Professional Documents
Culture Documents
Margared Weis Ve Tracy Hickman (Karakılıç) Cilt4 Karakılıçın Mirası
Margared Weis Ve Tracy Hickman (Karakılıç) Cilt4 Karakılıçın Mirası
KARAKILIÇ ÜÇLEMESİ IV
MARGARET WEIS
Missoury'de doğdu ve büyüdü. Missoury Üniversi-
tesi'nde Yaratıcı Yazarlık Bölümü'nü bitirdi. Bir yayı-
nevinde 14 yıl süreyle editörlük yaptı. Daha sonra
fantazya ve rol yapma oyunları konusunda kurgu edi-
törü oldu. Bu yıllarda Tracy Hickman'la tanıştı. Bu iki-
li tanıştıkları günden itibaren birçok fantastik kurgu
kitabına birlikte imza attılar. Bunların içerisinde en ta-
nınmışları, Ejderha Mızrağı ve Ölüm Kapısı Serisi'dir.
TRACY HICKMAN
Utah'ta doğdu. İki yıl Endonezya'da misyonerlik
yaptıktan sonra gençlik aşkıyla evlenmek için Utah'a
geri döndü. Bir yayınevinde rol yapma oyun tasarım-
cılığı yaparken Weis'le ortak kitaplar yazmaya başladı.
KARAKILIÇIN
MİRASI
KARAKILIÇ SERİSİ-4
ÇEVİREH: nİRAH ELÇİ
ilhaki
1
Son olarak, bir çocuk en nadir Gizem'le, yani Ya-
şam Gizemi'yle doğabilir. Mucize Yaratıcısı, yani kata-
list, kendi varlığında büyük miktarda taşımasa bile, bü-
yü'yle ilgileııir. İsminin de ima ettiği gibi, topraktan ve
havadan, ateşten ve sudan Yaşam çeken, onu kendi be-
deni içinde özümseyen, güçlendiren ve onu kullanacak
olan büyücüye aktaran, katalisttir.
KARAKILIÇIN DÖVÜLÜŞÜ
Yeryüzü takvimine göre artık altmışlarında ya da yetmişle-
rinde olan Şaryon Oxford, İngiltere'de, küçük bir dairede ses-
siz sedasız yaşıyordu. Thimhallan'da ne zaman doğduğundan
emin değildi, yaşını tam olarak bilemiyordu, bu yüzden onun
adına bu hikayeyi yazan ben, yaşını kesin olarak veremiyo-
rum. Şaryon, Thimhallan zamanıyla göreceli Yeryüzü zamanı
kavramına hiç alışamadı. Tarihin, ancak onun ürünleri olanlar
için anlamı vardır ve zaman yalnızca, geçen ânın tarihi olsa da
geçmiş bir milyar ânın tarihi de, tarihin ölçülmesi için bir araç-
tır. Bir zamanların büyülü ülkesi Thimhallan'dan gelenler gibi
Şaryon için de zaman başka bir alemde başlamıştır... güzel,
harikalarla dolu, kırılgan bir kabarcık olan bir alem. O kabar-
KARAKJLIÇin mİRÜSI
Efendimin ve benim pek az ziyaretçimiz olurdu. O mate-
matik çalışmalarına devam etmeye karar vermişti, yeniden yer-
leştirme kamplarından Oxford'a taşınmasının sebeplerinden
biri buydu, o eski ve saygıdeğer üniversiteye bağlı kütüphane-
lere yakın olmak istiyordu. Derslere katılmadı, ama daireye
gelip ona ders verecek bir öğretmen tuttu. Öğretmenin ona
öğretecek bir şeyi kalmadığı, tam tersine öğretmenin öğrenci-
den birşeyler öğrendiği belli olunca öğretmen düzenli ziyaret-
leri bıraktı, ama zaman zaman çay için uğramaya devam etti.
Bu Saryon'un çalkantılı hayatından sakin ve mutlu bir ke-
sitti, çünkü, kendisi öyle söylemese de, bundan bahsettiği za-
man yüzünün aydınlandığını, sanki böyle huzurlu bir yaşamın
rahat blucinler gibi orta yaşlardan yaşlılığa doğru solmamasın-
dan, sonra oradan ebedi uykuya kadar hayatında kalmamasın-
dan üzüntü duyarmış gibi sesinin hüzün yüklendiğini görebi-
liyordum.
Böyle olmadı elbette ve bu, konuyu, dönüp arkama baktı-
ğımda, kopmuş bir kolyeden kayan ilk inci olan geceye geti-
riyor. İnciler Yeryüzü'nün günleriydi ve o geceden sonra git-
tikçe daha hızlı kayıp gidecekler, öyle ki sonunda geriye inci
kalmayacak, yalnızca boş bir iple bir zamanlar kolyeyi bir ara-
da tutan kopça kalacaktı ve onlar da faydasız diye atılıp gide-
cekti.
O gece, geç saatlerde Şaryon ve ben evde oyalanıyor, çay-
danlığı ocağa koyuyorduk. Anlattığına göre bu eylem ona hep
bir çaydanlığı eline aldığı ve çaydanlığın çaydanlık değil Sim-
kin olduğu bir zamanı hatırlatırdı.
Radyoda haber dinlemeyi yeni bitirmiştik. Dediğim gibi
Şaryon o zamana dek, Yeryüzü'nde olan bitenlerle pek ilgilen-
mezdi, haberlerin kendisiyle pek az ilgisi olduğunu düşünür-
9
KARAKİLİÇİİİ rfliRası
Prens Garald'm kaydetmem için beni tutmasına yol açacak
kadar önemli sayılmasına çok şaşıran Şaryon, bu konudaki
yeteneğimi kabul ediyor ve devam etmeme izin veriyor.
"Ne tuhaf," dedi Şaryon. "Gecenin bu saatinde kim geldi
acaba?"
Her normal ziyaretçi gibi neden kapı zilini çalmadıklarını
merak ettim. Bunu ifade ettim.
"Çaldılar," dedi Şaryon alçak sesle. "Kulaklarımda olmasa
bile zihnimde. Sen duyamıyor musun?"
Duyamıyordum, ama bu şaşırtıcı değildi. Hayatının çoğunu
Thimhallan'da geçirmiş olan Şaryon büyücülerin gizemlerine
karşı daha duyarlıdır. Buna karşın Şaryon yetim olan beni terk
edilmiş Kaynak'tan kurtardığında yalnızca beş yaşındaydım.
Şaryon çaydanlığın altını yeni yakmıştı. Yatmadan önce iki-
mizin de zevkle içtiğimiz ve benim için yapmakta ısrar ettiği
bitki çayını hazırlamak için su ısıtıyordu. Çaydanlığa sırtını dö-
nüp kapıya baktı ve çoğumuzun yaptığı gibi hemen kapıyı ya-
nıtlamaya ya da orada kim olduğunu görmek için pencereden
bakmaya gideceği yerde geceliği ve terliği içinde mutfakta
durdu ve merakını bir kez daha yüksek sesle ifade etti.
"Gecenin bu saatinde beni görmeyi kim isteyebilir?"
Umudun kanatları yüreğinin çarpmasına sebep oldu. Yüzü
beklentiyle kızardı. Ona bunca zamandır hizmet etmiş olan
ben, ne düşündüğünü çok iyi biliyordum.
Yıllar önce -kesin olarak söylemek gerekirse yirmi sene
önce, ama onun bu kadar çok zaman geçtiğini fark ettiğinden
kuşkuluyum- Şaryon çok sevdiği iki insana hoşçakal demişti.
Bunca yıldır o ikisini ne görmüş, ne de onlardan haber almış-
tı. Onlardan bir daha haber alacağını düşünmek için sebebi
II
KARftKJLIÇin IIİİRASI
lan olabilirdi, ama atadamlardan, devlerden, ejderhalardan,
perilerden, köylü isyanlarından korkan sakinleri bu tür alçak-
ça suçları, kabadayıları, serserileri, seri katilleri tanımazdı.
"Gözetleme deliğinden bakın," diye tembihledim.
"Saçma," diye karşılık verdi Şaryon. "Joram'm çocuğu ol-
malı. Hem, karanlıkta gözetleme deliğinden nasıl görebilirim?"
Kapısının önünde sepeti içinde bir bebek hayal eden -da-
ha önce söylediğim gibi, zaman kavramından haberi yoktu-
Saryon kapıyı sonuna kadar açtı.
Bir bebek bulmadık. Gördüğümüz, kapının önünde duran,
komşularımızdan gelen aydınlığı örten, yıldızların ışığını örten,
geceden de karanlık bir gölge oldu.
Gölge siyah cüppelere bürünmüş, siyah başlığını başına
geçirmiş bir insana dönüştü. Arka taraftan, mutfaktan yansıyan
ışıkta, bu kişiyle ilgili tek görebildiğim siyah cüppesinin önün-
de düzgünce kavuşturulmuş iki beyaz el ve iki parlak göz ol-
du.
Şaryon geriledi. Elini, çırpınmayı bırakan, neredeyse çarp-
mayı bırakacak kalbinin üzerine bastırdı. Siyah giysili şeklin
taşıdığı karanlıktan korkunç anılar fırladı, "Katalist'in üzerine
sıçradı.
"Duuk-tsarittt" diye haykırdı titreyen dudakların arasın-
dan.
Duuk-tsarithler. Thimhallan dünyasının dehşet duyulan
Yasa Koruyucuları. Büyünün seyrelmiş olduğu bu dünyaya
-baskı altında- ilk geldiğimizde Duuk-tsarithler büyü güçleri-
nin hemen hemen tamamını kaybetmişlerdi. Duyduklarımıza
bakılırsa son yirmi senede kaybettiklerini kazanmanın yolunu
bulmuşlardı. Bu doğaı olsa da, olmasa da, Duuk-tsarithler
dehşet saçma yeteneklerini hiç kaybetmemişlerdi.
13
KARAKJLIÇin [TURASI
leyerek çevremize bakındık.
Hiçbir şey olmadı, en azından bizim görebildiğimiz hiçbir
şey olmadı. Duuk-tsarith sessiz kalmamız için parmağını du-
daklarına götürdü ve oturma odasına ilerledi. Birbirimize so-
kularak onu takip ettik. Oturma odasına girdiğimizde Kolluk-
çu uzun, beyaz parmağını uzattı.
Duvarda bir resim asılıydı, daireyle birlikte edinilen, tarla-
daki ineklerle pastoral bir sahne betimleyen bir resim. Şimdi o
resmin arkasından tekinsiz, yeşil bir ışık geliyordu.
Duuk-tsarith bir kez daha, bu sefer telefona işaret etti. Ay-
nı yeşil ışık telefonu da sardı.
Duuk-tsarith, her ne ise, bunu bekliyormuş gibi kendi ken-
dine başını salladı. Açıklamaya zahmet etmedi. Bir kez daha,
bu sefer vurgulayarak sessiz kalmamız için uyarıda bulundu.
Ve sonra Duuk-tsarith çok tuhaf bir şey yaptı. Şapkasını
çıkarıp çaya kalması için davet edilmiş bir konuğun sakin tav-
rıyla döndü. Mobilyaların arasında sessiz bir zarafetle hareket
ederek pencereye yürüdü, perdeyi azıcık araladı ve dışarı
baktı.
Beynim çılgınca bu tuhaf olayla başa çıkmaya çalışırken bir
dizi geçici izlenimin etkisi altında kalmıştım. Başta Duuk-tsa-
rith'm destek kuvvet çağırmak için işaret ettiğini düşündüm.
Mantık bana kuru kum yaşlı bir katalist ile sekreterini ele ge-
çirmek için bir Özel Operasyon ekibi gerekmediğini hatırlattı.
Bu ilk izlenimin yerini bir başkası aldı.
Duuk-tsarith takip edilip edilmediğini anlamak için dışarı
bakıyordu.
Başka ne yapabileceğini bilemeyen ve artık korkudan çok
merak duyan Şaryon ve ben Duuk-tsarith ile oturma odasında
kaldık. Alışkanlık eseri ışığın düğmesini yokladım.
15
KARAKJLIÇln fflİRaSI
ikiniz de. Yatak odası penceresinden görülebilirsiniz. Takip
edildiğimi sanmıyorum, ama emin olamam."
Bu son cümle kaygılarımızı giderecek gibi değildi. Yine de
emredildiği gibi yaptık. Şaryon bir katalist olarak itaat etmeye
alışıktı. Kraliyet ailesinde bir hizmetkar olarak yetiştirilen ben
de öyle. Zaten efendimin geceliği içinde durup tartışması man-
tıklı değildi. Mutfağa gittik.
Duuk-tsarith karanlık oturma odasında kaldı, ama adamın
gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Son derece sinir bozu-
cuydu. O âna kadar ne Şaryon, ne de ben bazı alışkanlıklar
KARaKjnçın minesi
rini işlemez kıldım, ama benim bilmediğim başkaları olabilir."
Konuşma izni verilince, aklıma doluşan bütün sorular ka-
çiştı. Onları kendim sorabileceğimden değil, ama benim adı-
ma efendimin konuşmasına izin verebilirdim. Saryon'un da ay-
nı durumda olduğunu görüyordum.
Bisküvisini kemimıek, çayını yudumlamak ve bakmaktan
başka bir şey yapamıyordu. Duuk-tsaritb m yüzü ışık altınday-
dı ve Şaryon adamda biraz tanıdık gelen birşeyler bulmuş gi-
biydi. Şaryon daha sonra bana insanın normalde Kollukçula-
rın önünde hissedeceği ezici dehşet duygusunu yaşamadığını
söyledi. Tam tersine, adamı görünce bir parça sevinç hisset-
mişti ve kim olduğunu bir hatırlayabilse, onu gördüğüne
memnun olacağını biliyordu.
"Üzgünüm, bayım," dedi Şaryon. "Sizi tanıdığımı biliyorum,
ama yaşlılık ve gözlerimin bozulması yüzünden..."
Adam gülümsedi.
"Ben Mosiah," dedi.
2
Birer birer, her biri bu tuhaf, siyah saçlı çocuk tara-
fından terslendikten sonra, diğer çocuklar foram'ı fena
halde yalnız bıraktılar. Ama aralarından biri dost ol-
ma çabalarına devam ediyordu. Bu Mosiah idi.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Sanırım Şaryon hayret ve sevinç içinde bağıracaktı, ama
seslerimizi yükseltmememiz uyansım tam zamanında hatırladı.
Yataktan kalkıp eski dostuna sevgiyle sarılacak oldu, ama Du-
uk-tsarith başını iki yana salladı ve eliyle Saryon'un olduğu
yerde kalmasını işaret etti. Yatak odasının perdelerinin kapalı
olmasına rağmen ışık ve Katalist'in silueti dışarıdan görülebili-
yordu. »
Şaryon kekeledi, "Moisah... ben... çok üzgünüm, sevgili
oğlum... yirmi sene... yaşlamyorum, görüyorsun ve hafızam...
hele gözlerim..."
"Özür dileme, Peder," dedi Mosiah, artık geçerli olmasa bi-
le eski hitap tarzını kullanarak. "Yıllar içinde ben de çok de-
ğiştim. Beni tanımamana şaşmamak gerek."
"Gerçekten de değişmişsin," dedi Şaryon ciddiyetle, Mosi-
KAK&KILIÇin mİRÜSl
ah'ın üzerindeki siyah Kollukçu giysilerine hüzünle bakarak.
Mosiah şaşırmış görünüyordu. "Duuk-tsatithlere katıldığı-
mı duymuşsundur diye düşünüyordum. Prens Garald biliyor-
du."
"Prens'le nadiren konuşuyoruz," dedi Şaryon özür dilerce-
sine. "Benim güvenliğim için en iyisinin bu olduğunu düşünü-
yordu ya da böyle söyleyecek kadar nazikti. Benimle görüş-
meye devam etmesi politik açıdan ona zarar verirdi. Bunu
açıkça görebiliyordum. Yeniden yerleştirme kampından aynl-
mamın asıl sebebi bu."
Ve şimdi Saryon'a hüzünle bakma sırası Moisah'a gelmişti,
Katalist'in kafası karışmış, suçluluk duymaya başlamıştı.
"Ben... en iyisinin bu olacağını düşündüm," dedi Şaryon kı-
zararak. "Bana bakanlar... suçlamasalar bile anılarını canlandı-
rıyordum..." Sesi azalıp yok oldu.
"Bazı iyilikler karşılığında onlan terk ettiğini söyleyenler
var," dedi Mosiah.
Kendimi daha fâzla tutamadım. Bu zalim sözlere karşı çık-
mak için elimle şiddetli ve hızlı bir hareket yaptım, çünkü
efendimin incindiğini anlayabiliyordum.
Mosiah bana hayretle baktı, konuşmadığım için değil -çün-
kü bir Kollukçu olarak benim hakkımda, dilsiz olduğum dahil
her şeyi zaten biliyor olmalıydı- ama Saryon'u savunmaya bu
kadar hazır olduğum için.
"Bu Reuven," dedi Şaryon, beni tanıtarak.
Mosiah başını salladı. Dediğim gibi, benim hakkımdaki her
şeyi biliyor olmalıydı.
"Senin sekreterin," dedi Mosiah.
"Öyle dememi istiyor," dedi Şaryon, sevgi dolu bir gülüm-
semeyle bana bakarak. "Ama ben hep 'oğlum' demenin daha
21
KARaKILIÇin MİRASI
tirme kampındaki halkımızın yaşamları bu kadar güzel de-
ğil..."
"İsteseler olurdu," dedi Şaryon, eski mizacım dışa vuran bir
tarzda.
Onu iyi tanıdığım, geçmişini bildiğim için bu Kaynak kü-
tüphanesindeki yasak kitapları aramaya götüren mizacın bu
olduğunu tahmin ediyordum. Joram'm Karakılıç'ı dövmesine
yardım eden aynı mizaç. Dönüştürme'yle böylesine büyük ce-
saretle yüzleşen, eti taşa dönmüş olsa da ruhunu canlı tutan
aynı mizaç.
"O kampların çevresinde dikenli teller yok," dedi Şaryon,
gittikçe artan bir tutkuyla konuşarak. "Kapılardaki nöbetçiler
ilk geldiğimizde meraklı insanları içeri girmekten alıkoymak
içindi, halkımızın çıkmasını engellemek için değil. O nöbetçi-
ler uzun zaman önce gitmiş olacaktı, ama halkımız kalmaları
için yalvardı. Kamptaki herkes bu yeni dünyaya girebilir, ken-
di yerini bulabilirdi.
"Ama bunu yaptılar mı? Hayır! Thimhallan'a dönmek gibi
umutsuz bir hayale tutundular. Döndüklerinde ne bulacaklar-
dı? Ölü ve harap bir ülke. Biz ayrıldığımızdan beri Thimhallan
değişmedi. Biz ne kadar istersek isteyelim değişmeyecek. Bü-
yü gitti!" Saryon'un sesi yumuşak, acılı ve heyecanlıydı. "Gitti
KARİkKJLIÇin (TIİRâSI
mal ve sağlıklı -onların standartlarına göre!- olmasına rağmen
bütün gün yatakta uzanmaktan başka bir şey yapmayan bir
kadına baktıklarında ona ne olduğunu anlamadılar. Onlara ka-
dının büyünün kanatları üzerinde havada süzülmeye alışık ol-
duğu, hayatında tek bir adım atmadığı, nasıl yürüneceğine iliş-
kin en ufak fikri olmadığı, büyüsü yok olduktan sonra da yü-
rümeye hiç eğilim duymadığı söylendiğinde inanamadılar.
"Ah, evet, yüzeyde kabullenmiş göründüklerini biliyorum.
Bütün tıbbi testler kızın hiç yürümediğini doğruladı. Ama iç-
ten içe, varlıklarının özünde inanmadılar. Onlardan, kitabında,
Reuven, kitabında bahsettiğin perilere inanmalarını istemek gi-
bi bir şey.
"Komşularına perilere yaptığın ziyaretten bahsediyor mu-
sun, Peder? Yan evde yaşayan, emlakçı sekreterliği yapan ka-
dına bir peri kraliçesi tarafından neredeyse baştan çıkarıldığı-
nı anlattın mı?"
Saryon'un yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Bakışlarını örtülere
indirdi, dalgın dalgın birkaç bisküvi kırıntısını silkeledi. "Elbet-
te hayır. Anlamasını beklemem adil olmazdı. Onun dünyası
çok... farklı..."
"Kitapların." Mosiah'ın delici bakışları bana kaydı. "İnsan-
lar onlan okuyor ve zevk alıyor. Ama hikayelere inanmıyorlar,
değil mi? Böyle bir dünyanın var olduğuna, Joram gibi birinin
yaşamış olduğuna inanmıyorlar. Röportajlardan kaçınmak için
arazın varmış gibi yaptığının söylendiğini bile duydum, sahte-
karlığının ortaya çıkmasından korktuğun için rol yapıyormuş-
sun."
Şaryon endişeyle bana baktı, çünkü bu suçlamaları duydu-
ğumu bilmiyordu. Rahatsız edilmemem için çok uğraşmıştı. Bu
yüzden bunların beni hiç üzmediğini işaret etmeye özen gös-
2S
ITİARSAREt WEIS 8[ ÎRACY HlCKJHAn
terdim ve üzmüyorlardı. Çalışmalarım bir kişiyi, efendimi
memnun ettiği sürece diğerlerinin ne düşündüğüne aldırmı-
yordum.
"Ve böylece tuhaf bir çelişki yaratıldı," dedi Mosiah. "Bize
inanmıyorlar, bizi anlamıyorlar, ama yine de bizden korkuyor-
lar. Sahip olduğumuza inanmadıkları güçleri yeniden edinme-
mizden korkuyorlar. Kendi kendilerine ve bize böyle bir gü-
cün var olmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar. Korktukları şeyi
yok ediyorlar. Ya da yok etmeye çalışıyorlar."
Üzerimize huzursuz bir sessizlik çöktü. Şaryon gözlerini
kırpıştırdı ve esnemesini bastırmaya çalıştı.
"Normalde bu saatte yatmanız gerek," dedi Mosiah, aniden
o âna dönerek. "Yatın. Düzeninizi bozmayın."
Normalde efendime iyi geceler dileyip odama gider, bir sü-
re yazar, sonra ben de yatardım. Bunu yaptım, üst kata çıktım
ve ışığı yaktım. Sonra karanlıkta yine aşağı indim. Mosiah dön-
meme pek memnun olmuş gibi görünmüyordu, ama sanırım
ölümden başka hiçbir şeyin beni efendimin yanından ayrılma-
ya zorlayamayacağım biliyordu.
Saryon'un odası karanlıktı. Karanlıkta oturduk, aslında
pencerenin hemen dışındaki sokak lambası yüzünden o kadar
da karanlık değildi. Mosiah sandalyesini Saryon'un yatağına
yaklaştırdı. CD çalar çalışmafya devam ediyordu, çünkü Şaryon
müzikle uyumaya alışıktı. Normal yatma saatini epey geçmiş-
ti, ama o inatla yorgun olduğunu kabullenmeyi reddediyordu.
Merak onu uyanık tutuyor, bedeninin dinlenme ihtiyacına di-
reniyordu. Biliyorum, çünkü ben de aynısını hissediyordum.
"Beni affet, Peder," dedi Mosiah sonunda. "O eski yola
sapmak istemiyordum. Aslında o yol çoktan yabani otlarla
kaplandı ve hiçbir yere çıkmıyor. Yirmi yıl geçti. O yirmi ya-
26
KAR^KJLIÇin fflİRASI
sındaki genç kız artık kırk yaşında bir kadın. Yürümeyi öğren-
di eskiden büyüyle onun için yapılan şeyleri kendisi yapma-
yı öğrendi. Bu dünyada yaşamayı öğrendi. Hatta belki sıradan
insanların söylediği bazı şeylere inanmaya başladı. Onun için
Thimhallan güzel anılardan başka bir şey değil, onun için uya-
nık yaşamından çok düşlerde gerçek olan bir dünya. Ve eğer,
başta o mucizevi güzelliğe sahip büyülü dünyaya dönme
umudunu korumuşsa bile, kim onu suçlayabilir ki?"
"Güzel bir dünya, evet," dedi Şaryon, "ama orada çirkinlik
de vardı. İnkar edildiği için daha da iğrenç olan bir çirkinlik."
"Çirkinlik erkeklerin ve kadınların yüreğindeydi, öyle değil
mi, Peder?" diye sordu Mosiah. "Dünyanın kendisinde değil."
"Doğru, çok doğru," dedi Şaryon ve içini çekti.
"Çirkinlik hâlâ yaşıyor," diye devam etti Mosiah. Sesi değiş-
ti, gerildi ve bu efendimle benim bakışmamıza, kendimizi ha-
zırlamamıza sebep oldu, çünkü ikimiz de bir darbenin yaklaş-
tığını hissediyorduk.
"Yıllardır kamplara uğramadm," dedi Mosiah aniden.
Şaryon başını iki yana salladı.
"Prens Garald ya da bir başkasıyla iletişim kurmadın, değil
mi? Gerçekte halkımızın arasında neler olup bittiğini bilmiyor-
sun?"
Şaryon utanmış görünüyordu, ama başını iki yana sallamak
zorunda kaldı. O anda konuşabilmek için sahip olduğum her
şeyi verirdim, çünkü Mosiah'm sesinde suçlama olduğunu his-
sediyordum ve efendimi savunmak için hararetle konuşur-
dum. Şaryon huzursuz bir öfke içinde kıpırdandığımı duydu.
Elini benimkinin üzerine koydu ve sabırlı olmamı öğütleyerek
nazikçe okşadı.
Mosiah, belki konuya nasıl gireceğini düşünerek sessiz kal-
27
KARflKJLIÇin rrlİRftsı
lıklardan gelmiyor, canlıların ölmesinden geliyor. Kendine Ka-
rabüyücü Menju diyen adamı hatırlıyor musun? Joram'ı öldür-
meye çalışan adamı?"
Şaryon ürperdi. "Evet," dedi alçak sesle.
"Onlardan biriydi. Onları iyi tanıyorum," diye ekledi Mosi-
ah. "Ben de onlardan biriydim."
Şaryon dehşet içinde donakaldı. İletişim kurma işi bana,
dilsize kaldı. Mosiah'a, sonra Saryon'a ve kendime işaret ede-
rek Mosiah'm neden şimdi bu bilgiyle bize geldiğini ve bütün
bunların bizimle ne ilgisi olduğunu sordum. Ya hareketimi an-
ladı ya da soruyu zihnimden okudu.
"Geldim," dedi, "çünkü onlar geliyor. Önderleri, Kevon
Smythe adında bir Khandic Bilge yarın seninle konuşmaya ge-
liyor, Peder. Duuk-tsarithler seni uyarmak için beni seçtiler,
çünkü o tarikatta güvenebileceğin tek kişi olduğumu biliyor-
lardı."
"Duuk-tsarithler" diye mırıldandı Şaryon allak bullak. "Du-
uk-tsarithlere güveneceğim ve bu yüzden içlerinden biri olan,
eskiden Teknobüyücü olan Mosiah'ı gönderiyorlar. Teknobü-
yü. Ölümden yaşam."
Sonra Şaryon başını kaldırdı. "Neden ben?" diye sordu.
Ama yanıtı o da benim kadar iyi biliyordu.
"Joram," diye yanıt verdi Mosiah. "Joram'ı istiyorlar Ya da
daha doğrusu, Karakılıç'ı istiyorlar, demeliyim."
Saryon'un ağzı seğirdi. O zaman efendimin inceliğini, hat-
ta, —eğer bu kadar nazik ve dürüst bir adam böyle bir şeyle
suçlanabilirse- kurnazlığını fark ettim. Mosiah'm getirdiği ha-
beri bilmese de Şaryon daha baştan Mosiah'm gelmiş sebebi-
nin ne olduğunu anlamış ama belli etmemişti. Bekliyor, bilgi
topluyordu. Hayranlık içinde ona baktım.
29
30
3
Duuk-tsarithler bunun için eğitilirlerdi —çevrelerin-
de olup biten ber şeyin farkında olmak, ber şeyi kontrol
altında bulundurmak, yine de kendilerini her şeyin üs-
tünde, ötesinde tutmak için.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Şaryon kızmıştı. Yumruğunu sıktı, öfkesi gözlerinde kıvıl-
cımlandı. "Buna hakkınız yoktu! Joram yeni bir kılıç dövmüş-
se, tehdit altında olduğunu hissettiği için olmalı. Bunun arka-
sında Kral Garald mı vardı. Kendi koyduğu yasalar açıkça..."
"Onlar yasalara niye aldırsın ki?" diye sözünü kesti Mosiah
sabırsızlıkla. "Onlar kendilerininki dışında yasa tanımazlar."
"Onlar?"
"Teknobüyücüler. Hâlâ anlamadın mı, Peder?"
Saryon'un yumruğu yavaşça açıldı. Öfke yerini korkuya bı-
raktı. "Joram güvende mi? Oğlanı eğitmem için bana göndere-
cekti. Hiç haber almadım ve korkarım..."
"Joram hayatta, Peder," dedi Mosiah, hafifçe gülümseyerek.
"O ve Gwendolyn iyi. Joram'ın oğlunu sana göndermemesine
gelince, göndermedi çünkü o ve Gwen'in oğulları olmadı. Kız-
KARAKJLIÇin mİR£SI
tmezler. Joram'la Bizzat Kevon Smythe konuştu, ama Smythe
bunu yaptığını inkar ediyor. Joram'ı sevimliliğiyle kazanmak
istiyordu, ama bildiğiniz gibi, Peder, dostumuz o kadar kolay
etkilenmez. Smythe ham karataşın nerede bulunabileceğini
söylemesi ve Karakılıç yapma sırlarını anlatması karşılığında
foram'a büyük servet, güç, ne isterse önerdi.
"Smythe canım zor kurtardı. Joram Smythe'i dışarı attı -ger-
çekten kaldırıp attı- ve bir daha dönerse hayatını hiçe saymış
olacağını söyledi. O zamana kadar Sınır Devriyesi gelmişti.
Neden bu kadar geciktiklerini mi merak ediyorsun? Teknobü-
yücülerin onların savunmalarını nasıl aştıklarım mı? Kolayca
yaptılar. Onlardan çok kişi bu göreve atanmayı başarmıştı.
Alarm sinyallerini kapattılar, kardeşlerinin fark edilmeden Sı-
nırı aşmalarım sağladılar.
"Sınır Devriyesi geldiğinde gezegenden ayrılana kadar
Smythe ve takipçilerine eşlik ettiler. Neyse ki Teknobüyiicüler
bundan sonra Karakılıç'a ilgilerini yitirdiler. Bilimadamları
Thimhallan'dan getirilen raporları inceledi ve ilk kılıcın asla
sunaktan çıkarılamayacağı, bu yüzden onlar için faydasız ol-
duğu kararına vardılar. Joram'ın yardımı olmadan, Thimhal-
lan'a işçi götürme izni alınmadan -asla verilmeyecek bir izin-
ham karataş arayışı fazlasıyla zor ve pahalı olurdu.
"Kral Garald bu olayın Teknobüyücülerin Karakılıç edinme
arzusunun sonu olacağını umuyordu ve olacaktı da, Peder,
ama sonra Joram çok aptalca bir şey yaptı."
Şaryon, Joram'ın davranışından kendisi sorumluymuş gibi
üzüntülü ve mutsuz göründü. "Yeni bir kılıç yaptı."
"Kesinlikle. Nasıl olduğundan emin değiliz. Smythe'in ziya-
reti Joram'ı şüpheci ve paranoyak yapmıştı..."
"İzleniyormuş gibi hissetmesine sebep olmuştu," diye sö-
33
KARÜKJLIÇin MİRASI
vaprnaya yetecek bir süre için nasıl kaçabildi?"
Mosiah omuzlarını silkti ve ellerini açtı. "Kim bilir? Böyle
bir şey kolay olurdu, özellikle de karataştan bir tılsımı varsa.
Ya da, belki de kılıcı seneler önce, biz gözetlemeye başlama-
dan önce dövdü. Artık bunların hiçbiri fark etmez. Bu yeni Ka-
rakılıç'ı sır olarak saklamaya çalıştık, ama Teknobüyücüler öğ-
rendi. İlgileri yeniden alevlendi."
"Joram ve ailesi tehlikede mi?" diye sordu Şaryon endişey-
le.
"Daha çok Duuk-tsarithlerin çabası sayesinde, şimdilik de-
ğil. Tuhaf, değil mi, Peder. Bir zamanlar Joram'ın ölmesi için
uğraşanlar şimdi hayatını korumak için kendileri ölümle yüz-
leşiyorlar."
"Sen mi?" diye sordu Şaryon. "Ölüm tehlikesi içinde misin?"
"Evet," diye yanıt verdi Mosiah, büyük sakinlik içinde. Ka-
rarmış odaya işaret etti. "Bu önlemlerin sebebi bu. T'kon-Du-
uüaı beni ellerine geçirmek için can atıyorlar. Sırları hakkın-
da çok şey biliyorum, anlıyor musun, Peder. Onlar için büyük
tehlikeyim. Seni onlara karşı uyarmak için geldim; onları Jo-
ram'a götürmeye ikna etmek için kullanacakları tekniklere
karşı uyarmak için..."
Şaryon sözcüklerin akışını durdurmak için elini kaldırdı.
Mosiah hemen konuşmayı bıraktı, yaşlı Katalist'e gösterdiği
sessiz saygı gözüme girmesini sağladı. Ona asla tamamen gü-
venemezdim, üzerinde Kollukçuların siyah cüppesi varken de-
ğil. Duuk-tsarithler asla tek amaç için çalışmazdı. Pek çok
amaç için çalışırdı ve ek olarak başka şeyleri de elde etmeye
çalışırdı.
"Gitmeyeceğim," dedi Şaryon kararlılıkla. "Bundan kork-
mana gerek yok. Sen, onlar ya da başka herhangi biri gidebi-
3S
KARAKJLIÇin mİRASI
Yaşlı bir adamın geceliği ve terlikleri içinde soğuk kış ge-
cesine kaçmasına sebep olacak tehlike çok gerçek ve yakın ol-
malıydı-
"Giyinmeniz gerekmez," diye yanıt verdi Mosiah. "Beden-
leriniz yatak dışında hiçbir yere gitmiyor. Talimatlarımı harfi
harfine tekrarlayın. Peder, sen olduğun yerde kal. Reuven, sen
üst kata, odana git ve yatağına gir."
Efendimin yanından ayrılma fikri beni mutlu etmiyordu,
ama Duuk-tsaritti'm gücüne karşı bir şey yapabileceğim kuş-
kuluydu. Şaryon başını sallayarak Mosiah'a itaat etmemi söy-
ledi ve ben de denileni yaptım. Mosiah'ı efendime dikkat et-
mesi için uyardım ve üst kattaki küçük odama gittim.
Şaryon hep, kendi odasının üstünde olan yatak odama gir-
diğimi duyana kadar bekler, sonra aşağı katın ışığını söndürür-
dü. Bu gece öyle olmamıştı, çünkü ışık zaten sönüktü. Dedi-
ğim gibi, normalde bir süre yazardım, ama -Mosiah'ın emirle-
rine uyarak- bu alışkanlığı bir kenara bıraktım ve hemen yat-
tım. Işığımı söndürdüm ve ev karardı.
Karanlıkta yalnız yatarken korkmaya başladım. İnsanın ge-
cenin bu saatinde kendini korkutması kolaydır. Dolapta sakla-
nan canavarlara dair çocukluk korkularımı hatırladım. Ama ya-
şadığım korku bir el feneriyle yok edilecek türden değildi. Ne-
den bu dehşet korkusunu yaşadığımı merak ettim ve Mosi-
ah'ın korkusunu hissettiğim için olduğunu fark ettim.
Duuk-tsarith gibi güçlü birini korkuttuğuna göre orada, ge-
cenin içinde her ne varsa dehşet verici olmalı, diye düşündüm.
Her sesi yakalamak için kulaklarımı zorlayarak yatağımda
yattım. Gecenin sıradan sesleriydi sanırım, ama daha önce on-
lara dikkat etmemiş benim için hepsi korkutucuydu. Bir köpe-
ğin havlaması, dövüşen kedilerin tıslamaları, sokakta giden
37
KARAKJLIÇin ITIİRİİSI
Sözcükleri artık zihnimde alev alev değildi, su gibi akıyor-
du Gevşediğimi hissettim, suyun üzerimden akmasına izin
verdim- Aslında bedenim çok ağır geliyordu, o kadar ağır ki
onu kaldıramayacağımı biliyordum. Ama hareket etmek zorun-
da olduğumu hissediyordum!
Ayağa kalktım ve gidip Mosiah'a katıldım. Arkama baktı-
ğım zaman ağır bedenin hâlâ yatakta yattığını, derin uykuday-
mış gibi göründüğünü fark edince şaşırmadım.
Şaşkınlık ve huşu içinde korkularımı unuttum.
Efendimin yatak odasına ulaşmak için, alışık olduğum gibi
kapıdan geçip merdiveni inmek üzere hareket ettim, ama Mo-
siah beni durdurdu.
"Artık fiziksel engellerle sınırlı değilsin, Reuven. Bir düşün-
ce seni Saryon'a götürür."
Doğru söylüyordu. Efendimin yanında olmayı düşündü-
ğüm an oradaydım. Beni görünce Şaryon gülümsedi, başını
salladı ve sonra uzun süre önce unuttuğu yetenekleri yeniden
öğrenircesine tereddütle ruhu bedenini terk etti.
Onun ruhunun yumuşak, parlak, beyaz bir aydınlıkla sarıl-
mış olduğunu görünce şaşırmadım; Mosiah'ın cüppesiyle aynı
siyahlığa bürünmüş ruhu ile açık bir karşıtlık oluşturuyordu.
Efendimin bundan acı duyduğunu anlayabiliyordum. Mo-
isah da öyle.
"Bir zamanlar -siz hatırlarsınız, Peder- ruhum Reuven'inki
gibi parlak ve berraktı. O zamandan bu yana gördüğüm ka-
ranlık ve dehşet verici şeyler bende iz bıraktı. Ama acele et-
meliyiz. Ancak sizin uyuduğunuzdan emin olana kadar bekle-
yeceklerdir. Korkmayın, ikinize de zarar vermelerine izin ver-
mem."
Mosiah'ın ruhu bedenine kaydı. Bir sözcük söyledi, görün-
39
KARİlKILIÇin mİRASI
yeteneğimiz var."
Mosiah'ın deyişiyle bir "kıvrımın" içine saklanma duygusu-
nu açıklamaya çalışmalıyım. Bunu anlatmanın tek yolu kaim
bir perdenin kıvrımlarının içine saklanmaya çok benzediğini
söylemek. Aslında, üzerimde neredeyse boğucu bir sınırlama
hissettim, daha sonra öğrendiğime göre bunun sebebi zama-
nın bedenim için geçmekte olduğunu ve benim -ruhumun-
yerinde kaldığını bilmek.
Duygunun kıvrıma zilini ve bedeniyle girenler için çok kö-
tü olmadığını anlıyorum, çünkü zamanın akışına yetişmek için
dışarı adım atmak yeterliymiş. Ama bedenimin uyuyor olduğu
gerçeğine rağmen içimde, eve giden son treni kaçırmaktan
korkan birinin duygularına benzer bir panik yükselmeye baş-
ladı. Tren -bu durumda bedenim- ilerliyordu ve ben yetişmek
için çılgınca koşuyordum. Sanırım o sırada kaçmaya teşebbüs
ederdim, ama Saryon'u bırakamazdım.
Daha sonra onun da benim gibi hissettiğini ve benim yü-
zümden gidemediğini öğrendim. Bunun üzerine güldük, ama
kahkahalarımız boştu.
"Şş, susun! Bakın!" dedi Mosiah.
Bizi duyulmamızdan korktuğu için susturmamıştı... çünkü
bu D'karn-darah için bile imkansızdı. Bizi, onları duyabilme-
miz için susturmuştu. Görüp işittiklerimiz kanımızı dondurdu.
Fiziksel bariyerlerin içinden geçebiliyor olsak da arkalarını
KARAKJLIÇin mİRASI
O anda bir kadın sesinin yüksek sesle "Reüven!" dediğini
Huydum- Omzumda hafif bir sürtünme hissi duydum. O za-
man ikinci kişinin -arka kapıdan girenin- benim odama gitti-
ğini anladım. Kadın bedenimin üzerine eğilmişti.
D'karn-darah Saryoriu yine, daha büyük kuvvetle sarstı ve
uyuyan bedeni yatakta çevirdi. "Şaryon!" diye tekrarladı adam,
sesi sertti.
Titremeye başladım, çünkü adamın Saryon'a zarar verece-
ğinden korkuyordum. Mosiah yine bize güven verdi.
"Sizi incitmezler," diye tekrarladı. "Buna cesaret edemezler.
Onlara faydalı olabileceğinizi biliyorlar."
Benim odama giden, yatak odasında belirdi.
"Aynı şey mi?" diye sordu.
"Evet," diye yanıt verdi efendimin yanında duran D'karn-
darah. "Ruhları kaçmış. Gelişimizi haber almışlar."
" Duuk-tsarithler."
"Elbette. Kuşkusuz Katalist'in dostu olan Mosiah adlı Kol-
lukçu."
"O zaman haklıydın. Onu burada bulacağımızı söylemiş-
tin."
"Buradaymış. Muhtemelen hâlâ burada, şu lanet zaman
kıvrımlarının birine saklanmış, kuşkusuz. Ve muhtemelen di-
ğer ikisi şu anda yanında. Büyük olasılıkla," adamın gümüş,
yüzsüz yüzü döndü ve yatak odasında çevresine bakındı "şu
anda bizi dinliyorlar."
"O zaman kolay. Bedene işkence et. Acı allılarının dönme-
sini sağlar. Bir süre sonra bize Kollukçu'yu nerede bulacağımı-
zı söylemekten büyük memnunluk duyarlar."
Kadın D'karn-darah elini kaldırdı. Beş parmak olması ge-
reken yerde şimdi beş uzun çelik iğne vardı. Birinden diğeri-
43
KARAKjLiçm rniRası
da kendimi başka bir gözlemcinin bakış açısından görme
ansı karşısında öyle büyülenmiştim ki bunu yapmak için bir-
kaç dakika harcadım.
Fiziksel özelliklerimi iyi biliyordum. Ayna bunları bize gös-
terir. Uzun, san saçlar, öyle ki çocukken biri "mısır püskülü"
demişti onlara. Sevmediğim kaşlar altında kahverengi gözler.
Kaşlarım kalın ve sarı saçlarımla tezat yaratacak şekilde koyu
kahverengiydi, bu bana sert ve aşın ciddi bir ifade veriyordu.
Yüz hatlarım keskindi, çıkık elmacık kemiklerim ve yüksek
kemerli bir burnum vardı. Yaşlandıkça gaga gibi olacaktı.
Genç olduğum için bedenim kıvraktı, ama kesinlikle güçlü
değildi. Zihinsel egzersiz bana, beni hiçbir yere götürmeyen
bir makinenin üzerinde çok hızlı koşmaktan daha uygun geli-
yordu. Ama o zayıf ellere, sıska kollara tatsızlıkla baktım. Şar-
yon tehlikedeyse onu nasıl savunabilirdim?
Bu incelemeye ayıracak fazla zamanım olmadığını düşün-
düm. Ruhum bedenine ne kadar yaklaşırsa, geri dönmek için
o kadar can atıyordu ve bedenime büyük bir yükseklikten
dalıyor gibi hissettim. Bir düşme rüyasından uyanırcasına titre-
yerek, midem kasılarak uyandım. Ve o zamandan beri merak
ederim, belki de o rüyalar ruhumuzun yaptığı ilk çekingen
yolculuklardır.
Yatağımda doğrulup oturdum, bedenimdeki uykulu hali
silkeleyip atmaya çalıştım. Telaşla sabahlığımı kaptım, sarın-
dım ve koridor lambasını yakarak merdivenden aşağı seğirt-
tim. Saryon'un yatak odasından ışık geliyordu. Efendimi be-
nim hissettiğim kadar uykulu, oturur durumda buldum.
D'kam-daratim yatağa bıraktığı nesneye bakıyordu.
"Sana zarar vermez," diyordu Mosiah, ben içeri girerken.
"İstersen kaldırıp bakabilirsin."
4S
46
4
Yaşayan bir varlık gibi, kılıç büyüyü ondan emi-
yor, onu tüketiyor, sonra onu kullanarak dünyadaki
büyüyü emmeye devam ediyordu.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
"Ölüm!" diye nesneyi benden kapmaya çalıştı Şaryon, ama
ben daha hızlıydım. Elimi sıkı sıkı üzerine kapattım.
"Burada, şimdi, herhangi birimiz için demek istemedim,"
dedi Mosiah. Sesinde nazik bir paylama tınısı vardı. "Tehlike-
li olsa bu odada kalmasına izin vermezdim."
Şaryonla bakıştık, ikimiz de epey utanmıştık.
"Elbette, Mosiah," dedi Şaryon. "Sana güvenmediğim için
beni affet... bizi affet... Yalnızca... her şey çok garip... O kor-
kunç insanlar..." Ürperdi ve sabahlığını uzun, zayıf bedenine
sardı.
"Onlar kimdi?" diye işaret ettim. "Ve bu ne?"
Avucumu açtım. İçinde beş santim çapında, çok sert, ağır
plastikten yuvarlak bir madalyon vardı. Madalyonun arkası
mıknatıslı gibiydi. Bir tarafı şeffaftı. İçini görebiliyordum ve
gördüklerim çok tuhaftı. Madalyonun içinde mavimsi yeşil, yo-
KARAKjLIÇin MİRfıSI
yarak.
Onunla aramızdaki tek anlaşmazlık -tartışma bile diyemi-
orum- benim vejeteryan olmam, onunsa zaman zaman biraz
tavuk ya da biftek yemekten keyif almasından kaynaklanıyor-
du Buraya gelişimden sonraki ilk zamanlarda, benim gibi dü-
şünmesini sağlamak için şevkle çabalamıştım. Üzülerek söylü-
yorum, hayatı ikimiz için de oldukça mutsuz kıldım, ta ki bir-
birimizin fikirlerine saygı göstermek üzere anlaşma yapana ka-
dar. O benim fasulyeme temkinli yaklaşıyor ve ben de artık
hamburger yemesini protesto etmiyorum.
"Canlılar hep ölülerle beslenir," dedi Mosiah. "Şahin fareyi
öldürür. Büyük balıklar küçük kuzenlerini yer. Konu buna ge-
lirse, tavşan yediği karahindibayı öldürür. Karahindiba toprak-
taki besleyici maddelerle beslenir ve o maddeler başka bitki-
lerin ve hayvanların bedenlerinin çürümesiyle oluşur. Yaşam
ölümden beslenir. Döngü böyledir."
Şaryon oldukça etkilenmişti. "Hiç bu şekilde düşünmemiş-
tim."
"Ben de öyle," diye işaret ettim, düşünceli düşünceli.
"Karanlık Kültçüler nesillerdir düşünür," diye devam etti
Mosiah. "İnançlarını bir adım öteye taşıdılar. Ölüm yaşamın te-
meliyse..."
"O zaman Ölüm Yaşam'ın temeli olabilir!" dedi Şaryon, ani-
den anlayarak.
Benim anlamam için biraz daha zaman geçti, daha çok, o
sırada sözcüklerdeki büyük harfleri işitmediğim için.
Elbette, Şaryon Yaşam'dan bahsederken büyüye atıfta bu-
lunuyordu, çünkü Thimhallan halkı büyünün Yaşam olduğu-
na ve büyü kullanma yeteneği olmadan doğanların Ölü oldu-
ğuna inanır. Joram ile Karakılıç'm hikayesinin başlangıcı bu-
49
KARAKjLiçm rriiRası
dışını hissediyordum. Mosiah beni anlıyordu... ya düşünce-
lerimi ya da işaret dilini.
"D'karn-darah\zx bu gece geri dönmezler," dedi Mosiah
kendinden emin bir tavırla. "Beni pusuya düşürmek, hazırlık-
sız yakalamak istiyorlardı. Artık onların farkında olduğumu bi-
liyorlar. Benimle doğrudan savaşmazlar. Beni öldürmek zo-
runda kalırlar ve ölmemi istemiyorlar. Beni canlı yakalamak is-
tiyorlar... buna zorunlular."
"Neden?" diye sordu Şaryon.
"Çünkü organizasyonlarına sızdım. Kan-kıyamet şövalyele-
ri arasında onların ellerinden canlı kurtulan tek mürit benim.
Sırlarını biliyorum. D'karn-darahhs ne kadanm bildiğimi ve
daha da önemlisi, başka kimlerin bildiğini öğrenmek istiyor.
Beni yakaladıkları zaman onlara söyleyeceğimi umuyorlar. Ya-
nılıyorlar," dedi basitçe, ama kararlılıkla. "Ölmeyi tercih ede-
rim."
"Biraz çay içelim," dedi Şaryon sessizce.
Elini Mosiah'm koluna koydu ve artık efendimin bu adama
tam olarak güvendiğini anladım. Ben de güvenmek istiyor-
dum, ama her şey çok garipti. Değil bir başka insana, kendi
duyularıma güvenmek bile güçtü benim için. Gerçekte ne ol-
muştu? Gerçekten de bedenimden çıkmış mıydım? Bir zaman
kıvrımında saklanmış mıydım?
Çaydanlığı suyla doldurdum, ocağın üzerine koydum,
demlik ve fincan çıkardım. Mosiah masanın başında oturuyor-
du. Çay istemedi. Madalyonu elinde tutuyordu. Suyun kayna-
masını, çayın demlenmesini beklerken hiçbirimiz konuşma-
dık. Sonunda efendimin çayını doldurduğum zaman inanma-
ya başlamıştım.
