Professional Documents
Culture Documents
Margared Weis Ve Tracy Hickman (Karakılıç) Cilt3 Karakılıçın Zaferi
Margared Weis Ve Tracy Hickman (Karakılıç) Cilt3 Karakılıçın Zaferi
MARGARET WEIS
Missoury'de doğdu ve büyüdü. Missoury Üniversi-
tesi'nde Yaratıcı Yazarlık Bölümü'nü bitirdi. Bir yayı-
nevinde 14 yıl süreyle editörlük yaptı. Daha sonra
fantazya ve rol yapma oyunları konusunda kurgu edi-
törü oldu. Bu yıllarda Tracy Hickman'la tanıştı. Bu iki-
li tanıştıkları günden itibaren birçok fantastik kurgu
kitabına birlikte imza attılar. Bunların içerisinde en ta-
nınmışları, Ejderha Mızrağı ve Ölüm Kapısı Serisi'dir.
TRACY HICKMAN
Utah'ta doğdu. İki yıl Endonezya'da misyonerlik
yaptıktan sonra gençlik aşkıyla evlenmek için Utah'a
geri döndü. Bir yayınevinde rol yapma oyun tasarım-
cılığı yaparken Weis'le ortak kitaplar yazmaya başladı.
MARGARET WEIS
Missoury'de doğdu ve büyüdü. Missoury Üniversi-
tesi'nde Yaratıcı Yazarlık Bölümü'nü bitirdi. Bir yayı-
nevinde 14 yıl süreyle editörlük yaptı. Daha sonra
fantazya ve rol yapma oyunları konusunda kurgu edi-
törü oldu. Bu yıllarda Tracy Hickman'la tanıştı. Bu iki-
li tanıştıkları günden itibaren birçok fantastik kurgu
kitabına birlikte imza attılar. Bunların içerisinde en ta-
nınmışları, Ejderha Mızrağı ve Ölüm Kapısı Serisi'dir.
TRACY HICKMAN
Utah'ta doğdu. İki yıl Endonezya'da misyonerlik
yaptıktan sonra gençlik aşkıyla evlenmek için Utah'a
geri döndü. Bir yayınevinde rol yapma oyun tasarım-
cılığı yaparken Weis'le ortak kitaplar yazmaya başladı.
KARAKILIÇIN
ZAFERİ
KARAKILIÇ ÜÇLEMESİ-3
ÇEVİREH: nİRAH ELÇİ
ilhakı
1£6X
fc*
GOZETÇI
Thimhallan'ın sınırında nöbet tutan dokuz metrelik Gözet-
çi heykeli on dokuz yıl boyunca, o taş gözleri ile pek çok tu-
haf şey görmüştü. Bu Gözetçi yalnızca on dokuz yıldır bura-
daydı. Bir zamanlar insandı, bir katalistti, tek suçu sevmekti.
Bir kadını sevmişti, onunla fiziksel olarak birleşmek gibi affe-
dilmez bir suç işlemiş, bir çocuğu olmuştu. Dönüşüm'e mah-
kûm edilmişti ve yaşayan bedeni yaşayan taşa dönüştürülmüş-
tü. Sonsuza dek Sınır'da durmak, Öte âleme -tatlı huzumnu ve
dinlenmesini asla tanıyamayacağı o ölüm âlemine- bakmak
yazgısı olmuştu.
Bu Gözetçi, Dönüşüm'den sonraki ilk altı yılını düşündü.
Dayanılmaz bir boşlukla dolu, nadiren bir insan görerek, da-
ha da nadir olarak seslerini duyarak geçen altı yıl. Taş zinda-
nı içinde, zihninde ve ruhunda fırtınalar eserek geçen altı yıl.
O altı yıl geçti ve bir kadın ayaklarının dibine bir çocuk getir-
di. Çocuk çok güzeldi, uzun, siyah saçları, iri, koyu kahveren-
gi gözleri vardı.
"Bu senin baban," dedi kadın çocuğa, taş heykele işaret
ederek.
Gözetçi bunun doğru olmadığını biliyor muydu? Çocuğu-
nun doğumda öldüğünü biliyor muydu? Biliyordu. Yüreğinin
KAR£Kjuçın HAFERJ
Vanya geldi -Gözetçi ona sessizce küfretti- ve Prens Xavier,
împaratoriçe'nin erkek kardeşi.
Sonunda mahkûmu getirdiler. Gözetçi hayretler içinde kal-
mıştı. Uzun, siyah saçları ve güçlü, kaslı bir bedeni olan bu
genç adam bir katalist değildi! Ve Gözetçi'nin bildiği kadarıy-
la, yalnızca katalistler Dönüştürme'ye mahkûm edilirdi. Bu
genç adam neden farklıydı? Suçu neydi?
Gözetçi hevesli bir merakla, varlığının korkunç can sıkıntı-
sını gideren her şeye minnettar, izledi. Sonra bir katalistin gel-
diğini gördü. Rahip, İnfazcı'nın yanındaki yerini alırken, Gö-
zetçi, katalistin bir kılıç, tuhaf görünüşlü bir kılıç taşıdığını gör-
dü. Gözetçi daha önce hiç buna benzer bir kılıç görmemişti ve
siyah, parlamayan metale bakarken ürperdi.
Kalabalığın üzerine bir sessizlik çöktü. Piskopos Vanya
suçlamaları okudu.
Genç adam Ölü'ydü. Cinayet işlemişti. Daha da kötüsü, Ka-
ranlık Sanatların Karabüyücüleri arasında yaşamış, orada bu
şeytani kötülük silahını yaratmıştı. Bunun için, Taşa Dönüştür-
me ile cezalandırılacaktı. Gözleri donarken göreceği son gö-
rüntü, bu dünyaya getirdiği silah olacaktı.
Gözetçi bu genç adamın, bunca yıl önce ayaklarının dibi-
ne çöken çocuk olduğunu fark etmedi. Neden fark edecekti
ki? Aralarında bir bağ yoktu. Yine de, ona acıdı. Neden? Belki
de, bir zamanlar kendi sevgilisinin orada durup izlemeye zor-
lanması gibi, orada durup izlemeye zorlanan altın saçlı kız yü-
zündendi -bir zamanlar sevdiği kadının o zaman olduğu yaş-
tan fazla büyük değildi. Gözetçi ikisine de acıdı -genç adama
ve kıza; özellikle de genç adamın Katalist'in önünde dizlerinin
üzerine çöktüğünü, utanmadan korku ve dehşet içinde ağladı-
ğını gördükten sonra.
9
KARaKILIÇin ZAFERİ
sessizlik geldi.
Gözetçi'nin taştan bakışları arkada kalanlara kaydı ve sert
bir tatminle, genç adamın intikamının o olmadan alındığını
gördü. Piskopos Vanya, sanki yıldırım çarpmış gibi yere düş-
müştü. İmparatoriçe'nin bedeni çözülmüştü. İşte o zaman, Gö-
zetçi onun bir süredir ölü olması gerektiğini, ancak büyünün
yardımı ile varlığını sürdürdüğünü anladı. Prens Xavier Kata-
list'in taştan heykeline koştu ve kılıcı elinden almaya çalıştı,
ama Katalist kılıcı sıkı sıkı tuttu.
Kısa süre sonra yaşayanlar Sınır'ı terk etti, mekânı bir kez
daha yaşayan ölülere bıraktı. Onu yeni bir heykele bıraktılar
-yeni bir Gözetçi'ye. Ama bu Gözetçi diğerleri gibi dokuz met-
re yüksekliğinde yapılmamıştı. Yüzü, diğer Gözetçiler gibi,
korku, nefret ya da teslimiyet ile donmamıştı.
Ellerinde tuhaf kılıcı ftıtan Katalist'in taştan heykeli Öte âle-
me bakıyordu ve taştan yüzünde yüce bir huzur ifadesi vardı.
Ve bu yaşayan heykelde tuhaf bir şey daha vardı. Bir baş-
ka benzersiz ziyaretçisi oldu. Artık, Katalist'in taştan boynun-
da, portakal renkli ipekten bir flama neşeyle dalgalanıyordu.
II
Ol
U
g
H
I
...VE TEKRAR YAŞAYACAK
Gözetçiler Thimhallan Sınırı'nı yüzyıllardır koruyorlardı.
Uykusuz geceler ve kasvetli günler boyunca, büyülü âlemi
Öte'de her ne var ise ondan ayıran sınırda nöbet tutmak onla-
rın zorunlu görevleriydi.
Öte'de ne vardı?
Kadim büyücüler biliyordu. Artık istenmedikleri yurtların-
dan kaçarak bu dünyaya gelmişlerdi ve o sürüklenen sislerin
diğer tarafında ne olduğunu biliyorlardı. Kendilerini ondan
korumak için, dünyalarını büyülü bir engel ile sarmışlar, Sı-
mr'a Gözetçiler -ebedi, uyumayan muhafızlar- koymaya karar
vermişlerdi. Ama artık unutulmuştu. Yüzyılların olayları hafı-
zalarını yıpratmıştı. Öte'den gelecek bir tehdit vardıysa bile,
kimse bunun için endişelenmiyordu, büyülü engeli nasıl aşa-
bilirdi ki?
Gözetçiler sessiz nöbetlerini tuttular -başka seçenekleri
yoktu. Ve yüzyıllardan sonra ilk kez sisler aralandığı, sürükle-
nen gri sislerin içinde bir şekil dışarı adım attığı ve kumların
üzerine çıktığı zaman, Gözetçiler hayretler içinde kaldı ve uya-
rı çığlıklarını attılar.
Ama artık, taştan sözcükleri dinlemeyi bilen kimse kalma-
mıştı.
KARAKJLIÇin HAFERJ
lan küfürlerinin içinde kayboldu.
Thimhallan'da, uyarıları yalnızca bir kişi duydu. Sharakan
kentinde, mor çoraplar, pembe pantolon ve parlak kırmızı,
ipek bir yelek giymiş sakallı, genç bir adam, akşamüstü uyku-
sundan uyanmıştı. Başını doğuya doğru eğerek sinirle haykır-
dı. "Aman! Bir insan nasıl uykusunu alabilir ki! Şu korkunç şa-
matayı kesin!"
Elinin bir hareketi ile pencereyi çarparak kapattı.
Dikkatli ol, Thimhallan! Sonun geldi! Sınır aşıldı!
Sislerin içinden çıkan genç adam yirmilerinin sonundaydı,
ama daha yaşlı görünüyordu. Bedeni genç adam bedeniydi
-güçlü, kaslı, sıkı ve dik. Yüzü, yüzyıldır acı çeken bir adamın
yüzüydü.
Gür, siyah saçların çevrelediği yüzü yakışıklı, sert ve -ilk
bakışta- onu izleyen taştan yüzler kadar soğuk ve duygusuz
görünüyordu. Ama o yüze, bir Üstad'ın eliyle, acı ve tasa çiz-
gileri oyulmuştu. Bir zamanlar kahverengi gözlerde yanan öf-
ke ve nefret ateşleri sönmüş, geriye soğuk küller bırakmıştı.
Adam iyi yünden uzun, beyaz bir cüppeye bürünmüş, üze-
rine ıslak, çamur lekeli bir yolculuk pelerini atmıştı. Kumların
üzerinde durdu, uzun, çok uzun yıllardır evini görmemiş biri-
nin yavaş, dikkatli bakışları ile çevresine göz gezdirdi. Yüzün-
deki üzüntü ve acı ifadesi değişmedi, ama derinleşti. Dönerek,
elini sislere doğru uzattı. Elini bir el yakaladı ve uzun, altın
saçlı bir kadın sürüklenen sislerin içinden çıkıp yanında dur-
du.
Sersemlemiş gibi, uzak dağların arkasında batan güneşin
ışıkları altında gözlerini kırpıştırarak çevresine bakındı. Güne-
şin kırmızı, kırpılmayan gözü onlara şaşkınlık içinde bakıyor
17
KARAKjLIÇin ZAFERİ
çok uzun zamandır kimse onlarla konuşmadı."
"Ah. gerçekten mi?" Kadın neşelendi. Sonra yüzü gölgelen-
di. "Kendilerini ne kadar yalnız hissetmişlerdir." Güneşin par-
lak ışıklarını engellemek için elini alnına kaldırarak, kumsal
boyunca her iki yanına baktı. "Merhaba?" diye seslendi, diğer
elini, temkinli bir kediye uzatır gibi uzatarak. "Lütfen, sorun
yok. Korkmayın. Bana gelebilirsiniz."
Adam -derin derin iç çektikten sonra- kadını boş havayla
konuşur bırakarak Katalist'in taştan heykeline yürüdü; taştan
ellerinde kılıcı tutan heykele.
Sessizlik içinde heykele bakarken, berrak, kahverengi göz-
lerinden bir gözyaşı damlası süzüldü ve sert, traşlı yüzün de-
rin çizgilerinin arasında kayboldu. Arkadaşı diğer yanakta kay-
dı, adamın omuzlarında dalgalanan gür, siyah saçların üzerine
düştü. Adam derin, ürpertili bir nefes alarak elini uzattı ve rüz-
gârla birlikte cesurca dalgalanan portakal renkli ipek flamayı
-şimdi yıpranmış, lime lime olmuştu- hafifçe tuttu. Onu hey-
kelin boynundan çıkardı, ipek parçasını elleriyle düzeltti ve
dikkatle üzerindeki uzun, beyaz cüppenin cebine koydu. İnce
parmakları uzanıp heykelin yıpranmış yüzünü okşadı.
"Dostum," diye fısıldadı, "beni tanıdın mı? Bildiğin oğlan
çocuğu değilim artık, o sefil ruhunu kurtardığın oğlan çocuğu
değilim." Elini serin taşa bastırdı. "Evet, Şaryon," diye mırıldan-
dı, "beni tanıdın. Hissediyorum."
Yarım bir gülümseme ile gülümsedi. Gülümsemesi, eski-
den olduğu gibi acı değildi. Gülümsemesi hüzünlüydü, piş-
manlık doluydu. "Durumumuz tersine döndü, Peder. Bir za-
manlar ben taş gibi soğuktum, senin sevgin ve merhametin ile
ısındım. Şimdi dokununca eti buz gibi gelen sensin. Keşke
-çok geç öğrendiğim- sevgim seni ısıtabilse!"
19
KfiRAKJLIÇln HAFERJ
rilerine seslendiğini duyabiliyordu. Onu izlemedi. Yılların de-
neyimi sonucu, kadın onun varlığından habersiz görünse de,
asla uzaklaşmayacağını biliyordu. Bakışları ve düşünceleri kı-
lıca odaklandı.
"Senden kurtulduğumu sanıyordum," dedi, sanki canlı bir
şeymiş gibi silahla konuşurken. "Tıpkı kendi yaşamımdan kur-
tulduğumu sandığım gibi. Onu sana verdim, Katalist ve sen bu
fedakârlığı kabul ettin, sonra memnunlukla ölüme yürüdüm."
Gözleri beyaz kumsalda yuvarlanan gri sislere kaydı. "Ama
ölüm orada değil..."
Sustu, eli kılıcın kabzasını daha sıkı kavradı, şimdi daha
yaşlı olduğundan, bir adamın gücüne sahip olduğundan, nasıl
eline daha iyi uyduğunu fark etti. "Ya da belki de oradadır,"
dedi bir an düşündükten sonra, gür, siyah kaşlan bir araya ge-
lerek. Bakışlan kılıca döndü, sonra gözleri heykelin görmeyen
gözleriyle buluştu. "Haklıydın, Peder. Bu bir kötülük silahı.
Onunla temas kuran herkese acı ve üzüntü getiriyor. Ben, ya-
ratıcısı bile güçlerini anlamıyor, kavramıyomm. Sırf bu yüzden
bile tehlikeli. Yok edilmeli." Adamın bakışları bir kez daha,
kaşlarını çatarak, gri sislere kaydı. "Ama şimdi bir kez daha ba-
na verildiğine göre..."
Sanki telaffuz etmediği bir sorunun yanıtı gibi, deri km
heykelin ellerinden düştü ve adamın ayaklarının dibinde,
kumların üzerinde uzandı. Adam almak için eğildi, sonra de-
risine ılık bir şey damlayınca irkildi.
Kan.
Adam şaşkınlık içinde bakışlarını kaldırdı. Heykelin ellerin-
deki çatlaklardan kan sızıyor, taştan etin içindeki derin yarık-
lardan süzülüyor, kırık, taştan parmaklar boyunca akıyordu.
"Lanet olsun onlara!" diye haykırdı adam öfke içinde.
21
KARAKJLİÇHİ ZAFERİ
Başını kaldıran adam bakakaldı.
Taştan bedenin yıkıntıları arasında Şaryon dumyordu.
Titreyen elini uzatan Joram, Katalist'in kolunu tuttu ve par-
maklarının altında canlı etin sıcaklığını hissetti.
"Peder!" diye haykırdı kırık bir şekilde ve Saryon'u sıkı sı-
kı kucakladı.
23
2
VE ELLERİNDE...
İki adam birbirlerine sarıldılar, sonra ayrıldılar. Her biri, bir
diğerini dikkatle süzdü. Joram'ın gözleri Katalist'in ellerine git-
ti, ama Şaryon telaşla onları kavuşturdu ve cüppesinin yenle-
rine sakladı.
"Sana ne oldu, oğlum?" Katalist tanıdık, ama çok farklı, sert
yüzü inceledi. "Neredeydin?" Şaşkın bakışları sıkı ağızm çevre-
sindeki derin çizgilere, gözlerin çevresindeki ince çizgilere git-
ti. "Zamanın izini kaybetmişim, anlaşılan. Yalnızca bir yıl geç-
tiğine yemin edebilirdim -kanımı yalnızca bir kışın dondurdu-
ğuna, başımın üzerinde yalnızca bir yazın güneşinin parladığı-
na yemin edebilirdim. Ama senin yüzünde uzun yılların izleri-
ni görüyorum!"
Joram'ın dudakları konuşmak için aralandı, ama bir feryat
onu engelledi. Döndüğünde, kadının hayal kırıklığı içinde,
umarsızca kumların üzerine çöktüğünü gördü.
"Bu kim?" diye sordu Şaryon, kadına doğru yürüyen Jo-
ram'ı takip ederken.
Joram dostuna bir bakış fırlattı.
"Bana ne dediğini hatırlıyor musun, Peder?" diye sordu
sertçe. "Damadın armağanı hakkında. 'Ona tek verebileceği-
min acı olacağını,' söylemiştin."
KARAKiLiçın ZAFERJ
"Kutsal Almin," diye soludu Şaryon üzüntü içinde, kumsal-
da oturmuş ağlayan, altın saçlı kadını o anda tanıyarak.
Kadına yürüyen Joram eğildi ve ellerini onun omuzlarına
koydu. Sert ifadesine rağmen, dokunuşu nazik, sevgi doluydu
ve kadın ona teslim olarak, onun kendisini ayağa kaldırması-
na izin verdi. Başını kaldırarak doğrudan Katalist'e baktı, ama
iri, aşırı parlak gözlerinde tanıma belirtisi yoktu.
"Gwendolyn!" diye mırıldandı Şaryon.
"Artık benim karım," dedi Joram.
"Buradalar." Gwen hüzünle, Joram'a dikkat etmiyor gibi
konuşmuştu. "Hepsi çevremde, ama benimle konuşmuyorlar."
"Kimden bahsediyor?" diye sordu Şaryon. Kumsal onlar ve
uzaktaki diğer taş Gözetçi dışında boştu. "Çevremizde olan
kim?"
"Ölüler," diye yanıt verdi Joram, kadını göğsüne çekip,
güçlü göğsüne yaslanan altın başı teselli ederek.
"Ölüler mi?"
"Kanm artık canlılarla iletişim kurmuyor," diye açıkladı Jo-
ram, sesi, uzun zaman önce acısına alışmış gibi ifadesiz. "Yal-
nızca ölülerle konuşuyor. Ona bakan, onu koruyan ben olma-
saydım," diye ekledi yumuşak bir sesle, eliyle altın saçları ok-
şayarak, "sanırım onlara katılırdı. Yaşamla tek bağı benim. Be-
ni takip ediyor, beni tanıyor gibi, ama benimle hiç doğrudan
konuşmuyor, ismimi söylemiyor. Son on yıl boyunca, bir kez
dışında benimle hiç konuşmadı."
"On yıl!" Saryon'un gözleri iri iri açıldı, sonra kısılarak Jo-
ram'ı dikkatle inceledi. "Evet, tahmin etmeliydim. Demek her
nereye gittiysen, bizim bir yılımıza karşılık orada on yıl geçti."
"Bunun olacağını bilmiyordum," dedi Joram, kalın, siyah
kaşları çatılırken. "Ama düşünsem, tahmin edebilirdim." Bir
25
KARAKJLIÇin HAFERİ
"Biliyorum, oğlum. Ve bunu memnunlukla karşıladım.
Dehşetini hayal edemezsin..." Şaryon gözlerini kapattı.
"Hayır, edemem!" dedi Joram, sesinde öfke yanarak. Ka-
ranlığın içinde çatık kaşlı yüzü gören Gwendolyn ondan uzak-
laşmak istedi. Joram onun korkusunu görünce, kendine hâkim
olmak için büyük çaba gösterdi. "Burada, benimle olduğun
için minnettarım, Şaryon," diye ekledi soğuk, ölçülü bir sesle.
"Benimle kalacaksın, değil mi?"
"Elbette," dedi Şaryon kararlılıkla. Kaderi Joram'ın kaderi-
ne bağlıydı. Amacı ne olursa olsun.
Joram aniden gülümsedi; kahverengi gözler ısındı, omuzla-
rı, sanki büyük bir yük üzerinden kalkmış gibi gevşedi. "Te-
şekkür ederim, Peder," dedi. Bakışlarını Gwen'e çevirdi, kolu-
nu ona doladı. Kadın tereddütle ona yanaştı. "O zaman, sen-
den bir iyilik isteyeceğim, eski dostum. Karıma gözkulak ol.
Onu koru. Yapmam gereken çok şey var ve her zaman onun
yanında kalamayabilirim. Benim için bunu yapar mısın?"
"Evet, oğlum," dedi Şaryon, ama içten içe kendi kendine
korkuyla sordu, Ne yapman gerekiyor?
"Bu Rahip'le kalır mısın, hayatım?" dedi Joram karısına na-
zikçe. "Onu eskiden, uzun zaman önce tanıyordun."
Gwendolyn'in mavi gözleri Saryon'a gitti, aklı karışmış gi-
bi baktı. "Neden benimle konuşmuyorlar?" diye sordu.
"Hanımefendi," dedi Katalist çaresizce, nasıl yanıt verece-
ğini bilemeyerek, "Thimhallan'ın ölüleri yaşayanlar ile konuş-
maya alışık değillerdir. Yüzlerce yıldır kimse onları dinlemeye
çalışmadı. Belki seslerini kaybetmişlerdir. Sabırlı ol."
Kadına güven verircesine gülümsedi, ama gülümsemesi
hüzünlüydü. Merilon'un kapısının önünde duran, elinde bir
buket çiçek tutan neşeli, canlı, on altı yaşındaki kızı düşün-
27
KARfıKJLIÇin ZAFERİ
rak mırıldandığını duyduğunu sandı Şaryon.
"Joram?" diye ısrar etti Şaryon.
Joram, Gözetçiler'in sessiz haykırışları gibi çevrelerinde
yankılanan, telaffuz edilmemiş soruyu yine yanıtlamadı. Cüp-
pesini ve ıslak pelerinini çıkardı, deri kını çıplak göğsüne as-
tı, kılıcı, giysileri gizleyecek şekilde arkaya bıraktı. Kılıç rahat
bir konum aldığında -kının büyüsü kılıcın küçülmesini sağla-
mıştı- Joram beyaz cüppesini yine giydi, bir kemerle belini
sıktı ve pelerinini omuzlarına attı.
"Kendini nasıl hissediyorsun, Peder?" diye sordu aniden.
"Yolculuk yapabilecek kadar iyi misin? Bir sığmak bulup ateş
yaksak iyi olur. Gwendolyn üşüdü."
"Ben yeterince iyiyim," diye yanıt verdi Şaryon, "ama..."
"Güzel. Gidelim." Joram öne bir adım attı, sonra Saryon'un
elini kolunda hissedince durdu. Dönmedi ve Katalist onun çe-
virdiği yüzünü görmek için yaklaşmak zorunda kaldı.
"Neden döndün, Joram? Kehanet'i yerine getirmek için mi?
Dünyayı yok etmeye mi geldin?"
Joram Katalist'e bakmadı. Gözleri önündeki dağlardaydı.
Gece çökmüştü. İlk parlak gece yıldızları gökyüzünde par-
lıyordu, çentik çentik tepeler önlerinde, karanlıkları sayesinde
görülebiliyordu. Joram o kadar uzun süre sessizlik içinde dur-
du ki, ay dünyanın siyah kenarından doğdu -tek, beyaz, ka-
yıtsız gözü, Sınır'ın kumsallarında duran üç şekle dik dik bak-
tı.
Ayın ışığı altında, Şaryon, Joram'ın dudaklarının yarım bir
gülümseme ile karardığını gördü.
"Benim için on yıl geçti, dostum, babam, eğer sana böyle
hitap edebilirsem."
Katalist konuşamadan başını salladı. Joram uzanarak Sar-
2')
3
YILDÖNÜMÜ
"Kardinal Radisovik?"
Kardinal okuduğu kitaptan başını kaldırdı ve ona seslene-
nin kim olduğunu görmek için döndü. Cam penceredeki kar-
maşık şekillerin arasından ışıyan, erken sabahın parlak günışı-
ğında gözlerini kırpıştırdı, ama yalnızca çalışma odasının kapı-
sında duran karanlık bir şekil gördü.
"Benim, Mosiah, Kardinal Hazretleri," dedi genç adam, Ka-
talist'in kendisini tanımadığını fark edince. "Umarım sizi rahat-
sız etmiyorumdur. Ediyorsam, başka zaman gelebilirim..."
"Hayır, etmiyorsun, oğlum." Kardinal kitabını kapattı, eliy-
le genç adamı yakına çağırdı. "Lütfen, içeri gir. Seni son za-
manlarda sarayda görmedim."
"Teşekkür ederim, efendim. Artık Karabüyücüler ile yaşı-
yomm," diye yanıt verdi Mosiah, odaya girerken. "İşlerim ço-
ğu zaman beni demirhanede tuttuğu için onların yanına taşın-
mak en kolayıydı."
"Evet." Kardinal başını salladı. Demirhaneden bahsedilince
yüzü hafifçe karardı, ama gölge hızla geçip gitti. "Daha dün
kentin, Karabüyücüler'in inşa ettiği yeni kısmındaydım. Bu ka-
dar kısa sürede başardıkları işlerden etkilendim. Evleri rahat
ve konforlu. Hızla, pek az Yaşam kullanılarak yapılabiliyor.
KARAKjLIÇin ZAFERİ
ğım ve ardından içini çektiğini gördü.
"İnsan doğasının, savaşa yol açan bir parçası. Düşündüğü-
nüz bu muydu, Kardinal Hazretleri?" diye sordu Mosiah yumu-
şak sesle. Eli dalgın dalgın, ceviz ağacından büyüyle ve sev-
giyle şekilendirilmiş masanın üzerinde, yakınında duran bir ki-
tabın kapağını açtı.
"Evet, buydu," dedi Radisovik, Mosiah'a keskin gözlerle
bakarak. "Zeki bir gençsin."
Mosiah kızardı, memnun olmuştu, ama utanmıştı da. Kita-.
bı kapattı, eliyle deri cildi okşadı. "Teşekkür ederim, efendim,
ama böyle bir övgüyü haketmiyorum. Ben de aynı şeyi düşü-
nüyordum..." Duygularından bahsetmeye alışık değildi, tered-
düt etti. "Özellikle de çalışırken. Bir mızrak ucu yapıyorum ve
yaparken, bunun... bunun birini öldüreceğini düşünüyorum.
"Ah, Prens Garald'm aksini söylediğini biliyorum," diye ek-
ledi Mosiah telaşla, sözlerinin hükümdarını eleştirdiğini dü-
şündüreceğinden korkarak. "Mızraklar gözdağı vermek için
kullanılacak ya da... en fazla atadamlara karşı kullanılacak. Yi-
ne de, merak etmekten kendimi alamıyorum."
"Merakında yalnız değilsin, Mosiah," dedi Kardinal Radiso-
vik. Ayağa kalktı, pencereye yürüdü ve görmeden dışarıyı sey-
retmeye başladı. "Prens Garald üstün bir genç. Bildiğim en üs-
tün genç ve onun çocukluktan erkekliğe büyümesini izleyen
birinin avantajlı konumundan konuşuyomm. Albanaralarm
en iyi, en asil özelliklerine sahip. Bu kadar genç biri için mu-
azzam bir bilgeliğe sahip. Bazen yalnızca yirmi dokuz yaşında
olduğunu unutuyorum. Sık sık," -Kardinal'in sesi yumuşadı-
"senin arkadaşının karanlık ruhuna getirdiği ışığı düşünüyo-
rum. Adı neydi?"
"Joram," dedi Mosiah.
33
KARAKJLIÇin ZAFERİ
ve Mosiah irkilerek, Sharakan'ın düşük kullarının kulakları
duysun diye söylenmemiş şeyleri duyduğunu fark etti. "Konu
Garald'a geldiği zaman kral körleşiyor. Onunla gunır duyuyor
-haklı olarak- ama parlak halenin içindeki gerçek adamı gö-
remiyor. Garald mutluluk içinde parlak oyuncak askerleri ile
oynuyor ve fethettiğimiz zaman Merilon'u ne yapacağımız gi-
bi sıradan konulan düşünmek için durmayı reddediyor. Şehre
kim hükmedecek? Deli olduğuna ilişkin söylentiler duysam
da, artık tahttan indirilmiş olan İmparator mu? Kilisenin başı
olarak Piskopos Vanya'nm yerini kim alacak? Bizimle ittifak
yapmayı reddeden asillere ne olacak? Diğer kent-devletler
özenle bu savaştan uzak durdular, ama bizim gittikçe güçlen-
diğimizi görüp bize saldırırlarsa ne olacak?
"Sonınları anlıyor musun?" diye sordu Kardinal Radisovik,
huzursuz Mosiah'a dönerek. "Ama ne zaman Garald'a bu ko-
nuları açsam, elini sallıyor ve, 'Bunun için zamanım yok. Ba-
bamla konuş,' diyor. Ve kral ters ters, 'Benim bu âlemle ilgili
yeterince sorunum var. Savaşla ilgili konuları oğlumla konuş!"
diyor."
Mosiah ayak değiştirdi, sessizce yere batacak kadar Ya-
şam'ı olup olmadığını merak etti. Genç adamın rahatsızlığını
gören ve neler söylediğini fark eden Radisovik kendine hâkim
oldu. "Kendi sonınlarımla seni rahatsız etmek istemiyomm,
genç adam," dedi.
Pencereden ayrılarak odayı aştı ve gelip, onu bir tür huşu
içinde izlemekte olan Mosiah'ın yanında durdu. Rahip'in her
hareketi saray entrikalarını yansıtıyordu; hatta altın çevrili cüp-
pesinin etekleri bile, Kardinal yürürken sırlar fısıldıyor gibiydi.
-"Almin'in yardımıyla, bütün bunlar çözülecek. Şimdi, buraya
bir şey için geldin ve ben önemsiz meselelerden bahsederek
35
KARAKjuçın ZAFERİ
man mümkün."
"Biliyorum, Kardinal Hazretleri," dedi Mosiah saygıyla, ama
kararlılıkla. "Ama bu yolculuk benim için önemli ve risk alma-
ya hazırım. Prens Garald'a bilgi verdim," diye devam etti, Ra-
disovik'in tereddüt ettiğini görünce. "Bana gitmem için izin
verdi. Ondan bir mesaj var elimde." Mosiah gömleğinin için-
den kristal bir küre çıkardı. Bir büyü sözcüğü söylenince, kü-
re Sharakan'ın genç ve yakışıklı prensinin imgesini yaratacak-
tı.
"Bu gerekli değil," dedi Radisovik, gülümseyerek. "Eğer
konuyu Prens Garald ile konuştuysan ve sana izin verdiyse, el-
bette bir Koridor açanm ve sana iyi yolculuklar dilerim. Şim-
di, nereye gitmek istiyorsun?"
"Sınırtoprakları'na," diye yanıt verdi Mosiah.
Radisovik irkildi, genç adama şaşkın bir ifade ile baktı.
"Ama neden..." Sonra kaşları düzeldi. "Ah," dedi yumuşak ses-
le. "Bugün yıldönümü."
"Evet, Kardinal Hazretleri," diye karşılık verdi Mosiah alçak
sesle. "Oraya hiç gitmedim. Karabüyücüler beni Yabantoprak-
lar'da buldukları zaman, canlıdan çok ölü gibiydim. Olan bi-
tenleri... çok daha sonrasına kadar duymadım. Gitmek iste-
dim, ama bir türlü yapamadım." Utanç içinde yere baktı. "Git-
meliydim, biliyorum, ama Saryon'u görmeye... değişmiş gör-
meye dayanamazdım..." Öksürerek boğazını temizledi.
"Biliyorum, oğlum. Anlıyorum." Radisovik elini genç ada-
mın omzuna koydu. "Çektiklerini duydum, korkunç olmalı.
Kendini daha güçlü hissedene kadar o korkunç yere gitmek
istemediğin için kimse seni suçlayamaz."
"Gitmeliyim. Gitmek zorundayım," dedi Mosiah inatla, san-
ki kendi kendisiyle tartışır gibi. "Bunun gerçek olduğuna ken-
37
KARAKJLIÇin HAFERJ
"Henüz değil," dedi cadı, solgun yüzdeki düşünceleri oku-
p gözlerin irileştiğini görünce. "Ama deriyi delene kadar
hüvümeye devam edecekler. Sonra kaslarını, sonra iç organla-
rını ve onlarla beraber hayatını. Şimdi, yine soruyorum. Adın
ne?"
"Neden? Ne fark eder ki?" diye inledi Mosiah. "Zaten bili-
yorsun!"
"Komik çocuk," dedi cadı ve bir sözcük daha söyledi. Di-
kenler azıcık büyüdü.
"Mosiah!" Başını acı içinde çevirdi. "Mosiah! Lanet olsun!
Mosiah, Mosiah, Mosiah..."
Sonra planları acı sislerini deldi. Mosiah boğulur gibi oldu,
sözcüklerini yutmaya çalıştı. Dehşet içinde izlerken cadı, Mo-
siah oldu. Yüzü -Mosiah'in yüzü. Giysileri-onun giysileri. Se-
si —onun sesi.
"Ona ne yapacağız?" diye sordu Savaş Büyücüsü alçak ses-
le. Hatasının acısını unutmadığı açıktı.
"Onu Koridor'a at ve Yabantopraklar'a gönder," dedi cadı
-şimdi Mosiah- ayağa kalkarak.
"Hayır!"
Mosiah, onu sürükleyerek ayağa kaldıran Savaş Büyücü-
sünün güçlü elleri ile mücadele etmeye çalıştı, ama en ufak bir
hareket bile dikenlerin bedenine saplanmasına sebep oluyor-
du. Acı dolu bir haykırış ile yere yığıldı, "foram!" diye haykır-
dı ümitsizce, Koridor'un karanlık boşluğunun yeşilliklerin
arasında belirdiğini görünce, "foram!" diye bağırdı, arkadaşı-
nın duymasını umarak, ama yüreğinde umutsuz olduğunu
bilerek. "Kaç! Bu bir tuzak! Kaç!"
Savaş Büyücüsü onu Koridor'a soktu. Koridor Mosiah'ın
üzerinde kapanmaya başladı. Dikenler etini deldi, kan derisi-
39
KARAKjLIÇln ZAFERİ
Hu ve Koridor'un onu boğduğunu sandı. Neyse ki, yolculuk
kısa sürdü. Koridor açılırken panik duygusu çekildi. Ama deh-
şetin yerini, daha derin, ama hiç de az acılı olmayan duygular
aldı -acı ve ızdırap duyguları. Koridor'dan dışarı adım atan
Mosiah dişlerini sıktı, cesaretini topladı. Sınırtopraklan'nı daha
önce ziyaret etmiş olmasa da, neye benzediğini öğrenmişti ve
ne beklemesi gerektiğini biliyordu.
İnce, beyaz kumdan bir kumsal, orada burada yükselen,
daha ileride Öte'ye giden, sürüklenen sislerin yakınında tama-
men yok olan, kumsalı kemik kadar çıplak ve beyaz bırakan
ot kümeleri. Gözetçiler ve eti taşa çevrilmiş Şaryon bu kum-
salda olacaktı.
"Görüntü bekleyeceğin kadar korkunç değil," dediğini
duymuştu Mosiah, Prens Garald'ın, uzun zaman önce bir par-
tide. "Adamın taştan yüzündeki huzur insanı neredeyse kıs-
kandırıyor, çünkü bu, artık hiçbir yaşayan insanın bilmediği
bir huzur."
Mosiah kuşkuluydu. Bunun gerçek olduğunu umuyordu,
Saryon'un kaybettiği inancı bulduğunu umuyordu, ama inan-
mıyordu. Radisovik Garald'ın bir kuşum olduğunu söylemişti
-savaşa bayılıyordu. Bu doğruydu ve eğer bir kusuru daha
varsa, bu da insanlarda ve olaylarda gerçekten orada olanı de-
ğil, görmek istediğini görmesiydi.
Saryon'un taştan bedeni sonsuza dek Öte'ye, büyülü Sı-
nır'ın sonsuz spiraller ve burgaçlar halinde kendi kendilerine
dönen, dunnaksızın sürüklenen sislerine bakıyor olacaktı.
"Yabantopraklar sakin ve huzurlu bir yer," demişti Garald
kalabalığa ciddi bir sesle. "Oraya baktığında, kimse Ölüm Kı-
yısı'nda ne trajediler gerçekleştiğini hayal edemez."
Sakinlik...
41
4
BUNA SİKLON DİYORUM
Mosiah hoşnutsuz bir şaşkınlıkla büyülü kabarcığın içinde,
yanında duran şekle baktı.
"Simkin," diye mırıldandı, ağzına dolan kumlan tükürerek.
"Burada ne yapıyorsun?"
"Neden, bugün Almin Günü. Almin Günü'nde hep buraya
gelirim. Ne dedin? Bugün Perşembe mi? Eh," -omuzlarını silk-
ti- "dostlar arasında bir ya da iki günün ne önemi var ki?" Kol-
larını kaldırarak giysilerini teşhir etti. "Ne düşünüyorsun?"
Mosiah sakallı genç adama tiksinti içinde baktı. Simkin'in
giydiği her şeyin -mavi brokar ceketinden mor ipek yeleğine,
parlak yeşil pantolonuna kadar- içi dışına çıkmıştı. Yalnızca
bu kadar da değil, iç çamaşırlannı giysilerinin üzerine giymiş-
ti. Saçları kafasında diken dikendi ve normalde düz duran sa-
kalı her yöne fırlamıştı.
"Yine soytarı gibi göründüğünü düşünüyorum," diye mırıl-
dandı Mosiah. "Ve eğer sen olduğunu bilseydim, tepeüstü
dağlara çakılana kadar uçup gitmene izin verirdim!"
"Uçup gitmekten seni kurtaran bendim, unuttun mu?" dedi
Simkin tembel tembel. "Ne kadar kötü bir ruh hali içindesin.
Yüzün öyle donacak, seni daha önce de uyarmıştım. Aklıma
ölmeyip, uçup giden Tulkinghorn Dükü'nü getirdi. Neden ba-
«ARAKJLlÇln ZAFERJ
- n o vahşi hikâyeyi biliyorum ve inanmıyorum. Peder Şaryon
asla bize ihanet etmezdi ve..."
" ..ve ben ederdim, öyle mi?" diye bitirdi Simkin sakinlik
içinde, saçlarını düzelterek. Elinin bir hareketi ile havadan
portakal renkli bir ipek parçası çekti ve burnuna götürdü.
"Haklısın, elbette," diye devam etti istifini bozmadan. "Size
ihanet edebilirdim, ama ancak olaylar can sıkıcı olmaya baş-
larsa. Ama buna gerek olmadı. İtiraf etmelisin, eski, güzel Me-
rilon'da oldukça heyecanlı zamanlar geçirdik."
"Bah!" Öfkeyle bakışlarını Simkin'den çeviren Mosiah ka-
buğunun koruması altından uçuşan kumlara, uluyan rüzgâra
baktı. "Yabantopraklar'da bunun gibi fırtınaların olduğunu bil-
miyordum. Ne kadar sürer?" diye sordu soğuk bir sesle, Sim-
kin ile sırf bilgi almak için konuştuğunu belli ederek. "Ve ya-
nıtını kısa tut!" diye ekledi acı acı.
"Olmaz ve uzun, çok uzun zaman," diye yanıt verdi Sim-
kin.
"Ne?" diye sordu Mosiah sinirle. "Ne demek istiyorsun, söy-
le?"
"Söyledim," diye terslendi Simkin, alınarak. "Bana kısa an-
mamı söylemiştin."
"Eh, belki o kadar da kısa değil," diye değiştirdi Mosiah,
burada kaldıkça kendini daha da huzursuz hissederek. Nere-
deyse öğle olmasına rağmen hava gece gibi karanlıktı ve git-
tikçe de karanyordu. Kabuk tarafından konmuyor olmalarına
rağmen, rüzgârın şiddetinin azalmadığını, tam tersine arttığını
anlayabiliyordu. Büyülü kabarcığı çevrelerinde tutabilmek için
gittikçe daha çok Yaşam enerjisi harcamak zonında kalıyordu.
Gücünün tükenmeye başladığını hissedebiliyordu ve bunu
uzun zaman devam ettiremeyeceğini biliyordu.
4S
«ARBKILIÇin HAFEBJ
nin uçuşup gitmesi, sonra tersyüz olmuş şekilde geri gelmesi
çok fazla enerji alıyor. Uzak değil."
"Ne uzak değil?"
"Katalist'in heykeli, elbette. Onu görmeye geldiğini düşün-
müştüm, öyle değil mi?"
"Nereden bildin? Ah, boşver," dedi Mosiah yorgun yorgun,
ayağının altından kayan kumların üzerinde sendeleyerek. "Bu-
raya sık sık geldiğini söyledin. Neden? Ne yapıyorsun?"
"Katalist'e arkadaşlık ediyorum elbette," dedi Simkin, Mo-
siah'a kendini üstün gören bir bakışla bakarak. "Sizlerin yapa-
mayacak kadar meşgul olduğunuz bir şey. Sırf adamcağızın ta-
şa dönmüş olması, duygularının olmadığı anlamına gelmiyor.
Bütün gün orada durup boşluğa bakmak fena halde sıkıcı ol-
malı. Kafana güvercinler konarken falan. Güvercinler ilginç ol-
sa, farklı olabilirdi. Ama, son derece sefil sohbetleri vardır.
Hem, ayakları gıdıklıyordur, sence de öyle değil mi?"
Mosiah kaydı ve düştü. Simkin uzanarak onu kaldırdı.
"Uzak değil," dedi genç adam güven verircesine. "Neredeyse
vardık."
"Eee, ne hakkında... ee... konuşuyorsunuz?" diye sordu
Mosiah, anlaşılmaz bir şekilde kendini suçlu hissederek. Dö-
nüştürme'ye mahkûm edilenlerin aslında canlı olduğunu bili-
yordu, ama onlarla konuşmanın, onlara bir miktar insan ilişki-
si sağlamanın mümkün olduğunu düşünmemişti hiç.
"Ne hakkında mı konuşuyoruz?" diye sordu Simkin, çevre-
sine bakmak için bir ah durarak; ama kör edici fırtınanın için-
de nerenin neresi olduğunu nasıl çıkardığı, Mosiah'ın anlama-
dığı bir şeydi. "Ah, evet. Doğru yöne gidiyomz. Birkaç adım
daha. Şimdi, nerede kalmıştım? Ah, evet. Eh, bizim heykelsi
dostumuza en son saray dedikodularını anlatıyorum. En yeni
47
dan geliyor ve Juliet camdan düştü. Ah, beni affet, seni kanlı
toprak parçası...'" Kaşlarını çattı. "Böyle miydi? Pek uymuyor
gibi." Omuzlarını silkerek devam etti. "Ya da, eğer ilmi bir ruh
halinde değilsek, ona şunu okuyorum."
Elinin bir hareketi ile deri ciltli bir kitap çıkardı ve Mosiah'a
uzattı. "Herhangi bir sayfayı aç."
Mosiah denileni yaptı. Gözleri irileşti. "Bu iğrenç!" dedi, ki-
tabı çarpıp kapatarak. Simkin'e dik dik baktı. "Bu... bu pisliği
ona... okuduğunu söylemiyorsun, değil mi..."
"Pislik mi! Seni köylü! Bu sanat!" diye haykırdı Simkin, ki-
tabı Mosiah'dan kapıp yoklara karıştırarak. "Dediğim gibi, mo-
ralini yüksek tutmasına yardımcı oluyordu..."
"Yardımcı mı oluyordu? Ne demek, yardımcı oluyordu?" di-
K_AR£KJLIÇin ZAFERİ
sözünü kesti Mosiah. "Neden geçmiş zaman kullanıyor-
sun?"
"Çünkü korkanm Katalist'imiz geçmiş zamanda kalmış,"
dedi Simkin. "Kabuğu azıcık kaydır. İşte, ayaklarının dibinde."
"Tanrım!" diye fısıldadı Mosiah dehşet içinde. Bakışlarını
Simkin'e kaldırdı. "Hayır, bu olamaz!"
"Korkanm olmuş, sevgili oğlum," dedi Simkin, başını hü-
zünle sallayarak. "Zavallı, kel dostumuzdan geriye kalan tek
şeyin bu taşlar, bu bloklar, bu, duygusuzdan da kötü şeyler ol-
duğundan kuşkum yok."
Mosiah diz çöktü. Büyülü kabuğun koruması altında, hey-
kelin başı gibi görünen şeyin üstündeki kumları süpürdü. Ani-
den gözlerine dolan yaşlar yüzünden gözlerini kırpıştırdı. Sim-
kin'in hata yaptığını umuyordu, bunun diğer Gözetçiler'den
biri çıkması için dua ediyordu. Ama bunun Şaryon olduğun-
dan kuşku yoktu -ılımlı, alim yüz, o kadar iyi hatırladığı na-
zik, sevgi dolu ifade. Hatta, Garald'ın söylediği gibi, taşa son-
suza dek kazılmış muazzam huzuru bile görebiliyordu.
"Bu nasıl olabilir?" diye sordu Mosiah öfkeyle. "Kim böyle
bir şey yapar? Büyüyü bozmanın mümkün olduğunu bilmiyor-
dum..."
"Değil," dedi Simkin tuhaf bir gülümsemeyle.
Mosiah ayağa kalktı. "Değil mi?" diye tekrarladı, Simkin'e
şüpheyle bakarak, "nereden biliyorsun? Bu konuda ne biliyor-
sun?"
Simkin omuzlarını silkti. "Yalnızca büyünün geri çevrile-
mez olduğunu. Dur ve düşün. Gözetçiler yüzlerce yıldır bura-
da. Bu süre boyunca hiçbir şey ve hiç kimse onları değiştirme-
yi ya da hayata döndürmeyi başaramadı." Kumların üzerinde-
ki kırık parçalara işaret etti. "Xavier ile neşeli topluluğu, Kara-
49
KAR^Kinçın 2AFERJ
v "rüvor canlı bir şeymiş gibi nefes alıp, nefes veriyordu. Mo-
ah büyülü kabuğunun ufalanmaya başladığını hissetti.
"Yaşam'ın tükendi!" diye inledi. "Kabuğu artık yerinde tu-
tamıyorum!"
"Koridor!" dedi Simkin serinkanlılıkla. "Koş!"
Dönerek, kumların üzerinde tökezleyerek koşmaya başla-
dılar- Simkin yol gösteriyordu, aksi halde Mosiah fırtınanın
içinde bir anda kaybolurdu.
"Neredeyse vardık!" diye bağırdı Simkin, genç adam kum-
sala yığılınca kolunu tutarak. Simkin'in yardımıyla, Mosiah
ayağa kalktı, ama kabuk yok oldu. Kum üstlerine hücum etti.
Rüzgâr kükredi, kulaklarına çığlıklar attı, onları dev yumrukla-
rıyla dövdü, onları geriye doğru çekiştirdi, sonra hızla öne,
dizlerinin üzerine fırlattı.
Mosiah göremiyor, duyamıyordu. Her şey gürültü, kargaşa,
karanlık ve can yakıcı kumlarla doluydu.
Ve sonra sessizlik.
Mosiah gözlerini açarak, şaşkınlık içinde çevresine bakın-
dı. Koridor'da olduğu hissini bile yaşamamıştı ve işte, Radiso-
vik'in çalışma odasında, burnuna ve ağzına kapattığı portakal
renkli ipek parçası ile çok gülünç görünen Simkin'in yanında
duruyordu.
Yerinden doğrulan Kardinal Radisovik ikisine şaşkınlık
içinde baktı.
"Ne oldu?" diye sordu, solgun, titreyen Mosiah'ın bir san-
dalyeye oturmasına yardım etmek için seğirterek. "Sakinleş!
Neredeydin? Biraz şarap isteyeceğim..."
"Sınır... Sınırtoprakları!" diye kekeledi Mosiah, başarısız bir
şekilde titremesini bastırmaya çalışarak. Ayağa fırladı, Kardi-
nal'in onu yatıştırma çabalarını reddetti. "Prens Garald'ı gör-
5i
KARfIKJLİÇin ZAFERİ
van üç adam kolayca buldular. Binaya yaklaşan Mosiah,
rclinal ve Simkin (kravatı pembeydi) Garald'ın sesinin yük-
h- süslemeler boyanmış tavanlarda yankılandığını duyabili-
yorlardı.
"Tüm katalistler, şimdi, sihirbazınızın tercihlerine göre sa-
vaş büyücünüzün solunda veya sağındaki yerlerinizi alın." Bir
ara verdi, savaş büyücüleri solak ya da sağlak olduklarını açık-
larken bir mırıltı oldu. Sonra Garald'ın sesi mırıltıların üzerin-
de yükseldi. "Siz katalistler, beş adım yanda, beş adım arkada
durun" Ayak sürüme ve kargaşa sesleri geldi. Balo salonunun
büyük kapılarına ulaşan üçü, bir zamanlar daha az ölümcül
çiftlerin ayaklarının altında parlayan cilalı mermer zeminde ka-
talistlerin çevrede dolanarak, kendilerine has bir dansa hazır-
lanarak pozisyon aldıklarını gördü.
Hepsi savaş pozisyonu aldıktan sonra, Prens uzun kırmızı
cüppeli Savaş Büyücüsü ve gri cüppeli katalist sıralarının
önünde aşağı, yukarı yürüdü ve onları eleştirel gözle inceledi.
İki siyah cüppeli Duuk-tsarith -Prens'in kişisel muhafızları—
ellerini önlerinde kavuşturmuş, ciddiyetle arkasından geliyor-
lardı.
"Katalistin konumu savaşta hayati öneme sahiptir." Sıralar
boyunca ilerlerken Prens ders vermeye devam etti, bir katalis-
ti bir adım öne çıkardı', burada bir başkasına daha uzakta dur-
masını işaret etti. "Savaş sırasında Savaş Büyücüsüne Yaşam
bahşetmek katalistin sorumluluğudur. Bu kadarını biliyorsu-
nuz. Bu yüzden Savaş Büyücüsüne, bir kanal açacak ve büyü-
nün ondan ortağına akmasını sağlayacak kadar yakın durma-
lıdır. Bu katalistin tamamen yoğunlaşmasını gerektirdiğinden,
katalist kendini savunamaz. Bu yüzden Savaş Büyücüsünün
biraz arkasında durur, böylece ortağı katalistini korumak için
57
K_ARAKJLIÇln ZAFERİ
Savaş büyücüleri harekete geçerken ateşler fırlatan, fırtma-
koparan, Şİmşekler çağıran sayısız ses havada yükseldi.
Y nlarında duran katalistleri Yaşam vermek yerine, çekmek
• ini denemeye başladı. Katalistlerin çoğu başarısızdı. Teknik
her birine Kaynak'ta öğretilmiş olsa da, pek azı nasıl yapıldı-
ğını görmüştü ve sayısız yıllardır Thimhallan'da savaş olmadı-
ğı için odadaki kimse denememişti. Bazıları yanlışlıkla kendi
savaş büyücülerinin Yaşam'mı çekti. Çoğu duanın, onlara güç
veren sözlerini doğru hatırlayamadı ve zavallı bir katalist o ka-
dar heyecanlanmıştı ki, kazayla kendi Yaşam'mı çekip tüketti
ve kendinden geçerek yere yığıldı.
Mosiah ağzı açık izledi, o kadar büyülenmişti ki, gelmesi-
nin sebebini neredeyse unutuyordu. Daha önce hiç eğitim se-
ansı görmemişti ve şimdiye kadar savaş konuşmaları onun için
yalnızca buydu -konuşma. Şimdi bir gerçeklik olmuştu ve ka-
nında bir heyecan kıpırtısı hissetti. Garald gibi, o da bir Savaş
Ustası olmaya can atıyordu, ama -yine Prens gibi- yetenekli
bir büyücü olsa da, Mosiah Ateş Gizemi'ne, bu sanatta ilerle-
mek için Almin'in bahşettiği yetenekle doğmamıştı. Ama Ga-
rald Mosiah'a, genç adamın okçular arasında olacağına söz
vermişti, çünkü ok ve yay kullanımında zaten eğitimliydi. Ok-
çuların eğitim seansları o günlerde başlayacaktı ve Mosiah ani-
den bekleyemeyeceğini hissetti.
Ama ziyaretlerinin sebebini genç adam unutmuşsa bile,
Kardinal Radisovik unutmamıştı. Mosiah ile Simkin'i yolda sor-
gulamıştı. İkisi Sınırtoprakları'nda gördüklerini anlatmıştı, Kar-
dinal tuhaf, doğal olmayan olayları dıştan sakinlik içinde din-
lemişti. Aslında, o kadar sakindi ki, Mosiah utandı, Rahip'in ta-
vırlarından, Simkin'in deyişiyle, çaydanlıkta kopan bir siklon-
dan korktuğu izlenimini edindi. Ama Radisovik iki genç ada-
59
KARAKJUÇln ZAFERİ
,. aşlarının arasındaki çizgi kayboldu. "Ve haklısın, Kardi-
1 her zamanki gibi. Ben sabırsız davranıyorum. Mosiah, se-
• tekrar görmek güzel." Genç adamı sıcak bir gülümsemeyle
elamladı, elini öpülmek üzere değil, dostlukla uzattı. "Uma-
rım iyisindir. Demirhanede işler nasıl?"
Prens'i birkaç aydır tanıyan Mosiah, adamın elini tutup, so-
rusunu kekelemeden yanıtlayacak kadar heyecanından kurtul-
muştu. İlk heyecanı gitmiş olsa da, yerini saygı, hayranlık ve
sevgi almıştı. Mosiah için tüm Sharakan'ın neden yakışıklı
prenslerini takip ederek savaşa gittiklerini anlamak kolaydı.
Garald denize atlamaya niyetli olduğunu açıklasa, yine aynısı-
nı yaparlardı.
"Simkin," dedi Garald, sakallı genç adama dönerek, "kıya-
fetini tuhaf bir şekilde moral bozucu buldum. Kendini iyi his-
setmiyor musun?"
"Çok önemli meseleler, Ekselansları," dedi Simkin, cenaze
alayındaki baş tabut taşıyıcısına yakışacak kederli bir sesle.
Garald bunun üzerine kaşlarını kaldırdı, dudaklarının ke-
nannda bir kahkaha bekleşirken, şakanın geri kalanını dinle-
meye hazırlandı. Ama Radisovik'in ciddi yüzüne fırlattığı bir
bakış Prens'i, konunun önemli olduğuna dair uyardı.
"Herkesi öğle yemeğine yolla," diye emretti Garald, yakın-
da, havada süzülen bir Savaş Ustası'na. "Yarım saat sonra gel-
melerini söyle. Eğer ben dönmüş olmazsam, biraz önceki ça-
lışma tekrarlanacak."
"Peki, Ekselansları," dedi Savaş Büyücüsü eğilerek. Elleri
uzun, kırmızı cüppesinin yenlerine gizlenmişti.
Prens Garald Kardinal ile iki genç adamı, şimdi rahatlamış
iç çekişler ve neşeli seslerle dolu Savaş Odası'ndan çıkardı.
Sharakan şatosu bir odalar labirentiydi ve Prens'in, özel ko-
61
döndü.
"Pekâlâ, Radisovik. Aklında ne var?"
Kardinal Radisovik konuşması için Mosiah'a işaret etti.
Hem Prens'in, hem de Kardinal'in tüm dikkatinin kendisin-
de olmasına alışık olmayan, aynı zamanda Simkin'in arada bir
gelen, ilgisiz yorumlan -"İç çamaşırlarım boynuma dolanmış-
tı!... Sizi temin ederim bu resimler en yüksek seviyeden sa-
nat!"- ile başa çıkmak z®runda kalan Mosiah dura dura Sınır-
toprakları'nda neler gördüğünü, neler yaşadığını anlattı.
Hikâye aktarılırken Prens Garald'ın yüzü gittikçe ciddileşti.
