu ayrıntılı m ekanik soyutlam alar listesinde sadece birşey e k ­
siktir; ölçülebilir fiziksel unsurların dışında, insanın tabiatına dair
en ufak bir im a (ip u cu ).
G alileo bu acem i tasvir için ne derdi? Kişi, bun u kolaylıkla tah ­
m in edebilir. Barok kültürün gerçek bir örneği olan Galileo, m ek a ­
nik ve duyusalın göz kam aştırıcı karışımı olan kişisel davranışların­
da, kendi zihinsel tahlilinin lekeleyip reddettiği çok boyutlu d ü n ya­
dan haz aldı. Kendisi ateşli bir aşık, soyu verim li bir babaydı; ve
erotik tutk unun, estetik hazzın, poetik (şiirsel) hissin kendi d ü n ya­
sından sürülm esine ancak teknik ve bilim sel uğraşları doruk n ok ta­
sına ulaşınca izin verdi. De Santillana’nın vurguladığı gibi, G alileo
bilim sel keşiflerinden övü n ç duyduğu kadar, bir h ü m an ist olarak
ed eb i k a b iliy etin d en de ö v ü n ç d u y u y o rd u . H er ne kadar, G ali-
le o ’n u n sın ırlı kavram ları m ak in an ın b ilim sel d ü şü n cen in nihai
m odeli olarak tesis edilm esine yardım cı olduysa da, on u n fiilî çev­
resi, hâlâ zengin bir biçim de geleneksel estetik form lar, dinî ayinler
ve d u ygu yüklü sem b ollerle b ezen m işti. B u n d an dolaya, G alileo
kendi standartlarının evrensel olarak kabul edilm eleri ve m akina-
nın ve m akina yapım ı insanların her organik vasfın tabii halinden
uzaklaştırılm asını ya da sürülm esini başarmaları halinde, dünyanın
neye benzeyeceği hakkında hiçbir öngörüşe sahip olam adı. M eka­
nik d ünya resm inin nihai so n u cu n u n , şu an sahip o ld u ğu m u zu n
benzeri bir çevre -sadece m aldnaların yaşam alarına uygun- olacağı­
nı hiçbir zam an düşünm edi.
2
Galileo’nun suçu

ER NE KADAR, GALİLEO’N U N GEZEGENSEL hareketlere

H dair tefsiri, R om a K atolik Kilisesi tarafından b id ’at (h e ­


resy) olarak hükm edildiyse de, itham edildiği b id ’at, ken ­
d isin in ifade etm ed iği birşeydi. İki D ünya Ü zerin e K on u şm alar’
(D ialogues on Tw o W orlds) ın son u n d a yakınarak ortaya koyduğu
gibi, hiçbir zam an işlem ediği bir suçtan m ahkum edilem ezdi. Pas­
cal, N ew ton ve Faraday gibi daha sonraki birçok güzide meslektaşı
gibi O da teolojik bir muhafazakârdı; ve bilim de dahi, ön ced en te ­
sis edilm iş gerçeklerin herhangi bir devrim ci yıkım ına vesile olm a
n osyon u n a sahip değildi. Buradaki, varsa, hatası, B atlam yus’un g e­
leneksel yapısını beceriksizce desteklem e ve onarm aya teşebbüs e t­
m ekti.
Fakat gerçekte G alileo, K ilise’nin ileri gelenlerinden herhangi
b ir in in ith am ettiğ in d e n çok d ah a va h im bir su ç işledi; çü n k ü
O n u n gerçek suçu, insan tecrübesinin toplam ını, sadece Kilise d o g ­
m alarının ve öğretilerinin birikim ini değil, sınırlı bir zam an aralı­
ğında gözlem lenebilen ve kütle ve hareket çerçevesinde yorum lana­
bilen anlık kısım la (m in u te portion ) takas ederken, bilim in k en d i­
sinde sadece rafine edilm iş ideolojik bir türev olduğu insan tecrü­
besinin aracısız gerçekliklerinin ö n em in i inkar etm ekti.
G alileo, tecrübe ed ilm iş gerçekliği iki küreye ayırırken, b ilim ­
den tardetm ek için seçtiği özn el-su b jek tif küre ve teorik olarak in ­
sanın görünür varlığından kurtulm uş ve katı m atem atiksel analizle
b ilin en n e sn el-o b jek tif küre, ken d isi sa f bir ö zn el d a m ıtım olan
m atem atiği m ü m kün kılan anlam ın kültürel katkılarını zanni ve te­
m elsiz olarak bir kenarda tutuyordu.
Ü ç asır boyunca bilim adamları G alileo’nun ardından gittiler.
Bir asır önce Stallo tarafından belirtildiği gibi, m etafizik ön yargı­
lardan kurtulduklarına dair n a h if in an ış altında bilim in ortod ok s
üsleri, kendilerinin m ekanik dünya resm ine tam ı tam ına uym ayan
beşeri ve organik davranışa ait her türlü delili bastırdılar. Bu suret­
le, ezelde insan nefsinin kaderi (fate) üzerinde yoğunlaşm ak a m a ­
cıyla tabii dünyaya ait her türlü ilgiyi bastırm ış erken Hrıstiyan Ba-
baları’nın hatasını tersten işlediler. D iğer insan tecrübelerinden sa­
dır o lm u ş ilişk iler d ışın d a , ‘k ü tle ’ ve ‘harek et’in ‘n efs (r u h ), ve
‘ö lü m sü zlü k ’ten daha n esnel-ob jek tif hiçbir varlığının o lm ad ığın ­
dan, teolojik sivrisinekle çokça uğraşıp bilim sel yarasayı yutan kişi­
ler dahi şü p h e etm ed i. G alileo, tü m m asu m lu ğu yla, in sa n ın d o ­
ğum la kazanılan tarihi haklarını (birthright) teslim etti; insanın ha­
tırlanm aya değer ve yok edilen tecrübesi, kısaca, birikim ini. Ö zn el­
liği bertaraf etm ekle G alileo tarihin m erkezi unsu ru n u , çok -b oyu t-
lu insanı, afaroz etti.
G alileo, bu suçu ferah bir kalb ve açık gözlerle işledi. D ış âlem ,
ile iç âlem n esn el ile özn el, nicelik sel ile n itelik sel, m atem atiksel
olarak tanım lanabilir ve dolayısıyla bilinebilir ile indirgenm ez, ula­
şılm a z, an aliz ed ilm ez ve ö lç ü lm e z arasındaki radikal a y ırım ın ,
sem b olleşm iş m ük em m elliğe sahip insan tecrübesinin -ki organik
yaşam ın sayısız çağlarının bir em anetidir.- hesap dışı bırakılm asın­
dan dolayı yanlış bir ayırım old u ğu n a dair hiçbir n osyon a sahip d e­
ğildi.
D aha da k ötü sü , G alileo, n esn el ile ö zn el âlem lerin arasına,
H ristiyan öğretin in sem avi, kam il ve ezeliyi, dünyevi, n ok san ve
günahkârdan ayırm ak suretiyle em p o ze ettiğinden dahi daha b ü ­
yük bir düalizm (ikicilik) soktu; lâkin H ristiyan’ın öznel-subjektif
C en n eti en azından gü n d elik yaşam ın işley en bir kısm ı o ld u ve
m u h teşem kilise ve katedrallerde, hayır işlerinde,cem aat kutlam ala­
rında görülebildi. M ekanik dünya resm inin geçerli hale geldiği an-
ti-tarihsel faydacı düzend e özn el tecrübeye bırakılan şey, insanın
geçm işiyle ilişkinin kaybedilm esinden ve geleceğine dair akl-ı se­
lim basiretin noksanlığından dolayı ya fakirleştirilm iş ya da biçim -
sizleştirilm işti.
Yeni bilim sel idarenin altında, kurtuluşu arzulayan salt insanın
kendisi değil, aynı zam anda organik dünyaydı. Tam canlı form la­
rın, eritilm ek suretiyle m ekanik dünya resm iyle bir ahenge kavuş­
turulm aları, başka bir ifadeyle, daha m ü k em m el bir m ekanik m o ­
dele intibak etm eleri için yeniden şekillendirilm eleri gerekiyordu.
Ç ünkü, bu yeni ideolojinin gerçek tecessü m ü yalnızca makinaydı:
herhangi bir partiküler m ekanizm a, gerçekte ne kadar kom plike
olursa olsu n B u ckm inster Fuller’in in san b ed en i karikatürlerine
dair tasvirleriyle küçüm senircesine kıyaslandığında basit bir insan
eseriydi. İnsan, ancak, organik kom plekslikten kurtulma, on u tec-
ıid ve zihinsel strerilizasyon yoluyla saflaştırma, iç organlarını b o ­
şaltma ve geri kalanı ideolojik m um ya bezleriyle sarm alam a vasıta­
sıyla kendisine ait yeni m ekanik eserler kadar kusursuz ve tam o la ­
bilirdi. Organik, özerk ve özn eld en kurtulabilm ek için insan, bir
m akinaya d ön üşm eliyd i yahut hiç olm azsa, yeni m etod u n yaratım ­
da yardım cı olacağı büyük bir m ak in an ın bü tü n leyici bir parçası
olm alıydı.
Gariptir ki bu görüş, doğal fen om en lerin ‘fiziksel’ özelliklerine
dahi hakkaniyetli davranm adı. Ö rneğin Kepler, bir kar tanesi üze­
rinde düşünü p benzer bir düzenin, tıpkı aklın işleyişi gibi, bir çiçe­
ğin yapısında görüldüğü gibi, tabiatın diğer kısım larını da kuşattı­
ğını m üşahade ederken, bu özellikleri idrak etm ekte aceleci davra­
nıyordu. Fizikçilerin bugün kabul ettikleri gibi, atom ların da k en ­
dilerine ait, gözün nüfuz edem ediği, aklın hayrete d ü ştüğü iç yapı­
ları var ve herbir atom ik elem ent, çeşitli varsayım sal paıtiküllerin
ya da yüklerin terkip ve tertibine bağlı olarak, kendisine ait belirli
bir karaktere sahiptir. Buna binaen, organizasyon ve birliğe doğru
yerel (yerli) eğilim in canlı organizm aların ortaya çıkm asından m il­
yarlarca yıl önce, varlığın en alt katm anına iyice em d irilm iş olduğu
görülür; uzun bir zam an gözaı dı ed ilen , hem Leibnitz hem de Stal-
lo tarafından izhar edilen derin bir sezgi.
D ahası, bu ‘nih ai’ partiküller direkt gözlem d en sıyrılm aktadır­
lar. Bundan dolayı, fizikte dahi, en içte ve en ulaşılm az olanın, ger­
çek dış; old uğu söylenem ez; sırrını ne kadar iyi m uhafaza ederse et­
sin, en azından ‘tüm üyle özn el’ şeklinde adlandırılabilir. Kısacası,
iç yapı, en az dış yapı kadar nesneldir. T üm tem el organların canlı
bir yaratıkta v arold u ğu n d an n e sn e l-o b je k tif olarak em in olm ak
için kim se, cerrahlık yapm ak zoru n d a değildir. D ış âlem dediğim iz
şeye gelince, bu, her bir organizm anın iç alem inin zorunlu bir par­
çasıdır; ve organizm a ancak b unu belli bir derecede içselleştirerek
varlığını sürdürebilir.
T üm bu eleştirel tahlil ölü bir atı kam çılam ak olacaktır, fakat
gerçek şu ki bu ilk yanlış kavramlar ve yorum lar, bilim sel ve hatta
popüler d ü şü ncenin ve teknolojik uygulam anın üzerinde ağır bir
tarafgirlik (bias) ve yanlışlık yükü bıraktı. İlk defa, Kepler, Galileo,
Descaı tes, N ew ton ve Böyle tarafından ortaya konan m ekanik d ü n ­
ya resm inin ileri b ilim d e kabul edilebilirliğini yitirdiği doğrudur:
Faraday, Clerk, M axw ell, Planck ve takipçilerinin usavurum (m u ­
hakem e) ve deneyleri sonucu, klasik ‘fiziksel d ünya’nın her parçası
gayrı-m addileştirildi (D e-m aterialized): daha hayali, daha gizli, d a ­
ha kom pleks ve nihayetinde her zam ankinden daha uzlaşm acı bir
dün^a. O n yedinci yüzyıl dok u m a tezgâhları, sallanan zemberekler,
hızla fırlatılan gülleler, düşen taşlar, ağır ato m ik tüfek saçm aları
dünyası, artık tüm gözlem lenebilir ve idrak edilebilir varlıkları kap­
sam amaktadır; çünkü her yöne yayılan elekrom anvetik radyasyon
iki-boyutlu bir yüzeye çizilem em ek te ve fizikçilerin ifadesine göre,
birçok nihai ‘fiziksel, fenom en hiçbir surette gözle görü lem em ek te­
dir.
Buna rağm en bugün dahi, b ilim adam ının dünya resm i, Galileo
ve Kepler’in zayıflayan etkisini hâlâ taşır; lâkin Schrödinger’in m ü ­
şahede ettiği gibi, bu resim , hâlâ, “m avi, sarı, tatlı, güzel, haz, ızdı-
rap”tan kısaca, insan tecrübesinin en açık ifadelerinden yoksundur.
M evcut haliyle bilim sel dünya resm i, hâlâ eksik boyutlu (u n d er-d i-
m en sion ed ) dur; çünkü en başında, canlı gözlem ciyi ve on u n g en ­
lerinde ve kültüründe kayıtlı uzun tarihi dışta tutm uştur.
M aalesef, m etodik on yed in ci yüzyılın tasvirinin berraklığında
ile r le m esin in , ve g ö z le m le n e n o lg u y a sad ak atin n ih ai etk isi, bu
tarzda konu edilem eyen insan tecrübesinin her veçhesinin değerini
düşürm ek olacaktı. B unun kaçınılm az son u cu olan insan şahsiyeti­
ni küçü ltm ek ya da tam am ıyla tasfiye etm ek ten dolayı kendisiyle
gurur duyan teknolojik dünya, yavaş yavaş hem tabiatın hem de in ­
san kültürün ün yerini aldı ve bilim sel gerçekliğin so m u t çalışm a
m odeli olarak kendisi için daha yüksek bir m evki talebinde b u lu n ­
du. “ 1893’te’der Loren Eiselev, İn g iliz Bilim sel ilerlem e Birligi’nin
açılış k on uşm asında, Robert M on ro veciz bir şekilde ..im gelem in
(m u h a y y ile), kavram ların, idealleştirm elerin ve ahlâkî m elek e le­
rin.... kom şularının sırtından geçin in en parazitlerle kaışılaştırabile-
cek leıin e işaret etti.” G alileo’n u n gerçek su çu , insan şahsiyetinin
değerinin bu şekilde düşürülm esinin ve b u n u n akabindeki sü rgü ­
nün yolu nu gösterm ekti.
3
Suçun ayrıntıları

ENİŞ BİR ORANDA UYGULANDIĞINDA, G alileo’nun m e­

G tod u n u n en büyük değeri, görülebilir dünyanın önem li bir


kısm ını sistem atik kam u gözlem in e açm ası ve bundan d o ­
layı da m etod u n k end isinin, o n u öğren m e selahiyetine sahip her­
kes için ulaşılabilir olm ası ve sonuçları özel m ünakaşaların ötesine
taşım asıydı. G alileo’nun örneklik teşkil ettiği anlam da p o z itif b i­
lim , ilahi vahiy ile tesis edilm em iş doğrulara, açık bir m üzakere de,
m u h a lif taraflar arasındaki sa f sözlü m uhakem e yoluyla varılacağı­
na dair ortaçağ n osyon u n a karşı bir tepkiydi. Bu, cedelci (dialectic)
m etottur, hukuk m ahkem elerinde hâlâ geniş bir oranda kullanılır;
kişisel güç ve m ünazara kabiliyetine değer (prim ) verir fakat, tartış­
m anın seyrinde hem en b oş lafzi kargaşaya ve marazi m ünakaşaya
doğru kayar. O n yedinci yüzyılda yaşam ış, bir Fransız bilim popü-
lerleştiricisi R en au d ou t’un ifade ettiği gibi bu tür tartışmalar “yal­
nızca, k onuşm anın tüm belagat ve zevkine gölge düşürm ekle kal­
m ıyorlardı, fakat genellikle de, karmaşa ve bilgiçlik taslayan haka­
retlerle son buluyorlardı.”
Bundan dolayı, G alileo, açık zihinleri kendi kişisel önyargılarını
ve yanlış m uhakem elerini d üzeltm eye ve m aharetle yoru m lan m ış
dikkatli gözlem ve iyi planlanm ış deneyler yoluyla, aynı işlemleri
tekrar edecek herkese açık, oı tak sonuçlara varmaya sevkedecek bir
yön tem in tesis edilm esine yardım cı olm akla takdire şayandır. Yeni
bir bilim sel m etodun büyük ahlâkî m eyveleri, sadece dikkatli m u ­
hakem eyi değil, fakat aynı zam anda akla uygunluğu, sadece parlak
sezgiler değil, fakat aynı zam anda işbirliğini ya da diğer zihinlerin
zıt bulgularını kabul etm ede, aynı itaatkar disiplin altında çalışm a­
da tevazu gösterm ekti. Bilim sel hizm etin haklı olarak kazandığı ge­
niş şöhret, büyük oranda, bu diğergam tarafsızlıktan, makul olm a ­
yan h ipotezleri tardetm ek, hataları dtizeltem ek için sahip olduğu
bu gönüllü çabadan ve hatta, gizli kalm ış güdüler ve gem vurulm az
tutkuların yokluğunda tem el kaziyeleri (postulaları) tekrar gözden
geçirip düzeltm ekten kaynaklanıyordu.
Bu yeni disiplin, kolaylıkla em p oze edilm edi. G alileo’nun uyan­
dığı m uhalefetin türünden on u n yeniliklerinin nasıl da gerekli o l­
duğunu çıkarabiliriz. “Ah, sevgili Kepler” diyordu G alileo m eslek­
taşına, “senin le beraber içten bir gülüşü ne kadar da arzuluyorum !
Burada, P ad u a’da k en d isin d en m ükerrer defalar, ısrarla, m erce­
ğim le aya ve gezegen lere bak m asın ı rica etm em e rağm en , bun u
inatla reddeden bir felsefe profesörü var.”
Bu açıkgözlülüğün, en az üç asır ön cesin d en başladığını görü ­
yoruz; Fransisken rahibi (freı ) Roger Bacon açıkça şunu der: “ Fe­
nom enlerin tem elini teşkil eden hakikatlere itibar etm ekten şü p h e­
ye yer bırakm aksızın haz duym ayı arzulayan kim se, kendisini d en e­
ye nasıl adayacağını (vak fed eceğ in i) b ilm elid ir. Lâkin m ü ellifler
birçok ön erm ey i kalem e alm akta ve halk da tecrü b e etm ek sizin
bunların form üle ettikleri şeylere akıl yürütm e yoluyla inanm akta­
dırlar. Bunların mânâları, bütünüyle yanlıştır. Ç ünkü genel olarak
inanılır ki elm as, keçin in kanı d ışın d a başka bir şeyle k ın lam az.
Felsefeci ve ilahiyatçılar da bu düşünceyi suistim al etm ektedirler.
Fakat tüm uğraşlara rağm en, kan vasıtasıyla kırılma, gerçekleşm edi
ve bu kan olm ad an da elm as, kolaylıkla kırılabilir, çünkü, bunu,
kendi gözlerim le g örd ü m .”
“Bunu, kendi gözlerim le gö rd ü m ”. Bu, yeni notaydı, artık Gali-
leo ve takipçilerinin vasıtasıyla daha kesin ve vurgulu bir biçim de
kökleşm ekteydi. M etod sağlam bir şekilde tesis edildiğinde, in an ­
mayan bir gözlem ci için görülm ez olan m elekler, şeytanlar, haya­
letler, m ekanik dünya resm in e ‘fîlo g isto n ’ veya eter gibi bilim sel
kostüm lerle kaçak olarak girinceye kadar şüpheli kaldılar. Her ger­
çek bilim adam ı, İsa’nın yeniden dirileceğine inanm ak için O nun
yaralarını görm eyi talep eden havari gibi, mesleği itibariyle bir şü p ­
heci T h om as oldu.
Sahih (authentic) bilgi için duyulan bu isteğin tatm in edilm esi,
daha ö n ce keşfettiğim iz iki ‘yeni d ü n ya’nın, karasal ve mekanik,
sistem atik fethi ile m üm k ü n kılındı. V uku bulm asında yardım cı o l­
duğu bu m izaç degişiklikligine yaptığı katkılarıyla Galileo, saygıya
layıktır. Fakat, K epler’in b eyn in m atem atik sel bilgiyi kullanm ak
için m uam m alı bir şekilde uyarlanm ış özel bir organ olduğuna ve
kavranabilir bir düzene ulaşm ak için, diğer tüm bilgi yollarına set
çekilm esi gerektiğine dair tem elsiz (asılsız) n osyon u n u kabul etti.
“N e zam an , m ad di ya da cism a n i bir ö ze ilişk in bir kavram
o lu ştu rsam ,” der Galileo, “gayri ihtiyari olarak, bun u n birtakım şe-
kilsel sınırlara sahip old u ğu n u , diğerlerine nispetle büyük ya da k ü ­
çük, şu ya da bu m ekanda, şu ya da bu zam anda old u ğu n u n , hare­
ket halinde ya da durgun old u ğu n u n , başka bir cism e dokunur ya
da d ok u n m az old uğunu, tekil, nadir ya da genel o ld u gu n u n u idra­
kine varm anın gerekliliğini hissederim ; ne ki hiçbir tahayyül evle-
miy'le bu özü, bu niteliklerden ayıram am . Fakat, kendim i, özün bu
tür koşullarını anladığım kadar o n u n kırm ızı ya da beyaz, acı ya da
tatlı, sesli ya da sessiz olm ası gerektiğini anlam aya m utlak olarak
m ecbur görm üyorum ; şayet duyular bu niteliklere işaret etm em iş
olsalardı, dil ve tasavvur hiç bir zam an onlara ulaşam azdı. Bu su ­
retle, kanaatim şudur ki içkin oldukları nesne (obje) itibariyle bu
duyular, kokular, renkler vs salt isim lerden başka birşey değildirler.
Bunlar, sadece du yu (hassa) sahibi cisim de vardırlar, zira bu canlı
yaratık zail o ld u ğ u n d a , tüm b u n itelik ler ortad an kalkar ve yok
olurlar. Dışsal cisim lerde (cansız varlıklarda), hacim , şekil, nicelik
ve hareket dışında, tatları, kokuları, sesleri, vs harekete geçiren her­
hangi birşeyin varolduğuna in a n ıy o ru m .”
Bu yargının, herhangi bir deneysel göstergenin son u cu o lm a d ı­
ğın a dikkat ed ilm elid ir; g ö zlem c i tarafın d an serd ed ilen , hacim ,
ağırlık, ‘güç’ ya da daha soyut bir şekilde, ‘kütle’ ve ‘hareket’i tasvir
etm ek için gerekli olanlar dışında tü m fizyoyojik verileri ortadan
kaldıran, varsayım sal bir işlem tarafından desteklenen, sadece asto-
r o n o m i ve m e k a n iğ in k a ziy e le rin e d ayan an bir ya rg ıy d ı. G ali-
leo ’nun evrenin de, yalnız insan kişilikleri ve organizm alara değil,
fakat aynı şekilde, şim diye kadar tanım lanm ayan ve de tasvir ed il­
m eyen kim yasal elem en tlere de yer yok tu . İ n a n c ım odur ki’der
G alileo, “şayet kulaklar, diller ve burunlar ortadan kaldırılacak o l­
saydı, geriye sesler, tatlar, kokular değil şekiller ve sayılar kalırdı.”
Acaba neden varsayım sal am eliyatını sadece kulak, burun ve dille
sınırlandırdı? Eller, gözler ve beyinler de ortadan kaldırılsaydı, şe­
kil, sayı ve hereketin hali ne olurdu? K endiliğinden (kendi kendile­
rine) var olan m utlak varlıklar (entı’ties), yalnızca insan aklının m a­
kul görünen icatlarıdırlar. G erçek (reel) olarak adlandırılabilecek
her şey, insan organizm ası ve çevre arasındaki birbirine bağlı ey­
lem ler ve etkileşim ler yığınının tezahürüdür.
G alileo, hiç bir zam an, kendisinin sözde birincil nitelikleri olan
hacim ve şeklin, bunlara tepki gösterip fen om en leri sem bollere çe ­
viren insan b eynin in yok olm ası halinde, nasıl o lu p da renk ve k o ­
kudan daha m akul bir varlığa yahut anlam a sahip olacaklarını açık­
lam adı. N e ki G alileo, kütle ve hareketin, niteliklerin illüzyonunu
dahi nasıl üretebileceklerine ilişkin şaşırtıcı p roblem le yüz yüze gel­
m edi. Fiziksel d ünyanın tüm farazi nesnel bileşenleri, en azından
insan için, tarihsel ve biyografik tecrübeler yığın ın d an yapılan çıka­
rımlardır.
G alileo’nin m ekanik dünyası her biri beili bir canlı türüne aca­
yip gelen sınırlı bir sayıdaki olası dünyaların, kısmi bir tem sili idi
sadece ve tüm bu dünyalar, daha ö n ce var o lm u ş ve belki d e hâlâ
var olan sınırsız sayıdaki m üm k ü n dünyaların bir cüzünden ibaret­
ti. T ü m zam anlarda, tü m şartlar altında tü m türlere açık tek bir
dünya, yetersiz verilerden çıkarsanan, sağladığı denge ve kavranabi-
lirlik güvencesinden dolayı kıym etlenen, fakat bu güvencenin dahi
kuvvetli bir tetkik altında sadece başka bir illüzyona d ön ü ştü ğü g ö ­
rülen saf bir varsayımsal yapıdır. Bir kelebek ya da b öceğin, bir ba­
lık ya da kuşun, bir köpek yahut yu n u su n , birincil nitelikler hak­
kında dahi vereceği farklı bir beyanatı vardır, çünkü her biri, kendi
türünün ihiyaçları ve çevresel fırsatları tarafından koşullandıkları
bir dünyada yaşıyorlar. K öpeğin gri olan görsel dünyasında, k ok u ­
lar, uzak ve yakın, zarif ya da heyecanlı, büyük ihtim alle, renklerin
insan dünyasında oynadıkları role sahiptirler - bu n a rağm en, y e­
m ek yem e işinde, köpeğin dünyası ile insanın dünyası birbirlerine
oldukça yakınlaşırlar.
Biyolojik arkaplana taalluk eden şey, aynı şekilde, belki de daha
fazla su rette, Im m an u el K ant’tan, B enjam in YVhorp’a kadar bir
gözlem ciler dizisi bü tün ün şu ya da bu şekilde gösterm eye çalıştık­
ları gibi, insan kültürüne de taalluk eder. İnsan oğ lu n u n belli bir
em niyet dahilinde devindiği biricik dünya, G alileo’nin birincil n ite­
likler dünyası değil, fakat insan kültürüyle yani, çeşitli sanatlar y o ­
luyla, aletler, kaplar ve uygulam aya dair aktiviteler aracılığıyla, p ey­
zaj ve şehirlerin jeotek n ik d ö n ü şü m ü ile, kanunlar, kurum lar ve
ideolojilerin vasıtasıyla şekillenen organik dünya idi. Kişi, başka bir
çağa doğru zam anda hareket eder etm ez veya başka bir kültüre a d ı­
m ını atar atm az, bu öznel yakınlık ve görünürdeki nesnellik g ö rü ­
nürden kaybolur; eşitsizlikler, istisnalar, farklılıklar ve bunların ya-
nısıra herhangi bir tekil sistem içinde m uhafaza edilem eyen insan
tecrübesine dair bitm ez zenginlikler ve insan potansiyelinin tü k en ­
m ez vaadleri kendilerini izhar ederler.
G alileo’nun takipçileri, bu engin kültürel mirası ölçülebilir, ka­
m usal , ‘n esn el’, tekrar edilebilir olanda eze eze toz haline getirdik­
lerin de, sadece, insan tecrü b esin in tem el gerçeklerini yanlışlayıp
yok etm ekle kalmadılar, fakat aynı zam anda, insani gelişm e olan ak ­
larına da set çektiler. D aha da kötüsü, kabul edilen kaziyelere göre,
özel ve öznel yaşam ları, hiçbir zam an, kamusal ve nesnel yaşam la­
rını şekillendirem eyecekleı i ya da tersi bir şekilde, şekillendirilem e-
yecek şizofı enik kişilikler yarattılar. O n d ok u zu n cu yüzyılla birlikte,
bu şizofreni sanatçı ve bilim adamı arasında doldurulm az bir b o ş­
luk açtı: Lord Sn ow ’un belirttiği gibi, sanatçıyı basitçe bilim e daha
duyarlı kılmakta kapatılam ayacak bir boşluk.
G alileo, birincil ve ikincil nitelikler arasındaki ayırım ın ispat
edilebilir gerçeklik ve salt duyusal illüzyon (sanrı) arasındaki bir
ayırım old u ğu n a in an d ı. İlki, insandan bağım sız ve gök cisim leri
tarafından güvence altına alınan bir veçheye sahipken, d ig eıi, fani
bir kişiliğin şahsi beyanatlarına dayandığından dolayı tecrübenin
alt bir türüydü. Bu yanlış bir ayırımdı; nesne (obje) ve ö zn e (suje)
ayrılm az bir bütündürler.
Ö rn eğin , öfke doğrud an d oğru ya b ilin ci etk iled iği m ü d d etçe
şahsi bir özn el haldir; ses ton u , d erin in rengi, kasların kasılm ası
aracılığıyla d ış gözlem e açık hale geldiğinde daha gerçek değil, daha
kam usal olur ve bu, daha sonra şayet gerekirse, kan basıncı ve kalp
atışını ölçerek ve kandaki adrenalin ve şeker içeriğini tahlil ederek
yararlı bir şekilde nesnelleştirilebilir. Ö fkenin her iki yön ü de ger­
çektir. Fakat, korku anında da benzer bedensel değişiklikler m eyd a­
na geldiğinden, bu olaylara eşlik eden özel duygusal durum a refe­
ransta bulunm aksızın kamusal bilgi tanım lanam az. Y an-nesnel te­
rim lere göre öfke ve korku, bazı durum larda kaçınılm az olarak ilki­
nin saldırıya, İkincisinin sıçramaya neden olmaları haricinde, ger­
çekte özdeştirler.
G alileo’nun gözlem cinin katkısına referansta bulunm aksızın şe ­
killerin nesnel gerçekliğine inanm asına gelince, bu da hiç bir tem e­
le salıip değildir. G alileo’nin çok açık bir şekilde, bağım sız nesn elli­
ğin bir ispatı olarak tasavvur ettiği sınırlar, tıpkı keskin bir bıçağın
pürüzsüz taraflarının güçlü bir m ikroskop altında dişli (kertikli)
gözükm esi d u ru m u n d a old u ğu gibi, elektrom anyetik alan hesaba
katıldığında ortadan kalkarlar. Ö zelde insan olm ak üzere, yüksek
organizm alarda gerçekliğe ilişkin deneyim , iç ve dış, öznel ve n es­
nel alanlar arasında sürekli bir gel-giti içerir, ve bu gerçeklik, tek-
taıaflı bir m uhasebe sonucu sadece sınırlandırılm az, fakat aynı za­
m anda da yanlışlanır. “T abiat”, A d olf Poı tm a n n ’ın bilgece m üşa­
hede ettiği gibi, “hayatın her veçhesini kapsar. Ö znel tecrübe, bu
yapının dışında değildir."
G alileo’nun birincil nitelikler ve m atem atiksel aıialize teslim i­
yetinin, m ekanik dünya resm ini vücuda getiren tek etm en o lm a d ı­
ğını söylem eye gerek yoktur. Bir bilim adam ı silsilesinin hem teorik
beyanatlarından hem de fiili deneylerinden cesaret alm ıştı ki kendi
önyargılarım düzeltm ekten oldukça uzak biri olarak, insan tecrü ­
besinin geniş bir kısm ını, bilim in alanından kasten sürdü.
M ekanik dünya resm ine dair bu genel kabulü serdeden belgeler
o kadar fazladır ki tüm ün ü tem silen onsekizinci yüzyıldan tek bir
örnek vereceğim .
G alileo’nun kavramsal yapısının klasik özeti, tam bir şüphecilik
örtüsü altında yeni bakışı bir dogm a olarak tesis eden parlak bir z i­
hin olan David H u m e tarafından yapıldı. “Bu prensiplerle ikna o l­
m u ş bir halde, kütüphaneleri ziyaret ettiğim izd e,” diyordu H u m e ,'
“nasıl bir tahribat yapm am ız gerek? Elim ize, örneğin, ilahiyat ya da
okul m etafiziği ile ilgili herhangi bir cildi aldığım ızda soralım; bu
kitap, nicelik veya sayı ile ilgili herhangi bir soyut m uhakem eyi içe­
riyor mu? Hayır. Eşyanın tabiatına ve de varlığa ilişkin herhangi bir
deneysel m uhakem eyi ihtiva ediyor mu? Hayır. O halde, bunu alev­
lerin arasına atın; zira, safsata ve illüzyondan başka hiçbir şeyi içer-
m iyordur.”
Bu nasihatleri cid d iye alanlar, sağd u yu ve gerçeklik n am ın a
yanlış gördükleri kendilerinin dışındaki her tür teoloji ve m etafiziği
tem izlem eyi basit gördüler. Y aşanm ış ve kaydedilm iş tarih de aynı
kaderi paylaştı. Kendi terim lerine göre, H u m e ’un İn g ilte r e Tari-
hi’tH isto ry o f England) yok edilm esi gereken ilk çalışmalar arasın­
da olacaktı. G erçekten d e bilim , anında g ö zlem len em ey en ya da
tekrar edilem eyene itibarını o kadar yitirm işti ki bilim adam larının
ve teknik uzm anların kendi tarihleriyle ilgilenm eye başlam aları a n ­
cak son zam anlardadır. Son yıllarda, birçok bilim adam ı on yılı aş­
m ış herhangi bir bilim çalışm ası üzerinde dü şü n m eye değm ediğini
ifade etti. Bu durum , son kuşağa ait büyük teorik ve deneysel ilerle­
m elerin ürettiği bilim sel egon u n aşırı gururundan başka, ayrıca, on
yıllık bir zihnin kuşatabileceğinden daha uzun bir geçm iş ve daha
geniş bir çevre ile sürekliliği tesis eden, organik tecrübenin hayati
bir kısm ını oluşturan hafızayı itibardan d ü şü rm e çabasına işaret
eder.
Bu tavır, Faraday’ın ‘m a d d e’n in elek tro n ik y ö n le r in e n ü fu z
eden kavrayışının geç sonuca bağlanm asından sorum ludur ve b ilgi­
sayarın bilim adamları ve m ühendislerce nasıl da o kadar geç geliş­
tirildiğini açıklar niteliktedir ki şayet bilim adamları ve m ü h en d is­
ler B abbage’nin hesap m ak in a sım bir kere o lsu n d uysalardı, bu
icatta en az bir kuşak ön ce ilerlerlerdi. Daha alt seviyede, aynı tavır,
‘W alden T w o ’da “bizler, tarihi ciddiye alm ıyoruz.” diyen d a v ra n ış--
çı (behaviorist) ‘p sikolog’ B.F Skinner’in anti-subjektif görüşlerinin
kaynağını açıklar'. Tabii, şayet inanoğlu hiç tarih bilm eseydi, Skin-
nerlar dünyaya hükm ederdi; Skiner’in kendisinin, davranışçı ü to p ­
yasında tevazu ile ifade ettiği gibi!
4
Makinanın onayı

ENİ BİLİMSEL FELSEFE, evvelce top lu m d a varolan ve ger­


çekte de kısm en bilim deki y en ilen en ilgiden soru m lu olan
iki sürecin idaresini eline aldı ve bunları, ileriye taşıdı. Biri,
m ekanik saat ve matbaada olduğu gibi, birbirlerine yakın bir şekil­
de eklem lenm iş, inceden inceye ölçü lm ü ş, standartlaştırılm ış ve d e ­
ğiştirilebilir parçalardan oluştu ru lm u ş makinaların icadı ve çoğal-
m asıydı. Diğeri ise, satışa sunulan mallara bir fiyat kovm a-ağırlık
ve sayıya işaret eden soyut bir sayısal n o ta sy o n - uygulam asından
kaynaklanan, m akinalar tarafından tarafından tek tipte basılan m a­
den i paraların geniş kullanım ıydı. Franklin’in Zavallı Richard’ının
veciz sözü, “Vakit, nakittir”, bu d eğişim i sem bolize etti ve her ik i­
sinin de nötr bir m übadele aracına ihtiyaç duymaları itibariyle b ili­
m in m uam eleleri pazar yerindeki m uam elelere benzedi.
M ekanik güç arttıkça ve bilim sel teorinin kendisi, daha ileri d e­
n eysel ispatlarla daha yeterli hale geldikçe, yeni m eto t hakim iyet
alanını genişletti ve verim liliğin e ilişkin her yeni göstergeyle, tem el­
lendiği sallantılı teorik şem ayı sağlam laştırdı. A strom i rasathane­
sinde başlayan şey, nihayetinde, gü n üm üzdeki bilgisayar kontrollü
olan ve otom atik olarak işletilen fabrikada son buldu. Bilim adam ı,
inşa ettiği dünya resm inden, ilkin kendisini ve kendisiyle beraber,
organik potansiyelinin ve tarihsel m ünasebetlerinin ön em li bir kıs­
m ını tardetti. Bu dü şünce sistem i her alana yayıldıkça, en aza in d i­
rilm iş m ekanik veçhesinde dahi özerk işçi kadem e kadem e üretim
m ekanizm asından tardedilecekti. Son olarak, bu kaziyelerin karşı
çıkılm az ve kurumsal prosedürlerin değiştirilm ez olarak kalabilm e­
si için, insanın kendisinin herhangi bir tabi çevre ya da kendi tarih­
sel m uhiti (m ilieu) ile her türlü anlam lı ilişkisinin kesilm esi gereke­
cekti.
- M ekanik dünya resm ini yaratanlar birçok aktüel icat ve keşifleri
önced en gördüler ve bunları m eydana getirm ek için oldukça hırs­
lıydılar; fakat, zih in lerin d e dahi, k endi çabalarının korku verici
toplum sal sonuçlarını tahm in edem ediler.
G erçekte, yeni dü şü n ce sistem in in ve duygusuzlaştırılm ış (d e-
em otion alized) önerm elerin anlık son u cu , geçici bir m utluluk ver­
di, zira R eform asyon ve Karşı R eform asyon’dan kalan hararetli te ­
olojik tartışm a atm osferini serinletti. M ilton ve Johnson’dan Shel-
ley ve YVordsworth’a ve b u nların ö te sin d e , W h itm en ve T en n y -
so n ’a kadar şairlerin bilim e duydukları ilgi, yeni dünya resm in in
özgürleştirici etkilerini ispatlar, zira H om er’in bize hatırlattığı gibi
şairler, eşyayı bize old uğu gibi anlatırlar. K ozm os’un yapısı ve in sa­
nın yüce ilgileri ile ikiye b ö lü n m ü ş zihinler, yeni dünya resm ini ve
bu resm i işlevsel (op erative) gerçekliklere, faydalı ürünlere, to p ­
lum sal ilerlem elere çeviren yeni makinaları değerlendirerek birara-
ya geldiler. Elbette ki bu, bir kazanım dı.
D ış dünyaya yön elik bu tavırda genel olarak yararlı o la n , bu
tavrın, her kişinin belli bir derecede katılabileceği ortak tecrübeleri
sabit bir referans haline getirm esi ve insanın tabiatın işleyişini an la­
m a yeteneğine güven verm esiydi. Artık aklın Ortaçag’da o ld u ğ u g i­
bi, hayali harita|ar, gerçekte olm ayan tarihler, o n u n cu elden açıkla­
malar ve m uteber halisünasyonlarla yetinem eyeceği, tüm sağduyu­
lu zihinler tarfından kabul edilm işti. Soyut ve sınırlı olsa da doğru
bilgi, gösterişlice herşeyi kapsadığı söylenen bulanık ve eksik genel
bilgiden daha iyiydi. Böyle bir yararlı bilgi tedariki, tem el yanlışlık­
ları tüm den ortadan kaldırm adıysa da, bunları geçici olarak d en ge­
ledi. Bu suretle, on yed in ci yüzyılda G alileo’nun Sanctorius’a teklifi
so n u cu , term om etrenin, beden ısısını ölçm ed e kullanılm ası, tıpta
teşhisin doğru konm asını sağladı. B unun gibi, hem term om etrenin
hem de barom etrenin kullanılm ası, havayı tasvir ve tahm in etm ede
ilk niceliksel ipuçlarını sundu.
T üm bu başarılar, m ekanik dünya resm ini büyük oranda kabul
edilebilir kıldı. Bugün de bu resm in birçok kısmı aynı şekilde dur­
m aktadır. B undan sonra n iceliğ in alam eti ya da büyüklük, ideal
olarak her alanda her türlü niteliksel yargının vazgeçilm ez bir par­
çası olacaktı. O zam an, bir noktaya kadar, yeni m etot kendi kendi­
ni on aylıyordu. Sözde b irincil nitelikler üzerine köklü vurgunun
zayıflığının bir handikap haline gelm esi, bu vurgunun artık niteli­
ğin ihracı için nicelik üzerinde, form , şekil (pattern) işlevsel d ü zen ­
lem e ve dizaynın ihracı için de parça parça bilgi üzerinde y o ğ u n ­
laştığı vakittir. M ekanik d ünya resm ini geliştirenler, daha sonra,
L eibnitz’in doğru bilgi ile yeterli bilgi arasındaki dikkat çekici ayırı­
m ını görm ezlikten geldiler ve doğrulukla, ilgili verilerin varlığını
d ışta tu tm a ve hatta yok saym a pahasına dahi, kolaylıkla tatm in
oluyorlardı. Bu uygulam a oldukça rahat başarılmıştı; çünkü, orga­
nik süreçleri ve im kân davranışını açıklam ada tem el bir göreve sa­
hip olan işlev ve am aç, her ikisi de m akinaya nakledilm işlerdi.
E. A. Burtt, sözde birincil niteliklere özel bir statü verilm esinin
son u çlarını yorum larken isabetli bir şekilde m üşahade etm iştir ki
bu, “insanı, gerçek ve asli diyarının dışında okum anın ilk basam a­
ğıydı. insan, ilk defa, düşüncede, ilgisiz bir seyirci ve gerçeğin özü
olan büyük m atem atiksel sistem in ö n em siz bir etkisi olarak zuhur
etm eye başlar.”
Sonuç olarak, yeni bilim adam ı, insanı, hazırladığı resim den ih ­
raç ederken, tıpkı fotoğrafçının ışık ve kim yevi m addelerin bir film
üzerinde ‘n ötr’ bir kayıt bırakm alarına izin verm esi gibi, tabiatı d i­
rekt izlenim ini oluşturm asına bırakm a çabasındaydı. Fakat, görü ­
nürde insani önyargılardan bağım sız olan bir süreç için böyle bir
m etaforu kullananlar, bu kavram ın aldatıcılığını ortaya koyarlar.
Ç ünkü, böylesi nötr bir prosedürün uygulam aya k onm asından ö n ­
c e, fo to ğ ra fçı, film in i k o y m a lı, k o n u su n u se ç m e li, k a m era sın ı
odaklam alıdır ve elbette ki, kam eranın vücuda gelebilm esi için, o p ­
tikte, m ercek yapım ında, plastikte uzun bir k eşif sürecine ihtiyaç
vardır. Kısacası, hassaslaştırılm ış bir yüzeyde ışığın etkisinin kayde­
dilip m uhafaza edilebilm esinden ö n ce bir yığın insani ihtiyaç, ilgi
ve tercih hesaba katılm alıdır. Şayet, insan, kendisini ve kültürünü,
resm in dışına bilfiil atabilseydi, çekm ek için hiçbir resim , hiç bir
neden olm azdı ve tabii ki hiçbir m ekanik dünya resm i ve m akinala-
rın hiçbir yeni nesli!
T üm ideolojik zayıflığına rağm en, m atem atiksel -m ekanik m e ­
to t, tahm in edilebilir sonuçlara varm a yeten ek lerin d e m u cid e ve
m üh end ise güven veren ‘fiziksel olaylar’ın berraklaşması ile so n u ç ­
landı. Makul bir soyutlam a olan bu basit terim lerle tanım lanan ‘fi­
ziksel d ünya’ ya gelince, A.N VVhitehead’ın işaret ettiği gibi, “som u t
bir şekilde dayanıklı olan varlıkların organizm alar olm asından d o ­
layı, bütü nün planı, on a dahil olan birçok ikincil organizm anın ka­
rakterine dahi etki eder. Bu ned en le, canlı bir bed en in içindeki bir
elektron, bedenin planından dolayı o n u n dışındaki bir elektrondan
farklıdır.” V e, aynı şekilde, bir oksijen atom u n u n içinde bulunan
bir elektrondan farklıdır. Şu halde, bilim sel m etot, istatiksel o lası­
lıklarla ilgilenm eyi bıraktığında, p ozitivizm d en platon izm e g eçm e­
lidir.
Yeni dünya resm ini b öylesin e etkili kılan şey, organizm aların
kom pleks gerçekliğini m ahsus gözardı eden m etod u n u n engin bir
işgücü-tasarrufu aracı olm asıydı. Bu resm in pragm atik yetkinliği,
kavramsal yüzeyselliğini dengeledi. D iğer tü m bütünleri kapsayan
bir b ü tün olarak evren, sahip olduğu so n su z çeşitli ve çok katlı so-
m utluluguyla ölçü lm ez ve kavranamazdır. Kişi, örnekler ve so y u t­
lamalarla, zihin de ancak oyuncak bir m od el oluşturabilir.
V aroluşun ekolojik kom plekslikleri, b u zenginliğin bir kısm ı in ­
sanın kendi tabiatının bütünleyici bir parçası olsa da, insan aklını
aşar. A ncak bu varoluşun bazı küçük k ısım larını kısa bir zam an
için soyutlam akla, varlık geçici olarak kavranabilir; bunu da sadece
örn ek lerden ö ğren m ek teyiz. Birincil nitelikleri ikincil olanlardan
ayırmakla, m atem atiksel tanım ı gerçeğin m ih en gi yapm akla, in sa­
nın sadece bir kısm ından, çevresinin sadece bir kısm ını keşfetm ek
için yararlanm akla yeni bilim , hayatın en belirgin vasıflarını, yerle­
rine m akinanm konulm ası için etiketlenm iş salt ikincil fen o m en le­
re başarılı bir şekilde, dönüştürdü . Bu suretle canlı organizm alar,
en belirgin işlev ve amaçlarıyla, lüzum suz hale geldiler.
Kusurlu organizmalar olarak
makinalar

RWIN SCHRÖDİNGER'DEN BÎR KUŞAK ÖNCE, yeni analiz

E sistem in in sonuçlarına kati bir şekilde parm ak basan yine


felsefeci E.A Buı tt idi.
‘İn s a n ın perform ansı, niceliksel m etotla en yetersiz bir tarzda
ölçülebilirdi. Yaşamı, renk ve seslerin, zevklerin, acıların, tutkulu
aşkların, hırslı gayretlerin yaşam ıydı. O halde, gerçek dünya, insa­
nın d ü n yasın ın dışın d a bir yerde olm alıyd ı: a stro n o m i dünyası,
durgun veya hareket eden karasal cisim lerin dünyası. İnsan ve bu
dünya arasında ortak tek şey, insanın dünyaya keşfetm e kabiliyetiy­
di, ön ceden tahm in edilm ekle beraber, kolaylıkla göz ardı edilm iş
ve hiçbir du ru m da insanı bilebileceği gerçeklik ve nedensel yetkin­
lik seviyesine yükseltm eye yetm em iş bir olgu. D ış dünyanın daha
asli ve daha gerçek olarak yüceltilm esiyle beraber, daha büyük olan
asalet ve değer sıfatından eser kalm adı. G alileo’nun kendisi daha da
ileri gider: “ En m ükem m el unsur olan ışıkla ilişkisinden dolayı gör­
m e, duyuların en m ükem m elidir; fakat ışıkla kıyaslandığında, so n ­
lu n u n sonsuza göre bayağı old u ğu kadar bayağıdır.”
Işığın fiziksel fen om en in i nihai ve vüce olarak telakki etm ek ve
kendisi yaşam ın en âlâ tezahürü olan bilincin ışığını unutm ak, G ü ­
neş T anrısı’nın, abidleı inin gözlerini nasıl da etkili bağladığını g ö s­
terir. M ekanik d ünya resm in in bu kadar y ü celtilm esin d en neler
kaybedildiğini, biyolog P u m p h ıev ’in son zam anlarda yapılm ış bir
icatla ilgili olarak yaptığı bir m uhasebeden çıkarabiliriz.
T h e Bell T eleph on e m ü hen d isleri” diyor Pum phrey; “tüm b il­
ginin, konuşm anın tü m ses enerjisinin adeta sıkıştırıldıgı on dar çı­
kışa sahip, otu z iki devir genişliğinde, sürekli fakat sınırlı bir spekt-
rum dan nakledilm esi yerine, V ocorder denilen bir sistem le geçiri­
lebileceğini buldular. B unun ek on om ik bir son u cu olarak, alıcı ve
vericilerdeki yeterli teçhizatlarla o n anlaşılabilir mesaj, sim ültane
bir biçim de bir kanal üzerinden ardı ardına gönderilm ektedir.”
“Bize ilginç gelen husus ise” diye devam ediyor Pum phrey, “bu
işlem in, konuşm anın karakteri üzerindeki etkisidir; çünkü, ayrıntılı
yapının dışta tutulm asında ya da bulanıklaşm asında, konuşm anın
duyguya ve bilgiye dayalı işlevlerinin tüm üyle m ekanik bir şekilde
ayrılm asına neden olm uştur. Bu korkunç m akinanın ürünü, tam a­
m ıyla kavranabilir (anlaşılabilir) ve tam am ıyla gayrı-şahsidir. H iç­
bir öfke ya da sevgi, şefkat ya da dehşet, ironi ya da içtenlik belirtisi,
bu m akinadan geçem em ektedir. H içbir köpek, sahibinin sesini ta­
nıyam am aktadır. Zaten, m esajın bir insan bireyinden verildiği ses­
ten anlaşılam am aktadır. Am a, bu durum da bilgi herhangi bir zarar
görm ez.”
“B u d u ru m d a bilgi, herhangi bir zarar g ö rm e z.” Bu söz, gerçekte,
böyle bir bilgi türünün, yaşam ın terim leriyle, doğuştan kusurlu o l­
d u ğu n u söylem enin başka bir yoludur. Ç ünkü, tam am ıyla faal o r­
ganizm alar ve akıllı insan şahsiyetleri tarafından tecrübe edildiği
şekliyle aktüel d ü nyan ın yeterince b ü tü n cü l ve anlaşılır b ilgisin i
hiçbir zam an alam am akta ve aynı zam anda bu bilgiye cevap vere­
m em ektedir. İronik olarak, onyedinci yüzyılın büyük düşünürleri­
n i,insanı hem çok-boyutlu dünyasından sürm eye hem de bilim sel
sesini bir V ocorder seviyesine indirm eye sevkeden şey, insanın m e ­
kanik icatlarından duyulan köklü kıvançtı. Bu, teleskopla doğrula­
narak (justifike edilerek) yüceltilen beşeri bir kıvançtı.
Aynı indirgem ecilik ve soyutlam a, gerçekte insanın diğer tüm
organlarında vuku buldu. Bugün cinsel yaşam dahi, hırslı genetik­
çilerin ve fizyologların ellerinde tecavüzden m u af değildir. Johnson
ve M asters’in in san ın cinsel eylem leri hakkındaki sö zd e objektif
bilgilerine bakın. Yaşamın boyutlarının bu şekilde kadem e kademe
indirgenm esi, d ü nyanın, evrenin m erkezi olm adığı keşfinden çok
daha ciddi rezaletleri ihtiva etti. H ııstiyan i tevazu, ruhu, varsayım ­
sal olarak ruhu (n efsi), Tanrı’ya yakınlaştırm ıştı; fakat bilim sel te ­
vazu, ruhu, kendi kendini yok etm e noktasına getiriyordu.
Şim di, niceliksel, ölçülebilir, dışsal olana istisnai bir vurguya sa­
hip bu m ekanik dünya görünüşü, bilinen ırk ve kültürlerin en ilkel­
lerinden birisi ile, Avusturalya yerlilerinin dünya görüşüyle kıyasla­
yın.
S on z a m a n la r ın bir y o r u m c u s u , Kaj B ir k e t-S m ith ’e göre,
“ A v u straly alIn ın hayat anlayışındaki tem el düşünce, insanla tabiat,
canlı ile ölü arasında hiçbir keskin ayırım ın olm am ası, ve hatta
geçm iş, hal ve istikbal (gelecek) arasında dahi bir boşluğun b u lu n ­
m am asıdır. Tabiatın insansız varolabilm esinin olasılığı, insanın ta­
biat olm aksızın varolabilm esi kadardır ve dün ve yarın, bize göre
anlaşılm az bir halde, bugünde birleşirler.”
Avustralya yerlisinin gözlem lem e alışkanlığındaki ya da tecrü ­
besinin sem bolik form ülasyonundaki yetersizlikler ne olursa olsun,
bu kitabın geliştirdiği tem a olarak görülecektir ki A vustralya’nın
‘ilkel’görüşü, biyolojik ve kültürel açıdan konuşacak olursak, ger­
çekte m ekanik d ünya resm inin görü şü n d en çok daha az ilkeldir;
çünkü, m ekanik dünya resmi Kepler, G alileo ve takipçilerinin, göz­
lem lerinin sıhhatini ve tasvirlerinin inceliğini bozm ak suretiyle b i­
lerek ihraç ettikleri hayatın birçok b oyu tu n u içerm ektedir.
T ü m o n d o k u zu n cu yüzyıl b oyu n ca, b ilim in başlıca sözcüleri,
H u ygens ve N ew ton kadar kendilerinden em in bir şekilde ilan etti­
ler ki m ekaniğin kanunları, yalnızca tüm fenom en lere hükm eden
kanunların arasında bir kanun dizisi değil, fakat hayatın ve aklın
dahi yeterli bir açıklaması için gerekli olan biricik kanunlardır b u n ­
dan dolayı da başka herhangi bir m ekanik olm ayan (n o n -m ech a n i-
cal) davranışın aranm asına lüzum yoktur. Clerk M axwell gibi ö z ­
gün bir bilim adam ı dahi, 1875’te, “fiziksel bir fen om en , m addi bir
sistem in biçim ve hareketindeki bir değişim olarak bütünüyle ta-
n ım lanabildiginde, bu fen om en in dinam ik açıklam asının tam o l­
d u ğu sö y len eb ilir.” derken, on d an daha ö n c e (1 8 6 9 ) H elm h oltz,
ken d in den em in bir şekilde şunu ifade ediyordu: “Tabii bilim lerin
k on u su , diğer tü m değişim lerin dayandığı hareketleri ve dolayısıy­
la, kendilerini m ekanik içinde çözüm leyem edikleri bu hareketlere
m ukabil m otiv güçleri bulmaktır." B oscovich ve Faraday'ın m eka­
nik olm ayan d avranışın varolab ilecegin e ilişkin kanaatleri, o za­
m an, atom seviyesinde dahi sınırın dışına taşm ıştı.
Bu, hâlâ, kendilerinden ‘canlı’, ‘organizm ik’, veya ‘parapsiko-
lojik fen om en ler hakkında rasyonel bir d ü şü n ce isten d iğin d e bir
çok b iyolog tarafından ifade edilen k ü çüm sem eyi, gerçekte ise la­
netli bir b id ’at üzerinde olm anın verdiği teolojik korku titrem esini
açıklar. Bu m ekanistik doktrinin nihai son u cu , makinayı herhangi
bir organizm adan daha yüksek bir statüye yükseltm ek ya da en iyi
durum da yüksek organizm aların, süperm akinalar olduklarını iste­
m eye istem eye kabul etm ekti. Bu suretle, bir m etafiziksel soyu tla­
m alar küm esi, birçok tecessü m e sahip m akinanın zam anla ‘Yüce
G üç haline geleceği, bir dini tapınm a ve ibadet nesnesi olacağı tek­
n olojik bir m edeniyetin altyapısını hazırladı.
G eçen yüzyıl boyunca, özelde son kuşak boyunca, bu köklü for-
m ü la sy o n , birçok alanda, G a lileo’nin d oğrudan m irasçıları olan
n ükleer fizikçiler tarafından en kesin b içim d e düzeltild i. Ç ünkü,
ufak paı tiküller ve yüklerden m üteşekkil dünyaları saf m ekanik ya
da geom etrik terim lerle tanım lanam az yahut ele alınam az veya iş
gören bir m ak inada tekrar biraraya getirilm ek le (re-a ssem b led )
ahenkli ve görülür hale getirilem ez.
Tüm bunlardan dolayı, -her ne kadar, çağdaşlarım ızın fiili tec­
rübesi X ışınlarını ve görüntü ve seseleıe ilişkin elektronik aktarma
sistem lerini içeriyorsa da- m ekanik im ge, sırf sahip olduğu so m u t­
luk nedeniyle d om in an t kalm ıştır. M ekanik dünya resm inin hâlâ
m uhafaza ettiği bu düşünceyi örneklendirm ek için, kendim e, az da
olsa kom ik iki örneği hasredeceğim .
Son zamanlardaki bir kitabında m eşhur bir biyolog, acının ger­
çek varlığını, o n u n bir iç tecrübe, şahsi olarak ifade edilir ve dolayı­
sıyla bilim sel açıdan ulaşılm az (kavranm az) ve tanım lanm az o ld u ­
ğuna dayanarak bertaraf etm iştir. Sırf varlığıyla, uyguladığı y ö n te­
m e ters gelen bu faktörü dışta tutm ak için, bu biyolog: “Acıdan içi­
nizde bulunan korkunç bir şevtancık şeklinde bahsediyorduk. G e­
lin, artık acıdan on u makinalar ve diğer nedenlerle karşılaştırarak,
sinirler ve onların itkileri çerçevesinde ve h ep sin d en öte, beyinler
ve onların acıya tepki gösterdikleri tarz çerçevesinde bahsedelim . O
zam an, en azından, kendim ize acıyı hissetm em eyi öğretebiliriz.”
Bu m etot gerçekten işe yarıyorsa, sözgelim i bir kanser hastası
için arzu edilebilir bir öğretim türü olacaktır. Buna rağm en, diğer
birçok olayda oldukça ihtiyatsız (basiretsiz) bir m eto t olabilir; ör­
neğin, bir çocuk elini ateşe dokundurduğunda, keskin bir acı, ona
daha ciddi bedensel zararlardan kaçınm asını öğretir. Eski zam an ­
larda ispat edildiği şekliyle, bu tür bir öğretim in m uteber şekli olan
h ip n otizm an ın belli şartlar altında hayran kalınır bir anestezi göre­
vi gördüğünden şüphe yoktur; ve stoik ö z-d isip lin ya da oto-telkin
dahi birçok acı için m ükem m el bir anestezi olabilirler. Fakat, “ta­
nım lanm ası im kân dahilinde olm ayan bir şeyin varlığından bahset­
m eye çalışm ak abestir.” diyen bir bilim adam ının teorik sınırlan­
dırm alarına ne demeli? Bu varlığı inkar etm ek daha büyük bir saç­
m alık değil midir?
T anım lanm ayan her şeyi var-olm ayan (yok ) şeklinde bertaraf
etm ek, varlığı bilgiye eş tutm aktır. Bir renk, sadece, m atem atiksel
olarak belirlenebilir dalga uzunluğuyla olan tanım lanabilir mi? Bu
soyut tanım lam anın ne kadar sıhhatli olduğu ön em li değil, öznel
bir tecrübenin renkle ilgili gösterdiği kanıtların hiçbirini g ö ster­
m ez. Aynı şey acı için de geçerlidir. A cının varlığını ya da ö n em in i
tam m lanam ayacak kadar kişisel olm asından dolayı reddetm ek, b i­
lim sel nesnelliğin bir örneği midir?
Acıyı bilim sel açıdan itibardan yoksun kılm a teşebbüsü gerçek­
te, organik reaksiyonları, makinavâri davranışla eşleştirm e teşeb b ü ­
südür ve m akinaların herhangi bir acıyı kaydetm e araçları o lm a d ı­
ğından, bu durum daki bir organizm a, bir anom ali ya da daha da
kötüsü, teknolojik bir anakronizm haline gelir. Bu köhne m ekanik
m od ele sım sıkı yapışanlar için belki de daha sinir bozu cu gelen şey,
uzun zam an evrim ci doktrinlerim izin ön ü n d e durm asına rağm en
acının henüz herhangi bir biyolojik cevabın verilem ediği bazı şeyle­
re işaret etm esidir. N asıl oluyor da daha düşük derecedeki bir acı
gibi kendisi de hiçbir amaca hizm et etm eyen şiddetli acı gibi büyük
bir yanlış adaptasyon, kalıtım sal bir özellik h alin e gelm iştir? Bu,
yüksek organizm aların sinir sistem lerinin şiddetli hassasiyeti ve aşı­
rı duyarlılığı için ödem eleri gereken ağır bir bedeldir. H angi ‘selek-
tif baskı’ böyle işe yaramaz bir reaksiyonu üretip nakletti?
B ugün, hem en hem en patalojik olan, doğrudan doğruya in cele­
n em ey en ve k on trol -dışsal, tercihen m ek an ik , elek tro n ik ya da
kim yasal kontrol- altında tutulam ayan şeylerin korkusu, çok daha
eski bir atavizm in, karanlık korkusunun, bilim sel bir m uadili o la ­
rak hayatını sürdürm ektedir. Buna karşılık, d em o d e olm u ş m eka­
nik dünya resm ini tam am lam aya adanm ış dört asrın son u n d a biz-
ler bugün m akinayı gereğinden fazla yüceltiyorsak, bun u n sebebi,
bizleri m akinavı dizayn ve kontrol etm eye yetkin kılm ış m ekanistik
öğretinin aynı zam anda, bilim adam ına, hissiz bir şekilde m akina-
larla tanım ladığı canlı organizm alara karşı bir sığın ak vadetm esi
değil midir? M akinalar dünyasında ya da makinalara indirgenebi-
len yaratıklar dünyasında teknokratlar, gerçekten de birer ilah hali­
ne gelecekti.
D ogıu ; soruna derin bir şekilde eğilenlerin bu tür m akinaları
üretm eyi bilfiil başarm ış in san ın , bunları k on trol ed em eyeceğin i
tahm in etm eleri için sebepleri vardı. Zira, bu makinalar gerçekten
canlıydılarsa, sadece özerk olarak kalm ayacak, in san ın k ilerin ya­
nında kendi kaprisleri de olm ak üzere diğer etkileri de m ah k u m
edeceklerdi. N orbert W iener dahi, b u n u n çok yakın bir gelecekte
bilgisayarlarla vuku bulabileceğinden korktu: ‘2 0 0 1 ’ film in in senar­
yosu n un , hatadan m ünezzeh uzay gem isi bilgisayarının, hırçınlaşıp
astronotlara d ü şm an k esilm esi ile ulaştığı bir nokta. E lektronik
alim -i m utlak (o m n iscien t), insan gibi nesnel yaşam ın bir m u ad ili­
ne sahip olsaydı, o n u n da en az, Bronz Çagı’nın güçlü tanrıları ka­
dar çılgın, zalim ve cani olduğu görülm eyecek miydi? Aslına bakar­
sanız, çok daha düşm an kesilirdi, çünkü insanın kendi bilinçaltına
karşı kendi kendini koruyabilm esi için inşa ettiği kültürel koruyu­
culardan bütünüyle m ahrum du.
Bir zam ane bilim adam ının arkaik m ekanik dünya resm ine, bu
sınırlı çerçeve d ışında yer alan organik olaylara köpürecek kadar
teslim olabilm esi, bu aşırı basitleştirilm iş m od elin ne kadar cazib ve
ne kadar güçlü old uğunu gösterir ki m aalesef bugün dahi aynı d u ­
rum devam etm ektedir. Fakat organizasyon, büyüm e ve ürem enin
özerk süreçlerini açıklam ak için m akinayı k u llan m a saçm alığın ı
(absürdlüğünü). Frank O ’c o n n o ı’ın, ann esin in , kendisi daha çocuk
yaşta iken, sıkıcı fizyolojik ve duygusal yakınlıkları anlatm adan, b e ­
beklere nasıl gebe kalındığını açıklam a gayretini anlattığı hikâye,
belki de en iyi şekilde tasvir eder. Kadın biraz düşünür ve açıklar:
“annelerin karınlarında bir m otor var, babalarda ise b u n u çalıştı­
ran bir alet ve m otor bir kere çalıştığında bir bebek yapıncaya ka­
dar durm az.” A m a elbette ki! Bundan daha ‘doğal’ yani daha m e ­
kanik, daha ‘n esn el’ ne olabilirdi?
Bu suretle, on d ok u zu n cu yüzyılın so n u ile birlikte, hayatın ger­
çekleriyle yüzleşen basit bir kadın, cinsel utangaçlık tarafından b i­
lim adam larının organik davranışı ‘m ekanik’ bir sürece indirgem ek
için yaptıkları açıklam aların daha ham fakat ik in cil ben zerlerin i
yapmaya sevkedildi; sanki m akinalar, atom ik elem entlerin evrim i-
ninin sebebini bile izah etm ek için pre-organik varoluşun tam baş­
langıcında tespit edilm esi gereken organizasyona d o g ıu ‘doğuştan
gelen’ eğilim den daha asli (prim ordial) idiler.
6
Galileo için af

U KİTABIN BİR GÖREVİ, G alileo’nun ‘su çu ’nun talihsiz s o ­


n uçlarını ortaya çıkarm ak olacaktır. B u n u n la birlikte, bu
suç oldukça başarılıydı ve beraberinde getirdiği entellektüel
ganim et çök fazlaydı; öyle ki, işkenceden kurtulm ak için Engizis-
y o n ’a boyun eğm ekten oldukça uzak olup da G alileo’nun ayak iz ­
lerini takip eden kişiler, G alileo’nin m etod oloji ve m etafiziğini in ­
sani aktivitenin her safhasına yaym ışlardı. Sonuç olarak, bilim lo n ­
casının ustaları, birçok m ukallit ve talebeleriyle birlikte, daha ö n c e ­
ki herhangi bir rahiplikten daha fazla etki ve güce sahiptiler. D aha­
sı, ispat edilm iş bir m ucizeler dizisi ile yayılan bu yeni rahipliğin d i­
ni tüm zihinlerde sağlam bir basam ağa sahip o ld u ve G üneş Tanrı-
sı’na doğrudan hiçbir borcu olm ayan bilim sel bilgi ve teknik faali­
yet alanları bile, on u n otoritesine b oyu n eğdi.
M ekanik d ünya resm indeki yetersizliklere işaret ederken, bir­
çok yararlı sonuçlarını, özellikle bu sonuçların en etkin direkt bir
b içim de uygulanabilecekleri alanı -yani tekniğin kendisini- k ü çü m ­
sem e arzusunda değilim . Bilim sel hakikatin her yeni parçası, ister
hatırlanm az olsun ister anlık, değerliydi. D ogm atik konum ların sa­
vunu sun da şiddetli duyguların kabardığı, bir Katolik’in bir P ıo tes-
tanla veya iki farklı Protestan m ezhebin savunucularının birbirle-
riyle konuşm asın ın im kânsız old u ğu acı politik ve teolojik çatışm a­
ların hükm ettiği bir devrede yeni m ekanik, ideloloji birleştirici bir
işleve sahip oldu: ortak bir dil sağladı ve oldukça farklı iç âlem lere
sahip insanların iştirak edebilecekleri pratik çabaya dayalı bir alan
açtı. Bu ortak zihinsel ilişki ve işbirliği dünyası, ulusal bencillik ve
kıskançlıklara ve kendi k endileıen i tecrit eden totaliteryen id eolo ji­
lere rağm en genişlem eye devam “tti. D ünyanın hçr yerinde b ilim
adam ları, m eslektaşları arasında kendilerini herhangi bir m eslek
grubundan çok daha fazla evlerinde hissederler, çünkü ortak bir d i­
li konuşurlar ve ortak bir hedefin peşindedirler. Bu birlik, her ne
kadar sıkça bozulduysa da, kaybedilem eyecek kadar kıym etlidir.
B ilindiği gibi bilim lerin bu şekilde yarattıkları şeyler, hünerli
sem b olik m am üllerdi. M aalesef b u sem bollerden zım n en faydala­
nanlar, bunların yüksek bir gerçeklik düzeni sunduklarına in a n d ı­
lar; halbuki, gerçekte bu sem boller sadece yüksek bir soyutlam a d ü ­
zenini ifade ediyorlardı, insan tecrübesi, zorunlu olarak çok -b oyu t-
lu kaldı. Bir ekseni, yatay bir şekilde, dış gözlem e açılan dünyaya,
sözde nesnel dünyaya doğru genişler; diğer ekseni ise, dik açılarla,
dikey bir şekilde öznel d ü nyan ın derinliklerinden ve yükseklikle­
rinden geçer. Gerçekliğin kendisi de, ancak her iki düzlem b oyu n ca
çizilen sayısız çizgilerden oluşan ve m erkezde, canlı bir kişinin ak­
lında, kesişen bir figürle tem sil edilebilir.
Fakat gelin artık G üneş Tanrısı’nın hakkını verelim: tesis ettiği
düzen gerçekte, hayatın diğer tüm tezahürleri için bir tem el teşkil
etti; abidleri ise düzensizlik ve çözü lm eye açık bir kültürde, d üzene
gerekli saygıyı gösterdiler. O halde , buna ek olarak Galileo için ia-
de-i itibarda bulunalım ; ne yaptığını b ilm iyordu ve büyük olasılık­
la, nesnel ve öznel tecrübeyi ayırm anın nelere yol açacağını tahm in
edem edi. Kendisi gizli bir sapık (heretik) değil, fakat açık görüşlü
naturalist bir hüm anist ya da hüm anist bir naturaiistti ve yaratıl­
m asın a yardım cı olduğu soyu t kavramsal d ünyanın so n u ç olarak
tüm geleneksel değerleri yerlerinden edeceğini ve egem en mekanik
örgüye uym ayan tüm tecrübe ve bilgiyi reddeceğini tahm in ed em e­
di. G alileo, hayatını ve zih n in i şek illen d iren kültü rü n , varlığını
kend isinin dünyaya bakış tarzıyla daha düzenli, daha zengin bir şe­
kilde -cansızlaştırılm ış, zayıflatılm ış ve indirgenm iş bir biçim d e de­
ğil- sürdüreceğini kanıksam ıştır. M aalesef G alileo’nun takipçileri,
özn el faktörlerin, yani insani dürtülerin, tasarıların ve o to n o m tep ­
kilerin ön em in i inkar ederlerken, kendi öznelliklerine dair her tür­
lü araştırmadan kaçmışlardı; değerleri, am açlan ve bilim sel o lm a­
yan anlam ları, fantezileri, hayalleri kendi p ozitivist m eto d o lo jile­
riyle ilişkisiz olarak dışta tutarlarken, kendi sistem lerinin yaratıl­
m asında öznelliğin oynadığı rolün farkına varamam ışlardı. Fiiliyat­
ta yaptıkları şey, her türlü değer ve am acı bertaraf etm ekti, fakak
yüce olarak telakki ettikleri bir amaç dışında: Bilim sel gerçeğin pe­
şin d en koşm ak. Bu hakikat arayışında, bilim adamı kendi d isip lin i­
ni kutsallaştırdı ve daha da tehlikelisi, o n u her türlü ahlâki yü k ü m ­
lülüğün üzerine yerleştirdi. Bu takdisin sonuçları ancak çağım ızda
görü nm eye başladı. Bilim sel hakikat m utlak bir statüye ulaştı; ardı
arkası kesilm ez arayış ve bilgi genişlem esi ise, kabul edilen tek kate­
gorik zaruret haline geldi.
Şayet, insan ırkının tarihi, birtakım ibretler veriyorsa şu , onlar­
dan biridir: in sa n , m u tla kla ra teslim ed ilem ez. R om alılar, “Tavan
çökse de adalet yerine gelsin” dediklerinde, bir an bile, tavanın ç ö ­
kebileceğinden şüphe duym am ışlardı; fakat sebatla atom u parçala­
m aya çabalayan fizikçiler, insan ırkını teh d it ediyorlardı. N ükleer
bom balarin icat edilm esiyle, yeryüzündeki tüm yaşamı tehlikeye at­
tılar. Zira, artık sadece tavan değil gökler de çökebilir. Eski hakikat
yada son u ç oyunun da sonuçlar en az hakikat kadar ö n em li olm aya
başladılar ve hakikatin yeni alanlardaki her genişlem esiyle birlikte
dikkatlice tekrar tekrar incelenm eleri gerekti. Bugün, bu dikkatin
olm am asından dolayı, m ilyonlarca insanın toplu bir felaketin g ö l­
gesin d e yaşam asının yanı sıra, teneffüs ettikleri hava, içtikleri su,
yedikleri yem ek, bilim sel bilginin yanlış uygulam aları aracılığıyla
zehirlenm ektedir.
Yeni bilim , kendi şem asının tem el bir bileşeni olarak gözlem ci­
nin kendisiyle başlam ış olsaydı, on u n m ekanik m o d elin in ve gayri-
tab iileştirilen (d e-n atu red ) ve gayri-in san ileştirilen (d e-h u m a n i-
zed) evreninin yetersizliği kaçınılm az olarak ortaya çıkacaktı. Sezgi­
ler ve hatıralar olm aksızın bilgi zayıftır ve kendi keyfine göre verd i­
ği beyanat öylesine eksik, kadim kültürel d ön ü m noktaları olm ak ­
sızın , öylesine yetersiz, yapısal açıdan öylesin e tahrif edilm iştir ki
b ilg in in k en d isi, b ü sb ü tü n y a n lış bir m a lu m a t d u ru m u n d a d ır.
Perry Bridgm an, S ta llo ’ya Giriş (In tro d u ctio n to Stallo) adlı eserinde
b ilim adam ının kendi mekanistik form ülasyonlarının teorik zayıflı-
lığının üstesinden gelm esini m üm kün kılan şeyin o n u n aktif deney
ve seleksiyonu olduğuna işaret etm ekle iyi etm iştir.
B ilim adamlarıyla haşır neşir olan ya da yaratıcı bilim adam ları­
nın biyografilerini ok u m u ş hiç kim se, tam tarafsızlık (im p erson a­
lity), m ekanik duyarlılık, duygunun sert bir şekilde bastırılm ası gibi
n esn elliğe ilişkin hakim düsturların, son u çların to p la m ın ı ya da
son görünüm lerini titiz ve sistem atik tasvirlerle ele alm aktan başka
bir şeye taalluk ettiklerini düşü n m ez. Bilim sel o yu n u oynarken, b i­
lim adam ı oyun un katı kurallarına uym ak zorundadır, aksi halde
cezalandırılır, gerekirse de diskalifiye edilir. Fakat oyu n u n kendisi,
gurur ve kibirden zih insel şakacılık ve yoğun estetik hazza kadar
her türlü öznel tahrike açık insanlar tarafından oynanılır. Bu öznel
tem eller olm aksızın, bilim deki en iyi çalışm aların bazılarının ger­
çekleştirilebilm e ihtim alleri zayıftır.
H er yerde olduğu gibi bilim de de, olgun kişilik, yaratıcı eylem ,
için zorunlu bir tem el olsa da, bilim adam ının m etot ve am acında
radikal bir d ön ü şü m olm aksızın orijinal m ekanik dünya resm inin
kendisinden neşet eden direngen sınırlam aların üstesinden g elin e­
m ez. Teoride olsa dahi insan, hem kendi tabiatının hem de yaşadığı
dünyanın kusurlu bir resm ini ortaya çıkarm adan kendi hayati o r­
ganlarını dışarı çıkartamaz, ayrıca tüm eylem alanını, g ö zlem len e­
bilir ve kontrol edilebilir olana indirgevem ez.
Sırf içsel ve özn el olduğu için insanın varlığının en m erkezî o l­
gusunu ihraç etm ek, insan tabiatının en kritik kısm ını bir kenara
bırakan büyük özn el yanlışlam ayı m üm kün kılmaktadır. Zira gidip
gelen düşler, hayaller, bedensel dürtüler, form atif düşünceler, tasa­
rılar ve icatlarda -ve hepsinin ötesin d e dildeki açıklıkta- tecrübe
edildiği şekliyle bu tem el öznel değişim (seyelan) olm adan, insan
tecrübesine açık dünya ne tanım lanabilir ne de rasyonel bir şekilde
anlaşılabilir. Ç ağım ız bu dersi öğrendiği zam an, insanın ve daim i
kaybının pahasına, m egam akinanın yararına inşa edilegelen m eka­
nikleştirilm iş ve elektirikleştirilm iş çorak ülke için kullanılan insan
gücünün bedelini öd em eye doğru ilk adım ı atacaktır.
IV

SİYASAL MUTLAKİYETÇİLÎK VE
SINIFLANDIRMA
1 *

Tabiatın efendileri

önüşüm , t e o r i d e k o p e r n İk , k e p l e r v e g a l i l e o

D aracılığıyla başladı. R ene D escartes tarafından daha ileriye


taşındı, çünkü O, yeni dünya resm ini, bu resm e engin bir
otorite veren iki yeni fen om en ile birleştirdi; saatin içindeki o to m a -
ton (kendi kendine hareket eden) parçaların davranışı ve m onarşik
m utlakiyet talepleri. Kendi kendini tatm in için, hayatın tüm teza­
hürlerinin saf bir m atem atiksel tem ele dayanarak açıklanabileceğini
ve insan hariç, organizm a ve m ek an izm an ın birbirlerinin yerine
geçebilen terim ler olduklarını ispatladı.
• D escartes’in ‘M eto d Ü zerine K o n u şm a 'sı (Discourse on M e th o d )
Batı dü şünce tarihinde bir d ön ü m noktasıdır: m ü k em m el üslubu
ve m atem atiksel ve m ekanik d ü şü n m e (m u h ak em e) türlerini b ir­
leştirm esiyle daha sonraki bilim sel form ülasyonlar üzerine silin m ez
bir iz bıraktı. R ou sseau’nu n T o p lu m Sözleşm esi (Social C o n tra ct)
kadar kısa ve okunabilir olan bu çalışma, D escartes’ın, çağdaşı Ga-
lileo ’nu n Kutsal E n gizisyon la başının nasıl derde girdiğini görünce
sakladığı daha kapsam lı bir kitabın m uhtasarıydı. Bununla birlikte,
m odern düşünceye bir m ukaddim e, ‘Sum m a’ görevini görür. Ç ü n ­
kü bu çalışm a, T h om as A qu in as’nun hantal ve aşırı detaylı sen tezi­
nin aksine titizce eklem lenm iş bir iskelet durum undaydı.
Bu zam anda D escartes, tek bir akıl tarafından yeterli bilim sel
araştırmaya açık gözükm eyen hiçbir şeyin kalm adığını yazdı. Tek
başına, bir kraliyet despotu gibi, yeni bir çağın ideolojik tem ellerini
kurm aya koyuldu. Bu anlam da Descartes, hâlâ eski A ristotelyen ge­
lenekteydi ve henüz, gaiblerden haber getiren (kehanette bulunan)
yaşlı çağdaşı Francis B acon ’a intisap etm em işti. Zira Bacon, daha
verim li ve anında hizm ete sunulabilm esi için bilim in, uzm anlaşm ış
iş b ö lü m ü n ü ve standartlaşm ış m ünferid bir araştırma türünü ka­
bul etm ek zorunda old u ğu n u n farkındaydı.
B u n u n la beraber D escates’la kişi, b ilim sel araştırm anın tem el
m otivlerinin açık bir m uhasebesini, b u araştırm anın en eski ve en
asil dürtüsünün yanında, düzenli ilişkileri keşfetm ek ve tem el n e ­
densellik zin cirin i ya da görünürde rastlantısal gözüken olayların
zuhur eden biçim lerini açıklayan m akul, sem b o lik yapıları yarat­
m ak am acıyla aklı ku llanm an ın tatlı h azzın ı elde eder. Bu dip siz
m erak ve hayret olm asaydı, in san oğlu , güç kullanm a ve akılsızca
zevk alm aya dayalı hayvani d u ru m u n d ışın a gü ç bela çıkabilirdi.
T horstein V eblen'ın ıroııik olarak, ‘b oş m erak’ dediği şey, çoğu za­
m an başka m akul ödüllerin tard edilm esi pahasına, en yetkin zih in ­
leri, b ilim in peşinde tutkuyla koşm aya bağlam a görevini gördü. Ev­
rensel ölçekte paylaşılabilir hakikate olan b u önyargısız teslim iyet,
b ilim in belki de en dayanıklı bağışı idi.
Fakat bunun yanında, daha bencil tutkular ve faydacı istekler,
b ilim in g elişm esin in en başın d an beri, bü yü (m a g ic) ile birlikte
önem li bir rol oynadılar ve bu düşünceler, D escartes’m sert ö n er­
m elerinde dahi görülm ekteydiler: “Hayatta old u k ça yararlı (kulla­
nışlı) bilgiye ulaşm anın ve genellikle okullarda öğretilen spekülatif
felsefen in yerine, en az zenaatkârlarım ızın ü rü n lerin i b ild iğ im iz
açıklık ve kesinlikte ateş, su, hava, yıldızlar, s e m a v i ve bizi kuşatan
d iğer tü m cisim leri bilm e y o lu y la pratik bir m eto t k eşfetm en in
m ü m k ü n old uğu nun idrakine vardım . Biz bu araçları, uygulandık­
ları tü m kullanım lara da tatbik edebiliriz. Ve böylece, kendim ize
tabiatın efendileri ve sahipleri payesini verebiliriz.”
. Açıktır ki bu son cüm lenin dili, önyargısız, spekülatif bilim ada­
m ın ın dili değildir. Bu dil, onaltıncı yüzyıldan bu yana, Batı M ede-
niyeti’nin keşif, kolonileştirm e, askeri fetih ve m ekanik sanayi ile il­
g ili şu m u llü g e lişm e s in d e d ah a ö n c e g ö r ü lm e m iş bir b iç im d e
ö n em li bir rol oynayan top lu m sal m otiviere ziyadesiyle bağlıydı.
“T abiatın efendileri ve sahipleri”olm ak, m eslekleri ve am açlan kök ­
lü şekilde farklı gözükse de, fatihi, maceracı tüccar ve bankeri, sa­
nayiciyi ve bilim adam ını gizlice birleştiren tutkuydu.
D aha en başında, bilim ve teknik, bu m üfrit hırsları ve mağrur
talepleri ilerletm ede rol aldı. M anyetik pusula, astronom ik gözlem ­
ler ve haritacılık olm asaydı, kürenin denizden etrafının dolaşılm ası
(circum navigation) tüm üyle im kânsız olm asa da, uzun bir zaman
alacaktı. Fakat, on d ok u zu n cu yüzyıldan sonra, b ilim in , insanın ta­
biat üzerindeki tek taraflı efendiliğine dair uğraşısı başka bir d ö n e­
m ecin eşiğine geldi. Bu da, her türlü tabii sürecin yerine suni ikame
araçları ararçıak, m am ül ürünleri organik olanlarla değiştirm ek ve
nihayet, insanın kendisini, keşfettiği ya da yarattığı güçlerin itaat­
kâr bir kuluna dönü ştürm ek ti. İronik olarak, ürenin, bir hayvanın
artık ürününün bir eşinin yapılm ası, böyle bir araştırmanın ilk b ü ­
yük zaferiydi! Fakat bu n u başka bir çok ikam e araçları -lifler, plas­
tikler, kim yevi ilaçlar- takip etti. Bazısı kendi yolunda m ü k e m m el.
bir şekilde gidiyordu; bazısı da daha büyük organizasyonlar için
daha fazla kazanç üretm ekle m eşguldu.
Elbette ki D escartes, ‘tabiatı fethetm ek’ için sarfedilen bu tek ta­
raflı çabanın, gerçeklik kazanm aya daha da yaklaştıkça beraberinde
özel bir tehlikeyi getireceğini ö n ced en görem edi. Bu, insanın ken­
disinin, m ahrum bırakılıp azledilm esi tehlikesiydi. H er ne kadar ar­
tık b u nihai tehdit ile yüz yüze gelm em iz gerekiyorsa da, burada bu
tehdidi, sadece D escartes’ı tem ize çıkarm ak ve o n u n görece m asu­
m iyetini ilan etm ek için zikrediyorum . Galileo gibi O da, dış fen o ­
m enlerin k ontrolün ün ve çevreyi değiştirm ek ile zam an ve mekana
h ü k m etm ek için kullanışlı fiziksel enerjilerin artışının, insanoğlunu
adam etm e, kendi gelişim ini disipline sokm a ve y ön etm e ve on u n
kültür ve k işiliğ in in sın ırsız p ota n siy ellerin i k eşfetm e çab asın ın
ö n ü n e geçebileceği n osyonu na sahip değildi.
D escartes’ın zam anında, fiziksel ve m atem atiksel bilim ler henüz
şim diki gibi üstün bir konum a ulaşm am ışlardı. Kendisi kabiliyetli
bir m atem atikçi olan Descartes, yalnızca m atem atiksel problem lere
ya da fiziksel fen om enlere dalm am ıştı; zira kanın kalp ve atarda­
marlardaki hareketi üzerine fizyolojik bir çalışm a da yapm ıştı ki
Harvey aynı çizgi üzerinde daha başarılı bir son u ca ulaşacaktı. D es­
cartes, insanın varlığını tabiatın bir efendisi olarak tasarladıysa da,
bu efendilik, k en d isin in bir asker olarak tecrü b esin e rağm en, te ­
m elde zihind e kaldı. O nun başlıca um utları, artan fiziksel güç ve
verim liliğe değil, daha sağlıklı bir idare (rejim) için rasyonel bir te­
m el sağlayacağını üm it ettiği insan organizm asının bilgisine ulaş­
maya dayanıyordu.
Bu suretle D escartes, Bacon gibi, b ilim i pratik açıdan, “kendile­
riyle, hiçbir zahm ete katlanm aksızın, dünyanın nim etlerini ve tüm
rahatlığını elde edebileceğim iz so n su z derecedeki sanatların (tek­
niklerin) icadı" na bir kılavuz olarak görürken şunu da eklemiştir:
“İnsanı şu anki durum undan daha bilge ve daha dâhi kılacak her­
h an gi bir araç varsa ... bu, ancak tıp ta aranm alıdır.”0 em in d i ki
“Bizler, bedenin ve aynı şekilde aklın son su z derecedeki hastalıkla­
rından ve belki de yaşlılığın takatsizliğinden, bunların sebepleri ve
tabiatın bize sağladığı tüm çareler hakkında yeterince fazla bir b il­
giye sahip olab ild iğim iz takdirde kurtulabilirdik.” D escartes için,
direkt insani yararlar, m addi güç ve ürünlerden daha fazla bir d e­
ğeri haizdi.
M odern insanın takdir edebileceği gibi bu güven, tüm üyle yan­
lış yerde değild i. B ugün, hijyenik bakım , k oru yu cu ilaç, başarılı
am eliyat ve antibiyotikler sonu cu -su ve sabunun evrensel kullanı­
m ın d an bahsetm eye gerek yo k - Batı D ü n y a sı’nda norm al yaşam
sürelerinin üstünde yaşayan insanların gittikçe artan sayısı, Descar-
tes’ın um utlarının doğrulandığını gösterir. Fakat, ister bilim sel ister
iltopyacı olsu n , sonsuz ilerlem e beklentileri ile coşan tüm zihinler
gibi D escartes da, bu kazanım lara eşlik edecek ve onları sinsice ç ö ­
kertecek olu m su z sonuçları çoğunlukla, sahip oldukları başarı ora­
nıyla değerlendirdi. Bu olu m su z sonuçlar arasında, artık çok büyük
b iy o lo jik hataların var o ld u ğ u n u b iliy o ru z. Bu ö n ce d e n tah m in
ed ilem eyen sonuçlar, gerçek ilerlem eleri kısm en geçersiz kıldı ve
bilim in lehindeki yüce teraziyi artan bir şü p h ed e bıraktı, m eğer ki'
bugün yapılan m uazzam ölçüm ler, bilim sel ve finansal olarak h ız­
landırılm ış yıkım ve im h a güçlerini durdurm ak için olsun.
2
Mutlakiyetçiliğe geçiş

ESCARTES, BİRDEN FAZLA ALANDA yılm az, çalışkan bir


bilim sel deneyciydiyse de, kartezyen m etod u n kendisi en
fazla 'fiziksel olan ’a yani pre-organik olan tabiata uygula­
nabilirdi. D escartes, bu yön d e bilerek yoğ u n la ştı, çünkü bu yön
on a “bilinebilir en genel, en basit ve dolayısıyla en kolay” yön ola ­
rak gözüküyordu. B unun yanında, O n u h o şn u t kılan m atem etiksel
ilerlem elerin h em en yürürlüğe konabildikleri görüldü, çünkü b u n ­
ların “m ekanik sanatların ilerlem esine katkıları vardı.”
Descartes’ın araştırmalarının geniş m en zilin e rağm en, zam anı­
nın barok kültürü, o n u n zihnine, evvelce uygulam ada olan takviye
edici pratikler yoluyla daha sonraki teknikler üzerinde ciddi bir et­
kide bulunacak iki belirleyici izin dam gasını vurdu, ilki, Descar-
tes’ın, bir d ü zen e kavuşm a ve o n u sürdürm e aracı olarak siyasal
m u tlak iyetçiliğe in an cıyd ı. G elenek, tarihsel süreklilik, yaşanm ış
tecrübe, dem okratik işbirliği ve başkalarıyla karşılıklı m ünasebete
aykırı bir şekilde D escartes, bir barok prensi gibi, örften (precen-
dent) kopuk, avam i âdetlere ilgisini kesen, m utlak güç sahibi, yal­
n ız hareket ed en , kayıtsız şartsız itaati em red en , kısaca kanunu
ayakları altında bir zihinle ulaşılabilecek düzeni arzuladı.
Bu organik kom plek site yık ım ı, etkili m ekanikleştirm e ve her
alanda tam kontrol için birincil şarttı. Bu tür zihinlerin çalışmaları,
artık devrin binalarında ve şehirlerde görülebiliyordu: Otokratik
bir otoritenin hizm etin deki m ü h en d is-m im arlar tarafından ö n ce­
den belirlenm iş bir plana göre dizayn edilen yapılar yürürlüğe k o n ­
maya her an hazırdılar.
K itabının ikinci kısm ını D escartes, bu planlam a düzenini ö v ­
m ek için seçip ayırdı ve buna karşılık, uzun bir b ü y ü m e devresin­
den geçm iş bina ve şehirleri küçüm seyip, bunların sahip oldukları
kusurları, revizyonları, adaptasyonları, gelecek kuşakların m utlu
anlarını ve yeni icatlarını sergiledi. Sparta’yı bile, sahip olduğu ka­
nunlar ve âdetleri iyi bulduğundan değil, fakat bunların “tek bir b i­
r e y d e n kaynaklandıklarından ve “tek bir h e d e f’e yöneldiklerinden
dolayı övdü. Tabii ki barok şehrin planını kendi felsefi sistem i için
bir m odel olarak kullandı. T a rih te Ş eh ir (T h e C ity in H istory) isimli
eserim de d erinlem esine gösterdiğim gibi, m ekanik düzen ve katı
kontrol, bu sistem in her tarafına kazılıydı. Kişi şayet Versay Sara-
yı’nın süslem elerini kaldıracak olursa, gerçekte gen iş bir m odern
fabrika ünitesinin iskeletini elde eder.
D escartes’ın soloizm i, barok m utlakiyetçiligin yö n etim dışında
diğer alanlardaki tabii bir ifadesiydi: Yalnız başına hareket etmek,
sahnenin m erkezini işgal etm ek, tüm rakip kişi ve gruplan yerlerin­
den etm ek. Bu, yönetici despot, m üzikçi prim adonna, tekelci ser­
mayedar ve d üşü nen filo zo f arasındaki tem el bağdı. Bu akım ın n i­
hai etkisi, top lu m u n tüm bileşen unsurlarını ayrışık otom atik cü z­
lere indirgem ek ve kralı, ‘devlet’i, belli bir düzen verm e işlevini ve
geride kalan yab an cılaşm ış ve p arçalanm ış bireylerin yön etim in i
tek bir polarlaştırıcı öğeye terk etm ek old u . Gerçek bir cem aat o lu ş­
turan, aile, köy, çiftlik, iş yeri, lonca, kilise gibi bileşen grupların bu
şekilde kabuklarının soyulm ası, m akina tarafından em p oze edilen
tekdüzelik ve standartlaştırm alar için yolu tem izledi. Bu süreci en
açık bir şekilde, D escartes’ın m eşhur olduğu gerçeklik analizinde
m üşahede edebiliriz. Binayı kurmaya tem elden başlamak için, aklı­
nın içerdiği doğru ya da yanlış tü m bilgileri silm e çabasında Des-
cartes, k end isin e tartışılm az bir ö n erm e olarak görünen m eşhur
“D ü şünüyorum , o halde varım .” sözüyle başbaşa kalm ıştı. K endi­
sinden tüm niteleyici sınırlam aları ayıkladığı bu düşünce d en k le­
m inde, düşüncenin kendisi koşulsuz ve m utlak, gerçekte ise varlı­
ğın yegane zorunlu talebi olm a eğilim indeydi. Bu noktaya ulaşmak
için D escartes, bu sözü , “D ü şü n ü y o ru m o halde varım .’’sözü n ü ,
sarfetm eden evvel, en az Kitab-ı M ukaddes’in kaydettiği gibi b in ­
lerce yıllık tarih kadar uzun, kendi bilgisinin ardında uzanan çok
sayıdaki hem cinsinin işbirliğine ihtiyacı o ld u ğu n u unuttu. B unun
dışında bugün, O nun ayrıca, insan türünün uzun bir zam an cahili
kaldığı daha uzak bir geçm işin yaratım ına m uhtaç old u ğu n u b ili­
yoruz: D ilsiz hayvan atalarının bilinç sahibi insana d önüşm esi için
gerekli olan m ilyonlarca yıllar.
“D üşünüyorum , o halde varım .” ancak bu engin, göm ü lü tarih
kütlesine bağlı bir anlam a sahipti. Bu geçm iş olm asaydı, D escar-
tesin dü şünce ile ilgili anlık tecrübesi tanım lanm az ve gerçekten de
ifade edilm ez olacaktı. Şu ana kadar ki tüm dünya resim lerinin bel­
ki de en büyük eksikliği, m ü p h em bir efsane (m it) form u dışında
tarihsel d önü şü m ü n bu resim lerin gerçeklik algılayışlarında çok az
bir paya sahip olm asıdır. T arihin, evrensel güçlerin ya da teolojinin
ifadesiyle Allah’ın iradesinin gerekli ve anlam lı bir tefsiri olarak te­
lakki edilm esi hem en h em en yalnızca Yahudi gelenegindedir.
Yeni bir başlangıç yapm a çabasında D escartes, gerçekte hiçbir,
şeyi silip atm adı. K ollektif olarak saklanan ve bireysel olarak hatır­
lanan tecrübesi olm aksızın D escartes’ın dudakları, dili ve ses telleri
on u n m uzaffer cüm lesini kuramazlardı. Çağdaşı Pascal, “İnsan sa­
dece bir kamıştır, fakat düşünen bir kam ış.” dem işti. D escartes, h e ­
m en h em en tüm on yed in ci yüzyıl entelijansiyasının paylaştığı ve
aksiyom atik olarak telakki ettiği, d ü şü n m en in insanın en ön em li
faaliyeti olduğu kanaatini sadece tekrar dile getirm işti. Fakat bu ka­
naatin kendisi soruya açıktır. Ç ünkü örneğin ürem e, d ü şünm eden
daha tem eldir, biyolojik olarak ifade edecek olursak, d ü şü n m e üre­
medir; lâkin hayat düşünceyi sadece kuşatmakla kalmaz fakat onu
aynı zam anda aşar.
Çağdaşı G assendi, D ecartes’ın k o n u m u n u n zayıflığını gördü.
“D iyeceksin ki ben yalnızca akılım ” diye yazm ıştı Descartes’a, “fa­
kat gel sam im i konu şalım ve bana açıkça söyle, sarf ettiğin sözü ,
içinde yaşadığın toplum dan alm ıyor musun? V e m adem ki, söyle­
diğin sözler başka insanlarla olan m ünasebetlerinden sadır olm uş,
o halde bu sözlerin anlam ı aynı kaynaktan türem iyor mu?”
D escartes’ın d ü şü n ce ile var-olm a d en k lem in in altında, barok
devrenin toplum sal yapısından türeyen başka bir fikir vardı. R asyo­
nel bir d üşü nce sistem i altında tüm zihinler, bilim sel ‘kanunlar’a,
bir kulun m utlak bir yön eticin in ferm anlarına teslim olm ası gibi
teslim olm aya zorlanacaklardı. Her iki m isalde de kanun, daha so n ­
ra VVilhelm O stw ald’ın işaret edeceği gibi, tahm in edilebilir davra­
nışın alanını tesis etti. Bu, tercihleri basitleştirip gücün idareli kul­
lanılm asını sağladı. Bu suretle, b ilim in nihai gayesi, hem doğru lu ­
ğun h em de yararının ispatı tüm davranışları en az gök cisim lerinin
hareketleri kadar tahm in edilebilir kılacaktı.
B ugün bile birçok bilim adamı için, D escartes’ın önerm esi sa­
dece karşı çıkılm az bir aksiyom değil fakat b u n u n da ötesinde ahlâ­
ki bir vecibedir. M adem ki bilim sel d eterm inizm her yerde işliyor­
du, o halde insanlar da tam bir kontrol altına alınm alıydılar. Elbet­
te ki, herhangi bir m utlak yön etim biçim in d e olduğu gibi bu d ü ­
şünce de, polis tarafından bilinm eyen ya da sürü halinde toplanıp
sorgu su al o lm a k sızın sü resiz bir şek ild e h a p sed ilem ey ece k her
hangi bir asi öğen in bulunm adığını varsaydı.
T arihin o ana kadar ki katkılarını bir kenara atm akla Descartes,
hem tabiatın ön em in e, hem de ön em in tabiatına dair vukufiyetini
kaybetti ve onların birbirlerine bağım lılıklarını anlam aya muvaffak
olam adı, zira tabiatı keşfeden aklın kendisi tabiatın bir parçasıdır,
aksi takdirde gizli ya da kavranm az karakteristikler sergiler. Bu d es­
tekleyici zam an aralığı olm asaydı hayat hiçliğe doğru küçülüp b ü ­
zülürdü; ego da, aklın varlığını inkar veya on u n güçsüzlüğünü tah-
.kir etm ek için ihtiyaç duyduğu kelim elerden m ahrum kalırdı. Bir­
çok çağdaşım ızın, kendi duyularının beyanatını hakikatin nihai tef­
siri olarak kabul etm elerinden ötü rü içine bilfiil düştükleri durum
tam da budur.
D escartes’ın rasyonel şem asında feragat etm e tarzından kastedi­
len, şu kısa ve öz pasajda belli olur. “Her ne kadar bazı zamanlar,
rüya görm eler uyanık anlarım ızdan daha canlı ve farklı olsa da,
m uhakem elerim izin uyku esnasında hiçbir zam an uyanık o ld u ğu ­
m u z vakitlerdeki kadar açık ve tam olm am alarından ötü rü , tüm
düşüncelerim izin kısmi nok san lığım ız sebebiyle doğru olam ayaca­
ğından dolayı akıl (reason ), doğruyu barındıran düşüncelerin, rüya
görd ü ğüm ü z anlardan ziyade uyanık o ld u ğu m u z anlardaki tecrü­
b ede -yanlışa d ü şm ed en - bulunm ası gerektiğini em reder.”
Y ine de b u , sapkın fantezileri k on trol etm ek için değerli bir
ö ğü t sayılırdı, buna rağm en, D escartes’ın özn el faraziyeleriyle o l­
dukça çakışan teknik ve sosyal bir d ü zen m eydana getirm ek için
yardım cı olan gizli güçlerin hakkını verm edi. Organik tecrübenin
kâm il d oku su n d an ayrılan akıl burada, m antıksızlığa (unreason)
olan eğilim ini oldukça dikkatli bir biçim d e m uhafaza edip sakladı.
Ü ç asır sonra, bilinçli ve-şiddetli bir ‘m ateryalist’ olan D r. Sigm und
Freud, tıp eğitim ini tüm üyle, D escartes’ın T anrı’sm a bir varsayım
olarak dahi ihtiyaç duym ayacak katı bir araştırma türüne hasretti
ve D escartes’m , rasyonel bir araştırma için uygun olan uyanık anla­
rı katı bir şekilde tasvip etm esiyle birlikte insan gerçeğinin ne kada­
rını bir kenarda bıraktığını keşfetm ek için rüyalar âlem ine döndü.
Descartes, hassas bir şekilde d ü zen len m iş bir o to m a to n u n hare­
ketlerine kıyasen, hayatı saf bir m atem atiksel fen om en olarak yo-
um lam asının ken disin in ve takipçilerinin zannetigi kadar aşikar
bir rasyonellikte olm adığını görecek bir persfektiften yoksundu.
Son olarak D escartes’in m ekanik m utlakiyetçiligine ilişkin ifa­
delerine bakalım . Berraklık ve tahm in edilebilir düzen uğruna D es-
cartes, tüm organizm aların en karakteristik iki fon k siyon u n u lağ­
vetm eye hazırdı. İlki, tecrübeyi kaydedip saklam a ve on u devam lı
surette hem hatırlanan hem de beklenen ya da hayal edilen o la y ­
larla ilişkili halihazırdaki faaliyetlerle tekrar yoru m lam a kapasite-
siydi. İkincisi ise, kendi bireysel ya da türsel am açlarını yerine geti­
rirken bu organizm aların herhangi bir dış talim ya da kontrol o l­
m aksızın kendileri için eylem de b u lunabilm e yeteneğiydi. A ynı n e­
den d en ötürü D escartes, A risto’nun en azından yalın bir biçim d e
örneklediği şekliyle, özveri, karşılıklı yardım ve hassas intibakı ge­
rektiren tü m bu kom pleks, sim biyotik etkileşim den bihaberdi.
M utlakiyetçiligin ilkelerine sadık olan D escartes, tek bir zam an ­
da tek bir am aca varmak için tek bir akıl tarafından va’zedilen, ö n ­
ceden belirlenm iş bir düzeni tercih etti ve yön etim m eseleleri gibi
aklın m eselelerinde de, iyi toplulukların “bilge bir kanun k o y u cu ­
nu n talim atlarını takip ettiklerini” d ü şü n d ü . Bu talimatları d eğ iş­
tirm e çabasındaki reform cuları “vesveseli ve herşeye b u rnunu so-
kan”kişiler olarak tanım ladı. Protesto etm eksizin hiçbir faal orga­
nizm a, hiçbir tarihsel grup, hiç bir canlı top lu lu k bu kartezyen çer­
çeveye başarılı bir şekilde hapsedilem ezdi: D escartes, gerçekte, b e ­
cerikli bir m akinanın özelliklerini kalem e alıyordu.
Şu halde, b ilim in m etod u ve rolü n e dair algılayışında Descartes,
açıkça R önesans desp otu n un tarzını takip etti; Procrustçu basitlik­
lere sahip m utlak yön etim i, ayrık kuvvetler, güçlü gelenekler, şaşır­
tıcı tarihsel çelişkiler, çatışkılar, uzlaşılar ve çapraşıklıklara sahip
dem okratik y ö n etim e tercih etti. Fakat dem okratik y ön etim in ka­
b u lü , gerçekte, ta n ım la n m a m ış, hesaba k atılm am ış ya da dikkat
e d ilm e m iş h erh an gi bir işlev veya am aç b ıra k m a k sızın hayatın
kom pleksliklerini tüm üyle kuşatabilm enin zoru n lu bedelidir. Siya­
sal m u tlakiyete duyduğu şiddetli arzu ile D escartes, hem b ilim in
hem de tekniğin nihai m ilitarizasyonunun y o lu n u hazırladı. «■
D escartes, birçoğu g ö zlem len m ez ve tan ım gereği tekrar ed il­
m ez durum daki kom pleks süreçlerin ve tarihsel ve biyografik tekil
olayların, gözlem , deney ve istatistiksel tanım a açık kütle fen o m en ­
lerinden daha önem li tabiat tezahürleri olduklarını idrak edem edi.
Sonuç olarak, berraklığı ve tarihin edilebilirliğiyle m ekanik düzen,
Descartes’m takipçilerinin zihinlerinde, gerçekliğin tem el kriteri ve
D escartes’in tüm üyle Kilise’nin d en etim in e bırakmayı tercih ettik­
leri dışında tü m değerlerin kaynağı haline geldi.
3
Kanun yapıcı olarak bilim adamı

ESCARTES, SONUÇTA, BÎLÎM ADAMINI, elbette ki kendi

D bireysel kapasitesi son u cu değil, fakat kollektif rolü n etice­


sinde, m utlak bir kanun yapıcı (lawgiver) seviyesine yük­
seltti. İnsanı, “T an rı’nın eliyle yapılan bir m a k in a ”ya d ö n ü ştü r­
m ekle D escartes, zım nen yüzünü makinaları dizayn etm e ve m ey­
dana getirm e selah iyetine sahip ilahlara çevirdi. Bu yüzyıla kadar
süregeldiği şekliyle bu güçlerin aşırı derecede sınırlı olm alarından
ötürü, ilahvâri güçlere duyulan ö z lem in bir takım zararları oldu.
‘Tanrı’nın yardım ı,’ (B ilim ) ile cüretkâr olsa da her türlü projenin
hakkından enind e son u n d a gelin eceğin e dair verdiği tem inatla zor­
luklara göğüs germ e güvenini sağlamlaştırdı.
Hurafe ve sahte (p seu d o) bilgiye karşı sağlıklı bir tepki olarak
kartezyen berraklaştırm a başta yararlıydı; kadim d ü şü n ce damarla­
rının hareketine bir engel halindeki kabuk bağlam ış hurafe ve öznel
yanlışlığın gem lerini hafifletm ekle canlı bir ırm ağın akm ası misali
bir etkiye sahip oldu . Fakat, d ü şü n ce ve hayata kalıcı bir katkı o la ­
rak m ekanik m o d , bu bağlam da, siyasal m utlakiyetçiliğin yardım cı­
sı olm aya başladı, zira ikisi m ü k em m el bir uyum içindeydiler.
‘in s a n ın b ed en i” dem iştir D escartes, “dünyanın yaptığı bir hey­
kel ya da bir m akinadan başka bir şey değildir.” O rganizm ve. m e­
kanizm arasındaki m ünakaşanın m erkezini, bu “başka bir şey d e­
ğildir” dogm ası oluşturur, insan haricindeki canlı yaratıkların tabi­
at ve davranışlarının, saf m atem atiksel prensiplerle tam am ıyla açık­
lan ab ileceğin i isp at etm ek için D escartes doğal olarak, kralların
üzerinde sürekli bir etki bırakm ış özel bir m od ele gözlerini çevirdi:
oto m aton . Bu etki hiçbir surette keyfi ya da tesadüfi değildi; çünkü
daha ön ce d ed iğim iz gibi saatin içindeki parçalar (clockw ork) y o - ,
luyla ‘canlandırılan’ hayvan ya da insan şeklindeki otom atik figür­
ler, kayıtsız şartsız itaat, m utlak d ü zen ve'tam kontrole dair kraliyet
taleplerinin -Piram id Çağı’ndan bu yana yöneticilerin kendi tebala-
rına aşılamaya çabaladıkları nitelikler- m ü k em m el bir tecessüm üy-
dü. En basit oto m a to n la rın bir başarısı dahi D escartes’ın sorusu
için ayak verdi: Acaba canlı organizm alar, m akinalarm ış gibi idare
edilip açıklanam azlar mı?
D escartes, hayata özgü niteliklerin “insanın endüstriyel kapasi­
tesi son u cu im al edilen değişik otom atlar ya da hareket halindeki
makinalar tarafından serdedilen farklı farklı hareketlere aşina ola n ­
larla katiyetle yabancı gelm edikleri”ni zannetti. Bu sathi benzerlik,
ayrı m ekanik parçalardan m ü teşek k il insan y a p ım ı m akinalarla
hiçbir hücre, doku ya da organın, kendi kendini yenileyen tekil bir
b ü tü n ü n dinam ik bir üyesi olm ak dışında hiçbir varlık veya sürek­
liliğe sahip olm ad ığı, çoğu tem el karakteristiklerin yaşam sona erer
erm ez yok oldukları organizm alar arasındaki en g in farklılığı g ö r­
m esin e m ani oldu .
D escartes, insanı, m ekanik açıklam asının dışında tutm aya özen
gösterdiyse de, makinaların harfiyyen organlara benzetilerek üretil­
m eleri ya da d ış şekillerinin bir m aym un yahut başka bir ‘irrasyo­
n el’ hayvana benzetilm eleri halinde onların hiçbir hususta bu hay­
vanlardan farklı bir tabiatta olm ad ık ların ı b ileb ileceğim izi sö y le ­
mekle can alıcı hatayı işledi. Bu yanlış, m antıksal olarak çürütm eye
gerek kalm ayacak kadar barizdir, çünkü, D escartes, ispat etm eye
çalıştığı olasılığı varsayım sal bir tem el olarak alıyordu. H erhangi
bir m akina bir organizm aya tam am ıyla benzesevdi, o bir m akina
değil, bir organizm a olurdu. Başka şeylerin de yanında bu, şu anla­
m a geliyordu: M akina, insan yardım ı olm aksızın kendisini şek illen ­
dirm e ve üretm e yetkinliğine sahip olacaktı.
D escartes’ın insan b ah sin d e, u m u m iyetle, ürkek bir yaklaşım
olarak telakki edilen şey, gerçekte öznel yaşam ın taleplerinin, insan
aklının üstü nlüğünün ve insanın biricik m ahsulü olan dilin yaratı­
cılığının bir tasdikiydi. N e var ki O , m akinanın sun d u ğu n d an baş­
ka her hangi bir açıklam a tarzını çok az kullandı. B ilim in m e to d o ­
lojisine aktarılan da O n un basiret dolu m eziyetleri değil, bu vu r­
guydu. “Ben, bu fonksiyonları” diyordu, “sırf parçalarının d ü zen le­
m esin den ötürü bu m akinada tabii bir halde yer aldıkları biçim de
telakki etm ek istiyorum ; bir saatin ya da başka tartı ve çarkların
o to m a to n hareketlerini de, ne daha fazla ne de daha az. Böylece,
onların kendi hesaplarına m akinada herhangi bir o to n o m ya da
duyusal bir ruh ya da kanundan başka herhangi bir hayat ilkesinin
varolduğunu düşünm elerine gerek kalmaz.”
Bu pasaj, canlı (y m ış gibi g ö zü k en ) saat içi m ek an izm aların
D escartes’ın çağdaşlarında -sadece D escartes’ta değil- bıraktığı d e­
rin etkiyi açığa vurur. Kepler de aynı tepkiyi paylaştı. 1605 tarihli
bir m ektupta: “Fiziksel sebepleri (illetleri) araştırmayla çok m eşgul
old u m . H ed efim , göksel m akinanın ilâhı' bir organizm adan ziyade
bir saatin işleyişine b enzediğini gösterm ektir.” Fakat, organizm ayı
bir m akinaya indirgem ek, bu süreci ters çevirip 'm akinalar’ı orga­
nizm alara d ön ü ştü rm ek ten daha kolaydı. Bu d eğiştirm e hırsının
ifade edilm esi, yüzyılım ıza nasip oldu.
D escartes’ın , b irçok tak ip çisin d en daha iyi bir şekilde, kendi
aşırı basitleştirilm iş m od elin in , “iki çok keskin test” son u cu insan
örneğinde işlem ed iğin in farkına varması, on u n bir düşünür olarak
itibar hanesine yazılm alıdır, insanlar, “kendi düşüncelerini başka­
larına ifade etm ek iç in ” kelim eleri ve işaretleri kullanm a yetisin e
sahiplerdi. Ve insanların bir anlam da diğer hayvanlarda b u lu n m a ­
yan ya da en azından tam bir biçim de gelişm eyen özgür bir iradele­
ri vardı. Her ne kadar, yalnızca m ekanik prensiplere göre tesis ed il­
m iş bir yaratık çeşitli eylem leri insandan daha m ükem m el bir şekil­
de serdedebiliyorsa da -m akinaların b u gü n yaptığı gib i-, diyordu
D escartes, o n u n davranışı organlarıyla sınırlıdır ve bu organlar, ta­
biatları gereği, hayatın tü m vakıalarını “aklım ızın, eylem de b u lu n ­
m am ızı m üm kün kıldığı bir tarzda,” karşılayacak yeterli çeşitlikten
yoksundurlar.
Bu m ertçe bir kabul ve önem li bir kısm i düzeltm eydi; fakat, bu,
yine de birçok aşağı organizm aların dahi sahip old u ğu kapasiteye
hakkaniyetli değildir. Bugün fizyolog ve etologların verdikleri b ilgi­
ye göre, hayvani içgü d ü ler ve refleksler, p o st-k artezyen teo rin in
uzun süre d ü şü n d ü ğü n ü n aksine, o kadar da genetiksel olarak h as­
sas b ir b içim d e p ro g ra m la n m ış ve d a v ra n ışla rın d a da o kadar
u yum suz değiller. D escartes’ın m akinaya karşı erken teslim olm ası,
O n u n teorik m ah volu şuydu; buna rağm en, insanı davranışçı bir
o to m a ton olarak görm ekteki isteksizliğiyle daha sonraki davranış­
çılar kuşağının kronik yanlışlıklarından kurtuldu. Descartes’m , in ­
sana diğer organizm alara uyguladığı m u h akem enin aynısını u ygu ­
lam asındaki başarısızlığı, kilisenin zu lm ü n e karşı korkakça bir ön
tedbir olarak akıldan çıkarılm ıştır. H em zaten bu durum , gerçek
bilim sel dikkatliliğin bir örneği değil miydi?
4

Makina modeli yeniden


incelemede

ESCARTES’IN, ORGANİZMALARI m ak in alarla eşleştir-

D m ekle yaptığı şey, yetkin bir biçim de, ‘fiziksel’ olayları ta­
nım lam ada hizm et gören niceliksel m etod u organik dav­
ranışa uygulam ayı m ü m k ü n kılm aktı. Fiziksel bir sistem in davranı­
şı hakkında iyice bilgi sahibi olabilm ek için kişi, bu sistem i tecrit e t­
m eli, o n u d ü zensizleştirip (d iso rg a n ize) en ufak parçasına kadar
o n u n ölçülebilir öğelerini ayrıştırm alıdır ki bu, o sistem in işleyişi­
nin anlam ak için zorunlu bir iştir. Fakat fiziksel bir sistem in sınır­
larını aşıp yaşam ın alanına geçeb ilm ek için kişi karşı tarafa da ada­
letli davranmalıdır: Bir d ü zen lem e örgüsünde (a pattern o f organi­
zation) çokça kısımları biraraya getirm ek. Bu d ü zen lem e örgüsü,
canlı bir çevreyle etkileşim halindeki canlı fenom enlere daha da ya­
kınlaştıkça o kadar kom pleks bir hal alır ki ancak yaşam anında,
tekrar üretilebilir ve sadece sezgisel olarak kavranabilir, çünkü bu
örgü, en azından insanda, aklı ve aklın alt ve üst bünyesel yönlerini
içerir.
Indirgem ecilik bu süreci tersine çevirir, çünkü, indirgem ecilik
dü zenlem e yönündeki böylesi bir birincil dürtüden atom ların k en ­
dilerine özgü tabiatını ya da kristallerin kendi kendilerine replikas-
yonlarını hesaba katacak şekilde im alı bir biçim de birbirleriyle çar­
pışan ‘ö lü ’ atom ların akılsız evreni ile ilgili eski görüşlerle çelişen
bir yöndür. N edensellik (causality) ya da istatistiksel olasılığa iliş­
kin herhangi bir saf teoriye dayalı d ü zen lem en in yardım ı olm adan
gerçekleşm esi tam am ıyla im kân dışıdır.
N ew ton , ‘O p tik ’ adlı eserinde, bu son u ca sadece fiziksel evrene
referansta bulunarak varmakta tereddüt gösterm edi. Fakat, Szent-
Györgyi’nin ifade ettiği gibi bu kaçınılm az durum herhangi bir te­
olojik bahane aram aksızın ortaya k o n u la b ilir: Kısaca, ‘d ü zen leyici’
yi k ozm ik sistem de ‘başlangıçtan, beri yerleştirm ek ve herhangi bir
orijinal plana değil dah a am açlı ortaya çıkan b ü tü n lere varm ak
için, d ü zen len m iş süreç ve yapıların, organizm aların selek tif yardı­
m ıyla birleşm e eğilim lerine şekil verm ek tarzında ifade edilebilir.
Burada, ileri bir m ekanik d ü zen lem e form u sergileyen saat işle­
yişinin canlı niteliklerinin köklü kabulü, D escartes’ı, organik dav­
ranışın a n a lizin e m ek a n izm in d ıştan gelen n o sy o n u n u sokm aya
teşvik etti. Bu, eksik bir açıklam aydı. O rganik dizayn (fin alism ) ve
nedensel determ in izm , gerçekte zıt kutuplarda duran, birbirlerinin
anti-tezi kavramlardır. Ç ok zam an ö n ce H ans D riesch’ın işaret et­
tiği gibi şim diye kadar hiç kim se, taşları bir alana gelişigüzel fırlat­
makla bir ev inşa etm eyi başaram am ıştır: Bir asrın so n u n d a kişi,
hâlâ bir taş yığınına sahiptir. Canlı varlıkların düzenli davranışının
sebebini izah etm ek için D escartes, herhangi idrak edilebilir bir o r­
ganizm adan daha fazla bir b içim d e, baştan so n a kadar dizayn ın
ü rü n ü o la n m a k in a k avram ın ı o rtaya k o y d u . N e w to n ’un ilâh ı
düzenleyicisinden de fazla, m ekanik m od el kendi klasik form unda
teleoloji ya da fin alism i ö n e sürdü: H assas bir b iç im d e ö n ced en
belirlenm iş bir hedefe varma am acı taşıyan bir d ü zen lem e. Bu, o r­
ganik evrim deki hiçbir şeyle örtüşm ez.
Gerçekte, saf nedensellik veya o n u n istatiksel yoldaşı sa f tesadüf
ile h e r h a n g i bir iş le y e n m e k a n iz m a fo r m u a ra sın d a k i b o şlu k
kapatılam az bir haldedir. N e kadar kaba olsalar da makinalar, açık
bir şekilde eklem lenm iş bir am acın tecessüm üdürler ve hem geç­
m işe hem de geleceğe göre öylesine sağlam bir biçim d e sabitleşm iş-
lerdir ki benzer bir şekilde d ü zen len en en aşağı organ izm a dahi
yeni genetik m utasvonlardan faydalanam ayacak ya da yeni d u ru m ­
ları karşılayamayacaktır.
D iğer taraftan, taşlar, gülleler ve gezegenlerin aksine org a n iz­
malar, türlerin ve organik yaşam ın genel olarak ilk başlangıçlarına
ve bundan önce de kendi elem entlerinin teşekkül ve ‘ihtisaslaşm a’
larında m eydana gelen tüm herşey tarafından kısm en de olsa ö n ­
ceden belirlenm iş bir geleceğe sahiptirler. Ü zerinden bir milyar yıl
geçm iş olaylar, denizlerdeki ilk yaşam ın k ökenini m uhafaza eden
kandaki tuz m isâlinde olduğu gibi canlı hücre ve organlarda hâlâ
mevcutturlar; bunun yanında eşit uzaklığa sahip m üstakbel p o ta n ­
siyeller de aynı şekilde, verili bir organik b ü tü n d e tanım lanm az bir
özn el form da m evcut olabilirler. D ö llen m iş bir yum urtada anında
g ö rü leb ilen in sa f n ed en sel an alizi, g ö z le m c in in evvelce türlerin
tabii tarihlerini -em b riyojen i ve o n to je n in in y an ın d a filojen in in
b ilim in i d e - b ilm e m e s i h a lin d e , o y u m u r ta n ın d a h a so n r a k i
gelişim in e dair hiç bir ipucu verm ez.
B ugün fizikçiler, fiziksel evren d e d ah i, h id ro jen ato m u n d a n
başlam ak üzere teorik bir tarihsel silsilen in tespit edilm esi gerek­
tiğini söylüyorlarsa da G alilyen -N ew ton yen dünya resm inde tarih,
m aalesef hiç bir role sahip değildi. Organik davranışı tasvir için in ­
san yapım ı bir m ekanizm a kavramını ö n e sürm ekle D escartes, ger­
çekte, şu özn el vasıfları gizlice restore ediyordu: taslak, am aç, telos.
lro n ik olacak, G alileo ve D escartes’ın kendisi, bu kavramları var­
sayım sal olarak p o zitif bilim in diyarının dışına atm ışlardı.
Y aptığım yorum açıkça, nedensellik, tesadüf, istatiksel düzen ve
am açlı tasarım a ilişkin genel geçer okum ayı tersine çevirir ve de,
tü m tanım lanm az yetkinlikleriyle işleyen bir b ü tün olarak organ iz­
m aya D escartes’ın m akinaya verdiği ö n em i verir. Bunu daha da
açarak, herhangi bir m akinanın, organizm aları canlandırm ak için
u y g u la m ış sa f a n a litik m e to d ta ra fın d a n y eterin ce ta n ım la n ıp
ta n ım lan am ayacagım görm ek için o n u n fiili yapısını in celem ey i
am açlıyorum . Şayet analitik olarak tanım lanam ıyorsa, o zam an o r­
ganik davranışı yorum lam ada bu m od ele yapılan gönderm e, bariz
b ir şe k ild e , m e k a n izm a la rla o r g a n iz m a la r ı b ir b ir in e b a ğ la y a n
ö n e m li bir ö zelliği -am açlı d ü zen lem e ve ö zn el n iyeti- atlam ak ­
tadır.
Bize uyduğu için gelin G alileo’n u n sıkça başvurduğu varsayım ­
sal bir deney yapm a uygulam asını takip edelim . ‘Gökten d üşm üş,
bir saati alalım ve farzedelim ki zam an -tu tm an ın tarihi ve bir saatin
işlevi, dört asır ö n ce varolan canlı organizm aların kökenleri ve iş­
levleri kadar b ilin m ez bir durum dadır. Sonra da, bu garip aygıtı,
m u h telif bir uzm anlar top lu lu ğu n u n arasında dolaştıralım ve her
biri, saat tam am ıyla ayrıştırılıncaya kadar tek bir parçasını -cam ,
akrep ve yelkovan yaylar, çarklar, dişliler vs- çıkartsın. O ndan s o n ­
ra, her bir parça, her biri kendi özel labaratuvarında çalışan nitelikli
fizikçiler, kim yacılar, m etalurjistler, m ekanikçiler tarafından titiz
b ir b iç im d e ö lç ü ls ü n , fo to g r a fla n ıp a n a liz e d ils in . R a p o rla rı
biraraya getirildiğinde, o anda bilim sel araştırmaya açık her parça,
‘n esn el-o b jek tif indirgem eci terim ler çerçevesinde sağlam bir şekil­
de bilinecek. Böylesi bir analizde, nedensellik ilkesi yeterli olacaktır,
m eğer ki araştırmacılar çeşitli bireysel atom ların özü n e nüfuz eder­
ler.
Fakat bu esnada, saatin kendisi ortadan kayboldu. Bu kayboluş­
la birlikte, parçaları birarada tutan taslak (d izayn ), her bir parçanın
icra ettiği işlev, m ekanizm anın nasıl birbiriyle bağlandığı ve evvelce
bu saatin hangi am açla varolduğuna dair hiç bir ipucu bırakm adan
yok o ld u . Bu şartlar altında, sadece ayrık parçaları bilen herhangi
bir kim senin onları tekrar biraraya getirebileceğini ya da nasıl çalış-
tıidarını ve h ep sin d en de öte h angi am aca h iz m e t ettiklerini a n ­
layabileceğini kim id d ia edebilecekti? Y etkin bir aklın, işleyişleri
biraraya getirm esini ve zam anı söylem esin i m ü m k ü n kılacak yeterli
bir cevabı ancak tarih verebilirdi.
Dolayısıyla, saatin taslağı ve parçalarca icra edilen işlevler, a n ­
cak saatin dinam ik, işleyen bir b ü tün olarak d ü şü n ü ld ü ğü vakit ele
alınabilirler. Tek tek bileşenlerin sa f bir n ed en sel analizi, işleyen
m ekanizm anın am açlı yapısını aydınlatm az. Bir ihtim al, parçaların
y e n id e n b iraraya g e tir ilm e s in e (r e -a s s e m b la g e ) bir m u c iz e v i
başarılar dizisiyle m uvaffak olunabilse de, nihai am aca -zam anı b il­
dirm eye- dair özn el bir bilgi olm aksızın ölü m ek an izm a gizem ini,
am acı da aldatıcılığını sürdürecektir. H atta, saat m in esi (kadran)
üzerindeki on iki num ara, günün iki tane on iki saate b ölünm edigi
bir kültüre hiçbir anlam ifade etm eyecektir. B undan dolayı, şanslı
bir tesadüf ve kurnazca bir den ey son u cu , saatin parçaları bir araya
getirilebilseydi de, akrep ve y elk ovan ın hareketi kavranabilir o l­
mayacak ve hareketin hızını gezegensel bir zam an -tu tu cu ya (tim e ­
keeper) uygun bir tarzda d ü zen lem e ihtiyacı hiçbir zam an ortaya
çıkm ayacaktı. N ed en sel analizin, tanım ı gereği, nihai hedefler ya da
insani am açlarla hiçbir ilgisi yoktur.
Şu h a ld e, ‘m e k a n iz m ’ y o lu y la ca n lı o rg a n iz m a la r ı n ed en se l
(te le o lo ji d ışı) açık lam a te şe b b ü sü ne d u ru m d ad ır? A çık tır ki,
saatin işleyişi, b ilim sel m etod u n kesin olarak dışta tu ttuğu insani
fa k tö rlerin i -a str o n o m la r , za m a n ö lç ü m ü ve za m a n ayarlı ak-
u'vitderin yanında m ekanikçiler ve saatçiler tekrar tanım adan izah
edilem e/.. D iğer bir deyişle, m ekanik m etafor, sat insani ilgileri b er­
ta r a f e tm e k iç in tek b a şın a y e te r li b ir a y g ıt d e ğ ild ir , ç ü n k ü
m ekanizm aların kendileri özn el olarak k oşu llan m ış ürünlerdir ve
asıl açıklanm ası gereken, organizm aların belli yön lerin i taklit eden
tu h af özellikleridir. Tek başlarına ele alındıklarında, makinalar bir
açıklam a değil bir bilm ece sunarlar. Bu b ilm ecen in cevabı, insanın
tabiatında yatar.
Bundan ötürü, zam an-tutm anın tarihini bilen hiç kim se, A rch­
deacon Paley’in Tanrısı’yla m ukayese edilebilir insan-üstü bir saat­
çiye niyaz etm eye kalkışm am alı ve saat fikrinin O ’nu n zih n in d e
başından beri varold uğu nu sanm am alıdır. T arihin acı gerçekleri,
bu görüşü teyid etm ez. İlk zam an ö lçü m aletleri -gü n eş saatleri,
m um lar, civa saatleri, kum saatleri,- kendi fiziksel yapıları ve işleyiş
m odlarında, sonraki m ekanik saatle ilgili en ufak bir im ada b u lu n ­
mazlar.
B ö y le b ir z a m a n - tu tm a a y g ıtın a u la şm a k iç in sa a tç i, her
m üteakip icat ve ilerlem ede gizlenm ek zorundaydı ve esasta, görül­
m ez ve belirlen m ez olan bu saatçi, insan aklındaki bir düşünce şek­
lin d e gizlenişini tem inat altına alan kesin özn el form da m evcuttu.
En so n d a k i m ek a n ik saat dah il o lm a k ü zere tü m b u aygıtların
anahtarı, zam an ve zam an -tu tm a kavram ıdır ki bu, herhangi bir
za m a n -tu tm a tertibatına ön cü lü k eden özn el bir fen om en d ir. Bu
zam an fikri, gerek fiziksel gerekse de sem b o lik so n su z m ekansal
tezahürlere sahipse de, mekan içinde yerleştirilem ez.
Kısacası, zam anı bildirm e am acının yalnızca kendisi, bu uzun
icatlar ve ilerlem eler silsilesini ve ayrıca, za m a n -tu tm a m ek a n iz­
m asın ın her bir parçasının özgün karakteristiğini izah eder. Her ne
kadar bu am aç, hiç bir noktada, bir sonraki uygun basam ak dışında
hiçbir şeye ulaştırm ıyorsa da, bu daim i h ed ef olm adan da enerjinin
dağılım ı ve evvelce biraraya getirilm iş parçaların kaçınılm az d ü zen ­
sizliğinden başka bîr basamak varolm azdı.
K o r k a r ım ki b u n u s ö y le m e k , is te r f iz ik s e l e le m e n t le r le ,
m akinalarla ilgilen m ed e olsun , ister organizm alar ü zerinde çalış­
m ad a o lsu n kartezyen doktrin e sıkı sıkıya bağlı olan lar için şo k
edici bir şeydir: ‘K im lik’ (identification ), türleşm e (sp éciation ), bir­
lik, d ü zen lem e, am aç ve aşk ın lık (tra n sa n d a n s), kütle, enerji ve
h a rek etin tesa d ü fi yan ü rü n leri d eğ il, fakat aynı siste m in yerli
bileşenleridirler. Bu organik 'özellik lerin ancak, k ozm ik g elişim in
g eç safh aların d a ortaya çık tık ları ve sa d ece en y ü k sek tek âm ü l
seviyesine ulaşm ış akıl yoluyla görülebilir hale geldikleri doğrudur.
İlk safhalarda keşfedilm eleri ve ta n ım lan ab ilm eleri m ü m k ü n o l ­
masa da yaşam ın özelliklerinin, Leibnitz’in d ü şündüğü gibi b aşlan­
gıçtan itibaren potansiyel halde m evcut olm aları gerekir. Periyodik
tablodaki herbir elem en tin o n u n h ü v iy etin i tesis eden b irlik ve
d ü zen lem eler m en zilin i tanım layan belirli karakteristiklere sahip
o ld u ğ u gerçeği, ‘tü r le şm e ’n in , organ ik fo rm la rı m ü m k ü n kılan
b a ğ la n tılar ve b en zer sın ırla m a la rla p r e -o r g a n ik fo rm la rd a da
varolduğuna işaret eder.
Z a m a n -tu tm a icatları d izisiyle birlikte, d ü zen li yaratıcılık ve
kendi kendini kuvveden fiile çıkaran taslak artışının sebebini izah
etm ek için ne dış bir yaratıcıya ne de ön ced en belirlenm iş bir plana
gerek kalm adı. Bu sürecin toplam sonucu, güzel ve hayali im kânsız
bir süprizdir: “Şayet Tanrı, cevabı biliyorduvsa, bun u çözm ek için
zahm ete katlanm azdı.” B ununla birlikte, hidrojen atom u n u n tam
kalbinde fizikçi, atom un davranış şeklinin, sadece insan suretinde
tanıyabildiğim iz görülm ez bir etkene -yani akla- m üracaat etm ek ­
siz in iz a h e d ile m e y e c e ğ i g e r ç e ğ i ile y ü z y ü z e g e lir . H id r o je n
atom unda görüldüğü gibi, dinam ik olarak birarada tutulan tem el
(p rim ord ial) yüklerden evrilen elem en tlerin özg ü n yap ısı, aklın
izah edilm esi m ü m k ü n olm ayan terim ler dışın d a hiçbir açıklam a
türünü kabul etm ez. H ayatın sırrı A lpha ve O m ega, başlangıç ve
s o n , a ra sın d a y a ta r. T a n ım la n m a s ı m ü m k ü n o lm a y a n ö z n e l
bileşenin ve tüm kozm ik sürecin -zam an -tu tm a işlem i gibi- yıkım ı,
anlam sız ve gerçekten de tasavvur edilm ezdir.
G örünür olarak tek n olojin in alan ın ın d ışın d a kalm asına rağ­
m en bu m eselenin üzerine ayrıntılı olarak eğildim , çünkü D escar-
tes’ın m akinaya ilişk in analizi ve o to m a tik liğ in e dair hayranlığı,
Batılı insanın organizm aların biricik özn el n iteliğini ve hepsinden
öte, salt varoluşu anlam ve gaye ile tam am lam ada (veya süslem ede)
in sa n ın sem b olik eserlerini yan lış yoru m la m a sın a ve de k ü ç ü m ­
sem esine yol açacak kadar güçlü bir tesire sahipti ve hâlâ da sah ip ­
tir. Yapısı ne kadar kom pleks, m ucidi ne kadar dâhi olursa olsun
hiçbir m akina, teorik olarak dahi, insanın bir benzerini yapam az,
zira b u n u ihata etm esi gerekecektir. K ozm ik ve organ ik tarihin
ö n e m in i idrak etm ed ek i b aşa rısızlık , ç ö z ü m le r ve d ö n ü şü m le r
v aad in d e b u lu n a n fakat bunları ço ğ u k ez kalıcı yıkım lar ve im ­
halara çaviren çağım ızın tahakküm cü taleplerini geniş oranda açık­
lar.
D escartes’ın kapsam lı bir biçim de aşırı basitleştirilm iş m ekanik
m o d el ve bilim sel bakışında, bilinçli ya da b ilinçsiz bu m o d elin ü s­
tü n e çıkm ış, gözden kaçan unsurlar tarih, sem b olik kültür ve akıl­
dır -diğer bir deyişle, basitçe b ilin en değil, yaşanan şekliyle insan
tecrübesinin b ü tü n ü . Ç ünkü, her canlı m ahluk, hayat hakkında en
parlak b iy o lo g u n dah i yaşam ad an k e şfed em ey eceg i b azı şeyleri
bilir. Sadece aklın soyutlam alarına ya da m akinaların işleyişlerine
ö n e m verip hisleri, duyguları, sezgileri, fantezileri, düşünceleri göz
ardı etm ek, tellerle idare edilen ağartılm ış iskeletleri, canlı organ iz­
m anın yerine ikam e etm ektir. Yaşam -karşıtı (an ti-life) kültün, o r­
ganizm aları yok etm eye ve makinaya intibak etm eleri için insani is­
tek ve arzulan kısm aya hazır bir şekilde ortaya çıkm ası tam da bu
noktadır.
B u rad a b u k ü lt, y a şa n a n ve k a y d e d ile n şe k liy le in sa n t e c ­
rübesinin bütü n ü île tam am lanan organik kom pleksitenin evrim sel
arka-planına karşıdır ki k en d isin d en m ü lh em tü m k urum larıyla
birlikte m ek an ik d ünya resm in in m aııiran e basitlik ve berraklığı
ciddi bir biçim d e degerlendirilebilsin. N esn el araştırm anın yeterin­
ce rafine edilip daha ileriye taşınm ası halinde, şu an sadece kesik
k esik ö z n e l yollarla va ra b ile c eğ im iz b ir ço k şeyi v u z u h a k a v u ş­
turacağı zannı, ince bir illüzyondur. “A nacığın karnındaki m akina”
ve “o n u çalıştıran a let”, G a lileo ’n in ve D esca rtes’ın tasvir etm e
çabasında oldukları dünyadan öznel, hatırlanan ya da tekrar edilem
olan fenom enleri tardederek akla yatkın bir hale getirdikleri açık­
lam a türünün yalnızca m azur görülebilir kom ik bir karikatürüdür.
Onlar böyle yapm akla, sadece tecrübe edilip de hiçbir zam an tam
olarak gözlem len em ev en i reddettiler, çünkü g ö zlem in kendisi -
b u g ü n b iy o lo g ve fizik çilerin k eşfettik leri g ib i- g ö z le m le n e n in
tabiatını tahrif eder.
Bu sıkıntının çaresi bir insan tekidir ve çarenin açıklanm ası da
bir şaire bırakılm ıştır. Ö n em li B ir N o kta , (A C onsiderable S p e c k f da
R obert Frost, üzerinde yazdığı sayfada sürünen, o anda Frost’un
elindeki kalem i görür görm ez paniğe kapılan bir kitap kurdu ile
karşılaşmasını anlatır. Bu davranış Frost’ta, n oktanın canını bağış­
lamak için yeterli hissi uyandırdı.
“B/r aklım var b enim ve
ta nırım A klı her surette. ”
Şairin gerçekte söylediği şudur ki ne güç ne de bilgi, kişinin in ­
saniyetini zayıflatm alı ne de yaşam ın diğer tüm form larıyla aktif in ­
sani ilişki hassasını yok etm elidir.
Bilim in ‘n esn el’ yöntem lerinin hayatın fen om en lerine dair kap­
samlı ve tekil bir tasvir sunm aktan hâlâ ne kadar uzak olduklarını
bir ihtim al açıklığa kavuşturacak son bir örnek zikredeyim . Yarım
asır ö n cesin e kadar, bizden önceki her kültürün rüyalarla ilgilen ­
diği ve ne kadar tesirsiz olsa da onları yorum lam aya çalıştıkları ger­
çeğine rağm en, rüyalar bilim sel açıdan m uteber kabul edilem ezler­
di. Bu ö zn el fan tezi d ü n y a sın a n ü fu z etm ek için ilk sistem a tik
bilim sel teşebbüs, kendi rüyalarının inceleyen, hastalan tarafından
nakledilenleri dinleyen ve rüyadaki düşleri bilinen itki ve patolojik
tepkilerle ilişkilendirm eye çalışan Sigm und Freud tarafından yapıl­
dı.
Elde edilen bilgi türünün aydınlatıcı olduğu görüldüyse de bu
bilgi kesin değildi ve onaylanm ası güçtü, çünkü farklı farklı rüya
yorum cuları, aynı düş ve konulara çoğu zaman farklı farklı değerler
isnat ediyorlardı. Bu yöntem e tepki olarak bir grup çağdaş bilim
adamı, beyinsel rahatsızlıkları teşhiste yararlı old u ğu görülen elekt­
rik beyin dalgalarını kaydetm e m eto d u n u kullanarak uykudaki ö z ­
nel d urum ları g ö z hareketleri ve bir elektro an sefalografta kay­
dedilen dalgalarla ilişkilendirm eye çabaladılar.
Bu bulgular, nesnel kam u bilgisini teşkil ederler. Bundan ötürü
araştırm acılar, kendi so n u çla r ın ı bir rü yan ın lafzi (v erb a l) a n ­
latım ından çok daha sahih kabul ederler. Fakat bu şekilde toplanan
verilerden, rüyanın içeriği hakkında doğrudan doğruya aydınlatıcı
bir b ilg iy e sa h ip o lm a u m u d u te m e ls iz bir u m u ttu r v e ren k
d u y u su n a , o n u n titreşim ler in i saym ak la varm ak kadar ih tim a l
dışıdır. Renkleri tek tek, öznel olarak teşhis edebilen bazı kişiler a n ­
cak, tecrübe edilen rengi, adı ve dalga uzunluğuyla ilişkilendirebilir.
Aynı d urum rüyalar için de geçerlidir. Rüyanın içeriği, bir grafik­
ten doğru bir şekilde okunabilinse dahi, araştırmacı yine de, k en ­
d isin in ‘n esn el’ ok u m asın ın doğru o lu p o lm ad ığın ı anlam ak için
rüyayı görenin tasdik edici şahitliğine dayanm ak zorundadır ve bu
anlaşılm ası güç öznel doğrulam a olm aksızın -ki b u doğrulam anın
kendisi dogrulanam az!- araştırm acının iddiaları, tü m d en değersiz
değillerse-de, şüphelidirler.
Bir test olan bu yön tem i, şu an, yeni dünya resm inin teknolojik
sonuçlarını ortaya çıkarm ada uyguluyorum . Ç ünkü eksik b oyu tlu
m ekanik m od eld e öznellige-subjektiviteye karşı önyargının gerçek­
te nasıl kendi kendini hezim ete uğrattığını gösterm ektedir, şu hal­
de, m akinalara ve m ekanik insanlara yer sağlam ak için m ahsus inşa
edilen bir dünyanın, organik gerçekliklere ve insani ihtiyaçlara kar­
şı gün geçtikçe d üşm an kesildiğinden şüphe edebilir miyiz? D aha
organik ideolojilerin bir çerçeve olm adan tek taraflı tek n olojin in
insanı kendi biyolojik potansiyellerinden kopardığını ve onu hem
g e ç m iş h em de gelecek tarihsel b en lerin d en y a b a n cıla ştırd ığ ın ı
görebilm ek çok güçtür.
N e var ki m ertçe bir hakikati teslim etm ek gerekir. O rganik
k om pleksiteden ayrı olarak tesis edilm iş analitik d ü şü n m e alışkan­
lığının, sadece bilim e değil fakat tekniğe de sınırsız yararlan vardı.
Ç ünkü organik olandan kurtuluş, etkili m akinalar yaratm anın ilk
adım ıydı. K om pleks bir nesneyi öğelerine ayırmak, bu öğeleri nis-
beten daha basit bir m akinada tekrar birleştirm eyi m üm kün kıldı
ve fiziksel bileşenleri kendi genel so m u t tezah ü rlerin d en ayırm a
alışkanlığı, icadı oldukça kolaylaştırdı.
Bir uçak yaratmak için baştaki ham çabalar başarısızdı çünkü,
uçuş için fiziksel şartlar sarkan kanatlara ilişkilendirilm işti. Şu an
hâlâ P aris’teki C on servatoire d es A rts et M etiers’de asılı duran
A ad er’in bü yük ö lçek li uçak m o d e li, harek et ed eb ilir kanatlara
sahip olm asın ın yanısıra, kanatları ve pervaneleri de kuş tüyüne
benzer bir şekle sahiplerdi. Tabii ki hiçbir zam an uçm adı. Benzer
şekillerde, ilk robotlar gerçekte bu yarı-insan şeklindelerdiyse de
k o lla n ve bacaklarıyla bir in sa n tek i m o d e lin d e ola n etk ili bir
o to m a to n yapılam adı.
A naliz, ayrıştırma ve indirgem e, kom pleks teknik yapılar yarat­
maya doğru atılan ilk adım lardı. Fiziksel dünyanın m u h telif y ö n ­
lerini tanım landıkları şekilde birarada tutan m ekanik dünya resmi
o lm a sayd ı, parçaları an lam lı sa h te-m a k in a la ra çeviren o rg a n iz ­
malar olm asaydı, son üç asrı şekillendirm iş m ekanik k ontrol için
sarfedilen tüm gayretler boşa çıkardı.
D escartes’ın felsefesindeki belki de en köklü hata, “iki kültür”
a y ırım ın ı kabul etm e siy d i. D ış ta b ia tın tü m fe n o m e n le r in i in ­
celem ek için kuşandıysa da aynı y ö n tem i insanın özel yaşam ında
uygulam adı -ki o zam an bu yö n tem in ham lığı belli olurdu- fakat
H ristiyan K ilisesi’nin b u alandaki tekelini karşı çıkılm az ve nihai
olarak telakki etti, in sa n ru h u n u tü m ü y le ‘teo lo jin in kolları’na
bırakm asıyla D escartes, özel, tekil, tekrar edilebilir olm ayan (n o n -
repeatable), kişisel olayları ihtiva eden, geçm iş ve gelecek, tarih ve
biyografi dünyasını birleştiren tabiatın her parçasına yekpare yak­
laşm a im kânına sırtını döndü.
Bu, evrensel olarak uygulanabilir entegre bir d ü şünce sistem i
için ö ld ü rü cü bir h andik ap tı. Zira b u handikap, o rto d o k s b ilim
a d am ın ın zih n in i, h en ü z b ilim in halihazırdaki çerçevesinde izah
ed ilem eyen her türlü m ü phem fe n o m e n e -psikolojik fen om en ler
g ib i- karşı o to m a tik olarak k a p a m a sın a seb eb iy et v erm ek ted ir.
Bilim sel m etot, her türlü deneysel gerçeği daha ileri bir incelem e ve
dü zeltm eye açık bıraktı. Bilim , özel ve özn el tecrübeye hiçbir geçit
tanım adığından, bu tecrübenin ya ö n em in i ya da varlığını inkar et­
m ek m ecburiyetindeydi.
O n yed in ci yüzyıl k ültürün ü b ilen bir kişi, G alileo’dan N e\v-
to n ’a kadar bu yüzyılın m ü m essil d ü şü n ü rlerin in dinin eg em en ­
liğine tüm üyle son verm e ve bu din in som utlaştığı geleneksel ilgi ve
tecrü b eleri bir kenara atm a iste k siz liğ in e şaşırm am alıd ır. Fakat
asırlar sonra dahi, Kilise eski dogm atik düşüncesini kaybettiğinde,
Freud gibi adamlar rüyalardaki, fantezilerdeki ve bilinçaltı tasarım ­
ların d aki ö zn ellik -su b jek tiv ite teza h ü rlerin i m eto d ik bir tarzda
araştırm aya k o y u ld u ğ u n d a , b ilim e ğ itim i g ö rm ü ş k işiler, kendi
rutinlerinden hisleri, duyguları ve değerlendirm eleri tardetm ekle
iftihar ettiler. ‘Soğuk’ ve ‘tarafsız’, b ilim sel kişiliğin övgü sözcükleri
durum undadırlar.
F reu d d a h i, su y ü z ü n e ç ık a r d ığ ı b il in ç a l t ı ş e y t a n la r ın a
(d em o n s) ve canavarlarına itibar edilebilirlik süsü verm ek için katı
bilim sel ‘m ateryalizm ’e vurguda b u lu n m a zoru n lu lu ğu n u hissetti.
Buna karşılık Lord Russell, bilim sel prosedürün talep ettiği katı ö z ­
verileri resm ettikten sonra, bir ıslah edici olarak, “kendilerinin kül­
tür ve güzellik m irası” ile birlikte m istiği, aşığı ve şairi takdim etm e
lü zu m u n u gördü. O nyedinci yüzyılda idrak edildiği şekliyle bilim ,
in sa n ın k en d isi d a h il olm ak ü zere ta b ia tın tü m fe n o m e n le r in i
kuşatabilm iş olsaydı, ne teolog, m istik, aşık ve şair en başta böyle
kati bir şekilde sürülürlerdi ne de H erbert Spencer’ın yanında bir­
çok kişinin ifade ettiği gibi daha evrensel ve ih tim am lı sürdürül­
m esi halinde bilim in eninde son u n d a onları bertaraf edeceğini söy­
lem ek m üm kün görünürdü.
D o la y ısıy la , D esc a r te s’ın b ilim se l y ö n te m id d ia la rı, gerçek
m ânâsında oldukça m ütevaziydiler (ılım lıydılar); zira bu m etod ev­
renin her veçhesini anlam ak için bir anahtar sunsaydı, kendisine ait
yolda ahlâkî değerler ve dini gayelerin bütün alanını kuşatabilir, bir
yandan aklı, yan lış yerdeki a n im izm iy le ve o ld u k ç a dikkatli bir
b içim d e asırlar b o yu n ca m um yalan ıp , tabuta konan en va-i çeşit
can çekişen yanlışlıklarıyla disiplinsiz ve düzensiz öznellikten kur­
tarırken, tan ım lan m ış ve kısm en so m u tla n m ış her türlü doğruyu
form üle edebilir ve ondan faydalanabilirdi.
K ilise’nin ö zn el yaşam tekelini kabul etm ek, ya da bu yaşam ı
karışık büyü ve avami hurafelerle teslim etm ek, insan tecrübesinin
in celen m esin e ve hakikat arayışına sınırlar getirm ekti. Özel yaşam,
ilelebed, azizlerin, çingenelerin, lordların, dilencilerin, sanatçıların
ve m ecn u n ların cen giz k an un u tesis ettikleri ve insan enerjisini
son su z bir çılgın ve dayanıksız yapılar dizisini inşa etm ek için ziyan
ettikleri ıssız bir ada olarak kalam azdı. Ö znel yaşam ın gerçeklik­
lerine sırtını d önm ekle D escartes, insan tecrübesinin her veçhesine
hakkaniyetle davranacak tekil bir dünya resmi yaratma -ki ‘insanın
bir sonraki gelişim i, için vazgeçilm ez bir ö n k oşuldur.- im kânını
bir tarafa attı.
5
Makina biçimciliğin başarısızlığı