"En baştan başla," dedi Şaryon.
sı
KARÜKILIÇin tflİRftSI
i de vardı. Şok geçiren, kayıplarına üzülen Onüçler Konse-
i ne yapacaklarını düşünmek için toplandı.
"Dört Karanlık Kült -Beyaz At, Siyah At, Kırmızı At ve
Renksiz At Kültleri- hepsi savaş ve fethi savundular. İsyan
edecek, onlara karşı çıkanları yok edecek, hayatta kalanların
hepsini köleleştireceklerdi. Dokuz Işık Kültü bu seçeneği dü-
şünmeyi bile reddetti. Öfkelenen Dört üye toplantıdan çıkıp
gitti. Onların yokluğunda diğer üyeler karar verdi. Yeryüzü'nü
sonsuza dek terk edeceklerdi. Artık Karanlık Kültçülerin tari-
katları için nasıl bir tehlike oluşturduğunu fark eden Konsey,
Karanlık Kültçülerin planlarından dışlanmasına özen gösterdi.
"İS löOO'de Merlyn ve Dokuzlar Divanı bu dünyayı terk et-
tiğinde Karanlık Kültçüler göçü öğrendiler, ama sır o kadar iyi
korunmuştu ki onu engellemek ya da güç kullanarak onlarla
gitmek için çok geç kalmışlardı. Onlar Yeryüzü'nde kaldı.
"Başta bu değişikliğe sevindiler, çünkü Dokuzlar Divanı
uzun zamandır Karanlık Kültçülerin eylemlerini kısıtlıyordu.
Kendilerini Yeryüzü insanlarının hükümdarları olarak gördüler
ve böylece amaçlarını gerçekleştirmek için çalışmaya başladı-
lar. Ama bu sırada Thimhallan'da Merlyn Dünya Kuyusu'nu
kurmuştu ve kuyu Yeryüzü'ndeki büyüyü çekerek Thimhallan
sınırları içinde yoğunlaştırdı. Karanlık Kültçüler kendilerini bü-
yü güçlerinden yoksun buldular.
"Öfkeli, ama çaresizdiler. Ne olduğunu, büyünün Thimhal-
lan'da kaldığını çok iyi biliyorlardı. Güçleri azaldı... kıtlık, sal-
gın hastalık ya da savaş zamanları dışında, çünkü o zamanlar-
da Ölüm dünyada kol geziyor, güçlerini artırıyordu. O za-
manlarda dahi ancak kendi kişisel çıkarları için, küçük büyü-
ler yapabiliyorlardı. Hırslarını, bir zamanlar ne kadar güçlü ol-
duklarını hiç unutmadılar. Bir kez daha yükselecekleri za-
S3
işlemesi için belli bir aidat talep ediyordu. Üyeler ancak içle-
rinden biri ödemelerde gevşek davrandığı ya da katı kuralla-
rından birini ihlal ettiği zaman bir araya geliyorlardı. Kara At
büyücüleri, Sol-t'kan ya da Yargıçlar mahkeme kuruyor, hü-
küm veriyordu. Sol-huena hükmü yerine getiriyordu.
"Zaman geçtikçe çağdaş dünya artık cadılara ve savaş bü-
yücülerine inanmaz oldu. Karanlık kültçüler eskiden sanatları-
nı uyguladıkları kilerlerinden ve mağaralarından çıktılar, apart-
man dairelerine, şehirdeki evlere taşındılar. Politikaya girdiler,
hükümetlerde bakan, ulusların hükümdarları oldular ve amaç-
larına denk düştüğü zamaıj savaşlar, isyanlar çıkardılar. Onlar
acı ve ölümden sevinç duyarlar, çünkü bu şekilde güçlenirler.
"Ve sonra Karakılıç'ın yaratıldığı gün geldi."
Mosiah Saryon'a baktı. Şaryon nazikçe gülümsedi, içini
çekti ve başını iki yana salladı. Karakılıç'ın yaratılışında ve
Thimhallan'm daha sonraki düşüşünde oynadığı rolden piş-
man olmasa ve sık sık şimdi olsa yine aynı şeyi yapacağını
söylese de, değişimin daha az acı ve üzüntüyle başarılabil-
S4
KilRAKJLIÇin fflİRÜSI
mesini dilediğini de sık sık söyler.
«Dörtlü kılıcın yaratıldığını anladı," dedi Mosiah. "Bazıları
îrinaıı ilk saatten beri farkında olduklarını söyledi."
var oıuug»-
Saryon'un kafası karışmıştı. "Ama bu nasıl mümkün olabi-
lir? çok uzaktaydılar..."
"Yeterince uzakta değil. Bundan hoşlansan da, hoşlanma-
san da, büyü bizi bir örümcek ağındaki ince iplikçikler gibi
birbirimize bağlar. İplerden biri kırıtırsa, şok ağın tamamında
hissedilir. Ne olduğu hakkında Dörtlü'nün en ufak fikri yoktu,
ama kılıcın karanlık enerjisini hissediyorlardu. Tuhaf düşler ve
işaretler gördüler. Bazıları insan şeklinde siyah bir kılıcın alev-
lerin içinde yükseldiğini gördü. Başkaları siyah bir kılıcın kırıl-
gan cam bir küreyi parçaladığını gördü. Bunu bir umut simge-
si olarak kabul ettiler. Yaratımının onlara büyüyü geri verece-
ğine inandılar. Haklıydılar.
"Yeryüzü zamanına göre yirmi yıl önce Joram Karakılıç'ı
kullanarak Dünya Kuyusu'nu yıktı. Büyü evrene saçıldı. Yer-
yüzü'ne ulaştığında seyrelmişti, ama Karanlık Kültlerin yoksun
kalmış üyelerinin üzerine canlandırıcı bir yağmur gibi yağdı."
"Ama kılıcı neden istesinler, anlamıyorum," diye itiraz etti
Şaryon. "Karakılıç büyüyü yok eder. Thimhallan'da Joram için
paha biçilmezdi, çünkü o büyü güçlerine sahip olmayan tek
canlı insandı. Büyücülerle dolu bir dünyaya karşı kendisini sa-
vunmasının tek yoluydu. Ama Teknobüyücüler burada, Yer-
yüzü'nde Karakılıç'la ne yapacaklar? Onun gücü bir... bir...
nükleer bombanın gücüyle karşılaştırılamaz bile."
"Tam tersine, Peder. Teknobüyücüler Karakılıç'm onlara
muazzam güç vereceğine inanıyorlar. Bir nükleer bombanın
gücü gibi, onunla büyük nüfusları kontrol edebilirler. Ve Ka-
rakılıç bu gücü kullanışlı, küçük ve ucuz bir şekilde, bireylere
ss
KARftKJLIÇin MİRASI
f rmu. Büyük miktarlarda üretiliyor. Canlı kitle tanklarda kö-
ürüyor, büyüyor, ürüyor. Şimdi bu organizmaların ölmesine
adanmış daha fazla tank düşün. Yine elektrik akımı. Ama bu
sefer yaratmıyor, yok ediyor.
"Katalistlerin bize Yaşam verdiği gibi..." Mosiah durdu, Sar-
yon'a baktı. "Senin bana Yaşam verdiğin gibi, Peder. Hatırlıyor
musun? Blachloch ve adamlarıyla savaşıyorduk ve ben dev bir
kaplana dönüştüm... Çok gençtim," diye ekledi hafif bir gü-
lümsemeyle, "ve gücümle gösteriş yapmaya hevesliydim."
Şaryon gülümsedi "Hatırlıyorum. Ve o zaman kaplanı gör-
düğüme çok memnun olduğumu da hatırlıyorum."
"Her durumda," Mosiah anılardan sıyrıldı, "Katalist'in tüm
canlı varlıklardan Yaşam çekip bize verdiği, kullanabilenlere
akıttığı gibi Teknobüyücüler de güçlerini ölümlerden alıyor...
yalnızca bu üretilmiş organizmalardan değil, evrendeki her
şeyin ölümünden. Hch'nyv savaşı onlar için bulunmaz nimet
oldu," diye ekledi acı acı.
"Teknobüyücüleri asla Joram'a götürmem," dedi Şaryon
kendinden emin bir tavırla. "Asla. Senin gibi," Mosiah'a baktı,
"ölmeyi tercih ederim. Endişelenmene gerek yok."
"Tam tersine, Peder," dedi Mosiah. "Biz senden onları Jo-
ram'a götürmeni istiyoruz."
Şaryon Mosiah'a bakakaldı, sessizlik içinde uzun süre bak-
tı. Acısı o kadar büyüktü ki ona bakmak bana üzüntü veriyor-
du.
"Karakılıç'ı siz istiyorsunuz," dedi. Kaşları çatıldı. "Seni kim
gönderdi?"
Mosiah ellerini kavuşturarak öne eğildi. "Teknobüyücüler
son derece güçlü, Peder. Halkımızdan çok insanı baştan çıkar-
dılar. O insanlar bu dünyada istediklerini teknobüyüye karşı
57
KARAKiuçm rriİRASı
Sandalyemden kalkarak Kollukçu'nun önüne dikildim.
"Efendim çok yoruldu, bayım," diye işaret ettim. "Artık git-
seniz iyi olacak."
Mosiah bakışlarını birimizden diğerimize çevirdi.
"Bu ikiniz için de çok sinir bozucu bir deneyim oldu," de-
di "Doğru düzgün düşünemiyorsunuz. Yatağa git, Peder. Ka-
rarını verip uyu. Almin izin verse de doğru karar olsa."
Şaşkınlık içinde iki Duuk-tsarittim maddeleştiğini gördük.
Siyah cüppeli, siyah başlıklı, yüzleri gizli, Mosiah'ın iki yanın-
da belirdiler.
Muhafız, destek kuvvet, tanık... belki hepsi birden. Baştan
beri burada oldukları, izledikleri, komduklan, gözetledikleri
açıktı. Üçü bir üçgen oluşturdular. Ellerini kaldırdılar, her biri
avucunu yanmdakinin avucuna koydu. Bu şekilde bağlanarak,
güçlerini birleştirerek yok oldular.
Şaryon ve ben durduklan yere bakakaldık. İkimiz de sar-
sılmış, rahatsız olmuştuk.
"Bunu planladılar!" diye işaret ettim, şokumu düşünceleri-
mi ifade edebilecek kadar atlatınca. "Teknobüyücülerin bu ge-
ce buraya geleceklerini önceden biliyorlardı. Kral Garald bize
uyarı gönderebilir, buradan ayrılmamızı söyleyebilirdi."
"Ama bunu yapmadı. Evet, Reuven," diye onayladı Şaryon.
"Bunların hepsi bizim için sahnelendi, Teknobüyücülerden
korkmamız için, Duuk-tsarithlenn safına katılmamız için.
"Biliyor musun, Reuven?" diye ekledi efendim, Mosiah'ın
oturduğu sandalyeye bakarak. "Onun için üzülüyorum. Jo-
ram'ın dostu olmanın kolay olmadığı zamanlarda Mosiah Jo-
ram'm dostuydu. Ölümüne sadıktı ona. Şimdi diğerlerine ben-
zemiş. Joram artık yalnız. Çok yalnız."
"Siz varsınız," dedim, nazikçe efendimin göğsüne dokuna-
61
5
"Yaptığın doğruydu, oğlum! Buna daima inan! Ve
daima, seni sevdiğimi, seninle gurur duyduğumu bil"
KARAKILIÇIN ZAFERİ
Ertesi sabah, oldukça erken saatlerde bir polis ordusu ma-
hallemize girdi ve sessiz ev sırasını kuşattı. Polislerden kısa sü-
re sonra, gökyüzüne bakan muhtelif aletleriyle, dev kamyon-
lar içinde sürü sürü gazeteci geldi.
Komşuların ne düşündüğünü ancak hayal edebilirim. İnsan
aklının kriz zamanlarında en önemsiz konulara takılması yine
tuhaf geldi. Ben konutumuzu üç önemli kişi için -dünyadaki
en güçlü üç adam için- hazırlamakla meşgulken, en büyük
endişem bunu sokağın karşısında yaşayan Bayan Mumford'a
nasıl açıklayacağımızda
Kadın sokağımızda yaşadığımız hayatların orkestra şefiydi
-ya da öyle olduğunu düşünüyordu- ve o batonunu sallama-
dan hiçbir şeyin -ne boşanma, ne hırsızlık- gerçekleşmemesi
gerekirdi.
Şimdiye dek, yaşamlarımız hiç de ilginç olmadığı için Şar-
yon ve beni rahat bırakmıştı. Şimdi onun o küçük, meraklı,
,AR£*>
IÜEIS ft +RACY HlCKinAn
5
"Yaptığın doğruydu, oğlum/ Buna daima inan! Ve
daima, seni sevdiğimi, seninle gurur duyduğumu bil"
KARAKILIÇIN ZAFERİ
Ertesi sabah, oldukça erken saatlerde bir polis ordusu ma-
hallemize girdi ve sessiz ev sırasını kuşattı. Polislerden kısa sü-
re sonra, gökyüzüne bakan muhtelif aletleriyle, dev kamyon-
lar içinde sürü sürü gazeteci geldi.
Komşuların ne düşündüğünü ancak hayal edebilirim. İnsan
aklının kriz zamanlarında en önemsiz konulara takılması yine
tuhaf geldi. Ben konutumuzu üç önemli kişi için -dünyadaki
en güçlü üç adam için- hazırlamakla meşgulken, en büyük
endişem bunu sokağın karşısında yaşayan Bayan Mumford'a
nasıl açıklayacağımızdı.
Kadın sokağımızda yaşadığımız hayatların orkestra şefiydi
-ya da öyle olduğunu düşünüyordu- ve o batonunu sallama-
dan hiçbir şeyin -ne boşanma, ne hırsızlık- gerçekleşmemesi
gerekirdi.
Şimdiye dek, yaşamlarımız hiç de ilginç olmadığı için Şar-
yon ve beni rahat bırakmıştı. Şimdi onun o küçük, meraklı,
KARAKJLIÇin mİRASI
söyleyen bir kadın Şaryon ve benim sorumluluğumuzu
rine aldı, bize adamlarının mekanı arayacağını, güvenliği
"lavacağını söyledi. Kadın bizi mutfağa götürdü, oturttu ve
l nı açıkladı. Serin bakışlı, profesyonel ve esaslı kişilerden bir
, • arkasından geldi, yanlarında serin bakışlı, profesyonel
köpekler getirdiler
Kısa süre sonra yukarı kata, bodruma, evin bütün odaları-
na girdiklerini duydum. Yeşil yeşil parlayan aletler bulup bul-
madıklarını bilmiyorum. Sanırım buldular, diğer şeyleri de bul-
dular, aralarında bir kanepe minderinin altından çıkan yarısı
yenmiş bir bisküvi vardı, adamlardan biri onu nazikçe bana
uzattı. Ben bisküviyi adamın köpeğine sundum, ama köpek
mesai sırasında bu tür ikramları kabul etmeyecek kadar pro-
fesyoneldi.
Saryon'un düşüncelerinin içe döndüğünü, plana en ufak il-
gi göstermediğini görünce kendimi dinlemeye ve ne yapma-
mız gerektiğini anlamaya adadım. Bir yandan da Saryon'un ne
karar verdiğini merak ediyordum.
"Majesteleri Kral Garald ve General Boris, yardımcıları ve
maiyetleriyle birlikte aynı taşıt içinde, tam olarak saat on üç sı-
fır sıfırda gelecekler. Saygıdeğer Kevon Smythe, yardımcıları
ve maiyeti ikinci bir taşıt içinde, tam olarak on üç otuzda bu-
raya varacak. Saat on dört sıfır sıfırda ayrılacaklar."
Afedersiniz, hanımefendi. Sözcüklerimi her zaman yanım-
da taşıdığım bloknota yazdım, ama kadın işaret dili anladığını
belirtince çok sevindim. "Kaç yardımcı var, maiyetlerde kaç ki-
Şi olacak?"
Küçük oturma odamızı düşünüyor, onları nereye yerleşti-
receğimi merak ediyordum. Aynı zamanda, çay sunmamızın
eklenip beklenmediğini. Sunacaksak, bir koşu markete gidip
6S
5
"Yaptığın doğruydu, oğlum/ Buna daima inan! Ve
daima, seni sevdiğimi, seninle gurur duyduğumu bil"
KARAKILIÇIN ZAFERİ
Ertesi sabah, oldukça erken saatlerde bir polis ordusu ma-
hallemize girdi ve sessiz ev sırasını kuşattı. Polislerden kısa sü-
re sonra, gökyüzüne bakan muhtelif aletleriyle, dev kamyon-
lar içinde sürü sürü gazeteci geldi.
Komşuların ne düşündüğünü ancak hayal edebilirim. İnsan
aklının kriz zamanlarında en önemsiz konulara takılması yine
tuhaf geldi. Ben konutumuzu üç önemli kişi için -dünyadaki
en güçlü üç adam için- hazırlamakla meşgulken, en büyük
endişem bunu sokağın karşısında yaşayan Bayan Mumford'a
nasıl açıklayacağımızda
Kadın sokağımızda yaşadığımız hayatların orkestra şefiydi
-ya da öyle olduğunu düşünüyordu- ve o batonunu sallama-
dan hiçbir şeyin -ne boşanma, ne hırsızlık- gerçekleşmemesi
gerekirdi.
Şimdiye dek, yaşamlarımız hiç de ilginç olmadığı için Şar-
yon ve beni rahat bırakmıştı. Şimdi onun o küçük, meraklı,
KilRAKJLIÇin miRftsı
söyleyen bir kadın Şaryon ve benim sorumluluğumuzu
• rine aldı, bize adamlarının mekanı arayacağını, güvenliği
slayacağını söyledi. Kadın bizi mutfağa götürdü, oturttu ve
lanı açıkladı. Serin bakışlı, profesyonel ve esaslı kişilerden bir
kip arkasından geldi, yanlarında serin bakışlı, profesyonel
köpekler getirdiler
Kısa süre sonra yukarı kata, bodruma, evin bütün odaları-
na girdiklerini duydum. Yeşil yeşil parlayan aletler bulup bul-
madıklarını bilmiyorum. Sanırım buldular, diğer şeyleri de bul-
dular, aralarında bir kanepe minderinin altından çıkan yarısı
yenmiş bir bisküvi vardı, adamlardan biri onu nazikçe bana
uzattı. Ben bisküviyi adamın köpeğine sundum, ama köpek
mesai sırasında bu tür ikramları kabul etmeyecek kadar pro-
fesyoneldi.
Saryon'un düşüncelerinin içe döndüğünü, plana en ufak il-
gi göstermediğini görünce kendimi dinlemeye ve ne yapma-
mız gerektiğini anlamaya adadım. Bir yandan da Saryon'un ne
karar verdiğini merak ediyordum.
"Majesteleri Kral Garald ve General Boris, yardımcıları ve
maiyetleriyle birlikte aynı taşıt içinde, tam olarak saat on üç sı-
fır sıfırda gelecekler. Saygıdeğer Kevon Smythe, yardımcıları
ve maiyeti ikinci bir taşıt içinde, tam olarak on üç otuzda bu-
raya varacak. Saat on dört sıfır sıfırda ayrılacaklar."
Afedersiniz, hanımefendi. Sözcüklerimi her zaman yanım-
da taşıdığım bloknota yazdım, ama kadın işaret dili anladığını
belirtince çok sevindim. "Kaç yardımcı var, maiyetlerde kaç ki-
şi olacak?"
Küçük oturma odamızı düşünüyor, onları nereye yerleşti-
receğimi merak ediyordum. Aynı zamanda, çay sunmamızın
beklenip beklenmediğini. Sunacaksak, bir koşu markete gidip
6S
KuRAKJLiçın MİRASI
rece kızgındım, bu dumm gümüş cüppeli Teknobüyücüle-
? r>v\ istila etmesinden daha çok kızdırmıştı beni.
tın c
Bazen dilsiz olmak bir nimettir. Konuşma yeteneğim olsay-
, Cadına saldırmak için kullanırdım ve muhtemelen her şeyi
mahvederdim. Bu halimle, sözcüklerimi işaret diliyle ifade et-
mek zorunda kaldığım için onları düşünecek zamanım oluyor-
du. Düşününce, bu görüşmenin niteliğini saklamanın Kral ve
General açısından bilgece olduğunu görebildim.
"Saryon'u mazur görmelisiniz," diye işaret ettim kadına.
"Efendim çok mütevazı bir adamdır ve böyle bir onur karşısın-
da çok etkilendi, öyle ki bunca ilgi karşısında sersemledi. Ken-
dini bu şerefe layık görmüyor ve bunca emek ve ilgiye yerini-
yor."
Kadın bunun üzerine biraz yatıştı ve geri kalan detayları
gözden geçirdik. Konuklar bir saat kalacaktı, o kadar ve ney-
se ki onlara çay ikram etmeye gerek yoktu. Kadın Saryon'un
üzerindeki kahverengi cüppeyi -hayatı boyunca giydiği kata-
list cüppesini- değiştirebileceğini, takım elbise giyebileceğini
ima etti, ben de blucinimi duruma daha uygun bir şeyle değiş-
tirsem iyi olacaktı. İkimizin de takım elbisesi olmadığını söy-
leyince kadın bu noktada pes ederek her şeyin nasıl gittiğini
kontrol etmek üzere uzaklaştı.
Bunun onun doğumgünü olduğunu bildirmek için efendi-
min çalışma odasına gittim. Unuttuğundan emindim. Biraz da-
ha ekmek kızarttım, bir tabağa koydum ve çay götürdüm.
Her şeyi açıkladım... oldukça hararetli bir biçimde, korka-
rım. Şaryon hızla hareket eden ellerime bitkin, hoşgörülü bir
gülümsemeyle baktı ve başını iki yana salladı.
"Entrikalar. Politika. Hepsi oyunun içine doğmuş. Oyunda
yaşıyorlar. Oyunu nasıl terk edecekleri hakkında hiçbir fikirle-
67
KARAKjLiçm rriiR^sı
Kral'ın efendimin eski dostu olduğunu açıkladığımı hayal
derken gururum biraz daha arttı; General bir zamanlar kıy-
metli bir rakipti. Zararsız, ama kibirli bir fantaziydi... ne yazık
ki gerçekleşmeyen bir fantazi. İki komşumu bir daha hiç gör-
medim.
Kral ve General evimize girdi. Şaryon ve ben büyük heye-
can içinde bekliyorduk. Efendim bu adamların ona büyük bas-
kı yapacağını biliyordu ve bu görüşmeden korkuyordu. Ben
de Şaryon adına endişeliydim, ama itiraf etmeliyim, hakkında
yazdığım iki insanı, özellikle de bir zamanlar Joram'ın hayatı
üzerinde önemli bir etkisi olmuş Kral'ı bir kez daha görmeye
can atıyordum.
Kral Garald o zamanlar Prens Garald'dı. Onun hakkında
şöyle yazmıştım:
Sesin güzelliği yüzünün, zarif ama zayıf olmayan
hatlarıyla uyum içindeydi. Gözleri iri ve zekiydi. Ağzı
kararlıydı ve çevresindeki çizgiler gülümseyen, kahka-
ha atan biri olduğunu gösteriyordu. Çenesi güçlüydü,
ama kibirli değildi, elmacık kemikleri yüksek ve çıkıktı.
Saryon'un anlatımından ve benim ilk anılarımdan alman
tasvir £İmdi, Kral'ın orta yaşlarında bile gerçeği yansıtıyordu.
Kararlı ağzının çevresindeki çizgiler koyulaşmış, üzüntü, acı
ve bitkin düşürücü çabalar sonucu ciddileşmişti. Ama ağız gü-
lümsediği zaman çizgiler yumuşuyordu. Gülümseme sıcak ve
içtendi, sıcaklığının kaynağı içinden, derinliklerden geliyordu.
Bu adamın asıksuratlı, inatçı genç Joram'ın saygı ve belki sev-
gisini nasıl kazandığını hemen anladım.
Şaryon eğilecek oldu, ama Garald efendimin elini alıp iki
69
KftRâKjLiçın miR&sı
I c'm tarihini yazışımla ilgili nazik yorumlarda bulundular.
Kral içten gelen cazibesiyle, o sıcak, sevimli gülümsemelerin-
den biriyle gevşedi ve bana kendisini çok iltifatkar bir biçim-
de tasvir ettiğimi söyledi.
"Bazılarının etmemi istediğinin yarısı kadar bile iltifatkar
değil, Majesteleri," dedim işaret diliyle ve Şaryon tercüme etti.
Efendime sevgi dolu bir bakış fırlattım. "Sizde insani kusurlar
bulmak, sizi ilginç ve inanılır bir karakter kılabilmek için çok
çabaladım."
"Almin biliyor ya, yeterince kusurum var," dedi Garald ha-
fif bir gülümsemeyle. "Ekibimden çok kişi çalışmalarına büyük
ilgi duyuyor, Reuven. Belki efendin, General ve ben eski za-
manlar hakkında sohbet ederken sen onların somlarını yanıt-
lama nezaketini gösterirsin."
Benden böylesine güzel bir şekilde kurtulmasına hayran
kaldım ve takdir ettim. Ayağa kalktım, gitmek üzereydim ki
Şaryon elini uzattı ve bileğimi yakaladı.
"Reuven sırdaşımdır."
Garald ve General Boris bakıştılar. General başını hafifçe
salladı, Kral da aynı şekilde karşılık verdi.
"Pekala. General, zahmet olmazsa?"
General oturma odasının girişine gitti ve ekip üyelerinden
birine birkaç şey söyledi. Asker adamlarına işaret verince dör-
dümüzü odada yalnız bıraktılar. Ayak seslerinin bütün evde
yankılandığımı duydum, son bir kontrolden sonra gittiler ve
ön kapı kapandı. Pencereden askerlerin yayıldığım, bölgeyi
koruma altına aldıklarını gördüm.
"Dördümüz evde kalmış olsak da ev çok boş ve yalnız ge-
liyordu, taşınmış bir yabancının evi gibi. Ürperdim. Sanki bir
daha dönmemek üzere evden çoktan ayrılmıştık.
71
KARAKJLIÇin miRASi
dum- Gazete haberlerini okudum, hatta aralarındaki bir bi-
rafiyi taradım. Hiçbiri Kevon Smythe'in Teknobüyücü ol-
duğundan bahsetmiyordu."
"Elbette hayır, Peder," dedi Garald. "Hayatına ilişkin bu
çayı giZü tutmaya özen gösteriyor. Hem, kim inanır ki? An-
cak Thimhallan'da doğmuş ve yetiştirilmiş olan bizler. Ve," di-
ye ekledi, General Boris'i dahil ederek, "orayı ziyaret edenler.
Kuşkusuz siz de şüphe etmiyorsunuzdur! Dün geceden son-
ra..."
"Gerçekten de, Majesteleri." Şaryon sakindi. "Dediğim gibi,
dün gece çok bilgilendiriciydi. Kevon Smythe hakkında anla-
tılan her şey hırsını, hızla servet ve ün kazandığını, hedefleri
uğruna halkı etkilemek gibi karizmatik bir yeteneğini ifade
ediyor. Hepsi ona servetini kazandıran ya da onu doğru za-
manda doğru yere koyan ya da doğru kararı vermesini sağla-
yan şansına -onların 'şans yağmurları' dediği- hayret ediyor."
"Onların şans dediğine biz büyü diyoruz," dedi Kral Ga-
rald.
"Kimsenin bilmemesi nasıl mümkün olabilir?" diye sordu
Şaryon ılımlı bir tavırla.
"Majesteleri'nden kuşku mu duyuyorsunuz?" General Bo-
ris'in yüzü kızarmıştı.
Garald elini sallayarak susturdu onu. "Peder Saryon'un en-
dişesini anlayabiliyorum. Başta ben de inanmakta güçlük çek-
tim. Ama Teknobüyücüler bu dünyada uzun süredir böyle ça-
lışıyor.
\ "Kuşkusuz sözde Kara Büyü yapanların hikayelerini işit-
mişsinizdir; Şeytana tapan kültleri, siyah cüppeler giyen, hay-
vanlara sakatlayan, geceyarısı mezarlıklarda dans edenler. Yer-
yüzü insanlarının çoğu karanlık sanatları bunlara denk tutuyor
73
K^RAKJLIÇin miRftsı
• • hükümetten büyük ödenekler alıyorlar!"
S "Siz Smythe ile çalışıyorsunuz," dedi Saryojı. "Onun nasıl
biri olduğunu açıklamıyorsunuz."
"Başka seçeneğimiz yok," dedi Kral Garald, sesi sertti. "Bi-
zim halkımızı ve Yeryüzü halkını esir almış."
"Teknobüyücüler ordunun her yerine sızmışlar," dedi Ge-
neral Boris. "Sabotaj yapmıyorlar. Ah, hayır. Bunu yapmaya-
cak kadar akıllılar. Kendilerini bizim için vazgeçilmez kıldılar.
Güçleri ve yetenekleri sayesinde Hch'nyvlere karşı direnebili-
yoruz. Büyülü yardımlarını çekecek olsalar... daha da kötüsü,
büyülerini aleyhimize döndürseler, mahvoluruz."
KARftKJLiçm rniRASı
kadın Piskopos'u korkmak için sebebi olmadığı konu-
sunda temin etmiş.
?"Size bilgi vermek için geldim,' demiş. İlk önce,
h'nyvlere karşı savaşınıza son vermenizi öneririm. Dışdün-
alıları altetmek konusunda hiç şansınız yok... kesinlikle yok.
Onlar çok daha güçlü. Güçlerinin yalnızca bir kısmını gördü-
nüz tamamı milyar kere milyarı buluyor. Sizinle pazarlık et-
meyecekler. Buna ihtiyaçları yok. Sizi yok etmeyi planlıyorlar
ve başaracaklar.'
"Piskopos şaşırmış. Kadının çok sakin olduğunu, bu kor-
kunç bilgiyi, gerçeği söylediğine dair Piskopos'un aklında kuş-
kuya yer bırakmayacak bir ses tonuyla verdiğini söylüyor.
'"Beni affedin, hanımefendi,' demiş Piskopos, 'ama siz kim-
siniz? Kimi temsil ediyorsunuz?'
"Kadın ona gülümsemiş ve, 'Size çok yakın biri, sizinle ki-
şisel olarak ilgilenen biri,' demiş. Sonra sözlerine devam etmiş,
'Siz, Yeryüzü halkı ve Thimhallan halkının hayatta kalmak için
tek bir şansınız var. Karakılıç dünyayı yok etti. Şimdi kurtar-
mak için kullanılabilir.'
'"Ama Karakılıç artık yok,' diye itiraz etmiş Piskopos Radi-
sovik. 'Asıl o yok edildi.'
'"Bir kez daha dövüldü. Onu Thimhallan'ı yapana sunun
ve kurtuluşa ulaşın.'
"O anda Piskopos'un dahili haberleşme aygıtı çalmış. Yanıt
vermek için dönmüş ve kadına baktığında ortadan kayboldu-
ğunu görmüş. Kadının ne gelişini, ne gidişini duymuş. Sekre-
terini ve binanın güvenlik görevlilerini' sorgulamış. Kimsenin
Piskopos'un ofisine girip çıkmadığını söylemişler. Masadaki
düğmenin işler durumda olduğunu görmüşler. Kimse alarmı
neden duymadığını bilmiyormuş.
77
KâRftKjLiçın iriİRASi
"En azından," dedi Kral Garald yatıştırıcı bir sesle, "Karakı-
'ı feknobüyücülerin ellerinden uzak tutmalıyız."
Şaryon endişeli görünüyordu, sanki çoktan verilmiş bir ka-
tekrar düşünüyormuş gibi. Diğer ikisi daha fazla ısrar ede-
cekti ama o anda dev bir siyah limuzin evin önüne yanaştı.
General Boris elini kulağına götürdü.
79
"Anlıyorum," dedi, bir iletişim aygıtına konuşarak. General
sertçe bize bakarak ekledi, "Smythe geldi."
6
"Benim büyüm bu," dedijoram, bakışları yerde ya-
tan kılıca giderek.
KARAKILIÇIN DÖVÜLÜŞÜ
Şaryon ve ben yakın geçmişte BBC'de Gounod'un Fa-
ustunu izlemiştik ve Teknobüyücülerin önderini beklerken
kafamda Mefisto vardı. Smytlıe kesinlikle Mefisto'ya benzemi-
yordu, orta boylu, kırmızı saçlı, burnunun üzeri çilli bir adam-
dı. Ama şeytanın sahip olduğu söylenen ve insanı baştan çıka-
rarak felaketine götüren ünlü cazibesi pırıltılı, değişken ve el-
mas kadar soğuk, açık mavi gözleriydi.
Smythe esprili ve canlıydı, onunla karşılaştırıldığında kas-
vetli ve boğucu görünen ekimize ışık ve hava getirdi. Kuşku-
suz Kral ve General'in onun hakkında söylediği korkunç şey-
leri biliyor ama aldırmıyordu. Kendini savunmak için hiçbir
şey söylemedi, ikisi aleyhinde hiçbir şey söylemedi. Aslında,
onları saygı ve memnunlukla selamladı. Onların soğuk ve tu-
tuk selamları inceliksiz, acı ve çarpık göründü.
"Peder Şaryon." Kevon Smythe efendimin elini tuttu ve on-
dan kaynaklanan bir parlaklık Saryon'u sardı. Efendim kör
KARAKJLIÇin HİİRÜSI
i ışığa bakmış gibi gözlerini kırpıştırdı. "Sonunda sizinle
stlğım için şeref duydum. Siz ve Joram hakkında çok şey
, vcjum ve hepsi de iyi şeylerdi. Bu beni büyüleyen bir konu.
Anlatın bana, Peder," dedi, diğer ikisinin kaskatı, dimdik otur-
duğu kanepeye değil de oturmaya davet edildiği sandalyeye
verleşirken. "Bana Joram ve Karakılıç'ın hikayesini anlatın. Ba-
zı parçalarını biliyorum, ama sizin ağzınızdan dinlemek iste-
rim.
"Üzülerek söylüyorum, Reuven," diye ekledi bana bakarak,
"sizin anlatımınızı okumadım. Hakkında çok övgü dinledim.
Zamanım öyle kısıtlı ki dilediğim kadar çok okuyamıyorum.
Kitaplarınız kütüphanemin baş köşesinde duruyor ve bir gün,
önderlik işinin baskıları kalktığı zaman, onları okumaya can
atıyorum."
Çok tuhaftı, ama içimi bir zevk parıltısının doldurduğunu
hissettim. Sanki kitaplarıma büyük övgüler düzmüştü. Halbu-
ki içimde bir parça adamın kitaplarda yeralanlar konusunda
astlarından özet bilgi aldığını ve belki onlara gerçekten sahip
olsa da, okumayı hiç düşünmediğini pekala biliyordu.
Daha da tuhaf olanı, adam başkalarında yarattığı bu çeliş-
kili duyguların farkında görünüyordu ve bunu bilerek yapıyor
gibiydi. Aynı anda hem büyülenmiş, hem tiksinmiştim. Onun
yanında tüm diğer insanlar, ki bunlara Kral ve General de da-
hildi, sıradan ve önemsiz görünüyordu. Ve onları sevsem, on-
lara güvensem de, bu adamdan hoşlanmasam, ona güvenme-
sem de, çağıracak olsa takip edecekmişim gibi huzursuz edici
bir izlenim altındaydım.
Şaryon da aynı şekilde hissediyordu Biliyordum, çünkü Jo-
ram hakkında konuşuyordu ve bu yabancıların yanında yap-
maktan hep kaçındığı bir şeydi.
81
KflRaKJLIÇin ITlİRftSI
voksa bu kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet mi?
ce insana geleceğe dair kendi vizyonunun yol göstermesi
A ha güvenli..- ve daha dürüstçe. Siz de bana katılmıyor mu-
sunuz, Peder Şaryon?"
Efendim düşünceliydi, kendi içine bakıyordu. "Bilmiyo-
mm " dedi sonunda. "Joram'ın ve tüm Thimhallan'ın başına
selen trajedi, bir açıdan, geleceğe dair bir vizyon tarafından
getirildi... dehşet veren bir vizyon. Ölü çocuk hakkındaki Ke-
hanet'i hiç duymasaydık kendi yıkımımıza yol açar mıydık?"
"Evet, açardık. Ben buna inanıyorum," dedi Kral Garald.
"Bizim düşüşümüz Joram'ın doğmasından çok uzun zaman
önce, Demir Savaşlan sırasında başladı. Hoşgörüsüzlük, ön-
yargılılık, korku, kör inanç, hırs, açgözlülük... bunlar eninde
sonunda bizi yok edecekti. Joram ve Karakılıç olsaydı da, ol-
masaydı da."
Konuşurken anlamlı anlamlı Kevon Smythe'e bakıyordu,
ama Majesteleri o sözcükleri Smythe'in bilgilenmesi için söyle-
mişse, boşuna nefes harcıyordu. Smythe'in dikkati -ve belki
büyüsü, eğer cezbetmek için kullandığı buysa- Saryon'a odak-
lanmış, başka her şeyi dışlamıştı.
"Benim için Thimhallan Joram'ın annesi İmparatoriçe'yle
simgeleniyordu," dedi Şaryon yumuşak sesle, hüzünle. "Koca-
sı onun öldüğünü kabullenmeyi reddetti, ama saraydaki her-
kes biliyordu. Cesedini büyülerle canlı tuttu. Saraylılar ona
eğiliyor, saygı gösteriyor, onunla dedikodu yapıyordu... bir za-
manlar canlı, parlak, güzel olan bir şeyin cansız, yoz kabuğuy-
la parti yapıyorlardı. Böylesine dehşet verici bir gösteri sonsu-
za dek süremezdi.
"Joram'ın hikayesi aslında çok basittir. Demir Savaşları'nın
hemen ardından bir Kehanet'te bulunuldu. Şöyle diyordu:
83
KARflKJLIÇin ITIİRASI
yardımcı oldum," dedi Şaryon. Sonra Smythe için vurgu-
ak ekledi, "Karataşa bir katalist aracılığıyla büyülü Yaşam
ilmelidir. Aksi halde özellikleri başka herhangi bir metalin
özelliklerinden farklı değildir."
Smythe zarifti. "Ne ilginç. Lütfen devam edin, Peder."
Şaryon omuzlarını silkti. "Anlatacak çok fazla şey yok. As-
lında var, ama uzun bir hikayedir. Şu kadarını söylemek yeter-
li bir dizi olaydan sonra Joram kim olduğunu öğrendi. Keha-
net'i öğrendi. Ölüme mahkum edildi. Ona saldıranları yok
edebilirdi, ama o bunun yerine dünyadan ayrılmayı tercih et-
ti. Sınır'ı aşıp bizim Ölüm alemi olduğuna inandığımız yere git-
ti. Ama aslında Thimhallan olarak bilinen gezegenin başka bir
kısmına gitmişti. Burada, o ve sevdiği kadın Yeryüzü Sınır
Devriyesi'nden biri tarafından bulundu. Yeryüzü'ne götürüldü
ve karısı Gwendolyn'le birlikte on sene orada yaşadı.
"Yeryüzü'nde Thimhallan'a gidip istila etmeyi planlayanlar
olduğunu öğrenince Joram halkımızı ve yaşam tarzımızı yok
etmeyi düşünen insanlarla savaşmak için geri döndü ve Kara-
kılıç'ı yanında getirdi. İhanete uğradı ve kaderin tuhaf bir cil-
vesi olmasaydı suikaste kurban gidecekti. Yeryüzü Güçle-
ri'nin," Şaryon kıpkırmızı kesilmiş, son derece rahatsız görü-
nen General Boris'e baktı, "kazanmakta olduğunu ve halkımı-
zın ya köleleştirileceğini ya da katledileceğini fark eden Joram
savaşı sona erdirmeyi tercih etti. Karakılıç'ı kutsal sunağa sap-
ladı, Kuyu'da birikmiş büyüyü salıverdi. Büyü evrene aktı. Sa-
vaş bitti.
"Thimhallan'ın üzerindeki büyülü kabuk yok oldu. Bir za-
manlar araziyi süpüren korkunç fırtınalar geri döndü. İnsanla-
rın güvenli bir yere nakledilmesi gerekti ve böylece buraya,
Yeryüzü'ne getirildiler ve yeniden yerleştirme kamplarına ko-
8S
KüRAKJLIÇIIl ITIİRASI
KAR£KILIÇin MİRASI
mez olur," dedi General. "Askerlerimizin düşmanla savaş-
na ihtiyacımız var, sokaklardaki isyanı bastırmak için kul-
lanılmasına değil."
"Burada duyduklarınızı, Peder," dedi Kevon Smythe, "tek
bir kişi dışında kimseye tekrarlamamalısınız ve o kişi de Jo-
m ona gerçeği ancak, tehlikeyi anlamasını sağlamak için
söyleyebilirsiniz. O zaman, Peder, Karakılıç'ı gönüllü olarak
teslim edeceğini umuyorum ve bunun için dua ediyorum...
tercih ettiği hangi tarafsa ona. Hem, biz aynı amaç için müca-
dele ediyoruz."
Adam, kendini feda eden alçakgönüllülüğü içinde bir aziz
gibi görünüyordu ve yanında Kral ve General oldukça pespa-
ye kalıyordu. Ama cazibesi bir kez yok olunca, bir daha bü-
yüleyemiyordu.
Şaryon kendini sandalyesine bıraktı. Endişeden hasta görü-
nüyordu. Yaptığım hiç de görgü kurallarına ve protokole uy-
muyordu, ama aldıracak durumda değildim. Üçünü görmez-
den gelerek Saryon'un yanına gittim ve sandalyesinin üzerin-
den eğilerek işaret diliyle, çay isteyip istemediğini sordum.
Bana gülümsedi, teşekkür etti, başım iki yana sallayarak is-
temediğini belirtti. Ama elini elimin üzerinden ayırmayarak ya-
nında kalmamı istediğini belli etti. Oturdu ve endişeli, mutsuz
bir sessizlik içinde uzun uzun düşündü.
Kral ve General yerlerine döndüler. Smythe sandalyesin-
den ayrılmamıştı zaten. Üçü duygudaş görünmeye çalışıyordu,
ama hiçbiri kendinden emin olduğunu saklayamıyordu. Ka-
zandıklarından emindiler.
Şaryon sonunda başını kaldırdı. "Joram'a gideceğim," dedi
sessizce. "Bana anlattıklarınızı anlatacağım. Onun ve ailesinin
tehlikede olduğu, Yeryüzü'ne gitmeleri gerektiği konusunda
89
KARÜKJLIÇin miR^sı
Kral Garald gülümsedi. Kapının önünde Saryon'a dönerek
. uzattı ve efendimin elini kavradı. "Duyuyorum, Peder. Si-
ze inanıyorum."
Şaryon bu cevap karşısında o kadar şaşırmıştı ki gülümse-
rini saklayamadım. Garald dimdik, omuzlarını arkaya atarak
vürüyüp gitti; hükümdar havası vardı onda. General Boris li-
muzinde bekliyordu. Kevon Smythe çoktan gitmişti.
Şaryon ve ben telaşla içeri girdik, röportaj için şamata eden
gazetecilerden kılpayı kaçtık. General'in yardımcısı basınla ba-
şetme konusunda becerikliydi ve gazeteciler bizim için fazla
sorun yaratmadı. Yalnızca tek bir pencereyi kırdıktan ve çiçek
tarhlarını ezdikten sonra bizi rahat bıraktılar. Pek çoğunun Ba-
yan Mumford'la görüştüğünü gördüm.
Sanırım yaşlı bir rahibin doğumgünü kutlaması zaman ve
para harcanmasına değer görülmüyordu. Doğru hikayeyi bil-
selerdi eve akın ederlerdi.
General'in başka bir yardımcısı çalışma odasında, telefon-
daydı, Thimhallan yolculuğumuzu teyit ediyor, ayarlamaları
güncelleştiriyordu.
Şaryon koridorda bir an durdu. Yüzündeki ifadeyi fark
ederek koluna dokundum ve dikkatini çektim.
"Doğru şeyi yaptınız," diye işaret ettim ve onu biraz neşe-
lendirmeyi umarak, korkarım biraz takılarak "İnanç duymalısı-
nız," diye ekledim.
Gülümsedi, ama solgun bir gülümsemeydi. "Evet, Reuven.
İnanç duymalıyım."
İçini çekerek başını eğdi, yolculuk için hazırlanmak üzere
odasına girdi.
91
7
Gözetçiler Thimhallan Sının'nı yüzyıllardır koru-
yorlardı. Uykusuz geceler ve kasvetli günler boyunca,
büyülü alemi Öte'de her ne var ise ondan ayıran sınır-
da nöbet tutmak onların zorunlu görevleriydi.
Öte'de ne vardı?
KARAKIUÇIN ZAFERİ
Yolculuğun detaylarını size aktarmayacağım, sanırım tüm
diğer gezegenlerarası uçuşlarla aynıydı, yalnız biz askeri koru-
malar eşliğinde, askeri bir gemideydik. Benim için yolculuk il-
ham ve heyecan vericiydi. Bu benim yalnızca ikinci uçuşum-
du ve açık açık hatırladığım ilk uçuşum. Thimhallan'dan ayrıl-
mam ve mülteci gemileıtndeki yolculuğuma ilişkin belirsiz
anılarım vardı.
Şaryon, yapacak işleri olduğu bahanesiyle odasından çık-
madı. Sanırım bahsetmeyi ihmal ettim, ışık-dalga parçacıkları
ya da öyle bir şey hakkında matematiksel bir teori geliştiriyor-
du. Matematiğe eğilim duymadığımdan bu konuda pek az bil-
gim vardı. O ve öğretmeni tartışmaya başladıkları zaman şa-
kaklarım zonklamaya başlar, memnunlukla yanlarından ayrılır-
KARAKJLIÇin MİRASI
Şaryon bu teori üzerinde çalıştığını iddia ediyordu, ama
ve ihtiyacı olup olmadığını görmek için ne zaman odası-
irsem onu lomboz deliklerinden, yanımızdan kayıp geçen
ldızlan izlerken buluyordum.
Merilon'daki hayatını yeniden yaşadığını tahmin ediyor-
dum Belki bir kez daha peri kraliçesinin sarayında ya da Öte
sınırında bir taş heykel olarak duruyor oluyordu. Geçmiş onun
için hem acı, hem de mutluluk vericiydi. Yüzündeki ifadeye
bakıyor, yüreğim ağrıyarak sessizce çekiliyordum.
Yeryüzü'nden onun ve benim Thimhallan olarak bildiğimiz
dünyaya, yirmi senelik aradan sonra gelen ilk gemiden indik.
Elbette istasyona erzak bırakıp hemen ayrılan gemileri, Duuk-
tsarithleri ve Teknobüyücüleri taşıyan, gizlice gelen gemileri
saymıyorum.
Gemi indikten sonra Şaryon odasında o kadar uzun süre
yalnız kaldı ki kararını gözden geçirdiğini ve Joram'la konuş-
mamaya karar verdiğini düşünmeye başladım. Generalin yar-
dımcısı son derece endişelenmişti ve hem General Boris, hem
Kral Garald'la panik dolu görüşmeler yaptı. İmgeleri ekran-
daydı, tartışmaya ve yalvarmaya hazır bekliyorlardı, ki Şaryon
belirdi.
Takip etmem için işaret ederek tek laf etmeden yardımcı-
nın yanından geçti. Ekranlara bakmadı bile. Gemide o kadar
hızlı ilerledi ki ikimiz için birkaç gerekli eşya koyduğum sırt
çantasını kapıp peşinden seğirtmeye ancak zaman bulabildim.
Yüzündeki mutlu ifadeye bakılırsa Şaryon temiz çorap, şi-
şe suyu ve traş takımları gibi şeyleri hatırlayabilecek durumda
değildi. İkimiz için de hazırlanmayı düşünebildiğim için şük-
ran duyarak sırt çantasını omzuma taktım ve kapağa ulaştığın-
da hemen arkasındaydım.
93
KARftKJLIÇin rriiRası
• in gerekli planlan yaptık.
* "Anlamasını sağlamak zorundasınız," dedi üs kumandanı
nlık içinde. "Rahibe anlatmaya çalıştım, dün istasyonu bo-
İtmak İÇİn ermr aldık. Bu yüzden oyalanmayın. Rahibe tatile
elmediğini hatırlatın. Son gemi yetmiş iki saat sonra kalkıyor."
Sok içindeydim. Adama bakakaldım. Adam sözsüz sorumu
anladı.
"Evet. Hch'nyvler o kadar yakın," dedi sertçe. "Sizi, tutsağı
ve ailesini buradan götüreceğiz. Sanırım siz ve rahip aklını ba-
şına toplamasından sorumlusunuz, hı?
"Eh, size imrenmiyorum." Kumandan bakışlarını uzak tepe-
lere çevirdi. "O Joram... bana sorarsanız delirmiş. Senatör
Smythe'i kurtarmak için oraya çıktığımızda vahşi bir adam gi-
biydi. Sebebi olmadığından değil, kabul. Yine de, hiçbir zarar
verilmemişti ve Joram zavallı senatörün tepesine dikilmiş,
yumruklarını sıkmış, canını alacakmış gibi duruyordu. Ve ka-
rısının ve kızının iyi olup olmadığını sorduğumda bana öyle
bir bakış fırlattı ki! O siyah gözlerle durduğum yerde kızarta-
caktı beni. Ailesinin sağlığının beni hiç ilgilendirmediğini söy-
ledi. Hayır, bayım. Size ve rahibe imrenmiyorum. Ben silahlı
korumalar almanızı öneririm."
Şaryon söz konusu olduğunda, bunun olasılıkdışı olacağı-
nı biliyordum, General'in yardımcısı da aynı fikirdeydi.