Mosiah Saryon'un kırık, saygısızlık edilmiş heykelini bulmala-
rını anlatırken, Prens öfkeden kızardı.
"Sanırım bunun ne anlama geldiğini biliyorsun, değil mi?"
diye sordu Radisovik'e, Mosiah kumsalda kopan fırtınayı tas-
vir ederken sözünü keserek.
62
KARAKILIÇin ZAFERİ
"Emin değilim, Ekselansları," dedi Radisovik nazikçe, pay-
asına. "Bence genç adamın tüm anlatacaklarını dinlemeli-
siniz."
"Mosiah kaba davranmak istemediğimi anlıyor," diye karşı-
lık verdi Prens sabırsızca. "Bu bilginin ne kadar ciddi olduğu-
nu biliyor..."
"Ama fırtına..."
"Fırtınalar! Fırtınalar her zaman vardır!" Odayı adımlayan
Prens konuyu elinin bir hareketiyle bir kenara itti.
"Ama Sınırtoprakları'nda değil," dedi Radisovik sessizce.
"Bu önemli değil!" diye haykırdı Garald, yumruğunu sıka-
rak. Sesi neredeyse bir bağırışla çıkmıştı ve Kardinal ona en-
dişeli gözlerle bakıyordu. Prens derin bir nefes çekerek ken-
dine hâkim oldu. "Anlamıyor musun, Radisovik! Bu, aldı de-
mek!"
"Kim neyi aldı?" diye sordu Simkin esneyerek. "Yani, isti-
yorsanız hepiniz ileri geri yürüyebilirsiniz, ama ben çok yoru-
cu bir gün geçirdim. Hayvan gibi yoruldum. Oturmamın sakın-
cası var mı?"
Portakal renkli ipek parçasını şöyle bir silkeledi, odada bir
divan belirmesini sağladı ve Kardinal'in sert bakışlarını gör-
mezden gelerek boylu boyunca uzandı. İzin almadan kimse
Prens'in huzurunda oturamazdı.
Mosiah'a bakan Garald alçak sesle konuştu, "Teşekkür
ederim, dostum. Bu bilgi için sana borçlandım. Şimdi, eğer bi-
ze izin verirsen, bu konuyu Kardinal ile özel olarak tartışmak
istiyorum..."
"Hayır, burada kalsınlar, Ekselansları," dedi Radisovik bek-
lenmedik bir şekilde, Prens'e yaklaşarak. "Bu konuda bizim
kadar çok şey biliyorlar, Garald. Belki daha fazla," diye ekle-
63
K_ARAKILIÇln ZAFERİ
lasıyorum. Ama bu eylem ve intikam zamanı, gözyaşı za-
manı değil"
"İntikam mı?" Mosiah irkilerek başını kaldırdı.
"Evet, genç adam," dedi Garald sertçe. "Dostun Şaryon öl-
dürüldü."
"Ama... neden?" diye soludu Mosiah.
"Bu açık değil mi?" dedi Garald. "Karakılıç. Onun artık düş-
manın ellerinde olduğunu güvenle varsayabiliriz sanırım. Xa-
vier sonunda ele geçirmeyi başardı." Prens odayı adımlamaya
başladı yine. "Ne aptalım!" diye mırıldandı kendi kendine.
"Nöbet tutturmalıydım! Ama bunu yapmasının bir yolu oldu-
ğunu düşünmedim..."
Mosiah ağzını açtı, sonra hükümdarının huzurunda oldu-
ğunu hatırlayarak kendine hâkim oldu. Hayretler içinde, Kar-
dinal Radisovik'in ona baktığını ve -telaşlı bir hareketle- genç
adama konuşması için işaret ettiğini gördü.
"Ama ya fırtına, Ekselansları?" diye sordu Mosiah sonunda,
Radisovik'in ikinci bir ısrarlı hareketinden sonra. "Çok... çok
korkunç!" dedi çaresizce, tanık olduğu dehşet verici manzara-
yı tasvir etmeye yetecek kadar güçlü sözcükler bulamayarak.
"Korktum, Ekselanslan! Her şeyden daha fazla korktum, hatta
Komluk'ta Duuk-tsarithlerm beni yakaladığı zamandan daha
fazla! İçimden, derinliklerden gelen bir korkuydu," -elini yü-
reğine bastırdı- "ve içimden buz gibi geçti."
"Xavier'in büyülerinden biri, kuşkusuz."
"Hayır, Ekselansları!" diye haykırdı Mosiah. Garald'ın pay-
layan bakışlarından hükümdarına karşı çıktığını fark eden Mo-
siah kızardı. "Özür dilerim, Ekselansları. İmparator Xavier'in
Karakılıç'ı ele geçirmesi olasılığının ciddi olduğunu biliyorum,
ama bu, gerçekte neler olup bittiğinin yanında hiçbir şey. Baş-
6s
1,1,
6
KURBAĞA PRENS
Prens Garald Kardinal'e paylarcasına baktı. "İlgilenmem
gereken önemli konular var," dedi soğuk bir sesle, topukları-
nın üzerinde dönerek. "Artık kılıç Xavier'in elinde olduğuna
göre, savaş planlarımızı ö öğrenmeden önce hızlandırmak..."
"Ekselansları," dedi Radisovik, "bunu sonuna kadar dinle-
mek için zaman ayırmanızı tavsiye ederim."
Sessizce konuşsa da, Kardinal'in ses tonu kararlı ve sorgu-
lanamaz çıkmıştı. Orta yaşlarında bir adam olan Radisovik
Prens'in büyümesini, bir çocuktan bir adama dönüşmesini iz-
lemiş, ona dersler vermiş, eğitimi ile ilgilenmiş, yaşam yolun-
da ona rehberlik etmişti. Mosiah, ani bir kavrayışla, Garald'ın
karakterinin şekillendirilmesinde -çocuğunun üzerine titreyen
babanın değil- bu rahibin asıl rolü oynadığını görmüştü. Bir
Yaşam Sihirbazı'nm sevgiyle ve dikkatle büyüyen bir ağacı
beslemesi gibi, Radisovik de bu kuşkusuz şımartılmış, inatçı
çocuğu almış, sevgi ve örnek olma yoluyla onu güçlü, disip-
linli bir prense dönüştürmüştü. Şimdi konuşan öğretmenin
-şekillendiricinin- sesiydi ve öğrenci gönülsüzce, ama saygılı
bir itaatle dinlemek için döndü.
"Pekâlâ, Simkin," dedi Garald soğuk bir sesle, "hikâyeni
anlat. Çevrede çocuk olmaması ne yazık," diye ekledi, ama al-
KARİiKJLlÇin ZAFERİ
' n Ölü olduğu için Dönüştürme'ye mahkûm edildiğini ilan
• Katalist Şaryon, bir tür yanlış yönlendirilmiş bağnazlık yü-
den fendini şehit etmeyi tercih etmiş ve Joram da bu fır-
ttan faydalanarak kaçmaya çalışmış. Duuk-tsarithlerce sarıl-
, gınl görünce kaçamamış ve adil cezası ile yüzleşmek yerine
Öte'ye gitmiş."
"Sanırım buna benzer şeyler duymuştum." Kafası duvarın
köşesinde ve başparmağı ağzında olduğu için sesi boğuk çık-
mıştı-
"Böyle olmadı mı?"
Simkin başını salladı.
"Nereden biliyorsun?"
"Oradaydım," diye yanıt verdi Simkin, bir 'plop' sesiyle
başparmağını ağzından çıkararak. "Soldan üçüncü palmiye."
Prens Garald sabırsızca içini çekti, ama Radisovik'in elini
kaldırdığını görünce kendine hâkim oldu. "Devam et."
"Devam etmek istediğimden emin değilim," dedi Simkin,
somurtarak. "Hem, Garald bana inanmıyor... Eh, ısrar ediyor-
sanız," diye ekledi telaşla, arkasından uğursuz bir homurdan-
ma duyunca. Sandalyesini arkadan sürükleyerek arkasına dön-
dü ve seyircileriyle yüzleşti. "Görüyorsunuz, bizim Joram kur-
bağa giysileri içinde bir Prens'ti." Kardinal'in yüzünde şaşkın
bir ifade görünce açıkladı. "İmparatoriçe'nin minik bebeği. Ço-
cuğun ölümüne ilişkin bildiriler oldukça abartılmıştı."
"Elbette!" diye mırıldandı Garald, irkilerek. "Joram'ın bana
birisini hatırlattığını biliyordum. O saçlar, gözler -annesinin!"
Simkin ısınıyordu. "Göçmen işçiler tarafından kraliyet beşi-
ğinden çalınan iribaş küçük bir ortabatı çiftçi topluluğuna gö-
türüldü. Sağlıklı, genç bir kurbağa olarak yetiştirildi, kötü ar-
kadaşları tarafından yoldan çıkarıldı," -Simkin Mosiah'a pay-
69
KARAKJLIÇin ZAFER]
s Garald topuklarının üzerinde dönerek kapıya yönel-
di "Mühürü kaldırın," diye emretti.
"Affınıza sığınırım, Ekselansları." Duuk-tsarithlerden biri
• e çıktı. "Ama bu konuda ben yardımcı olabilirim."
Prens hayretler içinde Savaş Büyücüsüne bakmak için dön-
dü Tlümhallan'ın sessiz, dikkatli yasa koruyucuları nadiren
konuşurdu ve konuştukları zaman da, genellikle bir somya ya-
nıt veriyor olurlardı. Garald hayatında içlerinden birinin kendi
isteği ile bilgi verdiğini hiç görmemişti.
"Siz savaş büyücüleri bu konuda bir şey biliyor musunuz?"
diye sordu Prens. "Sizi olaydan önce bir kez sorgulamıştım ve
hiçbir şey bilmediğinizi söylemiştiniz!"
"O zaman, Joram hakkında yalnızca sizin bildiklerinizi bi-
liyorduk, resmi açıklamada söylenenleri," diye yanıt verdi Du-
uk-tsarith soğuk bir sesle, Prens'in öfkesinden etkilenmeden.
"Farkında olduğunuz gibi, Ekselansları, Tarikatımız hizmet et-
tiklerimize karşı katı sadakat yeminleri eder. İnfazda bulunan
Tarikatımız üyeleri Piskopos Vanya ile İmparator Xavier'e hiz-
met ediyor. Biz nasıl Majesteleri'nin ve sizin sırlarınızı açıkla-
yamıyorsak, onlar da onların sırlarını açıklayamazdı."
"Elbette," dedi Garald, paylamayı hakettiğini bilerek. "Beni
affedin."
"Ama genç adamın bahsettiği Kehanet hakkında birşeyler
biliyoruz."
"O çocuk masalı mı? Ölmek, yaşamak, yine ölmek, yine ya-
şamak..."
"Hayır, Ekselansları. Korkarım Kehanet bir çocuk masalı
değil. Demir Savaşları'nın ardından gelen karanlık günlerde,
Thimhallan Piskopos'u tarafından yapılmış ve şöyle diyor:
Kraliyet Evi'ne, ölü olan ama yaşayacak olan, tekrar ölecek ve
71
KftRAKJLIÇin ZAFERİ
zararsız kılacaktı. Görünüşe göre işe yaramadı. Yakalana-
- nı anlayınca kendini Öte'ye atarak ölmeyi seçti -böylece
Kehanet'in başlangıcını gerçekleştirdi."
"Yakalanmak mı? Ama öyle olmadı! Bir dinleseniz!" diye
rava girdi Simkin. "Size söyleyip duruyorum, anlatacaklarım
daha bitmedi..."
"Ama kuşkusuz, o zaman gerçekten öldü, değil mi?" diye
sözünü kesti Garald alçak, titrek bir sesle. "Kimse Öte'den
dönmedi!"
Duuk-tsarith yanıt vermedi. Görevi bilgi vermekti, gerçek-
liği konusunda talıminlerde bulunmak değil."
"Ekselansları," diye denedi Simkin yine.
"Buna inanıyor musun, Radisovik?" diye sordu Garald ani-
den, Simkin'i duymazdan gelerek. Simkin içini çekerek kolla-
rını kavuşturdu ve yavaşça sandalyesine oturdu.
"Emin değilim, Ekselansları," dedi Kardinal, sarsıldığı açık
bir şekilde. "Bu konu daha fazla araştırma gerektiriyor."
"Evet," dedi Garald. Sessiz kaldı, odayı adımlamaya başla-
dı. Sonra karar vererek başını salladı. "Eh, ben inanmıyorum.
7
SAVAŞ KURALLARI HAKKINDA
Karakıhç'ın Prens Xavier'in elinde olduğundan korkan ve
Savaş Büyücüsü onun tüm güçlerini öğrenmeden saldırmayı
uman Garald savaş hazırlıklarını hızlandırdı. Katalistler ve sa-
vaş büyücüleri çalışmalarına sabahın erken saatlerinde başlı-
yor, gecenin geç saatlerine kadar devam ediyorlardı; çoğu o
kadar yoruluyorlardı ki, Savaş Odası'nda yere yığılıyor, oracık-
ta uyuyorlardı.
Karabüyücüler'in demirhanesi gece boyunca parlak gözler-
le uyanık kalıyordu, metal dişlerin gıcırtısı, körüklerin nefesle-
ri, sanki bir canavar yakalanmış ve kentin ortasına zincirlen-
miş gibi bir atmosfer yaratıyordu. Karabüyücüler de savaş bü-
yücüleri gibi katalistler ile birlikte çalışmayı öğreniyorlardı; da-
ha önce, tarihlerinin son karanlık yıllarında, yalnızca bir kata-
listleri olmuştu -Şaryon. Büyü ile Teknoloji'yi birleştirdiklerin-
de, silahlarını daha kolay ve hızlı bir şekilde imal edebiliyor-
lardı -herkesin bir nimet olarak görmediği bir gerçek.
Sonunda, Garald kent-devletinin savaşa hazır olduğuna ka-
rar verdi. Resmî, yüzyıllar yaşındaki törene uygun olarak kır-
mızı cüppeler ve tuhaf görünüşlü şapkalar giyildi (asiller ara-
sında büyük oranda bastırılmış eğlence ve spekülasyona se-
bep oldu, çünkü kimse şapkaların nereden ya da neden gel-
KARftKJLIÇin ZAFERİ
to
tlamakla aynı şeydi. Meydan Okuma'nın iki sonucu olabi-
u A Kabul edilebilir- bu savaş anlamına geliyordu- ya da
dan okunan taraf özür dilediğini ilan eder ve kent-devlet-
slim 0ıma şartlarını tartışırdı. Bu olayda özür dileme kor-
u ,su yoktu; Merilon'da da, Sharakan'da olduğu gibi savaş
planları yapılıyordı.
Meydan Okunan değil de Meydan Okuyan olmanın avan-
tajları ve dezavantajları vardı. Eğer Meydan Okuma etkileyici
olursa, Meydan Okuyan psikolojik üstünlük sağlamış sayılırdı.
Bunun karşılığında, Meydan Okunan'a Şeref Meydanı'ndaki
pozisyonunu seçme ve Oyun Tahtası'ndaki ilk hamleyi yapma
hakkı verilirdi.
Uzun zamandır beklenen Meydan Okuma günü sonunda
geldi. Tüm Sharakan gece boyunca uyanık kalmış, olay için
hazırlanmıştı. Her şey gün ortasında, Thon-Lûer (Koridor Us-
taları) ve Prens'in güçleri arasındaki törensel savaş ile başlaya-
caktı.
Kadim günlerde bu, gerçek bir savaş olurdu -Savaş Ustala-
rı ile Koridor'u yapanlar, Kahinler arasında gerçekleşirdi. Ama
geleceği görme yeteneğine sahip o büyücüler Demir Savaşla-
rı sırasında yok olmuşlar, geriye yalnızca, Thimhallan halkının
zaman ve mekân içinde yolculuk yapmasını sağlayan yolların
bakımını yapan yardımcıları olan katalistler -Thon-Mer- kal-
mıştı.
Thon-Lûer yalnızca katalist olduğundan ve kendilerinde
pek az büyülü Yaşam bulunduğundan, Savaş Ustaları -Thim-
hallan'daki en güçlü büyücüler- onları kolayca yere serebilir-
di. Ama bu, Thimhallan'daki ulaşım sisteminin yıkımı anlamı-
na gelirdi, kimsenin düşünmeyi bile başaramayacağı bir şey.
Bu yüzden Savaş Kurallan'na göre, simgesel bir direnmeden
KARAKILIÇin ZAFERİ
öne çıktı ve "savaş" başladı.
Katalistler sihirbazlara kanallar açtı, bedenlerine topladıkla-
Yasam, mavi bir ışıkla büyücülerine aktı. Büyüye boğulan
Savaş Ustaları büyülerini yaptı. Ateş topları göklerde patladı.
Siklonlar berrak havada belirdi, Savaş Ustalarının avuçlarında
dönerek öfkelerini Thon-Mer'in üzerine salıvermekle tehdit
ettiler. Parmakuçlarında şimşekler çaktı, alev alev dolular so-
kaklarda cızırdadı. Çocuklar heyecanla çığlıklar attı ve genç
bir savaş ustası kendini rolüne öyle kaptırdı ki, kazayla yerde
bir çatlak açılmasına ve tüm halkın, özellikle de Thon-Lılenn
korkuya kapılmasına sebep oldu.
Neyse ki, Koridor ustaları bu güç gösterisi karşısında he-
men teslim oldular, hatta Prens Garald'a incinmiş bir vakarla
bakmaya devam eden sert katalist bile. Koridor'dan dışarı
adım atarak ellerini bir araya getirip uzattı. Diğer Thon-L&er de
aynısını yaptılar. Savaş Ustaları katalistlerin bileklerini ipek şe-
ritlerle gevşekçe bağladılar. Bora zaferle öttü ve halk arasında
büyük bir tezahürat koptu.
Sonra Thon-Mer Koridorlarına, halk evlerine geri döndü-
ler ve Prens ile güçleri Meydan Okumak üzere yola çıktılar.
Sharakan halkının bilmediği, Prens'in ihtişamlı bir oyun oy-
namadığıydı. Garald içten içe, Xavier'in Oyun Tahtası'ndaki
bir zaferle yetinmeyeceğine inanıyordu ve bu inancını kimsey-
le paylaşmamıştı, ne babasıyla, ne de Kardinalle, ama Radiso-
vik'in de aynı şeyden şüphelendiğinden oldukça emindi. He-
le Xavier kaybederse, hiç tatmin olmayacaktı. Şeref Meyda-
nı'nın sonucu ne olursa olsun, Prens Garald bu dünyaya bir
kez daha savaş -gerçek savaş- geleceğine inanıyordu.
Yüreği heyecanla kabarıyordu. Savaş meydanındaki başarı-
lara, cesaret gösterilerine, kötü düşmanlarının karşısında kaza-
79
"1
mAR0ARft, WEIS Ö t^ACY HlCKTUAn
nacakları zaferin ihtişamına dair hayaller kanını tutuşturuyor-
du. Gökyüzüne bakan Prens, dünyadaki kötülükleri düzelt-
mek üzere doğduğu için Almin'e hararetle şükretti.
8
MEYDAN OKUMA
Şafağın ilk ışıklarında Merilon'un Kristal Saray'ı güneşten
daha parlak ışıldıyordu. Bu zor bir iş değildi. Dün, Sif-Hanar-
lar günlerinin çoğunu, o parlak küreye karşı savaş büyülerini
deneyerek geçirmişlerdi -onu kara bulutlarla örtmüş, ürkütü-
cü renklere büründürmüş, hatta bir kez gökyüzünde tamamen
yok etmeye çalışmışlardı. Bugün güneş dağlann arkasından
solgun ve surat asar gibi, havadurumu büyücülerini görecek
olursa bir anda batmaya hazır gibi yükseldi.
Bu yüzden solgun güneş, ışıkları tüm gece yanmış olan
Kristal Saray'ın parlaklığına mum tutamazdı. Şafakta, sarayda-
ki her odanın penceresini kaplayan duvar halıları yukarı yu-
varlandı, perdeler açıldı, kepenkler ve güneşlikler kaldırıldı.
Büyülü ışık dışarı dökülerek aşağıdaki kentin üzerinde ışıdı.
Eski İmparator ile büyüleyici İmparatoriçe'nin zamanında,
bu parlak ihtişam gece boyunca süren neşe ve eğlenceyi ifa-
de ederdi. Eski günlerde, güzel hanımlar ile zarif beyler sara-
ya doluşur, odaları kahkahalar ve parfümle doldururdu. Yeni
Imparator'un hüküm sürdüğü bu günlerde, parlak bir şekilde
yanan ışıklar gece boyunca süren savaş planlarını ifade edi-
yordu. Bu günlerde, salonlarda kırmızı cüppeli savaş büyücü-
leri dolanıyor, odaları sert tartışmalar ve hafif bir sülfür koku-
KARfIKJLIÇin ZAFERİ
indeki hafifçe esen hava akımlarının üzerinde kaldı.
çevresn**-1
Flinin bir hareketi ile duvarı yok eden Xavier, Havai'nin
içeri uçması için işaret etti.
"Koridorlar'ın alınması tamamlandı, efendim," diye bildirdi
Havai, İmparator'una.
"Teşekkür ederim. Görev yerine dön." Haberciyi gönderen
Xavier dalgın dalgın duvarı eski yerine döndürdü, sonra önce-
den anlaşılmış işareti verdi. Gökyüzünü kırmızı bir duman
kapladı. Savaş Ustaları kendi aralarında konuşmayı bıraktılar
ve beklenti içinde izleyerek duvarların yanma toplandılar.
DKarn-Duuk da olayı en avantajlı noktadan izlemeye ha-
zırlandı; çalışma odasını büyüyle, kristal kuleli sarayın en yük-
sek yerine nakletmişti. Aşağı baktığında, gelişmeleri en iyi yer-
den izlemek için koşuşturan Merilon halkını görebiliyordu.
Zenginler görkemli, kanatlı arabalarını sürüyor ya da Yukarı
Şehir'in bulutlarının arasında süzülüyordu. Orta sınıftan olan-
lar Aşağı Şehir'e akıyor, Kapılar'ın çevresinde toplanıyor, Ko-
nıfuk'a doluşuyor, büyülü, koruyucu kubbenin çevresine yığı-
lıyordu.
Kalabalıkta bir kutlama havası vardı. Aralarındaki en yaşlı
kişiler bile en son ne zaman bir Meydan Okuma yapıldığını
hatırlayamıyordu. Bu tarihi bir olaydı ve heyecan herkese ya-
yılmıştı. Bu gece, Meydan Okuma'dan sonra savurgan partiler
verilecekti. Her çağ ve türden askeri giysiler moda olmuştu;
şehir Julius Caesar'm, Attila'nın ve Aslan Yürekli Richard'ın bir-
leşmiş askeri kampları gibi görünüyordu. Ama bütün bu baş-
döndürücü heyecanın içinde, tek bir hayal kırıklığı iplikçiği
asılıydı. Aksi halde mükemmel olacak günün üzerinde tek bir
minik bulut vardı.
Kristal Saray'da parti verilmiyordu.
83
KARAKJLIÇin ZAFERİ
sizce gelmişti, ağır cüppenin hışırtısı ve zorlanan nefesi,
damın girdiğini gösteren ilk işaretler oldu. Xavier bunun kim
i Huğunu biliyordu -dünyada yalnızca bir kişi Koridorlar'ı kul-
lanarak yanına gelebilirdi- ve gelen adamın yüzündeki ifade-
yi görmek için arkasına bir bakış fırlattı; bu, yüzün kendisin-
den daha çok ilgisini çekiyordu.
İfadeyi görünce, Xavier kaşlarını çattı. Dudağım ısırarak,
dönüp altında uzanan şehrin manzarasına dikkatle bakmaya
devam etti. Henüz görecek hiçbir şey yoktu. Meydan Okuma
başlamamıştı ve aslında gerçekten izlemiyordu; düşünceleri ve
bakışları çok daha uzaklardaydı. Yaklaşan olayı düşünüyor-
muş gibi yapmak, yüzünü ziyaretçisinden saklamak için bir fır-
sat sunuyordu yalnızca.
"Haberlerin kötü olduğunu anlıyorum, Piskopos Hazretle-
ri," dedi Xavier soğuk, düz bir sesle. Havada süzülerek odayı
adımlamayı bırakmış, ellerini sessizce önünde kavuşturarak
-nasıl bir irade kullanmak zorunda kaldığını ancak Almin bi-
lebilirdi- kıpırtısızca duruyordu şimdi.
"Evet," diye iç geçirdi Piskopos Vanya.
Geçirdiği kriz sonucunda Piskopos'un sol kolu felç olmuş,
yüzünün sol kısmı hareketsiz kalmış olsa da, Vanya -Thelda-
raların yardımıyla- bu özürleri aşarak oldukça normal bir ya-
şantı sürmeyi başarıyordu. Alem üzerindeki gücü hiç azalma-
mıştı kuşkusuz. Tam tersine, Xavier'in yönetimi altında artmış-
tı bile.
Ama yaşlı Piskopos bugünlerde kolayca yoruluyordu. Kay-
nak'taki çalışma masasından Koridor'a, Koridor'dan Meri-
lon'un Kristal Saray'ına attığı bir kaç adım bile onu bitkin dü-
şürüyordu. Vanya bir sandalyeye yığıldı ve Xavier dıştan sa-
kin, içten bastırdığı bir sabırsızlık ve korkuyla beklerken, zor-
8S
KARAKJLIÇin ZAFER]
klan sandalyenin kolunda örümcek gibi kıpırdanarak.
"Bunu keşfetmeleri neden bu kadar uzun sürdü?" diye sor-
du Xavier sertçe.
"Sınır'daki fırtına şiddetleniyor," dedi Vanya, dudaklarını ıs-
ı tarak "Duuk-tsarithler varana kadar, Katalist'in heykeli ta-
nen kumlarla kaplanmış. Tüm kumsal değişmiş, Majestele-
ri Sınırtoprakları'nı tanıyamamışlar bile, üstelik İnfaz sırasında
oraday.."
"Nerede olduklarının farkındayım, Piskopos Hazretleri," di-
ye sözünü kesti Xavier sabırsızlıkla. Adamın, önünde olması
' gerektiği gibi kavuşturduğu elleri dış sakinliğini korumaya ça-
lışırkenki gerginliği yüzünden beyazlamıştı.
"Evet, Majesteleri," diye mırıldandı Vanya. Buyurgan ses to-
nuna sinirlenen Piskopos, adamın sırtını dönmesinden fayda-
lanarak ona nefret içinde dik dik baktı. "Heykelin yerini belir-
lemek bile savaş büyücülerinin epey zamanını aldı, sonra üs-
tündeki kum tepesini kaldırmaları gerekti. Çevrelerinde şid-
detle esen fırtınadan korunmak için Duuk-tsarithler büyülü
kalkanlar altında çalışmak zorunda kaldı. İşin devam edebil-
mesi için kalkanı yerinde tutmak bile iki Savaş Büyücüsü ve
dört katalist gerektirdi. Sonunda, heykelin kalıntılarını çıkardı-
lar..."
"Katalist -Şaryon- ölmüş mü?" diye sordu Xavier.
Vanta ter içindeki alnını beyaz bir kumaşla silmek için dur-
du. Bugünlerde hava ya çok sıcak, ya da çok soğuk oluyordu.
Hiç arası yokmuş gibiydi.
Sonunda konuştuğunda, sesi alçak çıkıyordu. "Büyünün
bozulduğu, ruhun uçtuğu kesin. Ama ölüm âlemine mi, yok-
sa yaşam âlemine mi, kimse emin olamıyor."
"Lanet olsun!" diye mırıldandı Xavier alçak sesle, bir elinin
K_AR£KjLiçın ZAFERİ
ı x sarayı Kaynak'a bağlayan Koridorlardı.)
f çl arakan ordusu -kırmızı savaş cüppeleri içinde görkemli,
üstleri tarafından takip edilen yüzlerce Savaş Büyücüsü
dorlar'dan çıktı. Savaş büyücüleri şehri çevirecek şekilde
A-yenli aralıklarla dizildi, katalistleri de yanlarında durdu.
osi yerleştikten sonra, tek bir boru öttü ve dokuz siyah atın
ktiği altından bir savaş arabası sürerek Prens Garald belirdi.
Büvülü hayvanların burun delikleri alev üfürüyor, toynakları
havayı döverken şimşekler çakıyordu. Hayvanların tiz kişne-
meleri o kadar yüksekti ki, büyülü kubbenin ötesinden bile
duyulabiliyordu.
Alev alev atlarını idare eden Prens Garald görkemli bir
manzara sunuyordu, ailesinde nesilden nesile aktarılan gümüş
bir zırh giymişti; bazıları zırhın kadim dünyadan geldiğini, gi-
yene zafer ve koruma büyüleri bahşettiğini söylüyordu. Kolu-
nun altında miğferini taşıyor, kestane rengi saçları rüzgârda
dalgalanıyordu. Merilon sakinlerine resmi bir şekilde eğilerek
selam verdikten sonra, atlarının başını çevirdi ve arabasını
kent duvarlarının çevresinde sürmeye başladı. Dörtnala geçer-
ken, Sharakan flamaları havada açıldı, ta ki Merilon düşmanı-
nın kıvılcımlanan renkleri ile kuşatılana kadar. Prens o kadar
yakışıklı, siyah, alev üfüren atların görüntüsü o kadar müthiş,
flamalar o kadar güzeldi ki, Merilon sakinleri olağanüstü man-
zarayı bir tezahürat kopararak karşıladı.
Kentin ön kapısına ulaşan Prens Garald arabasını durdur-
du. Elini kaldırarak borunun tekrar ötmesini sağladı. Aniden,
Koridorlar'dan -yarı insan, yan hayvan yüzleri öfkeyle çarpıl-
mış, toynakları yeri döverek- vahşi Atadamlar fışkındı. Gözle-
rinde ölüm yanarak doğmdan kubbeli şehre koştular. Ellerin-
de mızraklar tutuyorlardı -Karanlık Sanatların silahları.
89
K_AR£KUIÇln ZAFERİ
• rüyada. Sizi gerçek dünyadan saklayan kubbeyi yok
alH
Riv Sharakan'dakiler, size yaşam sunuyoruz. Yaşayan-
edin. ÖU,
lar'ın topraklarına donun.
"Fğer kanınızla beslenen bu parazitlerden kurtulmayı red-
derseniz, dünyanın geri kalanına bulaşmasınlar diye bunu
?z yaparız. Krallıklarımız arasında savaş çıkar.
"Yanıtınız nedir?"
"Savaş! Savaş!" diye haykırdı Merilon halkı, büyük heyecan
içinde. "Savaş!" diye bebeklerinin sözcüğü haykırması için zor-
ladı anneler. "Savaş!" diye bağırdı onlar da, anlamadan, se-
vinçle taklit ederek. Çocuklar, "Savaş!" diye çığlık attılar ve
oracıkta, atadamlann ellerinde tuttukları mızrakları taklit ede-
rek sivri çubuklar yarattılar. Üniversite öğrencileri, "Savaş!" di-
ye haykırdı ve en kısa zamanda orduya yazılacaklarına yemin
ettiler. "Savaş! Savaş!" diye tekrarlayan bir genç katalist kalaba-
lığı oradan geçen bir Diyakoz tarafından, Almin'in kan dökül-
mesine karşı olduğu konusunda sertçe uyarıldı. Ama Diyakoz
telaş içinde olduğundan -savaş büyücülerine yardım etmeye
gidiyordu- gençlere gözkulak olmak için kalamadı ve o gider
gitmez katalistler haykırışlarına devam ettiler.
"Öyle olsun!" diye bağırdı Prens Garald sertçe, ama söz-
cükleri kargaşa içinde duyulmadı. Son bir soğuk, resmi eğil-
meden sonra Prens savaş arabasını Koridor'a sürdü ve gözden
kayboldu. Savaş büyücüleri ile katalistleri de gittiler.
Öğle olmuştu. Merilon'da çanlar çalıyor, Sif-Hanarisı va-
tanperver bir çılgınlık içinde bulutları Merilon'un kendi renk-
lerine boyuyor, gökyüzünün bayraklarla bezenmiş gibi görün-
mesini sağlıyorlardı. Asiller, dudaklarında savaş şarkıları ve
Merilon'un ulusal marşı, partilerine koştular. Aşağı Şehir sakin-
leri hazırlıksız sokak dansları ettiler, şenlik ateşleri yaktılar. Şe-
9!
9
ZAFER
? Meydan Okuma'dan bir hafta sonra, savaşan ulusların tem-
silcilerinin kararlaştırdığı bir gün, Merilon ile Sharakan arasın-
daki savaş başladı.
Sabahın erken saatlerinde, şafaktan uzun zaman önce,
prens Garald ve maiyeti Oyun Tahtası'm kurmak üzere Şeref
Meydanı'na geldi. İmparator Xavier ile maiyeti de hemen he-
men aynı saatlerde gelmiş, kilometrelerce uzakta aynı şeyi ya-
pıyorlardı.
Şeref Meydanı, Thimhallan'ın yaklaşık olarak merkezinde
bulunuyordu. Geniş bir araziydi ve göreceli olarak düzdü.
Orada burada ağaç kümeleri ile beneklenmiş, gür, yumuşak,
yeşil otlarla kaplanmıştı. Şeref Meydanı kadim günlerde ulus-
lar arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için kurulmuştu. Kimse
buraya başka sebepten gelmezdi. Meydan kutsanmıştı -hem
dualar, hem de kanla- ikincisi Demir Savaşları'nm kasıtsız so-
nucuydu.
O zamandan önce ve sonra, Thimhallan'da savaş, büyü ye-
teneğine sahip üstün insanlardan oluşan bir halka yakışacak
şekilde (ve eski dünyada bıraktıkları Ölü insanlardan oluşan
düşük halkın aksine) medenice savaşılırdı. Şeref Meydanı'nın
en büyük özelliği Oyun Tahtaları idi. Kaynak dağının kutsal
KARAKILIÇln ZAFERJ
likle "Sharakanh bizler Merilon'un açgözlü asillerinin
• H n boyunduruğu altında yaşayan köylülerin yaşam ko-
dlarını iyileştirmeye söz veriyoruz."
("Biz Merilonlular Sharakan halkını büyü altında tutan kö-
.. Karabüyücüleri yok etmeye söz veriyoruz.")
"Biz Sharakanlılar Merilon şehrini çevreleyen büyülü kub-
vi yıkacak, onu senin kutsal ışığına ve havana açacağız."
("Biz Merilonlular Sharakan halkına aydınlanma ve kültür
getirecek, şehirlerini büyülü kubbeyle çevreleyeceğiz.")
"Biz Sharakanlılar Merilon'u yöneten kötü adamı tahttan in-
direceğiz."
("Biz Merilonlular Sharakan'ı yöneten kötü adamı tahttan
indireceğiz.")
"-ve Kilise'nin sapkın ilan ettiği Piskopos'u devireceğiz."
("-ve Kilise'nin sapkın ilan ettiği Kardinal'i devireceğiz.")
"...ve senin adına Thimhallan'a barış getireceğiz. Amin."
("...ve senin adına Thimhallan'a barış getireceğiz. Amin.")
Törenin bu noktasında, fantastik uçan arabaları yukarıda
pırıldayarak, izleyicilerin çoğu gelmeye başladı. Duasını biti-
ren Kardinal Radisovik tuhaf bir şekilde, Almin de gelmiş, yu-
karıda bir yerde oturmuş, bir kadeh şarap içerek tavuk baca-
ğı kemiriyormuş gibi hissetti. İmge irkilticiydi ve Radisovik te-
laşla, içinden bu saygısızlık için Almin'den af dileyerek imge-
yi yok etti.
Prens Garald, görünüşte konukların gelmesini izlemeye da-
lan ve Tören'in henüz tamamlanmadığını unutan katalistini
dürttü. Kardinal Radisovik kızararak lorduna Yaşam bahşetti.
Mevcut katalistlerin her biri de kendi lordlanna aynısını yaptı.
Toplanan büyücülerin çoğu Albanara idi. Ama Sif-HanaAaı-
dan iki üye, Kan-HanaAavdan bir üye ve bir Karabüyücü var-
95
KARAKJLIÇin ZAFERİ
ı tplif aralıklarla dizdi. Sonunda, her şey hazır öldüğün-
de) mıwltc
• liklerini getirmeye başladı; Savaş Ustalarının emri altın-
da olacak insanları ve varlıkları.
Vahşi atadam çeteleri -Yabantopraklar'da yakalanmışlar ve
,b-tsaritbler tarafından büyü altına alınmışlardı- Şeref Mey-
ı'na aktı. Savaş büyücülerinin emri altındaki atadamları Sa-
Tjstaları kontrol ediyordu ve kendi iradeleriyle ya da
Prens'in doğrudan komutu ile serbest bırakılacaklardı. Kanatlı
Havailer Garald'ın yanında, meydan üzerinde herhangi birine
emir taşımaya hazır, bekliyorlardı.
Atadamlarla birlikte devler geldi -atadamlar gibi Yabantop-
raklar'da yaşayan mutasyona uğramış insanlar. Ama, öldürmek
için yaşayan atadamlann aksine, devler aslında küçük çocuk-
ların zekâsına sahip nazik yaratıklardı. Normalde barışçı olan
devler, bu aşırı iri insanları öfkelendiren tek şey bu olduğun-
dan, etlerinde patlatılan şimşekler ya da başka acı veren yön-
temlerle savaşmaya zorlanıyordu.
Sonra ejderler, aslanbaşlar ve özellikle bu savaş için yara-
tılmış olanlar dahil başka büyülü hayvanlar belirdi: arka ayak-
larının üzerinde doğruldukları zaman yüz seksen santim yük-
sekliğe ulaşan dev sıçanlar, sıçanlarla savaşmak için dev kedi-
ler ve büyücülerin yaratıcılığına ve becerisine kalmış benzeri
hayvanlar. Hayvan-insanlar en tehlikeli olanlarıydı. Bunlar, Sa-
vaş Ustaları tarafından, insan zekâsı ve becerileri korunarak
hayvana dönüştürülmüş erkekler ve kadınlardı.
Son olarak, tahtanın kenarlarında, savaşta yaralanan her iki
tarafın insanlannın yardımına koşmaya hazır Theldamlar, Ya-
şam Sihirbazı otacılar yerlerini aldılar.
Prens Garald çalışırken, İmparator Xavier'in ordularının
Oyun Tahtası'nın karşı tarafında maddeleştiğini görebiliyordu.
97
KARAKILIÇln HAFERJ
. in üzerindeydi. Adam gururla öyle şaşkınlaşmıştı ki
HerrurC
1 indeki tüm şarabı tek yudumda içti, boğulacak gibi ol-
? yanında duran Baron'un sırtını yumruklaması gerekti.
Tüm gözler Oyun Tahtası üzerinde, büyülü bir bulutla kap-
s bölgeye gitti. Prens Xavier'in de tahtanın kendi tarafın-
, benzer, bulutla saklanmış bir bölgesi vardı. Savaş kuralları
akiplerm güçlerinin çoğunun açıkça görülebilir bir yerde ol-
masını zorunlu kılsa da, oyuncuların bazı güçlerini gizli tutma-
sına yedekte saklamasına izin vardı.
İşte savaşın kimin lehine olacağına bu yedekler karar vere-
cekti ve her iki komutanın -Garald'ın ve Xavier'in- gözleri o
bulut kaplı altıgenlerdeydi, Tahta üzerindeki pozisyonların-
dan, casuslarının raporlarından ve başka yüz değişik faktörden
o sisin içinde nasıl bir tehdidin saklandığını çıkarmaya çalışı-
yorlardı.
Xavier bunun Karabüyücü ordusu olması gerektiğini bili-
yordu, ama hangi silahları taşıyorlardı? Saldırı planları neydi?
Tüm somlar arasında en acili, Karakılıç taşıyorlar mıydı?
Prens Garald, Xavier'in bulutunun altında ne olduğu konu-
sunda pek az şüphe besliyordu. Karakılıç'la silahlanmış bir Sa-
vaş Büyücüsü. Prens en güçlü savaş büyücülerine özel silah-
larla donanmış bir alay asker ve tek bir talimat vermişti -ne
pahasına olursa olsun, Karakılıç'ı ele geçirin.
Garald, İmparator Xavier'in kendi en güçlü savaş ustasına
bir alay asker ile birlikte aynı talimatı verdiğini bilse şaşırırdı.
Karakılıç'ı ele geçirin.
Onu bir başka Tarikat daha arıyordu. Kehanet korkusu ile
hareket eden Duuk-tsarith Tarikatı savaştan önceki gece, dün-
yanın çok derinlerindeki, yerini kralların ve kraliçelerin bile
bilmediği mağaralarında nadir, gizli bir toplantı ile bir araya
99
10
SİSLERİN İÇİNDEN
Mosiah çevresine soğuk, yapış yapış bir el gibi sarılan yo-
sun baskın sise karşı sırtını kamburlaştırarak küçük, çimen
kaplı bir tümseğin üzerinde oturdu. Günün hangi saati oldu-
ğuna, burada ne süredir oturduğuna dair en ufak bir fikri bile
yoktu. Birliğine pozisyon alması emredildiğinden beri yarım
gün geçmiş olabilirdi. Ya da yarım ay. Bu bulutlarla kaplı dün-
yada zaman kavramını yitirmişti ve başka duyularını da kay-
betmeye yakın olduğunu hissediyordu.
Delinmez sisin içinden hiçbir şey göremiyordu, hatta birli-
ğinden diğer askerlerin şekillerini bile. Düşmanın da onu gö-
remediği gerçeğinin bir teselli olması gerektiğini varsayıyordu.
Ama hissettiği huzursuzluğun gittikçe büyümesini engelleye-
miyordu -içinden bir şey insanlığın geri kalanının uzun zaman
önce buraları terk ettiğini, onu arkada bıraktıklarını, bu dün-
yadaki tek kişinin kendisi olduğunu fısıldıyordu.
Bunun doğru olmadığını biliyordu. Sesler duyabiliyordu.
Sis tarafından çarpıtılan gürültüler, sessizlikten de kötü uğur-
suz, sinir bozucu bir nitelik kazanmışlardı. Bu soğuk ve boş
sesler insan sesleri miydi, yoksa hayaletlere mi aittiler? Bunlar
ayak sesleri miydi? Arkadan gizlice yaklaşan düşman mıydı?
"Kim var orada?" diye sordu Mosiah sislere, titrek bir sesle.
KARAKJLIÇln ZAFERİ
t ini çekerek, burada beş haftadır değil, muhtemelen beş
f-r durduğunu söyleyerek, Mosiah çimenli tümsekteki yeri-
• îmak üzere geri döndü, ama çimenli tümseğin yok oldu-
- nu eördü. Kıpırdamadan durarak, biraz önce attığı adımları
?hninden geçirdi. Tümsekten kalkmış, sola dönmüştü, bun-
Han emindi. Yalnızca dört, beş adım atmıştı. Bu yüzden eğer
sağa dönerse, yerini kolayca bulabilmeliydi.
Yirmi adım sonra, henüz bulamamıştı. Daha da kötüsü, ka-
fası tamamen karışmıştı, sisin içinde sağa, sola, her ayırt edile-
bilir yöne dönmüştü.
"İşte şimdi becerdin!" dedi sağ kulağında sinirli bir ses. "Ta-
mamen kaybolduk."
Mosiah yerinden sıçradı, yüreği dehşetle gırtlağına kadar
tırmandı. Titreyen elinde hançer, hızla dönüp yoklukla yüzleş-
ti.
"Yine bir ağaca saldırmayacaksın, değil mi?" diye sordu ses
sertçe. "Hiç bu kadar küçük düşürülmemiştim..."
"Simkin!" diye tısladı Mosiah öfkeyle, bir o yana, bir bu ya-
na dönerek, yüreğini sakinleştirmeye ve normal bir şekilde at-
maya ikna etmeye çalışırken. "Neredesin?"
"Burada," dedi ses acılı bir tonda. Mosiah'ın kulağının ya-
kınından bir yerden geliyordu. "Ve hayatımda hiç bu kadar sı-
kıcı birkaç saat geçirmemiştim, eski İmparator tüm hayatını
anlatmaya karar verdiği zaman bile, ana rahminden... artık her
nereyse."
Sırtına astığı sadağı çözen Mosiah onu yere fırlattı.
"Agh!" diye haykırdı ses. "Yani, bu kesinlikle gereksizdi!
Tüylerimi bozdun!"
"Ya korkudan beni neredeyse öldüreceğine ne demeli!"
dedi Mosiah dişlerinin arasından fısıldayarak.
103
KAR^KJLIÇin ZAFERİ
. değildi. "Garald'ın savaş alanından senin portakal
r oek mendilinin ucunu bile görmek istemediğini söyle-
fenkl1 ıp
diğini biliyorsun."
?Tarald çok iyi bir çocuk ve ona bayılıyorum," dedi Sim-
rahatça gerinerek, "ama itiraf etmelisin ki, zaman zaman
bir eşek kadar tantana yapıyor..."
"Sşş!" diye fısıldadı Mosiah dehşet içinde. "Sesini alçalt!"
"Bunu sana söylemekten nefret ediyomm, ihtiyar budala,"
dedi Simkin neşeyle, "ama şu anda Meydan'dan kilometreler-
ce ötede olduğumuzdan eminim. Suratını öyle asma. Zaten
baştan sona can sıkmtısıydı. Bir avuç yaşlı Savaş Büyücüsü bir-
birlerine büyüler fıriaüyor, o da sözcükleri hatırlayabildiklerin-
de. Katalistler güneşte kestiriyor. Ah, bazen arbedeye bir iki
atadam atacak, ateşi başına vurmuş, genç birini bulabiliyor-
sun. İhtiyarların cüppelerinin eteklerini toplayıp çalılara koş-
malarını izlemek eğlenceli oluyor. Ama seni temin ederim, fe-
na halde can sıkıcı. Kimse öldürülmüyor falan."
"Eh, kimsenin ölmemesi gerekiyor!" diye mırıldandı Mosi-
ah, huzursuzca Simkin'in haklı olup olmadığını, meydandan
çıkıp çıkmadığını merak ederek.
"Biliyorum. Ama bir atadamın kontrolden çıkacağını ya da
bir devin başıboş koşturacağını umuyordum biraz. Ama hiç
böyle bir şans olmadı. Oldukça sıkıldığımı anladım. Daha da
kötüsü, arabayı Baron Von Licktenstein ile paylaşıyordum. Ge-
nelde harika soğuk yemekler sunar. Yanında, içinden iştah
açıcı kokular yükselen büyük bir yiyecek sepeti vardı. Ama
öğle yemeğine daha bir iki saat vardı ve Baron can sıkıntısın-
dan perişan etti beni, tüm oyunlarını bana anlatmakta ısrar et-
ti- Ona açlıktan başımın döndüğünü söyledim, ama çöken mo-
ralimi biraz yemeğin düzelteceği yolundaki ince imalarımı an-
ıo5
KARPKiLiçm ZAFER]
sıvazlayarak kaşlarını çattı. Yoğun sis çevresinde, üze-
«ııvarlandı, onu kısmen gözlerden gizledi, ta ki Mosi-
[•inde yL1
tek görebildiği, Simkin'in parlak renkli, portakal rengi
, yeşjl kıyafeti ve portakal rengi ayakkabılarının uçları
kadar. "Ah, evet. Cadı bana, büyük bir kayıtsızlıkla, son
zamanlarda Joram'ı görüp görmediğimi sordu."
"joram mı!" diye tekrarladı Mosiah, hayretler içinde. Endi-
sevle ayağa kalktı, Simkin'e yaklaştı ve ormandaki divana, ka-
tı ve gerçek bir şeye dokunmaktan memnun, elini koydu.
'.'Ama... bu mantıklı değil! Belki yanlış duymuşsundur, ya da
başka bir şey demek..."
"Kesinlikle sana söylediğim şeyi söyledi. Şaşkınlıktan yere
yıkıldım. Sözün tam anlamı ile. Havadan plop diye yuvarlanı-
verdim. 'Kulağım biraz tıkalı,' dedim cadıya. 'Pek iyi duyama-
dım. Joram'ı görüp görmediğimi sorduğunu sandım.'"
'"Öyle yaptım,' dedi. Açıksözlü bu Duuk-tsarith\er. Lafı do-
landırmıyorlar.
'"Joram mı?' diye tekrarladım. 'Olağanüstü kılıcı olan... ha-
ni bir yıl önce ölmüştü, o mu?'
"'Evet, o,' dedi cadı.
'"Burada hayaletlerden mi bahsediyoruz?' diye sordum,
korkarım titrek bir sesle. 'Takırdayan kemikler, şıngırdayan
zincirler, gece bam güm bir yerlere çarpan eşyalar, Joram'm
koridorlarda geceliğinin içinde dolaşması gibi mi?'
"Yanıt vermedi, bana şöyle, dik dik baktı," Simkin cadının
delici, hançer bakışlarını öyle iyi taklit etti ki, Mosiah yine ür-
perdi ve telaşla başını salladı.
"Anlıyorum," diye mırıldandı. "Devam et."
"O zaman şöyle dedi, 'Seninle temas halinde olacağım,' ki
onlar söz konusu olduğuna göre, kesinlikle söylediğini kastet-
107
K_ARttKiLiçın ZAFERJ
I telaşla yayını kaptı ve ok sadağını omzuna geçirdi.
"i re birliğim!" Demircinin oğullarından birinin emri altında
an bir grup adama işaret etti. "Altı metre bile yokmuş!
I n kaybetmemişim! Buradayım!" Mosiah kolunu sallayarak
"ınnaya başladığında o tuhaf mırıltıyı yine işitti, şimdi çok
A ha yakından ve yüksek geliyordu. Dönüp arkasına baktı.
Mosiah dehşetle inledi. Korku, keskin ucunu göğsüne dal-
dırdı derinlere sapladı, tüm gücünü tüketti. Kıpırdayamıyor,
düsünemiyordu. Bakmaktan başka bir şey yapamıyordu.
"Simkin!" diye bağırdı Mosiah perişan halde, canlı etin do-
kunuşu için dua ederek, üzerine gelen, bu, sisten daha yoğun,
daha soğuk, kör edici dehşetin ortasında kendi gerçekliğinden
emin olmaya ihtiyaç duyarak. "Simkin!" diye inledi, korku için-
de donarak. "Beni bırakma! Neredesin?"
Yanıt gelmedi.
109
11
GÖRÜNMEZ DÜŞMAN
Prens Garald neler olup bittiğini kavrayamıyordu. Oyun
Tahtası'na şaşkınlık içinde, anlamadan baktı.
Kuzey kanatta oyun taşlan saldırıya uğramıştı. Çaresizce
çarpışıyorlardı, hayatları için savaşıyorlardı.
Ve ölüyorlardı...
Ve orada hiçbir şey yoktu! Görünürde düşman yoktu!
"Bu da ne?" diye bağırdı Garald boğuk sesle. Sanki yanıtı
suskun ahşaptan sıkıp çıkarabilirmiş gibi, tahtanın kenarını el-
leri ile kavrayarak sıkıca tuttu. "Neler oluyor?" diye sordu, ona
boş boş bakan komutanlarına.
"Kardinal?" Garald bakanına dik dik baktı. Ama Katalist'in
yüzü kül gibiydi, dudakları bir duayla kıpırdanıyordu, prensi-
ne bakarak başını salladı.
"Bilmiyorum," diye mırıldanmayı başardı.
"Xavier!" diye hırladı Garald öfkeyle, parmaklarını taşa bas-
tırarak. "Sorumlusu o! Karakılıç! Ama..."
"Hayır, Ekselansları," diye yanıt verdi Radisovik, tahtaya tit-
rek ellerle işaret ederek. "Bakın! Bize saldıran her ne ise, Xa-
vier'e de saldırıyor."
Garald bakışlarını Oyun Tahtası'na çevirdi. Gözleri irileşti,
sesi boğuldu.
K_ARf>KILIÇin ZAFERİ
ator'un oyun taşları aynı görünmez düşmanla savaşı-
bivdi çünkü Garald'ın taşlarına saldırmayı bırakmışlar,
, Ha canlarını kurtarmak için savaşıyorlardı,
onlar u<*
n aşları! diye homurdandı Garald. Onlar, orada ölen
ek adamlar ve kadınlardı, yaşayan bedenleri büyülü tah-
tı üzerinde minik imgelerle temsil ediliyordu. Çaresiz kar-
sayı izleyen Prens tahtanın kuzey kısmındaki Savaş Ustaları
saflarının bozulmaya, ufalanmaya başladığını gördü.Küçük şe-
killer dönüp kaçıyorlardı, kırmızı cüppeli savaş büyücülerinin
bazıları, görünmeyen bir güç tarafından vurulmuş gibi yere
düştü, yaşam bedenlerini terk ederken tahtanın üzerindeki im-
geleri solup gitti. Diğer savaş büyücüleri ve cadılar dayanma-
ya, Garald'ın göremediği düşmanla savaşmaya çalışıyor gibiy-
di, ama bu minik şekiller de kısa süre sonra, arkada hiçbir iz
bırakmadan yok oldular.
Katalistlere gelince -onlara saldıran yoktu, bedenleri can-
sız bir şekilde tahtaya düşmüyordu. Katalistler basitçe ve ani-
den yok oluyorlardı.
"Neler oluyor? Soran ne?" diye çılgınca bağırdı Garald. Eli-
ni tahtadan çekip yumruklarını sıktı. "O bölgenin Havaileri!
Neredeler?" diye haykırdı aniden, gökyüzünü tarayarak. "Ne-
den rapor vermiyorlar?"
Kardinal Radisovik de gözlerini kaldırdı ve Prens'i yakala-
dı.
"Ekselansları! İzleyiciler," dedi Kardinal telaşla. "Neler olup
bittiğini bilmiyorlar. Sakinleşmelisiniz, aksi halde panik başla-
tacaksınız."
Prens Garald üstündeki gökyüzünde çemberler çizen ya da
park etmiş, pırıltılı arabalara baktı, zengin sürücüleri öğle ye-
meklerinin tadını çıkarıyorlardı. Seslerin mırıltısına karışan,
II I
^
HİAR.GARJÎ WEİS § ÎR£CY HlCKjnAn
şampanya kadehlerinin hafif tıngırtılarını duyabiliyordu.
"Teşekkür ederim, Radisovik," dedi Prens, derin bir nefes
alarak. Doğrularak ellerini arkasında kavuşturdu ve kayıtsız bir
tavır takınmaya çalıştı. "Tahtanın çevresine yaklaşın," diye em-
retti komutanlarına sertçe. "Gözlerden saklayın. Onları bura-
dan uzaklaştırmamız gerek!" diye ekledi alçak sesle, asiller sol-
gun yüzlerle yakına, tahtanın çevresine toplanınca. "Ama ne
bahaneyle..."
"Belki bir fırtına, Garald," diye öneride bulundu Radisovik.
Katalist'in halk içinde Prens'e ilk adıyla hitap etmesi korkusu-
nu gösteriyordu. "Sif-Hanatiar..."
"Mükemmel bir fikir!" Garald yakında duran Havailerden
birine işaret etti. "Sif-HanaAzta uç," diye emretti Prens kanat-
lı adama. "Onlara tüm tahtayı süpürecek fırtınalar istediğimi
söyle! Yağmur, gökgürültüsü, dolu, şimşek. Bu bize kuzeyden
saldıranları da durdurabilir," diye ekledi Prens, kaşlannı endi-
şeyle çatıp tahtaya dönerek. "İzleyicileri uyarmak için başka
haberciler gönderin" -Garald yukarıya işaret etti- "hem bura-
dakilere, hem de meydanın diğer kısımlarmdakilere, fırtınalar
kopacağını bildirin."
Havai eğildi, kanatlarını açtı ve türünden diğerlerine ken-
disini takip etmeleri için işaret ederek yükseldi. Arkalarından
bakan Garald çoğunun* aniden rota değiştirdiğini, iki arabanın
arasında beliren kara bir nesneye doğru uçtuğunu gördü.
"Bu bir Havai," diye bildirdi Garald, dikkatle duygusuz tut-
tuğu bir sesle. "Onu buraya getiriyorlar. Sanınm yaralanmış."
İki Havai -arkadaşlarının her iki yanında uçuyor, onu na-
zikçe kollarından tutuyorlardı- diğerleri emirleri yerine getirir-
ken prenslerine yaklaştı. Havailer aralarındaki yüzü taşıyarak
yavaşça uçuyorlardı. Sabırsızca aşağıda bekleyen, sakin kal-
112
KARfiKJLiçm ZAFERJ
iı«an Garald izleyici kalabalağının üzerine aniden çö-
sizliğin farkındaydı. Sonra neler olup bittiği anlaşılınca
< at hr mırıltı yükseldi. Havailer yaklaşınca, Garald taşıdıkla-
A mı gördü ve dehşet içinde nefesini tuttu. Çevresine top-
lananlardan da benzer tepkiler duydu.
Havai'nin bedeni yanmış, dev kanatlarının üzerindeki tüy-
kararmıştı. Başı eğikti, arkadaşlarının nazik kollarında gev-
şekçe asılmıştı.
"Lordum, onu havadan düşerken yakaladık," dedi Hava-
ilerden biri, Prens'in önünde yere inip, yaralı adamı otların
üzerine yatırırken.
