You are on page 1of 266

Margared Weis ve Tracy Hickman (Karakılıç) Cilt4 Karakılıçın Mirası

KARAKILIÇ ÜÇLEMESİ IV

MARGARET WEIS
Missoury'de doğdu ve büyüdü. Missoury Üniversi-
tesi'nde Yaratıcı Yazarlık Bölümü'nü bitirdi. Bir yayı-
nevinde 14 yıl süreyle editörlük yaptı. Daha sonra
fantazya ve rol yapma oyunları konusunda kurgu edi-
törü oldu. Bu yıllarda Tracy Hickman'la tanıştı. Bu iki-
li tanıştıkları günden itibaren birçok fantastik kurgu
kitabına birlikte imza attılar. Bunların içerisinde en ta-
nınmışları, Ejderha Mızrağı ve Ölüm Kapısı Serisi'dir.
TRACY HICKMAN
Utah'ta doğdu. İki yıl Endonezya'da misyonerlik
yaptıktan sonra gençlik aşkıyla evlenmek için Utah'a
geri döndü. Bir yayınevinde rol yapma oyun tasarım-
cılığı yaparken Weis'le ortak kitaplar yazmaya başladı.

İthaki Yayınları - 254


Fantastik Kurgu - 60
Takım ISBN 975-8607-60-X
ISBN 975-273-013-2
Karakılıçın Mirası (Karakılıç Serisi 4. Cilt)
Margaret Weis-Tracy Hickman
Darksıvord Series (Legacy ofthe Darksıvord)
İngilizceden çeviren: Niran Elçi
1. Baskı İstanbul, 2004
© Margaret Weis and Tracy Hickman, 1997
© İthaki Yayınları, 2004
Bu eserin yayın haklan Kesim Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın
alınmıştır.
Yayın Koordinatörü: Füsun Taş
Sanat Yönetmeni: Murat Özgül
Sayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: Yeşim Ercan
Kapak ve İç Baskı: Kitap Matbaacılık
Cilt: Yıldız Mücellit
İthaki Yayınları
Mühürdar Cad. İlter Ertüzün Sok. 4/6 81300 Kadıköy İstanbul
Tel: 0216 330 93 08 Faks: 0216 449 98 34
ithaki@ithaki. com.tr
www.ithaki.com.tr

Tarayan: Eylem Yurtsever

KARAKILIÇIN
MİRASI
KARAKILIÇ SERİSİ-4
ÇEVİREH: nİRAH ELÇİ
ilhaki

KARAKHIÇ SERİSİNDEN YAYIMLANAN KİTAPLAR:


1. CİLT: KARAKILIÇIN DÖVÜLÜŞÜ
2. CİLT: KARAKILIÇIN YAZGISI
3. CİLT: KARAKILIÇIN ZAFERİ
4. CİLT: KARAKILIÇIN MİRASI

Bu kitap "Peki sonra ne oldu?"


diye sormayı sürdüren
bütün okurlarımıza adanmıştır.

1
Son olarak, bir çocuk en nadir Gizem'le, yani Ya-
şam Gizemi'yle doğabilir. Mucize Yaratıcısı, yani kata-
list, kendi varlığında büyük miktarda taşımasa bile, bü-
yü'yle ilgileııir. İsminin de ima ettiği gibi, topraktan ve
havadan, ateşten ve sudan Yaşam çeken, onu kendi be-
deni içinde özümseyen, güçlendiren ve onu kullanacak
olan büyücüye aktaran, katalisttir.
KARAKILIÇIN DÖVÜLÜŞÜ
Yeryüzü takvimine göre artık altmışlarında ya da yetmişle-
rinde olan Şaryon Oxford, İngiltere'de, küçük bir dairede ses-
siz sedasız yaşıyordu. Thimhallan'da ne zaman doğduğundan
emin değildi, yaşını tam olarak bilemiyordu, bu yüzden onun
adına bu hikayeyi yazan ben, yaşını kesin olarak veremiyo-
rum. Şaryon, Thimhallan zamanıyla göreceli Yeryüzü zamanı
kavramına hiç alışamadı. Tarihin, ancak onun ürünleri olanlar
için anlamı vardır ve zaman yalnızca, geçen ânın tarihi olsa da
geçmiş bir milyar ânın tarihi de, tarihin ölçülmesi için bir araç-
tır. Bir zamanların büyülü ülkesi Thimhallan'dan gelenler gibi
Şaryon için de zaman başka bir alemde başlamıştır... güzel,
harikalarla dolu, kırılgan bir kabarcık olan bir alem. O kabar-

rflARPARjŞÎ U/EIS & ÎRACY HlCKJIIAn


cık patladığında; Joram onu Karakılıç'la patlattığında zaman
sona ermiştir.
Zaten Saryon'un zamanı ölçme gibi bir ihtiyacı yoktu. Ka-
talist'in -bu dünyada artık ihtiyaç duyulmasa da kendine hep
böyle derdi- randevuları yoktu, takvim kullanmazdı, akşam
haberlerini nadiren izlerdi ve öğle yemeği için kimseyle buluş-
mazdı. Ben onun katibiydim, daha doğrusu o bana böyle hi-
tap etmeyi severdi. Ben daha az resmi olan, sekreter terimini
tercih ederdim. Prens Garald'ın emriyle Saryon'un yanma ve-
rilmiştim.
Prens'in maiyetinde hizmetkardım ve Saryon'un hizmetka-
rı da olmam düşünülmüştü, ama o buna izin vermezdi. Yapa-
bildiğim yegane küçük işler o fark etmeden gizlice yaptıklarım
ya da zorla onun elinden aldıklarımdı.
Halkımız Thimhallan'dan sürülmüş olmasaydı ben de kata-
list olacaktım. Çocukken o dünyadan aynldığımda içimde pek
az büyü vardı; sıradanların dünyasında yirmi sene yaşadıktan
sonraysa anık hiç yok. Ama sözcükler konusunda yetenekli-
yim ve prensimin beni Saryon'a göndermesinin sebeplerinden
biri bu. Prens Garald Karakılıç'm hikayesinin anlatılmasını ge-
rekli buldu. Özellikle de, bu hikayeleri okuyarak Yeryüzü hal-
kının Thimhallan'dan sürülmüş insanları anlamaya başlayabi-
leceğini umuyordu. *
Üç kitap yazdım ve hepsi Yeryüzü halkı tarafından çok iyi,
kendi türüm tarafındansa daha düşük bir ilgiyle karşılandı.
Aramızda kim kendine bakmak ve yaşamının zalimce bir israf
ve şımarıklık, hırs, bencillik ve açgözlülük içinde geçtiğini gör-
mek ister? Ben Thimhallan halkına bir ayna tuttum. Onlar ay-
naya baktılar ve dik dik kendilerine bakan görüntüden hoşlan-
madılar. Kendilerini suçlamak yerine aynayı suçladılar.
8

KARAKJLIÇin mİRÜSI
Efendimin ve benim pek az ziyaretçimiz olurdu. O mate-
matik çalışmalarına devam etmeye karar vermişti, yeniden yer-
leştirme kamplarından Oxford'a taşınmasının sebeplerinden
biri buydu, o eski ve saygıdeğer üniversiteye bağlı kütüphane-
lere yakın olmak istiyordu. Derslere katılmadı, ama daireye
gelip ona ders verecek bir öğretmen tuttu. Öğretmenin ona
öğretecek bir şeyi kalmadığı, tam tersine öğretmenin öğrenci-
den birşeyler öğrendiği belli olunca öğretmen düzenli ziyaret-
leri bıraktı, ama zaman zaman çay için uğramaya devam etti.
Bu Saryon'un çalkantılı hayatından sakin ve mutlu bir ke-
sitti, çünkü, kendisi öyle söylemese de, bundan bahsettiği za-
man yüzünün aydınlandığını, sanki böyle huzurlu bir yaşamın
rahat blucinler gibi orta yaşlardan yaşlılığa doğru solmamasın-
dan, sonra oradan ebedi uykuya kadar hayatında kalmamasın-
dan üzüntü duyarmış gibi sesinin hüzün yüklendiğini görebi-
liyordum.
Böyle olmadı elbette ve bu, konuyu, dönüp arkama baktı-
ğımda, kopmuş bir kolyeden kayan ilk inci olan geceye geti-
riyor. İnciler Yeryüzü'nün günleriydi ve o geceden sonra git-
tikçe daha hızlı kayıp gidecekler, öyle ki sonunda geriye inci
kalmayacak, yalnızca boş bir iple bir zamanlar kolyeyi bir ara-
da tutan kopça kalacaktı ve onlar da faydasız diye atılıp gide-
cekti.
O gece, geç saatlerde Şaryon ve ben evde oyalanıyor, çay-
danlığı ocağa koyuyorduk. Anlattığına göre bu eylem ona hep
bir çaydanlığı eline aldığı ve çaydanlığın çaydanlık değil Sim-
kin olduğu bir zamanı hatırlatırdı.
Radyoda haber dinlemeyi yeni bitirmiştik. Dediğim gibi
Şaryon o zamana dek, Yeryüzü'nde olan bitenlerle pek ilgilen-
mezdi, haberlerin kendisiyle pek az ilgisi olduğunu düşünür-
9

mARCARft U/EIS & tRACY HlCKBAn


dü. Ama ne yazık ki bu haberin onunla, o ve başka herhangi
birinin istemeyeceği kadar ilgisi vardı ve bu yüzden dinliyor-
du.
Hch'nyv savaşı iyi gitmiyordu. Aniden ortaya çıkan, ölüm-
cül planları olan dışdünyalılar kolonilerimizden birini daha
zaptetmişti. Yeryüzü'ne gelen mülteciler kolonilerinin yok
edilişi hakkında korkunç hikayeler anlatıyor, sayısız savaş kay-
bı raporluyorlar, Hch'nyvlerin pazarlık yapmaya yanaşmadık-
larını bildiriyorlardı. Gerçekten de, koloninin teslim olacağını
bildirmek üzere gönderilen habercileri öldürmüşlerdi.
Hch'nyvlerin amacı galaksideki bütün insanları yok etmek, sil-
mekmiş gibi görünüyordu.
Bu ciddi bir haberdi. Bu konuyu tartışırken Saryon'un, ani
bir sesle ürkmüş gibi yerinde sıçradığını gördüm. Ben bir şey
duymamıştım.
"Ön kapıya gitmeliyim," dedi. "Orada biri var."
Bu müsveddeyi okuyan Şaryon beni durdurarak, biraz ak-
si bir tavırla, bu noktada durup Joram, Simkin ve Karakıhç'ın
hikayesini aktarmam gerektiğini, aksi halde kimsenin olacak
şeyi anlamayacağını söylüyor.
Geri dönüp okuyucularımızı yanımızda o eski yolda—çoğu
kişinin zaten yürüdüğü yolda!- sürüklersek ilerlerken muhte-
melen epey insanı kaybedeceğimizi söyleyerek yanıt veriyo-
rum. İlerledikçe geçmişin de anlaşılacağını söyleyerek onu te-
min ediyorum. Nazikçe, yetenekli bir anlatıcı olduğumu, bu
alanda deneyimli olduğumu ima ediyorum. Ona ilk üç kitap-
ta çıkardığım işi beğendiğini hatırlatıyor, bu hikayeye dönme-
me izin vermesini rica ediyorum.
Aslında son derece alçakgönüllü bir adam olan, anılarının
10

KARAKİLİÇİİİ rfliRası
Prens Garald'm kaydetmem için beni tutmasına yol açacak
kadar önemli sayılmasına çok şaşıran Şaryon, bu konudaki
yeteneğimi kabul ediyor ve devam etmeme izin veriyor.
"Ne tuhaf," dedi Şaryon. "Gecenin bu saatinde kim geldi
acaba?"
Her normal ziyaretçi gibi neden kapı zilini çalmadıklarını
merak ettim. Bunu ifade ettim.
"Çaldılar," dedi Şaryon alçak sesle. "Kulaklarımda olmasa
bile zihnimde. Sen duyamıyor musun?"
Duyamıyordum, ama bu şaşırtıcı değildi. Hayatının çoğunu
Thimhallan'da geçirmiş olan Şaryon büyücülerin gizemlerine
karşı daha duyarlıdır. Buna karşın Şaryon yetim olan beni terk
edilmiş Kaynak'tan kurtardığında yalnızca beş yaşındaydım.
Şaryon çaydanlığın altını yeni yakmıştı. Yatmadan önce iki-
mizin de zevkle içtiğimiz ve benim için yapmakta ısrar ettiği
bitki çayını hazırlamak için su ısıtıyordu. Çaydanlığa sırtını dö-
nüp kapıya baktı ve çoğumuzun yaptığı gibi hemen kapıyı ya-
nıtlamaya ya da orada kim olduğunu görmek için pencereden
bakmaya gideceği yerde geceliği ve terliği içinde mutfakta
durdu ve merakını bir kez daha yüksek sesle ifade etti.
"Gecenin bu saatinde beni görmeyi kim isteyebilir?"
Umudun kanatları yüreğinin çarpmasına sebep oldu. Yüzü
beklentiyle kızardı. Ona bunca zamandır hizmet etmiş olan
ben, ne düşündüğünü çok iyi biliyordum.
Yıllar önce -kesin olarak söylemek gerekirse yirmi sene
önce, ama onun bu kadar çok zaman geçtiğini fark ettiğinden
kuşkuluyum- Şaryon çok sevdiği iki insana hoşçakal demişti.
Bunca yıldır o ikisini ne görmüş, ne de onlardan haber almış-
tı. Onlardan bir daha haber alacağını düşünmek için sebebi
II

rflARCARft U/EIS & f RACY HlCKjnAII


yoktu, yalnız ayrılırlarken Joram oğlu büyüyünce onu Saryon'a
göndereceğini söylemişti.
Artık, ne zaman zil çalmsa ya da tokmak vurulsa Şaryon,
Joram'ın oğlunun eşikte durduğunu hayal ediyordu. Şaryon o
çocuğu, gözünde babasının uzun, dalgalı, siyah saçlarıyla,
ama babasının kara-kırmızı içsel ateşi olmadan canlandırırdı.
Saryon'un ön kapıya gitmesini söyleyen psişik emir yine
geldi, bu sefer öylesine büyük bir yoğunluk ve sabırsızlıkla
yüklüydü ki, ben bile fark ettim... benim için ürkütücü bir his.
Zil çalmıyor olsaydı, ziyaretçinin zilin düğmesine yüklendiğini
tahmin ederdim. Mutfakta ışık vardı ve ışık sokaktan görülebi-
liyordu ve orada her kim durmuş zihinsel emirler veriyorsa,
Şaryon ve benim evde olduğumuzu biliyordu.
İkinci emirle daldığı düşüncelerden sıyrılan Şaryon "Geli-
yorum," diye bağırdı. Seslenişinin mutfağın kalın kapısından
duyulması imkansızdı.
Şaryon yatak odasına çekilerek pazen sabahlığını aldı, ge-
celiğinin üzerine geçirdi. Ben gecelikleri hiç sevmediğim için
hâlâ giyiniktim. Şaryon telaşla mutfaktan geçerken ona katıl-
dım. Oradan küçük oturma odamıza geçtik, sonra çıkıp küçük
antreye gittik. Dışarıdaki ışığın düğmesine bastı, ama ışık yan-
madı.
"Ampul yanmış olmalı," dedi sinirle. "Koridor ışığını aç."
Düğmeye bastım. O da çalışmadı.
İki ampulün de yanmak için o ânı seçmesi tuhaftı.
"Bundan hoşlanmadım, efendim," diye işaret ettim, Şaryon
kapıyı açmaya hazırlanarak kilidini açarken.
Defalarca Saryon'u bu tehlikeli dünyada ona zarar verecek-
ler, evine girip onu soyacak, dövecek, hatta belki öldürecek-
ler olduğuna ikna etmeye çalıştım. Thimhallan'ın bazı kusur-
12

KARftKJLIÇin IIİİRASI
lan olabilirdi, ama atadamlardan, devlerden, ejderhalardan,
perilerden, köylü isyanlarından korkan sakinleri bu tür alçak-
ça suçları, kabadayıları, serserileri, seri katilleri tanımazdı.
"Gözetleme deliğinden bakın," diye tembihledim.
"Saçma," diye karşılık verdi Şaryon. "Joram'm çocuğu ol-
malı. Hem, karanlıkta gözetleme deliğinden nasıl görebilirim?"
Kapısının önünde sepeti içinde bir bebek hayal eden -da-
ha önce söylediğim gibi, zaman kavramından haberi yoktu-
Saryon kapıyı sonuna kadar açtı.
Bir bebek bulmadık. Gördüğümüz, kapının önünde duran,
komşularımızdan gelen aydınlığı örten, yıldızların ışığını örten,
geceden de karanlık bir gölge oldu.
Gölge siyah cüppelere bürünmüş, siyah başlığını başına
geçirmiş bir insana dönüştü. Arka taraftan, mutfaktan yansıyan
ışıkta, bu kişiyle ilgili tek görebildiğim siyah cüppesinin önün-
de düzgünce kavuşturulmuş iki beyaz el ve iki parlak göz ol-
du.
Şaryon geriledi. Elini, çırpınmayı bırakan, neredeyse çarp-
mayı bırakacak kalbinin üzerine bastırdı. Siyah giysili şeklin
taşıdığı karanlıktan korkunç anılar fırladı, "Katalist'in üzerine
sıçradı.
"Duuk-tsarittt" diye haykırdı titreyen dudakların arasın-
dan.
Duuk-tsarithler. Thimhallan dünyasının dehşet duyulan
Yasa Koruyucuları. Büyünün seyrelmiş olduğu bu dünyaya
-baskı altında- ilk geldiğimizde Duuk-tsarithler büyü güçleri-
nin hemen hemen tamamını kaybetmişlerdi. Duyduklarımıza
bakılırsa son yirmi senede kaybettiklerini kazanmanın yolunu
bulmuşlardı. Bu doğaı olsa da, olmasa da, Duuk-tsarithler
dehşet saçma yeteneklerini hiç kaybetmemişlerdi.
13

rflARÖARft U/EIS Bl ÎRACY HlCKTOAn


Şaryon geriledi. Belli belirsiz hatırladığıma göre bana çarp-
tı ve beni korumak istercesine kolunu önüme uzattı. Beni!
Onu koruması gereken kişiyi!
Sırtımı küçük girişin duvarına yasladı ve kapıyı ziyaretçinin
yüzüne kapatmayı düşünmeden, bu dehşet verici konuğun
girmesine izin vermeyi reddetmeyi düşünmeden sonuna kadar
açık bıraktı. Bu reddedilemeyecek biriydi. Bunu Şaryon kadar
iyi biliyordum ve Katalist'in önüne geçmeye çalışsam da ziya-
retçiyle savaşmak aklıma gelmemişti.
Duuk-tsarith eşiğin üzerinden kaydı. Elinin küçük bir ha-
reketiyle kapının sessizce arkasından kapanmasını sağladı.
Başlığını arkaya attı, yüzünü sergiledi ve bir tepki beklermiş
gibi saniyelerce dikkatle Saryon'a baktı. Şaryon halının üzerin-
de durup titremekten başka bir şey yapamayacak kadar şaş-
kındı ve altüst olmuştu.
Kollukçunun bakışları bana kaydı, ruhuma girdi, yüreğimi
yakalayıp sıkı sıkı tuttu, öyle ki itaatsizlik edersem yüreğimin
duracağından korktum.
Duuk-tsarith konuştu. "İlk önce, ikinizi de sessiz kalmanız
konusunda uyarıyorum. Bu sizin korunmanız için. Anlıyor
musunuz?"
Sözcükler sesli olarak söylenmemişti, gözlerimin arkasına
dağlanan alev alev harflerdi.
Şaryon başını salladı. Neler olup bittiğini benden daha faz-
la anlamıyordu, ama ikimiz de itiraz edecek halde değildik.
"Güzel," dedi Kollukçu. "Şimdi bir büyü yapacağım. Kork-
mayın. Size zarar vermeyecek."
Duuk-tsarith işitilmez sözcükler söyledi, sözleri bana fısıl-
tılar halinde ulaştı. Korku içinde, Duuk-tsarith in vaadinden o
kadar da güven duymayan ikimiz, Almin bilir ne olmasını bek-
14

KARAKJLIÇin [TURASI
leyerek çevremize bakındık.
Hiçbir şey olmadı, en azından bizim görebildiğimiz hiçbir
şey olmadı. Duuk-tsarith sessiz kalmamız için parmağını du-
daklarına götürdü ve oturma odasına ilerledi. Birbirimize so-
kularak onu takip ettik. Oturma odasına girdiğimizde Kolluk-
çu uzun, beyaz parmağını uzattı.
Duvarda bir resim asılıydı, daireyle birlikte edinilen, tarla-
daki ineklerle pastoral bir sahne betimleyen bir resim. Şimdi o
resmin arkasından tekinsiz, yeşil bir ışık geliyordu.
Duuk-tsarith bir kez daha, bu sefer telefona işaret etti. Ay-
nı yeşil ışık telefonu da sardı.
Duuk-tsarith, her ne ise, bunu bekliyormuş gibi kendi ken-
dine başını salladı. Açıklamaya zahmet etmedi. Bir kez daha,
bu sefer vurgulayarak sessiz kalmamız için uyarıda bulundu.
Ve sonra Duuk-tsarith çok tuhaf bir şey yaptı. Şapkasını
çıkarıp çaya kalması için davet edilmiş bir konuğun sakin tav-
rıyla döndü. Mobilyaların arasında sessiz bir zarafetle hareket
ederek pencereye yürüdü, perdeyi azıcık araladı ve dışarı
baktı.
Beynim çılgınca bu tuhaf olayla başa çıkmaya çalışırken bir
dizi geçici izlenimin etkisi altında kalmıştım. Başta Duuk-tsa-
rith'm destek kuvvet çağırmak için işaret ettiğini düşündüm.
Mantık bana kuru kum yaşlı bir katalist ile sekreterini ele ge-
çirmek için bir Özel Operasyon ekibi gerekmediğini hatırlattı.
Bu ilk izlenimin yerini bir başkası aldı.
Duuk-tsarith takip edilip edilmediğini anlamak için dışarı
bakıyordu.
Başka ne yapabileceğini bilemeyen ve artık korkudan çok
merak duyan Şaryon ve ben Duuk-tsarith ile oturma odasında
kaldık. Alışkanlık eseri ışığın düğmesini yokladım.
15

rflARCARET UJEIS & ÎRACY HlCKJflAn


"Zahmet etme. Çalışmaz."
Duuk-tsarith\x\ kafamın içindeki sesi canlıydı ve içimden
ılımlı bir şok dalgası geçmesine sebep oldu, bu tuhaf dünya-
da elektrikle ilk tanıştığım zamanı hatırlattı.
"Hareket etmeyin," diye emretti içsel ses.
Karanlık oturma odasında kaldık. Saryon'un geceliği içinde
titrediğini hissedebiliyordum, çünkü dairenin ısıtma sistemini
söndürmüştü ve ince sabahlığı çok yetersizdi. Efendime bir
kazak getirmeme izin verilip verilmeyeceğini düşünürken Du-
uk-tsarith yine sessizce konuştu. Ve sözcükler bana yöneltil-
memiş olsa da anladım.
"Beni hatırlamıyorsun, değil mi, Şaryon?"
Duuk-tsarithleûe defalarca -ve nahoş şekillerde- karşılaş-
mış olan Şaryon daha sonra bana bu kişinin, onu Kaynak'taki
yasak kütüphanede yakalamış olan ya da belki Taşa Dönüş-
türme işlemini yapan, Kilise'nin otoritesine isyan eden katalist-
lerin çarptırıldığı acılı cezayı uygulayan Kollukçu olduğundan
korktuğunu söyledi. Bu kişilerden biri neden gecenin geç sa-
atlerinde gevezelik etmek için Saryon'un evine uğrasın, anla-
yamıyordu. Bakmak, kekelemek, bu kişi ışıklan yakmamıza
izin verse tanımasına epey yardımcı olacağını fısıldamak dışın-
da hiçbir şey yapamıyordu.
"Kısa süre sonra her şey'açıklanacak," dedi Kollukçu, söz-
lerinde hüzün varmış gibi geldi. Sanki adam —sonunda bu ka-
darını anlamıştım- Saryon'un onu tanımaması karşısında hayal
kırıklığına uğramıştı. "Şimdi, talimatlarımı izleyin. Her zaman
yaptığınız gibi mutfağa dönün ve çayınızı hazırlayın. Her za-
man yaptığınız gibi fincanlarınızı alın ve Saryon'un yatak oda-
sına dönün. Şaryon, her zaman yaptığın gibi uzan ve bu genç
adama kitap oku. Her zamanki alışkanlıklannızdan sapmayın,
(6

KARAKJLIÇln fflİRaSI
ikiniz de. Yatak odası penceresinden görülebilirsiniz. Takip
edildiğimi sanmıyorum, ama emin olamam."
Bu son cümle kaygılarımızı giderecek gibi değildi. Yine de
emredildiği gibi yaptık. Şaryon bir katalist olarak itaat etmeye
alışıktı. Kraliyet ailesinde bir hizmetkar olarak yetiştirilen ben
de öyle. Zaten efendimin geceliği içinde durup tartışması man-
tıklı değildi. Mutfağa gittik.
Duuk-tsarith karanlık oturma odasında kaldı, ama adamın
gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Son derece sinir bozu-
cuydu. O âna kadar ne Şaryon, ne de ben bazı alışkanlıklar

edindiğimizin farkında değildik. Sonuç olarak, dikkatimiz bu


gerçeğe çekildiğinde ve her gece yaptıklarımızı düşündüğü-
müzde, bunlardan herhangi birini yaptığımızı hatırlamıyorduk.
"Düşünmeyin," dedi Duuk-tsarith 'in sesi. "Bırakın bedenle-
riniz halletsin. Yatağa yerleştiğin zaman, Peder, konuşacağız."
Bu, gecemizi geçirmek için tercih edeceğimiz bir yol değil-
di, ama başka seçeneğimiz yoktu. Şaryon Kollukçu'nun tavsi-
yesine uydu ve yaptıklarını düşünmemeye çalıştı. Yüksek ses-
le ıslık çalmakta olan, ama fark edemeyecek kadar endişeli ol-
duğumuz çaydanlığın altını söndürdü. Suyu döktü, çayı karış-
tırdı. Ben bir tabak hazmı kolay bisküvi ekledim. Elimizde çay
ve bisküvilerle Saryon'un yatak odasına gittik.
Duuk-tsarith sessizce arkamızdan süzüldü.
Bir evsahibi olarak görevlerini hatırlayan Şaryon durdu,
döndü ve konuğumuza çay isteyip istemediğini sormak için
şaşkın şaşkın fincanı kaldırdı.
"Yürümeye devam edin!" Kafamın içindeki ses telaşlıydı.
Sonra daha yumuşak bir tonda ekledi, "Hayır, teşekkür ede-
rim."
Şaryon küçük yatak odasına girdi, çayını ve bisküvileri ya-
17

rrİAR£AR£f U/EIS & f RACY HlCKJHAII


tağm yanındaki sehpaya bıraktı. Ben bir sandalye çektim. Ki-
tabı alıp dün gece kaldığımız yeri buldum.
Şaryon yatağa girdi ve ancak örtülerin altına yerleştiği za-
man bu noktada normalde dişlerini fırçaladığını hatırladı. Ba-
na baktı, diş fırçalama hareketi yaptı. Tavsiye verecek ya da
yardımcı olacak durumda olmadığım için çaresizce omuzları-
mı silktim.
Şaryon heyecanlanarak bundan Kollukçu'ya bahsedecek
oldu, sonra fikrini değiştirdi. Bana bir bakış daha fırlatarak ye-
rine yerleşti. Kitabı açtı ve çayından bir yudum aldı. Ben nor-
malde bir bisküvi yerdim, ama o anda, ağzım kuruduğu için
yutmam imkansız olurdu ve boğulmaktan korktum.
Bizi gölgeli koridordan izleyen Duuk-tsarith tatmin olmuş
görünüyordu. Bir an için ortadan kayboldu, mutfaktan aldığı
sandalyeyle döndü ve koridorda oturdu. Yine büyü sözcükle-
ri fısıldadı; Şaryon ve ben beklenti içinde, duvardaki hangi re-
simlerin yeşile döneceğini merak ederek bakındık.
Hiçbiri yeşile dönmedi.
"Sanırım," dedi sessiz ses, "normalde müzik dinlersiniz, de-
ğil mi?"
Elbette! Şaryon unutmuştu. CD çaları açtı, ona göre bu tek-
nolojik dünyanın en mucizevi ve harika aletlerinden biriydi.
Güzel bir müzik -Mozart ofduğunu hatırlıyorum- odayı dol-
durdu. Şaryon en sevdiği yazarlardan biri olan P. G. Woodho-
use'un Right Ho, Jeeves kitabını sesli olarak okumaya başladı.
Gölgeli şekil Poe'nun kuzgunu gibi koridora tünemiş olmasa
halimden pek memnun olacaktım.
"Artık konuşmak güvenli," dedi Duuk-tsarith ve bu sefer
sözcükleri alçak sesle de olsa, sesli olarak söyledi. Başlığını ar-
kaya attı. "Ama sesinizi yükseltmeyin. D'kam-kaiAcnn aletle-
18

KARaKjnçın minesi
rini işlemez kıldım, ama benim bilmediğim başkaları olabilir."
Konuşma izni verilince, aklıma doluşan bütün sorular ka-
çiştı. Onları kendim sorabileceğimden değil, ama benim adı-
ma efendimin konuşmasına izin verebilirdim. Saryon'un da ay-
nı durumda olduğunu görüyordum.
Bisküvisini kemimıek, çayını yudumlamak ve bakmaktan
başka bir şey yapamıyordu. Duuk-tsaritb m yüzü ışık altınday-
dı ve Şaryon adamda biraz tanıdık gelen birşeyler bulmuş gi-
biydi. Şaryon daha sonra bana insanın normalde Kollukçula-
rın önünde hissedeceği ezici dehşet duygusunu yaşamadığını
söyledi. Tam tersine, adamı görünce bir parça sevinç hisset-
mişti ve kim olduğunu bir hatırlayabilse, onu gördüğüne
memnun olacağını biliyordu.
"Üzgünüm, bayım," dedi Şaryon. "Sizi tanıdığımı biliyorum,
ama yaşlılık ve gözlerimin bozulması yüzünden..."
Adam gülümsedi.
"Ben Mosiah," dedi.
2
Birer birer, her biri bu tuhaf, siyah saçlı çocuk tara-
fından terslendikten sonra, diğer çocuklar foram'ı fena
halde yalnız bıraktılar. Ama aralarından biri dost ol-
ma çabalarına devam ediyordu. Bu Mosiah idi.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Sanırım Şaryon hayret ve sevinç içinde bağıracaktı, ama
seslerimizi yükseltmememiz uyansım tam zamanında hatırladı.
Yataktan kalkıp eski dostuna sevgiyle sarılacak oldu, ama Du-
uk-tsarith başını iki yana salladı ve eliyle Saryon'un olduğu
yerde kalmasını işaret etti. Yatak odasının perdelerinin kapalı
olmasına rağmen ışık ve Katalist'in silueti dışarıdan görülebili-
yordu. »
Şaryon kekeledi, "Moisah... ben... çok üzgünüm, sevgili
oğlum... yirmi sene... yaşlamyorum, görüyorsun ve hafızam...
hele gözlerim..."
"Özür dileme, Peder," dedi Mosiah, artık geçerli olmasa bi-
le eski hitap tarzını kullanarak. "Yıllar içinde ben de çok de-
ğiştim. Beni tanımamana şaşmamak gerek."
"Gerçekten de değişmişsin," dedi Şaryon ciddiyetle, Mosi-

KAK&KILIÇin mİRÜSl
ah'ın üzerindeki siyah Kollukçu giysilerine hüzünle bakarak.
Mosiah şaşırmış görünüyordu. "Duuk-tsatithlere katıldığı-
mı duymuşsundur diye düşünüyordum. Prens Garald biliyor-
du."
"Prens'le nadiren konuşuyoruz," dedi Şaryon özür dilerce-
sine. "Benim güvenliğim için en iyisinin bu olduğunu düşünü-
yordu ya da böyle söyleyecek kadar nazikti. Benimle görüş-
meye devam etmesi politik açıdan ona zarar verirdi. Bunu
açıkça görebiliyordum. Yeniden yerleştirme kampından aynl-
mamın asıl sebebi bu."
Ve şimdi Saryon'a hüzünle bakma sırası Moisah'a gelmişti,
Katalist'in kafası karışmış, suçluluk duymaya başlamıştı.
"Ben... en iyisinin bu olacağını düşündüm," dedi Şaryon kı-
zararak. "Bana bakanlar... suçlamasalar bile anılarını canlandı-
rıyordum..." Sesi azalıp yok oldu.
"Bazı iyilikler karşılığında onlan terk ettiğini söyleyenler
var," dedi Mosiah.
Kendimi daha fâzla tutamadım. Bu zalim sözlere karşı çık-
mak için elimle şiddetli ve hızlı bir hareket yaptım, çünkü
efendimin incindiğini anlayabiliyordum.
Mosiah bana hayretle baktı, konuşmadığım için değil -çün-
kü bir Kollukçu olarak benim hakkımda, dilsiz olduğum dahil
her şeyi zaten biliyor olmalıydı- ama Saryon'u savunmaya bu
kadar hazır olduğum için.
"Bu Reuven," dedi Şaryon, beni tanıtarak.
Mosiah başını salladı. Dediğim gibi, benim hakkımdaki her
şeyi biliyor olmalıydı.
"Senin sekreterin," dedi Mosiah.
"Öyle dememi istiyor," dedi Şaryon, sevgi dolu bir gülüm-
semeyle bana bakarak. "Ama ben hep 'oğlum' demenin daha
21

fÜARSARfî U/EİS §? TRACY HıCKnmn


uygun olacağım düşündüm."
Sevinçle kızardığımı hissettim, ama başımı iki yana salla-
makla yetindim. Almin biliyor ya, o benim için bir baba kadar
değerliydi, ama böyle bir isim üzerinde hak iddia edemezdim.
"Dilsizdir," diye devam etti Şaryon, durumumu utanma
duymadan açıklayarak.
Ben de utanmıyordum. Bir ömür boyunca taşıdığınız araz
size normal gelir. Öngördüğüm gibi Mosiah bunu önceden bi-
liyordu ve takip eden sözleri de kanıtladı.
"Parçalanma zamanında -yaşam tarzlarının yok edildiği za-
mana Thimhallan halkı bu ismi veriyor- Reuven küçük bir ço-
cuktu. Yetim kaldı. Başına öyle travmatik bir şey gelmişti ki
konuşma yeteneğini kaybetti. Sen onu kritik ölçüde hasta ve
Kaynak'ta yalnız bırakılmış buldun. Prens Garald'm evinde ye-
tiştirildi, yeniden yerleştirme kampında eğitildi ve Prens tara-
fından Karakılıç'ın hikayesini kaydetmesi için sana gönderildi.
Okudum," diye ekledi Mosiah, bana nazikçe gülümseyerek.
"Bana göre yanlışsızdı."
Çalışmam için karışık övgüler almaya alışığım, bu yüzden
yanıt vermedim. İnsanın kendi yaratıcı çabalarını savunmak
asla ağırbaşlı bir hareket değildir. Mosiah eh önemli taraflar-
dan biri olduğu için ben de müsamaha gösterdim.
"Yeniden yerleştirme kampından ayrılmama gelince," dedi
Şaryon, önceki konuya devam ederek, "ben herkes için en iyi-
si olduğunu düşündüğüm şeyi yaptım."
Fincanı tutan eli titremeye başladı. Kalktım, yanma gittim,
fincanı aldım ve sehpanın üzerine koydum.
"Bu ev oldukça güzel," dedi Mosiah, soğuk bir tavırla çev-
resine bakınarak. "Senin matematik, Reuven'ın edebiyat ala-
nındaki çalışmaları rahat yaşamanızı sağlıyor. Yeniden yerleş-
22

KARaKILIÇin MİRASI
tirme kampındaki halkımızın yaşamları bu kadar güzel de-
ğil..."
"İsteseler olurdu," dedi Şaryon, eski mizacım dışa vuran bir
tarzda.
Onu iyi tanıdığım, geçmişini bildiğim için bu Kaynak kü-
tüphanesindeki yasak kitapları aramaya götüren mizacın bu
olduğunu tahmin ediyordum. Joram'm Karakılıç'ı dövmesine
yardım eden aynı mizaç. Dönüştürme'yle böylesine büyük ce-
saretle yüzleşen, eti taşa dönmüş olsa da ruhunu canlı tutan
aynı mizaç.
"O kampların çevresinde dikenli teller yok," dedi Şaryon,
gittikçe artan bir tutkuyla konuşarak. "Kapılardaki nöbetçiler
ilk geldiğimizde meraklı insanları içeri girmekten alıkoymak
içindi, halkımızın çıkmasını engellemek için değil. O nöbetçi-
ler uzun zaman önce gitmiş olacaktı, ama halkımız kalmaları
için yalvardı. Kamptaki herkes bu yeni dünyaya girebilir, ken-
di yerini bulabilirdi.
"Ama bunu yaptılar mı? Hayır! Thimhallan'a dönmek gibi
umutsuz bir hayale tutundular. Döndüklerinde ne bulacaklar-
dı? Ölü ve harap bir ülke. Biz ayrıldığımızdan beri Thimhallan
değişmedi. Biz ne kadar istersek isteyelim değişmeyecek. Bü-
yü gitti!" Saryon'un sesi yumuşak, acılı ve heyecanlıydı. "Gitti

ve bunu kabul ederek hayatlarımıza devam etmeliyiz."


"Yeryüzü halkı bizden hoşlanmıyor," dedi Mosiah.
"Benden hoşlanıyorlar!" dedi Şaryon sertçe. "Elbette sizden
hoşlanmazlar. Sizin deyişinizle 'sıradan' insanlara karışmayı
reddediyorsunuz. Halbuki çoğunun bedeninde sizinki kadar
büyü var. Yine de onlardan uzak duruyorsunuz ve kendinizi
izole ediyorsunuz. Size güvensizlik ve şüpheyle bakmalarına
şaşmamak gerek. Dünyamızın yıkılmasına, bizim yeniden yer-
23

irlARİJARfT UJEİS fr ÎRACY HlCKjnAn

leştirme kamplarına konmamıza sebep olan aynı kibir ve küs-


tahlık. Bizi orada tutan sizin kibir ve küstahlığınız!"
Sanırım Mosiah konuşacaktı, ama efendimin sözünü kes-
mek için sesini yükseltmesi gerekiyordu. Efendim, en sevdiği
konu açılınca ağzını açıp gözünü yummuştu... bu dünyanın
yerlileri tarafından kullanılan tuhaf bir deyiş.
Gerçekten de Mosiah bu söylevden etkilenmiş görünüyor-
du. Başta yanıt vermedi, ama kısa süre düşünceler içinde otur-
du.
"Söylediklerin doğru, Peder," dedi. "Daha doğrusu, başlan-
gıçta doğruydu. Kamptan ayrılıp dünyaya açılmalıydık. Ama
bizi o barikatların arkasında tutan kibir değildi. Korkuydu.
Böylesine garip ve korkutucu bir dünya! Ah, doğru, Yeryüzü
halkı sosyologlarını, psikologlarını, danışmanlarını ve öğret-
menlerini getirdiler, bizim 'uyum göstermemiz' için çaba har-
cadılar. Ama korkarım iyilikten çok kötülükleri dokundu. Bize
bu dünyanın harikalarını ne kadar çok gösterdilerse halkımız
onlardan o kadar çok kaçındı.
"Kibir, evet, taşıyorduk elbette," diye devam etti. "Ve yer-
siz de değildi. Dünyamız gerçekten güzeldi. İçinde iyilik de
vardı." Mosiah dirseklerini dizlerine dayayarak öne eğildi, iç-
tenlikle Saryon'a baktı. "Yeryüzü halkı buna inanamıyordu,
Peder. Oraya giden askerler bile kendi gözleriyle gördükleri-
ne inanmakta güçlük çekiyordu! Döndüklerinde onlarla alay
edildi ve bu yüzden kendi duyularından kuşku duymaya baş-
ladılar, bizim onlara ilaç verdiğimizi, var olmayan şeyler gör-
melerine sebep olduğumuzu söylediler."
Mosiah omuzlarını silkti. "'Bilimadamları' naziktiler ve an-
lamaya çalıştılar, ama bu kapasitelerinin üzerindeydi. Onlara
böylesine yabancı bir varoluş! Yirmi yaşında, son derece nor-
24

KARİkKJLIÇin (TIİRâSI
mal ve sağlıklı -onların standartlarına göre!- olmasına rağmen
bütün gün yatakta uzanmaktan başka bir şey yapmayan bir
kadına baktıklarında ona ne olduğunu anlamadılar. Onlara ka-
dının büyünün kanatları üzerinde havada süzülmeye alışık ol-
duğu, hayatında tek bir adım atmadığı, nasıl yürüneceğine iliş-
kin en ufak fikri olmadığı, büyüsü yok olduktan sonra da yü-
rümeye hiç eğilim duymadığı söylendiğinde inanamadılar.
"Ah, evet, yüzeyde kabullenmiş göründüklerini biliyorum.
Bütün tıbbi testler kızın hiç yürümediğini doğruladı. Ama iç-
ten içe, varlıklarının özünde inanmadılar. Onlardan, kitabında,
Reuven, kitabında bahsettiğin perilere inanmalarını istemek gi-
bi bir şey.
"Komşularına perilere yaptığın ziyaretten bahsediyor mu-
sun, Peder? Yan evde yaşayan, emlakçı sekreterliği yapan ka-
dına bir peri kraliçesi tarafından neredeyse baştan çıkarıldığı-
nı anlattın mı?"
Saryon'un yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Bakışlarını örtülere
indirdi, dalgın dalgın birkaç bisküvi kırıntısını silkeledi. "Elbet-
te hayır. Anlamasını beklemem adil olmazdı. Onun dünyası
çok... farklı..."
"Kitapların." Mosiah'ın delici bakışları bana kaydı. "İnsan-
lar onlan okuyor ve zevk alıyor. Ama hikayelere inanmıyorlar,
değil mi? Böyle bir dünyanın var olduğuna, Joram gibi birinin
yaşamış olduğuna inanmıyorlar. Röportajlardan kaçınmak için
arazın varmış gibi yaptığının söylendiğini bile duydum, sahte-
karlığının ortaya çıkmasından korktuğun için rol yapıyormuş-
sun."
Şaryon endişeyle bana baktı, çünkü bu suçlamaları duydu-
ğumu bilmiyordu. Rahatsız edilmemem için çok uğraşmıştı. Bu
yüzden bunların beni hiç üzmediğini işaret etmeye özen gös-
2S
ITİARSAREt WEIS 8[ ÎRACY HlCKJHAn
terdim ve üzmüyorlardı. Çalışmalarım bir kişiyi, efendimi
memnun ettiği sürece diğerlerinin ne düşündüğüne aldırmı-
yordum.
"Ve böylece tuhaf bir çelişki yaratıldı," dedi Mosiah. "Bize
inanmıyorlar, bizi anlamıyorlar, ama yine de bizden korkuyor-
lar. Sahip olduğumuza inanmadıkları güçleri yeniden edinme-
mizden korkuyorlar. Kendi kendilerine ve bize böyle bir gü-
cün var olmadığını kanıtlamaya çalışıyorlar. Korktukları şeyi
yok ediyorlar. Ya da yok etmeye çalışıyorlar."
Üzerimize huzursuz bir sessizlik çöktü. Şaryon gözlerini
kırpıştırdı ve esnemesini bastırmaya çalıştı.
"Normalde bu saatte yatmanız gerek," dedi Mosiah, aniden
o âna dönerek. "Yatın. Düzeninizi bozmayın."
Normalde efendime iyi geceler dileyip odama gider, bir sü-
re yazar, sonra ben de yatardım. Bunu yaptım, üst kata çıktım
ve ışığı yaktım. Sonra karanlıkta yine aşağı indim. Mosiah dön-
meme pek memnun olmuş gibi görünmüyordu, ama sanırım
ölümden başka hiçbir şeyin beni efendimin yanından ayrılma-
ya zorlayamayacağım biliyordu.
Saryon'un odası karanlıktı. Karanlıkta oturduk, aslında
pencerenin hemen dışındaki sokak lambası yüzünden o kadar
da karanlık değildi. Mosiah sandalyesini Saryon'un yatağına
yaklaştırdı. CD çalar çalışmafya devam ediyordu, çünkü Şaryon
müzikle uyumaya alışıktı. Normal yatma saatini epey geçmiş-
ti, ama o inatla yorgun olduğunu kabullenmeyi reddediyordu.
Merak onu uyanık tutuyor, bedeninin dinlenme ihtiyacına di-
reniyordu. Biliyorum, çünkü ben de aynısını hissediyordum.
"Beni affet, Peder," dedi Mosiah sonunda. "O eski yola
sapmak istemiyordum. Aslında o yol çoktan yabani otlarla
kaplandı ve hiçbir yere çıkmıyor. Yirmi yıl geçti. O yirmi ya-
26

KAR^KJLIÇin fflİRASI
sındaki genç kız artık kırk yaşında bir kadın. Yürümeyi öğren-
di eskiden büyüyle onun için yapılan şeyleri kendisi yapma-
yı öğrendi. Bu dünyada yaşamayı öğrendi. Hatta belki sıradan
insanların söylediği bazı şeylere inanmaya başladı. Onun için
Thimhallan güzel anılardan başka bir şey değil, onun için uya-
nık yaşamından çok düşlerde gerçek olan bir dünya. Ve eğer,
başta o mucizevi güzelliğe sahip büyülü dünyaya dönme
umudunu korumuşsa bile, kim onu suçlayabilir ki?"
"Güzel bir dünya, evet," dedi Şaryon, "ama orada çirkinlik
de vardı. İnkar edildiği için daha da iğrenç olan bir çirkinlik."
"Çirkinlik erkeklerin ve kadınların yüreğindeydi, öyle değil
mi, Peder?" diye sordu Mosiah. "Dünyanın kendisinde değil."
"Doğru, çok doğru," dedi Şaryon ve içini çekti.
"Çirkinlik hâlâ yaşıyor," diye devam etti Mosiah. Sesi değiş-
ti, gerildi ve bu efendimle benim bakışmamıza, kendimizi ha-
zırlamamıza sebep oldu, çünkü ikimiz de bir darbenin yaklaş-
tığını hissediyorduk.
"Yıllardır kamplara uğramadm," dedi Mosiah aniden.
Şaryon başını iki yana salladı.
"Prens Garald ya da bir başkasıyla iletişim kurmadın, değil
mi? Gerçekte halkımızın arasında neler olup bittiğini bilmiyor-
sun?"
Şaryon utanmış görünüyordu, ama başını iki yana sallamak
zorunda kaldı. O anda konuşabilmek için sahip olduğum her
şeyi verirdim, çünkü Mosiah'm sesinde suçlama olduğunu his-
sediyordum ve efendimi savunmak için hararetle konuşur-
dum. Şaryon huzursuz bir öfke içinde kıpırdandığımı duydu.
Elini benimkinin üzerine koydu ve sabırlı olmamı öğütleyerek
nazikçe okşadı.
Mosiah, belki konuya nasıl gireceğini düşünerek sessiz kal-
27

ITlARSAREf WEIS ft ÎRACY HlCKJHAn


di. Sonunda başladı, "Halkımızın senin gibi, özgür iradeleriyle
kamplardan ayrılabileceğini söyledin. Başlangıçta bu doğru
olabilirdi. Artık değil.
"Sıradan insanların nöbetçileri seneler önce bizi bıraktı.
Haklarını vermek gerekirse, emredildikleri gibi bizi korumak
için savaştılar, ama yeterli değillerdi. Pek çoğu öldükten, daha
fazlası kaçtıktan sonra ordu çekildi. Sıradanların nöbetçilerinin
yerine... bizimkiler geçti."
"Kime karşı savaştılar? Size kim saldırdı? Bunları hiç duy-
madım!" diye itiraz etti Şaryon. "Sözlerinden kuşku duymamı
affet, Mosiah, ama kuşkusuz böyle korkunç olaylar olsa dün-
yanın her yerinden gazeteciler kampa üşüşürdü."
"Üşüştüler, Peder. Onlarla Khandic Bilgeler konuştu. Gaze-
teciler yalanlara inandılar... ellerinde değildi, çünkü Khandic
Bilgeler acı yalanlarını büyülerinin tatlı balıyla kaplıyorlar."
"Khandic Bilgeler! Onlar kim?" Şaryon şaşkınlık içindeydi,
tutarlı konuşamayacak kadar büyük bir şok içindeydi. "Ya
Prens Garald... O nasıl... Asla izin vermezdi..."
"Prens Garald tutsak, halkına duyduğu sevginin esareti al-
tında."
"Tutsak mı!" Saryon'un ağzı açık kalmıştı. "Sı... Sıradanların
tutsağı mı?"
"Hayır, sıradanların değiT. Biz, Kollukçuların da değil," di-
ye ekledi Mosiah, hafifçe gülümseyerek, "çünkü soruyu zih-
ninde görebiliyorum."
"O zaman kimin? Neyin?" diye sordu Şaryon.
"Kendilerine T'kon-Duuk diyorlar. Sıradanların dilinde...
Teknobüyücüler. Ölü olana Yaşam veriyorlar. Daha da korku-
tucu olanı," Mosiah sesini alçalttı, "ölü olandan Yaşam çeki-
yorlar. Büyülerinin gücü Thimhallan'da olduğu gibi canlı var-
28

KARflKJLIÇin rrlİRftsı
lıklardan gelmiyor, canlıların ölmesinden geliyor. Kendine Ka-
rabüyücü Menju diyen adamı hatırlıyor musun? Joram'ı öldür-
meye çalışan adamı?"
Şaryon ürperdi. "Evet," dedi alçak sesle.
"Onlardan biriydi. Onları iyi tanıyorum," diye ekledi Mosi-
ah. "Ben de onlardan biriydim."
Şaryon dehşet içinde donakaldı. İletişim kurma işi bana,
dilsize kaldı. Mosiah'a, sonra Saryon'a ve kendime işaret ede-
rek Mosiah'm neden şimdi bu bilgiyle bize geldiğini ve bütün
bunların bizimle ne ilgisi olduğunu sordum. Ya hareketimi an-
ladı ya da soruyu zihnimden okudu.
"Geldim," dedi, "çünkü onlar geliyor. Önderleri, Kevon
Smythe adında bir Khandic Bilge yarın seninle konuşmaya ge-
liyor, Peder. Duuk-tsarithler seni uyarmak için beni seçtiler,
çünkü o tarikatta güvenebileceğin tek kişi olduğumu biliyor-
lardı."
"Duuk-tsarithler" diye mırıldandı Şaryon allak bullak. "Du-
uk-tsarithlere güveneceğim ve bu yüzden içlerinden biri olan,
eskiden Teknobüyücü olan Mosiah'ı gönderiyorlar. Teknobü-
yü. Ölümden yaşam."
Sonra Şaryon başını kaldırdı. "Neden ben?" diye sordu.
Ama yanıtı o da benim kadar iyi biliyordu.
"Joram," diye yanıt verdi Mosiah. "Joram'ı istiyorlar Ya da
daha doğrusu, Karakılıç'ı istiyorlar, demeliyim."
Saryon'un ağzı seğirdi. O zaman efendimin inceliğini, hat-
ta, —eğer bu kadar nazik ve dürüst bir adam böyle bir şeyle
suçlanabilirse- kurnazlığını fark ettim. Mosiah'm getirdiği ha-
beri bilmese de Şaryon daha baştan Mosiah'm gelmiş sebebi-
nin ne olduğunu anlamış ama belli etmemişti. Bekliyor, bilgi
topluyordu. Hayranlık içinde ona baktım.
29

IrlAR£AR£f UİEIS ft TRACY HlCKDAn


"Üzgünüm, Mosiah," dedi, Şaryon, "ama sen, Kral Garald,
bu Kevon Smythe ve anlaşılan daha bir sürü insan boşuna za-
man harcamışsınız. Sizi Joram'a götüremem ve Joram size Ka-
rakılıç'ı veremez. Koşullar Reuven'in kitabında detaylı olarak
anlatılıyor."
Şaryon ürperdi. "Karakılıç artık yok. Joram kılıcı Tapı-
nak'taki sunağa sapladığında kılıç yok oldu. Joram istese bile
kılıcı size veremezdi."
Mosiah şaşırmış ya da hayal kırıklığına uğramış görünmü-
yordu; ayağa kalkıp bizi boş yere rahatsız ettiği için özür de
dilemedi.
"Bir Karakılıç var, Peder. Baştaki değil. Dediğin gibi o yok
oldu. Joram yeni bir tane dövdü. Bunun doğru olduğunu bili-
yoruz, çünkü onu çalmak için bir teşebbüste bulunuldu."

30

3
Duuk-tsarithler bunun için eğitilirlerdi —çevrelerin-
de olup biten ber şeyin farkında olmak, ber şeyi kontrol
altında bulundurmak, yine de kendilerini her şeyin üs-
tünde, ötesinde tutmak için.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Şaryon kızmıştı. Yumruğunu sıktı, öfkesi gözlerinde kıvıl-
cımlandı. "Buna hakkınız yoktu! Joram yeni bir kılıç dövmüş-
se, tehdit altında olduğunu hissettiği için olmalı. Bunun arka-
sında Kral Garald mı vardı. Kendi koyduğu yasalar açıkça..."
"Onlar yasalara niye aldırsın ki?" diye sözünü kesti Mosiah
sabırsızlıkla. "Onlar kendilerininki dışında yasa tanımazlar."
"Onlar?"
"Teknobüyücüler. Hâlâ anlamadın mı, Peder?"
Saryon'un yumruğu yavaşça açıldı. Öfke yerini korkuya bı-
raktı. "Joram güvende mi? Oğlanı eğitmem için bana göndere-
cekti. Hiç haber almadım ve korkarım..."
"Joram hayatta, Peder," dedi Mosiah, hafifçe gülümseyerek.
"O ve Gwendolyn iyi. Joram'ın oğlunu sana göndermemesine
gelince, göndermedi çünkü o ve Gwen'in oğulları olmadı. Kız-

nİARPARJÎ U/EİS fir ÎRflCY HlCKMAn


lan oldu. Tek çocuğu, onun en kıymetli varlığı. Böyle bir mü-
cevheri bu dünyaya göndermek istemiyor... ve onu suçladığı-
mı söyleyemem." Mosiah içini çekti.
"Bunu nereden biliyorsun?" diye sordu Şaryon, keskin bir
sesle. "Onu gizlice gözetliyorsunuz!"
"Onu koaıyoruz, Peder," dedi Mosiah yumuşak sesle.
"Onu koruyoruz. Gözetlediğimizi bilmiyor. Şüphelenmiyor.
İçinde Yaşam büyüsü olmayan biri nasıl bilebilir? Onu ya da
ailesini rahatsız etmemeye özen gösteriyoruz. Diğerlerinin ak-
sine.
"Son zamanlarda, Teknobüyücülerin D'karn-darah olarak
bilinen bir kolu Thimhallan'a gitme yasağını ihlal etti. Re-
uven'in kitabını okumuşlardı," çarpık bir gülümsemeyle bana
baktı, "ve Karakılıç'ı almak için Olüçağıranlar Tapınağı'ndaki
sunağa gittiler. Beklenen şeyi buldular. Bildiğin gibi, Peder,
sunağın kendisi karataştan yapılmıştır. Kılıç taşla birleşmiş.
"Teknobüyücüler kılıcı kurtarmak için, en karmaşık lazerli
kesim araçlarından eski moda pürmüz lambalarına kadar bil-
dikleri her tür aleti kullandılar. Sunağı parçalamaya, laboratu-
varlarına götürmeye çalıştılar. Yüzeyini çizemediler bile."
Şaryon rahatlamış görünüyordu. "Güzel." Başını salladı.
"Mükemmel. Almin'e şükürler olsun."
"O'na teşekkür etmekte»bu kadar acele etme, Peder," dedi
Mosiah. "Sunağı çizmeyi bile başaramayınca Teknobüyücüler
Joram'a gittiler."
"Değerli zamanlarını harcamışlar. Kızmıştır," diye tahmin
etti Şaryon.
Mosiah'm yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi "Gerçek-
ten de kızdı. Khandic Bilgeler hiç böyle bir öfke görmemişler-
di. Öfkesi onları hayrete düşürdü ve onlar öyle kolay hayret
32

KARAKJLIÇin mİR£SI
tmezler. Joram'la Bizzat Kevon Smythe konuştu, ama Smythe
bunu yaptığını inkar ediyor. Joram'ı sevimliliğiyle kazanmak
istiyordu, ama bildiğiniz gibi, Peder, dostumuz o kadar kolay
etkilenmez. Smythe ham karataşın nerede bulunabileceğini
söylemesi ve Karakılıç yapma sırlarını anlatması karşılığında
foram'a büyük servet, güç, ne isterse önerdi.
"Smythe canım zor kurtardı. Joram Smythe'i dışarı attı -ger-
çekten kaldırıp attı- ve bir daha dönerse hayatını hiçe saymış
olacağını söyledi. O zamana kadar Sınır Devriyesi gelmişti.
Neden bu kadar geciktiklerini mi merak ediyorsun? Teknobü-
yücülerin onların savunmalarını nasıl aştıklarım mı? Kolayca
yaptılar. Onlardan çok kişi bu göreve atanmayı başarmıştı.
Alarm sinyallerini kapattılar, kardeşlerinin fark edilmeden Sı-
nırı aşmalarım sağladılar.
"Sınır Devriyesi geldiğinde gezegenden ayrılana kadar
Smythe ve takipçilerine eşlik ettiler. Neyse ki Teknobüyiicüler
bundan sonra Karakılıç'a ilgilerini yitirdiler. Bilimadamları
Thimhallan'dan getirilen raporları inceledi ve ilk kılıcın asla
sunaktan çıkarılamayacağı, bu yüzden onlar için faydasız ol-
duğu kararına vardılar. Joram'ın yardımı olmadan, Thimhal-
lan'a işçi götürme izni alınmadan -asla verilmeyecek bir izin-
ham karataş arayışı fazlasıyla zor ve pahalı olurdu.
"Kral Garald bu olayın Teknobüyücülerin Karakılıç edinme
arzusunun sonu olacağını umuyordu ve olacaktı da, Peder,
ama sonra Joram çok aptalca bir şey yaptı."
Şaryon, Joram'ın davranışından kendisi sorumluymuş gibi
üzüntülü ve mutsuz göründü. "Yeni bir kılıç yaptı."
"Kesinlikle. Nasıl olduğundan emin değiliz. Smythe'in ziya-
reti Joram'ı şüpheci ve paranoyak yapmıştı..."
"İzleniyormuş gibi hissetmesine sebep olmuştu," diye sö-
33

ITlARPARif U/EIS & TRACY HlCKClAn


zünü kesti Şaryon.
Mosiah bir an durdu, sonra hafifçe gülümsedi. "Alaycı ol-
duğunu hiç bilmezdim* Peder. Pekala. Joram'ın böyle hisset-
mek için sebebi olduğunu kabul ediyorum. Ama tüm dünya-
ya karşı tek başına mücadele etmeye çalışmak yerine Kral Ga-
rald'a ya da General Boris'e gitseydi!"
"Yaşamla tek başına savaşmak Joram'ın huyudur," dedi
Şaryon. Sesi sevgi yüklü bir hüzün ve anlayışla doluydu. "İm-
parator kanından geliyor. Ulusların kaderini ellerinde tutan es-
ki bir hükümdar soyundan geliyor. Yardım istemek zayıflık
işareti olacaktı. Karakılıç'ın yaratılışında ona yardım etmemi
isterken ne büyük çaba harcadığını hatırla. O..."
Şaryon sustu. Aklına ne zaman geleceğini merak ediyor-
dum.
"Joram Karakılıç'ı yapamazdı," dedi heyecanla. "Bir katalist
olmadan olmaz. Ben dünyadan Yaşam çekip Karakılıç'a Ya-
şam vermiştim ve o da Yaşam sahibi olanlardan Yaşam çek-
mek için kullanmıştı onu."
"Kılıcın kendisini dövmek için sana ihtiyacı yoktu, Peder.
Yalnızca yeteneklerini geliştirmek için sana ihtiyacı vardı."
"Ama bunu yapacak bir katalist olmadan kılıç herhangi bir
kılıçtan daha tehlikeli olmaz. Teknobüyücüler neden istesin
onu?" »
"Halkımız arasındaki katalistleri düşün, Peder. Yeniden
yerleştirme kamplarında fakirlik içinde yaşayan katalistleri.
Teknobüyücülerin servet ve güç vaadine karşılık yetenekleri-
ni kullanmaya razı olacaklardır. Yozlaşmış Piskopos Vanya öl-
dü, ama mirası takipçilerinin arasında yaşıyor."
"Evet, bunun doğru olabileceğini görüyorum," dedi Şaryon
üzüntüyle. "Joram Duuk-tsarithlenn dikkatli gözlerinden kılıcı
34

KARÜKJLIÇin MİRASI
vaprnaya yetecek bir süre için nasıl kaçabildi?"
Mosiah omuzlarını silkti ve ellerini açtı. "Kim bilir? Böyle
bir şey kolay olurdu, özellikle de karataştan bir tılsımı varsa.
Ya da, belki de kılıcı seneler önce, biz gözetlemeye başlama-
dan önce dövdü. Artık bunların hiçbiri fark etmez. Bu yeni Ka-
rakılıç'ı sır olarak saklamaya çalıştık, ama Teknobüyücüler öğ-
rendi. İlgileri yeniden alevlendi."
"Joram ve ailesi tehlikede mi?" diye sordu Şaryon endişey-
le.
"Daha çok Duuk-tsarithlerin çabası sayesinde, şimdilik de-
ğil. Tuhaf, değil mi, Peder. Bir zamanlar Joram'ın ölmesi için
uğraşanlar şimdi hayatını korumak için kendileri ölümle yüz-
leşiyorlar."
"Sen mi?" diye sordu Şaryon. "Ölüm tehlikesi içinde misin?"
"Evet," diye yanıt verdi Mosiah, büyük sakinlik içinde. Ka-
rarmış odaya işaret etti. "Bu önlemlerin sebebi bu. T'kon-Du-
uüaı beni ellerine geçirmek için can atıyorlar. Sırları hakkın-
da çok şey biliyorum, anlıyor musun, Peder. Onlar için büyük
tehlikeyim. Seni onlara karşı uyarmak için geldim; onları Jo-
ram'a götürmeye ikna etmek için kullanacakları tekniklere
karşı uyarmak için..."
Şaryon sözcüklerin akışını durdurmak için elini kaldırdı.
Mosiah hemen konuşmayı bıraktı, yaşlı Katalist'e gösterdiği
sessiz saygı gözüme girmesini sağladı. Ona asla tamamen gü-
venemezdim, üzerinde Kollukçuların siyah cüppesi varken de-
ğil. Duuk-tsarithler asla tek amaç için çalışmazdı. Pek çok
amaç için çalışırdı ve ek olarak başka şeyleri de elde etmeye
çalışırdı.
"Gitmeyeceğim," dedi Şaryon kararlılıkla. "Bundan kork-
mana gerek yok. Sen, onlar ya da başka herhangi biri gidebi-
3S

irİARSARjt WEİS §• ÎRACY HlCKfflAn


leceğimi nasıl düşünür, bilmiyorum."
"Joram sana saygı ve güven duyuyor, Peder. Üzerindeki et-
kisi..." Mosiah sustu.
Bana bakıyordu. İkisi de bana bakıyordu. Bir ses çıkarmış-
tım. Çok tuhaf gelmiş olması gerektiğini anlıyorum... efendime
hitaben, gırtlaktan gelen bir ses.
"Reuven dışarıda bir şey olduğunu söylüyor," dedi Şaryon.
Sözcükler daha Saryon'un dudaklarından çıkmadan Mosi-
ah yanımda bitivermişti. Bu ani hareket pencerede gördüğü-
mü sandığım şey kadar ürkütücüydü. Bir an odanın karşısın-
da, karanlık koridorda oturuyordu, bir sonraki an yanımda
pencereden dışarı bakıyordu. Bu akıcı, sessiz harekette gölge-
lerle birdi. İyi olduğundan emin olmak için bakışlarımı efen-
dime çevirdiğimde Mosiah'ın sandalyede oturmakta olduğunu
görünce nasıl şaşırdığımı tahmin edersiniz!
O zaman yanımdaki Kollukçunun madde sahibi olmadığı-
nı fark ettim. Deyiş yerindeyse Mosiah'ın gölgesi efendisi tara-
fından gönderilmişti.
"Ne gördün? Söyle bana! Hemen!" dedi. Sözcükler zihn-
imde alevlendi.
Ellerimle işaret ettim. Şaryon tercüme etti.
"Reuven baştan ayağa gümüş rengine bürünmüş bir insan
gördüğünü söylüyor..." *
Mosiah... sandalyedeki Mosiah ayağa kalktı. Gölgesi bede-
nine döndü.
"Buradalar," dedi. "D'kam-darahlar. Kan-kıyamet şövalye-
leri. Ya beni takip ettiler ya da kendilerine has sebeplerden
geldiler. Korkarım ikincisi. Burada güvende değilsiniz, ikiniz
de. Benimle gelmelisiniz. Hemen!"
"Giyinik değiliz!" diye itiraz etti Şaryon.
36

KARAKJLIÇin mİRASI
Yaşlı bir adamın geceliği ve terlikleri içinde soğuk kış ge-
cesine kaçmasına sebep olacak tehlike çok gerçek ve yakın ol-
malıydı-
"Giyinmeniz gerekmez," diye yanıt verdi Mosiah. "Beden-
leriniz yatak dışında hiçbir yere gitmiyor. Talimatlarımı harfi
harfine tekrarlayın. Peder, sen olduğun yerde kal. Reuven, sen
üst kata, odana git ve yatağına gir."
Efendimin yanından ayrılma fikri beni mutlu etmiyordu,
ama Duuk-tsaritti'm gücüne karşı bir şey yapabileceğim kuş-
kuluydu. Şaryon başını sallayarak Mosiah'a itaat etmemi söy-
ledi ve ben de denileni yaptım. Mosiah'ı efendime dikkat et-
mesi için uyardım ve üst kattaki küçük odama gittim.
Şaryon hep, kendi odasının üstünde olan yatak odama gir-
diğimi duyana kadar bekler, sonra aşağı katın ışığını söndürür-
dü. Bu gece öyle olmamıştı, çünkü ışık zaten sönüktü. Dedi-
ğim gibi, normalde bir süre yazardım, ama -Mosiah'ın emirle-
rine uyarak- bu alışkanlığı bir kenara bıraktım ve hemen yat-
tım. Işığımı söndürdüm ve ev karardı.
Karanlıkta yalnız yatarken korkmaya başladım. İnsanın ge-
cenin bu saatinde kendini korkutması kolaydır. Dolapta sakla-
nan canavarlara dair çocukluk korkularımı hatırladım. Ama ya-
şadığım korku bir el feneriyle yok edilecek türden değildi. Ne-
den bu dehşet korkusunu yaşadığımı merak ettim ve Mosi-
ah'ın korkusunu hissettiğim için olduğunu fark ettim.
Duuk-tsarith gibi güçlü birini korkuttuğuna göre orada, ge-
cenin içinde her ne varsa dehşet verici olmalı, diye düşündüm.
Her sesi yakalamak için kulaklarımı zorlayarak yatağımda
yattım. Gecenin sıradan sesleriydi sanırım, ama daha önce on-
lara dikkat etmemiş benim için hepsi korkutucuydu. Bir köpe-
ğin havlaması, dövüşen kedilerin tıslamaları, sokakta giden
37

HİARCARft U/EIS ft "FRACY HlCKJIIAn


yalnız bir otomobil. Bunlara öyle kötücül anlamlar yükledim
ki Mosiah'm sözleri yeniden aklıma geldiğinde yatağım benim-
le birlikte titremeye başladı.
"Bana gel," dedi Mosiah. "Bedeninle değil. Onu arkada bı-
rak. Bırak ruhun kabuğundan yükselsin ve benimle yürü."
Adamın neden bahsettiğine ilişkin en ufak fikrim yoktu.
Sanırım kahkaha atacaktım... aslında, korkarım kıkırdadım,
belki de gerginlikten dolayı... yalnız sesindeki büyük telaşı
hissedebiliyordum. Şaşkınlık içinde, ne yapmam gerektiğini
merak ederek, efendimin ne yapmak gerektiğini bilip bilmedi-
ğini merak ederek yatağımda uzandım. Mosiah -belki Mosi-
ah'ın "gölgesi" demeliyim- karanlıkta şekillendi, yatağın ayak
ucunda durdu.
Elini bana uzattı. "Çok kolay," dedi. "Sen benimle geliyor-
sun. Bedenin arkada kalıyor. Benim bedenim şu anda alt kat-
ta. Ama işte, önünde duruyorum. Kendini yataktan kalkıp be-
nimle yürürken hayal et. Sen yazarsın. Bu şekilde hayallerin-
de defalarca yolculuk etmiş olmalısın. Merilon tasvirini okudu-
ğum zaman onu zihnimde gördüm, çok canlıydı. Sen profes-
yonel bir gündüz düşçüsüsün de diyebilirim. Biraz daha yo-
ğunlaş."
Ve ben hemen hareket etmeyince Mosiah'm sesi sertleşti.
"Şaryon sen olmadan gitmek. Onu tehlikeye atıyorsun."
Bunun beni harekete geçireceğini biliyordu. Beni mezar-
dan bile kaldırırdı. Gözlerimi kapattım ve kendimi yataktan
kalkar, ona katılırken hayal ettim. Önceleri hiçbir şey olmadı.
Öyle heyecanlı ve korkmuştum ki yoğunlaşmak güç geliyor-
du.
"Gevşe," dedi Mosiah yumuşak sesle, hipnotize edercesine.
"Gevşe ve seni yere bağlayan bedeninin ağırlığından sıyrıl."
38

KARAKJLIÇin ITIİRİİSI
Sözcükleri artık zihnimde alev alev değildi, su gibi akıyor-
du Gevşediğimi hissettim, suyun üzerimden akmasına izin
verdim- Aslında bedenim çok ağır geliyordu, o kadar ağır ki
onu kaldıramayacağımı biliyordum. Ama hareket etmek zorun-
da olduğumu hissediyordum!
Ayağa kalktım ve gidip Mosiah'a katıldım. Arkama baktı-
ğım zaman ağır bedenin hâlâ yatakta yattığını, derin uykuday-
mış gibi göründüğünü fark edince şaşırmadım.
Şaşkınlık ve huşu içinde korkularımı unuttum.
Efendimin yatak odasına ulaşmak için, alışık olduğum gibi
kapıdan geçip merdiveni inmek üzere hareket ettim, ama Mo-
siah beni durdurdu.
"Artık fiziksel engellerle sınırlı değilsin, Reuven. Bir düşün-
ce seni Saryon'a götürür."
Doğru söylüyordu. Efendimin yanında olmayı düşündü-
ğüm an oradaydım. Beni görünce Şaryon gülümsedi, başını
salladı ve sonra uzun süre önce unuttuğu yetenekleri yeniden
öğrenircesine tereddütle ruhu bedenini terk etti.
Onun ruhunun yumuşak, parlak, beyaz bir aydınlıkla sarıl-
mış olduğunu görünce şaşırmadım; Mosiah'ın cüppesiyle aynı
siyahlığa bürünmüş ruhu ile açık bir karşıtlık oluşturuyordu.
Efendimin bundan acı duyduğunu anlayabiliyordum. Mo-
isah da öyle.
"Bir zamanlar -siz hatırlarsınız, Peder- ruhum Reuven'inki
gibi parlak ve berraktı. O zamandan bu yana gördüğüm ka-
ranlık ve dehşet verici şeyler bende iz bıraktı. Ama acele et-
meliyiz. Ancak sizin uyuduğunuzdan emin olana kadar bekle-
yeceklerdir. Korkmayın, ikinize de zarar vermelerine izin ver-
mem."
Mosiah'ın ruhu bedenine kaydı. Bir sözcük söyledi, görün-
39

trlARCARfT UjEIS O* TRACY HlCKBIAn


mez bir kapıyı açar gibi elini uzattı, boşluğu ittirdi ve içeri gir-
di.
"Acele edin!" dedi. "Beni takip edin."
En uygunsuz zamanlarda zihin en tuhaf şeyleri düşünüyor.
Aniden çocukken izlediğim bir çizgi filmi hatırladım, filmin
kahramanı -belki bir tavşandı, emin değilim- tüfekli bir avcı
tarafından ormanda kovalanıyordu. Köşeye sıkışan tavşan çiz-
gi filmde bir delik açtı, içeri girdi ve deliği peşinden çekip ka-
patarak avcıyı şaşkınlık içinde bıraktı.
Mosiah da aynı şeyi yapmıştı. Yatak odamızda bir delik aç-
mıştı ve içine girmemizi söylüyordu!
Thimhallan dünyasında uzun yıllar yaşamış olan Şaryon bu
tür gizemli olaylara benden daha alışıktı. O hemen deliğe gir-
di, sonra takip etmemi işaret etti. Odayı aşmak için yürümeye
başladım, sonra ayaklanmı kullanmama gerek olmadığını ha-
tırladım ve efendimin yanında olmayı diledim.
Delikteydim. Delik arkamdan kapandı ve çevremizde bir
kabarcık oluşturdu, havada asılı kaldı, Saryon'un tavanının ya-
kınında süzülmeye başladı.
"Bir Koridor mu?" diye sordu Şaryon şaşkınlık içinde. "Bu-
rada, Yeryüzü'nde mi?"
Bu arada, konuşmadığımızı ve zihinsel iletişimle anlaştığı-
mızı belirtmeliyim. Ve o sınada aklıma bu ruh aleminde artık
dilsiz olmadığım geldi. Konuşabilir ve işitilirdim. Bu bilgi beni
öyle büyük bir sevinç ve kafa karışıklığına boğdu ki fiziksel
alemde olduğumdan daha sessiz bir hale burundum.
"Kastettiğin şekilde değil. Peder Thimhallan'da olduğu gibi
zaman ve mekanda bir Koridor değil," diye yanıt verdi Mosi-
ah. "O beceriyi uzun zaman önce kaybettik ve bir daha kaza-
namadık. Ama zamanın kıvrımlarından birinin içine saklanma
40

KARİlKILIÇin mİRASI
yeteneğimiz var."
Mosiah'ın deyişiyle bir "kıvrımın" içine saklanma duygusu-
nu açıklamaya çalışmalıyım. Bunu anlatmanın tek yolu kaim
bir perdenin kıvrımlarının içine saklanmaya çok benzediğini
söylemek. Aslında, üzerimde neredeyse boğucu bir sınırlama
hissettim, daha sonra öğrendiğime göre bunun sebebi zama-
nın bedenim için geçmekte olduğunu ve benim -ruhumun-
yerinde kaldığını bilmek.
Duygunun kıvrıma zilini ve bedeniyle girenler için çok kö-
tü olmadığını anlıyorum, çünkü zamanın akışına yetişmek için
dışarı adım atmak yeterliymiş. Ama bedenimin uyuyor olduğu
gerçeğine rağmen içimde, eve giden son treni kaçırmaktan
korkan birinin duygularına benzer bir panik yükselmeye baş-
ladı. Tren -bu durumda bedenim- ilerliyordu ve ben yetişmek
için çılgınca koşuyordum. Sanırım o sırada kaçmaya teşebbüs
ederdim, ama Saryon'u bırakamazdım.
Daha sonra onun da benim gibi hissettiğini ve benim yü-
zümden gidemediğini öğrendim. Bunun üzerine güldük, ama
kahkahalarımız boştu.
"Şş, susun! Bakın!" dedi Mosiah.
Bizi duyulmamızdan korktuğu için susturmamıştı... çünkü
bu D'karn-darah için bile imkansızdı. Bizi, onları duyabilme-
miz için susturmuştu. Görüp işittiklerimiz kanımızı dondurdu.
Fiziksel bariyerlerin içinden geçebiliyor olsak da arkalarını

göremiyorduk. Zaman kıvrımının içinde kısılı kalmışken evin


başka bir yerine gidemiyor, Saryon'un yatak odası dışında evin
diğer kısımlarını göremiyorduk. Bununla beraber işitme du-
yum keskindir ve yaşadığım gerilim onu daha da keskinleştir-
mişti. Bir tıkırtı duydum, kapıdaki kilit açılıyordu. Kapı men-
teşelerinin gıcırtısı -Şaryon yağlamamı istemişti- ön kapının
41

rriARffARîf U/EİS & ÎRACY HıcraiAn


gizlice açıldığını anlattı. Aynı anda arka kapının kilidinin açıl-
dığını duydum. Kapı, girişe yerleştirdiğimiz paspasa sürtündü.
Orada her kimler varsa, eve hem ön, hem arka taraftan gir-
mişlerdi. Ama ne kadar uğraşırsam uğraşayım ön tarafta hare-
ket edişlerini duyamıyordum. Biz gelişini fark etmeden biri ya-
tak odasına girdi.
Bedenine yapışan ve o hareket ettikçe hışırdayan kağıt in-
celiğinde gümüş bir cüppe giymişti. Zaman zaman giysiden
minik mayi kıvılcımlar çıkıyordu, tıpkı karanlıkta bir kedinin
kürkünden çıkanlar gibi. Yüzü aynı ince gümüş kağıtla kap-
lanmıştı, öyle ki yalnızca hatlarının silueti -bir buaın ve ağız-
görülebiliyordu. Gümüş kumaş ellerini ve ayaklarını ikinci bir
deri gibi kaplamıştı.
Yatak odasında durdu ve Mosiah bir düşünce fısıldayarak
dikkatimizi tuhaf bir olguya çekti. Yatak odasındaki makineler
D'kam-darah'm orada olduğunu biliyordu. Makineler gelişine
tepki veriyordu.
Makinelerin tepkisi açık ya da dikkat çekici değildi. Mosiah
dikkat çekmese fark etmezdim. Yatak odasının söndürülmüş
olan tavan lambası titreşerek yandı. CD çalardan hafif bir mı-
rıltı geldi. Okuma lambası zayıf bir aydınlık vermeye başladı.
D'karn-darah bütün bunları görmezden geldi ve hemen
Saryon'un hâlâ uyumakta «lan bedeninin yanına gitti. Gümüş
kaplı elini uzattı ve Katalist'in omzunu sarstı.
"Şaryon!" dedi yüksek sesle
Yanımda Saryon'un ruhunun titrediğini hissettim. O zaman
Mosiah'ın gelmesinden ve tam zamanında bizi uyarmasından
minnet duydum. Efendim geceleyin uyandırılıp bu korkunç
görüntülü adamın üzerine eğildiğini görse, gireceği şoktan as-
la kurtulamayabilirdi.
42

KARAKJLIÇin mİRASI
O anda bir kadın sesinin yüksek sesle "Reüven!" dediğini
Huydum- Omzumda hafif bir sürtünme hissi duydum. O za-
man ikinci kişinin -arka kapıdan girenin- benim odama gitti-
ğini anladım. Kadın bedenimin üzerine eğilmişti.
D'karn-darah Saryoriu yine, daha büyük kuvvetle sarstı ve
uyuyan bedeni yatakta çevirdi. "Şaryon!" diye tekrarladı adam,
sesi sertti.
Titremeye başladım, çünkü adamın Saryon'a zarar verece-
ğinden korkuyordum. Mosiah yine bize güven verdi.
"Sizi incitmezler," diye tekrarladı. "Buna cesaret edemezler.
Onlara faydalı olabileceğinizi biliyorlar."
Benim odama giden, yatak odasında belirdi.
"Aynı şey mi?" diye sordu.
"Evet," diye yanıt verdi efendimin yanında duran D'karn-
darah. "Ruhları kaçmış. Gelişimizi haber almışlar."
" Duuk-tsarithler."
"Elbette. Kuşkusuz Katalist'in dostu olan Mosiah adlı Kol-
lukçu."
"O zaman haklıydın. Onu burada bulacağımızı söylemiş-
tin."
"Buradaymış. Muhtemelen hâlâ burada, şu lanet zaman
kıvrımlarının birine saklanmış, kuşkusuz. Ve muhtemelen di-
ğer ikisi şu anda yanında. Büyük olasılıkla," adamın gümüş,
yüzsüz yüzü döndü ve yatak odasında çevresine bakındı "şu
anda bizi dinliyorlar."
"O zaman kolay. Bedene işkence et. Acı allılarının dönme-
sini sağlar. Bir süre sonra bize Kollukçu'yu nerede bulacağımı-
zı söylemekten büyük memnunluk duyarlar."
Kadın D'karn-darah elini kaldırdı. Beş parmak olması ge-
reken yerde şimdi beş uzun çelik iğne vardı. Birinden diğeri-
43

nİARSAKET U/EİS §• ÎRACY HlCKjnAn


ne elektrik akmaya başladı. Kadın, dehşet verici şekilde çatır-
dayan iğnelerle beraber elini Saryon'un savunmasız bedenine
uzatmaya başladı.
Arkadaşı bileğini tutup onu durdurdu.
"Khandic Bilgeler yarın buraya gelecek, kendi ikna yön-
temlerini deneyecekler. Burada olduğumuzu anlarlar ve mem-
nun olmazlar."
"Bu Kollukçu'nun peşinde olduğumuz biliyorlar. Onlar da
bizim kadar istiyor onu."
"Evet, ama bu Katalist'i daha çok istiyorlar." D'karn-da-
rah'm sesi sinirli çıkıyordu. "Pekala, onu onlara bırakacağız.
Birkaç dakika önce gelmemiş olmamız yazık. Duuk-tsarith'i
yakalayabilirdik. Görüşmemiz şimdilik ertelendi, Kollukçu!"
Havaya hitap ediyordu. "Seninle de, Katalist." Gümüş yüz ya-
taktaki şekle döndü. "Bunu bırakıyorum, benim... kartım."
Eldivenli elinin avucunu açtı, diğer avucuna uzandı, kıvıra-
rak bir şeyi kurtardı... ne olduğunu göremiyordum. O nesne-
yi yatağın üzerine, Saryon'un uyuyan bedeninin ayaklarına at-
tı. Sonra ikisi yatak odasından çıktı, evi arka kapıdan terk et-
ti.
Onlar gidince evdeki makineler normale döndü. Işıklar
söndü, CD çalar çalmayı bıraktı.
D'karn-darahlann gittiğinden, bunun bizi saklandığımız
yerden çıkarmak için bir numara olmadığından emin olmak
için bir süre bekledik. Mosiah dönmemize izin verdiği zaman
nıhum bedenimi bulmak için süzüldü. Kendime baktım.
Bu aynaya bakmaktan çok farklıydı, çünkü ayna her gör-
düğümüz şeyi gösterir, görmeye alışık olduğumuz şeyi. Şimdi-
ye dek kendimi hiç böyle bir açıklıkla görmemiştim. Ve Sar-
yon'un yanına dönüp Mosiah'a soru sormak için can atıyor ol-
44

KARAKjLiçm rniRası
da kendimi başka bir gözlemcinin bakış açısından görme
ansı karşısında öyle büyülenmiştim ki bunu yapmak için bir-
kaç dakika harcadım.
Fiziksel özelliklerimi iyi biliyordum. Ayna bunları bize gös-
terir. Uzun, san saçlar, öyle ki çocukken biri "mısır püskülü"
demişti onlara. Sevmediğim kaşlar altında kahverengi gözler.
Kaşlarım kalın ve sarı saçlarımla tezat yaratacak şekilde koyu
kahverengiydi, bu bana sert ve aşın ciddi bir ifade veriyordu.
Yüz hatlarım keskindi, çıkık elmacık kemiklerim ve yüksek
kemerli bir burnum vardı. Yaşlandıkça gaga gibi olacaktı.
Genç olduğum için bedenim kıvraktı, ama kesinlikle güçlü
değildi. Zihinsel egzersiz bana, beni hiçbir yere götürmeyen
bir makinenin üzerinde çok hızlı koşmaktan daha uygun geli-
yordu. Ama o zayıf ellere, sıska kollara tatsızlıkla baktım. Şar-
yon tehlikedeyse onu nasıl savunabilirdim?
Bu incelemeye ayıracak fazla zamanım olmadığını düşün-
düm. Ruhum bedenine ne kadar yaklaşırsa, geri dönmek için
o kadar can atıyordu ve bedenime büyük bir yükseklikten
dalıyor gibi hissettim. Bir düşme rüyasından uyanırcasına titre-
yerek, midem kasılarak uyandım. Ve o zamandan beri merak
ederim, belki de o rüyalar ruhumuzun yaptığı ilk çekingen
yolculuklardır.
Yatağımda doğrulup oturdum, bedenimdeki uykulu hali
silkeleyip atmaya çalıştım. Telaşla sabahlığımı kaptım, sarın-
dım ve koridor lambasını yakarak merdivenden aşağı seğirt-
tim. Saryon'un yatak odasından ışık geliyordu. Efendimi be-
nim hissettiğim kadar uykulu, oturur durumda buldum.
D'kam-daratim yatağa bıraktığı nesneye bakıyordu.
"Sana zarar vermez," diyordu Mosiah, ben içeri girerken.
"İstersen kaldırıp bakabilirsin."
4S

ITlAROARfT U/EIS & 1"RACY HlCKBIAn


"Ben yaparım, bayım," diye işaret ettim ve nesneyi kaptım,
Şaryon dokunamadan elime aldım.
Mosiah hafif bir gülümsemeyle beni izliyordu, sanırım
onaylama doluydu. Şaryon sevgi dolu bir çileden çıkmışlıkla
başım iki yana salladı.
Nesnenin zararsız olduğundan, patlamayacağı, alev alma-
yacağından —tam olarak ne beklediğimden emin değilim-
emin olunca elimi açtım ve uzattım. Şaryon ve ben merakla
baktık. .
"Bu ne?" diye sordum, şaşkın şaşkın.
"Ölüm," dedi Mosiah.

46

4
Yaşayan bir varlık gibi, kılıç büyüyü ondan emi-
yor, onu tüketiyor, sonra onu kullanarak dünyadaki
büyüyü emmeye devam ediyordu.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
"Ölüm!" diye nesneyi benden kapmaya çalıştı Şaryon, ama
ben daha hızlıydım. Elimi sıkı sıkı üzerine kapattım.
"Burada, şimdi, herhangi birimiz için demek istemedim,"
dedi Mosiah. Sesinde nazik bir paylama tınısı vardı. "Tehlike-
li olsa bu odada kalmasına izin vermezdim."
Şaryonla bakıştık, ikimiz de epey utanmıştık.
"Elbette, Mosiah," dedi Şaryon. "Sana güvenmediğim için
beni affet... bizi affet... Yalnızca... her şey çok garip... O kor-
kunç insanlar..." Ürperdi ve sabahlığını uzun, zayıf bedenine
sardı.
"Onlar kimdi?" diye işaret ettim. "Ve bu ne?"
Avucumu açtım. İçinde beş santim çapında, çok sert, ağır
plastikten yuvarlak bir madalyon vardı. Madalyonun arkası
mıknatıslı gibiydi. Bir tarafı şeffaftı. İçini görebiliyordum ve
gördüklerim çok tuhaftı. Madalyonun içinde mavimsi yeşil, yo-

rrlAR£ARjT U/EIS ft 1"RACY HlCKBAn


ğun ve yapış yapış bir çamur vardı. Ben madalyonu elimde tu-
tarken çamur dalgalanmaya, kaçmaya çalışır gibi madalyanın
yanlarına akmaya başladı. Hoş bir görüntü değildi ve izlemek
midemi bulandırıyordu.
Madalyona daha fazla dokunmaktan tiksinir olmuştum ve
kıpırdandım.
"Bu... bu şey canlı gibi!" dedi Şaryon, tiksinti içinde kaşla-
rını çatarak.
"Canlılar," diye yanıt verdi Mosiah. "Daha doğrusu, canlıy-
dılar. Çoğu çoktan öldü, D'karn-daratim bundan vazgeçme-
sinin sebebi bu. Kalanı da kısa süre sonra ölecek."
"Neyin kalanı! İçinde ne tutsak edilmiş?" Şaryon dehşete
düşmüştü ve madalyonu kırıp açmak için bir şey
arıyormuşçasına çevresine bakındı.
"Biraz sonra açıklayacağım. İlk önce D'karn-darah'm otur-
ma odanıza ve telefona yerleştirdiği dinleme aletlerini çıkara-
cağım. Varlıklarını açıkladılar. Artık bilmiyormuş gibi yapmak
için sebep yok."
Odadan çıktı ve biraz sonra geri döndü. "Oldu. Artık ser-
bestçe konuşabiliriz."
Ondan kurtulduğum için sevinerek madalyonu ona uzat-
tım.
"Çok ilkel bir organizma," dedi Mosiah, madalyonu ışığa
tutarak. "Bir tür organik çorba da diyebilirsiniz. Teknobüyücü-
ler tarafından tek bir amaç için, ölmek için yaratılan ve üreti-
len tek hücreli yaratıklar."
"Ne kadar korkunç!" dedi Şaryon şok içinde.
"Ama buzağılardan pek farklı değil," diye işaret ettim, "on-
lar da dana eti olmak için doğarlar."
"Belki," dedi Şaryon gülümseyerek ve başını iki yana salla-
48

KARAKjLIÇin MİRfıSI
yarak.
Onunla aramızdaki tek anlaşmazlık -tartışma bile diyemi-
orum- benim vejeteryan olmam, onunsa zaman zaman biraz
tavuk ya da biftek yemekten keyif almasından kaynaklanıyor-
du Buraya gelişimden sonraki ilk zamanlarda, benim gibi dü-
şünmesini sağlamak için şevkle çabalamıştım. Üzülerek söylü-
yorum, hayatı ikimiz için de oldukça mutsuz kıldım, ta ki bir-
birimizin fikirlerine saygı göstermek üzere anlaşma yapana ka-
dar. O benim fasulyeme temkinli yaklaşıyor ve ben de artık
hamburger yemesini protesto etmiyorum.
"Canlılar hep ölülerle beslenir," dedi Mosiah. "Şahin fareyi
öldürür. Büyük balıklar küçük kuzenlerini yer. Konu buna ge-
lirse, tavşan yediği karahindibayı öldürür. Karahindiba toprak-
taki besleyici maddelerle beslenir ve o maddeler başka bitki-
lerin ve hayvanların bedenlerinin çürümesiyle oluşur. Yaşam
ölümden beslenir. Döngü böyledir."
Şaryon oldukça etkilenmişti. "Hiç bu şekilde düşünmemiş-
tim."
"Ben de öyle," diye işaret ettim, düşünceli düşünceli.
"Karanlık Kültçüler nesillerdir düşünür," diye devam etti
Mosiah. "İnançlarını bir adım öteye taşıdılar. Ölüm yaşamın te-
meliyse..."
"O zaman Ölüm Yaşam'ın temeli olabilir!" dedi Şaryon, ani-
den anlayarak.
Benim anlamam için biraz daha zaman geçti, daha çok, o
sırada sözcüklerdeki büyük harfleri işitmediğim için.
Elbette, Şaryon Yaşam'dan bahsederken büyüye atıfta bu-
lunuyordu, çünkü Thimhallan halkı büyünün Yaşam olduğu-
na ve büyü kullanma yeteneği olmadan doğanların Ölü oldu-
ğuna inanır. Joram ile Karakılıç'm hikayesinin başlangıcı bu-
49

IHARSAREÎ UJEİS & ÎRACY HiCKjnAn


dur, diyebilirsiniz.
Büyü -Yaşam- tüm canlı varlıklarda bulunur. Karahindiba
minik bir parça içerir, tavşan, şahin, balık ve biz insanlar da.
Çok eski zamanlarda, bazı insanlar çevrelerindeki canlılardan
Yaşam almayı keşfettiler ve bunu kullanarak gerçekleştirdikle-
ri şeyleri başkaları mucize saydı. Bu mucizelere "büyü" dedi-
ler ve büyü kullanamayanlar ondan korktular, büyük güven-
sizlik duydular. Sihirbazlar ve cadılar zulüm gördüler, katledil-
diler.
"Ama Karanlık Kültçüler kim?" diye sordu Şaryon.
"Tarih derslerini hatırla, Peder," dedi Mosiah. "Kadim za-
manların büyücülerinin nasıl bir araya gelip Yeryüzü'nden ay-
rılmaya, yeni bir dünya bulmaya karar verdiklerini hatırla...
büyünün gelişip büyüyebileceği, bu dünyada olduğu gibi so-
lup ölmeyeceği bir dünya.
"Merlyn'in, aramızdaki en büyük insanın, halkını nasıl yıl-
dızlara götürdüğünü ve yeni bir dünya, Thimhallan'ı bulduğu-
nu hatırla. Orada büyüyü yoğunlaştırdılar, ona set çektiler, bu
yüzden Yeryüzü'nde tamamen yok olmuş gibi göründü."
"'Gibi göründü' mü?" diye tekrarladı Şaryon.
"Beni affedin," diye işaret ettim, "ama gecenin kalanı bo-
yunca uyanık kalacaksak, mutfağa gitmemizi önerebilir miyim?
Ocağı yakarım ve herkes İçin çay yaparım."
Saryon'un yatak odasında durmuş titriyorduk... en azından
Şaryon titriyordu. Bitkin ve perişan görünüyordu, ama bunca
şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı olaydan sonra artık ne o, ne de ben
uyuyabilirdik.
"Yani," diye ekledim, "o korkunç varlıkların döneceğini
düşünmüyorsanız."
Şaryon hareketlerimi tercüme etti, ama bunun gerekli ol-
50

KARAKjLiçm rriiRası
dışını hissediyordum. Mosiah beni anlıyordu... ya düşünce-
lerimi ya da işaret dilini.
"D'karn-darah\zx bu gece geri dönmezler," dedi Mosiah
kendinden emin bir tavırla. "Beni pusuya düşürmek, hazırlık-
sız yakalamak istiyorlardı. Artık onların farkında olduğumu bi-
liyorlar. Benimle doğrudan savaşmazlar. Beni öldürmek zo-
runda kalırlar ve ölmemi istemiyorlar. Beni canlı yakalamak is-
tiyorlar... buna zorunlular."
"Neden?" diye sordu Şaryon.
"Çünkü organizasyonlarına sızdım. Kan-kıyamet şövalyele-
ri arasında onların ellerinden canlı kurtulan tek mürit benim.
Sırlarını biliyorum. D'karn-darahhs ne kadanm bildiğimi ve
daha da önemlisi, başka kimlerin bildiğini öğrenmek istiyor.
Beni yakaladıkları zaman onlara söyleyeceğimi umuyorlar. Ya-
nılıyorlar," dedi basitçe, ama kararlılıkla. "Ölmeyi tercih ede-
rim."
"Biraz çay içelim," dedi Şaryon sessizce.
Elini Mosiah'm koluna koydu ve artık efendimin bu adama
tam olarak güvendiğini anladım. Ben de güvenmek istiyor-
dum, ama her şey çok garipti. Değil bir başka insana, kendi
duyularıma güvenmek bile güçtü benim için. Gerçekte ne ol-
muştu? Gerçekten de bedenimden çıkmış mıydım? Bir zaman
kıvrımında saklanmış mıydım?
Çaydanlığı suyla doldurdum, ocağın üzerine koydum,
demlik ve fincan çıkardım. Mosiah masanın başında oturuyor-
du. Çay istemedi. Madalyonu elinde tutuyordu. Suyun kayna-
masını, çayın demlenmesini beklerken hiçbirimiz konuşma-
dık. Sonunda efendimin çayını doldurduğum zaman inanma-
ya başlamıştım.
"En baştan başla," dedi Şaryon.