"Çok yol gitmeleri gerekmeyecek, ayrıca Katalist bu top-
rakları tanıyor," dedi kadın üs kumandanına. "Rahip, Joram'ın
eski dostu. Tehlikede olmayacaklar. Ve hava taşıtında iletişim
aygıtları olacak, öngörülemeyen bir duruma düşerlerse onları
kullanabilirler."
Kadın bunu söylerken, tepkimi görmek için yan yan bana
baktı. O zaman korumalarımız olacağını anladım... görünme-
9S
KaRftKJLiçm miRASi
Shndü. Üs kumandanı hava taşıtma kadar bana eşlik etti, o şe-
. kullanılması hakkında çabuk bir ders verdi... kafamı tama-
men karıştırmaktan başka işe yaramayan bir ders. Sırt çantası-
nı arka koltuğa attım ve hava taşıtını bırakıp hevesle uzak dağ-
lara doğru yürümeye başlamış Saryon'u almaya gittim.
Daha altı adım atmamıştım ki üs kumandanı arkamdan ses-
lendi. Döndüğüm zaman yerden bir şey aldı.
"Alın." Kumandan nesneyi bana uzattı. "Rahip bunu düşür-
dü."
Saryon'un deri kesesini uzattı, Thimhallan'dan getirdiği bir-
kaç nesneden bin. Onu çok iyi hatırlıyordum, çünkü çalışma
odasında şerefli bir yere sahipti, çalışma masasının yanındaki
sehpaya dikkatlice yerleştirilmişti. Saryon'un Joram ya da geç-
miş hakkında düşüncelere daldığını hep anlardım, çünkü eli-
ni keseye koyar, parmaklan yıpranmış deriyi okşardı.
Keseyi yanında getirmesini dokunaklı buldum, belki de ye-
niden adanacak kutsal bir andaç olarak getirmişti. Ama nasıl
dikkatsizce yere düşürmüş olabileceğini düşünemiyordum...
keseye o kadar değer veriyordu. Kumandana teşekkür ederek
keseyi sırt çantasının yanına, arka koltuğa yerleştirdim. Sonra
efendimi getirmeye gittim.
"Hava taşıtı," dedi ve bana keskin bir bakış fırlattı. "Peki
kim sürecek?"
"Ben, efendim," diye işaret ettim. "Ya böyle olacak ya da
General'in yardımcısı şoförlüğümüzü yapacak ve yanımızda
bir yabancının olmasından hoşlanmayacağınızı biliyordum."
"Bir ağaca yapışmaktansa o seçeneği tercih ederim," dedi
Şaryon sinirle.
"Daha önce hava taşıtı sürdüm, efendim," diye karşılık ver-
dim.
97
Kf>RAKlLiçın niiRası
• gelişinin yarattığı gerilimin onu kırılma noktasına taşı-
iLL düşünüyordum.
Arabaya ulaştığımız zaman Şaryon için kapıyı açtım ve ar-
koltuktaki keseyi gördüm. Ona işaret ettim.
"Düşürmüşsünüz," dedim. "Üs kumandanı buldu."
Şaryon keseye şaşkın şaşkın baktı. "Düşürmüş olamam.
Getirmedim ki? Neden getireyim?"
"Sizinki mi?" diye sordum, belki de üsteki birine ait oldu-
ğunu düşünerek.
Şaryon keseyi yakından inceledi. "Benimkine çok benzi-
yor. Belki daha yeni, o kadar yıpranmış değil. Tuhaf. Böyle bir
şey üsteki birine ait olamaz, çünkü yirmi yıldır böyle bir şey
yapılmadı! Benim olmalı, ama... Mmmm. Ne tuhaf."
Ona dalgın ve kafası karışmış olduğunu, belki de onu ge-
tirdiğini, ama hatırlamadığını hatırlattım. Aynı zamanda daha
önce de hafızasının onu yanılttığına işaret ettim... okuma göz-
lüklerini nereye koyduğunu unutup duruyordu.
Haklı olduğumu neşeyle kabul etti ve keseyi almanın ak-
lından geçtiğini, ama onu kaybetmekten korktuğunu itiraf et-
ti. Her zamanki yerine geri koyduğunu sanmıştı.
Kese arka koltukta kaldı. Arabaya girdik ve düşüncelerim
kumandanın bu aracın kullanılması hakkında söylediklerine
odaklandı. Deri keseyi bulmamız tamamen aklımdan çıktı.
Şaryon yolcu koltuğuna yerleşti. Emniyet kemerini takma-
sına yardım ettim, sonra kendiminkini bağladım. Endişe için-
de, daha fazla güvenlik önlemi olup olmadığını sordu ve ben,
hissettiğimden daha büyük bir güvenle, bu kadannın yeterli
olacağını söyledim.
AÇMA düğmesine bastım. Hava taşıtı mırıldanmaya başla-
dı.
99
KARAKJLIÇin rriiRası
eme düştü. Fena halde büküldüm."
Şaryon çılgınca arka koltukta aranıyordu ve sonra elleriyle
yoklamaya başladı. "Nerede? Ne?"
Sonunda hava taşıtını durdurmayı başardım. Jetleri çalışır
durumda bıraktım ve havada süzülmeye başladık. Arkaya uza-
narak sırt çantasını kenara ittim.
"Fena halde teşekkürler," dedi deri kese.
8
"Bırakırı da soytarınız olayım, efendim. Mutlaka bir
soytarıya ihtiyacınız olacak, sizi temin ederim."
"Neden, soytarı?" diye sordu Joram, gözlerinde bir
yarım gülümsemeyle.
"Çünkü yalnızca bir soytarı gerçeği söylemeye cesa-
ret eder," dedi Simkin.
KARAKILIÇIN DÖVÜLÜŞÜ
"Simkin!" Şaryon yutkundu. "Bu sen misin?"
"Etiyle ve kemiğiyle. Derisiyle, demek daha doğru olur,"
diye yanıt verdi kese.
"Olamazsın," dedi Şaryon, sesi sarsılmış çıkıyordu. "Sen...
sen öldün. Cesedini gördüm."
"Hiç gömülmedim," diye yanıt verdi kese. "Ciddi bir hata.
Kazık gerekirdi. Tam yüreğe. Ya da gümüş mermi ya da topu-
ğa bir çobanpüskülü dalı. Ama herkes son birkaç günde o ka-
dar meşguldü ki, dünyayı yıkmak için falan, nasıl gözden kaç-
tım, anlayabiliyorum."
"Saçmalığı kes." Saryon'un sesi sertti. "Eğer sensen, kendi-
ne dön. İnsan haline, demek istedim. Bunu oldukça rahatsız
KARAKILIÇin ITIİRftSI
. uuiuyorum. Bir... deri bir keseyle konuşmak!"
«Ah bu biraz sorun olabilir." Kese kıvrandı, deri bağcıkla-
dır olabilecek bir tavırla kendi üstüne kıvrıldı. "Öyle gö-
0 utanv w
• üvor ki, artık bunu yapamıyorum. İnsan olamıyorum. Hü-
eri unutmuşum. Ölüm insandan çok şey götürüyor, bilirsin,
ecen gün sevgili dostum Merlyn'e de öyle diyordum. Merlyn'i
hatırlıyor musun? Merilon'un kurucusunu? Hünerli bir sihirbaz,
ama bazılarının inandığı kadar iyi değil. Ünü tamamen basın
temsilcisinin başarısı, elbette. Hem de ismini y harfiyle yazı-
yorlar! Yani... ne kurum ama! Ama zaten, mavi-beyaz yıldız
payetli bir bornoz giyerek dolaşan biri..."
"Israr ediyorum." Şaryon kararlıydı, kesenin konuyu değiş-
tirmek için gösterdiği ümitsiz çabayı duymazdan geldi. Elini
deri keseye uzattı. "Hemen. Yoksa seni pencereden dışarı ata-
rım."
"Benden o kadar kolay kurtulamazsın!" dedi kese serinkan-
lılıkla. "Ne olursa olsun seninle geliyorum. Ne kadar sıkıcı ol-
duğunu hayal bile edemezsin! Eğlence yok, hiçbir şey yok.
Beni dışarı atarsan," diye uyardı kese, Saryon'un eli yaklaşır-
ken, "bu büyüleyici aracın motorunun parçalarından birine
dönüşürüm. Üstelik makine parçaları hakkında pek az bilgim
var," diye ekledi, sonradan aklına gelmiş gibi.
Cansız sandığım bir nesnenin konuşmasının yarattığı şok-
tan kurtulmuş, Simkin'e büyük ilgiyle bakıyordum. Yazdığım
onca hikaye içinde en çok merakımı Simkin'le ilgili olanlar
çekmişti. Şaryon ve ben dostça bir tavır içinde Simkin'in tam
olarak ne olduğunu tartışmıştık.
Ben olağanüstü güçlere sahip Thimhallanlı bir sihirbaz ol-
duğunu savunmuştum... Mozart'ın müzik dâhisi olması gibi,
bir büyü dâhisi. Buna karmaşık bir yaradılış, macera ve heye-
103
K^RâKJLIÇln rriİRftsı
madiğim1 merak ederken buldum. Onun yerine, hava taşı-
dı rka koltuğunda solgun, madde sahibi gibi görünmeyen
tının <"iv ......
bir genç adam imgesi belirdi.
Hayalet gibi değildi. Okuduklarıma bakılırsa hayaletler da-
ı a maddesel görünürmüş. Tarif etmek güç, ama Simkin'in su-
luboya resminin yapıldığını, sonra üzerine su döküldüğünü
düşünün. Semavi, saydam, arkasındaki manzarada kaybolu-
yordu ve orada olduğunu biliyor olmasanız fark etmezdiniz.
Üzerindeki tek renk, meydan okurcasına parlayan bir portakal
rengi lekeydi.
"Bak ne hale geldim!" Simkin hüzünlüydü. "Eski benliği-
min gölgesi. Peki bu sessiz arkadaşın kim, Peder? Dilini kedi
mi yedi? Marchbank Kontu'nu hatırlıyorum. Bir kez dilini ke-
di yemişti. Kont öğle yemeğinde ton balığı yemiş. Ağzı açık
uyuyakalmış. Kedi odaya girmiş, ton balığı kokusunu almış.
Korkunç bir manzaraydı."
"Reuven dil..." diye başladı Şaryon.
"Bırak kendi adına konuşsun, Peder," diye sözünü kesti
Simkin.
"Dilsiz," diye bitirdi Şaryon. "O dilsiz. Konuşamaz."
"Nefesini lapa soğutmak için saklıyor, hı? Epey soğuk lapa
yiyordur. Bu parmak oynatmalar. Bir anlamı var, sanırım?"
"O işaret dili. O şekilde iletişim kuruyor. Tek yolu," diye
düzeltti Şaryon.
"Ne eğlenceli," dedi Simkin esneyerek. "Yani! Hareket ede-
bilir miyiz? Seni bir kez daha görmek çok güzel, falan, Peder,
ama hep biraz can sıkıcı oldun. Joram'ı yine görmeye can atı-
yorum. Çağlar geçti. Kısaca çağlar."
"Joram'ı görmedin mi? Bunca zaman?" Şaryon şüpheliydi.
"Şey, 'görmek' var, bir de 'görmek' var," dedi Simkin konu-
IOS
KARftKJLIÇin HİİRÜSI
• derinin yanında taşımayacaksın!" Simkin ürperdi. "Alın-
peder, ama kuru erik gibi kırışmışsın."
"Toram'ın seçeneği kalmadı derken neyi kastediyorsun?" di-
e sordu Şaryon korku içinde. "Simkin! Ne... Almin alsın onu!"
Suluboya imge kaybolmuştu. Deri kese geri dönmüş, hava
taşıtının koltuğunda duaıyordu. Ve görünüşe göre dilini yut-
muştu. Benim kadar dilsiz olmuştu.
Şaryon ne dese desin, ne yaparsa yapsın konuşmaya ikna
edemedi onu.
Kese gerçekten konuştu mu, merak ettim. Ve konuşmamış-
sa, bu benim ne olduğum anlamına geliyordu? Sanrılar gören
biri mi? Bu nazik bir laf olurdu. Aynı huzursuz edici duygula-
rı yaşayıp yaşamadığını görmek için efendime baktım.
Keseye kesinlikle çok sert bir ifadeyle bakıyordu.
"Hareket etsek iyi olacak, Reuven," dedi Şaryon, sonra ke-
seye kaşlarını çatarak ekledi. "Zaten kıymetli zamanımızı har-
cadık."
Yüzyıllar boyunca Thimhallan'ı evrenin geri kalanından
ayıran, büyüyü evrenin geri kalanından ayıran Sınırtoprakları-
nı geçtik. Thimhallan'ın kurucuları tarafından yaratılan bir bü-
yülü enerji alanı, yani Sınır, insanların gitmesine izin vermiş,
ama geri dönmelerini ya da başkalarının gelmesini engellemiş-
ti. O Smır'ı geçen ve sonra geri dönen Joram olmuştu, ölmek-
te olan bir dünyanın Ölü çocuğu. İki alemi -büyülü ve tekno-
lojik alemleri- bir araya getiren o olmuştu. Ve ikisi bir gökgü-
rültüsünün şiddetiyle karşılaşmışlardı.
Hava taşıtını hızlandırmadığım zaman biraz beceriyle süre-
biliyordum, ama yolculuğumuz yine de rahatsızlık vericiydi ve
epey sarsılıyorduk. Hava taşıtlarıyla -ya da herhangi bir taşıt-
la- çok fazla deneyimi olmayan Şaryon sarsıntıları rüzgarlara
107
KARAKJLIÇin MİRftSI
azalmış olsa da, hâlâ güçlüydü. Hava taşıtını durduracak
sam kontrolden çıkabilirdik. Kumlar hızla ön camımıza
çarpıyor- kapıları sarsıyordu.
"Biraz yavaşla, Reuven," dedi. Yanlarından geçerken uzun
n yomlara baktı. "Uyarılarını haykırdılar, ama kimse dinle-
medi. İnsanlar kendi hırsları, kendi planları ve entrikalarıyla,
seçmişten gelen sesleri duyamayacak kadar meşguldü. Acaba
simdi hangi sesler sesleniyor bize?" diye düşündü Şaryon. "Ve
acaba onları dinliyor muyuz?"
Düşünceler içinde sustu. Benim işittiğim tek ses hava taşı-
tının arka koltuğunun dibinden gelen hafif bir sesti. Kullandı-
ğı dil şok ediciydi. Neyse ki Şaryon jetlerin gürültüsünün üze-
rinden Simkin'i duyamıyordu ve hüzünlü düşünceleri kesilme-
di.
Sınır'ı arkada bıraktık, kum tepeleriyle dolu geniş araziyi
geçtik ve çimenliklere geldik. Şaryon boş boş çevreye bakıyor-
du ve- hiçbir şeyi hatırlamadığını, hiçbir şeyin ona tanıdık gel-
mediğini anladım. Yaşam Kuyusu'nun boşalmasını takip eden
yıkıcı zamanlarda arazinin değişmesi değil yalnızca, diye man-
tık yürüttüm. Efendim uzun zaman önce ölmüş Kahinlerin in-
şa ettiği, Thimhallan halkını bir zaman ve mekandan bir baş-
kasına hızla götüren büyülü Koridorları kullanarak yolculuk
etmeye alışıktı.
Aracı ufuktaki dağlara doğru sürmeye devam ettim, hede-
fimiz orasıydı, ama endişelenmeye başlamıştım. Ağır mavi-gri
bulutlar toplanıyordu; kenarlarında şimşekler ışıldıyor, topra-
ğa akıyordu. Rüzgar artıyordu. Thimhallan'ın ünlü fırtınaların-
dan biri yaklaşıyordu. Tek rehberim dağlardı ve şiddetli rüz-
gar yüzünden onlan gözden kaybedecektim. Hava taşıtı her
tür yön bulma aletiyle donanmıştı, ama ben nasıl kullanacağı-
109
KARAKJLIÇln irlİRftSI
müyordu.
«7aman harcıyorsunuz," dedi Mosiah. "Bu teknolojik ucu-
? bırakın. Büyü kullanırsanız bir an içinde Joram'ın yanına
vanrsınız."
Şaryon sorgularcasına bana baktı.
"Yolu bilmiyoruz, efendim," dedim ona işaret diliyle. "Fır-
lar daha da kötüleşecek. Körlemesine yolculuk edemeyiz.
Ve yalnızca yetmiş iki saatimiz var."
"Başka seçeneğimiz yok gibi," diye kabul etti Şaryon. "Bi-
zi oraya nasıl götüreceksin?"
"Koridorlardan," dedi Mosiah. "Aracı bırakmalısınız. Eşya-
larınızı yanınıza alın."
Kapıyı açtım. Rüzgar neredeyse elimden çekip koparacak-
tı. Anında sırılsıklam kesildim. Sırt çantasını almak için arka
koltuğa uzandım, yerden kaldırdım ve altında deri keseyi ara-
dım. En azından Simkin'den kurtulmak için bir fırsat olacaktı.
Deri kese kaybolmuştu.
Büyük kuruntular içinde sırt çantasını arka koltuktan çek-
tim. Çantanın içinde nasıl bir tuhaf nesne taşıyor olduğumu
merak ettim... belki bir çaydanlık.
Cüppesi zayıf bedeninin çevresinde dalgalanan Şaryon Mo-
siah'ın yanında duruyordu. Rüzgar yüzünden biraz güçlükle
çantayı omuzlarına astım.
"Deri kesemi getirdin mi?" diye bağırdı Şaryon.
"Hayır, efendim!" diye yanıt verdim. "Bulamadım."
"Ah, eyvah," dedi Şaryon, son derece endişeli göründü.
"Simkin'in nerede olduğunu bilmek, bilmemekten her zaman
daha iyidir," dedi bana alçak sesle.
"Bir şey mi kaybettiniz?" diye sordu Mosiah.
"Muhtemelen hayır," dedi Şaryon kasvetle. Yağmurun için-
III
KARftKJLIÇin mİR£SI
•vü bilen herkes kullanabiliyor onları."
Bir sözcük söyledi ve yağmurun, rüzgarın ortasında oval
boşluk açıldı. Boşluk uzadı ve sonunda içine girebileceği-
ı vüksekliğe erişti. Şaryon kararsızca Mosiah'a baktı,
rniz y
"Sen bizimle geliyor musun? Joram seni gördüğüne mem-
nun olacaktır."
Mosiah başını iki yana salladı. "Sanmıyorum. Üşütmeden
Koridora girin." Bana döndü. "Başta korkutucu duygular his-
sedeceksin, ama kısa süre sonra geçecek. Sakin kal."
Şaryon boşluğa girecek oldu, sonra durdu. "Bizi nereye gö-
türecek?"
"Kaynak'a, Joram'ın yaşadığı yere."
"Emin misin? Merilon'daki yıkık bir şatoda bulmak istemi-
yorum kendimi..."
"Eminim, Peder. Koridorların kaydığını söyledim. Artık bir
tekerleğin çubukları gibi, hepsi Kaynak'a gidiyor."
"Ne tuhaf," dedi Şaryon. "Ne kadar tuhaf."
Boşluğa girdi. Mosiah'm teşvikiyle, neredeyse topuklarına
takılarak efendimi takip ettim. Ama onu hemen gözden kay-
bettim. Koridor çevremde kapandı, sanki beni hiçliğe bastırdı.
Sıkışmış, boğulmuş hissettim, nefes alamıyordum.
Sakin kal...
Mosiah için söylemek kolaydı! Boğulan o değildi! Nefes al-
maya çalıştım, kendimi kurtarmaya çalıştım. Boğuluyor, ölü-
yor, bilincimi kaybediyordum...
Sonra aniden Koridor açıldı, karanlık odada aralanan bir
perde gibi parlak güneşışığını içeri aldı. Nefes alabiliyordum.
Bir dağın tepesindeydim. Hava soğuk ve tazeydi. Yağmur yağ-
mıyordu. Fırtına bulutlan altımızdaki vadilerdeydi.
Mavi gökyüzüne baktım ve beyaz, kayıp geçen bulutları
113
KARAKjLIÇin MİRASI
R raSı doğduğum yerdi. Ben bu dağın, kumların, ağaçla-
öwüzünün parçasıydım. Gevrek havadan derin bir nefes
' ve moralimin yükseldiğini hissettim. Ve nasıl yapacağı-
ndın*
ölmememe rağmen, sanınm -o anda- çevremdeki dünya-
, yaşam çekebilir, onu bedenimde odaklayabilir, sonra dı-
şarı akıtabilirdim.
Bir ses düşüncelerimden sıyrılmama sebep oldu. Efendim
İçin duyduğum endişe gerçekliğe dönmemi sağladı.
Şaryon başını eğmiş, duruyordu. Elini çabucak gözlerinden
geçirdi.
"Boşver," dedi, onu teselli edecek olduğumda. "Boşver. En
iyisi buydu, biliyorum. Yok olan güzellik için ağlıyorum, o ka-
dar. Daha fazla süremezdi. Çirkinlik onu altederdi ve Camelot
gibi yok edilir, geri getirilemeyecek şekilde kaybolurdu. En
azından halkımız hâlâ hayatta, onların anıları hayatta ve ara-
yanlar için büyü hayatta."
Ben aramamıştım, ama yine de o gelmişti. Bu topraklara
yabancı değildim. Ben onu haürlayamasam da o beni hatırlı-
yordu.
Şaryon gibi, ben de eve dönmüştüm.
115
9
"Joram'a koşacağım ve o beni kollarına alacak ve
sonsuza dek beraber olacağız..."
GWENDOLYN; KARAKILIÇIN YAZGISI
"Yani!" dedi aksi bir ses sırt çantasından. "Siz ikiniz bütün
gün durup birbirinizin omzunda ağlayacak mısınız? Can sıkın-
tısından ölüyorum... Uberville Dükü de aynı hazin kaderi ya-
şamıştı, öylesine sıkıcı, yaşlı bir osuruktu ki kendi kendinin ca-
nını sıktı ve ilgi yoksunluğundan öldü."
Sırt çantasını boşaltıp Simkin'i aramayı düşündüm, ama bu-
nu yapmak kıymetli zamanımızı harcamak demek olacaktı.
Her şeyi çantaya sığdırmak için saatler harcamıştım ve bunu
bir kez daha yapmayı düşünmek beni korkutuyordu.
Saryon'a işaret ettim, "Onu duymazdan gelirsen belki gi-
der."
"Bunu duydum," dedi Simkin. "Ve sizi temin ederim, işe
yaramaz!"
Şaşkınlık içinde kalmıştım, çünkü konuşmamıştım ve Sim-
kin'in birbirimizi tanıdığımız birkaç saat içinde işaret dilini öğ-
rendiğini sanmıyordum.
KARftKinçın rriiRftsı
Şaryon omuzlarını silkti ve yüzünde çarpık bir gülümseme
lirdi "Büyü yaşıyor," diye fısıldadı. Gözlerinde, gözyaşlarını
hızla kurutan bir sıcaklık vardı.
"Neredeyiz?" diye sordum.
"Ben de bunu anlamaya çalışıyordum," dedi Şaryon, tüne-
diğimiz yerden surlara bakarak.
"Ben biliyorum," dedi boğuk bir ses çantanın içinde, sonra
hışımla ekledi, "ama söylemeyeceğim."
Altımızda bir avlu vardı, taşları çatlamış, değişik bitkilerle,
yabançiçekleriyle kaplanmıştı. Avlunun karşısında uzun, alçak
bir bina vardı, içeri güneşışığı almak için bir sürü penceresi
vardı. Pencerelerin bazıları kırılmıştı, ama delikler tahta parça-
lanyla düzgünce kapatılmıştı. Avluda orada burada otlan kes-
mek, ölü yaprakları süpürmek ve mekanı daha cazip kılmak
için bazı çabalar gösterilmişti.
"Ah, Evet! O binada," Şaryon avlunun ötesindeki binayı işa-
ret etti, "Theldaraların, otacıların reviri vardı. Şimdi nerede ol-
duğumu biliyorum."
"Sana Theldaraların küçük kız kardeşimin halka kurdunu
tedavi etmek için geldikleri zamanı hiç anlatmış mıydım? Yok-
sa tenya mıydı? Bir fark olduğundan eminim. Biri seni yiyor,
sen ötekini yiyorsun. Gerçi zavallı küçük Nan için fark etmez,
çünkü onu ayılar yedi. Nerede kalmıştım? Alı, evet, Theldara.
Adam..."
Simkin gevezelik etmeye devam etti. Şaryon döndü ve sur-
larda yürümeye başladı, avluya inen merdivenlere yöneldi.
"Orada, diğer yanda bir bahçe vardı, şifa için kullandıkları ot-
ları ve başka bitkileri yetiştirirlerdi. Sessiz, huzurlu, yatıştırıcı
bir yerdi. Bir kez buraya geldim. Çok iyi bir adamdı, o Thel-
dara. Bana yardım etmeye çalıştı, ama imkansızdı. Ben kendi-
117
KARflKJLIÇin MİRASI
Dikkatle, umutla pencere camından içeri bakarak yine ka-
pıyı çaldL
Fırsatı kullanarak çevreyi araştırdım. Bina boyunca yürü-
düm, köşeden geniş bir bahçeye baktım. Efendimin yanına se-
ğirterek kol yenini çekiştirdim ve beni takip etmesini işaret et-
tim-
"Onları buldun mu?" dedi.
Başımı salladım ve iki parmağımı kaldırdım. İkisini bul-
muştum.
O bahçeye girerken arkada kaldım. Kadınlar ürkecek, bel-
ki korkacaktı. İlk önce onu, yalnız görmeleri en iyisi olacaktı.
İkisi uzun, krem rengi eteklerini bellerine sıkıştırmış, baş-
larını güneşten geniş, hasır şapkalarla koruyarak bahçede ça-
lışıyorlardı. Kol yenleri dirseklerine dek kıvrılmış, kollan gü-
neşten bronzlaşmıştı. İkisi de bahçeyi çapalıyordu, kolları ve
çapaları hızlı, güçlü darbelerle inip kalkıyordu.
Arkalarındaki verandaya asılmış rüzgar çanları işlerini hafif-
letmek için onlara müzik yapıyordu. Hava yeni çapalanmış
toprağın zengin kokusuyla doluydu.
Şaryon bacakları titreyerek yürüdü. Bahçeye açılan kapıyı
ittirdi. Gücü ve cesareti onu ancak oraya kadar taşıyabildi.
Destek bulmak için elini bahçe duvanna uzattı. Sanırım defa-
larca seslenmeye, bir isim söylemeye çalıştı, ama sesi benimki
kadar sessizdi.
"Gwendolyn!" dedi sonunda ve o ismi öylesine büyük bir
sevgi ve özlemle söylemişti ki, işiten hiç kimse ürkmezdi.
Kadın korkmadı. Belki, yirmi senedir hiçbir yabancı sesin
konuşmadığı bir yerde yabancı bir ses duyduğu için şaşırmış-
tı. Ama korkmamıştı. Çapalamayı bıraktı, başını kaldırıp sese
döndü.
119
KARaKinçın MİRASİ
, gitmelisin, Peder. Bir an önce git. Geldiğin için teşek-
yüzden s
derim. Joram ve ben sık sık başına neler geldiğini merak
.. T0ram endişeleniyordu. Onun için çok acı çektin ve sağ-
" nın bozulmasından korkuyordu. Şimdi içini rahatlatabilirim,
senin iyi olduğunu, refah içinde yaşadığını söyleyebilirim.
Geldiğin için teşekkür ederim, ama artık hemen git."
"Hoşgeldin paspasını ayaklarının altından çekiverdi, değil
mi?" dedi Simkin.
Sırt çantasını yumrukladım.
"Joram nerede?" diye sordu Şaryon.
"Koyunlara bakmaya gitti."
Çantadan boğuk, alaylı bir iç çekiş geldi. Gwen bunu duy-
du. Bana bakarak kaşlarını çattı ve meydan okurcasına, "Evet,
artık bir çoban. Ve mutlu, Peder. Mutlu ve hoşnut. Hayatında
ilk defa! Ve seni seviyor, sana saygı duyuyor olsa da, Peder
Şaryon, sen geçmişten gelen birisin, karanlık ve mutsuz za-
manlardan. Daha önce buraya gelen, o korkunç zamanları bi-
ze geri getiren adam gibi!"
Anılarını ona geri getireceğimizi kastediyordu. Saryon'un
yüzündeki acıya bakarak, efendimin kadının sözlerine başka
bir anlam, gerçeğe daha yakın bir anlam vereceğini anladım.
Onlara getirdiğimiz anılar değildi, gerçeklikti.
Şaryon yutkundu. Kadının kollarının üzerindeki elleri titre-
di. Gözleri nemlendi. Defalarca konuşmaya çalıştı, sonunda
sözler ağzından çıkabildi. "Gwen, işte bu yüzden senelerce Jo-
ram'dan uzak durdum. Onu görmeyi ne kadar istesem de, iyi
ve mutlu olup olmadığını anlamayı ne kadar özlesem de, hu-
zurunu bozmaktan korktum. Başka seçeneğim olsa şimdi de
gelmezdim, Gwen. Joram'ı görmek zorundayım," dedi Şaryon
nazikçe, sesi şimdi kararlıydı. "Onunla ve seninle konuşmalı-
mı
mARCARfî UJEİS & tRACY HıcıonAn
..
yım. Elimde değil. Üzgünüm."
Gwen uzun uzun onun yüzüne baktı. Acıyı, hüznü, anlavı
şı gördü. Kararlılığı gördü.
"Sen... sen Karakılıç için mi geldin? Vermeyecek, sana bile
vermez, Peder."
Şaryon başını iki yana salladı. "Karakılıç için gelmedim. Jo-
ram, sen ve kızınız için geldim."
Gwen destek için sıkı sıkı ona sarılmıştı. Bıraktığı zaman
elini kaldırıp gözlerini sildi.
Konuşmalarına o kadar dalmıştım ki kızı unutmuştum. An-
nesinin üzüntüsünü görünce kız çapayı bıraktı ve uzun, özgür
adımlarla bize doğru koştu. Daha iyi görmek için şapkasını ar-
kaya attı ve o zaman onu yanlış değerlendirdiğimi anladım.
Bizden korkmamıştı. Bizi incelemek, kendini dinlemek, bizim
hakkımızda ne hissettiğini anlamak için durmuştu.
Ben onu incelemek için durdum. O anda onu incelemek
için hayatım durdu. Bir saniye sonra yaşam yeniden hareket
ettiği zaman bir daha asla aynı olmayacaktı. Onu bir daha hiç
görmesem bile, o andan sonra onu sonsuza dek görecektim.
Gür, siyah ve isyankar saçlar dağınık bukleler halinde dö-
külüyor, omuzlarında parlak yığınlar halinde ışıldıyordu. Kaş-
ları kalın, siyah ve düzdü, ona sert, içe bakan bir görünüş ve-
riyordu, ama iri, kristal mâVisi gözlerinin ani, sersemletici ışığı
bu görünüşü dağıtıyordu. Babasının mirası buydu. Annesin-
den oval yüzü, sivri çeneyi, rahat, zarif hareketlerini almıştı.
Ona âşık olmadım. Karşılaştığımız ilk anda âşık olmak im-
kansızdı, çünkü aşk insanlar arasındadır ve o sıradışı, insanüs-
tü bir şeydi. Bu bir resimdeki imgeye, galerideki bir heykele
âşık olmak gibi olurdu. Huşu ve hayranlık içindeydim.
Prospero'nun kızı, dedim içten içe, Shakespeare'i hatırlaya-
122
KARAKJLiçm rriiRftsı
Ve sonra, kızın babasının sanatlarıyla kumsala sürüklenen
rak- v
hancıları gördüğü zaman söylediği sözleri hatırlayarak, ken-
bendimle alay ederek gülümsedim: "Ne kadar iyi yaratıklar
gelmiş! İnsanoğlu ne kadar güzel!"
Kızın merakla beni tarayan bakışlarından, benim ona cesur
veni dünyalar hakkında imgeler sağlamadığımı anladım. Ama
ilgisini çekmiştim. Anne babası vardı yanında, ama gençlik,
yalnızca gençliğe ait olan yeni bulunmuş düşleri, tomurcukla-
nan umutları paylaşmak için kendine benzeyenleri özler.
Ama şimdilik, asıl ilgilendiği annesiydi. Kollarını korumak
istercesine annesine doladı ve siyah kaşları ağır, düz bir çizgi
halinde çatılarak, suçlarcasına bize döndü.
"Siz kimsiniz? Ne söylediniz de böyle altüst oldu? Neden bi-
zi rahatsız edip duruyorsunuz?"
Gwen başını kaldırdı, gözyaşlarını sildi ve gülümsemeyi
başardı. "Hayır, Eliza, bu ses tonuyla konuşma. Bu adam di-
ğerleri gibi değil. O bizden biri. Bu Peder Şaryon. Ondan bah-
KARAKİLIÇin miRftSi
•Ze izin verdiği zaman olduğu gibi.
Kendime gelerek efendimin yüreğinde özel yerleri olan ki-
lerle tanışmaktan şeref ve memnunluk duyduğumu işaret et-
tim-
Hızla hareket eden ellerimi görünce Eliza'nın gözleri irileş-
ti "Ne yapıyor?" diye sordu, bir çocuğun açık dürüstlüğüyle.
"Reuven dilsizdir," diye açıkladı Şaryon. "Elleriyle konu-
şur." Ve söylediklerimi sözlü olarak onlara tekrarladı.
Gwendolyn bana dalgın dalgın gülümsedi ve "hoşgeldi-
niz," dedi. Eliza beni inceledi, o mavi gözler hakkımdaki her
şeyi utançsız bir merakla değerlendirdi. Gördüğü orta boylu,
orta yapılı, uzun sarı saçları arkada toplanmış, kadınlarda hep
kardeş sevgisi uyandıran bir yüze sahip bir adamdı. Dürüst,
tatlı, nazik derdi kadınlar beni tarif etmek için. "Sonunda, gü-
venebileceğimiz bir adam," derlerdi. Ve sonra âşık oldukları
adamları anlatmaya başlarlardı.
Benim Eliza'da ne gördüğüme gelince-, heykel yaşam ve sı-
caklık kazanıyor, insan oluyordu.
Gwendolyn bana bir bakış fırlattı ve aniden yeni bir endi-
şesi olduğunu anlamış göründü. Eliza'ya baktığı zaman biraz
yatıştı. Saryon'a döndü, alçak, yakarı dolu bir sesle konuşarak
onu çekip götürdü. Eliza bana bakarak durdu.
Durumum son derece utanç verici ve huzursuz ediciydi.
Daha önce dilsiz oluşuma hiç bu kadar lanet etmemiştim Sı-
radan bir adam olsaydım nazik bir sohbet başlatabilirdim.
Elektronik bloknotumu çıkarıp ona yazmayı düşündüm.
Ne yazacaktım? Budalaca birşeyler mi? Ne harika bir gün. Siz-
ce yağmur yağacak mı?
Hayır, diye düşündüm. Bloknot kapalı kalsa daha iyi ola-
cak.
125
10
"Her neyse, orada, masasının üzerinde mükemmel
bir çaydanlık olarak oturdum.."
SIMKIN; KARAKILIÇIN ZAFERİ
"Küçük bir kız olduğum zamanlardan beri var Teddy," de-
di Eliza, Teddy'yi kucaklayarak.
Daha önce hiç bu kadar kendinden ve durumundan mem-
nun bir oyuncak ayı görmemiştim. Onu boğmak istiyordum.
"Onu Kaynak'ın eski kısımlarından birinde buldum," diye
devam etti, "orada oynardım. Çocuk yuvası olmalı, çünkü baş-
ka oyuncaklar da vardı. Ama en çok Teddy'yi severdim. Ona
bütün sırlarımı anlatırdım. O benim dostum, oyun arkadaşım-
dı," dedi ve sesi özlem doldu. "Yalnız kalmaktan korurdu be-
ni."
Eliza'nm annesinin gerçeği, Teddy'nin aslında Simkin oldu-
ğunu bilip bilmediğini merak ettim... ama Simkin ve gerçeklik
birbirleriyle hiç ilgisi olmayan iki konudur.
Gwendolyn dudağını ısırdı ve Saryon'a uyarıcı bir bakış fır-
latarak sessiz kalmasını istedi.
"Teddy'yi seneler önce kaybettim," diyordu Eliza. "Nasıl
KflRÖKJLIÇin miRiisı
Annesi teslim oldu. "Pekala. İstiyorsa Reuven de gelebilir,
tik önce üstüne başına çekidüzen ver, Eliza. Onun hiçbir iste-
"ini reddedemiyorum," diye ekledi Saryon'a alçak sesle, yarı
gururla, yarı utanarak.
Gwen ve Joram ayının gerçek bir ayı olmadığını bilirken
"Teddy"yi elinden almamalarının sebebi de buydu. Yapayalnız
bir çocuk yetiştirmek zorunda kalmanın ikisine nasıl vicdan
'azabı çektirdiğini hayal edebiliyordum. Joram'm çocukluğu da
KARflKJLiçın rniResı
, ja ne bulabilirse. Annem yemek kitapları okur, ama en
Merilon hakkındaki kitapları ve büyü tezlerini sever. Ama
ham yakındayken onlan hiç okumaz. Babamı üzüyor."
«Ya sen hangi kitapları seviyorsun?" diye sordum işaret di-
liyle, ellerimi yavaş yavaş hareket ettirerek.
Bloknotumu kullanabilirdim, ama bu dünyada yersiz görü-
nüyordu gözüme.
"Ben hangi kitaplardan mı hoşlanıyorum? Böyle dedin, de-
ğil mi?" Eliza beni anlamasına çok sevinmişti. "Yeryüzü kitap-
ları. Yeryüzü coğrafyası, tarihi, bilim ve sanatları hakkında
epey bilgim var. Ama en sevdiklerim kurgular."
Şaşkınlık içinde baktım. Thimhallan'da Yeryüzü kitapları
varsa, çok eski olmalıydılar, buraya Merlyn ve kuaıcular zama-
nında getirilmiş kitaplar. Eğer Eliza bilimi onlardan öğrendiy-
se, diye düşündüm, Yeryüzü'nün düz olduğunu ve güneşin
onun çevresinde döndüğünü düşünüyor olmalı.
Sonra, Saryon'un anlattıklarına bakılırsa, Simkin'in bir za-
manlar Shakespeare'in oyunlarından bir kopya bulduğunu ha-
tırladım. Şaryon bunu nasıl yaptığından emin değildi. Demir
Savaşlarından önce, Simkin'in büyü güçleri Thimhallan'ın bü-
yülü Yaşam'ıyla birlikte zayıflamaya başlamadan önce Sim-
kin'in Yeryüzü ile Thimhallan arasında serbestçe yolculuk ya-
pabildiğini tahmin ediyordu. Shakespeare'i tanımış olması ya
da -Saryon'un alayla söylediği gibi- Simkin'in Shakespeare ol-
ması mümkündü! Kitapları Eliza'ya Teddy mi vermişti?
Eliza soru dolu bakışlarıma yanıt verdi. "Thimhallan yıkıl-
dıktan sonra mülteci gemileri insanları Yeryüzü'ne götürmek
için geldi. Babam burada kalacağını biliyordu ve gemilerin
malzeme, alet ve kendi yiyeceklerimizi yetiştirene kadar yiye-
cek getirmesini istedi. Kitap da getirmelerini istedi."
131
KARâKJLIÇin MİRASI
aAına daha büyük. Onunla kayıt tutuyor."
Sessiz kaldı. Bakışlan benden koyunlara ve onlara gözku-
k olan uzak, karanlık, dolanan şekle kaydı. Çatılan kaşları
düzeldi; bakışları endişeliydi. Bana döndü.
"Annem Peder Saryon'a yalan söyledi, Reuven," dedi Eliza
sakin sakin. "Aynı zamanda kendine de yalan söyledi, bu yüz-
den belki yalan sayılmaz. Babam mutlu değil. O adam, Smythe
gelmeden önce halinden memnundu, ama o zamandan beri
babam düşünceli ve sessiz. Yalnızca kendi kendine konuşu-
yor. Sorunun ne olduğunu bize söylemiyor. Bizi endişelendir-
mek istemiyor. Peder Saryon'la konuşmanın ona iyi geleceği-
ni düşünüyorum. Söylemeyi planladığı şey nedir?" diye sordu
sevimli, tatlı bir sesle.
Başımı iki yana salladım. Anlatmak bana düşmezdi. Onları
burada bekleyeceğimi tekrarladım ve babasına gitmesini işaret
ettim. Biraz surat astı, ama sanınm bu düşünmeden yapılmış
bir hareketti, çünkü aslında aklı başında bir kızdı ve sonunda
-gönülsüzce de olsa- belki de en iyisinin bu olacağını kabul
etti.
Etekleri uçuşarak, şapkası arkaya düşerek, siyah bukleleri
dağınık, tepeden aşağı koştu.
Gittiği zaman onu düşündüm. Söylediği her sözcüğü, yü-
zündeki her ifadeyi, sesinin tınısını ve iniş çıkışlarını hatırlıyor-
dum. Ona âşık olmuyordum. Henüz değil. Ah, belki birazcık.
Daha önce pek çok kadınla çıkmıştım -bazılarıyla ciddi olarak
ya da ben öyle sanıyordum- ama bir kadının yanında hiç bu
kadar rahat, hiç bu kadar gevşemiş hissetmemiştim. Neden ol-
duğunu çıkarmaya çalıştım. Sıradışı tanışma koşullarımız,
onun böylesine açık, utançsız ve aklından geçeni söylemekte
serbest hissetmesi. Belki aynı dünyada doğduğumuz gerçeği.
133
KâRAKILIÇin ITIİRftSI
1 sırsa ve başkalarını yakıp yıktıkları gibi onu da yakıp yıkar-
bizlere, hangi güzellik kalacaktı? Karakılıç'ın gücü ger-
kten de dışdünyalıları altetmek için kullanılabilecekse, Jo-
am neden onu teslim etmesindi? Saryon'un vardığı sonuç bu
muydu?
Duvarın üzerinde oturmuş, aşağıdaki, yeşilliğin üzerinde
parlak bir benek olan Eliza'yı izlerken endişelendim, merak et-
' tim ve hayal kurdum. Onun babasına yaklaşmasını izledim. Bu
uzaklıktan göremiyordum, ama adamın oturduğum yere bak-
tığını hayal edebiliyordum. İkisi uzun dakikalar boyunca kıpır-
damadan durup konuştular. Sonra koyunları toparlamaya,
ağıllarına doğru sürmeye başladılar.
Aniden üzerinde oturduğum taş duvar soğuk ve çok sert
geldi.
135
11
Katı bir metal kütleden yapılmıştı -kabza ve keskin
kısmı bir bütündü, ne zarafet, ne de şekil taşıyordu. Kı-
lıcın ağzı düzdü ve kabzadan ayırtetmesi zordu. Kısa,
küt uçlu bir parça iki kısmı birbirinden ayırıyordu.
Kabza, avuca oturması için hafifçe yuvarlatılmıştı... Kı-
lıçta daha dehşet verici bir şey vardı, şeytani bir şey.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Eliza ve babası koyunları önlerinde güderek geldiler. Yol
boyunca onları izledim, koyunlar çimenli yamaçta dev, yün-
den bir tırtıl gibi akıyordu. Joram arkadan yürüyor, zaman za-
man bir yana sapan bir dişi koyunu sürüye katmak için çoban
asasını kullanıyordu. Eliza "koyunların çevrelerinde bir çoban
köpeği gibi koşturuyor, şapkasını ve uzun eteklerini sallıyor-
du. Koyun gütmekten hiç anlamadığım için iyi mi yapıyor kö-
tü mü, en ufak fikrim yoktu, ama zarafeti ve canlılığı babası-
nın kara gözlerine neşe getiriyordu ve bu yüzden, elbette ne
isterse yapmasına izin veriliyordu.
O kara gözler derin ve huzursuz edici bakışlarını bana çe-
virdiklerinde o neşe epey soldu, sonra tamamen kayboldu.
KARâKjLiçın mikası
Koyunlar yanımdan yünden dalgalar gibi geçti. Güçlü bir
. yün kokusu alıyordum -yamaca yağmur yağmıştı- ve
1 eler ^yje yüksekti ki işitmek imkansızdı. Joram'ın işini
llememek jçin yana çekildim. Çok huzursuz hissediyor-
, m ve gelmemiş olmayı içtenlikle diliyordum.
Yamaçyukarı çıkarken Joram'ın bakışları beni baştan aşağı
taradı. Yanıma geldiğinde ve ben eğilerek selam verecek ol-
duğumda aniden bakışlarını uzaklaştırdı ve bir daha bana bak-
madı. Yüzü o kadar soğuk ve donuktu ki, karşımdaki granit
uçurum yüzle değiştirilebilirdi ve kimse farkı anlamazdı.
Bana en ufak bir ilgi göstermedi. İşiyle ilgilendiği için onu
inceleyebildim, yaşam hikayesini yazdığım adamı merak edi-
yordum.
Joram o zamanlarda kırklı yaşlarının sonlarmdaydı. Ciddi,
asıksuratlı tavrı yüzünden olduğundan yaşlı görünüyordu.
Thimhallan'm kaprisli, sert havasında, daha çok dışarıda geçi-
rilen zorlu bir hayat derisini koyu kahverengiye döndürmüş,
yüzünü yıpratmış, çizgilerle doldurmuştu. Siyah saçları kızının-
ki kadar gür ve parlaktı, ama şakakları kırlaşmış, siyah bukle-
lere griler karışmıştı.
Hep güçlü ve kaslı olmuştu ve biçimli, kaslı bedeni bir
Olimpiyat atletine ait olabilirdi. Ama yüzünde çok fazla sene-
nin izi vardı; üzüntü ve trajedilerle dolu seneler, daha sonra
gelen mutlu yılların silemediği izler.
Bana pek az dikkat etmesine ve muhtemelen bütün yüre-
ğiyle oracıkta buharlaşıp gitmemi dilemesine şaşmamak gere-
kirdi. Üstelik geliş amacımızı bilmiyordu, ama sanırım tahmin
ediyordu. Ben Joram'ın kıyametiydim.
Koyunlar güvenle ağıla yerleştirildikten, sulandıktan ve ge-
ce için hazırlandıktan sonra Eliza babasının nasırlı, işle sertleş-
137
KftRftKJLIÇln mİRASI
Anlamamıştı. Anlayamazdı. Onu susturmak için elimi kal-
dım ve bakışlarımı Joram'dan ayırmadan başımı hafifçe iki
na salladım. Eliza'nın dediği gibi gözlerimle konuşabiliyor-
um Joram'ın içlerinde anlayış okuyacağını umuyordum. Bel-
ki de okudu. Yine de benimle konuşmadı. Sırtını dönerek ya-
maçta zikzaklar çizerek yükselen merdiveni çıkmaya başladı.
Ama dönmeden önce kaşlarının biraz düzeldiğini, ama yerine
hüzün geldiğini gördüm.
Sanırım, her şey düşünülünce, hoşnutsuzluğu tercih eder-
dim.
Basamakları hızla, ikişer üçer çıkıyordu. Dayanıklılığına
hayret etmiştim, çünkü basamaklar yamacı dimdik çıkıyordu;
yetmiş beş basamak olmalıydı ve ben kısa süre sonra nefes
nefese kalmıştım. Eliza yanımda kaldı, endişeliydi, çünkü ses-
sizdi ve bakışları babasının sırımdaydı.
"Peder Saryon'u görmeye can atıyor," dedi aniden, Jo-
ram'ın kabalığını mazur göstermek için.
Başımı salladım, anladığımı belirttim. Nefeslenmek ve ağrı-
yan kaslarımı gevşetmek için durdum ve ona hiç alınmadığı-
mı, benim için endişelenmemesini söyledim.
Bunu anlamadı. Elektronik bloknotumu çıkardım ve yaz-
dım, sözcükleri ona gösterdim. Okudu, bana baktı. Başımı sal-
ladım ve güven verircesine gülümsedim. O da çekinerek gü-
lümsedi, sonra içini çekti.
"Her şey değişecek, değil mi, Reuven? Yaşamımız değişe-
cek. Onun yaşamı değişecek." Bakışları yine babasına gitti.
"Ve hepsi benim suçum. Bu günü özlemiş, gelmesi için dua
etmiştim. Fark etmedim... Ah, baba, üzgünüm! Çok üzgünüm!"
Uzun eteklerini toplayıp yanımdan ayrıldı, Joram'ınkilere
uyan uzun adımlarla merdivenden yukarı koştu. Hayatım bu-
139
12
Kabzadaki küre, kabzanın boynu, kabzanın kısa,
küt kolları ve kılıcın dar bedeni, silahı bir insan karika-
türüne dönüştürüyordu.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Aklıma yeniden buluşmayı, efendim ile Joram'ın buluşma-
sını kaçıracağım geldi ve bu korku, basamakları becerebilece-
ğimi düşündüğümden daha büyük bir hızla çıkmama sebep
oldu. Tepeye ulaştığımda nefes nefeseydim. Alacakaranlık çö-
küyordu, konutun içinde ışıklar yanmıştı ve böylece hangi
odada olduklarını bulabildim. Binanın kalanı karanlık ve terk
edilmişti.
Işıklara en yakın odaya girerek gölgeli bir koridordan, Kay-
nak'm ihtişamlı günlerinde eğitim gören genç katalistlerin ya-
tak odalan olması gereken yere girdim. Bunu söylüyorum,
çünkü merkez koridora sayısız küçük oda açılıyordu. Her oda-
da bir yatak, bir çalışma masası ve bir lavabo vardı. Taş duvar-
lar soğuk, odalar tozlu ve yaşam çekildikten sonra mekanlara
çöken hüzünle karanlıktı.
KilRAKJLIÇin rflİRÜSI
? epey 'Yİ bif girişimde bulunmuş olsa da, ağlamış olduğu-
0U gördüm.