"Theldara çağırtın!" diye emretti Garald. Yaralı adamın ha-
li ve o korkunç durumda uçmak için gereken cesaretin düşü-
nünce yüreği merhametle burkuldu.
Birisi otacı bulmak için telaşla uzaklaştı, ama kanatlı ada-
mın yanında diz çöken Garald çok geç olduğunu anladı.
Adam bilincini yitirmişti, ölmekte olduğu açıktı. Prens dişleri-
ni sıktı. Neler olup bittiğini anlamak zorundaydı! Bir sözcükle,
avcımda su belirmesini sağladı. Havai'nin yanık dudaklarını ıs-
lattı, yüzündeki çatlak ve kararmış deriye serinletici maddeden
serpti.
"Beni duyabiliyor musun, dostum?" diye sordu Garald al-
çak sesle. Yanında diz çöken Kardinal Radisovik ölenlere bah-
şedilen törensel ayini sessizce yapmaya başladı.
"Per istam Sanctam..."
Havai'nin gözleri kırpışarak açıldı. Nerede olduğunu anla-
mamış gibiydi, çılgın gibi çevresine bakındı ve dehşet içinde
haykırdı.
"Güvendesin, dostum," dedi Garald yumuşak sesle, dudak-
larına suyla dokunarak. "Anlat bana, ne oldu?"
113
KARAKJLIÇin HAFERJ
ı r feryat kopardı. Herkes aynı anda konuşuyor, dikka-
tJçlkmeye çalışıyordu.
sinizi kesin! Beni rahat bırakın! Bırakın da düşüneyim!"
•Ljler gırtlağında yükseldi, ama -büyük bir iradeyle- on-
vuttu. Herkese durumun kontrolünü yitirdiğini gösterecek-
Kontrolü kaybetmek mi? Garald acı acı gülümsedi. Kaybe-
ek kontrolü yoktu ki! Neler olup bittiği hakkında kesinlik-
"i en ufak bir fikri bile yoktu. Hâlâ bunun Xavier'in bir nu-
marası olduğunu düşünme eğilimindeydi -ya da çaresizce bu-
na inanmak istiyordu. Ama Oyun Tahtası'na fırlattığı bir bakış,
onu durumun bu olmadığı konusunda ikna etmeye yetti. Me-
rilon güçleri, Sharakan güçleri ile birlikte bozuluyor, yok edi-
liyordu.
Görünmeyen bir düşman tarafından...
Demirden yaratıklar...
Ölüm sürünüyor...
"Gidip kendim göreceğim," dedi Prens Garald aniden.
Bulutlar gökyüzünü karartmıştı, daha da yoğunlaşmış, si-
yahlaşmıştı. Ani bir rüzgâr uzun otları yatırmış, ağaç dallarını
gıcırdatmaya başlamıştı. Çatal dilli bir şimşek ve keskin bir
gökgürültüsünden sonra, fırtına çevrelerinde koptu. Şiddetli
yağmur giysilerini bir anda sırılsıklam ıslattı, dolu derilerine acı
vererek çarptı. Fırtınanın serbest kalması, her adamın içindeki
gerilimleri de serbest bıraktı. Kaos koptu, maiyet arasında, ot-
ların üzerindeki rüzgâr gibi esti.
Birisi Prens'i gitmekten vazgeçirmeye çalıştı, Sharakan'a
dönmesi için yalvardı. Diğerleri giderken onları da yanında
götürmesi için ısrar etti. Bir hizip bunun Merilon'un akıllıca bir
Planı olduğuna karar verdi ve sahip oldukları her şeyi Xavi-
er'in güçlerinin üzerine yığmalarını önerdi. Çoğu suçlayan par-
115
KiiRAKJLiçın ZAFER]
s kendini gevşemeye zorladı. Mantık geri döndü.
•Herim," diye tekrarladı, elini ıslak saçlarından geçire-
Bunu yaparken, yağmurun artık üzerine değil çevresine
:-jwinii fark etti. Birisi -Duuk-tsarithler olduğunu tahmin
düştugunu la
,. nrciu- grubun ve Oyun Tahtası'nın üzerine büyülü bir kal-
örtmüş, onları doğal unsurlardan korumuştu. Garald da
«- 'linine aynı şekilde bir kalkan çekti, zihinsel karmaşasının
rinde minik bir sükunet merkezi oluşturdu. Yavaşça Oyun
Tahtası'na döndü.
"Savaş büyücüleri ile katalistleri cephenin yakınından he-
men geriye çekin," dedi, henüz saldırıya uğramamış doğu ka-
nadını işaret ederek. Henüz orada savaşma işaretleri yoktu, o
bölgede kimse kaçmıyor ya da ölmüyordu. Her ne oluyorsa,
kuzeyden batıya doğru yayılıyordu. "Onları güneye, şimdi
durduğumuz yere getirin. Geri çekilirken atadamlar, devler ve
ejderlerle onları koruyun." Tahta üzerinde başka alanları gös-
terdi. "Bu yaratıklar" -durdu- "orada her ne varsa, onları dur-
duruyor gibi..."
"Burada da güçlü bir direnç cebi var, Ekselansları," dedi
komutanlardan biri, herkesin dikkatini tahtanın kuzeybatı kö-
şesindeki bir alana çekerek.
"Evet," dedi Garald, orada bulunan herkes gibi fark ederek.
Burası, İmparator Xavier'in Oyun Tahtası'nın çevresiydi. Prens
sessizce savaşan küçük gmbu izledi... neyle savaşıyorlardı?
Garald dalgınlığından uyandı. "Benden haber alana kadar baş-
ka bir şey yapmayın," diye ekledi, dönüp hızla tahtadan uzak-
laşarak. "Radisovik, Koridor'u aç. Benim yerime sen bakacak-
sın..."
"Ben de seninle geliyorum, Garald," diye sözünü kesti Kar-
dinal, gelip Prens'in yanında durarak.
I 17
KARAKJLIÇin HAFERİ
tanıyordu, sadakatlerine güveniyordu. Daha da önemlisi,
eteneklerini ve sınırlarım biliyordu.
Demirden yaratıklar.
Garald aklında, demirhane ateşinden iblisler çağıran demir-
ciyi canlandırdı.
Hayır. Mantıklı gelmiyordu. Onları gece gündüz çalışırken,
mızrak uçları ve kaba hançerler yaparken görmüştü.
Demirden yaratıklar. Neredeyse gülünçtü.
"Hedefimiz neresi, Ekselansları?" diye sordu Radisovik,
Prens Garald Koridor'a girerken.
"Beni İmparator Xavier'e gönder."
1 19
12
DEMİRDEN YARATIKLAR
Yaşam büyüdür. Büyü yaşamdır. Büyü Thimhallan'ın kal-
binden fışkırıyor, Kaynak isimli dağ kalenin içindeki Yaşam
Kuyusu'ndan dünyadaki her nesneye akıyordu. Her çakıl taşı,
her ot, her su damlası büyüye boğulmuştu. Dünyadaki her ki-
şi -hatta Ölü ilan edilenler- büyü yeteneğine sahipti. Thimhal-
lan'da yalnızca tek bir gerçekten Ölü insan vardı ve o da sınır-
larının ötesine sürülmüştü.
Ama şimdi, sanki yaşam kuyusu zehirlenmişti. Büyüye,
yüzyıllardır unutulmuş olan bir kaynaktan fışkıran bir korku
karıştırılmış gibiydi. Gözetçiler'in sınırdan işitilmeyen uyarıla-
rını bağırmaları gibi, şimdi de Thimhallan'ın kayaları dehşet
içinde haykırıyor, ağaçlar dallarını çılgınca sallıyor, yer sarsılı-
yordu. »
Mosiah kıpırdayamıyordu. Bir Eksibüyü, onu bu korkudan
daha etkili biçimde yaşamdan mahrum bırakmamıştı, soğuk
parmakları sağduyuya, nefese, enerjiye dolanıyor, düşünmesi-
ni, sis aralanıp Thimhallan'a çöken dehşeti gördüğü zaman bi-
le yerinden kıpırdamasını engelliyordu.
Bu demirden bir yaratıktı. Demirhanede aylarca çalışan
Mosiah, Thimhallan'da başka pek az büyücünün tanıyabilece-
ği parlak pulları tanıdı. Yaratığın alçak, kurbağamsı bedeni bir
K_ARAKjLlÇin ZAFERİ
kadar büyüktü, ama kanatları yoktu, uçamıyordu. Ba-
. yoktu ve karnının üzerinde sürünmek zorunda ka-
Raşı bir baykuşun başı gibi dönebiliyordu ve Mosiah
ı^sı gerektiğini düşündü, çünkü amaçsızca ilerliyor gi-
kör oim^31 &
Tünüyordu. Yolundaki hiçbir şeye aldırmadan, ağaçlara
ıvor onları biçiyor, canlı köklerini söküyordu. Kayaları
çalıyor, toprağı altüst ediyor, beceriksiz geçişinin izlerini
İmi? otların ve çamurların üzerinde bırakıyordu.
Mosiah savunmasız bir dehşet içinde, bunun nasıl bir var-
lık olduğunu ve nasıl bu dünyada başıboş kaldığını merak
ederek izledi. Sonra dehşetle, yaratığın kör olmadığını fark et-
ti. Gözleri vardı. Basilisk gibi, onları görmek... ve öldürmek
için kullanıyordu.
Yaratıktan yaklaşık altı metre ötedeki bir ağaç topluluğu-
nun içinde saklanan Mosiah aniden, canavardan kaçan bir Sa-
vaş Büyücüsünün ona doğru uçtuğunu gördü. Havada vahşi
bir panik içinde, kırmızı cüppesi arkasında dalgalanarak iler-
leyen Savaş Ustası, yavaş, hantal yaratıktan kolayca uzaklaşı-
yordu.
Yaratığın başı döndü, avını anlıyor, kokluyor gibiydi. Ani-
den tek bir göz -boş, karanlık- başta açıldı ve uçan büyücü
üzerinde odaklandı. Göz kırpıldı hızla yanıp sönen ince bir
ışık gönderdi. O kadar hızlıydı ki, Mosiah sonradan ne gördü-
ğünden emin olamadı.
Gözün ışığı Savaş Büyücüsüne arkadan çarptı, adamın ye-
re çakılmasına sebep oldu. Çılgın uçuşunun momentumu onu
öne fırlattı. Mosiah'ın yakınına yuvarlandı. Mosiah Savaş Bü-
yücüsüne umutla baktı. Artık yalnız değildi! Kuşkusuz bu Sa-
vaş Ustası neler olup bittiğini biliyordu. Mosiah Savaş Büyücü-
sünün ayağa kalkmasını bekledi, çünkü düşüşü özellikle sert
12 i
KARAKILIÇin ZAFERİ
Hayatım kurtaran buydu, kuşkusuz.
yaratık yön değiştirdi ve gürleyerek yanndan geçti. Tıpkı,
vetin dikkat çekeceğini içgüdüyle bilen ve düşmanının
? de kıpırdamadan duran bir tavşanın yanından geçip gi-
den bir kurt gibi.
Mosiah yaratığın uzaklaşmasını izledi. Tiksinti verici kafası
imdi yine kör gibi görünüyordu- başka avlar arayarak bir o
vana bir bu yana dönerek Savaş Büyücüsü'nün yanından tek
bir bakış fırlatmadan, hatta bir kez bile koklamadan geçip, git-
ti..
Bir atadam nefreti yüzünden öldürür ve bedeni parampar-
ça eder. Ejderler yemek için öldürür, aslanbaşlar ve çimeralar
da. Bir dev cahillikten, kendi gücünün sınırlarını bilemediğin-
den öldürür. Ama bu nesne soğukkanlılıkla, kararlılıkla, her-
hangi bir sebebi ya da çıkarı olmadan öldürmüştü.
Sis şimdi kalkmıştı ve Mosiah artık birliğinin geri kalanını
bulabilir, onlara katılabilirdi, ama kıpırdamaya korkarak, ama
kalmaktan daha fazla korkarak korulukta büzülmeye devam
etti. Demirden yaratığı hâlâ görebiliyor ve duyabiliyordu, pis
nefesi havayı zehirliyor, bitki örtüsünün arasında ilerlerken
kör kafası bir o yana, bir bu yana dönüyordu.
Çevrede bu şeyden başkaları da var mı? diye merak etti
Mosiah, bir ağaca zayıfça yaslanarak. Sarsılmaya başlamıştı,
dehşetine karşı bir tepki. Bakışları gönülsüzce, biraz uzakta
yatan, Savaş Büyücüsü'nün cesedine gitti. Xavier nasıl bir ca-
navar yaratmıştı? Mosiah gözlerini telaşla cesedin solgun, şaş-
kın yüzünden cüppesinin kömürleşmiş kumaşından yükselen
minik duman kıvrımlarına çevirdi...
Cüppe.
Mosiah gözleri irileşerek bedene baktı. Savaş Büyücüsü
123
KARAKiLiçın ZAFER]
?nü yırttı, gökgürültüsü çevresinde gürledi, ona yaratı-
lıtarak yüreğinin durmasına sebep oldu. Tekrar sihirba-
, benine baktı... Mosiah aniden koşmaya başladı.
panik onu saklandığı yerden çıkarmıştı. Ağır yayı peşinde
"kleverek düzensiz zeminde sendelerken, çevresine korku
1 bakışlar fırlatırken kendi kendine bu kadarını itiraf etti.
nik ve başka insanlar, herhangi biri, ona neler olup bittiği-
i söyleyecek biri bulma ihtiyacı. Bilgi ihtiyacı -bilme ihtiya-
yaratıklardan duyduğu korkudan daha büyüktü. Bu dehşet
ve panik dolu duygudan, neler olduğunu öğrenir öğrenmez
kurtulacaktı!
Fırtına onu dövdü, onu rüzgârdan, yağmurdan ve doludan
kırbaçlarla ileri sürdü. Gözlerine su doluyordu; hiçbir şey gö-
remiyordu, ama yine de koşaı, ağaçları çılgına dönmüş bir
oyun taşı gibi dolandı, ıslak otların üzerinde kaydı, onu sıkı sı-
kı yakalayan çalılara dolandı.
Sonunda, yara bere içinde durdu, küçük bir ağaçlıkta bü-
züldü. Bir ağacın gövdesine yaslanarak nefes nefese oturdu ve
aniden aklına geldi, "Simkin!"
Dehşet içinde, eski yoldaşını tamamen unutmuştu. "Simkin
ne olup bittiğini biliyordur. Simkin her zaman bilir," diye mı-
rıldandı Mosiah acı acı. "Ama ne cehenneme gitti?" Ok sadağı-
nı indiren Mosiah, onu yere fırlattı ve tekmeledi. "Simkin?" di-
ye bağırdı fırtınanın üzerinden, kendini inanılmaz derecede
aptal hissederek, ama yine de tatsız, "Yani, ihtiyar dostum!"
yanıtını duymayı umarak.
Metal okların arasında yeşil ve portakal rengi tüyleri olan
bir ok yoktu. Mosiah öfkeyle sadağı yine tekmeledi. Yalnızca
sessizlik.
"Zaten neden çevrede bir soytarı isteyeyim ki?" diye mırıl-
125
fflARPâRET WEİS §" ÎRACY HlCKJIlAn
dandı, yüzündeki yağmur suyunu silerek -yağmur korku
yal kırıklığı ve artık tamamen kaybolmuş olduğu bilgisincj
doğan gözyaşları ile karışmıştı. "Başbelasından başka bir s
değil. Ben..."
Mosiah sustu ve dinledi.
Gökgürültüsü çevresinde gürledi, şimşekler gri kasveti
gün gibi aydınlık olacak şekilde aydınlattı. Ama fırtınanın gü-
rültüsü ve kargaşası içinde, bir şey duyduğunu sandı... evet
işte yine.
Sesler!
Rahatlayarak gevşeyen Mosiah neredeyse yayını düşürü-
yordu. Titreyerek, onu dikkatle yere koydu ve sular damlayan
yaprakların altından dışarıyı gözetledi. Sesler yakınından, bir-
kaç adım ötedeki bir başka ağaç topluluğundan geliyordu.
Seslerin ne dediğini anlamıyordu; rüzgâr, yağmur ve gökgü-
rültüsünün üzerinden bağırışlarını anlamak zordu. Belki de
atadamlardı. Mosiah tereddüt etti, dikkatle dinledi. Hayır, bu-
nun insan konuşması olduğu açıktı! Savaş büyücüleri, kuşku-
suz.
Mosiah ihtiyatla ilerledi. Yeterince yaklaştığından seslen-
meyi planlamıştı. İstediği son şey, bir Savaş Büyücüsünü ür-
kütmek ve kendini bir kurbağaya dönüşmüş olarak bulmaktı.
Şimdi sesleri açıkça d«yabiliyordu; ağaçlıkta pek çok adam
varmış gibi geliyordu, emirler yağdırıyorlardı sanki. Rahatlama
sözcükleri Mosiah'ın dudaklarına geldi, dostlar bulduğu için
minnet sözcükleri, ama Mosiah onları hiç telaffuz etmedi.
Ağaçlığın kenarına geldiğinde adımlarını yavaşlattı. Neden?
Mosiah bilmiyordu. Zihni onu öne fırlaması için zorladı, ama
içinin derinliklerindeki bir içgüdü sessiz kalmasını, adımlarını
sessizce atmasını söyledi. Belki de bunun sebebi -fırtınanın
126
KARAKJLIÇin ZAFERİ
açıkça duyamasa da- bu adamların konuşmalarını
asıydı. Belki de Koruluk'ta Duuk-tsarithlerle yaşadığı
pvim ona ihtiyat konusunda acı bir ders vermişti. Ya
kötü deneyi ^ .
,, • onu demirden yaratıktan koruyan, aynı kendini şa-
da belK ...
vuruna içgüdüsüydu.
A&acın çevresini yavaşça dolanan, fırtınanın üzerinden
ı, seslerinin duyulmayacağını bilen, aynı zamanda, şiddetli
* ğmur yüzünden görülmesinin de güç olacağını bilen Mosi-
, seslerin yakınına süründü. Islak yapraklan hafifçe araladı-
ğında onları gördü.
Kıpırdamadan durdu -korkudan ya da ihtiyattan değil. Hiç
bir şey hissetmiyordu. Sanki beyni onu terk etmiş, "Bu kadar
yeter, bir süre başkası uğraşsın bunlarla. Hoşçakal," demiş gi-
biydi.
Konuşanlar insandı. Ama daha önce gördüğü ya da hayal
ettiği hiçbir insana benzemiyorlardı.
Altı taneydiler. Seslerine ve kaslı bedenlerine bakılırsa er-
kektiler. Başta Mosiah kafalarının demirden olduğunu sandı,
çünkü şimşeğin parlak kafa taslarından yansığını görmüştü.
Sonra biri kafasını çıkardı, alnından ter sildi ve Mosiah yaban-
cı insanların, Simkin'in zaman zaman kafasına geçirdiği kova-
ya benzer miğferler taktığını gördü.
Miğferlere ek olarak, yabancı insanlar kendi derileri gibi
üstlerine uyan, bir örnek giysiler giyiyordu. Aslında, Mosiah'a
göre kendi derileri bile olabilirdi, ama içlerinden birinin eldi-
venini çıkardığını, kendisininkine benzeyen derisini teşhir et-
tiğini görmüştü. Adam eldivenini çıkardıktan sonra elinde tut-
tuğu bir nesneyle oynadı -oval, avucuna tam oturan bir nes-
neydi bu.
Adam nesneyi arkadaşına gösterdi, anlaşılmaz dilinde, gö-
127
«ARAKIUÇin ZAFERİ
ek çalıların arasına, saklanma ve pusu sanatlarında
r iduklarını gösteren bir beceri ile çöktüler. Ama yete-
cci7 değillerdi. Duuk-tsarühlerin, nefesinin sesinden
rince sessin &
tavşanın varlığını anlayacağı söylenirdi.
f Sava§ Büyücüsü hemen eyleme geçti. Siyah cüppesi çevre-
• de dalgalanarak ağaçlığa döndü. Oraya işaret ederek bir
?? i vaptı, Eksibüyü, Duuk-tsarithlerin ilk saldırısı. Savaş Bü-
- üsü sıradışı bir güce sahipti; ek olarak, katalisti onu büyü-
boğnıuş olmalıydı, çünkü Mosiah düşmanından uzakta dur-
masına rağmen kendi büyüsünün bile hafifçe etkilendiğini his-
setti Metal derili adamların, büyü onları Yaşam'dan mahrum
kılarken kıvranarak yere yuvarlanmasını bekleyen Mosiah,
Duuk-tsarithleri sorgulamayı ve neler olup bittiğini anlamayı
umarak saklandığı yerden çıkmaya hazırlandı.
Ama sersemlemiş bir şekilde durdu. Yabancı insanlar Eksi-
büyü'den etkilenmemişlerdi. Savaş Büyücüsü'nün varlıklarını
fark ettiğini görünce, artık saklanmalarına gerek olmadığını
fark edip ayağa kalktılar. İzlemekte olan Mosiah'm aklına, Ek-
sibüyü'den etkilenmeyen bir başka adam geldi -Joram.
Bu yabancı insanlar Ölü'ydü!
Sağ kolunu kaldıran Ölülerden biri Savaş Büyücüsüne işa-
ret etti. Kör edici, yoğun ışıktan bir ışın avucundan fışkırdı.
Hava mırıldandı, cızırdadı ve Savaş Büyücüsü, katalisti ona
şaşkınlık içinde bakarken, haykırarak öldü. Adamın siyah cüp-
pesinden ince bir duman yükseldi ve Mosiah dehşet verici bir
açıklıkla daha önce tanık olduğu ölümü hatırladı; adamın etin-
de bir delik açılmıştı.
Mosiah bakışlarını Savaş Büyücüsü'nden diğer Duuk-tsa-
ritb'e çevirdi, ama cadı yok olmuştu. Yok olması Ölüleri rahat-
sız etmiş gibiydi, Mosiah'm daha önce gördüğü, büyük metal
129
KARAKILIÇUI ZAFERİ
• iı Ölülerden birinin haykırdığını duydu -metal kafa-
• de tuhaf bir şekilde yankılanan bir korku ve dehşet
1 , „rri. hu Metal derili adam Savaş Büyücüsü'nün cesedi-
haykınŞ1}
• ,-rt ederek dehşet içinde bağırdı. Ceset dev bir yılana dö-
ne lŞ2rc
?' rdu. savaş Büyücüsü'nün biraz önce kapatılmış gözle-
• ? i iri açılmış, kırmızı, doğal olmaya bir yaşamla yanıyordu.
ş Büyücüsü'nün bedeni uzadı, büyüdü, bir meşe ağacın-
dı- n daha büyük bir kertenkele bedeni oldu. Islak otların üze-
rinde yükseldi. Artık kabarmış, dev bir kobra olan Savaş Bü-
yücüsü'nün düz kafası hafifçe hafifçe sallanarak metal derili
adamların tepesine dikildi, çatal dili zehirli ağzından fırladı ve
geri çekildi.
Ölülerin önderi dehşet içinde geriledi. Ölümcül ışını yılana
doğrulttu, ama kolu gözle görülür bir biçimde titriyordu ve
ışın hedefinden şaştı, bir ağaç dalına çarparak ateşe verdi. Hız-
la atılan dev yılan dişlerini Ölü adamın omzuna batırdı ve me-
tal deriyi kolaylıkla deldi. Ölü adamın acı ve dehşet çığlığı or-
manda yankılandı, tiz ölüm çığlığı sona erene kadar Mosiah'm
dişlerini sıkmasına sebep oldu.
Dişlerini kurbanından çeken yılan diğer düşmanlarının
üzerinde odaklanmak üzere yükseldi. Ama Ölüler panik için-
de kaçıyorlar, körcesine ağaçların arasında koşturuyorlardı. Yı-
lanın yanında duran Katalist onların kaçmasını izledi. Gözden
yittikleri ve çığlıkları artık duyulmaz olduğu zaman, yılan ha-
vada pırıldadı ve yere yıkıldı. Büyülü Yaşam'dan yoksun ka-
lan kobra bir kez daha Savaş Büyücüsü'nün cesedi oldu.
Nefes almayı bırakmış olduğunu fark eden Mosiah titrek
bir nefes aldı. Alnında ter damlaları boncuklanmıştı, şiddetle,
kontrol edilemez bir biçimde titriyordu. Yanında siyah cüppe-
li cadının belirmesi yüreğinin vahşice yerinden fırlamasına se-
13 1
KARAKJLiçın ZAFER!
|ist onu takip etti.
ah tereddüt etti. Demir yaratığın alçak mırıltısını duya-
,r^rin ayaklarının dibinde sarsıldığını hissedebiliyordu.
Kjüyor, yc*ul i
v,f> de neredeyse şansını kör canavardan yana kullana-
Ama yınc "
Cadı'nın varlığı ve dokunuşu onu bağlayan sarmaşıkla-
eti delen dikenlerin anısını hatırlatmıştı.
"Seni aptal!" Cadının eli kolunda kapandı. "Onun yolunda
h'r an bile hayatta kalamazsın. Gözleri yok, ama kör değil. Ha-
tasız bir doğrulukla öldürüyor. Sen gelmeyi seçsen de, seçme-
sen de, seni yanımda götüreceğim. Ama kendi isteğinle gelme-
ni tercih ederim. Yardımına ihtiyacımız var."
Mırıltı yükseldi. Mosiah kaçan büyücüyü hatırladı... Etkide-
ki deliği... Ama yine de tereddütlüydü -dik bir uçurumun te-
pesinde, üzerine gelen dev bir kaya ile karşı karşıya kalmış bir
adam gibiydi, tek umudu aşağıdaki karanlık uçunıma atlamak-
tı.
"Nereye?" diye sordu, sözcüğü şekillendiremeyecek kadar
katılaşmış dudakların arasından. Koridor kapanmaya başlamış-
tı bile.
"İmparator Xavier'in yerine," dedi Cadı, Mosiah'ı tutan el-
leri uğursuz bir kavrayışla sıkılaşırken.
"Yapma," dedi Mosiah yumuşak sesle, yutkunarak. "Ben
gelirim."
Koridor açıldı, onu içeri çekti ve arkasından kapandı.
133
13
ÖLÜM SÜRÜNÜYOR
Her şey çok sessizdi.
İhtiyatla Koridor'dan çıkan Garald kısa bir an TTjon-Lılenn
-şu anda açması bir kargaşa içindeydiler- bir hata yapıp onu'
dünyanın uzak, barış dolu bir kısmına gönderip göndermedik-
lerini merak etti. Ama Prens'in hedefine vardığını anlaması yal-
nızca bir an sürdü, sessizliğin bir barış sessizliği olmadığını an-
laması için yalnızca bir an.
Bu ölüm sessizliğiydi.
Koridor Garald'm ardından telaşla kapandı. Kardinal Radi-
sovik'in gözlerini örttüğünün, kırık bir sesle dua okuduğunun
belirsizce farkındaydı. Garald aynı zamanda muhafızlarının
-çocukluklarından beri sessizlik disiplini ile eğitilmiş Duuk-
tsarithler'm- şok ve öfke içinde, yüksek sesle inlediklerinin de
farkındaydı. Garald bunun farkındaydı, ama hiçbiri onu etki-
lemedi. Sanki bu dünyada yapayalnız durmuş, çevresine bakı-
nıyordu, sanki ilk defa görüyordu.
Biraz önce terk ettikleri fırtına havasının aksine, burada gü-
neş parlıyordu. Parlak mavi gökyüzünde yanan küre, enerjiy-
le alev alevdi, sanki tanık olduğu tüm dehşet izlerini yakıp
yok etmek ister gibi. Güneye baktığında, Garald kendi fırtına
bulutlarının bu yöne doğnı kabardığını görebiliyordu. Savaş
K_ARAKJLIÇln ZAFERİ
söre Sharakan'm Sif-Hanariaf mm bu saldırısı, Xa-
ı ırill^^^ '
• v ndi Sif-Hanar\arma karşı saldırı emri vermesine, ha-
•ddetli bir fırtına savaşı yaşanmasına yol açardı. Ama bu
artııştı Güneş çıkmıştı, hava güzeldi. Sebep açıktı,
ıvi rilon'un Sif-Hanariztı Oyun Tahtası'nm altında yatıyor-
, gedenleri, pek çok başka beden ile birlikte yanmış, ka-
•farmış otların üzerine yayılmıştı.
Tahta da zarar görmüştü, ikiye ayrılmıştı. Masif taştan ya-
nılmış, Prens Garald'ın kullandığı tahtanın aynısı olan tahtanın
varisi olanaksız görünen bir açıyla, altındaki bedenlerin deste-
ğiyle duruyordu. Diğer yarısı yerdeydi. Ona bakan Garald bü-
yülü taşı kırmak için gereken muazzam darbeyi hayal bile
edemiyordu.
Garald yavaş yavaş, çevresine ihtiyatla bakarak tahtaya
yaklaştı. Yanında diz çöküp, parmaklarının altındaki serin, pü-
rüzsüz yüzeye dokundu. Taş gibi, tahtanın büyüsü de kırılmış-
tı. Yüzeyinde havaya alev üfüren minyatür ejderler yoktu, üze-
rinde yürüyen küçük devler yoktu, büyülü savaşta düşmanla-
rı ile savaşan savaş büyücülerinin ve cadıların minik şekilleri
yoktu. Merilon'un Oyun Tahtası, altında yatan bedenlerin göz-
leri kadar boş ve cansızdı.
Bakışlarını Oyun Tahtası'ndan kaldıran Prens Garald ger-
çek savaş alanını gördü.
Bedenler saçılmıştı. Prens ölüleri saymaya bile başlayamaz-
dı. Kardinal Radisovik aralarında yürüyordu, resmi kırmızı
cüppesi yaklaşan fırtınanın rüzgârları ile çevresinde dalgalanı-
yordu. Şeref Meydanı'ndan acı bir rüzgâr esiyordu, güneşin sı-
caklığını emiyor, buzdan bir nefesle geri veriyordu.
"Hâlâ hayatta olanları arıyorsan, Radisovik, zamanını boşa
harcıyorsun," diye Katalist'e tavsiyede bulunacak oldu Prens
135
KARAKJLIÇin ZAFERİ
•?İ-i yatıyorlardı. Kuşlar hâlâ altın şeritlerle birbirlerine
n"\ d) havada yanık tüy kokusu asılıydı.
rald'ın gözü dalgalanan mavi bir ipek parçasına takıldı.
,. ^yjk'in paylamalarını duymazdan gelerek arabaya seğirt-
R'r zamanlar kapı olan, dumanı tüten bir ahşap parçasını
kalayıp kenara attı. Altına genç bir kadın gömülmüştü, kırık,
k kolları, sanki son anlarında bebeğini kendi zayıf bedeni
le ölümden kommaya çalışmış gibi çocuğuna sarılmıştı. Acı-
sı çabası işe yaramamıştı. Bebek annesinin kollarında gev-
şek, cansız yatıyordu.
Kadının yanında, kalıntıların ortasında yüzüstü yatan bir
adamın bedeni vardı. Giyim tarzına ve giysilerinin zarifliğine
bakarak, Garald adamın arabanın sahibi, Merilonlu bir asil ol-
duğu sonucuna vardı. Bir yaşam kıvılcımı bulmayı umarak
adamı çevirdi.
"Tanrım!" Prens dehşet içinde geriledi.
Bir iskeletin sırıtan ağzı ve boş göz çukurları Prens'e bakı-
yordu. Giysileri, derisi, eti, kasları -adamın bedeninin tüm ön
kısmı- yanıp yok olmuştu.
Dünya tersyüz oldu. Güneş gökyüzünden düştü, toprak
Garald'ın ayaklannın altından kaydı. Güçlü elleri onu yakala-
dı, sıkı sıkı tuttu. Yere uzatıldığını hissetti, rüzgârlar her nere-
den geliyorsa, işte oradan, çok uzaklardan Radisovik'in sesinin
geldiğini duydu...
"Theldara... çabuk bir Theldarabulun."
"Hayır!" diye homurdanmayı başardı Garald. Boğazı şişmiş
gibi geliyordu, konuşmak acı veriyordu. "Hayır, ben iyiyim.
Bu... zavallı adam yüzünden! Ne tür bir şeytan bunu..."
Demirden yaratıklar.
"Ben... iyiyim!" Rahip'in ellerini ittiren Garald kendini doğ-
137
K_AR.AKJLIÇln ZAFERİ
Hor'u kullanmalı mıyız, lordum?" diye sordu Kardinal
ir, hir kez daha belli etmeden rehberlik ederek. "Teh-
RadisoviK, v
likeli olabilir--"
«cihette," diye yanıt verdi Garald, hızla düşünerek. Öfke ve
1 ne geçme ihtiyacı ona güç vermişti. Yardım almayı redde-
ek ayağa kalktı ve kararlı, güvenli adımlarla kırık Oyun
*f htası'na yürüdü. "İlk defasında Koridor'u kullanmakla aptal-
ı k ettik. Bunun... bunun tam ortasına çıkabilirdik" -kekeledi,
Hislerini sıktı- "hazırlıksız, savunmasız. Ama başka ulaşım yo-
lu .." Durdu, kendini meseleyi soğukkanlılıkla, mantıkla de-
ğerlendirmeye zorladı.
"Sanırım biz..." -diye başladı Garald, ama Duuk-tsarithler-
den biri, elinin bir hareketi ile onu susturarak sözünü kesti.
Arkadaşı bir sözcük söyledi ve o anda büyülü bir kalkan Prens
ile Kardinal'i kapladı; siyah cüppeli savaş büyücüleri hemen
havalandı, biri önde, diğeri arkada nöbet tutmaya başladı.
Büyülü güçle çevrilmiş Garald keskin kulaklı savaş büyü-
cülerinin dikkatini neyin çektiğini duymaya çalıştı. Daha son-
ra, gömlekten çok hissetti onu -sanki büyük, ağır bir nesne
yakında ilerliyormuş gibi yerin sarsılması.
Demirden yaratıklar.
Çoğu ölümlü gibi, Garald da ölümü düşünmüştü. Ölümü
felsefi olarak tartışmış, ölüm sonrası hakkında öğretmenleri ve
Kardinal ile spekülasyonlar yapmıştı. Joram'ın ölümünü duy-
duğu zaman, Garald içinin derinliklerinde, o sürüklenen sisle-
re yürümeye kendisinin cesareti olup olmadığını merak etmiş-
ti. Ama, ölüm şimdiye kadar hiç ona yakın olmamıştı. Hiç ona
tiksinti verici, korkunç yüzünü göstermemişti.
Cesetlerin yüzlerindeki dehşeti görmüştü, ölümün huzuru-
nun bile hatlarından silemediği acıyı görmüştü. İçinde korku
139
K_ARAKJLIÇln ZAFERİ
ıstı ve pis yüzünde gözyaşı izleri vardı.
1 bir dev daha da tehlikeli olurdu ve Duuk-tsarithler-
? ? APV ile Prens'in arasına girdi. Diğer muhafız, arkada-
Hen bin ucv
konuştuktan sonra, Prens ile konuşmak üzere dön-
cjyla bıra^ *?
"Tordum," dedi Duuk-tsarith, "bu İmparator Xavier'e ulaş-
mak için ideal bir yol olabilir."
Öneri ile irkilen ve korkusu yüzünen tepki duyan Garald,
... önce boş boş siyah cüppeli Savaş Büyücüsüne baktı. Bir
karar verebilecek kadar tutarlı düşünemiyordu. Ama adam
ona beklentiyle bakıyordu ve Garald sersemlemiş zihnini ça-
lışmaya zorladı.
İtiraf etmek zorundaydı, iyi bir fikir gibi görünüyordu. Dev
-büyük gücü ve mesafeleri yok eden adımları ile- onları Xa-
vier'in bilinmeyen düşmanları ile savaştığı yere götürebilirdi.
Dev onları uçarak gideceklerinden daha hızlı götürmekle kal-
mayacaktı, aynı zamanda, muazzam omuzların tepesinden,
hedeflerine varmadan önce orada neler olup bittiğini görebi-
leceklerdi. Ek olarak, Duuk-tsarithlerin kontrolü altına girdik-
ten sonra, saldırıya uğramaları durumunda dev oldukça fayda-
lı bir müttefik olacaktı.
"Mükemmel bir fikir," dedi Garald sonunda. "Yapman ge-
rekeni yap."
Ama Duuk-tsarith çoktan eyleme geçmişti. Arkadaşını nö-
betçi bırakan Savaş Büyücüsü -devin büyüklüğünün onda bi-
ri kadardı- havada yükseldi ve mutasyona uğramış insanın ya-
nına uçtu. Dev onu ihtiyatla, şüpheyle izledi, ama düşmanca
görünmüyordu.
"Demek onu yaralayan bir Savaş Büyücüsü değilmiş," diye
düşündü Garald yüksek sesle. "Öyle olsaydı, dev, Savaş Büyü-
141
«ARöKiLiçın ZAFERİ
?kemrnel," diye yanıt verdi Garald. Duman sütunlarının
..-ıvısii yoğunlaştığı ve çoğaldığı doğuya baktı. "Acele et-
tneliyiz"
"Flbette, lordum." Savaş Büyücüsü bir dizi sözcük söyleye -
Prens ile Kardinal'i havalandırdı ve nazikçe devin geniş
omuzlarının üzerine kondurdu.
günden geldiğince yerleşen Garald, devin hayvan derileri
* indeki yıkanmamış bedeninden yükselen koku karşısında
1 urnunu kıvırdı. Dev sürücülerini fena halde merak etmişti ve
onları yakından gönnek için kafasını bir o yana, bir bu yana
çevirirken birkaç dakika geçti. Nefesi derisinden de pis koku-
yordu. Sırıtan, kırık dişli ağız o tarafa döndüğünde Garald
öğürdü ve Kardinal Radisovik burnunu kol yeniyle örttü.
Ama sonunda Duuk-tsarith, sert bir emirle devi harekete
geçirmeyi başardı. Gitmek istedikleri yönü belirtmek için du-
manlara işaret eden Savaş Büyücüsü devin önünde uçarak
onun hantal adımlarına rehberlik etti.
Garald, tılsıma rağmen devin, yanığın verdiği acıyı hatırla-
yarak dumana yaklaşmayı reddedeceğinden korkmuştu. Ama
belki de dev dumanı acı ile bağdaştırmamıştı, çünkü tereddüt
etmeden yürümeye, bu arada fena halde heyecanlanıp, ufak
bir çocuğun gevezeliklerine çok benzeyen anlaşılmaz dilinde
konuşmaya başladı.
Konuşmaları yarım kulakla dinleyen Garald, aniden devin
onlara neler olduğunu anlatmaya çalıştığını anladı. Tekrar tek-
rar yaralı koluna işaret etti -bir kez kolunu öyle şiddetle salla-
dı ki, Prens neredeyse yere yuvarlanacaktı. Oturduğu yerde
tehlikeli bir şekilde tünemiş ve devin pis, keçeleşmiş tüylerine
sıkı sıkı tutunan Garald, bu aşırı iri insanlarla kimsenin iletişim
kurmayı denememiş olmasından acı bir pişmanlık duydu. Sa-
143
KARfiKiLiçın ZAFERİ
A di kendi kendine, duman sütunlarının en yoğununa
g1111 klarını fark edince. Garald aniden, devin gevezelikleri-
•• erinden, kutlamalarda illüzyonistlerin çocukları ürküt-
. :n allandıklarına benzer patlamalarla birlikte alçak bir
İti duymaya başladı. Bir kez daha midesinin kasıldığını,
"azının kuruduğunu ve dizlerinin tutmadığını hissetti. Ama
sefer korkusunun içine tuhaf bir heyecan ve ötede ne ol-
duğunu öğrenmek için güçlü bir arzu da karışmıştı.
O anda, devin önünde uçan Duuk-tsarithleı dik bir tepe-
nin üzerine çıkmıştı. Aniden yavaşladılar. Onlan dikkatle izle-
mekte olan Garald, başlıklarının birbirlerine döndüğünü gör-
dü. Savaş büyücülerinin yüzlerini göremiyor olsa da, bir ina-
namazlık ve huşu paylaştıklarını hissedebiliyordu, bu aşırı di-
siplinli mezhebe yabancı duygular.
Onların gördüklerini görmeye can atana Garald, dev tepe-
yi tırmanırken dizlerinin üzerinde yükseldi. İleriye bakan Ga-
rald ve dev, düşmanı aynı anda gördüler. Öfkeyle böğüren
dev aniden durdu ve Garald dengesini kaybetti. Kayarak
omuzları üzerinden arkaya düştü. Ama büyüsü onu korumaya
yetti. Yaşam gücünü kullanarak kendini havada tuttu, tepenin
üstündeki ağaçların arasında süzüldü.
Aşağı baktığında düşmanı gördü.
Demirden yaratıklar.
145
KARAKILIÇin ZAFERİ
j- j^endi kendine, duman sütunlarının en yoğununa
idarini fark edince. Garald aniden, devin gevezelikleri-
rinden, kutlamalarda illüzyonistlerin çocukları ürküt-
• in kullandıklarına benzer patlamalarla birlikte alçak bir
rnek iç111
, duymaya başladı. Bir kez daha midesinin kasıldığını,
- -rmın kuruduğunu ve dizlerinin tutmadığını hissetti. Ama
sefer korkusunun içine tuhaf bir heyecan ve ötede ne ol-
duğunu öğrenmek için güçlü bir arzu da karışmıştı.
O anda, devin önünde uçan Duuk-tsarithleı dik bir tepe-
nin üzerine çıkmıştı. Aniden yavaşladılar. Onlan dikkatle izle-
mekte olan Garald, başlıklarının birbirlerine döndüğünü gör-
dü. Savaş büyücülerinin yüzlerini göremiyor olsa da, bir ina-
namazlık ve huşu paylaştıklarını hissedebiliyordu, bu aşırı di-
siplinli mezhebe yabancı duygular.
Onların gördüklerini görmeye can atana Garald, dev tepe-
yi tırmanırken dizlerinin üzerinde yükseldi. İleriye bakan Ga-
rald ve dev, düşmanı aynı anda gördüler. Öfkeyle böğüren
dev aniden durdu ve Garald dengesini kaybetti. Kayarak
omuzları üzerinden arkaya düştü. Ama büyüsü onu kommaya
yetti. Yaşam gücünü kullanarak kendini havada tuttu, tepenin
üstündeki ağaçların arasında süzüldü.
Aşağı baktığında düşmanı gördü.
Demirden yaratıklar.
145
14
ÖLÜ ALAYLAR
Görünürde köstebekler kadar kör, arkalarında ölüm ve yı-
kım bırakarak yeryüzünde sürünüyorlardı. Hiçbir canlıya acı-
mıyorlardı. Garald donakalmış bir biçimde, şaşkınlık içinde
demirden yaratıkların başlannın bir o yana, bir bu yana dön-
mesini, başların döndüğü her yöne, göz açıp kapayana kadar
ölüm gelmesini izledi.
Hareketleri eşgüdümlü, belirli bir amaca yönelikti. Yirmi
kadar canavar, kuzeydeki muhtelif pozisyonlarından gelerek
bir araya toplandı. Bir araya geldikleri zaman, dokuz metre
aralıklarla, düz bir çizgi halinde ilerlediler. Yaratıkların arka-
sında insanlar vardı, yüzlercesi. En azından Garald bunların in-
san olduğunu varsayıyordu. Kollan, bacakları ve başları vardı,
dik yürüyorlardı. Ama derileri metaldendi. Güneşte parladıkla-
rını gördü ve ağaçların arasında gördüğü bedeni hatırladı.
İlk düşüncesi, en azından öldürülebilirler, oldu. İkinci ve
daha korkutucu olanı, düşmanın -yaratıkların ve bu tuhaf in-
sanların- bir yöne gittiği, oldu -güneye. Bakışlarını onlardan
koparan Garald gözlerini ileriye, güneye çevirdi. Kendi hattını
işaret eden, Sif-HanaAarm bulutlarını görebiliyordu. Aklında
bilmeden ölümün üstlerine gelmesini bekleyen Savaş Ustaları-
nı, savaş büyücülerini ve cadıları canlandırdı. Arabayı, nasıl
KARAKJLIÇin ZAFERİ
.-?• {i hatırladı ve meyve ve şarap içeren hasır sepetleri
^ı'İStÜ^
ı re izleyiciyi düşündü. Kuşkusuz fırtına bazılarının
ile yüzle'c
ayrılmasını sağlamıştı, ama muhtemelen yalnızca, daha
? Şeref Meydanı'nın sınırlarına gitmişlerdi. Belki ba-
]aın' oıan, y
sünesin parladığını gördükleri bu tarafa geliyorlardı...
«Tordum!" Duuk-tsarithlcrden biri koluna dokundu, Ga-
Irl'ın gerçekleştiğini hiç hatırlamadığı, bu eğitimli ve disiplin-
I avac büyücülerinin sarsıldığını gösteren bir işaret. Garald
Savaş Büyücüsü'nün işaret ettiği yere, aşağı ve birkaç kilomet-
re öteye baktı.
Doğal bir kaya formasyonu telaşla kaba bir kaleye dönüş-
türülmüştü. Prens o kalenin içinde şekiller olduğunu gördü.
Kırınızı ve siyah cüppeleri bunların savaş büyücüleri ve cadı-
lar olduğunu gösterdi. Değişik kırmızı tonları, bu yeni tehdit
herkesi eşit kılmadan önce savaşın hangi tarafında olduklarını
gösteriyordu. Garald izlerken, kızıl giysilere bürünmüş bir şek-
lin uzun adımlarla, telaşla yaratılmış kale boyunca yürüdüğü-
nü gördü. Bu uzaklıktan sesi duyulamıyor olsa da, koUannı
sallamasından emirler verdiği anlaşılıyordu.
"Xavier," diye mırıldandı Garald.
"Lordum, o şeylerin tam önündeler!" dedi Duuk-tsarith. Se-
sindeki gerginlik kontrolünü kaybetmemek için büyük bir mü-
cadele verdiğini gösteriyordu.
Xavier bunu biliyor muydu? Yaratıkların yaklaştığını biliyor
ve orada direnmeyi mi planlıyordu? Yoksa yalnızca, ona karşı
toplanan güçlerden habersiz, oraya mı çekilmişti?
Ya bu demirden yaratıklar ne? Bu demirden adamlar? diye
merak etti Garald, bakışları dehşet dolu bir büyülenme içinde
onlara dönerek. Nereden gelmişlerdi? Thimhallan'daki bir baş-
ka kent devletin bu şeyleri yaratmaya yetecek bilgiyi ve gücü
147
KAR£KllIÇin 2AFERİ
cc
zaman
tig1
lem
vicdan azabı hissetti. Ama duygu çabucak geçti, ey
ihtiyacının ayakları altında ezildi.
r ördün mü?" diye sordu Garald Kardinal'e, o ve devin
nde durduğu yanık otlara doğru yaklaşırken.
"Gördüm," diye yanıt verdi Radisovik, solgun ve sarsılmış.
'«Almin bize merhamet etsin!"
"Etsin gerçekten!" diye mırıldandı Garald. Alaycı sesi Ra-
hip'ten endişeli bir bakış çekti. Ama inanç ya da inançsızlık
jCjn endişelenecek zaman yoktu. Eşlik eden Duuk-tsarith'e
işaret eden -diğer Savaş Büyücüsü deve gözkulak oluyordu-
Garald emirlerini vermeye başladı.
"Sen ve Kardinal Radisovik Koridorlar'a girin..."
"Lordum! Bence ben kalmalı ve..." diye araya girdi Kardi-
nal.
"...ve karargahıma dönün," diye devam etti Garald serin-
kanlılıkla, Rahip'in itirazlarım bastırarak. "Ne yöntem gereki-
yorsa kullarım, ama sivilleri bölgeden çıkarın. Hepsini..." Te-
reddüt etti, sonra çarpık bir gülümsemeyle devam etti, "hatta
bizim halkımızı da Merilon'a götürün. En yakın şehir orası ve
büyülü kubbe şehri koruyor. Xavier'in şehirde kontrolü kime
bıraktığını merak ediyorum," diye mırıldandı. "Muhtemelen
Piskopos Vanya'yı geri göndermiştir. Eh, elimizden bir şey gel-
mez. Kardinal Radisovik, sen Piskopos'a gitmelisin. Ona olan
biteni açıkla ve..."
"Garald!" dedi Radisovik sertçe, kaşları, Prens'in yaramaz-
lık yapan küçük bir çocuk olduğu zamanlardan beri görmedi-
ği bir şekilde çatılarak. "Beni dinlemen için ısrar ediyorum!"
"Kardinal, seni kendi güvenliğin için geri göndermiyorum!
149
mAR£AR£Î U/EIS fj TRACY HlCKJTIAn
Piskopos Hazretleri ile konuşman gerek..." diye başla H, n
rald sabırsızca.
"Lordum," diye araya girdi Radisovik, "katalistlerin cesed-
yok!"
Garald anlamadan Rahip'e bakakaldı. "Ne?"
"Oyun Tahtası alanında, üzerinden geçtiğimiz Şeref Meyda-
nında. .." Radisovik elini salladı -"katalistlere ait hiç ceset yok
lordum! Onların efendilerini ölüme kadar takip edeceklerini
ya da cesetlerini son ayinleri yapmadan bırakmayacaklarını siz
de benim kadar iyi biliyorsunuz. Ama tahtanın yanındaki ölü-
lerden hiçbirine son ayinleri yapılmamış. Katalistlerin beden-
leri nerede? Onlara ne olmuş?
Garald'ın bir yanıtı yoktu. Gördüğü bunca tuhaf şey içinde,
bu en tuhafı gibiydi. Açıklanamazdı, mantıklı gelmiyordu.
Ama mantıklı gelen ne vardı ki? Yolunun üzerindeki her şeyi
yok eden, sebepsiz yere öldüren demirden yaratıklar. Katalist-
ler hariç her şeyi öldüren.
"Bu yüzden lordum," diye devam etti Radisovik soğuk ve
resmi bir şekilde, "benim -Kilise'nin önde gelen bir üyesinin-
kalmak, bu gizemi çözmek ve kardeşlerime ne olduğunu öğ-
renmek için kalmama izin verilmesinde ısrar ediyorum."
"Pekâlâ," dedi Garald kafası karışmış bir şekilde, önünden
geçip duran düşüncelerinin kuyruğunu yakalamaya çalışarak.
Duuk-tsarittie döndü. "Sen... Vanya'ya açıkla. Merilon'a tah-
kimat yapılması gerek. Çiftliklere haberciler, Havailer gönder
ve halkı şehrin kubbesinin altına toplamaya başla. Tarikatını-
zın diğer kentlerdeki üyeleri ile iletişim kur ve onların saldırı-
ya uğrayıp uğramadığını öğren."
Duuk-tsarith sessizce başını salladı. Elleri bir kez daha uy-
gun şekilde önünde kavuşturulmuştu, bir kez daha disiplinli,
150
KARAKILIÇin ZAFERİ
1 altındaydılar. Belki de, Garald gibi, yapacak bir şeyi
k°n - , irin kendini daha iyi hissediyordu.
olduğu ıvUI
Ustaları mümkün olan son ana kadar kalmalı. Ben
• r'i çekilmeye, batlarımıza dönmeye ikna etmeye çalışaca-
c „ babama haber ulaştırmaksın. Ona neler olup bittiği-
nlat Sharakan da saldırıya hazırlanmalı. Ama bu şeylere
ı, rsı kendilerini nasıl savunacaklar..." Sesi kırıldı. Garald ok-
urdu, boğazını temizledi, öfkeyle başını salladı.
"Emirlerimi aldın. Anladın mı?" dedi boğuk bir sesle.
"Evet, lordum."
"O zaman git. Ama önce arkadaşına devi serbest bırakma-
sını söyle."
"Peki, lordum."
Garald hayal mi etmişti, yoksa başlığın derinliklerinde zar
zor görülen solgun yüzde bir gülümseme mi dolanmıştı? "Bu
bana ihtiyacım olan zamanı kazandırır," diye mırıldandı Prens,
Savaş Büyücüsü'nün devi büyü altında tutan arkadaşına doğ-
ru uçmasını izlerken. Siyah başlığın sallandığını gördü. "Bir
Koridor açsan iyi olur, Radisovik. Dev büyüden kurtulduğu
zaman, buradan hemen gitmemiz gerekecek."
Bir Koridor açıldı. İlk Duuk-tsarith çoktan Prens'in emirle-
rini yerine getirmek üzere yok olmuştu. İkincisi, bir sözcük ile
devi serbest bıraktı. Sağır edici bir öfke haykırışı koparan dev
kontrol edilmeyen, yönlendirilmemiş bir kızgınlık ile çevrede
dolandı, gümleyen, tekmeler atan ayaklan ağaçları devirdi, ye-
ri sarstı. Koridor'a sinen Prens ile Kardinal, büyülü kapıyı ka-
patıp yolculuklarına başlamak için yalnızca Duuk-tsarith'm
onlara katılmasını bekliyorlardı.
"Biraz zaman alabilir, ama demirden yaratıklar sefil şeyi öl-
dürecek. Bunu biliyorsun, elbette, Garald," dedi Radisovik na-
151
15
KAÇIŞ YOK
Katil Kij sarmaşığının dikenlerinden daha keskin tırnaklar
Mosiah'ın etine gömüldü. Onu Koridor'dan itip, hemen arka-
sından takip etti, bir kez bile kolunu bırakmadı. Simkin Kori-
dor'da kalmaya eğilimli görünüyordu, ama Cadı'nın delici bir
bakışı -tırnakları kadar keskindi- genç adamın, hâlâ portakal
renkli ipek parçasını kemirerek dışarı çıkmasına sebep oldu.
"Onu kendini boğmak için kullan, hain!" diye hırladı Mosi-
ah.
Ona incinmiş gözlerle bakan Simkin yanıt verecek oldu,
boğulur gibi öksürdü. Portakal renkli ipek parçasını tükürdü,
ıslak yığına pişmanlıkla baktı, sonra havada yok etti.
"Yani, bu beni yaraladı," dedi hüzünle. "Ulusal acil durum,
falan. Ne yapabilirdim ki?" diye sordu, Cadı'ya çaresiz bir ba-
kış fırlatarak. "İyicil doğama başvurdu."
"Bu taraftan!" dedi Cadı, Mosiah'ı öne ittirerek.
Koridor onları büyük bir kaleye getirmişti. Taştan yapılmış
kalenin, Şeref Meydanı'nın ortasında duran doğal bir kaya for-
masyonundan aceleyle oluşturulduğu açıktı. Yaklaşık üç met-
re yükseklikteydi, duvarlar engebeli toprağın üzerinde kaba
bir çember oluşturuyordu. İnsanlarla doluydu -savaş büyücü-
leri, cadılar, otacılar, katalistler. Kayaya oyulmuş "pencereler"
KARAKJLIÇin ZAFERİ
KARAKİLIÇln ZAFERİ
•hi saçıldı- Onlara baktığında, Mosiah destedeki tüm kartlann
Ölüm kartı olduğunu gördü.
Hava dumanla sislenmişti, yanık kokusu güçlüydü. Mırıltı
yükselmişti.
"Ekselansları!" diye seslendi birileri. Savaş Ustaları, DKarn-
Duuk'un dikkatini çekmeye çalışarak yanaştılar, birbirlerini
•ornıızladılar.
"Bu genç adamları ben hallederim, Ekselansları," diye öne-
ride bulundu Cadı.
. "Çabuk ol!" dedi Xavier, yumruğunu sıkarak. Karanlık ba-
kışları bir kez daha Mosiah'a gitti, uzun süre orada kaldı, so-
nunda İmparator dikkatini yanındakilere çevirdi.
"Joram hakkında hiçbir şey bilmiyorum!" diye haykırdı Mo-
siah çaresizce. "Bana dilediğin her şeyi yapabilirsin," diye de-
vam etti, Cadı'nm delici gözleri gözlerine dikilip, beynini araş-
tırmaya başlayınca. "Onu görmedim."
"Ama döndüğünü biliyorsun."
Yeni bir patlama yeri sarstı. Mosiah korkuyla çevresine ba-
kındı.
"Ben -bilmiyorum!"
"Elbette döndü!" diye bildirdi Simkin, çileden çıkarak.
"Onu gördüm, size söylüyorum! Kimse bana inanmıyor," diye
devam etti, incinmiş bir vakarla burnunu çekerek. "Ve eğer
burada oyalanıp beni yalancı sayan insanların arasında ölece-
ğimi düşünüyorsanız, düşünecek daha çok şeyiniz var demek-
tir. Hayır, özür dileme. Bunu ölümcül derecede sıkıcı buluyo-
rum. Korkarım, siz kısaca ölümcül bulacaksınız. Bu yüzden gi-
diyorum."
Mosiah'a bakan Simkin aniden gözyaşlarına boğuldu.
"Elveda, benim çocukluk arkadaşım!" Kollarını Mosiah'a
157
KARAKJUÇln HAFERİ
... » jiye emretti Xavier Savaş Ustalarına, emrini kayıt-
ı hareketi ile vurgulayarak. "Kıymetsiz büyülerinizi ya-
5,Z NaS1ı arzu ederseniz, öyle ölün."
P ernleyen -onları tartışmanın ortasında yakalamıştı- Sa-
rjstaları sözcüklerini yuttular, imparatorlarına inanmazlık
• de baktılar. Xavier, sinirlenip alnını kırıştırarak yine elini
salladı.