ITlARGARff UJEIS & ÎRACY HlCKMAn


"Not almama aldırmazsınız, değil mi?" dedim işaret diliyle.
Şaryon kaşlarını çattı ve başını iki yana salladı, ama Mosi-
ah aldırmayacağını, bu geceki deneyimlerimizin bir gün ilginç
bir kitap olabileceğini söyledi. Yalnızca, Yeryüzü'nde onu
okuyacak, hayatta kalmış insanlar olmasını diliyordu.
Yatak odamdan küçük bilgisayarımı aldım ve kucağıma
yerleştirip sözlerini yazdım.
"Karanlık Kültçüler zaman boyunca var olmuştur, ama
Thimhallan'da bizim onlara dair kayıtlarımız yoktu. Bizim
Thimhallan'da Dokuzlar Divanı olarak bildiğimiz ve dokuz bü-
yü sanatını temsil eden kurul bir zamanlar, Yeryüzü'nde
Onüçler Divam idi. O zamanlar Konsey bütün büyücülerin
temsil edilmesi gerektiğine inanıyordu -farklı etik görüşlere
sahip olanların bile- ve bu yüzden büyünün karanlık yanını
uygulayanlar da dahil edilmişti. Belki naif üyelerden bazıları
gölgede yürüyen erkek ve kız kardeşlerini ışığa döndürmeyi
umuyorlardı. Bu doğruysa, başarılı olamadılar, aslında kendi,
daha sonraki düşüşlerini hazırladılar.
"Yeryüzü'ndeki sıradan insanları büyücülere karşı zehirle-
yenler Karanlık Kültçüler oldu. Onlar için Yaşam, yaşamdan
gelmiyordu. Yaşam -ya da büyü— ölümden geliyordu. Başka-
larının ölümlerinin kendi güçlerini artıracağına inanarak insan
ve hayvan kurban ediyorlardı. Zalim ve bencildiler, gizemli sa-
natları yalnızca kendilerini tatmin etmek, kendi hırslarını ger-
çekleştirmek, köleleştirmek, baştan çıkartmak ve yok etmek
için kullandılar.
"Sıradan insanlar onlarla mücadele etti. Cadı mahkemeleri,
engizisyonlar kurdular. Büyücüler yakalandı, itiraf edene ka-
dar işkence gördü, yakıldı, asıldı ya da boğuldu. Bunların ara-
sında büyülerini kötülük değil iyilik için kullanan Konsey üye-
52

KARÜKILIÇin tflİRftSI
i de vardı. Şok geçiren, kayıplarına üzülen Onüçler Konse-
i ne yapacaklarını düşünmek için toplandı.
"Dört Karanlık Kült -Beyaz At, Siyah At, Kırmızı At ve
Renksiz At Kültleri- hepsi savaş ve fethi savundular. İsyan
edecek, onlara karşı çıkanları yok edecek, hayatta kalanların
hepsini köleleştireceklerdi. Dokuz Işık Kültü bu seçeneği dü-
şünmeyi bile reddetti. Öfkelenen Dört üye toplantıdan çıkıp
gitti. Onların yokluğunda diğer üyeler karar verdi. Yeryüzü'nü
sonsuza dek terk edeceklerdi. Artık Karanlık Kültçülerin tari-
katları için nasıl bir tehlike oluşturduğunu fark eden Konsey,
Karanlık Kültçülerin planlarından dışlanmasına özen gösterdi.
"İS löOO'de Merlyn ve Dokuzlar Divanı bu dünyayı terk et-
tiğinde Karanlık Kültçüler göçü öğrendiler, ama sır o kadar iyi
korunmuştu ki onu engellemek ya da güç kullanarak onlarla
gitmek için çok geç kalmışlardı. Onlar Yeryüzü'nde kaldı.
"Başta bu değişikliğe sevindiler, çünkü Dokuzlar Divanı
uzun zamandır Karanlık Kültçülerin eylemlerini kısıtlıyordu.
Kendilerini Yeryüzü insanlarının hükümdarları olarak gördüler
ve böylece amaçlarını gerçekleştirmek için çalışmaya başladı-
lar. Ama bu sırada Thimhallan'da Merlyn Dünya Kuyusu'nu
kurmuştu ve kuyu Yeryüzü'ndeki büyüyü çekerek Thimhallan
sınırları içinde yoğunlaştırdı. Karanlık Kültçüler kendilerini bü-
yü güçlerinden yoksun buldular.
"Öfkeli, ama çaresizdiler. Ne olduğunu, büyünün Thimhal-
lan'da kaldığını çok iyi biliyorlardı. Güçleri azaldı... kıtlık, sal-
gın hastalık ya da savaş zamanları dışında, çünkü o zamanlar-
da Ölüm dünyada kol geziyor, güçlerini artırıyordu. O za-
manlarda dahi ancak kendi kişisel çıkarları için, küçük büyü-
ler yapabiliyorlardı. Hırslarını, bir zamanlar ne kadar güçlü ol-
duklarını hiç unutmadılar. Bir kez daha yükselecekleri za-
S3

niAReARfT U/EİS Ö TRACY HıCKjnAn


manın geleceğine inandılar.
"Ve böylece çağlar boyunca Dört Kült gevşek bir organi-
zasyon olarak varlığını sürdürdü. Ebeveynler miraslarını ço-
cuklarına bırakıyordu. Aralarına yetenekli kişileri kabul edi-
yorlardı. Fark edilmekten korkan Dörtlü, Karanlık Sanatlarını
yalıtılmışlık içinde, diğerlerinden uzak durarak çalıştılar. Ama
birbirlerini biliyorlardı, bir büyücü bir başkasını bazı özel işa-
ret ve karşı işaretlere bakarak tanıyordu.
"Khandic Bilgeler tarafından yönetilen merkezi bir organi-
zasyon vardı. Bu organizasyon o kadar gizliydi ki üyelerin pek
azı kimin yönettiğini biliyordu. Senede bir Sol-huena, Tahsil-
darlar her Karanlık Kültçünün kapısına dayanıyor, Konsey'in

işlemesi için belli bir aidat talep ediyordu. Üyeler ancak içle-
rinden biri ödemelerde gevşek davrandığı ya da katı kuralla-
rından birini ihlal ettiği zaman bir araya geliyorlardı. Kara At
büyücüleri, Sol-t'kan ya da Yargıçlar mahkeme kuruyor, hü-
küm veriyordu. Sol-huena hükmü yerine getiriyordu.
"Zaman geçtikçe çağdaş dünya artık cadılara ve savaş bü-
yücülerine inanmaz oldu. Karanlık kültçüler eskiden sanatları-
nı uyguladıkları kilerlerinden ve mağaralarından çıktılar, apart-
man dairelerine, şehirdeki evlere taşındılar. Politikaya girdiler,
hükümetlerde bakan, ulusların hükümdarları oldular ve amaç-
larına denk düştüğü zamaıj savaşlar, isyanlar çıkardılar. Onlar
acı ve ölümden sevinç duyarlar, çünkü bu şekilde güçlenirler.
"Ve sonra Karakılıç'ın yaratıldığı gün geldi."
Mosiah Saryon'a baktı. Şaryon nazikçe gülümsedi, içini
çekti ve başını iki yana salladı. Karakılıç'ın yaratılışında ve
Thimhallan'm daha sonraki düşüşünde oynadığı rolden piş-
man olmasa ve sık sık şimdi olsa yine aynı şeyi yapacağını
söylese de, değişimin daha az acı ve üzüntüyle başarılabil-
S4

KilRAKJLIÇin fflİRÜSI
mesini dilediğini de sık sık söyler.
«Dörtlü kılıcın yaratıldığını anladı," dedi Mosiah. "Bazıları
îrinaıı ilk saatten beri farkında olduklarını söyledi."
var oıuug»-
Saryon'un kafası karışmıştı. "Ama bu nasıl mümkün olabi-
lir? çok uzaktaydılar..."
"Yeterince uzakta değil. Bundan hoşlansan da, hoşlanma-
san da, büyü bizi bir örümcek ağındaki ince iplikçikler gibi
birbirimize bağlar. İplerden biri kırıtırsa, şok ağın tamamında
hissedilir. Ne olduğu hakkında Dörtlü'nün en ufak fikri yoktu,
ama kılıcın karanlık enerjisini hissediyorlardu. Tuhaf düşler ve
işaretler gördüler. Bazıları insan şeklinde siyah bir kılıcın alev-
lerin içinde yükseldiğini gördü. Başkaları siyah bir kılıcın kırıl-
gan cam bir küreyi parçaladığını gördü. Bunu bir umut simge-
si olarak kabul ettiler. Yaratımının onlara büyüyü geri verece-
ğine inandılar. Haklıydılar.
"Yeryüzü zamanına göre yirmi yıl önce Joram Karakılıç'ı
kullanarak Dünya Kuyusu'nu yıktı. Büyü evrene saçıldı. Yer-
yüzü'ne ulaştığında seyrelmişti, ama Karanlık Kültlerin yoksun
kalmış üyelerinin üzerine canlandırıcı bir yağmur gibi yağdı."
"Ama kılıcı neden istesinler, anlamıyorum," diye itiraz etti
Şaryon. "Karakılıç büyüyü yok eder. Thimhallan'da Joram için
paha biçilmezdi, çünkü o büyü güçlerine sahip olmayan tek
canlı insandı. Büyücülerle dolu bir dünyaya karşı kendisini sa-
vunmasının tek yoluydu. Ama Teknobüyücüler burada, Yer-
yüzü'nde Karakılıç'la ne yapacaklar? Onun gücü bir... bir...
nükleer bombanın gücüyle karşılaştırılamaz bile."
"Tam tersine, Peder. Teknobüyücüler Karakılıç'm onlara
muazzam güç vereceğine inanıyorlar. Bir nükleer bombanın
gücü gibi, onunla büyük nüfusları kontrol edebilirler. Ve Ka-
rakılıç bu gücü kullanışlı, küçük ve ucuz bir şekilde, bireylere
ss

IrlARPARjf U/EIS & ÎRftCY HlCKMAn


sunuyor. Nükleer bomba kullanmaktan çok daha rahat ve o
kadar pis değil."
"Korkarım hâlâ anlamıyorum..."
"Karakılıç Yaşam çekiyor, Peder. Kılıcın, dünyadan çekti-
ğin büyüyü senden nasıl çektiğini sen söyledin... ve genç ar-
kadaşın yazdı. 'Büyü içinde bir rüzgar gibi kabardı,' diye tas-
vir etmiştin, sanırım, Reuven."
Şaryon soldu. İçmek için fincanını kaldırdı, sonra telaşla
masaya koydu. Eli titriyordu. Mosiah'a üzüntü ve acıyla bakı-
yordu.
"Korkarım öyle, Peder," diye yanıtladı Mosiah Saryon'un
bakışlarındaki dile getirilmeyen itirazı. "Teknobüyücüler Kara-
kıhç'ın Yaşam çekme gücüne sahip olduğunu biliyorlar. Kılıç
ellerine geçince nasıl toplu üretim yapacaklarını ve takipçile-
rine dağıtacaklarını düşünüyorlar. Kılıç büyii soğuracak, sonra
öldüğü zaman bir canlının yaşamdan vazgeçmesi gibi o Ya-
şam'dan vazgeçecek. Ve Teknobüyücüler ölülerden büyü al-
maya alışık oldukları için, Karakılıç'ı güçlerini desteklemek
için kullanabileceklerine inanıyorlar... şimdi kullandıkları yön-
temden çok daha ucuz ve etkili."
Bir tür büyü pili, diye yazdım.
"Şimdi güçlerini desteklemek için ne kullanıyorlar?" diye
sordu Şaryon alçak sesle. »Bakışları, artık tamamen kararmış
olan -kahverengimsi, siyahımsı bir yeşildi- madalyonun üze-
rindeydi.
Mosiah madalyonu kaldırdı, ışığa tuttu.
"Bu organizmaların dev tanklarda yetiştirildiğini düşün...
bu evden yedi kat büyük, çevresi bu bina bloğunu sarabilecek
tanklarda. Tanklara değişik gazlar pompalanıyor. Gazların
içinden bir elektrik akımı geçiriliyor. Sonuç bu basit yaşam
56

KARftKJLIÇin MİRASI
f rmu. Büyük miktarlarda üretiliyor. Canlı kitle tanklarda kö-
ürüyor, büyüyor, ürüyor. Şimdi bu organizmaların ölmesine
adanmış daha fazla tank düşün. Yine elektrik akımı. Ama bu
sefer yaratmıyor, yok ediyor.
"Katalistlerin bize Yaşam verdiği gibi..." Mosiah durdu, Sar-
yon'a baktı. "Senin bana Yaşam verdiğin gibi, Peder. Hatırlıyor
musun? Blachloch ve adamlarıyla savaşıyorduk ve ben dev bir
kaplana dönüştüm... Çok gençtim," diye ekledi hafif bir gü-
lümsemeyle, "ve gücümle gösteriş yapmaya hevesliydim."
Şaryon gülümsedi "Hatırlıyorum. Ve o zaman kaplanı gör-
düğüme çok memnun olduğumu da hatırlıyorum."
"Her durumda," Mosiah anılardan sıyrıldı, "Katalist'in tüm
canlı varlıklardan Yaşam çekip bize verdiği, kullanabilenlere
akıttığı gibi Teknobüyücüler de güçlerini ölümlerden alıyor...
yalnızca bu üretilmiş organizmalardan değil, evrendeki her
şeyin ölümünden. Hch'nyv savaşı onlar için bulunmaz nimet
oldu," diye ekledi acı acı.
"Teknobüyücüleri asla Joram'a götürmem," dedi Şaryon
kendinden emin bir tavırla. "Asla. Senin gibi," Mosiah'a baktı,
"ölmeyi tercih ederim. Endişelenmene gerek yok."
"Tam tersine, Peder," dedi Mosiah. "Biz senden onları Jo-
ram'a götürmeni istiyoruz."
Şaryon Mosiah'a bakakaldı, sessizlik içinde uzun süre bak-
tı. Acısı o kadar büyüktü ki ona bakmak bana üzüntü veriyor-
du.
"Karakılıç'ı siz istiyorsunuz," dedi. Kaşları çatıldı. "Seni kim
gönderdi?"
Mosiah ellerini kavuşturarak öne eğildi. "Teknobüyücüler
son derece güçlü, Peder. Halkımızdan çok insanı baştan çıkar-
dılar. O insanlar bu dünyada istediklerini teknobüyüye karşı
57

UlARSARFt UJEIS & ÎRACY HlCKfflAn


büyülerini vererek elde etmeyi gidecek daha kolay ve hızlı bu-
luyorlar. Kral Garald..."
"Ah!" dedi Şaryon yüksek sesle ve başını salladı.
"Kral Garald onlara açık açık meydan okumaya cesaret
edemiyor," diye devam etti Mosiah kararlılıkla. "Şimdi değil,
henüz değil. Ama içten içe, gücümüzü artırıyoruz, kaynakları-
mızı hazırlıyoruz. Günü geldiği zaman eyleme geçeceğiz ve..."
"Ve ne?" diye haykırdı Şaryon. "Onları öldürecek misiniz?
Daha fazla ölüm mü?"
"Karakılıç'ı Joram'dan akmazsan, onların ona ve ailesine
ne yapacağını sanıyorsun, Peder?" diye sordu Mosiah soğuk
bir tavırla. "Şimdiye kadar onu rahat bırakmalarının tek sebe-
bi sıradan insanların yasalarının Thimhallan'a kimsenin ayak
basmasına izin vermemesi. Henüz Teknobüyücüler kendileri-
ni sıradan insanlara belli etmeye hazır değiller.
"Ama bütün bunların tamamı değişmek üzere. Önderleri
-Kevon Smythe denen adam- onun Teknobüyücü olduğunu
bilmeyen, söylense de inanmayacak sıradanlar arasında büyük
siyasi güç kazandı. Smythe Yeryüzü Gücü'nün yöneticilerini,
Karakılıç'm gücünü kullanarak Teknobüyücülerin Hch'nyvleri
yenebileceğine ikna etti. Bu noktada Yeryüzü Gücü savaşta o
kadar çaresiz ki her şeyi deneyebilirler. Yarın Kevon Smythe,
Kral Garald ve General Boris seni ziyaret edecek, Peder Şar-
yon. Senden Joram'a gitmeni, Yeryüzü halkının tamamı adına
konuşmanı ve Karakılıç'ı sana vermesi için yakarmanı isteye-
cekler."
"Vermez." Şaryon kendinden emin bir tavırla başını iki ya-
na salladı. "Bunu biliyorsun, Mosiah. Onu tanıyorsun."
Mosiah bir an duraksadı, sonra, "Evet," dedi, "onu tanıyo-
rum. Kral Garald da tanıyor. Karakılıç'tan vazgeçmeyeceğine
58
KARAKJLIÇln irlİRASI
njyoruz. Teknobüyücülerin onu ele geçirmesini istemiyo-
ruz."
Şaryon kafası karışarak gözlerini kırpıştırdı. "Ondan kılıcı
. rernemi talep ediyorsunuz, ama vermesini istemiyorsunuz,
öyle mi?"
"Bir açıdan, evet, Peder. Sen yalnızca Joram'a kılıcı nereye
sakladığını sor. Nerede olduğunu öğrenince gerisiyle biz ilgi-
leniriz. Kılıcı alır, saklarız. Onu sır olarak, güvende tutarız,
kendi yaşamlarımızla koruruz. Tıpkı Joram ve ailesini korudu-
ğumuz gibi. Bundan emin olabilirsin."
Saryon'un uzun saçları grileşmiş, seyrelmişti ve bir çocu-
ğun saçları gibi yumuşak, omuzlarına dökülüyordu. Omuzları
çökmüştü, zaman zaman elleri hafifçe titredi. Bu fiziksel özel-
liklerin genelde uysal olan ifadesiyle birleşmesi insanların onu
zayıf, nazik, yaşlı bir adam sanmasına sebep olabilirdi. O an-
da dimdik oturur, bedeni kaskatı durur, gözlerindeki sıcaklık
alevlere dönüşürken onda nazik denebilecek hiçbir şey kal-
mamıştı.
"Karakılıç'ı bulmaya çalıştınız, değil mi? Denediniz ve ba-
şarısız oldunuz!"
Mosiah Saryon'a sakin sakin baktı. "Kılıcın yerini bulsak ve
güven içinde alabilsek Joram için daha iyi olurdu. O zaman
Teknobüyücüler onunla ilgilenmezdi. Seni temin ederim, Pe-
der, sen Karakılıç'ı barışçıl yöntemlerle alamazsan, onlar al-
mak için ellerinden gelen her yöntemi deneyecekler."
"Peki ya Duuk-tsarithler?" diye sordu Şaryon, içindeki ateş
alevlenerek. "Kılıcı almak için siz hangi yöntemleri kullana-
caksınız?"
Mosiah ayağa kalktı. Siyah cüppesi çevresinde kıvrım kıv-
rım döküldü. Ellerini kavuşturdu. "Şunu bil, Peder. Karakılıç'ın
S9

rrlARCARfT U/EIS & TRACY HlCKJHAn


Teknobüyücülerin eline geçmesine izin vermeyeceğiz."
"Neden olmasın?" dedim işaret dilinde.'"Ya onu kullanarak
Hch'nyvleri yenebilirlerse? Buna değmez miydi?"
"Hch'nyvler insan türünü yok etmeyi, Teknobüyücüler bi-
zi köleleştirmeyi planlıyor. Mutsuz bir seçim, sence de öyle
değil mi, Reuven? Elbette, ben ve benim gibiler için, aslında
seçim yok. Ve Duuk-tsarithler içinde Hch'nyvlere karşı verilen
savaşta kılıcı bizim- kullanabileceğimizi düşünenler var.
"Ee, Peder?" Mosiah yanıt bekliyordu. "Kral Garald'ın ara-
cılığıyla sana Karakılıç'ı barışçıl yöntemlerle ele geçirme fırsa-
tı tanıyoruz. Sen yapmazsan, Teknobüyücüler kuvvet kullana-
rak Joram'dan alacak. Kuşkusuz senin seçimin açık."
"Peki ya Joram?" Şaryon ayağa kalkıp onunla yüzleşti. "Ya
karısı ve çocuğu? O evrendeki en çok nefret edilen adam. Bir
zamanlar Duuk-tsarithler canını almaya yemin ettiler. Belki
şimdiye dek öldürmemenizin tek sebebi kılıcı nereye sakladı-
ğını bilmemeniz!"
Mosiah'ın sert yüzü solmuştu. "Biz Joram'ı koruyacağız..."
Şaryon bakışlarını Kollukçudan ayırmadı. "Öyle mi? Peki
halkımızın geri kalanı? Kaçbin kişi Joram'ı, karısını ve çocuğu-
nu gördükleri yerde öldürmeye yemin etti?"
"Hch'nyvler kaç kişiyi-öldürecek?" diye karşı çıktı Mosiah.
"Joram'm çocuğundan bahsediyorsun, Peder. Ya Hch'nyvlere
karşı verdiğimiz savaşı kaybedersek kaç milyon masum çocuk
ölecek? Ve kaybediyoaız da, Peder! Her geçen gün Yeryü-
zü'ne daha da fazla yaklaşıyorlar. Kılıcı almalıyız! Zorunluyuz!"
Şaryon içini çekti. İçindeki ateş öldü. Aniden çok yaşlı, çok
kırılgan, çok zayıf göründü. Sandalyesine çöktü, başını elleri-
nin arasına aldı. "Bilmiyorum. Söz veremem."
Mosiah kaşlarını çattı, savlarına devam edecek oldu.
60

KARAKiuçm rriİRASı
Sandalyemden kalkarak Kollukçu'nun önüne dikildim.
"Efendim çok yoruldu, bayım," diye işaret ettim. "Artık git-
seniz iyi olacak."
Mosiah bakışlarını birimizden diğerimize çevirdi.
"Bu ikiniz için de çok sinir bozucu bir deneyim oldu," de-
di "Doğru düzgün düşünemiyorsunuz. Yatağa git, Peder. Ka-
rarını verip uyu. Almin izin verse de doğru karar olsa."
Şaşkınlık içinde iki Duuk-tsarittim maddeleştiğini gördük.
Siyah cüppeli, siyah başlıklı, yüzleri gizli, Mosiah'ın iki yanın-
da belirdiler.
Muhafız, destek kuvvet, tanık... belki hepsi birden. Baştan
beri burada oldukları, izledikleri, komduklan, gözetledikleri
açıktı. Üçü bir üçgen oluşturdular. Ellerini kaldırdılar, her biri
avucunu yanmdakinin avucuna koydu. Bu şekilde bağlanarak,
güçlerini birleştirerek yok oldular.
Şaryon ve ben durduklan yere bakakaldık. İkimiz de sar-
sılmış, rahatsız olmuştuk.
"Bunu planladılar!" diye işaret ettim, şokumu düşünceleri-
mi ifade edebilecek kadar atlatınca. "Teknobüyücülerin bu ge-
ce buraya geleceklerini önceden biliyorlardı. Kral Garald bize
uyarı gönderebilir, buradan ayrılmamızı söyleyebilirdi."
"Ama bunu yapmadı. Evet, Reuven," diye onayladı Şaryon.
"Bunların hepsi bizim için sahnelendi, Teknobüyücülerden
korkmamız için, Duuk-tsarithlenn safına katılmamız için.
"Biliyor musun, Reuven?" diye ekledi efendim, Mosiah'ın
oturduğu sandalyeye bakarak. "Onun için üzülüyorum. Jo-
ram'ın dostu olmanın kolay olmadığı zamanlarda Mosiah Jo-
ram'm dostuydu. Ölümüne sadıktı ona. Şimdi diğerlerine ben-
zemiş. Joram artık yalnız. Çok yalnız."
"Siz varsınız," dedim, nazikçe efendimin göğsüne dokuna-
61

rrlAROAREÎ U/EIS ft tRACY HlCKIÜAn


rak.
Şaryon bana baktı. Solgun, perişan yüzündeki üzüntü ve
ızdırap gözlerimi yaşlarla doldurdu.
"Öyle mi, Reuven? Onlara nasıl hayır derim? Nasıl onları
reddederim?" Ayağa kalktı, sandalyeye yaslandı. "Ben yatma-
ya gidiyorum."

Ona iyi geceler diledim, ama bunun imkansız olduğunu bi-


liyordum. Bilgisayarımı alarak kendi odama çıktım ve olaylar
henüz aklımda tazeyken olan biten her şeyi kaydettim. Sonra
uzandım, ama uyuyamadım.
Ne zaman dalsam, bir kez daha ruhumun bedenimden
yükseldiğini görüyordum. Ve bir sonraki seferde, nasıl geri
döneceğimi bilemeyeceğimden korkuyordum.
»
62

5
"Yaptığın doğruydu, oğlum! Buna daima inan! Ve
daima, seni sevdiğimi, seninle gurur duyduğumu bil"
KARAKILIÇIN ZAFERİ
Ertesi sabah, oldukça erken saatlerde bir polis ordusu ma-
hallemize girdi ve sessiz ev sırasını kuşattı. Polislerden kısa sü-
re sonra, gökyüzüne bakan muhtelif aletleriyle, dev kamyon-
lar içinde sürü sürü gazeteci geldi.
Komşuların ne düşündüğünü ancak hayal edebilirim. İnsan
aklının kriz zamanlarında en önemsiz konulara takılması yine
tuhaf geldi. Ben konutumuzu üç önemli kişi için -dünyadaki
en güçlü üç adam için- hazırlamakla meşgulken, en büyük
endişem bunu sokağın karşısında yaşayan Bayan Mumford'a
nasıl açıklayacağımızda
Kadın sokağımızda yaşadığımız hayatların orkestra şefiydi
-ya da öyle olduğunu düşünüyordu- ve o batonunu sallama-
dan hiçbir şeyin -ne boşanma, ne hırsızlık- gerçekleşmemesi
gerekirdi.
Şimdiye dek, yaşamlarımız hiç de ilginç olmadığı için Şar-
yon ve beni rahat bırakmıştı. Şimdi onun o küçük, meraklı,

,AR£*>
IÜEIS ft +RACY HlCKinAn

, #ı, perişan yüzündeki üzüntü ve


j';.1;.13.KXl.
, jsJıdurdu.
tıraşla'-
0 ğa nasıl hayır derim? Nasıl onları
ti. .sandalyeye yaslandı. "Ben yatma-
U\ ... jiiıma bunun imkansız olduğunu bi-
iıak kendi odama çıktım ve olaylar
|«ttnm) v '
fi, ,Jta biten her şeyi kaydettim. Sonra
| jımyam*1"
[M ti tez daha ruhumun bedenimden
l!Lyord#t bir sonraki seferde, nasıl geri
peyeö
Jtn korkuyordum.

5
"Yaptığın doğruydu, oğlum/ Buna daima inan! Ve
daima, seni sevdiğimi, seninle gurur duyduğumu bil"
KARAKILIÇIN ZAFERİ
Ertesi sabah, oldukça erken saatlerde bir polis ordusu ma-
hallemize girdi ve sessiz ev sırasını kuşattı. Polislerden kısa sü-
re sonra, gökyüzüne bakan muhtelif aletleriyle, dev kamyon-
lar içinde sürü sürü gazeteci geldi.
Komşuların ne düşündüğünü ancak hayal edebilirim. İnsan
aklının kriz zamanlarında en önemsiz konulara takılması yine
tuhaf geldi. Ben konutumuzu üç önemli kişi için -dünyadaki
en güçlü üç adam için- hazırlamakla meşgulken, en büyük
endişem bunu sokağın karşısında yaşayan Bayan Mumford'a
nasıl açıklayacağımızdı.
Kadın sokağımızda yaşadığımız hayatların orkestra şefiydi
-ya da öyle olduğunu düşünüyordu- ve o batonunu sallama-
dan hiçbir şeyin -ne boşanma, ne hırsızlık- gerçekleşmemesi
gerekirdi.
Şimdiye dek, yaşamlarımız hiç de ilginç olmadığı için Şar-
yon ve beni rahat bırakmıştı. Şimdi onun o küçük, meraklı,

rflARCARJl- WEİS & ÎRACY HlCKjnAn


kızgınlık ve merakla canlanmış yüzünü evinin oturma odası-
nın camına yapıştırdığını görebiliyordum. Hatta sokağa çekin-
gen bir baskın düzenleyerek bir polis memuruna yanaştı.

Adam ona ne söyledi bilmiyorum, ama kadın bir tavşan gibi


yardımcı orkestra şefi Bayan BiUingsgate'in evine fırladı ve
şimdi ikinci kadının oturma odası camına iki yüz yapıştırılmış-
tı. Yarın ikisi birden ön kapımıza dayanacaktı.
Bir vazoda mevsimin son güllerinden bir aranjman yapı-
yordum ve komşularımıza bu durumu nasıl açıklayacağımızı
düşünüyordum ki Şaryon odaya girdi. İki meraklı yaşlı hanı-
mefendinin boş ilgisi aklımdan uçup gitti.
Efendim sabah kahvaltısı için kalkmamıştı, ben de onu ra-
hatsız etmemiştim. Geç saatlere kadar uyanık kaldığını bildi-
ğim için olabildiğince çok uyumaya bırakmıştım onu. Bir an
bile uyumamış gibi görünüyordu. Gece boyunca yirmi yaş j
yaşlanmış gibi görünüyordu; yüzü kasvetli ve gergindi, omuz-
ları daha da çökmüştü. Boş boş odaya baktı, gülümsedi, topar-
ladığım için bana teşekkür etti, ama aslında hiçbir şey görme-
diğini çok iyi biliyordum.
Mutfağa gitti. Çay demledim ve ona tereyağlı, kızarmış ek-
mek getirdim. Umutsuzca ekmeğe baktı, ama çayını içti.
"Otur, Reuven," dedi sessiz, nazik tavrıyla. "Bir karar ver-
dim." *
Onu yemek yemeye ikna etmeyi umarak oturdum. O anda
kapının zili çaldı ve aynı anda arka kapı vuruldu. Efendime ça-
resiz bir bakış fırlattım ve o çarpık bir gülümseme ve omuz sil-
kişle ön kapıya bakmaya giderken ben arka kapıyla ilgilen-
dim.
Sokağı güvene alan polis ordusu eve girdi. İşkadını kıya-
fetleri içinde, Yeryüzü Gücü güvenlik biriminin başkanı oldu-
(.4

KARAKJLIÇin mİRASI
söyleyen bir kadın Şaryon ve benim sorumluluğumuzu
rine aldı, bize adamlarının mekanı arayacağını, güvenliği
"lavacağını söyledi. Kadın bizi mutfağa götürdü, oturttu ve
l nı açıkladı. Serin bakışlı, profesyonel ve esaslı kişilerden bir
, • arkasından geldi, yanlarında serin bakışlı, profesyonel
köpekler getirdiler
Kısa süre sonra yukarı kata, bodruma, evin bütün odaları-
na girdiklerini duydum. Yeşil yeşil parlayan aletler bulup bul-
madıklarını bilmiyorum. Sanırım buldular, diğer şeyleri de bul-
dular, aralarında bir kanepe minderinin altından çıkan yarısı
yenmiş bir bisküvi vardı, adamlardan biri onu nazikçe bana
uzattı. Ben bisküviyi adamın köpeğine sundum, ama köpek
mesai sırasında bu tür ikramları kabul etmeyecek kadar pro-
fesyoneldi.
Saryon'un düşüncelerinin içe döndüğünü, plana en ufak il-
gi göstermediğini görünce kendimi dinlemeye ve ne yapma-
mız gerektiğini anlamaya adadım. Bir yandan da Saryon'un ne
karar verdiğini merak ediyordum.
"Majesteleri Kral Garald ve General Boris, yardımcıları ve
maiyetleriyle birlikte aynı taşıt içinde, tam olarak saat on üç sı-
fır sıfırda gelecekler. Saygıdeğer Kevon Smythe, yardımcıları
ve maiyeti ikinci bir taşıt içinde, tam olarak on üç otuzda bu-
raya varacak. Saat on dört sıfır sıfırda ayrılacaklar."
Afedersiniz, hanımefendi. Sözcüklerimi her zaman yanım-
da taşıdığım bloknota yazdım, ama kadın işaret dili anladığını
belirtince çok sevindim. "Kaç yardımcı var, maiyetlerde kaç ki-
Şi olacak?"
Küçük oturma odamızı düşünüyor, onları nereye yerleşti-
receğimi merak ediyordum. Aynı zamanda, çay sunmamızın
eklenip beklenmediğini. Sunacaksak, bir koşu markete gidip
6S

rrİARPARfT U/EIS ft tRACY HlCKfflAn


rak.
Şaryon bana baktı. Solgun, perişan yüzündeki üzüntü ve
ızdırap gözlerimi yaşlarla doldurdu.
"Öyle mi, Reuven? Onlara nasıl hayır derim? Nasıl onları
reddederim?" Ayağa kalktı, sandalyeye yaslandı. "Ben yatma-
ya gidiyorum."
Ona iyi geceler diledim, ama bunun imkansız olduğunu bi-
liyordum. Bilgisayarımı alarak kendi odama çıktım ve olaylar
henüz aklımda tazeyken olan biten her şeyi kaydettim. Sonra
uzandım, ama uyuyamadım.
Ne zaman dalsam, bir kez daha ruhumun bedenimden
yükseldiğini görüyordum. Ve bir sonraki seferde, nasıl geri
döneceğimi bilemeyeceğimden korkuyordum.
62

5
"Yaptığın doğruydu, oğlum/ Buna daima inan! Ve
daima, seni sevdiğimi, seninle gurur duyduğumu bil"
KARAKILIÇIN ZAFERİ
Ertesi sabah, oldukça erken saatlerde bir polis ordusu ma-
hallemize girdi ve sessiz ev sırasını kuşattı. Polislerden kısa sü-
re sonra, gökyüzüne bakan muhtelif aletleriyle, dev kamyon-
lar içinde sürü sürü gazeteci geldi.
Komşuların ne düşündüğünü ancak hayal edebilirim. İnsan
aklının kriz zamanlarında en önemsiz konulara takılması yine
tuhaf geldi. Ben konutumuzu üç önemli kişi için -dünyadaki
en güçlü üç adam için- hazırlamakla meşgulken, en büyük
endişem bunu sokağın karşısında yaşayan Bayan Mumford'a
nasıl açıklayacağımızda
Kadın sokağımızda yaşadığımız hayatların orkestra şefiydi
-ya da öyle olduğunu düşünüyordu- ve o batonunu sallama-
dan hiçbir şeyin -ne boşanma, ne hırsızlık- gerçekleşmemesi
gerekirdi.
Şimdiye dek, yaşamlarımız hiç de ilginç olmadığı için Şar-
yon ve beni rahat bırakmıştı. Şimdi onun o küçük, meraklı,

iriARCARft U/EİS & ÎRACY HıCKjnAn


kızgınlık ve merakla canlanmış yüzünü evinin oturma odası-
nın camına yapıştırdığını görebiliyordum. Hatta sokağa çekin-
gen bir baskın düzenleyerek bir polis memuruna yanaştı.
Adam ona ne söyledi bilmiyorum, ama kadın bir tavşan gibi
yardımcı orkestra şefi Bayan Billingsgate'in evine fırladı ve
şimdi ikinci kadının oturma odası camına iki yüz yapıştırılmış-
tı. Yarın ikisi birden ön kapımıza dayanacaktı.
Bir vazoda mevsimin son güllerinden bir aranjman yapı-
yordum ve komşularımıza bu dummu nasıl açıklayacağımızı
düşünüyordum ki Şaryon odaya girdi. İki meraklı yaşlı hanı-
mefendinin boş ilgisi aklımdan uçup gitti.
Efendim sabah kahvaltısı için kalkmamıştı, ben de onu ra-
hatsız etmemiştim. Geç saatlere kadar uyanık kaldığını bildi-
ğim için olabildiğince çok uyumaya bırakmıştım onu. Bir an
bile uyumamış gibi görünüyordu. Gece boyunca yirmi yaş
yaşlanmış gibi görünüyordu; yüzü kasvetli ve gergindi, omuz-
ları daha da çökmüştü. Boş boş odaya baktı, gülümsedi, topar-
ladığım için bana teşekkür etti, ama aslında hiçbir şey görme-
diğini çok iyi biliyordum.
Mutfağa gitti. Çay demledim ve ona tereyağlı, kızarmış ek-
mek getirdim. Umutsuzca ekmeğe baktı, ama çayını içti.
"Otur, Reuven," dedi sessiz, nazik tavrıyla. "Bir karar ver-
dim." »
Onu yemek yemeye ikna etmeyi umarak oturdum. O anda
kapının zili çaldı ve aynı anda arka kapı vuruldu. Efendime ça-
resiz bir bakış fırlattım ve o çarpık bir gülümseme ve omuz sil-
kişle ön kapıya bakmaya giderken ben arka kapıyla ilgilen-
dim.
Sokağı güvene alan polis ordusu eve girdi. İşkadını kıya-
fetleri içinde, Yeryüzü Gücü güvenlik biriminin başkanı oldu-
64

KilRAKJLIÇin miRftsı
söyleyen bir kadın Şaryon ve benim sorumluluğumuzu
• rine aldı, bize adamlarının mekanı arayacağını, güvenliği
slayacağını söyledi. Kadın bizi mutfağa götürdü, oturttu ve
lanı açıkladı. Serin bakışlı, profesyonel ve esaslı kişilerden bir
kip arkasından geldi, yanlarında serin bakışlı, profesyonel
köpekler getirdiler
Kısa süre sonra yukarı kata, bodruma, evin bütün odaları-
na girdiklerini duydum. Yeşil yeşil parlayan aletler bulup bul-
madıklarını bilmiyorum. Sanırım buldular, diğer şeyleri de bul-
dular, aralarında bir kanepe minderinin altından çıkan yarısı
yenmiş bir bisküvi vardı, adamlardan biri onu nazikçe bana
uzattı. Ben bisküviyi adamın köpeğine sundum, ama köpek
mesai sırasında bu tür ikramları kabul etmeyecek kadar pro-
fesyoneldi.
Saryon'un düşüncelerinin içe döndüğünü, plana en ufak il-
gi göstermediğini görünce kendimi dinlemeye ve ne yapma-
mız gerektiğini anlamaya adadım. Bir yandan da Saryon'un ne
karar verdiğini merak ediyordum.
"Majesteleri Kral Garald ve General Boris, yardımcıları ve
maiyetleriyle birlikte aynı taşıt içinde, tam olarak saat on üç sı-
fır sıfırda gelecekler. Saygıdeğer Kevon Smythe, yardımcıları
ve maiyeti ikinci bir taşıt içinde, tam olarak on üç otuzda bu-
raya varacak. Saat on dört sıfır sıfırda ayrılacaklar."
Afedersiniz, hanımefendi. Sözcüklerimi her zaman yanım-
da taşıdığım bloknota yazdım, ama kadın işaret dili anladığını
belirtince çok sevindim. "Kaç yardımcı var, maiyetlerde kaç ki-
şi olacak?"
Küçük oturma odamızı düşünüyor, onları nereye yerleşti-
receğimi merak ediyordum. Aynı zamanda, çay sunmamızın
beklenip beklenmediğini. Sunacaksak, bir koşu markete gidip
6S

iriAReARîf U/EİS ft TRACY HlCKIHAn


gelmeliydim!
Kadın beni temin etti. Hiçbir şey için endişelenmeyecektik.
O ve ekibi her şeyi halledecekti. Yere sürtünen mobilya ses-
lerinden oturma odasının düzenlendiğini anlayabiliyordum.
Bu noktada Şaryon gözünü kırpıp içini çekerek masadan
kalktı ve kadına hafifçe eğilerek ve belirsizce gülümseyerek
-kadının kim olduğu, neden orada olduğu hakkında hiçbir
fikri olmadığından emindim- çalışma odasında olacağı, zama-
nı geldiğince çağırabilecekleri hakkında birşeyler söyleyerek
gitti.
Kadın kaşlarını çattı, memnun olmamıştı. "Son derece bü-
yük bir şerefe nail olduğu gerçeğinin hiç farkında değilmiş gi-
bi görünüyor. Böylesine önemli ve yüksek insanların prog-
ramlarını yeniden düzenlemeleri ve -bazılarının— dünyanın
öbür yarısından gelip doğumgününde bu beyefendiyi şeref-
lendirmeleri!... Eh! Bence çok daha fazla minnet sergilemeliy-
di."
Doğumgünü! Onca kargaşa içinde bugünün, Saryon'un
Thimhallan'da doğduğu güne denk geldiğini unutmuştum. Bü-
tün hesapları yapan -Şaryon hiç ilgilenmemişti- ve aslında bu
akşam için küçük bir kutlama planlayan bendim. Ona aldığım
armağan, ejderhalar, grifinler ve başka sözde mitolojik hay-
vanlardan oluşan bir satranç tahtası düzgünce paketlenmiş,
odamda duruyordu. Başka herhangi birinin bugünün onun
doğumgünü olduğunu nasıl bilebildiğini merak ettim, çünkü
bu gerçeği kimseyle paylaşmamıştık. Sonra yeşil yeşil parlayan
dinleme aletlerini hatırladım.
Demek bahane bu olacaktı... doğumgününde yaşlı Kata-
list'i ziyaret etmek. Bugüne denk gelmesi onlar için ne şanstı.
Bu olmasa başka ne bahane bulacaklarını merak ettim. Son
66

KuRAKJLiçın MİRASI
rece kızgındım, bu dumm gümüş cüppeli Teknobüyücüle-
? r>v\ istila etmesinden daha çok kızdırmıştı beni.
tın c
Bazen dilsiz olmak bir nimettir. Konuşma yeteneğim olsay-
, Cadına saldırmak için kullanırdım ve muhtemelen her şeyi
mahvederdim. Bu halimle, sözcüklerimi işaret diliyle ifade et-
mek zorunda kaldığım için onları düşünecek zamanım oluyor-
du. Düşününce, bu görüşmenin niteliğini saklamanın Kral ve
General açısından bilgece olduğunu görebildim.
"Saryon'u mazur görmelisiniz," diye işaret ettim kadına.
"Efendim çok mütevazı bir adamdır ve böyle bir onur karşısın-
da çok etkilendi, öyle ki bunca ilgi karşısında sersemledi. Ken-
dini bu şerefe layık görmüyor ve bunca emek ve ilgiye yerini-
yor."
Kadın bunun üzerine biraz yatıştı ve geri kalan detayları
gözden geçirdik. Konuklar bir saat kalacaktı, o kadar ve ney-
se ki onlara çay ikram etmeye gerek yoktu. Kadın Saryon'un
üzerindeki kahverengi cüppeyi -hayatı boyunca giydiği kata-
list cüppesini- değiştirebileceğini, takım elbise giyebileceğini
ima etti, ben de blucinimi duruma daha uygun bir şeyle değiş-
tirsem iyi olacaktı. İkimizin de takım elbisesi olmadığını söy-
leyince kadın bu noktada pes ederek her şeyin nasıl gittiğini
kontrol etmek üzere uzaklaştı.
Bunun onun doğumgünü olduğunu bildirmek için efendi-
min çalışma odasına gittim. Unuttuğundan emindim. Biraz da-
ha ekmek kızarttım, bir tabağa koydum ve çay götürdüm.
Her şeyi açıkladım... oldukça hararetli bir biçimde, korka-
rım. Şaryon hızla hareket eden ellerime bitkin, hoşgörülü bir
gülümsemeyle baktı ve başını iki yana salladı.
"Entrikalar. Politika. Hepsi oyunun içine doğmuş. Oyunda
yaşıyorlar. Oyunu nasıl terk edecekleri hakkında hiçbir fikirle-
67

FTlARSARff U/EIS & îRACY HlCKJHAn


ri yok ve bu yüzden ölene kadar oynuyorlar onu." Yine içini
çekti ve dalgın dalgın kızarmış ekmeğini yedi. "Prens Garald
bile. Kral Garald, demeliyim. Gençken kendini oyunun üze-
rinde tutardı. Ama sanırım bataklık gibi. İyi adamları bile içine
çekiyor."
"Peder," dedim, "ne karar verdiniz?"
Sesli konuşmadı, işaret diliyle yanıt verdi. "Adamlar bu
odaya girdi, Reuven. Bu odaya elektronik kulaklar ve gözler
yerleştirmiş olabilirler. Ve izleyen, dinleyen başkaları da olabi-
lir."
Mutfağımızda yoktan var olan iki Duuk-tsarith'i hatırlayın-
ca anladım. O küçük çalışma odasına sıkışmış bir düzine in-
san olabileceğini ve görülebilen yegane iki kişinin efendim ve
ben olduğumuzu düşünmek tuhaftı. Tabağı mutağa götürmek
için dışarı çıkarken endişelendim. İçlerinden birine çarpaca-
ğımdan korkup duruyordum.
Önemli kişiler tam zamanında geldiler. İlk önce Thimhal-
lan bayrakları dalgalandıran, kapısında kraliyet armaları olan
siyah bir limuzin geldi. Bayan Mumford ve Bayan Billingsgate
artık her tür numarayı bırakmıştı. Ön kapılarında ağızları bir
karış açık durmuş, çabuk çabuk konuşuyorlardı. Son derece
muhafazakar, siyah bir taktm elbise giymiş, ama madalyalarını
ve tören kuşağını takmış Majesteleri ve madalyalarını, kurde-
lelerini takmış, üniforması içindeki General limuzinden birlik-
te çıkarken gururlanmaktan kendimi alamadım. Yardımcıları
peşlerinden geldi. Askerler dikkat kesilip selam verdi. Bayan
Mumford ve Bayan Billingsgate öyle bakıyorlardı ki bu gayret-
keşlik içinde biryerlerini inciteceklerini düşündüm.
Yarın iki kadınla çay içtiğimi, uygun bir alçakgönüllülükle
68

KARAKjLiçm rriiR^sı
Kral'ın efendimin eski dostu olduğunu açıkladığımı hayal
derken gururum biraz daha arttı; General bir zamanlar kıy-
metli bir rakipti. Zararsız, ama kibirli bir fantaziydi... ne yazık
ki gerçekleşmeyen bir fantazi. İki komşumu bir daha hiç gör-
medim.
Kral ve General evimize girdi. Şaryon ve ben büyük heye-
can içinde bekliyorduk. Efendim bu adamların ona büyük bas-
kı yapacağını biliyordu ve bu görüşmeden korkuyordu. Ben
de Şaryon adına endişeliydim, ama itiraf etmeliyim, hakkında
yazdığım iki insanı, özellikle de bir zamanlar Joram'ın hayatı
üzerinde önemli bir etkisi olmuş Kral'ı bir kez daha görmeye
can atıyordum.
Kral Garald o zamanlar Prens Garald'dı. Onun hakkında
şöyle yazmıştım:
Sesin güzelliği yüzünün, zarif ama zayıf olmayan
hatlarıyla uyum içindeydi. Gözleri iri ve zekiydi. Ağzı
kararlıydı ve çevresindeki çizgiler gülümseyen, kahka-
ha atan biri olduğunu gösteriyordu. Çenesi güçlüydü,
ama kibirli değildi, elmacık kemikleri yüksek ve çıkıktı.
Saryon'un anlatımından ve benim ilk anılarımdan alman
tasvir £İmdi, Kral'ın orta yaşlarında bile gerçeği yansıtıyordu.
Kararlı ağzının çevresindeki çizgiler koyulaşmış, üzüntü, acı
ve bitkin düşürücü çabalar sonucu ciddileşmişti. Ama ağız gü-
lümsediği zaman çizgiler yumuşuyordu. Gülümseme sıcak ve
içtendi, sıcaklığının kaynağı içinden, derinliklerden geliyordu.
Bu adamın asıksuratlı, inatçı genç Joram'ın saygı ve belki sev-
gisini nasıl kazandığını hemen anladım.
Şaryon eğilecek oldu, ama Garald efendimin elini alıp iki
69

niARÇÎARrf U/EIS ft ÎRACY HlCKJIIAn


avucunun içinde tuttu.
"Peder Şaryon," dedi, "bırakın saygısını gösteren ben ola-
yım."
Ve Kral efendimin önünde eğildi.
Şaryon zevk ve şaşkınlık içinde kalakalmıştı. Kral'ın gülürrt-
semesiyle korkuları ve heyecanı eriyip gitti. Kekeledi, kızardı,
Majestelerinin onu fazlaca şereflendirdiğini söyleyerek tutar-
sızca itiraz etti. Efendimin utancını gören Garald hafif ve
önemsiz birşeyler söyledi ve ikisinin da rahatlamasını sağladı.
Şaryon artık Kral'a çekinmeden bakıyordu, elini kavradı ve
tekrar tekrar, içten bir memnuniyetle, "Nasılsınız, Ekselansları?
Nasılsınız?" dedi.
"Daha iyi olabilirdim, Peder," diye yanıt verdi Kral ve yü-
zündeki çizgiler derinleşti, karardı. "Zor zamanlar yaşıyoruz.
James Boris'i hatırlıyor musunuz?"
Artık büyü bozulmuştu. Garald bir an için efendimin
omuzlarındaki yükü kaldırmıştı, ama bir sonraki anda yine
yüklemişti. James Boris -kısa boylu, dik omuzlu, tanklarından
biri kadar sağlam biri- iyi bir adam, iyi bir askerdi. Thimhal-
lan'da, intikam peşinde olabilecekken merhametli davranmış-
tı. Saryon'u gördüğüne son derece memnun olmuştu ve efen-
dimle içtenlikle el sıkıştı. O kadar candandı ki Şaryon gülüm-
serken irkildi. Ama James»Boris ve ordusu Thimhallan'ın sonu-
nu temsil ediyordu. Kasvetli bir alamet olduğunu düşünmek-
ten kendini alamıyordu.
"General Boris, evime hoşgeldiniz," dedi Şaryon ciddiyetle.
Oturma odasına doğru yol gösterdi. Bu hareket kesinlikle
gerekliydi, çünkü dördümüz küçük antreye sıkışmıştık ve yar-
dımcılarla maiyet ön bahçeye kamp kurmak zorunda kalmıştı.
Oturma odasında Şaryon beni tanıttı. Kral ve General Karakı-
70

KftRâKjLiçın miR&sı
I c'm tarihini yazışımla ilgili nazik yorumlarda bulundular.
Kral içten gelen cazibesiyle, o sıcak, sevimli gülümsemelerin-
den biriyle gevşedi ve bana kendisini çok iltifatkar bir biçim-
de tasvir ettiğimi söyledi.
"Bazılarının etmemi istediğinin yarısı kadar bile iltifatkar
değil, Majesteleri," dedim işaret diliyle ve Şaryon tercüme etti.
Efendime sevgi dolu bir bakış fırlattım. "Sizde insani kusurlar
bulmak, sizi ilginç ve inanılır bir karakter kılabilmek için çok
çabaladım."
"Almin biliyor ya, yeterince kusurum var," dedi Garald ha-
fif bir gülümsemeyle. "Ekibimden çok kişi çalışmalarına büyük
ilgi duyuyor, Reuven. Belki efendin, General ve ben eski za-
manlar hakkında sohbet ederken sen onların somlarını yanıt-
lama nezaketini gösterirsin."
Benden böylesine güzel bir şekilde kurtulmasına hayran
kaldım ve takdir ettim. Ayağa kalktım, gitmek üzereydim ki
Şaryon elini uzattı ve bileğimi yakaladı.
"Reuven sırdaşımdır."
Garald ve General Boris bakıştılar. General başını hafifçe
salladı, Kral da aynı şekilde karşılık verdi.
"Pekala. General, zahmet olmazsa?"
General oturma odasının girişine gitti ve ekip üyelerinden
birine birkaç şey söyledi. Asker adamlarına işaret verince dör-
dümüzü odada yalnız bıraktılar. Ayak seslerinin bütün evde
yankılandığımı duydum, son bir kontrolden sonra gittiler ve
ön kapı kapandı. Pencereden askerlerin yayıldığım, bölgeyi
koruma altına aldıklarını gördüm.
"Dördümüz evde kalmış olsak da ev çok boş ve yalnız ge-
liyordu, taşınmış bir yabancının evi gibi. Ürperdim. Sanki bir
daha dönmemek üzere evden çoktan ayrılmıştık.
71

niAROARJf U/EIS & ÎRACY HlCKJIIAn


Dördümüz arasında en rahat olan Saryon'du. Kararını ver-
diğinden sakin, kibar ve -Kral'ın ve Generalin huzuaınday-
ken tuhaf, ama- duruma hakimdi.
Aslında, Garald konuşmak üzereyken Şaryon sözünü kes-
ti.
"Majesteleri, temsilciniz Mosiah dün gece olayları bana
açıkça anlattı. Teknobüyücülerin ziyareti de oldukça bilgilen-
diriciydi."
Bunun üzerine Kral Garald huzursuzca kanepede kıpırdan-
dı, yeniden konuşacak oldu, ama Şaryon sakin sakin, istifini
bozmadan sözlerine devam etti.
"Kesin olmasa da bir karara vardım," dedi Şaryon. "Son ka-
rarımı vermeden önce biraz daha bilgiye ihtiyacım var. Uma-
rım siz iki beyefendi ve daha sonra gelmesi gereken beyefen-
di bu bilgiyi bana sağlayabilirsiniz."
"Daha sonra gelecek kişi hakkında," dedi General Boris.
"Kevon Smythe hakkında bilmeniz gereken birkaç şey var, Pe-
der."
"Onun hakkında zaten epey bilgim var," dedi Şaryon yarı
gülümseyerek. "Geceyi Dünya Çapında Doku'da onun hak-
kında araştırma yaparak geçirdim."
"Ağ," diye işaret ederek sözlerini düzelttim.
"Ağ," diye yanıt verdi Şaryon. "Hep karıştırıyorum."
İki beyefendi şaşırmış görünüyordu. Saryon'u tanıyor olsa-
lardı şaşırmazlardı. İçten patlamalı motor onu hayretlere düşü-
rüyor olsa da bilgisayar dünyasına bir ördeğin suya dalması gi-
bi dalmıştı.
"Muhtelif kaynaklara bağlandım," diye devam etti ve gü-
lümsememi bastırdım, çünkü masumca gösteriş yaptığını bili-
yordum. "Politik analizcilerin Smythe'in hakkında yazdıklarını
72

KARAKJLIÇin miRASi
dum- Gazete haberlerini okudum, hatta aralarındaki bir bi-
rafiyi taradım. Hiçbiri Kevon Smythe'in Teknobüyücü ol-
duğundan bahsetmiyordu."
"Elbette hayır, Peder," dedi Garald. "Hayatına ilişkin bu
çayı giZü tutmaya özen gösteriyor. Hem, kim inanır ki? An-
cak Thimhallan'da doğmuş ve yetiştirilmiş olan bizler. Ve," di-
ye ekledi, General Boris'i dahil ederek, "orayı ziyaret edenler.
Kuşkusuz siz de şüphe etmiyorsunuzdur! Dün geceden son-
ra..."
"Gerçekten de, Majesteleri." Şaryon sakindi. "Dediğim gibi,
dün gece çok bilgilendiriciydi. Kevon Smythe hakkında anla-
tılan her şey hırsını, hızla servet ve ün kazandığını, hedefleri
uğruna halkı etkilemek gibi karizmatik bir yeteneğini ifade
ediyor. Hepsi ona servetini kazandıran ya da onu doğru za-
manda doğru yere koyan ya da doğru kararı vermesini sağla-
yan şansına -onların 'şans yağmurları' dediği- hayret ediyor."
"Onların şans dediğine biz büyü diyoruz," dedi Kral Ga-
rald.
"Kimsenin bilmemesi nasıl mümkün olabilir?" diye sordu
Şaryon ılımlı bir tavırla.
"Majesteleri'nden kuşku mu duyuyorsunuz?" General Bo-
ris'in yüzü kızarmıştı.
Garald elini sallayarak susturdu onu. "Peder Saryon'un en-
dişesini anlayabiliyorum. Başta ben de inanmakta güçlük çek-
tim. Ama Teknobüyücüler bu dünyada uzun süredir böyle ça-
lışıyor.
\ "Kuşkusuz sözde Kara Büyü yapanların hikayelerini işit-
mişsinizdir; Şeytana tapan kültleri, siyah cüppeler giyen, hay-
vanlara sakatlayan, geceyarısı mezarlıklarda dans edenler. Yer-
yüzü insanlarının çoğu karanlık sanatları bunlara denk tutuyor
73

rflAR£AR£T U/EİS & ÎRACY HlCKJHAII


Teknobüyücülük bu değil. Onlar bu saçmalıklara gülüyorlar
hatta kendi amaçları için kullanıyorlar... dikkatleri başka yere
çekmek için.
"Borsada oynamak konusunda dâhi olduğu söylenen üç
parçalı takım elbise içinde bir iş adamının kendini görünmez
kılmak, değişik şirketlerin yönetim kurulu toplantılarına katıl-
mak ve böylece içeriden bilgi sızdırmak için büyü kullandığı-
na kim inanır? Şirketini finansal açıdan yıkan, zimmetine para
geçiren bir kadının zihinleri üzerindeki büyülü etkisi sayesin-
de herkesi yanlış yönlendirdiğine kim inanır?"
• Bana bile saçma geliyordu ve ben kendi gözlerimle gümüş
cüppeli Teknobüyücülerin evimizi istila ettiğini görmüştüm.
Kral Garald'ın sesi acılaştı "Dört Kara Büyü Kültünün hâlâ
var olduğunu ilk öğrendiğimde Yeryüzü hükümetindeki in-
sanları uyarmaya çalıştım. En iyi dostum bile bana inanmadı."
James Boris'e baktı, General hüzünle gülümseyerek başını iki
yana salladı. "Sonunda onu neyin ikna ettiğini anlatarak za-
man harcamayacağım. Neredeyse canlarımıza maloluyordu,
ama sonunda inandı. General Teknobüyücülerle açık açık sa-
vaşmaya çalışarak zamanımı ve enerjimi harcadığımı söyledi.
Onların stratejisini kullanmalıyım."
"Mosiah onlardan biri olduğunu size söyledi," dedi Gene-
ral Boris. "Onlara katılma}» gönüllü olduğunu da söyledi mi?
İçlerine sızmak için? Karanlık sırlarını açığa çıkarmak için ha-
yatını tehlikeye attığını söyledi mi?"
"Hayır," dedi Şaryon ve rahatlamış görünüyordu. "Hayır,
söylemedi."
"Onun aracılığıyla organizasyonları hakkında çok şey öğ-
rendik; işlettikleri bu 'kimyasal fabrikası'nm gerçek niteliğini
keşfettik." Kral Garald çarpık çarpık gülümsedi. "Bu fabrika
74

K^RAKJLIÇin miRftsı
• • hükümetten büyük ödenekler alıyorlar!"
S "Siz Smythe ile çalışıyorsunuz," dedi Saryojı. "Onun nasıl
biri olduğunu açıklamıyorsunuz."
"Başka seçeneğimiz yok," dedi Kral Garald, sesi sertti. "Bi-
zim halkımızı ve Yeryüzü halkını esir almış."
"Teknobüyücüler ordunun her yerine sızmışlar," dedi Ge-
neral Boris. "Sabotaj yapmıyorlar. Ah, hayır. Bunu yapmaya-
cak kadar akıllılar. Kendilerini bizim için vazgeçilmez kıldılar.
Güçleri ve yetenekleri sayesinde Hch'nyvlere karşı direnebili-
yoruz. Büyülü yardımlarını çekecek olsalar... daha da kötüsü,
büyülerini aleyhimize döndürseler, mahvoluruz."

"Bunu nasıl yapıyorlar?" Saryon'un kafası karışmıştı.


"Çok basit bir örnek vereceğim. Elektronik beyni olan bir
torpilimiz var. Torpilin hedefine gitmesi için o beyni program-
layabiliriz. Düşman torpili fark eder, beynini karıştıracak elekt-
ronik sinyaller gönderir. Ama büyüyü karıştıracak sinyaller
gönderemezler. O torpili büyüyle yönlendiren bir Teknobüyü-
cü hedefine hata yapmadan ulaşmasını sağlar.
"Ve eğer" General Boris sesini alçalttı "o torpilin programını
büyüyle değiştirirlerse, dönüp başka bir hedefe çarpmasını sağ-
larlarsa. Düşman olmayan bir hedef..." Dev omuzlarını silkti.
"Bize söylediklerine bakılırsa, nükleer silahlan da aynı şe-
kilde kontrol ediyorlar," dedi Kral Garald. "Araştırmalarımıza
dayanarak, doğruyu söylediklerine inanmak için sebebimiz
var."
\ "Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, blöflerini görme-
yfe cesaret edemeyiz," dedi General açık açık.
\Bu insanlara karşı Karakılıç'ın size nasıl yardım edeceğini
anlayamıyorum," dedi Şaryon ve o zaman kararını bildiğimi
düşündüm.
75

UlARSARff U/EIS 4 f RACY HlCKJHAn


"Dürüst olmak gerekirse, biz de bilmiyoruz," dedi Kral Ga-
rald.
"O zaman neden..."
"Çünkü ondan korkuyoruz," dedi Kral. "Neden, bilmiyo-
ruz. Neleri öğrendiklerini ya da nasıl öğrendiklerini bilmiyo-
ruz, ama araştırmacılarından bir uyarı aldılar, D'karn-kair de-
nenler Karakılıç'ın hem bir servet, hem bir tehlike olabileceği-
ni söyledi onlara."
Şaryon başını iki yana salladı.
Garald sessizce ona baktı, sonra, "Bir sebep daha var," de-
di.
"Ben de öyle düşünmüştüm," dedi Şaryon kuru kuru. "Ak-
si halde beni işe karıştırmak için bu kadar çok zahmete gir-
mezdiniz. "
"Bunu Duuk-tsarithler dışında kimse bilmiyor ve onlar da,
her zamanki gibi sadakat ve gizlilik yemini ettiler. Aksi halde
Mosiah dün gece size söylerdi. Sizin Kardinal Radisovik olarak
tanıdığınız Piskopos Radisovik'i hatırlıyor musunuz?"
"Evet, evet. Hatırlıyorum. İyi, sağduyulu bir adam. Demek
artık Piskopos oldu. Mükemmel!" dedi Şaryon.
"Piskopos bir gün çalışma odasında yalnızken odada, ya-
nında biri olduğunu hissetmiş. Başını kaldırdığı zaman masa-
sının önündeki sandalyede»oturan bir kadın görünce şaşırmış.
Bu çok sıradışı bir olay, çünkü Piskopos'un sekreteri randevu-
su olmayanları içeri sokmamak üzere emir almış.
"Kadının ona bir şekilde zarar vereceğinden korkan Pisko-
pos onunla hoş bir şekilde sohbet etmiş, ama bir yandan da
nöbetçilere haber vermek için masasının altındaki gizli düğ-
meye basmış.
"Anlaşılan düğme çalışmamış. Hiçbir nöbetçi gelmemiş.
76

KARftKJLiçm rniRASı
kadın Piskopos'u korkmak için sebebi olmadığı konu-
sunda temin etmiş.
?"Size bilgi vermek için geldim,' demiş. İlk önce,
h'nyvlere karşı savaşınıza son vermenizi öneririm. Dışdün-
alıları altetmek konusunda hiç şansınız yok... kesinlikle yok.
Onlar çok daha güçlü. Güçlerinin yalnızca bir kısmını gördü-
nüz tamamı milyar kere milyarı buluyor. Sizinle pazarlık et-
meyecekler. Buna ihtiyaçları yok. Sizi yok etmeyi planlıyorlar
ve başaracaklar.'
"Piskopos şaşırmış. Kadının çok sakin olduğunu, bu kor-
kunç bilgiyi, gerçeği söylediğine dair Piskopos'un aklında kuş-
kuya yer bırakmayacak bir ses tonuyla verdiğini söylüyor.
'"Beni affedin, hanımefendi,' demiş Piskopos, 'ama siz kim-
siniz? Kimi temsil ediyorsunuz?'
"Kadın ona gülümsemiş ve, 'Size çok yakın biri, sizinle ki-
şisel olarak ilgilenen biri,' demiş. Sonra sözlerine devam etmiş,
'Siz, Yeryüzü halkı ve Thimhallan halkının hayatta kalmak için
tek bir şansınız var. Karakılıç dünyayı yok etti. Şimdi kurtar-
mak için kullanılabilir.'
'"Ama Karakılıç artık yok,' diye itiraz etmiş Piskopos Radi-
sovik. 'Asıl o yok edildi.'
'"Bir kez daha dövüldü. Onu Thimhallan'ı yapana sunun
ve kurtuluşa ulaşın.'
"O anda Piskopos'un dahili haberleşme aygıtı çalmış. Yanıt
vermek için dönmüş ve kadına baktığında ortadan kayboldu-
ğunu görmüş. Kadının ne gelişini, ne gidişini duymuş. Sekre-
terini ve binanın güvenlik görevlilerini' sorgulamış. Kimsenin
Piskopos'un ofisine girip çıkmadığını söylemişler. Masadaki
düğmenin işler durumda olduğunu görmüşler. Kimse alarmı
neden duymadığını bilmiyormuş.
77

ITİAReARrr U/EIS & ÎRACY HlCKJDAn


"En sıradışı olanı da," diye ekledi Garald, "binadaki güven-
lik kameraları bu kadının var olduğunu görmemiş, Pisko-
pos'un ofisini gösteren bile. Daha da garibi... o sırada
Smythe'in Joram'ı ziyaret ettiğini ya da Joram'ın, kadının dedi-
ği gibi, yeni bir Karakılıç dövdüğünü bilmiyorduk."
"Peki Piskopos bu. ziyareti neye bağlıyor?" diye sordu Şar-
yon.
Garald duraksadı, sonra yanıt verdi, "Kadının söyledikleri-
ne dayanarak, Piskopos'a çok yakın birini temsil ettiği ve
onunla kişisel olarak ilgilenen biri olduğunu söylemesine ba-
karak Piskopos, Almin'in temsilcisi tarafından ziyaret edildiği-
ni düşünüyor. Bir melek de diyebilirsiniz." \
General Boris'in sandalyesinde kıpırdandığını ve son dere-
ce utanmış ve huzursuz göründüğünü fark ettirp.
"Belki bir ajan," dedi General. "CIA, Interpol, Majesteleri-
nin Gizli Servisi, FBI. Ama Tanrı'nın değil."
"Ne ilgi çekici," dedi Şaryon, bunun üzerinde düşündüğü-
nü görebiliyordum.
"Bu bilgiyi bize her kim getirmiş olursa olsun, bizim araş-
tırmacılarımız o kılıcı istiyor," dedi General Boris. "Onu
Hch'nyvleri durdurmak için kullanmamızın bir yolu olup ol-
madığını anlamak için."
"Ama mel... kadının söylediği bu değilmiş ki," diye araya gir-
di Şaryon. "Kılıcın Thimhallan'ı yapana iade edilmesini söylemiş."
General Boris'in yüzünde, peri masalı dinlemek isteyen bir
çocuğa hoşgörü gösteren bir adamın ifadesi vardı. "Peki o kim
olacak... Merlyn mi? Siz onu bulun, Peder, ben Karakılıç'ı ona
veririm."
Saryon'un ifadesi sertti,, bunu kutsal bir şeye saygısızlık ola-
rak görmüştü.
78

KâRftKjLiçın iriİRASi
"En azından," dedi Kral Garald yatıştırıcı bir sesle, "Karakı-
'ı feknobüyücülerin ellerinden uzak tutmalıyız."
Şaryon endişeli görünüyordu, sanki çoktan verilmiş bir ka-
tekrar düşünüyormuş gibi. Diğer ikisi daha fazla ısrar ede-
cekti ama o anda dev bir siyah limuzin evin önüne yanaştı.
General Boris elini kulağına götürdü.

79
"Anlıyorum," dedi, bir iletişim aygıtına konuşarak. General
sertçe bize bakarak ekledi, "Smythe geldi."

6
"Benim büyüm bu," dedijoram, bakışları yerde ya-
tan kılıca giderek.
KARAKILIÇIN DÖVÜLÜŞÜ
Şaryon ve ben yakın geçmişte BBC'de Gounod'un Fa-
ustunu izlemiştik ve Teknobüyücülerin önderini beklerken
kafamda Mefisto vardı. Smytlıe kesinlikle Mefisto'ya benzemi-

yordu, orta boylu, kırmızı saçlı, burnunun üzeri çilli bir adam-
dı. Ama şeytanın sahip olduğu söylenen ve insanı baştan çıka-
rarak felaketine götüren ünlü cazibesi pırıltılı, değişken ve el-
mas kadar soğuk, açık mavi gözleriydi.
Smythe esprili ve canlıydı, onunla karşılaştırıldığında kas-
vetli ve boğucu görünen ekimize ışık ve hava getirdi. Kuşku-
suz Kral ve General'in onun hakkında söylediği korkunç şey-
leri biliyor ama aldırmıyordu. Kendini savunmak için hiçbir
şey söylemedi, ikisi aleyhinde hiçbir şey söylemedi. Aslında,
onları saygı ve memnunlukla selamladı. Onların soğuk ve tu-
tuk selamları inceliksiz, acı ve çarpık göründü.
"Peder Şaryon." Kevon Smythe efendimin elini tuttu ve on-
dan kaynaklanan bir parlaklık Saryon'u sardı. Efendim kör

KARAKJLIÇin HİİRÜSI
i ışığa bakmış gibi gözlerini kırpıştırdı. "Sonunda sizinle
stlğım için şeref duydum. Siz ve Joram hakkında çok şey
, vcjum ve hepsi de iyi şeylerdi. Bu beni büyüleyen bir konu.
Anlatın bana, Peder," dedi, diğer ikisinin kaskatı, dimdik otur-
duğu kanepeye değil de oturmaya davet edildiği sandalyeye
verleşirken. "Bana Joram ve Karakılıç'ın hikayesini anlatın. Ba-
zı parçalarını biliyorum, ama sizin ağzınızdan dinlemek iste-
rim.
"Üzülerek söylüyorum, Reuven," diye ekledi bana bakarak,
"sizin anlatımınızı okumadım. Hakkında çok övgü dinledim.
Zamanım öyle kısıtlı ki dilediğim kadar çok okuyamıyorum.
Kitaplarınız kütüphanemin baş köşesinde duruyor ve bir gün,
önderlik işinin baskıları kalktığı zaman, onları okumaya can
atıyorum."
Çok tuhaftı, ama içimi bir zevk parıltısının doldurduğunu
hissettim. Sanki kitaplarıma büyük övgüler düzmüştü. Halbu-
ki içimde bir parça adamın kitaplarda yeralanlar konusunda
astlarından özet bilgi aldığını ve belki onlara gerçekten sahip
olsa da, okumayı hiç düşünmediğini pekala biliyordu.
Daha da tuhaf olanı, adam başkalarında yarattığı bu çeliş-
kili duyguların farkında görünüyordu ve bunu bilerek yapıyor
gibiydi. Aynı anda hem büyülenmiş, hem tiksinmiştim. Onun
yanında tüm diğer insanlar, ki bunlara Kral ve General de da-
hildi, sıradan ve önemsiz görünüyordu. Ve onları sevsem, on-
lara güvensem de, bu adamdan hoşlanmasam, ona güvenme-
sem de, çağıracak olsa takip edecekmişim gibi huzursuz edici
bir izlenim altındaydım.
Şaryon da aynı şekilde hissediyordu Biliyordum, çünkü Jo-
ram hakkında konuşuyordu ve bu yabancıların yanında yap-
maktan hep kaçındığı bir şeydi.
81

rrlARCARff U/EIS & f RACY HlCKMAn


"...Thimhallan sihirbaz Merlyn tarafından, büyü sanatıyla
kutsananların barış içinde yaşayabilecekleri, o sanatı kullana-
rak güzel şeyler yapabilecekleri bir ülke olarak kuruldu. O sı-
rada dünyada Yaşamın Dokuz Gizemi vardı. Dünyaya doğan
her insan o gizemlerden birine sahip olurdu."
Kevon Smythe'in dudakları aralandı ve alçak sesle "on üç"
diye fısıldadı ve bu beni ürpertti. Arkada kalan Dört Karanlık
Kült ile bu sayı on üç olacaktı.
Sözünün kesildiğim fark etmeyen Şaryon sözlerine devam
etti.
"Dokuz Gizem var, sekizi Yaşam ya da Büyü ile ilgili, çün-
kü Thimhallan dünyasında Yaşam Büyü'dür. Bu dünyada var
olan her şey ya onu eskiler gelmeden oraya koyan Almin'in
iradesiyle yapılmıştır ya da o zamandan sonra 'şekillendirilmiş,
oluşturulmuş, çağrılmış ya da yaratılmıştır.' Doğanın Dört Ya-
sası bunlardır. Bu Yasalar sekiz Gizem'in en az biri aracılığıy-
la kontrol edilir: Zaman, Ruh, Hava, Ateş, Toprak, Su, Gölge
ve Yaşam. Bu Gizemlerden yalnızca ilk beşi Karakılıç'ın yara-
tıldığı zamanda hâlâ vardı. Zaman ve Ruh Gizemleri Demir Sa-
vaşları sırasında kaybedildi. Onlarla birlikte kadimlerin sahip
olduğu bilgiler de kayboldu... geleceği öngörme yeteneği, bu
yaşamdan Öte'ye geçemerlejletişim kurma yeteneği.
"Son Gizem'e gelince, "uygulanır, ama yalnızca karanlıkta
yürüyenler tarafından. Ölüm olarak bilinen bu gizemin diğer
adı Teknoloji'dir."
"Acayip." Kevon Smythe eğleniyordu. "Sizlerin bu tür şey-
lere inandığını söylemişlerdi bana. Ve diğer iki... mm... Gizem,
demiştiniz. Zaman ve... neydi... Ruh mu? Kayıp mı edildiler?
Belki böylesi daha iyi. Macbeth'in keşfettiği gibi, geleceğe
bakmak tehlikelidir. Gerçekten yazgımızda olanı mı yapıyo-
82

KflRaKJLIÇin ITlİRftSI
voksa bu kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet mi?
ce insana geleceğe dair kendi vizyonunun yol göstermesi
A ha güvenli..- ve daha dürüstçe. Siz de bana katılmıyor mu-
sunuz, Peder Şaryon?"
Efendim düşünceliydi, kendi içine bakıyordu. "Bilmiyo-
mm " dedi sonunda. "Joram'ın ve tüm Thimhallan'ın başına
selen trajedi, bir açıdan, geleceğe dair bir vizyon tarafından
getirildi... dehşet veren bir vizyon. Ölü çocuk hakkındaki Ke-
hanet'i hiç duymasaydık kendi yıkımımıza yol açar mıydık?"
"Evet, açardık. Ben buna inanıyorum," dedi Kral Garald.
"Bizim düşüşümüz Joram'ın doğmasından çok uzun zaman
önce, Demir Savaşlan sırasında başladı. Hoşgörüsüzlük, ön-
yargılılık, korku, kör inanç, hırs, açgözlülük... bunlar eninde
sonunda bizi yok edecekti. Joram ve Karakılıç olsaydı da, ol-
masaydı da."
Konuşurken anlamlı anlamlı Kevon Smythe'e bakıyordu,
ama Majesteleri o sözcükleri Smythe'in bilgilenmesi için söyle-
mişse, boşuna nefes harcıyordu. Smythe'in dikkati -ve belki
büyüsü, eğer cezbetmek için kullandığı buysa- Saryon'a odak-
lanmış, başka her şeyi dışlamıştı.
"Benim için Thimhallan Joram'ın annesi İmparatoriçe'yle
simgeleniyordu," dedi Şaryon yumuşak sesle, hüzünle. "Koca-
sı onun öldüğünü kabullenmeyi reddetti, ama saraydaki her-
kes biliyordu. Cesedini büyülerle canlı tuttu. Saraylılar ona
eğiliyor, saygı gösteriyor, onunla dedikodu yapıyordu... bir za-
manlar canlı, parlak, güzel olan bir şeyin cansız, yoz kabuğuy-
la parti yapıyorlardı. Böylesine dehşet verici bir gösteri sonsu-
za dek süremezdi.
"Joram'ın hikayesi aslında çok basittir. Demir Savaşları'nın
hemen ardından bir Kehanet'te bulunuldu. Şöyle diyordu:
83

ITlAReARff U/EIS SC t RACY HlCKjnAn


'Kraliyet Evi'ne, ölü olan ama yaşayacak olan, tekrar ölecek ve
tekrar yaşayacak olan biri doğacak. Ve o geri döndüğünde
elinde dünyanın yıkımını tutuyor olacak.' Joram kraliyet evine
doğdu, Merilon İmparatoriçesi ve İmparatoru'nun çocuğuydu.
Ölü doğdu... yani içinde hiç büyü yoktu. Biliyorum," dedi Şar-
yon içini çekerek. "Sınavlar yapılırken oradaydım.
"Kehanet'i bilen ve ondan korkan Piskopos Vanya bebeğe
besin verilmemesini emretti. Vanya ölmesi için bebeği alıp gö-
türdü. Ama Almin o kadar kolay engellenemez. Anja adında
deli bir kadın bebeği buldu, çaldı, Yabantoprakları'nın yakı-
nındaki çiftliklere götürdü ve kendi çocuğu gibi yetiştirdi.
"Anja Joram'm büyüden yoksun olduğunu biliyordu. Bu
yoksunluk fark edilirse Duuk-tsarith\evm onu yakalayacağını
ve Joram'ın sonunun geleceğini biliyordu. Ona, büyü sahibiy-
miş gibi yapabilsin diye elçabukluğu öğretti.
"Joram bir tarla büyücüsü, bir köylü olarak yetiştirildi. Mo-
siah'la, Joram'ın tek gerçek dostu olacak kişiyle burada tanıştı.
Aynı zamanda, henüz genç bir çocukken Joram burada bir in-
san öldürdü, Joram'ın sırrını keşfeden sert bir denetçiyi. Anja 1
oğlunu korumak için denetçiye saldırdı ve adam kendini savu-
nurken onu öldürdü. Öfkelenen Joram da denetçiyi öldürdü.
"Joram Yabantoprakları'na kaçtı, orada yaşayan Dokuzun-
cu Gizem Tarikatı, Tekn«lojistler tarafından bulundu. Onlar
Thimhallan yasalarını ihlal etmişler, büyülerine destek olması
için Teknoloji kullanmışlardı. Burada, Teknolojistlerin arasın-
da Joram metal dövme sanatını öğrendi. Burada karataşı ve
büyü yok etme özelliğini keşfetti. Joram karataştan dövülmüş
bir silah yapma fikrini geliştirdi, büyü yoksunluğunu telafi
edecek, ona arzuladığı gücü verecek bir silah.'
"Ben, kendime has nedenlerden dolayı, Karakılıç'ı yapma-

KARflKJLIÇin ITIİRASI
yardımcı oldum," dedi Şaryon. Sonra Smythe için vurgu-
ak ekledi, "Karataşa bir katalist aracılığıyla büyülü Yaşam
ilmelidir. Aksi halde özellikleri başka herhangi bir metalin
özelliklerinden farklı değildir."
Smythe zarifti. "Ne ilginç. Lütfen devam edin, Peder."
Şaryon omuzlarını silkti. "Anlatacak çok fazla şey yok. As-
lında var, ama uzun bir hikayedir. Şu kadarını söylemek yeter-
li bir dizi olaydan sonra Joram kim olduğunu öğrendi. Keha-
net'i öğrendi. Ölüme mahkum edildi. Ona saldıranları yok
edebilirdi, ama o bunun yerine dünyadan ayrılmayı tercih et-
ti. Sınır'ı aşıp bizim Ölüm alemi olduğuna inandığımız yere git-
ti. Ama aslında Thimhallan olarak bilinen gezegenin başka bir
kısmına gitmişti. Burada, o ve sevdiği kadın Yeryüzü Sınır
Devriyesi'nden biri tarafından bulundu. Yeryüzü'ne götürüldü
ve karısı Gwendolyn'le birlikte on sene orada yaşadı.
"Yeryüzü'nde Thimhallan'a gidip istila etmeyi planlayanlar
olduğunu öğrenince Joram halkımızı ve yaşam tarzımızı yok
etmeyi düşünen insanlarla savaşmak için geri döndü ve Kara-
kılıç'ı yanında getirdi. İhanete uğradı ve kaderin tuhaf bir cil-
vesi olmasaydı suikaste kurban gidecekti. Yeryüzü Güçle-
ri'nin," Şaryon kıpkırmızı kesilmiş, son derece rahatsız görü-
nen General Boris'e baktı, "kazanmakta olduğunu ve halkımı-
zın ya köleleştirileceğini ya da katledileceğini fark eden Joram
savaşı sona erdirmeyi tercih etti. Karakılıç'ı kutsal sunağa sap-
ladı, Kuyu'da birikmiş büyüyü salıverdi. Büyü evrene aktı. Sa-
vaş bitti.
"Thimhallan'ın üzerindeki büyülü kabuk yok oldu. Bir za-
manlar araziyi süpüren korkunç fırtınalar geri döndü. İnsanla-
rın güvenli bir yere nakledilmesi gerekti ve böylece buraya,
Yeryüzü'ne getirildiler ve yeniden yerleştirme kamplarına ko-
8S

rrİARpAREf UJEIS & TRACY HlCKJHAn


nuldular. Geride yalnızca iki kişi kaldı: Joram ve karısı Gwen-
dolyn. Artık evrendeki en çok nefret edilen adam olan Joram
Yeryüzü'ne dönecek olsa hayatının tehlikeye gireceğini bili-
yordu. Tek başına Thimhallan'da, Kehanet'in öngördüğü gibi
yıktığı dünyada kalmayı tercih etti."
Saryon'un hikayesi Kevon Smythe'in bu iş için ayırdığı ya-
rım saati aşmıştı. Ama sözünü kesmek için hiçbir şey yapma-
dı, saatine bile bakmadı, Katalist'in hikayesine tamamen dala-
rak kıpırdamadan oturdu. Hikayenin bazı parçalarını yaşamış
olan Kral Garald ve General Boris kendi saatlerine bakarak kı-
pırdanıyorlardı, ama Smythe'i bizimle yalnız bırakamayacakla-
rından oturup beklemek zorunda kalıyorlardı. Dışarıya baktı-
ğımda yardımcılarının ellerinde tuttukları telefonlarda konuş-
tuklarını, kuşkusuz günlük programlarını yeniden düzenledik-
lerini gördüm.
Biraz daha oturacak olurlarsa onlara yiyip içecek birşeyler
sunmam gerekeceğini düşünüyordum ve herkese yetecek ka-
dar bisküvi olup olmadığını merak ediyordum ki Şaryon hika-
yesini bitirdi.
"Gerçekten de," dedi Kevon Smythe, hikaye onu çok etki-
lemiş görünüyordu, "Karakılıç ilginç bir nesne. Özelliklerinin
analiz edilmesi ve insanlığa ne faydası olduğunun görülmesi
gerekir. Onunla ilgili pek»çok teori öne sürüldüğünü biliyo-
rum. Bu teorilerin sınanması önemli gibi geliyor bana.
"Şirketlerimin birinde şu anda silahı incelemek için hazır-
lıklar yapmakta olan bir bilimadamı ekibi var... alanlarında ön-
de gelen profesyoneller. Bu nesnenin," Smythe gülümseyerek,
ayağa fırlamış olan sinirli Kral'a baktı, "son derece değerli ol-
duğunu anlıyorlar. Bu bilimadamları silahı büyük saygıyla in-
celeyecekler, yalnızca çalışmaları için gerektiği kadar, küçük
86

KüRAKJLIÇIIl ITIİRASI

ı r alacaklar. Sınama sona erdiği zaman silah eski Thim-


parçaiar
n halkına iade edilecek.
hallan ı
"Eminim edersin!" General Boris de ayağa kalktı.
Kral Garald solmuştu. "Elbette, testlerin asla bitmeyeceğini
oimiz biliyoruz, değil mi, Smythe? Hep yapacak bir test da-
ha kalacak, desteklenecek ya da inkar edilecek bir teori daha.
Bu arada sen Karakılıç'ın gücünü kullanarak..."
"İyilik için," dedi Kevon Smythe sessizce, "onu kötülük için
kullanacak, senin siyah cüppeli Kollukçulannın aksine."
Kral Garald'm yüzündeki kaslar kasıldı, sertleşti, öyle ki
konuşmaya çalıştığı zaman öfkesi yüzünden tek sözcük telaf-
fuz edemedi. Smthe kendi sözlerine devam edebildi.
"Peder, Joram'a bu sorunlu ve tehlikeli zamanlarda insan
kardeşliğinin bir üyesi olarak görevini hatırlatmak sizin göre-
viniz. O Karakılıç'ı yok etmek için kullandı. Bırakın şimdi bor-
cunu ödesin ve yaratmak için kullansın onu. Hepimiz için da-
ha iyi bir yaşam yaratmak için."
Bunun üzerine Kral Garald'ın konuşma çabasını bıraktığını
gördüm. Saryon'u yakından izliyordu. Smythe'in bir hata yap-
tığını Kral da benim kadar iyi biliyordu. Övündüğü cazibesi
-büyü kaynaklı da olsa, onunla doğmuş da- hatasını ört bas
edemeyecekti. Kitaplarımı okusa, araştırmasını astlarına bırak-
mamış olsa çok daha iyi edecekti. O zaman konuştuğu ada-
mın doğasını bilirdi.
Saryon'un yüzü gölgelendi.
Ama Kral Garald düşmanının hatasıyla zafer kazandığını
düşünmüşse, o da yanılmıştı. Efendimin kararını daha o söy-
lemeden biliyordum. Odada şaşırmayan tek kişi bendim.
Şaryon ayağa kalktı. Üç adama baktı. Sesi paylayıcıydı.
"Joram, karısı ve çocuğu artık Thimhallan'da yalnız yaşı-
87

rflAR£ARîî U/EIS & "ÎRACY HiCKjnAn


yorlar. Yeryüzü Güçleri'nin koruması altında. Hiçbir şekilde
takip edilmeyecek, rahatsız edilmeyecek, kötü muamele gör-
meyecekler. Yasa öyle diyor." Kevon Smythe'e döndü. "Borç
ödemekten çok kolay bahsediyorsunuz, bayım. Bu Almin'in
alanı. Joram'ı ancak o yargılayabilir, siz değil, Kral değil ya da
herhangi bir ölümlü değil!"
Şaryon bir adım geriledi, başını kaldırdı, hepsine sakin ve
tereddütsüz bakışlarla baktı. "Kararımı verdim. Dün gece. Jo-
ram'a gitmeyeceğim. Karakılıç'ın nerede olduğunu açıklaması
için onun kandırılmaya çalışılmasında taraf olmayacağım. Ye-
terince acı çekti. Bırakın günlerinin kalanını huzur içinde ya-
şasın."
Üç adam büyük düşmanlardı, ama aynı arzuya sahiptiler.
Birbirlerine baktılar.
Kevon Smythe konuştu. "Hch'nyvler Joram'ın huzur içinde
yaşamasına izin vermeyecek."
"Onu öldürecekler," dedi General Boris, "halkımızdan on-
binlerce kişiyi öldürdükleri gibi. Sistemimizde kalan bütün ile-
ri karakollar boşaltılıyor, halkları korunabilmeleri için Yeryü-
zü'ne getiriliyor. Filomuz bölünmeye izin vermeyecek kadar
zayıfladı. Burada, Yeryüzü'nde istilacılara karşı son direnişimi-
zi yapacağız."