Benini de yıkanmak isteyebileceğimi söyledi ve bu doğruy-
du Bana yolu gösterdi. Ona katılmak için odayı aştım. Özel-
likle bir çocuk için yapılmış küçük bir sandalyede oturmakta
olan portakal rengi kurdeleli oyuncak ayı ikimizi izliyordu.
Tam biz yanından geçerken ayı atıldı ve sandalyeden yere,
burnunun üzerine düştü.
"Zavallı Teddy," dedi Eliza oyun oynarcasına. Ayıyı aldı,
tozlarını silkeledi ve yıpranmış kafasının tepesini öptü, sonra
sandalyeye yerleştirdi. "Tatlı bir Teddy olursan," diye tembih
etti, oyuncu sesi kullanmaya devam ederek, "akşam yemeğin-
KAR£KJLIÇin ITlİRftSI
peki Joram ve ailesini Yeryüzü'ne götürdüğümüz zaman ne
kcaktı? Eliza kuşkusuz "Teddy"sini yanında götürmek isteye-
ekti- Simkin'in Yeryüzü'nde başıboş kalması düşüncesi deh-
cpt vericiydi. Bunu Şaryonla tartışmayı aklıma not ettim. Endi-
seler içinde ve düşüncelere dalmış olan efendim muhtemelen
bunu fazla düşünmemişti.
Tuvaletleri buldum... biri erkekler, biri kadınlar için. Kay-
nak'taki ilk günlerde inşa edilmiş olmalıydılar. Olabildiğince
temizdiler, ama açık havada oldukları için, insanoğlunun en
harika başarılardan birinin binalardaki sıhhi tesisat olduğunu
düşünmeme sebep oldular.
Odama döndüğümde lavaboda yıkandım -Joram'ın yüz-
mesine imrenmiştim- saçlarımı taradım ve keskin keskin ko-
yun kokan giysilerimi değiştirdim. Temiz blucin ve İrlanda'dan
satın aldığım ve en sevdiklerimden biri olan mavi, örgü desen-
li kazağımı giydim, oturma odasına döndüm.
Eliza ve annesi mutfakta meşguldü. Yardım etmeyi öner-
dim ve taze pişmiş, rafta soğumakta olan ekmeği kesmekle
görevlendirildim. Eliza kumtulmuş meyve dolu taslar ve balla
dolu, yonca kokulu petekler koydu. Gwen koyun etiyle piş-
miş kurufasulye tenceresini karıştırıyordu. O zaman koyunla-
rın yalnızca giysiler için değil, eti için de beslendiğini anladım.
Gwen koyun etinden bahsettiği zaman Şaryon endişeyle
bana baktı, çünkü daha gençken, evsahiplerimizin sofraların-
da, özellikle de ana yemek olan pirzola getirildiğinde et yiyen-
leri kınayıcı konuşmalar yaptığım olmuştu. Ona gülümsedim
ve başımı iki yana salladım, hatta Eliza pişip pişmediklerini
görmemi istediğinde fasulyelerin tadına bakma sorumluluğu-
nu aldım.
Sanırım pişmişlerdi. Hatırlamıyorum. O zaman, kaşığı du-
I4S
KAR£KJLIÇin tîlİRftSI
karanlık bir ifadeyle gülümsedi. "Evimize hoşgeldin, Pe-
» dedi ve ses tonu duygulu hareketini yalanlıyordu, çünkü
si soğuk ve gölgeliydi. "Gwen ve ben bizi ziyaret etmene
mernnun olduk."
Gwen'e döndü ve bakışları onu bulduğunda karanlık ifa-
desi, güneş bulutlann arasından çıkmış, yüzünü aydınlatmış
gibi ışıdı. Ses tonu yumuşadı.
"Konuklarımız aç olmalı. Akşam yemeği hazır mı?"
Gwen gözlerini telaşla önlüğünün ucuna sildi ve alçak ses-
le masanın hazırlandığını söyleyerek bizi oturmaya davet etti.
Servis yapılmasına yardım edecek oldum, ama Eliza hayır, di-
ğer erkeklerle oturmam gerektiğini söyledi.
Joram uzun, tahta masanın başındaki yerini aldı. Saryon'u
sağ tarafına yerleştirdi. Ben Saryon'un yanına, efendimin sağı-
na oturdum.
"Sanırım Reuven'le tanıştınız," dedi Şaryon ılımlı bir tavırla.
"Yardımcım ve sekreterim. Reuven senin hikayeni yazdı, Jo-
ram. Kral Garald'ın isteği üzerine, Yeryüzü halkı insanlarımızı
anlasın diye. Kitaplar çok iyi karşılandı. Onları beğenirdin, sa-
nırım."
"Ben okumak isterdim!" dedi Eliza, masaya buharları tüten
bir tencere fasulye koyarken. Ellerini kenetledi ve bana hay-
ranlık içinde baktı. "Kitap yazıyorsun! Bana söylemedin. Ne
harika!"
Yüzüm öyle kızarmıştı ki ekmeği yanağımda kızartabilirdi-
niz. Joram hiçbir şey söylemedi. Gwen nazik birşeyler mırıl-
dandı; ne olduğundan emin değilim, kulaklarımda zonklayan
kanın sesinden ve düşüncelerimin karmaşasından duyama-
dım. Eliza o kadar güzeldi ki! Bana saygı ve hayranlıkla bakı-
yordu.
147
KARAKJLIÇin mİRaSI
oturan Eliza'yı inceliyordu.
»Büyükannene çok benziyorsun, hayatım," dedi Şaryon kı-
a "Merilon İmparatoriçesi'ne. Thimhallan'daki en güzel ka-
Am olduğu söylenirdi. Aslında, bir tanesiydi." Ilımlı bakışlarını
(3wen'e çevirdi. "Diğeri, elbette, annendi."
Gwendolyn ve Eliza komplimanlar karşısında kızardılar ve
Eliza Saryon'dan büyükannesini, Imparatoriçe'yi anlatmasını
istedi.
"Babam eski günlerden hiç bahsetmiyor," dedi Eliza. "Geç-
tiklerini ve onları düşünmenin faydasız olduğunu düşünüyor.
Merilon hakkında kitaplar ve başkalarını okudum, ama bu ay-
nı şey değil. Annem biraz anlattı, ama fazla değil..."
"Sana Merilon'a ilk geldiğimizde bizi nasıl Duuk-tsarithler-
den kurtardığını anlattı mı?" diye sordu Şaryon.
"Hayır! Gerçekten mi, anne? Hikayeni anlatır mısın?"
Gwen gülümsedi, ama kocasının Saryon'a fırlattığı bakışı o
da görmüştü. Kötü bir anlatıcı olduğu ve bu işi iyi pedere bı-
rakacağı yolunda birşeyler söyledi. Şaryon hikayesine başladı.
Eliza kendinden geçerek dinledi. Gwen tabağına bakıyor, ye-
meğini yiyormuş gibi yapıyordu. Joram yemeğini sessizlik
içinde yedi, hiçbir şeye bakmadı, ama her şeyi görüyordu.
"Simkin bir laleye dönüştü," diyordu Şaryon, hikayeyi sona
erdirerek. "Annenin taşıdığı çiçek demetine yerleşti ve ona şe-
hir kapısındaki muhafızlara genç dostlarımın ve benim, baba-
sının konukları olduğumuzu söylemesi için ısrar etti! Ve böy-
lece bizi güven içinde Merilon'a aldılar... aslında kanun kaçak-
larıydık! Yalan söylemişti, elbette, ama Almin'in onu affettiği-
ne inanıyomm, çünkü aşkıyla hareket etmişti."
Şaryon iyihuylulukla gülümsedi ve Joram'a hafifçe başını
salladı. Gwendolyn başını kaldırıp kocasına baktı. Joram ba-
149
ISO
13
Kılıç, bir ceset gibi Şaryon 'un ayaklarının dibinde
yatıyordu, Katalist'in günahının kişileştirilmiş hali gi-
biydi.
KARAKILIÇIN DO VÜLÜŞÜ
Eliza bir süpürge getirdi ve tabak parçalarını süpürdü.
"Reuven ve ben bulaşıkları yıkarız, anne," dedi Eliza alçak
sesle. "Sen babamla kal."
Gwendolyn yanıt vermedi, başını salladı ve Joram'ın yanı-
na gidip kolunu ona doladı, başını göğsüne yasladı. Joram ona
sıkı sıkı sarıldı, kara kafasını karısının sarı saçlarının üzerine
eğdi, onu nazikçe öptü.
Masayı topladım, tabakları mutfağa taşıdım. Eliza kırık ta-
bağı çöp kutusuna attı, sonra bir leğeni şöminede kaynamak-
ta olan çaydanlıktan döktüğü sıcak suyla doldurdu. Bana bir
kez bile bakmadı, gözlerini işinden ayırmadı.
Duygularını tahmin edebiliyordum: suçluluk duygusu, piş-
manlık. Prospero'nun kızı bu cesur yeni dünyayı görmek iste-
mişti. Buraya neden geldiğimiz onun zihninde açıktı... onu ya-
nımızda götürmek için. Gitmek, kitaplarda okuduğu harikala-
KARAKILIÇin MİRASI
nuşamadan Joram onu engelledi.
"Prens Garald'a bir mesaj götürmeni istiyorum, Peder," de-
. am aniden. "Ona emirlerinin ihlal edildiğini, yasanın bö-
ldüğünü söyle. Ailem ve ben bu dünyada yalnız ve rahat bı-
kılacaktık. O huzur Smythe adında, Karakılıç'ı aramaya ge-
len bir adam tarafından bozuldu. Adam ailemi tehdit etme ce-
saretini gösterdi. Onu, bir daha dönmemesini emrederek kov-
dum- Geri gelirse, olacakların sorumluluğunu üstlenmem. Bu
Karakılıç'ı aramaya gelen herkes için geçerli."
Bu bildirinin bizi de dahil ettiği açıktı ve Saryon'un işini hiç
de kolaylaştırmıyordu.
"Neden geldiklerini hayal bile edemiyorum," diye devam
etti Joram. "Karakılıç dünya parçalanırken yok oldu. Var olma-
yan bir şeyi arayarak zaman harcıyorlar."
Söyledikleri tam olarak yalan sayılmazdı. Doğaı, ilk Kara-
kılıç yok olmuştu. Ama ya yenisi, yeni yaptığı? Ya da gerçek-
ten var mıydı acaba? Belki de Duuk-tsarithler yanılmıştı. Şar-
yon sormaya cesaret edemedi. Sormak, Joram'ın gizlice gözet-
lendiğini itiraf etmek olurdu ve onu öfkelendirirdi.
Efendim buz gibi bir gölde yüzmeye hazırlanan bir adam
KARAKJLIÇin ITIİRftSI
r, jçin geri çekildiler. Son boşaltılan bu karakol olacak.
„Yeryuzü'nde güvende olacağınıza bile söz veremem," di-
tiraf etü Şaryon. "Herhangi birimizin güvende olacağını söz
rernem. Ama en azından birleşik Yeryüzü Güçleri'nin koru-
ası olacak. Burada sen, Gwen ve Eliza dışdünyalıların mer-
hametine kalacaksınız. Ve, gördüklerimize bakarak söyleyebi-
lirim ki, onlar merhameti tanımıyorlar."
Joram'ın ağzı çarpıldı. "Peki Karakılıç'ı alsan..."
Şaryon başını iki yana sallıyordu.
Joram cümlesini değiştirdi, ama ağzının çarpılması derin-
leşti, sesi acı ve alaycıydı. "Biri Karakılıç'ı alsa, o zaman biri
onu kullanarak şeytani dışdünyalıları durdurabilir ve dünyayı
kurtarabilir. Hâlâ kendini affettirmeye mi çalışıyorsun, Peder?"
Şaryon hüzünle baktı ona. "Bana inanmıyorsun. Sana yalan
söylediğimi düşünüyorsun. Üzgünüm, oğlum. Çok üzgünüm."
"Joram," diye fısıldadı Gwen nazik bir paylamayla ve elini
Joram'ın omzuna koydu.
Joram içini çekti. Uzandı, karısının elini tuttu ve yanağını
ona dayadı. Konuşurken tutmaya devam etti.
"Yalan söylediğini düşünmüyorum, Peder." Joram daha yu-
muşak bir sesle konuşuyordu. "Aldatıldığını söylüyorum. Hep
kolay aldanan biri oldun," diye ekledi ve acı gülümsemesi sev-
giyle doldu. "Sen bu dünya için fazla iyisin, Peder. Çok fazla
iyi. İnsanlar senden faydalanıyor."
"Özellikle iyi olduğumu sanmıyorum," dedi Şaryon, yavaş
yavaş, içtenlikle konuşarak. Devam ettikçe sözleri güç kazan-
dı, "ama hep doğru olduğuna inandığım şeyi yapmaya çalış-
tım. Bu zayıf olduğum anlamına gelmiyor, Joram, aptal oldu-
ğum anlamına da gelmiyor, ama sen hep iyiliği zayıflıkla eş
tuttun. Bu dışdünyalılann var olmadığını ima ediyorsun. Ha-
ISS
KARaKJLIÇin ITİİRftSI
prnak için geri çekildiler. Son boşaltılan bu karakol olacak.
"Yeryüzü'nde güvende olacağınıza bile söz veremem," di-
ye itiraf etti Şaryon. "Herhangi birimizin güvende olacağını söz
veremem. Ama en azından birleşik Yeryüzü Güçleri'nin koru-
ması olacak. Burada sen, Gwen ve Eliza dışdünyalılarm mer-
hametine kalacaksınız. Ve, gördüklerimize bakarak söyleyebi-
lirim ki, onlar merhameti tanımıyorlar."
Joram'ın ağzı çarpıldı. "Peki Karakılıç'ı alsan..."
Şaryon başını iki yana sallıyordu.
Joram cümlesini değiştirdi, ama ağzının çarpılması derin-
leşti, sesi acı ve alaycıydı. "Biri Karakılıç'ı alsa, o zaman biri
onu kullanarak şeytani dışdünyalılan durdurabilir ve dünyayı
kurtarabilir. Hâlâ kendini affettirmeye mi çalışıyorsun, Peder?"
Şaryon hüzünle baktı ona. "Bana inanmıyorsun. Sana yalan
söylediğimi düşünüyorsun. Üzgünüm, oğlum. Çok üzgünüm."
"Joram," diye fısıldadı Gwen nazik bir paylamayla ve elini
Joram'ın omzuna koydu.
Joram içini çekti. Uzandı, karısının elini tuttu ve yanağını
ona dayadı. Konuşurken tutmaya devam etti.
"Yalan söylediğini düşünmüyorum, Peder." Joram daha yu-
muşak bir sesle konuşuyordu. "Aldatıldığını söylüyorum. Hep
kolay aldanan biri oldun," diye ekledi ve acı gülümsemesi sev-
giyle doldu. "Sen bu dünya için fazla iyisin, Peder. Çok fazla
iyi. İnsanlar senden faydalanıyor."
"Özellikle iyi olduğumu sanmıyorum," dedi Şaryon, yavaş
yavaş, içtenlikle konuşarak. Devam ettikçe sözleri güç kazan-
dı, "ama hep doğru olduğuna inandığım şeyi yapmaya çalış-
tım. Bu zayıf olduğum anlamına gelmiyor, Joram, aptal oldu-
ğum anlamına da gelmiyor, ama sen hep iyiliği zayıflıkla eş
tuttun. Bu dışdünyalılann var olmadığını ima ediyorsun. Ha-
ıss
KARAKjuçm miRası
ligiyle ilgileniyorum. Karakılıç'ı, uğruna aileni feda edecek
kadar mı önemsiyorsun, oğlum?"
joram ayağa kalktı. Gwen'in elini bıraktı, onun yatıştırıcı
dokunuşundan uzaklaştı. Sesi öfke doluydu. "Onlara nasıl gü-
venebilirim? Geçmişte bu insanlardan ne gördüm, Peder? İha-
net, aldatmaca, cinayet..."
"Onur, sevgi, merhamet," diye karşılık verdi Şaryon.
joram'ın yüzü karardı. Kendisine karşı çıkılmasına alışık
değildi. Sonra ne söyleyecekti, bilemiyorum, ama Gwendolyn
araya girdi.
"Peder, Kral Garald'm bizim için ne planladığını anlatın,"
dedi.
Şaryon anlattı. Karakolda bir geminin onları beklediğini
söyledi. Geminin onları Yeryüzü'ne götüreceğini, orada onlar
için bir ev ayarlandığını anlattı. Arkada bırakacakları şeylere
üzüldüğünü söyledi, ama gemide çok kişisel eşya koyacak yer
yoktu.
"Ama Karakılıç için var," dedi Joram ve alayla güldü.
"Karakılıç'm cehenneme kadar yolu var!" dedi Şaryon öf-
keyle, sabrını yitirerek. "Yok olup gitsin! Onu görmek bile is-
temiyorum! Duymak istemiyorum! Bırak! Göm! Yok et! Ne ya-
parsan yap, umurumda değil. Sen, Joram. Sen, karın ve çocu-
ğun. Benim için önemli olan tek şey bu."
"Senin için!" diye karşılık verdi Joram. "Seni göndermeleri-
nin sebebi bu! İşte tam da bu ses tonuyla, bu şekilde yalvar-
man için! Bizi korkutup kaçırmak için. Ve gittiğimiz zaman,
gelip aramak ve vazgeçmektense ölmeyi tercih edeceğim şeyi
almakta serbest olacaklar!"
"Bunu kastediyor olamazsın, baba!" Eliza ilk kez konuş-
muştu. Ayağa kalkarak babasıyla yüzleşti. "Ya haklıysalar? Ya
157
KaRAKILIÇin mİRASI
"Fvet," dedi Şaryon nazikçe. "Tanıyorum."
Belki, diye düşündüm. Ama bu arada, uzun bir gece ola-
caktı.
Gwendolyn Saryon'un yanağını öptü. Bana iyi geceler di-
ledi Sessizce eğildim ve yanımızdan ayrıldı.
Ateş köze dönüşmüştü. Oda karanlıktı ve gittikçe soğuyor-
du Ç°k hasta görünen Şaryon için korkuyordum. Bitkin olma-
sı gerektiğini biliyordum, çünkü yorucu bir gün olmuştu. Ya-
şanan gergin ve nahoş sahne onu boş, sarsılmış bırakmıştı.
"Efendim," diye işaret ettim, yanma giderek, "yatağa gidin.
Bu gece yapabileceğimiz başka hiçbir şey yok."
Kıpırdamadı, konuşan ellerimi fark etmiş görünmüyordu.
Parlayan kömürlere bakıyordu ve kendi kendine konuşuyor,
görüsünü paylaşıyor gibiydi. Demirhane ateşini, kılıcın yapılı-
şını görüyordu.
"İlk Karakılıç'a ben yaşam verdim," dedi. "Kötülüğün nes-
nesi, ışığı dünyadan emiyor, karanlığa dönüştürüyordu. O
haklı. Hâlâ kendimi affettirmeye çalışıyorum."
Titriyordu. Odada bakındım, ateşin yakınındaki taburenin
üzerine atılmış bir şal gördüm. Onu almaya gittiğimde gözüm
şömineyle duvar arasında, portakal rengi, minik bir çakmaya
takıldı. Kıvılcım olduğunu düşünerek, söndürmek için ezecek
oldum.
Elim ona dokunur dokunmaz bedenimden bir ürperti geç-
ti. Pürüzsüz, plastik ve bu dünyadan değildi. Buraya ait değil-
di. Mosiah'ın evimizde bulduğu yeşil dinleme aletlerini hatır-
ladım. Ama neden bu şey portakal rengi bir ışıltı saçsındı...?
"Sebep yok," dedi kürklü bir ses dirseğimin yanından.
"Yalnızca benim portakal renginden hoşlanmam yüzünden."
Teddy taburenin üzerinde oturuyordu. Dinleme aletinin
?
14
"Kılıcı o paçavralara sar. Eğer seni durduran olur-
sa, onlara bir çocuğu taşıdığını söyle. Ölü bir çocuğu."
KARAKILIÇ1N DÖVÜLÜŞÜ
Bir ses duyduğumu düşünerek uyandım, ama ne sesi oldu-
ğunu seçemiyordum. Yatakta yatarak ne olduğunu hatırlama-
ya çalıştım ve fazla gelişme kaydedememiştim ki bir kapı, kim-
seyi rahatsız etmemek için yavaşça açılıyor ya da kapanıyor-
muş gibi menteşe gıcırtısı duydum.
Belki de Şaryon olduğunu ve bana ihtiyaç duyacağını dü-
şünerek yataktan kalktım, kazağımı ve pantolonumu giydim,
sonra koridorda, efendimin • odasına gittim. Kapısını dinledi-
ğim zaman hafif hafif horladığını duydum. Gece gece kalkıp
dolanan her kimse, efendim değildi.
"Joram," diye düşündüm ve inatçılığı ve Saryon'a saygısız-
lığına kızsam da, adam için üzülüyordum. Sevdiği bir yuvayı,
kendi yarattığı bir yaşamı terk etmek zorunda kalacaktı.
"Almin ona rehberlik et," diye dua ettim ve odama dön-
düm.
Huzursuzdum, bir daha uyuyamayacağımı biliyordum, bu
KARiHULIÇln rflİRASI
.. nP tuvalete giderken bahçeden geçtiğimi hatırlar gibi ol-
flüncc,
Tek bir yanlış dönüşten sonra kapıyı buldum ve geceye
ktım Geçerken çıkan menteşe gıcırtısı, daha önce duydu-
ğum gıcırtıyla aynıydı.
Gece aydınlıktı ve önümdeki gölgeli şekli görmek kolaydı,
pencereden ilk gördüğümde oldukça hızlı ilerliyordu ve ben
bahçeden çıkıp ona ulaşamadan duvarın arkasında gözden
kaybolmuş olacağından korkmuştum. Gerçekten de duvara
ulaşmıştı, ama taşıdığı bohça hızını kesiyordu. Bohçayı duva-
rın üzerine koymuştu ve yanında bir şey daha vardı, görünce
yeniden buz kestiğim bir şey... Teddy.
Teddy, nam-ı diğer Simkin, Eliza bir pelerin ve etek yığını
içinde duvara tırmanırken duvann üzerine bıraktığı bohçanın
yanında oturuyordu. Kız dönerek bir eliyle bohçaya, diğeriyle
Teddy'ye uzandı. Beni gördü.
Gece karası saç bulutuyla çerçevelenmiş yüzü ağır çiçekler
kadar solgundu; solgun ama kararlı. Beni görünce gözleri iri-
leşti, sonra hoşnutsuzlukla kısıldı.
Ellerimi çılgınca salladım, ama bu hareketle ne başarmayı
düşünüyordum, bilmiyorum. Her neyse, işe yaramadı. Kız
bohçayı kaptı; ağır olduğu açıktı, çünkü Eliza onunla başa çık-
makta güçlük çekiyordu. Teddy'yi yere bıraktı -kafa üstü düş-
tüğünü umuyordum- ve bohçayı kavramak için iki elini kul-
landı.
Boğuk bir tangırtı geldi... kumaşa sarılı çeliğin taşa vurdu-
ğunda çıkardığı ses.
O zaman onun ne taşıdığını anladım ve bu bilgi nefesimi
kesti. Duraksadım.
Eliza benim anladığımı gördü, ama bu yalnızca daha da
acele etmesine sebep oldu. Bohçasım kavrayarak bana sırtını
163
KüRAKjuçın rriiRASi
zandım, suçlu oyuncak ayıyı çekip çıkardım ve sarstım,
gliza ayıya baktı, alt dudağını ısırdı ve aniden gerçeği an-
ladı.
"Canın yandı mı?" diye sordu istemeye istemeye.
Başımı iki yana salladı.
"Güzel," dedi. "Yatağına dön, Reuven. Ben ne yaptığımı bi-
liyorum."
Ve başka tek kelime etmeden ayıyı elimden kaptı ve bir
etek ve pelerin rüzgarı içinde yok oldu. Tepenin biraz aşağı-
sında durdu, ağır bohçasını yerden aldı, sonra karanlıkta onu
gözden kaybettim.
Nereye gittiğini biliyordu. Ben bilmiyordum. O bu dik ya-
maçlarda tırmanmaya ve yürümeye alışıktı. Ben değildim. Ar-
kasından bağıramazdım, ama zaten yapmazdım bunu. İstedi-
ğim son şey ona ve taşıdığı şeye dikkat çekmekti. Bir zarar
görmeden onu eve dönmeye ikna etmeyi umuyordum. Ama
ilk önce yakalamam gerekiyordu.
Körlemesine yamaçtan aşağı koşarsam uzun vadede daha
fazla zamana malolabilir, diye mantık yürüttüm. Bir patika ol-
malıydı; aksi halde Eliza o kadar hızlı koşamazdı. Aramaya baş-
ladım. Dizlerim katılaşıyor, avuçlarım yanıyordu. Sabrım ödül-
lendirildi. Düştüğüm yerden biraz uzakta, yarı doğal, yarı insan
yapımı, yamaca oyulmuş bir patika buldum. Eski bir patikaydı;
benden önce pek çok katalistin ayaları altmda ezilmişti. Patika
yamaçta derin oyuklardan oluşmuştu, oraya buraya gömülmüş
iri taşlarla ya da açıktaki köklerle sağlamlaştırılmıştı.
Taşlar yıldız ışığıyla aydınlanan gecenin içinde beyaz be-
yaz parlıyordu; sayısız ayağın geçişiyle yıpranmış ağaç kökle-
ri kaygan ve parlaktı. Nereye gittiğini merak ederek patikadan
aşağı yürüdüm.
163
K^RAKJLIÇin rflİRftSI
dimi» eğer gerçekten buysa, diğer yaşama teslim ettim.
rse geç kalmış, üstadıyla başı belaya girecek bir katalist ol-
, Jin ve yamaçtan aşağı fırladım. •
ayaklarım taşların nerede olacağını, ellerim nereyi tutmala-
gerektiğini biliyordu. Nerede güvenle kayabileceğimi bili-
vordum, hatta bir kez bir çıkıntıdan diğerine atladım. Bu deli-
likti, heyecan vericiydi. Durup ne yaptığımı düşünecek olsam
olduğum yerde donardım ve tek adım daha atamazdım.
Sonunda dibe ulaştığımda nefes nefeseydim. Yamaçtan yu-
karı baktım ve katalist halim yok oldu. Ne yaptığımı fark ettim
ve midem burkuldu. Çabucak bakışlarımı kaçırdım ve Eliza'yı
aramaya başladım. Son kez, Katalist'in benim seçtiğim yönün
tam aksi yönde koştuğu imgesini gördüm ve içimde bir parça
onu salıverdiğim için üzgündü.
Geniş, düz, beyaz taş döşeli yola ulaşmıştım. Bu Kay-
nak'tan dağın eteklerine ve aşağıdaki, uzun zaman önce terk
edilmiş, tek varlık sebebi Kaynak ve Üniversite'yi beslemek
olan şehre giden anayol olmalıydı. Bu yol büyünün kanatları
üzerinde süzülen tekersiz yük arabaları, saygılarını sunmak, ri-
calarda bulunmak, Universite'ye giden kızlarını ve oğullarını
ziyaret etmek için gelen asillerin egzotik ve süslü binek araba-
larıyla tıka basa dolu olmalıydı.
Kıvrılan, dolambaçlı, gecenin içinde beyaz bir kurdele gibi
parlayan yola baktım ve bir an sonra üzerinde karanlık bir
şeklin ilerlediğini, kenarda kalmak dışında önlem almadığını
gördüm. Çok uzakta değildi ve yavaş hareket ediyordu. Yükü-
nün, yola çıkarken hayal ettiğnden daha ağır olması gerektiği-
ni tahmin ettim. Hâlâ yalnız olduğunu görünce sevinmiştim.
Teddy'yi saymıyordum, elbette.
Peşinden seğirttim, yolum artık göreceli olarak rahattı.
167
KARAKJLIÇin MİRASI
W Flektronik not defterimi ceketimin cebinden çıkardım; da-
önce oraya yerleştirdiğim için Almin'e teşekkür ettim, çün-
L] o telaş içinde yanıma almayı akıl edemezdim. Sözcükleri
yazdım.
Karakıhç.
"Evet," dedi Eliza, yazdıklarıma bakarak.
Onunla ne yapıyorsun? Nereye götürüyorsun? diye sor-
dum.
"Üsse," diye yanıt verdi.
O kadar şaşırmıştım ki ona uzun uzun baktım ve yazmayı
unuttum.
"Babam yanılıyor," dedi alçak, kararlı bir sesle, ayaklarının
dibindeki kılıca bakarak. "Bu onun hatası değil." Onu sadakat-
le savunuyor, bana meydan okurcasına, sanki ben babasını
suçlamışım gibi bakıyordu. "Onu tanımıyorsun! İnsanlara gü-
venmeyi güç buluyorsa, onu suçlayabilir misin? Güvendiği in-
sanlar ona tekrar tekrar ihanet etti."
O kadar basit değildi, ama onu savunmasına saygı duyu-
yordum.
"Kılıcı üsse götürüyorum, Yeryüzü'ne götürmeleri için Sınır
Devriyesi'ne teslim edeceğim. O zaman insanlar bizi rahat bı-
rakacak ve yaşamlarımız bir kez daha huzurlu olacak. Ve kılıç
gittiği zaman, kimse babamı bir daha incitmeyecek."
O yaşama, kendisi için boş, yalıtılmış ve bu terk edilmiş
dünyada yalnız olacak o yaşama kavuşmak için can atan kara
gözlerinde yaşların parladığını gördüm. O anda onun cömert,
asil ruhunu gördüm ve ona âşık oldum. Bunu ona söyleye-
mezdim. Ondan faydalanmak adil olmazdı. Ama sessizce ru-
humu ve yüreğimi onun hizmetine adadım, tıpkı o diğer ya-
169
niARSARJf U/EIS & 1"RACY HlCKjnAn
samda Katalist'in ruhunu ve yüreğini kraliçesinin hizmetin
adadığını bildiğim gibi.
Üsten nasıl haberin oldu? diye yazdım.
"Oraya gittim," dedi şaşkınlığıma gülümseyerek. "Simkin
gösterdi bana. Bu gece kılıcı oraya götürmek onun fikriydi."
Ayıyı kucakladı, başını okşadı.
"Ah, üste kimse beni görmedi," dedi. "Bundan emin ol-
dum. Simkin beni görünmez kılmak için büyüsünü kullandı
Kasaların üzerine oturup insanların gelip gitmesini izler, ko-
nuşmalarını dinlerdim. Annem ve babam kütüphanede ders
çalıştığımı düşünürken ben saatlerce bunu yapardım." Yara-
mazca sırıttı. "Uzay gemilerinin ateş fışkırtarak ve gökgürültü-
sü gibi gürleyerek havalanmasını izlerdim. Simkin Yeryüzü'ne
gittiklerini söylerdi. Onlardan birine binmenin nasıl olacağını
hayal ederdim. Dün, sen ve Peder Şaryon geldiğinizde düşün-
düm ki..."
Gülümsemesi soldu. Kararlılıkla hayallerini gömdü. "Yanıl-
mışım," dedi ve doğrulacak oldu.
Onu durdurdum. Bir sürü sorum vardı ve çoğu Simkin hak-
kındaydı. Karakılıç'ı vermeyi önermesinin son derece tuhaf ve
hatta belki kötücül olduğunu düşünüyordum. Ama bu sorular
bekleyebilirdi.
Üs buradan çok uzaklct, dedim ona. Bu gece ve yarın, bü-
tün gün yürüsen bile ulaşamazsın. Hele ağır kılıcı taşırken
hiç.
"Bütün yolu yürümeyi düşünmüyordum," dedi, gözlerime
bakmaktan kaçınarak. "Normalde kullandığımız büyülü yolla-
rı kullanamayız, çünkü Karakılıç büyüyü yok ediyor. Simkin
dedi ki sizin... mm... bir hava taşıtınız varmış. Onu yalnızca
ödünç alacaktık. Geri getirecektim. Nasıl çalıştıklarını biliyo-
170
KftRÜKJLIÇin ttlİRİlSI
Daha önce, kimse orada olmadığımı bilmezken bir tane-
sine bindim."
prospero'nun kızı buraya kadar. Cesur yeni dünya onun
için eski şapkaydı.
lütfen eve dön, diye yazdım. Bu yük sana ait değil. Bu ka-
dar ağır gelmesinin sebebi bu. O babanın yükü ve ancak o
onu sırtından atabilir ya da taşımayı seçebilir. Dahası, tehli-
kede olabilirsin.
"Ne?" Şaşkınlık ve inanmazlık içinde bana baktı. "Nasıl? Bu-
rada, Sznır'ın ötesinde Peder Şaryon, anne babam ve bizim dı-
şımızda kimse yok ki?"
Yeterli bir açıklama yapabileceğimi sanmıyordum. Geri
dön. Peder Saryon'la konuş. Dahası, diye ekledim, annen bi-
ze sabahleyin Joram'ın fikrini değiştireceğini söyledi. İncindi-
ği ve öfkelendiği için böyle davranıyor. Üzerinde düşününce,
ne gerekliyse onu yapacak. Karar verme hakkını ondan alma-
malısın.
"Haklısın," dedi Eliza bir an düşündükten sonra. "Kılıcı te-
sadüfen buldum. Bir akşam babam geç kaldı... Smythe denen
o korkunç adamın geldiği günün ertesiydi. Annem endişelen-
di ve beni onu aramaya gönderdi. Her yeri aradım ve babam-
dan iz bulamadım. Onu sonunda bulduğumda, neredeydi der-
sin?"
Başımı iki yana salladım.
"Şapelde," dedi. "Kapıdan içeri girdim ve oradaydı. Başta
düşündüğüm gibi dua etmiyordu. Sunağın altındaki basamağa
oturmuştu ve bu... Karakılıç... dizlerinin üzerindeydi. Ondan
nefret ediyormuş ve tiksiniyormuş, ama aynı zamanda onu se-
viyormuş ve ondan gurur duyuyormuş gibi bakıyordu."
Eliza ürperdi ve pelerinine daha sıkı sarıldı. Onu ısıtmak ve
171
KikR&KILIÇin rflİRfkSI
«vre?" diye sordu Eliza, durup çevresine bakınarak. "Kim
ar orada? Babam mı?"
«Hayır, baban değil! Sessiz ol! Kıpırdama! Nefes bile alma!
k geç" Teddy homurdandı. "Bizi duydular."
Gecenin içinde gümüş rengi ışıldadı. Gümüş cüppelere bü-
rünmüş, başlıklı ve maskeli iki şekil anayolda yürüyordu. Yir-
mi adım uzağımızdaydılar ve hızla yaklaşıyorlardı. Eliza ağzını
açtı. Sessiz kalması için uyarı olarak parmağımı dudaklarına
dokundurdum. Teddy'nin dediği gibi nefes bile almaya cesa-
ret edemeden gölgelerin içinde durduk. Şekiller yürümeye de-
vam edip tam karşımızda durdular.
"Sesleri burada duyduk, efendim," diyordu biri, bir tür ile-
tişim cihazına konuşarak. "Buradan bir yerden geldi. Evet,
efendim, kontrol edeceğiz."
Eliza bana yanaştı. Boş eli benimkini kavradı. Karakılıç'ı
bedenine yasladı. Kolumu ona doladım, sıkı sıkı sanldım ve
çılgınca bizi bulurlarsa, ki her an bulabilirlerdi, ne yapacağı-
mızı düşündüm. Kaçmalı mıydık? Yoksa...
"Almin'in kanı," dedi Simkin sinirle. "Sizi bundan benim
kurtarmam gerek anlaşılan."
Ayı elimde kayboldu. Duman gibi saydam, genç, züppe,
14. Louis döneminden bir asil şekli alarak Teknobüyücülerin
tam önünde belirdi.
"Ah, yani! Yürüyüş yapmak için harika bir gece, değil mi?"
Simkin portakal rengi bir eşarbı tembel tembel havada salladı.
Teknobüyücülerin hakkını teslim etmeliyim. Önlerinde be-
liren hayalet karşısında irkilmeseler insan sayılmazlardı, ama
şaşırtıcı ölçüde sakin kaldılar. Biri, kadın olanı elini gümüş
cüppenin eriyik kumaşının içine soktu, bir parçasını tuttu ve
kumaş bir alete dönüştü.
173
KAR£KILIÇin ITIİRBSI
«Olası değil," diye karşılık verdi adam. "Yankılar başkala-
rın duyduklarını akılsızca tekrarlar. Papağanlar gibi taklit
, jer ve papağanlar gibi bazen zeki oldukları yanılsaması
yaraiırlar-"
Simkin'in yüzündeki ifadeyi tarif edemem. Gözleri yerin-
den fırlamış, ağzı açılıp kapanıyordu. Belki hayatında ilk defa
-ki muhtemelen ölümsüz olduğu düşünülünce, kesinlikle
uZUn bir yaşam olmuştu- sersemlemişti.
Adam yürümeye devam edecek oldu. Kadın şüpheliydi.
Gümüş yüzü Simkin'e döndü.
Simkin ilk belirdiği zamana göre daha da bulanık, havada
asılı duruyordu; bir duman bulutu ve bir nefesle uçup gidecek
gibi görünen portakal rengi ipek.
"Sanırım onu dağıtmalıyız," dedi kadın.
"Emirlere aykırı," diye karşılık verdi adam. "Biri ışık çakma-
sını görebilir ve alarm verebilir. Unutma, o lanet Duuk-tsarith-
ler de burada."
"Sanırım haklısın," diye kabul etti kadın tereddütle.
İkisi Kaynak'a giden anayolda hızla yürümeye başladılar.
Eliza ve ben kıpırdamadan bekledik, Teknobüyücüler işit-
me menzilinden çıkana kadar bekledik.-Eliza konuşacak olun-
ca onu susturdum, çünkü Teknobüyücülerin hızlı ve rahat ha-
reketlerine bakarak bir tür gece görüş aletlerinin olduğunu an-
lamıştım ve işitme duyularını da keskinleştiren aletleri olma-
sından korkuyordum.
Yolda bir inişe girip gözden kayboldukları zaman, ihtiyat-
la daha iyi görebileceğim-yere gittim. Sözlerinden neler olup
bittiğini tahmin edebiliyordum, ama kendim görmeliydim.
Tepede, orada burada, solgun ışıkta gümüş rengi parlayan
şekiller Kaynak'ın çevresini sarmışlar, kararlılıkla ona doğru
175
15
"Bu soytarınız sizi budalahğımzdan kurtaracak.
Bu hoşuma gitti, aklımda tutmalıyım."
SIMK1N; KARAKILIÇIN YAZGISI
Simkin'in düşüncelerimi okuduğunu ve Joram'la diğerleri-
ni tehlike hakkında uyarmaya gittiğini umuyordum. Ama Sim-
kin'in ne kadar kaprisli ve dengesiz olduğunu bildiğimden
uzak bir umuttu bu. Ve Merlyn'in -adı jrile de yazılsa, i ile de-
bizi kurtarmasına güvenebileceğimizi sanmıyordum.
"Acele et!" dedi Eliza, elimi tutup ağaçların arasına çekerek.
"Bu yol daha hızlı! Tarlalardan."
Duvarı aşmak zorundaydık, ama alçak olduğu için zor de-
ğildi. Uzun eteklerin ve pelerinin engellediği Eliza tırmanmak
için iki elini kullanmak zorundaydı. Gözlerime bakarak bir an
duraksadı, sonra kumaştan battaniyesine sarılmış Karakılıç'ı
bana uzattı.
Kılıcın fiziksel yükünden bahsederken neyi kastettiğini he-
men anladım. Kılıç epey ağırdı, çünkü karataş karıştırılmış de-
mirden yapılmıştı ve muazzam fiziksel güce sahip yetişkin bir
erkek tarafından kullanılmak üzere tasarlanmıştı. Ama kılıç ne
KilRftKJLIÇin MİRASI
dığını gördüm. Omuzları ve kollan yorgunlukla yanıyor
İmalıydı. Kılıcın ucu taşlı zemine düştü, metalik bir çınlamay-
la çarptı.
"Devam etmeliyiz," dedi ve teşvik ettiği ben değil kendisiy-
di.
Dinlenmesini sağlamak için kılıcı almayı önermeyi düşünü-
yordum, ki bir patlama her yeri salladı. Yer ayaklarımızın al-
tında ürperdi. Patlama dağların arasında yankılandı ve sonra
söndü.
"O neydi?" diye inledi Eliza.
En ufak fikrim yoktu. Altımızdaki vadide fırtınalar kopu-
yordu, ama bu gökgürültüsü sesi değildi. Fazla keskindi ve
şimşek görmemiştim. Binadan ateş ve duman yükseldiğini
görmekten korkarak başımı kaldırıp Kaynak'a baktım.
Mantık korkularımı yatıştırdı. Kılıcı bulamamışlarsa Tekno-
büyücüler asla Kaynak'ı yok etmezlerdi.
Patlama ve onun getirdiği endişe bize güç verdi. Eliza ve
ben tırmanmaya başlamıştık ki tuhaf bir ses bir kez daha dur-
mamıza sebep oldu. Bu daha yakından gelmişti ve daha kor-
kutucuydu... arkamızdan, çok yakından gelen ayak sesleri.
Saklanacak hiçbir yer olmadan, açıkta yakalanmıştık. Kaça-
cak gücümüz yoktu ve zaten kaçsak da ağır kılıç yüzünden
fazla uzağa gidemezdik.
Ayak seslerini Eliza da benimle aynı anda işitti. İkimiz bir-
den döndük ve -zihin öyle yersiz bir şeydir ki- ilk düşüncem
rahatlama oldu. Teknobüyücüler bizi yakalamışsa, en azından
o lanet tepeye tırmanmak zorunda kalmayacaktım!
Yaklaşan kişi ağaçların oluşturduğu fon üzerinde karanlık
bir gölgeydi, o kadar karanlıktı ki hatlarını ayırtedemiyordum.
En azından, diye düşündüm yüreğim tekrar atmaya başlarken,
179
KARftKJLIÇin mİRASI
, ve kadın ışığı kartın üzerinden hemen çekti. Bir tür ajan-
J. ya da en azından kartın öyle dediğini sanıyordum, ama ne
ajanı, emin değildim.
"Fark etmez. Çalıştığım insanları hiç duymadınız," dedi ka-
dın. "Çok gizli bir organizasyonuzdur."
"Geri dönmeliyim," dedi Eliza, bakışlan dağdan yukarı ka-
yıp, karanlığın içinden evini görmeye çalışarak. "Babam, an-
nem ve Peder Şaryon orada yalnızlar. Ve kılıç yokken tehlike-
deler."
"Kılıç olsa daha büyük tehlikede olurlardı. Yapabileceğin
hiçbir şey yok, Eliza," dedi kadın sessizce.
"Adımı nereden biliyorsun?" Eliza kadına kuşkuyla baktı.
"Ya Reuven'in adını? Onunkini de biliyorsun."
"Dairemizde ikiniz hakkında dosyalar var. Kızma. Herkes
hakkında dosyalarımız var. Adım Scylla," diye devam etti ka-
dın.
CIA, diye düşündüm ya da belki Interpol. FBI ya da Majes-
telerinin Gizli Servisi. Bir tür hükümet dairesi. Tuhaf, çünkü
her zaman hükümet hakkında son derece şüpheci olmama
rağmen, karanlığın içinde dururken büyük ve güçlü bir orga-
nizasyonun bize gözkulak olduğunu düşünmek son derece ra-
hatlatıcı gelmişti.
"Bakın, bunun için gerçekten zamanımız var mı?" diyordu
Scylla. "Kılıcı güvenli bir yere götürmelisiniz."
"Evet," dedi Eliza. "Güvenli bir yer. Babamın yanı. Ben eve
gidiyorum." Kılıcı kaldırdı ya da en azından kaldırmaya çalış-
tı. Kılıç her zamankinden de ağır görünüyordu.
Scylla Eliza'ya, belki onu tartarak baktı; ciddi olup olmadı-
ğını anlamaya çalıştı. Eliza'nın solgun, sert ve kararlı yüzüne
fırlatılan bir bakış, Scylla'nın da görmüş olması gerektiği gibi,
181
KARAKJLIÇin IHİRftSI
•i'k vapışml?> kanımı emiyordu. Kılıcın benden bir şey çek-
?üini hissettim, daha önce sahip olduğumun farkına bile var-
di£ırn ^r §eY' <-)nc^an kurtulmak istiyordum, ama Eliza'nm
vasini ve güvenini kaybetmeden yapamazdım bunu. O kılı-
kabus gibi dokunuşuna dayanabiliyorsa, onun hatırına ben
de dayanabilirdim.
Scylla hava taşıtını kaldırdı, dimdik yükselmesini sağladı ve
tepeden yukarı, rüzgar gibi hızla uçtuk. Eliza gözlerini ön ca-
ma dikmiş, evini görmeye çalışıyordu.
Bahçeye yaklaştık, sonra bina görüş alanına girdi. Scylla
hava taşıtının motorunu durdurdu. Araba sessizce bahçe duva-
rının üzerinde, benim aşmaya çalışırken düştüğüm yerin yakı-
nında süzüldü.
Ne beklediğimi bilmiyorum... binanın Teknobüyücülerce
sarılmış olmasından, çatıdan fışkıran alevlere kadar her şey.
Ama beklemediğim, binayı karanlık, sessiz ve ayrılırken bırak-
tığım kadar huzura görünür bulmaktı.
Hava taşıtı ilerledi, ağır, eğik başlı çiçeklerin üzerinde sü-'
züldü. Arka kapının biraz uzağında durdu.
"Burada kimse yok!" diye haykırdı Eliza, heyecan içinde
elimi tutarak. "Gelmemişler! Ya da belki onlardan önce biz
geldik! Kapıyı aç, Reuven!"
Elim düğmenin üzerindeydi.
"Geldiler," dedi Scylla. "Geldiler ve gittiler. Bitti."
"Yanılıyorsun!" diye haykırdı Eliza. "Sen nereden biliyor-
sun? Bilemezsin... Reuven kapıyı aç!"
Çılgına dönmüştü. Düğmeye bastım. Kapı açıldı. Eliza dışa-
rı kaydı. Hâlâ kucağımda olan Karakılıç'ı almak için döndü.
"Kılıcı arabada bırakmalısın," diye tavsiyede buludu Scylla,
dışarı çıkarak. "Burada güvende olur. Ona daha sonra ihtiya-
183
KARâKİLIÇin mİRASI
yolda alabilirdi. İki bebekten şeker almaktan farkı olmazdı.
"Umarım haklısındır," dedi Eliza hararetle. Kapıyı kapattı
ve ben kilitledim. Kumaşına sarınmış Karakılıç hava taşıtının
arka koltuğunda yatıyordu.
Ben ondan kurtulduğum için memnundum. Daha güçlü
hissediyordum, bitkinliğim azalmıştı. Daha umutluydum. Eliza
da bir yükten kurtulmuş gibi görünüyordu. Scylla'nın peşinden
seğirttik ve tam benim çıktığım kapıdan girerken yetiştik ona.
Koridor karanlık ve sessizdi. Belki de aşırı heyecanlı hayal
gücüm yüzündendi, ama sessizlikte bir soğukluk duygusu var-
di. Uykudaki bir evin mutlu sessizliği değildi. Boş bir evin ses-
sizliğiydi. Havada bir duman kokusu asılıydı. Odama geldik.
Kapı aralıktı, oysa çıkarken kapattığımı çok iyi hatırlıyordum.
Kapıya yaklaştım, içeri baktım ve yerimde kalakaldım.
Yatak dev pençeler tarafından yırtılmış gibi görünüyordu.
Şiltede uzun yarıklar açılmıştı. Tüy yığınları yerde yatıyordu.
Sırt çantam yırtılarak açılmış, giysilerim odaya saçılmıştı. Diğer
eşyalarım -traş takımı, tarak, fırça- her yere atılmıştı.
"Görüyorsunuz," dedi Scylla. "Karakılıç'ı arıyorlar."
Ümitsizlikle nefesim kesildi. Saryon'un odasına koştum.
Eliza sersemlemiş bir biçimde koridorda duruyor, hayretle da-
ğınıklığa bakıyordu.
Efendimin kapısı ardına dek açıktı. Onun yatağı da parça-
lanmış, eşyaları ezilmiş, saçılmıştı. Orada değildi, ama bu iyi
miydi, kötü mü, bilemiyordum.
Eliza vahşi ve anlaşılmaz bir feryatla koridorda koşarak ya-
şadıkları odalara yöneldi. Onu takip ettim. Adrenalin düzeyim
artmış, bitkin bacaklarımı harekete geçirmişti.
Scylla üzüntüyle başını iki yana sallayarak yavaşça arkadan
geldi.
I8S
KARÖKILIÇin ITIİRASI
gabari yaralandı."
«yarası.- çok mu kötü?" diye sordu Eliza.
«Korkarım öyle. Ama Peder Şaryon yanında. Annenin zarar
ördüğünü sanmıyorum."
'.'Sanmıyorsun.' Bilmiyor musun?" diye haykırdı Eliza. Sesi
kırıldı; yine öksürdü. Duman boğazlarımızı yakıyor, gözlerimi-
zi yaşartıyordu. İkimiz de öksürüyorduk... ama Mosiah öksür-
üyordu.
"Hayır. Annene ne olduğunu kesin olarak bilmiyorum," di-
ye yanıt verdi Mosiah. "Her şey çok karışıktı. En azından ara-
dıkları şeyi bulamadılar. Karakılıç'ı bulamadılar. Onu götür-
mekle akıllılık ettin." Mosiah'ın bakışları benden Eliza'ya kay-
dı. Gözleri kısıldı, sesi yumuşadı. "O nerede?"