ESCARTES’IN ZAM ANINDAN YÜZYILIMIZA KADAR, or­

D ganik davranışın ‘m ekanistik’ bir açıklaması bilim deki en


n ü fuz edici zihinler tarafından yeterli bir açıklam a olarak,
kabul görm ü ştü . V e m akinalar daha hayatvari (lifelik e) old u k ça
Batılı insan, kendi gü ndelik yaşam ında daha m akinavari bir hale
g eld iğ in i d ü şü n d ü . B u kaym a, İn g ilizced e ilk defa 1611 ’de k u l­
lanılan ‘au tom aton ’ kelim esinin değişen anlam larında görülebilir.
Başta bu terim , tek başına hareket ed eb ilm e gücüne sahip o to n o m
varlıkları tanım lam ak için kullanıldı; fakat daha sonra, b u n u n tam
z ıttı bir anlam kazandı: o to n o m lu ğ u , “ken d isi tarafın d an değil,
k en d isi için sa b itleştirilen k oşu llar a ltın d a ” harek et k u v v eti ile
değiştirm iş bir tertibat (N ew Oxford Sözlüğü).
M akinaların tü m bileşenleri -kütle, enerji, kimyasal elem entler
ve bunların k om binasyon ve organizasyon süreçleri- tabitta b u lu n ­
salar da hiçbir m akina ya da anlam lı m ekanik yapı canlıyaşam -ön-
cesi (pre-anim ate) tabiatta m evcut değildir; en basit m ekanizm alar
dahi organ izm aların iç ya da d ış ü rünleriydi yaln ızca. Şayet or-
ganizm alaıdaki bireysel süreçler, ‘m ekanizm alar’ şeklinde tan ım -
lanabiliyorlarsa, b u n u n nedeni m uhakkak, işlevsel çalışm a b irim ­
leri olarak m ekanizm aların üretim ve işleyişinin, özgün bir organik
özellik olm asıdır. Bu özellik de şudur ki hiçbir pre-organik elem ent
k o m b in a sy o n u , g e lişig ü z e l ça rp ışm a la r, b ü y ü m e le r ya da p a t­
lam alarla, n e kadar sık tekrarlan salar y a h u t u z u n bir m ü d d e t
devam etseler de, ortaya çıkarılam az. Bugün m akinalar, o rg a n iz­
m aların nasıl davrandıklarını daha iyi an la m a m ız için yeterince
basitleştiıildiyseler, bu n u n nedeni, organik davranışta m ü n d em iç
m ekanizm aların böylesi bir basitleştirm e dışında kavranamayacak
kadar d in am ik olm alarıdır. Fakat anlam lı (am açlı) d ü zen lem ey i
açıklayan m akina değildir; m akinayı açıklayan organik işlevlerdir.
En h a y a tv a r i b ilg is a y a r la r d a h il o lm a k ü z e r e fiiliy a tt a k i
m a k in aların a y ırd ed ici n ok ta sı, g ü çlerin in ve işle v le r in in birer
türev olm asıdır: tüm nitelikleri ikinci eldendir. H içbir makina, bir
başka m akinayı icad ed em ez, ne ki ‘utanç verici’ bir b ozu lm aya
düçar kalsa bile bu utancını bile isteye intihar ederek ifade edem ez.
N e u m u t ne de u m u tsu zlu k te ç h iz a tın ın bir parçasıd ır. B un u n
yanında, bir makina, insani ilgi ve işbirliğini sağlayam adığı zaman
kendi aktivitelerine uzun bir süre devam edem ez. Bilgisayar m ucid-
lerinin, yaratıcılığı taklit için, ya da en azından, elektronik olarak
yaratılan ‘şiirler’ veya ‘m ü z ik ’ eşliğ in d ek i sa h te ya ra tıcılık için
gelişigüzel öğeleri kullandıkları doğrudur. Fakat aletin kendisi, in ­
san aklı on a dahil olm adıkça bu yetkinliğe sahip olam am aktadır.
B en zer bir sın ırla m a , m ak in aya ca n lı o rg a n izm a la rın tem el
v a sıfla r ın d a n b ir in i, k en d i k e n d in i ü r etm e y e te n e ğ in i, v erm e
g ir işim in d e d e k a rşım ıza çık m a k ta d ır. V erili bir y eterli parça
sayısında ve yeterince ayrıntılı bir program da bir m akina aracılığıy­
la kendi kendini çogaltım (self-replication) teorik olarak m ü m k ü n ­
se de, bu varsayım sal başarı m asum bir kendi ken d in i aldatm aya
dayanır. Bu çogaltım için m akinaya direktifleri veren kimdir? El­
bette ki m akin an ın ken disi ya da atadan kalm a bir m o d el değil.
Hiçbir m akina kendi orijinal taslağına göre ürem ek için ne gerekli
itkiye sahiptir ne de gerekli materyalleri ayırıp onlara şekil verebil­
m e yeteneğine. Ü rem e gibi bir şey, insan aklının inayeti dışında bir
m akinada vuku bulam az. Her türlü yaşam sureti (sim ulacrum ) için
hayati olan ürem eyle ilgili bu kritik m eseled e, Sarhuel B u tler’in
tersyüz olm u ş tanım ı m erkeziliğini korumaktadır: En basit terim ­
lerle insan, “bir m akinanın başka bir makinayı yapm a tarzıdır.”
D olayısıyla , ‘m ekanik’ süreçler (doğrulum lar, refleksler, h o r ­
m onlar) birçok organik aktivitenin tem el özellikleri arasındalarsa
da, buna zıt n osyon , yani organizm anın ‘basitçe’ bir m ekanizm alar
yığınına indirgenebilm esi, bırakın herhangi bir yüksek organizm ayı
bir bakteriye dahi uygulanam az. O rganizm alar, m akinalara daha
çok bilincin dışında kalm ış alt seviyedeki işlevlerde benzerlerken,
m a k in a la r, o r g a n iz m a la r a a n la m lı ta sla k la r ın e şliğ in d e k i ü st
seviyedeki işlevlerde benzem ektedirler. O rganizm alar m ilyonlarca
yıl boyunca, yaratıcının im al edebildikleri dışında, hiçbir m ek an iz­
m anın yardım ı olm aksızın var olageldiler. İnsanın kendisi, beş-altı
bin yıl öncesine kadar kom pleks makinalar olm ad an yaşam ını sür­
dürdü ve ondan sonra da ilk işleyen m akinalar tem el insani k ısım ­
lardan m ü teşek k ild iler ve akıl tarafından m ek a n ize ve o rgan ize
edildiler. M ekan izm anın b ilin çli gelişim i, d ilin d ü zen len m esin d e
göründüğü ve ağaçtan ya da m etalden yapılan makinalarda ritüel-
leştiği şekliyle bilhassa insani bir özelliktir. Akıl, organizm anın ken ­
di m ekanizm alarını yaratma, faydalı kılm a ve aşm a m od u olarak da
tanım lanabilir.
D escartes, otom aton ların yüzeysel hareketleriyle h ip n otize o l­
mak yerine onların fiili yapılarına sadece biraz daha yakından bak­
m ış olsayd ı, b u n ların yüksek organ izm alara n ed en b u kadar az
benzerliği taşıdıklarını keşfederdi. Zira, en yüksek bir biçim d e ev-
rilm iş m ek an ik -elek tro n ik aygıt tü rü n ü n en g en el tasviri, o n u n
k u su rlu ya da eksik b o y u tlu bir o rg a n izm a o ld u ğ u şek lin d ed ir.
B ununla birlikte, orduda ve fabrikada değişm ez (yeknesak) bir d av­
ranış-türü tesis etm ek am acıyla insanı bir m akinaya ya da p o ta n ­
siyel olarak başı bozuk herhangi bir insan topluluğuna indirgem e
arzusu, onyed inci yüzyılda o kadar güçlüvdü ki o zam an H ristiyan
d ogm asına tiksindirici gelen D escartes’ın tasviri, ilerlem eci bilim sel
zihinler tarafından kanıksandı.
1 6 8 6 ’d a ‘Ş ü p h eci S im y a cı’ R obert B öyle -d in d a r bir k ilise
a d am ı olarak k ald ıysa d a- “b u can lı o to m a to n la r ” için “ İn san
B ed en i”n e g ö n d erm ed e b u lu n a b iliy o rd u . V e tam iki asır son ra,
‘H ayvanlarda O to m a tiz m ’ ü zerin e bir ya zısın d a T h o m a s H en ry
H u x le y , “H ayvan lard a o ld u ğ u gib i in san lard a da, h erh an gi bir
b ilin ç d eğ işim in in , organ izm a n ın m addi hareketindeki d eğ işim e
etki ettigine'dair hiçbir alam et yoktur.” diyebiliyordu. H uxley, D es-
caı tes’ın m ekanik m od elin e öylesin e derinden teslim o lm u ştu ki,
bol m iktardaki m ütenakız verinin herkese açık old u ğu n u tü m ü yle
kaçırdı. -Bir telgraftaki birkaç kelim enin yanak kaslarını g ü lü m ­
sem e y ö n ü n d e kastığı ya da ok u y u cu n u n bir ö lü m şo k u n a d ü ş­
m esin e sebebiyet verdiği gerçeği gibi.
O rg a n izm a la rın ve m ak in a la rın k en d ile r in e ö zg ü k arak ter­
le r in in b u şe k ild e y e rle rin in d e ğ iş tir ilm e si gerçek te, m e k a n ik
yaratığı on u yaratanın üstüne çıkardı. Bu yanlışlık, askeri ve siyasi
stratejistler tarafından yaratılan im ha ajanlarına -nükleer silahlar,
roketler, öldü rücü zehirler ve bakteriler- insan ırkını yok etm e yet­
kisini verm e isteğiyle gü nüm ü ze ölü m cü l tehlikeleri taşıdı.
F akat, b u k ö k lü y a n lış-a n la m a , b iy o lo jid e d ah a m u z ip bir
son u ca vardı: O rganik davranışa ilişkin teleolojik ya da amaçlı açık­
lam aları ortadan kaldırmak yerine, Hristiyan teologların A risto’dan
devraldıkları en itibarsız ve savunulm az form u benim seyerek, ber­
taraf etm eyi am açladığı özelliğin ta kendisine ‘m ekanizm a’ maskesi
altında sızdı.
A çık bir sistem olan, tesadüfi m utasyonlarla ve üzerinde hiçbir
k on trol gücü bulunm ayan birçok dış güç ve şartlara m aruz kalan
bir organizm anın aksine m ekanizm alar kapalı sistem lerdir ve ber­
rak bir şekilde önceden öngörülen ve sınırlı olan hedeflere ulaşmak
için m ucid tarafından hassasça tesis edilirler. D olayısıyla tam o l­
gunlaşm am ış otom atik bir makina, saf teleolojinin m ükem m el bir
örneğidir ve her bir parçası aynı izi taşır: H içbir m akina, ne kadar
gelişm iş olursa olsun, hiçbir zaman tesadüf, gelişigüzel büyüm e ya
da doğal seleksiyon son ucu ortaya çıkm am ıştır. Buna karşılık, ev­
rim teorisine göre en aşağı organizm a türü dahi hiçbir makinanın
başa çıkam ayacağı belirgin potansiyellere sahiptir. Kendi türünün
karakterini değiştirebilir ve yeni fırsatlara sahip olm ak ya da isten­
m ey en d ış baskılara d iren m ek için k en d isin i y en id en p rogram ­
layabilir. B öylesi bi.' özgürlük sın ırın a hiçbir m ak in a tek başına
sahip değildir.
D escartes d ö n em in iltifat ed ilen m akinaları, saat ve m atbaa,
b ilim sel akıl üzerinde m aalesef öy lesin e derin bir iz bıraktı ki ve
D escartes’ın aldatıcı m etaforu çok daha kom pleks, özn el bir b içim ­
d e şa rtla n m ış o la n organ ik d a v ra n ışın ‘m e k a n ik ’ (varsayım sal
olarak teleolojik olm ayan) bir açıklam asının rasyonel olarak kabul
edilm esini öylesine kolaylaştırdı ki bu eski ve köhne m od el, sanki
karşı ç ık ıla m a z m ış g ib i, bazı g ü z id e b ilim a d a m la r ı tarafın d an
verilen tanım la çelişse dahi, hâlâ şirin gösterilm eye çalışmaktadır.
Sherrington gibi katı ve dikkatli bir araştırmacı, birleştirici bir ör­
g ü n ü n daim i surette her bir ayrı fizyolojik aktiviteye nezaret e t­
tiğini ispatladı. Fakat işleyiş dışında görülem eyen bu platonik örgü,
m ekanizm a kavramıyla ilişkilendirilm esinde zerre kadar bir anlam
k azan m az. B un dan son ra tü m b u n la rın açığa k avu şm ası gerek.
D aha geçen zam anlarda, itibar sahibi bir b ilim ad am ı, “İnsan bir
m akina olarak doğar, daha sonra bir kişi haline gelir.” gibi sözler
sarfetti.
Bu olay hangi gezegende geçm ektedir? Elbette ki yeryüzünde
değil, burada m akinalar hiçbir zam an doğm azlar, sadece üretilirler;
dahası kendi idrakine vardığı andan itibaren bebek, herhangi bir
m a k in ad a b u lu n m a y a n b irço k ö ze llik sergiler. Eger m a k in e bir
k işiy e d ö n ü şe b ilse v d i, İn cil v ey a K ur’ân ’da g eçen h erh an gi bir
m ucized en kaî kat daha m uazzam bir m ucize olurdu.
Bu noktada, D escartes’ın barok m utlakiyetçiliginin tem el im p-
likasyonları unutulm am alıdır. Kendi m odeli olarak makinayı; m u t­
lak d ü zen in kaynağı olarak tek bir birleştirici aklı kabul etm ekle
D escartes, gerçekte ve n ih ayetin d e, hayatın tüm tezahürünü ras­
y o n el ve merkezi olarak idare edilecek tarzda kontrol altına aldı -
kişinin, kontrol edicinin tabiatına ve niyetlerine çok yakından bak­
m a m a sı şartıyla ra sy o n e l-. B ö y le yap m ak la, d ü şü n c e y e üç asır
b oyu n ca hakim olacak bir akım kurdu. *
D escartes’in faraziyelerine göre, bilim çalışm ası, hayatın kaderi
değilse de m akinanın hüküm ranlığını genişletm ek içindi. Daha az
akıllılar bu hataya sarıldılar, on u genişletip yaygınlaştırdılar. Daha
ön ce kölelik tarihinde sıkça görü ld ü ğü gibi, itaatkâr köle ilk önce,
k en d isin i efen d isin in g özü n d e elze m kıldı, daha son ra on a karşı
çıktı ve on a egem en old u ve n ih a y etin d e ayağını kaydırıp yerine
geçti. Fakat, şim d i, şayet sağ kalırsa, özgürlüğünü tekrar kazanmak
için bir şem a tasarlaması gereken köle değil, efendidir.
6
Leviathan çarka dahil oluyor

ESCARTES’IN ZAVİYESİNDEN ikinci adım ı atmak basitti;


bu da insanları, spontane hareketleri dü zen len ip kontrol
altına alınabilecek, tabii işlevleri ve ahlâkî tercihleri tek bir
sorum lu m erkeze -hakim yöneticiye veya g ü n ü m ü zü n bürokratik
jargonunda Karar Sahibi’ne (D ecisio n M aker) kanalize edilebilecek
makinalara bile isteye dönüştürecek siyasal bir d ü zen için uygun il­
keler m anzum esinin taslağını çıkartmaktı. ,
D escartes, teorik resm ini, m utlak yöneticilerin örneğinden çiz­
m ekle bu adım ı geriye doğru atm ıştı. Fakat yen i m ekanik dünya
resm in in tü m siyasal im p lik a sy o n la rın ı g ö ren d ü şü n ü r T h om as
H obbes idi. H obbes,-kırkına kadar geom etriyle haşır neşir olm ad ıy­
sa da, D escaı tes’la şahsen karşılaşm asından ö n c e dahi gerçek bir
kartezyendi. Her ikisi de, hükümdarları da m em n u n eden bir özel­
liği paylaşıyorlardı; eşit şekilde, otom aton ların etkisindeydiler.
H o b b es, siyasal k o n u m u n u D e C iv e ve L e\'ia th a n isim li iki
kitabında açıkladı. Tem el öğreti her iki kitapta da aynı olsa da, şö h ­
retin i k azan d ıran kitap, L e v ia th a n , tarzd a d a h a d ram atik tir ve
m ekanik dünya resm ine egem en olm ası tesadüfi değildir. Kitabın
tem el hataları, her bir bireyi hem p o tan siyel bir d esp ot h em de
dem okrasiyle karışık kollektif bir totaliteryan despotizm in bir kur­
banı haline getiren R ousseau tarafından tekrarlanıp rafine edildi.
H obbes iki m ütenakız fakat ilişkili faraziyeden başladı, ilki, in ­
sanların fiili m akinalar olduklarıydı, diğeri ise insanların b u n u n
tam zıttı bir durum da, iflah olm az bir şekilde vahşi ve itaatsiz, b it­
m ez tü k en m ez çek işm e ve ça tışm a d a aralık sız olarak k ork u d an
ra h a tsız o ld u k la rıy d ı ve k en d ilerin i tek bir d ış gü ç k ayn ağın a,
egem ene, teslim edip on u n buyruklarını kabul edinceye kadar en
g elişm em iş d ü zen li to p lu m sa l davranıştan b ile m ah ru m d u lar ve
canı ve m alı em in kılm aya y e tecek to p lu m sa l ilişk i ve işb irliğ i
sanatlarını ceza görm e tehdidi altında öğrendiler.
P rim itif insanın yaşam ı, H ob b es’un m eşhur kelim eleriyle kısa,
kaba ve tiksindiriciydi ve bu yabanilik ve k u runtunun ta kendisi,
D escartes’ın ideal dünyası gibi tek bir inayet sahibi akıl ve irade -
yani m utlak yönetici ya da m onark- tarafından tesis edilen m utlak
bir d ü zen in ispatı (ju stifık asy o n u ) o ld u , in san lar, L eviathan’da,
yani hüküm darın iradesinin icra edildiği m utlak güç sahibi devlet­
te, b irleştirilin ceye kadar yurttaşları için teh lik e, kendileri için se
yüktüler.
E g em en e tam ve kayıtsız te slim iy et, tam H o b b e s’a görevd i;
dünyevi kurtuluşun yegane anahtarı olarak Krallık kurum unu k ök ­
lü bir biçim de ilahlaştırm ış olan Piram id Çağı’nın M ısırlılarına da
u y g u n d u . Bu ö ğ retiy le, m eg a m a k in a n ın id eo lo jik tem e li ve ö n
koşulu olarak daha ön ceden karşılaşm ış o lm am ız, on u n o n yedinci
yüzyılda yeniden ihya ed ilm esin i daha eh em m iyetli kılar. M utlak
otoriteye bu şekildeki bir teslim iyet, H o b b es’a göre, ülkedeki sivil
şiddete karşı korunm anın kaçınılm az bir bedeli olan toplu savaşın
şü p h eye açık yararlan dahil olm ak üzere tecrid edilm iş bireylerin
m edeniyetin faydalarından yararlanm alarının şartıydı.
H o b b es’un Egem en D evlet üzerine risalesi D escartes’ınkiyle ay­
nı kaynaktan neşet eder ve D escartes’ın hayvanların yapısı üzerine
a n a lizin i in sa n la r ü zerin d e h erh a n g i bir k atk ıd a b u lu n m a d a n
neşeyle aynı özellikleri zikrederek tam am lar. Bu bilim sel hayvan-
biçim cilik, karşı çıktığı insanbiçim cilikten de daha büyük tahrifat­
lara ve baskılara yol açm ıştır. L ev ia tlıa n 'a g irişin d e -bir p olitik
‘M o b y D ic k ’ ö r n e ğ id ir .- H o b b es şö y le d iyord u : “T ab iat, insan
sanatı (fenni) tarafından diğer birçok şeyde olduğu gibi bunda da
taklit edilm ektedir ki tabiat suni bir hayvan yaratabilmektedir. Zira
görünürde hayat, vücuda eklem le bağlı uzuvların bir hareketinden
başka birşey değildir. ..N eden tüm O tom atonların (bir saatin yap­
tığı gibi, çarklar ve yaylar aracılığıyla kendi kendilerini hareket et­
tiren aygıtlar) suni bir yaşam a sah ip old u k ların ı söylem eyelim ?
D eğil mi ki (otom atonlardaki) tüm bedene hareket veren kalp değil
de bir yay, sinirler değil de birçok tel, eklem ler değil de birçok çark­
tır.” Bu, gerçek bir teknokrasi yağcılığıdır.
H ob b es’un, ken d isin in en sakat önerm esin i karşı çıkılm az bir
aksiyom gibi ileri sürdüğü soğukkanlı tarza dikkat edin: “Hayat,
eklem lerin bir hareketinden başka bir şey değildir.” Bu, bayağı bir
tanım olm asının yanında, kabul edildiği takdirde rüzgârda sürük­
lenen ölü bir ağacın dallarına yaşam sal özellikler ihsan etm em izi
gerektirecektir. Fakat elbetteki bu, insanları m utlak itaate şartlan­
dırılacaklar için uygun bir öğretidir. Üç asır sonra, başka bir insan-
eğitici ve şartlandırın, bir reklam acentasında çalışan davranışçı bir
psikolog, sadece konuşm ayı değil, fakat d ü şü n cen in kendisini de
gırtlakta gerçekleştirilen kas hareketleriyle tanımlayacaktır. .
H o b b e s’un o to m a to n la rd a n (a u to m a ta ) organ izm alara ( o ı-
ganisata) bu tarz vahşi atlayışı o to m a tik olarak beklenen sonucu
d o ğ u r d u . E ğer o to m a to n la r g e r ç e k te n yap ay o r g a n iz m a la r sa ,
yaşam ı “ E klem lerin hareketi”n d en başka birşey olm ayan insan,
eg e m e n in in s iy a tif ve işley işin d ek i d ış gü çlerin k o n tro lü altına
n ed en alın m asın d ı? T ah m in ed ileb ilir davranış ve m erk ezd en -
u zak tan - k u m an d a, icatların m ü k em m elleştirilm esi ve bu nihai
s o n u c u m ü m k ü n k ılacak d ü z e n le m e le r in y a p ılm a sı u z u n bir
zam an aldıysa da yukarıdaki iki unsur, gerek m ekanik gerekse de
elektronik m egateknigin esas hedefi durum undadır.
H o b b es’un avırdedici özelliği, yeni bilim le on y ed in ci yüzyılın
eski p o litik a sın ı b irleştirip , o n la ra , L ev ia th a n ’ın gü ç ve şa n ın ı
çoğaltm ak için kullanılabilecek insanların ü retilm esini ve h ep sin ­
den öte, to p lu m d a k i her birey ve grubun özerk liğ in in , bunların
sad ece itaatkâr, m akinavâri parçalar olarak işlev görecekleri o r­
ganize b ütü ne aktarılm asını em retm esivdi. Bu çabanın sonucunda,
birçok kurum peyda oldu: ilkin, yeniden standardize edilen ü n ifor­
m adan başlanarak her bir parçanın düzenlenip standardize edildiği
alay şeklindeki kitle ordusu, daha sonra, İtalyan d esp otizm in in yet­
kin ü rü n ü olan yeni bürokrasi; on sekizinci yü zyıld a fabrika; ve
g ü n ü m ü zd e yeni eğitim ve iletişim sistem leri. Bunlar yeni b ileşen ­
lerdi. Bu suretle Leviathan’ın nihai ürünü, kendisinde bulunan in ­
san ı k ısım ları ya tam am iyle n ö trleştirilecek ya da d ışta tutacak
g e n iş le t i lm iş ve iy ile ş t ir ilm iş y e n i b ir m o d e le g ö r e y a p ıla n
m egam akina oldu.
H o b b es’un L eviathan’ı dehşeti arttırm ak ve k ollek tif korkuyu
telkin etm ek am acıyla tasarlanmış efsanevi bir canavardı; bir sefer
d ah a, legal ve m ek an ik tüm şek illeriyle Batılı huk u k ve d ü zen i,
g ezeg en in her tarafına yayan yeni im paratorlu k lard a ve birleşik
b ölgesel devletlerde devşiıilen güçleri m eşrulaştırm ak ve sağlam laş­
tırm ak için m ahsus uydurulan bir yaratık. Bugün artık biliyoruz ki
bu sistem , insan to p lu m u n u n ev rim in in tam bir kurgusal tarifi
ü zerin e k u ru ld u . Bu tarif, biraz akla yatk ın g ö z ü k m e k için bir
ta k ım n o k ta la rd a iYİ.Ö. B eşin ci B in y ıl’dan b u ya n a k u r u lm u ş
m edeniyetlerdeki olaylara ve kuram lara yeteri miktarda benziyorsa
da, geriye kalan ‘p r im itif top lu lu k lar arasında g ö zlem len en her
h an gi bir k o şu lla çok az bir b en zerlik taşım ak tad ır. H o b b e s’un
m itik resm i s p o n ta n e d ü z e n , ah lâk , k arşılık lı y a rd ım la şm a ve
o to n o m iy e ilişkin tü m olum lu delilleri kendisinde toplar. H obbes,
aynı zam anda, devletin , ortak, gön ü llü ve k o o p era tif birliğe dair
farklı ve daha işlevsel birçok form ların direncine karşı yeniden tesis
etm eye çalıştığı m utlak otoriteyi tem el bir zorunluluk olarak görüp
genişletti.
Bugünkü antropolojik b ilgin in ışığında diyebiliyoruz ki H o b -
bes’un hayal m ahsülü ilkel insan resmi tarihsel gerçeklikten, R ous-
seau ’nun daha sonraki m asum bir tabiat halindeki insan tasvirin­
d en b ile daha u zak tı. B asit to p lu m la rın ilk g ö zlem cileri -Jam es
C ook ve Alfred Russel W allece gibi kişiler- E ndonezya ve G üney
D e n iz le r in d e , R o u sse a u ’n u n p astoral r esm in e o ld u k ça tetab u k
eden ve bir o kadar da H ob b es’u doğrudan doğruya nakzeden t?k-
dire şayan bir çok âdet ve uygulam alara rastlamışlardır, ne ki H ob -
bes, zam anının türedi oligarklarının ve tüccar kodam anlarının saklı
korkularının ve bilinçli saldırılarının, önceki tü m insan to p lu lu k ­
larını kapsadığını zannetti.
N e var ki H ob b es’un tarifi, kendi zam anının m ücadelelerle yıp ­
ranm ış siyasal oluşum lardaki beşeri dürtü ve arzular üzerine yap­
tığı k u rn az g ö z le m le r le k a rıştırılm ıştı ve k en d i ö ğ r e tisin in tek
am acı, m utlak egem en gücü meşrulaştırm aktı, bu gücün bir kralın
ya da C um h uriyetçi bir p arlem en ton u n , halk tarafından seçilm iş
bir başkanın ya da kendi kendine seçilen bir diktatörün elinde o l­
m ası m ü h im d eğ ild i. Bu ö ğ reti, ‘eg em en o to r ite ’den tü red ik ten
sonra -ki bu otorite, bir h ü k ü m et yöneticisi, bir fabrika sahibi, bir
iş idarecisi ya da bir bilgisayar olabilir-, her türlü kpyfi güç k u l­
lanım ını dahi m eşrulaştırabilirdi.
G er ç e k te , H o b b e s , Y ü ce K ra llığ ın k ö k en o la ra k d a y a n d ığ ı
ideolojik öncülleri, ait oldukları yere yerleştirm ekten başka birşey
yapm adı, çünkü bu karizm atik düşünce im an zayıflığınca güçsüz-
leştirilm iş, pratik tecrü b ece in san i cesa m eti a zaltılm ış bir halde
uzun süre kadim özü n ü n bir gölgesi durum unda kaldıysa da, hiçbir
zam an zih in lerd en tü m ü y le silin m em işti. H o b b e s’un p o litik bir
düşünür olarak baş rakibi Jean-Jaques R ousseau dahi, H o b b es’un
m utlakiyetçiligini defetm ek için hiçbir şey yapm adı. Bilakis, onun
T o p lu m Sözleşm esi d ok trin i, eg em en in , ‘genel irade’ye dayanan
başka bir egem en gü çle yerinin legal olarak nasıl d eğiştirileceğini
gösterdi. Krallıktan görünürde bir özgü rleşm e olan tem sili yön etim
ve k ollektif otoriteye fiilî geçiş, sadece ne kadar az şeyin değiştiğini
ispatladı, çünkü, o esnada, sürekli olarak m üşahhas ve geçici insan
bireylerine oldukça bağlı durum daki orijinal krallık kavramı, artık
çok y ön lü m ekanik yardım larca takviye ediliyordu.
H o b b es’un, gücü, diğer tüm eşyanın kaynağı olarak m eşrulaş­
tırm ası, hem d evletin hem de m akinanın, hukuk, düzen ve k o n t­
rolü tesis etm e ve daha ileri tabiat ve başka insan grupları fe tih ­
leriyle bütün sistem i genişletm e (ikili) çabalarını arttırdı. V e H o b ­
b es’un düşü ncesin in yan etkisi, bu d ü şü n cen in orijinal ifadesinden
d a h a y ab an i o ld u . D iğ e r .in s a n la r ın sa v a ş, b ö lg e se l fe tih le r ve
k olo n izasyon hareketinde geçirdikleri tecrübelerle birleşerek o n ­
ların z ih in lerin e n ü fu z eden H o b b es’un , hayatı, korku kaynaklı
daim i güç m ücadelesi olarak gösteren tek taraflı resm i, h em em p er­
yalizm in pratik doktrinlerinin hem de m akina-koşullu ilerlem enin
ideal öğretisinin tem elini oluşturdu; nitekim her ikisi de, M althus-
D arw inci ‘varolm ak için m ücad ele’ şeklinde o n d ok u zu n cu yüzyıla
taşındılar, ilerlem e doktrini, Darvvin’in çağdaşlan tarafından, ö z ­
g ürce, tü m rakip grup ve türleri yok ed e b ilm e eh liyeti şek lin d e
yorum landı.
Terbiye edici olarak Makina

EMEN HEM EN HER KLASİK FELSEFE, bir eğ itim s is ­

H tem inde son bulur ve bu, m ekanik dünya resm ini de içine
alır. G erçekten de bu eğitim sistem inin ilk ve belki de en
açık ifadesi, D escartes ve H o b b es’un risalelerine kılavuzluk etm iş­
tir. Moravyalı öğretm en ve teo lo g John A m os C o m en iu s’un B ü yü k
Ö ğ r e tic i ( T h e G r e a t D id a c ti c ) a d lı e s e r in e gönderm ede
bulunacağım . Bir filo zo f olarak C om en iu s, en genel hatlarıyla ö ğ ­
re tim t e o r is in i d ü z e n in z o r u n lu lu ğ u ü z e r in e te s is e tti, fakat
tam am ıyla da yeni m ekanik m od ellerin tesiri altındaydı. “R uhun,
sa a tin iş le y iş in e b e n z e r h a r e k e tle r i” ile ilg ili ta sv ir in e d ik k at
buyurun. “En ön em li çark iradedir; sıkletler ise iradeyi şu ya da bu
yön e m eylettiren arzu ve isteklerdir. Rakkas çarkını hareket ettiren
ak ıld ır ki n e y in p e şin e n ered e, n e kadar g id ile b ile c e ğ in i ya da
kaçılabileceğini ölçer ve belirler.”
Bu id eolojik tem elle, C o m e n iu s’un eğitim e ilişkin tü m telak­
kisinin kitle üretim in in gerekliliklerine dayanıyor olm ası şaşırtıcı
değildir. Eğitimi fakirleri de dahil edecek seviyeye kadar ucuzlatm a
çabasında, tasarrufa m ahirane bir zam an d ü zen lem esiyle katkıda
b u lu n m a y a ça lıştı. İn g iltere’d e L ancaster ve B ell’d en ço k ö n c e
C om enius, giderleri azaltma aracı olarak öğretim de belletm en sis­
tem in i icat etti. “İddiam şudur ki” diyordu, “b u, bir öğretm enin bir
anda yüzlerce talebeyi eğitm esini m ü m k ü n kılm asının yanısıra, ay­
nı zam anda hayati bir zorunlu lu k arz etm ektedir.” C om en iu s, ger­
çekte m ekanik tarzda program lan m ış eğitim in m u cid i değilse de
m ü jd e c isid ir ; h içb ir şey, O n u , b u g ü n o n u n y ö n te m in i ileriy e
taşım ak için gerekli elektronik ve m ekanik teçhizatı devreye sokan
kişilerden ayırm az. O nun ayrıca, gündelik sekiz, haftalık kırksekiz
saatlik çalışm ayı yeterli gördüğü size şaşırtıcı gelecek mi?
Başka bir yerde C om enius, “ uygun yön tem i bulm aya muvaffak
o ld u ğ u m u z d a ,” d iy o r “is te n e n sa y ıd a ö ğ r e n c iy i e ğ itm e k , m a t­
baanın yardım ıyla en d ü zgü n yazıyla gün d elik bin sayfayı kağıda
dökm ekten daha zor olm ayacaktır.” B unun hem en akabinde ilgili
d iğer cü m le ise şöyle: “E ğitim in b e n im p lan ım a göre sü rd ü rü l­
d ü ğ ü n ü g ö rm ek , o to m a tik b ir m a k in a v a b ak m ak kadar zevk li
olacaktır ve işleyiş, başarısızlıktan, ustaca y a p ılm ış m ekanik ter­
tibatlar kadar uzak olacaktır.” M uhakkak! C o m en iu s’un onyedinci
yüzyılda form üle ettiğini, Gradgrind ve M ’C hoakum child hantal ve
yaban bir şekilde o n d o k u zu n c u yüzyılda sürdüreceklerdi. Bunu
d a , k e n d i o to m a tiz m le r in in b ü y ü s ü n e e ş it d e r e c e d e k a p ılm ış
ç a ğ ım ız ın d ah a se v im li g ü v e r c in şa rtla n d ır ıcıla r ı v e p ro g ra m -
lam acıları takip edecekti.
A n s ik lo p e d is i J .H .A ls te d v e d a h a s o n r a J o h n L o ck e g ib i
C o m en iu s’a göre de insan aklı b o ş bir sayfaydı. E ğitim in am acı, bu
sayfaya arzulanan şekli basm aktı. M atbaa imajı burada karşım ıza
tekrar çıkm aktadır. M u cid ve fizik b ilim ci gibi yeni eğ itm en de,
m ü k em m el m ekanik düzene ulaşm aya çabaladı, fakat hayatın ken-
diligindenliklerini ve yaşam la birlikte devam eden tü m kavranmaz
ve program lanm az işlevleri dışta tuttu.
1633’te C o m en iu s, fizik ü zerin e, o n iki b ö lü m e ayrılm ış bir
risaleyi yayınladığı zam an, yaratılışın kabataslak bir an latım ı ile
başladı ve bir ilahiyatçı olm ası hasebiyle en yüce kategoriye, m elek­
lere varıncaya kadar, fiziksel d ü zen d en bitkilerin, hayvanların ve
insanların d üzen ine doğru yükselen bir hiyerarşiyi takip etti. Fakat
B ü y ü k Ö ğ reticid e b unu tersine çevirdi ve (1) zam anla başladı il-
lüstrüsyonları (2) insan bedeni (3) bedeni y ön eten akıl üzerine, (4)
kral ya da im p arator (ü zerin e ) id iler ve daha sonra; (5 ) zek ice
tasarlanm ış makinalar aracılığıyla ağırlıkları hareket ettiren İsken­
deriye Balıkçıları, (6) ağır silahların dehşeten giz işleyişi, (7) baskı
işlem i, (8) başka bir m ekanizm a örneği, tekerlekli araba, (9) m av­
na, direk, d ü m en ve pusulaya sahip bir gem i ve (10) saat ile ilgili
bölüm ler vardı. Saat hem tem el, hem de zirveydi.
C o m e n iu s ’un ça lışm a sı, yen i en d ü str iy e l ve siyasal d o k u y u
üretm iş icatlar, m ekanik tecrübeler, tasn if edilm iş kurumlar ve tüm
bunların tem elini teşkil eden aşırı m ucizevi beklentiler arasındaki
geçişkenliği gözler ö n ü n e serer. A stronom ik nizam , m utlak siyasal
o t o r it e ve h a y a tv a ri o t o m a t iz m k o m b in a s y o n u n a fa z la sıy la
direnilem eyecegi görüldü. D olayısıyla, C o m en iu s’un en sonda saati
anlatırken, vecde dair kelim eler sayıklam ası bize çok da şaşırtıcı
gelm em elidir: “Bir m akinanın, ruhsuz, (can sız) bir şeyin, bövlesi
hayatvâri, daim i ve düzenli bir tarzda hareket edebilm esi gerçekten
de harikulade bir şey değil midir? Saatler icat ed ilm ezd en evvel,
b ö y le şe y le r in var o lm a sı a ğ a çla rın y ü r ü y e b ilm e le r i, ta şla rın
konuşabilm eleri kadar im kânsız zannedilm ez miydi?”
C o m en iu s’un duygusal bağlılığı tipikti ve bu bağlılık, daha so n ­
ra herhangi bir saatin ötesinde inanılm az yeteneklere sahip birçok
m akinanın icat edilm esinden sonra da d in m ed i. Bugün, aynı has­
sasiyeti, hatta daha yüksek ve vecde dair tonlarda, sibernetik teoris-
y e n le r a ra sın d a b u la b ilir iz , b elk i d e b u n u n n e d e n i, d u y g u sa l
yaşam larından geriye kalan şeyin bugün, kendisiyle arta kalan ö z ­
lerini tanımladıkları Büyük B eyin’e kanalize ediliyor olm asıdır.
Şayet dakiklik, yani saatin işleyişindeki intizam , evvelce kral­
ların lü tfü olarak a d d e d iliy o r d u y sa da, b u g ü n K raliyet M ü es-
sesesi’nin tü m ayrıcalıkları-hepsinden ö te, tebaasına kayıtsız şartsız
itaati em redebilm e yetkisi- artan bir b içim d e otom atonların ö zel­
liği h alin e gelm işlerd ir. O to m a to n la r ın seri ihtiyaçlarını h em en
giderm ek m od ern in sanın tek görevi olurken, bu ihtiyaçlara har­
cam ada b u lu n m aya devam etm ek ise yö n etici grupların im tiyazı
haline geldi. O n yedinci yüzyılın sonuyla birlikte, tarihsel ö zellik ­
leri, sah n e d ek oru ve gelen ek sel o y u n cu kadrosu b oşaltılan Batı
Uygarlığı sahnesi, yeni bir teknodram a, m egam akinanın restoras­
y on u ve zaferi için hazırlandı.
TEKNOLOJİ OLARAK BİLİM
1
Yeniden onarım

NALTINCI VE YİRMİNCİ YÜZYILLAR ARASINDA yeni


bilim sel dünya resm i artan bir şekilde tekleştirildi, oysa bu
d e ğ işim d e yer alan çeşitli b ilim dalları farklı kökenlere
bağlıydılar, değişik araştırma m etotları geliştirm işlerdi ve farklı ba­
zen de m ü ten ak ız hedeflerle idare ediliyorlardı. G elişigüzel keşif,
katı m atem atiksel analiz, m ünferit keşifler -bunların tü m ü nihaye­
tin d e b ilim payesi aldılar ve b ilim in bü yü yen o to ritesin e katkıda
bulundular. Aldatıcı bir biçim de basitleştirilm iş üst-yapı d ok u n u l­
m a zlığ ın ı sü rd ü rü yord u ysa da artık orijin al id e o lo jik tem eller,
adeta havada yüzer gibi koyverilm işlerdi.
Şayet, bu farklı farklı çabalardan zuhur eden d ünya resmi her­
hangi bir ahenkli görüntü sunduysa, bunun aslı ta tyonyalı felsefe­
cilere ve daha dolayısız bir şekilde otom aton ların yükselişine kadar
dayandırılabilirdi. Araştırma alanlarının gezegenin alanlarının b ü ­
yük güçler arasında söm ürü için parsellenm esine oldukça benzer
bir tarzda parsellenm eleri sonucu bilgi örgüsü bu ayırım a aksetti ve
h em en akabinde, insan tecrübesiyle bir b ü tün şeklinde ilgilen m e­
nin yetkin felsefeci dahil olm ak üzere hiçkim se için caiz olm adığı
d ü şü n ü ldü.
Bu işi p o z itif bilim in kanunlarına göre başarm aya yön elik
so n b ü y ü k çaba H erb ert S p en c e r ’ın h a c im li S e n te tik F elsefe'si
(S yn th etic P hilosophy) idi. E vrim i belirsiz, düzen siz hom ojenlikten,
belirli d ü zen li heterojenliğe geçiş olaı'ak açıklam ası çok kullanışlı
olam ayacak kadar sığ ve bunu n değerlendirm eleri Batı Avrupa k ö ­
kenli olm ayan herhangi bir kültüre uygulanam ayacak kadar dardı.
Fakat Spencer’ın başarısızlığı sadece, tü m m asum iyeti ve basitliğiy­
le kartezyen m ekanizm in parçalanm ış d ü şü n ce dünyasını geçici de
olsa birarada tutm ada nasıl yararlı old u ğ u n u ispatladı. Spencer, bir
tür o tom atik finalizm e yersiz bir otorite verdiyse de, D arwin’den
de ö n c e , ek sik k alm ış m erk ezi bir d ü şü n c e n in tesis e d ilm e sin e
yardım etti: Tarihsel evrim .
G eçm işe d ön ü p baktığım ızda, Spencer’m başarısızlığının, zıt bir
şek ild e, Francis B acon’ın oldu k ça yetersiz teçhizatla “tüm bilgiyi
m ıntıkası altına alm ak” için ilk teşebbüsündeki pratik zaferi ortaya
çıkardığını görürüz. Bu tüm üyle çarpıcıdır, çünkü onlar (B acon
ve Spencer), aynı faydacı prensipleri paylaşıp, aynı um utlarla su ü s­
tü n d e kalıyorlardı. Bacon, D escartes’tan ö n ce ortaya çıktıysa da, b i­
lim ve teknik arasındaki cari ortaklığı, o n u sağlık, zenginlik ve güce
duyulan beri arzularla ilişkilendirerek daha sıkı bir hale getirdi.
M ekanik dünya resm ininin başarısı gerçek m ânâda, peşin o la ­
rak Francis B acon tarafından tem in at altına alındı ki gerek bir m a ­
tem atikçi gerekse de deneysel bir fizikçi olarak herhangi bir niteliğe
sahip olm am ası B acon’ı, bilim sel m eto d u hayatın her alanına yay­
m ak için belki de daha hazırlıklı kıldı. B acon, gerçekleştirdiği ya da
katkıda da bulund uğu yeni bilim sel keşifler dolayısıyla değil, fakat
d üzenli bilginin sistem atik edin im i ve uygulam asına dair ideal k u ­
ru m sal bir te m e lin taslağını çık a r ttığ ın d a n ö tü r ü özel bir yere
layıktır. B unun yanında Bacon, oldukça kesin terim lerle b ilim in n i­
hai hedefinin, “insanın derecesini yükseltm ek” ve “imkân d ah ilin ­
deki her şeyi fiile getirm ek” olduğunu ilan etti. Bu suretle, Ingiliz
em prisizm inin karakteristik dam arında, to p lu m u n m od ern bilim i,
tek n oloji olarak kullanm asının pragm atik m eşru iyetin in taslağını
çıkardı. B ilim i yeryüzüne indiren, G alileo gibi bir gök gözlem cisi,
Kepler gibi bir güneşperest değil, B acon’dı.
D olayısıyla, m o d ern bilim sel teori n e kadar yükseğe çıkarsa
çıksın ve uzm anlarına verdiği öznel haz ne kadar çok olursa olsun
bilim sel olu şu m u n teşvik edilip ilerletilm esi, başından beri esas ola ­
rak pratik olaylar -silahlar, m am üller, ulaşım , iletişim - için u m ut
verdiği ya da vaadettigi uygulam alarından dolayıdır. B ilim in sadece
bir b ilg i a ra y ışın d a n k en d i ad ın a g e liştiğ i in a n cı en iyi şek ild e
yalnızca yarı-gerçektir, en kötü şekilde ise b ilim adam larının salt
kendi kendilerini övm eleri ya da kendi kendilerini aldatmalarıdır.
H rıstiyan K ilisesinin kaba dünyevi talepleri için caiz sayılamayacak
bir o to rite bahşed en ‘azizlerin kutsallığı’nda o ld u ğ u gibi bilim sel
id eolojinin tüm el etkisi, insan yaşamı dahil olm ak üzere tabii varo­
lu şu n tü m tezahürleri ü zerin d e dıştan bir k o n tro l elde etm en in
hem araçlarını hem de m eşruiyetini tem in etm ek olm uştur. Bilim
ve teknik, resm i olarak evli degillerdiyse de uzu n bir zam an gevşek
bir örfi h u k u k ilişk isi d a h ilin d e beraber yaşad ılar ki b u ilişkiyi
gözardı etm ek feshetm ekten daha kolaydır.
B acon’ın çalışm asını ve etkisini gözden geçirirken kişinin, on u n
tahm inlerini doğru kılan ve oldukça ihtiyatsız beklentilerini direkt
geçen m o d ern b ilim in çeşitli yön lerin e aşırı vurguda b u lu n m ası
belki de doğaldır. Bu, ‘bilim i teknoloji olarak’ d ü şü n d ü ğ ü m ü zd e
bilhassa doğrudur, çünkü B acon’ın en şaşkınlık verici sezgilerinin
gerçekleştiği alan burasıdır.
Jules Verne ve H .G VVells’ten üç asır ön ce, daha sonraki bilim
kurgu yazarlarından bahsetm eye gerek yok, B acon, tek n olojin in b i­
lim den elde edeceği çokboyutlu yararları ö n ced en tahm in etm işti;
böyle old u ğu halde, bilfiil yaşadığım ız (b u gü n k ü ) d ünyanın keyfi­
yetini tasvir etm eye çalıştığında m uhayyilesi, daha sonraki ütopyacı
ve kakotopvacı yazarların aksine kendisini yanılttı, çünkü ‘Yeni At-
lan tis’teki (T he N ew Atlantis) m üstakbel dünyası oldukça hoş bir
tu h aflık ta, hâlâ E lizabeth devri saray m eclislerin in tanıdık d ü n ­
yasının k ostü m , ö rf ve âdet ve dini in an ışın ın dahilindeydi. Kako-
top yacı (K a k o s= k ö tü ) k elim esin i, ek sik -b o y u tlu , aşırı kon trollü
‘ideal, bir topluluk peşindeki ü top yacın m zıttı olarak kullanacağım .
Bu b ölü m ü n başlığı, Francis B acon ’ı ne şaşırtır ne de şoka so ­
kardı, zira b ilim in alanının gen işletilm esi için belki de en orijinal
katkısı, hayatın m addi şartlarını d ö n ü ştü r m ed e b ilim gelecekteki
büyük rolü n ü anlam asıydı. Fakat em in im ki işaret edeceğim bazı
sonuçlar kendisini derinden rahatsız edecekti, çünkü kendisinin b i­
lim e bir icat kaynağı olarak, tek n olojin in kendisine de b ilim in nihai
m eşruiyeti olarak im an etm esi, sadece b u arayıştan gelecek m ülkü
(zen gin liği) ön görd ü , bugün m od ern d ünyanın had safhada b ilin ­
cin e varacağı o lu m su z so n -ü rü n leri ise (e n d -p r o d u c ts) ö n ced en
tah m in edem edi. Yine de Bacon, kendi kendini incelem eye ve d ü ­
zeltm eye açık, fevkalade yetkin bir zih n e sahipti; ve hayatı m alum
kam u görevin i kötüye kullanm a ile dum ura uğram am ış olsaydı, s o ­
nuçları tekrar değerlendirenlerin başında yer alabilirdi ve esas ola ­
rak lazım olacaklarını tahm in etm ediği entellektüel muhafızları ile­
ri sürerdi. Bu b ölü m gerçek m ânâda, B aconyen bir geri- beslem e
(feedback) şeklinde tanım lanabilir.
H er ne kadar Bacon şüpheye m ahal bırakm ayacak şekilde, has­
sas sanatçıların sık sık yaptıkları bir fantezi için d e devrinin değişen
m izacını caddelerde görün m esin d en çok zam an ö n ce açıklıyorduy-
sa da d inam ik tahm inlerin kendi kendilerini tam am ladıkları görü l­
d ü, çü n k ü b u beklentiler insanların beyinlerini m akinanın istika­
m etin e çevirdiler ve fiziksel dünyaya doğru yeni bilim sel yönelim
için güven telkin ettiler. Bu, id eolojik olarak bir şekilde ayrılmış z i­
h inlerin ortak buluşm a zem ini haline geldi. Artık T anrı’nın tabiatı­
na ya da in sanın ölüm sü zlü ğü için gerekli koşullara taham m ül ed e­
m eyen insanlar, Tabiattan bir tanrı yapm a ve m akinaya insanın en
yüce ürünü olarak tapm a noktasında uzlaştılar. Bacon bilim in pra­
tik sonuçlarını takip ederek, soyut gözlem ler ve deneylerle m eşgul
olanların dahi, n ih ayetin d e insan ırkına büyük kazanım lar- insan
ırkını ahlâk ve idare yoluyla ilerletm e arayışında olanlardan ya da
çevreyi salt el em eği ve sanatı ile değiştirm eyi yeterli görenlerden
daha büyük kazanım lar- sağlayabileceklerini gösterm eye çabaladı.
Bu arada belirtelim , ‘hava, su, toprak ve ateş, üzerine bilim sel
araştırm anın verim li olabileceği n osyon u , B acon’dan ön ce bir çok
zihin d e belirm işti. M ercek, cam ve m etalin keşfedilm esi gibi geçm iş
teknolojideki tüm ilerlem eler, tam da böyle bir gözlem türüne b i­
naen gerçekleştirilm işti. Bu gözlem türü, hâlâ dağınık ve amprikti
fakat yine de, daha yeterli bilgiye ve daha etkili pratik uygulamalara
doğru atılm ış bir adım dı! Bugün bazı bilim adamları, günüm üzde
insan tarihinin öncek i tü m seyrinde m evcut olandan daha fazla b i­
lim a d am ınının yaşadığı olgusundan gurur duym aktalar. Fakat bu,
boş bir gururdur. Bugün H nstiyan Kilisesi’n d e de önceki tüm za­
m anlardan daha fazla rahip vardır. Yaygın eğitim e rağm en bilim sel
bilgin in b u gü n dahi, b ilim -ön cesi (pre-scientific) bir devrede m e ­
talürji, çöm lekçilik , biracılık, boyacılık, bitki ayıklam ası, hayvan y e­
tiştiriciliği ve tıpta faydalanılan zengin am pirik bilgi kadar g en iş bir
surette yayıldığından şü p h e edilm elidir.
Sağlam , p o z itif bilginin bilim sel m eto d u n icat ed ilm esin e değin
varolm adığını varsaym ak, m uasır başarılan, b u n la n n katı tem elle­
rini atm ış farklı bir d ü zen e ait başanlan k ü çü m sem e yoluyla a şın
m ethetm ektir. Başka bir yerde işaret ettiğim gibi, saat ustasının ve
hatta o p tik çin in büyük M ısır piram idinin kesm e taşlarında tanzim
ed ilm iş doğruluk standardı, bugünkü roket dizaynı kadar ön em li
bir b a şa n y d ı- belki d e daha fazla, zira roketler sık sık ateş alm a-
maktalar.
Fakat Bacon b ilim ve tekniğin ayrık küreleri arasındaki boşluğu
azaltm a yardım ları için saygım ıza layıktır. B ilim uzun bir zam an,
‘ö z g ü r ’ (lib e r a l) fak at p ratik olarak fa y d a sız ve ayrıca lık lı bir
azınlığın zihin jim nastiği şeklinde düşünüldü. T eknoloji ise her ne
kadar yararlıydıysa da, belki tıp ve m im ari hariç, süfli ve haysiyetsiz
tab iatından ö tü rü la n etlen m işti. B acon , b ilim in gelecek te, kendi
güçleri nispetin de çalışan salt bireysel yeteneklerin çabalarına değil,
b üyük oranda k ollek tif bir organizasyona dayanacağını savundu.
Ve daha ileriye giderek, alet ve teçhizatın sistem atik dü şü n ce tek­
nolojisin de, en az m adencilik ya da köprü yapım ındaki kadar zaru­
ri o ld u ğu n u d ü şü n d ü . Barok soloistlerin in ve b ilim prim ad on n a­
larının aksine, b ilim in ortak bir aktivite olarak yakın tesirini ö n ce­
d en gördü.
“Y ardım cısız el ve kendi başına bırakılm ış anlam a” diyordu Ba­
co n , “çok az bir güce sahiptir.” Bu, Leonardo da V in ci’nin aforiz-
m asından -“b ilim yüzbaşıdır, pratik ise askerler.” - bile daha dev­
rim ci bir tasarlam aydı, çünkü yüzbaşının kendisinin, m ürettebatta­
ki neferlerden öğrenecek bazı şeyleri o ld u ğ u n u im a ediyordu. Ve
bu söz, hiç de daha az devrim ci, daha az tesirli değildi, çünkü b i­
lim se l y ö n te m in n o k ta -ı n a za rın d a n b a k ıld ığ ın d a o ld u k ç a tek
yanlıydı. B acon’un b ilim in kollektif teçhizatı üzerine aşırı vurgusu­
nun, bilim sel d ü şü n cen in işlevsel ve enstrüm ental yönlerine yakın
ilgisini, büyük olasılıkla, kendi kendine kapanan toplum sal bir va­
kum un tercih edilm esiyle işleyen teolojik ve hüm anistik, soyu t bir
asil (aristokrat) sın ıf kültürünün geleneksel önyargılarının üstesin­
den alelacele gelm e ihtiyacı vardı.
Bu açıdan bakıldığında, B acon’ın öğretisi n ü m u n e kabilindeııdi
ve en azından Grekler’e kadar uzanan önyargıları bir kenara atm a­
ya yardım cı old u . B iiyiik O n a n ın a G iriş inde (Preface to T he G reat
In sta u ra tio n ) B acon, “B ilim ” diyordu, “havasi m eselelerin yanında
bayağı ve dahi m ü levves şeylerle de ilg ile n m e lid ir .... bu tür şeyler,
en harika ve kıym etli şeylerden aşağı kalır yanları yok, doğal tarihte
kabul edilm elidirler.. ..çünkü var olm ayı hakkeden herşey aynı za­
m anda bilin m eyi de hakkeder.” Bravo! işte bu ifade havayı tazele­
di.
S on yarım asırda, bir bilim felsefecisi olarak B acon’m yeri, ken­
di kuşağında düzenli ilerlem eler kaydetm eye başlayan bilim in y ö n ­
tem lerine çok az bir vu kufiyetinin olm asın a b in aen k ü çüm sendi.
Galileo ve G ilbert’in aksine B acon’ın deneysel bilim adamı olarak
hiçbir pratiği yoktu, bu tenkit dört başı m am ur bir tenkittir fakat
m atem atiksel yeniliklere gereken ağırlığı verm edi diye o n u n n ü fu ­
zunu inkar etm ek hiç de hakkaniyetli değildir. Ç ünkü B acon b il­
hassa dem iştir ki “m atem atiğin m üdahalesi o lm ak sızın ... tabiatın
birçok kısmı ne yeter incelikte icat edilebilir -yani gözlem lenebilir-
ne de yeteri açıklıkta izhar edilebilir.”
Bunun karşılığında Bacon, tü m olaylarda, bilim in nihai kaderi
hakkında sanki gaipten haber getiren bir sezgiye sahipti; b ilim in
sosyal im plikasyon ve uygulam alarını ayrıntılı bir biçim de, herhan­
gi bir çağdaşından çok daha berrakça gördü. Shakespeare’in , C ali­
ban figüründe insanın hayvani kökenlerine ve tem elde gizlenen il­
kel yaratığa dair gelişen şuurlu lu ğu açıklam asına o ld u k ça benzer
bir şek ild e B acon da şü p h e y e m a h a l b ıra k m a k sızın k en d i z a ­
m anının m izacında hâlâ saklı duran birtakım tem el eğilim leri açığa
vurdu. Batı M ed en iyeti’ndeki gel-gitin akabinde B acon’ın tah m in ­
leri, takipçilerinin kendi kaderlerini idare etm elerine yardım cı o l­
du.
B acon’ın katk ısının yerin d eligi, kendisini so n yıllarda m aruz
kaldığı boş him ayecilikten kurtarm alıydı. Şüphesiz ki O, m ülayim
bir tarzda, kendi zam anının başarılı bilim adam larınca takip edilen
fiili prosedürlere karşı kayıtsızdı, yine de hiç şüphesiz doğrudur ki
B acon salt o lg u -to p la m a y ı (fa c t-c o lle ctin g ) ve k öreltici am pirik
gözlem lem eyi fazlasıyla abarttı; fakat yine de biyolojideki tak son o-
m ide olduğu gibi b u tür bir hazırlık çabasının belli bazı teorik m ü ­
kafatlar sunduğu alanlar hâlâ m evcuttur. Bundan başka Bacon -yu-
karıda işaret edilen hariç- h em b ilim i hem tek detaylardan, den ey­
sel olarak ispat edilm edik çe, duyusal tecrübe ve doğrudan gözlem
alanının tüm üyle dışın da kalan olasılıklar ve soyut ihtilallerle ilgi­
len m ekten k u rtu lm u ş sa f m atem a tiğ in arsızlıklarıyla etkileyecek
sınırsız özgürlüğü ciddi bir biçim d e k üçüm sedi, hatta tüm üyle ih ­
mal ettiği de söylenebilir.
Kendi terim leriyle ifade edecek olursak B acon, düşü n cen in b ü ­
tünsel çerçevesiyle ilgili tem izleyici d ön ü şü m lerin , N ew to n , M en -
delejev veya Einstein gibi başkalarının yardım ına çok az gereksinim
duyan m ü n ferit zih in lerce etk ilen d iğin i tah m in ed em eyecek ti ve
edem edi. G alilio’n m sadece birincil nitelikler ve ölçülebilir nicelik ­
ler çerçevesinde idrak edilen nicelik dünyası dahi, Bacon için h e­
m en h em en an laşılm az bir soyu tlam ayd ı. Fakat, yeni bakışın bir
tem silcisi olarak B acon’ın ön em in i açıkça düşüren bu yeteneksiz­
liklerini W illia m G ilb ert’ın k ilere karşılık d e n g e ley e c e k olursak,
kendisi, b ilim in toplum sal bağlam ın b ilim in ve pratik edinim leri­
n in b ilim a d a m la r ı, m u c itle r , m ü h e n d isle r in y a n ısır a o n la r ın
ça lışm a la rın ın sa y ısız in sa n i yararlarına yap acak ları m üracaata
ilişkin güçlü bir hassaya sahipti. Son olarak, yaşam ın ın sonlarına
doğru, b ilim in , cihanşüm ul bir tem el üzerinde sistem atik organiz-
yona tabi kılınacak k ollek tif bir teşekkül haline gelm esiyle m addi
olarak zengin leşeceğini ön ced en gördü; ve b ilim in toplum sal h ed e­
fi, Y e n i A tl a n ti s 'te a ç ık la d ığ ı g ib i, “in s a n ın h ü k ü m r a n lığ ın ın
sınırlarını genişletm ek”'olacaktı.
BacorTın yaptığı, bilim ve teknik arasındaki b oşlu ğu en azından
zih in d e kapatm asıvdı. Sistem atik d ü şü n cen in pratik problem lere
d oğrudan u ygu lan m asın ın b irçok yeni olan ağın kapılarını açaca­
ğını farketti; aynca, cam im b ik ve yüksek ısılı ocak gibi sim yanın si-
hirsel den eylerin d en ortaya çıkan yeni araştırm a aletleri, eğitim li
kafalann m ateryaller ve güçlerin azam i davranışları hakkında geniş
sonuçlar çıkarm ak için küçük örneklerden faydalanm alarını m ü m ­
kün kılacaklardı.
H erşey old u k ça açık olm a sın a rağm en B acon , bu araştırmaya
nasıl başlanacağı kon u su n d a hâlâ muğlaktı. Şüphesiz ki zam an za­
m an, d ü şü n m esin d e sadece tutukluk gösterm ek kalm az, hatta tu ­
tukluğu bir m etot olarak destekler gibi görünür, b u suretle, bu tu ­
tukluk İngiliz ‘gem iyi kurtarm a’ yö n tem in d e bir ilke şeklinde orta­
ya çıkar. Bununla birlikte gözü kapalı denizcilik dahi, karayı yaln ız­
ca haritacının kendi ön-tasarılarım izhar eden iyi çizilm iş bir d en iz
haritasına itim at etm ekten daha etkili bir biçim de ö n ü m ü ze su n a ­
bilir. Flem ing’in bir antibiyotik olarak penisilin olanaklarını keşfet­
m esi sistem atik çabanın ürünü değil fakat m utlu bir tesadüfün s o ­
n u cu y d u . B enzol halk asının, fo rm ü lcü sü n e ilk olarak gözü k m esi
bir rüya esnasındaydı. Bacon, hiç olm azsa teori ve pratik arasındaki
zihinsel bariyeri yardı, onları uzlaştırdı ve ortak söm ürüleri için y e ­
ni bir kıtayı önlerine sundu.
2
Bacon’ın teknik anlayışı

UHAF BİR ŞEKİLDE, BACON’DA en yeni ve orijinal olan

T şey, yen i b ilim in ro lü n ü te k n o lo jin in , d eyim yerin d eyse,


m anevi kolu olarak idrak etm esi, çağdaşlarım ızın bugün d e ­
ğerlendirm ede en fazla zorlandıkları kısım dır. O n u n bu yeni kav­
ramlara in ce işlem eli m etaforik saray giysisini giydirdiği gerçeğini
kısm en bir kenarda tutuyorlar; fakat daha da yabancılaşm ış, açık
k on u şm ak gerekirse, sıkılm ış bir haldeler çünkü, düşüncelerin ken­
dileri hayatım ıza o kadar girmişher ki ço ğ u m u z bu düşüncelerin ö z ­
gü n bir çıkış noktasına sahip olduklarının ve ‘orada’ daim a b u lu n ­
m adıklarının farkına güç bela varabiliyoruz. Fakat Bacon, kendi za ­
m a n ın d a o lu ş a n ş e k liy le b ilim m e t o d o lo j is in i b e tim le m e d e
başarısız olduysa da dört asır ü zerinden b ilim ve tekniğin her ikisi­
n in kendilerine has görünüm leriyle n eşet ettikleri m od ve çevreye,
yani b u gü n e doğru sıçradı.
B enjam in Franklin, A m erikan Felsefe C em iyeti’ni (The A m eri­
can P hilosophical Society) kurduğunda, kendi çağının uysal utili-
taryen ruhuna uyarak, cem iyetin h ed efin in “yararlı bilgi”yi teşvik
etm ek olduğu nu vurgulam anın gerekli o ld u ğu n u hissetti. Fakat Ba-
co n ’ın ruhuna biraz daha yakın olsaydı, yararlılığın, her türlü b i­
lim sel bilgide anlık pratik endişelerden tecrit ve soyutlam a derecesi
n isb etind e m ezkur o ld u ğu n u n farkına varırdı. B ilim in tekniğe en
d in a m ik arm ağanı, A .N . VVhitehead’m o n d o k u zu n cu yü zyılın en
büyük icadı olarak adlandırdığı şeydir: “icadın icadı”. Saf teorik ve
deneysel keşifler tekrarlayan bir biçim de, bilim sel çalışm anın ken­
disi gerçekleştirilm edikçe idrak dahi edilem eyecek m ahreç ve u ygu ­
lamalardan bahsederler.
M ısırlının selin bastığı alanlarda silinen sınırları araştırma g e ­
reksinim inde olduğu gibi geçm işte bazı b ilim dalları, geom etri gibi,
pratik ihtiyaçlardan d o ğ m u şla rd ı ve pratik ihtiyaçlarla b ilim sel
araştırm a arasındaki bu etkileşim in bir kısm ı, Fransız şarap im a ­
latçılarının açtıkları davalar üzerine Pasteur’ün mayaları (ferm etle-
ri) incelem esiyle ilgili klasik örnekte olduğu gibi hâlâ sürm ektedir.
B ilim in her alanda k ayd ettiğ i m ü th iş ilerlem eler, b u tür direkt
uyarıcıları beklem ediler; bun a rağm en bu ilerlem elerin köken ola ­
rak to p lu m u m u z u n y ü z d e ğ iş ik n o k ta sın d a k i ih tiy a ç la r ın a ve
am açlarına bağlı dolaylı karşılıklar olm aları çok iyi olabilirdi. Radar
konuşlandırm a elektroniğinin, yüksek hızda uçuştaki eşit dereced e­
ki ilerlem elere rast gelm esi elbette ki tesadüf eseri değildi. D aha zi­
yade, yeni bir teknolojik uygulanım dan b ahseden, her nasılsa b i­
lim sel ilerlem eleridir. Lazer ışınlarına dikkat edin. G erçekte, yan
ürünler bilim sel araştırm anın alanı ve özgürlüğüyle direkt bir ilişki
eseri çoğalacaklar gibi geliyor. Bizler bugün bilim in icada ilişkin so ­
nuçlarını kabullenm eye old ukça hazırız ki sağduyu zırhını ya da in ­
san ın ihtiyaçlarıyla ilgisiz fakat g ü çlü k lerin d en ötürü tek n olojik
olarak cazip kapris ve budalalıklara karşı alaylı bir şekilde gülüşü
frenleyecek aygıtı hem en h em en kaybetm iş durum dayız.
B acon’un bilim in pratik uygulam alarına dair ilgisi doğal olarak,
M acaulay ve o n d o k u zu n cu yü zy ılın diğer k en d in i b eğ en m iş fay­
dacılarının sevgisini kazandı, çünkü Bacon ‘N o v u m O rganum ’u n ­
da cesurca ileri sürdü ki “bilim in m eşru hedefi, yeni icatları ve zen ­
ginlikleri insan hayatına vakfetm ekdir.” Zenginlik ve m addi bolluk
fikri gerçekte, kendisinin bilim le ilgili d ü şü n ü şü n ü istila etti. B ili­
m in esas öğesi olarak ele alındığında elbette ki bu, B acon’ın d ü şü n ­
düğü n den daha fazla sorgulanabilir bir hedefti; fakat bu vaatlerin
bilim ler tarafından özellikle son yarım asır b oyu n ca hızlı bir şekilde
yerine getirilm elerinden ötürü ulusal ve büyük endüstriyel anonim
şirketler, bilim sel araştırmaya fınansal katkılarını geniş bir oranda
arttırdılar. B a co n ’un fazileti, b ilim sel m e to d u n gü ven li uygu lan ­
ması son u cu kendisini dönüştürm eye ve ihtim alen ilerletmeye tes­
lim etm eyecek hiçbir tabiat veçh esin in b ulunm adığını vuzuha ka­
vuşturm aktı.
ihtiyaç, daim a icadın zoraki anası olm uştur: Bacon hırs ve m e­
rakın çok daha doğurgan ebeveyn olduklarını ve bu şekilde ilerle­
yen icatların yani ihtiyaçların anası olacaklarını anladı. D oğru, Ba-
c o n ’m k eh an etin d e b ulunduğu icat ve keşiflerin büyük bir kısmı
geniş bir bolluk ve rahatlık alanını sunacak kadar sefahati hafiflet­
m eyecek ya da tem el ihtiyaçları karşılamayacaktı. Fakat bu, icat ve
keşifleri, daha çok gösterişten aldığı m üfrit hazzın bir yansıması
olarak gösterir: Öyle bir haz ki B acon ’ın 1594’te Gı ay’s Inn için giy­
diği m aske k en d isin i iflasın eşiğ in e g etirm işti. H atta, m üstakbel
eşin in d ü ğü n lerin d e giym esi için ısm arladığı yüksek m eblaglı ve
altın kabartm alı debdebeli giysiler, eşin in tüm çeyizini tüketti. Bu
bağlam da, B acon’m kişisel zevkleri, g ü n ü m ü zü n sahte, süslü zen ­
ginliğini fevkalade bir şekilde yine, ö n ced en haber verdiler.
Elbette ki Bacon, bilim sel araştırma için yalnızca bireyin tutku­
suna dayanm adı. Etkili olm ası için m erakın, m ünferit ve ender z i­
h in lerin yanında, herbiri özel bir işlevi uygulayan ve m ahdut bir
a la n d a işg ö ren iyi organ ize e d ilm iş bir işç ile r m ü frezesin ' He
yardım ını tem in etm esinin şart o ld u ğ u n u gördü. Yeni A u a n tti e
betim lediği şekliyle teknolojik bir b ilim düzenlem esiyle, yaı<».'' -il­
giyi iyi organize edilm iş bir fabrikanın B acon ’ın tahm ininden bir
kaç asır son ra tek stil ü rü n lerin i, b u z d o la p la r ın ı ya da m o to r lu
taşıtları üretm esine benzer bir tarzda üretm e yetisine sahip bir ci­
haz im al etm eyi tek lif etti.
B acon’m bu iş bölü m ü n e ilişkin tasviri, am açlarının statik ve ri-
tüelistik tayininden dolayı bize h oş ve tu h a f bir şekilde çarpıcı gel­
m ektedir. Fakat bu betim lem eyi tü m ü yle bir kenara atacaklar Ba-
c o n ’dan daha fazla yaygındırlar. Ç ünkü, çağdaş b ilim in engin n ic e ­
liksel ürün ünün bir kısm ı elbette ki, az sayıdaki dâhi idareci b eyin ­
lerin yanında, kısıtlı bir şekilde vazifeleri için eğitilm iş, daha geniş
bir alanı keşfetm ekten kasti olarak vazgeçirilm iş gerçekte de b unu
gerçekleştirm ek için sunulan fırsatları çoğu zam an reddetm iş u z ­
m an fason işçilerini de kullanm a yeten eğin e bağlıdır: Sürecin b ü tü ­
n ü n d e oynadıkları rol gittikçe üretim hattı üzerindeki bir fabrika
işçisininkine benzeyen işçiler. Bir fabrikada o ld u ğu gibi görevleri­
nin birçoğu artık sibernetik ikam e aygıtlarına tahsis edilm ektedir.
O ld u k ça tabii olarak C harles B abbage, ilk bilgisayarın taslakçısı,
im a la tın Felsefesi (P lıilosophy o f M a n u fa c tu re s ) (1 8 4 8 ) kitabında
B acon’ın tekliflerini berkitti.
M atem atikçiler, fizikçiler, kim yacılar, b iyologlar ve so sy o lo g ­
ların ana kategorilerinde m antıksal bir ayrılmayı barındıran b ilim ­
deki geniş iş b ölü m ü, on d ok u zu n cu yüzyıla kadar sağlam bir şekil­
de tesis edilm iş oldu. Fakat bu işb ö lü m ü n e başlandığında bu sefer
de her bir kategori içinde daha ufak a lt-b ölü n m eler old u . Bu v eçh i­
le, iş bölüm ü'm ünün doğruluk, hız ve verim lilik için etkili bir for­
m ül oldu ğu görüldü; aynı şekilde kitle ü retim açısından başka bir
avantajı daha vardı; ki kişisel in isiyatif ve orijinal düşünceden y ok ­
su n tam bir işçiler o rd u su n a u la ştıra b ilird i. A n alitik parçalam a
y ö n tem i kendisine bu türde bir fason işçiliğini uygun gördü fakat
b u parçalam a, bilginin ayrılm ası, b ö lü n m esi ve izolasyonu ile s o ­
nuçlandı: Kuşatıcı örgünün -işlev ve am açların organik korrelasyo-
n u n u n - ön em in i anlayam ama başarısızlığı.
M aalesef, eğer Gray W alters’ın m ü şa h ed e ettiği gibi “anlam ,
birlik d em ek ”se, o zam an ayrılık ve ilişk isizlik , ortak anlam ların
azalm asıyla son uçlanm alıd ır. Bu suretle u zm an laşılm ış bilgi, yani
“en küçük şey hakkında en fazla şeyi b ilm e” için d e gizli bilgiye d ö ­
nüşebilir- güç hassası, ‘ticaret’ yapm a im tiyazları ya da resm i sırlar­
la şişirilm iş kapalı bir rahiplik kurum unun sadece, elde edebileceği
gizli bir bilgi. Şüphesiz ki Bacon, m egam akinanın tem el güç form ü ­
lünü tekrar keşfedip kadim yapıyla oldukça paralellik arzeden yeni
bir yapının tem elini attı.
B öylece an on im b ilim sel kişilik, bireysel d ü şü n ü rü n vasıflarını
devraldı; ve n itek im bilim , sonuçlarını bilgisayarlar, silotronlar,
elek tronik m ikrosk op lar ve nükleer hatlar gibi k om p lik e ve aşırı
derecede pahalı teçhizata dayandırm aya gittikçe daha meyyal hale
geldiğinden, halihazırdaki çizgi boyunca hiçbir çalışm a, iyi kurul­
m uş a n o n im (ortak) bir organizasyona yakından baglanm aksızın
g e r ç ek leştirilem ez. T ek n o lo jik ile r le m e n in , b ilim i karşı karşıya
bıraktığı tehlikeler h enü z yeterince tetkik ed ilm ed i fakat sonunda
belki de tek nolojinin yararlarının ve nim etlerinin en ufak bir kısmı
dahi h ü k ü m sü z kılınacaktır.
Bu kurum sallaşm ış bilim tasavvuru, pratik tahakkukundan üç
asır ö n c e ortaya çıktı. B acon ’ın bilim sel çağdaşlarına göre bilim hâ­
lâ tek bir geniş alandı. Bilim ler arasında hiçbir sınır yoktu -belki
m uğlak bir şekilde- olsaydı dahi bilim adam ı, ihlalden dolayı özür
bile d ilem ed en bu sınırları geçebilirdi. D r. W illiam Gilbert gibi bir
tıpçı (h ek im ) kendisini m anyetik bilim ine adarken Paracelsus, tüm
m adencilik geçm işi ve civa üzerinde yaptığı sim yasal deneylerle bir­
likte, esas olarak kendisini insanı tedavi etm eye adam ış bir tıpçı o l­
maktan kendisiyle guı ur duyuyordu. B ilim sel araştırma için bir or­
d u n u n standart düzenlem esiyle kıyaslanabilir hiyerarşik bir düzen
dü şü n m esi B acon’ın kend isine has dehasıydı.
Elbette ki B acon’ın bilim in hiyararşik d ü zen in e ilişkin tasavvu­
ru, bireysel yaratıcı zekaların oynadıkları rolü tü m ü yle gözardı et­
m edi; hatta, bu tür parlak araştırmacılara bir isim dahi koym uştu:
‘Lambalar’; ve bunların işlevlerinin “Y üce Işık’ın yeni deneylerinin
tabiata daha fazla n ü fu z etm elerini idare etm ek ” o ld u ğu n a işaret
etti. Fakat O n u n özgü n katkısı yaratıcı beyinlerin anlayışlarının en
g en iş intibak türüne sahip olm aları k oşu lu n d a, onların zengin kol-
lek tif desteğe ihtiyaç duyacaklarını sezttıesiydi: h ü k ü m et yardım ı,
ortak organizasyon, sistem atik konferanslar ve yayınlar ve son o la ­
rak, b ilim ve sanayi m ü zelerin d e halka açık sergi ve kutlam alar.
Belki H ristiyanlık ö n cesi İskenderiye’de a z çok b ilin seler d e Ba-
c o n ’ın k âh in ce farkına vardığı, d estek led iğ i ve y ü celttiği şey, bu
k ollek tif organizasyon ve yön£tim sel sınıflam ayla ilgili özelliklerdi.
D olayısıyla B acon ’m önsezilerinden bilfiil etkilenen sadece Kra­
liyet C em iyeti (Royal Society) ya da A m erikan Felsefe C em iyeti d e­
ğildi. Y e n i A tla n tis 'teki geleceğe dair h oş ve tu h a f tarifi, yüzlerce ve
hatta binlerce işçin in faydalandığı ve teknolojik olarak kullanılabi­
lir, fi nansal. açıdan getirebilir, dögüşkence istihdam edilebilir bilgi­
n in kitle ü retim i için gittikçe bir fabrika sistem in e d ön ü şen uzm an
en stitülerim izin, labaratuvarlarımızm ve bilim sel araştırmanın gü­
n ü m ü z tem ellerini atan m uhayyileyi ö n ced en hazırladı. Fakat Ba-
c o n , b ilim in k en d isin in , tek n o lo jin in bir ajanı olarak kazandığı
başansı so n u cu zam anla, gayri ahlâkîleşebileceğini ve yapıcı faali­
yetlerinin büyükçe bir kısm ının, yüklü hü k ü m et sübvansiyonu ile
salt am pirik gündelik tekniğin hiçbir zam an başaramayacağı bir ö l­
çekte yıkıcı gayri-insani amaçlara saptırabileceğini ön ced en göre­
m ed i.
3
Yeni Atlantisin dünyası

626’DAKİ Ö LÜ M ÜN DEN ÖNCEKİ h em en birkaç yıl içinde


Bacon, ö n cü fikirlerini, bitirem ediği ütopyasında, Yetıi A tla n -
tis ’te to p la d ı. O rada, m ü m k ü n k o lle k tif d ü z e n le m e sin i ve
m akul hedeflerini ayrıntılı olarak gösterm ek suretiyle çağdaşlarınca
uygulanan b ilim sel y ö n tem i yorum lam adaki başarısızlığı daha da
tashih etti. Bir n esil boyunca -d üşünce tarihi için kısa bir zam an-
hayalleri gerçekleşm eye başladı. Ç ünkü artık diğer birçok insan ta­
rafından şeksiz şü p h esiz paylaşılır hale geldiler. Y ine de Fransız b il­
gin i T h eo p h ra ste R en a u d o t ö rn eğ in , B acon ’a yak ın lık d u yam a-
m am ış olacak la, 1633 yılı civarlarında ‘Bureau d ’Addresse’sini k u ­
rar. Burada, “İlahiyat, D evlet M eseleleri ve Haberlerle ilgili tü m k o ­
nuşm aların m e n e d ild i”ği, tabiatla ilişkili en a n sik lo p ed ik so ru n ­
ların tartışılacağı haftalık konferanslar düzenledi.
1646’de benzer bir grup, düzenli olarak C heopside, Londra’daki
Bullhead T a v e m ’da bir araya gelm eye başladı. R enaudot gibi o n ­
ların da talepleri ilkin “yalnızca daha serbest bir hava teneffüs et­
m ek ve bu k asvetli çağın ih tiras ve çılg ın lığ ın a k ap ılm ad an y u ­
muşak ton d a birbiriyle konuşm aktan başka birşey degil”di. Bilim ,
bilhassa m ekanik, insani tepkilerden bilinçli ayrılışıyla, siyasal o la ­
rak taciz ve rahatsız edilen beyinler için uygun bir sığınak sağladı.
K ök en olarak k en d ile r in i 'T h e In v isib le C o lle g e şe k lin d e a d ­
landırdılar. İki yıl sonra II. Charles’tan bir kraliyet beratı kazandı­
lar. 1603’te Floransa’da ilk A ccadem ia dei Lynxei kuruldu, toh u m
olarak B acon’ın fikirlerinin etkisi so n u cu olabilir, çünkü kejıdisi de
üye olm aya davet ed ilm işti. Fakat 1630’da b u akadem i kapatıldı.
Bundan dolayı ilk gruptan bazı üyeler 1660’ta, yeni bir başlangıç
yaptılar, hedefleri “tabii şeylerin bilgisini ve tü m Yararlı Sanatları,
im alatları ve M ekanik uygulam aları, Cihazları ve İcatları deneyler
yoluyla ilerletm ek”ti.
B ilim in daha sonraki gelişm esin in ışığında, orijinal B aconyen
peşin h ü k m ü n ü n başından beri görü leb ild iğin i b elirtm ek u y g u n ­
du r. 1 6 4 4 ’de K raliyet C e m iy e ti k e n d isin i se k iz sa b it k o m ite d e
teşekkül etm işti. Ve bunların ilki, dikkat edilsin, tü m m ekanik icat
faaliyetleri ile ilgilenip bunları onaydan geçirecek bir m ekanik b ö ­
lü m üydü . D iğer k om iteler şunlardı: A stron om i ve O ptik, K im ya,
Cerrahlık, T icaret Tarihi, o ana kadar g ö zlem len en tabiatla ilgili
tü m fen om enleri toplam a kom itesi ve son olarak haberleşm e k o m i­
tesi. Son iki k o m ite , o n d o k u z u n c u yüzyıla kadar, ta D ic k e n s’ın
ö lü m sü z Pickw ick C em iyeti’nin kurulm asını tek lif etm esin e kadar
d e v a m ettiler; ve M r. P ic k w ic k ’in k e n d is in e a it b ilim e y a p tığ ı
ön em li katkısını ürettiler: “H am stead G ölcüklerinin Kaynağı üzeri­
ne bir -Araştırma; T ittlebats T eorisi üzerine bazı G özlem lerle bir­
likte” B ilim in daha sonraki gelişm eleri ışığında en dikkat çekici şey­
se, icat, T eknik Tarih ve ‘jeorjik’ (tarım ) ile ilgili ü ç kom iten in d o ­
ğrudan doğruya “in san m irasın ın , itibarının (m a n ’s estate) ku r­
ta r ılm a sıy la m eşgul olm alarıydı.
D aha da ilginç olanı ki bilim sel yöntem in b ü tü n gelişm esi ü ze­
rinde derin bir etkiye sahiptir, R obert H o o k e’ “Kraliyet C em iy e­
ti’n in görevi ve taslağı” ü zerin e yazdığı orijin a l tezk iresin d e bir
şarttan bahseder ki bu da cem iyetin “ilahiyat, Metafizik, Ahlâk, Si­
yaset, D il B ilgisi, H itabet ve M an tık ”a bulaşm am a taahhüdüydü.
Bu şart, bilim adam ım kendi m etafizik faraziyelerini kritik ederek
incelem ekten soğutm akla kalm adı sadece, hiçbir şeye sahip olm a ­
dığı vehm ini de kam çıladı; bilim adam ını, kendi öznelliğinin farkı­
na varm aktan uzak tu ttu , -sa d ece son zam anlarda ve istek sizce
bahsedilen bir tem a. Fakat bun a karşılık, kendi düşünce kafeslerin­
de kapalı kaldıkları m ü d d etçe b u şart, b ilim adam larını Kilise ve
D evlet’in saldırılarına m aruz kalm aktan korudu.
B ilim ad am ın ın k en d isin i to p lu m sa l ortam d an uzak tu tm ası
m ü k em m el bir geçici koruyucu aygıt olsa da, bilim adamları b ü n ­
yesin in ayrı siyasi ya da iktisadi m enfaatlerle m eşgul o lm asın ı da
en g ellem iştir. O ysa gö rü n ü rd e b irb iriyle jlgisiz gibi duran bilgi
arayışları m uayyen bir vaziyete so k u la b ilird i. G elişen yeni ahlâk
(etik) çerçevesinde b ilim in tek toplum sal sorum luluk b içim i, bilim
yapmaktı: B ilim in ispat kanunlarını gözlem lem ek, bilim in birlik ve
özerkliğini korum ak ve daim i surette bilim in hakim iyetini gen işlet­
m ek. Bir toplum un “b ilim d e top lu m sal sorum luluğu teşvik” e tm e­
yi dü şünm esi için dahi, üç asrın geçm esi gerekecekti. Ve bugün ilk
nükleer patlamayla birlikte kendi gaflet ve zihinsel m eşguliyetinden
uyanan büyük bir bilim adam ı adedi ahlâkî vecibelerinin şuuruna
vardılarsa da, yine de ek seriy etin in bu kavram ın altına im zasın ı
atıp atm ayacağı şü p h elid ir. B ilim in siyaset ve dini tard etm ek le,
kütle ve harekete in dirgenem eyecek olayları yorum lam ada e h e m ­
m iy et arz eden g en iş bir in sa n tecrü b esi a la n ın ı, ilgi sa h a sın ın
d ışına attığına dair ihtim ale gelince, bugün bile bunu bir kusur o la ­
rak telakki etm e arzusunu sadece küçük bir bilim adamı topluluğu
taşır. Bu suretle geriye ortod ok s bilim sel teorin in hesaba katmadığı
geniş bir artık bırakıldı;, gerçekte ise hayata dair fenom enlerin çoğu,
insan bilinci, toplum sal faaliyet.
G örülüyor ki b ilim in faydacı uygulam aları üzerine B aconyen
v u rgu , tü m tarafsızlık, n ö trlü k , gayretkeş tecrit ve teo rik ‘diğer
d ü n y alılık ’ idd ilalarına rağm en , b aşın d an beri m ev cu ttu . Bü bir
serzeniş, sitem değildir. Bitkilerin ehlileştirilm esinden ilk m ed en i­
yetlerin büyük m ü h endislik çalışm alarına kadar insani koşullardaki
büyük ilerlem elerin birçoğu, düzenli bilgideki artışa binaen gerçek­
leştirilm işlerdir; ve tıp ve cerrahlıkta uzun zam an katedilen ilerle­
m eler yakın gö zlem in , uygulam anın ve teorinin karşılıklı etk ileşim ­
lerin in verim liliğini kanıtladılar. Francis B acon ’dan üç asır ö n ce
adaşı Roger, bir Fransisken rahibi, aynı beklentilerle harekete geç­
m işti ve ken d isin in başlıca risalesi op tik ü zerin eyd i. Francis Ba-
c o n ’ın selefinin çalışm alarını ok u d u ğu n a ilişkin hiç bir kanıt m ev ­
cu t değil fakat, entellektüel kardeşlikleri Rahip B acon’ın m üstakbel
icatlara dair beyanatlarında ortaya çıkar. D elil olarak bir alıntıyı ik ­
tibas ediyorum :
“ D enizcilikte, kürekçilere ihtiyacı ortadan kaldıracak makinalar
yapılacak, öyle ki nehirlerdeki yahut denizlerdeki en büyük gem iler
d ah a büyük bir h ızla, içlerin d e bir yığ ın d o lu su in sa n ın b u lu n ­
m asından daha kolay bir şekilde tek bir adamın idaresi altında ha­
reket ettirilecekler. Tekerlekli arabalar da yapılacak, öyle ki hayvan­
lar olm aksızın öyle inanılm az süratte hareket edecekler ki bunları
eski adam ların savaşta kullandıkları arabalar zan n ed eceğ iz. A ynı
zam anda öyle uçan m akinalar inşa edilecek ki yapay kanatların ha­
vayı uçan bir kuş gibi dövm elerini sağlayacak bazı aygıtların d ö n ­
dürdüğü m akinanın ortasına bir insan kurulm aktadır. V e de büyük
ağırlıkları kaldırm ak ya da indirm ek için küçük bir m akina ki acil
durum larda bund an daha yararlı birşey yoktur....'bir insanın irade­
lerine karşı zor kullanarak bin kişiyi kendisine çek eb ilm e ve başka
şeyleri de aynı tarzda cezbetm e olanağı sunan bir m akina da k o ­
laylıkla yapılabilir. Ç ünk ü a stro n o m E thicus’un a n lattığın a göre
Büyük İskender b öyle bir işle m eşgul o ld u ki derinliklerin sırlarını
g ö r m ü ş de o la b ilir. Bu m ak in a la r b iz im z a m a n ım ız d a y a p ıld ı,
m u h tem el uçan bir m akina hariç ki b u n u ne görd ü m n e de buna
sahip kim seyi ta n ıd ım . Fakat b ö y le bir m akinayı yap m an ın yolu
üzerinde kafa patlatan bir usta tanıyorum . Ve bu tür şeyler, m isa-
len; kem erler ya da başka destekler o lm a k sızın nehirler ü stü n d e
köprüler, m ekanizm alar ve işitilm em iş cihazlar, hem en hem en her
hangi bir sınır, m ani olm aksızın yapılabileceklerdir.”
Elbette ki bu tasvir vecd halinde gaipten gelen bir ilham: kar­
m aşık kaynaklar, tasvir ed ilm ez araçlar, kendileri apaçık objeler.
M uhakkak ki yakın m ekanik teçhizat ve so m u t sonuçlar evvelce h a ­
yalde hazırlanageldiler. Francis B acon ’ın Y en i A tla n tis ’ te yaptığı
şey bu hayallerin gerçekleşm esini -bunların salt yerine getirilm esini
değil fakat bütü n m ıntıkalarını genişletm eyi- m ü m k ü n kılacak d ü ­
zenlem e türünü ilk defa ifadeye dökm ekti.
Alfred G o u gh ’un ‘Yeni A tlantis’ ed isyon u n d a, ütopyanın k en­
disi kırkyedi .sayfadan az bir yer kaplar, fakat yeni keşifler ve icatlar
ve n eticeye u laşm ış başarılara dair listesi tam d ok u z sayfa tutar.
G ou gh’un belirttiği gibi, S ü le y m a n ’ın Evi (S o lo m o n ’s H ouse) nin te­
orik am acı, ‘sebeplerin b ilgisi’, başta yer alm asına rağm en, orada
g ö ste rile n h em en h em en her d e n e y in in sa n ın ih tiyaçları y a h u t
zevkleri ile açık bir ilişkisi vardır. Bu deneylerin bazısı muğlak bir
değeri haizdir, bazıları da hâlâ teknik çalışm a safhasındadırlar ve en
kısa zam anda m uhakkak ortaya çıkacaklardır. D üşlerinin hiçbirisi
o n d o k u zu n cu yüzyıla kadar gerçekleşm eye başlam adılarsa da, şu
ana kadar eld e ed ilm işlerin liste sin i çıkarm ak dahi, b ize B acon
hakkında yeni bir perspektif sunar, iyi test edilm iş icraatları sadece,
esas olarak B acon’ın kelim eleriyle, zikredeyim :
“ö m r ü n u za tılm a sı; g e n ç liğ in bir d er e c ey e kadar ta z m in i;
yaşlılığın geciktirilm esi; tedavisi m ü m k ü n görülm eyen hastalıkları
iyileştirm ek; acının hafifletilm esi; daha kolay ve daha m akbul te ­
m izlenm eler; bedenlerin başka bedenlere d ön ü şü m ü ; yeni türlerin
yaratılm ası; savaş ve zehir aletleri şeklinde ki im h a aletleri; gerek
başka beden ü zerinde gerekse b ed en in kendisi ü zerinde tahayyül
gü cü (o to te lk in ve h ip n o tizm a , d eğ ilse telek in esis); o lg u n la şm a
d e v r e le r in d e z a m a n a iv m e k a z a n d ır ılm a s ı; f i li z le n m e n i n
hızlandırılm ası; toprak için zengin gübreler im al etm ek, atıl ceset­
lerden yeni besin çıkarma; yeni kum aş iplikleri, kağıt, cam , vs gibi
yeni eşyalar, suni m inaraller ve ç im en to üretm ek; “H avayı h afif­
le ştir d iğ im iz Sağlık O d a la rı”; ta h lillerd e yaban h ayvan larım ve
kuşları ve zehirli iğneleri ve diğer ilaçları kullanma; sesleri kanal ve
borularla yabancı hatlara ve uzaklıkları nakletm ek; daha g ü çlü ve
daha şedid, en büyük toplarım ızın fevkinde savaş cihazları; havada
u çm a dereceleri; su altında giden gem iler ve kayıklar.”
Biraz daha ileri bir tefsirle, bu liste kolaylıkla uzatılabilir. V e
ta h m in le r in in en e h e m m iy e ts iz i, Frank L loyd VVright’ın geriye
bıraktığı planlarda yükseklik olarak iki katm a çıkarıldı; yarım m il
yükseklikte bir gökdelenle ilgili olanıydı. Buna ek olarak, 1594 gibi
erken bir zam anda, Grays Inn ’deki bir m askeli balonun açılışında,
b ilim in teçhizatının bir parçası olarak evvelce bir botanik bahçe,
bir hayvanat bahçesi, tyr tabiat tarihi m ü zesi, bir teknoloji m üzesi
ve bir teknik labaratuvarın şartlarını ön ced en hazırladı.
B acon’ın bilim sel ve teknolojik olasılıklara ilişkin tetkiyle ilgili
b e lk i d e en d ik k at çek ici gerçek , o n y e d in c i y ü zy ıl fe lse fe c ile r i
a r a sın d a y a ln ız c a O n u n , m e k a n ik d ü n y a r e sm in in k a r te zy e n
sınırlam alardan kurtulm uş olm asıdır; daha titiz ifade edecek o lu r­
sak, B acon kartezyen yapıyı hiçbir zam an hakikatin yegane an ah ­
tarı olarak kabul etm ed i. G elecek hakkında düşünürken dahi Ba-
c o n ’m dünyası, m ekanik sanatlar dünyası olm asının yanında, daha
g en iş bir teknolojiyi gerçek bir p o litek n iği kuşatan bir dünyaydı,
ta rım ın , tıbbın, aşçılığın, b iracılığın ve kim yan ın d ü nyasıydı.B a-
c o n ’ı kartezyen tarzda ele alınam ayan beşeri aktivitelerin bu geniş
alanına daha fazla razı kılan, soyu t m atem atiksel uygulamalara dair
selahiyetsizliğinin ta kendisiydi. Bu suretle, ototelkin gibi ‘o b jek tif
b ilim adam larının tard ettikleri sü b jek tif fen om en ler dahi zu hur
eden düzenli araştırma küresinin bir parçasını oluşturm uşlardır.
Bu anlam da, Bacon bilim sel gerilik ve yetersizlikle itham ed ile­
m ez. Bilakis O, kütle ve hareketin cari y oru m u n u n gerçek d ü n ­
y an ın tam -ya da en azın d an y eterli- bir resm in i verdiğini kabul
eden old u k ça u zm an b ilim sel zih in lerin ilerisin d eyd i. H üm anist
B acon’a kulak verdiğim izde, b ilim ve tekniğin yücelticisi Bacon’ın
gerçekte, bir post-B aconyen dünyanın y o lu n u işaret ettiğini görü ­
rüz: D insel, hüm anistik ve bilim sel bakış açılarının keyfi yasaklama
ve sınırlam alarının aşılacağı bir dünya.
N e var k i, B a c o n ’ın tü m b e k le n tile r in in a rd ın d a b ilim u ğ ­
raşısına ve m akinaların m ü k em m elleşm esin e ziyadeziyle teslim o l­
m u ş bir çağın başlam a m erasim inin alam eti olan kendisine çok az
dikkat çekilm iş bir faktör vardı: H alihazırda m evcu t olan makina-
ların, bilhassa to p ve ateşli silahların, azam i surette harekete geçir­
dikleri (uyardıkları) büyüyen bir güç duyusu ile eş zam anlı ortaya
çıkan bir fetih hırsı. B acon’a göre ü ç türlü beşeri ihtiras vardir. ilki,
kişinin kişisel gücün ü kendi ülk esin e genişletm e hırsıdır.- hüküm ­
darların, lordların, tüccarların, askerlerin hırsı.- İkincisi kişinin ü l­
kesinin başka ülkeler üzerinde güç kullanm asıdır.- B acon’a göre il­
kinden daha vakur fakat daha az aç gözlü ve bencil değil. Son ola­
rak, insan ırkının güç ve hakim iyetini ‘eşyanın evreni’ üzerinde ge­
n işletm e hırsı vardır. Bu son u n cu su B acon ’a daha hasbi ve asil bir
hırs gibi geldi, zira, “insanın eşya üzerindeki egem enliği bütünüyle
sanat ve bilim lere dayanır.”
Bacon’ın “Bilgi, G üçtür.” (K now ledge is Pow er) aforizması, salt
b etim leyici (deskriptif) bir figür olarak ele alınm am alıdır: Bu afa-
r iz m a , bir n iy e tin ifa d esiy d i ve ca lib i d ik k at bir tarzda g ü cü n
ö n em li old u ğu n u va’z ediyordu. Kişisel sapm aları dışında, Bacon
gayretli bir ahlâkçı idiyse de, “insanın egem en liğin i eşyanın üzerin­
de g en işletm e” teşeb b ü sü n ü n insan ırkı için , tabiatın koşullarına
uysal, uyum lu bir intibaktan çok daha korkunç sonuçlar doğurabi­
leceğinin farkına varmak için yeterli vukufiyete sahip değildi. Tabi­
atın sa f fiziksel düzeydeki fethi herhangi bir askeri fetih şeklinden
daha az kanlı bir başarı olduysa da- en azından bu fethin insan da­
hil tü m organizm aların ekolojik dengesi üzerinde bozucu bir etkiye
sahip olm aya başladığı o n d o k u zu n cu yüzyıla kadar- aynı hırslar,
avnı dürtüler, hakikatte gücün gösteriş ve ispatı nam ına hayatın d i­
ğer tü m alanlarını kurban etm ek için aynı nevrotik zorlamalar, ka­
d em e kadem e tabiatı fethin üslerini ele geçirdiler. Bu, tabii zen g in ­
liği ve doğal yetinim leri, kâr getirecek şekilde satabildikleriyle d e ­
ğiştirm e yolların ı arayan feth in daha kaba form larıyla, tüccarın,
m u cid in , m erham etsiz ‘con q u istad or’un ve sürükleyici sanayicinin
bayağı fetih formlarıyla özel bağlar yarattı.
Enerjinin d ön ü şü m ü ve faydalanılm ası tü m organizm aların g e­
lişm e ve çalışm asında tem el bir karakteristik old u ğu için bu itki b i­
yolojik bir tem ele sahiptir. G ücü artırmak, yaşam ı arttırmanın b i­
rincil yolların dan biridir. G ü cü n to p lu m sa l uygu lan m asın d a can
sıkıcı olan şey şudur ki enerji bir kere başka organizm alarca e m p o ­
ze edilen sınırlardan kurtulduktan sonra, yaşanılan yerce, insanın
ken d i tab iatın ın başka k ısım la rın ca ya da başka organizm alarca
em p o ze edilen sınırlardan kurtulduktan sonra, hiç bir sınır tan ı­
maz: G enişlem ek için genişler. Bu veçhile, Batılı endüstriyel ve si­
yasal teşekkül tarafından gezegenin başlıca bölgelerine geçici b oyu n
eğdirm e ile sonuçlanan em peryalizm in kaba form u, hem bilim de
hem de teknikte ideal karşılığına sahiptir. B acon’m tasvip ettiği d a ­
ha asil hırs ise gerçekte, hiçbir zam an bireyin ve kabilenin daha te­
m el bencilliklerinden bağım sız kalm am ıştır.
Bu faydacı zihin m eşguliyeti, B acon ’ın k endisinin düşüncesinin
en b ü y ü k etkiyi sarfedecek tarafıyd ı. B u n u n yanında; B a co n ’ın ,
k en d isinin düşüncesinin geleneksel bilgi ile bağını muhafaza ettiği
ve en başta kasti olarak m ekanik d ünya resm in in dışında tu tu lm u ş
hayat türlerinin kıym etini bildiği başka bir tarafi vardı. Bacon icat
ve pratik başarıya çokça değer verm esine rağm en yine de tarih, p si­
koloji ve din için bir yer bırakm ıştı. K en d isin in ideal B en salem ’i
d oğaüstü bir lütufla ‘Hakiki im a n ’a rücu etm iş bir Hrıstiyan devleti
değil miydi? B acon’ın felsefesinin kıyas edilm ezler, şaşırtıcı tan ım ­
lanm azlar ve irrasyoneller için hâlâ bir yere sahip olm ası dolayısıy­
la, O n u n öznelliği, kendi açıklam a sistem in ce betim len em eyen ya
da izah ed ilem eyen fenom enleri açıkça görm ezlikten gelm eyi seçen
tek-taraflı bilim sel ‘nesnellik’ türünden çok daha kuvvetli bir b i­
çim de nesneldir. Bu-yüzden Bacon bilim e ve icada ön em li bir yer
verdikten sonra, yine de: “Şeylerin oldukları gibi, hurafesiz ya da
h ile siz , hata y a h u t karışıklık o lm a k sız ın m ü ta la a e d ilm e si, tek
başına, icatların tüm m eyvelerinden daha değerlidir.” diyebiliyor­
du.
O n d ok u zu n cu yüzyıldan bu yana bir çok b ilim adam ı bu g ö ­
rüşün altına im zasını hiç tereddütsüz atacaktı ve bu, hâlâ, bugün
dahi b ilim in tem el m otivi ve en üstün ö d ü lü o lm a vasfını sürdür­
m ektedir. Fakat çok daha önce, B acon’m pragm atizm i ve entellek-
tü el em p eryalizm i, fiziksel fetih tu tk u su n u yayıp, güç arayışının
kendisini n .(en in ci) kuvvete çıkararak üstü n lü ğü n ü kanıtladı.
4
Baconyen icraat

A C O N ’IN BEK LENTİLERİNİN SO N U Ç L A R IN A d ö n ü p


baktığım ızd a, üç kritik n oktanın varlığını açıkça görürüz.
ilki, en başta, bilim sel araştırma aktivitelerinin, ü n iversite­
den, görünürdeki dogal evlerinden, atölyeye, tahlil odasına, labara-
tu v a r a ve a s t r o n o m ik r a s a t h a n e y e v e o r a d a n d a b ilim s e l
araştırm anın teşvik ed ilm esi için tüm top lu m lara nakledildikleri
zam an ortaya çıktı. Bu, ilk olarak, yeni raporların, açılım ların ve
göstergelerin üyeleri tarafından tekrar tetkik edildiği bu bünyelerin
toplantılarında belirdi.
Ü n iversited e kalan bilim ler, O rtaçağ’da m ü fred atın (cu rricu ­
lum ) bir kısm ını olu ştu rm u ş bilim lerdi. A ritm etik, geom etri ve ast­
ron om i, botanik ve anatom i üzerine çalışan desk rip tif bilim ler de
esas olarak tıp ok u lların d a «tutundular. T eo lo ji, h u k u k ve so y u t
beşeri b ilim lere d oğru -ki b ilim in bu alanlarda ö ze l h içbir ilgisi
yoktu- yönelim leriyle ortaçağ üniversiteleri ve bilim birbirine u y ­
gun alanlar değillerdi: zZ am anım ıza kadar kim ya, en m uteber ü n i­
versitelerin birinde u m u m iyetle ‘kötü kokulu’ olarak bilindi.
Ü niversite dışında karargahlar kurm akla b ilim in üsleri gelenek­
sel bilgiden bağım sızlıklarını ilan etm ekle kalm adılar sadece, fakat
tekil ve şam il bir dünya görüşü su n m a am acını taşıyan her türlü ça­
baya da sırtlarını d ön d ü ler. B öylece N ew to n tarafından m ükem -
m elleştirildigi şekliyle m ekanik dünya resm i, her ne kadar bir Pas­
cal ya da bir N ew ton kişisel olarak k ozm ik kader, dini tecrübe ya da
kişisel kurtuluşla ilgili daha yüce sorunlarla ilg ilen m iş olsalar da,
bağım sız bir varlık olarak, insan tecrübesinin diğer türlerince d e ­
ğiştirilm ez bir şekilde varlık kazandı. Bu, her iki tarafin kaybıyla s o ­
nuçlandı. Kilise ve üniversite, tabiatın lafzen k öh n e ve yanlış değil­
se de m ahpus kavramları üzerinde konum larını aldılar.
H er ne kadar b ilim , gelişm esinin her noktasında, m ucize ve ke­
ram etleri, belki H indularınki dışında, açığa çıkm aya m eydan ok u ­
yan tü m dini görüşlerden çok daha hayret verici bir şekilde ifşa et­
tiyse de, nesnellik ve kesinlik uğruna bilim ancak açıklanabilir, ile­
tişim kurulabilir ve nihai olarak yararlı olan a sarıldı - analiz ne ka­
dar ince olursa parçaların açıklanm ası o kadar daha iyi, tü m evren
daha gizem li ve harika olur; bilim b u n u farkedem edi. D N A , orga­
nizm alardaki düzenleyici süreci izah edebilir, fakat D N A ’nın ken­
d isin in gizem i tüm üyle açıklam asız olarak kalır.
W alt W h itm an ’in tü m ateistlerin zih n in i karıştırm ak için bitki­
nin bir yaprağının bir m ucize old u ğu n a dair beyanatı, b ilim in b u l­
gularına, gü neş ışığı ile klorofil arasındaki kim yasal tepkim elerin
durm asıyla biten bir pozitivizm den daha fazla sevdirdi. Fakat, Kep­
ler ve N ew to n ’dan Faraday Einstein’a kadar bilim deki büyük kişik-
lerin ço ğ u n u n , T an rı’nın varlığını olayları açık lam an ın bir türü
olarak d üşüncelerinde tu tm uş olm aları büyük ihtim alle bir tesadüf
eseri değildir. (Bu düşünce, takdire şayan bir biçim d e Conrad Ai-
k e n ’in ‘T h e e ’ ile y a p tığ ı'ş iir s e l ( p o e t ik ) d iy o lo g u n d a y o r u m ­
lanm ıştır.)
O r g a n iz e b ilim in so n u ç la r ın d a n b iri şu y d u ki m a tb a a n ın
yardım ıyla, b ilgin in bilim sel m akalelerin periyodik olarak yayırn-
lanlaması yoluyla sistem atik dolaşım ı için yeni bir araç kullanım a
hazırdı. A nalitik bilgi, bir ayrıntılar birikim i ile gelişti. Bununla bir­
likte fikirlerin bu hızlı dolaşım ı, tu h af bir şekilde, L eonardo’nun dil
uzattığı R önesans akadem izm in d en türeyen kültürel bir karşı-akım
tarafından engellendi. Ç ünkü yeni hüm anistler, daha hantal bir Ci-
cerocu sözlük ve dil bilgisine d ön m ek için Avrupa’da eğitim li d ü n ­
yanın evrensel d ilin i, Skolastik Latince’yi, bir kenara attılar.
Skolastik Latince kabul edilm eye devam etseydi ve biraz daha
basitleştirilseydi -nitek im m atem atikçi, Profesör Peano, daha sonra
buna girişecekti- tü m dünya üzerinde eğitim li k on u şm anın ikinci
dili olarak h izm et görebilirdi. M odernlerin, ulusal diller uğruna or­
tak bir dili terketm ekle zam an ın d a neyin kaybedildiğini anlam a­
larındaki b a şa r ısız lık la r ı, bu b a şa r ısız lığ ın k e n d is in in ile tişim
alanını sın ırlam asından ötü rü açıklam ak zordur. B ugün bilim sel
raporları başka reel dillere çevirm ek için bilgisayarları devreye sok ­
m a çabaları olm aktadır. Fakat b u şekilde üretilen ham ve eksik çe­
viriler ispat etm işlerdir İçi niceliksel yargılar ne kadar ihata edilirse
edilsin elektronik bir beyin hiçbir zam an insan zih n in in yerine ge­
çem ez.
B a co n ’ın p r o g r a m ın d a k i ik in c i kritik n o k ta o n d o k u z u n c u
yüzyılda su yü zü n e çıktı. Bu ö n em li zam anda V olta, G alvani, O hm ,
O ersted, H enry ve Faraday tarafından fizikte yapılan bilim sel d e­
neyler, ilk olarak, tek bir kuşakla, önceki teknolojiden h em en h e­
m en hiçbir şeyi ilh am alm ayan icatlarla son u çlan d ılar: Elektrik
telgraf, d inam o, elektrik lam bası, telefon, telsiz telgraf ve X - ışını.
Bu icaüarın tü m ü , saf bilim sel araştırmalar onları canlı olasılıklar
eyleyinceye kadar sadece uygulanm az değil, fakat teknik olarak da
kavranm azdı. M ek an ik ve elek ron ik te oldukça verim li oldukları
görülen yön tem ler daha sonra, gelişen bir başarıyla organik kimya
ve b iyolojid e uygulandılar. B u oa rağm en, m etalürji gibi am pirik
bilginin en eski b irik im lerin e sahip tek n olojin in kısım ları dikkat
çekici bir b içim d e, uzun bir zam an bilim in ilerlem elerine hem en
hem en kayıtsız kaldılar.
Ingiltere’de on yed in ci yüzyıldan bu yana yeni teknik icatlar kra­
liyet patentleriyle korunurken, aynı şekilde m u cit ya da m ucitten
istifade edenler de kısa bir süre için düşünceyi tasarruflu bir şekilde
kullanm a tekeline sahip olacaklardı, bilim adam ları arasında kendi
icatlarından kişisel hiçbir m enfaat b ek len tisin d e o lm a m a iddiası,
esaslı bir övü n ç kaynağıydı. Ö ncelik üzerinde ulusal düşm anlıklarla
bazen şid d etlen en ağız kavgaları -N ew to n ve L eibnitz yahut daha
sonra Pasteur ve K och arasındaki esef verici tartışm alar gibi- arası-
ra vuku bulabiliyorduysa da bilim tanım ı gereği genele ait bilgiydi
ve sınırlam a olm aksızın yayım ı ve dolaşım ı b ilim in kritik d eğerlen­
dirilm esi ve geçerli kılınm ası için hayati ö n e m taşım aktaydı.
Pascal, insanların sıksık, orta sınıfın ‘b en im ev im ’ ya da ‘b en im
tablolarım ’dan kendini beğenm iş bir tarzda bahsetm eleri gibi ‘b e­
n im fikirlerim , ü zerin e k on u ştuk ların ı, fakat ‘b izim fik irlerim iz’
üzerine kon u şm anın daha dürüstçe olacağını belirtti. Bu özellik b i­
lim sel aklın öylesin e derin bir alam eti h alin e geldi ki, b en im üs­
tadım Patrick G eddes, başkaları k en d isin in en orijinal fikirlerini
kendilerine ait bir şekilde ileri sürdüklerinde gü cen m ek ten ziyade
haz d u y u y o r d u . G ülerek , b u a lışk a n lığ ın ı y u m u r ta la rın ı başka
k u şla r ın y u v a la r ın a b ıra k a n ve o n la r a y a v r u n u n k u lu ç k a d a n
çıkarılm ası ve bakım ı zahm etini veren guguk k u şununkiyle tasvir
ederdi.
Ü çü n cü köklü d eğ işim yirm inci yüzyılda, ö lçek , büyü k lü k ve
nihayetinde am açtaki bir değişiklik aracılığıyla m eydâna geldi: B u ­
nun n ed en i, h em en h em en o tom atik olarak, iletişim d ek i yen i k o­
laylıkların genişlem esi ve yazılım , fotoğraf ve sin em a film indeki ye­
ni üretim m odlarınm kullanılm asıydı. Bu d ön ü şü m ler dizisi, beşeri
aktiviteler üzerindeki ihlal ed ilm ez engelleri kaldırdı. Bir patlam a,
bir radyo aracılığıyla dün yanın etrafında, çıplak kulakla sadece bir
m il uzaktan d u yu lm asın d an tam onbir kat daha h ızlı duyu lab ili-
yordu.
Yeni alandaki bilim sel keşifler daha fazla uzak ve hareketsiz kal­
madılar: Kendilerini endüstri yahut savaş için anında kâr getirici is­
tism ara ödün verdiler. Bu noktada, bilim in kendisi baş m o d el, tek­
nolojilerin teknolojisi oldu. Bu yeni çevrede (m ilieu) bilim sel b ilgi­
nin kitle-üretim i, bilim d en türeyen icat ve üretim lerin kitle ü reti­
m iyle el ele gitti. B öylece bilim adam ı, toplum da, daha ön ce sanayi
süvarisince işgal edilen m evkinin m uadili olan yeni bir m evki sah i­
bi olm aya başladı. B ilim adam ı da kitle üretim e gark olm uştu; işini
o da standart birim lerde görüyordu ve üretim i de gittikçe parayla
d eğerlend iriyord u . O n u n m ü n ferit b ilim sel m akaleleri, öd ü lleri,
m ükafatları dahi para cin sin d en terim lerle ‘takas deger’i taşıyor­
lardı; ü n iv ersite p r o m o sy o n la r ın ı b elirliy o rla r, ö ğ r e tm e n lik ve
d a n ışm a n lığ ın p iyasa fiy a tın ı y ü k seltiy o r la r d ı. Peı hizkâr h atta
m ünzevi -labaı atuvarda, yem ek m asasında değil- kendi kendini y ö ­
n eten b ilim adam ıyla ilgili eski im aj, ‘eski m od a’ b ilim ad am ları
arasında hâlâ p op ü lerdir. Fakat b ilim in kitle tek n olojisi şeklin d e
gen işlem esiyle b ilim ad am ın ın kendisi, artık hiçbir surette kendi
kendisini inkara ihtiyaç duym uyordu. K endisinin bilim sel statüsü
zen gin toplum a katkıları oran ın d a yükselir; ve başarısı, niceliksel
olarak labaratuvaıındaki asistan sayısıyla, yıllık dem irbaş bütçesi
toplam ıyla, m ekanik yardım larla, bilgisayarlarla ve so n olarak da
adını utanç hissetm eden yazabileceği bilim sel makalelerin kitle ü re­
tim iyle (randım anıyla) ölçülebilir.
Bu güç y ö n elim li teknikte bir operatör olarak b ilim a d a m m ın
kendisi, hakim iyet sınırlarını -elbetteki her zaman B acon’ın “insan
h ü k ü m ran lıgı”nı- gen işletm ey e niyet eden ortak d ü zen lem elerin
bir hizm etçisi haline gelir. E ndüstrinin ‘gayri safi m illi hasılası’ git­
tikçe bilim in gayri safi milli hasılasını yansıtır. Her teorik yen ilem e,
niyet olarak ne kadar m asum olursa o lsu n , pratik ürünlerin sayısını
-ve daha belirgin bir şekilde kâr getirici istekleri- otom atik olarak,
katlayarak arttırır. Bu d ön ü şü m e katılmakla bilim adam ı, geçm işte
kend isinin özel ayarı olarak y ü celtilm iş niteliklerin -d ü n yevi ka-
zanım lardan el etek çekm esi ve hakikati tarafsız arayışı- bed elin i
ödem iştir.
Bilim adam ının hakikati arama kapasitesi, pahalı aygıtlara, ku­
rumsal ortak çalışm aya ve hük ü m et ya da sanayi tarafından yapılan
yüklü serm aye y a tırım ın a d a y a n d ığ ı oran d a artık o k e n d isin in
efendisi değildir. M atem atikçi dahi, bir kaç cam parçacığı, dem ir ve
tel ile elektro-m anyetizm deki tem el keşifleri için gerekli tüm aygıt­
ların yapım ım gerçekleştirm iş Faraday gibi bir d en eyci kadar yük
ve sıkıntından ku rtulm uş olarak kalamaz. Bu fiziksel yalınlık belki
çağdaş m a tem a tik sel d ü şü n c e n in verim li o r ijin a lite sin i ve g ö zü
pekliğini açıklam aya yardım cı olur. Fakat gelişkin bir bilim ad am ­
ları teşekkülü, tek başına ayakta durm a selahiyetini, nükleer patla­
m a ya da top lu soykırım am acıyla bakteriyel bilgiye sahip olm a gibi
insan ırkının varlığını tehdit eden ciddi m eselelerde bile fikir beyan
etm e yetkinliğini kaybetti.
Yazıya d öktüğü şekliyle B acon, ortak bir bilim organizasyonun
engin potansiyellerini tahm in edebiliyorduysa da, b ilim in b en im se-
nebilir sonuçlarını ön ced en görebilm esini sağlayacak fiili gelişm e­
den hâlâ oldukça uzaktı. Gerek tarihsel perspektif gerekse ileri g ö ­
rüşlülükteki eksikliğinden dolayı on u suçlam ak aptalca olur. M u ­
asırlarımızın bir çoğu hâlâ her ikisinden de m ahrum durlar. Bacon,
Süleym an Evi’n in Ü yeleri’n in şeylerin gizli sebeblerine dair bilgileri
vasıtasıyla tabiatın hiçbir zam an şü p h e ed ilm em iş güçlerini ve b u n ­
lardan faydalanm a ehliyetine sahip fantastik kom plekslilik ve in c e ­
liğin m ü k em m el aygıtlarını açığa vuracaklarını tah m in ed em ed i.
N e ki insan gü cü n ü m ekanik ve elektronik olarak arttırma yeten e­
ğinin tam da kendisinin kadim m akina efsanesine yen id en can ver­
m e ile sonuçlanacağını ve nihayetinde bu n u n , arkaik m o d ele tüm
kötü potansiyelleriyle fazlasıyla baskın çıkan m ü k e m m e l bir yir-
m irici-yüzyıl m egam akinasm ı yaratacağını hesap ed em ed i. Bu, o n -
yedinci yüzyılın en yetkin zihinlerinin ‘nesnel’ m ekanik dünya res­
m inin, kendi sınırlı ölçülerine sıkı sıkıya uyan ve kendisinin tayin
ettiği çerçeveye m utabık yaşayan bir top lu m u n vücuda getirilm esi­
ne yardım cı olm ası halinde hayatın nasıl şekilleneceğini hayal ed e­
m ediklerini söylem enin bir başka yoldur yalnızca. M akinaların tam
bir k ullanım ınıgerçekleştirebilecek toplum sal bir d üzenlem e tasar­
larken on yed in ci asır d ü şünü rleri, to p lu m u n k en d isin in , m akina
ü rü n ü bir yaşam alanı d a h ilin d e sa f so y u t m ek a n ik e lek tro n ik
amaçlar için makinaya koşullu kişilikler tarafından idare edilen faz­
lasıyla otom atik bir m akinanın karakteristiklerini takınabileceğim
ö n c e d e n gö rem ed iler. K ısaca bu ö n c ü le r y ir m in c i yü zy ıl v a r o ­
lu şunun korkunç kabusunu resm ettiler ki bu resim de, teknik o la ­
rak h em en hem en her tür kötü hallisünasyon ya da psikotik itkinin
vücuda getirilm esi im kan dahilin d e olacaktır. Ve yine, kendine ö z ­
gü gereklilikleri tam am ladıktan son ra hiçbir teknik ürün, insani
olarak arzu-edilebilir şeklinde telakki edilm eyecektir, m eğer ki bu
ürün yatırımcılara, fabrikatörlere veya m ali ve siyasal sö m ü rü cü le­
re para, güç ya da prestij va’d etm iş olsun.
B acon, Galileo ve D escartes’tan bile fazla, ruhen ve b ed enen h e ­
nü z tarihsel ed inim lerin i ve in san i ö zellik lerin i ü zerinden çık ar­
m am ış daha eski bir dünyada yaşıyordu. B acon’ın teoloji, felsefe ve
hüm anistik öğrenim e yaptığı gönderm eler, on u n m addi ilerlem eler
ve bilim sel cüretkârlıklarla m eşguliyetlerini dengelem eye devam e t­
ti. D aha rijid bazı takipçilerinin aksine B acon, rüyalara ya da im g e­
lem hip notik güçlerine karşı ü n siyet sahibiydi. Bu, Bacon’ın radikal
e m p r isiz m in in kurtarıcı fa z ile tiy d i. O n u n felsefi siste m i, G ali-
leo ’n u n k ünden daha açık bir sistem di; bilim ve tekniğe yaptığı g ü ç­
lü vurguya rağm en, k endi gerçeklik kavram ını sadece bu alanla
sınırlam adı. Yirminci yüzyılda bilim , Sigm und Freud ve ö ğ ren cile­
rinin öncülü ğün de, Bacon’ın kendi şahsında hiçbir zaman tüm üyle
terketm ediği alanın bir kıSm ını y en id en talep etm ek d u ru m u n d a
kalacaktı. Freud, tu h af bir şekilde, k endisinin cesur rüya y o r u m ­
larının ve psişik sem b o lizm in diğer form larının ‘n esn el’ bilim sel
m ateryalizm in ruhuna tam bir şekilde uyduklarına inandı.
Fakat, m akina m itin in . Batılı akılda tekrar ne kadar derinden
harek ete geçtiğini ispat ed en bir şey varsa, o da B acon ’ın kendi
kişiliği ve çalışm alarıdır. Ç ü n k ü, B acon ’m m akinanın yeni d ü n ­
yasını keşfetm eye dair ilgisi, olgu n düşü n ü şü n ü n değil, fakat g e n ç ­
liğinin en erken sezgisinin bir so n u cu yd u . Kabul etm ek gerekir ki,
bir m ekanik dahisi o la n L eonardo, Kepler gibi m a tem a tik akla
yatkın biri değildi, ne ki V esalius gibi yetenekli bir a n a to m ist ve
teşrihçi de değildi. B unun ötesin d e, saray hayatının çapkınlıkların­
dan ve entrikalarından kim se on d an daha fazla istifade etm ed i, hiç­
kim se bu saray adam ı kadar klasik bilim adam ının görü n en d ü n ­
yanın gösteriş ve gururundan el etek çekm esinden uzağa d üşm edi.
B u n unla birlikte, B acon ’la çağdaş h içbir bilim adam ı, am ansızca
pratik hedeflerin -m ad d i zen gin lik , siyasi k ontrol ve askeri güç.
H ep si şatafatlıca giyd irilip , “insan m irasın ın , itib arın ın kurtarıl­
m a sı” şeklinde güzelleştirilm işler- p eşin d e koşan şu anki egem en
yirm inci yüzyıl form undaki bir b ilim in müstakbel zaferlerinin b i­
lin cine on u n kadar açık varam adı. H em Bacon da bir pilicin tazeli­
ğini on u karla doldurarak m uhafaza etm e deneyinde kaptığı zatür-
re son ucu ölm em iş miydi?: Yemekleri muhafaza etm ek için ilk hızlı
d o n d u ru cu girişim i. B acon g eç m işin tarzında yaşadı, fik irlerin i
kendi zam anının yeni üslubunda işledi. Fakat geleceğin tarzında ö l­
dü: Yaratılmasında yardım cı old u ğu bir tarz.
Maalesef, daha sonra G alileo, D escartes ve bilim sel keşfe çıkm ış
gezginler tarafından yapılan yanlışlıklar bu Baconcu cö m ert sen te­
zin derinliklerine göm üldü ler. Bu d ü şü n ce akım ının sınırları çerçe­
vesinde, büyülü tabiatı ve söz edilm eyen nihai gayeleri ancak şim di
ortaya çıkan iki sürükleyici hedeften bahsedebiliriz.
Bir; m ekanistik doktrine göre, canlı organizm alar ve makinalar
arasında işleyişleri b ak ım ın d an tem el bir farklılık olm a d ığ ın d a n ,
m ü k em m el bir o to m a to n yaratan kişi, gerçekte hayat yaratm ak ­
tadır. N orbert VVeiner gibi idrak ve anlayış sahibi bir adam dahi,
G o le m ’in i, hayatın yü ce özellik lerin e vakfetm eye yanaştı, iki; bu
büyülü arzunun altında daha sinsi bir düşünce vardı: Hayat yara­
tan kişi, bir T anrı’dır. Bu suretle, b ilim in onaltıncı yüzyıldan bu ya­
na, m adde ve hareketi tahlil ederken lü zu m su z bir hipotez olarak
telakki ettiği yaratıcı bir ilah fikrinin tam da kendisi, organize b ili­
m in kollekif şahsiyeti şeklinde, gü cü n ü ikiye katlayarak geri döndü.
Bu T anrı’ya hizm et eden herkes gü cü n e ve ihtişam ına ortak old u ,
tanrı-krallık da onlar içindi.
Birkaç yıl ön cesin e kadar dahi, bir yorum , aleni bir bilim -kurgu
kitapçığı d ışın da kabul ed ilm ez gibi gözü k ü yord u . Fakat 1965’de
A m erikan Kim ya C em iyeti’nin (th e A m erican C hem ical Society)
başkanı, -ki bir N obel ödülü sahibidir- bir konuşm asında, bu hırsı
kelim elere dök tü. “Hayat yaratmak için, gelin tü m bilim sel güçleri­
m izi biraraya getirelim !” B öylece, sim yacın ın reddedilen hayali -
bir d eney tüpün de bir h om oscu lu s yaratm a-, ciddi kim yacının k ü ­
çük bir adam ya da en azından bir virüs...belki nihayetinde bir bak ­
teri ...yaratm a hayaline çevrildi.
Bu açıkça küstahça olan teklif, sathi olarak Swiftçi bir ironiyi
ifade eder. Bu ironi, yanlış uygulam aları son u cu , insan, hayvan ve
bitki ölüm lerine yol açan, hayatın tü m türlerini tehlikeye atan b i­
lim lerden kaynaklanm aktadır. B ilim in .ö n cü beyinleri, bu tahripkar
te h d id i, o ld u k ç a k o m p lek s bir m o le k ü lü bir o rg a n izm a y a d ö ­
nüştürm e um uduyla herşeye yen id en başlayarak ört-bas edecekler
gibi geliyor. N e küstah, ne budalaca bir teklif! Bu projeden hayatın
daha ö n ce varolduğu ve gezegenin her k öşesin e nüfuz ettiği şekli
b eklem ek çok güçtür.
D ikkat edin: milyarlarca dolarlık para, binlerce saatlik değerli
zam an, b ilim in en yetkin beyinleri, m ilyarlarca farklı form da, in ­
sanın nefes aldığı havada, yürü d ü ğü toprakta, okyanusta, sahilde
orm anda zaten bolca, çokça varolan b iışeyi vücuda getirm ek için
b iraraya g etirilecek ler. L abaratuvarda o r g a n ik evrim e y en id en
başlam ak, fazladan yük olacaktır. Bu şekilde üretilen virüs, ayrıca,
‘A n drom eda N esli’ gibi ölüm cül old u ğ u n u ispat ed eb ilir.!
Bu hayat yaratma fantezileri sadece bilim sel elitin birçok ü yesi­
ni değil, fakat, bilim in ve m egatekniğin genişlem esini, insanın va­
ro lu şu n u n yegane sebebi olarak g örm eye gafilce şartlanm ış daha
genç zihinlerin çoğunu dahi kuşatm ış durum dadır. Ü stün b iok im -
yacı G eorge W ald, bir üniversiteli dinleyici topluluğuna k onuşur­
ken öğrencilerden bazıları, ısrarla, ö n ü m ü zd ek i on yıl için d e yapay
bir insan yaratma beklentisi üzerine yorum da bulunm asını isted i­
ler, fakat o bu toy fanteziyi gülünç bir şekilde im k arsız görüp red ­
dettiğinde, öğrenciler açıkça hayal kırıklığın^ uğradılar ve o n u n bu
h ü k m ü n ü kabul etm ediler. Fakat ne onlar ne onların b ilim -k u ıg u
nasihatçileri, böyle bir başarıyı idrak edilebilir her türlü rasyonel
te m e ld e n e d e n arzu e d ile b ilir g ö r d ü k le r in i k e n d ile r in e s o r ­
m am ışlardı. N e ki, bö\4esi yapay bir organizm anın yaratılabileceği­
ne dair gerçekleşm esi im kansız beklentiyi kabul ederlerken dahi,
tarihsiz bir organizm adan nasıl bir davranış türü beklenebileceğini
kendilerine sorm adılar- belki, Marry Shelley’in Frankenstein cana­
varını okusalardı bu sorun un cevabını bulabilirlerdi-.
Fakat, üstün kim yacım ızın ifade ettiği anlam da, hayatın yaratıl­
ması bir adım geriye doğru yapılsaydı -ü ç milyar yıldan da geriye-
o tom aton ların sayısını arttırm a ve o to m a to n toplulukları üretm e
suretiyle, bugün insan tarafından uygulanan tek tek tü m fo n k si­
yonları idaresi altına alan bir yaratım bilfiil işlem eye başlardı. Böyle
bir yaratım sürecindeki teknik güçlüklerin çoğu n u n üstesinden ge­
linm iştir, fakat yine de, psikolojik ve kültürel sonuçlar hesaba katıl­
m ak zorun dad ır. B unun ö tesin d e, burada ki tam başarı, in san ın
kendi değeri ve kendi ö n em in e ilişkin hassasını şiddetli bir biçim de
azaltm ış ve daha sonraki gelişim i için ihtiyaç duyduğu iç ve dış kay­
naklardan m ahrum bırakm ıştır. Bu so n u ç -ki artık görülm ektedir-
faraza beklenen tüm kazanım ları silip süpürecektir.
5
Beklentiler versus gerçekleşimler

U G Ü N , BACON’IN HAYALİNİN yerin e g etirilm esi, O n u n

B kâhince vukufiyetinden dolayı saygı d olu kabulüm üzü hak­


kediyorsa, ayrıca bize özel bir görev de yükler: B acon’m g e­
lişm e s in e ço k ça yard ım ettiğ i m ito lo jid e n k e n d im iz i sıyırm ak ,
in celen m em iş ön cü llerini tarihi tecrü b en in ışığın d a ancak b u su ­
retle değerlendirebiliriz. Bu ön cü ller artık o kadar b ü tü n ü yle k u ­
rum sallaştılar ki çağdaşlarım ızın birçoğu bir şü p h e zerresi dahi o l­
m aksızın bu öncü llere göre hareket ediyorlar. Fakat, riske daha da
y a k la şm ak tayız çü n k ü b u g ü n te k n o lo ji şek lin d e k i b ilim in asla
karşılaşm adığı bir dizi problem i ö n ü m ü ze sunm aktadır. Artık b i­
lim sel o lu şu m , kitle üretim in d ig e i alanlarda ih d as ettiği irrasyo-
nelliklerin ve abesliklerin aynısını gözler ö n ü n e serm ektedir.
H em teknolojide hem de b ilim d e başlıca ön cü l, bilginin m addi
ürünlerin, çevresel kontrolün artışında arzu edilebilir hiçbir sınırın
olm adığı, niceliksel verim liliğin haddi zatında am aç old u ğu ve daha
fazla genişlem ek için her türlü aracın k ullanılm asının gerekli o ld u ­
ğu n osyonudu r.
E k on om ik kıtlığın hâlâ her tarafta eg em en o ld u ğ u o n y ed in ci
yüzyılda bu, savunulabilir bir k o n u m d u . O zam anlar, her yeni üre­
tim faaliyeti, her yeni enerji ve mal artışı, her yeni bilim sel gözlem
ve deney, tüketim mallarında ve ispat edilebilir bilgide varolan kor­
k u n ç eksiklikleri tam am lam ak için d ir. Fakat bugün b izim k o n u ­
m u m u z b u n u n tam zıttıdır. B ilim lerin tah m in ve k ontrol alanını
genişletm eyi başarmaları, şim d iye kadar ihlal edilem eyen tabiat g i­
zem lerine nüfuz etm eleri ve insan g ü cü n ü her d ü zlem d e arttırm a­
ları so n u c u , tem da bu ek o n o m ik zen g in lik ten m ü lh em yeni bir
durum la karşı karşıyayız: israf so n u cu kıtlık. H em m addi hem zi­
h in sel ürünlerin aşırı -n icelik sel- ü retim i, ilk anda Batı D ünyası
için , son u çta ise tüm insanlık için yeni bir p roblem arzeder: d ü zen ­
lem e, dağıtım , eritm e, b ü tün leştirm e, anlam lı-tahm inlerde b u lu n ­
m a ve y ö n etim problem i.
B ilim , tek n o lo jin in k o n u m u n a daha da yakınlaştıkça, çağdaş
tekniğin büyük zayıflığını da kendisiyle beraber düşünm elidir. O r­
ganik sistem in aksine, kendi b ü yü m esin i kontrol edecek ya da ha­
yata ve büyü m eye uygun dinam ik bir d en geye sahip olm ak için, her
canlı organizm anın yapması gerektiği gibi hükm ettiği dehşetengiz
enerjiyi hafifletecek (kendinde m ü n d em iç) hiçbir yön tem i olm ayan
bir sistem in zayıflığı.
K im se, b ilim in etkili m eto d o lo jisin ce b irçok alana bahşedilen
so n su z faydaları reddetm iyor. Fakat kişinin karşı çıkm ası gereken
şey’, sistem in değeridir. Bu sistem diğer insani ihtiyaçlardan ve in sa­
ni am açlardan o kadar ayrı ki; işleyiş genel aygıtları, güç üreten ve
kâr getiren bir verim lilik halinde m uhafaza etm ek dışında görünür
h erh a n g i b ir h e d e f o lm a k sız ın o to m a tik o larak ilerler. B u gü n
‘Araştırm a ve G eliştirm e’ d enen şey, dairesel bir işleyiştir.
in filak eden bilim evreninde dağınık parçalar ivm eli bir hızda,
insan m erkezinden durm adan uzaklaşarak hareket etm ekteler. Sa­
d ece hız ve verim liliğe dikkat b elled iğim izd en ötürü, değerlendir­
m e, d üzeltm e, entegrasyon ve toplum sal ö zü m sem e ihtiyacını g ö -
zardı ettik. Pratikte bu, m evcu t bilgi k ü lliyatın ın küçük bir par­
çasından daha fazlasını kullanam am akla n eticelen ir -ki bu küçük
parça da genel ya da kısa sürede elde edilebilir bir bilgidir zira, tica­
ri yahut askeri olarak kullanılabilm ektedir. Ehliyetli ve afilâklı o la ­
rak güvenilir her hekim in tasdik edeceği gibi, b u tıpta tahribata yol
açm ıştır. Ve son u çlar diğer tüm m esleki aktivitelerde de gittikçe
görünür hale gelm ektedirler.
O halde, teknoloji olarak bilim hakkında, B acon’m tarihsel k o­
n u m u n d an ötürü, ortaya koym ak için old u k ça bilgisiz kaldığı bir­
takım soruları k en d im ize sorm aya b aşlam am ızın vakti değil mi?
T ü m doğal süreçleri bilim ve teknik yoluyla k on trolü n , insan m i­
rasının, itibarının kurtarılması ve iy ileştirilm esin in etkili bir yolu
o ld u ğu n d an em in miyiz? Y em ek israfı gibi icat israfından ve aynı
şe k ild e o r g a n iz m a sık ın tısın d a n ve b o z u lm a sın d a n b a h setm ek
m ü m k ü n değil mi? D üzensiz büyüm esiyle teknoloji olarak bilim in,
tek n ologu n ya da an on im oluşu m ılîı niyeti'dışında her türlü insani
niyetle ilgisinin gün geçtikçe kalm adığını gösterm ek için artık ye­
terli d elile sahip değil miyiz? N ükleer ya da bakteriyel silahlar yahut
uzay keşfinde görüld üğü gibi, teknoloji şeklindeki b ilim in tarafsız
olm ad ığı, bilakis insan refahına karşı aktif bir dü şm an old u ğu yete­
rince açık değil mi?
Fakat daha ileri gid eceğim . H angi rasyon el k anuna göre, salt
B acon u öncüllere dayanıp zam andan kazanm aya, m ekanı küçült­
m eye, gücü arttırmaya, ürünleri çoğaltm aya, organik norm ları bir
kenara atm aya ve gerçek organizm aları onları taklit eden ya da ser­
giledikleri fonksiyonlardan tek birini çokça y ü celten m ek an izm a­
larla d eğ iştirm ey e kalkıyorum? G ü n ü m ü z to p lu m u n d a ‘tek n oloji
olarak b ilim ’in alt yapısını oluşturan tü m b u em rediciler, sırf in ce­
len m eden bırakıldıklarından ötürü aksiyom atik ve m utlak olarak
görünürler. Y eni yeni oluşan organik d ünya resm i çerçevesinde, bu
sö zü m on a ‘ileri’ fikirler köhneleşm işlerdir.
Sırf, tek noloji olarak bilim in diğer tü m veçh elerin i tahakküm
altına alm aya başladığı için, B acon’ın kutsadığı ve farkında o lm a ­
dan beslediği yanlışlıkları d ü zeltm eye m ecb u ru z. Artık bilim , her
şeyi m ü m k ü n kılm akta, B acon da b u n a in an ıyord u . Fakat bilim ,
b u n u n la im kân dahilindeki her şeyi arzu edilebilir kılamamaktadır.
İnsani ihtiyaçlara sıkıca bağlı ve yaşanabilir bir tek n oloji m a k si­
m u m verim liliği en yüce hedefi haline getirm iş bir tek n oloji o la ­
m az. Bilakis, organik bir sistem de o ld u ğ u gibi doğru niteliğin d o ­
ğru niceliğini doğru zam anda ve doğru m ekanda, doğru düzende
d o ğ ru am aç için ihdas etm elid ir. Bu h ed efe ulaşm ak için , insan
ş a h s iy e tle r in in v e ilg ili g ru p la r ın sü r e k li b ü y ü m e le r in i ve y a ­
ratıcılıklarını tem inat altına alm ak için, gelecekteki planlarım ızı b i­
linçli dü zen lem e ve yönetim -belirsiz gen işlem e ve çoğalm anın son
birkaç yüzyılda yaptıkları gibi- idare etm elidirler.
O halde, -genel yaşam ın diğer tü m yön lerin d e old u ğu gibi tek­
n olojide de- kanıksanm ış aksiyom larım ızı ve pratik m ecburiyetleri­
m izi tekrardan in celem en in ve b ilim in G alileo, Francis B acon ve
D escartes’ın gafilce im zaladıkları ve ilerlem esin e yardım cı oldukları
eksik b o y u tlu gü ç m ito lo jisin d en k u rtu lm asın ın zam anı gelm ed i
mi? Bu görüşü n taşıdığı hedefle, tekniğin gelişim in e d ön m ek istiyo­
rum .
POLÎTEKNIK GELENEK
1
Ortaçağ sürekliliği

ON YÜZYIL BOYUNCA, A rnold T oyn b ee’nin ‘Sanayi D evri­


m i’ terim ini icat etm esin d en de ön ce, b ü tü n m od ern tek n o-
loji tarihi, o n sek izin ci yü zyıl son rasın ın m ek an ik icatlarına
Victoryacı tarzda aşırı değer biçilm esi so n u cu yan lış yoru m lan d ı.
Bu noktadan köklü bir kalkışın m eydana geld iğin e inananlar o n i-
kinci yüzyıla karar uzanan uzun hazırlayıcı çabalar dizisini gözardı
etm ekle kalm adılar b u n u n yanında da, yazdıkları zam an, on d ok u -
zuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar tam olarak tesis ed ilm em iş d e ­
ğişikliklere anlık bir son u ç ham lettiler.
O ldukça tuhaftır ki ortaçağ geriliği n o sy o n u n u ilk olarak popür
lerleştiren bilim adam ları, doküm anlarını ilk defa o n ü çü n cü y ü zyıl­
da icat edilen gözlükle okudular, fikirlerini on b eşin ci yüzyılın m at­
baasında basılan kitaplarda yayınladılar, o n ik in ci yüzyılda ortaya
çıkan yeldeğirm enlerinde öğü tü len tahıldan yapılm a ekm eği y e d i­
ler, o n altın cı yüzyılda dizayn edilen üç direkli gem ilerd e d enizde
seyahat ettiler, gidecek leri yerlere m ek an ik saatin , u stu rlab ın ve
m anyetik p u sulan ın yardım ıyla vardılar. Barut ve to p u n yardım ıyla
gem ilerini korsanlara karşı korudular ki bu aletlerin tüm ü onbeşin-
cj yüzyıldan ö n ce icat edilm işlerdi; diğer taraftan, en azından M .ö
üçü n cü yüzyıla uzanan Y unanistan’da ortaya çıkan su d eğirm enle­
rinde im al edilen yün ve pam uk elbiseleri giydiler.
Birçok bilim adam ı onsekinzinci yüzyılı yarılm az bir bent ola­
rak tekakki etm ed e hâlâ direnm ektedir; bu yüzden, “m ekanizasyo-
nun kom utayı eline alması ”ndan ön ce varolan teknolojik kom p lek ­
sin daha sahih bir betim lem esini verm ek yararlı olacaktır. V aroldu­
ğu şek liyle, ilk yanlışlıklar yığın ın ı tek olan sanayi d evrim in i iki
devreye -m ekanik icat devresi ve bun u takip eden ve tam am layan
bir bilim sel devrim devresi- ayırmak suretiyle tashih etm e teşebbü­
sü ilk teknik değişim lerin onaltm cı ve on yed in ci yüzyılların b ilim ­
sel d ü şü n cesin d e bıraktıkları etkiyi gözardı etm esi bakım ından eşit
derecede yam lücıdır.
D aha dikkatli bir veri okum ası en k ök lü tek n ik d eğişim lerin
elektrik alanındaki b ilim sel keşiflerle m eyd an a gelen lerd en ön ce,
O rta çağ’ın erken d ev irlerin d e ortaya ç ık tık la rın ı ?^iLerir. K işi,
şayet, bunların hangi koşullar altında n eşet edip ^ rp iid ik lerin i an­
lam ak istiyorsa, onların kaynaklarına inm elidir. Y apm am ız gereken
sanat ve m ü h en d islik şaheserleri ile zen gin ve çeşitli p olitek n iğin
kullanıldığı geç O rtaçağ’daki -ü çü n cü yüzyıldan on b eşin ci yüzyıla
kadar k i- safhaları tetkik etmektir; ve m atbaa yoluyla bu politekniği
ilk k itle ü retim d en em eleri, siyasal m u tla k iy etçilik ve k ap italist
teşebbüsün baskısı altında, Piramid Ç ağı’n ın k in d en daha güçlü ye- ’
ni bir m egam akina tü rü n ü n vü cu d a geldiği b u gü n k ü yüksek-hız
m egateknik sistem in e dönüştürüldü.
Şu halde, onsek izinci yüzyılda ve o n d o k u zu n cu yüzyılın erken
d e v r e le r in d e m e y d a n a g elen m e k a n ik e n d ü s tr in in b ü y ü k d ö ­
nüşüm leriyle ilgili en ö n em li gerçeklerden biri, bu endüstrinin b u ­
har m akinası dışındaki etkili icatlarının -hassaten, pam uk eğirm e
m akinası, hızlı m ekik makinası, d ok u m a m akinası- kadim neolitik
endüstrilerde ortaya çıktıklarıdır: eğirm e, d ok u m a ve çöm lekçilik-
Bu alanlarda kitle üretim için gücün büyük fabrikalarda geniş ö l­
çekte kullanılm ası, esas olarak buhar makinasıyla değil fakat su d e­
ğirm enler'. lin artan kullanım ıyla geldi. Fabrika için kulanılan ilk
terim , ‘değirm en , (m ili) fabrikanın gü cü n ü n kaynağına delalet
eder.
Su gücünden bu şekilde yararlanm a, tekstil en düstrisini uzun
bir süre ln g ilte r t’"';n ve N ew E n glan d ’ın hızlı akan nehirleriyle
sınırlı tuttu. G erçekte, Nvi. d ik enerji on d ok u zu n cu yüzyılın so n u ­
na kadar bir çok değirmenci«. K ullanılıyordu. Bu su retle, h id r o ­
elektrik tertibatların yolu açıldı. Buhar m akinasının ilk hareket etti­
rici (prim e m over) olarak girişi o kadar yavaş old u ki dem ir ve k ö ­
m ürün bolca bulunduğu'Jam es W att’in yurdu İngiltere’de, 1818’de
Londra’da yayınlanan T h om as M artin’in M e k a n ik S a n a tla r A n sik ­
lopedisi' nde (C yclopedia o f the M echanical A rts), buhar m akinasının
bahsine bile rastlanm az, öte yandan Birleşik D evletlerde pam uk d e­
ğ irm en lerin d e (fabrikalarında) buhar m akinası ilk defa, 1847’de
Salem , M assachusetts’teki N au m k o a g Steam C o tton M ill’de k u l­
lanıldı.
O n dok uzuncu yüzyılın diğer büyük icatları, Bessem er kalorifer
ocağı, m adencilikteki ileri teknikler, onsekizinci yüzyılda değil, zırh
ve top için gerekli dem ir talebine -askeri talebine- b inaen on d ör-
düncü ve on b eşin ci yüzyıllarda kullanılagelm iş D em ir Ç ağı’nın son
ürünleriydiler. O n sekizinci yüzyılda m eydana gelen büyük ve ani
değişim ler gerçekte, sadece m ekanik ilerlem elere değil, fakat tek n o­
lojiyi diğer kuram larla dengede tu tm u ş hayatın diğer birçok y ö n le­
riyle ilgilenm enin azalm asına bağlıydılar. Ortaçağ teknolojisinin d i­
ğer ilgileri aziz tuttuğu ve m ekanik genişlem eye odaklanm ış h edef­
lerden başka hedeflerin peşinde old u ğu gerçeği, rasyonel bir ispat
olm aksızın uzu n bir zam an, teknik uygunsuzluğun bir delili şek lin ­
de telakki edildi.
O nbirinci yüzyıldan itibaren, İtalya’da başlamak üzere tüm A v­
rupa’da D o ğ u ’nun daha ileri teknolojik kültürleriyle ticaret ve sa­
vaş son u cu dolaylı ya da doğrudan kurulan ilişkilerce harekete ge­
çen bir teknolojik aktivite ihyası vardı: Bizans (m ozaik ve tesktil)
Arap (su lam a kim yevi m ad d eler, at yetiştiriciliğ i) Iran (k irem it,
halı, ve A rthur U pham P op e doğruysa, m u h tem elen G otik kem er
ve to n o z), Kore (tahta baskı) ve so n olarak, Ç in, (p orselen , ipek,
kâgıt-kâgıt para, duvar kağıdı, tuvalet kağıdı) kültürleri.
O nbeşinci yüzyıldan sonra, yakın ve U zakdoğu ile birlikte Yeni
D ü n y a’n ın g ü n d em e g irm esi, ham m adde ve tek n o lo jik kaynak
arzını sınırsız derecede attırdı: Büyük miktarlardaki altın, güm üş,
kurşun, ipek ve pam uğun yanında, abanoz ve tek gibi gen iş bir ke­
reste çeşitliliği ve ayrıca İran lalerinden G ü n ey, A m erika patatesi,
m ısırı ve kakaosu, kına kına barkı ve tü tü n ü n e kadar besin ve çiçek
bitkileri ve tıbbi ilaçlar. H ızlı ulaşım ve iletişim in m ekanik olarak
m üm kün hale gelm esinden çok önce bu politeknik, ulusal sınırlan
yıkm ış ve tü m gezegeni kaplayan bir kültür tanzim etm işti. Hayati
ön em taşıyan bu tarımsal devrim , o n d ok u zu n cu yüzyılın ortalarına
kadar kendisinden sonra gelen m ekanizasyona hiçbir şey borçlu o l­
madığı için, arz ettiği ön em küçü m sen m iş yahut tüm üyle gözardı
edilm iştir.
O nd ok u zcu n cu yüzyılın ortalarına kadar Ingiltere gibi m akina-
ya teslim o lm u ş ‘ileri’ ü lkelerde bile en erjin in tem el kaynağı ve
başlıca üretim şekli, tarım ve tan m la doğrudan bağlantılı zenaatler
ve ilk m uharriklerdi. O n beşin ci yüzyılda Ingiltere’d e, n ü fusun y ü z­
de doksanından fazlası kırsal kesim de yaşıyordu; Fransız coğrafyacı
M aks Sorre’ye göre, 1940’la n n son lan n d a gezegen n ü fu su n u n beşte
dördü, tarım köylerinde yaşıyordu. O ldukça güvenilir tahm inlere
bakıldığında görülecektir ki 1688’lerde Ingiltere’n in top lam n ü fu ­
sunun yaklaşık yüzde yetm iş altısı tan m la ve bu n a bağlı kırsal faali­
yetlerle m eşguldü.
Gerçekte, o n d ok u zu n cu yüzyıla kadar zenaat, ticaret ve tek n o ­
loji üzerine konuşan bir kişi ilk sırayı ta n m a verm elidir. M akina-
ların toprağı işlem ek ve b içm ek am acıyla kullanılm alarından çok
ön ce, ileride oluşacak m akina e k o n o m isin in tem elin i atan, ta n m
alanında kaydedilen botanik ilerlem elerdi. T eknik ilerlem eyi salt
m akinayla denk tu tm ak , k elim en in tam m ânâsıyla, arabayı atın
ö n ü n e kovmaktır. İş birim i olarak hâlâ kullandığım ız tarım, beygir
gücü, nal ve koşum takım ının yapım ını ilerleten ortaçağ tekniğine
borcuna ihanet etm ektedir. Su ve rüzgâr gücünün geliştirilem ediği
yerlerde, beygir değirm enlerine çokça rastlanırdı.
Bilinçli at yetiştiriciliği -kesin olarak Araplarla kurulan ilişkiler
ve daha sonra bir İran hayvan yem in in , alfalfa, kullanılm ası son u cu
yaygınlık kazandı- bu d ön em b oyunca, askeri faydalar ve ağır yük
vagonları için kullanılan Percheron atlarından av ve yarışlar için
kullanılan yüksek seciyeli atlara kadar bir dizi cins soy ile devam et-
ti-. U laşım ve yük kaldırmadaki icatlar, insan gücünü diğer g örev­
ler lehine özgürleştirdi. Makara ve m açunalarda m eydana gelen iy i­
leştirm eler dizisi, m anevra kabiliyeti yüksek ve denize dayanıklı üç
direkli gem ilerin yapım ını m ü m k ü n kıldı. Daha da ön em lisi, beygir
gücü, su gücü ve rüzgâr gücündeki bu artış, tarihte ilk defa tüm üyle
‘özgür’ (köle olm ayan) em eğe dayalı ileri bir ekonom i yarattı. O n-
y e d in c i y ü zy ılın s o n u n d a bu e k o n o m i, serfliğ in o n d o k u z u n c u
yüzyıla kadar sürdüğü geri kalm ış birkaç yer dışında A vrupa’nın
ön em li bir bölü m ü n e egem en old u .
Bu endüstriyel özgürlüğün birincil am illeri, loncalardı. Bunlar
kendi kendilerini yön eten bağım sız bünyelerdi. Aynı derecede k en ­
di kendilerini yön eten şehirlerde kuruluydular. G encinden ihtiyarı­
na, hastalıkta ve sağlıkta tü m üyelerinin eğitim , disiplin ve geçim ini
sağlıyor ve ihtiyaç halinde kardeşlerinin (ahilerinin) dul ve y etim le­
rine bakıyorlardı. D ahası loncalar kendileri için niteliksel iş stan ­
dartlarını koydular. B u nun gibi, nicelik üretim i, lonca sistem in in
kırıldığı yerler dışında ön em li bir yere sahip değildi, ilginçtir, on se-
kizinci yüzyılın sonlarında, the Carpenters C om pany o f Philadelp-
hia’nın ameleleri, ücretlerini, hem har'-inan em ek hem de işçiliğin
kalitesi üzerine tarafsız bir bilirkişi tarafından yapılan bir d eğerlen­
dirm eye binaen, bina inşa edildikten sonra alıyorlardı. N itelik, n i­
celiği bilinçlice kontrole tabi tutuyordu.
Ü retim in m ek a n iza sy o n u n d a n b ile ö n ce, bu ö zg ü rlü ğ ü n bir
kısm ı, yönetici bir oligarşi kuran ve onaltıncı yüzyıldan sonra, yet­
kisi dışında kırsal alanlardaki korunm asız zenaat işçilerine iş ‘kira­
layan’ büyük efendilere toptan ticareti benim seten m erkantilist uy-
gulamalarca yon tu ld u . B unun akabinde, loncaların resm i ilgası, er­
ken m akina e n d ü strisin in g ay rı-in sa n i u y g u la m a la rın ın y o lu n u
açtı. D olayısıyla, ‘laissez-faire’ savunucularınca, A dam Sm ith gibi,
ilan edilen yeni özgürlük, ortaçağ lonca korum a ve sosyal güvenlik
sistem ini teı ketm e ve bu sistem in çok şeye mal o lm u ş yeni m akina
üretim ine sahip olan kişilerce söm ü rü lm e özgürlüğüydü.
H üner d olu bir el çabukluğuyla, bu m ekanik ilerlem enin refa­
kati sistem e teslim olm uşlarca azaltıldı. Sınırsız kitle üretim ek o n o ­
m ileri va’dederlerken, el em eğine düşük ücret verilm esi son u cu y e­
ni fabrikalara m uhtaç bırakılan topraksız ve evsiz proleteryam n,
yem ek, sağlık hizm etleri, su tem ini ve çevresel ferahlık bakım ından
kendi zam anlarının tarım işçilerinden daha kötü bir durum da o l­
dukları gerçeğini gözardı ettiler. İngiliz hayat sigortası tabloların­
dan çıkartılan bir gerçek ki bu tablolar, çiftçi em ekçilerinin hâlâ da­
ha yüksek bir hayat beklentisi içinde olduklarını gösterir. Fabrika
sistem i, kendi güç m akinalarını, köleliği ilga etm ek için kullanm ak
yerine işçiyi, ücretli bir köle seviyesine indirdi.
V uku b uld uğu şekliyle, bu tür rahatsız edici top lu m sal so ­
nuçlar, en fazla büyük teknik ilerlem elerin kaydedildiği alanlarda
görülüyorlardı. B aşından beri görülen, organizasyon ve m ekanizas-
yon yoluyla elde edilen kesin kazanım lar, işçilerin, bilhassa çocu k
ve kadın em ekçilerin, m erham etsizce sınıflandırılm aları ve sö m ü -
rülm eleri son u cu elde edildi. Bu gerçekler, fiili sonuçları dikkate al­
m a zahm etine katlanm aksızın teknolojik ilerlem enin otom atik o la ­
rak toplum sal iyileşm eyi getirdiğine inananlar tarafından hâlââ te­
vil edilm ektedir. B unu yaparlarken, fabrikalarda günde o n d ö rt saat
çalışan çocuklarda yaygın olan raşitizm hastalığının, gü n eş ışığının
eksikliğine bağlı old u ğu gerçeğini -ki bugün b ilim sel olarak ispat
edilm iştir- reddeden A ndrew Ure gibi Viktorya çağının endüstriya-
lizm havarilerini taklit etm ek te d ir le r.A n d r e w U re, ca h ilce gaz
ışığın ın oldukça yararlı ve daha ilerletici old u ğ u n u söylüyordu!
2
Politeknik miras