Savaş Ustaları savunmasız bir şaşkınlık ve gittikçe artan bir
korku içinde birbirlerine baktılar. Sonra berrak, bariton bir ses
çınladı, ölenlerin feryatlarının, çatlayan kayaların, yaklaşan ca-
navarların mırıltısının üzerinden bağırdı.
"İmparator Xavier!"
İmparator döndü. Mosiah ve diğerleri de öyle. Prens Ga-
rald, Kardinal Radisovik ve siyah cüppeli bir Koridor'dan dışa-
rı adım attı. Prens'in -düşmanlarının- belirmesi kalabalıkta bir
kargaşa ve ilgi dalgası yayarak, bir anlığına paniği bastırdı.
Mosiah'ın karanlık ümitsizliğinin içinde minik bir ışık parılda-
dı ve diğerleriyle birlikte, işitebilmek için öne seğirtti. Duuk-
tsarithler hemen eyleme geçerek Imparator'un çevresindeki
alanı boş tuttular. Xavier ile Garald, gergin yüzlerden bir çem-
berin ortasında, birbirlerine baktılar.
"Demek sonunda sürünerek bana geldin, Karabüyücülerin
Prensi!" dedi Xavier. "Teslim mi oluyorsun?"
Bu beklenmedik som Garald'ı hazırlıksız yakaladı. Kafası
karışmış bir halde İmparator'a baktı. "Bu tarafa yaklaşan şey
hakkında en ufak bir fikrin var mı, Xavier?" diye sordu Prens
alçak sesle. Kalabalığa bir bakış fırlatarak, İmparator'a yaklaş-
to. "Başbaşa konuşmalıyız."
Xavier bir adım geriledi, kibirle cüppesinin eteklerini Ga-
KARAKjLiçın ZAFERJ
•vücüler birbirlerine baktılar. Mosiah, demirden yaratık-
ta tanesini hayal etmeye çalışırken hızla nefesini çekti.
|arın °lu
«Onlarla savaşamazdın!" diye bağırdı Garald ve haykırışı
kalabalığm içinde yankılandı.
"Onlarla savaşamayız! Kaçmalıyız!"
«Koridorlar'ı açın!"
Garald'ın korktuğu panik alev aldı, ateşini öldürücü ışığın
"kan çınları besledi. Çevresindeki herkes gibi Mosiah'ın da
aklında tek bir açık, tutarlı düşünce vardı: "Kaç!" Yakınında bir
Koridor açıldığı zaman, yolunda duran herkesle mücadele
ederek içine dalmaya çalıştı. Büyücüler kavga etmeye başladı-
lar, her seferinde ancak birkaç kişinin girebildiği Koridorlar'ın
güvenliğine ulaşmaya çalışırken korkuyla çılgına dönmüşlerdi.
Öfkeli bir haykırış gürültüyü bastırdı.
"Durun!" diye bağırdı Xavier öfke içinde. "Siz Thon-LAer,
Koridorlar'ı mühürleyin! Beni duydunuz mu? Benim emrimle
Koridorlar mühürlenecek! Kimse burayı terk etmeyecek!"
Mosiah büyülü Koridorlar'dan dışarı bakan solgun katalist-
lerin yüzlerini gördü. Gözleri korkuyla iri iri açılmış Thon-Li-
ler Imparator'un emrine hemen itaat ettiler. Açılmış Koridorlar
hızla kapandı, insanları kalede kısılı bıraktı. Herkes çılgın çığ-
lıklar atıyor, hatta bazıları boş havayı tırnaklayarak Koridorlar'ı
açılmaya zorluyorlardı. Diğerleri Mosiah gibi duruyorlardı
-sersemlemiş, şaşkın.
"Sen delisin, Xavier!" diye bağırdı Garald. Kardinal'in elin-
den kurtulan Prens İmparator'a doğru atıldı -ya sarsarak aklı-
nı başına getirmeyi, ya da boğup canını almayı planlıyordu,
kimse bilmiyordu, hatta belki Prens bile.
Onu alayla izlemekte olan Xavier elini kaldırdı ve Garald
bir buz duvarına çarptı. Sersemleyen Prens geriledi, Kardinal
[63
16
DÜNYANIN SONU
Bir zamanlar, Garald gençken, rakip Sif-Hanar grupları
arasındaki bir savaşa açık havada yakalanmıştı. Yakınına yıldı-
rım düşmüştü; o kadar yakındı ki, Garald havadaki cızırtının
kokusunu almıştı. O sersemletici, felç edici heyecanın içinde
kabarmasını, saliseler sonra üzerinde patlayan, ciğerlerindeki
nefesi söken gökgürültüsünü hâlâ açıkça hatırlayabiliyordu.
"Kehanet gerçekleşmedi. Ben onu durdurmak için geldim."
Bu sözleri söyleyen sesin de böyle bir etkisi oldu. Zengin
tınısı -tanıdık, ama farklı- kanını ürperten bir heyecan doğur-
du; tüm benliği korkunç, güçlü bir hale ile parlamaya başla-
mış gibi geldi.
"Joram!" diye haykırdı, dönerek.
Sesin tanıdık, ama farklı olması gibi, Garald önünde duran
adamın da tanıdık, ama farklı göründüğünü fark etti.
Gür saçları güneş ışığı altında parlıyordu. Garald o saçla-
rın, on sekiz yaşındaki bir gencin yüzünü uzun, dolaşık buk-
leler halinde çevrelediği zamanı hatırlıyordu. Ama şimdi siyah
bukleler kısa kesilmişti, omuz hizasındaydı ve zarifçe taran-
mıştı. Bembeyaz saçlardan bir tutam alından sol tarafa doğru
adamın yüzüne düşüyordu.
Yüzün karanlık, ince güzelliği de tanıdıktı. Ama orada bu-
KARAKJLIÇin HAFERJ
. jn hem de diğer katalistlerin tüm gücüne ihtiyaç ola-
hern s
Tüm yapının çevresine buzdan bir duvar çekmemiz la-
' ve bunu, tüm büyü gücümüzü harcamadan yapmalıyız."
"Buz mu?" Garald ona inanmayan bakışlarla baktı. "O ya-
rklann kayayı ışınlarıyla parçaladığını gördüm! Buz..."
"Dediğimi yap!" diye emretti adam. Yumruğunu sıkmıştı,
huvurgan, kibirli sesi çevresindeki kaosa bir çekiç gibi inmiş-
ti Sonra, aniden, sert yüz gevşedi. "Dediğim gibi yapın, Ekse-
lansları," diye değiştirdi, karanlık bir yarım gülümseme du-
daklannı bükerken.
Garald'ın gözlerinin önüne bir manzara geldi, uzun zaman
önce, kendisi ve kibirli, ateşli bir mizaca sahip bir genç arasın-
da...
"Güzel sözler!" diye terslendi Joram öfkeyle. "Ama 'Ekse-
lansları ' ve 'Efendimiz' laflarını yutarken pek heveslisin! Köy-
lülerin kaba giysileri içinde seni göremiyorum. Senin şafakla
KARAKİLİÇİİİ ZAFER]
rerek solgun, sarsılmış Mosiah'a baktı, sonra sessizce
i'le konuştu. Adam yalnızca omuzlarını silkti ve gözle-
Kardınan
- yukan çevirdi.
Almin'e inanç mı? Güzel, ama onun ihtiyacı olan kendisi-
ne içgüdülerine inançtı.
"Pekâlâ," dedi Garald aniden, içini çekerek. "Mosiah, habe-
*•• vav Kaleyi buzdan bir duvarla kaplayacağız."
Mosiah bir an adama bakarak tereddüt etti -adam ona hu-
yun ve pişmanlık dolu bir ifadeyle bakıyordı- sonra sersem
sersem emri yerine getirmek için uzaklaştı.
Ama artık çok geç gibiydi. Büyücüler -hatta disiplinli Du-
uk-tsaritMer ile DKarn-Duuklar- bir araya gelemeyecek kadar
altüst olmuş görünüyorlardı. Paniğe teslim olmayanlar kendi
başlarına hareket ediyor, öğrendikleri biçimde savaşıyorlardı.
Duvarın üzerinde süzülüyor, yaratıklara alev topları fırlatıyor-
lardı. Ateşin, canavarların demirden pullan üzerinde hiç etkisi
yoktu. Savaş büyücülerine dikkat çekmek dışında işe yaramı-
yorlardı. Kör göz onlara dönüyor, ışınlar fışkırıyor, büyücüler
ölü yapraklar gibi yere dökülüyordu.
Diğerleri çılgınca çalışarak taş duvardaki deliği onarıyorlar-
dı. Topraktan kaya çağırıyor, telaşla deliğe uyacak biçimde şe-
killendiriyorlardı. Ama demirden yaratıklar büyücülerin yapa-
bildiğinden daha büyük hızla, duvarda delikler açıyordı ve kı-
sa süre sonra duvarın yakınındakiler mırıldanarak yaklaşan,
pis nefesli canavarların önünden kaçtılar.
Bir kişi Garald'm emriyle eyleme geçti. Merlyn Korusu'nda
Joram'ı yakalayan -ve Duuk-tsarith Tarikatı'nın başı olan- Ca-
dı onu hemen tanıdı. Joram Karakılıç'ı kaldırdığı zaman, cadı
zihin araştırma yeteneklerini kullanarak adamın beynini tara-
dı. Cadı orada gördüklerinin pek azmi anlayabilse de, Joram'ın
171
KARAKinçın ZAFER]
l areket eden ya da ısı veren şeylere odaklıyorlar," di-
herdi beyaz cüppeli adam. "Bunu kullanarak, hedef-
kilitleniyorlar. Artık kalenin içindekilerin beden ısılarını
Cayamıyorlar."
Yansıyan güneş ışığına karşı gözlerini gölgeleyen Prens bu-
un içinden yaratıklara baktı.
"Demek güvendeyiz." Nefesini yavaşça verdi.
"Yalnızca şimdilik," dedi adam sertçe. "Bu onları durdur-
mayacaktır, Ekselansları. Yalnızca yavaşlatacaktır."
"Bize Thon-Lûeûe iletişim kuracak ve Koridorlar'ı açmala-
rını sağlayacak zamanı verecek," diye bildirdi Garald. "Bizi
kurtardın! Geri çekilmeye başlayacağız..."
"Hayır, Ekselanslan." Prens uzaklaşmaya hazırlanırken
adam Garald'm yırtık, kan lekeli gömleğini yakaladı. "Geri çe-
kilemezsiniz, henüz olmaz. Savaşmaksınız. Dayım bir konuda
haklıydı, kaçış yok, kaçacak yer yok. Eğer onları burada dur-
duramazsak, dünyayı ele geçirecekler."
"Onlarla savaşmak mı? Nasıl? Bu imkânsız!"
Garald'm bakışları yaratıklara çevrildi. Görünüşe göre bu
yeni, beklenmedik durum ile başa çıkmakta güçlük çeken de-
mirden canavarlar bir araya gelmiş, ışıklarını buza odaklamış,
onu eritip yok etmeye çalışıyorlardı. Bunun pek etkisi olmu-
yordu -büyücüler büyülerini kullanarak eriyen buzun yerine
yenisini yaratıyorlardı. Diğer yaratıklar gelişigüzel ateş etmeye
devam ediyor, zaman zaman bir kurbana isabet ettiriyor, ama
genelde pek az zarar yaratabiliyorlardı. Yabancı insanların
parlak bedenlerinin yaratıkların arasında dolandıkları, korama
ister gibi onlara yakın durdukları görülebiliyordu.
Ama Garald halkının savunmayı uzun zaman sürdüremeye-
ceğini biliyordu. Büyücüler çoktan zayıflamaya başlamıştı, dev
173
KARAKjLiçın ZAFER]
kaldı- Şimdi yaşı kendisininkine denk bir adamla karşı
karşıyaydl-
k "Anlamıyorum!" diye haykırdı korku içinde.
"Renim için on yıl geçti," diye yanıt verdi Joram. "Her şeyi
. ıarnarna yetecek kadar zaman yok. Eğer bu savaşta hayat-
kajmaZsam, Merilon'da Peder Saryon'u ara. Ona hayatımın
vdını bıraktım. Sana şimdi anlatacaklarıma inanmalısın. Eğer
bildiğin ve yardım ettiğin nankör gence olmasa bile," -Joram
içini çekerek durdu- "son eylemim olduğunu sandığım şeye
inan: yarattığım kılıçtan vazgeçmeme ve kendi isteğimle ölü-
me yürümeme."
Konuşurken Joram'ın yüzü acılıydı; eli deri kayışların üze-
rinde kapanarak onları yüreğine bastırdı.
Garald Joram'ın bu dünyadaki son günü hakkında duydu-
ğu korkunç şeyleri hatırladı ve son kuşkulan da yok oldu. Bu
konuda birşeyler söylemek istedi, ama sözler bir türlü ağzın-
dan çıkmadı. Joram gördü ve anladı, uzanıp Prens'in elini tu-
tarak sözcüklere ihtiyaç bırakmadı.
"Ölüm olduğunu sandığım şeye yürüdüm, ama Öte'de
ölüm yok, Ekselansları," diye devam etti Joram sessizce. "Ya-
şam var! Kendimizi aldatarak, güvende olduğumuzu, büyülü
Sınır'ımızla evrenin geri kalanından korunduğumuzu hayal et-
tik. Bu dünyaya gelmek için kadim dünyayı terk ettiğimizde,
bizim onları unuttuğumuz gibi Eski Dünya'nm da bizi unuta-
cağını sandık, umduk."
Joram bakışlarını kaçırarak buzdan duvarın ötesine, yalnız-
ca onun gözlerinin görebildiği dünyalara baktı. "Unutmadılar,"
dedi yumuşak sesle. "Büyünün eksikliğini hissettiler ve bir
yerlerde hâlâ yaşadığını bilerek aradılar." Joram gülümsedi,
arna bu karanlık bir gülümsemeydi ve Garald'ı baştan ayağa
173
KARAKiLiçın ZAFERİ
diye
lar.'
nlt verdi. "Sizi tutsak alıp kendi dünyalarına taşıyacak-
,, a [sedefleri buysa," diye itiraz etti Garald, anlamsız bir
da tartışırmış gibi hissederek, "neden önlerine çıkan her-
? hatta sivilleri öldürüyorlar?" İşaret etti. "Tutsak almıyorlar!
Y da alıyorlarsa da," diye ekledi, Radisovik'in gözlemini ha-
tırlayarak, "yalnızca katalistleri alıyorlar!"
"Öyle mi?" Joram korkmuş göründü, bakışları hızla Ga-
rald'a kaydı.
"Evet! Gördüm -asiller, eşleri, çocuklan, parlak arabaları-
nın içinde, şarapları ve öğle yemekleri ile birlikte bir oyun sey-
retmeye geldiler. O yaratıklar hepsini öldürdü!" Garald bir kez
daha o cesedi çeviriyor, bir iskeletin sırıtan yüzünü görüyor-
du. "Öte'de böyle mi savaşıyorlar?" diye sordu öfkeyle. "Sa-
vıınmasızlan katlederek mi?"
"Hayır," dedi Joram, ciddi ve endişeli görünerek. "Atadam-
lar gibi vahşi değiller. Öldürmekten zevk almıyorlar. Onlar as-
ker. Yüzyıllardır uygulanan savaş kuralları var. Anlamıyorum.
Tutsak istiyorlardı." Durdu, yüzü karardı. "Eğer..." Devam et-
medi.
Garald başını salladı. "Anlayabileceğim şekilde anlat, Jo-
ram."
"Keşke yapabilsem!" Bu, neredeyse kendi kendine söyledi-
ği bir mırıltıydı. "Onları tanıdığımı sanıyordum. Ama şimdi ba-
na ihanet ettiklerine dair kanıtım var. Daha fazlasını da yapar-
lar mı...?"
Garald ona dikkatle baktı. Joram'ın sesinde o tanıdık tonu
hissetti ve bir şey daha -bir acı ve kayıp yankısı.
"Onlarla savaşmamız için daha iyi bir sebep," dedi Joram
aniden. Sesi buzdan duvardan gelen nefes kadar soğuktu.
177
KARAKILIÇin ZAFERİ
ram- "Şimdi, Almin'in izniyle, onu bizi kurtarmak için
'bilirim- Savaşacak mısın, Ekselansları?"
p .ens hâlâ tereddütlüydü. "Neden bizim için bunu yapıyor-
Toram? Eğer söylediğin gibi bu kaderi kendi kendimize
j,vsak, sen neden aldırasın? Bizim sana yaptıklarımızdan
sonra-??"
"Bana Ölü diyorsunuz!..." diye mırıldandı Joram, Öte'ye
•'irümeden önce söylediği son sözleri tekrarlayarak. "Ama öl-
müş olan sizlersiniz. Ölmüş olan bu dünya."
Elinde karanlık, çirkin duran kılıca baktı.
"On yıldır yoktum. Dünyayı değişmiş bulmayı umarak dön-
düm, amacım..." Aniden, kaşlarını çatarak sustu. "Ama bunu
boş ver. Artık önemli değil. Döndüğümde sizi -bu dünyayı-
değişmemiş bulduğumu söylemem yeterli. Güç kazanmak için
savunmasız bir varlığa işkence etmiştiniz. Planlarımı, umutları-
mı terk ederek acı içinde, her yerde zulüm ve adaletsizlik iz-
leri görerek yürüm.
"Öfkem içinde, Öte'ye dönmeyi planlıyordum, ama sonra
onun da bana ihanet ettiğini öğrendim." Karanlık yarım gü-
lümseme dudaklarını büktü. "Görünüşe göre benim bir dün-
yam yok. Sizi, hepinizi terk etmeye gönüllüydüm" -acı bakış-
ları buzdan duvarlara saldıran demirden yaratıkları da içine al-
dı- "kaderinize terk etmeye, kazanıp kaybettiğinize aldırma-
dan. -
"Sonra bir adam, çok bilge bir adam bana unutmuş oldu-
ğum bir şeyi hatırlattı. 'Nefret etmek sevmekten kolaydır,'" Jo-
ram sustu, bakışları parlak buz duvarına, ağaçlara, çevredeki
tepelere, mavi gökyüzüne, alev alev güneşe gitti. "Bu dünya-
nın evim olduğunu fark ettim. Halkının benim halkım olduğu-
nu. Ve bu yüzden buradan bir yabancı gibi bahsedemiyonım.
179
17
ÖLÜM MELEĞİ
? Daha sonra, hayatta kalanlar onları savaşa Ölüm Meleği'nin
götürdüğünü söylediler.
Joram hakkında karmaşık söylentiler, taş ve buzdan kalede
canları için savaşan büyücüler arasında yayılmaya başladı. Pek
azı gerçek hikâyeyi biliyordu -Mosiah, Garald, Radisovik ve
Cadı. Ama daha fazlası birkaç parça şey biliyordu ve bu par-
çalar, buzdan duvarın yaratılmasından sonra verilen savaştaki
kısa aralarda hızla arkadaşlarına fısıldandı. İmparator Xavier
ölümünden önce, insanların bu parçalan, kırık bir taş heykeli
bir araya getirmeleri gibi bir araya getirmelerine yetecek kadar
çok şey söylemişti. Ne yazık ki, bu başta bütün olarak görül-
memiş bir heykeli bir araya getirmek gibiydi.
Kalede savaşan katalistlerin pek çoğu Joram'ın Yargı'sında
vardı. Prens Garald'ın yakınında duranlar onun ismini söyledi-
ğini duymuşlar, Joram'ı hatırlamışlardı. Xavier'in sözleri, Keha-
net gerçekleşti. Dünyanın sonu geldi, sözleri alçak sesle tek-
rarlanıyordu, bu adamın, bu Joram'ın Öte'ye yürüdüğü o kor-
kunç günde kumsalda neler olduğuna ilişkin katalistlerin hikâ-
yeleri de öyle.
"O Ölü..."
"Kurbanlarından yaşam çeken bir karanlık kılıcı taşıyor..."
KAR£KJLIÇln ZAFERİ
yaratıkların korkutucu gürlemelerinin bozduğu bir ses-
' rk Büyücüler savaşa, sessizlik içinde gittiler.
m'ın emirleri uyarınca, buzdan duvar indirildi. Büyüler
İması gerekiyordu ve duvar büyücüler ile katalistlerinin
v amim tüketiyordu. O andan sonra her Savaş Büyücüsü,
, ve sihirbaz, ölümcül ışınlardan kendini korumakla sorum-
. luydu.
joram'ın tavsiyesi üzerine görünmez oldular. Bu onları ışı-
nın çarpması durumunda ölümden korumasa da, açık hedef
olmayacaklardı ve görülmeden düşmana yaklaşabileceklerdi.
Diğerleri kendilerini canavarların ısı arayan "gözlerinden", ki-
şisel buz duvarlara sararak ya da beden ısılarının büyük ölçü-
de düşmesini sağlayarak konıdular. Yine başkaları, insan-hay-
vanlara; kurban neler olup bittiğini anlamadan avlarına saldı-
ran korkutucu yaratıklara dönüştürdüler.
Kadim günlerde katalistler koruyucu cinlere dönüşürlerdi
-büyücüler ile yolculuk eden, kolayca çalıların arasında, dal-
ların üzerinde ya da kayaların altında saklanabilen küçük hay-
vanlara.
Prens Garald'ın Thon-Men açmaya zorladığı Koridorlar'da
yolculuk eden büyücüler bölgeye girdi, bölündü, dağıldı, kü-
çük gnıplar halinde savaşmaya başladı. Karmaşık bir strateji
planlayacak kadar zamanları olmamıştı. Joram, düşmanın ka-
fasını karıştıracak, onları hazırlıksız yakalayacak vur-kaç tak-
tikleri uygulamalarını emretmişti. Bir kez savaş alanına girin-
ce, o ve Prens Garald Koridorlar'da yolculuk etmiş, gruptan
gmba giderek onlara en iyi savaşma yöntemleri konusunda
tavsiyelerde bulunmuştu.
Joram Duuk-tsarith\eve, daha önceki gibi demir pullardan
yansımayacak, demirden yaratıkları öldürecek şimşekleri nasıl
183
KARAKİLİÇUİ ZAFERJ
. îjuftadama dönüşen Mosiah yabancı insanlardan birini
ıktı ve dişlerini korunmasız boğazına gömdü. Bir ayı-in-
jev pençesinin bir darbesi ile bir miğferi paraladı. Bir
', n_insan pençelerini gümüş deriye batırdı, eti paramparça
etti.
«gu insanlar büyüden çok az anlıyor. Ondan korkuyorlar.
rkularını onlara karşı kullanın, özellikle de bilinçaltındaki
korkuları, bunlar bizimkine çok benzer," dedi Joram.
İllüzyonistler ağaçlardan inen, tüylü bacakları seğiren, çok
vüzeyü, kırmızı gözleri alev alev yanan dev tarantulalar yarat-
tı. Otları sallanan, tıslayan kobralara dönüştü. Kemikli ellerin-
de solgun kılıçlar tutan iskeletler yerden yükseldi.
"Yardıma gelmesi için bizim dünyamızın yaratıklarına ses-
lenin."
Bir atadam kuvveti çağrıldı. Vahşi kan açlığı heyecanına
boğulan atadamlar yabancı insanlara saldırdı, öldürdü, beden-
lerini paramparça etti, kurbanlarının çiğ, kanlar içindeki etleri
ile beslenmeye başladı.
Ejderler göklerden süzüldü, yanlarında alev ve karanlık ge-
tirdi. Basiliskler ve efsanevi yılanlar kendi ölümcül bakışlarını
kullanarak demirden yaratıkların ölümcül gözlerini dondurdu-
lar. Bir çimeranın yılansı kuymğu yabancı insanları süpürüp
yok etti. Hydraların hızlı başları kurbanlarını yakaladı ve bü-
tün olarak yuttu.
Savaş meydanında o gün olan belki de en tuhaf olay, pek
çok büyücünün aniden açıklıkta bir mantar halkasının belirdi-
ğini raporlamalarıydı. Halkaya dalan bir düşman takımı dışarı
Çıkamadıklarını anlamışlardı. Yabancı insanlar teker teker ye-
re emildiler. Sihirbazlar ürpererek, işitilen son sesin peri halkı-
nın yüksek kahkahaları olduğunu bildirdi.
185
KARAKJLIÇin ZAFERJ
ndı elinde gittikçe daha fazla ışıldadı. Ona şaşkınlık
'S1 baktı- Kılıcın böyle parladığını yalnızca Mahkeme'de
?stü katalistlerin İnfazcı'ya yönelttikleri Yaşam'ı kendisi
, -?. Zaman. Şimdi de aynı şekilde tepki gösteriyordu, çev-
? deki bir şeyden Yaşam çekiyordu. Ama neden? Kuşkusuz
kadar Ölü olan düşmandan değil. Çevrede katalist de
ktu. Prens Garald, Radisovik'e, yaralılar ile birlikte kalede
, a]masını emretmişti. Kimin Yaşam'mı çekiyordu?
Gümüş derili bir insan elini kaldırdı, ölümcül ışınını Joram
ile Garald'a doğrulttu ve ateş etti.
Işın insanın avucundan fışkırdı, ama hedefini vurmadı. Işın
Karakılıç'm metaline aktı, öyle bir parlaklıkla yanmasına sebep
oldu ki, Joram kör edici ışık yüzünden hiçbir şey göremez ol-
du. Kılıç elinde titriyor, elektrik akımları bedeninden geçiyor-
du. Tek yapabildiği silahı tutmaktı, kullanmayı deneyemiyor-
du bile. Hiçbir şey göremiyordu. Daha sonra, gözlerini gölge-
leyen yabancı insanların kurbanlarına ışın göndermek için el-
lerinden geleni yaptıklarını söyleyen Garald oldu. Bu imkân-
sız hale gelmişti.
Karakılıç Ölülerin silahlarının enerjisini, tıpkı dünyanın Ya-
şam'ını emdiği gibi emmişti. Işınlar ölmüş, Karakılıç yaşamıştı,
şiddetle alevlenmiş, ürkütücü bir sesle mırıldanmıştı. Faydasız
silahlarını yere fırlatan yabancı insanlar dönüp kaçmıştı.
Savaşa uzaktan tanık olanlar Ölüm Meleği'nin, dilerse gü-
neşi söndürecek güce sahip olduğu hikâyesini yaydı.
Sonunda Thimhallan'a gece -gerçek gece- çöktüğünde, sa-
vaş bitmişti. Büyücüler kazanmıştı, ya da en azından öyle gö-
rünüyordu. Demirden yaratıklar ve onlarla gelen yabancı in-
sanlar, bilinmeyen bir yere çekilmişti -demir canavarların da-
ha da büyük canavarların bedenlerine girdiği ve bu devasa de-
187
KARPKILiçm HAFERJ
VeI«*^ rkacak ne var ki?" diye sordu Garald bitkin bir biçim-
kadar yorgundu ki, zar zor ayakta duruyordu. "Onları
Ot-
sürdük.-"
"Belki de," diye yanıt verdi Joram. "Casuslarımız rapor ver-
k üzere dönene kadar kesin olarak bilmemizin yolu yok."
"Hah! Dünyayı terk ettiler."
"Ben aynı fikirde değilim. Çekilmeleri düzenliydi, planlıydı
ve hızla gerçekleştirildi. Hiçbir şekilde bozgun değildi. Benim
taliminin, durumu değerlendirip stratejilerini tekrar oluştur-
mak için geri çekildiler."
İkisi kalenin ortasında durmuş, alçak sesle konuşuyorlardı.
ÖTE
Düşman ile ilk karşılaşmamda hayatta kalamama olasılığı-
na karşılık bu kaydı Peder Saryon'a bırakıyorum...
Düşman.
Onlara böyle diyorum, ama geçmiş on yıl içinde araların-
dan kaç tanesi dostum oldular? Onları hatırlıyorum, özellikle
de karıma bu kadar iyi bakanları ve benim de aklımı kaçıraca-
ğımı sandığım ilk birkaç korkunç ay boyunca bana yardım
edenleri. Eğer yaptıklarımı duyarlarsa, anlayacaklarını biliyo-
rum. Çünkü onlar onunla —Karabüyücü olarak bilinenle— ben-
den çok daha uzun süredir savaşıyorlar.
Bunu okuyanlar, size her şeyi anlatacağım. Bir taraftan bu
kaydı kimlerin okuyacağını merak ediyomm. Eski dostum
Prens Garald mı? Eski düşmanların Xavier ya da Piskopos Van-
ya mı? Fark etmez herhalde, çünkü bu çatışmada hepiniz ken-
dinizi aynı safta bulacaksınız. Bu yüzden başıma gelen her şe-
yi elimden geldiğince açık anlatacağım. Bu düşmanla benim
yardımım olmadan, yalnız savaşmak zorunda kalmanız duru-
munda, onu anlamanız şart.
Baştan başlayacağım, ya da belki sondan, demeliyim.
Ölüme, Öte'ye yürürken -sanırım yaptığım buydu- aklım-
dan ve yüreğimden geçen düşüncelerin ve duyguların pek azı-
KüRaKjLiçın HAFERİ
„ tasa dönmüştüm.
A t Saryon'un korkunç, asil, sevgi dolu fedakârlığı ruhu-
k ranlığ1 içinde parlayan bir ışık oldu. Onun parlak ay-
111 - altında kendimin ve sevdiklerimin üzerine çektiğim kö-
??-?i gördüm. Sevmek ve hayranlık duymakta çok geç kal-
-ım bir adam için duyduğum acıya boğulmuş, dünyada gör-
.. ~üffl yozlaşmadan -bende yansıdığını gördüğüm bir yozlaş-
vdı bu- midem bulanmış bir durumda, tek düşündüğüm
Hünvayı ona getirdiğim kötülükten kurtarmaktı. Karakılıç'ı Sar-
von'un cansız ellerine verdim ve ölüme yürüdüm.
O sırada, Gwendolyn'in beni takip ettiğinin farkında değil-
dim -kendi ümitsizliğim içinde öylesine kaybolmuştum. Sisle-
rin içine adım atarken onun ismimi söylediğini, beklemem için
seslendiğini duyduğumu hatırlıyorum ve o noktada tereddüt
etmiş olabilirim. Ama ona duyduğum aşk, hayatımdaki başka
her şey gibi bencil bir aşktı. Soğuk sis üzerime kapanırken
onu düşüncelerimden çıkardım ve diğer tarafta onu yerde bay-
gın yatarken görene kadar da düşünmedim.
Diğer taraf.
Bunu okurken elinizdeki parşömenin titrediğini görebiliyo-
rum neredeyse.
Diğer taraf.
Uzun zaman yürüdüm. Ne kadar uzun, bilmiyorum, çünkü
bu dünyayı saran büyü alanı zamanı bile çarpıtıyor ve değişti-
riyor, dünyanın geri kalanından soyutluyor. Yürüdüğüm,
ayaklarımın altında katı zemin olduğu, gri bir boşluk içinde
kaybolduğum ve dolandığım gerçekleri dışında hiçbir şeyin
bilincinde değildim.
Korktuğumu hatırlamıyorum, sanırım bir şok yaşıyordum.
Ama Öte'de tanıdığım diğerlerinden, büyülü sınırı geçen di-
193
KflR^Kiuçın HAFERJ
hum uçup geceye kaymaktan memnundu. Ama bede-
• atla yaşamaya devam etti ve bana, zayıflığı ile canlı ol-
- mu hatırlattı. Otların üzerinde soğuk bir rüzgâr esiyordu.
- rimde gömleğim yoktu. Duuk-tsarithlerin bana zindanda
ijgj eski bir pantolon dışında hiçbir şey giymiyordum. So-
- k ve kuşkusuz yaşadığım deneyimlere tepki olarak titreme-
haşladım. Aç ve susuzdum da, tutsaklığım süresince yemek
yemeyi ve su içmeyi reddetmiştim.
İşte o anda, nerede olduğumu, buraya nasıl geldiğimi me-
rak etmeye başladım. Herhangi bir yönde, boş, ayışığı ile ay-
dınlanmış otların dışında hiçbir şey görmüyordum. Yalnız, tu-
haf bir şekilde, otuz metre uzağımda küçük, kırmızı bir ışık ça-
kıyordu. Sanırım ışık baştan beri vardı, ama benim ruhum yıl-
dızlarla beraber uçtuğundan ona dikkat etmemiştim.
Bunun bir ateşin kömürleri olduğu gibi belirsiz fikirlerle
ışığa doğru yürümeye başladığımı hatırlıyorum. Bu, hâlâ açık-
ça düşünemediğimi gösterir, aksi halde hiçbir ateşin bu şekil-
de ısrarla yanıp sönmeyeceğini fark ederdim. Işığa doğru yü-
rürken Gwen'i fark ettim.
Çimenlerin üzerinde bilinçsiz yatıyordu. Yanında diz çök-
tüm, onu kollarıma aldım ve göğsüme bastırdım. O sırada na-
sıl ve neden burada olduğunu merak etmek aklıma geldi. O
anda, sislerin içine adım atarken duyduğum sese, beyaz bir el-
biseye ilişkin karışık izlenimler hatırladım. Belki de birbirimiz-
den bir iki metre uzaktaydık ve hiç farkına varmadık, sis o ka-
dar yoğundu. Fark etmezdi. Bir şekilde, doğru olan bu gibi
görünüyordu.
Dokunuşumla uyandı. Ayışığı altında yüzünü açıkça göre-
biliyordum ve işte o zaman gözlerindeki deliliği fark ettim. Ne
olduğunu biliyordum -nasıl bilmezdim? Tüm çocukluğum bo-
I9S
KARARU-İÇUİ HAFERJ
Hu rüzgâr gittikçe kuvvetleniyordu. Buz parçalan yüzü-
£ tornaya, derimi berelemeye ve kesmeye başladı. Topra-
Idırım düştüğü sırada yaşanan kısa gündüzler dışında her
simdi mutlak karanlık içindeydi. Ve sonra yağmur perde-
? in içinden parlayan kırmızı ışığı gördüm. Fırtınadan etkilen-
fdİRİ açıktı, yanıp sönüyordu. Belki de orada, bir ateşin çev-
sine toplanmış, büyülerini kullanarak ateşi canlı tutan insan-
lar vardı. Gwen'i kollarımda kaldırarak kırmızı ışığa doğru ta-
şıdım. Almin'e ettiğim ilk bencilce olmayan duada, Gwen'e
yardımcı olacak birilerini göndermesini diledim.
Ateşin yanında kimi bulmayı umuyordum? Bilmiyordum.
Melekler ya da şeytanlar bulsam fazla şaşırmazdım. Herhangi
birini memnunlukla karşılardım. Bu fırtınada uzun zaman ha-
yatta kalamazdık. Şiddeti gittikçe artıyordu ve dehşetin orta-
sında gelen belirsiz, hayal gibi bir fikirle, onun dünyanın Sı-
nır'ını dövdüğünü, içeri girmeye çalıştığını düşündüm.
Rüzgârın muazzam gücüne karşı yürüyemediğim anlar ol-
du; rüzgâr beni döverken, yağmur ve buz parçaları derime
keskin iğnelerini batırırken, Gwen'in soğuk, kıpırtısız bedeni-
ni bedenime bastırırken sırf ayakta kalmak için tüm gücümü
kullanmam gerektiği anlar.
Sırf irade gücüyle çabalamaya devam ettim. Zaman içinde
kırmızı ışığa ulaştım. Bu bir ateş değildi. Çevrede hiç kimse
yoktu, ne şeytan, ne melek, hiçkimse. Kırmızı ışık yağmurun
ıslattığı toprağa saplanmış tuhaf görünüşlü bir nesneydi, sıcak
bile değildi. Hayal kırıklığı ve ümitsizlik beni ele geçirdi. Ba-
caklarımdaki güç tükendi ve Gwen kollarımda, yere çöktüm.
O anda, fırtınanın gürültüsünün üzerinde, bir gürleme duy-
dum. Ben dinlerken yükseldi. Yerin sarsıldığını hissedebiliyor-
dum. Yıldırımlar şimdi durmaksızın düşüyordu. Yağmurun içi-
197
KARAKJLIÇln ZAFERİ
^ A lamadığım kir dilde konuşuyordu ve bunu fark etmiş gi-
J- ninkü konuşurken, korkmuş bir çocuğu teselli eder gi-
biydi, ç"»
bj omzumu okşayıp duruyordu.
Ama ben korkmuyordum. Almin adına! Yaşadıklarımdan
a bir daha herhangi bir şeyden korkacağımı sanmıyor-
, ^k düşündüğüm, benim için her şeyden vazgeçen za-
vallı kızdı. Neredeydi? Çevreme bakındım, ama göremedim.
Avağa kalkmaya çalıştım, ama adam beni yerimde tuttu -çok
nazik davranıyordu. Beni hareket etmekten alıkoymak güç de-
ğildi, uzun zaman oturamayacak kadar zayıftım.
Tüm bu süre boyunca, demirden şeyin içindeki diğer şekil
birisiyle -cızırtılı bir sesle konuşan birisiyle- konuşmaya de-
vam etti.
Elbette, şimdi bir iletişim aracına konuştuğunu biliyorum.
Bir arazi aracının içindeydik, arabaya benzer bir şey, yalnız
büyü ile değil, Teknolojinin Karanlık Sanatları ile işleyen bir
araba. Adamın sözlerini hâlâ açıkça duyabiliyorum, ama o sı-
rada anlamlarını bilmiyordum. Bundan aylar sonra, deliliğe
karşı mücadele ederken, sözleri rüyalarıma tekrar tekrar girdi.
"Alarmı kontrol ettik. Bu sefer Sınır'da iki kişi var -bir er-
KARAKJLIÇln HAFEBJ
İ o kadar güçlüydü ki, yalnızca evreni dışarıda tutmak-
|1' kalmadı, büyüyü de içeriye kapattı.
K dimler içinde bulundukları ânı güvene almak için öyle
kli davranmışlardı ki, geçmişi de yok etmişlerdi. Eski dün-
ilişkin anılan canlı tutmak -ve böylece kendilerine onun
ilâ orada olduğunu hatırlatmak- yerine, kayıtları yok ettiler,
ilan uzaklaştırdılar, ta ki sizin için bütün bunlar periler âle-
minden daha az gerçek Ev Büyücüsü masalları olana kadar.
Ve dışarıda, ne kadar uzak ve sapa olsa da, bir dünya ol-
duğunu unuttuğunuz için, kendinizi güvende hissettiniz
^ölüyken bile bu dünyaya ait olmadığına inandıklarını sürgü-
ne gönderecek kadar güvende. İnsanları "Öte"ye gönderme
âdeti böyle başladı. Farklı olanlarla başa çıkmak için temiz,
basit bir yöntemdi. Dünyayı onlardan hızla ve etkin bir şekil-
de kurtarıyordu. Ceza o kadar korkunçtu ki, çok etkili bir göz-
dağı olarak işlev gösteriyordu. Fark etmediğiniz, bu büyücüle-
ri dışarı ölüme değil, yaşama gönderdiğinizdi.
Biz onlan unutmuş olsak da, Öte dünya bizi hiç unutmadı.
Büyünün çoğu onlara kapalıydı, mühürlenmişti, bu doğru.
Ama zaman zaman minik parçalan kaçıyor, engeldeki çatlak-
lardan sızıyordu. Öte dünya Yaşam'a açtı ve Teknoloji'nin ile-
ri kullanımları bunu mümkün kıldığında, Öte dünyanın insan-
ları büyüyü aramaya başladılar.
Onu buldular, elbette, ama ona ulaşamadılar. Büyülü en-
gel, aşamayacakları kadar güçlüydü. Ama sürgüne gönderilen-
leri, Sınır'ın ötesindeki topraklarda -Gwen ve benim gibi- do-
lananlan buldular. Burası, benim yaşadığıma benzer dehşet
verici fırtınaların süpürdüğü korkunç bir yer. Burada pek az
insan var. Burası bir ileri karakol, burayı işleten adamların tek
bir amacı var -büyü edinme yollarını araştırmak.
201
m A RP A Rf T IUEİS & TRACY HiCKJnAn
Bizi böyle buİdular, başkalarını böyle buldular. Sınır K
yunca, hareket eden her şeyi sezen alarmlar -o kırmızı ışıkl
yerleştirdiler. Olanak buldukları her seferinde, büyücüleri k
tardılar ve artık sürülmüş bu insanlar Öte dünyada yaşryorı
Çoğu, benim zavallı Gv/en'im gibi deli. Ama bazıları de&ı
Bazılarının -özellikle de "Karabüyücü" olarak bilenen birinin
aklı oldukça başında. Sayısız defa Smır'ı aşmaya çalıştı. On
göre, engel bu dünyanın ve her Yaşayan varlığın içindeki bü-
yü enerjisinden yapılmış bir enerji alanı. Dışarı sürülen Yaşa-
yanlar, kendi enerji güçleri yüzünden geri dönemiyorlar. Tıp-
kı birbirini iten benzer manyetik alanlar gibi, bu dünyanın bü-
yüsü onların büyüsünü itiyor. Tüm bu yıllar boyunca, bu dün-
yanın bir hata yapmasını bekledi, onun içeri girmesine izin ve-
recek bir hata.
Sizin hatanız bendim.
Büyülü sınırı Ölü bir adam geçti. Büyü ufalandı, kilit kırıl-
dı. Benim büyü enerjim yok, itilmiyorum. Geri dönebilirdim.
Ve dönseydim, teorilere göre, enerji alanını bozacaktım. Kapı-
yı arkamdan açık bırakacaktım.
Dediğim gibi, Karabüyücü aylar süren çalışmalardan sonra
bu sonuca vardı: Biz hep düşman değildik, görüyorsunuz. Bir
zamanlar ona güveniyor, hayranlık duyuyordum...
Ama bu başka bir nikâye.
Güç sahibi olanlar beni iki dünyanın bir araya gelmesi, ka-
rışması gerektiğine ikna ettiler. Bunun Thimhallan için bir ni-
met olacağını düşündüm. İki dünyanın birleşmesinin evrene
yeni bir düzen getireceğine inandım. Hayallerim parlaktı. Ama
başkalarının hayalleri çarpık ve sapkınmış.
Geri döndüm... ve onlar beni takip ettiler, savaş getirdiler.
Beni aldattılar, bana ihanet ettiler. Tıpkı diğerlerini fethet-
202
KARAKİLİÇİİİ HAFERJ
?ı ? bu dünyayı da fethetmeye kararlı olduklarını şim-
tiKleri giD1-
.. fark ediyorum.
net gerçekleşecek mi? Bir yamaçtan aşağı yuvarlanan
ibi yıkımımıza mı koşuyoruz? Bu korkunç bir düşünce.
matınızda başka seçeneğimiz yokmuş gibi, her şeyi bilen,
Ve yaz»1
aldırış etmeyen bir Efendi zayıf yaşamlarımızı kontrol
İKİnCİ KİTAP
I
DÜŞMAN
Hava Kuvvetleri'nin beşinci taburunun komutanı Binbaşı
Tames Boris'e, adamları arasında (gayrıresmi olarak ve o işit-
me mesafesinde değilken) sevgiyle 'Kütük' olarak hitap edilir-
di. Kısa, kalın, kaslı bir bedeni vardı -ona lakabını kazandıran
bu fiziksel niteliklerdi kuşkusuz. Otuz yaşındaydı, bedenini iyi
dunımda tutardı ve her yıl, üs, üst düzey askerler ve hükümet
görevlileri tarafından teftiş edilirken, Binbaşı Boris dileyen tüm
yeni askerleri, kafataslarım kırmak pahasına hep beraber hü-
cum etmeye ve onu yere yıkmaya çalışmaya davet ederdi. (Ef-
saneye göre, bir acemi bir tank çalmış ve dosdoğm Binbaşı
Boris'in üzerine sürmüştü. Yine efsaneye göre, tank Binbaşı'ya
çarptığında James Boris ayakta kalmış, ama tank devrilmişti.)
Ama acemilik zamanlarında James Boris ile birlikte görev
yapmış olanlar, lakabının gerçek kökenini biliyordu. Bu ders-
haneden geliyordu, giyinme odasından değil.
"James Boris, sende ancak bir ağaç kütüğü kadar hayal gü-
cü var!" demişti eğitmen, yakıcı bir şekilde.
İsim adamın üzerine yapışıp kalmıştı.
Yorum -ve lakap- James Boris'i azıcık bile rahatsız etmi-
yordu. Aslında onu, tıpkı madalyalarını taşıdığı gibi, gururla ta-
şıyordu. Bu hayal gücü eksikliğinin, rütbesinin hızla yüksel-
KARAKJLIÇln ZAFERİ
.şiirdi. Diğer yandan Binbaşı Boris, hayatında ilk defa
n -i dayanıklı kütüğünün ayaklarının altındaki topraktan
...j.igünü hissetti. Şimdi kökleri açıkta, savunmasızca yatı-
rdu, acınası bir manzaraydı.
«Ne önerdiğimi bilmek ister misiniz, Binbaşı?" diye mırıl-
J, yüzbaşı Collin. "Buradan defolup gitmeyi öneriyorum!"
Kırk beş yaşlarında, Dış Bölgeler'de verilen zorlu tank sa-
* aslarından birinde bulunan Yüzbaşı, titrek ellerle bir sigara
İdi yere düşürdü, bir tane daha aldı, ikiye böldü ve sonun-
da sigara paketini cebine geri koydu.
Binbaşı Boris kasvetle diğer yüzbaşılara baktı ve bir tanesi
hariç hepsinden ısrarlı onaylar aldı. Son kişi dikkat etmiyor,
sandalyesine oturmuş, titriyordu.
"Çekilmemizi mi öneriyorsunuz..." diye hırladı James Bo-
ris.
"Basıp gitmeyi öneriyorum, hepimiz ölmeden ya da şey gi-
bi kaçırmadan..." Yüzbaşı Collin ağzını hızla kapatıp cümlesi-
ni yarım bıraktı, yanında titreyerek oturan yüzbaşıya bir bakış
fırlatarak cümleyi onun tamamlamasına izin verdi.
Binbaşı Boris standart imalat metal masasının arkasına yer-
leşmiş, önünde, standart imalat, metal, katlanan sandalyelere
oturan komutan ekibiyle, Binbaşı Boris'in standart imalat, sa-
ha karargâhında, en gelişmiş jeodezik tasarıma sahip plastik
kubbenin içinde toplantı yapıyordu. Bir dizi başka kubbe -ba-
zıları daha büyük (erzak kubbesi, yemekhane kubbesi), bazı-
ları daha küçük, yatak kubbeleri- kilometrelerce öteye kadar
manzarayı kaplıyordu. Kubbeler birkaç dakika içinde söküle-
bilirdi; tüm tabur birkaç saat içinde gemiye yüklenebilir, bu
kâbus dünyasını terk edebilirdi.
Elini sıkıca masanın metal yüzeyine koyan Binbaşı, onun
209
KARAKJLIÇin HAFERJ
fkmlann yaklaşık üçte biri, titremekte olan yüzbaşıdan
• ı durumda değildi. Binbaşı Boris, adamı doktorlara tes-
i u 'i iyi *-* L
_^vi ve komuta etmeye uygun olmadığını bildirmeyi ak-
lim etrncy ,
hmn bir köşesine yazdı.
K rk sekiz saat. Burada, dağların arasında gizlendikleri bu
. yeterince güvende olduklarını düşünüyordu, ama izleni-
lmiş gibi tuhaf bir his vardı üzerinde, görünmeyen gözler
' ona bakıyormuş gibi.
Pencereden dışarı bakan Binbaşı Boris yüzbaşılarının ko-
nuştuğunu duydu. Son kırk sekiz saatin olaylarının üzerinden
geçiyor, sanki onları inkâr edecek birilerine meydan okur gi-
bi, gergin seslerle yüzüncü kez anlatıyorlardı. James Boris söz-
cük denizinin üzerinde yüzüyor, zaman zaman aklından bir
kural ya da düzenleme parçasının süzüldüğünü görüyordu.
Çırpınarak onu yakalamaya, tutunmaya çalışıyordu. Ama gör-
düğü şey her seferinde batıyor, onu çaresizlik içinde boğulma-
ya bırakıyordu...
KARAKJLIÇin ZAFERJ
, ja onu faz tabancaları ile ikiye biçmeye hazırlandılar
bl\atnl Ateş ettiler ve kılıç..."
" ..ışığı saptırdı mı?"
«Saptırmak mı! Lanet ışığı emdi! O silahları gördüm. Hepsi
arnen boşalmıştı ve daha savaştan önce şarj edilmişti. O la-
«eyleri bir daha şarj etmeden önce bir ay kullanabiliyor ol-
*. mız lazımdı. Bu kadar da değil, ama cüppeli adam aynı şe-
yi bir tanka da yaptı."
"Yok ya..."
? "Gördüm, yemin ederim! Mürettebat göstergelerin çılgına
döndüğünü, sonra her şeyin öldüğünü raporladı. Ama bu kı-
lıç ve cüppeli adam önlerinde durmuş, o tuhaf ışıkla parlıyor-
du ve mürettebatın raporladığı son şey parlak bir ışık çakma-
sı oldu... Bir patlama duyuldu... ve sonra yerde bir delik açıl-
dı; tankın yarısı havaya uçmuştu..."
Titreyen Yüzbaşı aniden konuştu. "Yarım. Yarı adam, yarı
at. Yüzleri kıllarla kaplıydı, ama gözlerini gördüm, korkunç
gözler ve toynaklarını, keskin toynaklar..." Yüzbaşı ayağa fır-
ladı. "Jamesson'u ezdiler! Durdurun onları! Ah, tanrım! Onu
yakaladılar... kollarını kopardılar. O... hâlâ hayatta! Tanrım!
Haykırışları! Vumn onu! Susturun! Sustumn!" Yüzbaşı ellerini
kulaklarına kapatarak ağlamaya başladı.
"Onu buradan çıkarın," diye emretti Binbaşı Boris, başını
kaldırarak. Sonunda bir şey dikkatini çekmişti.
Komutanlarının geri kalanı tartışmayı bıraktılar ve kendini
koyuvermiş yoldaşlarına bakmaktan kaçınarak sustular. Yüz-
başı, ofisi ana kubbeye bitişik bir başka, daha küçük jeodezik
kubbede bulunan çavuşu çağırmak için ağzını açmıştı ki, pa-
halı takım elbisesinin üzerinde Danışman kartını taşıyan ada-
mın varlığını fark etti.
213
KARAKJLİÇin ZAFERİ
vaoılmadı. Bu gerçek, en azından bu gerçekdışı dün-
adaki her şey kadar gerçek.
nsver, çavuş," diye mırıldandı Binbaşı Boris, yüzbaşıları-
ittikçe sinirlendiğini fark ederek. "Sıhhiyeye gönder." İs-
? e kapılmış Walters'a doğru bir hareket yaptı. "Komuta et-
uygun olmadığını bildirmelerini söyle. Teğmen şeyi ter-
f ettireceğim.?• Teğmen..." James Boris kızardı. Emri altında-
ki subayların hepsinin ismini hatırlamakla övünürdü, hatta er-
lerin hepsinin. Şimdi bir teğmeni, bir yıldan fazla zamandır
emri altında görev yapan bir adamı hatırlamakta güçlük çeki-
yordu. "Lanet olsun, sırada kim varsa, yarım saat içinde," -zi-
yaretçisine baktı- "burada, bana rapor vermesini söyle," diye
bitirdi soğuk sesle.
"Başüstüne, efendim," dedi Çavuş, kapıya yönelerek.
"Çavuş!" diye bağırdı Binbaşı Boris.
"Buyrun, efendim." Çavuş döndü.
"Şu lanet çayı da al götür! Ben hiç içmem. Bunu biliyorsun.
Neden getirdin ki?"
Çavuş çaydanlığa şaşkınlık içinde baktı. "Onu ben getirme-
dim, efendim," sözcükleri dudaklarına kadar geldi. Ama sert
yüzlü Binbaşı'ya bir bakış fırlattıktan sonra, "Özür dilerim,
efendim," diye mırıldanarak çaydanlığı sapından tuttu ve ofi-
sine götürdü.
"Geldiğiniz için teşekkür ederim, baylar," dedi James Boris
bitkinlik içinde. Konuşan Kurallar ve Düzenlemeler idi, kendi-
si değil. Ne söyleyeceğini bilinçli olarak düşünmüş olsaydı, tek
söz bile etmezdi. "Tavsiyelerinizi değerlendireceğim. Gidebi-
lirsiniz."
Yüzbaşılar doğrulup dışarı çıkarken yere sürtünen metal
sesleri çıktı. Sessizlik içinde gittiler -kötü bir işaretti bu, James
215
KARAKjuçın ZAFER!
? lentilere göre çekilmeyi planlıyormuşsun," dedi adam.
rüntüsüyle uyum içindeydi -seyirci önünde gösteri ya-
S k geçirdiği yılların eğittiği gür, tok bir bariton.
P «nvle olsa ne °lur' Burada komuta hâlâ bende!"
Binbaşı Boris sinirli bir hareketle bilgisayarı kapattı, bunu
arken, kadın memurlann askeri giyim kodunu ihlal etme-
. je ilgili, aylar önce yazılmış bir nota bakmakta olduğunu
f rk etti. Yumuşak sesle kendi kendine küfretti. Menju ile yüz-
leşmek üzere döndü ve elini sıcak bir şeyle yakarak daha yük-
sek sesle küfretti.
"Ne halt -Çavuş!" diye kükredi öfkeyle.
Yanıt gelmedi. Sandalyesinde doğrulan James Boris öfkey-
le odayı aştı ve kapıyı hızla açtı. "Çavuş!" diye gürledi. "Şu la-
net çaydanlık..."
Orada kimse yoktu. Saha telefonunu kaldırarak kulağına
tuttu. Çıkardığı statik sesleri başka tuhaf sesler neredeyse ku-
lağını sağır edecekti. Anlaşılan telefon hatları da kesilmişti. Ça-
vuş sıhhiye bulmak için gitmiş olmalıydı. Binbaşı Boris yine
küfretmeye başladı, ama sonra kendine hâkim oldu. Öfkeli
sözlerini yuttu, onlann geçtiği yerleri yakıp kavurduğunu his-
setti, en azından öyle gelmişti. Elini ağrıyan midesine bastıra-
rak, ağır adımlarla ofise döndü, -ziyaretçisine hiç bakmadan-
kendini sandalyeye attı ve parlak portakal rengi kapağı olan
yeşil çaydanlığa dik dik baktı.
"Her şeye lanet olsun! Ona lanet şeyi buradan götürmesini
söylemiştim!"
"Öyle dedin," dedi, tüm önemli sistemlerdeki tiyatro çadır-
larında Karabüyücü olarak bilinen Menju. Kayıtsızca masaya
oturmuş, şimdi çaydanlığa büyük bir ilgiyle bakıyordu. "Evet,
öyle dedin," diye mırıldandı. "Hayır, ona dokunma." Hızlı, in-
217
KAR£KJLIÇin HAFERJ
Rinbaşı Boris, dehşet içinde bakarak sandalyesine
13 eli gitmişti- Yerinde pençeli bir tavuk ayağı vardı.
Hanlıktan gelen bir gurultu Menju'nun ona hızlı bir ba-
ı rinasına sebep oldu. Ama çaydanlık hemen sustu, ama
ndan bir duman bulutu tembel tembel yükseliyordu.
»Onu düzelt!" James Boris bileğini yakaladı, eskiden eli
tavuk ayağı seğirdi. "Kurtul şundan!" Sesi tiz bir çığlığa
dönüştü, boğulur gibi oldu.
«Artık geri çekilmek söz konusu olmayacak," dedi Karabü-
yticü soğuk bir sesle.
"Lanet olsun!" Boris'in alnında ter damlacıkları belirdi. "Ye-
nildik! Bu... bu... bununla savaşamam." Sözcük aradı, bula-
madı. "Adamları duydun! Kurtadamlar, devler! Enerji çeken bir
klıcı olan bir adam..."
"Onları duydum," dedi Menju sertçe. Elinin bir hareketiyle
bir katlanan sandalyenin sürünerek gelmesini ve arkasında
durmasını sağladı. Rahatça oturarak kaşmir pantolonundaki
bir kırışığı düzeltti ve gözlerini mutasyona uğramış elinden
ayırmayan Binbaşı'yı izlemeye devam etti. "Kılıcı olan adamı
da duydum. Dürüst olmak gerekirse, bırak korkutucu olmayı,
birazcık ilgi çekici bulduğum tek şey oydu."
Zarif parmaklarının bir hareketiyle Karabüyücü bir başka
yabancı sözcük söyledi ve Binbaşı'nın eli geri döndü. Rahatla-
yarak ürperen James Boris elini hararetle inceledi, gerçekliğin-
den emin olmak ister gibi derisini ovaladı. Sonra, üst dudağın-
daki teri silerek Karabüyücü'ye kısık, korku dolu gözlerle bak-
tı.
"Kendini topla, Binbaşı," diye terslendi büyücü. "Elbette,
kılıcı olan adamın kim olduğunu biliyorsun."
Dirseklerini masaya dayayan Binbaşı, standart askeri biçim-
219
KARAKILIÇln ZAFERİ
kadar zaman geçer?"
•Ç"1 k kuvvet mi?" Binbaşı Boris camlaşmış gözlerini kır-
A "Destek kuvvet yok! Biz keşif koluyuz, görevimiz ba-
P'Ş1İ ya da öyleydi." Sesi çatladı.