"Güvende," diye yanıt verdi Scylla, koridordaki gölgeler-
den çıkarak.
Mosiah'ın başı hızla döndü. "Sen de kimsin?"
"Scylla," diye yanıt verdi kadın, sanki bilinmesi gereken tek
şey buymuş gibi. Uzun adımlarla yürüyerek odaya girdi, çev-
reye bakındı. Kimlik kartını yine gösterdi.
Mosiah kartı iyice inceledi. Alnı kırıştı. "Bu organizasyonu
hiç duymadım. CIA'nın parçası mısınız?"
"Öyle olsaydık bile, sana söyleyemezdim, değil mi?" dedi
Scylla, kartı kaldırarak. "Siz Duuk-tsaritblerin Joram'ı korudu-
ğunuzu sanıyordum. Ne oldu? Bu gece izne mi çıktınız?"
Mosiah kızmıştı. Dudakları gerildi. "Joram'a saldırmalarını
beklemiyorduk. İstedikleri şeyi almaları olasıyken neden sal-
dırsınlar ki?"
"Ah, ama alamayacaklanm biliyorlardı," dedi Scylla. "Ke-
von Smythe bir kez burayı ziyaret etti. O sandalyeye ya da on-
dan kalanlara oturdu. Bu sana ipucu veriyor mu?"
187
KftRAKJUÇin IrlİRflSI
rıvordu. Joram'm onu vermeyi reddettiğini Teknobüyü-
kadar iyi biliyorlardu. Bütün bu korkunç güçleri, sıradan
da gizemli, korkunç yöntemlerini düşündüm. Kılıcı arıyor-
dı ve Eüza ile ben masum masum burunlarının dibinden kı-
ı alıp gitmiştik. Ürperdim. Tehlikede olabileceğimizi tahmin
tmiştim. Ama ne kadar büyük bir tehlikede olabileceğimizi
hiç fark etmemiştim. Joram ve Karakılıç'a ihtiyaçları vardı. Ka-
lanımızdan vazgeçilebilirdi.
"Demek diğer Duuk-tsarithler kendilerine özgü küçük bir
hazine avına çıktılar ve seni tek başına nöbet tutmaya bıraktı-
lar. Kılıcın başka yerde olduğunu nereden... dur! Biliyoaım."
Scylla Eliza'ya baktı. "Karakılıç yerinden oynatılmıştı. Varlığını
sezemiyor olsanız da yokluğunu sezdiniz. Pekala. Yalnızdın.
Ve sonra Teknobüyücüler geldi."
"Evet, geldiler," dedi Mosiah ters ters. "Ondan sonra anla-
tacak çok şey olmadı." Onunla eğleniyor görünen Scylla'yı
görmezden gelerek Eliza'ya hitap etti. "Bunu söyleyeceğimi
hiç düşünmezdim, ama bizi uyardığı için o aptal Simkin'e te-
şekkür etmeliyiz."
Eliza'yla bakıştık. "Biliyordum," dedi. Sesi öyle alçak çık-
mıştı ki yalnızca ben duydum.
"Joram uyuyamıyordu," diye devam etti Mosiah. "Yürüyü-
şe çıkmış, koyunların yanma gitmişti ve henüz dönmüştü. An-
nen onu bekliyordu. Konuştular. Onları yalnız bıraktım," dedi
Eliza'nm suçlayıcı bakışlarına yanıt olarak. "Mahremiyetlerini
ihlal etmedim. Belki, orada olsaydım..." Omuzlarını silkti.
"Fark etmezdi," dedi Scylla sessizce.
"Sanınm etmezdi. Joram'ın Simkin! diye haykırdığını duy-
duğumda oturma odasındaydım. Döndüm. Hâlâ büyülü Kori-
dorlardaydım. Simkin'in sulandırılmış bir versiyonunun o saç-
189
KARAKJLIÇin ITIİRftSI
Koridorlan yok ederdi."
"Onun için özel bir kın tasarlamıştık," dedi Mosiah. "Kara-
. ılC o kının içindeyken rahatlıkla nakledebilirdik. Joram red-
detti elbette. Bana kılıcı vermeyecekti. Düşündüm ki... her za-
manki gibi inatçılık ettiğini düşündüm. Bana kılıcı veremeye-
ceğinden haberim yoktu. O zaman kimin aldığını bildiğini ya
da tahmin ettiğini bilmiyordum."
Mosiah başım kaldırdı, Eliza'ya baktı. "Bana güvenseydi.
Bana gerçeği söyleseydi... biliyorum. Neden söylesindi ki? O
noktada gizli gizli onu gözetlediğim açıktı.
"Bundan sonra, anlatacak çok şey yok. Birkaç dakika için-
de üç D'karn-darah yatak odasına girdi. Evin diğer kısımların-
da daha fazlasının olduğunu duyabiliyorduk. Sonra bir başka-
sı Peder Saryon'u sürükleyerek geldi. O iyiydi," diye temin et-
ti beni Mosiah ve hafifçe gülümsedi. "O zorlu bir adam, Re-
uven. Bizi gördüğü zaman iyi kalpli pederin söylediği ilk şey,
'Onlara verme, Joram!' oldu.
" D'karn-darablaı Karakılıç'ı talep etti. Joram reddetti. Ona,
kılıcı vermezse sevdiklerinin acı çektiğini göreceğini söyledi-
ler. Gwendolyn'i yakalamışlardı. Joram ne yapacaktı? İstese bi-
le kılıcı vermezdi, çünkü onda değildi.
'"Beni alın,' dedi. Onlarla pazarlık yapmaya çalıştı. 'Bırakın
karım ve Peder Şaryon gitsin. Beni alın, size kılıcı nereye sak-
ladığımı söyleyeyim.'
"Böyle bir pazarlığı kabul edeceklerinden kuşkuluyum.
Bütün kartlar onlardayken değil, ama bilemezdik. O anda ya-
tağın üzerinde duran oyuncak ayı uçtu ve Gwen'i tutan
D'karn-darah 'a çarptı."
"İyi, ihtiyar Simkin," dedi Scylla gülümseyerek.
"Evet, iyi, ihtiyar Simkin," diye yankıladı Mosiah kuru ku-
191
KARftKJLIÇin tnİBÜSI
emlettiler. Sonra iğneler sapladılar. Akapunktur olarak bi-
l'nen uygulama hakkında kitaplar okumuşsundur. Bölgesel
-mastezi yaratmak için özel yerlere iğneler batırılır. D'karn-da-
rahlar aksini geliştirdiler. Her iğneye elektrobüyü yüklenmiş-
tir Bedende yarattığı uyarı sıradışı ölçüde acı verici ve kuvvet-
ten düşürücüdür. Ama acı geçicidir ve iğne çekildiği zaman
yok olur. Ama o zamana kadar kişi savunmasız bir duruma
düşer. Joram altedildiği zaman onu alıp götürdüler. Peder Şar-
yon ona eşlik etmesine izin verilmesini istedi ve elbette fazla-
dan bir rehine buldukları için memnun oldular."
"Sen kaçtın," dedi Scylla.
"Yapabileceğim hiçbir şey yoktu," diye karşılık verdi Mosi-
ah soğuk soğuk. "Ben de yakalanma riskine girdim ve beni
canlı tutmak için hiçbir sebepleri yok. Hayatımı boşu boşuna
harcamaktansa hayatta kalıp onlarla savaşmamın daha faydalı
olacağını düşündüm."
Eliza babasının çektiği işkence tarif edilirken solmuştu,
ama güçlü ve sessiz duruyordu. "Anneme ne oldu?" diye sor-
du, sesi hafifçe titreyerek. Kontrolünü kaybetmemek için bü-
yük mücadele veriyordu.
"Bilmiyorum," diye itiraf etti Mosiah. "Tahmin etmem gere-
kirse, D'karn-darahlann onu yakaladığını söylerdim. Ama öy-
le olsa..." Düşünceli göründü, sonra çaresizce omuzlarını silk-
ti. "Bilmiyorum."
"Sen biliyor musun?" Eliza Scylla'ya dönmüştü.
"Ben mi? Nereden bileyim?" dedi Scylla, sorulmasına bile
çok şaşırmış gibi. "Burada değildim. Ama keşke olsaydım." Ol-
dukça ciddi görünüyordu.
"Eh, şimdi ne yapacağız?" Eliza sakindi, aşırı sakin. Ellerini
kenetlemiş, parmaklarını birbirine dolamış, boğumları bembe-
193
194
"Hayır," dedi Mosiah. "Vermeyeceksin."
16
"Şimdi oyun gerçekten başlıyor."
SIMKIN; KARAKILIÇINDÖVÜLÜŞÜ
"Onlara vereceğim," diye karşı çıktı Eliza. "Beni durdurma-
yacaksın. Karaküıç'ı asla almamalıydım. Onunla ne yaptıklan
fark etmez..."
"Eder," dedi Mosiah. "Onu dünyayı köleleştirmek için kul-
lanacaklar."
"Önemi olan tek şey babamın hayatı," diye ısrar etti Eliza
inatla.
Durduğu yerde sallanıyordu. Bitkindi, gücü tükenmek üze-
reydi. Oturacak hiçbir yer yoktu; odadaki bütün mobilyalar
parçalanmıştı. Scylla kolunu genç kadına doladı, onu kucakla-
dı.
"Şimdi çok iç karartıcı göründüğünü biliyoaım, Eliza, ama
olaylar göründüğü kadar kötü değil. Bir fincan çaydan sonra
daha iyi hissedeceğiz. Reuven, oturacak birşeyler bul."
Talimatı yüksek sesle söylememişti. İşaret diliyle anlatmış-
tı! Gülümseyerek, delinmiş kaşını, Bak, seni tanıyorum! derce-
sine kaldırdı.
KARftKJLIÇln rriİRASI
Kendimi kontrol ettirmeye çalıştım, çünkü kolay kolay göz-
slarına teslim olmam. Çocukluğumdan beri ağladığımı sanmı-
orum- Kendimden utanmış gibiydim. Sonunda kendimi bırak-
maya zorladım, ama yaşadığım duygu patlaması iyi gelmişti,
boşalmamı sağlamıştı. Daha sakin ve tuhaf bir biçimde dinlen-
miş hissediyordum. Her ne gelecekse, başa çıkmaya hazırdım.
Dört tabure aldım, çubuklarından kollarıma astım ve geri
döndüm.
Çalışan tek kişi olmadığımı gördüm. Yanık mobilyalar Mo-
siah ya da büyüsü tarafından dışarı taşınmıştı. Odadaki duman
açılıyordu, soğuk sabah esintisi tarafından süpürülüyordu. Şö-
minede ateş yanıyordu. Eğilmiş olmasına rağmen yıkımdan
kurtulmuş bir çaydanlıkta su ısınıyordu. Scylla çatlak bir dem-
liğe çay yapraklan dolduruyordu. Eliza kırık çömlekler arasın-
da sağlam kalmış fincan arıyordu. İçeri girdiğim zaman solgun
bir gülümsemeyle bana baktı. O da yapacak bir şey bulduğu
için daha iyi hissediyormuş gibi görünüyordu.
Geniş, kırık bir tabağın yarısını kaldırdığı zaman Teddy'nin
altında yattığını gördü.
Ayı kötü durumdaydı. Bir kolu tamamen kopmuş, bir gö-
zü eksikti. Sağ bacağı bir iplikle asılı duruyordu, dolgu malze-
mesi yırtıklardan fırlamıştı. Portakal rengi eşarbı lime lime ol-
muş, kararmıştı.
"Zavallı Teddy!" dedi Eliza. Eziyet görmüş ayıyı kollarına
aldı ve ağlamaya başladı.
Kız o âna kadar cesaretle dayanmıştı. Onun boşalma ânı
buydu.
Mosiah çarpık bir gülümsemeyle bir şey söyleyecek oldu,
ama Scylla bir bakışla, başını iki yana sallayarak susturdu onu.
Mosiah kesinlikle Scylla'dan emir alacak değildi ve ne diye-
197
KARftKJLIÇin mİRfkSI
ınca Teddy'nin siyah düğme gözü ateş ışığında parladı ve
dik dik Scylla'ya baktı.
"Beni bir araya getir, olmaz mı? Aferin cici çocuk." Teddy
Eliza'yla konuşuyordu, ama Scylla'ya bakmaya devam ediyor-
du.
"Kendini sen topla, aptal!" dedi Mosiah sinirle. "Eliza'yı ra-
hat bırak."
"Hayır, önemli değil," dedi Eliza.
Annesinin bir köşeye fırlatılmış iş sepetini buldu, sepeti ve
saçılmış malzemeleri alırken dudakları bir anlığına gerilse de
kendini kontrol altına aldı. Tabureye oturarak sakat ayıyı ku-
cağına koydu, pamuklarını doldurdu ve kolunu dikmeye baş-
ladı.
Eliza bakmazken Teddy alayla, tahammül edilmez bir bi-
çimde gülüyor, anlamlı sesler çıkarıyordu... özellikle de kız
pamukları içine doldururken. Öyle ki onu paramparça edebi-
lirdim. Ama siyah düğme bakışları .Scylla'ya takıldığı zaman bu
soytarılığı kesiyordu.
Kısa bacaklı taburelere oturduk, onları ateşe yaklaştırdık.
Eliza çayını yudumlayarak Teddy'yi dikti.
"Daha ne kadar beklememiz gerekecek?" diye sordu, sakin
konuşmaya çalışarak.
"Fazla değil," diye yanıt verdi Mosiah.
"General Boris'in keşif raporlarına bakılırsa Hch'nyvler
kırk sekiz saat içinde Yeryüzü ve Thimhallan'a saldırı menzi-
linde olacak," dedi Scylla.
"O zamandan önce Teknobüyücüler Karakılıç'ı alıp Yeryü-
zü'ne götürmeliler," diye ekledi Mosiah.
Eliza bana baktı ve yüzü hafifçe kızardı. "Demek bu... dış-
dünyalılar gerçekten de bir tehdit, öyle mi? Bir oyun değil?
199
KüRiuuuçın rfliRası
Buna itiraz edecek gibi görününce ayağımı üstüne koydum
Hç de nazikçe olmayan bir hareketle taburemin altına tek-
meledim.
Eliza'ya daha önce hayran olmamışsam bile şimdi olurdum.
Bitkindi, korku içindeydi, yaslıydı, endişeliydi. Anne babasının
ve Peder Saryon'un ele geçirilmesinden sorumlu olan adamın
5u olduğunun farkındaydı. Yine de, açık bir öfke gösterisinin
yalnızca kendini alçaltacağını ve düşmanını asla etkilemeyece-
ğini bilen bir kraliçenin vakur tedbirliliğiyle yüzleşti onunla.
Anılarımda o âna geri döndüğümde onu altın renklerine
bürünmüş, Teknobüyücü'nün hologramının zayıf ışığı karşı-
sında ışıldarken görüyorum. Yalvarıp yakarmadı, bunlann fay-
dasız olacağını biliyordu. Ona, aşağılık bir davetsiz misafire
sorulabilecek şeyi sordu.
"Ne istiyorsunuz, bayım?"
Adam takım elbise giymemişti, üzerinde, daha sonra Khan-
dic Bilgelerin tören cüppesi olduğunu öğrendiğim beyaz bir
cüppe vardı. Kol yenlerinde, eteklerinde ve boynunda minik,
kare desenli metal işlemeler vardı. Bunlar ışık vurdukça pırıl-
dıyor, yanıp sönüyordu. O sırada bunların yalnızca süs oldu-
ğunu düşünmüştüm.
Kevon Smythe yaltaklanırcasına gülümsedi. "Madem konu-
ya bu kadar çabuk girdiniz, küçükhanım, kısaca aktaracağım.
Babanız bizimle. Bizim konuğumuz. İhtiyacımızın çok büyük
olduğunu bildiği için kendi isteğiyle geldi. Evden telaşla ayrıl-
dı ve ne yazık ki çok sevdiği bir nesneyi getirmeyi unuttu. O
nesne Karakılıç. Yokluğu onu çok üzüyor. Yanlış ellere düşe-
bileceğinden ve hesap edilemez ölçüde çok zarara yol açabi-
leceğinden korkuyor. Onun yanında, güvende olmasını isti-
yor. Bize Karakılıç'ı nerede bulabileceğimizi söylerseniz, Eliza
201
KflRAKJLIÇin irlİRASI
narak almamız için izin verdi."
Eliza'nın kirpikleri yaşlarla ıslanmıştı, ama kendini kontrol
etmeyi başardı. "Böyle bir şey söyleyeceğini düşünüyorsanız
babamı tanımıyorsunuz. Buna inanacağımı düşünüyorsanız
beni tanımıyorsunuz. Çıkın dışarı."
Kevon Smythe başını teslim olmuş bir tavırla iki yana sal-
ladı, sonra başını çevirip bana baktı. "Reuven, seni yeniden
görmek güzel, ama üzülerek söylüyorum, üzücü koşullar altın-
da görüşüyoaız. Öyle görünüyor ki Peder Şaryon kötü bir has-
talığa yakalandı ve hemen Yeryüzü'nde tedavi altına alınmaz-
sa bu onun ölümüne yol açabilir. Doktorlarımız ona otuz altı
saat ömür biçti. İyi pederi bilirsin, Reuven. Joram olmadan git-
mez ve Joram da Karakıhç olmadan gitmiyor. Senin yerinde
olsaydım, her nereye gizlenmiş olursa olsun, onu bulmak için
elimden geleni yapardım."
Bakışları yine Eliza'ya kaydı. "Karakılıç'ı Zith-el şehrine ge-
tirin. Doğuyolu Kapısı'na gelin. Biri sizi bekliyor olacak."
İmge yok oldu. Mosiah şöminenin iç tarafına yerleştirilmiş
olan hologram projektörünü çıkardı. Bir taş gevşetilip alınmış,
yerine projektör konulmuştu. Aleti yere fırlattı.
"Orada olduğunu biliyordun," dedi Scylla.
"Evet. Bizimle iletişim kurmak için bir yolları olmak zoam-
daydı. Siz gelmeden önce buldum."
Scylla çizmeli ayağını üzerine indirdi ve aleti ezdi. "Başka
dinleme aygıtı var mı?"
"Onları kaldırdım. Bunu bırakmaya karar verdim. Ne söy-
leyeceğini duymak zorundaydık. Zith-el," diye düşündü. "De-
mek Joram'ı Zith'el'e götürmüşler."
"Evet." Scylla ellerini kalçalarına vurdu. "Şimdi plan yapa-
biliriz."
203
KARaKJLIÇin rrlİRASI
vthe'e götüreceğim ve babamla Peder Saryon'u serbest bı-
kma sözünü tutmasını umacağım. Yalnız gideceğim..."
Israrlı bir hareket yaparak dikkatini çektim. Cümlesini de-
-jstirdi. "Reuven ve ben birlikte gideceğiz. Siz, ikiniz burada
kalacaksınız."
"Sana doğruyu söyledim, Eliza," dedi Scylla. "Ben Karakı-
lıç'ı istemiyorum. Onu kullanabilecek yalnızca tek insan var ve
o da kılıcı döven."
Scylla aniden Eliza'nın önünde tek dizinin üzerine çöktü.
Dua eder gibi avuçlarını birbirine bastırarak kaldırdı. "Sana söz
veriyorum, Eliza, Almin'in adıyla yemin ediyorum, Joram'ı kur-
tarmak ve Karakılıç'ı ona iade etmek için elimden gelen her
şeyi yapacağım."
Scylla'nın -asker kıyafetleri ve kısa saçlarıyla- orada diz
çöktüğünü görmek başta gülünç geldi. Sonra aklıma bir kez
gördüğüm, kralına görev yemini eden Arclı Joan'm resmi gel-
di. Scylla da aynı kutsal ateşle yanıyordu, öylesine parlak ve
berraktı ki asker giysileri yok oldu ve onu parlak zırhlara bü-
rünmüş, kraliçesine hizmetlerini sunarken gördüm.
İmge yalnızca bir an sürdü, ama bütün detaylarıyla zihnim-
de canlanmıştı. Taht odasını, Merilon krallığının taht odasını
gördüm. Kristal taht, kristal kürsü, kristal sandalyeler, kristal
sütunlar... odadaki her şey saydamdı, tek gerçeklik altın elbi-
sesi içinde, o saydam platformun üzerinde duran, yükselmiş,
yücelmiş kraliçeydi. Önündeyse diz çökmüş, gümüş zırhı için-
de başını kaldırmış şövalyesi.
Ve yalnız değildim. İmgeyi Mosiah da görüyordu ya da ben
öyle sanıyordum. Bir şey gördüğü kesindi, çünkü Scylla'ya hu-
şu içinde bakıyordu. "Bu nasıl bir oyun?" diye mırıldandığını
işittim.
205
KARAKJUÇin MİRASI
?vle bir girişimi ilk savunan ben olurdum. Ama sağlamaya-
u Bu imkansız. Kuşkusuz bunu görebiliyorsundur, değil
rni?"
"Söylediklerin aklayakın geliyor, Mosiah," diye kabul etti
Eliza. "Ama Karakılıç benim değil ve onunla ilgili kararlan ben
alamam. Kılıcı babama götüreceğim. Bunu Smythe'e açıkça
ifade edeceğim. Kılıç'la ne yapacağına babam karar verecek."
"Karakılıç'ı kasvetli ve kötücül yaratıcısının ellerine yerleş-
tir, neler olduğunu görünce şaşıracaksın," dedi taburemin al-
tından, mezardan gelir gibi bir ses. "Kişisel olarak, ben onun
kılıcı dostum Merlyn'e vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Merlyn'i tanıdığımı söylemiştim, değil mi? Onu o küflü meza-
rının çevresinde takılırken bulabilirsiniz. Oldukça iç sıkıcı bir
yer. Orada ne bulduğunu anlamıyorum. Merlyn birkaç yıldır
kılıç arıyordu kendine. Budalanın teki onunkini göle atmış. Bu
o değil, ama ihtiyar delikanlı artık biraz bunadı ve muhteme-
len farkı anlamaz."
Teddy'yi unutmuştuk.
Onu yerinden çıkardım, tozlanmış ve kızgındı, ama bunun
dışında zarar görmemişti.
"Simkin'in hakkı var," dedim işaret diliyle. "Merlyn hakkın-
da değil," diye ekledim telaşla. "Joram hakkında. Karakılıç Jo-
ram'ın ellerindeyken Teknobüyücüleri altetmek için kullanabi-
lir."
"Bu Karakılıç'ın büyüyle güçlendirilmiş olmadığını unuttun
mu? Hiçbir katalist ona Yaşam vermedi. Karakılıç'ın Joram'ın
eline yaklaşması şansı bile yok," dedi Mosiah acı acı. "Kevon
Smythe onu ele geçirecek ve sonumuz gelecek. Budalaca bir
yolculuğa çıkıyoruz."
"Tıpkı eski zamanlardaki gibi," dedi Teddy nostaljik bir iç
207
KARftKJLIÇin miRfısı
"Peki dostların, Duuk-tsaritblerm kalanı bize orada mı ka-
lacak?" diye sordu Scylla, minik altın bir halka takılmış kaşı-
m kaldırarak.
Mosiah pencereden dışarı, uzağa, yalnızca kendisinin göre-
bildiği uzaklara baktı. "Zith-el'de Yaşam yok," dedi yumuşak
sesle. "Yalnızca ölüm. Halkımızdan sayısız insan depremler
vurduğu, yer kaydığı ve binaları devirdiği zaman orada öldü.
Gömülmeden kaldılar, ruhları huzursuz, neden öldüklerini bil-
mek istiyorlar. Hayır, Duuk-tsarithler Zith-el'e gitmeyecek.
Orada boğulurlar, büyüleri boğulur."
"Ama sen gideceksin," dedi Scylla.
"Gideceğim," dedi Mosiah, sesi sertti. "Size söyledim, dost-
larım orada tutsak. Dahası, benim için büyümün boğulup bo-
ğulmamasınm çok önemi yok. Savaştan sonra içimde pek az
Yaşam kaldı. Yolda bir kataliste rastlamadığımız sürece taş at-
mak dışında pek işe yaramayacağım. Sizi savunmam için bana
güvenmeyin!"
Ya da kendini savunmak için, diye düşündüm, Teknobü-
yücülerin onun peşinde olduğunu hatırlayarak.
"Peki sana güvenebileceğimizi nereden bileceğiz?" diye
sordu Eliza.
"Yemininizi edeceğim," dedi Mosiah, "ama bir koşulla. Ka-
rakılıç'ı Joram'a, yaratıcısına iade etmek için elimden geleni
yapacağım. Ama başarısız olursak, o zaman Karakılıç'ı kralıma
götürme hakkına sahip olacağım."
"Başarısız olursan bir kralın olmayacak. Teknobüyücüler
bunun icabına bakacak," dedi Scylla.
Aniden, şaşırtıcı bir şekilde kollarını Mosiah'a dolayıp onu
kucakladı. Mosiah'tan daha uzun boyluydu ve çok daha güç-
lüydü. Kucaklaması Mosiah'm omuzlarını birbirine doğru bas-
209
17
"Ve sonra büyü içimi doldurdu! Çevredeki her şeyin
Yaşam'ı içime akıyor, içimde kabarıyor gibiydi. Yüz kat
daha canlı hissettim!"
MOSİAH; KARAKILIÇIN YAZGISI
Eliza ve ben battaniye ve yiyecek toparlamayı bitirdiğimiz
zaman Scylla hava taşıtını binanın ön tarafına çekmişti bile.
Battaniye ve yiyecekleri arkadaki bagaja yükledik. Bu iş bitin-
ce, dump şaşkın şaşkın hava taşıtına baktık. Dört kişilikti... iki
koltuk önde, iki koltuk arkada. Battaniyesine sarılmış Karakı-
lıç arka koltukta yatıyordu.
"O bagajda gitmeli," dedi Mosiah.
"Hayır," dedi Eliza çabucak. "Görebileceğim bir yerde ol-
masını istiyorum."
"Arkada, yere koy," diye öneride bulundu Scylla.
Eliza kılıcı kavradı, battaniyeye daha sıkı sardı ve arka kol-
tuğun önünde, yere koydu. Mosiah önde, Scylla'mn yanında
yerini aldı... Eliza kılıcı gözünün önünden ayırmak istemiyor-
sa, sanırım Mosiah da Scylla'yı gözünün önünden ayırmak is-
temiyordu. Bu benim işime geliyor, arkada Eliza'yla oturmamı
KARAKJLIÇin iriiRası
tartıamlamak için bu hayvanların ölümlerini kullanmıştı.
Eliza başını ellerinin arasına eğdi, ama ağlamadı. Başı yer-
je ayakta kaldı. Öyle kıpırtısız, öyle katıydı ki korktum. Za-
vallı sessizliğim içinde onu teselli etmek için elimden geleni
yaptım, dokunuşumu hissetmesini sağladım, insan sıcaklığı ve
duygudaşlığının onu sardığını bilmesini sağladım.
Hava taşıtı sesizce tepeden aşağı kaydı ve önümüzde dur-
du. Scylla dışarı çıktı. Mosiah katliama duygusuzca bakarak
arabada kaldı.
"Gelin, Majesteleri," dedi Scylla. "Yapabileceğimiz hiçbir
şey yok."
"Neden?" diye sordu Eliza boğuk bir sesle, başını kaldırma-
dan. "Bunu neden yaptılar?"
"Onlar ölümle besleniyor." Mosiah'ın sesi hava taşıtından
geliyordu. "Karakıhç'ı işte bu şeytanlara götürüyorsun, Eliza.
Bir düşün."
O an ondan nefret ettim. Bunu söylemese de olurdu. Ken-
di evindeki yıkımı gören Eliza neyle yüzyüze olduğunu çok iyi
biliyordu. Ama benim yanıldığım, onun haklı olduğu anlaşıldl.
Kızın gücünü ve niteliklerini benden iyi anlamıştı.
Eliza başını kaldırdı ve kendini toplamıştı, neredeyse sakin-
di. "Yalnız gideceğim. Kılıcı onlara yalnızca ben götürebilirim.
Kalanınız gelmemelisiniz. Çok tehlikeli."
Scylla'nın, Eliza'ya ilişkin hiçbir şey söylemeden, yalnızca
kendi ihtiyaçlarımızdan bahsederek işaret ettiği gibi, bu ola-
mazdı. Hava taşıtını kim sürecekti? Scylla'ya ihtiyacımız vardı.
Reuven'e gelince, Peder Saryon'u Teknobüyücülere bırakmaz-
dım. Ve Mosiah Karakıhç'ı gözünün önünden asla ayırmazdı.
Her birimizin gitmek için kendi sebeplerimiz vardı.
Eliza bütün bunlardaki mantığı sessizce kabul etti, tartışma-
213
KftRfiKJLIÇin ITlİRftSI
konuştular. Hava taşıtı dağdan aşağı süzüldü, Thimhallan'ın iç-
lerine yöneldi.
Eliza'nın rahat etmesini sağladım, ceketimi üzerine örttüm,
bu düşünceli davranış karşılığında solgun bir gülümseme ka-
zandım, ama gözlerini açmadı. Teddy'yi kolunun altına almış,
bir çocuğun yapacağı gibi teselli için kendine bastırmıştı.
Teddy'nin bu imrenilesi durumu kendisinin ayarladığından
emindim, ama Eliza'yı rahatsız etmekten korkarak, ayıyı alma-
ya cesaret edemedim.
Arka koltukta sıkıştığımı hissederek kendi köşeme yerleş-
tim, anlayabildiğim kadarıyla bacak sahibi yaratıkların nakle-
dilmesi için düşünülmemiş bir araçtı bu. Uyumam gerektiğini
biliyordum, çünkü yolculuğun sonunda karşımıza her ne çıka-
caksa, onunla yüzleşmek için dinlenmiş olmam gerektiğini bi-
liyordum.
Gözlerimi kapattım, ama uyuyamadım. Bedenim öyle yo-
rulmuştu ki sinirlerim seğiriyor, zihnim huzursuzca geçen
olayları tarayıp duruyordu.
Peder Saryon'un yanından ayrıldığım için kendimi suçlu
hissediyordum, ama orada olsam ne işe yarayacağımı da bil-
miyordum. Ve en azından Eliza'yı Teknobüyücülerden uzak
durması için uyarmıştım, ama kılıcı oradan ele geçirmiş olsa-
lar Joram, Gwendolyn ve Peder Saryon'u rehin almayabilirler-
di.
Olan oldu, dedim kendi kendime. Sen en iyisini yapmaya
çalıştın.
Zith'el'e ulaştığımız zaman ne yapacağımız hakkında endi-
şelenerek birkaç dakikayı daha boşuna harcadım, çünkü Mo-
siah'ın Eliza'nın Karakılıç'ı teslim etmesine asla izin vermeye-
ceğinden emindim. Kızı durdurmaya mı çalışacaktı? Kılıcı al-
2IS
KURAKjUÇin mİRASI
kışlarını radar ekranına dikmiş, Mosiah ıslak camlardan dı-
şarı bakıyordu.
Talebimi bildirdim. Parlak bir şimşek hepimizi körleştirdi.
Yukarıda gökgürültüsü patladı, gürültü hava taşıtını sarstı.
"Tutamaz mısın?" diye sordu Scylla.
Başımı iki yana salladım. Scylla radar ekranını kontrol etti,
açık bir yer bulup hava taşıtını yere indirdi.
"Onunla gideyim," dedi Mosiah. "Orada, araziyi tanımayan-
lar için tehlikeler vardır."
Bunun için minnettar olduğumu, ama benim yüzümden ıs-
lanmasına gerek olmadığını işaret ettim. Omuzlarını silkti, gü-
lümsedi ve arabanın kapısını açtı.
Ben de benim tarafımdaki kapıyı açtım ve dışarı çıkacak ol-
dum.
"Ne? Ne oluyor?" dedi Eliza uykulu uykulu, gözlerini kırpış-
tırarak.
"Pit stop," dedi Scylla.
"Ne?" diye sordu Eliza.
Utanarak, daha fazlasını dinlemedim.
Rüzgar neredeyse kapıyı elimden koparacaktı, beni de ara-
badan dışarı sürükledi. Tamamen çıkana kadar mücadele et-
tim. Bir anda iliklerime dek ıslandım. Kapıyla güreştim ve so-
nunda kapatmayı başardım. Rüzgarın gücü beni arabanın önü-
ne doğru birkaç adım uçurdu. Mosiah arabayı dolandı. Siyah
cüppesi sırılsıklam olmuş, bedenine yapışıyordu. Rüzgar ve
yağmura karşı etkisiz kalan başlığını arkaya atmıştı. O anda
gerçekten de Yaşam'dan yoksun olduğunu anladım. Birazcık
gücü kalmış hiçbir sihirbaz böyle ıslanmasına izin vermezdi.
"Dikkat et!" diye bağırdı kolumu yakalayarak. "Kij sarma-
şıkları!"
217
KARÜKJLIÇln rflİRİkSI
ayağıyla bir şeyi ezdi. Yağmurla çamurlaşmış zeminde ya-
vaş yava§ sürükleniyordum, parmaklarım tutunmak için tırma-
lıyor, çamurda derin yarıklar açıyordu. Acı yoğundu... damar
arayan dikenin yırtması ve sonra emilen kanın ağrısı.
Mosiah tepemde durmuş, karanlığa bakıyordu. Bir sözcük
söyleyip parmağını uzattı. Bir ışık çakması, bir cızırtı ve şakla-
ma oldu.
Sarmaşık beni bıraktı.
Öne doğru süründüm, ama daha fazla dalın beni yakaladı-
ğını hissettim. Her yönden yılan gibi kıvranarak bileğime ve
ayaklanma dolandılar. Biri kalçama sarıldı.
Hava taşıtı döndü. Arabanın farları altında ölümcül Kij sar-
maşıklarının yürek şeklindeki yapraklarında yağmur damlala-
rının pırıldadığını, korkunç, keskin dikenlerden yansıdığını
görebiliyordum.
"Lanet olsun!" diye küfretti Mosiah ve kızgınlıkla sarmaşığa
baktı. Dönüp hava taşıtma koştu.
Beni terk ettiğini düşündüm... neden, bilmiyorum. İçimden
panik yükseldi, beraberinde bir adrenalin dalgası getirdi. Ken-
dimi kurtaracağım), diye karar verdim. Korkuya teslim olma-
maya, sakin kalmaya ve doğru düzgün düşünmeye çalıştım.
Sahip olduğum tüm güçle ve sahip olduğumu bilmediğim ka-
darıyla bileğimi silkeledim ve sarmaşıkların birinden kurtulma-
yı başardım.
Ama o yalnızca bir taneydi ve en az dört tanesi hâlâ beni
tutuyordu.
Eliza Mosiah'ın emirlerini duymazdan gelerek arabadan
çıktı.
"Karakılıç!" diyordu Mosiah. "Bana Karakılıç'ı uzat! Onu
kurtaracak tek şey o!"
219
KâRftKJLlÇin miRikSi
gisi merhem gibi geldi bana.
"Acı çabucak yok olur," dedi Mosiah. "Ve dikenler zehirli
değildi1"- Deneyimlerimden biliyorum."
"Hatırladığım kadarıyla içlerine dalıp duruyordun," dedi
Teddy yerden. Sesi aksi çıkıyordu. "Seni tekrar tekrar onlara
karşı uyardım..."
"Uyarmadın. Yenebildiklerini söylemiştin," diye hatırladı
Mosiah yarım bir gülümsemeyle.
"Eh, aramızdan birinin yenebildiğim biliyordum," diye mı-
rıldandı Teddy, sonra sesini sinirle yükseltti. "Üzerime damla-
yıp durmanız o kadar gerekli mi?"
"Kij sarmaşıklarına seni vereceğim." dedi Mosiah, Teddy'yi
almak için uzanarak, "ama eminim onların bile damak zevki
vardır." Ayıyı koltuğa koyacak oldu, ama bunun yerine ona
bakakaldı.
"Beni yere bırak!" diye şikayet etti Teddy. "Çimdikliyor-
sun!"
Mosiah ayıyı koltuğa, yanıma oturttu.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu Scylla.
"İyi değil," dedi Teddy homurdanarak.
"Ben Reuven'le konuşuyordum," dedi Scylla sertçe. Panto-
lonumun bacağını kıvırdı ve yaralarımı incelemeye başladı.
Daha iyi olduğumu anlatmak için başımı salladım. Mosi-
ah'ın tahmin ettiği gibi acı azalıyordu. Ama dehşet yerli yerin-
de duaıyordu. O dalların bacaklarımı sıktığını hâlâ hissedebi-
liyordum. Soğuk ve yaşadıklarımın etkisiyle titriyordum.
"O ıslak giysileri değiştirmelisin," dedi Eliza.
"Burada olmaz," diye bildirdi Mosiah. "Şimdi değil."
"Bu sefer sihirbaza katılıyorum," dedi Scylla. "Arabaya bi-
nin, hepiniz. İçeriyi ısıtacağım. Reuven, çıkarabildiklerini çı-
221
KARAKJLIÇin fflİRftSI
Scylla ona bakıp sırıttı. "Peki sen o fırlattığın şimşeği nere-
buldun, Kollukçu? Kol yenine bir tane saklamış miydin?
Rivtinün tükendiğini söylediğini sanmıştım. Yaşam yok." Sah-
kjr hüzünle başını iki yana sallayıp devam etti. "Bir de Ka-
rakıliÇ'1 istiyorsun. İyi düşündün. Ama onunla ne yapacaktın,
merak ediyorum."
"Reuven'i kurtarmak için kullanacaktım," diye yanıt verdi
Mosiah. "Sonra kendimi bir yarasaya dönüştürecektim ve
onunla uçup kaçacaktım, elbette. Yoksa onu ahp bu tanrının
unuttuğu yerde kaçacağımı mı sandın? Hem de beni yakala-
mak için senin altında bir hava taşıtı varken!"
Sırtını kamburlaştırdı, benim giysilerim kadar ıslak cüppe-
sinin içinde büzüldü ve oturdu. Titrediğini belli etmemek için
omuzlannı kaskatı tutuyordu.
"Kılıcın Eliza'nın kullanamayacağı kadar ağır olduğunu sa-
nıyordum," diye ekledi soğuk soğuk. "Yanıldığımı görüyo-
rum."
Scylla yanıt vermedi, ama ensesine hafif bir kırmızılık ya-
yılmaya başladığını görüyordum. Sanırım Mosiah'ı suçladığı
için utanmıştı. Mosiah bize yardım etmek için söz vermişti ve
ondan kuşku duymamız için sebebimiz yoktu. İçinde küçük
bir miktar Yaşam bırakmışsa, bu mantıklıydı. Hiçbir sihirbaz
imkanı varken tamamen tükenmesine izin vermezdi. Mosiah
beni korumak için gönüllü olarak sağanak yağmura çıkmıştı
ve Kij sarmaşıklarına karşı beni uyarmasa o kadar derine gö-
mülebilirdim ki Karakılıç bile beni kurtaramayabilirdi.
Eliza ona bir battaniye önerdi, ama Mosiah başını sertçe iki
yana sallayarak reddetti. Eliza hiçbir şey söylemedi; yüzü sa-
kin ve pürüzsüzdü. Mosiah'a hâlâ güvenmiyordu ve bunun
için özür de dilemiyordu. Battaniyeyi bana sardı, rahat ettiğim-
223
KARİ>KJLIÇin HlİRİkSl
KARÜKJLIÇin MİRASI
"Bu da neydi?" diye sordu Eliza şaşkınlık içinde. "Nereye
gitti?"
«Ben de merak ediyorum." Mosiah yan yan Scylla'ya baktı.
"Daha çok şey merak ediyorum."
Ben de ediyordum. Scylla'nın teorisi doğruysa ve büyü
bunca yıldır Thimhallan'ın altında birikiyorsa... ne olurdu? Bir
etki çok açıktı. Kim kullanabiliyorsa büyü -güçlü ve büyük-
bulabilecekti.
Ama kuşkusuz, diye kendi kendime itiraz ettim, eğer bu
doğruysa, o zaman kuşkusuz Duuk-tsarithler uzun zaman ön-
ce keşfederlerdi.
Belki de keşfetmişlerdi. Belki Karakılıç'ı ele geçirmek için
bu kadar çok çaba göstermelerinin sebebi buydu. Karakılıç
yalnızca Kuyu'nun altında biriken Yaşam'ı yok etmekle kal-
maz, yeni Karakılıç'a Yaşam verilirse, kendi gücü de artardı.
Soruyu aklımda öne arkaya çevirdim, tersyüz ettim, ama
tatminkar bir yanıt bulamadım. Bir yanıt olabilirmiş gibi gelmi-
yordu bana. Kırk sekiz saat içinde bu yerden, bir daha dön-
memek üzere kaçacaktık.
Mosiah başka bir şey söylemedi. Scylla düşüncelere dalmış
görünüyordu. İkisi huzursuz bir sessizliğe gömüldüler. Eliza'ya
ders vermeye devam ettim.
Teddy'nin gitmesiyle rahatlamıştım, ta ki efendimin uyarı-
sını hatırlayana kadar... Simkin'in nerede olduğunu bilmenin
bilmemeye yeğ olduğunu söylemişti.
227
18
"Zith-el'e bu şekilde girmek için taş gibi sinirler gerekir."
KARAKIUÇ MACERALARI
Zith-el'e güneş battıktan epey sonra ulaştık. Güneşin ufuk-
taki parıltısı -gri fırtına bulutlarının altında parlaktı- Ekard sı-
radağlarının karla kaplı zirvelerini tekinsiz bir kırmızıya boya-
mıştı. Bu uğursuz bir işaretti ve yol arkadaşlarım da fark etme-
den geçemedi.
"Thimhallan'daki onca şehir içinde, Yaşam Kuyusu yok
edildiği zaman en büyük zararı gören Zith-el'di," dedi Mosiah
bize. "Zith-el'in binaları gökyüzünde kat kat yükseliyordu. İn-
sanlar yaşayacak yer bulmak için toprağın altında tüneller kaz-
mışlardı. Büyü çekildiği ve korkunç depremler ülkeyi salladı-
ğı zaman binalar devrildi, tüneller yıkıldı. Binlerce kişi ezile-
rek öldü, moloz yığınlarında kısılı kaldılar ya da canlı canlı ye-
re gömüldüler."
Hava taşıtı yavaşladı. Zith-el'in, şehri istilaya karşı koruyan
dış duvarı tamamen görünmez, Yerylizü'nde bizim güç alanı
olarak bildiğimize benzer bir büyü duvarıydı. Duvarın yok ol-
ması gerekirdi.
KAR£KJLIÇin rtlİRASI
Belki olmuştu, belki olmamıştı.
Bilmemizin yolu yoktu ve Kij sarmaşıklarından sonra Thim-
hallan'daki büyünün önceden düşündüğümüz gibi yok oldu-
ğunu düşünüyordum. Teknobüyücülerin "büyü kalıntıları"
lıakkında söylediklerini hatırladım.
Şehrin içinde tek görülebilen bir zamanlar Zith-el'in ünlen-
mesini sağlayan harika Hayvanat Bahçesi'nin parçası olan or-
mandı. Tuhaf bir şekilde, eğer duvar yok olmuşsa, orman ot-
laklara yayılmamıştı.
"Zith-el'de hayatta kalan oldu mu?" diye sordu Eliza. Sesi
gergindi. Mosiah hiçbir suçlayıcı laf etmemişti, ama Thimhal-
lan'ın düşmesine sebep olan adamın kızı savunmaya çekilmiş
olmalıydı.
"Evet," diye yanıt verdi Mosiah, "ve aralarında en talihsiz-
leri de onlardı. Büyü zayıfladığı zaman Hayvanat Bahçesi'nde
yaşayan yaratıklar serbest kaldı ve onları tutsak edenlerden in-
tikam aldılar."
Eliza bir zamanlar yaşamla dolu olan, duvarları artık ölüm-
den başka bir şeyi sarmalamayan şehre baktı. Babasının tari-
hini, neyi, neden yaptığını biliyordu. Joram dürüst davranmış-
tı, zalimlik ölçüsünde dürüst ve anlatırken kendini koruduğu-
nu sanmıyorum. Büyük olasılıkla, kendini başkalarından da
sert yargılamıştı.
Ama Kaynak'ta kapalı, güven içinde yaşayan Eliza babasının
bu dünyaya ve halkına neler yaptığı şeyle yüzleşmek zoaında
kalmamıştı hiç. Peder Şaryon ve ben farklı bir dünyadan imge-
ler getirerek Eliza'nın dinginliğini bozmuştuk. Teknobüyticüler
mutlu yaşamını, evinde, ailesiyle yaşadığı masum keyifleri yok
etmişti. Mosiah'ın sözleri ve Zith'el'in yıkık duvarları babasına
duyduğu inancı sarsmıştı. En kötü, en acı verici şok buydu.
229
KikRaKJLIÇin ITIİRftSI
rini tahmin edebiliyordum. Alçak sesle kendi kendine söyle-
şisi sözler tahminimi doğruladı.
"Neden bir daha dövdü? Neden dünyaya geri gelmek zo-
rundaydı? Ve şimdi onunla ne yapacağım?"
İçini çekerek arkasına yaslandı. Yüzündeki ifade üzgün ve
huzursuzdu.
Ama başka ne seçeneği vardı ki?
Benim görebildiğim kadarıyla yoktu. Yardım sunacak du-
rumda olmadığımdan Eliza'nm kişisel acısını ihlal etmedim.
Thimhallan'a giden isimsiz bir maceracının yazdığı notlan,
Kral Garald'ın yanında sürgüne götürdüğü notlan okudum.
Zith-el en büyük özelliği Thimhallan'daki en harika Hay-
vanat Bahçesi ile çevrili olmasıdır. Başka şehirlerden Hayva-
nat Bahçesi'ni görmek için gelen ziyaretçiler Zith-el'in geliri-
nin büyük kısmını sağlar.
Tarih: Vanjnan Klanlarından bir Finhanish Yaşam Sihir-
bazı olan Zith-el-a YS 352'de doğdu. Aynı klandan birinden,
Trandar'a düzenlenen bir saldırıda yakaladığı kadını satın
aldı. Tara adındaki kadın yetenekli bir Theldaraydı. Çalkan-
tılı bir başlangıca rağmen ikisi birbirlerine âşık oldular. Zith-
el gezginliği bıraktı ve sevgilisiyle bir yere yerleşmeye söz verdi.
O, karısı ve aileleri Hira Irmağı boyunca yolculuk ettiler.
Sonunda Tara durmalarını söyledi. Atından inerek ırmağı,
ağaçları ve araziyi inceledi ve eğer efsane doğruysa durduğu
yerde oturdu ve evinin burası olacağını bildirdi.
Şehir onun çevresinde kuruldu.
Zith-el toprağın kutsal olduğuna inanıyordu ve... şehrin
başlangıçtaki sınırlarını aşmasına asla izin vermeyeceğine
dair Almin 'e yemin etti.
231
KARAKJLIÇln MİRASI
Notlanma döndüm.
Şehrin çevresinde iki duvar vardır, Dış Duvar ve Şehir Du-
an Şehir Duvarı başta Zith-el-şehrin kurucusu- tarafından
belirlenen çizgi boyunca uzanır ve şehrin sona erdiği, Hayva-
KARftKJLIÇln rflİRftSI
gcylla omuzlarını silkerek. "Sen tipik bir Kollukçu değilsin,
^uhtemelen tarikatta doğmadığın için. Ve, dediğim gibi, dos-
yadaki fotoğraflardan çok daha yakışıklısın. Yeryüzü'ne dön.
Şurada yapabileceğim hiçbir şey yok. Kendini tehlikeye atar-
ın ve bizi de yanında sürüklersin."
"Pekala," diye kabul etti Mosiah, bir dakika daha düşün-
dükten sonra. "Arabada kalacağım. Ama Karakılıç'ı burada, ya-
nımda bırakın. En azından rehinelerin hayatta olduğuna dair
kanıtınız olana kadar. Teknobüyücüler onu ele geçirmeye kal-
karsa onu benim koruduğumu görürler; beklemedikleri bir
şey olur bu."
"İyi bir muhafız," diye alay etti Scylla. "Ne Yaşam'ı, ne si-
lahı var.'
Mosiah, onunla tanıştığımdan beri ilk kez gülümsedi. "Tek-
nobüyücüler bunu bilmiyor."
Scylla irkildi, sonra güldü. "Haklısın, Mosiah. Eliza planını
onaylıyorsa ben de onaylarım."
Eliza yanıt vermedi. Duyduğundan bile emin değildim,
ama sonra bir kez, yavaşça başını salladı.
"Almin'le gidin," dedi Mosiah.
"Sen de," dedi Scylla ve omzuna bir şaplak attı. "Hazır mı-
yız?" Coşkun neşesine bakılırsa, sanki karnavala gidiyor gibiydik.
Eliza'nın yüzü karanlıkta solgun solgun parlıyordu. Bir ha-
yaletin yanında otuaıyor gibiydim. Scylla'ya ya da Mosiah'a
dokunmak için elini uzattı, ama duraksadı, sonra elini ön kol-
tuğun arkasına koydu.
"Babam doğru şeyi mi yaptı?" diye sordu ve sesindeki acı
yüreğimi burktu. "Ölen onca insan... hiç fark etmemiştim... bil-
mem gerek."
Mosiah yüzünü çevirdi. Arabanın penceresinden dışarı, bir
235
KARÜKJLIÇin rflİRftSl
? ünde tuttu, araziyi tarayarak aradı.
«Ivfe yapacağız?" diye sordu Eliza. Sesi çatlıyordu. Gerilim
nu yıpratmaya başlamıştı. "Neden burada kimse yok?"
"Sabır," dedi Scylla. "Oyunları bu. Onların kurallarına göre
oynamalıyız. Unutmayın... rehinelerin hayatta ve iyi olduğunu
kendi gözlerimizle görmeliyiz. Kapının içine bakın. Bir şey gö-
rüyor musunuz?"