NSEK IZİNCİ YÜZYILDAN ÖNCEKİ DEVRE h atalı bir

O şekilde teknik olarak geri o ld u ğu varsayıldıgm dan ötürü,


bu devrenin en iyi karakteristiklerinden biri gözardı ed il­
m iştir. Bu devre, karışık bir tek n oloji ve gerçek bir politekniğe sa­
h ip ti. Ç ünkü, kullandığı karakteristik aletler, makina-aletler» araç
ve gereçler, kendi d ön em ve kültürünün yanında, onbinlerce yıldır
geniş bir çeşitlilikteki birikim den de kaynaklanıyorlardı. Bu uçsuz
bucaksız m irası d ü şü n elim . Su değirm en i H ristiyanlık öncesi Y u­
n anistan’a ve yeldeğirm eni sekizinci yüzyıl İran’ına uzanıyorsa, sa­
ban, d ok u m a tezgahı ve çöm lek çi çarkı ik i-ü ç bin yıl gerisine da-
yanıyorlarken, tahıllar, m eyveler ve sebzeler ço k erken bir paleolitik
to p la y ıc ılık ve n e o litik ev cille ştir m e d e v re sin d e n m ü lh em d iler,
lngilizler için C recy savaşını kazanan yay, evvelce M agdaleniya b i­
z o n u n u avlam ada kullanılm ış paleolitik bir icattı. Kam u binaların­
daki resim lere ve heykellere gelince, daha da kadim paleolitik bir
geçm işten neşet ettiler: A urignacia mağaraları. Saat gibi yeni icat­
ların dahil olm ası, bu tür daha eski kazanım ların tard ed ilm esin i
prensipte gerektirm iyordu.
Bu ‘geri’ teknolojiyle ilgili ö n em li bir gerçek şu ki teknik kabili­
yetin ve m ü h en d isliğin en yüksek o ld u ğ u alanlar yani cesam etle
R om anesk ve yüksek G otik katedraller, teknik m irasım ızın en eski
kısım larına ulaştılar ve herhangi bir faydacı gaye ile değil, fakat sa­
dece gündelik yaşam ın zaruret dairesine itibar ve güzellik katm a g i­
rişim leriyle doğrudan birleştiler. Bu yapıcı teknikleri çabanın d o ru ­
ğuna çıkaran şey, besin yahut barınm a ihtiyacı tabii nim etleri istis­
mar etm e arzusu ya de fiziksel engelleri aşm a gayesi değildi. Bu a b i­
delerin inşa edicileri en derin özn el hislerini açığa vurmak için k en ­
dilerini en güç teknik problem lerin e adadılar. Bu, çoğu zam an o n ­
ların m atem atiksel anlayışlarının y ah u t zenaatteki tecrübelerinin
ötesin d e bir şeydi, fakat cesur bir deneysel m uhayyileye sahiplerdi,
o kadar cesur ki bazı zam anlar tehlike derecesinde kapasitelerini
zorluyordu.
Bu a b id ev i yap ıları in şa e tm e k iç in , taşları tek bir a d a m ın
taşıyacağı şekilde kare bloklar haline getirm ekten oyu lm u ş taşlan
en üstteki kuleye yerleştirm ek için gerekli akrobatik m aharetlere
kadar geniş bir görevler m an zu m esin i icra edecek çeşitli ehliyetlere
ve yeteneklere sahip işçi grupları bir araya getirilirdi. Bu binaların
yapım ı için sadece kassal güç, m ekanik kabiliyet ve fiziksel cesaret
harcanm ıyordu: D uygular, hisler, fanteziler, hatırda kalmış efsane­
ler -k ısa ca , c e m â a tin h a y a ta to p lu c e v a b ı- bu y ü ce te k n o lo jik
başarılarda şekil alm aktaydılar. T ek n olojin in kendisi, daha büyük
bir h e d ef için araçtı. Zira katedral, sem aya herhangi bir d ünyevi
yapının erişebileceği kadar yakındı.
B öyle bir kom pleks m im ari yaratım sürecinin idaresi n e kadim
zam anlardaki gibi “iş yapm a” am acıylaydı ne de bugünün o to m a s­
yo n u n d a old u ğu gibi işi ortadan kaldırm ak içindi: N e M aster M a-
so n ’un prestijini ne de işçilerin ücretini arttırmak içindi, ‘e k o n o m i­
yi gen işletm ek ’ için hiç d eğildi. B öylesi bir m u h teşem tek n ik ça ­
banın yegane hedefi sadece bina değil; aynı zam anda sunacağı v iz­
yon d u . H ayatın değerlerine ve anlam larına ilişkin bir his. Bu başarı
o kadar değerlid ir ki old u k ça d eğ işik in a n ç v e m eşreb e m en su p
m üteakip insan kuşakları, bu binaları izlerken taptaze bir ruhsal
canlılık zerkini hissetm ekten kendilerini alam am ışlardır. W illiam
M o rris d a h i, C arten b u ry K a te d r a liy le ilk k a rşıla ştığ ın d a sekiz
yaşındaki bir çocu k gibi nefes nefese kalm ıştı.
Elbette ki tahm in edileceği gibi el sanatlarının her veçhesi, böy-
lesi m utlu çalışm a koşulları ve m ükafatlar su n m u yord u. M adenci­
lik, dem ircilik, boyacılık ve cam cılık gibi işlerde, insanın belini b ü ­
ken ağırlık, zorluk, organik sakatlık ve kronik hastalık vardı. B u­
gün, yine de, üstün tıbbi teşhis ve tedavi' yön tem lerim ize rağmen,
bu kusurların birçoğu hâlâ m evcutturlar ve bunlar, işçilerin radyo­
aktiviteye, kurşun zehirlenm esine, silisit ve asbest tozlarına, male-
tin ve d ield rin gib i zararlı p e stisid le r e m a ru z kaldıkları teknik
bakım dan ‘ileri’ endüstrilerde iyice artm ışlardır.
Bazı el sanatları en d ü str ile r in in , d o k u m a g ib i, d iğ er insani
zayıflıkları, rutin hareketlere, sabitliklerdeki ve iflah olm az m o n o ­
tonlukları m ekanizasyona yol açtı. Fakat so n u n cu zaaflıklarının et­
kisi, o to m a sy o n hakim oluncaya kadar, sıkıcılığı yoğunlaştırıyor-
lardıysa da işleyişlerin hızlandırılm ası, bu tür zenaatları psikyatri-
n in so n safhalarında psikyatrist için o ld u k ça yararlı hale getiren
tekrarın yatıştırıcı etkisini ortadan kaldırdı. N itek im W illiam M or­
ris de, kendi m addi yaşam ındaki rahatsız bir devrede bu n u , kişisel
tecrübe son u cu keşfetm işti.
Bazı el sanatları alanlarında ö d ü ller ve cezalar h em en hem en
iç in d e n ç ık ılm a z b ir h a ld e y d ile r . O n a ltın c ı y ü z y ıl İran h a lı -
yapım ında olduğu gibi, bir inç kareye en az dörtyüz d ü ğü m isteyen
çalışm anın h em sürecinin hem de d iza y n ın ın m ü k em m elleşm esi,
böyle bir ustalığa ulaşm ak isteyen işçin in ö m ü r b oyu köleliği a n ­
lam ına gelirdi. Bu çirkin kusurları gizlem eye gerek yok; fakat bunu
d e n g eley en u n su ru da gizlem ek için bir seb ep yok: İşin kendisi
öd ü llen d irilip koru nuyordu. B u gü n , L ondra’daki V ictoria ve A l-
bert m üzelerinin bir duvarını kaplayan güzel halılardan biri, o n u
yapan tapınak kölesinin tüm hayatına m al olm u ştu r. Fakat bu köle
bir sanatçıydı ve sanatında, yaratm ak için özgürlükten hoşlanıyor­
du. V azifesinin b itim inde, ism in i gururla, şaheserinin üzerine yazı­
yordu. K im liğini yahut kendisine saygısını yitirm edi. Kendi iş ha­
yatı boyunca göstereceği bir şeye sahipti. Bu k ölenin ölü m ü n ü , Art-
h u r M ille r ’in B ir S a tıc ın ın Ö lü m ü (D e a th o f a S a le s m a n ) ile
karşılaştırın.
O naltıncı yüzyılla birlikte m ek an ik leşen fakat m ekanizasyona
tü m ü yle teslim olm ayan eski p o litek n iği anlam ak için kişi, o n u n
d o m in an t sanatlarının esaslı bir şekilde, kadim neolitik tem ellere
dayalı olduklarını hatırlamalıdır: karışık çifçilik -tahıllar, sebzeler,
m eyve ağaçları, evcil hayvanlar- veiev ve ahırlardan kanal ve kated­
rallere kadar her türlü binalar. T ü m bu uğraşlar, zenaat bilgisi ve
kabiliyetlerin bir araya getirilm esini gerektiriyordu ve iş, büyüm e
ve inşa sürecinde, saatten saate, g ü n d en gü n e değişiyordu. Sürecin
k endisi, aynı durum da kalm ayı, tek bir vazifeyi yerine getirm eyi is­
tem iyor hava ya da m evsim değişiklikleri ya da farklı bir gidiş o l­
m aksızın m o n o to n lu ğ u ve tekilliği kabul etm iyordu.
Raphael P um pelly’in A n tla r ın d a (Rem inescenses) anlattığı eski
toprak Japon zenaatkârının perform ansım d ü şü n ü n . Pum pelly k i­
litlen eb ilecek bir kapı istiyord u , b u n u n için yivli m enteşeler tak-
m ası'için bir m etal işçisini çağırdı. Fakat ne talihsizliktir ki bu zena-
atkâr daha ön ce hiç vida görm em işti. P u m p elly kendisine dem ir bir
v id a h ed iy e e ttiğ in d e , işçi g itti v e d iğ er g ü n g ü z e l bir şe k ild e
yapılm ış ve dahiyanece şekil verildikten sonra cilalanm ış bir düzine
p irin ç vida getirdi. “Ayrıca b e n im C o lt revolverim i kopye etm ek
için benden izin istedi. Ç ok geçm ed en revolverin tü m parçaları iyi
çalışan tam bir taklidini getirdi. Ç ok üstü n bir başarıydı.” K işinin,
m o d ern bir m ak in a atö ly esin d e b ö y le bir g ü v en i ve kaynaklılıgı
araması boşunadır; uzun bir zam an ö n ce üretim hattından sü rü l­
dü.
A tölyede ve evde birçok yorucu iş vardı şüphesiz. Fakat kişinin
arkadaşları eşliğinde m uhabbet etm eye, şarkı söylem eye izin verilen
bir o rta m d a işler h alled iliyord u . Bir m ak in alar çe te sin e nezaret
eden yardım cılarının sürgit güm bürtü takırtı ve m ırıltılarının eşli­
ğindeki m od ern ev h an ım lığın ın yaln ızlığın d an eser yoktu. M a­
d en cilik gib i zelil en d ü striler dışında, eğ len celi d in le n m e , cinsel
haz, evcil şefkat ve estetik uyarılma, eldeki işten fnekansal ve zih in ­
sel olarak tüm ü yle ayrı değillerdi.
El em eği, birçok kabiliyeti en üst m ü k em m ellik noktasına getir­
diyse de, -hiçbir m akina, dörtyüz sayıdaki iplikle D acca m ü slin i g i­
bi güzel bir pam uğu dokuyam az- belki daha ö n em li karakteristiği,
geniş bir yayılım a sahip olm asıydı ki bu özellik, aleti kullananın ö z ­
deki özerkliğine ve ken dine güvene gö n d erm ed e b u lu n m a n ın bir
diğer yoludur. Btfnu en iyi, denizaşırı k eşif yıllıkları gösterir: “Car-
tes o rdusu na katılan gem i m arangozu, top taşıyacak kadar büyük,
bütün bir gu let filosu n u n yapım ını ve T ex co co G ö lü ’ne in d irilm e­
sini idare etti.” Böyle bir çalışm a şekli, her türlü hacete eşitti: N e
kabiliyet ne de taslak bilgisi birçok uzm anla sınırlıydı. Beygir g ü ­
cün d en halihazırdaki kazanım larım ız, bir etkili insan gücü kaybı ve
h ep sin in ö tesin d e gen iş bir alana d ağılm ış tü m ortak b eyin gü cü
kaybı ile zayıflam ışlardır. Buna yeterince dikkat etm en in zam anı
gelm iştir.
Kari Buecher, klasik çalışm ası ‘Arbeit und R hytm us’ta, zenaat
işi ile estetik ifade arasındaki karşılıklı ilişkinin bir tasvirini veriyor­
du; ben de S a n a t ve T e k n ik (A r t a n d T e c h n ic s ftt ve başka bir yerde,
m ekanik icat ve estetik ifadenin eski politeknikte birbirinden ayrıl­
m az y ö n ler o ld u k la rın ı ve R ön esan sa kadar sa n a tın k en d isin in ,
icadın başlıca alanı d u ru m u n d a o ld u ğ u n u v u rg u la d ım . Sanatın
am acı hiçbir zam an em ek tasarrufu olm am ıştır, fakat em ek aşkı-
hayatın kendisine ilgiyi arttırmak için işlev, form ve sem b olik sü ­
sün bilinçli bir incelikte işlenm esi- olm uştur.
Halk çalışm ası (folk w ork) ve halk sanatı (folk art) arasındaki
bu kadim ilişki, on yedinci ve on d o k u zu n cu yüzyıllar arasında m ü ­
zikte kusva noktasına ulaştı: Bir hizm etçi kızı ailenin yem ek •ma­
sasının etrafında kendi kendine şarkı tutturm ası n ed en iyle tercih
eden Sam uel P epys’e dikkat edin -Franz Schubert efsaneye göre,
n ehirde çalışan kazık varyosunun iş şarkısını, M i B em ol M ajör’deki
N o c tu r n e adlı eserin in m elo d i ve ritm in e çevird i. Eğer orkestra
m ü ziği, zirvesine H aydn, M ozart, B eethoven ve Schubert’in sen fo ­
nik çalışm alarıyla vardıysa belki de b u n u n n ed en i, on u n hâlâ, kırsal
zenaatlarla ilişkili zengin halk şarkıları ve danslarım d ü zen len m e­
siydi: İtalya gibi endüstriyel açıdan ‘geri’ bir ülkede, V erdi’nin hâlâ
ünsiyet kurabildiği bir miras.
M ekanizasyondan önceki bu zenaat ek o n o m isi sefaletin ü ste­
sin d en bilfiil gelebilseydi, on un işçileri cem aat kutlam alarına ve ki­
lise inşasına harcadıkları zam anı d o k u n m u ş tekstil ipliklerini ya da
d ik ilm iş ayakkabı çiftlerini çoğaltm aya harcayabilirlerdi. Elbette ki,
sadece elli iki günlük bir tatile sahip -ki bunlar pazar günleriydi.-
bir ek on om iye güçten kesildi d en ilem ez. B unun hakkında söylen e­
bilecek en kötü şey, m anevi m eseleler ve toplum sal tatm inler ü ze­
rinde yoğu n laşm ış bir ek on om in in , üyelerini fakir kış yem eğine ve
bazı zam anlardaki açlık nöbetlerine karşı korum akta başarısız ola­
b ileceğ id ir. Fakat b öyle bir e k o n o m i b u gü n a n la m ın ı neredeyse
u n u ttu ğu m u z bir şeye sahipti. B oş zam an, işten özgürlük değil; bu,
b u g ü n k ü k ü ltü rü m ü zü n b oş zam an ı y oru m layış b içim id ir, fakat
işin iç in d e özgü rlü k ; ve b u n u n y a n ın d a , h ayatın a n la m ın ı k o ­
n uşm ak, d ü şü nm ek, etüd etm ek.
T arım ve inşaat dışında eski el sanatlarının en köklü zayıflığı,
bu sanatlardaki aşırı uzm anlaşm aydı. Bu, bilgi ve m aharetin serbest
d olaşım ını engelliyor ve katedral inşaatçılarının m ühendislik hari­
kalarını kültürel ifadenin m u h teşem araçları haline getirm iş bilgi­
nin büyük ortak üretim inin yapıcı ticaretini bireysel zenaatlardan
uzak tu tu y o rd u . O rtaçag’m so n la rın d a , bu aşırı h esaplaşm a, so ­
nu n d a üstten gelen bir akım ile kırılm aya başladı. Rabelais’in, sanat
ve zenaat çalışm asını Garganuta eğitim inin bir parçası haline getir­
m esine dikkat edin. Soğuk ve yağmurlu günlerde, kendilerini o y ­
m acılık ve ressam lığa adadı ve öğretm enleriyle birlikte “m etallerin
uzam asını ya da top u n dök ü m ü n ü gözlem lem eye gitti, k u yu m cu ­
ları, m ücevhercileri, değerli taşların kesicilerini, sim yacıları, darpçı-
ları, duvar k ilim cilerin i, m atbaacıları, m üzik aleti yapanları, b o ­
yacıları ve her tür zenaatkârı, her yeri ziyaret etti...h er ticaretin
icatlarını ve işleyişlerini öğrendi ve düşü n d ü .”
Bu tasvirde, Rabelais gerçekte, R önesans sanatçısının şahsında
etk ilen d iği b ü y ü k y en iliğ i kaydediyordu: Y o n tu lm a m ış am atör,
kendisini k u yu m cu L oncası’na bağlam ak zo ru n d a o lm asın a rağ­
m en, sıkı ve köhn e bir zenaat tecridini bilfiil yarmaktaydı; çünkü
bu yeni figür, resim yapm aya, bronz dökm eye, istihkam planlam a­
ya yahut bina inşa etm eye hazırdı. D üşünebildiği herşeyi çizeb ili­
yordu; çizebildiği herşeyi yapabiliyordu. Zenaat uzm anlaşm asının
sınırlam alarına m eydan okum akla sanatçı, aklın tam işleyişini sağ­
lıyordu.
Bu faaliyet ö zel bir dahinin ürünü değildi: Vasari, bir dahi m iy ­
di? Bilakis eski lon ca ve ruhani kurumların, hüküm dar despotlar ve
ham ilerce yıkılm asın ın bir son u cu yd u . Bu, ayrı ve uzm anlaşm am ış
beyinlere bir zenaattan bir başkasına serbestçe geçm e fırsatı sun d u .
James W att’tan so n ra m ak ina tasarım cılarının yapm aya m ecbur
kaldıkları gibi, bu kişiler de, saklı m aharetlerinden faydalanıyor fa ­
kat tek başlarına icat, ‘de n o v o ’ yapmıyorlardı. Fakat dikkat edin;
bu sanatçıların en başarılıları, Brunelleschi, M ichelangelo ve C hris­
topher W ren güçlerin i esas olarak kadim inşaat zenaatından alı­
yorlardı -b ir san ayi d ev i olan Joseph P a x to n ’in g ü cü n ü b a h ç ı­
vanlıktan aldığı gibi-.
3
Teknik serbestlik

RE-M EK ANİK (M EKANİKLEŞM E Ö N C ESİ) e n d ü str i ve


tarım el em eğin e o kadar fazla bağlıydı ki bu o n a bir serbest­
lik ve esneklik kazandırdı, öyle ki uzm anlaşm ış makinaların
sü rek li bir k u r u lu m u n a (a sse m b la g e ) b ağlı, yü k lü bir serm aye
yatırım ı isteyen bir sistem , beğenisini kaybetti. Aletler, her zam an
kişisel m ülke aitti ve bireysel işçin in ihtiyaçlarını karşılam ak için
seçiliyorlardı. K om pleks m akinalara kıyasen, ucuz, değiştirilebilir,
kolayca nakledilebilir aletlerdi fakat insan gücü olm adan değersiz­
diler. Sahip old u ğu alet-edavat takım ıyla şehirli kalfa, çıraklığı biter
bitm ez, yeni yerleri araştırmak, yeni teknik p ü f noktalarını öğren ­
m ek, belli bir nok tada geleneksel zenaat tabakalaşm alarını alt e t­
m ek için dışarıya seyahat edi(bili)yordu.
D urgunluk ve ataletten çok uzak olan ortaçağ tekniği, ipeği m a­
karaya sarma m akinası (1272), blok basım m atbaası(1289), eğirm e
çarkı (1298) ve tel koparm a m akinası (1350) gibi yeni icatları tak­
d im etm en in yan ın d a, cam cılık gib i eski sanayileri d e gen işletip
m ükem m elleştirdi. Fakat burada tekrar dikkatinizi çekerim , cam ın
ilk defa geniş ölçekte kullanılm ası faydacı değil estetik amaçlar için ­
di. O nüçün cü yüzyılın M eryem Ana Kiliseleri’nin (Ladv C lıurches)
büyük pencereleri bu na iyi bir örnektir.
D olayısıyla, bu p olitek n ik gelenek, o n y ed in ci yüzyıla kadar,
geçm işten gelen önem li teknolojik mirası nakletm e başarısını g ö s­
terirken diğer taraftan da birçok yeni veya kimyasal ilerlem eleri -
bazı zam anlar da, m atbaa gibi teknik tasavvurda köklü, sosyal etk i­
lerde derin icatları- takdim etm iştir.
Bir asırdan az bir zam an içinde, el yazısından m atbu basıma ge­
çişi gerçekleştiren m atbaanın hızlı başarısı,el sanatlarının bu adım
için ne kadar etkili hazırlandığının ve bu tür ilerlem elere hiçbir iç
d üşm anlık b eslem ediğin in tek başına bir ispatıdır. Eski el yazm acı­
larının gelip geçici direnişi dışında yeni icat, hızlıca yayıldı çünkü
m ekanizasyonun birinci adım ı, tam bir şekilde standartlaşm ış harf-
lem en in yaratılm ası, u zu n zam an ö n ce bilin çlice m ekanikleşm iş bir
yaşama alışkanlığının daha geniş m ekanizasyonların tem elini kur­
duğu m anastırda başarılm ıştı.
İlk m ek a n ik y e n ilik lerin refakat ettiği serb estlik ve ö zerk lik
düşüncesine bir katkı olarak elle çalışan m atbaa, m erkezi bir yere
sahipti. Saygıdeğer hiçkim se, çok kapsam lı m atbu kelim enin to p ­
lum sal faydalarından şü p h e etm ez, çü n k ü bu icat, yazılı bilginin
sın ıf tekelini kırdı ve zam an dünyasını, tıpkı kendisiyle çağdaş yeni
keşiflerin m ekan dünyasını açmaları gibi, açtı. O naltm cı yüzyıla ka­
dar, her bir zen aatte saklı tu tu lm u ş b ü y ü k bir b ilg i m ik tarı, bu
sınırlam aya tabi tu tu lm u ştu . H içbir zam an sabit kayıtlara geçiril-
m iyordu ve m aalesef veba ya da savaş so n u cu insanlar arasındaki
bağlar k optuğunda, gelenekteki tem el unsurlar y ok olabiliyorlardı.
M atbaanın icadıyla birlikte, teknolojik bilgiyi büyük bir ölçekte
toplayıp yaym ak m ü m kü ndü; ve oldukça dikkate değerdir ki, tek­
nik m ahsullerin en büyüklerinden biri, A ricola’nm m aden ve m eta­
lürji sanatları üzerine risalesi, bir asır içinde G utenberg’in yeniliğini
ortaya çıkarttı. Bu risale, sadece, sağlam ve b olca örneklendirilm iş
bilim sel bilgi nakletm iyordu. Fakat diğer birçok zenaata dair olağa­
nüstü bir kavrayış sergiliyordu. Zam anla, D e R e M etallica’yı diğer
yararlı el ve tarif kitapları, ve ayrıca Jost A m m an n ’ınkiler gibi sa­
natların ilerlem esini resm eden bir dizi tahta kabartmalar takip etti.
D en iş D id erot’nun kişisel g ö zetim i altında m eydana getirilen
b üyük Fransız ‘E n cyclop ed ie’sinin tek n olojik katkılarıyla birlikte,
bu akım geçici bir doruğa ulaştı. Bu artan teknoloji bilinci, eşza­
m anlı cihanşüm ul bir akım ın parçasıym ış gibi geliyor; çünkü Çin
ve Japon matbaaları on altıncı yüzyıldan bu yana, tu h af bir şekilde
zenaata işlerine teknik işleyişlere ve birçok durum da işçinin karak­
teristik çevresine Batı’dakine benzer bir ilgi sergilem ektedirler.
O halde, ortaçağ tek niğinin en büyük başarısı, birçok ö n em li
değişikliği daha ön cek i kültürlerden gelen engin icat ve kabiliyet
bakiyesini kaybetm eksizin sindirip ilerletebilm esiydi. Burada, orta­
çağ tekniğinin m odern m on otek n ik türüne karşı hayatî bir ü stü n ­
lüğü yatar. M odern m on otek n ik , daha önceki devirlerin teknik ed i­
nim lerini m üm kün oldu ğu kadar hızlı ve erken yok etm ekle ö v ü ­
nür; buna rağm en so n u ç, m o to r lu araç yada sadece jet uçağı ile
m on otran sp ort örn eğin d e old u ğu gibi, kendisinden sonra geldiği
daha çeşitli ve çok-aşam alı sistem den oldukça daha az esnek ve da­
ha az tesirli olabilir. Ö nceki politeknigin bazı avantajları, kabiliyet­
leri, estetik yargı ve b eğenin in ve sem b olik anlam anın herhangi bir
kast yada m eslekle sınırlı kalm aksızın tüm topluluğa nüfuz etm e­
sin d e n k a y n a k lan ıyord u . S ırf tab iatı gereği p o lite k n ik m erk ezi
kontrolün altındaki tek standart ve tekil bir sistem e ind irgen em ez­
di.
Politeknik geleneğin azım sanm ayacak bir kısm ı, kadının ilgile­
rinin ve kadının çalışm a şekillerinin ön em li bir rol oynadığı n e o li­
tik kültürden m ülhem sanatlara dayanıyordu. Yalnızca çöm lekçilik,
sepetçilik, eğirm e ve dokum acılık değil, fakat aynı zam anda insan
ç a lışm a sın ın gen iş bir b ö lü m ü n ü kap sayan ev işleri de -y em ek
pişirm e, ev bakım ı, biracılık, boyacılık, çamaşır yıkama ve hatta sa­
b u n ya p ım ı- k ad ın ın ilgi ala n ı d a h ilin d e y d i. Sürahi, v a zo , d ört
ayaklı m asa gibi bu alandaki icatların birçoğu, binlerce yıl d eğişm e­
den kaldılar çünkü, ilk zam andan itibaren tatm in edici bir form a
ulaşmışlardı. Kişi, bu geleneğin birikm iş zenginliğini hesap ettiğin ­
de, her ayrı b ölgesel kültürün ürettiği zengin yem ek ve ham ur işi
tariflerini de unutm am alıdır. Bu da en az tıbbi ilaç hazırlam a tarif­
leri kadar teknik geleneğim izin bir parçasıdır.
Ş im diki gib i bir d evird e, tü m zam anlardan d ah a fazla besin
m iktarı -p a stö rize ed ilm iş, h o m o jen le ştir ilm iş, sterilize ed ilm iş,
d o n d u ru lm u ş fakat diğer yandan bir b eb eğin tat alam am a sta n ­
dardına indirgenm iş bir besin - üretm e yeteneğiyle gurur duyan bir
devirde bu m irasın ortadan kalkm ası, uzay kapsülünün besin ih ti­
yaçlarını standart insan diyeti olarak safça kabul etm en in gerekli
bir koşulu olm uştur. Burada da politeknik gelenek, organik işleyişi
yü celtm en in tem el şartlan olarak çeşitlilik ve estetik ayırım ın ta-
rafindandır. Y em ek pişirm ede, giyinm ede, sü slen m ed e ve dahi re­
sim ve heykelcilikte, hiç bir kültür, son su z değişim ler ve niteliksel
ilerlem eler için ‘Sanayi devrim i’ni beklem edi.
Ortaçağ top lu m sal d ü zen i, tam am ıyla m ekanize edilip kişilik-
sizleştirilem ezdi. Ç ünkü tem el olarak, bireysel ruhun gerçekliğinin
ve yüce değerinin -bireysel ruhu, tanım lanabilir gruplara ve ortak
birliklere bağlayan bir değer ve gerçeklik- kabul ed ilm esin e d aya­
nan bir düzendi. N efis ile Tanrı, serf ile silahlı vasal ve lord, çırak
ile usta, lo n c a ile şeh ir, ve hatta kral ile tebası arasındaki ilişki
kişisel bir ilişkiyd i, ö z g ü l bir işleve hasred ilem eyecek ya da sö z­
leşm eyle dayalı ö z e l bir an laşm ayla sın ırla n d ırılm a y a ca k kadar
kom pleks ve hassastı, çünkü hayatın tü m ü n ü kapsıyordu. Ortaçağ
halk hikâyelerinin ortak tem alarından biri de krala karşılık veren,
yüzüne karşı kabahatlerini söyleyen cesur köylü ya da değirm enci
tem asıdır. Acaba kim se kalkıp da bir bilgisayarın kabahatlerini d ö ­
küp saym ış mıdır?
Ingiltere ve H ollan da gibi ülkelerde, yazılı anayasalar ve m eclis
kanunları, büyük organizasyonlara tatbik edilm eden ön ce, bir çok
gayrı resm i yerel birim lerde tesis ediliyorlardı. Artık para ile ifsat
olm u ş veya devlete itaatkar kılın m ış büyük zenaat ve ticaret lo n ca ­
ları eski işlevlerini yerine getirm eyi bıraktıkları anda, ye’s halindeki
İngiliz işçi sınıfları hasta, dul ve yetim lere destek çıkm ak için D o st­
luk C em iyetleri (Friendly Societies) ile D efin Cem iyetlerini (Burial
Societies) yeniden canlandırdılar -ço k zam an ö n ce R om a İm para­
torluğum da ortaya çıkm ış ve tarih sahnesinden kalktıklarında dahi
tüm üyle silinm edikleri görülen birlikler.
Ortaçağ politekniginin bu yapısı, teknolojiyi onun vücuda g el­
m esin e yardım cı olan p olitik ya da kişisel form lara gö n d erm ed e
b ulunm aksızın tetkik eden uzm an teknik tarihçi tarafından o ld u k ­
ça sık bir biçim de gözardı edilm ektedir.
O naltıncı yüzyılın sonlarına kadar, bu dinam ik ve girişim ci p o-
liteknik bir yandan saflığını sürdürürken, diğer taraftan, gezegenin
genişleyen keşfi, Avrupa’ya, bu politeknigin faydalanabildiği gerek
tabii kaynaklan gerekse teknik işlem leri getirdikçe de gelişm esin i
sürdürüyordu. Tarihte ilk defa, dünyanın sanadan ve teknikleri bir
b ü tün haliride birbirleriyle kaynaşm aya, birbirlerinden belli şeyleri
ö ğ r e n m e y e , h em p ratik e tk ile r in i h em de sem b o lik ifa d ele r in i
arttırm aya hazırdılar. M aalesef tam da bu noktada, bu büyüm eyi
ölü m cü l bir şekilde hapseden bir değişiklik zuhur etti. Tek taraflı
bir siyasal ve askeri egem enlik sistem i eski tarım ve el sanatı tek n o ­
lojilerinin dayandıkları insani öncülleri görm ezlikten gelen bir m e-
kanizasyon ve otom asyon sistem in d e kendi m uadilini üretti.
El sanatları çabucak can verdi. O to m a tik eğirm e ve d o k u m a
m akinalarının, saatların ü retim in d ek i b ü yü k ilerlem eler, tahtaya
şekil verm ekten m etale şekil verm eye ve n u m u n e yapmaya geçm iş
ve zenaat tecrübelerini m ü h en d is yahut bilim adam larının talim at­
larını yorum lam ada kullanm ış el sanatları işçilerinin yardım ı o lm a ­
saydı asla m eydana gelem ezlerdi. Ç ünkü yeni kom pleks makinalar,
m ü svedde ya da taslak üzerinde ayrıntılı olarak tasarlanamazlardı.
B unun m eydana gelebilm esi için, işleyen kısımlar dahi, elle yeniden
çalıştırılm ak ve şekil verilm ek zorundaydı.
İn g ilte r e ’n in o to m a tik m a k in a ü r e tim in d e o n d o k u z u n c u
y ü z y ılın b a şın d a n b u g ü n e kadarki lid erliğ i, Josep h B ram ah ve
H enry M audslay ile başlayan N asm yth, W hitw orth, M uir, Lewis ve
C lem ent ile devam eden bir usta zenaatkârlar silsilesinden kaynak­
lanır. Bu adamlar, daha kom pleks m akinaların yapım ını m ü m k ü n
kılan icatlar, torna tezgahı gibi (M audslay), yaptılar. M audslay’in
arkadaşlarından biri o n u n sa n a tın ın n itelik lerin e şe h a d e t eder:
“O n u herhangi bir aleti eline alırken görm ek bir zevkti. O nsekiz
inçlik bir eğe ile oldukça m u h teşem d i.”
O nd oku zuncu yüzyılın ortalarıyla birlikte, bu zenaatkârlık şek­
li, bazı alanlarda, m etalurjik b akım ından daha ö n ce g ö rü lm em iş
bir teknik m ükem m ellik zirvesine ulaştı. M akinanın gücü sayesin ­
de -daha sert çelik, daha geniş bir m etal ve alaşım dizisi, sağlam
torna tezgahlan ve kalıplar, ısı ve h ız üzerinde artan kon trol- zena-
atkarın üstesinden gelem eyeceği hiç bir m ekanik p rob lem yoktu.
T ü m bunlar başarılıncaya kadar m akinalar, makinaları üretem ed i-
ler.Bu kabiliyet ve kaynaklılığm en büyük ispatı, 1851’de Londra’da
C y rista l P a la c e ’in in ş a e d ilm e s iy d i: B u g ü n y e n id e n b a şla n sa
ulaşılm ası güç bir hızda biraraya getirilen prefabrik bir bina. D e ­
m ek istediğim , şayet zenaatkârlık kıt ücretler ve düşük kârlarla ö lü ­
m e m ahkum ed ilm eseyd i, yeni m ek an ik en düstrilerinin b irç o ğ u ­
nun fazlasıyla him aye edildiği gibi korunup m addi olarak him aye
edilseydi, bugün jet uçakları ve roketlere kadar tüm tek n o lo jim iz
bir b ü tün olarak -‘in ce teknikler’de dahil olm ak üzere- sınırsız bir
biçim de daha zengin ve daha etkili olurdu.
Genel olarak b ilin m eyen şey şu ki, el sanatlarından, tam m eka-
nizasyona doğru uzun geçiş dön em i boyunca, zenaatler çoğalm ış ve
daha da farklılaşmışlardı ve güçle çalışan çırbıcı dibeği ya da torna
gibi hassas m akinalarda küçük ölçekli m ekanizasyondan istifade e t­
m işlerdi. 1598’de Jost A m m a n n , d ok san değişik zenaat tü rü n ü n
d ök ü m ü n ü yaptı; fakat iki asır sonra D iderot’nun ansiklopedisi en
az iki yüzelli zenaat tü rü n ü sayıyordu. 1858’in sonlarında, In gilte­
re’de, sadece küçük Lincoln kasabasında, m akina ürünlerinin her
pazarı istila etm eye başladığı bir zam anda, N orm an YVymer, hâlâ
ellinin üzerinde zenaat ve ticaret k olunun bilfiil devam ettirildiğini,
y ü zyılın son u n d a ise tü m ü n ü n k ü çü lü p , ço ğ u n u n yok old u ğ u n u
beyan eder.
Y irm inci yüzyılın ilk yarısında ise, işsizlik sigortası, sosyal g ü ­
venlik ve yeni sağlık hizm etleriyle geriye kalan işçilerin fiziksel pay­
ları (kısm etleri) artarken, çocuklarının ok u l eğitim i de devlet o k u l­
larınca tem inat altına alındı. Buna ek olarak, radyo ve televizyon
sahibi oldular. Fakat işin kendisi artık, çeşitli, ilgi çekici ya da kişilik
bakım ından taham m ül edilir değildi. Ve m ekanik sistem deki her­
hangi bir aksam a durum un da, geçici bir ikam ede bulunm ak için
y eterli z e n a a t k a b iliy eti, gerek li a letler ve k e n d in e gü v en k a l­
m am ıştı. Seebohm R ow ntree’nin 1901’de ve daha sonra 1941 ’de
Yorkta yaptığı araştırmalar, bu değişim için fazlasıyla doküm an s u ­
nar.
Gayrı in san i güç kaynaklarına dayanan old u k ça organize bir
m ekanik üretim sistem inin yararları ne olursa olsun -ki kim se bir­
çok avantajı b u lund uğunu red d etm ez.- sistem in kendisi, o to m a s­
y o n u n u tam am lam ası ve işçiyi üretim sürecinden ihraç etm esi n is­
p etin de, daha rijid, daha u yu m su z, daha gayrı insani olm aya eğ i­
lim lidir. Bu konudan daha son ra b ah sed eceğim . Burada yalnızca
şu n u belirtm ek isterim ki geniş bir şekilde yaygın ve çeşitli el sanat­
ları k üm esinin isteklice devam ettirilm esi, insani özerkliğin ve ek o ­
n om ik güvenliğin tem el bir faktörü olurdu; ve bu kaybedilm iş sa­
natların yeniden sahiplenilm esi -ki W illiam M orris o n d ok u zu n cu
y ü zyılın ortalarında buna b aşla m ıştı.-, aşırı m ekanizasyona karşı
vazgeçilm ez bir denge görevi görürdü. Atık insan gücünün m evcut
o ld u ğu bir yerde- bir insan gücü fazlası tehdidi altındaki bir d ünya­
da- el em eği ön em li üretim görevleri ve m akinanın ya ihm al ettiği
ya da acı bir pahaya tam am lad ığı insan h izm etlerin i icra etm eyi
sürdürm elidir.
Feliks G reene’nin V ietnam üzerine yaptığı film , bu noktayı hay­
ret verici bir etkiyle işliyordu. 1965 ile 1968 yılları arasında Kuzey
V ietn am ’da Birleşik Devletler-hava kuvvetleri, silah üretim ini erzak
aktarım ını ve güneye asker ve m ü h im m a t naklini engellem e gerek­
çesiyle büyük şehirleri, sanayi fabrikalarını, dem iryollarını ve kara­
yollarını bir değil, fakat tekrar tekrar im h a etti. Ü ç yıl seyrinde bu
çabanın hedefine ulaşm ada tam am ıyla başarısız kaldığı görü ld ü .
Kuzey V itnam hüküm eti, halkının yaygın el em eğini ve zenaat de-
»*
h a sın ı'seferb erliğ e çağırararak m a k in a la rd a n ziyade in sa n kas­
larının gönüllü yardım ını isteyerek, elle çalışan nehir ulaşım araç­
larını ve basit kaldıraçları kullanarak zararlarını hızla telafi etti ve
yenilgiyi reddetm ekle kalm ayıp, savaşa tek başına devam etti.
Bu suretle, bu baki kalan zenaat kültürü ve neolitik ek on om i,
istila c ın ın güçlü m ek a n ize araçlarına karşı g eleb ild iler ve V ie t­
namlIların yıldırılıp teslim alınacaklarından ya da üretim araçlarını
yok etm ekle onların askeri etkilerini kırabileceklerinden em in olan
P entagon strateji uzm anlarını aptata çevirdiler.
Şayet, birçok antropologu n d ü şü n d ü ğü gibi alet yapım ı ve kul­
lanım ı ilkel insanın zihinsel gelişim in in başlıca kaynaklarından b i­
riyse o zam an şu soruyu sorm anın zam anı gelm edi mi: Şayet insan,
bugün yapm a tehdidinde b ulu n d u ğu gibi kendi asli politeknik u ğ­
raşılarını tam am ıyla terk ederse so n u ç ne olur? M adem ki b u u ğ­
raşılar artık, geçim gayesiyle yapılm ayacak o zaman belki de, birer
spor ya da rekreasyon şeklinde yenilenirler veyahut, kişisel h izm et
ve karşılıklı yardım form larında yararlı olabilirler.
4
Politekniğin yıkımı

N D O K U Z U N C U YÜZYILDAKİ, tek n ik ilerlem ey i m ü n ­


hasıran , güçle çalışan ö zellik le o to m a tik m akinalarla eş
tu tm a genel alışkanlığı, o n ik in ci ve on sek izin ci yüzyıllar
arasında, oldukça yeterli konteynerlerin im aliyle -çöm lekler kefe­
ler, çuvallar, kutular gibi bireysel konteynerler ve kanallar, gemiler
gibi k ollek tif konteynerler- kaydedilen ilerlem e seviyesinin k üçüm ­
sen m esine yol açtı. K onteynerlerin gü ç nakledebildikleri -bir değir­
m en kanalı gibi- ya da güçten faydalanabildikleri -bir tekne gibi-
h ususu, salt m ekanik dünya resm i üzerinde yoğunlaşm aları sonucu
tarihçilerin görm ezlikten geldikleri apaçık gerçeklerden biridir. B u­
nun n ed en i biraz da, statik ve p asif olan konteynerlerin, gürültülü
bir şekilde kendilerine dikkati çekm em eleridir.
O rtaçağ tekn iğin in önem li bir katkısı, tekniğin statik ve din a­
m ik bileşenleri arasında, faydalar ve m akinalar arasında bir denge­
n in n asıl tu ttu ru lab ild igin i g ö sterm ek olm u ştu r; v e cih an şü m u l
u laşım ı m üm k ü n kılan ilk dikkat çekici gelişm e üç direkli gem inin
dizayn edilm eseydi ki mallarla yüklü büyük bir konteyneri lim an­
dan lim ana hareket ettirm ek için, bu gem ide rüzgar daha ö n ce g ö ­
rü lm em iş bir etkililikte kullanılm ıştı. Benzer şekilde, hızlı ulaşım ve
düzenli dağıtım a doğru ilk adım , onaltıncı yüzyıldan itibaren A v­
rupa’da kanalların yap ım ıyla atıldı; aşağı ülk elerd en (H o lla n d a ,
Belçika ve L üksem burg (ç.n )) gelen nehirlerden yayılan ve nih aye­
tinde büyük m esafeleri kaplayan kanallar ağı, hem gem icilikte hem
de tarım da kalıcı iyileşm eler getirdi. H ollanda b u gelişm ede ö n c ü ­
lüğü eline aldığı için A dam S m ith ’in hesaplarına göre toprak g e­
nişliği ile o toprakta yaşayan sakinler oranlam asında, Avrupa’da en
zengin ve en iyi beslenen ülke oldu.
Gerçekte kişi, sö zü m on a Sanayi D evrim i’ni iki ya da ü ç asır ö n -
celeyen m ekanik olm ayan ilerlem elerin uzun bir listesini toplayabi­
lir. Bu liste, o n altın cı yüzyıldan sonra geniş ölçek te kullanılm aya
başlanan cam pencerelerin girişini -üç pencereli H ollanda şehir ev­
leri ile sem bolleşm iştir- duvar kağıdı ve tuvalet kağıdının girişini ve
evin yem ek salon u , m utfak, m isafir salonu ve yatak odası şek lin d e­
ki işlevsel d ü zen len m esin i içerecektir. Buna, çöm lek lerin , kefele­
rin, dem ir soba ve fırınların, toprak ve cam eşyanın artışını ekleyin;
ve en belirgin ev yaşam ı iyileştirm elerini: Metal su borusu, sü zgeç­
ler ve Sir John H arrington tarafından 1596’da icat edilen klozet.
T üm bunlar, insan -dışı enerjinin biracılık, bankacılık, çö m lek ­
çilik, kirem itçilik, tuzculuk ve nakliyecilik gibi endüstrilere geniş
bir şekilde artan bir u ygu lam an ın eşligin d eyd iler. ö r n e ğ in John
N ef, 1564’ten 1634’e kadar, T yâne’de kaydedilen köm ür yü k lem e­
lerinin 32,952 ton dan 452,625 tona, yaklaşık olarak on d ört kat faz­
la, çıktığını kaydeder. Aynı şekilde Braudel, gem icilikte de benzer
bir artışın o ld u ğ u n u tah m in eder: Fransa’daki istatistiklere göre
1600 ile 1786-87 yılları arasında gem i hacm i beş kat arttı. Bu y ü z­
d en B r a u d el b u h a r m a k in a s ın ın , S an ayi D e v r im i ta r a fın d a n
başlatıldığını -buhar m akinasının, Sanayi D evrim i’ni başlattığı d e ­
ğil- söylem enin daha doğru olacağını belirtir.
Bu erken teknik d ön ü şü m ü n tem elini teşkil eden zihin değişik-
ligi, aynı şekilde m ekanik dünya resm inin birleşm esinde tem el olan
değişiklikti: D üzenli zam an tutm a, yer ölçü m ü , hesap tutm a vurgu­
suna sahip bu suretle de som u t nesneleri ve kom pleks olayları s o ­
yut niteliklere çeviren bir değişiklik. Tekrarlayan düzen, m ekanik
disiplin ve finansal mükafatlara kapitalist adanış, onyedinci yüzyıl
H ollanda’sında tam verim liliğine u laşm ış canlı, çeşitli fakat hassas
dengeli politeknigi alttan çökertti.
Bu esnada, m ekanizasyonun kendisi, onyedinci yüzyıldan önce
korkunç önerm eleri var saydı, y ö n etim d e m utlakiyetçilikte so n u ç ­
lan an sü reçlerle te r e d d ü tsü z c e h ız la n d ır ıld ı ve y ü k lü serm aye
yatırım larının gerekli old u ğu yerlerde kapitalist organizasyon ha­
kim oldu . Sayısız acentalar yoluyla uzun mesafeleri kontrol edeb il­
m e, paraya hakim olan ve insan üzerinde m erham etsiz, yarı-askeri
kontrol uygulam a gü cü n e sahip kişilerin iştahını kabarttı: Korsan
deniz kaptanı, m esela Sir Francis Drake, ya da köle avcısı, mesela
Sir John H aw kins, yetkin organizatör ve para babası, m esela yaşlı
Jacob Fugger ya da o n u n rakipleri, m esela V enezuela’da yatırımları
o la n W e ls e r le r . P a ra k a z a n m a n ın m e k a n iz a s y o n u v e p a ra
y a p ım ın ın m ek a n iza sy o n u , b irb irlerin i tam am layan iki sü reçti,
şahsi olm ayan otorite ile teslim kar itaat, m ekanik sınıflandırm a ile
insani kontrol, kol kola gidiyorlardı. M adenci, asker, d en izci ve son
olarak fabrika işçisi, görevlerini en güç ve en gayn insani ortam lar­
da icra ettiler. Aç kalm am ak için, m in im u m bir sosyal güvenlik ya
da fiziksel sağlığın sağlandığı koşulları kabul etm ek zorundaydılar.
Savaşta zırh ın artan k u lla n ım ı ve d ah a son rak i to p ve tü fek
icadı, m etalurjik endü strilere -m a d en , ocak ve d ö k ü m h a n e- yeni
talepler yarattı. O naltıncı yüzyılla birlikte, A grícola’nın açıkça orta­
ya koyduğu gibi, m adencilik ve m aden üretim i ileri endüstriler ha­
line geldiler, öyle ki birçok işlem b ü yü k oranda m ekanize edildi ve
bazıları, m aden drenaj (akaçlam a) m akinası m esela, su g ü cü n ü n
k u llanılabildiği yerlerde tü m ü y le o to m a tik hale geldiler. A g ríco ­
la’nm zam anında Saksonya m adenlerinde, derin m adenler kazmak
ve zem indeki suyu çıkarm ak için su pom paları kullanm ak m ü m ­
künken metalleri tünellerin kaba yüzeyinin üzerinden çekm ek için
m etal giydirilen yollar (raylar) d öşen d i. Su gücüyle çalışan perva­
neler, zararlı gazlardan tem izlen m ek için kulanılıyorlardı ve su g ü ­
cü d e , m aden cevherlerini kırm ak için kullan ılıyord u .Y in e, m a ­
dende m uhtem elen tarihte ilk defa, m ahkum lar ya da kölelerin y e ­
rine ücretli işçiler kullanıldı.
Bu suretle, ana m ekanik icatların bir çoğu -d em iryolu , m ekanik
asansör, yeraltı tüneli, su ni ışıklandırm a ve havalandırm a- m a d en ­
d en türediler ve tü m ü , “ilk ” sanayi d ev rim in d en yü zyıllar ö n c e
m evcuttular ve 1760’da W att tarafından geliştirilen buhar m aki-
nası, ilk defa m aden lerden su yu p om palam ak için N e w c o m e n ’in
kullandığı daha kaba bir form u n devam ıydı. G ünlük sekiz saatlik
üçlü vardiya, ilk defa Saksonya’da uygulandı.
Erken o n d ok u zu n cu yüzyıl İngiltere’sindeki m ad en cilik işlem ­
leri, ne m ekanik ne de toplum sal açıdan geç ortaçağ A lm anya’sında
varılm ış bir noktaya h en ü z ulaşam am ıştı. Eğer bu gerçek u m u m i­
yetle bilinseydi, o tom atik m ekanik ilerlem eye dair dindar V ictor-
yan inanış asır asır sarsılabilirdi.
M adencilik, daha sonraki m ekanizasyon şekilleri için esaslı bir
örnek oluşturdu. B un un tem elin d ek i faktörler şunlardı: M adencili­
ğin insani faktörleri hiçe sayışı, m ücavir çevrenin yıkım ına ve kir­
lenm esine karşı kayıtsızlığı, istenen m etal ya da gazı elde etm ek için
fiziko-kim yasal işlem lere yoğunlaşm ası ve hep sin d en d e ö te çifçi-
n in ve zenaatkârın organik dünyasından, kilisenin, üniversitenin ve
şehrin ruhsal dünyasından topografik ve zihinsel izolasyon u .
Ç evreyi tahrip etm esi ve in sa n y a şa m ın ın m aru z kalabildiği
risklere karşı k ayıtsızlığı b ak ım ın d a n m ad en cilik , savaşa benzer;
b una rağm en, tehlike ve ölü m le karşılaştığında, kahram anlık ve ö z ­
veri yeteneklerine sahip katı ve kendisine saygısı olan bir kişilik v ü ­
c u d a g etirir. Fakat m a d e n c iliğ in y ık ıc ı ta b ia tı ve e z iy e t v eric i
çalışm a rutini ve b u n u n ya n ın d a çevresel sefalet ve d ü zen sizlik ,
on u n ürünlerini kullanan yeni endüstrilere ne yazık ki sirayet etti.
M adencilik, spekülatif ek o n o m ik riskleri içeriyorduysa da, b ü ­
yük kârlar sağladığı da açıktı; ve bu da, h em kapitalist teşekkül hem
de daha sonraki m ekanizasyon için bir n u m u n e görevi gördü. M a­
d en ciliğe yüklü yatırım lar yapm ak, bu olağan ü stü kâr elde etm e
o lasılığı tarafından harekete geçirild i. A gricola, n orm al ticaretle
k ıyaslan d ığın d a m ad en cilik tek i k olay kazançlara dikkat çekm ek
için çırpındı; ve W erner Som bart 'D er M od ern e K apitalism us’ta,
onbeşinci ve onaltıncı yüzyılda A lm an m adenciliğinin en fazla on
yılda, eski usul ticaretin yüz yılda kazanabildiğini kazandığını h e­
sapladı. P olitek n ige karşı kapitalist taarruzda, savaş m ızrak sapı,
m a d e n c ilik s e m ızrak u cu y d u : İk isi d e m e to d ik v ık im a p r o g ­
ramlıydılar, ikisi de “hiçlik için birşeyler elde etm e” çabasındaydı-
lar, ikisi de fiziksel gücü, diğer tü m insan ihtiyaçlarının üstü n de
tuttular. G eleneksel endüstrilerde, zam an ve kabiliyete dayalı, ö rf
ve âdet tarafından n orm alleştirilen adil fiyat kavram ı hâlâ kabul
görüyordu. Fakat, toptan ticaret ve uzu n m esafeli ticari maceralar­
da o ld u ğ u gibi hedef, m ü m k ü n o la n en yüksek fiyata ulaşm aktı,
işçi, yaltaklık etsin; alıcı, gözü n ü dört açsın!
Kapital kazanım ları arttıkça, o n sek izin ci yüzyıldan itibaren el
em eği ile rekabet etm iş ve on u pazarın d ışın a sürm üş pahalı m aki-
nalara old u ğu gibi m adenlere, gem ilere ve fabrikalara da yatırım
yapm ak için daha çok serm aye b irik ti. Bu g en el akım , iki başka
icatla desteklendi, her ikisi de top lu m sald ı ki üstünlüğü, yerel m a ­
teryaller ve yerel el em eğinden faydalanan geriye kalm ış küçük a tö l­
yelerden m akinaya verdiler, ilk defa İngiltere’de tesis edilen, yeni
bir icadın m ucidine ya da belki istism arcısına hediye edilen, etkili
bir geçici tekel olan patent sistem i ve yatırım cı sayısını arttıran ve
onları, tek sahipliğin ya da ortaklığın icap ettirdiği iflas yükünün
jireysel soru m lu lu ğu n d an kurtaran borsadan b ahsediyorum . Bu
değişim ler, bütün endüstriyel işleyişin gayrı-şahsileştirilm esi sü re­
c in i ta m a m la d ı. O n y ed in ci y ü zy ıld a n so n ra , g ittik çe artan bir
vasıfsız işçi yığın ı, aynı şek ild e v a sıfsız ve g ö rü n m ez ve ahlâken
kayıtsız işbaşında bulunm ayan (absentee) patronların menfaati için
söm ü rü ldü.
Bu suretle, m ekanik en düstrin in çeşitli Bileşenleri, ek on om iyi
k o n tro l altın d a tu tm u ş ve o n u n g ü ç te n başka hedefler p e şin d e
koşm asını sağlam ış geleneksel değerleri ve insani hedefleri ortadan
kaldırm ak için fasit bir ittifak kurdular. İş b aşında b u lu n m ad an
p atron lu k, nakit bağları, işletm e d ü zen lem esi, askeri d ü zen lem e
başından beri, geniş ölçekli m ekanizasyonun toplum sal refakatçile­
riydiler. Sınırların bu şekilde k aldırılm ası, p olitek n iğin ilk fo rm ­
larının çökertilm esine -şim di ise hem en hem en tüm den yıkılm ası­
na- ve on u n yerine, fiziksel gücü m aksim ize etm eye dayalı, böyle
bir ek on om in in işlem esini devam ettirm ek için gerekli olan şeyler
için insani ihtiyaçları kısan, genişleten ya da yayan bir m on o tek n i-
gin getirilm esine neden old u . Savaş -m adencilikten ilk defa ağır ta ­
lep lerde b u lu n an ak tivite- tekil op erasyon lara ve tekil son u çlara
ulaşm ak için endüstriye askeri d isiplini ve günlük talimi aktarmak
suretiyle m ekanizasyona bir katkıda daha b u lu n d u . Savaş, m a d en ­
cilik ve m ekanizasyon arasındaki b u nisbi ilişki, artık karşı karşıya
geldiğim iz en üzücü problem lerd en bazılarından nihai olarak m e ­
suldü.
V u rgu lam am gerekir ki, en başta tek n o lo jin in , insan tü rü n ü
gittikçe artan bir şekilde teh d it etm esin i, savaş alanının karanlık,
bulanık havasını ve tüm endüsriyel icat alanı ve hassas sivil yaşam
üzerinde patlatılan topları anlam alıydık. Savaş makinası, standardi­
zasyon ve kitle üretim safhasını hızlandırdı.
M erkezi teritoryal (b ölgesel) devlet, b ü y ü m esin i, verim liliğini
ve vergilendirilebilir zenginliği k om u ta edişini arttırdıkça o to ritesi­
ni güçlend irm ek için daha bü yü k ordulara ihtiyaç duydu. O n ye-
d inci yüzyılla birlikte, dem irin diğer endüstri kollarında geniş m ik ­
tarda kullanılm asınd an ö n ce C olb ert, Fransa’da silah fabrikaları
kurdu, G ustavus A d olp h u s aynı şeyi İsviçre’de yaptı ve R usya’da
Büyük Petro zam anında, tek bir fabrikada 683 işçi -o zam ana kadar
du yu lm am ış bir rakam- çalışıyordu.
Bu fa b r ik a la r d a , se r i ü r e t im d e s ü r e ç iş b ö lü m ü e v v e lc e
başlam ıştı, her bir işçi işin yalnızca bir kısm ını yerine getiriyordu;
bilev ve cila makinaları su gücüyle çalıştırılıyordu. Som bart, Adam
Sm ith’in, kitle üretim in m ek anizasyonunun bir örneği olarak çivi
yapım ı yerine, m akinanın tüm işi üzerine alacak yeterlilikte d ü zen ­
lenm esind en ön ce sahip olduğu uzm anlaşm a ve insan çabasını sa­
bitleştirm e özelliğiyle silah üretim ini alm asının daha iyi olacağını
söyler.
Standardizasyon, prefabrikasyon ve kitle üretim , tü m ü , “sanayi
devrim i”nden asırlar önce ilk defa devlet organizeli tophanelerde,
en belirgin şekilde V enedik’te, tesis edilen şeylerdi. Fabrika sistem i­
ni ilk defa kuran, Arkwright değil, to p h an en in em rindeki Venedikli
şehirli m em urlardı; gem i ürtem ini ilk defa, tek bir ölçü d e kesilm iş
çeşitli palanga blokları ve tahtalarla standardize eden, Sir Samuel
B entham ve yaşlı Brunei değildi, asırlar ö n ce V en ed ik ’teki tophane,
prefabrikasyon işlem ini o kadar iyi idare ediyordu ki, b ü tün bir ge­
m iyi, bir ay içinde ortaya çıkarabiliyordu. Ve hernekadar, standar­
dize ve dolaysıyla m on te edilebilir parçalara sahip makinaları üret­
m e önceliği seyyar m atbaanın m ucitlerine aitse de bu m eto d u n ge­
niş bir şekilde kullanılm ası ilk defa asker tüfeklerinin üretim inde
gerçekleşti. İlkin, Fransa’da, 1785’de LeBlanc’ın icad ın d a ve daha
son ra Birleşik D evletler h ü k ü m etiy le yap ılan k on trat dahilinde,
1800’de Eli W h itn ey’nin W hitneyvill’deki fabrikasında. “D eğiştiri­
lebilir parça ü retim i tek niği,” der U sher, “bu suretle dikiş m aki-
nasının yahut biçerdöverin icadından ö n ce genel taslak halinde te­
sis edildi. Yeni teknik, bu alanlarda m ucitler ve im alatçılarca ger­
çekleştirilen büyük başarıların tem el k oşu llu yd u .”
Fakat savaşın icat ve m ek a n iz a sy o n sa fh a sın ı g ü çle n d ir d iğ i
başka bir yer daha vardı. İyi cins dem irin büyük miktarlarda talep
ed ilm esi, açık alanda dahi saldırı için hazırlık olarak silah b om -
b ardım am nm artışı ile kol kola gitti. Ateş gücüne bu şekildeki y o ­
ğunlaşm anın tesiri, parlak genç top çu neferi N ap oleon Bonaparte
tarafından ispat edildi ki Fransız D evrim i’ni tasfiye ederkenkı tek ­
n olojik dehasıyla Avrupa’yı şiddetle cezalandıracaktı.
Savaş silahlarının ateşinin m ü k em m elliğin i arttıran m atem atik­
sel hesaplar ve fiziksel deneyler, böl ve yön et yöntem leriyle cari e n ­
d ü striyel sanatların m eşgu liy etlerd en ziyad e askeri m e şg u liy et­
lerden aksettiler; ve bu etki o kadar evrenseldi ki askerin, sivilin ve
m akina m ü h en d isin in rolleri, ilk başta h em en h em en birbirleriyle
değiştirilebiliyorlardı. Savaş silahlarının tam bir incelikte ateşlen­
m eleri isteğinin, m odern bilgisayarın icadıyla sonuçlandığını u n u t­
m ayalım .
Geçici ve aralıklı olarak toplanılan düzen siz feodal ya da yurttaş
ordularının yerine, spontane ya da içgü d ü sel tepkileri düzene o to ­
m atik itaatle değiştirilerek üretm eye göre tasarlanm ış gündelik tali­
m in katı disiplini altındaki bedelli ya da m u vazzaf (seferber) asker­
lerden m üteşekkil standart bir o rd u n u n getirilm esiyle m ekanizas-
y o n işlem in in ilk defa, etkili bir şekilde kitle ölçeğin d ek i insanlar
ü zerinde uygulanm ası 'askeriyede gerçekleşm iştir. “M antığın bittiği
yerde askerlik başlar”, bütün sistem in sim gesiyd i. B unu, yapmak ve
ölçm ek takip etti.
Askeri sınıflandırm a kollektif m ek an izasyon u n arketipi m esa-
b esin d ey d i, çün kü yarattığı m egam ak in a, insani ve m ekanik u z ­
m an laşm ış ve birbirine bağlı ilk k om p lek s m akinaydı. M ak ed on ­
ya’da ve R om a im paratorluğunda askeri am açlara binaen m ükem -
m elleştirildivse de bu güç birim i, onaltıncı yüzyılda Avrupa’da tek­
rar devreye girinceye dek ve lrlandalı Prens M aurice ve N assau ta­
rafından geliştirilinceye kadar saklı kaldı. D olayısıyla, yeni en d ü st­
riyel d ü zen in örgüsü, fabrikaya girm ezden ö n c e ilk olarak resm i ge­
çitte ve savaş alanında ortaya çıktı. U cuz, standart ve başkasıyla d e ­
ğiştirilebilir bir üretim m eydana getirm ek am acıyla askerlerin kitle
üretim ve tasnifi, askerî aklın m akinanın işleyişin e yaptığı en büyük
katkıydı. V e doğal olarak bu d ön ü şü m ü n ilk ö n em li yan ürünü as­
keri ün iform anın kendisi oldu.
Özel kıyafetler, büyük prenslerin ve b elediyelerin h izm etçi ve
m uhafızlarını belirlem ek için kullan ıld ılaısa da -M ich ela n g o’nun
Papalık M uhafızları için tasarladığı üniform a hâlâ giyilm ektedir.-
ordular o zam ana kadar kendilerini tanıtan üniform alarla ö v ü n m e-
m işierdi. Fakat ord u n u n büyüklüğünün artm asıyla birlikte, asker­
lerin iç ahenginin bir d ış sim gesini yaratmak, gün d elik talim in te­
killiklerine uyum gösterm ek, zorunlu o ld u . Askeri ü n iform a, tek
tip çatı kenarları ve pencereleriyle onyedinci yüzyılın sokak cep h e­
lerini ve kışla m im arisini karakterize eden yeknesaklığa doğru genel
bir eğilim in erken bir örneğiydi. Her asker, bölü ğü n d ek i herkes g i­
bi aynı elbiselere ve aynı teçhizata sahip olm alıydı. T alim , onların
b ü tün halinde hareket etm elerini, disiplin, onların b ü tün halinde
cevap verm elerini, ün iform a ise onların bütün halinde gözü k m ele­
rini sağladı.
XIV. L ouis’in topladığı türden yüzbin askerlik bir ordu için ge­
rekli olan üniform alar, endüstriye hiç de azım sanm ayacak bir talep
yarattı. G erçekten bu, standardize edilm iş “hazır” tüketici ürünleri
için ilk geniş ölçekli talepti. Bireysel yargı, bireysel ihtiyaçlar, bu yc
ni üretim şeklinde hiç rol almadırlar. Tam m ekanizasyon için şart­
lar hazırdı. T ekstil en d ü strisi, so n ürün için , g ecik m iş bir halde
Lyons’lu T h im on n et tarafından 1829’da icat edilen dikiş m akinası-
na bel bağlar bir halde, büyük talebi hissetti -ilk defa, Fransa Savaş
Bakanlığı’nın dikiş m akinasını kullanmaya çalıştığını bilm ek kişiyi
şaşırtm am alıdır-.
Şu halde, onaltıncı yüzyıldan sonra, üretim m iktarının yanında
m akina sistem i dahilinde ideal tüketim in m o d elin i ordu gösterdi:
Hızlı standardize tüketim için hızlı standardize üretim -ve ayrıca,
aşırı üretim yoluyla m ali iflası engellem e aracı olark sistem içi atık
ve y ık ım -. H ızlı tü k etim , serbest rekabet piyasasına geçiş devresi
boyunca kapitalist sistem e bir tehdit olarak yen id en ortaya çıktı.
Bu b ütü n m ekanizasvon sürecinin büyük d eğişim i, ek on om ik
güç dengesinin, kendisine eşlik eden endüstrilerle birlikte -tekstil,
çöm lekçilik ve inşaat, köken olarak neolitik olan tüm endüstriler-
tarım dan, m adencilik, savaşçılık ve m akina üretim ine kaymasıydı.
M ekanik icatların tek stild e k u llan ılm ası, ki o n y ed in c i yüzyıldan
sonra hızlı bir şekilde yayıldı, bu dengeyi arttırdı sadece. Ç ünkü bu
değişim , eski el-işçilerini çökertti ve m adencilerin ve tophanelerin
idare edildiği ilkeler üzerine dayalı bir dü zen e sahip yeni fabrikala­
ra geniş m iktarda kalifiyesiz emek gücü sağladı. Yeni endüstriler -
cam cılık, dem ir m adenciliği, silah im ali ve suyla çalışan yeni tekstil
değirm enleri- genel olarak lonca ve belediye k orum asının dışında
kuruldular. M atbaa dahi, lonca d ü zen lem elerin e tâbi olm ak sızın
gelişti.
İngiltere’de, geç ortaçağ ulusal kanunları, kasaba loncaları ö rn e­
ğini takip ederek, niceliksel büyüm eyi sınırlam aya ve resm i işçilere
sosyal korum a sağlamaya çalıştı. VI. Edward Kanunnam esi kik d e­
ğirm enlerini yasakladı, 1563 İngiltere Çıraklar K anunu, insani sö ­
m ürüyü engellem eye çabaladı: W illiam ve Mary K anunnam esi bile,
tek ustayla işletilebilen dokum a tezgahlarının sayısını sınırladı. Fa­
kat ‘e k o n o m ik özgü rlü k ’ nam ına tü m b u d ü zen lem eler, In g ilte­
re’de 1809’da kaldırıldı. Sem bolik olarak, bu, istedikleri zam an ge­
lip gitm ekte özgür bağım sız zenaatkârca gerçekleştirilen evcil üreti­
m in son u n a işaret ediyordu. Bu zam andan sonra, im alatçı için ö z ­
gürlük, em eği sö m ü rm ek anlam ın a geldi: N itelik sel standartları
kişisel yü k ü m lülü kleri, insani ihtiyaçları g örm ezlik ten gelm e ö z ­
gürlüğü.
Bu veçhile, otom atik güçle çalışan m akinalar faaliyeti, ki tekstil
gibi tem el endüstrilerde verim lilik bakım ından büyük kazanım larla
son u çlanm ıştı, Piramid Çagı’nda o ld u ğu gibi işçiyi m akina seviye­
sine alçaltm a uygulam asının eşliğinde gerçekleşti: İşçinin sağlığını
yok etm e, vücu dunu bozm a ve hayatını kısaltma; işsizi ise fakirlik
ve d ilenciliğe, açlık ve ölüm e sürüklem e. Canlı işçinin bu gayrı in-
sanileştirilm esı, paradoksal olarak, m akinanın kadem e kadem e in-
sanlaştırılması -otom aton a hayatvari hareket ve am acın bazı m eka­
nik m uadillerini verm e anlam ında insanlaştırm a- ile tam am landı.
Sınır tanım ayan m ekanizasyon sürecinin ortaya çıkardığı net
kazançları, m utlak kayıpları hesap etm en in yeri burası değildir. Ka­
ba tahm inleri bile desteklem ek için yeterli veriye sahip değiliz, m e­
ğer ki bazı ülkelerin onsekizin ci yüzyıldan sonraki d oğu m , ölü m ve
hastalık istatistikleri, endüstriyel üretim ve tüketim ¡statikleri kul­
lanılabilir hale gelir. Acaba kişi yavaş üretim oranı aynı şekildeki
bir yavaş tük etim oranı ile eşleşen bir el sanatları politeknigi ile
olağanüstü enerji ve m al ü retim in i eşit derecede hızlı tüketim ve
im ha ile birleştiren, tüketim ya da israfı devam lı yüzeysel m oda d e ­
ğişim leriyle güçlendiren bir sistem i nasıl karşılaştırabilir? Şayet el
sanatları politeknigi, tabiatı gereği bir ekonom i kıtlığı idiyse sanat
ve din çalışm alarına sarfettigi o kadar enerjiyi, savaşta harcadığı o
kadar insan gü cü n ü , geniş ordulara hasrettiği o kadar zen gin liği
nasıl elde etti?
T üm bunlar, teknik yetersizliğe değil, adaletli bir dağıtım siste­
m inin tehlikeli yokluğuna işaret ederler. Diğer taraftan, şayet m aki-
na ek on om isi, bu engelleri artık aştıysa, Birleşik D evletlerde n ü fu ­
sun dörtte birinden fazlasının, asgari bir yaşam standardını sağla­
yacak yeterlilikte bir gelirden m ahrum olm asına ne demeli?
Sadece bir gerçekten em in olabiliriz ki o da şudur: D ünyanın
m a d d i kaynakları, yü k sek enerji tek n o lo jim iz yolu y la en gin bir
şekilde artm ışlarsa da, çevre kirliliği ve tüketim i, savaş ve soykırım
yoluyla ecelsiz ö lü m son u cu başıboş israf, zam ansız eskim e, orga­
n ik b o z u lm a h e s a b a k a t ıld ığ ın d a n e t k a z a n c ın u m u m iy e tle
düşünüldüğü kadar büyük olm adığı görülm üştür.
Birçok eski alanda dikkate değer kazanımlar elde edildiği şü p ­
h en in dışındadır; yeni tek n olojik süreçler ve ürünler yoluyla ya­
ratıcı bir zenginliğin olu ştu ğu da açıktır. Fakat o n d ok u zu n cu yüzyıl
‘ilerlem e’ üsleri ve onların m odası geçm iş havarileri bugün kendisi -
ne eşlik eden kayıpları -engin insan tecrübesi ve kabiliyet b irik im i­
ne sahip sadece çok küçük bir kısm ı makinaların dizayn ve üreti­
m ine aktarılan el sanatları geleneğinin kasdi izalesi so n u cu ortaya
çıkan kavı plan -hesaba katm am aları son u cu resm i tah rif etm işler­
d ir. Bu n o k ta d a , L e ib n itz ’in g ö z le m i h âlâ g e ç e r lid ir : “ Farklı
meşreplere m en su p insanlar arasında dağılm ış yazılı- olm ayan bilgi
d ü şünüldüğünde, bu bilginin hem nitelik hem de ö n em b ak ım ın ­
dan kitaplarda b u ld u ğu m u z her türlü bilgiyi geçtiğin e ve bu z e n ­
ginliğim izin büyükçe bir kısm ının h enüz k ayd ed ilm ed iğin e kani­
y im .” Bu k ayd ed ilm eyen z e n g in liğ in ço ğ u , a cın acak bir şek ild e
artık ebediyyen kaybolm uştur.
M egatekniğe teslim o lm u ş kişiler, değişik' zam anlarda ve m e ­
kanlarda kötü sonuçlanan m ükerrer girişim ler yapıldıkça icat sü re­
cini geciktirm eyi ya da durdurm ayı öngörürler. G erçekte, m egatek-
niğe d iren m en in uzun bir geleneği vardı: Friedm ann, C ap itolin e
H ill’e bina taşları çıkarm ak için em ekten tasarruf getiren bir aleti
kullanmayı reddeden im parator V espasian’ın hikâyesini örnek g ö s­
terir, reddedişinin n ed en i, bu aletin “küçük insanları” işlerinden ve
ücretlerinden m ahrum bırakacağıydı. K azanılm ış hakların gasbına
karşı m ukavem etin daha bencil bir türü diğer m u citlerde de vuku
b u lm uştu. D a n zig ’teki m eşhur o to m a tik kurdela d o k u m a m aki-
nasının m ucidi gibi ki, icadı bir kam u tehlikesi arzettigi için ölü m e
m ahkum edilm işti. İngiltere’de Luddite asilerinin m alan a enkazı,
b o ş m u h alefetin d arb ım esel k ab ilin d en ö rn eği d u ru m u n d a y d ı -
aslında ayaklanm adan bekledikleri tek şey, kendi yaşam standart­
larını sürdürm ekti-.
Fakat ayaklanm a karşıtlarına, sistem atik zenaat-enkazcılarına,
m akinaya ve son iki yüzyıl b o y u n ca aletleri m ü sad ere etm iş, b a­
ğım sız atölyeleri yık m ış, el sanatları kültü rü n ü n can lı gelen eğin i
ortadan kaldırm ış m erham etsiz girişim cilere ne diyeceğiz? Yaptık­
ları tek şey, çok yönlü ve yaşayabilecek bir durum da olan politekni-
gi, m onoteknige düşürm ek old u ve aynı zam anda insani özerklik
ve çeşitliliği, gittikçe daha otom atik ve cebredici hale gelen m erkezi
kontrollü bir sistem e kurban ettiler. Eğer ilkel insanların el san at­
ları geleneğini izale etm eyi iki asır ö n ce başarsaydılar, kauçuk b u ­
gün ileri tek n olojim izd e sahip o ld u ğu rolü oynayam ayacaktı. Bu
zenaat-enkazcıları, ola ki kendi parasal m enfaatlerine karşı k uvvet­
lerini insan kalbiyle birleştirir diye geriye herhangi bir el sanatı
bırakm aktan korkuyorlar mıydı?
5
Teknolojik havuz

N D 0K U Z U N G U YÜZYILIN ORTALARINA KADAR, hâlâ

O en g in bir tek n o lo jik m ira s m ev c u ttu ; y ery ü zü halkları


arasında geniş bir şekilde dağılm ış, herbir parçası, insani
ihtiyaçlarla, çevresel kaynaklarla, kültürlerarası değişim lerle ve ek o­
lojik ve tarihsel birliklerle renkliydi. Bu miras, önceki cihanşüm ul
bir kaynaktan elde edilen kazanmalardan daha bü yü k bir geçm iş
icatlar ve teknik maharetler birikim i ihtiva etm esinin yanında, tabi­
atla ilgili fiziksel ve biyolojik tem el keşiflerin bir son u cu olarak da,
harika bir gelecek -elektirikli telgraf d in am o ve elektrikli m otorun
icadı ile başlatılm ış bir gelecek- için yeni potansiyelleri ifşa ediyor­
du. Bu rengarenk ve zengin gezegen sel m iras çerçevesin d e, kısır
m ekanik dünya resm inin sunduğu istikbal evvelce reddedilm işti.
Bu teknik teçhizatın önem li bir kısm ı, binlerce yıldır akıyordu
ve bilinçli bir şekilde ortak bir havuzda to p lan m ıştı, yine önem li
bir kısm ına kitaplar ve yazılı yayınlar yoluyla az çok ulaşılabiliyor-
du. O ana kadar, kaynaklandıkları dağınık topluluklarla sınırlı bir­
çok değerli bileşenler, aralıklı olarak, yalnızca taklit ve şifahi söz ile
aktarıldı. O nikinci yüzyıldan sonra, bu bilgi hâzinesinin Batı A vru­
p a ’da yayılm ası, b irçok yeni ica d ın m u a d ilin i k en d isin d e ortaya
çıkardı ve hiçbir şekilde, daha kapsam lı teknik değişim leri m ü m ­
kün kılan teknik dinam izm den -daha sonra yanlış bir biçim de ‘Sa­
nayi D evrim i’ şeklinde tanım landı.- m esul değildi. Bu talihli asırlar
b o y u n c a (M .S . 1 2 0 0 -1 8 0 0 ), in s a n lık d ü n y a h a k k ın d a , iç in d e
yaşayan organ izm alar hakkında ve daha ö n c e b ilin m ey en insan
kültürleri hakkında daha fazla bilgi sahibi oldu.
B iyologlar, yeni kom binasyonlarda ve geniş bir nüfusta mevcut,
sın ırsız genetik materyal m iktarını tanım lam ak için ‘gen havu zu ’
terim ini icat etm işlerdir. U zun bir devreden sonra, öldürücü o l­
duklarından ötürü bazı genler ortadan kalkacaklarsa da ve diğerleri
de, çevreleri ve birbirleriyle olan devam lı ilişkileri son u cu değişim e
ve selek tif gelişim e maruz kalacaklarsa da, m em eli geçm işim izin en
uzak noktasına lilaşan bir çok gen etik ve organik özellikler vardır ki
bunların yokluğu ya da eksikliği, insanın daha yüksek gelişim ine set
çekerdi.
Benzer şekilde, bir teknolojik havuzdan bahsedilebilir: Toprak,
iklim ler, bitkiler, hayvanlar, kurum lar ve kültürlerle etkilenen alet­
ler, m akinalar, işleyişler birikim i. O n d o k u zu n cu yüzyılın üçüncü
çeyreğine kadar bu teknolojik rezervin kapasitesi her zam ankinden
çok daha fazlaydı; dahası, bugünkü m evcut kapasiteden daha çeşit­
li, niceliksel bakım dan daha geniş, niteliksel açıdan daha zengindi.
Bu teknolojik havuzun önem li bir kısm ını da, oldukça hacimli bilgi
ve kabiliyet birikim ini nakleden kalifiyeli zenaatkârlar ve çalışm a
gru p lan olu şturuyordu. Ü retim sistem in d en ihraç edildiklerinde,
bu geniş kültürel kaynak da kurutulup yok edildi.
Bu m u h te lif tek n olojik k u ru lu m sad ece ek o n o m ik güvenliğe
katkıda bulunm akla kalm adı, ayrıca tek n olojin in değişik safhaları
arasında devam lı bir etkileşim e izin verdi; ve bir zaman boyunca
bu, bilfiil gerçekleşti. Sabit bir enerji kaynağı olarak suyun yerini
gen iş oranda köm ürün aldığı bir zam anda gelen su türbini, geç bir
ekoteknik icattıysa da ( 1825) hidro elektrik güç istasyonlarının tür­
binleriyle daha yüksek bir seviyeye ulaştı ve türbin prensibi daha
sonra uçak m otoru n d a da uygulandı. Eski bir tek n olojin in yeni b i­
lim sel ilerlem elerden yararlandığı ters bir reaksiyon, m odern g em i­
lerde mayistra ve flok yelkenlerinin değiştirilm iş kesim i ile örn ek ­
lendirilir: Uçakları daha m ükem m el kılmak için yapılan yakın hava
analizlerinden kaynaklanan bir değişiklik.
B atılı in san ın m ek an izasyon alan ın d ak i b irço k başarısından
duyduğu gurur, o n u n , daha önceki ilk-e) kültürlere borçlu olduğu
herşeyi kolaylıkla görm ezlikten gelm esine n ed en old u . Bu veçhile,
makina yapım ı ürünler uğruna bu zenaat m irasının gerek ih m a lin ­
den gerekse de b ilin çli yıkılm asından kaynaklanan büyük kayıp­
ların bir envanterini yapm aya h enüz kim se teşeb b ü s etm ed i. Son
asır b oyunca, kom pleks ve teknik bakım dan üstün m akinaların n ü ­
fuzunun m üthiş şekilde arttığı esnada, teknolojik havuz, tüm el sa­
natlarının birbiri ardınca ortadan kalkmalarıyla birlikte, boşalm ıştı.
Sonuç şu ki, esas olarak ekonom ik gen işlem e, m addi dolgunluk
ve askeri ü stün lüğün doğrultusunda idare ed ilen , bilim sel zeka ve
n icelik sel ü retim e dayalı bir m o n o tek n ik , ö n c e lik li olarak tıpkı
tarım da olduğu gibi canlı organizm aların ihtiyaçlarına, yetenekleri­
ne ve ilgilerine -hepsinin ötesinde insanın ken d isin e- dayalı bir po-
litekniğin yerine geçm iştir.
H em alet hem de aleti kullanan geniş yetenekler dizisiyle birlik­
te, birçok alan da adeta ortadan kalktı. Evvelce W illiam M orris’in
tahm in ettiği gibi tırm ıkla yapılan basit bir on arım işi alm ak için
kişi, b ü tü n bir takım ı m ekanik teçhizatlarıyla birlikte ulaştırm ak
zorunda kalacaktı. O gün tam da bugündür. Bir güç m akinasıyla
yapılam ayan ya da fabrika tarafından değiştirilem eyen bir şey, bir
kenara atılm alıdır, çünkü hiçbirşey elle on arılam az. Basit aletleri
sabır ve hünerle kullanm a yeteneği, hızla yok oluyor.
B atılı h alkları, k en d i zenaat g elen ek le r in i ve a le t-k u lla n ım ı
alışkanlıklarını sürdürm ekten alıkoyan şey, tek n o lo jik anlayış ve
h ü n e r d e ğ il ta m a h k â r lık , g ü ç -a ç lığ ı, g u r u r ve g e le c e ğ e karşı
kayıtsızlıktı. Enkaza çevrilen sınırsız teknolojik h âzinenin ya da in ­
sanın yerinden edilm esine dayalı bir m o n o tek n ig e gittikçe büyüyen
teslim iyete alenen karşı çıkılabiliı di yahut bu teslim iyet yavaşlatılıp
ve gereğinde durdurulabilirdi.
El sanatları ile m akina üretimi arasında -teknoloji havuzunun
çağdaş tek bir kısm ı ile bu havuzun tü m geçm iş birikim leri arasın-
da- toptan bir tercih yapm ak için hiçbir sebep yoktu. Fakat, hem
insani tercihlerin hem de teknolojik icat kabiliyetin m enzilini attır­
m ak için bu havuzda m üm kün olduğu kadar çeşitli birim leri m u ­
hafaza etm ek için gerçek bir sebep vardı. K rop otk in ’in işaret ettiği
gibi, o n d o k u zu n cu yüzyılın m akinalarının birçoğu, küçük elektrik
m o to ru ö rn eğ in d e old u ğu gibi, bir kez küçük atölyeye ve kişisel
olarak kon trol edilen operasyona göre tasarlanabildiklerinde el sa­
n a tla rın ın işley işi için u ygun y a rd ım cıla rd ı. H e m e n h e m en tek
başlarına kadim zenaatları ardı ardına kurtarıp restore eden YVil-
lam M orris ve m eslektaşları, boyacılık, d ok u m a, nakkaşlık, m atba­
acılık, cam boyacılığı, kâğıt yapım ı, kitap ciltlem eyle ilgili san at­
larında kişisel olarak ustalaşarak, onların ‘ro m a n tizm ’ leriyle alay
edenlere üstün bir teknolojik anlayış örneği sergilediler.
M a k in a -y ö n elim li k ü ltü rü m ü zü n , k en d isin e a it en g in tek n ik
gelen ek zen gin liğin in bir kısm ını m uhafaza etm eye başlam ası, en
yum uşak ifadeyle, sınırlı bir sayıdaki örnek m odelleri sanat ve ta­
biat tarihi m üzelerinde korum ak ve seyyahlardan, daha sonra eğ i­
tim li arkeolog ve antropologlardan işleyişler ve yön tem ler hakkın­
da ço k yetersiz kalan bir bilgi süzm esini toplam aktı. Bu çaba ö y lesi­
ne tek taraflı old u ki Uluslararası Sosyal B ilim ler A n siklo p ed isi"ndeki
zenaatlar ü zerin e yazılan m akale (1 9 6 8 ) k o n u y u , ilkel insanların
çalışm a gelenekleriyle sınırlıym ış gibi telakki ediyordu. Kişi bu m a­
kaleden zenaatlerin tü m insan ırkinin- yalnızca yüksek kültürlerin
değil- tem el bir m irası olduklarını ve birçok k eşfed ilm em iş p otan ­
siyelin aktarılm am ası halinde yok olacaklarını güçbela tahm in ed e­
b ilird i. E lektronik ve m ek a n iğ in , bu büyük tek n o lo jik h avu zd a
anında m assedilem evecek hiçbir yeni katkısı yoktur. M assedilem e-
vecek tek şey, sahip oldu ğu tüm engin tarihsel çeşitliliğiyle havuzu
insani b akım dan eksik b oyu tlu bir m o n o te k n ik uğruna yıkacak
olan bir sistem dir.
6
Öznel geçiş

ODERN TEK NO LO JİNİN g e ç -o rta ç a g arka te m e liy le

M uzunlam asına ilgilen m em in nedeni, um um iyetle gözden


kaçm ış iki noktayı ortaya çıkarmaktır. Bir: O nikinci ve
onsekizinci yüzyıllar arasındaki devre, teknolojik durgunluk d ö n e ­
mi değildi. N e de yalnızca el em eğin in kullanıldığı ve m akinaların
işlevinin küçüm sendigi ya da asgariye indirildiği bir devreydi. B ila­
kis, bu dönem , bir güç ek on om isiyd i ve bizzat makinalar -başta su -
degirm eni, yeldegirm eni, m ekanik saat ve torna tezgahı olm ak ü ze­
re- b u n u n tam am layıcı bir parçasıydı. Ekstra insan enerjisinin poli-
teknikle bu kom bin asyon u, in san ın özgürlük alanını genişletti; b u ­
nunla birlikte, sanat çalışm alarıyla sürekli uğraşım ve eski el sanat­
la rın ın m u h afazak ar g e le n e k le r i, b u e k o n o m in in h erh a n gi bir
kısm ının başıboşça dinam ik ya da taraflıca egem en olm asını en g el­
ledi.
O naltıncı yüzyılla birlikte, daha ileri Batı ülkelerinde bol kay­
naklı bir teknolojiye dayalı dengeli bir ekon om in in ana hatları o r­
taya çıkü ve şayet o zam an m evcu t tü m kısımlar m uhafaza edilsey­
di bu ek on om in in daha sonraki m ekanizasyonu, bu dengeyi b o z­
m aksızın, birçok noktada büyük insani kazanıınlarla birlikte ger-
çekleşebilirdi.
Diğer nokta da şu ki, oııd örd ü n cü yüzyıldan sonra, ö rf ve âdet,
gelen ek ve ayine dayalı feodal d en gen in bozu lm asıyla birlikte bu
tek n olojid e m ü n d em iç güç unsurları elden çıkm aya başladı. Bu,
esas olarak, kazanm a arzulan sayılara ve niceliksel artışa -bunlar,
yeni bir statü tü rü n ü n sem b olleriyd iler- olan bağlılıkları ve yeni
güç gasplarıyla kapitalist finansın yeni ilkelerinin ve m otivlerin in
bir sonucuyd u . T ü m bu m otivasyonlar, ulusal birlik ve koloniyal
yayılm a devresinde m ilitarizm in m üstebit silah ve d on an ım talep­
leriyle güç kazandılar.
O naltıncı yüzyıldan itibaren, m ekanik dünya resm inin kurulu­
m u tüm bu tehlikeli çabaların nihai egem enliklerini sağlam a almak
için ihtiyaç duydukları öznel birliği sundu; ve tam bu esnada, uzun
bir zam an tarımda, tekel endüstride ve bölgesel çevrede kökleşm iş
teknoloji, bu eski bağlarla ilişkisini kopardı ve kadem e kadem e, lıız,
nicelik ve kontrol üzerinde yoğunlaşan bir m o n otek n ige dön ü ştü.
Tekniğin aşırı b üyüm esin i engellem ekle görevli faktörler tek tek o r ­
tadan kalktı ve m akina merkezli bir ekonom i neşet etti. N e zam an
ki bu ek on om in in istilası çevreyi dengede tutan ekolojik kom pleksi
yıktı K anada k en ger o tu da, A rjan tin o v a lık la r ın d a y e tişm e y e
başladı. Bu toptan değişiklikte, m ekanik dünya resm i, tü m ö zn el
tezahürleriyle birlikte, yeni icatların yapılm ası kadar ö n em li bir rol
oynadı.
M ekanik dünya resm inin çağrısına kulak veren kişiler için, m a-
kinanın her insani faaliyete yayılm ası, çalışm a yükünü kaldırma ya
da zenginliği artırma aracının ötesin d e bir şeydi. D in in uhrevi e n ­
dişeleri zayıfladıkça bu yeni aktiviteler hayata yeni bir anlam verdi­
ler. Yine burada kişi, m ekanizasyon sürecinin, tıpkı uzun zamanlar
ö n ce Piramid Ç agı’nda olduğu gibi, m akinanın ken d isin e m utlak
üstünlük ve kozm ik otorite veren bir ideoloji tarafından nasıl iler-
letildigirii görebilir.
Bir id eo lo ji, böylesi evrensel anlam lar ve itaat gibi kom utlar
taşıdığı zam an gerçekte bir din haline gelm iştir ve emirleri bir m i­
tin dinam ik gücüne sahip dem ektir. O n u n prensiplerini sorgulaya­
cak ya da düzenlem elerine m eydan okuyacak kişiler, bunu kendile­
ri tehlikeye atarak yaparlar.
O n d ok uzuncu yüzyıldan itibaren, bu yeniden parlayan din, en
m u h telif m izaç, arkaplan ve inanışlara sahip düşünürleri birleştirdi.
M arks ve Ricardo, Carlyle ve M ill, C om te ve Spencer gibi farklı b e ­
y in le r , b u d in i ö ğ r e tile r e im z a la r ın ı a ttılar; ve o n d o k u zu n ctL
yüzyılın başından itibaren bu yeni güçlere karşı direnişte kendileri­
ni biçare gören çalışan sınıflar, bu m itin kapitalist ve m ilitarist
açılım larına, kendilerine ait m itlerle -sosyalizm , anarşizm ya da k o ­
m ü n izm - karşılık verdiler ki böylece m akina, yönetici elit için değil,
fakat proleter kitlelerin yararı için kullanılabilecekti. Bu m ak in *-
koşullu ütopyaya karşı çoğunlukla şair ve sanatçılardan oluşan bıı
elin parmakları kadar heı etik, m ukavem et etm eyi göze aldı.
M ekaııizasyon safhasını hızlandıran şey, m ekanizasyonun yeni
dünya resm ini tem sil etm esinin yanında, on a gerçeklik kazandır­
ması ve bilinçli bir m isyon -m akinanın egem enliğini yayma- yükle-
m esiydi. M ekanik ilerlem enin talepleri, m eydan okunm aya taham ­
m ülsüz, itaat edilm em esi im kânsız ilahi bir d ü zen etkisi yarattı. P o-
liteknik, böyle bir ideoloji karşısında çaresizdi; on a mukabil ileri
sürebileceği bir ideolojiye sahip değildi. Bu gerçekle yüzyüze g el­
m ek zorunda kaldığında W iliam M orris -arketip zenaatkâr- M ark­
sist k om ü n izm e yöneldi.
T ü m dağınık ticaret, zenaat ve m eslekler asırlar boyunca o lg u n ­
laşmalarını sürdürm üş olduklarından onların tem eldeki iç birlikle­
ri geniş oranda bilinç dışı geleneksel bir m irastı ve onların değerleri
h en ü z bir felsefeye çevrilm em işti. D escartes’ın ortaya koyduğu, ka­
d em e kadem e, ev ev, sokak sokak büyüyen bir şehir ile tek bir akıl
tarafından tekil bir yapı olarak tasarlanan bir şehir arasındaki tezat,
yaygın politeknik gelenek ile m on otek n ik gelenek arasındaki bir te-
zatı tem sil edecektir. Güç sistem i, sadece tek benzer bir kom pleksi-
te türünü, yani kendi yöntem lerine intibak eden ve cari devreye ait
olan türü kabul eder: Öyle bir sistem ki bileşenleri, adeta tek bir
akıl tarafından tasarlanm ış gibi birbirleriyle değiştirilebilir kısımlar
halindedirler.
Bu yarı-dini ıııekanizasy'on kültü, o n v e d in d yüzyıldan itibaren,
İngiltere, Fransa ve A m erika’da b ulunan en yetkin kişilerce ilerletil­
di. Kültün öncüleri, her y eıd e iş başındaydı. O nun faziletlerini an ­
latm akla kalm ıyor, fakat tüccar yazıhanesinde, fabrikada, orduda,
okulda pratik olarak izhar ediyorlardı; ve sayı olarak arttıkça m ev ­
k ile r in i k u v v e tle n d ir d ile r ve te o r i ile p ra tiğ i b ir o ir in e y a k ın ­
laştırdılar. Bu birleşik ideolojik cep h eye karşı, daha eski sanatlar,
zenaatlar ve beşeri b ilim ler çaresizdiler; kaynak olarak zayıf, da­
ğınıktılar ve bu zayıflıklarından ötürü çoğu zaman köhne uy'gula-
m a ve d ü şü n celere sarılıyorla rd ı. H er iki kam pta da v a h im bir
şekilde eksik olan şey, tarihsel perspektifti -ki hâlâ da eksiktir. Can
çekişen ve bir daha ele geçm ez bir g eçm iş ile dinam ik ve direnile-
m ez bir gelecekten başka bir tercih hakkı yoktu. M eseleyi bu terim ­
lerle ortaya koym akla her iki grup da hata içindeydi.
Gerçekte, Batı m edeniyetin in ön cü ülkelerinde bilfiil takip ed i­
len ve bugün tüm dünyayı hızla için e alan seyire karşı birçok fay­
dalı ve makul alternatif vardı. Bireyselleştirilen ulusal ve dinsel kül­
türlerin önem li yararlarından biri şu ki, bu potansiyel alternatifler,
fırsatlar bilinçli bir şekilde idrak edildiği takdirde, m u h telif k o şu l­
lar altında direnip sundukları avantajlar karşılaştırılabilir. D oğal ve
beşeri çeşitliliği hesaba katan her tarih felsefesi kabul etm eli ki tabi­
a tta k i s e l e k t if s ü r e ç le r , in s a n d a d a h a y ü k s e k b ir sa fh a y a
ulaşm ışlardır ve kapalı ve tüm üyle tekil bir sistem uğruna sürekli
d en em e, seleksiyon, zuhur ve aşm a olanaklarını sınırlayan ister m e ­
kanik isterse de kurum sal olsun her türlü düzenlem e şekli, insanın
kültürel evrim ini hapsetm e çabasından başka birşey değildir.
M aalesef, tarihi kendi tem el ö n cü llerin in d ışın d a tu tm u ş bir
kültürde tarih hiçbir ders verem ezdi. Bu suretle, m evcut politek-
nikte m asşedilm ekten oldukça uzak olan m ek an izasyon u n yarar­
ları, sistem i daha sıkı (su sızdırm az) kılm anın bedeli olarak kısmen
yittiler.
Bu yoğun laşm an ın sonu çlan , bugün acı verici bir şekilde görül­
mekte: Artık her hata, her kusur cih an şu m ü l bir ölçekte tekrarlan­
makta. Bu teknoloji ne kadar evrenselleşirse, eldeki alternatifler ve
sistem in herhangi bir bileşenine yen id en özerklik verm e ihtimali o
kadar çok azalır. Bu öngörüyü destekleyen ayrıntılara bir sonraki
b ö lü m d e d eğineceğiz. Burada; p olitek n ik m irasın çoğu n u n ilele-
b etyitirilm esin e rağm en, çeşitliliğe sahip bir politeknik kavramın,
herhangi bir insan yönelim li bir sistem de zorunlu bir teıim olarak
bu lu n acağını belirtm ek yeterli olacaktır. B öyle bir sistem de, esas
m o d eli m akina değil organizm a ve insan şah siyeti ortaya k oya­
caktır.
7
Gömülen yeniden-doğuş

APiTALİZM VE KOLONYALlZMLE ÖRNEKLENDİRİLEN


yeni güç sistem i şeklini alm azdan evvel, eski politeknik tür­
lerin tekrar oluşturulabilecekleri ve b ilim -y ö n elim li bir tek­
n olojinin katkılarıyla güç kazanabilecekleri yeni bir düzen in şekil­
lendiğinin zannedildiği bir an vardı.
B u o la s ılık , d ö n e m in b ir ç o k s a n a t ç ıs ın ın k iş iliğ in d e ve
başarısında ifad esin in buluyordu. G erçekten de, Vasari ve Cellini
gibi birçok sanatçının çalışm a hayatında b u olasılık görülebilirdi.
Fakat hepsinin ötesinde, bu, Leonardo da V in ci’de m evcuttu ki bu
yeni d ü zen zih n in d e varlık kazanma m ücadelesi veriyordu.
Leonardo da V in ci’nin hayatını in celem en in birçok yo lu vardır.
M ü k em m elliğe ulaşm a tutkusunun sanat ürünlerini azalttığı titiz
bir ressam olarak görülebilir; icatları ve m evcu t icatlar üzerindeki
iyileştirm eleri kendisini tüm zam anların en büyük teknisyenlerin­
den biri k on u m u n a yükselten olağanüstü bir m ü h en d is olarak g ö ­
rülebilir; sahip old u ğu kapasiteleri o zam anki ham ileri hiçbir za­
man celb etm em iş sükutu hayale uğrayan bir dahi olarak görülebi­
lir; ve son olarak, tüm bilgiyi değilse de tüm varlığı kendi ilgi alanı
olarak telakki eden geniş menzilli bir kişilik olarak görülebilir.
G ü n ü m ü z Leonardo ilgisi, genellikle, kendisinin geniş mekanik
planlar ve kullanım lar m enzilinde toplanır. Ü stteki tüm tanım la­
maları değerlerine binaen kabul ediyorum ; fakat yin e de, Leonar-
d o ’ya bakm anın başka bir yolu var; ve bu, o n u , aydınlık bir çağın
m ü jd ecisi olarak görm ektir: Kendi za m a n ın d a n farklı ve bugün
yaşadığım ız asırla keskin bir tezat için d e b ulunan bir çağın m üjde­
c is i. O n u bir b a şa r ısız lık olarak g ö ste r e n ve bir ku su r olarak
d ü şü n ü le n ö zellik ler, buradaki bakış a çım ıza göre, L eonardo’ya
özel bir ayrıcalık verir.
Eger L eonardo’n un çeşitlem e örn eği daha gen iş oranda takip
ed ilm iş olsaydı, m ekanik ve bilim sel gelişm en in b ü tün tem posu ya­
vaşlatılm ış olacaktı. B unun 'anlamı şudur: D eğ işim seyri, insanın
ihtiyaçlarıyla ilişkili bir biçim de tesis edilebilecekti ve insanın kül­
türel m irasının değerli kısımları, m akinanın hakim iyetinin genişle­
tilm esi uğruna m erham etsizce im ha ed ilm ek yerine diri kalabile­
ceklerdi. D ü zensiz bilgi tem eline dayalı, esas olarak savaş ve ekono-
n ik sö m ü r ü y e ilişk in hızlı ile rle m ele r y e r in e , d a h a yavaş fakat
yaşam ın işleyişine, işlevine ve am acına hakkaniyetle davranan daha
iyi koord ine edilm iş bir ilerlem e olanağı ortaya çıkacaktı.
Leonardo örneği gerçekten takip edilseydi, m ekanizasyon natü-
ralizasyon, organizasyon ve hüm anizasyon birlikte ilerletilebilecek­
ti. Bu suretle, bir y ön tem diğerini etkileyip destekleyebilirdi. G eç­
m işle ilişkisini sürdürürken, diğer taraftan yararlı ve ön em li yen i­
lik le r i m a s s e d e b il ir d i . K e n d is in i d e v a m lı g ö z d e n g e ç ir ip
yanlışlıklarını düzeltirken daha geniş bir olanak seçim in in yollarını
arayabilirdi. Evvelce başka çağlarda ve başka kültürlerde elde edil­
m iş değerleri y ık m a k için değil zenginleştirm ek ve sağlamlaştırmak
için yeni değerler sunabilirdi. Teknolojilerin ve ideolojilerin bu tür
bir pratik eşzam anlılığı, hem geçm işe hem de geleceğe açık bir eş
zam anlılık olacaktı. G eçm işi sürekli olarak m assed en ve fazlasını
rafine edip geleceğin her dem geniş alanlarını daha zengin bir d i­
zaynda tasarlayıp şekillendiren bir eşzam anlılık örneği olacaktı.
L eonardo’nu n dehasını takdir etm enin kolay yolu , O n u , var­
sayımsal olarak ortadan kalkm ış Rönesans aklının karakteristiği ile
özdeşleştirm ek, tek bir kişinin her parçasına hakim olabildiği, en-
tellektüel bakım dan ham , bilim sel uzm anlaşm adan yoksun bir kül­
türün ürünü olarak telakki etm ektir. Bu, hem L eonardo’va haksız
bir k o m plim an hem de o zam anki kültürel kaynakların seb ep siz
yere k ü çü m se n m esid ir. Ç ü n k ü gerçek şu ki en a zın d a n yazın ın
icadından beri hiçbir kültür, tüm üyle tek bir aklın tasarrufunda o l­
mam ıştır: Bir Aristo, bir ibn H aldun ya da bir T h o m a s A quinas da­
h i, zoru nlu olarak insan tecrübesinin geniş bir kısm ın ı dışta tu t­
m uşlardı.
G eniş ilgi alanına rağm en Leonardo, yeni teknik olanaklara ve
yeni m otivlere karşı aşırı derecede hassas ve yüksek oranda şü p h e­
ciydi; ve çok defa, daha sonraki girişim cilere yaptıkları gibi bu şü p ­
he ve hassasiyetler, kendisini m uvazeneyi kaybedecek kadar kötü
teh d it ediyorlardı. H erhangi bir V ictoria çağı m u cid i gibi, O da
bazı zam anlar çabucak köşeyi d ö n m e hayalleri ku ru yord u . N o t ­
larının birinde şunları kaydeder: “2 Ocak 1496. Yarın sabah erken­
den, deri kem eri bitireceğim ve bir d eneyeceğim ....H er bir saatte,
yüz sefer dörtyüz iğne bitecek; bu, bir saatte kırkbin, iki saatte dört-
yüzseksenbin iğne dem ek. D örtbin taneye, bin tanesi beş sodi d e­
sek; yirm ibin sod i eder: Her bir iş günü için bin lira. Ayda yirm i
gün çalışırsam, yılda atm ışbin duka.”
Bu geçici sapm alar dışında, Leonardo hiçbir zam an böyle fay­
dacı beklentilere m ağlup olm adı; ve ressamlık, heykeltraşlık, m ü ­
hendislik, jeoloji ve anatom ideki yoğun çalışm alarına rağm en, tek
bir ilginin kendisine egem en olm asına izin verm edi: G erçekte, sü ­
recin kendisi, O nu, nihai sonuçtan daha fazla m eşgul ettiği için b it­
m iş bir ürün verm edeki yavaşlığı, L eon ard o’nun pratik başarıyı
kurban etm esini gerektirdi. T ü m hallerde, kendisinin çok yön lü lü -
günü ve d en geliligini m uhafaza etti. Ahlâkî hassası uyanık o lm a ­
saydı, k en d isin in denizaltı icadını durdurm ayacaktı. Lâkin şu n u
hissetti ki, insan nefsi; kendisine güvenilm eyecek kadar şeytaniydi.
Tıpkı organizm alar dünyasında ekolojik kom pleksite ve çeşitliliğin
tek bir tü rü n tam hakim iyet elde etm esin i en gelled iği gibi, insan
topluluklarında da L eonordo’nun d ü şü n m e şekli -eğitim , sistem i­
m ize nüfuz edip on u idare etseydi- m egatekniğin kom utayı ele al­
m asını engelleyecekti.
L eonardo’nu n pratik başarısızlıkları -bir hata olm aktan oldukça
uzak başarısızlıkları- daha ziyade, hisseden, d ü şü n en , değer veren,
hareket eden bir insan olarak kazanım larının bedelidir. M atbaanın
k endisine açık old u ğu bir çağda, bu yorulm ak b ilm ez m ukayyid ve
m ü ellif hiçbir şey yayınlam adı. Başta kendi zih n in d e olm ak üzere,
o r g a n ik y a ş a m ın h er y ö n ü n e a d il d a v r a n a c a k b ir k ü ltü r ü n
kısım larını biraraya getiriyordu. Bunu, usta piram it inşacısı Im ho-
tep ’ten beri hiç kim se tam mânâsıyla gerçekleştirem em işti. Y ine, bu
sentez, hiçbir yerde bilinçli olarak im a edilm edi; ifadesini ancak
Leonardo’n u n çalışm alarında ve günlerinde buldu. Fakat bu ifade -
eksik olm asın a rağm en- bütün hayatını istila etm işti.
O , tek başına değildi: Dürer ve M ich ela n g elo gibi aynı çapın
a d a m la rı, O n u n ç e v r e sin d e y d i ve b e n z e r k iş ile r , C h r isto p h e r
W ren’d en G oeth e’ye ve G eorge Perkins M arsh’a kadar, daha son ra­
ki kuşaklarda ortaya çıktılar. Fakat başarı ve onur, en kolay, güç sis­
tem ine hizm ete am ade ve talimatlarına karşı itaatkâr olan kişilere
nasip oldu.
Evet, ‘keşkeler’ ve ‘olacaktılar’ üzerinde durm ak boştur. Fakat,
eğer L eonardo’nun ruhu m odern çağı etkileseydi, icat, keşif, kolo-
nizasyon ve m ekanizasyona ilişkin bütün süreç, birçok m u h a lif in ­
sani tem ayülü daha m erham etli bir bastırma ile, rakip ilgi ve k ü ltü ­
rel form ların daha yum uşak bertaraf edilm eleri ile daha yavaş sü r­
dürebilirdi. D iğer taraftan, bu, yeni bilginin daha etkili bir şekilde
ö zü m len m esin i ve d ü zen len m esin i sağlayacaktı. Bu kaçırılan p o ­
tansiyeller hâlâ insanın beyninde m evcut oldukları m ü d d etçe, Le-
on ard o’nun yaşam ında taslağı çizilen sentez, bize hâlâ hitap etm ek ­
te d ir . D a h a s ı, G ü n e ş T a n r ıs ı’n ın e g e m e n liğ i a r tık in s a n i
başarısızlıkların yan ın d a, k en d isin in bü yü k fakat k en d i k endini
olum suzlayan başarısının tehdidi altındadır.
Leonardo’nun kendi zih n in d e m odern dünya resm inin esas b i­
leşenlerini topladığını fark etm ek için yalnızca N orlar mı tetkik et­
m ek veterlidir. B en-bilgisi ve tarihsel anlayışı, dış tabiata dair doğru
gö zlem leriyle birleşm ed ik çe ve ahlâkî prensipleri gem vu ru lm az
bencillikleri kontrol altında tutm adıkça m odern insanı bekleyen
k ork un ç yıkım ların ve g a y ıi-in sa n ile ştirm e le r in farkındaydı -ki
m odern insanın em rindeki yeni güçlerin kontrolü altında b u lu n ­
maya ne kadar az uygun oldukları görülm üştür. Barut, çelik zırh ve
ileri m adencilik teknolojisi dahi, o zam ana kadar binlerce güçlü b e ­
deni gerektiren hem inşa h em de yıkım eylem lerinin cesur in san ­
lardan müteşekkil küçük gruplarca icra edilm esini m ü m k ü n kılan
yıkım ve fetih güçlerine yolu açmışlardır.
Leonardo’vla ilgili bir diğer dikkate değer husus, gayretli d en ey­
lerinin ve hayali denem elerinin altında gizli şüphelerin yatm asıydı.
T itiz anatom ik teşrihler yaptığı halde, insanın aklını ve sosyol ku-
rum larını en az bedeni kadar bilm e kudretine dair arzusunu kay­
d etti. L eonard o’nu n kaygılarını ve yasaklarını b irleştiren karşı-
ak ım lar vardı ki b u n lar sa h ip o ld u ğ u yaratıcı en erjiy e rağm en
ürünlerini erkenden yayınlam am ası gerçeğini izah edebilirler. Belki
de b u isteksizliği, O nu, çalışm alarını d enem e halinde ve tam am lan ­
m adan bırakmaya daha fazla istekli kıldı. U zm anlaşm a ve yayınla­
m a yolu yla başarı k olaylıkla eld e ed illeb ilird i; fakat b ü tü n lü ğ ü
u n u tm a pahasına, topallam ak ve dengesizleşm ek pahasına başarı
elde etm e irrasyonel ve yıkıcıydı.
B u rad a L e o n a r d o ’yu ö v e r k e n s ö y le d ik le r im , g ü n ü m ü z ü n
m eşgul uzmanları için sadece bir alay konusu gibi gelebilir. Onlar,
kariyerlerinin başında, yeni kazanılm ış bilgiyi veya teknik tecrübeyi
çabucak uygulam akla telkin edilirler. Her biri, kendi bilgisini fizik­
sel çevrenin, organik ü rem en in ve nihayet insan beyninin apaçık
kontrolüne doğrudan uygulam ak için tüm hızıyla bir otorite n o k ­
tasına sıçramaya can atm aktadır -m üm kün old u ğu n ca çabuk!-. Bu
türde kişilere göre L eonardo’nun örneğini takip etm ek, bu örneği
gösterm ek için tü m bir öm rü, bir elin parmaklarını geçm eyen k ü ­
çük projeler ve yayınlara harcamak, tam bir m esleki intihardır. Le­
on ard o’nun uyguladığı gibi böylesine bir çeşitlilik, böyle bir itidal
ve tem kin, böyle bir gön ü llü sansür, G üç K om pleksinin entellektü-
el ufkunun ötesin d e yer alır. G ü n ü m ü zü n başarıya m eyyal bilim a-
damları ve tekn isyen lerin in ö n ü n e bir m odel olarak L eonardo’yu
kovm ak, tahkir edilm eyi kabul etm ek olacaktır. Leonardo, hiç bir
şekilde onların m odeli yahut m üjdecisi değildi.
N e var ki, L eonardo’nu n ö rn eğin in , çağım ız için im kânsız bir
örnek old u ğu n u d ü şü n m ek bir hatadır. Örnek, sadece gücü iste­
yenlerin dengeye ulaşm anın bedelini ödem eye isteksiz oldukların­
dan ve insani m ükafaatın kendilerine cazip gelm ed iğin d en dolayı
im kânsızdır. Ç ok b oyu tlu ve ahenkli bir dünya resm ini elde etm e
çabasında kişinin ilk terketm esi gereken şey, çabuk başarı ve daim i
istismar fikridir. H angi icat ya da organizasyon alanı olursa olsun
kişi, ö n ü n e arkasına bakıp daha küçük adımlarla ilerlem eye, daha
az k eşif yapm aya, herhangi bir alanda, konsantre o lm u ş bir u z­
m anın on yılda yapabildiğinden -bütün bir öm ür- daha azını yap ­
maya hazır olm alıdır. G üç sistem in in nokta-i nazarından bu, im ­
kânsız bir kurban talep etm ektir: H ayata karşılık g ü cü n kurban
edilm esi.
VII
KİTLE ÜRETİM VE İNSAN OTOMASYONU
1
Güç beşgeni

Batı

B
u r a y a k a d a r o n a l t in c i y ü z y il d a n s o n r a

m ed eniyetine egem en olm ak için gizli bir ittifaka girm iş in ­


sani çıkarlar ve teknolojik baskılar İkilisini açıklam aya ça-
liştım . Z am anla bu güçler, b ilin çaltın d a içi tekrar d old u ru lan bir
M akina Efsanesi şeklinde yek vücut oldular. Ö nceki efsane gibi bu
sosyal ve tek n o lo jik d ö n ü şü m in san ih tiy a çla rın ı k arşılam ak .ve
m addi zenginliği arttırm ak için cesam etli pratik bir çaba şeklinde
usulüne uygun bir b içim d e aklileştirilebilirdi. Fakat b u n u n altında,
“her şeyi m üm k ü n hale getirm ek” için tabiatın ‘fethi’n e ve yaşam ı
kontrol etm eye yön elik derin bir özn el ve ob sesif bir dürtü vardı.
Şim di yeni m ekanik dünya resm ine egem en o lm u ş d ü zen , güç
ve tahm in edilirlikle ilgili yeni fikirlerin her insani aktivitede nasıl
ilerlediklerini göstereceğim . Son dört asır içinde eski politek n ik ge­
lenek, tekrarlayan hareketlere, gayrı-şahsi süreçlere, soyut niceliksel
hedeflere sahip m akinaya ön celik veren bir sistem le yer değiştirdi.
Bu teknik olanakların daha sonra elektronik yoluyla genişlem eleri,
sadece sistem in alanını ve cebredici m utlaklığını arttırmıştır.
H ikâyenin bu kısm ı o kadar bildiktir ki kişi, bu n u n tem el ö z e l­
lik le r in i k ısaca tek rarlam ak ta dahi te r e d d ü t ed er. M .S. a ltın cı
yüzyıldan sonra, Batı Avrupa’da eski m egam akinanın birtakım sert
özellikleri, güç m o tiv in in R om a Katolik K ilisesi’nde ‘ruh k a za n ­
m ası’ ile ve hayat boyu hizm etin, takdis ed ilm iş H rıstiyanların g ö ­
nüllü eylem ine d önü şm esiyle bertaraf edildiler. Aynı zam anda ha­
yat b oyu iş b ö lü m ü n ü ıslah eden bu kısm i d ö n ü şü m , ilk defa Bene-
dikten m anastırında fiiliyata geçti. M anastır kurallarının m ünzevi
rutinleri, makinayı içselleştirirleıken, bu m anastırların zam an tu ­
tum lulukları ve para ve malları dikkatlice kontrol etm eleri, ticaret­
ten vergi toplam aya kadar, özel ya da kamusal başka bürokratik o r ­
ganizasyon form larına da kadem e kadem e aktarıldılar ve onaltıncı
yüzyılla birlikte, m erkantilist girişim in ve idari y ö n etim in tarzını
ortaya koydular.
N ih ayet her üç sın ıflan d ırm a şek lin in -askeri, m anastırsal ve
bürokratik- tem el m od eli, fabrika sistem i tarafından geniş-ölçekli
endüstriyle takdim edildi. 1750’den sonraki endüstriyel enerji h a m ­
lesinin nedeni buhar makinası değil, bu toplu m ekanik organizas­
yondu.
Bu d ö n ü şü m ü n dikkate değer bir kısm ı sa f tek n ik terim lerle
okunabilse d e, hem politik hem de ek o n o m ik gücün sa f soyu t n ic e ­
liksel terim lere -esas olarak parasal terim lere- çevrilm esi so n u cu in ­
sani m otivlerdeki kaym ayı gözardı etm em ek lazım . D iğer insanları
ceb retm ek için kullanılan fiziksel güç, erken bir aşam ada d oğal
sın ırların a ulaşır: Kişi, aşırı fiziksel güç u ygu larsa, kurban ölü r.
Aynı şey, saf m addi ürünlerin ya da tensel hazların idaresi için de
geçerlidir. Kişi çok fazla yerse, hazım sızlık çeker ya da şişm anlıktan
iyice hantallaşır; kişi, daim a tensel hazzın p eşindeyse zevk alm a ka­
pasitesi azalır ve son u n d a tükenir biter.
Fakat insanın işlevleri, soyut ve tekil birim lere -enerji ya da para
birim ine- çevrildikleri zam an, elde edilebilir, çevrilebilir ya da m u ­
hafaza edilebilir güç miktarı için hiçbir sınırlam a kalmaz. Paranın
tuhaflığı hiçbir biyolojik sın ır ya da ekolojik engellem eyi tanım a-
m asındadır. A ugsburg bankeri Yaşlı Jacob Fugger, daha fazlasına
ihtiyaç hissetm eyeceği kadar çok paraya ne zaman sahip olacağı s o ­
rulduğunda, tü m büyük kodam anların sam im iyetle ya da açıkça
söyledikleri gibi o da böyle günün geleceğini hiçbir zam an u m m a ­
dığını söyler.
Böylece geleneksel politekniğin tekil ve herşeyi kuşatıcı bir m o-
noteknige d ön ü şü m ü doğal işlevlerin ve hayati ihtiyaçların çeşitlili­
ğine dayalı bir sınırlı mallar ek o n o m isin in , parayla sem bolleşen ve
para üzerinde yoğunlaşan bir güç ek on om isin e çevrilm esini bera­
berinde getirdi. Bu d ön ü şü m ü n gerçekleşm esi binlerce yılı almıştı;
ve bugün dahi, sistem in dışında kalan aktivitelerini farklı bir kodda
sürdüren milyarlarca insan vardı. M adeni para -niceliksel soyu tla­
maya yönelik büyük bir ad ım - nisbeten geç bir b uluştu. (M .S. ye­
dinci yüzyıl), değiştirilebilir standart para birimleri ise çok sonra­
dan geldiler; kağıt para ve kredi hesabı ise, hızlı ulaşım ve iletişim
ön cesind e gerçekleşm eleri tasavvur dahi edilem eyen şeylerdi.
Bu tarihsel süreç, kısa bir form ülde toplanabilir: El işinden ma-
kina işine, m akina işinden kağıt işine, kağıt işinden elektronik işine.
Bu süreç güç sistem in i ileriye taşıyanlar hariç her türlü organik
işlevden ya da insani am açtan kadem e kadem e ayrılıyordu.
Mal ve hizm etleri standart para birim leri terim leriyle değerlen ­
dirm ek, en erken güç ek on om isin d e bir rol oynam ıştı. Gerçekte bu,
bağım sız olarak icat edilm edi. Bu işlem için salyangoz kabuklarını
ve katırboncuğunu kullanan ve benzer m übadele araçlarına sahip
daha ilkel top lu lu k ların d an ak tarılm ıştı. Buna b in a en , o n a ltın cı
yüzyıldan itibaren, para h arek etliliğin e dair d iren gen en flasyon ,
u m u m iyetle m ev cu t bir k u ru m u n gen işlem esi şek lin d e d ü şü n ü l­
m üştü. Bu, paranın tek faktör olm ası halinde doğruydu. Fakat bu
patlamada, geleneksel paraya sahip olm a güdüsünden -hırs, tam ah,
lüks yaşam a- daha fazla tahrik edici bir şey rol oynam ıştı.
M eydana gelen şey, fazlasıyla em redici ve eksiksiz bir d ö n ü şü m ­
dü. Bu d önü şüm , Piram id Çağı’nda hem M ısır’da hem de M ezo p o ­
ta m ya ’da, büyük yapısal d ö n ü şü m ler ü retm iş gü ç k o m p lek siy le
karşılaştırılabilir yeni bir güç k o m p le k sin in çek ird ek leşm esiyd i.
Şim diye kadar bilinçli bir m uğlaklıkla m akina efsanesi (m iti) şek­
lin d e s e m b o lle ş tir d iğ im şeyi, artık d ah a açık bir b iç im d e G üç
K om pleksi şek linde tanım lam ak istiyoru m . Bu k o m p lek s, kadim
m egam akinayı tekrar dirilten ve on a gezegensel ve hatta gezegenle-
rarası yayılmaya m uktedir daha m ü k em m el bir teknolojik yapı ka­
zandıran yeni bir güç, ilgi ve m otiv birleşim i şeklinde tanım lanabi­
lir.
İngilizce’de hoş bir kafiye tesadüfü son u cu , yeni güç kom pleksi­
n in esas b ileşen lerin in tü m ü a y n i k elim eyi barındırırlar: P ow er
(gü ç). D olayısıyla bu yeni kom plekse th e Pentagon o f Power (G üç
B eşgeni) denebilir. T em el kısım , gücün kendisiydi. Bu süreç, Pira­
m id Ç agı’nda insan gü cü n ü n 'b ir araya toplanm ası ile başlam ıştı.
Asırlar geçti ve bu güç, beygirgücü, sugücü, orm angücü, rüzgârgü-
cü, köm ürgücü, elektrikgücü, petrolgücü ve nükleergüç ile çoğaldı
b üyüdü.
C ebredici silahları arkasına alan organize bir siyasal güç, hem
m ülkiyetin hem de verim liliğin kaynağıdır. Pazarları genişletm eye
bağlı m ekanik verim lilik kâr getirir ve kârın dinam ik tahriki -yani
paragücü- olm adan sistem , bu derece hızlı genişleyem ezdi. Bu, ti­
cari ve sınai üreticiden ziyade askeri kastı ben im sem iş ve kelle ver­
gisiyle yağm aya itibar etm iş kaba m egam akina form larının neden
statik kaldıklarını ve n ed en mükerrer defalar iflasın eşiğine gelecek
kadar verim siz ve kazançsız olduklarını bir nebze açıklar. Son o la­
rak, güç sistem in in ö n em li bir tam am layıcı parçası kam usallıktır
(prestij, pananche). Bu yolla, güç kom pleksinin başlıca yöneticileri
-asker, bürokrat, sanayici ve bilim adam ı eliti- otoriteyi daha iyi el­
de tutm ak için insani boyutlara daha fazla yayılırlar.
. G üç sistem inin bu dağınık bileşenleri, insan dahil tü m organ iz­
m aların yaşadıkları, hareket ettikleri, varlık kazandıkları zen gin
ekolojik kom pleksten -bilim sel d eyim iyle ‘ek osistem ’d en - türerler.
İnsan kültürünü de ihtiva eden bu ekosistem için d e, güç k om p lek ­
sinin bu bileşenlerinin tü m ü , orijinal olarak bir yere sahiptiler ve
kaçınılm az işlevlerini görüyorlardı. Güç kom pleksinin yaptığı şey,
bu ayrık parçaları organik rahim lerinden koparm ak ve bunları, h a ­
yatın desteklenm esi ve kuvvetlendirilm esinde değil fakat gücün ve
kişisel b ü y ü m en in g en işlem esin d e m erk ezlen en izole ed ilm iş bir
alt-sistem de hapsetm ekti.
G üç k om p lek sin in b ileşen leri b irbirleriyle o kadar yakın bir
şekildeki ilişkilidirler ki gerçekten biribiriyle değiştirilebilir işlevler
sergilerler. Her işlem in parasal terim lere indirgenebilm esi an lam ın ­
da değil sadece, fakat paranın kendisinin de aynı şekilde güç, m ü l­
kiyet, kam usallık ya da kam u kişiliklerine (telev izy o n ) çevrilebil-
m e s i a n la m ın d a bir işle v icra e d e r le r . G ü ç k o m p le k sin in bu
karşılıklı -değiştirilebilirliği, yeni para ek o n om isin in oluşum h alin ­
de o ld u ğu kritik anda Heraklit için evvelce açık bir noktaydı. “Her
^ şey ateşe indirgenebilir” diyordu, “ve ateş her şeye, tıpkı m alın altı­
na ve altının da mala çevrilebileceği gibi”.
Bu bileşenlerden herhangi biri, zayıf ya da m evcu t olm adığında
ya da ilişkili süreçlerle yeterli derecede b irleşm ediğinde güç sistem i
tam hızda ya da m aksim um verim lilikte işleyem ez. Fakat on u n n i­
hai hedefi niceliksel bir soyutlam adır- Para ya da on u n efsunlaşm ış
ve potansiyel olarak sınırsız m uadili olan kredi-. Kredi, esasında,
sistem in ebed m üddet işlem eye devam edeceğine dair dindarca bir
inanıştır.
G üç kom pleksine teslim iyet ve am ansız bir şekilde parasal ka-
zanım ların peşinde olm a, güç sistem in i hem dolaylı hem de d oğru ­
dan şekillerde tanım lar ve yalnızca k en d isin in kabul ettiği hedefi
em reder. Bu hedefin adı ilerlem edir. Güç sistem in in terim leriyle
ilerlem e kısaca, daha fazla güç, daha fazla kâr, daha fazla verim lilik,
daha fazla kâğıt m ülkiyeti, daha fazla kam usallık -T üm ü, niceliksel
birim lere çevrilebilir.- anlam ına gelir. Kam usallık bile, gazete par­
çalarının sütunlarıyla ve televizyonda kalma süresiyle ifade edilebil­
m ektedir. Güç sistem inin her yeni başarısı, ister bilim sel araştırma
alanında ister eğitim de ya da tıpta isterse de an tib iyotik alanında ya
da uzay keşfinde olsun, kurumsal yücelm e ve bireysel gururlanm a
nam ına aynı m edya aracılığıyla açıklanacaktır. O kul, kilise, fabrika,
sanat m üzesi -hepsi aynı güç tem asını işlem ekte, aynı tem poda y ü ­
rü m ek te, aynı bayrağa selam v erm ek ted ir. H er ü çü de, kralların
d esp o tların , fatihlerin ve serm ayedarların ilk olarak R ön esan s’ta
beraberce teftiş ettikleri resmi geçidin yeni öncü leri olm ak için cad­
de kenarlarında evvelce hazırlanm ış nihayetsiz sütunları birleştir-
m ekteler.
G üç sistem in i şek illen d iren b u rç h em en bir an d a o lu ştu ru l-
m adıysa da, sistem in ilk m edeniyetlerde yaratılm ış birçok aktif b i­
leşeni gerçekte hiçbir zam an m evcudiyetin dışına çıkm am ıştı. Daha
in san ca k oşullanm ış bir id eolojin in sınırlayıcı kodları ve idealleri
yıkıldığı an, bu türde bir kurum sal rekabetten kurtulan güç sistem i
h em en cecik tom urcuklandı.
G üç sistem i çoğu zaman hatalı bir şekilde feodalizm le, mutlak
m onarşiyle, k om ün izm le ve hatta Refah D evletiyle tanım lanm ıştır.
Fakat bu katmerli tanım lam a, daha ö n em li bir karakteristiğe işaret
eder: Şu gerçeğe ki güç kom pleksi gittikçe tüm bu kurumsal yapı­
ların tem elini teşkil etm ektedir; ve daha fazla güç elde edip daha
gen iş alanlara hükm ettikçe, daha zayıf politik kurum ların m aiye­
tin d e evvelce görülebilen orijinal kültürel farklılıkları bastırmaya
kalkışmaktadır.
Parasal kazancın genişlem esiyle elde edilen sınırsız güçten d oy­
m ak b ilm ez hazza kadar bu güç kom pleksiyle ilgili en çarpıcı şey,
o n u n diğer insani ihtiyaçlara, norm lara ve hedeflere olan kayıtsız­
lığıdır: Bu kom pleks, en iyi, ekolojik, kültürel ve kişisel bir çölde
işler.
T üm organik aktivitelerin tem el gerekliliklerine olan izolasyon
ve kayıtsızlığına rağm en parasal güç kom pleksi, beyinde yeni keşfe­
d ilen bir m erkez ile -haz merkezi den ilen şey- şaşırtıcı bir benzerlik
arzeder. B ilindiği kadarıyla, bu haz m erkezi, organ izm ad a hiçbir
faydalı işlev icra etm em ek te ancak biraz m uğlak bir tarzda daha
işlevsel haz reaksiyonlarında bir rol oynadığı görülm ektedir. Fakat
labaratuvar m aym u n ların d a bu m erkez, sin ir d o k u su n u , akım ın
akışının -ve dolayısıyla hazzın şiddetinin- hayvanın kendisi tarafın­
dan düzen len eb ildiği uyarıcı bir m ikro-akım salan elektrodlar ta­
rafından nüfuz altına alınabilm ektedir.
Galiba, bu haz m erkezinin uyarısı o kadar ödü llen d irici ki hay­
van diğer tüm itki ya da psikolojik ihtiyaçları -hatta açlık noktasına
kadar yem ek ihtiyacını bile- dikkate alm aksızın belirsiz bir zam an
m ü d d etin ce akım -düzenleyiciyi devreye sokm aya devam eder. Bu
soyut uyarının şiddeti, hayatın ihtiyaçlarına karşı tam bir sinirsel
duygusuzluk gibi bir şey üretir. Güç kom pleksi de aynı ilke üzerin*
de işlem ekte. Büyülü elektronik uyarı ise para.
Bu parasal m otivasyon ile beyindeki bu haz merkezi arasındaki
benzerliği çoğaltan şey, her iki merkezin gerçek tü m organik reaksi­
yonların aksine hiçbir niteliksel sınırı tanım am alarıdır. Para için
daima doğru kabul edilm iş şey, aynı şekilde güç kom pleksinin d i­
ğer bileşenlerine de uygulanır: Soyutlam a, so m u t gerçekliğin yerini
alır ve bundan dolaya, parayı arttırmak isteyenler yeterli miktara ne
zaman ulaştıklarını asla bilm ezler. Güç, m al, şöhret ve hazla ilgili
bu saiklerin her biri, insan beden in d e olduğu gibi, bir top lu lu ğu n
norm al ek on om isin d e de yararlı bir rol oynayabilirler! Aksi ve h a ­
yatı aşındırıcı bir hále gelm eleri, onların ayrıklıkları, tecritleri ve n i­
celiksel aşırı -yoğunlaşm aları sonucudur.
Fakat parasal güç kom pleksinin talihsiz bir özelliğine işaret e t­
m ek gerek, çünkü bu özellik, önceki m akina m itin d en yeni teza­
hürlerle yola çıkm akta ve bunları daha fazla g elişm en in ö n ü n d e bir
engel haline getirm ektedir. N e var ki geçm işte güç-hazzı çekirdeği
egem en azınlığın m ü stesn a kontrolü altındaydı ve b u n d an dolayı
da sadece bu aşırı derecede sınırlı grubu aldatabiliyordu, m egatek-
nigin gelişm esiyle birlikte, bu çekirdeğin tü m ana özellikleri, kitle
top lu m u n u n kanunları ışığında (dem okratik katılım ) çok daha ge­
niş bir nüfusa taksim edildi.
Son iki asır boyunca icatların to m u rcu k vererek çoğalm alarını,
em tia n ın kitle ü retim in i ve canlı çevreyi kirleten ve tahrip eden
tüm tek n olojik faktörlerin yaygınlık kazan m asın ı, her teknolojik
alanda daim i olarak kullanılm ış bu engin parasal baskıya gön d er­
m ede bulunm aksızın tartışmak, sistem in görünürdeki o tom atik ve
kontrol edilm esi im kansız dinam izm inin en tem el ipu cu n u gözardı
etm ektir. Bu hissiz (cam it) haz m erkezini 'açm a’ uğruna 'tek n olo­
jik in san’ bugün hayatını 'kapam a’ tehdidi altındadır. Paranın, m o ­
dern insanın en tehlikeli sanrısı olduğu görülm üştür.
2
Mekanik seferberlik

EKANİZASYON VE KİTLE ÜRETİMİNİN, basım dan si­

M lah ü retim in e, tek stile kadar bir e n d ü strid en d iğerine


geçtikçe elde ettikleri pratik zaferler tartışm a götürm ez
niteliktedirler. Ve şayet yeni d ü şü n ce sistem inin arketipik m odeli
saat idiyse, sorum lu ve alet-kullanıcı işçinin kadem e kadem e berta­
raf edilm esiyle birlikte standart kitle üretim inin arketipik m od eli
matbaaydı; zira, standardize kalıplarda yapılan seyyar ve değiştirile­
bilir türdeki matbaa, aynı şekilde standart fakat yorucu olan el yaz­
m asına karşı hızlı m ekanik süreçlerin avantajlarını teyit etti. Bu p a ­
m uk eğirm e m akinasının ve otom atik dokum a tezgahının icat ed il­
m esinden çok ön ce vuku b u lm u ştu . Eğer sözüm o n a Sanayi D evri-
m i’nin tek bir noktada başladığı söylenebilseydi, bu nokta m atbu
kelim elerin ve resim lerin kitle üretim inde, yeni basım , kabartma ve
litografi tekniklerinde olurdu. T ekstil, çöm lekçilik ve m adeni eşya
alanındaki m üteakip kitle üretim i gelişmeleri fiziksel rahatlık için
daha g e rek liy d ileıse de, k ayn ak lık ed ici (d eriv a tiv e ) bir ö zellik
taşımıyorlardı.
A d am S m ith ’in ‘U lusların Z en g in liğ in ’deki b etim lem eleriy le
başlarsak, kitle üretim indeki başarılı gelişm eler kolaylıkla takip ed i­
lebilir. S m ith ’in, açlık tehdidiyle yum uşak (itaatkar) bir ‘el’ olm aya
indirgenen bir em ek çin in tek bir mükerrer görevde ya da tek bir
harekette uzm anlaşm ası ile, insan-saati başına ürünü arttırabildigi-
ni ispat etm esinden kişi, direkt bir rota ile, bu m ekanikleşm iş kabi­
liyetlerin m erkezi güç birim lerince -yeldegirm enleri, buhar m aki-
n aları, d in a m o la r - ça lıştır ıla n m ak in a p a rça ların a a k ta rım ın a
ulaşır; orad an da, o to m a tik petrol te sisin in ya da tek stil fa b ri­
kasının en son türüne erişir ki burada, o to m a tik operasyona göz
kulak olm aları için yalnızca birkaç em ekçiye ihtiyaç vardır, olm azsa
da bir bilgisayar aracılığıyla m onitöre alınır.
Bu sistem d e m ekanik verim lilik ve m addi kazanım lar k açın ıl­
mazdır; bu kazanım ların en azından bir kesim inin, sınırlı sayıdaki
insanların -ilk başlarda, tüccarlar, imalatçılar, serm ayedarlar, ran-
tiyerler ya da yaşlı fakat zengin lordlar gibi m ah d u t sınıfların yahut
g r u p la r ın - is tifa d e s in e a k ta rıld ık la r ın d a n da şü p h e e d ile m e z .
O naltıncı yüzyıldan itibaren artan rahatlık ve konforlarıyla Avrupa
orta sınıfların bü yüm esi, dolaylı ya da dolaysız bu m ekanizasyonun
bir yan ürünüydü.
Kişi, herhangi bir ülkenin tü m nüfusunu ele alıp bir b ü tü n o la ­
rak o toplulukta nelerin vuku bulduğunu tetkik ettiği zam an, çok
da büyük ilerlem elerin kaydedilm ediğini görür, çünkü kazanım lar
artık kaynaklarla, tük en en doğal çevreyle, kalabalıklaşan gecek o n ­
dularla (slu m s) ve hepsinden kötüsü, bir silsile halinde gelen insan
nesillerinin alçaltılm ası ve bastırılmasıyla bir den ge halindeydiler.
N ihai kazanım lar ve kayıplarla ilgili hiçbir n esn el istatiksel tah ­
m in yapılam am aktadır. B unun da tek ned en i m ekanik d ünya res­
m inin insanları sadece fiziksel değişim ler, m ekanik verim lilikler ve
satılabilir ürünler ile ilgilenm eye ikna etm esidir ki b öylece m ekani-
zasyon, koşulsuz bir n im et olarak telakki edilebilecekti. Fakat d ik ­
kat edin: daha yüksek gelirli gruplar için ilk başta esas kazanım lar
m akina yap ım ı ü rü n lerin artan m iktarından kayn ak lan m ıyord u ,
fakat mesleki ve bayağı hizm etlere, azametli bir ölçekte kom uta e t­
m e kabiliyetinden ileri geliyordu.
İster erken safhasında em ekçiyi kabaca ‘hareket eden bir par-
ça’ya indirgem esinde olsun isterse de on u tüm den dışta tutan nihai
şek lin de olsun, m ek an izasyon la ilgili en azından birşey kesindir:
Sahih olm aların a rağm en ken d i fa ziletlerin in p eşin d en g itm e d i.
Her safhada insani bedeller ağırdı ve şiddetten alkolizm e kadar bir-
çök olu m su z insani tepkiler vuku bu ld u . T ehdit altındaki işçiler
protestolarla, yürüyüşlerle, grevlerle, boykotlarla kapitalist sö m ü ­
rüye maruz kalan el sanatlarında dahi değişm eyen özerkliğin izleri­
ni muhafaza etm eye çalıştılar. Fakat, uzun zaman b oyu n ca bu ça­
balar son u çsu z kaldılar. M akinalara yaptığı yüklü yatırım lar için
bir tekel kurmayı am açlayan ortak sınai teşebbüs, en başından beri
hüküm et yardım larına -güm rük tarifeleri, sübvansiyonlar, askeri ve
siyasi destek- sırtını dayadı. Ü retim i daha da tek elleştirm ek için
m egateknik endüstriler, kasti olarak, bağım sız zenaatkarın elinden
rekabet gü cü n ü aldılar. O nu g ü çten kesm ekle kalm adılar, fakat
ayrıca üzerine ağır vergiler ve zoraki em ek em poze ettiler ki Afrika,
Asya ve P olinezya’daki kabileler kendi başlarına bırakılsalardı, ne
İngiliz tekstilini ne de kendisiyle b u tekstile renk verdikleri A lm an
köm ür-katranı boyalarını gerektiren bir yaşam tarzı ile tatm in o la ­
caklardı.
T üm m ekanizasyon süreci, endüstriden endüstriye ülkeden ü l­
keye geçti. Bu süreç yeni icatlar üretti, yeni güç kaynakları çıkarttı,
yeni isteklere yol açtı, yeni akımlar, tarzlar oluşturdu. T ü m bunları,
ayrıntılarıyla in celem en in yeri burası değildir. Bu d ö n ü şü m , to p ­
lam nüfusun yüzde beşin i hiçbir zam an geçm eyen yön etici azınlık­
lar için m üthiş gelir artışları, n ü fu sun üçte birinden m u h tem elen
fazla olan sözü m on a orta sın ıf için gözle görülür iyileştirm eler, da­
ha d ü şü k olanlar için de gen el olarak acı handikaplara ve fed a ­
karlıklara bağlı çok lekeli kazançlar üretti. En dipteki çeyreği ise,
yoksulluk ve ruhsal açlığa terketti.
Bu kitaptaki a m a cım , O w e n , M arx ve E n gels’te n R u sk in ve
M ill’e kadar keskin eleştirilere m uhatap olm uş endüstriyalizm in ta­
rih sel so n u ç la r ıy la ilg ile n m e k d eğ ild ir. Bu, eski bir h ik a y e o l ­
m a sın ın ya n ın d a en kötü fenalıklar d ü ze ltilm iş ve bir k ısm ın ın
hakkından gerçekten gelinm iştir.
O n dok uzuncu yüzyılın başında, dokum a ve eğirm e gibi im alat
süreçlerinde m ekanik oto m a sy o n la ilgili sorunlar h em en hem en
çözülm üştü. Yeterli bir güç kaynağına sahip m ekanizm alar insan
ellerine ihtiyaç duym aksızın sürecin her parçasını hassasiyet ve m ü ­
kem m ellikle icra ediyorlardı.
Bu birbirlerinden ayrı otom atik makinalar, Karl M arx tarafın­
dan oldukça erken bir zam anda betim lenen sonuçlarla birlikte, d a ­
ha g e n iş b ir s i s t e m in p a r ç a s ın ı o lu ş t u r m a y a y ö n e ld i le r .
“(M akinaların) T üm ü, m ekanizm ayı merkezi bir o to m a to n d a n ak­
tarma suretiyle çalıştırılan iş makinalarına dair organize bir sistem i,
m a k in a-ü retim in (m a ch in o fa ctu re) tam gelişk in fo rm u n u teşkil
ederler. Bireysel m akinanın yerine, artık m ekanik bir canavara sa­
hibiz. Öyle bir canavar ki bedeni tüm fabrikayı kaplar ve dev u zu v ­
larının ölçülü ve adeta merasim vâri hareketinden dolayı ilk bakışta
gözü m ü ze çarpm ayan şeytani g ü cü , kendisini, çalışan sayısız o r ­
ganlarının geniş ve öfkeli girdabında tüm çıplaklığıyla ifşa eder.”
Standart bir perform ansın evvelce el sanatlarıyla elde edildiği
tekstil gibi alanlarda -dayanıklılık ve güzellik b ak ım ın d an kadim
Şam veya Peru tekstillerinin üstüne yoktu- o to m a tik m akinaların
uzm anlaşm ası hiçbir handikap arzetm ez. Herhangi bir süreç, böyle
bir teknik m ükem m elleşm eye bir kez ulaştıktan sonra daha ileri d e ­
ğişiklikler için ihtiyacı azalır. Fakat burada, o to m a tik birim in k en ­
disi ile tüm ü m ekanik olm ayan ve hatta sistem e d ah il oluncaya ka­
dar otom atik olm ayan birçok değişik bileşenleri içerebilen o to m a ­
tik sistem i biribirinden ayırm alıyız. O tom atik m akina ile o tom atik
sistem birbirlerini takviye etm eye m ütem ayildirler. Her m akina ö z ­
gül bir insani ihtiyaçla ilişkili olarak yargılanm alıdır. Araştırılması
gereken, fiziksel m akinalar değil, otom asyon u n tem el öncülleridir.
3
Sınırların kaldırılması

* STER TARIMDA OLSUN İSTER EL SANATLARINDA OLSUN


daha önceki her üretim sistemi", insanın ihtiyaçlarına cevaben
gelişti ve esas olarak bitki yetiştiriciliğinden elde edilen ve hay­
van, rüzgâr ve su gücü ile tam am lanan enerjiye dayanıyordu. Gerek
eldeki doğal kaynaklar ve insan kapasitesi bakım ından gerekse b u ­
na eşlik eden ve bir fayda arzetm eyen talepler açısından önceki sis­
te m in v e r im liliğ i m a h d u ttu . E stetik d iza y n ve n ite lik se l m ü ­
k em m ellik salt n icelik sel ü re tim in ü stü n d e y d i ve b u , n icelik sel
kaygıyı makul insani sınırlar için d e tutuyordu.
Son iki asır boyunca gelişen yüksek-eneı ji sistem inde b u koşu l­
lar köklü bir biçim de değiştirildi. Ve bir enerji p leto ıu n u kom uta
etm enin sonuçlarından biri, tek n olojim izin en geniş miktarları ta­
lep eden kısımlarına yani güç m akinalarını tam kapasitede kulla­
nan kısım larına, ö zellik le y ü k len m ek o ld u . Bu yeni en d ü striyel
kom pleks bir postulalar (kaziyeler) grubuna dayalıdır. Bunlar, sis­
tem i üreten kişiler için öylesin e bedihi (self-evid en t) gerçeklerdir ki
tüm üyle yeni 'yaşam tarzı’na göre tanım landıkları için, tenkit ed il­
m eleri, karşı çıkılm aları -gerçekte ise incelenm eleri- oldukça nadir­
dir. Her ne kadar m ekanik dünya resm ini incelerken degindiysem
de gelin bu postulaları bir kez daha sıralayalım.
Bir; insanın hayatta tüm üyle ö n em li tek bir m isyonu vardır: T a­
biatı fethetm ek. Tabiat* fethetm ekle teknotratın dem ek istediği, so ­
yut terimlerle zam ana ve m ekana hükm etm ek, daha so m u t terim ­
lerle de, tüm doğal süreçleri ve büyüm eyi hızlandırm ak ve iletişim
m esafelerini m ekanik ya da elektronik araçlarla kırm aktır. Tabiatı
fethetm ek sonuçta tüm doğal sınırları ve insani norm ları kaldırmak
ve doğal süreçlerin yerine suni ve m am ül muadiller ikam e etm ek ­
tir. Tabiatın sun duğu uçsuz bucaksız kaynak çeşitliliği, m akinanın
kustuğu daha tekil ve her zam an m evcu t ürünlerle değiştirm ektir.
Bu genel kaziyeleden, bir ikincil postulalar dizisi türer; tek bir
yeterli hız vardır: D aha hızlı, gidilecek tek cazip yer vardır: daha ile­
ri, arzu edilebilir tek büyüklük vardır: daha büyük, tek rasyonel n i­
c e lik s e l h e d e f vard ır: d a h a fa z la . B u fa ra z iy e le r e g ö r e , in sa n
y a şa m ın ın ve d o la y ısıy la b ü tü n v erim li m e k a n izm a n ın h ed efi,
sınırları kaldırm ak değişim safhasını hızlandırm ak, m evsim sel ri­
tim leri pürüzsüzleştirm ek, organik zıtlıkları azaltmak, hasılı m eka­
nik yeniliği teşvik etm ek ve organik sürekliliği tahrip etm ektir. B u­
na binaen, sınırlar em p oze eden , değişim i geciktiren ya da h ü k m et­
m e arzusunu tabiatı karşılıklı yardım laşm a ve rasyonel u yu m ilişki­
si içinde fethetm eye çeviren her türlü kurum ya da yaşam tarzı, her
türlü eğitim ya da~üretim sistem i, gü ç beşgenini ve b u n d an m ü l­
hem hayat şem asını çökertm e teh d id in i taşır.
Şu halde, tabiatı fethetm eye ilişkin bu farazi zorunluluk, g ö rü n ­
dü ğü kadarıyla kökeni ve niyetleri bakım ından o kadar da m asum
değildir. Bir taraftan, oldukça kadim askeri fetih ve em peryalist sö ­
m ürü ihtiraslarını vicdansızca tabiata tatbik eder. Fakat bir taraf­
tan da, m aalesef, H ristiyan teolojisin d e m ü n d em iç derinlerdeki bir
hatanın son u cu d u r. Zira, H ristiyan teolojisi yeryüzüne, Tanrı ta­
rafından salt insanın faydası ve ihtiyarı için dü zen len en m üstesna
bir m ülkiyet gözüyle bakar, dahası diğer tüm caniı yaratıkları ru h ­
suzlar olarak telakki eder ve avnı m uam eleye cansız varlıkları da ta­
bi tutar. (B ugün, gençliğin H in d u ve Budist algılayışlara yönelm esi,
üm itvar bir şekilde bu köklü ekolojik yanlışlığın üstesinden gelm e
çabası olarak yorum lanabilir.)
İnsan ve tabiata yönelik bu geleneksel tavırlar, ortaçag-sonrası
top lu m da baskın güç m otivlerini desteklediklerinden yeni üretim
sistem i, istekleri norm alleştiren (m u ted il kılan) ve niceliği kontrol
eden bir yön tem den yoksun kaldı.
M akinanın yetkinliği sayesinde, eski toplum lardaki kıtlık ve y e ­
tersizlik problem i -en azından teorid e- çözü ld ü . Fakat aynı derece­
de ciddi ve bir öncekinin tam zıttı bir problem ortaya çıktı: nicelik
problem i. Bu problem , birçok veçheye sahipti: Malların potansiyel
b ollu ğu bütün toplum un faydalanacağı bir şekilde adil bir biçim de
nasıl dağıtılacaktı?»O tom asyondan yardım dan ziyade yara alan bir­
çok insani aktivite ve işlevi tahrip ya da inkar etm eksizin m akina-
m erkezli düzenlem elere yatırım nasıl yapılacaktı? Bu p rob lem ler­
den ilki, birçok ilkel toplulukta, herhangi bir endüstriyel rejimden
çok daha başarılı bir biçim de halledilm işti.
Am erika’da 1930’ların ek o n o m ik buhranı boyunca yaygınlaşan
daha acı bir rezalet- “bolluk için d e açlık”-, team ülü kıtlığa dayanan
bir dağıtım sistem indeki bozu lm ayı aksediyordu. Fakat, m ekanik
yaşam alışkanlıklarının ve otom a tik m akinaların girişi ve bolluğun
b oğu cu baskısı son u cu ortaya çıkan açlık türü, aynı şekilde üzüntü
vericidir. Buna Strasbourg kazı sen d rom u denilebilir: N orm al tü ­
ketim ihtiyaçlarının ötesinde m iktarlar üreten bir otom asyon siste­
m in i daha da şişm anlatm a uğruna cebren b eslenm e ya da tıkınm a.
Bu prob lem in daha kapsam lı bir tartışm asını daha sonraya er­
te le m em gerekse de, nicel artışı ve m ad d i g en işlem eyi n ih ai bir
ürün olarak telakki eden bir top lu m d a, otom asyon u n etkisi burada
incelenebilir. Tahlil edilecek d u ru m besin üretim inden nükleer s i­
lahlara kadar otom asyonun h em en h em en her safhasında varoldu-
gun d an, kendim i daha çok en yakın h issettiğim alana h asredece­
ğim: bilginin otom asyon u . K onvansiyonel m ekanik o tom asyon bu
alanda şu' ana kadar çok küçük bir rol oynadı.
Teknikte tekrar tekrar vuku bulduğu şekliyle, genel otom asyon a
yol açm ış kritik adım , herhangi bir o tom atik m akinanın icat ed il­
m esin den önce bilginin d üzen len m esin d e atıldı. Bu süreç, B abilden
B u Y ana B ilim (Science Since B a b y lo n f de bir bilim tarihçisi olan
D erek Price tarafından aşam a aşam a açıklanıp hesap edildi.
O n d o k u zu n cu yü zyıl o to m a tik m ak in aların ın ica d ın d a n çok
ö n c e b ilim , k en d isin e ait ala n d a . A d am S m ith ’in m eşh u r çiv i-
yapım ı örneğindeki verim lilikle paralellik arzeden, sınırlı hareketle­
re ve süreçlere m ünhasır standart parçalarla işleyen bir iş b ölü m ü
sistem in i tekam ül ettirm işti.
P rice’e göre, standartlaşm ış bilginin bu sınırsız akışını fiile ge­
çirm e aracı, bilim sel bilgiyi küçük bir standart birim -bilim sel m a ­
kale- vasıtasıyla çoğaltm a ve iletm eye ilişk in yeni bir y ö n te m d i.
Böylelikle soyut gözlem ve deneylerle ilgili raporlar, bilim sel d ergi­
lerde çabucak dolaştırılabiliı di. M atbaanın icadına dayalı bu pratik
araç, sistem atik bilgi otom a sy o n u için etkili bir başlangıç noktasını
gösterdi. Şu anda ise bu alandaki verim lilik, endüstriyel im alatta el­
de ed ilm iş her şeye m eydan okum aktadır. Periyodik yayın, h ad d i­
zatında bir otom asyon safhasıdır. Periyodik yayın bir kez başladık­
tan sonra, m ateryalin düzen li akışı ve bun u n düzenli yayım ı, sp o n ­
tane arz dalgalanm alarına ya da istikrarsız yayım taleplerine m ahal
v erm ez; süreç ü retim i teşvik eder ve -o to m a tik olarak- so n u c u
noktalar.
M alın kitle üretim i ile bilim sel bilginin kitle basımı arasındaki
e tk ileşim e dikkat b u yurun . P rice’ın verdiği b ilgiye göre, 1665’te
yalnızca bîr adet bilim sel dergi vardı. 1900’de ise rakam, o n b in e
çıktı. N üfustaki büyük artışı göz ö n ü n d e bulundursak dahi bu d e ­
vasa bir ilerlem edir. T am bu noktada, teksir m akinasından m ik ro­
film e ve X eıo x ’a kadar her tür kopyalam a m akinalarının m üthiş
randım anı, üretim i arttırdı. Ye burada da, son u ç aynıdır; geniş-öl-
çekli basım dışında bu sürecin herhangi bir kısm ının m ekanik o la ­
rak otom atikleştirilm esinden ön ce, sistem in b ü tü n ü tü m ü yle o to ­
m atikleştirilm iş bir birim in tüm erdem lerini ve kusurlarını -siste­
m in dışına atılm ış insani tercihleri ve çekinceleri tekrar dikkate al­
m ak sızın, ö zü m len m esi im kânsız m iktarlarda üretim i arttırm ak-
gözler ö n ü n e serdi.
4
Otomasyonun zaferi