«Fvet barışçıldı. Pazarlık yapmaya çalıştık, ama vahşi bir
, ya uğradık, halkımız merhametsizce katledildi," dedi Ka-
rabüyüdi serinkanlılıkla.
' "Demek oyunun bu, öyle mi?" diye karşılık verdi James Bo-
ris cansız bir sesle.
"Oyun bu." Menju ellerini açtı. "Buraya gelmemiz için bizi
kandıran Joram önderliğinde, bu dünyanın halkı bize pusu
kurdu ve herhangi bir uyarı olmadan saldırıya geçti. Mücade-
le ettik, elbette, ama şimdi burada kısılı kaldık. Kendimizi kur-
tarmak için yardıma ihtiyacımız var."
"Ve bu destek kuvvet geldiğinde, tıpkı adamlarım gibi, be-
nim gibi senin kontrolün altına girecekler," diye devam etti Ja-
mes Boris, aynı donuk, aldırışsız sesle.
"Ve emirlerim üzerine bu dünyadaki her erkeği, kadını ve
çocuğu öldürecekler. Katalistler hariç, elbette, onlar, senin de
gördüğün gibi, büyü güçlerimi arttırmama yardımcı oluyor."
"Bu soykırım!" Yüzü öfkeyle kızaran Binbaşı inledi. "Tan-
rım, tüm bir halkı yok etmekten bahsediyorsun! Neden?"
"Neden mi?" Karabüyücü, tüm dünyalarda seyircilerin ser-
semlemiş gözleri önünde ördüğü illüzyon kumaşına inanması-
nı sağlayan çekici gülümsemesiyle gülümsedi. "Bu açık değil
mi? Yalnızca ben büyü sahibi olacağım. Ben ve oğullarım, kız-
larım. Aklıma gelmişken, üremek için pek çok kadına ihtiya-
cım olacak. Bunu kişisel olarak halledeceğim. Büyü sayesin-
de, ailem ve ben evrene hükmedeceğiz! Ve beni durdurabile-
cek hiçbir büyücü hayatta kalmayacak!"
221
KARAKJLİÇin ZAFERİ
msa dönüştür," diye ekledi, büyücünün bronzlaşmış,
,ı yüzünün öfkeyle kızardığını görerek. "Olayları hız-
>a dırmaya hiç de yardımcı olmaz."
rabüyücü, James Boris'e dikkatle baktı, ama Binbaşı Bo-
1 akışlarına sertÇe karşılık verdi. Bir adamı -perişan bir
ja olsa- zorlamanın sınırları vardı. Anlaşılan büyücü o
rlara ulaşmıştı. "Demek zaman kazanmamız gerekiyor," de-
*\. vjenju, terleyen, gergin dudaklı Binbaşı'ya sırtını dönerek.
"Ve her şeyden öte, o kılıca ihtiyacım var!"
James Boris içini çekerek dirseklerini masaya dayadı ve ağ-
rıyan başını ellerine dayadı.
Düşünceler içinde kaşlarını çatan Karabüyücü görmeden,
adamın bakışlarının altında aniden sessizleşen çaydanlığa bak-
tı. Artık burnundan duman çıkmıyordu, içinden gelen gurultu-
lar kesilmişti.
Büyücü gülümsemeye başladı. "Bir planım var," diye mırıl-
dandı. "Barış... buraya barış içinde geldik... tıpkı söylediğin
gibi, Binbaşı Boris." Menju eğilerek parlak portakal rengi ka-
pağı olan yeşil çaydanlığı kaldırdı. "Şimdi, tek ihtiyacımız, me-
sajı bir adama, eğer kartlarımızı doğnı oynarsak bize yardımcı
olmak için can atacak dindar, kutsal kişiye taşıyacak biri."
223
2
BEDELİ BÜYÜK
Artık Merilon'da bahar yoktu.
Tıpkı şehrin büyülü örtüsünün dışına geldiği gibi, kubbeli
şehire de kış gelmişti. O gün kışın gelmesine karar verildiğin-
den ya da Sif-Hanariar görevlerini ihmal ettiğinden değil. Me-
rilon'a kış gelmişti, çünkü mevsimi değiştirmek için çok az Sif-
Hanar kalmıştı. Savaş Alanı'ndaki savaşta hayatta kalanlar o
kadar zayıf düşmüşlerdi ki, pembe ve yumuşak bahar bulutla-
rı yaratmak bir kenara, buz gibi havayı sislendirecek nefesleri
bile ancak kalmıştı.
En yaşlı sakinlerinin bile hatırlayamadığı zamanlardan beri
ilk kez şehrin içinde kar yağıyordu. Yağmur olarak başlamış-
tı; binlerce canlı varlığın yaydığı ısı ve Koruluk ile Merilon
Bahçeleri'nden yükselen nem şehirde kapalı kalmış havayı
yağmur yüklemeye yetmişti. Onu yönetecek Sif-HanaAar ol-
madan, kubbenin içindeki nem seviyesi öyle yükselmişti ki,
hava ağlamaya başlamıştı -ölüler için ağlıyordu, hikâyeler öy-
le diyordu. Gecenin çökmesi ile birlikte, yağmur kara dönüş-
müştü ve şimdi şehir beyaz bir battaniyenin altına gömülmüş-
tü...
"...bir ceset gibi," dedi Lord Samuels ağır ağır, pencereden
dışarı bakarak.
KARftKjLiçm HAFERJ
,-ğj donmuş, karlara bürünmüş bahçe, Gwendolyn'in
ve bayıldığı aynı bahçe değildi. Joram'a duyduğu aşkın
y1 .. .uğü çiçeğe durduğu bahçe değildi. Karanlık sırrını sak-
Saryon'un, çiçekleri korumak için bitkiyi köklediği bah-
KARflKILlÇin ZAFERİ
dan daha neşeli konular sağlayacağını umduğunu da
! v vier Leydi Rosamund'a, küçük bir deyişle veda etti: Geç-
bakarak geri geri yürüyen bir adam, sonunda takılıp ken-
Jjni incitmeye yazgılıdır.
O gece Lord Samuels'in Sınır'a yaptığı yolculuklar sona er-
Ertesi hafta, o ve ailesi Devon Şatosu'na taşındılar, Meri-
n'daki Devon evine yalnızca, zenginlerin ve güzellerin alış-
kanlıklarına uyarak tatillerde ve kış sezonunda döndüler. İste-
dikleri her şeye sahiptiler: servet, konum, artık emsalleri olan,
kendilerinden üstünlerce kabullenme.
Artık Gwendolyn'den bahsedilmiyordu. Eşyaları kuzenleri-
ne verildi, ama bu sade kızlar güzel elbiselere, mücevherlere
ağlamadan bakamıyordu ve kısa süre sonra onları bir kenara
kaldırdılar. Küçük erkek ve kız kardeşlerine Gwen'i sormama-
ları öğretildi.
Lord Samuels ile Leydi Rosamund tüm önemli saray olay-
larına ve partilere katıldılar. Yaşamlarındaki sevinç yok olmuş
gibi görünse de -ve sık sık çevrelerinde olan bitenle ilgilenmi-
yormuş gibi görünüyorlardı- yalnızca uygun asil kayıtsızlığı
teşhir ediyorlardı. Yeni emsallerine mükemmel bir şekilde
uyum göstermişlerdi.
Lord Samuels ile ailesi, Havailerin getirdiği savaşa ilişkin
haberler yüzünden Devon Şatosu'nu terk etmek zorunda kal-
mış, Merilon'daki evlerine henüz dün gece gelmişlerdi. Onun
için çalışan köylülerin korunacağı konusunda temin edilme-
den topraklarını terk etmemesi, Lord Samuels'in düşünceliliği-
ni gösteriyordu. Tarla Büyücülerinin hayatları hakkında Jo-
rarn'dan duyduklarını hatırlayan ve mülkü devraldıktan sonra
köydeki şaşkınlık verici durumu gören Lord Samuels, halkının
227
KfVRflKJLIÇin ZAFER]
rakan değildi, hayatım," dedi Lord Samuels.
"Ama.--"
«Riliyorum- Piskopos Vanya buna inanmamızı istiyor. Ama
s; bilen ve savaştan dönüp anlatan çok fazla insan var.
•? nanın Öte'den geldiği söyleniyor. Yiğitliği ve onuru ile ta-
Sharakan Prensi Garald'ın bu yeni düşmana karşı İmpa-
rator ile yan yana savaştığı söyleniyor."
"O zaman neden Piskopos Vanya bize yalan söylüyor?"
"İşte, hayatım, çoğumuzun bilmek istediği şey de bu," de-
di Lord Samuels kaşlarını çatarak. "Tanıklar öne çıkıp gördük-
lerini anlattıkları halde, halka Xavier'in öldüğünü bile açıkla-
mıyor. Piskopos -Almin beni affetsin— yaşlı ve sakat. Korkarım
taşıdığı sorumluluk onun için çok fazla. Bu benim ve bana
gönderdikleri mesajlara-bakılırsa, başkalarının inancı. Bu gece,
ne yapılması gerektiğini tartışmak için Saray'da bir toplantı dü-
zenlenecek. Ben de katılmayı düşünüyorum."
Lord Samuels konuşurken karısına dikkatle bakmıştı. Karı-
sı kolunu daha sıkı tuttu.
"Bu geceki toplantıyı kim istedi?" diye sordu, kocasının
gözlerinde endişeli bir bakış görerek.
"Prens Garald, hayatım," diye yanıt verdi Lord Samuels sa-
kince.
Leydi Rosamund nefesini tuttu, dudakları itiraz etmek için
aralandı, ama kocası onu engelledi.
"Evet, Vanya'nın bunu muhtemelen ihanet sayacağını bili-
yonım. Ama birşeyler yapılması şart. Şehirde, özellikle de Aşa-
ğı Şehir'de huzursuzluk gittikçe büyüyor. Koruluk'ta Tarla Bü-
yücüleri için geçici konutlar yapıldı, ama o zavallı insanlar bir
deliğe doluşmuş tavşanlar gibi yaşıyor orada. İçlerinde hep
tatminsizlik ve isyan olmuştu. Şimdi evlerinden buraya sürük-
229
KARAKJLIÇin ZAFERJ
•dum " dedi gözleri iri iri açılmış, şaşkınlık içindeki hiz-
"r oturma odasının kapısını açarak. "Sharakan Prensi Ga-
01 A ve Şaryon isimli bir katalist sizi çok önemli bir konuda
örmek istiyorlar."
"İçeri davet et, lütfen," dedi Leydi Rosamund hafifçe. Prens
ald! Burada, evinde! Kocasına hızlı, sorgulayıcı bir bakış
ıatacak zamanı oldu. Kocası sessizce ondan daha fazlasını
h'lmediğini ifade etmişti ki, konukları içeri davet edildi.
P ns'in yanında her zamanki gibi Duuk-tsarith\enn siyah göl-
geleri vardı.
"Ekselansları." Leydi Rosamund reverans yaptı, ama mer-
hum Xavier'e yaptığı reverans kadar etkileyici değildi; hem,
Prens Garald düşmandı. En azından, kırk sekiz saat önce öy-
leydi. Bu o kadar kafa karıştırıcı, o kadar korkutucuydu ki...
"Ekselansları." Lord Samuels eğildi. "Onur duyduk..."
"Teşekkür ederim," diye yanıt verdi Prens Garald, lordun
sözünü keserek. Bunu kabaca, hatta bilerek yapmadı, yalnız-
ca çok bitkindi. "Peder Saryon'u tanıtmama izin verin."
"Peder," diye mırıldandı lord ile leydi.
Ama Katalist başlığını çıkarınca, Lord Samuels şok ve deh-
şet içinde geriledi.
"Sen!" diye haykırdı boş bir sesle.
"Lordum, gerçekten üzgünüm!" Saryon'un yüzü gergin ve
acı doluydu. "Beni... Dönüştürme'den tanıyabileceğinizi unut-
tum. Aklıma gelseydi böyle aniden gelmezdim..."
Leydi Rosamund ölü gibi beyazladı. "Lordum, bu adam
kim?" diye haykırdı, kocasına tutunarak.
"Lord Samuels, Leydi Rosamund," dedi Prens Garald ciddi-
yetle. "Oturmanızı tavsiye ederim. Getirdiğimiz habere taham-
mül etmeniz zor olacak ve ikiniz de güçlü olmalısınız. Bunu
231
KARAKJLIÇin HAFERJ
oitti Devam edemiyordu. Divana uzanarak, Marie'nin
,j 5OİUP s
• ,kı sıkı tuttu ve Prens'e baktı,
elini siivi
rarald Şaryon ile bakıştı, Peder hafifçe başını salladı. Aya-
kalkan Katalist odayı aşıp Lord Samuels'in önünde durdu.
2:1
de yuvarlanmış bir parşömen tutuyordu.
«Lordum," diye başladı Şaryon, ama sesini duyan Leydi Ro-
samund boğulur gibi bir ses çıkardı.
«Sizi tanıyorum!" diye haykırdı, yarı doğrulup Marie'nin na-
zik ellerini ittirerek. "Siz Peder Dunstable'sınız! Ama yüzünüz
farklı."
"Evet, ben sizin Peder Dunstable olarak bildiğiniz adamım.
Evinize kılık değiştirerek girdim." Şaryon utanç içinde kızara-
rak başını eğdi. "Affmızı dilerim. Merilon'a geldiğim zaman bir
başka katalistin yüzünü ve bedenini aldım, çünkü... kendi gö-
rünüşüm ile gelseydim -Kilise tarafından tanınır ve yakalanır-
dım. Joram'ın hikâyesinin ne kadarını biliyorsunuz, lordum?"
diye sordu Şaryon Lord Samuels'e tereddütle.
"Epeyce," diye yanıt verdi Lord Samuels. Sesi şimdi sakin-
di. Bakışları Saryon'a dikilmişti, gözlerindeki dehşet yok ol-
muş, yerini korkuyla karışık umuda bırakmıştı. "Aslında, çok
fazla biliyorum, ya da Xavier öyle düşünüyordu. Joram'ı bili-
yonım. Gerçek ailesini biliyorum. Hatta, kehaneti de biliyo-
rum."
Bunun üzerine Garald'ın yüzü ciddileşti. "Bunu bilen çok
kişi var mı?" diye sordu aniden.
"Kehaneti mi?" Lord Samuels bakışlarını Prens'e çevirdi.
"Evet, Ekselansları. Sanırım öyle. Açık açık konuşulmasa da,
yüksek sınıf asiller arasında arada sırada bahsedilirken yakala-
dım. Hatırlayacağınız gibi, o gün orada pek çok katalist var-
dı...»
233
KARAKILIÇln HAFERJ
uarşılık bu kaydı Peder Şaryon 'a bırakıyorum...
ram'ın Öte'ye girişini tasvir etmesini okurken, Şaryon
, ^ir Lord Samuels'in ve karısının tepkilerini görmek için
kışlarını kaldırıyordu. Yüzlerinde ilk önce şaşkınlık, sonra
rtikçe artan bir kavrayış ve sonunda, gönülsüz, korku dolu
t bir anlayış gördü.
Ölüme, Öte'ye yürürken-sanırım yaptığım buydu- aklım-
dan ve yüreğimden geçen düşüncelerin ve duyguların pek azı-
nı anlatabilirim.
Bu sözler üzerine Leydi Rosamund ağzından bir inleme ka-
çırdı, ardından Marie ona teselli veren sözler fısıldadı. Lord Sa-
muels hiçbir şey söylemedi, ama yüzündeki acı, hüzün ve şaş-
kınlık ifadesi Saryon'a çok dokundu.
Garald'a baktı. Prens gözlerini alevlere dikmişti. Belgeyi
okumuştu; dün gece savaş alanından döndükten sonra Joram
vermişti ona. Defalarca okumuştu ve Şaryon hâlâ tam olarak
anlayıp anlamadığını merak ediyordu. Rahip bu fikirde değil-
di. Kavranamayacak kadar fazlaydı. Doğru olduğunu biliyor-
du. Hem, kanıtlarını kendi gözleriyle görmüştü. Ama o kadar
gerçek dışıydı ki.
O sırada, Gtvendolyn 'in beni takip ettiğinin farkında değil-
dim -kendi ümitsizliğim içinde öylesine kaybolmuştum. Sisle-
rin içine adım atarken onun ismimi söylediğini, beklemem
için seslendiğini duyduğumu hatırlıyorum...
Lord Samuels homurdandı -derin, acı bir hıçkırıktı bu. Ba-
23S
KARAKJLiçın ZAFERİ
aeır beyaz bir sessizlikle kaplamış olmalıydı. Rahip'in
A hışırdayan parşömen sıradışı bir şekilde yüksek ve ra-
edici bir ses çıkardı. Şaryon irkilerek durdu,
nra Prens Garald çok yumuşak bir sesle konuştu. "Lor-
dum, buradalar, evinizde."
Tord Samuels başını kaldırdı. "Burada mı? Gwen'im..."
Leydi Rosamund hevesli bir haykırışla ellerini kavuşturdu.
"Salonda bekliyorlar. Güçlü olduğunuzdan emin olmak is-
rivonırn, lordum," diye sözlerine devam etti Garald içtenlikle,
sandalyesinden fırlayacak gibi görünen Lord Samuels'in kolu-
nu tutarak. "Unutmayın! Onlar için on yıl geçti! O artık tanıdı-
ğınız genç kız değil! Değişti..."
"O benim kızım, Ekselansları," dedi Lord Samuels boğuk
bir sesle, Prens'i bir kenara iterek. "Ve eve döndü!"
"Evet, lordum," diye yanıt verdi Prens sessizce, hüzünle.
"Eve döndü. Peder Şaryon..."
Katalist tek kelime etmeden çıktı. Leydi Rosamund, yanın-
da Marie ile gelip kocasının yanında durdu. Kocası kolunu
ona doladı; Leydi telaşla yüzündeki gözyaşlarını silerek ona
tutundu, saçlarını düzeltti. Sonra Marie'yi yakaladı, bir eliyle
Katalist'in, diğer eliyle kocasının kolunu tuttu.
Şaryon, Joram ve Gwen eşliğinde döndü. İkisi kapıda, içe-
ri girmeye tereddüt ederek durdu. Buldukları ağır kürklere ve
başlıklara bürünmüşlerdi, hizmetkârlara gerçek kimliklerini
belli etmek istememişlerdi. İçeri girince, Joram başlığını arka-
ya attı, ilk bakışta taş gibi soğuk ve duygusuz görünen yüzü-
nü gösterdi. Ama Lord Samuels ile Leydi Rosamund'u görün-
ce adamın sert yüzü perişan oldu. Kahverengi gözlerinde yaş-
lar parıldadı. Bir şey söylemeye çalışacak gibi oldu, ama ko-
nuşamadı. Nazikçe karısına dönerek, Gwen'in başındaki baş-
237
3
TUZLUKLAR VE ÇAYDANLIKLAR
. Henüz akşamın geç saatleri olsa da, kar yağışı Merilon'a
seceyi erken getirmişti. Ev Büyücülerinin büyüleri Lord Samu-
els'in zarif malikânesinden ışıkların yumuşak bir şekilde par-
layarak Leydi Rosamund'un Marie ve kızı ile oturduğu neşe-
siz odaya neşeli bir aydınlık getirmesini sağladı. Işık küreleri
uzun zamandır kapalı duran konuk odalarında parladı ve hiz-
metkârlar çarşafları havalandırdılar, yatakları ısıttılar, uzun za-
man kullanılmamaktan doğan küf kokusunu gidermek için
üstlerine gül yapraklan saçtılar. Hizmetkârlar çalışırken, birbir-
lerine ölümden dönen insanların hikâyelerini fısıldadılar.
Evde karanlık kalan tek oda, lordun çalışma odasıydı. Ora-
da toplanan baylar, konuşmalarının karanlık doğasına uygun
görünen gölgeleri tercih etmişlerdi.
"Karşı karşıya olduğumuz durum bu, Lord Samuels," diye
bitirdi Joram, pencereden dışarıya bakıp, yağmaya devam
eden karları izleyerek. "Düşman dünyamızı ele geçirmeye ve
büyüyü evrene salıvermeye kararlı. Onları böyle bir şeyin güç
olacağına ve onlara pahalıya mal olacağına ikna ettik."
Son saati elinden geldiğinde Şeref Meydanı'ndaki savaşı
anlatarak geçirmişti. Lord Samuels sersem bir sessizlik içinde
dinledi. Öte'de yaşam. Bir bakışla öldüren demirden yaratık-
KARAKİLİÇİİİ ZAFERİ
savunmaya hazırlamalıyız."
kını ofl*-
«tlk önce birisi kontrolü, Kristal Katedralinde büzülüp, onu
ması için Almin'e sızlanan jöle yığınından almalı," dedi
İd "Affınıza sığınırım, Peder Şaryon."
Katalist solgu solgun gülümsedi ve başını salladı.
"Haklısınız elbette, Ekselansları, ama halk kimi takip ede-
k?" Lord Samuels sandalyesinde kıpırdandı, öne eğildi. Bu
*' olitikaydı, anlayabildiği bir şey. "d'Chambrey gibi bazıları fi-
kir ayrılıklarını bir kenara bırakıp bu ortak düşmanla savaşa-
cak kadar zekidir. Ama başkaları da var -kalın kafalı, inatçı bir
katır olan Sör Chesney gibileri. Bu diğer dünyalar hakkında
anlattıklarınızın herhangi birine inanacağından kuşkuluyum.
Merhametli Almin!" Lord Samuels elini grileşmekte olan saçla-
rından geçirdi. "Ben de inandığımdan emin değilim ve kanıtı
gözlerimin önünde..."
Bakışları adamların oturmuş, konuştukları çalışma odasın-
dan yan taraftaki oturma odasına kaydı. Yarı açık kapısından
zar zor görülebilen zarif mobilyalı soğuk, resmi odadan
Gwen'in sesi geliyordu. Saryon'a, bu savaş ve ölüm konuşma-
larına eşlik etmeye uygun, hüzünlü, büyüleyici bir müzik gibi
geldi.
"Lütfen yanlış anlamayın," diyordu Gwendolyn kafası ka-
rışmış, şaşkın annesine. "Kont Devon evinde yaptığınız deği-
şikliklerin çoğundan memnun. Ama her şeyi çok kafa karıştı-
rıcı buluyor, yeni mobilyalar, falan. Bir de, o kadar çok mo-
bilya var ki! Bütün bunların gerekli olup olmadığını merak
ediyor. Özellikle de bu sehpalar." Gwendolyn elini salladı.
"Döndüğü her yerde bir başka sehpa buluyor. Geceleyin on-
lara çarpıp duruyor. Ve tam onlara alıştığını sandığı bir anda,
porselen dolabının yerini değiştiriyorsunuz. Yıllarca aynı yer-
241
K£R£KJLIÇln ZAFERİ
dalgın dalgın parmaklarını saçlarından geçirdi. "Öte
KARAKJLIÇin HAFERJ
„ Aniıyorum." Garald, bakışlarını kapalı kapıya çevirerek
düşündü-
Sary°n başını salladı.
«jjayır, Ekselansları," dedi sessizce. "O bize yardım ede-
mez. Bildiğimiz tek şey, porselen dolaplarından ve tuzluklar-
dan bahseden bu talihsiz Kont'un daha önemli bir şey açıkla-
"mak İÇİn dikkatimizi çekmeye çalışıyor olabileceği. Ama eğer
öyleyse, Gwendolyn bu bilgiyi bize aktaramaz. Ölülerle ileti-
şim kurabiliyor, ama yaşayanlarla, hayır."
Prens ısrar edecek oldu, ama Şaryon -Lord Samuels ile Jo-
ram'a birer bakış fırlatarak- başını hafifçe salladı ve Prens'e,
en azından iki kişi için, bunun acı verici bir konu olduğunu
hatırlattı. Baba, yüzünde bir şaşkınlık ve acı ifadesiyle kapalı
kapıya bakıyordu. Acı bir teslimiyet içinde ölmüş, karla kap-
lanmış koca bahçeye bakıyordu. Prens Garald boğazını temiz-
leyerek konuyu değiştirdi.
"Merilon'un bir öndere, halkı harekete geçirebilecek birine
ihtiyaç duyduğundan bahsediyorduk," dedi. "Daha önce de
söyledim, aklıma yalnızca bir kişi geliyor..."
"Hayır!" Joram sabırsız bir hareket ile pencereden döndü.
"Hayır, Ekselansları" diye ekledi daha nazik bir şekilde, yanı-
tının sertliğini yumuşatmak için gecikmiş bir çaba göstererek.
"Joram, beni dinle!" Garald tartışmak için eğildi. "Şu anda
sen..."
Aniden odanın ortasında bir Koridor açılarak Prens'in sö-
zünü kesti. Odadaki herkes beklenti içinde içine baktı, bir an
hiçbir şey görülmedi. Ama Şaryon içeriden gelen sesleri duya-
biliyordu ve bir mücadele gibi geldi ona.
"Çek ellerini üzerimden! Tosun! Kadifeyi mahvettin. Bir
hafta boyunca kolumda parmak izleri olacak! Ben..."
24S
KARAKJLIÇln ZAFERİ
nıluk'tan çıktılar ve Katedral'e doluştular. Piskopos'u
k istiyorlar." Siyah başlık hafifçe eğildi, bir el önemse-
bir hareket yaptı. "Onları durduramadık, Ekselansları,
larında pek az katalist olsa da, büyüleri hâlâ güçlü ve bi-
zim gücümüz zayıfladı."
"Anlıyorum," dedi Prens Garald ciddiyetle, Lord Samuels'e
•'korku dolu bir bakış fırlatarak. Şaryon ikisinin de Joram'a bak-
gını gördü, ama Joram onlarla gözgöze gelmeyi reddetti, sır-
unı dönüp, artık kararan havada zar zor görülebilen bahçeye
baktı. "Piskopos ne yapıyor?"
"Onları görmeyi reddediyor, Ekselansları. Katedral kapıla-
rının büyüyle mühürlenmesini emretti. Tarikatımızda büyü ya-
pacak gücü kalanlar kapıları koruyor."
"Demek şimdilik Katedral güvende, öyle mi?"
"Evet..."
"Oraya saldırmayacaklar, Ekselansları!" diye haykırdı Mosi-
ah. "Kimseyi incitmek istemiyorlar! Korkuyorlar ve yanıt arı-
yorlar. "
"Baban aralarında mı, Mosiah?" diye sordu Prens Garald
sessizce.
"Evet, lordum," dedi Mosiah. Yüzü kızarmıştı. "Önderleri
babam. Dünkü savaşta neler olduğunu biliyor. Ona ben söy-
ledim. Belki hata yaptım," diye ekledi yarı gururlu, yarı utanç
dolu bir meydan okumayla, "ama gerçeği bilmeye hakları
var!"
"Gerçekten de öyle," dedi Prens Garald, "ve umarım onla-
ra bu bilgiyi verme fırsatı bulumz." Joram'a baktı. Joram sert
ve duygusuz bir ifade ile geceyi izlemeye devam etti. Harita-
ları bir kenara iten Prens Garald ayağa kalktı ve ellerini arka-
sında kavuşturup odayı adımlamaya başladı. "Demek, Sim-
247
KARAKİLIÇln ZAFERJ
söylerneliym-
«pöer düşman kampına gittiysen, bize ne gördüğünü an-
r diye ısrar etti Joram.
«Ah gittim," dedi Simkin, ince parmağı ile bıyığını düzel-
gk "Sana kanıtlayayım mı, Kralım? Hem, ben senin soytarı-
Unuttun mu? İki Ölüm kartını? Senin iki kere ölmeni? O
-aman t>ana gülmüşlerdi," -kurnaz gözlerle Mosiah ile Sar-
von'a baktı- "ama şimdi güldüklerini göremiyorum. Kampa
sirmek için bayağı uğraşmam gerekti. Koridorlar'da siyah ve
ürkütücü şeyler dolanıyor" -Duuk-tsarithlere kavurucu bir ba-
kış fırlattı -"hepsi düşmanın çevresinde bekleşiyor...
"Bu sona erecek, bu arada," diye ekledi Simkin kayıtsızca.
"Kendine Karabüyücü İt Şeyi ya da öyle bir şey diyen eski bir
dostun Koridorlar'ı mühürledi..."
Joram dudaklarına kadar beyazladı, o kadar soldu ki, Şar-
yon yanına gidip destek veren elini koluna koydu. Demek
buydu, diye düşündü Şaryon. Baştan beri korktuğu gerçekleş-
meye başlıyor.
"Menju," dedi Joram, zar zor duyulan bir sesle.
"Ne dedin? Menju mu? Şeytani bir isim! Ama sevimli bir
adam. Yanında kaba bir tip var -kısa, kalın enseli, çay içme-
yen bir asker. Her neyse, orada, masasının üzerinde mükem-
mel bir çaydanlık olarak oturdum. Kaba olan, beni eli ağır bir
Çavuşla dışarı yolladı, neyse ki aklı kıt bir adamdı. O bakmaz-
ken geri dönmek çok kolay oldu. Yani, sevgili oğlum, beni
dinliyor musun?"
Joram yanıt vermedi. Saryon'un elini nazikçe ittirerek kör
gözlerle, beyaz cüppesi yeri süpürerek şömineye yürüdü. Şö-
mine rafına tutunarak gergin, endişeli bir yüzle ölmekte olan
ateşin közlerine baktı.
249
KARfıKJLIÇin ZAFERJ
«coykınm mı?" diye tekrarladı Garald şaşkınlık içinde. "Bu
fle anlama geliyor?"
«3ir insan ırkının yok edilmesi," diye yanıt verdi Joram
etçe. "Elbette mantıklı geliyor. Menju'nun hepimizi öldürme-
si gefek"
251
4
ALMIN MERHAMET ETSİN
"Joram, sesini alçalt!" diye emretti Mosiah.
Ama çok geçti. Odaların arasındaki kapı açıldı ve Leydi R0.
samund belirdi. Yüzü solgundu. Anlaşılan o ve Marie Joram'ın
sözlerini duymuşlardı. Yalnızca Gwendolyn etkilenmemişti,
oturma odasında oturmuş, merhum Kont Devon ile gevezelik
ediyordu.
"Ben açıkladığıma göre, eminim porselen dolabını kuzey
duvarına geri koyacaklar," diyordu. "Başka bir şey var mıydı?
Tavanarasında fare var, demek. Orada saklanan portrenizi yi-
yorlar. Söylerim, ama..."
Leydi Rosamund dalgın bakışlarını kızından kocasına çevir-
di. "Fareler! Porselen dolapları... Şimdi... burada söyledikleri-
ni duydum! Bizi öldürecekler mi? Neden? Bütün bunlar neden
oluyor?" Ellerini yüzüne götürerek ağlamaya başladı.
"Hayatım, sakin ol," dedi Lord Samuels, karısının yanına
seğirterek. Onu kollarına aldı ve saçlarını okşayarak başını
göğsüne dayamasını sağladı. "Çocukları unutma," diye mırıl-
dandı, "ve hizmetkârları."
"Biliyorum!" Mendilini ısıran Leydi Rosamund ağlamayı bı-
rakmaya çalıştı. "Güçlü olacağım. Olacağım!" dedi, boğulur gi-
bi. "Yalnız... bu kadarı çok fazla.. Zavallı çocuğum! Benim za-
KARAKjLiçın HAFERJ
valb çocuğum!"
vlar, Ekselansları," dedi Lord Samuels, çalışma odasına
ak "lütfen beni affedin. Gel, hayatım," dedi, karısının
- kalkmasına yardım ederek. "Seni odana götüreyim. Her
KAR£Kjnçın ZAFERİ
isafiri olduğunu söylediği şeyler mantıklı geliyor. Boris
bizi katletme emri alarak gelmedi! Kuşkusuz, bir güç
ijtifâyd
rerisi ile bizi sindirmek için geldi. Teslim olacağımızı he-
hyordu. Ama Menju bunu istemiyor." Joram bakışlarını Ga-
sap
Id'dan titreşen közlere çevirdi. "Büyü istiyor. O bu dünyada
, gjnuş. Geri dönmek ve gücünü kazanmak istiyor. Ve bu
dünyadaki, ona karşı tehdit oluşturabilecek herkesin ölmesini
"istiyor!"
"Demek bu yüzden katalistleri tutsak alıyor," dedi Şaryon,
aniden anlayarak. "Onları kendisine Yaşam vermeleri için kul-
lanıyor..."
"...ve o Yaşam'ı kullanarak Binbaşı Boris'i sindirdi ve Ko-
ridorlar'ı kapattı."
"Buna inanmıyorum! Çok saçma!" Çalışma odasının gölge-
leri içinde duran, şimdiye dek unutulmuş Mosiah, Simkin'in
hikâyesini inanamayarak dinlemişti. Şimdi, öne çıkarak
Prens'ten Joram'a, Saryon'a yalvarırcasına baktı. "Simkin bütün
bunları uydurdu! Hepimizi öldüremezler, değil mi -Thimhal-
lan'daki herkesi! Binlerce, milyonlarca insanı!"
"Öldürebilirler ve öldürecekler," dedi Joram basitçe. "Ken-
di dünyalarında, kadim günlerde soykırım yaptılar ve yıldızla-
ra gidip orada yaşam bulduklarında, yine yaptılar —tek suçlan
"farklı" olmak olan varlıkları katlettiler. Öldürmek için son de-
rece etkili yöntemler geliştirdiler -dakikalar içinde büyük ka-
labalıkları yok edebilen silahlar.
"Ama onları bu dünyada kullanmayacaklar," diye ekledi Jo-
ram düşünceli düşünceli. "Menju bu dünyadaki büyünün etki-
lenmesini istemiyor. Yüksek enerjili, Yaşam'ı bozabilecek bir
silah kullanma riskini alamaz..."
Garald sinirle başını salladı, anlaşılan anlamamıştı. "Mosi-
2S5
KflRiiKjuçın ZAFERJ
taffüştı. Mosiah bir yıl önce en iyi ve tek arkadaşı olan
^ama bak«
Artl]< tanımadığı adama baktı.
Geçmiş gün ve gecenin heyecanı ve tehlikesi içinde, Mosi-
I foram'3 bakmaktan kaçınmayı başarmıştı -Mosiah'ın bir yı-
I na karşı on yıl yaşlanmış, bir başka dünyada yaşamış, Mosi-
jjj'ın hayal bile edemediği, kavrayamadığı harikalar görmüş
hjr [oram. Şimdi, suskun, korku dolu sessizlik içinde, Mosiah
artık o kadar iyi bildiği, ama hiç tanımadığı yüzü incelemek-
ten kaçınamıyordu. Gözleri yaşlarla doldu ve bu büyük traje-
di hakkında, halkının ve dünyasının yaklaşan yok oluşu hak-
kında endişelenmesi gerektiğini bilerek kendi kendini azarla-
dı.
Ama bu kavranamayacak kadar büyüktü. Kendini bencil,
ama bunun dışında savunmasız hissederek kendi küçük, kişi-
sel trajedisine odaklandı. Joram'ın sesini dinlemek, ölmüş bi-
rinin sesini dinlemek gibiydi. Mosiah için, bu yabancı aracılığı
ile konuşan, dostunun hayaletiydi.
Şaryon için de öyle miydi? Mosiah, gözleri Joram'a dikilmiş
olan Rahip'e baktı. Katalist'in yüzünde acı ve üzüntü, gurur
ve sevgi ile kanşmıştı ve Mosiah'ın yalnız hissetmesine sebep
oldu. Hayır, Katalist'in adama hissettiği sevgi, gence hissettiği
kadar güçlü ve kalıcıydı. Neden olmasındı ki? Şaryon o sevgi
için hayatını feda etmişti.
Ya Garald? Mosiah'ın bakışları Prens'e kaydı. Bu farklıydı.
prens için bu adamda, genç Joram'da gördüğü hayranlık du-
yulacak yoldaşı bulmak kolaydı. O zamanlar, yaş ve konum
farklılıkları dostluklarını güç kılmıştı. Şimdi, sonunda eşittiler.
Mosiah'ın yerini Garald almıştı.
Simkin'e gelince, Mosiah ona acı bir bakış fırlattı. Joram ge-
2S7
KARAKILIÇin HAFERİ
1 Sonunda Joram konuştu.
"Yetmiş iki saatimiz var," dedi, onlara dönerek. Sesi karar-
sertti. "Onların bize yapmaya niyetlendiklerini onlara
yapmak için yetmiş iki saat."
"Hayır, Joram!" Şaryon sandalyesinden kalktı. "Bunu kas-
tetmiş olamazsın!"
"Seni temin ederim, kastettiğim bu, Peder. Bu bizim tek
umudumuz," dedi Joram soğuk sesle. Ölmekte olan ateşin ışı-
ğını yakalayan beyaz cüppesi, gecenin gelişiyle kararan oda-
nın gri kasvetinde hafifçe parıldadı. "Düşmanı tamamen, son
adamına kadar yok etmeliyiz. Öte'ye dönecek canlı kalmama-
lı. Onları yok ettikten sonra Sınır'ı onarabilir, kendimizi evren-
den sonsuza dek soyutlayabiliriz."
"Evet!" dedi Garald kararlılıkla. "Hızla saldırırız, onları ha-
zırlıksız yakalarız!"
Masaya yürüyen Joram, bir haritanın üzerine eğildi. "Düş-
manın bulunduğu yer burası." İşaret etti, parmaklan ile bir yol
çizdi. "Buraya Zith-el'den Savaş Ustaları getiririz. Yabantop-
raklar'dan atadamlar ve devler. Bu noktalardan saldırırız..."
Sabırsızca çevresine bakındı. "Göremiyorum. Işığa ihtiyacımız
var..,"
Alev küreleri' canlandı, Duuk-tsarithler gölgeleri kovmak
için onları havaya bıraktı.
"Savaş Büyücüleri savaşır!" dedi Mosiah hevesle, Joram ile
Prens'e katılmak için masaya seğirterek.
"Bu planı bu geceki toplantıda asillere sunarız." Prens te-
laşla haritayı yuvarlamaya başladı. "Bundan bahsetmişken, yo-
la çıkmamızın zamanı geldi."
"Ne kadar zamanda hazırlanırız?"
259
KARAKlLIÇIfl ZAFERİ
bahsederken dinliyorum. Almin yok! Aldırmıyor! Bu
?«eden
msız oyunu oynamak üzere yalnız bırakıldık!"
"peder!" Şaşkın Mosiah elini paylarcasına Saryon'un koluna
vmak için yanına seğirtti. "Böyle şeyler söyleme!"
Şaryon öfkeyle kolunu kurtardı. "Almin yok! Merhamet
yok!" diye haykırdı acı acı.
Bir başka odadan gelen bir çatırtı Katalist'in sözünü kesti.
Hizmetkârların bağırışı, Duuk-tsarithler dahil herkesin çalışma
odasından yemek odasına koşmasına sebep oldu. Simkin dı-
şında herkes. O kargaşadan faydalanarak sessizce, hızla orta-
dan kayboldu.
"Gwendolyn!" Joram karısını tuttu. "Sen iyi misin? Peder,
çabuk gel! Kendini yaralamış!"
Porselen dolap paramparça olmuştu, tahtaları kırılmıştı;
içindeki kırılgan porselenler ve camlar yere saçılmış parçalar-
dan başka bir şey değildi. Yıkıntının ortasında Gwendolyn diz
çökmüş, elinde bir parça kırık cam tutuyordu. Parmaklarından
kan damlıyordu.
"Çok üzgün, gerçekte çok üzgün," dedi Gwen, çevresine
parlak mavi gözlerle bakarak. "Ama her şeyi o kadar değiştir-
mişsiniz ki, artık kendi evini bile tanıyamıyor."
261
5
İMPARATORUN OĞLU
aDışarıdaki kalabalığın mırıltıları Kristal Katedral'in duvar-
larının içinde duyulabiliyordu. Sokaklardan kabaran, yuvarla-
nan dalgalar halinde saydam yüzeyine çarpan bir okyanus gi-
biydi.
Sandalyesinin yanında duran, dışarıdaki, yağmurla sırılsık-
lam olmuş alacakaranlıkta havada süzülen yüzlerce insana ba-
kan Piskopos Vanya sağ yumruğunu iktidarsız bir öfkeyle sık-
tı. Sol elini de yumruk yapmak isterdi, ama o yanında gevşek-
çe sarkıyordu. Vanya dalgın dalgın uzandı ve emirlerine itaat
etmeyi reddeden kolunu ovaladı. Gözleri aşağıdaki kalabalığa,
gittikçe artan bir sinirle dik dik bakıyordu.
"Benden ne istiyorlar?" diye sordu, bakışlarını Kardinal'e
çevirerek. Kardinal kötücül bakışları karşısında geriledi. "Be-
nim ne yapmamı bekliyorlar?"
"Belki de onlarla konuşmanızı, birkaç söz söylemenizi...
Onlara Almin'in yanlarında olduğunu söylemenizi," diye öne-
ride bulundu Kardinal yatıştırıcı bir tavırla.
Piskopos burun kıvırdı, o kadar yüksek bir ses çıkarmıştı
ki, zaten endişeli bir korku ile titremekte olan Kardinal irkildi.
Piskopos papazına o fikir hakkında ne düşündüğünü söyleme-
ye hazırlanırken aşağıdaki kalabalığın üzerine bir sessizlik
KARAKJLİÇin ZAFERİ
ve
her iki adamın da dikkatini çekti.
*tü
ç° J". JJ ne oldu?" diye mırıldandı Vanya, kristal duvardan
bakmak için dönerek. Kardinal yanına seğirtti. "Gördün
Piskopos yine burun kıvırdı. "Ne demiştim?"
Kalabalığın arasında, siyah bir kuğu sürmekte olan Prens
„\A belirmişti. Yanında Joram vardı. Beyaz cüppeli adamı
(3araıu
-,en kalabalığı bir heyecan dalgası sardı. Kristal duvara yas-
lanan Piskopos bağırışlarını duyabiliyordu.
"Ölüm Meleği!" diye tekrarladı acı acı. Titreyen papazına
baktı- "Onlara Almin'in yanlarında olduğunu söylememi ister
misin, Kardinal? Hah! Karabüyücü Prens yönetiyor onları, in-
san şeklindeki şeytan, Ölü bir adamla ittifak halinde! Onları
doğrudan sonlarına götürüyor! Ve koyun gibi takip etmekten
tatmin olamayan onlar, koşturup, kendilerini yamaçtan aşağı
atıyorlar!"
Dudaklarını öfkeyle büzen Piskopos duvarlarının dışındaki
sahneyi izlemek üzere döndü yine.
Kuğunun sırtından inen Prens Garald, kalabalığın tepesin-
de süzülen mermer bir platformun üzerinde yürüdü. Pelerinin
başlığını arkaya atarak, başı açık bir şekilde yağmurun altında
durdu ve sessizlik isteyerek ellerini kaldırdı. Joram sessizce ta-
kip etti. Huzursuz görünüyordu. Platformun yağmurla kaygan-
laşmış yüzeyinden, yerden oldukça yüksekte duruyordu.
"Thimhallan yurttaşları, beni dinleyin!" diye bağırdı Prens
Garald.
Kalabalığın bağrışması kesildi, ama yerini alan sessizlik öf-
keli bir sessizlikti, neredeyse önceki gürültüden de yüksekti.
"Biliyorum," dedi Garald sessizliğe. "Ben sizin düşmanını-
zın!. Ya da, düşmanınızdım, çünkü artık değilim!"
Vanya bunun üzerine birşeyler mırıldandı.
263
KARftKjuçın ZAFER]
, puvardan kayan yağmur damlaları Piskopos eriyormuş
... Sinmesine sebep oluyordu. İnsanlar bakışarak, mırılda-
rak bakışlarını Piskopos'tan uzaklaştırdılar ve Prens'i dinle-
meye devam ettiler.
"pusman orada," diye sözlerine devam etti Prens Garald
«inansızca, kalabalığın huzursuz seslerini bastırmak için bağı-
rarak, "hayal edebileceğiniz tüm düşmanlardan daha korkutu-
cu- Bu düşman Sınır'ı aştı! Öte'den, Ölüm âleminden geldi! Bu
düşman dünyamızın ölümü için çalışıyor!"
Kalabalık yüksek sesle haykırarak Prens'in sözlerini boğdu.
Piskopos başını salladı, dudakları alayla kıvrıldı. "Kraliyet
Evi'ne, ölü olan ama yaşayacak olan, tekrar ölecek ve tekrar
yaşayacak olan biri doğacak. Ve o geri döndüğünde, elinde
dünyanın yıkımını tutuyor olacak... " diye tekrarladı Vanya
yumuşak sesle. "Takip edin onu, sizi aptallar. Takip edin..."
"Bu düşmana karşı birleşmeliyiz!" diye haykırdı Garald ve
kalabalıktan bir tezahürat koptu. "Kent-devletinizin asilleri ile
toplantı yaptım. Benimle aynı fikirdeler. Savaşacak mısınız?"
"Evet, ama bizi kim yönetecek?"
Ses kalabalığın ön taraflarından gelmişti, Sade, perişan Tar-
la Büyücüsü giysileri giyen bir adamdan. Tereddütle, sanki ar-
kadan itilmiş gibi öne süzüldü. Yamrı yumru şapkasını kafa-
sından çıkardı, beceriksizce elinde tutaı ve 'başta, Prens'in
önünde durduğu için utanmış göründü. Ama orada, platfor-
mun önünde süzülmeye başlayınca omuzlarını dikleştirdi,
Prens'e ve beyaz cüppeli adama sessiz bir vakarla baktı.
O anda, sessizce, fark edilmeden siyah kuğunun arkasında
oturmakta olan genç bir adam yükseldi ve süzülerek gelip Tar-
la Büyücüsünün yanında durdu.
"Prens Garald," dedi genç adam, "babamı tanıtmama izin
26S
KARfıKJLiçın ZAFERJ
veriyorum ve sizden de..."
' »Havır hayır! Biz Sharakan'ı takip etmeyiz!"
-içimizden biri!"
Utanç içinde kızaran Mosiah babası ile tartışıyordu. Garald
m'a "Dememiş miydim," dercesine bir bakış fırlattı. Bakış-
joranı a,
i ndan kaçınan Joram, sesini duyurmaya çalışıyordu ki, kala-
balığın ortasından gelen tek bir ses gürültünün üzerinden yük-
seldi.
"Onları sen yönet, oğlum!"
Kalabalık sustu. Ses tanıdık geliyordu. Sessizce söylenmiş
0lsa da sözler, derin bir hüzünle karışık öyle bir gururla telaf-
fuz edilmişlerdi ki, yüreklerde bir haykırıştan daha yüksek
yankılandı.
"Kim söyledi bunu?" Havada süzülenler ayaklarının dibine
baktılar, çünkü ses aşağıdan gelmiş gibiydi.
"O söyledi! Yaşlı adam! Kenara çekilin, bırakın konuşsun!"
Yaşlı adamın üzerinde süzülen pek çok kişi onu işaret et-
ti. Gerileyerek onu gittikçe genişleyen bir çemberin ortasında
yalnız bıraktılar. Yaşlı adam yerde kaldı; diğerleri ile birlikte
havalanmadı. Yanında katalist yoktu, hiçbir dost, hiçbir akra-
ba yoktu. Giysileri perişan ve lime limeydi, sanki paçavralar
halinde üzerinden dökülecek gibiydi. O kadar eğilmiş, kam-
buru çıkmıştı ki, platforma bakmak için başını kaldırmakta
KARAKİLİÇİİİ HAFERİ
i benden aldıkları günü hatırlıyorum. Annenin döktü -
KARBKJLIÇin HAFERJ
"Bunu söyleme!" Joram bir kez daha gitmeye çalıştı, ama
k cok geÇu- İnsanlar sorular sorarak, yanıtlar talep ederek,
sh adamı dirsekleyip yollarından iterek çevresinde kabardı,
tmparator'un son sözleri duyulmadı, kalabalığın şamatası için-
ae kayboldu.
"Geveze, ihtiyar aptal," diye hırladı Piskopos Vanya yuka-
rıdan. Xavier haklıydı. Ölümünü hızlandırmalıydık..."
Kardinal şok dolu bir paylama dillendirdi.
Şişman derisinin tabakaları içinde başını çeviren Piskopos
papazını horgören bir bakışla sabitledi. "Bana kutsal saçmalık-
lardan bahsetme. Almin'in kutsal adına neler yapıldığını bili-
yorsun. Dualarını ederken sen gözlerini kapatabiliyorsun, ama
ben gittikten sonra onları açıp ödülleri kapmakta hiç geç kal-
mayacaksın!"
Kalabalığı izlemek için sırtını dönen Piskopos Vanya sadık
hizmetkârının ona fırlattığı düşmanca, nefret dolu bakışı kaçır-
dı.
Hava kararıyordu. Fırtınanın çabuklaştırdığı gece, parmak-
larını Merilon'un üzerine kapatıyordu. Kalabalığın içinde ora-
da burada, sihirbazlar büyülü ateşler yaktı. Rengarenk alevle-
ri ile aydınlanan Mosiah'ın babası -anlaşılan artık resmi söz-
cüydü- bir adım öne çıktı.
"Söylediği doğru mu, lordum?" diye sordu Tarla Büyücüsü,
Prens'e.
"Evet," diye yanıt verdi Prens Garald. Herkesin duyabilme-
si için sesini yükselterek tekrarladı. "Evet, duyduklarınız doğ-
ru -sırf Merilon değil, Thimhallan'daki herkesin utancı-
Korkumuz bu adamın," -elini Joram'ın omzuna koydu— "ölü-
me mahkûm edilmesine yol açtı, bir kez çocukken, bir kez ye-
tişkin olarak. Joram merhum Merilon İmparatoriçesi ile İmpa-
271
KARAKJLIÇin ZAFERİ
jl Kaçış yok mu?" Ne kadar edilgen bir tavır! Oldukça
aklı bir birleşme, sizce de öyle değil mi, Piskopos Haz-
•? Gözyaşlarını ve yağmur yüzünden neredeyse boğula-
çaktım'"
ceS Piskopos Hazretleri'nin arkasından gelmişti. Piskopos
kuyla irkilerek, özel odasına habersiz, davetsiz kimin girdi-
- ni görmek için sandalyesinde kıvrandı.
«Bu rezaletin anlamı ne?" diye püskürüyordu Kardinal.
Genç bir adam -çenesi ve üst dudağı yumuşak, özenle ke-
silmiş kıllarla süslenmişti- kayıtsızca Koridor'dan dışarı adım
attı. Siyah kürklerle süslü, parlak kırmızı brokar sabahlık giyi-
yordu. Kırmızı ayakkabılarının uzun, sivri uçları geriye doğru
kıvrılmıştı. Bir elinde, alev gibi bir portakal renkli ipek parça-
sı dalgalanıyordu.
"Boğulayım emi, Fıçı Hazretleri," dedi sakallı genç adam,
halının üzerinde Piskopos'a doğru yürürken kıvrık uçlu ayak-
kabılarına takılarak, "hiç de iyi görünmüyorsunuz! Sen, orada-
ki" -sersemlemiş Kardinal'e- "bir bardak brendi. Canlan biraz.
Teşekkür ederim." Genç adam kadehi kaldırdı, "Sağlığınıza,
Piskopos Hazretleri," ve tek yudumda bitirdi. "Teşekkür ede-
rim." Genç adam kadehi Kardinal'e uzattı. "Bir tane daha.
"Ah, Piskopos," diye devam etti neşeyle, "daha iyi görün-
meye başlamışsınız bile. Bir kadeh daha ve neredeyse insan
gibi görüneceksiniz. Ben kim miyim? Beni tanıyorsun, sevgili
Vaııya. Adım Simkin. Neden mi buradayım? Çünkü, Ey Yuvar-
lak ve Sarkık Adam, seninle görüşmeye can atan iki yeni ar-
kadaşım var. Onları ilginç bulacağını düşünüyomm. Sözün
tam anlamıyla, başka gezegenden geliyorlar."
273
6
DONA NOBIS PACEM
"Bu dünyaya barış ile geldik, Piskopos Vanya," dedi Kara-
büyücü Menju pürüzsüz, melankolik bir sesle. "Şimdi anlıyo-
ruz ki, sizin... mm... savaş oyunlarınıza rast gelme hatasını
yaptık. Size göre tamamen kazayla, saldırıya uğradık." Vanya
paylayacakmış gibi göründüğü zaman, yatıştırırcasma söylen-
mişti bu sözler. "Ama bunu bilmediğimizden, ancak bizim
dünyamızda kanun kaçağı olan Joram'ın planlarımızı keşfetti-
ğini ve bizi yok etmek için pusu kurduğunu varsayabildik."
Karabüyücü derin bir iç çekti. "Gerçekten de üzücü bir olay.
Her iki yandan can kaybı, içler acısı. Öyle değil mi, Binbaşı
Boris?"
Piskopos Vanya, yumuşak, yastıklı bir sandalyenin kenarı-
na ilişmiş, sırtı dimdik önüne bakmakta olan askere baktı.
Simkin iki adamın Korfdor'da kullandıkları kılıkları yok etmiş-
ti ve Binbaşı şimdi bir kez daha, Vanya'nın türünün askeri üni-
fonnası olduğunu düşündüğü kıyafete bürünmüştü.
"Öyle değil mi, Binbaşı?" diye tekrarladı Karabüyücü.
Binbaşı yanıt vermedi. O, Simkin ve kendine Karabüyücü
diyen bu adamın odaya girmesinden bu yana tek kelime bile
konuşmamıştı. Vanya büyücünün tekrarladığı onay isteğine
nasıl tepki vereceğini görmek için dikkatle izledi ve sarışın
KARAKJLIÇln ZAFERİ
. ı-,aşı'nın açık renk gözlerinde kıvılcımlanan nefret ve mey-
n okuma parıltısını kaçırmadı. Adamın güçlü, buldog çene-
? 0 kadar sıkılmıştı ki, kalın boynundaki kaslar açıkça görüle-
biliyordu.
Vanya, Karabüyücü'nün tepkisini görmek için baktı. Tuhaf
bir tepkiydi. Sağ elini kaldıran büyücü, defalarca elini esnetti
dalgın dalgın parmaklarını kuş pençesi gibi açtı. Bunu gören
ginbaşı'nın fena halde solması Vanya'nın çok ilgisini çekti.
Kefret dolu bakışları korkuyla doldu, dev omuzlar çöktü,
adam çirkin üniformasının içinde büzülür gibi oldu.
"Bu doğru değil mi, Binbaşı?" diye tekrarladı Karabüyücü
sorusunu.
"Evet," dedi Binbaşı kısaca, sessizce. Dudakları yine sıkı sı-
kı kapandı.
"Binbaşı bu büyülü dünyada son derece rahatsız ve elbet-
te, kendim burada çok tuhaf hissediyor," dedi Menju Van-
ya'ya, özür dilercesine. "Dilinizi aylardır çalışıyor ve söyledik-
lerimizi çok iyi anlıyor olsa da, henüz konuşacak kadar güven-
li hissetmiyor. Umarım sohbetimize katılmamasını mazur gö-
rürsünüz."
"Elbette, elbette," dedi Piskopos, tombul, sağlam elini sal-
layarak. Diğeri Piskopos Hazretleri'nin arkasında oturduğu
dev masanın altında saklanmıştı.
Piskopos bir saat önce kendisi için var olmayan bir dünya-
dan konuklar gelmesinin şokundan hızla kurtulmuştu. Geçir-
diği krize rağmen, Vanya'nın bunca sene zirvede kalmasını
sağlayan keskin gözlem yeteneği ve insanoğlu hakkındaki bil-
gisi hâlâ yerli yerindeydi. Karabüyücü ile iki dünyanın dillerin-
deki benzerlikler ve farklılıklar hakkında -ikisinin de kökleri
kadim zamanlara uzanıyordu- boş boş gevezelik ederken, as-
275
KARAKJLİÇİÜ ZAFER!
v neydi? Acil sorular bunlardı.
Ne istediğine gelince, başta Piskopos'a bu açık göründü.
Men)11
büyü istiyordu. Yaşam olmadan geçen kırk yıl Karabü-
cü'yü kemirmişti. Vanya, Menju'nun gözlerindeki açlığı gö-
biliyordu. Şimdi, evine dönen Karabüyücü bir kez daha kıs-
men Yaşam edinmişti. Tıka basa yemişti ve Piskopos, Men-
•iu'nun bir daha asla aç kalmamaya kararlı olduğunu gördü.
Buraya barış içinde gelmek konusunda yalan söylüyor, di-
ye tekrarladı Vanya içinden, yüksek sesle isimler, zamirler, fi-
iller söylerken. Güçlerimize saldırmaları kaza değildi. Çok hız-
lı çok düzenliydi. Xavier'in raporlarından bu kadarını biliyo-
nım. Duuk-tsarithlere göre, yabancı insan ordusu şimdi ciddi
sorunlar yaşıyor. Büyücülerimiz onları ağır kayıplara uğrattı ve
çekilmeye zorladı. Karabüyücü neden burada? Planı ne?
Onu nasıl kullanabilirim...?
"Dilden bahsetmişken, Simkin'in bizim dilimizi öğrenmesi
beni çok şaşırttı," dedi Karabüyücü.
"Simkin hakkında hiçbir şey beni şaşırtmaz," diye hırladı
Vanya, kırmızılara bürünmüş şekle dik dik bakarak. Pisko-
pos'un ofisindeki divana rahatça uzanmış genç adam, edatlar
ile ilgili konuşma sırasında anlaşılan uykuya dalmış, yüksek
sesle horlamaktaydı.