Şaryon endişe içinde, ciddiyetle onlara baktı. "Durumun bu


kadar kritik olduğunu duymamıştım."
Garald içini çekti. "Size karşı hata yaptık, Peder. En kötü
savımızı en başta sunduk ve bunu da beceriksizce yaptık. Ar-
tık bize güvenmiyorsunuz ve sizi suçladığımı söyleyemem.
Ama Yeryüzü'nde pek az kişi durumun ne kadar ümitsiz oldu-
ğunu biliyor. Bunu olabildiğince saklı tutmak istiyoruz."
"Aksi halde panik çıkar ve hedefimize vereceği zarar hesap
88

KAR£KILIÇin MİRASI
mez olur," dedi General. "Askerlerimizin düşmanla savaş-
na ihtiyacımız var, sokaklardaki isyanı bastırmak için kul-
lanılmasına değil."
"Burada duyduklarınızı, Peder," dedi Kevon Smythe, "tek
bir kişi dışında kimseye tekrarlamamalısınız ve o kişi de Jo-
m ona gerçeği ancak, tehlikeyi anlamasını sağlamak için
söyleyebilirsiniz. O zaman, Peder, Karakılıç'ı gönüllü olarak
teslim edeceğini umuyorum ve bunun için dua ediyorum...
tercih ettiği hangi tarafsa ona. Hem, biz aynı amaç için müca-
dele ediyoruz."
Adam, kendini feda eden alçakgönüllülüğü içinde bir aziz
gibi görünüyordu ve yanında Kral ve General oldukça pespa-
ye kalıyordu. Ama cazibesi bir kez yok olunca, bir daha bü-
yüleyemiyordu.
Şaryon kendini sandalyesine bıraktı. Endişeden hasta görü-
nüyordu. Yaptığım hiç de görgü kurallarına ve protokole uy-
muyordu, ama aldıracak durumda değildim. Üçünü görmez-
den gelerek Saryon'un yanına gittim ve sandalyesinin üzerin-
den eğilerek işaret diliyle, çay isteyip istemediğini sordum.
Bana gülümsedi, teşekkür etti, başım iki yana sallayarak is-
temediğini belirtti. Ama elini elimin üzerinden ayırmayarak ya-
nında kalmamı istediğini belli etti. Oturdu ve endişeli, mutsuz
bir sessizlik içinde uzun uzun düşündü.
Kral ve General yerlerine döndüler. Smythe sandalyesin-
den ayrılmamıştı zaten. Üçü duygudaş görünmeye çalışıyordu,
ama hiçbiri kendinden emin olduğunu saklayamıyordu. Ka-
zandıklarından emindiler.
Şaryon sonunda başını kaldırdı. "Joram'a gideceğim," dedi
sessizce. "Bana anlattıklarınızı anlatacağım. Onun ve ailesinin
tehlikede olduğu, Yeryüzü'ne gitmeleri gerektiği konusunda
89

HİARCARft U/EIS & ÎRftCY HlCKjDAII


uyaracağım. Ona Karakılıç hakkında hiçbir şey söylemeyece-
ğim. Onu yanında getirirse, her biriniz gidip ihtiyaçlarınızı ak-
tarabilirsiniz. Getirmezse, o zaman her biriniz Thimhallan'a gi-
dip -Joram ve ailesi ayrıldıktan sonra- onu arayabilirsiniz."
Onlar için bir zaferdi... bir tür zafer. Tartışmaya, ikna etme-
ye çalışmaya devam etmeyecek kadar akıllıydılar.
"Ve şimdi, baylar," dedi Şaryon, "görüşme için ayırdığınız
zamanı aştınız. Kaba davranmak istemem, ama yolculuk için
hazırlanmalıyım..."
"Bütün hazırlıklar yapıldı, Peder," dedi General Boris, son-
ra tereddütle ekledi, "yani... ee... bu yolculuğa çıkmaya karar
vermeniz olasılığına karşılık."
"Ne kadar düşüncelisiniz," dedi Şaryon ve ağzının bir kö-
şesi seğirdi.
O gece yola çıkacaktık. General'in yardımcılarından biri bi-
zimle kalacak, toplanmamıza yardım edecek, bizi uzay limanı-
na götürecek, gemide bize eşlik edecekti.
Kevon Smythe zarif baş sallamalarla gitti ve günışığını da
yanında götürmüş gibi oldu. General Boris, işini bitirmiş olma-
nın rahatlığıyla dışarı seğirtti ve hemen, sabırsızlıkla serbest
kalmasını bekleyen ekibi tarafından çevrelendi. Kral Garald
biraz geride kaldı.
Şaryon ve ben konuklarımızı uğurlamak için kapıya gitmiş-
tik. Kral Garald da neredeyse efendim kadar hasta görünüyor-
du ve en azından o özür dileme nezaketini gösterdi.
"Sırtınıza böyle bir yük yüklediğim için üzgünüm, Peder,"
dedi. "Ama ne yapabilirdim? Adamı gördünüz." Kimden bah-
settiğini biliyorduk. Adını telaffuz etmeye gerek yoktu. "Ne ya-
pabilirdim?" diye tekrarladı.
"İnanç duyabilirdiniz, Majesteleri," dedi Şaryon nazikçe.
90

KARÜKJLIÇin miR^sı
Kral Garald gülümsedi. Kapının önünde Saryon'a dönerek
. uzattı ve efendimin elini kavradı. "Duyuyorum, Peder. Si-
ze inanıyorum."
Şaryon bu cevap karşısında o kadar şaşırmıştı ki gülümse-
rini saklayamadım. Garald dimdik, omuzlarını arkaya atarak
vürüyüp gitti; hükümdar havası vardı onda. General Boris li-
muzinde bekliyordu. Kevon Smythe çoktan gitmişti.
Şaryon ve ben telaşla içeri girdik, röportaj için şamata eden
gazetecilerden kılpayı kaçtık. General'in yardımcısı basınla ba-
şetme konusunda becerikliydi ve gazeteciler bizim için fazla
sorun yaratmadı. Yalnızca tek bir pencereyi kırdıktan ve çiçek
tarhlarını ezdikten sonra bizi rahat bıraktılar. Pek çoğunun Ba-
yan Mumford'la görüştüğünü gördüm.
Sanırım yaşlı bir rahibin doğumgünü kutlaması zaman ve
para harcanmasına değer görülmüyordu. Doğru hikayeyi bil-
selerdi eve akın ederlerdi.
General'in başka bir yardımcısı çalışma odasında, telefon-
daydı, Thimhallan yolculuğumuzu teyit ediyor, ayarlamaları
güncelleştiriyordu.
Şaryon koridorda bir an durdu. Yüzündeki ifadeyi fark
ederek koluna dokundum ve dikkatini çektim.
"Doğru şeyi yaptınız," diye işaret ettim ve onu biraz neşe-
lendirmeyi umarak, korkarım biraz takılarak "İnanç duymalısı-
nız," diye ekledim.
Gülümsedi, ama solgun bir gülümsemeydi. "Evet, Reuven.
İnanç duymalıyım."
İçini çekerek başını eğdi, yolculuk için hazırlanmak üzere
odasına girdi.
91

7
Gözetçiler Thimhallan Sının'nı yüzyıllardır koru-
yorlardı. Uykusuz geceler ve kasvetli günler boyunca,
büyülü alemi Öte'de her ne var ise ondan ayıran sınır-
da nöbet tutmak onların zorunlu görevleriydi.
Öte'de ne vardı?
KARAKIUÇIN ZAFERİ
Yolculuğun detaylarını size aktarmayacağım, sanırım tüm
diğer gezegenlerarası uçuşlarla aynıydı, yalnız biz askeri koru-
malar eşliğinde, askeri bir gemideydik. Benim için yolculuk il-
ham ve heyecan vericiydi. Bu benim yalnızca ikinci uçuşum-
du ve açık açık hatırladığım ilk uçuşum. Thimhallan'dan ayrıl-
mam ve mülteci gemileıtndeki yolculuğuma ilişkin belirsiz
anılarım vardı.
Şaryon, yapacak işleri olduğu bahanesiyle odasından çık-
madı. Sanırım bahsetmeyi ihmal ettim, ışık-dalga parçacıkları
ya da öyle bir şey hakkında matematiksel bir teori geliştiriyor-
du. Matematiğe eğilim duymadığımdan bu konuda pek az bil-
gim vardı. O ve öğretmeni tartışmaya başladıkları zaman şa-
kaklarım zonklamaya başlar, memnunlukla yanlarından ayrılır-

KARAKJLIÇin MİRASI
Şaryon bu teori üzerinde çalıştığını iddia ediyordu, ama
ve ihtiyacı olup olmadığını görmek için ne zaman odası-
irsem onu lomboz deliklerinden, yanımızdan kayıp geçen
ldızlan izlerken buluyordum.
Merilon'daki hayatını yeniden yaşadığını tahmin ediyor-
dum Belki bir kez daha peri kraliçesinin sarayında ya da Öte
sınırında bir taş heykel olarak duruyor oluyordu. Geçmiş onun
için hem acı, hem de mutluluk vericiydi. Yüzündeki ifadeye
bakıyor, yüreğim ağrıyarak sessizce çekiliyordum.
Yeryüzü'nden onun ve benim Thimhallan olarak bildiğimiz
dünyaya, yirmi senelik aradan sonra gelen ilk gemiden indik.
Elbette istasyona erzak bırakıp hemen ayrılan gemileri, Duuk-
tsarithleri ve Teknobüyücüleri taşıyan, gizlice gelen gemileri
saymıyorum.
Gemi indikten sonra Şaryon odasında o kadar uzun süre
yalnız kaldı ki kararını gözden geçirdiğini ve Joram'la konuş-
mamaya karar verdiğini düşünmeye başladım. Generalin yar-
dımcısı son derece endişelenmişti ve hem General Boris, hem
Kral Garald'la panik dolu görüşmeler yaptı. İmgeleri ekran-
daydı, tartışmaya ve yalvarmaya hazır bekliyorlardı, ki Şaryon
belirdi.
Takip etmem için işaret ederek tek laf etmeden yardımcı-
nın yanından geçti. Ekranlara bakmadı bile. Gemide o kadar
hızlı ilerledi ki ikimiz için birkaç gerekli eşya koyduğum sırt
çantasını kapıp peşinden seğirtmeye ancak zaman bulabildim.
Yüzündeki mutlu ifadeye bakılırsa Şaryon temiz çorap, şi-
şe suyu ve traş takımları gibi şeyleri hatırlayabilecek durumda
değildi. İkimiz için de hazırlanmayı düşünebildiğim için şük-
ran duyarak sırt çantasını omzuma taktım ve kapağa ulaştığın-
da hemen arkasındaydım.
93

rflAR£ARjf U/EIS & f RACY HlCKJHAn


Ne tür şüpheler beslemiş olursa olsun, hepsi kaybolmuştu
Sorumluluğunun ağırlığı, hatta geçen yılların ağırlığı üzerinden
kalkmıştı. Bu efendim için bir düşün gerçekleşmesinden de
fazlasıydı. O düş kurmaya hiç cesaret edememişti. Bu görüş-
menin gerçekleşeceğini hiç düşünmemişti. Kendine dayattıg!
sürgün yüzünden Joram'ı sonsuza dek kaybettiğini düşünmüş-
tü.
Kapak açıldığı zaman Şaryon kapıdan dışarı fırladı ve
cüppesi çılgınca bileklerinde dalgalanarak rampadan aşağı se-
ğirtti. Dengemi kaybetmeme sebep olan ağır sırt çantasıyla sa-
vaşarak arkadan koşturdum. Rampanın dibinde araştırma is-
tasyonundan bir grup tarafından karşılandık. Şaryon onlan ez-
memek için durmak zorunda kaldı.
Ama onlara pek dikkat etmedi; aç bakışlan başlarının üze-
rinde, ötedeki topraklara kaydı, bir zamanlar, onun bildiği
şekliyle, büyülü, koruyucu sislere sarınmış topraklar. Sis yok
olmuştu. Arazi şimdi herkesin görebilmesi için çırılçıplak uza-
nıyordu.
Şaryon görmeye çalıştı, anayurdundan hatırladıklarını gör-
meye çalıştı. Başını kaldırarak grubun başlarının üzerinden
uzandı, birkaç kısa ve genel olarak anlaşılmaz cümle söyledi
ve sonunda nazik davranma çabasını da boşverdi. Kumanda-
nı ve iletmeye çalıştığı acM mesajı cümlenin yarısında bıraktı
ve yürüyüp gitti.
Şaryon taşlar saçılmış zeminde, doğduğu topraklara doğru
yürüdü.
Üs kumandan peşinden gidecek oldu, ama efendimin yü-
zündeki gözyaşlarını görmüştüm. Araya girdim, vurgulu işaret-
lerle Saryon'un yalnız kalmak istediğini belirttim. General'in
yardımcısı yanımıza gelmişti. O, kumandan ve ben kalışımız
94

KARftKJLIÇin rriiRası
• in gerekli planlan yaptık.
* "Anlamasını sağlamak zorundasınız," dedi üs kumandanı
nlık içinde. "Rahibe anlatmaya çalıştım, dün istasyonu bo-
İtmak İÇİn ermr aldık. Bu yüzden oyalanmayın. Rahibe tatile
elmediğini hatırlatın. Son gemi yetmiş iki saat sonra kalkıyor."
Sok içindeydim. Adama bakakaldım. Adam sözsüz sorumu
anladı.
"Evet. Hch'nyvler o kadar yakın," dedi sertçe. "Sizi, tutsağı
ve ailesini buradan götüreceğiz. Sanırım siz ve rahip aklını ba-
şına toplamasından sorumlusunuz, hı?
"Eh, size imrenmiyorum." Kumandan bakışlarını uzak tepe-
lere çevirdi. "O Joram... bana sorarsanız delirmiş. Senatör
Smythe'i kurtarmak için oraya çıktığımızda vahşi bir adam gi-
biydi. Sebebi olmadığından değil, kabul. Yine de, hiçbir zarar
verilmemişti ve Joram zavallı senatörün tepesine dikilmiş,
yumruklarını sıkmış, canını alacakmış gibi duruyordu. Ve ka-
rısının ve kızının iyi olup olmadığını sorduğumda bana öyle
bir bakış fırlattı ki! O siyah gözlerle durduğum yerde kızarta-
caktı beni. Ailesinin sağlığının beni hiç ilgilendirmediğini söy-
ledi. Hayır, bayım. Size ve rahibe imrenmiyorum. Ben silahlı
korumalar almanızı öneririm."
Şaryon söz konusu olduğunda, bunun olasılıkdışı olacağı-
nı biliyordum, General'in yardımcısı da aynı fikirdeydi.
"Çok yol gitmeleri gerekmeyecek, ayrıca Katalist bu top-
rakları tanıyor," dedi kadın üs kumandanına. "Rahip, Joram'ın
eski dostu. Tehlikede olmayacaklar. Ve hava taşıtında iletişim
aygıtları olacak, öngörülemeyen bir duruma düşerlerse onları
kullanabilirler."
Kadın bunu söylerken, tepkimi görmek için yan yan bana
baktı. O zaman korumalarımız olacağını anladım... görünme-
9S

ITIARCARET U/EIS & tRACY HlCKmAIT


yen türden. Belki zaman kıvrımlarında gizlenmiş Duuk-tsa-
rithlet bizi koruyor olurdu.
"Ya sürücü?" diye sordu kumandan.
"Ben süreceğim..." diye başladı yardımcı.
Başımı şiddetle iki yana salladım ve kendi göğsüme vur-
dum. El bilgisayarıma, Ben süreceğim, yazdım.
"Sürebilir misin?" diye sordu yardımcı bana, açık bir kuş-
kuyla.
Evet, diye yanıt verdim cesurca, ki bu hemen hemen doğ-
ruydu.
Bir zamanlar, bir kez araba sürmüştüm, bir eğlence parkın-
da ve nasıl yapılacağını anlamış gibiydim. Kafamı karıştıran ve
biraz dengesiz sürmeme sebep olan, üzerime üzerime gelen
diğer arabalar olmuştu. Güneş sisteminin bu taraflarındaki tek
> hava taşıtı benimki olursa, oldukça güvenli süreceğimi düşü-
nüyordum
Dahası -yazdıklarımı görebilmesi için bilgisayarı yardımcı-
ya gösterdim- yanımızda kimsenin gelmesine izin vermeyece-
ğini biliyorsunuz.
Kadın biliyordu ve bundan hiç hoşlanmıyordu. Bütün bun-
ların ayarlanmış olduğunu tahmin ediyordum... hava taşıtı, de-
mek istiyorum. Kadının bize şoförlük etmesi ve bu arada bize
gözkulak olması, raporlar vermesi düşünülmüştü.
Yeterince casusunuz yok mu? diye düşündüm acı acı, ama
söze dökmedim. Bu turu ben kazanmıştım ve yüce gönüllü
olabilirdim.
"İletişim halinde olun," diye uyardı üs kumandanı. "Düş-
manla ilgili koşullar değişebilir. Muhtemelen daha iyiye doğru
değil."
Yardımcısı General'e şikayetlerde bulunmak üzere gemiye
96

KaRftKJLiçm miRASi
Shndü. Üs kumandanı hava taşıtma kadar bana eşlik etti, o şe-
. kullanılması hakkında çabuk bir ders verdi... kafamı tama-
men karıştırmaktan başka işe yaramayan bir ders. Sırt çantası-
nı arka koltuğa attım ve hava taşıtını bırakıp hevesle uzak dağ-
lara doğru yürümeye başlamış Saryon'u almaya gittim.
Daha altı adım atmamıştım ki üs kumandanı arkamdan ses-
lendi. Döndüğüm zaman yerden bir şey aldı.
"Alın." Kumandan nesneyi bana uzattı. "Rahip bunu düşür-
dü."
Saryon'un deri kesesini uzattı, Thimhallan'dan getirdiği bir-
kaç nesneden bin. Onu çok iyi hatırlıyordum, çünkü çalışma
odasında şerefli bir yere sahipti, çalışma masasının yanındaki
sehpaya dikkatlice yerleştirilmişti. Saryon'un Joram ya da geç-
miş hakkında düşüncelere daldığını hep anlardım, çünkü eli-
ni keseye koyar, parmaklan yıpranmış deriyi okşardı.
Keseyi yanında getirmesini dokunaklı buldum, belki de ye-
niden adanacak kutsal bir andaç olarak getirmişti. Ama nasıl
dikkatsizce yere düşürmüş olabileceğini düşünemiyordum...
keseye o kadar değer veriyordu. Kumandana teşekkür ederek
keseyi sırt çantasının yanına, arka koltuğa yerleştirdim. Sonra
efendimi getirmeye gittim.
"Hava taşıtı," dedi ve bana keskin bir bakış fırlattı. "Peki
kim sürecek?"
"Ben, efendim," diye işaret ettim. "Ya böyle olacak ya da
General'in yardımcısı şoförlüğümüzü yapacak ve yanımızda
bir yabancının olmasından hoşlanmayacağınızı biliyordum."
"Bir ağaca yapışmaktansa o seçeneği tercih ederim," dedi
Şaryon sinirle.
"Daha önce hava taşıtı sürdüm, efendim," diye karşılık ver-
dim.
97

UlAReARJt U/EIS ft ÎRACY HlCKBIAn


"Bir eğlence parkında!" diye terslendi Şaryon.
Heyecanı içinde, bunu unutmuş olmasını umuyordum. An-
laşılan unutmamıştı.
"Gidip General'in yardımcısını bulayım, efendim," dedim
işaret diliyle ve gemiye döndüm.
"Dur, Reuven."
Arkama baktım.
"Sen... gerçekten o aletlerden birini sürebilir misin?" Hava
taşıtına endişeli bir bakış fırlattı.
"Şey, efendim." Gevşedim, gülümsedim ve omuzlarımı silk-
tim "Deneyebilirim."
"O zaman, tamam," dedi.
"Yolu biliyor musunuz?" diye sordum. "Nereye gidiyoruz?"
Yine manzaraya, ufuktaki, zirveleri karla kaplı dağlara baktı.
"Oraya," dedi. "Kaynak'a. Yaşam Kuyusu'nun yok olmasıy-
la dünyanın üzerinde kopan fırtınalardan sonra ayakta kalan
tek bina. Joram ve Gwendolyn oraya sığındılar ve Kral Ga-
rald'a göre hâlâ orada yaşıyorlar."
Hava taşıtma doğru yürümeye başladık. "Yetmiş iki saati-
miz var," dedim ona, "son gemi gitmeden önce."
Benim kumandana fırlattığım aynı şok geçirmiş bakışlarla
baktı. "Zaman o kadar kısa mı?"
"Evet, efendim. Ama eminim o kadar zaman almaz. Tehli-
keyi Joram'a açıkladığınız zaman..."
Şaryon başını iki yana salladı. Ona üs kumandanının Jo-
ram'ın deli olduğuna dair sözlerini aktarıp aktarmamayı dü-
şündüm, sonra bunu kendime saklamaya karar verdim. Efen-
dimin endişelerine yenilerini eklemek istemiyordum. Kitap
hakkındaki araştırmalarım Joram'ın manik-depresif olduğuna
işaret ediyordu ve yalıtılmış bir hayat yaşamanın, Teknobüyü-
98

Kf>RAKlLiçın niiRası
• gelişinin yarattığı gerilimin onu kırılma noktasına taşı-
iLL düşünüyordum.
Arabaya ulaştığımız zaman Şaryon için kapıyı açtım ve ar-
koltuktaki keseyi gördüm. Ona işaret ettim.
"Düşürmüşsünüz," dedim. "Üs kumandanı buldu."
Şaryon keseye şaşkın şaşkın baktı. "Düşürmüş olamam.
Getirmedim ki? Neden getireyim?"
"Sizinki mi?" diye sordum, belki de üsteki birine ait oldu-
ğunu düşünerek.
Şaryon keseyi yakından inceledi. "Benimkine çok benzi-
yor. Belki daha yeni, o kadar yıpranmış değil. Tuhaf. Böyle bir
şey üsteki birine ait olamaz, çünkü yirmi yıldır böyle bir şey
yapılmadı! Benim olmalı, ama... Mmmm. Ne tuhaf."
Ona dalgın ve kafası karışmış olduğunu, belki de onu ge-
tirdiğini, ama hatırlamadığını hatırlattım. Aynı zamanda daha
önce de hafızasının onu yanılttığına işaret ettim... okuma göz-
lüklerini nereye koyduğunu unutup duruyordu.
Haklı olduğumu neşeyle kabul etti ve keseyi almanın ak-
lından geçtiğini, ama onu kaybetmekten korktuğunu itiraf et-
ti. Her zamanki yerine geri koyduğunu sanmıştı.
Kese arka koltukta kaldı. Arabaya girdik ve düşüncelerim
kumandanın bu aracın kullanılması hakkında söylediklerine
odaklandı. Deri keseyi bulmamız tamamen aklımdan çıktı.
Şaryon yolcu koltuğuna yerleşti. Emniyet kemerini takma-
sına yardım ettim, sonra kendiminkini bağladım. Endişe için-
de, daha fazla güvenlik önlemi olup olmadığını sordu ve ben,
hissettiğimden daha büyük bir güvenle, bu kadannın yeterli
olacağını söyledim.
AÇMA düğmesine bastım. Hava taşıtı mırıldanmaya başla-
dı.
99

UlARCARjf U/EIS & îRACY HlCKJflAn


JET yazılı düğmeye bastım. Mırıltı yükseldi, sonra jetlerin
hışırtısı geldi. Hava taşıtı yükseldi. Şaryon sıkı sıkı kapı kulbu-
nu tutuyordu.
Her şey düzgün gidiyordu. Şaryon konuştuğunda araç hâ-
lâ yükseliyordu. "Çok yüksekten gitmiyor muyuz?" diye sordu
çatlayan bir sesle.
Başımı iki yana salladım ve direksiyonu tutarak, arabayı
durdurmayı düşünerek ittirdim.
Direksiyon beklediğimden çok daha'hassastı, eğlence par-
kındaki arabanın direksiyonundan kesinlikle daha hassas. Ara-
ba ileri atıldı ve büyük bir hızla doğrudan yere yöneldi.
Direksiyonu geri çekerek burnu kaldırdım. Aynı anda, iste-
meden gücü artırdım ve yükseldik, öne sıçradık, ani itiş kafa-
larımızın sallanmasına sebep oldu.
"Almin bizi koru!" diye inledi Şaryon.
"Buna amin derim, Peder," dedi mezardan gelmiş gibi bir
ses.
Şaryon bana bakakaldı, sanırım sarsıntıyla konuşma yete-
neğimi kazandığımı düşünmüştü. Başımı şiddetle iki yana sal-
ladım ve çenemle -ellerimle direksiyonu öyle sıkı kavramıştım
ki, bırakmaya cesaret edemiyordum- sesin arka koltuktan gel-
diğini işaret ettim.
Şaryon dönüp baktı. »
"O sesi tanıyorum," diye mırıldandı. "Ama olamaz!"
Ne bekliyordum, bilmiyorum... Duuk-tsarithlen, sanırım.
Hava taşıtını nasıl durduracağımdan çok emin olmadığımdan
sürmeye devam ettim ve sonunda istikrar kazandırmayı başar-
dım. Aynaya hızlı bir bakış fırlattım.
Arka koltukta kimse yoktu.
"Agh! Yani!" Aksi bir sesti. "Bu kocaman, pis kokulu çanta
ıoo

KARAKJLIÇin rriiRası
eme düştü. Fena halde büküldüm."
Şaryon çılgınca arka koltukta aranıyordu ve sonra elleriyle
yoklamaya başladı. "Nerede? Ne?"
Sonunda hava taşıtını durdurmayı başardım. Jetleri çalışır
durumda bıraktım ve havada süzülmeye başladık. Arkaya uza-
narak sırt çantasını kenara ittim.
"Fena halde teşekkürler," dedi deri kese.

8
"Bırakırı da soytarınız olayım, efendim. Mutlaka bir
soytarıya ihtiyacınız olacak, sizi temin ederim."
"Neden, soytarı?" diye sordu Joram, gözlerinde bir
yarım gülümsemeyle.
"Çünkü yalnızca bir soytarı gerçeği söylemeye cesa-
ret eder," dedi Simkin.
KARAKILIÇIN DÖVÜLÜŞÜ
"Simkin!" Şaryon yutkundu. "Bu sen misin?"
"Etiyle ve kemiğiyle. Derisiyle, demek daha doğru olur,"
diye yanıt verdi kese.
"Olamazsın," dedi Şaryon, sesi sarsılmış çıkıyordu. "Sen...
sen öldün. Cesedini gördüm."
"Hiç gömülmedim," diye yanıt verdi kese. "Ciddi bir hata.
Kazık gerekirdi. Tam yüreğe. Ya da gümüş mermi ya da topu-
ğa bir çobanpüskülü dalı. Ama herkes son birkaç günde o ka-
dar meşguldü ki, dünyayı yıkmak için falan, nasıl gözden kaç-
tım, anlayabiliyorum."
"Saçmalığı kes." Saryon'un sesi sertti. "Eğer sensen, kendi-
ne dön. İnsan haline, demek istedim. Bunu oldukça rahatsız

KARAKILIÇin ITIİRftSI
. uuiuyorum. Bir... deri bir keseyle konuşmak!"
«Ah bu biraz sorun olabilir." Kese kıvrandı, deri bağcıkla-
dır olabilecek bir tavırla kendi üstüne kıvrıldı. "Öyle gö-
0 utanv w
• üvor ki, artık bunu yapamıyorum. İnsan olamıyorum. Hü-
eri unutmuşum. Ölüm insandan çok şey götürüyor, bilirsin,
ecen gün sevgili dostum Merlyn'e de öyle diyordum. Merlyn'i
hatırlıyor musun? Merilon'un kurucusunu? Hünerli bir sihirbaz,
ama bazılarının inandığı kadar iyi değil. Ünü tamamen basın
temsilcisinin başarısı, elbette. Hem de ismini y harfiyle yazı-
yorlar! Yani... ne kurum ama! Ama zaten, mavi-beyaz yıldız
payetli bir bornoz giyerek dolaşan biri..."
"Israr ediyorum." Şaryon kararlıydı, kesenin konuyu değiş-
tirmek için gösterdiği ümitsiz çabayı duymazdan geldi. Elini
deri keseye uzattı. "Hemen. Yoksa seni pencereden dışarı ata-
rım."
"Benden o kadar kolay kurtulamazsın!" dedi kese serinkan-
lılıkla. "Ne olursa olsun seninle geliyorum. Ne kadar sıkıcı ol-
duğunu hayal bile edemezsin! Eğlence yok, hiçbir şey yok.
Beni dışarı atarsan," diye uyardı kese, Saryon'un eli yaklaşır-
ken, "bu büyüleyici aracın motorunun parçalarından birine
dönüşürüm. Üstelik makine parçaları hakkında pek az bilgim
var," diye ekledi, sonradan aklına gelmiş gibi.
Cansız sandığım bir nesnenin konuşmasının yarattığı şok-
tan kurtulmuş, Simkin'e büyük ilgiyle bakıyordum. Yazdığım
onca hikaye içinde en çok merakımı Simkin'le ilgili olanlar
çekmişti. Şaryon ve ben dostça bir tavır içinde Simkin'in tam
olarak ne olduğunu tartışmıştık.
Ben olağanüstü güçlere sahip Thimhallanlı bir sihirbaz ol-
duğunu savunmuştum... Mozart'ın müzik dâhisi olması gibi,
bir büyü dâhisi. Buna karmaşık bir yaradılış, macera ve heye-
103

ITlARSARff U/EIS ft ÎRACY HlCKJHAn


can tiryakiliği, benmerkezci, sığ bir kişilik eklenince, portakal
rengi bir eşarbın düşürülmesiyle dostlanna ihanet eden bir
adam çıkıyordu ortaya.
Şaryon bütün bunların doğru olduğunu, büyük olasılıkla
haklı olduğumu kabul etmişti; ama yine de kuşkuları vardı.
"Simkin hakkında, teorinin çözmediği bazı konular var,"
demişti Şaryon bir kez. "Ben onun yaşlı olduğunu düşünüyo-
rum, çok yaşlı, hatta belki Thimhallan kadar yaşlı. Hayır, bu-
nu kanıtlayamam. Yalnızca bahsettiği şeylere dayanarak, his-
settiğim bir şey. Ve yaptığı büyülerin olanaksız olduğunu bili-
yorum, Reuven. Matematik olarak olanaksız. Kendini bir çay-
danlığa ya da kovaya dönüştürmek için yüz katalistten alaca-
ğı Yaşam'dan daha fazlasına ihtiyaç duyar. Ve Simkin bu bü-
yüyü, senin deyişinle, portakal rengi bir eşarbı düşürmek için
gereken zamanda yapıyordu! Teknoloji alemi istila ettiğinde
öldü."
"O zaman siz onun ne olduğunu düşünüyorsunuz?" diye
sormuştum.
Şaryon gülümsemiş, omuzlannı silkmişti. "Kesinlikle en
ufak bir fikrim bile yok."
Efendim keseyi almak üzereydi.
"Seni uyarıyorum!" dedi Simkin. "Karbüratör! Ne olduğu ya
da ne yaptığı konusunda hiçbir fikrim yok, ama ismi hoşuma
gitti. Bana parmağını sürecek olursan karbüratöre dönüşür..."
"Endişelenme, seni dışarı atmayacağım," dedi Şaryon ılımlı
bir tavırla. "Tam tersine, seni güvenli bir şekilde taşıyacağım...
normalde kesemi taşıdığım yerde belimde. Cüppemin altında.
Derimin yanıbaşmda."
Kese öyle anilikle kayboldu ki kendimi duyulanından şüp-
he ederken, gerçekten de onu görüp görmediğimi, duyup
104

K^RâKJLIÇln rriİRftsı
madiğim1 merak ederken buldum. Onun yerine, hava taşı-
dı rka koltuğunda solgun, madde sahibi gibi görünmeyen
tının <"iv ......
bir genç adam imgesi belirdi.
Hayalet gibi değildi. Okuduklarıma bakılırsa hayaletler da-
ı a maddesel görünürmüş. Tarif etmek güç, ama Simkin'in su-
luboya resminin yapıldığını, sonra üzerine su döküldüğünü
düşünün. Semavi, saydam, arkasındaki manzarada kaybolu-
yordu ve orada olduğunu biliyor olmasanız fark etmezdiniz.
Üzerindeki tek renk, meydan okurcasına parlayan bir portakal
rengi lekeydi.
"Bak ne hale geldim!" Simkin hüzünlüydü. "Eski benliği-
min gölgesi. Peki bu sessiz arkadaşın kim, Peder? Dilini kedi
mi yedi? Marchbank Kontu'nu hatırlıyorum. Bir kez dilini ke-
di yemişti. Kont öğle yemeğinde ton balığı yemiş. Ağzı açık
uyuyakalmış. Kedi odaya girmiş, ton balığı kokusunu almış.
Korkunç bir manzaraydı."
"Reuven dil..." diye başladı Şaryon.
"Bırak kendi adına konuşsun, Peder," diye sözünü kesti
Simkin.
"Dilsiz," diye bitirdi Şaryon. "O dilsiz. Konuşamaz."
"Nefesini lapa soğutmak için saklıyor, hı? Epey soğuk lapa
yiyordur. Bu parmak oynatmalar. Bir anlamı var, sanırım?"
"O işaret dili. O şekilde iletişim kuruyor. Tek yolu," diye
düzeltti Şaryon.
"Ne eğlenceli," dedi Simkin esneyerek. "Yani! Hareket ede-
bilir miyiz? Seni bir kez daha görmek çok güzel, falan, Peder,
ama hep biraz can sıkıcı oldun. Joram'ı yine görmeye can atı-
yorum. Çağlar geçti. Kısaca çağlar."
"Joram'ı görmedin mi? Bunca zaman?" Şaryon şüpheliydi.
"Şey, 'görmek' var, bir de 'görmek' var," dedi Simkin konu-
IOS

fflAReflRft U7EIS ft ÎRACY HlCKjnAn


dan kaçmırcasına. "Uzaktan 'görmek', en iyi haliyle 'görmek'
eldeki işi 'görmek', birinin uzun bir yolculuğa çıktığını '05..
mek'. Sanırım aslında Joram'ı 'gördüğüm' söylenebilir. Diğer
yandan, onu hiç 'görmedim', eğer ne demek istediğimi arılı-
yorsan.
"Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse," diye ekledi, iki-
mizin de kafasının karıştığım görerek, "Joram hayatta olduğu-
mu bilmiyor. Kelimenin tam anlamıyla."
"Bizimle gelmek istiyorsun, seni Joram'a götürmemizi isti-
yorsun," dedi Şaryon.
"Harika bir yeniden buluşma!" Simkin hevesliydi. "Senin
dindar arkadaşlığınla, Peder, karanlık ve kaprisli dostumuz so-
na doğru ona oynadığım zararsız şakayı unutmaya razı olabi-
lir."
"Ona ihanet ettiğin zamanı mı? Onu öldürme planı yaptı-
ğın zamanı mı?" dedi Şaryon sertçe.
"Her şey sonunda yoluna girdi!" diye itiraz etti Simkin. "Ve
ben olmasam girmezdi, biliyorsun."
Şaryon ve ben bakıştık. Simkin'in de bildiği gibi başka hiç-
bir seçeneğimiz yoktu. Ya onu yanımızda götürecektik ya da
dışan atacaktık ve büyüsü zayıflamış olsa da, akıllıca kanıtla-
dığı gibi şekil değiştirmekte hâlâ ustaydı.
"Pekala," dedi Saryon'aksi aksi. "Bizimle gelebilirsin. Ama
tek basmasın. Joram seninle ya da sana ne yapmayı seçer, ona
kalmış."
"Joram'ın seçimi..." diye tekrarladı Simkin yumuşak sesle.
"Duyduklarıma bakarak bana öyle geliyor ki... Merlyn öyle de-
dikoducu bir işgüzar ki... Joram'ın seçeneği kalmadı. Yani, ye-
niden keseye dönüşmemin sakıncası var mı? Bu şekli korumak
çok yorucu... nefes almak falan. Ama söz vermelisin, Peder,
106

KARftKJLIÇin HİİRÜSI
• derinin yanında taşımayacaksın!" Simkin ürperdi. "Alın-
peder, ama kuru erik gibi kırışmışsın."
"Toram'ın seçeneği kalmadı derken neyi kastediyorsun?" di-
e sordu Şaryon korku içinde. "Simkin! Ne... Almin alsın onu!"
Suluboya imge kaybolmuştu. Deri kese geri dönmüş, hava
taşıtının koltuğunda duaıyordu. Ve görünüşe göre dilini yut-
muştu. Benim kadar dilsiz olmuştu.
Şaryon ne dese desin, ne yaparsa yapsın konuşmaya ikna
edemedi onu.
Kese gerçekten konuştu mu, merak ettim. Ve konuşmamış-
sa, bu benim ne olduğum anlamına geliyordu? Sanrılar gören
biri mi? Bu nazik bir laf olurdu. Aynı huzursuz edici duygula-
rı yaşayıp yaşamadığını görmek için efendime baktım.
Keseye kesinlikle çok sert bir ifadeyle bakıyordu.
"Hareket etsek iyi olacak, Reuven," dedi Şaryon, sonra ke-
seye kaşlarını çatarak ekledi. "Zaten kıymetli zamanımızı har-
cadık."
Yüzyıllar boyunca Thimhallan'ı evrenin geri kalanından
ayıran, büyüyü evrenin geri kalanından ayıran Sınırtoprakları-
nı geçtik. Thimhallan'ın kurucuları tarafından yaratılan bir bü-
yülü enerji alanı, yani Sınır, insanların gitmesine izin vermiş,
ama geri dönmelerini ya da başkalarının gelmesini engellemiş-
ti. O Smır'ı geçen ve sonra geri dönen Joram olmuştu, ölmek-
te olan bir dünyanın Ölü çocuğu. İki alemi -büyülü ve tekno-
lojik alemleri- bir araya getiren o olmuştu. Ve ikisi bir gökgü-
rültüsünün şiddetiyle karşılaşmışlardı.
Hava taşıtını hızlandırmadığım zaman biraz beceriyle süre-
biliyordum, ama yolculuğumuz yine de rahatsızlık vericiydi ve
epey sarsılıyorduk. Hava taşıtlarıyla -ya da herhangi bir taşıt-
la- çok fazla deneyimi olmayan Şaryon sarsıntıları rüzgarlara
107

IHARCARJET U/EİS Ö ÎRACY HiCKjnAn


bağlıyordu. Utanarak söylüyorum, düşüncesini düzeltmedim
Simkin'e gelince, araba hareket eder etmez deri kese yere
kaydı. Sırt çantası üzerine yuvarlandı. Boğuk bir çığlık duy-
duk, ama Şaryon keseye ulaşamadı.
"Durayım mı?" diye ağzımı oynatarak sordum. Rüzgar hava
taşıtını bu şekilde sarsarken, durmaya gönülsüzdüm.
"Hayır. Haketti," dedi Şaryon.
Efendimin böyle intikamcı olabileceğini hiç düşünmemiş-
tim.
Artık işlemeyen kırmızı bir fenerin yanından geçtik. Şaryon
ona baktı, sonra arkamızda kaldığı zaman görmek için döndü.
"Bu alarm ışığı olmalı," dedi, yeniden önüne dönerek. Ka-
pının üstündeki tutamacı sıkı sıkı kavramıştı. "Karakoldakileri
Sınır'm aşıldığından haberdar etmek için kullanılan. Şimdi Taş
Gözetçileri göreceğiz. Ya da onlardan kalanları."
Bir zamanlar Sınır boyunca Gözetçiler olarak bilinen dev
heykeller dururdu, Sınır'ın bekçileri. Etleri taşa dönüştürülene,
.sonsuza dek dondurulana kadar canlı insanlardı. Dönüşüme
rağmen zihinleri canlı kalmıştı.
Saryon'un yazgısı da böyle korkunç olmuştu.
Daha önce hiç görmemiş olmama rağmen ulaştığımızda
bölgeyi tanıdım. Thimhallan'm son günlerinde şiddetli dep-
remler ve fırtınalar bölgeyi'süpürmüş, Gözetçileri düşürmüştü;
bekçilerin ruhları sonunda serbest kalmıştı. Şimdi parçalanmış
kalıntılar yere saçılmış, bazılan rüzgann süpürdüğü kumlarla
tamamen kaplanmıştı. Yığınlar mezarlığa benziyordu.
Saryon'un yüzünün acı dolu anılarla çarpıldığım görerek
arka iticilere daha fazla güç verip hızımızı artıracak, bu trajik
yerden hızla uzaklaşacaktım. Çabamı anlayan Şaryon beni en-
gelledi. Durmamı istemeyeceğini umuyordum, çünkü rüzgar,
108

KARAKJLIÇin MİRftSI
azalmış olsa da, hâlâ güçlüydü. Hava taşıtını durduracak
sam kontrolden çıkabilirdik. Kumlar hızla ön camımıza
çarpıyor- kapıları sarsıyordu.
"Biraz yavaşla, Reuven," dedi. Yanlarından geçerken uzun
n yomlara baktı. "Uyarılarını haykırdılar, ama kimse dinle-
medi. İnsanlar kendi hırsları, kendi planları ve entrikalarıyla,
seçmişten gelen sesleri duyamayacak kadar meşguldü. Acaba
simdi hangi sesler sesleniyor bize?" diye düşündü Şaryon. "Ve
acaba onları dinliyor muyuz?"
Düşünceler içinde sustu. Benim işittiğim tek ses hava taşı-
tının arka koltuğunun dibinden gelen hafif bir sesti. Kullandı-
ğı dil şok ediciydi. Neyse ki Şaryon jetlerin gürültüsünün üze-
rinden Simkin'i duyamıyordu ve hüzünlü düşünceleri kesilme-
di.
Sınır'ı arkada bıraktık, kum tepeleriyle dolu geniş araziyi
geçtik ve çimenliklere geldik. Şaryon boş boş çevreye bakıyor-
du ve- hiçbir şeyi hatırlamadığını, hiçbir şeyin ona tanıdık gel-
mediğini anladım. Yaşam Kuyusu'nun boşalmasını takip eden
yıkıcı zamanlarda arazinin değişmesi değil yalnızca, diye man-
tık yürüttüm. Efendim uzun zaman önce ölmüş Kahinlerin in-
şa ettiği, Thimhallan halkını bir zaman ve mekandan bir baş-
kasına hızla götüren büyülü Koridorları kullanarak yolculuk
etmeye alışıktı.
Aracı ufuktaki dağlara doğru sürmeye devam ettim, hede-
fimiz orasıydı, ama endişelenmeye başlamıştım. Ağır mavi-gri
bulutlar toplanıyordu; kenarlarında şimşekler ışıldıyor, topra-
ğa akıyordu. Rüzgar artıyordu. Thimhallan'ın ünlü fırtınaların-
dan biri yaklaşıyordu. Tek rehberim dağlardı ve şiddetli rüz-
gar yüzünden onlan gözden kaybedecektim. Hava taşıtı her
tür yön bulma aletiyle donanmıştı, ama ben nasıl kullanacağı-
109

ITlAReAREt U/EIS & f RACY HlCKJHAn


mı bilmiyordum.
Yanımıza şoför alma önerisini reddetmeme sebep olan
dürtüden acı acı pişman olmuştum. Fırtına başladığı zaman
hava taşıtını durdurmamız gerekecekti, yalnızca yolumuzu
kaybetmemek için değil, aynı zamanda bir ağaca ya da yama-
ca çarpmamak için. İleride yoğun ormanlık arazi vardı ve
onun ötesinde de alçak tepeler görülüyordu.
Bir rüzgar arabaya çarptı, bir metre kadar yana sürükledi.
Yağmur başladı, iri damlalar ön cama çarptı. Getirdiğimiz kü-
çük, hafif çadırı düşündüm ve başımı iki yana salladım. Kor-
kularımı ve kuşkularımı Şaryonla paylaşamıyordum, çünkü
benim sesim ellerimdi ve onları direksiyondan ayıramıyordum.
Yapacak tek şey vardı ve bu da fırtına kötüleşmeden geri
dönmekti. Gücü keserek arabayı yere indirdim. Şaryon merak-
la dönüp baktı. Hava taşıtı yere inince ona durumumuzu açık-
layacaktım, ama bana bakan gözleri aniden irileşti ve arkam-
da bir noktaya odaklandı. Hızla döndüm ve pencerede dikilen
hayalet karşısında irkilerek büzüldüm.
Neden şaşırdım, bilmiyorum. Buralarda olacaklarını bilme-
liydim.
Siyah cüppeli ve başlıklı Kollukçu bir hareket yaptı. Düğ-
meye dokundum, arabanm yan penceresi aşağı kaydı. Yağmur
yüzüme çarptı. Rüzgar saçlarımı gözüme doğru uçuşturdu. Öy-
le yüksek sesle uluyordu ki zar zor duyabiliyordum. Ama Du-
uk-tsaritti'm siyah cüppesi kuruydu, kıvamları kıpırtısız ve
yerli yerindeydi. Sanki bir hortumun ortasında duruyordu ve
biz, ondan birkaç santimetre ötede, fırtınanın dişleri arasınday-
dık.
Başlığını arkaya atınca Mosiah'ı tanıdım.
"Sen ne istiyorsun?" diye bağırdı Şaryon. Memnun görün-
ııo

KARAKJLIÇln irlİRftSI
müyordu.
«7aman harcıyorsunuz," dedi Mosiah. "Bu teknolojik ucu-
? bırakın. Büyü kullanırsanız bir an içinde Joram'ın yanına
vanrsınız."
Şaryon sorgularcasına bana baktı.
"Yolu bilmiyoruz, efendim," dedim ona işaret diliyle. "Fır-
lar daha da kötüleşecek. Körlemesine yolculuk edemeyiz.
Ve yalnızca yetmiş iki saatimiz var."
"Başka seçeneğimiz yok gibi," diye kabul etti Şaryon. "Bi-
zi oraya nasıl götüreceksin?"
"Koridorlardan," dedi Mosiah. "Aracı bırakmalısınız. Eşya-
larınızı yanınıza alın."
Kapıyı açtım. Rüzgar neredeyse elimden çekip koparacak-
tı. Anında sırılsıklam kesildim. Sırt çantasını almak için arka
koltuğa uzandım, yerden kaldırdım ve altında deri keseyi ara-
dım. En azından Simkin'den kurtulmak için bir fırsat olacaktı.
Deri kese kaybolmuştu.
Büyük kuruntular içinde sırt çantasını arka koltuktan çek-
tim. Çantanın içinde nasıl bir tuhaf nesne taşıyor olduğumu
merak ettim... belki bir çaydanlık.
Cüppesi zayıf bedeninin çevresinde dalgalanan Şaryon Mo-
siah'ın yanında duruyordu. Rüzgar yüzünden biraz güçlükle
çantayı omuzlarına astım.
"Deri kesemi getirdin mi?" diye bağırdı Şaryon.
"Hayır, efendim!" diye yanıt verdim. "Bulamadım."
"Ah, eyvah," dedi Şaryon, son derece endişeli göründü.
"Simkin'in nerede olduğunu bilmek, bilmemekten her zaman
daha iyidir," dedi bana alçak sesle.
"Bir şey mi kaybettiniz?" diye sordu Mosiah.
"Muhtemelen hayır," dedi Şaryon kasvetle. Yağmurun için-
III

rrİAReAREt U/EIS & ÎRACY HlCKJBAn


den Mosiah'a baktı. "Koridorlarda nasıl yolculuk edeceğim
Yok olduklarını sanıyordum!"
"Biz de öyle sanıyorduk," dedi Mosiah. "Thimhallan'ın ya
kımından sonra Koridorları aradık, ama bulamadık. Onları
destekleyen büyü yok olduğu için onları kaybettiğimizi dü-
şündük. Ama öyle görünüyor ki yalnızca yer değiştirmişler
arazinin değişmesiyle birlikte kaymışlar."
Şaryon kaşlarını çattı. "Bunun nasıl mümkün olabileceğini
anlamıyorum! Matematik açıdan mümkün değil! İtiraf etmeli-
yim, Koridorların nasıl işlediğini hiç bir zaman tam olarak bi-
lemedik, ama onları açmak için gerekli hesaplamalar..."
"Peder!" diye sözünü kesti Mosiah, eski zamanları yeniden
yaşarmış gibi gülümseyerek. "Bu hesaplamaları dinlemek çok

hoşuma giderdi, ama daha sonra. Artık gitmemiz gerekmez


mi?"
"Evet, elbette, afedersin. Zavallı Reuven iliklerine kadar ıs-
landı. Sana o ceketten daha kalın bir şey giymeni söylemiş-
tim," diye ekledi endişeyle. "Daha sıcak tutacak bir ceket ge-
tirmedin mi?"
Üşümediğimi, yalnızca ıslandığımı işaret ettim. Beyaz, bur-
gu desenli bir kazak, blucin ve üzerine ceket giymiştim. Ama
efendimi tanıyordum. Baştan ayağa kürklere sarınmış olsam
bile Şaryon yine de benini için endişelenirdi.
"Acele etmeliyiz, efendim," diye işaret ettim.
Hem yağmurdan kurtulmak istiyordum, hem büyüyü gör-
mek için hevesliydim.
"Koridor açmam gerekiyor mu?" diye sordu Şaryon. "Hatır-
ladığımdan emin değilim..."
"Hayır, Peder," diye yanıt verdi Mosiah. "Koridorları siz,
katalistlerin kontrol ettiği günler uzun zaman önceydi. Artık
112

KARftKJLIÇin mİR£SI
•vü bilen herkes kullanabiliyor onları."
Bir sözcük söyledi ve yağmurun, rüzgarın ortasında oval
boşluk açıldı. Boşluk uzadı ve sonunda içine girebileceği-
ı vüksekliğe erişti. Şaryon kararsızca Mosiah'a baktı,
rniz y
"Sen bizimle geliyor musun? Joram seni gördüğüne mem-
nun olacaktır."
Mosiah başını iki yana salladı. "Sanmıyorum. Üşütmeden
Koridora girin." Bana döndü. "Başta korkutucu duygular his-
sedeceksin, ama kısa süre sonra geçecek. Sakin kal."
Şaryon boşluğa girecek oldu, sonra durdu. "Bizi nereye gö-
türecek?"
"Kaynak'a, Joram'ın yaşadığı yere."
"Emin misin? Merilon'daki yıkık bir şatoda bulmak istemi-
yorum kendimi..."
"Eminim, Peder. Koridorların kaydığını söyledim. Artık bir
tekerleğin çubukları gibi, hepsi Kaynak'a gidiyor."
"Ne tuhaf," dedi Şaryon. "Ne kadar tuhaf."
Boşluğa girdi. Mosiah'm teşvikiyle, neredeyse topuklarına
takılarak efendimi takip ettim. Ama onu hemen gözden kay-
bettim. Koridor çevremde kapandı, sanki beni hiçliğe bastırdı.
Sıkışmış, boğulmuş hissettim, nefes alamıyordum.
Sakin kal...
Mosiah için söylemek kolaydı! Boğulan o değildi! Nefes al-
maya çalıştım, kendimi kurtarmaya çalıştım. Boğuluyor, ölü-
yor, bilincimi kaybediyordum...
Sonra aniden Koridor açıldı, karanlık odada aralanan bir
perde gibi parlak güneşışığını içeri aldı. Nefes alabiliyordum.
Bir dağın tepesindeydim. Hava soğuk ve tazeydi. Yağmur yağ-
mıyordu. Fırtına bulutlan altımızdaki vadilerdeydi.
Mavi gökyüzüne baktım ve beyaz, kayıp geçen bulutları
113

rriARPARjî U/EİS EC TRACY HıcumAn


gördüm. O kadar yakın görünüyorlardı ki birini yakalayabilin
misim gibi hissettim.
Şaryon yanımda durmuş, uzun süreden sonra acılı ve ke-
yifli anıların oluştuğu bir yere dönmüş birinin hevesli, özlern
dolu, aç bakışlarıyla çevreye bakmıyordu. Eskiden dev bir ka-
le şehri olan şeyin surlarında duruyorduk.
Başım iki yana salladı, biraz sersemlemiş görünüyordu.
"Onca şey değişmiş," diye mırıldandı. Yaklaştı, kolumu tutup
işaret etti, "Orada, yukarıda, dağm zirvesinde... dağın zirvesin-
den yapılmış... katedral duruyordu. Gitmiş. Tamamen yok ol-
muş. Biz gittikten sonra yıkılmış olmalı. Hiç bilmiyordum."
Dağın yamacına saçılmış yıkıntılara baktı, sonra döndü ve
farklı bir yöne baktı. Hüznü biraz dağıldı. "Üniversite hâlâ ora-
da. Bak, Reuven. Dağın yan tarafındaki bina. Thimhallan'm
her yerinden büyücüler orada çalışmak, sanatlarını mükem-
melleştirmek için gelirlerdi. Orada matematik öğrenimi gör-
düm. Ne mutlu saatlerdi!"
Dağın içine tüneller ve koridorlar oyulmuştu. Kilise'nin iş-
leri orada yapılıyor, katalistler dağın içinde yaşıyor, çalışıyor,
zirvesinde ibadet ediyorlardı. Dağın derinliklerinde Yaşam Ku-
yusu, Thimhallan'm büyüsünün kaynağı vardı, ama artık boş,
kırıktı.
Aniden aklıma, Joram ve Karakılıç olmasa o koridorlarda
yürüyen, önemli biri tavırlarıyla, Kilise'nin işleri peşinde koş-
turan bir katalist olacağım geldi. Sanki bir perde açılmış, gü-
neşışığında başka bir yaşama ait görüntüler görmeme izin ver-
miş gibi kendimi orada hayal edebiliyordum. O pencereden
dışarı baktım ve kendimi bana bakarken gördüm.
Şaryon geçmişini görüyordu. Ben şimdiki ânı görüyordum.

Heyecan verici ve sinir bozucuydu, ama son derece tatminkar-


114

KARAKjLIÇin MİRASI
R raSı doğduğum yerdi. Ben bu dağın, kumların, ağaçla-
öwüzünün parçasıydım. Gevrek havadan derin bir nefes
' ve moralimin yükseldiğini hissettim. Ve nasıl yapacağı-
ndın*
ölmememe rağmen, sanınm -o anda- çevremdeki dünya-
, yaşam çekebilir, onu bedenimde odaklayabilir, sonra dı-
şarı akıtabilirdim.
Bir ses düşüncelerimden sıyrılmama sebep oldu. Efendim
İçin duyduğum endişe gerçekliğe dönmemi sağladı.
Şaryon başını eğmiş, duruyordu. Elini çabucak gözlerinden
geçirdi.
"Boşver," dedi, onu teselli edecek olduğumda. "Boşver. En
iyisi buydu, biliyorum. Yok olan güzellik için ağlıyorum, o ka-
dar. Daha fazla süremezdi. Çirkinlik onu altederdi ve Camelot
gibi yok edilir, geri getirilemeyecek şekilde kaybolurdu. En
azından halkımız hâlâ hayatta, onların anıları hayatta ve ara-
yanlar için büyü hayatta."
Ben aramamıştım, ama yine de o gelmişti. Bu topraklara
yabancı değildim. Ben onu haürlayamasam da o beni hatırlı-
yordu.
Şaryon gibi, ben de eve dönmüştüm.
115

9
"Joram'a koşacağım ve o beni kollarına alacak ve
sonsuza dek beraber olacağız..."
GWENDOLYN; KARAKILIÇIN YAZGISI
"Yani!" dedi aksi bir ses sırt çantasından. "Siz ikiniz bütün
gün durup birbirinizin omzunda ağlayacak mısınız? Can sıkın-
tısından ölüyorum... Uberville Dükü de aynı hazin kaderi ya-
şamıştı, öylesine sıkıcı, yaşlı bir osuruktu ki kendi kendinin ca-
nını sıktı ve ilgi yoksunluğundan öldü."
Sırt çantasını boşaltıp Simkin'i aramayı düşündüm, ama bu-
nu yapmak kıymetli zamanımızı harcamak demek olacaktı.
Her şeyi çantaya sığdırmak için saatler harcamıştım ve bunu
bir kez daha yapmayı düşünmek beni korkutuyordu.
Saryon'a işaret ettim, "Onu duymazdan gelirsen belki gi-
der."
"Bunu duydum," dedi Simkin. "Ve sizi temin ederim, işe
yaramaz!"
Şaşkınlık içinde kalmıştım, çünkü konuşmamıştım ve Sim-
kin'in birbirimizi tanıdığımız birkaç saat içinde işaret dilini öğ-
rendiğini sanmıyordum.

KARftKinçın rriiRftsı
Şaryon omuzlarını silkti ve yüzünde çarpık bir gülümseme
lirdi "Büyü yaşıyor," diye fısıldadı. Gözlerinde, gözyaşlarını
hızla kurutan bir sıcaklık vardı.
"Neredeyiz?" diye sordum.
"Ben de bunu anlamaya çalışıyordum," dedi Şaryon, tüne-
diğimiz yerden surlara bakarak.
"Ben biliyorum," dedi boğuk bir ses çantanın içinde, sonra
hışımla ekledi, "ama söylemeyeceğim."
Altımızda bir avlu vardı, taşları çatlamış, değişik bitkilerle,
yabançiçekleriyle kaplanmıştı. Avlunun karşısında uzun, alçak
bir bina vardı, içeri güneşışığı almak için bir sürü penceresi
vardı. Pencerelerin bazıları kırılmıştı, ama delikler tahta parça-
lanyla düzgünce kapatılmıştı. Avluda orada burada otlan kes-
mek, ölü yaprakları süpürmek ve mekanı daha cazip kılmak
için bazı çabalar gösterilmişti.
"Ah, Evet! O binada," Şaryon avlunun ötesindeki binayı işa-
ret etti, "Theldaraların, otacıların reviri vardı. Şimdi nerede ol-
duğumu biliyorum."
"Sana Theldaraların küçük kız kardeşimin halka kurdunu
tedavi etmek için geldikleri zamanı hiç anlatmış mıydım? Yok-
sa tenya mıydı? Bir fark olduğundan eminim. Biri seni yiyor,
sen ötekini yiyorsun. Gerçi zavallı küçük Nan için fark etmez,
çünkü onu ayılar yedi. Nerede kalmıştım? Alı, evet, Theldara.
Adam..."
Simkin gevezelik etmeye devam etti. Şaryon döndü ve sur-
larda yürümeye başladı, avluya inen merdivenlere yöneldi.
"Orada, diğer yanda bir bahçe vardı, şifa için kullandıkları ot-
ları ve başka bitkileri yetiştirirlerdi. Sessiz, huzurlu, yatıştırıcı
bir yerdi. Bir kez buraya geldim. Çok iyi bir adamdı, o Thel-
dara. Bana yardım etmeye çalıştı, ama imkansızdı. Ben kendi-
117

rflAR£AR£î U/EIS & 1"RACY HlCKHIAn


me yardım edemiyordum, halbuki ilk adım budur."
"Orada biri yaşıyormuş gibi görünüyor," dedim, tahtayla
kapatılmış pencereleri işaret ederek.
"Evet," diye onayladı Şaryon hevesle. "Evet, Kaynak'm iç
kısımlarına açılan kapılarıyla, Joram ve ailesinin yaşaması içjn
mükemmel bir yer olur."
"Ah, ne güzel," dedi sırt çantası.
İstinat duvarındaki köşeyi döndüğümüz zaman burada ya-
şandığına dair başka işaretler bulduk. Avlunun bir kısmında,
bir zamanlar Piskopos Vanya'nın törenlerde yürüdüğü yerde,
artık bir çamaşırhane vardı. Pek çok geniş leğen taşların üstü-
nü işgal etmiş, süs ağaçlarının arasına çamaşır ipleri gerilmiş-
ti. İplerin üzerinde gömlekler, iç eteklikleri, çarşaflar ve iç ça-
maşırları asılmış, güneşte kuruyordu.
"Gerçekten de buradalar!" dedi Şaryon kendi kendine ve
gücünü toplamak için bir an durdu.
O noktaya kadar kendine, sonunda bunca yıldan sonra bir
oğul gibi, bir oğuldan daha fazla sevdiği adamı göreceğine
inanma izni vermemişti.
Cesaretini yeniden kazanan Şaryon, nereye gittiğini bilinç-
li olarak düşünmeden, anılarının ona yol göstermesine izin ve-
rerek ileri seğirtti. Çamaşır leğenlerinin çevresinden dolandık,
çamaşırların altından geçtfk.
"Joram'ıri bayrağı... bir gecelik. Eh, anlaşılıyor," dedi Sim-
kin.
Konuta açılan bir kapı vardı. Pencereden baktığımız zaman
güneşle aydınlanmış bir oda, rahat kanepeler ve sandalyeler,
çiçek kaseleriyle süslenmiş masalar görebiliyorduk. Şaryon bir
an eli titreyerek duraksadı, sonra kapıyı çaldı. Bekledik.
Yanıt gelmedi.
118

KARflKJLIÇin MİRASI
Dikkatle, umutla pencere camından içeri bakarak yine ka-
pıyı çaldL
Fırsatı kullanarak çevreyi araştırdım. Bina boyunca yürü-
düm, köşeden geniş bir bahçeye baktım. Efendimin yanına se-
ğirterek kol yenini çekiştirdim ve beni takip etmesini işaret et-
tim-
"Onları buldun mu?" dedi.
Başımı salladım ve iki parmağımı kaldırdım. İkisini bul-
muştum.
O bahçeye girerken arkada kaldım. Kadınlar ürkecek, bel-
ki korkacaktı. İlk önce onu, yalnız görmeleri en iyisi olacaktı.
İkisi uzun, krem rengi eteklerini bellerine sıkıştırmış, baş-
larını güneşten geniş, hasır şapkalarla koruyarak bahçede ça-
lışıyorlardı. Kol yenleri dirseklerine dek kıvrılmış, kollan gü-
neşten bronzlaşmıştı. İkisi de bahçeyi çapalıyordu, kolları ve
çapaları hızlı, güçlü darbelerle inip kalkıyordu.
Arkalarındaki verandaya asılmış rüzgar çanları işlerini hafif-
letmek için onlara müzik yapıyordu. Hava yeni çapalanmış
toprağın zengin kokusuyla doluydu.
Şaryon bacakları titreyerek yürüdü. Bahçeye açılan kapıyı
ittirdi. Gücü ve cesareti onu ancak oraya kadar taşıyabildi.
Destek bulmak için elini bahçe duvanna uzattı. Sanırım defa-
larca seslenmeye, bir isim söylemeye çalıştı, ama sesi benimki
kadar sessizdi.
"Gwendolyn!" dedi sonunda ve o ismi öylesine büyük bir
sevgi ve özlemle söylemişti ki, işiten hiç kimse ürkmezdi.
Kadın korkmadı. Belki, yirmi senedir hiçbir yabancı sesin
konuşmadığı bir yerde yabancı bir ses duyduğu için şaşırmış-
tı. Ama korkmamıştı. Çapalamayı bıraktı, başını kaldırıp sese
döndü.
119

mARCARff U7EIS & 1*RACY HlCKJHAn


Efendimi hemen tanıdı. Çapayı bırakıp, ezdiği bitkilere, çL
çeklere aldırmadan bahçenin içinden koştu. Telaşı içinde şap.
kası uçup gitti ve uzun, altın rengi saçlar arkaya döküldü.
"Peder Şaryon!" diye haykırdı ve kollarını efendime doladı
Şaryon kadını sıkı sıkı kucakladı ve aynı anda hem ağlaya-
rak, hem gülerek birbirlerine sarıldılar.
Yeniden birleşmeleri kutsaldı, yalnızca ikisi için özel bir
andı. İzlemenin saygısızlık olacağım hissederek bakışlarımı
saygıyla ve epey merakla kıza çevirdim.
Kız çalışmayı bırakmıştı. Dimdik durarak şapkasının geniş
siperinin altında bize bakıyordu. Duruşu ve şekliyle annesinin
ikizi gibiydi, orta boyluydu, hareketleri zarifti. Bedensel çalış-
maya alışık olduğu kollarındaki ve bacaklarmdaki belirgin
kaslardan, dimdik duruşundan ve tavrından belli oluyordu.
Şapkasının gölgelerine saklanmış yüzünü göremiyordum.
Yaklaşmıyor, olduğu yerde duruyordu.
Korkuyor, diye düşündüm. Onu kim suçlayabilirdi ki?
Uzak, yalıtılmış, yalnız büyümüştü.
Gwendolyn arkaya bir adım atmış, ama Saryon'un kolların-
dan uzaklaşmamıştı. Ona sevgiyle bakıyor, efendim de bakış-
larına karşılık veriyordu.
"Peder, seni yeniden görmek ne güzel! Ne kadar iyi görü-
nüyorsun!" »
"Yaşlı bir adam için," dedi Şaryon, kadına gülümseyerek.
"Ve sen de her zamanki kadar güzelsin, Gwen. Ya da daha gü-
zel, eğer bu mümkünse. Çünkü artık mutlusun."
"Evet," dedi kadın, arkasına, kızına bakarak, "evet, mutlu-
yum, Peder. Biz mutluyuz." Sözcüğü vurguladı.
Kadının yüzünden bir gölge geçti. Saryon'a daha sıkı sarıl-
dı. İçten bir yakarıyla başını kaldınp yüzüne baktı. "Ve işte bu
120

KARaKinçın MİRASİ
, gitmelisin, Peder. Bir an önce git. Geldiğin için teşek-
yüzden s
derim. Joram ve ben sık sık başına neler geldiğini merak
.. T0ram endişeleniyordu. Onun için çok acı çektin ve sağ-
" nın bozulmasından korkuyordu. Şimdi içini rahatlatabilirim,
senin iyi olduğunu, refah içinde yaşadığını söyleyebilirim.
Geldiğin için teşekkür ederim, ama artık hemen git."
"Hoşgeldin paspasını ayaklarının altından çekiverdi, değil
mi?" dedi Simkin.
Sırt çantasını yumrukladım.
"Joram nerede?" diye sordu Şaryon.
"Koyunlara bakmaya gitti."
Çantadan boğuk, alaylı bir iç çekiş geldi. Gwen bunu duy-
du. Bana bakarak kaşlarını çattı ve meydan okurcasına, "Evet,
artık bir çoban. Ve mutlu, Peder. Mutlu ve hoşnut. Hayatında
ilk defa! Ve seni seviyor, sana saygı duyuyor olsa da, Peder
Şaryon, sen geçmişten gelen birisin, karanlık ve mutsuz za-
manlardan. Daha önce buraya gelen, o korkunç zamanları bi-
ze geri getiren adam gibi!"
Anılarını ona geri getireceğimizi kastediyordu. Saryon'un
yüzündeki acıya bakarak, efendimin kadının sözlerine başka
bir anlam, gerçeğe daha yakın bir anlam vereceğini anladım.
Onlara getirdiğimiz anılar değildi, gerçeklikti.
Şaryon yutkundu. Kadının kollarının üzerindeki elleri titre-
di. Gözleri nemlendi. Defalarca konuşmaya çalıştı, sonunda
sözler ağzından çıkabildi. "Gwen, işte bu yüzden senelerce Jo-
ram'dan uzak durdum. Onu görmeyi ne kadar istesem de, iyi
ve mutlu olup olmadığını anlamayı ne kadar özlesem de, hu-
zurunu bozmaktan korktum. Başka seçeneğim olsa şimdi de
gelmezdim, Gwen. Joram'ı görmek zorundayım," dedi Şaryon
nazikçe, sesi şimdi kararlıydı. "Onunla ve seninle konuşmalı-

mARCARfî UJEİS & tRACY HıcıonAn
..
yım. Elimde değil. Üzgünüm."
Gwen uzun uzun onun yüzüne baktı. Acıyı, hüznü, anlavı
şı gördü. Kararlılığı gördü.
"Sen... sen Karakılıç için mi geldin? Vermeyecek, sana bile
vermez, Peder."
Şaryon başını iki yana salladı. "Karakılıç için gelmedim. Jo-
ram, sen ve kızınız için geldim."
Gwen destek için sıkı sıkı ona sarılmıştı. Bıraktığı zaman
elini kaldırıp gözlerini sildi.
Konuşmalarına o kadar dalmıştım ki kızı unutmuştum. An-
nesinin üzüntüsünü görünce kız çapayı bıraktı ve uzun, özgür
adımlarla bize doğru koştu. Daha iyi görmek için şapkasını ar-
kaya attı ve o zaman onu yanlış değerlendirdiğimi anladım.
Bizden korkmamıştı. Bizi incelemek, kendini dinlemek, bizim
hakkımızda ne hissettiğini anlamak için durmuştu.
Ben onu incelemek için durdum. O anda onu incelemek
için hayatım durdu. Bir saniye sonra yaşam yeniden hareket
ettiği zaman bir daha asla aynı olmayacaktı. Onu bir daha hiç
görmesem bile, o andan sonra onu sonsuza dek görecektim.
Gür, siyah ve isyankar saçlar dağınık bukleler halinde dö-
külüyor, omuzlarında parlak yığınlar halinde ışıldıyordu. Kaş-
ları kalın, siyah ve düzdü, ona sert, içe bakan bir görünüş ve-
riyordu, ama iri, kristal mâVisi gözlerinin ani, sersemletici ışığı
bu görünüşü dağıtıyordu. Babasının mirası buydu. Annesin-
den oval yüzü, sivri çeneyi, rahat, zarif hareketlerini almıştı.
Ona âşık olmadım. Karşılaştığımız ilk anda âşık olmak im-
kansızdı, çünkü aşk insanlar arasındadır ve o sıradışı, insanüs-
tü bir şeydi. Bu bir resimdeki imgeye, galerideki bir heykele
âşık olmak gibi olurdu. Huşu ve hayranlık içindeydim.
Prospero'nun kızı, dedim içten içe, Shakespeare'i hatırlaya-
122

KARAKJLiçm rriiRftsı
Ve sonra, kızın babasının sanatlarıyla kumsala sürüklenen
rak- v
hancıları gördüğü zaman söylediği sözleri hatırlayarak, ken-
bendimle alay ederek gülümsedim: "Ne kadar iyi yaratıklar
gelmiş! İnsanoğlu ne kadar güzel!"
Kızın merakla beni tarayan bakışlarından, benim ona cesur
veni dünyalar hakkında imgeler sağlamadığımı anladım. Ama
ilgisini çekmiştim. Anne babası vardı yanında, ama gençlik,
yalnızca gençliğe ait olan yeni bulunmuş düşleri, tomurcukla-
nan umutları paylaşmak için kendine benzeyenleri özler.
Ama şimdilik, asıl ilgilendiği annesiydi. Kollarını korumak
istercesine annesine doladı ve siyah kaşları ağır, düz bir çizgi
halinde çatılarak, suçlarcasına bize döndü.
"Siz kimsiniz? Ne söylediniz de böyle altüst oldu? Neden bi-
zi rahatsız edip duruyorsunuz?"
Gwen başını kaldırdı, gözyaşlarını sildi ve gülümsemeyi
başardı. "Hayır, Eliza, bu ses tonuyla konuşma. Bu adam di-
ğerleri gibi değil. O bizden biri. Bu Peder Şaryon. Ondan bah-

settiğimizi duydun. O eski bir dosttur ve hem baban, hem be-


nim için çok değerlidir."
"Peder Şaryon!" diye tekrarladı Eliza ve ağır çizgi kalktı,
mavi gözler ışıdı, bir fırtınadan sonra çıkan güneş gibi parladı.
"Elbette, Peder Saryon'u duydum. Bana eğitim vermeye geldi-
niz! Babam benim size geleceğimi söyledi, ama erteleyip du-
aıyordu ve şimdi neden olduğunu anladım... siz bana geldi-
niz!"
Şaryon kızardı, yine yutkundu ve utanç içinde, ne diyece-
ğini bilemeyerek, yol göstermesi için Gwen'e baktı.
Gwen ona yardım edemiyordu, ama yardımına ihtiyaç yok-
tu, çünkü Eliza hızla bakışlarını birinden ötekine kaydırdı ve
hatasını anladı. Işık soldu. "Gelmenizin sebebi bu değil. Elbet-
123

rflARSAREf U/EIS & ÎRACY HlCKJOAn


te hayır. Öyle olsa annem ağlamazdı. O zaman neden burada-
sınız? Siz ve," parlak bakışlarını bana çevirdi ve tahmin yürüt-
tü, "oğlunuz?"
"Reuven!" dedi Şaryon. Döndü ve elini uzatarak yaklaşma-
mı istedi. 'Oğlum, beni affet! O kadar sessizsin ki... burada ol-
duğunu unuttum. Oğlum olmasa da Reuven'i oğlum gibi seve-
rim. Thimhallan'da doğdu, burada, Kaynak'ta. Aslında annesi
bir katalistti."
Eliza bana soğuk bir yoğunlukla baktı ve aniden daha ön-
ce yaşadığım o tuhaf çakmalardan bir başkasını yaşadım, san-
ki bir başka yaşama açılan pencereye bakıyordum.
Kendimi bir katalist olarak giyinmiş, katalistlerden oluşan
bir kalabalığın içinde dururken gördüm. En iyi tören cüppele-
rimize bürünmüştük, hepimiz birbirimize benziyorduk, üst ta-
rafı traşlanmış başlarımız saygıyla eğilmişti. Ve Eliza ipekler,
mücevher içinde, zarif ve asil, yürüyerek önümüzden geçiyor-
du: kraliçemiz. Büyük bir cesaret gösterisiyle başımı kaldır-
dım, ona baktım ve o anda o da başını çevirip bana baktı. Ka-
labalıkta beni arıyordu. Beni görünce gülümsedi.
Ben de ona gülümsedim, gizli bir an yaşadık ve sonra üst-
lerimin fark etmesinden korkarak bakışlarımı indirdim. Bir da-
ha bakmaya cesaret ettiğimde —onun da belki bana baktığını
umuyordum- yalnızca sırtım gördüm ve sonra o da yok oldu,
çünkü maiyeti onu takip ediyordu ve hepsi yürüyordu. Yürü-
yor. Neden bu bana tuhaf geldi?
İmge gözlerimin önünden silindi, ama zihnimde solmadı.
Gerçekten de o kadar açık ve detaylıydı ki Majesteleri sözcü-
ğü dudaklarımdaydı ve sanırım konuşabiliyor olsaydım yük-
sek sesle söyleyecektim. Şaşkın ve yön duygusunu kaybetmiş
hissediyordum, tıpkı Mosiah'm kendi bedenlerimize dönme-
124

KARAKİLIÇin miRftSi
•Ze izin verdiği zaman olduğu gibi.
Kendime gelerek efendimin yüreğinde özel yerleri olan ki-
lerle tanışmaktan şeref ve memnunluk duyduğumu işaret et-
tim-
Hızla hareket eden ellerimi görünce Eliza'nın gözleri irileş-
ti "Ne yapıyor?" diye sordu, bir çocuğun açık dürüstlüğüyle.
"Reuven dilsizdir," diye açıkladı Şaryon. "Elleriyle konu-
şur." Ve söylediklerimi sözlü olarak onlara tekrarladı.
Gwendolyn bana dalgın dalgın gülümsedi ve "hoşgeldi-
niz," dedi. Eliza beni inceledi, o mavi gözler hakkımdaki her
şeyi utançsız bir merakla değerlendirdi. Gördüğü orta boylu,
orta yapılı, uzun sarı saçları arkada toplanmış, kadınlarda hep
kardeş sevgisi uyandıran bir yüze sahip bir adamdı. Dürüst,
tatlı, nazik derdi kadınlar beni tarif etmek için. "Sonunda, gü-
venebileceğimiz bir adam," derlerdi. Ve sonra âşık oldukları
adamları anlatmaya başlarlardı.
Benim Eliza'da ne gördüğüme gelince-, heykel yaşam ve sı-
caklık kazanıyor, insan oluyordu.
Gwendolyn bana bir bakış fırlattı ve aniden yeni bir endi-
şesi olduğunu anlamış göründü. Eliza'ya baktığı zaman biraz
yatıştı. Saryon'a döndü, alçak, yakarı dolu bir sesle konuşarak
onu çekip götürdü. Eliza bana bakarak durdu.
Durumum son derece utanç verici ve huzursuz ediciydi.
Daha önce dilsiz oluşuma hiç bu kadar lanet etmemiştim Sı-
radan bir adam olsaydım nazik bir sohbet başlatabilirdim.
Elektronik bloknotumu çıkarıp ona yazmayı düşündüm.
Ne yazacaktım? Budalaca birşeyler mi? Ne harika bir gün. Siz-
ce yağmur yağacak mı?
Hayır, diye düşündüm. Bloknot kapalı kalsa daha iyi ola-
cak.
125

IIİARSARff IUEİS & TRACY HlCKBlAn


Ama yine de kızın ilgisini üzerimde tutacak bir şey yapmak
istiyordum. Eliza çoktan başını çevirip annesi ve Saryon'a bak-
maya başlamıştı. Bir çiçek koparıp ona vermeyi düşünürken
ayaklarımın dibinden bir plop sesi geldi.
Eliza memnun bir çığlık kopardı. "Teddy!"
Ayaklarımın dibinde bir oyuncak ayı oturuyordu; epey yıp-
ranmış, kürkünün çoğu aşınmış, tek kulağı yoktu.
Eliza eğildi, ayıyı aldı ve kaldırıp sevinç içinde haykırdı,
"Bak, Anne, Reuven Teddy'yi bulmuş!"
Gwen ve Şaryon sohbetlerini bırakıp döndüler. Gwen ger-
gin gergin gülümsedi. "Ne güzel, hayatım."
Şaryon bana korku dolu bir bakış fırlattı. Tek yapabildiğim
çaresizce omuzlarımı silkmekti.
126
Teddy'nin boynuna portakal rengi bir kurdele bağlanmıştı.

10
"Her neyse, orada, masasının üzerinde mükemmel
bir çaydanlık olarak oturdum.."
SIMKIN; KARAKILIÇIN ZAFERİ
"Küçük bir kız olduğum zamanlardan beri var Teddy," de-
di Eliza, Teddy'yi kucaklayarak.
Daha önce hiç bu kadar kendinden ve durumundan mem-
nun bir oyuncak ayı görmemiştim. Onu boğmak istiyordum.
"Onu Kaynak'ın eski kısımlarından birinde buldum," diye
devam etti, "orada oynardım. Çocuk yuvası olmalı, çünkü baş-
ka oyuncaklar da vardı. Ama en çok Teddy'yi severdim. Ona
bütün sırlarımı anlatırdım. O benim dostum, oyun arkadaşım-
dı," dedi ve sesi özlem doldu. "Yalnız kalmaktan korurdu be-
ni."
Eliza'nm annesinin gerçeği, Teddy'nin aslında Simkin oldu-
ğunu bilip bilmediğini merak ettim... ama Simkin ve gerçeklik
birbirleriyle hiç ilgisi olmayan iki konudur.
Gwendolyn dudağını ısırdı ve Saryon'a uyarıcı bir bakış fır-
latarak sessiz kalmasını istedi.
"Teddy'yi seneler önce kaybettim," diyordu Eliza. "Nasıl

mARSARrî" UJEIS & t RACY HlCKfflAn


kaybettiğimi hatırlamıyorum. Bir gün oradaydı, ertesi gün onı
aramaya gittiğimde yok olmuştu. Aradık, aradık, değil mi, an
ne?"
Eliza bana, sonra Saryon'a baktı. "Onu nerede buldunuz?"
O anda efendim benim kadar dilsiz kalmıştı. Yalan söyle-
meyi hiç beceremezdi. Bir işaret yaptım ve ayıyı Smırtoprakla-
rı'nda bir yerde bulduğumuzu ifade ettim. Pek de yalan sayıl-
mazdı. Şaryon alçak sesle söylediklerimi tekrarladı.
"Acaba oraya nasıl gitti!" dedi Eliza, şaşkınlık içinde.
"Kim bilir, çocuğum?" dedi Gwendolyn. Elleriyle eteklerini
düzeltti. "Şimdi gidip babanı bulmalısın. Ona de ki... hayır,
dur! Lütfen, Peder? Başka yolu yok mu?"
"Gwendolyn," dedi Şaryon sabırla, "gelmemi gerektiren
konu çok acil. Ve çok ciddi."
Kadın içini çekti, başını eğdi. Sonra zorlama bir gülümse-
meyle, "Joram'a Peder Saryon'un burada olduğunu söyle," de-
di.
Eliza şüpheliydi. Ayının bulunmasından duyduğu sevinç
annesinin endişeli yüzünü görünce kaybolmuştu. Bir an yine
çocuk olmuştu. Ama o an geçti, sonsuza dek kayboldu.
"Peki, anne," dedi alçak sesle. "Biraz zamanımı alabilir.
Uzak otlakta." Sonra bana baktı ve neşelendi. "Reuven'i... Re-
uven de benimle gelebilir mi? Kaynak'ta doğduğunu söylemiş-
tin. Orası yolumuzun üzerinde. Bir kez daha görmek hoşuna
gidebilir."
Gwen kuşkuluydu. "Baban nasıl tepki gösterir, bilmiyo-
rum, çocuğum. Aniden, habersizce üzerine bir yabancının gel-
mesi. Yalnız gitmen daha iyi olacak."
Eliza'nm neşesi solmaya başladı. Güneşin önünden bir bu-
lutun geçmesi gibiydi.
128

KflRÖKJLIÇin miRiisı
Annesi teslim oldu. "Pekala. İstiyorsa Reuven de gelebilir,
tik önce üstüne başına çekidüzen ver, Eliza. Onun hiçbir iste-
"ini reddedemiyorum," diye ekledi Saryon'a alçak sesle, yarı
gururla, yarı utanarak.
Gwen ve Joram ayının gerçek bir ayı olmadığını bilirken
"Teddy"yi elinden almamalarının sebebi de buydu. Yapayalnız
bir çocuk yetiştirmek zorunda kalmanın ikisine nasıl vicdan
'azabı çektirdiğini hayal edebiliyordum. Joram'm çocukluğu da

acı bir yalnızlık ve yoksunlukla geçmişti. Bunun kızma aktar-


dığı hüzünlü bir miras olduğuna inanıyor olmalıydı, ona derin
acı veren bir miras.
Eliza Teddy'yi bir çiçek sepetinin içine oturttu ve gülerek
yine gidip kaybolmamasını tembihledi.
"Bu taraftan, Reuven," dedi bana, gülümseyerek.
Ayıyı "bularak" kızın sempatisini kazanmıştım, halbuki be-
nim yaptığım bir şey değildi. Eliza'yı takip ederken arkama
dönüp ayıya baktım. Teddy'nin siyah düğme gözleri yuvarlan-
dı. Göz kırptı.
Sırt çantasını ayının yanma bıraktım, ama elektronik blok-
notumu yanıma aldım. Şaryon ve Gwendolyn gölgelikte, bir
taş sıranın üzerine oturmuşlardı. Eliza ve ben birlikte bahçe-
nin içinde yürüdük. Eliza eteklerini indirdi, bacaklarını örttü.
Geniş kenarlı şapkasını başının üzerine çekerek parlak siyah
saçlarını sakladı ve yüzünü gölgeledi. Hızla, uzun adımlarla
yürüyordu, öyle ki her zamanki ağır tempomu onunkine uy-
durmak zorunda kaldım.
Bahçeden çıkana kadar hiçbir şey söylemedi. Elbette ben
her zamanki gibi sessizliğimi korudum. Ama rahat bir andı.
Sessizlik boş değildi. Onu düşüncelerimizle doldurduk, cana
yakın kıldık. Gölgeli yüzündeki ciddi ifadeye bakarak ciddi
129

rflARCARE-f UJEİS & "ÎRACY HiCKjnAn


düşüncelere dalmış olduğunu anlayabiliyordum.
Bahçe bir duvarla çevrilmişti. Eliza bahçe kapısını açıp [ç[n
den geçti. Sonra yamaç yüzünde zigzag çizen taş merdivenler-
den indik. Dağın Kaynak'ın diğer binalarına -bazıları sağlam-
dı, bazıları ufalanıyordu- bakan manzarası nefes kesiciydi. Ye-
şil tepelerin üzerinde gri taşlar. Mavi gökyüzünün önünde dağ
zirveleri. Açık yeşil çimenlerin üzerinde ağaçların koyu yeşil
kümeleri. Aynı anda ikimiz birden dar basamaklarda durup
hayranlık içinde baktık.
O yol göstermek için önümden inmişti. Başını kaldırıp ba-
na baktı, hasır şapkasının siperliğinden görebilmek için başını
eğdi.
"Güzel buldun mu?" diye sordu.
Başımı salladım. İstesem de konuşamazdım.
"Ben de güzel buluyorum," dedi tatmin içinde. "Dönerken
sık sık burada dururum. Biz aşağıda yaşıyoruz," diye ekledi,
daha büyük bir binaya bitişik uzun, alçak bir binayı işaret ede-
rek. "Babam eskiden katalistlerin yaşadığı yer olduğunu söy-
lüyor. Orada bir mutfak ve su kuyusu var.
"Babam annem ve benim için dokuma tezgahlan yaptı. Bu-
radaki odaları işlerimiz için kullanıyoruz. Kendi ipliğimizi bü-
küyoruz, kendi yün kumaşlarımızı dokuyoruz. Yün koyunlar-
dan geliyor, elbette. Ve kütüphane de burada. İşimiz bittiği za-
man kitap okuyoruz. Bazen birlikte, bazen ayrı ayn."
Konuşurken merdivenleri iniyorduk. Ya da, o konuşurken,
demeliyim. Ama onun yanmdayken tek taraflı bir konuşma
dinliyor gibi hissetmiyordum. Bazen özrümden utanan insan-
lar benimle konuşmak yerine benim yanımda konuşur.
Eliza kitaplardan bahsetmeye devam etti. "Babam maran-
gozluk've bahçecilik hakkında kitaplar okur. Bir de koyunlar
130

KARflKJLiçın rniResı
, ja ne bulabilirse. Annem yemek kitapları okur, ama en
Merilon hakkındaki kitapları ve büyü tezlerini sever. Ama
ham yakındayken onlan hiç okumaz. Babamı üzüyor."
«Ya sen hangi kitapları seviyorsun?" diye sordum işaret di-
liyle, ellerimi yavaş yavaş hareket ettirerek.
Bloknotumu kullanabilirdim, ama bu dünyada yersiz görü-
nüyordu gözüme.
"Ben hangi kitaplardan mı hoşlanıyorum? Böyle dedin, de-
ğil mi?" Eliza beni anlamasına çok sevinmişti. "Yeryüzü kitap-
ları. Yeryüzü coğrafyası, tarihi, bilim ve sanatları hakkında
epey bilgim var. Ama en sevdiklerim kurgular."
Şaşkınlık içinde baktım. Thimhallan'da Yeryüzü kitapları
varsa, çok eski olmalıydılar, buraya Merlyn ve kuaıcular zama-
nında getirilmiş kitaplar. Eğer Eliza bilimi onlardan öğrendiy-
se, diye düşündüm, Yeryüzü'nün düz olduğunu ve güneşin
onun çevresinde döndüğünü düşünüyor olmalı.
Sonra, Saryon'un anlattıklarına bakılırsa, Simkin'in bir za-
manlar Shakespeare'in oyunlarından bir kopya bulduğunu ha-
tırladım. Şaryon bunu nasıl yaptığından emin değildi. Demir
Savaşlarından önce, Simkin'in büyü güçleri Thimhallan'ın bü-
yülü Yaşam'ıyla birlikte zayıflamaya başlamadan önce Sim-
kin'in Yeryüzü ile Thimhallan arasında serbestçe yolculuk ya-
pabildiğini tahmin ediyordu. Shakespeare'i tanımış olması ya
da -Saryon'un alayla söylediği gibi- Simkin'in Shakespeare ol-
ması mümkündü! Kitapları Eliza'ya Teddy mi vermişti?
Eliza soru dolu bakışlarıma yanıt verdi. "Thimhallan yıkıl-
dıktan sonra mülteci gemileri insanları Yeryüzü'ne götürmek
için geldi. Babam burada kalacağını biliyordu ve gemilerin
malzeme, alet ve kendi yiyeceklerimizi yetiştirene kadar yiye-
cek getirmesini istedi. Kitap da getirmelerini istedi."
131

HlAR£AR£f UJEIS & tRACY HlCKCIAn


Elbette. Mantıklı geliyordu. Joram Thimhallan'a dönmeden
önce hayatının on senesini Yeryüzü'nde geçirmişti. Ailesiyle
birlikte sürgünde hayatta kalmak için tam olarak neye ihtiyac,
olacağını, beden ve zihnin ne isteyeceğini biliyordu.
Bu sırada Joram'ın konut olarak kullandığı kısma gelmiştik
Ama içeri girmedik, Gotik stili binaların -aklıma Oxford gel-
mişti- çevresinden dolandık. Dolambaçlı patikalar ve yürüyüş
yollarından geçip muazzam yapıyı arkada bıraktık ve kısa sü-
re sonra yön duygumu kaybettim. Binaları arkada bırakarak
dağ yamacında yolumuza devam ettik, ama yalnızca kısa bir
mesafe için. İleride gür, yeşil bir tepe vardı. Tepenin yeşil çi-
menlerinin üzerinde beyaz benekler ve karanlık bir leke gör-
düm... koyun sürüsü ve onlara bakan adam.
Joram'ı görünce durdum. Gelişim artık o kadar iyi bir fikir-
miş gibi görünmüyordu. Eliza'ya, sonra babasına işaret ettim.
Göğsüme dokunarak taş çitin üzerine dokundum. Kokuya ve
b'arakalarda dinlenen bir-iki koyuna bakılırsa burası koyun
ağılıydı. Burada dönmelerini bekleyeceğimi belirttim.
Eliza bana baktı ve kaşlarını çattı. Ne dediğimi çok iyi bili-
yordu; gerçekten de ikimiz, şimdi düşününce, olağanüstü bir
kolaylıkla iletişim kuruyorduk. O sırada düşünemeyecek ka-
dar sersemlemiş ve şaşkınlaşmıştım.
"Ama benimle gelmeni» istiyorum," dedi inatla, sanki bu
fark edermiş gibi.
Başımı iki yana salladım, yorulduğumu belirttim, ki bu
doğruydu. Bedensel egzersize çok alışık değilim ve o âna ka-
dar iki kilometre yürümüş olmalıydık. Bloknotumu çıkararak
yazdım, Annen haklı. Onu yalnız görmelisin.
Bloknota bakıp sözcükleri okudu. "Babamın da buna ben-

zer bir şeyi var," dedi, tereddütle tek parmağıyla dokunarak.