ÜM MEKANİZASYON SÜRECİNİ ve kitle üretim i değerlen­

T d irm en in yerin in son noktada -to p lu o to m a sy o n -o ld u ğ u


bir çok alanda görülm ektedir. N e o to m a sy o n fikri ne de sü ­
recin kendisi m ünhasıran m odern çağa aittir. D aha da ö n em lisi,
o tom a syon u n her iki veçhesi de salt m ekanik icatlara bağlı değildi.
B itkiler, gü n eş en erjisin i o tom a tik olarak yaprak d o k u su n a d ö ­
nüştüren doğal am illerdir ve otom at bir kim yasal bitkide bu işle­
m in sentetik üretim i, o bitkiyi daha otom atik kılm az. A ynı şekilde
K nossas’taki kadim sarayda olduğu gibi, suyu bir boru vasıtasıyla
bir dağ kaynağından nakletm edeki akış sistem i, gü n ü m ü zd e elekt­
rikle çalışan hidrolik bir p om pa kadar o tom atik ve verim li -ve hatta
daha güvenilir- idi. A risto, otom asyon terim ini kullandığında bir
k im yasal reak siyon d a o ld u ğ u gib i h erh an gi bir n ih ai am acı o l­
m aksızın m eydana gelen tabii değişiklikleri ta n ım lıy o rd u . Fakat,
in san oğlu nun beden dahilindeki organik o to m a tizm in rolü n e dair
b ilim sel bir kavrayışa sahip olm asından çok önce bu d ü şü n ce onun
zih n in d e yer etm işti; ve bu düşünce, üç b ü yü lü hedefle -sü p eıin san
g ü cü , m addi zen g in lik ve uzaktan k o n tr o l- ilk tan ışm ad an beri
m evcuttu.
Bu büyülü tutkuların m erkezini, m addi zenginlik teşkil ediyor­
du. G erçekte ise bu, dış gücün ve merkezi kontrolün kollektif tuza­
ğını gizleyen, anlık bir denem e tuzağıydı. M .Ö . 4 4 6 ’da Yunan şairi
T elecleides, Altın Ç ag’ı şöyle resm ediyordu: “Yeryüzü ne korku ne
de hastalık taşıyordu; her şey, ancak kendi isteğiyle zuhur ediyordu,
tü m nehirler şarap akıyordu ve insanların ağızlarına girm ek için ar­
pa çörekleri, buğday çörekleriyle savaşıyordu." Bu bü>4ilü arzuda
m akina hiçbir rol oynam am asına rağm en fantezi tatm a hazlarına
ve zah m etsiz yaşam aya ilişkindir ki insanlar, bu ikisini hâlâ o to ­
m a sy on la bir tutarlar. Bu şekilde resm ed ilen hayata g elin ce, bu,
k ra lların , a sillerin ve zen g in k o d a m a n la r ın y a şad ığı o rtam d an
başka bir şey değildi.
Bu zen gin lik vaadiyle birlikte, başka bir arzu ortaya çıktı: in ­
sanın sırtından meşakkatli ve acı d olu yükleri alacak m ekanik bir
ikam e aracı b u lm a fikri. Babil efsan eleri, tanrıları, insanı sadece
ağır vazifeleri yerine getirme am acıyla yaratırlarken resm ediyorlar­
sa da, kend ilerinden daha em in olan Grekler dem irci tanrılarını,
H ep h aistos’u, kabiliyetini adeta canlı bir o to m a to n yaratarak ispat
ederken resm ettiler.
D o k u m a ya da inşaat için kendi ken d in e çalışan m ak in alaıın
icat edilebileceği fikrini reddederek köleliğe olan ihtiyacı olum lavan
A risto, g ö steriy o rd u : D o layısıy la , İsk en d eriy eli H e r o n ’un A ris­
to ’dan bir kaç asır sonra üretici o tom aton ların m ü m k ü n lü gü n iin
Grek aklında faal olduğunu daha m ufassal bir otom aton d an , kuk­
laların keresteyi kesip biçtikleri bir gem i tersanesinden, bahsetm e­
sine şaşm am alıyız.
O tom asyon fantezileriyle m utlak güç tarihsel olarak beraber yü ­
rü d ü k lerin d en , m u tlak m on a rk la rın , tü m çağlarda, kullanm aya
çalıştıkları kayıtsız gücün sem b olik şahitleri olarak otom atonlardan
haz duym aları pek şaşırtıcı o lm a sa gerek. M arco P olo, m u cizevi
birşeyler gösterm e m elekesine sahip olm adıklarından ötürü H risti-
yanları 'cahil, yetersiz kişiler’ olarak gören B üyük H a n ’ın kibrini
nakleder. “H albuki” der Büyük H an, “m asaya kurulduğum da salo­
nun ortasındaki kadehler şarap ve diğer içkilerle dolu olarak k en d i­
liğin d en insan eliyle k o n tro l ed ilm ek sizin , b an a d oğru gelirler.”
Kubilav H an’ın açıkça işaret ettiği bu teknik kolaylık, sahip olduğu
güç ve m utlak kontrolün ispatıydı. Kubilay, aynı zam anda, g ü n ü ­
m üzde bilim adam larınca gerçekleştirilen bu iddianın daha geniş
açılım larını tahm in edecek kadar ileri gitti; zira sihirbazlarının kötü
havayı kontrol edip onu herhangi bir gök tabakasına g ön d erm ele­
rinden gurur duyuyordu. M aalesef, M arco P olo, bu iddiayı tahkik
etm e zahm etine katlanm adı.
İşte bu m otivlerin tü m ü , m ekanizasyonun sonraki gelişim lerin ­
de m evcuttu. Bunların gerçekleşm esi asırları aldıysa bun u n nedeni
bu derin öznel saiklerin, gerekli m ekanik bileşenlerin icat ed ilm esi­
ne dek gerçeklik kazanam am alarıydı. M ekanik parçalar şek lin d e
m uam ele görm üş köleler ve hizm etçiler, oto m a sy o n u n gelişini b il­
fiil geciktirm iş olabilirler, çünkü bugün dahi, insan organizm aların,
hâlâ en kullanışlı, her hususta m ükem m el hizm etçi m ekanizm alar -
üretim i daha ucuz, itaati daha kolay, işaretlere daha duyarlı- o l­
dukları görülm üştür.
Bir kez daha m ekanik saate dön ü yoru z. G eri-b eslem e dışında
saatin icadı ve tekam ülü, kesin olarak o tom asyon a yön elik bir h a­
reketti. Ç ünkü saat diğer birçok otom atik m akina için esas m odel
oldu; ve onsekizinci yüzyıl kronom etresinde, diğer teknolojik ince-
likler’ iç in bir sta n d a rt o lu ştu r a n bir m ü k e m m e llik d er ec e sin e
ulaştı. Elektrikli saat icat edilinceye dek saatin yok su n old u ğu bir
unsur -otom atik bir güç kaynağı- daha bayağı kulanım lar için, er­
ken bir safhada yeldegirm enlerince ihdas edilm işti: D e R e M eta lli-
ca da A gricola tarafından gösterilen otom atik m aden pom palam a
teçhizatı ile 1607’de Z onca tarafından ‘N o v o T eatro dei M a ch in e e
E difici’ adlı eserinde resm edilen çok makaralı o tom atik makinalar
d izisin in geç kalm ış örnekleriydiler, ki önceki m akinalar tüm üyle
o to m a tik sayılm aları için yanlızca bir sib ern etik d ü zen ley icid en
yoksundular.
Saf bir m akina olarak saat -bilgisayara dek- yapının inceliği ve
işley işin kusursuzluğu b akım ından diğer tü m o to m a tik m akina-
ların dengi olarak kaldı; ve birçok alanda herhangi bir iyileşm enin
g örü lm esin d en çok ön ce hantalca şakırdayan parçalarıyla onbeşinci
yü zy ıl saatin in küçük ve taşınabilir bir saate in d irg en m esi, daha
sonraki m inyatürleştirm e form larının hedefini belirledi. Şu halde,
on y ed in ci yüzyıla kadar yoksun kalınan şey .otom aton lar değil fa­
kat tam am ıyla gelişk in bir oto m a sy o n sistem iy d i. Bu da iki şeyi
bekledi: Yeni m ekanik dünya resm inin inşası ve pahalı ilk hareket
ettirici ve ince m akina bataryalarının tan zim in i haklı çıkaracak ye­
terlilikte bir talep artışı. M ünferit ihtiyaç, in tizam sız talep, bölgesel
kaynaklara ya da kişisel arzulara intibak -küçük toplulukların ve el
sanatları işlem lerinin tüm özellikleri- bunların tü m ü , otom asyon u
ta m a m lam ak için teşvik edici şeyler su n m u y o rla rd ı. B ilakis ona
ulaşm ak için birer engeldiler.
Burada karşım ıza hem daha önceki m ekanizasyon h em de b u ­
nun otom asyondaki açılım ı ile ilgili büyük paradoks çıkar: Her ikisi
de bir kitle talebine cevap verm ekten çok uzaktırlar. M üteşebbis ise
b u n u yaratmak zorundaydı, otom atik makinalar ve bu makinaların
g en iş iş ü n itelerin d e üretildiği o to m a tik fabrikalar yaratm ak için
zoru n lu olan serm aye yatırım ını m eşru kılm ak için uzak pazarlan
is tila e tm e k , z e v k le r i ve satın a lm a a lışk a n lık la r ın ı s ta n d a r t­
laştırm ak, altern atif tercihleri yıkm ak ve yakın karşılıklı ilişkilere
sadık ve tüketicinin taleplerini karşılamada daha esnek olan küçük
sanayicilerin rekabet gücünü ellerinden alm ak şarttı.
Sigfried G ied ion ’un rasyonalizasyon ve o to m a sy o n süreçleri
üzerine klasik analizi, otom asyonun so n u cu n u n ille de daha iyi bir
üretim olm ad ığın ı, otom asyon u n yalnızca aynı ürünün bir kitle pa­
zarında daha yüksek bir karla satılm asını m ü m k ü n kıldığını göste­
rir. O tom atik ekm ek fabrikalarının artışı, binlerce yerel fırıncının
varlığına son verm iştir, fakat so n u ç, daha u cuz ya da daha üstün
bir ekm ek değildir. O tom asyon u n yaptığı şey, yerel enerji ek o n o ­
m ilerini, uzak m esafeli ulaşım a, reklamcılığa, yüksek maaş ve karla­
ra ve yüklü yatırımlara aktarmaktır. Bu büyüden arzulanan m üka-
faat, sadece zenginlik değil fakat aynı zam anda m utlak kontroldür.
Endüstrinin iyi sendikalaştığı yerde sonuç, bu kitle kontrol sistem i­
ni işçi sendikasına doğru genişletm ektir.
5
Çalışmakla geçen ömür

TOMASYON SÜRECİ, son bir buçuk asır b oyu n ca devam


ed eg eld i. M ek a n iza sy o n u n ilk safhalarında, so n ü rü n ü
ü retm ek iç in gerek en işçi sa y ısı d ü şü r ü ld ü ve tek bir
em ekçi tarafından icra edilen işlem sayısı, bir bütün olarak sürece
katılım ın ve dolayısıyla insiyatif kaybolm ası sonucuyla birlikte aynı
şekilde azaltıldı. Fakat m ekanizasyonun başarısı, m esailerin üretim
ü nitelerine oranla azaltılm ası çerçevesinde tahm in ediliyordu vakta
ki tam bir otom asyon ve sibernetik kontrolle birlikte son u çta fabri­
kanın sadece asgari gözetim i geriye kalır. Böylelikle geriye kalan ‘iş’,
teftiş ve onarım dan az bir şey daha fazlaydı. T üm ünite kom pleks
bir asem ble old u ğu n d a bilgisayar ve sibernetik kontrolleri gerekli
o lsa da, o to m a tik d o k u m a te z g a h ı ile elek tro n ik bir b ilgisayar
arasında tem el bir benzerlik vardır. Zira İkincisi d e, o n u dizayn
edecek, program layacak ve m o n itö rd en kontrol edecek bir insana
ihtiyaç duyar.
İn san ın e lin d e n çık a n her ü rü n d e h esap y a n lışlık la rı ya da
yanlış işlevler beklenebilir; yin e de m aksadın uygun old u ğu yerde,
otom asyondan elde edilen kazanım lar, kişinin karşılaştığı anlık arı-
zalardan ağır basar. D em ek istediğim şu ki, o to m a sy o n u n en büyük
kusurları, anlık başarısızlıklardan değil, en iyim ser um utların ve
gururların tam am ıyla m eşrulaştığı alanlardaki tartışm a götü rm ez
zaferlerden kaynaklanırlar.
Biraz açayım: Sahip o ld u ğ u tüm yönleriyle çalışm a (iş), insan
aklının g en işletilm esin d e ve o n u n kültü rü n ü n z en g in leşm esin d e
şekillendirici bir rol oynam ıştır; insanın alet kullanan bir hayvan
olarak tan ım lan ab ilm esin d en dolayı değil, fakat çalışm an ın insan
zekasını uyaran ve o n u n beden sel kapasitelerini arttıran birçok ak-
tiviteden biri olm asından dolayı. A m a eğer kişi in san ın tem el tabi­
atını, hâlâ kullanılan antropolojik bir tanım lam a ile alet kullanan
ve alet yapan şeklinde kabul edecek olursa o zam an, insanın uyarla­
macı zekasını etkilem e b akım ın d an m ekanizasyon ve otom asyon u n
sonuçları hakkında ne diyebilir?
in san ı çalışm a sü recin d en tecrit eden, o n u , u sta bir ele, yük
taşıyan bir sırta ya da b ü yü tü cü bir göze indirgeyen ve otom atik
makinayı tasarlayan ya da üreten yahut program layan u zm an lar­
dan biri olm ad ığı takdirde o n u sürecin tüm üyle dışın d a tutan aşırı
gelişm iş bir tekn olojinin ne değeri vardır? Sadece bir m ek an izm a­
daki arızalan rapor etm ek ya da aksaklıkları d ü zeltm ek için eğitil­
m iş ucuz bir h izm etçi m ekan izm aya (serv o m ech a n ism ) d ö n ü şen
bir insanın işçi olarak yaşam ın ın ne anlamı vardır? Eğer beş bin vıl
ö n ce m ekanizasyondaki ilk ad ım işçiyi uysal ve itaatkâr bir köleye
indirgem ek idiyse, bugün otom a sy o n vaadlerinin so n aşam ası, b ö y ­
le ön em siz kölelere dahi ihtiyaç duym ayan kendi ken d in e yeten bir
m ekanik elektronik kom pleks yaratmaktır.
Tuhaftır, endüstride otom atik süreçlerin m ükem m elleştirildigi
tü m anlarda o n d ok u zu n cu yüzyıl düşüncesinin öncü leri, daha ö n ­
ce g ö r ü lm e m iş bir b iç im d e , ted irg in liğ i h a fifle tm e n in ve insan
m u tlu luğun u arttırm anın bir yo lu olarak çalışm anın değerine vur­
guda bulunuyorlardı. Ç alışm anın kıym etinin ve kadrinin bu şekil­
de ikrar edilm esi, m ünferit olarak uzun bir zam andan beri yap ılı­
y o rd u . Ç alışılan zen aatten on u r d u ym a eski bir şeyken, bu his,
‘çalışm ak, ibadettir’ d üstu ru nu b en im seyen Benedikten itikadıyla
y en id en k u vvetlen d irild i; ve bu, b ü tü n bir sosyal ilişk iler ağını
atölyede ve ahilikte m erkezlenen ortaçağ loncasında kurum sal bir
destek elde etti. Bu suretle, çalışm a, hayatın merkezi aktivitesi o la ­
rak telakki edildi:
Ciddi bir işten yoksun, budala, ahm ak toprak sahibi aristokrasi­
nin tilki ve ördek avını, poloy u ve am atör macerayı çalışm ayla bir
tu tm asına hem üreticilerin h em de işçilerin hor baktıkları yalan
mıydı?
Ç alışm anın kaldırılm asını tekrar d ü şü n m en in zam anı elbetteki
gelm iştir. Eğer çalışm a (iş), insan kültürünün tam amlayıcı bir par­
çası olsaydı ve bu suretle, en azından bir buçuk m ilyon yıl boyunca
in sa n tab iatın ın faal b elirley icilerin d en biri olsaydı -ve b u lan ık
başlangıcı, bir buçuk m ilyon yıl daha erken bir zam anda bir çok
antropologun acele ile ‘insan’ olarak tanımladıkları küçük h o m in o -
id m aym un da olsaydı- bu şekillendirici (form ative) aktivitelerin,
evrensel sibernetik ve otom asy o n tarafından izale edilm eleri h a lin ­
de insan yaşam ından geriye ne kalırdı?
O to m a sy o n u n sü rek li z e m in k a za n m a sın a rağm en , in sa n ın
çalışm a hayatının bu şekilde iptal edilm esinin tam etkilerinin k en ­
dileri bir problem olarak arzetm eleri ancak son zamanlardadır. B u ­
gün bile çok az kişi, bu p rob lem in , otom asyon u n nihai hedefleri­
nin ciddi bir sorgulanm asını beraberinde getirdiğinin farkındadır.
T am am ıyla oto m a tik leştirilm iş bir d ü n ya to p lu m u n u n m eydana
getirilm esine gelince, böyle bir hedefi sadece masum lar, insan evri­
m in in m üm kün olan en yüksek zirvesi şeklinde düşünebilirlerdi.
Böyle bir hedef, ancak H itlerin im h a program ının ‘Yahudi so ru n u ’
için nihai bir çözü m olm ası anlam ında insanlığın sorunlarına nihai
bir çö zü m olacaktı.
6
Otomasyonun paradoksu

B
URADA, EVVELCE GOETHE’NIN ‘B üyücünün Çırağı’ (S or­
cerer’s A pprentice) m asalında ortaya k onan o to m a sy o n u n
b ü yü k paradoksuyla karşılaşırız. M ed en iy etim iz, zeki bir
şekilde, hem endüstriyel ve akadem ik süpürgelerin hem de su ko­
va la rın ın d aim a artan m iktarlard a ve d a im a artan bir hızla tek
başlarına çalışm alarını sağlayacak sihirli bir form ül buldu. Fakat bu
sürecin tem p osu n u değiştirm ek ya da, insani işlevlere ve amaçlara
h izm et etm eyi bıraktığı zam an o n u durdurm ak için gerekli olan
U sta B üyücünün efsununu kaybettik, oysa ki bu form ül (ileri g ö ­
rüşlülük ve geri beslem e) her organik süreçte açıkça yazılıdır.
S onuç olarak çırak gibi biz de, akıntıya kapılm aya başlam ışız.
N iyet, açık olm alıdır: Bir kişi, otom atik bir süreci durdurm a g ü cü ­
ne sahip değilse -yahut tersine çevirm e gü cü n e- bu süreci başlat­
m am ası en iyisidir. O tom asyon u kontrol etm edeki başarısızlığım ız­
dan dolayı gururum uzun kırılm am ası için bugün birçoğum uz, sü ­
recin am açlarım ıza tam anlam ıyla uyduğunu ve tek başına tüm ih ­
tiyaçlarım ızı karşıladığım ızı yalan yere iddia eder dururuz. D aha
keskin ifade edecek olursak, sürece m ani olan vasıflandırın insani
özellikleri bir tarafa atarız. Soyutlanabilir kısım ve fragmanlara dair
bilgim iz, sonsuz derecede rafine ve m ikroskobik hale geldikçe, par­
çaları birbirleriyle ilişkilendirm e ve bunları rasyonel faaliyetler o d a ­
ğında toplam a kabiliyetim iz yok olm aya devam edecektir.
B ilginin en m ahdut alanında dahi, en insaflı bilginin başını s u ­
yun ü stü n de tutm ası güçtür. Süratli bir b içim d e işlenen b ilgin in
m ed-cezir dalgalarıyla boğuşm ak için bugün akademik dünya, to p ­
lu o to m asyon a doğru son adım ım atm ıştır: Son çare olarak daha
ileri ‘m ek an ik ’ etm en lere baş v u rm u ştu r. Fakat bunlar, koşulları
ağırlaştırdılar sadece. Ç ünkü bu am iller, yalnızca sonuçlarla ilgilen ­
m e am acındalar ve sebeplere g ö n d erm elerd e b u lu n m ayı d ü şü n ­
m ezler. B ilgin in kitle ü retim ü sleri sa d ece m ak alelerin ö zetleri
(abstracts) için yüz dergi yaratm ışlardır ve bugün tü m bu özetlerin
daha ileri bir özetinin yapılm ası planlanm aktadır. Bu kısm i ç ö z ü l­
m en in son safhasında orijinal bilim sel ya da akadem ik bir m akale­
den geriye kalacak tek şey, kuru bir gürültü ya da birisinin bir y er­
lerde birşeyler yaptığım im a etm ek için çok çok bir başlık ve bir ta­
rih olacaktır.
B ilginin otom atik kitle üretim ine dair bu program, her ne ka­
dar b ilim de neşet ettiyse ve onyed in ci yüzyıl sınırlam alarının ö zelli­
ğini taşıyoıduysa da, bilhassa A m erikan üniversitelerinde, bir tür
m evki sem bolü olarak beşeri bilim lerde de uygulandı. Fiziksel b i­
lim ler ve beşeri b ilim ler arasındaki köklü çelişki ne olursa olsu n
b u g ü n y ö n tem olarak -C harles S n o w ’un m ü sad esiyle!- birdirler.
Farklı üretim hatlarındalarsa da aynı fabrikaya aittirler, ik isin in o r ­
tak eksikliğinin alam eti, kendi kontrol ed ilm ez otom asyon ların ın
so n u çla n üzerinde ciddi hiçbir endişe taşım am ış olmalarıdır.
Bir nesil önce bile, yüksek öğren im dahilinde serbest faaliyet ve
b ağım sız düşünm e için geniş bir alan vardı. Fakat bugün geniş aka­
d em ik kurulularım ızın ekseriyeti, en az bir telefon sistem i kadar
otom atikleştirilm işlerdir: B ilim sel m akalelerin, icatların, p aten tle­
rin, öğrencilerin, doktoraların, profesörlerin ve kam usallıgın kitle
üretim i gözle görülür bir hızda devam etm ektedir ve kendilerini, -
ne kadar abes olurlarsa olsunlar- güç sistem in in hedefleriyle tan ım ­
layanlar, terfi etm ek için, büyük araştırm a için, sistem le ‘beraber
hareket eden ’ kişilere tahsis edilen siyasal güç ve parasal mükafatlar
için sıradadırlar. E ğitim K urum una ortak serm aye akışı ve buna
m ukabil olarak araştırma yapmak için parasal teşviklerdeki yükse­
liş, Birleşik D evletlerde Ü niversiteyi yeni güç sistem in in tam am ­
layıcı bir parçası haline getirm enin son adım ı olm u ştu r.
Bu esnada, geniş bir değerli bilgi m iktarı, belki daha büyük bir
miktardaki değersiz ve saçma şeylerle birlikte, dag gibi bir çerçöp
yığınına doğru sürülür. N iceliksel standartlar, d a im i değerlendirm e
ve seçiciliği teşvik edecek bir yön tem d en ve sindirim sistem inde o l­
duğu gibi hem iştahı hem de beslenm eyi k ontrol edecek özüm seyici
süreçlerden yoksun oldukları için, bireysel yığının yüzeysel düzeni,
son ürünün yapısıyla denkleştirilir.
D üzenli ve akledilebilir bir dünya yaratm anın bir aracı olarak
bilginin otom asyon u n u n tüm üyle iflas etm esi yakındır ki üniversi­
te öğren cilerinin cereyan eden isyanı ve tü m d en n ih ilizm e d önüş
tehdidi bu iflasın bir belirtisidir.
Lütfen b ilgin in otom asyonu n a dair b u olgusal tasviri, haylazca
bir hiciv şeklinde yorumlamayan; bu tasvir, bilim e, akadem isyenli­
ğe ya da elek tron ik ve sib ernetik te k n o lo jin in b irço k başarısına
karşı bir saldırı olarak da d ü şü n ü lm em elid ir. B ilim lerin, tekniğin
teşvikiyle insan ruhuna bahşettiği canlandırıcı arayışları ve sınırsız
pratik faydaları ancak bir bunak küçüm seyebilir. Burada ifade etti­
ğim şey, ‘otom asyon u n otom asy o n u ’nun sürdürüldüğü her alanda
-endüstride, savaş tekniklerinde old u ğu kadar fiziksel ve beşeri b i­
lim lerd e- gözle görülür bir irrasyon ellik arzettiğid ir. Ve iddiam
odur ki bu, tam am ıyla otom atikleştirilm iş her sistem d e m ündem iç
bir kusurdur.
Bu ir ıa sy o n e lite , D erek P rice tarafın d an istih z a i bir şekilde
özetlendi; şöyle ki, sadece bilim sel verim liliğin şu anki hız oranıyla,
iki yüzyıl içinde gezengendeki her erkek, her kadın, her çocuk ve
her köpek için 'düzinelerce bilim adam ı türeyeceğini hesapladı. B e­
reket ki, ekoloji, bu tür aşırı kalabalıklaşma ve stres ortam larında,
bilim sel verim lilik bu noktaya ulaşm adan nüfusun çoğunluğunun
telef olacağını söyler.
Fakat son u çlan önceden görm ek için bu sistem in son bulm asını
beklerneve gerek yoktur. T eorik sona yaklaşm azdan evvel, belirtiler
ayan beyan hale geldiler. Büyük halk ve üniversite kütüphaneleri,
şaşkın dürüm dalar. G elen kitaplara yer bulm ak bir sorun, kitap­
ların, makalelerin ve periyodik dergilerin yıllık çıkışlarını katalogla­
m ak başka bir sorun. Sonuçları ö lçü p tartm adan birçok kütüphane
yön eticisi, kitapları tüm üyle m uhafaza etm eyi terketm e ve için d e­
kiler kısm ın ı bir an önce m ik rofilm lere ve bilgisayarlara aktarma
gibi vahim bir düşünce ile uğraşmakta.
“Bilgi taram a” (inform ation retrieving) hızlı olm asına rağmen
m aalesef, doğrudan kişisel bilgi yoklam ası ile keşfin yerini tutabile­
cek gibi değildir. Böyle bir keşifte kişi, daha ö n ced en farkına vara­
m adığı şeyleri bulur ve b unun la ilgili literatürü daha teferruatlıca
ta k ip ed er. Fakat k itaplar te r k e d ilm e se le r ve b u g ü n k ü ü retim
ora n ın ı sürdürseler dahi m ikrofilm lerin çoğalm ası, gerçekte esas
soru n u -nitelikle m ücadele soru n u - yalnızca büyütür ve gerçek ç ö ­
zü m ü geciktirir. Ç özüm ise, saf m ekanik üretim hatlarından başka
bir yerde aranmalıdır ve daha m utedil bir üretim e kılavuzluk ed e­
cek insani seçiciliğin ve ahlâkî öç-d isip lin in yeniden ifade ed ilm ele­
ri gerekm ektedir. Kendi kendim ize bazı sınırlam alar koym azsak,
kitapların aşırı-üretim i, kitle ceh aletin d en güçlükle ayırtedilebile-
cek bir entellektüel zayıflık ve tükeniş d u rum una yol açacaktır.
H er alanda bilgi miktarı, bireysel değerlendirm e ve ö zü m sem e­
nin ü stü n d e bir noktaya ulaştığında, bu bilginin geniş bir kısm ı res­
m i d a ğ ıtım acentalarıvla kanalize ed ilm elid ir. H er ne kadar, bir
dam lacık taze ve ortodoks olm ayan bilgi, basım yoluyla küçük bir
azınlık için filtre ed ileb iliyöısa da, m egam akinanın cari standart­
larına uym ayan hiçbir şey daha ileriye aktaram ayacaktır. Bu, Bir­
leşik D evletlerde V ietnam krizinin tırm anm ası esnasında çok ince
bir şekilde gösterildi. O zam an, televizyon, askeri zafer ariyan, res­
m i politikayı benim seyen bir konuşm acıyla, m üzakere sürecine gir
m eyi uygun bulan başka bir konuşm acıya eşit bir süre veriyordu.
Fakat v a z ifeşin a s bir şek ild e, m eseley i A m erik an k u v v etlerin in
şartsız geri çekilm esi tarzında ortaya koyan kişileri, b en i m esela,
davet etm ekten kaçınıyordu.
Kadim ve çağdaş kontrol sistem inin her ikisi de, tem el olarak,
m erkezi bir şekilde organize edilm iş tek yönlü bir iletişim e dayanır­
lar. Karşılıklı iletişim de, en cahil adam dahi karşılık verebilir ve s ö ­
zün dışında em rinde çeşitli bir çok araç -yüz ifadesi, bedenin d u ­
ruşu, hatta bedensel saldırı tehdidi- vardır. A nlık iletişim kanalları
daha da in celd ik çe, karşılık resm i olarak v erilm elid ir ve norm al
şartlar altında bu, karşılığın dışsal olarak kontrol edildiği anlam ına
gelir. Bu güçlüğün üstesinden ‘an k etlerle gelm e girişim i, kontrolü
elde tutm anın daha sinsi bir yoludur sadece. Aktarım tertibatı ne
kadar kom pleks olursa Güç Beşgeni’ne saldıran ya da m eydan o k u ­
yan her mesajı o kadar daha etkili biçim d e filtreden geçirir.
iletişim araçları üzerinde m utlak kontrol, m odern m egam aki-
nava önceki kaba (h am ) m odele nazaran büyük bir avantaj su n u ­
yor gibi gözükse de, m egam akinanın genişlem esi, m uhtem elen so ­
nuçta o n u n b ozu lm asın ı hızlandıracak, çünkü etkili bir perform ans
sergilem esi için gerekli bilgiden yoksun kalacaktır. Böyle bir bilgi
su n u ld u ğ u n d a d ahi, b u n u n kabul ed ilm esi, sistem in ken d isi tü ­
m üyle birbirine eklem lendikçe daha da köklü bir hale gelecektir.
Bugün artan kitle hareketleri, oturm a eylem leri ve ayaklanm a­
lar, kendi yanlışlıklarını gizlem eye, hoşa gitm eyen mesajları reddet­
m eye, ya da sistem in kendisine zarar veren bilginin aktarım ına set
çek m ey e em in m eg a m a k in a n ın o to m a tik ta h a k k ü m ü n ü kırm a
teşebbüsü olarak yorum lanabilirler, indirilen camlar, yakılan b in a­
lar, kırılan kafalar, insani açıdan ö n em li mesajların hafızasız aracı­
ya hakim olm alarını sağlama ve böylelikle en kaba form unda olsa
bile iki yön lü iletişim i ve karşılıklı ilişkiyi yen id en ikam e etm e vası­
talarıdır.
O tom atik kontrol bir kez tesis edildikten sonra, kişi, o n u n tali­
m atlarını red d ed em ez ya da yenilerini d ercedem ez, çünkü makina,
teorik olarak kim seye kendi m ükem m el standartlarından sapm ası­
na izin verem ez. V e bu, bizi bir anda her otom atik leşen sistem deki
en köklü kusura götürür: Pürüzsüz işlem esi için bu eksik-boyutlu
sistem , k endisinin sürekli gelişmesi ve işlem esi için gerekli vasıflara
sahip eşit d erecede eksik boyutlu insanlara m u h taçtır. B öylesine
k oşu llanm ış beyinler, başka alternatifler hayal etm ekten uzaktırlar.
O to m a sy o n u tercih etm ekle her türlü özn el tepkiyi hor görm eye,
insan özerkliğini -ya da sistem in tu h af sınırlam alarını gerçekten ka­
bul etm eyen her türlü organik sü reci-silip sü p ü rm ey e m a h k u m ­
durlar.
Burada otom asyondan m ülhem başka bir güçlükle karşılaşırız.
E ğitim k u ru m larım ızın m ekanik faaliyetleri n ü k leer reaktörlere,
bilgisayarlara, televizyonlara, kayıt cihazlarına, ö ğ ren im m ek an iz­
m a la r ın a , ‘e v e t-y a d a - h ayır’ c ev a p k a ğ ıtla r ın a y a p ıla n y ü k lü
yatırım larla birlikte genişledikçe, in san ın taham m ülü belirgin bir
d ereced e azalır. O to m a sy o n u n tam k om u taya sah ip o ld u ğ u her
alanda yaptığı şey, o zam ana kadar insanlar ve çevreleri arasında
v a r o lm u ş a lış -v e r iş i zo rla ştır m a k h a tta b ir ço k d u r u m d a z o r ­
laştırm aktır. Zira b en-bilgisi için, top lu m sal yardım laşm a için ve
ahlâkî değerlendirm e ve ıslah için old u k ça gerekli olan sürekli diya­
logu n , otom atik leşm iş bir düzende yeri yoktur.
E y y ü b ’ün y a şa m ı ters g ittiğ in d e , en a z ın d a n m u h a y y ile d e
T anrı’ya karşı durup on un usulünü tenkit edebiliyordu. Fakat o to ­
m atikleşm iş bir ek on om id e kişiliğin bastırılm ası o kadar eksiksizdir
ki büyük organizasyonlarım ızın m eşhur kişilikleri bile, bu ek o n o ­
m in in hed efleri d eğiştirm ed e bir d osya yazıcısı kadar acizdirler:
Em irleri veren sistem in k en d isid ir. Kendi şa h sın d a , pren sip lere
karşı duran b irin e gelince, o to m a tik ajanlarım ız Franz Kafka'nın
doğru çıkan kehanetvari kabusunda, D ava' da, resm ettiği otoriteler
kadar gizem li ve şaşırtıcı bir b içim d e erişilm ezdirler. Şu halde, o to ­
m asyon için uygun bir isim şu olabilir: Kendi kendini cezalandıran
aczivet. Bu, ‘m utlak kontrol’ ün diğer yüzüdür
T ek n isyen lerim iz, canlı organizm aların ö zellik lerin in ço ğ u n u
üzerine alacak m akinalar ve o to m a tik sistem ler tasarlarken, m o ­
dern insan, bu şem aya uyum sağlamak için, bu m akinanın sınırla­
malarını kabul etm esi gerektiğini ve M ekanik D ünya R esm i’n in ka­
bul etm ediği ve m akina-sürecinin kaçınılm az olarak sahip olm adığı
niteliksel ve ö zn el özellikler hakkında soru sorm am ası gerektiğini
görür.
O ldukça ciddi olarak ispat edilen şey şu ki o to m a sy o n sistem i
daha da eklem lendikçe ve b u n u n la bağlantılı olarak kendi kendine
yeten ve kendi kendini ihata ed en bir durum a geldikçe kim senin
sürece m üdahale etm esi, sürecin gidişatını değiştirm esi, yö n ü n ü ta­
yin etm esi, genişlem esi, sınırlandırm ası yahut hedefini tekrar y ö n ­
lendirm esi daha da az m üm k ü n hale geldi. Satranç oynayan kişisel
bilgisayarların gösterdiği gibi parçalar esnek olabilirler. Fakat daha
geniş durum daki otom asyon , doğrudan doğruya k en d isin in n ice­
likse] başarılarından neşet eden niteliksel bir kusura sahiptir: O la­
nağı arttırır fakat olasılığı azaltır. Bir m otorlu aracın üretim h a tu n ­
daki delgi aleti gibi, otom atik bir sistem in ferdi bir bileşeni, çeşitli­
likle ilgilenm esi için program lanabilse de, sistem in kendisi sabit ve
katıdır. O kadar ki bir zorlam a nevrozunun in ce bir m ekanik m o ­
deli gibidir, hatta belki de aynı kaynaktan -tedirginlik ve gü ven siz­
lik- neşet eder.
7
Zorlamalar ve baskılar

ER HANGİ YENİ BİR TEKNİK ALET in sa n ın ö zg ü rlü k


m enzilini arttırdığı zam an, bun u , ancak insan m enfaatle­
rinin bu aleti kabul etm e, o n u değiştirm e ya da reddetm e
serbestisinde -bu aleti kendi am açlarına uygun düştüğü yerde, za­
m anda, şekilde ve miktarda kullanm ak- olm adıklarında yapar.
Kabul etm ek gerekir ki, insanın özgürlüğünü çevresel, kurum ­
sal ya da teknolojik baskılara karşı korum a sorunu, o tom atik m aki-
na ile başlam adı. Â d et, kanun, tabu, dini dogm a ve askeri baskı,
tüm geçm işte önceki insan topluluklarına, tekrarlayan davranışları
ve rijid yaşam a koşullarını em p o ze etm işlerdi. Bu resm ileştirm enin
bir kısm ı, ters ve kötü gelişigüzel itkilere ve yıkıcı eylem lere karşı
bir güvence görevi gören tem eldeki ahenk ve ittifakı tem in etm ek
için zorunluydu. Fakat bu tekilleştirm elerin, özellikle kabile to p -
lum larında, çoğu zam an, insanın gelişm esini geciktirdiklerine dair
ufak bir şüphe vardır. H em en hem en her çağda, bilge beyinler, sa­
bit âdetler ve kabuklaşm ış kurumlar için seçici rasyonel bir kriter
uygulam aya, b öylece zamanları geçm iş zorlamaları tü m ü yle berta­
raf etm ek olm asa da değiştirm eye çalıştılar.
Fakat bu tür yasaklamalar, bu tür ayırımlar, her alanda tebarüz
eden icatlar ve keşifler ak ın tısın a h en ü z tatbik ed ilm e m işti. Batı
toplum u teknolojik bir zorlam ayı -icadı teşvik etm e ve sürekli o la ­
rak teknolojik yenilikler yaratm a görevinin yanında, insani so n u ç ­
larını dikkate alm aksızın, sırf takdim edildikleri için bu yeniliklere
kayıtsız şartsız teslim olm a görevi- sorgulanm az kabul etm iştir ki
bu en ilkel tabu kadar keyfidir. Şu halde kişi, m übalağa etm eden,
teknolojik zorlayıcılık üzerine konuşabilir. T eknolojik zorlayacılık,
ister fiili bir ilerlem e olsun ya da olm asın her yeni ürünü sorgula-
maksızın top lu m u n her yeni teknolojik talebe uysalca teslim o ld u ­
ğu bir durum dur. Ç ünkü bu idare'altında, gerçek şu ki, arzedilen
ürün, yeni bir bilim sel keşfin ya da yeni bir teknolojik işlem in s o ­
nucudur yahut yatırım için yeni fırsatlar sunm aktadır, değilse, d e ­
ğerinin gerektirdiği yegane ispatı ortaya koymaktadır.
Bu du ru m , m atem atikçi John von N eum ann tarafından iyi tas­
vir ediliyordu: “T eknolojik olasılıklar insan için karşı kon u lm azd ır­
lar. Eğer insan aya gidebilirse, gidecektir. Eğer insan iklim i kontrol
edebilirse edecektir.” Her ne kadar von N eu m a n n ’ın kendisi bu o r ­
tam tarafından hakkıyla ikaz edildiyse de, kendisi aceleci bir şekilde
‘iıısan ’a Batı kültürünün yalnızca bu kısmi anına ait olan karakte-
ristlikleri atfetti. Bu anda ise Batı kültürü, kurtuluş için tüm enerji­
leri ve um utlarını, kendisini geçm işte diğer m edeniyetlerin bu ob -
se s y o n ve z o r la m a la r ın ü s t e s in d e n g e lm e le r in i sa ğ la m ış tü m
d ü şü n ce kurum ve alışkanlıklardan soyutlayan m ak in a ü zerin d e
yoğunlaştırm ıştır. Buna karşılık daha önceki topluluklar hararetle -
bazı zam anlar oldukça anlam sız bir şekilde- tek n olojik yeniliklere
karşı direndiler ve diğer insani gerekliliklere intibak edip değerleri­
ni ispat edinceye kadar onları ya geciktirdiler ya da tü m ü yle reddet­
tiler.
Bugün von N eu m a n n ’nın tasvir ettiği ‘karşı k on u lm az’ itkinin
g ün ü m ü z bilim sel ve teknolojik dünyasını bilfiil kuşattığından şü p ­
he yoktur. A m erika’lı genetikçi H erm an M üller, von N eu m a n n ’ın
sö zü n ü , kendi argüm anında bilim adam larınca insan n ü fu su n u n
ürem esi üzerinde genetik kontrollerin tesis edilm esi için bir kanıt
olarak kullandı. ‘D âh iler’den alınan d on d u ru lm u ş insan sperm i
bankalarının olasılığı üzerinde konuşurken -nitekim bugün, benzer
hücreler dam ızlık boğalardan da elde edilm ektedir- M üller çocuksu
bir ikazla, “sadece varlıkları, n ih a y etin d e onları kullanm ak için
karşı konulm az bir itki ile sonuçlanacaktır.” Psikologlar bu “karşı
k on u lm az itki”yi birçok şekilde bilirler. N e kadar norm al olursa o l­
sun bir itki aniden kendi ken din e karşı konulm az hale geliyorsa ve
varlık kazanması için ortada hiçbir sebep yoksa, bu, patalojik bir
durum dur ve bilim adam larının bu patalojinin farkına varm am a­
ları, .ki disiplinleri, varsayım sal olarak, irrasyonel neticelere ve hare­
ketlere karşı bir m uhafız görevi görür, bu patalojinin daha ileri bir
kanıtından başka bir şey değildir.
Böyle bir teknolojik zorlayıcılıgı kabul etm eye ilişkin büsbütün
bir saçm alığı -daha doğrusu tehditkâr irrasyonaliteyi- tesis etm en in
basit bir yolu vardır; o da von N eu m a n n ’ın sözünü m antıksal s o ­
nuçlara nakletm ektedir. Eğer insan yeryüzündeki tüm yaşamı yok
etm e g ü cü n e sahip olu rsa, b u n u yapacaktır. M adem ki Birleşik
D evletler ve Sovyet Rusya hüküm etlerinin insan ırkını silip sü p ü r­
m eye yetecek m iktarlarda nükleer, kim yasal ve bakteriyel ajanlar
yarattıklarını biliyoruz, eğer m üfrit ve gayrı insanileştirilm iş tek n o ­
lojik em redicilere teslim olm a uygulam ası, 'karşı konulm az bir b i­
ç im d e ’ so n safhasına varm ışsa, in sa n ın kurtuluşuna dair ne gibi
beklentiler, um utlar, arayışlar olabilir?
Bu gerçekler ışığında, tekniğin m erkezi problem i, yeniden ifade
edilm elidir: Bu problem , kendi tabiatlarını, vücuda getirm iş o ld u k ­
ları güçleri ve m ekanizm aları kontrol edecek ve gerektiğinde b astı­
racak yeterlilikte anlam a yetisine sahip insanlar yaratma p rob lem i­
dir. H içbir otom atik ikaz sistem i, bizim için bu problem i çözem ez.
Fakat, b u baskıcı zorlam aların tem elini keşfetm ek için ilk olarak
en içteki varlığım ızı daha derinden m ütalaa etm eliyiz. K endim ize
sorm alıyız: N ed en her izin, bir zorlam aya dönüşüyor? Güç y ö n e­
lim li top lu m u m u zu n gizli ibaresi, neden “yapmaya m uktedirsin, o
halde yapabilirsin” değil de “yapabilirsin o halde yap m alısın ” dır?
B ilim in vadettigi özgürlük bu mu? Bu bilimse! determ in izm in y ü ­
zeyinin altında kişi daha m eşu m bir özellik keşfeder: Ö znel olarak
k oşullanm ış ilkel bir kadercilik.
Son kuşak b o y u n ca b ilim adam ları ardı ardına, ted irg in bir
şekilde belirttiler -değilse gururlanarak ilan ettiler- ki bilim sel keşif­
ler ve onların teknik uygulam aları, onları özüm seyip değerli h ed ef­
lere yöneltm e yetim izden daha hızlı ilerliyorlardı. Yeterli derecede
d en en m em iş ham bilgiyi anında tatbik etm ek için m esleki zorlam a
o kadar büyüktür ki bu zorlam a hem çevreye hem de tü m organ iz­
malara- sadece insanın kendisine değil- kalıcı zararlar verm ektedir.
Ö znelliği kendi dünya resm inden bertaraf etm eyi m eslek edinm iş
bu m etod olojin in , kendi öznel gururlarını, tahrifatlarını ve fe sa t­
larını kabul etm ek için hiçbir usul ortaya koym adığı artık vuzuha
kavuşturulm alıdır.
Organik ve insani yeteneklerin, onların sistem kontrollü m ek a­
nik m uadillere çevrilm eleri tam am ıyla gerçekleştiğinde insan kendi
fiziksel organlarının dahi tam kullanım ına son verecektir. Birleşik
D evletler’de insanların bacak egzersizi yapm a özgürlüğünü kaybet­
tikleri yerler var: Birçok California varoşunda, polis, tüm gün o r­
tasında yayaları şüpheli şahıslar olarak tutuklam aktadır. Bir sonraki
adım , portatif transistörlü radyosunu açm ak yerine kendi sesiyle
şarkı m ırıld an an ları hapse atm ak olacaktır. B üyük Birader (B ig
Brother) h ükm ünü tesis etm ek için 1984’e kadar beklem edi. Aynı
nişanı taşıyan bir K üçük Kardeşler ordusu, her tarafa sızm ıştı.
Burada, yalnızca bir soru sorm ak istiyorum : Eğer insan hayatı,
tabiatı gereği o kadar değersiz ise kollektif bir m akinanın m alze­
m e si o lm a k la bu hayat h an gi b ü y ü ile ıslah ed ild i? V e b ilim in
yardım ıyla beraber oluşturduğu m u z dünya, tanımı gereği değerleri
tardeden bir dünya ise hangi m antıkla hem b ilim e hem de o to m a s­
y o n a d e ğ erle r tayin e d e b iliy o r u z ? K işi in s a n ın k e n d is in e has
y a şa m ın ın için i b o şa ltırsa , geriy e kalacak tek şey, in sa n ca k o ­
n u şacak olu rsak, b oşluk tu r. M ek an izasyon u ve o to m a sy o n u in ­
sanın ihtiyaçlarıyla ilişkilendirm e soru n u n a rasyonel bir cevap b u ­
labilm em iz için, m ekanik dünya resm inde boş bırakılm ış tüm açık
ö zn el alanları tam am en dold urm am ız gerek.
8
Son aşama: Büyük beyin

T " * UHAR MAKİNASI VE KASLAR her ikisi de iş görm eli-


r ~ ^ d i r ’ ön erm esin in im p lik asyon ların a tam am ıyla aşina
old u k fakat 'hesap makinaları ve beyinler, her ikisi de
düşünm elidir, önerm esinden rahatsızız.” Bu cü m len in yazarı Pro­
fesör J. Z. Y oung’ın açıkça gördüğü gibi bu iki ön erm e arasındaki
farklılık, en az benzerlikleri kadar büyüktür, çünkü bilgisayarlar,
soyut düşünceye ilişkin en güç zahm etli işlerin bir kısm ını in an ıl­
m az bir süratte icra ediyorlarsa da, gerçekte d ü şü n en bir akıl ta­
rafından kendilerine verilen talimatları o tom atik olarak yerine ge­
tirm ekten başka bir şey yapmıyorlar.
D en ey le sabittir ki ağır hareket ed en k ısım lard an m ürekkep
makinalar, eski m od a bir hesap m akinası gibi yalnızca çok iptidai
(elem enter) zihinsel işlemleri yapabilirler. Charles Babbage, ilk defa
gözüpek bir şekilde ‘H esaplam a C ihazı’ nı yapm aya kovulduğunda,
zahm etli astron om ik hesaplar yapm aya m ahkum diğer cihazların
çektikleri yükü hafifletm eyi am açlıyordu. Fakat b u m akinanın ta­
sarlanm ası ve dü zenlenm esi o kadar zor geldi ki orijinal m od el hiç­
bir zam an bitirilem edi. Fakat, bir tesad ü f eseri, bu m odelin saat-içi
m ekanizm aların inceltilm esi ( hassaslaştırılması )için yarattığı talep ­
ler revaçtaki diğer kom pleks makinaları da inşa edebilen yeni bir
m ekanik neslin kabiliyetlerinin gelişm esine yardım cı oldu. D ü şü n ­
cen in bu ilkel şekli, b eyinden bile daha hızlı işlem yapabilen bir
elektronik sistem i gerekli kıldı.
Elektronik bilgisayar, insan beyni m odel alınarak yapıldı; ve b u ­
nun yanında beyin işlem lerini azaltm ası ve basitleştirm esi son u cu
m esajları kaydetm e, çözm e ve terkip etm eyle ilgili organik elektro-
kim yayı daha da aydınlattı ve m adem ki sıradan makinaların d av­
ranışı fiziksel bilim tarafından yeterli bir şekilde tahlil edilebiliyor,
bir bilgisayarın işlevlerinin, yalnızca fizikçilere ve elektronik tek n is­
yenlere değil, beyin fizyologları, dil b ilim ciler ve m antıkçılara da
hitap etm esi çok şaşırtıcı gelm em elidir.
B ilgisayar işlem lerin in , o ana kadar in sa n ın d irek t k o n tro lü
altındaki alanlara doğru yayılm asın ın -b irçoğu top lu m sal açıdan
y ık ıc ı- k o lle k tif so n u ç la r ı ile y e n i m e g a m a k in a y ı in c e le m e y e
b a şla d ığ ım ız zam an ilg ilen ec eğ im , fakat bu rad a m ek an ik saatle
başlayan sürecin sonuçlandırılm asındaki anlık etkisini sadece, in c e ­
lem ek istiyorum . Farkına varılması gereken şey şu ki, bu son şekliy­
le o to m asyon , m ekanik sürecin kendisi ve evvelce bu süreci idare
etm iş insan üzerinde d enetim kurm a ve insanı aktif bir bireyden
p a sif bir bireye dön üştürm e ve n ihayetinde o n u tüm üyle bertaraf
etm e teşebbüsüdür.
Sibernetik ism ine kom pütürleştirilm iş bir yö n vererek k o n tro ­
lü n iş le v in e vu rgu d a b u lu n a n b ilim a d a m ı, D r. N o rb ert YVi-
en er’di; ve büyük olasılıkla, bu icatlar dizisinin ilk gelişim inde O ’n -
dan daha fazla kim senin katkısı olm ad ı. W iener, yeni bilgiyi ö z ü m ­
sem e ve kendi hatalarını ya da başarısızlıklarını düzeltm e (geribes-
iem e) yeteneği dahil olm ak üzere insan zekasına m ahsus bazı ö z e l­
liklerin bilgisayara bahşedilm esine yardım cı old u . Bununla birlikte,
bilgisayarın insan m üdahalesinden b ağım sızlığının yol açacağı so-
runlan O ’ndan daha iyi idrak eden olm adı; yine, otom atik sistem ­
lerin insani tepkileri program layabildikleri sınırlı verilere intibak
eden tepkilerle sınırlam aya hevesli o to k ıa tik zihinlerde bırakacağı
garip çekicilik üzerinde O ’ndan daha çok dü şü n en kim se olm adı.
Başka am aç ve değerlerden, hatıra ve duygulardan yoksun olan tek­
nisyenler, görünüşte insanüstü olan m akinalarında ya da onları ta­
lep ettikleri şeylerde hiçbir insani eksiklik görm ezler.
B una karşılık N orbert W iener, insanın özerkliğine, o n u n ta h ­
m in ed ilm ezlig in e ve ahlâki soru m lu lu ğ a -b u g ü n , o to m a sy o n u n
hakim iyetini genişletm eye çalışan kişilerin, W ien er’in adlandırdığı
şekliyle ‘güç rahipleri’nin, bilinçli olarak bertaraf etm ek istediği n i­
telik lere- saygı g ö sterd i. Bu m esele h ak k ın d a W ie n e r ’den gen iş
alıntılar yapm ak gerekecek.
“A m açlarım ıza ulaşm ak için şayet o n u çalıştırdıktan sonra etkili
bir biçim de m üdahale edem ediğim iz bir işleyişe sahip olan bir m e ­
kanik birim i kullanırsak -çünkü hareket o kadar hızlı ve o kadar
karşı konulm azdır ki hareket tam am lanm adan ö n ce araya girm e­
m iz im kansızdır-, o zam an em in olm alıyız ki m akinada m ü n d em iç
am aç, gerçek ten a rzu la d ığ ım ız ve renkli bir taklit o lm a y a n bir
amaçtır.
“Bireysel b ilim adam ı, sürecin bir parçası olarak çalışm alıdır ki
bu sürecin ancak sınırlı bir kısm ını m ütalaa edebilir. Burada da çift
(d o u b le), bir m a k in a n ın iki parçası ara sın d a k i ile tiş im zo r ve
sınırlıdır. Birey, b ilim in , kendisinin içtenlikle sahip o ld u ğu insani
hedeflere katkıda b u lund uğun a inandığında bile, on u n bu inancı,
kısm en m ü m k ü n olsa da, sürekli bir tetkike ve tekrar değerlendir­
m eye ihtiyaç duyar. Bireysel bilim adamı için, insan ve süreç (işle­
yiş) arasındaki bu irtibatın kısm i değerlendirm esi dahi, tarihe ta-
hayyülcü bir bakışı gerektirir ki bu güçtür, titizlik ister ve buna an ­
cak sınırlı bir şekilde ulaşılabilir. Ve eğer, bilim adam ının dünya ve
k en d im izle ilgili eksik bir bilginin, hiçbir b ilgin in olm am asından
daha iyi olduğuna dair inancını basitçe b enim seyecek olursak, bize
sunulan eylem e yönelik yeni güçleri kullanm ak için ne kadar acele
edersek o kadar iyi olur şeklindeki n a h if faraziyeyi daim a dogrula-
vabiliriz.Yeni usülüm üzün tam ku llan ım ın ın bizleri nereye sevke-
debilecegini incelem ek için, m uhayyilem izin tü m gücünü duraksa­
m adan saıfetm eliyiz.”'
Bilgisayara, soyutlam a yoluyla ne kadar çok işlevin transfer ed i­
lebileceğini keşfetm enin verdiği doğal sevinçte, bilgisayarın gerçek
hayattaki etkisi çoğu zaman aşırı ö n em sen m iş ve rekabetçi avantaj­
lar abartılm ıştır, iki belirgin örnek vereyim . B ethesda’daki Ulusal
T ıp K ütüphanesi, yaklaşık 2.800 bilim sel dergilik bir tıp literatürü­
nü endekslem ek için tasarlanmış bir bilgi taram a servisine (M ED-
LARS) sahiptir. Bu sistem , 1963’ten beri yürürlükteydi ve 1968’in
so n u n d a yarım m ilyon makale yü k lü yd ü . Bilgisayarla yapılan bir
araştırm an ın so n u çla rın ı, k o n v a n siy o n e l bir tarzda yapılanlarla
karşılaştırmak için İngiltere’deki Radcliffe Bilim Kütüphanesi m e­
m urlarından iki kişi, MEDLARS’ın kayıtlarıyla aynı periyodu kap­
sayan aynı konuyla ilgili referansların bir listesini biraraya getirdi­
ler. M EDLARS’taki ilgili dokuz referans, K ütüphane M emurlarınca
keşfedilm elerine rağm en, dahil edilm eyen ilgili üç referansı bulup
çıkardılar. Aynı hızlılık, düşük bedel ve nitelikler değer zem inleri
ü zerinde insani birim lerin, o to m a sy o n a tercih edilebilir oldukları
görüldü.
Fakat çok daha dramatik bir örnek, A p ollo 11 Ay istasyonunda
görüldü. Aya inerken, kritik bir anda astronotların bilgisayarı, veri- ’
leri alam adığını tekrar tekrar bildirdi; in san i terim lerle panikledi;
b öylece yer kontrol memurları bir an görevi iptal etm e noktasına
geldiler. Bereket ki radikal bir karar aldılar ve bilgisayarları kapatıp,
astronotların, aya inişin son aşam alarını tek başlarına idare etm ele­
rine izin verdiler.
Bilgisayarın, yaşam ehliyeti ve uyarlanabilirliği sorgulanm alıdır.
Bilgisayarın tedbirli kullanım ı, kullanıcılarının kelim enin tam an-
“Som e M oral and Technical C onseıuences o f A u to m atio n ” (O tom asyonun
Bazı Ahlaki ve Teknik Sonuçları) ‘Science’da, 6 Mayıs 1960
lam ıyla soğukkanlılıklarını m uhafaza etm elerin e, program lam ayı
iyice tetkik etm en in yanında, nihai karar hakkını kendilerinde saklı
tutm alarına bağlıdır. Hiçbir otom atik sistem , o tom aton lar tarafın­
dan -ya da insani sezgiyi, insani özerkliği, insani am acı iddia etm eyi
göze alam ayan kim seler tarafından- zekice işletilem ez.
Tuhaftır, W ein er’in otom atizm le ilgili kaygıları, aynı nedenlere
dayanarak Ö zg ü rlü k Ü zerine D e n e m e sin d e (Essay on Liberty) John
Stuart M ili tarafından tahm in edilm işti. “Varsayalım ki” diyordu
M ili, “evler inşa etm ek, hububat yetiştirm ek, savaşlar yapm ak ve
hatta kiliseler yükseltm ek ve dualar yapmak makinalarla -insan su ­
retindeki otom aton larla- m üm kündür, bu o to m a to n la n halihazır­
daki ortam da dünyanın daha uygar kısımlarındaki erkek ve kadın­
larla ve doğanın üretebileceği ve de üreteceği açlıktan kırılan türler­
le değiştirm ek, dikkate değer bir kayıp olacaktır.”
M ill’in bu erken anda farkına vardığı ve YVeiner’in sonraları
vurguladığı şey şu ki, herhangi bir topluluktaki insani potan siyelle­
rin toplam ı, kapalı bir sistem d e -ki tüm otom atik sistem ler kapalı
ve sınırlıdırlar.- tesis edilecek sınırlı sayıdaki potansiyellerden s o n ­
suz derecede daha zengindir. Sırf yapısı gereği hiç bir bilgisayar, ha­
yat tecrübesi ve d en en m iş bilgi bakım ından büyük bir şehir kadar
zengin olam az.
Açıktır ki bilgisayarlar, program larının d ü zen len m esin d e henüz
taslağı çıkartılm am ış yeni sem b oller icat edem ezler yahut yeni fi­
kirler tasarlayam azlar. Bu katı sınırlar d a h ilin d e bir bilgisayar,
mantıksal işlem leri zekice yerine getirebilir ve hatta gelişigüzel fak­
törleri içeren verili bir program da ‘yaratma’yı taklit edebilir, fakat
hiçbir zam an, kendisine verilenden farklı bir d ü zen lem e şekli hayal
ed em ez. Bir d ild en başka bir d ile çeviri -bir za m a n , bilgisayara
um utluca tahsis edilm iş bir işlev- sorunuyla karşılaştığında seçm e­
leri saçm alaşır ve bir beynin dum ura uğraması olayında old u ğu g i­
bi anlam ları tırmalaşır.
Buna karşılık insan, olu şu m u gereği, başka bir açık sistem e, ya­
ni tabiata, tepki gösteren açık bir sistem dir. H erhangi bir sistem in
ancak b ölün em eyen (infinitesim al) bir parçası insan tarafından y o ­
rum lanabilir yahut kontrol altına getirilebilir ve buna binaen b ilgi­
sayarın m ıntıkasına ancak çok küçük bir oran düşer. H erhangi bir
anda, özn el kökenin yeni ve beklenm edik faktörleri, bilgisayarın en
güvenilir tahm inlerini altüst edebilir yahut yanlışlayabilir -ki seçim
ta h m in le r in d e y a n lışla m a olayı b ird en fazla vu k u b u lm u ştu r -,
İnsanın, kendi kanunları ve âdetleri, ideolojileri ve ahlaki kodlan
vasıtasıyla m eydana getirdiği böyle bir d ü zen - her ne kadar zayıfsa
da- değerini ispat etm iştir, çünkü her iki organik sistem i, insanın
birleşm e (entegrasyon) yeteneğinin saldırgan nicelik üretim leriyle
ya da ilgisiz yeniliklerle tüm den tahrip ed ilm esin e izin verm eksizin,
açık tutm aya yardım cı olm aktadır.
Şu halde artık açıkça görülm elidir ki bir bilgisayar-egem en to p ­
lum için beslenen m üfrit um utların çoğu , ‘parasal haz’ m erkezin ­
den sudur eden öznel çıkışlardır. İşçinin tü m d en bertaraf edilm esi
u m u tların ın bile, bir dereceye kadar ham oldukları görülm üştür.
Ç ünkü k ad im bir zen aatten ihraç edilen yah u t ü retim hattından
atılan her el işçisinin yerine vücuda gelen gen iş sibernetik sahte -
organ izm ayı b esleyeb ilecek ve on a bakacak bürokratik bir yedek
gerekecektir: D oğrudan doğruya üretim nok tasın d a olniasa bile, iş
ortaklıkları ve h ü k ü m et bakanlıklarında, ü n iversite ve araştırm a
enstitülerinde, hem zihinsel hem de bedensel kontrol tarzlarıyla il­
gilen en san atoryu m ve hastanelerde. M ü m k ü n ola n en verim siz
çalışm a form u olan ‘m asa işi, (paper w ork) sıçram a ve sekm elerle
artmıştır; ve duyarlı ve sorum lu zekanın dejenerasyonu burada da
apaçıktır. O to m a sy o n u n insanın özgü rlü ğü için herhangi bir g a ­
ranti verdiği kanaati keşkeli dü şü n m enin bir parçasıdır.
Şu h ald e, o to m a sy o n u n en teh lik eli so n u c u , k en d isin in son
ürü n ü n ün O tom at ya da D üzenlem e İnsan olm asıdır: Bir insan ki
tüm em irlerlerini sistem den alır ve bilim adam ı, m ü h en d is, uzm an,
idareci ve nihayet tüketici ve özne olarak daha m akul, daha canlı ve
daha amaçlı bir yaşam tarzı yaratmak için sistem den ayrılmayı ak-
letm ez.
O tom atize teslim iyetin ne kadar derinden kök saldığı, D en n is
G abor’un bana naklettiği üzücü bir hikâyede ortaya çıkar. L o n d ­
ra’daki Imperial C ollege o f T ech n ology’de M ühendislik Profesörü
olan G obar, b ilim -y ö n e lim li tek n o lo jin in en ileri dalların d a u z ­
m andır. .
“Sana üç vıl ön ce beslediğim büyük bir um uttan b ahsettiğim i
zannetm iyorum . IBM -France’ın dikkate değer bir den ey yaptığını
duym uştum . C o ıb eil-E sso n n es’teki büyük fabrikalarında, iş b ö lü ­
m üne son verm işlerdi. Bir teknisyen, yüzlerce aleti kullanarak bir
bilgisayarın büyükçe bir parçasını tam am lıyor, kendisi test ediyor
ve on u , bir sanatçı gibi im zalıyordu! B unun üzerine, IBM -France’a
hararetli bir m ektup yazdım ve kendilerini ziyaret etm ek istediğim i
belirttim . C evaben üzücü bir m ektup aldım . ‘D urum şim diye kadar
gerçekten böyle id i- fakat fabrikam ız tam otom atikleştirilecektir!”
Belli ki IBM’in insan zekasını arttırmak ya da bir zam anlar yüksek
zenaat kollarında geliştirilen yaşam standartını m akina işçilerin e
geri verm ek gibi bir sorunu yoktu.
Bu hikâye anlatm aya çalıştığım şeyi özetler. O tom asyon süreci,
kendi süreçlerinin sonuçlarını, her türlü hayati insani-hedeflerden
ayrı arkaik güç, prestij, zenginlik, verim lilik ve kâr kriteri dışında
başka bir kriterle değerlendirm e selahiyetini kaybetm iş tutsak b e ­
yinler üretm iştir: G üç Beşgeni. Sahip olduğu m antık gereği, o to ­
m asyon, kendisini her türlü doğal süreç ve nihayet her türlü orga­
nik işlev ve insani am aç üzerinde tam bir kontrol sistem i kurm aya
adamıştır. T u h af gelm ese gerek, bu m edeniyetin tam kontrol ilk e­
sinden kurtulan tek parçası oto m a sy o n u n kendisidir! Bu kollektif
hizm etkârlık şeklinin en ileriye taşındığı ülke, A BD, kendisinin b il­
gi -m an ip ü latörlerin in (halkla ilişkiler uzm anları) tavsiyesiyle bu
sistem e ‘Serbest T eşeb b ü s’ dem eyi kararlaştırmıştır.
Fakat, otom atik sürecin kâm il bir uysal ve itaatkâr insan o to -
m atonları ırkı yaratm a eşiğine geldiği bu nihai noktada, yaşam g ü ç­
leri, k en d ilerin e bırakılan yegan e form da -o rg a n izm a n ın birincil
enerjilerinin olu m lan m ası- bazen gizli bazen açık, kendilerini y en i­
den ifade etm eye başlam ışlardır. Bugün, tarihsel kayıtlarda görüle­
b ilen h e r h a n g i b ir te p k id e n d ah a k o rk u n ç bir te p k i ile karşı
karşıvavız. Uygarlığın bu tepkisi, kısm en daha çobansı (b u colic) bir
yalınlığa çoklukla da en ilkel insani sezgiler için daha önceki bir ha­
le istekli bir d önüştür ki, bunu Shakespeare, C aliban, Freud ise in ­
san kişiliğinin birincil alt-katm anı, İd şeklinde tanım lam ıştır.
O tom aton , tek başına doğm ad ı. G ördüğüm üz gibi oto m a to n u n
eşliğinde ikiz, koyu gölgeli bir ben vardı: Uysal değil cedelci, orga­
nizeli ya da k on trollü değil düzensiz; h ep sin in ö te sin d e hırçınca
yıkıcı ve hatta yaşam ın lanetlenm iş güçlerini delice hareketlerle ta­
lep eden insan katili bir ben. Ortaya çıkan insan figüründe, alt-ego
ve id, b eyn in o to r ite sin i azaltan ve refleksleri ve kör içgü d ü leri
devreye sokan ters bir hiyerarşide sü p eıeg o gibi işlem e tehdidinde
bulunm aktadırlar. Bu yıkıcı sü p eregon u n am acı, in san ın yüksek
vasıflarını tahrip etm ektir. Oysa ki insanın sevgi, yardım laşm a, ras­
yonellik, hayal etm e ve yapıcılık istidatları yaşam ın tü m p otan siyel­
lerini gen işletm işlerd ir. T abiata b oyu n eğdirm e ve insan ın kendi
işlevlerini, k ollek tif bir biçim d e değiştirm e ile ilgili bütün kavram ­
lar bu tehditkâr yok etm eler ve yıkım ların ışığı altında son bir kez
değerlendirilm elidirler.
9
Meçhule doğru

T O M A SY O N U N T Ü M İNJPLİKASYONLARINI a n la m a
şerefi, çağdaş bir bilim adam ı ya da teknisyene değil, fakat
V ictoryen hicivci Sam uel Butler’e aittir - “G ulliver'in M a ­
c e r a la r ın d a kendisinin Laputa tasvirinde g ü n ü m ü z to p lu m u n u n
birçok absürd lükleıini ve apaçık saçm alıklarını tahm in etm iş Jo-
nethan Svvift’in gerçek bir halefi.
B utler’in Yeni Z elanda, C hristch u rch ’deki The Press’e yazdığı
orijinal m ek tu p l8 6 3 ’te yayınlandı ve sonraları N o tla rın d a yer aldı.
Z am anını D arw in’in son çalışm ası, Türlerin K ökeni Ü zerine (O n
tlıe O rigin o f Species) üzerinde d ü şünm ekle geçiren -bugün d o k to ­
rasının başında h içk im sen in cüret edem eyeceği bir b içim d e daha
ileri son u çlar çıkarm aya kalkışan g en ç bir k oyun çob an ı olarak
Butler, toplum da faal, bir şekilde iş başında olan güçleri, m uhtem el
geleceklerine kadar hassas bir biçim d e inceledi. Butler, Darwin te ­
orisinin doğru olm ası halinde, bun u n keyfi bir şekilde insanın fi­
ziksel evrim inde birdenbire duram ayacağını ya da bu sürecin b u ­
gü n ta m am lan d ığı h ü k m ü n e varılam ayacağın ı açıkça g ören ilk
kişiydi. Birçok çağdaşı gibi o da in an ıyord u ki “b u günkü neslin ,
gü n d elik olarak her türlü tertibatta vuku bulan hayranlık verici
ilerlem elerden daha adilce gurur duyduğu çok az şey vardır." Fakat
kendisini sorm aktan alam adı, “...bu güçlü akım ın son u (h edefi) ne
olacaktır?” Cevabı şu şekildeydi: M adem ki nebat krallığı m in eral­
lerden gelişm iş ve hayvanat, nebatatı takip etm iştir, o halde şim di,
“bu son birkaç yüzyıl içinde, tüm üyle yeni bir krallık, neşet etm iştir
ki b u n u n hakkında şim d iye kadar g ö reb ild iğ im iz tek şey birgün
ırkın tufan öncesi prototipleri olarak düşünülecek hususlardır.” -
yani m ekanik krallık. M akinaların fiziksel organ izasyon u n u n gü ­
zelliğini ve hassaslığını günd elik olarak arttırmak suretiyle, insan
kendi varislerini yaratıyordu, “onlara daha büyük bir güç veriyor
ve tü m dahiyane tertibat türlerine, onlar için insan ırkı için zeka
neyse o olacak bu kendi kendini düzenleyici ve kendi kendine hare­
ket edici gücü a ızed iyor. Çağlar sonrasında, k endim izi, aşağı ırk
olarak göreceğiz.”
Yaşam ın bu şekilde m ekanik organizasyonlara devredilm esi, in ­
sanın en ciddi zorluğunu bertaraf edecekti: Kendi kendini k on tro­
lün ahlâki niteliği bakım ından m akinalar o kadar üstün durum da
olacaklardır ki insan “onlara en iyi ve en erdem li insanın hedeflem e
cü retini gösterm ediği her şeyin kem al zirvesi gözüyle bakacaktır.
H içbir ihtiras, hiçbir kıskançlık, hiçbir tam ah, hiçbir kirli arzu, bu
m u h teşem yaratıkların berrak kudretini rahatsız etm eyecektir. G ü ­
nahın, utancın ve azabın onlarda yeri olm ayacaktır. ‘D uygu’ ister­
lerse işleri ve ilgileri onların hiçbir şey istem ediklerini görm ek olan
sabırlı kölelerce kendilerine m ukayyet olunacaktır.” Butler, N o r ­
bert VVeiner’den de ö n ce, en azından uzak bir beklenti olarak bir
m akinanın başka bir m akinayı doğurabileceğini kabul etti.
“M akinalar”diyord u B utler, “g ü n d en gü n e b izim ü zerim izd e
zem in kazanıyorlar, günden güne onlara daha fazla tabi oluyoruz;
onlara birer köle gibi m eyleden insanların sayısı arttı; daha fazla in ­
san, tüm yaşam enerjsini m ekanik yaşam ın gelişim in e adıyor. S o­
nuç, basit olarak bir zaman sorunudur, fakat bu zam an, makinalar
d ünya üzerinde gerçek üstünlüğü ele geçirdiklerinde ve dünyanın
sakinleri gerçek bir felsefi zihniyete sahip hiç kim senin bir an olsun
sorgulayam adıgı kişiler olduklarında gelecektir.”
Bugünkü çağda bilfiil m eydana gelen şeyleri tam ıtam ına ö n c e ­
den gören Butler, abes bir çare ileri sürerek kendi m antığına karşı
hareket etti. “D erhal (makinalara) karşı ölü m ü n e savaş ilan ed ilm e­
lid ir.... gelin insan ırkının asıl d u ru m u n a geri d ö n elim . Eger in ­
sanın halihazırdaki konum uyla b u n u n m üm kün olm adığı ileri sü ­
rülecek olursa, bu , hem en, ziyanın zaten yap ıld ığın ı, hizm etkâr­
lığ ım ızın sam im ice başladığını, im h a etm esi g ü cü m ü zü aşan bir
insan ırkı yetiştirdiğim izi ve yanlızca köleleşm ekle kalm ayıp esare­
tim izde m utlak bir uysallık içinde b u lu n d u ğu m u zu ispatlar.”
Butler, kendi sezgilerinden korkm uş gibi gözüküyor: O kadar ki
top lu o tom asyon u n savunucularını birleştirm ek suretiyle alelacele
güvenlik peşine düştü. Avnı gazeteye yazdığı ikinci m ektupta B ut­
ler, olayı, en ilkel ‘el-baltasf ndan en organize otom atik makinaya
kadar tüm teknik gelişm eye teşm il etti. M akinanın insanın organik
özellik lerin in bir genişlem esi, bed en sel istidatlarının daha bir ge­
lişm işi old uğu na, m akinanın bu istidatları genişletip yeni nitelikler
eklediğine -m üzik aletlerinin insan sesinin m en zilin i ve niteliğinin
g en işlettik leri g ib i- işaret etti. M akinalar uysal köleler oldukları
m ü d d etçe, kişinin parmaklan kadar m asum ve yararlıdırlar.
Fakat, m akinayı insanın yeteneklerini genişletm ek için kullan­
m akla o n u in san ın işlevleri daraltm ak, bertaraf etm ek ya da d e ­
ğiştirm ek için kullanm ak arasında bir fark vardır. İlkinde insan,
otoriteyi kendi adına kullanır; İkincisinde, m akina idareyi eline alır
ve insan bir fazlalık haline gelir. Bu, B utler’in bir m akina katliamını
tek lif ettiği zam an anlamsızca kaçındığı problem e geri getirdi: in ­
san k ontrolünü kendi yaratıkları üzerinde yen id en ikam e etm ek ve
sağlam laştırm ak için ne tür değişikliklerin zoru n lu olduğu sorunu.
Butler, kendisinin karmakarışık hicvi ‘Ere\vhon’da bu problem e
d ö n d ü ğ ü n d e, m izahsal bir uzlaşm aya sığ ın d ı. Keyfi bir tarih ten
sonra icat edilen m akinaların imhası ve gelecek tü m icat girişim le­
rinin ağır bir şekilde cezalandırılm ası şartıyla geleneksel m akina-
lar n birtakım tem el teçhizatına izin veriyordu. Bu, gerçek prob-
leı den -bir d eğerlendirm e, seçm e ve kontrol y ö n tem i tesis etm e
soı ın u n d a n - kaypakça bir kaçıştı. Yine de B utler’in anlayışı, in ­
sanın bugün bilfiil karşı karşıya bulunduğu güçlüklere dair birçok
çağdaşım ızdan daha tam bir kavrayış sergiledi, çünkü gerek bilim
gerekse teknikteki ‘ileri’ düşüncenin geniş bir kısm ı, bugün, bu sü ­
recin b ilin m ez bir şekilde devam etm esi halinde insanın yaşam ın ­
dan geriye ne kalacağını düşünm eksizin m akinaya daha fazla insani
bileşenler yüklem eye yöneliktir.
Bu teknolojik ob sesyonu görm ek, toplu m ekanizasyonun in sa ­
na değil, fakat E rsatz sevgi objelerine d ön ü şen ve en kısa zam anda
feti: olm aktan ilah olm aya geçecek olan m akinaya yaradığına işaret
etm ek B utler’in faziletiydi. Butler, m ekanizasvon program ının in ­
sanı daha güçlü ve zeki yapm aya değil fakat o n u tü m d en lü zu m su z
-ın ak in an ın ihtiyaçlarına uyum sağlam ası için en gin organik p o ­
tan siyelleri izale ed ilecek bir m akina ak sesu arı- k ılm aya h izm et
edeceğini gördü.
Butler, bu çıkm az sokağın sonundaki b oş duvarı ö n ced en g ö r­
dü. “Â detlerin gü cü m üth iştir, değişim ö y lesin e ted ricen g erçek ­
leşecektir ki k end isin e bağlı olan her ne ise hiçbir zam an kabaca
şoka sokulm ayacaktır. Esaretim iz, sessizce ve h issed ilm ey en yak ­
laşmalarla bizden çalacaktır. N e ki insan ve m akinalar arasında ara­
larında, bir çarpışm aya yol açacak kadar katı bir istek çatışm ası h iç­
bir za m an o lm a y a ca k tır.” B utler, daha son rak i fa n tezisi ‘E rew -
h o n ’nun, bir başka pasajında daha sağlam gözlem lerde b u lu n u yor­
du. “ İnsanın zihinsel ya da fiziksel güçlerinde, m akinalar için saklı
tu tu ld u ğu görülen çok daha büyük gelişm eyi d engeleyecek m ü te­
kabil herhangi bir ilerlem eyi hesaplayanlayız. Bazıları, insanın ahlâ­
kî etk isin in onları y ö n etm ey e yeteceğini söyleyebilirler; fakat bir
m akinanın ahlâki duyarlılığına bel bağlam anın güvenilir olacağını
hiç zannetm iyorum .”
Bu pasaj hicivci örgüsünden çıkarıldığında, bugün karşı karşıya
old u ğu m u z olayların, kuram ların ve ruh halinin tahm ini b ak ım ın ­
dan bundan daha gerçekçi bir tasvir olabilir mi? Fakat ne fizik k i­
taplarında, ne de tek n o lo jik gelec ek le ilgili m od a h a lin e g elm iş
standart tahm inlerde bu ihtim allere rastlanır. Zira Butler, d ö n e m i­
n in akla yatkın , e lle tu tu lu r icat ve k eşifleriy le ilg ile n m iy o r d u
yalnızca daha derin ve evrensel bir değişim in olasılığına ö n em veri­
yordu: İnsan organizm asını, on u yaşam taklitçisi k ollektif bir m aki-
na olarak yeniden tesis etm ek için uzuvlarına ayıracak bir değişim .
VIII
‘BİLİM KURGU’ OLARAK İLERLEME
1
ilerlemenin çarkları

NALTINCI YÜZYILDAN SONRA süratli bir şekilde biriken


b ilim sel keşiflerin ve teknik icatların arkasında, bunlara
eşlik eden k ozm ik ve m ekanik dünya resm inin daim i etki­
sinin olduğu kabul edilm elidir. Teknik icatların kendileri yen iyd i-
lerse de, onların ardındaki niyet Pramid Çağı’ndan bu yana bulanık
bir form da varlığını sürdürm üştü. Ve tabiri caizse fiile geçm ek için
sadece G üneş T anrısı’nın reenkarnasyonunu bekliyordu.
“D ah a ön cek i tü m çalışm aların tem el h issi, d iyord u Flinders
Petrie, “tabiatla rekabettir” ve bu rekabet hissi tabiatı fethetm e ve
tüm tezahürlerini kelim enin tam anlam ıyla tabiatın üstüne çıkm ak
için kontrol etm ek arzusu, m odern insanın ayırdedici noktaların­
dan b ir i o lm u ş tu r . B u n o k ta d a , P e tr a r c h ’ın V e n to u x D a ğ ı’nı
tırm anm anın kendisinden başka hiçbir am aç taşım aksızın -b o şlu ­
ğu fethetm e, yeryüzünün üstüne çıkm a- tırm anm a başarısı, b u yeni
çağın habercisi olarak düşünülm elidir. Petrarch’m tutkusu bugün,
ayda yürüyüş ile zirveye çıkm ıştır.
O nsekizinci yüzyılla birlikte, tekniğin kendisi daha geniş bir yer
kaplam aya başladıkça, bir değerler değişikliği kendisini fazlaca h is­
settirm eden vuku buld u. Eğer tekniğin hedefi, insanın durum unu
iyileştirm ek idiyse insanın hedefi kendisini tek n olojin in iyileştiril­
m esin e daha sık bir şekilde hasretmekti. M ekanik ilerlem e ve insani
ilerlem e bir sayıldı; her ikisi de teorik olarak sınırsızdılar.
T ek n ik ile r le m e fik rin in o n d o k u z u n c u y ü zy ıl b o y u n c a , bir
y a rı-d in i inanç olarak böylesi bir şu m ü llü g e nasıl u laştığın ı a n ­
lam ak için kişi bu d ü şüncenin tarihini in celem elid ir. Her yüksek
k ü ltü rd e, tek nik ilerlem elerin ap açık g ö rü le b ild iğ i d evreler o l ­
m uştur. Bronz aletlerin silahların yerini dem irden yapılanların al­
m ası ya da y ed in ci yüzyıl Y u n a n ista n ’ın ın kaba ahşap ta p ın a k ­
larının beşinci yüzyılın hüner dolu m erm er form lara d ön ü ştü rü l­
m esi gibi -bunlar devasa taş b lok ların ın k esim in d e, nak lin de ve
yükseltilm elerinde ulaşılan korkunç m üh en d islik yeteneği sayesin­
de m ü m k ü n hale geldiler. Fakat bu ilerlem eler, taklidi teşvik edecek
kadar çarpıcı olm alarına rağm en, kaçınılm az olduklarına dair her­
hangi bir hissi uyandırm adılaıvne ki başka alanlarda uzun bir iler­
lem eler dizisini de ö n görm ediler. Gariptir, insani m ükem m elliği
arayanlar, bun u n hâlâ daha önceki bir çağda aramaya eğilim lidir­
ler: K aybedilm iş bir yalınlığı, ancak daha sonra b o zu lm u ş bir in ­
saniyeti tekrar ele geçirm eye çalıştılar. Tarihsel m isyonlarına dair
g ü çlü bir hassaya sahip Yahudiler bile, M usa’ya d ö n m en in yeni bir
M esih ’e doğru ilerlem eden daha kolay o ld u ğu n u gördüler.
En erkeıi ilerlem e fikri belki de, ilahi hedefler için b en -m ü k em -
m elleşm esi n osyonun a sahip H ristiyanlıkta saklıydı; ve bun u n ideal
s o n u c u A ltın Ç ağ’a y e n id e n d ö n m e d e ğ ilse d e , C e n n e t’te eşit
d e re c ed e sta tik bir g eleceğe in tik al o lm a k tı- b ü tü n to p lu lu ğ u n
yaşam ayacağı bir gelecek, çünkü bu gelecek, günahkârın C eh en -
n e m ’de aynı şekilde uzun, fakat acılı bir ikam et m ü d d etin i de ihtiva
e d iy o r d u . T u v e s o n ’u n iş a r e t e t t iğ i g ib i ile r le m e n o s y o n u ,
g ü n ü m üzd eki ‘m illen n iu m ’ (bin -yıl) inancında da köklü bir b içim ­
de yer etti.
Bu d ü şü n ce 1969 gibi erken devrede, o r to d o k s bir ilahiyatçı
olan John Edwars tarafından ifade edildi. Ö nerm esindeki ilginç şey
şu ki tabiat ve ‘m ekanik’ felsefesindeki ilerlem enin, ilahi B ilgi’deki
ilerlem elerle eşleştiklerini hissetti ki böylece fiziksel tabiat ve insani
tabiat kendiliğinden tekrar yenileceklerdi. Sonuç: “erdem liler tabiat
felsefesini pekiştirecekler, toprak asli verim liliği tekrar kazanacak
ve yaşam d a h a ra h a t o la c a k tır . Ü to p y a c ı d ü n y a n ın v â r isle r i,
y etişm iş azizler d eğil, fakat sad ece refah ve zen g in lik olacak tır.”
ilerlem enin odağındaki fikirlerin bir çoğunun -bilim , uzm anlaşm ış
kabiliyet, rahat ahlaki yü k seliş, ütop ya, g elecek - b ö y lesin e ihata
edildiği başka bir cüm le bulm ak çok güçtür. Kısacası, C ennet e n in ­
de sonunda arza inecektir ve bunu "mekanik felsefe” ihdas ed ecek ­
tir.
Birkaç nesil sonra, “ilerlem e fikri” en geniş form unda T urgot ve
Edward G ibbon tarafından beyan edildi. XVI. Louis devrinde bir
Devlet Bakam olan T urgot -old u k ça dengeli zihin- ilerlem eyi, tek­
nolojinin basit bir yan ürünü olarak değil, fakat insan dehasının bir
sonucu olarak telakki etti. B ilim e hayran olm asına ve tüm hakikat­
lerin soyut m atem atik form da ifade edilecekleri bir zam anı ö n g ö r­
m esine rağm en ilerlem e olanağını, insanın içinden gelen icat yap­
m a, y enilik yaratm a eğ ilim in e ve b u n u n la karşılıklı etk ileşen ve
aynı şek ild e g ö z le m le n e b ile n b aşk a bir e ğ ilim e , y e n ilik le r i ve
reform ları bastırm a eğ ilim in e bağladı. Bu noktada, ilerlem e fik ­
rinin daha az ehliyetli bir versiyonu için Gibbori’a başvurabiliriz.
R o m a im p a r a to r lu ’ğ u n u n G erilem esi ve D ü şü şü 'n ü n (T h e D écliné
a n d Fail o f th e R o m a n E m pire) G irişi’nde şöyle der:
“D ün yan ın her çağı, gerçek zen g in liğ i, m u tlu lu ğ u , bilgiyi ve
belki de insan ırkının erdem ini arttırmıştır ve hâlâ arttırm aktadır.”
İlerlem enin aralıksız, direngen ve adeta kaçırılm az b irikim ine
dair bu resim , ‘A yd ın lan m a’ d ü şü n ü rlerin in cesur iyim serliğin in
y a n ın d a in sa n ta r ih in d e k i y er le r iy le ilgili k en d i k e n d in i ö v e n
kanaatlerini de aksetti; çünkü V oltaire’den bu yana bu akım ın ö n ­
cüleri -fakat T urgot bun u n dışında tutulm alıdır!-, geçm iş kültür­
lerin, bilhassa ortaçağ k ü ltü rü n ü n ü n , kör istid a tla rın ın , sersem -
letici cehaletin, ruhbansal baskıların ve m erham etsiz tiranların kur­
banları o ld u k la rın a in a n d ıla r. G eçm işin d evasa fikirleri ve u y ­
gulamaları bir kez im ha edildikten sonra- özellikle G otik m im ariye
düşm andılar!- tü m insanlar insan tabiatının iyiliğin e m utabık bir
tarzda yalnızca akıl tarafından sürülüp idare edileceklerdi. Fakat,
G ibbon’un m üşahedesi sağlam bir şekilde tesis edildiyse, o zam an
in sa n ın ile r le m e si h içb ir zam an k e sin tiy e u ğ r a m a m ış, eşy an ın
tabiatına tem inat altına alınm ış dem ekti. Sonradan gelen her nesil,
önceki tüm kazanım ların (başarıların) üstüne çıkm ıştı.
İ le r le m e d o k t i r in i n e d o ğ r u b ir ih t id a , h ız lı b ir ş e k ild e
başlam ıştı. O n sek izin ci yü zyılın başında, D ük S a in t-S im o n k e n ­
d isin in gü zid e çağdaşı M arshal de C atinanat’ın k ötü bir şeylerin
o la c a ğ ın a d a ir h is le r i n i ş ö y le ta s v ir e d iy o r d u : “ Z a m a n ın
yanlışlıklarından dolaya kederlendi ki her bir yanlışın son su z bir sil­
sile halinde biribirini takip ettiğini gördü: bilinçli olarak gayretten
d ü şü rm e, lüks yaşam ın y a y ılm a sı.... ahvalin (d ev ra n ın ) a la m et­
lerine bakarken, D evlet’in yaklaşan y ık ım ın ın her öğesin i k eşfet­
tiğini d ü şü n d ü .” S ain t-S im on’ın kısa bir zam an ön ce, bir onaltıncı
yüzyıl gözlem cisi, Louis Le Roy, her büyük m ed en iy etin belli bir
noktaya ulaştıktan sonra gerilediğine dikkat çekti.
M arshal de C atinant’a m eşu m bir önsezi olarak gelen şey, o n ­
sekizinci yüzyılın ilerlem eci beyinleri için m u tlu lu k verici bir vaatti.
İle r le m ey i, bir kenara a tıla b ile c e k m o d a sı g e ç m iş k u ru m la rın
sayısıyla ölçtüler. Eğer ilerlem e, zam an içinde doğrusal (lineer) bir
hareket olarak d ü şü n ü lecek se, o zam an iki y ö n d e ele alınabilir:
İstenilen bir hedefe daha da yakınlaşm ak ya da başlangıç n ok tasın ­
dan g ittik çe u zak laşm ak , iler le m e taraftarları, b a sit bir şek ild e
kötülüklerin (şerrin) geçm işe ait olduğuna ve geçm işten m ü m k ü n
olduğunca süratli bir b içim d e kopm a halinde daha iyi bir geleceğin
sağlanabileceğine inandılar.
Bu öğretide, taşıdığı köklü yanlışlıkları daha da. tehlikeli kılacak
kadar doğru luk alam etleri vardı. Tekrar vu rgu lam am gerekirse,
yaklaşık beş bin yıldır tüm m edeniyetler daha önceki güç siste m ­
lerine eşlik etm iş hastalıklı kurum lan beraberlerinde getirm işlerdi:
İnsanın kurban edilm esi, savaş, kölelik, m ecburi çalışm a, zenginlik
ve im tiyazda keyfi eşitsizlikler. Fakat bu kötülüklerle birlikte, d ik ­
kate değer bir ürünler birikim i de gelm işti ki bunların k orunum u
ve aktarımı insanın kendi hüm an izasyon u ve ıslahı için vacipti.
Bir asır sonra, g ö zlem len eb ilir organik süreçlere -çü rü m e ve
im ha, boşluklar ve kırılmalar, kesintiler ve geriye d ön m eler- hiçbir
ruhsat tanım ayan sürekli ve k açın ılm a z ilerlem eye dair teh lik eli
faraziye, aldatıcı bir güvenle m eşhur Fransız filozofu V ictor C oisin
tarafından dile getirilecekti: “Baylar, d ü şü n ü n bir kere, hiçbir şey
geriye d ön m em ekte, herşey ileriye doğru hareket etm ekte.” Bugün
aynı ilkeye binaen, ilerlem enin çağdaş kahinleri, fiziksel bakım dan
yık ıcı bom b alarıyla, sin ir siste m in d e yarattığı şid d etli tesiriy le,
havayı kirletm esiyle, neticesinde iklim i bozm asıyla sesten hızlı dü z­
le m i, u laşım ın ile r le m e sin e k a çın ılm a z bir katkı olarak sela m -
lam ışlardır; buna rağm en askeri saldırı dışında, g eçm işte o ld u ğu
gibi daha rahat ve güven lik için d e yerine getirilem eyecek tek bir
işlevi gösterm ekten acizdirler.
Şu halde G ibb on’un önerm esin in en garip tarafı, tam da zıt bir
süreci hem de ayrıntılı bir şekilde gözler ö n ü n e seren bir kitabın
başında yer alm asıdır. G ib b on ’un büyük tarihsel araştırm asının ifşa
ettiği şey, R om a m edeniyetini bir çok alanda, özellikle m ü h en d is­
lik, şehir inşacılıgı ve kam u hukukunda öylesine yüksek bir seviye
çıkartan başlıca enerji akışının nasıl geriye d ön d ü ğü yd ü ; büyük
R om a im p eriu m u b o y u n ca ‘ilerlem e çarkları’ nın nasıl k ad em e
k ad em e durm a n ok tasın a geld iğ iy d i. Ö n em li b ilg in in nasıl kay­
bedildiği, teknik verim liliğin nasıl düştüğü ve bir zamanlar oldukça
disiplinli olan silahlı güçlerin nasıl da tamahkâr ve uçarı serseriler
haline geldiğiydi. Son olarak G ib b on ’un kanıtı, bir geri çekilm eler
ve yenilgiler dizisinde R om a’nın bir zam anların kullanılabilir ürü n ­
lerin in nasıl k ö tü lü k lere d ö n ü ştü ğ ü n ü gösterd i. D iğer taraftan,
R om a’nın feth etm ek ten (ü ste sin d e n g elm ek ten ) gurur d u y d u ğ u
sefalet, güvensizlik ve cehalet, yetişkin Romalıların inanm ayan g ö z­
leri ön ü n d e daha yaratıcı bir Hristiyani düzenin, düzenleyici çekir­
deği olarak hizm et gördü.
Bir onsekizinci yüzyıl tarihçisinin dahi kabul edebileceği gibi,
benzer tersine-çevrim ler (reversals), gelenekteki bir kırılm a, bilgide
bir kayıp, gerçek zenginlikte bir dağılm a son u cu insan tarihinde bir
değil, birçok sefer m eydan a gelm işti. Şiddet hareketlerinin patlak
verm esinden, insani sefaletin genel bir düzensiz artışından bahset­
m eye gerek yok. Bu apaçık tarihi olgular, G ibbon’un zenginliğin ve
m utluluğun aralıksız artışına dair tasvirini geçersiz (abes) kıldılar.
V e ilerlem e doktrini yeni bir gelecek için bir anahtar sunuvorduysa
bile, kendi yurttaşlarını, Britanya İm paratorluğu b oyu n ca benzer
bir geri çek ilm e ve p ü sk ü rtü lm en in takip ettiği tek n o lo jik ‘iler-
lem e’nin tersine-çevrim ine hazırlıklı kılm ak için G ib b on ’un ö n e r­
m esinde hiçbir şeye rastlanm ıyordu. Gerçekte, kendi m u h ayyilesin ­
de R om a’n ın k ileri g ö zlem led iğ i gibi L ondra’nın harabelerini de
araştırma istikbalini görüyordu.
G ib b on ’un gerçekte kutladığı, insani ilerlem enin gerçeklikleri
değil, Ingiliz üst sınıfların keyfîni çıkardığı kendini b eğen m iş ü s­
tü n lü k ve g ü v en lik d u y g u su y d u ki b u sın ıfla r, in sa n ze k a sın ın
z a m a n la her k u r u m u n k o n tr o lü n ü e lin e a la c a ğ ın ı ve b a sk ın
azınlığın rahatlık ve zenginliklerinin nüfusun geri kalanına da ak­
tarılm asını sağlayacağını düşündüler: W hig ‘Liberalizm’inin tem el
öğretisi. Bu faraziveye binaen G ibbon, Amerika ve Fransız d evrim ­
c iler in d en -g erçek te ise iki y ü zy ıllık u lu sal u yak lan m alar, s ın ıf
çatışm aları, em p ery a list fetih ler ve za lim baskılar d e v resin d en -
sadece bir kaç yıl ön ce, artık devrim lere ihtiyaç kalm adığını s ö y ­
leyebiliyordu!
M ekanikselin ahlâkî ilerlem ey le d e n k le m le n m e si. Batılı z ih ­
niyete bir kez yerleştikten sonra, genel olarak kabul edilen bir d o k t­
rin haline geldi ve ancak Batı A vrupa’nın Katolik kiliselerinde ya da
m akinanın h enüz nüfuz etm ediği geri kalm ış kıtalarda reddedildi.
Her başarılı yeni icat, buna karşılık gelen bir insani ilerlem eye dair
kayıtsız şartsız in an cı sağlam laştırm aktan başka birşey yapm adı.
İlerlem enin kaçınılm azlığına dair inanç doğal olarak kısa bir süre
için , k e n d isin in h ak lılığıyla ilg ili d aim a fazla k an ıt gö sterm ey e
ç a lış t ı, ile r le m e fik ri y e n i k ö tü lü k le r in ya da g e r ile m e le r in
m u h a s e b e sin i yapacak bir tarzd a o lm a d ığ ın d a n , gerek tarih sel
gerek çağdaş, bunların varlığına dair m ü cessem delilleri ortadan
kaldırmaya uğraştı. Yalnızca kazanım ları, faydaları hesaplamak ve
kayıplara hiç dikkat etm em ek, ilerlem e doktrinin köken olarak inşa
edildiği m illeniyal faraziyeleri sürdürm e yöntem leri olarak iş g ö r­
düler. Fakat, m addi refah bakım ından ilerlem e o kadar eşitsiz old u
k i, y ir m in c i y ü zy ıld a İ n g iliz ap a rtm a n d a ireleri h âlâ m erk ezi
ısıtm adan yok su ndu. Oysa ki bu evlerin R om a prototipleri hem en
hem en iki bin yıl ö n ce m erkezi ısıtm a sistem in d en faydalanıyor­
lardı.
D oğal olarak, 'ilerlem e’ farklı şeyler çağrıştırıyordu: D iderot ve
C on d orcet’e birşey, M arx ve C o m te’a başka birşey, Herbert S p en ­
cer ve C h a rles D a rw in e b a m b a şk a bir şey v e ü sttek i isim le r in
b u g ü n k ü tak ipçilerine apayrı bir şey. V oltaire’in sırıtan ilerlem e
form ülü -son kralı, son rahim in bağırsaklarıyla boğm ak- hararetli
kişilere ortalığı tem izlem en in ve tüm üyle rasyonel bir tem el ü zerin ­
de bir to p lu m o luşturm an ın "hayranlık uyandırıcı bir tarzı olarak
gözüktü. Bu sadist teklifin şok u n a uğramışlar dahi, başka alanlarda
“k a v ru lm u ş yery ü zü ” siyasetin i -g eleceğ e d o ğ ru ilerlem en in bir
hızlandırm a aracı olarak geçm işi yerle bir etm e- takip ettiler. G ib­
b o n ’un doktrini, m edeniyetin ürünlerinin ‘birbirlerini takip ed ici’
(su ccessive) olduklarından ziyade, bu ürünlerin ‘birikerek artan’
(cu m u lative) oldukları gerçeğini kabul etti: Fakat geçm işten uzak­
la şm a , ile r le m e n in kriteri h a lin e g e ld iğ i iç in b ir ik im in işle v i,
m üzelere devredildi.
2
Evrim ve gerileme

Y
ENİ İLERLEME KAVRAMI, daha sonraki evrim kavramı da
dahil ki gerçeklikten yoksundu; fakat her iki gerçeklik de,
hem en h em en kendiliğinden ortaya çıktıklarından, m aalesef
avam i dü şüncede sıkça biribirleriyle karıştırıldılar. Evrim, organik
yaşam ın bizzat m erkezi gerçeğine odaklanm ıştır. Bu evrim ci pers­
p ek tifte, k ü tle, enerji ve hareket, yaşam ın so y u t alt yap ısın d an
başka bir şeyi açıklamazlar. Tek bir y ö n d e y o k u ş aşağı inen ‘fiziksel’
e n er jilerin a k sin e, organ ik a k tiv ite le r ç ift-k u tu p lu d u r la r , hem
p o zitif hem de negatif, hem aktif hem pasiftirler. Kurarlar ve yıkar­
lar, biriktirirler ve seçerler, kısacası büyürler, ürerler ve ölürler.
P o zitif süreçler (karşı-entropi ya da b ü yü m e) üstün geldiklerinde,
çok küçük ve geçici bir marjda olsa da hayat gelişir.
“ Spiral (sarm al) form d a yukarıya d oğru sü rü n erek so lu ca n ”
E m erson’un veciz m etaforunda, “bir insan olabilir”. Yaratık, ken­
d isin in b ü yü m e hızını arttırıp sadece daha büyük bir solucan o l­
m akla ya da daha fazla sayıda solu can peyda etm ekle ‘ilerlem ez’.
Y a şa m aya ve ü r e m e y e d evam e d e n s a y ısız o r g a n iz m a iç in d e,
‘k o n u m u n u k a y b etm em e’ g erç e k te , bir tür o larak bu o r g a n iz ­
maların başarısını oluşturur, gerçi yalnızca varlıklarını sürdürm ek
de, çevreyi başka türlerin gelişm esine yardım edecek kadar -kanım -
ca aşağı olan planktonun, balina sperm ini desteklem esi gibi- zen-
ginleştirebilirler.
O rganik evrim , şu ana kadar İncelenenler arasında yalnızca bir
rotad a sa b itçe ilerleyen bir d eğ işim ile so n u çla n d ı: M em elilerin
sinir sistem in in gelişim ind e. Böbrekler ve ciğerler on m ilyonlarca
yıl ö n ce ortaya çıkarlarken sinir sistem i m untazam an mufassal ve
yeterli hale geldi ve insanda, son beş yüz bin yıl boyunca olağanüs­
tü bir gelişm e geçirdi. Bu sinir sistem i ve o n u n zihinsel esaslarının -
işaret ve se m b o lle r in - şe k illen d ir d iğ i ü rü n ler sa y esin d e in san ,
olan aklar b ak ım ın d an diğer tü m yaratıklardan so n su z derecede
daha zen gin bir dünyada yaşam aktadır. İlerlem e fikri, yalnızca in ­
san aklında ciddi bir m uhtevaya sahiptir- ya da daha iyi bir gelecek
beklentisi sunar.
Fakat bu tekil, evrim ci gelişm eyle ilgili göze çarpan bir gerçeğe
dikkat edilm elidir. Bu gelişim , doğal seleksiyonu kültürel bir selek-
siyon la tam am lam ıştır ki bu ikinci selek siyon insan ın kendi ç ev ­
resini ve yaşam tarzını d eğiştirm ek le kalm adı sadece, fakat aynı
zam an d a, m atem atik sel soyu tlam alar gibi yen i p otan siyelleri de
b e r a b e r in d e g e tir d i. S e m b o lle r in ic a d ın a kadar, el ile iş le tm e
(m a n ip u lasyon ) ve elle çalışm a yoluyla elde edilen teknolojik iler­
lem e, b u tem el d ö n ü şü m e ancak küçük bir rol oynadı.
Ancak son asırda biraraya getirilm iş bu hikâye, ilerlem eye dair
tü m telakkiyi değiştirir, çünkü insan türü içinde aklı şekillendiren
evrim ci gelişm eleri, kültürü ve zu hur ed en kişiliği, ond ok u zu n cu
yüzyıl d oktrinlerin i renklendiren alet, silah ve kapkacak sahasın­
daki saf m addi ilerlem elerden ayırm aktadır.
Fakat evrim , bir yandan ara sıra vaki olan sıçramaları ve yaratıcı
kalkışları ifşa ederken, aynı zam anda sapm aları, geriye dönm eleri,
k esintileri ve öldürücü yanlış-adaptasyonları da izhar eder ve sırf
in sa n ın ü stü n fakat d en gesiz ve aşırı d ereced e nazik sinirsel sis­
tem in d en dolayı on u n en m ü kem m el teknik ilerlem eleri bile, sık
sık kesintiye uğram ış ya da anorm alleşip yan lış uygulanm ışlardır.
U çm a san atın ı öğren m ed e m esala, insan k en d isin i toprağa bağlı
k on u m u n d an kurtardı. Fakat bu zafer, düzeni bozan sınırlam alar
ta ş ır . H ız a r a y ış ın ı s ü r d ü r e n in s a n , k u r tu lm a y a ç a lış t ığ ı
sınırlam aları, belki daha da sınırlandırıcı bir surette (uzay ro k et­
leri) tekrar oluştu rm uştu r ve ışık hızına yaklaştıkça teorik olarak
bedenen büzülen ve aracının hızını arttırdığı derecede herhangi bir
yaşam -destekleyici m odda tepki gösterm e kapasitesini bilfiil kay­
beden sade bir nakledilebilir kütle haline gelm iştir.
E v rim ci te c r ü b e ç e r ç e v e sin d e , g e rç e k ile r le m e n in in s a n ın
b iy o lo jik ta b ia tın c a serd e d ile n o n u n ta r ih s e l k ü lt ü r le r in c e
d eğiştirilen ve k ısm en iptal e d ilen , terim lere in tib ak ed en hariç
başka hiçbir istikam ette elde edilebileceğini d ü şü n m ek için hiçbir
sebep yoktur. Evrim ci öğretinin kendisi, m ekanik dünya resm in ­
den etk ilen m eseyd i ve m ekanik ilerlem e, M altusçu ‘en g ü çlü n ü n
hayatta kalm ası’ ile eşleştirilm eseydi, bu gerçekler, çok zam an önce
tanım lanıp değerlendirileceklerdi.
Esas olarak, zam an ve m ekan ve hareket soyutlam aları üzerinde
od aklanm a suretiyle ilerlem e kahinleri, ilerlem en in m uteberliğini
isp a ta k o y u ld u la r . M e ta fo r u n k en d isi b ile , su ü s tü n d e , so n r a
havada ve b u gü n , roket kuvvetiyle, güneş sistem in d e zorluk çek­
m eden hareket etm en in diğer adıydı. Bu m etafor, binlerce ışık-yılı
uzaktaki başka bir şey d eğild ir. H .G . W ells’in en orijin al kurgu
ça lışm ası olan 'Z am an M ak in a sı’nda k ah ram an ın n asıl seyahat
ed eceğini ö ğ ren m iş bir m u cid in olm ası tesa d ü f d eğild ir. (B u saf
m uhayyel m ekanik aletin etkili sem b olik m u ad ili, elbette ki tarih
çalışm asıdır.)
K aba k u lla n ım d a ile r le m e , z a m a n d a v e m e k a n d a s ın ır s ız
hareket -b unu n beraberinde, zorunlu olarak, eşit derecede sınırsız
bir enerji idaresi vardır ve bunlar, sınırsız bir yıkım da doruğa varır­
lar- a n la m ın a gelm eye başlam ıştır. B enim yaşlı ü stad ım Patrick
G ed d es b ile , ki C ariyle ve R u sk in ’in g e rçek çi k ö tü m se r liğ iy le
y u m u şa m a sın a rağm en, hâlâ tüm b en liğ iy le iyim ser bir V ic to ı-
v e n ’dir. H em en h em en aynı d ü şü n celeri yahut beklentileri ifade
ederdi: “İlerlem eliy iz” ve M ahatm a G a n d i’n in ana H in d ista n ’ın
bağım sızlığını iplik eğirm e aletiyle kazanm a y ön tem in in ilerlem eye
ters düşm esini yeterli bir ayıp olarak d ü şü n d ü ki G andi’nin fikirleri
üç tem el kaynaktan, Thoreau, Ruskin ve T olstoy besleniyordu. Her
ü ç ü d e , ik i k u şa k ö n c e y d ile r . S o n ik i asır b o y u n c a ü r e tile n
m a k in a la r ın sa y ısa l o la ra k d e b d e b e li g e n iş lik le r in e r a ğ m e n ,
m o d ern tek n o lo jik ilerlem elerin avam ın aklında tanım lanm aları
u laşım araçları -buharlı gem i, tren, m o to rlu taşıt, uçak ve ıok et-
sayesinde olm u ştu r.
K işi ile r le m e n o s y o n u n u z a m a n ı v e m e k a n ı fe t h e tm e y le
sınırlandırdığında bile, ilerlem enin insani sınırlam aları pek aşikar
ve p ek fen ad ır. B u ck m in ster F uller’in za m a n -u za k lık u la şım ın ı
yürüm e ile tem sil etm ek için yirmi fit çapında bir küre ile başlayan,
zam an ve m ekan ın küçülm esiyle ilgili m eşhur illüstrastyonlardan
birini alın. Atın kullanılm asıyla bu küre, büyüklük olarak altı fite
iner, yelkenli gem i ile bir basketbol top u , tren ile bir beyzbol topu,
jet uçakları ile bir bilye ve roket ile bir bezelye olur. Ve şayet insan,
ışık hızında seyahat edebilseydi, Fuller’in d üşüncesini tam am lam ak
iç in k iş i, c is im s e l h ız b a k ım ın d a n y e r y ü z ü n ü n b ir m o le k ü l
olacağını ekleyebilirdi.
Fuller’in illüstrasyonu bu şekilde teorik bir uç noktaya taşım ak­
la k iş i, b u m e k a n ik k a v ra m ı, in s a n i ilg is iz liğ in m ü n a s ip bir
derecesine indirger. Ç ünkü diğer tü m teknik başarılar gibi hız da,
ancak diğer insani ihtiyaçlar ve amaçlarla ilişkili bir anlam a sahip­
tir. Açıktır ki, hızlı ulaşım ın so n u cu , direkt insani tecrübe -hatta
se y a h a t te c r ü b e s in in - o la n a k la r ın ın z a y ıfla m a s ıd ır . D ü n y a y ı
yürüyerek gezm eyi taahhüt eden bir kişi, bu uzun seyahatin son u n -
ta, dünyanın coğrafi iklim sel, estetik ve insani gerçekliklerine dair
ze n g in hatıralara sah ip olacaktır: Bu tecrü b eler h ızla d oğrudan
orantılı bir şekilde azalırlar, süratli hareketin hiçbir değişikliğe yol
açmadığı statik bir dünya olm uştur. Sadece zam an değil, fakat in ­
san da küçülür. Jet seyahatinin sesinden ve turistlerin hızlıca gelip
d ö n m elerin d en ö tü rü bu ulaşım aracı, bu kitle ziyaretin i teşvik
e d e n d e ğ e r li ta r ih i s ite le r in v e şe h ir le r in b ir ç o ğ u n u o n a r ı-
lamavacak kadar tahrip etm iştir.
M akina-yönelim li kültürüm üzün tanım ladığı şekliyle ilerlem e,
basitçe, zaman boyunca ileriye doğru hareket idi ve bir pragmatist
felsefecinin tanım ladığı şekliyle “‘gitm e’ amaç haline gelir.” -Daha
sığ bir n osyon u n erken bir versiyonu: “Araç, m esajdır”. Bununla
birlikte her iki d ü şü n ce de, geçerli bir form da ifade edilebilirler.:
‘G itm e’ am acın bir parçası haline gelir ve on u genişletir; ‘araç’ da
zorunlu olarak mesajı değiştirir.
Fakat dikkat edin; ‘ilerlem e’ye bu şekilde hararetli inanm anın
başlangıcında, bazı m eşrulaştırm alar vardı. G eçm işte çok defalar,
faydalı yenilik ler, gelen eğin kalın kabuğunu k ıram am ışlardı. O l­
dukça rasyon el o la n M ich el de M o n ta ig n e b ile, ıslah ed ilm eleri
halinde ortaya çıkabilecek tehlikelerin toplum u riske sokm aktansa
kötü kurum ların idam e ettirilm eleri gerektiğini d ü şü n d ü . Bugün
b ize serbest o la n g eçm işten seçip alm ak için , g e çm işten bağları
tü m ü yle koparm ak belki de en başta gelen zo ru n lu lu k tu -kendi
b ü yü klerinden kend i g elişim in i ilerletecek şeyleri alab ilm ek için
y e te r in c e o lg u n la ş m a k a m a c ıy la b ir y e tiş k in in , e b e v e y n iy le
bağlarını koparm ası gerektiği gibi-.
Belki de ilk defa, gelecek, insanların zihinlerini zaptetti; uzak bir
Statik C e n n e t’te k u rtu lu şu n uzak bir ü m id i o larak d eğ il, fakat
daim i bir m utluluk ve daha fazla doygunluk vaadi olarak. T üm o r­
g a n izm a la r, k en d i y a şa m d e v ir le r in d e (life c y c le ) g ö m ü lü bir
geleceğe sahiptirler: Yaklaşan olaylar ve gerçekleştirilecek form lar
hâlâ m evcuttur ve bunlar, bugünkü tercihlerde daim i surette y an sı­
m akta ve o n la rı d e ğ iştir m e k te d ir le r - ‘ileri b e s le m e ’, ‘geri b e s-
lem e’nin hayati tam am layıcısıdır.
G eçm işi reddedişi ne kadar keyfi ve cahilce olursa olsun iler­
lem e fikri başlarda, özgürleştirici bir düşünceydi; insan ruhunu atıl
bırakm ış paslı zincirlerden kurtulmaktı. Batı Avrupa’n ın o zaman
ki örgüsünde bu düşünce, birçok ciddi kötülüğün açıkça eleştiril­
m esin e yol açtı ve yön etici sınıfın ‘reform cular’a ve ‘tahrikçiler’e
olan d ü şm an lığın a rağm en, beraberinde etkili çareler getirdi. Bu
yeni saik altında özgür yaygın öğretim her tarafta başlatıldı, deliler
k e lep çelerin d en kurtu ldular, p is k ok u lu m a h k u m la r te m izlen ip
ışığa çıkard ılar. Bazı ü lk elerd e halka, iste m iy e iste m iy e olsa da
ulusal yasam adan bir pay verildi; sağır ve dilsizin kendilerini ifade
etm elerine yardım edildi ve H elen ve Keller gibi sağır ve âm a o la n ­
ların dahi konuşm asına izin verildi. Kısa bir m ü d d et için, suç sor­
gulam asında -en azından resm i olarak- işkence dahi kaldırıldı, he
var ki en tahripkâr eski kurum lar, özellikle kölelik ve savaş, y er­
lerini hâlâ koruyorlardı.
Bu tür m u tlu lu k verici değişim lerin , ilerlem e fikri tarafından
güçlendirilip hızlandırıldıkları gerçeğini k ü çü m sem eye gerek yok ­
tur. Fakat bu iyileştirm eler çoğu zam an dikkat çekicilerdiyse de,
belki daha da dikkat çekici şey şu ki tek bir kim se dahi, mekanik
icada doğrudan doğruya hiçbir şey borçlu değildi.
Bu, o n se k iz in c i y ü zyıld an itibaren ile r le m e fik ri, sistem a tik
m ek a n ik ica t, b ilim se l k e şif ve siyasal y a sa m a a ra sın d a bir e t­
k ile şim in o ld u ğ u n u inkar etm e m â n â sın a g e lm e z . Bir alandaki
başarı, başka alanlardaki sanatlar ve kim ya ile m ü ceh h ez insanın
m ü k em m elliğ i nerede durabilir? O n sek izin ci yü zyıl ü top yası ‘yıl
2 4 4 0 ’ (th e year 2 4 4 0 ) ’da bu so r u n u n c e v a b ın ı a rıy o rd u L ouis
Sebastien M ercier. Gerçekten nerede? Böyle uzak bir yılın seçilm esi
bile, geleceğin geçm işle aynı seviye o ld u ğu n u ve dahi geleceğin geç­
m işin yerini ele geçirm e teh did in d e b u lu n d u ğu n u ilan ediyordu.
M e r c ie r ’in k i, o n d o k u z u n c u y ü z y ıld a iy ic e y a y g ın la şa n ilk
fu tu rist ütopyalardan biriydi; ve ta h m in lerin in b irço ğ u , verdiği
tarihten çok ön ce vuku bulm aya başladı. M ak in an ın , tasarlanm a
rasyonalitesi ve yapılanı m ük em m elleştirm esi n ed en iyle artık a h ­
lâkı bir vecibe (force), daha doğrusu ahlâkî vecibe, olduğu nosyonu
-in sanın önüne yeni başarı standartlan koyan bir n o sy o n - yeni tek ­
n o lo jiy i, in sa n i ile r le m e y le d e n k le m e y i daha da k o la y la ştır d ı.
G ü n a h k â rlık arttk in s a n i p o to n s iy e lle r in ek sik o lu ş u n u iç e r -
m eyecekti. Bundan böyle günahkârlık, makinadan m aksim um fay­
dalanm adan m ah rum kalm ak dem ekti.
Klasik felsefe ve dinlerde, m ü k em m elleşm e n osyon u , m ü n h ası­
ran n efis terb iyesi ya da ru h u n k u rtu lu şu n a y ö n e ltm işti, in san
kurum lan, böyle bir çabanın esasını ancak bir yan-ürün olarak il­
gilendiriyordu. Yine de, Benedikten disiplini, çalışm ayı bir ibadet
(ta k v a) şek lin e d ö n ü ştü r ü n c e y e kadar tek n ik çevre (m iliu ) bu
çabaya dahil ed ilm ed i. N efsin , k en d isin i şekillendiren ve on a öz
(substance) veren ek o n o m ik sistem ve m addi kültürden bu şekilde
a y rılm a sı ve k e n d is in i te c r it e tm e si m ek a n ik d ü n y a r esm in in
çizim inde yapılan hatalar kadar tehlikeli bir hataydı. Fakat bunun
bir fazileti vardı: bilinçli katılım ve disiplinli çaba. Halbuki İlerleme
D oktrini, ilerlem e, tem inat altındaydı.
M ekanik icatlar o kadar h ız lı, o kadar sayısız, o kadar cez-
bediciydiler ki on d ok u zu n cu yüzyılın ortalarında Em erson gibi in-
salcıl ve dengeli bir zihin bile bu görü şü n rengini taşımaktaydı, o y ­
sa ki faydacı inanışın m etafizik tem ellerini reddediyordu. “Bu çağın
ayd ın lığı” diyordu E m erson heyecanla, “diğer tü m yazılı çağlan
gölgede bırakm aktadır. Ö m rü m d e zih n e tesir eden beş m ucize gör­
d ü m . 1. Buhar m akinası, 2. A stron om id e spektroskopun kullanıl­
m ası, 3. Elektrikli telgraf, 4. Tren, 5. Fotoğraf m akinası.” Bu ham
m eth iye, gü n ü m ü zd ek i m u cizeleri -elek tron ik m ik rosk op , atom
bataryası, uzaktan k ontrol edilen ge2egenin etrafında dönen uzay
ro k eti, b ilgisayar- a n la tm a k iç in y eterli k e lim en in o lm a d ığ ın a
işarettir.
Em erson başka bir yerde hatalı bir biçim de, eski benliğim izin
sizinle birlikte gezdiği yerleri sizin ne kadar gezdiğinizin sorun o l­
m ad ığın ı söyleyeb ilecek ti. Fakat bu, tam am ıyla, kişiliği d isip lin e
so k m a ve id are etm e g ö r e v in d e n k u rtu lm ak iç in d i ki iler lem e
havarileri, tüm enerjilerini, m akinaları m ü k em m elleştirm ek için
sarfedivorlardı. Her türlü insani zayıflık ya da düzensizlik için , var­
sayımsal olarak, acil bir m ekanik, kimyasal ya da ispençiyari çare
vardı. Elektrikli ark lam bası b ile , ilk k u lla n ıld ığ ın d a g e c e le y in
işlenen suçların bir engelleyicisi olarak ortaya çıktı. Bir çok farklı
radyasyon tü rü n ü n zararlı etkileri anlaşılıncava kadar varım asır
boyuca X -ışınlarının pervasızca kullanım ını da eklem ek gerek.
M akinanın, m addi ürünün old u ğu kadar ahlâk ve siyasetinde
uygun bir m üm essili olarak u m u t verici bir n o sy o n şeklinde açık­
lanması yine E m erson taıafındandır: Sadece bu, m ekanik ilerlem e
doktrininin kendisine nasıl bir kulp yarattığını gösterir, “icatların
ilerlem esi” diyordu E m erson 1866’da, “gerçekten de bir tehdittir.
Ne zam an bir d em iryolu görsem , bir cum huriyet beklerim . Serbest
ticareti yürürlüğe sokm aya ve yolcu balonları A vrupa’dan buraya
varmaya başlam adan evvel güm rük evlerini fesh etm eye dikkat e t­
m eliyiz ve kanaatim ce, dem iryolu Nazırı yollara kendi m enkıbesini
k azıd ığın da — 'lo k o m o tife dikkat e d in ’— ik in ci ve fakat daha
derin bir anlam a sahip olur.”
Em erson, bu üstün teknik ekipm anın, bir d ünya cum huriyetler
birliği değilse de yıkıcı, totoliteryen, militer m akinaların düşm anca
bir ittifa k ın ı o rta y a ç ık a r a b ile c e ğ in i d ü ş ü n e m e d i. B u g ü n , bu
m odası geçm iş ‘ilerlem eci’ kalıpta d ü şü n en 'avant-garde’ zihinler
hâlâ m ev cu ttu r. B unlar, telev iz y o n yolu yla d o ğ ru d a n ile tişim in
doğrudan anlam ayı üreteceğine inanm aya devam ediyorlar ve tek ­
n o lo jik ile rlem ey e dair d o g m a tik in an çlara o kadar b a ğ lıla r ki
sıkışan ve karışan taşıt trafiğinin, helikopterden bir radyo vasıtasıy­
la idare ed ilm esin i, fevkalade zengin teknik verim liliğin bir kanıtı
olarak görürler. H albuki gerçekte bu, çağdaş m ü h en d isliğin , ulaşım
planlam asının, toplum sal k on trolü n ve şehirciliğin g ö z kamaştırıcı
bir iflasının izharıdır.
M ekanik ku rtu lu şu n ilk m ü m in leri, hava u laşım ın d ak i zaferi
yaşadıkları on yılda ulusal pasaport kısıtlamalarının evrensel ö lçek ­
te tekrar ikam e edilm esinin - ki bu sınırlam alar ancak o n d o k u zu n -
cu yüzyılın sonlarında ilga edilm işlerdi- n edenini açıklamakta g ü ç­
lük çekm işlerdir. Kısacası m ek an ik ve bilim sel ilerlem en in , k e n ­
d ile r in e paralel in sa n i fa y d a la n te m in a t altın a a ld ığ ı k a n a a ti,
Crystal Palace Sergisi’nin açıldığı yıl, 1851 ile birlikte şüphe götürür
bir durum a gelm işti ve bugün ise bu kanaat, tüm üyle savunulm az
hale gelm iştir.
Bilim sel ve teknik ilerlem eye dair hem ilk umutlar hem de s o n ­
raki hayal kırıklığı, Alfred T en n y so n ’m iki şiirinde ifade ediliyordu:
‘Lockley K onağı’ (Lockley H ail) (1842) ve A ltm ış Yıl Sonra Lockley
K o n a ğı’ (L ockley H all A fter S ixty Years) (1 8 8 6 ). Bir gen ç adam
ola ra k , ya ln ızca lo k o m o tifi d e ğ il, h ava sey a h a tin in g e lişin i de
selam lad ı. K endisinin d eyim iy le, b u başarılar, A vrupa’da elli yıl
yaşam ayı, Çin m em leketinde bütün bir deveranı yaşamaktan daha
tercih ed ilir kıldılar. Fakat d ah a so n ı a, farklı bir so n u ca vardı:
“İn san M eclisi D ünya F ed erasyon u ’nda sergilenecek hava savaşı
m utlu bir sonla bitecek gibi gözü k m ü yord u . “İleriye, ileriye doğru
gen işleyim .”diye haykırmak yerine, “gelin bu ‘ileri’ haykırışını o n -
binvıl geçinceye kadar susturalım .” diyerek özü n e döndü.
Bir Ersatz din olarak kaçınılm az bir m ekanik -artı- insani iler­
lem e doktrini, yeni dünya resm in e açık bir h ed ef tayin etti: G eç­
m işin tüm den yıkım ı ve ‘m ekanik’ araçlarla daha iyi bir geleceğin
yaratım ı. Bu düşünceler k om p lek sin d e, değişim in kendisi sadece
bir tabiat gerçeği değil, fakat ayrıca ön em li bir insani değerdi. Ve
değişim e direnm ek ya da on u bir şekilde geciktirm ek, ‘tabiata karşı
g elm ek ’ti -ve tabii ki, G ü n eş T a n rısı’na m eydan okuyarak ve de
on u n em irlerini reddederek insan hayatını tehlikeye atmaktı.
Bu faraziyelere göre, ilerlem e Tanrı tarafından takdir edildiği
için geriye d ö n ü ş artık im k â n sız d ı. B irin ci D ü n ya Savaşı’nd an
sadece birkaç yıl önce, H .G . W ells’in en iyi öykülerinden birinde,
‘Y eni M achiavelli’ (T he N ew M achiavelli) sürgündeki kahram an,
geçm iş hayatıyla ilgili övü n e övüne şunları yazar: “H iç bir kral, hiç
bir K onsül beni e lin e g eçirem ez, bana işk en ce ed em ez. O m e r ­
ham etsiz ve am ansız baskı güçleri ortadan kalktılar.” Böyle geç bir
tarihte, bilim in uysal çalışm alarından em in , bilgili bir m od ern in ­
san , bir H itler’in ya da bir S ta lin ’in yah u t bir M a o ’n u n ortaya
ç ık a b ileceğ in i ta h m in ed eb ilird i; ne var ki az bir zam an so n ra,
1914’te başka bir öyk üsün de tek bir atom bom balam asıyla vurulan
bir şehrin yıkım ını gerçek bir şekilde bizzat kendisi tasvir edecekti.
M eşhur ilerlem e fikri, daha sonraki Evrim kavram ına destek
verdi, beri taraftan on d an destek de talep etti. Fakat bu gizli bir it­
tifaktı, lâkin, Julian H u x ley ’in m üşahade ettiği gibi evrim , sadece
doğrusal (lineer) ilerlem eyi değil, “çeşitlilik, d engelem e, tü k en m e
ve gelişm e (a d v a n ce)” yi de ihtiva eder. O rganik d ön ü şü m lerd e,
d e ğ işim e d iren en ve sü rek liliğ i sü rd ü ren güçler, y e n iliğ i ortaya
çıkaran ve iyileşm elere sebep olan güçler kadar önem lidirler. Hatta,
bir devrede ilerlem eyi içeren şey, başka bir devrede yanlış-adaptas-
yona ya da gerilem eye dönüşebilir.
T ü m o layla rd a bir g erçeğ in a çık lığa k a v u ştu ru lm a sı gerek:
D eğişim ne bizzat bir değer n e de otom atik bir değer üreticisidir.
İlerlem enin kaynağı old u ğu kanaatine gelince, bu itibar ed ilm ez bir
a n tr o p o lo jik m a sa ld ır. M o d ern in sa n , tabiata ya da k en d i te k ­
n olojisine kör bir intibak yerine sahip old u ğu kapasiteler ve am aç­
la r ç e r ç e v e s in d e s ü r e k lilik v e s e ç m e c i d e ğ iş im e ( s e le c t i v e
m od ification) olan ihtiyacı anladığı an, ö n ü n d e birçok tercih şansı
bulacaktır.
3
Ütopyaların rolü

FLATUN’UN İNSAN TOPLULUĞ UN U N rasyonel y ö n te m ­

E lerle bilinçli bir şekilde yen id en şekillendirilm esi ve m ü k em ­


m elleştirilm esine dair kanaati, T hom as M ore’la ortaya çıktı.
M o r e ’un k o n u y la ilg ili k itab ı ‘Ü to p y a ’ ki, k ita p , bu k a p sa m lı
literatüre adını vermiştir. Yeni d ü n va’nın keşfine ve fethine, K oper-
nik’in ‘de R evaolutionib us’u n a şahit olm u ş devrim ci bir yüzyılda
zuhur etti. Ve Dr. Arthur M organ ’ın ifade ettiği şekliyle, M ore’un
kendisi, kendisinin aktarıcısı H ythloray gibi, Perulu İnkalarca u y ­
g u la n a n h ü k ü m e t siste m i ile ilg ili h a b erlere sa h ip o lsa y d ı bu,
y en id en ihya ed ilen m akina efsan esin e so n bir tarihi m evsukiyet
(a u th e n tic ity ) çeşn isi ek lem ek ten başka bir şeye yaram ayacaktı:
Ç ünkü Inkaların sosyal sınıflandırm a ve m egalitik yapıları -güneşe
taptıklarını belirtm eye gerek yok - çok daha ön cek i Mısır Piram id
Çagı’n m kurumlarıyla çarpıcı bir paralellik arz ederler.
ilerlem e D ok trini ile kıyaslandığında, Eflatun’un zam anından
bu yana klasik ütopyaların etkisi pek dikkate değer olm adı. Elbette
ki son iki yüzyılın büyük toplu m sal değişim lerinin herhangi birini
b u ü to p y a la r a d o ğ r u d a n a tf e tm e k a p ta lc a o la c a k tır . L â k in ,
A m erika’da ya da başka bir yerde ideal koloniler kurmada ütopvacı
bir örgüyü takip etm eye çalışanlar dahi ancak bir elin parmakları
kadardı; ve ilham larını, hem M o rm o n izm hem de sivon izm d e o l­
d u ğu gibi genel olarak m illen n iy a l dini iştiyaklardan alıyorlardı..
O n eida, N ew York, A m ana yahut Iow a’dakiler gibi pratik b ak ım ­
dan başarılı ideal kolonilere gelince, onlar geçici olarak kendi ken ­
dilerine yetiyorlardı fakat çok kısa sürede kendi kendilerine yok o l­
dular.
Yine de ütopvacı literatür, başından beri zuhur eden kollektif
m ekanik organizasvan sistem i ile gizli bir baga sahipti ve izlenilen
rotanın makul bir tetkikim "yapmak için yeterli tarihsel veriyi kişi
ancak bugün elinde bulundurabilm ektedir. Eger insani gelişm enin
gerçek h e d e f i bütü n to p lu m u n m ü k em m elleştirilm esi id iyse, o
zam an her bir özel parçayı, kendisinin kısm i işlevinin daha etkili
bir perform ans gösterm esi için şek illen d irilen bir sistem , en in d e
so n u n d a bir m akinanın verim liliğiyle iş görecekti.
Y ü zeysel olarak b a k ıld ığ ın d a , ü to p y a kavram ı, tam da ile r­
lem en in zıttın ı içerdi: M ü k em m elliğ e bir kez ulaşıldıktan son ra
ü top ya yazarları, daha ileriye d oğru d eğişim i gerekli görm ediler.
M arx bile, varsayımsal olarak k o m ü n izm e ulaştığı anda, dinam ik
H egelyen id elolojisin i bıraktı. B öylece ideal to p lu m , k o llek tif bir
d ik ta tö r lü ğ ü n r e h b e r liğ in d e s o n s u z a d ek iş le y e c e k ti. B irlik te
yaşayan karınca ve arıların davranışsal adaptasyonları, b ö y le bir
m ekanik kollektifliğin ancak organik im kân alanında olabileceğini
ispat etm işlerdir.
Gariptir, özgürlük kelim esine, ütopya tasvirlerinde bazı zam an ­
lar rastlanabiliyorsa da — bir o n d o k u zu n cu yüzyıl ütopyasının adı
ö z g ü r ülke (F reeland) id i.— tü m ütop yaların baskın karakteri,
sa h ip old ukları to ta litery en m u tla k iy etçilik tir. Bu ü top yalard a,
çeşitlilik ve tercih azdır ve çeşitliliği destekleyen tercihleri arttıran
doğal koşullardan ya da tarih sel gelen ek lerd en k u rtu lm a çabası
hakim dir. Bu tekillikler ve zorlam alar, ütopyanın m egam akinayla
olan içteki bağını oluştururlar.
M ekanik dünya resm inin, Batılı aklı kabzetm esinden bile önce
klasik ütopyalar, bilhassa Eflatuıı’un ve M ore’un ütopyaları -ikisi
de en etkili ütopyalardandır- bu sın ırlam aların d a Profesör Ray-
m on d Ruyer, 1922'de benim bu tahlilim i teyit etti. H em en hem en
tü m ü to p y a la r , d ü z e n liliğ i, te k illiğ i, ‘id a r e c iliğ i’ ya da o to r -
iteryenizm i, izolasyonu ve otarşiyi vurgularlar. D ahası tabiata karşı
d ü şm a n lık b e slerler ki bu d a , tab ii ç e v r e n in g e o m e tr ik ya da
m ekanik form larla bastırılmasına ve tabii ürünlerin, suni imal ed il­
m iş yedekleriyle değiştirilm elerine yol açar.
Bu sınırlam alara kişi, T hom as M ore gibi hassas ve insancıl bir
d ü şü n ü rü n çalışm asında rastladığında durum daha da tuhaflaşır.
Ç ünkü M ore’un tasvir ettiği yaşam esnasında Stovv’ün ilk Londra
A raştırm asında bağım sız bir şekilde tasvir ettiği şekliyle ortaçağ
kasaba ve kırsal m alikanelerinin fiili uygulam alarının sağlam bir
id e a la liz a sy o n u n d a n başka b irşey d e ğ ild i. Fakat M o re b u n u n
ü zerin e tam am ıyla zıt bir düzen -k en d isin in ‘id eal’ d ü zen i- inşa
eder ki bu d üzende tekillik ve tekdüzeliği sanki tek başlarına birer
h ed efm iş gibi telakki eder. Ü topyada ki kasabalardan birini bilen
k im se n in tü m kasabaları b ilm esin d en M o r e’un d u y d u ğ u g u ru r
nasıl izah edilebilir? M ore’un ideal cu m h u riyetin in ortaçağ esvabı
altında bir rob ot, yapay eklem leriyle hareket etm eye, dem ir p en ­
çeleriyle hayâtın m eyvelerini koparm aya başlam ıştı bile.
in sa n i m u tlu lu ğ u n im k an ların ın o to ritery en ve ço ğ u zam an
to ta litery en bir to p lu m la tan ım ın çab aların ın an lam ı nedir? Bu
k ısır d ü şü n ce asır b o yu n ca in sa n z ih n in d e y ü zd ü d u rd u . Tıpkı
m ekanik ro b o t yahut uçm a hayali gibi. M ekanik d ünya resmi ile
b ir le ş m e s iy le b ir lik t e Ü to p y a , k e n d is in e y e n i b ir r o l b iç t i.
M ek an izasyon sürecini süratle v ü cu d a getirdiği to p lu m için bir
p r e fa b r ik ‘id e a l’ g ö r e v in i g ö r d ü . B u g ü n b ile b a z ı in s a n la r ,
g ü n ü m ü zd e şekillenen endüstriyel organizasyonun ideal form u n ­
dan ve nihai varış noktasından şüphe ediyorlar gibi gözükse de e n ­
düstriyel süreç gerçekte statik bir sona doğru yaklaşmaktadır ki bu
noktada sistem in değişm esi o kadar im kânsız olacaktır ki adı geçen
d eğişim ancak, tüm den çözü lm e ve yıkım la vuku bulacaktır.
H ü lasa, d em ek olu y o r ki g ü n ü m ü z d e k i g e lişm e n in yaklaşan
işleyişsel so n u olarak ü topya literatürü, b ilim kurgu ile ta m a m ­
landığında itibarlarını kaybetm iş ilerlem e bakanlarınca idrak ed il­
diği şekliyle ‘gelecek’ dünyanın bir profilini sunar.
Bu yoru m u yanlış ok um ayın : ortada hiçbir nedensel bağlantı
yoktur. M ekanizasyonun fiili işleyişi, edebi ve bilim sel ütopyaların
yayınlanm asından ciddi bir şekilde etk ilen m ed i. Bacon’ın Yeni A t ­
la n tis i d ışın d a ütop yaların tek n iğ e gerçek h içb ir tesiri olm a d ı:
sadece arada sırada bir tanesi, Bellam y’n in Geriye B akış (Loooking
B ackw ard) gibi bazı cari yenilikleri, sonraki bir toplum sal son u ca
ta şıy a b iliy o rd u . T am aksine te k n ik ile r lem en in istisn ai h ız ın ın ,
ü top yan ın ideal ilkelerini geçerli kıldığını ve ütopya yazarlarını o l­
dukça şaşırtabilecek, rahatsız edebilecek toplum sal sonuçlara sebep
o ld u ğ u n u d ü şü n m ek daha d oğru olacaktır. “Ü top yalar” diyord u
Rus felsefeci B erdiev, “g eçm işte o ld u ğ u n d a n daha fazla g erçek ­
leşm e im kânına sahiptirler. Ve b u gü n çok daha rahatsız edici bir
p ro b lem le karşı kaışıyayız: B unların nihai g erçek leşm esin e nasıl
e n g el o la b ilir iz ... d ah a az ‘m ü k e m m e l’ ve fakat daha bir n o n -
u topian (utopyacı olm ayan) bir to p lu m a nasıl dönebiliriz.”
B ir k e z d a h a k a r ş ım ız a ç ık a n s o r u n m e k a n iz a s y o n u n
başarısızlıkları değil, fakat m ekanizasyonun zahm etsiz bir m ükem -
m elleşm ecilik (perfection ism ) başarısıdır; ve b u sorun, teknolojik
ü topyalarım ızda bu lduğum u z sö z ü m o n a toplum sal güzellik resim ­
lerine daha yakından bakm ayı zo ru n lu kılar. Ü topyaların gerçek
yararı, “d e n e m e b a lo n la rı” o larak g ö rd ü k leri h iz m e tti. Ü to p y a
yazarlarının ileri sürdükleri m u h telif ‘m ü k em m el’ gelecek to p lu m -
ları yeni bir A ltın Ç ag’ın reçeteleri d eğillerd i. Zira böyle bir çağ
ü to p y a la rın g erçek leştirilm elerin e ta h a m m ü l etm ek ten o ld u k ça
uzaktı.
B a şk a b ir d e y iş le ü t o p y a , g ö r ü n m e z v e h e r ş e v i k u ş a tıc ı
m egam akinanın gizli varış noktasıdır: Teilhard de C h a ıd in ’in k o z­
m ik terim lerle ve tu h af bir euforik karakterde, O m ega noktası şek­
lin d e resm ettiği varış noktasının aynısı. Gelin bu ikazların kısa bir
araştırm asını yapalım , sonra da bunların ngradıklaı ı so n a bakalım.
4
Prefabrik Ütopyalar

EÇEN İKİ YÜZYIL B O Y UN CA ü to p y a la r lite r a tü r ü n ü

G o k u m u ş biri, ‘gelecek şeylerin şekli’ hakkında olaylarla il­


gili gelişigüzel haberleri gün be gün sebatkarca takip eden
bir gazete ok uyucusu ndan çok daha iyi bir fikre sahip olabilecekti.
D ikkatle k arşıla ştırıld ığ ın d a , to p lu m u b aştan b aşa şek illen d iren
düzenlem eler bu ütopyalarda hem de bir kuşağın bir asır ilerisinde
görünür hale geldiler.
Şayet kişi, P o e ’den Jules V e ın e ’e oradan H .G . VVells ve O laf
Stapledon’a kadar geniş bir b ilim -k u ıgu okum ası yaparak bu k ü l­
liyatı ta m a m la sa y d ı, g ü n ü m ü z to p lu m u y la ilg ili adeta gayp ten
g elen bir ö n -b ilg iy e sah ip o la ca k tı. 1833 gibi erken bir tarih te
m esela, bir ütopyacı kahin, eletkrikli m otorlu taşıtı tasvir etm ekle
k alm adı, fakat ayrıca, B irleşik D ev letlerd e 1 9 3 0 ’ların so n la rın a
kadar yürürlüğe konm ayan bir inceliği dahi ekledi: yolun ortasında
bir ayırıcı çizgi.
Ü topyacı litaretür kendisini m ekanistik id eo lo jin in kom part-
m anlaştırılm ış d ü şü n m e karakteristiğinin ü stü n e çıkaran bir ayarda
sahipti. Belli bir dereceye kadar, som u t bir şekilde tasarlanm ış bir
toplum daki dallı budaklı insani ilişkilerle alakadar olm aya çalıştı.
Belli başlı ü top yalard a, bir m ü k e m m e lleşm e im g esi olarak ser-
dedilen şey totoliteryen bir to p lu m d u ki öylesine d ü zenlenm işti ki
yöneticileri m akinanın yardım ıyla, tüm insan aktiviteleri üzerinde
k o n tro l sah ib i o la ca k la rd ı. Bu to p lu m u n işle v le r in in g en iş bir
k ısm ını m ek anik ya da elek tro n ik bir form a çev irecek ve bizzat
işçileri, “kendi iyilikleri için ” m ü m k ü n olan en katı d isiplin altında
tutacaklardı. E tin ne C abert, en etkili o r ta -o n d o k u z u n c u yü zyıl
ütopyalarından birini yazar, zararsız bir saflıkla bu organizasyonu
tasvir eder, “işçiler” diyordu “im al edilecek parçalar sayısınca grup­
lara ayrılırlar ve her biri sürekli aynı' parçaları im al eder. Ö ylesine
bir düzen ve disiplin var ki işçiler adeta bir ordu gibidirler.”
M ek a n ik te k illik ve in sa n i in tib a k , o n d o k u z u n c u y ü z y ılın
prefabrik ü top y a la rın d a g ö m ü lü d ü r . Fakat b u ü to p y a cı tem ayı
k ıv a n ç la s ü s le y ip b ir ç o k c ü m le d e te s is e tm e k iç in 1 9 3 3 ’te
C h ic a g o ’d ak i D ü n y a F u a rı’nı b e k le m e k g e r e k iy o r d u : “ B ilim
keşfeder, teknoloji yürürlüğe sokar, insan intibak eder.” Bu sloganı
türeten kişi şüpheye yer bırakm aksızın inanıyordu ki bu son u ç, bu
netice izah edilip ispatlanm aya ihtiyaç duym ayacak kadar açık ve
inceydi. İnce bir ironi olsa gerek, fuarın ism i ‘ilerlem e Asrı’ id i.N e
ilerlem e! in sa n in tib a k eder. Fakat eğer bu ilerlem e türü, insanın
gelişim inin başında hakim olsaydı insan m iskince, tabiata intibak
edecekti ve gerek kendisinin gerekse çevrenin çok ufak bir değişim
olanağı ile tabiatın koşullarını kabul edecekti — en aşağı organ iz­
malar dahi gen iş bir tercihler dizisinden seçim yapsalar da tabiat,
onların kendi yapılarına ve karaktelerine en yakınca karşılık gelen
hücreyi ve yaşam şeklini sunar.
Aynı fosilleşm iş ütopya türü, daha karmaşık bir form da, üretim
hattını d ön d ü rm ek ted ir. Oysa ki teknolojik zorlam alar, bir uzay
roketiyle, kablolu televizyonla yolda bir nükleer reaktörle em p oze
edilebilirler. Son iki asırdaki klasik ütopyalar, kadim m ü h e n d is­
lerin, bürokratların ve askeri kom utanların zihinlerine tesir eden
m itin aynısı tarafından harekete geçirilm işlerdi. M aalesef ne ü top-
yacı yazarlar n e de bizim ‘gerçek çi’ p o litik liderlerim iz, bu yeni
oluşum la birlikte daha zalim ane savaşların ve devrim lerin, sadistik
terörizm lerin ve psikopatik rahatsızlıkların geleceğini tah m in e t­
m ek için yeterli tarihsel arka-plana sahiptiler. Bugün bile, ö n lerin ­
deki kayba rağm en bu kişiler, gözlerini gayretlice sahneden çevir -
mekteler; nitekim bir tek n oloji tarihçisi kişisel bir m ektupta kendi
felsefelerin d ek i köklü bir hatayı itira f etm e d ü rü stlü ğü n ü g ö s­
teriyordu.
Fakat eğer ütopyacı yazarlar, kendi ideal sistem lerinin yanlış
işlev görm e ihtim alini ön ced en görem edivseler ya da çoğu n u n tas­
vir ettiği m egam akinanın zorunlu olarak çoğu n lu ğu kullanm ak için
azınlık tarafından kullanılan bir alet olduğu şüphesini taşım adıy-
salar o zam an, yeni teknik ve sosyal kom p lek sin en bariz karakter­
lerin i en d o ğ ru bir şe k ild e r e sm e tm işle r d em e k tir. S ad ece bir
hususta oldukça nahif kaldılar: Evrensel insani saadetin olanakları­
na adım atmak için bir parıltı yakaladıklarını ve ütopyanın bir kez
gerçekleşm esi halinde insanın ilelebet m u tlu yaşayacağını d ü şü n ­
düler.
G eriye d ö n ü p b a k tığ ım ızd a , ilerlem eci o n d o k u z u n cu y ü zy ıl
ü to p y a la rın ın en fa n ta stik lerin d en b irin in — B u h ver-L ytton ’un
Gelecek İnsan Irkı (T h e C orning Race) (1 8 7 1 )— en gerçekçi ü to p ­
yalardan biri haline geldiğini görürüz. Bu rom anda, yazar, m u h ay­
yilesinin yeterliliğine rağm en, daha sonraki gerçekliklere k en d isin ­
den daha ihtiyatlı m uasırlarından -Jam es Silk B uckingham gibi-
d aha fazla yak laşm ıştır. B u h v e r-L y tto n ’n u n se zg ilerin in d ik k at
çekici yönlerinden biri kendi ü top yasın ı, yeryüzünün iç k atm an ­
larına yerleştirm esiydi. İnsanın tabiatı ‘fe th etm esi’ni ve fakat bu
fetihi m üm k ün kılacak makinalara ve faydalı araçlara m iskince tes­
lim o lu şu n u m ükem m el bir şekilde sem b olize edecek toplu yeraltı
hapishanesini önceden bildirdi.
'G elecek insan Irkı’nın doğrudan yardım ı olm aksızın, m aden,
tünel ve yeraltı roket kontrol m erkezlerinden ilham alan yüzlerce
m im a r ve m ü h en d is k östeb eğ in şe h ircilik te “bir son rak i a d ım ”
olarak durm aksızın tasarladığı şey tam da bu gayrı-tabiileştirilm iş
çevred ir. B u h ver-L ytton ’dan bir kuşak son ra Fransız so sy o lo g u
Gabriel Tarde, kendi ütopyasında, Yeraltı in sa n ı (T h e U nderground
M a n ) aynı hdbitata dönm ekteydi.
'G elecek insan Irkı’nın üyeleri, b u gü n hidrojen b om balarının
k on trolü n ü ellerinde bulunduranların sahip olduğu m utlak im h a
g ü cü n ü k en d ilerin e su n a n gizem li bir enerji kaynağına, -V ril,-
sahiplerdi. Fakat Bulvver-Lytton’un fantazisinde, bu enerji çok kor­
kunçtu. Ç ünkü V ıil m inyatürleşirilm işti ve içi oyulm uş bir çubuğa
aktarılabiliyordu. Bu yeni enerji hem insanları idare etm en in hem
de tabiata egem en o lm a n ın anahtarı yapm akla kendi ideal to p -
lu m u n u yeryüzünün altına göm m ek le Buhvar-Lytton totalitaryen
kontrol sahibi yeni bir sistem in ana özelliklerini ön ced en tahm in
etti. O nun öngörüsü bir hususta yanıldı: Sistem in esas kaynağında
yapısı gereği kam unun kolaylıkla ulaşmayacağı bilgi ve ekipm anın
yard ım ıyla, insan k itlelerin in tü m a k tiv itelerin i k on trol etm ey i
am açlayan her şeyi yön len dirici bir eğitim li uzm an ve yön eticiler
organizasyonu vardı.
Bu yüksek derecede uzm anlaşm ış askeri-büı okratik organizas­
y o n u resm etm e yerine Bulvveı-Lytton V ril’i ellerinde bulunduran
ve belirgin bir şekilde on d ok u zu n cu yüzyıl Ingiliz aristokrasisi gibi
davranan yöneltici azınlığı gösterdi. Buhver-Lytton, bu fantezinin
m akina efsanesinin bir kez daha insanın bilinçaltında nasıl şek illen ­
m ekte oldugunu nu bir işareti old u ğu n u anlam alıydı.
5
Bellamy’nin geriye doğru hayali