"Joram'ın onun hakkında bir teorisi var," dedi Karabüyücü
kayıtsızca. Piskopos adamın gözlerinde bir parıltı fark etti, ra-
kibinin elini hesaplamaya çalışan bir kart oyuncusunun bakış-
larıydı bunlar. "Simkin'in bu dünyanın kişileşmiş hali olduğu-
nu düşünüyor -en saf haliyle büyü."
"Çirkin bir düşünce ve Joram açısından çok tipik," dedi
Vanya ekşi ekşi, Simkin'e gösterilen bu ani ilgiden hoşlanma-
yarak. Soytarı destedeki kestirilemez karttı ve Piskopos bir sa-
277
KARAKJLİÇin ZAFERİ
nın koluna koydu ve uzanıp, odadaki herkesin sinirlerini
tiz ve ahenksiz bir sesle bir ezgi mırıldanarak ayakka-
bılarını seyretmeye başladı.
"Barış arzunuza katılıyorum," dedi Piskopos Vanya ihtiyat-
tornbul eli masada sürünürken el yordamıyla ilerleyerek,
„ ıa söylediğiniz gibi, trajik bir şekilde, çok fazla can verildi.
-Ve sevgili imparatorumuz Xavier de bunların arasındaydı. Hal-
kımız kayıplannın acısını derinden hissediyor -Şunu keser mi-
sin!" Bunu, bir cenaze marşı mırıldanmaya başlayan Simkin'e
söylemişti.
"Pardon," dedi Simkin uysallıkla. "Vefat edenler için hisset-
tiklerime kaptırdım kendimi!" Yüzünü divan yastıklarından bi-
rine gömerek, yüksek sesle ağlamaya başladı.
Vanya burnundan derin bir nefes aldı ve iri gövdesini san-
dalyesinde kıpırdattı. Daha sonra pişman olacağı bir şey söy-
lememek için ağzını sıkı sıkı kapattı. Karabüyücü'nün dudak-
larında dolanan, bilgiç gülümsemeyi fark etti. Anlaşılan büyü-
cü Simkin'i tanıyordu...
Ama bu beni neden şaşırtıyor, diye düşündü Vanya teslim
olmuşçasına, çektiği nefesi hızla, sönen bir balon gibi vererek.
Herkes Simkin'i tanır.
"Halkınızın acısını gerçekten anlıyorum," diyordu Menju,
"ve eminim ki, sevgili önderinizi tekrar hayata döndürmek im-
kânsız olsa da, bir şekilde telafi edilebilir."
"Belki, belki." Vanya derin derin iç çekti. "Ama sizinle ne
kadar hemfikir olsam da, bayım, korkarım bu konu benim el-
lerimde değil. Joram, o ünlü suçlu, yalnızca sizin halkınızın
değil, bizim halkımızın da gözünü boyadı. Hatta," diye ekledi
Piskopos Vanya kayıtsızca, "Xavier'in ölümünden Joram'ın so-
rumlu olduğu söylentileri bile yayıldı..."
279
KARAKJLiçın HAFERJ
«Çok adil de ondan," diye karşılık verdi Simkin, Piskopos'a
kınlık içinde bakarak. "Hem," diye devam etti, bir ayağını
ldırıp ayakkabının ucundaki kıvrımın açılmasını sağlayarak,
»Toram'a da onların planlarını söyledim -destek kuvvet gele-
sini-?• Aldığım talimatlara harfi harfine uyarak..."
"Destek kuvvet mi! Simkin talimat mı aldı! Bütün bunların
' anlamı nedir?" diye sordu Vanya. "Buraya barış için geldiğini-
zi söylediniz! Şimdi askeri gücünüzü arttırdığınızı öğreniyo-
rum. Bu kadar da değil," -şişman elini Simkin'e doğru salladı-
"üstelik bu genç adamı casus olarak kullanıyorsunuz! Belki de
şimdi burada olmanızın sebebi budur! Duuk-tsarithleri çağıra-
cağım."
Karabüyücü'nün yüz ifadesi biraz değişti. Piskopos, Men-
ju'nun gözlerinde bir an alevlenen öfkeyi kaçırmadı, ne de
Simkin'e fırlattığı bakışı. Eğer bu Karabüyücü bir Duuk-tsarith
olsaydı, Simkin şimdi divanın üzerinde bir yağ lekesinden baş-
ka bir şey olmayacaktı. Demek, diye düşündü Vanya kendin-
den hoşnut bir şekilde, Menju, Soytarı'yı o kadar da iyi tanı-
mıyor.
"Lütfen aceleyle karar vermeyin, Piskopos Hazretleri," de-
di Menju yatıştırıcı bir sesle. "Kuşkusuz kendimizi korumak
için harekete geçmemizi anlayışla karşılarsınız! İstediğimiz
destek kuvvetler ancak halkınızın saldırısına uğramamız duru-
munda kullanılacak."
Binbaşı Boris'in çizmesi yere sürtündü. Ona hızlı bir bakış
fırlatan Vanya adamın sinirli sinirli yerinde kıpırdandığını gör-
dü.
"Casuslara gelince, bu adam bizim karargâhımızı gizlice
gözetlerken bulundu ve..."
Simkin gülümseyerek ayakkabılarının ucunun yine kıvrıl-
281
KARAKJLIÇin ZAFERİ
nöbet bekliyor. Eğer sizi görürlerse, benim yapacağım
yçbü" Şey sizi koruyamaz.»
«Burası lanet derecede sıcak!" dedi Binbaşı boğuk sesle,
yakasını çekiştirerek.
«Binbaşı'da biraz klostrofobi vardır," diye başladı KarabÜ-
yİİCÜ.
"Binbaşı için özür dilemenize gerek yok," diye sözünü kes-
ti piskopos Vanya. "Bu tip adamları bilirim."
Sandalyesinde arkasına yaslanan Menju, Piskopos'u kısık
gözlerle, sorgularcasına inceledi. Odanın karşı tarafında duran
Binbaşı Boris terle kaplanmış kafasını bir mendille sildi ve ya-
kasını çekiştirdi. Piskopos'un hızlı bir hareketine yanıt veren
Kardinal sessizce sandalyesinden kalktı ve Binbaşı'ya eşlik et-
meye gitti. Binbaşı'nm yanma gelerek gelişigüzel, tek taraflı
bir sohbet başlattı.
Piskopos Simkin'e baktı, ama divandan gelen bir horultu
genç adamın yine uykuya dalmış olduğunu gösterdi.
İkna edilmesine izin vermiş görünen Piskopos Hazretleri
Menju'ya ciddiyetle baktı. "Dünyanın hatırı için, şimdilik öne-
rinizi dinleyeceğim. Askerleri bu konularla endişelendirmenin
gerekli olduğunu düşünmüyorum, ya siz? Pazarlık ve diploma-
si sanatlarından hiç anlamazlar."
Karabüyücü zarif eliyle onaylar bir hareket yaptı. "Daha
fazla katılamazdım, Piskopos Hazretleri."
"Pekâlâ. Tek arzum, bu trajik savaşın sona ermesi. Söyledi-
ğiniz gibi, ben de sebebinin Joram olduğunu düşünüyorum.
Bu durumda, benden istediğiniz nedir?"
"Joram... ye karısı. Canlı olarak."
"İmkânsız."
"Neden?" Karabüyücü omuzlarını silkti. "Kuşkusuz siz..."
283
KARAKJLIÇln HAFERJ
. sözcüğü vurgulayarak," ve bu dünyadaki herkes..."
« burada kalıp barış ve güven içinde, şeytan Joram'ın
lanndan uzak yaşayacak, tıpkı daha önce konuştuğumuz
•ı ?" diye araya girdi Karabüyücü telaşla, bakışları Simkin'e
dikilerek.
"Kesinlikle," dedi Simkin ve sırtüstü yuvarlandı.
«Aslında," diye devam etti Menju, Simkin'i bir an daha iz-
ledikten sonra Piskopos'a dönerek, "Joram'ın bu gezegene ya-
yınlanması için ayarlamalar yapabilirim. Bu dünyalarımız ara-
sında bir bağ olur. Sanırım bunu oldukça büyüleyici bulacak-
sınız, Piskopos Hazretleri. Buraya, ofisinize kurabileceğimiz
büyük, metal kutular var. Bazı kablolar ve teller bağladıktan
sonra bu kutuya bakıp, milyonlarca kilometre uzaktaki bizim
dünyamızda olup bitenleri görebilirsiniz..."
"Metal kutular! Kablolar ve teller! Karanlık Sanatların alet-
leri!" diye gürledi Vanya. "Joram'ı bu dünyadan götürün ve bi-
zi rahat bırakın!"
Menju gülümsedi, omuzlarını silkti. "Nasıl isterseniz, Pisko-
pos Hazretleri. Ve bütün bunlar bizi, Joram'ın nasıl..."
"Ah, yeter!" dedi Simkin sinirle, doğaılup oturarak. "Akşam
yemeği vaktinin geçtiğinin farkında değil misiniz? Ve tüm gün
bir lokma yemedim! Tüm bu Duuk-tsarithler ve İnfazcılar laf-
ları hiç de iştah açmıyor." Portakal renkli ipek parçası dalgala-
narak havadan indi ve Simkin'in eline kondu. "Joram'ı mı isti-
yorsunuz? Çok kolay. Sen, ey, Dişli Adam" -ipek parçasını Ka-
rabüyücü'ye doğru salladı "onu yakalama becerisine sahipsin,
sanırım."
"Evet, elbette. Ama gafil avlanmalı -o ve karısı. Kuşkulan-
mamak..."
"Çok kolay! Benim bir planım var," diye araya girdi Simkin
28S
KARAKJLIÇln HAFERİ
«Ona güvenemeyeceğimizi itiraf ediyor!" dedi Menju;
«Bu onun tarzı," dedi Vanya kısaca. "Simkin daha önce de
•7im için çalıştı ve tatminkâr iş çıkardı. Söylediklerinize daya-
rak, sizin için de çalıştığını anlıyorum. Zamanımız kısa. Baş-
^a bir öneriniz var mı?"
jvlenju Piskopos'u soğuk, düşünceli bakışlarla süzdü. "Ha-
yır;' diye yanıt verdi.
"Ah!" Simkin neşeyle güldü. "Düşes d'Longville'in altıncı
kocası ayaklarının dibine düşüp öldüğü zaman söylediği gibi,
'Sonunda! Sonunda!' Şimdi, işimize dönelim." Heyecanla elle-
rini ovuşturdu. "Bu inanılmaz ölçüde eğlenceli olacak! Ne za-
man yapalım?"
"Yann olmalı," dedi Karabüyücü. "Eğer, size göre, bize ge-
ce saldırmayı planlıyorlarsa, o zamandan önce olmalı. Yaka-
landıktan sonra barış görüşmelerine başlayabiliriz."
"Küçük bir mesele var," diye araya girdi Piskopos. "Joram'ı
elinizde tutabilir, ona istediğinizi yapabilirsiniz, ama Karakı-
lıç'ın bize iade edilmesini istiyoruz."
"Korkarım bu söz konusu bile olamaz," diye karşılık verdi
Karabüyücü tereddütsüz.
Vanya kaşlarını çatıp dik dik baktı ona. "O zaman görüşe-
cek konu da yok! Şartlarınız kabul edilemez!"
"Hadi ama, Piskopos Hazretleri! Güçlerinizin tehdidi altın-
da olan bizleriz! Kendimizi saldırıya karşı korumalıyız! Karakı-
lıç bizde kalacak."
Piskopos'un kaşları daha fena çatıldı -yüzünün bir kenarı
gibi gevşek, sarkarken yapılması zor bir şeydi bu. "Neden? Si-
zin ne işinize yarayabilir ki?"
Karabüyücü omuzlarını silkti. "Karakılıç halkınız açısından
bir simge oldu. Onu kaybetmek -ve 'imparatorlarının aslında
287
KARftKJLIÇin ZAFERİ
yeterince uzadı! Altıncı kocası bir türlü ölmeyince Dü-
,n söylediği bir başka şeydi bu. Size benim her şeyi plan-
jadığımı söyledim zaten."
portakal renkli ipek parçasını Vanya'nın masasına yayan
kin elini üzerinde salladı ve yüzeyinde harfler belirdi.
«Şşş..." diye tısladı, Menju yüksek sesle okuyacak olunca.
"Kaynak'ın kulakları ve gözleri vardır, biliyorsun. Benimle bu-
rada buluş," -ipek mendilin üzerinde beliren ismi gösterdi-
"yarın, öğlen. Joram ve karısını orada tamamen merhametine
kalmış, bebekler kadar masum bulacaksın."
Dudaklarını büzen, gözleri yağ tabakaları arasına gömül-
müş Piskopos Vanya ipek parçasının üzerine yazılmış ismi
gördü ve bembeyaz kesildi. "Bu yer söz konusu bile olamaz!"
"Neden?" diye sordu Menju soğuk bir sesle.
"Kuşkusuz geçmişini biliyorsunuzdur!" dedi Vanya, Kara-
büyücü'yü inanamayan gözlerle izleyerek.
"Hah! Beş yaşımdan beri hayaletlere inanmıyorum! Bu yer
hakkında okuduğum tasvirlere dayanarak, amacımıza çok uy-
duğunu söyleyebilirim. Artı, Simkin'in Joram'ı şüphe uyandır-
madan yakalamak için yaptığı planı anlamaya başlıyorum. Da-
hice, dostum." Büyücü zarif burnunun üstünden Piskopos'a
baktı. "Anlaşmamızdan vazgeçmek için bu bahaneyi kullanmı-
yorsunuz, değil mi, Piskopos Hazretleri?"
"Tam tersine!" diye itiraz etti Vanya içtenlikle. "Yalnızca si-
zin güvenliğiniz için endişeleniyorum, Menju."
"Teşekkür ederim, Efendimiz." Karabüyücü sandalyesin-
den kalktı.
"Unutmayın, sizi uyardım. Her şeyi halledeceksiniz, değil
mi?" Piskopos yerinde kalarak sakatlığını sakladı.
KARAKİLİÇİİİ ZAFERJ
«J^ARABÜYÜCÜ ve Simkin!"
"jvdmmm..." Genç adam düşünceli düşünceli bıyığını dü-
|tti. "Pekâlâ. Bunu daha sonra tartışırız. Şimdi, artık gerçek-
ten gitmek zorundayım. Binbaşı'yı toparla, kılık değiştirelim ve
siz tuhaf insanların yaşamayı tercih ettiğiniz o son derece çir-
kin binalara dönelim."
Yavaşça havalanan, kırmızı brokar sabahlığı Piskopos'un
odasının parlak ışıkları altında alev gibi çakan Simkin halı kap-
lı duvara gitti.
O yanından geçerken, Menju mırıldandığı sözlerin süzüle-
rek geldiğini işitti. "SİMKİN ve Karabüyücü..."
291
7
GÖKTEKİ GÖZ
Güneş telaşla, kendine dikkat çekmeden ufukta battı. Ge-
ce Thimhallan'a hızla çöktü ve yeniay yükseldi. Kötücül bir sı-
rıtışla kıvrıldı; bakışları altında insanoğlunun yaptığı budalalık-
lara gülüyordu sanki...
"Büyücü beni aptal sanıyor!"
Simkin ile "dostlarının" ayrılmasından sonra Kardinal ile
yalnız kalan Piskopos Vanya masasını arkasında oturdu ve Ka-
rabüyücü'nün oturmuş olduğu boş sandalyeye dik dik baktı.
Piskopos, konukları gidene kadar hoş bir şekilde gülümse-
yip durmuştu -ya da en azından yüzünün gülümseyebilen ya-
rısı gülümsemişti. Ama onlar gittikten sonra- Simkin'in geve-
zelikleri gittikçe uzaklaşmıştı, Koridor arkalarından kapanır-
ken Vanya'nın son duyduğu şey, onun sinir bozucu sesi ol-
muştu -yüzünün gülümseyen yansı, felç olmuş arkadaşı kadar
soğuk ve donuk oldu.
"Karakılıç! İstediği bu," diye hırladı Vanya, tombul eli ma-
sanın üzerinde sürünerek. Kardinal ona korkunç bir büyülen-
me ile baktı. "İyi niyet işaretiymiş! Hah! Onun hakkında, güç-
leri hakkındaki gerçeği biliyor. Joram ona söylemiş olmalı.
Hem, Menju Simkin'i tanıyordu. Dönüştürme'yi biliyordu, Jo-
KARAKjLIÇin ZAFERİ
, öte'ye geçmesini biliyordu. Evet! Kılıcı biliyor!
.?Ondan vazgeçeceğimi düşünüyorsan, sen bir aptalsın,
njU!" diye mırıldandı Vanya. Planlan kabarcıklanıp mayala-
r köpüklü bir sona varıyordu. Alnındaki tere bakılırsa, zi-
hinsel kupası taşıyor gibiydi.
"Seni Karabüyücü! Seni Karanlık Sanatların şeytanı! Pis
maçlanna ulaşmak için seçtiğin o lanetli yerdeki iblislerden
korkun olmamasına şaşmamak lazım. Senin de onlardan biri
olduğun açık. Ama Karanlık Efendi'ye hizmet edeceğine bana
hizmet edebilirsin. Beni bu Kehanet'ten kurtar. Beni Jo-
ram'dan kurtar. Onu bir şehit yapar, seni kanını dökmek için
uluyan Prens Garald ile kalabalığa atabilirim. Seni ve acınası
ordunu ele geçirip haça gererler. Karakılıç benim olur..."
Duygularının ısısı ile buz çözüldü ve yarım yüze gülümse-
me döndü.
"İnfazcı'yı çağırt," diye emretti Piskopos.
"Şişman Rahip beni aptal sanıyor," dedi Karabüyücü ken-
dinden hoşnut bir şekilde.
Yarattığı aynaya bakarak dikkatle kravatını ve görünmez
kırışıkları düzeltti. O ve Binbaşı karargâha dönmüş, Binba-
şı'nın ofisinde oturuyorlardı. Simkin'in sağladığı kılıktan kur-
tulmuştu —ama Simkin gitmeden önce, kırmızı brokar sabahlı-
ğın "tam ona göre!" olduğu konusunda temin etmişti onu.
"Bence sen delisin!" diye mırıldandı Binbaşı Boris, boş bir
sesle.
"Ne dedin, James?" diye sordu Karabüyücü, çok iyi duymuş
olmasına rağmen.
"Dedim ki, anlamıyorum!" diye karşılık verdi Binbaşı ağır
ağır. "Bizi her zamankinden daha çaresiz bir duruma sokmak-
293
KflRfiKjLiçın ZAFERJ
başı Boris görmüştü ve hatırlıyordu. Kararan odada, Pis-
Vanya konuklarını, onlar ayrılmadan önce Güzel Meri-
lon'a bakmaya davet etmişti.
Savaşa hazırlanan Merilon'un alacakaranlığı gündüze dö-
? nirülmüştü -sokakları sayısız öfkeli, alev alev güneşle ay-
, njatılmıştı. Binbaşı'nın sert yüzü, kâbuslardan fırlamış gibi
örünen canavarlar havada uçuşurken, iskeletlerden birlikler
sokaklarda yürürken daha da sertleşmişti. Piskopos'un horgö-
rii dolu sözlerini tekrarlayabilir, kendi kendine bunların zarar
verme gücünden yoksun illüzyonlar olduğunu söyleyebilirdi.
Ama bunu savaş alanında bu şeylerle karşı karşıya gelecek
adamlarına kim anlatabilirdi? Ve anlatsa bile, ona inanırlar
mıydı? Özellikle de yoldaşlarının gerçek canavarların gagala-
rında lime lime edildiğini, altedilemez tanklarının gerçek dev-
lerin ayaklarının altında ezildiğini gördükten sonra. Bu kor-
kunç dünyada illüzyonu gerçeklikten ayırt edebilmenin yolu
yoktu.
Korku, yaşayan kurbanlarının etlerini çiğneyen atadamlar
gibi Boris'i çiğniyordu. Pantolonunun sağ cebine sakladığı sağ
eli titriyordu. Çıkarıp bakmamak, hâlâ bir el olup olmadığını
görmek için kendini zor tutuyordu...
"Adamların senin tuzağındaki et parçaları olabilir," dedi
Karabüyücü'ye acı acı, "ama sihirbazların üzerimize aç kurtlar
gibi saldırmasını beklemeyeceğiz. Yarın şehirlerine saldıraca-
ğım. Onları gafil avlayacağım."
Karabüyücü omuzlarını silkti. "Ne yaptığın umurumda de-
ğil, Binbaşı, Karakılıç'ı ele geçirme planlarıma karışmadığın
sürece."
"Karışmayacağım," diye karşılık verdi James Boris, ağır bir
sesle. "Lanet kılıca ihtiyacım var, unuttun mu? Öğle olduğun-
295
KARAKJLIÇln ZAFERİ
di. Ama pek az buldu.
infaza üe son derece tatmin edici bir toplantı yapan Pisko-
vatak odasına çekildi. Burada, bir çömezin yardımı ile ol-
kca geniş bir geceliğe büründü ve yatağa yatırıldı. Oraya
rınca, Vanya gecenin heyecanı içinde dua etmeyi unuttuğu-
fark etti. Kalkmadı. Kuşkusuz Almin bu seferlik papazın-
dan talimat ve tavsiye almadan da yapabilirdi.
Dünyanın bir başka kısmında, Binbaşı Boris de yatağa gi-
riyordu. Standart imalat yatağında yatarken, görünüşte dinlen-
meye çalışıyordu, ama aslında hangisinden daha çok korktu-
ğuna karar veremiyordu -uykuya dalamamaktan mı... yoksa
dalmaktan mı. Her durumda, rüyalarının oldukça nahoş olaca-
ğından kuşkusu yoktu.
İki adam hâlâ uyanıktı -Karabüyücü ve İnfazcı, ikisi de er-
tesi gün avlarını nasıl ele geçireceklerini planlıyordu.
Burada ilgi çekici hiç bir şey bulamayan ay, tam batmaya
hazırlanıyordu ki, eğlendirici bir şeye rastladı.
Başka bir dünyadan gelen ordunun karargâhı olarak hiz-
met veren jeodezik kubbenin bir köşesinde, parlak portakal
rengi sapı olan bir kova duruyordu. Bu hiç de sıradan bir ko-
va değildi. Öfke ile dolup taşmakta olan kova, kelimenin tam
anlamıyla çatlayacak hale gelmişti.
"Menju, seni sahtekâr! Hiç de adil oynamıyorsun! Joram'ı
cesur, yeni bir dünyaya götüreceksin ve beni götürmeyecek-
sin!" Koca sapını şiddetle salladı. "Eh, görürüz bakalım!" diye
öngörüde bulundu kova uğursuzca. "Görürüz..."
297
KARAKJLIÇin HAFERJ
lerin de aynı sona uğradığını söylemiş.
"içeri mühürlenmiş, güven içinde, boğuluyorlarmış."
?? ?? ?? ?
uçuncu KİTAP
I
MERILON İMPARATORU
Gece Merilon'u uykuya yatırmaya çalıştı, ama yatıştırıcı eli
savaşa hazırlananlar tarafından bir kenara ittirildi. Joram şeh-
rin yönetimini devraldı ve Prens Garald'ı askeri önder ilan et-
ti. O ve Prens hemen nüfusu harekete geçirdiler.
Joram halkı ile Koruluk'ta bir araya geldi. Onları bu dün-
yaya getiren büyücünün kadim mezarının çevresinde toplanan
Merilon sakinleri, o neredeyse unutulmuş ruhun yüzyıllar sü-
ren uykusunda, huzursuzca kıpırdanıp kıpırdanmadığını me-
rak ettiler. Rüyası sona erecek miydi, bir başka büyülü âlem
yok mu olacaktı?
"Bu ölümüne bir savaş," dedi Joram halka sertçe. "Düşman
tüm ırkı yok etmek, bizi yeryüzünden tamamen silmek istiyor.
Şeref Meydanı'ndaki sivillere yaptıkları ahlaksızca saldırı bu-
nun kanıtıdır. Bize merhamet etmediler. Biz de onlara etme-
yeceğiz." Durdu. Kalabalığın içinde yayılan sessizlik derinleş-
ti, ta ki her biri içinde boğulur gibi hissetmeye başlayana ka-
dar. Mezann üzerindeki platformda durduğu yerden onlara
bakan Joram, yavaş yavaş, her sözcüğü vurgulayarak konuştu.
"Her biri ölmeli."
Joram Koruluk'tan ayrılırken kimse tezahürat yapmadı. Bu-
nun yerine, sessizce ve hızla görevlerinin başına döndüler. Ka-
KARAKILIÇin ZAFER]
f zja yatağa... ve mezara ihtiyaçları olacaktı.
Aşağı Şehir insan kalabalıklarıyla doluydu: Thimhallan'ın
yerinden gelmeye devam eden Savaş Ustaları, Kaynak'tan
? n katalistler, Yabantopraklar'dan akın eden, isimsiz bir
A hsetten kaçan mülteciler. Sokaklar o kadar kalabalıktı ki, ne
cmak, ne de yürümek mümkündü. Üniversite öğrencileri
kahveleri ve meyhaneleri dolduruyor, savaş marşları söylüyor,
savaşın ihtişamına susuzluk duyuyorlardı. Kalabalığın arasında
dolanan Duuk-tsarithler sokaklarda ölümün kişileşmiş hali gi-
bi yürüyor, düzeni sağlıyor, paniği önlüyor, büyü yetenekleri-
ni deneyen öğrencilerin hevesi düşmandan çok kendileri için
tehlikeli hale geldiğinde, onları sessizce götürüyordu.
Yukarı Şehir de uyanıktı. Tarla Büyücüleri gibi, asillerin ço-
ğu da savaşa hazırlanıyordu. Bazen, kanları da yanlarında du-
ruyordu. Ama asil hanımefendiler daha çok büyük evlerini
mültecilere açarken ya da yaralılara bakarken bulunabiliyordu.
Bir kontesin kendi elleriyle bitki çayı demlediği oluyordu. Bir
düşes köylü çocuklan ile Kuğunun Kaderi oynuyor, anne ba-
balar savaşa hazırlanırken onları oyalıyordu.
Joram her şeyi izliyordu. Gittiği her yerde, insanlar onu al-
kışlarla karşılıyordu. O kurtarıcılarıydı. Garald'm Joram'ın ger-
çek soyu konusundaki gerçek hikâyesinin çevresine ördüğü
romantik yarı doğmları alan halk, onu tanınmaz hale getirene
kadar süslemiş, donatmıştı. Joram itiraz etmeye çalıştı, ama
Prens onu susturdu.
"Halkın şu anda bir kahramana ihtiyacı var -parlak kılıcı ile
onları savaşa götürecek yakışıklı bir krala! Piskopos Vanya bi-
le senin hakkındaki gerçekleri açıklamaya cesaret edemez.
Onlara sen ne verirdin?" diye sordu Garald küçümseyerek.
"Dünyanın sonunu getirecek, Karanlık Sanatların bir silahını
30S
KARfiKjLiçın ZAFERİ
ladan bir ismin olacağına isimsiz olmak daha iyi!"
ramaliel. Tanrı'nın ödülü. İsim aklından çıkmıyordu. Ba-
ının anısı aklından çıkmıyordu. Yaşlı adamın gözlerini hâ-
ı* görebiliyordu... Şiddetle titremekte olduğunu fark edenjo-
ısınmak için karanlık patikalarda yürümeye başladı yine.
Yağmur sonunda durdu. Koridorlar'ı kullanarak diğer kent-
Hçvletlerden gelen pek çok Sif-Hanar, sağanağa bir son ver-
di. Asillerin birkaçı büyücülerin havayı yine bahar yapmasını
istedi, ama Prens Garald reddetti. Sif-HanaAara., yaklaşan sa-
vaşta ihtiyaç olacaktı. Yağmuru durdurup Merilon'daki ısıyı
ılık yapabilirlerdi, ama o kadar. Asiller homurdandı, ama Jo-
ram -yeni imparatorları- Garald ile aynı fikirdeydi ve asillerin
yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Ama Joram gelecekte böyle tartışmaları özleyeceğini düşü-
nüyordu. Yürürken sendeledi. Yorgunluktan bitkin düşmüştü,
savaştan sonraki gece huzursuz uyumuştu, iki dünyaya ait rü-
yalarla rahatsız olmuştu. İkisi de Joram'ı istemeyen dünyalar
-gerçek Joram'ı.
Ben de onları istemiyorum, diye düşündü bitkin bitkin. İki-
si de bana ihanet etti. İkisi de .benim için yalanlardan, aldat-
maca ve hilelerden başka bir şey barındırmıyor.
"İmparator olmayacağım," dedi kendi kendine, ani bir ka-
rarla. "Bütün bunlar sona erdiğinde, hükmetmesi için Meri-
lon'u Prens Garald'a teslim edeceğim. O iyi bir adam; burayı
değiştirebilir, daha iyi bir yer yapabilir."
Ama yapar mıydı? Yapabilir miydi? Ne kadar iyi, asil ve
onurlu olsa da, Prens Albanara smıfındandı, hükmetmek için
kullanılan büyü güçleri ile doğanlardan. Diplomasiye, uzlaş-
maya alışıktı; saray entrikalarından hoşlanıyordu. Değişim gel-
se bile, gelişi uzun sürecekti.
307
KfvRaKJLiçın ZAFERJ
«jsfe demek istiyorsunuz? Delilik değil mi?" diye sordu Lord
„ „,ı<=ls "Ölü kontlarla konuşmak, tavanarasmdaki fareler
Samuc
hakkında gevezelik edip durmak..."
"Delilik, kişinin istese de, istemese de düştüğü bir durum-
dur " dedi Theldara, çenesini çıkarıp Lord Samuels'e dik dik
bakarak. "Bazen beden ahenginin bozulması ile ortaya çıkar,
bazen de ruhun ahenginin bozulması ile. Ve size söylüyorum,
lordum ve leydim, kızınızın hiçbir şeyi yok. Eğer ölülerle ko-
nuşuyorsa, bu yaşayanların arkadaşlığından çok onların arka-
daşlığını tercih etmesindendir. Ve yaşayanların ona nasıl dav-
randığı hakkında duyduklarıma dayanarak, onu pek suçlaya-
mam."
İlaçlarını tatmin edici bir şekilde düzeltmeyi başaran Thel-
dara, sertçe pelerinini istedi.
"Şifa Evi'ne dönüp o korkunç savaşta yaralananlarla ilgilen-
meliyim," dedi, hizmetkâr pelerinini giymesine yardım eder-
ken. "Buranın yakınında bir yere uğramakta olduğum için
şanslısınız, aksi halde bu vakaya bakmak için zamanım olma-
yacaktı. Yaşam için bana güvenen çok fazla insan var."
"Size minnettarız," dedi Leydi Rosamund, parmaklarındaki
yüzüklerle oynayarak, "ama anlamıyorum! Yapabileceğiniz bir
şey mutlaka vardır!"
Theldara'yı Gwen'in yatak odasının kapısına kadar takip
ettiler. Pencereye yaklaşan Joram, yaşam sihirbazının yanıtını
duyabilmek için yüzünü pencereye bastırmak zorunda kaldı.
Ama zahmet etmesine gerek yoktu aslında, çünkü Theldara
yüksek, açık bir sesle konuştu.
"Hanımefendi," dedi, bir parmağını sanki bir bayrak dire-
ğiymiş ve sözlerini üzerine asacakmış gibi kaldırarak, "kim ol-
duğunu ya da nerede olduğunu seçen bizzat kızınız. Yarm
309
KARAKJLIÇin ZAFERJ
Damadın hediyesi acı olmuştu...
Katalist'in sözleri ruhunda yasla yankılandı. Bir zamanlar,
7lın zaman önce Joram bir Baron olmayı hayal etmişti. Ser-
vet ve güç sahibi olduğunda hayatındaki her şey yoluna gire-
cekti. Şimdi Merilon İmparatoru'ydu. Şimdi serveti vardı, ama
satm almak istediği hiçbir şey yoktu. Değeri olan tek şeyini
harcamıştı. Şimdi gücü vardı. Ve onu savaşmak için kullanı-
yordu -sayısız cana malolacak bir savaşta.
Kararmış otların üzerinde yatan ölü bedenler...
Tavanarasmda yatan minik, tüylü bedenler...
Benim hatam! Benim işlerim! Yaptığım her şeye rağmen
Kehanet gerçekleşiyor. Belki onu durdurmak için yapabilece-
ğim hiçbir şey yoktur! Belki başka seçeneğim yoktur. Belki ka-
çınılmaz bir şekilde uçurumun kenarına sürükleniyorumdur...
"Lanet olsun sana!" Karanlık, neşesiz gökyüzüne küfretti.
"Neden bunu bana yaptın?"
Ümitsiz, acı bir öfkeyle yumruğunu genç bir ladin ağacının
gövdesine indirdi.
"Oooof!" diye inledi ladin ağacı. Acı bir haykırışla devrildi.
Dalları kıvranarak, yapraklan hışırdayarak, Joram'ın ayakları-
nın dibinde inleyerek yattı.
311
2
SİMKİN'İN KABUĞU
"Yani!" diye inledi ladin. "Beni öldürdün!"
Ağacın çevresindeki hava ışıldadı ve zaman içinde, Sim-
kin'in zayıf, baygın şekline dönüştü. Simkin karnını tutarak,
saçlarına ve sakallanna yapraklar takılmış, portakal renkli ipek
parçası boynuna sarılmış bir halde yerde yuvarlandı.
"Simkin! Özür dilerim!" Çılgın bir kahkaha atma arzusuyla
savaşan Joram genç adamın ayağa kalkmasına yardım etti.
"Beni affet. Ben -ben o ağacın... sen olduğunu bilmiyordum."
Ağzından küçük bir kahkaha kaçtı. İçinde bir isteri notası
fark eden Joram kararlılıkla kendini onu yutmaya zorladı. Ama
dizleri tutmayan, iki büklüm olmuş Simkin'in eve girmesine
yardım ederken dudakları seğiriyordu.
"Kutsal Almin!" diye haykırdı Leydi Rosamund, onları giriş-
te karşılayarak. "Ne oldu? Simkin! Sen iyi misin? Ah, yazık!
Theldara biraz önce gitti!"
İnleyerek soluyan Simkin, Leydi Rosamund'a acı dolu göz-
lerle baktı, ağzı brendi sözcüğünü oluşturdu ve bayılıp yerde
acınası bir yığın oluşturdu.
Joram, Mosiah ve Prens Garald yardımlaşarak kendinden
geçmiş Simkin'i -kırmızı brokar sabahlığı, kürk çevrili kolağız-
ları, kıvrık uçlu ayakkabıları ile birlikte- oturma odasına taşı-
KARAKJLIÇin ZAFERİ
i r Leydi Rosamund, elleri çaresizce çırpınarak yanlarında
«turdu, şaşkın şaşkın Marie'ye seslendi ve sonuç olarak tüm
eV halkını ayağa kaldırdı.
"Ona ne oldu?" diye sordu Garald, Simkini kabaca divana
bırakırken.
"Ona vurdum," dedi Joram sertçe.
"Zamanı gelmişti!" diye mırıldandı Mosiah.
"İsteyerek olmadı. Bahçede duruyordu, kılık değiştirmiş..."
"Ahhhhh!" diye inledi Simkin, divanda yuvarlanıp kolunu
başının arkasına atarak. "Ölüyorum, Mısır, ölüyorum!"
"Ölmüyorsun!" dedi Garald tiksinerek, hastayı incelemek
için eğilirken. "Yalnızca soluğun kesildi. Doğaılup otur. Ken-
dini daha iyi hissedersin."
Prens'i zayıf bir hareketle kenara iten Simkin, Joram'a yak-
laşmasını işaret etti.
"Seni affediyorum!" diye mırıldandı açması bir şekilde, ye-
ni yakalanmış alabalık gibi nefes almaya çabalayarak. "Hem,
dostlar arasında cinayetin lafı mı olur?" Sönük bakışlarla oda-
ya göz gezdirdi. "Sevgili hanımefendi! Leydi Rosamund. Nere-
desiniz? Gözlerim görmez oluyor. Sizi göremiyoaım! Hızla gi-
diyorum!"
Yanında duran Leydi Rosamund'a elini uzattı. Bakışlarını
Prens Garald'dan kararsızca kocasına çeviren Leydi Rosamund
Simkin'in elini tuttu.
"Ah!" diye nefes verdi Simkin, kadının elini alnına yerleşti-
rerek. "Bir kadının nazik dokunuşu ile cennete uğurlanmak!
Çok yaşayın, Leydi Rosamund. Oturma odanızı... cesedim ile
kirlettiğim için... son kez özür dilerim. Elveda."
Gözleri kapandı, kolu sarktı, başı divanın yastıkları üzerine
düştü.
313
KARAKILIÇIll HAFERJ
hk içinde baktı. Simkin'in rahatça yattığı divanın yanındaki
sandalyede oturan Joram -dönüşünden beri ilk defa- dert-
lerini unutmuş, gevşemiş görünüyordu.
"Soytarının günahlarını affet," diye mırıldandı, inanmadığı
, :r tanrıya dua etme alışkanlığından vazgeçemeyen Katalist.
"Ve ben de özürünü kabul ediyorum, sevgili oğlum," dedi
Simkin, uzanıp Joram'ın dizini okşayarak. "Ama gerçekten de
bir şok oldu," diye ekledi, irkilip, kendini bir başka brendi ka-
dehi ile teselli ederek. "Özellikle de sana iyi haberler vermek
için geldiğim düşünülürse!"
"Nedir o?" diye sordu Joram tembel tembel, Prens Garald'a
göz kırparak. Prens hoşgörü ile başını salladı ve omuzlannı
silkti.
Bakış açısına göre değişmek üzere, ya gecenin geç saatle-
riydi, ya da sabahın erken saatleri. Günün olaylarının yorduğu
Leydi Rosamund Marie eşliğinde yatmaya gitmişti. Lord Samu-
els bayların Simkin ile birlikte oturma odasına toplanmasını
(böylece hastayı hareket etmeye zorlamamış olacaklardı), ya-
tağa gitmeden birer brendi içmelerini ve yatmadan önce, yan-
nın neler getireceğini düşünmeden birkaç dakika geçirmeyi
önermişti,
"Ne haberi?" diye tekrarladı Joram, ateşin bedenini ısıtması
gibi brendinin de kanını ısıttığını hissederek. Üzerine uyku çö-
küyor, yumuşak elleriyle gözlerini örtüyor, yatıştırıcı sözler
söylüyordu.
"Gwendolyn'i tedavi etmenin bir yolunu buldum," diye bil-
dirdi Simkin.
Joram irkilerek doğruldu ve brendisini döktü.
"Bu komik değil, Simkin!" dedi sessizce.
"Komik olmaya çalışmıyorum..."
3IS
KARAKILIÇln ZAFERİ
....çağıranların Tapınağı'na götürdük."
v rırn kulakla dinleyerek sabırsızca brendi kadehine bak-
ışta olan Joram bakışlarını Simkin'e çevirdi.
«^e dedin?"
"Gördün mü, kimse beni dinlemiyor," diye şikâyet etti Sim-
. • acı dolu bir sesle. "Küçük Nate'i Ölüçağıranların Tapına-
- '-na götürdüğümüzü anlatıyordum. Kaynak'ın tepesinde, da-
zirvesinde. Elbette, artık kullanılmıyor. Ama bir zamanlar,
kadim zamanlarda Ölüçağıranlar Tarikatı'nın merkeziydi. Ölü-
ler kilometrelerce öteden gelip, son haberleri alırlarmış, ben
öyle duydum."
Simkin'i duymazdan gelen Joram dönüp Peder Saryon'a
baktı. Karanlık gözlerinde umut öyle parlak yanıyordu ki, Ka-
talist o alevi söndürmek zorunda olduğu için kendinden nef-
ret etti.
"Bu düşünceyi aklından çıkarmalısın, oğlum," diye yanıt
verdi gönülsüzce. "Evet, Tapınak orada, ama harabeye dön-
müş sütunlar ve taş duvarlardan başka bir şey değil. Sunak bi-
le yıkılmış."
"Eee?" dedi Joram, hevesle öne eğilerek.
"Bırak da bitireyim!" dedi Şaryon, alışılmadık bir sertlikle.
"Kötücül, kutsal olmayan bir yere dönüştü, Joram! Katalistleri
kutsallığının geri dönmesi için uğraştı, ama anlatılanlara göre,
geri sürülmüşler ve döndüklerinde korkunç hikâyeler anlattı-
lar. Daha da kötüsü, bazıları hiç dönmedi! Piskopos sonunda
Tapınak'ın lanetli olduğunu ilan etti ve oraya gidilmesini ya-
sakladı!"
Joram sözleri bir kenara itti. "Tapmak Kaynak'ın tepesinde,
Yaşam Kuyusu'nun tepesinde -bu dünyadaki büyünün kayna-
ğının tepesinde! Bir zamanlar muazzam bir gücü olmalı."
317
KARAKJLIÇIn ZAFERİ
"O -hoo!" Simkin burnunu çekti, esneyerek yastıkların ara-
ma uzandı. "Joram'ın yanında, kendisini korumak için Kara-
kıhç olacak zaten."
"Elbette! Karakılıç!" Joram zaferle Katalist'e baktı. "Eğer
orada kötücül bir büyü varsa, Peder, kılıç bizi koruyacaktır!"
"Kesinlikle. Yarın, savaştan önce gidin," diye tekrarladı
Simkin, kayıtsızca battaniyeyle oynayarak.
"Neden yarın konusunda bu kadar ısrar ediyorsun?" diye
sordu Garald.
Simkin omuzlarını silkti. "Mantıklı geliyor. Eğer Gwen ken-
di tavanarasındaki farelerden kurtulursa -alınma, sevgili oğ-
lum— uzun zaman önce aramızdan ayrılmış olanlarla iletişim
kurabilir. Ölüler yaklaşan olaylarda bize yardımcı olabilir.
Hem, Joram, dönüşünde, porselen dolaplarını devirmeyen,
sevgi dolu bir eş tarafından karşılanacağını bilerek savaşa git-
menin ne kadar rahatlatıcı olacağını düşünsene!"
Joram bu son söylev sırasında dilini tutabilmek için duda-
ğını ısırdı, yüzü lanetlilerin çektiği işkencelere maruz kalan bi-
rinin yüzüydü. Kimse konuşmadı. Oda sessizlikle doldu -hu-
zursuz, rahatsız, telaffuz edilmemiş sözlerle dolu bir sessizlik.
Kaşlarını çatarak, sallanan başı bakışları ile delmeye can
atarmış gibi dikkatle Simkin'e bakan Prens Garald ağzını açtı,
sonra fikrini değiştirdi ve dudaklarını sıkıca kapattı. Peder Şar-
yon Prens'in ne söylemek istediğini biliyordu. Aynısını kendi-
si de söylemek istiyordu -Simkin bu sefer nasıl bir oyun oy-
nuyor? Çıkarı ne? Her şeyden öte, hiçbirimizin göremediği
hangi kartlar elinde?
Ama Prens ne kadar istese de, hiçbir şey söylemedi. Bu
son derece kişisel bir konuydu, yalnızca Joram açısından de-
ğil, zavallı kızın babası açısından da. Prens'in Joram'a İmpara-
319
rriAR£AR£î U7EİS S[ TRACY HıCKjnAn
tor olarak sorumluluklarını, halkına karşı görevlerini hatırl t
ması iyiydi. Ama Garald'ın bildiği gibi, Peder Şaryon da T
ram'ın karısını tedavi etmek ve kendi vicdanını rahatlatmak
için her şeyden vazgeçeceğini biliyordu.
Katalist Lord Samuels'a baktı. Adam yüzünü dikkatle ifade-
siz tutuyordu. Başını eğmiş, dokunmadığı brendi kadehi elin-
deydi.
Lordun düşüncelerini okuyan Şaryon, Lord Samuels başıru
kaldırıp ona baktığı ve sonunda sessizliği bozduğu zaman şa-
şırmadı. "Bu yer hakkında birşeyler biliyor gibisiniz, Peder.
Tehlike olduğunu düşünüyor musunuz?"
"Kesinlikle var," diye yanıt verdi Şaryon duygularını ele ve-
ren bir sesle. Lord Samuels'in şimdi ne soracağını biliyordu ve
yanıtını hazırlamıştı.
"Peki... umut var mı?" diye sordu lord, titrek dudaklarla.
"Hayır!" demeye karar vermişti Şaryon. Joram'ın gergin, sa-
bit bakışlarını üzerinde hissedince, inansa da, inanmasa da,
bunu kararlılıkla söylemek istedi.
Ama Katalist umutlarını soğuk mantıkla söndürmek için ağ-
zını açtığı zaman, tuhaf bir duyguya kapıldı. Yüreği göğsünde
acıyla çırpındı. Konuşmaya çalıştığı zaman, boğazı şişti, ciğer-
leri havasız kaldı. Taşa dönüşme duygusu yine korkutucu bir
biçimde içini doldurdu. Ama bu sefer, onu donduran bir bü-
yü yoktu. Şaryon büyük bir elin bedenine uzandığını, onu
boğduğunu, yalanını engellediğini hissetti. Katalist mücadele
etti, ama faydası olmadı. El onu sıkı sıkı tuttu, Şaryon yanıt ve-
remedi.
"O zaman umut var, Peder!" dedi Joram, sabit bakışları Sar-
yon'un yüzünden ayrılmadan. "Bunu inkâr edemezsin! Açıkça
görüyorum!"
320
KARAKJLİÇİİİ HAFERJ
Katalist ona yalvarırcasına baktı, hatta boğuluyormuş gibi
bir ses çıkardı, ama çok geçti.
"Gideceğim," dedi Joram kararlılıkla. "Eğer siz ve Leydi Ro-
sarnund da kabul ederseniz, lordum," diye ekledi sonradan,
rord Samuels'in titrek bir nefes aldığını duyunca.
Lord kekeledi, sesi kısıldı. Ama konuştuğu zaman, sessiz
5jr vakarla konuştu. "Kızım şimdi ölülerin arasında yaşıyor.
Onlara katılmaktan daha kötü, nasıl bir kader bekliyor olabi-
lir ki onu? Eğer bana izin verirseniz, gidip karımla konuşaca-
ğım" Eğilerek, telaşla odayı terk etti.
"O zaman kararlaştırıldı," dedi Joram, ayağa kalkarak. Kah-
verengi gözleri içsel bir ateşle ışıldadı; yüzündeki karanlık ve
sert acı çizgileri yumuşadı. "Sen de bizimle gelir misin, Peder?"
Bu konuda şüphe olamazdı. Saryon'un yaşamı Joram'ınki-
ne bağlanmıştı; o minik, ölüme mahkûm çocuğu kollarında
tuttuğundan beri... El, Saryon'u serbest bıraktı. Aniden özgür
kalınca inleyen, bu açıklanamaz deneyimle sarsılmış Katalist
yanıt olarak ancak başını sallayabildi.
"Yarın," diye tekrarladı Simkin üçüncü kez. "Öğlen."
Bu, Prens Garald'ın sessizce kabullenebileceğinden çok
fazlaydı. Simkin'e keskin bakışlarla bakarak ayağa kalktı, Jo-
ram odayı terk edecekken durdurdu. "Bana bu işe karışmama-
mı söyleme hakkına sahipsin."
"O zaman karışma," dedi Joram soğuk bir sesle.
"Korkarım karışmak zorundayım," diye devam etti Garald
sertçe. "Sana hatırlatmalıyım, Joram, dünyamıza karşı bir so-
rumluluğun var. Tanrım, yarın savaşa giriyoruz! Tekrar düşün-
men konusunda ısrar ediyorum!"
Joram'ın dudakları hafif bir alayla kıvrıldı. "Bu dünya ce-
henneme gidebilir..." diye başladı.
321
KARBKJLiçm ZAFER]
rekiyor?"
"Bu onun tarzı!" dedi Joram sabırsızca. "Ve bundan önce
de bana yardımı dokundu. Hatta belki hayatımı kurtardı..."
"Joram," diye sözünü kesti Garald kararlılıkla, "bu bir tuzak
olabilir. Seni orada hayaletlerden fazla birşeyler bekliyor ola-
bilir. Bir düşün. Ben bütün gün düşündüm. Simkin düşmanın
söylediklerini nasıl anladı? Bu imkânsız, hatta onun 'becerile-
rine' sahip biri için bile. Ne diyeceğini onlar söylememişse,
nasıl anladı?"
. Koridor karanlıktı. Gece için çekilmeden önce, hizmetkâr-
lar büyülü ışıkları kısmışlardı. Koridorun örümcek ağı kaplı
köşeleri beyaz, soğuk bir ışıkla pırıldıyor, sanki yıldızlar evin
içinde böcek gibi uçurken, örümceklerin ağlarına takılmış gi-
bi görünmesine sebep oluyordu. Çok uzakta -kahvaltı odasın-
dan gelir gibi— bir gümleme ve çatırtı duyuldu. Peder Şaryon
kısaca zavallı Kont Devon'ın odalarda dolanıp dolanmadığım
merak etti.
Joram yanıt vermedi. Onun yüzüne bakan ve ayın yüzü gi-
bi beyaz ve soğuk olduğunu gören Şaryon, düşünceli ifadesin-
den, son itirazın, sonunda onu etkilediğini anlayabiliyordu.
Prens Garald da bunu fark etmişti ve akıllıca oradan ayrıldı.
Şaryon da hiçbir şey söylemedi. Kendi kendine, korktuğu-
nu itiraf etti. Hâlâ yaşadığı sinir bozucu deneyimin etkisi altın-
da olan Katalist, herhangi bir şey eklemeye cesaret edemedi.
Ancak Garald'm ektiği kuşku tohumlarının köklenip büyüye-
ceğine güvenebiliyordu.
En azından, bereketli topraklara düşmüş gibiydi. Derin de-
rin iç çeken Joram dönmeye hazırlanırken, boğuk ve hafifçe
tüy dolu bir ses divanın derinliklerinden geldi.
"Soytarına güven..."
323
3
DÜŞÜŞ
Thimhallan'daki tüm asillerin ve üst sınıftan insanların ev-
lerinde olduğu gibi, Lord Samuels'in evinde de bir aile mabe-
di vardı. Mabeüer genelde aynı görünümde olsa da, bazıları
son derece farklıydı, kubbeli tavanlardan daha yüksek, cilalı
gül ağacından daha parlak bir fark. Bazı evlerde, mabedin ko-
nutun kalbi olduğu belli olurdu. Burada herkes -evin hanımı
ve beyi, çocuklar ve hizmetkârlar (başka yerde olmasa da, bu-
rada hepsi eşit sayıldığından- günlük dualarını etmek için, Ev
Katalisti'nin önderliğinde burada toplanırlardı. Bu mabetler
Yaşamla nefes alırdı. Ahşap çok kullanılmaktan parlardı. Al-
min'in ve Dokuz Gizem'in simgesinin işlendiği vitraylı pence-
reler sabah güneşi altında ışıldardı. Geceleyin minik, büyülü
ışıklar mabedi yumuşak »bir parlaklıkla doldurur, ruhu gevşe-
tir, insanı dua ve meditasyona davet ederdi. Almin'in böyle
huzurlu, güzel bir yerde yaşadığına inanmak kolaydı. Böyle
bir yerde onunla konuşmak kolaydı. Yanıtlarını duymak ko-
laydı.
Evin Lord Samuels'den önceki sahibi Kont Devon son de-
rece dindar bir adamdı. Onun zamanında, mabet ışık ve Ya-
şam'la doluydu. Kont'un ölümü üzerine mabet, evin geri kala-
nı gibi kapanmıştı; ışıkları söndürülmüş, mobilyaları siyah ku-
KARAKJLIÇin HAFERJ
cjarla örtülmüş, güzelim vitraylı camların önüne kepenkler
/»İçilmişti. Lord Samuels taşındığında evin geri kalanını dış
dünyaya açmıştı, ama mabet kapalı ve kilitli kalmıştı. Bunu öf-
kesinin ya da sevgili kızını kaybetmenin acısından yapmamış-
tI Lord Samuels, Almin'e yumruğunu sallayıp, "bir daha asla
seninle konuşmayacağım!" diyen adamlardan değildi. Daha
çok sanki, ruhunun içinde birşeyler ölmüştü. Hizmetkârlar
mabedin yine hizmete açılıp açılmayacağını sorduğu zaman,
kendi kendini "Ne faydası var ki!" derken yakalamıştı.
Bu yüzden mabet açılmadı, oymalı gül ağacı kapıları kapa-
lı, pencereleri karanlık ve cansız kaldı. Kapıya yapılan büyülü
mühür sıradışı güce sahipti ve onu kaldırmak için Peder Sar-
yon'un olağanüstü zihinsel çaba göstermesi gerekti. Sonunda
başardığında, içeri girdi, en yakın sıraya yığıldı. Kendi Yaşam
gücünden bu kadar çoğunu kullanmanın gerginliğine alışık
değildi.
Sıralar ince bir toz tabakası ile kaygandı. Yerler de öyle.
Mabetteki her şey tozla kaplıydı. Şaryon tozun nereden geldi-
ğini merak etti. Ele yumuşak geliyordu. Küçük ateş küresini
yaklaştırdığında, kırmızımsı renkli olduğunu ve tatlı koktuğu-
nu gördü. Saryon'un analitik zihni, gerginliğini yok edecek bu
ilgisiz bilgiye sevinerek, hemen çalışmaya başladı. Küçük kü-
reyi yükseğe tutan Şaryon tepesindeki tavanın ahşap kirişleri-
ni zar zor görebiliyordu. Bunların büyüyle şekillendirilmiş se-
dir olduğu kararına vardı. Mabetteki diğer ahşapların aksine,
kirişler kaba ve cilalanmamıştı, muhtemelen kokularını vurgu-
lamak için. Ahşap tozu buradan geliyordu.
Bu sorun çözülünce, Şaryon içini çekti ve düşünmeden
gözlerini ovuşturdu, ama bunu yaptığına hemen pişman oldu,
Çünkü gözlerindeki acıdan, içlerine toz dolmuş olduğunu an-
32S
KARAKJLIÇin ZAFERİ
vince boğulduğunu hissetmişti. Doğru olanı yapmıştı. Feda-
iliğinin Joram'ı derinden etkilediğini, sevgisinin ışığının oğ-
ı nın ruhundaki karanlığı kovduğunu görmüştü. Bu bilgi, Ka-
talist'e sonsuz nöbetinin geceleri ve gündüzleri boyunca des-
rel< olmuştu. Tanrısı ile barış yapmasa da, onu kendi içinde
bulmuştu.
Ya da bulduğunu sanmıştı. Karakılıç taştan eti gibi huzuru-
nu da paramparça etmişti.
Saryon'un elleri acıyordu ve bakışlarını aşağı indirdiğinde,
tatlı canını kurtarmak ister gibi sıranın kenarına tutunmakta ol-
duğunu gördü. Gevşemeye çalıştı. Ama korku duygusu kay-
bolmadı.
"Yarın geceki savaş yüzünden," diye mırıldandı kendi ken-
dine. "Çok şey savaşın sonucuna bağlı. Yaşamlarımız! Bu dün-
yadaki varlığımız! Kaybedersek her şey ne kadar korkunç ola-
cak!"
"Kazanırsak her şey ne kadar korkunç olacak?"
Kim konuşmuştu? Şaryon sözcükleri, tüm hayatı boyunca
duyduğu her şeyden daha açık duymuştu, ama yalnız olduğu-
na yemin edebilirdi. Urpererek çevresine bakındı. "Kim var
orada?" diye seslendi titrek bir sesle.
Yanıt gelmedi. Belki de hiçbir şey duymamıştı. Odada kim-
se olmadığı açıktı, muhtemelen evdeki kimse uyanık değildi.
"Bitkin düştüm," dedi Şaryon kendi kendine, alnındaki so-
ğuk ter damlacıklarını cüppesinin yeniyle silerek. "Zihnim ba-
na oyun oynuyor."
Ayağa kalkmaya çalıştı, bedenine kalkmasını emretti, ama
oturduğu yerde kaldı. El onu aşağı bastırıyordu. Sonra, onu
çağırarak işaret etti.
Şaryon dehşet dolu gözlerinin önünde, savaş sonrasını gör-
327
KARÖKJLIÇin ZAFERİ
-1 dinneyeceğim. gen- tanımıyorum! Seni reddediyorum!"
Sendeleyerek ayağa kalkan Şaryon sallanarak mabetten
ktı DıŞarlYa ulaşınca kapıyı çarparak kapattı ve kapıya yas-
ı ndı nefesi ürperti dolu hıçkırıklarla çıkıyordu. Ama orada,
bedeni ile kapıyı kapalı tutarak dururken, o Varlık'ı asla o
odada kapalı tutamayacağını biliyordu. Kendi varlığını reddet-
meden onu reddedemezdi. O her yerdeydi. Çevresinde...
İçinde...
Şaryon elini yüreğinin üzerine bastırdı, parmaklarını etine
batırdı.