132

KARâKJLIÇin MİRASI
aAına daha büyük. Onunla kayıt tutuyor."
Sessiz kaldı. Bakışlan benden koyunlara ve onlara gözku-
k olan uzak, karanlık, dolanan şekle kaydı. Çatılan kaşları
düzeldi; bakışları endişeliydi. Bana döndü.
"Annem Peder Saryon'a yalan söyledi, Reuven," dedi Eliza
sakin sakin. "Aynı zamanda kendine de yalan söyledi, bu yüz-
den belki yalan sayılmaz. Babam mutlu değil. O adam, Smythe
gelmeden önce halinden memnundu, ama o zamandan beri
babam düşünceli ve sessiz. Yalnızca kendi kendine konuşu-
yor. Sorunun ne olduğunu bize söylemiyor. Bizi endişelendir-
mek istemiyor. Peder Saryon'la konuşmanın ona iyi geleceği-
ni düşünüyorum. Söylemeyi planladığı şey nedir?" diye sordu
sevimli, tatlı bir sesle.
Başımı iki yana salladım. Anlatmak bana düşmezdi. Onları
burada bekleyeceğimi tekrarladım ve babasına gitmesini işaret
ettim. Biraz surat astı, ama sanınm bu düşünmeden yapılmış
bir hareketti, çünkü aslında aklı başında bir kızdı ve sonunda
-gönülsüzce de olsa- belki de en iyisinin bu olacağını kabul
etti.
Etekleri uçuşarak, şapkası arkaya düşerek, siyah bukleleri
dağınık, tepeden aşağı koştu.
Gittiği zaman onu düşündüm. Söylediği her sözcüğü, yü-
zündeki her ifadeyi, sesinin tınısını ve iniş çıkışlarını hatırlıyor-
dum. Ona âşık olmuyordum. Henüz değil. Ah, belki birazcık.
Daha önce pek çok kadınla çıkmıştım -bazılarıyla ciddi olarak
ya da ben öyle sanıyordum- ama bir kadının yanında hiç bu
kadar rahat, hiç bu kadar gevşemiş hissetmemiştim. Neden ol-
duğunu çıkarmaya çalıştım. Sıradışı tanışma koşullarımız,
onun böylesine açık, utançsız ve aklından geçeni söylemekte
serbest hissetmesi. Belki aynı dünyada doğduğumuz gerçeği.
133

niAReARfî U/EIS & f RACY HlCIOflAn


Ve sonra aklıma çok tuhaf bir düşünce geldi.
İki yabancı olarak tanışmadınız. Bir yerde, bir şekilde ruh-
larınız birbirlerini tanıyor.
Bu olanaksız ölçüde romantik fikir karşısında sırıttım, artia
sıntışım kararsızdı. Eliza'yı Kraliçe, kendimi donuk, ayak sürü-
yen katalistlerden biri olarak gördüğüm canlı imgeyi düşünü-
yordum.
Bu tür aptalca fikirleri aklımdan uzaklaştırarak çevremdeki
güzel manzaranın tadını çıkardım. Arazide yaralar, savaşın ve
daha sonra Thimhallan'ın yüzeyini süpürüp geçen fırtınaların,
depremlerin ve ateş fırtınalarının sebep olduğu yaralan gör-
sem de, o yaralar iyileşiyordu. Eski ağaçların küllerinin arasın-
da yeni filizler büyüyordu. Manzaradaki yaralar ve oyuklar çi-
menle kaplanıyordu. Daimi rüzgar diş gibi keskin yamaçları
yumuşatıyordu.
Yalnızlık huzurlu ve sessizdi. Tepede kükreyerek geçen
jetler yoktu, gevezelik yapan televizyonlar, siren feryatları
yoktu. Hava taze ve temizdi, çiçek, çimen, uzak yağmur ko-
kuyordu, petrol ve komşunun akşam yemeği değil. Orada, al-
çak taş duvarın üzerinde otumrken son derece hoşnut ve mut-
lu hissediyordum. Joram, Eliza ve Gwen'in burada yaşadıkla-
rını, okuduklarını, bahçede çalıştıklarını, koyun baktıklarını ve
kumaş dokuduklarım hayal edebiliyordum. Burada kendimi
hayal edebiliyordum ve aniden yüreğim böylesine dingin ve
basit bir yaşamı özledi.
Elbette, aşırı basitleştiriyor, romantikleştiriyordum. Bilinçli
olarak zorlu, sıkıcı işleri ve yalnızlığı görmezden geliyordum.
Yeryüzü karşıtlık olarak hayal ettiğim korkunç yer değildi. Bu-
rada olduğu kadar orada da bulunabilecek güzellikler vardı.
Ama Hch'nyvler savunmalarımızı yok ederse, dünyamıza
134

KâRAKILIÇin ITIİRftSI
1 sırsa ve başkalarını yakıp yıktıkları gibi onu da yakıp yıkar-
bizlere, hangi güzellik kalacaktı? Karakılıç'ın gücü ger-
kten de dışdünyalıları altetmek için kullanılabilecekse, Jo-
am neden onu teslim etmesindi? Saryon'un vardığı sonuç bu
muydu?
Duvarın üzerinde oturmuş, aşağıdaki, yeşilliğin üzerinde
parlak bir benek olan Eliza'yı izlerken endişelendim, merak et-
' tim ve hayal kurdum. Onun babasına yaklaşmasını izledim. Bu
uzaklıktan göremiyordum, ama adamın oturduğum yere bak-
tığını hayal edebiliyordum. İkisi uzun dakikalar boyunca kıpır-
damadan durup konuştular. Sonra koyunları toparlamaya,
ağıllarına doğru sürmeye başladılar.
Aniden üzerinde oturduğum taş duvar soğuk ve çok sert
geldi.

135

11
Katı bir metal kütleden yapılmıştı -kabza ve keskin
kısmı bir bütündü, ne zarafet, ne de şekil taşıyordu. Kı-
lıcın ağzı düzdü ve kabzadan ayırtetmesi zordu. Kısa,
küt uçlu bir parça iki kısmı birbirinden ayırıyordu.
Kabza, avuca oturması için hafifçe yuvarlatılmıştı... Kı-
lıçta daha dehşet verici bir şey vardı, şeytani bir şey.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Eliza ve babası koyunları önlerinde güderek geldiler. Yol
boyunca onları izledim, koyunlar çimenli yamaçta dev, yün-
den bir tırtıl gibi akıyordu. Joram arkadan yürüyor, zaman za-
man bir yana sapan bir dişi koyunu sürüye katmak için çoban
asasını kullanıyordu. Eliza "koyunların çevrelerinde bir çoban
köpeği gibi koşturuyor, şapkasını ve uzun eteklerini sallıyor-
du. Koyun gütmekten hiç anlamadığım için iyi mi yapıyor kö-
tü mü, en ufak fikrim yoktu, ama zarafeti ve canlılığı babası-
nın kara gözlerine neşe getiriyordu ve bu yüzden, elbette ne
isterse yapmasına izin veriliyordu.
O kara gözler derin ve huzursuz edici bakışlarını bana çe-
virdiklerinde o neşe epey soldu, sonra tamamen kayboldu.

KARâKjLiçın mikası
Koyunlar yanımdan yünden dalgalar gibi geçti. Güçlü bir
. yün kokusu alıyordum -yamaca yağmur yağmıştı- ve
1 eler ^yje yüksekti ki işitmek imkansızdı. Joram'ın işini
llememek jçin yana çekildim. Çok huzursuz hissediyor-
, m ve gelmemiş olmayı içtenlikle diliyordum.
Yamaçyukarı çıkarken Joram'ın bakışları beni baştan aşağı
taradı. Yanıma geldiğinde ve ben eğilerek selam verecek ol-
duğumda aniden bakışlarını uzaklaştırdı ve bir daha bana bak-
madı. Yüzü o kadar soğuk ve donuktu ki, karşımdaki granit
uçurum yüzle değiştirilebilirdi ve kimse farkı anlamazdı.
Bana en ufak bir ilgi göstermedi. İşiyle ilgilendiği için onu
inceleyebildim, yaşam hikayesini yazdığım adamı merak edi-
yordum.
Joram o zamanlarda kırklı yaşlarının sonlarmdaydı. Ciddi,
asıksuratlı tavrı yüzünden olduğundan yaşlı görünüyordu.
Thimhallan'm kaprisli, sert havasında, daha çok dışarıda geçi-
rilen zorlu bir hayat derisini koyu kahverengiye döndürmüş,
yüzünü yıpratmış, çizgilerle doldurmuştu. Siyah saçları kızının-
ki kadar gür ve parlaktı, ama şakakları kırlaşmış, siyah bukle-
lere griler karışmıştı.
Hep güçlü ve kaslı olmuştu ve biçimli, kaslı bedeni bir
Olimpiyat atletine ait olabilirdi. Ama yüzünde çok fazla sene-
nin izi vardı; üzüntü ve trajedilerle dolu seneler, daha sonra
gelen mutlu yılların silemediği izler.
Bana pek az dikkat etmesine ve muhtemelen bütün yüre-
ğiyle oracıkta buharlaşıp gitmemi dilemesine şaşmamak gere-
kirdi. Üstelik geliş amacımızı bilmiyordu, ama sanırım tahmin
ediyordu. Ben Joram'ın kıyametiydim.
Koyunlar güvenle ağıla yerleştirildikten, sulandıktan ve ge-
ce için hazırlandıktan sonra Eliza babasının nasırlı, işle sertleş-
137

ITİAReARET U/EİS âr ÎRACY HiCKjnAn


miş elini tuttu ve onu durduğum yere getirecek oldu. Ama T
ram elini kızının elinden kurtardı; kabaca değil, yüreğinin ha
zinesine asla kaba ya da sert davranamazdı. Ama ikimizin
-onun ve benim- herhangi bir şekilde, özellikle de kızı aracı-
lığıyla bağlanamayacağımızı açıkça belli etti.
Onda kusur bulamazdım ya da onu suçlayamazdım. Ken-
dim de o kadar suçlu hissediyordum -sanki bütün bunlar be-
nim işimmiş gibi- ve güzel hayatını yok edeceğim onun için
o kadar büyük bir merhamet ve acı duyuyordum ki, gözlerim
yaşlarla doldu.
Telaşla gözyaşlarımı durdurdum, çünkü Joram gösterece-
ğim her tür zayıflığı küçümserdi.
"Baba," dedi Eliza, "bu Reuven. Peder Şaryon onu oğlu gi-
bi görüyor. Konuşamıyor, baba. En azından ağzıyla konuşamı-
yor. Ama gözleriyle kitaplar anlatıyor."
Bana takılarak gülümsedi. O gülümseme ve güzelliği -har-
cadığı çabayla kızarmıştı, saçları rüzgarla dağılmıştı- kendime
hakim olmama hiç yardımcı olmadı. Eliza'ya hayran olmuş, Jo-
ram karşısında huşuya kapılmış, suçluluk ve mutsuzluğa bo-
ğulmuş vaziyette, saygıyla eğildim. Yüzümü saklama ve ken-
dimi toplama şansı bulduğuma memnundum.
Bu kolay değildi. Joram tek selam sözcüğü etmedi. Başımı
kaldırdığım zaman kolların* göğsünde kavuşturmuş, bana ka-
ranlık bir hoşnutsuzlukla, ağır kaşlarını çatarak bakmakta ol-
duğunu gördüm.
Soğuk, ürkütücü karanlığı kızının güneşışığını soldurdu.
Eliza şaşırdı, bakışlarını kararsızca babasından bana çevirdi.
"Baba," dedi, nazikçe paylayarak, "görgü kuralları nerede
kaldı? Reuven bizim konuğumuz. Yeryüzü'nden buraya, bun-
ca yolu bizi görmek için geldi. Ona hoşgeldin demelisin."
138

KftRftKJLIÇln mİRASI
Anlamamıştı. Anlayamazdı. Onu susturmak için elimi kal-
dım ve bakışlarımı Joram'dan ayırmadan başımı hafifçe iki
na salladım. Eliza'nın dediği gibi gözlerimle konuşabiliyor-
um Joram'ın içlerinde anlayış okuyacağını umuyordum. Bel-
ki de okudu. Yine de benimle konuşmadı. Sırtını dönerek ya-
maçta zikzaklar çizerek yükselen merdiveni çıkmaya başladı.
Ama dönmeden önce kaşlarının biraz düzeldiğini, ama yerine
hüzün geldiğini gördüm.
Sanırım, her şey düşünülünce, hoşnutsuzluğu tercih eder-
dim.
Basamakları hızla, ikişer üçer çıkıyordu. Dayanıklılığına
hayret etmiştim, çünkü basamaklar yamacı dimdik çıkıyordu;
yetmiş beş basamak olmalıydı ve ben kısa süre sonra nefes
nefese kalmıştım. Eliza yanımda kaldı, endişeliydi, çünkü ses-
sizdi ve bakışları babasının sırımdaydı.
"Peder Saryon'u görmeye can atıyor," dedi aniden, Jo-
ram'ın kabalığını mazur göstermek için.
Başımı salladım, anladığımı belirttim. Nefeslenmek ve ağrı-
yan kaslarımı gevşetmek için durdum ve ona hiç alınmadığı-
mı, benim için endişelenmemesini söyledim.
Bunu anlamadı. Elektronik bloknotumu çıkardım ve yaz-
dım, sözcükleri ona gösterdim. Okudu, bana baktı. Başımı sal-
ladım ve güven verircesine gülümsedim. O da çekinerek gü-
lümsedi, sonra içini çekti.
"Her şey değişecek, değil mi, Reuven? Yaşamımız değişe-
cek. Onun yaşamı değişecek." Bakışları yine babasına gitti.
"Ve hepsi benim suçum. Bu günü özlemiş, gelmesi için dua
etmiştim. Fark etmedim... Ah, baba, üzgünüm! Çok üzgünüm!"
Uzun eteklerini toplayıp yanımdan ayrıldı, Joram'ınkilere
uyan uzun adımlarla merdivenden yukarı koştu. Hayatım bu-
139

ITİARSARJt U/EIS & îRACY HlCKJIlAn


na bağlı olsa bile ona ayak uyduramazdım. Yine de arkada bı-
rakıldığım için hayal kırıklığına uğramamıştım. Kendi düşün-
celerimi düzenlemek için zamana ihtiyacım vardı. Ağır ağır
zahmetle peşlerinden gittim
Eliza babasına yetişti. Kolunu onunkine doladı, başını om-
zuna koydu. Joram ona sevgiyle sarıldı, siyah buklelerini ok-
şadı, düzeltti.
Kollarını birbirlerine dolayarak merdiveni tırmanmaya de-
vam ettiler ve sonunda konutlarına ulaşarak gözden kayboldu-
lar.
Tırmanmaya devam ettim, bacaklarımdaki ağrı, ciğerleri-
min ve yüreğimin yanması gücümü tüketiyordu. Aşağıda ağıl-
larında rahat ve güvende olan koyunların gece için yerleşirken
tatminle melediklerini duyabiliyordum. Uzakta gök gürlüyor-
du; yeni bir fırtına aşağıdaki toprakları kasıp kavuruyordu.
140
O zaman, biz Joram ve ailesini evlerinden ayırdığımızda
koyunlara ne olacağını merak ettim. Çobanları olmadan ölür-
lerdi.

12
Kabzadaki küre, kabzanın boynu, kabzanın kısa,
küt kolları ve kılıcın dar bedeni, silahı bir insan karika-
türüne dönüştürüyordu.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Aklıma yeniden buluşmayı, efendim ile Joram'ın buluşma-
sını kaçıracağım geldi ve bu korku, basamakları becerebilece-
ğimi düşündüğümden daha büyük bir hızla çıkmama sebep
oldu. Tepeye ulaştığımda nefes nefeseydim. Alacakaranlık çö-
küyordu, konutun içinde ışıklar yanmıştı ve böylece hangi
odada olduklarını bulabildim. Binanın kalanı karanlık ve terk
edilmişti.
Işıklara en yakın odaya girerek gölgeli bir koridordan, Kay-
nak'm ihtişamlı günlerinde eğitim gören genç katalistlerin ya-
tak odalan olması gereken yere girdim. Bunu söylüyorum,
çünkü merkez koridora sayısız küçük oda açılıyordu. Her oda-
da bir yatak, bir çalışma masası ve bir lavabo vardı. Taş duvar-
lar soğuk, odalar tozlu ve yaşam çekildikten sonra mekanlara
çöken hüzünle karanlıktı.

ITlARjPARjf WEİS Ö ÎRACY HiCKjnAn


Bu koridorda Joram'ın yaşadığı yerin ışıklarını kaybettim
ama muhtemelen yemek salonu olan geniş, açık bir odaya gir-
diğimde onlan buldum. Solumdaki kapıdan sesler duydum.
Karanlık ve soğuktan ışık ve sıcağa yürüdüm. Bir zamanlar
yüzlerce kişiyi doyuran bir mutfak artık yalnızca mutfak değil
Joram ve ailesinin oturma odasıydı.
Neden burayı seçtiklerini kolayca anlayabiliyordum. Dev,
taş bir şömine ışık ve sıcaklık sağlıyordu. Yirmi sene önce,
Kaynak yaşam doluyken katalistlerle çalışmak üzere tutulmuş
büyücüler yemek pişirmek ve bedenleri ısıtmak için ateşler ya-
ratıyordu. Kendisi büyü sahibi olmayan Joram şömine için
odun kesmiş ve taşımıştı. Alevler çıtırdayarak dans ediyor, du-
man ve kıvılcımlar bacadan yukarı uçuyordu. Sıcaklığa sevin-
miştim. Dışarıda, güneşin batmasıyla birlikte hava soğuyordu.
Şaryon ve Gwen ateşin yanında oturuyordu. Gwen solgun
ve sessizdi, alevlere bakıyordu. Zaman zaman bakışlarım, kıs-
men beklenti, kısmen korku içinde odanın arka tarafına çevi-
riyordu. Şaryon huzursuzdu, aniden ayağa kalktı ve amaçsız-
ca odada dolanmaya başladı. Aynı anilikle yerine oturdu. Jo-
ram yoktu ve Saryon'u görmeyi reddettiğinden korkuyordum.
Bu efendimi çok incitirdi. Eliza benimle aynı anda, karşı kapı-
dan odaya girdi.
"Babam size hoşgeldiniz* diyor, Peder Şaryon," dedi, gelip
Katalist'in önünde durarak. Şaryon onu karşılamak için ayağa
kalkmıştı. "Lütfen oturun ve rahat edin. Babam yıkanıp giysi-
lerini değiştirmeye gitti. Birazdan bize katılacak."
Rahatlamıştım. Sanırım Şaryon da rahatlamıştı, çünkü gü-
lümsedi ve derin derin içini çekerek sandalyesine oturdu. Bu-
nun üzerine Gwen kıpırdandı ve aç olmamız gerektiğini, gidip
akşam yemeğini hazırlayacağını söyledi. Eliza izleri yıkamak
142

KilRAKJLIÇin rflİRÜSI
? epey 'Yİ bif girişimde bulunmuş olsa da, ağlamış olduğu-
0U gördüm.
Benini de yıkanmak isteyebileceğimi söyledi ve bu doğruy-
du Bana yolu gösterdi. Ona katılmak için odayı aştım. Özel-
likle bir çocuk için yapılmış küçük bir sandalyede oturmakta
olan portakal rengi kurdeleli oyuncak ayı ikimizi izliyordu.
Tam biz yanından geçerken ayı atıldı ve sandalyeden yere,
burnunun üzerine düştü.
"Zavallı Teddy," dedi Eliza oyun oynarcasına. Ayıyı aldı,
tozlarını silkeledi ve yıpranmış kafasının tepesini öptü, sonra
sandalyeye yerleştirdi. "Tatlı bir Teddy olursan," diye tembih
etti, oyuncu sesi kullanmaya devam ederek, "akşam yemeğin-

de sana ekmek ve bal veririm."


Ayıya baktığım zaman Simkin'in alayla güldüğünü gördüm.
Eliza beni ailenin yatak odalarının bulunduğu yere götür-
dü. Bir zamanlar bunların kıdemli katalistlere ait olduğunu
söyledi. Bu odalar önünden geçtiğim hücrelerden çok daha
geniş ve rahattı. Beni koridorun sonundaki odaya götürdü.
"Geceyi burada geçireceksin," dedi kapıyı açarak.
Küçük şöminede ateş yanıyordu. Yatağa temiz, lavanta ko-
kan örtüler örtülmüştü. Yer süpürülmüştü. Sırt çantam yatağın
yanında duruyordu. Masanın üzerinde buharlar tüten bir süra-
hi su ve bir lavabo vardı. Eliza tuvaletleri nerede bulabileceği-
mi söyledi.
"Acele etmene gerek yok," dedi. "Babam banyo yapıyor ve
her akşam yaptığı gibi yüzüyor. En az yarım saat daha hazır
olmaz."

ITİAROARfî WEİS 6T ÎRACY HlCOIAn


Zamanımız olduğu için bloknotuma yazdım. Ban
Teddy'yi anlat.
Gülümsemesi geri döndü. "Sana onu eski kreşte bulduğa,
mu anlatmıştım. Her yere yanımda götürüyordum... babartıia
koyun gütmeye gidiyordu, annemle bahçede çalışmaya ya da
çamaşır yıkamaya gidiyordu.
"Bunun aptalca olduğunu düşüneceksin." Yanaklan hafifçe
kızardı. "Ama Teddy'nin bana hikayeler anlattığını hatırlar gi-
biyim... periler, devler, ejderler ve tekboynuzlar hakkında."
Utanarak güldü. "Sanırım onları ben uyduruyordum ve
Teddy'ye anlatıyordum, ama tuhaftır, tam tersi gibi hatırlıyo-
rum. Ne düşünüyorsun?"
Ne yanıt verdiğimi hatırlamıyorum. Yalnız çocukların renk-
li hayal güçlerine sahip olması hakkında bir şey. Ne diyebilir-
dim ki? Simkin hakkındaki gerçeği söylemek bana düşmezdi!
Bunun doğru olması gerektiğini söyledi ve gidecek oldu,
ama kapıyı kapatmadan hemen önce durdu. "Şimdi hatırlıyo-
rum da, o hikayelerin bazıları oldukça korkunçtu. Hapşınrken
kafaları uçan düşesler ve çorba kaselerine düşen o kafalar.
Yanlışlıkla canlı canlı gömülen kontlar, erkekleri tutsak alan
ve köle olarak kullanan peri kraliçeleri. Ne kadar ürkütücü,
küçük bir iblismişim!"
Kahkaha atarak yanımdan ayrıldı, kapıyı arkasından kapat-
tı.
Karmaşık, hain Simkin sırf eğlenmek için insanları yıkıma
götürebilirdi. Joram ve Gwen'in, özellikle de Simkin'in ne ol-
duğunu bilen Joram'ın Simkin'in çocuğunun oyun arkadaşı ol-
masına izin vermesi beni şok etmişti. Ama Simkin ona zarar
vermemişti ve ona hoş -ama tuhaf- çocukluk anıları sağlamış-
tı.

KAR£KJLIÇin ITlİRftSI
peki Joram ve ailesini Yeryüzü'ne götürdüğümüz zaman ne
kcaktı? Eliza kuşkusuz "Teddy"sini yanında götürmek isteye-
ekti- Simkin'in Yeryüzü'nde başıboş kalması düşüncesi deh-
cpt vericiydi. Bunu Şaryonla tartışmayı aklıma not ettim. Endi-
seler içinde ve düşüncelere dalmış olan efendim muhtemelen
bunu fazla düşünmemişti.
Tuvaletleri buldum... biri erkekler, biri kadınlar için. Kay-
nak'taki ilk günlerde inşa edilmiş olmalıydılar. Olabildiğince
temizdiler, ama açık havada oldukları için, insanoğlunun en
harika başarılardan birinin binalardaki sıhhi tesisat olduğunu
düşünmeme sebep oldular.
Odama döndüğümde lavaboda yıkandım -Joram'ın yüz-
mesine imrenmiştim- saçlarımı taradım ve keskin keskin ko-
yun kokan giysilerimi değiştirdim. Temiz blucin ve İrlanda'dan
satın aldığım ve en sevdiklerimden biri olan mavi, örgü desen-
li kazağımı giydim, oturma odasına döndüm.
Eliza ve annesi mutfakta meşguldü. Yardım etmeyi öner-
dim ve taze pişmiş, rafta soğumakta olan ekmeği kesmekle
görevlendirildim. Eliza kumtulmuş meyve dolu taslar ve balla
dolu, yonca kokulu petekler koydu. Gwen koyun etiyle piş-
miş kurufasulye tenceresini karıştırıyordu. O zaman koyunla-
rın yalnızca giysiler için değil, eti için de beslendiğini anladım.
Gwen koyun etinden bahsettiği zaman Şaryon endişeyle
bana baktı, çünkü daha gençken, evsahiplerimizin sofraların-
da, özellikle de ana yemek olan pirzola getirildiğinde et yiyen-
leri kınayıcı konuşmalar yaptığım olmuştu. Ona gülümsedim
ve başımı iki yana salladım, hatta Eliza pişip pişmediklerini
görmemi istediğinde fasulyelerin tadına bakma sorumluluğu-
nu aldım.
Sanırım pişmişlerdi. Hatırlamıyorum. O zaman, kaşığı du-
I4S

niAReARjt UJEİS § ÎRACY HlCKfflAn


daklarıma uzattığında ona âşık olduğumu anladım.
O anda Joram odaya girdi.
Mutfakta durduğum yerden göremiyordum, ama Saryon'un
kemik kadar beyazlayan yüzündeki ifadeden anladım. Gwen-
dolyn ve Eliza bakıştılar... sırdaş bakışlar. Biz üçümüzün mut-
fağın arka tarafında olmamız, Şaryon ve Joram'ı oturma kıs-
mında yalnız bırakmak onların planıydı.
Joram görüş alanıma girince yüreğim büzüldü, çünkü ya-
maçta olduğu kadar sert, metin ve soğuktu. Şaryon dimdik, el-
leri iki yanında duruyordu. İkisi kıpırdamadan, konuşmadan
uzun uzun bakıştılar. Neden korkuyordum, bilmiyorum... Jo-
ram'ın danışmanını aşağılaması ve evinden çıkmasını emret-
mesini mi? Bu sert, gururlu adamın her şeyi yapabileceğini ha-
yal edebiliyordum.
Eliza ve Gwen elele tutuştular. Benim ellerim soğumuştu
ve çökmeye, çok hasta görünmeye başlayan Şaryon için endi-
şeleniyordum. Ona gidecektim. O tarafa doğru bir adım atmış-
tım bile.
Joram uzandı, kollarını Saryon'a doladı ve sıkı sıkı sarıldı.
"Oğlum," diye mırıldandı Şaryon hüzünle, karşısındaki
adamın sırtını, belki bir zamanlar bebekken okşadığı gibi ok-
şayarak. "Sevgili oğlum! Seni görmek ne kadar... Sen ve
Gwen..." Şaryon kendini tamamen bıraktı.
Gwen önlüğünü yüzüne örtmüş ağlıyordu. Eliza izleyerek
duruyor, gözyaşları yanaklarından aşağı akıyordu. Dudakların-
da tatlı, hüzünlü bir gülümseme vardı. Benim gözlerim de yaş-
lıydı, çabucak kol yenlerime sildim onları.
Joram doğruldu. Artık efendimden daha uzundu; Sar-
yon'un omuzları seneler içinde çökmüştü. Joram ellerini -kah-
verengi ve kabaydılar- Saryon'un omuzlarına koydu ve kısa-
146

KAR£KJLIÇin tîlİRftSI
karanlık bir ifadeyle gülümsedi. "Evimize hoşgeldin, Pe-
» dedi ve ses tonu duygulu hareketini yalanlıyordu, çünkü
si soğuk ve gölgeliydi. "Gwen ve ben bizi ziyaret etmene
mernnun olduk."
Gwen'e döndü ve bakışları onu bulduğunda karanlık ifa-
desi, güneş bulutlann arasından çıkmış, yüzünü aydınlatmış
gibi ışıdı. Ses tonu yumuşadı.
"Konuklarımız aç olmalı. Akşam yemeği hazır mı?"
Gwen gözlerini telaşla önlüğünün ucuna sildi ve alçak ses-
le masanın hazırlandığını söyleyerek bizi oturmaya davet etti.
Servis yapılmasına yardım edecek oldum, ama Eliza hayır, di-
ğer erkeklerle oturmam gerektiğini söyledi.
Joram uzun, tahta masanın başındaki yerini aldı. Saryon'u
sağ tarafına yerleştirdi. Ben Saryon'un yanına, efendimin sağı-
na oturdum.
"Sanırım Reuven'le tanıştınız," dedi Şaryon ılımlı bir tavırla.
"Yardımcım ve sekreterim. Reuven senin hikayeni yazdı, Jo-
ram. Kral Garald'ın isteği üzerine, Yeryüzü halkı insanlarımızı
anlasın diye. Kitaplar çok iyi karşılandı. Onları beğenirdin, sa-
nırım."
"Ben okumak isterdim!" dedi Eliza, masaya buharları tüten
bir tencere fasulye koyarken. Ellerini kenetledi ve bana hay-
ranlık içinde baktı. "Kitap yazıyorsun! Bana söylemedin. Ne
harika!"
Yüzüm öyle kızarmıştı ki ekmeği yanağımda kızartabilirdi-
niz. Joram hiçbir şey söylemedi. Gwen nazik birşeyler mırıl-
dandı; ne olduğundan emin değilim, kulaklarımda zonklayan
kanın sesinden ve düşüncelerimin karmaşasından duyama-
dım. Eliza o kadar güzeldi ki! Bana saygı ve hayranlıkla bakı-
yordu.
147

ITİARSARjt U/EIS & f RACY HlCKIHAn


Tatil romansı, diye uyardım kendimi sertçe. Yabancı ve eo
zotik bir yerdesin, sıradışı koşullar altında tanıştınız. Bu kada
da değil, onun karşılaştığı, kendi yaşına yakın ilk adamdım
Bu durumdan faydalanmam kesinlikle yanlış olurdu. Onun gi-
deceği cesur yeni dünyada bir dosta ihtiyacı olacaktı. O dost
ben olacaktım ve eğer, onun dikkatini çekmek için çabalayan
yüzbinlerce genç erkekle tanıştıktan sonra hâlâ benim hak-
kımda iyi fikirleri olursa, yanında olacaktım.
Kalabalıkta bir katalist daha...
Şaryon kemikli diziyle taş masanın altında beni dürtükledi.
İrkilerek gerçekliğe döndüm ve Gwen ile Eliza'nın yerlerini al-
makta olduklarını gördüm; Eliza Saryon'un karşısına, Gwen
kocasının karşısına oturmuştu. Kadınlar otururken Joram say-
gıyla ayağa kalktı. Şaryon ve ben de aynısını yaptık.
Hepimiz yerlerimize oturduk.
"Peder," dedi Joram, "dua eder misin?"
Şaryon şaşkın şaşkın baktı, çünkü geçmişte Joram hiç de
dindar biri değildi. Geçekten de, bir zamanlar Almin'i horgö-
rüyor, hayatındaki trajik olaylar için onu suçluyordu, halbuki
aslında suç insanların açgözlülüğü ve kötü hırslarıydı.
Başlarımızı eğdik. Sanırım Teddy'den gelen bir kıkırdama
duydum, ama kimse duymuş görünmedi.
"Almin," diye dua etti Şaryon, "bizi bu tehlikeli ve karanlık
zamanlarda kutsa ve koru. Yaratımının ihtişamını yok etmeyi
ve kirletmeyi planlayan bu korkunç düşmanı yenmek için bir-
likte çalışmamıza yardım et. Amin."
Eliza ve Gwen karşılık olarak "Amin" diye mırıldandı. Ben
de sessizce tekrarladım. Joram hiçbir şey söylemedi. Başını
kaldırıp Saryon'a, görse yüreğinden vurulmuşa döneceği ka-
ranlık bir bakış fırlattı. Neyse ki efendim görmedi. Karşısına
148

KARAKJLIÇin mİRaSI
oturan Eliza'yı inceliyordu.
»Büyükannene çok benziyorsun, hayatım," dedi Şaryon kı-
a "Merilon İmparatoriçesi'ne. Thimhallan'daki en güzel ka-
Am olduğu söylenirdi. Aslında, bir tanesiydi." Ilımlı bakışlarını
(3wen'e çevirdi. "Diğeri, elbette, annendi."
Gwendolyn ve Eliza komplimanlar karşısında kızardılar ve
Eliza Saryon'dan büyükannesini, Imparatoriçe'yi anlatmasını
istedi.
"Babam eski günlerden hiç bahsetmiyor," dedi Eliza. "Geç-
tiklerini ve onları düşünmenin faydasız olduğunu düşünüyor.
Merilon hakkında kitaplar ve başkalarını okudum, ama bu ay-
nı şey değil. Annem biraz anlattı, ama fazla değil..."
"Sana Merilon'a ilk geldiğimizde bizi nasıl Duuk-tsarithler-
den kurtardığını anlattı mı?" diye sordu Şaryon.
"Hayır! Gerçekten mi, anne? Hikayeni anlatır mısın?"
Gwen gülümsedi, ama kocasının Saryon'a fırlattığı bakışı o
da görmüştü. Kötü bir anlatıcı olduğu ve bu işi iyi pedere bı-
rakacağı yolunda birşeyler söyledi. Şaryon hikayesine başladı.
Eliza kendinden geçerek dinledi. Gwen tabağına bakıyor, ye-
meğini yiyormuş gibi yapıyordu. Joram yemeğini sessizlik
içinde yedi, hiçbir şeye bakmadı, ama her şeyi görüyordu.
"Simkin bir laleye dönüştü," diyordu Şaryon, hikayeyi sona
erdirerek. "Annenin taşıdığı çiçek demetine yerleşti ve ona şe-
hir kapısındaki muhafızlara genç dostlarımın ve benim, baba-
sının konukları olduğumuzu söylemesi için ısrar etti! Ve böy-
lece bizi güven içinde Merilon'a aldılar... aslında kanun kaçak-
larıydık! Yalan söylemişti, elbette, ama Almin'in onu affettiği-
ne inanıyomm, çünkü aşkıyla hareket etmişti."
Şaryon iyihuylulukla gülümsedi ve Joram'a hafifçe başını
salladı. Gwendolyn başını kaldırıp kocasına baktı. Joram ba-
149

rflARCARJÎ WEİS & ÎRACY HlCKMAn


kışlarına karşılık verdi. Yine hep çevresinde asılı durur gik-
görünen karanlığın kalktığını gördüm. O gün alevlenen ask
hâlâ sıcaktı, bizi çevreliyor, kutsuyordu.
"Anne! Sen bir kahramanmışsın! Ne romantik. Ama bana
bu Simkin'i daha fazla anlat," dedi Eliza, kahkaha atarak.
Bunun üzerine Şaryon çok huzursuz göründü. Bakışlanm
istemsizce oyuncak ayıya kaydı, ayı beklenti ya da bastırılmış
kahkahayla sarsılıyor gibi görünüyordu. Şaryon ağzım açtı. Ne
yanıt verecekti, emin değilim, ama o anda Joram sert bir ifa-
deyle tabağını ittirip ayağa kalktı.
"Bu gecelik yeterince hikaye dinledik. Buraya bir sebep
için geldiniz, böyle olduğunu anlıyorum, Peder. Oturma oda-
sına gel ve bize anlat. Tabakları bırak, Gwen," diye ekledi.
"Peder Saryon'un Yeryüzü'ne döndüğünde yapması gereken
önemli işler var. Ziyaretini gereksizce uzatmak istemeyiz. Sen
ve Reuven bu gece konuğumuz olacaksınız, elbette."
"Teşekkür ederim," dedi Şaryon hafifçe.
"Masayı toplamak çok kısa sürer, Joram," dedi Gwendolyn
endişeyle. "Sen ve Peder Şaryon sıcak odaya gidin. Eliza, Re-
uven ve ben..."
Soğuk, titreyen elleri bir tabak düşürdü. Tabak taş zemine
çarpıp parçalandı.
Hepimiz durduk ve muftuz bir sessizlik içinde ona baktık.
Odadaki herkes korkunç alameti okudu.

ISO

13
Kılıç, bir ceset gibi Şaryon 'un ayaklarının dibinde
yatıyordu, Katalist'in günahının kişileştirilmiş hali gi-
biydi.
KARAKILIÇIN DO VÜLÜŞÜ
Eliza bir süpürge getirdi ve tabak parçalarını süpürdü.
"Reuven ve ben bulaşıkları yıkarız, anne," dedi Eliza alçak
sesle. "Sen babamla kal."
Gwendolyn yanıt vermedi, başını salladı ve Joram'ın yanı-
na gidip kolunu ona doladı, başını göğsüne yasladı. Joram ona
sıkı sıkı sarıldı, kara kafasını karısının sarı saçlarının üzerine
eğdi, onu nazikçe öptü.
Masayı topladım, tabakları mutfağa taşıdım. Eliza kırık ta-
bağı çöp kutusuna attı, sonra bir leğeni şöminede kaynamak-
ta olan çaydanlıktan döktüğü sıcak suyla doldurdu. Bana bir
kez bile bakmadı, gözlerini işinden ayırmadı.
Duygularını tahmin edebiliyordum: suçluluk duygusu, piş-
manlık. Prospero'nun kızı bu cesur yeni dünyayı görmek iste-
mişti. Buraya neden geldiğimiz onun zihninde açıktı... onu ya-
nımızda götürmek için. Gitmek, kitaplarda okuduğu harikala-

rÜARCAREt U/EIS Ü 1"RACY HlCKIHAn


rı görmek istemişti. Ama, belki de ilk defa, bunun anne bah
sini nasıl üzeceğini fark etmişti. Onları asla bırakamazdı.
Bırakmak zorunda değildi. Onlar da yanından gidecekti
Bu bilgi beni neşelendirdi.
Joram Saryon'un ateşin yanına rahatça yerleştiğinden emin
oldu, sonra her zaman oturduğunu tahmin ettiğim sandalyesi-
ne oturdu: Gwendolyn Joram'ın yanında bir sandalyeye yer-
leşti, uzanıp eline dokunacak kadar yakındı.
Her sandalyenin yanındaki sehpada kitaplar vardı ve
Gwen'inkinin yanında yün yumakları, elle yapılmış örgü şişle-
riyle dolu bir sepet, dikiş malzemeleri içeren bir başka sepet
duruyordu. Alışkanlıkla sepetlerden birine uzandı. Ancak se-
pet kucağındayken Peder Saryon'a baktı ve içini çekerek se-
peti kaldırdı, ellerini sıkı sıkı kavuşturdu.
Kimse tek kelime etmedi. Dilsizlerden oluşan bir topluluk
gibiydik, ama öyle olsa sessizlik canlı, yüzler heyecanlı, göz-
ler parlak ve konuşuyor olurdu. Odadaki herkes bir duvarın
arkasında duruyordu... bir zaman ve uzaklık, korku ve güven-
sizlik ve efendimin duaımunda, derin üzüntü duvarı.
Bulaşıkları bitirip diğerlerine katıldık. Eliza mumlan yaktı.
Ateşe bir kütük daha ekledim. Eliza, kitaplarla dolu bir sehpa
ve bir başka iş sepetinin yanındaki kendi sandalyesine gitti.
Başka sandalye olmadığından mutfaktan bir tane taşıdım ve
efendimin yanına yerleştim.
Joram Saryon'a sert bir beklenti içinde bakıyordu, siyah
kaşları gözlerinin üzerinde tek bir ağır, düz çizgi halinde çatıl-
mıştı, yüzündeki ifade sert ve aşılmazdı, Saryon'u kendini üze-
rine atmaya davet eden kayadan bir yamaç.
Şaryon bunun kolay olmayacağını biliyordu. Ama bu kadar
zor olacağını hayal ettiğini sanmıyorum. Nefes aldı, ama o ko-
152

KARAKILIÇin MİRASI
nuşamadan Joram onu engelledi.
"Prens Garald'a bir mesaj götürmeni istiyorum, Peder," de-
. am aniden. "Ona emirlerinin ihlal edildiğini, yasanın bö-
ldüğünü söyle. Ailem ve ben bu dünyada yalnız ve rahat bı-
kılacaktık. O huzur Smythe adında, Karakılıç'ı aramaya ge-
len bir adam tarafından bozuldu. Adam ailemi tehdit etme ce-
saretini gösterdi. Onu, bir daha dönmemesini emrederek kov-
dum- Geri gelirse, olacakların sorumluluğunu üstlenmem. Bu
Karakılıç'ı aramaya gelen herkes için geçerli."
Bu bildirinin bizi de dahil ettiği açıktı ve Saryon'un işini hiç
de kolaylaştırmıyordu.
"Neden geldiklerini hayal bile edemiyorum," diye devam
etti Joram. "Karakılıç dünya parçalanırken yok oldu. Var olma-
yan bir şeyi arayarak zaman harcıyorlar."
Söyledikleri tam olarak yalan sayılmazdı. Doğaı, ilk Kara-
kılıç yok olmuştu. Ama ya yenisi, yeni yaptığı? Ya da gerçek-
ten var mıydı acaba? Belki de Duuk-tsarithler yanılmıştı. Şar-
yon sormaya cesaret edemedi. Sormak, Joram'ın gizlice gözet-
lendiğini itiraf etmek olurdu ve onu öfkelendirirdi.
Efendim buz gibi bir gölde yüzmeye hazırlanan bir adam

gibi görünüyordu. Suya yavaş yavaş girmenin acıyı uzatacağı-


nı biliyordu, bu yüzden doğrudan konuya girdi.
"Joram, Gwendolyn," Saryon'un merhametli bakışları ikisi-
ne yöneldi, "buradaki işim Karakıhç'la ilgili değil. Seni ve aile-
ni güvende olacağınız Yeryüzü'ne götürmek için geldim."
"Burada güvendeyiz," dedi Joram sertçe, öfkeyle bakarak,
"ya da Garald sözünü tutsa ve yasalarının uygulanmasını sağ-
lasa güvende olurduk! Yoksa o da mı Karakılıç'ı istiyor? Konu
bu, değil mi?" Sandalyesinden fırladı, tehditkarca tepemize di-
kildi. "Gelmenizin sebebi bu, değil mi, Peder?"
183

UlARCARft U/EIS St +RACY HlCKTOAn


O zaman anlatılanların doğru olduğunu anladım, elbert
Joram yeni bir Karakılıç yapmıştı. İtiraf etmiş sayılırdı.
Şaryon onunla yüzleşmek için doğruldu. Yanakları kıza
mış, sesi titriyordu, ama zayıflıkla değil kızgınlıkla. "Ben kıh
için gelmedim, Joram. Bunu söyledim. Sana yalan söylemeye-
ceğimi biliyorsun... ya da en azından biliyor olmalısın."
Gwendolyn ayağa kalkmış, ellerini Joram'ın koluna koy-
muştu.
"Joram, lütfen!" dedi yumuşak sesle. "Ne dediğini bilmiyor-
sun. Karşındaki Peder Şaryon!"
Joram'ın öfkesi dindi. Kendinden utanmış gibi görünme ve
özür dileme zarifliğini gösterdi. Ama özrü kısa ve soğuktu.
Sandalyesine döndü. Gwen kendi sandalyesine oturmadı, Jo-
ram'ın arkasında durdu, varlığı güçlü ve destekleyiciydi, hata
yapmasına rağmen onu savunuyordu.
Eliza tedirgin olmuş, kafası karışmış ve biraz da korkmuş-
tu. Beklediği bu değildi.
Şaryon oturdu, nazikçe, yaslı gözlerle Joram'a baktı. "Oğ-
lum, benim için kolay olduğunu mu sanıyorsun? Burada ken-
din ve ailen için kurduğun hayatı görüyorum. Bu hayatın mut-
lu ve kutsanmış olduğunu görüyorum. Ve sona ermesi gerek-
tiğini sana söyleyen benim. Keşke böyle bir huzuru Yeryü-
zü'nde de bulabileceğini aöyleyebilseydim, ama bunu vaade-
demem. Döndüğümüz zaman herhangi birimizin huzur bula-
bileceğini kim bilebilir? Belki de korkunç bir savaşa gireceğiz.
"Smythe sana Hch'nyvlerden, tek bir amaç güden dışdün-
yalılardan bahsetti ve o amaç insan ırkını yok etmek. Pazarlık
etmekle ilgilenmiyorlar, bizimle iletişim kurmayı reddediyor-
lar. Ateşkes yapma umuduyla onlara gönderdiklerimizi katlet-
tiler. Yaklaşıyorlar. Askeri güçlerimiz son direnişi Yeryüzü'nde
154

KARAKJLIÇin ITIİRftSI
r, jçin geri çekildiler. Son boşaltılan bu karakol olacak.
„Yeryuzü'nde güvende olacağınıza bile söz veremem," di-
tiraf etü Şaryon. "Herhangi birimizin güvende olacağını söz
rernem. Ama en azından birleşik Yeryüzü Güçleri'nin koru-
ası olacak. Burada sen, Gwen ve Eliza dışdünyalıların mer-
hametine kalacaksınız. Ve, gördüklerimize bakarak söyleyebi-
lirim ki, onlar merhameti tanımıyorlar."
Joram'ın ağzı çarpıldı. "Peki Karakılıç'ı alsan..."
Şaryon başını iki yana sallıyordu.
Joram cümlesini değiştirdi, ama ağzının çarpılması derin-
leşti, sesi acı ve alaycıydı. "Biri Karakılıç'ı alsa, o zaman biri
onu kullanarak şeytani dışdünyalıları durdurabilir ve dünyayı
kurtarabilir. Hâlâ kendini affettirmeye mi çalışıyorsun, Peder?"
Şaryon hüzünle baktı ona. "Bana inanmıyorsun. Sana yalan
söylediğimi düşünüyorsun. Üzgünüm, oğlum. Çok üzgünüm."
"Joram," diye fısıldadı Gwen nazik bir paylamayla ve elini
Joram'ın omzuna koydu.
Joram içini çekti. Uzandı, karısının elini tuttu ve yanağını
ona dayadı. Konuşurken tutmaya devam etti.
"Yalan söylediğini düşünmüyorum, Peder." Joram daha yu-
muşak bir sesle konuşuyordu. "Aldatıldığını söylüyorum. Hep
kolay aldanan biri oldun," diye ekledi ve acı gülümsemesi sev-
giyle doldu. "Sen bu dünya için fazla iyisin, Peder. Çok fazla
iyi. İnsanlar senden faydalanıyor."
"Özellikle iyi olduğumu sanmıyorum," dedi Şaryon, yavaş
yavaş, içtenlikle konuşarak. Devam ettikçe sözleri güç kazan-
dı, "ama hep doğru olduğuna inandığım şeyi yapmaya çalış-
tım. Bu zayıf olduğum anlamına gelmiyor, Joram, aptal oldu-
ğum anlamına da gelmiyor, ama sen hep iyiliği zayıflıkla eş
tuttun. Bu dışdünyalılann var olmadığını ima ediyorsun. Ha-
ISS

rflAR£AR£T U/EIS & f RACY HlCKfflAn


O zaman anlatılanların doğru olduğunu anladım, elbette
Joram yeni bir Karakılıç yapmıştı. İtiraf etmiş sayılırdı.
Şaryon onunla yüzleşmek için doğruldu. Yanakları kızar-
mış, sesi titriyordu, ama zayıflıkla değil kızgınlıkla. "Ben kılıç
için gelmedim, Joram. Bunu söyledim. Sana yalan söylemeye-
ceğimi biliyorsun... ya da en azından biliyor olmalısın."
Gwendolyn ayağa kalkmış, ellerini Joram'ın koluna koy-
muştu.
"Joram, lütfen!" dedi yumuşak sesle. "Ne dediğini bilmiyor-
sun. Karşındaki Peder Şaryon!"
Joram'ın öfkesi dindi. Kendinden utanmış gibi görünme ve
özür dileme zarifliğini gösterdi. Ama özrü kısa ve soğuktu.
Sandalyesine döndü. Gwen kendi sandalyesine oturmadı, Jo-
ram'ın arkasında durdu, varlığı güçlü ve destekleyiciydi, hata
yapmasına rağmen onu savunuyordu.
Eliza tedirgin olmuş, kafası karışmış ve biraz da korkmuş-
tu. Beklediği bu değildi.
Şaryon oturdu, nazikçe, yaslı gözlerle Joram'a baktı. "Oğ-
lum, benim için kolay olduğunu mu sanıyorsun? Burada ken-
din ve ailen için kurduğun hayatı görüyorum. Bu hayatın mut-
lu ve kutsanmış olduğunu görüyorum. Ve sona ermesi gerek-
tiğini sana söyleyen benim. Keşke böyle bir huzuru Yeryü-
zü'nde de bulabileceğini söyleyebilseydim, ama bunu vaade-
demem. Döndüğümüz zaman herhangi birimizin huzur bula-
bileceğini kim bilebilir? Belki de korkunç bir savaşa gireceğiz.
"Smythe sana Hch'nyvlerden, tek bir amaç güden dışdün-
yalılardan bahsetti ve o amaç insan ırkını yok etmek. Pazarlık
etmekle ilgilenmiyorlar, bizimle iletişim kurmayı reddediyor-
lar. Ateşkes yapma umuduyla onlara gönderdiklerimizi katlet-
tiler. Yaklaşıyorlar. Askeri güçlerimiz son direnişi Yeryüzü'nde
154

KARaKJLIÇin ITİİRftSI
prnak için geri çekildiler. Son boşaltılan bu karakol olacak.
"Yeryüzü'nde güvende olacağınıza bile söz veremem," di-
ye itiraf etti Şaryon. "Herhangi birimizin güvende olacağını söz
veremem. Ama en azından birleşik Yeryüzü Güçleri'nin koru-
ması olacak. Burada sen, Gwen ve Eliza dışdünyalılarm mer-
hametine kalacaksınız. Ve, gördüklerimize bakarak söyleyebi-
lirim ki, onlar merhameti tanımıyorlar."
Joram'ın ağzı çarpıldı. "Peki Karakılıç'ı alsan..."
Şaryon başını iki yana sallıyordu.
Joram cümlesini değiştirdi, ama ağzının çarpılması derin-
leşti, sesi acı ve alaycıydı. "Biri Karakılıç'ı alsa, o zaman biri
onu kullanarak şeytani dışdünyalılan durdurabilir ve dünyayı
kurtarabilir. Hâlâ kendini affettirmeye mi çalışıyorsun, Peder?"
Şaryon hüzünle baktı ona. "Bana inanmıyorsun. Sana yalan
söylediğimi düşünüyorsun. Üzgünüm, oğlum. Çok üzgünüm."
"Joram," diye fısıldadı Gwen nazik bir paylamayla ve elini
Joram'ın omzuna koydu.
Joram içini çekti. Uzandı, karısının elini tuttu ve yanağını
ona dayadı. Konuşurken tutmaya devam etti.
"Yalan söylediğini düşünmüyorum, Peder." Joram daha yu-
muşak bir sesle konuşuyordu. "Aldatıldığını söylüyorum. Hep
kolay aldanan biri oldun," diye ekledi ve acı gülümsemesi sev-
giyle doldu. "Sen bu dünya için fazla iyisin, Peder. Çok fazla
iyi. İnsanlar senden faydalanıyor."
"Özellikle iyi olduğumu sanmıyorum," dedi Şaryon, yavaş
yavaş, içtenlikle konuşarak. Devam ettikçe sözleri güç kazan-
dı, "ama hep doğru olduğuna inandığım şeyi yapmaya çalış-
tım. Bu zayıf olduğum anlamına gelmiyor, Joram, aptal oldu-
ğum anlamına da gelmiyor, ama sen hep iyiliği zayıflıkla eş
tuttun. Bu dışdünyalılann var olmadığını ima ediyorsun. Ha-
ıss

IIİARPARff UİEIS $ f RACY HlCKJHAn


herleri gördüm, Joram! Kolonilerimize saldıran, onları ynı.
eden gemilerin resimlerini gördüm! Korkunç katliamların, an
lamsız kasaplığın hikayelerini okudum.
"Hayır, bu dışdünyalıları kendi gözlerimle görmedim. peu
az insan anlatacak kadar hayatta kalabildi. Ama General Boris
ile Kral Garald'ın gözlerindeki endişeyi, korkuyu gördüm
Korkuyorlar, Joram. Senin için, hepimiz için korkuyorlar. Bu-
nun ne olduğunu sanıyorsun... incelikli bir oyun mu? Ne
amaçla? Seni kandırıp Karakılıç'ı almak için mi? Onun yok
edildiğini kendin söyledin, bu nasıl mümkün olabilir?"
Joram karşılık vermedi.
Şaryon yine içini çekti. "Oğlum, sana karşı dürüst olaca-
ğım. Söyleyeceklerimin seni haklı olarak kızdıracağını bilsem
de hiçbir şeyi saklamayacağım. Yeni bir Karakılıç dövdüğünü
biliyorlar. Duuk-tsaritblev seni izliyordu... yalnızca seni koru-
mak için, Joram! Yalnızca seni Smythe ve işbirlikçilerinden ko-
rumak için! Duuk-tsarithler öyle diyor ve ben... ben onlara
inanıyorum."
Joram gerçekten de kızmıştı, o kadar kızmıştı ki öfkesiyle
boğulmuş, konuşamıyordu. Böylece efendim sözlerine devam
edebildi.
"Kılıcı yaptığını biliyorum, Joram... kendini ve sevdiklerini
büyüye karşı korumak içinT Ve işte bu yüzden onu bırakmak
istemiyorsun. Ve, evet, onların Karakılıç'ı ve sırlarını istedikle-
rini itiraf ediyoaım, Joram. Piskopos Radisovik... onu hatırlıyor
musun? Onun iyi, bilge bir adam olduğunu biliyorsun. Pisko-
pos Radisovik Karakılıç'la ve halkımızı kurtarmak için nasıl
kullanılacağıyla ilgili, Almin'den geldiğine inandığı bir mesaj
aldı. Kılıcı Yeryüzü'ne götürüp götürmemek sana kalmış. Seni
etkilemeye çalışmayacağım. Ben yalnızca sen ve ailenin gü-
156

KARAKjuçm miRası
ligiyle ilgileniyorum. Karakılıç'ı, uğruna aileni feda edecek
kadar mı önemsiyorsun, oğlum?"
joram ayağa kalktı. Gwen'in elini bıraktı, onun yatıştırıcı
dokunuşundan uzaklaştı. Sesi öfke doluydu. "Onlara nasıl gü-
venebilirim? Geçmişte bu insanlardan ne gördüm, Peder? İha-
net, aldatmaca, cinayet..."
"Onur, sevgi, merhamet," diye karşılık verdi Şaryon.
joram'ın yüzü karardı. Kendisine karşı çıkılmasına alışık
değildi. Sonra ne söyleyecekti, bilemiyorum, ama Gwendolyn
araya girdi.
"Peder, Kral Garald'm bizim için ne planladığını anlatın,"
dedi.
Şaryon anlattı. Karakolda bir geminin onları beklediğini
söyledi. Geminin onları Yeryüzü'ne götüreceğini, orada onlar
için bir ev ayarlandığını anlattı. Arkada bırakacakları şeylere
üzüldüğünü söyledi, ama gemide çok kişisel eşya koyacak yer
yoktu.
"Ama Karakılıç için var," dedi Joram ve alayla güldü.
"Karakılıç'm cehenneme kadar yolu var!" dedi Şaryon öf-
keyle, sabrını yitirerek. "Yok olup gitsin! Onu görmek bile is-
temiyorum! Duymak istemiyorum! Bırak! Göm! Yok et! Ne ya-
parsan yap, umurumda değil. Sen, Joram. Sen, karın ve çocu-
ğun. Benim için önemli olan tek şey bu."
"Senin için!" diye karşılık verdi Joram. "Seni göndermeleri-
nin sebebi bu! İşte tam da bu ses tonuyla, bu şekilde yalvar-
man için! Bizi korkutup kaçırmak için. Ve gittiğimiz zaman,
gelip aramak ve vazgeçmektense ölmeyi tercih edeceğim şeyi
almakta serbest olacaklar!"
"Bunu kastediyor olamazsın, baba!" Eliza ilk kez konuş-
muştu. Ayağa kalkarak babasıyla yüzleşti. "Ya haklıysalar? Ya
157

rrlAReARîf U/EİS Ö TRACY HlCKBAn


Karakıİıç'ın gücü yaşamları kurtarabilirse? Milyonlarca cani
Onu saklamaya hakkın yok. Onlara vermelisin!"
"Kızım," dedi Gwendolyn keskin bir sesle, "dilini tut! Senin
anlaman imkansız!"
"Babamın bencilce ve inatla davrandığını anlıyorum," diye
karşılık verdi Eliza. "Ve bize de aldırmıyor! Hiçbirimize! Yal-
nızca kendisini düşünüyor!"
Joram Saryon'a karanlık karanlık baktı. "Görevini basardın
Peder. Çocuğumu aleyhime döndürdün. Kuşkusuz bu da pla-
nının bir parçasıydı. İstiyorsa sizinle beraber Yeryüzü'ne gide-
bilir. Onu durdurmam. Gece kalabilirsiniz, sen ve işbirlikçin.
Ama sabah gitmiş olun."
Döndü ve odadan çıkacak oldu.
"Baba!" diye yalvardı Eliza, kalbi kırılmış bir şekilde. "Git-
mek istemiyorum! Baba, bunu kastetmedim..." Ellerini ona
uzattı, ama Joram bakmadan yanından yürüyüp geçti ve ka-
ranlıkta kayboldu. "Baba!"
Joram dönmedi.
Eliza perişan bir feryatla odadan konutun başka bir kısmı-
na kaçtı. Ayak sesleri duydum, sonra uzakta bir kapı çarpıldı.
Gwendolyn yalnız kaldı, koparılmış bir çiçek gibi solmuş,
çökmüştü.
Şaryon kekeleyerek özüf dileyecek oldu, ama Almin bili-
yor ya, özür dileyecek bir şey yoktu.
Gwendolyn başını kaldırıp gözlerine baktı. "Birbirlerine
çok benziyorlar," dedi. "Çakmaktaşına çarpan çakmaktaşı gibi.
Kıvılcımlar uçuşuyor. Ama birbirlerini seviyorlar..." Eli ağzına,
sonra gözlerine gitti. Sarsılarak nefes aldı. "Düşünecek. Gece
boyunca bunu düşünecek. Sabah yanıtı farklı olacak. Doğru
olanı yapacak. Onu tanıyorsun, Peder."
IS8

KaRAKILIÇin mİRASI
"Fvet," dedi Şaryon nazikçe. "Tanıyorum."
Belki, diye düşündüm. Ama bu arada, uzun bir gece ola-
caktı.
Gwendolyn Saryon'un yanağını öptü. Bana iyi geceler di-
ledi Sessizce eğildim ve yanımızdan ayrıldı.
Ateş köze dönüşmüştü. Oda karanlıktı ve gittikçe soğuyor-
du Ç°k hasta görünen Şaryon için korkuyordum. Bitkin olma-
sı gerektiğini biliyordum, çünkü yorucu bir gün olmuştu. Ya-
şanan gergin ve nahoş sahne onu boş, sarsılmış bırakmıştı.
"Efendim," diye işaret ettim, yanma giderek, "yatağa gidin.
Bu gece yapabileceğimiz başka hiçbir şey yok."
Kıpırdamadı, konuşan ellerimi fark etmiş görünmüyordu.
Parlayan kömürlere bakıyordu ve kendi kendine konuşuyor,
görüsünü paylaşıyor gibiydi. Demirhane ateşini, kılıcın yapılı-
şını görüyordu.
"İlk Karakılıç'a ben yaşam verdim," dedi. "Kötülüğün nes-
nesi, ışığı dünyadan emiyor, karanlığa dönüştürüyordu. O
haklı. Hâlâ kendimi affettirmeye çalışıyorum."
Titriyordu. Odada bakındım, ateşin yakınındaki taburenin
üzerine atılmış bir şal gördüm. Onu almaya gittiğimde gözüm
şömineyle duvar arasında, portakal rengi, minik bir çakmaya
takıldı. Kıvılcım olduğunu düşünerek, söndürmek için ezecek
oldum.
Elim ona dokunur dokunmaz bedenimden bir ürperti geç-
ti. Pürüzsüz, plastik ve bu dünyadan değildi. Buraya ait değil-
di. Mosiah'ın evimizde bulduğu yeşil dinleme aletlerini hatır-
ladım. Ama neden bu şey portakal rengi bir ışıltı saçsındı...?
"Sebep yok," dedi kürklü bir ses dirseğimin yanından.
"Yalnızca benim portakal renginden hoşlanmam yüzünden."
Teddy taburenin üzerinde oturuyordu. Dinleme aletinin

İflARPARET U/EİS & tRftCY HlCKfflAn


portakal rengi parıltısı düğme gözlerinden yansıyordu.
Simkin'e böyle bir aletin ne olduğunu onun nereden bild'
ğini ya da gerçekten bilip bilmediğini sorabilirdim. Neden bi
ze göstermek için bu ânı, artık çok geç olmasını beklediğini
sorabilirdim. Sorabilirdim, ama sormadım. Sanırım alacağlrn
yanıttan korkuyordum. Belki de bu bir hataydı.
Ve Saryon'a Teknobüyücüler tarafından dinlendiğimizi
söylemedim. Belki bu da bir hataydı, ama bunun üzüntüsünü
artırmaktan başka işe yaramayacağından korkuyordum. Gwen
haklıysa -kuşkusuz Joram'ı tanıyor olmalıydı- sabaha kararını
yeniden düşünmüş olacaktı. Sabah hepimiz buradan gitmiş
olacaktık ve o zaman Teknobüyücüler sessizliği dinleyebilir-
lerdi.
Şalı aldım, Saryon'un omuzlarına yerleştirdim ve kasvetli
düşüncelerinden sıyırarak yatağa gitmeye ikna ettim. Karanlık
koridorda birlikte yürüdük, bize yalnızca yıldızların solgun ışı-
ğı yol gösteriyordu. Ona çay yapmayı önerdim, ama hayır, çok
yorgun olduğunu söyledi. Hemen yatacaktı.
Dinleme aletleri hakkında bilgimi aktarma düşüncelerim
hemen kayboldu. Bu onu gereksiz yere endişelendirmekten
başka işe yaramayacaktı ve Saryon'un dinlenmeye ihtiyacı var-
dı.
Ve eğer bu bir hataysa,»o zaman o gece yapılan pek çok
hatadan biriydi. Başka bir hata, belki de en önemlisi,
"Teddy"yi gözümün önünden ayırmam olmuştu.
160

?
14
"Kılıcı o paçavralara sar. Eğer seni durduran olur-
sa, onlara bir çocuğu taşıdığını söyle. Ölü bir çocuğu."
KARAKILIÇ1N DÖVÜLÜŞÜ
Bir ses duyduğumu düşünerek uyandım, ama ne sesi oldu-
ğunu seçemiyordum. Yatakta yatarak ne olduğunu hatırlama-
ya çalıştım ve fazla gelişme kaydedememiştim ki bir kapı, kim-
seyi rahatsız etmemek için yavaşça açılıyor ya da kapanıyor-
muş gibi menteşe gıcırtısı duydum.
Belki de Şaryon olduğunu ve bana ihtiyaç duyacağını dü-
şünerek yataktan kalktım, kazağımı ve pantolonumu giydim,
sonra koridorda, efendimin • odasına gittim. Kapısını dinledi-
ğim zaman hafif hafif horladığını duydum. Gece gece kalkıp
dolanan her kimse, efendim değildi.
"Joram," diye düşündüm ve inatçılığı ve Saryon'a saygısız-
lığına kızsam da, adam için üzülüyordum. Sevdiği bir yuvayı,
kendi yarattığı bir yaşamı terk etmek zorunda kalacaktı.
"Almin ona rehberlik et," diye dua ettim ve odama dön-
düm.
Huzursuzdum, bir daha uyuyamayacağımı biliyordum, bu

niAReARJf U/EIS & f RACY HlCKJIIAn


yüzden pencereye yürüdüm ve perdeleri aralayıp geceye bak
tim.
Pencerem Kaynak'ın çevresindeki pek çok bahçeden biri-
ne açılıyordu. Orada yetişen çiçeklerin adlarının ne olduğu
konusunda en ufak fikrim yoktu; sapları üzerinde ağır çeken
ve benim hayal gücüme, üzüntü içinde başlarını eğiyormuş gi-
bi görünen bir tür iri, beyaz çiçek. Kendi kendime, bunun
planladığım yeni kitapta kullanılabilecek iyi bir metafor olaca-
ğını düşündüm. Arkama dönüp not etmeyi düşünüyordum, ki
birinin bahçeye girdiğini gördüm.
Elbette, Joram endişelerini dışarı götürdü, diye düşündüm.
Mahremiyetini ihlal ettiğim için huzursuz lıissediy ordum, aynı
zamanda pencereden beni görebilir, gizlice onu gözetlediğimi
düşünebilirdi. Tam perdeleri çekip kapatacaktım ki şekil tam
karşımdaki açık yürüyüş yoluna çıktı ve Joram olmadığını gör-
düm.
Bir kadındı, pelerin ve başlık takmıştı, kollannda bir boh-
ça taşıyordu.
"Eliza!" dedim kendi kendime. "Evden kaçıyor!"
Buz gibi oldum. Yüreğim büzüldü. Kriz zamanlarında za-
man zaman yaşadığımız o korkunç kararsızlık içinde yere çi-
vilenmiş, kaldım. Bir şey yapmak zorundaydım, ama ne?
Koşup Saryon'u uyandmmalı, kızla konuşmasını mı sağla-
malıydım? Efendimin bitkinliğini ve ne kadar hasta göründü-
ğünü hatırlayarak bundan vazgeçtim.
Anne babasını mı uyandırmalıydım?
Hayır. Eliza'ya ihanet etmeyecektim. Ona kendim gidecek,
kalması için ikna etmeye çalışacaktım.
Ceketimi kaparak omuzlarıma attım ve koridora fırladım.
Nereye gideceğim konusunda pek az fikrim vardı, ama düşü-
162

KARiHULIÇln rflİRASI
.. nP tuvalete giderken bahçeden geçtiğimi hatırlar gibi ol-
flüncc,
Tek bir yanlış dönüşten sonra kapıyı buldum ve geceye
ktım Geçerken çıkan menteşe gıcırtısı, daha önce duydu-
ğum gıcırtıyla aynıydı.
Gece aydınlıktı ve önümdeki gölgeli şekli görmek kolaydı,
pencereden ilk gördüğümde oldukça hızlı ilerliyordu ve ben
bahçeden çıkıp ona ulaşamadan duvarın arkasında gözden
kaybolmuş olacağından korkmuştum. Gerçekten de duvara
ulaşmıştı, ama taşıdığı bohça hızını kesiyordu. Bohçayı duva-
rın üzerine koymuştu ve yanında bir şey daha vardı, görünce
yeniden buz kestiğim bir şey... Teddy.
Teddy, nam-ı diğer Simkin, Eliza bir pelerin ve etek yığını
içinde duvara tırmanırken duvann üzerine bıraktığı bohçanın
yanında oturuyordu. Kız dönerek bir eliyle bohçaya, diğeriyle
Teddy'ye uzandı. Beni gördü.
Gece karası saç bulutuyla çerçevelenmiş yüzü ağır çiçekler
kadar solgundu; solgun ama kararlı. Beni görünce gözleri iri-
leşti, sonra hoşnutsuzlukla kısıldı.
Ellerimi çılgınca salladım, ama bu hareketle ne başarmayı
düşünüyordum, bilmiyorum. Her neyse, işe yaramadı. Kız
bohçayı kaptı; ağır olduğu açıktı, çünkü Eliza onunla başa çık-
makta güçlük çekiyordu. Teddy'yi yere bıraktı -kafa üstü düş-
tüğünü umuyordum- ve bohçayı kavramak için iki elini kul-
landı.
Boğuk bir tangırtı geldi... kumaşa sarılı çeliğin taşa vurdu-
ğunda çıkardığı ses.
O zaman onun ne taşıdığını anladım ve bu bilgi nefesimi
kesti. Duraksadım.
Eliza benim anladığımı gördü, ama bu yalnızca daha da
acele etmesine sebep oldu. Bohçasım kavrayarak bana sırtını
163

rflARPARrr WEIS & f RACY HlCKSIAn


döndü ve yamacın taşlan üzerinde kayan ayak sesleri duydum
Kendime geldim ve peşinden seğirttim, çünkü artık ona ye
tişmem her zamankinden daha önemliydi.
Teknobüyücüler dinliyordu. Ama Mosiah'a bakılırsa, £)w.
uk-tsarithler izliyordu!
Her gölgenin kara şekiller fırlamasını bekleyerek duvara
tırmandım, beceriksizce aştım. Pek atletik olmadığımı söyle-
miştim. Duvarın düşürdüğü kara gölge yüzünden akımdaki
yeri göremiyordum. Yüksekliği yanlış tahmin ettim ve hızla
düştüm, dizlerimi duvara çarparak yaraladım, avuçlarımdaki
derinin sıyrılmasına sebep oldum.
"Oof! Belası! Hödük! Bütün pamuklarımı döktün!" dedi bir
ses.
Dik yamaçta dengemi sağlamaya çalışmakla, lanet okuyan
Teddy'ye dikkat edemeyecek kadar meşguldüm. Ayaklarım
gevşek taşların üzerinde kayıyordu, taşlar yamaçtan aşağı sıç-
rayıp küçük bir çığ yarattı. Kaydım, kavrandım ve sonra Eliza
tepeme dikildi. Pelerininin kıvrımları çevremde yayıldı. Elleri
kollarımı kavradı ve etimi çimdikledi.
"Kes şunu!" diye fısıldadı öfkeyle. "Bu gürültüyle ölüleri bi-
le uyandırırsın!"
"Bir kez oldu," dedi kederli bir ses, dirseğimin yanından.
"Esterhouse Dükü. Koltuğunda oturmuş, gazetesini okurken
oluverdi. Herkes ona söylemekten korktu. Haberi çok kötü
karşılayacağını biliyorlardı. Bu yüzden onu yerinde bıraktık.
Sonra bir gün, aşçı unuttu ve yemek çanını çaldı..."
Eliza irkilerek beni bıraktı ve topuklarının üzerine oturdu.

"Konuşabiliyorsun!" dedi bana gergin bir sesle. Bohça elin-


de değildi.
Başımı şiddetle iki yana salladım. Sıyrılmış popomun altına
164

KüRAKjuçın rriiRASi
zandım, suçlu oyuncak ayıyı çekip çıkardım ve sarstım,
gliza ayıya baktı, alt dudağını ısırdı ve aniden gerçeği an-
ladı.
"Canın yandı mı?" diye sordu istemeye istemeye.
Başımı iki yana salladı.
"Güzel," dedi. "Yatağına dön, Reuven. Ben ne yaptığımı bi-
liyorum."
Ve başka tek kelime etmeden ayıyı elimden kaptı ve bir
etek ve pelerin rüzgarı içinde yok oldu. Tepenin biraz aşağı-
sında durdu, ağır bohçasını yerden aldı, sonra karanlıkta onu
gözden kaybettim.
Nereye gittiğini biliyordu. Ben bilmiyordum. O bu dik ya-
maçlarda tırmanmaya ve yürümeye alışıktı. Ben değildim. Ar-
kasından bağıramazdım, ama zaten yapmazdım bunu. İstedi-
ğim son şey ona ve taşıdığı şeye dikkat çekmekti. Bir zarar
görmeden onu eve dönmeye ikna etmeyi umuyordum. Ama
ilk önce yakalamam gerekiyordu.
Körlemesine yamaçtan aşağı koşarsam uzun vadede daha
fazla zamana malolabilir, diye mantık yürüttüm. Bir patika ol-
malıydı; aksi halde Eliza o kadar hızlı koşamazdı. Aramaya baş-
ladım. Dizlerim katılaşıyor, avuçlarım yanıyordu. Sabrım ödül-
lendirildi. Düştüğüm yerden biraz uzakta, yarı doğal, yarı insan
yapımı, yamaca oyulmuş bir patika buldum. Eski bir patikaydı;
benden önce pek çok katalistin ayaları altmda ezilmişti. Patika
yamaçta derin oyuklardan oluşmuştu, oraya buraya gömülmüş
iri taşlarla ya da açıktaki köklerle sağlamlaştırılmıştı.
Taşlar yıldız ışığıyla aydınlanan gecenin içinde beyaz be-
yaz parlıyordu; sayısız ayağın geçişiyle yıpranmış ağaç kökle-
ri kaygan ve parlaktı. Nereye gittiğini merak ederek patikadan
aşağı yürüdüm.
163

mAR£AR£T U/EIS §? 1~RACY HlCKjnAn


Yol dikti, taşların ve başka el ve ayak dayanaklarının v
dımına rağmen gidişim yavaş ve zordu. Artık Eliza'nm av u
seslerini duyamıyordum ve benden çok önde olması gerekr
ğini biliyordum. Bu yolu seçmem aptalca bir fikirdi. Kayıp de
şecek olsam, muhtemelen bacağımı ya da bileğimi kırar, bü
tün gece kurtarılma umudu olmadan orada yatmak zorunda
kalırdım.
Bir de daha hızlı ilerleyebilsem! Zihnimde, bir zamanlar bu
patikayı oluşturan ve her gün üzerinde yürüyen, keçiler gibi
sıçrayan katalistleri görebiliyordum...
Bir keçi gibi olmasa bile, en azından hızla ve kolaylıkla sıç-
rayarak iniyordum. Kahverengi cüppemi belime sıkıştırmış,
sandaletlerim şıplayarak, omzuma parşömen dolu bir çanta as-
mış, güzel bir günde, parlak güneşışığı altında patikadan aşa-
ğı koşuyordum. Bütün genç katalistler ve zaman zaman daha
yaşlı olanlar, derslere geç kaldıkları zaman bu yolu seçerlerdi,
çünkü bu yol doğrudan Üniversite'ye gidiyordu.
İmge ürkütücü ve irkilticiydi, tıpkı daha önce gördüğüm
diğer imge gibi... kahverengi cüppe içinde ben, kraliçem ola-
rak Eliza... Elbette, bir yazar olarak hayal dünyamda yaşama-
ya alışıktım ve hayallerim, düşlerim benim için çok gerçekti.
Ama bu kadar gerçek değil. Yine bir perdeyi kaldırmış, bir
pencereden dışan bakmıştım ve diğer yanda buraya bakan
kendimi görmüştüm.
Ama... bunu kendi çıkarım için kullanabilir miydim? Buna
cesaret edebilir miydim?
Bitkinlik ve yüksekte havanın basınçlı olması yüzünden
başım dönüyordu. Aynı zamanda ümitsizdim, Eliza'nın güven-
liği için korkuyordum. Aksi halde, yaptığım şeye cesaret ede-
bileceğimi sanmıyorum. Bu yaşamdaki halimi salıverdim ve
166

K^RAKJLIÇin rflİRftSI
dimi» eğer gerçekten buysa, diğer yaşama teslim ettim.
rse geç kalmış, üstadıyla başı belaya girecek bir katalist ol-
, Jin ve yamaçtan aşağı fırladım. •
ayaklarım taşların nerede olacağını, ellerim nereyi tutmala-
gerektiğini biliyordu. Nerede güvenle kayabileceğimi bili-
vordum, hatta bir kez bir çıkıntıdan diğerine atladım. Bu deli-
likti, heyecan vericiydi. Durup ne yaptığımı düşünecek olsam
olduğum yerde donardım ve tek adım daha atamazdım.
Sonunda dibe ulaştığımda nefes nefeseydim. Yamaçtan yu-
karı baktım ve katalist halim yok oldu. Ne yaptığımı fark ettim
ve midem burkuldu. Çabucak bakışlarımı kaçırdım ve Eliza'yı
aramaya başladım. Son kez, Katalist'in benim seçtiğim yönün
tam aksi yönde koştuğu imgesini gördüm ve içimde bir parça
onu salıverdiğim için üzgündü.
Geniş, düz, beyaz taş döşeli yola ulaşmıştım. Bu Kay-
nak'tan dağın eteklerine ve aşağıdaki, uzun zaman önce terk
edilmiş, tek varlık sebebi Kaynak ve Üniversite'yi beslemek
olan şehre giden anayol olmalıydı. Bu yol büyünün kanatları
üzerinde süzülen tekersiz yük arabaları, saygılarını sunmak, ri-
calarda bulunmak, Universite'ye giden kızlarını ve oğullarını
ziyaret etmek için gelen asillerin egzotik ve süslü binek araba-
larıyla tıka basa dolu olmalıydı.
Kıvrılan, dolambaçlı, gecenin içinde beyaz bir kurdele gibi
parlayan yola baktım ve bir an sonra üzerinde karanlık bir
şeklin ilerlediğini, kenarda kalmak dışında önlem almadığını
gördüm. Çok uzakta değildi ve yavaş hareket ediyordu. Yükü-
nün, yola çıkarken hayal ettiğnden daha ağır olması gerektiği-
ni tahmin ettim. Hâlâ yalnız olduğunu görünce sevinmiştim.
Teddy'yi saymıyordum, elbette.
Peşinden seğirttim, yolum artık göreceli olarak rahattı.
167

irlARCARFf U/EIS Ö "FRACY HlCKfflAn


Yaklaştığım zaman Eliza ayak seslerimi duydu ve hızını an-
maya çalıştı, ama bu fazla uzun sürmedi. Kaçmaya çalışman
boşunalığmı fark ederek durdu ve benimle yüzleşmek iri
döndü. Yüzünün solgunluğu yıldız ışığı altında hayalet gih'
görünmesine sebep oluyordu; kalın kaşları altındaki siyah
gözleri öfke ve meydan okumayla parlıyordu. Ama onun da
yorulduğunu ve belki biraz korktuğunu gördüm ve orada, ar-
tık yalnız olmadığı için memnun olan bir şey vardı.
Pelerininin altından kolunu yakaladım ve onu yolun kena-
rına dizili ağaçların gölgesine çekmeye başladım.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu, kendini kurtararak.
Gölgelere, sonra parlak beyaz yola işaret ettim ve başımı
iki yana salladım.
"Kontes D'Arymple'm poposundaki ben kadar ortada oldu-
ğumuzu anlatmaya çalışıyor. Çok beyaz, pürüzsüz bir poposu
vardı," diye ekledi Teddy yardımseverce.
"Ne fark eder, anlamıyorum," dedi Eliza inatla. Ayıyı bir
kolunun, ağır bohçayı diğerinin altına tıkmıştı. "Çevrede bizi
fark edecek kimse yok."
"Senin ağzından Almin'in kulağına," dedi Teddy, ki bu üç
aşağı beş yukan benim aklımdan geçen şeydi.
Eliza'nm kolunu yine tuttum ve bu sefer onu parlayan yol-
dan ağaçların gölgesine çekmeme izin verdi. Bohçayı o taşı-
yordu. Elinden almaya çalışmadım.
Koyu gölgelerin içine girdiğimiz zaman bohçayı yere, bir
yaprak yığınının üzerine bıraktı. Sonra alçak, ufalanmakta olan
bir duvarın üzerine çöktü ve ayaklarının dibindeki bohçaya
baktı.
"Bu kadar ağır olduğunu bilmiyordum," dedi. "İlk aldığım-
da ağır gelmemişti. Ama artık gittikçe daha ağır geliyor. Ve ta-
168

KARAKJLIÇin MİRASI
W Flektronik not defterimi ceketimin cebinden çıkardım; da-
önce oraya yerleştirdiğim için Almin'e teşekkür ettim, çün-
L] o telaş içinde yanıma almayı akıl edemezdim. Sözcükleri
yazdım.
Karakıhç.
"Evet," dedi Eliza, yazdıklarıma bakarak.
Onunla ne yapıyorsun? Nereye götürüyorsun? diye sor-
dum.
"Üsse," diye yanıt verdi.
O kadar şaşırmıştım ki ona uzun uzun baktım ve yazmayı
unuttum.
"Babam yanılıyor," dedi alçak, kararlı bir sesle, ayaklarının
dibindeki kılıca bakarak. "Bu onun hatası değil." Onu sadakat-
le savunuyor, bana meydan okurcasına, sanki ben babasını
suçlamışım gibi bakıyordu. "Onu tanımıyorsun! İnsanlara gü-
venmeyi güç buluyorsa, onu suçlayabilir misin? Güvendiği in-
sanlar ona tekrar tekrar ihanet etti."
O kadar basit değildi, ama onu savunmasına saygı duyu-
yordum.
"Kılıcı üsse götürüyorum, Yeryüzü'ne götürmeleri için Sınır
Devriyesi'ne teslim edeceğim. O zaman insanlar bizi rahat bı-
rakacak ve yaşamlarımız bir kez daha huzurlu olacak. Ve kılıç
gittiği zaman, kimse babamı bir daha incitmeyecek."
O yaşama, kendisi için boş, yalıtılmış ve bu terk edilmiş
dünyada yalnız olacak o yaşama kavuşmak için can atan kara
gözlerinde yaşların parladığını gördüm. O anda onun cömert,
asil ruhunu gördüm ve ona âşık oldum. Bunu ona söyleye-
mezdim. Ondan faydalanmak adil olmazdı. Ama sessizce ru-
humu ve yüreğimi onun hizmetine adadım, tıpkı o diğer ya-
169
niARSARJf U/EIS & 1"RACY HlCKjnAn
samda Katalist'in ruhunu ve yüreğini kraliçesinin hizmetin
adadığını bildiğim gibi.
Üsten nasıl haberin oldu? diye yazdım.
"Oraya gittim," dedi şaşkınlığıma gülümseyerek. "Simkin
gösterdi bana. Bu gece kılıcı oraya götürmek onun fikriydi."
Ayıyı kucakladı, başını okşadı.
"Ah, üste kimse beni görmedi," dedi. "Bundan emin ol-
dum. Simkin beni görünmez kılmak için büyüsünü kullandı
Kasaların üzerine oturup insanların gelip gitmesini izler, ko-
nuşmalarını dinlerdim. Annem ve babam kütüphanede ders
çalıştığımı düşünürken ben saatlerce bunu yapardım." Yara-
mazca sırıttı. "Uzay gemilerinin ateş fışkırtarak ve gökgürültü-
sü gibi gürleyerek havalanmasını izlerdim. Simkin Yeryüzü'ne
gittiklerini söylerdi. Onlardan birine binmenin nasıl olacağını
hayal ederdim. Dün, sen ve Peder Şaryon geldiğinizde düşün-
düm ki..."
Gülümsemesi soldu. Kararlılıkla hayallerini gömdü. "Yanıl-
mışım," dedi ve doğrulacak oldu.
Onu durdurdum. Bir sürü sorum vardı ve çoğu Simkin hak-
kındaydı. Karakılıç'ı vermeyi önermesinin son derece tuhaf ve
hatta belki kötücül olduğunu düşünüyordum. Ama bu sorular
bekleyebilirdi.
Üs buradan çok uzaklct, dedim ona. Bu gece ve yarın, bü-
tün gün yürüsen bile ulaşamazsın. Hele ağır kılıcı taşırken
hiç.
"Bütün yolu yürümeyi düşünmüyordum," dedi, gözlerime
bakmaktan kaçınarak. "Normalde kullandığımız büyülü yolla-
rı kullanamayız, çünkü Karakılıç büyüyü yok ediyor. Simkin
dedi ki sizin... mm... bir hava taşıtınız varmış. Onu yalnızca
ödünç alacaktık. Geri getirecektim. Nasıl çalıştıklarını biliyo-
170

KftRÜKJLIÇin ttlİRİlSI
Daha önce, kimse orada olmadığımı bilmezken bir tane-
sine bindim."
prospero'nun kızı buraya kadar. Cesur yeni dünya onun
için eski şapkaydı.
lütfen eve dön, diye yazdım. Bu yük sana ait değil. Bu ka-
dar ağır gelmesinin sebebi bu. O babanın yükü ve ancak o
onu sırtından atabilir ya da taşımayı seçebilir. Dahası, tehli-
kede olabilirsin.
"Ne?" Şaşkınlık ve inanmazlık içinde bana baktı. "Nasıl? Bu-
rada, Sznır'ın ötesinde Peder Şaryon, anne babam ve bizim dı-
şımızda kimse yok ki?"
Yeterli bir açıklama yapabileceğimi sanmıyordum. Geri
dön. Peder Saryon'la konuş. Dahası, diye ekledim, annen bi-
ze sabahleyin Joram'ın fikrini değiştireceğini söyledi. İncindi-
ği ve öfkelendiği için böyle davranıyor. Üzerinde düşününce,
ne gerekliyse onu yapacak. Karar verme hakkını ondan alma-
malısın.
"Haklısın," dedi Eliza bir an düşündükten sonra. "Kılıcı te-
sadüfen buldum. Bir akşam babam geç kaldı... Smythe denen
o korkunç adamın geldiği günün ertesiydi. Annem endişelen-
di ve beni onu aramaya gönderdi. Her yeri aradım ve babam-
dan iz bulamadım. Onu sonunda bulduğumda, neredeydi der-
sin?"
Başımı iki yana salladım.
"Şapelde," dedi. "Kapıdan içeri girdim ve oradaydı. Başta
düşündüğüm gibi dua etmiyordu. Sunağın altındaki basamağa
oturmuştu ve bu... Karakılıç... dizlerinin üzerindeydi. Ondan
nefret ediyormuş ve tiksiniyormuş, ama aynı zamanda onu se-
viyormuş ve ondan gurur duyuyormuş gibi bakıyordu."
Eliza ürperdi ve pelerinine daha sıkı sarıldı. Onu ısıtmak ve
171

ITlARSARJÎ U7EIS & +RACY HlCKMAn


ısınmak için ona biraz daha yaklaştım. Sözleriyle çizdiği resi
pek hoş değildi.
"Yüzündeki ifade beni korkuttu. Bir şey demeye korktum
çünkü kızacağını biliyordum. Gitmek istedim. Gitmem gerek
tiğini biliyordum, ama gidemedim. Kapının yanındaki küçük
bir kovuğa saklanıp onu izledim. Uzun, çok uzun zaman kılı-
ca bakarak oturdu. Sonra derin derin içini çekti ve başını iki
yana salladı. Kılıcı bu kumaşa sardı ve sunağın içinde gizli bir
kapak açtı. Kılıcı oraya, sunağın içine koydu ve kapağı kapa-
tıp gitti. Hareket etmeye cesaret etmeden önce gitmesini bek-
ledim. Utanıyordum. Görmemem gereken bir şey gördüğümü
biliyordum. Babam için gizli ve kişisel bir şey. Ve artık öğre-
necek." Başı eğildi. "Onu gizlice gözetlediğimi anlayacak. Bü-
yük hayal kırıklığına uğrayacak."
Belki de öyle olmaz, diye yazdım. Kılıcı saklama yerine gö-
türürüz ve yok olduğunu hiç anlamaz.
"Bunun doğru olacağından emin misin?" diye sordu, endi-
şe içinde. "Bu bir açıdan yalan söylemek olmaz mı?"
Gerçek hiçbir işe yaramaz, diye yazdım, ve yalnızca onu
incitir. Daha sonra, bütün bunlar geçtikten sonra ona yaptık-
larını itiraf edebilirsin.
Bu hoşuna gitti. Benimle Kaynak'a dönmeyi kabul etti,
ama kılıcı benim taşımama» izin vermeyi reddetti.
"Bu artık benim yüküm," dedi yarım bir gülümsemeyle.
"En azından kısa süreliğine."
Bana Teddy'yi taşıma şerefi verildi. Ayının düğme gözünü
bana kırptığı gerçeğini görmezden gelmeye çalışarak Eliza'ya
Teddy'nin Simkin ya da Simkin'in Teddy olduğunu ne zaman-
dır bildiğini sormak üzereydim ki ayı aniden, oldukça farklı,
ciddi ve korkutucu biğr sesle, "Yalnız değiliz," dedi.
172

KikR&KILIÇin rflİRfkSI
«vre?" diye sordu Eliza, durup çevresine bakınarak. "Kim
ar orada? Babam mı?"
«Hayır, baban değil! Sessiz ol! Kıpırdama! Nefes bile alma!
k geç" Teddy homurdandı. "Bizi duydular."
Gecenin içinde gümüş rengi ışıldadı. Gümüş cüppelere bü-
rünmüş, başlıklı ve maskeli iki şekil anayolda yürüyordu. Yir-
mi adım uzağımızdaydılar ve hızla yaklaşıyorlardı. Eliza ağzını
açtı. Sessiz kalması için uyarı olarak parmağımı dudaklarına
dokundurdum. Teddy'nin dediği gibi nefes bile almaya cesa-
ret edemeden gölgelerin içinde durduk. Şekiller yürümeye de-
vam edip tam karşımızda durdular.
"Sesleri burada duyduk, efendim," diyordu biri, bir tür ile-
tişim cihazına konuşarak. "Buradan bir yerden geldi. Evet,
efendim, kontrol edeceğiz."
Eliza bana yanaştı. Boş eli benimkini kavradı. Karakılıç'ı
bedenine yasladı. Kolumu ona doladım, sıkı sıkı sanldım ve
çılgınca bizi bulurlarsa, ki her an bulabilirlerdi, ne yapacağı-
mızı düşündüm. Kaçmalı mıydık? Yoksa...
"Almin'in kanı," dedi Simkin sinirle. "Sizi bundan benim
kurtarmam gerek anlaşılan."
Ayı elimde kayboldu. Duman gibi saydam, genç, züppe,
14. Louis döneminden bir asil şekli alarak Teknobüyücülerin
tam önünde belirdi.
"Ah, yani! Yürüyüş yapmak için harika bir gece, değil mi?"
Simkin portakal rengi bir eşarbı tembel tembel havada salladı.
Teknobüyücülerin hakkını teslim etmeliyim. Önlerinde be-
liren hayalet karşısında irkilmeseler insan sayılmazlardı, ama
şaşırtıcı ölçüde sakin kaldılar. Biri, kadın olanı elini gümüş
cüppenin eriyik kumaşının içine soktu, bir parçasını tuttu ve
kumaş bir alete dönüştü.
173

UlARPARff WEIS & t R£CY HlCKJIIAn


"Bu şey ne?" diye sordu diğer, sesine bakılırsa erkek Tele
nobüyücü. Yüzsüz başı Simkin'e bakıyordu.
"Şimdi analiz ediyorum," diye yanıt verdi kadın.
"Beni mi analiz ediyorsun? Onunla mı?" Simkin alete kavu-
rucu bir bakış fırlattı ve kendinden emin bir şekilde gülümse-
di. Bu fikri çok gülünç bulmuş gibiydi. "Ne olduğumu söylü-
yor? Ruh mu? Hayalet mi? Hortlak mı? Öcü mü? Gulyabani mi?
Tayf mı? Biliyorum... canavar! Hayır, daha da iyisi. Umacı."
Yana kaydı, alete bakmak için başını uzattı. "Belki de as-
lında burada değilimdir. Belki halüsinasyon görüyorsunuzdur.
Uyku yoksunluğu. Kötü bir uyuşturucu tribi. Ya da belki deli-
riyorsunuzdur." Yardım etmeye hevesli görünüyordu.
"Büyü kalıntısı," diye bildirdi kadın. Aleti kapatıp cüppesi-
nin içine kaydırdı, cüppe aleti bütün olarak yuttu. "Thimhal-
lan'ın her yerinde büyü kalıntısı cepleri olabileceğini varsayı-
yoruz."
"Büyü kalıntısı mı!" Simkin titriyordu, sesi öfkeyle çatlıyor-
du. Kızgınlığı yüzünden zar zor konuşabiliyordu. "Ben! Sim-
kin! Kralların sevgilisi, İmparatorlann oyuncağı! Ben! Büyü ka-
lıntısı! Lanet olası küflü bir sandviç gibi!"
Teknobüyücü yine rapor veriyordu.
"Sesler kontrol edildi, efendim. Endişelenecek bir şey yok.
Büyü kalıntısı. Maddesiz hayalet, muhtemelen bir Yankı. Bu
tür şeylere karşı uyarılmıştık. Tehdit oluşturmuyor."
Bir an dinleyerek durdu, sonra, "Başüstüne, efendim," de-
di.
"Emirlerimiz?" diye sordu kadın.
"Devam etmek. Diğer ekipler mekanda ve ilerliyor."
"Bu şeyle ne yapacağız?" Kadın Simkin'e işaret etti. "Sesi
var. Hedefi uyarabilir."
174

KAR£KILIÇin ITIİRBSI
«Olası değil," diye karşılık verdi adam. "Yankılar başkala-
rın duyduklarını akılsızca tekrarlar. Papağanlar gibi taklit
, jer ve papağanlar gibi bazen zeki oldukları yanılsaması
yaraiırlar-"
Simkin'in yüzündeki ifadeyi tarif edemem. Gözleri yerin-
den fırlamış, ağzı açılıp kapanıyordu. Belki hayatında ilk defa
-ki muhtemelen ölümsüz olduğu düşünülünce, kesinlikle
uZUn bir yaşam olmuştu- sersemlemişti.
Adam yürümeye devam edecek oldu. Kadın şüpheliydi.
Gümüş yüzü Simkin'e döndü.
Simkin ilk belirdiği zamana göre daha da bulanık, havada
asılı duruyordu; bir duman bulutu ve bir nefesle uçup gidecek
gibi görünen portakal rengi ipek.
"Sanırım onu dağıtmalıyız," dedi kadın.
"Emirlere aykırı," diye karşılık verdi adam. "Biri ışık çakma-
sını görebilir ve alarm verebilir. Unutma, o lanet Duuk-tsarith-
ler de burada."
"Sanırım haklısın," diye kabul etti kadın tereddütle.
İkisi Kaynak'a giden anayolda hızla yürümeye başladılar.
Eliza ve ben kıpırdamadan bekledik, Teknobüyücüler işit-
me menzilinden çıkana kadar bekledik.-Eliza konuşacak olun-
ca onu susturdum, çünkü Teknobüyücülerin hızlı ve rahat ha-
reketlerine bakarak bir tür gece görüş aletlerinin olduğunu an-
lamıştım ve işitme duyularını da keskinleştiren aletleri olma-
sından korkuyordum.
Yolda bir inişe girip gözden kayboldukları zaman, ihtiyat-
la daha iyi görebileceğim-yere gittim. Sözlerinden neler olup
bittiğini tahmin edebiliyordum, ama kendim görmeliydim.
Tepede, orada burada, solgun ışıkta gümüş rengi parlayan
şekiller Kaynak'ın çevresini sarmışlar, kararlılıkla ona doğru
175

rrİAReARff U/EİS 6r ÎRACY HıcKjnAn


yürüyor, yaklaşıyorlardı.
"Onlar kim? Onlar ne?" diye sordu Eliza.
"Şer," diye işaret ettim ve Eliza tercüme istemedi.
"Karakılıç için geldiler, değil mi?" diye sordu korkuyla
Başımı salladım ve oturma odasında parlayan dinleme alet
lerini hatırladım.
"Onlar..." Konuşacak cesareti bulmak için durmak zonında
kaldı. "Onu ele geçirmek için öldürürler mi?"
Başımı, yine, gönülsüzce salladım.
"Kılıcın olmadığını söylediğinde babama inanmayacaklar"
dedi Eliza, benim gibi senaryoyu düşünerek. "Yalan söylediği-
ni, kılıcı onlardan saklamaya çalıştığını sanacaklar. Kılıcı onla-
ra verirsek belki bizi rahat bırakırlar. Onu geri götürmeliyiz!
Kestirmeden gideriz."
Kabul ettim. Başka yol göremiyordum. Ama aklıma, kestir-
meden gitsek bile bu ağır kılıcın yüküyle ve gölgelerden yü-
rümek zorunda kalarak, Teknobüyücüler binaya girdikten
sonra oraya varabileceğimiz geldi.
Simkin! Simkin Joram'ı uyarabilir, ona kılıcın bizde olduğu-
nu ve geri götürdüğümüzü söyleyebilirdi.
Yolda süzülen saydam şekli görmek için döndüm. Büyü
kalıntısı sözleri kuru çöl rüzgarı gibi sıcak sıcak yüzüme esti.
"Tehdit değil ha? Eh, göreceğiz bakalım!" diye haykırdı
Simkin. "Merlyn? Merlyn, neredesin? Azıcık faydası dokunaca-
ğı hiçbir zaman ortada olmaz, elbette. İhtiyar aptal!" Ve sonra
ortadan kayboldu.
176

15
"Bu soytarınız sizi budalahğımzdan kurtaracak.
Bu hoşuma gitti, aklımda tutmalıyım."
SIMK1N; KARAKILIÇIN YAZGISI
Simkin'in düşüncelerimi okuduğunu ve Joram'la diğerleri-
ni tehlike hakkında uyarmaya gittiğini umuyordum. Ama Sim-
kin'in ne kadar kaprisli ve dengesiz olduğunu bildiğimden
uzak bir umuttu bu. Ve Merlyn'in -adı jrile de yazılsa, i ile de-
bizi kurtarmasına güvenebileceğimizi sanmıyordum.
"Acele et!" dedi Eliza, elimi tutup ağaçların arasına çekerek.
"Bu yol daha hızlı! Tarlalardan."
Duvarı aşmak zorundaydık, ama alçak olduğu için zor de-
ğildi. Uzun eteklerin ve pelerinin engellediği Eliza tırmanmak
için iki elini kullanmak zorundaydı. Gözlerime bakarak bir an
duraksadı, sonra kumaştan battaniyesine sarılmış Karakılıç'ı
bana uzattı.
Kılıcın fiziksel yükünden bahsederken neyi kastettiğini he-
men anladım. Kılıç epey ağırdı, çünkü karataş karıştırılmış de-
mirden yapılmıştı ve muazzam fiziksel güce sahip yetişkin bir
erkek tarafından kullanılmak üzere tasarlanmıştı. Ama kılıç ne

ITİAReARft U/EIS & 1"RACY HlCKMAn


kadar ağır olsa da, yüreğe daha ağır geliyordu. Kılıcı tutarken
onu üreten ruhu gördüm... korku ve öfkeden karanlık bir bur-
gaç.
Öğrendiği acı derslerle Joram ruhundaki karanlıktan çık-
mak için mücadele etmiş, o tehlikeli suların altında boğulmak-
tan kurtulmuştu. İlk Karakılıç'ı yapımında kullandığı taşa iade
etmişti. Büyüyü evrene salıvermişti. Ve bir dünyayı yok etmiş
olsa dâ, aksi halde Yeryüzü'nün Thimhallan'a açtığı büyük sa-
vaşta yok olacak binlerce hayatı kurtarmıştı. Joram ışıkta yürü-
memişse bile, en azından yukarı çevirdiği yüzde güneşi'hisset-
mişti.
Karakılıç yaşamından çıkmıştı.
Öfke ve korku yüzünden yine dövülmüştü.
Eliza duvarın üzerinden aştı. Dönerek ellerini uzattı. Kara-
kılıç'ı ona geri verdim ve aklıma babaların günahlan hakkın-
da, İncil'deki deyiş geldi.
Uzun, çimenlerle kaplı bir yamacı tırmandık. İhtiyatla iler-
liyor, her yönde gümüş rengi parlayan Teknobüyücüler arıyor-
duk. Hiç görmedik; muhtemelen -dedim kendi kendime-
çoktan hedeflerine yaklaştıkları için. Pek hızlı gidemiyorduk.
Bulutlar gökyüzünden yıldızları saklamış, karanlığı yoğunlaş-
tırmış, yol bulmayı güçleştirmişti.
Tepenin zirvesine ulaşrîk. Biraz uzakta yolu işaretleyen da-
ğınık beyaz taşları görebiliyordum. Nefesim kesilmişti ve cesa-
retle ayak uyduran Eliza tırmanmak ve kılıcı taşımak için har-
cadığı çabayla nefes nefeseydi. Ümitsizlik içinde yola baktım.