Okuduğum bir şeyi hatırladım. Geçmişte, kapıdan giren
herkes hemen Hayvanat Bahçesi'nin sakinlerinden birine ben-
zermiş... göz korkutan bir olasılık. Çünkü kapıda nöbet tutan
Kan-Hanaûar yanlışlıkla içeriye alındığınızı keşfederse Hay-
vanat Bahçesi'nin kalıcı sakinlerinden biri oturmuşsunuz.
Bu kural Hayvanat Bahçesi'nin bütünlüğünü koruyormuş.
Vahşi atadamların av arazilerinde yürüyen şişman tüccarlara
görülmesi etkiyi bozarmış. Atadamların -ki kesinlikle yanılsa-
ma değil, gerçekmişler- şişman tüccarla beslenmeye karar ver-
me olasılıklanndan bahsetmiyorum bile. Ve böylece Hayvanat
Bahçesi'nden hızla, güven içinde geçebilmek için -yoldan ay-
nlmazlarsa- bütün tüccarlar atadam görünüşüne bürünürler-
miş.
Elbette, Zith-el'de yaşayan ya da orada işi olan elit büyü-
cüler şehre Koridorlan kullanarak giriyorlardı ve bu yüzden
küçük düşürücü kapıdan girme deneyimini yaşamıyorlardı. Bu
deneyim yalnızca köylüler, öğrenciler, çerçiler, tarla büyücüle-
ri ve düşük seviyeden katalistler için ayrılmıştı.
"Kapının içinde hiçbir şey görmüyorum," dedi Eliza. "Hem
de hiç. Bu çok tuhaf. Sanki ormanın içine kocaman bir delik
açılmış."
Benim de aynı şeyi gördüğümü belirtmek için başımı sal-
ladım.
237
KARÜKJLIÇln rrlİRftSI
Mosiah arabadan çıktı, hızla, sessizce Eliza'yı takip etmeye
başladı.
Eliza'nın sırtı ona dönüktü. Annesine bakıyordu. Mosiah'ı
görmedi, işitmedi ve Gwendolyn'in gözü kızından başka bir
şey görmüyordu. Siyah cüppesi içinde Mosiah'ın yarı aydınlık-
ta ayırtedilmesi güçtü. Ben onu gördüm, çünkü böyle bir şey
yapmasını bekliyordum. Bizi aldattığına, Karakılıç'ı güç kulla-
narak almaya çalışacağına dair hiç kuşkum yoktu. Scylla onu
gördü, ama dudaklarında aynı hafif gülümsemeyle durup izle-
meye devam etti.
Eh, Mosiah'ı çekici bulduğunu itiraf etmiş sayılırdı. Ama ya
Eliza'ya ettiği yemin? Anlaşılan bu ikisine güvenemeyecektim.
Belki de işbirliği yapıyorlardı.
İş bana kalmıştı.
Elimden gelse Eliza'yı uyarmak için bağırırdım. Ama yapa-
mazdım ve bu yüzden anlaşılmaz bir haykırışla Mosiah'a işa-
ret ettim.
Tuhaf haykırışımı duyunca Eliza korkuyla, irkilerek bana
baktı.
Mosiah ona yetiştiğinde dönmek üzereydi. Mosiah Karakı-
lıç'ı kavradı.
Hazırlıksız yakalanan Eliza cesaretle silahı bırakmamaya
çalıştı, ama Mosiah güçlüydü ve onu kızdan rahatlıkla aldı.
Sonra, beni büyük şaşkınlık içinde bırakarak Karakılıç'ı elin-
den geldiğince uzağa fırlattı. Doğaldan kapının içine.
Kılıç karanlıkla bir olmuş gibi gözden kayboldu.
Gwendolyn Eliza'yı yakalamak için uzandı.
Mosiah kendini kadının üzerine attı, onu hızla yere devir-
di.
Eliza'nın çığlığı boğuk bir inlemeyle kesildi.
241
KARAKİLIÇin niİRftSI
dolaşın! Üzerine basmayın!"
Arkama baktığım zaman D'karn-darahlarm hızlandıklarını
aördüm. Hareketsiz alan mayının bizi durdurmasını beklemiş-
lerdi. İşe yaramadığını görünce yaklaşmaya başladılar. Ama
biz çoktan kapıya ulaşmıştık.
Kapıdan içeri girince takipçilerimizden kurtulacağımızı dü-
şünmeme sebep olan neydi acaba? Çünkü peşimizden gele-
ceklerini biliyordum. En fazla ormanın karanlığında kendimizi
kaybettirmeyi umabilirdim, ama o kadar yakındaydılar ki uzak
bir umut gibi geliyordu.
Elbette, artık beni neyin ittiğini biliyorum. O sırada bilme-
mem iyi bir şeydi, çünkü asla inanmazdım. O anda inanma ya
da inanmama şansım yoktu. Doğuyolu Kapısı'na girdim, Zith-
el şehrine girdim ve Scylla'nın teorisinin doğru olduğunu he-
men anladım.
Thimhallan'da büyü gerçekten canlıydı.
243
19
Büyü Yaşam'ın maddesi, özüdür... bu toprakların
ve burada yaşayan herkesin felsefesi budur. Yaşam, ve
büyü birdir ve aynıdır. Ayrılamazlar ve ayırtedilemez-
lerdir.
KARAKILIÇ MACERALARI
Bilincimi kaybettiğimi hatırlamıyorum, ama bir uykudan
uyanmış gibiydim. Sonra bir güç beni dümdüz etmeye çalışır-
mış gibi bastırıldığım, ciğerlerimdeki havanın boşaldığı hissi
geldi. Bu duygu onu tam olarak fark edemeden sona erdi.
Çevremde tek görebildiğim düşsü bir renk pırıltısıydı. Yalnız-
ca belirsiz sesler duyabiliyordum.
Bir düşten düşerek uyanı» gibi, mide bulandırıcı bir düşme
hissi yaşadım. Ama düşüş yumuşaktı ve koşarak, kovalanmak-
tan korkarak yere düştüm. Hemen uzun bir cüppenin etekle-
rine takıldım.
Öne yuvarlandım ve acıyla ellerim ve dizlerim üzerine in-
dim. Dizim cüppenin kumaşına sürtünerek sıyrıldı ve açıktaki
bir ağaç kökünde elimi kestim.
Düşüş beni sarsmıştı. Kapıdan girişim beni daha da fazla
KâRaKlLiçm miRası
rsınışti- Topuklarımın üzerine çömeldim, titrek bir nefes al-
, m ve çevreme bakındım. İlk düşüncem Eliza'ydi: güvende
mivdi? İkinci düşüncem soru ve ünlem işaretleriydi: Almin aş-
kına, bana ne olmuştu?!
Blucinim ve kazağım gitmişti. Yerinde beyaz kumaştan ya-
pılmış uzun bir cüppe vardı. Kumaş kadifeydi ve çok kaliteli,
yumuşak ve pürüzsüzdü. İyi dikilmiş olmasına rağmen sadey-
di, kol yenlerini ve ayak bileklerime kadar uzanan etekleri sa-
ran kırmızı bant dışında süssüzdü.
Kafamda sıradışı bir serinlik hissederek elimi kaldırdım ve
uzun saçlarımın gittiğini, kısa kesildiğini ve tepe kısmının traş-
landığını keşfettim! Tereddütle ve epey dehşetle kafamdaki
pürüzsüz, yuvarlak kel kısmı yokladım. Saçlarım traşlanmıştı
ve şimdi yüzümü çevreleyen, kulaklarımı ancak örten bir hal-
ka şeklinde uzuyordu.
Bunu kapının büyüsünün yapmış olması gerektiğini fark
ettim kafam karışarak, ama Zith-el üzerine okuduğum bilgiler
bizi Hayvanat Bahçesi yaratıklarına dönüştüreceğini söylüyor-
du. Zith-el halkının Hayvanat Bahçesi'nde katalist bulundur-
duklarını hiç okumamıştım, ama kesinlikle bu şekilde giyin-
miştim... Thimhallan'da bir katalist olarak.
Artık var olmayan Thimhallan'da bir katalist!
Bu şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı olayı düşündüm ve şimdi ne
yapmam gerektiğini merak ettim. Anlayabildiğim kadanyla
yalnızdım, yoğun ve gölgeli bir ormandaydım. Cüppeme takı-
lıp düşmeseydim kafaüstü geniş bir meşe ağacına çarpacak-
tım. Ağaçlarla çevrilmiştim... daha çok meşeler, ama orada bu-
rada çamlar ve eğrelti otları büyüyor, meşelerin yeşil yaprak-
larının arasından süzülen zayıf güneş ışığı için rekabet ediyor-
lardı. Rahatlayarak Kij sarmaşığının yürek şeklindeki yaprakla-
245
KARAKJLIÇin rrlİRÜSI
sorumlu olduklarıydı. Artık durumun böyle olmadığını biliyor-
dum-
Uzakta metalden yansıyan güneş ışığı gözümü aldı.
Gümüş rengi, zincir zırh üzerine plaka zırh giymiş bir şö-
valye kılıcını çekerek çalıların arasından fırladı. Şövalye yer-
den bir şey almak için eğildi ve çabucak kılıcını kınına soktu.
"Majesteleri!" diye haykırdı şövalye. "Yaralandınız mı?"
"Ben iyiyim, Şövalye. Yalnızca orada burada bir bere. Ben-
den çok vakanm incindi."
"Yardım etmeme izin verin, Majesteleri."
Şövalye eldivenli elini uzattı.
Mücevherlerle dolu ince, narin bir el çalıların arasından
uzandı ve şövalyenin elini tuttu. Eski moda, uzun, düz binici
etekleri giymiş bir şekil ayağa kalktı. Bu Eliza'ydı ya da eski-
den Eliza'ydı, tıpkı kendimin kim olduğundan emin olmadı-
ğım gibi, şimdi onun da kim olduğundan emin değildim. Zırh-
lı şövalyenin Scylla olduğu şüphe götürmezdi.
"Kutsal Almin," diye fısıldadı Mosiah ve sesim olsa duasını
tekrarlayacaktım.
"Neler oluyor?" dedim Mosiah'a işaret diliyle.
Yanıt vermedi, dikkatle Scylla'ya baktı.
Yine denedim. "Teknobüyücüler? Bizi takip ettiler mi?"
Çevresine bakındı, omuzlarını silkti ve sonra başını iki ya-
na salladı. "Bizi takip etmişlerse bile görünürlerde yoklar ve
bu hiç de onların yapacakları bir şey değil. D'karn-darah in-
celiklerle uğraşmaz."
Bundan, bizi takip etmiş olsalar şimdi tutsak olacağımızı çı-
kardım. Biraz daha rahat nefes aldım. Görünüşe göre değişim
işimize yaramıştı, ama aklıma yağmurdan kaçarken doluya tu-
tulmak hakkındaki eski deyiş geldi.
247
KARftKJLIÇin fflİRftSI
beklemiştim.
Ama ikisinin yüzünde de rahatlama ve memnunluk vardı,
duyguları Scylla'nm sesine yansıdı.
"Almin'e şükürler olsun! Güvendesiniz!" Scylla'nın ses tonu
değişti, emredici oldu. "Neden çeteden kimse bizi kapıdan içe-
ri takip edecek kadar cesur çıkmadı, Kollukçu?"
Mosiah çevresine bakındı. "Neden bana soruyorsun? Sen
de benim kadar iyi görüyorsun."
"Pardon, Kollukçu," diye karşılık verdi Scylla soğuk soğuk,
"ama siz Duuk-tsaritbler'm büyülü yöntemleri vardır. Benim
yoksun olduğum güçler."
"Beni affet, Sör Şövalye," Mosiah'ın sesi tonu alaycıydı,
"ama Yaşam'dan yoksun olduğumu ve büyümü kullanamadı-
ğımı unuttun mu?"
Scylla başını sallayarak bana işaret etti. "Ama yanında bir
katalist var. Bir ev katalisti olabilir, siz savaş büyücülerinin
özel ihtiyaçlarına göre eğitilmemiş olabilir, ama acil durumda
iş görür, sanırım."
Hepsi şimdi bana bakıyordu.
"Peder Reuven, yaralanmışsın!" Eliza elimi işaret etti ve ilk
kez kanadığını fark ettim. Yalnızca bir çizik olduğunu işaret
etmeme izin vermeden elimi tuttu ve uzun kol yeninden çıkar-
dığı bir mendille kanı durdurmaya çalıştı. Mendil dantelliydi
ve en iyi kumaştan yapılmış gibi görünüyordu. Elimi geri çek-
tim.
"Saçmalama, Peder," dedi emirlerine itaat edilmesine alışık
birinin azametli sesiyle. Elimi kavradı ve mendilini yaraya bas-
tırarak kanı ve kiri sildi.
"Görüşmemiz sona erdiği ve şehir duvarlannın içine dön-
düğümüz zaman Theldara getirtiriz," diye devam etti.
249
KARüKJLIÇin rriiRası
ü'nde, Kral Garald'la beraberdi. İçimde bir parça ne dediğimi
? jjjyordu, içimde bir parça elime yol göstererek o sözcükleri
Eylememi sağlamıştı. İçime, derinliklere bakacak olsam göre-
ceğimden ve anlayacağımdan emindim.
Ama korkak olduğum için yüzümü aksi yöne çevirdim.
Gerçeği bilmeye hazır değildim. Henüz değil.
Mosiah bedenini yarı döndürerek, hareketlerini siyah
cüppesiyle gizleyerek ağzıyla, "Neler olup bittiğini sen biliyor
musun?" sözcüklerini şekillendirdi.
Yavaşça başımı iki yana salladım.
Scylla meşe ağaçlarının arasından zar zor görülebilen mavi
gökyüzüne baktı. "Sabah ortası, randevu için belirlenen za-
man. Daha fazla gecikmeden buluşma yerine gitmeliyiz. Ata-
damların hâlâ bu ormanda dolaştıklarını duydum. Ama ilk ön-
ce," bakışları Mosiah'a gitti, "takip edilmediğimizden emin ol-
mamız gerek."
Mosiah bana döndü ve kolunu uzattı.
"Kanal'ı aç. Bana Yaşam bahşet, Katalist," diye emretti ve
ses tonu alaycıydı, Şimdi bu maskaralık nasıl sona eriyor, gö-
receğiz, der gibiydi.
Kaçmak istedim. Karşılaştığım hiçbir şey, hatta Teknobüyü-
cüler bile beni bu emir kadar korkutmamıştı. Beni korkutan
Yaşam bahşedemeyeceğim korkusu değildi. Panik içinde kaç-
mayı istememe sebep olan bunu yapabileceğimi bilmemdi.
Eliza'nın gözleri üzerimde olmasaydı kaçardım, sanırım.
Beni gurur ve sevgiyle izliyordu. Titreyen elimi uzattım ve Mo-
siah'm kolunu kavradım. Bir adım geriledim ve diğer Re-
uven'in öne çıkmasına izin verdim.
"Almin," diye dua ettim düşüncelerimde, "bana Yaşam
bahşet."
251
KARİlKJLIÇin IT1İRASI
elini en yakın meşe ağacının üzerine koydu, onunla konuşur-
rnuş gibi ağaca doğru başını eğdi.
Başımın üzerindeki dallar gıcırdamaya, rüzgar çıkmış gibi
birbirine çarpmaya başladı, komşusunun kendi dallarına do-
lanmış dallarına sürtündü, sonra o ağaç da kıpırdandı ve baş-
ka bir komşusuyla konuşmaya başladı. Biraz sonra çevremiz-
deki bütün ağaçlar dallarını oynatıyor, yaprak yağdırıyorlar ve
başka ağaçlara dokunmak için uzun kollarını uzatıyorlardı.
Yapraklar hışırdıyor, gölgeler kayıyordu. Mosiah meşenin
yanında durmuş, yanağını gövdesine yaslamıştı. Sonunda hı-
şırtılar ve gıcırtılar biraz dinmiş göründü.
"Hayvanat Bahçesi'nin bu kısmı içinden geçmemiz için gü-
venli," diye bildirdi, "şimdilik. Buralarda bir atadam çetesi ya-
şıyor, ama ava çıkmışlar ve gece çökmeden gelmezlermiş. On-
lar yüzünden başka kimse buraya girmeye cesaret edemiyor.
Bu çete için de geçerli, Majesteleri," dedi, sesinde hâlâ bir
miktar şüpheci inanmazlıkla. "Şövalyeleriniz güvenle Batı Ka-
pısı'na girmiş, ama korkarım arabanız harap olmuş."
Eliza haberi ılımlı bir tavırla karşıladı, zarif bir takdirle ba-
şını eğdi ve onu korumak için hayatlarını tehlikeye atanların
zarar görmediğini duyunca gülümsedi.
"Aynı zamanda," diye ekledi Mosiah, diğer ikisinin tepkile-
rini izleyerek, "Karakılıç görünürlerde yokmuş. Ağaçların böy-
le bir silahtan haberleri yok."
"Eh, herhalde yoktur," dedi Scylla. "Ortalıklarda yattığını
düşünmüyordun, değil mi!"
"Onu buraya ben attığıma göre düşünüyordum aslında,"
dedi Mosiah, ama alçak sesle konuşmuştu. Yalnızca ben işit-
tim onu.
"Hayvanat Bahçesi'nin bu tarafında bir kişi daha var," diye
253
rtİARİJARft U/EIS $ ÎRACY HlCKTOAn
devam etti Mosiah. "Giysilerine bakılırsa bir katalist. Mev
konumumuzdan yirmi adım doğuda, bir açıklıkta."
"Mükemmel!" Scylla sırıttı ve başını salladı. "Bu Peder Sa
yon olacak."
Nefesim kesildi, işaret diliyle birşeyler söyleyecek oldum
ama Mosiah beni durdurdu.
Gözleri kuşku ve hoşnutsuzlukla kısıldı. "Ne demek istiyor
sun? Bir randevudan bahsettin. Şaryonla mı? Nasıl kaçtı? Jora'
yanında mı?"
Şimdi şaşkın şaşkın bakma sırası Scylla'ya gelmişti. Eliz
sırtını dikleştirdi ve soğuk gözlerle Mosiah'a baktı.
"Nasıl zalimce bir şaka yapıyorsun, Kollukçu?" diye öfkey
le sordu Scylla. "Joram'ı sormak!"
"Şaka yapmıyorum, inan bana," diye karşılık verdi Mosiah
"Söylesene... Joram'a ne oldu?"
"Yanıtı pekala biliyorsun, Kollukçu," diye terslendi Scylla
"Merilon İmparatoru öldü. Yirmi yıl önce, Olüçağıranlar Tapı
nağı'nda öldü."
"Nasıl öldü?" diye sordu Mosiah, sesi sakindi.
"İnfazcının ellerinde."
"Alı," dedi Mosiah ve rahatlayarak içini çekti. "Şimdi neler
olup bittiğini anlıyorum!"
254
20
"Bu aleme döndüğü ve üzerine anlatılamaz tehlike-
ler getirdiği için, Joram isimli adam ölüme mahkum,
edildi."
PİSKOPOS VANYA; KARAKILIÇIN ZAFERİ
Scylla kaşlarını çattı, alnı kırıştı. "Korkarım ciddi yaralan-
dın, Kollukçu. Belki kafana darbe almışsındır."
Mosiah elini alnına götürdü. "Evet, bir an kafam epey ka-
rışmıştı. Size söylemek istemedim. Majesteleri'ni endişelendir-
mek istemedim." Ellerini kavuşturarak eğildi. Sesi saygılıydı,
tüm alaycılık izi gitmişti.
Eliza soğuk ve uzaktı. Bu bildiri üzerine tavrı sıcaklaştı, en-
dişeli görünerek Mosiah'a yaklaştı. "Şimdi iyi misin, Kollukçu?"
"Teşekkür ederim, Majesteleri. Kendime geliyorum. Ama
korkarım hafızamda boşluklar olabilir. Tuhaf gelen bir şey
söylersem ya da yaparsam buna bağlamaksınız. Yalvarırım so-
racağım somlara karşı sabırlı olun."
Ne kadar da akıllıca, diye düşündüm. Dilediği soruyu sor-
makta serbest olacak ve Eliza ile Scylla kafasını vurduğu için
olduğunu düşünecek.
KARftKJLIÇln rflİRftSI
hjr kadının garip ve açıklanamaz hareketleriyle karşı karşıya
kalan- herhangi bir zamanda, herhangi bir mekandaki, her-
hangi bir adamın şaşkınlığıydı.
Başını iki yana sallayarak ona katılmamı işaret etti.
Patika iki kişinin yanyana yürüyebileceği kadar genişti,
arna izlere bakılırsa atadamların tek sıra halinde yürümesi ge-
rekiyordu.
Mosiah'a, "Neler olduğu konusunda bir fikrin varmış gibi
görünüyor," dedim.
"Senin de olduğuna inanıyorum," dedi, yan yan bana ba-
karak.
Açıklamak zorunda hissettim. "Kendime ilişkin... başka bir
hayattan imgeler gördüm," diye becerebildiğimce açıkladım.
"Orada Eliza ve Scylla'yı da gördüm. Daha önce hiçbir şey
söylemedim, çünkü emin değildim."
"Bana neler gördüğünü anlat."
Anlattım, fazla olmadığını ve muhtemelen bir yardımı ol-
mayacağını da ekledim. "Hiç mantıklı gelmemişti."
"Şimdi de mantıklı gelmiyor," dedi Mosiah sert bir ifadey-
le. "Başka bir zamana, alternatif bir zamana gönderildik. Ama
neden? Buraya nasıl geldik? Ve neden sen ve ben bir başka za-
manı hatırlarken Scylla ve Eliza hatırlamıyor? Ve nasıl geri dö-
neceğiz?"
"Teknobüyücüler mi?" dedim. "Belki sorumlu onlardır. Du-
var'ın ötesinde saldırdığın... şey... neydi? Gwendolyn'e benze-
yen, beyaz maskeli şey?"
"Teknobüyücülerin Kylanistic tarikatından biriydi," diye ya-
nıt verdi Mosiah. "Sorgucular olarak bilinirler. Kurbanı tam da
Eliza'nın yapmak üzere olduğu şeye, kıymetli nesneler ve sır-
lar vermeye ikna etmek için bir başkasının yüzünü, şeklini ve
257
KARAKJLIÇin mİRASI
mezdik."
Bir sonraki sorumu sorarken tereddüt ettim, çünkü alaca-
sırn yanıttan korkuyordum. Sonunda cesaretimi topladım, "Ya
kU deneyim gerçek değilse... bir halüsinasyonsa. Belki zihin-
lerimizi kontrol ediyorlardır."
"Eğer bu doğruysa," dedi Mosiah çarpık bir gülümsemeyle,
»ve gerçekten de zihinlerimizi kontrol ediyorlarsa, o zaman
zihninin bu olasılığı düşünmesine izin vereceklerinden kuşku-
luyum. Bundan Teknobüyücüler sorumlu olabilir, ama içinde
bulunduğumuz son zamanda bizim avuçlarında olduğumuz
açıkken neden bizi başka bir zamana göndermek istesinler,
anlayamıyorum."
Bir an sessiz kaldı, sonra sessizce konuştu, "Thimhallan'da
Zaman Gizemi'ni uygulayanlar vardı. Kahinler."
"Evet, ama Demir Savaşları sırasında yok oldular," diye işa-
ret ettim. "Bundan sonra türleri ne görüldü, ne duyuldu."
"Doğru. Eh, gözlerimizi ve kulaklarımızı açık tutmalı, bu gi-
zemi çözüp çözemeyeceğimize bakmalıyız. Joram öldü." Mo-
siah düşündü. "Joram Infazcı'nın ellerinde ölseydi Thimhallan
neye benzerdi? Joram Yaşam Kuyusu'nu yok edip büyüyü sa-
lıvermeden ölseydi? Merak ediyorum..."
Kendi düşüncelerine gömüldü, yalnız kalmak istediğini
belli etmek için bir-iki adım arkamda kaldı. Ben de bir-iki da-
kika kendi düşüncelerimle başbaşa kaldım, sonra Eliza'nın ar-
kasına dönüp gözucuyla bana baktığını ve beni yanında yürü-
meye davet edercesine gülümsediğini fark ettim.
Yüreğim daha hızlı atmaya başladı. Ona yaklaştım.
Scylla'nm zırhlı sırtına doğru küçük bir hareket yaparak sessiz
olmamız gerektiğini ifade etti ve işaret dili kullanarak benim-
le konuşmaya başladı. Benim kullandığım el dilinin -sesle kar-
259
KaRflKJLlÇin MİRASI
durn- Ama bizi kim büyütmüştü? Nerede yaşamıştık? Bunlar
benden saklanmıştı.
"Tek endişem güvenliğindi," dedim.
"Başka yol olamayacağını anlıyorsun," diye karşılık verdi.
«Babamın vârisi olduğum için yapmam gereken bir şeydi bu."
yanıtımı bekleyerek dikkatle baktı bana.
"Anlıyorum," dedim. "O zaman da anlamıştım. O şeyleri
yalnızca seni kışkırtmak için söyledim. İşe yaradı. Bana eski
günlerdeki gibi yine yumruk atacağını düşündüm."
Onu güldürmeyi ummuştum. Üzülerek söylüyorum, çocuk-
ken onu, kendini kaybedip küçük yumruklarıyla bana vuracak
kadar kızdırmak yaramazca bir zevkti benim için. Gerçi hep
masum kurban olduğumu söyleyerek itiraz ederdim, ama ba-
na inanılmazdı ve ikimiz de akşam yemeği yemeden yatağa
gönderilirdik.
Kahkaha atmadı, ama bu anıyla gülümsedi. Bir dürtüyle
uzandı, elimi tuttu ve fısıldadı, "Eski günlerdeki gibi, Reuven,
sana güvenebilirim ve kalanların görevlerimin üzerine saçtığı
pırıltılı peri tozunu yalnızca sen süpürebilirsin. Yalnızca sen
altındaki çirkin gerçekliği gösterebilirsin. O çirkinliğe bakmam
ve sonra ötesine bakmam ve umut etmem için zorlarsın beni.
İtiraf et," gözleri zaferle parlıyordu, "gelmeyi reddetsem hayal
kırıklığına uğrardın."
"Hayatında bir kez mantıklı ve sağduyulu bir karar verdiği-
ni düşünürdüm," dedim, sert görünmeye çalışarak. "Karar ver-
dikten sonraysa tek hayal kırıklığım seninle gitmeme izin ver-
memen olurdu."
"Peki seni nasıl arkada bırakırdım?" diye sordu gülümseye-
rek, bana takılarak. Unutarak sesli konuştu. "Günlerce sızlan-
manı dinlemek zorunda kalırdım. 'Eliza gitti, ama ben gideme-
261
KARftKILIÇin IHİRftSI
geleceğe giden, hep karanlık bir yol olduğunu tahmin ettim.
Eliza, Saryon'u son derece memnun eden yakın, sırdaş bir
tavırla koluna girerek yanında yürüdü. Patika üç kişinin yan-
yana yürüyebileceği kadar geniş değildi, bu yüzden bir-iki
adım geride kaldım, bu beni öndeki Şaryon ve Eliza'yla arka-
daki Scylla ve Mosiah'ın arasında bıraktı.
"Belki hâlâ yaramın etkisidir," dedi Mosiah, "ama Zith-el
Hayvanat Bahçesi'nde yürüyecek kadar deli birine musallat
olan her zamanki korkulardan başka korkacak ne var ki? Ata-
damların bize saldırmayacağını sen söylemiştin."
Scylla gırtlağından horgörülü bir ses çıkardı. "Saldırsalar
fazla uğraşmazlardı. Hayır, korktuğum atadamlar değil. Kara-
gezginler, devler ya da periler de değil." Bir an durdu, sonra
sessizce ekledi, "Tahmin edememene şaşırdım."
"Duuk-tsaritblerden korkuyorsun. Ben de onlardan biri-
yim."
"Doğru, ama senin hep bağımsız bir doğan vardı, Mosiah
ve diğer yolun yanlış olduğuna inanırsan kendi yoluna git-
mekten korkmazdın. Bize eşlik etmek için Majesteleri'nin seni
seçmesinin sebebi bu. Kollukçular arasında güvenebileceğini
hissettiği tek kişi sensin."
"Duuk-tsarithlerm ne yapmasından korkuyorsun?"
"Karakılıç'ı ele geçirmelerinden, elbette," diye karşılık ver-
di Scylla.
"Demek bu yüzden buradayız," dedi Mosiah düşünceli dü-
şünceli. "Sorumluluk almaya hazırım, dedi Kraliçe. Eliza Kara-
kılıç'ı kullanmayı düşünüyor. Ve Peder Şaryon nerede olduğu-
nu biliyor."
"Elbette. Majesteleri yola çıkmadan önce bunları sana açık-
lamadı mı?"
265
KARAKjLiçm rrlİRAsı
"Ne?" diye sordu Scylla. "Anlamıyorum. Neden bahsedi-
yor?"
"Daha önceki konuşmamızdan. Önemli değil." Mosiah eliy-
KARâKJLIÇin ITİİRftSI
arasına indi.
"Neşelen, Lord Peder!" dedi Scylla ve beni neredeyse düm-
düz yere devirdikten sonra nazikçe dengemi kazanmama yar-
dım etti. "Joram'ın vârisi kısa süre sonra Karakılıç'ı alacak ve
o zaman her şey yoluna girecek."
Uzun adımlarla yanımdan geçti, Eliza'nın bir hareketine
karşılık öne geçti. Eliza'nın hareketini görmemiştim, daldığım
düşünceler o kadar karanlıktı.
Bu konuşma sırasında yolumuz hafif bir eğimle aşağı ini-
yordu. Meşeler yerlerini kavaklara, sonra onlar da söğütlere
bıraktı. Akarsu sesini uzun zamandır duyuyordum ve bir kö-
şeyi dönünce dar, hızla akam bir ırmak gördük. Hira Nehri ya
da araştırmalarından öyle hatırlıyordum; ırmak Zith-el'in tam
ortasından geçer. Zith-el sakinleri gibi Hira da şehre girdikten
sonra evcil ve durgun olur, ama şehrin dışında kaba ve tehli-
keli, Hayvanat Bahçesi'ndeyse vahşidir.
Güneş suyun üzerinde yansıyor, ışığı sıcak sıcak yüzüme
vuruyordu. Gökyüzüne baktığım zaman maviliğin önüne ince
perdeler gibi çekilmiş bulut kümelerini gördüm. Pamukağaç-
larının pamukları bir yaz fırtınası gibi çevremize yağıyordu.
Su pürüzsüz aktığı yerlerde yeşil, kayaların üzerinden sıç-
rayarak köpürdüğü yerlerde beyaz, kıyıya dizilmiş ağaçların
sarkık dallarının altında siyahtı. Biraz uzakta dev bir söğüt ır-
mağın ortasına doğru eğilmiş, kollarını zarafetle uzatmış, yap-
rakları suya sürtünüyordu. Açıktaki kökleri boğum boğum ve
dev gibiydi, toprağa sıkı sıkı tutunma çabasıyla, bir boksörün
parmak boğumlarına benziyorlardı.
"İşte." Peder Şaryon işaret etti. "Hedefimiz burası."
Kıyı boyunca yürüyerek söğüde yaklaştık. Hiçbirimiz ko-
nuşmuyorduk. Diğerleri ne düşünüyordu, bilmiyorum, ama
269
KARÜKILIÇin KURASI
bakıştık- Beni seviyordu! O zaman benim onu sevdiğim gibi
onun da beni sevdiğini anladım. Sevincim suyun üzerindeki
güneş parıltısı gibiydi, ama bir sonraki an sevinç sığ, durgun,
karanlık ve kasvetli bir gölete aktı.
Aşkımız hiçbir yere varmayacaktı. O Merilon Kraliçesi'ydi
ve ben onun ev katalistiydim, hem de dilsiz bir katalist. Onun
halkına karşı görevleri ve sorumlulukları vardı, alçakgönüllü
mevkimde ona yardımcı olacağım görevler. O nişanlıydı. Ge-
lecekteki kocasını iyi tanıyordum; İmparator Garald'ın oğluy-
du ve Eliza'dan epey küçüktü. Oğlanın yetişkin olmasını bek-
liyorlardı. Evlilik İmparatorluğu güçlendirecek, Merilon ve
Sharakan Krallıklarını sonsuza dek bağlayacaktı.
Elbette, Hch'nyvler hepimizi öldürmezse.
Eliza kollarımdan kurtuldu. "Şimdi Peder Saryon'a yardım
et, Reuven," dedi yumuşak sesle ve biraz uzağa giderek bana
sırtını döndü ve pırıldayan sulara bakmaya başladı. Bir an onu
izledim, elinin gözlerine gittiğini gördüm, ama hareketi hızlıy-
dı ve tekrarlanmadı.
Görevini kabullenmiş, ona teslim olmuştu. Önümde onun
cesurca oluşturduğu örnek varken ben daha azını yapabilir
miydim?
Elimi Peder Saryon'a uzattım ve güvenle kıyıya inmesine
yardım ettim.
"Yirmi sene önce bu kadar zor değildi," dedi. "En azından
hatırladığım kadarıyla. En azından hiç sorun yaşamadan ken-
dim inmeyi başardım. O zamanlar çok daha gençtim, elbette."
Yanıma geldi ve dikkatle bana baktı. "Sen iyi misin, Reuven?"
"Evet, efendim, iyiyim," diye işaret ettim.
Bakışları benden, hâlâ sırtı bize dönük duran Eliza'ya kay-
dı. Yüzü hüzünlendi. O zaman bildiğini, bir süredir biliyor ol-
ayı
KARAKJLIÇin rniRftsı
vurarak. "Yirmi sene önce o riske tek başıma girdim. Kendi se-
çimim olduğundan değil, çaresizlikten. Üçünüzün bana hatır-
latmasına ihtiyacım yok."
Gözlerini kısarak bize baktı. "Karakılıç'ı almak istiyorsamz
oraya girmeniz gerek. Gece Ejderi Karakılıç'ın koruyucusu."
21
Şaryon onu kollarıyla yakaladı. Kızıl lekeli cüppe-
nin kumaşına dokunan Katalist, Joram'ın bedeninden
dökülen yaşam, Saryon'un parmaklarının arasından
parçalanan bir lalenin taç yaprakları gibi dökülen ka-
nının sıcak ıslaklığını hissetti.
KARAKIUÇIN ZAFERİ
Eliza Mosiah'ın gitmeye karşı savlarını ciddiyetle dinledi.
Peder Saryon'a ejderle yüzleşmeden Karakılıç'ı almanın yolu
olup olmadığını sordu. Şaryon olmadığını söyleyince Peder
Saryon'la gideceğini, ama bizden onunla gitmemizi istemeye-
ceğini söyledi. Aslında, açıkça arkada kalmamızı emrediyordu.
Söylemeye bile gerek yok* hükümdarlığı süresince hiçbiri-
mizi itaat etmeye ikna edemediği tek emir buydu. Biraz daha
tartıştıktan sonra mağaraya yöneldik... beşimiz birden.
"Artık en azından," dedi Mosiah, arkamdan yürürken,
"Hch'nyvlerin ellerinde ölmekten korkmamıza gerek kalmadı."
"Peder Saryon'a göre," dedim, "ejder büyü altında. Hatırla-
dığım kadarıyla bu ejderlerin kafasına gömülü mücevhere do-
kunabilirce, bir savaş büyücüsü ejderi kontrol altına alabilirmiş."
KARSKILIÇin miRASi
"Teşekkür ederim, Bay Ansiklopedi," diye terslendi Mosiah
alayla. Güneşışığını arkada bırakmış, gölgelere dönmüş, ırma-
ğın kıyısındaki söğütlerin ve pamukağaçlarının altında yürü-
yorduk. "Bir ejderi büyülemek için çok güçlü bir kişilik gere-
kir. Peder Saryon'a büyük saygı duyuyorum, ama onu tarif et-
mek için 'güçlü' sözcüğünü kullanmazdım."
"Bence onun gücünü küçümsüyorsun," dedim savunurca-
sına. "Joram'ı taşa döndürecekleri zaman kendini feda edecek
kadar güçlüydü. Blachloch'la savaşırken Joram'a yardım ede-
cek kadar güçlüydü."
Mosiah ikna olmamıştı. "Karakılıç'ı ejderin yanında bırak-
masının üzerinden yirmi sene geçti! Peder Şaryon gerçekten
yaratığı büyülemişse bile, büyünün o kadar dayanması imkan-
sız!"
Üzüntüyle, Mosiah'ın haklı olduğunu hissediyordum. Gece
Ejderleri yaratıcıları tarafından emirle katliam yapacak ölüm
makineleri olarak tasarlanmıştı. Demir Savaşları sırasında bu
ejderlerin bazıları yaratıcılarından kaçmış, kendi güçleri arasın-
da büyük tahribat yapmışlardı. Savaştan sonra ejderleri yara-
tan ve kontrol eden D'karn-duulAarm çoğu ölmüştü. Hayatta
kalanlarsa savaş için değiştirilenlerle başedemeyecek kadar
şaşkın ve bitkindi. Gece Ejderleri kaçmış, yeraltına inmiş, tik-
sindikleri ve korktukları günışığından kaçarak tünel ve mağa-
ralann sonsuz gecesine sığınmıştı.
İnsanlara karşı sevgi beslemiyorlardı, onları bu karanlık ya-
şama kimin mahkum ettiğini daima hatırlıyorlar, bu yüzden
onlardan nefret ediyorlardı.
Şimdi mağara ağzına gelmiştik. Irmak kıyısında durarak
kasvetle baktık. Açıklık -gri taş üzerinde siyahtı- gri taştan dev
gibi bir kemerdi, hepimizin birden girmesine yetecek kadar
27S
KARAKJLIÇin niİRjftSI
Peder Şaryon bunca zaman bir şey söylemeye çalışıyordu.
Sonunda fırsat buldu. "Sizi su altında kalmış bir mağaraya ge-
tireceğimi düşünecek kadar az mı inancınız var bana?"
Sözcükleri söylerken gülümsüyordu, ama paylamayı işittik,
özellikle de ben ve Eliza.
"Beni affet, Peder," dedi Eliza, pişman görünerek. "Haklı-
sın. Sana inancım olmalıydı."
"Bana olmasa bile en azından Almin'e," dedi Şaryon ve
Mosiah'a, yaşlı rahibin önceki konuşmamızın en azından bir
kısmını duyduğunu belli eden bir bakış fırlattı.
Mosiah hiçbir şey söylemedi, özür dilemedi. Kollarını ka-
vuşturdu, ellerini cüppesinin siyah kol yenlerine sakladı ve
sessizlik içinde, metanetle durdu.
Şaryon devam etti, "Bir yol var, orada. Su düzeyinin üze-
rinde bir kaya çıkıntısı uzanıyor. Bu patika bizi ırmaktan uza-
ğa, mağaranın derinliklerine götürecek bir koridora gidiyor."
Irmak kıyısındaki patika kıvrılarak sola dönüyor, geniş bir
söğüdün çevresinden dolanıyordu. Ağacın dallan ve gövdesi
mağara ağzını gözlerden gizliyordu. Şaryon sallanan, yapraklı
dalları aralayınca mağaranın içlerine giden kaya çıkıntısını gör-
dük.
Mosiah önden gitmeyi önerdi; belki de bu kadar çabuk
parladığı için kendini affettirmeye çalışıyordu.
"İşaretimi alana kadar beni takip etmeyin," diye uyardı.
Mağaraya girdi, kuzgunu da yanına aldı ve kısa süre sonra
görüş alanımızdan çıktı. Kuşun neden onunla gittiğini merak
ettim, sonra, kuzgun aşırı iri bir yarasa gibi uçarak mağara gi-
rişine dönünce onun haberci görevini göreceğini anladım.
"Gelin," diye gakladı kış gıcırtılı bir sesle. "Teker teker."
Sonra Eliza gitti, mağaraya cesaretle, korkmadan girdi. Ama
277
KARaKILIÇin MİRASI
rürdü. Alnımda ter damlacıklan belirdi, göğsümden aşağı aktı;
soğuk hava titremeye başlamama sebep oldu. Hayatım boyun-
ca kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim.
Bir adım daha attınca ileriyi gördüm, Mosiah ve Eliza beni
bekliyordu. Onlara ulaşmaya o kadar can atıyordum ki ihtiya-
tı bir kenara bırakıp güvenliğe koşmak istedim.
"Sakin ol," diye uyardı Mosiah. "En zor kısmı bu."
Koşma dürtümü bastırdım. Sırtımı kayaya o kadar sıkı bas-
tırmıştım ki sırtımdaki deri sıyrılıyordu. Patika boyunca dikkat-
le ilerledim. Gittikçe genişledi ve hızlandım. Sendeleyerek Eli-
za'nın kollarına atıldım ve teselli için birbirimize sarıldık, pay-
laştığımız sıcaklık burgaçlanan suya düşme düşüncelerini ka-
famdan uzaklaştırdı. Eliza'yla bu zamanı yaşayabilmem için
beni önden gönderen Saryon'a şükrettim.
Mosiah dudaklarında hafifçe -alaycı bir gülümsemeyle bizi
izledi, ama hiçbir şey söylemedi, kuzgunu, "Bir sonraki!" me-
sajıyla geri göndermekle yetindi.
Peder Şaryon geldi, çıkıntı üzerindeki hareketleri o kadar
beceriksiz ve dengesizdi ki bir çok kez devrileceğini sandım.
Ama her seferinde kendini kurtarmayı başardı, ayağı kaydığı
zaman elleri bir kaya çıkıntısını yakaladı ya da elleri tutunacak
yer bulamadığında ayağını bir yere dayadı.
Sonunda yanımıza ulaştı ve avuçlarındaki kiri temizledi.
"Bu yolculuğu yaptığım ilk seferinde daha kolaydı," dedi, se-
sini alçak tutarak. Ejder çok uzakta, mağaranın dibinde olma-
sına rağmen bizi işitmesi olasılığını göze alamıyordu. "Yanım-
da ışık sağlayacak bir sihirbaz yoktu." Mosiah'a başını sallaya-
rak teşekkür etti. "Ve Karakılıç da yanımdaydı."
"Bu yolculuğu yapmana sebep olan neydi, Peder?" diye
sordu Mosiah, gözleri başlığının gölgeleri altında yalnızca kır-
279
KARARJLIÇln IflİRaSI
sayesinde sanırım.
"Yardıma ihtiyacı var," dedi Peder Şaryon, cüppesinin etek-
lerini toplayarak.
"Ben giderim," dedi Mosiah. "İkinizi de ırmaktan çıkarmak
istemem!"
Tehlikeli patikada geri döndü. Duvara bakarak yavaş yavaş
ilerledi, sonunda Scylla'dan bir kol boyu uzakta durdu.
"Sorun ne?" diye sordu.
Scylla ona bakmak için başını çevirmedi. Dudaklarını zar
zor oynatıyordu. "Ben... ben yüzme bilmiyorum!"
"Ah be kızım!" dedi Mosiah çileden çıkmışçasına. "Suya dü-
şecek olursan yüzme konusunda endişelenmene gerek yok. O
zırhın içinde taş gibi batarsın."
Bunu duyan Scylla kısa, neşesiz bir kahkaha attı. "İçimi ra-
hatlattın!" dedi sıktığı dişlerinin arasından.
"Büyüm var," dedi Mosiah ona. "Gerekmediği sürece kul-
lanmak istemiyorum. Ama düşmene izin vermeyeceğim. Bana
bak. Scylla, bana bak."
Scylla başını çevirmeyi başardı, Mosiah'a baktı.
Mosiah elini uzattı. "İşte, elimi tut."
Scylla zırhı kayaya sürtünerek elini uzattı, yavaşça Mosiah'a
uzandı. Mosiah kadının elini yakalayıp sıkı sıkı tuttu. Scylla'nın
yüzü rahatladı. İlerlemek için cesaret buldu. Mosiah kadının
dengesini sağlamasına yardımcı olarak patika boyunca çekti.
Sonunda, güvenli zemine ulaştıklarında Scylla ürpererek
hıçkırdı ve yüzünü elleriyle kapattı. Sanırım zırhı olmasa Mo-
siah ona sarılacaktı. Kadına sarılmak demir sobaya sarılmaktan
farklı olmazdı.
"Kendimi küçük düşürdüm," diye fısıldadı Scylla hırsla.
"Kraliçemin önünde!"
281
282
22
"Belki katil gitmiştir..."
"Bundan kuşkuluyum. Almak için geldiği şeyi almadı."
ŞARYON VEJORAM; KARAKIL1ÇIN ZAFERİ
Aşağı indik. Sonra daha da aşağı, daha da aşağı.
Bir meşale yolumuzu aydınlatıyordu. Mosiah ışık sağlamak
için daha fazla büyülü Yaşam harcamak zorunda kalacaktı,
ama bunun gereksiz olduğu anlaşıldı.
"Tünelin girişinin yakınındaki küçük odada bir meşale, çı-
ra ve çakmaktaşı bulacaksınız," dedi Şaryon bize. "Belki bir
gün dönerim diye ben bırakmıştım."
"Karanlık Sanatların araçları," dedi Mosiah, hafif bir gülüm-
semeyle, Thimhallan'da çıra ve çakmaktaşı gibi "araçların" ya-
saklandığı eski zamanları hatırlayarak. Bu tür şeyler Ölü olana
Yaşam veriyordu.
Scylla meşaleyi taşıyarak Saryon'un önünde vuruyordu.
Ben Eliza'nın yanında kalmıştım, ellerimiz birbirine dolanmış-
tı. Bu noktadan sonra yaşamlarımız iyiye ya da kötüye doğru
değişecekti. Belki, kısa süre sonra ölmüş olacaktık. Artık Eli-
za'nın bir kraliçe, benim onun ev katalisti olmamın önen,i
KARftKILIÇin MİRASI
züne götürmesini sağlamasaydı ne olurdu diye merak ederim.
Sanırım olaylar çok daha farklı gelişirdi. Simkin burada olsay-
dı, eminim Joram'ın hayatını kurtarırdı. İmparator Garald be-
nimle aynı fikirde değil ve itiraf etmeliyim, onu anlayabiliyo-
aım. Joram'ı pusuya düşürenin Simkin olduğu kuşkusuz, çün-
kü zavallı annen için Ölüçağıranlar Tapınağı'nda yardım ara-
mayı Joram'a öneren Simkin'di. Ve İnfazcı onu orada bekledi
ve öldürdü.
O korkunç günü asla unutmayacağım.
Öyle dehşet verici bir yere gitmeye korkuyor olsam da Jo-
ram'ın isteği üzerine, o ve Gwen'le birlikte Tapınak'a gitmiş-
tim. Joram çaresizdi. Gwendolyn her geçen gün bizden daha
da uzaklaşıyor gibiydi. Yalnızca ölüp gitmişlerle konuşuyordu.
Yaşayanlara, hatta bir zamanlar çok sevdiği kocasına bile al-
dırmıyordu. Anne babası üzüntüden hasta olmuşlardı. Simkin
ölüler tarafından tedavi edilen küçük kardeşi hakkındaki ap-
talca hikayeyi anlattığı zaman Joram boğulan bir adamın bir
tahta parçasına tutunması gibi tutundu hikayeye.
Onu vazgeçirmeye çalıştım, ama dinlemeyi reddetti. Simkin
bize öğle vakti Tapmak'ta olmamızı söyledi, Tapınak'ın gücü-
nün en yüksek olduğu zamanmış. İmparator Simkin'in İnfaz-
cı'nın orada Joram'ı bekliyor olacağını bildiğine inanıyor, ama
ben aynı fikirde değilim. Bence Simkin yalnızca Joram'ın yol-
dan çekilmesini istedi, böylece o, Simkin Joram'ın görünüşü-
ne bürünüp Yeryüzü'ne gidebilecekti, ki tam olarak da bunu
yaptı.
Sanırım artık öyle ya da böyle, fark etmez. Baban ve ben
Tapınak'a gittik. Ben ölülerin seslerinden çok rahatsız olan
Gwen'in yanında kaldım. Joram sunağın yanında durdu. Dört
keskin, açıkça duyulan çatırtının birbirini takip ettiğini duydum.
28S
KflRÜKJLIÇln niİRASI
ezildi. Menju'nun istediği olsa hepimiz yok edilirdik, ama ar-
tık General Boris olarak tanıdığımız adam bizi korudu.
Menju bizim yok edilmemiz için ısrar etmedi. İstediğini al-
mıştı. Yaşam Kuyusu'nu mühürlemişti, böylece artık Thimhal-
lan'a büyü akmıyordu. Büyüden yoksun kalan Thimhallan hal-
kının çoğu acı acı, ölmeyi tercih edeceklerini söylüyorlardı.
Pek çoğu kendilerini öldürdü. Korkunç zamanlardı.
Neyse ki o sırada babasının ölümünden sonra Sharakan
Kralı olan Garald hızla hareket etti ve kontrolü ele aldı. Kara-
büyücüleri, Karanlık Sanatlar'ı uygulayanları getirdi ve onlar
halkımıza geçmişte büyünün yaptıklarını yaptırmak için nasıl
alet kullanacaklarını öğrettiler. Yavaş yavaş, yıllar geçtikçe şe-
hirleri yeniden inşa ettik, ama binalar eskiden inşa edilenlerle
karşılaştırılınca kaba ve çirkindi.
Ama bütün bunlar daha sonra geldi. Joram ölmüştü. Artık
iki sorumluluğum vardı, daha doğrusu üç. Karakılıç, Gwen ve
taşıdığı çocuk. Joram'ı her kim öldürmüşse hâlâ Tapınak'ta ol-
malıydı ve gerçekten de İnfazcı'nın ayağa kalkıp bize doğru
gelmeye başladığını gördüm.