329
4
GÖZ AÇIP KAPAYANA KADAR
Şaryon çılgınca, içine kısılı kaldığı derin uçurumdan kurtul-
maya çalıştı. Her iki yanındaki dik duvarlar gökyüzünü görme-
sini engelliyordu. Kayalık yamaçların arasında kükreyen öfke-
li ırmak onu beyaz, köpük köpük sulanyla kaplamakla tehdit
ediyordu. Sarmaşıklar ayaklarına dolanıyor, ağaç dalları pen-
çemsi parmaklarını onu aşağı çekmek için uzatıyordu. Kaybol-
muş, yapayalnız dolanıyor, bir çıkış yolu arıyordu. Aniden, bir
yol buldu! Dik kaya yüzey üzerinde bir kesik, bir güneş ışığı
ve mavi gökyüzü parçası. Tırmanmak kolaydı. Gücü yerine
geldi ve o tarafa seğirtti.
Başta gerçekten de kolaydı ve kısa sürede uçurumun taba-
nını arkada bıraktı. Ne yazık ki, mavi gökyüzüne yaklaşamı-
yordu. Sonra fark etti ki^ ne kadar yükseğe tırmanırsa, yamaç
o kadar yükseliyordu. Duvara tırmanmak güçleşmişti. Siyah
yarasalar mağaralardan fırlamış, ona doğru dalışa geçiyor, bas-
tığı yeri şaşırmasına sebep oluyor, ayağını kaydırarak uçuruma
düşürmekle tehdit ediyorlardı. Ama Şaryon çabalamaya devam
etti ve sonunda tepeye ulaştı. Son bir çabayla, kendini kenar-
dan çekti ve dev, hiç kapanmayan bir göze baktı.
Şaryon yüzünü kayaya yapıştırarak gözden kaçındı. Ama
onu göremeyeceği bir yere saklanamayacağını biliyordu.
KARAKjnçın ZAFERJ
"Kalk, Katalist!" dedi bir ses.
Şaryon başını kaldırdı. Yanında bir ağaç duruyordu. Cüp-
psini toparlayan Şaryon ağacın gövdesine tırmandı. Yeşil
aprakların arasında saklandı ve rahatlayarak derin bir iç çek-
„• Göz onu orada göremezdi. Tam bunu söylediğinde, yaprak-
lar kahverengileşti ve birer birer dökülmeye başladı. Göz onu
tekrar buldu. Sonra ayaklarının altındaki dal kırıldı. Sonra bir
diğeri.
"Peder!" Bir el omzunu sarsıyordu. "Kalkma zamanı."
İrkilerek uyanan Şaryon, dünya kendinden gittikçe uzakla-
şırken eli yakaladı. Elin kavrayışı güçlü ve sıkıydı ve Şaryon
ona minnetle tutundu. Ama el onu bıraktı ve Katalist, sanki ge-
ceyi uçurumlara tırmanarak geçirmiş gibi yorgun, berelenmiş
bir şekilde yastıkların üzerine düştü.
K_ARAKJUÇIn ZAFERİ
^?^'Fvet ve kendini nasıl hissettiğini biliyorum, Joram," diye
baŞladı Şaryon, "ama..."
Torarn sabırsızca sözünü kesti. "Şimdi bunun için zaman
b- peder! Gwen'i bulmalı ve Garald ya da o aptalların geri
talanı beni durdurmaya çalışmadan gitmeliyiz!"
Yüzü sertleşti. Şaryon Joram'a şaştı, bu değişimin sebebini
^nerak etti. Ama neden şaşırıyorum ki, diye sordu kendi ken-
dine, hüzünle. Geldiğini görmüştüm. Demirhane ateşlerinin
gözlerinde parladığmı görmüştüm. Sanki, ona merhamet öğre-
ten, arada geçen bunca yıl, acılar, güçlükler yok olmuş, onun
sıcak eti taşa dönmüş gibi.
Saryon'un biraz önce kaçtığı uçurum önünde açıldı. Her
adım onu kenarına daha da yaklaştırdı. Kuşkusuz, kuşkusuz
ondan uzaklaşan bir yol var! Arkama dönüp bulmalıyım.
Bir el acı verici bir şekilde kolunu yakaladı. "Nereye gidi-
yorsun, Katalist? Gitme zamanı!"
"Lütfen tekrar düşün!" diye kekeledi Şaryon. "Bir başka yol
olmalı, Joram!"
Demirhane ateşi alevlendi, rahibi kavurdu. "Bir seçeneğin
var, Peder," dedi Joram ısırır gibi. "Ya benimle gelirsin, ya da
arkada kalırsın. Tercihin ne?"
Bir seçenek! Şaryon kahkaha atmak istedi. Yamaçtan uzak-
laşan patikayı görüyordu. Yıllar önce düşmüş kaya parçaları
ile kapanmıştı. Geri dönemezdi.
"Geleceğim," dedi Katalist, başını eğerek.
Beyaz güneş Lord Samuels'in evini, günlerden sonra ilk
kez ışıkla doldurdu. Kör edici bir şekilde eriyen karların üze-
rinde parlayan ışık sıcak ya da neşeli bir ışık değildi. Bahçe
beyaz örtüsünün altında çok güzel görünüyordu, ama bu
333
KAR£KİLIÇln ZAFERJ
değildi- Merilon AlbanarcAarmm pek çoğu onaylayarak
başla""1 sallıyordu.
"İmparator iki gecedir hiç uyumuyor," diye karşılık verdi
prens Garald serinkanlılıkla. "Bu, size açıklamaya çalıştıklarım
onun planları olduğundan, varlığının gerekli olduğunu düşün-
memiştim. Ama," diye ekledi, Kont'un konuşmaya hazırlandı-
ğını görünce, "Mosiah'ı ona gönderdim. İmparator her an ge-
lebilir. .."
Savaş Odası'nın mühürlü kapısının vurulması sözünü kes-
ti.
Garald başını salladı ve Duuk-tsarithlerden biri kapıdaki
büyülü mühürü açtı. Herkes bakmak için döndü, asiller impa-
ratorlanmn önüne eğilmeye hazırlandı. Ama yalnızca Mosiah'ı
gördüler.
"Jor -İmparator nerede?" diye sordu Garald.
"O... o benimle bir mesaj gönderdi," diye kekeledi Mosi-
ah, Garald'a hızlı bir bakış fırlatarak.
"O benimle bir mesaj gönderdi, Ekselansları" diye payladı
KARAKJLIÇin ZAFERİ
I bana İmparator'un karısının bu sabah fena halde hasta-
lığını ve İmparator'un onu yalnız bırakmak istemediğini
•vledi. Lord Samuels hizmetkârlarını Theldara getirmeye yol-
Aı Lord Samuels aynı zamanda, öğle yemeği servisinin baş-
ı dıgrnı bildirdi. Yemek yemek için bu fırsatı kullanmanızı
öneririm. İmparator sizi yemekten sonra görecek. Lordlarım,
bu taraftan. Hizmetkârlar size yol gösterecek. Teşekkür ede-
rim bensiz gidin. Birazdan size katılırım."
Merilon'un asilleri ve Savaş Ustaları birbirlerine karanlık
bakışlar fırlatarak ve aralarında homurdanmaya devam ederek
yavaş yavaş odayı terk ettiler. Odada kalmayı düşünenlere na-
zikçe, ama kararlılıkla, Prens Garald'ın savaş büyücüleri tara-
fından kapı gösterildi. Herkes gittikten sonra Prens Duuk-tsa-
rittie, kapıyı mühürlemesi için işaret etti.
"Dışarıda bekleyin," dedi Garald savaş büyücülerine. "Lord
Samuels'ten başka hiç kimseyi içeri almayın."
Duuk-tsarithler yok oldu, Prens, Kardinal Radisovik ve
Mosiah'ı odada yalnız bıraktı. Güneş ışığı pencerelerden içeri
doluyor, mermer zemine akıyor, masada açılmış haritaları ay-
dınlatıyordu. Kimse konuşmadı. Radisovik soru sorarcasına
Prens'a baktı, ama haritalarla oynayan Garald rahip ile gözgö-
ze gelmekten kaçındı. Mosiah sakinlik içinde durup bekleme-
ye çalıştı, ama sinirli sinirli ayak değiştirmeye, terleyen elleri-
ni okçu üniformasına silmeye başladı. Lord Samuels, yanında
Şaşkına dönmüş bir hizmetkârla içeri girdiği zaman herkes ra-
hatladı.
Prens'in huzurunda olduğu için utanan hizmetkâr başta tu-
tarsız konuştu. Garald'ın nezaketi onu sakinleştirene ve soru-
larına yanıt vermesini sağlayana kadar biraz zaman geçti.
Evet, İmparator'u görmüştü. O sabah yatak çarşaflarını de-
337
KARftKjLiçın ZAFERJ
Jayarak. "Simkin'in Nat ya da Nate hakkındaki hikâyesi-
• yalan olduğu açık, ama içinde, Joram'ı inandırmaya yete-
cek kadar gerçek vardı. Ve diğerlerini de, diyebilirim." Onlar-
dan ayrı duran, görmeyen gözlerle bahçeye bakan Lord Samu-
els'e bir bakış fırlattı.
"Eğer kızım gerçekten bir Ölüçağıran ise, bu Tapınak bu
dünyada yardım bulabileceği tek yer olabilir!" Lord acı dolu
"yüzünü Prens'e çevirdi. "Eğer işlerine karışırsak, Ekselansları,
her şeyi mahvedebiliriz."
"Ya da hayatlarını kurtarabiliriz!" diye araya girdi Mosiah.
"Koridorlar'ı kullanabiliriz, Ekselansları, sırf her şeyin yolunda
olup olmadığını kontrol etmek için. Hem, Simkin düşmanın
yanında bulundu!"
"Biliyorum! Biliyorum! Biliyoaım!" diye bağırdı Garald sa-
bırsızca, elini masaya indirerek. "Simkin'i tanıyorum! Eğer ilgi-
sini çekerse, dans eden bir tavuk ya da haşlanmış patates için
kendi ruhunu, Joram'ın mhunu, hatta bu dünyadaki herkesin
mhunu satacağını biliyorum!"
"Bu durumda," dedi Kardinal Radisovik yumuşak sesle,
"Joram gerçek bir tehlike içinde. Belki de Mosiah haklıdır, Ga-
rald..."
Savaş Odası'nm ortasında siyah bir şekil belirdi, bir gökgü-
rültüsünün aniliği ile aralarına karıştı. Duuk-tsarith'in elleri,
uygun şekilde önünde kavuşturulmuştu -ancak çok sıkı ka-
vuşturulmuştu, parmaklar gerginlikle kıvranıyordu. Konuştuğu
zaman, sesi daha da gergin çıktı.
"Ekselansları, düşman hareket halinde!"
"Ne?" diye sordu Garald şaşkınlık içinde. "Gidiyorlar mı?"
"Hayır, Ekselansları. Onlar..."
Gözlerinde parlak, kör edici bir ışık patladı. Dev, cam pen-
5
ÖLÜÇAĞIRANLAR TAPINAĞI
Ölüçağıranlar Tapmağı dünya üzerinde şerefli bir yere sa-
hipti -Thimhallan'ın en yüksek dağının, Kaynak'ın zirvesinde
duruyordu. Üzerine inşa edildiği temel büyüyle düzlenmişti,
ama Tapınak sağlamca kaya yatağının üzerinde duruyor gibi
değil, kayalık yamaca tünemiş gibi görünüyordu. Bu kuşku-
suz, dedikleri gibi, göz aldanmasıydı, Tapınak ile bahçesinin o
baş döndürücü yükseklikteki tek düz mekân olduğu gerçeği
tarafından vurgulanıyordu.
Efsanelere göre, Ölüçağıranlar Tapınağı, ölülerin elleri ta-
rafından dağın taşlarından yapılmıştı. Dağın tepesi tapınağın
mağaramsı arka duvarını, büyüyle değiştirilmiş zirve zarifçe
bulutların arasında spiraller çizerek tapmağın tavanını oluştu-
ruyordu. Doğuya ve batıya bakan iki yan duvar dağın kayala-
rından yapılmıştı. Dağın doğal çizgilerini takip ederek, dik u-
çummların üzerinde yükseliyorlardı. Piskopos Vanya'nın bah-
çesi, bugünlerde dağın tepesi olarak adlandınlsa da, aslında
yüz elli metre aşağıdaydı.
Tapınağın kuzeye bakan sütunlu sundurması geniş, daire
Şeklindeki düz zemine açılıyordu. Burada, kaldırım taşlan te-
kerlek şeklinde yerleştirilmişti. Dokuz yürüyüş yolu, dış yol-
dan tekerleğin merkezinde duran dev bir sunak taşına giden
KARAKİLİÇHİ ZAFERİ
Savaşın sonunda, katalistlerin Ölüçağıranların yok olduğu-
oll söylediklerini belirtmek yeterli. Karanlık Sanatların uygula-
yıcıları, Teknolojistler, son yüzyıl boyunca ülkeye olan her kö-
tü şeyden olduğu gibi bu ölümlerden de suçlu bulundu.
Ölüçağıranları pek az kişi özledi. Ülkenin ölüleri -ve sayı-
sız vardı- genelde acı şekilde ölmüşlerdi. Yaşayanlar acılarını
•akıllarından çıkarmaktan ve yeterince zor olan yaşamlarına
devam etmekten memnundular.
Neden artık Ruh Gizemi'ne hiç çocuk doğmadığını merak
edenler olmuşsa bile, katalistlere, Duuk-tsarith\ere ya da za-
man zaman başkalarını duymadığı sesler duyan, orada olma-
yan arkadaşları ile konuşan çocukların anne babalarına sora-
bilirlerdi. Bu çocuklar ya büyüdükleri zaman bu tuhaf aşama-
yı atlatıyorlar, ya da eğer "safha" ısrarlı çıkarsa, yok oluyorlar-
dı.
Peder Saryon'un tapınak hakkında söylediği doğruydu -in-
sanların tapmağa ayak basmaları yasaktı gerçekten. Ama -ve
yalnızca Kaynak'ta duyduğu söylentileri tekrarlayan Katalist'e
saygısızlık etmek için değil- tapınağın lanetli olduğu doğru
değildi. Bazı güçlü katalistlerin laneti kaldırmaya çalıştıkları ve
bir daha geri dönmedikleri doğru değildi.
İşin doğrusu basitti -kimse zahmet etmemişti. Ölüçağıran-
lar Tapmağı 'nın sahip olduğu tek lanet, unutulmuş olmanın la-
netiydi.
Kılık değiştirmek için giydiği giydiği kırmızı cüppe ayak bi-
leklerine gelen Karabüyücü Menju, ihtiyatla Koridor'dan dışa-
rı, tapınağın uzun zamandır ihmal edilen bahçesine adım attı.
Onu buraya getiren Tbon-Lıler, buraya geldiği için ölçülemez
derecede şaşırmış ve onu içtenlikle vazgeçirmeye çalışmıştı.
343
KARAKlUÇin ZAFERİ
günde faz tabancası, dikkatle ve serinkanlılıkla tapınağın
vresindeki her taşı, her kayayı inceledi. Büyük bir özenle
vresini taradı. Burada hiçkimse olmadığını görmesine rağ-
men> Menju tuhaf bir şekilde birisinin onu incelediği hissine
kapıldı. Ama hiçkimse ve hiçbir şey göremeyince, bu düşün-
ceyi kararlılıkla aklından çıkardı, bunun tıpkı şıkırdayan zin-
cirler ve beyaz çarşaflar gibi çocukluğundan kalan bir düşün-
ce olduğuna karar verdi.
Yamacın kenarından ayrılan Karabüyücü, sunak taşına da-
ha yakından bakmak için Ölü bahçeye giden patikalardan bi-
rinde yürüdü. Seçtiği patika kendi gizemine ait olandı -Tek-
noloji. Bu yolu batıl inançtan mı, özlemden mi, yoksa yalnız-
ca içinden geldiğinden mi seçtiğini düşünmeye zahmet etme-
di.
Dağın yükseklerindeki soğuk ve kuru havada çürümemiş
olan bitki sapları, yolun her iki yanındaki donmuş topraktan
fırlıyordu. Küçük, ölü, süslü filizler kış rüzgârları tarafından
koparılmış kökleri havada yatıyorlardı. Karabüyücü bahçenin
kalıntılarına ilgi duymadan baktı. Sunak taşına vardığında me-
rakla ona baktı, parmaklarını taşa oyulmuş Dokuz Gizem sim-
gesinin üzerinde gezdirdi. Bunun sıra dışı bir taş olduğunu fark
etti. Bir tür cevher. Belki de karataş, diye düşündü, heyecan-
la titreyerek.
Yakından inceledi, sunak taşı hakkında duyduğu efsanele-
ri hatırlamaya çalıştı. Çok aşağıdaki, Kaynak'ın temelindeki
Yaşam Kuyusu'ndan nasıl çıkarıldığını. Nasıl bir zamanlar Ku-
yu'nun tıpası gibi görev yaptığını ve taş kaldırıldığı zaman, bü-
yünün magma gibi, dünyaya aktığını.
Bu mantıklı geliyor, diye düşündü aniden. Karataş Kuyu'yu
kapatıyordu! Bu heyecan verici bir düşünceydi.
34S
KARftKiLiçın ZAFER]
Emin olamıyordu.
Karabüyücü omuzlarını silkerek döndü. Karakılıç'ı ele ge-
çirdikten sonra fark etmeyecekti zaten. Bu arada Boris ile
adamları biraz eğlensinler. Binbaşı'nın zihnini meşgul tutacak-
tı Ve askerlerin kanını ateşleyecek, bu dünyanın halkını yok
etmek için gerekli olacak korku ve nefretle dolduracaktı onla-
rı.
Güneş tepesinde yükselmişti. Zaman neredeyse gelmişti.
Seçtiği saklanma yerine dönen Menju, aklındaki konular üze-
rinde düşündü. Bu dünyadaki savaş muhtemelen uzun süre-
cek, bedeli yüksek olacaktı, Karakılıç'ı ele geçirse bile. Bu in-
sanlar mücadele etmeden ölmeye yanaşmayacaklardı. Binala-
ra ve benzerlerine zarar vermeden öldüren, nüfus yok edici
bombalardan kullanamaması yazıktı. Büyüyü de yok eder
miydi acaba? Muhtemelen hayır. Fizikçilere danışması gereke-
cekti. Aslında düşününce, Joram bilirdi.
Peki ya Joram? İşbirliği yapacak mıydı? Tapmağa girince,
Karabüyücü kendine tatminle gülümseme izni verdi. Planı ku-
sursuzdu. Joram'ın deli karısına ne kadar bağlı olduğu bilinir-
di. Menju'nun Gwendolyn'i tutsak aldığını fark edince, Joram
işbirliği yapmaktan memnun olacaktı. Kadın deli de olsa, en
azından bir şekilde mantıklı düşünebiliyordu. Zihinsel yete-
neklerinin çürük domatesle aynı seviyeye geldiğini görmekten
iyi.
Menju faz tabancasının ayarını "öldür"den "sersemlef'e ge-
tirdi. Yıkık tapmağın sütunlarından birinin arkasındaki karan-
lığa çöktü, dünyanın tepesine yayılan nefessiz bir suskunlu-
ğun farkında, bekledi.
347
6
İNFA2CI
Menju'nun içgüdüleri haklıydı. Gerçekten de izleniyordu
Ve onu izleyen gözlerin çoğu ölülere ait olsa da, bir çifti de-
ğildi. Bir çift yaşayan birine aitti. Ölüçağıranlar Tapınağı'na bi-
ri daha gelmişti. Biri daha bekliyordu.
İnsanların varlığı, yüzyıllardır kutsal mekânlarında yaşayan-
ları görmemiş olan ölüleri rahatsız etmişti. Ama ruhların hu-
zursuzluğunun tek sebebi bu iki adamın varlığı değildi. Tapı-
nağın çevresinde toplanmış, görmeyen gözleri ile izliyor, sağır
kulakları ile dinliyor, kıpırtısız ağızları ile konuşuyorlardı. On-
ları anlayacak, duyacak hiçkimse olmadığı için, hayal kırıklık-
ları büyüktü. Almin'in zihni ile bir olan ölüler tehlikeyi biliyor-
lardı, ama eyleme geçemiyorlardı. Tek yapabildikleri izleyen-
lerle birlikte izlemek, bekleyenlerle birlikte beklemekti.
Bu ikinci izleyici, aslında birinciydi. Ölüçağıranlar Tapına-
ğı'na sabahın erken saatlerinde, solgun, soğuk güneş, dağların
zirvelerinin arkasından çıkmaya çabalarken, neden doğmaya
zahmet ettiğini merak edercesine yavaş yavaş gökyüzünde
yükselirken gelmişti. Zamanın yaşayanların gördüğü gibi sani-
ye saniye değil, tek bir engin, daima değişen okyanus gibi ak-
tığını gören ölülerin gözleri bile neredeyse adamı fark edeme-
yecekti. Koridor'dan çıktığı anda yok olmuş, göründüğü anda
KARAKİLIÇin HAFERİ
örünmez olmuştu.
Biraz zaman almıştı, ama ölüler onu bulmuştu, en azından
kısmını, çünkü bu adam işinde iyiydi. Hiçbir insan gözü
orünmezlik zırhını aşamazdı ve ruhların tek yapabildiği, im-
esini zihinlerinde tutmaktı. Gördükleri adam adaleti yerine
getirenlerin resmi üniformasını giyiyordu, Dokuz Gizem'in
simgeleri işlenmiş gri bir cüppe. Ölülerin çoğu onu tanıdı -İn-
fezcı'ydı bu- ve ya titrediler, ya da küfrettiler.
Thimhallan'ın en güçlü savaş büyücülerinden biri olan İn-
faza Kaynak'ta yaşardı. Hizmetlerini yalnızca, genelde katalist-
lere, özelde Piskopos Vanya'ya sunardı. Onlar için Taşa Dö-
nüştürme, Öteye Sürgün gibi görevleri yerine getirmesine kar-
şılık, İnfazcı'ya sınırsız Yaşam bahşedilir, bu Yaşam'ı dilediği
gibi kullanma hakkı verilirdi. Böylece büyü becerilerini mes-
lektaşlarından çok daha fazla geliştirebilirdi.
Ama bugün İnfaza büyüsünü kullanmayacaktı. Tapınakta-
ki diğer İzleyici gibi, gri cüppesinin cebinde bir Araç, Tekno-
loji'nin Karanlık Sanatlarının yarattığı şeytani bir alet tutuyor-
du.
Alet ilgisini çekmiş, bütün geceyi onu inceleyerek geçir-
mişti. İnfaza onu çıkardı ve dikkatle baktı. Merakın cezbettiği
ölüler çevresine toplandılar, alete şok ve dehşet içinde baktı-
lar. Bunun ne olduğu, ne işe yaradığı konusunda bir fikirleri
vardı, çünkü onlar Her şeyin Yaratıcısı ile birdiler. Ama kor-
kunç aleti anlamakta zorlandılar, belki, zaman zaman insanoğ-
luna kötücül amaçlar için kullandığı zekâyı bahşetmekten piş-
man olan Yaratıcı da öyle.
Önceki gece, Piskopos Vanya, İnfazcı'yı ofisine çağırmıştı.
Emirlerini vermiş, Savaş Büyücüsünün kendinden bekleneni
tam olarak anladığından emin olmuştu.
349
KARAKJLIÇin HAFERJ
alınmıştı. Bu odalarda, yabancı insanların bedenlerinden
lınan kişisel nesneler inceleniyordu.
Nesneleri sınıflandırmak ve kaydetmek ile uğraşan muhte-
lif puuk-tsarithler, tarikatlarının bu yüksek seviyeli üyesine
sayaı ile eğilmişler, sonra onun nesneleri incelemesi için ke-
nara çekilmişlerdi. Adam olağanüstü zaman ölçme aletleri ya
da çirkin mücevherler ya da başka yabancı insanların, çoğun-
lukla da kadınların ve çocukların imgelerinin bulunduğu par-
şömen parçalan ile ilgilenmemişti. İnfazcı bunların üzerinde
şöyle bir göz gezdirmişti. O yalnızca silahlarla ilgileniyordu.
Kendisi Dokuzuncu Gizem'e doğmamış olsa da, İnfazcı
Karanlık Sanatların araçlarına aşinaydı, bu dünyadaki başka
her şey gibi, onlan da incelemişti. Silahların üzerine dikkatle
eğilmiş, yanına geldiği her silahı incelemiş, hiçbirine dokun-
mamaya özen göstermişti. Zaman zaman saygıyla kenarda
bekleyen Duuk-tsarüh'e sorular sormuştı. Ama infazcı, bu si-
lahlar hakkında en az onlar kadar, hatta bazı durumlarda on-
lardan çok şey bildiğini anladı.
Savaşa katılmamış olsa da, ilgi ile izlemiş, silahların fışkırt-
tığı ışınlann ne kadar çabuk öldürdüğünü fark etmişti. İlk ön-
ce bunlan inceledi. Avuca sığacak kadar küçük olan metal
aletlerin üzerinde, nasıl işledikleri konusunda en ufak bir işa-
ret bile yoktu, en azından dıştan bakınca.
İnfazcı şansına güvenmek zorunda kalacağını düşünmeye,
nasıl çalıştığını anlamaya çalışırken kendini yakmamayı um-
maya başlamıştı ki ona çok daha uyan başka bir silaha rastla-
dı.
Mermi atan silah.
Bunlan, Karanlık Sanatların kadim metinlerinde okumuştu.
Bilindiği kadarıyla bu araçlar Thimhallan'da hiç yapılmamış ol-
3SI
a
sa da, tasarlanmıştı ve nasıl çalışacağı konusunda birka
yorum yapılmıştı. Elbette bu silah, İnfazcı'nm gördüğü - ?
lerden çok daha karmaşıktı, ama aynı ilkeler doğrultus
çalıştığını sanıyordu.
Silahı ihtiyatla bir kumaş parçasına saran İnfaza, onu
mermiye benzeyen şeylerden epeycesini bir kutuya koyrm
tu. Kutuyu ateş ve patlamaya karşı güçlü koruma rünleri il
mühürlemiş, sonra kutuyu dikkatle taşıyarak Duuk-tsarithlerin
karanlık ve gizli odalannı terk etmiş, Koridorlar'ı kullanarak
Merilon'a gitmişti.
Yorgunluktan yıkılmak üzere olan demirci Merilon'daki eğ-
reti demirhanesinin dışında, bir Koridor'dan gri cüppeli şeklin
çıktığını görünce oldukça ürkmüştü. Thimhallan'daki herkes
Infazcı'yı tanırdı, şahsen olmasa da, anlatılanlardan. Ne kadar
güçlü ve yapılı bir adam olsa da, Savaş Büyücüsü yaklaşırken
demirci korku ile ürpermekten kendini alamadı.
Demircinin bitkin aklından panik dolu bir düşünce geçti.
"Düşmanın saldırısı yüzünden beni suçlayacaklar ve mahkeme
düzenlemeden infaz edecekler." Demirci çekicini kaldırıp ha-
yatını pahalıya satmaya hazırlandı.
Ama serin, gür sesiyle konuşan İnfazcı, Savaş Büyücüsü-
nün demirciyi bilgisi için aradığı konusunda temin etti, kelle-
si için değil. »
Cüppesinin kıvrımlarının arasından kutuyu çıkaran İnfazcı,
rünleri sildi, kumaşı açtı ve silahı demirciye gösterdi.
Huşu içinde içini çeken demirci dilahı kaldırdı ve sevgiyle
okşadı. Tasarımın ve işçiliğin dehası ve mükemmelliği gözle-
rinin yaşlarla dolmasına sebep oldu. Ama İnfazcı demircinin
coşkusunu kısa kesti ve bu şeyin nasıl çalıştığını sordu.
Demirci silahı sökmeye başlayınca İnfazcı'nın hafifçe irkil-
352
KARAKJLiçın ZAFERİ
JŞ olması mümkün. Mümkün... ama şüpheli. İnfazcı son de-
dece disiplinli biriydi ve duyguları vardıysa bile, asla kimseye
göstermezdi. Dıştan bakıldığında, etkilenmemiş bir biçimde,
kıpırtısızca, demircinin silah üzerinde çalıştığı süre boyunca
2ri başlığı tarafından gizlenerek bekledi.
Demirci aleti inceleyerek bir saat harcadı ve sonunda, par-
çaları saygıyla topladıktan sonra, açıksözlülükle bildirdi, "Na-
sıl çalıştığını biliyorum, lordum, ama onca gücü nasıl elde et-
tiklerini anlayamadım."
"Bu," diye yanıt verdi İnfazcı, "yeterli."
Silahı elinde tutan ve sevgiyle okşayan demirci, meseleyi
açık ve kısaca açıklamıştı.
"Silahı hedefe doğrultun. Bu küçük kolu," -demirci işaret
etti- "parmağınızla çektiğiniz zaman, silah mermiyi öyle bir
güçle atacak ki, hemen hemen her şeyi delip geçebilecek."
"Eti de mi?" diye sordu İnfazcı kayıtsızca.
"Et, taş, demir." Demirci silaha özlemle baktı. "Nasıl yapıl-
dığını göstermemi ister misiniz, lordum?"
"Hayır," diye yamt verdi Savaş Büyücüsü. "Açıklaman tat-
minkâr."
İnfazcı silahı alıp Koridor'a adım atmış, yok olmuştu. De-
mirci ağır bir iç çekişle çekicini almış, kaba bir mızrak ucunu
dövmeye başlamıştı. İşinden aldığı tüm zevk silinmişti.
Kaynak'taki odasının -yerin çok altında, herkesin özenle
kaçındığı, Kaynak'ın gözlerinin kör, kulaklarını sağır olduğu
tek yer- güvenliğine ve gizliliğine dönen İnfazcı, silahı kendi-
7
İZLERKEN, BEKLERKEN
. Peder Şaryon, adımını atmadan önce kötücül olduğu söy-
lenen bu mekânı incelemeye niyetlenerek ihtiyatla Ölüçağı-
ranlar Tapınağı'na baktı.
"Hadi, ama."
Gönülsüz katalisti itip geçen Joram Koridor'dan dışarı, ufa-
lanan mermer patikaya adım attı. Dikkatli, hevesli bakışları
alanı hızla taradı: arkasındaki yıkık tapınağı; tekerleğin orta-
sındaki sunak taşını; önünden uzanan engin manzarayı; uzak-
ta, yeryüzünün üzerinde bir gözyaşı damlası gibi parlayan Me-
rilon'u.
Şaryon, her sinir iplikçiği gergin ve tetikte, takip etti. Ya-
şam çekerken olduğu gibi varlığıyla uzanarak, kör bir adamın
parmaklan gibi çevresini yoklaması gibi, zihinsel parmaklarla
çevresini yokladı. Yaşam hissetti —büyü burada oldukça güç-
lüydü, ama bu sıradışı bir şey değildi. Hem, tam Yaşam Kuyu-
su'nun yukarısında duruyorlardı. Ölüm de hissetti, ama bu aşı-
rı heyecanlı hayal gücü yüzünden olabilirdi.
Görünüşe göre korkulan temelsizdi. Tapınak boş görünü-
yordu. Hiçbir şey hareket etmiyordu, hava bile. Aşağıdaki ya-
şayan dünyaya ilişkin hiçbir ses yukarı yükselmiyor, buradaki
tenhalığı bozmuyordu. Sessizlik mutlak, tamam ve kesintisiz-
KARüKjuçın ZAFER!
u çevresine bakındı. Joram da aynı şeyi yapıyordu! Kılıcı ar-
kada bırakarak ne yaptığını düşünmüştü?
foram hiç de endişeli ya da sinirli görünmüyordu. Sunak
tasın10 yanında durmuş, sanki birisini bekliyormuşçasına oya-
ıanlyordu. Neden bu kadar tuhaf davranıyordu? Belki de bu
korkunç yerle ilgili bir şeydi.
Şaryon Ölüçağıranlar Tapınağı'nda kötücül bir şey görme-
miş Ya da hissetmemiş olsa da, korkusu gittikçe büyüyordu.
Belki de tapınağın üzerinde asılı olan baskın hüzün duygusu
yüzündendi -uzun zaman önce unutulmuş olanların korkunç
hüznü. Ya da belki havadaki nefessiz suskunluk yüzündendi.
Sanki her şey izliyor, bekliyordu. Güneş bile gelip, tam tepe-
lerinde durmuş gibiydi.
Gitmeliyiz, Koridor'a dönmeliyiz. Bir şekilde Joram'ı tehli-
ke konusunda uyarmak zorundaydı. Bu kolay olmayacaktı,
çünkü bu tanımlayamadığı bir tehlikeydi, ama denemek zo-
rundaydı. Savlarını hazırlayan Şaryon arkadaşına doğru ilerle-
meye hazırlanıyordu ki, Gwendolyn aniden elinden kurtuldu.
"Hayır! Hayır! Ne kadar çoksunuz!" diye haykırdı, Sar-
yon'dan uzaklaşarak. "Bana dokunmayın!" Katalist'e değil,
onun ötesine bakıyordu. Kollarını uzatarak, görünmeyen elle-
ri savuşturdu. "Ne kadar çoksunuz! Sizi anlayamıyorum! Bağır-
mayı bırakın! Beni rahat bırakın! Beni rahat bırakın!"
Gwen, sanki gürültüden kurtulmak ister gibi ellerini kulak-
larına örttü. Şaryon çaresizlik içinde ona bakıyordu. Onun
duyduğu tek ses, Gwen'in bu kıpırtısız, sessiz havadaki haykı-
rışlarıydı. Ona uzandı, ama Gwen dönerek, saldırıdan kaçar
gibi patikada uzaklaştı. Bir o tarafa, bir bu tarafa döndü, geli-
şigüzel hareketleri, görünmeyen bir eşle yaptığı dehşetli bir
dans gibi görünüyordu.
3S7
irlARPARft WEİS & tRACY HıcıonAn
"Yardım edemem! Neden bana yalvarıyorsunuz? Hiçbir s
yapamam, diyorum size! Hiçbir şey!"
Avuçlarını kulaklarına bastıran, altın saçlan soğuk ışığm aı
tında solgun ve çirkin bir biçimde parlayan Gwen, görürün»
yen kalabalıktan kaçmak için ümitsizce tapmağa koştu. Sunak
taşına kadar ulaştı. Elbisesinin uzun eteğine takılarak dizleri-
nin üzerine çöktü ve ona işkence edenlerden kaçınarak orada
kaldı.
Arkasından seğirten Şaryon, Joram'ın dehşet içindeki karı-
sından üç metre uzakta olduğunu gördü. Ama ona gitmek için
hiçbir hareket yapmamıştı. Bunun yerine, sunak taşına yaslan-
mış, onu eğlenerek, sanki zamanın geçmesine yardımcı olacak
bir eğlence sunduğu için minnet duyarcasına izliyordu.
Saryon'un içinde öfke kabardı. Joram'a ne olduğunu bilmi-
yordu. Aldırmıyordu da, artık değil. Bırak karanlığa çöksün!
Gwen'in yanına seğirten Şaryon eğildi, nazikçe elini tuttu.
Açıkça duyulan, keskin bir çatırtı havayı böldü.
Sonra bir daha.
Ve bir daha.
Ve bir daha.
Saryon'un yüreği dondu, kanı dondu, ayaklan ve bacakla-
rı, elleri dondu. Kıpırdayamıyordu. Ancak taşların üzerinde
çöküp, Gwen'e sarılabildi. Taşların arasında ilerleyen, tapmak
duvarlarında yankılanan sersemletici sesleri dinledi.
Sonra çatırtılar sustu.
Şaryon korkuyla dehşet verici sesin tekrarlanmasını bekle-
di. Tek duyduğu, dağın yamacında takırdayan boş yankılar ol-
du. Sonunda bunlar da soldu, boşluğun enginliği tarafından
yutuldu.
Hiçbir şey hareket etmedi, hiçbir şey kıpırdamadı. Gwen'in
3S8
KARAKJLIÇin ZAFERJ
İ avkınşlan bile susmuştu. Sanki sesler havayı parçalamıştı ve
eşsizlik boşluğu doldurmak için hücum etmişti.
Katalist'in aklında tek bir açık düşünce vardı -buradan git-
mek. Bu lanetli tapmaktaki hiçbir şeyin kollarında titreyerek
büzülen Gwendolyn'e yardımcı olamayacağı açıktı. Aslında,
bu tapmağın ve burada bulunan ölülerin onu deliliğe daha
•çok çekmesi fazlasıyla olasıydı.
"Karını eve götürüyorum..." diye başladı Şaryon titrek bir
sesle, Joram'ı arayarak. Katalist'in nefesi kesildi. "Joram?" diye
frsıldadı, Gwendolyn'i bırakıp, yavaş yavaş ayağa kalkarken.
"Oğlum, sorun ne?"
Joram zayıfça sunak taşına yaslanmış, Saryon'a derin bir
şaşkınlık içinde bakıyordu. Kahverengi gözleri iri iri açılmıştı.
Dudakları konuşmak için aralandı, ama hiçbir sözcük çıkma-
dı. Bir elini göğsüne bastırmıştı ve Şaryon elinin altında, kızıl
bir lekenin canlı bir şey gibi büyüdüğünü, yavaş yavaş beyaz
cüppesinin üzerine yayıldığını gördü. Bedeninde üç leke da-
ha belirdi, parlak, kırmızı çiçekler gibi açıldı.
Joram kızıl lekeli elini yavaş yavaş kaldırarak, şaşkınlıkla
baktı. Kafası karışmış bir şekilde bakışlarını Saryon'a çevirdi ve
sunak taşını ittirerek, Katalist'e doğnı bir adım attı. Sendeledi
ve ona ulaşamadan düştü.
Şaryon onu kollarıyla yakaladı. Kızıl lekeli cüppenin kuma-
şına dokunan Katalist, Joram'ın bedeninden dökülen yaşamın,
parmaklarının arasından parçalanan bir lalenin taç yaprakları
gibi dökülen kanının sıcak ıslaklığını hissetti.
359
8
ZAVALLI SOYTARIM...
Ses arkasından geldi, alçak, boğuk bir küfür.
"O neydi?" Şaryon başını kaldırdı. "Kim konuştu? Orada bi-
risi mi var? İmdat! Bana yardım edin!"
Tapınaktan gelmiş gibiydi.
"Kim var orada?" diye seslendi Şaryon çaresizce. Kolların-
daki yaralı adamı incitmemeye dikkat ederek, dönüp baktı.
Ama Ölüçağıranlar Tapmağı'nm içindeki gölgeler, korudukla-
rı âlem kadar kıpırtısız, karanlık ve sessizdi.
Hayal kurdum, o kadar. Burada kim olur ki, diye sordu
Şaryon kendi kendine acı acı. Bakışları yakınında, patikada
çökmüş olan Gwendolyn'e kaydı. Beklenti içinde, sanki bek-
liyormuş gibi çevresine bakmıyordu.
Onun sesi miydi? O mu konuşmuştu? Joram'ı seviyordu!
Şaryon, hâlâ sevdiğini biliyordu.
"Gwendolyn!" Yumuşak sesle, nazikçe, onu korkutmaktan
korkarak konuştu. "Bana gel! Ben yardım bulana kadar Jo-
ram'la kal."
Gwen, Saryon'un sesini duyunca öne döndü. Bakışları ko-
casına gitti, üzerinden kelebek kanatları gibi aştı, cansız bitki-
lerin sapları üzerinde dolaştı. Ölüler şok içinde sessiz kalmış
olmalıydılar, çünkü Gwen'in korkusu geçmişti. Yavaş yavaş
KARAKJuçın HAFERJ
ağa kalkmaya başladı.
KARAKJLIÇin ZAFER]
M tuttuğu adama çevirdi. Yüksek elmacık kemikli, kararlı
neli sert y^z gitrniŞÜ' Beyaz tutamlı parlak, siyah saçlar git-
isti Karanlık, alçak kaşlar, derin, içsel bir alev ile yanan kah-
erengi gözler gitmişti. Bunun yerine belirsiz bir yaşta, sivri
neli, yumuşak sakallı ve bıyıklı bir yüz gördü; ona bakan
gözlerde, neredeyse komik, şaşkın bir öfke vardı.
"Simkin!" diye inledi Şaryon.
"Eti ve kemiğiyle," dedi Simkin, nefes almaya çalışarak.
"Ama... o kısmım... delik deşik olmuş. Böbreklerin çevresin-
de... cereyan yapıyor..."
"Ama... Joram nerede?" diye kekeledi Şaryon aklı karışa-
rak.
"Burada," diye geldi sert bir yanıt.
Başı beyaz başlıkla kaplı beyaz bir şekil tepelerinde dikili-
yordu. Elinde Karakılıç'ı tutuyordu. Joram Simkin'in yanında
diz çöktü ve sesi sert olsa da, yaralı genç adama uzanan el na-
zikti. Joram'ın parmaklarından, keskin bir bıçak tarafından iki-
ye kesilmiş gibi duran portakal renkli ipek parçası sarkıyordu.
"Ah, akıllı çocuk!" Simkin boğulur gibi oldu, ağzının kena-
rından küçük bir kan sızıntısı aktı. "Benim... kurnaz düğü-
mümden... kurtuldun." Başı arkaya sarktı, gözleri kapandı.
"Ona ne oldu?" diye sordu Şaryon alçak sesle.
Kılıcı yanma bırakan Joram dikkatle Simkin'in beyaz cüp-
pesinin kanla ıslanmış kumaşını kenara sıyırdı ve göğsündeki
yaraları inceledi. Karnındaki diğer yaralara baktı ve başını sal-
ladı.
Simkin inledi, ürperdi.
Joram'ın sert ifadesi yumuşadı. Portakal renkli ipek parça-
sını alarak nazikçe terle kaplanmış alnı sildi. "Benim zavallı
soytarım," dedi yumuşak sesle.
363
KARAKJLIÇin ZAFERİ
rika bir... numara olacaktı. Oyunu... ben kazanacaktım."
Vizü acıyla kasıldı. Kalan son gücüyle Joram'ın elini yakala-
Simkin, onu yakına çekti. "Yine de, çok eğlendik... değil
mj?" diye fısıldadı. "Çok eğlendik -Düşes d'LongeviUe'in dedi-
ği gibi... son kocası onu asmadan önce..."
Dudaklarında bir gülümseme dolandı, sonra sabitleşti, ka-
tılaştı. Ses solup gitti, el gevşedi. Joram eli nazikçe Simkin'in
göğsüne koydu, portakal renkli ipek parçasını cansız parmak-
lann arasına tutuşturdu.
"...deliquisti. Amen," diye mırıldandı Şaryon.
Uzanarak, ifadesiz gözleri kapattı.
365
9
ÖLÜ OLAN... BİRİ DOĞACAK
"Joram, anlamıyorum!" Şaşkına dönmüş Şaryon, Simkin'e
acıyan bakışlarla baktı. "Ona ne oldu?"
"Yere düşmeden hemen önce keskin çatırtılar duydun
mu?"
"Evet! Korkunçtu..."
"Karanlık Sanatların kadim uygulayıcılarının metinlerinde
okuduğumuz patlayan toz. Kurşun mermiler atıyor." Joram'ın
gözleri, güneş ışığı altında kısılarak alanı taradı. "Birisini gör-
dün mü? Ses nereden geldi?"
"O taraftan, sanırım," dedi Şaryon tereddütle, dağın zirve-
sinin kenarını işaret ederek. "Anlamak... güçtü. Ve hiçbir şey
görmedim." Sustu, kum dudaklarını yaladı. "Joram, bunu Sim-
kin'e her kim yapmışsa, seni öldürmeye çalışıyordu."
"Evet. Ve sanırım ikimiz de kim olduğunu biliyoruz."
"Karabüyücü mü?"
"Elbette. Muhtemelen yamacın kenarındaki kayaların ara-
sında saklanıyor. Ama neden bir tabanca kullandı ki? Hiç de
onun tarzı değil..." Joram'ın kaşları çatıldı, düşüncelere daldı.
"Gerçekten, neden?" diye mırıldandı. "Belki o değildir."
"Başka kim olabilir?"
"Yalnızca İmparator olmamdan değil, Kehanet'ten de kor-
KARAKJLIÇln ZAFERİ
n biri. Bunun düşmanın işi gibi görünmesini sağlayacak ka-
dar kurnaz biri."
"Vanya!" Şaryon soldu.
joram hızla çevresine bakındı, başlığını yüzüne doğru çek-
ti "Kıpırdama," diye uyardı, sıkıca Katalist'in bileğini kavraya-
rak. "Bunu hemen şimdi düşünmeliyiz, orada her kim varsa
kafası karışmışken ve benim kim olduğumu merak ederken."
"Belki katil gitmiştir," dedi Şaryon. "Eğer başardığını düşü-
nüyorsa..."
"Bundan kuşkuluyum. Hem, almak için geldiği şeyi alma-
dı."
Joram ve Katalist, sunak taşının kaidesinde yatan Karakı-
hç'a baktılar.
"Hatasını fark edecek ve yine deneyecek," dedi Şaryon se-
rinkanlılıkla. Korkusu yok olmuştu. Yerinde kayıtsız bir boş-
luk vardı. Savaş Büyücüsü ile yaptığı savaşta olduğu gibi, uzak
bir izleyiciydi, bu trajik maskaralıktaki rolünü oynamasını izli-
yordu.
"Bir süre denemez. Yere düştüğümü gördü, sonra kılıç ile
bir başkasının geldiğini gördü. Bunu beklemiyordu. Planları
yolunda gitmedi. Tekrar düşünmesi gerek!" Joram, Saryon'u
aşağı çekti, Simkin'in bedeninin üzerinde büzüldü. "Eğil!"
"Neden bizi öldürüp kurtulmuyor? O... silahı üzerimizde
kullanmıyor?"
"Kullanacak -daha sonra. Ama iyi nişan alamıyor. Bir ada-
mı öldürmek için dört el ateş etti. Kısa süre sonra mermisi bi-
tecek ve sonra yerinden doldurması gerekecek. Eğer tabanca-
nın taşıyabildiğinden daha fazlasını getirdiyse. Muhtemelen
Duuk-tsarittidİT. Bu bize bir şans veriyor."
"O zaman İnfazcı'dır," diye tahminde bulundu Şaryon.
367
KARAKJLIÇin ZAFERİ
Yaşama susayan silah hemen büyü içmeye başladı. Şaryon
zayıfladığını hissetti, ama yalnızca birazcık, çünkü Katalist, kı-
lıcın açlığını beslemek için pek az büyü sahibiydi. Ama Ya-
sam'ı, kaba, çirkin kılıç boyunca minik mavi ışık parıltıları
göndermeye yeterdi.
Kılıcın gücü büyü çektikçe arttı, gittikçe parladı, beyazımsı
mavi bir renk aldı.. Aniden bir ışık akımı Saryon'un arkasın-
dan bir yerden gelip yanından geçti. Kılıca çarptığında ışık cı-
zırdadı, mavi bir alev topu kılıcın kabzasından ucuna fışkırdı.
Şaryon şaşkınlık içinde döndü, ışığın sunak taşından geldiğini
gördü! Kayanın kendisi parlak mavi ışıldamaya başlamıştı;
üzerinde Dokuz Gizem'in simgeleri beyaz beyaz ışıldıyordu.
Taştan bir başka ışık yayı fırladı, sonra bir tane daha.
Şaryon, fark edip fark etmediğini görmek için Joram'a bak-
tı, ama adamın sırtı sunak taşına dönüktü. Joram kılıcı önün-
de tutarak bir o yana, bir bu yana döndü, dikkatle çevresinde-
ki boş havaya bakarak düşmanını aradı.
Hava artık boş değildi. Pırıldadı, karardı ve uzun, gri cüp-
peye bürünmüş bir adam belirdi. Görünmezlik büyüsünün
kalkanı altında, patika boyunca onlara doğru yürüyordu ve üç
metre uzaklarındaydı. Joram'ın gözlerinin üzerine odaklandı-
ğını görünce, fark edildiğini anladı. İnfaza elini kaldırdı.
"Peder, dikkat et!" diye haykırdı Joram.
Saryon'un kıpırdamaya, hatta gözlerini kapatmaya bile za-
manı olmadı. Hava çatırdadı. Joram, Karakılıç'ı düşürdü, acı
içinde inleyerek geri geri sendeledi. Sağ kolunun beyaz yenin-
de kızıl bir leke belirdi.
Savaş Büyücüsü kılıca doğru daldı, ama Joram daha hızlıy-
dı. Kılıcı yakalayarak İnfazcı'nın üzerine atıldı, ama Savaş Bü-
yücüsü, sınıfının disiplinli serinkanlılığı ve hızlı düşünme ye-
369
KARAKjuçın ZAFERİ
ki haline döndüğünü gördüm. Karanlığın içinde her gün bü-
yüdüğünü gördüm."
joram mavi mavi parlayan sunak taşma dayanarak içini
çekti. Alnı terle kaplandı, yüzü soldu ve çene kasları kasıldı,
perin, titrek bir nefes çekerek, dudaklarında acı bir yarım gü-
lümsemeyle Saryon'a baktı. "Haklısın, Peder. Senin hatan de-
ğildi. Bunu başımıza ben sardım. Hem, Simkin yalnızca en iyi
bildiği şeyi taklit ediyordu. Ve değişiyoaım... kötü yönde bel-
ki de." Yüzü karardı, demirhane ateşleri gözlerinde canlandı.
"Ama bu sefil dünyayı kurtarmak için eski halime dönmem ge-
rekiyor gibi görünüyor."
Sesi soldu, taşa doğru yığıldı.
"Joram!" Şaryon, bayıldığından korkarak sarstı onu. Katalist
onları izleyen gözler hissetti. Her an, o dehşet verici çatırtıları
duymayı bekliyordu. "Joram!" dedi telaşla. "Burada kalamayız!
Korunaklı bir yere ulaşmamız gerek!"
Joram sersem sersem başını kaldırdı ve bitkinlik içinde sal-
ladı. "Kılıcı senin taşıman gerekecek, Peder."
Eğer burada bırakırsak, belki İnfazcı alır ve gider, oldu Sar-
yon'un ilk, telaffuz edilmemiş düşüncesi. Sözcükler dudakları-
na kadar geldi, ama onları yuttu. Hayır, kılıç benim sorumlu-
luğum. Ona Yaşam verdim.
Şaryon silahı aldı.
Joram yavaşça ayağa kalktı, taşa dayandı. "Ben önden gi-
dip ateşi çekeceğim. İtiraz etme, Peder. Sen kılıcın yükünü çe-
kiyorsun." Karanlık ve acı dolu gözler dikkatle Katalist'e dön-
dü. "Eğer düşersem, durmadan devam etmeye söz ver. Hayır,
dinle, eski dostum. Eğer bana bir şey olursa, her şey sana bağ-
lı olacak. Karakılıç'ı yok etmelisin."
"Yok etmek mi? Nasıl?" diye sordu Şaryon istemeden.
371
KAR£Kiuçın ZAFERJ
mıştı. Ağır kılıcın yükü altında, ayak bileklerinin çevresinde
çırpınan uzun cüppesi tarafından engellenerek, ancak birkaç
adım atmıştı ki, ciğerlerindeki nefesin hırıldadığını duydu. Ze-
min taşları kırık ve düzensizdi, koşmayı çok daha güç kılıyor-
du. Şaryon birkaç kez döşeme taşlarının ayaklarının altında
döndüğünü hissetti ve dengesini kaybedip düşmekten korka-
cak yavaşladı. Tüm bu süre boyunca, gözlerini arkadaşından
ayınnamıştı.
Ve sonra Joram düştü. Kırık bir mermer parçasına takıldı,
destek olması için içgüdüyle yaralı kolunu uzattı. Kolu ağırlı-
ğının altında yıkıldı ve Joram yere yuvarlanıp, acı içinde kıv-
ranmaya başladı.
Şaryon, Joram'ı yakaladı ve onu rahat bırakması için hırla-
masını duymazdan gelerek, bu yaşlı, yorgun bedende var ol-
duğuna inanamadığı bir güçle ayağa kaldırdı. Birlikte koşma-
ya devam ettiler ve dokuz basamağa ulaştılar.
Öfkeli bir eşek arısının vızıltısı gibi yüksek bir sızlanma
Saryon'un kulağının o kadar yakınından geçti ki, kanatlarını
hissettiğine yemin edebilirdi. Birkaç salise sonra, tapınak sü-
tunlarının bir kısmı patladı ve her tarafa taş parçaları fırlattı.
Sersemlemiş, bitkin düşmüş Katalist bunun ne olduğunu anla-
madı.
İkisi basamakları tırmanarak, minnetle tapınak duvarlarının
serin, gölgeli içine girdi. Joram ölü gibi yere yığıldı. Sırtüstü
yuvarlanarak, gözlerini kapattı. Nefesi hızlı ve sığdı. Sağ kolu
kanla sırılsıklam olmuştu. Şaryon ağır kılıcı bırakarak yanma
çöktü. Katalist ancak o zaman vızıltıların o ölümcül mermiler-
den olduğunu düşünebildi. Şaryon aldıracak durumda değildi.
Kan kulaklarını dövüyordu. Başı o kadar dönüyordu ki, zar
Zor görebiliyordu.
373
10
VE ELLERİNDE
Siyah cüppeli uzun bir adam tapınağın gölgelerinden çıktı.
Yakışıklı olduğunu gördü Şaryon, gri saçları ve çekici bir gü-
lümsemesi vardı. Ama o gülümseme sahteydi, eğitimli bir il-
lüzyonistin işiydi. Gergin dudakları ve yüz kasları, yerlerinde
kalmak için zorlanıyorlardı. Ve adamın sesi rahat olsa da, düz-
gün yüzeyi bozan bir huşu ve korku akıntısı vardı altında.
"Gerçekten de öldüğünü sandım, dosRım," dedi adam, ge-
lip Joram'ın yanında durarak ve ona dikkatle bakarak. "Tiyat-
ro ilanlarını görür gibi oluyorum: Yoğun İstek Üzerine, Ölüm-
den Döndü!."
Değil yanıt vermek, Joram adama bakmaya bile zahmet et-
medi. Adam gülümsedi.
"Hadi, hadi, eski dostum. Dört kurşun yarasından sonra ha-
yatta kaldın. İçlerinden herhangi biri bile ölümcül olabilirdi.
Bu numarayı nasıl yaptığını bilmek isterdim. Kurşun geçirmez
yelek mi kullandın? Ya da belki de..."
Konuşurken Saryon'a baktı ve Katalist o zeki gözlerin bir
bakışı ile dikkatle incelendiğini, sınıflandığını ve gelecekte
kullanılmak üzere dosyalandığını hissetti.
"...belki de dostumuzu yaşama döndüren sensindir, Peder
Şaryon. Evet, seni tanıyorum. Joram senin hakkında çok şey
KARaKinçın ZAFERJ
Huğunu düşünüyordum, tıpkı ödülü benden kapmak için ka-
tilini gönderen şişman rahip, Vanya gibi. Ama Piskopos ihane-
tinin bedelini ödeyecek." Büyücü omuzlarını silkti. "Hepsi
ödeyecek."
Joram sendeledi, düşecek gibi oldu. Kendini toparladı, Sar-
yon'un yardım önerisini başını öfkeyle sallayarak reddetti.
"Tıbbi bakıma ihtiyacın var, Joram," dedi Menju, onu serin-
kanlılıkla süzerek. "Neyse ki, Koridorlar sayesinde yakınında.
Peder'in bir sözcüğü bizi karargâhıma götürür. Katalist, bir Ko-
ridor aç."
"Yapamam..." diye başladı Şaryon, ama sözleri memnun
bir haykırışla kesildi.
"İçeri gelin! Korkmayın!" Üzerinde oturduğu kırık sunaktan
fırlayan Gwendolyn, parlak gözleri tapınağın gölgelerinin için-
de ürkütücü bir ışıkla pırıldayarak sundurmaya doğru koştu.
"Gwen, hayır!" Joram onu yakaladı. "Dışarı çıkamazsın..."
Gwendolyn kocasının zayıf kavrayışından rahatlıkla kurtul-
du, ama dışarıya koşmak için değil. Sundurmanın hemen için-
de durdu, ellerini uzattı. "İçeri gelin! İçeri gelin!" diye tekrarla-
dı, uzun zamandır beklediği konuklarını karşılayan ev sahibe-
si gibi.
"Korkmayın," diye devam etti, sesi şimdi hüzünle dolu.
"Hâlâ acı içinde misiniz? Zamanla geçecektir. Bu yalnızca ya-
şama tutunan parçanızın hatırladığı, hayalet bir acı. Bırakın git-
sin. Çok daha kolay olacak. Sizin için, savaş bitti."
"Savaş mı? Hangi savaştan bahsediyor?" diye sordu Joram,
Karabüyücü'ye dönerek.
"Gettysburg?" Karabüyücü omuzlarını silkti. "Waterloo?
Belki bugünün Napoleon'u olduğunu sanıyordun"
"Sen daha iyisini bilirsin!" diye yanıt verdi Joram. Gözleri
377
KARPKjLiçın ZAFER]
"Bir oraya gidebilsem!" diye haykırdı Joram alçak sesle.
"Yardım edebilirdim -Ben neler diyorum?" Acı acı güldü. "Bu-
nu onların başına ben sardım!" Sütuna yaslanarak, kan lekeli
eliyle gözlerini örttü.
"Kehanet tamamlandı o zaman, Joram," dedi Karabüyücü.
"Onları kendi kaderlerine bırak. O harika alıntı nasıldı? 'Ve el-
lerinde dünyanın yıkımını tutuyor olacak...' "
"...ya da kurtuluşunu," dedi Gwendolyn.
Ümitsizliğe boğulmuş olan Joram onu duymuş görünmedi.