Aşağı inerken o kadar dik, o kadar uzun görünmemişti. "Bu


yorgunlukla, kılıç olmasa bile nasıl tırmanabileceğimizi merak
ettim.
Eliza'ya döndüm ve endişemin onun solgun yüzüne de
178

KilRftKJLIÇin MİRASI
dığını gördüm. Omuzları ve kollan yorgunlukla yanıyor
İmalıydı. Kılıcın ucu taşlı zemine düştü, metalik bir çınlamay-
la çarptı.
"Devam etmeliyiz," dedi ve teşvik ettiği ben değil kendisiy-
di.
Dinlenmesini sağlamak için kılıcı almayı önermeyi düşünü-
yordum, ki bir patlama her yeri salladı. Yer ayaklarımızın al-
tında ürperdi. Patlama dağların arasında yankılandı ve sonra
söndü.
"O neydi?" diye inledi Eliza.
En ufak fikrim yoktu. Altımızdaki vadide fırtınalar kopu-
yordu, ama bu gökgürültüsü sesi değildi. Fazla keskindi ve
şimşek görmemiştim. Binadan ateş ve duman yükseldiğini
görmekten korkarak başımı kaldırıp Kaynak'a baktım.
Mantık korkularımı yatıştırdı. Kılıcı bulamamışlarsa Tekno-
büyücüler asla Kaynak'ı yok etmezlerdi.
Patlama ve onun getirdiği endişe bize güç verdi. Eliza ve
ben tırmanmaya başlamıştık ki tuhaf bir ses bir kez daha dur-
mamıza sebep oldu. Bu daha yakından gelmişti ve daha kor-
kutucuydu... arkamızdan, çok yakından gelen ayak sesleri.
Saklanacak hiçbir yer olmadan, açıkta yakalanmıştık. Kaça-
cak gücümüz yoktu ve zaten kaçsak da ağır kılıç yüzünden
fazla uzağa gidemezdik.
Ayak seslerini Eliza da benimle aynı anda işitti. İkimiz bir-
den döndük ve -zihin öyle yersiz bir şeydir ki- ilk düşüncem
rahatlama oldu. Teknobüyücüler bizi yakalamışsa, en azından
o lanet tepeye tırmanmak zorunda kalmayacaktım!
Yaklaşan kişi ağaçların oluşturduğu fon üzerinde karanlık
bir gölgeydi, o kadar karanlıktı ki hatlarını ayırtedemiyordum.
En azından, diye düşündüm yüreğim tekrar atmaya başlarken,
179

rtİARPARft U/EIS & "ÎRACY HlCKJDAn


gümüşlere bürünmemiş.
"Biraz bekleyin, Reuven ve Eliza, olmaz mı?" dedi berrak
bir kadın sesi.
Kadın gecenin içinde maddeleşti ve bize yaklaşırken bir el
feneri yakıp hemen bize çevirdi.
Parlak ışık altında acıyla gözlerimizi kırpıştırdık, yüzlerimi-
zi çevirdik ve kadın el fenerini üzerimizden çekip kendi ayak-
larının dibine yöneltti.
"Ne istiyorsun?" diye sordu Eliza, güçlü ve korkusuz bir
sesle. "Neden bizi durduruyorsun?"
"Çünkü," diye yanıt verdi kadın, "eve dönmemelisiniz. Yar-
dım etmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yok ve çok zararı-
nız dokunabilir. Büyük talih eseri Karakılıç onların elinden
kurtuldu. Bu fırsatı tepmek aptallık olur."
"Sen kimsin?" diye sordu Eliza soğuk bir tavırla, ellerini kı-
lıcın kumaş kaplı kabzasında tutarak.
Kadın önümüzde durdu, onu iyice görebilmemiz için ışığı
kendine çevirdi. O gece gördüğüm onca tuhaf görüntü içinde
en aıhafı, en yersizi bu kadın gibi görünüyordu.
Askeri giysiler ve yeşil bir pilot ceketi giymişti. Saçları çok
kısa, neredeyse asker traşıyla kesilmişti. Gözleri fazla iri, elma-
cık kemikleri belirgin, çenesi çıkıntılı, ağzı genişti. Uzun boy-
luydu, bir seksenden uzundu, kaslıydı ve yaşını tahmin etmek
güçtü. Benden, belki on yaş daha büyüktü. Güneş, ay ve yıl-
dız şeklinde dokuz minik küpe sol kulağı boyunca dizilmiş,
parlıyordu. Burnu ve sol kaşı delinmişti. Soho'daki bir bardan
çıkmış gibiydi.
Kadın fermuarlı cebini karıştırıp bir şey çıkardı. Işığı üzeri-
ne çevirdi, epey yıpranmış deri bir cüzdan açtı ve bir kimlik
kartı gösterdi. Işık o kadar parlaktı ki kartı çok- iyi okuyama-
180

KARftKJLIÇin mİRASI
, ve kadın ışığı kartın üzerinden hemen çekti. Bir tür ajan-
J. ya da en azından kartın öyle dediğini sanıyordum, ama ne
ajanı, emin değildim.
"Fark etmez. Çalıştığım insanları hiç duymadınız," dedi ka-
dın. "Çok gizli bir organizasyonuzdur."
"Geri dönmeliyim," dedi Eliza, bakışlan dağdan yukarı ka-
yıp, karanlığın içinden evini görmeye çalışarak. "Babam, an-
nem ve Peder Şaryon orada yalnızlar. Ve kılıç yokken tehlike-
deler."
"Kılıç olsa daha büyük tehlikede olurlardı. Yapabileceğin
hiçbir şey yok, Eliza," dedi kadın sessizce.
"Adımı nereden biliyorsun?" Eliza kadına kuşkuyla baktı.
"Ya Reuven'in adını? Onunkini de biliyorsun."
"Dairemizde ikiniz hakkında dosyalar var. Kızma. Herkes
hakkında dosyalarımız var. Adım Scylla," diye devam etti ka-
dın.
CIA, diye düşündüm ya da belki Interpol. FBI ya da Majes-
telerinin Gizli Servisi. Bir tür hükümet dairesi. Tuhaf, çünkü
her zaman hükümet hakkında son derece şüpheci olmama
rağmen, karanlığın içinde dururken büyük ve güçlü bir orga-
nizasyonun bize gözkulak olduğunu düşünmek son derece ra-
hatlatıcı gelmişti.
"Bakın, bunun için gerçekten zamanımız var mı?" diyordu
Scylla. "Kılıcı güvenli bir yere götürmelisiniz."
"Evet," dedi Eliza. "Güvenli bir yer. Babamın yanı. Ben eve
gidiyorum." Kılıcı kaldırdı ya da en azından kaldırmaya çalış-
tı. Kılıç her zamankinden de ağır görünüyordu.
Scylla Eliza'ya, belki onu tartarak baktı; ciddi olup olmadı-
ğını anlamaya çalıştı. Eliza'nın solgun, sert ve kararlı yüzüne
fırlatılan bir bakış, Scylla'nın da görmüş olması gerektiği gibi,
181

rrİARCARjT U/EIS & tRACY HlCKMAn


hiç kuşku bırakmıyordu.
"Bak, eğer kararlıysan hava taşıtım biraz arkada," dedi. "sı
zi oraya götürürüm. Daha hızlı olur."
Eliza baştan çıkmıştı. O kılıcı bir metre bile taşıyabileceği-
ni sanmıyorum, ama yere yığılana kadar çabalamaktan vaz-
geçmeyecekti. Ve anne babasına ulaşmaya can atıyordu. Ben
de Peder Saryon'a ulaşmak için can atıyordum. Başımı salla-
dım.
"Pekala," diye yanıt verdi Eliza istemeye istemeye.
Scylla onaylarcasma omzuma şaplak attı ve yamaçtan aşa-
ğı iki-üç adım sürüklendim. Kadının gücünü kanıtlamak ve bi-
zi sindirmek için bunu bile bile yaptığını hissediyordum. Ka-
dın döndü ve yoldan yukarı rahat adımlarla koşmaya başladı.
El feneri adımlarına rehberlik ediyordu.
Eliza ve ben aydınlanmaya başlayan karanlıkta yalnız başı-
mıza bekledik. Şafağın yaklaştığını fark ettim şaşkınlık içinde.
"O gelmeden gidebiliriz," dedi Eliza.
Bu yalnızca bir gerçeğin ifade edilmesiydi, daha fazlası de-
ğil. Evet, gidebilirdik. Ama gitmeyecektik. İkimiz de çok yo-
rulmuştuk, kılıç çok ağırdı, korkumuz ve endişemiz çok bü-
yüktü. Fazla beklememiz gerekmedi. Hava taşıtı gecenin için-
de bir nokta gibi belirdi.
Araba duvann, yolun kenarındaki ağaçların üzerinden sü-
züldü. Bir fısıltı kadar sessiz, bize doğru kaydı. Yaklaştığı za-
man Scylla arabayı yere indirdi.
"İçeri gelin," dedi, arka kapıyı açmak için dönerek.
Arabaya bindik, Karakılıç'ı da yanımızda getirdik. Arka kol-
tuğa yerleşen Eliza kılıcı ikimizin dizlerine yerleştirdi ve kay-
maması için tuttu. Kılıç kucağımdayken rahatsızdım. Dokunu-
şu huzursuz edici, sinir bozucuydu, sanki derimin üzerine bir
182

KARAKJLIÇin IHİRftSI
•i'k vapışml?> kanımı emiyordu. Kılıcın benden bir şey çek-
?üini hissettim, daha önce sahip olduğumun farkına bile var-
di£ırn ^r §eY' <-)nc^an kurtulmak istiyordum, ama Eliza'nm
vasini ve güvenini kaybetmeden yapamazdım bunu. O kılı-
kabus gibi dokunuşuna dayanabiliyorsa, onun hatırına ben
de dayanabilirdim.
Scylla hava taşıtını kaldırdı, dimdik yükselmesini sağladı ve
tepeden yukarı, rüzgar gibi hızla uçtuk. Eliza gözlerini ön ca-
ma dikmiş, evini görmeye çalışıyordu.
Bahçeye yaklaştık, sonra bina görüş alanına girdi. Scylla
hava taşıtının motorunu durdurdu. Araba sessizce bahçe duva-
rının üzerinde, benim aşmaya çalışırken düştüğüm yerin yakı-
nında süzüldü.
Ne beklediğimi bilmiyorum... binanın Teknobüyücülerce
sarılmış olmasından, çatıdan fışkıran alevlere kadar her şey.
Ama beklemediğim, binayı karanlık, sessiz ve ayrılırken bırak-
tığım kadar huzura görünür bulmaktı.
Hava taşıtı ilerledi, ağır, eğik başlı çiçeklerin üzerinde sü-'
züldü. Arka kapının biraz uzağında durdu.
"Burada kimse yok!" diye haykırdı Eliza, heyecan içinde
elimi tutarak. "Gelmemişler! Ya da belki onlardan önce biz
geldik! Kapıyı aç, Reuven!"
Elim düğmenin üzerindeydi.
"Geldiler," dedi Scylla. "Geldiler ve gittiler. Bitti."
"Yanılıyorsun!" diye haykırdı Eliza. "Sen nereden biliyor-
sun? Bilemezsin... Reuven kapıyı aç!"
Çılgına dönmüştü. Düğmeye bastım. Kapı açıldı. Eliza dışa-
rı kaydı. Hâlâ kucağımda olan Karakılıç'ı almak için döndü.
"Kılıcı arabada bırakmalısın," diye tavsiyede buludu Scylla,
dışarı çıkarak. "Burada güvende olur. Ona daha sonra ihtiya-
183

ITlAR£AREÎ U/EIS §• t RACY HlCKIHAn


cin olacak... pazarlık için."
"Pazarlık..." diye tekrarladı Eliza. Kuru dudaklarını yaladı
Koltukta, kılıcın altından kaydım. Endişe ve korkuma rağ-
men onun tiksinti verici dokunuşundan kurtulduğuma mem-
nundum. Eliza şüpheyle Scylla'ya baktı, sonra kılıcın kabzası-
nı kavradı.
"Bırakırsam sen alırsın!" dedi, Karakılıç'ı kaldırmaya çalışa-
rak.
Scylla omuzlarını silkti. "Kılıcı istediğim an alabilirim." Elle-
rini kalçalarına dayayarak bize gülümsedi ve gülümsemesi
tehditkar görünüyordu. "Siz ikinizin beni durdurmak için pek
bir şey yapabileceğinizi sanmıyorum."
Eliza ve ben bakıştık ve gerçeği gönülsüzce kabullendik.
İkimiz de bu kadınla mücadele edecek durumda değildik, ama
hatırladığım kadarıyla kadının üzerinde ya da araba silah taşı-
dığını görmemiştim.
"Ama ben onu istemiyorum," diye devam etti Scylla. Ara-
banın kendi tarafındaki kapısını çarparak kapattı. Beni şaşkın-
lık içinde bırakarak anahtarları bana fırlattı.
"Peki ne istiyorsun?" diye sordu Eliza.
"Ah, işte bunu açıklamak biraz daha zor," diye yanıt verdi
Scylla.
Topuklarının üzerinde dönerek bahçede yürüdü ve bizi
hava taşıtının anahtarlarıyla başbaşa bıraktı. Karakılıç'la istedi-
ğimizi yapabilirdik.
Elektronik not defterimi çıkartıp hızla yazdım.
Teknobüyücüler bizi içeride bekliyor olabilir! Kılıcı burada
bırak.
"Ona güveniyor musun?" diye sordu Eliza acıyla.
Belki, dedim. Söyledikleri mantıklı geliyor. Kılıcı bizden
184

KARâKİLIÇin mİRASI
yolda alabilirdi. İki bebekten şeker almaktan farkı olmazdı.
"Umarım haklısındır," dedi Eliza hararetle. Kapıyı kapattı
ve ben kilitledim. Kumaşına sarınmış Karakılıç hava taşıtının
arka koltuğunda yatıyordu.
Ben ondan kurtulduğum için memnundum. Daha güçlü
hissediyordum, bitkinliğim azalmıştı. Daha umutluydum. Eliza
da bir yükten kurtulmuş gibi görünüyordu. Scylla'nın peşinden
seğirttik ve tam benim çıktığım kapıdan girerken yetiştik ona.
Koridor karanlık ve sessizdi. Belki de aşırı heyecanlı hayal
gücüm yüzündendi, ama sessizlikte bir soğukluk duygusu var-
di. Uykudaki bir evin mutlu sessizliği değildi. Boş bir evin ses-
sizliğiydi. Havada bir duman kokusu asılıydı. Odama geldik.
Kapı aralıktı, oysa çıkarken kapattığımı çok iyi hatırlıyordum.
Kapıya yaklaştım, içeri baktım ve yerimde kalakaldım.
Yatak dev pençeler tarafından yırtılmış gibi görünüyordu.
Şiltede uzun yarıklar açılmıştı. Tüy yığınları yerde yatıyordu.
Sırt çantam yırtılarak açılmış, giysilerim odaya saçılmıştı. Diğer
eşyalarım -traş takımı, tarak, fırça- her yere atılmıştı.
"Görüyorsunuz," dedi Scylla. "Karakılıç'ı arıyorlar."
Ümitsizlikle nefesim kesildi. Saryon'un odasına koştum.
Eliza sersemlemiş bir biçimde koridorda duruyor, hayretle da-
ğınıklığa bakıyordu.
Efendimin kapısı ardına dek açıktı. Onun yatağı da parça-
lanmış, eşyaları ezilmiş, saçılmıştı. Orada değildi, ama bu iyi
miydi, kötü mü, bilemiyordum.
Eliza vahşi ve anlaşılmaz bir feryatla koridorda koşarak ya-
şadıkları odalara yöneldi. Onu takip ettim. Adrenalin düzeyim
artmış, bitkin bacaklarımı harekete geçirmişti.
Scylla üzüntüyle başını iki yana sallayarak yavaşça arkadan
geldi.
I8S

HIARÇARET WEİS §• ÎRACY HıcKniAn


Oturma odasına giden kapıya ulaştık. Eliza darbe yemiş
bi inledi ve bedeni çöktü. Onu yakalamak, tutmak, destek ol
mak için yanındaydım, ama ayakta durmaktan daha fazlası
yapacak durumda değildim. Dehşete kapılmıştım.
Şafağın ışıkları pencereden içeri sızıyor, hafif ve hızla da-
ğılmakta olan duman bulutlarının içinden geçiyordu. Patlama-
yı hatırlayınca, ilk düşüncem bir bomba patlatıldığı oldu. Ye-
re parçalanmış, dumanları tüten mobilyalar saçılmıştı. Perdeler
pencerelerden koparılmıştı; camlar çatlamış, kırılmıştı. Oturma
odasının ötesinde, mutfakta, masa devrilmişti. Sandalyeler kı-
nlmıştı.
"Baba! Anne!" diye seslendi Eliza.
Dumandan öksürerek beni ittirdi ve karşıdaki kapıya, anne
babasının yatak odasına açılan kapıya yöneldi.
Dumanın içinde siyah cüppeli bir şekil belirdi. Eliza şaşkın-
lık ve korku içinde durdu.

"Onları bulamazsın," dedi şekil. "Gittiler."


"Onlara ne yaptın?" diye haykırdı Eliza.
Adam başlığını arkaya atınca Mosiah'ı tanıdım. Ellerini
önünde kavuşturdu. "Onları ben yakalamadım. Teknobüyücü-
leri durdurmaya çalıştım, ama sayıları çok fazlaydı." Yüzünü
bana çevirdi. "Peder Saryon'u da aldılar, Reuven. Üzgünüm."
Yanıt veremedim. Ellertm yanlarımda gevşek sarkıyordu.
Yerde, Mosiah'ın siyah cüppesinin yanında bir kan lekesi var-
dı. Eliza'nın onu görmesinden korktum. Mosiah'a yaklaşarak
lekenin üzerine bir sandalye ittirdim. Ama ya çok geç kalmış-
tım ya da Eliza düşüncelerimi okumuştu.
"İyiler mi?" diye sordu, Mosiah'la yüzleşerek. "Yaralandılar
mı?"
Mosiah bir an tereddüt etti, sonra gönülsüzce yanıt verdi,
186

KARÖKILIÇin ITIİRASI
gabari yaralandı."
«yarası.- çok mu kötü?" diye sordu Eliza.
«Korkarım öyle. Ama Peder Şaryon yanında. Annenin zarar
ördüğünü sanmıyorum."
'.'Sanmıyorsun.' Bilmiyor musun?" diye haykırdı Eliza. Sesi
kırıldı; yine öksürdü. Duman boğazlarımızı yakıyor, gözlerimi-
zi yaşartıyordu. İkimiz de öksürüyorduk... ama Mosiah öksür-
üyordu.
"Hayır. Annene ne olduğunu kesin olarak bilmiyorum," di-
ye yanıt verdi Mosiah. "Her şey çok karışıktı. En azından ara-
dıkları şeyi bulamadılar. Karakılıç'ı bulamadılar. Onu götür-
mekle akıllılık ettin." Mosiah'ın bakışları benden Eliza'ya kay-
dı. Gözleri kısıldı, sesi yumuşadı. "O nerede?"
"Güvende," diye yanıt verdi Scylla, koridordaki gölgeler-
den çıkarak.
Mosiah'ın başı hızla döndü. "Sen de kimsin?"
"Scylla," diye yanıt verdi kadın, sanki bilinmesi gereken tek
şey buymuş gibi. Uzun adımlarla yürüyerek odaya girdi, çev-
reye bakındı. Kimlik kartını yine gösterdi.
Mosiah kartı iyice inceledi. Alnı kırıştı. "Bu organizasyonu
hiç duymadım. CIA'nın parçası mısınız?"
"Öyle olsaydık bile, sana söyleyemezdim, değil mi?" dedi
Scylla, kartı kaldırarak. "Siz Duuk-tsaritblerin Joram'ı korudu-
ğunuzu sanıyordum. Ne oldu? Bu gece izne mi çıktınız?"
Mosiah kızmıştı. Dudakları gerildi. "Joram'a saldırmalarını
beklemiyorduk. İstedikleri şeyi almaları olasıyken neden sal-
dırsınlar ki?"
"Ah, ama alamayacaklanm biliyorlardı," dedi Scylla. "Ke-
von Smythe bir kez burayı ziyaret etti. O sandalyeye ya da on-
dan kalanlara oturdu. Bu sana ipucu veriyor mu?"
187

mAR£ARJÎ U/EIS & ÎRACY HlCKJIIAn


"Dinleme aygıtı! Elbette." Mosiah sertti. "Olasılığı öngör
olmalıydık. Demek Joram'ın kılıcı teslim etmeyi reddettis-
biliyorlardı." Scylla'ya şüpheyle baktı. "D'kam-darah hakk
da çok şey biliyorsun."
"Senin hakkında da çok şey biliyoaım," diye terslend'
Scylla. "Bu beni Duuk-tsarith yapmıyor."
"Hükümetten misin?"
"Bir anlamda. Kartlarımızı açalım. Sen nasıl işinden bahse-
demiyorsan, ben de kendi işimden bahsedemem. Bana güven-

miyorsun. Bunu kabul ediyorum. Hatanı düzeltmek için çalı-


şacağım. Ben sana güveniyorum, ama ben senin dosyanı oku-
dum." Scylla Mosiah'a gittikçe artan bir ilgiyle baktı. "Dosyan-
daki fotoğraftan daha yakışıklısın. Burada ne oldu?"
Mosiah bu doğrudan yaklaşım karşısında şaşırmış görünü-
yordu, ama dosyasından bahsedilmesinin hoşuna gitmediğini
görebiliyordum.
"Seni General Boris gönderdi," dedi.
"Generali tanıyorum. İyi bir adam." Scylla gülümsedi. "Ne
oldu?"
"Birkaç dakika içinde olup bitti, yardım çağırmama izin
vermeyecek kadar çabuk." Mosiah'ın sesi, belki kendini savu-
nur görünmek istemediği için, soğuktu. "Yalnızdım, görülme-
den nöbet tutuyordum, alıştk olduğumuz gibi, Joram ve aile-
sini rahatsız etmemek için koridorlarda saklanmıştım."
"Peki Duuk-tsarithlefm kalanı neredeydi?" diye sordu
Scylla. "Nöbette yalnız bırakılmış olabilirsin, ama Kaynak'ta
yalnız olmadığını biliyorum."
Mosiah'ın yüzü karardı. Yanıt vermedi. O sorunun yanıtını
çok iyi biliyordum, eminim Eliza da biliyordu, ama henüz ya-
vaş yavaş anlamaya başlıyordu. Diğer Duuk-tsarith\cx Karakı-
188

KftRAKJUÇin IrlİRflSI
rıvordu. Joram'm onu vermeyi reddettiğini Teknobüyü-
kadar iyi biliyorlardu. Bütün bu korkunç güçleri, sıradan
da gizemli, korkunç yöntemlerini düşündüm. Kılıcı arıyor-
dı ve Eüza ile ben masum masum burunlarının dibinden kı-
ı alıp gitmiştik. Ürperdim. Tehlikede olabileceğimizi tahmin
tmiştim. Ama ne kadar büyük bir tehlikede olabileceğimizi
hiç fark etmemiştim. Joram ve Karakılıç'a ihtiyaçları vardı. Ka-
lanımızdan vazgeçilebilirdi.
"Demek diğer Duuk-tsarithler kendilerine özgü küçük bir
hazine avına çıktılar ve seni tek başına nöbet tutmaya bıraktı-
lar. Kılıcın başka yerde olduğunu nereden... dur! Biliyoaım."
Scylla Eliza'ya baktı. "Karakılıç yerinden oynatılmıştı. Varlığını
sezemiyor olsanız da yokluğunu sezdiniz. Pekala. Yalnızdın.
Ve sonra Teknobüyücüler geldi."
"Evet, geldiler," dedi Mosiah ters ters. "Ondan sonra anla-
tacak çok şey olmadı." Onunla eğleniyor görünen Scylla'yı
görmezden gelerek Eliza'ya hitap etti. "Bunu söyleyeceğimi
hiç düşünmezdim, ama bizi uyardığı için o aptal Simkin'e te-
şekkür etmeliyiz."
Eliza'yla bakıştık. "Biliyordum," dedi. Sesi öyle alçak çık-
mıştı ki yalnızca ben duydum.
"Joram uyuyamıyordu," diye devam etti Mosiah. "Yürüyü-
şe çıkmış, koyunların yanma gitmişti ve henüz dönmüştü. An-
nen onu bekliyordu. Konuştular. Onları yalnız bıraktım," dedi
Eliza'nm suçlayıcı bakışlarına yanıt olarak. "Mahremiyetlerini
ihlal etmedim. Belki, orada olsaydım..." Omuzlarını silkti.
"Fark etmezdi," dedi Scylla sessizce.
"Sanınm etmezdi. Joram'ın Simkin! diye haykırdığını duy-
duğumda oturma odasındaydım. Döndüm. Hâlâ büyülü Kori-
dorlardaydım. Simkin'in sulandırılmış bir versiyonunun o saç-
189

ITlAReARft U/EIS ft tRACY HldODAn


ma portakal rengi eşarbını sallayarak Joram'ın gümüş tuzh v
lar ya da aynı ölçüde anlamsız birşeyler sürüsünün saldırısın
uğradığından bahsediyordu. Ama itiraf etmeliyim, bu D'karn
darahlan oldukça iyi tarif ediyor.
"Neler olduğunu tahmin ettim ve kardeşlerime uyarı gön-
derdim. Joram ateş gibi kükredi ve odadan çıktı. Takip edecek
oldum, ama D'karn-darahlar eve daldı. İşte o zaman bir hata
yaptım."
Mosiah kararsızca, bize baktı. "Düşündüm ki... Şey, görü-
yorsunuz. Joram odadan çıktı. Karakıhç'tan başka nereye gide-
bilirdi ki? Onu ve Gwendolyn'i koruyabilecek tek silah..."
"Ah!" Eliza boğuk bir feryat kopardı, eliyle ağzını kapattı.
"Ah, hayır!"
"Kendini suçlama, Eliza," dedi Scylla çabucak. "Babanın
yapabileceği hiçbir şey yoktu. Onu ve Karakılıç'ı ele geçirirler-
di ve her şeyin sonu gelirdi. En azından şimdi umut var."
Ama Eliza teselli olmamıştı.
Mosiah konuşuyor, neyin yolunda gitmediğini anlamaya
çalışır gibi olayı baştan yaşıyordu. "Karakılıç'ı almak için gitti-
ğini biliyordum). Hemen, kıhçsız döndüğü zaman ne düşüne-
bilirdim?"
"Bilinçli olarak sakladığını, kendini savunmak için bile kul-
lanmadığını düşündün," dedi Scylla.
"Evet!" Mosiah hayal kırıklığı içinde ve kızgındı. "Kendimi
ona gösterdim. Beni tanıdı ve beni gördüğüne hiç de sasıtma-
mış göründü. Fazla zamanımız yoktu. D'kam-damhlarm gel-
diğini duyabiliyordum. Ondan Karakılıç'ı bana vermesini iste-
dim. 'Uzağa götüreceğim!' diye söz verdim ona. 'Güvenli bir
yerde saklayacağım!' dedim."
"Bunu nasıl yapabilirdin?" diye sordu Scylla. "Eksi büyüsü
190

KARAKJLIÇin ITIİRftSI
Koridorlan yok ederdi."
"Onun için özel bir kın tasarlamıştık," dedi Mosiah. "Kara-
. ılC o kının içindeyken rahatlıkla nakledebilirdik. Joram red-
detti elbette. Bana kılıcı vermeyecekti. Düşündüm ki... her za-
manki gibi inatçılık ettiğini düşündüm. Bana kılıcı veremeye-
ceğinden haberim yoktu. O zaman kimin aldığını bildiğini ya
da tahmin ettiğini bilmiyordum."
Mosiah başım kaldırdı, Eliza'ya baktı. "Bana güvenseydi.
Bana gerçeği söyleseydi... biliyorum. Neden söylesindi ki? O
noktada gizli gizli onu gözetlediğim açıktı.
"Bundan sonra, anlatacak çok şey yok. Birkaç dakika için-
de üç D'karn-darah yatak odasına girdi. Evin diğer kısımların-
da daha fazlasının olduğunu duyabiliyorduk. Sonra bir başka-
sı Peder Saryon'u sürükleyerek geldi. O iyiydi," diye temin et-
ti beni Mosiah ve hafifçe gülümsedi. "O zorlu bir adam, Re-
uven. Bizi gördüğü zaman iyi kalpli pederin söylediği ilk şey,
'Onlara verme, Joram!' oldu.
" D'karn-darablaı Karakılıç'ı talep etti. Joram reddetti. Ona,
kılıcı vermezse sevdiklerinin acı çektiğini göreceğini söyledi-
ler. Gwendolyn'i yakalamışlardı. Joram ne yapacaktı? İstese bi-
le kılıcı vermezdi, çünkü onda değildi.
'"Beni alın,' dedi. Onlarla pazarlık yapmaya çalıştı. 'Bırakın
karım ve Peder Şaryon gitsin. Beni alın, size kılıcı nereye sak-
ladığımı söyleyeyim.'
"Böyle bir pazarlığı kabul edeceklerinden kuşkuluyum.
Bütün kartlar onlardayken değil, ama bilemezdik. O anda ya-
tağın üzerinde duran oyuncak ayı uçtu ve Gwen'i tutan
D'karn-darah 'a çarptı."
"İyi, ihtiyar Simkin," dedi Scylla gülümseyerek.
"Evet, iyi, ihtiyar Simkin," diye yankıladı Mosiah kuru ku-
191

rflAR£AR£î U/EIS & +R£CY HlCKHIAn


ru. "Hayal edebileceğiniz gibi, D'karn-darah hazırlıksız yajç
lanmıştı. Ayı Teknobüyücü'nün alnına çarptı. Sert bir darbe
değildi, ama kadının sallanmasına sebep oldu. Şaşkınlık için-
de Gwen'i bıraktı. Ayı D'karn-darah'\ dövmeye, kafasına vur-
maya devam etti ve sonunda kendini kadının ağzına ve bur-
nuna kapattı. Onu boğmaya çalışıyor gibiydi. O anda Gwerı-
dolyn gözden kayboldu."
"Kayboldu mu?" diye tekrarladı Eliza şaşkınlık içinde. "Ne
demek istiyorsun... kayboldu derken? Annem kaçtı mı? Ona ne
oldu?"
"Bilmiyorum," dedi Mosiah, kendi kendine, kendi güçsüz-
lüğüne kızarak. "Bilsem söylerdim. Yok oldu. Bir an oradaydı,
bir sonraki an gitmişti. Başta belki kardeşlerimden biri onu
Koridorlara götürmüştür, diye düşündüm, ama sonra araştırdı-
ğım zaman ona ne olduğunu bilmediklerini öğrendim.
"Ama Joram en kötüsünü düşündü. Gwen'i D'karn-darah-
ların ele geçirdiğini düşündü. Öfkeden deliye döndü, D'karn-
darahlann üzerine atıldı. Onları hazırlıksız yakaladı. Oyuncak
ayının saldırısını beklememişlerdi, tutsaklarından birinin kay-
bolmasını da öyle. Joram'ın saldırısı ikisini yere devirdi. Dör-
düncüsünü ben indirdim."
Mosiah sertçe gülümsedi. "Yatak odası zemininde kararmış
bir leke bulacaksınız. Ama b*ı sırada daha fazla D'karn-darah
geldi. Joram'ı yakaladılar... ve götürdüler."
"Onu yakaladılar mı," dedi Eliza, Mosiah'ın bakışlarını yine
kaçırdığını fark ederek. "Nasıl? Söyle bana. Babama ne yaptı-
lar?"
"Ona söyle," dedi Scylla. "Karşımızdaki düşmanın doğasını
anlaması gerek."
Mosiah omuzlarını silkti. "Pekala. Joram'ın başına vurup
192

KARftKJLIÇin tnİBÜSI
emlettiler. Sonra iğneler sapladılar. Akapunktur olarak bi-
l'nen uygulama hakkında kitaplar okumuşsundur. Bölgesel
-mastezi yaratmak için özel yerlere iğneler batırılır. D'karn-da-
rahlar aksini geliştirdiler. Her iğneye elektrobüyü yüklenmiş-
tir Bedende yarattığı uyarı sıradışı ölçüde acı verici ve kuvvet-
ten düşürücüdür. Ama acı geçicidir ve iğne çekildiği zaman
yok olur. Ama o zamana kadar kişi savunmasız bir duruma
düşer. Joram altedildiği zaman onu alıp götürdüler. Peder Şar-
yon ona eşlik etmesine izin verilmesini istedi ve elbette fazla-
dan bir rehine buldukları için memnun oldular."
"Sen kaçtın," dedi Scylla.
"Yapabileceğim hiçbir şey yoktu," diye karşılık verdi Mosi-
ah soğuk soğuk. "Ben de yakalanma riskine girdim ve beni
canlı tutmak için hiçbir sebepleri yok. Hayatımı boşu boşuna
harcamaktansa hayatta kalıp onlarla savaşmamın daha faydalı
olacağını düşündüm."
Eliza babasının çektiği işkence tarif edilirken solmuştu,
ama güçlü ve sessiz duruyordu. "Anneme ne oldu?" diye sor-
du, sesi hafifçe titreyerek. Kontrolünü kaybetmemek için bü-
yük mücadele veriyordu.
"Bilmiyorum," diye itiraf etti Mosiah. "Tahmin etmem gere-
kirse, D'karn-darahlann onu yakaladığını söylerdim. Ama öy-
le olsa..." Düşünceli göründü, sonra çaresizce omuzlarını silk-
ti. "Bilmiyorum."
"Sen biliyor musun?" Eliza Scylla'ya dönmüştü.
"Ben mi? Nereden bileyim?" dedi Scylla, sorulmasına bile
çok şaşırmış gibi. "Burada değildim. Ama keşke olsaydım." Ol-
dukça ciddi görünüyordu.
"Eh, şimdi ne yapacağız?" Eliza sakindi, aşırı sakin. Ellerini
kenetlemiş, parmaklarını birbirine dolamış, boğumları bembe-
193

irlARiJARfl" U/EIS & îRftCY HlCKjHAn


yazdı.
"Bekleyeceğiz," dedi Mosiah.
"Beklemek mi! Neyi bekleyeceğiz?"
"Bizimle iletişim kurmalarını beklemeliyiz," dedi Mosiah
"Karakılıç'ı onlara götürmemizi söyleyecekler," diye ekledi
Scylla. "Değiştokuş yapmak için. Babanın hayatına karşılık Ka-
rakılıç."
"Ve onlara vereceğim," dedi Eliza.

194
"Hayır," dedi Mosiah. "Vermeyeceksin."

16
"Şimdi oyun gerçekten başlıyor."
SIMKIN; KARAKILIÇINDÖVÜLÜŞÜ
"Onlara vereceğim," diye karşı çıktı Eliza. "Beni durdurma-
yacaksın. Karaküıç'ı asla almamalıydım. Onunla ne yaptıklan
fark etmez..."
"Eder," dedi Mosiah. "Onu dünyayı köleleştirmek için kul-
lanacaklar."
"Önemi olan tek şey babamın hayatı," diye ısrar etti Eliza
inatla.
Durduğu yerde sallanıyordu. Bitkindi, gücü tükenmek üze-
reydi. Oturacak hiçbir yer yoktu; odadaki bütün mobilyalar
parçalanmıştı. Scylla kolunu genç kadına doladı, onu kucakla-
dı.
"Şimdi çok iç karartıcı göründüğünü biliyoaım, Eliza, ama
olaylar göründüğü kadar kötü değil. Bir fincan çaydan sonra
daha iyi hissedeceğiz. Reuven, oturacak birşeyler bul."
Talimatı yüksek sesle söylememişti. İşaret diliyle anlatmış-
tı! Gülümseyerek, delinmiş kaşını, Bak, seni tanıyorum! derce-
sine kaldırdı.

ITİARPAREÎ U/EIS & t RACY HlCKjnAn


Elbette. "Dosyamda" bütün bunlar olmalıydı. Şaşkınhğ
attıktan sonra sandalye aramak için odadan çıktım. Yapılac \,
bir işim olunca kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Sa~
lam sandalye bulmak için binanın uzak, uzun zamandır kulla
nılmayan kısımlarına gitmem gerekti. Kuşkusuz D'karn-da-
rahlzr Karakılıç'ı düz sırtlı tahta bir sandalyede bulacaklarım
düşünmemişlerdi, ama öyle görünüyordu. Yıkım sebepsiz, za-
limce ve bana göre gerçek keşif umudunun değil aradıklannı
bulamamanın sebep olduğu öfke ve hayal kırıklığının sonu-
cuydu.
Nesnelere bunu yapıyorlarsa, insanlara ne yaparlar acaba?
diye sordum kendi kendime, düşünce tüyler ürperticiydi.
Sandalye bulamadım, ama alt kattaki, çocuklar için sınıf
olarak kullanıldığını sandığım odalarda alçak tabureler bul-
dum. Teknobüyücülerin burayı nasıl gözden kaçırdıklarını bi-
lemiyordum, ama oda koridordan tuhaf bir açıyla ayrılıyordu
ve gece zifiri karanlık olmalıydı.
Bitkin olmama rağmen taburelerden birini alırken, onun
nasıl tek bir parça tahtadan oluşturulmuş olduğunu fark ettim.
Büyüyle şekillendirilmiş, büyü tarafından bir arada tutuluyor-
du. Çivi ve yapıştırıcı kullanılması yasaktı. Tahta kesilmemiş,
sevgiyle şekillendirilmiş, yaratıcının istediği şekli alması için
kandırılmıştı. *
Elimi pürüzsüz tahtanın üzerinde gezdirdim ve aniden,
açıklanamaz bir şekilde gözlerim yaşlarla doldu. Kayıp için,
kayıplar için ağladım... efendimin kaybı, Joram ve Gwen-
dolyn'in kaybı, kızlarının huzurlu, dingin yaşamının kaybı,
Thimhallan'ın kaybı, elimde tuttuğum basit güzellik gibilerinin
kaybı, kendiminki dışındaki yaşamın, böylesine heyecan veri-
ci imgeler yakaladığım o yaşamın kaybı.
196

KARftKJLIÇln rriİRASI
Kendimi kontrol ettirmeye çalıştım, çünkü kolay kolay göz-
slarına teslim olmam. Çocukluğumdan beri ağladığımı sanmı-
orum- Kendimden utanmış gibiydim. Sonunda kendimi bırak-
maya zorladım, ama yaşadığım duygu patlaması iyi gelmişti,
boşalmamı sağlamıştı. Daha sakin ve tuhaf bir biçimde dinlen-
miş hissediyordum. Her ne gelecekse, başa çıkmaya hazırdım.
Dört tabure aldım, çubuklarından kollarıma astım ve geri
döndüm.
Çalışan tek kişi olmadığımı gördüm. Yanık mobilyalar Mo-
siah ya da büyüsü tarafından dışarı taşınmıştı. Odadaki duman
açılıyordu, soğuk sabah esintisi tarafından süpürülüyordu. Şö-
minede ateş yanıyordu. Eğilmiş olmasına rağmen yıkımdan
kurtulmuş bir çaydanlıkta su ısınıyordu. Scylla çatlak bir dem-
liğe çay yapraklan dolduruyordu. Eliza kırık çömlekler arasın-
da sağlam kalmış fincan arıyordu. İçeri girdiğim zaman solgun
bir gülümsemeyle bana baktı. O da yapacak bir şey bulduğu
için daha iyi hissediyormuş gibi görünüyordu.
Geniş, kırık bir tabağın yarısını kaldırdığı zaman Teddy'nin
altında yattığını gördü.
Ayı kötü durumdaydı. Bir kolu tamamen kopmuş, bir gö-
zü eksikti. Sağ bacağı bir iplikle asılı duruyordu, dolgu malze-
mesi yırtıklardan fırlamıştı. Portakal rengi eşarbı lime lime ol-
muş, kararmıştı.
"Zavallı Teddy!" dedi Eliza. Eziyet görmüş ayıyı kollarına
aldı ve ağlamaya başladı.
Kız o âna kadar cesaretle dayanmıştı. Onun boşalma ânı
buydu.
Mosiah çarpık bir gülümsemeyle bir şey söyleyecek oldu,
ama Scylla bir bakışla, başını iki yana sallayarak susturdu onu.
Mosiah kesinlikle Scylla'dan emir alacak değildi ve ne diye-
197

HİARSARff U/EIS & TRACY HlCKIHAn


çekse diyecekti, ama bunun zamanı olmadığını anladı.
Eliza'yı teselli etmeye can atıyordum, ama uygunsuz bir
durumda olduğumu hissediyordum. Onu yalnızca bir gün ve
bîr gecedir tanıyordum... travmatik bir gün ve gece, kuşkusuz
ama bunun ilgisi yoktu. Acısı yalnızca ona aitti ve aslında onu
dindirmek için söyleyebileceğim ya da yapabileceğim bir şey
yoktu.
Tabureleri ateşin yanına bıraktım. Mosiah gidip pencere-
den dışarı baktı. Siyah cüppesi yerdeki kül tabakasının üzerin-
de kıvrımlı izler bırakıyordu. Scylla çaydanlıktaki suyu demli-
ğe boşalttı. Eliza bu sırada gözlerini silmişti.
"Onu yeniden dikerim," dedi, gözlerini kol yenine silerek,
"Zahmet etme," dedi zayıf bir ses. "Benim işim bitti. Bura-
ya kadar. Kaput. Kum saatimdeki kumlar tükeniyor. Kazım
pişti. Pamuklanmı fareler kemirecek. Ne oldu? Kazandık mı?
Baban güvende mi, çocuğvım? Önemli olan tek şey bu. Eğer
öyleyse, hayatım boşa harcanmamış. Söyle bana, gidip Yaratı-
cı'mla buluşmadan..."
"Seni geri atardı," dedi Mosiah sertçe. Pencereden ayrılarak
gelip sert sert Teddy'ye bakmaya başladı. "Bu aptal için üzül-
me, Eliza. Simkin ölümsüzdür. Ve çok da kötü bir oyuncudur."
"Demek Simkin bu," dedi Scylla, ona katılarak. Ellerini kal-
çalarına dayayarak ayının tepesine dikildi. "Reuven'in kitapla-
rında en sevdiğim karakter sendin, biliyor musun?"
Teddy kalan tek düğme gözüyle ona baktı.
"Afedersiniz, hanımefendi," dedi katı katı, "ama tanıştırıldı-
ğımızı sanmıyorum."
"Ben Scylla," diye yanıt verdi kadın ve bana bir fincan çay
uzattı.
Belki benim bitkin hayal gücümdü sebep, ama o ismi du-
198

KARftKJLIÇin mİRfkSI
ınca Teddy'nin siyah düğme gözü ateş ışığında parladı ve
dik dik Scylla'ya baktı.
"Beni bir araya getir, olmaz mı? Aferin cici çocuk." Teddy
Eliza'yla konuşuyordu, ama Scylla'ya bakmaya devam ediyor-
du.
"Kendini sen topla, aptal!" dedi Mosiah sinirle. "Eliza'yı ra-
hat bırak."
"Hayır, önemli değil," dedi Eliza.
Annesinin bir köşeye fırlatılmış iş sepetini buldu, sepeti ve
saçılmış malzemeleri alırken dudakları bir anlığına gerilse de
kendini kontrol altına aldı. Tabureye oturarak sakat ayıyı ku-
cağına koydu, pamuklarını doldurdu ve kolunu dikmeye baş-
ladı.
Eliza bakmazken Teddy alayla, tahammül edilmez bir bi-
çimde gülüyor, anlamlı sesler çıkarıyordu... özellikle de kız
pamukları içine doldururken. Öyle ki onu paramparça edebi-
lirdim. Ama siyah düğme bakışları .Scylla'ya takıldığı zaman bu
soytarılığı kesiyordu.
Kısa bacaklı taburelere oturduk, onları ateşe yaklaştırdık.
Eliza çayını yudumlayarak Teddy'yi dikti.
"Daha ne kadar beklememiz gerekecek?" diye sordu, sakin
konuşmaya çalışarak.
"Fazla değil," diye yanıt verdi Mosiah.
"General Boris'in keşif raporlarına bakılırsa Hch'nyvler
kırk sekiz saat içinde Yeryüzü ve Thimhallan'a saldırı menzi-
linde olacak," dedi Scylla.
"O zamandan önce Teknobüyücüler Karakılıç'ı alıp Yeryü-
zü'ne götürmeliler," diye ekledi Mosiah.
Eliza bana baktı ve yüzü hafifçe kızardı. "Demek bu... dış-
dünyalılar gerçekten de bir tehdit, öyle mi? Bir oyun değil?
199

rriARGARjt VUEİS SC "TRACY HlCKjnAn


Gerçekten hepimizi öldürecekler?"
"Tereddüt etmeden. Vicdan azabı duymadan. Merhamet er
meden, acımadan," diye yanıt verdi Scylla, ciddi ve ağırbasi
bir tavırla. "Onlarla iletişim kuracak düzeyi biz bulamadık
ama başkalarının bulduğu söyleniyor."
"Teknobüyücüler iletişim kurdu," dedi Mosiah. "Bu kadarı-
nı biliyoruz. Smythe'in onlarla bir tür anlaşma yaptığından
korkuyoruz."
Kırk sekiz saat. Fazla zaman yoktu. Kimse konuşmadı, he-
pimiz kendi düşüncelerimize dalarak sessizlik içinde oturduk.
Benimkiler karanlık ve ümitsizdi. Ve zihnimdeki karanlıktan,
dumandan ve ateşten oluşmuş gibi, şöminenin içinde bir im-
ge şekillendi.
Kevon Smythe önümüzde duruyordu.
"Korkmayın," dedi Mosiah hemen. "Bu bir hologram."
Bunu söylemiş olması iyiydi, çünkü imge çok gerçek görü-
nüyordu, çoğu hologramdaki gibi dalgalı değildi. Önümüzde
adamın kendisinin durduğuna yemin edebilirdim. Elektronik
olarak yaratılan imgeyi böylesine geliştiren, Teknobüyücülerin
büyüsü olmalıydı.
"Bu tür şeyleri okumuştum," diye inledi Eliza. "Ama hiç
görmemiştim. O... o bizi duyabilir mi?"
Bunu sormuştu, çünkü Sdylla parmağını dudaklarına götür-
müştü ve Mosiah'la birlikte hologramın kaynağını aramaya
başlamıştı. Buldukları zaman -şöminede bir girintiye yerleşti-
rilmiş küçük, kutuya benzer bir şeydi- dokunmamaya dikkat
ederek incelediler. Bakıştılar... ilk kez birbirlerine doğaldan
baktıklarını düşünüyorum. Ve Mosiah başını sallayarak başlı-
ğını yüzüne doğru çekti ve ellerini kavuşturdu.
Eliza ayağa kalktı. Teddy unutularak kucağından aşağı kay-
200

KüRiuuuçın rfliRası
Buna itiraz edecek gibi görününce ayağımı üstüne koydum
Hç de nazikçe olmayan bir hareketle taburemin altına tek-
meledim.
Eliza'ya daha önce hayran olmamışsam bile şimdi olurdum.
Bitkindi, korku içindeydi, yaslıydı, endişeliydi. Anne babasının
ve Peder Saryon'un ele geçirilmesinden sorumlu olan adamın
5u olduğunun farkındaydı. Yine de, açık bir öfke gösterisinin
yalnızca kendini alçaltacağını ve düşmanını asla etkilemeyece-
ğini bilen bir kraliçenin vakur tedbirliliğiyle yüzleşti onunla.
Anılarımda o âna geri döndüğümde onu altın renklerine
bürünmüş, Teknobüyücü'nün hologramının zayıf ışığı karşı-
sında ışıldarken görüyorum. Yalvarıp yakarmadı, bunlann fay-
dasız olacağını biliyordu. Ona, aşağılık bir davetsiz misafire
sorulabilecek şeyi sordu.
"Ne istiyorsunuz, bayım?"
Adam takım elbise giymemişti, üzerinde, daha sonra Khan-
dic Bilgelerin tören cüppesi olduğunu öğrendiğim beyaz bir
cüppe vardı. Kol yenlerinde, eteklerinde ve boynunda minik,
kare desenli metal işlemeler vardı. Bunlar ışık vurdukça pırıl-
dıyor, yanıp sönüyordu. O sırada bunların yalnızca süs oldu-
ğunu düşünmüştüm.
Kevon Smythe yaltaklanırcasına gülümsedi. "Madem konu-
ya bu kadar çabuk girdiniz, küçükhanım, kısaca aktaracağım.
Babanız bizimle. Bizim konuğumuz. İhtiyacımızın çok büyük
olduğunu bildiği için kendi isteğiyle geldi. Evden telaşla ayrıl-
dı ve ne yazık ki çok sevdiği bir nesneyi getirmeyi unuttu. O
nesne Karakılıç. Yokluğu onu çok üzüyor. Yanlış ellere düşe-
bileceğinden ve hesap edilemez ölçüde çok zarara yol açabi-
leceğinden korkuyor. Onun yanında, güvende olmasını isti-
yor. Bize Karakılıç'ı nerede bulabileceğimizi söylerseniz, Eliza
201

rrlARCARft U/EIS & tRÜCY HlCKDAn


Hanım, alır ve babanıza iletiriz."
Ona yarı yarıya inanmıştım. Gerçeği biliyordum. Yıkım
enkazı görmüştüm, yerdeki kanı görmüştüm. O kadar ikn
ediciydi ki zihnimde tam olarak görmemi istediği şeyi oör.
düm... endişe içinde, onlarla gönüllü olarak giden Joram. Eli-

za'nın ona inanacağından emindim. Anlaşılan Mosiah da öyle


düşünmüştü, çünkü Teknobüyücü'yle yüzleşmeye hazırlana-
rak öne kaydı. Scylla yerinden kıpırdamadı, Eliza'yı izlemekle
yetindi.
"Babamı ve annemi görmek istiyorum," dedi Eliza.
"Üzgünüm, küçükhanım, bu mümkün değil," dedi Smythe.
"Babanız uzun bir yolculuk yaptı ve yorgun, ayrıca Karakılıç'ın
yazgısı için çok endişeleniyor. Güvenliğiniz için endişeleniyor,
hayatım. Kılıç keskin, kullanılması zor. Bir yerinizi kesebilirsi-
niz. Bize onu nerede bulabileceğimizi söyleyin ve belki, o za-
mana kadar babanız sizinle konuşabilecek kadar iyileşir."
Rahat sesi ve ılımlı tavrı tehditlerinin üzerine ipek bir eşarp
gibi örtülüyordu.
"Bayım," dedi Eliza sakin sakin, "yalan söylüyorsunuz.
Adamlarınız babamı, annemi ve Peder Saryon'u güç kullana-
rak ele geçirdi. Sonra babamın hayatta kaldığı sürece size as-
la vermeyeceği bir nesneyi ararken evimizi harap ettiler. Aynı
şey kızı için de söylenebilir' Buraya gelmenizin tek sebebi
buysa, artık gidebilirsiniz."
Kevon Smythe'in yüzündeki ifade yumuşadı. Gerçekten
üzülmüş görünüyordu. "Sizi terbiye etmek bana düşmez, kü-
çükhanım, ama babanız talebimi reddettiğinizi duymaktan
hoşlanmayacak. Size kızacak ve itaatsizliğiniz için sizi cezalan-
dıracak. Zaman zaman inatçı, dik başlı bir çocuk olabileceği-
niz konusunda beni uyardı. Gerekirse kılıcı sizden güç kulla-
202

KflRAKJLIÇin irlİRASI
narak almamız için izin verdi."
Eliza'nın kirpikleri yaşlarla ıslanmıştı, ama kendini kontrol
etmeyi başardı. "Böyle bir şey söyleyeceğini düşünüyorsanız
babamı tanımıyorsunuz. Buna inanacağımı düşünüyorsanız
beni tanımıyorsunuz. Çıkın dışarı."
Kevon Smythe başını teslim olmuş bir tavırla iki yana sal-
ladı, sonra başını çevirip bana baktı. "Reuven, seni yeniden
görmek güzel, ama üzülerek söylüyorum, üzücü koşullar altın-
da görüşüyoaız. Öyle görünüyor ki Peder Şaryon kötü bir has-
talığa yakalandı ve hemen Yeryüzü'nde tedavi altına alınmaz-
sa bu onun ölümüne yol açabilir. Doktorlarımız ona otuz altı
saat ömür biçti. İyi pederi bilirsin, Reuven. Joram olmadan git-
mez ve Joram da Karakıhç olmadan gitmiyor. Senin yerinde
olsaydım, her nereye gizlenmiş olursa olsun, onu bulmak için
elimden geleni yapardım."
Bakışları yine Eliza'ya kaydı. "Karakılıç'ı Zith-el şehrine ge-
tirin. Doğuyolu Kapısı'na gelin. Biri sizi bekliyor olacak."
İmge yok oldu. Mosiah şöminenin iç tarafına yerleştirilmiş
olan hologram projektörünü çıkardı. Bir taş gevşetilip alınmış,
yerine projektör konulmuştu. Aleti yere fırlattı.
"Orada olduğunu biliyordun," dedi Scylla.
"Evet. Bizimle iletişim kurmak için bir yolları olmak zoam-
daydı. Siz gelmeden önce buldum."
Scylla çizmeli ayağını üzerine indirdi ve aleti ezdi. "Başka
dinleme aygıtı var mı?"
"Onları kaldırdım. Bunu bırakmaya karar verdim. Ne söy-
leyeceğini duymak zorundaydık. Zith-el," diye düşündü. "De-
mek Joram'ı Zith'el'e götürmüşler."
"Evet." Scylla ellerini kalçalarına vurdu. "Şimdi plan yapa-
biliriz."
203

IrlARCAREt UİEIS ft tRACY HlCKJIIAn


"Biz mi!" Mosiah kötü kötü baktı ona. "Bunlarla senin
ilgin var? Herhangi biriyle?"
"Buradayım," dedi Scylla sinsi bir gülümsemeyle. "Ve Ka
rakılıç hava taşıtımda. Bence bunlarla çok ilgim var."
"Haklıydım. Seni General Boris gönderdi," dedi Mosiah sert
sesle. "Onun adamlarından birisin. Lanet olsun, bu işi bize bı-
rakacağına söz vermişti!"
"Şimdiye dek harika iş çıkardın," diye yorum yaptı Scylla
çarpık bir gülümsemeyle.
Mosiah kızardı, katılaştı. "D'karn-darahhr saldırırken seni
buralarda görmedim."
"Kesin şunu!" dedi Eliza keskin bir sesle. "İkiniz de Karakı-
lıç'ı istiyorsunuz. Tek aldırdığınız o. Eh, alamazsınız. Adamın
dediğini yapacağım. Kılıcı Zith'el'e götüreceğim."
Eliza'nın meydan okuması çocuksu ve aptalca görünebilir-
di, ama acısı ve kendi kendini suçlaması ona yoksun olduğu
gücü veriyordu. Vakar ve kararlılıkla konuşuyordu ve ondan
daha yaşlı, daha güçlü olan o iki kişi ona saygıyla baktılar.
"Smythe'e güvenemeyeceğini biliyorsun," dedi Mosiah
ona. "Kılıcı almaya çalışacak ve hepimizi tutsak edecek. Ya da
daha kötüsü."
"Kimseye güvenemeyeceğimi biliyorum," dedi Eliza titrek
bir sesle. Bana baktı, tatlı, lîüzünlü bir gülümsemeyle, yumu-
şak bir sesle ekledi, "Reuven dışında."
Yüreğimdeki acı bir nimetti, ama aynı zamanda dayanama-
yacağım kadar büyüktü ve gözlerim yaşardı. O böylesine güç-
lüyken ben kendi kendimi kontrol edemediğim için utanarak
sırtımı döndüm.
"Başka ne seçeneğimiz var, göremiyorum," diye devam et-
ti Eliza. Artık oldukça sakin konuşuyordu. "Karaküıç'ı
204

KARaKJLIÇin rrlİRASI
vthe'e götüreceğim ve babamla Peder Saryon'u serbest bı-
kma sözünü tutmasını umacağım. Yalnız gideceğim..."
Israrlı bir hareket yaparak dikkatini çektim. Cümlesini de-
-jstirdi. "Reuven ve ben birlikte gideceğiz. Siz, ikiniz burada
kalacaksınız."
"Sana doğruyu söyledim, Eliza," dedi Scylla. "Ben Karakı-
lıç'ı istemiyorum. Onu kullanabilecek yalnızca tek insan var ve
o da kılıcı döven."
Scylla aniden Eliza'nın önünde tek dizinin üzerine çöktü.
Dua eder gibi avuçlarını birbirine bastırarak kaldırdı. "Sana söz
veriyorum, Eliza, Almin'in adıyla yemin ediyorum, Joram'ı kur-
tarmak ve Karakılıç'ı ona iade etmek için elimden gelen her
şeyi yapacağım."
Scylla'nın -asker kıyafetleri ve kısa saçlarıyla- orada diz
çöktüğünü görmek başta gülünç geldi. Sonra aklıma bir kez
gördüğüm, kralına görev yemini eden Arclı Joan'm resmi gel-
di. Scylla da aynı kutsal ateşle yanıyordu, öylesine parlak ve
berraktı ki asker giysileri yok oldu ve onu parlak zırhlara bü-
rünmüş, kraliçesine hizmetlerini sunarken gördüm.
İmge yalnızca bir an sürdü, ama bütün detaylarıyla zihnim-
de canlanmıştı. Taht odasını, Merilon krallığının taht odasını
gördüm. Kristal taht, kristal kürsü, kristal sandalyeler, kristal
sütunlar... odadaki her şey saydamdı, tek gerçeklik altın elbi-
sesi içinde, o saydam platformun üzerinde duran, yükselmiş,
yücelmiş kraliçeydi. Önündeyse diz çökmüş, gümüş zırhı için-
de başını kaldırmış şövalyesi.
Ve yalnız değildim. İmgeyi Mosiah da görüyordu ya da ben
öyle sanıyordum. Bir şey gördüğü kesindi, çünkü Scylla'ya hu-
şu içinde bakıyordu. "Bu nasıl bir oyun?" diye mırıldandığını
işittim.
205

rrlARfiAREf U/EİS & tK^CY HıcmnAn


Eliza Scylla'nın ellerini tuttu. "Yeminini kabul ediyoru
Bize eşlik edeceksin."
Scylla başını eğdi. "Hayatım sizindir, Majesteleri."
Unvan o kadar doğru gelmişti ki Eliza gözlerini kırpıştlra
na kadar hiçbirimiz fark etmedik.
"Sen bana ne dedin?"
Scylla ayağa kalktı ve imge kayboldu. Bir kez daha savaş
giysileri ve çizmeleri içinde, kulağına minik küpeler dizilmiş
bir kadın olmuştu.
"Yalnızca küçük bir şaka." Scylla sırıttı ve çaydanlığı yeni-
den doldurmaya gitti. Arkasını dönüp Mosiah'a baktı. "Asıl gö-
rünüşün çok daha yakışıklı. Söylesene, neden sen de aynı ye-
mini etmiyorsun? Joram'ı kurtarmak ve Karakılıç'ı sahibine ia-
de etmek için yemin et. Etmelisin, biliyorsun. Aksi halde seni
yanımızda Zith'el'e götürmeyiz."
Mosiah kızmıştı. "Smythe'in Karakılıç'ı alınca rehineleri bı-
rakacağını düşünüyorsanız aptalsınız! Daha fazla kılıç dövme-
yi öğrenmek için Teknobüyücülerin Joram'a ihtiyacı var." Eli-
za'ya döndü. "Benimle Yeryüzü'ne gel. Kılıcı Kral Garald'a
emanet et. Bir orduyla dönüp anne babanı kurtarırız."
"Ordu Hch'nyvlere karşı son direniş için harekete geçti,"
diye karşı çıktı Scylla. "Onlardan yardım alamayız. Ve zaten
Teknobüyücülere karşı bir»şey yapabileceklerinden kuşkulu-
yum. Uzun zamandır Zith'el'de güç topluyorlar, savunma hat-
ları oluşturuyorlardı. Orayı bir ordu ele geçiremez. Hepsi dos-
yalarımızda," diye ekledi Mosiah'm kuşkulu bakışlarına yanıt
olarak. "Smythe üzerine bilgi toplayan yalnızca değilsiniz."
Mosiah onu duymazdan geldi, sesini yumuşatarak Eliza'yla
konuşmaya devam etti. "Ben Joram'ın dostuyum. Karakılıç'ı
teslim etmenin özgür kalmasını sağlayacağını düşünseydim
206

KARAKJUÇin MİRASI
?vle bir girişimi ilk savunan ben olurdum. Ama sağlamaya-
u Bu imkansız. Kuşkusuz bunu görebiliyorsundur, değil
rni?"
"Söylediklerin aklayakın geliyor, Mosiah," diye kabul etti
Eliza. "Ama Karakılıç benim değil ve onunla ilgili kararlan ben
alamam. Kılıcı babama götüreceğim. Bunu Smythe'e açıkça
ifade edeceğim. Kılıç'la ne yapacağına babam karar verecek."
"Karakılıç'ı kasvetli ve kötücül yaratıcısının ellerine yerleş-
tir, neler olduğunu görünce şaşıracaksın," dedi taburemin al-
tından, mezardan gelir gibi bir ses. "Kişisel olarak, ben onun
kılıcı dostum Merlyn'e vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Merlyn'i tanıdığımı söylemiştim, değil mi? Onu o küflü meza-
rının çevresinde takılırken bulabilirsiniz. Oldukça iç sıkıcı bir
yer. Orada ne bulduğunu anlamıyorum. Merlyn birkaç yıldır
kılıç arıyordu kendine. Budalanın teki onunkini göle atmış. Bu
o değil, ama ihtiyar delikanlı artık biraz bunadı ve muhteme-
len farkı anlamaz."
Teddy'yi unutmuştuk.
Onu yerinden çıkardım, tozlanmış ve kızgındı, ama bunun
dışında zarar görmemişti.
"Simkin'in hakkı var," dedim işaret diliyle. "Merlyn hakkın-
da değil," diye ekledim telaşla. "Joram hakkında. Karakılıç Jo-
ram'ın ellerindeyken Teknobüyücüleri altetmek için kullanabi-
lir."
"Bu Karakılıç'ın büyüyle güçlendirilmiş olmadığını unuttun
mu? Hiçbir katalist ona Yaşam vermedi. Karakılıç'ın Joram'ın
eline yaklaşması şansı bile yok," dedi Mosiah acı acı. "Kevon
Smythe onu ele geçirecek ve sonumuz gelecek. Budalaca bir
yolculuğa çıkıyoruz."
"Tıpkı eski zamanlardaki gibi," dedi Teddy nostaljik bir iç
207

rrİARCARfT UJEIS § t RACY HlCKJHAn


çekişle.
"Sen geliniyorsun!" dedi Mosiah kararlılıkla.
"Yerinizde olsam beni arkada bırakmazdım," diye uyard
Teddy bizi. "Bana güvenilmez. Hem de hiç. Düşes Winifred'in
gözyuvarı koleksiyonunu sakladığı masa hakkında dediği gibi
gözünüzün üzerimde olması çok daha iyi. Senenin her günü
için ayrı bir gözyuvarı vardı, hepsi farklı renkteydi. Kahvaltı-
dan sonra çıkarırdı. Hatırlarım, bir gün biri yerinden kurtuldu
ve mermer zeminde yuvarlandı. Ev katalisti yanlışlıkla üzerine

bastı. Çıkan fısırtıyı..."


"Onu ben alırım," dedi Eliza telaşla. Teddy'yi benden ka-
parak sıkıca eteğinin cebine tıktı. "Benimle kalabilir."
Mosiah dik dik hepimize baktı. "Bunu yapmaya kararlı mı-
sınız? Reuven?"
Başımı salladım. Peder Saryon'a karşı görevim vardı. Ve ol-
masa, bile, yapacaklarında destek olmak için Eliza'nın gittiği
her yere giderdim.
"Ben Eliza'yla gidiyorum," dedi Scylla.
"Ve ben de Zith'el'e gidiyorum," dedi Eliza.
"Bu konuda kararlıysanız yola çıkmalıyız. Bir hava taşıtın
olduğunu söylemiştin, değil mi?" Mosiah Scylla'ya baktı. Yü-
zündeki ifade dostça değildi.
"Bizimle mi geliyorsun?" diye sordu kadın sevinçle.
"Elbette. Joram, karısı ve Peder Saryon'u Teknobüyücüle-
rin elinde bırakamam."
"Karakılıç'ı bizim ellerimize bırakamazsın, demek istediğin
bu, değil mi?" dedi Scylla sinsi bir sırıtışla.
"Nasıl kabul edersen et," diye karşılık verdi Mosiah. "Sizin-
le tartışmaktan bıktım. Eh, geliyor musunuz? Hava taşıtı olsa
bile Zithe-el'e hava kararmadan varırsak şanslı sayılırız."
208

KARftKJLIÇin miRfısı
"Peki dostların, Duuk-tsaritblerm kalanı bize orada mı ka-
lacak?" diye sordu Scylla, minik altın bir halka takılmış kaşı-
m kaldırarak.
Mosiah pencereden dışarı, uzağa, yalnızca kendisinin göre-
bildiği uzaklara baktı. "Zith-el'de Yaşam yok," dedi yumuşak
sesle. "Yalnızca ölüm. Halkımızdan sayısız insan depremler
vurduğu, yer kaydığı ve binaları devirdiği zaman orada öldü.
Gömülmeden kaldılar, ruhları huzursuz, neden öldüklerini bil-
mek istiyorlar. Hayır, Duuk-tsarithler Zith-el'e gitmeyecek.
Orada boğulurlar, büyüleri boğulur."
"Ama sen gideceksin," dedi Scylla.
"Gideceğim," dedi Mosiah, sesi sertti. "Size söyledim, dost-
larım orada tutsak. Dahası, benim için büyümün boğulup bo-
ğulmamasınm çok önemi yok. Savaştan sonra içimde pek az
Yaşam kaldı. Yolda bir kataliste rastlamadığımız sürece taş at-
mak dışında pek işe yaramayacağım. Sizi savunmam için bana
güvenmeyin!"
Ya da kendini savunmak için, diye düşündüm, Teknobü-
yücülerin onun peşinde olduğunu hatırlayarak.
"Peki sana güvenebileceğimizi nereden bileceğiz?" diye
sordu Eliza.
"Yemininizi edeceğim," dedi Mosiah, "ama bir koşulla. Ka-
rakılıç'ı Joram'a, yaratıcısına iade etmek için elimden geleni
yapacağım. Ama başarısız olursak, o zaman Karakılıç'ı kralıma
götürme hakkına sahip olacağım."
"Başarısız olursan bir kralın olmayacak. Teknobüyücüler
bunun icabına bakacak," dedi Scylla.
Aniden, şaşırtıcı bir şekilde kollarını Mosiah'a dolayıp onu
kucakladı. Mosiah'tan daha uzun boyluydu ve çok daha güç-
lüydü. Kucaklaması Mosiah'm omuzlarını birbirine doğru bas-
209

HİARCARjf UJEİS & ÎRACY HlCKjIIAn


tirdi ve göğsünü çukurlaştırdı. "Senden hoşlandım," dedi "v
bunu bir Kollukçuya söyleceğimi hiç düşünmezdim. Ban
anahtarları verirsen, Reuven, hava taşıtım öne getiririm. Yiye
cek ve battaniyeye ihtiyacımız olacak. Yanımda su var."
Mosiah'ı bıraktı, sırtına bir şaplak attı ve kararlılıkla odadan
çıktı. Ağır, çizmeli ayak seslerini koridorda işitebiliyordum.
Yiyecek ve battaniyeler için Eliza'ya yardım etmeye gider-
ken arkama baktım ve Mosiah'ın boş, harap odanın ortasında
tek başına durduğunu gördüm. Pencereden esen hafif bir rüz-
gar siyah cüppesini dalgalandırıyordu. Ellerini önünde kavuş-
turmuş, başlığını başına geçirmişti. Başlıklı başınin eğiminden
ancak kendisinin görebildiği uzaklara baktığını talimin ettim.
Ama şimdi birini, bir şeyi arıyor ve görünüşe göre bulamıyor-
du.
"Sen de kimsin?"
210
Sözler havada duman lekesi gibi asılı kaldı.

17
"Ve sonra büyü içimi doldurdu! Çevredeki her şeyin
Yaşam'ı içime akıyor, içimde kabarıyor gibiydi. Yüz kat
daha canlı hissettim!"
MOSİAH; KARAKILIÇIN YAZGISI
Eliza ve ben battaniye ve yiyecek toparlamayı bitirdiğimiz
zaman Scylla hava taşıtını binanın ön tarafına çekmişti bile.
Battaniye ve yiyecekleri arkadaki bagaja yükledik. Bu iş bitin-
ce, dump şaşkın şaşkın hava taşıtına baktık. Dört kişilikti... iki
koltuk önde, iki koltuk arkada. Battaniyesine sarılmış Karakı-
lıç arka koltukta yatıyordu.
"O bagajda gitmeli," dedi Mosiah.
"Hayır," dedi Eliza çabucak. "Görebileceğim bir yerde ol-
masını istiyorum."
"Arkada, yere koy," diye öneride bulundu Scylla.
Eliza kılıcı kavradı, battaniyeye daha sıkı sardı ve arka kol-
tuğun önünde, yere koydu. Mosiah önde, Scylla'mn yanında
yerini aldı... Eliza kılıcı gözünün önünden ayırmak istemiyor-
sa, sanırım Mosiah da Scylla'yı gözünün önünden ayırmak is-
temiyordu. Bu benim işime geliyor, arkada Eliza'yla oturmamı

IHAR£AR£f U/EIS & tüACY HlCKBlAn


sağlıyordu. Kız yanıma oturacak oldu.
"Kutsal Almin!" diye haykırdı aniden, doğrulup yamaçta
yukarı bakarak. "Koyunlar! Onları ağılda bırakamam. Onları
sulayıp otlağa salacağım. Bir dakikamı bile almaz. Hemen dö-
nerim."
Yamaçtan aşağı koşarak uzaklaştı.
"Onu durdurmalıyız!" dedi Scylla, hava taşıtından inmeye
niyetlenerek.
"Hayır," diye karşı çıktı Mosiah. Sesi sertti. "Bırak kendi
görsün. O zaman belki anlar."
Neyi anlar? Bundan hoşlanmamıştım. Hava taşıtından çıka-
rak Eliza'nın peşinden koştum ve kısa süre sonra ona yetiştim.
Bacaklarım tutulmuştu, dün geceki bedensel çabalardan son-
ra kaslarım sertleşmeye başlıyordu. Ağrıya karşı dişlerimi sık-
tım ve yamaçaşağı, koyun ağılına doğru koştum.
Bu mesafeden bile birşeylerin yanlış olduğunu görebiliyor-
dum. Eliza'nın vahşi koşusunu durdurmaya çalıştım, ama öf-
keyle elimi ittirdi ve koşmaya devam etti. Bacaklarımdaki yan-
mayı azaltmak için yavaşladım. Acele etmeye gerek yoktu, ya-

pabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Kimsenin yapabileceği bir şey


yoktu.
Oraya vardığım zaman Eliza'yı taş duvara yaslanırken bul-
dum. Gözleri iri iri açılmışu» gözkapakları dehşet ve inanmaz-
lıkla gerilmişti.
Koyunların hepsi ölmüştü. Hepsi katledilmişti. Her birinin
kulaklarından kan gelmişti. Ağızlanndan ve burunlarından
akan kanlar birikintiler oluşturmuştu. Gözleri donmuştu. Her
biri düştüğü yerde, hiçbir mücadele izi bırakmadan yatıyordu.
Duyduğumuz patlamayı hatırladım. 0 mesafeden bile sarsıntı-
yı hissetmiştik. Güçleri azalmaya başlayan Teknobüyücüler,
212

KARAKJLIÇin iriiRası
tartıamlamak için bu hayvanların ölümlerini kullanmıştı.
Eliza başını ellerinin arasına eğdi, ama ağlamadı. Başı yer-
je ayakta kaldı. Öyle kıpırtısız, öyle katıydı ki korktum. Za-
vallı sessizliğim içinde onu teselli etmek için elimden geleni
yaptım, dokunuşumu hissetmesini sağladım, insan sıcaklığı ve
duygudaşlığının onu sardığını bilmesini sağladım.
Hava taşıtı sesizce tepeden aşağı kaydı ve önümüzde dur-
du. Scylla dışarı çıktı. Mosiah katliama duygusuzca bakarak
arabada kaldı.
"Gelin, Majesteleri," dedi Scylla. "Yapabileceğimiz hiçbir
şey yok."
"Neden?" diye sordu Eliza boğuk bir sesle, başını kaldırma-
dan. "Bunu neden yaptılar?"
"Onlar ölümle besleniyor." Mosiah'ın sesi hava taşıtından
geliyordu. "Karakıhç'ı işte bu şeytanlara götürüyorsun, Eliza.
Bir düşün."
O an ondan nefret ettim. Bunu söylemese de olurdu. Ken-
di evindeki yıkımı gören Eliza neyle yüzyüze olduğunu çok iyi
biliyordu. Ama benim yanıldığım, onun haklı olduğu anlaşıldl.
Kızın gücünü ve niteliklerini benden iyi anlamıştı.
Eliza başını kaldırdı ve kendini toplamıştı, neredeyse sakin-
di. "Yalnız gideceğim. Kılıcı onlara yalnızca ben götürebilirim.
Kalanınız gelmemelisiniz. Çok tehlikeli."
Scylla'nın, Eliza'ya ilişkin hiçbir şey söylemeden, yalnızca
kendi ihtiyaçlarımızdan bahsederek işaret ettiği gibi, bu ola-
mazdı. Hava taşıtını kim sürecekti? Scylla'ya ihtiyacımız vardı.
Reuven'e gelince, Peder Saryon'u Teknobüyücülere bırakmaz-
dım. Ve Mosiah Karakıhç'ı gözünün önünden asla ayırmazdı.
Her birimizin gitmek için kendi sebeplerimiz vardı.
Eliza bütün bunlardaki mantığı sessizce kabul etti, tartışma-
213

ITlARCAREf U7EİS & TRACY HiCKjnAn


di. Hava taşıtma dönüp içeri kaydı. Ölü koyunlara bir kez da
ha baktı ve dudakları gerildi, ellerini kavuşturdu. Bakışlarım
kaçırdı. Scylla sürücü koltuğuna binerken yanındaki koltuğa
oturdum.
Hava taşıtı, benim benzer bir aracı sürdüğüm zamana göre
çok daha rahat kayarak yer yüzeyinin üzerinde uçtu. Bana tu-
haf geldiğini hatırladığım bir şeyi aradım. Kötü bir anı değildi.
Aslında, hoştu. Ama tuhaf. Ne olduğunu hatırlamaya çalıştım.
Majesteleri, demişti Scylla Eliza'ya iki kez Majesteleri.
Ne garip. Ama ne kadar uygun.
Yolculuğumuzun başlangıcı olaysızdı. Scylla bir yerdeki ar-
şivlerden -detay vermemişti- edindiği, Thimhallan topraklan-
na ait bir harita getirmişti. Mosiah harita karşısında hem me-
raklanmış, hem şüphelenmişti, çünkü yeni çizildiği anlaşılıyor-
du, büyü salıverilmesinin ardından yeralan depremlerin ve fır-
tınaların yol açtığı değişiklikleri içeriyordu.
İkisi dakikalarca harita üzerine tartıştılar. Mosiah General
Boris'in adamları tarafından çizildiğini iddia ediyordu ve bu
anlaşmayı ihlal ettikleri anlamına geliyordu. Scylla anlaşmayı
asıl Duuk-tsarithlerin ihlal ettiğini söyleyerek karşı çıkıyordu.
Mosiah başkalarını suçlamadan önce kendi günahlarına baksa
daha iyi olacaktı.
Bu didişme daha ne kadar sürerdi, emin değilim, ama
bembeyaz bir yüzle, arkada oturmakta olan Eliza alçak sesle,
"Harita işe yarar mı?" diye sordu.
Scylla Mosiah'a baktı, adam yaraması gerektiği hakkında
birşeyler mırıldandı.
"O zaman kullanmamızı öneririm," dedi Eliza. Koltuğun
köşesine büzüldü ve gözlerini kapattı.
Bundan sonra Scylla ve Mosiah yalnızca yön tartışmak için
214

KftRfiKJLIÇin ITlİRftSI
konuştular. Hava taşıtı dağdan aşağı süzüldü, Thimhallan'ın iç-
lerine yöneldi.
Eliza'nın rahat etmesini sağladım, ceketimi üzerine örttüm,
bu düşünceli davranış karşılığında solgun bir gülümseme ka-
zandım, ama gözlerini açmadı. Teddy'yi kolunun altına almış,
bir çocuğun yapacağı gibi teselli için kendine bastırmıştı.
Teddy'nin bu imrenilesi durumu kendisinin ayarladığından
emindim, ama Eliza'yı rahatsız etmekten korkarak, ayıyı alma-
ya cesaret edemedim.
Arka koltukta sıkıştığımı hissederek kendi köşeme yerleş-
tim, anlayabildiğim kadarıyla bacak sahibi yaratıkların nakle-
dilmesi için düşünülmemiş bir araçtı bu. Uyumam gerektiğini
biliyordum, çünkü yolculuğun sonunda karşımıza her ne çıka-
caksa, onunla yüzleşmek için dinlenmiş olmam gerektiğini bi-
liyordum.
Gözlerimi kapattım, ama uyuyamadım. Bedenim öyle yo-
rulmuştu ki sinirlerim seğiriyor, zihnim huzursuzca geçen
olayları tarayıp duruyordu.
Peder Saryon'un yanından ayrıldığım için kendimi suçlu
hissediyordum, ama orada olsam ne işe yarayacağımı da bil-
miyordum. Ve en azından Eliza'yı Teknobüyücülerden uzak
durması için uyarmıştım, ama kılıcı oradan ele geçirmiş olsa-
lar Joram, Gwendolyn ve Peder Saryon'u rehin almayabilirler-
di.
Olan oldu, dedim kendi kendime. Sen en iyisini yapmaya
çalıştın.
Zith'el'e ulaştığımız zaman ne yapacağımız hakkında endi-
şelenerek birkaç dakikayı daha boşuna harcadım, çünkü Mo-
siah'ın Eliza'nın Karakılıç'ı teslim etmesine asla izin vermeye-
ceğinden emindim. Kızı durdurmaya mı çalışacaktı? Kılıcı al-
2IS

triARSARff U/EİS Ö TRACY HlCKjnAn


maya mı çalışacaktı? Gerçekten büyülü Yaşam'dan yoksu
muydu, yoksa bu bizi hazırlıksız yakalamak için girişilen bir aı
datmaca mıydı? Scylla Eliza'ya sadakat yemini etmişti. İş buna
gelir dayanırsa Mosiah'la savaşır mıydı? Hem, Scylla kimdi ki?
Peder Şaryon iyi miydi? Kılıcı vermezsek, söyledikleri gibj
Teknobüyücüler onu öldürür müydü? Kılıcı bu kötü insanlara
vermek akıllıca olur muydu? Hch'nyvler bizi yeryüzünden si-
lecekse, bütün bunlar boşa çaba harcamak mıydı?
Sonunda bu endişeler -üstlerinde hiç kontrolüm olmadıği-
nı kabul ediyordum- beynimi o kadar yordu ki pes ettim ve
bitkinliğe teslim oldum. Uyudum.
Şiddetli yağmur altında, karanlıkta uyandım. Tuvalete git-
me ihtiyacı hissediyordum.
Thimhallan'da tuvalet eksikliği olduğu için çalılarla idare
etmek zorunda kalacaktım. Hava taşıtının tepesini döven yağ-
mur bu şiddetli fırtınada dışarı çıkmak konusunda fazla heves-
li olmamı engelliyordu, ama ihtiyacımın aciliyeti başka seçe-
nek bırakmıyordu.
Eliza fırtına gürültülerinden rahatsız olmadan köşesinde
uyuyordu. Dingin yüzüne ve düzenli nefes alışlarına bakılırsa
derin derin, rüya görmeden uyuyordu. Onu uyandırmaktan
korkarak elimden geldiğince sessizce uzandım ve Scylla'nın
omzuna dokundum.
Scylla direksiyonu sıkı sıkı kavrayarak hızla çevresine ba-
kındı. Fırtına yüzünden hava taşıtını sürmek güçleşmiş olma-
lıydı. Güçlü rüzgarlar arabayı sarsıyor, silecekleri camlardaki
yağmur suyunu temizleyemiyordu. Hava taşı tındaki radar ol-
masa ve bize arazinin sanal haritasını sağlamasa yolumuza de-
vam edemezdik. Bu haliyle bile ağır ağır ilerliyorduk, Scylla
216