B u lw er-L y tto n ’dan son ra Edward B ellam y’nin ü to p y a sı, bir


m odern okuyucuya hitap etm ekten oldukça uzak gibidir. Fakat Ba-
co n ’ın Yeni A tla n tisi ile birlikte, G eriye Bakış okurken bugünkü can
sık ın tım ızın bir kısmı kitaptaki en cüretkar önerm elerin bile g ü n ­
d elik yaşam d a sırad an laştık la rı g er çe ğ in in bir so n u c u d u r . B e l­
la m y ’n in 2000 y ılın d a k i cu m h u r iy e tin in harikaları, b u g ü n O r-
w ell’in ‘ 1984’ ün ü n korkularından daha dikkat çekicidir. 1887’de
B oston ‘T ranscript’ te bir yazarın kitabın hiçbir şey içerm ediğine ve
B ella m y’n in sö y led ik lerin in ancak y etm işb e ş asır son ra g e r ç ek ­
leşebileceğine (!) hükm etm esi kadar hatalı bir şey olam azdı.
Şefkatine ve dem okratik ideallerine rağm en Bellam y ihtiyatsız
bir b iç im d e gen el refah adı a ltın d a , B u h v er-L y tto n ’un ü rk tü ğü
uyuşulm ası im kansız totaliteryen özellikleri de benim sedi. G erçek­
ten de Bellam y geniş ölçekli organizasyon ve m ekanizasyonun ek o ­
n om ik potansiyellerinden öylesine etkilenm işti ki askeri organizas-
/o n u , kendi ideal to p lu m u n u n tem el m odeli olarak kabul etm ekte
tereddüt gösterm edi. Cabet gibi B ellam y de en kadim kontrol y ö n ­
tem lerini kıtasal bir totaliterven d ü zen lem ed e birleştirm eyi am aç­
ladı. İş yapm akla vazifeli ve talimatları m erkezi bir otoriteden alan
disiplinli bir ordu-artı sürecin her parçasını etkili bir şekilde dağı­
tan geniş bir bürokrasi.
S onuç olarak Bellamy; kendi ideal top lu m u n u arketipik m ega-
m akinanın ham iliğine teslim etti. Bellam y’nin organizasyon y ö n te­
m ini daha da belirgin kılan gerçek, ulusal ölçekteki bir seferberli­
ğin, Yeni D ü n ya’nın örf ve âdetlerine oldukça zıt olm asıdır. Öyle ki
b u n u n A m erikan iç Savaşı’nda geçici olarak uygulanm ası bile, şid ­
detli ayaklanm alara neden olm u ştu . Birleşik Devletlerde bu organ i­
z a sy o n ta rzı, Eski D ü n y a tir a n lığ ın ın v e b a sk ıc ılığ ın ın n e fr e t
uyandırıcı bir sem bolü olarak telakki ediliyordu. Bu yönden, ancak
acil bir durum da, ulusun varlığının tehlikeye girdiği anda, kullanı­
labilirdi. B ellam y ki burada da dirayetli kehanetini göstermiştir; se­
ferberliği gündelik bir zorunlu lu k - sadece savaşta değil barışta da-
h aline getirdi.
‘Geriye Bakış’ N asyonal S osyalizm ’in (A lm an tarzı) ya da D e v ­
let K apitalizm inin (Sovyet Tarzı) ilk otan tik resm i olm a d u ru m u n ­
dadır. Bu yeni form , daha sonra Sovyet Rusya’da eski Çarist tem el­
ler ü zerinde kurulan form dan farklıydı, çünkü B ellam y yeni fo r­
m u n u , bir halk oylam asıyla gelecek şekilde -silahlı bir ihtilal ya da
katı bir ‘proleterya d ik tatörlü ğ ü y le d eğil- resm etti. V e b u , daha
sonraki faşizm türlerinden de farklıydı, çünkü hapse ve işkenceye
başvurm a ihtiyacım hissetm eksizin en gen iş ölçek üzerine baskı u y­
guladı. U lusal kural ve düzenlem elere uyum sağlamayanlar basitçe
d e f ediliyordu.
B ellam y açıkça inanıyordu ki öd ü llen d irm e yoluyla kontrolle il­
gili T horndike-Skinner ilkesini -hayvan eğiticilerinin kendisi ile ita­
ati telkin ettikleri ve hazır cevapların talim in i hızlandırdıkları y ö n ­
tem - ön görm ek le baskı ve ceza zo ru n lu lu ğ u n u uzaklaştırdı. G er­
çekte top lu m , devasa bir Skinner-K utusu ya da öğretim m akinası
haline gelm işti. Yem, kapitalist ilkelere göre dahi öylesine çekici ve
m akul gelm işti ki zam anım ızda bir kez daha ileri sürüldü. Bu kez
yem , bir yurttaş olarak ulusun her üyesine bahşedilen tem inat altı­
na alınm ış sabit bir gelirdi. Bir kredi kartı şeklinde tedavüle sok u ­
lan yıllık gelir, tedavü ldeki paranın halihazırdaki en flasyon u n d a
yaklaşık yirm i-yirm ib eş bin dolların karşılığıydı. Bu ise, vatandaşın
ulusal m ağazalardan eşit derecede ürün çekm esini sağladı. Bu basit
alet, böylece başka her hangi bir üretim ve m übadele tarzını da ber­
taraf etti. Bellam y, bu sistem den ayrılmalara çok az m üsaade etti:
M uvazzaf kişi m ecburi çalışm a hizm etin d en yarım ücret karşılığın­
da o tu z üç yaşında em ekli olabilirdi; ve şayet'kişi bir yazarsa -B el­
lam y g ü lü m sem iyor bile!- sınırsız im tiyazlar kazanabilirdi. Fakat
tem el gerçek, sistem le ‘uzlaşm a’nın karşılığında h em sefaletin hem
de kaygılandırın güvensizliğin ortadan kaldırıldığıdır.
Bu tedariklerle Bellam y, kadim m egam akinanın en ciddi eksik­
liklerinden iki tanesinin üstesinden geldi. Ç alışm ak için bir teşvik
olarak cezanın yerine ödülü ikam e etti, egem en azınlığa uygunsuz
bir oran verip köleleştirilm iş ya da m ahrum bırakılm ış çoğunluğa
verm em ek yerine, tü m ödülleri top lu m a adil bir şekilde tevzi etti.
B ella m y k en d isin in birkaç sü slem esin i ek led iyse de Artur M or-
gan’ın vurguladığı gibi bu uygulam ayı, Inkalar’ın A nd im parator­
lu ğu n d a tesis ettikleri genel m odelin aynısı takip etti. Ö rneğin, kırk
beş yaşındaki tü m işçi ordusu üyeleri, g ü n ü m ü zü n gösterişli tabi­
riyle, ‘kıdem li yurttaşlar’ oldular, yani, politik kontrolü uygulama
d ışın d ak i tü m soru m lu lu k lard a n k u rtu ld u lar. M arie L ouis Ber-
n ei’nin işaret ettiği gibi: “Bellam y’nin top lu m u n u n yurttaşlarının
em eklilikleri karşılarken duydukları sevinç endüstriyel seferberliğin
bir yük olarak içerlendigine dair yeterli bir işarettir.”
Bu tekil y ö n etim tarzı, bir üniversitede ‘öğren ci k on trolü ’nün
m u ad ili olacaktır; ve kişi yön etici eklem leri harekete geçirm enin
b u n d a n daha iyi bir y o lu n u çok zo r hayal ed eb ilir. A n cak B el-
la m y ’n in ü to p y a sın d a askeri d isip lin n o sy o n u ö y le sağlam tesis
edildi ki yurttaş, endüstriyel ordunun bir üyesi olm ayı bırakıncaya
kadar o y hakkım kullanam azdı.
Bugün Sovyet Rusya örneğinden, böyle bir m ilitaristçe sistem in
nasıl işleyeceğini biliyoruz. Bir bağım sız fabrika işçileri kom itesinin
o lu şu m u , isyana yol açacaktır: Ü retim de bir y ö n te m ya da h ed ef
değişikliğini savunm ak, karşı-devrim ci kargaşa dem ektir. Merkezi
y ö n etim in tenkit ed ilm esin e gelin ce, bu vatan h ainliği olacaktır.
Ü top ya’nın en hafif bedeli budur.
İşte, size ütopyacı yaşam süresi: Yirmi bir yıl beslen m e ve eğitim
yani şartlanm a, ÜÇ yıl en çekilm ez görev ve h izm etlerd e m ecburi
çalışm a, yirm i yıl ulusal h ü k ü m et tarafından b elirlenen yerde ve
ş e k ild e u y g u n b ir iş y a h u t m e s le k t e ç a lış m a v e s o n o la r a k
kırkbeşinden sonra m ecburi em eklilik. H ayatın geri kalan yılları,
kam u işinden başka herhangi bir görevle sulandırılm ayan d in len ­
m e zam anlarına (leisure) vakfedilm iştir. Bu top lu m d a hiçbir gelir
d erecelen d irm esi o lm a d ığ ın d a n , yap ılan h iz m e tin karşılığı olan
ö d ü ller paye, m akam , otorite ve güçtür. Birleşik D evletler anaya­
sasını bir m od el olarak kabul etm ek suretiyle Ü lkenin Başkanı, sa­
nayi ord usu nun baş kom utanı oldu; ve bu ord u sürekli durduğun­
dan politik sistem de apaçık bir diktatörlüktür. Sonuçta, bu iktisadi
düzenlem e tarzı, ülkeyi ebedi bir Soğuk savaşa teslim etti.
B ugün, ileri endüstriyel uluslar Bellam y’n in işaret ettiği çukur­
ların bir çoğu n a düşm üşlerdir. Ö yle ki, b u gü n tek n olojin in bize
su n d uğu gerçek avantajları kuşatacak başka bir yaşam tarzı tasarla­
m ak bir çok insana güç gelm ektedir. G erçekte tek lif edilen gelir,
görev, özveri ve'fırsat eşitlikleri o kadar adil ve ‘dem okratik’ o ka­
dar zararsız ve faydalı gözüküyorlar ki bu şem ada eksik kalan bir
unsur - “Sistem in kendisine karşı hiçbir alternatif yok .” g özü m ü z­
den kaçmaktadır. Ç ünkü bizler, o n u kaybetm eye d ü n d en razıyız.
Bu top lu m tarafından tem inat altına alındığı şekliyle böyle bir
özg ü rlü k , seferber askerlerin ayrılm ası için verilen özgürlüktür.
V ic d a n ın a u ym ad ığı için iştirak e tm ey e ce k ya da sistem e karşı
çalışacak kişiler için hiçbir tedbir bulunm am aktadır.
B ellam y ütopyasının totaliteryen yapısı hakkında hiçbir şü p h e­
ye m ahal bırakm az. “Eğer bir insan, devletin otoritesini ve en d ü st­
riyel hizm etin kaçınılm azlığını kabul etm iyorsa, o zam an bir insan
teki olarak tüm haklarını kaybeder.” Bir insan teki olarak tüm hak­
ları mı? Acaba bu şefkat düşkünü reform cu, bu kelim elerin ne a n ­
lam a geldiklerinin farkında mıydı? Değilse, bizim n eslim iz bu keli­
melerin anlam ını kendisine anlatabilir. Ç ünkü bizler günlerini çe­
virm enliğe ve şiir yazm aya adadığı için bir “iş kırıcı” olarak hapse
m ahkum edilen Sovyet şairin d urum unu biliyoruz. Kendi kusursuz
cu m h u riyeti gaddar ve tekil hatlarını belirlerken B ellam y, so sya ­
lizm bir kez tesis edildikten sonra D evletin ortadan kalkacağı ö n g ö ­
ren anti-ütopyacı Karl M arx’tan daha gerçekçiydi.
Halihazırdaki siyasi tecrübe ışığında b u gü n oldukça baskıcı g e­
len bu özelliklerine rağm en Bellam y’nin birçok çağdaşı kendisinin
gelecekteki cum huriyetini, olanaksız olsa da açıkça arzu edilebilir
bir teknokratik hayal olarak istekle selam ladılar. Böyle bir askeri re­
fahı b en im sem e iştiyakı, ‘ö zgü r’ bir ülkede bile tarım ve fabrika
işçilerinin ço ğ u n lu ğ u n u n o zam anlar için d e bulundukları k o şu l­
ların ağırlığına işaret eder. Aksi takdirde, kitabın kazandığı p o p ü ­
lerliği, birçok kibar ve hassas insan -İngiliz Bahçe şehir A kım ının
kurucusu Ebezener H ow ard gibi- üzerinde bıraktığı etkiyi açıkla­
mak güçleşecektir.
G eriye B a k ıfı kendi zam anında bir best-seller yapan şey -A m e­
rikan b a sk ısın ın 1 3 9 ,0 0 0 n ü sh a sı ilk iki yıl iç in d e sa tıld ı- B el-
lam y’nin b ilim -y ö n elim li m ekanizasyonun m esleki hedeflerinin -
zenginlik, güvenlik ve b o ş zam an- doğrudan doğruya anında u ygu ­
lanabileceklerini ileri sürm esidir. Tuhaftır ki bu başarının bedelini
kendisinden sakladı. M ilitarize sistem , bir b ü tün olarak bir kez ka­
bul edildikten sonra sistem in tüm bileşenleri prefabrik ve kitlesel
bir tarzda üretilebilirdi. Ç ünkü aşırı üretici yapısı gereği m egam a-
kinâ zorunlu olarak bir k om ü n ist idi. Bu noktada, siyasal düzenin
ne tür old uğu m ü h im değildi. Dolayısıyla Bellam y’nin ütopyasının
ayrık b ile şe n le r i, p o litik b ak ım d a n n ö tr , ah lâ k î b a k ım d a n z a ­
rarsızdılar; bazıları ise gerçekten m ükem m eldiler. Bellam y’n in tah-
m irilerinin kısa bir özeti dahi övgüye layık birçok yeni özelliği g ö z­
ler ö n ü n e serecektir: Şinyon ve korsenin kullanıldığı bir çağda Bel-
lam y, kadınların kollarını ve bacaklarını cesurca ifşa edecekleri ve
vü cu tların ın doğal bir şekilde gelişm esin e izin verecekleri bir za­
m anı ön ced en bildirdi; köm ürün ve dum anlı bacaların old u ğu bir
devirde elektrikle ısıtılan ve aydınlatılan d u m an sız şehirler resm et­
ti. Fotoğrafın m ükem m elleştirilm esinden ön ce, telefon u n ancak bir
oyuncak oldu ğu bir zam anda, telefonik yayılm a yoluyla m üzik ve
insan sesi yayınına ilişkin bir yön tem tasvir etti; ve tü m bunların
yanında, sipariş yoluyla alış-veriş d ü zen lem esin i bile ö n ced en gör­
dü. Y ukarıda sayılan ların türriü b ilfiil gü n y ü zü n e çıkm ışlardır.
A ynı şey R oger B acon ’ın uçağı, C am p an ella’n m o to m o b ili, M o-
re’un kuluçka m akinası, Glanvill’in m anyetik telgrafı ve F. B acon’ın
b ilim sel araştırm a kurum u için de geçerlidir.
B ellam y’nin bu tam am ıyla faydacı tahm inleri, verim li bir zihin
olan H .G . W ells tarafında daha ileriye taşındılar. H.G.VVells, kendi
‘M od ern Ü top ya’sına gezengensel bir alan sunm akla B ellam y’nin
ulusalcı ütopyasının bir adım ön ü n d eyd i. M aalesef, ne Bellam y’nin
askeri organizasyonu ne de VVells’in Sam uray kast dü zen lem esi, ki
Samuraylar kastları dışındaki kim selerle evlen em ezlerd i bile, m o ­
derndi; tek n ik ek ipm anları dışında: İnsan o rg a n iza sy o n u ve güç
arayışı, beş b in yıllık şeylerdi. Ve bu d ü şü n ü rler, evren in fiziksel
o lu ş u m u , m a k in a la r ın im a li ve m a k in a v a r i o r g a n iz a s y o n la r
hakkında sınırsız miktarda bir bilgiye sahip olm alarına rağm en, in ­
sanları m akinaların konu m una indirgem e pratiğinden kaynaklanan
insani am açların defalarca başarısız olm alarına anlam lı bir ilgi g ö s­
terem ediler. İnsanın özerkliğini tesis etm ek, niceliksel genişlem eyi
k on trol etm ek, yaratıcılığı teşvik etm ek ve uygarlığın tü m ü yle ber­
taraf etm ek -tü m bu tem el ihtiyaçlar hakkında tek bir ütopyacı im ­
geye rastlayam azsınız. Yaşam ının sonlarına doğru W ells, köklü kol-
lek tif ilerlem eler için n ah if bir şekilde u m u d u n u bir teknisyenler
d iktatörlüğüne bağladı.
6
Ütopyadan Kakotopyaya

TOPYALAR LİTERATÜRÜ, kademe kadem e bilim kurguya

Ü doğru koyulaşır: İlk bakışta, benzerlikleri, farklılıklarından


daha çarpıcıdır. Her ikisi de bilinen çağdaş ya da tarihsel
gerçeklerden çıkartılan fantezileri işlerler; her ikisi de, m ü m k ü n bir
geleceği resmederler; her ikisi de yeni sosyal d üzenlem elerin ve yeni
icatların olasılığını kabul ederler. Bilim kurgunun, en ütopyacı li­
teratürden cüretkârca daha kurgusal o ld u ğu n u söylem ek bile bir
farklılığa işaret etm ekten uzaktır. Ç ünkü bilim kurgu, çağım ızın fi­
ili edinim lerine çoğu zam an old u k ça yakındır. Bu alandaki çağdaş
yazarların en k ıd em lisi A rthur Clarke, Telstar yolu yla radyo ile ­
tişim ini tasvir eden bir öyküyü, üzerine bir Birleşik D evletler p a­
tenti koym adan sattığı için hâlâ pişm anlık içindedir.
Hayır, bu kolay ayırımların hiçbiri bir işe yaramayacaktır. Bilim
kurgunun gerçek kriteri, aradığı m ükem m elliğin m ünhasıran, id ­
rak edilebilir bilim sel bilgi ve teknik icat alanı içinde yer alm asıdır.
Ç oğu yazarın, yazdığı bilim kurgunun insan refahı ya da başka bir
insani gelişm e ile canlı herhangi bir bağlantısı old u ğ u n u gösterm e
gibi bir girişim i yoktur. Bugün m aalesef, bilim kurgu kavramı o ka­
dar d ikkatsizce kullanılm akta ki eski tarz büyülü başarıları -kara
büyüyü bile- ve psikopatik arzuları bile içerm ektedir; ve bu psiko-
patik sapm aların ve hastalıklı ob sesyon ların b azısı, C.S. Lewis’in
farkına vardığı g ib i, tek n ik bak ım d an ‘ile r i’ b irço k fan tezilerd e
m ev cu t d u ru m d a d ır. Grafik sem b o lleri k u llan ab ilen sü p er zeki
karıncaların insan ırkını tehdit ettiklerini gösteren bir bilim kurgu
hikayesinin en az ilgi çeken örneklerden biri old u ğu kesindir. Fakat
esas o larak b ilim kurgu, D ev lerin ve C ü c e le r in , aşk ve b ilg elik
T an rıların ı m ağlu p etm eleriy le ilgili karanlık N o ıd ik ö n g ö rü y ü
yalnızca biraz daha ileriye taşıdı. Ü topyasını güzel bir düş şeklinde
sunm aktan oldukça uzak olan bilim kurgunun çabası çoğu zaman
bir kakotopyada ya da gerçekleşm esi m uhtem el bir kabusta son b u ­
lur.
Her ne kadar Kepler -P o e’dan da fazla-m odern bilim -kurgu ya­
zarlarının m ukaddes atası olarak görülm eliyse de Profesör M arjorie
H op e N ico lso n , aya seyahatlerle ilgili gerçekten yorucu çalışm asın­
da g ö sterm iştir ki, b ilim k u rg u n u n edebi k ö k en leri, in san g e ç ­
m işin in ep ey gerisine uzanırlar ve zam anla bu kökenlerin yerine
geçm eye m eyled en bilim sel ve teknik ilgilerden ayrı tutulam azlar.
Gerçekten de bunlar sürekli bir etkileşim halinde olm uşlardır ve b i­
lim sel rasvon aliten in b ilin çaltın d an gelen kayıtsız tekliflere karşı
k orunduğunu varsaym a, n ah if bir durum dur.
Fakat onyedinci yüzyıl, yeni bir başlangıç noktasına işaret eder.
1638’de yayınlanan iki ay seyahati, Francis G o d w in ’in A y d a in sa n
(M a n in th e M o o n ) ve John YVilkins’in Y en i B ir D ü n y a n ın K eşfi
(D iscovery o f a N e w W orld) adlı eseri -bunların her ikisi de rahip
Kepler’in hayalini çeşitli varyantlarla tekrar ederler. Her iki eser de
in san ın u çm a olasılığı ü zerin e odaklanırlar, her ikisi de keşiften
bahsederler. H er ikisi de dünyevi sınırlardan kurtulm anın yolunu
ararlar; ve k u şlard an y a h u t m ek a n ik a le tle r d e n y a rarlan m aya
çalışm aların a rağm en, b u n u havada kalm a ö zg ü rlü ğ ü n ü tatm ak
için değil, fakat sadece soyut uzaklığı fethetm ek ve evvelce m ekanik
dünya resm ince olu ştu ru lan çerçeve d ahilinde kendi meraklarını
giderm ek için yaparlar.
Bu, VVilkins’in şaheserinde açıkça gün yüzüne çıktı. A y d a Yeni
B ir D ü n ya n ın K e ş finin ilk basım ından on yıl sonra, M a tem a tikse l
öıiyü ’sünü (M a th em a tic a l M ag ick) yayınladı. Bu eser, iki kitaptan
oluşm aktadır: ‘A rşim ed ya da M ekanik Güçler, (A rch im ed es, or
M echanical Powers) ve ‘D aedalus, ya da M ekanik Hareketler (D a ­
edalus, or M echanical M o tio n s). Bu genel çerçeve dahilinde, bilim ,
teknik ve fantezi kol kola ilerliyorlardı. Ild buçuk asır sonra, bü­
yük ihtim al Kepler’in H ayaT ini ya da W ilkins’in K eşif ini hiç o k u ­
m am ış olan H .G . W ells A y d a ilk İn sa n la rı (First M en in the M o o n )
yazdı v e Kepler’in resm etm iş old u ğu aynı iğrenç yaratıkları ve aynı
yeraltı m eskenlerini keşfetti. U ykuda uçm ak, kuşların yardım ıyla
uçm ak, mekanik bir araçta uçm ak -değişen şey, yalnızca teknolojik
araçlardır: Hayal ve on u harekete geçiren itkiler aynen kaldılar.
Söylem ek istediğim i açıklığa kavuşturm ak için tüm bilim kurgu
literatürünü taram aya gerek yok. Ö zetle, ütopyalar gibi bilim kur­
guların da halihazırdaki en ön em li faydası, m odern uygarlığın hâlâ
aramak ve ulaşm ak zorunda old u ğu şeyleri gösterm ek değil, fakat
ön ced en tedbir alm am ızı gerektiren kötü olasılıklara p eşinen işaret
etm ektir.
Bilim -kurgu klasiklerinin belirgin yönlerinden biri şu ki, kendi­
leri Kepler’in P revolanlaıı ve Subvolvanları gibi canavarlar resm et­
medikleri zaman bile, bilinçaltlarının en derin katm anlarından fe­
laket haberleri getirirler. H .G . W ells’in Gelecek G ünlerin H ik a y e ­
s i n d e (Story o f the D ays to C o m e) bile, hikayenin em in bir şekilde
tem sil ettiği yeni teknik süreçlere, etkili makinalara ve gen iş ölçekli
düzenlem elere rağm en,W ells’in kötüm serliği en az E.M. Foster’m
ki kadar derindir.
W elbs’in hayali olarak icat ettiği teknik aletlerin bir çoğu n u n -
uçak, zırhlı askeri tank ve atom b om b ası- standart öğrenim film i ve
televizyon gibi ziyadesiyle pratik oldukları görüldü. Fakat bu tek­
nolojik ilerlem enin rasyonel yan ürünü olarak üm itvar bir şekilde
tahm in ettiği gezegensel Büyük T op lu m bugün her zam andakinden
daha uzak gözüküyor. B unun asıl nedeni, \V ells’in, insani faktörleri
kendisinin bilinçli tahm inlerinin dışında tutup gözardı etm esiydi.
Bilim kurgu yazarlarının tem el k ö tü m serliğ in i, A rthur Clar-
ke’ın Geleceğin Profilleri (Profıles o f th e F ııtu re f nin so n u n d a -k en ­
d inden em in bir şekilde gelecek yüzyıl için tahm in ettiği yeni tek­
nik başarıları sevim lice tasvir edip öven bir kitap- yaptığı itiraf ka­
dar keskin bir şekilde açığa vuran başka birşey m u h tem elen yoktur.
Her şeyi fetheden, bilim sel olarak üretilen, dünyayı kuşatan, göğü
inceleyen teknoloji hayali aniden ortadan kalkar ve Clarke garip ar­
kaik sem bollere döner ve ne m egatekniğin yüksek rahipleri ne de
bir.bilim -kurgu kahini olarak kendisi tarafından tarafından bir an
olsu n kabul edilm eyen arzuları, istekleri ve ruh hallerini dile döker.
'A laadd in’in Sihirli L am bası’ b ö lü m ü n ü n so n u n d a Clarke şöyle
der: “ O halde u m u t edebiliriz ki .... gürültülü fabrikaları ve tıka
bısa d olu mağazalarıyla bizim çağım ız birgün sona erecektir. Ve o
zam an, artık m ülkiyetle karmakarışık olm ayan torunlarım ız, ço ğ u ­
m u zu n unuttuğu bir şeyi hatırlayacaklardır: D ünyada gerçekten bir
ö n em e sahip yegane şeyler, güzellik, bilgelik, neşe ve sevgi gibi d e­
ğerlerdir.”
Clarke’ın bu noktada söylediği şey, kendisinin en ikna edici se ­
lefi olan H.G. YVells’in ölü m döşeğinde um utsuz'bir feryatla söyle­
diği şeydir: “A kıl, gü cü n ü n son haddine varm ıştır.” T ü m faaliyet
alanları ele alındığında akıl, \V ells’in kırıcı itirafı için hiçbir zem in
gösterm ez. Fakat organ izm an ın b ü tü n ü n d en k o p artılm ış, güç ve
kontrolden başka hiçbir am aç arayışında olm am ası için eğitilm iş ve
teknik olarak adlandırılm ış yeni akıl türü, -gayrı-insanileştirilm iş,
vesv eseli hale g etirilm iş, ç ılg ın la ştır ılm ış, ö n ü n ü g ö rm ey en bir
yıkıcılığa sahip, kendi kendini korum aya karşı hayvani içgüdüden
bile yoksun bir akıl- gerçekten de gücünün son haddindedir. Ras-
y ön el aklı kendisine ihanet ettiğin d e k en d isin in bilinçaltı VVells’e
doğruyu söyledi.
Açıktır ki teknik gecikm eler ya da yavaşlatıcı insani yasaklam a­
larla karşılaşm aksızm , m atem atik teorem leri ve atom altı ya da m o -
leküler güçleri yeni icatlara çevirebilm e yeteneği, baskın tek n oloji­
m izin kendisini bilim kurgunun m uadiline çevirm iştir. Bir gecede
bilim sel fantezide beliren herhangi bir şey bir sonraki sabah ya da
bir sonraki yılda aktüel yaşam da gözü k eb ilir. H arvey YVheleer’ın
ortaya koyduğu gibi, “Anlık bilgi, anlık kriz yaratır.” Bu pratik za ­
fer, fantezilerin kendilerini kurbanları için -bu fantezilerin esir etti­
ği ve tehlikeye attığı bir kısım insan- daha az rahatsız edici kılmaz.
Burada, insanlık tarihinde hiçbir benzeri bulunm ayan bir d u ­
rum vardır. G eçm işte her icat, ilk defa hayalde belirm esi, teşekkül
ve icadın orta safhaları ve çalışan bir cihaz ya da m akina olarak n i­
hai som utlaşm ası arasında u zu n bir d en em e devresinden geçerdi.
T asan ne kadar cüretkarsa, süreç o kadar yavaş olurdu. Ç ünkü ç o ­
ğu zam an gerekli aletler ve ara m ekanizm aların ilk başta icat ed il­
m eleri gerekiyordu. A ni ve çoğu zam an katalizm ik bir icadın girişi
k arşısında to p lu m , b u n d an evv el, d oğal z ih in se l tem b ellik le ta ­
m am lanan ağır bir âdet ve geleneksel bilgelik kabuğu tarafından
k o ru n u yord u . İcadın d en en ip tecrü b e ed ilm esi, icadın iç ku su r­
larının üstesinden gelinm esine ve top lu m u n o n u barındırmak için
hazır hale gelm esine zam an tanıyordu. -Burada bile, evvelce fabrika
siste m in e m u sallat o lm u ş ap açık k ö tü lü k lerd en b iliy o ru z ki bu
sınırlam alar, yeterli toplum sal korum ayı her zam an sağlayam adı­
lar.
B ugün tam aksi bir d u ru m la kaşı karşıyayız. A nlık k ab ü lü n
ö n ü n e konulan engeller kırılm ış haldedirler; ve en son teknik teklif,
tanınm a ve kabul edilm e hakkını tesis etm ek yerine, toplum un id a­
resine bir an ön ce sahip olm a tehdidini savurmaktadır; diğer taraf­
tan, b u n u h em en gerçekleştirm edeki isteksizlik, kınanm aya layık
bir durum ya da O gburn’un nahifçe ileri sürdüğü şekliyle bir k ü l­
türel gerilik olarak değerlendirilir. T ekniğin çoğu zaman kültürün
gerisinde kaldığı ya da ü retim h attının m esela, insani b akım dan
toplum sal geriliğe dair işaret olabileceği hususu, şartsız teknolojik
ilerlem e üslerinin aklına gelm ediği gibi. Fakat dikkat edilsin, Çinli
filo zo f M o Ti tarafından kabataslakça resm edilen evrensel toplum ,
kendisini fiile çıkaracak teknik birim ler için -radyo, televizyon ve
hava ulaşım ı- iki bin yıldan fazla bekledi. G ü n ü m ü z teknolojisinin
üstün ahlaki anlaynş karşısındaki geriliğinin artık adı konm alıdır.
S onuç olarak, teknik icadın faal güçlerinin başı b oş hale geldik­
le r i bir anda, adı geçen icat tü rü n ü n zorlam aları ve v esveseleri,
gerçeklikle yum uşatılm aksızın aynı durum larını sürdüyorlar, zira
bu to p lu m u n kabul ettiği tek gerçeklik, bu m addi psikopathkları ve
sabit fikirleri bünyesine alan gerçekliktir. Bu çerçevede, teknik, li­
sanslı irrasyonellik durum undadır.
7
Cesur yeni dünya

İR 'YENİ DÜNYA, İLERLEME, Ü topya ve B ilim -K urgu kav-


ramlarına tem as etm iş tüm eserlerin bir icm ali için A ldous
H u x le y ’e d ö n m e liy iz . C e s u r Y e n i D ü n y a ( B r a v e N e w
W o rld )'da, H uxley, başlangıç kipi Johannes Kepler tarafından zik­
redilen cüm lenin son kelim esini konuştu. H u xley’in kitabı 1932’de,
Batı D ü n y a sı’nın ek o n o m ik k u ru m la rın ın ifla sın , to p lu bir ç ö ­
k ü şü n eşiğin e geldik leri bir anda, ya y ın la n m a sın a rağm en anti-
ütopyasınıri her kısm ı her surette g ö rü leb iliyord u . Zira bu ü to p ­
yanın dayandığı bilgi türü, 1543’ten beri yok u ş aşağı yuvarlanan
devasa bir kartopu gibi hız, güç ve kütle kazanm ıştı.
‘Brave N ew YVorld’un gülünç tahm inleri -şim d i oldukça garip
gelebilir.- Ford arabasının üretim h attının bünyesindeki teknokra-
tik in an cın değersizliğin i gösterm eye yarayan g ü rü ltü lü bir hiciv
şeklinde d üşünülm üştü; daha sonra övgüye layık görüldü. Çünkü
sıradan işçiye günde en fazla beş dolar ödeniyordu! Böyle bir hiciv,
ancak aktüel dünya ile herkesin altına im za atacağı bir yaşam n or­
m u arasında bir tezat varsa etkili olabilir. Son kırk yılın teknolojik
d ön ü şüm leri öylesine zorlayıcı ve ani old u ki bu kitap hiciv olarak
her hangi bir etkiye sahip olm a geçerliliğini yitirdi: H uxley’in g ö rü ­
nür olarak kocam an karikatürü, bir gerçeklik haline gelm işti. Tezat
te'şkil eden norm , h em en hem en ortadan kalkm ıştı.
A ld ou s H uxley’n in yazdığı zam anda, m a n i-d ep ressif kapitalist
ek o n o m ik aktivitenin — bir önceki yüzyılda çeşitli sosyal güvenlik
ö lçü lerinin tesis edildiği Alm anya ve İngiltere gibi ülkelerde bile —
d u rgu nluğunun en aşağı noktasına ulaştığı görüldü. D aha adil bir
gelir ve mal d ağılım ı olm adan yüksek bir verim lilik seviyesini elde
tu tm an ın im kansızlığı, herkesin yü zü n e bir tokat gibi çarptı. Cari
güç id eolojisin in çerçevesinde b u n u n için tek alternatif ya ‘piramid
in şası’ ya da savaş hazırlıklarıydı.
B ir le şik D e v le tle r ’d e eski o to m a tik ile r le m e fa r a z iy e le r in e
sarılm ış kişiler çarkları tekrar d ön d ü recek birtakım yeni icatlar ve
yeni ortak girişim ler için hâlâ kederlice bir u m u t besliyorlardı: Pre­
fabrik evler, ucuz güvenli uçaklar yahut T om T h u m b g o lf sahaları,
b uhranı erdirm ek için ileri sürülen araçlardı. Bu esnada durum o
kadar um utsu zd u ki o an birçok kişi, daha fazla teknik ilerlem eye
ilişkin tü m ü m id in i kaybetm işti: B unun yerine, kadim el sanatları
ü retim şeklin e ve geçim lik tarım a d ö n d ü ler. A ilelerin in açlıktan
kurtulm ak için ancak Taş Devri avlanm a ve balıkçılık tekniklerini
kullanabildikleri m adenci topluluklar bile vardı. Kısacası, en azın­
dan Birleşik D evletler’de ulusal ek o n o m i iflas etm işti ve daha ilkel
bir form a geçiliyordu: birçok sânayi şehrinde takas ve yerel olarak
tedavüle sokulan sen et (serip), paranın yerini aldı. Bu esnada H u x ­
ley’in ‘Brave N ew VVorld’u hâlâ k orkutucu olm aktan oldukça uzak
gözüküyordu.
B un unla birlikte b u m edeniyetin kabilesel anarşiye, dar görüşlü
(p a r o c h ia l) tecrid e ve kü çük ö lç ek li el san atları ü re tim in e d ö ­
n ü şü n ü ön ced en görm ekten oldukça uzak olan H uxley, eski b ilim ­
sel fantezileri kendisinden em in bir şekilde daha ileriye, kendilerine
has binyıla taşıdı. H ayatın her veçh esin in kontrol ve tasnif edildiği
yüksek derecede m erkezi ve d isiplinli bir d ü n ya dü zen i resm etti.
Yeni hedefler, din am izm ve genişlem e değil, sabitleştirm e ve u y u m ­
du. Fakat H uxley uzay yolculukları ve gezegenlerarası çekişm eler ve
savaşlar için eski projelerin çok ötesine ilerledi.
Bu teknolojik ütopyaya engel teşkil eden canavarlar, Kepler’in
ay üzerinde hayal ettiği gibi değillerdi. Bilakis, varlığın her kısm ını
bilhassa insani potan siyelleri merkezi bilim sel k on trol altına tu t­
m ak am acıyla b ilin çli olarak üretilm işlerdi. H u xley, g ü cü n nihai
hayallerinin yalnızca dış çevre üzerinde değil, fakat insan üzerinde
de kontrol elde etm ek old u ğu n u farkedecek bir tasavvura sahipti.
insanın organik m irasının bilinçli yıkım ı, em briyonun kuluçka
şişelerinden çıkm asın dan bile ö n ce bir kim yasal enjeksiyonlar ve
şok tedaviler k om bin asyonu son u cu ekstıa-uterin (rahim dışı) g e­
belikle birlikte M erkezi Yapay Yuva ve Şartlandırm a M eık e z i’nde
başlar. Sperm lerin ve yum urtaların dikkatli seçim in d en sonra b i­
lim sel m anip ülatörlerin am acı zeki kim selerin en aşağısından en
yükseğine kadar derecelendirildikleri katı bir kast sistem i, bir b iy o ­
lojik hiyerarşi yaratm aktır. Bunların tüm sistem in kendisi dışında
hiçbir şeyin, yaratıcılığın bile, özerk olm adığı bilim sel olarak k u ­
sursuz bir dünyanın uysalca kabulü için yetiştirirler.
Bu dünyayı resm ederken H uxley cari eğilim lerin sade açılım ları
olan çevre yönlerini kanıksadı: N orm alinden kat kat yüksek gö k d e­
lenler, seyahat için hava taksileri ve yüzlerce başka alet, cih az ve
lüks faydalar. Ve b u m ekanik ve biyolojik k ontrol zaferleriyle ilgili
en ö lü m cü l gerçeğin , b u nların tam am ıyla sık ıcı en a n la m sız bir
yaşam tarzı üretecekleri ve bu n u n aynı çizgi ü zerin d e bir karşı-te-
davivi gerektireceği old u ğu n u farketti.
H u xley, k ök lü g en etik m ü d a h a len in , m egam ak in aya in sa n ın
tam itaatini tesis etm eye çalışanların istem ediği bir çok özelliği yok
edebileceğini anladı. Fakat aynı zam anda daha ileri adaptif ö lçü le ­
rin de gerekli olacaklarını gördü: Bu yönüyle gebelik tecrübesinden
m ahrum potansiyel anneler, bu tecrübenin bir benzerini yaşam ak
için bir h orm on hapına ihtiyaç duyacaklardı. Ve buna ek olarak sis­
tem i dengede tutm ak için bir agı ı kesiciler, sakinleştiriciler ve afro-
disyaklar dizisi devreye sokulacaktır. Bunların bir b ölü m ü kimyasal
bir yapıya sahip olacaklar, diğerleri ise daha karm aşık bir durum
arzedecekleı dir. Buhver -Lytton ve W ells ancak güç kullanm a sure­
tiyle sabit tutulan düşük derecede bir nüfusu hayal edebiliyorlarken
H uxley, b u n u n en erken m utlakiyetçilik şekillerinin zaafı old u ğu n u
ve daha güvenli bir kontrol türünün, dokunsal uyarıcılar ve sürekli
o rgazm ların d esteğiyle parazitik y em e hastalığı (su rfeit) yoluyla
başarılacağını gördü: Pornografi Fuarı.
G eçm işte, birkaç m utlak yön etim bu zaaftan yararlanmışlardı:
A gustus Sezar kendi im p oıatorlu k rejim inin popülaritesini, Satur-
nalya’yı restore ederek sağlama alm adı mı? Lornezo de M edici, cin ­
sel endülijanslarla Floransa yurttaşlarının kaybolm uş özgürlükleri­
ni unutabildikleri çılgın karnavallar d üzenlem edi mi? H uxley, b ö y ­
le bir b ozu lm an ın sistem i yönetenlere etkili bir güç kazandıracak
şekilde daha sistem atik ve evrensel boyutta yapılabileceğini gördü.
B öyle cinsel karışıklık (prom iscu ity) bir görev h alini alır; ve hâlâ
icat ed ilm em iş Hap yerine, her kız, anlık ilişkiye hazır, gebelikten
korunm a silahlarını kuşanır. Çalışma görevleri dışın d a herkes, ç o ­
cuksu bir düşe indirgenir ve yönetici sınıfı oluşturan üstü n Alfa­
ların bile ne zam an m üm k ünse çocuksu olm a -b u gü n o ld u ğu gibi-
zoru n luluğu var. U yku tabletlerinin gündelik idaresi ve hipnofedya
-uyku halinde elektrik telkini- ile m ülayim intibak ve itaat güvence
a ltındadırlar. Yalnız kalm ayı arzulam ak, seçici o lm ak , ‘farklı’ol-
m ak, kendi kendini idare etm ek affedilm ez günahlardır. Alfalar b i­
le, kendilerine tayin edilen örgüden ayrılamazlar.
Bu fantezi H uxley’e o kadar zorlam a geldi ki, kendi ‘Brave N ew
W o r ld ’u n u ‘Ford Sonrası’ yedinci yüzyıla itti -b u g ü n b irçok n e ­
den d en dolayı hoş ve tu h af gelen bir tarihlem e. C esur Y eni D ü n -
y a ’yı Y en id en Z iy a r e t'te (B rave N e w W o rld Re\>isited) itira f ettiği
şekliyle kendisinin şaşkınlığına rağmen gayri-insani ve kabuğu so-
yuk cum huriyetinin en çirkin özelliklerinden bazıları hâlâ m evcut
durum daydı ya da ciddi deneylerâen geçiriliyorlardı.
ilerley en se n e le r d e , siste m in an ah atları d ah a da k u su rsu z -
laştırıldı; ve insanın tüm den teslim iyetin in gerçekleşeceği anı bekle­
yen sahte-yaşam türü, daha açık bir şekilde tanım landı. Yapay d ö l­
lenm e ve ekstıa-uterin gebelik (M uller) başta olm ak üzere bebeğin
otom atik koşullanm ası, tecrit edilen ve kapalı tutulan beşikte başla­
yaca k tır (S k in n e r ) o n d a n so n r a , in sa n ın d o ğ r u d a n etk isi o l ­
m aksızın yalıtılm ış hücrelerde işleyen öğrenm e m akinaları (S k in ­
ner ve diğerleri) büyüyen çocuğu eğitecekler; bir elektronik alet k ü ­
m esi bilgisayar analizi ve kişilik düzeltim i için rüyaları kaydedecek,
bu esnada başka bir küm e, program lı bilgiyi sağlayacaktır; anlam sız
mesajların daim i b om b ard ım an ı, kabileleştirilen (tribalized) akla
masaj yapacaklar (M cL uhan) geniş ölçekli otom atik tarım işlem leri
-uzaktan kontrol altında- besin üretecekler (R and); m erkezi b ilgi­
sayar istasyonları robotların yardım ıyla, m enü planlanm asından ev
işi pazarlam asına kadar tüm evcil işlem lerin idaresini üzerlerine
alacaklar (Seaborg) bu esnada sibernetik biçim de çalışan fabrikalar
b olca ürün ü retecek ler (W ein er ); ve o to m a tik m erk ezi k on trol
(M .I.T. ve Ford) altındaki özel m otorlu araçlar, yolcuları süper ka­
rayolları boyu nca yeraltı şehirlerine ya da, alternatif olarak, uzayda­
ki asteroid kolonilere ulaştıracaklar (D andridge C ole); diğer yan­
dan merkezi bilgisayarlar, ulusal karar organlarının yerini alacaklar
ve yeterli bir hallü sin ojen ü retim i, zam anla k ü çü lm ü ş (vestigial)
her insana, yaşıyor o lm a n ın m est edici (ecstatic) h issin i tattıra-
caktır (Leary). Organ naklinin yardım ıyla (Barnard ve diğerleri) bu
sahte-yaşam ı bir-iki asra kadar başarılı bir şekilde sürdürebileceğiz.
S on u n da sistem in yararlanıcıları, hiçbir zam an yaşam adıklarının
farkına bir an olsun varm adan ölecekler.
Bu esnada, m ün ferit parçalara ayrılabilir bir uzay kapsülü, “ilk
kusursuz çevre” (Fuller), her birey için bir beşik, bir sınıf, bir ev ya
da bir hızlı araç görevini görecektir ta*ki, sonunda hem kapsül hem
de birey, gaz haline getirilm ek için bir süper-krem atoryum a atılır -
lar ya da cerrahlıkta kullanılm ak için bir d erin -d o n d u ru cu m erke­
zinde saklanırlar yahut M ars’ta gelecekte yen id en diriltilm ek için
bekletilirler. Artık üzerinde düşünülen şey, diğer cezbedici alterna­
tif organik bozulm alara ilişkin tüm doğal süreçlerin geciktirilm esi­
dir. Geriye açıklanm aya m uhtaç tek bir basam ak kaldı, tuhaftır ki
Huxley, Sam uel Seidenberg ve Sam uel Butler’in aksine, bu basam a­
ğı gözaıdı etti. Ve bu basam ak, bu süper m ekanizm ayı kuran kont-
rolcülerin on u n son adaksal kurbanları olm alarıdır. Ç ünkü g eze­
g e n s e l m e g a m a k in a n ih a i r u h s u z m ü k e m m e llik n o k t a s ın a
ulaştığında o n u ortaya çıkaran insan zekası tü m ü y le m assedilip
bertaraf edilecektir. D olayısıyla insanın son başarısı, tarif olu n m az
bir eletronik tanrı yaratmak olacaktır: K endisinin çağdaş p eygam ­
beri Marshall M cL uhan’ın on u n adına, tü m ü yle ilgisiz ve çılgınca
anlam sız bir Kitabı M ukaddes telif ettiği ilah. N e var ki, bu nihai
safhaya ulaşm adan çok ö n ce, bir gezegen sel h id rojen bom b aları
m übadelesi ya da bilim sel olarak tertip ed ilm iş felaketler, çok b ü ­
yük bir ihtim alle, hatta daha hızlı bir yön tem le aynı anlam sız s o n u ­
ca sebep olacaklardır.
İnsanın tüm den kurban edilm esine hâlâ bir engel teşkil eden bu
sonsuzluk, bu sistem i yaratanların b enim sediği rasyonel ya da b i­
limsel terim lerle değerlendirilem ez. Tekrar söylü yoru m , bu, tem el
olarak dinsel bir fen om en d ir. A ynı açıdan B u d izm asli öğretileriyle
yakın bir paralellik aızed er. B uda’n ın H ayatın Ç arkı’ndan kaçışı
neydi? N ok san sız ve evrensel hale geldikten sonra o to m a sy o n h a ­
yatın tüm den diriltilm esi ve nihayet tüm den sö n m esi anlam ına ge­
lir; yani Prens G autam a’nın insanın kendisini acı, rzdırap ve ta lih ­
sizlikten kurtarm asının tek yo lu olarak resm ettiği N irvana’ya geri
çek ilm e.Y aşam a itkisi b a stırıld ığ ın d a b u ö ğ reti hayali ve ü m id i
kırılm ış ruhlar üzerinde sonsu z bir etki bırakır. Birkaç yüzyıl için ­
de, Budizm H in d istan ’a ve Ç in ’e egem en o ld u . Benzer sebeplerden
ötürü bugün tekrar canlanm aktadır.
Fakat dikkat edin; in san ın nihai kaderine dair bu görüşü asli
olarak kabul eden ve yolun yarısında ölü m le karşılaşmayı bekleyen
bu kişiler, bu amaca ulaşm ak için ince bir teknoloji yaratma zah ­
m etin e girm ediler; bu y ö n d e, suyla çalışan, dua yazılı kağıtların
sarıldığı dönen çarkın ilerisine gitm ediler. Bilakis, teneffüs ettikleri
hava kadar teknolojik m üdahaleden özgür eylem ler olan m editas-
von (iç arınm a) yöntem lerini aradılar. V e bu zühd tarzı son u cu n d a
b eklenm edik bir m ükafat -m akina abidleı in hiçbir zam an b ile m e ­
yecekleri bir ö d ü l- kazandılar. Zevki ya da acıyı hissetm ek için ka­
pasitelerini ilelebet sönd ürm e yerine, bu kapasitelerini, um utların,
organik canlılıklarını ve yaratıcı gayretlerini tekrar yerine getiren
şiirler, felsefeler, resim ler, heykeller, abideler ve kutlamalar yarata­
rak daha da kuvvetlendirdiler: İnsanın kendi potansiyel kaderine
dair tutkulu ve yüce bir anlam erotik coşkunluklarında bir kez da­
ha görülm ektedir. G ü n ü m ü z teknokratik B udizm i, bu tür vaadler-
de bulunam az.
Ö zetleyelim : Sonsuz m ek an ik ilerlem e tasavvurlarının totaliter -
ven ü top yaların , b ilim in gerçek çi a çılım la rın ın ve tek n ik o la n ­
larının tüm ü, pratik gündelik değişim lerde, genel olarak d ü şü n ü l­
düğü nden çok daha aktif bir rol oynadılar. Bu tahm insel özn el va­
atler, fiili tecrübenin daim a ilerisindeydiler. Israrla bir sonraki ba­
sam ağa işaret ediyorlardı ve d eğ işim in tem p o su n u d ü şü rm eye ya
da g ö n ü n ü değiştirm eye y ö n elik her g irişim in evrenin yapısı ta­
rafından -bu görü şü n m od ası g eçm iş m ekanik d ünya resm i a n ­
lam ına geldiğini d üşünün enler tarafından- m ahkum edildiğini (ze­
val b u ld u ğ u n u ) söyleyerek d iren işi kırıyorlardı. Yeni m egam aki-
n a n ın so n u ç olarak vü cuda g elm esin d ek i kolaylık, bir id eo lo jik
hazırlığın rolünün anlaşılm ası halinde değerlendirilebilir.
Resm i bir bürokratik elitin kon trolü altındaki m ekanik dünya
resm i ve hızlı ve m ekanik ilerlem e vizyonları ve hatta bilim sel o la ­
rak takdis edilm iş bir kutsanm ış bir geleceğe dair korku hikâyeleri,
tüm gayrı-insani bileşenleri sistem in gerekliliklerine uydukları için
tanım ı gereği m ük em m el olan yeni m egam akinanın kaçınılm az ve
k u rtu lu n m az bir gerçek olarak kabul ed ilm esin i daha da k o la y ­
laştırdılar.
GÜCÜN ÇEKIRDEKLEŞMESI
1

"Tarih öğretmenlerine bir mektup’

NSANİ İLERLEMENİN ORTAÇAĞ DEVRİNDEN BERİ yapılan


tekn olojik değişim olgularına bağlanabildiği derecede, bun u n
en iyi y o ru m u H en ry A d a m s’a düşer. A d a m s, bu d eğ işim in
ö n em in i, herhangi bir alanda yeterli tarih çalışm asının olm ad ığı bir
zam anda gördü. Yarım asır önce, o n ü çü n cü yüzyıldan itibaren da­
im i bir enerji artışının ve bu n u n ivm e kazanan bir kullanım ının
o ld u ğ u n u ve bun un Batı m ed en iy etin in d ö n ü şü m ü n d e tem el bir
faktör old u ğu n u m üşahede etti.
1905’te A dam s, b un u n bedelsiz bir kazanç o lm ad ığın ın farkına
vardı, zira tem p on u n hızlandırılm ası tüm top lu m sal yapıyı yıkabi­
lirdi ki böyle bir sallantı, Ingiltere ve Fransa gibi ‘ileri’ uluslarda e t­
kisini hissettirebiliyordu. K im senin görev kabul etm eye yan aşm a­
dığı bir zam anda A dam s, kendisini, çağdaşlarının için d e b u lu n d u k ­
ları d u ru m u anlatm aya du rum u anlatm aya ve onları, kendi d ü şü n ­
m e alışkanlıkları ve kurum larında uygun değişikler yapmaları için
hazırlamaya adadı. Bir kıvılcım tepki bile uyandırm ayışı, o n u n izini
takip edecek kim senin um utlarını m u ted illeştirm esin i gerektiriyor-
sa da b u b ölü m ü n tem asının bir kısm ı ‘oto m a sy o n u n u n otom asvo-
n u ’nu yavaşlatm ak ve insan varlığını tehdit eden güçleri kontrol et­
m ek için gerekli karşı-ölçüleri ellerinden alm ak suretiyle m akina
efsanesinin kurbanlarını güçsüzleştiren arkaik fantezilere bağlı ka­
d im âdet ve yaptırım ların varlığını gösterm ektedir.
H enry A dam s, elektriğin çağdaş kullanım larından geriye doğru
ve radyum un olası sonuçlarından ileriye doğru okum alar yaparak
y irm in ci yüzyılda saklı köklü değişim leri anlam aya çalıştı. G ü lü n ç­
tür ki, ikinci verinin ön em ini farketm ede hem en hem en yalnızdı;
çünkü, radyoaktif elem entlerin özelliklerinin keşfinden türeyen fi­
zik sel d ü n ya ile ilgili bütü n tasavvu ru m u zu n k ök lii d ö n ü şü m ü ,
k en d isin in b ilim sel çağdaşlarının ekseriyeti tarafından uzu n bir
m ü d d et ihm al edilm işti. O ldukça yetkin fizikçiler, Lord Rutherford
bile, kullanılan atom ik enerjinin gerek teknik potansiyellerine g e­
rekse de toplum sal sonuçlarına karşı kayıtsız kaldılar.
T ek n ik b ilim ta rih çilerin in , o n ik in c i y ü zy ıld a n so n ra artan
enerji kullanım ıyla ilgili kanıtları ortaya kovm alarından bile önce,
A d am s bu d eğişim in ana hatlarını resm ederken, onsekizinci yüzyıl
‘Sanayi D evrim i’ n osyon u n u n yanıltıcıhgından oldukça kaçınm ıştı:
Batı A vrupa’da artan enerji eğrisinin d ü ğü m noktalarını dirayetlice
bu ld u . Kesin olm ayan bilgisini ve şüpheli m atem atiğin i, olağanüstü
sezgisel vukufiyeti ile telafi ediyordu. D ahası enerji artış oranını,
her aşam a için zam an aralığının k ısaltılm asıyla eşleştird i. S on u ç
olarak, gü n ü m ü zü n elektrik aşam asından nükleer enerji aşam asına
geçişi bile tah m in etti. Tarihlem eleri h afif bir dü zeltm e gerektirse
de çizdiği genel tablo olduğu gibi ayaktadır. Burada, yalnızca enerji
çerçevesinde, bir gerçek ilerlem e eğrisi vardı. Bu eğri tüm üyle ber­
raktı. Ç ünkü, bir kartezyen grafik üzerinde m atem atiksel terim lere
çevrilebiliyordu.
H en ry A dam s, yoru m u için bilim sel yardım aradıysa da, on u n
b u talebi karşılıksız kaldı. Bundan dolayı, teorik iskelet arayışında
g ö zlem lerin i m aalesef oldukça alakasız bir fiziksel ilkeye -W illard
G ibbs’in aşam a kuralı- bağladı ki bu, kendisine en fazla, sadece an ­
lam ı m uğlak bir m etafor sağlad ı. A şam a k u ralın ın (p h a se rule)
yaptığı şey, enerjinin g en işlem esin d e tanım lanabilir her aşam anın
b u zu n suya, su y u n buhara d ö n ü şü m ü y le kıyaslanabilir, tah m in i
m ü m k ü n olm ayan bir karakter d eğişik liğin e yol açtığı gerçeğine
dikkat çekm ekti.
H e n r v A d a m s ’ın o rta y a k o y d u ğ u şe k liy le a n a lo ji kaba ve
y a n ıltıa y d ı, her şeyd en ö n ce, b u hızlandırılm ış enerji ü retim in e,
bir tabiat kanunu gibi bağım sız statü veriyordu, halbuki bu üretim
şekli, insanlık tarihinde cüzi bir hareket şeklinde g ö zlem len en bir
olguydu: Su değirm en i, veldegirm eni, barut ve k öm ü r m adenciliği
gibi insan icatlarının, ticaret, k eşif ve savaştaki insan aktivitelerinin
ve dolaylı ya da dolaysız, m akinanın alanını gen işletm eye hizm et
eden bilim sel ilgilerin, siyasi ihtirasların ve parasal dürtülerin m ü ­
rekkep üretim i -kısacası, yeni güç kom pleksi.
B inaenaleyh en erjid eki artış tabii güçlerin bir ifad esi değild i
yalnızca. Fakat A d a m s’ın d ü zeltilm eyen K alvinciligi, tarihsel d e ­
ğişim leri, ön ced en takdir edilenler gibi telakki etm esin e n ed en o l­
du. Kalvinist teolojid e tarihsel değişim ler tüm üyle insanın dışında
oluşuyorlardı ve bunlar insanın cehen n em e m ah k u m ed ilm esi ya
da k u rtu lm ası kadar in sa n k o n tr o lü n ü n d ışm d a y d ıla r. T evarü s
eden bu teoloji, d ogm atik determ inizm iyle çağdaş bilim adam ının
peşin hüküm lerini destekledi. Z ihinsel olarak A dam s insani n iy et­
lerin sayıldığı, niceliksel olarak ön em siz olsalar da insan eylem leri­
n in, J.Clerk M ax\vell’in inandığı gibi, m ahdut oldukları bir d ü n ya­
da yaşam ıyordu.
Ancak H enry A dam s, onikin ci yüzyıldan yirm inci yüzyıla kadar
enerjinin m ü th iş ve sürekli olarak ivm e kazanan artışını destekle­
m iş m onastik (m anastırsal), m onarşik ve kapitalistik top lu m sal d ü ­
zenlem elerin dinam iklerinin yeterli bir tarifini verem ediyse de ger­
çekleşm esi yakın son u çlan resm etm ede çağdaşlarının çok ilerisin-
deydi. 1904 gibi erken bir tarihte A dam s o ana kadar u laşılm ış güç
kazanım ların eşilik eden psikolojik hastalıkların farkına vardı. Bir
arkadaşına yazdığı m ektupta şöyle diyordu: “ D aha ö n ce asla hayal
ed ilm eyen zen gin lik , in san ın asla idare etm ed iğ i güç, bir m eteor
dışında hiçbir şeyin asla ulaşm adığı hız, dünyayı asabi, cedelci, an ­
laşılm az, korkak yaptı.” Arkadaşı tarihçi H enry O sborn T aylor’a bir
vıl sonra yazdığı daha çarpıcı m ektupta çok daha şaşırtıcı bir tah­
m inde b u lu n d u . A ynen şöyle:
“O rtaçağda insan dü şü n cesin in nişanesi o la n birlik faraziyesi,
kadem e kadem e, kom plekslikle ilgili ispatları kabul etm iştir. R ad­
yu m d an ö n c e b ilim in sersem liğ i, b u n u n bir isp atıd ır. O ran tı ve
eğim sonuçlarına göre, 1600’den beri hızlanan ilerlem e oranına g ö ­
re b ilim , d ü şü n ceyi başaşağı etm ek için başka bir yüzyıla ihtiyaç
duym ayacaktır. Bu m ânâda hukuk, teori olarak ya da a priori p ren ­
sip olarak ortadan kalkacaktır ve yerini güce bırakacaktır. Ahlâk,
polis olacaktır. Patlayıcılar, kozm ik şiddete ulaşacaklardır. Ç ö z ü l­
m e, birliğin ü stesind en gelecektir.”
A d am s’ın bu pasajda önceden gördüğü şey, uygun bir entellek-
tüel anlayış, ahlâki d isiplin, toplum sal şuur ve soru m lu siyasal y ö ­
netim - “kozm ik şiddet b om b alarf’nın icat edildiği anda bir avuç
nükleer b ilim adam ı tarafından oldukça geç k a lın m ış bir şekilde
kabul edilen bir ihtiyaç- olm aksızın artan fiziksel gücün toplum sal
sonuçlarıydı. Bu beklenen d ön ü şü m ü sosyal açıdan tehlikeli kılan
şey, enerjinin kendi halinde genişlem esi değil, fakat ahlâkî m ü eyyi­
deleri ve yaşam ı m uhafaza edici tabuları -ilk devirlerden bu yana
insanın hayatta kalm ası için tem el pratikler- terketm ekti.
A d am s’ın derin anlayışının ispatı, atom b o m b a sın ın icat e d il­
m esin d en bile ön ce doğrulandı; çünkü, tü m m u h telif totaliteryen
form larıyla tekelci siyasal gücün gelişim inde terör, işkence ve kitle
im h a , n o r m a l y ö n e tim araçları olarak y e n id e n d ev rey e s o k u l­
m uşlardı. 1940’tan sonra faşizm e karşı savaş yoluyla direnm e eyle­
m in d e anayasal d em ok rasiler, o zam ana kadar ‘uygar’ uluslarca
saygı gösterilen ahlâkî standartları ve savaş kanunlarını terkedip, si­
vil halkı fark gözetm eksizin terketm eye dair tiksindirici faşist u ygu ­
lam ayı taklit ettile r. Bu m eşu m ah lâk b o z u lm a sı, avn ı so n u c a
ulaşm anın daha ucuz bir aracı olarak atom bom b asın ın k u llan ım ı­
na öncelik etti ve ondan sonra bunu ‘m eşrulaştırdı’.
Bu infilak edici enerji artışının diğer adı totaliteryen ahlâksız-
laşmavdı: 1945’ten beri başlıca garnizon devletlerin, bu gezegen d e­
ki tüm yaşamı yok etm eye yetecek miktarlarda nükleer bom balar
geliştirm eye yol açan aynı kötü niyet. A dam s’ın tahm in ettiği ö l­
çekteki güç, bilim sel ve teknolojik yardım ı çocuksu ihtiraslara ve
p sik o p atik h a llisü n a sy o n la ra su n m a k la p aranoyayı itib ar edilir
kıldı.
A dam s’ın ö lü m ü n d en sonraki vıl kendisinin tehlikeli g e n e lle ­
meleri daha da sağlam laştı. 1919’da R utherford’un çalışm ası, a to ­
m u parçalam anın teorik olasılığını ifade edecek kadar ilerlem işti ve
bu surette A dam s’ın 1917’de tespit ettiği son aşamayı teşrif ed iy o r­
du. Bu noktada R utherford, baş asistanı Frederick Soddy radyoak­
tivite üzerine iki ciltlik çalışm asının dördüncü basım ında şöyle d i­
yordu:
“D ünyanın çalışm asını devam ettirm ek için a tom ik enerjinin
açığa çıkarılması ve transm utasyonu sorunu artık gizem ve ceh alet­
le çevrili değil. Bilakis, m utlak niceliksel m uhakem enin yapılabildi­
ği bir form a indirgenen gündelik bir varlıktır. Olabilir ki bu sorun
ilelebed çözüm süz kalır. Fakat bun u olanaklı kılacak bir yol ü zerin ­
de ilerliyoruz. Başarıya ulaşacağım ız gün gelm eli m i b ilem iyorum .
Şansa bağlı olan m eselelerin cesam etine kim se gözünü kapam am alı
ve insanlığın fiziksel kaynaklarına dair bu türde bir kazanım ın g eç­
m işte b ilim in bahşettği nim etleri bir felakete çevirm iş kişiliklere
em in bir şekilde teslim edilebileceğini varsaym am alıdır.”
Soddy’nin toplum sal sorum lu lu k üzerine keskin hassasiyeti, fi­
ziksel araştırmalardan bugün kullanılan enerjileri uygun ek on om ik
terim lerle ifade etm e soru nuna d ö n m esin e neden oldu; fakat, ken ­
disinin bir bilim adam ı olarak öğren im görm esi ve de başka alan­
larda bir arka plandan yoksun olm ası, düşüncelerini ulusal para ve
kredi kontrolü ve gelir dağılım ı üzerinde od aklaştırm asına sebep
oldu. Bu yetersiz tek faktör analizine sarılmakla kapsam lı hedefini
k a y b etti. B u n u n la b ir lik te , ta h m in se l v u k u fiv e ti h â lâ ita b a ra
layıktır.
Soddy’den ön ce H enrv A dam s, iki radikal adım atm ak suretiyle
o r t o d o k s ‘b i l i m s e l ’ ta r ih g e le n e ğ in d e n a y r ılm ış t ı. B ir in c is i
h ızlandırılm ış enerji üretim iyle ilgili verilerini g eçm işten geleceğe
taşımakla tarihçi bilim kanunlarıyla alay etti. Bir determ inist olarak
uzun bir zam an hareket halindeki düşüncelerin ve güçlerin çizdiği
eğri boyunca hareketlerine devam edeceklerini varsaydı. Gerçi bu
eğri öylesine dik bir biçim de tırm anıyordu ki ya ani bir sona ya da
daha önceki tarihi gelişim in hiç birinde görülm eyen yeni faktörleri
kabul eden yeni bir aşam aya geçişe işaret ediyordu.
Fakat A dam s’ın ikinci adım ı daha dikkat çekiciydi. Zira, kendi­
sinin determ inist inancına ters düşüyordu: D ü şü n ced e, tasvir ettiği
tehdit edici durum a uygun bir karşı-eylem seyrine yol açan kesin
bir in isiy a tif te k lif ed iy o rd u . Bir d ü n ya-sarsıcı d eğ ilse bir kafa-
sarsıcı olarak 1910 ’daki Tarih Ö ğretm enlerine M e k tu p (L etter to the
Teachers o f H is tory)'ta A dam s, o zam an süreç halindeki değişim lere
m eslektaşlarının dikkatini çekip, iş başındaki güçleri anlam ak için
kendilerini adamaları gerektiğini ve bu sınırsız güçleri insanın ya-'
rarına çevirm ek için gerekli kurum sal değişiklikleri oluşturm ak için
koliektif zekalarını tek bir çabada toplamaları ifade etti. Ç ünkü bu
güçler k ontrol edilm edikleri taktirde, “kozm ik şid d et bom b aları”
uygarlığa son verebilirlerdi.
Bu tür son larla ilgili kabusvari tahm inler, L eon ard o da V in -
ci’den M adam e Blavatsky’nin aynı zam anda 1880’lerde yayınlanan
m eşu m fantezilerine kadar, ço k ö n ced en Batılı zih n iy ette yer e t­
m işlerdi. E dm ond de G oncourt bile, Oscar YVilde’in bir m ek tu b u ­
na göre, “korkunç bir yıkım m akinası yapmak” için havadan h id ­
rojen elde etm e olasılığını bir tarafa atm ıştı. (O scar \V ild e’ın M ek­
tupları: 17 Aralık 1891).
Bu sonuçlara el yordam ıyla ulaşırken H enry Adam s fizikçi b i­
lim adam larından etkili bir yard ım alam ad ı, ki bu bilim a d a m ­
larının çoğu, onvedinci yüzyıl m ekaniğinden m ülhem so yu tlam a­
ların görünür olarak sabit dün yasın a sağlam bir şekilde d em irle­
m işlerdi, dolayısıyla tarih ve felsefe bölüm lerindeki yakın akadem ik
m eslektaşlarının, kendisinin m eşu m tahm inlerinden etk ilen m em e­
leri ve apaçık ikazını, kabul ettikleri ya da m esleki olarak ele alabil­
dikleri gerçekliklerle old u k ça ilgisiz telakki etm eleri, hayıflanacak
bir d urum değildir. G erçekten de ataletleri, atom un yapısına dair
yeni anlayışlarına ıagm en nükleer fizyon u n u n yapay olarak yapıla­
m a y a ca ğ ın d a n em in o la n b ir ç o k ü stü n fiz ik ç in in a ta le tin d e n
farksızdı. A tom bom basının fiili tasarlayıcıları bile olası başarılarını
açığa vurm uyorlardı. Yine de, A dam s’ın bilim sel dünyanın dikkati­
ni çekm edeki başarısızlığı, kendisinin tarihsel argüm anlarının ikna
ed iciliğin e halel getirm edi. G ü n d em e getirdiği potansiyeller, ça ğ ­
daşlarının vüzyüze gelem iyecekleri kadar çirkindiler sadece.
Bu direniş yalnızca, A d am s’ın faaliyetini arttırır. Yetkin bir ge-
nellem eci olarak, eldeki tü m teknik ve bilim sel bilgiyi yeni bir ö r ­
g ü d e bir araya getirm işti. Fakat herhangi bir alandaki hiçbir u z­
m an, A dam s’ın teklifinin şuurunda olsaydı bile, resm in b ü tününü
görm eye ya da bu zuhur eden örgü, anlam lı olsa da, şu ana kadar
oldukça başarılı oldukları görülen saf niceliksel ve ‘nesnel’ p rose­
dürleri tekrar gözden geçirm eksizin artık dualistik onyedinci yüzyıl
ideolojisine yahut pratiğine sarılam ayacagını kabul etm eye henüz
hazır değildi. Bu m ekanistik onyed in ci yüzyıl k ozm osunun nükleer
patlamaların etkisiyle aniden çözüleceği ve yirm inci yüzyıl kaosunu
üreteceği hususu, ciddiye alınm ayacak kadar olanaksız gözüküyor­
du.
Fakat A dam s haklı olsa da, tarihsel durum , yeni yöntem ler ve
yeni görevler istiyordu: K opernik’ten sonra bilim de m eydana g e­
len d en daha önem li (acil) bir zih n iyet değişim i. M aalesef bunlar,
A d am s’ın Baconyen taslakta bile yerine getirm ekten aciz düştüğü
gerekliliklerdi.
A d am s’ın bilim sel m eslektaşları,.kendisinin m üracaatım sıkıcı
bir sessizlikle karşıladılarsa -özgür ve açık fikirli W illiam James bile
sağır kesilm işti- bunu n n ed en i, H e n ıy A dam s’ın kılavuzluk edici
d ü şü n c e sin in , k e n d isin in d ü şü n d ü ğ ü n d e n bile daha radikal o l ­
m asıydı. P otansiyel geleceğe vurguda bulunm ak suretiyle A dam s,
seri halindeki zam an ve n ed en sellik d ü n yasın d an - ki k en d isin in
o n d ok u zu n cu yüzyıl eğitim i, bu dünyayı, gerçeklikle bir tutm asına
neden olm u ştu - geçici devam lılığın, filojeni ve toplum sal tevarüsün
(hafıza ve tarih) organik d üzen in e hareket etm işti ki bu düzende,
g eçm iş ve gelecek , şim d id e k eşisiyorlard ı. Bu organ ik d ü n yad a,
am aç, kendisini sürecin üzerine em p oze eder ve kısm en de o n u d ö ­
nüştürür; burada olaylar silsilesi, soyut nesneler üzerinde tecrit ha­
linde çalışan dışsal güçlerce değil fakat, organizm anın içkin yapısı
tarafından değiştirilen daha kom pleks bir alandaki tepkiler ve diğer
organizm alarla verim li olan çevresel bir alandaki deneyim sel b iri­
kim ler tarafından belirlenir: ve son u ç olarak, organik süreklilik, y e­
niliği özüm ser ve bu yeniliğin organizm anın kendi direngen yapısı­
na uyup uym adığını belirler.
M aalesef, A dam s soyutlam alar ve tecı idlerle uğraşan ortod ok s
onyed inci yüzyıl bilim in in determ inistik atom izm in e o kadar tes­
lim olm uştu ki ortaya koyduğu p roblem in kendisinin ideolojik ö n ­
cüllerine göre cevaplandıralam adıgım görem edi. Bu em salden, k ol­
ları açık bekleyen Bakire M eryem ’e iltica ederek kurtuldu.
A dam s enerjinin daim i hızlanışım yalnızca’, bu d ö n ü şü m ü fiile
g e ç ir m iş f iz ik s e l a le t le r e a t f e t m iş t iy s e de d e h ş e t i v e h a y a tî
ehem m iyeti bugün tam am ıyla kavranm ış yeni bir faktöre rast gel­
m iş t i. B u , ilk t o p lu m la r a e g e m e n o lm u ş b ü tü n t o p lu m s a l
yaptırım lar, dini kısıtlamalar ve cem aatsel âdetler sistem in in tedri­
cen çözülüşünün , sınırsız bir gayrı-insani (n o n -h u m a n ) enerji üre­
tim in in serbest bırakılm asıyla insani çabaları genişlettiği gerçeğidir.
M ekanizasyondaki tartışılm az başarısından korkan to p lu m , kendi
o to m a tik sistem in e itaat etm eye başlam ıştı, ve her türlü aktivite,
hızlı bir niceliksel genişlem eye koşulm uştu: alan genişlem esi, nüfus
gen işlem esi, m ekanik faaliyetlerin gen işlem esi, üretim oranlarının
serm aye kazanım larının, gelirlerin, karların ve tüketilebilir zen g in ­
liğin genişlem esi. T üm bu yardım cı fenom enlerin arkasında, bu tü ­
m el sü r e c in ilk m u harriki olarak b ilim se l b ilg in in g e n işle m esi
vardı. 'O top ıasyonun O tom asy o n u ’ başlam ıştı.
A dam s’ın muasırlarının birçoğuna göre, bu otom atizm alar, d a­
ha ön cek i top lum ların kısıtlayıcı sosyal norm larından bu bilinçli
ayrılışlar, ilerlem enin silinm ez alam etlerindendi. Bu görünürde ya­
rarlı gelişm eyi, tehdit edici negatif son u cu n a kadar takip etm e cesa­
r e tin i g ö s te r e n y a ln ızca A d a m s’tı. S o n u ç ta k a r şısın a , -in sa n i
alışkanlıkların, çabaların ve hedeflerin derin bir yeniden- yönelti-
m in ce hariç- artık kontrol ed ilem eyen bir ölçekteki güç çıktı. Bu
d ö n ü şü m ü n başarılamam ası halinde A dam s, ü m it kırıcı bir insani
çöküşü öngörüyordu. Adam s, tehdit edici hastalık için hiçbir çare
sunm aydıysa da on u n önteşhisi dikkate değer bir biçim de d oğru y­
du. A d am s’ın ölüm ün den sonra bir nesil içinde hem bilim sel iler­
lem e ve hem insani gerilem e, yalnızca kendisinin tasavvur ed eb ild i­
ği bir ölçekte vuku buldu.
2
Eski ve yeni megamakina

ENRY ADAMS’IN TAHMİNİ, tü m dikkate şayan ön g ö rü ­

H le r in e r a ğ m e n , tek b ir fa k t ö r e , e n e r jiy e , m ü n h a s ır
kılınm an ın hadikapını barındırıyordu. Ö n ced en gördüğü
olayların m ey d an a g eleb ilm elerin d en ö n c e , yeni bir m egam ak i-
nanın keşfedilip icat edilm esi, test edilip dü zen len m esi ve nihayet
tek bir üniter organizasyonda top lan ılm ası gerekiyordu. Piramid
Çağı’nın ilk m egam akinasında olduğu gibi bu kurulum , ancak sa-
vaşın eritici sıcaklığı altında vü cu d a getirileb ilird i. A dam s, vuku
bulm aya yakın köklü değişim in ö n em li bir kısm ını ön ced en doğru
bir şekilde tahm in etti. Fakat bu güçlerin daha m ücessem bir enteg­
rasyonunun daha korkunç bir kontrol sistem ini tesis edecek tarzda
ortaya çıkarabileceğini önceden görem edi.
1940’a kadar m odern teknolojinin sürekliliğini ve ivm esini in ­
sani gelişm eye uygun olarak telakki etm ek hâlâ m ü m k ü n dü ; ve bu
kanaat öylesin e sağlam bir şekilde yerleştirilm işti, M akina Efsanesi
m odern zihniyeti öylesine kuşatm ıştı ki bu arkaik inançlar geniş bir
şekilde hâlâ iyi tesis edilm iş, bilim sel olarak m uteber ve kesinkat
‘ilerlem eci’ -kısacası pratik olarak karşı çıkılam az- gerçekler şeklin­
de düşünülüyorlardı.
Y irm inci yüzyılın başların d a-h içk im se, gü n d elik yaşam ın her
veçhesinde derin değişiklikler yapıldığının farkına varam am ıştı. Bu
değişiklikler, büyük bir enerji girişi ve daha ö n ce görü lm em iş bir
ölçekte ortaya çıkan bir ulaşım ve iletişim sistem leri ağı tarafından
k u vvetlendirilip harekete geçirild iler. Gelir d ağılım ın d a eşit dav-
ranm asa da kapitalizm in gelişm esi, birçok kişiye göre, daha adil ve
toplum sal bir düzen için gerekli bir hazırlıktı. En azından ileri sa­
nayi ülk elerinde, soru m lu parti h ü k ü m eti aracılığıyla siyasal d e ­
m okrasinin görünür olarak kutsanan g en işlem esi, sosyal güvenlik
ve toplum sal refah için k oyduğu ölçüler için vasıtasıyla bu değişim
için pürüzsüz bir geçiş alanı sağladı. ıVlegam akinanın bileşenleri
dağınık bir halde varlıklarını sürdürüyorlardıvsa da -gerçekte b ü ­
yük endüstriyel ortaklıklar ve karteller işliyord u - sistem , bir bütün
olarak yekvücut olm aya başlam ıştı bile.
M ekanik ilerlem enin haddizatında özgürleştirici (liberating) bir
etki old uğu kanaati, D elacroix, Ruskin ve M orris gibi ‘rom antikler’
d ış ın d a tü m o n d o k u z u n c u y ü z y ıl b o y u n c a g en el, olarak karşı
çıkılm az bir kanaat olarak kaldı: B irbirinden bağım sız bir çok libe­
ralleşm e hareketi gerçekten de teknik yeniliklere eşlik etm işti ve sa­
nayi işçisinin, birbiri ardınca gelen yeni endüstri dallarında vahşice
alçaltılm asının olduğu d ön em lerd e bile bu yenilikleri kısm en de o l­
sa m eşru la ştırm ıştı. B arışsever ve sila h sız in sa n la r, A vru p a’dan
A m erika’ya gönüllü bir şekilde göç ettiler. H erhangi bir yere seya­
hat -ve birçok ülkede, sürekli göç- herhangi bir yönetim sel engelle­
m e yahut zorlam a olm aksızın m ü m k ü n d ü . 1914 ’e kadar, askerlik
yaşının üzerindeki yolculardan, geriye kalan iki ana despot y ö n e ­
tim , Rusya ve Türkiye hariç, hiçbir yerde pasaport istenm iyordu.
Italyan tarihçi G uglielm o Furrero’nun belirttiği gibi, tarihte ilk
defa, ‘denizlerin özgürlüğü’ her tarafa nüfuz etti: özgürlük ve gü­
ven lik . Fethedilen halkları idare ederkenki katılığına rağmen em -
peıyalizm bile bu tem el kanun ve düzen in ve kişisel güvenliğin tesis
ed ilm esin e yardım cı olm uştu.
O n d okuzu ncu yüzyıl boyunca kendi kendini yöneten top lu m -
ların, organizasyonların, birliklerin, ortaklıkların ve toplulukların
sayısı oldukça artmıştı ve daha ö n ce u lus-devlet ya da despotik im ­
p aratorluk tarafından b astırılm ış b ö lg esel o lu şu m la r (e n titie s),
kendi kültürel bireyselliklerini ve siyasal bağım sızlıklarını yeniden
iddia etm eye başlam ışlardır. Gariptir ki kim se, yeni bir m egam aki-
nanın olu şu m sürecinde oldu ğu n u ve yeni teknik ilerlem elerle tüm
boyutlarlarıyla ikame edilip yüceltileceğim göıem iy o rd u .
Son yarım asır boyunca bu tüm el resim değişm iştir. İlk bakışta
b irbiıivle ilgisiz ve çoğu zam an m ütenakız bir eğilim ler dizisi o la ­
rak görü n en şey, tü m ü y le yeni bir fe n o m e n e d ö n ü ştü ve büyük
oranda benzer ideolojik öncüller ve ruhsal itkiler çerçevesinde işle­
yen ve benzer hedeflere -tabiata egem en o lm a ve insanın boyun eğ-
dirilm esi- ulaşm aya azm eden paralel güçlerin bir son u cu olarak bu
yeni fen om en m ed eniyetin hem en başlangıcında zuhur etti.
B unun için kozm ik bir dini hazırlık yapılm ıştı ki bunun daha
önce, G ü neş Tanrısı’nm yeniden doğuşu ya da daha sıradan terim ­
lerle, K opernik’in güneş-m erkezci sistem i şeklinde tanım lam ıştım .
Daha ö n ce tabiat felsefecileri, sonradan bilim adam ları şeklinde ad­
landırılan bu din üsleri öylesine tevazu ve alçakgönüllüklük ile zah­
m et verdiler ki ve öylesine bereketli bir bilgi m eydana getirdiler ki -
bu bilgi, m adencilik, hidrolik, denizcilik, savaş ve daha sonra tarım,
tıp ve k am u sağlığın d a k u llan ıla b ilird i- hiç k im se kullandıkları
y ö n tem lerin aynı zam and a, gayrı-insani o to rite n in b irincil aracı
olabileceklerinden şüp he etm em işti.
Yeni evrensel G üneş Tanrısı dini ile birlikte siyasal gücün m er­
k ezileşm esi geldi. Ortaya çıkan tiranlar, despotlar ve krallar, özel
m ülkiyet üzerinde vergi, istim lak ve m üsadere yoluyla sınırsız bir
tasarruf gücü elde etm ek için hem feodal yüküm lülüklerin hem de
mahalli (m unicip al) özgürlükleri feshettiler. Tanrısal hak son ucu -
açıkça b öyle ilan ediliyordu- kralın sahip old u ğu bu kişisel egem en ­
likten, devletin kişisel olm ayan (im p erso n el) egem enliği yükseldi.
O ligarşik ya da cum huriyetçi y ö n etim altında, bu k ollek tif birim
kralın daha ön ce talep etttigi tüm im tiyazları ve güçleri -gerçekte,
hiçbir m onarkın yapm aya cüret etm ed iği bir kapsam lılıkta- talep
etti. M ısır’da old u ğu gibi, bu sü p er-egem en in em irleri, iki kadim
sınıfı -ord u ve bürokrasi- yeniden terbiye edip egitm eksizin icra
edilem ezlerdi. O tom atizm yukarı, o to n o m i aşağı.
Bu kuram ların hiçbirinin, aradan geçen beş b inyıl boyunca tü ­
m ü y le ortadan kalm adıkları doğrudur: Bazı yö n lerd e, sabit kayıt
tutm ak için kullanılan araçlarda, silah ve taktiklerde, işlevsel h iye­
rarşik dü zende m eydana gelen teknik ilerlem elerden zam an zaman
yararlandılar. Her iki kurum da, O rdu ve R om a K ilisesi’nin dini
(e c c le sia stic a l) o r g a n iza sy o n la rın d a k i -y a k la şık o n b e ş asır d a­
yan m ış bir m egam akina- eski geleneklerden beslendi.
R usya’n ın B üyük P etrosu, Prusya’n ın Frederick W ilh elm ’i ve
Fransa’m XIV L ouis’si gibi yeni m utlak yöneticiler, sabit bir b ü ­
rokrasi tarafından idare edilen, -telgraf iletişim inden bile ö n ce uzak
d ü şm an lar yah u t dağınık halklar ü zerin d e şöyle b ö y le tesirli bir
uzaktan kontrol tasarrufuna sahip- sabit kışlalarda top lan m ış sabit
ordular em rettiler. Bu m odern m erkezi örgülenm e tarzı, düzen siz­
ce eğitilen ve arada sırada biraraya getirilen gevşek feodal yahut
m ahalli ordulara ve tek bir hizm et yılı için sınırlı güçler istihdam
eden am atör m em urlarca idare edilen mahalli y ö n etim e sahip da­
ğın ık ortaçağ topluluklarının ö rgü tlen m e tarzından kıyaslanam az
derecede güçlüydü.
B u d ö n ü şü m ler sadece şunu vurgular ki m o d ern m egam aki-
nanın asıl m od eld e daha önce var o lm a m ış -düşte ya da gerçekte-
hiçbir bileşen i yoktur. A yırdedilebilir derecede m o d ern olan şey,
bu zam ana kadar teknolojik olarak uygulanm ası m ü m k ü n olm ayan
arkaik hayallerin etkili bir b içim d e so m u tla ştırılm a sıd ır. Siyasal
m u tlak iyetçilik, askeri sınflandırm a ve m ekanik icad ın ittifakıyla
birlikte, uzu n bir zam ana atıl bırakılm ış kadim bir kurum -m ecb u ­
ri çalışm a ve savaş için zoraki vatani hizm et- yeniden yürürlüğe k o ­
nuldu. M ecburi çalışm a, açlık ve hapis tehdidi altın d a kölelik ve
ücretli em ek şeklini aldı: o zamanki özgürlükçü idelojinin aleni id ­
dialarını gö z göre göre kem irm iş bir sistem -Birleşik D evletler’deki
kölelik gibi-. Fakat dem okrasi sancağı altında yürürlüğe konan z o ­
raki vatani h izm et daha da ileri gitti: Fransız D evrim i savaşlarının
hararetinde 'm illi beka’nın bir aracı olarak geldi ve bu devrim i tas­
fiye eden cüretkâr im parator tarafından devam ettirildi. B öylece
Mısır m egam akinasını m üm k ü n kılm ış başlıca askeri yenilik, geniş
ölçekli yön etim in sabit bir yardım cısı olarak tekrar devreye so k u l­
du. R om a im paratorluğun un zirvesinde bile, çalışm a yahut im ha
için geniş nüfusların böyle bir tarzda tüm den organize edilm esi hiç
m üm kün olm am ıştı.
Kitle k ontrol için tem el bir araç olarak ulusal seferberliğin (k i­
barca ‘evrensel h izm et’ deniyord u .) ö n em i, m odern siyaset ve tarih
bilim cileri tarafından inanılm az bir gevşeklik yahut körlükle g ö -
zardı ed ilm iştir. Başka hiçbir faktör savaşın y ık ıcılığın ı bu kadar
arttırm am ış olm asın a rağm en, konuyla ilgili bilim sel literatür çok
azdır. “Seferberlik ” k elim esi C a m b rid g e M o d e rn H is to r y n m t ü ­
m üyle Fransız D evrim i ve N ap o ly o n ’la ilgili ciltlerinin indeksinde
g ö zü k m ü y o r. K onu yla ilgili bir istisna, C o lo n el F.N . M a u d e’un
E tıcyclopacdia B rita n n ic a nın o n b irin ci basım ın d a (1 9 1 0 ) yazdığı
bir m akaledir. Şöyle diyordu Maude: “Hiçbir riıilletin anayasasın­
da, insanlığın geleceği üzerinde bu az bilinen 1789 Fransız hareke­
tinin bıraktığı etkiye u laşabilm iş ya da ulaşabilecek hiçbir kanun
yoktur.” Bu yargı, siyasal b ilincim ize iyice işlem ek zorundadır.
Bu noktaya kadar, yol yapım ı ve istihkam lar ve zoraki askeri
h izm et gibi m ecb u ri çalışm a da genel, fakat yerel ve d ağın ık o l ­
m uştu, fakat b u gü n sistem atik , düzen li ve evrensel hale geldiler.
Ulusal ordu , kendi insani birim lerini, düşüncesiz, itaatkâr ve o to ­
matik im ha em irlerine şartlandırm ak için bir eğitim kurum u haline
g eld i. H iç şü p h e yok ki tü m bir n ü fu su n bu siste m a tik ta sn ifi,
o lu şu m u n u büro ve fabrikada gerçekleştirdi ve daha ön ce asla ta­
sarlanm am ış bir ölçekte makinavari bir itaat talep etti.
Bu tasnifin etkisi, bugün apaçıktır. C ondorcet, S aint-Sim on ve
A uguste C om te gibi sosyal reform cuların N a p o ly o n d evresinden
öğrendikleri şey, askeri tekniğin sosyal davranışa uygulanm asının
yol açabileceği etkidir. Bu kâhinler, “tüm legal ve politik kurum lan
m utlaklaştıracak keskin ve nihai bir d ev rim ” tasavvur ettiler. Bu
hedef, yeni m egam akinayı tanım lar ve bu devrim şu an süreç h alin ­
dedir.
Bu noktada, sade bir siyasi idare birim i olarak D evlet ve fiile g e­
çirilm iş m egam akina arasındaki bir farkı berraklaştırm ama izin v e­
rin. Bu farklılık, İngilizcede ‘g ü ç ’ kelim esin in değişen tan ım ın d a
ortaya çıkar. ‘The N ew English D iction ary’ gücün “başkaları ü z e ­
rinde idare ve kontrol sahipliği” şeklindeki tanım ını 1297’ye kadar
uzatır. Sonra anlam , 1486’da “hareket etm ek (eylem ek ) için legal
yeten ek, selahiyet ve o to ıite ”ye d oğru kayar; ancak 1727’de güç,
“işte tatbik edilm ek için m evcu t herhangi bir enerji ya da kuvvet
fo rm u ” olarak tekn olojik bir rol kuşanır. Son olarak, m egam ak i-
n a n ın in şa sı ile b irlik te, g ü cü n tü m şek illeri -h e m y a p ıcı h em
yıkıcı- iş için kullanılabilir hale geldiler. Binaenaleyh, m egam akina
sade bir idari o rg an izasyon d eğild ir; o r to d o k s tek n ik an la m d a ,
standart hareketler ve tekrarlayan iş icra edecek şekilde organ ize
ed ilm iş “bir direngen cisim ler k o m b in a sy o n u ” şeklindeki bir m aki-
nadır. Fakat dikkat edin: Biribirini takviye eden tüm bu güç fo rm ­
ları, yeni Güç B eşgeni’nin tem elini oluşturdular.
Ö zel amaçlar için kısm i işlem leri yerine getiren m akinaların
aksine, m egam akina yapısı gereği, ancak k ollek tif ve gen iş ölçekli
işlem lerde kullanılabilir ki haddizatında bunlar, daha geniş bir güç
siste m in in bileşinidirler. Arkaik kanal işleri, karayolu yap ım ı ve
şehir yıkım ından tü m endüstriyel sürece ve oradan eğitim ve tü k e­
tim organizasyonuna kadar, bu türdeki işlem lerin sayısını ve m e n ­
zilini arttırmak suretiyle m egam akina, geniş nüfuslar üzerinde salt
politik bir birim in iddia edebildiğinden daha etkili bir kontrol u y ­
gular. N ie tz sc h e bir d efasınd a savaşı ‘dev letin sıh h a ti’ şek lin d e
tanım lam ıştı, bundan da fazla, savaş m egam akinanın ruhu ve b e ­
denidir. M egam akinanın aktivitelerinin genişliği şu gerçekle değer­
len d irilebilir ki büyük bir savaş so n a erd iğin d e, m egam akinanın
yuttuğu organizasyon ve sanayilerin, yarı-bagım sız birim ler olarak
d evam etm e yeteneklerini, m erkezi o to riten in yardım ı olsa dahi,
yeniden elde etm eleri üç ile beş yıl arasında bir zam an alır.
B ireysel m ak inaların tüm ö zellik leri -yüksek enerji girdileri,
m e k a n iz a sy o n , o to m a s y o n , m ik ta r ç ık tısı- m eg a m a k in a d ah il
o lm a la rı s o n u c u n d a artar. Fakat ayn ı şey b u tü r m ak in aların
dezavantajları -rijidlilderi, yeni durum lara karşı kayıtsızlıkları, ma-
kinanın dizaynına dahil edilenler dışında insani amaçlardan ayrıl­
m aları- için de geçerlidir.
‘M utlak’ silahların icat ed ilm esin d en bile ö n ce, otom atizm ve
absolutizm (m utlakiyetçilik) her askeri organizasyonda birbirleriv-
le sağlam ca eşleşm işlerdi. D olayısıyla savaş, m egam akinanın k u ıu -
lu m u n u ilerletm en in ideal k oşu lu d u r. Ve savaş teh d id in i sürekli
olarak m evcu t tutm ak, özerk ya da yarı-özerk bileşenleri, işleyen
bir birim olarak bir arada tutm anın en güvenli yoludur. Bir m ega­
m akina bir kez vücuda getirildikten sonra, on u n program ıyla ilgili
herhangi bir ten kid, on u n p ren sip lerin d en herhangi bir ayrılma,
o n u n ru tin lerin d en herhangi bir k op m a, aşağıdan gelen talepler
doğrultusunda o n u n yapısında herhangi bir değişiklik, bütün sis­
tem için bir tehdit teşkil eder.
3
Yeni ittifak

EGAM AK lNANIN KÖKENİNİ TAHLİL EDEBİLDİĞİM

M KADARIYLA kadim m od eld e b u lu n m ayan , m egam aki-


nânın bir kurum sal ön koşulunu en sona bıraktım: Yani,
hızlı kapital birikim ine tekrarlayan tedavüllere, bü yü k kârlara d a ­
yanan, teknolojinin sürekli ivm e kazanm asına yön elik işleyen özel
bir ek on om ik d in am izm türü kısacası, para ek on om isi.
Para gü cü n ü n p olitik güçle ittifakı, m on arşik ya da despotik
m utlakiyetçiligin alam etlerinden biriydi; ve askeri m akina, teknik
icatların ve silahların kitle üretim ine ne kadar bagh geldiyse, ulusal
ek on om ik sistem in anlık kârları o kadar fazla o ld u - buna rağm en
uzun vadede, sonradan gelen nesiller b u farzedilen k azan ım lan n ,
tamiratlara, onarım lara ve değiştirm elere öd en en bedellerle d en g e­
lendiklerini göreceklerder. Savaşı teşvik etm en in ahlâkî m esuliyeti,
askeri m ü h im m at üreticilerini birer günah keçisi yaptıysa da gerçek
şu ki savaştan elde edilen tahm ini kârlar, ulusal e k o n o m in in diğer
tüm kısım larını da -tarım ı bile- eşit miktarda zenginleştirdi; çünkü
savaş, benzersiz ürün tüketim iyle ve benzersiz israflarıyla, genişle-
ven bir tek n olojin in kronik k u su ru n u n - aşırı ü retim - üstesinden
geçici olarak gelir. Kıtlığı geri getirm esiyle savaş, klasik kapitalist te­
rim lere göre, kazancı tem inat altına alm ak için şarttır.
Bu ek on om ik d in am izm ayrıca, y ö n etim e d o g ıu akan geniş bir
kredi transferine bağlıdır; ve ulusal askeri harcamalar için hem ser­
m aye hem de cari gelire duyulan ihtiyaç, ortod ok s 'serbest girişim ’
bakış açısından m ekruh bir tacize -ulusal gelir vergisine- kutsallık
bahşeder. Bu, m utlak m onarkların bile ciddi korkularla yürürlüğe
koydukları bir ölçüdür. XIV. Louis, Paris’in ilahiyatçılarından b ö y ­
le bir yükün, 'ilahi hak’ sonucu başa geçen bir yön etici olarak ülk e­
deki tüm toprak ve m ülkiyetin Kı al’a ait olm ası ve b u n u n kendisi­
nin istediği şekilde dağıtılabileği dolayısıyla m eşru sayılabileceğine
dair bir fetva alm adan bu vergiyi em p o ze etm eye cesaret ed em e­
m işti. Gelir vergisi ancak N apolyon Savaşları m ü d d etin ce yürürlü­
ğe k on m u ştu ve 1913’te Birleşik D evletler’de gelir vergisini kanun­
laştıran anayasal değişiklik yürürlüğe sokulm asaydı, 1940’tan sonra
yeni m egam akinayı yaratamak için gerekli m eblağlar m evcut o lm a ­
yacaktı.
A ncak şu n u n açıklığa kavuşturulm ası gerekiyor ki ulusal vergi­
lendirm eden elde edilen miktar, m od ern iktisadın ek o n o m ik dina­
m izm ini b eslem ede kâr m otivin in yerini alm ıştır. N e kâr-zarar ne
de gelir-gider m uh asebesi, m egam akinanın işleyişini etkili bir b i­
çim d e azaltır; çünkü giderler sihirli bir şekilde gelirlere d ön ü ştürül­
m ektedirler ve askeri köhnem e ve ani yıkım dan dolayı beklenen za­
rarlar, yeni ortak kârların kaynağıdırlar.
M egam akina, savaş yoluyla, alanını genişletti ve g ü cü n ü arttırdı
ve bir tesad ü f eseri kapitalist sistem in, kendi işleyişini düzenlem ek
ve rasyonelleştirm ek için geliştirdiği bir geri-beslem e form u n u - ya­
ni, yanlış hesap yapm anın cezası olarak kesin iflas tehdidi ile anlık
kâr ve zarar m uhaseb esi- ortadan kaldırdı. E konom ik bir canlan­
mayı harekete geçiren şey, 1930’larda yarı-felç bir durum daki kapi­
talist ek on om id e yapılan önem li değişiklikler değil, yeniden silah­
lanma ve savaştı; ve sistem i, kendisinin köklü zayıflığı -dağıtım cı
adalete ulaşm adaki başarısızlığı- dolayısıyla kendi kendini im ha e t­
m ekten geçici de olsa kurtaran yegane şey, savaştı.
Şu halde para ek on om isi, genişlem ekte olan gü ç teknolojisinin
her p arçasın ı aşırı tahrik etm ek le kalm az, fakat aynı za m a n d a ,
menfi savaş girişim leri uğruna, planlı im ha ve kitle kontrol için g e­
rekli fazlalığı (su rp lu s) tem in etm ek için m egam ak in an ın devam
eden genişlem esini her alanda zorunlu kılır. D ahası, D evlet, sosyal
güvenlik ve teknik hizm etleri bir bütün olarak ülke sathına yaydık­
ça, nüfusun büyük bir b ölü m ü -gelir vergisinin âdet üzere zenginin
lehine donaltıldıgı gerçeğine rağm en- bu merkezi olarak yönetilen
üretim , dağıtım ve k ollek tif yıkım tarzında bir koza sahiptir. Bu
tek n olojik, m ali, p olitik ve askeri d in am izm k o m b in a sy o n u n d a ,
hiçbir birim , bir başka birim den daha elzem değildi, fakat, m ega-
m akinanın etkili ve çağdaş bir m od eld e tarihsel kusurlarının ç o ­
ğ u n lu ğu n u n on arıldığı ve geleneksel sın ırlam aların ın kaldırıldığı
bir biçim de yeniden ikam e edilebilm esi için tü m birim lere ihtiyaç
vardı.
Yirminci yüzyılın başlarında, bazıları hâlâ yarı-şekillenm iş d u ­
rumda olsa da yeni m egam akinanın ana bileşenleri hazır haldeydi.
Y alnızca iki şey eksikti: Y aşayan bir y ö n e tic id e , a n o n im bir
grupta yah ut bir sü p er-m ak in a d a tecessü m e tm iş m u tlak gücün
sem bolik bir figürü ve tüm gerekli bileşenlerin infilakını m eydana
getirecek kadar m eşu m ve baskıcı bir kriz. Kriz yükseldi ve infilak
vuku b u ld u . Fakat bu o lm a d a n ö n c e , yeni m ek a n ik ek ip m an la
enerji kazanan m egam akinanın daha eski ve daha kaba m odelleri
vücuda gelm iş ve ‘m u tla k ’ gü cü n son infilakı için yo lu te m iz le ­
mişlerdi.
4
Geçişsel totaliteryanizm

EGAMAKINANIN YENİDEN İCADI VE GENİŞLEMESİ,

M hiçbir su rette tarihsel g ü çlerin k açın ılm az bir so n u cu


değildi. G erçekten de o n d ok u zu n cu yüzyılın son u n a ka­
dar, Batı m ed en iy etin d ek i ö n e m li d eğ işim ler -tek n o lo jid ek i d e ­
ğişim ler bile- birçok yetkin d ü şü n ü re özgürlük lehtarı olarak g ö ­
züktüler. 1890’larda, C om te’ıin daha önceki sözlerini aksettiren Er-
nest Renan gibi m ü m taz bir beyin bile, savaşçı ulusalcılığın azal­
m akta o ld u ğ u n u ve savaş k arşıtlığ ın ın , askeri h izm etlerin ancak
m ecburi seferberlikle sağlanm asına n ed en olacak kadar yayıldığını
gözlem leyebiliyordu.
O n d ok u zu n cu yü zyılın ilk devresi b oyu n ca, serfligin ilgası ve
köleliğin bastırılm asıyla birlikte, g ü çlü karşı-kuvvetlerin yükseldiği
bu kuvvetlerin ve fazlasıyla cih an şu m ü l bir ölçekte evrensel hukuk,
kendi kendini idare ve işbirliği alanına ö n cü lü k ettikleri görüldü.
A lm anya gibi m ilitarize ülkelerde bile, 1912’deki Zabern olayında
olduğu gibi hüküm et, topal bir ayakkabı tam ircisini kibirlice h en ­
değe itm iş sonra da d övm ü ş bir Prusyalı m em ur için R eichstag’ta
tenkit edilebiliyordu. Politik baskı, vahşi ek on om ik söm ü rü , has­
talık ve açlık -tüm ü , azalm a halindeydi.
Kabul edilm elidir ki bu cesur beklentiler, Ermeni ve M akedon
katliamları, Ç in’deki Ingliz A fyon Savaşı ve G üney Afrika’daki Boer
Savaşı gibi çirkin k ollek tif barbarlık patlam alarıyla zam an zam an
kesişiyorlardı. Yine de, Birinci D ünya Savaşı’nın patlak verm esine
kadar akıl ve m erham etin dem okratik anlayış ve işbirligivle bera­
ber, galebe çaldığı görüldü. Fakat bu tür yapıcı gelişm elerin lehine
olan denge, Birinci D ünya Savaşı ile sarsıldı ve teknolojik iyileştir­
meyi insani iyileştirm eyle bir tu tm u ş olan inancın tem elleri çöktü.
Gerçekte yeni bir m egam akinanın oluşturulduğuna dair ilk ha­
ber (im a) Birinci D ünya Savaşı’ndan sonra, Sovyet Rusya ve İtalya
başta olm ak üzere, totaliteryen devletlerin yükselm esiyle geldi. Bu,
tem sili yön etim ve halk katılım ı yönündeki trendi tersine çevirdi.
Faşist ya da kom ünist diktatörlüklerin y'eni şekli kendi kendini ta ­
yin eden devrim ci bir cuntaya dayalı bir tek parti örgütlenm esiydi
ve başta, eski zam an ‘ilahi hak so n u cu kral’ın bir tecessü m ü - Tanrı
tarafından m esh ed ilm em iş fakat N apolyon gibi, kendi kendine taç
giym iş biri- vardı: K anunsuzca ele geçirilm iş ehliyetsiz gücün ka-
n u n lu lu gu n u ilan eden m erham etsiz bir diktatör (L en in ), şeytani
bir Führer (H itler), kanlı bir tiran (Stalin). Bu doktrin, Eflatun’un
Dev/et’indeki Trasym achus önerm esi kadar eskiydi.
Fakat yeni m egam akina, bir gecede büyüm edi v e çağdaş hay'atta
gözardı edilenin, tarih ok um asın d a da gözardı edildiği yahut kü-
çüm sendiği zannı, sadece bir on d ok u zu n cu yaizyıl liberal sanrısıydı.
Köleliğin ‘uygarlığın’ başlarından on d ok u zu n cu yüzyılın son varışı­
na kadar devam eden varlığı, savaş, fetih ve insan söm ü rü sü yle b ir­
likte, egem en devletin norm al im tiyazları olarak kabul edildiler.
H erbert Spencer, en düstriyalizm i b a n ş ile bir tutarak k en d isin in
tek taraflıca iyim ser to p lu m sa l evrim resm in d e b ü yü k bir hata
yaptıysa da o n d ok u zu n cu yüzyılın son çeyreğinde em peryalizm in
yeniden dirilm esinden, barbarlığa kesin bir d ön ü ş so n u cu n u çıka­
ran ilk kişi olm a hasebiyle hürm ete layıktır: ‘Yaklaşan Kölelik’ (T he
C orning Slavery). Bu köleliği, Refah Devleti ile eşleştirmekle Spen-
cer, hem Hilaire B elloc’un hem de Friedrich Hayek’in ilerisindevdi.
Yeni barbarlığın yeni teknoloji tarafından teyid edilip adeta e m p o ­
ze edildiği, sonradan keşfedilecek bir şoktu.
Kadim m akinanın yen id en kuı u lu m u n u makul aralıklarla üç
ana aşam ada gerçekleşti. İlk aşama, 1789 Fransız Devrimi ile tem a­
yüz etti. Bu devrim , geleneksel kralı azledip idam ettiyse de R o u sse-
au’n u n sahte D em okratik G enel İrade teorisin e göre kendi soyu t
m u a d ilin i, U lus D evleti, çok daha gü çlü ce yeniden ikam e etti ve
buna, tarihsel kralların gıpta ile bakacakları m utlak güçler bahşetti.
Sir H enry M aine, V ictoria Ç agı’n ııi en zeki siyasi gözlem cilerinden
biri, bu aleti oldukça berrak bir şekilde değerlendirdi: ‘“ C ontrat So-
cial’ın (T oplum Sözleşm esi) despotik egem enliği— her şeye gücü
yeten top lu m — saray adam larınca kendisi için talep edilen bir o to ­
riteyle işbaşına getirilm iş Fransa Kralı’nın tersine çevrilm iş bir k op-
vesidir.”
İkinci aşam a, 1914 ’te Birinci D ü n y a Savaşı’yla birlikte geldi.
Gerçi, başlangıç basam aklarının birçoğu daha önce, I. N ap olyon ta­
rafından katedilm işti ve 1870 Fransa-Pı usya Savaşı’dan sonra, Bis-
mark zam anında, Prusyacı askeri otokrasi tarafından daha ileriye
taşındı. Bu safha, bilginlerin ve bilim adam larının devletin bir o r ­
d usu şeklinde kaydedilm elerini ve işçi sınıflarının evrensel o y hakkı
sosyal refah yasam ası, ulusal ilk öğretim , iş sigortası ve em ek lilik
maaşları -hukuk, bilim ve tekil eğitim e oldukça itibar etm esine rağ­
m en N a p o ly o n ’un hiçbir zam an sürdürm ediği ölçüler- ile teskin
ed ilm elerini kapsıyordu. N ap o ly o n , A vrupa fethini başarsaydı ve
askeri-bürokratik rejim in i sa ğlam laştırm ak için zam anı olsayd ı,
m egam akina, o n d o k u zu n cu yü zyılın ortasın d a zuhur ed eb ilird i.
Gerçekte, N apolvon izm in kirli ideolojik son u çlan dahi genç Ernest
R enan’ın zihninde bugün karşı karşıya bulu n d u ğu m u z bir geleceği
ortaya çıkardı: Bilim sel bir elitin diktatörlüğü.
Birinci Dünya Savaşı bitm ed en evvel yeni m egam akinanın ana
özellikleri kabaca olu şm u ştu . Ingiltere ve Birleşik Devletler gibi g e­
niş bir siyasal özgürlük ölçü tü n e ulaşm ış uluslar dahi askeri sefer­
berliği yürürlüğe koydular ve aşırı derecedeki savaş m ü h im m atı ta­
leplerini karşılamak için Ingiltere aynı zam anda endüstriyel sefer­
berliği de tesis etti. Dahası iflasa d ü şm ed en -O rtodoks piyasa ek o ­
nom icilerin in herhangi uzun bir savaşı im kânsız kılacağını d ü şü n ­
dükleri bir son uç- savaşı sürdürm ek amacıyla, Ingiliz hüküm eti d a ­
ha ö n ce talep ettiğinden çok daha ağır bir gelir vergisi em p o ze etti.
Bu e sn a d a , b ilim a d a m la r ın ın h iz m e tle r i, her ü lk e d e , ‘z a fe r ’i
h ızlandırm ak için daha yıkıcı silahlar, T N T b o m b a la n ve zehirli
gazlar gibi, üretm eye koşuldu.
D olayısıyla herhangi bir ülkedeki kollektif güç, teknik değişim
atılım ının her alanda yü k seltilm esin d en önce asla elde edilem edi,
bir m orali kaybetm em e, (yani hayal kırıklığını ve m uhalefeti su s­
turm a) aracı olarak hüküm etin , resm i olarak seçilm iş ve b en im se­
necek şekilde renk verilm iş bilgiyi kendi halkına yüklem e suretiyle
bilgiyi kontrol etm esi, m odern ‘dem okratik’ yönetim lere ilk d ü şü n ­
ce kontrolü hakkını su n d u , hem de R us otokrasisi gibi k öh n em iş
ö rg ü tlen m elerin k u lland ıkların d an d ah a etkili o lu m lu bir tem el
ü zerinde. Bu, fiziksel zorlam a ve askeri disiplin için m egam akinaya
değerli bir tam am layıcı sağladı.
T uhaftır, baskıcı m egam ak in ayı m od ern ize etm ek için ilk g i­
rişim , Rusya’da, Bolşevik ihtilaliyle birlikte ortaya çıktı. Ancak, Le­
nin ve arkadaşlarının, kendi Marksist öncülleri so n u cu Batı b ilim i­
ni ve endüstriyalizm ini ben im sem eye şartlanmalarına rağm en, Ça-
rist devletin idaresini ele geçirdiklerinde, bürokrasiye kadim m e-
gam akinanm hayatta kalan en m ü k em m el -ek o n o m ik rekabet ve
endüstriyel verim lilikle ulaşılm az- örn eğin i tevarüs ettiler. Bu sis­
tem artık tüm den bir çürüm e ve çö zü lm e durum undaydıysa da kit­
leler üzerinde, bir noktaya kadar sonradan gelen m erkezi bürokra­
tik örgü tlen m en in leh in e olan alışkanlıklar ve karşılıklar em p o ze
etti. Halkırf çoğu, kölevari itaate ve tek ve sözü m on a her şeyi gücü
yeten bir yön etim e tapınm aya şartlandırılm ıştı.
T o p lu m s a ] d e v r im in d e m o k r a tik h e d e fle r i kısa za m a n d a
bastırıldılarsa da diktatörlük, bürokratik toplum sal aygıtlardan ve
k öh n em iş m egam akinanın psikolojik şartlandırm asından yararlan­
m a su retiyle hayatta kaldı. D ev let, ilahi hak so n u c u iradenin en
arsız faı aziyesini takındı: ‘Kral, hiç hata yapm az'. D evlet, bunu da­
ha abes (absürd) bir p ozitif form a çevirm eyi başardı: ‘Parti, her za­
m an haklıdır.’ Parti Ç izgisi’ne m u h alefet edenler -parti çizgisinin
nasıl zikzaklar çizdiği ve kendisini nakzettiği m ü h im değil, yeni y ö ­
neticilerin, apparatchiki, kendi im tiyazlı konum larını korumak için
ne kadar prensipsizce hareket ettikleri sorun değil- heretikler, ‘h o li­
ganlar’ karşı-devrim ciler olarak kınanm alıdırlar.
Bu yeni otokrasi, güç tahtına oturduktan sonra, rakip kurum-
lar- yerel Sovyetler ya da tarımsal kom ünler, kooperatifler, sen d i­
kalar, O rtodoks hrıstivanlar, Y ahudiler hatta çingeneler gibi cari fi­
kirler uym ayan (n o n -co n fo ı m ist) ulusal ya da dini gruplar-yağma-
lanıp bastırıldılar ya da yok edildiler.
L enin ve T roçk i za m a n ın d a y e te r in c e m erh a m etsiz olan bu
baskı sistem i Joseph Stalin zam anında m utlak hale geldi. Stalin’in
paranoid korkuları, vesveseleri ve ö ld ü rü cü niyetleri, yeni m ega-
m akinanın hâlâ, eski m egam akinanın sahip o ld u ğu tem el bir ö zel­
likten m ahrum olduğuna dair işaretlerdi: Korkutucu bir din ve kit­
le telkini ile salt terörün başarabileceğinden daha tam bir teslim iyet
ve daha m iskin bir itaat elde edecek bir ilahi tapınm a ritüeli. Daha
sonra H itler’de olduğu gibi Stalin'in m etod ik deliliği, toplu ölçek ­
teki köylü kıyamlarının yanında entellektüel gruplar ve sınıfların ve
eğitim li teknisyen ve yaratıcı beyinlerin kıyım larıyla sonuçlandı, ki
m egam akina gibi kom pleks bir m am ü lü n varlığı en ilkel halinde
bile, buna bağlıydı.
D oğru su , kısa bir süre için Stalin, katı terörizm iyle kendisini
k ork u n ç lvan ve B üyük P etro su r e tin d e k i bir T an rı-K ral’a d ö ­
n ü ştü rm eyi hem en h em en başardı. R usların b elirttiği gib i, Sta-
lin ’d e ıı, m iih n asıran g eç m işte bir Ç ar’dan b a h sed ild iğ i form d a
b ahsedilebilirdi. Stalin’in genetik m irasın m ekanizm asından dilin
k ök en lerine kadar her konu yla ilgili resm i beveanatı. M utlak Bi-
len ’in sesi olarak aptalca selam landı. Böylece bu beyanatlar, bu tür
nihai ve sabit hakikatlere hiçbir zam an ulaşm aksızın tüm öm ü rleri­
ni araştırmaya harcamış bilginler ve bilim adamları için yüce reh­
berler haline geldiler. Aynı eğilim daha sonra, M ao T se-T u n g’un
beyanatlarında (resmi açıklam alarında) koca bir karikatür nok tası­
na kadar yüceltildi
Aşırı Stalinist form unda Rus m egam akinası, H itler’den bile ö n ­
ce kadim m egam akinanın en m eşu m küsurlarını ifşa etti: Fiziksel
baskı ve terörizm e dayanm ası, diktatör partinin üyeleri dahil olm ak
üzere tüm çalışan nü fu su sistem atik olarak köleleştirm esi, özgü r
kişisel m ünasebeti, özgür seyahati, varolan bilgi d ep osu n a özgür
ulaşm ayı, özgür birliği bastırm ası ve son olarak gazabı yatıştırmak
ve kan içici T anrısının, Stalin’in kendisinin, hayatını idam e etm ek
için insanın kurban edilm esini em p oze etm esi. Bu sistem in son u cu ,
tü m m em leketi bir kısm ı toplam a kam pı bir kısm ı da im ha labara-
tuarı olan bir hapishaneye d önü ştürm ek o lu p buradan tek kurtul­
m a u m u d u , ölüm d ü. Fransız D evrim i’nin ‘özgürlük, kardeşlik, ve
eşitlik ’i aynı eksen etrafındaki başka bir d evrim le yab ancılaşm a,
eşitsizlik ve köleleştirm eye dön ü ştü.
M aalesef Çarist m egam akinadan kaynaklanan alışkanlık, R us­
ları istekli işbirliğinden güçbela ayırdedilebilen bir intibak fo rm u n ­
da eğitti. Orada burada küçük bir azınlık, yaşam ın tuzağa d ü şü rü l­
m ediği küçük hücreler ve barınaklar keşfetti. Fakat, açık bir m ey ­
dan okum ayı göze alm ış daha on u rlu ruhların vay haline! ‘K ötü ’
yazma im tiyazını -yani, parti çizgisi ile u yu m halinde olm adan yaz-
m ayı- talep eden ve sessizliğin de ifadenin tesirli bir şekli olabilece­
ğin in ilan eden yazar Isak Babel kısa bir zam anda ayağı kaydırılıp
idam edildi. Sessizlik bile, provakatif olabilirdi. Bu devrim , k en d i­
sinin kanlı selefi gibi, m etodik bir şiddet cü m b ü şü nd e (satuı nalia)
kendi çocuklarını yediğinden ötürü, m egam akinanın, görüşleri ve
yaşam tarzları kendisinin gerektirdikleriyle uyum halinde olan ye­
terli sayıdaki yeni eliti- teknisyenler, bürokraklar ve bilim adam ­
ları- üretebilm esi için çok zam ana ihtiyacı vardı. Bereket ki bilim a-
dam ları, ahlâkî ve toplum sal m eselelerden m ücerret ortodoks b ili­
m in yardım ıyla, m egam akinanın işlem lerini hızlandırm ak ve nük­
leer enerji yoluyla arkaikten m odern form a geçişi fiiliyata geçirmek
için sistem e gerekli yeni bilgi kotalarını sağlam aya devam ettiler.
Stalin, öldüğü zam an, kadim m egam akinanın en iğrenç özellik­
lerinin tü m ü n ü yüceltti ve onlara eski itibarlarını iade etti. Bu esna­
da, k en d isin in b ilim sel ve teknik yardım cıları, hem gön ü llü hem
zoraki m odernize edilm iş m egam akinanın ana bileşenlerini inşa e t­
m eye başlam ışlardı. Gerçi, yeni birim lerle kuvvetlice takviye edil­
m iş olm asına rağm en, Sovyet sistem in d e hâlâ arkaik form egem en ­
dir. Stalin’in tıpkı kendisinden ö n ce Lenin’de olduğu gibi ö lü m ü n ­
de k a d im M ısır m u m y a la m a iş le m in e tabi tu tu lm a sı ve kam u
tapınm ası için teşhir edilm esi aradaki paralelliğin adeta daha önce
tasarlandığını gösterecek açıklıktadır.
5
Nazi katkısı

e y d a n a g e l d i ğ i ş e k l iy l e a d o l f h i t l e r , josep h

M Stalin’den bile daha etkili bir biçim d e, m egam akinanın


m odernizasyon unda baş amil olm aya m ukadderdi. B u­
nun n ed en i, k en d isin in daha az psikopatik o lm ası değildir, zira,
büyüklük sınırları ve m utlak güç hayalleri, bu m uam m alı m ekaniz­
ma için tem el bir güç m otividirler. Bilim sel bakım dan ileri bir ü l­
kede oluştu rulan H itler m odeli, tem el bir m elezliğe sahipti: Asur
m od elin e binaen kısm en arkaik, m ekanik m o d ele binaen kısm en
ileri, fakat yine de hantal bir onyedinci yüzyıl m odeli (XIV. Louis-
N a p o ly o n ); m ev cu t b ilim in faydalı yön lerin d en artı en son dav­
ranışçı reklam tekniklerinden yararlanması hasebiyle m odern, fakat
aynı şekilde H itler’in otostik fantezilerinden kaynaklanan p sikopa­
tik bileşenleri ekleyen bir m od el. Albert Speer, H itler zam anında
savaş üretim ine nezaret etm ekle görevlendirilm iş m im ar, N u rem -
berg davalarında yaptığı bir k o n u şm a d a N azi m egam ak in asın ın
eşsiz faziletlerine dikkat çekiyordu.
“H itler’in d ik tatörlü ğü ” diyordu “tarihteki tü m seleflerin d en
tem el bir noktada farklıydı...Radyo ve hoperlör gibi teknik aygıtlar
v a sıta sıyla sek sen m ily o n insan b a ğ ım sız d ü şü n c e d e n m ah ru m
bırakıldı. Daha önceki diktatörlerin oldukça kalifiye yardım cılara -
en azından bağım sızca düşünüp hareket edebilen insanlara -ih ti­
yaçları vardı. M odern teknik gelişim devresinde totaliterven sistem ,
bu tür adam lardan vazgeçebilir. .. liderliği m ekanize edebilir. Bu­
n u n bir son u cu olarak, verilenleri ses çıkarm aksızın alan yeni bir
sın ıf yükselm iştir.”
Şu halde Nazi A lm anyasının (N azi Third R eich) liderleri, savaşı
insan top lu m u n u n doğal yapısı şeklinde, yok etm eyi de kendi u lu ­
sal örgütlenm e ve ideolojilerinin rakip sistem lere egem en kılm anın
m eşru bir yolu olarak telakki ettiler. Bu suretle aşağı grupların kö-
leleştirilm elerı yahut yok edilm eleri bu liderlerin ‘A ri’ üstünlüğü
doktrinini kabul eden kişilerin m uayyen görevi haline geldi. T otali-
teryen liderler, böyle bir m egam akinanın pürüzsüz işlem esi için zo ­
runlu olan m utlak itaati ve kayıtsız şartsız sadakati ancak daim i sa­
vaş atm osferinde em redebilirlerdi.
Bu sapm alara uygun bir şekilde sistem atik şiddet, zulüm , işken­
ce ve cinsel ifsat 'yeni dü zen in ’ m eşru refakatçileri olarak norm al
telakki edildiler. Ve tüm bu özellikler en başından beri açıkça m ev­
cut durum dalardıysa da, birçok nezih insan bu n u , ‘G eleceğin D al­
gası’ şeklinde karşıladı. Oysa ki kişi, bu rejim in doktrinlerini ya da
eylem lerin i in celeyecek olursa N a z iz m ’de sad ece g eçm işin pislik
(lağım ) yüklü cereyanını bulabilecektir.
Kendi m egam akinasının kalıcı ü stünlüğünü çarçabuk tesis etm e
ihtiyacı Hitleı ’i yalnızca terör ve ifsat yoluyla, 1939’da N azi-Sovyet
paktıyla tem inat altına alman Stalin’le olan gizli anlaşm ası ile (ya
da olm aksızın) büyük bir ihtim alle başarabileceği şeyi savaş yoluyla
eld e e tm e y e ça lışm a sın a şev k etti. G erçek te H itle r , e n te lle k tü e l
sınıfların ve resm i kiliselerin işbirliğini, Stalin’den çok daha etkili
b ir b iç i m d e g ü v e n c e a ltın a a lm ış t ı. C id d i b ir m u h a le f e t le
karşılaşm adan , ırkçlığın, varo lu şçu lu ğ u n , ve a sab iyen in (b lo o d -
an d -soilism ) en tehlikeli form larını, bu formları hilekarca, m eka­
nik dünya resm inin dışında tu tu lm u ş ve bir önceki yüzyılın daha
rasyonel ütopyacı teklifleriyle az ya da çok küçü m sen m iş m uteber
hislere ve canlılık verici duygusal ihtiyaçlar bağlam ak suretiyle y e­
niden ikam e etti. A vusturya’nın b oyu n eğ d irilm esin d e, Ç ekosla-
vakya’m n köleleştirm esinde, P olon ya’nın ortadan kaldırılm asında
ve Fransa’nın ilhak e d ilm e sin d e H itler, m eg a m a k in a n ın kadim
yanlış uygulam a ve kullanım larını m egam akinanın o lu m lu p o ta n ­
siyellerinden çok daha iyi bir biçim d e gözler ö n ü n e serdi.
Stalin gibi H itler de 1939'ın sonunda, Tanrı-kral rolüyle kendi
halkı üzerinden yegane tasarruf sahibi old u . B unu, sadece, kadim
A lman asaletinin, büyük derebevlerin ve m em ur cesetlerinin kut-
sanm asıyia elde etm edi fakat bunun yanında, dikkat çekici bir d in ­
sel (ecclesiastical) ve bilim sel olu şu m züm resinin inançlı desteğine
sahipti. Varoluşçu filo zo f M artin Heidegger gibi gizem ci kâhinlerin
desteğinden bahsetm eye gerek yok.
Şaşmaz tekilliği sağlam ak için, yazarlar, sanatçılar, psikologlar,
resm i organizasyonlarda toplatıldılar ve aynı zih in sel üniform ayı
giym eye zorlandılar. Aynı şekilde, işsizlik için Nazi çaresi tam an­
lamıyla firavunsal bir örgüydü: tekil işçi ordusu. Bu esnada, askeri
talim ve dü şüncesizce itaat ruhu, okullara ve üniversitelere taşındı
ki Birinci D ünya Savaşında görüldüğü gibi, bu ruh Fichte’nin za­
m anından beri hiç bir zam an tüm üyle yok o lm am ıştı. Kısacası, A l­
manlar, kadim m egam akinanın boyutlarını genişletm ekle k alm adı­
lar, fakat kitle kontrol tekniklerinde de ön em li yenilikler gerçek ­
leştirdiler: Daha sonraki ortak megam akinaların casusluk aygıtları,
anketler, piyasa araştırması ve özel yaşamla ilgili bilgisayar d osya­
larının yardım ıyla m ükem m elleştirdikleri yenilikler. Arka planda,
işkence odası ve krem atoryum (ö lü yakma fırınları (ç .n .)) işi ta­
m am lam ak için hazır vaziyettedirler.
Fakat her totaliteryen sistem , sistem in kapalı ve m ü h ü rlü -öz
eleştiri ve kendi k en dini d ü zeltm ek ten y o k su n - o lm ası oranında
kendi N em esis’ini (eski Y unan’da intikam tanrıçası (ç.n .) doğurur.
Kaderin cilvesi ki sistem in ilk kurbanları, liderlerin kendileriydi. Li­
d e r le r in e tk ili k o n tr o lü , k e n d ile r in in in a n m a y a b a şla d ık la r ı
kandırıcı fobiler, hallisünasvonlar ve ön ced en üretilm iş yalanlarla
çöktü. H itler’in Rusya’ya saldırısıyla ilgili gerçek istihbaratı redde­
d işte S talin ’in aptalca in ad ın a dikkat ed in . Ç atışm an ın so n u n d a
Nazi m egam akinası da aynı şekilde kendi liderinin ideolojik aksi­
lik lerin in ve duygusal sapm aların ın kurbanı o ld u . Sadece kendi
marazı nefret ve istihkarının tatm ini için m ilyonlarca sivil Rus ve
Polanyalıvı yok etm ekle askeri ve sınai çabanın tem ellerini çökertti,
diğer taraftan, rejim, açlık, işkence ve ölü m le yaklaşık altı m ilyon
Y a h u d i’d e n m a h r u m k ald ı ki b ir ç o ğ u , b u in a n ılm a z k a d erle
karşılaşıncaya kadar vatansever Almanlar olarak yaşam larını sü rd ü ­
rüyorlardı ve em ekleri, üretim i arttırmak için kullanılabilirdi.
T ü m bu gülünç yargı hataları ve askeri çaba verim sizlikleriyle
kişi, hem Rus hem de Nazi m egam akinalaıının tüm üyle yo k o ld u k ­
larını ve Piramid Ç ag’ından neşet eden görü n m ez m akinadan daha
itibarsız hale geldiklerini düşünebilir. Fakat m aalesef N azilerce işle­
nen hatalar onların havretam iz askeri başarılar dizisine ulaşm aları­
na engel olm adı; ve bu başarılar, m egam akinanın İngiltere ve Bir­
leşik D evletler’de nüksetm esine neden old u . T arihin tu h af diyalek­
tiği so n u cu , H itler’in N azi m egam akinasını genişletip yen ilem esi,
m egam akinayı fethedecek ve onu geçici olarak zayıflatacak karşı-
aygıtları yaratm anın koşullarını hazırladı.
M egam akinanın varlığının, kendisini idare ed en ‘elit’in büyük
hatalarıyla itibar kaybetm esine rağm en, ters bir d urum vuku b u l­
du. K usurlu insani kısım larının m ekanik, elektronik ve kim yasal
yedeklerle değiştirilm esiyle m egam akina ileri b ilim sel bir çizgi ü ze­
rindeki Batılı m üttefiklerce yeniden inşa edildi ve daha önceki tüm
güç-ü retim tarzlarını, Bronz Çağı silahları gibi, k öhne kılan bir güç
kaynağı ile birleştirildi. Sözün kısası N aziler kendi hastalık m ik rop ­
larını -yalnızca zoraki organizasyon ve fiziksel yıkım yöntem lerini
değil, m u h alefeti ayağa kaldırm adan bu y ö n tem leri uygu lam ayı
m eşrulaştıran ahlâki b ozu lm ayı da- A m erikalı m u h aliflerin e b u ­
laştırdılar.
Hitler, Stalin’den bile fazla bir ahlâksızlaştırma üstadı old u ğu n u
ispatladı; zira başkalarının kendi bilinçaltlarındaki en tahripkâr
güçleri açığa vurm alarını sağlayabiliyordu. Oniki yıl zarfında, her
türlü insani alçalm a tarzını popülerleştirdi. Hipokrat yem ini etm iş
hekim leri bile, insanlar üzerinde öldürücü sahte-bilim sel işkenceler
uygulamaları için kullandı. D ünya sahnesinde. Hitler, orijinal ‘Saç­
m alık T ivatrosu ’nu bir ‘Z u lü m T iv a tro su ’na çevirdi: B u g ü n , bu
psikopatik sahneleri yüceleştiren avant-garde tiyatrolar, H itler’in
karşı konulm az başarısının bayağı tanığıdırlar.
Hitler ve adamları uygar insanların kendilerini kendi tahripkar
fantezilerine karşı korum ak için inşa ettikleri binlerce yıllık faydalı
yasaklamaları kırm ayı ve insani değerleri ifsat etm eyi başardılar.
H u xley’nin Brave N ew VVorld’da tahm in ettiği tersliklerin tüm ü,
N a zi A lm a n y a sı’nda y ü r ü r lü k te y d i. N a ziler, İk in ci D ü n y a Sa-
vaşı’ndaki ilk askeri zaferlerinde, V arşova’nın tüm den im h a e d il­
m esi ve bun u n akabinde 1940’ta R otterd am ’ın y ık ılm ası, köken
olarak ilk m egam akinalarda olu ştu ru lm u ş bir tekniği uyguladılar.
A lm anlar ilk m o d ellerin ö z ü n ü yak alam ışlard ı, tıpkı A su rn asil-
pal’in gururunu kaydeden vesikalarda olduğu gibi: “Başlarını kes­
tim , o n ları ateşe a ttım , bir y ığ ın ca n lı in sa n ve bir y ığ ın k elle
karşısında şehrin kapısını açtım , insanlar kazıklara çak ıld ı, şehri
ben yakıp yıktım , on u , bir harabeye, viraneye çevirdim , genç erkek­
ler ve bakireleri ateşte ben vaktim .” ‘İlerlem eci’ çağım ıza d ü şen , bu
hareketleri kutsam ak ve bu caniliği norm al saym aktı.
Bu zehir, N azilerden bile ön ce, ‘ilerlem eci’ teknik-askeri z ih n i­
yette işliyord u . Sivillerin havadan atılarak kitleler h alin d e im h a
edilm esi politikası, ilk olarak Amerikan Generali W iliam M itchell,
daha sonra İtalyan Generali D o u h et tarafından desteklendi. Bu, or­
duların başka ordulara saldırm aları so n u cu elde edilen zaferden
daha ucuz ve daha hızlıydı. M u sso lin i’nin zavallı H abeşistan k öylü ­
lerine karşı gurur d olu zaferi, b u ilk en in genel k u llan ım d a övgü
bulm asına yol açtı; ve Almanlar, Varşova ve R otterdam ’daki ilk k o ­
lay yıkım larını, Ingiltere şehirlerine. Eylül 1940’ta Londra’yla başla­
yan daha kitlesel saldırılarla devam ettirdiler.
Askeri egem en liği elde etm ek için etkili bir strateji olarak bu
gayrı-ahlâki yön tem in mükerrer defalar pahalı ve değersiz old u ğu
görülm üştür. Askeri hedeflere değil, tüm şehirlere yayıldığı zam an
bile, resmi araştırmalar gösterm iştir ki İkinci D ünya Savaşı b o y u n ­
ca Amerikan Hava Kuvvetleri tarafından atılan bom baların sadece
y ü z d e y ir m is i, b e lir le n e n a la n la r a d ü ş t ü le r . L o n d ra ve C o -
ventrv’den H am burg, D resden, Tokyo ve H a n o i’ye kadar, ö n em siz
(m iniskül) askeri sonuçlar gerekli endüstriyel çabalarla büyoik bir
uygunsuzluk (orantısızlık) arz ediyorlardı. M aalesef, kısm en İn gil­
tere’nin 1940’taki vahim durum undan ötürü, Profesör F.A. Linde-
m a n n ’ın zararlı tavsiyesin d en etkilenen C hurchill N azilere karşı
aynı totaliteryen yöntem i uygulam ak suretiyle m isillem ed e b u lu n ­
du; ve 1942’de A m erikan Hava Kuvvetleri aynı yolu takip etti. Bu,
Hitler’e kayıtsız şartsız bir ahlâki teslim iyetti.
Yine kaderin cilvesi son u cu , im ha bom b asın a duyulan bu it i­
m at dem okratik zaferi geciktirdi; zira zafer köp rü leri d e m ir y o l­
larını ve diğer uçakları tahrip eden taktik hava silahlarını d esteğin ­
deki ortod oks askeri yönetim d i. Fakat Stalingrad’ta Avrupa ve A s­
ya’daki birleşik Eksen güçlerin in teslim iyetin e kadar eld e edilen
başarılardan old ukça tehlikeli bir so n u ç çıktı. U zak m esafeli füze
bom balam asındaki teknolojik üstünlük yoluyla bir Nazi zaferi teh ­
didi, atom en erjisinin açığa çıkarılm ası yolu y la m utlak ü stü n lü k
tehdidi ile birlikte Birleşik D evletlerde uzun zam andan beri b ek le­
nen bir m egam akinanın ileri bir yirm inci yüzyıl m o d elin e göre ih ­
das edilm esine yol açtı. Savaş baskısı altında, m egam akinanın eksik
kalan bileşeni, H enry A dam s’ın tahm in ettiği enerji form u, nihayet
m eydana çıkarılıp faydalanıldı: “kozm ik şiddet b o m b a la n ”. B unu
m üm kün kılan organizasyonun bizzat kendisi m egam akinanın tü m
boyutlarını genişletti ve tüm den yakım kapasitesini arttırdı.
İlk atom b o m b a sın ın infilak
amaç için gizli fonların yardım ıyla çalışmaları birbirlerine m eçhul
kalan ve gizli bilgilerden yararlanan gizli bilim adam ı gruplarım
destekleyen bu geniş d ön ü şü m , gizlice vuku buldu. Bu silahın ya­
ratıldığı koşullar m egam akinanın dağınık bileşenlerini bir araya g e­
tirdi. İlk m egam akinada oldu ğu gibi yeni m od el, o zam ana dek sa­
ğlam bir şekilde tesis ed ilm iş bilim sel, teknik, toplum sal ve ahlaki
sın ırlam aları bir kenara attı; ve k ad im m eg a m a k in a gib i o da,
kayıtsız şartsız otorite ve gücü, tarihin delillerine göre daha sınırlı
gücü dahi erdem lice ve insancılca kullanm a selahivetini hiç bir za­
m an gösterem em iş kişilere verdi.
Diğer tüm problem lerin üzerinde yükselen bir problem kaldı:
İnsan ırkının, kendisinin ahlâksız fakat sö zü m o n a akıllı liderler ta­
rafından yok edilm esine nasıl engel olunacağı sorunu.
Bu problem hâlâ çözü lm eyi bekleyedursun, bir diğer problem
k en d isin i bastırdı -bir b ü tü n olarak in san lığın , yeni totaliteryen
m ekanizm anın kontrolü altına girm esinden nasıl korunacağı so ru ­
n u . 1 8 3 2 ’de E m e r so n , a d e ta g ü n ü m ü z d e k i k a r ışık lık la r ı ve
sıkıntıları tahm in etti: “Kesici aletli çubuklara güvenm eyin. Bu cüzi
gücü daha iyi kullanm ayı öğren in ceye kadar, sahip olm ası gere­
kenden daha fazla güce sahip olan insana, Yüce Tanrını, güvenm e.
Eğer yapabileceklerim izi yapsaydık dünyayı ne cehennem e çevirir­
dik! Genç eksrim ciler birbirlerinin g özü n ü çıkarmamayı öğ ren m e­
dikçe talim m eçisinin u cu n a bir d ü ğm e koyun.”
6
İnfilaklar ve patlamalar

O N U Ç OLARK ATOM REAKTÖRÜNÜ ve atom b o m b a sın ı


üretm iş fikirlerin ve güçlerin infilakını fiiliyata geçirm ek için
üç asırdan fazla bir hazırlık devresine ihtiyaç duyuldu. Eski
tarz m egam ak inanın d oğrud an doğruya askeri bir m eydan o k u ­
yuşu olm asaydı, Alman fizikçilerin en kısa zam anda H itler’in eline
‘m utlak’ bir silah verecekleri olasılığı olm asaydı -ki bu silahla, diğer
tüm ulusları hakim iyeti altına alabilirdi.- bu büyüklükte bir teklifin
sözü dahi edilem ezdi. Zaten ö zam anlar, barış zam anı d u rgu nlu ğu ­
nun üstesinden gelebilecek yeterlilikte otorite yoktu.
T otaliterv en Eksen, A lm an ya, İtalya ve Japonya -ve H aziran
1941’den ö n ce Sovyet Rusya-tarafından cihanşüm ul hakim iyet teh ­
didi, Birleşik Devletlerin bu düşm anlarca savaşa sürüklenm esinden
ö nce dahi, ‘dem okrasi’ler tarafında benzer bir fiziksel güç y o ğ u n ­
laşm asına neden oldu. O zam anlar zafer zeh irlen m esin e uğram ış
Eksen ile hiçbir uzlaşm anın ya da bu eksene hiç olm azsa pasif ya­
hut şiddete dayanmayan herhangi bir direnişin - H indistan’da H in-
d u la r ın İ n g iliz h ü k ü m e tin e k arşı u y g u la d ık la r ı d ir e n iş g ib i -
düşm anların köleleştirm e ve im ha programlarını durduramayacağı
açıktı. Yine de bunun ispat edilm esi gerekiyorsa, Nazi'lerin eg em en ­
liğindeki Yahudilerin ve diğer ulusal grupların kaderi bunun bir is­
patıdır. Bu durum u, H itler’i sınırlı ulusal hedefler peşinde koşan
m akul bir devlet ad am ın a çevirm ek su retiyle örtbas etm ek için
A.J.P Taylor ve takipçilerinin vazifeşinas çabaları, tarihsel bilim a-
dam lığın utanç verici bir maskaralığıdır.
1939 savaşı tüm gezegeni kuşattığında, m egam akinanın gerekli
bileşenleri, alan bakım ından gen işlem ek le kalmadılar, fakat yakın
koordinasyon ve işbirliği de ihdas ettiler. Böylelikle, her ülkede tek
bir birim olarak işlev görm eye başladılar. G ündelik rutinin her par­
çası, dolaylı ya da dolaysız h ü k ü m et kontrolü altına getirildi.-ve-
m ek karnesi, benzin karnesi, elbise üretim i, binalar. H erkes m erke­
zi acenta tarafından konulan d ü zenlem elere itaat etti. Sonuçta, se­
ferberlik sistem i sadece silahlı kuvvetlerde değil, tüm ülkede u ygu ­
landı.
Endüstri ilk başta bu yeni yörüngede isteksizce hareket ettiyse
de bir önceki yüzyılda olu şm u ş kartellerin, tröstlerin ve tekellerin
b ü y ü m esi, bu organ izasyon la rı h ü k ü m e t k o n tro lü altın d a ak tif
işbirliği için donan ım lı kıldı. Böyle bir birleşm eyi kabul etm ek için
doğal olarak m uazzam parasal teşvik, yani giderler artı garanti ed il­
m iş g e n iş bir kâr, ile c e z b e d ild ile r . S a v a ş ile r le d ik ç e , o r ta k
kıskançlıklara ve yerel düşm anlıklara rağm en bu m egateknik kuru­
lum tek bir çalışma birim i şeklinde işlev gördü.
Fakat yeni m egam akinava geçişi fiile getirm ek için iki ek b i­
leşene ihtiyaç vardı. Bunlardan biri zaten m evcuttu: m utlak bir y ö ­
netici. Vuku bulduğu şekliyle Birleşik D evletler Başkanı, R om a ö r ­
n eğin in doğrudan taklidiyle A m erikan anayasasında da yazılı acil
d u r u m g ü ç le r i ile d o n a n ım lıy d ı. S a v a ş-z a m a n ı k o şu lla r ın d a ,
Başkan ulusu korum ak için gerekli tüm adımları atmak için sınırsız
otoriteye sahipti; hiçbir m utlak m onark, b undan daha büyük güce
sahip olam am ıştı. Sırf H itler'in süper-silaha sahip olabileceği teh d i­
di dahi, Başlıan R oosvelt’in, K ongre’nin bütçe onayı ile, nükleer re­
aktör ve atom bom basının icadıyla sonuçlanan insan gücü ve b e­
yin gü cü seferberliğini gerçek leştirm esin i sağlam ıştı. Bu sonuca
ulaşm ak için kadim m egam akinanın tüm klasik bileşenleri, mega-
teknik organizasyon ve bilim sel araştırmadan son u n a kadar yarar­
lan m ış bir örgüye devredildiler. G üç kom pleksinin hiçbir cüzi y o ­
ğu n laşm ası, ask eri-sın ai-bilim sel o lu şu m u n kriktik d ön ü şü m ü n ü
üretem em işti. Bu birlikten, 1940 ve 1961 arasında, ‘m utlak’ yıkım
güçlerine kom uta eden m odern m egam akina zuhur etti.
Bir R om a donanm asını dahice yok eden tek bir Arşim ed yerine,
A rşim ed ’in o n bin tane kopyası, savaş m otorlarını çoğaltm ak ve
düşm anınkilere karşılık verm ek için işe koyulm uşlardı ve bir dira­
yetli el-sanatları üssüne karşılık, şim di yeni tek n o lo jin in binlerce
üssü vardı. H epsi de radar ve sonrada jet uçakları ve füzelerde -ve
hep sin den de öte atom bom basında - iş başındaydılar. Böyle bir
gü çler ittifak ı, ancak savaşın y o ğ u n baskıları a ltın d a vu k u b u l­
m uştu.
A tom b om basın ın üretim i, yeni m egam akinanın inşası için ha­
yati ö n em arzediyordu, gerçi, o zam anlar çok az kişinin kafasında
bu gen iş h ed ef vardı. Lâkin bilim adam larına yeni güç kom pleksin­
de merkezi bir yer sağlayan şey, bu projenin başarısıydı. Bu başarı
n ih ayetind e, ilkin sadece savaşın zaruretlerine binaen tesis edilen
kontrol .sistem ini tam am layan ve evrenselleştiren başka birçok ale­
tin icadıyla sonuçlandı.
Birleşik D evletlerin sivil ve askeri liderleri, bir g .c e d e , şim diye
kadar ancak B ronz Çağı tanrılarının iddia ettiği güçlere, şim diye
kadar h içbir zam an sade bir y ö n e tici tarafın d an b ilfiil k u llan ıl­
m am ış güçlere sahip oldular. O ndan sonra, yeri doldurulm az bili-
m a d a m ı-tek n isy en , ön celik sırasın d a yen i g ü ç h iyerarşisin in en
yükseğinde yer aldı ve m egam akinanın her parçası, uygun düştüğü
bilhassa sınırlı bilgi türüne devredildi. Bu bilgi türleri, diğer insani
değerlerden ve amaçlarHan, b ilin çlice sterilize ed ilm işti. Bunların
ince m atem atiksel analizi ve kesin yöntem leri daha ilerisi için tasar­
lanm ıştı.
Ortaya çıkan bu afet kabilinden değişim ler incelendiğinde, n ü k ­
leer enerjinin açığa çıkm asın a n eden olan in isiy a tif -m eg a m a k i-
n an ın yeni form da yen id en g elm esin d ek i m erkezi olay -m erkezi
yön etim in değil, küçük bir bilim adamları grubunun elindeydi. D a ­
ha da önem lisi bu nükleer güç destekleyicilerinin kendileri -Albert
E in stein , E nrico Fermi, Leo Szilard, H arold U rey- m ü stesn a bir
şekilde insancıl ve ahlâkî olarak duvarlı kim selerdi. Bu kişiler, otok -
ratik otoriteye hükm etm eye ve şeytani gücü idare etm eye m uktedir
bir ru h b an lık kurm aya çalışm ak la su çlan acak son b ilim a d a m ­
larıydı. Sonraki yardım cılar ve takipçilerde iyice açıklığa kavuşan
bu kerih karakteristikler, m egam akina tarafından idare edilen yeni
aletlerden ve çalışm a p rogram ın ın b ü tü n ü n d e hızlıca şek illen en
yan -in san i kavramlardan türediler. A tom bom basının başlatıcıları-
na g elin ce, çabalarının kork u n ç n ih ai so n u ç la r ın ın , en a zın d a n
başlangıç safhalarında kendilerinden gizlenm esi onların m asum iyet
noktasını oluşturuyordu.
Elbette ki atom un parçalanm ası teh d id in e karşı tetikte olan fi­
zikçiler, b u bilginin dengesiz siyasi ve askeri sonuçlara yol açacak
totaliteryen bir diktatörün elinde olm ası halinde kendilerinin y e­
terli h içb ir k oru yu cu su n am ayacak ların ı d ü şü n d ü ler. N a ziler in
atom bom basını daha ö n ce üretm ek suretiyle karşı k on u lm az bir
avantaj kazanm alarından korkan Einstein ve arkadaşları, B irleşik
D evletler’in böyle bir silah geliştirm esi için Başkan’a durum u arzet-
tiler. Korkuları, tem elli; tem kinlikleri, takdire şayandı. Fakat m a ­
alesef, insiyatifleri yarım asır geç geldi. Ortak kapasiteye sahip bilim
adam ları, Henry A dam s ve Frederick S oddy’nin ikazlarını bir kuşak
daha erken dinleselerdi, tem eldeki kritik problem e kendilerini za­
m a n ın d a h a z ır la y a b ile c e k le r i. P o ta n siy el olarak felaket g etiren
böyle bir enerjinin ham bir şekilde salıverilm esine engel olm ak için
in sa n zekası n asıl harekete geçirilecek ti? M a a lesef b ilim adarn-
larının eğitim i, onları devam eden bilim sel bilgi artışının ve bu b il­
ginin -toplum sal son u çlan dikkate alm aksızın- m üm kün olan en
yüksek hızda pratiğe aktarılışımn kategorik bir em rediciden başka
bir şey olm adığı fikrine şartlandm nıştı.
Endişeli bir çağdaş, Einstein tarafından elde eldilen ve Başkan
Franklin D. R oosevelt tarafından p arafeıe edilen insivatifi bir an
aniayabilse de -şim diki eleştiri de aynı koşullar altında büyük bir
ihtim alle aynı trajik hatayı yapacaktı- bugün açıkça görülm ektedir
ki bu tek lif çok sınırlı tarihsel bir bağlam dahilinde yapıldı: Arzula­
nan son u cu derhal fiile geçirm ek için verilm iş kısa vadeli bir ka­
rardı; oysa bunun sonuçlan insanlığın tüm geleceğini feci bir şekil­
de m a h v ed eb iliıd i. Bir ‘kozm ik şid d et’ silahı yaratm ayı, bilim sel
yardım ın bir koşulu olarak aynı derecede ki ahlâkî ve siyasi gü ven ­
lik ö lçü lerin saglam ak sızın tek lif etm ek , bu ahlâklı b ilim a d a m -
larının dahi, kendi m esleki irtibatlarının pratik sonuçlarım d ü şü n ­
m ekten ne kadar uzak olduklarını gösterir.
Ancak bugün gerçekler açıktır: G ücün bu yanlış kullanım ı için
yapılan hazırlık ilk atom bom b asın ın patlam asına ortam sağladı.
İlk a to m b o m b a sın ın d en en m esin d en çok ö n c e A m erikan Hava
Kuvvetleri, yoğun sivil alanlara, o zam ana kadar ‘akla hayale gel­
m eyen’ toplu bom balam a uygulam asını benim sem işti: Bu, kurban­
lara olan uzaklık hariç, Buchenwald ve A uschw itz gibi im ha kam p­
larında H itler’in yan-insanları tarafından sergilenen uygulamalara
paraleldi. Am erikan Hava Kuvvetleri, N apalm bom balarını kullan­
m ak suretiyle tek bir gecede canlı y ü zsek sen b in sivili kebap gibi
k ıza rtm ıştı. D o la y ısıy la tü m d en ah la k sızla şm a ve im h a etm eye
düşüş, sözü m on a ‘en üstün ’ silahın, atom b om b asın ın , icadından
çok ö n ce m untazam bir şekilde planlanm ıştı.
Bir atom bom bası yapm a planı bir kez kutsandıktan sonra k en­
dilerini bu projeye veren bilim adamları, yanlış ideolojik öncülleri
son u cu, projenin askeri kullanım ını kabul etm eye yanaştılar. O n ­
ların bu köklü yanlışları, kolay kollay onarılam azdı. Vicdanlarının
ne kadar acı çektiği, daha duvarlı ve zeki öncü lerin insanlığı bu b e­
laya karşı teyakkuza geçirmek için ne kadar gayret sarfettigi m ühim
değildi. Zira ölü m cü l bir silahın icadından daha kötü bir şey vuku
bulm uştu: B om bayı yapma eylem i, yeni m egam ak in an ın kurulu-
m u n u hızlandırdı; zira, bu m egam akinayı etkili bir işleyişte tutmak
için anlık askeri acil durum sona erer erm ez m egam akinanın bekası
ve daha da genişlem esi için kalıcı bir savaş hali şart koşuldu.
H er ne kadar atom bom b a sın ın atılm asın d an son ra yirm i vıl
boyunca sadece iki m odern m iliter m egam akina -Birleşik Devletler
ve Sovyet Rusya- vücuda geldiyse de, her ikisi de, d in am ik genişle­
m eleri, insafsız rekabetleri ve psikopatik zorlayıcılıkları vasıtasıyla
d iğ e r tü m u lu sa l b ir im le r i y ö r ü n g e le r in e ç e k m e b e k le n tis in i
taşırlar. N ihayetinde bu iki sistem ya birbirlerini yok etm eliler ya
da gezengensel bir tem el üzerinde benzer diğer m egam akinalarla it­
tifak k u rm alılar. D ah a ileri in sa n i g e lişm e ç e rç e v e sin d e , ikinci
olasılık ne yazık ki b irin cisin d en daha ü m it verici g ö zü k m ü y o r.
Tek rasyonel alternatif, askeri m egam akinaları silahtan tecrit et­
m ektir.
Kabul etm ek gerekir ki b ilim ve m egatek n ik , savaş uyarısı ve
atom b om b asın ın kasti icadı olm ad an da, o n d o k u zu n cu yüzyılda
aldıkları yola devam ettikleri m ü d d etçe tü m b u son u çlar y in e m ey­
dana geleb ilecekti. Fakat b üyü k bir ih tim alle, bir o n yıldan daha
kısa bir sürede ulaşılan aynı noktaya varm ak, bir asırdan fazla bir
zam an alacaktı. Savaş aracı, kendisinde her tür öld ü rü cü organiz­
m an ın çoğalabildiği ideal bir çorbaydı. Bir kez daha, aynı faktörler
k ü m esi, enerjiyi ve insan iktidarını gen işletm ek su retiyle, yapını
güçlerine denk gelen yıkım güçlerinin ipini çözd ü ve rasyonel zeka­
daki hayretam iz m üsbet kazanım lara karşılık gelen kollektif irras-
yonellikleri bir derece arttırdı. V e birkez daha sorm a ihtiyacını h is­
sediyorum : “A şr ı güç ve verim liliğin aynı derecede aşırı şiddet ve
yıkım ile birleşm esi tam am ıyla bir tesad ü f m üdür?”
K işi, ilk başta kabul etm ek te iste k siz o lsa da P iram id Çağı
başarıları ile N ükleer Çağı başarıları arasındaki paralellik, onları
tekliğe zorlar. Bir kez daha, bütün toplum un tüm güçlerini ve im ti­
yazlarını kendisinde toplayan ve mürted bir ruhbanlık ve evrensel
bir d in , yani p o z itif bir b ilim , tarafından d estek len en bir T a n ıı
Kral, teknolojik olarak daha yeterli ve etkileyici bir form da m ega-
m akinanın kurulm asına başlam ıştı. Şayet kişi, Kral’ın (savaş za­
m a n ın d ak i A m erik an B aşk an ı) R u h b a n lığ ın (b ilim a d a m la r ın a
m ahsus gizli bölge) ve geniş bürokrasi, askeri güç ve endüstriyel te ­
sis artışının oyn ad ığı fiili rolü unutursa, gerçekten nelerin vuku
bulduğuna dair gerçekçi bir telakkiden yoksun kalır. T üm bu g ö rü ­
nür olarak dağınık ve tesadüfi olaylar, aneak Piram id Ç agı’nm te­
rim leriyle düzenli bir b ütün dahilinde anlaşılır hale gelirler. M o ­
dernize edilen totalitarven m egam akinanın inşası-bu kurulum v u ­
ku buluncaya kadar tam bir şekilde yararlanılam am ış m ekanik ve
elektronik birim lerin icadı ile takviye edilm işti.- H itler’in insanlığın
köleleştirilm esine yaptığı en m eşu m katkı, buydu.
B öylece m od ern in san ın , ‘fiziksel evren ’in n ih ai bileşen lerin i
(terkiplerini) anlam adaki en yüce başarılarından biri, soykırım sal
bir savaşın ve toptan yok olm a tehdidinin baskısı -tü m yaşam - k o ­
ruyucu ve yaşam ilerletici çabaları felce u ğ r a ttı bir durum -altında
ortaya çıktı. B unu takip eden Soğuk Savaş d ö n em in d e krizin d e­
r in le ş ip g e n iş le m e s iy le b u d u r u m u n 'd ev a m e t m e s i, H e n r y
A d a m s’ın ö n c e d e n g ö r d ü ğ ü k ö tü o la s ılık la r ı b ü y ü k o r a n d a
arttırmıştır.
7
Karşılaştırılan megamakinalar

UG Ü N, M EGAM AKİNANIN KADİM VE M ODERN fo r m ­


larını k ak laştırab ilecek durum dayız; fakat b u n u yapm adan
önce, kadim m egam akinam n yeni m egam akina şeklini alın ­
caya kadar tanım lanm adığını -gerçekte uzun bir m ü d d et keşfedil­
m eden kaldığını- aç'ıklığa kavuşturm am gerek. G ö receğim iz gibi,
farklılıkları, en az benzerlikleri kadar önem lidir. Yine de kabul et­
m em gerekir ki tem el benzerlikler aradaki geniş tarih aralığını taze
bir ışıkla aydınlatm aktadır.
H er iki m e g a m a k in a da, b e n z e r te k n o lo jik k a p a site le r iy le
tanım lanabilirler. Küçük çalışm a topluluklarının ve gevşek kabile-
sel ya da bölgesel grupların m en zilin in dışında yer alan vazifeleri
yerine getirm e selahivetine sahip kitle organizasyonlarıdırlar. B u­
nunla birlikte, esas olarak in san i kısım lardan m üteşek k il old u ğu
için kadim m akina her noktada, insani sınırlam alar dahilindedir;
en katı angarya m em u runun altında dahi bir köle, bir beygir g ü cü ­
nün onda birinden daha fazlasını sarfedemez, ne ki ü rü n ü n ü azalt-
m aksızın daim a çalışm ayı sürdürem ez.
iki m akina türü arasındaki en büyük tezat şu ki m od ern m akina
insani birim lerin sayısını kadem e kadem e azaltm ış ve devasa bir
işlem için gerekli em ek gü cün ü azaltm anın yanında anlık uzaktan
kon trolü kolaylaştıran daha güvenilir m ekanik ve elek tron ik b i­
leşenleri çoğaltm ıştır, insan hizm etçi -m ekanizm alar (se r v o -m ec ­
hanism s) sistem in düğüm noktalarında hâlâ gerekliyse de, m odern
makina, zam ansal ve m ekansal sınırlamalardan bağım sızdır: G eniş
bir alan üzerinde anlık iletişim sayesinde bir b ü tü n olarak işlev g ö ­
ren kısımlarıyla tek bir birim olarak işleyebilir. Bu suretle yeni m o ­
del, in san ü stü g ü ce ve insan üstü m ek an ik g ü v e n ilir liğ e sah ip
m u h telif birim lerin bütün bölüm lerini kom uta eder. Kadim m ega-
makina, yazının icadı olm aksızın güç b :la anlaşılaTMIecektiyse de ilk
totaliteıyen rejimler, iletişim deki yavaşlıktan ötü rü defalarca çö k ­
tüler; gerçekten de eski megakinaların başlıca endişelerinden biri,
yol ve su iletişim inin iyileştirilm esiydi.
Telgraf icat edildiğinde, bun u telefon ve radyo takip etti, uzak
m esafeli kontrolü sağlam anın önündeki bu engeller kalktı. T eorik
olarak dünyadaki herhangi bir noktadan, başka bir noktaya anlık
sözlü iletişim artık m ü m kü ndü ve anlık görsel işlem ler, b u n u n sa­
dece bir adım gerisindeydi.U laşım da da hem en h em en eşit bir hıza
ulaşıldı: Bir zam anlar gökten yeryüzüne buyruklar taşıyan kanatlı
elçiler, artık her hava alanında m evcuttu; ve kısa bir süre için d e, bir
M ach II hızındaki ulaşım çağdaş m eleklerim izin varım günden az
bir m ü ddet zarfında gezegenin herhangi bir noktasında g ö zü k m e­
lerini m ü m k ü n kıldı. G üç, hız ve k on trol, tü m çağlar b o y u n ca ,
m utlak m onarklaı ın başlıca alam eti olm uştur: Bu alanlardaki eski
doğal engelleri ortadan kaldırmak, kadim ve m od ern m egam akina-
ları birleştiren ortak tem adır.
insanları yığın halinde toplam ak için kadim m egam akina, asga­
ri m ükafatlar, fakat azam i cezalarla işliyordu. V e bu uygulam alar
öylesine evrenselleşm işti ki devletin en yüksek kadem esindeki m e ­
murlar bile, benzer alçalmalara ve baskılara m aruz kalıyorlardı. Bu
suretle cezalandırm a işleri işçilerin , kendi kotalarını karşılam ada
başarısız olm aları halinde daha kötü bir ceza tehdidiyle toplum un
bütünü tarafından periyodik olarak yerine getiriliyordu. Bu uygu­
lamaları doğrulayan doküm anlar m egam akinanm söm ürdüğü her
yerde b olca m evcu ttu r. ‘M anu K anunları’ndan (Laws o f M anu)
Kari YVittfogel tarafından alıntılanan H obbesçu bir pasajı a k ta­
ralım . “Eger kral bıkıp usanm adan cezayı hakedeıılere cezalarını
verm eseydi, güçlü o la n , zayıf olanı bir balık gibi kızartacaktı...
yalnızca ceza, tüm m ahlukları idare eder; yalnızca ceza, onları kp-
rur.”
Böyle bir kanıt; kişinin m egam akinanm , köken olarak, örgütlü
refahı icat eden ve pasif, sakin, uysal cilalı taş devri köylülerine -
tü m m üteakip tarih b oyu n ca insan nü fu sun u n geniş bir kısm ını
oluşturan köylülere- kayıtsız şartsız itaati ve düzenli haracı em p oze
eden azınlığın yaratımı old uğu so n u cu n u çıkarması için yeterli bir
sebeptir. Aynı şekilde m odern m egam akiııa da savaşın ürünüyse
de şim di göreceğim iz gibi, cezanın yerine mükafatı getiren daha in ­
ce bir tür tercih etm iştir.
Diğer taraftan, bu sistem kendi özel cezalarını beraberinde g e­
tirdi. Aşırı bir ‘köle-çob am ’ve belletm en sayısı gerektirdiği için -her
on insana bir teftişçi-in san gü cü n ü israf etm ekle k alm adı, fakat
aynı zamanda, ihtilaflara, infiallere ve düşük ürün- çıktılarına s e ­
bep oldu. Kaç potansiyel Im p h otep ’in ya da Joseph’in -b u gü ıı S ov­
yet Rusya’da veya Ç in’de olduğu gibi- terör yoluyla verim sizleştiril-
digini tahm in etm ek dahi güçtür. Daha kötüsü, bu bastıncı ru tin ­
ler, bu gaddar cezalandırm alar, çalışm a alanının dışına taştılar ve
başka birçok insani ilişkiyi aşındırdılar. Tarihsel deliller, seberber-
liklerin, ayaklanmaların, zehirlem elerin, köle isyanlarının daha ö n ­
ceki m egam akinaların çalışm a verim liliklerini düşürdüğüne işaret
ederler. Elbette ki m egam akinanm m ekanik olm ayan birim lerinde
dahi yeterli miktarda ilerlem e için yer vardı. Bu önem li ilerlem enin
bazılarını, gelecek b ölü m d e inceleyeceğiz.
8
însan kurbanı ve mekanik kurtuluş