Adam güçlü bir Duuk-tsarittidi. Ondan kaçamazdım. Ama
aniden geri geri, yamacın kıyısına kadar itildi. Onun çabaladı-
ğını gördüm, ama görünmez bir düşmanla savaşıyordu!
Ve o zaman anladım... ölüler kaçmamız için bize bir şans
veriyorlardı.
Karakılıç'ı aldım, Gvven'in elini kavradım. Uysal uysal be-
nimle geldi. O üzücü yerden kaçtık. Daha sonra, İmparator Jo-
ram'ın bedenini aldırmak için adam gönderdiği zaman ceset
Ölüçağıranlar Tapınağı'nda, elleri göğsünde kavuşturulmuş şe-
kilde bulunmuş. Ölülerin elleri, yaşarken Ölü olan adamla il-
gilenmiş.
287
KARAKJLIÇin rrlİRftSI
Gwen yaşayanların dünyasına bir daha hiç dönmedi. Ölü-
lerle mutluydu, çünkü Joram yanındaydı. Çocuğunu dünyaya
getirecek kadar kaldı benimle ve sonra öldü. Reuven ve ben
bebekle yalnız kalmıştık. Bebeğe Eliza adını verdim.
Ama fazla hızlı gidiyorum.
Bütün bu süre boyunca Karakılıç'ı yanımda taşımıştım. Ve
birinin beni, sonra da kılıcı bulmasından korkmadığm tek gün
doğmadı. Karabüyücü Menju'nun Karakılıç'ı aradığını duy-
muştum. Kılıcı kötüye kullanacağından korkarak asla buluna-
mayacağı bir yere saklamaya karar verdim.
Rehberlik için Almin'e dua ettim ve o gece rüyamda Hay-
vanat Bahçesi'nde yürüdüğümü gördüm. Ertesi sabah Karakı-
lıç'ı bir battaniyeye sardım ve Hayvanat Bahçesi'ne taşıdım. Bu
tehlikeliydi, hatta aptalcaydı, öyle diyebilirsiniz, çünkü Hayva-
nat Bahçesi'ndeki yaratıkların çoğu kaçmıştı, ama diğerleri ge-
ride kalmıştı. Bir atadama ya da daha kötüsüne rastlayabilir-
dim.
Ama Almin bana yol gösteriyor gibi görünüyordu ve Jo-
ram'ın ölümünden önceki günlerde inancımda tereddüde düş-
müş olsam da onun ölümde bulduğu huzuru -yaşamda hiç
bulamadığı bir huzur- gördüğüm zaman en iyisinin olduğuna
inandım.
Ne olduğunu bilmesem de bir şey arayarak ormanda do-
landım. Ama sonra, bizim de yürüdüğümüz patikadan indiğim
zaman bu mağarayı gördüm.
Bir şey daha gördüm. Siyah bir ejder.
KâRAKjLiçm rniRası
si kanatlar parlıyordu.
Elimi uzattım, ama o kadar kötü titriyordu ki başta elması
tutturamadım ve ejderin derisine dokundum. Kum ve güneş
yüzünden sıcaktı; aleve dokunmuşum gibi sıçradım. Sonra,
elimi elmasın üzerine koydum.
İçimi bir güç ve otorite duygusu doldurdu. Her şeyi başa-
rabileceğimi biliyordum. Yine güleceksiniz, ama size buna
benzer bir şeyi daha önce hiç yaşamadığımı söyleyeyim. Ken-
dime ve yeteneklerime öyle güven duyuyordum ki, Zith-el'i
tek başıma, tuğla tuğla inşa edebileceğimi hissediyordum.
-Evet, tuğla kullanıyorduk, Karanlık Sanatlar'ın o yaratımları-
nı.
Bu ejderi büyülemek ve yaratığı kendi irademe göre hare-
ket ettirmek önemsiz bir şey gibi görünüyordu. Bir çocuk bi-
le yapabilirdi. Güçlü büyü sözcükleri beynimde alevlendi. On-
ları yüksek sesle söyledim.
Ejder kıpırdamadı, hiç tepki vermedi.
Gücüm ve güvenim azalmaya başladı.
Elimi çektim ve ıslak olduğunu fark ettim. Kanla ıslanmış-
tı.
Elbette! Ejderin güneşışığına açıkta yakalanmasının sebebi
buydu! Yaratık yaralanmıştı. Gece, muhtemelen ırmaktan su
içmek için mağarasından çıkmış, sonra yere yığılmıştı ve şim-
di güneşışığı altındaydı.
Büyü işe yaramış mıydı? Baygın bir ejder üzerinde işe ya-
rar mıydı? Kuşkusuz yarar, diye itiraz ettim. Büyünün yaratık
baygınken etki etmesi gerekiyordu.
Ama, diye itiraz etti, şeytanın avukatını oynamaktan hiç
vazgeçmeyen, içimdeki o lanetli parça, büyünün güneşte yat-
tığı için baygın olan bir ejder üzerinde etkili olması gerekiyor-
291
K^RâKjnçm miKası
"Karakılıç'ı koruyacağım," dedi ejder. "Başka seçeneğim
yok. Efendi sensin. Ama onu mağarama götürüp bir taş yığını-
nln altına gömmelisin. Öyle ki hiçbir parçası görünmemeli.
Açım- Şimdi yiyecek avlamaya gideceğim. Ama korkma. Dö-
nüp benden istediğini yapacağım. Efendi sensin."
Ejder kanatlarını açarak kayadan sıçradı ve havada yüksel-
di. Onu hemen gözden kaybettim, çünkü hangisi gece göğü,
hangisi ejder, seçemiyordum.
Ama artık yüreğim umutla hafiflemişti. Karakılıç'ı taşıyarak
rnağaraya girdim ve en dibe kadar gittim. Orada yerin parlak
siyah pullar ve kemiklerle kaplı olduğunu gördüm. Ejderin ini.
Karakılıç'ı ejderin yuvası gibi görünen yerden uzağa, ma-
ğaranın zeminine koydum. Kılıcı taşlarla kapladım, iri bir yığın
oluşturdum.
Ben tam işimi bitirmişken ejder bir arka girişi kullanarak
girdi, çünkü aniden mağarada belirmişti. Zalim dişlerinden bir
erkek atadam bedeni sarkıyordu.
Ejder taş yığınına baktı, yığın solgun, soğuk bir aydınlığa
boğulmuştu.
"Git," diye emretti, sonra zorla tek kelime ekledi, "Efendi."
Memnunlukla itaat ettim, çünkü yeni öldürülmüş atadam-
dan yükselen kan kokusu midemi bulandırıyordu. Gerçek yıl-
dız ışığıyla kaplanmış dünyaya döndüm. Mağara ağzına ulaştı-
ğımda bitkin düşmüştüm ve daha ileri gidemedim. Sabaha ka-
dar orada dinlendim. Tünele götürdüğüm çıra kutusunu, çak-
maktaşmı ve meşaleyi arkamda bırakarak eve döndüm.
Karakılıç benim elimden geldiğince güvendeydi. Hâlâ ora-
da olup olmadığını, ejderin onu hâlâ koruyup korumadığını,
büyünün hâlâ etkili olup olmadığını defalarca merak ettim.
Defalarca kendim gidip görmek istedim, ama sonra üzerime
29S
KAKAKJLIÇin HURİSİ
"Karakılıç'ı koaıyacağım," dedi ejder. "Başka seçeneğim
yok. Efendi sensin. Ama onu mağarama götürüp bir taş yığını-
nın altına gömmelisin. Öyle ki hiçbir parçası görünmemeli.
Açım. Şimdi yiyecek avlamaya gideceğim. Ama korkma. Dö-
nüp benden istediğini yapacağım. Efendi sensin."
Ejder kanatlarını açarak kayadan sıçradı ve havada yüksel-
di. Onu hemen gözden kaybettim, çünkü hangisi gece göğü,
hangisi ejder, seçemiyordum.
Ama artık yüreğim umutla hafiflemişti. Karakılıç'ı taşıyarak
mağaraya girdim ve en dibe kadar gittim. Orada yerin parlak
siyah pullar ve kemiklerle kaplı olduğunu gördüm. Ejderin ini.
Karakılıç'ı ejderin yuvası gibi görünen yerden uzağa, ma-
duygu yok. Onun yerine bir telaş, bir korku var ve bu Karakı-
lıç'ın alınmasının Almin'in dileği olduğuna inanmama sebep
oluyor.
Joram'm vârisine, Joram'ın kızına verilmek üzere.
296
23
-
"Gerçekten de ölümde huzur buldular mı? Mutlular mı?"
"Onları özgür bıraktığın zaman olacaklar."
JORAM VE GWENDOLYN; KARAKIUÇINZAFERİ
Mosiah'a zafer dolu bir bakış fırlatmaktan kendimi alama-
dım, Saryon'u ne kadar yanlış değerlendirdiğini göstererek
onu etkilemeyi umuyordum.
Mosiah dalgın görünüyordu ve bakışlarımı fark etmedi. "İl-
ginç bulduğum bir şey söyledin, Peder. Büyünün Thimhal-
lan'da yok olduğunu söyledin. Ama Peder Reuven bana Ya-
şam verdi. Büyü çevremizde yaşıyor. Onu hissedebiliyorum."
Peder Şaryon Mosiah'a hayret dolu bir ifadeyle baktı. "Eh,
elbette, oğlum. Büyünün geri dönmesinden kısmen sen so-
rumluydun. Yaşam Kuyusu'na düzenlenen saldırı..."
"Onu affet, Peder," diye sözünü kesti Scylla. "Doğuyolu
Kapısı'nm dışındaki serserilerle dövüşürken kafasına bir darbe
aldı. Hafızasında büyük boşluklar var."
"Hafızamı tazelersen memnun olurum, Peder," dedi Mosi-
ah. "Ne beklemem gerektiğini bilmem için."
"Şey..." Peder Şaryon şaşkındı. "Sanırım anlatacak çok şey
KAR£KJLIÇin irlİRASI
Piskopos yapılmıştı. Piskopos, Eliza büyüyene kadar onun da-
nışmanı olarak beni atama iyiliğini gösterdi." Şaryon gülümse-
di, başını iki yana salladı. "Kendimi bu iş için hiç uygun gör-
müyordum, ama Radisovik bütün 'hayırlarımı ben neler oldu-
ğunu anlamadan 'evet'e dönüştürdü. Dahası, Eliza'mn pek az
tavsiyeye ihtiyacı vardı."
Eliza uzanıp minnetle Saryon'un elini sıktı.
"Zor zamanlar yaşıyoruz," dedi Şaryon içini çekerek. "Büyü
geri geldi, ama zayıf. Thimhallan'ın çevresindeki engel yeniden
inşa edildi, ama büyünün dışan sızdığını biliyoruz ve onu dur-
duracak bir şey yapabilecekmişiz gibi görünmüyor. Kuşkusuz
bundan sorumlu olanlar Smythe ve Karanlık Kültçüler.
"Karabüyücülük ve çelik kullanarak yaşamak zorundayız.
Duuk-tsaritbler daha da güçlü oldular, çünkü dünyadaki her-
kesten daha fazla Yaşam soğurabiliyorlar. İmparator Garald
onlara güveniyor, ama ben..." Şaryon kafası karışarak sustu.
"Anlıyorum, Peder," dedi Mosiah sessizce. "Sen konuştuk-
ça hafızam geri geliyor. Duuk-tsarith\ex arasında pek çok kişi-
ye güvenmemek için sebebin var."
"Sana güveniyorum, Mosiah," dedi Şaryon, "ve asıl önemli
olan bu. Artık alemi şövalyeler koruyor." Scylla'ya gülümsedi.
"Garald başta kurtarıcı olarak görülüyordu, ama sonra eleştiril-
meye başlandı. Yeryüzü'ne sürülmüş olan Smythe'in Thimhal-
lan'da takipçileri var. Düşük sınıflar arasında kaos yaratıyor,
Smythe'in geri dönüp bizi kurtarmaması durumunda dünyanın
sonunun geleceğini söylüyorlar.
"Piskopos Radisovik'e gelen uyarıyı duydunuz mu?"
Sessizlik içinde başımızı salladık.
"Karakılıç dünyayı yapana iade edilmeli. Mesaj buydu, ama
ne anlama geldiğinden emin değiliz. Dünyayı yapan Merlyn,
299
KARAKJLIÇln mİRÜSI
başladığımız yerden sonra bir saat sürdü ve bu Thimhallan'ın
yüzeyinin dört buçuk ila altı kilometre altına indiğimizi düşün-
dürüyor bana.
Gündüz uyuyor olması gereken ejderi göremiyor ve duya-
mıyor olsak da onun ve dışkısının kokusunu alabiliyorduk.
Hava ağırlaştı ve son derece nahoş bazı kokular -bayat sidik,
dışkı ve çürüme kokuları- kısa süre sonra öğürmemize ve bu-
mnlarımızı mendillerimizle, elimize gelen her tür kumaşla ört-
memize sebep oldu.
Tek tesellimiz, buna teselli denebilirse, Mosiah'ın düşünce-
siydi. "Dışkı taze kokuyor," dedi. "Yani ejderiniz hâlâ canlı ol-
malı, Peder ve hâlâ bu mağarada yaşıyor."
"Bu kadar kötü koktuğunu hatırlamıyorum," dedi Şaryon,
sesi cüppesinin yeninden boğuk çıkarken.
"Ejderin kokuya katkı yapmak için yirmi senesi vardı," di-
ye yorum yaptı Scylla. "O inde başka ne bulabileceğimizi dü-
şünmek hiç hoşuma gitmiyor. Başka şeylerin yanında, çürü-
me kte olan ceset yığınları."
"Neyse ki ejderler insan yemez," dedi Eliza titreyerek, "ya
da ben öyle duydum. Tadımız kötüymüş."
"Duyduğunuz her şeye inanmayın, Majesteleri," dedi Mosi-
ah ve bu sohbetimizi bitirdi.
Hevesimiz azalmaya başlamıştı, ama umudumuz yerli ye-
rindeydi ve ilerlememizi sağlayan şey umuttu. Yorgunduk, ba-
caklarımız ağrıyordu ve her şeye, hatta yanımızda getirdiğimiz
suya işleyen koku yüzünden hepimizin midesi bulanıyordu.
Ayak sürüyerek bir köşeyi daha döndük ve önde giden Scylla
elini kaldırarak aniden durdu.
Daha önce kaya duvardaki dönemeçlerden yansıyan meşa-
le ışığı şimdi hiçbir şeyi aydınlatmıyordu. Önümüzde engin bir
301
KARflKJLIÇin rflİRaSI
"Gece Ejderi," dedi Saryon'un sesi karanlığın içinden. "Be-
ni tanıyorsun. Kim olduğumu biliyorsun."
Dev bir baş taş zeminde kayıyor, dev bir beden duruş de-
ğiştiriyor gibi sürtünme sesleri geldi. Ve sonra solgun, soğuk
bir ışık odayı aydınlattı.
Saryon'u, o beyaz ışığın önünde çıplak, siyah bir siluet ola-
rak görebiliyorduk. Ejder'i göremiyorduk, çünkü başı Sar-
yon'un çok, çok yükseğinde, görüş alanımızın dışmdaydı. Ej-
derin gözlerine doğrudan bakmamam gerektiğini hatırladım.
Ani ölüm anlamına gelebilecek yanıtı beklerken nefesimizi
tuttuk. Eliza ve ben elele tutuştuk.
"Seni tanıyorum," dedi Gece Ejderi, Saryon'dan nefret ede-
rek. "Neden gelip beni rahatsız ediyorsun?"
Yine nefes almaya başladık. Büyü hâlâ etkiliydi! Eliza bir
dürtüyle bana sarıldı. Kolumu ona doladım.
Mosiah bize sert, paylayıcı bakışlar attı. Ne o, ne Scylla gar-
dım indirmişti. Scylla bir eliyle meşaleyi kaldırmış, diğeriyle kı-
lıcım tutuyordu. Mosiah yumruklarını sıkmış, büyü sözcükleri
aklında ve dudaklarındaydı. Bize sessizce hâlâ büyük tehlike-
de olduğumuzu hatırlattı.
Eliza ve ben paylamayı kabul ederek ayrıldık, ama elleri-
miz karanlıkta yine birbirini buldu.
"Seni yükünden kurtarmaya geldim," dedi Şaryon. "Ve se-
ni büyünün etkisinden salıvermeye. Bu genç kadın Joram'm
vârisi."
"Buradayım," diye seslendi Eliza.
Elimi bırakarak odaya yürüdü. Scylla ve ben takip edecek
olduk, ama Mosiah kollarını açarak yolu kapattı.
"Büyü yapılırken ikinizin ismi de geçmedi," dedi çabucak.
"Büyüyü bozabilirsiniz!"
303
KARAKJLIÇin MİRASI
ruldu. Eliza ilk kez babasının yaratımını gördü. Tiksindi, cesa-
retini yitirdi. Sonra dişlerini sıkarak uzandı ve Karakılıç'ı aldı.
Herhangi bir uyarı olmadan karanlıkta siyah cüppeli şekil-
ler maddeleşti. Beş tanesi bizi çevreledi. Daha fazlası ejderin
ininde belirdi, siyah cüppeleri ve başlıkları beyaz ışıkla çarpı-
cı bir karşıtlık oluşturuyordu.
"Kıpırdamayın!" diye uyardı Mosiah alçak sesle, telaşla.
"Çok geç olmadan gidin! Hepimizi mahvedeceksiniz!"
"Sessiz ol, hain."
Duuk-tsarithlerden biri elini kaldırdı ve Mosiah yırtıcı bir
acıyla iki büklüm oldu, dizlerinin üzerine çöktü. Yine de mey-
dan okumaya devam ediyordu.
"Aptallar!" diye inlemeyi başardı.
Scylla kılıcını kaldırarak bir adım attı.
Aynı Duuk-tsarith yine elini oynattı. Scylla'nın kılıcı suya dö-
nüştü, kaldırdığı kolundan aşağı aktı, ayaklarının dibindeki taşa
damladı. Kadın şaşkınlıktan ağzı bir kanş açık, boş eline baktı.
"Bunun anlamı ne?" diye sordu Peder Şaryon öfkeyle.
"Karakılıç'ı teslim edin," diye emretti başka bir Duuk-tsa-
rith. Eliza'ya yaklaştı. "Onu teslim ederseniz size zarar gel-
mez."
"Size ihtiyacımız yok. Gidin. Biz Karakılıç'ı İmparator'a gö-
türürüz!" dedi Eliza azametle.
"Artık İmparator değil," diye karşılık verdi Duuk-tsarith.
"Garald ve sahte, yalancı piskopos indirildi. Artık Thimhallan'a
biz hükmediyoruz. Karakılıç'ı bize ver."
Eliza önlerinde geriledi. "Buna hakkınız yok..."
Duuk-tsarith m parmakuçlanndan kırmızı bir ateş fışkırdı,
alev alev dokunaçlara dönüştü, uzandı, Eliza'yı sardı ve tutsak
aldı.
sos
fflARSARÎÎ U/EIS & ÎRACY HlCKJtlAn
Eliza kendini büyüye karşı korumak için içgüdüyle kılıcı
kaldırdı.
Alevden dokunaçlar Karakılıç'a çarptı. Karataş onları aç-
gözlülükle içti ve kendine has beyaz-mavi bir alevle parlama-
ya başladı.
"Hain Joram'ın çocuğu ölüme mahkum edildi," diye bildir-
di Duuk-tsarith.
Büyü birikti, kabardı ve kıvılcımdandı.
"Durun! Büyü yapmayın!" diye haykırdı Şaryon dehşet için-
de. Eliza ile Duuk-tsarith 'in arasına girmek için öne atıldı. "Ej-
der..."
Karakılıç büyü emiyordu. Metal aşırı ısınmış gibiydi, beyaz-
mavi ışıltısı sersemletici, kör ediciydi...
Gece Ejderi acı ve öfke içinde kükredi. Kanatlarını kaldır-
dı, ölümcül yıldızlar pırıldadı. Ejder gözlerini iri iri açtı. Zihin-
leri harap eden ışığı mağaranın içinde alevlendi. Şaryon başı-
nı ellerinin arasına aldı ve acı içinde döndü, sonra taş zemine
yığıldı. Beyaz ölüm yıldızları çevremize yağmaya başladı. Du-
uk-tsarith\evm siyah cüppeleri alev aldı. Onlar ve büyüleri
dehşet verici ateşler içinde büzüldü.
"Aptallar!" diye tekrarladı Mosiah, ümitsizliğin sert sessizli-
ğiyle "Hepimizin sonunu getirdiniz!"
Scylla'yı aradım, ama bulamadım. Silahsız ve yalnız, ejder-
le savaşmak için öne atılmış olmalıydı.
"Eliza!" diye haykırdım ve mağaraya koştum, ama onu kur-
tarmak için değil -çünkü bunu hiçbir şey yapamazdı- onunla
ölmek için.
Koştum ve sanki muazzam bir yamaçtan aşağı atladım.
Kollarımı açtım ve uçabildiğimi gördüm.
306
24
"Simkin muazzam bir yalancı! Ona nasıl taham-
mül ettiğini anlamıyorum!"
"Çünkü eğlenceli bir yalancı. Ve bu da onu farklı kı-
lıyor. "
"Farklı mı?"
"Siz, geri kalanlardan,"
MOSIAH VEJORAM; KARAKILIÇINDÖVÜLÜŞÜ
Yine aynı korkutucu sıkıştırılma hissi, havanın ciğerlerim-
den boşalması, bedenimin sıkılması ve minik bir çatlaktan
geçmeye çalışan bir fare gibi dümdüz olması. Uçuşum aniden,
acıyla, bir yuvarlanmayla son buldu. Taşlı bir eğimden aşağı
yuvarlandım ve hızla bir taş duvara çarptım.
Bir an sersemlemiş vaziyette, kesikler ve bereler içinde ora-
da yattım ve karaya vurmuş bir balık gibi kesik kesik nefes al-
dım. Ejderden korkarak, kendimi ve Eliza'yı savunmak için
elimden geleni yapmaya hazırlanarak gözlerimi açtım.
Çevreye bakındım ve gözlerimi kırpıştırdım.
Ejder kaybolmuştu. Duuk-tsarithler kaybolmuştu. Peder
Şaryon kaybolmuştu. Scylla, Mosiah ve Eliza oradaydı. Bir ma-
KflRAKjLIÇln MİRASI
"Ya sen," dedi Scylla, Mosiah'la yüzleşerek. "Nerelerdey-
din?"
"Bilmiyorum," dedi Mosiah sertçe. "Nerelerdeydim?"
"Ben nereden bileyim?" dedi Scylla şaşkın şaşkın bakarak.
"Sorun ne? Sen de mi kafanı vurdun?"
Mosiah aniden ciddileşti, düşündü. "Evet," dedi sessizce.
"Sanınm, evet, vurdum."
Biliyordu! Ben her neredeysem, o da oradaydı! Rahatlaya-
rak gevşedim, mağara duvarına yaslandım ve düşüncelerimi
toplamaya çalıştım. Çoğu kavranamayacak kadar dağınıktı,
ama en azından delirmediğimi biliyordum. Mosiah'a aklımda-
ki bin soruyu soracak oldum, ama eliyle gizli bir işaret yaptı.
"Hiçbir şey söyleme Henüz olmaz," dedi.
"İşte," dedi Scylla. Giysilerimdeki tozu öyle hevesle silke-
lemeye başladı ki neredeyse yine taş zemine devrilecektim.
"Daha iyi görünüyorsun."
Eliza eğilip Karakılıç'ı aldı. Aniden gözlerimin önüne pen-
çeleri kanla kızarmış, Karakılıç'ı Eliza'nın elinden düşüren si-
yah bir ejder imgesi geldi. Eliza düşüyordu. Pençeler etini yır-
tıyor, parçalıyordu. Çığlıkları...
İmge soldu, ama dehşet yerinde kaldı. Bedenim terden sı-
rılsıklam olmuştu ve mağaranın nemli havasında titriyordum.
"Bir ejderin ininde durduğumuzun farkındasınız, değil mi?"
dedi Mosiah keskin bir sesle.
"Scylla da bana öyle söyledi." Eliza omuzlarını silkti. Baba-
sı için, fazla ilgi gösteremeyecek kadar çok endişeleniyordu.
"Eski bir in," dedi Scylla. "Korkmaya gerek yok. Yaşam Ku-
yusu yıkıldığı zaman bütün ejderler öldü."
"Kesinlikle kullanılıyormuş gibi kokuyor" diye ısrar etti
Mosiah, kaşlarını çatarak. "Peki Karakılıç neden burada? Onu
309
KARİlKILIÇin mİRASI
rak Kevon Smythe, değil mi?"
"Sopalar ve taşlar kemiklerimi kırabilir, ama Karakılıçlar
beni asla incitmez," dedi Teddy ve ayı sırıttı.
"Kılıcın buraya nasıl geldiğinin ne önemi var?" diye sordu
Eliza sabırsızca. "Madem artık elimizde, gidip annemi, babamı
ve Peder Saryon'u bulmalıyız."
İrkilerek Mosiah'a baktım.
"Baban. Joram," diye sordu Mosiah. "Yaşıyor mu?"
"Elbette yaşıyor!" diye yanıt verdi Eliza ve vurgulayarak
tekrarladı. "Elbette yaşıyor."
"Ah, evet, Joram yaşıyor, elbette," dedi ayı tembel tembel.
"Ama hiç hoş bir ruh hali içinde değil. Onu suçlayamam. Bir
zindan hücresine tıkılmış ve kel adamdan başka arkadaşı
yok."
Eliza Karakılıç'ı sıkı sıkı kavradı, kabzadaki parmak bo-
ğumları beyazladı. "Onu buldun mu? Güvende mi?"
"Kocasının kapı tokmağına saplanmış olduğunu gördüğün-
de Orleans Düşesi'nin dediği gibi, daha iyi günler gördü. Bi-
linci yerinde ve katı gıdalar alıyor. Baban. Dük değil. Onun
için, pazar günleri kafasını parlatmak dışında yapabileceğimiz
hiçbir şey yoktu."
"Ya annem?"
"Nada. Hiçbir şey. Zip. Üzgünüm, falan, ama ne kılını, ne
tüyünü gördüm. Baban ve Katalistle aynı yerde tutsak değil,
bu kadarını söyleyebilirim."
"Oradaydın." Mosiah şüpheliydi.
"Kesinlikle," diye yanıt verdi ayı.
"Teknobüyücülerin zindanında. Şaryon ve Joram'ı tuttukla-
n yerde."
"Kafandaki o siyah başlığı çıkarırsan, Mosiah," dedi ayı pis
311
KARİ»KJLIÇln mİRÜSI
son yer burası olurdu! Sizi gözden kaybettiler ve şu anda sizi
ve kılıcı arayarak Zith-el'i altüst ediyorlar. Ama burada aradık-
larını göremiyorsunuz, değil mi?"
"Hakkı var," diye kabul etti Scylla.
"Hep vardır," diye homurdandı Mosiah. "Neden mağaraya
girerken Teknobüyücü görmedik ya da onlar bizi görmedi?"
"Önden gelseniz görürdünüz."
"Arkadan geldiğimizi mi söylüyorsun?"
"Işıklı giriş ya da çıkış tabelaları görmedim, bilmiyor mu-
sun, ama o şekilde düşünmek istiyorsan, evet, arkadan geldi-
niz."
"Babam bir hücrede mi?" diye sordu Eliza. "Nöbetçi var mı?
Kaç tane?"
"İki. Dediğim gibi, herkes Zith-el'de olduğunuzdan emin..."
Scylla mağara kapısından uzaklaştı, bize yaklaştı. 'Artık git-
meliyiz," dedi. "Çabuk."
"Ona güvenmiyorum." Mosiah'ın sesi sertti. "Bir kez Jo-
ram'a ihanet etti ve ölmesine sebep oldu... neredeyse ölmesi-
ne sebep oluyordu," diye düzeltti. "Simkin her ne yaparsa,
kendini eğlendirmek için yapar. Kendini kandırma, Eliza. Sa-
na, Joram'a, hiçbirimize aldırmıyor. Hch'nyvlerin bir anlık eğ-
lence sağlayacağını düşünse o portakal rengi eşarbını sallar ve
onlara iniş yerini gösterir, hiç kuşkun olmasın."
Eliza ayıya döndü, ama gözlerinin kapalı olduğunu gördü.
Hafif hafif horluyordu. "Simkin!" dedi yalvarırcasına.
Gözleri açıldı. "Ne? Ah, pardon. O uzun tirad sırasında dal-
mış olmalıyım. Bana gelince, inek pisliği tekmeleyen dostu-
muzun söyledikleri kesinlikle doğru. Bana güvenilmez. Hem
de hiç."
Siyah düğme gözler pırıldadı. Siyah dikişli ağız çarpıldı.
313
KARftKJLIÇln HIİRÜSI
topladılar ve kılıcın üzerine yığmaya başladılar. Bir filmin geri
sarılmasını izlemek gibiydi. Daha birkaç dakika önce Eliza ve
Peder Şaryon yığını indirirken, şimdi yığmalarını izliyordum.
Zihnim buna isyan etti.
Ellerini kavuşturmuş, sessizce izleyerek duran Mosiah'ın
yanına seğirttim.
KARftKJLIÇin irlİRflSI
"Şimdi ne oldu?" diye sordu Scylla, arkadan yaklaşarak.
"Sorun ne?"
"Hiçbir şey," dedi Mosiah.
"O zaman yürümeye devam edin! Durup gevezelik yapa-
cak zaman değil! Scylla uzun adımlarla yürüyerek öne geçti.
"Başını belaya soktum!" dedi Simkin boğuk sesle ve kah-
kaha atarak Eliza'nın yanına gitti ve utanç verici bir şekilde
flört etmeye başladı onunla.
"İlginç bir nokta, sence de öyle değil mi?" dedi Mosiah ba-
na alçak sesle. "O, diğer zamanda Simkin yanımızda değildi.
Ve Simkin asla katılmayacağı bir parti vermez!"
Bunun doğru olabileceğini kabul ettim Yine de, arkama
bakar, portakal rengi parıltının Eliza'nın yanında hoplamasını
izlerken her iki alternatif zamanda da Simkin'in Joram'a ihanet
ettiğini hatırladım. Neden bu farklı olsundu ki?
Yalnız bu sefer ihanet ettiği Joram olmayacaktı. O haince
öpücüğü Joram'ın kızına verecekti.
Tüneli çıkmak inmekten daha uzun sürmüş gibi geldi. Te-
peye yaklaştığımız zaman bacaklarım ağrıyordu ve nefes nefe-
se kalmıştım. Ve asıl zorlu kısım yeni başlıyordu.
Mağaranın üst kısmının, eğer gittiğimiz yer gerçekten ora-
daysa, alternatif zamanda gördüğümüz gibi olduğunu düşün-
müştüm. Kısa süre sonra yanıldığımı anladım. Bir köşeyi dö-
nünce önde yürüyen Scylla aniden ışığı söndürdü ve geriye
sıçradı.
"Işık!" diye fısıldadı. "İleriden geliyor!"
El fenerimiz söndürülünce mağara duvarlarında başka bir
ışığın parıltısının yansıdığını görebiliyordum. Diğer mağarada
ışık olmadığını hatırladım. Şaryon arkasında bir çıra kutusu,
319
KARAKJLIÇin ITIİRaSI
geliyor ki..."
Mosiah şimdi düşünceli bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
Aniden siyah cüppeli kolunu bana uzattı "Katalist," dedi yu-
muşak sesle, "bana Yaşam bahşet."
Kahkaha atacak oldum. Elim nasıl yapacağımı bilmediğimi
işaret etmek için kalktı... Ama biliyordum. Hatırlıyordum. Ya-
şam içime akarken hissettiğim harika duyguları hatırlıyordum.
Bir elimle Mosiah'ın kolunu tutarken diğer elimle nasıl büyü-
ye uzanacağımı biliyordum. Ben aracıydım, büyü içimden akı-
yordu ve o kısa an nimetti.
Gözlerimi kapattım ve Thimhallan'ın Yaşam'ının içime ak-
masını diledim.
Başta hiçbir şey hissetmedim ve başarısız olacağım, Eliza'yı
hayal kırıklığına uğratacağım korkusu içimde burkuldu. Tüm
çabamı odakladım, Almin'e dua ettim, yakardım... Aniden Ya-
şam büyük bir dalga halinde geldi. Sanki birikmiş, serbest bı-
rakılmayı bekliyordu. Enerji beni şiddetle sarstı. Her damla ka-
nım minik bir kıvılcımmış gibi bedenim karıncalandı, yandı.
Duygu diğer yaşamda olduğu gibi hoş değil, çok acılıydı.
Korku ve acı içinde onu sona erdirmeye, elimi Mosiah'ın
kolundan koparmaya çalıştım, ama o beni bırakmayı reddetti.
Büyü aramızda kollarımıza dolanan mavi bir yay gibi sıçradı.
Yayın alevi çatırdadı. İçim boşalmıştı, ateşin yerini beni ser-
semleten, titreten bir soğukluk duygusu almıştı. Gücüm tüke-
nerek dizlerimin üzerine çöktüm.
Eliza diz çöktü ve kolunu bana doladı.
"Reuven, sen iyi misin?"
Başımı salladım, ama midem bulanıyor, başım dönüyordu.
"Kutsal Almin," dedi Scylla huşu içinde. "Hiç böyle bir şey
görmemiştim!"
321
K^Rinyuçm miRftsı
aramızda uzun süre kalamayacak."
Yanımda duran Eliza boğuk bir ses çıkardı.
"Şşş!" diye nefes verdi Scylla.
Mosiah ikisine uyarıcı bakışlar fırlattı. Eliza'nm elini bul-
dum. Derisi soğuktu. Parmakları benimkilere sıkı sıkı dolandı.
"Joram'la konuşacağım," diyordu Smythe. "Durumu o ka-
dar kötüyse işbirliği yapmaya gönüllü olabilir. Siz, ikiniz be-
nimle gelin. Kalanınız dışarıda beklesin."
Smythe tutsakların tutulduğu odaya girdi. Korumalarının
ikisi onu takip etti. Diğerleri koridorun dışında pozisyon aldı.
Beklemek dışında yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Sayı-
ları bu kadar çokken mücadele etmeye kalksak yalnızca ken-
dimizi değil, tutsakların yaşamlarını da tehlikeye atmış olur-
duk. Teknobüyücüler tutsaklarının kurtarılmasına izin vermek-
tense onları öldürmeyi tercih edebilirdi.
Kulak kabartarak karanlıkta saklandık.
Duyduğumuz ilk ses Peder Saryon'undu. Sesi güçlü ve kız-
gındı, bu da iyi olduğunu gösteriyordu. Gözlerimi kapattım ve
Almin'e şükrettim.
"Görebildiğiniz gibi Joram çok hasta, Bay Smythe. Arkada-
şımın hemen tıbbi ilgiye ihtiyacı var. Onu karakola götürme-
niz konusunda ısrar ediyorum. Orada tıbbi imkanları var..."
"Elbette," dedi Smythe; sesi rahat, memnun etmeye heves-
liydi. "Ona panzehiri vereceğiz... bize Karakılıç'ı nerede bula-
cağımızı söyler söylemez."
"Zehir mi?" Şaryon dehşete düşmüştü. "Onu zehirlediniz
mi?"
"Yavaş etki eden bir tür. Daimi jeneratörlerimizdeki orga-
nizmaları öldürmek için kullandığımız türden. Ölümün çok
yavaş ve büyük acıyla geldiğini duymuştum. Şimdi, dostum.
32S
KüRüKILIÇln ÜlİRftSl
ti. Altı koruma ve Kevon Smythe vardı, ama biz yalnızca dört
kişiydik.
"Scylla, senin silahın var," diye başladı Mosiah, gergin bir
fısıltıyla. "Sen..."
"Silah," dedi kadın. "Silahım yok."
Mosiah dik dik baktı ona. "Silahın yok mu! Nasıl ajansın
sen?"
"Akıllı bir ajan," diye karşılık verdi Scylla. "Gördüklerime
bakarak, silah taşımak birinin sana ateş etmesi için açık davet-
tir."
Mosiah sertti. "Sanırım başka seçeneğimiz yok. Altı D'karn-
darahz birden saldırmalıyız..."
"Yedi yap," dedi Scylla.
Mağaraya başka bir Teknobüyücü girmiş görünüyordu.
"Görünüyordu" diyonım, çünkü mağara girişini izliyordum ve
içeri birinin girdiğini görmemiştim. Yeni gelen girişte bekleyen
ikisinin arkasından yaklaştı. Gümüş eldivenli elini uzatarak bi-
rinin omzuna dokundu.
Bu taşı ırmağa atan Teknobüyücüydü. Adam yerinde sıçra-
dı, döndü. Cüppeleri çevresinde sıvı civa gibi aktı.
"Ne şeytan... sen kimsin?" diye sordu. "Ne istiyorsun? Ve bir
daha öyle sessizce yaklaşma bana. Taşların gözlerinin olduğu
ve Tanrı bilir başka neler döndüğü bu lanet gezegende olmak
yeterince kötü! Ne istiyorsun?" diye tekrarladı sinirle.
"Karargahdan efendi için mesaj var."
"Hapishane hücresinde."
"Acil," dedi D'karn-darah.
"Ben gidip söylerim," diye gönüllü oldu diğer Teknobüyü-
cü.
"Dur," dedi ilki. Sesi şüpheliydi. "Neden her zamanki yol-
327
KARAKJLlÇln miRflsı
"Şşş!" diye susturdu onu Scylla.
Eliza elimi sıkı sıkı kavradı. Bizi duyacaklarından korkarak
kıpırdamaya cesaret edemiyorduk. Karanlıkta tamamen kıpır-
tısız kaldık, her nefes kasırga sesi gibi geliyordu, sanki yürek-
lerimiz gökgürültüsü gibi güdüyordu. Mosiah'm bedeni geril-
di. Büyüsünü dev, ölümcül bir patlama için hazırlıyordu.
Aklımdan çılgınca, ümitsiz planlar geçiyordu, ama hiçbiri
mantıklı gelmiyor, umut vermiyordu.
Dört adım sonra Kevon Smythe bize çarpacaktı. İkinci
adımda Simkin-Z)'karn-darah durdu.
Smythe durup ona döndü.
"Konu nedir?" diye sordu sinirle.
"Efendim," dedi Simkin, "Hch'nyv temsilcileri Zith-el'e gel-
di."
Mosiah'm karnına yumruk yemiş gibi inlediğini duydum.
Scylla yumuşak sesle nefes verdi.
Biri atardamarını kesmiş ve bir anda bütün kanını akıtmış
gibi Smythe'in yüzü kırmızıdan sarıya döndü. Yüzünde öylesi-
ne çıplak bir dehşet vardı ki neredeyse onun için üzülecektim.
Yüzü hemen duygusuzlaştı, ama o korkudan izler kaldı.
"Ne istiyorlarmış?" diye sordu, sıkı kontrol altında bir sesle.
"Karakılıç'ı," dedi Simkin kısaca.
Smythe hücreye doğru öfkeli bir bakış fırlattı. "Henüz ele
geçirmedik. Ama alacağız. Bize daha fazla zaman vermeleri
gerek."
"Yeryüzü güçleri çekiliyor. Yeryüzü'nün istilası başlıyor.
Fazla zamanınız kalmadı. Sözleri buydu. Israrcı olan dini ön-
derleri, efendim. Tanrıları ya da tapındıkları her neyse, Kara-
kılıç'ın açık bir tehlike olduğu konusunda onları uyarmış."
"Lanet olası tanrılarını biliyorum!" dedi Smythe, sesi öfke
329
KüRAKILIÇin MİRASI
nasıl düşmanla anlaşma yapacak kadar güç tutkusuna kapıl-
mış olabileceğini anlayamıyordum. Kendi hırsının sunağında
milyonlarca insanı kurban edecek bir anlaşma.
KARÜKJLIÇln trJİRaSI
miz için feryat ederken görünce söyleyeceksin."
Teknobüyücü Peder Saryon'u yere fırlattı. Pederin elleri
bağlıydı, düşüşünü yavaşlatamadı ve hızla düştü, acıyla hay-
kırdı. O zaman öne atılacak oldum, ama sağduyu ve Mosiah'ın
uyarısı beni engelledi.
Simkin Peder Saryon'a yaklaştı ve baktı.
Keskin bir kırılma sesi duyuldu.
Simkin'e yakın duran Teknobüyücü vahşice baktı, inledi ve
geriledi.
"Sen ne yapıyorsun?" diye haykırdı tiz bir sesle
"Emirleri yerine getiriyorum," dedi Simkin. "Sana bir el ve-
riyorum."
Bilekten kırdığı kendi elini uzattı.
333
26
O kadar özlediği ve her sabah ruhunu yaktığını his-
settiği büyü ona hiç gelmedi.
On beşine bastığında, Anja'ya ne zaman büyüye sa-
hip olacağını sormayı bıraktı.
İçinin derinliklerinde, yanıtı zaten biliyordu.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
"Ek olarak, başı çekmenize de yardım edeceğim," diye ek-
ledi Simkin. Başını omuzlarından kaldırdı -başını vida gevşe-
tir gibi gevşetti demek daha doğru olur- ve Teknobüyücüler-
den birine attı.
Adamın biraz büyüsü olabilirdi, ama görebildiğim kadarıy-
la Teknobüyücüler Teknoloji kullanmaya öyle alışmışlardı ki
büyüyü unutmuşlardı. Adamın böylesine manyakça bir büyü-
yü hiç görmediği açıktı. Simkin kendi elini kırdığında ağızları
açık kalmıştı. Ama Simkin'in gümüş başlıkla kaplı kafası, ku-
maşın uçları dalgalanarak ona doğru uçunca Teknobüyücü
boğuk bir feryat kopardı ve kollarıyla yüzünü örttü. Simkin'in
başı öyle bir şiddetle patladı ki yüreğimin durduğunu sandım.
KâR^Kjuçın miRası
"Şimdi" diye bağırdı Mosiah.
Yaşam içinde aktı ve koşarken dönüşmesini sağladı. Siyah
cüppesi çevresinde kıvrandı, bedenini sararak diken diken, si-
yah bir kürkle kapladı. Başı uzadı, siyah, kıvrık dudaklarının
arasından sarı dişler fırlayan bir hayvan çenesine dönüştü. Ba-
cakları hayvan bacakları oldu, siyah kürkle kaplandı, tırnakla-
rı uzayarak sivrildi. Cüppesinin etekleri kıvrılarak ustura kadar
keskin bir dikeni olan bir kuyruğa dönüştü. Mosiah karagez-
gine dönüşmüştü, avcıkatil olarak bilinen, eski savaş ustaları-
nın yarattıkları arasında en çok korkulan türe.
Teknobüyücü gözlerini açtı, şaşkınlık içinde başına yağan
papatyalara baktı. Çiçekler mezarının üzerine serpilmişti san-
ki. Bir sonraki manzara korkunçtu... mağara zemininde sıçra-
yarak, güçlü arka bacakları üzerinde doğrulmuş koşan, çene-
leri açılıp kapanan, pençeleri Teknobüyücünün gırtlağına uza-
nan bir avcıkatil.
Adamın gümüş cüppesi zırh işlevi görüyordu, Scylla'nm
dediği gibi geleneksel silahlarla yapılan her tür saldırıyı savuş-
turabilirdi. Ama karagezgin kesinlikle geleneksel bir silah de-
ğildi. Mosiah kendini Teknobüyücünün üzerine attı. Gümüş
cüppe çatırdadı, karagezgin acıyla haykırdı, ama Mosiah'ın
pençeleri çizdi ve yırttı. Ağırlığı Teknobüyücüyü yere devirdi.
Diğer Teknobüyücü nöbetçi çevresini saran büyü karşısın-
da arkadaşı kadar şaşkınlaşmamıştı. Elinde bir silah belirdi,
kötü enerjiyle parlayan bir tırpan. Peder Saryon'un tepesine
dikildi, tırpanı vahşi bir yay çizerek savurdu. Tırpanın çeliği
havayı yararken mırıldandı, bana Simkin'in ahenksiz mırıltısı-
nı hatırlattı.
Eliza ve ben acı içinde, tutsaklar için korkarak geride kal-
dık. Ama yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Şaryon dümdüz
335
KüBüigLipın fflİRAsı
lanarak saçıldı. Gümüş başlıklı adamın yüzündeki ifadeyi gö-
remiyordum, ama hayretle silaha bakakaldığını hayal edebili-
yordum. Ama adam hemen kendine geldi, tırpanın sapını so-
pa olarak kullanmak için ellerini oynattı ve sopayı Scylla'ya sa-
vurmaya çalıştı.
Kadın çizmesinin topuğuyla Teknobüyücünün gümüş kap-
lı başına bir darbe indirdi. Mide bulandıncı bir çatırtı duyuldu
ve başta gümüş zırhın savunma alanının işlediğini düşündüm.
Ama gümüş başlıkta bir kan lekesi belirdi. Ses adamın kırılan
burnundan çıkmıştı. Adam arkaya devrildi. Yerdeyken kafası-
na atılan bir tekmeyle de işi bitti.
"Orada neler oluyor?" diye bağırdı bir ses mağaranın dışın-
dan. "Her şey yolunda mı?"
"Daha fazla Tekno," dedi Mosiah. Karagezgin şeklini koru-
mamıştı, gözleri korkunç ve kırmızı, parlıyordu "Teleportörü
koruyanlar olmalı. Birazdan buraya gelirler. Bir karamavnaları
var! Gidin!" dedi, kanlı pençelerini bize doğru sallayarak. "Pe-
der Şaryon ile Joram'ı alıp gidin! Ben bunları hallederim."
Şaryon dizlerinin üzerine çökmüş, baygın Joram'ın üzerine
eğilmişti. Eliza babasının yanında, elini tutuyordu. Onu nasıl
taşıyacağımızı merak ettim, çünkü uzun boylu ve kaslı bir
adamdı.
"Ben Joram'ı bırakmam," dedi Şaryon kararlılıkla.
"Ben de öyle," dedi Eliza. Yanaklarından aşağı gözyaşları
akıyordu, ama onların farkında olduğunu sanmıyorum.
"Panzehir Smythe'de." Saryon'un bakışları Eliza'ya kaydı.
"Karakılıç'ın nerede olduğunu biliyor musun?"
"Evet, Peder."
"O zaman onu bulup Smythe'e vermeliyiz. Babanın hayatı-
nı kurtarmanın tek yolu bu."
337
KARftKILIÇin fflİRftSI
"Eliza, sen önden git," dedi Scylla. "Acele et."
"Durun!" Eliza Peder Saryon'a döndü. "Annem nerede. Si-
zinle hücrede miydi?"
"Hayır, çocuğum," dedi Şaryon endişeli görünerek. "Değil-
di. Sizin biliyor olacağınızı düşünmüştüm..."
Eliza başını iki yana salladı.
"Burada değil," dedi Şaryon. "Ve bu umut verici bir işaret.
Teknobüyücüler onu tutsak alsaydı şimdiye kadar kullanırlar-
dı. Sanırım bir şekilde onlardan kaçmayı başardı."
"O zaman nerede?" diye sordu Eliza.
"Belki benim bir fikrim vardır," dedi Şaryon. "Endişelenme.
KiiRAKILIÇln niİRftSI
lıkla aklımdan çıkardım ve yürümeye devam ettim.
Şaryon aniden durdu. "Bundan hoşlanmadım," dedi. "Bu-
rada yaşayan bir şey var. Kokusunu almıyor musunuz? Bir ej-
der," diye ekledi, alnı kırışarak. "Bir Gece Ejderi."
"Eskiden bir şey burada yaşarmış, Peder," diye yanıt verdi
Eliza, ışığı pürüzsüz duvarlı, pürüzsüz zeminli tünelde gezdi-
rerek. "Ne olduğundan emin değilim, ama artık yok. Büyü öl-
düğünde ölmüş olmalı. Neden ejder olduğunu düşündün?"
"Bilmiyorum." Şaryon şaşkındı. "Aklıma geldi yalnızca."
Kurnazdı ve yaşamının çoğunu Thimhallan'da geçirmişti. Ka-
fası karışmış, huzursuz bir ifadeyle Scylla'ya baktı. Kadının şa-
kasını ciddiye almaya başlamıştı. "Belki burada Mosiah'ı bek-
lemeliyiz. Başına ne geldiğini öğrenene kadar daha ileri gitme-
meliyiz. Bu korkunç yerde daha derinlere gitmemiz gerekti-
ğinden emin misin?"
"Evet, Peder," dedi Eliza. "Üzgünüm, ama devam etmeliyiz.
Karakılıç aşağıda."
Bunun üzerine Joram başını kaldırdı. Solgunluğu korkutu-
cuydu, kan yüzünde karanlık çizgiler oluşturmuştu. Bir kez
daha bilincini kaybetmiş, gözleri kapanmış, ayak sürümeye
başlamıştı. Kolumun altında kalbinin çarptığını hissetmem dı-
şında ölü gibiydi. Kızının dudaklarından çıkan Karakılıç söz-
cüğü belki de onu uyandırabilecek tek şeydi.
"Nerede?" diye inledi ve sesi bir nefesten yüksek çıkmıyor-
du. "Güvende mi?"
"Evet, baba," diye yanıt verdi Eliza ve babasının acısı için
duyduğu üzüntü neredeyse onu boğacaktı. "Güvende. Ah, ba-
ba, çok üzgünüm. Hiç hakkım..."
Joram başını iki yana salladı. "Hakkı olmayan bendim," de-
di, sonra başı sarktı. Gözleri kapandı ve kollarımıza yığıldı.