KURAKjUÇin mİRASI
kışlarını radar ekranına dikmiş, Mosiah ıslak camlardan dı-
şarı bakıyordu.
Talebimi bildirdim. Parlak bir şimşek hepimizi körleştirdi.
Yukarıda gökgürültüsü patladı, gürültü hava taşıtını sarstı.
"Tutamaz mısın?" diye sordu Scylla.
Başımı iki yana salladım. Scylla radar ekranını kontrol etti,
açık bir yer bulup hava taşıtını yere indirdi.
"Onunla gideyim," dedi Mosiah. "Orada, araziyi tanımayan-
lar için tehlikeler vardır."
Bunun için minnettar olduğumu, ama benim yüzümden ıs-
lanmasına gerek olmadığını işaret ettim. Omuzlarını silkti, gü-
lümsedi ve arabanın kapısını açtı.
Ben de benim tarafımdaki kapıyı açtım ve dışarı çıkacak ol-
dum.
"Ne? Ne oluyor?" dedi Eliza uykulu uykulu, gözlerini kırpış-
tırarak.
"Pit stop," dedi Scylla.
"Ne?" diye sordu Eliza.
Utanarak, daha fazlasını dinlemedim.
Rüzgar neredeyse kapıyı elimden koparacaktı, beni de ara-
badan dışarı sürükledi. Tamamen çıkana kadar mücadele et-
tim. Bir anda iliklerime dek ıslandım. Kapıyla güreştim ve so-
nunda kapatmayı başardım. Rüzgarın gücü beni arabanın önü-
ne doğru birkaç adım uçurdu. Mosiah arabayı dolandı. Siyah
cüppesi sırılsıklam olmuş, bedenine yapışıyordu. Rüzgar ve
yağmura karşı etkisiz kalan başlığını arkaya atmıştı. O anda
gerçekten de Yaşam'dan yoksun olduğunu anladım. Birazcık
gücü kalmış hiçbir sihirbaz böyle ıslanmasına izin vermezdi.
"Dikkat et!" diye bağırdı kolumu yakalayarak. "Kij sarma-
şıkları!"
217

rrİAReARst WEİS ft ÎRACY HıcKfflAn


İşaret etti ve hava taşıtının farlarının ışığında ölümcül
maşıkları gördüm. Kitaplarımda onları yazmış, sarmaşıkla
ihtiyatsız davrananların kollarına ve bacaklarına nasıl doland
ğını, dikenlerini ete batırdığını ve kurbanlarının kanını içerek
beslendiklerini anlatmıştım. Elbette sarmaşıkları hiç görmemiş
tim. Bu zevki yaşamadan da yapabilirdim. Yürek şeklindeki
yapraklar gecenin içinde siyah siyah parlıyor, yağmurla plrıı_
diyordu. Dikenleri küçük ve keskindi. Bitki oldukça sağlıklı
görünüyordu, dev dalları kendi üstlerine kıvrılmış, tabaka ta-
baka yatıyorlardı.
Dolaşık dallardan uzak durmaya dikkat ederek işimi olabil-
diğince çabuk bitirdim. Mosiah yanımda durmuş, her yöne ba-
kıyordu ve yanımda olduğu için memnundum. Fermuarımı
çekmiş, arabaya yönelmiştim. Mosiah yanımda yürüyordu. Fır-
tına diniyor gibiydi; yağmur artık sel gibi değil, rüzgarla süpü-
rülen bir sağanak gibi yağıyordu. Sıcak arabaya girmeye can
attığımı düşünüyordum ki bir şeyin ayak bileğime dolandığını
hissettim.
Kij sarmaşığı! Çılgınca öne atıldım, kavrayışını kırmaya ça-
lıştım. Güçlüydü, dal ayağımı altımdan çekti ve beni bitkinin
ana gövdesine doğru sürüklemeye başladı! Boğuk bir feryat
kopardım ve parmaklarımı çamura gömerek durmaya çalıştım.
İğne gibi keskin dikenlar blucinimi ve ağır çoraplarımı ra-
hatça aşarak bacağımın derisini deldi. Acı dayanılmazdı.
Ben haykınnca Mosiah yardımıma koştu. Scylla düştüğümü
görmüştü ve arabanın kapısını açıyordu.
"Ne oldu?" diye bağırdı. "Neler oluyor?"
"İçeride kal!" diye bağırarak karşılık verdi Mosiah. "Hava
taşıtını çevir! Farları üzerimize tut! Kij sarmaşıkları! Her yerde-
ler!"
218

KARÜKJLIÇln rflİRİkSI
ayağıyla bir şeyi ezdi. Yağmurla çamurlaşmış zeminde ya-
vaş yava§ sürükleniyordum, parmaklarım tutunmak için tırma-
lıyor, çamurda derin yarıklar açıyordu. Acı yoğundu... damar
arayan dikenin yırtması ve sonra emilen kanın ağrısı.
Mosiah tepemde durmuş, karanlığa bakıyordu. Bir sözcük
söyleyip parmağını uzattı. Bir ışık çakması, bir cızırtı ve şakla-
ma oldu.
Sarmaşık beni bıraktı.
Öne doğru süründüm, ama daha fazla dalın beni yakaladı-
ğını hissettim. Her yönden yılan gibi kıvranarak bileğime ve
ayaklanma dolandılar. Biri kalçama sarıldı.
Hava taşıtı döndü. Arabanın farları altında ölümcül Kij sar-
maşıklarının yürek şeklindeki yapraklarında yağmur damlala-
rının pırıldadığını, korkunç, keskin dikenlerden yansıdığını
görebiliyordum.
"Lanet olsun!" diye küfretti Mosiah ve kızgınlıkla sarmaşığa
baktı. Dönüp hava taşıtma koştu.
Beni terk ettiğini düşündüm... neden, bilmiyorum. İçimden
panik yükseldi, beraberinde bir adrenalin dalgası getirdi. Ken-
dimi kurtaracağım), diye karar verdim. Korkuya teslim olma-
maya, sakin kalmaya ve doğru düzgün düşünmeye çalıştım.
Sahip olduğum tüm güçle ve sahip olduğumu bilmediğim ka-
darıyla bileğimi silkeledim ve sarmaşıkların birinden kurtulma-
yı başardım.
Ama o yalnızca bir taneydi ve en az dört tanesi hâlâ beni
tutuyordu.
Eliza Mosiah'ın emirlerini duymazdan gelerek arabadan
çıktı.
"Karakılıç!" diyordu Mosiah. "Bana Karakılıç'ı uzat! Onu
kurtaracak tek şey o!"
219

irİAROARff U/EIS & "FRACY HlCKJflAn


Yüzüm çamurla kaplanmıştı, saçlarım gözlerime girrnisr
Sarmaşıkla mücadele etmeye devam ettim, ama gücüm azal
yordu. Dikenlerin acısı felç ediciydi. Midem bulanıyordu ba
yılacak gibi hissediyordum.
"Bana!" diye bağırdı Mosiah. "Bana ver! Hayır! Sen tehlike-
ye..."
Ayak sesleri ve uzun eteklerin hışırtısını duydum.
Başımı sallayıp gözlerimdeki saçı savurdum. Eliza, elinde
Karakılıç, tepemde dikiliyordu.
"Kıpırdama, Reuven! Sana vurmak istemiyorum!"
Sarmaşıkların gerildiğini, dikenlerin kanımı içtiğini hissede-
biliyordum, ama kendimi kıpırtısız yatmaya zorladım.
Arabanın ışıkları onu arkadan aydınlatıyor, siyah saçlarının
çevresinde bir hale, bedenin çevresinde ışıltı yaratıyordu. Işık
Karakılıç'a dokunmuyordu. Sebep ya buydu ya da ışığı soğur-
masıydı. Eliza kılıcı kaldırdı ve sarmaşığa indirdi. Dalları kes-
tiğini duydum, ama acıyla sersemlemiş zihnime, kız ölümcül
bitkiyle savaşmak için gecenin kendisini kullanıyormuş gibi
geldi.
Aniden kurtuldum. Bitki beni salıverdi; dalları gevşedi, bi-
lekten kesilmiş bir el gibi cansız kaldı.
Mosiah ve Scylla ayağa kalkmama yardım etmek için yak-
laştılar. Yüzümdeki çamuru Sildim ve onların yardımıyla sen-
deleyerek arabaya gittim. Eliza Karakılıç'ı elinde hazır tutarak
peşimizden geldi, ama görünüşe göre Kij sarmaşığı saldırmak-
tan vazgeçmişti. Arkama baktığımda Karakılıç'ın dokunduğu
yerde yapraklarının kuruduğunu, kıvrıldığını gördüm.
Arabaya binmeme yardım ettiler. Neyse ki yağmur hemen
hemen dinmişti.
"Reuven iyi olacak mı?" Eliza tepemde dikiliyordu. Açık il-
220

KâRftKJLlÇin miRikSi
gisi merhem gibi geldi bana.
"Acı çabucak yok olur," dedi Mosiah. "Ve dikenler zehirli
değildi1"- Deneyimlerimden biliyorum."
"Hatırladığım kadarıyla içlerine dalıp duruyordun," dedi
Teddy yerden. Sesi aksi çıkıyordu. "Seni tekrar tekrar onlara
karşı uyardım..."
"Uyarmadın. Yenebildiklerini söylemiştin," diye hatırladı
Mosiah yarım bir gülümsemeyle.
"Eh, aramızdan birinin yenebildiğim biliyordum," diye mı-
rıldandı Teddy, sonra sesini sinirle yükseltti. "Üzerime damla-
yıp durmanız o kadar gerekli mi?"
"Kij sarmaşıklarına seni vereceğim." dedi Mosiah, Teddy'yi
almak için uzanarak, "ama eminim onların bile damak zevki
vardır." Ayıyı koltuğa koyacak oldu, ama bunun yerine ona
bakakaldı.
"Beni yere bırak!" diye şikayet etti Teddy. "Çimdikliyor-
sun!"
Mosiah ayıyı koltuğa, yanıma oturttu.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu Scylla.
"İyi değil," dedi Teddy homurdanarak.
"Ben Reuven'le konuşuyordum," dedi Scylla sertçe. Panto-
lonumun bacağını kıvırdı ve yaralarımı incelemeye başladı.
Daha iyi olduğumu anlatmak için başımı salladım. Mosi-
ah'ın tahmin ettiği gibi acı azalıyordu. Ama dehşet yerli yerin-
de duaıyordu. O dalların bacaklarımı sıktığını hâlâ hissedebi-
liyordum. Soğuk ve yaşadıklarımın etkisiyle titriyordum.
"O ıslak giysileri değiştirmelisin," dedi Eliza.
"Burada olmaz," diye bildirdi Mosiah. "Şimdi değil."
"Bu sefer sihirbaza katılıyorum," dedi Scylla. "Arabaya bi-
nin, hepiniz. İçeriyi ısıtacağım. Reuven, çıkarabildiklerini çı-
221

niARCAREÎ U/EIS & f RACY HlCKBlAn

kar. Eliza, onu bulabildiğin kadar çok battaniyeyle sar. Ark


da ilk yardım çantası bulacaksın. O yaralara merhem sür"
Eliza Karakılıç'ı önceki yerine koydu, battaniyenin altın
gizledi. Beni kurtarmak için yaptıkları hakkında tek laf etme
di ve işaret diliyle teşekkür etmeye çalıştığım zaman bana bak-
madı. Bunun yerine ilk yardım çantasını arayıp buldu, sonra
battaniyelerle meşgul oldu, onları arka bölmeden çıkardı.
Hava taşıtı o talihsiz yerden yükseldi ve rahatça kaymaya
başladı. Fırtına dindiği için daha hızlı gidiyorduk. Sulu bir gü-
neş, bulutlar önünden geçtikçe göz kırparak bize bakıyordu.
"Öğleden sonra," dedi Mosiah, gökyüzüne bakarak.
"O karanlıkta gece olduğunu düşünmüştüm," dedi Eliza.
Kesiklerime ve yaralanma merhem sürmeye başladı. Bu il-
gi karşısında utanarak tüpü elinden almaya çalıştım, ama ba-
na vermeyi reddetti. "Arkana yaslan ve dinlen," diye emretti ve
ıslak yün kazağımı çıkarmama yardım etti.
Kızarmış, yanmakta ve siyah bir kan akmakta olan diken
yaralarına merhem sürdü. Eliza merhemi yaraların üstüne yay-
dığı zaman kırmızılık kayboldu, kanama durdu, acı dindi ve
kısa süre sonra tamamen kayboldu. Değişiklikler karşısında
Eliza'nın gözleri irileşti.
"Bu harika," dedi, küçük tüpe bakarak. "Yeryüzü Güçlerinin
yolladığı tıbbi malzemeler va*r, ama hiçbiri bunun gibi değil!"
"Standart hükümet dağıtımı," dedi Scylla omuzlarını silke-
rek.
Mosiah koltuğunda arkaya döndü, kollarımda ve bacakla-
rımdaki, hemen hemen iyileşmiş yaralan inceledi. Scylla'ya
baktı.
"Hangi hükümet bu günlerde mucizeler dağıtıyor?" diye
sordu.
222

KARAKJLIÇin fflİRftSI
Scylla ona bakıp sırıttı. "Peki sen o fırlattığın şimşeği nere-
buldun, Kollukçu? Kol yenine bir tane saklamış miydin?
Rivtinün tükendiğini söylediğini sanmıştım. Yaşam yok." Sah-
kjr hüzünle başını iki yana sallayıp devam etti. "Bir de Ka-
rakıliÇ'1 istiyorsun. İyi düşündün. Ama onunla ne yapacaktın,
merak ediyorum."
"Reuven'i kurtarmak için kullanacaktım," diye yanıt verdi
Mosiah. "Sonra kendimi bir yarasaya dönüştürecektim ve
onunla uçup kaçacaktım, elbette. Yoksa onu ahp bu tanrının
unuttuğu yerde kaçacağımı mı sandın? Hem de beni yakala-
mak için senin altında bir hava taşıtı varken!"
Sırtını kamburlaştırdı, benim giysilerim kadar ıslak cüppe-
sinin içinde büzüldü ve oturdu. Titrediğini belli etmemek için
omuzlannı kaskatı tutuyordu.
"Kılıcın Eliza'nın kullanamayacağı kadar ağır olduğunu sa-
nıyordum," diye ekledi soğuk soğuk. "Yanıldığımı görüyo-
rum."
Scylla yanıt vermedi, ama ensesine hafif bir kırmızılık ya-
yılmaya başladığını görüyordum. Sanırım Mosiah'ı suçladığı
için utanmıştı. Mosiah bize yardım etmek için söz vermişti ve
ondan kuşku duymamız için sebebimiz yoktu. İçinde küçük
bir miktar Yaşam bırakmışsa, bu mantıklıydı. Hiçbir sihirbaz
imkanı varken tamamen tükenmesine izin vermezdi. Mosiah
beni korumak için gönüllü olarak sağanak yağmura çıkmıştı
ve Kij sarmaşıklarına karşı beni uyarmasa o kadar derine gö-
mülebilirdim ki Karakılıç bile beni kurtaramayabilirdi.
Eliza ona bir battaniye önerdi, ama Mosiah başını sertçe iki
yana sallayarak reddetti. Eliza hiçbir şey söylemedi; yüzü sa-
kin ve pürüzsüzdü. Mosiah'a hâlâ güvenmiyordu ve bunun
için özür de dilemiyordu. Battaniyeyi bana sardı, rahat ettiğim-
223

rflARCAREf UJEIS & İ*RACY HlCKJHAn


den emin oldu. İlk yardım çantasını topladı, sonra benim ' ?
yapabileceği başka bir şey olup olmadığını sordu. Bir şey v
mak istemem durumunda elektronik not defterini verrnev
önerdi.
Çok daha iyi hissettiğimi belli etmek için gülümseyerek is-
temediğimi belirttim. Gerçekten de daha iyiydim. Dehşetten
sıyrılmaya başlamıştım. Hava taşıtı hızla ısınıyordu. Titremele-
rim kesilmiş, acı yok olmuştu. Kuşkusuz merhemin rolü ol-
muştu, ama hiçbir merhem ruhun dehşetlerini iyileştiremez.
Asıl tedavi Eliza'nın dokunuşları olmuştu.
Bazı duyguların sözlere ihtiyacı yoktur. Eliza söyleyeme-
diklerimi gözlerimde gördü. Yanakları hafifçe kızardı ve bakış-
larını kaçırdı, elindeki bilgisayara baktı. Bilgisayar konuyu de-
ğiştirmek için olanak sağladı.
"Yorgunsan seni rahatsız etmek istemiyorum, Reuven..."
Başımı iki yana salladım. Asla beni rahatsız etmezdi, onun
benden isteyeceği herhangi bir şey için asla fazla yorgun ol-
mazdım.
"İşaret dilini öğrenmek isterim," dedi, sanki utanarak. "Ba-
na öğretir misin?"
Öğretir miyim! Bunu yalnızca iyiliği yüzünden, aklımı ya-
şadığım korkunç deneyimden uzaklaştırmak için yaptığını bi-
liyordum. Kabul ettim, elbette, bunun onun aklından yaşadığı
dehşetleri uzaklaştıracağını umuyordum. Bana yaklaştı. Ona
alfabeyi öğreterek başladım, isminin harflerini işaret ettim. He-
men anladı. Çabuk öğrenen bir öğrenciydi ve kısa süre sonra
alfabenin tamamını öğrendi ve elleri, parmakları hızla hareket
ederek baştan sonra tekrarlayabiliyordu.
Hava taşıtı yağmurla ıslanmış otlakların üzerinde süzülü-
yor, ağaç tepelerinin üstünde yükselerek uçuyordu. Şimdi çok
224

KARİ>KJLIÇin HlİRİkSl

h ilerliyordum, ama hızımızın fırtınada kaybettiğimiz zama-


telafi edip etmeyeceğini merak ediyordum. Mosiah soğuk,
kırılmış tavrını, sessizliğini koruyordu.
Güneş, sık sık hızla akan bulutların arkasında saklansa da
parlamaya devam ediyordu. Scylla hava taşıtının ısısını düşür-
dü. Islak giysiler yüzünden saunaya benzemeye başlamıştı.
"O Kij sarmaşıkları," dedi aniden. "Çok tuhaf davranmadı
mı sizce de?"
Mosiah ona baktı ve ben Eliza'yla meşgul olsam da gözle-
rinde bir ilgi pırıltısı gördüm. "Belki," dedi yorumsuzca. "Ne
demek istiyorsun?"
"Reuven'in peşinden geldiler," dedi Scylla. "Sarmaşıkların o
kadar saldırgan olduğunu bilir miydin? Hem, o sarmaşıklar
yüksek ve kalındılar. Bu olağandışı değil mi?"
Mosiah omuzlarını silkti. "Artık onları seyreltecek Finha-
nishleı yok. Artık hava durumunu kontrol edecek Sif-Hanar-
lar yok. Elbette, kendi hallerine bırakılınca Kij sarmaşıkları ge-
lişmiştir."
"Büyüden doğan bitkiler," diye düşündü Scylla. "Büyü ta-
rafından yaratılmış. Bu bölgedeki büyü azalmca bitkilerin be-
sin kaynaklarını kaybedip öleceğini sanır insan. Daha fazla
büyüyeceğini değil."
"Büyüden mi doğmuş?" diye sormak için dersimizi böldü
Eliza. "Ne demek istiyorsun? Biz mısır, havuç, buğday yetişti-
ririz ve onlarda büyülü hiçbir şey yoktur."
"Ama Kij sarmaşıklarında vardır," diye yanıt verdi Mosiah.
"Demir Savaşları'nın sonunda, D'karn-duuüardan bazıları -sa-
vaş ustaları ve savaş büyücüleri- savaşın sona erdiğini ve ken-
dilerinin kaybeden tarafta olduklarını gördüğünde yaratıldı.
İnsanları devlere dönüştürmek ya da atadamlar gibi insan-hay-
225

rrlARCARft U/EIS ft ÎR&CY HlCKJHAn


van karışımlan yaratmak için büyülerini kullanmışlardı zat
Savaş büyücüleri bitki yaşamını çarpıttılar, Kij sarmaşıklar
ve başka ölümcül bitkileri geliştirdiler ve onlan ihtiyatsız d
laşanları pusuya düşürmek için kullandılar.
"Savaşlar sona erdiği zaman D'karn-duuk safları azalmıştı
Artık kendi yaratımlarını kontrol edemiyorlardı ve böylece
devler, atadamlar ve Kij sarmaşıkları, hayatta kalmak için elle-
rinden geleni yapmak üzere kendi hallerine bırakıldı."
"Atadamlar hakkındaki hikayeleri duymuştum," dedi Eliza
"Bir kez babamı yakalamışlar ve neredeyse öldürüyorlarmış.
Babam onlann zalim olduklarını ve acı vermekten zevk aldık-
larını söylemişti, ama bu kendi büyük öfkeleri ve acılarından
kaynaklanıyormuş."
"Atadamlara karşı sempati beslemek için çok çaba göster-
mem gerekir," dedi Mosiah kuru kuru, "ama sanırım bu doğ-
ru. Ya da eskiden doğruydu, demeliyim, çünkü büyü yok ol-
duğu zaman onların da ölmüş olması gerek."
"Kij sarmaşıkları gibi," dedi Scylla, delik kaşı kalkarak. "Ve
tanıdığım bazı ayılar gibi." Teddy'ye baktı, ayı alayla güldü ve
ona göz kırptı.
"Bir düşüncem var," dedi. "Ya ilk Karakılıç herkesin sandı-
ğı gibi Yaşam Kuyusu'nu yok etmediyse? Ya, bunun yerine,
Karakılıç onun ağzını tıkamışa?"
"Olanaksız. Büyü evrene salıverildi," dedi Mosiah.
"Thimhallan'm büyüsü salıverildi ve belki Kuyu'dan bir bü-
yü dalgası da yayılmıştır. Sonra Kuyu kapandı. Ve o zamandan
bu yana yüzeyin altında büyü birikiyor..."
"Eh, gerçekten de!" diye haykırdı Simkin aniden. "Hakaret-
lerinizi dinlemeyeceğim."
Ve bir portakal rengi eşarp çakmasıyla Teddy kayboldu.
226

KARÜKJLIÇin MİRASI
"Bu da neydi?" diye sordu Eliza şaşkınlık içinde. "Nereye
gitti?"
«Ben de merak ediyorum." Mosiah yan yan Scylla'ya baktı.
"Daha çok şey merak ediyorum."
Ben de ediyordum. Scylla'nın teorisi doğruysa ve büyü
bunca yıldır Thimhallan'ın altında birikiyorsa... ne olurdu? Bir
etki çok açıktı. Kim kullanabiliyorsa büyü -güçlü ve büyük-
bulabilecekti.
Ama kuşkusuz, diye kendi kendime itiraz ettim, eğer bu
doğruysa, o zaman kuşkusuz Duuk-tsarithler uzun zaman ön-
ce keşfederlerdi.
Belki de keşfetmişlerdi. Belki Karakılıç'ı ele geçirmek için
bu kadar çok çaba göstermelerinin sebebi buydu. Karakılıç
yalnızca Kuyu'nun altında biriken Yaşam'ı yok etmekle kal-
maz, yeni Karakılıç'a Yaşam verilirse, kendi gücü de artardı.
Soruyu aklımda öne arkaya çevirdim, tersyüz ettim, ama
tatminkar bir yanıt bulamadım. Bir yanıt olabilirmiş gibi gelmi-
yordu bana. Kırk sekiz saat içinde bu yerden, bir daha dön-
memek üzere kaçacaktık.
Mosiah başka bir şey söylemedi. Scylla düşüncelere dalmış
görünüyordu. İkisi huzursuz bir sessizliğe gömüldüler. Eliza'ya
ders vermeye devam ettim.
Teddy'nin gitmesiyle rahatlamıştım, ta ki efendimin uyarı-
sını hatırlayana kadar... Simkin'in nerede olduğunu bilmenin
bilmemeye yeğ olduğunu söylemişti.
227

18
"Zith-el'e bu şekilde girmek için taş gibi sinirler gerekir."
KARAKIUÇ MACERALARI
Zith-el'e güneş battıktan epey sonra ulaştık. Güneşin ufuk-
taki parıltısı -gri fırtına bulutlarının altında parlaktı- Ekard sı-
radağlarının karla kaplı zirvelerini tekinsiz bir kırmızıya boya-
mıştı. Bu uğursuz bir işaretti ve yol arkadaşlarım da fark etme-
den geçemedi.
"Thimhallan'daki onca şehir içinde, Yaşam Kuyusu yok
edildiği zaman en büyük zararı gören Zith-el'di," dedi Mosiah
bize. "Zith-el'in binaları gökyüzünde kat kat yükseliyordu. İn-
sanlar yaşayacak yer bulmak için toprağın altında tüneller kaz-
mışlardı. Büyü çekildiği ve korkunç depremler ülkeyi salladı-
ğı zaman binalar devrildi, tüneller yıkıldı. Binlerce kişi ezile-
rek öldü, moloz yığınlarında kısılı kaldılar ya da canlı canlı ye-
re gömüldüler."
Hava taşıtı yavaşladı. Zith-el'in, şehri istilaya karşı koruyan
dış duvarı tamamen görünmez, Yerylizü'nde bizim güç alanı
olarak bildiğimize benzer bir büyü duvarıydı. Duvarın yok ol-
ması gerekirdi.
KAR£KJLIÇin rtlİRASI
Belki olmuştu, belki olmamıştı.
Bilmemizin yolu yoktu ve Kij sarmaşıklarından sonra Thim-
hallan'daki büyünün önceden düşündüğümüz gibi yok oldu-
ğunu düşünüyordum. Teknobüyücülerin "büyü kalıntıları"
lıakkında söylediklerini hatırladım.
Şehrin içinde tek görülebilen bir zamanlar Zith-el'in ünlen-
mesini sağlayan harika Hayvanat Bahçesi'nin parçası olan or-
mandı. Tuhaf bir şekilde, eğer duvar yok olmuşsa, orman ot-
laklara yayılmamıştı.
"Zith-el'de hayatta kalan oldu mu?" diye sordu Eliza. Sesi
gergindi. Mosiah hiçbir suçlayıcı laf etmemişti, ama Thimhal-
lan'ın düşmesine sebep olan adamın kızı savunmaya çekilmiş
olmalıydı.
"Evet," diye yanıt verdi Mosiah, "ve aralarında en talihsiz-
leri de onlardı. Büyü zayıfladığı zaman Hayvanat Bahçesi'nde
yaşayan yaratıklar serbest kaldı ve onları tutsak edenlerden in-
tikam aldılar."
Eliza bir zamanlar yaşamla dolu olan, duvarları artık ölüm-
den başka bir şeyi sarmalamayan şehre baktı. Babasının tari-
hini, neyi, neden yaptığını biliyordu. Joram dürüst davranmış-
tı, zalimlik ölçüsünde dürüst ve anlatırken kendini koruduğu-
nu sanmıyorum. Büyük olasılıkla, kendini başkalarından da
sert yargılamıştı.
Ama Kaynak'ta kapalı, güven içinde yaşayan Eliza babasının
bu dünyaya ve halkına neler yaptığı şeyle yüzleşmek zoaında
kalmamıştı hiç. Peder Şaryon ve ben farklı bir dünyadan imge-
ler getirerek Eliza'nın dinginliğini bozmuştuk. Teknobüyticüler
mutlu yaşamını, evinde, ailesiyle yaşadığı masum keyifleri yok
etmişti. Mosiah'ın sözleri ve Zith'el'in yıkık duvarları babasına
duyduğu inancı sarsmıştı. En kötü, en acı verici şok buydu.
229

UlARCARfT U/EİS & 1"RACY HlCKjnAn


Hava taşıtı yavaşladı. Scylla onu şehri çevreleyen yüksek
lann arasına indirdi. Dağların gölgeleri ovalara gölge getirmişi-
ama gökyüzü arkalannda hâlâ aydınlıktı. Scylla ışıkları yakmad '
"Teknobüyücüler burada olduğumuzu biliyorlar," dedi Mo
siah. "Duyumsal aygıtlarıyla, muhtemelen Kaynak'tan ayrıldı-
ğımızdan beri izliyorlardır."
"Evet, ama kaç kişi olduğumuzu ya da Karakılıç'ın yanımız-
da olup olmadığını bilmiyorlar," diye itiraz etti Scylla.
"Buradayız, değil mi?" diye karşılık verdi Mosiah. "Başka
neden gelelim ki?"
Scylla haklı olduğunu kabul etti, ama arabayı kapıya daya-
maktansa gizli davranmamız için uyardı. "En azından rehine-
lerin güvenliğinden emin olana kadar Karakılıç'ı teslim etme-
meliyiz."
Mosiah başını iki yana salladı.
Bu kararı onlara bıraktım. Bir Teknobüyücü ordusu karşı-
sına dört kişi çıkmışken, ne yaptığımızın en ufak farkı olma-
yacakmış gibi geliyordu. Elektronik notdefterimi çıkardım, Eli-
za'ya notlarımı okutmayı düşünerek Zith-el hakkında topladı-
ğım bilgileri aradım.
Onları bulduğum zaman ona gösterecek oldum, ama son-
ra durdum.
Alacakaranlık gölgeleri içinde izlenmediğini düşünerek
eğilmiş, bir eliyle Karakılıç'ın battaniyesini kenara çekmişti. Kı-
lıç karanlığın içinde simsiyahtı.
Babası ilk Karakılıç'ı dövmüştü. Peder Şaryon ona Yaşam
vermişti. Binlerce insanın kanıyla takdis edilmişti. Şimdi bura-
da ikinci, yeni bir kılıç vardı. Bu da kanla lekelenecek miydi?
Eliza'nm yüzü o kadar açık, o kadar dürüsttü ki, duyguları
yüzeyinden durgun sudaki dalgalar gibi geçiyordu. Düşünce-
230

KikRaKJLIÇin ITIİRftSI
rini tahmin edebiliyordum. Alçak sesle kendi kendine söyle-
şisi sözler tahminimi doğruladı.
"Neden bir daha dövdü? Neden dünyaya geri gelmek zo-
rundaydı? Ve şimdi onunla ne yapacağım?"
İçini çekerek arkasına yaslandı. Yüzündeki ifade üzgün ve
huzursuzdu.
Ama başka ne seçeneği vardı ki?
Benim görebildiğim kadarıyla yoktu. Yardım sunacak du-
rumda olmadığımdan Eliza'nm kişisel acısını ihlal etmedim.
Thimhallan'a giden isimsiz bir maceracının yazdığı notlan,
Kral Garald'ın yanında sürgüne götürdüğü notlan okudum.
Zith-el en büyük özelliği Thimhallan'daki en harika Hay-
vanat Bahçesi ile çevrili olmasıdır. Başka şehirlerden Hayva-
nat Bahçesi'ni görmek için gelen ziyaretçiler Zith-el'in geliri-
nin büyük kısmını sağlar.
Tarih: Vanjnan Klanlarından bir Finhanish Yaşam Sihir-
bazı olan Zith-el-a YS 352'de doğdu. Aynı klandan birinden,
Trandar'a düzenlenen bir saldırıda yakaladığı kadını satın
aldı. Tara adındaki kadın yetenekli bir Theldaraydı. Çalkan-
tılı bir başlangıca rağmen ikisi birbirlerine âşık oldular. Zith-
el gezginliği bıraktı ve sevgilisiyle bir yere yerleşmeye söz verdi.
O, karısı ve aileleri Hira Irmağı boyunca yolculuk ettiler.
Sonunda Tara durmalarını söyledi. Atından inerek ırmağı,
ağaçları ve araziyi inceledi ve eğer efsane doğruysa durduğu
yerde oturdu ve evinin burası olacağını bildirdi.
Şehir onun çevresinde kuruldu.
Zith-el toprağın kutsal olduğuna inanıyordu ve... şehrin
başlangıçtaki sınırlarını aşmasına asla izin vermeyeceğine
dair Almin 'e yemin etti.
231

rrİARCARJf U/EIS 8[ ÎKACY HlCKjnAn


Ve nüfusu arttıkça Zith-el'in yukarı ve aşağıya doğru gerT
lemesinin sebebi buydu. Asla dışa doğaı genişleyemezdi
Okuduğum yazıdan başımı kaldırdım. Hava taşıtı yüksek or
lann içinde ileri kayıyordu. Otlar sinir bozucu hışırtılarla araba-
ya sürtünüyordu. Başta yeşil yeşil dalgalanan ot denizinin üze-
rinde Hayvanat Bahçesi'nin ağaçlannı görebiliyorduk, ama kısa
süre sonra kararan gecenin içinde gözden kaybettik. Şehrin ken-
disi karanlıktı, ama bir zamanlar ışıklarla panldıyor olmalıydı.
Tümseklerin üzerinden geçip belirtilen kapıya -Doğuyolu
Kapısı- yaklaştığımız zaman Doğuyolu'na çıktık, bir zamanlar
şehirlerarası yolculuk eden tüccarların kullandığı bir yol. Top-
rak o kadar sıkışmış ve sertleşmişti ki zorlu otlak bitkileri bile
henüz üstünü kaplamamıştı. Yol mor gökyüzünün hafif parıl-
tısı altında önümüzde uzanıyordu.
Yıldızlar çıkıyordu. Onlara baktım ve kendimi o ışık nok-
talarından hangilerinin bize doğru yaklaşan Hch'nyv savaş ge-
mileri olduğunu merak ederken buldum. Bu bana zaman kı-
sıtlamasını hatırlattı. Bu gece, yarın ve yarın gece vardı önü-
müzde. Sonra güvenlik penceresi yüzümüze kapanacaktı.
Ay da parlıyor, bizden uzak duran fırtına bulutlarını gümü-
şe boyuyordu. Yüzünün dörtte üçünü gösteren ay şimdi sol-
gundu, ama gece karardıkça*parlayacaktı. Bu beni teselli etti,
ama düşününce nedeni konusunda, hiç fikrim yoktu.
Scylla arabayı durdurdu. Doğuyolu Kapısı şehrin batısında-
ki Dış Duvar'm küçük bir kısmına yapılmıştı. Doğu Yolu yan-
lış bir isim gibi görünüyordu, ama aslında Doğu Yolu ismi
"Kaynak'tan doğuya giden yol" anlamına geliyordu. Thimhal-
lan'da tüm yönler, dünyanın merkezi sayılan Kaynak'a göre
belirlenirdi.
232

KARAKJLIÇln MİRASI
Notlanma döndüm.
Şehrin çevresinde iki duvar vardır, Dış Duvar ve Şehir Du-
an Şehir Duvarı başta Zith-el-şehrin kurucusu- tarafından
belirlenen çizgi boyunca uzanır ve şehrin sona erdiği, Hayva-

nat Bahçesi'nin başladığı yere işaret eder. Dış duvar Hayva-


nat Bahçesi'ni çevreler. Tamamen görünmez olan bu duvar
bütün yaratıkların çok iyi görülmesini, ama belli sınırlar ara-
sında kalmalarını sağlar. Hayvanat Bahçesi'nin şehre en ya-
kın noktası Şehir Duvarı 'ndan dört mil ötededir.
İki duvardaki dörder kapı şehirlerarası yolculuk yapanla-
rın girip çıkmasını sağlar. Bu kapılar tek yönlüdür. Açık bir
kapıdan içeri adım. attığınız zaman geri dönecek olursanız
kapının kilitli olduğunu görürsünüz. Şehre giren kapılar du-
varların doğusunda ve batısında bulunur. Çıkış kapıları şeh-
rin kuzeyinde ve güneyindedir. Şehir Duvarı 'ndan geçen bü-
tün kapıların Zith-el Lordu'nun emriyle kapatılabileceği ve
böylece şehrin saldırıya karşı savunulabileceği söylenir.
Kapıların ikinci ve daha şaşırtıcı bir işlevleri vardır. Dış Du-
var'daki kapılardan girildiğinde yolcu şehre girmek için şehri
çevreleyen Hayvanat Bahçesi 'nden geçmelidir. Hayvanat Bah-
çesi'ni gezen ziyaretçilerin kendileri gibi insanların çevrede
dolandıklarını görmekten rahatsız olmalarını engellemek için
kapılar yolculara geçici olarak hayvan yanılsamaları verir.
Hepimiz Teddy'ye dönüşebiliriz, diye düşündüm.
Scylla arabanın motorunu durdurdu. Araba yola indi ve
sessizlik içinde karanlıkta oturup kapıyı izledik.
Hiç kimse, hiçbir şey görünmedi.
"Kendimizi göstermemizi bekliyorlar," dedi Mosiah. Sesi
233

niARGARjT WEİS €r TRACY HiCKjnAn


sertti ve sessizlik içinde aşın yüksek geldi. "Bu işi bitirelim »
Başlığını başına çekti ve elini kapıya götürdü. Scylla uza
di, onun kolunu yakalayıp durdurdu.
"Sen gitmemelisin. Teknobüyücülerin üçümüze zarar ver
mek için sebepleri yok. Ama sen..." Yakına eğildi ve alçak ses-
le fısıldadı, "Sınırtopraklarına yakınız. Arabada saklan. Tekno-
büyücüler gittikleri zaman üsse dön. Yeryüzü'ne git ve Kral
Garald ile General Boris'i hazırla. Karakılıç'm kısa süre sonra
Teknobüyücülerin elinde olacağı gerçeğiyle yüzleşmek zorun-
dalar. Plan yapabilmek için önceden uyarılmaları gerek."
Mosiah uzun dakikalar boyunca sessizlik içinde Scylla'ya
baktı. Öyle derin bir sessizlikti ki nefes alıp vermesini duyabi-
liyordum. Scylla'nın, Eliza'nın, benim nefeslerimizi duyabili-
yordum. Kendi yüreğimin atışını duyabiliyordum.
"Keşke bilebilseydim," dedi Mosiah sonunda, "acaba ben-
den kurtulmaya mı çalışıyorsun, yoksa gerçekten," sustu, son-
ra devam etti, "gerçekten Kral Garald ve Karakılıç için mi en-
dişeleniyorsun."
Scylla sırıttı. Yıldızların, ayın ve batan güneşin solgun ışı-
ğında yüzünü görebiliyordum. Gözleri kahkahayla parladı ve
ayın parıltısı gibi beni de neşelendirdi.
"Evet," dedi ve Mosiah'ın" kolundaki eli daha sıkı kavradı.
"Yeryüzü'ndeki insanlar, elemek istedim," dedi Mosiah ka-
baca.
"Onlar için de," diye karşılık verdi Scylla, sırıtışı genişleye-
rek.
Mosiah kaşlarını çatarak, allak bullak ona baktı, çünkü ka-
dının ona takıldığını düşünüyordu ve bu hiç de eğlenecek za-
man değildi.
"Tamam, Mosiah, başta senin hakkında yanıldım," dedi
234

KARftKJLIÇln rflİRftSI
gcylla omuzlarını silkerek. "Sen tipik bir Kollukçu değilsin,
^uhtemelen tarikatta doğmadığın için. Ve, dediğim gibi, dos-
yadaki fotoğraflardan çok daha yakışıklısın. Yeryüzü'ne dön.
Şurada yapabileceğim hiçbir şey yok. Kendini tehlikeye atar-
ın ve bizi de yanında sürüklersin."
"Pekala," diye kabul etti Mosiah, bir dakika daha düşün-
dükten sonra. "Arabada kalacağım. Ama Karakılıç'ı burada, ya-
nımda bırakın. En azından rehinelerin hayatta olduğuna dair
kanıtınız olana kadar. Teknobüyücüler onu ele geçirmeye kal-
karsa onu benim koruduğumu görürler; beklemedikleri bir
şey olur bu."
"İyi bir muhafız," diye alay etti Scylla. "Ne Yaşam'ı, ne si-
lahı var.'
Mosiah, onunla tanıştığımdan beri ilk kez gülümsedi. "Tek-
nobüyücüler bunu bilmiyor."
Scylla irkildi, sonra güldü. "Haklısın, Mosiah. Eliza planını
onaylıyorsa ben de onaylarım."
Eliza yanıt vermedi. Duyduğundan bile emin değildim,
ama sonra bir kez, yavaşça başını salladı.
"Almin'le gidin," dedi Mosiah.
"Sen de," dedi Scylla ve omzuna bir şaplak attı. "Hazır mı-
yız?" Coşkun neşesine bakılırsa, sanki karnavala gidiyor gibiydik.
Eliza'nın yüzü karanlıkta solgun solgun parlıyordu. Bir ha-
yaletin yanında otuaıyor gibiydim. Scylla'ya ya da Mosiah'a
dokunmak için elini uzattı, ama duraksadı, sonra elini ön kol-
tuğun arkasına koydu.
"Babam doğru şeyi mi yaptı?" diye sordu ve sesindeki acı
yüreğimi burktu. "Ölen onca insan... hiç fark etmemiştim... bil-
mem gerek."
Mosiah yüzünü çevirdi. Arabanın penceresinden dışarı, bir
235

rrlARİÎARfî U/EİS & 1"RACY HlCKHIAn


mezarlığa dönüşen şehre baktı.
Scylla'nın sırıtışı kayboldu. Yüzü ciddileşti, elini Eliza'
elinin üzerine koydu ve atılgan dokunuşu nazikleşti.
"Nasıl bilebiliriz, Eliza? Göle bir çakıl taşı at. Dalgalar ba
langıç noktasından uzağa yayılır, taş dibe battıktan sonra uzun
süre yayılmaya devam eder. En küçüğünden en büyüğüne her
eylemimizin asla göremeyeceğimiz etkileri vardır. Biz ancak o
sırada en iyisi, en doğrusu olduğunu düşündüğümüz şeyleri
yaparız. Baban da bunu yaptı, Eliza. O koşullar altında, en iyi
kararı verdi... belki de olası tek kararı."
Eliza yalnızca babasından bahsetmiyordu. Kendisi için ko-
nuşuyordu. Kılıcı Teknobüyücülere teslim ederek kendisi doğ-
ru kararı mı veriyordu? Eyleminin dalgalan zaman gölünün
durgunluğu üzerinde solacak mıydı, yoksa yıkıcı bir dalgaya
mı dönüşecekti?
Eliza derin bir nefes aldı. Kararını vermişti.
"Hazırım," dedi. Karakılıç'ın üzerindeki battaniyeyi kaldır-
dı.
Hava taşıtının kapılarını açıp dışan çıktık. Mosiah arabada
kalarak ön koltukta büzüldü. Karakılıç'ı arkada, yerde bıraktık.
Scylla yanında kızılötesi dürbün getirmişti. Bunu kullana-
rak tuhaf ormanı, sözde artfk orada olmayan sınırların içinde
kalan ormanı taradı. Doğuyolu kapısı önümüzdeydi... en azın-
dan orada olduğunu tahmin ediyordum. Görünmez bir duvar-
daki görünmez bir kapıyı bulmak kolay değildir.
"Kimse yok," dedi Scylla, dürbünü indirerek.
"Birinin bizi izlediğini hissediyorum," dedi Eliza, gece rüz-
garının ılıklığına rağmen titreyerek.
"Evet," diye onayladı Scylla. Ben de öyle." Bakışlarını
236

KARÜKJLIÇin rflİRftSl
? ünde tuttu, araziyi tarayarak aradı.
«Ivfe yapacağız?" diye sordu Eliza. Sesi çatlıyordu. Gerilim
nu yıpratmaya başlamıştı. "Neden burada kimse yok?"
"Sabır," dedi Scylla. "Oyunları bu. Onların kurallarına göre
oynamalıyız. Unutmayın... rehinelerin hayatta ve iyi olduğunu
kendi gözlerimizle görmeliyiz. Kapının içine bakın. Bir şey gö-
rüyor musunuz?"
Okuduğum bir şeyi hatırladım. Geçmişte, kapıdan giren
herkes hemen Hayvanat Bahçesi'nin sakinlerinden birine ben-
zermiş... göz korkutan bir olasılık. Çünkü kapıda nöbet tutan
Kan-Hanaûar yanlışlıkla içeriye alındığınızı keşfederse Hay-
vanat Bahçesi'nin kalıcı sakinlerinden biri oturmuşsunuz.
Bu kural Hayvanat Bahçesi'nin bütünlüğünü koruyormuş.
Vahşi atadamların av arazilerinde yürüyen şişman tüccarlara
görülmesi etkiyi bozarmış. Atadamların -ki kesinlikle yanılsa-
ma değil, gerçekmişler- şişman tüccarla beslenmeye karar ver-
me olasılıklanndan bahsetmiyorum bile. Ve böylece Hayvanat
Bahçesi'nden hızla, güven içinde geçebilmek için -yoldan ay-
nlmazlarsa- bütün tüccarlar atadam görünüşüne bürünürler-
miş.
Elbette, Zith-el'de yaşayan ya da orada işi olan elit büyü-
cüler şehre Koridorlan kullanarak giriyorlardı ve bu yüzden
küçük düşürücü kapıdan girme deneyimini yaşamıyorlardı. Bu
deneyim yalnızca köylüler, öğrenciler, çerçiler, tarla büyücüle-
ri ve düşük seviyeden katalistler için ayrılmıştı.
"Kapının içinde hiçbir şey görmüyorum," dedi Eliza. "Hem
de hiç. Bu çok tuhaf. Sanki ormanın içine kocaman bir delik
açılmış."
Benim de aynı şeyi gördüğümü belirtmek için başımı sal-
ladım.
237

rrlARCARft U/EIS & "ÎRACY HlCKjnAn


"Ama büyünün yok olmuş olması gerekiyor," diye mı
dandı Scylla.
"Senin teorine göre öyle değil," diye işaret ettim.
Beni anlayıp anlamadığı hakkında en ufak fikrim yoktu
karanlıkta işaret dili okumak zordu.

"Bizim... bizim onlarla içeride mi buluşmamız gerekiyor-


du?" diye sordu Eliza, önümüzde açılan kocaman deliğe girme
fikriyle gözü korkarak.
"Hayır," dedi Scylla güven verircesine. "Doğuyolu Kapı-
sı'nm dışında dediler. Teknobüyücüler Zith-el'deyse, Hayva-
nat Bahçesi'nden geçmeden girmenin bir yolunu bulduklarını
tahmin ediyorum."
Teknobüyücülerin içeri girmeye gönülsüz olduklarına ina-
nırdım. Kapının önünde durmak bir mağaranın önünde dur-
mak, toprağın derinliklerinden gelen soğuk havanın yapış ya-
pış elleriyle derinize dokunmasını hissetmek gibiydi. Hayvanat
Bahçesi'nden tuhaf bir koku yayılıyor, zaman zaman burun
deliklerimize ulaşıyor, sonra kayboluyordu. Bu canlı varlıkla-
rın kokuşuydu, dışkı, çürük yiyecek, taze otlar ve toprak ve al-
tında çürüme kokusu.
Belki on beş dakika boyunca durup bekledik. Gittikçe hu-
zursuzlanıyorduk, Teknobüyücüler sinirlerimizi bozmayı he-
deflemişse, en azından Eliza »ve benim üzerimde başarılı olu-
yorlardı. Scylla'nın sinirlerinin bozulması için ne gerekir, tah-
min .edemiyordum. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, dudakla-
rında gergin bir gülümseme, ayakta duruyordu.
Eliza yine titredi. Battaniyesini almak için arabaya dönme-
yi önerdim, ama Scylla beni durdurdu.
"Bakın!" dedi alçak sesle ve işaret etti.
Bir şekil bize doğru ilerliyordu. Görünmez duvarın bize ba-
238
KARflKJLIÇin ITIİRASI
n tarafındaydı. Yürümüyor, yerin üstünde süzülüyordu. Yal-
zdı ve elbiselerine bakılırsa bir kadındı. Eliza inledi, ellerini
kenetledi.
"Anne!" diye fısıldadı.
Şekil Gwendolyn'di, bize doğru geliyor, yerin üzerinde
uçuyordu. O zaman onun büyücülerden biri olduğunu, sıra-
dan insanlar yürümek zorunda kalırken onun süzülebileceği-
ni hatırladım. Ama aynı zamanda evdeyken büyüsünü kullan-
dığını bir kez bile görmediğimi hatırladım. Belki Joram'a duy-
duğu saygı yüzündendi.
Gwen bakışlarını sevgiyle kızına dikerek bize yaklaştı.
"Anne?" diye tekrarladı Eliza. Kafası karışmıştı, umut doluy-
du, korkuyordu.
Gwendolyn zarafetle yere indi ve kollarını uzattı. "Çocu-
ğum," dedi boğuk bir sesle. "Çok korkmuş olmalısın!"
Eliza geri durdu. "Anne, sen neden buradasın? Onlardan
kaçtın mı? Babam nerede?"
Gwendolyn kızına doğru bir adım attı. "Sen iyi misin, ha-
yatım?" Uzanarak Eliza'mn ellerinden birini tuttu.
Eliza irkildi, ama sonra annesinin endişeli, sevgi dolu yü-
zünü bu kadar yakında görünce erir gibi göründü.
"Ben iyiyim, anne. Yalnızca sen ve babam için çok endişe-
lendim! Yaralandığını duydum. O nasıl?"
"Eliza, Karakılıç'ı getirdin mi?" diye sordu Gwendolyn, kı-
zının siyah buklelerini okşayarak.
"Evet," dedi Eliza. "Ama babam! İyi mi? Ya Peder Şaryon?
O da iyi mi?"
"Elbette, çocuğum. Aksi halde gelmeni istemezdim," diye
yanıt verdi Gwendolyn, yatıştırıcı bir gülümsemeyle. "Baban
Karakılıç'ı aldığın için kızdı, ama dönersen seni affeder."
239

1TİAR5AREÎ U/EIS §? 1"RACY HlCKMAn


"Anne, babam için korkuyorum. Kanı gördüm! Koyunla
da öldürdüler. Bütün koyunlar öldü, anne."
"Babanın ne kadar çabuk parladığını biliyorsun." Gwen içi-
ni çekti. "Teknobüyücüler evimize girdiğinde hazırlıksız yaka-
landı. Önderleri aceleci davrandıklarını kabul etti ve özür di-
ledi. Baban hafifçe yaralandı. Önemli bir şey değil. Asıl incin-
mesinin sebebi sensin, Eliza. Ona ihanet ettiğine inanıyor!"
"Ona ihanet etmek istemedim," dedi Eliza, sesi titreyerek.
"Onlara kılıcı verirsem gideceklerini ve bizi rahat bırakacakla-
rını düşündüm. Sonra yine mutlu olacaktık! Tek yapmak iste-
diğim buydu."

"Anlıyorum, kızım, baban da anlayacak. Gel, ona kendin


anlat. Küçüğüm!" Gwendolyn elini uzattı. "Çok az zamanımız
var! Bana Karakılıç'ı ver, ailemiz birleşsin."
Eliza'ya rehinelerin hayatta ve iyi olduğunu görmesi gerek-
tiğine dair uyarısını hatırlatıp hatırlatmayacağını görmek için
Scylla'ya baktım. Gwendolyn'e güvenmediğimden değil, ama
aklıma belki de baskı altında hareket ettiği gelmişti.
Eliza büyük bir yükten kurtulur gibi derin derin iç çekti.
"Peki, anne. Karakılıç'ı sana vereceğim."
Dönerek arabaya yürüdü. Gwendolyn duvarın yanında
durmaya devam etti. Sevgi dolu bakışları kızından hiç aynlmı-
yordu. *
Sanırım Scylla itiraz edecekti, ama sessiz kaldı. Hem, bu
Eliza'nın vermesi gereken bir karardı.
Arabaya dönerek arka kapıyı açtı ve kılıcı almak için eğil-
di. Sanırım Mosiah onunla tartışmaya çalıştı, ama öyleyse bile
konuşmaları kısaydı. Eliza sinirle kapıyı çarptı ve bize doğru
yürümeye başladı. Karakılıç'ı taşıyordu, iki eliyle kabzayı kav-
ramıştı, kılıcın ucu yere işaret ediyordu.
240

KARÜKJLIÇln rrlİRftSI
Mosiah arabadan çıktı, hızla, sessizce Eliza'yı takip etmeye
başladı.
Eliza'nın sırtı ona dönüktü. Annesine bakıyordu. Mosiah'ı
görmedi, işitmedi ve Gwendolyn'in gözü kızından başka bir
şey görmüyordu. Siyah cüppesi içinde Mosiah'ın yarı aydınlık-
ta ayırtedilmesi güçtü. Ben onu gördüm, çünkü böyle bir şey
yapmasını bekliyordum. Bizi aldattığına, Karakılıç'ı güç kulla-
narak almaya çalışacağına dair hiç kuşkum yoktu. Scylla onu
gördü, ama dudaklarında aynı hafif gülümsemeyle durup izle-
meye devam etti.
Eh, Mosiah'ı çekici bulduğunu itiraf etmiş sayılırdı. Ama ya
Eliza'ya ettiği yemin? Anlaşılan bu ikisine güvenemeyecektim.
Belki de işbirliği yapıyorlardı.
İş bana kalmıştı.
Elimden gelse Eliza'yı uyarmak için bağırırdım. Ama yapa-
mazdım ve bu yüzden anlaşılmaz bir haykırışla Mosiah'a işa-
ret ettim.
Tuhaf haykırışımı duyunca Eliza korkuyla, irkilerek bana
baktı.
Mosiah ona yetiştiğinde dönmek üzereydi. Mosiah Karakı-
lıç'ı kavradı.
Hazırlıksız yakalanan Eliza cesaretle silahı bırakmamaya
çalıştı, ama Mosiah güçlüydü ve onu kızdan rahatlıkla aldı.
Sonra, beni büyük şaşkınlık içinde bırakarak Karakılıç'ı elin-
den geldiğince uzağa fırlattı. Doğaldan kapının içine.
Kılıç karanlıkla bir olmuş gibi gözden kayboldu.
Gwendolyn Eliza'yı yakalamak için uzandı.
Mosiah kendini kadının üzerine attı, onu hızla yere devir-
di.
Eliza'nın çığlığı boğuk bir inlemeyle kesildi.
241

fflAR£ARJÎ U/EIS 8C ÎRACY HlCKJDAn


Gwendolyn kayboldu. Mosiah kısa beyaz cüppe, bev
çizme, beyaz eldiven ve beyaz başlık altında gülümseyen W
kafatası maskesi giymiş biriyle güreşiyordu.
"Bir sorgucu!" Scylla hızla içine nefes çekti.
"Kaçın!" diye haykırdı Mosiah, beyaz cüppeli kişiyi yere
mıhlayarak. "Daha fazlası gelecek!"
Gerçekten de yüksek otların arasından fırlayan ve bize
doğru atılan D'karn-darablarm gümüş pırıltılarını görebiliyor-
duk.
"Nereye kaçacağız?" diye sordu Scylla.
Arabayla aramızda D'kam-darahlar duruyordu. Üzerimize
geliyorlardı. Mosiah Sorgucunun başını yere vurdu. Kafatası
maske bir yana devrildi ve sessiz kaldı. Mosiah ayağa fırladı ve
bize doğru koşmaya başladı.
"Kapıya!" dedi nefes nefese. "Oraya koşun!"
D'karn-darahlar bir yarım çember oluşturmuş, yaklaşıyor-
lardı, ama çok hızlı değildiler. Sanki bizi, şimdi bize kalan tek
açıklık olan kapıya doğru sürüyorlardı.
Eliza şokla sersemlemiş, annesinin şeklini alan iğrenç var-
lığa bakıyordu. Elini tuttum, çektim ve neredeyse dengesini yi-
tirmesine sebep olacaktım. Scylla diğer yandan tuttu onu.
"Majesteleri, sizi bu kötü adamlardan uzaklaştırmalıyız,"
dedi Scylla kararlılıkla. "Bu taraftan! Kapıdan!"
Eliza başını salladı ve koşmaya başladı, ama uzun etekleri-
ne takıldı. Scylla ve ben kalkmasına yardım edip onu kapıya
götürdük. Mosiah bize katılmıştı. Kapıdan bir-iki adım uzak-
taydık, girmek üzereydik, ki Mosiah yiiksek sesle bağırarak
kollarını uzattı ve yolumuzu tıkadı. Yerde parlayan, gümüş bir
paraya benzeyen şeye işaret etti.
"Dikkat edin! Bu bir hareketsiz alan mayını! Çevresinden
242

KARAKİLIÇin niİRftSI
dolaşın! Üzerine basmayın!"
Arkama baktığım zaman D'karn-darahlarm hızlandıklarını
aördüm. Hareketsiz alan mayının bizi durdurmasını beklemiş-
lerdi. İşe yaramadığını görünce yaklaşmaya başladılar. Ama
biz çoktan kapıya ulaşmıştık.
Kapıdan içeri girince takipçilerimizden kurtulacağımızı dü-
şünmeme sebep olan neydi acaba? Çünkü peşimizden gele-
ceklerini biliyordum. En fazla ormanın karanlığında kendimizi
kaybettirmeyi umabilirdim, ama o kadar yakındaydılar ki uzak
bir umut gibi geliyordu.
Elbette, artık beni neyin ittiğini biliyorum. O sırada bilme-
mem iyi bir şeydi, çünkü asla inanmazdım. O anda inanma ya
da inanmama şansım yoktu. Doğuyolu Kapısı'na girdim, Zith-
el şehrine girdim ve Scylla'nın teorisinin doğru olduğunu he-
men anladım.
Thimhallan'da büyü gerçekten canlıydı.
243

19
Büyü Yaşam'ın maddesi, özüdür... bu toprakların
ve burada yaşayan herkesin felsefesi budur. Yaşam, ve
büyü birdir ve aynıdır. Ayrılamazlar ve ayırtedilemez-
lerdir.
KARAKILIÇ MACERALARI
Bilincimi kaybettiğimi hatırlamıyorum, ama bir uykudan
uyanmış gibiydim. Sonra bir güç beni dümdüz etmeye çalışır-
mış gibi bastırıldığım, ciğerlerimdeki havanın boşaldığı hissi
geldi. Bu duygu onu tam olarak fark edemeden sona erdi.
Çevremde tek görebildiğim düşsü bir renk pırıltısıydı. Yalnız-
ca belirsiz sesler duyabiliyordum.
Bir düşten düşerek uyanı» gibi, mide bulandırıcı bir düşme
hissi yaşadım. Ama düşüş yumuşaktı ve koşarak, kovalanmak-
tan korkarak yere düştüm. Hemen uzun bir cüppenin etekle-
rine takıldım.
Öne yuvarlandım ve acıyla ellerim ve dizlerim üzerine in-
dim. Dizim cüppenin kumaşına sürtünerek sıyrıldı ve açıktaki
bir ağaç kökünde elimi kestim.
Düşüş beni sarsmıştı. Kapıdan girişim beni daha da fazla

KâRaKlLiçm miRası
rsınışti- Topuklarımın üzerine çömeldim, titrek bir nefes al-
, m ve çevreme bakındım. İlk düşüncem Eliza'ydi: güvende
mivdi? İkinci düşüncem soru ve ünlem işaretleriydi: Almin aş-
kına, bana ne olmuştu?!
Blucinim ve kazağım gitmişti. Yerinde beyaz kumaştan ya-
pılmış uzun bir cüppe vardı. Kumaş kadifeydi ve çok kaliteli,
yumuşak ve pürüzsüzdü. İyi dikilmiş olmasına rağmen sadey-
di, kol yenlerini ve ayak bileklerime kadar uzanan etekleri sa-
ran kırmızı bant dışında süssüzdü.
Kafamda sıradışı bir serinlik hissederek elimi kaldırdım ve
uzun saçlarımın gittiğini, kısa kesildiğini ve tepe kısmının traş-
landığını keşfettim! Tereddütle ve epey dehşetle kafamdaki
pürüzsüz, yuvarlak kel kısmı yokladım. Saçlarım traşlanmıştı
ve şimdi yüzümü çevreleyen, kulaklarımı ancak örten bir hal-
ka şeklinde uzuyordu.
Bunu kapının büyüsünün yapmış olması gerektiğini fark
ettim kafam karışarak, ama Zith-el üzerine okuduğum bilgiler
bizi Hayvanat Bahçesi yaratıklarına dönüştüreceğini söylüyor-
du. Zith-el halkının Hayvanat Bahçesi'nde katalist bulundur-
duklarını hiç okumamıştım, ama kesinlikle bu şekilde giyin-
miştim... Thimhallan'da bir katalist olarak.
Artık var olmayan Thimhallan'da bir katalist!
Bu şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı olayı düşündüm ve şimdi ne
yapmam gerektiğini merak ettim. Anlayabildiğim kadanyla
yalnızdım, yoğun ve gölgeli bir ormandaydım. Cüppeme takı-
lıp düşmeseydim kafaüstü geniş bir meşe ağacına çarpacak-
tım. Ağaçlarla çevrilmiştim... daha çok meşeler, ama orada bu-
rada çamlar ve eğrelti otları büyüyor, meşelerin yeşil yaprak-
larının arasından süzülen zayıf güneş ışığı için rekabet ediyor-
lardı. Rahatlayarak Kij sarmaşığının yürek şeklindeki yaprakla-
245

UlARPARJt WEİS & tR£CY HlCKJIlAn


rını görmediğimi fark ettiğim sırada ne gördüğümü anladı
güneş ışığı altında görüyordum.
Kapıdan içeri koştuğumuzda gece çökmek üzereydi.
Yavaşça ayağa kalktım, beyaz cüppe yumuşak kıvrımlarla
çevremde döküldü. Nerede olduğumu bildirmek için arkadaş-
larıma seslenemiyordum, ama düşününce, böylesi daha iyiydi.
Takipçilerimiz beni fark edebilirdi. Arkadaşlarımdan iz bulmak
için çevreme bakındım. Hareket eder etmez yumuşak bir ses
duydum.
"Reuven? Sen misin? Buradayım."
Aynı anda başka bir sesin endişeyle, "Majesteleri! İyi misi-
niz?" dediğini duydum.
Çalıların içinde sendeleyerek, Mosiah'a ait olduğunu fark
ettiğim ilk sese doğru ilerledim ve küçük bir açıklığa çıktım
Mosiah'm sırtı bana dönüktü, çünkü başka bir sese dönmüştü.
Ses Scylla'nınkine benziyordu, ama aksanı tuhaftı.
Metal tıngırtısı, zincir şıngırtısı, bir çalının çatırtısını duyduk
ve Scylla'nın sesi Majesteleri'ne yine seslendi.
Dikkatini çekmek için Mosiah'ın koluna dokundum.
Döndü, bana baktı, kaşları kalktı, ağzı açık kaldı ve gözle-
ri irileşti. O zaman beyaz cüppenin ve traşlı kafanın, ümitsiz-
ce ummakta olduğum gibi benim kafamdaki bir yanılsama ol-
madığını anladım. *
"Reuven?" Sesimi inleyerek söylemişti ve tanımadan çok
soru doluydu.
"Sanırım," diye işaret ettim. "Emin değilim. Neler olup bit-
tiğini biliyor musun?"
"Hiç fikrim yok!" diye yanıt verdi. Sözcükleri yürekten ge-
liyordu ve öyle içtenlikle söylenmişti ki ona inandım. İlk dü-
şüncem onun ya da diğer Duuk-tsarithlenn bu dönüşümden
246

KARAKJLIÇin rrlİRÜSI
sorumlu olduklarıydı. Artık durumun böyle olmadığını biliyor-
dum-
Uzakta metalden yansıyan güneş ışığı gözümü aldı.
Gümüş rengi, zincir zırh üzerine plaka zırh giymiş bir şö-
valye kılıcını çekerek çalıların arasından fırladı. Şövalye yer-
den bir şey almak için eğildi ve çabucak kılıcını kınına soktu.
"Majesteleri!" diye haykırdı şövalye. "Yaralandınız mı?"
"Ben iyiyim, Şövalye. Yalnızca orada burada bir bere. Ben-
den çok vakanm incindi."
"Yardım etmeme izin verin, Majesteleri."
Şövalye eldivenli elini uzattı.
Mücevherlerle dolu ince, narin bir el çalıların arasından
uzandı ve şövalyenin elini tuttu. Eski moda, uzun, düz binici
etekleri giymiş bir şekil ayağa kalktı. Bu Eliza'ydı ya da eski-
den Eliza'ydı, tıpkı kendimin kim olduğundan emin olmadı-
ğım gibi, şimdi onun da kim olduğundan emin değildim. Zırh-
lı şövalyenin Scylla olduğu şüphe götürmezdi.
"Kutsal Almin," diye fısıldadı Mosiah ve sesim olsa duasını
tekrarlayacaktım.
"Neler oluyor?" dedim Mosiah'a işaret diliyle.
Yanıt vermedi, dikkatle Scylla'ya baktı.
Yine denedim. "Teknobüyücüler? Bizi takip ettiler mi?"
Çevresine bakındı, omuzlarını silkti ve sonra başını iki ya-
na salladı. "Bizi takip etmişlerse bile görünürlerde yoklar ve
bu hiç de onların yapacakları bir şey değil. D'karn-darah in-
celiklerle uğraşmaz."
Bundan, bizi takip etmiş olsalar şimdi tutsak olacağımızı çı-
kardım. Biraz daha rahat nefes aldım. Görünüşe göre değişim
işimize yaramıştı, ama aklıma yağmurdan kaçarken doluya tu-
tulmak hakkındaki eski deyiş geldi.
247

rilAROARff U/EIS & "ÎRACY HlCKJHAn


Şövalye saygıyla Eliza'nın mavi kadifeden dikilmiş, Sfv
işlemelerle süslü elbisesindeki kirleri silkeliyordu. Siyah sacl
rında altın bir taç parlıyordu, ellerinde mücevherler ışıldryo
du. Şaşkınlık ve gittikçe artan bir merak duygusu içinde onu
tanıdığımı fark ettim. Bu başka bir yaşamda kısaca gördüğüm
Eliza'ydı. Elbisesi farklıydı, ama ondaki başka her şey aynıydı-
şimdi girift örgülerle toplanmış saçları, duaışu, tavırları, par-
maklarındaki mücevherler. Eliza hüzünle saçlarındaki yaprak-
lan temizliyor, ellerindeki çamur ve ot lekelerini siliyordu. Bü-
tün hareketleri zarif ve asildi.
"Kollukçumuz ve rahibimiz nerede?" diye sordu endişeyle,
çevresine bakınarak. "Umarım çeteden kaçabilmişlerdir."
"Sanırım kaçtılar, Majesteleri. Kapıdan girdiğimizde Katalist
solumda, Duuk-tsarith arkamızdaydı. Çete o kadar yakında
değildi. Çoğu Batı Kapısı'nda, arabaya saldırmaya çalışıyorlar-
dı. Hilemiz çok işe yaradı. Herkes sizin arabada olduğunuzu
düşündü, Majesteleri. Akıllarına Doğuyolu Kapısı'na yürüye-
rek gireceğimiz gelmedi."
"Benim cesur şövalyelerim," dedi Eliza içini çekerek.
"Umarız çoğu bizim yüzümüzden için üzücü zararlar görme-
miştir."
"Yaşamlarını Majesteleri'ne adadılar. Tıpkı benimki gibi."
Mosiah çalıların arasında »essizce kayarak ilerledi. Sessizli-
ğini taklit etmeye çalışarak peşinden gittim, ama ilk adımımda
ayağım bir dalı tabanca patlaması gibi gelen bir sesle kırdı.
Scylla kılıcını kaldırdı ve Eliza'yı korumak istercesine
önünde durdu. Mosiah ve ben meşe yapraklarının arasından
sızan ışığa çıkarken merakla ve korkusuzca bize doğru baktı.
Onların yüzünde de, Mosiah'ınkinde gördüğüm aynı hayreti,
hatta tuhaf saç traşım karşısında kahkaha attıklarını görmeyi
248

KARftKJLIÇin fflİRftSI
beklemiştim.
Ama ikisinin yüzünde de rahatlama ve memnunluk vardı,
duyguları Scylla'nm sesine yansıdı.
"Almin'e şükürler olsun! Güvendesiniz!" Scylla'nın ses tonu
değişti, emredici oldu. "Neden çeteden kimse bizi kapıdan içe-
ri takip edecek kadar cesur çıkmadı, Kollukçu?"
Mosiah çevresine bakındı. "Neden bana soruyorsun? Sen
de benim kadar iyi görüyorsun."
"Pardon, Kollukçu," diye karşılık verdi Scylla soğuk soğuk,
"ama siz Duuk-tsaritbler'm büyülü yöntemleri vardır. Benim
yoksun olduğum güçler."
"Beni affet, Sör Şövalye," Mosiah'ın sesi tonu alaycıydı,
"ama Yaşam'dan yoksun olduğumu ve büyümü kullanamadı-
ğımı unuttun mu?"
Scylla başını sallayarak bana işaret etti. "Ama yanında bir
katalist var. Bir ev katalisti olabilir, siz savaş büyücülerinin
özel ihtiyaçlarına göre eğitilmemiş olabilir, ama acil durumda
iş görür, sanırım."
Hepsi şimdi bana bakıyordu.
"Peder Reuven, yaralanmışsın!" Eliza elimi işaret etti ve ilk
kez kanadığını fark ettim. Yalnızca bir çizik olduğunu işaret
etmeme izin vermeden elimi tuttu ve uzun kol yeninden çıkar-
dığı bir mendille kanı durdurmaya çalıştı. Mendil dantelliydi
ve en iyi kumaştan yapılmış gibi görünüyordu. Elimi geri çek-
tim.
"Saçmalama, Peder," dedi emirlerine itaat edilmesine alışık
birinin azametli sesiyle. Elimi kavradı ve mendilini yaraya bas-
tırarak kanı ve kiri sildi.
"Görüşmemiz sona erdiği ve şehir duvarlannın içine dön-
düğümüz zaman Theldara getirtiriz," diye devam etti.
249

niARCAR£t UJEİS & TRACY HlCKniAn


Dokunuşu, bana acı vermemek için nazikti. Ama o dok
nuş bana acı verdi, etten kaynaklanan bir acı değil, sanki b
denime bir kılıç saplanmış gibi bir ürpertinin acısı.
Devam etti, "Kesik derin değil, ama kirlenmiş ve tedav
edilmezse işleyebilir."
Emrini kabul ettiğimi ve bana gösterdiği iyilik için minnet-
tar olduğumu belirtmek için alçakgönüllülükle başımı eğdim
Gözlerime bakmaktan kaçınmak için başını eğdiğini ve elimi
tutan elinin hafifçe titrediğini fark ettim.
"Peder Reuven," dedi Mosiah keskin bir sesle. "Neden ona
öyle diyorsun?"
Eliza hayretler içinde Mosiah'a baktı. "Seninle konuşulma-
mışken konuşmaya cesaret mi ediyorsun, Kollukçu? Dilin bu
kadar gevşediğine göre gerçekten tehlikede olmalıyız! Ama
haklısın." Yanakları sevimli sevimli kızardı ve uzun kirpikleri-
nin altından bana baktı. "Reuven'in rütbesi yükseldiğine göre
artık ona 'Lord Peder' demeliyim. Bizi affetmelisin, Lord Pe-
der," diye ekledi ciddiyetle. "Bu terfi yeni olduğu için henüz
yeni unvanına alışamadık."
Elim, "Benim adıma aracılık eden ve Piskopos Radisovik'le
görüşen Majesteleri'nin inceliğine borçluyum," sözcüklerini şe-
killendirdi.
Eliza dudaklarında serinkanlı, hafif bir gülümsemeyle bak-
tı, ama gözlerinde kıvılcımlı, memnun bir gülümseme vardı.
Beni anlıyordu! Sanki hava taşıtında zaman geçirmek için bir-
kaç saattir değil, yıllardır bu şekilde konuşuyormuşuz gibi işa-
ret dilini anlıyordu. Ve işaret etmeden önce beni anlayacağını
biliyordum.
Ben de kendimi anlayabilmeyi diliyordum! Bahsettiğim bu
Piskopos Radisovik kimdi? Tanıdığım tek Radisovik Yeryü-
2S0

KARüKJLIÇin rriiRası
ü'nde, Kral Garald'la beraberdi. İçimde bir parça ne dediğimi
? jjjyordu, içimde bir parça elime yol göstererek o sözcükleri
Eylememi sağlamıştı. İçime, derinliklere bakacak olsam göre-
ceğimden ve anlayacağımdan emindim.
Ama korkak olduğum için yüzümü aksi yöne çevirdim.
Gerçeği bilmeye hazır değildim. Henüz değil.
Mosiah bedenini yarı döndürerek, hareketlerini siyah
cüppesiyle gizleyerek ağzıyla, "Neler olup bittiğini sen biliyor
musun?" sözcüklerini şekillendirdi.
Yavaşça başımı iki yana salladım.
Scylla meşe ağaçlarının arasından zar zor görülebilen mavi
gökyüzüne baktı. "Sabah ortası, randevu için belirlenen za-
man. Daha fazla gecikmeden buluşma yerine gitmeliyiz. Ata-
damların hâlâ bu ormanda dolaştıklarını duydum. Ama ilk ön-
ce," bakışları Mosiah'a gitti, "takip edilmediğimizden emin ol-
mamız gerek."
Mosiah bana döndü ve kolunu uzattı.
"Kanal'ı aç. Bana Yaşam bahşet, Katalist," diye emretti ve
ses tonu alaycıydı, Şimdi bu maskaralık nasıl sona eriyor, gö-
receğiz, der gibiydi.
Kaçmak istedim. Karşılaştığım hiçbir şey, hatta Teknobüyü-
cüler bile beni bu emir kadar korkutmamıştı. Beni korkutan
Yaşam bahşedemeyeceğim korkusu değildi. Panik içinde kaç-
mayı istememe sebep olan bunu yapabileceğimi bilmemdi.
Eliza'nın gözleri üzerimde olmasaydı kaçardım, sanırım.
Beni gurur ve sevgiyle izliyordu. Titreyen elimi uzattım ve Mo-
siah'm kolunu kavradım. Bir adım geriledim ve diğer Re-
uven'in öne çıkmasına izin verdim.
"Almin," diye dua ettim düşüncelerimde, "bana Yaşam
bahşet."
251

tÜARSARft U/EIS St f R&CY HlCKjnAn


Kanal açıldı. Thimhallan'ın büyüsü içimden aktı.
Yaşam'ın ayaklarımın altında zonkladığını, yeraltındak'
canlı organizmalardan kabardığını hissettim. Meşe ağaçlarının
toprağı delen, besin ve su alan köklerini fark ettim. Meşe gibi
ben de besin çekiyordum. Büyü çekiyordum.
Onu nefes gibi çektim içime. Şarkı söylediğini duydum
Kokusunu aldım, benliğime akarken tadına vardım. Onu içim.
de yoğunlaştırdım ve sonra harika bir armağan olarak Mosi-
ah'a aktardım.
Bedenine Yaşam aktığını hissederken gözleri şaşkınlıkla
irileşti. Elimin altında kolu sarsıldı. Başta bağlantıyı kırmak is-
tedi. O da benim gibi buna inanmak istemiyordu. Ama sağdu-
yu galip geldi. Tehlikedeydik. Yaşam'a ihtiyacı vardı ve ben
sağlıyordum. Kolunu elimde kıpırtısız tuttu.
Ve sonra bitti. İçimdeki Yaşam boşalmıştı. Bir katalist ola-
rak asla büyü kullanamaz, onu kendimde saklayamazdım. Yal-
nızca aracı olarak iş görebilirdim. Bitkin düşmüştüm. Kendime
gelmek için saatlerce dinlenmem gerekirdi, bir kez daha Ka-
nal açmak için daha fazla. Ama kutsandığımı biliyordum, çün-
kü içimde bu dünyanın ve bütün varlıklarının dokunuşunu
hissediyordum, beni asla terk etmeyecek bir dokunuş.
Yaşam'a boğulmuş, bütün bunlar karşısında fena halde ka-
fası karışmış görünen Mosiah "bir birimize, bir diğerimize bakı-
yordu. Ben tükenmiş ve yorulmuştum, ama bir dinginlik his-
sediyordum; Scylla sabırsızlıkla kaşlarını çatıyor, parmaklarıy-
la kılıcının kabzasına vuruyordu; Eliza sakin ve uzaktı, kalanı-
mızdan uzak duruyor, bir güneş ışığı siyah saçlarının üzerin-
deki altın taçta oynaşıyordu.
"Keşke ne cehennemler döndüğünü bilebilseydim," diye
mırıldandı Mosiah kendi kendine ve sonra omuzlarını silkerek
252

KARİlKJLIÇin IT1İRASI
elini en yakın meşe ağacının üzerine koydu, onunla konuşur-
rnuş gibi ağaca doğru başını eğdi.
Başımın üzerindeki dallar gıcırdamaya, rüzgar çıkmış gibi
birbirine çarpmaya başladı, komşusunun kendi dallarına do-
lanmış dallarına sürtündü, sonra o ağaç da kıpırdandı ve baş-
ka bir komşusuyla konuşmaya başladı. Biraz sonra çevremiz-
deki bütün ağaçlar dallarını oynatıyor, yaprak yağdırıyorlar ve
başka ağaçlara dokunmak için uzun kollarını uzatıyorlardı.
Yapraklar hışırdıyor, gölgeler kayıyordu. Mosiah meşenin
yanında durmuş, yanağını gövdesine yaslamıştı. Sonunda hı-
şırtılar ve gıcırtılar biraz dinmiş göründü.
"Hayvanat Bahçesi'nin bu kısmı içinden geçmemiz için gü-
venli," diye bildirdi, "şimdilik. Buralarda bir atadam çetesi ya-
şıyor, ama ava çıkmışlar ve gece çökmeden gelmezlermiş. On-
lar yüzünden başka kimse buraya girmeye cesaret edemiyor.
Bu çete için de geçerli, Majesteleri," dedi, sesinde hâlâ bir
miktar şüpheci inanmazlıkla. "Şövalyeleriniz güvenle Batı Ka-
pısı'na girmiş, ama korkarım arabanız harap olmuş."
Eliza haberi ılımlı bir tavırla karşıladı, zarif bir takdirle ba-
şını eğdi ve onu korumak için hayatlarını tehlikeye atanların
zarar görmediğini duyunca gülümsedi.
"Aynı zamanda," diye ekledi Mosiah, diğer ikisinin tepkile-
rini izleyerek, "Karakılıç görünürlerde yokmuş. Ağaçların böy-
le bir silahtan haberleri yok."
"Eh, herhalde yoktur," dedi Scylla. "Ortalıklarda yattığını
düşünmüyordun, değil mi!"
"Onu buraya ben attığıma göre düşünüyordum aslında,"
dedi Mosiah, ama alçak sesle konuşmuştu. Yalnızca ben işit-
tim onu.
"Hayvanat Bahçesi'nin bu tarafında bir kişi daha var," diye
253
rtİARİJARft U/EIS $ ÎRACY HlCKTOAn
devam etti Mosiah. "Giysilerine bakılırsa bir katalist. Mev
konumumuzdan yirmi adım doğuda, bir açıklıkta."
"Mükemmel!" Scylla sırıttı ve başını salladı. "Bu Peder Sa
yon olacak."
Nefesim kesildi, işaret diliyle birşeyler söyleyecek oldum
ama Mosiah beni durdurdu.
Gözleri kuşku ve hoşnutsuzlukla kısıldı. "Ne demek istiyor
sun? Bir randevudan bahsettin. Şaryonla mı? Nasıl kaçtı? Jora'
yanında mı?"
Şimdi şaşkın şaşkın bakma sırası Scylla'ya gelmişti. Eliz
sırtını dikleştirdi ve soğuk gözlerle Mosiah'a baktı.
"Nasıl zalimce bir şaka yapıyorsun, Kollukçu?" diye öfkey
le sordu Scylla. "Joram'ı sormak!"
"Şaka yapmıyorum, inan bana," diye karşılık verdi Mosiah
"Söylesene... Joram'a ne oldu?"
"Yanıtı pekala biliyorsun, Kollukçu," diye terslendi Scylla
"Merilon İmparatoru öldü. Yirmi yıl önce, Olüçağıranlar Tapı
nağı'nda öldü."
"Nasıl öldü?" diye sordu Mosiah, sesi sakindi.
"İnfazcının ellerinde."
"Alı," dedi Mosiah ve rahatlayarak içini çekti. "Şimdi neler
olup bittiğini anlıyorum!"
254

20
"Bu aleme döndüğü ve üzerine anlatılamaz tehlike-
ler getirdiği için, Joram isimli adam ölüme mahkum,
edildi."
PİSKOPOS VANYA; KARAKILIÇIN ZAFERİ
Scylla kaşlarını çattı, alnı kırıştı. "Korkarım ciddi yaralan-
dın, Kollukçu. Belki kafana darbe almışsındır."
Mosiah elini alnına götürdü. "Evet, bir an kafam epey ka-
rışmıştı. Size söylemek istemedim. Majesteleri'ni endişelendir-
mek istemedim." Ellerini kavuşturarak eğildi. Sesi saygılıydı,
tüm alaycılık izi gitmişti.
Eliza soğuk ve uzaktı. Bu bildiri üzerine tavrı sıcaklaştı, en-
dişeli görünerek Mosiah'a yaklaştı. "Şimdi iyi misin, Kollukçu?"
"Teşekkür ederim, Majesteleri. Kendime geliyorum. Ama
korkarım hafızamda boşluklar olabilir. Tuhaf gelen bir şey
söylersem ya da yaparsam buna bağlamaksınız. Yalvarırım so-
racağım somlara karşı sabırlı olun."
Ne kadar da akıllıca, diye düşündüm. Dilediği soruyu sor-
makta serbest olacak ve Eliza ile Scylla kafasını vurduğu için
olduğunu düşünecek.