K
ADİM VE MODERN MEGAMAKİNALARIN tem elini teşkil
eden ve onları birleştiren ideoloji, güç kom pleksini g ü çlen ­
dirm ek ve on u n hakim iyetini gen işletm ek için yaşam ın ih ­
tiyaçlarım ve amaçlarını gözardı eden bir ideolojidir. Her iki m ega-
makina da, ölüm yönelim lidirler; ve birleşik gezegensel kontrole ne
kadar yakınlaşırlarsa, bu son u ç o kadar kaçınılm az olur. Savaş e s­
nasında herkes, bu sabit tarihsel saikle m aruftur. Zira askeri şiddet,
birtakım karınca topluluklarında kabaca altm ış m ilyon vıl ön ce g e­
lişm iş ve tüm m eşu m k u ru m sal b aşarılarıyla Piram id Ç a g ı’nın
M ısır ve M ezopotam ya topluluklarında açığa çıkm ış özel bir to p ­
lum sal örgütlenm e form unu n tarihsel ürünüdür.
T ü m bu kadim ö zellik ler -h e p s in in ö te s in d e , ö lü m e to p lu
adam ş- ondokuzu ncu yüzyıl boyunca yeniden ikam e edildi. Y alnız­
ca son yarım asır boyunca, elli ile yüz m ilyon arasında insan- tam
hesaplamalar yapmak im kansız- şiddet ve açlık son u cu savaş alan ­
larında, toplam a kam plarında, bom balanan şehirlerde ve kitle im ­
ha kam plarına d ö n ü şm ü ş tarım ala n la rın d a erken ö lü m le v ü z-
leşm işlerdir. D ah ası, B irleşik D ev letler’deki resm i m akam lardan
m ükerrer defalar öğrendiğim ize göre A m erika ve Sovyet Rusya gibi
don anım lı güçler arasındaki ilk nükleer çarpışmada bu iki ülkenin
her birinde, toplam nüfusun çevıegi ile yarısı arasında bir oran, ilk
g ü n d e yaşamlarını yitireceklerdir.
T üm bu teknik işlerde oldu ğu gibi toplu ölü m cezası, hem ge­
n işletilm iş hem de hızlandırılm ıştır. Fakat şim diye kadar, her ikisi
de doğrudan doğruya savaş planlarından doğan nükleer patlamalar
ve füze keşiflerin, kendilerini dayadıkları iletişim sistem leriyle bir­
likte, bu ölüm cü faaliyetlerin en korkunç tezahürleri olm uşlardır.
Bu im ha etm e şekillerinin hiçbir insani amaca, ne şim di ne de gele­
cek te h izm et etm eyecek leri g erçeği, ‘aşırı ö ld ü ım e ’de ne kadar
başarılı oldukları m ü h im değil, sadece, mutlak silahlar, m utlak güç
ve m utlak kontrol fantezilerinin dayandığı derin psikopatik irras-
vonalite katm anlarını gösterir. Freud, birçok sö zü m o n a ilkel halk­
ların büyü ritüelleri ile g ü n ü m ü zd ek i n evrotik k işilik lerin d a v ­
ranışları arasında bir parallellik kurm uştu. Fakat bu m ahkum kül­
türlerde, batıl inançsal zulüm ve zihinsel bozulm a bakım ından o l­
dukça eğitim li bilim adam larının, teknolojistlerin ve askerlerin m o ­
dern teknolojik birim lerin el verdiği ölçüde toplu ö lü m cezası ver­
m e planları ile kıyaslanabilecek hiçbir uygulam a -ne kelle avcılığı
ne yam yam lık ve ne de vudu cinayeti- yoktur.
Bu resmi olarak kutsanm ış deliliğin bir çok so m u t ispatlarından
biri, tam kitabı yazdığım anda ortaya'çıktı. A m erikan H ava Kuv­
vetlerinin kendileriyle deney yaptığı ölüm cül zehirli gazlardan kur­
tulm ak için, m üdahil acenta, bu korkunç zehir kutularını atm ak
için binbeşyüz fıtlik bir çukur kazdı. Fakat, sırf bu gazı asıl yerin ­
d en çu k u ra -D e n v e r şehri y a k ın ın d a - u la ştırm a te h lik e le r in in
yanında, bu alan, daha sonraları m u h tem elen bu yapay çatlaktan
ö tü r ü bir d izi d e p r e m e m a ru z k a ld ı. B u n d an d o la y ı, b u y e n i
soykırım şeklinin dâhi failleri ya dikkatsizce elden çıkardıkları gazı
serbest bırakabilecek bir deprem riskini göze almalılar ya da bu ç u ­
kuru doldurm aklar.
Kendi kültürüm üzdeki bu kapsam lı ölü m e-a d a m şla kıyaslan­
dığında m übalağalı piram itleri, büyü ritüelleri ve ince m um yalam a
teknikleriyle Piramid Çağı boyunca gelişm iş M ısır ölü kült’", n isp e­
ten m asum bir irrasyonalite sergisidir. Gerçekten de ilk askeri ma-
kinaların savaşlarına eşlik etm iş yıkımlar zorunlu olarak salt insan-
gücüııe ve el silahlarına ve aletlerine dayandıkları için 'arar o kadar
sınırlıydı ki en m üfrit çabalar bile onarılabilen türdendi. Bu k ültü­
rün ve tercih edilen kaderinin gerçek yapısını izhar eden şey, hali­
hazırdaki tüm sınırların kaldırılm asıdır ki b u da ancak bilim ve
teknikteki ilerlem eler sayesinde m üm kün old u .
Evet, m egam akinanın rahipleri ve savaşçıları insanlığı yok ed e­
bilirler ve eğer von N eu m aıın haklıysa yok edeceklerdir. H içbir
hayvani saldırganlık iç güdüsü bu büyüyen sapm ayı açıklamaz. Fa­
kat, insanlık sonu nda kendisini kurtaracaksa kendi kendini k o ru ­
m ak -duygusal uyanıklıkta, ahlâkî endişede, ve pratik gözüpeklilik-
te engin bir artış- için cihanşü m u l bir ölçekte hayvani içgüdüden
fazla bazı şeyler gerekecektir.
YENİ MEGAM AKINA
1
Tapınağın sırları

TOM BOMBASININ İCADINDA, yeni m egam akinanın te ­


m el insani bileşenlerini birarava getirm ekle kalınm adı, fa­
kat, onlara bir takım roller de biçildi. Ve bir tesadüf olm asa
gerek, başkum andan (generalissim o) Robert O ppenhim er bir fizik-.
çi idi.
Bu yeni konjüktür, katılım cılara bir birey olarak daha ö n ce h iç ­
bir zam an uygulam ak için ne teşvik ne de fırsat gördükleri güçleri
sun d u . İnsan ve yurttaş olarak özgürlükleri askeri sırları m uhafaza
etm ek için kısılırken, bir uzm an olarak alanları ve otoriteleri s o n ­
suz derecede arttı. Bilim adamları ilk defa, hü k ü m et desteğiyle teç­
hizatları için kelim enin tam anlam ıyla sınırsız para fonları çekm eye
m uktedir oldular. Ve herhalde daha önce hiçbir zaman böyle geniş
bir kalifiye pratisyen sayısı, tek bir görev için tahsis edilm işti. A n ­
cak m uazzam m addi kaynaklara ve vergileri ve insani hizm etleri
idare etm ek için adeta sınırsız bir selahiyete sahip kalabalık bir teri-
toryal devlet, böyle kollektif bir çabayı ileriye taşıyabilirdi. Bu su ­
retle, firavunsal boyutlara sahip egem en güç, varsayımsal olarak sa­
bit kam u gözetim ve kontrolü altındaki sınırlı güçlere sahip anaya­
sal bir yönetim in tam kalbinde gizlice yeniden tesis edildi.
Aynı zam anda bilim adam ları, daha önce hiçbir zam an özgür
entellektüel ilişki için o kadar uygunsuz koşullar altında çalışmay a
zorlan m am ışlardı. Sadece dış d ü n ya ile iletişim kurm aları değil,
kendi aralarında m u h telif görevleri hakkında özgürce konuşm aları
bile engelleniyordu. Bu tedbirler savaş zam anında askeri gizlilikten
ö tü r ü m eşru lu ğa sa h ip lerd iy se de g izliliğ in k en d isi bir o to r ite
nişanesi ve kontrolü sağlam laştırm a yön tem i haline geldi. Bu u ygu ­
lam a öyle bir noktaya itildi ki hidrojen suyunun kaşifi profesör H a-
ıo ld Urey’in, ki araştırması bu esas elem en te katkıda b u lu n m u ştu ,
D u Pont şirketinin böyle bir suyu üretm ek için kullandığı y ö n te m ­
leri öğrenm esine m üsaade edilm edi.
Şu halde her totaliteryeıı sistem in sırrı, sırrın kendisidir. Keyfi
güç uygulam anın anahtarı, bireylerin ve grupların iletişim ini alt b i­
rim lere bölünen bilgiyle sınırlam aktır, böylece tüm hakikatin ancak
küçük bir kısmı, herhangi tek bir kişiye m aruf hale gelecektir. Bu,
siyasal fesatçıların eski bir hilesivdi; ve zam anım ızda m erkezi ajen-
tadan, sözüm ona ‘M anhattan P ıo jesi’nden, mili tarize ed ilm iş u lu ­
sal olu şu m u n her parçasına aktarıldı, gerçi ironik olacak am a hiye­
rarşinin zirvesindeki kişiler dahi tü m parçaları birarava getirm ek
için yeterli bilgi veya zekadan yoksundular.
Böyle içe kapanık bir bilgiyi elde tutm anın zorluğu, bilim in her
alanının sonuçta başına buyruk bir sır ajentası haline geldiği g erçe­
ği olm asaydı daha büyük bir erdem olarak telakki edilebilirdi. B u ­
gü n b ilim ler, kendi terim lerin d e (v o ca b u la rv ) o kadar u z m a n ­
laşmışlar, kavramlarında o kadar gizem lileşm iş (e so te ıic ), tek n ik le­
rinde o kadar incelm işler ve yeni bilgiyle iletişim kurma kapasitele­
ri o kadar sınırlı hale gelm iş ki iletişim sizlik, bilim adamları arasın­
da adeta bir m esleki üstünlük nişanesi haline gelm iştir. “B ö lü m ü ­
m ün üy eleriyle haftada bir yem ek m asasında birarava g eld iğ im iz­
d e ” geçen lerde bir fizik çi ban a an la tıy o rd u , “K endi ç a lışm a m ız
hakkında asla konuşm ayız. K elim elere dökm ek için fazlasıy la özel
hale gelm iş. Çareyi en son araba m odelleri ya da m otorlu tekneler
hakkında d edikodu yapmakta bu lu ru z.”
Bu sınırlamalar karşısında ‘M anhattan Projesi’nin başarısı her­
halde. böyle bir teorik ve pratik yetenekler çeşitliliğini yakın işbirli­
ği için biraraya getirm e kapasitesinin, uygunsuz eııtellektüel tecrit
ve iletişim sizlik koşullarından daha ağır bastığını gösterir. Nükleer
fizy o n u n gerçekleşm esini sağlayan çalışm alara sahip fizikçilerin,
kim yacıların ve m atem atikçilerin her ‘ileri’ ülkeden çağrılmış u lu s­
lararası bir tim oldukları gerçeği, Baconyen bilim sel kesifin artı ııe-
oteknigin vücuda getirm iş old u ğu cihanşüm ul işbirliği potansiyel­
lerini açığa çıkardı. Macar Szilard, W igner ve Teller’in, Amerikalı
O ppenh eim er ve Urev’in birlikte çağrılm ası, Am erikan, time kendi
ken d ini soyutlayan ‘Aryan’ kültürlerin ü stü n lü ğ ü n e güvenen A l­
manların yoksun oldukları bir avantaj sağladı.
D olayısıyla atom b om b asın ın icadını h ızla n d ırm ış grup türü
bazı yönleriyle savaş zam anındaki gizlilikten kuıtu lu n d u gu takdir­
de m egam ak in an ın köklü sın ırlam aların ı aşm aya çalışacak daha
yüksek herhangi bir organizasyon türü için bir m od el -gerçekte,
m a k sim u n bilgi yah u t enerji m ü b a d e lesin i sağlam ak ve o lg u n ­
laşm am ış bilim sel bilginin gayrıahlâkî ve ham uygulamaları ü zerin­
de ahlâki kontrol uy'gulamak için oluşturulan n u m u n e- idi. Bu açık
uluslararası işbirliği ve özgür eııtellektüel m übadele, insanlığın g e­
leceği için tasnif edilm iş çok özel dosyalarda saklanan ve bilim sel
dergilerde bile ihtiyatlıca yayınlanan tüm gizli verilerden daha fazla
taahütte bulunuyordu.
Bununla birlikte böyle bir uzm anlık bilgisinin entegrasyonuna
ulaşm ak için ‘iç-disiplinli bir işbirliği’ arzusundan daha fazla b ir­
takım şeyler gerekliydi: n esn elliği, yalnızca ölçü leb ilir verilere ve
tekrar edilebilir deneylere atfeden ve her ikisi de bir insan kişiliğin­
de od ak lan d ık ları şekliyle tab ia t alem i ile in sa n ın kültür alem i
arasındaki daim i etkileşim i reddeden ‘klasik’ bilim sel W eltanscha-
un g (D ü n y a G örüşü (ç.n))> un k esin lik le bir d ö n ü şü m e ihtiyacı
vardır: İnsan ırkını yok edecek kadar nükleer b om b a üretm enin ce­
zası, bu so y k ırım sa l ve in tih a rsa l sila h la n h a y reta m iz b ilim sel
b a şa r ıla r ıy la b u n la r ı ü r e tm iş k ü ltü r ü n in s a n i s ın ır la m a la r ı
karşısında çağdaşlarının ö n ü n e perde çek en açıkça hata etm esi
m üm kün insanların eline teslim etm ekti.
Bu büyüklükteki bir güç daha önce hiçbir zam an insanların eli­
ne geçm em işti. Fakat nisbeten küçük bir ölçekteki güç bile tüm ta­
rih boyunca insan kişiliğinde bozulm alara ve sapm alara yol açtı; ve
gururun kabarm asına neden olan böyle bir gücün gözlem len en so ­
nuçları, Hristiyan teolojinin keskin bir idrak ile gururu, günahların
en büyüğü şeklinde telakki etm esine sebep old u . 'M utlak’ silahlara
sahip olm akla alevlenen Birleşik Devletler ve Sovyet Rusya’nın \'ö-
neticileri arasında idelolojik sapmalar, kısa zam anda 'sabit fikirler’
<;‘e katılaştırıldı. Bu ‘fikirler’, Seti mezar taşları -M .Ö . on d örd ü n cü
yüzyılla birlikte o n ik iııci yü zyıl arasında bir tarih e sa h ip , fakat
Pritchard’a göre çok daha eski bir kökenin olan bir m etin - üzerin­
de kaydedilm işlere benzer bir marazi şüpheyi ve am ansız d ü şm an ­
lığı tahrik ettiler. Seti m etinlerin d e G ü n eş T anrısı Ra, insanlığın
kendisine karşı gizli tertipler kurduğunu vehm eder ve buna karşılık
o da, insanlığın im hasını planlar.
N ükleer silahların askeri idarecileri hem en başından beri, Bronz
Çağı tanrılarının tarzında çalım attılar, gururlandılar, tehdit ve im ­
ha ettiler; ve hidrojen bom basının yüceltilen yıkıcılığı ile destekle­
nen resm i kahinler ve Falcılar, bu idarecilerin planlarını sağlam ­
laştırdılar ve kendilerinden em in bir şekilde, y'akın krizleri bildirdi­
ler. O nların pı ovakatif çabalarına rağm en bu tah m in lerin , kendi
arkaik p rototip lerin d en lıiç de daha d oğru olm ad ık ları görü ld ü .
Resmi olarak him aye edilen ‘think tank’lerdeki ‘araştırma’ organi­
zasyonları' tarafından habire bakılıp büyütülen bu patalojik tepki­
ler, term o-nükleer silahların tüm yıkıcı potansiyellerini yüceltm iş
ve bir kez serbest bırakıldıktan sonra tabiata kontrolü çok güç olan
bakteriyel ve kimyasal silahlarla keyfi gizli deneylerin yapılm asına
yo! açmışlardır.
Lord A cto n ’ın güç hakkındaki m eşhur vecizesi, sahip olduğu
orijinal etkisi unutulacak kadar çok tekrar edilm iştir. Fakat yine de
ön em in den birşey kaybetm em iştir: “G üç ifsat eder; m utlak güç ise
m utlak şekilde ifsat eder.” Ç ağım ızda bu bozulm a, nükleer silah­
ların doğasından, bu silahları ilerletm iş birim lerden ve arkaik aske­
ri m egam akinalarm y ön tem lerin i kör bir şekilde taklit eden 'd e ­
mokratik' yönetim lerce genişletilen-gerçekte ise evrenselleştirilen-
geııel ahlâksızlaşmadan neşet etm iştir.
İkinci D ünya Savaşı, Eksen’in 1945’te teslim olm asıyla resmen
sona erm işti. A ncak savaşın son a erm esiyle ortaya çıkan m odern
m egam akina, toplu yıkım tehdidi son u cu bilim sel ve askeri ittifaka
bövlesi düzensiz gücü sunan m utlak silahları yahut evrensel haki­
m iyet şem asını terketm edi. Eski endüstri ve yönetim organları ken­
di m u h telif faaliyetlerine ism en tekrar başladılarsa da, askeri 'elit'
onları, toplum un geri kalanının teftiş ve kontrolünden uzak -m i­
mari olarak arkaik Beşgen( pentagon) ile oldukça güzel bir biçim de
sem b olize ed ilen - bir iç-k aled e m ü stah k em kıldı. K ongrenin ta­
bansız yardımıyla bu bir zam anlar bağım sız kuramları, totoütcryen
sü r e cin b ü tü n ü n d e b ilin ç li su ç ortak ları h a lin e g e tir e n yü k lü
‘araştırma ve geliştirm e' ödenekleri yoluyla dokunaklarını en d ü st­
riyel ve akadem ik dünya boyunca genişletti.
Bu suretle bu kalenin alanı m untazam an genişlerken, etrafında­
ki duvarlar da daha da kalınlaşıp içine girilm ez hale geldiler. Basit
yeni acil durum lar yaratm a tedbirleri ile yeni korkular oluşturm ak­
la, yeni düşm anlar seçm ek ya da fan ta/in in özgürce kullanım ı so ­
nucu 'd ü şm a n ’ın kötü n iyetlerin i b ü yü tm ek le A m erikan ve Rus
m egam akinaiarı, esefe layık geçici bir savaş-zam anı zoru n lu lu ğu
olarak silahtan arındırılmaları yerine kalıcı kuram lara terfi ettiril­
diler ki bu da kalıcı bir savaşa d ön ü şm üştü r: Sözde Soğuk Savaş.
D aim a genişleyen bilim sel deha ve teknolojik yenilik talepleriyle bir
savaş form u, bu aşın -ü retim ci teknolojiyi, tam işleyişte tu tm ak
şu ana kadar icat edilen en etkili aygıttır.
Bu gelişim seyrinde iki baskın m egam akina, birbirlerinin karak­
teristiklerini m übadele ettiler. Rus m akinası kendisinin bilim sel ve
teknik silahına daha fazla itim at etm ek suretiyle köhne orijinal m o ­
delden ayrılırken. A m erikan m akinası Ç arist-Stalinist sistem in en
gerici özeliklerini devralıp hem askeri kuvvetlerini hem de merkezi
kontrol ajanlarını gen iş bir şekilde arttırdı: A tom Enerji K om isyo­
nu (AEC), Federal Araştırma Bürosu (FBI), Merkezi istihbarat Ö r­
gütü (C IA ), Ulusal G üvenlik Ö rgütü (N S A )-yön tem leri ve politika­
ları hiç bir zaman açıkça tartışılm am ış yahut etkili bir b içim d e karşı
çıkılm am ış ve ne de ulusal yasam a m akam larınca kısıtlanm ış tüm
gizli örgütler. Bu örgütler öylesin e derin bir şekilde yer etm iştir ki
hem Başkan’ın hem de Kongı e’nin otoritesiyle alay etm eye ve o n la ­
ra itaat etm em eye cüret edebiliyorlar.
Bu geniş o lu şu m u n , en az Piram id Ç agı’nın h anedansal bir
o lu şu m u kadar kam u ten kidin e, d üzeltm e ve kontrole kapalı o ld u ­
ğu görülm üştür; ve diğer tüm makinalar gibi çağdaş m egam akina
da iş gören bir b irim se de hem Birleşik D evletlerd e h em Sovyet
Rusya’da m uazzam bir bilim sel ve teknik personeli istihdam etm iş
bu iş, varsayımsal olarak varlığını m eşrulaştıran ve ağır özverileri
h afifleten bu iş, m ek an izm an ın top lu yıkım ı in celtm ek ten başka
birşey değildir. M egam akinanın açık bıraktığı tek soru bu yıkım ın
hızlı .m ı ya da yavaş mı olacağıdır: bu hedefi, anti-sanatlarında ve
gayrı-sanatlarında (n on -art) ifşa etm iş bugünkü sanatçılar kuşağı -
az sonra göreceğim iz gibi- bu kollektif insan tuzağının m u citlerin ­
den daha dürüst olm uşlardır.
Yeni m egam akinanın ulusal varlığın sabit bir özelliği olarak te ­
sis edilm esine izin verm iş kuşak, insani am acın bu köklü başarısız­
lığ ın ın kanıtlarıyla y ü zleşm ek te istek siz d avran m ıştır. N ic eliğ in
beklenen artışının, savaşın kendisinden çok daha verim li bir sapm a
o ld u ğ u n u idrak etm eksizin top lu im ha hedefini, yegane savaş ge­
nişlem esi olarak kabul ettiler. Bir faytonun halkasındaki bir m ay­
m un misali felce uğram ış H iro şim a sonrası kuşak, gözlerini kapatıp
so n u cu beklem eye koyuldu.
Şim diye kadar, insani şiddet, hüküm etlerin em rindeki zayıf fi­
ziksel kaynaklarla sınırlıydı. Fakat yeni m egam akina, hiçbir sınır
tan ım am aktad ır. G eniş bir etkili m akinalar bataryasıyla, her za ­
m ankinden daha az insani araçlarla, itaati em redip kontrol sahibi
olabilir. Şim diye kadar im kânsız bir derecede m egam akina, görün-
m ezlik m askesini giyer: M akinanın insan hizm etçileri bile yakıp kül
ettikleri yahut izale ettikleri insani hedeften uzak tutulm ak suretiyle
duygusal bakım dan korunurlar.
Bu yüksek derecedeki gayrı-insanileştirm e, m egam akinanm ö l­
dürücü otom atizm in i artırır. O n u n stratejik hedeflerini planlayan,
tek bir günde yüz m ilyon insanın yok ed ilm esin i, bir kaç yüz tahta-
kuru sun un ö ld ü rü lm esin d en daha az bir iğren m eyle seyrederler.
Onlar için kendi yurttaşlarına eşit bir savının kurban edilm esi, 'te­
rör b ilan çosu ’ düşm eye devam ettikçe m akbuldür.
Daha açık ifade edersek, m egam akinanm dini, hayatın eksik ka­
lan boyutlarını m enfi surette yeniden ikam e etm ek için tüm insan­
ların kurban ed ilm esini talep etm ektedir. B övlece, G üneş Tanrısı
kültü, son bilim sel m erasim le ortaya çıkar. Sonsuz derecede daha
ö lü m cül olsa da Azteklerin G üneş Tanrısından daha az zalim ve ir­
rasyonel olm ayacaktır. H erşevd en ö n ce, A ztek rahipleri kurban­
larının bağırsaklarını tek tek k en d i elleriyle dök ü yorlard ı ve bu
m anzaradan duyulan tiksinti o kadar büyüktü ki rahipler, gözlerini
çevirm iş kişilerin başına benzer bir kaderin gelebileceği tehdidiyle
kendilerini istenm eyen tepkilere karşı sağlam a almak zorunda kalı­
yorlardı. -
P entagon ve Kremlin rahiplerinin bu tür tehditlere iıiç ihtiyacı
yoktur: Yer altı kontrol m erkezlerinde sadece bir düğm eye basarak
işlerini görebilirler; dokunulm az, karşı çıkılm az, ihlal edilm ez m er­
kezler. İnsan kaderinin yeni kontrolcüleri işte bunlardır.
2
Yüksek ruhbanlığın feragati

EGAMAKİNA TARAFINDAN ÜRETİLMİŞ birçok illetin

M başında, m egam akinanın vü cu d a gelm esin e yardım cı o l­


m u ş b ilim sel loncanın on u ru vardı. Ç ünkü bu gelişen
totaliteryen o lu şu m u n üyeleri olarak başarıları, bilim adamlarının
en bariz erdem lerini -deneysel olarak doğrulanabilir, meslektaşlarla
pavlaşılabilir, kam u teftişine, d enem eye ve d ü zeltim e açık tarafsız
bilgi arayaşını- teh dit etti.
Y eni m egam akinaya hiç kim se h izm et ed em ed i ve hiç kim se,
sansürsüz ve engelsiz bilim sel dü şü n ce idealine ulaşamadı; çünkü
savaş n ed en iyle zoru n lu olan tü m d en gizlilik, ‘b a rış-za m a m ’ nın
(Soğuk Savaş) sabit bir özelliği olarak içselleştirildi. Ayrıca, bu ba­
ğım sızlık ve tarafsızlık kaybı için yeni ruhbanlık daha ön ce hayal
bile edilem eyen bir otorite kullandı. Ve soğuk savaşın tem ellendiği
kaba faraziyeleri sabit ve tartışılmaz olarak telakki etm ek suretiyle
yeni konum larını sağlam laştırdı. Y ine, ruhbanlığın sözcülerinden
b iri, H erm an K ahn , term o -n ü k leer stratejin in teo rik olasılıkarı
üzerine güya ob jek tif bir araştırmada, barışa ulaşm anın olasılığını
bile düşünm eyi reddediyordu. Kahn’ın ‘o b je k tif araştırması bura­
da, yeni b ilim sel olu şu m u n tipik hilesini ifşa ediyordu: Yalnızca,
k endilerinde cevabın yapısını dikte eden dikkatlice yüklenm iş soru ­
lara cevap vermek.
M egan ıak in an ın m u tlak iyetçilig in i red d ed en kişiler, bilhassa
nükleer b om b a projesi üzerinde çalışan bir çok orijinal bilim a-
dam ı, aktif atom araştırm asından çekildiler. N isbeten bir entellek-
tüel özgürlük ve ahlâki tercih atm osferin d e yetişm işlerdi. Bövlece
H enry A dam s’ın tahm in ettiği polisin ahlâk haline geldiği gerçeğine
uyandıkları an, enerjilerini m egam akinanıın tenkidine ve ona karşı
direnişe yönelttiler. Yalnızca vefat edenlere işaret etm ek gerekirse,
Einstein, Szilard ve W einer, bariz şekilde bu o n u rlu topluluğa aitti­
ler. Fakat, ne Birleşik Devletler ne de Rus hük ü m eti, daha az aydın
-ya da ahlâkî bakım dan daha az duyarlı- zihinleri seferber etm ede
herhangi bir güçlük çekm edi. Bunları bilhassa, hem ahlâki değerle­
re hem de özerk faaliyete kayıtsız kalmaları için gayretlice yetiştiril­
m iş bir kuşaktan seçtiler.
Her iki ülkenin kölevari bir itaate sahip b ilim adam ları, aynı
agıza alınm az'yüce amaçlar için m egam akinayı aynı terimler ü ze­
rinde kabul ettiler. Bu yeni kuşak, geleneksel bilim in açık alem in ­
den kayboldular. Askeri güçlerce teşvik edilen bir yeraltı gizli akti-
viteler alem ine çekildiler. Bu, yeni ‘elit’ idi: eski ruhbanlığın çağdaş
adı, T apınağın gizli bilgisinin efen d ileri, Firavun’un ve on u n güç
o rta k la rın ın g ö n ü llü h izm etk â rla rı. E k ip m an ve asistanlar için
sınırsız fonlara, yüklü maaş ve ikram iyelerle im tiyazlı bir m evkiye
karşılık bu yeni kuşak, kendisinin doğuştan gelen bilim sel hakkını -
sınırsız bilgi arayışını- teslim etti.
İlk atom bom basının infilakinden on yıldan daha az bir zam an ­
da, m egam akina tüm Birleşik D evletler e k o n o m isin in anahtar alan­
larına hakim olm aya başladığı bir noktaya yayılm ıştı: K endisinin
k on trol sistem i, hava alanlarının, füze m evzilerinin, bom ba fabri­
kalarının, üniversitelerin ötesin d en ilgili başka yüz alana ulaştı ve
evvelce dağınık ve bağım sız girişim leri, merkezi bir organizasyona
bağladı ki bu organizasyonun insani bakım dan tahripkar ve irras­
yonel politikaları ınegam akin an ın daha da y ayılm asın ın gü ven ce
altına alm ışlardır. Finansal sübvansiyonlar, araştırm a taahhütleri,
e ğ itim ö d e n e k le r i -tü m k u ru m lar d u rm a d a n y en i id a r ec ile r in
‘Yaşam, Z enginlik, Sağlık’ı için çalıştılar. Bu idarecilerin başı, pirinç
bir zırh içinde tüm dünyaya m eydan okuyan ve yıkım tehditleri sa­
vuran C alut’tu. Kısa bir zam anda, orijinal askeri-endüstriyel-bilim -
sel elit, yüce G üç B eşgeni haline geldi, lâkin bu elit, aynı şekilde
hem bürokratik hem de eğitim sel oluşum ları içselleştirnıişti.
Yirmi yıl içinde, A tom Enerjisi Programı üzerine yapılan harca­
malar otu z beş milyara ulaştı: ikinci D ünya Savaşındaki A m erikan
askeri harcam alarının toplam miktarından fazla. O ndan sonra ge­
len so ğ u k savaş, yani m egam akinayı g en işletm en in tem el aygıtı.
Birleşik D evletlerde yıllık elli milyar dolardan fazla bir harcam a ta­
lep etm iştir. B unun yıllık araştırma ve geliştirm e masrafları, Ralph
Lapp’e göre, altm ış m ilyar dolara ulaştı. A tom gücüyle çalışan bir
uçak yapm a olayında, Hava Kuvvetleri, sırf bu d ü şü n cen in işlem ez
old u ğun u ispatlam ak için bir milyar dolar harcadı. Gerçi o zaman
bu para israf edildiyse de füzenin geliştirilm esi, böyle bir uçağı m a­
kul herhangi bir askeri am aç için gereksiz kıldı. M egam akinanın
tek n o lo jik o b sesy o n la rın a teslim o lm a m ış b ey in ler, ü lk e n in bir
milyar dolarını kurtarabilirlerdi.
Açıktır ki bu yanlış yönetilen mutlak güçler, bağım sız araştırma
için m utlak m uafiyet ve m akinayı işletenlerin lehine m utlak intibak
talep ederler. Aksi takdirde bu tür tehditkar stratejiler, açık kam u
tartışm asına, kritik değerlendirm eye ve dem okratik k on trole maruz
kalacaklardı. H akim politikalara m eydan okuyacak kadar yeterli
bilgiye sahip olanlar, bu sebebe binaen ya tard edildiler ya da ihraç
edildiler. D r.H erbert York, P entagon’daki b ilim sel danışm anlık g ö ­
revinden istifa ettikten sonra şöyle diyordu: “ Eğer b ü yü k güçler,
çözü m ü yalnızca bilim ve teknoloji alanında aramaya devam eder­
lerse, sonuçlar durum u daha da kötüleştirecektir.”
1945’ten beri çeyrek asırda çok şey başarıldıysa da, cihanşüm ul
bir tem el üzerinde işleyebilen bir m egam akinanın inşası, h em aşırı
derecede ilkel bir d ü zen e sahip kaışı-gü çlerin b ek len m ed ik feve­
ranlarıyla hem 1950’lerden sonra eşit derecede 'm utlak’ güçlere sa­
hip, karşılıklı olarak düşm an iki m egam akinanın vücuda gelm esiyle
engellendi. Bu iki m egam akina da-Am erikan ve R us- nükleer reak­
tör, hidrojen bom bası, uzay roketi, televizyon, kimyasal sakinleşti­
riciler ve b ilgisayar, to p lu k o n tro l için te m e l e k ip m a n la rı sa ğ ­
lam ışlardır. Gerçi, politik açıdan ifade edersek, Rus m egam akinası,
işler haldeki Çarist olu şu m a dayandığı için bir kalkış noktasına sa­
hipti.
Am erikan m egam akinası ise, tem sili yön etim ve gön ü llü katılım
hilesini devam ettirm e zorunluluğundan dolayı az birşey geciktiril­
di. A yrıca, eski gelenekler, kişisel, bölgesel ve ortak özerkliği b e ­
n im sem e, henüz tüm üyle izale edilm em işti -tüm ulusal ek on om iye
egem en ve birçok yabancı toprakta sağlam bir tutam ağa sahip iki
yüz küsur süp er-ortaklıgın tasarrufundaki m erkezi k o n tro le rağ­
m en . Çelik m otorlu taşıtlar, kimyasallar, petrol, elektronik aletler,
uçaklar, sibernetik , televizyon ve birçok ik in ci sanayi k olu , b an ­
kacılık, sigortacılık ve reklam cılıktan bahsetm eye gerek yok, tüm ü
aynı üniter ilkeye göre tasarlanm ışlardı ve tü m ü , karşılıklı olarak
değiştirilebelir parçalar ihtiva ediyorlardı: B öylece en m u h telif sa­
nayiler bile tek bir küm ede toplanabilirdi.
Bu d u ru m , bir asır ö n c e İn giliz so s y o lo g B enjam in Kidd ta­
rafından dirayetlice tahm in edildi. Kidd, cari ‘liberal’ ilerlem e d o k t­
rinlerinin onların savunucularının varsaydıklarından oldukça farklı
bir y ö n e kaydığını gördü. D ehşetengiz bir m ü cad elen in haddizatın­
da uluslar arasında değil, fakat iki rakip sistem arasında -hangi sis­
tem in yer\oizüne hakim olacağını tayin etm ek için - vuku bulaca­
ğını ö nceden gördü. Şu halde bu analizi eklenen tecrübeler ışığında
bir b asam ak ileriye taşıyab iliriz. Zira, A m erik an m egam ak in ası
k en d isin i ‘özgü r d ü n y a ’n ın b ek çisi olarak ta n ım la sa da, b u g ü n
açıktır ki varold u ğu şekliyle b öyle bir özgü rlü k daha ö n cek i bir
devletten kalmadır. Artan bir hızlılık ve zorlam a ile yapılm ış tüm
yenilikler ise 'düşm an’ sistem leri birbirlerine yakınlaştırm aktadır­
lar. Kendi özerkliğini güvence altına almak ve kullanıcılarının ko­
n u m u n u elde tutm ak için m egam akina tarihsel, geleneksel ya da
m üstakbel tüm alternatifleri yok etm ek zorundadır.
C linton Rossiter’in 'Anayasal D iktatörlük’ (C onstitutional D ic ­
tatorship) çalışm asında, m egam akinanın tek bir y ö n ü n e -p olitik -
dair analizinde gösterdiği şey, artık m egam akinanın her işlem inde
m ündem içtir. Her m egam akina aynı ortak özellikleri gösterm iştir:
Kendi kendine yeter hale gelm ek ve kom uta ettiği enerjiyi saptıra­
cak yahut bağlılıkları bölecek ve bu suretle, m egam akinanın o to ­
m atik yayılım ına engel olacak yapı düzenlem elerini ve kurum lan
dışta tutmak.
Gerek Rusya’da gerekse de Birleşik D evletler’de, kam uoyu ta­
rafın d an tetkik e d ilm ey en , se ç ilm iş kişilerce kontrol ed ilm ey en
m erkezi yönetim birim leri, köken olarak yalnızca geçici bir tehdidi
k a rşıla m a k iç in d ü z e n le n m iş g ü ç le r i sa ğ la m la ştır m a k ( k a t ı­
laştırmak) için 'kalıcı kriz’ tekniklerini m ükem m elleştirm işlerdir.
Berlin’in Sovyetlerce abluka altına alınm ası bu eğilim in apaçık
bir örneğiydi fakat, Rusların protestolarına rağmen C lA ’in 1960’da
Paris’teki ‘Zirve T o p la n tısı’nı zayıflatm anın etkili bir aracı olarak
Rusya üzerinde U -2 uçuşlarını provakatif bir tarzda sürdürm esi de
aynı eğilim in bir son u cu yd u . M egam akinanın birimleri, daim a, tek
sorum lulukları güç sistem inin kendisineym iş gibi hareket ederler.
M egam akinaya m aruz bırakılan halkların ilgileri ve talepleri ise
ö n e m s iz ve hatta tah k ire la y ık tır. P r o fesö r H an s ]. M o r g e n t-
h au ’nun m üşahede ettiği gibi “N ükleer stratejinin büyük m eselele­
ri, n e K ongrede ne d e halk arasın d a e n in e b o yu n a a n la m lı bir
tartışm a olsa dahi m ev zu b ah is e d ilem ez, zira anlam lı bilgi o l ­
m aksızın hiçbir yetkin yargıya varılam az. Bövlece h ayat-m em ata
dair önem li ulusal kararlar, teknolojik elitin ihtiyarına geçer.”
A tom enerjisinden tıbba kadar her alanda, insanın yaşam ının
kaderini (gidişatını) sürekli olarak etkileyecek ve bir ihtim al bütün
bu m aceraya bir son verecek olan politikalar, kendi kendilerini ta­
yin eden ve d ü zen leyen ekspertler ve uzm anlarca fo rm ü le edilip
başarılm ıştır. Bu kişiler ise insanla yüzleşm eye kapalıdırlar.
Bu yönetici grupların pervasız hareketlerinde, yetersiz tah m in ­
lerinde, -ardarda elen 'D om uzlar K örfezi’ felaketi- ve yayım lanan
ön erm elerinde görülen illüzyonların ve büyülü hallisünasvonların,
olası tek bir neticesi olabilir. Bu nihai hedefi örtbas etm ek için, in ­
sanlığa karşı-olan olan zım ni ittifak araçlarının sayısını arttırmak
için her yönden atağa geçm işlerdir. İlk defa nükleer bir elit, suni to ­
hum lam adan uzay keşfine kadar her insani aktivite üzerinde p ro ­
fesyonelce kontrol iddia etm eye başlamıştır.
Şu halde yeni m egam ak in a n ın en teh lik eli y ö n le r in d e n biri,
Sovyet Rusya’da ve Birleşik D evietler’de korkunç ve hâlâ b üyüyen
bir yön etici kast — Türk despotizm in in şaşalı zam anlarındaki Y eni­
çerilerle kıyaslanabilir bir kast— ürettiği gerçeğid ir. Bir sonraki
m antıksal adım , olduğu gibi ‘elit’i daha beşikteyken seçm ek ve o n ­
ları belirlenen am aç için kontrol altında tutm ak ve bilinçli bir şekil­
de b içim sizleştirm ek (d eform ) olacaktır ki b övlece istenm eyen in ­
sani özellikler, bu elitin m egam akinaya kayıtsız şartsız bağlılığını
azaltm asın. John Hersey, bu gelişm eyi k endisinin hicivsel öyküsü
Ç ocuk Alıcısı (T h e C hild Bııyer)'nda dile getiriyordu.
A ncak, m egam akinanın katılaşm asında daha ileriye doğru bir
hareket belirm ek te. B unun üstesin d en gelm ek için gerekli karşı-
güçleri m ü m k ü n se uyandırm ak am acıyla bu hareketin so n u cu n u
tah m in etm ek acelecilik olm az. Şayet, G ü n eş T an rısı’n ın y ö n e ti­
m in d e ilk adım , gücün ve otoritenin Tanrı-K ralın şahsında birleşti­
rilm esi idiyse, İkincisi, hâlâ canlı bir kişi olan fiili kralın yerine bü-
rokratik-askeri bir örgü tlenm en in getirilm esiydi. Fakat üçü n cü ba­
sam ak, her şeyi kuşatıcı m egam akinanın üretilm esi, insani kısımlar
ve özellikler olm aksızın tam am ıyla ‘m ekanik’ bir yapıya sahip yü ce­
likte eş bir yönetici icat edilinceye dek tam am lanam adı.
O ndokuzun cu yüzyılın ortalarında büyüle Basel tarihçisi Jacob
Bıırckhardt, yeni bir kontrol tü rü n ü n , hak hukuk olm aksızın tekrar
m utlak bir d espotizm e doğru g id en -geçm iş herhangi bir sistem den
daha m utlak- bir m ed eniyetin ifadesi olacağını ön ced en gördü. “Bu-
d esp o tik rejim ” d iy o r d u , “a ıtık h a n ed an lık larca u y g u la n m a y a ­
caktır. Bu hanedanlıklar, aşırı yum uşak ve yufka yürekliler. Yeni ti-
ranlıklar, kendilerini cum hu riyetçi olarak adlandırılacak askeri k o ­
m utanların eline geçecektir. Ben, kanuna, huzara, kâr getirici e m e ­
ğe, sanayiye, itibara vs. tüm üyle kayıtsız kalacak ve m utlak zalim ­
likle hükm edecek yöneticilerle dolu bir dünya tasavvur etm ekte hâ­
lâ isteksizim .”
Bu dünyanın hayal ed ilm esin e artık gerek yok, çü n k ü bugün
hem en hem en karşım ızdadır. Ve şayet Burckhardt’ın tahm ini, her­
hangi bir noktada hatalıysa bu n u n nedeni, bu despotlara, fiili o la ­
rak se rg ilem ey i v a a d e ttik le r in d e n d a h a fazla in sa n i ö z e llik le r
bahşetm esiydi: ‘O bjek tiflik’lerin d en ve ‘tarafsızlık’larından ötürü
m odası geçm iş askeri kom utanlardan çok daha m utlak terör ve c i­
nayet tarzlarına m uktedir olduklarını ispatlamışlardır.
Y eni m egam ak in a, d ah a ileri bir tek n o lo jik m o d e le g eçişte,
aşkın ve eletronik bir form da nihai 'karar sahibi’ni ve T an n -K ıalı
vücuda getirdi: M erkezi Bilgisayar. G üneş Tanrısı’nın gerek d ü n y e­
vi tem silcisi olarak bilgisayar daha ö n ce gördüğüm üz gibi, ilk o la ­
rak a stron om ik hesaplam aları kolaylaştırm ak için icat ed ilm işti.
B abbage’nin yarım kalm ış kaba m o d e lin in , ‘hareket ettirileb ilen
parçalar’ı elektrik yükleri olan hızlı bir elektro-m ekanizm aya d ö ­
nüşm esinde, göksel eletronik , göksel m ekaniğin yerini aldı ve bu
enfes aygıta, gerçek (au th en tic) Tanrısal karakteristiğini verdi: M e­
kandan m ünezzehlik ve görünm ezlik.
Bilgisayar, bu şekli alm akla, bilgi depolam ada ve bir sürü d e ­
ğişkenin insan b eyn in in bir öm re sığdırabileceğinden daha geniş
verilerle anlık en teg ra sy o n u n u gerektiren p rob lem leri çö z m e d e
yüksek bir perform ans seviyesine ulaştı. Eğer kişi, bu yarı-ilahi aleti
icat edenin ve ona verileri ve çözülecek problem leri yüklem esi g e­
rekenin insan beyni old u ğu n u unutursa, m evkice aşağı insanın bu
ilaha tapınm ası m azur görülebilir. D iğer taraftan k endilerini, bu
yeni aletle tan ım layan kişiler, tam zıt bir h a llisü n a sv o n a m aruz
kalırlar-yani bu kişiler gerçekte Tanrılık ya da en azından kadir-i
mutlaklıkta ortaktırlar-,
O m n i-K o m p ü tiir ' ün özel d eğeri, işlem leri h afifletm esi ve bu
işlem leri yaparken ki hatasızlığıdır. T ü m bu harika yeteneklerin
yanında, en azından üç kusura da dikkat e d ilm elid ir. Bilgisayar,
Kralların ve im paratorların kârlarım çök ertm iş köklü zayıflıkları
hâlâ barınd ırm aktad ır: ih tim a m gösterd iği y eg a n e b ilgi, V ezir-i
Azam ve saray adam larınca kendisine gösterilen bilgidir; ve krallık­
ta sıkça vuku bulduğu gibi, saray adamları- siz b u n u m atem atiksel
m odelci ve program cılar şeklinde okuyun- kraldan, sadece, k en d i­
lerinin sundukları yetersiz bilgilere davalı olabilecek cevapları bek ­
lerler. Bu bilgi M ajestelerinin tuhaf sınırlam alarına intibak etm ek
için insan tecrübesinin önem li bir çok veçhesini gözardı etm ek z o ­
rundadır.
M aalesef, bilgisayar bilgisi, işletilm ek ve program lanm ak z o ­
runda old uğu için, insan beyninin aksine, sürekli bir artış halinde
olan gerçeklikle devam lı bir tem as halinde bulunam az, zira tecrü­
benin ancak küçük bir kısm ı, soyutlam a ve soyu t sem bollerle ifade
için hapsedilebilir. N iceliksel olarak ölçülem eyen yahut nesnel ola­
rak g özlem len em eyen değişim ler, bilgisayarın alanının d ışındadır­
lar. T üm fantastik işlem hızına rağmen bileşenleri, sürekli organik
değişim lere niteliksel karşılıklar verm e kudretinden uzaktırlar.
3
Herşeyi gören göz

ISIR TEOLOJİSİNDE, GÜNEŞ TANRISI RA’N IN en m ü s­

M tesna organı, gözd ü . Zira Ra’nın Gözü bağım sız bir var­
lığa sahipti ve tü m kevni (k ozm ik ) ve insani işlerde ya­
ratıcı ve yönetici bir rol oynu yord u . Bilgisayar, yeniden ikam e e d i­
len G üneş Tanrısı’n ın gözü olur yani M egam akinanın G özü. 'Özel
G ö z ’ ya da D ed ek tif şek lin d e h izm et eder. O , aynı zam an d a her
yerd e hazır ve nazır o la n 'Y ü rü tm e g ö z ü ’dür. O n u n em irlerin e
m utlak itaat zorunludur. Ç ünkü k endisinden herhangi bir şey sak:
lanam az ve kendisine yapılan herhangi bir itaatsizlik cezadan ku r­
tulam az.
M egamakinayı doğru ve etkili bir b içim d e işletm ek için gerekli
tem el araçlar, politik ve ek on o m ik güç, anlık iletişim , hızlı ulaşım
ve tanrı-kralın hakim iyet alanındaki bir olayın izlenm esini sağlaya­
cak bir bilgi sistem i idi: Bu yardım cılar hazır hale getirildiler m i
m erkezi olu şu m , hem enerji h em de bilgi tekeline sahip olacaktı.
B ilim -ö n cesi çağların y ö n e ticile r i, b u araçların tam k u lla n ım ın ı
hiçbir zam an sağlayam am ışlardı, u laşım yavaştı, iletişim düzensiz
idi ve insan elçiler tarafından götürülen yazılı mesajlarla sınırlıydı.
Bilgi depolam a ise, vergi kayıtları ve kitaplar dışında, dağınıktı ve
sık sık yangına ve askeri saldırılara m aruz kalıyordu. Her yeni gelen
kralla birlikte, tem el kısımlar tekrar inşa ediliyor ya da başkasıyla
yer d e ğ iş tir iy o r d u . S istem i d o ğ r u bir ş e k ild e id are e d e b ile c e k
herşeyi bilen, her şeyi gören, her şeye güç yetiren, her yerde nazır
tanrılar ancak C ennette var olabilirlerdi.
N ükleer enerji, eletronik kom ünikasyon ve bilgisayarla birlikte,
m od ern bir m egam akina için gerekli tü m bileşenler so n u n d a yakı­
na gelm işti. T eorik olarak halihazırda ya da kısa bir gelecekte Tanrı
-yani Bilgisayar- ruhbanlık yoluyla, ses ve hayal aracılığıyla gezegen
üzerindeki herhangibir bireyi anında bulm aya, yerini tayin etm eye
ve o n a hitap etm eye m uktedir olacaktır: Kulun gün d elik yaşam ının
her ayrıntısı üzerinde kontrol sahibi olacaktır. Bunu, o kulun so y u ­
nu so p u n u , tüm eğitim kayıtlarını, şayet tedavi gördüyse hastalık ve
zih in sel bozukluklarıyla ilgili bir beyanatı, evliliğini, sperm bankası
h e sa b ın ı, g e lir in i, b o r ç la r ın ı, sig o r ta ö d e m e le r in i, v e r g ile r in i,
em ekli m aaşını ve son olarak resm i ö lü m ü n d en ö n ce kendisinden
am eliyatla alınm ış organların çetelelerini içeren bir dosya hallede­
cektir.
S onund a, hiçbir hareket, hiçbir k on u şm a ve belki zam anla h iç­
bir hayal ya da düşünce, bu ilahın uyanık ve m erham etsiz g ö zü n ­
den kaçm ayacaktır. Hayatın her tezahürü bilgisayardan geçecek ve
h erşeyi k u şatan k o n tro l siste m in in a ltın a g etirilecek tir. Bu ise,
yalnızca m ahrem iyetin istila edilm esi değil, fakat özerkliğin tü m ­
den yıkılm ası -gerçekte insan ruhunun zevali- anlam ına gelecektir.
Yarım asır ön ce, zikredilen tasvir, hiciv olarak kabul ed ilem e­
yecek kadar kaba ve abartılı gibi gözükecekti. M erkezi bir tanım la­
m a sistem i ihdas eden H.G. VVells’in ‘M od ern Ü top yası’, y ö n tem i­
n i, yaşam ın her ayrıntısına taşım aya cüret ed em iyord u . Y irm i yıl
ö n ce bile, Ra’nın G özü ’nün bu m od ern v ersiyon u n u n , ilk bulanık
hatları ancak N orbert YVeiner gibi kehanet kabiliyeti yüksek bir z i­
hin tarafından sezilebiliyordu. Fakat bugün, b ü tün sistem in çirkin
hatları ortadadır. M eşru bir gözlem ci Alan F. VVestin’in kanıtları da
bunu teyit etm ektedir.
YVestin özel amaçlar için bireysel bürokrasilar tarafından top la­
nan sayısız miktardaki dosya kayıtlarının, elektro-kim yasal m in ya­
türleştirm e yoluyla kaydedilen teknolojik ilerlem eler sayesinde tek
bir merkezi bilgisayarda toplanabileceklerini gösterir: Yalnızca b e­
nim seçip ayırdığım birkaç dosya değil, ayrıca sivil savunm a kayıt­
ları, em eklilik kayıtları, tapu ve kadostro kayadan, lisans başvuru­
ları, sendika kartlan, sosyal sigorta kayıtları, sabıka kayadan, araba
kayadan, kilise kayıtları, iş kayıtları -kısacası kayda geçirilebilen ha­
yatın tüm ü.
Böylesi toplu m onitör araçları, m akrom ekanikten m ikrom eka-
nige sıçram anın son u cu ortaya çıktılar. B öylece önceki on yılların
kom pakt m ik rofilm i, W estin ’in ifadesiyle, “fotok rom atik m ikro-
görüntülerin yolu n u açtı. Böylece, bir kitabın tam am ını, iki inç ka­
reden daha küçük ince bir plastik tabakay'a geçirm ek ya da Kongre
K ü tü phanesi’ndeki tüm kitapların sayfa sayfa nüshalarını, altıya
dört çek m eceli dosya b ölm elerin d e saklam ak m ü m k ü n hale g el­
m iştir.”
Eğer herhangi bir şey, b ilim ruhbanlarının ve o n ların teknik
yardım cılarının (acolvetes) sihirli güçlerine delil olabilseydi ya da
insanlığa, Tanrı-Bilgisayarın elindeki m utlak hüküm darlığın yüce
niteliklerini haber verebilseydi, bu yeni icat tek başına yeterli o la ­
caktı. B öylece hayatın nihai gayesi, en so n u n d a m egam ak in am n
çerçevesinde berraklığa kavuşur: G üç sistem in in rolünü g en işlet­
m ek ve sistem in eg em en liğin i tem in etm ek için so n su z bir bilgi
m iktarını sağlam ak ve işlem ek.
M odern dünyayı yön etm eye m uktedir bu g ö rü n m ez yüce gü ­
cün kaynağının uzandığı bir yer varsa, o da, burasıdır. Sınırsız güç
ve bilgi sahibi M ysterium trem en d u m (k o rk u n ç sır), buradadır.
Böyle bir büyüklüğün kudretiyle alay etm eye kim cüret edebilir? Bu
yüce hüküm darın gözetim ind en kim kurtulabilir?
Bu elektronik bakım dan şeffaflaştırılm ış sın ırsız bilgi d epolam a
olanaklarından on yıl önce, uzaktan beliren tek n olojik süreç basa­
makları bir Cizvit papazı, Pierre Teilhard de C hardin, tarafından
açıklandı. M egam akinanın tanım lanm asından ve bilgisayarın b u ­
g ü n b ü y ü k bir h ız la te s is e d ile n k o n tr o l s is te m in i k u su r s u z -
laştırm asından çok ö n ce, milyarlarca yıllık fiziksel ve biyolojik evri­
m in kaçınılm az olarak bu nihai sonuca varmakta old u ğ u n u söyledi.
Bu kitabın esas am açlarından biri, b öyle bir so n u cu n h ad d i­
zatında m ü m kü n olm asına rağm en ön ced en m ukadder olm ad ığın ı,
insani gelişm en in ideal bir kemali olarak da sayılam ayacağını g ö s­
term ek old u ğu n d an , bu tez üzerinde ileriki sayfalarda daha geniş
bir şekilde duracağım . Burada yalnızca, d en em e kabilinden bir tah­
m in d e bulunacağım : G ezegensel süperm ekanizm a, ‘insan fe n o m e ­
ni’ O m ega (so n (ç.n )) nokrasına varmazdan çok ö n c e çözülecektir
4
Düzenleme insan

E KADIM NE DE MODERN MEGAMAKlNA m ünferit m e­


kanizm a ve işlem leri ne kadar otom atik olursa o lsu n , b i­
linçli insan icadı olm adan vücuda gelem ezlerdi; ve bu g e­
niş kollektif birim in vasıflarının çoğu ilk olarak kadim , arketip bir
figürde tecessüm etm işlerdi: D ü zen lem e İnsan (O rganizaton M an.)
En ilkel kabilevi intibak ifadesinden en yüksek siyasal otorite ifad e­
sine kadar sistem , D üzenlem e İnsanın bir açılım ıydı- şim di m ega-
kinanın yaratıcısı ve yaratığı, kaşifi ve nihai kurbanı olarak duran
ınsan-.
Iş m ak in ası m ı b aşta g eld i y o k sa askeri m a k in a mı? G en el
sınıflandırm a örneği, ilk defa rahip, bürokrat tarafından m ı yoksa
asker tarafından m ı evrildi? Bu tür soruları sorm ak boştu r. Zira
yargıda b u lun m ak için sağlam verilere sahip değiliz. D ü zen lem e
in san tasvirim izi, o n u n doküm anlar ve sem b olik kanıtla görünür
hale geldiği noktayla sım rlam alıyız. Taş devri mağaralarından s o n ­
ra ilk belirgin kayıtlar, gelen ya da harcanan tahıl miktarları cetveli­
ni gösteren T apınak pusulaları old u ğu n d an , her safhada bürokrasi­
yi karakterize eden titiz d üzenin köken olarak T apınağın ayin m e ­
rasim inden türediği görülür; zira bu düzen şekli, tehlikeli avcılık
olaylarına ya da düzenlenen bir savaştaki şans olaylarına zıttır. Bu
erken safhada dahi D ü zen lem e İnsan, nicelik sel m u h a seb eciliğ e
olan ilgisiyle tanım lanabilir.
Y ine de kişi, daha sonraki her organizasyon ve m ekanizasvon
sü recin in arkasında insan org a n izm a sın d a d erin bir şek ild e kök
salm ış -gerçekte, diğer bir çok türle paylaşılan- asli yeteneklerin o l-
d u g u n u fark e tm e lid ir ki bu y e te n e k le r sa y e sin d e in sa n , d a v ­
ranışlarını ritüelleştirir ve organik ritim ler ve kozm ik olaylarla in ­
sani bir bağ kuran tekrarlayan bir düzende tatm in bulur.
D iğer bedensel ve zih insel işlevlerden ziyadesiyle soyu tlan m ış
b u ilk m ü k errer sta n d a rt h a r e k e tle r k ü m e s in d e n D ü z e n le m e
İnsanın neşet ettiği görülür. Başka bir tarzda ifade ed ecek o lu r ­
sak,kişi tek tek insan bed en in in organ ve işlevlerinden ve tü m bu
tarihsel sanat ve kültür ilavelerinden koparıldıgı zam an geriye b u n ­
ların, om urgalı yaşam için gerekli fakat m ünferit bir varlık olarak
düşünüld üğü nde işlevsiz ve anlam sız olan ortak m ekanik iskelet ve
kas kuvveti kalır.
G ün üm ü z çağı, bu ideal yaratığı R obot şeklinde y en id en icat et­
m iştir, fakat insan organizm asının bilinen bir parçası ve tü m insan
kültü rünün vazgeçilm ez bir veçh esi olarak organ izasyon , her za ­
m an m evcut olm uştur. M ekanik düzen, bu asli başlangıçlara kadar
tetkik edilebildiği ve m ekanizasyonun insan gelişm esinde bizzat d a :
im i bir rol oynadığı içindir ki b u gü n , doğal m eskenlerden ve kültü­
rel ö zelliklerind en, tam bir insani karakter sağlayan sınırlam a ve
yasaklamalardan kopuk, kendi kendini şekillendiren bir kişilik o la ­
rak D üzen lem e in san ı tecrit etm e tehlikesini anlayabiliyoruz.
O halde, D ü zen lem e insan kısaca, insan kişiliğinin, ileri yaşam
ve b ü yüm e potansiyelleri, geriye kalan cüzi enerjileri kontrol etm e
ve onları m ekanik olarak düzen len en k ollektif bir sistem d e beslem e
am acıyla bastırılm ış kısm ı şeklinde tanım lanabilir. D ü zen lem e ln -
san kadim ve m odern m egam akina arasındaki bağdır: U zm an m e ­
m u rların, kendilerin i d estek ley en köleler, m uvazzaflar ve kullar
katm anı ile birlikte kısacası kontrol edenlerle kontrol edilenlerin-
son beş bin yılda bu kadar az değişim e uğram alarının nedeni belki
de budur.
Başka herhangi bir kültürel tip gibi D ü zen lem e insan da bir in ­
san yapım ıdır. Yine de yapım ında kullanılan m alzem eler canlı tabi­
atın sistem ine aittirler. Tarihsel açıdan, D ü zen lem e insanı, saf bir
m odern ürün yahut sadece ileri bir teknolojinin ürünü olarak res­
m etm ek bir anakronizm dir. A ksine o canlı organizm anın en zengin
pota n siyellerin d en o yu lm u ş gerek çıkartılan gerekse de m u m y a ­
lanıp kurutulan canlı organlara ve m egam ak in an ın ih tiyaçlarını
karşılaması için donduru lm uş beyin e sahip, oldukça ilkel bir ‘ideal’
tiptir.
Birleşik D evletler’deki gen iş ö lçek li ek o n o m ik o r g a n iza sy o n ­
ların sınırlı örgüsü dahilinde T .H W hite, D ü zen lem e İnsanın yü k ­
sek k om u ta seviyelerinde seçim , eğitim ve disiplinine,' ‘talihli’ -ya
da en azından talih peşindeki- azınlığın büyük m ekanizm anın p ü ­
rüzsüzce işleyen bileşenlerine d ö n ü şü m ü n e dair klasik bir tasvirde
bulu n m uştur. Fakat bu tasvir, çocu ğu n tuvalet eğitim i ile başlayan
ve Refah D evletinin Savaş D evletiyle bir tutulm ası sonucu yaşam ın
her v e ç h e sin i ö lü m ve organ n a k lin e kadar kuşatan şa rtla n d ır­
m anın ancak ufak bir b ölüm üd ü r.
D ü zen lem e insanı şekillendirm ek için gerekli olan dış baskının
derecesi, büyük olasılıkla, herhangi bir kabile top lu m u n u n kadim
gelenek ve ritüellere .intibakı korum ak için ihtiyaç duyduğu baskı
derecesinden daha fazla değildir. Gerçekte zoru n lu ilk öğretim , as­
keri seferb erlik ve kitle iletişim yolu yla m ilyon larca insana aynı
dam ganın vurulm ası, m od ern top lu m lard a, birbirleriyle yüzyüze
olan birk aç yüz kişiye d a m ga n ın vu ru lm a sın d a n daha kolaydır.
Sosyolog M ax W eber’in ‘bürokratik kişilik’ olarak adlandırdığı şey,
m o d e rn dü n yaya n ü fu z ed ece k ‘id eal tip ’ o lm a y a m u k ad d erd i.
şa v e t h a lih a zırd a k i g ü çler, y ö n d e ğ iş ik liğ i ya da k e sin tisi o l­
m aksızın işlem eye devam edecek olurlarsa, \V eber’in tahm ini k o ­
laylıkla ikna edici olacaktır.
D ü zen lem e İnsanın karakteristik erdem leri, hizm et ettiği m aki-
naya oldukça benzer: bu yönüyle kişiliğinin m ekanik aletlerde ta­
sarlanm ış parçası, bu tasarım ın intibak gösterm eyen organik ya da
insani işlevleri ihraç etm e suretiyle takviye eder. M ekanik d ü zen lili­
ğin dam gası, her insani birim in yüzünde görülür. Programı takip
etm ek, talimatlara uymak, sorum lulukları başkasına yüklem ek, bir
kişi olarak başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilen m em ek , cevabı masada
uzanan yazılarla sınırlam ak, ilgili insani endişelerin hiç birisine -ne
k ad a r h a y a ti o lu rsa o ls u n - ö n e m v e r m e m e k , bir em r in ya da
araştırm anın kökenini veya so n u cu n u asla sorgulam am ak, eldeki
ve işle ilgili hiçbir değer yargısı ya da açıklam ada bulunm am ak ve
so n olarak, o anki iş m ektubuna karşılaşabilecek hisleri, duyguları
ya da rasyonel ahlaki kaygıları bertaraf etm ek -bunlar, bürokratın
standart görevleridir; ve bunlar, D ü zen lem e İnsanın- k ollektif bir
o to m a sy o n sistem indeki gerçek bir o to m a to n u n - serpilip geliştiği
koşullardır. D üzenlem e İnsanın m odeli, m akinanın kendisidir. Ve
m ekanizm a daha da m ükem m elleştikçe, süreci devam ettirm ek için
gerekli yaşam terekesi daha da ufalm akta ve anlam sızlaşm aktadır.
N ih ayetin d e D ü zen lem e İnsan, m egam akinada gayri-şahsi bir
h izm etçi -m ekanizm a olm a dışında başka bir varlık sebebine sahip
değildir. Bu çerçevede A dolph E ichm ann, H itler’in politikasını ve
H ittler’in em irlerini dosdoğru bir sadakatle icra eden itaatkar yok
ed ici, ‘Z am an ım ızın K ah ram an ı’ olarak sela m la n m a lıd ır. Fakat,
m alesef, zam anım ız, Belsen ve Auschvvitz’deki yok edicilerin m o ­
dası geçm iş yöntem lerle yaptıkları şeyi N apalm bom balarıyla, sade­
ce bir düğm eye basarak güvenli bir uzaklıktan yapm aya istekli bir
çok kahram an çıkarmıştır. Bugün her ülkede m üdüriyetlerde, şir­
k e tler d e, ü n iv ersitelerd e, lab aratu varlard a, sila h lı k u v v etlerd e
sayısız Eichm ann var: D üzenli ve itaatkar, ne kadar gayrı-insani ve
aldatıcı olursa olsun resm i olarak kutsanm ış her fanteziyi yerine g e­
tirm eye hazır insanlar.
D üzenlem e lnsan'a ne kadar fazla güç em anet edilirse onu
kullanırken ki vicdan azabı o kadar azalır. Ve bu 'ideal tip i’ daha da
te h lik e li kılan şey , in san i m askeyi başarılı bir b iç im d e k u lla n ­
m asıdır. R obot m ekanizm ası, beşer tabiatını taklit eder; ve birkaç
troglodit' tür dışında on u görünür olarak, akıllı, ince davranışlı, al­
çak gön ü llü ve sevim li bir insandan a y ııd ed en hiçbir şey yoktur.
H im m ler gibi 'ivi bir aile reisi' dahi olabilir.
Bu tip daha önceki kültürlerde b ilin m iyor dağildi. Kendi tarihi­
m izde bile bu hizm etçi-m ekanizm alar R om a arenalarında gladya­
tör çarpışmaları düzenlediler ve Kutsal Engizisyon tarafından kul­
lanılan kem ik kırma makinalarım idare ettiler. Fakat megateknik,
her alanı istila etm ezden evvel D üzenlem e İnsan, daha az fırsatlara
sa h ip ti: B ü yü k ora n d a B ürokrasi ya da O r d u ’ya m ü n h a sır bir
azınlıktaydı ön ced en . Bugün farklılığı yaratan şey sayısız D ü zen le­
m e İnsan’ın olm asıdır; etrafına baktığında yalnızca kendi görü n tü ­
sü n ü gördüğünd en . D üzenlem e İnsan, kendisini insanlığın normal
bir türü olarak telakki eder.
D üzenlem e ln san ’dan istenen körü körüne itaatkar karşılıkların
m od ern kişilikte ne kadar etkili bir b içim d e yer ettiği; Yale’de Dr.
S tanley M ilgrim y ö n etim in d e yürütülen bir psikoloji den eyin d e,
n itekim ‘T he Journal o f A b n o rm a l a n d Social Psychology’ de yayın­
landı, ortaya -çıkmıştır. D eneyci, em irlere kölece itaat eden hangi
tür insanların, kendi arkadaşlarını gaz odalarına gönderebileceğini
ya da V ietn am ’dakilere benzer zulüm ler işleyebileceğini bulm ak is­
tiyordu. Ç eşitli yaşlarda kırk denek top lan d ı ve onlara, deneyin,
elektrik şokuyla cezalandırm anın öğren m e süreci üzerindeki etki­
siyle ilgili bilim sel bir araştırma old u ğu anlatıldı.
D enekler, üzerinde otu z düğm e bulunan bir k onsolde oturtul­
dular. Yandaki odada ise, cam bir duvarla ayrılan, fakat denekleıce

’İnsana benzer m aym un (ç.n.)


görülebilen, gön ü llü bir ‘öğren iri’ oturtuldu. Güya ‘elektrikli' fakat
gerçekte herhangi bir akım a bağlı olm ayan bir sandalyede k en d isi­
ne belirtilen kısm ı usulen çalışıyordu. D enekler tarafından k u llan ı­
lan düğm elerin üzerindeki etikete göre, her düğm e, bir hata yap­
m an ın cezası olarak hafiften şiddetliye doğru d eğişen , ön ced en b e­
lirlenm iş bir şok veriyordu. D ü ğm e, ‘tehlike: şiddetli şok ’ işaretini
gösterdiğinde, kötülüğe alam et olan XXX işaretlerini taşıyan başka
iki düğm e vardı. T alim at gereği sahte-ögrenici 300 voltluk d ü ğ m e­
ye basıldığında acı çekiyorm uş gibi bağırarak tepki gösterdi, buna
rağm en duvara vu rarak 'ö g re tici’n in devam etm esin i iste d i. Bu
noktada, voltaj ve acının arttırılan şiddetine işaret eden o n d ü ğm e
daha kaldı.
Kırk denekten ancak o n d ö rd ü , deneycinin talim atlarına karşı
çıkıp, kaydedilen karşılık şiddetli acı ya da işkenceyi gösterdiğinde
d aha fazla işbirliği yapm ayı red d etti. D evam ed en d en ek lerd en
bazıları, bu tecrübeden duygusal olarak rahatsız oldular. Y ine de,
‘b ilim in çıkarları’ için deneklerin yüzde altm ışbeşi, ‘tehlike nok-
tası’nın ötesin d e d eneye devam ettiler.
Bu deney bizim k i gibi bir kültürde, ‘objektiflik’e ulaşm anın te ­
m eli olarak, duyguların, hislerin^ kısacası her türlü ö zn el tepkinin
b e r ta ra f e d ilm e s i g e r e k tiğ in e d air şa r tla n m a n ın ne kadar kök
saldığını gösterir. Bu deneyde katılım cılar, sem patiklikten ve şef­
katten uzaklaştılar. Bu tanım lam a büyük bir tahrifat örneği gibi g ö ­
züküyorsa, b u n u n tek n ed en i, gerçekliğin o n u tan ım layam ayaca-
ğım ız kadar sıradan (basm akalıp) hale gelm esidir.
O halde, nam sahibi bir bilim adam ının -diğer b iyolog m eslek­
taşları tarafından sahasında bir ön cü olarak kabul edilen bir N ob el
ö d ü lü sa h ib in in - sözlerin i k an ıt olarak göstereyim . Y azdıklarına
bakıldığında, nevrotik baskı ya da sapmalardan uzak rasyonel, ‘nor­
m al’ bir şahsiyet oldu ğu gözüküyor. Fakat m aalesef bu cazip özellik­
ler bir genetikçi olarak bir grup m eslektaşının ö n ü n d e insanın iler­
lem esine ilişkin ortaya attığı fiili teklifleri kurtaramamaktadır.
“Bir bütün olarak insan’’ diyordu bu bilim adam ı, “en ön em li
başarısına yaraşır bir halde olm alıdır. Ortalam a insan, bilim ad am ­
larının keşfettiği dünyayı anlayam adıkça, bugün kullandığı teknik­
leri ve bunların uzak ve daha geniş etkilerini kavrayamadıkça, b ü ­
yük insani girişim in bilinçli bir katılım cısı olm an ın etkisi altına g i­
rip b u g irişim d e yapıcı bir rol o y n a m a k ta n gerçek bir ta tm in e
ulaşm adıkça büyük bir m akinanın ön em siz bir dişlisi k on um undan
asla kurtulamayacaktır. Bu durum da, kendi kaderini belirlem e ve
bun u gerçekleştirm e iradesi zayıflayacak ve ona hükm eden azınlık
er geç on su z devam etm enin y o lu n u bulacaktır.”
Bu b ilim adam ını ben icat etm iş d eğilim ; adı H erm an M u l-
le ı’di. M uller yeni m egam akinanın fara/iyelerini ve amaçlarını a n ­
latm adan ö n ce, hem kadim hem m od ern m egam akina türlerini
ta n ım la m ıştım . İlginç o la n h u su s şu ki on yıl çalışm adan son ra
M uller’in önerm esin i, bazıları M uller’den aşağı kalmayan diğer b i­
lim ü slerind en ed in d iğ im u zu n bir liste ile d estek leyeb iliyoru m .
D aha tu h af olanı, M uller’in H itler’le aynı zem in i paylaşm asıydı. Z i­
ra H itler, kendisinin büyük girişim ine yahudilerin katılmalarım u y ­
gun görm üyordu. Yahudiler de “bu girişim de yapıcı bir rol oy n a ­
m aktan gerçek bir tatm ine ulaşm ıyorlar”dı.
“O nsuz devam etm enin y olu n u bulm ak” yum uşak bir tabir gibi
gözüküyor: Acaba bu yum uşaklık, kötülüğe alam et olm asın? “O nu
ortadan kaldırm ak” dem ek daha dürüstçe olm az mıydı? M egam a-
kinanın inaçlı hizm etkarları kabul edilebilir tek bir dünya görüşü
o ld u ğun u şim diden kanıksam ışlar, o da kendilerinin tem sil ettiği
dünya görüşü: Bu dünya görüşü tek bir bilgi türü, tek bir insani gi­
rişim şekli, tek bir değeri haizdir — kendilerine ait ya da doğrudan
d oğru ya k en d ilerin d en türeyen bilgi ve girişim . Sonuçta tek bir
kişilik türünün -askeri-endüstriyel-bilim sel elit tarafından, m ega-
m akinavı işletecek şekilde oluşturulan kişiliğin— m uteber sayılabi­
leceğini kastederler.
Bu d u ru m , bu ön cü lere öy lesin e karşı çıkılm az gözü k ü yor ki
kendi nazarlarında, kişilik tipleri oluşturm a hakkına şim d id en sa­
hipler. İşte bu D ü zen lem e insan'in son isteğidir: Kendi d on u k g ö ­
rü n tü sünü, dünyaya hakim kılm a otoritesi.
5
Toplu kontrol tekniği

NSAN KÜLTÜRÜ, ŞİMDİYE DEK, kendi dönü şü m lerin d e, tür­

İ lerin evrim inde keşfedilen karakteristiklerin bir çoğu n u göster­


miştir: Türlerin hüviyet kazanm alarına doğru eğilim ve çevrey­
le uyum lu alış-veriş dahilinde bireyselleşen gelişim , karşılıklı ilişki,
ü rem e ve iletişim olanaklarını genişleten keşifler ve göçlerle denge­
lenm ekteydi. Rahatça anlaşm ak için ‘in sa n ’ kelim esi kullanılsa da
b u yalnızca, bir kon u şm a alışkanlığıdır. Zira, durağan bir anlam
dışında, böyle tekil ve evrensel bir yaratık m evcu t değildir. Şu ana
kadar tü m gezegene, tek bir siyasal yapı, tek bir id eoloji, tek bir tek­
n o loji, tek bir kişilik türü egem en o lm u ş değildir. İnsan, şim diye
kadar hiç bir zam an h om ojenleşm em iştir.
Bu insanın tarihsel ilişkileri için de geçerlidir. H içbir m ünferit
b ölge ya da kültür, insan gelişim inin tüm olanaklarını sağlayam adı­
ğı g ib i, m ü n ferit h içb ir kuşak da b u p o ta n siy elleri b ü n y esin d e
barındıram az. V e gerçekte bizden ö n ce hiçbir nesil, yalnızca en son
keşfedilm iş b ilgin in kılavuzluğu altında, m ünhasıran kendi zaman
aralığında yaşam anın m üm k ü n o ld u ğ u n u tasavvur edecek kadar
ahm ak olm am ıştır. ‘Şim di’ neslinin ölçüleri, hayvanların varlığına
dahi uym am aktadır. Zira, tüm yüksek organizm alar, geleceklerini,
gençleri beslem ek ve onlara bakm ak suretiyle tem inat alttna alırlar,
h atta b azıları b esin d ep o la y a ra k g e le c e k ih tiy a çla rın ı ö n c e d e n
karşılarlar.
D aha ön ceki kültürler, süreklilik ve kültürel birikim uğruna
âdet ve geleneğe genellikle aşırı değer verm işler ve yanlışlıklarını b i­
le korum uşlar. Ancak geçm işin tasfiye edilıtıesi gerektiği zannı, m e-
gatek n ik güç sistem in in bir alam etid ir. Bu k onuyla ilgili olarak,
a n tro p olog Raglan ikaz edici cüm leler sarfetm iştir. “Ç oğu zaman
zannedilir ki çürüm e, m uhafazakârlığın ölü eliyle olm aktadır. El­
bette şu bir gerçek ki, eskilerin hatadan yoksun olduklarına dair bir
inancı ihtiva eden dini ya da siyasi nazariyeler, çoğu zaman çü rü ­
m eye yol açarlar.... ancak diğer taraftan, kültürel çürüm enin geç­
m işten kopm ak suretiyle çok daha hızlı bir şekilde ortaya çıkarabi­
leceği, pek fark ed ilm ez.”
B irçok duraldık ve kesintiye engel ve kayba rağmen insani g e ­
lişm en in son yüz bin yıl boyu n cak i k ü m ü la tif sonuçları zenginlik
ve çeşitlilik bakım ından, tabiattaki türlerin evrim inin ancak.em ek­
lem e devresinde ulaşabildiği sonuçlarla karşılaştırılabilirdi. Her ırk,
her kültür, her şehir, hatta her köy, yeni ‘in sa n ’ türleri m eydana g e ­
tiriyordu . T üm insanoğulların d a m ev cu t ortak özellikler de dahi-
dil, toplum sal örgütlenm e, ahlaki ölçüler gibi başından beri çift ku­
tuplu bir gelişm e olm uştur: Biri, bireyselleşm e ve özerkliği vurgu­
lu yordu diğeri, daha geniş birliği ve hom ojen liği, ilki, ben-m erkez-
ci, yerel ve içten yönelim liydi. İkincisi ise tekilliğe, evrenselliğe, kü-
reselciliğe m titem avil.
Z am an zam an bu g elişm eler, in sa n ın ak sed ici b ilin c in e gir­
m işlerdir, hatta bazı zam anlar ‘ilk el’ halklar arasında harikulade
algı d erin lik lerin e ulaşm ışlar. Fakat, in san kültürlerinin geliştiği
koşulların tasvir edilm esine ve uygun gelişm e türlerinin patalojik
g e li ş m e t ü r le r in d e n -k i iş le v k a y m a la r ı ve ö lü m le s o n u ç ­
la n m ışla r d ır - ayırt e d ilm e sin e b ile an cak so n bir kaç yü zy ıld a
başlandı. H iç kim se, şu ana kadar m evcu t arkeolojik, antropolojik
ve tarihsel b ilg in in , geçerli doğruların ü m it verici telkinlerinden
daha fazlasını sunacak yeterlilikte gen iş ve ispatlı old u ğ u n u iddia
ed em ez. Fakat, çeşitliliği, seçm eciliği ve d eğişim i oluşturan faktör­
lerin , sü rek liliği, d ü zen liliği ve ev ren selliği olu ştu ran faktörlerle
d en gelenm esi gerektiğini ve herhangi bir küm enin yok olm ası ha­
linde yaşam ve gelişim in tehlikede olduklarını görecek kadar yeterli
açık bir biyolojik ve toplum sal evrim resm ine sahibiz.
K endisine tam bir objektif yargıda bulunam ayacak kadar yakın
olsak da, kültürüm üzün, tehlikeli bir dengesiz durum a düştüğü ve
bugün çarpık ve d en gesiz zihniyetler ürettiği apaçık bir gerçektir.
M edeniyetim izin bir kısmı -teknolojiye adanan kısım - diğer tüm
b ileşen lerin -coğrafi, biyolojik , a n tro p o lo jik - o to rite sin i gaspet-
m iştir. D oğrusu, bu sürecin en sıkı destekleyicileri teknolojinin b u ­
gün b ütün biyolojik alem in yerini aldığını ve insanın ya kendi tek­
n olojisinin gön üllü bir yaratığı olacağını ya da varlığını sürdürem e­
yeceğini ilan ediyorlar.
T ekn oloji, insan işlerinde öncelik id d ia etm ekle kalm ıyor. Sü­
rekli teknolojik değişim talebini kendi verim liliğin in , sürekliliğinin,
hatta bekasının üstünde tutmakta. Postulaları, tü m canlı organiz­
m aların tem elin i olu ştu ran postulalarla çelişen b öyle bir sistem i
k o ru m a k iç in te k n o lo ji, m u tlak u yu m talep ed er ve b u uyum a
ulaşm ak için, insan organizm asıyla başlayan bir kontrol sistem inin
tesis ed ilm esin i ö n e sürer. Bu kontrolü olu ştu rm a araçları m ega-
m akinanm en âlâ arm ağanıdır.
Gelecekteki m u h tem el icatlar tablosuna tekrar geri d ön elim ki
m akina efsanesine teslim olm uş icatlar, b u gü n habire çogalm akta-
lar. Ö rneğin, A rthur Clarke, oldukça m akul bir tablo sunm uştur.
Aya çıkm adan hava kontrolüne ve su n i yaşam a kadar liste halinde
g österdiği bir d ü zin ed en fazla teknik k u llan ım d an hiçb irin in in ­
sanın tem el tarihsel görevi -insan olm a görevi-ile en ufak bir ilişkisi
yoktur.
Bu tekn oloji kahinlerinin m ü saad e etm eyecekleri tek k eşif ve
icat küm esi, bizzat tekniği er ya da geç, insanın daim i değerlendir­
m e ve y ö n etim i altına getirecek dahili insan aygıtlarıdır. Biiakis,
teknoloji üsleri böyle bir karşı-saldırıyı daha başlam adan karşıla­
m ak için tek n olojin in bugün, kabul ed ileb ilir ve anlaşılır yegane
yaşam tarzını sağladığına ilişkin inancı telkin etm işlerdir.
T am am ıyla sat teknolojik bir çevreye göre d ü zen len m iş sınırlı,
uysal, b ilim sel olarak k oşullan m ış bir beşeri hayvan yaratm a işi,
bizzat bu çevrenin hızlı d ön ü şü m ü ile m esafe katetmiştir: Daha ö n ­
ce işaret edildiği gibi bu (iş), kısm en, intibakı ikna edici m ükafat­
larla takviye etm e suretiyle, kısm en de m egateknik sistem in m enzili
dışındaki tü m seçim fırsatlarını reddetm ekle fiile geçirilm iştir, lsta-
tiksel verilere göre, günün altı saatini televizyon başında geçiren,
n in n ileri reklam lar olan ve gerçeklik duyguları, Süperm an, Bad-
m an ve bunların canavar akrabalarıyla gün d elik ilişkinin egem en
old u ğu bir dünya tarafından köreltilen Am erikalı çocuklar, yeni bir
özerklik ölçü sü n e sahip olacak kadar kendilerini bu sistem den kur­
tarmaları için ancak insanüstü bir çaba harcamaları gerek. Mega-
m a k in a n ın u zak tan k on trolü a ltın d a d ırla r, o n u n stero tip lerin e
koşulludurlar. M egaınakinanın etkisi, en m ü steb it anne ve babanın
etkisinden daha fazladır.
Bu koşullandırm a tarzı yeni bir psikolojik tip yaratmıştır; d o ğ u ­
m u n d an itibaren m egatekniğin tü m form larının dam gasını taşıyan
bir tip: G örüntülere ve seslere, şekillere (patterns) ve so m u t nesne­
lere d o ğ r u d a n d o ğ ru y a tepk i v e r e m e y e n , k u ru n tu y a , e n d işey e
kapılm adan işlev görm e selahiyeti b u lu n m ayan , m akinanın izni ve
k om u tası ve M a k in a -T a n n ’ntn sağladığı organ ik olm ayan aygıt­
ların yardım ı olm adan yaşayam ayan bir tip. Bu koşullandırm a bir­
ç o k d u ru m d a tam bağım lılık n ok tasın a varm ıştır. V e bu itaatkar
intibak d u ru m u , bu rejim in daha m eşu m kâhinleri tarafından ‘in ­
sa n ın n ih ai ö z g ü r lü ğ ü ’ olarak k a rşıla n m ıştır. N e y in özgürlüğü?
İnsanın neşet ettiği koşullardan yani çeşitli ve duyarlı ‘program lan­
m am ış’ insani ve tabii bir çevre -zorluklar, tecrübeler, zor tercihler,
meydan okum alar, sevim li süprizler ve beklenm edik ödüllerle dolu
bir çevre- ile aktif ve karşılıklı alışverişe dayanan bir ilişkiden kur­
tulm a özgürlüğü.
Burada da, kontrolü oluşturm ada atılan ilk adım lar m asum ca
gözüktüler. B.F. Skinner’in öğrenm e makinasını düşü n ü n . Eksiksiz
ezberlem e için çokça tekrar ve düzeltm e gerektiren konularda, dil
öğrenim i gibi, böyle bir m akina, öğretm enin yükünü belki hafifle­
tebilir ve öğren cinin, öğretm enin bir makinada program lanam ayan
konularda kendisine aktif yardım da bulunabileceği bir noktaya da­
ha hızlı varm asını sağlayabilir. Bu, her ikisinin ortak m enfaatine
olabilir.
D iğ er b ir ç o k m a k in a gib i ö ğ r e n m e m a k in a la r ı da fa y d a lı
yardım cılar grubuna dahil edilebilir. Fakat, bu makinaları kullanan
şirketlerin m ü m k ü n olan en yüksek kârı kazanm alarıyla ilgilenen
m egatek niğin eğ ilim i, bu küçük yardımları büyük sabitelere d ö ­
nüştürm ek ve m akinanın hizm etlerini m üfredattaki her konuya ve
her yaşa yaym aktır. Bu, insani ilişkilere ve insani birim lere ayrıl­
ması gereken zam an, çaba, para ve duygusal yakınlığı, m ekanik ve
elektronik ekipm ana verm ek anlam ına gelir. Sonuçta, bilinçli hafı­
za eğitim i ile birlikte daha öncesinde tesis ed ilm iş güzel öğren m e
alışkanlıkları büyük m akina bataryalarından daha iyi bir öğretim -
ve daha gen iş bir uygulam a-sağlayacaklardır. Fakat- bu tür insani
aygıtlâr kâr hisseleri üretm ezler.
Böyle program lı bir sahte-eğitim , gerçekte siyasal m utlakivetçi-
liğin en kusursuz aletidir ve bu sistem in genel olarak kabul ed ilm e­
si, bağım sız vargıyı, eleştirel m uhalifliği ve yaratıcı düşünceyi teh li­
keye sokacaktır. Fransa’da, N apolyon-sonrası bürokrasinin em rin ­
deki Eğitim Bakanı, herhangi bir saatte tüm okullarda her ö ğ retm e­
nin ne öğrettiğini tamı tam ına bilm ekten gurur duyabiliyordu. Fa­
kat bu kontrol şekli, insani diyalogu bastırmaya ve her sp on tan e in ­
sani tepkiyi bertaraf etm eye henüz tüm üyle yetkin değildi. Zira, ög-
retm en, hâlâ gözle görülebilir bir kişilikte kendisine m eydan o k u ­
nabilir, karşı çıkılabilir ve itaat edilm eyebilirdi, sınıftaki ögenciler
de, d isip lin ne kadar katı olursa o lsu n , hâlâ bir b a şk asın ın var­
lığının güvencesi altındaydılar ve öğretm enleri üzerinde -yalnızca
yaramazlık ve gürültü yoluyla olsa da!-bir etkiye sahiplerdi. Bu tür
tem aslar, B akaıı’ın tekillikten duyd u ğu gururla alay ediyorlardı.
B u gü nk ü tek niğin kendisini adadığı şey, insani m ü n aseb etin bu
son izlerini ortadan kaldırmaktır yani tecridi ve top lu teslim iyeti
sağlam ak-.
E ğitim li öğretm en kıtlığı tehdidi altın d ak i bürokratik eğitim
'ekspert'leri her güçlük için mekanik çözü m ler sunm aya hararetle
devanı ediyorlar. Oysa, bu çabalarını, daha ehliyetli kişilerin eğitim
sistem ine katılmaları için ikna etm eye ram edebilir ve insani enerji­
yi ve ilgiyi etkisiz kılan kısırlaştırıcı prosedürleri azaltabilirler. Ö ğ ­
retim m akinalarım n ve bilgisayarların daha gen iş k ullanım ını tek
başına yeterli görm üyorlar; diğer tek y ön lü iletişim yön tem lerini
kullanm aya- tüm sistem için bir uydu aracılığıyla televizyon yayın­
ları y a p m a k g ib i- ve ö ğ r e t m e n le r le ö ğ r e n c il e r in y ü z y ü z e
karşılaştıkları fakir sınıflarda belli ölçü d e var olan iki yön lü ilişki ve
aktif katılım türlerini ortadan kaldırmaya şevkle çalışıyorlar.
G erçekten istenen şey, mekanik sadeleştirm e ve insani gen işle­
m e (a m p lification ) olduğunda, nicelik soru n u için bu tür m ekanik
ç ö zü m lere bel bağlam a, arkaik-m odern m eg a m a k in a tarafından
y'ürürlüge konan sistem i katılaştırır.
B u gü n b asit ö ğ r e n m e m a k in a sın ın m o d a sı g e ç m iştir . 1964
N ew York D ü nya Fuarı’nda 'G eleceğin O k u lu ’ bir uzay kapsülü
şek lin d e su n u ld u . O radan her öğrenci b ilgin in ınerkezi bir istas­
yondan işletilip öğrenciye yüklendiği tam anlam ıyla yum urta şek­
lindeki kapalı bir kom partm anda tüm gü n ü n ü geçiren bir tür ‘ög-
r e n m en -tırtıl’a d ön ü ştürü lm ü ştü r. K o llek tif fırın cılık ya da gıda
end ü strisinin hususi ibaresi — “El değm eden üretilm iştir.”— artık
yerini m ekanik davranışçılığın daha cüretkar ibaresine bırakm ak­
tadır: “İnsan kişiliği değm ed en üretilm iştir.” Tecrit hücresi, en zali­
m ane cezalandırma yön tem lerind en biri, bugün standart okul teç­
hizatı olarak tek lif edilm ektedir.
Bu teçhizatın am acı, yalnızca, öğrenciyi karşılıklı insani ilişk i­
lerden uzaklaştırm ak değil, fakat b unu yanında, öğrenciyi yüksek
bir otorite tarafından kendisi için program lanm ış olan hariç gerçek
dünyanın herhangi bir parçasıyla m ünasebetten tecrit etm ektir ki
öğrenci böylece m egam akinanın kontrolüne daha eksiksizce gire­
cektir. Bu sistem bir kez.sağlam ca tesis edildikten sonra, yalnızca
öğrenm e değil, fakat diğer tüm insani işler de, m erkezi bir o to rite ­
nin sürekli gözetim i altında ve resmi kanallarla gerçekleştirilecektir.
Bu, eğitim değil, hayvan terbiyeciliğidir. İnsan, hayvanların en u y ­
salı olduğund an, bir çok insan şim d id en , böylesi verim siz (kısırı
bir öğrenim anlayışına en azından zihinlerinde, teslim olm uşlar.
G örünür olarak, bu teknolojik ‘ilerlem e’ türünün insanın kişiliğine
tecavüz ettiğine -gerçekte, insani gerilem enin rahatsız edici bir ala
meti olduğuna- ilişkin en ufak bir şüphe taşımıyorlar.
Çağdaşlarımız, sonuçları en kadar acı, çirkin ya da zararlı olursa
olsun teknolojik ilerlem eyi m utlak ve karşı konulm az olarak kabul
etm eye öylesine koşullanm ışlar ki en son teknik teklife, ister sesten
hızlı bir uçak isterse de bir ‘öğrenim hücresi’ olsun, gülüm seyerek
rıza gösteriyorlar- bilhassa eğer bu aygıtın eşliğinde ‘b ilim se l’bir
açıklam a varsa ve b u aygıt, teknolojik olarak ‘ileri’ bir tür olarak
gözüküyorsa.
Bu genel sap m a çok ö n c e T o lsto y tarafından , S a n a t N e d ir ?
(W h a t is A rt) adlı risalesinde hicvedilm işti. T olstoy, orada, evinin
pencerelerini m aharetle kapatan ve havayı m ekanik olarak tüketen
böylece daha fazla m ekanik bir aygıt kullanarak -basitçe pencereleri
açmak yerine- havayı tekrar pom palam aya çalışan m odern insanı
resm ediyordu.
Bugün, T olstoy’un yergisi m aalesef önem ini kaybetm iştir. Zira
savunulm ası dahi im kânsız bazı şeyler oldu: in san ın , hiçbir zam an
dış kontrolden özgür yaşam asına engel olm ak am acıyla çevrenin
her parçası, aynı prensipler etrafında yeniden inşa edildi. G eçm iş
çağlarda insani büyüm e, çoğu zam an dikkatlice elekten geçirilm iş
enform asyon ya da teorik bilginin, teknik ekipm anın ve yeterince
geniş ilişki ve işbirliği için fiziksel araçların yokluğu son u cu sekteye
uğruyordu. Gariptir, bir çok insan, bu etm enlerin yokluğu hâlâ d e ­
vam ediyorm uş gibi davranıyor. Fakat du ru m , bu n u n tam tersidir.
M odern insanın çevresinin ya da d ü zen lem esin in hiçbir parçası-
otom asyon hariç- sabitlik ya da aşırı durgunluk alam eti gösterm ez.
Tam aksine, teknoloji, şiddetli bir dinam izm hali üretm iştir. Ç ü n ­
kü etkili bir şekilde uygulanan tek kontrol form u, her b ölü m ü hızlı
bir değişim e m üp tela kılmaktır. Bu esnada, sistem in kendisi ise da­
ha hareketsiz ve rijid hale gelir. Artık insan, atom ik pilin ve bilgisa­
yarın üretildiği aynı yöntem lerle işlenm eye ve kollektif olarak yen i­
den inşa edilm eye m ukadder bir 'şey’dir.
Son birkaç yüzyılda dikkat çekici bir yerel a n on im ve kişisel ö z ­
gürlük ö lçü sü n e ulaşm ış o lm a sın a rağm en m o d ern insan bu dış
kontrolü kabul etm eye hazırdır. Bu kabul, hem dış baskılarla hem
de iç korkularla kolaylaştırılm ıştır. Sadece sayıların b ü y ü m esi -
yanlızca top lam n ü fu s artışı d eğil, fakat, şeh irlerd en ordulara ve
bürokrasilere kadar tüm sosyal birim lerde hacim sel artış- bireysel
ruhu, ürkek ve vesveseli yapm ıştır. Kendi görüş alanının ya da aktif
kas k ontrolü n ü n dışın d a yer alan olaylarla baş etm ekten aciz d u ­
rumdadır. “B enim yaratm adığım bir dünyada yabancı ve korkak.”
Yakın, küçük ölçek li birliktelik tarzları bir kez bertaraf edilip
felce uğratıldı mı m od ern insan em niyeti büyük tüzel organizas­
yonlarda -devlet, sigorta şirketleri ya da sendikalar- arar. Oysa b u n ­
lar, aynı güç sistem in in tem el kısımları olarak işlev görm ektedirler.
Böylece, Erich F rom m ’un bir kuşak ön ce işaret ettiği gibi ‘özgü r­
lükten kaçış’, yeni bir kurtuluş şekli üretir; sorum luluktan ve aktif
seçim den daim i kurtuluş.
T ek n ik g e lişm e n in so n a şa m a sın d a b ir ç o k b ilim -k u r g u y a ­
zarının çabucak fark ettiği gibi, organize bilim ler, fiziksel ve kim ya­
sal aygıtları kullanarak diğer insani kurum ların -din, ahlâk, hukuk-
ancak kısmi bir başarıyla nasihat, ikna ve ikaz yoluyla daha dolaylı­
ca yapm aya çalıştıkları şeyi -yani insanın doğasını dönüştürm evi-
daha direkt bir şekilde yapm aya teşebbüs edeceklerdir. Bilim ken ­
d inden em in bir şekilde, insan ın özü n d ek i potansiyelleri, genetik
m üdahale ile ve dahası, o n u n varlığını beklenm edik ayrılmalara ya
da isyanlara izin verm eyecek surette programlama yoluyla değiştir­
m eyi tek lif ediyor. B ugün b ilim adam ları, kralların ve rahiplerin
hiçbir zaman başaramadıkları köklü değişiklikleri, cerrahi değişik­
lik, kem oterapi ve elektronik k ontrol yoluyla canlı beden üzerinde
yapm ayı teklif ediyorlar. Fakat kontrol sahibi olm a itkisi o kadar
hakim o lm u ş ki bu deneyler, ‘insan sever’ ulusal kurum lardan bile
m ali destek görm üşlerdir.
İnsanın m egakinaya tü m ü y le teslim olm ası h alinde kendisini
bekleyen m akus kaderle ilgili en ikna edici ön-ikaz, bugün m odern
devlette tüm stratejik otorite m evkilerini tutan gruptan gelir: bilim
adanılan, ‘llerlem e’de bir sonraki adım şeklinde ortaya çıkan öznel
sapmalara yüzlerce örnek gösterilebilir. Fakat ben, ‘dünyanın gele­
ceği’ üzerine yapılan a y d ın la tın bir b ilim sel sem p ozyu m u örnek
vereceğim .
S em p ozyu m d a su n u la n b ild iriler, n ü fu su n g en etik d ü zey in i
yükseltm ek ve doğal seleksiyonla artık bastırılmayan u ygunsuz (is­
ten m eyen ) genleri bertaraf etm ek için ne tür kontrol şekillerinin
m üm kün olduğu üzerinde bir tartışm aya yol açtı. Bu, üstün soylar­
dan yapay ürem e soru n u n u beraberinde getirdi; bu da insanların
kendi çocuklarını doğu rm ak için doğal bir hakka sahip o lu p o l­
m adıkları gibi bir argüm ana yol açtı. Bu noktada, katılım cılardan
birinin ön erm esi -bir b ilim tarih çisiyd i- aydınlatıcıydı: “C rick’in
kişinin çocuk sahibi olm a hakkına sahip olu p olm adığıyla ilgili h ü ­
m anist argüm anını ele alırsak, insanların refahından -sağlık, hasta­
n e le r , iş s iz lik s ig o r ta s ı v .s - s o r u m lu b ir to p lu m d a c e v a b ım
‘H ayır’dır.”
Bir bilim adam ım , bir tartışm ada söylenen tesadüfi bir ö n erm e­
ye, b un u n yayın lanm asın a izin v erm iş olsa da, m ah k u m etm ek
haksızlık olabilir. Fakat, cevabı o kadar tereddütsüz ve kayıtsız ki
bu, verilen cevabın büyük oranda desteklendiğine işaret eder. K en­
di kendilerine seçilen bu yöneticilerin çoğunluğu, elde edilen yarar­
lara karşılık, itaatin ve talimatlara kesin intibakın resm i olarak e m ­
poze edilm esi gerektiğini iddia etm işlerdir.
Bu m ecburiyet, özellikle ciddi irsi rahatsızlıklara sahip olanlara
verilen tıbbi tavsiyeleri d inlem ek ten daha fazla bazı şeyleri içerir.
Daha sonra tartışm ada görü ld ü ğü gibi, b i|im a d a m ın ın kendi za­
m an ve m ekanla sın ır lı k riteri çe r ç e v e sin d e id eal in sa n tip leri
oluşturm a ve bu tem ele "binaen ürem e için sperm ve yum urta h ü c­
releri seçm e hakkını ihtiva eder. Sir Francis C iıck, daha da ileri gitti
ve şansızlık eseri canavarların bile ürüyebilecegini kabul etm esin e
rağm en, deneysel olarak insan genlerini d eğiştirm e ö zg ü rlü ğ ü n ü
destekledi.
Ancak bu tartışm ada kim se, bu tür kontrolleri uygulam ak için
gerekli bilgi ve tekniğe sahip olanların, insan ırkının geleceğini b e ­
lirlem e liyakatlarına ilişkin bazı kanıtlar sunm ak zorunda olacak­
larını düşün m edi. Bu tür güvenilir kanıtların yokluğu, ondan da zi­
yade bilim sel başarının ihtiyaç duyulan yegane kanıt o ld u ğu n a dair
n ah if inanç kim seyi rahatsız etm ed i. Böyle bir tartışm ada, insanlar­
da en arzu edilir karakteristiklerin neler olduğu, hangi özelliklerin
değişim e uğratılması ya da bastırılm asi gerektiği ve en yüksek insan
ord u su nu üretm ek için nasıl bir karakterin tertip edilm esi gerektiği
üzerinde düşünülm edi.
H er kültür, bu problem e, ideal tipler m eydana getirm ek ve o n ­
ları son su z bir m odeller silsilesi dahilinde kendi tanrılarında, kah­
ram anlarında, azizlerinde, bilgelerinde tecessüm ettirm ek suretiyle
cevap verm iştir. Fakat vuku buldugü şekliyle bu m odellerin ya da
bu varyantların h içb iri, hiçbir zam an tam anlam ıyla başarılı o l­
m adı, hiçbir zaman evrensel ölçekte uygulanam adı. Yanlızca Grek-
lerden bahsedersek, ne Jüpiter ne de A p o llo , ne P ıo m e th e u s ne
H ephaistos ve ne de Herakles ne Aşil ne de O desia, tek başına her
ihtiyacı karşılar. D inin ve felsefenin ideal bir insan tipi m eydana
getirm ek için verdikleri daha bilinçli çabalara dönersek tercih için
yin e aynı şaşkınlığı yaşarız: k o n tü çy a n ist, T aocu, M ecusi, Budist,
Eflatuncu, Stoik, Sinik, İsevî, M uham m edi; tüm ü, kusursuz insana
ilişkin telakkilerini, çoğu zam an, daha önceki m edeniyete egem en
olm u ş daha kaba tiplere karşı savunm acı bir m uhalefet dahilinde
üretm işlerdir. Fakat bu ideal form lar, m ükem m elliğe kendi tercih
ettikleri çerçeve dahilinde ulaşm ak için bireysel kişiliklerde en az
Socrates ya da Assisli Francis kadar kapalı gözüktükleri zamanlarda
bile eksik kalmışlardır. Tarihteki en gelişm iş kültürlerin biri olan
H ellen kültüründe hiç bir zam an konsensusa varılmadı.
B unun anlam ı şudur ki bu problem e tek etkili yaklaşım, uzun
zaman ön ce Tabiat’ın kabul ettiği yaklaşımdır: Sonsuz bir biyolojik
ve kültürel tip varitesi olanağını sağlam ak. Ç ünkü tek başına hiçbir
tip, ne kadar zengin ve ödüllendirici olursa o lsu n , insanın tüm gizli
potansiyellerini ihtiva edem ez, hiç bir kültür, hiçbir ırk, hiçbir d e­
vir, bu bitm ez tükenm ez tem anın üzerinde yeni varyasyonlar üret­
m ekten fazlasını yapamaz.
Evrim bilgisi m oleküler fenom enlerle sınırlı biyologların tyr ç o ­
ğu, insan soyun un, bireysel türdeki genlerin özel seçim iyle belli bir
oranda iyileştirilm esi n o syon u n u n bir sanrı old u ğ u n a kanidirler.
Fakat M uller ve Crick gibi m üm taz genetikçilerin, kendilerini d o ğ ­
rudan m üdahalenin m üm kün olm an ın yanında arzu edilir o ld u ğ u ­
na ikna etm eleri -' yapabiliriz, o halde yapm alıyız” - toplu kontrole
dair küstah fıravunsal kanaatin bu tür beyinleri nasıl ele geçirdiğini
gösterir. G elecekte diriltm ek için cesetlerin d ondurulm asında o ld u ­
ğu gibi, ki ölüm süzlüğü tem in etm ek için m um yalam anın m odern
m u d ilid ir, bu teklifler, Piram id Ç agı’ndaki ilk m egam akinaların
başarısıyla ortaya çıkan aynı arkaik fantezilerle ilişkilidirler. Sonuç,
kaçınılm az gibidir: İnsan k işiliğinin şim diye kadar rasyonel k ont­
rolden kurtulan tek parçasu bu fantezileri üreten bölüm dür.
N e var ki bu tartışm anın en şüpheli yanı, sırf bilim sel anlayışta­
ki kusur değil, fakat basiretli bir öz-şu u r ve öz-eleştiriniıı y o k lu ğ u ­
dur. Tarihin, yani insani tecrübenin top lu kanıtlarının azli, apaçık
bir kaynak yanlışlığı olarak kendisini hiç bir zaman bu kadar açık
gösterm em işti. Yalnızca insanlık tarihinden değil, organik ev rim ­
den de bahsediyorum . Özel tipler doğurm ada sağlam bir kontrole
u la ş m ış k a r ın c a tü r le r i, y a k la ş ık a lt m ış m ily o n y ıld ır sa b it
kalmışlar, benzer şekilde teşekküllenen bir insan nüfusunun nihai
kaderini önceden bildiriyorlar.
B ilim -vönetim li gelecekle ilgili birçok tartışm ada halkın d iren­
m e hakkından bahsedilm ez bile, oysa feodal toplum da bile, Marc
B loch ’un işaret ettiği gibi, vasal biati, ne kadar mütevazı' olursa o l­
sun, gerçek bir sözleşm eydi ve iki taraflı bir biatti; adil olm ayan va
da keyfi otoriteye direnm e hakkı, zım n en değil fakat katiyetle belir­
tiliyordu. Egem enin kendisi, insanlardan sorum luydu, tıpkı Alsaslı
bir p ap azın 1090 dolayların d a yazdığı g ib i, “ k en d isin e iş veren
efen d inin d om u z çob am ”ydı. Bu değerli hak -uyum suzluk ve karşı-
hareket hakkı- çoğu zaman kam u yararı kisvesi altında, bugün giz­
lice reddedilm ektedir.
T üm bu olası teknolojik gelecek tartışmaları kökleşm iş bir ka­
derci anlayış sergilerler. M evcut eğilim lerin tersinin olm ası ih tim a ­
lini reddederler. Bu kadercilik, m egatekniğin kötülüklerini açıkça
kerih gören Profesör Jacques Ellul gibi so sy o lo jik g ö zlem cilerin
yanında, birçok değerli insani başarının silin ip yok olm ası pahasına
bile olsa gidişatı hızlandırm ak için sabırsızlanan kişileri de karakte-
rize eder.
Son bir örnek zikredeyim , G enetik ve İn sa n ın Geleceği (G enetik
a n d the F uture o f M a n )'n d e bir nüfus uzm anı olarak çokça itiraz
edilen bir sosyal bilim ci, bilinçli genetik kontrolün “vuku bulm aya
m ah k u m ” old uğu nu ve bir kez başladıktan sonra, kısa zam anda b i­
lim ve tekniğe yarar sağlayacağını bun u n da kalıtımsal iyileştirm eyi
kolaylaştıracağını ve herhangi bir sınır o lm ak sızın kendi k en d in i
sağlamlaştıran bir sarmal dahilinde bilim i genişleteceğini bildirdi.
Şu sonuca varır ki “insan kendi biyolojik evrim ini fethettiği zaman
diğer her şeyi fethetm ek için bir tem ele sahip olacaktır. Evren n ih a­
yet o n u n olacaktır.”
Bu bir akadem ik bilim sel düşünüş örneğidir ve burdaki sirküler
d ü şü n üş otom atizm in ilk vaadinden dolayı — “vuku bulm aya m ah ­
kum dur”— adeta karşı çıkılam az gibi ö n e sürülür. Bu bilim adamı,
insani gelişm enin, bilim ve teknolojinin kayıtsız-şartsız desteği ile
eşitlenebilegi zannı başta olm ak üzere, tü m d en gelim in d e kullandığı
her ibarenin, ispattan uzak olduğu gerçeğini gözaıd ı etm ektedir.
MEGATEKNiK ÇORAK-ÜLKE
1
Havalandırmalı Piramidler

İRAMlD ÇAĞI STATİK BlR CENNET ANLAYIŞINA sahiptiy-


se de, dinam izm i g ü n ü m ü z teknokratik çağın dinam izm i ka­
dar m eto d ik ve a m a n sızd ı. H er firavun kendi y aşam ın d a
kendisi için yeni bir başkent inşa etti: halihazırdaki hiçbir y ö n e ti­
m in taklid etm eye cesaret edip girişem ediği bir değişim . Bu pira-
m idler, beraberlerindeki tapınaklar ve dini m eskenler ile birlikte,
N il V adisinin artık enerjilerini m assederlerken zıjhur eden bu b o l­
luk ek on om isin i dengede tutm akla kalm adılar, fakat bunun y a n ın ­
da, yeni kozm ik dinin doğaü stü güçlerinin m addi kanıtları olarak
da h izm et ettiler.
M odern m egam akina, kadim form un tü m m ebde özelliklerini
daha geniş bir ölçekte piram id inşa etm ek suretiyle yeniden üret­
m iştir . V e tıpkı sta tik fizik se l y a p ıla r ın , ta p m a n ın F ira v u n ’un
ilahlık ve ölüm süzlük iddialarının m uteberliğine dair inancını d es­
teklem eleri gibi p iram id -k om p lek sin in yeni dinam ik form ları da
— gökdelenler, atom reaktörleri, nükleer silahlar, otobanlar, uzay
roketleri, yeraltı kontrol m erkezleri, top lu nükleer sığınaklar (m e-
/arlıklar)— yeni dini avnı derecede onaylayıp yüceltiyor gibi g ö zü ­
küyorlar. Başka h içbir d in , bu kadar ço k güç tezahürü ü r etm e­
m iştir, böyle eksiksiz bir kontrol sistem i oluşturm am ıştır, bu kadar
ço k d ağın ık k u ru m u b ir leştirm e m iştir , bu kadar çok b a ğ ım sız
yaşam tarzını bastırm am ıştır ya da bundan dolayı söz ve am ellle
krallığa, güce ve on u n nükleer ve elek tron ik tanrılarının şanına
şehadet eden bu kadar çok tapınıcı istem em iştir. Teknokratik ru h ­
banlık tarafından sergilenen m ucizeler gerçektir; yalnızca ilahlık id ­
diaları düzm ecedir.
Sem bolik olarak, yeni piram id kom plekslerin girişinde, nükleer
reaktör durur ki gücünü yığınlara ilk defa, Bronz Çağı ilahlarının
tipik bir hilesi ile'gösterd i: K alabalık bir şehrin tü m sakinlerini
a n ın d a yok etm e. Bu ilk n ü k leer güç g ö sterisi hakkında, M o b y
D ick'te M elville'nin deli kaptanının kendisi hakkında söylediği şeyi
söyleyebiliriz: “b en im tü m araçlarım ve yö n tem lerin m akuldür,
am acım ise d eli.” Zira atom u n parçalanm ası onyedinci yüzyıldan
bu yana insanın fiziksel güçler üzerindeki hakim iyetini artırmış de­
neysel ve m atem atiksel d ü şü n m e şekillerinin güzel bir toplam ı -ve
tasdiki- idi.
Ö klidçi bir ispatın inceliğiyle gü n eş enerjisi insanın em rindeki
daha küçük enerji konsantreleri ile birleştiriliyordu. B öylece G üneş
Tanrısı, insani bir tecessüm (h u lü l) geçirdi ve rahipleri en sonunda
uygun bir otoriten in kom u tasın ı elde ettiler. O nlarınki Kalvinist
bir teolojidir ki hafifçe in celen d iğin d e bu teolojiye göre insan yığın ­
ları korkunç bir lanete m ahkum durlar ve sadece seçilm işler (m ü n -
tehaplar züm resi) -yani, teknokratik elit- kurtulacaktır. Kısacası,
Yehova Şahitleri’nin eskatolojisi gün yü zü n e çıkıyordu.
N ükleer fizyonun sırrı ifşa edildiğinde, yeni piram idlerin inşası,
o kadar çılgın bir orana ulaştı ki Birleşik D evletler askeri stratejist-
le ıi, on yıl için, sahip oldukları im ha güçlerini tanım lam a da yeni
bir terim icat etm ek - ‘aşırı ö ld ü rm e’- zorunda kaldılar. Belki üç
milyar insanı barındıran bir gezegende, üç yüz milyar insanı yok
edecek bom balara sahiptiler. Bu yeni bolluk ek on om isin d e, ölüm
araçları, yaşam araçlarını geride bırakm ışlardı.
Piramid Ç agı’vla olan paralellikler burada bitm iyor. Bu m org-
vari m egam akina piramitleri grubunun etrafında, genişleyen halka­
lar şeklinde ruhbanların adına araştırma merkezi ya da ‘think-tank’
dedikleri çalışm a mahalleri yayıldı. T em el nüfusun barakaları gibi
bu mahaller de peyzajın üzerinde seyrekçe dağıldılar. N üfusun eski
m e rk ezlerin d en - diğer tap ın m a tü rlerin in ve diğer yaşam tarz­
larının rahatsız edici hatırlatıcılarını hâlâ ihtiva eden merkezler -
m ü m k ü n old u ğu n ca dışta durm aya çalıştılar. G erçekte, yeni pi-
ram idler için ideal sem bolik yer, Los A lam as’ta olduğu gibi, çöldür
zira çöl, bizzat ideolojiye uygun yegane çevredir. Kom pleks ne ka­
dar gen işlerse, p ira m id leıin inşası o kadar azalır, tıpkı, nükleer
yakıt üreten atom reaktörleri gibi. Daha ileri bilim sel araştırmalar­
da kullanılan küçük m iktarlardaki ra d yoak tif m ad d eler dışında,
atom reaktörlerinin başlıca ürünleri, uzun zam an etkisini sürdü­
ren oldukça zehirli atıklar ve kızgın sulardır.
A tom en erjisin in yolu n u açan b ilim sel b ilgi, tü m k ozm osu n
yapısına ilişkin sahih bir anlayışı beraberinde getirdi ve son yıllar­
da, daha ön ce atıl ve pasif olarak telakki edilen pre-organik madde
ile canlı organizm alar arasındaki boşluğa son verdi. Yüzyıllar b o ­
yunca bu şekilde biriktirilen entellektüel serm aye, haleflerim ize uç­
suz bucaksız değer sağlayabilecek kâr hisseleri takdim edecek. Fakat
bu piram id inşa tarzının direkt etkisi, kesinlikle Piram id Çağı’nın
etkisiyle kıyaslanabilir. G ünüm üzde Aşırı -öld ü rm eye karşı yaşaya­
bilecek tek alternatif, daha fazla Kızgın Su, yani bu aşırı- genişleyen
m egasistem in h izm etin e daha fazla enerjinin verilm esidir. Kızgın
su yararlıdır, fakat onu üretm enin daha güvenilir yolları vardır.
N ükleer reaktörün hayalci bilim sel başarısı ile basm akalıp pra­
tik sonuçlar arasındaki ihtilaf, m utlak silahların sayısız ayrık gücü
ile cüzi askeri sonuçlar arasındaki benzer bir u yum suzluğu günde­
m e getirir. İlk atom bom basının atılm asından yirm i yıl sonra nük­
leer silahların toplam askeri başarısı kısaca şu şekilde özetlenebilir:
Orta büyüklükteki iki şehrin, -H iroşim a ve N agazaki- yıkılm ası ve
daha yavaş fakat daha az külfetli top lu im ha ve işkence y ö n tem le­
riyle -N apalm b om balarının kullanılm ası- kıyaslanabilir bir yaşam
k a tlia m ı. A yrıca, bir n ü k leer b o m b a taşıyan iki u ça ğ ın en k azı,
İspanya ve G rönland üzerine atom parçacıkları yaymıştı ve so n u ­
cu n ne olacağı hâlâ kestirilem em ektedir.
Başta Birleşik D evletler olm ak ü zere iki ö n cü nükleer gücün
m ü sam aha gösterdiği yüzlerce nükleer silah d enem esi, şu sonuçlara
yol açmıştır: Bütün gezegenin topraklarının stronvum 90 ve yaşam
süresini kısaltan radyoaktif iyot ile kirlenm esi. Bu, gıdaların zehir­
len m esin e, özellikle bebek sütü, toprağın ve suyun radyoaktif en
kazlarla ikinci d ereced en bir k irliliğe uğram asına, kanser o la sı­
lığ ın ın artm asına ve tam yayılm a sın ın k eşfedilm esi iki nesle mal
olacak genetik deform asyonlara n ed en olm uştur.
D erin yeraltı sığınaklarında sınırlı bir süre için fiziksel olarak
kaç insanın kurtulabileceğine dair usta hesaplamalar, gökleri zehir
yağdırm aya devam edecek, tahrip edilm eyen yüzeyleri çürüm üş o r ­
ganizm alarla kaplanacak ve besinleri, hâlâ yetiştirilebildiği yerlerde,
kanser yapıcı m addelerle kirlenecek harap o lm u ş bir yerde zuhur
eden kişileri bekleyen psikolojik travmalara dair en ufak bir im ada
bulunm azlarken böyle bir nükleer çarpışm anın getirdiği toplu p si­
kozda şayet askeri stratejistler daha korkunç iıııha yollarına başvur-
salardı, iyi korunan idari ve askeri ‘elit’ Hitler gibi kaçmaya tercih
edebilirdi.
Kısacası, şu ana kadar, atom u parçalam aya dair büyük bilim sel
b a şa rın ın gö ze çarp an s o n u ç la r ı, sü rek li o lu m su z d u r . N ü k leer
b om balar ilerledikçe, tek olu m lu kazanç, yeni m egam akinayı inşa
etm iş endüstriyel bürokratik ve bilim sel oluşum ları geçici de olsa
çoğaltan kazanç toplam ıdır. Şu halde, paradoksal olarak nükleer re­
aksiyona kom uta etm ekle ulaşılm ış en büyük kazanım lar sa f spiri-
tüel kazanım lar, olm uştur: K ozm ik gerçekliklerle ilgili zen gin bir
tasavvur. Evrenin y a p ısın a ve canlı organ izm a la rın , n ih a y et in ­
sanın, işgal ettiği yerin yapısına daha derinden bir vukufıyet.
Sonuçta, nükleer piı am id inşasının en tehlikeli neticesi nükleer
silahların kendileri ya da neden olabilecekleri geri d ön ü lm ez bazı
im ha eylem leri olm ayabilir. Belki daha kötü bir şey saklıdır. S af'ze-
ka’nın nihai aleti olarak kusursuz bir form daki m egam akinanın ev ­
rensel tacizinden bahsediyorum ki bununla, insan potansiyellerine
ilişkin diğer her tezahür bastırılacak ya da tüm üyle bertaraf ed ile­
cektir. Bu son (n ih a i) yapının son u çları, in sa n ın en yüce kaderi
olarak gösterilm ektedir.
Yine de insanlığın şansına, ilk olarak, nükleer bom baya bağlı o l­
duğu için m egam akinanın başı derttedir. Zira, m utlak güç idaresi
kavram ının kendisi, top lu bir tuzak k urm uştur, öylesine hassas
d en gelen m iş ki m ekanizm ası birçok kez m uayyen kurbanlarını ya­
ni gezegen sakinlerini kapana kıstırm a noktasına gelm iştir. Bu olay
m eydana gelseydi m egam akina kendi yapısını da tahrip edecekti.
Bu hisarı inşa etm iş kişilerin teknokratik gururu ve otom atik z e ­
kası sayesinde, tü m Güç Beşgeni üzerinde, çok zam an önce N orveç
m i t o l o j i s i n d e ta h m in e d il m i ş n ü k le e r b ir R a g n a r o k ya da
T anrıların A laca Karanlığı (T w ilig h t o f th e G ods’ ) dolaşmaktadır:
İnsani ve ilahi her şeyin, hilekar cüceler ve vahşi devler tarafından
m ağlup edildiği zam an alevler içinde eriyen bir dünya. Altıncı H a­
n ed a n lık san sonra M ısır’daki Piram id Ç ag’ı herhangi bir kozm ik
b o zu lm a o lm a k sızın şiddetji bir halk ayak lan m asıyla son a erdi.
Acaba bu günkü m egam akina, benzer bir son u taşıyor mu?

’T a n rıla rla d ev lerin b irb irle rin i m a h v e ttik le ri savaş (ç.n.)


2
Gerçeklikten uzaya uçuş

EGAMAKİNANIN, kendi irrasyonel am a çla n için ü ze­

M rinde yoğunlaşm ayı tercih ettiği m akinaların ve fayda­


ların dikkat çekici özelliği, bunların, m ü m k ü n olan en
g e n iş enerji d ep o la rın a yaklaşm aları, esa sen gü ç k o m p lek sin in
kısıtlayıcı amaçları -yapının genişlem esi ve kontrolün yayılm ası- ile
ilgili hedefler için en ince teknik araçlardan faydalanmalarıdır. M e-
gam akina, herşeyi kuşatan tek bir am açla ortaya çıkar: tabii ve insa­
ni potensiyelierin yerine kendi eksik-boyutlu ve katı program lı sis­
tem ini getirm ek. Bu güç yapısında içkin tüm ilerlem eler insana d e­
ğil, m eg am ak in aya ve o n u n y a rd ım cıla rın a h ita p ederler ve bu
başarıların ö n em i, insani değerlerinden değil fakat bilim sel ya da
teknolojik zorluklarından kaynaklanır.
Bu bayağı son u ç, Marshall M cLuhan tarafından belağatle savu­
n u lm uştur. ‘Araç, m esajdır.’ Yarım asırdan fazla bir süre önce am a­
tör bir radyo deneycisi olduğum dan kesinkes ne dem ek istediğini
biliyorum . Genç bir ‘M odern Electrics’ okuyucusu olarak yeni tel­
siz iletişim araçları, benim ergenlik fantezilerim i kaplam ışlardı. İlk
rad yom u yaptığım da, civar istasyonlardan daha sesli mesajlar al­
m ak için yeni aletler ve devreler ile deneylere devam ettim . Fakat
hiçbir zam an M orse alfebesine hakim olm aya ya da ne dinlediğim i
ö ğ ren m ey e çalışm ad ım : Araç, m esajd ı. Safkan bir teknokrat o l­
saydım ya da m ahkum edilm iş bir ergin olarak kalsaydım , insanca
daha değerli bir son u cu asla talep etm eyecektim . Bu basit ahlâk k u ­
ralı, başka yüzlerce teknik kullanım a uygulanabilir. Aracı kullanıp,
m esajı g ö za ıd ı etm ek le tatm in olan beyin ler, kritik ed ilm ek sizin
‘rasyonelleştirm e’ denilen şeyin irrasyonel ürünüdürler.
Elbetteki nükleer bom balar, m egam ak in an m im ha güçlerinin
nihai sem bolleri olsalar da, içinde insan b u lu n an uzay roketi, b ü ­
tün sistem in tem elini oluşturan ilkelerin belki çok daha açıklayıcısı,
bir tezahürüdür; zira en fazla enerjiyi gerektiren uzay roketi, tasarı­
da en hassas kom plekstir ve üretim i ve servisi çok külfetlidir. B u­
nun yanında, astron otu n başarısının, pen tagon al ulusal oluşum a
bahşettiği prestij ve kam usallık dışında, akla uygun ve yararlı insani
sonuçlar bakım ından en kof, en abes, şeydir.Y üksek-güçlü roketin
yardım ıyla doğru su m odern insan uzayı fethetm ektedir. Fakat bu
başarının m ü m k ü n kılınm asının her adım ın d a m egakam akina in ­
sanı fethetm e eylem ini bir adım daha ilerletm ektedir. Uzay keşfinin
ilk nesnesi, organik yaşam a ve kalıcı insani barınm aya uygun o lm a ­
yan çıplak bir uyduydu. B unun sem b olik netliği açıktır.
H er ikisi de nükleer savaş başlıkları taşımaları için tasarlanmış
sesten hızlı uçak ve kıtalararası balistik roket gibi uzay roketi de
e s a s o la r a k h a y a l g ü c ü k u v v e tli ‘a s k e r i’ b ir s t r a t e j in in b ir
başarısıdır. B öyle bir strateji kıtasal ya da yarı-küresel büyüklükteki
nüfuslar üzerinde teh d it ya da fiili şid d et yoluyla top lu kontrole
ulaşm ak için sınırlı bir sayıdaki insana yön eltilen geleneksel savaş
n orm larından ayrılır.
Ancak, Sovyetler Birliği’nin ve Birleşik D evletler’in füze gelişti­
rilm esi üzerine devasa yoğunlaşm alarının oldukça farklı bir nedeni
var; gözlerden saklanam ayacak kadar büyük gayrı-insani bir neden.
Bu füze geliştirm e tarzı, bir askeri casusluk olarak başladı ve bugün,
güya kurşun geçirm ez bir uzay istasyonundan nükleer bom ba ata­
bilecek bir dizaynda m uzaffer bir sonuca ulaşm ıştır. İnsan taşıyan
roketler ve uzay istasyonları, kaçınılm az ya da sakınılm az yenilikler
değildir. Bunlar, som u t hastalıklı askeri-obsesvon form larının ta­
sarımlarıdırlar ve aynı şekilde obsesyona uğram ış d ü şm an ın , uzaya
tek başına ulaşm akla bir avantaj kazanabileceği anlayışından neşet
ederler. Ö ncülerim iz, kendi cinayet fantezilerinin yapısını, sağlam
silahlara ‘hırdavat’ dem ekle sakladıklarına inanıyorlar gibi g ö zü k ü ­
yorlar.
Kepler, saf hayal m ahsulu ‘S o m n iu m ’unda böyle bir ay y o lcu lu ­
ğunun bedelini hesaplam ak zorunda değildi; fakat şim diki bir bilim
adamı, Dr. W arren W eaver, bunu gerçekleştirm ek için acılar çek ­
miştir. Aya bir insan yerleştirm ek için yalnızca Birleşik D evletlerin
harcadığı otu z m ilyar doların -buna yakın bir insan gücü, bilim sel
deney ve enerji toplam ı, aynı şekilde Sovyet Rusya’da harcanm ak-
tadır-daha ön em li insani hedefler için sarfedilebileceğine işaret e t­
miştir.
Şöyle ki, bu para, Birleşik D evletler’deki her öğretm en için on
vıl boyunca yıllık yüzde on lu k bir artış sağlayabilirdi. H erbiri on
m ilyon d olarlık ik iyü z k ü çü k kolej irat ed eb ilird i. E llibin b ilim
adam ının eğitim ini finanse edebilir, her biri ikiyüz m ilyon dolarlık
on yeni tıp ok u lu inşa edebilirdi, her biri b eşyüz bin m ilyon d o ­
larlık on yeni tıp okulu inşa edebilirdi. Her biri beşyüz bin dolarlık
üç yeni R ockefeller Vakfı yaratabilirdi. Bu alternatiflerin yalnızca
egitim sel-ve b ilim sel hedefleri aksettirdiklerine dikkat ed in . D o ­
layısıyla bilim in ya da o n u n devam eden ilerlem esinin çıkarlarına
kayıtsız birinin kafasından çıkan fikirler şeklinde bir tarafa atıla-
mazlar. B ilinçlice yıkıcı olm asa da boş bir başarıya ulaşm ak uğruna
bir grup insanı, yaşanm az bir gezegende risklice yaşam da tutm ak
yerine Dr. W ea v er’in alternatifleri hiç o lm a zsa m ev cu t b ilim sel
oluşum un içini dolduracak ve o n u n sürekliliğini sağlayacaklardır.
Dr. \V eaver’ın teklifleriyle ilgili değerlendirm elerim e girm enin yeri,
burası değildir: bu tekliflerin insancıl niyetlerini kabul etm ek ye­
terli.
Bu aritm etik dersinin yaptığı şey, B urchkhardt’ın tiranik rejim ­
leri altında yöneticilerin “kanuna, huzura, kâr getirici em eğe, sana­
yiye itibara, vs tü m üyle kayıtsız” kalacakları “askeri kom utanlar”ın
ilgili ta h m in lerin i iktib as ettiğ in d e o k u y u c u y u şa şırtm ış o lm ası
m u h te m e l b ir n o k ta y ı a çık lığ a k a v u ştu r m a sıd ır . B u, 'a sk eri-
endüstriyel-bilim sel elit’e egem en ruh halini karakterize eder. G e­
rek insani ihtiyaçlara gerekse ek on om ik sonuçlara hiçbir ihtim am
gösterm eksizin ince soykırım tekniklerine ve ay sonuçlarına harca­
nan a str o n o m ik .fo n la r , B u r c h k h a ıd t’ın ö n c e d e n g ö rd ü ğ ü tarz­
dadır.
3
Uzay sancısı

A DÎM PİR A M İD ÇAĞI İLE M O D ERN PİR A M İD ÇAĞI


arasındaki paralelliği çok uzağa taşıma riski olsa da, b u g ü n ­
kü şekliyle tasarlanan insanlı uzay kapsülünün, C en n et’e si­
hirli y olcu lu k için gerekli m in y a tü r teçh iza tla d o n a tılm ış Fira-
v u n ’un m um yalan m ış b ed en in yerleştirildiği büyük piram idlerin
en iç odasına tam ı tam ına karşılık geldiğini söyleyeceğim .
Zaten, güneş sistem in in dışındaki keşiflere hazırlanm ada, bazı
b ilim rahipleri, ışık yılı ile ölçü len ulaşım uzaklıkları için gerekli,
yapay bir şekilde tasarlanan yeni bir ölüm süzlük tem inatı üzerinde
kafa yormuşlar; ve varsaym ışlar ki yıldız gibi bir hızdaki canlı orga­
nizm alar, Einstein kuram ına göre, herhangi bir iç zarara uğram a­
dan ya da za m a n g e ç iş in i y a y m a d a n k o m a y a g irec ek v e k ü tle
bakım ından küçülecekler; böylece, bin yıl, bir gün gibi gelecek ve
aynı şekilde yaşam sal süreçler azalıp askıya alınacaklardır. Yine, iki
çağın m otivasyonları ve sem bolleri arasındaki bu paralellik ters bir
icat dışında görülem eyecek kadar kesindir. Fakat maalesef, veriler,
kam u teftişine açıktır.
U zay tek n iğin in tecrit ed ilm iş kapsülde ulaştığı şey, geçici bir
m um yalam a şeklinde tanım lanabilir: İnsanı canlı tutm ak, uçuş es­
nasında dağılm asını ön lem ek için asgari şartları sağlayan bir du-
rum - Mısır mezarı haklı olarak statik bir roket şeklinde tanım lana-
bilse, kozm ik uzay roketi de hareketli bir m ezar olur.
T üm bu çabanın altında, bütün m egam akinavı hareketlendiren
bir amaç yatar: İnsan organizm asını, iıısan barınağını varoluş şekli­
ni ve am acını top lu dışsal kontrolün altına getirecek en asgari b o ­
yutlara indirgem ek.
Mısır Firavun’u örneğinde, Fiıavun’u C en n et’e giden uzay ge­
m isine yerleştirenler, on u , kendisinin hâlâ canlı o ld u ğu n a ve tüm
m ukaddes vasıflarım kullanm aya güç yetirdiğine inandırdılar. Fa­
kat, bir astronotun uzay yolculuğu hazırlıklarını tam zıt bir faraziy-
ler küm esi yönlendirir: A stronot, bilfiil canlı o ld u ğ u bir zam anda,
sıkı eğitim altında, kendisini, sıkıntı verici her türlü yaşam özelli­
ğinden soyutlam aya m ecbur edilir. Böylelikle geriye, kendisini kur­
tarmaya yarayacak asgari bedensel ve zihinsel işlevler kalır.
Açıktır ki ancak maceracı itkilerin ve en derinden gelen dini ka­
naatlerin bir k arışım ı, n orm al, içi sevgi d o lu in sa fla r ı b ö y le bir
ö lü m cül ritüelde rol almaya ikna edebilirdi. Yüksek bir cesaretin ve
im tihanın çabucak biteceğine dair bir taahhüdü yanında bu in san ­
ların, kendilerini G öğün Elçileri olduklarına inandıracak derin bir
dini kanaate ihtiyaçları var. Bu em re adanış, H ristiyan zahidlerin,
k en d ilerin i karanlık ve pis k o k u lu bir k u lü b ey e k ap atm alarım
m üm kün kılm ıştı. Dolayısıyla kurban etm e tarzı, daha cniceki k u t­
sal team ülden bağım sız değildir. Fakat ‘m akina efsanesi’ nin avam
üzerinde oluşturduğu düşünceye, hiçbir şey, bu ritüeliıı insanın ta­
biata kom uta etm esindeki ‘bir sonraki ad ım ’ olarak arzuyla kabul
edilm esin den daha belagatlice şahitlik etm ez.
Fakat dikkat edin, m odern G üneş Tanrısı d in in in -u yan d ırd ığı
kurban olm a ruhu o kadar kayıtsız ve şartsız ki üç Rus — bir d o k ­
tor, bir m ik ro b iy o lo g ve bir m ü h en d is— sın ırlı bir m ekanda —
e

oniki fit kare— insan artıklarından yeniden kazanılan oksijen ve su


kullanarak, hidratlarından arındırılm ış besin ve vitam in b ak ım ın ­
dan zengin su teresi yiyerek ve diğer bitkileri altm ış kare fitlik bir
serada yetiştirerek hayatta kalma olasılığını araştırmak için bir uzay
gem isi m od elin d e bir yıllık hapsedilm eyi g ö n ü llü ce kabul ettiler.
Fiziksel olarak, boş bir hayat ve bununla birlikte gelen kişiler arası
gerginlikleri yaşadılar; gerginlikler o kadar büyüktü ki, belki kaza­
nan ve kaybeden arasında bastırılm ış çatışmalara yol açar diye sat­
ranç oynam aya bile cesaret edem iyorlardı.
Ancak bu taham m ül gösterm e başarısı, anlam sız old u ğu kadar
yararsız olm aya da başladı: Ç ünkü uzay yolculuğunun en tehlikeli
koşulları -ağırsızlık, yeryüzünden mekansal tecrit, her zaman m ev ­
cut m ekanik aksaklık tehlikeleri, bedensel rahatsızlıkla, dünyanın
atm osferine yeniden girerkenki risk kaygıları- m evcut değildi. İnsa­
ni adanış, gerçekten veterliydi. Fakat koşullar, uydurm aydı. Bütün
bu deneyi daha da anlam sızlaştırm ak, daha da abes kılmak için Rus
yetkililer, bu denem enin sona erm esinden bir ay ön ce, gerçek bir
uzay uçuşunda köpeklerle yapılan en az yirm i beş günlük bir d e­
neyde, köpeklerin yaşamsal organlarında ciddi bozulm aların ve ba­
ğışıklık kaybının görüldü ğün ü bildirdiler.
İnsanın uzayda yaşam ını sürdürm esi için asgari fiziksel k oşu l­
ları belirlem ek için harcanan bu çabalar, vurgulam aya gerek yok,
tabiatın bereket ve bollu ğu n u n bir taklidinin -hayatın neşet ettiği
azami koşulların -tam zıttıdırlar. A ncak, ne kadar sınırlayıcı ve boş
olursa olsun bir uzay kapsülünde, kısa vadeli bir varoluş için gerek­
li, fiziksel ihtiyaçları karşılamak, ruhsal ihtiyaçları karşılamaktan d a­
ha kolaydır; zira duyusal eksiklik ve yön kaybı hem encecik ruhsal
bozukluğa yol açar. Ö nem li bir şey, bu ihtiyaçların bazılarını Kep­
ler, erken vakitteki hayalinde tahm in etm işti, zira, aya ilk yolculuk
yapacaklara, onların çok iyim ser bir tahm inle yalnızca dört saat sü ­
recek bir geçişe dayanmaları için narkoz verileceğini varsayıyordu.
U zun bir uzay seyahati için gerekli koşullar- çok boyutlu insani
yaşam alanından soyutlanm a, bir teknik zorunluluk olarak beliren­
ler hariç eğer insani itki ve ihtiyaçlardan el etek çekm e, alternatif
karar vermek ve beklenm edik engelleri aşmak için sınırlı bir fıısat-
tüm bunların paralelleri ilk okyanus seyahatlerinde m evcuttur. B u­
nunla birlikte hem doğal sebeplerden, fırtına gibi, hem de in san ­
ların verebilecekleri yanlış kararlardan kaynaklanan bir tehlike en ­
dişesi vardı. Bu tür tehlikelerle karşılaşıp onları atlatan daha önceki
d en iz kaşiflerinde old u ğu gibi b u gü n ü n becerikli astronotları da,
im tih an b ittiğ in d e şü p h esiz b en zer bir ego ta tm in in i yaşıyorlar.
B öylece uzay y o lcu lu ğ u , sahip o ld u ğu teknik ve insani güçlükler
n ed en iy le, o to m a tiz m in ortad an kaldırm ak için e lin d e n g elen i
yaptığı acil durum ları karşılam ada insanın ken d in e gü v en m esin e
ilişkin birtakım hayali özellikleri yeniden ikam e etm eyi gerçekten
taahhüt etm iştir.
A ncak m aalesef yeryüzü sakinleri, seçkin astron otlard an çok
uzay y olcu lu ğ u ile teh lik eye girm ek teler ve insan o rg a n izm a sın ı
işletm e ve k oşu llam ada kullanılan cari y ö n tem lerin d eğişm em esi
halinde, insan kitleleri, b enim sen en bir elit üzerine yağdırılan ö d ü l­
lerin hiçbirisini elde etm eksizin tüm bir öm ü r uzay yolcu lu ğu n u n
cefasına katlanm ak zorunda kalacaklardır. D olayısıyla uzay tek n iğ i­
nin nihai armağanı, küçük ölçekli deneysel m odeller dahilinde ge­
n iş nüfusları h ap setm e, şartlandırm a ve k ontrol etm e koşullarını
oluşturm aktır. Bu eksik-boyutlu m od eli evrenselleştirm ek ve o n u
insan varlığının kalıcı bir özelliği haline getirmek, m egatekniğin en
büyük başarısızlıklarından biri olacaktır.
Belki de bu adanış, daha isteklice olm uştur, çünkü ‘uzay feth i’,
gezegeni ve insan ırkını parça parça eritecek m egam akinanın so n ­
suz tüketim ihtiyaçlarını ve yıkıcı güçlerini elde tu tm an ın m evcut
tek çaresiydi. Aya çık m a ya da daha yakın g ezegen leri k eşfetm e
yarışında Rus ve Am erikan m egam akinalan arasındaki rekabet, bu
çerçevede,\V illiam Jam es’ın “savaşın ahlaki m u a d ili” kavram ının
sofistik e fakat hurafe bir karşılığı olarak d ü şü n ü leb ilir. Fakat bu
uzay rekabeti, insanlığı yok eden halihazırdaki tüm silahlan olduğu
gibi bıraktığından ve hatta öld ü rm e potansiyellerini arttırdığından
bu kollektif rekabet form u, kalıcı bir hak ve hukuk riayeti vaadet-
m ekten uzaktır.
B ununla birlikte uzay keşfinin anlık avantajları, parasal açıdan
Güç B eşgenine bağlı olan keşifler için oldukça tatm in edicidir. Bu,
herkesin dolaylı ya da dolaysız endüstriyel olu şu m a, işçi sendika­
larının ve orta sın ıf yatırım cıların m ali, idari ve bilim sel yön eticile­
re bağlanm asını ihtiva eder, böylece uzay ‘araştırma ve geliştirm e’
her dünyevi aktiviteden personel ve fon istem e hakkına sahip o l­
m uştur. Yeryüzüne bağlı (earth ou n d ) herhangi bir aktivitenin aksi­
ne, uzay keşfi, sınırsızdır ve teknolojik talepleri de doym ak b ilm ez­
dir. Bu anlam da, uzay maceracılığı korkunç savaş avantajlarına sa­
hiptir. Ç ünkü, popüler tüketim için , köken olarak onaltıncı yüzyıl
ve d ah a so n r a s ın ın Y eni D ü n y a k e şfin e ö n c ü lü k e tm iş arkaik
düşünceleri (hisleri) tekrar geri getirir.
‘Sonsuz uzay’, hızlı hareket ve barınak tercihi -hapsolm a, hare­
ket sınırlılığı, bir yere çakılı kalm anın aksine -insani karşılıklara sa­
hip olduklarından, uzay keşfi ilk başta, insan ruhu için genel bir ö z ­
gürlük vaadi şeklinde gözüktü. G ün gelecek “insan, dünyanın ü ze ­
rine bir iskem leye çöker gibi çökecek ve ellerini yıldızların arasına
uzatacaktır”. H .G .\V ells, yirm inci yüzyılın başında, sevincini böyle
ifade ediyordu. Daha ilk başta tek lif edilen gezegenlerarası zaman
ve m ekan fethinin — m odern tekniğin m üstesna zaferlerinden b i­
ri— gerçekte, insan ruhunu kabzetm e aygıtı olarak hizm et ed eceği­
ni tahm in edecek kadar dirayetli kim vardı?
R oket yolculuğundan daha sevim li koşullar altında bile, bu yeni
fetih, en az avantajları kadar belirgin dezavantajlar sergilem iştir. Bir
jet uçağı ile kıtalararası bir uçuşta seyahat o kadar sıkıcı, o kadar
sönük ve o kadar anlam sızdır ki hava yollarının sunabileceği tek çe ­
k icilik , k işin in en yakın kabare, restoran ya da sin em aya gid ip
yaşayabileceği bayağı tecrübelerdir: likör, yem ek , video film leri,
tatlı hostesler. Ancak gizli bir korku ve korkunç bir ölü m olasılığı,
gerçeklik hissini tekrar geri getirebilir.
Açıktır ki sesten hızlı hava ulaşım ının ve uzay teknolojisinin bu
kadar hızlı m ü k em m elleşm eleıi, esas olarak insanı faydalar için d e ­
ğildir. Askeri avantaj elde etm e baskıları olmasay dı, 1940’tan ö n c e ­
ki daha çeşitli, güvenilir, em in ve insani bakım dan duyarlı ulaşım
sistem i, peyzajı tahrip etm ed en , havayı kirletm eden ve büyük şeh ir­
leri ardı ardına harap etm eden daha ileri teknik iyileşm eleri m asse­
decek kadar uzun bir süre varlığını sürdürebilecekti.
Gerçek şu ki, diğer ulaşım türlerinin aksine uzay y olcu lu ğu n u n ,
devletin tüm kaynaklarını son kertesine kadar kullanan m egam a-
k in a n ın to p lu m o b iliz a s y o r iu o lm a k s ız ın g e r ç e k le ş m e s i i m ­
kânsızdır: toplu m ob ilizasyon , toplu kontrolün bir sem bolüdür ve
m egam akinayı popülerleştirm e ve gen işletm e aracı olarak ilerlem e­
nin tarifi im kânsız bir nişanesidir. T oplu m obilizasyonun nihai h e ­
defi daha önce B uckm inster Fuller’in tahm ininden iktibas edildiği
gibi, bu büyük yuvarlak küreyi, tabiri caizse bir bilardo top u n u n
boyutlarına indirgem ektir. Fakat, başka karakteristiklere de sahiptir
ki Uzay T eknolojisi üzerine son zam anlarda yayınlanan bir kitaba
katkıda bulunan bir bilim adam ı da aynı şeyleri vurgular: “Uzay,
açık ça sın ırsız o la n bir ta sa r ım d ır ...m ü h e n d islik te k n iğ in in en
ön em li çabalarını gerektirir. Fiziksel keşfin tü m cazibelerine sah ip ­
tir, varlık düzen im izin korunm ası ile sınırlıdır”.
Bu üç özelliğin so n u n cu su en dikkat çekici olandır: Zira, “varlık
d ü zen im iz” için yazar, kadim güç kom pleksinin düzenine -devam lı
üretim e ve teknolojik yeniliklerin tük etim in e dayalı m üterakim d ü ­
zen e- gönderm ed e b u lu n u r, in sa n i açıdan bakarsak, uzay tekniği
y en i bir v o k -o lm a (n o n -e x is te n c e — a d em -i m ev cu d iy et) d ü zen i
sunm aktadır: Tekil bir çevrede, tekil koşullar altında aynı derecede
tekil varış noktasına doğru m ü m k ü n olan en yüksek hızda hareket
etm e d ü zen i. Y alnızca H ow ard Joh n son R estoranları ve H ilto n
otellerinin im tiyazına verilm iş bir dünya. Şay'et bu, yeryüzündeki
jet seyahatleri için doğruysa, uzay yolcu lu ğu için hayli hayli geçerli-
dir. Zira h em uzay kapsülünün kendisi h em de m u h tem el varış
noktaları yaşam ın ve aklın bilfiil serpilip geliştiği organik bakımdan
zengin yaşam alanları ile hem en hem en hiçbir benzerlik arzetmez-
ler.
Uzay yolcu lu ğu n u n iisleıi, yolculuğu m eşrulaştırm ak için d ü n ­
yevi yaşam ı arsızca yerm ek zorundadırlar. Ve bu, tam da teknokra-
tik en telija n siv a n ın m egam ak in aya kayıtsız şartsız teslim iy etin i
m eşrulaştırm ak için , yapm akta tereddüt g ö sterm ed iği birşeydir :
“A kıl” der Arthur Clarke, “ancak uzayda, bu gezegende olabilece­
ğ inden daha vahşi ve daha kom p lek s çevrelerle karşılaştığında en
m ü k em m el end am ına ulaşabilecektir.... A hm ak kim seler, sukunet
d olu dünyada kalabilirler, gerçek deha, ancak uzayda -insanın d e­
ğil, m akinanın alanı- neşet edecektir.”
jVlegamakinanm ve on u n hizm etkarlarının bu derece ö v ü lm ele­
ri, yeryüzü koşullu 'ahm aklar’a aptallık derecesin d e bir taşkınlık
gibi gelebilir. Dr. Clarke’ın kendi itirafına göre, 'gerçek deha’ insa­
ni özelliklerden yoksun olacaktı. Daha da ö n em lisi şu ki vervüzün-
deki doksan küsur sabit elem en tin, gerçekte, evrenin diğer her par­
çasındaki m adde halinin tam bir n u m u n esi olm ad ığın ı ispatlayacak
hiçbir bilim sel kanıt yoktur ve şayet başka yerlerde başka kişilikler
ve yetenekler gelişm iş ise, bunun n ed en i, onların mekansal keşifte,
dünyada yaşayanlardan daha ilerde olduklarından değil fakat o n ­
ların, yaşam m ucizesinin tüm üyle görülebileceği yegane yerde -ü s­
tün canlıların b ilincind e- aramakla bizim yaptığım ızdan daha y o ­
ğun bir şekilde belki daha uzun bir zam an m eşgul olm alarıdır.
N e kadar nihayetsiz olursa olsu n hiçbir uzay seyahati hiçbir bin
yıllık kış uykusu, yere bağım lı insanın başardığının bir zerresini da­
hi taahhüt etm ez. Bizim kendi gezegen im iz, hâlâ en az Saman Yo-
lu ’n u n ö te sin d e uzananlar kadar b ü y ü k sayısız sırlar (gizem ler)
taşır. V e bu bilgi bile m ilyonlarca canlı türün yaşam tezahürünün
bir parçasıdır sad ece. “A ncak uzayda, m a k in a n ın alan ın d a neşet
edecek” deha, entropi ve an ti-yaşam ın dehasıdır. Uzay keşfiyle bir­
likte T anrı’nın ve insanın geleneksel d ü şm an ı, Faust-sonrası bir
for m d a tekrar zuhur etm iştir. Ve eskisinde olduğu gibi bir kim se,
o n a kendi ruhunu satmak istediği takdirde, kadim rüşvetini takdim
eder- sınırsız kontrol gücü, yanlızca diğer tüm krallıklar ve h ü k ü m ­
darlıklar üzerinde değil fakat bizzat yaşam üzerinde mutlak k o n t­
rol.
4
‘Tarih sonrası5Kültür