Ama Şaryon duydu. Dönerek, ona dikkatle baktı. Gwen de
kuşatılmış şehre bakıyordu. Gözleri iri iri açılmıştı ve odaklan-
mamıştı, dudaklarında tatlı, hüzünlü bir gülümseme vardı. Ka-
talist onu ürkütmemek için yavaşça ve sessizce hareket ede-
rek elini omzuna koydu.
"Ne dedin, hayatım?"
"Sayıklıyor!" diye terslendi Karabüyücü sabırsızca. "Bu ka-
dar yeter. Eğer unuttuysan, orada bir katil var. Katalist, bir Ko-
ridor aç..."
Bir El uzandı, Saryon'un uçurumun kenarından dönmesine
yardım etti. Uzanıp onu tutması yeterliydi...
"Devam et, hayatım," dedi telaşla, sesi titreyerek, kadını
korkutmamak için heyecanını bastırmaya çalışarak.
Gwendolyn çevresine hayaller içindeymiş gibi baktı.
"Burada birisi var -çok, çok yaşlı bir adam- bir Piskopos.
Neredesin? Ah, evet. İşte, arkada." Belirsizce işaret etti. "Birisi-
nin onu dinlemesi için yüzyıllardır bekliyor. Hepsi bir hataydı,
diyor, evimizden şımarık, öfkeli bir çocuk gibi kaçmamız. Son-
ra Demir Savaşları geldi ve her şey yok oldu. Dünyayı nasıl
değiştirebileceğini anlamak için dua etti. Almin, insanoğlunun
üzerinde yürüdüğü tehlikeli yoldan döneceğini umarak duası-
379
KARfıKJLiçın ZAFER]
"Bir oraya gidebilsem!" diye haykırdı Joram alçak sesle.
"Yardım edebilirdim -Ben neler diyorum?" Acı acı güldü. "Bu-
nu onların başına ben sardım!" Sütuna yaslanarak, kan lekeli
eliyle gözlerini örttü.
"Kehanet tamamlandı o zaman, Joram," dedi Karabüyücü.
"Onları kendi kaderlerine bırak. O harika alıntı nasıldı? 'Ve el-
lerinde dünyanın yıkımım tutuyor olacak...' "
"...ya da kurtuluşunu," dedi Gwendolyn.
Ümitsizliğe boğulmuş olan Joram onu duymuş görünmedi.
Ama Şaryon duydu. Dönerek, ona dikkatle baktı. Gwen de
kuşatılmış şehre bakıyordu. Gözleri iri iri açılmıştı ve odaklan-
mamıştı, dudaklarında tatlı, hüzünlü bir gülümseme vardı. Ka-
talist onu ürkütmemek için yavaşça ve sessizce hareket ede-
rek elini omzuna koydu.
"Ne dedin, hayatım?"
"Sayıklıyor!" diye terslendi Karabüyücü sabırsızca. "Bu ka-
dar yeter. Eğer unuttuysan, orada bir katil var. Katalist, bir Ko-
ridor aç..."
Bir El uzandı, Saryon'un uçurumun kenarından dönmesine
yardım etti. Uzanıp onu tutması yeterliydi...
"Devam et, hayatım," dedi telaşla, sesi titreyerek, kadım
korkutmamak için heyecanını bastırmaya çalışarak.
Gwendolyn çevresine hayaller içindeymiş gibi baktı.
"Burada birisi var -çok, çok yaşlı bir adam- bir Piskopos.
Neredesin? Ah, evet. İşte, arkada." Belirsizce işaret etti. "Birisi-
nin onu dinlemesi için yüzyıllardır bekliyor. Hepsi bir hataydı,
diyor, evimizden şımarık, öfkeli bir çocuk gibi kaçmamız. Son-
ra Demir Savaşları geldi ve her şey yok oldu. Dünyayı nasıl
değiştirebileceğini anlamak için dua etti. Almin, insanoğlunun
üzerinde yürüdüğü tehlikeli yoldan döneceğini umarak duası-
379
KARAKJLIÇln ZAFER]
"Buraya, Peder! Eğil!"
Şaryon soğuk taş zemin üzerinde kıvranarak süaınlara
ulaştı- Joram bir sütuna dayanıp bahçeye baktı. Düşmanları
görünürde yoktu. Menju yine ateş etti, yine ıskaladı.
"Bir Koridor aç, Peder!" diye hırladı.
"Yapamam!" diye inledi Şaryon.
Bir başka çatırtı havayı böldü. Menju kendini sütuna doğ-
ru attı. Şaryon yere büzüldü. Joram kıpırdayamayacak, belki
de aldırmayacak kadar zayıf görünüyordu. Karakıhç'ı gevşek
bir şekilde tutuyordu. Yarası yine kanamaya başlamıştı; kolun-
daki leke büyüyordu.
Katalist bakışlarını endişeyle Joram'dan Gwen'e çevirdi.
Onu zar zor görebiliyordu. Bir şekilde, ölüler onu ufalanan su-
nağın arkasına saklanmaya ikna etmişlerdi. Tavandaki bir çat-
laktan giren tozlu bir güneş ışığı huzmesi altın saçlarının üze-
rinde parlıyor, parlak mavi gözlerini aydınlatıyordu.
Menju bakışlarını takip etti. "Bizi buradan çıkar, Katalist,
yoksa tannlar adına, bunu onun üzerinde kullanırım!" Silahı
Gwendolyn'e doğrulttu. "Işıktan daha hızlı hareket edemiyor-
san, Joram, hiçbir şey yapmayı deneme."
"Joram, dur!" Elini arkadaşının koluna koyan Şaryon dönüp
büyücüyle yüzleşti. "Burada bir Koridor açamam, çünkü açıla-
cak Koridor yok!"
"Yalan söylüyorsun!" Karabüyücü silahını indirmedi.
"Almin'den bir Koridor olmasını dilerdim!" dedi Şaryon ha-
raretle. "Olüçağıranlar Tapınağı'nda Koridor yoktur! Burası
kutsal bir yerdir; yalnızca Ölüçağıranlann girmesine izin veri-
lirdi. Burada bir Koridor açılmasına hiç izin vermediler. Tek çı-
kış yolu," -Şaryon başını salladı— "sunak taşının yanında."
"Ve İnfazcı bunu biliyor!" dedi Joram sertçe. Alnı terle kap-
381
KARAKjLIÇln ZAFERİ
bir ipucu yakalamak için Joram'ın yüzüne baktı.
Arkadaşının dudaklarını düz, sert bir çizgi halinde birbiri-
ne bastırdığını görünce, yumuşak sesle sordu. "Ne oldu?"
"Bir hava saldırısı istedi. Gemilerden birini Merilon'dan bu-
raya gönderiyorlar."
"Evet, basit bir çıkış yolu, aslında," dedi Karabüyücü ken-
dinden memnun bir şekilde, aleti kapatıp cüppesinin cebine
koyarak. "Geminin lazerleri tüm bahçeyi süpürecek, tabancalı
dostumuzu etkili bir şekilde küle dönüştürecek. Sonra gemi
bizi alıp buradan götürecek. Gemide bir sıhhiye eri var, Joram.
Dayanmanı sağlayacak bir uyarıcı verecek, böylece Karakı-
lıç'ın sayesinde Merilon savaşını kazanmama yardım edebile-
ceksin. Elbette, güzel karının elimin altında olduğunu hiç ak-
lından çıkarmayacaksın. Katalist'ten hiç bahsetmiyorum bile.
İkisi de -nasıl söylesem- rol çalmaya kalkarsan acı çekecek."
Kolunun yenini arkaya iten Menju, bileğine taktığı alete
baktı. "Birkaç dakika içinde gelir."
Şaryon aşina olmayan sözleri anlamadıysa bile, anlamlarını
kavradı. Joram'a baktı. Yüzü ifadesizdi, gözlerini kapatmıştı.
Pes edecek kadar ümitsiz, yenilmiş, incinmiş miydi? Söylediği
gibi, savaşmak anlamsız mıydı?
Şaryon, Almin'e dua etmeye çalıştı, o Varlık'ı çağırmaya ça-
lıştı, ümitsizce ona uzanan El'i tutmaya çalıştı. Ama bunun ye-
rine korku onu ele geçirdi. Taştan parmaklarla boğazını yaka-
layarak, Saryon'un inancını boğdu. El tereddüt etti, sonra yok
oldu ve Katalist acı acı, bunu yalnızca bir yanılsama olduğunu
anladı.
383
11
DÜNYANIN YIKIMINI TUTUYOR OLACAK
Alçak bir mırıltı yavaş yavaş yükseldi, yükseldi. Şaryon ir-
kilerek Menju'nun yüzünde bir tatmin ifadesi gördü. Büyücü-
nün gözleri beklenti içinde gökyüzüne çevrilmişti ve Şaryon
sütunun arkasından bakma tehlikesini göze aldı. Bunu yapar-
ken, aklına son birkaç dakika boyunca hiç mermi atılmadığı
geldi. Belki de İnfaza vazgeçmişti.
"Aptalca bir hayal!" diye mınldandı Şaryon kendi kendine,
acı acı. Açık, mavi göğü taradı, hiçbir şey görmedi, ama mırıl-
tı gittikçe yükseliyordu. İnfaza asla vazgeçmez, asla görevini
başaramadığını kabullenmezdi. Tarikatı ölümü başarısızlığın
tek bahanesi olarak görürdü ve İnfaza öldürmesi kolay bir
adam değildi. Joram büyülü Yaşam'ınm bir kısmım çekmiş ol-
KARaKjLiçın ZAFERJ
man kanatlarından bir kelebeğin yaklaşmasını duymalarını
ağlayan keskin işitme duyuları, bir adamın kafatasının içinde-
ki düşünceleri görmelerini sağlayan keskin görme yetenekle-
ri-
Menju yeniden elde ettiği büyü güçlerinden memnundu,
ama gerçek gücünü unutmuştu. Bunu bir oyuncak, bir eğlen-
ce olarak görüyordu, o kadar. Kriz anı geldiğinde, Teknolo-
ji'sine güvenmeyi tercih ediyordu.
"Saldırı gemisi geldi," dedi kısaca. "Fazla zaman kalmadı."
joram'a bir bakış fırlattı. "Dostumuz yürüyebilecek mi, Peder?
Ona yardımcı olman gerekecek. Ben geminin ateşini yönlen-
dirmeliyim."
Yine aletin içine konuştu. Bu sefer cızırtı oldukça azalmış-
tı; elinde tuttuğu aletin içinde yanıt veren ses daha açıktı ve
Şaryon -Menju'nun konuşurken gökyüzüne dikkatle bakma-
sından- çağırdığı her nasıl bir canavarsa, onunla konuştuğunu
talimin etti.
Şaryon büyücünün bakışlarını takip ettiği zaman bir şey
göremedi. Yaratığın görünmez olup olmadığını merak etmeye
başlamıştı ki, alev alev bir parıltı gözüne çarptı. Nefesini tuttu,
nesnenin muazzam bir hızla gelmesini beklememişti. Bir an
çok küçüktü, kafası karışıp gece yerine gündüz çıkmış parlak
bir yıldızdı. Bir sonraki an, nesne güneşten daha büyüktü;
sonra on güneşten daha büyük. Onu şimdi açıkça görebiliyor-
du ve şok içinde bakakaldı.
Katalist, Şeref Meydanı savaşında yoktu. Büyük, demirden
yaratıkların, gümüş derili, metal kafalı yabancı insanların tas-
virlerini duymuştu yalnızca. Karanlık Sanatların yaratımlarını
ilk defa görüyordu ve ruhu korkuyla huşu içinde titredi.
Canavar gümüşten yapılmıştı, bedeni güneş altında parlı-
385
KARAKJLIÇin ZAFERJ
Oğlum, bunun sonuna kadar yaşayamam! sözcükleri Sar-
yon'un yüreğindeydi ve neredeyse dışarı fırlayacaklardı. Ama
onları engelledi, gözyaşlarıyla birlikte yuttu onları. Hayır, Jo-
ram'ın son anlarında huzur bulması daha iyiydi.
Bebekken olduğu gibi onu kollarıma alacağım. Ve kahve-
rengi gözleri sonsuza dek kapandığında, huzur bulduğunda,
hayatının mücadelesi sonunda bittiğinde, ayağa kalkacağım ve
bu beceriksiz, sakar halimle, ben de ölene kadar o soğuk, ka-
yıtsız varlığa saldıracağım.
Kör edici bir parıltı Saryon'un kasvetli hayallerini sarstı. Ca-
navardan gelen bir ışın, sunak taşının yanında yere düştü ve
Simkin'in bedeninin yakınında, toprakta dev bir delik açtı. Du-
manlar havada kıvnldı. Yukarıda süzülen metal yaratık yavaş
yavaş yere iniyordu.
Menju, sesi soru dolu, aletin içine bağırdı.
"Ne söylüyor?" diye fısıldadı Şaryon.
"Savaş Büyücüsünü yok edip etmediğini soruyor." Joram
durdu, dinledi, sonra eğlenerek Katalist'e baktı. "Yok ettikleri-
ni söylüyorlar. En azından, ekranlarında canlı görünmüyor."
"Canlı görünmüyor mu?" Aptallar," diye mırıldandı Şaryon,
ama Joram'ın uyaran bakışını görünce sustu. Menju, ihtiyatlı
bakışlarını bahçeden ayımaadan yaklaştı.
"Görünüşe göre tabancalı dostumuzun işi bitti," dedi büyü-
cü. "Dışarı çıkmaya hazırlanalım." Tapınağın arka tarafına işa-
ret etti. "Karının burada kalıp hayran kulübünün daimi üyesi
olmasını istemiyorsan, Joram, onu o hayalet muhafızlardan
uzaklaştırsan iyi olur."
"Onu ben getiririm," diye öneride bulundu Şaryon.
Katalist yavaş yavaş yürüdü. Ayaklarını yakalayan, cüppe-
sinin eteklerine takılan, onu yere yıkmakla tehdit eden ürnit-
387
KARfiKJLİÇin ZAFERİ
me isteği doğdu içinde. Ama kahkahasının kendini kaybedip,
korkmuş bir çocuk gibi isterik bir biçimde ağlamasıyla son bu-
lacağını bilerek boğdu onu. Çevresindeki sessiz seslerin hay-
kırışları, tek bir kelime duyamamasına rağmen kulaklarında
yankılanıyordu.
Sonra aniden, sanki tek bir sözle susturulmuş gibi, işitilme-
yen kargaşa kesildi.
Gwen özgür kalmıştı, o kadar beklenmedik bir şekilde ki,
öne, Katalist'in kollarına yuvarlanarak ikisini birden yere yu-
varlayacak oldu. Şaryon onu yakaladı, ayağa kalkmasına yar-
dım etti, yüzüne düşen altın saçları geriye taradı. Kadın olan
bitenden rahatsız olmuş gibi görünmüyordu, kayıtsız bir ilgiy-
le, sanki bütün bunlar bir başkasının başına geliyormuş gibi
çevresine bakınmaya devam etti.
"Gelmiyor musunuz?" diye sordu, Şaryon telaşla onu çeker-
ken başını gölgelere çevirerek.
Katalist, hayalet birliklerinin çevrelerini almış, işitilmeyen
ayak sesleri tapınağın sessizliğinin içinde yüksek sesle yankı-
lanırmış gibi ürkütücü bir hisse kapıldı.
Menju, tapınak merdiveninin başında durmuş, silahını
Gwen ile Katalist'e doğrultmuş, sabırsızca bekliyordu. Joram
yanında bir sütuna yaslanmış, sessizce izliyordu. İlk bakışta
değil savaşmak, ayakta duramayacak kadar zayıf görünüyor-
du. Karanlık gözlerin derinliklerinde yanan ateşi, teslim olmaz
iradenin şekil almasını, demirden bir kılıca dönüşmesini yal-
nızca Şaryon gördü.
"Hep beraber gideceğiz," diye bildirdi Menju, silahı ile Şar-
yon ile Gwen'in tapınaktan çıkmasını işaret ederek. Diğer elin-
de konuşma aracını tutuyordu. "Joram, Katalist ile karını ara-
mızda tutacağım. Herhangi bir şey yapmayı denersen, içlerin-
389
KARAKJLIÇin ZAFERİ
çevresine bakmıyordu. Menju şimdi bir, iki adım önlerindey-
Hj. Kanatlı canavarına yoğunlaştığından, yürümeyi bıraktıkları-
nı fark etmemişti. Büyücü konuşmak için aleti ağzına kaldır-
mıştı ki, aletten gelen sesler sözünü kesti. Menju irkilerek, al-
çak sesle küfrederek döndü, arkasındaki gökyüzüne baktı.
Üzerlerine karanlık, dev bir kertenkele bedeninin yeşil ka-
natlarından düşen bir gölge yayıldı. İnfaza hiç yoktan belirdi.
Sunak taşının arkasında durarak, serinkanlılıkla ejdere, saldır-
masını emretti. Ejder nefretle çığlıklar atarak, dev, pençeli
ayaklarını uzatarak, doğrudan gümüş yaratığa daldı.
Menju'nun elindeki aletten boğuk haykırışlar geldi. Gümüş
canavar hemen savuşturma manevrası yaptı, düşmanından ka-
çınmak için yana döndü. Ejderin pençeleri bir gümüş kanadın
ucunu kopardı ve havada yuvarlanmaya başlamasına sebep
oldu. Ejder hava akımlarınn üzerinde yükseldi ve tekrar saldır-
mak için döndü. Gümüş yaratık dağın kenarına çarpmak üze-
reyken son anda kurtuldu. Kuyruğundan bir alev patlaması
çıktı ve dalarken doğruldu.
Ejder yine saldırdı ve bu sefer gümüş yaratık saldırıya ha-
zırdı, parlak yeşil ve altın rengi düşmanına tek bir ışın fırlattı.
Ejderin kanadının ucu alev aldı. Acı ve öfke içinde haykıran
ejder alev alev bir nefes saldı. Gümüş yaratığı bir ateş topu
sardı. Dinleme aletinden gelen haykırışlar tiz ve panik doluy-
du ve sonra Şaryon başka ses duyamaz oldu, çünkü aniden
onun dünyası, çevresinde alev aldı.
KARAKJLIÇln ZAFERİ
aşağı yuvarlandı; Joram'ın kavrayışı gevşeyince Karakılıç fırla-
yıp gitti.
Şaryon kayanın merdivenlerde parçalandığını, bedenine
çarpan taşlan, başında patlayan acıyı hissetti. Sonra engin bir
karanlığa kaydı...
Ama ölemem. Joram! Joram'ı terk edemem...
Karanlık ve acıya karşı mücadele eden Şaryon gözlerini aç-
tı. Tapınak gözlerinin önünde karıştı, titreşti. Başını salladığı
zaman aniden acıyla irkildi ve midesi bulandı.
"Joram!" diye tekrarladı sersem sersem, dostu için hissetti-
ği korkunun içinde acısını boğarak. Başını kaldırıp çevresine
bakındı, merdivenlerin dibinde, parçalanan kayanın parçaları-
nın arasında yattığını gördü. Joram yanında yatıyordu, gözleri
kapalıydı, yüzü beyaz, pürüzsüz ve sakindi... sonunda huzur
içinde.
"Elveda, oğlum!" diye mırıldandı Şaryon. Acı hissedemiyor-
du. Böylesi daha iyiydi, çok daha iyi. Karmakarışık saçlara do-
kunmak için uzandığında, gözucuyla bir hareket fark etti.
İnfazcı belirdi, tepelerine dikildi. Şaryon yukarıdan bir yer-
den patlama sesleri duydu. Gökyüzünden taş ve toprak parça-
ları yağdı. Şaryon hiç dikkat etmedi. İnfazcı'ya kısa bir bakış
fırlattıktan sonra, düşmanına da dikkat etmedi. Katalist'in eli
Joram'ın elinin üzerine kapandı. Öldür beni, diye düşündü
Şaryon. Beni şimdi öldür. Çabucak bitir.
Ama İnfazcı, Joram'ı dikkatle inceledikten sonra sırtını dön-
dü. Şaryon fazla ilgi duymadan arkasından baktı. Savaş Büyü-
cüsü'nün işi bitmişti, gidiyordu. Sonra Katalist dondu, soğuk
bir korku rüzgârı acı sisini dağıttı. Savaş Büyücüsü işini bitir-
memişti! Henüz değil. İnfazcı eğilip, basamakların üzerinde
karanlık ve cansız yatmakta olan kılıcı aldı.
393
dı.
Bu ümitsizlikten doğan bir teşebbüstü. Yaşam tüketmek
yavaş bir süreçtir. Şaryon, Karakılıç'm Savaş Büyücüsü'nün bü-
yüsünün çoğunu zaten tükettiğini umuyordu. Böyle ise, Kata-
list onu hemen savunmasız bırakabilirdi.
Savaş Büyücüsü, Katalist'in saldırısını hemen hissetti. Kılıcı
kırık basamakların üzerine bırakan İnfaza, Saryon'a döndü.
Katalist, İnfazcı'nın gri cüppesinin başlığının altında gizlenen
yüzünü göremiyordu. Ama adamın gülümsediğini hissedebili-
yordu ve başarısız olduğunu anladı. Savaş Büyücüsü'nün Ya-
şam'ı hâlâ güçlüydü. İnfaza elini kaldırarak, Katalist'i yok ede-
cek bir büyü yapmaya hazırlandı.
Şaryon başını eğerek, en azından sonunun hızlı gelmesi
için dua etti.
Işık alevlendi, onu kör etti. Bir cızırtı duydu ve ateş fırtına-
sını, son korkunç acıyı bekleyerek hazırlandı.
Yakınından boğuk bir acı ve öfke haykırışı geldi.
Şaryon irkilerek gözlerini açtı. İnfaza önünde duruyordu,
ama Katalist'e bakmıyordu. Yüzünü yeni bir düşmana dön-
müştü.
Menju tapınağın alevlerin süpürdüğü basamaklarında yatı-
yordu. Bedeni fena halde yanmıştı. Büyücü kanlı ve kararmış
elini kaldırdı. Silahını uzatarak İnfazcı'ya bir kez daha ateş et-
ti.
Aynı anda, Savaş Büyücüsü sözcükler haykırdı. Güneş ışı-
394
KARAKiLiçın ZAFER]
Sı altında çakan buzdan hançerler İnfazcı'nın parmaklarından
fırladı. Havada uçarak Menju'nun bedenine saplandı ve adamı
basamaklara yapıştırdı. Karabüyücü bağırmadan düştü. Sanki
çoktan ölmüştü.
Şaryon aniden boynundan aşağı akan ılık bir sıvının farkı-
na vardı. Başındaki zonklama artmıştı, başının dönmesi de öy-
le. Görüntü kırmızımsı bir sisle bulutlanıyordu ve bir kez da-
ha ona dönen İnfazcı'nın başlıklı başını zar zor görebiliyordu.
Şaryon hiçbir şey yapamazdı. Adamın Yaşam'ını tüketme-
ye bile devam edemezdi, çünkü kendisi de bilinçliliğin kıyısın-
da sendeliyordu. Savaş Büyücüsü'nün döndüğünü izledi... ve
göğsündeki kocaman deliği gördü. Savaş Büyücüsü'nün eli se-
ğirdi, sonra yüzüstü, ölü, düştü. Şaryon hiçbir şey hissetmedi,
sevinç ya da rahatlama bile. Acı ve ümitsizlik dışında hiçbir
şey.
Taşların üzerine çöktü, soğukluklarını yanağında hissetti.
Gözlerini kapattı. Yoğun bir sisin içinde kayboldu, körlemesi-
ne, tek bir yanlış adımın onu uçuruma düşüreceğini bilerek
yamacın kenarında yürüdü. El'in orada olduğunun, ona yar-
dım etmek istediğinin belirsizce farkındaydı.
Çevresinde, ötesinde, üzerinde, dünyanın öldüğünü işitebi-
liyordu.
"Yaptıklarını asla affedemem," diye fısıldadı Şaryon. El'i
reddederek kıyının ötesine adım attı.
El onu yakaladı ve nazikçe tuttu.
39S
12
KARAKILIÇ'IN ZAFERİ
"Peder?" Bir tehlike duygusu Joram'ı dövdü, demirhanenin
çekiçleri gibi üzerine indi, uyumayı imkânsız kıldı. Yine demir-
cinin atölyesindeydi, Karakılıç'ı yaratıyordu. Şaryon ona Yaşam
veriyordu. Sonra, aniden, her şey ters gitti. Gözlerinin önünde
Katalist taşa dönüyordu...
"Peder!" diye haykırdı Joram.
Terle sınlsıklam, uyandı. Çekiç sesleri yok oldu.
Çevresindeki her şey sessizdi, dehşet verici, doğal olmayan
bir sessizlik, sanki dünya boğulan bir adam gibi nefesini tutu-
yormuş gibi, bir nefes daha alamayacağını biliyormuş gibi.
Üzerindeki güneşışığıyla aydınlanmış, mavi gökyüzüne ba-
kan Joram nerede olduğunu hatırladı, ama bir an neler oldu-
ğunu hatırlayamadı. Zihninde alev alev bir büyülü ateş gördü,
muazzam ısısını hissetti ve Karakılıç'ı kaldırdığını, ateşi durdur-
duğunu hatırladı. Gwen'in haykırışını, Saryon'un bağırmasını
duydu. Arkadan bir ağırlık çarptı. Kılıç elinden uçtu... ve...
hiçbir şey.
"Şaryon," diye mırıldandı boğuk bir sesle, doğrulup otur-
maya çalışarak. "Şaryon, ben..."
Döndü ve Katalist'i gördü.
Şaryon parçalanmış taşların ortasında yatıyordu. Kafasının
KARAKjuçın ZAFERİ
yanındaki çentikli bir yaradan fışkıran kan ve toz yüzünü kap-
lamıştı. Gözleri kapalıydı, ifadesi huzurluydu. Uyuyor gibiydi.
"Peder?" dedi Joram, ona nazikçe dokunarak.
Saryon'un derisi soğuktu, nabzı zayıf ve düzensizdi. Sarsın-
tı şok. Tedaviye ihtiyacı vardı. Joram çevresine bakınarak Ka-
talist'i örtecek bir şey aradı, ama gözlerinin önündeki dehşet
verici manzaraya donarak bakakaldı.
Sunak taşının yanında, İnfazcı'nın bedeni yatıyordu, Savaş
Büyücüsü'nün sırtında bir delik vardı. Menju'nun kararmış be-
deni tapınağın merdivenine yayılmıştı. Kan derecikleri beden-
den çıkıyor, birleşiyor, ayrılıyor, tekrar birleşerek aşağıdaki
kaldırımda küçük birikintiler oluşturuyordu.
"Gwen?" diye seslendi korkuyla, merdivenlerden tapınağa
bakarak. Sesi dudaklarında öldü. Tapınağın sundurması parça-
lanmıştı, gümüş saldırı gemisinin parçaları kırık taşların arasın-
da pırıldıyordu. Gemi pilotunun bedeni ezilmiş kokpitten kor-
kunç bir açı ile sarkıyordu. Ejderin çarpılmış cesedi yakında
büzülmüştü.
"Gwen!" diye bağırdı Joram.. Korkudan güç alarak ayağa
kalktı, karısının adını seslenerek moloz kaplı basamakları tır-
mandı. Yanıt gelmedi. Sundurmaya ulaştığında, içeride kısılı
kalmış olması olasılığına karşılık yıkıntıdan bir parçayı kenara
ittirmeye çalıştı. Ani bir baş dönmesi ve kolunda yırtıcı bir acı
yarasını hatırlattı. Sendeledi, düşecek gibi oldu.
Uzaktan gelen, boğuk bir gümleme gibi bir patlama sesi
dikkatini çekti, ümitsizliğini aştı. Joram dönerek dağın tepesin-
den aşağıdaki ovalara baktı. Güneş ışığı yüzlerce metal yüzey-
den yansıyordu -Merilon'un çevresinde sürünen tanklar. Be-
yaz lazer ateşleri büyülü kubbeyi bombardımana tutuyordu.
Bu uzaklıkta, hayal görmüş olması mümkünse de, Saray'ın par-
397
KfiRAKinçın ZAFERJ
"Pencereyi aç. Yaşam'ı serbest bırak," dedi arkasından ber-
rak, tatlı bir ses.
Döndü, Gwendolyn'in sakin sakin tapınak merdivenlerinin
tepesinde, yıkıntıların arasında oturduğunu gördü. Parlak, ma-
vi gözleri kocasının üzerindeydi. Tanıma işareti yoktu, ama
onunla konuşuyordu.
"Nasıl?" diye haykırdı Joram, kılıcın yanında diz çöktüğü
yerden. Kollannı gökyüzüne kaldırarak, hayal kırıklığı içinde
bağırdı. "Bütün bunları nasıl durdurabilirim? Bana nasıl olaca-
ğını söyle."
Sesi yankılanıp geri döndü. Tapmağın sütunlarından yansı-
dı, dağın yamaçlarında tekrarlandı, gittikçe daha yüksek sesle
haykırdı, "Nasıl?" Binlerce ölü ses haykırışı aldı, her biri en yu-
muşak fısıltıdan daha yumuşak, fısıldadı, "Nasıl?"
Gwendolyn susmaları için işaret etti ve yankılar sustu. Dün-
yadaki her şey sustu ve bekledi...
Kollannı dizlerine dolayan Gwendolyn kocasına, yüreğini
delen sakin bir gülümsemeyle baktı, Joram onun hâlâ kendisi-
ni tanımadığını gördü.
"Dünyaya, ondan aldığın şeyi iade et," dedi.
Ondan aldığın şeyi dünyaya iade et. Elindeki silaha baktı.
Karakılıç, elbette. Onu bu dünyanın taşından yapmıştı. Ama
onu nasıl iade edecekti? Eritecek demirhane ateşi yoktu. Onu
dağın yamacından aşağı atabilirdi, ama aşağıdaki kayaların
üzerine düşerdi ve birisi bulana kadar orada yatardı.
Gözleri sunak taşına gitti. İlk defa yakından baktı ve Men-
ju'nun daha önce talimin ettiği şeyi gördü -karataştan yapıl-
mıştı.
Gwen'e döndüğünde, onun gülümsediğini gördü.
"Ne olacak?" diye sordu.
399
KARfıKjLiçın ZAFER]
kadın.
Joram'ın istediği yanıt bu değildi, ama zaten, yüreğindeki
soruyu sormamıştı. Ölümde huzur bulacak mıyım? Seni yine
bulacak mıyım? Asla bu soruyu soramayacağını fark etti, çün-
kü Gwen için bir anlamı olmayacaktı.
Kadın onu beklentiyle izliyordu. "Bekliyorlar," dedi, berrak
sesinde biraz sabırsızlıkla.
Bekliyorlar... Sanki bütün dünya bekliyordu, belki de, doğ-
duğu andan beri.
Joram ona sırtını dönerek, iki eliyle Karakılıç'm kabzasını
tuttu. Silahı başının üzerine kaldırdı, ayaklarını ölü bahçenin
toprağına sıkıca bastı. Derin bir nefes aldı, sonra, tüm gücüy-
le Karakılıç'ı sunak taşının kalbine sapladı.
Kılıç kayaya kolayca girdi, o kadar kolayca ki, Joram şaş-
kınlık içinde kaldı. Sunak taşı parlak bir beyaz-mavi ateşle çak-
tı, titredi. Joram ellerinin altındaki titremeyi hissetti, sanki kılıcı
canlı ete saplamıştı. Titreme taştan yayıldı, daha uzaklara gitti.
Ayaklarının dibinde, dağ ürperdi. Yer yaşayan bir şey gibi
titredi, kabardı, parçalarına ayrıldı. Tapınak temellerinin üze-
rinde sarsıldı; duvarlarda çatlaklar açıldı; tavan çöktü. Joram
dengesini yitirdi ve elleri ile dizlerinin üzerinde düştü. Gwen-
dolyn yanında diz çöktü, gözlerini iri iri açarak, büyülenmiş gi-
bi çevresine bakındı.
Sonra, sarsıntı aniden durdu. Her şey bir kez daha kıpırtı-
sız ve sessizdi. Sunak taşının parıltısı soldu. Taşta hiçbir şey
değişmemiş gibiydi, yalnız kılıç yok olmuştu. Ondan hiçbir iz
yoktu.
Joram ayağa kalkmaya çalıştı, ama çok zayıftı. Sanki kılıç
son kurbanını ele geçirmiş, bedenindeki yaşamı tüketmişti. Su-
nak taşına bitkinlik içinde yaslanarak ovalara doğru baktı, hâ-
401
KAR£KJLiçın ZAFERİ
kiyor, geriye tek bir kınntı bile bırakmıyordu.
Karanlık derinleşti. Dünyanın kenarına, ufuk boyunca, ge-
ce çökmüştü. Yıldızlar belirdi, kısa bir an çaktı, sonra geceden
de derin bir başka karanlık onları kaplayınca yok oldu. Bu ka-
ranlığın kenarlarında şimşekler ışıldıyor, yeryüzünün üzerinde
bir gökgürültüsü yuvarlanıyordu.
Gökyüzü karardı, karardı. Gölgeler Joram'ın çevresinde ya-
vaş yavaş yükseldi. Dağın domğu hâlâ aydınlıktı -tepelerinde
minik bir güneş ışığı parçası parlıyor, ümitsizce hayata tutun-
maya çalışıyordu. Karanlığın aşağıdaki düzlüklerden yüksel-
mesini izleyen Joram, Gwen ile birlikte, bir gece okyanusunda
sürüklendikleri hissine kapıldı.
Ama zaman içinde karanlık onları da ele geçirecek, fırtına-
nın çalkaladığı denizler onların kırılgan gemisini alabora ede-
cekti. İçinde birşeyler korkuyor, gelen fırtınadan komnacak bir
yer bulması için yalvarıyordu. Öyle yapması gerektiğini biliyor-
du, ama kıpırdayamıyordu. Derin bir uykunun getirdiği felç gi-
biydi; olup bitenleri, rüyadaymış gibi izliyordu. Acısı yok ol-
muştu ve artık kolunu hissetmiyordu. Sağ eli bir başkasına ait-
ti sanki.
Rüzgâr güçlendi, her yönden dövdü onu. Küçük taş parça-
ları etini acıttı. Gwendolyn'in altın saçları onu parlak bir bulut
gibi sarmıştı.
Joram karısını yakma çekti, kadın sunak taşının yanında
ona yaslanarak büzüldü. Korkmuyordu, yaklaşan fırtınaya he-
vesle bakıyordu; gözleri çentikli şimşekleri yansıtıyordu, du-
dakları rüzgârı içmek için aralanmıştı.
Ve o korkmadığı için, Joram'ın korkulan da yok oldu. Ar-
tık Merilon'u göremiyordu. Güneşten geriye kalanlar, yalnızca
dağın zirvesini aydınlatıyordu; dünyanın geri kalanı karanlık-
403
13
REQUILEM AETERNAM
Sınır'daki Gözetçiler birer birer, rüzgârın şiddetli dalgalarıy-
la devrildi. Onları yüzyıllarca tutsak eden büyü, taştan beden-
leri gibi kırıldı. En son düşen, fırtınanın öfkesine sonuna ka-
dar dayanan tek heykel, yumruğunu sıkmış olandı.
En yaşlı meşeler köklerinden söküldükten ve toprağın üze-
rinde dal parçaları gibi yuvarlandıktan sonra, kabaran dalgalar
kıyıları dövdükten sonra, şehir duvarları yıkıldıktan ve yandık-
tan, Merilon'da savaş orduları her yöne dağıldıktan sonra bile,
bu heykel fırtınaya meydan okumuştu ve yakında birisi olsay-
dı boş bir kahkaha duyabilirdi.
Zaman zaman rüzgâr çarptı ona, kumlar taştan etini acıttı.
Şimşekleri üzerinde çaktı, gökgürültüsü güçlü yumruklan ile
dövdü. Sonunda, karanlık iyice derinleşince, heykel düştü. Kı-
yıya devrildi, taşı parçalandı, milyonlarca minik parça uluyan
rüzgâr tarafından neşeyle yakalandı ve toprağın üzerinde sa-
çıldı.
Ruhu özgür kalan Katalist, görmeyen gözleriyle sonu izle-
yen Thimhallan'm ölülerine katıldı.
Fırtına bir gün ve bir gece sürdü, sonra -dünya rüzgâr ta-
rafından tertemiz süpürüldükten, ateş tarafından dağlandıktan
ve su tarafından arındırıldıktan sonra- fırtına durdu.
SONSOZ
Merilon'un son sakinleri yıkılmış şehir Kapı'smm gölgesin-
de büzülerek, sahip oldukları birkaç eşya çevrelerinde kaba
bohçalar içinde yayılmış, kuyruk olup beklediler.
Genellikle sessizlik içinde bekliyorlardı. Büyüden yoksun
olduklanndan yerde yürümek zorunda kalıyorlardı. Yaşam'ın
zarafeti olmadan bedenleri hantal, ağır ve kontrol edilmesi güç
geliyordu ve büyücülerin konuşmak için enerjileri kalmamıştı.
Zaten moral bozucu, ümit kırıcı olmayan hiçbir şey yoktu ko-
nuşacak.
Zaman zaman bir bebek feryat ediyordu ve sonra bir an-
nenin sesinin sakinleştirici mırıltısı duyuluyordu. Ve bir kez,
neler olduğunu anlayamayacak kadar küçük üç erkek kardeş,
moloz saçılı sokakta savaş oyunu oynamaya başladı. Birbirle-
rine taşlar fırlattılar, sevinçle haykırdılar, sesleri cansız sokak-
larda tiz ve sinir bozucu bir şekilde yankılandı. Kuyrukta otu-
ran ya da ayakta duran diğerleri onlara sinirle baktı ve baba-
ları keskin bir paylama ile oyunlarını kesti, acı sesi masumluk-
ları üzerine tokat gibi indi, asla unutmayacakları yaralar açtı.
Sessizlik çöktü ve insan kuyruğu beklemeye devam etti.
Çoğu duvarın gölgesinde büzüldü; hava soğuk olmasına rağ-
men -özellikle de kışı hiç tanımayan Merilonlular için- güneş
KARamıçın HAFERJ
Merilon halkı, başkalarının acıları için pek az duygudaşlık his-
sediyordu.
Aynı ilgisizlik, kırık Kapı'dan sedye üzerinde geçirilen bir
kişi için de geçerliydi. Ağır, şişman biri olan adam, yüklerinin
altında terleyen, sendeleyen altı, yapılı katalist tarafından taşı-
nıyordu. Son derece hasta olduğu ve yürüyemediği halde,
adam mevkisinin zengin, kırmızı cüppesine bürünmüş, tacı
başında dikkatle dengelenmişti. Hatta sağ elini zayıfça kaldı-
rıp, önünden geçtiği kalabalığa takdislerini bahşetmeyi başar-
dı. Birkaç kişi başını eğdi ya da şapkasını çıkardı, çoğu pisko-
poslarının şehri terk edişini sessiz bir ümitsizlik içinde izledi-
ler.
Kapı'nın yakınında duran birkaç üniversite öğrencisi ovala-
ra baktı, neler olduğunu görmeye çalıştı; öğrenciler arasında,
Savaş Büyücülerinin öldürüleceği söylentisi yayılmıştı. Ama
tutsak, siyah cüppeli Duuk-tsaritbler, Piskopos Vanya'nın acı-
nası maiyeti ile birlikte gümüş yaratıklardan birinin bedenine
yüklendi. Tutsakların dizilip ateşe verilmediğini gören öğren-
ciler -biraz hayal kırıklığı içinde- ufalanan, kararmış duvarla-
ra yaslandılar, nöbetçilere beddualar mırıldandılar ve asla
meyve vermeyecek isyan planları fısıldaştılar.
Merilon halkının geri kalanı rüzgârın süpürdüğü düzlükle-
re bakmayı reddettiler. Son hafta içinde çok tanıdık bir man-
KARAKJLiçın HAFERJ
Beyaz cüppeli, siyah saçlı adam öfkelenmiş ya da kork-
muş görünmüyordu. Hatta kalabalığın arasında fırlayıp ona tü-
küren genç bir kadının ttıaıklanmasım engelledi. Altın saçlı
kadın için endişeleniyor gibiydi, çünkü kolunu ona doladı ve
korumak istercesine sarıldı. Kadın solmuştu, ama kendine hâ-
kimdi ve halka hüzünlü bir duygudaşlıkla bakarken adama te-
selli sözleri söyledi.
Üçü Kapı'nın yakınında duran insan kuyruğu boyunca yü-
rürken bağırışlar ve taş fırlatmalar devam etti. Küfürler acı, teh-
ditler çirkin ve aşağılıktı ve kaşlarını çatan Prens Garald, Pe-
der Saryon'a baktı. Katalist solgun ve sarsılmıştı.
"Buna tanık olmanıza üzüldüm, Peder," dedi Garald ani-
den, sert bakışları beyaz cüppeli adama dönerek. "Ama gelme-
meliydi. Kendi kendine yapıyor bunu."
Şaryon, söyleyebileceği hiçbir şeyin Prens'in acı öfkesini
yatıştırmayacağını bilerek sessiz kaldı. Yüreği üzüntüyle bur-
kuluyordu -halkı için, Garald için, Joram için duyduğu üzün-
tüyle.
Binbaşı Boris bir emir verdi ve nöbetçiler insanları Ka-
pı'dan dışarıya, bekleyen hava gemisine yürütmeye başladı.
Bu, düzeni sağladı, insanlar eşyalarını toplamaya zorlandı. Ya-
vaş yavaş şehirlerinin yıkıntılarından çıktılar. Hepsi giderken
Joram'a kısık gözlerle baktılar, son bir beddua bağırdılar, sık-
tıkları yumruklarını salladılar.
Joram yürümeye devam etti. Gwendolyn ve Binbaşı Boris
eşliğinde, muhafızlarca çevrilmiş durumda, insanların nefret
çığlıklarından habersiz görünüyordu; yüzü o kadar soğuktu ki,
taştan oyulmuş gibiydi. Ama o yüzü çok iyi tanıyan Şaryon,
kahverengi gözlerde yanan derin acıyı, çene kaslarının buna
karşılık sıkı sıkı kasıldığını gördü.
413
«ARAKjLiçın ZAFERJ
üzüntüyle, kaybedilen ve bir daha asla bulunamayacak bir şey
için duyulan hüzünle söylendiğini duymuştu. Prens, Joram'a
bakmadı, uzaklara bakmaya devam etti. Ama gözlerini hızlı
hızlı kırpıştırdı, dudaklarını birbirine bastırdı, gururun engelle-
diği gözyaşlarını yuttu.
"...Binbaşı Boris gemide kendini konuk saymanızı diliyor,"
dedi Joram. "Odasını senin gibi cesur ve asil bir askerle pay-
laşmaktan gurur duyacak. Yolculuğun uzun saatlerini ona hal-
kımız hakkında daha fazla şey öğreterek geçirme iyiliğini gös-
tereceğini umuyor..."
"Halkımız mı?" Garald'ın dudakları kıvrıldı.
"...ve hedefimize ulaştığımızda onlara daha iyi hizmet ede-
bilmesi için âdetlerimiz ve geleneklerimiz hakkında," dedi Jo-
ram, sözünün kesilmesine aldırmadan.
"Köle kamplarına ulaştığımızda, demek istiyorsun!" Garald
sözcükleri tükürürcesine söylemişti. "İçimizden bazıları, yani!"
diye ekledi, Joram'a bakmayı reddederek. "Sanırım, hain, sen
dostlarına geri döneceksin..."
Binbaşı Boris'in, Garald'ın acı sözlerini anladığı açıktı. Yan-
lış anlaşıldığı için pişmanlıkla başını sallayarak Joram'a bir şey
söyledi, sonra -bir işaretle- muhafızın kelepçeleri açması için
işaret etti.
Garald ellerini çekerek onu tersledi. "Halkım zincirli kaldı-
ğı sürece ben de zincirli kalacağım!" diye haykırdı öfkeyle.
"Ekselansları," diye araya girdi Peder Şaryon, alçak, kararlı
bir sesle konuşarak, "babanız öldüğünden beri, halkınızın ön-
deri olduğunuzu hatırlayın, lütfen. Halkınız size güveniyor ve
-sürgündeki önderleri olarak- onların çıkarlarını düşünmelisi-
niz. Nefrete teslim olamazsınız. Bu daha fazla nefret doğurmak
ve bizi buna döndürmekten başka bir işe yaramaz..." Katalist
4IS
KARBKiuçın HAFERJ
KARAKJLIÇin ZAFERJ
deyle baktı. "Siz de kabul ederseniz, Peder."
"Teşekkür ederim, Ekselansları," dedi Şaryon kısaca.
Ayarlanması daha kolay bir şey olamazdı. Binbaşı Boris de
aynı şeyi önerecekti.
"İkinci olarak, halkımın kelepçelerinin ve zincirlerinin çıka-
rılmasını istiyorum," dedi Garald kararlılıkla. "Onlarla konuşa-
cağım," diye ekledi, Binbaşı'nın kaşlarını çattığını görünce, "ve
bize söz verdiğiniz gibi davrandığınız sürece, size ve hüküm-
darlarınıza endişelenmek için sebep vermeyeceğimiz konu-
sunda söz veriyorum. Aynı zamanda, şimdilik kendi kendimi-
zi yönetmemize izin vermenizi rica ediyorum."
Binbaşı Boris bir an tereddüt ettikten sonra başını salladı,
Joram'la konuştu.
"Kendi adına kabul ediyor," dedi Joram, "ama üstleri adına
konuşamıyor. Ama bir arada hareket ederseniz, ikinizin, bu-
nun ilgili taraflar için en iyisi olduğu konusunda Öte dünyala-
rın hükümdarlarını ikna edebileceğinizi düşünüyor."
"Eliniz, bayım?" dedi Binbaşı James Boris beceriksizce, Ga-
rald'ın dilinde söylediği sözcükleri tereddütle telaffuz ederken.
Elini uzattı.
Garald yavaşça kendi elini uzattı. Bunu yaparken, kelepçe-
lerin izleri bileklerinde açıkça görülebiliyordu. Garald acısını
hatırladığında tereddüt etti ve eli titredi. Binbaşı'nın nezaketi-
ni reddedecek gibi göründü ve Şaryon, yüreğinde bir dua, ne-
fesini tuttu.
Garald dudaklarım ince bir çizgi halinde bastırarak gömle-
ğinin kolunu yaraların üzerine çekti, sonra Binbaşı'nın elini
kabul etti. James Boris, Prens'in elini sıkıca tuttu, dudakları ge-
niş bir sırıtışla genişlerken, yürekten sıktı.
Gwendolyn ancak kendisinin sesini duyabildiği birilerini
419
KfiRAKiuçın HAFERİ
yürüyüp gidecekti.
"Ekselansları, beni dinle. Affını istemiyorum." dedi Toram
Garald'ın yüzünün soğuk ve sert bir ifade kazandığım görün-
ce. "Ben de kendimi affetmekte güçlük çekiyorum. Kehanet
gerçekleşmiş gibi görünüyor. Bunu yapmak kaderim miydi?
Yoksa seçme şansım var mıydı? Tıpkı başkaları gjbj secme
şansım olduğuna inanıyomm. Bütün bunlar, hepimizin yaptı-
ğı seçimler yüzünden oldu. Bunun bir Kehanet'ten cok bir
Uyarı olduğunu öğrendim, anlıyor musun? Ama biz onu duy-
mazdan geldik. Korku, sevgi ve merhameti altetnieseydi bana
bu dünyaya ne olurdu? Babam ve annem beni sürmek verine
yanlarında tutsalardı ne olurdu? Ben Saryon'u dinleseydim ve
güç elde etmek için kullanmak yerine Karakılıç'ı yok etseydim
ne olurdu? Belki Öte dünyayı barışçıl bir şekilde keşfederdik
Belki sınırları açar, büyüyü serbest bırakırdık..."
Garald'ın ifadesi değişmedi; dimdik, gerginlik içinde ileriye
bakmaya devam etti.
Joram içini çekerek Prens'in kolunu daha sıkı tuttu "Ama
bütün bunları yapmadık," dedi yumuşak sesle. "Bu dünva da
annem gibi oluyordu -bir ceset, ancak büyü sayesinde yaşı-
yormuş gibi görünen çürüyen bir ceset. Halkımı?.)n yüreğinin
dışında, dünyamız da ölüydü. Gittiğin her yere Yaşam'ı yanın-
da götüreceksin, dostum. Yolculuğun kutsansın... Ekselansla-
rı."
Garald başını eğdi, gözlerini acı içinde kapattı. Bileği yara-
lı, kanayan eli kısa bir an Joram'm elinin üzerinde durdu
Ufukta fırtına bulutlan toplandı, kenarlarında şimşekler çaktı
Minik hortumlar Merilon'un yıkıntılarının üzerinde kabardı
toz ve taş parçaları emdi, onları havaya fırlattı. Prens, loram'ın
elinden kurtularak sırtını döndü.
421
KAR£KJLlÇin HAFERJ
"Kaynak'ın dağ kalesi zarar görmemiş bir halde duruyor,"
dedi Joram. "Evimizi orada kuracağız."
"O zaman ben de sizinle kalacağım."
"Hayır, Peder," dedi Gwendolyn, yumuşak elini kocasının
elinin üzerine koyarak. "Bu dünyayı ölüler miras alacak. Biz
onlara arkadaşlık edeceğiz ve onlar da bize arkadaşlık ede-
cek."
Şaryon, Gwen'in arkasında duran belirsiz, hayalet gibi şe-
killer gördü. Ona derin, bilen gözlerle bakıyorlardı. Hatta,
doğrudan baktığında kaybolsa da, bir portakal renkli ipek par-
çası dalgalanması gördüğünü sandı.
"Elveda, Peder," dedi Gwen, kırışık yanağı öperek. "Oğlu-
muz büyüdüğü zaman, Joram'ı eğittiğin gibi eğitmen için onu
sana yollayacağız."
O kadar tatlılıkla, o kadar neşeyle gülümsedi ki, kocasına
öyle bir sevgi ifadesi ile baktı ki, Şaryon yüreğinde ona acıya-
cak güç bulamadı.
"Hoşçakal, Peder," dedi Joram, Katalist'in titreyen elini sıkı
sıkı tutarak. "Sen benim babamsın, bildiğim tek gerçek ba-
bam."
Şaryon Joram'a sıkı sıkı sarıldı, başını omzuna yaslayan kü-
çük bebeği hatırladı. "Bir şey bana, seni bir daha hiç göreme-
yeceğini söylüyor, oğlum ve ayrılmadan önce şunu söylemeli-
yim. Ölüme yaklaştığım zaman, gördüm -sonunda anladım."
Boğuk, çatlayan bir sesle konuştu, "Yaptığın doğruydu, oğ-
lum! Buna daima inan! Ve daima, seni sevdiğimi bil! Seni se-
viyorum ve seninle gumr duyuyorum..." Devam edemedi.
Joram'ın gözyaşları Saryon'unkilere karışarak omuzlarında
kıvrılan siyah saçlara düştü. Fırtına çevrelerinde şiddetle eser-
ken öyle kaldılar. Dönen bulutlara endişeyle bakan bir muha-
423
EK
TAROK OYUNU
Tarok, ondördüncü ve onbeşinci yüzyılda Avrupa'da nasıl
göründüğü hâlâ bir sır olan tarot kartları kullanılarak oynanan
en eski oyunlardan biridir. Alegorik ve mistik kartların kayna-
ğına ilişkin pek çok teori vardır ve bunlar Mısır Thoth Kita-
bı'ndan İbrani Kabbala'sına, kartlardaki simgesel resimleri ca-
hil halkı eğitmek için kullanan Hristiyan ayrılıkçılara kadar
pek çok şeyle ilişkilendirilirler.
Çoğu alim kartları Avrupa'ya getirenin çingeneler olduğu-
nu düşünür. Zamanın çoğu Avrupalısı -yanlış olarak- çinge-
nelerin Mısır'dan geldiğini düşündüğünden, kartların kaynağı-
nın Mısır olduğu teorisinin nasıl ortaya çıktığını anlamak ko-
laydır. Ama bu teori tartışmaya açıktır. Kartları çingenelerin
keşfettiği şüphelidir. Çingeneler kartları kaba kehanet şekille-
ri için, kartların karmaşık simgeselliğini anlamadan kullanıyor-
lardı.
Kilise'nin uygun görmemesine rağmen kartlar Avrupa'da
popülerlik kazandı. Tarot kartlarına atıfta bulunan ilk belgeler,
onların kullanılmasını yasaklayan fermanlardı. Ama kartlar
zengin asiller arasında popülerdi ve bu varlıklarını devam et-
tirmelerini sağladı. Elle resmedilmiş, altın varak, ezilmiş lapis
lazuli ve "ejder kanı", "mumya tozu" gibi egzotik isimli mad-
KARAKILIÇIII ZAFERİ
kat etmemektedir ve her an düşme tehlikesi ile karşı karşıya
görünür. Küçük bir köpek (insanın düşük, fiziksel doğası)
Soytarı'yı uçurumun kenarından uzaklaştırmak veya uçuruma
düşürmek için çabalayarak ayaklarını dibinde havlamaktadır.
Soytarı'nın karşılaştığı insanlar -Büyücü, Münzevi gibi- ve ya-
şam yolculuğunda yaşadığı deneyimler ona yolculuğunu başa-
rı ile tamamlamak için ihtiyaç duyduğu kendini-bilişi sağlar.
Kartlardan büyülenmemiz ve onları kullanarak oynadığı-
mız oyunlar bugüne dek sürmüştür. Çoğu modern kart tarot
destesinin elden geçirilmiş versiyonudur, Küçük Arkana'nın
neredeyse tüm kartları ve Soytarı ya da Joker kartı kullanıl-
maktadır. Küçük Arkana arasında saray kartları da vardır: kral-
lar, kraliçeler, şövalyeler ve uşaklar, ayrıca her takımda, birden
(astan) ona kadar sayılar da vardır. Eski Küçük Arkana kartla-
rı kılıç, kupa, para ve değnek idi ve şimdi maça, kupa, karo
ve sinek olarak bilinir.
Tarok oyunu -Avrupa'nın bazı yerlerinde hâlâ popülerdir-
Minor Arkana'ya ek olarak Büyük Arkana'yı da kullanması açı-
sından sıradışıdır. İki ya da üç oyuncu tarafından oynanır, ama
daha sonraki kurallar dörde kadar oyuncu kabul eder.
Tarok kurallarının pek çok değişik versiyonu vardır. Aşağı-
daki kurallar Stuart Kaplan'ın Tarot Ansiklopedisinden alın-
mıştır. Oyun, yetmiş sekiz karttan oluşan deste kullanır; dağı-
tıcı her biri yirmi beş karttan oluşan üç el dağıtır, masaya üç
kartı yüzü yere bakacak şekilde bırakır. Oyuncular ellerini dü-
zenler ve dağıtıcı en faydasız üç kartını atarak yerdeki üç kâ-
ğıdı alır.
Oyun başlamadan önce puanlar kaydedilir. Yirmi iki koz
kartının değerleri değişir ve kaydedilen puanlar, her oyuncu-
nun elinde hangi ve kaç tane koz kartı tuttuğunu belirlemek
427
KRONDOR DÜNYASINDAN...
GEDİKSAVAŞLARI EFSANESİ
Raymond E. Feist
Adalar Krallığı'ndaki Crydee'de, bir öksüz olan Pug,
büyücü ustasının yanma çırak olarak verilir -ve iki
dünyanın yazgısı sonsuza dek değişir. Esrarengiz
yabancılar istilaya başlarken Krallık'taki huzur aniden
bozulur. Pug da çatışmanın orta yerine sürüklenecek-
tir, ancak o ve savaşçı arkadaşı Tomas için bilin-
meyene yolculuk daha yeni başlamıştır. Pug'ın kaderi
onu zaman ve uzamda açılan bir gedikten geçirerek
yeni ve yabancı bir büyünün olağanüstü güçlerinde
ustalaşma yoluna götürecektir.
İ. Cilt:
BÜYÜCÜ (Çırak)
2. Cilt:
BÜYÜCÜ (Usta)
AMBER YILLIKLARI 1
Roger Zelazny
Gözlerini bir hastane odasında açan ve vücudunun
sargılar içinde olduğunu gören Cari Corey, geçmişine
dair hiçbir şey hatırlamamaktadır. İnsanüstü kuvveti
ve siyah-gri kıyafetlere düşkünlüğü dışında, elinde
geçmişine ait pek az ipucu vardır.
Arayışı, onu hiç ummadığı gerçeklerle yüzleştirir:
Yaşadığımız dünya, ölümsüz şehir Amber'in sayısız
gölgelerinden yalnızca biri; kendisi de iradesiyle
gerçekliğe yön verebilen Amber Prensi Convin'dir.
Hafızasını yitirmiş bir şekilde asırlar boyunca
dünyamızda dolanmış olan Convin, geçmişini
araştırdıkça, iktidar uğruna hiçbir entrikadan,
savaştan ve cinayetten sakınmayan ölümsüz
kardeşlerinin, sayısız dünyayı, sihri, teknolojiyi ve
yaratığı içine sürükleyen mücadelesinin tam ortasında
bulur kendisini.
SADECE BİR TEK GERÇEK DÜNYA VAR.
DİĞERLERİ
-YAŞADIĞIMIZ DÜNYA DA DAHİL-
GÖLGELERDEN İBARET...