ITlARÖARfî U/EIS & tRAGf HlCKBlAn


"Elbette, Kollukçu." Kraliçe inceydi. "Artık Peder Şaryon'!
buluşmaya gitmeliyiz. Zaten geç kaldık, endişelenmiştir S"
Şövalye, önden gider misin?"
"Peki, Majesteleri."
Scylla, kılıcı elinde, bir an durup nerede olduğunu saptadı
Bunu güneşe bakarak, sonra zeminde patika izi arayarak yap-
tı. Biraz uzakta bir tane buldu -toynak izleriyle açılmıştı- ve
patika bir tür hayvan tarafından oluşturulmuştu.
"Bu bir atadam izi," diye uyardı Mosiah. "Bu tehlikeli değil
mi?"
"Ava çıktıklarını kendin söyledin," diye karşı çıktı Scylla.
"Hızlı ilerlememiz gerek ve bu çalıların arasından geçmekten
daha hızlı ve kolay. Dahası, atadamlar yalnız, savunmasız yol-
cuları pusuya düşürmeyi tercih eder... Peder Şaryon gibileri."
"Doğru," diye kabullendi Mosiah. "Başı çekersen, Sör Şö-
valye, ben de arkayı korurum."
Kadın küçük grubumuzun önüne geçmek için Mosiah'ın
yanından geçerken Scylla durdu ve Mosiah'ın gözlerinin içine
baktı. "İyi olduğundan emin misin, Kollukçu?" diye sordu ve
sesinde gerçek bir ilgi, endişe, parlak gözlerinde bir yumuşak-
lık vardı.
"Evet, hanımefendi," dedi Mosiah şaşkın şaşkın. "Teşekkür
ederim." »
Kadın ona sırıttı, Mosiah'ın üst koluna öyle bir hevesle şap-
lak attı ki Mosiah irkildi. Sonra Scylla döndü ve ihtiyatla, dik-
katle yolda ilerledi. Eliza uzun eteklerini toplayarak peşinden
gitti.
Mosiah bir an durup kafası karışmış bir şekilde Scylla'ya
baktı, şaşkınlığı yalnızca kendimizi içinde bulduğumuz garip
ve açıklanamaz durumdan kaynaklanmıyordu, aynı zamanda
2S6

KARftKJLIÇln rflİRftSI
hjr kadının garip ve açıklanamaz hareketleriyle karşı karşıya
kalan- herhangi bir zamanda, herhangi bir mekandaki, her-
hangi bir adamın şaşkınlığıydı.
Başını iki yana sallayarak ona katılmamı işaret etti.
Patika iki kişinin yanyana yürüyebileceği kadar genişti,
arna izlere bakılırsa atadamların tek sıra halinde yürümesi ge-
rekiyordu.
Mosiah'a, "Neler olduğu konusunda bir fikrin varmış gibi
görünüyor," dedim.
"Senin de olduğuna inanıyorum," dedi, yan yan bana ba-
karak.
Açıklamak zorunda hissettim. "Kendime ilişkin... başka bir
hayattan imgeler gördüm," diye becerebildiğimce açıkladım.
"Orada Eliza ve Scylla'yı da gördüm. Daha önce hiçbir şey
söylemedim, çünkü emin değildim."
"Bana neler gördüğünü anlat."
Anlattım, fazla olmadığını ve muhtemelen bir yardımı ol-
mayacağını da ekledim. "Hiç mantıklı gelmemişti."
"Şimdi de mantıklı gelmiyor," dedi Mosiah sert bir ifadey-
le. "Başka bir zamana, alternatif bir zamana gönderildik. Ama
neden? Buraya nasıl geldik? Ve neden sen ve ben bir başka za-
manı hatırlarken Scylla ve Eliza hatırlamıyor? Ve nasıl geri dö-
neceğiz?"
"Teknobüyücüler mi?" dedim. "Belki sorumlu onlardır. Du-
var'ın ötesinde saldırdığın... şey... neydi? Gwendolyn'e benze-
yen, beyaz maskeli şey?"
"Teknobüyücülerin Kylanistic tarikatından biriydi," diye ya-
nıt verdi Mosiah. "Sorgucular olarak bilinirler. Kurbanı tam da
Eliza'nın yapmak üzere olduğu şeye, kıymetli nesneler ve sır-
lar vermeye ikna etmek için bir başkasının yüzünü, şeklini ve
257

İTİAReARff WEİS a" ÎRACY HlCKjnAn


sesini alabilirler. Bu şekilde kılık değiştirerek her tür orga
zasyona sızabilirler."
"Gwendolyn olmudığıhı nasıl anladın? Aldatmacanın arka
smı mı gördün?"
"Aldatmacalarının arkasını görmek kolay değildir. Kadının
büyü kullanmasına izin vererek riske girdiler. Joram'ı izledi-
ğim onca zaman içinde Gwen'in Yaşam kullandığına hiç tanık
olmadım. Yalnızken bile. Eliza bunu fark etti ve tuhaf buldu

ama onun annesi olduğuna inanmaya, sorgulamayacak kadar


gönüllüydü. Hem, Joram'ın yaralarını görmüştüm. Söyledikle-
rinden daha ciddi olduğunu biliyordum."
"Neden aldatmacayı bıraktı?"
"Yanılsamayı sürdürmek için epey büyü enerjisi gerekir.
Kadın gerekli enerjiyi harcamaya devam ederken benimle sa-
vaşamazdı. Ona saldırmamın sebebi bu."
"Yanılmış olsaydın?" diye sordum.
"Ama yanılmadım. Yanılmış olsaydım ve gerçekten de o
Gwen olsaydı, o zaman onu kurtarmak için bir şansım olur-
du."
"Teknobüyücülerin onu tutsak aldığına mı inanıyorsun?"
"Böylesine gerçekçi bir yanılsama yaratabilmelerine baka-
rak evet derdim. Diğer yandan, Smythe rehinelerden biri oldu-
ğundan bahsetmediği için, hayır derdim."
"Ama başına başka ne gelmiş olabilir?"
Mosiah başını iki yana salladı. Ya bilmiyordu ya da söyle-
miyordu.
Başka bir som denedim. "Hareketsiz alan mayını dediğin o
şey. O neydi?"
"İçimizden biri üzerine bassaydı bizi bir hareketsizlik alanı-
na hapsederdi. Teknobüyücüler salıverene kadar hareket ede-
2S8

KARAKJLIÇin mİRASI
mezdik."
Bir sonraki sorumu sorarken tereddüt ettim, çünkü alaca-
sırn yanıttan korkuyordum. Sonunda cesaretimi topladım, "Ya
kU deneyim gerçek değilse... bir halüsinasyonsa. Belki zihin-
lerimizi kontrol ediyorlardır."
"Eğer bu doğruysa," dedi Mosiah çarpık bir gülümsemeyle,
»ve gerçekten de zihinlerimizi kontrol ediyorlarsa, o zaman
zihninin bu olasılığı düşünmesine izin vereceklerinden kuşku-
luyum. Bundan Teknobüyücüler sorumlu olabilir, ama içinde
bulunduğumuz son zamanda bizim avuçlarında olduğumuz
açıkken neden bizi başka bir zamana göndermek istesinler,
anlayamıyorum."
Bir an sessiz kaldı, sonra sessizce konuştu, "Thimhallan'da
Zaman Gizemi'ni uygulayanlar vardı. Kahinler."
"Evet, ama Demir Savaşları sırasında yok oldular," diye işa-
ret ettim. "Bundan sonra türleri ne görüldü, ne duyuldu."
"Doğru. Eh, gözlerimizi ve kulaklarımızı açık tutmalı, bu gi-
zemi çözüp çözemeyeceğimize bakmalıyız. Joram öldü." Mo-
siah düşündü. "Joram Infazcı'nın ellerinde ölseydi Thimhallan
neye benzerdi? Joram Yaşam Kuyusu'nu yok edip büyüyü sa-
lıvermeden ölseydi? Merak ediyorum..."
Kendi düşüncelerine gömüldü, yalnız kalmak istediğini
belli etmek için bir-iki adım arkamda kaldı. Ben de bir-iki da-
kika kendi düşüncelerimle başbaşa kaldım, sonra Eliza'nın ar-
kasına dönüp gözucuyla bana baktığını ve beni yanında yürü-
meye davet edercesine gülümsediğini fark ettim.
Yüreğim daha hızlı atmaya başladı. Ona yaklaştım.
Scylla'nm zırhlı sırtına doğru küçük bir hareket yaparak sessiz
olmamız gerektiğini ifade etti ve işaret dili kullanarak benim-
le konuşmaya başladı. Benim kullandığım el dilinin -sesle kar-
259

rflARPARif WEİS ff tRACY HlCKBAn


şılaştırıldığında zayıf kalsa da- entrika ve gizlilik dili olm
başladığını fark ettim.
"Dün geceki tartışma için üzgünüm," dedi Eliza bana "R
ni affedecek misin, Reuven?"
Kastettiği tartışmayı iyi biliyordum, ama bir saniye önce bu
nu söyleyemezdim. Sözcüklerin ve imgelerin düşlere ait anıla-
rı tetiklemesi gibi, onun bahsetmesi sahnenin tamamını gözle-
rimin önüne getirmişti, yalnız bu düşlerden daha gerçekti. Bu
rüya değildi. Olmuştu... en azından bu zamanda olmuştu.
Belki de damarlarımda akan büyülü Yaşam'ın etkisiydi
ama diğer benliğim -Yeryüzü'ne ait benliğim- hızla solmaya
başlamıştı.
"Affedecek bir şey yok, hayatım," diye karşılık verdim.
Ona, siyah bukleleri üzerinde parlayan güneşe, tacının al-
tın ışıltısına, mücevherleri üzerinde oynaşan ışıklara, üzerin-
den kayan, onunki dışında bütün ışıkları solduran ağaç gölge-
lerine baktım.
Ona âşıktım. Aşkım benden ona, benden Mosiah'a bahşet-
tiğim Yaşam gibi akıyordu.
Birlikte geçen çocukluğumuzdan beri seviyordum onu ve
ne olursa olsun, o aşkı Almin'e bir armağan olarak sunacağım,
sonsuza dek O'nun kutsallığında kalacağım zamana kadar se-
vecektim onu. f
Geçmişimize, gençliğimize ve şimdimize dair imgeler hâlâ
karmaşıktı... onu yeni doğmuş bir çocuk olarak hatırlıyordum,
çocukluğum boyunca alttan alta hissettiğim korkuyu hatırlı-
yordum. Kaynak'ta eğitim gördüğüm yılları, evimde, üvey kar-
deşim olan onunla geçen tatillerimi ve çok daha fazlasını ha-
tırlıyordum. Arkamda küstah, dikbaşlı bir çocuk bıraktığımı ve
geri döndüğümde güzel, canlı bir kadın bulduğumu hatırlıyor-
260

KaRflKJLlÇin MİRASI
durn- Ama bizi kim büyütmüştü? Nerede yaşamıştık? Bunlar
benden saklanmıştı.
"Tek endişem güvenliğindi," dedim.
"Başka yol olamayacağını anlıyorsun," diye karşılık verdi.
«Babamın vârisi olduğum için yapmam gereken bir şeydi bu."
yanıtımı bekleyerek dikkatle baktı bana.
"Anlıyorum," dedim. "O zaman da anlamıştım. O şeyleri
yalnızca seni kışkırtmak için söyledim. İşe yaradı. Bana eski
günlerdeki gibi yine yumruk atacağını düşündüm."
Onu güldürmeyi ummuştum. Üzülerek söylüyorum, çocuk-
ken onu, kendini kaybedip küçük yumruklarıyla bana vuracak
kadar kızdırmak yaramazca bir zevkti benim için. Gerçi hep
masum kurban olduğumu söyleyerek itiraz ederdim, ama ba-
na inanılmazdı ve ikimiz de akşam yemeği yemeden yatağa
gönderilirdik.
Kahkaha atmadı, ama bu anıyla gülümsedi. Bir dürtüyle
uzandı, elimi tuttu ve fısıldadı, "Eski günlerdeki gibi, Reuven,
sana güvenebilirim ve kalanların görevlerimin üzerine saçtığı
pırıltılı peri tozunu yalnızca sen süpürebilirsin. Yalnızca sen
altındaki çirkin gerçekliği gösterebilirsin. O çirkinliğe bakmam
ve sonra ötesine bakmam ve umut etmem için zorlarsın beni.
İtiraf et," gözleri zaferle parlıyordu, "gelmeyi reddetsem hayal
kırıklığına uğrardın."
"Hayatında bir kez mantıklı ve sağduyulu bir karar verdiği-
ni düşünürdüm," dedim, sert görünmeye çalışarak. "Karar ver-
dikten sonraysa tek hayal kırıklığım seninle gitmeme izin ver-
memen olurdu."
"Peki seni nasıl arkada bırakırdım?" diye sordu gülümseye-
rek, bana takılarak. Unutarak sesli konuştu. "Günlerce sızlan-
manı dinlemek zorunda kalırdım. 'Eliza gitti, ama ben gideme-
261

rriAReARjT U/EIS 8C ÎRACY HlCKJHAn


dün!' diye bitirdi burnundan gelen çocuksu bir sesle.
"Şş!" dedi Scylla dönerek. "Affınıza sığınınm, Majesteleri
Yalnızca..."
"Piknikte değiliz, Majesteleri," dedi Mosiah ekşi ekşi, gelin
yanımızda durarak.
"Haklısınız, ikiniz de," diye mırıldandı Eliza, yanakları kıza-
rarak. "Bir daha olmayacak."
"Buluşma yerine çok yaklaştık," dedi Scylla. "Kollukçu?"
Biz aralarından yürürken meşe ağaçları gıcırdamış, dalları-
nı sallamışlardı ve Mosiah'a bilgi vermeye devam ettiklerini
tahmin ediyordum.
"Peder Şaryon açıklıkta ve yalnız. Ama yaklaştığımızı duy-
du ve epey cesareti kırıldı. Korkularını dindirmemizi öneri-
rim."
"Ben açıklığa gideceğim," dedi Scylla. "Sen burada, Majes-
teleri'yle kal."
"Ah, saçmalık!" dedi Eliza, sabrını yitirerek. "Hepimiz gide-
ceğiz. Eğer bu bir tuzaksa, çoktan içine girdik. Gel, Reuven."
Açıklığa çıktığımız zaman endişeyle sağına, soluna bak-
makta olan yaşlı bir rahiple karşılaştık.
Bizi görünce hafifçe iç geçirdi. Gülümsedi ve iki elini iki-
mize uzattı.
"Çocuklarım," dedi Şaryon »yürekten gelen bir sesle.
Gözlerim yaşlarla doldu. O zaman Eliza ve bana babalık
eden, iki yetimi evine ve yüreğine alan adamı tanıdım.
Diğer yaşamda onu bir oğul gibi sevmeme şaşmamak ge-
rekirdi. Bu tür sevgi sınır tanımaz, zaman uçurumlarını aşar.
Bana elini verdi ve kırmızı kenarlı beyaz cüppeme hoşnut-
lukla, gururla baktı. Beyaz renk ev katalisti olduğumu belli
ediyordu, asil bir ailenin yanında çalışan birini. Kırmızı bir
262
KARAKJLIÇin ITlİRftSI
Lord Peder olduğumu, benim yaşımda biri için yüksek bir un-
vana sahip olduğumu anlatıyordu.
Eğilip Eliza'nın elini öpecek oldu, ama Eliza kollarını boy-
nuna dolayıp içtenlikle yanağını öperek engelledi onu. Şaryon
ona sarıldı, sıkı sıkı kucakladı, bir yandan elimi tutmaya de-
vam etti. Orada, Zith-el Hayvanat Bahçesi'nde coşkulu bir ai-
le buluşması yaşadık.
"İkinizi birden görmeyeli ne kadar uzun zaman oldu," de-
di, bizi bırakıp sevgiyle bakarak.
"İmparator'un gelip Merilon'da bizi ziyaret etmene izin ver-
mesi gerektiğini düşünüyoruz," dedi Eliza, alnında minik bir
kırışıklık belirerek.
"Hayır, hayır, İmparator Garald haklı," dedi Şaryon içini çe-
kerek. "Yollar tehlikeli, çok tehlikeli."
"Kanallar güvenli."
"Bu günlerde Thon-lAcr güvence vermekten kaçmıyor. Ka-
rabüyücü Menju'nun Thimhallan'da pek çok müttefiki var.
Kendim için korktuğumdan değil," diye ekledi şevkle. "Huzu-
ra kavuşmaya, baban ve annenle buluşmaya gitmeye dünden
razıyım." Eliza'nın elini okşadı. "Ama taşıdığım büyük yükü bı-
rakamam. Henüz değil. Henüz olmaz."
Gözlerimi kırpıştırarak yaşları uzaklaşürdım ve şimdi Peder
Saryon'u daha açık görebiliyordum. Görüntüsü karşısında şok
geçirdim. Yaşma göre çok çökmüştü, saçları grileşmiş, sırtı bü-
külmüştü. Sanki bahsettiği yük fiziksel bir yüktü. Kırılgan ve
zayıf olan ruhu değil, yalnızca bedeniydi.
Scylla ve Mosiah açıklığın kenarında kalarak bize bir anlık
mahremiyet vermişler, aynı zamanda çevrede saklanan kimse
ya da hiçbir şey olmadığından emin olmuşlardı. Şimdi öne çık-
mışlar, Peder Saryon'a saygıyla eğiliyorlardı. Şaryon Mosiah'ı
263

rrlARSARft U/EIS & f RACY HlCKBlAn


memnunlukla selamladı, Mosiah'ın artık Kraliçe Eliza'nın hiz-
metinde olduğunu duyduğunu söyledi. Mosiah ellerini önün-
de kavuşturarak sessizce, izleyerek durdu.
Anlaşılan Şaryon Scylla'yı tanımıyordu, çünkü Eliza onu şö-
valyesi ve muhafız kumandanı olarak tanıttı. Scylla nazikti
ama tavırları soğuktu. Huzursuz olduğu açıktı.
"Burada gerektiğinden fazla kalmamalıyız, Majesteleri. İzni-
nizle, hemen gitmemizi öneririm."
"Bu senin için de uygun mu, Peder Şaryon?" diye sordu Eli-
za, ona endişeyle bakarak. Solgun görünüşü karşısında o da
endişelenmiş, üzülmüştü. "Yorgun görünüyorsun. Bunca yolu
yürüdün mü? Yolculuk senin için yorucu geçmiş olmalı. Din-
lenmeye ihtiyaç duyuyor musun?"
"Görevimi tamamlayana kadar dinlenmem imkansız. Yine
de," diye ekledi, içtenlikle, sorgularcasına Eliza'ya bakarak,
"yine de birazcık bile tereddüdün varsa bu sırla mezarıma git-
meye razıyım, kızım. Bu ağır sorumluluğu alacak mısın? Yüz-
leşeceğin tehlikeleri iyi düşündün mü?"
Eliza iki eliyle ona tutundu. "Evet, Peder, sevgili Peder, ta-
nıdığım tek baba. Evet, tehlikeleri düşündüm. Canlı detaylarla
anlatıldı bana," diye ekledi, bana bakıp gülümseyerek. Sonra
Saryon'a döndü. "Sorumluluğu almaya hazırım; gerekirse ba-
bamın başlattığını bitirmeye hazınm."
"Seninle gurur duyardı, Eliza," dedi Şaryon nazikçe. "Çok
gurur duyardı."
"Majesteleri..."
"Evet, Scylla, gidiyoruz. Peder, bize yol göstermelisin, çün-
kü yolu bilen tek kişi sensin."
Şaryon başını iki yana salladı ve onun düşündüğü yolun
ormandaki güneş ışıklarıyla benek benek olmuş patika değil,
264

KARftKILIÇin IHİRftSI
geleceğe giden, hep karanlık bir yol olduğunu tahmin ettim.
Eliza, Saryon'u son derece memnun eden yakın, sırdaş bir
tavırla koluna girerek yanında yürüdü. Patika üç kişinin yan-
yana yürüyebileceği kadar geniş değildi, bu yüzden bir-iki
adım geride kaldım, bu beni öndeki Şaryon ve Eliza'yla arka-
daki Scylla ve Mosiah'ın arasında bıraktı.
"Belki hâlâ yaramın etkisidir," dedi Mosiah, "ama Zith-el
Hayvanat Bahçesi'nde yürüyecek kadar deli birine musallat
olan her zamanki korkulardan başka korkacak ne var ki? Ata-
damların bize saldırmayacağını sen söylemiştin."
Scylla gırtlağından horgörülü bir ses çıkardı. "Saldırsalar
fazla uğraşmazlardı. Hayır, korktuğum atadamlar değil. Kara-
gezginler, devler ya da periler de değil." Bir an durdu, sonra
sessizce ekledi, "Tahmin edememene şaşırdım."
"Duuk-tsaritblerden korkuyorsun. Ben de onlardan biri-
yim."
"Doğru, ama senin hep bağımsız bir doğan vardı, Mosiah
ve diğer yolun yanlış olduğuna inanırsan kendi yoluna git-
mekten korkmazdın. Bize eşlik etmek için Majesteleri'nin seni
seçmesinin sebebi bu. Kollukçular arasında güvenebileceğini
hissettiği tek kişi sensin."
"Duuk-tsarithlerm ne yapmasından korkuyorsun?"
"Karakılıç'ı ele geçirmelerinden, elbette," diye karşılık ver-
di Scylla.
"Demek bu yüzden buradayız," dedi Mosiah düşünceli dü-
şünceli. "Sorumluluk almaya hazırım, dedi Kraliçe. Eliza Kara-
kılıç'ı kullanmayı düşünüyor. Ve Peder Şaryon nerede olduğu-
nu biliyor."
"Elbette. Majesteleri yola çıkmadan önce bunları sana açık-
lamadı mı?"
265

mARGARJf U/EIS & tRflCY HlCKjnAn


"Belki Majesteleri bana sana güvendiği kadar güvenm'
dur," dedi Mosiah.
Scylla içini çekti. "Onu suçlamak zor... olan onca şeyH
sonra. İmparator Garald Duuk-tsarithlenn kontrolü altında ol
duğuna ve emirlerine itaat edeceklerine inanıyor. Ona aksin'
düşünmesi için sebep vermediler, kuşkusuz, ama..."
"Onlara güvenmiyorsun."
"Karakılıç büyük bir ödül. Onlara muazzam güç verebilir
özellikle de daha fazla kılıç yapmanın sinini keşfederlerse."
"Nasıl olacak, anlamıyorum. Yaşam sahibi kimse kullana-
maz onu. Karakılıç büyülerini tüketir ve onları savunmasız bı-
rakır."
"Kafandaki o şişlik oldukça büyük olmalı," dedi Scylla. "Ya
da belki savaş sırasında, Lord Samuel'in evi yıkılırken aldığın
yaralar yeniden etkisini göstermiştir. Her neyse, doğru düzgün
düşünemediğin açık. Karakılıç'ı Duuk-tsarithler arasındaki
Ölüler kullanacak. Neden aralarına Ölüleri aldıklarını bana
açıklayan sendin. Hem, Duuk-tsarithlenn Piskopos'un keha-
netine inanmadıkları yaygın bir gerçek. Pek çok başkaları gi-
bi, bunun İmparator ve Radisovik tarafından, asileri korkut-
mak için uydurulan siyasi bir araç olduğunu düşünüyorlar."
"Kafam zonkluyor," dedi Mosiah ve sesi yakarı doluydu.
"Bana bu kehaneti hatırlat." »
Scylla sesini alçaltarak ciddiyetle konuştu. "Şeytan'ın ken-
disinin bize karşı bir ordu kurduğunu, Cehennem Işığı ile si-
lahlanmış Şeytan'ın göklerden üzerimize çullanacağını ve
Thimhallan'daki her canlı varlığı yok edeceğini söylemişti."
Bu kehanet karşısında öyle şaşırmış ve korkmuştum ki
dehşet içinde döndüm ve Mosiah'a baktım.
"Hch'nyvlerler!" diye işaret ettim.
266

KARAKjLiçm rrlİRAsı
"Ne?" diye sordu Scylla. "Anlamıyorum. Neden bahsedi-
yor?"
"Daha önceki konuşmamızdan. Önemli değil." Mosiah eliy-

le hızlı bir hareket yaparak sessiz kalmamı öğütledi. "Bu ke-


hanet... ne zaman gerçekleşecek?"
"Yann bu saatte şeytanlar saldıracak. Piskopos Radisovik'e
şöyle denmiş: 'Yalnızca Joram'ın vârisinin elindeki Karakılıç
bizi kurtarabilir.'"
"Peki Piskopos'a bu bilgi... bu kehaneti kim vermiş?"
"Işıktan bir varlık," dedi Scylla, huşu dolu bir sesle. "Almin
tarafından gönderilmiş bir melek."
"Duuk-tsarith\ex arasındaki kardeşlerimin neden şüphe et-
tiğini şimdi anlıyorum," dedi Mosiah. "İtiraf etmeliyim, ben de
inanmayı güç buluyorum."
Scylla derin bir nefes aldı, itiraz edecek ya da paylayacak
gibi göründü. Ama yavaşça nefesini bıraktı. "Teolojik tartışma-
larımızdan biri için uygun zaman değil. Ama ruhun için endi-
şeleniyorum ve her gece senin için dua ediyorum."
Mosiah bu cümle karşısında epey şaşırmış görünüyordu,
ne diyeceğini bilemedi Scylla da sessizdi, dalmıştı.
Gözümü ilerideki yoldan ayırmadan elimden geldiğince
onları izliyor ve dinliyordum. Mosiah konuşacak oldu, ama
Scylla sözünü kesti.
"Keşke Majesteleri bu konuyu seninle konuşsaydı!" dedi,
sonra kararlılıkla ekledi. "Yine de, bilmek hakkın. Ama bu giz-
li kalmalı. İmparator Yeryüzü'ne, General Boris'e mesaj yolla-
dı."
Scylla Mosiah'm şok geçirmiş görünmesini bekleyerek sus-
tu. Ama Mosiah bu haberi sakinlikle karşıladı.
"Bunda yanlış olan ne? General Boris ve Kral... yani İmpa-
267

mARCARîf U7EIS S[ ÎRACY HlCKJHAn


rator Garald arkadaş, değil mi?"
"Şş! Böyle bir şeyi asla yüksek sesle söyleme! Düşünme h'
le! Düşmanla bağları olduğu bilinse bu İmparator'un hayatın
malolur."
"Düşman. Anlıyorum. Peki bu semavi haberci hakkında
düşman generali Boris ne dedi?"
"Şeytan'm gerçekten de geldiğini, ama belki bizim bekledi-
ğimiz şekilde olmadığını söyledi. Boris Yeryüzü'nün ileri kara-
kollarını yok eden ve şimdi hızla Yeryüzü'ne yaklaşmakta olan
bir istila gücünden bahsetti. Yeryüzü Güçleri'nin Thimhallan'ı
korumak için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi, ama
kaybetmeye mahkum bir savaş verdiklerini ekleyerek kendi
savunmamızı hazırlamamız konusunda uyardı."
Mosiah ve ben bakıştık. İçimi çekerek döndüm.
Hch'nyvlerler. Öyle olmak zorundaydı. Onları diğer zamanda
bıraktığımızı ummuştum, ama anlaşılan öyle olmamıştı. Geli-
yorlardı ve tam planladıkları gibi geliyorlardı. Onları durdur-
mak için kırk sekiz saatten az zamanımız vardı.
Joram'm vârisinin ellerindeki Karakılıç. Joram'ın ellerinde-
ki Karakılıç. Herhangi birinin ellerindeki kılıç, nötron bomba-
larının, foton füzelerinin, lazer toplarının, insanların tasarladı-
ğı en karmaşık, en güçlü ölüm makinelerinin zırhlarını çent-
meyi bile başaramadığı bir dtşdünyalı sürüsünü nasıl durdura-
bilirdi?
Aniden kendimi çok yorgun hissettim, adımlarımı zorla atı-
yordum. Bunların hepsi nafile geliyordu! Umutsuz! Zayıf çaba-
larımız örümceğe ağına dolandığımızı haber vermekten başka
işe yaramıyordu. Bu güzelim meşelerin altında iki güzel şarap
şişesiyle oturup insanlığa son kez kadeh kaldırmanın çok da-
ha iyi olacağını düşünüyordum ki bir el kürek kemiklerimin
268

KARâKJLIÇin ITİİRftSI
arasına indi.
"Neşelen, Lord Peder!" dedi Scylla ve beni neredeyse düm-
düz yere devirdikten sonra nazikçe dengemi kazanmama yar-
dım etti. "Joram'ın vârisi kısa süre sonra Karakılıç'ı alacak ve
o zaman her şey yoluna girecek."
Uzun adımlarla yanımdan geçti, Eliza'nın bir hareketine
karşılık öne geçti. Eliza'nın hareketini görmemiştim, daldığım
düşünceler o kadar karanlıktı.
Bu konuşma sırasında yolumuz hafif bir eğimle aşağı ini-
yordu. Meşeler yerlerini kavaklara, sonra onlar da söğütlere
bıraktı. Akarsu sesini uzun zamandır duyuyordum ve bir kö-
şeyi dönünce dar, hızla akam bir ırmak gördük. Hira Nehri ya
da araştırmalarından öyle hatırlıyordum; ırmak Zith-el'in tam
ortasından geçer. Zith-el sakinleri gibi Hira da şehre girdikten
sonra evcil ve durgun olur, ama şehrin dışında kaba ve tehli-
keli, Hayvanat Bahçesi'ndeyse vahşidir.
Güneş suyun üzerinde yansıyor, ışığı sıcak sıcak yüzüme
vuruyordu. Gökyüzüne baktığım zaman maviliğin önüne ince
perdeler gibi çekilmiş bulut kümelerini gördüm. Pamukağaç-
larının pamukları bir yaz fırtınası gibi çevremize yağıyordu.
Su pürüzsüz aktığı yerlerde yeşil, kayaların üzerinden sıç-
rayarak köpürdüğü yerlerde beyaz, kıyıya dizilmiş ağaçların
sarkık dallarının altında siyahtı. Biraz uzakta dev bir söğüt ır-
mağın ortasına doğru eğilmiş, kollarını zarafetle uzatmış, yap-
rakları suya sürtünüyordu. Açıktaki kökleri boğum boğum ve
dev gibiydi, toprağa sıkı sıkı tutunma çabasıyla, bir boksörün
parmak boğumlarına benziyorlardı.
"İşte." Peder Şaryon işaret etti. "Hedefimiz burası."
Kıyı boyunca yürüyerek söğüde yaklaştık. Hiçbirimiz ko-
nuşmuyorduk. Diğerleri ne düşünüyordu, bilmiyorum, ama
269

ITlAReAREf U/EIS Ö tRACY HlCKBAn


zihnimde ırmağın kanla kızardığını, söğüdün alevler içind
kuaıduğunu, mavi gökyüzünün dumanla grileştiğini görüyor-
dum. Ama daha önce ümitsizlik varken, şimdi öfke vardı.
Bunları korumak için savaşacaktık: güneş, gökyüzü, bulut-
lar, söğüt. Ne kadar ümitsiz olsa da, anlatacak kimse hayatta
kalmasa da, sonuna kadar savaşacaktık.
Peder Şaryon akıntı aşağıda bir şeye işaret etti ve birşeyler
söyledi; suyun çağıltısı yüzünden ne olduğunu duyamadım.
Yaklaşarak Scylla ile Mosiah'm yanına geldim. Mosiah bize he-
men katılmadı. Arkama, ona baktığım zaman patikada diz
çöktüğünü, görünürde, ona kambur görünüşü veren kabarık
siyah tüyleri olan dev bir kuzgunla konuştuğunu gördüm.
Duuk-tsaritbler sık sık Kollukçuların gözleri ve kulakları-
nın uzantıları olarak kuzgunları kullanırdı.
"...çok uzakta değil," diyordu Şaryon. "Orada, kıvrımda.
Dikkatli ol. Irmak kıyısındaki patika çamurludur ve çok kay-
gandır."
Ağaçların arasındaki patikadan ırmak kıyısındaki patikaya
kadar, altımızda çalkalanan suların kıyıyı aşındırarak küçük bir
gölet oluşturduğu yerde küçük bir iniş vardı. Şaryon becerik-
sizce inecek oldu. Araya girdim, önde gitmeyi ve arkadan ge-
leceklere yardım etmeyi önerdim.
Scylla patikanın en yüks*ek kısmında kaldı. Eli kılıcının
kabzasında, her yöne bakarak nöbet tutuyordu. Cüppemin
eteklerini topladım ve ırmak boyundaki patikaya yarı atladım,
yarı kaydım. Dengemi sağladıktan sonra döndüm ve kollarımı
Eliza'ya uzattım. Tereddüt etmedi, beceriyle atladı. Aslında
yardımıma ihtiyacı yoktu, ama yine de kendini kollarımda bul-
du.
Kısa bir an boyunca birbirimize sıkı sıkı sarıldık. Göz göze
270

KARÜKILIÇin KURASI
bakıştık- Beni seviyordu! O zaman benim onu sevdiğim gibi
onun da beni sevdiğini anladım. Sevincim suyun üzerindeki
güneş parıltısı gibiydi, ama bir sonraki an sevinç sığ, durgun,
karanlık ve kasvetli bir gölete aktı.
Aşkımız hiçbir yere varmayacaktı. O Merilon Kraliçesi'ydi
ve ben onun ev katalistiydim, hem de dilsiz bir katalist. Onun
halkına karşı görevleri ve sorumlulukları vardı, alçakgönüllü
mevkimde ona yardımcı olacağım görevler. O nişanlıydı. Ge-
lecekteki kocasını iyi tanıyordum; İmparator Garald'ın oğluy-
du ve Eliza'dan epey küçüktü. Oğlanın yetişkin olmasını bek-
liyorlardı. Evlilik İmparatorluğu güçlendirecek, Merilon ve
Sharakan Krallıklarını sonsuza dek bağlayacaktı.
Elbette, Hch'nyvler hepimizi öldürmezse.
Eliza kollarımdan kurtuldu. "Şimdi Peder Saryon'a yardım
et, Reuven," dedi yumuşak sesle ve biraz uzağa giderek bana
sırtını döndü ve pırıldayan sulara bakmaya başladı. Bir an onu
izledim, elinin gözlerine gittiğini gördüm, ama hareketi hızlıy-
dı ve tekrarlanmadı.
Görevini kabullenmiş, ona teslim olmuştu. Önümde onun
cesurca oluşturduğu örnek varken ben daha azını yapabilir
miydim?
Elimi Peder Saryon'a uzattım ve güvenle kıyıya inmesine
yardım ettim.
"Yirmi sene önce bu kadar zor değildi," dedi. "En azından
hatırladığım kadarıyla. En azından hiç sorun yaşamadan ken-
dim inmeyi başardım. O zamanlar çok daha gençtim, elbette."
Yanıma geldi ve dikkatle bana baktı. "Sen iyi misin, Reuven?"
"Evet, efendim, iyiyim," diye işaret ettim.
Bakışları benden, hâlâ sırtı bize dönük duran Eliza'ya kay-
dı. Yüzü hüzünlendi. O zaman bildiğini, bir süredir biliyor ol-
ayı

rrlAR£ARJÎ U/EIS S[ tRACY HlCKjnAn


ması gerektiğini anladım.
"Üzgünüm, oğlum," dedi. "Keşke..."
Ama dileğini hiç öğrenemedim, çünkü ifade edemezdi. Ba-
şını iki yana sallayarak Eliza'nın yanına gitti ve elini nazikçe
koluna koydu.
Scylla atladı ve zırh tangırtıları ve yeri sarsan bir gümle-
meyle yanıma indi. Benim yardım önerimi sertçe reddetti.
"Kollukçu nerede?" diye sordu sabırsızca ve dönüp kıyıdan
yukarı baktı.
Mosiah tepemizde, rüzgarda dalgalanan siyah cüppesi için-
de karanlık, uğursuz bir şekil gibi duruyordu. Kuzgun yanın-
da, yerde hopladı.
"Peder Şaryon," diye seslendi. "Nereye gidiyoruz?"
Şaryon bakışlarını ona kaldırdı. "Irmaktaki kıvrımda bir
mağara var..."
"Hayır, Peder," dedi Mosiah ve sesi gür, sertti. "Başka bir
yol bulmalısın. O mağaraya yaklaşmaya cesaret edemeyiz.
Kuzgun beni uyardı. O mağara bir Gece Ejderi'nin mağarası."
Scylla korkmuş görünüyordu. Eliza soldu, gözleri irileşti.
Peder Şaryon, bu haber karşısında hiç rahatsız olmamış gibiy-
di. Başını salladı ve gülümsedi. "Evet, biliyorum."
"Biliyor musun?" Mosiah sıçradı. Siyah cüppesi çevresinde
kabardı. İsli bir pamukağacı pamuğu gibi kıyıya süzüldü ve
Saryon'un önüne indi. Kanatlanan kuzgun uçup omzuna kon-
du. "Biliyorsun ve yine de gideceksin, öyle mi?"
"Ne tür bir riske girdiğimizin farkında değil misin, Peder?"
diye ekledi Scylla. "Uyanıp bize saldıracak olsa, Savaşbüyücü-
lerinden bir ordu bile bir Gece Ejderi'ne karşı savaş kazana-
maz.."
"Riski çok iyi biliyorum," dedi Şaryon, eski mizacını açığa
272

KARAKJLIÇin rniRftsı
vurarak. "Yirmi sene önce o riske tek başıma girdim. Kendi se-
çimim olduğundan değil, çaresizlikten. Üçünüzün bana hatır-
latmasına ihtiyacım yok."
Gözlerini kısarak bize baktı. "Karakılıç'ı almak istiyorsamz
oraya girmeniz gerek. Gece Ejderi Karakılıç'ın koruyucusu."

21
Şaryon onu kollarıyla yakaladı. Kızıl lekeli cüppe-
nin kumaşına dokunan Katalist, Joram'ın bedeninden
dökülen yaşam, Saryon'un parmaklarının arasından
parçalanan bir lalenin taç yaprakları gibi dökülen ka-
nının sıcak ıslaklığını hissetti.
KARAKIUÇIN ZAFERİ
Eliza Mosiah'ın gitmeye karşı savlarını ciddiyetle dinledi.
Peder Saryon'a ejderle yüzleşmeden Karakılıç'ı almanın yolu
olup olmadığını sordu. Şaryon olmadığını söyleyince Peder
Saryon'la gideceğini, ama bizden onunla gitmemizi istemeye-
ceğini söyledi. Aslında, açıkça arkada kalmamızı emrediyordu.
Söylemeye bile gerek yok* hükümdarlığı süresince hiçbiri-
mizi itaat etmeye ikna edemediği tek emir buydu. Biraz daha
tartıştıktan sonra mağaraya yöneldik... beşimiz birden.
"Artık en azından," dedi Mosiah, arkamdan yürürken,
"Hch'nyvlerin ellerinde ölmekten korkmamıza gerek kalmadı."
"Peder Saryon'a göre," dedim, "ejder büyü altında. Hatırla-
dığım kadarıyla bu ejderlerin kafasına gömülü mücevhere do-
kunabilirce, bir savaş büyücüsü ejderi kontrol altına alabilirmiş."

KARSKILIÇin miRASi
"Teşekkür ederim, Bay Ansiklopedi," diye terslendi Mosiah
alayla. Güneşışığını arkada bırakmış, gölgelere dönmüş, ırma-
ğın kıyısındaki söğütlerin ve pamukağaçlarının altında yürü-
yorduk. "Bir ejderi büyülemek için çok güçlü bir kişilik gere-
kir. Peder Saryon'a büyük saygı duyuyorum, ama onu tarif et-
mek için 'güçlü' sözcüğünü kullanmazdım."
"Bence onun gücünü küçümsüyorsun," dedim savunurca-
sına. "Joram'ı taşa döndürecekleri zaman kendini feda edecek
kadar güçlüydü. Blachloch'la savaşırken Joram'a yardım ede-
cek kadar güçlüydü."
Mosiah ikna olmamıştı. "Karakılıç'ı ejderin yanında bırak-
masının üzerinden yirmi sene geçti! Peder Şaryon gerçekten
yaratığı büyülemişse bile, büyünün o kadar dayanması imkan-
sız!"
Üzüntüyle, Mosiah'ın haklı olduğunu hissediyordum. Gece
Ejderleri yaratıcıları tarafından emirle katliam yapacak ölüm
makineleri olarak tasarlanmıştı. Demir Savaşları sırasında bu
ejderlerin bazıları yaratıcılarından kaçmış, kendi güçleri arasın-
da büyük tahribat yapmışlardı. Savaştan sonra ejderleri yara-
tan ve kontrol eden D'karn-duulAarm çoğu ölmüştü. Hayatta
kalanlarsa savaş için değiştirilenlerle başedemeyecek kadar
şaşkın ve bitkindi. Gece Ejderleri kaçmış, yeraltına inmiş, tik-
sindikleri ve korktukları günışığından kaçarak tünel ve mağa-
ralann sonsuz gecesine sığınmıştı.
İnsanlara karşı sevgi beslemiyorlardı, onları bu karanlık ya-
şama kimin mahkum ettiğini daima hatırlıyorlar, bu yüzden
onlardan nefret ediyorlardı.
Şimdi mağara ağzına gelmiştik. Irmak kıyısında durarak
kasvetle baktık. Açıklık -gri taş üzerinde siyahtı- gri taştan dev
gibi bir kemerdi, hepimizin birden girmesine yetecek kadar
27S

rrlARCAREt U/EIS ft ÎRACY HlCKjHAn


genişti ya da çoğu su altına batmış olmasaydı olacaktı! Irm
ğın hızlı ve derin bir kolu mağaraya akmıştı.
"Şansın yokmuş, Peder," dedi Mosiah. "Irmak yön değiştir,
miş. O tehlikeli akıntılarda yüzmediğimiz sürece içeri gireme-
yiz." Bir ağaç dalına tünemiş kuzgun bet sesiyle gakladı.
Utanarak söylüyorum, ilk tepkim rahatlamak olmuştu. Ta
ki Eliza'yı görene kadar.
Bunca zaman bütün tehlikelere ve engellere sakinlikle, ce-
saretle dayanmıştı. Bu hayal kırıklığı dayanamayacağı kadar
büyüktü. Yumruklarını sıktı.
"İçeri girmek zorundayız!" diye haykırdı, dudaklarına kadar
beyazlayarak. Sonra vahşice ekledi, "Gerekirse yüzerim de."
Mağaraya akan su hızlıydı, keskin kayalara çarpıp köpüren
küçük burgaçlar, tehlikeli akıntılarla doluydu. Yüzmek seçe-
nek değildi.
"Bir sal yapabiliriz," dedi Scylla. "Birkaç kütüğü birbirine
bağlarız. Belki Kollukçu büyüsüyle..."
"Ben yaratıcı değilim, Pron-alban, zanaatçi de değilim,"
dedi Mosiah soğuk soğuk. "Tekne yapımı konusunda bilgim
yok ve ben konuyu çalışırken beklemek isteyeceğini sanmıyo-
rum."
"Senden eksiksiz bir yelkenli gemi yapmanı istemedim," di-
ye karşılık verdi Scylla, göz+eri öfkeyle çakarak. "Ama kano
yapmak için ateş büyülerinden birini kullanarak bir kütüğün
içini boşaltabileceğim düşünüyorum, gerçekten de."
"Kano mu!" diye hıhladı Mosiah. "Belki senin kafanı kulla-
nırız, Sor Şövalye. O yeterince boş olmalı! Aklına hiç, bütün
Yaşam gücümü bizi bir ejderin pençelerinden kurtarmak için
saklamam gerekebileceği geldi mi? Bizi gördüğü zaman o ka-
dar da büyülenmiş olacağını hiç sanmıyorum."
276

KARAKJLIÇin niİRjftSI
Peder Şaryon bunca zaman bir şey söylemeye çalışıyordu.
Sonunda fırsat buldu. "Sizi su altında kalmış bir mağaraya ge-
tireceğimi düşünecek kadar az mı inancınız var bana?"
Sözcükleri söylerken gülümsüyordu, ama paylamayı işittik,
özellikle de ben ve Eliza.
"Beni affet, Peder," dedi Eliza, pişman görünerek. "Haklı-
sın. Sana inancım olmalıydı."
"Bana olmasa bile en azından Almin'e," dedi Şaryon ve
Mosiah'a, yaşlı rahibin önceki konuşmamızın en azından bir
kısmını duyduğunu belli eden bir bakış fırlattı.
Mosiah hiçbir şey söylemedi, özür dilemedi. Kollarını ka-
vuşturdu, ellerini cüppesinin siyah kol yenlerine sakladı ve
sessizlik içinde, metanetle durdu.
Şaryon devam etti, "Bir yol var, orada. Su düzeyinin üze-
rinde bir kaya çıkıntısı uzanıyor. Bu patika bizi ırmaktan uza-
ğa, mağaranın derinliklerine götürecek bir koridora gidiyor."
Irmak kıyısındaki patika kıvrılarak sola dönüyor, geniş bir
söğüdün çevresinden dolanıyordu. Ağacın dallan ve gövdesi
mağara ağzını gözlerden gizliyordu. Şaryon sallanan, yapraklı
dalları aralayınca mağaranın içlerine giden kaya çıkıntısını gör-
dük.
Mosiah önden gitmeyi önerdi; belki de bu kadar çabuk
parladığı için kendini affettirmeye çalışıyordu.
"İşaretimi alana kadar beni takip etmeyin," diye uyardı.
Mağaraya girdi, kuzgunu da yanına aldı ve kısa süre sonra
görüş alanımızdan çıktı. Kuşun neden onunla gittiğini merak
ettim, sonra, kuzgun aşırı iri bir yarasa gibi uçarak mağara gi-
rişine dönünce onun haberci görevini göreceğini anladım.
"Gelin," diye gakladı kış gıcırtılı bir sesle. "Teker teker."
Sonra Eliza gitti, mağaraya cesaretle, korkmadan girdi. Ama
277

rrİAReARft WEIS & f RACY HlCKjüAn


benim onun için duyduğum korku ikimize de yeterdi. Onu
görüş alanımdan çıkana kadar, sanki benim iradem tek başına
onu çıkıntının üzerinde tutmaya yetecekmiş, bakışlarımı kaçı-
rırsam düşecekmiş gibi izledim.
Kuzgun onunla uçtu ve kuş dönene kadar ızdırap içinde
bekledim. "O güvende. Sıradaki."
"Sen git, Reuven," dedi Şaryon, gözlerinde bir gülümse-
meyle.
O mağaraya girmeye gönüllü olduğuma inanamıyordum,
ama artık hiçbir şey bunu engelleyemezdi.
Soğuk, nemli hava üzerime çullandı ve gözlerim karanlığa alı-
şana kadar beklemek zorunda kaldım. Mağaranın dışında parla-
yan ışık akan sudan yansıyor, kısa bir mesafe için yolumu aydın-
latıyordu. Patika burada genişti ve epey hızlı ilerleyebiliyordum.
Ama sonra patika daraldı, öyle ki iki ayağımı zar zor yan-
yana koyabiliyordum. Çıkıntı duvardaki, ışığı kesen bir kıvrı-
mı dolandı. Bu kısmın karanlık olmasını bekliyordum ve yo-
lun sıcak, kırmızımsı bir ışığa boğulmuş olduğunu görünce şa-
şırdım. Yukarıdaki sarkıtlardan biri, taş ısıtılmış gibi ışık ve sı-
caklık yayıyordu. Patikanın siyah, ışıltılı suyun üzerinde gri bir
kurdele gibi ışıldadığını görebiliyordum. Kuzgun yanımdan
uçup Mosiah'a döndü.
O zaman Kollukçu'nun neöen önde gitmeyi önerdiğini an-
ladım. Kalanımızın yolunu aydınlatmak için karanlıkta yürü-
müştü.
Patika yükselmeye başladı ve burada biraz daha daraldı, ta
ki sırtımı duvara dayayıp yan yan sürünmek zorunda kalana
kadar. Arkamdaki dostlarımın görüş alanının dışında, ama he-
nüz önümdeki Mosiah ve Eliza'yı göremeden süründüm. Tek
bir yanlış adım beni aşağıdaki bulanık, köpüklü sulara düşü-
278

KARaKILIÇin MİRASI
rürdü. Alnımda ter damlacıklan belirdi, göğsümden aşağı aktı;
soğuk hava titremeye başlamama sebep oldu. Hayatım boyun-
ca kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim.
Bir adım daha attınca ileriyi gördüm, Mosiah ve Eliza beni
bekliyordu. Onlara ulaşmaya o kadar can atıyordum ki ihtiya-
tı bir kenara bırakıp güvenliğe koşmak istedim.
"Sakin ol," diye uyardı Mosiah. "En zor kısmı bu."
Koşma dürtümü bastırdım. Sırtımı kayaya o kadar sıkı bas-
tırmıştım ki sırtımdaki deri sıyrılıyordu. Patika boyunca dikkat-
le ilerledim. Gittikçe genişledi ve hızlandım. Sendeleyerek Eli-
za'nın kollarına atıldım ve teselli için birbirimize sarıldık, pay-
laştığımız sıcaklık burgaçlanan suya düşme düşüncelerini ka-
famdan uzaklaştırdı. Eliza'yla bu zamanı yaşayabilmem için
beni önden gönderen Saryon'a şükrettim.
Mosiah dudaklarında hafifçe -alaycı bir gülümsemeyle bizi
izledi, ama hiçbir şey söylemedi, kuzgunu, "Bir sonraki!" me-
sajıyla geri göndermekle yetindi.
Peder Şaryon geldi, çıkıntı üzerindeki hareketleri o kadar
beceriksiz ve dengesizdi ki bir çok kez devrileceğini sandım.
Ama her seferinde kendini kurtarmayı başardı, ayağı kaydığı
zaman elleri bir kaya çıkıntısını yakaladı ya da elleri tutunacak
yer bulamadığında ayağını bir yere dayadı.
Sonunda yanımıza ulaştı ve avuçlarındaki kiri temizledi.
"Bu yolculuğu yaptığım ilk seferinde daha kolaydı," dedi, se-
sini alçak tutarak. Ejder çok uzakta, mağaranın dibinde olma-
sına rağmen bizi işitmesi olasılığını göze alamıyordu. "Yanım-
da ışık sağlayacak bir sihirbaz yoktu." Mosiah'a başını sallaya-
rak teşekkür etti. "Ve Karakılıç da yanımdaydı."
"Bu yolculuğu yapmana sebep olan neydi, Peder?" diye
sordu Mosiah, gözleri başlığının gölgeleri altında yalnızca kır-
279

IIİAR£ARJf U/EIS & f RACY HlCKffAn


mızı kırmızı parlayan sarkıtın yansıması sayesinde görünerek
"Takip mi ediliyordun?"
Şaryon bir an sessiz kaldı. Yüzü anılarla solmuş, perişan
görünüyordu. "Sanırım, düşününce, muhtemelen edilmiyor-
dum, ama o sırada bunu bilmiyordum. Dahası, ne olur ne ol-
maz diye, beni takip ettiklerini düşünmek zorundaydım. Beni
bu mağaraya ne mi getirdi? İçgüdü, belki, av olanların saklan-
mak için karanlık yer aramalarına sebep olan içgüdü. Ya da
belki Almin'in eli."
Mosiah tek kaşını kaldırdı, sırtını döndü ve patikayı izledi.
Kayaya çarpan çeliğin sesini duyduk ve Mosiah, "Sessizlik bu-
raya kadar," diye mırıldandı.
Ses hemen boğuldu. Kısa bir bekleyişten sonra Scylla aynı
tehlikeli kıvrımı dönerek belirdi. Sarkıtın kırmızısı gümüş zırhı
üzerinde alev gibi yanıyordu.
Scylla güçlük çekiyordu. Zırhı, kalanımızın yaptığı gibi sır-
tını dümdüz duvara vermesini engelliyordu. Santim santim
ilerliyor, duvara elleriyle tutunuyordu. Ve sonra durdu, başım
duvara yaslayıp gözlerini kapattı.
"Uyku zamanı olmadığını söyle ona!" dedi Mosiah kuzgu-
na.
Kuzgun uçtu, Scylla'nın yanında süzüldü. Kadının ne söy-
lediğini duyamıyordum, ama «esi durduğumuz yerden işitile-
bilen inlemeler şeklinde çıkıyordu.
"Hareket edemediğini söylüyor," diye bildirdi kuzgun. Mo-
siah'ın yanında durarak pençesiyle gagasını temizlemeye baş-
ladı. "Düşeceğinden eminmiş."
Scylla dehşet içinde donarak duvara yapışmıştı. Onun için
yüreğim burkuluyordu. Aynı korkuyu yaşamıştım ve ilerleme-
ye nasıl devam ettiğimi bir tek Almin biliyor. Eliza'yı görmem
280

KARARJLIÇln IflİRaSI
sayesinde sanırım.
"Yardıma ihtiyacı var," dedi Peder Şaryon, cüppesinin etek-
lerini toplayarak.
"Ben giderim," dedi Mosiah. "İkinizi de ırmaktan çıkarmak
istemem!"
Tehlikeli patikada geri döndü. Duvara bakarak yavaş yavaş
ilerledi, sonunda Scylla'dan bir kol boyu uzakta durdu.
"Sorun ne?" diye sordu.
Scylla ona bakmak için başını çevirmedi. Dudaklarını zar
zor oynatıyordu. "Ben... ben yüzme bilmiyorum!"
"Ah be kızım!" dedi Mosiah çileden çıkmışçasına. "Suya dü-
şecek olursan yüzme konusunda endişelenmene gerek yok. O
zırhın içinde taş gibi batarsın."
Bunu duyan Scylla kısa, neşesiz bir kahkaha attı. "İçimi ra-
hatlattın!" dedi sıktığı dişlerinin arasından.
"Büyüm var," dedi Mosiah ona. "Gerekmediği sürece kul-
lanmak istemiyorum. Ama düşmene izin vermeyeceğim. Bana
bak. Scylla, bana bak."
Scylla başını çevirmeyi başardı, Mosiah'a baktı.
Mosiah elini uzattı. "İşte, elimi tut."
Scylla zırhı kayaya sürtünerek elini uzattı, yavaşça Mosiah'a
uzandı. Mosiah kadının elini yakalayıp sıkı sıkı tuttu. Scylla'nın
yüzü rahatladı. İlerlemek için cesaret buldu. Mosiah kadının
dengesini sağlamasına yardımcı olarak patika boyunca çekti.
Sonunda, güvenli zemine ulaştıklarında Scylla ürpererek
hıçkırdı ve yüzünü elleriyle kapattı. Sanırım zırhı olmasa Mo-
siah ona sarılacaktı. Kadına sarılmak demir sobaya sarılmaktan
farklı olmazdı.
"Kendimi küçük düşürdüm," diye fısıldadı Scylla hırsla.
"Kraliçemin önünde!"
281

nİARSARfî U/EIS & ÎRİkCY HlCKjnAn


"Ne yaparak? Bizim gibi insan olduğunu kanıtlayarak mı?
Ben bunu gördüğüme memnunum. Şüphelenmeye başlamış-
tım."
Scylla ellerini yüzünden çekti ve bu ifadede göründüğün-
den daha fazla birşeyler olduğundan kuşkulanarak Mosiah'a
baktı. Adam yarı eğleniyordu, yarı duygudaştı, daha derin bir
şey yoktu.
"Teşekkür ederim," dedi Scylla, boğuk bir sesle. "Hayatımı
kurtardın, Kollukçu. Sana borçluyum." Eliza'nın yanma yürü-
dü ve tek dizinin üzerine çöktü. "Tehlike karşısında gösterdi-
ğim korkaklık için beni affedin, Majesteleri. Beni verdiğiniz
güven mevkisinden almak isterseniz anlarım."
"Ah, Scylla!" diye haykırdı Eliza sıcakkanlılıkla. "Biz de Mo-
siah'la aynı fikirdeyiz. Bizler gibi kusurlu olduğunu gördüğü-
müze memnun olduk. Bir mükemmellik timsalini sevmek çok
zor."
Scylla duygularına yenik düşmüştü ve bir an konuşamadı.
Sonunda eliyle burnunu ve gözlerini silerek ayağa kalktı, ba-
şını arkaya attı ve meydan okurcasına bize baktı.
"Şimdi hangi yöne gidiyoruz, Peder?" diye sordu Eliza.
Arkamızdaki patikaya öyle konsantre olmuştuk ki önümüz-
de uzanana dikkat etmemiştik. Irmak sağa dönüyordu Üzerin-
de durduğumuz çıkıntı sona «riyordu, ama tünel gibi görünen
bir şeyin gölgeli ağzını görebiliyorduk.
"Aşağı iniyoruz," dedi Şaryon.

282

22
"Belki katil gitmiştir..."
"Bundan kuşkuluyum. Almak için geldiği şeyi almadı."
ŞARYON VEJORAM; KARAKIL1ÇIN ZAFERİ
Aşağı indik. Sonra daha da aşağı, daha da aşağı.
Bir meşale yolumuzu aydınlatıyordu. Mosiah ışık sağlamak
için daha fazla büyülü Yaşam harcamak zorunda kalacaktı,
ama bunun gereksiz olduğu anlaşıldı.
"Tünelin girişinin yakınındaki küçük odada bir meşale, çı-
ra ve çakmaktaşı bulacaksınız," dedi Şaryon bize. "Belki bir
gün dönerim diye ben bırakmıştım."
"Karanlık Sanatların araçları," dedi Mosiah, hafif bir gülüm-
semeyle, Thimhallan'da çıra ve çakmaktaşı gibi "araçların" ya-
saklandığı eski zamanları hatırlayarak. Bu tür şeyler Ölü olana
Yaşam veriyordu.
Scylla meşaleyi taşıyarak Saryon'un önünde vuruyordu.
Ben Eliza'nın yanında kalmıştım, ellerimiz birbirine dolanmış-
tı. Bu noktadan sonra yaşamlarımız iyiye ya da kötüye doğru
değişecekti. Belki, kısa süre sonra ölmüş olacaktık. Artık Eli-
za'nın bir kraliçe, benim onun ev katalisti olmamın önen,i

ITIARSARJÎ WEİS d f RACY HlCKJHAn


yoktu. Aşkımız, kökleri çocukluğumuza dayanan aşkımız, me-
şe gibi sağlamdı; büyümüştü ve ağaç kesilse bile kökleri asla
sökülemeyecekti.
Mosiah tek başına arkadan geliyordu. Kuzgun ejdere yak-
laşmayı reddetmişti.
Patika pürüzsüzdü, kayaları tirbuşon gibi dik bir sarmal çi-
zerek kesiyordu. Bizi aşağı indirmek için telaş ediyor gibiydi...
hepimizin tekinsiz bulduğu bir şey.
"Bu doğal şekilde oluşmamış," diye yorum yaptı Mosiah.
"Hayır," diye onayladı Şaryon. "İlk bulduğumda ben de öy-
le düşünmüştüm."
Mosiah durdu. "Ve bu tüneli hiç bilmeden, öyle mi, Peder?
Dipte grifinlerden karagezginlere kadar her şey olabilecekken
mi? Beni affet, Peder, ama sen hiç maceracı bir tip olmadın.
Sanırım bize bu mağarayı ilk nasıl bulduğunu anlatmalısın.
Devam etmeden önce."
"Bunu kabul edemeyiz!" Eliza kızmıştı. "Peder Saryon'a son
kez hakaret ediyorsun, Kollukçu..."
"Hayır, çocuğum," dedi Şaryon. Çevresine bakındı, bir ka-
ya çıkıntısı bulup üzerine çöktü. "Mosiah haklı. Ejderin yuva-
sına ulaştığımızda ne bulacağımızı senin de merak etmediğini
söyleme, kızım," diye ekledi Eliza'ya gülümseyerek. "Biraz
dinlenmek iyi gelecek. Ama fazla oyalanmamalıyız. Gece çök-
meden, henüz ejder uykulu ve uyuşukken yuvasına ulaşmalı-
yız."
"Buna amin derim," dedi Mosiah.
Şimdi yazacaklarım, kendi sözleriyle Peder Saryon'un hika-
yesi.
Bazen Simkin Karabüyücü Menju'yu kandırıp onu Yeryü-
284

KARftKILIÇin MİRASI
züne götürmesini sağlamasaydı ne olurdu diye merak ederim.
Sanırım olaylar çok daha farklı gelişirdi. Simkin burada olsay-
dı, eminim Joram'ın hayatını kurtarırdı. İmparator Garald be-
nimle aynı fikirde değil ve itiraf etmeliyim, onu anlayabiliyo-
aım. Joram'ı pusuya düşürenin Simkin olduğu kuşkusuz, çün-
kü zavallı annen için Ölüçağıranlar Tapınağı'nda yardım ara-
mayı Joram'a öneren Simkin'di. Ve İnfazcı onu orada bekledi
ve öldürdü.
O korkunç günü asla unutmayacağım.
Öyle dehşet verici bir yere gitmeye korkuyor olsam da Jo-
ram'ın isteği üzerine, o ve Gwen'le birlikte Tapınak'a gitmiş-
tim. Joram çaresizdi. Gwendolyn her geçen gün bizden daha
da uzaklaşıyor gibiydi. Yalnızca ölüp gitmişlerle konuşuyordu.
Yaşayanlara, hatta bir zamanlar çok sevdiği kocasına bile al-
dırmıyordu. Anne babası üzüntüden hasta olmuşlardı. Simkin
ölüler tarafından tedavi edilen küçük kardeşi hakkındaki ap-
talca hikayeyi anlattığı zaman Joram boğulan bir adamın bir
tahta parçasına tutunması gibi tutundu hikayeye.
Onu vazgeçirmeye çalıştım, ama dinlemeyi reddetti. Simkin
bize öğle vakti Tapmak'ta olmamızı söyledi, Tapınak'ın gücü-
nün en yüksek olduğu zamanmış. İmparator Simkin'in İnfaz-
cı'nın orada Joram'ı bekliyor olacağını bildiğine inanıyor, ama
ben aynı fikirde değilim. Bence Simkin yalnızca Joram'ın yol-
dan çekilmesini istedi, böylece o, Simkin Joram'ın görünüşü-
ne bürünüp Yeryüzü'ne gidebilecekti, ki tam olarak da bunu
yaptı.
Sanırım artık öyle ya da böyle, fark etmez. Baban ve ben
Tapınak'a gittik. Ben ölülerin seslerinden çok rahatsız olan
Gwen'in yanında kaldım. Joram sunağın yanında durdu. Dört
keskin, açıkça duyulan çatırtının birbirini takip ettiğini duydum.
28S

rfİARÖARft UJEİS & ÎRACY HlCKJflAn


Korkudan felç olmuştum, bu korkunç seslerin nasıl dehşet
verici bir yazgıyı haber verdiğini bilmiyordum.
Çatırtılar kesildi. Çevreme bakındım, ama başta yolunda
gitmeyen bir şey göremedim. Tam Gwendolyn'i güvende ola-
cağı Tapınak'a götürecektim ki Joram'ın sunağa dayanarak yı-
ğıldığını gördüm.
Elini göğsüne bastırmıştı ve parmaklarının arasından kan
akıyordu.
Ona koşup kollarıma aldım. Onu yere indirdim. Ne oldu-
ğunu anlamamıştım. Daha sonra Karanlık Sanatların haince bir
silahı, "tabanca" olarak bilinen bir silah kullanılarak öldürül-
düğünü öğrendim.
O sırada tek bildiğim öldüğü ve ona sarılmak dışında be-
nim yapabileceğim hiçbir şey olmadığıydı.
"Karakılıç..." dedi, acı dolu inlemeler arasında. "Al onu, Pe-
der... Onlardan... sakla. Çocuğum!" Son gücüyle elimi kavradı,
sanırım bu mesajı verebilmek için irade gücüyle birkaç dakika
daha yaşadı. "Çocuğum ihtiyaç içinde olursa... kılıcı ona ver-
melisin..."
O sırada Gwen'in hamile olduğunu bilmiyordum. Joram bi-
liyordu ve Gwen için yardım bulmayı çılgınca istemesinin bir
sebebi de buydu.
"Peki, Joram!" diye söz verdim gözyaşları arasında.
Arkama, yanımda duran Gwen'e baktı.
"Geliyorum," dedi ona ve gözlerini kapatıp ölülere katılma-
ya gitti.
Gwen elini bedene değil, ruha uzattı. "Sevgilim. Seni çok
uzun zamandır bekliyordum."
Sonra ne olduğunu biliyorsunuz. Karabüyücü Menju'nun
güçleri Thimhallan'a saldırdı. Ordularımız altedildi, tamamen
286

KflRÜKJLIÇln niİRASI
ezildi. Menju'nun istediği olsa hepimiz yok edilirdik, ama ar-
tık General Boris olarak tanıdığımız adam bizi korudu.
Menju bizim yok edilmemiz için ısrar etmedi. İstediğini al-
mıştı. Yaşam Kuyusu'nu mühürlemişti, böylece artık Thimhal-
lan'a büyü akmıyordu. Büyüden yoksun kalan Thimhallan hal-
kının çoğu acı acı, ölmeyi tercih edeceklerini söylüyorlardı.
Pek çoğu kendilerini öldürdü. Korkunç zamanlardı.
Neyse ki o sırada babasının ölümünden sonra Sharakan
Kralı olan Garald hızla hareket etti ve kontrolü ele aldı. Kara-
büyücüleri, Karanlık Sanatlar'ı uygulayanları getirdi ve onlar
halkımıza geçmişte büyünün yaptıklarını yaptırmak için nasıl
alet kullanacaklarını öğrettiler. Yavaş yavaş, yıllar geçtikçe şe-
hirleri yeniden inşa ettik, ama binalar eskiden inşa edilenlerle
karşılaştırılınca kaba ve çirkindi.
Ama bütün bunlar daha sonra geldi. Joram ölmüştü. Artık
iki sorumluluğum vardı, daha doğrusu üç. Karakılıç, Gwen ve
taşıdığı çocuk. Joram'ı her kim öldürmüşse hâlâ Tapınak'ta ol-
malıydı ve gerçekten de İnfazcı'nın ayağa kalkıp bize doğru
gelmeye başladığını gördüm.
Adam güçlü bir Duuk-tsarittidi. Ondan kaçamazdım. Ama
aniden geri geri, yamacın kıyısına kadar itildi. Onun çabaladı-
ğını gördüm, ama görünmez bir düşmanla savaşıyordu!
Ve o zaman anladım... ölüler kaçmamız için bize bir şans
veriyorlardı.
Karakılıç'ı aldım, Gvven'in elini kavradım. Uysal uysal be-
nimle geldi. O üzücü yerden kaçtık. Daha sonra, İmparator Jo-
ram'ın bedenini aldırmak için adam gönderdiği zaman ceset
Ölüçağıranlar Tapınağı'nda, elleri göğsünde kavuşturulmuş şe-
kilde bulunmuş. Ölülerin elleri, yaşarken Ölü olan adamla il-
gilenmiş.
287

UlARCARfî U/EİS Ö- ÎRACY HlCKfflAn


Hayal edebileceğiniz gibi Thimhallan'da her şey kargaşa
içindeydi. Bu bazıları için kötüydü, ama benim için iyiydj
çünkü kimse orta yaşlı bir katalist ve kızı olarak kabul ettikle-
ri genç kadınla ilgilenmiyordu. İlk düşüncem Kaynak'a gft_
mekti. Neden, emin değilim, ama orası uzun zaman boyunca
evim olmuştu. Oraya vardığımda hatamı fark ettim, çünkü me.
kan kargaşa içinde olmasına rağmen beni tanıyan, Joram'la
bağlantımı bilen insanlar vardı. Gerçekten güvende olmak için
Gwen'i alıp, kırsalda, ikimizin de tanınmadığı bir yere gitmek
zorunda kalacaktım.
Ama Kaynak'tayken bir çocuğa rastladım, beş yaşlarında,
küçük bir oğlana. Yetim olduğunu söylediler. Anne babası ka-
talistmiş ve ilk saldırıda öldürülmüş. Oğlan dilsizdi. Konuşamı-
yordu ve bu ebeveynlerinin gözlerinin önünde katledilmesin-
den mi, yoksa dilsiz doğmasından mı kaynaklanıyor, kimse
bilmiyordu.
O sessiz oğlana baktım ve gözlerinde kendi yüreğimde his-
settiğim aynı boşluğu, aynı acıyı, aynı kayıp duygusunu gör-
düm. Onu yanıma aldım. Reuven adını verdim.
Yolculuğumuza başladık. Zith-el'e gitmeye karar verdim.
Şehrin savaşta büyük hasar gördüğünü duymuştum, ama ora-
sı kimsenin beni tanımayacağından emin olduğum tek yerdi.
Şehri koruyan büyülü du\*ar artık yoktu. Hayvanat Bahçe-
sindeki yaratıklar kaçmış, yaban hayatına dönmüşlerdi. Şehir
sakinleri sersemlemiş, inanmazlık içindeydiler. Yüksek binala-
rın hepsi yıkılmıştı, ama Zith-el aynı zamanda bir tünel şehriy-
di ve hayatta kalanlar yeraltına taşınmıştı.
Kendimize küçük bir yer bulduk, tünellerden birindeki kü-
çük bir girintiden fazlası değili. Burada Gwen, küçük Reuven
ve ben, fatihlerimizin getirdiği erzakla yaşadık.
288

KARAKJLIÇin rrlİRftSI
Gwen yaşayanların dünyasına bir daha hiç dönmedi. Ölü-
lerle mutluydu, çünkü Joram yanındaydı. Çocuğunu dünyaya
getirecek kadar kaldı benimle ve sonra öldü. Reuven ve ben
bebekle yalnız kalmıştık. Bebeğe Eliza adını verdim.
Ama fazla hızlı gidiyorum.
Bütün bu süre boyunca Karakılıç'ı yanımda taşımıştım. Ve
birinin beni, sonra da kılıcı bulmasından korkmadığm tek gün
doğmadı. Karabüyücü Menju'nun Karakılıç'ı aradığını duy-
muştum. Kılıcı kötüye kullanacağından korkarak asla buluna-
mayacağı bir yere saklamaya karar verdim.
Rehberlik için Almin'e dua ettim ve o gece rüyamda Hay-
vanat Bahçesi'nde yürüdüğümü gördüm. Ertesi sabah Karakı-
lıç'ı bir battaniyeye sardım ve Hayvanat Bahçesi'ne taşıdım. Bu
tehlikeliydi, hatta aptalcaydı, öyle diyebilirsiniz, çünkü Hayva-
nat Bahçesi'ndeki yaratıkların çoğu kaçmıştı, ama diğerleri ge-
ride kalmıştı. Bir atadama ya da daha kötüsüne rastlayabilir-
dim.
Ama Almin bana yol gösteriyor gibi görünüyordu ve Jo-
ram'ın ölümünden önceki günlerde inancımda tereddüde düş-
müş olsam da onun ölümde bulduğu huzuru -yaşamda hiç
bulamadığı bir huzur- gördüğüm zaman en iyisinin olduğuna
inandım.
Ne olduğunu bilmesem de bir şey arayarak ormanda do-
landım. Ama sonra, bizim de yürüdüğümüz patikadan indiğim
zaman bu mağarayı gördüm.
Bir şey daha gördüm. Siyah bir ejder.

Ejder mağaranın dışında yatıyordu ve ilk düşüncem güneş-


lendiği oldu, çünkü uzanmış, başını bir kayaya koymuş, güne-
şin tadını çıkarıyor gibiydi.
Mosiah'm dediği gibi... pek maceracı biri değilim. Kaçma
289

rrİAR0AR£f UJEIS & ÎRACY HlCKJDAn


dürtüsü hissettim, ama öyle hızlı döndüm ki dengemi yitird'
Karakılıç'ı düşürdüm. Kılıç ırmak kıyısındaki taşlann arasın
düştü ve öyle bir tangırtıyla indi ki küçük evimdeki ölüler h'
le duyardı.
Dehşet içinde yerimde dondum ve ejderin başını kaldırın
saldırmasını bekledim.
Ama ejder kıpırdamadı.
Elbette, hepiniz bana gülüyorsunuz, çünkü siyah bir ejde-
rin, bir Gece Ejderi'nin asla güneş banyosu yapmayacağını bi-
liyorsunuz. Yaratıklar gözleri yakan, ejderin bilincini kaybet-
mesine sebep olacak ölçüde canını acıtan güneşışığından tik-
sinir.
Sonunda baştan beri bilmem gereken şeyi hatırladım. Bu
Gece Ejderi ya baygın ya da ölüydü.
İhtiyatla ejdere yaklaştım ve ben yaklaşırken bedeninin so-
lumalarla yükselip alçaldığını gördüm. Ölmemişti.
O zaman Almin'in beni neden bu yana gönderdiğini anla-
dım. Baygın bir Gece Ejderi alnındaki tılsım aracılığıyla kolay-
ca kontrol edilebilir. Burada Karakılıç için mükemmel bir gar-
diyan vardı, ejderin mağarası mükemmel bir saklama yeriydi.
Fazla zamanım yoktu. Söylediğim gibi, takip edildiğimden
korkuyordum. Bu korku bana cesaret verdi, aksi halde yaptık-
larım için gereken cesareti bulabileceğimi asla düşünmüyo-
rum.
Daha önce bir ejderi hiç bu kadar yakından görmemiştim.
Hayvan cavanar gibiydi, güzel ve korkunçtu. O kadar siyahtı
ki gündüzün içine açılmış, altındaki geceyi teşhir eden bir de-
lik gibiydi. Kafasındaki tılsımı gördüm, oval bir elmas, pürüz-
süz, yüzleri olmayan. Ejderin başka yerlerine dokunmayan gü-
neşışığı altında parlayan tek şey oydu. Ne pullar, ne köselem-
290

KâRAKjLiçm rniRası
si kanatlar parlıyordu.
Elimi uzattım, ama o kadar kötü titriyordu ki başta elması
tutturamadım ve ejderin derisine dokundum. Kum ve güneş
yüzünden sıcaktı; aleve dokunmuşum gibi sıçradım. Sonra,
elimi elmasın üzerine koydum.
İçimi bir güç ve otorite duygusu doldurdu. Her şeyi başa-
rabileceğimi biliyordum. Yine güleceksiniz, ama size buna
benzer bir şeyi daha önce hiç yaşamadığımı söyleyeyim. Ken-
dime ve yeteneklerime öyle güven duyuyordum ki, Zith-el'i
tek başıma, tuğla tuğla inşa edebileceğimi hissediyordum.
-Evet, tuğla kullanıyorduk, Karanlık Sanatlar'ın o yaratımları-
nı.
Bu ejderi büyülemek ve yaratığı kendi irademe göre hare-
ket ettirmek önemsiz bir şey gibi görünüyordu. Bir çocuk bi-
le yapabilirdi. Güçlü büyü sözcükleri beynimde alevlendi. On-
ları yüksek sesle söyledim.
Ejder kıpırdamadı, hiç tepki vermedi.
Gücüm ve güvenim azalmaya başladı.
Elimi çektim ve ıslak olduğunu fark ettim. Kanla ıslanmış-
tı.
Elbette! Ejderin güneşışığına açıkta yakalanmasının sebebi
buydu! Yaratık yaralanmıştı. Gece, muhtemelen ırmaktan su
içmek için mağarasından çıkmış, sonra yere yığılmıştı ve şim-
di güneşışığı altındaydı.
Büyü işe yaramış mıydı? Baygın bir ejder üzerinde işe ya-
rar mıydı? Kuşkusuz yarar, diye itiraz ettim. Büyünün yaratık
baygınken etki etmesi gerekiyordu.
Ama, diye itiraz etti, şeytanın avukatını oynamaktan hiç
vazgeçmeyen, içimdeki o lanetli parça, büyünün güneşte yat-
tığı için baygın olan bir ejder üzerinde etkili olması gerekiyor-
291

IHARCARÎÎ U7EİS & t RACY HlCKjnAn


du, sıradan insanların ölüm ışıklarından birine maruz kal
bir ejder üzerinde değil. Hem, ejder ölüyor da olabilirdi
Mantıklı -ve daha az çaresiz- bir adam yürüyüp giderd'
Ama burada mükemmel bir gardiyan ve Karakılıç için sakiam
yeri vardı. Almin'in beni buraya getirmesinin bir sebebi oldu
ğu fikrinden kurtulamıyordum. En azından gece çökene kadar
beklemeye karar verdim. Büyü etki etmemişse, yaralı ejder ya-
vaş hareket edecek ve ben de kaçma şansı bulacaktım. Ejder-
den biraz uzaktaki taşların üzerine oturdum ve geceyi bekle-
dim.
Harcadığım saatler ejderi incelemek için mükemmel bir fır-
sat sağladı bana. Kendimi yaratığın güzelliği ve ihtişamı karşı-
sında huşu duyar, öldürmek için yetiştirilmelerine üzülür bul-
dum. Gece Ejderlerinde tüm diğer canlılara karşı doğal bir nef-
ret vardır, hatta kendi türlerine karşı. Yavru yapmazlar ve bu
büyük yaratıkların sonuncusu da öldüğü zaman, sonları gele-
cekti.
İyi bir şey, diyebilirsiniz. Belki. Almin en iyisini bilir.
Düzenli solumalarını izledim, nefesi güçlü görünüyordu,
bu yüzden sonunda ejderin ölmeyeceği sonucuna vardım.
Gece ormana erken geldi. Derinleşen gölgeler gözlerine gi-
ren güneşışığını kestiği zaman yaratık kıpırdanmaya başladı.
Ejderin dev bedeni kayaların üserinde yatıyordu, ama bir ka-
nadı suya batmıştı. Suyun kayalara çarpmasını duydum ve
omuz kemiğinin seğirdiğini gördüm. Ejder nefes aldı, verdi ve
başını çevirir, gölgelerin derinliklerine gitmeye çalışırken alt
çenesi taşlara sürtündü.
Yüreğim ağzımdaydı. Umut verici işaretler olmasa o sırada
kaçardım. Ejderin alnındaki elmas solgun solgun parlıyordu.
Bu da büyünün etkisini gösterdiği anlamına geliyordu.
292
Ki»RftKJLIÇin iriiRASi
Umdum, dua ettim.
Gündüz saatlerini sabırsızca geceyi bekleyerek harcamış-
tım Şimdi gece çok hızlı çöküyor gibi görünüyordu. Karanlık
intikam alır gibi üzerime kapandı. Ejder karanlıkla bir olmuş-
tu. Onu artık hiç göremiyordum.
Elmasın ışığı şimdi çok parlaktı, diken diken bir ışıltıyla
parlıyordu. Işık saçmıyordu. Mücevherin ışıltısında ejderi gö-
remiyordum. Yalnızca elmasın kendisini görebiliyordum. El-
mas aniden havaya fırladığı zaman ejderin tamamen uyandığı-
nı ve başını kaldırdığını anladım.
Telaşla ayağa kalktım, Karakılıç'ı yerde, ayaklarımın dibin-
de bıraktım- Onu kendimi savunmak için kullanabilirdim, ama
kılıcın güçlü eksi büyüsünün büyüyü bozacağından korkuyor-
dum. Gerekirse alacak zaman bulabilirdim.
Ejder başını çevirdi. Elmasın hareket ettiğini görüyor, ejde-
rin çıkardığı sesleri duyabiliyordum... pençeleri kayalara daya-
nıp bedeni itti, kanatlan muazzam bir şapırtıyla sudan çıktı.
Ejder beni arıyordu. Her tür güneş ışığı kalıntısının gittiğin-
den emin olan ejder gözlerini açtı.
Gözleri ayışığı altında solgun ve soğuk, parlıyordu.
Bakışlarımı kaçırdım, çünkü yaratık büyü altında olsa bile,
bir Gece Ejderi'nin gözlerine bakarsan delirirsin.
Ejder arka bacakları üzerinde doğruldu, kanatlarını açtı ve
bir yarasanın kanatları gibi yaydı.
Öyle hayranlık içindeydim ki, oracıkta ölüp gitsem o deh-
şet verici ve muhteşem sahneyi görmeye değeceğine inanıyo-
rum.
Kanatların karanlığında bin kere binlerce minik, beyaz ışık
iğnecikleri pırıldıyordu. Sanki ejderin kanatları yıldızlarla dolu
gökyüzünden yapılmıştı. Böylece, savaşta ejderler gece göğü-
293

rriARCARît UJEİS £C ÎRACY HıcKinAn


nü taklit edebiliyor, düşmanlarına görülmeden üstlerine çull
nabiliyorlardı. O minik ışık noktacıkları yıldızlara benzemek!
kalmıyordu, aynı zamanda ölümcül silahlardı. Kanatların bi
kez silkelenmesi meteor gibi düşmelerini sağlıyordu. Eti ko-
layca yakan küçük akanyıldızlar.
Işıklar gözlerimin önünde parıldadı, ama hiçbiri üzerime
düşmedi. Büyü işe yarıyordu. Almin'e hararetle şükrettim.
Ay beyazı gözler bana baktı, beni ayışığına boğdu. Gözle-
rimi kaldırmadım.
"Efendi sensin," dedi ejder, sesi nefretle titriyordu.
"Evet," diye yanıt verdim elimden geldiğince cesaretle.
"Efendi benim."
"Dilediklerini yapmakla sınırlandım," dedi ejder soğuk bir
öfkeyle. "Benden ne istiyorsun?"
"Burada bir nesne var," dedim ve büyük dikkatle Karakı-
lıç'ı kaldırdım. Yüreğimdeki korkuyu kontrol etmeliydim, aksi
halde kılıç tehdit altında olduğumu hisseder ve ejdere yaptı-
ğım büyüyü bozardı. "Bunu yanında mağaraya götürmeni ve
çok iyi korumanı emrediyorum. Onu ben ya da Joram'm vâri-
si dışında kimseye vermemelisin."
Karakılıç'ı kaldırdım ve şimdi gözlerini kaçırma sırası ejde-
re gelmişti. Gözkapakları düştü, beyaz ışık örtüldü. Ejderin ka-
natları titredi, sahte yıldızlar söndü. Karanlık yüzünden kılıcı
göremiyordum, ama eksi büyüsü bu büyü yaratığının gözlerin-
deki günışığı gibi delici ve ölümcül olmalıydı.
"Ört onu! Kapat!" diye haykırdı ejder öfke ve acı içinde.
Telaşla dediğini yaptım, Karakılıç'ı battaniyeye sardım.
Kılıç saklandıktan sonra ejder gözlerini yine açtı. Bana duy-
duğu tiksinti on kat artmıştı, hiç de rahatlatıcı olmayan bir dü-
şünce.
294

K^RâKjnçm miKası
"Karakılıç'ı koruyacağım," dedi ejder. "Başka seçeneğim
yok. Efendi sensin. Ama onu mağarama götürüp bir taş yığını-
nln altına gömmelisin. Öyle ki hiçbir parçası görünmemeli.
Açım- Şimdi yiyecek avlamaya gideceğim. Ama korkma. Dö-
nüp benden istediğini yapacağım. Efendi sensin."
Ejder kanatlarını açarak kayadan sıçradı ve havada yüksel-
di. Onu hemen gözden kaybettim, çünkü hangisi gece göğü,
hangisi ejder, seçemiyordum.
Ama artık yüreğim umutla hafiflemişti. Karakılıç'ı taşıyarak
rnağaraya girdim ve en dibe kadar gittim. Orada yerin parlak
siyah pullar ve kemiklerle kaplı olduğunu gördüm. Ejderin ini.
Karakılıç'ı ejderin yuvası gibi görünen yerden uzağa, ma-
ğaranın zeminine koydum. Kılıcı taşlarla kapladım, iri bir yığın
oluşturdum.
Ben tam işimi bitirmişken ejder bir arka girişi kullanarak
girdi, çünkü aniden mağarada belirmişti. Zalim dişlerinden bir
erkek atadam bedeni sarkıyordu.
Ejder taş yığınına baktı, yığın solgun, soğuk bir aydınlığa
boğulmuştu.
"Git," diye emretti, sonra zorla tek kelime ekledi, "Efendi."
Memnunlukla itaat ettim, çünkü yeni öldürülmüş atadam-
dan yükselen kan kokusu midemi bulandırıyordu. Gerçek yıl-
dız ışığıyla kaplanmış dünyaya döndüm. Mağara ağzına ulaştı-
ğımda bitkin düşmüştüm ve daha ileri gidemedim. Sabaha ka-
dar orada dinlendim. Tünele götürdüğüm çıra kutusunu, çak-
maktaşmı ve meşaleyi arkamda bırakarak eve döndüm.
Karakılıç benim elimden geldiğince güvendeydi. Hâlâ ora-
da olup olmadığını, ejderin onu hâlâ koruyup korumadığını,
büyünün hâlâ etkili olup olmadığını defalarca merak ettim.
Defalarca kendim gidip görmek istedim, ama sonra üzerime
29S

fflARPARJŞT UJEİS & TRACY HiCKjnAn


nü taklit edebiliyor, düşmanlarına görülmeden üstlerine çulla-
nabiliyorlardı. O minik ışık noktacıkları yıldızlara benzemekle
kalmıyordu, aynı zamanda ölümcül silahlardı. Kanatların bir
kez silkelenmesi meteor gibi düşmelerini sağlıyordu. Eti ko-
layca yakan küçük akanyıldızlar.
Işıklar gözlerimin önünde parıldadı, ama hiçbiri üzerime
düşmedi. Büyü işe yarıyordu. Almin'e hararetle şükrettim.
Ay beyazı gözler bana baktı, beni ayışığına boğdu. Gözle-
rimi kaldırmadım.
"Efendi sensin," dedi ejder, sesi nefretle titriyordu.
"Evet," diye yanıt verdim elimden geldiğince cesaretle.
"Efendi benim."
"Dilediklerini yapmakla sınırlandım," dedi ejder soğuk bir
öfkeyle. "Benden ne istiyorsun?"
"Burada bir nesne var," dedim ve büyük dikkatle Karakı-
lıç'ı kaldırdım. Yüreğimdeki korkuyu kontrol etmeliydim, aksi
halde kılıç tehdit altında olduğumu hisseder ve ejdere yaptı-
ğım büyüyü bozardı. "Bunu yanında mağaraya götürmeni ve
çok iyi korumanı emrediyorum. Onu ben ya da Joram'ın vâri-
si dışında kimseye vermemelisin."
Karakılıç'ı kaldırdım ve şimdi gözlerini kaçırma sırası ejde-
re gelmişti. Gözkapakları düştü, beyaz ışık örtüldü. Ejderin ka-
natları titredi, sahte yıldızlar söndü. Karanlık yüzünden kılıcı
göremiyordum, ama eksi büyüsü bu büyü yaratığının gözlerin-
deki günışığı gibi delici ve ölümcül olmalıydı.
"Ört onu! Kapat!" diye haykırdı ejder öfke ve acı içinde.
Telaşla dediğini yaptım, Karakılıç'ı battaniyeye sardım.
Kılıç saklandıktan sonra ejder gözlerini yine açtı. Bana duy-
duğu tiksinti on kat artmıştı, hiç de rahatlatıcı olmayan bir dü-
şünce.
294

KAKAKJLIÇin HURİSİ
"Karakılıç'ı koaıyacağım," dedi ejder. "Başka seçeneğim
yok. Efendi sensin. Ama onu mağarama götürüp bir taş yığını-
nın altına gömmelisin. Öyle ki hiçbir parçası görünmemeli.
Açım. Şimdi yiyecek avlamaya gideceğim. Ama korkma. Dö-
nüp benden istediğini yapacağım. Efendi sensin."
Ejder kanatlarını açarak kayadan sıçradı ve havada yüksel-
di. Onu hemen gözden kaybettim, çünkü hangisi gece göğü,
hangisi ejder, seçemiyordum.
Ama artık yüreğim umutla hafiflemişti. Karakılıç'ı taşıyarak
mağaraya girdim ve en dibe kadar gittim. Orada yerin parlak
siyah pullar ve kemiklerle kaplı olduğunu gördüm. Ejderin ini.
Karakılıç'ı ejderin yuvası gibi görünen yerden uzağa, ma-

ğaranın zeminine koydum. Kılıcı taşlarla kapladım, iri bir yığın


oluşturdum.
Ben tam işimi bitirmişken ejder bir arka girişi kullanarak
girdi, çünkü aniden mağarada belirmişti. Zalim dişlerinden bir
erkek atadam bedeni sarkıyordu.
Ejder taş yığınına baktı, yığın solgun, soğuk bir aydınlığa
boğulmuştu.
"Git," diye emretti, sonra zorla tek kelime ekledi, "Efendi."
Memnunlukla itaat ettim, çünkü yeni öldürülmüş atadam-
dan yükselen kan kokusu midemi bulandınyordu. Gerçek yıl-
dız ışığıyla kaplanmış dünyaya döndüm. Mağara ağzına ulaştı-
ğımda bitkin düşmüştüm ve daha ileri gidemedim. Sabaha ka-
dar orada dinlendim. Tünele götürdüğüm çıra kutusunu, çak-
maktaşını ve meşaleyi arkamda bırakarak eve döndüm.
Karakılıç benim elimden geldiğince güvendeydi. Hâlâ ora-
da olup olmadığını, ejderin onu hâlâ koruyup korumadığını,
büyünün hâlâ etkili olup olmadığını defalarca merak ettim.
Defalarca kendim gidip görmek istedim, ama sonra üzerime
295

rflAR£AR£f U/EIS d tRACY HlCKjrlAn


huzurlu bir duygu çöktü. Henüz zamanı gelmemişti.
Beni temin eden Almin'di.
Ve böylece, yirmi sene önce Karakılıç'ı taş yığınının altın-
da, Gece Ejderi'nin yanında bıraktığımdan beri oraya dönme-
dim.
Şimdi de gelmezdim, ama artık yüreğimdeki o huzurlu

duygu yok. Onun yerine bir telaş, bir korku var ve bu Karakı-
lıç'ın alınmasının Almin'in dileği olduğuna inanmama sebep
oluyor.
Joram'm vârisine, Joram'ın kızına verilmek üzere.
296

23
-
"Gerçekten de ölümde huzur buldular mı? Mutlular mı?"
"Onları özgür bıraktığın zaman olacaklar."
JORAM VE GWENDOLYN; KARAKIUÇINZAFERİ
Mosiah'a zafer dolu bir bakış fırlatmaktan kendimi alama-
dım, Saryon'u ne kadar yanlış değerlendirdiğini göstererek
onu etkilemeyi umuyordum.
Mosiah dalgın görünüyordu ve bakışlarımı fark etmedi. "İl-
ginç bulduğum bir şey söyledin, Peder. Büyünün Thimhal-
lan'da yok olduğunu söyledin. Ama Peder Reuven bana Ya-
şam verdi. Büyü çevremizde yaşıyor. Onu hissedebiliyorum."
Peder Şaryon Mosiah'a hayret dolu bir ifadeyle baktı. "Eh,
elbette, oğlum. Büyünün geri dönmesinden kısmen sen so-
rumluydun. Yaşam Kuyusu'na düzenlenen saldırı..."
"Onu affet, Peder," diye sözünü kesti Scylla. "Doğuyolu
Kapısı'nm dışındaki serserilerle dövüşürken kafasına bir darbe
aldı. Hafızasında büyük boşluklar var."
"Hafızamı tazelersen memnun olurum, Peder," dedi Mosi-
ah. "Ne beklemem gerektiğini bilmem için."
"Şey..." Peder Şaryon şaşkındı. "Sanırım anlatacak çok şey

ITlARSARff U/EIS ft 1"RACY HlCKBIAn


yok. Ya da daha doğrusu, çok şey var, ama çoğu için zaman
mız yok. Kendilerine Karanlık Kültçüler diyenlerin Yeıy
zü'nden gelmesi. Kevon Smythe adlı adamın Kral Garald'ı i
dirmesi, düzenlediği suikast girişiminin neredeyse başarılı ol
ması. Ama Garald önceden haber almıştı ve kaçtı.
"Senin ve Kral Garald'ın yabantopraklarında sürgün olara"
yaşamanız. Bunu hatırlamıyor musun?" Şaryon endişeyle Mo
siah'a baktı, ama o gülümsedi ve sessiz kaldı.
"Sonra Simkin Yeryüzü'nden döndü..."
"Ah," dedi Mosiah, sonra yine sustu.
"Simkin döndü. Garald'a Yaşam Kuyusu'nun yok edilmedi-
ğini söyledi. Yalnızca kapatılmış..."
Düşündüğümüz teoriyi duyunca Mosiah'a bir işaret yaptım.
Sessiz kalmamı işaret etti.
"Ama Karanlık Kültçülerin gizli bir kaynağı vardı. Büyülü
Yaşam'ı akıtıyorlar, kendileri için kullanıyorlardı. Riskli bir sal-
dırı düzenlediniz, sen, Mosiah, Garald ve dostu James Boris
Kuyu'yu açtınız ve büyüyü dünyaya salıverdiniz. O zaman
Smythe ve Karanlık Kültçülerle savaşabildik. Smythe Yeryü-
zü'ne kaçtı.
"Garald yine Sharakan hükümdarı oldu ve aynı zamanda
Merilon'un başına geçti. Onu tebrik etmek ve korumam altın-
da olanları tanıştırmak için ShâYakan'a yolculuk ettim." Şaryon
sevgiyle Eliza'ya ve bana baktı. "Kral Garald Eliza'nın güzelli-
ğinden çok etkilenmiş, Joram'm kızı olduğunu duyunca duy-
gulanmıştı. Joram'ın vârisi olduğu için Merilon tahtı üzerinde-
ki hakkını ona devretti.
"Garald Eliza'yı Merilon Kraliçesi yaptı. Reuven katalist eği-
timine başlamak için Kaynak'a gitti. Merilon ve Sharakan müt-
tefik oldu. Kardinal Radisovik, Vanya'nın ölümünden sonra
298

KAR£KJLIÇin irlİRASI
Piskopos yapılmıştı. Piskopos, Eliza büyüyene kadar onun da-
nışmanı olarak beni atama iyiliğini gösterdi." Şaryon gülümse-
di, başını iki yana salladı. "Kendimi bu iş için hiç uygun gör-
müyordum, ama Radisovik bütün 'hayırlarımı ben neler oldu-
ğunu anlamadan 'evet'e dönüştürdü. Dahası, Eliza'mn pek az
tavsiyeye ihtiyacı vardı."
Eliza uzanıp minnetle Saryon'un elini sıktı.
"Zor zamanlar yaşıyoruz," dedi Şaryon içini çekerek. "Büyü
geri geldi, ama zayıf. Thimhallan'ın çevresindeki engel yeniden
inşa edildi, ama büyünün dışan sızdığını biliyoruz ve onu dur-
duracak bir şey yapabilecekmişiz gibi görünmüyor. Kuşkusuz
bundan sorumlu olanlar Smythe ve Karanlık Kültçüler.
"Karabüyücülük ve çelik kullanarak yaşamak zorundayız.
Duuk-tsaritbler daha da güçlü oldular, çünkü dünyadaki her-
kesten daha fazla Yaşam soğurabiliyorlar. İmparator Garald
onlara güveniyor, ama ben..." Şaryon kafası karışarak sustu.
"Anlıyorum, Peder," dedi Mosiah sessizce. "Sen konuştuk-
ça hafızam geri geliyor. Duuk-tsarith\ex arasında pek çok kişi-
ye güvenmemek için sebebin var."
"Sana güveniyorum, Mosiah," dedi Şaryon, "ve asıl önemli
olan bu. Artık alemi şövalyeler koruyor." Scylla'ya gülümsedi.
"Garald başta kurtarıcı olarak görülüyordu, ama sonra eleştiril-
meye başlandı. Yeryüzü'ne sürülmüş olan Smythe'in Thimhal-
lan'da takipçileri var. Düşük sınıflar arasında kaos yaratıyor,
Smythe'in geri dönüp bizi kurtarmaması durumunda dünyanın
sonunun geleceğini söylüyorlar.
"Piskopos Radisovik'e gelen uyarıyı duydunuz mu?"
Sessizlik içinde başımızı salladık.
"Karakılıç dünyayı yapana iade edilmeli. Mesaj buydu, ama
ne anlama geldiğinden emin değiliz. Dünyayı yapan Merlyn,
299

nİARSARfî U/EIS & f RftCY HlCKIflAn


ama o yıllar önce ölüp gitti..."
Simkin'e göre değil!" diye düşündüm aniden ve bunu dü-
şünürken bir anlığına Saryon'un söylediklerini kaçırdım.
"...Joram'm vârisi tarafından bulunmuş olacaktı. İmparator
Garald Karakılıç'ı istemek için şahsen bana geldi," Şaryon uta-
narak kızardı. "Kabul ettim, ama ancak gizlice aramama, doğ-
aldan Eliza'nın, Joram'm kızının ellerine vermeme izin verilir-
se yapacağımı söyledim. İmparator takip edilmeyeceğimiz,
kimsenin kılıcı bizden almaya çalışmayacağı üzerine şeref sö-
zü verdi."
"İmparator'un sözü Duuk-tsarithlenn sözü değildir," dedi
Mosiah.
"Ama, kuşkusuz, itaat etmek zorundalar," dedi Şaryon,
kendisine güvenilmesi için yalvarıyormuş gibi geldi bana.
"Ne zamandan beri, Peder? Yeryüzü'nde bir deyiş vardır.
'Onların kendi planları var.' Bir meleğin ziyaretinden etkilen-
diklerini tahmin edemiyorum."
"Sence takip edildik mi?" diye sordu Eliza ona.
"Bence çok dikkatli olmalıyız," diye yanıt verdi Mosiah cid-
diyetle. "Ve bence yeterince zaman harcadık."
Yolculuğumuza devam ettik, daha hızlı, ama daha ihtiyatlı
ilerledik. Hch'nyvlerin gelmesinden önce yirmi dört saatten az
zamanımız vardı. İçimdeki, Veryüzü'nü hatırlayan parçam
acıyla gezegenimizin saldırıya uğrayıp uğramadığını merak et-
ti.
Kontrol edemediğim olaylar için üzülmenin faydası yoktu.
Sarmal çizerek aşağı inen ve belki de Gece Ejderlerini yaratan
savaş büyücüleri tarafından açılmış tüneli izlemeye devam et-
tik.
Hızlı yürüyorduk, çünkü yol rahattı. Yine de yürüyüşümüz
300

KARAKJLIÇln mİRÜSI
başladığımız yerden sonra bir saat sürdü ve bu Thimhallan'ın
yüzeyinin dört buçuk ila altı kilometre altına indiğimizi düşün-
dürüyor bana.
Gündüz uyuyor olması gereken ejderi göremiyor ve duya-
mıyor olsak da onun ve dışkısının kokusunu alabiliyorduk.
Hava ağırlaştı ve son derece nahoş bazı kokular -bayat sidik,
dışkı ve çürüme kokuları- kısa süre sonra öğürmemize ve bu-
mnlarımızı mendillerimizle, elimize gelen her tür kumaşla ört-
memize sebep oldu.
Tek tesellimiz, buna teselli denebilirse, Mosiah'ın düşünce-
siydi. "Dışkı taze kokuyor," dedi. "Yani ejderiniz hâlâ canlı ol-
malı, Peder ve hâlâ bu mağarada yaşıyor."
"Bu kadar kötü koktuğunu hatırlamıyorum," dedi Şaryon,
sesi cüppesinin yeninden boğuk çıkarken.
"Ejderin kokuya katkı yapmak için yirmi senesi vardı," di-
ye yorum yaptı Scylla. "O inde başka ne bulabileceğimizi dü-
şünmek hiç hoşuma gitmiyor. Başka şeylerin yanında, çürü-
me kte olan ceset yığınları."
"Neyse ki ejderler insan yemez," dedi Eliza titreyerek, "ya
da ben öyle duydum. Tadımız kötüymüş."
"Duyduğunuz her şeye inanmayın, Majesteleri," dedi Mosi-
ah ve bu sohbetimizi bitirdi.
Hevesimiz azalmaya başlamıştı, ama umudumuz yerli ye-
rindeydi ve ilerlememizi sağlayan şey umuttu. Yorgunduk, ba-
caklarımız ağrıyordu ve her şeye, hatta yanımızda getirdiğimiz
suya işleyen koku yüzünden hepimizin midesi bulanıyordu.
Ayak sürüyerek bir köşeyi daha döndük ve önde giden Scylla
elini kaldırarak aniden durdu.
Daha önce kaya duvardaki dönemeçlerden yansıyan meşa-
le ışığı şimdi hiçbir şeyi aydınlatmıyordu. Önümüzde engin bir
301

ITlAReAREt U/EIS & ÎRACY HıcmaAn



"Ejderin ini burası," diye fısıldadı Şaryon. Ortalık o kada
sessizdi ki fısıltısı açıkça duyuldu.
Nefes almaya bile cesaret edemiyorduk, çünkü başka bir
şeyin muazzam nefesini işitebiliyorduk. Sanki biri dev körük-
leri çekiyordu.
Kumarbazın zarlara üflediği, sonra tek bir yürek durduran
an boyunca yüreğinin üzerinde tuttuğu, kazanmayı dilediği o
gergin noktada duraksadık. Ve sonra zarlar atıldı.
"İlk önce ben gideceğim," dedi Şaryon. "Ben her şeyin gü-
venli olduğunu söyleyene kadar gelmeyin. Ejder bana saldırır-
sa, Scylla, Mosiah," gözlerini onlara dikti, "ikinizin çocuklarımı
korumak için gereken her şeyi yapmanızı bekliyorum."
"Söz veriyorum, Peder," dedi Scylla saygıyla ve kılıcını yu-
karı kaldırdı.
"Ben de söz veriyorum, Peder," dedi Mosiah, ellerini ka-
vuşturarak. "İyi şanslar. Üzgünüm..." Sustu ve cümlesini bitir-
medi.
"Üzgün mü?" diye tekrarladı Şaryon ılımlı bir tavırla. "Ne
için üzgünsün, oğlum?"
"Joram için üzgünüm," dedi Mosiah.
Şaryon kaşlarını kaldırdı. Joram yirmi senedir ölüydü.
Onlar için ölüydü, ama Mosiah için değildi.
Eliza Saryon'a sarıldı. Gözyaşlarını durdurmaya çalışarak
gülümsedi. "Almin'le git, Peder," diye fısıldadı. "Babam, bildi-
ğim tek baba."
Ben de onu babam olarak kucakladım. Doğruydu, çok
doğruydu.
En ufak sesi yakalayabilmek için kulak kabartarak bekle-
dik. O kadar gergindim ki artık kokuyu fark etmiyordum.
302