EGAiM AKINANIN TÜM KISIMLARI, ütopyalarda ye bi-

M lim -k u rg u fa n tezile rin d e hariç in sa n i so n u çla ra dair


ön em siz bir öngörü ile bağım sızca icat edildiler. Özgül
ve sınırlı am açlar, bu bilim sel ve teknik g elişm en in her safhasına
girdilerse de, bu am açların, görü n ü r olarak o to m a tik bir tarzda
kendi kendine genişleyen ve kendi kendini düzenleyen ziyadesiyle
ahenkli bir yapı içinde birleşm eleri, gerçekte bu birleşm eyi vücuda
getirm iş bir çok bilinçli zekanın son u cu yd u . Bu bağlam da, m ega-
m akinanın k om p ozisyon u , dile benzer; organize kom pleksliğin an­
cak s o n safh asın d ad ır ki k işi, tam ev rim sel sü recin h an gi y ö n e
d oğru gittiğini tahm in edebilir. Daha ön ce, n e o ld u ğu n u tam anla­
m ak için, kişi bu günden geçm işe doğru okum alıdır.
Yine de teknik her noktada yaşam ın bir fon k siyon u o ld u ğ u n ­
dan, ‘teknik’ ilerlem enin aşırı-büyüm esinin ve aşırı-entegrasyonu-
n un, diğer organik dengesizlikler gibi yaşam ın birçok hayati fonksi­
y o n u n u teh d it etm esi kaçınılm azdı. D olayısıyla, m egam akinanın
nihai üniter organizasyonu köken olarak bağım sız ve özerk insan
gruplarının m u h telif ihtiyaç ve im tiyazları ile tezat halindedir, ki
in sa n lık , bu o r g a n iz a sy o n u , m eg a m a k in a n ın k e n d isin i in san i
kısım ların ihraç edildiği devasa bir birim de d ön ü ştürm esin den bile
ö n ce gerçekleştirm işti. Bereket ki m egam aldna, h enüz tüm üyle bi-
raraya getirilm iş değil: yine bereket ki yanlış hesaplamalara ve rezil­
ce aksamalara m aruz kaldıkça kendisini ifşa etm iştir. Bu durum sa,
m egam akinanın resm i kastının otoritesini azaltm akta ve bunların
h em tem el faraziyelerinin h em de nihai h e d e fle rin in so r g u la n ­
m asını günd em e getirm ektedir.
Bu sonuçlar değerlendirildikçe, H e n ıv A d am s’ın gözlem lerine
bir kez daha bakm ak icap eder. O n ü çü n cii yüzyıldan itibaren b i­
lim sel'bilginin daim i hızı ve ekstı a-organik enerji kaynaklan ile il­
gili tahlilinde şunu gözlem lem işti: “ Fakat, eğer d ü şü n ce, evrensel
ç ö zü m ley ici olarak hareket etm eye devam ederse ve m olek ü lü n ,
atom u n ve elektronun güçlerini, eski toprak ve hava, ateş ve su ele­
m entlerine indirgenm iş bedelsiz hizm etkarlığa indirgerse, eğer in ­
san, tabiatın so n su z güçlerini serbest bırakm aya devam edip k oz­
m ik güçlerin k ozm ik ölçekteki k on trolü n e erişirse ortaya çıkacak
sonuçlar, suyun buhara, tırtılın kelebeğe, radyum un elektronlara
d ö n ü şü m ü kadar şaşırtıcı olabilir.” Bu tahm in bu erken safhada b i­
le, A d am s’ın yakın çağdaşlarının inanm aya hazırlandıkları ta h m in ­
lerden daha sağlam oldu ğun u ispat etm iştir.
in sanın bu tür bir geriletici d ö n ü şü m ü ilk defa, Roderick Se-
id e n b eıg ’in T arth-Sonrası insan (P ost-H istoric M a n )'ında açıklıkla
analiz ed ild i. Seidenberg’in resm ettiği gibi b u akılsız yaratık, in ­
sanın baskın özelligin in-zekasın ın -h ad d in d en fazla irileşm esiyle el­
de edilen ironik bir evrim ürünü olacaktır. B ilim ve teknik ilerle­
dikçe, Seidenberg dikkat çekiyordu, “uysal evrende yanlızca insan,
aksi ve tahm in edilm ez bir varlık olarak belirdi.” Şayet bilim “in ­
sanın, ken disin e kendi sistem in in bir parçası ve parseli olarak o b ­
jek tif bir b içim d e bakabilm esini sağlasaydı, o da m ühendislik he
saplam ası için uysal olm ak zorunda kalacaktı.”
Böyle bir durum zam anla çekilm ez olacaktır; hele ki zeka, kendi
m antığıyla insan organizm asına karşı cephe açarsa. Kısacası, b ilim ­
sel m egam akinanın totaliteryen zaferinde halihazırda görülebilen
koca süpriz, insanın, insan aklının yarattığı gayri insani aletlere u y­
salca teslim olm asıdır. Fakat bu başarı kendi N em esisiııi beraberin­
de getirm ek zorundadır; saf zekanın, kendi k endini d ü zen ley en ,
kendi k en d in i koruyan tü m organik kaynaklardan kopartılm ası.
Zira, herhangi bir programlı otom asyon türüne transfer ed ilem e ­
yen yegane özellik, hayatın kendisidir.
Seidenberg bu değişim i, zekanın h om inidlerde ve H o m o sapi-
cııs’de gelişim ini desteklem iş ve şim di insanı uysal bir uyum a hali­
ne — nihayetinde bilinç altına— d önm eye zorlayacak*biyolojik ev­
rimin kaçınılm az bir süreci olarak telakki etti. Bu, hayvanı’ ataletten
(lethaı gy) bile daha kötü olacaktır zira, hayvansal evrim i ilerletm iş
rastlantısal genetik m utasvonlar. kesintisiz çevresel d eğişim ler ve
amaçlı özn el arayışlar, haum aııoid-sonrası bir zekanın m egam aki-
na tarafından tesis ed ilen ve sa b itleştirilen çizg id e d evam eden
kontrolü sağlam a almak için bu zekaya ilişkin sabit planlara m ü d a ­
hale etm ekten uzak tutulacaklardır.
Bereket ki insan ın nihai kaderiyle ilgili bu halis biyolojik )'o-
ru m , tü m ü y le s o r g u la n a b ilir so y u tla m a la r a ve s a f m a n tık sa l
çıkarımlara dayanm aktadır. İnsanın biy'olojik zuhuru, son iki m il­
yon yıl boyunca gerçekten ivm e kazanmıştır. Bu esas olarak tek isti­
kamette, sinir sistem inin genişlem esinde, gerçekleşm iştir. Fakat, bu
büyüm eden yararlanan yalnızca zeka değildir: D uygu alanı, hisler,
hayale day'alı sezgiler, ahlaki kültürde, insani m ü n aseb ette ve sanat­
larda ifade edildikleri şekliyle uçsuz bucaksız bir artış gösterm işler­
dir. Arthur Clarke gibi Seidenberg de insan ruhunun (psyche) o l­
gunlaşm asına kuş bakışı bakmayı tercih ediyor.
İnsanlık, kendisini sınırsız eser ve sem boller hâzinesi ile zen gin -
leştirm iştir ki bunlar anlam ve değer bak ım ın d an soyu t zekanın
ürünlerinden daha önem lidirler-özellikle, kendisini güç k o m p lek si­
ne old u k ça yakından bağlayan sınırlı pragm atik zeka. Seidenberg’in
h esaba katm adığı insani d iren m elere ve çö zü lm elere dair birçok
kanıt vardır. Bu kanıtları, daha sonra inceleyeceğiz.
Seidenberg’in tasvir ettiği nihai sürece karşı ön em li bir koruyu­
cu , soğu k zekanın yanlış davranışlarını b ilin çsizce-b azen de kaba
b ir ir r a s y o n e ll ik l e - d ü z e lt e n ilk e l y a ş a m s a lla r ın ( v i t a li t i e s )
başkaldırısıdır. B unun yanında eğer zeka gerçekten artıyorsa, kendi
so y u t im ajına olan narsist aşkının ü stesinden gelm eli ve kendisini
bu gidişatın o y u n u n u bozm aya adam alıdır. U yanık bir zeka, kendi
yanlış öncüllerini değiştirm eye ve kendisinde m ü n d em iç sınırlam a­
ların üstesinden gelm eye m uktedir olm alıdır. Şim diye kadar olm ası
gereken bu değil mi?
S eid enberg’in analizine belli bir ağırlık veren şey, tasvir ettiği
sap m anın, sadece bizim kuşağın çalışm ası olm am asıdır. Tek-kuşak
bilgisin in bu aceleci uygulam alarını, bu kadar zoraki kılan kavram­
ların uzun bir tarihi vardır. Teilhard de C hardin gibi insancıl bir
beyin bile, dini bir düzende eğitim görm esin e rağm en aynı şeyleri
telaffu z ed iyord u . “H orm onlara dair b ilgim izle birlikte” diyordu
C hardin, “b ed en lerim izin , hatta beyinlerim izin gelişim in d e bir et­
kiye sahip olm an ın arefesinde gözüküyoruz. G enlerin keşfiyle bir­
likte öyle görünüyor ki, kalıtım m ekanizm asını kontrol etm eye en
kısa zam anda m uktedir olacağız.”
Belki hiçbirşev, gü ç k om p lek sin in cüretkar talep lerin in insan
aklı üzerinde bıraktığı tesiri, aynı C izvit P a p a zfn ın in sa n F enom eni
(T h e P henom enotı o f M a n ) ile başlayan kitap serisinde ortaya koy­
du ğu tasvirler kadar iyi resm edem ez.T eilhard de C hardin’in insan
gelişm esin e ilişkin resm i, esas olarak organik evrim le ilgili y o ru m u ­
na dayanır. G elecekle ilgili yaklaşım ında jeolojiyle yeni bir küre ek ­
ler: litosfer, hidrosfer ve atm osferin yanında, noösfer dediği başka
bir küre sezinler; dünyanın etrafında yayılan, m üstakil ve ziyadesiy­
le tekil bilinçli bir beyin faaliyeti katm anını şekillendiren bir ‘akıl’
şeridi. Bu süreci, ‘insan dünyasının birleşm esi, teknikleşm esi ve ak-
lileşm esi’şeklinde adlandırır.
Teilhard de C hardin, N athaniel H aw thorne’nün bir asır önce,
Clifford dağından, Yedi D uvarlı Ev (T h e H ouse o f the Se\>en G ab-
/e s /d e ifade ettiği bir düşünceyi daha açık varı-bilim sel terimlerle
ortaya koyuyordu sadece. “O halde elektrik, şeytan, m elek, kudretli
fiziksel güç, herşeye egem en zeka vardır.” diye yankılanıyordu C lif­
ford “...elektrik vasıtasıyla m adde dünyasının binlerce m ili bir s o ­
lukta titreten büyük bir sinir haline geldiği... doğru mudur? Bana
kalırsa, yuvarlak küre, büyük bir baştır, zeka d olu bir beyin! Ya da
şöyle söyleyeyim . Kürenin kendisi, bir düşüncedir, sadece düşünce,
zannettiğim iz gibi m adde d eğil.” Bu şairane beyin, bütün m ekanik
dünya resm ini darm adağın edecek yeni etm en i, profesyonel fizikçi­
lerden çok ö n ce bir kaç cü m led e tanım lam ıştı.
Teilhard de C hardin’in katkısı H athaniel H a\vtorne’nün sezgi­
sini bir adım ileriye taşım aktı. Fakat bun u yaparken bu sezgiyi o ri­
jinal güç sistem in e ait insanı m otivasyonlara — kısır bir zekanın g e­
nişlem esi ve tabiatın fethi— bağlam ak suretiyle o n a derin bir reak-
siyoner biçim verdi. O n u n şeffaflaştırılm ış m egam akinası insan ev­
rim inde ortaya çık m ış özerk, bireyselleştirici ve kendi kendini aşan
özelliklerle eşit derece bir d üşm an lık içindeydi. K endisinin de ta ­
savvur ettiği gibi, gelişm enin son safhasında, tanım lanabilir in sa n ­
lar ortadan kalkm ış olacaklar; noösfere hizm et edenler dışında h iç­
bir yaşam gayesi olm ayan salt özelleşm iş hücrelere, kalp ya da b ö b ­
rek hücreleri gibi, indirgenm iş olacaklar. Bu noktada bilinç, varo­
luş, her şeyi bilen, herşeye gücü yeten bir tür ektoplam ik süper-be-
yine dönüşecektir. Tanrı sevgisinden uzak b unu yaratırken insan,
Tabiatı öldürüp kendini im ha edecektir.
Teilhard de C hard in’in d ü şü n cesin in tam bir kritik değerlen ­
dirm esi bu noktada alakasız olacaktır. Bir p a leon tolog olarak, P e­
kin insanı’n m yardım cı kaşifi idi, seçtiği sahada belli bir otoriteye
konuştu. Bugün h em en h em en kaçınılm az olan son u ca ulaşm ada
diğer birçok b ilim a d a m ın d a n d ah a h ızlıy d ı. M o lek ü ler fiziğin
ışığında son u ç şuydu ki fiziksel k o zm o s tarihte tecrübe edilm iştir
ve bu tarihsel süreç atom elem en tlerin in özerk organizasyonuyla
başlam ak üzere, son su z derecede kom pleks atom lara ve daha yük­
sek organizasyon form larına doğru devam etm iştir. Ve hayvansal
ev rim in en so n safh aların ın b irin d e, h ayatla b irlik te, b ilin ç ve
amaçlı organizasyon başladı. Buraya kadar güzel.
N e var ki Teilhard de C hard in ’in akılla ilgili daha ileri tasviri
araştırmacı bir tahlile tabi tutulm alıdır. Zira, insan ın yaklaşan evri­
m iyle ilgili yorum u, kritik bir gözden geçirm e olm aksızın onyedin-
ci yüzyıldan beri cari olan bir kanaati b en im sem esin e dayanır, yani,
bilinç, zekayla ölçülür ve zeka ziyadesiyle so y u t m atem atiksel bir
form da, aklın en yüksek tezahürüdür. W illiam Blake, on u bu hata­
dan kurtarabilirdi: Zira, şair, Nexvtoncu fiziğin m u h tem el so n u ç­
larına karşı duyduğu tedirginlikle şunları yazm ıştı: “T anrı, Hakika­
tin M atem atiksel ispatlara h asred ilm esin i m en ed er!” Fakat T eli-
hard de C hardin’in öncülleri doğru olsalardı, b ilim in teorem lerin ­
de ve tekniğin sihirli uygulam alarında som u tlaştığı şekliyle soyut
zekanın bu şekilde ebedi kılınm ası (a p o th eo sis) tü m m evcudatın
yöneldiği, on a doğru hareket ettiği ilahi hadisenin (akibetin) uza­
ğında kalırdı.
G ü vensizliği ve çekişm eyi bertaraf etm ek için İn sa n ın Gelece­
ğ in d e kullandığı cüm leleri aynen iktibas ediyoru m . C hardin’e göre
insanın nihai kaderinin ispatı şim d id en görülebilir; zira, “fiziksel
m addenin, hayatın ve düşüncenin her veçhesini kuşatan alanlarda,
araştırm acıların sayısı yüzbinleri bulm aktadır. ...D ü n e kadar lüks
bir uğraş olan araştırma, insanlığın ö n em li, d o ğ ru su n u isterseniz
asli bir işlevi olm a yolundadır. Bu büyük olayın ö n em in e gelince,
kendi hesabım a, bunu izah etm en in tek y olu n u görebiliyorum . Bu
da, doğal bir evrim süreciyle takdir edilen N o ö sfer’in kat kat taba­
kalaşm asıyla salıverilen m uazzam enerji fazlasının, N o ö sfer’in b ey­
ni dediğim şeyin yapısına ve işleyişine doğru akm asıdır...”
K esinlikle. Yaşam süreçlerinin bu şekilde yalnızca organize ze ­
kanın arayışına ve tasarım ına daraltılm alarıyla, can lı sistem lerin
so n su z p otan siyelleri, ö n em siz bir orana in d irgen eb ilecek lerd ir.
Bütün bu d önüşü m , Teilhard de C hardin’in terimleriyle tüm n o ö s-
ferin tek bir dünva-beyni olarak işlev göreceği noktaya doğru y ö n ­
lendirilecektir. Bu noktada bireysel ruhlar, kendi kim liklerini kay­
bedecek ve d üşün ce sürecini ö v m ek ve yükseltm ek uğruna kendi
kendini yöneten organizm alar olarak tekilliklerini yitireceklerdir. -
böyiece düşünce, kendi kabuğuna çekilir ve yaşama şansı olan ye­
g a n e h ayat te z a h ü r ü o lu r . D e sc a r te s, b u n a y ö n e lik ilk a d ım ı
atm ışken, “D üşü n ü yoru m , o halde varım ” Teilhard de Chardin son
süreçte sevincini belli etti: “Büyük Beyin düşünür, o halde y ok u m .”
O n a g ö r e , k o z m ik e v r im b u “ O m e g a n o k ta s ı” n d a k e m a lin e
ulaşacaktı. Bu, ‘şim d i’ n eslin in sem avi N irvanasını yak ın laştıra­
caktır: Hristivan icraatı şeklinde m askelenen elektronik kurtuluş.
Saf zekanın nihai alanına dair bu tür bir tasvir bilim değil m ito ­
loji veya eskatolojidir; ve burdaki bakış açısına göre bunun değeri,
bu tasvirin m egam akinanın m etafizik ve teolojisinin tem el d o g m a ­
tik öncüllerini vuzuha kavuşturm asıdır. İnsan kişiliğinin, elektkro-
nik tanrının ezeli hatası alunda noösfere atılmak suretiyle yok ed il­
m esi, Telihard de C hardin’e göre insanın nihai kaderidir. ‘Ego’yu,
dünyadaki en gerçek ve en son su z olan ve en sonsuz şeye yani Kol-
lek tif ve Evrensel’e doğru bir eğ ilim le kendisini bertaraf eden ve
zayıflatan birşey olarak idrak e d iy o r u z .” O na göre, aşkın kişilik
vasıfları, son u n d a tek bir m erk ezd e b ilin cin “d üşünen dünyanın
y ü z e y in e d a ğ ılm ış m ily o n la r c a e le m e n te r m e r k e z in y a k ın sa k
ışm ları”nı biraraya getireceği yerde tezahür edecekleridir.
Chardin, hem kendisini hem de insanın geleceğini, zekanın işle­
yişiyle bir tutm akla, m egam akinaya p eşinen teslim olur ve m ü m ­
kün olan en ezici totaliteryen form da o n u n zaferini hızlandırıyor­
du. Peder Teilhard’ın tüm argüm anı, biyolojik bir çerçeve dahilin­
de hesap edildiyse de, tüm hayatın en önem li tanım layıcı karakte­
ristiklerinden birinin -her canlı organizm anın m utlak tekliğinin-
reddedilm esine dayanıyordu. Bir türün üyeleri birbirlerine ne ka­
dar fazla b en zerlerse b en zesin ler, hiç bir tü rü n üyesi b irb irin in
tıpkısı değildir; ve bu özelliğin kendisi, yaşam ın şaşırtıcı potansiyel­
lerinin — ve im kansızlıHd^rının, evrim sel sü rp izlerin in — kayna­
ğıdır.
Yüzeyzel bir bakışta, Teilhard de C hardin’in organizm ik m isti­
sizm i, m esela bir B uckm inster F u lleı’in, bir M arshall M cL uhan’ın
ya da bir A rthur Clarke’ın teknokratik m istisizm in in tam zıttı ku­
tuptadır, fakat biraz daha yakından bakıldığında, organik gerçek­
likleri fena surette tecrit ettiği görülür. Gayrı resm i biyografisinde
kişinin karşılaştığı sevecen kişiliğe rağm en, C hardin’in görüşü, m e-
ga m a k in a n ın d iğer h izm etk a r la r ın ın g ö rü şleri kadar k işilik ten
arındırılm ış, kabaca m add eselleştirilm iş ve n ah ifçe otokratiktir.
Bundan' d olayı, g ezegen sel b ağlam d a insanlardan b a h settiğ in d e,
onlar için ‘cüzler’ şeklinde gön d erm ed e bulu n u r,k v
Şu halde, in sanın geleceğiyle ilgili bu 'dinsel-teknotratik (religio-
te c h n o c r a tic ) resim d ek i y a n lışlık nerede? K e sin lik le o n y e d in c i
yüzyılda, ilk m ekanik dünya resm inin biraraya getirildiği yerde. Bu
resim, tarihsel herhangi bir dinin yaptığından belki daha radikal bir
biçim de, tü m insan tabiatını ve yaşam fen om en lerin i dışta bırak­
m aktadır. H ile, yaşam ın organize zekanın so y u t işlevlerine in d ir ­
genm esini kapsar. B öyle bir zeka, “insan fe n o m e n i”nin sınırlı bir-;
parçasıdır sadece. Bu gerçeği cesurca unutm akla Teilhard de Cbar-
din, zekanın kom utlarını, kayıtsız şartsız, m utlak ve aynı zam anda
anti-organik hale getirir.
Bu farzolunan hedefi, bir çok cüm lede ortaya koym uştur: “Bilgi
için bilgi. Fakat güç için de hatta daha fazla b ilgi.” in san lığın esas
görevi açıkça belirtir: “K endisinin ilk işlevinin, onları daha da an ­
lam ak ve onlara hü k m etm ek için etrafındaki enerjilere n ü fu z e t­
m ek, onları zihinsel olarak birleştirm ek ve em ri altına getirm ek o l­
duğunun farkına varm asıdır.” Kişi, bu tariften, hayatın, en düşük
orga n izm aların d a dahi fizik sel-y a k ın la şm a ve ek o lo jik b irlik ile
başladığını ve karşılıklı destek, sevgi dolu ü rem e ve u m u tlu y en i­
lenm e dahilinde en yüksek organizm alara doğru geliştiğini tahm in
edem ezdi.
Aklın gezegensel katm anım kalınlaştırm ak için, C hardin’e göre
insanlık görevi, tam da Batılı insanın bugün yaptığını -fakat daha
b ilinçlice daha güçlüce ve her zam ankinden daha direngence- yap ­
maktır! Yalnızca insan zekasının işlevi olm ayan çoğu zam an insan
zekasını önceleyen, destekleyen hatta aşan tüm yaratıcı p otan siyel­
ler bu en tellektüel ve pragm atik k on san trasyon yoluyla bertaraf
edileceklerdir.- bu durum kendi teorik çerçevesinin üzerinde her­
hangi bir şüphe uyandırm am aktadır. C h ard in ’in bu sonuçlardan
uzak durm ası, Arthur Clarke gibi duygusaldır, yalnızca m u h a k e­
m esin in zayıflığını gösterir. Kendisini adayan bir Hristiyan ve k en ­
di m anastır düzenin edilgin bir itaatkar -içte ise heretik- üyesi o la ­
rak, tü m insan birliğinin bir veçhesi ve yaşam ın nihai süsü olarak
sevgi kavramını devreye sokar. Fakat beden ve sevgi şeklinin orta­
dan kaybolduğu ya da mesajlarda buharlaştığı bir noösferde sev g i­
nin ne yeri olabilir?
Teilhard de Chardin, kendisini aldattı. Tasavvur ettiği şekliyle
noösferde sevginin yeri yoktu. C hardin’in sevgi konusunda sö y le­
diklerine göre O, sevginin kaynağını reddetm ektedir. Sevgi, insanı
m em eli atalarına bağlayan ve o n u zırhlı kertenkelelerin ve uçan s ü ­
rüngenlerin soğukkanlı dünyasına tekrar düşm ekten koruyacak bir
özelliktir. Chardin kişiliği “bilhassa cüzi ve geçici bir özellik kaç­
m am ız gereken bir zin d an ” olarak görür. Bu bireysel kişilik ‘zin -
dan’m dan kaçm anın asla m üm k ü n olm adığı daha büyük bir zin d a ­
na naklolunm ayı kendi gönlüyle istedi: T otaliteryen m egam akina
zindanı. Yine cüm leleri, bu acı so n u berkitirler:
“V arold u ğu şekliyle canavarca ola n m od ern to ta litery a n izm ”
İ n s a n F en om en i’nde yen id en m üşahade ediyordu, “gerçekten de
ihtişam lı ve bu suretle hakikate yakın bir şeyin tahrifi değil midir?
B undan şüphe ölam az: Büyük insan m akinası -bu son terim C har­
d in ’e aittir- “bir akıl zenginliği üretm ek için çalışm ası için tasar­
lanm ıştır, o halde çalışm ak zorundadır.” Bu aşırı bolluğun amacı,
açıktır ki g ezegen sel m a k in an ın alanını ve g ü cü n ü arttırm aktır.
C hardin’in bu sü per-bevnin işleyişiyle ilgili gözlem leyem ed iği şey
şu ki süper-beynin kendi dünyasını kendi terim lerine göre işletir­
ken, sadece insan kişiliğiyle ya da dünyevi tecrübe ile in ce bağları
olan verileri, sem bolleri, denklem leri ve teorem leri kullanm aktadır.
Kısacası, süp er-beyin ak tif dokuları yaşam sal özellik lerd en m a h ­
r u m k u ru ve v e r im s iz b ir a k lın h a k im iy e tin i g e n iş le t m e y e
kalkışmaktadır. Teilhard de C hardin, bunun için m odern tekniğin
k u llan ım a hazır hale getirdiği u çsu z bu cak sız enerjileri seferber
edecektir. Zaman gelecek kişi, sevgi, cinsellik, sanat ve dallanıp du-
daklanan bir hayal d üıivasım n varolduğunu güç bela tahm in e d e ­
cektir.
İster M egam ak in a olarak ta n ım la n d ığ ım so m u t form d a ister
T eilh ard de C h a r d in ’in tü m insan a k tiv itelerin i k u şatan , b an a
kalırsa bu aktiviteleri bilgi ve güç artışı için azaltıp teksif eden soyut
zeka ya da evrensel bir “aklı şeridi” olarak üzerinde durduğu şeffaf
versiyonla sunulsun, nihai so n u ç aynıdır: Büyük Beyin, bu gezegen
üzerinde -hatta bu g ezeg en d en - hiçbir kaçış im k ân ın ın olm ad ığı
evrensel bir kontrol sistem i. Bu gezegensel sistem in am acı, hem b u ­
günkü yöneticilerine hem de Teilhard de C hardin’e göre, n ih aye­
tinde yaşam potensiyellerini, sistem in elektronik tanrısı tarafından
rahatça işlenip şekillendirilebilecek potansiyellere indirgem ek o la ­
caktır. Bu sistem d e, bu şekilde İşlenem eyen fonksiyonlar — insan
tarihi, kişisel ve k ollek tif eserler, özerk faaliyetler, aşkın d ü şü n ce­
ler— değersiz, yani m egam akinaya göre değersiz, savılıp bir tarafa
atılacaklardır.
Piramatların evrim inde ne sinir bozucu bir düşüş! Teilhard de
C h ard in ’in insanın nihai dairesin e dair resm i, bilin çaltı halinde,
Roderick Seidenberg tarafından çizilen resim den zar zor ayırtedilir.
Geriye kalan yarı-insan organizm alar, insanın kendi yapım ı olan
m ekanik-eletkronik bir boşlukta yüzeceklerdir. Tek tek tüm insan
fonksiyonları, yaratıcılıklar ve potansiyeller yok edilecek ya da ken ­
di kendine yeten m egam akinada kullanılm ak için kodlam ış -ve bu
su re tle tü m g e lişm e o la sılık la rın ı b erta ra f ed en -u su lü n e göre
kısırlaştırılm ış bir şekle büı ündürüleceklerdir. Böylece bu sonsuz
d erecede d inam ik dünya tü m enerjisine ve çabasına rağm en, tü ­
m üyle statik bir durum da kesintisiz bir anlam sız mesajlar m ü b a­
d e lesin d e son bulacaktır. K aos kadar ta h m in ed ileb ilir ve sabit
b iışev yoktur. Yenilik ve yaratıcılık ise zuhur edinceye kadar belir­
sizdir.
Teilhard de C hardin’in noösfer kavram ının ‘özgür’ insan tan e­
cikleri ile dolu, elektronik olarak taklit edilen kollektif bir yaşam da
so m u tlaştığın d an yeterince bahsettik. Su ü stü n d e yüzen bü p ar­
çacıklar, H o m er’in ‘/-W es’indeki m ahzun hayaletler kadar işlevsiz
ve am açsızdırlar. Zira bu insanlar için d ü şünce bile fazla gelecektir
ve geriye yalnızca ‘haz’ -güç kom pleksinin son soyut bileşeni- kala­
caktır. Fakat bu ‘ileri’ grubun aksine H om er, C ehennem i tasvir et­
tiğini biliyordu. Eger insanın tü m m ücadelesinin nihai hedefi, b ö y ­
le bir yaşam sızlık (n on -life) idiyse, buna ulaşm ak için bu kadar ça­
bayı neden harcadı?
XII
VAATLER, RÜŞVETLER, TEHDİTLER
1
Zenginliğin başlangıcı

Y
İRM İNCİ YÜZYILA KADAR M AKİNA END ÜSTR İSİN İN
yayılması daha önceki bir kıtlık devresine -birçok bölgede,
insan-dışı enerji, m addi ürünler ve günlük besin yetersizliği
tehdidi altındaki bir çağa- ait âdet ve kurum lardan dolayı gecik­
m işti. Kum ar ve spekülasyon şekilleri hariç, ek o n o m i kanunları
hem fabrikayı hem de pazar yerini idare etm eye devam ediyordu.
Başarılı bir tarım ın yapıldığı küçük alanlar dalıi, ardarda gelen ku­
rak yıllar, bir b öcek istilası ya da bulaşıcı bir hastalığın yayılnıası
so n u cu daim a yok olabilirlerdi. Hayatta kalabilm ek için gerekli tu ­
tum luluk alışkanlıkları, uygarlığın eh başından beri, kıtlık tarafın­
dan yapay bir şekilde desteklenm işlerdi. B öylece, y ön etici azınlık,
çifçilerin fazlasını istim lak edebiliyordu.
D oğal kıtlık ve geri tarım uygulam aları artı top lu m sal olarak
takviye edilen fakirlik ve yoksulluk g ü n d elik çalışm anın m otivasyo­
nuydular.
Güç sistem in in gerektirdiği iş b ü yü m esin i em p oze etm ek için
İngiltere’de genel tarım toprakları köylülerin elinden alındı, kırsal
ücretler aşağı çekildi, işsizler çevrilip ‘atölveler’e ve fabrikalara hap-
sedilirken eşleri ve çocukları, bir miktar para kazanmak için günde
on d ö rtle onaltı saat arasında çalışacakları değirm enlere ve m a d en ­
lere gönderildiler. Sanki hem kendi felsefesirri h em de cari uygula­
maları karikatürleştirmek için Jeremy B entham , faydacı pragm atiz­
m in kaynağı ‘ideal’ bir vapı tejdif etti; yarı fabrika, varı hapishane,
her iki kanat da merkezi gözetim in altında.
in an ılm az gibi gelebilir, kapitalist endüstrinin bu sistem atik ü c ­
ret kısıtlam alarının ve güç satın alışlarının, yeni icatların ve kitle
ü retim in ön lerin e sunduğu pazarı k ü çülttüğünü en son u n d a fark
etm esi için yaklaşık iki yüzyıl geçti.
B u n u n la b irlikte tü m terletici em ek le rin e rağm en kapitalist
e k o n o m i, b u n u n la tezat teşkil eden bir hedefi devreye sokm uştu.
Fakirlere, yoksulluğa rıza gösterilm esini vazettiyse de ‘artan talep­
ler' d ogm asın ı endüstriyel ilerlem en in v a zgeçilm ez tem eli olarak
tesis etm ek suretiyle endüstriyel gen işlem en in yollarını aradı. Bu
b ek len ti zıt y ö n d e işledirçünkü g en işleyen e k o n o m i, talebe karşı
sağladığı güvencenin ve uzun zam andan beri bekleyen ihtiyaçları
d a h a fazla ta tm in e tm e s in in y a n ın d a farz sa y ıla n ih tiy a çla rın
sayısını ve çeşitliliğin i çoğaltm akla ve tü m n ü fu su n ‘yaşam stan-
dardı’nı -daha doğrusu harcama standardını- yükseltm ekle belli bir
m eşruluk kazanm ıştı.
Bu stan d art daha ö n ce, kast, m eslek ve aile m ev k isin e göre
farklı seviyelerde sabitleşm işti. Fakat bu prensibe göre, en düşük
işçi bile, zam anla orta sınıfın konforuna ulaşm ayı u m ut edebilirdi;
orta sınıflar ise, artan gelirleri ile birlikte, aristokrasinin daha önce
k en d isine has bir im tiyaz olarak gördüğü lükslerin ve düşü n cesiz
israfların bazılarına güç yetirebilirlerdi. (B ugün sınırsız kredi ü ze­
rinden yapılan alış-veriş bu iyi tesis ed ilm iş aristokratik sefahatin
‘d eıpokratikleşm e’si değil de nedir?)
. Tuhaftır, m akina üretim inin ilk başlardaki en dikkat çekici etk i­
si, belki ancak bugün farkına varılm ış bir etkiydi, şim dilerde ise bu
fen o m en in kendisi gözden kaybolm uştur. G enel nüfus artışı ile ko-
ordineli bir şekilde bu etki, vasıfsız işçilerin artan bir sayıyla evde
çalışm alarına yol açtı. Avnı zam anda, iş gücü n ü n gen iş bir b ö lü ­
m ü n ü n sabit orduya, yeni m ahalli zabıtlığa ve sivil hizm etlere geç­
m esine izin verdi. Batı dünyasında, insan hizm eti daha ö n ce hiçbir
zam an on d o k u zu n cu yüzyıldaki kadar bol ve ucuz olm a m ıştı. O
za m a n lar, zen g in ve orta sın ıfla r için m u tlu g ü n le r d i. Z ira bu
sınıflar, elde ettikleri gerek ucuz hane hizm etleri (h ou seh old servi-
ces) gerekse de gen iş m allar ile yeni güç sistem in d en faydalanan
başlıca kesim di. Bereket ki işçi sendikalarının örgütlenm esi çalışma
koşullarının iyileştirilm esine dair bir süreç başlatm ıştı.
N e var ki bu iy ileştirm elere rağm en çalışan sın ıfla rın geliri,
uzun vadede yetersiz kaldı; ne tem iz bir evin kirasını öd em eye ne
de m akina üretim ve gen iş ölçekli tarım fazlasını satın alm aya yetti.
Bu krizler, 'iş buhranları’ na yol açtı ve krizlerin m an i-d ep resif eğ­
rileri, işsizlik sigortası, sosyal güvenlik ve em ekli maaşları ile za­
m anla biraz düzeltildilerse de, sistem in kendisi, sistem in öncüleri,
kitle üretim in ortaya çıkarttığı bolluk ek on om isin in kendi genişle­
m esine devam etm esi için yeterli dengeye ulaşm ası isteniyorsa eski
tam ahkârlık k anunlarının bir tarafa atılm aları gerektiği gerçeğini
kuzu kuzu kabul edinceye kadar atıl kaldı.
Bu bakış açısı değişikliği, hem en bir g eced e olm ayacak kadar
derindi. D en em e kabilinden bir dizi teşebbüs ve uygulam alarla, es­
ki kıtlık ek on om isi, birçok buhrandan ve gerilem eden sonra ‘ileri’
ülkelerde, bir bolluk ek on om isin e ya da şöyle söylem ek daha doğru
olur, yanlış dağıtılan bir zenginlik ek on om isin e d ön ü ştü. M ekanik
endüstrinin potansiyel verim inin sendelem esinden ötürü, daha ö n ­
ce en y ü k sek g elir g ru p la rın a a y rılm ış b ir y ığ ın ü rü n , n ic e lik
bakım ından artık orta bir seviyede m evcuttu; ve standardı yükselt­
m e ve pazarı genişletm e süreci, teorik olarak piyasa sistem i kendi
fazlalıkları son u cu birkez daha çökünceye dek devam edebilirdi.
O to m o b il en d ü strisin d e eski e k o n o m id e n y en isin e geçişteki
anlık kırılm a, her bakım dan klasik bir örnektir. T m odel Ford gibi
u cu z kom pleks bir makinada dahi, kitle üretim ve bir kitle piyasası
elde etm ek için, oldukça geniş bir gelir grubuna ek satın alma gücü
sağlamak şarttı. H enry Ford, bunun farkına, üretim hattı üzerinde
daha yüksek bir ücret ölçeği tesis ederken vardı. İşçiler, harcama­
larını otom ob ile kaydırmak için kendi ailelerinin ev ve yem ek m as­
raflarını kısm ak suretiyle paylarım m akina-yapım ı bolluğa kattılar.
Lynds’in 'M iddletow n' la ilgili ilk çalışm ası tem el ihtiyaçlardan m e­
kanik hazlaıa doğru gerçekleşen bu kaymayı belgeliyordu. Gayrı sa­
fı m illi hasıladaki artış bu bozulm ayı çok az düzeltebildi. Yine de,
kitle tüketim ihtiyacı, kitle üretim in vazgeçilm ez yardım cısı olarak
kabul edildikten sonra, tam ahkârlıktan ziyade bolluğa dayalı bir
ek o n o m in in yolu açıldı.
Bu anlayış, Birleşik Devletler’de 1929-1939 buhranından önce,
'Yeni K apitalizm ’ şeklinde p op ü lerleşm işti; 'H er aileye bir araba'
slo g a n ı, IV. H e n r y ’n in 'her pazar bir ten cere d o lu su p iliç ’ s lo ­
ganının yerini alıyordu. Ancak, gelirin kitle d ağılım ının ön em in in
ilk defa kabul ed ilişin i takip ed en acı b u h ra n la r, bu fo rm ü ld e
birşeylerin eksik olduğunu gösteriyordu.
N ey in eksik k ald ığı, B irinci D ü n y a S a v a şı’nda g ö rü lm ü ş ve
İkinci D ünya Savaş’nda öncü ulusal m egam akinalarla sağlamca te­
sis edilm işti: evet, ancak savaşın -ya da sahte savaşın- sağlayabilece­
ği sınırsız bir talep. Ulusal seferberlik altında, 'silahlarını kuşanm ış
bir U lu s’ (a N ation in Arms) Edward B ellam y’nin ''iş elbisesini üze­
rine geçirm iş bir ulus”un (A nation in O veralls) karşılığı o ld u . Bu-'
nunla birlikte, bir itibar genişlem esi oldu. Savaş endüstrisinden kâr
etm ek, garantiliydi. Kesintisiz yıkım la geîen hızlı bir üretim düzeni
olu ştu. Bu, şiddetle gelen bir kitle tüketim di.
Savaşın bir son u cu olarak, ek o n o m ik çekim m erkezi D evlet’e
yani ulusal m egam akinaya, kavdı ve savaşın tahribatlarını onarm a
ile e k on om i daha kom pleks ve her zam ankinden pahalı yeni im ha
silahları icat edip üretm e arasında, ilk defa tam istihdam , tam üre­
tim , tam 'araştırma ve geliştirm e’ ve tam tüketim için gerekli orta­
m a yaklaştı.
Bu ‘ideal’ koşullar altında -güç makinaları, m erkezi kontrol ve
sınırsız israf ve yıkım - m egatekniğin sınırsız verim liliğinden şüphe
edilmez; zira endüstri, yüksek ücretleri, gider artışlarını reklam ve
'eğitim ’ yoluyla yalnızca kâr getirisi olan kitle ürünlerini talep e t­
meye koşullanan genişleyen tüketici bünyesine yüklem ek suretiyle
telafi edebilir.
Fakat kağıt üzerindeki kazanç, gerçekte olduğundan daha fazla
gözükür; çünkü bu hesaplam a, bu başarıya eşlik eden negatif b o llu ­
ğu dışta tutar: Tüketilen toprak ve mineral araçları, kirlenen hava
ve su, paslanan o to m o b il mezarlıkları, dağlarca atık kağıt ve çöp,
zehirlenen organizm alar, karayollarında ölen ya da yaralanan m il­
yonlar, tü m bunlar, sistem in kaçınılm az yan ürünleridirler. B u n ­
lar, zengin top lu m u m u zu n zehirli İrinleridir.
Bolluk ek on om isin in toplu sonucu, mağrur ek on om i üslerinin
genel olarak kabul etm ek istediklerinden çok daha az net kazanç
bırakıyorsa da bu ek on om i, sahip olduğu kusurların bir çoğu n a
ağır basan önem li bir faktöre sahiptir. Şüphesiz bu faktör şudur ki
m egateknik sistem , kendi varlığını bir şekilde sürdürebilm esi için
ödülleri arttırm anın yanında, bunları tüm nüfusa da dağıtır. Kitle
üretim de içkin iki nosyon vardır. Bunlar, niyetleri bu olm asa da,
insancıl bir ahlâkî prensibi harekete geçirirler. Birincisi, tem el ü re­
tim m alları, toplu k ültü rü m ü zü n bir ürünü olduklarından bolca
varoldukları anda, to p lu m u n her ferdine eşit bir şekilde d a ğ ıtıl­
malıdırlar, İkincisi, verim lilik , çalışm a, insan çabasına dayandığı
m üddetçe, m ahrum iyet, zorlam a ve cezayla değil fakat esas olarak
yeterli ödüllendirm elerle sağlanm alıdır. Bunlar, ön em siz başarılar
değildi. G erçekten de devrim yaratan sonuçlara sahiptirler.
Bir dengeye ulaşm adan önce, bu sistem in hakkını verelim . T üm
o n d o k u zu n cu yüzyıl b oy u n ca çalışan sınıflara egem en d u ru m u n
aksine, tü m ek o n o m in in d em o k ra tik leştirilm esi b irçok o lu m lu
toplum sal varan da beraberinde getirm iş gibidir. Kitle üretim in ,
küçük m iktarlarda ya da istikrarsız veya d ü zen siz talep içindeki
büyük miktarlarda etkili olam adığı gerçeği bile, ilk başta ciddi bir
gerilm e gibi gözükm edi.
Kapitalist girişim leri kontrol eden kişiler, kendi kâr ek o n o m ile­
r in in d en g e le y ic i bir aygıtı şek lin d ek i ‘arm ağan e k o n o m is i’nin
(e c o n o m v o f gifts) m antığını kavramakta geç kalm ışlardır. (G arip­
tir, bu konuyla ilgili belli başlı literatür Birleşik D evletler’den değil
Fransa’dan çıkar.) ‘H erkese Adil Pay’ sloganı ilk defa 1945’teki se­
çim kam panyalarında Ingiliz işçi Partisi tarafından sö y len m iş d e ­
ğ ild i: bu sö z , tü m o n d o k u z u n c u y ü zy ıl b o y u n c a tü m so sy a list
d ü şü n cen in ortak tem asıyd ı. Ardı ardına her en d ü strid e gerçek­
leştirilen organizasyon ve m ekanizasyon başarıları -savaş ü retim in ­
de bu başarı, doruk noktasına ulaşır- eri kızıl sosyalist beklentileri
aniden inanılır kıldılar; inanılrr, evet kısm en de gerçekleştirilebilir.
Şim di ise sonuçlar o kadar tanıdık ve o kadar aşikarlar ki ileri
sanayi ü lk elerin d e, bu nları istatiksel olarak b elg e le m e y e ih tiyaç
duym azlar. Yalnızca şuna dikkat edin; işçi sınıfı adına, 1848’deki
‘K om ünist M anifesto’da zikredilen ‘d evrim ci’ taleplerin çoğu b u ­
gün, güya hâlâ ‘tekelci kapitalizm ’e -diğer adıyla ‘serbest teşebbüs’-
baglı ülkelerde bile sıradan kazanım lar haline gelm işlerdir. M o n o ­
ton lu k ve angarya işler ortadan kalkm adıysa da en azından çalışma
saatlerinin ve günlerin kısaltılm asıyla bir nebze azaltıldılar. Kahve
m olalarından, m uayene ücretinden ve daha u zu n düzenli tatiller­
den bahsetm eye gerek yok. En yüksek tabakada m ülkiyet, im tiyaz
siyasal ham ilik ve askeri güç top lu m d an ifrat d erecesin d e ek o n o ­
m ik bir haraç talep ediyorsa da, bunun altındaki tabakada gelişen
bir m ülkiyet eşitlenm esi var: Tıbbi bakım , eğitim , işsizlik sigortası,
em eklilik m aaşı- tüm bu insani faydalar kişisel çabanın yan ın d a e n ­
düstri ve tarımdaki toplam verim liliğin sayesinde oluştular.
2
Megateknik giderler ve gelirler

c EFAH DEVLETİ’NİN SAĞLAMCA TESİS EDİLDİĞİ ‘ileri’


sanayi ü lk elerin d e m eg a tek n iğ in ö n c ü lle r in in b irçoğu
daha ö n ce alıntıladığım kadim beyitte T elecleid es’in res­
m ettiği türden bir m al akışı ile gerçekleştirildi. Bu ürünlerden bazı­
ları yüksek bir teknolojik m ü k em m ellik derecesine ulaştılar. Kendi
evim de m esela bir buzdolabı sadece küçük bir onarım la on d ok u z
yıl boyunca çalıştı.
Fakat eger teknolojik ve insani tatm in yönlendirici hedefler o l­
salardı, kitle ü retim ve o n u n m ali gelişm e sistem i nasıl olacaktı?
Cari mali başarı koşullarının ta kendileri, bu hedeflerin aleyhinde
çalışmaktalar. S on su z verim liliğin hızla em ilm esin i sağlam ak için
m egateknik, d eğ işik aygıtlara başvurur; tü k etici kred isi, taksitli
satış, katmer katm er ambalajlam a, işlevsiz dekorlar, sahte gösterişli
yenilikler, kalitesiz kumaşlar, sakat işçilik, kolay kırılabilirlik, keyfi
m od a değişiklikleri. Reklam yoluyla devam lı kandırm a ve aldatma
olm asaydı, üretim yavaşlayacak ve norm al talep seviyesine in ecek ­
ti.
M egateknigin egem enliği altında, para gü d ü sü , tarım to p lu m -
larında b ilin m eyen bir tarzda her sınıfı kuşatır. Sanayinin hedefi,
öncelikli olarak, tem el insan ihtiyaçlarını asgari bir üretim çabasıyla
karşılamak değil, fakat ister gerçek ister kuruntu o lsu n , ih tiyaç­
ların sayısını çoğaltm ak ve onları kâr sağlamak için m ak sim u m m e ­
kanik kapasiteyle donatm aktır. Bunlar, güç kom pleksinin kutsal il­
keleridir. Patlam aya ya da parçalanm aya hazır bir şekilde dizayn
edilm iş ‘hevkeller’i sergileyen T inguely gibi avant-garde sanatçılar,
m egateknigin açıkça m askelenen kötü niyetini sahte-estetik terim ­
lere çevirm ekten başka birşey yapmadılar. T eknik söm ü rü için yeni
alanların açılm ası ve yeni ürünlerin çoğalm ası bugün en yüksek
kârı getirm ektedir.
Bu sistem in ön em li çabalarından biri de, seçm ecilik ve niteliksel
sınırlam anın yerine karışık ve boşboğaz tüketim i getirm e çabasıdır,
şim d iye kadar hiç kim se, her yıl revelatörden d ö n d ü k te n sonra
kim senin bir defadan fazla bakmayacağı gelişi güzel enstantane fo ­
toğraflar çekm ek için tüketilen hektarlarca hassas kağıdı ve binler­
ce m illik film i hesap etm em iştir. N e ki, şim diye kadar kim se, iş ya
da akadem ik konferansların sonuçlarını ayıklam aksızın m uhafaza
etm ek için k ulanılan gezegen i bir başkan diğer başa sorab ilecek
m illerce ses kayıt bandını hesaplayabilm iş değil.
F ilm in ve kağıdın ya k ıla b ilm esi, bu aksi vargıyı h a fifçe y u ­
muşatmaktadır; zira, zehirli kimyasalların ve yam ultulan arabaların
aksine bunlar, çevreye ciddi bir zarar verm eksizin elden çıkarılabi­
lirler. Fakat bunların asıl m eziyeti, yapılan yatırım lara yüklü ka­
zançlar sağlam ak suretiyle icatlarını meşrulaştırıp kutsam alarıdır.
Fakat m aalesef, m egateknigin tüm ürünleri, kağıt bardaklar ya
da infilak eden heykeller gibi kendi kendini im h a ed en , bertaraf
eden cinsten değiller ne de onların aşırıya kaçan kullanım ları hafif­
çe geçiştirilebilr. M egateknik ek on om in in tü m faaliyetlerinin d e ­
vamlı surette genişlem esi ve m üm kün olan en büyük gayrisafi milli
hasıla ile p ürüzsüzce işlem esi için iki şartın yerine getirilm esi gerek.
Her şeyden ön ce, top lu m u n her ferdi m egateknik ek o n o m in in zi-
vadesiyle verim li m ekanizm asını ayakta tutmak için yeterli bir m ik ­
tardaki m alı, bir görev anlayışı içinde kazanmalı, kullanm alı, hırsla
tüketm eli, harcamalı ve nihayet yok etm elidir. Bu sistem in v erim li­
liği sınırsız olduğundan, bu görev göründüğü kadar da basit d eğ il­
dir. Zira m egateknik bir çok hayali ihtiyacı ve endişeyi gözardı e t­
mekle kalmaz -hacim li bir D evlet sübvansiyonu olm aksızın gideri­
lem eyen düşük gelirli grupların konut sorunu gibi-bunun yanında,
tüketim görevini yerine getirm esi için işçiyi, kendi üretim taahhü­
dün ü arttırmaya zorlar.
Bövlece, bu sistem in vadettiği daha kısa iş günü, şim d id en bir
aldatm acaya dönüşür. Gerekli tüketim seviyesine ulaşmak için aile­
nin fertleri ek işler yapm alıdırlar. Çift iş uygulaması yaygınlaşm ak­
ta ve halihazırdaki tü ketim baskılarının sürm esi halinde bu uygula­
m a m uh tem elen artacaktır. Sonuç, yeni kazanılmış altı ya da yedi
sa a tlik iş g ü n ü n ü n , ir o n ik b iç im d e o n ik i ya da o n d ö r t saate
çıkm asıdır. Böylece işçi, başladığı yere geri döner -her zam an k in ­
den çok ürünle fakîıt, bunların keyfini çıkarmak için daha az boş
zam anla. Aynı ihtiyaç, ham ilelik devresinde bile ev kadınını, kendi
evine ve çocuklarına bakm aktan uzaklaştırabilir.
İkinci şart, daha az katı değildir. N ü fu su n çoğu n lu ğu , ‘m ak i-
n a ’n ın ya da o n u n ü rü n lerin in sü rek li k u lla n ım ın ı sağlayanlar
dışındaki tüm faaliyet tarzlarından vazgeçm eleridir. İlk olarak en
basit evcil ya da kişisel ölçekte olsa dahi el işinin ve zenaat çalışm a­
larının terkedilm esi gerek. Herhangi bir bedensel çabalam a şekline
m üsam aha gösterm ek bir baltayı ya da testereyi kullanm a, bir bah ­
çeyi elle kazıp çapalam a, arabanın ya da m otorlu teknenin kullanı­
la b ild iğ i yerde y ü rü m e, kürek çe k m e , ya da yelk en li ile d e n iz e
ç ık m a , m e k a n ik -te r c ih e n m o t o r lu - b ir e tm e n in y a r d ım ı o l ­
m ak sızın bir kalem i sivriltm e ya da bir parça ekm eği k oparm a,
o y u n u kurala göre oynam am aktır. Sağlık için asgari bir bedensel
aktiviteye ihtiyaç duyu lduğun d a, bu ihtiyaç sabit bisikletler ya da
m ekanik masörler gibi egzersiz makinaları satın almak suretiyle gi­
derilm elidir.
M akinanm bu şekil aşırı kullanım ı, her türlü pratik yeterlik tes­
tini hor görmektedir; zorunlu bir dini ayin gücüne sahiptir. Kutsal
bir nesneym iş gibi ö n ü n d e diz çökülür. Bir m akina için -ile- yapıla­
mayan bir şey, hiçbir surette yapılm am alıdır. Bu durum açık kamp
teçhizatının ü retim in d e doruk noktasına ulaşm ıştır. T ü m değeri,
tabiata daha kaba ve ilkel bir ilişki için dön ü şte yatan bir tecrübe,
kıra, kalabalık bir şeh ir yaşam ı için gerekli tü m b ild ik eşyaları-
m angallardan televizyon setlerine kadar- taşımakla tam bir karika­
türe dönüşür.
Teknokratik top lu m u n son zaferi, her insani aktivitenin otokra-
tik ve m o n o litik bir sistem d e birleştirilm esi (co n so lid a tio n ) o la ­
caktı. Bu, sistem é kanalize edilem eyen fonksiyonların bastırılacak­
ları ya da yok edilecekleri bir varoluş şeklini üretecektir. T ek başına
düşün ü ldüğünd e bu ihtim al, karşı konulm az bir insani tepkiye yol
açacak kadar korkutucu gibi gözüküyor. Bu terim lerin layıkıyla ka­
bul edilm esi halinde m egateknik, halihazırdaki yarı-ham ur şek lin ­
de bile büyük bir rüşvet tek lif eder ki bu rüşvet, m egam akinanın
kendisi tom urcuklanıp çoğaldıkça, daha da büyüm eye ve daha da
a ld atıa olm aya m ahkum dur.
M egatekniğin h izm etlerin i azam ileştirm ek uğruna özerk liğin
bu şekilde kaybedilm esi, beraberinde başka bir şartı getirir; kişi,
m akinanın cari yılda sunduğu ürünlerden başka her hangi bir ürün
talep etm em elidir. N e de sunulanlardan daha dayanıklı ve daha ca­
zip herhangi bir ü rünü elde tutm aya çalışm alıdır. Bu, kişinin cari
çerçeve dahilinde yaşanabilenden ve de yön eteb ilen d en farklı her
hangi bir yaşam şeklini talep etm em esi gerektiği anlam ına gelir. Bir
şekilde m egateknik kom pleksten kopuk bir hayata sahip olm ak sa­
de bir sabotaj olarak telakki edilir. Buna göre, H ippileri celbeden
taşk ın lıklar da aynı k ateg o rid ed ir. M egatek n ik te r im le r le ifad e
edersek, tam çekilm e, sağlıksız d ü şü n cen in kanıtı değilse, hıyanet
ve dalalettir. Bolluk ek o n o m isin in baş düşm anı Kari M arx değil,
H enry Thoreau olacaktır.
3
Megateknik rüşvet

E
ĞER KİŞİ, MEGATEKNİK RÜŞVETİ etraflıca incelem eyecek
olursa, bu rüşvet cö m ert bir u zlaşm a olarak gözükecektir.
Tüketici m egateknigin tüm güç sistem in in devam eden g e­
n iş le m e s in e uygun m iktarlard a su n d u ğ u h er şeyi kabul etm e si
şartıyla zengin toplum un im tiyazlarına, ayartmalarına ve hazlarına
sahip olacaktır. Sadece m egatek n ig in org a n ize edeb ileceği ya da
üretebileceği malları ya da hizm etleri talep etm esi halinde, şüphesiz
daha ön ce hiçbir toplum un ulaşam adığı yüksek bir m addi kültür
standardına sahip olacaktır. Lüks şeyler, konforlu şeylerden daha
bol m iktarda bulunacaklardır. K endilerini m egateknige teslim et­
m eyen birçok tem el insani ihtiyacın ise sıkıntısı çekilecektir. ‘B ü­
yük T o p lu m ’ ya da ‘M egapol E k on om isi’ aldatıcı başlığı altında bu
sistem e im zasını hızlıca atm ış Am erikan to p lu m u n u n bir çok ferdi­
n e g ö r e , bu işle m -m e r k e z li te k n o lo jin in d a h a da g e n iş le m e s i,
yalnızca kaçınılm az değil fakat ayrıca arzu edilebilir gözü k m ek te­
dir: ‘llerlem e’de bir sonraki adım . İlerlem eye karşı direnm eye kim
cüret edebilir? Alım lı ödüllerle Refah D evleti tarafından yeterince
yum uşatılan bir halk piyasanın sunduğundan daha iyi bir şeyi ara­
maz.
Ç ocukluktan itibaren m egatekniği insanın 'tabiatı fetilı’teki en
yüksek noktası olarak telakki etm eleri için okul eğitim i ve televiz­
yon vesayeti yoluyla koşullanan kişiler, kendi gelişm elerinin bu to-
taliterven kontrolünü, korkunç bir kurban olu ş şeklinde değil, fa­
kat oldukça uygun bir icraat olarak kabul edeceklerdir. Bugün so ­
kakta yürürken bile portatif bir transistor ile radyo istasyonlarına
bağlandıkları gibi Büyük B eyine bağlanm ayı um uyorlar. Bu araçları
kabul etm ekle, her insani problem in çözüleceğini bekliyorlar. Tek
in sa n i g ü n a h , ta lim a tla ra u y m a m a g ü n a h ı o la c a k tır . ‘G e r ç e k ’
yaşam lai ı, bir televizyon ekranına hapsedilecektir.
Acaba bu anlattıklarım , şu anki başarıların, projelerin, vaadle-
rin koca bir abartısı mıdır? Yoksa bunlar norm al zekaya sahip hiç
k im sen in ciddiye alm ayacağı aptal fanteziler mi? M aalesef hayır;
m übalağa etm ek im kânsız. H erm an Kalın, B.F. Skinner, Glean Se-
aborg, D aniel Bell gibi bu rejim in sözcülerinin ikibin yılı için su n ­
du ğu teknolojik ve bilim sel olasılıklar listelerini düşünün.
T üm bu beklenti safdil birçok insana büyüleyici -doğrusu, dire-
n ilm e z- gelm ektedir. U m u tsu zca sigaraya bağlan m ış kişiler gibi,
tek n olojik ‘ilerlem ey e öylesin e teslim olm u şlar ki sağlıklarına, zi­
h in sel g elişim lerin e ya da ö zg ü rlü k lerin e y ö n eltilen fiili teh d id i
gözardı ederler. Kişisel sorum lu lu k ve çaba gerektiren bir hayat o n ­
lara göre ütopyacı bir kuruntudur. Halbuki tüm canlı organizm alar
içinde bilinçli am acın, insanda zirvesine ulaştığını görm ezler.
Z ahm etsiz zenginliği oto m a sy o n u n nihai hedefi olarak ve s ü ­
rekli kazanç ve tüketim i vatani bir görev olarak arzetmek suretiyle
bu yeni ek on om i m ülkiyet ve kişisel çaba arasındaki geleneksel bağı
yıpratm ıştır. Teorik olarak herşev en kısa zam anda halledilecektir.
O tom atik fazlalık yoluyla elde edilen m addi ve sem b olik z e n ­
ginlik uğruna, bu m akina bağım lıları, bir canlı olarak sahip o ld u k ­
ları tüm imtiyazları bırakm aya hazırlar: yaşam a hakkı, tüm organ-
farım resmi m üdahale olm aksızın kullanm a, kendi gözleriyle gör­
m e, kendi kulaklarıyla işitm e, kendi elleriyle çalışm a, kendi ayak­
larıyla h arek et e tm e , k en d i a k ılla rıy la d ü ş ü n m e , e r o tik hazzi
yaşam a ve doğrudan cinsi ilişkiyle çocu k doğurm a kısacası, tek n o­
lojinin sadece bir b olü m olduğu görülebilir çevre ve so n su z top lu ­
luğuna tepki gösterm e hakkı.
T oplu otom asyon a ulaşmak uğruna, nüfusun ö n em li bir kısmı,
oto m aton olm aya şim diden istekli d urum da. Eğer aksamalar ve g e­
ri çekilm eler, bu sürece direnilebileceğini göstem ıeselerd i bu savı
gittikçe artacaktı ve bu rejimin rahiplerinin ve kâhinlerinin kendi­
lerine olan güvenleri büyük bir ölçüde sarsılm ayacaktı.
Bir şeyin acilen açıklığa kavuşturulm ası gerek: Bir ulusun ço ­
ğunluğu, oyun u m egatekniğe kullandığı an ya da sistem i pasifçe de
olsa kabullendiği vakit geriye tercih edebileceği başka hiçbir seçe­
nek kalmayacaktır. İnsanların yaşam larını tüm üyle teslim etm eleri
halinde, bu otoriter sistem , bu yaşam ın m ekanik olarak derecelen-
dirilebilen niceliksel olarak çoğaltılabilen, bilim sel olarak tasnif ed i­
lebilen teknik olarak koşullanabilen, kullanılabilen, yönetilebilen ve
m erkezi bir bürokrasinin gözetim inde toplum sal olarak dağıtılabi­
ld i m iktarım geri verm eyi cöm ertçe taah h ü t eder. Başta sadece
ürün m iktarını arttırmak için d ü şü n ü len şey, bugün hayatın her
alanında uygulanm aktadır. M egateknik to p lu m u n gö n ü llü üyesi,
sistem in ürettiği herşeye sahip olabilir; o n u n ve grubunun kendile­
rine ait hiçbir özel isteğe sahip olam am aları ve sistem in niteliğini
değiştirm eye ya da niceliğini azaltmaya ya da 'karar organ lan ’nın
yetkisini sorgulam aya teşebbüs etm em eleri şartıyla. Böyle bir to p ­
lu m d a inatçılık ve seçm ecilik , bağışlan m az günahlar ya da ceza­
landırılm ası gereken kusurlardır.
Sistem adına konuşanlar, “ Fakat, bu adil bir pazarlık değil mi?”
diye soracaklar. “M egateknik, sahip old u ğu harikulade büyü ile in ­
sanlığın her zam an hayal ettiği ‘bereket küfesi’ni su n m u yor mu?”
K esinlikle doğru. M egatekniğin bugün sağladığı ve daha ileri bir
gelecekte artacağını vaadettiği ürünlerin birçoğu yüksek bir seviye­
de standartlaşm ış, ‘m ekanik’ bakım dan verim li, sınırsız bir bilim sel
bilgi hâzinesini bünyesinde taşıyan, organizeli, dikkatle tanzim ed i­
lip d en en m iş gerçek ürünlerdir ki gü n ü m ü zd e insanlığa, daha önce
hiçbir zam an sahip o lu n m am ış hatta hayal bile ed ilm em iş güçleri
bahşetm işlerdir.
Buzdolapları, özel otom obiller ve uçaklar, o tom atik ısıtm a sis­
tem leri, telefonlar, televizyon setleri, bulaşık makinaları bir değere
sahip değiller mi? Ve buldozerlerin, kam yonetin, eletrikli asansö­
rün, vagonların ağır işleri bertaraf eden başarılarına ne demeli? Bil­
gisayarla birlikte arşivcilikte korkunç zih in sel yükler kalkm adı mı?
C errahın ve dişçinin enfes sanatlarına n e demeli? Bunlar, m uazzam
k azan ım lar d eğ il mi? Eski ü rü n lerin ve eğ len ce lerin bazıları bu
e le tk r o -m e k a n ik şeb ek ey e d ü ştü le r d iy e a ğ la m a k ned en ? Aklı
başın da bir kim se eski Taş D e v ıi’nin g eçm esin e ağıt m ı yakıyor?
Eğer tüm bu ürünler, haddizatında sağlam ve m ünferit olarak arzu
edilebilir şeylerse sistem in onları totalleştirdigini ne hakla söyleye­
biliriz? Resmi sözcüler böyle diyor.
Evet, şayet kişi m ünferit bir şekilde sadece m egatekniğin anlık
ürünlerini incelerse bu iddialar, bu sözler m uteber, bu başarılar da
gerçektirler. M ünferit faydalar uzu n vadeli insani am açlardan ve
anlam lı bir yaşam örgüsünden koparıldıkları takdirde, tartışma g ö ­
türm ezdirler. M egatekniğin etkili organizasyon m odellerinin, em ek
tasarruf edici aygıtlarının hiçbiri, eski form lardan kopuşlarında ne
kadar cüretkâr olurlarsa olsunlar keyfi bir şekilde küçüm senip gö-
zardı edilm em eli ve elden çıkarılm am alıdır. Yalnız tek bir şartla, ki
gü ç k o m p lek sin in savunucu ları b u n u ısrarla red d etm ek ted irler,
tü m bu ürünler, ancak onlardan daha ön em li insani endişelerin ih ­
m al ya da im ha edilm em esi halinde bir değeri haizdir.
Francis B acon ’ın ortaya attığı vaatlerin bir çoğu hâlâ geçerlidir
v e d a h a da g e çerli hale g e le c e k le r d ir . B u rad a tü m sö y le m e y e
çalıştığım şey, bu vaatlerin şartsız olm adıklarıdır. Aksi halde bu va-
aılerin diğer insani işlevlere ve tasarımlara saygı gösterm eksizin in ­
sanın am açsız ‘kâr hazzı m erkezi’ ni habire harekete geçiren tek ta­
raflı icraatları, farkına varılıp anında kaldırılması gereken ağır ceza­
lar taşırlar. M eg a tek n ik ten kaynaklanan zararlar, m e g a tek n iğ in
başarısızlıklarından ya da aksamalarından değil, fakat aşırı nicelik-
leşm esind eki şartsız başarılarından dolayıdır. Bu kusurlar, sırtını
organik ihtiyaçlara ve organik geri beslem e süreçlerine d ö n m ü ş ve
sanki nicelik tek başına, nicelikleşen ürünün değerini garanti ed i­
yorm uş gibi niceliğe ve hıza aşırı vurguda b u lu n m u ş m ekanik d ü n ­
ya resm i anlayışında m evcuttur.
Şu halde zeki beyinlerin sorguladığı şey, m ekanik ya da elektro­
nik ürünler değil fakat bunları insani ihtiyaçlara sürekli gön d erm e­
de b u lu n m a k sızın ü reten sistem d ir. B ereket ki b u v a sıflan d ırıcı
vargı, m ü h en d isler ve idareciler tarafından uygulam a ‘gelir-gider’
değerlendirm eleri form unda sistem e yavaş yavaş sızm aktadır. Artık
şu gerçek kabul görm ektedir ki büyük toplum sal kayıplar pahasına
eld e e d ile n m e k a n ik k a z a n ım la ıın ve m e g a te k n ik n im e tle r in
kayıtsız şartsız onaylanm asından önce kişi, beraberlerindeki eksik­
likleri incelem eli ve ona göre karar verm elidir. Biyoteknik bir ek o ­
n om ideki sa f finansal kriterin bu kararlardaki yeri oldukça sınırlı
olacaktır.
4
Niteliksiz nicelikleşme

EGATEKNİKTEKİ EN CİDDİ ÇATLAKLARDAN BİRİ,

M d o ğ r u d a n d o ğ r u y a m e g a te k n ig in ş a ş ır tıc ı p e r f o r ­
m ansından neşet eder, insan yaşam ı, yüzlerce alanda n i­
celiksel fazlalığının tehdidi altında boğulm aktadır. Bu fazlalık b u ­
gün görebildiğim iz kadar yalnızca olu m lu kazanım ları değil, fakat
bunun yanında ağır bedelleri ve feci cezalan da ortaya çıkartm ak­
tadır; ve daha da kötüsü güç kom pleksi, besleyici gıdaların yanında
sigara ve zararlı tarım ilaçları gibi olu in su z ürünleri üretm ede de
oldukça başarılıdır. D oğrusu, bu tür zararlı ürünlerden elde edilen
kâr, çoğu zam an daha yüksektir.
N icelikleşm enin tek başına bir fayda sağlam adığı, çağlar ön ce,
m al ve h izm etlere ancak im tiyazlı bir azınlığın n isb eten sın ırsız
m iktarda sahip olab ild iği bir zam anda, keşfed ilm işti. D aha ö n ce
gösterdiğim gibi, m odern bollu k ekon om isin in habercisi olan ka­
dim ‘uygar’ güç sistem ine ilk gerçek karşı çıkış M .Ö . sekizinci ve
altıncı yüzyıllar arasında sınırsız besin, içki, cinsel haz, para ve güç
arayışının zararlı sonuçlarını idrak edén bir dizi peygam ber ve filo ­
z o fu n yen i b ir g ö n ü llü k o n tr o l siste m i g e tir m e siy le b era b er
başladı.
G üçlü ve zen gin i tanım lam ış gösterişli tü k etim tarzları, insan
başarısının arzu edilebilir örnekleri olm aktan çık m ışlard ı. Eksen
dinler ve felsefeler aksi bir yol takip edip iç denge ve ruhsal yücelm e
aşkına inzivayı, itidali, lüzu m su z istek ve kaprislerin ben cil arzu­
ların aza indirgenm esini savundular.
Bu eksen dinler ve ideolojiler uygarlığı kabaca ikibin b eşyüz yıl
etkiledilerse de, en büyük kabul gördüleri anda, daha önceki güç
sistem lerin in yerin e geçm eye en fazla yaklaştıkları bir zam anda
başarısızlığa uğradılar. B unun başlıca iki nedeni vardı, ilki bu yeni
d ü şü n ce tarzlarının h içb irin in , kadim toplurnun baskın k u ra m ­
larını -savaş, kölelik ve iktisadi istim lak- ilga edecek ya da bunların
dayandığı toplum sal sapm aların üstesinden gelecek sağlam lıkta te­
sis edilm em esiydi. İkincisi, bu d ü şü n ce tarzlarının inziva şekilleri,
b u dün yada m ükafata ulaşm ası için değil in an an ı b u m ükafatla
yokluğuna razı etm ek ya da m uhayyel bir sonsuz yaşam da bunların
fazlasıyla telafi edileceği u m u d u n u aşılam ak için tasarlanm ıştı.
Sonuçta, eksen dinler, yaptıkları gön ü llü hayırlarla az bir m esa­
fe katedebildiler. Ç ü nkü ürünlerin, adil bir şekilde tü m top lu m a
dağıtılm asını yeterince sağlayam am ışlardı. Bu suretle, onların h a­
yatın niteliği ve içsel ve öznel m ükafatlar üzerine yaptıkları m ü stes­
na vurgu, m ateryalistik güce olan eski tem ayülü geri getirdi, ne var
ki m üm kün olan en iyi yaşam a ulaşm ak için tüm yüksek organiz­
maların niceliksel ve niteliksel içerik dengesine, güç ve sevgi d en ge­
sin e sahip olm aları gerekir. N e eh liyetsiz güç ne de kudretsiz er­
d em , insan sorunsalına yeterli bir cevap verir.
B olluk ek o n o m isin e gelin ce, m odern insanın b u g ü n teknoloji
dolayısıyla karşı karşıya kaldığı d ilem m a (ikilem ) ile m ünferit tür­
lerin ü rem esindeki aşırı d oğu rg a n lık n ed en iyle tabiatta yüzyıllar
ö n ce ortaya çıkan dilem m a arasında garip bir paralellik var. B iyo­
loglar çok ö n ced en görm ü şlerd ir ki her tür, tü m g ezegen i kendi
zürriyeti ile kaplayacak yeterlikte bir ürem e kapasitesine sahiptir.
Bereket ki Tabiat düzensiz niceliksel artışı kontrol edecek bir denge
tesis edecek sınırlandırıcı aygıtlar dizisine sahiptir. G eçm işte b en ­
zer tehditlerle karşı karşıya kalan insan nüfusları hastalık, savaş ve
açlık ak ib etlerinin vanısıra ço c u k ö lü m leri, yetersiz cin sel ilişki,
hom osek süellik ve günübirlik korunm a yöntem leriyle belli bir ç iz­
gide tutuldular.
Son üç asır boyunca tüm dünyada -d ü zen siz olsa da- sürekli bir
n ü fu s artışı oldu. Bunu sebeplerini açıklamak hâlâ güçtür. Zira bu
nüfus artışı gerek tabii kaynaklarda gerek endüstriyel verim lilikte
belirgin bir artışın olm adığı ve cinsel alışkanlıklarda ya da bedensel
h ijy en d e cid d i h içb ir d e ğ işim in o lm a d ığ ı yerlerde vuku b u ld u .
M u h telif sebepler ve şartlar ne olursa o lsu n , sözde nüfus patlaması
Batı m edeniyetinin teknolojik patlam asıyla beraberdi ve her ikisi de
ortak bir sona sahipti; yaşam ın tah rif edilm esi.
Böyle bir profilik insan ü rem esin in sonsuza kadar devam ed e­
m ey eceğin in farkına geç varılm ıştır. B u n u n la birlikte ilk teh lik e
sinyalleri, T hom as M althus’un nüfus üzerine d enem esinde olduğu
gibi, ilk ucuz avam i gebelikten korunm a araçları (contraceptives)
ile birleştiler ve nüfus ârtış oranını Fransa ve İngiltere gibi ülkeler­
de bir dereceye kadar yavaşlattılar. N isb eten ö n em siz bir b ed ele
karşılık, gezegenin dört bir yanındaki nüfusu, sosyal ve ek on om ik
bakım dan arzu edilebilir bir asgari noktaya indirm ek için gerekli
bir ço k gebelikten koruyucu aygıt m evcuttur. Geriye kalan en g el­
ler, teknik değil, fizyolojik ve ideolojiktir.
T eknoloji maalesef, m akinalarm ya da m akina ürünlerinin to ­
m u rcu k lanıp çoğalm alarına (p ro lifera tio n ) karşı h enüz herhangi
bir sınır geliştirem em iştir. H em güç hem kâr, daha fazla tüketici
için daha fazla mal üretm eye ve bunların tüketim ini m üm kün olan
en kısa zaman aralığında sağlam aya dayanır.
D olayısıyla uzun vadede -u zu n vadeden kastım , bir asırdan kısa
bir devredir- genişleyen m egateknik sistem im iz değişm eksizin hali­
hazırdaki seyrine devam ederse, büyük bir ihtim alle tüm gezegeni
yaşanılm az hale getirecektir ve nihayet, şu an iş başında bulunan
bazı duygusuz güçler durdurulm azlarsa, seyreltilm iş bir nüfus bile
zail olacaktır. L)r. Lee Du Bridge gibi itibarı yüksek bir bilim adamı
pestisidlerin ve bakterisid 1erin derhal kullanım ını savunabiliyorsa,
hem de bunların zararsız olduklarını kesinliğe kavuşturmak için en
az on yıla ihtiyaç old u ğu n u bile bile “endüstrinin bekleyecek za­
m anı yok ” diyebiliyoı sa, böyle bir bilim adam ının bilim e olan ras­
yonel teslim iyeti, mali baskılar karşısında ikinci dereceden bir ö n e ­
m e sahiptir dem ektir. A çıktır ki insan yaşam ının korunm ası, en ­
düstri için önem li bir m esele değildir.
Gerek bilim in gerek tekniğin yanlış uygulam alarıyla ilgili uyarı­
lar son yüzyıl boyunca eksik olm am ıştır. D D T ’nin yasaklanm asın­
da görülen ani d ü şünce şok u n d a n ö n ce, 1955'teki YVenner Gren
S em p ozyum u , (D ü n ya’nın Ç ehresinin D eğişm esinde İnsanın Rolü,
(M a n ’s Role in C h an gin g tlıe Face o f the Earth) araştırm asında,
tekniğin sorum suz kullanım ı son u cu ortaya çıkan geniş çevresel za­
rarları ısrarla g ü n d em e getirdi; ve diğer birçok yetkin b iy o lo g ca
yapılan daha sonraki analizler, özellik le Rachel C arson ve Barry
C om m on er, şaşırtıcı bir hızlılıkla durum u gözler ö n ü n e serdi.
N icelikleşm eden kişisel bir tehdit görm eyen kişiler dahi, bu ni-
celik leşm en iıı m egatek nik e k o n o m im iz in yan ü rü n lerin d en kay­
naklanan çevresel b ozu lm a ve ekolojik dengesizlik form larında g ö ­
rülebilen istatistiksel sonuçlarını kabul etm eye hazırlanmalılar. N i-
celikleşm eııin ironik etkisi şudur ki, m odern tekniğin arzuya şayan
n im etlerinin birçoğu 'eti m asse’ d ağıtıld ık ların d a ya da -televiyon-
da o ld u ğ u gibi- aşırı d erecede sabit ve o to m a tik bir şekilde k u l­
lanıldıklarında gözden kaybolurlar. H er noktada gen iş bir seçim
alanı sunabilen ve bireysel ihtiyaç ve tercihlere daha büyük bir saygı
g ö stereb ilecek olan verim lilik tam aksine, su n u m ların ı kendileri
için bir kitle talebinin yaratılabileceği kişiler için sınırlayan bir sis­
tem haline gelir. B öylece o n b in insanın ‘tabiata yakın o lm ak ’ için
arabayla vahşi manzaralı bir alanda ve tek bir günde toplandıkları
anda kırsal yok olur ve m egalop olis on u n yerini alır.
Kısacası m egateknik, kıtlık soru n u n u çözm ek bir yana, bu soru ­
nu yeni bir surette ve daha güç bir çözü m önerisiyle sunm uştur sa­
d ece. Sonuç: D oğru dan doğruya k u llan ılm az ve dayanıksız olan
bolluktan kaynaklanan ciddi bir yaşam eksikliği. Fakat kıtlık o ld u ­
ğu yerde durm akta. N e bir bütün olarak çevrede ne de m ünferit bir
toplulukta ve ne de bunun tipik kişiliklerinde dengeyi, büyüm eyi,
ve amaçlı ifadeyi kolaylaştıran koşullara herhangi bir riayet vardır.
İncelediğim iz kusurlar tek tek ürünlerde değil, sistem in kendisinde
uzanm aktadırlar: Sistem in kendisi duyarlı karşılıklardan uyanık
d eğerlendirm elerden adaptasyonlardan, iç kontrollerden, etki-tepki
arasındaki ince dengeden, tüm organik sistem lerin sergiledikleri -
en başta insan tabiatı- ifadelerden ve yasaklamalardan yoksundur.
“Ç izdiği hudutlarla” der G oetlıe, “usta kendisini açıklar.” Ve bu
hakikat sadece dahi yazarlar için değil tüm organizm alar için geçer-
lidir; organizm alar hakkında k o n u şm a k .selek tif organ izasyon ve
niceliksel sınırlam a hakkında konuşm aktır. T ü m yaşam , sıcak ve
soğuğa, b eslen m e ve açlığa, kanm a ya da susam aya ait dar bir m e n ­
zilde yer alır. Ü ç dakika nefes alm am ak, bir insanın ö lü m ü n e sebep
olur, bir kaç su suz gün, bir aylık açlık için de aynı şey geçerlidir.
Fakat aşırılık da en az kıtlık kadar kötüdür. Ö zetlem ek gerekirse,
G alileo, D escartes ve daha sonraki takipçilerinin başta sistem atik
olarak ihm al ettikleri sonra da bir kenara attıkları özgün organik
özellikler, m odern teknolojinin en parlak başarılarının m ahrum o l­
dukları yegane özelliklerdir.
5
Asalaklık tehdidi

B
OLLUK EKONOMİSİNİN EGEMENLİĞİNDE, Birleşik D ev-
letler’de şu ana kadar tesis edilen sınırlı ölçekte dahi, ileri
sürülen m uaazzam rüşvet -güvenlik, b oş zam an ve zenginlik
rüşveti- m aalesef beraberinde eşit derecede m uazzam bir cezayı ge­
tirm ektedir: Evrensel asalaklık beklentisini. D aha ön cek i kültürle­
rin, bu d üşm anla hafif çarpışmaları o lm u ştu . Bir çok im parator ya
da d esp ot, duyusal teşvikler ve kandırm alar form undaki m üsam a­
hakârlığın, b o yu n eğdirişte baskıdan çok daha etkili olabileceğini
keşfetm iştir. Bu bir kez oluştu m u asalak, kendisini, o n u besleyenle
(h o st) tanım lar ve kendisini besleyenin zenginliğini arttırmaya uğ­
raşır. Asalaklık, hayvan krallığında genişçe gözlem len eb ild iğin d en
bu n u n insani sonuçları hakkında keskin bir tahm in yapm ak için
yeterli veriye sahip durum dayız.
B u gü n m e g a te k n ik , k e n d is in in so r g u s u z s u a lsiz k a b u lü n e
karşılık zahm etsiz bir yaşam n im etini sunm aktadır: Acı çatışmalar
ya da katı özveriler olm aksızın en asgari fiziksel aktivite ile elde ed i­
len bir prefabrik ürünler dolgunluğu (plethora). Şayet him aye ed i­
len insan türü, serb estçe hareket ed en , k en d i k en d in e gü ven en ,
özerk bir varoluşu bırakm aya hazırsa, daim i surette kendisininin
Leviathan ‘h ost’una bağlanarak geniş bir göz kamaştırıcı fazlalıklar
ikram iyesiyle birlikte seçm e ya da kısıtlam a olm aksızın birçok m a­
la sahip olab ilir fakat tabii ki m o d a n ın katı (ir o n ) diktatörlüğü
altında.
Böyle bir teslim iyetin nihai sonuçları tam da Roderick Seiden-
berg’in tahm in ettiği gibidir: İlkel bir bilinçsizlik haline düşüş, d i­
ğer hayvanların hayatta kalmak için korum aları gereken sınırlı şu u ­
ru n b ed el olarak v e r ilm e s i. H a llis ü n a s y o n a y o l açan ilaçların
yardım ıyla bu durum , resmi m anipülatörler ve koşullandırıcılar ta­
rafından “bir bilinç genişlem esi” şeklinde -ya da halkla ilişkiler u z­
m anlarınca ihdas edilecek bun a karşılık gelen başka bir tabirle- de
tanım lanabilir.
Sistem in hiçbir sözcüsü, elektronik kon trolü n gerçek yapısını
M cL u h an ’dan daha ispatlıca ar/.etm em iştir. ‘M edyayı A n la m a ’a
(U n d erstan ding M edia) “elektrom anyetik tek n oloji” der, “insanın
m u tla k uysallığını (italikler b en im ) ve m ed itasyon sessizliğini g e­
rektirir. İnsan kendisinin elektronik tek n olojisin e, kendisinin san ­
d alın a, k an osu n a, dak tilosun a ve fiziksel organlarının diğer tüm
u za n ım ların a h izm et ettiği se rv o -m ek a n istik sadakatin aynısıyla
h izm et etm elid ir.” Kendi görü şü n ü sağlam laştırm ak için M c Lu-
han, insan am acının direkt hizm etkârları olarak alet ve gereçlerin
orijinal görevini arsızca inkar etm eye yönelir. Aynı kaypak yanlışla-
m a ile M cLuhan, Piram id Çağı’n ın zorlam alarını totaliteryen elekt­
ron ik kom pleksin arzuya şayan bir özelliği olarak yeniden ikam e
edecektir.
‘Büyük R üşvet’, çocuk kaçırıcının şekeri m esabesindedir. M ega-
tekniğin sun duğu şekliyle böylesi asalakça bir varoluş, sonuçta döl
yatağına doğru bir d ö n ü ş olacaktır; kollektif bir döl yatağı. Bereket
ki m em eli em b riyosu, ön ced en o lu şm u ş bu d u ru m u n üstesinden
gelebilm e yetisini gösterm iş yegane asalaktır. Bebeğin d oğu m agla-
ması m uzafferane bir şekilde kendi k u rtu lu şu n u ilan eder. Fakat
dikkat edin, insanoğlu döl yatağını terk eder etm ez rahim de on u n
büyüm esi için elverişli olan koşullar, birer engel haline gelir. G e­
lişm eyi h ap setm en in hiçbir şekli, her ihtiyacın, her arzunun, her
gelişigüzel itkinin m ekanik elektronik ya da kimyasal ekipm an y o ­
luyla zahm etsizce ve anında tatm in edilm esi kadar etkili olam azdı.
Organik alem in tü m ü n d e gelişm e, çaba, ilgi ve aktif katılmaya d a ­
yanır: uyarıcı dirençlere, çatışmalara, yasaklamalara ve ertelem elere
değil. Fareler arasında bile kur yapm a çiftleşm eden ön ce gelir.
Bu koşu] insani gelişm e için o kadar tem eldir ki insanın keyfi
bir şekilde tü m koşulları bir tarafa atabildiği ovu n alanında dahi
sınırlar zam an ve m ekanla sabittirler ve cezalarla sağlam laştırılan
oyunun katı kuralları oyuncuların kaprislerinden ve arzularından
bağım sızdırlar. O yu nun bizatihi özü, karşı karşıya gelen insanların
gerilim ve m ücadelesin de yatar -yalnızca kazanm a ya da kaybetm e­
de değil- gerçekte oldukça kolay elde edilen galibiyet, kazanan için
dahi oyu nun zevkini kaçırır.
Dolayısıyla m egateknik tarafından vadedilen zahm etsiz o to m a ­
tik, kaypakça güvenli varoluş, yanlızca haz ilkesine göre d ü zen len ­
miştir. Bu ise, bir oyu n u n sağladığı gerçekliğin canlandırıcı h issin ­
den bile yoksundur. M ısır’da ve eski Y unan’da kölelik, köleye ken ­
di o r g a n ik ih tiy a ç la r ı iç in b ir n eb z e d a h a m u tlu b ir v a r o lu ş
sağlam ıştı. Bu konuyla ilgili olarak hayvanların tanıklığı gösterilebi­
lir. Hayvanat bahçesi sahipleri, hayvanlarının, tabiatta yaptıkları g i­
bi parçalamak için bütün halindeki bir leşe sahip olduklarında ken ­
dilerine parça parça kesilm iş etin verildiği zam anlardan daha iyi bir
kon d isyon tutturduklarını görm üşlerdir. Şayet ilgi, çabayı aıttırı-
yorsa, buna karşılık çaba da ilgiyi devam ettirir.
Kısa periyodlar için, hastalık ya da iyileşm ede kişi, bir sanator­
yum daki bir hastanın ya da güvertedeki bir yolcu n u n yaptığı gibi
yarı-asalak bir rutine düçar olabilir. Fakat bu durum u, yaşam ın da­
imi hedefi ve tüm insanların daha önceki ö lü m -k alım çabalarının
m eşrulaştırıcısı haline getirm ek, insanın hayvanlıktan zuhur ettiği
asli koşulları unutm aktır.
H içbir göbek bağı, insanı tabiata bağlam adı: N e ‘gü ven lik ’ ne de
‘intibak’ insan gelişm esinin kılavuzuydu; ve tropikal yaşam k oşu l­
ları bazı zam anlar tem bellik ve gaflete gereğinden fazla uvgundu-
larsa da insan ru hun un, hayvani sınırlam alarının ötesine yükseldi­
ği, d en ge ve b ü yü m en in yanısıra insan kişiliğinin nihai özelliğin e
-a ş k m lık (tr a n sa n d a n s)- ulaştığı yerler, zorlu ğ u n hakim o ld u ğu
alanlar, çöl ya da taşkın nehirlerin kıyıları gibi, görünürde kusurlu,
yetersiz veya yarı-düşm an çevreler old u .
Her ne kadar evcilleşm e, tam asalaklıkla m eydana gelen toptan
bozulm aya neden olm uyorsa da, Curt P. Richter tarafından N orveç
faresi üstünde yapılan son çalışmalar bu tür koşullar altında ortaya
çıkan özerklik kaybından daha ciddi bir şeye işaret ediyorlar. N o r ­
veç faresi ilk defa 1800 yıllarında, fare kapanları için kurbanlar sağ­
lam ak için evcilleştirild i. V e yüzyılın ortasın d a, belirgin bir evcil
beyaz fare ürem esi, m u h telif genetik varyasyonlarla sağlandı: So­
n u ç, yaban türde bulunm ayan dişsiz, saçsız, titrek fareler o ld u .
Richter, farelerin evcilleştirilm e koşullarını, bugün ‘Refah D ev ­
leti’ nce sunulan koşullarla -yeteri m iktarda besin , güvenlik, huzur,
tekil çevre ve iklim , v s - kıyaslar. Ancak organik b o zu lm an ın (tah ­
rifin) bu görünür olarak m ünasip koşullar altında vuku bulduğuna
dikkat çeker. Evcil farelerin beyinlerinin ve belki de zih in sel aktivi-
telerinin yaban farelerininkinden daha küçük olm asın a şaşm am ak
gerek.
R ichter, aşın korunan bir insan nüfusundaki benzer hastalıkla­
ra (rahatsızlıklara) da dikkat çeker: Arterit (m afsal iltihabı) belirti­
lerinin artm ası, deri hastalıkları, şeker hastalıkları ve devingen has­
talıklar. T üm örsel koşullar da cinsiyet h o rm on ların ın aşırı salgılan­
ması son u cu ağırlaşmışlardır. C anlılığın azalm ası ve n örotik ve psi-
kotik rahatsızlıkların artışı gün gibi ortadadır. Bu kanıtlar kesin ve
ikna edici olm ayabilirler. Fakat en azından şurası açık ki yalnızca
fiziksel varoluşu en asgari bir organik çaba ile sürdürm ek için m ak­
sim u m im k ân lar sağlam a ç e r ç e v e sin d e yap ılacak bir e k o n o m i
tanım ı, her türlü organik gelişim için gerekli olan daha kom pleks
koşulların -olu m su z olanları da dahil- gözardı edilm esin i berabe­
rinde getirecektir.
Bu k onuyla ilgili olarak P atıick G ed d es’in uzu n zam an ö n ce
yaptığı bazı gözlem ler hâlâ geçerliklerini korumaktadırlar. E kon o m i
ilkelerinin A n a lizi (A nalysis o f the Priciples o f Economics)'n d e “orga­
nik dünyadaki dejenerasyon k oşulları” diyordu, “yaklaşık olarak
bilinm ektedir. Bu koşullar, genellikle iki farklı türdendir. İlki yeter­
siz beslenm e ve zayıflığa yol açan besin, ışık vs kıtlığıdır; İkincisi
zengin besin arzından ve çevrenin tehlikelerine karşı korunm a y o l­
larının artm asından kaynaklanan rahat bir yaşam dır. Dikkate d e­
ğerdir ki ilki, özgün türü sadece bastırırken ya da en fazla yok ed er­
ken İkincisi sinirsel ve diğer yapıların atıl bırakılmaları so n u cu da­
ha tehlikeli fakat gizli bir dejenerasyonu beraberinde getirir.”
M egam akina yoluyla m üm k ü n olan en aza dü şü n ce, zahm et ve
kişisel ilgiyi gerektirecek bir varoluşu üretm e teşebbüsünden kay­
naklanacak kişilik değişim leri muhakkak surette ö lçü lü p d eğerlen­
dirilm elidir. Bu akım ın yöneldiği aşırılıklar şim diden bellidir: ge-
lişm em işlik ya da bunaklık. Psikoanalistler, insanlarda rahim e tek ­
rar geri d ön m e gibi ........ latan bir eğilim i farketmişlerdir. Bu m ü ­
kem m el çevreden (rahim ) sonra da bebek, gücü n ü n herşeye y etti­
ğine dair bir illüzyonu barındırır, zira, arzularının yerine getirilm e­
si için sadece ağlam ası yeterlidir. Seslice hıçkırarak çevreden anında
karşılık alır; bir yüz belirir, bir el on a dokunur, bir göğü s o n a besin
verir.
Bu sihirli zah m etsiz varoluşu olgu n lu ğa taşım ak, m o d ern in ­
sanın m ükem m elleştirdigi otom asyon sistem inin çabası olm uştur.
Fakat bebeğin başladığı durum , ki burada bebek kendi bed en i ile
yakın çevrenin diğer herhangi bir parçasının ayırdına varam az, bir
sonraki aşam ada kendisini tanım lam ası ya da o çevrede anında gi-
derilem even bir arızaya sahip olm ası için yetersiz hale gelir. Bu si­
hirli arzu tatm ininin bedeli, m utlak bağım lılıktır, ve daha ileri bir
bü yü m enin gerçekleşm em esi giderek hayati organların atıl bırakıl­
m asına ve m utlak akılsızlık halinin tekrar n ü k setm esin e yol aça­
caktır.
Şayet o tom asyon çocu kça (infantile) b ağım lılığın olu şm asıyla
başlıyorsa m elekelerin ve işlevlerin kullanılm az hale gelm esiyle b e­
liren bunakça yabancılaşm a ve çürüm enin ortaya çıkm asıyla sona
erer. Şu halde otom atizm , çalışm alarının so n safhasında yapay bir
şekilde prem atüre yaşlılığı teşvik eder, çünkü oto m a tizm insan o r­
ganizm asını acziyet, iradesizlik ve mesleki atalet durum una indir­
ger ki bu d u ru m , yaşlı bir kişinin başına gelebileceği en kötü fela­
kettir. Cari p orn ografi dalgası bu b u n a k lığ ın so n kan ıtıd ır: Bu
kaçınılm azlık, soyut im geler üzerinde ya da aşk yapm ak için aktif
k ap asiteninin yok olm asıyla seksten geriye kalan şeyler üzerin d e
yoğunlaşır.
Şu halde, ‘em eklilik yaşı’na ulaştıklarında yaşlıların karşısına
birdenbire çıkan travm atik tecrübe, velev ki onlar hâlâ etkili bir b i­
çim de işlev görm e yetisine sahiplerse de onlara artık ihtiyaç d u y u l­
m adığının fark edilm esidir. Emekli işçinin en dayanılm az sıkıntısı,
artık yerine getirebileceği herhangi bir işlevin, işgal edeceği herhan­
gi bir yerin, icra edeceği herhangi bir soru m lu lu ğu n olm adığı bir
gelecekle karşı karşıya kalmaktır. Yaşlılıkla zekice yüz yüze gelenler
bu n ihai m a h ru m iy et, yaban cıla şm a ve felç d ü şm e d ev resin i
m üm kün olduğunca geciktirm eye çalışırlar. Fakat m egateknik o to ­
m asyon, tam başarılı ve evrensel olduğu dereceye kadar bu nihai
acziyetleri, yaşam ın daha erken safhalarına dahi ithal edecektir.
M egatekniğin tü m işleyişine geçm esiyle birlikte ortaya çıkacak
zoraki k o llek tif asalaklık yak laşım ın ın gerçek liğ in e dair k işin in
herhangi bir şüphesi varsa bununla ilgili yeteri m iktarda ikaz edici
kanıt m evcuttur. En azından yazılı kayıtların m evcu d iyetin d en b e­
ri. T ü m tarih b oyu n ca, h içbir şey, yö n etici sın ıfla rın k ron ik ra­
h a tsızlığ ın d a n , k e y ifsiz liliğ in d e n , te d ir g in liğ in d e n ve p sik o tik
yıkıcılığından daha çarpıcı değildir. Ç ünkü baskın azınlık, im ti­
y a z lı s e ç k in le r , d a im a b ö y le s i b ir a n la m s ız lığ ın la n e t iy le
karşılaşm ıştır: safi can sıkın tısı. Pritclıard’ın m etin lerin d e iktibas
edilen M ezopotam ya’ya ait in tih a r ü ze rin e K onuşm a (D ialogııe on
S u ic id e j'\z ya da K a d im İn sa n ın Z ih in sel Serüveni (T h e Intelectual
A d ve n tu re o f A tıcient M a n / n e bakın.
Krallar en yüzeysel arzularının birer em ir olm asın d an daim a
gurur d uym uşlardır. G ü çlerin in ve başarılarının klasik ispatı,
sınırsız yiyecek ve içecek miktarlarına, sınırsız elbise ve m ücevher
m iktarlarına, sın ırsız cin sel ilişki olanaklarına h ü k m etm eleriyd i.
Burada erotik haz bile niceliksel terim lerle ölçülüyordu. Kral ve sa­
rayı tarafından tekelleştirilen zenginlik, güç sistem inin in san oğlu ­
na verdiği en yüce n im et olarak gösterildi.
Yine de iki tarz arasındaki ciddi farklılığa dikkat edin. Daha ö n ­
ceki (eski) sistem de halihazırdaki eğilim lerin evrensel hale g elm e­
siyle artık varolm ayacak kurtarıcı bir m eydan -okum a vardı. Zira
arkaik azınlıkların asalaklığı gerçekte onların köken olarak yırtıcı
yaşam tarzlarının m uğlak m ükafatı olarak ortaya çıktı. Bu y ö n e ti­
ciler ve onların savaşçıları köylü halkları ancak şiddetli baskılarla ve
öldürülm e riskini taşıyarak fethedip söm ürdüler. Başarılı m onark-
ların asalaksal bir yaşam tarzına geri d ön m ek için yeterli kontrol
ve vergiyi elde etm elerinden sonra dahi, bu monarklar, kendilerini
kıskanç rakiplerin saldırılarına, kendi vergi alanlarını genişletm ek
isteyen diğer yırtıcı yönetici ve prenslerin hücum larına ya da Yahu-
dilerin Mısırdan çıkışlarında olduğu gibi, söm ürülen insanların ve
k ö le le r in k itle a y a k la n m a la rın a karşı sa ğ la m a a lm a k zo ru n d a
kalmışlardı.
İsyanın ilk şayialarında ya da önleyici olaylarda dahi yönetici
sınıf, kendi otoritesini yenid en tesis etm ek için eline kılıcı ve to p u ­
zu alacaktır. Bu gerilim , asalaksal dü zen in belli başlı faydalarını,
hayvani tetiklik ve güçlülük d u rum unda m uhafaza etti. Keskinlik­
lerini kaybedip asalaksa! atalete düşenlerin yerini ise daha yetenekli
ve aktif rakipler aldı.
Şu halde eski tarz savaş, arkaik ek on om in in fazla (artık) enerji­
lerin in stan d art e m ilim aracı d eğ ild i yaln ızca. B u n u n ya n ın d a ,
baskın azınlığın, organik varoluşun tem el gerçeklikleri ile -sadece
güç - hazzı ilkesine dayalı bir bolluk ek on om isin in zım n en inkar
ettiği ya da açıkça aştığı gerçeklikler -tem asını korudu. Şu anki as­
keri m egam akinalarım ız inşa edildikçe bu kişisel riskler ve gergin­
likler dahi en kısa zam anda yok olacaklardır. G üvenlik içinde o la ­
cak yegane grup, garazkâr stratejileri aktif biyolojik savaşı içerm e­
dikçe, askeri kast olacaktır: yeraltı kontrol m erkezlerinde ya da su
altı sığınaklarındaki güvenlik. G ezegensel k oıitrol bir kez sağlam
bir şekilde gerçekleştirilsevdi, ki şu an birbirine düşm an askeri m e-
gam akinaların kuracakları bir ittifakla m üm kün olabilirdi, bu, tam
asalaklık için yani insan p otan siyellerin in tü m d en çü rü m esi için
gerekli ortam sağlanm ış olacaktı.
“Hayat yaşam aya değer mi?” sorusuna cevap ararken YVilliam
James, biyologların asalaklık ile ilgili gözlem lerini bütünleyen p si­
kolojik koşulların en yüksek türdeki canlıların, organik aktivitele-
rini iki kutup arasında gidip geldiklerini gösterdiklerini sö y lü y o r­
du: p o zitif ve negatif, zevk ve acı, iyi ve kötü. Sadece P ozitif, zevk
veren ve bol olan şeyler çerçevesinde yaşam aya kalkışm anın, h a ­
yatın kâm il ifa d esi (ta m a çılım ı) iç in gerek li o la n k u tu p lu lu ğ u
yıktığına dikkat çeker. “G erçekten dikkate değer bir olgudur ki” der
James, “sıkıntılar ve zorluklar sanıldığının aksine, yaşam a sevgisi­
ni azaltmazlar, bilakis yaşam a güçlü bir çeşni katar gibidirler. M e­
lankolinin egem en kaynağı dolgunluktur, ihtiyaç ve m ücadele bizi
heyecanlandıran şeylerdir; zafer an ım ız bize bir b oşlu k getirir. K ut­
sal kitabım ızda kötüm ser ifadeler, sürgündeki Y ahudilerden değil,
fakat Süleym an’ın ihtişam günlerindeki Yahudilerden gelir.”
ilkel insanlar dahi, ki haklı olarak onların çok fazla zorluklara
katlandıkları d ü şü n ü leb ilir, b u tem el paradoksun farkındaydılar;
belli sınırlar dahilinde acı ve zevkin değişebilir rolleri. Bu n ed en le,
çoğu zam an stoik bir m etan eti gerektiren b edensel sakatlanm a­
ların eşlik ettiği ‘kavga ayinleri, (rites o f passage) ve üyeliğe kabul
(iııitiation) im tihanları icat ettiler. Fiziksal çaba, stres, tehlike, gay­
ret bir yaşam ı kazanmak için şart olm aktan çıktığında, m odern in ­
sanı sıhhatte tutacak şey ne olacatır? Şim diden bir düğm eye basışta
ya da çevirm ede m ekanik hizm etçilerden kurulu bir heyet idareyi
eline aldı. Bu koşullar altında spor, geçici olarak çalışm anın yerini
alabilir, fakat spor çoklukla güç kom p lek sin in .gen el kanunları çer­
çevesinde yüklü miktarlarda para alan profesyonellerin em rindedir
ve o yu n aktif rol olarak sadece hakem e saldıran binlerce şişm an ve
ham izleyeciler tarafından izlenm ektedir.
Böyle yarı-asalaksal kültürde gençlik kendi kavga ayinlerini, ö l­
dürücü sokak saldırıları, sadistçe şakalar, gelişigüzel yağmalamalar
ya da ö lü m cü l yarışlar ile yapm aktadır. Asalaklığı ‘R om a Yaşam
Tarzı’ şeklinde en geniş ölçekte uygulam ış R om a kültürü, d en em e­
leri ve tehlikeleri arenada sağlıyordu. Bolluk ek on om isin i, bugün
kendisinin bize sunduğu çerçeve için d e kaçınılm az olarak kabul et­
m ed en önce, yen ileştirilm iş güç sistem in in uzaktan dahi olsa te ­
m as ettiği her kültürde görü leb ilen çö zü lm e ve ahlâksızlaşm anın
kanıtlarını daha yakından in celem em iz gerekir. Bunu, bir sonraki
b ölü m d e yapacağız.
Burada, Avrupa’nın ortaya çıkardığı en yetkin siyasal y o ru m cu ­
lardan birini atlamak im kânsızdır: A lexis de T ocqueville. Birleşik
D evletler’deki Yeni D ünya dem okrasisiyle ilgili gözlem lerinde, y e­
ni tek nolojinin ileri sürdüğü bir çok vaatten habersiz değildi. Bir­
çok defa, son yediyüzyıllık tarihin ilerici ek on om ik ve sosyal eşitlik
tarihi old u ğu n u söyledi. Fakat b u ilerlem eler için öd en m esi gere­
ken korkunç bedelin de farkındaydı. Şöyle diyordu: “D esp otizm in
dünyada, hepsi eşit ve benzer olan, yaşam alarını kuşatar küçük ve
ö n em siz hazları ardısıra tatm in etm eye çabalayan insanlar arasında
ortaya çıkabileceği yeni durum ları tetkik etm eye çalışıyorum ....
Bu insan ırkı üzerinde, insanların hoşnutluklarını koym ayı ve
onların kaderini gözetlem e)'! üzerine alm ış uçsuz bucaksız ve h im a ­
ye edici bir güç var. Bu güç m utlak, dakik, düzenli, basiretli ve m u ­
tedildir. Bu otoriten in hedefi insanları ergenliğe (m a n h o o d ) hazır­
lam ak olsaydı bir ebevey nin otoritesi gibi olurdu; fakat tam aksine
(bu otorite) insanları ebedi olarak çocukluk durum unda tutm aya
çalışır; İnsanların n eşelen m esin d en oldukça m em nundur, hiçbirşev
düşünm eksizin sadece sevinm ek. Onların m utluluğu için bir hü k ü ­
m et misali istekle çalışır. Fakat, bu m u tlu lu ğu n yegane etkeni ve b i­
ricik söz sahibi olm ak ister, onların em niyetini sağlar, ihtiyaçlarını
arttırır ve arz eder, zevklerini kolaylaştırır, belli başlı işlerini idare
eder, sanayilerini y ö n etir, m iraslarını d ü zen ler ve b u n u vârisler
arasın d a b ölü ştü rü r. O nlardan tü m d ü şü n m e m erak ın ı ve tü m
yaşam a sıkıntısını esirgem ekten başka geriye ne kalır?...
T op lu m u n her üyesini bu şekilde güçlü p en çesin e aldıktan ve
başarılı bir biçim de on u isteğine göre şekillendirdikten sonra yüce
güç, kolunu top lu m u n b ü tü n ü n e genişletir. En orijinal zihinlerin
ve e n erjili k a ra k terlerin , a v a m ın ü stü n e ç ık a m a d ık la rı k ü çü k
birleşik kurallardan olu şan dakik ve tekil bir çalışm a ağı ile to p lu ­
m u n yüzeyini kaplar. İnsanların iradesi parçalanm az (d u m u ra uğ­
ram az), fakat yum uşatılır, bağlanır ve yönetilir; insanların eylem de
b ulunm ak için bu güç tarafından zorlanm aları nadirdir, fakat da­
im i surette hareketten m enedilirler....”
Başka bir kim se, gezegensel bir m egam akinahın, nihai kurulu-
ınuvla zirveye çıkan m egateknik başarının yaratacağı rüşveti ve teh-
diti bu kadar iyi tasvir etm em iştir. Bir zam anlar ütopya ve b ilim ­
kurgu yazarlarında saf spekülasyon olan şey, bugün rahatsız edici
bir şekilde gerçekleşm e n oktasına yaklaşıyor.
XIII
AHLAKSIZLAŞMA VE İSYAN
1
Çatırdayan sütun

p ÜPHE YOK Kİ MEGATEKNİK KOMPLEKS BUGÜN, en azın-


dan sanayileşm iş ülkelerde, gücünün ve otoritesin in zirvesin-
V - / dedir ya da bu zirveye hızla yaklaşmaktadır. N esn el olarak öl-
çüftbilir fiziksel terim lerde -enerji birim leri, ürün çıktıları, 'ham
m adde’ girdileri, kitle kitle im h a im kânları- sistem kendi teorik b o ­
yut ve olanaklarını hem en h em en tam am lam ıştır; ve daha insani
bir ölçüyle yargılanm adığı taktirde, bu, m uazzam bir başarıdır.
M egateknik kom pleks birçok alanda hem Birleşik D evletler’de
hem de Sovyet Rusya’da k elim en in tam anlam ıyla toplu kontrolü
eline alm ıştır. -B ununla birlikte Amerikan sistem i daha etkin bir
haldedir çünkü acil bir durum da eski politeknik geleneğe sıgm abil-
m ektedir. Karşılıklı rekabet ve açık düşm anlıkları dışında bu iki re­
jim azami derecede yen ilm ez ve h ücum edilm ez gibidirler ve ileri
sürdükleri zihinsel alışkanlıklar ve irrasyonel teklifler kitle iletişim
araçlarıyla gen iş bir insan oranına ulaştırılır.
Bir kuşak ö n ce Schu m peter, kapitalizm in, kendi elleriyle özel
m ü lk iyetin in , ö zel değer yargılarının, özel sö zleşm elerin ve hatta
eski m akam ve im tiyaz şekillerinin haricinde özel ücret ve kazanç­
ların olm adığı bir tür tüzel kollektivizm e yol açacak pratikler m ey ­
dana getirdiğine dikkat çekiyordu.
Kapitalist ek on om iye m ahsus olan şey, bugün güç k om p lek si­
nin tü m ü n e uygulanm aktadır: A vant-garde sanatta ifade edilen
bozu lm a ve ahlâksızlaşmalar, aracın hem m esajın hem de mesajın
g ö n d erild iğ i ö z n e n in yerini aldığı n oktaya hızla yol alm aktalar.
T h om as M an n ’ın B iiyiilü D ağ (T h e M agic M o ıım a in fm d a k i sana­
toryu m un hastalan ve doktorları gibi bütün güç sistem im iz sahte-
karlaşmıştır; iyileri kötüleşm iştir, yararlan azalm akta, yararlı icat­
ları yersiz ve yıkıcı hale gelm ektedir. Ve rasyonel hedefler ve tah­
m in edilebilir düzen yerine bugün düzensizlik için m aksim um o la ­
naklar yaratm ıştır.
Şu halde G üç K om pleksinin birçok alanda acı bir gerilim e m a­
ruz kalm asına şaşm am ıza gerek yok. T ü m dünyadaki m evcut geri­
lim ler, askeri bürokratik ve eğitim sel ‘elit'in k endi sistem lerin in
pürüzsüz başarısının doğurduğu insani tepkileri anlam adaki y ete­
neksizliğini açığa çıkarm akta. Bu tepkilerle başa çıkm aktan da aciz­
ler. Firarlar ve çıkışlar nicelik olark hâlâ ö n em siz olsalar da geniş
ölçekli çekilm e ve irtica (reversal) pek yakındır.
M egatekniğin d in am izm i, insani prob lem lere teknokratik c e ­
vaplar verm edeki sözü m on a son su z becerikliliği, sistem in y ö n etici­
lerini bu karşı tepkilerin yapısı karşısında kör etm iştir. D olayısıyla
m em n u n iy etsizlik için başvurulan o rto d o k s çare — Refah D evle-
ti’nin ‘ekm ek ve sirk’ değişkenleri— sadece yarayı azdırm aktadır.
M aalesef, vücutta hızlı büyüm e bakım ından kanser hücrelerinden
daha m uazzam bir kapasite gösteren bir d ok u n u n b u lunm am ası gi­
bi, yarım yüzyıldır gittikçe artan bir hızda devam eden çözü lm e ve
yıkım artık verim li m ekanizm ayı aşm a ve hatta k ozm ik düzen in ve
rasyon el iş b irliğ in in ilkelerin i çök ertm e te h d id in d e b u lu n m a k ­
tadır.
M egatek n ik rejim lerim izin sosyal ç ö z ü lm e ve g erilem elerin e
ilişkin som u t kanıtlara, uzun zam andır var olan öznel tepkileri in ­
celem ek suretiyle yaklaşacak olsam da ilkin bu görünür olarak m o-
n olitik (tek-parça) yapıdaki apaçık çatırdamalara kısaca değineyim :
M uhtem elen m egatekniğin daha fazla kâr getirici ürünlerini kabul
etm eye ve onlara aşırı kıym et verm eye k oşullanm ış herhangi bir
endüstri ülk esin d ek i ço ğ u n lu k , hararetle m eg a tek n iğ in m addi
mükafatlarım talep etm eye devam edecektir. B ununla birlikte bu
yaıarlam cılar (b eneficiaries) istekli çabalarla sistem i işleyişte tu t­
m ada artan bir isteksizlik gösterm ektedir. Bunun yerine daha geniş
n im etler, ikram iyeler ve im tiyazlar koparm aya çalışıyorlar. Ö te
yandan asgari bir çalışm a m iktarı ve aynı derecede asgari bir s o ­
ru m lulu k derecesi serdetm ek ten yanadır. Bir A m erikan işçisin in
diğerine nasihati şudur: “H afiften al!”(keııdini yorm a).
Bu genel b oş verm işligin nedeni açıktır. O tom atizm ve m erkezi
k ontrol tarafından eski yeten ek ve kararlar işçin in e lin d en a lın ­
m asıyla birlikte, geriye kalan insani nitelikler, çoklukla olu m su z n i­
teliklerdir: İsteksizlik, kayıtsızlık, gü cen m e, tek bir tabirle ö z etle ­
m ek gerekirse piskolojik vok -olm a hali (absenteeism ). İşçinin fizik­
sel olarak m evcut olduğu anda dahi o artık “tüm üyle orada” d eğ il­
dir.
Çalışma sürecini idare etm edeki yeteneksizliklerini telafi etm ek
yahut bu sürecin ürünlerini şekillendirm ek için, bir m egateknik o r­
ganizasyonun en fazla b en im sen en üyeleri dahi, büyük işçi sen d i­
kaları gibi, bazı keyfi talepleri ile uygunluk sağlaması için tüm bir
ulusun hayati aktivitelerini bozm akta ya da felce uğratm akta tered ­
düt gösterm ezler. Rasyonel dağıtım ve sosyal adalet değil, kâr g eti­
rici genişlem e, m egateknik başarının kriteri old u ğu n d an , Kurum ,
cazip hiçbir ahlâkî alternatif sunam az. İşi yavaşlatmaların, oturm a
eylem lerinin, kan u n su z grevlerin direngenliği, sistem in bastırdığı
in sa n i in siy a tiflerin b a zıla rın ın yerin e gelip g eçic i (sp a sm a d ic )
yıkım ı ikam e etm ek için bilinçsiz bir çaba gibidir. B undan dolayı
işçi isyanları sık sık işçilerin seçilm iş liderlerine, ki kurulu d ü zen ile
tanım lanagelirler, karşı yöneltilir.
Kabul etm ek gerekir ki tüm sistem in ken d ilerin e ve kendileri
tarafından işletildiği profesyon el ‘elit’ hiçbir zam an b u gü n o ld u ­
ğundan daha fazla hizm et etm em iş, dahn fazla ö d ü llen d irilm em iş,
daha fazla saygı gösterilip yü celtilm em iş ve k am u sallaşm am ıştır.
Kendilerinin kadim ruhban selefleri gibi G üneş T a n ıısı’n ın kutsal
sunaklarında kurban edilm iş yanık adaklarla karınlarını iyice d o y u ­
ruyorlar.
Hâlâ arkaik m akina efsanesine bağım lı ve yeni güç beşgeninin
m uteber üyeleri olan kişilerin nazarında G üneş T anrısı’n ın zorla
talep ettiği kurbanlar yalnızca teslim iyetlerinin şiddetini teyit eder.
A stronotlar, gü neş sistem inin uzak kısım larına yapılacak uzay y o l­
culuğu için gerekli ritüel talepleri yerine getirm ek için en acı verici
bedensel im tihanlara (sıkıntılara) boyun eğerler. Yere b ağım lı geze­
gen sakinlerinin film , televizyon ve radyo vasıtasıyla bu ayinlere bir
derece katılm ası zayıflam akta olan yüksek m acera hissini geri geti­
rir ve kozm ik m evcu t ö lü m olasılığı, m otor varışlarında old u ğu gibi
gladyatörel şiddetin gündelik dozlarını arttırır.
B askın bir m egatek n ik e k o n o m i ancak sistem a tik ve sürekli
yayılım ı ile kâr getirici işleyişini sürdürebilir. Y ayılım ın çoğa lm a sı­
na (en h an cem en t) adanan dengeli bir e k o n o m i yerine m egateknik,
devasa bir ölçek üzerinde sınırsız bir yayılm ayı talep eder: Yalnızca
savaşın ya da sahte-savaşın (m ock-w ar) -füze inşası ve uzay keşfi-
sağlayabileceği bir m aharet.
Şu halde, güç yapısı ne kadar yüksekçe organize edilirse, u y u m ­
suzluk gösteren faktörler o kadar az kabul edilir ve sistem in b ü tü ­
nü, m ekanik kusurlardan ve doğal kazalardan çok arızalara açık tu ­
tulur. Bu yapının d inam ik m erkezi olan savaşla birlikte, çevrenin
hiçbir kısmı saldırıdan m u a f değildir. Halihazırdaki m ekansal ola ­
rak g enişlem iş gezegensel ve kozm ik form uyla m egateknik sistem ,
savaşın o lm a m a sı h a lin d e b izza t kendi a m a çsız v erim liliğ i do­
la y ısıy la tık a n a c a k tır . B u n o k ta d a ,H e r m a n K a h n ’ın k ita b ın ın
başlığı D ü şü n ü lm e zi D ü şü n m ek (T h in k in g th e U nthirtkable) oldukça
yerindedir. Kitabın başında da açıkladığı gibi d ü şü n ü lm ez olan şey,
to ta literven so y k ırım d eğ il, -k ita b ın d a bu k o n u y la ilgili olarak
yalnızca bazı istatistikleri işlem ektedir- fakat adalet ve barışın leh i­
ne cihanşüm ul bir d en ge kurmaya yönelik olarak eşit miktarlarda
zihinsel enerji ve m addi kaynak yatırım ında b u lu n m a girişim idir.
D ü şü n ü lm e z hale g elen şey, gü ç siste m in in g e n işle m e sin e bazı
sınırlar kovmaktır.
M egateknik ek on om i inşa edildiğinde, ‘ilerlem eci’ düşünürlerin
m ünhasıran teknik bakım dan daha kaba olan daha ön cek i rejim ­
lerden kalan çü rü m ü ş to p lu m sa l -atığa bağlı olarak m egatek n ik
ek on om in in toplum sal eksikliklerini ve fiziksel rezilliklerini dikkate
almaları mümkündü." V ictoryan evrim felsefecisi H erbert Spencer,
A guste C om té ve S aint-Sim on cu lar gibi, doğaüstü d in in tü m b i­
çim leriyle beraber m ilitarizm ve savaşı, en kısa zam anda anlam lı,
faydacı hedefler ve daha rasyonel iş ve m ühendilik uygulam aları ile
yer değiştirecek barbar bir top lu m d an geriye kalan m iras şeklinde
düşündü (C o m te’un ‘Ü ç Hal K an u n u ’). O n d ok u zu n cu yüzyıl ta ­
m am lanm azdan evvel Spencer, em p eryalizm in k en d isin in sö y le ­
diklerine m u h a lif delilleri görecek kadar dürüsttü. Fakat m odern
teknolojinin genişlem elerine (am plifications) gön d erm ed e b u lu n ­
m aksızın m evcu t kötü lüklerin b ü yü k lü ğü n ü açıklam a teşeb b ü sü
önem li bir tarihsel anahtarı kaybetm ektir.
Daha ön ce görd ü ğü m ü z gibi m odern teknolojinin yap m ış o ld u ­
ğu şey, en azından Piram id Ç ağı’na kadar uzanan zayıf d ü şm ü ş ku­
rumsal kom pleksi yerinden 'etm ek değil, bilakis o n u onarm ak, ku-
sursuzlaştırmak ve on a küresel bir dağılım bahşetm ektir. Daha in ­
sancıl bir idare altında bu sistem in potansiyel faydaları hâlâ sınırsız
durum dadır. Fakat ekolojik itidallerden ve insani norm lardan tam
olarak kopm asından kaynaklanan kusurları, avantajlarını şim diden
iptal etm iştir. Bu durum ise canlı türlerin aleyhine işlem iştir. Son
yarım asır boyunca egem en olm u ş yıkım ve katliamların, çevresel
tahrip ve insani rezillikerin m egatekniğin arka çıktığı d in am izm ,
güç, hız ve anlık k on trol ile d oğru orantılı bir b içim d e o lu ştu k ­
larından kim şüp he duyabilir?
B ugün ise tek n ik tek i en fayd alı b aşarılar b ile eşit d e reced e
olu m su z tezahürlerle ilişkilidirler. Ulusal bir ölçekte son elli yılda
m eydana gelm iş m addi yıkım ve insani im h an ın toplam miktarı,
m erham etsiz vahşet ve am açsız yıkım bakım ından Asur, M oğol, ve
Azteklerin en acım az gayretlerini dahi ikiye katlar. V e bu sapm a sa­
dece savaşla sınırlı değildir. Bugün kitle üretim en tipik zaferi olan
m otorlu taşıt, ¡statiklere göre 1900’den beri Birleşik D evletlerin sa­
v a ştığ ı tü m sa v a şla rd a ö ld ü r ü le n le r d e n ç o k d a h a fa zla can a
k ıv m ıştır - yaralan an ların ya da sakat k alan ların to p la m sayısı
m uhtem elen çok daha yüksektir-.
Güç ve hıza gündelik teslim iyetim izin son u çların a bu katı ka­
m usal kayıtsızlık yaşam ın diğer her alanındaki m uazzam teknolojik
saldırılara olan h o şg ö rü m ü zü açıklar. D ü şü n cesizce şid d etin her
şeklinin ‘uygar’ yaşam ın daim i refakatçisi haline geldiği iki kuşak
bu şekilde yetişm iştir.
2
Kaybolan muhafızlar

AŞADIĞIMIZ DÖNEME GERİYE D Ö N ÜP BAKTIĞIMIZDA


kişi, bugün vuku bulm akta olan p rotesto ve m eydan oku-
malara değil, fakat bunların daha çabuk ve hatta daha u z­
laşm az bir biçim de ortaya çıkm adıkları gerçeğine şaşırır. Şüphesiz
ki bu gecikm iş cevabın bir ço k n ed en leri var. Bunların b aşın d a
çalışan sınıfların arasında dahi iyi günlerin pek yakın o ld u ğu u m u ­
dun u teşvik etm iş teknolojinin fiili ilerlem esi geliyordu.
O ndokuzcu yüzyıl boyunca, zam an ın d a yapılan bir çok ikaz, bu
um utlara m eydan ok u d u . Fakat, bu uyarılar esas olarak sistem in
dışındaki kişilerden geldiği için , ‘m o d a sı-g eçm iş’, um utsuzca ide-
alistik ya da saçma bir b içim d e kurtuluşçu denilerekten red d ed ild i­
ler.
Fakat gerçek şu yd u ki in sa n i a n la y ış ve işb irliğin i m ü m k ü n
kılm ış geleneksel toplum sal ve ahlâkî değerleri bir kenara atmakla
başlam ış olan güç sistem i -nitek im doğal fenom enlerin geleneksel
açıklam alarını da bertaraf etm işti- daha sevim li ve yaşamı d estek le­
yici bir dünya yaratm ış olan sanat ve ritüel biçim leriyle desteklenen
bu değerlerin aktif bir terekesi (resid u u m ) olduğu m ü d d etçe işle­
yişini sürdürebilirdi. G üç, bu tarihsel giysilerini soyd u ğu zam an
geriye iki şey kalır: otom aton ve id; ilki bilim sel ve teknik so ru tm a ­
ların bir ürünü, diğeri, zihnin çoğu zaman yıkıcı itkileri üzerinde
henüz kontrol sahibi olm adığı organik canlılığın bir tezahürü. Bu
insani boyut eksikliği maalesef, güç sistem i tarafından şekillendiri­
len ve katı bir b içim d e şartlandırılan beyinler tarafından fark ed ile­
m ez. D olayısıyla insanın için d e b u lu n d u ğ u halihazırdaki d urum
da: an be an toplu ahlâksızlaşm ava yaklaşan insanın du ru m u .
B ununla beraber, bir yüzyılı aşkın bir süredir sistem tarafından
üretilen barbarlığın dahili kuvvetlerini az ya da çok atıl bırakm ış
başka şartlar vardi. Bunlardan biri, yirm inci yüzyıla değin, gezege­
nin yaklaşık dörtte beşlik bir b ö lü m ü n ü n hâlâ yeni teknolojinin te­
m as etm ed iği n isb eten tecrit e d ilm iş köy ve çiftlik lerd e yaşadığı
gerçeğidir.
M ek a n ik leşm e ve k en tleşm e n ed en iy le d ü zen i a ltü st o lu n c a
artık bu kırsal ve kom ünal alt-tabaka, güç sistem i tarafından ne ka­
dar söm ü rü lm ü ş olursa olsun yin e de sistem in dışında kaldı. D aha
da ön em lisi bu tabanın arkaik ahlâkî kültürü, top lu m u n b ü tü n ü n ü
bir arada tuttu. Z ik red ilen kültür bir çok k ö h n e v e m an tık dışı
adetleri barındırıyorduysa da, yine de gerek insani gerek ilahi olsun
hayatın nihai gerçekliklerine yakın duruyordu: d o ğ u m ve ö lü m ,
cinsellik ve aşk, aileye adanış ve karşılıklı yardım laşm a, özveri ve
aşkınlık, insan on u ru ve kozm ik korku. Büyük ulusal topluluklar
bir yana, en aşağı kabileler dahi, ö n em in i yalnızca yaptıkları aletler­
den ya da bedensel rahatlıklarından almayan toplum sal bir şem aya
katılan şuurlu varlıklar olarak kendi ön em ve değerlerinin farkın­
daydılar. Bu kültürel rezerv tam da içinde b ulunduğu gerilik n ed e­
niyle yalnızca üretim ve güç üzerindeki tüm sınırlamaları kaldırma
endişesini taşıyan m egatekniğin gözardı ettiği ya da kibirlice zayıf­
lattığı tem el organik bileşenlerin bir kısm ını elinde tuttu.
R om antizm kısa bir süre için h em düşünce hem de eylem ola­
rak m ekanistik ve faydacı dünya resm inden tardedilm iş yaşam b i­
çim lerini ve doga telakkilerini sağlam laştırm a ve bir dereceye kadar
onarm ada dengelivici bir rol oynadı. Bu akım , her anlam da, canlı
bir akım dı ve bilim e dahi faydalı katkılarda bulundu; zira Rousseau
tarafından form üle edilen düşüncelerin aynısı H u m b old t ve G oet-
he'yi ve Darwin ve YVallace öncü lü ğü n d ek i bütün bir ondokuzuncu
yüzyıl natüı alistleri kuşağını harekete geçirdi. Fakat uzun vadede,
.bu akım etkisiz kaldı çünkü, kendi ilke Ve ideallerinden taviz verr
m eksizin Güç K om pleks’ine isnat edilem edi. D efo e’nun öyk üsü n ­
deki, (R o b im o n Crusoe) durum u n aksine rom antik kazazedeler ta­
rafından terk edilen gem i, enkaza d ö n ü şm em işti. Bilakis gizlice d e ­
nize dayanıklı hale geldi ve daha uzak limanlara doğru yol aldı.
Güç sistem ini dahili saldırılardan korum ada daha da önem li bir
faktör ise bir çok tarihi kurum u n varlığını devam ettirm esiydi ki
bunların âdet, görenek ve fiili inançları tem el bir değer yapısı arze-
diyordu. Bu hayati toplum sal örgüler, tem el oııyed in ci yüzyıl id e ­
olojilerinde ve de bu idelolojinin daha sonraki teknokratik ve prag-
m atik m uadillerinde eksikti.
Bu geleneksel m irasın erozy o n u y la birlikte, m egateknik, tam
çalışm a kapasitesi için gerekli olan sosyal bir içeriği kaybetti: K en­
dine saygı, genel bir ahlâkî koda bağlılık, daha arzuya şayan bir g e­
lecek için anlık m ükafatlardan özveride b u lu n m aya hazır olm ak.
Bu tem el ahlâk, tabuları, yasak lan , sınırlam aları ve özverileriyle
birlikte toplum da ‘ikinci tabiat’olarak kaldığı m üddetçe güç k o m p ­
leksi, bugün artık m alik olm adığı bir sağlam lık ve sürekliliğe sah ip ­
ti. Bu, şu dem ektir, etkili işleyişi sü rd ü rm ek için baskın azınlık,
Sovyet Rusya ve Ç in’de olduğu gibi seleflerinin ta M .Ö D ördüncü
B in y ıl’da tesis ettik leri m er h a m e tsiz baskı s iste m in in a y n ısın a
başvurm alıdır. Aksi takdirde, itaati tem in etm ek ve karşı isyanı
d izgin lem ek için, daha ‘b ilim sel’ kontrol türleri kullanm a yoluna
gitm eliler-,geçen zam anlarda bir bilim adam ı tarafından yapılan,
su depolarına sakinleştirici ve yatıştırıcı ilaçlar katm a teklifi gibi-.
D in , artık ‘halkın a fy o n u ’ d eğ il, ‘a fy o n ’ (k u m ar, h aşh aş, e r o in ,
LSD) hızla halkın dini haline geliyor.
Güç sistem ini dahili isyandan ve harici yıkım dan k oru m u ş olan
iki etm en artık yok. Kaçış kapısı (göç yolu) kapanm ış, gen iş bir b i­
çim de paylaşılan değerlere, düzenli ritüellere ve doga-üstü u m u tla ­
ra davalı dahili sosyal kontrol türleri dum ura uğramıştır. Bu k o şu l­
lar altında en yüksek m ekanik sistem kısa zam anda işlev görm ekten
uzaklaşacaktır. Zira kendi m utlaklığı d ışın d a hiçbir değere sahip
değildir. Dolayısıyla, bu teknolojinin sahici başarılarını k orum anın
yegane etkili yolu, bütün sistem in ideolojik tem elini değiştirm ektir.
Bu, insani bir sorundur, teknik değil ve sadece insani bir çö zü m ü
kabul eder.
Bir çok kadim ritüel ve d ogm a bugün açıkça anlam sızdır. Fakat
güç sistem inin kısır, yaşam ı engelleyici postülalarına (kaziyelerine)
dayalı bir büro, fabrika, labaratuvar, okul ya da üniversite ru tin le­
rine ne gibi bir ö n em atfedilebilir? Bilgisayarları program lam aya
harcanan bir iş günü ile vardiyada ya da üretim hattında harcanan
bir gün arasında ne fark var?
3
Devrimci köpürtü (Backwash)

.Ö. D Ö R D Ü N C Ü BİNYIL’DAN BU YANA -ve belki de

M daha ö n ce- başarılı bir d evrim in karşısındaki eşitsizlik


(fark), daim a gücün fiili kalelerini ellerinde tu tm u ş olan
silahlı azınlığın lehinde olduysa da, böyle bir devrim in gerçekleşm e
ihtim alinden duyulan korkunun tarih boyunca yönetici sınıfları ra­
hatsız ettiği görülür. Bu korku, b o ş yere değildi; Kadim M ısır’dan
elde ettiğim iz doküm anlara göre böyle bir isyan bilfiil vuku buldu
ve kudretli Piramid Çagı’nı rezilce bir son a ulaştırdı.
O n sek izin ci yüzyılda, dem ok rasin in p op ü ler ilerlem esi, im ti­
yazların kaldırılması ve fırsat eşitliği talebiyle birlikte, Fransız D ev-
rim i’nde doruğa ulaşmıştı; ve güç kom pleksine böylesi bir saldırı­
dan duyulan korku, m evcut ek o n o m ik yapıyı b o zm a teh d id in d e
bulunan sosyalizm in yükselişiyle daha da arttı. En laissez-faire tü ­
ründe bile kapitalizm , isyanları bastırm ak ve bu tür protestoların
liderlerini hapse tıkmak, sürgüne yollam ak ya da öldürm ek için as­
kerine ve polisine güvendi.
S osyalizm , S ain t-S im on ve E n fan tin ’den M arx ve E ngles’e ve
onların son zam an takipçilerine kadar etkili bir düşünürler silsilesi
tarafından form ü le edildiği şek liyle ütopvacı hayallerin, gerçekçi
it ir a f la r ın v e ü m itv a r t e k n o lo j ik t e k lif le r in d a h iy a n e b ir
karışım ıydı. Sosyalizm güç sistem inin toptan d ö n ü şü m ü için çaba­
ladığı kadar, yön etici sınıfların m egam akinavı em peryalist askeri
fetih ve toplu seferberlik yoluyla yeniden inşa etm e karşı çabalarını
da şiddetlendirdi. Fransa’da, bir genel dem iryolu grevi, askerlik ça ­
ğına gelm iş kişilerin rütbe altına alınmaları suretiyle sona erdiril­
m işti. Şiddet yoluyla devrim teh d id i geliştik çe b u n u engelleyici
karşı-devrim taktikleri de aynı şekilde arttı.
Fakat güç sistem in in yaln ızca Peter K rop otk in gibi in san cıl
a n a r şist-k o m ü n istlerin farkına vardığı daha etk ili bir m u h afızı
vardı, şöyle ki; işçi sınıfı devrim ci hareketi n ah if bir biçim de güç
kom pleksinin ideolojik öncüllerini kabul etm işti. Sosyalizm , m eka­
nik ilerlem en in kaçınılm az ve gerçekten o to m a tik olduğuna dair
Marksçı kanaat nedeniyle, gücün bir yönetici sınıftan başka bir y ö ­
netici sınıfa transferini teklif ediyordu sadece; m ekanizm a baştan
başa olduğu gibi duruyordu. Sosyalizm in en akla yatkın ütopyası,
devrim ci sürecin (işleyişin) kendisiydi; ve devrim bir kez gerçek-
liştiğinde, Sovyet Rusya gibi ülkelerde görd ü ğü m ü z gibi yeni d ü ze­
ni, diğer ülkelerde'yasam a ve ortak uzlaşma ile oluşturulan d ü zen ­
d en ayırd etm ek gü çtür, zira 1848’deki 'K o m ü n ist M a n ifesto ’da
özetlenen bir zamanların devrim ci talepleri, kadem e kadem e g ü n ­
delik pratikler içinde yutuldu ve çoğu zam an daha uzağa götürül­
dü.
Bu suretle eski kapitalist o lu şu m u n korkularının yersiz olduğu
görüldü: Refah şartları, emekli m aaşları, hastalık, kaza ve işsizlik si­
gortası, yüksek gelirler ve daha geniş bir kitle üretim payı-tüm bu
bir zam anların devrim ci talepleri gerçekte güç sistem in i yıkm ak
şöyle dursun bilakis sağlamlaştırdılar. Dahası Birleşik Devletler’de,
Sovyet Rusya ya da Ç in’den geri kalm az bir b içim d e bu ikramlar,
tü m nüfusu resm i güç birim lerine bağlam aya yaradı sadece. H aki­
katte hiç bir yerde gerçekleşm eyen şey, Rus D ev rim in in ilk saf­
hasında bile, rom antik bir 'anlık D evrim ’ fantezisinin tatm iniydi,
yeni Erkek’in yeni K adın’ın, Yeni Egitim ’in Yeni T o p lu m u n , Yeni
D ünva’nın aniden ortaya çıkacağı kendiliğinden (sp on tan e) bir d ö ­
nüşüm ; kapitalizm in çirkin kozasından neşet eden özgür kom ünist
kelebeklerin parlak bir kanat çırpışı.
Bugün şahit old u ğu m u z gerici fen om en lerin bir ço ğ u n u açıkla­
mak için, on d ok u zu n cu yüzyılın haylaz ütopyacı um utlarının hem
iroriik tatm ini hem de acı çöküşünü hatırlam am ız gerek. Bu kas­
vetli kollektif hayal kırıklığı, erken bir zam anda, ütopyacı hayalci
Barthélém y E nfantin’in -yeni düzeni ilahi bir biçim d e taçlandıra­
cak dişi bir M esihin gelişini m üjdeleyen uygun ritüeller, âdetler ve
tavırlar ile yeni bir sosyalist din icat etm iş bir kişi- başarılı bir m ü ­
hendise d ö n ü şü m ü n d e sem bolleşti. O n d o k u zu n cu yüzyılın görü ­
nürdeki tek dişi M esihi, Bayan Mary Baker Eddy, her nasılsa En­
fantin’in tarifine uym adı.
Bu kısmi hayal kırıklığı acıklı olm aktan çok kom ikti. Fakat b en ­
zer bir inanç zayıflığına sadece O w enitler, Fouritler, H utteritler gibi
aleni ütopvacılar, M orm onlar gibi birçok dağınık akraba grupları
değil, fakat aynı zam anda sosyalizm e saplanm ış kitlelerce insan da
uğradı maalesef. Zira Birinci D ünya Savaşı patlak verdiğinde, u lu ­
sal askeri m akinayı en hararetlice destek lem iş olanlar, Fransa ve
A lm a n ya’nın en d ev rim ci lid erleriy d i. G erek m ek an ik ‘ilerle-
m e’nin gerek diktatöryal ‘devrim ’in eski sloganları hâlâ gü n ü m ü z
e r işk in leri a r a sın d a en g ü r ü ltü lü b iç im d e tek ra r la n m a k ta d ır .
Erişkinlerin zihinleri geçm işten öylesine koparılm ış ki geçm işin ne
hatalarından, ne hayal kırıklıklarından ne de yenilgilerinden bir şey
öğrenm işler. İdeolojik bir azınlığın m erham etsiz iradesini geniş bir
nüfusa em p o ze e tm en in bedeli katliam dır ve b u k atliam ın son
kurbanı devrim in kendisidir.
B ilindiği üzere, h em rom antik ü top yacılık h em de devrim ci
ütopyacılık, görülm em iş bir berraklıkla W illiam M orris’in yaşamı
ve çalışm alarında ifade edildi. Daha iyi; zira bunlar arasındaki iç
ç a tış m a h iç b ir z a m a n b ü tü n ü y le h a lle d ile m e d i. M a d e n c ilik
yatırım larından kaynaklanan tevarüs etm iş talihi, yaşam ının geniş
bir b ölü m ü n ü şiirler ve sanat ve zenaat uygulam alarına vakfetmeyi
m üm kün kıldı.
M orris’in yaşam anın bir kısm ı, sevim li ütopyası M eçh u l Yerden
H aberler (N ew s From N o w h e r e fd e tecelli etm işti. Bu ütopyayı, çir­
kinlik, sefalet ve adaletsizlikten duyduğu nefret dolayısıyla devrim ci
Marksçı sosyalizm e ihtida ettikten sonra yazdı. M orris m akinava
bir fiziksel angarya kurtarıcısı olarak değer verm eye vanaştıvsa da
güç sistem inin kendisini hiçbir zaman kabul etm edi. Bununla bir­
likte, yeni bir top lu m a inkılabın, fiziksel şiddet olm adan b a ş a r ıl­
m ayacağım düşün dü.
Acaba hangi resim daha gerçekçi gözüktü; devrim ci d ö n ü şü m
mü yoksa tatlı çoban kasidesi (b u coleci idvll) mi? M orris M eçh u l
Yerden H a b erlerd e resm ettiği geleceğin Ingiltere’sinin kendi hayali­
nin bir uydurm ası old u ğu n u K elm scott M alikanesi’nde bir aile re­
isi olan kendi kişisel tecrübesinin bir süsü old u ğ u n u çok iyi biliyor­
du. Fakat acaba M orris’in hayali, N ikolai Lenin’in Rus D evrim inin
tam arefesinde paranın feshedileceğine ve D evletin, M arx’in ken­
dinden em in bir şekilde tahm in ettiği gibi, ortadan kalkıp diyalek­
tik sürecin son a ereceğin e dair inancından daha m ı çocuksuydu?
N e M arx n e L en in , d ev rim başarıya u la ştığ ın d a eski g ü ç h iy e-
raşisinin yeni bir im tiyazlı azın lığın yükselm esi ile yen id en tesis
edileceğini ve m egam akinanın asli özelliklerinin evvelce tasvir ed il­
m iş katı klasik form da yeniden ikam e edileceğini tahm in etti. Res­
m i bürokratik k o m ü n izm in son u çta söylediği şuydu: D evrim d en
korkm ayın! Güç K om pleksine ait hiçbir şey değişm eyecek!
Bu feci tersliklerin yanındaVVilliam M orris’in ihyacı hayali, cid­
di bir erdem e sahipti: M orris, hayalini hâlâ etkin olan insani özel­
liklere d ayan d ırd ı. Ü to p y a sın ın o lu ştu ğ u b içim , arkaikti. Ü to p ­
yanın resm ettiği yaşam ise insanın yaratıcılığına uygun d ü şm eye­
cek kadar gerilim lerden, hayal kırıklıklarından, engellem elerden ve
ça tışm alard an b iriy d i. Bu sev im li m izaçta M orris k en d i trajik
yaşam ından alınacak ibretleri zavallıca gözardı etti. Fakat M orris'in
M eçh u l Yerden H a b erleri iyi haberlerdi, zira insan m erkezine geri
d ö n ü şü gösteriyordu: Piram id Ç agı’ndan beri insani gelişm en in
kurulm asına ve kötürüm kalm asına n eden olm u ş güç k om p lek si­
nin ve kurumsal katılaşm aların tasfiyesi.
Bu resmi sunm akla M orris, yalnızca çağdaş endüstrivalizm den
değil, aynı zam anda bu endüstrivalizm in yerini alacağını u m ut e tti­
ği devrim ci ideoloji türünden kaynaklanan hayal kırıklığını gözler
ö n ü n e serdi. Bu hayalkırıklıgı bugün Batılı ülkelerde her za m a n ­
kinden çok daha geniş bir nüfus oranına yayılmıştır ve genç kuşak'
arasında vuku bulan iç yıkım ı kısm en açıklar. Bu yıkım , ö n ü n e ge-
çilm edigi taktirde ister tepkisel olsu n isterse de ‘ilerlem eci’ yahut
devrim ci olsun, tüm egem en güç sistem lerini ö n ü n d e so n u n d a ç ö ­
kertecektir.
4
Nihilist tepkiler

LDUKÇA KISA BİR BİÇİMDE d eğin d iğim düşünceleri ve

O olayları dikkate alm adan kişinin, b u gü n heryerde görü le­


bilen dış rahatsızlıklara ve iç çözü lm elere vakıf olm ası o l­
dukça güçtür. Bugün görünürdeki hayal kırıklığının, sin izm in ve
varoluşsal nihilizm in ölçülüp tartılabilm esi bu arkaplafia bağlıdır.
İn san ın , b en im sed iği tek n olojik ve kurum sal o to m a tizm yoluyla
hiçleşm esi tehdidi, eşit derece harap edici bir karşı saldırıyı m eyd a­
na getirm iştir -uygarlığa ve hatta organik sürekliliğin tem el d ü zen i­
ne karşı saldırı. M .Ö . D ördüncü Y üzyıl’dan sonra H ellenistik güç
kom pleksinin çözülm esinde olduğu gibi, tesadüf, yönetici tanrı o l­
m uş, Kaos ise yeni C ennet.
B ununla birlikte bizim bugün m üşahade ettiğim iz sonuçlar, on -
dok u zu n cu yüzyıl boyunca yeterince gözü açık kişiler tarafından da
tahm in edilm işti. 'Birçoklarının u m u t d olu coşkusunu d u y d u ğu m ­
da’ diyordu John Ruskin, “dünyevi bilim in yen i iktidarına ve d ü n ­
y e v i ça b a k u v v e tin e g ü lü m s e y e b ild im , sa n k i y e n i g ü n le r in
başlangıcm daydık, ufukta yıldırım var, fecrin olduğu gibi.” D elac-
roix, P aris’teki sergide yeni tarım m akinalarında, gelecekteki sa­
vaşların korkunç m otorlarını gördü. Şairlerin ve ressamların hassas
sezgileri, yaklaşan aylara m ühendislerin, bilim adam larının, asker­
lerin devlet adam larının sözü m o n a keskin pragmatik hesaplam a­
larından daha yakın bir kavrayışa sahiplerdi. Ö znel yaşam ın k en d i­
si Batı dünyası'nın kiliselerinde okullarında ve üniversitelerinde içi
boşaltılıp m um yalanm asavdı, bu dengesiz teknolojik şem aya g ö s­
terilecek kollektif tepki daha çabuk gelebilir ve daha rasyonel bir
seyir takip edebilirdi.
Son yarım vü /yıl boyunca çarçabuk m eydana gelm iş olan şey,
çok daha erken bir zam an D ostoyevsk i tarafından E cinniler ( T he
Possessed / d e , Suç ve C eza (C rim e a n d P unish m e n i)' da. Yer a ltın d a n
N o tla r (Letters from the U nderw o rld )'da. tahm in edilm işti. Bu son
rom anda ağlamaklı bir Beatnik hikayecisinin şahsında -H itler’in
bir p rototipi, adeta bir tecessü m ü - kanunları, görgü kuralları, tek­
n olojik ilerlem esi ile, m od ern to p lu m u n b ü tü n d ü zen lem esin in
bir gü n “parça parça olacağın ı tah m in etti, b öylece yaşam tekrar
“kendi aptal arzularmıza göre” yaşanacaktır.
Y ıkım ın bu yüceltilişinde (ap oth eosis) D ostoyevski T urgenev’in
B abalar ve O ğullar (Fathers a n d S o tıs fd a resm ettiği N ihilistlerin n i­
h iliz m in i de aştı. Y üzyılı aşkın bir süre ö n c e yazılan bu ö yk ü d e
T urgenev zam anın kuşak farklılığını betim lem işti: G ünüm üzle h e ­
m en h em en kesin bir paralellikle. Bir felsefi n ih ilist olarak an ti-
kahram anı Bazarov’un top lu m u n geleneksel değerleriyle bir ilişkisi
yoktur. Yalnızca devlet ve kilise kuram larını reddetm ekle kalmaz,
aynı şekilde babasının kuşağının ikiyüzlü liberalizm ini de redde­
der. Bu nihilist reddediş öylesin e kapsam lıydı ki Bazarov aynı k i­
birlilikle ideal toplum undan şair ve sanatçıyı da kovar; şair ve sa­
n atçıların tü m ü n ü iyi kim yacılarla takas etm eye hazır o ld u ğ u n u
söylüyordu.
Fakat dikkat edin; Bazarov tü m toplum sal yapıyı yıkm aya ve
yen id en başlam aya hazır olm asın a rağm en, yine de ortodoks p n ye-
dinci yüzyıl sonrası m utlakına olan inancında bir azalm a görü lm ü ­
yor; bilim ve teknolojiye im an. K endisinin bilim sel rasyonalizm i­
nin en az reddettiği dogm alar kadar sorgulanabilir o ld u ğu n u , peka­
la araştırmacı eleştiriye açık olduğunu unutuyor. G erçekleşm esin­
den korktuğu şey, m iras kalan insani değer ve amaçların tahribiyle
b ir lik t e , b ilim s e l d ü z e n in d e ğ e r le r in in d e ç iz ilm e s iy d i. Z a ­
m an ım ızın gençlik ve olgunluk kusurlarını, sapm alarını önceden
haber veren yine D ostoyevski’nin R askolnikov’u oldu; yeni bir d u ­
yum (his) tecrübe etm ek için yaşlı bir kadını öldüren adam .
Bu sapm alar bugün katılaşmış ve bilinçli anti-yaşam kültü ta­
rafından takviye edilm işlerdir. M arques de Sade’den C eline ve Je­
an G enet’e kadar, bu kültün kahram anlan sadizıiıi, sapkınlığı, por­
nografiyi, deliliği ve kendini-tahribi hem sanatın hem de yaşamın
nihai ifadeleri olarak telakki ettiler. Onların n egatif değer ö lçeğin ­
de, anti-yaşam güçlerine hiçbir ahlaki sınır yoktur. B unun içindir
ki pratik akılda bu kült, bugün to p lu im haya hazır çirkin askeri
planlara teveccüh gösterir.
A nti-yaşam kültünün zirvesel zaferi şim d id en vuku bulm uştur.
Salt yarı-insan seviyesine değil fakat yarı-hayvan seviyesine düşm üş
iki yaratığın zih nen insan suretinde m ü k em m el tecessüm ü. Bu kül­
tün asıl A dem ve Havva’sı, iki küçük çocuğa ölünceye kadar işken­
ce etm ek le kalm ayıp takdire şayan tek n ok ratik ö n g ö r ü ile daha
so n ra eğ le n m e k iç in çocu k la rın ızd ıra p d o lu yalv a rışla rın ı ve
haykırışlarını bir teybe kaydeden İn g iltere’deki erkek ve dişidir.
K ültün gelecekteki havarisine bu şeytanca ayinden geriye yalnızca
son bir sahne kaldı: özel yam yam festivallerindeki m üstakbel eğ ­
lenceler için ‘kurbanlar’ın d on d u ru lm u ş hali. A nti-yaşam kültün­
de, bu son hazza varm adan durm ayı öğ ü tley ecek hiçbir prensip
yoktur. Dünyadaki yüz kadar avant-garde tiyatroda, bu çirkin ayi­
nin senaryosu şim d iden yazılmıştır, evet ve kısm en de oynanm ıştır.
B azarov’un nisbeten insancıl nih ilistlerin in sadece başladıkları
şey, gü n ü m ü zü n zalim nihilistlerinin so n u n u getirm eye teşebbüs
ettikleri şeydir: Yaşamın kendisine ve insanın yaratıcı potansiyelle­
rini koruyup filizlendiren, teşvik edip genişleten zihnin eski ve yeni
tü m yaratım larına insafsızca saldırmak.
Bu gerici tepkiler, artan bir sıklıkta ve farklı kisveler altında tüm
dün yada vuku bulm alarına rağm en bunların m egateknigin uysal
nebilerine hiçbir mesaj taşım adıkları, hatta onları rahatsız etm ed ik ­
leri görülüyor-. N e bu o lu m su z tep k iler ne de o lu m lu olan lar
-b u n la ra daha sonra d eğ in ece ğ in i- toplu teknolojik kontrole d o ­
ğru yol alan trendin -g ü ç sistem in sözcüleri, bun u n insan toplu-
m unu nihai kaderi olduğuna h ü k m ed iy o rla r- m uh tem el bir yön
değişliği için en azından teorik bir iznin verilm esi gerektigini anla­
tabildiler. Baskın azınlık soyu t m atem atik sel-tek n ik kürede çoğu
zam an harikulade özgür tasavvurlar sergilem esine rağmen d ü şü n ­
m e tarzları, som uta, organik olana, insana ait olana yaklaştıkları an,
hem en kayıt altına alınır.
T eknokratik elit, kendi sistem lerinin nihai olm ad ığın ı, tüm in ­
san geleneğine geriden gelen (sözd e avant-garde) saldırının o ld u ­
ğunu şu ana kadar idrak edem ed i. D eğişim in bir var oluş kanunu
old u ğu n a inanm alarına ıagm en , tu h a f bir biçim d e güç sistem inin
bu süreçten m u af olduğuna da inanıyorlar.
5
Gerilemenin belirtileri

MİLE DURKHEÎM’lN ‘A N O M İ’ TARTIŞMASINI açm asından


bu yana, çağdaş bir in sa n i soru n olarak y a b an cılaşm a ve
kendiııi-tahrip şuuru gelişm iştir. Diğer kültürlerdeki benzer
tezahürlerde oldu ğu gibi -H ellenistik ve R om an top lu m en ufak bir
yazılı kanıt bırakm am ıştır- tipik ilgileri, arayışları ve ürünleri yete­
rince an lam lı bir yaşam sağlam ayan bir kitle to p lu m u ile karşı
karşıyayız.
Dahası, tüm yaşam aygıtları öylesine k om p lek s hale gelm iş ve
üretim , dağıtım ve tüketim süreçleri öylesine özelleşm iş ve b ö lü n ­
m üştür ki birey kendi kapasitesine duyduğu gü ven i kaybetm ekte.
Gün geçtikçe anlam adığı em irlere m aruz kalmakta, hiçbir surette
kontrol edem ediği güçlerin insafında kendisinin seçm ediği bir n o k ­
taya doğru sürüklenm ekte. K orkutucu tabiat güçlerini kontrol e t­
m ede şam anının ya da büyü cüsü n ü n kudretine aşırı derecede, ç o ­
ğu zaman çocukça, güvenen tabu m invalli yabanın aksine m akina-
k o şu llu birey, k en d isin i kayıp ve aciz h issed er. H er gü n m esai
kartını deldirir, üretim hattındald yerini alır ve son u n d a, yaşam ın
g e r ç e k ü r ü n le r in d e n h e r h a n g i b ir in i e d in m e d e b ir d e ğ e r
taşım adığı görülen bir çeki alır.
G ündelik rutindeki bu yakın kişisel kaynaşm a eksikliği, realite
ile olan tem asın kaybolm asına yol açar: iç ve dış alem in sürekli et­
kileşim inin yerine, yalnızca dış alem - ve esas olarak güç sistem inin
kollektif bir biçim de organize edilm iş alem i- otoriteyi kullanır. Bu
ise, d aim i g erib eslem e ve yen id en d ü ze n le m e im k a n ın ı ortadan
kaldırır. Kabul görm eleri için özel rüyaların dahi, televizyon film ve
disk yoluyla kanalize edilebilm eleri gerekir.
Bu yabancılaşm a duygusu beraberinde çağım ızın tipik p sik olo­
jik p rob lem in i getirir: Erik Erikson’un klasik terim leriyle ta n ım ­
landığı şekliyle ‘Kimlik Krizi’. Geçici aile bak ım ın ın , geçici'm ünase-
betlerin, geçici işlerin ve barınm a yerlerinin, geçici cinsel ve ailesel
ilişk ilerin h ak im o ld u ğ u bir d ü n y a d a , sü r e k liliğ i sağlam ak ve
kişise] dengeyi tesis etm ek için gerekli tem el koşullar ortadan kal­
kar. T olstoy’un A rzam as’taki yaşam ındaki m eşhur krizde yaptığı
gibi kişi, aniden uyanır ve kendisini yabancı karanlık bir odada b u ­
lur, evden çok uzakta ve düşm anca tavır takınan gizem li güçlerin
tehdidi altındadır. N erede old u ğu n u ve kim o ld u ğu n u keşfetm eye
m eca li k alm am ış. A n la m sız bir y aşam ın so n u n d a a n la m sız bir
ö lü m beklentisi ile um utsuzluğa düşer.
P rim itif kültürlerde, bireyselleşm iş zihinlerin ve bireysel kim lik­
lerin olu şm asınd an ön ce, üyelerin kim liklerini oluşturan ve koru­
yan şey, kabilenin personasıydı. Bu tanım lam a b içim in in bir kısmı,
ailelerde, m eslek gruplarında, kom şuluklarda, şehirlerde ve uluslar­
da varlığını hâlâ sürdürm ektedir. Gerçi tüm bu yerlerde, ‘M egalo-
p o lis’in devam eden yayılm ası ile birleşen h o m o jen bir kitle kültü­
rü, insan egosu nu destekleyen bu mirası bile teh d it eder durum da.
Sırf m egatekniğin am ansız din am izm in d en dolayı her türlü ge­
niş k ollek tif organisyonda vuku bulan değişim ler, daha başka k im ­
lik k rizleri yaratıyorlar. S ö zg elim i b e n , d o g m a b ü y ü m e N ew
York’lu olm am a ve şehirdeki her kom şu m ile eskiden beri tanış o l­
m am a ragm en, sadece yirm i yılda fiziksel çevre ve insan n ü fu su n ­
da öylesine çok değişiklik m eydana geldi ki artık şehri tanımakta
güçlük çekiyor ve k end im i bir N ew Y ork’lu olarak h issed em iy o ­
rum . T olstoy, evden uzak, içinde uyandığı yabancı karanlık odanın
bir tabut old u n u düşü n m ü ştü . Çocukluktaki döl vatagı -hayalinde
olduğu gibi k endisinin sıkıntı verici bir hiçlikte yü zdüğünü hissetti.
M odern insanın d urum u için bundan daha iyi bir im ge b u lu n a­
m azdı. Bu toplu tabut, bugün b ü tün bir ‘m edeniyet’im izin örtü sü ­
dür. Gün geçtikçe som utlaşan bun u n yanında yeraltı sığınaklarında
ve askeri kontrol m erkezlerinde sem bolize edilen teknokratik m e­
zarlık.
M odern insan, ‘o tom asyo n u n o to m a sv o n u ’na sahip güç siste­
m in e kayıtsız şartsız bir şekilde teslim olurken kendisini canlı tuta­
cak iç kaynakların bazılarını kaybetm iştir. Bunların başında, kendi
türünü, biyolojik, tarihsel ve kültürel olsun, üretm e ve hayatını d e­
vam ettirm e kapasitesine sahip o ld u ğu n a ilişkin hayvansal İman
gelir. G eçm işi bir kenara atmakla, insan geleceğe olan inancını kay­
betm iştir; zira insanın değişim yoluyla sürekliliği korum ası ve d e­
ğişim i sürekliliği kaybetm eksizin benim sem esi ancak geçm iş ve g e­
leceğin on u n halihazırdaki bilin cin d e yakınlaşması ile m ü m k ü n ­
dür. ‘Yaşam T arzı’ budur, başka birşey değil.
Psikyatrist V ik tor Frankl, za m an ım ızın varoluşsa] b oşlu ğu n u
açıklarken, herhangi bir içgü d ü n ü n insana ne yapması gerektiğini
söylem ediği takdirde, “ve herhangi bir geleneğin insanın ne yap­
mak zorunda o ld u ğu n u anlatm am ası halinde insanın, çok kısa bir
zam anda ne isted iğin i b ilm ez hale geleceğine” dikkat çeker. Boş
zenginlik, boş tem bellik, boş heyecan, b oş cinsellik, m akina-yöne-
lim li top lu m u m u zu n gelip geçici kusurları ya da talihsizlikleri d e ­
ğil, fakat kıvanç duyulan son ürünleridirler. Yaşam, iflah olm az bir
atalet haline indirgendikten sonra, canlı kalmanın ne anlam ı kalır?
Böyle bir durum da, intihar son bir um utsuz özerklik iddiası olarak
mazur görülebilir.
O halde, aşırı oganize edilm iş, aşırı m ekanikleşm iş, aşırı y ö n ­
lendirilm iş bir kültürle yüzleşm ek zorundayız Bu o tom atik işleyişe
hizm et eden boş ek on om ik ve sosyal oyunları oyn am a esnasında
insanlar, herhangi bir gelişigüzel cansız m adde örneği gibi değer­
lendirilen ‘şeyler’ haline gelirler. Sistem m ü k em m elliğe yaklaştıkça,
geriye kalan insan bileşenleri m ekanizm anın içinde eritilirler. Böy-
lece geriye sadece yaşaııısızlık (n o n -life) kalır. Bu sürecin som ut te­
zahürü herkesin tecrübesinde bir yere sahiptir.
Hakim ideolojim izin yeniden inşasını sağlayacak yeterlilikte bir
karşılık vu ku b u lm ad ık ça, salt g e ıi-ç e k ilm e asla yeterli o lm a y a ­
caktır. H erm an M elville’nin 'Bartleby’ında o ld u ğu gibi, pasif geri-
çekilm e ancak ö lü m le sonuçlanabilir. Yine de, bü yolu tercih e d en ­
ler Bartleby’la birlik olarak şöyle diyebilirler: “N ered e o ld u ğ u m u
b iliy o ru m ” . B artleby, bir yazıcı olarak sü rd ü receği yaşam ın, bir
m üebbetlikten başka bir şey olm adığının farkındaydı.
Ancak m egam akinaya olan bu olum suz tepki, kısm en tepki g ö s­
terilen güçler tarafından koşullanm akta, A .E .’nin aforizm asın d a
olduğu gibi: “insan, nefret ettiği şeyin yansım ası o lu r.” Gerçekte bu
tepki, eşit derecede keyfi ve m utlak olu m su z bir güç sistem i olm a
yolundadır. Bundan dolayı halihazırdaki şiddetli tepkiler m egatek-
niğin zaferlerine dam gasını vurm uş patolojik (hastalıklı) hırçınlık
ve çılgın dinam iklik belirtilerinin birçoğunu b ü n yelerin d e taşırlar.
Güç kom pleksine bir karşı-akım olarak başlayan şey, tüm düzenli
yapıları, tüm nesnel kriterleri, tüm rasyonel yönleri b ozu p yıkm aya
dönüşm üştür: Kısacası, bir yaşam -karşıtlığı kültü (a cult o f anti-li-
fe). T esadüfün de ö tesin d e şaşırtıcı bir eş zam an lılık la bu an ti-
yaşam kültü, fizikçinin anti-m adde kavramı ile aynı zam anda o r­
taya çıkm ıştır.
Ş im did en gezeg en in gen iş bir kısm ına y a y ılm ış ola n bu kitle
tepld ve etkileşim lerinin özet bir açıklam asını yapm ak, insanın zi­
hinsel gücünü n ötesinded ir. Fakat bereket ki yaşam -karşıtlığı kül­
tü nün her veçhesi sem b olik olarak zam anım ızın sanatına kavde-
dilm iştir. in celem em izi bu sem bollere, hasredersek, zam anım ızın
politik ve teknik irrasyonellikleri hakkında daha iyi bir anlayışa sa­
hip olacağız.
XIV
YENİ ORGANUM*