341
KARftKJLIÇIn ITIİRftSI
ve sıcak eli benimkinin üzerine kapandı. Bana teselli veriyor,
yaşamlarımıza rehberlik edildiğini, bize gözkulak olunduğu-
nu, bizden daha büyük bir varlık tarafından korunduğumuzu
nazikçe hatırlatıyordu. Bunların hepsi korkunç bir sonla bitse
de yalnız olmayacaktık. Ben de inanç yoksunluğum için af di-
leyerek, devam etme gücü dileyerek dua ettim.
Karanlıktan bir şekil atıldı ve neredeyse tepeüstü Scylla'ya
çarpacaktı. "Ne..." dedi bir ses.
"Mosiah!" Scylla rahatlayarak nefes verdi.
Eliza ışığı yaktı.
Mosiah öfkeyle bizi süzdü. "Siz ne halt ediyorsunuz?" diye
sordu öfkeyle. "Piknik mi yapıyorsunuz? Neden..."
Yerde baygın yatan Joram'ı gördü. "Ah," dedi Mosiah ve
başını iki yana salladı. Bakışları Scylla'ya kaydı. "Öldü mü?"
"Hayır, ama durumu iyi değil," diye yanıt verdi Scylla ihti-
yatla, Eliza'ya bir bakış fırlatarak.
"Bekleyemeyiz. Ben Teknobüyücülerin icabına baktım,
ama her an teleportörle daha fazlası gelebilir. Alarm vermele-
rini engelleyemedim. Karakılıç'ı alıp hemen buradan çıkmalı-
yız! Sen ve ben onu taşırız."
"Sen kendini taşıyabilecekmiş gibi görünmüyorsun," dedi
Scylla, ikisi Joram'ı kaldırmak için eğilirken. "Yaşam'm kaldı
mı?"
"Fazla değil." Mosiah gösterdiği çaba yüzünden homurdan-
dı. Normal şekline dönmüştü, ama dönüşümler tüketici olma-
lıydı. Yere yıkılacak kadar yorgun görünüyordu.
"Belki sana yine Yaşam verebilirim," dedim, onlan hayal
kırıklığına uğrattığım için suçlu hissederek.
Şaryon bana şaşkın şaşkın baktı. "Mosiah'a Yaşam mı ver-
din, Reuven? Nasıl? Ne zaman?"
343
27
"Budalalığın şerefine!" diye bildirdi Simkin ve hep
beraber, şampanya kadehleri neşeyle arkalarında tın-
gırdayarak, alev alev yanılsamalara doğru sendeleyerek
ilerlediler.
KARAKILIÇIN YAZGISI
"Ejder," dedi Mosiah. "Gece Ejderi."
"Ama bu imkansız!" diye inledi Şaryon. "Ejderler büyü ya-
ratımlarıdır. Thimhallan'da Yaşam yok olduğu zaman hepsi
kaybolmuş olmalıydı."
"Yaşam kaybolmadı, Peder. Kuyu yıkıldı, ama büyü bizim
düşündüğümüz gibi kaçmadı."
"Kuyu'nun kapanmış olabileceğine inanıyoruz, Peder," di-
ye ekledi Scylla.
"Bir ejder olduğuna inanmıyorum. Olamaz," diye itiraz etti
Eliza. "Buraya geldik."
"Hatırlarsan mağaranın kullanılıyormuş gibi koktuğunu
söyledim," diye karşılık verdi Mosiah.
"Ama... Hâlâ anlamıyorum..." Şaryon şaşkın görünüyordu.
"O mağarada bir Gece Ejderi yaşadığını nereden biliyorsunuz?
KARAKJLIÇin mİRftSI
ne gülümsedim.
"Size ejder büyülemek hakkında hiçbir şey bilmediğimi
söylüyorum!" Şaryon başını iki yana sallıyordu.
"Biliyorsun," dedi Mosiah. "Aramızda bilen tek kişisin. Ben
yapamam."
"Sen Duuk-tsarith'sml" diye itiraz etti Şaryon.
"Ama Yeryüzü'nde eğitim gördüm. Gördüğüm ejderler özel
efektlerle yaratılanlardı. Açıklamak için zaman harcayamam,
ama alternatif zamanda, Peder, Joram'ın yirmi sene önce öldü-
ğü bir zamanda sen bir Gece Ejderi'ne rastladın... bu ejder ol-
duğuna inanıyorum... ve onu büyülemeyi basardın. Düşün,
Peder! Kaynak'ta aldığın dersleri düşün. Bütün katalistlere sa-
vaş sihirbazlarının büyüleri öğretilir."
"Ben... çok zaman oldu..." Şaryon elini, ağrıyormuş gibi şa-
kaklarına götürdü. "Başaramazsam hepimiz ölürüz. Korkunç
bir şekilde ölürüz."
"Biliyoruz," dedi Mosiah.
Bütün bunlar sırasında Scylla'nın sessiz kaldığını fark ettim.
İkna ya da itiraz etmeye çalışmamıştı. Henüz anlamıyordum,
ama eğer bu mantıklı geliyorsa, anlamaya başlıyordum.
"Peder Şaryon." Konuşan Joram'dı.
Tartışmaya o kadar dalmıştık ki Joram'ın ayıldığını fark et-
memiştim. Başı kızının kucağındaydı. Eliza alnındaki teri sili-
yor, ıslak saçlarını okşuyor, onu endişeyle, sevgiyle izliyordu.
Joram gülümsedi. Elini kaldırdı. Şaryon diz çöktü ve Jo-
ram'ın elini tutup göğsüne bastırdı. Joram'ın yaşayacak çok az
zamanı kaldığı, onun için, hepimiz için açıktı.
"Peder Şaryon," dedi; konuşmak çaba gerektiriyordu. "Be-
ni büyülemeyi basardın. Bununla karşılaştırıldığında ejder bü-
yülemek nedir ki?"
347
KâRAKjLiçın rniRası
uven'in..."
"Joram'la ben kalınm," diye gönüllü oldu Scylla. Bize sırıt-
tı. Kaşındaki halk'a pırıldadı. "Artık tek basmasınız."
"Bütün bunları hiç anlamıyorum," dedi Şaryon yakarırcası-
na.
"İnanç duymalısın," dedim ona işaret diliyle.
"Ve sen de öğretmenine karşı inatçı davranıyorsun," dedi
solgun bir gülümsemeyle. Kasvetle içini çekti. "Gelin o zaman.
Gidip şu ejderi büyüleyelim."
Gece Ejderleri güneşışığından o kadar nefret eder ki Thim-
hallan'ın bulabildikleri en derin, en karanlık yerlerinde yaşıyor
olsalar bile gündüz uyurlar. Bu ejder, düzenli nefeslerine ba-
kılırsa uyuyordu, ama uykusu huzursuz ve sığ görünüyordu.
Dev bedenin kıpırdadığını, pulların kaya zemine sürtündüğü-
nü duyabiliyorduk. Diğer yaşamda ejderin Karakılıç'm ininde
bulunması, huzurunu bozması hakkında söylediklerini hatırla-
dım. Ya bu ya da uyanma zamanı yaklaşıyordu.
Burayı son ziyaret ettiğimde aldığım kokuyu hatırladım. Bu
sefer koku daha kötü gibiydi. Kusmamak için hepimiz ağızla-
rımızı ve burunlarımızı kapattık. Bir el fenerinin ışığının bile
ejderi uyandırıp, sinirlendirebileceğinden korkarak ışık getir-
memiştik. Yavaş yavaş, sessizce, ellerimizle önümüzü yoklaya-
rak hareket ettik ve tünelde kalan son birkaç metreyi aştık. Bir
köşeyi döndük ve ejderin inini bulduk.
Yaratığın alnına gömülmüş elmas soğuk, keskin bir ışıltıy-
la parlıyordu. Aydınlatmıyordu. Ejderi göremiyorduk. Hiçbir
şey göremiyorduk, birbirimizi bile, ama birbirimize sokulmuş,
yan yana duruyorduk.
Ejderin solumaları tünelde yankılanıyordu. Biz ininin dışın-
349
KAR£KJLIÇln trlİRftSI
Eliza elimi öyle sıkı kavramıştı ki üzerinde bereler bıraktı, ama
o sırada acı hissettiğimi hatırlamıyorum.
Şaryon durdu, kıpırtısız kaldı. Ejder derin derin soludu ve
gözkapakları kapandı. Işık yok oldu. Mağaradaki bizler ejde-
rin nefesine kendilerimizinkini ekledik.
Şaryon bir kez daha ilerledi. Şimdi ejderin başına çok ya-
kın olmalı, diye düşündüm. Ejder pozisyon değiştirdikten son-
ra elması yine görebiliyordum. Dev kafa tamamen yanda yatı-
yor, çene kemiğinin üzerinde duruyordu. Ve sonra bir el gör-
düm, Saryon'un eli, zayıf ve kırılgan, elmasın soğuk, parlak ışı-
ğının önünde siluet halinde.
El bir an duraksadı. Almin'den güç diliyor olmalıydı, tıpkı
benim Almin'e onu, hepimizi koruması için dua ettiğim gibi.
Saryon'un eli elmasa dokundu.
Elmas çaktı. Ejder seğirdi, kasları gerildi, içinden bir ürper-
ti geçti. Alternatif zamanda Gece Ejderi yaralıydı ve günışığına
yakalanmıştı. Bu ejder muhtemelen çok sağlıklıydı ve karanlık
ininin içindeydi. Ejder, göğsünün derinliklerinden bir gümbür-
tü çıkardı. Pençeleri yeri tırmaladı.
"Şimdi!" diye fısıldadı Mosiah telaşla, ama Şaryon onu duy-
madı. "Ne bekliyor? Büyüyü şimdi yap!"
Elimin ejderin başında olmasının, o kocaman yaratığın par-
maklarımın altında kıpırdamasının nasıl bir his olduğunu ha-
yal edemiyorum. Bu noktada duraksadığı için efendimi suçla-
mıyorum. Eli geri çekildi, yumruk oldu.
Mosiah öne bir adım attı. Eliza yanağını koluma dayadı.
Elmas kıpırdadı. Ejder başını kaldırıyordu.
Şaryon yüksek sesle inledi, öyle ki açıkça duyabildim, son-
ra elini sertçe elmasa bastırdı.
Anlamadığım sözcükler söyledi. Güç ve otorite sözcükleri.
3SI
tediğin ne?"
"İninde büyük değer verdiğimiz bir nesne var. Onu almak
ve yanımızda götürmek istiyoruz. Bundan sonra seni daha faz-
la rahatsız etmeyeceğiz." *
"O nesneyi biliyorum," dedi ejder. "Bir ışık kılıcı. Gözleri-
mi acıtıyor, huzurumu bozuyor. Onu alın ve gidin."
"Bir ışık kılıcı mı?" diye fısıldadı Eliza merakla.
"Eliza," diye seslendi Şaryon ona, bakışlarını ejderden ka-
çırmadan. "Gel ve Karakılıç'ı al."
"Onunla git, Reuven," dedi Mosiah.
? Zaten arkada kalamazdım. Eliza ve ben öne, ejderin inine
352
KüRÜKJLIÇln rrliRöSi
yürüdük. Gözlerin ışığı bize odaklandı, çevremizde alevlendi.
Büyüyle bağlanmış ve bize zarar vermesi engellenmiş olsa
da ejder bakışlarımızı kaldırmamız ve gözlerine bakmamız için
bizi zorluyor, deliliğe kurban gideceğimizi umuyordu. Yüre-
ğimdeki duygu, böylesine harika ve zalim bir güzelliğe sahip
bir yaratığa bakmanın deliliğe değeceğini söylüyordu.
Dürtüyü engellemek için bakışlarımı Eliza'ya diktim. O Ka-
rakılıç'ı örten taş yığınına bakıyordu.
"Acele edin, çocuklarım," dedi Şaryon sessizce.
Sonunda diğer zamanı mı hatırlıyordu? İkimizin de onun
çocuğu olduğumuz zamanı? Öyle olduğunu umuyordum. Tra-
jedi'yle sona erse de ona karşı duyduğum sevginin bu zaman-
da olduğu gibi o zamanda da var olduğunu bilmesini istiyor-
dum. O benim babamdı.
Taş yığınına ulaştığımızda onu yıkmaya başladık. Elimiz-
den geldiğince hızlı çalışıyor, taşları alıp kenara atıyorduk. So-
nunda Karakılıç görünür oldu. Ejderin sözlerine bakarak bek-
lediğim gibi parlamıyordu. Ejderin gözlerindeki ayışığmı yan-
sıtmıyordu. Bunun yerine, ejderin karanlığını yansıtıyor gibiy-
di. Eliza Karakılıç'ın kabzasını tuttu ve kaldırdı.
" Onu örtf diye çığlık attı ejder ve gözlerinden yayılan ışık
örtülerek bizi karanlığa boğdu.
Eliza telaşla Karakılıç't yanında duran battaniyeye sardı.
"Onu alın ve gidin!" Ejder büyük acı içindeymiş gibi kıvra-
nıp çırpınıyordu.
"Bu taraftan!" diye seslendi Şaryon ve bize yol gösterecek,
sesinden başka bir şey yoktu, çünkü göremiyorduk.
El ele tutuşarak, birbirimizin dokunuşunda teselli bularak
ihtiyatla sese doğru ilerledik. Acele etmeye çalıştık, ama taşla-
ra, kemiklere ve çevreye saçılmış başka döküntülere takılıp
353
KâRaKjuçın miR^sı
hiç dikkat etmedi.
"Anne!" diye nefes verdi Eliza.
Mosiah yanımızdaydı. "Başka bir hile olabilir!"
İlk düşüncem Teknobüyücülerin Gece Ejderi gibi korkunç
bir seyirci önünde gösteri düzenlemek için ya çok cesur ya da
çok çaresiz olmaları gerektiği oldu. Sonra çaresiz sözcüğünün
Kevon Smythe'in son halini çok iyi tanımladığını fark ettim.
Gwendolyn tıpkı ilk karşılaştığımızda göründüğü gibiydi,
yalnız yüzündeki endişe izleri yok olmuştu. Yüzü dingindi.
Yalnızca kızını görüyordu ve hiçbir Sorgucu Eliza'ya bakarken
gözlerini dolduran sevgiyi, guruaı taklit edemezdi.
"Bu annem," dedi Eliza, sesi özlemle dolu. "Eminim."
"Bekle," dedi Mosiah. "Yanına gitme. Henüz değil."
Sorgucuyla karşılaşmasını hatırlayan Eliza Saryon'un yanın-
KARÜKJLIÇin irlİRASI
"Merlyn!" Eliza şaşkındı. "Teddy Merlyn'den bahsedip du-
ruyordu. Kılıcı Merlyn'e vermek hakkında birşeyler diyordu..."
"Ah, Kutsal Almin!" Mosiah tiksinti içinde içini çekti.
"Ama... babam. Bilmiyorsun, anne!" Eliza asıl endişe konu-
sunda döndü. "Onu zehirlediler! Kılıcı ona vermeliyim, yoksa
babam ölecek."
"Kılıcı Merlyn'in mezanna götür," diye tekrarladı Gwen.
"Neden?" diye sordu Mosiah sertçe. "Neden oraya götüre-
lim?"
"Bana güven, kızım," dedi Gwendolyn, Mosiah'ı duymaz-
dan gelerek. "Kendine güven. Yüreğini izle."
Karanlık, bir feryatla parçalandı. Tünelde, Joram'ı korudu-
ğu yerde Scylla bağırıyordu, "Mosiah! Geliyorlar! Dikkat et!
Durduramıyo...-" Sesi kesildi
Ayak sürüme sesleri duyduk, sonra pek çok çizmeli ayak
sesi. Ejder başını kaldırdı, öfke göğsünde gürledi. Gözleri da-
ha iri açıldı, insanlan deliliğe sürükleyen ışık daha parlak yan-
dı.
Gwendolyn gitmişti, Eliza'nın imgesi de öyle.
"Baba!" diye haykırdı Eliza.
"Zaman yok!" dedi Mosiah telaşla, onu yakalayarak. "Bir çı-
kış yolu bulmalıyız. Simkin başka bir çıkış olduğunu söylemiş-
ti. Peder Şaryon! Ejder! Başka bir yol biliyor olmalı-. Bize gös-
termesini emretmelisin."
"Ne? Ah, eyvah, hayır!" Şaryon korkmuş ve şok olmuştu. Ej-
dere yan yan bir bakış fırlattı ve ürperdi. "Bir daha olmaz. Bü-
yü yok oluyor. Hissedebiliyorum."
"Peder Şaryon," diye yalvardı Eliza. Battaniyeye sarılmış
Karakılıç elindeydi. "Mosiah haklı. Tek şansımız bu. Kılıcı me-
zara zamanında başka nasıl götürebilirim?"
3S7
I
KARİkKJLIÇm IHİRASI
Ejder ona kötü kötü baktı, ama büyünün görünmez gücü onu
başını eğmeye zorladı. Gece Ejderi Saryon'un önünde eğildi.
Solgun gözleri düşmanlık dolu yarıklardı, ama ejder gözka-
paklarını kaldırmadı.
"Cesaret edebileceksen, yaşlı adam, sırtıma tırman."
"Çabuk, çocuklar!" dedi Şaryon. "Mosiah?"
"Ben arkada kalıp kaçmanızı sağlayacağım," dedi Mosiah.
"Ama seni öldürürler!" diye haykırdı Şaryon.
"Onlarla gel, Duuk-tsarith," dedi ejder, sesi gıcırdayarak.
"Sizi takip edenleri ben hallederim. Birşeyler öldürme ihtiyacı
duyuyorum!"
Mosiah ikinci kez sorulmasını beklemedi. Artık ona güve-
niyordum. Sözüne sadıktı ve bizi ölümüne savunurdu, ama
hâlâ Karakılıç'ı almayı umuyordu ve onu gözünün önünden
ayırmak istemiyordu.
Bu sırada ben ejderin sırtına tırmanıyordum. Hayatı boyun-
ca ejderlere binmiş gibi görünen, ama hiç böyle bir şey yap-
madığından emin olduğum Saryon'u takip ediyordum. Dev si-
yah kanadın kemikli yapısına tırmandık, Saryon'un uyarısına
uyarak deriye basmamaya çalışıyorduk, aksi halde onu yuta-
bilirdik. Ejderin bedeni, bir volkanın çevresindeki arazinin içe-
ride birikmiş ateşle sarsılması gibi, altımızda titriyordu. Şaryon
ve ben, kılıcı bir anlığına bile kimseye teslim etmeyen Eliza'ya
yardım ettik. Biz ejderin kemikli sırtına yerleşirken -son dere-
ce rahatsızdı- Mosiah kanattan sırta henüz tırmanmışken gü-
müş cüppeli Teknobüyücüler mağaraya girdi.
"Gözlerinizi saklayın!" diye bağırdı Mosiah bize ve başlığı-
nı başına çekti.
Denileni yaptım, gözlerimi ellerimle örttüm, ama yine de
beyaz parıltıyı görebiliyordum, ejderin gözlerinden fışkıran
3S9
28
Merlyn yüzyılların geçişini izleyen gözlerle bakmış,
mezarı için burayı seçmişti ve şimdi âşık olduğu koru-
nun içinde, Son Büyü 'nün kolları arasında yatıyor.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Thimhallan'm kararmış topraklarının üzerinden uçtuk, üs-
tümüzde gökyüzü milyonlarca insan taşıyan binlerce uzay ge-
misinin ışıklarıyla aydınlanmıştı. Üstümüzde umut kıvılcımlanı-
yordu. Umut ve çaresizlik. Karmaşık aletleriyle bizi görmüş ol-
malıydılar. Bizi ne sandıklanm merak ettim... ağaç seviyesinin
hemen üstünde uçan dev, siyah kanatlı bir şekil. Bölgeye has
bir hayvan olarak, üzerinde durulmayıp geçilmiş olmalıydı.
Belki birkaç kişi gerçeği biliyordu; radar ekranlarında gö-
rünen imgenin bir ejder olduğunu biliyorlardı. Kral Garald,
Piskopos Radisovik ve General Boris yaratığı tanımış olmalıy-
dı. Ama Gece Ejderi'ne bizim bindiğimizi bilemezlerdi. Bura-
KilRftKILIÇin IHİRASI
ruş yüzünden kalçalarım ağrımaya başladı. Ejder büyünün et-
kisi altında bizi Merilon'a, Merlyn'e götürmek için emir almış
olsa da, hayvanın bize karşı hissettiği düşmanlık güçlüydü.
Ejder dokunuşumuzdan, kokumuzdan tiksiniyordu ve bü-
K^KAKJLIÇln irlİRASI
reken güçlü büyüleri çağıramazdı. Binalar -kristalden değil sı-
radan taştan yapılmıştı- yerde duruyordu. Saray bir kaleydi,
kalın ve sağlam duvarlı, ışıltılı partilere evsahipliği etmek için
değil saldırılara direnmek için inşa edilmiş. Merlyn Korusu ye-
niden ekilmiş. Küçük, ama dayanıklı, genç meşe ağaçlarından
bir küme Merlyn'in mezarının başında nöbet bekliyor.
O zamana baktım ve sonu gördüm. Genç meşelerin
Hch'nyvlerin lazer ateşi altında solup öldüğünü gördüm. Ba-
kışlarımı kaçırdım ve o zamana bakmaya son verdim.
Ejder aşağı doğru sarmallar çizmeye başladı. Nereye gittiği-
mizi göremiyorduk, çünkü o sert, ani fırtınalardan bir başkası
yaklaşıyordu. Yağmur damlaları yüzüme çarptı, beni gözlerimi
kapatmaya zorladı. Şimşekler çok yakında çakıyordu, gökgü-
rültüsü çatlıyor ve gümbürdüyordu. Yeri ancak tam üzerindey-
ken gördüm, bir şimşek ıslak otları ve ölü ağaçların yanık kü-
tüklerini aydınlattı. Ejder çok hızlı iniyormuş gibi geldi bana
ve yaratığın kendi kendini ve beraberinde bizi öldüreceğini,
böylece hem büyüden, hem düşmanlarından aynı anda kurtu-
lacağını düşündüm.
Son anda, ben tepeüstü yere çarpacağımızdan eminken ej-
der kanatlarını kaldırdı, zarafetle başım yükseltti ve güçlü ar-
ka bacaklarıyla yere uzandı. İniş bizim için sarsıntılıydı, ama
ejder için değildi. Darbenin gücüyle öne fırlamıştık. Ben başı-
mı kemikli yeleye çarptım ve ellerimi pullarda sıyırdım.
"Sizi mezara getirdim," dedi ejder. "Şimdi gidin ve bir da-
ha beni rahatsız etmeyin."
Memnunlukla itaat ettik. Ejderin yağmurla ıslanmış sırtın-
dan kayıp hızla yere indim. Kılıcı tutmaya devam eden Eli-
za'ya yardım ettim. Soğuktan titriyordu, eteği ıslak kıvrımlar
halinde bedenine, bluzu göğüslerine yapışmıştı. Saçları ıslak,
36S
KARAKJLIÇln rriiRftsı
"Mezarı arayarak saatlerce dolanabiliriz," dedi Şaryon hayal
kınklığı içinde. "Ve elimizde saatler yok. Neredeyse geceyarısı
oldu."
Mosiah bir sözcük söyledi, elini kaldırdı. Avucunda yumu-
şak, sarı bir ışık küresi belirdi. Böyle bir şeyi görmenin daha
rahatlatıcı geldiği başka zaman hatırlamıyorum. Sanki elini
Yeryüzü'ne uzatmış ve bir yaz günü, güneş ışığının bir parça-
sını koparıp bizi neşelendirmek, yolumuzu aydınlatmak için
buraya getirmişti. Işık soğuğu bile gidermiş gibiydi. Titremem
durdu. Eliza hüzünle gülümsemeyi başardı.
"Mezar orada," dedi Şaryon, işaret ederek.
Işık bir zamanlar mezarın koruyucuları olan meşe ağaçları-
nın yıkıntılarının üzerinde parlıyordu. Kasvetli bir görüntüydü,
ama ileri yürüdüğümüzde atalarının tohumlarından yetişmiş
pek çok ince, esnek fidanın koruma görevini devralmaya ha-
zırlandığını gördük.
Saf, beyaz mermerden yapılmış mezar, bir ağaç çemberinin
ortasında duruyordu. Koruluğun kalanı başıboş kalmış bitki
örtüsü tarafından ele geçirilmişti, ama mezarın yakınında hiç-
bir bitki büyümemişti. O yana sürünen sarmaşıklar bükülmüş,
çevresinden dolanmıştı. Otlar yüksekti, ama uçları, saygıyla
dokunmaktan kaçınır gibi uzağa kıvrılmıştı.
Mosiah görebilmemiz için ışığı yükseğe kaldırdı. "Buraya
ilk gelişimi hatırlıyorum," dedi sessizce. "Çok huzurlu gelmiş-
ti. Merilon'da gerçekten evimde hissettiğim tek yer burasıydı.
Çevresinde çok şeyin değişmiş olmasına rağmen mekandaki
duygunun yerli yerinde kaldığını bilmek beni memnun etti."
"Burası kutsal bir yer," dedi Şaryon! "Merlyn'in ruhu hâlâ
burada."
"Artık geldiğimize göre, ne yapmalıyım?" diye sordu Eliza.
367
KARaKJLIÇin mİRASI
"Çok geç gelmen yazık oldu, hayatım," dedi, Eliza'ya hita-
ben. Ayaklarının dibindeki iki yaralı insana bakmadı bile.
"Panzehiri hazırlamıştık, ama görebildiğin gibi, artık zavallı ba-
ban için hiçbir faydası yok. Son sözleri sanaydı. Seni affettiği-
ni söyledi."
Kendini beğenmiş, muzaffer adama doğru atıldım. Silahım
yoktu, ama sanırım... biliyorum ki, onu boğabilirdim.
Fazla uzağa gidemedim. Güçlü eller beni yakaladı, gümüş
eldivenlerle kaplı eller. Göğsüme gümüş bir disk yerleştirdiler.
Bedenim acıya boğuldu ve kıpırdayamadığımı fark ettim. Ne-
fes almak bile çaba gerektiriyordu. Kollarım ve bacaklarım felç
olmuştu.
Yakınımda duran Şaryon ile Mosiah'a da gümüş diskler
yerleştirdiler. Mosiah'tan korktuklarını görmekten memnun-
dum, çünkü ölmediğini gösteriyordu. Scylla'nın elleri serbest-
ti. Ayakları, savaş çizmelerini sıkıştıran metal engellerle bağ-
lanmıştı. Kadın zayıf hareketlerle kendini zorlayarak oturdu ve
bedeninin altı kısmını hareket ettiremediğini fark ettim. Bakış-
larını Eliza'ya kaldırdı.
"Beni affedin... Majesteleri," dedi Scylla yumuşak sesle. "Si-
zi... hayal kırıklığına uğrattım. Babanızı hayal kırıklığına uğrat-
tım."
Eliza hiçbir şey söylemedi. Duyduğunu bile sanmıyorum.
Acıya boğulmuştu. Başını babasının kıpırtısız göğsüne koy-
muş, kollarını ona dolamıştı. Bulabildiği her sevgi sözcüğünü
kullanarak geri gelmesini söylüyordu, ama Joram onun sevgi
dolu sesine bile tepki veremiyordu.
"Anneyi getirin," diye seslendi Smythe. "Bütün aile burada
toplanırsa daha iyi olur."
Bir Teknobüyücü Gwendolyn'i sürükleyerek yanmış ağaç-
369
KARAKJLIÇin ITIİR0SI
ne de solgun, suluboya saydamlığına sahip züppe bir genç
adam.
Kendimden kuşku duymaya başladım. Gerçekten de sesi
duymuş muydum? Başka duyan var mıydı? Smythe hâlâ zafer-
le kılıca bakıyordu. Sayıları bize karşı üçe bir üstün olan Tek-
KARAKjLiçın rriiRiisı
giysilere bürünmüştü.
Hayretler içindeki Smythe Simkin'i tutmaya devam ediyor-
du... katı, etten kemikten bir Simkin. Simkin güldü, kollarını
Smythe'e doladı ve dudaklarından şap diye öptü.
"Bunu kastettin, değil mi? Gerçekten kastettin, değil mi? Se-
nin miyim?" diye sordu Simkin, Smythe'i bir kol boyu uzakta
tutup ciddiyetle bakarak.
"Yakalayın onu!" diye bağırdı Smythe öfke içinde ve elle-
riyle Simkin'e vurdu.
KilRAKJLIÇin MİRASI
lara, saatli radyolara, minik şemsiyelerle süslenmiş pembe cin-
fizlere kadar. Büyü çevremizde çılgına dönmüş havai fişek
gösterisi gibi, sersemletici bir sırayla patlıyordu.
Aklımı kaçırdığımdan korkmaya başladım ve Teknobüyü-
cülerden biri dönüp kaçınca şaşırmadım.
Bunca soytarılığın ortasında Simkin Eliza'yı gördü. Kız an-
nesinin yanında durmuş, ona sersem bir şaşkınlıkla bakıyordu.
Büyü gösterisini kesti. Tüylü şapkasını başına geçirerek ba-
cağını uzattı ve zarafetle eğildi. "Majesteleri." Doğrularak şap-
kayı kafasına düşecek gibi yerleştirdi ve sordu, "Giysimi nasıl
buldunuz? Ona Kayısı Kıyamet diyorum."
Eliza sersemlemiş görünüyordu. Karakılıç'tan Simkin'in çık-
tığını görmek onu şok etmiş, acısını unutturmuştu. Ama bun-
dan ne çıkaracağını bilemiyordu. Bizler gibi, o da Simkin za-
fer mi getiriyor, yoksa sonumuzun kilidini ve mührünü mü ha-
zırlıyor, merak ediyordu.
"Sen kimsin?" diye sordu Kevon Smythe.
"Bir büyü kalıntısı cebi," dedi Simkin kurnaz bir gülümse-
meyle. "Sorun da bu, değil mi? Beni tanımıyorsun. Sen ve se-
nin türün hiç tanımadı. Ah, beni kullanmaya çalıştınız. Ama as-
la işe yaramadı, çünkü aslında bana hiç inanmadınız."
? Simkin süslü, portakal rengi topuğu üzerinde döndü. Kuz-
gunun başını okşadı, tüylerini düzeltti. Kuş bu sevgi dolu hare-
ketlere kaba bir gaklamayla karşılık verdi. Simkin sıntarak mer-
mer mezarın çevresinde yürüyüp Joram'in başucunda durdu.
Onu sessizlik içinde izliyorduk. Hiçbirimiz kıpırdamadı,
Eliza, Şaryon, Mosiah, Smythe, kalacak cesareti bulmuş Tek-
nobüyücüler, hiçbirimiz. Simkin hepimizi büyülemişti.
Üzerinde yattığı mermer kadar kıpırtısız ve soğuk olan Jo-
ram'ın kül gibi yüzüne baktı. Simkin parmaklarını Joram'ın si-
37S
K&R&KJLİÇİİİ IHİRASİ
)e cin-
lara, saatli radyolara, minik şemsiyelerle süslenmiş pembe
fizlere kadar. Büyü çevremizde çılgma dönmüş havai fişek
gösterisi gibi, sersemletici bir sırayla patlıyordu.
Aklımı kaçırdığımdan korkmaya başladım ve Teknobüyü-
cülerden biri dönüp kaçınca şaşırmadım.
Bunca soytarılığın ortasında Simkin Eliza'yı gördü. Kız an-
nesinin yanında durmuş, ona sersem bir şaşkınlıkla bakıyordu.
m Büyü gösterisini kesti. Tüylü şapkasını başına geçirerek ba-
cağını uzattı ve zarafetle eğildi. "Majesteleri." Doğrularak şap-
kayı kafasına düşecek gibi yerleştirdi ve sordu, "Giysimi nasıl
buldunuz? Ona Kayısı Kıyamet diyorum."
Eliza sersemlemiş görünüyordu. Karakılıç'tan Simkin'in çık-
tığını görmek onu şok etmiş, acısını unutturmuştu. Ama bun-
dan ne çıkaracağını bilemiyordu. Bizler gibi, o da Simkin za-
fer mi getiriyor, yoksa sonumuzun kilidini ve mührünü mü ha-
zırlıyor, merak ediyordu.
"Sen kimsin?" diye sordu Kevon Smythe.
"Bir büyü kalıntısı cebi," dedi Simkin kurnaz bir gülümse-
meyle. "Sorun da bu, değil mi? Beni tanımıyorsun. Sen ve se-
nin türün hiç tanımadı. Ah, beni kullanmaya çalıştınız. Ama as-
la işe yaramadı, çünkü aslında bana hiç inanmadınız."
? Simkin süslü, portakal rengi topuğu üzerinde döndü. Kuz-
gunun başını okşadı, tüylerini düzeltti. Kuş bu sevgi dolu hare-
ketlere kaba bir gaklamayla karşılık verdi. Simkin smtarak mer-
mer mezarın çevresinde yürüyüp Joram'ın başucunda durdu.
Onu sessizlik içinde izliyorduk. Hiçbirimiz kıpırdamadı,
Eliza, Şaryon, Mosiah, Smythe, kalacak cesareti bulmuş Tek-
nobüyücüler, hiçbirimiz. Simkin hepimizi büyülemişti.
Üzerinde yattığı mermer kadar kıpırtısız ve soğuk olan Jo-
ram'ın kül gibi yüzüne baktı. Simkin parmaklarını Joram'm si-
37S
KARâKILIÇln irlİRASI
kurtulmuştu. Onu ölüler kurtarmıştı. Ejder ininde gördüğümüz
imge gerçekti.
Eliza inanmak isteyerek, ama inanmaya cesaret edemeye-
rek inledi
"Hayır!" diye haykırdı Kevon Smythe, boğuluyormuş gibi.
"Olamaz! Sen öldün!"
'"Kraliyet Evi'ne, ölü olan ama yaşayacak olan, tekrar öle-
cek ve tekrar yaşayacak olan biri doğacak. Ve o geri döndü-
ğünde, elinde dünyanın yıkımını tutuyor olacak...'" diye'ez-
berden okudu Joram. Doğrulup oturdu, canlı ve sağlıklıydı ve
mezardan aşağı sıçradı.
"Quidquid deliquisti. Amen," dedi Karakılıç.
Joram Karakılıç'ı Merlyn'in mezarının üzerine yerleştirdi.
Mezarın yanında bir adam belirdi. Uzun boylu, kısa, beyaz
saçlıydı, gri, kırlaşmış sakalı vardı. Zincir zırhın üzerine kadim
tasarıma sahip bir zırh giymişti. Çobanpüskülü dolanmış me-
şeden bir asa dışında silahı yoktu.
Elini uzattı, Karakılıç'ı kavradı ve kaldırdı.
"Excalibur değilsin," dedi, "ama iş görürsün."
"Teşekkür ederim,'-' dedi kılıç soğuk soğuk.
Yaşlı adam kılıcı havaya kaldırdı ve uzun süre önce unu-
tulmuş sözcükler söyledi. Kılıçtan ışık fışkırmaya başladı, ba-
zıları için kör ediciydi, çünkü Smythe acıyla haykırdı ve kolla-
rıyla başını sardı. Takipçileri elleriyle gözlerini örttüler, baka-
mayarak başlarını eğdiler.
Ben gözlerimi ayıramıyordum.
Işık genişledi, yayıldı, karanlığı yok etti. Mezarı bir ışık kü-
resi sardı, sonra ışık küresi mezarın çevresinde duran bizleri
sardı. Işık dışa, koruluğa, yıkık Merilon şehrine, Thimhallan
dünyasına aktı.
377
378
SONSOZ
Müsveddelerimi okuyup gözden geçirdikten sonra Şaryon,
okuyucularımın kafasının karışmasından korkarak zaman "sıç-
ramasının" detaylı açıklamasını eklememi önerdi. Kuşkusuz,
dedi, onu yaşayan bizler için kafa karıştırıcıydı. Scylla daha
sonra, yeni dünyamıza yerleştiğimiz zaman bana açıkladığın-
da çok daha mantıklı geldi. Bu yüzden alternatif zaman çizgi-
leri hakkındaki açıklamalarını Ek'te bulacaksınız.
Daha önce Thimhallan'da var olmuş muhtelif Yaşam Gi-
zemlerini yazmıştım. Dokuz taneydiler, yedi tanesi Joram'ın
yaşadığı dönemde biliniyordu. Gizemlerden ikisi -zaman ve
Ruh gizemleri- Demir Savaşları sırasında unutulmuştu. Bu Gi-
zemleri uygulayan herkesin öldüğüne inanılıyordu. Ama öyle
değilmiş. Scylla Yedinci Gizem'den, Zaman Gizemi'ndenmiş.
O bir Kahin'di.
Geleceğe ve geçmişe bakma yeteneğine sahip Kahinlerin
Tann'mn Zihni'ni görmeye en yakın kişiler olduğu söylenirdi.
"Biz geleceğe tek bir uzun yol olarak bakmayız," dedi
Scylla bana. "Daha çok, onu bir ana yoldan dallanan pek çok
patika olarak görürüz. Ölümlüler her seferinde yalnızca tek bir
yolda yürüyebilir, kendi seçtikleri yolda. Kalanlar alternatif ge-
leceklerdir: 'ne olabilirdiler."
KAR£KILIÇln IDİRası
Ve bunun hikayeyi toparladığına inanıyorum. Artık müs-
veddeyi bir kenara bırakıyorum, çünkü bugün düğünüm var.
Bu harika, yeni dünyada bir sene bugün doluyor ve Eliza ve
ben yıldönümünü düğünümüzle kutluyoruz.
Eliza'nın babası, Joram evliliğimizi onayladı, ama elbette
beni kızma layık görmüyor. Beni hiç sevmeyecek, ama sanı-
rım sonunda benden biraz hoşlanmaya başladı. Bende Peder
Şaryon'dan çok şey gördüğünü söylüyor ve bunu söylerken o
karanlık gülümsemesiyle gülümsüyor, bu yüzden bunun bir il-
tifat olduğuna inanıyorum. En azından çoğunun.
Gwendolyn'de hiç tanımadığım annemi buldum. Benim
hatırım için işaret dilini öğrendi ve her günün bir kısmını çalı-
şarak geçiriyoruz, çünkü bana nasıl Yaşam kullandığı hakkın-
da bilmem gereken çok şey öğretiyor. Bu yeni dünyamızda
büyü bol. Biz katalistler bile kullanabiliyoruz.
Peder Şaryon dışında hepimiz. Ve Joram dışında.
Gwen ve Eliza çok ısrar etse de o hiç denemedi bile. Du-
rumundan memnun olduğunu söylüyor ve bu yaşamda bildi-
ği en büyük nimet olmalı.
Scylla ve Mosiah'a gelince, evrenin bu yeni kısmına gelir
gelmez evlendiler. Onlarınki tehlikeli, ama ilginç ve heyecan
verici bir yaşam. Çünkü, tıpkı insan yüreğinin karanlık ve göl-
geli kısımları gibi, yarattığımız dünyada da karanlık ve gölge-
li kısımlar var.
Peder Şaryon sonunda, artık mutlu. Zamanını yeni bir gö-
recelik kuramı geliştirerek harcıyor, çünkü son görecelik ku-
ramında Einstein'in nerede yanlış yaptığını anladı.
Simkin'e gelince, Thimhallan'dan ayrıldığımızdan beri onu
hiç görmedim.
Ama portakal rengi her şeye dönüp bir daha bakıyorum...
381
EK
Bu, Scylla'nın, Mosiah'ın hiç de zarif olmayan bir şekilde
"zaman sıçraması" dediği şey için yaptığı tariften alınmıştır. İl-
gili üç zaman çizgisinin her birini yazdım. Nerede kesilip hi-
kayeme eklendiğini görebilirsiniz.
BİRİNCİ ZAMAN ÇİZGİSİ
Karakılıç dövülür. Joram Öte'ye gider ve on sene orada ka-
lır. Thimhallan'a saldırmayı planlayan Karanlık Kültçülerden
—kan-kıyamet şövalyelerinden- biri olan Karabüyücü Menju
hakkında Thimhallan'ı uyarmak için döner... Yeryüzü Güçleri
saldırır. Joram, yaşayanlarla iletişim kurmayan, yalnızca ölüler-
le konuşan karısı Gwendolyn için yardım bulmaya, Ölüçağı-
ranlar Tapınağı'na gider. Burada, Sfmkin'in ihaneti yüzünden
Joram bir suikatsçinin mermisiyle ölür.
Karakılıç yaslı Peder Şaryon tarafından alınır. Şaryon
Gwen'i kurtarır ve onunla Kaynak'a kaçar. Yeryüzü askerleri
Kaynak'a saldırır ve katalistlerin bazıları öldürülür. Pek çoğu
sayısız yeraltı mezarında ve tünelde saklanmayı başarır. Bura-
da Şaryon, ölü anne babasının yanında çökmüş beş yaşında
bir oğlan çocuğu bulur ve ona Reuven adını verir. Şaryon ço-
KARüKjLiçırr ffliRası
cuğu kurtarır ve Gwen'le birlikte yanında, güvenli bir yere gö-
türür.
Gwen hâlâ delidir, ama artık ölülerden biri olan Joram'la
konuşabildiği içim mutludur. Ona katılmaya can atar ve yaşa-
yanların arasında yalnızca kızı, Eliza'yı doğurana kadar kalır.
Kısa süre sonra Gwen ölür. Şaryon Eliza ve Reuven'i yetiştir-
mek üzere yalnız kalır. Eliza'nm kimliğini saklayan Şaryon ço-
cuklarla birlikte Zith-el'e kaçar.
Yeryüzü orduları kazanır. Karabüyücü Menju Thimhallan'ı
ele geçirmeyi planlamaktadır. Büyücülerin saldırmasından
korkarak Yaşam Kuyusu'nun mühürlenmesini emreder. Büyü
kaynağı, birkaç seçilmiş kişi -Menju ve diğer Karanlık Kültçü-
ler- dışında kalanlar için kesilir. Thimhallan'da büyü ölür. İn-
sanlar büyüsüz yaşamayı öğrenmek zorunda kalır. Şehirlerini
yeniden inşa etmek zorunda kalırlar ve onlara yardım etmele-
ri için Karabüyücülere dönerler.
Kara Kültler arasında hizipleşme başlar. Menju Sol-t'kan
önünde yargılanır. Sayısız suçtan mahkum olur ve bunların en
önemlisi Thimhallan'a yalnız başına, kardeşlerine kaynakların-
dan pay vermeden hükmetmeyi planlamasıdır. Menju idam
edilir. Kevon Smythe Karanlık Kültçülerin başına geçer.
Smythe Thimhallan'a gelir.
Şaryon Karanlık Kültçülerin Karakılıç'ı aradığını öğrenir.
Almin'in rehberliğinde, Zith-el saldırıya uğradığında zarar gö-
ren Hayvanat Bahçesi'ne gider. Hayvanat Bahçsi'ni çeviren
büyülü sınırlar yok edilmiştir ve hayvanlar serbestçe dolaş-
maktadır. Şaryon bir Gece Ejderi'nin inine rastlar. Yaratık Zith-
el saldırısı sırasında sersemlemiştir. Dışarıda günışığına yaka-
landığından baygındır.
Şaryon ejderi büyüler, ejder ona sadakat yemini eder. Sar-
383
KARAKJLIÇin MİRASI
sının kim olduğunu tahmin eder. Şaryon kızın gerçek kimliği-
ni açıklar. Garald Karakılıç'ı sorar. Şaryon kaçamaklı cevap ve-
rir.
Garald Joram'm kızı Eliza'yı Merilon tahtına geçirir. Merilon
ve Sharakan müttefiktir. Piskopos Vanya ölmüş, Kardinal Ra-
disovik Piskopos olmuştur ve Eliza erişkin olana kadar Peder
Saryon'un danışmanlığını yapmasına karar verir. Peder Şaryon,
bu iş için uygun olmadığını düşünerek gönülsüzce kabul eder.
Reuven'i katalist eğitimi alması için Kaynak'ta bırakır.
Büyü geri gelmiştir, ama zayıftır. Thimhallan'ı çevreleyen
sınır yeniden yaratılmıştır, ama büyü sınırdan sızmaktadır ve
bunu durdurmak için herhangi birinin yapabileceği bir şey
yokmuş gibi görünmektedir.
İnsanlar büyücülük ve çelik kullanarak yaşamaktadırlar. En
güçlü büyüye sahip olan Duuk-tsarith\ex sihirbazdırlar. Prens
Garald alemi korumak için daha fazla şövalye eğitir.
Zor zamanlardır. Başta Garald kurtarıcı olarak görülse de
yerilmeye başlanır. Yeryüzü'ne sürülen Smythe'in Thimhal-
lan'da takipçileri vardır ve aşağı sınıflar arasında huzursuzluk
çıkarmakta, Smythe'in geri dönüp kurtarmasına izin verilmez-
se dünyanın sonunun geleceği kehanetini yaymaktadırlar.
Hch'nyvler ileri karakollara saldırmış, Yeryüzü'ne yaklaş-
maktadır. Smythe gizli gizli Hch'nyvler ile plan yapmış, Thim-
hallan karşılığında onlara Yeryüzü'nü vermeyi kabul etmiştir.
Hch'nyvlerin bu anlaşmada kendilerine düşeni yerine getirme-
ye niyeti yoktur. Kendi kahinlerinin, mutlak yenilgi anlamına
geleceği hakkında onları uyardığı Karakılıç'ı teslim eder etmez
Smythe'i öldürmeyi dşüünmektedirler.
Scylla melek şekline bürünerek Piskopos Radisovik'e görü-
nür ve Yeryüzü ve Thimhallan'daki bütün insanları tehdit
385
KARAKILIÇin IrlİRASI
sının kim olduğunu tahmin eder. Şaryon kızın gerçek kimliği-
ni açıklar. Garald Karakılıç'ı sorar. Şaryon kaçamaklı cevap ve-
rir.
Garald Joram'm kızı Eliza'yı Merilon tahtına geçirir. Merilon
ve Sharakan müttefiktir. Piskopos Vanya ölmüş, Kardinal Ra-
disovik Piskopos olmuştur ve Eliza erişkin olana kadar Peder
Saryon'un danışmanlığını yapmasına karar verir. Peder Şaryon,
Bu iş için uygun olmadığını düşünerek gönülsüzce kabul eder.
Reuven'i katalist eğitimi alması için Kaynak'ta bırakır.
Büyü geri gelmiştir, ama zayıftır. Thimhallan'ı çevreleyen
sınır yeniden yaratılmıştır, ama büyü sınırdan sızmaktadır ve
bunu durdurmak için herhangi birinin yapabileceği bir şey
yokmuş gibi görünmektedir.
İnsanlar büyücülük ve çelik kullanarak yaşamaktadırlar. En
güçlü büyüye sahip olan Duuk-tsarithler sihirbazdırlar. Prens
Garald alemi korumak için daha fazla şövalye eğitir.
Zor zamanlardır. Başta Garald kurtarıcı olarak görülse de
yerilmeye başlanır. Yeryüzü'ne sürülen Smythe'in Thimhal-
lan'da takipçileri vardır ve aşağı sınıflar arasında huzursuzluk
çıkarmakta, Smythe'in geri dönüp kurtarmasına izin verilmez-
se dünyanın sonunun geleceği kehanetini yaymaktadırlar.
Hch'nyvler ileri karakollara saldırmış, Yeryüzü'ne yaklaş-
maktadır. Smythe gizli gizli Hch'nyvler ile plan yapmış, Thim-
hallan karşılığında onlara Yeryüzü'nü vermeyi kabul etmiştir.
Hch'nyvlerin bu anlaşmada kendilerine düşeni yerine getirme-
ye niyeti yoktur. Kendi kahinlerinin, mutlak yenilgi anlamına
KARaKjnçın rriİRftsı
Hch'nyvler Yeryüzü'nü ve Thimhallan'ı yok eder. İnsan ır-
kı tükenir.
İKİNCİ ZAMAN ÇİZGİSİ
Şaryon ve Reuven Joram'la görüşmek için Yeryüzü'nden
Thimhallan'a giderler. Onu Hch'nyvlerin geldiği konusunda
uyarırlar. Şaryon Joram'ı ailesi ile birlikte Yeryüzü'ne dönme-
ye ikna etmeye çalışır.
Bunun Karakılıç'ı çalmak için bir oyun olduğundan korkan
Joram reddeder.
Kızı Eliza geceleyin Karakılıç'ı çalar. Kılıcı askeri karakola
götürmeyi ve Yeryüzü halkına teslim etmeyi planlayarak ev-
den ayrılır. Reuven onun gidişini görür ve tehlikeyi fark ede-
rek peşine takılır.
Teknobüyücüler gelir, Joram'la yüzleşirler ve Karakılıç'ı
vermesini talep ederler. Joram silahı sakladığı yerde arar ve
gitmiş olduğunu görür. Eliza da gitmiştir. Joram neler olduğu-
nu fark eder. Teknobüyücülerle savaşır ve savaşına Joram ve
ailesini koruma altında tutan Mosiah da katılır.
Teknobüyücüler Joram'ı ve Peder Saryon'u yakalar. Gwen'i
de yakalamak üzeredirler, ama o ölüler tarafından kurtarılır.
Ölüler Gwen'i kendi alemlerine götürür.
Scylla Reuven ve Eliza'yı bulur. Eve dönerler, Mosiah'ı bu-
lurlar ve Joram'ın Teknobüyücüler tarafından yakalandığını
öğrenirler. Smythe belirir ve Eliza'ya kılıç karşılığında babası-
nın hayatını bahsedebileceğini söyler. Eliza'nın onunla, Tek-
nobüyücülerin karargahlarının bulunduğu Zith-el'de buluşma-
sı gerekmektedir.
Scylla, Eliza ve Mosiah oyuncak ayı şekline bürünmüş Sim-
387
?;