Bu bölüm ün çevirisi kısaltılarak yapılmıştır, (ç.n)


1
Bitkiler, Memeliler ve İnsan

K
İTA BIN BAŞLANGIÇ SAYFALARINDA m o d e r n in sa n ı
şekillendirm iş bulunan birbirine paralel iki k eşif yolunu ta­
kip ettik: O ana kadar hiçbir zam an bir bütün olarak ihata
ed ilem em iş yeryü zünün keşfi ile göklerin ve insan ın biyolojik ve
kültürel evveliyatın a doğrudan g ö n d erm ed e b u lu n m a k sızın y o ­
rum lanıp kontrol edilebilen tüm fiziksel fen om en lerin keşfi.
Burada, m odern teknolojinin en başından beri karasal keşiften
ö d ü n ç aldığı yüklü borcun yanısıra bu teknolojinin başlangıç saf­
hasından yeni bir yaşam şekline d ön ü şen bir değişim in tem ellerini
nasıl kurduğu üzerinde durm ak istiyorum . Bu sistem in insaniyet­
sizliği teknolojik verim liliğiyle doğru orantılı bir şekilde artmıştır.
Karasal keşif, açıktır ki hem niteliksel hem de niceliksel yönü
b ulu n an devasa bir devrim başlattı. G ezegenin tüm nüfusu arasın­
da çeşitli tem aslar kurdu ve enerji kaynaklarında bir artışa yol açtı.
K üresel bir tem el üzerin d e bir m al, b itk i, in san ve d ü şü n ce d o ­
laşım ı (sirkülasyonu) m eydana getirdi? Tabiatın ekolojik dengesi ve
kültürlerin entegrasyonu hiçbir zam an son iki yüzyıldaki kadar şid­
d etlice altüst olm adı.
Bu keşif artık doğal bir sona ulaşm ıştır. İlk iki astronotun aya
ayak basmaları, yeni bir kozm ik keşif çağının başlangıcı değil, bila­
kis son u yd u . O naltıııcı yüzyılda başlayan bilim sel teknolojik dev­
rim bu olayla birlikte kısır sonuna ulaştı. Bu otom atik süreçleri ya­
vaşlatacak ya da tersine çevirecek bir karşı-akım ın çıkm am ası ha­
lin d e, insanoğlu yıldan yıla ölü m cü l bir sona yaklaşacak.
Karasal keşifin etkisi teknik icat ve organizasyonun kısıtlam a­
larını dengelem ekte yalnızca geçici bir rol aldıysa da yeni bir dünya
d ü zen in in tem ellerini de bilfiil attı: Orijinal m ekanik dünya resm i­
ni, bu resm e canlı organizm adan türetilen daha kom pleks bir m o ­
del em p o ze etm ek suretiyle d eğiştirecek bir d ü zen . C oğrafi keşif
artık son bulduysa da bundan aşağı kalmayan bir keşif vuku b u l­
m akta. Bu, m ekanda olduğu kadar zam anda bir keşiftir ve objektif
fe n o m e n le r in y a n ın d a sü b jek tif o lan lara da y ö n elik tir. Bu y'eni
keşif, yalnızca seb ep -son u çla değil, fakat tanım lanam az kom pleksli­
ğe sahip olan, zam an boyunca akan ve sürekli bir biçim de etkileşen
ö rgü lerle de ilgilen m ek ted ir. Bu organik d ünya resm i, şim did en
her alanda kendisini belli etm ekte. D a n v in ’in T ürlerin K ö ken i ki­
tabına yazdığı G iriş’te G eorge G avlord S im p so n bu yaklaşan d ö ­
n ü şü m e işaret eder; “A stron o m ik ve fiziksel d evrim ler” diy'ordu,
“o n d o k u z u n c u y ü zy ılın ilk sa fh a la rın d a iyi ilerlem eler k a y d et­
m işlerdi, fakat dünyayı çok daha derinden değiştirm eye m ukadder
olan biyolojik devrim hâlâ ortada y'oktu.”
M aalesef bu biyolojik devrim , güç sistem in in üsleri tarafından
tek-taraflı teknokratik kontrolde ileri bir adım olarak tanınm ış ve
hararetle selam lanm ıştır. Onların terim leriyle devam edecek o lu r­
sak, bu devrim in san ın daha kam il bir gelişim in e değil, fakat o l­
dukça farklı bir organizm a ya da organizm alar dizisine ilerlem esine
yol açacaktır. Bu d eğişim dizisi, Güç Sistem ine insanın Tabiata ver­
m ekten daim a kaçındığı bir otorite verecektir. H angi m akul amaç
için?
Bu konuyla ilgili olarak çağdaş bir şair hikm etli ve yerinde keli­
meler saıfetm iştir. “Hayatı yeniden şekillendirm ek!” diye haykırı­
yordu B o ıis Pasternak Dr. Z lıivago'da, “hayat hakkında şu ana ka­
dar bir şey anlam adığını söyleyebilen insanlar -h içb ir zam an ha­
yatın nefesini, kalp atışını hissetm em işlerdir.- hayatı kendileri ta­
rafından işletilm esi gereken, dokunuşlarıyla asalet kazandırılm ası
lazım gelen bir ham m adde yığını olarak görürler. Fakat hayat h iç­
bir zaman kalp verilm esi gereken bir materyal, değildir. D o ğ ru su ­
nu isterseniz, hayat, kendi kendini yenilem enin ilkesidir, kendisini
sürekli olarak yenilem ek, yeniden yaratıp değiştirm ektedir.”
Sistem atik endüstri ve angarya iş, ilk m edeniyetler tarafından
başlatılmışsa da, insan ırkının ö n em li bir kısmı güç sistem in e tam
bir kölelikten daim i surette kaçınm ıştır. Avcılık ve tarım e k o n o m i­
lerinin hakim oldu ğu zam anlarda insanlgın b üyükçe bir b ö lü m ü
m egam ak in an ın e g em en lik alan ın ın d ışın d ak i k ö y lü lerd e kaldı.
iYlegam akinanın çevreyi tekrar şek illen d irm ed e ulaştığı zirvelere
hiçbir zam an çıkm adılar.
G ü nüm ü ze dek, insan kültürü, bir bütün olarak, kısır m akina
yapım ı kapalılıkta değil, organik ve öznel bir b içim d e şekillenen
bir çevrede gelişti. İnsan varlığının yaşam dan m ahrum bir çevrede
telakki edilm esi sadece kadim kölelik zam anında vuku bulm uştu.
İnsan, m akinalaıı ü retm ezd en ön ce b ü tün jeolojik periyodlar
boyunca bitkiler ve hayvanlarla aktif bir ilişki içindeydi, in san , te ­
mel niteliklerinin birçoğunu diğer hayvanlarla da paylaşır: cinsel
çiftleşm e, bebek büyütm e, toplum sal işbirliği, erotik haz, vs. Bu k o ­
nularda, en basit organizm aların dahi tek n olojin in m en zilin in ö te ­
sinde bizlere öğretecekleri birşevler var. Şayet bizler, yalnızca kendi
ö ğ ren d ik lerim ize ve m akinalar üzerindeki h a k im iy etim ize bağlı
kalsaydık, insan ırkı şim di yanlış benlenm e, can sıkıntısı ve u m u t­
suzluktan ö lm ü ş olacaktı.
En az on iki bin vıl b oyu n ca insanın varlığı, insan ve bitkiler
arasındaki sim biyotik ilişkiye bağlı olm uştur. Uygarlığın tü m yük­
sek başarıları bu ortaklığa dayanm ıştır. Bu kültür, Edgar A ııder-
so n ’ın ifade ettiği gibi, bitki yetiştiriciliğindeki en m ü kem m el keşif­
le r i bitkilerin renk, koku, tat, çiçek veya yaprak örgüsü ve besleyici
nitelikleri ile eşit derecede ilgilenm ek suretiyle gerçekleştirdi.
M akin a-egem en dünyam ızd a kendilerine hâlâ b iy o lo g deseler
de bu uıganik kültürle hiçbir yakın tem ası bulunm ayan insanlar
bolca m evcuttur. Bunlar, yaratıcı süreci güç kom p lek sin in piyasa
taleplerine uygun bir biçim de d ü zen len m eye başlam ışlardır. Ö rn e­
ğin, d om ates yetiştiriciliğindeki yeni teknik gelişm eler, m ah su lü n
oto m atik bir top lam a ve pak etlem e m akinası tarafından rahatça
toplam asına yöneliktir.
Bütün canlı organizm aların verini tutabilecek m ekanik, elek tro­
nik ya da kim yasal ikam e araçları yoktur. H erhangi bir zam an
aralığı boyunca vaşam sallıktan arındırılm ış (d evitalized ) m egalo-
politan bir çevreye m ahkum olm ak -ki burada, insanlar sadece bir­
birlerinden değil aynı zam anda diğer tüm organizm alardan izale
edilm işlerdir-, yeryüzünde üç milyar küsur vıl boyunca canlı orga­
nizm alarla işbirliği son u cu öğrenilen tüm dersleri unutm ak d em ek ­
tir. Bir asker, savaş anılarında “Birbirimize yardım etm ek suretiyle
yaşıyoruz.” diye yazm ıştı. Bu, tüm zamanlar için ve tüm yaratıklar
için geçerlidir.
İnsanın, kendi sosyal aktivitelerini ve kişisel icraatlarını yalnızca
d ış ta n g e le n m e g a t e k n ik g e r e k lilik le r e u y u m g ö s t e r e n le r le
sınırlandırm ası bir tü ı'to p lu intihar olacaktır. İnce m ekanik teçh i­
zatlarım ız, organik varoluş için yararlı bir tam am layıcı olabilirler.
Fakat ağır acil durum lar dışında kabul edilebilir kalıcı bir alternatif
değildir.
2
Organik dünya resmi

RGANİK FORMLARIN İNSANIN KENDİ GELİŞİMİ İÇlN

O m ekanik dünya resm inin sağladığından çok daha zengin


bir m odel ürettiklerinin farkına varılması, b ilim in sağladı­
ğı belki de en büyük nim ettir: A rşim ed’ten N e\vton ’a ve Einstein’a
kadar fiziğin tüm keşiflerinden daha büyük bir nim et. Biyoloji b i­
lim lerinin gelişim indeki gecik m en in -organizm alar üzerinde yapı­
lan çalışm alar, b iy o lo ji a d ın ı ancak 1813'te a ld ıla r- b ilim le r in
m antıksal bir d ü zen d e ortaya çıkm aları olgu su n a bağlı old u ğu n a
inanılıyordu. A guste C om te ve diğerlerine göre bilim ler, en soyut
‘ön bilim ler’ olan m antık ve m atem atikle başlayıp fizik ve kim ya ile
devam edip artan bir kom plekslik ve zenginlikle biyoloji, p sik o lo ­
ji ve sosyolojiye doğru bir m erdiven basamakları gibi yükseliyordu.
Bu şem a mantıksal olarak başarılı ve dikkat çekicidir. Fakat tarih,
bitki ve hayvan eh lileştirm esi için gerekli olan b iy o lo jik b ilgin in
astron om ik ölü m d en daha ö n ce v arold u ğu n u kaydeder, aynı şey
tıp için de geçerlidir.
Canlı fenom enleri yorum lam ada m ekanik m odellerin, organik
m odellere borçlu oldukları gerçeği, başlıca iki nedene dayanır: o r­
ganizm alar, saf m ekanik birim lere indirgenm edikleri m ü ddetçe güç
kom pleksine bağlanam azlardı. Ve ancak, güç sistem ine bağlanm a­
ları dolayısıyladır ki onaltıncı yüzyıldan bu yana fiziksel bilim ler
neşet etti.
Darwin diğer m eslektaşlarına nazaran önem li bir yeri hak ed i­
yorsa, bunun nedeni, evrim ve doğal seleksiyoıı değildir. D oğal se-
1eksi yon fikri, hem kendisi hem de Alfred Russel W allace tarafın­
dan doğrudan doğruya M althus'un nüfus teorisinden çıkarılm ıştı.
Gerçekte Darwin, V ictorian kapitalizm ve söm ürgeciliğin çirkin ka­
rakteristiklerini tabitata ham lediyordu. M ekanik dünya resm inin
etkilerini giderm ekten oldukça uzak olan bu doktrin m aalesef daha
soğukkanlı bir vahşilik sundu. Zira bu düşünce, D arwin'in kendi
kelim eleriyle ifade edecek olursak, ‘daha az akıllı aşağı ırklar’ın ‘da­
ha zeki yüksek ırklar’ tarafından yok edilm esini m eşrulaştırıyordu.
(Lvell’e yazdığı 11 Ekim 1859 tarihli m ektubuna bakın.)
‘Türlerin K ökeni’ne sonsuz bir otorite bahşeden şey, çok daha
ö n em li bir durum arzetm ektevdi. Darwin ‘Beagle’ seyahati b o y u n ­
ca edindiği kişisel tecrübeler tem elind e en basit organizm alardan
başlayarak türlerin sürekli m o d ifik a sy o n u n a işaret e d en b ü yü k
m iktarda dağınık veri top lam ıştı. Bu organik birlik fikri, yüzyılı
aşkın bir süre, B u ffo n , D id ero t, Lamarck, G o eth e, S a in t-H ila re
C ham bers ve H erbert Spencer'in zihinlerinde asılıydı. D arw in, o r­
ganik varoluşu, organik değişim i ve organik gelişim i açıklam ak için
gerekli olan tü m m u h telif m evcut bilgi türlerini kendi kişiliğinde
tecessüm ettirm ek suretiyle tüm bu dikkatli sezgilere bir som u tlu k
kazandırdı.
Bu büyük ekolojik katkıya kendisini hazırlarken, D arwin m eka­
nik dünya resm inin dışına çıkm akla kalm adı, fakat aynı şekilde o r ­
ganik fenom enleri tam olarak anlam ada tehlikeli bir engel olan tek-
taraflı m esleki uzm anlaşm adan da kaçtı. ‘B eagle’a tabiatçı olarak
atandıysa da gerçekte hiçbir üniversite eğitim i görm em işti. B ilim sel
sabitlik ve yasaklamalardan beri olm ası dolayısıyla hiçbir şey, D ar­
w in ’in canlı çevrenin her tezahürüne karşı uyanıklığını en g ellem e­
di.
N ereden gelirse gelsin her yeni ipu cu n u takip etm ekle Darwin
kendi kişiliğinde yeni bir bilim adam ı türü oluşturm uştu: ‘B iyolog’
ünvanı bile, on u tanım lam ak için dardır. O, bir antropolog p r o to ­
tipiydi.
D arw in’in kendisi bir kişi olarak organik dünya resm ine Dar­
v in c ilik te n çok daha ö n em li katkılarda b ulundu. Başka h içkim se
orgahizm a, işlev ve çevre arasındaki d aim i ve kopm az etk ileşim i
bu kadar layıkıyla tasvir etm em iştir. Sem bolik olarak Charles D ar­
w in ’in kişiliğinde, canlı organizm aların gözlem len en doğasına d a ­
yanan post-m ekanistik dünya resm i tecessüm etti.
Bu açıdan bakıldığında D arw in’in m ekanik ilgilerden tam am ıy­
la uzak olm asın ın ve dahası m evcu t m ekanik kolaylıkları k u llan ­
maktan h oşlanm am asının bir tesad ü f o ld u ğu n u söylem ek çok g ü ç­
tür. H içbir para sıkıntısı olm a m a sın a rağm en, bir m ikroskop a l­
mayı istem edi ve kendisinin eski m oda basit, b üyütücüsünü k u l­
lanm aya devam etti. H ayvanlarda duygusal ifade üzerine yazdığı
risalesinde, organizm aların bilim sel tasvirine, Galileo ve daha so n ­
raki bilim adam larının ‘o b je k tif tasvirin im kânı dışında olm akla
reddettikleri sübjektif (özn el) karşılıkları geri getiriyordu. D arwin,
biçim , renk ve süsleri cinsel seleksiyonu belirleyen faktörler olarak
yorum larken organik bir özellik olan estetik ifadenin farkındaydı.
Klasik bilim sel dü şüncede b ü tü n , bilinçlice izole edilen, dikkat­
lice g özlem len en , hassasça ölçü len parçanın çerçevesinde y o r u m ­
lanır. Fakat D arw in ’in ek olojik y ak laşım ın d a, parçanın yap ısın ı,
işlev in i ve am acın ı açıklayan, b ü tü n ü n ken d isid ir. Ö n em li o la n ,
k esk in ta n ım yap m a p ah asın a da o lsa b ü tü n ü ele alm ak ve bu
b ü tü n ü tü m zam ana taşım aktır. D arw in’in m u h teşem katkısı, bu
karışık ekolojik örgünün dış hatlarını biraraya getirm e başarısıydı.
Rijid bir sistem atik ve geom etrik zih n in yokluğu Darwin’in, ken-
d iş in in e le n m e n in yaratıcı ro lü ya da d o ğ a l se le k siy o n la ilgili
orijin al kanaatiyle çelişen veya en azın d an bu fikrini d eğiştiren
kanıtları kolaylıkla kullanm asını sağlamıştır.
Şayet astron om ik ve karasal keşif, m ekandaki yeni dünyaları
g ö sterd ivse evrim ci k eşif de zam an d a çok daha ö n em li bir yeni
dünyayı ifşa etti. Bu organik dünya resm inde zam an, yeni bir a n ­
lam taşım aya başladı: Ç ünkü, artık zam an, salt hareket ve ardıllık
ile değil, aynı zam anda gerek türlerdeki gerek bireylerdeki organik
b ü y ü m e ile de ilişk ilen d irild i. G eçm iş, bireysel b ellek te, gen etik
tevarüste, organ izm an ın fiili yap ısın d a canlı bir şekilde varlığını
devam ettiriyordu. Bununla birlikte merkezi ‘ilerlem e’ fikri ya da
‘avan t-garde’ d ü şünce, -geçm iş yık ılm alıd ır!- hayatın' fe n o m e n ­
lerine olan kayıtsızlıktan yâ da cehaletten doğan sapkın bir fantezi
o larak k en d isin i belli etti. ‘G e ç m işi gerid e b ıra k m a k ’, yaşam ı
geride bırakm akla eşdeğerdir.
İn san ın gelişim in d ek i belki de en b ü y ü k han d ik ap , geleceğ i
b iç im le n d ir m e k iç in gerek li o la n s e ç m e ve d e ğ e r le n d ir m e y e ,
yön elik hiçbir çaba sarfetm eksizin geçm işin bilinçaltına itilm esiydi.
G eçm işin bu şekilde tü m d en bastırılm ası d örd ü n cü binyıldan bu
yana uygarlığın gelişim ini saptırm ış travmaların nedenleri hakkın­
da yeterince bilgi verir. Z am anın organik sürekliliğin akışı olarak
telakki edilm esi m ekandaki cisim lerin harfeketinin bir fon k siyon u
o la ra k d ü ş ü n ü le n m e k a n istik z a m a n n o s y o n u n u n k a rşıtı bir
durum ortaya koyar.
Kurtarıcı m ek an istik illü zy o n la ra a ld an m ayalım . G eb elik ten
ö lü m e kadar tüm canlı fonksiyonların tayin edilm iş zamanları var,
y aln ızca yıkıcı süreçler h ızlıd ır. Z a m a n ın organik d en ey im ç er­
çevesinde tekrar okunm asında C. Llyod M organ, Bergson, G eddes
ve W h ite h e a d ’in fo rm ü la sy o n la rı ‘b iy o lo jik d ev r im ’ için en az
K opernik, G alileo, ve N ew to n ’un m ekanik devrim için yaptıkları
form ülasyonlar kadar hayati bir ö n em e sahiptirler.
D arw in , sabit türlere, sab it sınırlara sahip ve sabit bir nihai
h e d e fe d o ğ ru y ö n e le n tek il bir y a ra tm a e y le m in e dair statik
(durağan), resm i geçersizleştirm ekle kalm adı. Ç ok daha m uhteşem
bir şeyi izhar ediyordu: Yaratıcı süreç so n a erm iş değildi, kozmik
bir ev rim e uzanarak sürekli d ev a m e d iy o r d u . E vrim in şekli ne
gelişigüzeldi ne de önced en belirlenm işti.*Yine de kendi kendini or­
ganizasyona yönelen tem el bir eğilim -ki bun u n farkına m ilyonlar­
ca yıl sonra varılabiliyordu- sürecin yön ü n ü tayin ediyordu.
Ancak T h om as H enry H uxley, D arvinizm in Sen Paul’ü, tarafın­
dan p o p ü lerleştirild ig i b içim iy le D a rw in cilik , D a rw in ’in derin
yaşam vizyonuna karşı m aalesef zafer elde etti ve uzun bir zaman,
ortaya çıkan organik dünya resm ini tahrif etti. D a n v in ’in düşüncesi
ilk başlarda endüstriyel-eniperyalist söm ürü türlerinin egem en o l­
duğu V ictorian çevrenin rengini alm ıştı. T ü rlerin K ö k e n i’n in alt-
başlığı dahi -“yaşam m ücadelesinde seçkin ırkların koru n u m u ’’- bu
etkiyi gösterir. Bu kaba anlam ıyla D arw incilik organik evrim den
değer ve amacı çıkarmakla (tardetm ekle) kalm adı D arw in’e ait en
iyi vasıfları da -d u yarlılığı, m ü la y im liğ i, o rgan ik ak tiviten in her
tezahürüne verdiği doğrudan duygusal karşılığı- geri çekti.
D arw in’in evrim ci doktrin ve ekolojik anlayışa yaptığı katkı,
biyoloji alanındaki uğraşlara son su z bir hız kazandırdı dahası, kim ­
ya a la n ın d a k i eş za m a n lı g e lişm e le r p ro to p la z m a y ı o lu ştu ra n
elem entlerin -karbon, hidrojen oksijen, n itrojen - özel kom binas­
yonlarının tanım lanm asını m ü m k ü n kıldı. O halde nasıl oluyor da
organik dünya resm i ortaya çıkm akta o kadar geç kaldı ve neden
hâlâ egem en durum da değildir? B unun belli başlı iki nedeni var.
H içbir surette tekil, otom atik ya da sabit olm ayan organik evrim,
y a n lış bir b iç im d e m ek an ik ile r le m e y le ta n ım la n d ı. Bu yan lış
ta n ım lam a, “varolm ak için m ü c a d e le n in ”, m ak in a efsan esin in
m e rh a m etsiz bir y a rd ım cısın a d ö n ü şm e sin i k olaylaştırd ı. Buna
karşılık, m ek an ik süreçler org a n ik davranışlardan daha ‘n esn el’
olarak ele alındılar: B öylece m ak in a m o d eli ö zn el olarak k o şu l­
lanm ış organizm alarla ilgilenm ede dahi bilim sel doğruluk ve yeter­
liliğin bir kriteri haline g e ld i.
T ü m b u n lara karşın, sü rek li e v rim ci ile r le m e y e ola n in a n ış
varım yüzyıl kadar öncesinde oldukça canlıydı. H em John D ew ey
h em YVoodrow W ilso n , D a n v in c i d ü şü n c e y i ta rih sel olm ayan
(n on -h istoric) N e\vton ’cu düşü n ce şeklinden üstün gördüler. Fakat
ondan sonraki elli yıl, organik bir dünya resm inin gelişim ini gecik­
tirdi. İki d ünya savaşında bir d izi ‘uygar’ katliam larda görülen
ulusal ‘varoluş m ücadeleleri’ evrim in üm itvar çağrısını yıktılar ve
fılojeni uzm anları ve Henry B ergson, Leonard H aob h ou se gibi az
sayıd ak i felsefi zih in d ışın d a ev rim d ü ş ü n c e s i, g en el bir itibar
kaybına uğradı.
Bugün organik sürecin daha kapsam lı bir resm i tekrar geliştiril­
m e safhasındadır. Julián H uxley, D arw in’in eski d ostu n u n torunu,
biyolojik hüm an izm in karşı-güçlerini tekrar seferber eden kişiler­
den biriydi. O rtodok s bilim in soyutlam acıiık ve indirgem eciliginin
sorgulanm aya başlanm ası bir rastlantı değildir. Bu tür anti-organik
kavram ların canlı türleri sö m ü rm e ve k on trol etm e için kullanıl­
m asının feci sonuçları olm uştur.
Eger bir son rak i kuşak b o y u n c a b ilim in iv m e k a za n d ırd ığ ı
yıkıcı güçler, gezegene kalıcı bir zarar verm elerin d en ön ce kontrol
altına alınabilirlerse bunun ned en i ilk defa D arwin tarafından bir
araya getirilen yen i organ ik e k o lo jik b irlik ve self-o rg a n iza sy o n
m o d e lin in (o to n o m i ve te le o n o m i) en so n u n d a eg em en olm aya
başlam ası olacaktır.
3
Uyuyanlar uyandırılsa

İSTEMDE ORTAYA ÇIKAN DURAKSAMA ve bozulm alar b e l­


li bir eğitim değerine sahiptirler zira, sistem in b ü tü n ü n d en
şüphe edilirligi insanın m üdahesine açmaktadırlar, itaatsizlik,
çocu ğ u n o to n o m iy e doğru attığı ilk adım dır. V e hatta çocu k lu k
devrindeki yıkım , geçici de olsa bireyin kendi çevresini değiştirm e
kapasitesine olan güvenini uyandırabilir.
Eğer teknolojim izi gözetleyen profesyonel kişiler — m ü h en d is­
ler, biyologlar, hekim ler— kendilerini h em en cecik güç sistem in in
hedefleriyle tanım lanam am ış olsalardı güç sistem in in artık b o zu l­
m akta o ld u ğ u n u n farkına daha hızlı varılacaktı. O lu p b iten lere
karşı oldukça kayıtsız kaldılar.
Ara sıra uyarıcı sesler gelm iyor değildi. H en ry A dam s, Frederick
Soddy ve H .G .W ells örneklerinden ön ced en b ahsettim . Fakat yet­
kin bir İngiliz m üh endisi Sir Alfred Ewing 1933’de m evcu t icatlar
kitlesini özüm seyip entegre etnjek ve başka teklifleri değerlend ir­
m ek için icatlar üzerinde pekala bir m oratoryum olabileceğini sö y ­
led iğ in d e im k â n sız ve aptalca bir özveri isteyen tu h a f bir adam
olarak alay edilm işti.
O zam an lar E w in g’in çağd aşların ın ço k az bir k ısm ı, sü r e ç ­
le r in in n e g e c ik tir ile b ild iğ i ne v ö n le n d ir ile b ild iğ i ne de dur-
durulabildiği ve kusurları ikaz eden ya da onları d üzelten (geri-
b esleyen ) hiçbir iç m ekanizm an ın olm a d ığ ı sat' m ekanik bir sis­
tem in insanlık için bir düşm an o ld u ğ u n u n farkındaydı. B ununla
birlikte, icatların tarihine aşina olan bir kim se büyük endüstriyel
şirketlerin icatları bastırm ak için sık sık patent hakkını satın aldık­
larını ya da yeni icatların serm aye yatırım ını tehdit edebileceği veya
h e s a p s ız kârları a z a lt a b ile c e ğ i a la n la r d a a r a ştır m a y a p m a y ı
bıraktıklarını bilecektir. E\ving’in teklifinde gerçek dışı bir şey yo k ­
tu. E\ving’in ikazına kulak verilseydi, b u gü n dünya daha sağlıklı
olacaktı.
Son o tu z yıl b oyu n ca güç sistem in istem dışı başarısızlıkları o l­
dukça tehlikeli hale gelm işlerdir ve m ünferit kısımların d in a m iz­
m in e k arşılık g elen bir sık lık ve k u v v ette o rtaya ç ık m ışla r d ır .
Bugün insanlığın karşılaştığı durum , bir sinir nöbetindeki bireyin
karşı k arşıya k a ld ığ ı d u r u m la b e lli b ir p a r a le llik a r z e tm e k te .
R ah atsızlığı ortaya çık m azd an ö n ce h a sta n ın farkına varm adığı
çeşitli olaylar hastalığı haber verirler. Fakat kendi d u ru m u n u ken ­
disinden saklayabildiği ve intiharsal deprasvon ya da etrafındakilere
karşı kon trol ed ilm ez d üşm an lık sergilem ek sizin g ü n d elik g örev­
lerini yerine getirdiği m üddetçe bir hekim e danışm akta ya da kendi
ya şa m ın ı tekrar g ö zd en geçirm ek te istek siz davran ab ilir. Kendi
d u ru m unu kabul etm eye ve yardım istem eye doğru ilk adım g en el­
likle görünür bir bozu lm a — bedensel ya da zihinsel— ile başlar.
Bu noktada psikanaliz yön tem i m evcut k ollek tif bozulm ayı ele
alm ada değerli bir ipucu sunar. Bu tür travm aları b ilin ç üstüne
çıkarm ak suretiyle hasta kendi tabiatını daha iyi anlayıp kişisel
ya şa m ın ın ve k ü ltü rü n ü n ken d isin e su n d u ğ u p ota n siy ellerin bir
ç o ğ u n u fiiliy a ta geçireb ileb ileceğ i k oşu llar h ak k ın d a vu k u fiy et
sahibi olabilir.
Son iki yüzyıl b o yu n ca insan ın tarihsel g eçm işin in üstündeki
örtünün kaldırılması insanın kurtuluşu için diğer tüm bilim sel b il­
gilerden daha önem li bir katkı sağlamıştır. Bugün batı uygarlığının
fiz ik se l b o z u lm a ve ö z n e l a h iâ k s ız la şm a la r ın ın ay n ı id e lo jik
başarısızlıklardan kaynak land ığın ın farkuıa varılm ıştır. Fakat bu
d u ru m a d in a m ik bir k arşılık v erm ek iç in , daha d e r in d e n bir
d ön ü şü m için bir iç hazırlık yaratabilecek evrensel bir uyanm anın
vuku bulm ası gerek. D ürüstçe itiraf etm ek gerekirse, m ünhasıran
rasyonel d ü şü n m e ve eğ itim sel d o k tıin le ştir m e n in bir so n u cu
olarak böyle bir tepki henüz tarihte ortaya çıkm am ıştır. Bu gidişle
de ortaya çıkacağa benzem iyor.
Yarı in yü zyıl ö n c e H .G . W ells, in sa n lığ ın eğ itim ve felaket
arasındaki bir varışla yüz yüze kaldığını m üşahede etm işti. Fakat
farkına varamadığı şey şuydu ki felaket, etkili bir eğitim in koşulu
haline gelm işti.
Bugünün tek n olojik b ozulm aları sistem i işleyişte tu tm ak için
gerekli olan ödü lsüz çalışm ayı yerine getirm ede personelin gelişen
d ir e n c in d e n dah a az m e ş u m (o m in o u s ) d e ğ ild ir ler . Fakat bu
b o zu lm a la r, telafi e d ic i te p k iler e y o l açab ilirler, ç ü n k ü in sa n
kişiliğinin işlevini yerine getirm esi için bir şans tanım aktalar. Bu
d u ru m Kasım 1965’te N orth ea st g ü ç-b o zu lm a sın d a ortaya çıktı:
Birdenbire, E.M. Forster’ın m asalında olduğu gibi, M akina Durur.
G üçten ve ışıktan kurtulan trenlerde, karayollarında gökdelenlerin
asansörlerinde m ahsür kalan m ilyonlarca insan, sistem in tekrar
d üzenlenm esini ya da yukarıdan gelecek emirlerin gelm esini bek ­
lem ed en k en d iliğ in d en harekete g eçti. “ Harç ve tu ğla şehri ö l ­
düğü nde, insanlar her zam ankinden daha canlıydılar.” -T he N ew
Yorker gazetesi haberi böyle geçiyordu.
Bugün uyanış, tü m gezegeni kaplam ıştır, izdiham , çevresel kir­
lilik ve insani ahlâksızlaşm a, h em en herkesin gün d elik yaşam ına
g irm iştir. A çık (ö zg ü r) ülkelerd e dahi küçük to p lu lu k la r, uzak
şehirlerden getirdikleri atıkları, kendi çöp leriyle başa çıkm akta
zaten güçlük çeken kırsal alanlara dökm eye çalışan açıkgöz girişim ­
cilere karşı p o litik eylem e g eçm ek zoru n d a kalıyorlar. Yaklaşan
felaketin b ü yü k lü ğü , ani im h a beklen tisin in yol açtığı p sik olojik
karşılıktan daha etkili hale gelm iştir.
E tkili bir k u r tu lu ş için in s a n lık k e n d iliğ in d e n b ir d in s e l
d ö n ü şü m geçirm ek zorunda kalacaktır: M ekanik dünya resm inin
yerine organik dünya resm ini ikam e edecek ve yaşam ın bilinen en
üst tezahürü olan insan kişiliğine şu an m akina ve bilgisayarların
sa h ip o ld u ğ u ü s t ü n lü ğ ü v e r e c e k b ir d ö n ü ş ü m . Bu d e ğ iş im
düzeninin kavranm ası, birçok insan için Roma im paratorluğunun
klasik güç kom pleksinden H ristiyanlığınkine geçişi ya da daha s o n ­
ra doğaüstü ortaçağ H ristiyanlıgm dan onved in ci yüzyılın m akina
m o d elli id e o lo jisin e geçişi an lam ak kadar zo rd u r. Fakat b u tür
değişim ler, tü m tarih b oyunca tekrar tekrar ortaya çıkm ışlardır; ve
k atastrofîk baskı a ltın d a tekrar ortaya çık m aları m u h te m e ld ir .
Sadece bir şeyd en em in o lm a lıy ız, eger in san lık p ro g ra m la n m ış
h a ld ek i b e n -im h a s ın d a n k u rtu la ca k sa , b izleri k o ru y a n T a n rı,
m ak in an ın aşağısın a dü şm eyecek tir; tekrar in san ru h u n d a yü k ­
selecektir.
4
Sonsöz : Yaşamın ilerlemesi

Salt giiç ve /¡.ılı bilgi iıısaıı tabiatını yüceltirler, fakat onu


kutsamazlar. Şeylerin hâzinesinden yaşam için en faydalı
olanları almalıyız.
P ra n d s Bacoıı
The Advaııcemeııt o f Learııing

AHA ÖNCEKİ KİTAPLARIM DA, in sa n ın ortaya çık tığ ı


biçim sel doga ve kültür süreçlerini betim lem eye çalıştım .
“Tarihsel çeşitliliği ve am açlılığıyla insan hayatı, başlangıç
noktam ızı oluşturur. Hiçbir tekil varlık, bu yaşamı kuşatamaz, h iç­
bir te k il ö m ü r, hayatın tü m ü n ü iç e r e m e z , h içb ir tek il k ü ltü r,
yaşam ın tüm p otansiyellerini ihata ed em ez, in san , tarihte yaşar,
tarih boyunca yaşar ve bir anlam da tarih için yaşar.”
T üm boyutlarıyla insanın varoluşu, en iyi şekilde tiyatro terim ­
leriyle anlaşılır. Bu m etoforu birden fazla tekrar etm işsem bu n u n
ned en i hiçbir bilim sel analizin in san ın gelişim in in her veçh esin e
adil davranm adığını bildigim dendir. Bu dünyevi tiyatrosunda in ­
san, sırasıyla m im ar ve sah n e d ek a ro tö rü d ü r, bir y ö n etm en bir
o y u n yazarı ve bir izley iciler ve h e p sin d e n ö te bir o y u n c u d u r .
B u n u n yanın da sah n en in yap ısı, oyn ad ığı roller, insanı o kadar
b iç im len d irip şek illen d irir ki d ram an ın her y ö n ü bir an lam ve
ö n em kazanır.
İnsanın ortaya çıkışının ilk başlarında senaryo an be an, sahne
sahne irticalen (im p rovised) ortaya çıkıyorduysa da insan gittikçe
k endisine ait özel rollerin bilincine varmaya başladı ve nihayet sa h ­
n enin merkezini işgal eder durum a geldi.
Bu dram , k ozm ik bir örgü d e vu k u b u lm ak tad ır. V e b u n u n
b a şla n g ıcı ve so n u ile le b e t in sa n te c r ü b e sin in fiili sın ır la r ın ın
d ışın d a kalacaktır. K ozm odram , b iyodram , tekııodram , p o lito d -
ram, otodra’m , -Patrick G eddes’i terim leriyle- insan varoluş senar­
yosu n u ve örgüsünü sağlamaktadırlar.
Eger bu 'M akina Efsanesi’ çalışm asında, teknodram a vurguda
bulunduvsam bunun nedeni, teknokratik inancı kabul ettiğim den
değil, fakat teknolojiyi, insan kültürünün b içim len d irin bir kısmı
olarak gördügüm dendir. Bu yön ü yle teknik, gelişim in her safhasın­
da, g ü ndelik yaşam ın pratik ihtiyaçlarından değil insan ın b ilin ­
çaltının gizli katm anlarından neşet eden hayaller, arzular, dinsel
m otivler tarafından şek illendirilm iştir. Bu dram ların şekillendiği
yer, insan zihnidir.

İnsan yaşamı zenginleştiği m üddetçe insanın önündeki olan ak ­


lar sınırsızdır, yaratıcılığının son u yoktur. Çünkü kendi biyolojik
yap ısının sınırlarını aşm ak ve b öyle bir aşm ayı m ü m k ü n kılm ak
için gerektirme ölm eye hazıK olm ak, insanın öz tabiatının bir par­
çasıdır.
‘M akina Efsanesi’ boyun ca çizm iş old u ğu m yeni insani olan ak ­
lar resm in in arkasın da yaklaşık bir asır ö n c e W illia m Jam es’in
açıkladığı derin bir hakikat vardır. “M evcut ileri noktam ızdan in ­
san d üşüncesinin geçm iş safhalarına baktığım ızda, bizlere oldukça
geniş ve gizem li bir karışıklık olarak görünen evrenin, o zam anki
insanlara oldukça küçük ve yalın bir şey gözükm esi bizleri hayrete
d ü şü rü r..... B ilim in ru h u n d a ve ilk elerin d e, b ilim in , kişisel g ü ç ­
lerin, yeni etkilerin başlangıç noktası oldukları bir dünya ile başarılı
bir biçim de ilgilenm esini engelleyecek bir unsur yoktur. Doğrudan
doğruya karşı karşıya g eld iğ im iz yegane şey, so m u t bir b içim d e
sa h ip o ld u ğ u m u z b iricik tecr ü b e , k en d i k işisel y a şa m ım ızd ır .
D ü şü n m em izin tek kamil kategorisi, felsefe profesörlerim izin b il­
dirdiğine göre, kendi yaşam ım ıza ait soyut unsurlardır Ve bilim in,
olayların bir koşulu olan kişiliği böyle sistem atik bir biçim de inkar
etm esi, dünyam ızın en tem el yapısında kesinlikle gayri-şahsi (im -
personal) bir dünya olduğuna rijid bir şekilde inanılm ası zam anın
çarkı döndükçe torunlarım ızın en fazla yegane hayrete düşecekleri
kusur olacaktır."
Zam anın çarkı döndü ve James’in b ilim e uyguladığı şey, bugün
zorlam acı, kişiliksiz, güç yön elim li tek n o lo jim ize de uym aktadır.
Bu görün tü olarak kendi kend in i o to m atlayan m ek an izm an ın iç
parçalarında bir insan sakladığının farkına varm ak için artık yeterli
bir tarihsel perspektife sah ib iz ve b iliy o r u z ki sistem d oğrudan
doğruya tabiattan çıkarılm ış değildir, bilakis her noktada iıiSan zih ­
n in in d am gasın ı taşıyan ö zellik lere sa h ip tir. A rtık açıkça m a d ­
d e le ş m e s in in s o n ve f o s ill e ş m i ş a ş a m a s ın d a o la n b u ş işk in
m edeniyeti hiçbir dış pansum an iyileştirem eyecektir. İnsan zih n in ­
de başlam ış b ulun an yeni d ö n ü şü m d ışın d a hiçbir şey etkili bir
değişim ortaya koyamayacaktır.
W illiam Jam es’in insan k işiliğin in her zam an “yeni etkilerin
b a şla n g ıç n o k ta s ı” o ld u ğ u ve g ö r ü n ü r o la r a k en katı yap ı ve
kurum ların, onları ortaya çıkaran b içim len d irici fikirlerin ç ö z ü l­
m ey e b a şla d ık la rı anda y ık ılm a la r ı g e r e k tiğ i a n la y ışın ı kabul
ed em eyen ler, gerçek ölüm (felak et) habercisidirler. T eknokratik
to p lu m ta ra fın d a n e m p o z e e d ile n te r im le r e g ö r e , in s a n lığ ın
hızlandırılm ış teknolojik ilerlem e ile 'arayı h oş tu tm a ’sından başka
bir ça resi y o k tu r , v elev ki in s a n ın h a y a ti o r g a n la r ın ın tü m ü ,
m egam akinanın anlam sız varlığını uzatm ak için yam yam ca tüketil­
sin. Fakat m akina m itini üzerlerinden atm ış olan bizlere göre bir
sonraki ham le bizim dir: Ç ünkü yürüyüşe geçm eyi seçtiğim iz an,
pas tu tm u ş eski m en teşelerine rağm en teknokratik h apishanenin
kapıları kendiliğinden açılacaktır.
Bibliyografya

A d am s, H en ry. T he D eg ra d a tio n o f th e D em o c ra tic D ogm a. N ew


York: 1919 şu makaleleri içerm ektedir: T h e T endency o f H istory.
____________ A C o m m u n ica tio n to the A m erica n H istorical Associati­
on: 1894. T he Rule o f Phase A p p lied to H istory: 1909.
____________ T he E ducation o f H en ry A d a m s. Boston: 1918.
A nderson, Edgar. “Natural H istory, Statistics and A pplied M athe­
m atics.” A m erika n Journal o f Botany: Aralık 1956.
A ngyal,'A ndras. F oundations fo r a Science o f Personality. N ew York:
1941
A rendt, H annan. The O rigins o f T o ta lita ria n ism . New'York: 1951.
____________ T h e H u m a n C ond itio n . C hiago:1958
A ron, R aym ond. Progress a n d D isillusion: T h e Dialectics o f M o d e m
Society'. N ew York: 1968.
A sim o v , Isaac. “T h e P erfect M a c h in e ”, S c in en c e Jou rn a l: Ekim
1968. ' •
B acon, Francis. T he A d v a n c e m e n t o f Learning. Birinci Baskı. Londra
:1605. G .W . K itcnen’m girişiyle. Londra: 1915.
N ew A tlantis. Birinci Baskı. Londra: 1627. Alfred B
G ou gh ’un girişiyle. Oxford: 1924.
B acon, R oger. T h e O pus M a jo r o f B acon. Çev. R obert B.Burke. 2
C ilt. Philadelphia: 1928.
Baldw in, James Mark. D evelo p m en t a n d E volution. N ew York: 1902.
Barret, François. H istoire du Travail. Paris: 1955.
B ech, S.J. E m o tio n a l E xperience as a N ecessary C o n titu e n t in K n o ­
w ing. Feelings a n d E m otions. M . R eym ert (ed itö r). N ew York:
1950.
Becker, Carl L. Progress a n d K n o w in g . Stanford, Cal.: 1936.
Beckw ith, Burnham P. T he N e x t 5 0 0 Years: Scientific Predictions o f
M a jo r Social Trends. D aniel B ell’in ô n sô zü y le.N ew York: 1967.
Beer, Gavin de. Stream s o f C ulture. N ew York: 1969.
Beiler, Everett T. (E ditör). B eyo n d T im e a n d Space: A n A ntholgy.
N ew York: 1952.
Bell, D aniel. “The Study o f the Future”. Public Interest: Güz 1965.
Belloc H ilaire. T h e S e n ’ile State. Londra: 1912.
Bergonzi, Bernard. The E arly H.G. Wells: A S tu d y of Scientific R o ­
mances. M anchester: 1961.
Bergson, H enry. C reative E volution. N ew York: 1924.
Berle, A. A. Power. N ew York: 1969.
Bernal, J.D. Science a n d In d u stry in the N in eteen th C entury. L ond­
ra: 1953.
B ertalanffy, Ludw ig von . R obots, M en a n d M in d s: Psychology in
M odern W orld. N ew York: 1967.
____________ G eneral System Theory: F oundations, De\’elopm ent,
A pplications. N ew York: 1968.
____________ T he W orld o f Science a n d the W ord o f Value. C hallen­
ges o f H u m an istic P sychology. Bugental, J.F.T. (E ditör). N ew
York: 1967.
B ettelheim , Bruno. T he In fo rm e d H eart. N ew York: 1960.
Blackman, A llan. “Scientism and Plannig”, T h e A m erica n B eh a vi­
oral Scientist: Eylül 1966.
B oardm an, P h ilip . P atrick Geddes: M a k e r o f th e F uture. C hapel
H ill, N .C . 1944.
Beguslaw, R obert. T he N e w Utopias: A S tu d y o f System D esign a n d
Social C hange. N ew York: 1905. Englew ood Clifs, N . ): 1965
Bork, A lfred M . R a n d o m n e s s a n d th e T w e n tie th C e n tu ry . N e w
York: 1965. T he A n tioch Review: Bahar, 1967.
Born, M ax. M y Life a n d M y Views. I. Bernard C o h en ’in girişiyle.
New'York: 1968.
Borsodi, Ralph. T he G reen R evolution. Brookville Ohio: 1965.
B ou ld ing, K enn eth. T h e M e a n in g o f the T w e n tie th C en tu ry. N ew
York. 1965.
Boyle Robert. The Sceptical C yhm ist. Birinci Baskı. Londra: 1961
M .M . Pattison M uir’ın girişiyle. N ew York: tsz.
Bradv, Robert A. O rganization, A u to m a to n a n d Society: T h e S cien ti­
fic R evolution in Industry. Berkeley, C a l.: 1961.
Brandeis, Lous D. T h e C urse o f Bigness: M iscellaneous Papers. N ew
York: 1935.
Braudel, Fernard. C ivilization M aterielle e t C apitalism e. (X V -X V I-
II Siecles) Cild I. Paris: 1967.
Brickm ann, W illiam \V. And Stanley Lehrer (editörler.) A u to m a ti­
on, E ducation, and H u m a n Volues. N ew York: 1966.
Brickm ann, D onald. M ensch u tıd T echnik.G rundzüger enier p h ilo ­
sophic der Technik. Bern: 1946.
British A ssociation for the A dvancem ent o f Science (H ey et). L o n ­
don a n d the A d v a n cem en t o f Science. Londra: 1931.
Bronowski, /. T he Id e n tity o f M a n . Londra: 1966.
____________ H u m a n a n d A n im a l Languages. The Hauge: 1967.
B rown, Harrison. T h e N e x t H u n d re d Years. N ew York: 1961.
Buber, M artin. P aths in U topia. N ew York: 1950.
Bugliarello, George. “B io-E ngneering as a New' D ialogue”. Carnegie
Review: Kış 1965.
_______________ E ngineering Im p lica tio n s o f Biological Flow Process.
Am erican Institue o f C hem ical Engineers: 19 M ayıs 1965.
Bulwer-Lyatton, E. T he C o m in g Race. Londra: 1871
Burckhardt, Jacob. Force a n d Freedom R eflectio n s on H istory. New'
York: 1943.
B urnham , Jack. B eyond M o d e m S culpture: T h e Effects o f Science
a n d Technology on th e S c u lp tu re o f T h is C en tu ry. N ew York:
1968.
Burtt, Edwin Arthur. T he M etaphyseal Foundations o f M odern P hysi­
cal Science: A H istorical a n d C ritical Essay. N ew York: 1927.
_______________ In Search o f P hilosophic U nderstanding. New' York:
1965.
Bury, J.B. T h e Id ea o f Progress: A n In g u ir y in to its O rig in a n d
G row th. N ew York: 1932.
Butler, Sam uel. Unconscious M em o ry. Birinci Baskı. 1880. İkinci
baskı. 1922.
______________T h e N otebooks o f S a m u e l Butler. Seçm e D üzenlem e,
Edisyon: H enry, Festing Jones. Francis H ackett’in girişi ile. N ew
York: 1917.
___________ Life a n d H abit. Londra :1923.
___________ Erew hon a n d E rew hon Re\’isited. Lewis M um ford’u n g i­
rişiyle. N ew York: 1927.
B utterfield, H erbert. T he O rigins o f M o d ern Science, 1300-1800.
New’ York: 1951.
Calder, N igel. Technopolis. Londra : 1969
______________ (ed itör). Unless Peace Comes: A Scientific Forecast o f
Neyi' W eapons. N ew York: 1968.
C a n n on, W alter B. B odily C hanges in Pain, H unger, Fear a n d R a ­
ge: an A cco u n t o f R ecent Researches into the F unction o f E m o ti­
o n a l E xcitem en t. B irinci Baskı. N ew York. 1915. ik in ci baskı:
1929.
___________ T h e W isdom o f the Body. N ew York: 1932.
C arson, Rachel. S ilen t Spring. B oston: 1962.
Carter, G eorge R. T he T enden cy Tow ards In d u stria l C om bination.
Londra: 191'3.
C asson, Stanley. Progress a n d Catastrophe: A n A n a to m y o f the H u ­
m a n A dveture. N ew York: 1937.
C assou, Jean (editör). L’ H o m m e, la T ech in itu e e t la N a tu re. Paris:
1938.
C entre International de P rospective. Prospective N u m e ro 6. Paris:
1960.
C entro per gli Studii H istorici. T h e Sacral K ingship: C ontributions
to th e C entral T hem e o f the V III th In tern a tio n a l Congress fo r the
S tu d y o f Religions. Roma: 1955.
C hase, Stuart. T he M o s t Probable World. N ew York: 1968.
C hom sky, N oam : C artesian Linguistics: A C h a p ter in th e H istory o f
R ationalist Thought. N ew York: 1966.
C iriacy-W antrup, S.V. ve James ). P arsons (editörlerUYi/fwra/ R e­
sources: lu a lity a n d lu a n tity . Berkeley, Cal: 1967.
C ivilta delle M acchine. Gelecek üzerine açık oturum : M ayıs-H azi-
ran. 1968.
Clark, G .N . Science a n d Social W elfare in the A ge o f N ew to n . O x­
ford: 1937.
Clarke, Arthur C. Profiles o f the Future: A n In g u riy in to th e Lim its
o f T he Possible. N ew York : 1962.
. C low , A rchibald ve N an L .T h e C hem ical R evolution: A C ontribution
to Social Technology. Londra: 1952.
C oblentz, Stanton. From A rro w to A to m B om b: the Psychological
H istory o f W ar. N ew York: 1953.
C ohen, M orris. R eason a n d N ature. N ew York: 1931.
C om en iu s, John Am as. T h e G reat D idactic. Ed.ve çev. iVl.W. Keas-
tinge. Londra: 1896.
C om m on er, Barry. Science a n d S u n n va l. N ew York: 1965.
C ondorcet, M arie J.A.C.N. Sketch fo r a H istorical P icture o f th e H u ­
m a n M in d . Paris: 1794 Londra. 1955.
C onklin, Groff. Big Book o f Science Fiction. N ew York. 1950.
C oote, J. (Y ayıncı). A . N e w U niversal H istory o f A rts a n d Sciences:
Sh o w in g T h eir O rigins, Progress T heory, Use, a n d Practice and
the E xh ib itin g the Invention, Structre, Im p ro vem en t, a n d Uses o f
the M o s t C onsiderable Insru m en ts, E ngines a n d M achines, with
their N a tu re, Power, a n d O peration. 2 Cilt. Londra: 1759.
Dansereau, Pierre (editör) . Challenge fo r Survivial: Land, A ir, and
W ater fo r M a n in M egalopolis. N ew York: 1970.
D arling, J. Fraser ve John P. M ilton (ed itö rler). F u tu re E n v iro n ­
m ents o f N o rth A m erica. Garden City, N.Y. 1966.
D arw in, Charles. O n T h e O rigin Species b y M ea n s o f N a tu ra l Selec­
tion, or the P resen’ation o f Favored Races in the Struggle fo r Life.
ilk baskı. Londra: 1859. A ltıncı Baskı gözd en geçirilmiş: 1872.
___________ The D escent o f M a n . Londra: 1871.
D asm an, R aym ond F. ,4 D ifferent K in d o f C ountry. N ew york. 1968.
D au m as, N aurice. A H isto ry o f Technology a m i ln v e tio n . 2 C ilt.
N ew York: 1970.
D avis, D avid-B rion. T h e Problem o f Slavery in W estern C ulture. It­
haca, N.Y. 1966
D escartes, Rene. A D iscourse on M eth o d . L eyden. 1637.A.L Lind-
say’in bir girişi ile basıldı. N ew York: 1912.
Dessauer, F. et al. D er M ensch im K raftfeld der Technik. D ü ssel­
dorf: 1955
D ijksterhuis, E. J. The M ech a n iza tio n o f the W orld Picture. İlk b as­
kı. A m sterdam . 1950. Oxford: 1961.
D rucker, Peter F. T he F uture o f In d u stria l M a n . N ew York. 1969.
T h e A ge o f D iscontinuity. N ew York: 1969.
D u b o in , Jacques. E conom ie D istrib u tive de l'abondance. Paris: tsz.
____________Rarete e t A bandonee; Essai de M ise a Jour de VEconom ie
Polithue. Paris: 1945.
D ubas, Rene. M a n A dapting. N ew Haven: 1965.
D ürkheim , Emile. T he D ivison o f Labor in Society. N ew York. 1933.
Eaton, Stewart C. Roger Bacon a n d H is Search fo r a U n iv e rs a l Sci­
ence: A 'R econsideration o f the Life a n d W ork o f Roger Bacon in
the L ight o f H is O w n S ta ted Purposes. Oxford: 1952.
E dholm , O .G . T he Biology o f W ork. N ew York: 1967.
Eiseley, Loren. The Im m e n s e Journey. N ew York. 1946.
___________ D arw in's C entury: E volution a n d the M en W ho D iscove­
red i t N ew York: 1958.
E isen stad t, Sam uel N o a h . T h e P o litica l S iste m o f E m pires. N e w
York: 1963.
Ellul, Jagues. T he Techological Socitey. Robert K. M erton’ın girişiy­
le. N ew York: 1964.
E ncyclopaedia Britannica. C onference o n the Technological Order.
T ech n oloy and Culture: Güz 1962.
Encyclopaedia o f Science a n d Techology. 15 cilt. N ew York: 1966.
Erikson, Erik H . G a n d h i’s Truth: o n the O nigins o f M ilita n t N o n -v i-
olence, N ew York: 1969.
____________ Psychoanalysis a n d O n g oing H istory: Problem s o f Id en ­
tity , H a tre d , a n d N o n v io le n c e . T h e A m e r ic a n Journal o f
Psychiatry. Eyltil 1965.
Eurich, N ell. Science in U topia :A M ig h ty Design. C am bridge, Mass.
1967.
Ewing, J. Alfred. A n Engineeer’s O utlook. London: 1933.
Fair, Charles M . T he D ying Self. M id d letow n , C on n . 1969.
Farber, Seym our M , ve Roger H . L. W ilso n . .C ontrol o f the M ind.
N ew York: 1961.
___________ C onflict a n d C reativity. N ew York: 1963.
Farrigton, B enjam in. Francis Bacon: P hilosopher o f In d u stria l Scien­
ce. N ew York: 1949.
Faucher, D aniel. Le Paysan e t la M achine. Paris: tsz.
Ferkiss, V ictor C . Technological M a n : T h e M y th a n d th e Reality.
N ew York: 1969.
Fisher, M arvin. W orkhops in the W ilderness: T h e E uropean Respon-
ce to A m erica n Industrialization, 1830-1860. N ew York: 1967.
Forti, V . Storia della Technica aile O rigine della V ita M o d e m a . Flo-
ransa: 1940.
Foulle, Alfred. La psychologie des Idees-forces. Paris: 1893.
Fourastie, Jean. M a ch in ism e e t Bien Etre. Paris:1951.
T h e Causes o f W ealth. G lencoe, 111.: 1960.
Francastel, Pierre. A r t e t Technitue, a u x X IX e e t X x e Siecles. Paris:
1956.
Frank, W aldo. T h e R e-D iscovery o f A m erica. N ew York. 1929.
Frankl, V ictro B .M a n ’s Search fo r M eaning: A n In tro d u ctio n to Lo-
gotherapy. Bas ton: 1962.
Fraser, J.I. T he Voices o f Tim e: A C ooperative S u n e y o f M a n ’s Views
o f T im e as Expressed by th e Sciences a n d by the H um anities. N ew
York: 1966.
Friedm ann, Georges: Problèm es H u m a n is t d u M achinism e. Paris:
1946.
______________ Le Travail en M iettes: Specialisation et Loisirs. Paris:
1956.
____________ T h e A n a to m y o f W ork: Labor, Leisure, a n d the Im p lica ­
tions o f A u to m a tio n . N ew York: 1961.
___________ S ep t Etudes su r l’H o m m e e t la T echniiue. Paris: 1966.
F rom m , Erich. T h e Sane Society. N ew York. 1966.
____________M a r x ’s C oncept o f M a n . N ew York: 1961.
____________ T h e R ei'olution o f Hope: T ow ard a H u m a n ize d T echno­
logy. N ew York: 1968.
Fuhrm ann, Ernst. Wege: Versuch A n g e w a n d te B iosophie Frankfurt-
am -M ain: tsz.
Fuller, R.Buckm inster. U ntitled Epic Poem on th e H istory o f In d u s t­
rialization. H ighlands, N .C . : 1962.
______________ Ideas a n d Intégrités: A S p o n ta n eo u s A utobiographical
Disclosure. N ew york.1963.
____________O perating M a n u a l fo r Spaceship Earth. Carbondale, III.
1969.
G abo, N aum . Gabo. C am bridge, M ass. : 1957.
___________ O f D iverse Arts. N ew York. 1962.
G abor, D en nis. Electronic In ve n tio n s a n d T heir Im p a c t on C ivilaza-
tion:
___________ In ven tin g the F uture. Londra: 1963.
______________Techonological Forecasting in a Social Frame. Londra
:1968.
Galbraith J.K. T h e A fflu e n t Socity. Boston: 1958.
T h e N e w In d u stria l State. B oston: 1967.
Galilei, G alieo. D ialogue on the G reat W orld System s. Çev. I. Salus-
burg C hicago: 1953.
G eddes, Patrick. A n A nalysis o f th e Principles o f Econom ics Kısım I.
Londra: 1885.
G eddes, Patrick ve J. Arthur T h om son . Life: outlines o f Biology. 2
C ilt N ew York. 1931.
G erzon, Mark. T h e W hole W orld is W atching: A Young M a n Look's
a t Y o u th ’s D issen t N ew York: 1955.
G ie d io n , Sigfried. M e c h a n iza tio n T a kes C o m m a n d . N ew York.
1955.
G illispie, James E. T h e influence o f Oversea E xpansion on E ngland to
1700.
_______________S tudies en H istory, Economics a n d Public Law. N ew
York: 1920.
G illisp ie, C .C (ed itö r). A D id ero t P ictorial E ncyclopetia o f Trades
a n d Industry. N ew York: 1959.
Girardeau, Em ile. Le Progres Technigue e t la Personalite H um a in e.
Paris: 1955.
G lacken, Clarence J. Traces on th e R ho d ia n Shore. N a tu re a n d C u l­
tu re in W estern T h o u g h t fr o m A n c ie n t T im es to the E nd o f the
E ighteenth C entury. Berkeley Cal. 1967.
G lanvill, Joseph. Scepsis Scientiftca: or, C onfest Ignorance th e W a y to
Science. Londra: 1965.John O w en ’in girişiyle. Londra: 1935.
Glass, Bentley. Science a n d Ethical Values. C hapel Hill, N .C .: 1965.
Glass, Bentley, Owse: T om k in ve W illiam L. Straus, Jr. Forerunner
o f D arw in 1745-1859. Baltimore: 1959.
G elennie, J.S. Stuart. Sociological Studies. Sociological Papers. Cilt
II Londra: 1906.
G ood m an , Paul. G row ing up A bsurd. N ew York: 1960. •
G ood y, Jack (ed itör). Literacy in T ra d itio n a l Societies. C am bridge,
Mass: 1968.
G ould, Jay M. The Technical Elite. N ew York: 1966.
Graham , M ichael. H u m a n Needs. Londra: 1951.
Grazia, Sebastian de. O f T im e, W o rk a n d Leisure. N ew York: 1962.
Gregory, Joshua C. A S h o rt H isto ry o f A to m ism :from D em ocritus to
Bohr. Londra:1931.
Gregory, R.L. Eye a n d Brain: T h e Psychology o f Seeing. N ew York:
1966.
Hacker, A ndrew (editor). T he C orporation Take-Ch'er. N ew York:
1964.
H aden, Selma von . “Is C yberculture Inevitable? A M inority V iew ”.
Fellowship: Haziran 1966.
H ald ene, John Scott. O rganism a n d E n v iro m e n h t as Illustrated b y
the Phyciology o f B reathing. N ew H aven: 1917.
___________ M echanism , Life a n d Personality: A n E xa m in a tio n o f th e
M echanistic Theory o f Life a n d M in d . N ew York: 1921.
H a ll, A . R u p e t. F r o m G a lile o to N e w t o n , 1 6 3 0 -1 7 2 0 . N e w
York: 1963.
H ail, Edward T. The H id d en D im en sio n . Garden C ity, N.Y. 1966.
H a m m o n d , J.L. ve Barbara H a m m o n d . T h e R ise o f M o d e m In ­
dustry. N ew York: 1926.
H anson, Earl D . A n im a l D iversity. E nglew ood C liffs, N.J.: 1961
Hardy, Sir Alister. T he L ivin g S trea m : A R e sta te m e n t o f E vo lu tio n
T heory a n d Its R elation to th e S p ir it o f M a n . Londra: 1965.
H arrinton, Alan. T he Im m o rta list. A n A ppoach to the Engineering o f
M a n ’s D ivin ity N ew Y o r k .: 1969.
H artm ann, Georges. L ’A u to m a tio n . Boudry. (N eu ch a tel):I9 5 6 .
H atfield, H . Stafford. T h e In v e n to r a n d H is W ork, New'York. 1948.
Hayek, F.A T h e R oad to Serfdom . L on d on . 1944.
____________ T he C o u n te r-R e w lu tio n o f Science: Stu d ies o f th e A b u se
o f Reason. G lencoe, III.:1952.
H ayes, C arleton. T he H istorical E volution o f N a tio n a lism . NewYork:
1928
Hecksher, Eli. M ercantilism . 2 Cilt. Londra: 1935.
H en d erson, Lawrence J. T he order o f N a tu re: A n Essay. C am bridge,
Mass: 1913.
____________T h e Fitness o f the E nvirom ent: A n Im u ir y into the Biolo­
gical Significance o f M atter. N ew York: 1927. G eorge W ald’in g i­
rişiyle.
H en d erson, Philip. W illiam Morris: H is Life, W orks a n d Friends. A l­
lan T em k o’m n önsözüyle. N ew York: 1967.
Herber, Lewis. O u r Synthetic E nvironm ent. N ew York: 1962.
H eron , A .H . W h y M e n W ork? Stanford, Cal: 1948.
H ersev, John. T he C hild-B uyer. N ew York: 19(i0.
H illegas, Mark R. T h e F uture as N ightm are: H .G Wells a n d the A n ti-
U topias. N ew York: 1967.
H ilton , A lice M ary (ed itör). T h e Evolving Society. The Proceedings o f
th e F irst A n n u a C onference on th e C yb er c u ltu ra l R evo lu tio n -
Cybernetics a n d A u to m a tio n . N ew York: 1966.
H o b b es, T h om as. D c Cive, or T h e C itizen . Paris: 1642. Edisyon:
Sterling P. Lampreacht. N ew York. 1949.
____________ Leviathan; on the M atter, Forme, a n d Power o f a C o m ­
m o n w ea lth , Ecclesiastical a n d Ç ivili. Londra: 1651. N ewY ork
.1914»
H ob h ou se, Leonard T. D ew lo p m e t a n d Purpose: A n Essay Towards
a P hilosophy o f E volution. Londra: 1913.
H o b so n , J. A Im perialism : A S tu d y. N ew York: 1902.
H o lto n , Gerald. Johannes Kepler. A Case S tu d y o n the In teraction o f
Science, M eta p h ysics a n d Theology. T h e P h ilo so p h ica l Forum .
B oston: 1956,
____________ Science a n d N ew Styles a f T hought. T he Graduate Jour­
nal. Gaiesville, Fla: Bahar 1967.
H o lto n , Gerald (ed itö r). D o Life Processes T ra n scen d P hysics a n d
C h e m istry ? Z ygon : Journal o f R elig iio n and S cie n c e . Aralık
1968.
H ughes, James ve Lawrence M ann. “System s and P lanning T he­
ory”. A m erican In stitu e o f Planners Journal: Eylül 1969.
H uxley, A ldous. Brave N ew W orld. N ew York:1932.Yeni bir ö n sö z ­
le N ew York: 1946.
___________ B rave N ew W orld Rei'isited. N ew York: 1958.
___________ Island: A N ovel. N ew York: 1962
H uxley, Julian. N e w Bottles fo r N e w W ine. N ew York: 1957.
laccard, Pierre. H istorie Sociale du Travail, d e ’l A n tim ite et N o s Jo­
urs. Paris: 1960.
James, W illiam . T he V arieties o f R eligious Experence. :A S tu d y in
H u m a n N a tu re. N ew York: 1902
___________ T h e W ill to Belie\'e a n d O ther Essays. N ew York. 1903.
J e n n in g s , H e r b e r t S p e n c e r . T h e U n iv e rs e a n d L ife. N e w H a ­
ven: 1933.
J o h a n n eson , O lof. T h e T ale o f the B ig C o m p u ter: A V ision. N e w
York: 1968.
Jones, H . Bence. T he Life a n d Letters o f Faraday. Londra: 1870.
J o r d y , W illia m H . H e n r y A d a m s : S c ie n t if ic H is to r ia n . N e w -
Y ork.1952.
J o u v en el, B ertnard d e. O n P ow er; its N a tu r e a n d H isto ry o f its
G row th. N ew York: 1949.
Junger, Friedrich G eorge. T h e F a ilu re o f Technology: P erfectio n
W ith o u t Purpose. H insdale III. 1949.
Jung, Carl Gustav. M em ories, D ream s, Reflections. Edisyon: A niela
Jaffe. N ew York: 1963.
___________ C ivilization in T ransition. NewYork: 1964.
Kahler, Erich. T he M ea n in g o f H istory. N ew York. 1964.
___________ T h e D isintegration o f Form in the Arts. N ew York: 1968.
Kahn H erm an. T h in kin g A b o u t the U nthinkable. Birinci Baskı. N ew
York: 1962.
Keeling, S.V Descartes.Londra: 1934.
Kepler, Johannes. C oncerning th e M o re C ertain F u n d em en ta ls o f
Astrolog: A N e w B rie f D issertation Looking T ow ard a C osm othe-
ory, Together w ith a Physical Prognosis fo r th e Year 1602 fr o m the
B irth o f Christ, W ritten to Philosophers. 1602.
K epler’s D ream . F ra n kfu rt-a k-M a in : 1935.Edisyon: John Lear. Ber­
keley, C al.:1967.
T h e S ix-C ornered Snow flake. Ed ve çev. C olin Hardie. L.L. W hyte
ve B.J.F. M ason ’ın makaleleriyle. Oxford: 1966.
Kidd, Benjam in. T he Principles o f W estern C ivilization. N ew York:
1902.
Klapper, Joseph. T. T he Effects o f M a ss C o m m u n ica tio n . G lencoe,
111. 1960.
K luckhohm , Clyde ve H enry, A. Murray, (editörler) Personality, in
N ature, Society a n d C ulture, ikinci baskı. N ew York. 1953.
Knapp, Bettine Liebovitz. Jean Genet. N ew York. 1968.
Koebner, Richard. E m pire Cambridge: 1961.
Koestler, Arthur. T he Sleep Walkers. N ew York. 1959.
___________ T h e G host in the M achine. N ew York. 1967.
K o h n , H a n s. T h e Id e a o f N a tio n a lis m : A S tu d y in O rig in s a n d
Background. N ew York. 1951.
Kranzberg, M elvin ve Carol W . Pursell, Jr. (Editörler). Technology
in W estern C ivilization. 2 Cilt. N ew York. 1967.
K ro p o tk in , Peter: Fields, Factories, a n d W o rksh o p s. O r In d u s tr y
C o m b in ed w ith A griculture a n d B rain W ork w ith M a n u a l Work.
Londra: 1889.
___________ M u tu a l A id . Londra: 1904.
Kuhn, T hom as S. T he Copernican R evolution: P lanetary A stro n o m y
in the D evelo p m en t o f W estern Thought. Cambridge: 1957.
La M ettrie, J. O . de. L ’H o m m e M a ch in e 1747-M an a M achine. La
Salle: 1912.
Lapp, Ralph E. T h e N e w Priesthood. T h e Scientific Elite a n d the Uses
o f Power. N ew York. 1965.
Laslett, Peter. T h e W orld W e H ave Lost. E ngland Before the In d u stri­
al Age. N ewY ork. 1965.
Latil, Pierre de. La Pensee Artificiell: In tro d u ctio n ala C ybernetiiue.
Paris: 1953.
Lawn, Brian. T h e Salernitan Q uestions: A n In tro d u ctio n to th e H is­
to ry o f M e d ie v a l a n d R ena issa n ce P ro b lem L it e r a t u r e O x fo r d ,
1963.
Lefrarıc, G eorges. H isto rie d u T ra v a il e t des T r a v a ille w s . Paris,
1957.
Leitenberg, M ilton . (Editör) “B iological W eap on s” . Scien tist a n d
C itizen: A gustos-Eyliil 1967.
Lichtm an, Richard. Tow ard C o m m u n ity . A C riticism o f C o n ta m p o -
rary C apitalism . T he C entre, for the Study o f D em ocratic Insti­
tu tion s, O ccasional Papers: Santa Barbara, Cal: 1966.
Lillev S. M en , M achines a n d H istory: A S h o rt H istory o f Tools a n d
M a chines in R elation to Social Progress. Londra .1948.
Lorenz Konrad. O n Agression . N e w York: 1966.
Lovejov, A rthur O . T h e G reat C h a in o f Being. C om bridge Massr
1950.
___________ Essays in the H istory o f Ideas. N ew York: 1955.
Lucretius. O n the N a tu re o f T h in g s. Çev. H . A. J. M u n ro .YV.J. D a-
tes’ın eserinde the Stoic a n d E picure an Philosophers. N ew York.
1940.
M aclver, R.M . society. Its S tru ctu re a n d Changes .N ew York. 1932.
M acM unn . G eoge. Slavery T h ro u g h th e Ages. Londra: 1938.
M a in e, H en ry S u m n er. P o p u la r Gcn’e m m e n t: F o u r Essays. N ew
York. 1886.
M althus, T.S. Essay on the Principles o f P o p u la tio n as I t A ffects th e
F u tu re Im p ro vem en t o f Society. Londra 1798. ikinci basım . G öz­
d en geçirilm iş baskı. 1803. 2 C ilt N ew York: 1927.
M a n n h eim Karl. M a n a n d Society: In a n A g e o f R eco n stru ctio n .
N ew York. 1940.
M an n on i, O. Prospero a n d C aliban. T h e Psychology o f C olonization.
N ew York. 1956.
M anuel, Frank E. The Phrophets o f Paris. C am bridge, Mass. 1962.
M arcuse, H erbert. Eros a n d C iviliza tio n . A Philosophical Im u ir y into
Freud. N ew York. 1955.
O ne D im ensional Man: S tudies en th e Ideology o f A d v a n c ed In d u s t­
rial Society. B oston . 1964.
M arks, Serna ve A n th o n y G. D ettin g er. E d u c a tio n a l Technolog}-.
N ew M y th s a n d o ld Realities. C am bridge, M ass.: 1968.
M artin, T h o m a s. T h e C ircle o f th e M e c h a n ic a l A rts . C o n ta in in g
Practical Treatises on th e Various M a n u a l A rts, T ra d esa n d M a ­
nufactures. Londra. 1818.
M asson , John. T h e A to m ic T h e o ry o f L u cre tiu s: C o n tra sted w ith
M odern D octrines o f A to m s a n d E volution. Londra: 1884.
M asters, W illiam H . ve V irginia E. J o h n so n . H u m a n S e x u a l R es­
ponse. B oston: 1966.
M ay, R ollo. Love a n d Will. N ew York-1969.
M a n , Ernst. A ccid en t or Design: T h e P a ra d o x o f E volution. M elb o­
urne: 1959
___________ C ause a n d E ffect in Biology. S cien ce, N o - 1 3 4 -1 9 6 1 .
M cC lov, Shelby T . F rench inventions o f th e E ighteenth C en tu ry. Le­
x in gton , ky 1952.
M cC urd v, E dw ard. T h e M i n d o f L e o n a rd o d a VirtcL N ew Y ork.
1928.
M cH arg, Ian. D esign W ith N a tu r e N e v i Y ork. 1969.
M cLuhan H erbert M arshall. T h e M ech a n ica l Bride.Folktore O f In ­
d u stria l M a n . N ew York. 1951.
_______________ U nderstanding M edia: th e E xten sio n s o f M a n . N ew
Y ork. 1964.
M eier, Richard 1. Science a n d Econom ic D evelo p m en t: N e n ’ P attern
o fL h ’ing. C am bridge, M ass.: 1956.
M errier, Louis Sebastien. L ’A n d u M ille lu a tr e C e n t tua ra n te: R e\’e
S ’i l e n F u t Jam ais. Londra. 1772.
M eynaud, Jean. Technocracy. Londra. 1968.
M ilgrim , Stanley. “A Behavioral Study o f O b ed ien ce”. Journal o f
A b n o rm a l a n d Social Psychology. 1963.
M ills, C. W right. T h e Power Elite. N ew York: 1956.
M ishan, E.J T he C ots o f Econom ic G row th. N ew York: 1967.
M on tagu, M F. Ashley. T he D irection o f H u m a n D e\’e\opm ent. B i­
ological a n d Social Bases. N ew York: 1955.
___________ O n being H u m a n . NewYork: 1966.
M o n ta g u M . F. A s h le y ( e d i t ö r ) . M a n a n d A g r e s s io n . N ew
York: 1968.
M on tg om ery, E dm und. Philosophical Problem s in th e L ight o f V ita l
O rganization. N ew Y ork: 1907.
M o o re, B arrington, Jr. Social O rigins o f D ictatorship a n d D e m o c ­
racy. Lord a n d Peasant in the M a k in g o f the M odern W orld. B os­
ton: 1966.
M o re, L ou is T ren ch ard . Isaac N e w to n : A B io g ra p h y, ¡6 4 2 -1 7 2 7 .
N ew York: 1934.
-M o ren o, J.L. W ho Shall Sun'ive? A N ew A pporaach to the Problem
o f H u m a n Interrelations. W ashington, D.C.: 1934.
M organ, A rthur E. N ow here W as Som ew here. H o w H istory M a kes
U to p ia s a n d H o w U topias M a k e H isto ry. C hapel H ill, N .C . :
1946.
M organ, C. Lloyd. Emergent Evolution: T h e G ifford Lectures. N ew
York: 1923.
_____________ Life, M in d , a n d Spirit: Being th e Second C ourse o f T h e
G ifford Lectures un d er the G eneral Title o f Em ergent E volution.
N ew York: 1926.
M o riso n , Elting E. M en, M achines a n d M o d e m , Tim es. Cam bridge,
M ass. 1966.
M orris, H enry C. T he H istory o f C olonization: From the Earliest T i­
m es to th e Present Day. 2 Cilt. NewYork: 1900.
M orris, W illiam . T h e Collected W orks o f W illia m M orris. M ay M or-
ris’in girişiyle. 24 Cilt. O xford. 1936.
M u m ford, Lewis. T he S to iy o f Utopias. N ew York. 1922.
___________ Technics a n d C ivilization. N ew York. 1934.
___________ A rts a n d Technics. N ew York. 1952.
_____________ Iti the N a m e o f Sanity. N ew York. 1954.
_____________ T he T ransform ations o f M a n . L ondra.1957.
_____________ T h e M y th o f th e M achine. C ilt I. Technics a n d H u m a n
D ei’elopm ent. N ew York. 1967.
____________ A n ticip a tio n s a n d Social C otisem ences o f A to m ic Energy.
1954.
_____________ T h e M orals o f E xterm ination. T he A tlantic M onthly.
Kasim 1958.
____________ M achine. Encyclopedia A m ericana. 15. C ilt. NewYork.
1967.
M urphy, Gardner. H u m a n Potantialities. N ew York. 1958.
M urray, H enry A. M y th a n d M yth m a k in g . N ew York. 1960.
___________ P reparations fo r the Scaffold o f a C om prehensive System .
S igm und K och. (E ditor.) Psychology: A S tu d y o f Science. N ew
York. 1959
___________ U nprecedented Evolution. H enry H oagland (ed itor),
___________ E volution a n d M a n ’s Progress. B oston: 1912.
N eed h am , Joseph, e ta l. Technology, Science, a n d A r t C o m m o n G ro­
un d. Harfield: 1961.
N ef, John U. W ar a n d H u m a n Progress: a n Essay on th e R ise o f In ­
d u stria l C ivilization. C am bridge, Mass.: 1952.
N eu m an n , Erich. T h e O rigins a n d H isto ry o f C onciousness. N ew
York. 1954.
___________ T h e A rchetypal W orld o f H en ry M oore! N ew Y o rk . 1959.
N eu m an n , Johann von . C a n W e Survive. Technology? David Sarnoff
(e d ito r ) th e F abulaus Future: A m erica in 1980. N e w York.
1956.
N ico lson , M arjorie H op e. Voyage to the M o o n . N ew York. 1948.
___________ T h e M icroscope a n d English Im a g in a tio n . N orth am p ton
Mass.: 1935.
___________ T h e W orld in the M oon: A S tu d y o f th e C han g in g A ttitu ­
de T ow ard the M o o n in the Se\>enteenth a n d E ighteenth C en tu ri-
es. N orth am p ton . Mass. 1936.
N isbet, R obert. C o m m u n ity a n d Power. N ew York. 1962.
O ’M alley, C. D. A ndreas Vesalius o f Brussels, 1514-1564. Berkeley,
Cal: 1965.
O parin, A. I. T he O rigin o f Life. N ew York. 1938.
Ortega Gasset, jose. The R evolt o f th e M asses. N e w York. 1965.
O rw ell, G eorge. 1984. Londra: 1949.
O zb ek h a n , H a sa n . T he T r iu m p h o f T ech o n o lo g y: 'C a n ' Im p lie s
‘O u g h t’. Santa M onica Cal: 1967.
Packard, V anca. T he W aste M akers. N ew York: 1960.
Parry, J.H. T h e E sta b lish m en t o f th e E u ro p ea n H eg a m o n y, 1415-
i7 J 5 N e w Y o r k . 1961.
___________ T h e Age o f Reconnaissance. Londra. 1963.
Pfender, M . (E ditör). D ie T ech n ik Prägt U nsere Z eit. D üsseldorf.
1956.
Platt, John, R. T h e Step to M a n . N ew York. 1966.
P o g g io li, R en ato. T h e T h e o ry o f T h e A v a n t-G a r d e . C am b rid ge,
M ass. 1968.
P olon yi, Karl. T h e G reat T ransform ation. N ew York. 144.
Polan yi, M ichael. Science a n d M a n 's Place in th e Universe. Harry
W o o lf (editör JSc/ence as a C u ltu ra l Force. Baltim ore. 1964.
P ortm ann, A dolp h. N e w P aths in Biology. N e w York. 1964.
Potter, D avid M . People o f Plenty: E conom ic A b u n d a n ce a n d th e
A m erican C haracter. C hicago. 1954.
Price, Derek J. de Sola. Science Since Babylon. N ew H aven. 1961.
Pritchard, JamesB. (E ditor). A n c ie n t N ea r Eastern Texts: R elating to
the O ld T e sta m e n t Princeton, N .J .: 1955.
Prochazka, O ldrich. “Sybnek Fizer and the C o n solation o f O n to ­
logy." T h e C rane Review: G üz 1967.
Pum pherey, R.J. T he O rigin o f Language. L iverpool. 1951.
Rich, E.Eb ve C .H . W ilson, (ed itörler). T h e C am bridge Econom ic
H istory o f Europe. 6Cilt. C am bridge :1967.
Rickover, H .G . “Can T ech n olo lo g y Be H u m a n ized -in - T im e?” N a ­
tio n a l H arks M agazine. Haziran 1969.
Reism an, D avid. T h e Lonely Crowd: A S tu d y o f th e C h a n g in g A m e ri­
can C harapter. N ew H aven. 1950.
Ritter, W illiam E. T h e N a tu ra l H estory o f O u r C o n d u c t N ew York.
1927.
Robergs, Carl R. ve B.A F. Skinner. “Som e Issues C on cern in g the
C ontrol o f the hum an B ehaviour”. Science. Kasim 1956.
Roberts Catherine. The Scientific Conscience: Reflections on the M o ­
dern Biologist a n d H u m a n ism e . N ew York: 1967.
R osengfield, Albert. T he Second Genesis. T h e C o m in g C o n tro l o f Li­
fe . N ew York: 1969.
R o ssi, P a o lo . F rancis B acon: fr o m M a g ic to Science. Bari: 1957.
Londra: 1968.
Rossiter C linton L. C o n stitu o n a l D ictatorship; Crisis G o vern m en t in
the M o d e m D em ocracies.Princeton, N . J .: 1948.
Roszak, T heodore. T he D issenting A cadem y. N ew York: 1968.
______________ T h e M a k in g o f a C ounter C ulture: Reflections on the
T ech n o cra tic Society, a n d Its y o u th fu l O p p o sitio n . N ew York:
1969.
R ow n tree, B. S eeb o h m . P overty. A S tu d y o f T o w n Life. Londra:
1902.
______________Poverty a n d Progress: A Second Social S u w e y o f York.
Londra: 1941.
Rubin, W illiam J D ada. Surrealism , a n d their H eritage. N ew York:
1941.
Russell, E. S. T he D irectivenenss o f O rganic A ctivities. Cambridge:
1945.
Ruyer, R aym ond. L ’U to p ie e tle s Utopies. Paris: 1950.
Sakharov, Andrei D . Progress, Coexistence, a n d Intellectual Freedom.
Harrison E. Salisbury’nin girişiyle. N ew York: 1968.
Salom on, Albert. T he T y ra n n y o f Progress: Reflecions on the Origins
o f Sociology. N ew York. 1955.
Santillana, G iorgio de. The A ge o f A dven tu re: th e Renaissance P hilo­
sophers. N ew York: 1956.
____________; The. O rigins o f Scientific T h o u g h t fr o m , A n a x im a n d e r to
Proclus, 600 B.C. to MX) A .D . Chicago: 1961.
Sauer, Carl O . N orthern M ists. Berkeley. Cal. 1968.
S ch m ook ler, Jocob In ven tio n a n d E conom ic G row th. C am bridge,
M ass.: 1966.
S cheneider, K enneth R. D e s tiy o f Change. N ew York. 1968.
Schrödinger, Erwin. W h a t is Life? T h e Physical A spect the Living Cell
C am bridge: 1945.
___________ N a tu re a n d Greeks. Cam bridge: 1959.
___________ M in d a n d M atter. Cam bridge: 1959.
.S ch u b ert-S old ern , Rainer. M ec h a n ism a n d V italism . Philosophical
A spects o f Biology. Londra: 1962.
Schum peter, Joseph A. C apita lism , Socialism , a n d Democracy. B i­
rinci Basım . N ew York: 1942. Ü çü n cü basım . 1910.
Seidenberg, Roderick. P osthictoric M a n . N ew York: 1966.
Selz, Peter. N e w Im ages o f M a n . N ew York. 1959.
Shaw, Ralph R. “Electronic Storage and Searching”. T im es Literary
S u pplem ent. N isan 6,1962.
S helley, M ary W ollston ecraft. F ran ken stein , or, T h e M odern P ro­
m etheus. Londra. 1818. O xford, 1969.
Shepard, Paul ve Daniel M cK inley (editörler,). T h e S u h 'ersive Scien­
ce: Essays T ow ard an Ecology o f M a n . Boston: 1968.
Shils, Edward, “T he Theory o f M ass society”. Diogenes: Güz. 1962.
S im on , H erbert A. T he Shape o f A u to m a tio n fo r M e n and M a n a g e­
m ent. N ew York. 1965.
____________ ‘T h e Architecture o f C om p lexity”. T h e A m erican P h i­
losophical Society. Aralık 1962.
S im p son , G eorge Gaylard T h e M e a n in g o f E volution. N ew Haven:
1967.
___________ The Biology o f M an . N ew York: 1969.
---------------------- ‘T h e Crisis in Biology.” T he A m erica n Scholar: Yaz.
1967.
Singer, C h a rles.F /w i M agic to Science. Essays on the S cientific T w i­
light. N ew York: 1928,
Singer, Charles, e ta l. (Editörler.) H istory o f Technology. 5 Cilt. O x­
ford,: 1954-1958.
Skinner, B. F. W alden Two. N ew York: 1948.
___________ Science a n d h u m a n Behaviour. N ew York: 1968.
Sm ith, Cyril Stanley. “Materials and the D evelop m en t o f C ivilizati­
on and Science”. Science: Mayıs. 14, 1965.
Sody, Frederick. T h e Interpretation o f R a d iu m . Londra. 1909. G eniş­
letilm iş basım . 1920.
Speer, Albert. E rinnerungen. Berlin:1969.
Spencer, Herbert. T he D a ta o f Ethics. N ew York:1928.
Spengler, O swald. T he D ecline o f the West. 2 cilt. N ew York: 1928.
Sperry, R oger YV. M in d , B rain, a n d H u m a n is t Values. Bkz. Platt,
John R. (Editör)
Stallo, J.B. T he C oncepts a n d Theories o f M o d ern Physics. Birinci ba­
sım . N ew York: 1881.
Stapledon, Olaf. Last a n d First M en: A S tory o f the N ea r a n d Far F u ­
ture. Londra: 1931.
Stevens, H enry Bailey. T he Recovery o f C ultures. New'York: 1949.
Steward, Geog'e R. N o t So Rich as You T h in k . Boston: 1968.
Strauss, A nselm (ed itö r). T he Social Psychology o f George H erbert
M ead. Chicago: 1956.
Sussm an, H erbert L. Victorians a n d the M achine: T h e Literary Res-
p once to Technology: C am bridge, Mass: 1968.
Sypher, W ylie. L ilerature a n d Technology. T h e A lien V ision. N ew
York: 1968.
Tawney, R.H. T he A q u isitive Society. N ew York: 1920
Taylor, Alfred. M in d as Basic P otential. M ain Currets o f M odern
T h ough t. Mart: 1958.
Teilhard de Chardin, Pierre. T h e P hen o m en o n o f M a n . N ew York:
1959.
____________ M a n ’s Place in N ature. T he H u m an Z oological Group.
N ew York: 1966.
T heobald, Robert. T he C hallenge o f A bundance N ew York: 1961.
T h o p e, W .H . Science M a n a n d M orals. Londra: 1965.
Tillyard, E.M .W . T he E lizabethan W orld Pictur. N ew York: 1944.
T o c q u e v i l l e , A le x is d e . D e m o c r a c y in A m e r ic a C ilt I. N e w
York: 1945.
Toffler, Alvin: “T he Future as a W ay o f Life”. H orizon: Yaz 1965.
T o u lm in , Stephen ve June G oodfield. T h e A rch itectu re o f M atter.
N ew York: 1962.
T oyn b ee, A rnold. Lectures, on the In d u stria l R e w lu tio n o f th e Eigh-
teeth C e n tu ry in England. Londra: 1884.
T o n n b ee, A rnold J. A . S tu d y o f H isto ry 10. Cilt. N ew York: 1934-
1956
______________ C hange a n d H abit: T h e C hallenge o f O u r T im e. N ew
York. 1966.
T u v eson , Ernest L ee.M illen n iu m a n d U topia. A S tu d y o f the Backg­
ro u n d o f the Idea o f Progress. Berkeley, Cal: 1949.
U sher, Albert P ayson. H istory o f M echanical Inven tio n s. N ew York:
1929.
Van D oren , C h a rles. T he Idea o f Progress. N ew York: 1967.
V eblen, T h orstein . T he In stin c t o f W o rkm a n sh ip . N ew York. 1967.
___________ h n p re ia l G erm any. N ew York: 1967.
___________ T heory o f the Leisure Class. N ew York. 1926.
V erne Jules. T h e M a ster o f the W orld. Paris: 1914.
V ig n oli, T ito. M y th a n d Science: A n Essay. N ew York: 1882.
W ad d in gton , C. H . T he Ethicla A n im a l. Londra: 1960.
___________ T h e N a tu re o f Life. N ew York: 1962. .
W ald, G eorge. T h e Search fo r C o m m o n G round. Zygon: M art 1966.
_________ _ In d eterm in a cy, In d iv id u a lity ah*d th e Problem o f Free Will.
Bkz. Platt, John, R. (E ditör).
W alker, C harles R u m ford M o d e rn T ech n o lo g y a n d C iv iliza tio n .
N ew York. 1962.
W alsh, Chad: F rom U topia to N ig h tm a re. N ew York: 1962.
W ashburn, S. L. T he E volution o f H u m a n Behaviour. John D . R os-
lanskv .(ed itör). T h e E volution o f H u m a n B ehaviour . A m ster­
dam: 1969.
W ebb, W alter Prescott. The G reat Frontier. Arnold J. T ovn b ee’nin
girişiyle. Boston: 1964.
W ells, H.G. A n ticip a tio n o f the Reaction o f M echanical a n d S cienti­
fic Progress. Londra: 1902.
___________ A m odern U topia. Londra: 1906.
___________ T he C o m p lete S h o rt Stories o f H .G. Wells. Londra: 1927.
___________ M in d a t th e E nd o f Its Tether. Londra: 1945.
W estin, Alan F. P rivacy a n d F reedom m : N ew York: 1967.
W eyl, H . S ym m etry. P rin ceton, N.J. 1952.
W hite, Lynn, Jr. M a ch in a ex Deo: Essays in the D y n a m ism o f W es­
tern C ulture. C om bridge. Mass: 1968.
W h iteh ea d , A lfread , Scien ce a n d th e M o d e rn W old. N e w York:
1923.
W h yte, L ancelot Law. U n ita r y P rin cip le in Physics a n d B ilology.
N ew York: 1949.
___________ U nconsious Before Freud. N ew York: 1949.
W iener, N orm bet. T he H u m a n Use o f H u m a n Beings: C ybernetics
a n d Society. B oston: 1950.
_______________G od a n d G olem , Inc: A C o m m e n t on C ertain Points
W here C y b ern etics Im p in g e s o n R eligion. C am b rid ge. M ass.:
1964.
W ilkins John, th e D iscovery o f a Probable. There M a y be A n o th e r
H am bitable W orld in T h a t P la n et w ith a Descoure oh the Possibi­
lity o f a Passage T hither. Londra. 1638.
_______________ M ercu ry or the secret a n d S w ift Messenger. Shew ign
N h o w a M a n M a y w ith p riv a c y a n d S p eer C o m m u n ic a te H es
T houghts to a D istance, ikinci basım . Londra. 1694.
W ilk in son , John. (E ditör) Tech no lo g y a n d H u m a n Values, Santa
Barbara. Cal.: 1966.
W ilso n , A rthur M .. D id ero t: T h e testin g Years 1 7 1 3 -1 7 5 9 . N ew
York: 1957.
W ittfogel, Karl A. O riental D espotism : A C om parative S tu d y o f Total
Power. N ew H aven: 1957.
W o lf A. A H istory o f Science, Technology a n d P hilosophy in the 16 th
a n d 17 th C enturies N ew York: 1935.
W o lff Philippe, and, Fredreric M auro. I'A g e de T A rtisa n a t ( X - X V I -
llS iecles) Paris: 1959-1961.
W olh eim D on ald A. N ovels o f Science. N ew York: 1945.
W o ls te n h o lm e , G o r d o n (e d itö r ) M a n a n d H is F u tu re . L ondra:
1963.
W ood ru ff, W illiam and H elga, “E con om ic G row th: M yth or R e­
ality”. Techology a n d C ulture: G üz. 1966.
W ulf, H ans E. T h e T ra d itio n a l C rafts o f Persia. T h e ir D e\’elopm ent,
Tecnhology, a n d Influence on Eastern and W estern C ivilizations.
C ambidge, Mass.: 1966.
___________ E arly T im es to the P resent Day. Londra: 1949.
Zam itain, E ugnene. We N ew York: 1934.
Z im m ern, Alfred. N a tio n a lity a n d G overnm ent. Londra: 1918.
Ad dizini

A Batlam yus 56, 6 1 ,9 9 .

A cton, Lord 453. Bell, D aniel 180, 536.

A d a m s, H e n r y 1 9 , 3 9 3 - 4 0 3 , Bellam y, Edward 364, 371-37

428, 434, 437, 528

458, 512, 597. B entham , Jeremy 526.

Agricola 253, 255, 305. B entham , Samuel 257.


Aiken, Conrad 212. Birket-Sm ith, Ka; 121.
Alsted, J.H. 180. Blake, W illiam 516.

A m m ann, Jost 245, 248. Blavatsky, M adam e 398.

A risto 47, 49, 90, 91, 146, 170, B loch, N ils 488.

279, Borelli,
303, 304. G iovanni 69.
Asurbanipal 427. B oscovich, R.G. 122.
A tum -R a 56, 64. Boyle, Robert 102, 170.

A u d u b o n , John Jam es 2 1, 26 , Brahe, T ycho 50, 59.

32, 34, 45. Bramah, Joseph 248.


Braudel, Fernard 252.

B Bridgm an, Percy 130.

Babbage, Charles 112, 198, 327, B runo, G iordano 70.

463. Buecher, Karl 239.

Babel, Isaak 420. B u lw e r -L y tto n , E dw ard 3 6 9 -

Bacon, Francis 60, 136, 138, 186- 3 7 1 ,3 8 6 .

2 2 4 ,5 3 8 ,6 0 1 . Burckhardt, Jacob 27, 462, 463.

Bacon, Roger 15, 92, 106, 364, B urn, E.A. 1 1 5 ,1 1 9 .

3 7 1 ,3 7 6 , 400. B u tler, S a m u el 169, 3 3 5 -3 3 9 ,

Barnard, Dr. Christiaan 387. 388.


Butterfield, H erbert 60. 135-1 5 6 ,1 5 9 -1 7 5 ,
179, 186, 217,
c 218, 224, 273,
Cabet, Etienne 371. 545.
C am panella, T om m a so 15, 376. D id er o t, D e n is 18, 32, 40, 44,
Cardan, Jerome 56. 244, 248, 349,
C eline, Louis-Ferdinand 577. 592.
Cellini, B envenuto 277. D ostoyevski, Feodor 576. 577.
C engiz, Han 66. Drake, Sir Francis 253.
C la rk e, A r th u r 3 7 7 , 3 8 0 , 4 7 9 , D riesch, H an s 154.
509, 513, 518, Dürer, A lbrecht 24, 3 5 ,2 8 0 .
519. D urkheim , Em ile 579.
Colbert, Jean Baptiste 256.
C ole, D andridge 387. E
C o m e n iu s , Joh n A m o s 1 7 9 - Eflatun 359, 3 6 3 ,4 1 6 .
181. E ichm ann, A d olp h 472.
C om m ener, Barry 544. E instein, A lbert 192, 212, 434,
C om te, A uguste 273, 349, 408, 435, 458, 503,
415, 591. 591.
C o n d o r c e t , M a r iu ie s de 3 7 , Eiseley, Albert 103.
349. Eliade, M ircae 66.
Conrad, Joseph 22, 212. Ellul, Jacques 488.
C ook, Kaptan James 23, 26, 36, E m erson, R alph W ald o 22, 24,
177. 44, 45, 75, 351,
C ousin, V ictor 347. 357, 358, 429.
Crick, Sir Francis 4 8 5 ,4 8 7 . Erikson, Erik 580.

D F
D arw in, Charles 26, 36, 4 9 ,1 7 8 , Faraday, M ichael 99, 102, 112,
186, 335, 517, 122, 2 1 2 , 213,
567, 588, 592-596 216.
D e s c a r te s , R en e 17, 9 0 , 102 , Fermi, E nrico 434.
Fracastoro, Girolam a 56. G iedion, Sigfried 306.
Frankenstein 220. Gilbert, W illiam 191, 202, 199.
Frankl, V ictor 581. Glanvill, Joseph 83, 376.
F ranklin, B en jam in 113, 195, G odw in, Francis 378.
435. G oeth e, Johann W olfgan g von
Freuet, Sigm und 145, 161, 164, 280, 313, 545,
217, 334, 444. # 567, 602.
Friedmann, Georges 262. G olem , W iener 218.
From m , Erich 484. G oncourt, Ermond de 398.
Frost, Robert 161. G reene, Felix 250.
Fugger, Jacob 253, 287. G ustavus, A dolp h u s 256.
Fuller, B u ck m in ster 3 5 4 , 387 , G utenberg, Johann 244.
5 0 8 ,5 1 8 .
H
G Hall, Edward 359.
Gabor, D enis 333. H aw kins, Sir John 253.
G alileo, G alilei 14, 28, 61, 69, H aw th orn e, N athaniel 515.
7 9, 9 0 -1 1 1 , 1 15, H ayek, Friedrich 417.
1 1 9 -1 2 2 , 123- Heraklit 67, 289.
129, 135, 138, H ersev, John 462.
155, 156, 160, H itler, A d o lf 311, 360, 416, 419,
164, 187, 191, 420, 4 2 3 -4 3 7 ,
217, 218, 224, 472, 475, 496,
545, 593, 594. 576.
Gam a, V asco de 23. H obbes, T h om as 173-179, 441.
G andi, M ahatm a 354. H ook e, R obert 202.
G assendi, M ahatm a 144. H ow ard, Ebenezer 3 7 5 ,5 0 8 .
G assendi, Pierre 144. H u m b o ld t, A lexan d er v o n 33,
G eddes, Patrick 214, 353, 551, 34, 567.
5 9 4 ,6 0 2 . H u m e, D avid 1 1 1 ,1 1 2 .
G enet, Jean 577. H u n sd o n , Lord 22.
G ibbon, Edward 345-349. H u x le y , Ju lian 7 2 , 3 6 0 , 3 8 3 -
388, 427, 596.
H u x l e y ,T h o m a s H e n r y 170, L
595. La Boetie, Etienne de 16.
Lapp, Ralph 459.
J Lawn, Brian 47, 48.
Jam es W illia m 177, 2 2 9 , 241 , Leary, T im oth y 387.
370, 400, 506, L eib n itz , G o ttfr ied W illh e lm
554, 602, 603. 9 0 .1 0 2 ,1 1 5 ,1 5 9 ,
Jennings, Herbert Spencer 186. 214, 262.
Johnson, Samuel. 114. L en in , N ik o la i 4 1 6 , 4 1 8 , 4 1 9 ,
Johnson, V irginia E. 121. 4 2 1 ,5 7 2 .
Leonardo da Vinci 398.
K Le Roy, Louis 346.
, Kafka, Franz 319, 562. Lewis, C.S. 26, 248, 378.
Kahn, H erm ann 457, 458, 536. Locke, John 180.
Kant, Im m anuel 109. L ongfellow , H enry W adsw orth
K ep ler, J o h a n n es 9 0 -9 5 , 101- 43.
103, 106, 107, L ouis, XIV. 58, 259, 3 4 5 , 346,
121, 135, 151 , 4 0 6 ,4 1 2 , 423.
187, 212, 218,
378, 379, 383, M
385, 501, 504. M acaulay, T h o m a s B a b in g to n
Kidd, Benjamin 460. 196.
K o lo m b , C h r isto p h e r 15, 17, M aine, Sir Henry' 417.
1 8 ,2 0 ,2 2 ,8 0 . ' M a lt h u s , T h o m a s 1 7 8 , 5 4 3 ,
K opernik, N icolau s 50, 56, 59- 592.
6 6, 79 , 85 , 90, M ann, T h om as 560.
135, 361, 399, M anuel, Frank 37.
405, 594. M ao, T se-tu n g 360, 420.
K ropotkin, Peter 268, 570. M arco Polo 304, 305.
Kubilay Han 305. Marsh, G eorge Perkinh 44, 45,
280.
M artin, T h om as 2 2 9 ,4 2 5 .
M arx, Karl 295, 296, 348, 362,
375, 534, 569,
o
O' Frank 125.
572.
Ogburn, W .F. 383.
M axwell, J. Clerk 102, 12 2 ,3 9 4 . O ppenheim er, J. Robert 451.
M cL u h a n , M arh all 3 8 7 , 3 8 8 , Orwell, George 372.
4 9 9 ,5 1 8 , 548.
M e lv ille , H erm an 44, 75, 80, P
494, 582. lJaley, W illiam 158.
M ercier, Louis Sebastien 356. Panofskv, Erwin 35.
M ilgrim , Stanley 473. Paracelsus, Blaise 199.
M iller, Arthur 238. Pasteur, Louis 196, 214.
M it c h e ll, G e n e r a l W illia m Peano, G iusseppe 213.
(Billv) 427. Pepys, Samuel 240.
M ontaigne, M ichel de 16, 355. Petrarch 343.
M ore, Henry 376. Petrie, Flinders 343.
M ore, T hom as 3561, 363. Poe, Edgar Allan 81, 367, 378.
M organ, C. Lioyd 26, 92, 361, Polanyi, M ichael 93.
373, 594.
Poliziano, A ngelo 15.
M orgenthau, W illiam 461. Portm ann, A d olf 111.
M o Ti 382. Price, Charles 202.
M u lle r , H e r m a n n 3 8 7 , 4 7 5 , Price, Derek J. 300, 315.
487. Pritchard, James B. 452, 553.
M urray, H enry A. 64. Pum pelly, Raphael 27, 238.
M ussolini, B enito 427. Pisagor 64.

N R
Nef, John 252. Rabelais, François 240, 241.
N eu m an n , John von 322, 323, Raglan, Lord 478.
445. Ragnarök 497.
N ietzsche, Friedrich 409. Renan, Ernest 4 1 5 ,4 1 7 .
Renaudot, T heophraste 201.
Richter, Curt P. 550.
Roosevelt, Franklin D. 435. Sombart, W erner 254, 257.
Rossi ter, C linton 461. Sorre, M ax 230.
R ousseau, Jean-Jacques 32, 41- Speer, Albert 423.
43, 4 5, 135, 174, Stalin, Joseph 23, 360, 416, 419-
177, 417, 567. 427.
R ow ntree, Seebohm 249. Stallo, J. B 130.
R u s k in , Joh n 2 9 5 , 3 5 3 , 3 5 4 , Stapledon, O laf 367.
404, 575. Swift, Jonathan 219, 335.
Russell, Bertnard 59, 164. Szent-G vorgyi, Albert 154.
R utherford, Ernest 394, 397. Szilard, Leo 434, 451, 458.
Ruyer, R aym ond 363.
T
s Tavlor, A.J.P. 432.
Saint-Sim on, C om te de 37, 408. Taylor, H enry O sborn 396.
Sain t-S im on , D uc de 346, 563, T eilhard de C hardin 365, 468,
569. 514-521.
Sauer, Carl 16. Telecleides 304, 531.
S c h r ö d in g e r , E rw in 9 3 , 103, Teller, Edward 451.
119. T en n yson , Alfred 114, 359.
Schubert, Franz 240. Thoreau, H enry 354, 534.
Schum peter, J. A. 559. Throrndike, Lynn 49.
Seaborg, G lenn 387, 536. Tillyard, E.M .W 58, 65.
Seidenberg, Roderick 388, 512, T ocqueville, A lexis de 555.
5 1 4 ,5 2 0 , 548. T olstoy, Leo 354, 483, 580, 581.
Shelley, Mar)’ 114, 220. T oynbee, A rnold 227.
Sherrington, C.S 171. Tro^ki, Leon 419.
S k in n e r , B. F. 1 12, 3 7 2 , 3 8 7 , Turgot, A. R. J 37, 345.
481, 536.
S m ith , A d am 121, 2 3 2 , 2 5 2 ,
257, 294, 300. u
Snow , Charles Percy 314. Urey, H arold 434, 4 5 0 ,4 5 1 .
Soddy, Frederick 397, 398, 434, Usher, Albert Payson 257,
596.
W right, Frank Lloyd 206.
W vm er, N orm an 249.
Vasari, G iorgio 241, 277.
V eblen, Thorstein 136.
Verdi, Giuseppe 240.
Y
York, Herbert 459.
V erne, Jules 187, 367.
Y oung, J.Z. 327.
V esalius, A ndreas 56, 218.
V espasian, Im parator 262.
Vril 371.

w
W ald, G eorge 220.
W allace, Alfred Russel 34, 567,
592.
W att, James 228, 241, 254.
W eaver, W arren 501, 502.
W eber, M ax 3 3 ,4 7 1 , 472.
W ells, H . G 2 8 , 8 5 , 187, 353 ,
359, 367, 376,
3 7 9 -3 8 1 , 386,
466, 507, 597,
599.
W estin, Alan F. 467.
W hite, T .H 471.
W h ite h e a d , A .N . 4 8 , 9 0 , 116,
196, 594.
W hitm an, W alt 4 3 ,2 1 2 .
W horp, Benjamin 109.
W ie n e r , E u g en e P. 1 25 , 3 2 8 ,
329.
W ilde, Oscar 398.
W ilkins, John 378, 379.
W ittfogel, Karl 441.
Mutlakiyetçilik, Militarizm ve Mekanizasyon

O n d ö r d ü n c ü y ü zy ıld a b a ş la m a k üzere, A v ru p a ’da siyasi ve a sk e ri g ü ­


c ü n a rta n b ir şek ild e m e rk e z ile şm e si, m e ta lu riik e n d ü s tri d a lla r ın d a n y ü k ­
lü ta le p le rd e b u lu n d u . D o lasıy la m o d e r n g ü ç re jim in in e n d ü s triy e l te m e l­
leri, on se k iziııci yüzyıl p a m u k d e ğ irm e n le ri ü z e rin e değil ta k a t, o n a ltın c ı
yüzyıl m a d e n le ri, d ö k ü m h a n e le r i ve silah işleri ü z e rin e inşa e d ild i. D a h a
s o n ra k i fab rik a s is te m in e a tfe d ile n te k n ik ilerle m e ler, s ta n d a rt g e m i p a r ç a ­
la n ılın p re fa b rik a s y o n u v e k itle ü r e tim d ah il o lm a k üzere, ço k ö n c e le ri V e ­
n e d ik m e m le k e tle rin in T o p h a n e ve te rs a n e le rin d e b a ş la tılm ış la rd ı. Y anlış
b ir b iç im d e m e rk a n tiliz m o la ra k a d la n d ırıla n e k o n o m ik p o litik a , b u g ü n k ü
m e r k e z i, D e v le t- e g e m e n k o m p l e k s in in o l g u n la ş m a m ış b ir t a k li d i y d i .
O r o z c o ’n u n ta b lo s u (tisste) ta m b u g a y rı-iıısa n ile ştirm e k u v v e tle rin i ö z e t­
ler: ‘d in i’ saik, m e k a n ik sü re ç le r, ask eri sa ld ırı ve in sa n i n etice.
H e m yıkıcı h em y apıcı to p lu m s a l k u lla n ım la r iç in m e v c u t e n e r jin in a rtış ı,
yalnızca o n ü ç ü n cii yüzyıldan beri değil, takat H en rv A d a n ıs’ın işaret ettiği gibi, M .Ö .
D ö rd ü n c ü B inyılda 'm ed e n iy e t in ilk z a m an la rın d a n b u yana tek n o lo jik ilerlem enin
a n a a la m etlerin d en biri o lm u ştu r, ilk b ü y ü k ilerlem e, o rg a n ik m a d d e lerd en ışık ve ısı
elde e tm e k için ateşin k u llanılm asıyla o rtay a çıktı: b u , yaklaşık beş ya d a altı b in yıl
geriye gider. Fakat en m ü cessem a rtış , e n erjiy i d o ğ ru d a n g ü n e şte n ala n b itk ile rin
ekilm esiye ortay a çıktı ve sert ta h ılla rın -b u ğday, arp a, a k d arı, p irin ç- ekilm esi, yıl
b o y u n c a d a h a eşit bir dağılım ı ve m u h afazay ı m ü m k ü n kıldı, böylece b ü y ü k b ir in-
sangticü fazlalığı, a rtık ta rım ta ra fın d a n cm ilm ev ecek ti. in s a n g ü c ü n ü n d iğ e r tü m
fo rm la rı hala b u ilerlem eye dayalıdırlar.
H e m e n h e m e n H ristiy a n lık d e v re sin e k ad ar, ilk m e d e n iy etlerin başlıca yapıcı
d ö n ü şü m le ri hayvan ve in san g ü c ü n ü n k u llan ım ın a dayalıydılar. B esingücü, rüzgar-
g ücü ve sugücü d ışın d a d ah a so n rak i tü m en erji kaynakları, ki b u n la r kim yasal d ö ­
n ü şü m le re (k ö m ü r, petrol, u ra n y u m ) bağlıydılar, k u llan ılan m ik ta r n isb etin d e çev re­
yi ta h rip e tm e p ah asın a verim liliği a rttırd ıla r. Y ukardaki (solda) h id ro elek trik tesisi,
tem iz, verim li ve zehirli o lm ay an b ir en erji fo rm u n u n ideal gerekliliklerine o ldukça
y akındır. D iğer ta ra fta n iet uçağı, k ö k e n o larak askeri a m açlar için ta sa rlan m ış b ir
m akinayı a n d ırd ığ ın d a n m a k sim u m m ik ta rd a b ir çevre ta h rib a tı ve to p lu m sa l r a ­
hatsızlık üretir. Eksra-organik e n erjile rin genişlem esi için h iç b ir sın ırın olm ad ığı ka­
n aati, böylesi bir aşırı -k u llan ım ın ek o lo jik ve insani so n u çların ı hesaba katm az. D ik­
k atsizce p la n la d ık la rı ta k d ird e , h id ro e le k trik tesisler b ile d eğ erli kırsal a la n ları ve
vahşi hayatı tehdit edebilirler. B ioteknik b ir e k o n o m i, o rg a n ik o lm ay an enerji m ik ­
tarın ı m ü m k ü n o la n en aşağı seviyeye in d irecek ü re tim , ulaşım ve yerleşim türlerini
h ız la n d ıra ca k tır. Bir b o llu k e k o n o m isi, o p tim u m g ü n d e lik ku llan ım m ik ta rın ı elde
etm eye çalışacak ve artı enerjiyi özel k u lla n ım la r ya da acil d u ru m la r için sakiacaktır.
İn şaatta, ü re tim d e , u laşım d a ve iletişim d e h ızın a rtm a sı, en b a şın d a n beri güç
s iste m in in belirgin a la m etlerin d en biri o lm u ştu r. L o k o m asy o n u n hız, ilk defa atın
evcilleştirilm esiyle ivm e kazandı. Fakat at yarışları h a riç b ir eğlence tü rü o la ra k hız
d u y u la n avam i ilgi, m o d e rn b ir gelişm edir. Bu ilk defa o n v e d in c i yüzyılda d e n iz va­
g onuyla (solda) veerken o d o k u z u n c u yüzyuıl çu f-çu fu y la b irlik te v u k u b u ld u . M o­
to rlu taşıtla b e ra b er -y u k a rıd a ilk b u h a rlı o m n ib ü s fo rm u (sağda) g ö rü lm ek te - hız,
b irç o k su ltani (royal) im tyazla birlikte, ‘d e m o k ra k tik le ştirild i.’
K ızakla kaym a ya da m o to r sü rm e kısm en gerilim ve tehlike b edensel b ir ra h a t­
lam a d u y g u su n d a n k ay n ak lan an belli b ir neşe ve can lılık getirse de hız, d ah a ziyade
b ir d e b d eb e li güç ve p restii sem b o lü o la ra k iş g ö rü r. Başka b ir ifadeyle, o rg a n ik
sın ırla rd a n k u rtu lm a ç ab asıd ır. Sosyal m evkiye ya d a egelnceye katkısı ne o lu rsa o l­
s u n hız, u laşım da ve iletişim d e p ra tik politik ve e k o n o m ik y ararlara sah ip tir. Y öne­
tici e litin o to rite s in e u y u m sağlam akla k alm az fakat ay n ı z am an d a b u e litin uzak
bölgeler, k en d ilerin e b ağ ım lı to p ra k la r ve p a zarlar ü z erin d e d a h a etkili b ir hakim iyet
k u rm a sın ı sağlar. O n sek izin ci yüzyıldan so n ra, niceliksel v erim lilikle b e ra b er güç ve
hız te k n o lo jik ile rle m e n in tem el k riteri h a lin e geldiler. Yeni te c rü b e n in ö z ü m se n -
m esi için, geri-beslem e ve tash ih için d a h a az b ir sü re ta n ıy a n b u değişim tem p o su ,
e n d ü strile şm e n in , tarih sel m irasın değerli k ısım ların ı ta h rip e tm e ve çevreyi kalıcı
b ir zarara u ğ ratm ad a işlediği cü rü m le ri yeterince açıklar. 'A cele işe şeytan karışır.'
(H aste m akes W aste) a ta sö z ü n ü n yerini yeni b ir ilke a lıy o rd u : ‘N ered e h arek et o r a ­
da b e re k e t’ (H aste an d W aste m ake m o n ey ).
M o to rlu araçlard a, gaz pedali o ld u ğ u gibi fren pedalı, geri vites ve d ireksiyon
da v a rd ır, fakat g ü n ü m ü z d e güç kom pleksi yanlızca hızla m e şg u ld ü r; ve yaşam ı k o ­
ru m a k için, tem p o y u d ü ş ü n m e n in , istikam eti d e ğ iştirm e n in ya d a karlı fakat te h li­
keli b ir süreci d u r d u r m a n ın z o ru n lu olabileceğini id ra k e d e m e m e k te d ir. H albuki
b ir b io te k n ik e k o n o m id e hız, g ü c ü n ya d a parasal m e n fa a tin değil, fakat to p lum sal
a m a cın b ir fo n ksiy o n u o lm a lıd ır. Ve sağlık, refah ya d a y aratıcılık m e v z u su n d a bu
gereklilik, b irç o k z a m a n h ız a za ltım ın ı ya d a hızı tü m d e n kesm eyi z o ru n lu k ıla­
caktır.
U za kta n K ontrol

B a şın d a n b e ri g ü ç k o m p le k s in in m e rk e z in d e u z a k ta n k o n tr o l y e r aldı.
M e g a m a k in a n ın esas b ile şe n le ri in sa n la r o ld u ğ u m ü d d e tç e k o m u ta z in c i­
r in d e k i h e r in s a n i b ir im d e n k ö p e k v a ri b ir ita a t b e k le n d i. B öyle b i r te k -
y ö n lü d ü z e n , e n h a f if ita a ts iz lik te b ile a c ım a s ız y a p tır ım la r ın u y g u la n ­
m asıyla k o r u n u y o r d u . Bu h a n ta l ve z a h m e tli y ö n te m d e n geçiş, m illi b ir eğ-
itih ı s is te m in in y ü r ü rlü ğ e k o n m a s ıy la k o la y la ş tırıld ı. Bu s is te m , ilk d efa
o n s e k iz c in d y ü zy ıld a P ru s y a ’d a d a h a s o n ra N a p o lv o n z a m a n ın d a A lm a n ­
y a’da u y g u la n d ı. M e c b u ri a sk e rlik , ki ilk defa ‘d e m o k r a tik ’ F ra n sız d e v ri-
rn in c e e m p o z e e d iid i, b u sü re c i ta m a m la d ı.
Bu -b azı z a m a n la r- v e rim siz ve in a tç ı in sa n o to m a to n la n n ın s a f m e ­
k a n ik ve e le k tr o n ik b ir im le r e çev rilm esi, a n lık u z a k ta n k o n tr o lü u y g u la n a ­
b ilir k ıld ı: b u , m e rk e z i o to rite y e v erileb ile cek en b ü y ü k a r m a ğ a n d ı. Ü s tte
g ö rü le n , H o u s to n M e rk e z i’n in k o n tro l o d ası, b u sis te m i t ü m iııs a n -ü s tü lü -
ğü y le b ir lik te iz h a r e tm e k te d ir.
B ilg isa y a r v e te le v iz y o n h e n ü z y o k k e n H it le r ’in R usya c e p h e s in d e k i
g ö re v lile rle d o ğ r u d a n b a ğ la n tı k u r m a k su re tiy le a sk e ri sav aşlara m ü d a h a le
etm e s i, u z a k ta n k o n tr o ld e m ü n d e m iç d e z a v a n ta jla rd a n b irin i -y an lış n ıü -
d a h e le - ifşa e tti. F akat u z a k ta n k o n tr o lü n te m e l zayıflığı, a ra c ı b irim le rin
y a rd ım ı o lm a d a n , geri b e s le m e ve g ö z d e n g e ç irm e y e açık iki -y ö n lü b ir sis­
te m o l( a )m a m a s ıd ır. E le k tro n ik bilgi a k ış ın ın m e rk e z le rd e a n lık k a r a r a l­
m ayı o la n a k lı k ıld ığ ı b i r z a m a n d a , b a ğ ım sız k a r a r la r v erecek , y an lış bilgiyi
d ü z e lte c e k ya d a p r o g r a m d ışı b ir veriyi ekleyecek s o r u m lu yerel b irim le rin
y o k lu ğ u , b e ş e ri y an lışlık o la sılığ ın ı a r ttır ır . Bu d a , g ay rı m e rk e z i y a rı-ö z e rk
g r u p ve b ir im le r in z o r u n lu b ir g ü v e n lik ara c ı o la ra k te k r a r ih d a s e d ilm e le ­
rin i lü z u m lu kıl.ır. B u, s o r u m lu in sa n i k a tılım ın te m e l k o ş u lu d u r .
Bilgisayarltk

G e n iş m ik ta rla r d a k i b iig iv i d ü z e n le m e n in ve in sa n k a p a s ite s in i aşan


o ld u k ç a k o m p le k s se m b o lik iş le m le ri y e rin e g e tir m e n in b ir a ra c ı o la ra k
bilg isay ar, b e y n in b u lu n m a z b i r y a rd ım c ısıd ır; n e ki b ey n in y e rin i tu ta m a z .
B ilgisay arlar o ııca te c rü b e y i a n c a k b u te c rü b e le r se m b o lik ya da sayısal fo r­
m a so y u tla n d ığ ın d a k u lla n a b ild ik le rin d e n , o rg a n iz m a la rın y a p tık la rı g ib i
s o m u t v e p r o g ra m la n m a z d a im i te c r ü b e akışı Ue d o ğ ru d a n m u h a ta p olm a
y e tisin e sa h ip d e ğ ild irle r. B öyle b ir te c rü b e n o k ta s ın d a b ilg isay ar z o ru n lu
o la r a k k u lla n ım d ış ıd ır. B ilg isay arın d iğ e r in sa n i b o y u tla rd a n y o k su n o l­
m ası, b ir e m e k - ta s a r r u f e d ic i alet o la ra k k en d isi için h iç b ir h a n d ik a p a rzet-
m ez. F akat b ilg isay arın ta k lid ed eb ileceğ i şekliyle b öyle b ir y aratıcılık , ilk
e ta p ta p ro g ra m ı fo rm ü le e d e n z ih in le rin b ir k a tk ısıd ır.
B ilg isay ard a ö zn el p o ta n s iy e lle rin h iç b ir s u re tte m e v c u t o lm a m a sı, ç a ­
ğ d a ş sa n at se rg isin i (ü s s te ), b ilg isay arın y o k su n o ld u ğ u b o y u tla rın ideal b ir
te m sili h a lin e g e tirir. B ilgisay arın h a y a tv a ri b a ş a rıla rın d a n o ld u k ç a e tk ile ­
n e n le r -s tra n ç o y n u y o r! ‘ş iir’ y azıy o r!-, ki b ilgisayarı a lim -i m u tla k m sesi
z a n n e d e rle r, g e re k k e n d ile ri ve sa h ip o ld u k la rı m e k a n ik -e le k tro n ik b ir im ­
le r h a k k ın d a g e re k h a y a tın p o ta n s iy e lle ri h a k k ın d a n e k a d a r k ıt b ir anlayışa
sa h ip o ld u k la rın ı açığ a v u ru rla r.
G üç Beşgenleri

(j'ic sistem i, so y u tla... .¡.ırla yeterli İ v şekilde tem sil edilebilsede, to ta lita ry e n
ıııu tlak i' elçiliğin ab esliğ in in b ir sem b o li o la ra k \V a sh in g to n ’d a P e n ta g o n ’u n so m u t
fo rm u , k. n d isin in Sovyet karşılığı o la n ^rem lin d e n d a h a iyi iş g ö rü r: ç ü n k ü b u özel
m ega v ıp ı, acınacak b ir şekilde terk ed ilm iş b ir R c n o a n s p la n ın ı cari m ü s rif ve v e­
rilin iz laaliyetlerle b irleştirm ek ted ir.
P entagonal o to rite n in ö n em li b ir ala m eti dıştaki k a y n ak lard an gelen ve güç
k o m p le k sin d e h iç b ir m evkisi o lm a y a n in sa n i istek ve a m a çla rı ifade e d en bilgiye
.'la n kayıtsızlığıdır. T ek başın a bu, siste m in b u g ü n tü m d ü n y a d a ta h rik e ttiji k o r­
ku nç insani te p k ile rin artışın ı açıklar. D ah a ö n c e h iç b ir z am an , böylesine g eniş bir
in sa n to p lu lu ğ u -gerçekte gezegenin b ü tü n n ü fu su - böyle l-ir m ü şk ü l, azınlığın in ­
safına k alm am ıştı.
Tanrı-krallık: Yeni Stil

Son üç asır b o y u n c a m u tla k güç, gizli oy k u lla n m a suretiyle eski G rek o y okul-
lanm a s iste m in in y eniden ikam e edilm esi ve b u h a k in b ü tü n yetişkin n ü fu sa k ad e­
m e k adem e tevzi ed ilm esi so n u cu kısm en de olsa k o n tro l altın a alın d ı. T ek partili
to ta lite ry e n y ö n e lim le r bile, d ü z m e ce d e olsa d e m o k ra tik seçim lere gitm eyi z o ru n lu
g ö rd ü le r. 1918'den so n ra Rusya, T ürkiye, İtalya, A lm an y a ve Ç in ’deki yeni d ik ta tö r­
lüklerle birlik te, b ir zam an la r fesh ed ilm iş ta n rı-k ra llık k ü ltü , yeniden d iriltild i ve ye­
ni kitle k o n tro l tek n o lo jileriy le d a h a d a etkili kılındı. T e rö r ve e le k tro n ik b ü y ü s o n u ­
cu Lider, b ir T a n rı su re tin e b ü rü n d ü :fü h re rp rin z ip ya d a K işilik K ültü.
Yüceltme ve Mumyalama

G üç K o m p lek si’n in patolojisi, k en d isin i av an ıi b ir şekilde iki fo rm d a ifade eder:


y ü c eltm e ve m u m y a la m a . K adim M ısır ve Babil saray ların a egem en abidevi heykel­
lerin sah ip o ld u k la rı e tk in in aynısı, g ü n ü m ü z ü n d a h a geçici m u tla k yö n eticileri için
kızgın fotoğraflarla ü re tilirk e n , radyo ve televizyon vasıtasıyla B irad er im gesi, k e n d i­
sin d e n k u rtu lu n m a z b ir h ale gelir. F akat b u sah te g u r u r u n so n ü r ü n ü b ir m u m ­
yadır: m ısır ta rz ın d a m u h afaza edilen ve k a m u ib ad eti için b ir m ezara yerleştirilen
b ir ceset. D ul e şin in ifadesine göre “k en d isi için h iç b ir m erasim istem ey en ” Lenin
b ile, b u süfli ta n rıla ş m a d a n k u rtu lam a d ı.
Otokratik Teknokrasi

Tarihsel h a k ııııd a n o to k ra si ve tek n o k rasi, Siyamlı ikizlerdir; ve halihazırda, ta ­


b ia tla rın ın de ğ işm ed iğ in e d a ir b irç o k işaret v ardır. A caba b ilin ç a ltın d a n neşet eden
hangi a rk e tip ik fantezi, b ir çağdaş te k n o k ra tın b ü tü n b ir k asab an ın n ü fu s u n u içine
alacak k ad ar b ü y ü k ideal k o llek tif m esk en in i (h a b ita tio n ) b ir p ra m id in taklidi şek­
linde ta sa rlan m a sın a n e d en o ld u ? B u ck m in ster F uller’in, jeodezik b ir k u b b e a ltın d a
b ir şehir p ro je sin d e n başk a tü r g a y rı-in sa n ı m e g ay ap ıların geçici b irç o k v aryantı
b u lu n m a k ta d ır: sualtı şeh irleri, yer altı şehirleri, b ir m il yükseklikte şehirler. B u n ­
ların tü m ü , G eleceğin şehri (siz b u n u , ‘G ay ri-şeh ri’o k u v u n ) o lm a k için rek abet h a ­
lindeler. Yüzeysel farklılıkları n e o lu rsa o lsu n tü m b u p ro jeler, tem eld e b irer m e ­
z a rlık tırlar: in san i ç eşitliliğ i ve ö z erk lilig i b a stırm a ve h e r tü rlü saiki ve ih tiyacı,
o to k ra tik ta sa rım cı ta ra fın d a n e m p o z e ed ile n k o lle k tif k o n tro l sistem in e m u ta b ık
kılm a am acını ta şım ak ta d ırlar.
Güç Sembolleri Olarak Uzay Roketleri

A v -ro k e ti güç s is te m in in d o ru k ta k i ifad esid ir: n is b e te n ö n e m s iz b ir s o n u ca


u laşm ak için bilim ve tek n ik k ay n ak ların ın m a k sim u m k u llan ım ı: kıraç b ir u y d u n u n
k e şfed ilm esi, iç in d e in san ın b u lu n d u ğ u roketlerle y apılan uzay keşfi, güç sistem in in
tü m tem el bileşen lerin i genişletip ku v v etlen d irir: a rta n en erii, K ızlanan hareket, o to ­
m asyon, sib ern asv o n hızlı iletişim , u z a k ta n k o n tro l. D ik k at ed in , ay ro k e tin in k e n ­
disi de z o ru n lu o la ra k b ir m eg av ap ıdır. D olasıyla aynı b o y u tla ra sahip b ü ro k ra tik
dikilitaş (ofis b inası) (so ld a) gibi bayağı tak lid lere d e açık tır. H e r iki fo rm da, b ilim ­
k u rgu ak lın ın tem el o larak a rk a ik ve gerici yapısını sergilem ekteler.
tnsankırım, Soykırım ve Yaşamkırım

F ethedilen bir şeh rin n ııfu su n u im h a e tm e k ad im uygulam ası b u iş için gerekli


o la n el em eği m iktarıyla sınırlıydı. M o d ern teknik, b u tü r engelleri kaldırdı: n ükleer
b o m b a la r ve kim y asal z e h irle r, m e slek itib a riy le in san c ıl y ö n e lim le r ta ra fın d a n ,
A su rb an ip al ve C engiz H a n ’ın u y guladığı şekliyle to p lu saldırılara -sadece o rd u la ra
değil, fakat halkın tü m ü n e - te k ra r d ö n m e k için b ir m eşru laştırm a aracı o la ra k telak ­
ki edildiler. Bu tü r zu lü m leri y erin e g e tirm e k ç o k d ah a kolaydır ç ü n k ü bu saldırılar,
işkene çeken, k u rb a n la rı d u y u p g ö rm e y e n ita a tk ar E ich m a n n la r ta ra fın d a n u ç ak lar­
d a n ya da roket m erk ezlerin d en sevk ve idare edilebilirler. Bu in san larım , soykırım
ve yaşam kırım yayılm ası, sağlık, beslenm e, tıp ve cerra h lık ta kay d ettiğ im iz ilerlem e­
lerle alay e tm ekted ir.
1939 savaşında C o v en trv 'd e o ld u ğ u gibi, b in a la rın tü m d e n y ık ım ın d a n , V ie t­
n a m 'd a tü m b ir kırsalın A m erik an o rd u s u ta ra fın d a n yık ım ın a ve sarartılm a sın a a n ­
cak b ir basam ak vardır: ikinci uy g u lam a d a k ad im b ir em sale sah ip tir: A su rluların,
açlığı te m in için d ü ş m a n ın to p ra k la rın ı tu z la m a la rı. F akat y aşam a b itk ik ırım ve
h ay v an larım lar yoluyla fark g ö zetm eksizin y apılan saldırı, yol b ak ım ı ve geniş ölçek­
li ta rım için ilerlem eci b ir katkı o larak kabul e d ilm iştir- bu zehirlerle k irletilen ye­
m eği yem e, suyu içm e ve havayı teneffüs e tm e yoluyla in san y aşam ın ın a n ın d a te h li­
keye girm esin e rağ m en . Bövlece V ie tn a m ’da işlenen askeri z u lü m le r, b iz im kendi
yerli n ü fu su m u z a g ü n d elik o la ra k y apılan ticari zu lü m le rle k u tsan ırlar.
Mekanizasyon İş Başında

Yalnızca m akinalar değil, fakat m eka­


nik düzen ve sınıflandırma da tüm çevreye
yayıldı. Geniş bir m im arlık ofisinin çizim
odası dahi, bireysel çizimciler henüz bilgisa-
y arlaştırılm am alarına rağm en, b ir üretim
hattına benzer. Tarımın mekanizasyonıı ve
m üstakbel otom asyonu ile hedef, çiftçinin
yaşam ını iyileştirm ek değil, fakat, insan
emeğinin m üm kün olan en düşük kullanımı
ile geniş ölçekli m o n o k ü ltü r (te k tü rlü
tarım ) için gerekli gücü ve teçhizatı üretecek
m egateknik ortaklıkların karlarını çoğalt­
maktadır. Bu m onokültür, kimyasal tohum
ların aşırı kullanımıyla çevreyi tah rip edip
sağlıksal tehlikeler yaratıyorsa da som adan
hükümet sübvansiyonlarıyla atıl durum a ge­
lecek ekim için kırsalı şenlendiren karm a
tarım, bahçıvanlık ve kırsal sanayiler için itı-
<uııgücünü yeniden ikame etm ek suretiyle
bu irrasyonel yöntemleri tersine çevirecektir.
Teknolojik Sezgiler

B ir gem i p erv an esi ya d a b ir tü r b i n in ta şta n y a p ılm a e rk e n b ir m o d e li mi?


I layır: bu fig ü rü n yapıldığı z am an d a -M .Ü . d o k u z u n c u yüzyılda- h erhangi b ir yerde
bu liir herhangi b ir icada d air h iç b ir kayıt y o k tu r. A n tro p o lo g lar b u g eo m etrik n e s­
neyi, ('.h a v in U f k u n u n (P e ru ) C u p in is k s a f h a s ın d a k i b ir to p u z b aşı ş e k lin d e
ta n ım lıy orlar. T o p u z , başka b irço k fo rm d a hem ö ld ü rü c ü b ir el-silahı hem de siya­
sal o to rite n in b ir am b lem i o larak gö rev g ö rd ü y se de, tek olm asa da n a d ir olan b u
p a rtik iile r fo rm şim d iy e k ad ar, a n la şılır b ir ask eri k u lla n ım a y a h u t sem b o lik b ir
ö n e m e sahip değild ir. A ncak, in san ın u ç m a sın a d a ir ilk ta h m in le rd e n bile fazla, b u
to p u z başı, herhan g i kom lcks b ir m ak in ay a ö n c ü lü k e tm iş fakat, gerçekleşm ek için
b in lerce yıl b eklem iş tek n o lo jik ilh am lara y ah u t sezgilere d elalet ed er gibi g ö z ü k ü ­
yor. Öyle ise, b u , tek n ik icadı, ayin, san at ve dil -p ra tik uygulam aları ve işleyişleri
d a h a sonraki bir safhada gerçekleşen tü m tem el rasy o n elite ve yaratıcılık katkıları-
ile aynı kefeye koyar.
De\'asalığa Bağlılık

T in g u ley ’in hevkeltraşlık eseri, “N ew Y o rk ’a Bağlılık” (H o m a g e lo N ew Y ork)


W ald o F ra n k 'iıı h ir nesil ö n ce "A m erikan C an g ılı’n d a iT h e A m e rik a n Ju n g le) ele
aldığı öznel kentsel çözülm eyi gözler ö n ü n e serer. M eg atek n ik k ao su n b u fo rm u l-
Icştirilıniş ifadesi, g ü n d elik d e v r in g ö rü n ü r talim ve d isip lin in n eg atif k arşılığıdır.
N ew Y ork L im anı A m irliğinin D ü n y a T icaret M erkezi -110 kat yükseklikte- b u g ü n
h e r b ü y ü k k e n tin canlı d o k u s u n u n içini b o şaltan am açsız devasalıgın (g ian tism ) ve
tek n o lo jik sergiciliğin k arak teristik b ir ö rn e ğ id ir. Y a rı-h ü k ü m e tse l b ir o rtak lık olan
L im an A m irliği, kö ken o la ra k ilk d efa L o n d ra ’d a tan zim ed ilen m u tlu lu k verici bir
icattı; fakat m a a lese f sah ip o ld u ğ u to p lu m s a l işlevler, parasal m o tiv a sy o n lara tabi
k ılınm ışlardır: ve lim an id arecileri, yeni k ö p rü le r ve tü n ellerle şehre d a h a fazla m o ­
to rlu ta şıt sokm ayı k e n d ile rin e b ir gö rev a d d e tm işle rd ir. Bu p o litik a, a rta n trafik
sıkışıklığı, e k o n o m ik israf ve in san i b o z u lm a ile -arazi değerleri ve sp ek ü la tif k a rla r­
d aki d a im i artışa rag m en - s o n u çla n m ıştır. Bu zararlı so n u çlar, M ayıs 1925’te 'S u r­
vey G ra p h ic 'te k i ‘D in azo r ş eh irle r’ (D in o s a u r C ities) adlı m akalesinde, o z am an la r
N ew Y ork K onut ve Bölgesel P la n la m a K o m isy o n u Başkanı o la n C larence S.Stein
ta ra fın d a n ta h m in edilip grafiksel o la ra k resm ed ild i. Stein, o rad a, k o n u t izd iham ı,
susuzluk, kirlilik sokak tıkanıklığı, trafik sıkışıklığı ve yerel iflastan k ay n ak lan an -b u -
giin de hala görü leb ilen - b o z u lm a ları tasvir e tti. Fakat D inazorlar, yeterli beyine sa­
h ip değillerdi ve D ü n y a T ica re t M erkezi sadece başka b ir d in a z o rd u r.
Çeı'resel Kuruluk

P a ra sal-g ü ç k o m p le k s in in b irim leri, te k n ik ilerlem e kisvesi a ltın d a , d a h a in ­


sancıl b ir geçm işin tü m izlerini silm ek için h e m parasal a v an tai h em kendi kendini
k o ru m a y a m in n e tta rlık d u y d u la r. F ran k Lloyd W rig h t'in T o k y o ’d a k i E m perval H o-
tel'i ken d isin in en iyi çalışm aları a ra sın d a sayılm asa da, bina, F ran k W rig h t’in hay­
ra n lık uy an d ırıcı m e k a n ik , o rg a n ik ve kişisel birleşim k a ra k te rin i yansıttı. Bu tarihi
b in a n ın yerini bilgisayarla dizayn e d ilm e olasılığı yüksek o la n b ir y a p ın ın alm ası,
m e g a tek n ig in ken d isin i h e r yerde em p o ze ettiğ in e d a ir b ir d eğişim i özetler: kişisel,
cem aatsel ve dinsel bireyselliğin tatsız b ir h o m o je n evrenselcilik tü rü ile bastırılm ası:
böylece, b ir kişi n e k a d ar hızlı ve ne k ad ar uzağa seyahat ederse, fiili sah n e o kadar
az değişir ve seyyahın elde edeceği psikolojik u y a rıla r o k a d ar zayıflar. Bu, u zay ge­
m isin in b ir H ow ard Jo h n so n 's resto ran ı ta ra fın d a n h izm et g ö rd ü ğ ü ‘2001’ film inde
k a rik a tü rü z e ediliy o rd u .
Organize Yıkım

M o to r ve hava u la şım ın ın aşırı genişlem esi, çeyrek a sır ö n c esin d e bile m evcut
o la n çeşitli ve esn e k u laşım sistem ini v iran etm ek le k alm am ış fakat avnı z am an d a
şehirleri ve kırsal a lan ları çöle d ö n ü ş tü rm ü ş tü r. Y ukarıdaki P a sad e n a ve H ollyw ood
o to b a n la rı, k a ra y o lu m ü h e n d is in in d eğ erli k e n t a la n ın ı a rta n trafiğe yer açm ay a
k u rb a n ed işin in klasik b ir ö rn eğ id ir. Bereket kı Birleşik D ev letler’de, zararın en b ü ­
y ü k o ld u ğ u yerd e, cari k aray o lu m iih e n d islig in c e serg ilen en te k n o k ra tik k ib ir ve
e k o lojik cehalete karşı gecikm iş b ir tepki o lm u ş tu r. “A .B.D Yol P la n la n , Y ükselen
ş eh ir D ü şm a n lığ ın ın T e h d id i A ltında"şeklindeki gazete b aşlık ların a ra stla n m ak ta d ır.
Bu m ey dan o k u m a la r ve sto p ajlar y ap tırım g ü c ü n e sahiplerse de, an cak , ekolojik ve
insani d e n g en in h e d e f tu tu ld u ğ u yapıcı b ir kentsel ve bölgesel o rg an izasy o n a yol a ç ­
m aları h alinde etkili o lab ilirler.
& D İSCinNI
&NIAINFACT IRYI
şaa-Lİ LOW i « e
¡ S » İDOVVN i 7
NElVf J 2
2jH);
168

Endüstriyel Kirlenme

in san i b o y u tla rd a , rasyonel geri beslem e ya da to p lu m s a l b ir varış n o k ta sın d a n


y o ksun m e g a tek n ik d in a m iz m in so n ü rü n le ri, z o ru n lu o la ra k o lu m s u z ve yaşam a
zarar v ericidirler. T ü k e tim aşam aları yükseldikçe so n u ç, “d a h a d a h a k ö tü n ü n d ah a
d aha fazlası”dır. Sadece karları, israfları ve kazançları h esap lay an ve fakat çevresel
zararları ve insani açık ları göz ardı ed en g ü n ü m ü z tek y ö n lü m u h ab esecilik sistem i
sadece, güç siste m in in kitlevi tersliklerine u z u n b ir z am an kayıtsız kalabildi. Yakın
ekolojik ilerlem eler için, giiç k o n tro lü , k itle -ü retim k o n tro lü , ç ö p lü k k o n tro lü ve
k irlenm e k o n tro lü , d o ğ u m k o n tro lü n d e n d ah a ö n celik lid irler.
'Karşı-Kültür’ Ritiielleri

S ta n d a rt çevresi, s ta n d a rt yem ekleri, ticari eğlenceye yaptığı s ta n d a rt d avetleri


ve s ta n d a r t g ü n d e lik r u tin le r iy le m e g a te k n ik to p l u m u n sık ıc ı m o n o to n lu ğ u ,
y aşam ın b ir sinıC ilasyonunu elde e tm e k için a şırı-u y a rılm a ve aşırı-h ey ecan a yönelik
b ir karşı-itk i ü re tir. N a rk o tik ve h allü sin o jen leri e lek trik sel g ü rü ltü sü , stro b o sk o p ik
ışıkları ve m e ç h u ld e n m eçh u le sesten hızlı u çuşları ile m o d e rn tek n o lo ji, d ü zensizli­
ği güç sistem in i d e n g ed e tu tm a k için hay ran lık verici b ir şekilde h iz m e t gö ren bir
k a rş ı-k ü ltü rü n y a ra tılm a sın a y ard ım cı o lm u ştu r.
Bu ço k -araçlı taşkınlığı, Kasım I9 6 9 'd a H ’a sh in g to n 'd a k i ulusal Barış H areke-
ti'n d e açık b ir zirveye u la şm ış zeki, duygusal b a k ım d a n sağlıklı Barış M o ra to ry u m u
p lanlarıyla karşılaştırın . Yaşlı genç o n b in lerce in san , tü m gece b o y u n c a Beyaz Sa­
ra y 'ın ö n ü n d e tevazu ile y ü rü d ü ; her biri, V ietn am sa v jş 'ın d a ö len b ir A m erik an as­
k e rin in a d ın ı o k u y o rd u . B enzer b ir gösteri N ew Y ork şeh rin d ek i W a sh in g to n m ey­
d a n ın d a d ü z en len d i. Y akılan m u m u n k u lla n ım ın a d ik k a t ed in : in san y an k ılarını taş
d evri m a ğ a ra ların a d o ğ ru taşıyan kadim b ir d in i sem b o l. Bu g ö steri, a n lık p o litik
h ed efin e ulaşam ad ıy sa da, k atılım cılar ü z erin d ek i etkisi y in e d e u y anık, b e rra k zi­
h inli ve b irb irle rin e bağlı in san lard a m erk ezlen en d a h a canlı b ir karşı k ü ltü rd e kay­
d edilebilir. Bu in san lar tü m m elek elerin in tam m ü lk iy etin e sah ip tirle r ve her an h a­
reket e tm e y e hazırd ırlar, kadim A tin a 'n ın R üşte Erm e Y e m in i'n in (E p h eb ic O a th )
kelim eleriyle "tek b aşın a ya d a herkesle" (sin g le -h a n d e d o r w ith th e s u p p o rt o f all)
Canavarlar Çağı

Bir tarlaya k o n a n b ir kuş re s m i” y ap m ay a koyulan Francis B acon, k u şu n ka-


A Îh liS r İ önü^ ünü 8ö r d ü - V a rşo v a 'd a n H iro şim a 'v a ,
b ırak m ıştır. Ç yerdC ’ C an aV ar z ıh ın le r " " ^ d e e tk is in i
Diinya Resminin Eterleştirilmesi (Gabo)

G a b o 'y a a it b u k o n strü k tiv ist fo rm d a, o n -y c d in c i yüzyıl d ü n y a resm i, tü m ü y le


gayrı- m a d d i hale gelir; ö zn el ile nesnel, iç ile dış, m ek a n ik ile y aşam sal arasındaki
eski çelişki, m e k a n ik ve fiziğe d a ir klasik anlay ışlard an ta rd e d ilen o rg a n ik gerçelik-
leri yeniden ikam e e d en ve y en id e n y a ra ta n birleşik b ir im gede e ritilir. B urada, bey­
n in en yü k sek fo n k siy o n la rın d a n b iri o lan so y u tlam a, n ıe k a n istik s ın ırla m a la rd a n
b e rio la n e te rle ştirm e n in k u su rsu z s e m b o lü n ü tasav v u r ed er.
ÇAĞDAŞ RUHÇULUĞUN
MASKE VE YÜZLERİ
Ju liu s E v o la

B u eser, spiritüalizm e duydukları m erak


adına bu bilim in belli başlı akım ları arasında
kendine y ö n belirlem ek isteyen herkese hitap
etm ek ted ir. Ö nyargısız, tarafsız bir bakış açısı
b u eserin tem el ilkesini teşkil etm ektedir.
B u g ü n ü n m o d e m dü n y asın d a bize gereken,
varolm anın anlam sızlığı ve dinî m ezheplerin
tortulaşm ış form larıyla e m p o z e edilm iş
şartlanm alar karşısında, bilinci kısıtlam aktan
u zak , h atta sü p er bilince d ö n ü ştü re c e k ,
m ad d î-m an ev î p ren sip lerd en taviz verilm eden
kişiliği ü stü n bir m ertebeye yükseltecek
deneyim lerdir. Bu çeşit den ey im ler ise gerçek
sürnatürel (d o ğ a ü s tü )d e n geçer.
M o d ern ih işü n ce ve varlığın eleştirisiyle ilgili
çok sayıda eser bırakan ü n lü İtalyan d ü ş ü n ü r
Julius E vola, Ç ağdaş R u h çu lu ğ ıın M aske ve
Y ü zleri'n d e "k o rk u n u n veya boş bir üm idin
kışkırtıcılığı, g ü n ü m ü z d e m o d a varoluşçu
saçmalıkları ve 'kriz felsefeleri'ni dikkate
alm ayarak ö zg ü rce kendini b içim lendirm enin
ö nem i "ni vurgular. Bu kitap kutsallıkla bağını
koparm ış, ö z ü n d e n uzaklaşm ış, am a aradığını
bulam am ış g ü n ü m ü z insanı için tarafsız bir
re h b er eserdir.
ISBN 9 7 5 -5 7 4 -1 3 5 -6
dü şü n ce dizisi; 43

MAKİNA EFSANESİ
Lewis Mumford

M um ford bu eserinde, kadîm zamanlardan beri -e n azından


Piramid Çağından bu yana- insan zihnini kuşatan bir efsaneden,
bir m itten bahsetmektedir. Bu kitapta M um ford'un esas olarak
Batı uygarlığını "makina miti " ekseninde yeniden okuduğunu
görürüz. Yazar, uygarlığın başlıca entellektüel aktörlerinin bu
efsanenin efsununa nasıl kapıldıklarını gösterir. Kimler yoktur ki
bu akıntıda: ilk "modem" filozoflar (Descartes, F. Bacon),
ütopyacılar, bilim-kurgucular (H . G. Wells, J. Verne), bilim
adamlan, Nobel sahipleri (Newton ve şakirtleri), imparatorlar
(XIV. Louis, Napolyon Bonaparte), diktatörler (Hitler, Stalin) ve
uluslar (Ingilizler, Fransızlar, Amerikalılar).
M um ford, sunduğu zengin metaforlar, kurduğu anlamlı
kıyaslamalar ve dikkat çektiği muhtem el tehlikelerle bizleri
dürtmeye çalışmakta. "M akina"nın ve ona eşlik eden diğer
etmenlerin -güç, hız, kitle üretim , otomasyon, mekanizasyon,
endüstrileşme, prefabrikasyon, militarizm, mutlakiyetçilik,
teknokrasi- üzerimizdeki büyüsünü bozma niyetinde. Kısacası,
"Makinadaki Hayalet "i kovmak isteyen bir yazar, M umford.

You might also like