KARflKJLIÇin rflİRaSI
"Gece Ejderi," dedi Saryon'un sesi karanlığın içinden. "Be-
ni tanıyorsun. Kim olduğumu biliyorsun."
Dev bir baş taş zeminde kayıyor, dev bir beden duruş de-
ğiştiriyor gibi sürtünme sesleri geldi. Ve sonra solgun, soğuk
bir ışık odayı aydınlattı.
Saryon'u, o beyaz ışığın önünde çıplak, siyah bir siluet ola-
rak görebiliyorduk. Ejder'i göremiyorduk, çünkü başı Sar-
yon'un çok, çok yükseğinde, görüş alanımızın dışmdaydı. Ej-
derin gözlerine doğrudan bakmamam gerektiğini hatırladım.
Ani ölüm anlamına gelebilecek yanıtı beklerken nefesimizi
tuttuk. Eliza ve ben elele tutuştuk.
"Seni tanıyorum," dedi Gece Ejderi, Saryon'dan nefret ede-
rek. "Neden gelip beni rahatsız ediyorsun?"
Yine nefes almaya başladık. Büyü hâlâ etkiliydi! Eliza bir
dürtüyle bana sarıldı. Kolumu ona doladım.
Mosiah bize sert, paylayıcı bakışlar attı. Ne o, ne Scylla gar-
dım indirmişti. Scylla bir eliyle meşaleyi kaldırmış, diğeriyle kı-
lıcım tutuyordu. Mosiah yumruklarını sıkmış, büyü sözcükleri
aklında ve dudaklarındaydı. Bize sessizce hâlâ büyük tehlike-
de olduğumuzu hatırlattı.
Eliza ve ben paylamayı kabul ederek ayrıldık, ama elleri-
miz karanlıkta yine birbirini buldu.
"Seni yükünden kurtarmaya geldim," dedi Şaryon. "Ve se-
ni büyünün etkisinden salıvermeye. Bu genç kadın Joram'm
vârisi."
"Buradayım," diye seslendi Eliza.
Elimi bırakarak odaya yürüdü. Scylla ve ben takip edecek
olduk, ama Mosiah kollarını açarak yolu kapattı.
"Büyü yapılırken ikinizin ismi de geçmedi," dedi çabucak.
"Büyüyü bozabilirsiniz!"
303

irİARSARfT U/EIS & TRACY HlCKJIIAn


Uyarısı akla yakındı. Büyüler hakkında benden daha fa2ı
bilgisi olduğu kesindi. Yerimde kaldım, ama orada durup jjji
za'nın ölümcül tehlikeye yürümesini izlemek için, sahip oldu-
ğum kontrolün her gramını kullanmak zorunda kaldım.
Scylla solmuştu, gözleri karaydı ve iri iri açılmıştı. O da Mo-
siah'ın sözlerindeki bilgeliği anlamıştı, ama korumakla görevli
olduğu kişinin takip edemeyeceği bir yere gittiğini düşünmek
ona acı veriyordu. Şövalyenin alnında ter damlacıkları belir-
mişti. Alt dudağını ısırıyordu.
Beklemek dışında yapacak hiçbir şey yoktu.
Eliza ve Şaryon ejderin önünde, aydınlatmayan, ama do-
kunduğu her şeyi griye dönüştüren o solgun, beyaz ışığın
önünde iki siluet halinde durdular.
"O Ölü," dedi ejder. Ve sonra korkunç bir sesle Kehanet'i
tekrarladı. " 'Kraliyet Evi'ne, ölü olan ama yaşayacak olan, tek-
rar ölecek ve tekrar yaşayacak olan biri doğacak. Ve o geri
döndüğünde, elinde dünyanın yıkımını tutuyor olacak.' "
"O babam için söylenmişti," dedi Eliza gururla ve sakin bir
tonda.
"Gerçekten de olduğunu iddia ettiğin kişisin. Sana ait ola-
nı al. İnimden götür. Son yirmi senedir uykularımı kaçırıyor."
İkisi, görüş alanımızın hemen solundaki büyük taş yığını-
na yürüdü. Şaryon Eliza'nm yardımıyla hızla taşlan kaldırma-
ya başladı. İkisi de gerekenden daha uzun süre kalmak iste-
miyordu. Onları bekleyen üçümüz kıpırdamaya cesaret edemi-
yorduk. Ejderi göremiyorduk, ama varlığımızdan haberi oldu-
ğunu biliyorduk. Nefreti ve tiksintisi neredeyse elle dokunu-
lurdu. Bizi katletmeye can atıyordu, yemek için değil, intikam
için. Büyü onu engelliyordu, ama zar zor.
Ve sonra iş bitti. Şaryon ve Eliza taş yığının yanında doğ-
304

KARAKJLIÇin MİRASI
ruldu. Eliza ilk kez babasının yaratımını gördü. Tiksindi, cesa-
retini yitirdi. Sonra dişlerini sıkarak uzandı ve Karakılıç'ı aldı.
Herhangi bir uyarı olmadan karanlıkta siyah cüppeli şekil-
ler maddeleşti. Beş tanesi bizi çevreledi. Daha fazlası ejderin
ininde belirdi, siyah cüppeleri ve başlıkları beyaz ışıkla çarpı-
cı bir karşıtlık oluşturuyordu.
"Kıpırdamayın!" diye uyardı Mosiah alçak sesle, telaşla.
"Çok geç olmadan gidin! Hepimizi mahvedeceksiniz!"
"Sessiz ol, hain."
Duuk-tsarithlerden biri elini kaldırdı ve Mosiah yırtıcı bir
acıyla iki büklüm oldu, dizlerinin üzerine çöktü. Yine de mey-
dan okumaya devam ediyordu.
"Aptallar!" diye inlemeyi başardı.
Scylla kılıcını kaldırarak bir adım attı.
Aynı Duuk-tsarith yine elini oynattı. Scylla'nın kılıcı suya dö-
nüştü, kaldırdığı kolundan aşağı aktı, ayaklarının dibindeki taşa
damladı. Kadın şaşkınlıktan ağzı bir kanş açık, boş eline baktı.
"Bunun anlamı ne?" diye sordu Peder Şaryon öfkeyle.
"Karakılıç'ı teslim edin," diye emretti başka bir Duuk-tsa-
rith. Eliza'ya yaklaştı. "Onu teslim ederseniz size zarar gel-
mez."
"Size ihtiyacımız yok. Gidin. Biz Karakılıç'ı İmparator'a gö-
türürüz!" dedi Eliza azametle.
"Artık İmparator değil," diye karşılık verdi Duuk-tsarith.
"Garald ve sahte, yalancı piskopos indirildi. Artık Thimhallan'a
biz hükmediyoruz. Karakılıç'ı bize ver."
Eliza önlerinde geriledi. "Buna hakkınız yok..."
Duuk-tsarith m parmakuçlanndan kırmızı bir ateş fışkırdı,
alev alev dokunaçlara dönüştü, uzandı, Eliza'yı sardı ve tutsak
aldı.
sos
fflARSARÎÎ U/EIS & ÎRACY HlCKJtlAn
Eliza kendini büyüye karşı korumak için içgüdüyle kılıcı
kaldırdı.
Alevden dokunaçlar Karakılıç'a çarptı. Karataş onları aç-
gözlülükle içti ve kendine has beyaz-mavi bir alevle parlama-
ya başladı.
"Hain Joram'ın çocuğu ölüme mahkum edildi," diye bildir-
di Duuk-tsarith.
Büyü birikti, kabardı ve kıvılcımdandı.
"Durun! Büyü yapmayın!" diye haykırdı Şaryon dehşet için-
de. Eliza ile Duuk-tsarith 'in arasına girmek için öne atıldı. "Ej-
der..."
Karakılıç büyü emiyordu. Metal aşırı ısınmış gibiydi, beyaz-
mavi ışıltısı sersemletici, kör ediciydi...
Gece Ejderi acı ve öfke içinde kükredi. Kanatlarını kaldır-
dı, ölümcül yıldızlar pırıldadı. Ejder gözlerini iri iri açtı. Zihin-
leri harap eden ışığı mağaranın içinde alevlendi. Şaryon başı-
nı ellerinin arasına aldı ve acı içinde döndü, sonra taş zemine
yığıldı. Beyaz ölüm yıldızları çevremize yağmaya başladı. Du-
uk-tsarith\evm siyah cüppeleri alev aldı. Onlar ve büyüleri
dehşet verici ateşler içinde büzüldü.
"Aptallar!" diye tekrarladı Mosiah, ümitsizliğin sert sessizli-
ğiyle "Hepimizin sonunu getirdiniz!"
Scylla'yı aradım, ama bulamadım. Silahsız ve yalnız, ejder-
le savaşmak için öne atılmış olmalıydı.
"Eliza!" diye haykırdım ve mağaraya koştum, ama onu kur-
tarmak için değil -çünkü bunu hiçbir şey yapamazdı- onunla
ölmek için.
Koştum ve sanki muazzam bir yamaçtan aşağı atladım.
Kollarımı açtım ve uçabildiğimi gördüm.
306

24
"Simkin muazzam bir yalancı! Ona nasıl taham-
mül ettiğini anlamıyorum!"
"Çünkü eğlenceli bir yalancı. Ve bu da onu farklı kı-
lıyor. "
"Farklı mı?"
"Siz, geri kalanlardan,"
MOSIAH VEJORAM; KARAKILIÇINDÖVÜLÜŞÜ
Yine aynı korkutucu sıkıştırılma hissi, havanın ciğerlerim-
den boşalması, bedenimin sıkılması ve minik bir çatlaktan
geçmeye çalışan bir fare gibi dümdüz olması. Uçuşum aniden,
acıyla, bir yuvarlanmayla son buldu. Taşlı bir eğimden aşağı
yuvarlandım ve hızla bir taş duvara çarptım.
Bir an sersemlemiş vaziyette, kesikler ve bereler içinde ora-
da yattım ve karaya vurmuş bir balık gibi kesik kesik nefes al-
dım. Ejderden korkarak, kendimi ve Eliza'yı savunmak için
elimden geleni yapmaya hazırlanarak gözlerimi açtım.
Çevreye bakındım ve gözlerimi kırpıştırdım.
Ejder kaybolmuştu. Duuk-tsarithler kaybolmuştu. Peder
Şaryon kaybolmuştu. Scylla, Mosiah ve Eliza oradaydı. Bir ma-

irİAReARfî UÜEIS St f RftCY HlCOlAn


ğaramn içindeydik, aynı mağara. Aynı kokuyordu. Zemin atık-
larla kaplıydı, her yere kemikler saçılmıştı. Eliza mağaranın or-
tasında durmuş, Karakılıç'ı tutuyordu.
Kılıcı bırakıp yanıma koştu, üzerime eğildi.
"Reuven! Kötü düştün! İyi misin?"
İyi miydim? Hayır, değildim.
Eliza artık mavi kadifeden biniş elbiseleri giymiyordu, artık
başını altın bir taş süslemiyordu. Bu tuhaf yolculuğa çıkarken
üzerinde olan sade yün eteği ve bluzu vardı.
Cüppeme dolanmamaya dikkat ederek doğrulacak oldum,
yalnız artık cüppem de yoktu. Blucin ve mavi kazak giyiyor-
dum.
"Scylla! Çabuk! Yaralanmış!" diye haykırdı Eliza.
Savaş giysileri içindeki Scylla, küpeleri bir el fenerinin ışı-
ğında yanıp sönerek, kıvılcımlanarak çömeldi ve dikkatle ba-
na baktı. Elini uzatıp alnımdaki saçları kenara çekti.
"Kesik derin değil. Kanama durmuş bile. Bir süre başağrısı
çekebilir, ama kalıcı bir hasar yok."
Eliza mendilini çıkardı -sade, beyaz bir mendil- ve alnım-
daki kesiği silmeye başladı.
Öfkeyle elini ittim. Ayağa kalkarak sırtımı duvara verdim
ve bana şaşkınlık içinde bakan iki kadına dik dik baktım. Hep-
si bir düş müydü? Halüsinasycn muydu? Eğer öyleyse, gördü-
ğüm en inanılmaz ölçüde gerçekçi düştü.
"Burada neler oluyor?" diye sordu Mosiah, yanımıza gele-
rek.
"Reuven'in ayağı bir taşın üzerinde kaydı ve Reuven başı-
nı vurdu," dedi Eliza. "Scylla ciddi olmadığını söylüyor, ama
ona bir baksana. Bana onu parçalamaya hazırlanan bir ejder-
mişim gibi bakıyor!"
308

KflRAKjLIÇln MİRASI
"Ya sen," dedi Scylla, Mosiah'la yüzleşerek. "Nerelerdey-
din?"
"Bilmiyorum," dedi Mosiah sertçe. "Nerelerdeydim?"
"Ben nereden bileyim?" dedi Scylla şaşkın şaşkın bakarak.
"Sorun ne? Sen de mi kafanı vurdun?"
Mosiah aniden ciddileşti, düşündü. "Evet," dedi sessizce.
"Sanınm, evet, vurdum."
Biliyordu! Ben her neredeysem, o da oradaydı! Rahatlaya-
rak gevşedim, mağara duvarına yaslandım ve düşüncelerimi
toplamaya çalıştım. Çoğu kavranamayacak kadar dağınıktı,
ama en azından delirmediğimi biliyordum. Mosiah'a aklımda-
ki bin soruyu soracak oldum, ama eliyle gizli bir işaret yaptı.
"Hiçbir şey söyleme Henüz olmaz," dedi.
"İşte," dedi Scylla. Giysilerimdeki tozu öyle hevesle silke-
lemeye başladı ki neredeyse yine taş zemine devrilecektim.
"Daha iyi görünüyorsun."
Eliza eğilip Karakılıç'ı aldı. Aniden gözlerimin önüne pen-
çeleri kanla kızarmış, Karakılıç'ı Eliza'nın elinden düşüren si-
yah bir ejder imgesi geldi. Eliza düşüyordu. Pençeler etini yır-
tıyor, parçalıyordu. Çığlıkları...
İmge soldu, ama dehşet yerinde kaldı. Bedenim terden sı-
rılsıklam olmuştu ve mağaranın nemli havasında titriyordum.
"Bir ejderin ininde durduğumuzun farkındasınız, değil mi?"
dedi Mosiah keskin bir sesle.
"Scylla da bana öyle söyledi." Eliza omuzlarını silkti. Baba-
sı için, fazla ilgi gösteremeyecek kadar çok endişeleniyordu.
"Eski bir in," dedi Scylla. "Korkmaya gerek yok. Yaşam Ku-
yusu yıkıldığı zaman bütün ejderler öldü."
"Kesinlikle kullanılıyormuş gibi kokuyor" diye ısrar etti
Mosiah, kaşlarını çatarak. "Peki Karakılıç neden burada? Onu
309

rrİARCARET WEİS & TRACY HlCKJflAn


kapıdan içeri fırlatmıştım..."
"Ve neredeyse beni şiş kebap yapıyordun," dedi yakarı do-
lu bir ses, karanlık bir köşeden. "Ayı şiş. Teriyaki Teddy. Bu-
ralarda olmam sizin şansınız. Ben olmasam o gümüş kaplı hö-
dükler kılıcı kapardı. Mağaraya gelince, hava geçirmeyecek
şekilde mühürlenmiş. Tuppenvare gibi. Çürükleri yüzyıllar bo-
yunca taze tutuyor."
Scylla ışığını mağarada gezdirerek sesin kaynağını buldu.
"Teddy!" diye haykırdı Eliza sevinç içinde.
Oyuncak ayı bir dikite yaslanmış, oturuyordu. "Asla gele-
meyeceksiniz şandım," dedi aksi aksi. "Neler yapıyordunuz?
Pikniğe gittiniz, herhalde. Brighton'a giden otobüse bindiniz.
Bekledim durdum. Son derece can sıkıcı olduğunu söyleme-
den de geçemeyeceğim."
Eliza Karakılıç'ı taşıyarak Teddy'nin yanma gitti ve onu ku-
cağına almak için eğildi.
Ayının boncuk boncuk siyah gözleri korku içinde pırılda-
dı. Bedeni kızın ulaşamayacağı bir yere kaçtı. "O çirkin şeyi
bana yaklaştırma!"
"Karakılıç mı?" dedi Eliza şaşkın şaşkın, sonra ekledi, "Ah,
elbette. Anlıyorum."
"Ben anlamıyorum," dedi Mosiah keskin bir sesle. "Karakı-
lıç büyüyü bozar. Ona yaklaşmaya bile tahammül edemiyor.
Ama yine de onu buraya getirdiğini iddia ediyor!"
"Aklıma koyduğum zaman neler yapabildiğimi görsen şa-
şarsın," dedi Simkin burnunu çekerek. "Ve onu buraya getir-
diğimi hiç söylemedim. Bu dünyada hâlâ dostum olanlar var,
biliyor musun? Beni takdir eden insanlar. Başta sevgili dostum
Merlyn."
"Merlyn. Elbette." Mosiah'ın dudakları kıvrıldı. "İkinci ola-
310

KARİlKILIÇin mİRASI
rak Kevon Smythe, değil mi?"
"Sopalar ve taşlar kemiklerimi kırabilir, ama Karakılıçlar
beni asla incitmez," dedi Teddy ve ayı sırıttı.
"Kılıcın buraya nasıl geldiğinin ne önemi var?" diye sordu
Eliza sabırsızca. "Madem artık elimizde, gidip annemi, babamı
ve Peder Saryon'u bulmalıyız."
İrkilerek Mosiah'a baktım.
"Baban. Joram," diye sordu Mosiah. "Yaşıyor mu?"
"Elbette yaşıyor!" diye yanıt verdi Eliza ve vurgulayarak
tekrarladı. "Elbette yaşıyor."
"Ah, evet, Joram yaşıyor, elbette," dedi ayı tembel tembel.
"Ama hiç hoş bir ruh hali içinde değil. Onu suçlayamam. Bir
zindan hücresine tıkılmış ve kel adamdan başka arkadaşı
yok."
Eliza Karakılıç'ı sıkı sıkı kavradı, kabzadaki parmak bo-
ğumları beyazladı. "Onu buldun mu? Güvende mi?"
"Kocasının kapı tokmağına saplanmış olduğunu gördüğün-
de Orleans Düşesi'nin dediği gibi, daha iyi günler gördü. Bi-
linci yerinde ve katı gıdalar alıyor. Baban. Dük değil. Onun
için, pazar günleri kafasını parlatmak dışında yapabileceğimiz
hiçbir şey yoktu."
"Ya annem?"
"Nada. Hiçbir şey. Zip. Üzgünüm, falan, ama ne kılını, ne
tüyünü gördüm. Baban ve Katalistle aynı yerde tutsak değil,
bu kadarını söyleyebilirim."
"Oradaydın." Mosiah şüpheliydi.
"Kesinlikle," diye yanıt verdi ayı.
"Teknobüyücülerin zindanında. Şaryon ve Joram'ı tuttukla-
n yerde."
"Kafandaki o siyah başlığı çıkarırsan, Mosiah," dedi ayı pis
311

rflAR£AREÎ U/EIS & tRftCY HlCKJIIAn


pis, "daha iyi duyabilirsin. Ben de öyle demedim mi? Aslında
tam oradan dönüyordum ki o büyük, lanet kılıcı bana fırlat-
tın."
"Peki bu zindan nerede?"
"Tam burada," diye yanıt verdi ayı ve sıkkın sıkkın bakış-
larını yukarı kaldırdı.
"Tepemizde!" diye haykırdı Eliza. Annesinden haber ala-
madığı için solgun ve üzgün görünüyordu, ama şimdi yanak-
larına renk gelmişti.
"Mağaranın üst odalarında. Uzak değil. Bir yaz günü, ya-
maçyukarı iyi, hızlı bir yürüyüş gerek, elbette, ama tırmanma-
nın kalçalarınız için ne harikalar yaratacağını bir düşünün."
Bu bir açıdan iyi haberdi, ama başka bir açıdan kesinlikle
tüyler ürperticiydi. Birbirimize korku dolu bakışlar fırlattık.
"Ben kapıyı izlerim," diye önerdi Scylla. "Ve sesinizi yük-
seltmeyin!"
Bu uyarı biraz geç gelmişti. Bağırmıyordık, ama fısıldaşmı-
yorduk da. Ve mağaralarda sesler yankılanır.
"Teknobüyücüler yukarıdaki odalardaysa, neden Karakılıç'ı
buraya getirdin?" diye sordu Mosi'ah Simkin'e. "Onlara verme-
yi düşünmemişsen, elbette."
"Düşünsem burada, bu kokulu, rutubetli delikte sizlerle
beraber olmazdım, değil mi?" d«di Simkin, düğme burnunu kı-
vırarak. "Orada kuru, rahat ve Kevon Smythe'in kötü kolonya-
sından daha kötü kokmayan bir yerde olurdum. Halkının ada-
mı olabilir, ama neden onlardan biri gibi kokmak zorunda, an-
lamıyorum."
"Karakılıç'ı neden buraya getirdin?" diye ısrar etti Mosiah,
sıradışı bir sabırla.
"Çünkü, sevgili kalın kafalı, hödük dostum, bakacakları
312

KARİ»KJLIÇln mİRÜSI
son yer burası olurdu! Sizi gözden kaybettiler ve şu anda sizi
ve kılıcı arayarak Zith-el'i altüst ediyorlar. Ama burada aradık-
larını göremiyorsunuz, değil mi?"
"Hakkı var," diye kabul etti Scylla.
"Hep vardır," diye homurdandı Mosiah. "Neden mağaraya
girerken Teknobüyücü görmedik ya da onlar bizi görmedi?"
"Önden gelseniz görürdünüz."
"Arkadan geldiğimizi mi söylüyorsun?"
"Işıklı giriş ya da çıkış tabelaları görmedim, bilmiyor mu-
sun, ama o şekilde düşünmek istiyorsan, evet, arkadan geldi-
niz."
"Babam bir hücrede mi?" diye sordu Eliza. "Nöbetçi var mı?
Kaç tane?"
"İki. Dediğim gibi, herkes Zith-el'de olduğunuzdan emin..."
Scylla mağara kapısından uzaklaştı, bize yaklaştı. 'Artık git-
meliyiz," dedi. "Çabuk."
"Ona güvenmiyorum." Mosiah'ın sesi sertti. "Bir kez Jo-
ram'a ihanet etti ve ölmesine sebep oldu... neredeyse ölmesi-
ne sebep oluyordu," diye düzeltti. "Simkin her ne yaparsa,
kendini eğlendirmek için yapar. Kendini kandırma, Eliza. Sa-
na, Joram'a, hiçbirimize aldırmıyor. Hch'nyvlerin bir anlık eğ-
lence sağlayacağını düşünse o portakal rengi eşarbını sallar ve
onlara iniş yerini gösterir, hiç kuşkun olmasın."
Eliza ayıya döndü, ama gözlerinin kapalı olduğunu gördü.
Hafif hafif horluyordu. "Simkin!" dedi yalvarırcasına.
Gözleri açıldı. "Ne? Ah, pardon. O uzun tirad sırasında dal-
mış olmalıyım. Bana gelince, inek pisliği tekmeleyen dostu-
muzun söyledikleri kesinlikle doğru. Bana güvenilmez. Hem
de hiç."
Siyah düğme gözler pırıldadı. Siyah dikişli ağız çarpıldı.
313

rflAReARFt U/EIS & ÎRACY HlCKMAn


"Mosiah'ı, bilge Duuk-tsarith'i dinle. İşte onlar son derece gü-
venilir bir güruhtur. Kulak kesildik, dostum. İstesem becerebi-
lirdim, biliyorsun... yani kulak kesilebilirdim. Senin önerdiğin
eylem planı ne?"
Mosiah'ın dudakları gerildi. Ama hiçbir şey söylemedi.
Eminim diğer yaşamımızda bize ihanet edenlerin Duuk-tsa-
rithler olduğunu hatırlıyordu. Simkin de bunu biliyordu. Ayı-
nın gözlerinin kısılmasından anlıyordum. Biliyordu ve bize gü-
lüyordu.
Eliza kararını verdi. "Teknobüyücüler bizi başka yerde arı-
yorsa, babamı ve Saryon'u kurtarmak için bu fırsatı kullanma-
lıyız. Bir daha şansımız olmayabilir."
"Tuzak olabilir," diye uyardı Mosiah. "Tıpkı annenin şekli-
ne giren Sorgucu gibi."
"Olabilir," dedi Eliza sakin sakin. "Ama eğer öyleyse, ger-
çekten fark etmez, değil mi? Zamanımız tükeniyor."
"Ama hangi zaman? Soru bu," diye mırıldandı Mosiah.
Eliza onu duymadı. Ben duydum ve bu düşünmeme sebep
oldu.
"Ya Karakılıç?" diyordu Eliza. "Onu da yanımıza almalı mı-
yız?"
"Çok tehlikeli," dedi Scylla. "Bizi yakalarlarsa, en azından
Karakılıç'ı ele geçirmezler. Orftı pazarlık etmek için kullanabi-
liriz. Neden burada, güvende olacağı bir yerde bırakmıyor-
sun?"
"Açıkta mı?"
Scylla feneri mağarada gezdirdi, sonra ışığı durdurdu. "Bu-
rada yığılı taşlar var. Kılıcı altına gizleriz. Üzerinde bir yığın
oluştuaıruz."
Eliza Karakılıç'ı mağara zeminine yerleştirdi. O ve Scylla taş
314

KARftKJLIÇln HIİRÜSI
topladılar ve kılıcın üzerine yığmaya başladılar. Bir filmin geri
sarılmasını izlemek gibiydi. Daha birkaç dakika önce Eliza ve
Peder Şaryon yığını indirirken, şimdi yığmalarını izliyordum.
Zihnim buna isyan etti.
Ellerini kavuşturmuş, sessizce izleyerek duran Mosiah'ın
yanına seğirttim.

"Bana neler olduğunu anlat!" dedim çılgınca, işaret diliyle.


"Küçük zaman sıçrayışı oyunumuzdan mı bahsediyorsun?
Emin değilim," dedi düşünceler içinde, alçak sesle. "Öyle gö-
rünüyor ki şimdi içinde bulunduğumuz zaman çizgisine para-
lel uzanan başka bir zaman çizgisi var. O alternatif zamanda
Joram yirmi sene önce öldü ve bu da bir katilin ellerinde 'ölen'
Joram kılığmdaki Simkin'di. Ama bu neden oluyor? Ve Scylla
ve Eliza her iki dünyada da varsa, neden iki dünyayı da bilen
yalnızca ikimiziz?"
"Yanıtı biliyor musun?"
Omuzlarını silkti. "Senin tahminin de benimki kadar geçer-
li, Reuven. Ama bir şeyden eminim. Diğer dünyada Hch'nyvler
geliyordu. Bu dünyada da geliyordu. Majesteleri zamanın tü-
kenmekte olduğunu söylüyor."
Sormaya en çok korktuğum soruyu sordum. "Son dünyada
zamanımız tükendi, değil mi? Hepimiz öldük. Biliyorum, çün-
kü diğer yaşamı görmeye çalıştığım zaman, artık hiçbir şey gö-
remiyorum. Yalnızca bize ihanet edenlere karşı büyük, kor-
kunç bir öfke ve kaybedilenler için acı bir üzüntü duyuyo-
rum."
"Haklısın," dedi Mosiah. "Ejder bizi katletti. Senin öldüğü-
nü gördüm. Eliza'nm öldüğünü gördüm. Kendi ölümümün
yaklaştığını gördüm. Ama görmediğim tek kişi Scylla'ydı," di-
ye ekledi. "Bak hele, ne ilginç, değil mi?"
315

rrlAReAREf U/EİS ft f RACY HlCKJHAn


Devam etmesini bekledim, ama başka hiçbir şey söyleme
di.
"Sence bize bir fırsat daha mı verildi?" diye sordum.
"Ya bu," diye yanıt verdi Mosiah, "ya da kaçınılmaz olana
karşı mücadele etmemizi izleyen biri çok eğleniyor."
İkimiz de ayıya baktık. Ayı dikite yaslanmış, sakin sakin
uyuyordu. Ve hayal etmiş olabilirim, ama Teddy'nin gülümse-
diğini gördüğümü sandım.
316
25
"Gebereyim emi! Çürümüşüm,."
SIMKIN, KENDİNİ BİR AĞACA DÖNÜŞTÜRDÜKTEN
SONRA; KARAKILIÇINDÖVÜLÜŞÜ
Karakılıç taş yığınının altına gömülmüştü, yerleştirilen son
taşa kadar, son gördüğüme tıpatıp benzeyen bir taş yığınının
altına. Kuyrukkemiğimden yukarı bir ürpertinin yükseldiğini
hissetmeden bakamıyordum ona ve odadan çıktığımızda
memnunluk duydum.
Sarmal çizen tünelde ihtiyatla ilerledik, bu sefer inmiyor,
çıkıyorduk. Teknobüyücüler aşağılan araştırmış gibi görünmü-
yordu... araştırmaları için sebep yoktu. Pürüzsüz zemindeki
kalın, bozulmamış toz tabakasına bakılırsa, tünel büyüyle
oluşturulduğundan beri kimse buraya gelmemiş de olabilirdi.
Yine de işi şansa bırakmadık, Simkin'in hayalet gibi imgesi ve
portakal rengi eşarbının hafif, tekinsiz parıltısı rehberliğinde
elimizden geldiğince sessizce ilerledik.
Simkin zorunluluktan dönüşmüştü. Odadan ayrılmadan
önce Mosiah, Teddy'ye gözkulak olmak için onu taşımayı
önermişti.

rtİARSARft U/EIS & f RflCY HlCKtUAn


"Kesinlikle olmaz!" Teddy bu durumun küçük düşürücülü-
ğü karşısında hayretler içinde kalmış, yalvarıp yakarmıştı. Ayı-
nın tehditlerine ve Eliza'nın onun adına araya girmesine rağ-
men Mosiah ısrar edince Simkin oyuncak ayı halini bırakmış
bizim önümüzde, kendi deyişiyle "çıplak" görünmeye razı ol-
muştu.
"Görebildiğiniz gibi bu şekli korumak benden çok şey gö-
türüyor. Ya da göremediğiniz gibi," dedi Simkin kasvetli bir
sesle, hepimiz tünelde yürürken. Eşarbının portakal rengi pa-
rıltısı Mosiah ve benim yollarımızı aydınlatıyordu. Scylla ve Eli-
za Scylla'nın el fenerini kullanarak arkamızdan geliyordu.
"Tuhaf," dedi Mosiah. "Kij sarmaşığı gelişmesine yetecek
kadar büyülü Yaşam buluyor. Senin bulamamana şaştım."
"Kij sarmaşığı," diye yorum yaptı Simkin, "bir ottur."
"Kesinlikle," dedi Mosiah kuru kuru.
"Ah, çok komik. Ha ha, falan. Sana bakılırsa kulaklarımdan
Yaşam fışkırıyor ve ben onu dağıtıp duruyorum, mutlu ve ne-
şeli bir dansla dört rüzgara saçıyorum. Bilmeni isterim," diye
ekledi Simkin acılı bir sesle, "yirmi senedir giysilerimi değiştir-
medim! Yirmi sene!"
Üzerindeki tek katı nesne olan eşarpla gözlerini sildi.
"Belki büyünü başka amaçlar için kullanıyorsundur," dedi
Mosiah. "Bizi zamanlar arasında sıçratmak gibi."
"Sen beni ne sanıyorsun?" diye sordu Simkin burnunu çe-
kerek. "Lanet olası bir lunapark mı? Seni memnunlukla gönde-
receğim bir sürü yer var, Mosiah, ama sevinçle nanosaniyeler
arasında hoplatmak onlardan biri değil.
"Yani!" Simkin yerinde kalakaldı, bize kızgın kızgın baktı.
"Yıllar arasında sıçradınız mi! Annus touristff Hem de beni
götürmeden!"
318

KARftKJLIÇin irlİRflSI
"Şimdi ne oldu?" diye sordu Scylla, arkadan yaklaşarak.
"Sorun ne?"
"Hiçbir şey," dedi Mosiah.
"O zaman yürümeye devam edin! Durup gevezelik yapa-
cak zaman değil! Scylla uzun adımlarla yürüyerek öne geçti.
"Başını belaya soktum!" dedi Simkin boğuk sesle ve kah-
kaha atarak Eliza'nın yanına gitti ve utanç verici bir şekilde
flört etmeye başladı onunla.
"İlginç bir nokta, sence de öyle değil mi?" dedi Mosiah ba-
na alçak sesle. "O, diğer zamanda Simkin yanımızda değildi.
Ve Simkin asla katılmayacağı bir parti vermez!"
Bunun doğru olabileceğini kabul ettim Yine de, arkama
bakar, portakal rengi parıltının Eliza'nın yanında hoplamasını
izlerken her iki alternatif zamanda da Simkin'in Joram'a ihanet
ettiğini hatırladım. Neden bu farklı olsundu ki?
Yalnız bu sefer ihanet ettiği Joram olmayacaktı. O haince
öpücüğü Joram'ın kızına verecekti.
Tüneli çıkmak inmekten daha uzun sürmüş gibi geldi. Te-
peye yaklaştığımız zaman bacaklarım ağrıyordu ve nefes nefe-
se kalmıştım. Ve asıl zorlu kısım yeni başlıyordu.
Mağaranın üst kısmının, eğer gittiğimiz yer gerçekten ora-
daysa, alternatif zamanda gördüğümüz gibi olduğunu düşün-
müştüm. Kısa süre sonra yanıldığımı anladım. Bir köşeyi dö-
nünce önde yürüyen Scylla aniden ışığı söndürdü ve geriye
sıçradı.
"Işık!" diye fısıldadı. "İleriden geliyor!"
El fenerimiz söndürülünce mağara duvarlarında başka bir
ışığın parıltısının yansıdığını görebiliyordum. Diğer mağarada
ışık olmadığını hatırladım. Şaryon arkasında bir çıra kutusu,
319

iriARCARJT U/EIS & f RftCY HlCKjnAn

çakmaktaşı ve meşale bırakmıştı.


"Orada ne var?" diye sordu Mosiah Simkin'e.
"Taş, hava, su." Simkin portakal rengi eşarbı salladı. "Ah!
Detay istiyorsun! Eh, bakalım." Derin düşünceler içinde kaşla-
rını çattı. "Bu tünel ırmakta son buluyor. Tünelin ağzında, tü-
nele bakarken hemen sağda küçük bir oda var. Yoksa ırmağa
bakarken solda mıydı? Elbette, eğer ırmağın içindeysen arkan-
da olduğu söylenebilir ve..."
"Simkin, lütfen!" dedi Eliza. Sesi titriyordu.
"Ne? Özür dilerim, sevgili kızım. Gerçekten." Simkin çok
uysal görünüyordu. "Kişisel sebeplerin olduğunu unutmuşum.
Bakalım. Nerede kalmıştım? Irmağın içinde,.. Sağda. Irmağa
girmek istemeyiz... Kaçınabildiğimiz sürece hayır. Gerek yok,
gerçekten. Joram ve Peder Kelkafa sağdaki o küçük odada tut-
sak... yok, söl yap şunu... Her neyse, küçük oda. Kaçırmanız
imkansız."
"Hayır ve onlar da bizi kaçırmayacak," dedi Mosiah sertçe
"Işığa yürüdüğümüz an bizi görecekler. Keşke yeterince Ya-
şam'ım olsaydı..."
"Seni ne durduruyor, anlamıyorum, Kollukçu. Burada bir
katalistin var," dedi Eliza. "Peder Reuven. Bir ev katalisti ola-
bilir, siz, savaş büyücülerin özel ihtiyaçları için eğitilmedi, ama
acil durumda işe yarar, sanırım."
"Peder Reuven!" Scylla güldü. "Ne gülünç."
Mosiah ve ben gülmedik. Scylla'ya baktık. Benimle diğer
zamanda konuştuğu gibi konuşmuş, Scylla'nm benzer bir du-
rumda kullandığı sözcükleri kullanmıştı.
"Neden bana öyle bakıyorsunuz? Ne dedim ki... ah." Eliza
şaşkın şaşkın gözlerini kırpıştırdı. "Ben ne dedim? Ve neden
dedim? Peder Reuven. Ev katalisti. Ama kulağa o kadar doğal
320

KARAKJLIÇin ITIİRaSI
geliyor ki..."
Mosiah şimdi düşünceli bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
Aniden siyah cüppeli kolunu bana uzattı "Katalist," dedi yu-
muşak sesle, "bana Yaşam bahşet."
Kahkaha atacak oldum. Elim nasıl yapacağımı bilmediğimi
işaret etmek için kalktı... Ama biliyordum. Hatırlıyordum. Ya-
şam içime akarken hissettiğim harika duyguları hatırlıyordum.
Bir elimle Mosiah'ın kolunu tutarken diğer elimle nasıl büyü-
ye uzanacağımı biliyordum. Ben aracıydım, büyü içimden akı-
yordu ve o kısa an nimetti.
Gözlerimi kapattım ve Thimhallan'ın Yaşam'ının içime ak-
masını diledim.
Başta hiçbir şey hissetmedim ve başarısız olacağım, Eliza'yı
hayal kırıklığına uğratacağım korkusu içimde burkuldu. Tüm
çabamı odakladım, Almin'e dua ettim, yakardım... Aniden Ya-
şam büyük bir dalga halinde geldi. Sanki birikmiş, serbest bı-
rakılmayı bekliyordu. Enerji beni şiddetle sarstı. Her damla ka-
nım minik bir kıvılcımmış gibi bedenim karıncalandı, yandı.
Duygu diğer yaşamda olduğu gibi hoş değil, çok acılıydı.
Korku ve acı içinde onu sona erdirmeye, elimi Mosiah'ın
kolundan koparmaya çalıştım, ama o beni bırakmayı reddetti.
Büyü aramızda kollarımıza dolanan mavi bir yay gibi sıçradı.
Yayın alevi çatırdadı. İçim boşalmıştı, ateşin yerini beni ser-
semleten, titreten bir soğukluk duygusu almıştı. Gücüm tüke-
nerek dizlerimin üzerine çöktüm.
Eliza diz çöktü ve kolunu bana doladı.
"Reuven, sen iyi misin?"
Başımı salladım, ama midem bulanıyor, başım dönüyordu.
"Kutsal Almin," dedi Scylla huşu içinde. "Hiç böyle bir şey
görmemiştim!"
321

irlAReARîf U/EIS & ÎRACY HlCKJHAn


"Bir daha göreceğinden kuşkuluyum," dedi Mosiah, kolu
nu ovalayarak. "Bu bir katalistin savaş büyücüsüne Yaşam ak-
tarmasıydı. Bu tür aktarımların büyüyle öldüğünü düşünmüş-
tük, çünkü savaşın bitiminden bu yana başarılı olarak gerçek-
leştirilemedi. Tuhaf," diye mırıldandı kendi kendine. "Çok tu-
haf."
"Büyü ölmemişse o kadar tuhaf değil," diye yorum yaptı
Scylla.
Simkin esnedi. "Hepiniz büyücülük oynarken ben keşfe çı-
kıyoaım. Beni burada bekleyin. Biliyor musunuz, bundan çok
zevk alıyorum!"
"Dur... lanet olsun!"
Mosiah boş havayı kavramıştı. Simkin kaybolmuştu.
"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum.
"Kendimizi Teknobüyücülere teslim edeceğiz," dedi Mosi-
ah acı acı. "Ne farkı var ki?"
"Saçmalık," dedi Eliza sertçe. "Burada Simkin'in dönmesini
bekleyeceğiz. Dönecek de. Te... Simkin'e inanıyorum."
"Baban da inanıyordu," dedi Mosiah sertçe. Çevresine ba-
kındı, katılaştı. "Biri daha eksik."
Kayalardan yansıyan ışık sayesinde biraz uzağı görebiliyor-
duk. Scylla görünürlerde yoktu.
"Geriye!" dedi Mosiah ve Eliza'yı ve beni tünelden aşağı
sürmeye başladı. "Geldiğimiz yola! Tutabileceğimiz..."
"Psst! Buraya!" dedi delici bir fısıltı.
Bir el karanlıkta bize doğru sallandı.
Ele bağlı bir kol belirdi ve Scylla gölgelerden çıktı. "Başka
bir oda buldum. Buraya saklanıp izleyebiliriz!"
Eliza Mosiah'a paylarcasına baktı ve Scylla'ya katılmaya git-
ti. Peşinden gidecek oldum. Mosiah kolumu yakaladı.
322
«ARftKILIÇin MİRASI
"Son geldiğimizde mağarada başka bir oda hatırlıyor mu-
sun?"
Başımı iki yana salladım. "Ama karanlık ve kafa kanştıncıy-
dı."
"Değil mi," dedi Mosiah soğuk soğuk.
Scylla'nın bulduğu oda tünelde, durduğum yerin tam kar-
şısındaydı. Küçük mağarayı açıkça görüyordu. Gümüş maske-
li ve cüppeli iki Teknobüyücü girişte nöbet bekliyordu.
Uzun dakikalar geçti. Hiçbir şey olmadı ve aklıma Sim-
kin'in hiç olmazsa bir konuda haklı olduğu geldi. Teknobüyü-
cüler tutsakların güvende olduğunu, bizim uzakta olduğumu-
zu düşünüyor olmalıydılar. Ya buydu ya da tutsaklar burada
değildi. Simkin'in bizi olmayan bir şeyin peşine getirdiğini dü-
şünmeye başlamıştım ki Teknobüyücülerden biri konuştu.
"Kontrol etme zamanı," dedi.
Diğeri başını salladı ve topuğunun üzerinde dönerek bir
adım attı, sonra kafaüstü düşerek mağara zeminine yayıldı.
"Orospu çocuğu!" diye küfretti adam, doğrulurken.
"Ne oldu sana?" diye sordu arkadaşı, dönüp bakarak.
"Bir taşa takılıp düştüm! Şu taşa!" Teknobüyücü dik dik ba-
karak işaret etti.
"Eh, bir dahaki sefer gittiğin yere bak."
Teknobüyücü kötü kötü taşa bakıyordu. "Yemin ederim
daha önce orada değildi."
"Yalnızca beceriksizsin," dedi diğer Teknobüyücü omuzla-
rını silkerek.
"Hayır, ciddiyim. Bu lanet hapishane hücresine bugün otuz
kez girip çıktım ve yemin ederim o taş orada değildi!" Tekno-
büyücü taşı kaldırdı. "Belamı bulayım!" dedi şaşkınlık içinde.
"Bu taşın... gözleri var!"
323

rrİAReARjf WEİS 8" f RACY HlCKCIAn


Diğer odaya büzülmüş olan bizler bakıştık. Hiçbirimiz söy-
lemedik, ama hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk.
Simkin.
"Siz ikiniz ne haltlar karıştırıyorsunuz? Orada durmuş bir
taşı tartışıyorsunuz," dedi bir başka ses. Sesi tanıdım, Mosiah
da öyle.
"Smythe!" diye fısıldadı.
"Jeolojiye merak saldıysanız," diye devam etti Smythe, "boş
zamanınızda yapın. Benim parasını ödediğim zamanda değil."
İki Teknobüyücü esas duruşa geçti. Smythe mağara girişin-
den gelerek yaklaştı. Onu son gördüğümde üzerinde olan ta-
kım elbiseyi giymemişti, hologramda giydiği altın işlemeli
cüppe vardı üzerinde. Yüzü aydınlıktaydı ve onu sesinden ta-
nımam iyi olmuştu. Aksi halde tanıyamazdım. O kadar yakı-
şıklı ve cazip olan yüzü şimdi sertti ve bastınlmış bir öfkeyle
çarpılmıştı. Gümüşler içinde dört koruma peşinden geliyordu.
"Ama, efendim, şu taşa bakın..."
"Karataş mı?" diye sordu Smythe sabırsızca.
"Hayır, efendim, öyle görünmüyor. Belki sıradan kireçtaşı.
Ama bu..."
"Thimhallan'da benim ilgilendiğim tek taş, karataş. Irmağa
at onu."
Teknobüyücü taşa yine »baktı ve itiraz edecek oldu.
Smythe'in öfkeli yüzüne bir kez bakınca taşı kaldırdı ve hızla
akan, karanlık sulara fırlattı.
Taş havada uçarken hafif, kızgın bir feryat duyduğuma ye-
min edebilirim. Taş bir şapırtıyla suya düştü ve... taş gibi bat-
tı.
"Tutsaklar nasıl?" diye sordu Smythe. "Değişiklik var mı?"
"Şu Joram gittikçe kötüleşiyor, efendim. Yardım almazsa
324

K^Rinyuçm miRftsı
aramızda uzun süre kalamayacak."
Yanımda duran Eliza boğuk bir ses çıkardı.
"Şşş!" diye nefes verdi Scylla.
Mosiah ikisine uyarıcı bakışlar fırlattı. Eliza'nm elini bul-
dum. Derisi soğuktu. Parmakları benimkilere sıkı sıkı dolandı.
"Joram'la konuşacağım," diyordu Smythe. "Durumu o ka-
dar kötüyse işbirliği yapmaya gönüllü olabilir. Siz, ikiniz be-
nimle gelin. Kalanınız dışarıda beklesin."
Smythe tutsakların tutulduğu odaya girdi. Korumalarının
ikisi onu takip etti. Diğerleri koridorun dışında pozisyon aldı.
Beklemek dışında yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Sayı-
ları bu kadar çokken mücadele etmeye kalksak yalnızca ken-
dimizi değil, tutsakların yaşamlarını da tehlikeye atmış olur-
duk. Teknobüyücüler tutsaklarının kurtarılmasına izin vermek-
tense onları öldürmeyi tercih edebilirdi.
Kulak kabartarak karanlıkta saklandık.
Duyduğumuz ilk ses Peder Saryon'undu. Sesi güçlü ve kız-
gındı, bu da iyi olduğunu gösteriyordu. Gözlerimi kapattım ve
Almin'e şükrettim.
"Görebildiğiniz gibi Joram çok hasta, Bay Smythe. Arkada-
şımın hemen tıbbi ilgiye ihtiyacı var. Onu karakola götürme-
niz konusunda ısrar ediyorum. Orada tıbbi imkanları var..."
"Elbette," dedi Smythe; sesi rahat, memnun etmeye heves-
liydi. "Ona panzehiri vereceğiz... bize Karakılıç'ı nerede bula-
cağımızı söyler söylemez."
"Zehir mi?" Şaryon dehşete düşmüştü. "Onu zehirlediniz
mi?"
"Yavaş etki eden bir tür. Daimi jeneratörlerimizdeki orga-
nizmaları öldürmek için kullandığımız türden. Ölümün çok
yavaş ve büyük acıyla geldiğini duymuştum. Şimdi, dostum.
32S

ITlAR£AR£T WEIS ft TRACY HlCKRlAn


Karakılıç nerede? Bize bunu söyle, kendini çok daha iyi hisse
dersin."
"Bilmiyor!" dedi Şaryon öfkeyle.
"Ah, ama bence biliyor," dedi Smythe. "Kılıcı saklaması için
kızına verdi. Kılıcı onda gördük, bu yüzden yalan söyleme
zahmetine gimıesine gerek yok. Kızın peşindeyiz..."
"Onu incitirseniz..." Ses zayıftı, ama kesinlikle Joram'ındı.
Ayak sürüme sesleri ve boğuk bir haykırış duyduk.
Eliza başını omzuma gömdü. Ona sıkı sıkı sarıldım ve o an-
da Smythe'e karşı duyduğum öfkenin büyüklüğü beni şaşırttı.
Kendimi pasifist sayardım. Şimdi içimde öldürme dürtüsü ol-
duğunu biliyordum.
"Yapma! Onu rahat bırak!" diye haykırdı Şaryon ve kendi-
ni korumak istercesine Joram'm önüne atmış gibi bir lıışırtı
duyduk. "O zayıf ve hasta."
"İşbirliği yapmazsa çok daha hasta olacak."
"Ölürse işinize yaramaz!"
"Ölmeyecek. En azından henüz değil. Dediğin gibi, ona ih-
tiyacımız var. Ona uyarıcı ver. İşte. Bu onu biraz daha canlı tu-
tar. Çok iyi hissetmeyecek, ama yaşayacak. Ama bunu senin
için söyleyemem, Peder Şaryon. Hiçbir işime yaramıyorsun.
Benim kendi katalistlerim var, ele geçirildiği zaman Karakılıç'a
yaşam vermeye hazırlar. *
"Beni dinle, Joram. Kızının nerede saklandığını söyleme
konusundaki inatçı fikrini değiştirmek için beş dakikan var...
Değiştirmezsen, Peder Saryon'ın derisi canlı canlı yüzülecek,
ölmek için özellikle pis bir yol. Ayaklannı ve ellerini bağlayın."
Dördümüz dehşet içinde birbirimize baktık. Eyleme geç-
mek için beş dakikamız vardı, rehineleri kurtarmak için beş
dakika, aksi halde Peder Şaryon işkence edilerek öldürülecek-
326

KüRüKILIÇln ÜlİRftSl
ti. Altı koruma ve Kevon Smythe vardı, ama biz yalnızca dört
kişiydik.
"Scylla, senin silahın var," diye başladı Mosiah, gergin bir
fısıltıyla. "Sen..."
"Silah," dedi kadın. "Silahım yok."
Mosiah dik dik baktı ona. "Silahın yok mu! Nasıl ajansın
sen?"
"Akıllı bir ajan," diye karşılık verdi Scylla. "Gördüklerime
bakarak, silah taşımak birinin sana ateş etmesi için açık davet-
tir."
Mosiah sertti. "Sanırım başka seçeneğimiz yok. Altı D'karn-
darahz birden saldırmalıyız..."
"Yedi yap," dedi Scylla.
Mağaraya başka bir Teknobüyücü girmiş görünüyordu.
"Görünüyordu" diyonım, çünkü mağara girişini izliyordum ve
içeri birinin girdiğini görmemiştim. Yeni gelen girişte bekleyen
ikisinin arkasından yaklaştı. Gümüş eldivenli elini uzatarak bi-
rinin omzuna dokundu.
Bu taşı ırmağa atan Teknobüyücüydü. Adam yerinde sıçra-
dı, döndü. Cüppeleri çevresinde sıvı civa gibi aktı.
"Ne şeytan... sen kimsin?" diye sordu. "Ne istiyorsun? Ve bir
daha öyle sessizce yaklaşma bana. Taşların gözlerinin olduğu
ve Tanrı bilir başka neler döndüğü bu lanet gezegende olmak
yeterince kötü! Ne istiyorsun?" diye tekrarladı sinirle.
"Karargahdan efendi için mesaj var."
"Hapishane hücresinde."
"Acil," dedi D'karn-darah.
"Ben gidip söylerim," diye gönüllü oldu diğer Teknobüyü-
cü.
"Dur," dedi ilki. Sesi şüpheliydi. "Neden her zamanki yol-
327

rflAReARff UJEIS & 1"RACY HlCKfflAn


dan mesaj göndermediler... görmetaşlarını kullanarak?"
"Görmetaşlarınızın hiçbiri çalışmıyor. Deneyin."
İlk Teknobüyücü bileğini kulağına götürdü. İkinci de aynı-
sını yaptı. İkinci ilkine baktı, ilki omuzlarını silkti ve başını
hücreye doğru salladı. Teknobüyücü bildirmek için gitti.
Smythe belirdi. Öfkeli yüzü kıpkırmızı kesilmişti, kaşları
şiddetle çatılmışü.
"Görmetaşları çalışmıyor ne demek?" diye sordu.
"Bilmiyoaız, efendim," diye karşılık verdi yeni gelen Tek-
nobüyücü. "Belki bu mağara sinyalleri engelliyordur. Sizin için
acil bir mesajım var, efendim."
"Ver o zaman!" diye terslendi Smythe.
Gümüş başlıklı baş döndü, diğer D'karn-darahz baktr.
"Yalnızca sizin için, efendim. Özel olarak görüşmeliyiz. Çok
acil, efendim."
Smythe kızgınlık içinde hücreye baktı. Sağlıksız öfkesi art-
tı. "Tam da sırasıydı. İnadını kırmak üzereydim! Mesaj iyi olsa
hayrınıza olacak!" Korumalardan birine döndü. "İyi pedere üç
dakikası kaldığını hatırlat. Üç dakika."
"Bu tarafa gelin, efendim," dedi haberci ve korkutucu şe-
kilde, küçük, gizli mağaramıza doğru işaret etti.
İkisi bize doğru yürüdü. D'karn-darahm gümüş cüppesi
ayak bileklerinin çevresinde dalgalanıyor, gümüş terlikli ayak-
larını teşhir ediyordu ve aniden bu Teknobüyücünün portakal
rengi çoraplar giydiğini fark ettim.
"Simkin!" diye soludu Mosiah kulağıma.
Tüm mantıksızlığına rağmen Kevon Smythe'i saklandığımız
yere getiren Teknobüyücü kılığına girmiş Simkin olmalıydı.
"O piç!" diye fısıldadı Mosiah. "Yapacağım son şey olsa bi-
le..."
328

KARAKJLlÇln miRflsı
"Şşş!" diye susturdu onu Scylla.
Eliza elimi sıkı sıkı kavradı. Bizi duyacaklarından korkarak
kıpırdamaya cesaret edemiyorduk. Karanlıkta tamamen kıpır-
tısız kaldık, her nefes kasırga sesi gibi geliyordu, sanki yürek-
lerimiz gökgürültüsü gibi güdüyordu. Mosiah'm bedeni geril-
di. Büyüsünü dev, ölümcül bir patlama için hazırlıyordu.
Aklımdan çılgınca, ümitsiz planlar geçiyordu, ama hiçbiri
mantıklı gelmiyor, umut vermiyordu.
Dört adım sonra Kevon Smythe bize çarpacaktı. İkinci
adımda Simkin-Z)'karn-darah durdu.
Smythe durup ona döndü.
"Konu nedir?" diye sordu sinirle.
"Efendim," dedi Simkin, "Hch'nyv temsilcileri Zith-el'e gel-
di."
Mosiah'm karnına yumruk yemiş gibi inlediğini duydum.
Scylla yumuşak sesle nefes verdi.
Biri atardamarını kesmiş ve bir anda bütün kanını akıtmış
gibi Smythe'in yüzü kırmızıdan sarıya döndü. Yüzünde öylesi-
ne çıplak bir dehşet vardı ki neredeyse onun için üzülecektim.
Yüzü hemen duygusuzlaştı, ama o korkudan izler kaldı.
"Ne istiyorlarmış?" diye sordu, sıkı kontrol altında bir sesle.
"Karakılıç'ı," dedi Simkin kısaca.
Smythe hücreye doğru öfkeli bir bakış fırlattı. "Henüz ele
geçirmedik. Ama alacağız. Bize daha fazla zaman vermeleri
gerek."
"Yeryüzü güçleri çekiliyor. Yeryüzü'nün istilası başlıyor.
Fazla zamanınız kalmadı. Sözleri buydu. Israrcı olan dini ön-
derleri, efendim. Tanrıları ya da tapındıkları her neyse, Kara-
kılıç'ın açık bir tehlike olduğu konusunda onları uyarmış."
"Lanet olası tanrılarını biliyorum!" dedi Smythe, sesi öfke
329

nİAR£AREÎ U/EIS & ÎRACY HlCKJTIAn


ve korkuyla titreyerek. Kendine bir kez daha hakim oldu. "Bir
anlaşma yaptık. Onlara bunu hatırlatın. Karakılıç'a karşılık
Yeryüzü'nü aldılar. Thimhallan bize kalacaktı. Onlar bize
Ölüm sağlayacak. Biz onlara Yaşam sağlayacağız. Karaküıç^
ele geçirip onlara vereceğiz, ama zamanı gelince. Onlara bu-
nu söyleyin."
Simkin gümüş başlıklı başını iki yana salladı. "Ast saydıkla-
rı kişileri dinlemiyorlar."
Smythe öfke içinde yine hücreye baktı. Kararsız kalmıştı
"Pekala. Ben gidip konuyla ilgilenirim."
Topuğunun üzerinde döndü, emirler yağdırarak uzun
adımlarla yürüyüp gitti.
"Korumalarım! Benimle gelin. Karargahta isteniyorum. Siz
ikiniz. Rahibi öldürün. Nasıl öldüreceğiniz umurumda değil.
Yavaş yavaş yapın ve Joram'm en ön sıradan izlemesini sağla-
yın."
"Ya konuşmaya karar verirse, efendim?"
"Verdiği bilgiyi alın, sonra hemen karargaha gönderin. Te-
leportörü kullanın."
"Başüstüne, efendim. Rahibi yine de öldürecek miyiz?"
"Sen ne düşünüyorsun?" diye sordu Smythe sabırsızca. "Ba-
na faydası yok."
"Peki, efendim. Yardım edeftek birini bırakabilir misiniz,
efendim? Teleportör bu gezegende iyi çalışmıyor."
"Ben kalıp bir el veririm," dedi Simkin gümüş başlığının al-
tından.
"Pekala." Smythe'in bir an önce gitmek istediği açıktı. Pe-
şinde dört korumasıyla mağaradan çıktı.
Diğerlerine baktım ve benim de hissettiğim aynı tiksinti,
dehşet ve öfkenin yüzlerine yansıdığını gördüm. Bir insanın
330

KüRAKILIÇin MİRASI
nasıl düşmanla anlaşma yapacak kadar güç tutkusuna kapıl-
mış olabileceğini anlayamıyordum. Kendi hırsının sunağında
milyonlarca insanı kurban edecek bir anlaşma.

İki Teknobüyücü tutsakları getirmek için hücreye girdi.


Simkin dışarıda kaldı, kendi kendine mırıldanarak topukları-
nın üzerinde öne arkaya sallanmaya başladı. Mırıltısı ahenksiz-
di ve son derece sinir bozucuydu. Bir kez bile bize doğru bak-
madı, en ufak bir ipucu vermedi.
Yanıldığımızı, Teknobüyücünün aslında Simkin olmadığını
düşünmeye başlamıştım. Belki de tuhaf çorap zevki olan bir
Teknobüyücüydü yalnızca.
Mosiah da kuşkularımı paylaşıyordu. "O aptal! Ne yapıyor?
Eğer oysa...."
"O olsa da, olmasa da Smythe'den kurtuldu," dedi Scylla.
"Ve dört korumasından. Şimdi saldırmalıyız."
"İlk önce tutsakları hücreden çıkarsınlar," dedi Mosiah.
"Muhtemelen onları tutmak için bir hareketsizlik alanı kullanı-
yorlar ve onu asla kaldıramayız."
"İyi nokta, Kollukçu," dedi Scylla hayranlık içinde. "Plan
nedir?"
"Plan!" diye hıhladı Mosiah. "Silahı olan tek kişi benim ve
o da büyüm."
"Bir lazer tabancası bile zırhları üzerinde etkili olmaz," di-
ye karşılık verdi Scylla boğuk bir fısıltıyla. "Dahası, benim de
kendi silahlarım var."
"Nedir onlar?"
"Göreceksin. Sen birini halledebilirsen diğerini devre dışı
bırakacağımı garanti ederim."
Mosiah bundan hoşlanmamıştı, ama tartışma zamanı değil-
di. Zindanın içinden ayak sürüme sesleri geliyordu. Simkin'in
331

mAR£ARfî U/EIS S" ÎRACY HlCKfflAn


mırıltısı gittikçe yükseldi, eğer böyle bir şey mümkünse, gittik-
çe daha sinir bozucu oldu.
"İşaretimle, Scylla, sen saldır," diye emretti Mosiah. "Re_
uven, sen ve Eliza Joram ile Peder Saryon'u kurtarın."
"Onları nereye götüreceğiz?" diye sordu Eliza.
"Tünelden aşağı. Karakılıç'ı sakladığınız mağaraya."
"Sonra?"
"İlk önce bunu bir başaralım da," dedi Mosiah.
Simkin'in mırıldanması dişlerimi kamaştınyordu. Hiçbir in-
san gırtlağından bu kadar garip ve kulak delici bir ses çıktığı-
nı duymamıştım. Ama bu Simkin'di. İki Teknobüyücü nöbetçi
çıktı. Biri Peder Saryon'u yakalamıştı. Şaryon şaşkın ve endi-
şeli görünüyordu, ama, öldürülmek üzere olduğu halde endi-
şesinin kendisi için değil Joram için olduğunu biliyordum. Şar-
yon omzunun üzerinden, arkasından sürüklenen Joram'ı gör-
meye çalışarak başını çevirip duruyordu.
Babasını görünce Eliza hafifçe inledi ve daha fazla ses çı-
karmamak için hemen eliyle ağzını kapattı.
Joram'ın derisi grimsi beyazdı, ter damlacıklarıyla kaplıydı.
Saçları kanla keçeleşmişti, yüzünün bir yanında, yanağındaki
derin ve çirkin, neredeyse kemiği açıkta bırakan yaranın oldu-
ğu yerde pıhtılaşmış kan vardı. Sağ eliyle gevşek duran sol ko-
lunu tutuyordu. Gömleği yırtıknıştı, önü kanla kaplıydı ve sol
kol yeni kandan sırılsıklamdı. Verilen uyarıcı, ateş ve hissetti-
ği öfke gözlerine sıradışı bir parlaklık vermişti. Zayıftı, ama
sert bir biçimde tetikteydi ve meydan okurcasına bakıyordu.
"Peder Saryon'u bırakın. Ancak o zaman size Karakılıç'ı ne-
rede bulabileceğinizi söylerim."
"Söyleyeceksin," dedi Teknobüyücülerden biri. "Rahibi
yerde, derisinin yarısı soyulmuş, bu işkenceyi ölümle bitirme-
332

KARÜKJLIÇln trJİRaSI
miz için feryat ederken görünce söyleyeceksin."
Teknobüyücü Peder Saryon'u yere fırlattı. Pederin elleri
bağlıydı, düşüşünü yavaşlatamadı ve hızla düştü, acıyla hay-
kırdı. O zaman öne atılacak oldum, ama sağduyu ve Mosiah'ın
uyarısı beni engelledi.
Simkin Peder Saryon'a yaklaştı ve baktı.
Keskin bir kırılma sesi duyuldu.
Simkin'e yakın duran Teknobüyücü vahşice baktı, inledi ve
geriledi.
"Sen ne yapıyorsun?" diye haykırdı tiz bir sesle
"Emirleri yerine getiriyorum," dedi Simkin. "Sana bir el ve-
riyorum."
Bilekten kırdığı kendi elini uzattı.
333

26
O kadar özlediği ve her sabah ruhunu yaktığını his-
settiği büyü ona hiç gelmedi.
On beşine bastığında, Anja'ya ne zaman büyüye sa-
hip olacağını sormayı bıraktı.
İçinin derinliklerinde, yanıtı zaten biliyordu.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
"Ek olarak, başı çekmenize de yardım edeceğim," diye ek-
ledi Simkin. Başını omuzlarından kaldırdı -başını vida gevşe-
tir gibi gevşetti demek daha doğru olur- ve Teknobüyücüler-
den birine attı.
Adamın biraz büyüsü olabilirdi, ama görebildiğim kadarıy-
la Teknobüyücüler Teknoloji kullanmaya öyle alışmışlardı ki
büyüyü unutmuşlardı. Adamın böylesine manyakça bir büyü-
yü hiç görmediği açıktı. Simkin kendi elini kırdığında ağızları
açık kalmıştı. Ama Simkin'in gümüş başlıkla kaplı kafası, ku-
maşın uçları dalgalanarak ona doğru uçunca Teknobüyücü
boğuk bir feryat kopardı ve kollarıyla yüzünü örttü. Simkin'in
başı öyle bir şiddetle patladı ki yüreğimin durduğunu sandım.

Mağara patlamayla sarsıldı... ve bir papatya yağmuru başladı.

KâR^Kjuçın miRası
"Şimdi" diye bağırdı Mosiah.
Yaşam içinde aktı ve koşarken dönüşmesini sağladı. Siyah
cüppesi çevresinde kıvrandı, bedenini sararak diken diken, si-
yah bir kürkle kapladı. Başı uzadı, siyah, kıvrık dudaklarının
arasından sarı dişler fırlayan bir hayvan çenesine dönüştü. Ba-
cakları hayvan bacakları oldu, siyah kürkle kaplandı, tırnakla-
rı uzayarak sivrildi. Cüppesinin etekleri kıvrılarak ustura kadar
keskin bir dikeni olan bir kuyruğa dönüştü. Mosiah karagez-
gine dönüşmüştü, avcıkatil olarak bilinen, eski savaş ustaları-
nın yarattıkları arasında en çok korkulan türe.
Teknobüyücü gözlerini açtı, şaşkınlık içinde başına yağan
papatyalara baktı. Çiçekler mezarının üzerine serpilmişti san-
ki. Bir sonraki manzara korkunçtu... mağara zemininde sıçra-
yarak, güçlü arka bacakları üzerinde doğrulmuş koşan, çene-
leri açılıp kapanan, pençeleri Teknobüyücünün gırtlağına uza-
nan bir avcıkatil.
Adamın gümüş cüppesi zırh işlevi görüyordu, Scylla'nm
dediği gibi geleneksel silahlarla yapılan her tür saldırıyı savuş-
turabilirdi. Ama karagezgin kesinlikle geleneksel bir silah de-
ğildi. Mosiah kendini Teknobüyücünün üzerine attı. Gümüş
cüppe çatırdadı, karagezgin acıyla haykırdı, ama Mosiah'ın
pençeleri çizdi ve yırttı. Ağırlığı Teknobüyücüyü yere devirdi.
Diğer Teknobüyücü nöbetçi çevresini saran büyü karşısın-
da arkadaşı kadar şaşkınlaşmamıştı. Elinde bir silah belirdi,
kötü enerjiyle parlayan bir tırpan. Peder Saryon'un tepesine
dikildi, tırpanı vahşi bir yay çizerek savurdu. Tırpanın çeliği
havayı yararken mırıldandı, bana Simkin'in ahenksiz mırıltısı-
nı hatırlattı.
Eliza ve ben acı içinde, tutsaklar için korkarak geride kal-
dık. Ama yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Şaryon dümdüz
335

rflARSARjEt U/EİS ft f RACY HiCKjnAn


uzanmış yerde yatıyordu. Tırpanın her savruluşu ona daha da
yaklaşıyordu. Joram tırpanlı Teknobüyücünün arkasmdaydı
mağara duvarına yaslanmıştı. Gözleri zehirin etkisiyle parlaktı
ve yanıyordu. Teknobüyücüye arkadan çarpmayı düşünerek
öne atıldı.
Ama adam onu duydu. Tırpanı çevirerek sapıyla Joram'ın
başının yanına vurdu. Joram devrilip, Peder Saryon'un yanına
düştü. O zaman bile meydan okurcasına başını kaldırdı. Yüzü
taze kanla kaplanmıştı. Başı kollarının arasına eğildi. Kıpırtısız
kaldı.
Eliza haykırdı, tehlikeye aldırmadan babasının yanına ko-
şacak oldu. Onu yakaladım, tuttum.
"Bana izin verin, Majesteleri," dedi Scylla ve çıplak elleriy-
le tırpanlı Teknobüyücüye yaklaştı.
"Dikkatli ol, Scylla!" diye bağırdı karagezgin Mosiah'ın se-
siyle.
Avcıkatilin çenelerinden kan ve salya damlıyordu, pençele-
ri kızarmıştı, siyah kürküne kan bulaşmıştı. Avına baktım ve piş-
man oldum. Bakışlarımı telaşla Teknobüyücünün bedeninden
geriye kalanlardan kaçırjdım. Ceset kan ve papatya kaplıydı.
"O tırpan bir insanın Yaşam'mı tüketebilir," diye uyardı
Mosiah.
"Bunun beni etkileyeceğini* neden düşündün, anlamıyo-
rum," dedi Scylla, Mosiah'a sırıtıp göz kırparak.
Teknobüyücünün hareketlerini izleyerek ilerledi ve aniden
bacağını sallanan tırpanın yoluna uzattı. Eliza gözlerini kapat-
tı. Scylla'nm bacağının korkunç silah tarafından kesilmesini
bekleyerek dehşet içinde izledim.
Tırpan kadının savaş çizmesine çarptı ve parçalandı, buz
kadar kırılganmış gibi binlerce minik kıymık halinde kıvılcım-
336

KüBüigLipın fflİRAsı
lanarak saçıldı. Gümüş başlıklı adamın yüzündeki ifadeyi gö-
remiyordum, ama hayretle silaha bakakaldığını hayal edebili-
yordum. Ama adam hemen kendine geldi, tırpanın sapını so-
pa olarak kullanmak için ellerini oynattı ve sopayı Scylla'ya sa-
vurmaya çalıştı.
Kadın çizmesinin topuğuyla Teknobüyücünün gümüş kap-
lı başına bir darbe indirdi. Mide bulandıncı bir çatırtı duyuldu
ve başta gümüş zırhın savunma alanının işlediğini düşündüm.
Ama gümüş başlıkta bir kan lekesi belirdi. Ses adamın kırılan
burnundan çıkmıştı. Adam arkaya devrildi. Yerdeyken kafası-
na atılan bir tekmeyle de işi bitti.
"Orada neler oluyor?" diye bağırdı bir ses mağaranın dışın-
dan. "Her şey yolunda mı?"
"Daha fazla Tekno," dedi Mosiah. Karagezgin şeklini koru-
mamıştı, gözleri korkunç ve kırmızı, parlıyordu "Teleportörü
koruyanlar olmalı. Birazdan buraya gelirler. Bir karamavnaları
var! Gidin!" dedi, kanlı pençelerini bize doğru sallayarak. "Pe-
der Şaryon ile Joram'ı alıp gidin! Ben bunları hallederim."
Şaryon dizlerinin üzerine çökmüş, baygın Joram'ın üzerine
eğilmişti. Eliza babasının yanında, elini tutuyordu. Onu nasıl
taşıyacağımızı merak ettim, çünkü uzun boylu ve kaslı bir
adamdı.
"Ben Joram'ı bırakmam," dedi Şaryon kararlılıkla.
"Ben de öyle," dedi Eliza. Yanaklarından aşağı gözyaşları
akıyordu, ama onların farkında olduğunu sanmıyorum.
"Panzehir Smythe'de." Saryon'un bakışları Eliza'ya kaydı.
"Karakılıç'ın nerede olduğunu biliyor musun?"
"Evet, Peder."
"O zaman onu bulup Smythe'e vermeliyiz. Babanın hayatı-
nı kurtarmanın tek yolu bu."
337

rflARCARJÎ U/EIS ft ÎRaCY HlCKSIAn


"Pazarlıkta kendine düşeni yapmayabilir," diye uyard
Scylla.
"Belki yapar," dedi Şaryon kasvetle. "Yapmalı."
"Onu buradan götürmeliyiz," dedi Scylla. "Onu burada bı-
rakmamalıyız, yoksa bulurlar. Bizim kaçışımızın intikamını on-
dan alabilirler."
Joram'ın alnına dokundu. Becerikli elleri yırtılmış derinin
üzerinde rahatça kayarak kanlan sildi.
Joram gözlerini açtı, parlak ışığa bakıyormuş gibi gözlerini
kırpıştırdı.
"Nöbetçiler yanıt vermiyor. Yolunda gitmeyen bir şey var,"
dedi bir ses mağaranın dışından. "Ben kontrol etmeye gidiyo-
rum."
"Gidin!" diye hırladı Mosiah. Mağara girişinin yakınındaki
gölgelere saklanmak için sıçradı.
"Yapabilirim," dedi Joram, yardım önerilerini reddederek.
"Yardıma ihtiyacım yok."
Doğrulmaya çalışırken sendeledi, ama Scylla oradaydı,
güçlü kolu ve omzu ona destek oluyordu.
"Reuven," diye seslendi, "diğer yandan tut."
Denileni yaptım. Joram'ın yanına seğirterek belinden tut-
tum. Joram Scylla'ya ve bana dik dik baktı ve bir an bizi red-
dedeceğini düşündüm. *
"Sana yardım etmemize izin vermezsen, bayım," dedi
Scylla sessizce, "bu noktadan on adım uzaklaşamayacaksın.
Sen düştüğün zaman kızın ve Peder Şaryon seninle kalacak.
Teknobüyücüler onları yakalayacak ve korumak için mücade-
le ettiğin her şeyin sonu gelecek. İstediğin bu mu?"
Joram'ın kızgın ifadesi eridi. Başını iki yana salladı. "Hayır.
Yardımını kabul edeceğim." Bana baktı. "Reuven'inkini de."
338

KARftKILIÇin fflİRftSI
"Eliza, sen önden git," dedi Scylla. "Acele et."
"Durun!" Eliza Peder Saryon'a döndü. "Annem nerede. Si-
zinle hücrede miydi?"
"Hayır, çocuğum," dedi Şaryon endişeli görünerek. "Değil-
di. Sizin biliyor olacağınızı düşünmüştüm..."
Eliza başını iki yana salladı.
"Burada değil," dedi Şaryon. "Ve bu umut verici bir işaret.
Teknobüyücüler onu tutsak alsaydı şimdiye kadar kullanırlar-
dı. Sanırım bir şekilde onlardan kaçmayı başardı."
"O zaman nerede?" diye sordu Eliza.
"Belki benim bir fikrim vardır," dedi Şaryon. "Endişelenme.

Her neredeyse, güvende olduğuna inanıyorum. Bizden daha


fazla güvende."
Eliza babasının kanla kaplı yanağını hafifçe öptü, sonra
Saryon'un elini tutarak sarmallar çizen tünelde başı çekti.
Scylla ve ben Joram'ı yarı taşıyarak peşinden seğirttik. İlk ha-
reket ettiğimizde Joram acıyla bir kez inledi, sonra dişlerini
sıktı, dudaklarını acısının üzerine bastırdı.
Arkamızda vahşi bir uluma ve bir çığlık duyduk.
Oradan ayrılırken, şaşkınlık içinde aklıma Simkin'e ne ol-
duğunu merak etmek geldi.

Arkama baktım. Orada, boş gümüş cüppe yığınının içinde


bir oyuncak ayı yatıyordu. Başı ve iki kolu yoktu. Teddy'nin
boynuna gösterişli bir fiyonkla bağlanmış portakal rengi kur-
dele bedeninin üzerinde gevşekçe yatıyordu.
Eliza'nın babasıyla ilgilenmeye, bunu göremeyecek kadar
daldığına şükrederek ileri seğirttim.
"Çok tuhaf," dedi Şaryon, sarmal çizerek alçalan tünelde
bir buçuk kilometre kadar ilerledikten sonra, "ama burası ba-
339

rflARCARfT U/EIS & ÎRACY HlCKJÜAn


na tanıdık geliyor. Ve hayatım boyunca buraya gelmediğimi
biliyorum."
"Belki bu yaşamda gelmemişsindir, Peder," dedi Scylla
"başka yaşamlarda nereleri gezdiğini kim bilebilir?"
Kadının şaka yaptığını sanan Şaryon zayıfça gülümsedi ve
nazikçe eğleniyormuş gibi yaptı, ama bunun şaka zamanı ol-
madığını düşünüyor olmalıydı. Eliza, Scylla'nm el fenerini kul-
lanarak yolumuzu bulmaya çalışıyordu ve söylenenlere dikkat
etmiyordu. Joram acısıyla savaşmaya, gizli anlamlar arayama-
yacak kadar dalmıştı.
Scylla'nın sözlerinde görünenden daha fazlasının gizli ola-
bileceğini yalnızca ben fark ettim. Aramızdaki Joram'ın üzerin-
den ona yan yan baktım ve onun da dudaklarında bir gülüm-
semeyle bana bakmakta olduğunu gördüm. Onu sorgulaya-
mazdım; ellerim Joram'ı desteklemekle meşguldü.
O sırada gerçek hakkında en ufak fikrim yoktu. Kendi ba-
şıma çıkartabileceğimden emin değilim, ama bulmacanın bir-
kaç küçük parçasının birbirine uyduğunu görmeye başlıyor-
dum. Mosialı'm burada olmasını, kadının tuhaf sözlerinden ne
çıkartabileceğini görmesini isterdim.
Ama tek bildiğim Mosialı'm ölmüş olabileceğiydi. Yola çık-
tığımızdan beri ondan hiçbir ses duymamıştık. İşini yapacak
kadar hayatta kaldığına ilişkin tek işaret, nöbetçilerin bize ye-
tişmemiş olmasıydı.
Yolumuza devam ettik. Joram'ın gücü azaldıkça ağırlığı ar-
tıyordu ve desteğimize gittikçe daha fazla ihtiyaç duyuyordu.
Ağırlığın çoğunu Scylla taşıyordu, ama ben de payıma düşeni
taşıyordum ve gerginlikten omuzlarım yanmaya, ağrımaya
başlamıştı. Joram'ın sessizlik içinde, şikayet etmeden dayandı-
ğı acıyı düşünerek utandım. Rahatsızlık düşüncelerini kararlı-
340

KiiRAKILIÇln niİRftSI
lıkla aklımdan çıkardım ve yürümeye devam ettim.
Şaryon aniden durdu. "Bundan hoşlanmadım," dedi. "Bu-
rada yaşayan bir şey var. Kokusunu almıyor musunuz? Bir ej-
der," diye ekledi, alnı kırışarak. "Bir Gece Ejderi."
"Eskiden bir şey burada yaşarmış, Peder," diye yanıt verdi
Eliza, ışığı pürüzsüz duvarlı, pürüzsüz zeminli tünelde gezdi-
rerek. "Ne olduğundan emin değilim, ama artık yok. Büyü öl-
düğünde ölmüş olmalı. Neden ejder olduğunu düşündün?"
"Bilmiyorum." Şaryon şaşkındı. "Aklıma geldi yalnızca."
Kurnazdı ve yaşamının çoğunu Thimhallan'da geçirmişti. Ka-
fası karışmış, huzursuz bir ifadeyle Scylla'ya baktı. Kadının şa-
kasını ciddiye almaya başlamıştı. "Belki burada Mosiah'ı bek-
lemeliyiz. Başına ne geldiğini öğrenene kadar daha ileri gitme-
meliyiz. Bu korkunç yerde daha derinlere gitmemiz gerekti-
ğinden emin misin?"
"Evet, Peder," dedi Eliza. "Üzgünüm, ama devam etmeliyiz.
Karakılıç aşağıda."
Bunun üzerine Joram başını kaldırdı. Solgunluğu korkutu-
cuydu, kan yüzünde karanlık çizgiler oluşturmuştu. Bir kez
daha bilincini kaybetmiş, gözleri kapanmış, ayak sürümeye
başlamıştı. Kolumun altında kalbinin çarptığını hissetmem dı-
şında ölü gibiydi. Kızının dudaklarından çıkan Karakılıç söz-
cüğü belki de onu uyandırabilecek tek şeydi.
"Nerede?" diye inledi ve sesi bir nefesten yüksek çıkmıyor-
du. "Güvende mi?"
"Evet, baba," diye yanıt verdi Eliza ve babasının acısı için
duyduğu üzüntü neredeyse onu boğacaktı. "Güvende. Ah, ba-
ba, çok üzgünüm. Hiç hakkım..."
Joram başını iki yana salladı. "Hakkı olmayan bendim," de-
di, sonra başı sarktı. Gözleri kapandı ve kollarımıza yığıldı.
341

IIlAR£ARET U/EIS 8C ÎRACY HlCKJHAn


"Ne olursa olsun benim dinlenmem gerek!" dedim işaret
diliyle, Joram'ı düşürmekten korkarak.
Scylla başını salladı ve Joram'ı mağara zeminine yatırdık.
Tutulan omuzlarıma acılı bir sıcaklık yayıldı. Haykırmamak
için dudaklarımı ısırdım.
"İyileşecek mi?" diye sordu Eliza korkuyla, babasının ya-
nında diz çökerek. Yüzündeki bir siyah bukleyi arkaya attı, şa-
kaklanndaki griler dışında kendi saçlarıyla tıpatıp aynı olan
saçlan. "Çok hasta görünüyor."
"Fazla zamanımız kalmadı," diye itiraf etti Scylla. "Hem Jo-
ram ve bizim için, hem de bize güvenen diğerleri için."
"Kafam kanştı," dedim. "Zaman kavramını kaybettim... her
tür zaman kavramını! Ne kadar zamanımız var?"
"Bu geceyansına kadar," dedi Scylla, bileğindeki yeşil yeşil
parlayan saate baktıktan sonra.
"İleri karakoldan ayrılacak son geminin kalkış zamanı mı?"
diye sordu Şaryon.
Scylla ona garip garip baktı. "Son gemi gitti bile," diye ya-
nıt verdi serinkanlılıkla. "Hch'nyvler geceyarısı gelecek."
"Ne?" Çılgın hareketlerim korkumu ve dehşetimi belli edi-
yordu. "Karakılıç'ı Yeryüzü'ne nasıl götüreceğiz? Ne işe yara-
yacak? Bu budalalıkta neden ısrar ediyoruz? Zaten hepimiz
öleceğiz!" *
Scylla yamt vermek üzereyken hızla ilerleyen ayak sesleri
tünelde yankılandı. Ses hepimizi susturdu. Scylla ayağa kalktı,
bizimle tünelden gelenin arasına girdi.
"Işığı söndür!" diye tısladı.
Eliza el fenerini söndürdü. Karanlıkta birbirimize sokulduk,
korkumuz çevremizde cisimleşen canlı bir varlik gibiydi. Son-
ra bir ses duydum, Almin'e dua eden Saryon'un sesini. Güçlü
342

KARftKJLIÇIn ITIİRftSI
ve sıcak eli benimkinin üzerine kapandı. Bana teselli veriyor,
yaşamlarımıza rehberlik edildiğini, bize gözkulak olunduğu-
nu, bizden daha büyük bir varlık tarafından korunduğumuzu
nazikçe hatırlatıyordu. Bunların hepsi korkunç bir sonla bitse
de yalnız olmayacaktık. Ben de inanç yoksunluğum için af di-
leyerek, devam etme gücü dileyerek dua ettim.
Karanlıktan bir şekil atıldı ve neredeyse tepeüstü Scylla'ya
çarpacaktı. "Ne..." dedi bir ses.
"Mosiah!" Scylla rahatlayarak nefes verdi.
Eliza ışığı yaktı.
Mosiah öfkeyle bizi süzdü. "Siz ne halt ediyorsunuz?" diye
sordu öfkeyle. "Piknik mi yapıyorsunuz? Neden..."
Yerde baygın yatan Joram'ı gördü. "Ah," dedi Mosiah ve
başını iki yana salladı. Bakışları Scylla'ya kaydı. "Öldü mü?"
"Hayır, ama durumu iyi değil," diye yanıt verdi Scylla ihti-
yatla, Eliza'ya bir bakış fırlatarak.
"Bekleyemeyiz. Ben Teknobüyücülerin icabına baktım,
ama her an teleportörle daha fazlası gelebilir. Alarm vermele-
rini engelleyemedim. Karakılıç'ı alıp hemen buradan çıkmalı-
yız! Sen ve ben onu taşırız."
"Sen kendini taşıyabilecekmiş gibi görünmüyorsun," dedi
Scylla, ikisi Joram'ı kaldırmak için eğilirken. "Yaşam'm kaldı
mı?"
"Fazla değil." Mosiah gösterdiği çaba yüzünden homurdan-
dı. Normal şekline dönmüştü, ama dönüşümler tüketici olma-
lıydı. Yere yıkılacak kadar yorgun görünüyordu.
"Belki sana yine Yaşam verebilirim," dedim, onlan hayal
kırıklığına uğrattığım için suçlu hissederek.
Şaryon bana şaşkın şaşkın baktı. "Mosiah'a Yaşam mı ver-
din, Reuven? Nasıl? Ne zaman?"
343

niAReARff U/EIS & ÎRACY HlCKJHAn


"Açıklamak uzun sürer, Peder," dedi Mosiah. O ve Scylla
aralarında Joram'ı taşıyarak tünelden aşağı yürümeye başladı
Mosiah önerimi reddetti, gücümü korumam gerektiğini, çünkü
henüz her şeyin bitmediğini söyledi.
Hch'nyvler geceyarısı Thimhallan'a saldıracaktı. Smythe ve
Teknobüyücüleri Karakılıç'ı bulmak için deliye dönecekti. Bi-
zi bulamamaları için nereye gidebilirdik? Ve Hch'nyvlerin dev
ordularına karşı, ne kadar güçlü olursa olsun tek bir kılıçla na-
sıl savaşacaktık? Daha sıradan bir düzeyde, piknik sözcüğü ye-
mek yemediğimizi hatırlattı. Suyumuz azalıyordu. Hepimiz su-
suzduk, açtık ve yiyecek ve su bulamadan önce kim bilir da-
ha ne kadar zaman geçecekti. Joram ölmek üzereydi. Belki
aramızda en şanslı o, diye düşünürken yakaladım kendimi.
Elbette, Saryon'un sessizce öğütlediği gibi inanç duymalıy-
dım. Ama mantık ve sağduyu baskın ölçüde aleyhimizeyken
Almin'e güvenmek zor geliyordu.
Umudun titrek alevini beslemeye çalışıyordum ki onu ta-
mamen söndüren bir ses duydum.
Bu tünelde daha önce duyduğum bir sesti, diğer yaşamda
duyduğum bir ses, korkunç bir sonla biten bir yaşamda.
Aşağıda, o kadar da uzak olmayan mağarada muazzam bir
nefes gürledi.
344

27
"Budalalığın şerefine!" diye bildirdi Simkin ve hep
beraber, şampanya kadehleri neşeyle arkalarında tın-
gırdayarak, alev alev yanılsamalara doğru sendeleyerek
ilerlediler.
KARAKILIÇIN YAZGISI
"Ejder," dedi Mosiah. "Gece Ejderi."
"Ama bu imkansız!" diye inledi Şaryon. "Ejderler büyü ya-
ratımlarıdır. Thimhallan'da Yaşam yok olduğu zaman hepsi
kaybolmuş olmalıydı."
"Yaşam kaybolmadı, Peder. Kuyu yıkıldı, ama büyü bizim
düşündüğümüz gibi kaçmadı."
"Kuyu'nun kapanmış olabileceğine inanıyoruz, Peder," di-
ye ekledi Scylla.
"Bir ejder olduğuna inanmıyorum. Olamaz," diye itiraz etti
Eliza. "Buraya geldik."
"Hatırlarsan mağaranın kullanılıyormuş gibi koktuğunu
söyledim," diye karşılık verdi Mosiah.
"Ama... Hâlâ anlamıyorum..." Şaryon şaşkın görünüyordu.
"O mağarada bir Gece Ejderi yaşadığını nereden biliyorsunuz?

mARSAREî WEİS §• TRACY HlCKjnAn


Herhangi bir şey olabilir! Belki bir ayı."
"Bir ayı mı? Evet, elbette. Sevgili Teddy! Eh, bu açıklıyor
Ya da, aslında açıklamıyor. Mağaraya gelince, daha önce ora-
ya girdik. Aslında, daha önce orada öldük." Mosiah doğrudan
Scylla'ya bakıyordu. "Değil mi, Sör Şövalye?"
Scylla omuzlarını silkti. "Sen öyle diyorsan." Gözlerini yu-
varladı ve bana doğru eğilerek, "Suyuna git," diye fısıldadı.
"Karakılıç da orada," diye hatırlattı Eliza. "Kılıcı almak için
mağaraya dönmek zorundayız."
"Bir Gece Ejderine meydan okuyamayız," diye itiraz etti
Şaryon hararetle. "Onlar korkunç yaratıklardır. Korkunç!"
"Ejder önümüzde, ama arkamızda da Teknobüyücüler var,"
dedi Mosiah. "Geri dönemeyiz."
Dediğim gibi sonunda anlamaya başlamış gibiydim. Dikka-
tini çekmek için Saryon'un koluna dokundum.
"Sen ejderi büyüleyebilirsin, Peder," dedim işaret diliyle.
"Hayır," diye telaşla karşılık verdi. "Kesinlikle olmaz."
"Evet," diye tekrarladım. "Daha önce, başka bir hayatta
yaptın."
"Hangi başka hayat?" Şaryon şaşkınlık içinde bana bakıyor-
du. "Bir ejderi mi büyüledim? Böyle bir şeyi hatırlayacağımdan
kesinlikle eminim," diye ekledi aksi aksi, "ve seni temin ede-
rim, hiç hatırlamıyorum." »
"Eğer bunu yapacaksa, çabuk hareket etmeli," diye uyardı
Mosiah. "Güneş henüz parlarken. Gece çöktüğü zaman ejder
uyanacak ve yiyecek aramaya gidecek. Şimdi alacakaranlık."
Eliza babasının yanında nöbet tutuyordu, dikkati onunla
bizim aramızda bölünmüştü. Söylediklerimizi tam olarak anla-
mıyordu, ama aciliyeti anlıyor, açıklamamızı talep ederek sö-
zümüzü kesmiyordu. Bize güveniyordu. Ona güven verircesi-
346

KARAKJLIÇin mİRftSI
ne gülümsedim.
"Size ejder büyülemek hakkında hiçbir şey bilmediğimi
söylüyorum!" Şaryon başını iki yana sallıyordu.
"Biliyorsun," dedi Mosiah. "Aramızda bilen tek kişisin. Ben
yapamam."
"Sen Duuk-tsarith'sml" diye itiraz etti Şaryon.
"Ama Yeryüzü'nde eğitim gördüm. Gördüğüm ejderler özel
efektlerle yaratılanlardı. Açıklamak için zaman harcayamam,
ama alternatif zamanda, Peder, Joram'ın yirmi sene önce öldü-
ğü bir zamanda sen bir Gece Ejderi'ne rastladın... bu ejder ol-
duğuna inanıyorum... ve onu büyülemeyi basardın. Düşün,
Peder! Kaynak'ta aldığın dersleri düşün. Bütün katalistlere sa-
vaş sihirbazlarının büyüleri öğretilir."
"Ben... çok zaman oldu..." Şaryon elini, ağrıyormuş gibi şa-
kaklarına götürdü. "Başaramazsam hepimiz ölürüz. Korkunç
bir şekilde ölürüz."
"Biliyoruz," dedi Mosiah.
Bütün bunlar sırasında Scylla'nın sessiz kaldığını fark ettim.
İkna ya da itiraz etmeye çalışmamıştı. Henüz anlamıyordum,
ama eğer bu mantıklı geliyorsa, anlamaya başlıyordum.
"Peder Şaryon." Konuşan Joram'dı.
Tartışmaya o kadar dalmıştık ki Joram'ın ayıldığını fark et-
memiştim. Başı kızının kucağındaydı. Eliza alnındaki teri sili-
yor, ıslak saçlarını okşuyor, onu endişeyle, sevgiyle izliyordu.
Joram gülümsedi. Elini kaldırdı. Şaryon diz çöktü ve Jo-
ram'ın elini tutup göğsüne bastırdı. Joram'ın yaşayacak çok az
zamanı kaldığı, onun için, hepimiz için açıktı.
"Peder Şaryon," dedi; konuşmak çaba gerektiriyordu. "Be-
ni büyülemeyi basardın. Bununla karşılaştırıldığında ejder bü-
yülemek nedir ki?"
347

rtİARCARft WEIS $ ÎRACY HlCKJDAn


"Yapacağım," dedi Şaryon kırık bir şekilde. "Ben... deneye
ceğim. Kalanınız... burada bekleyin."
Ayağa kalktı ve biz durdurmasak tünelden aşağı koşacaktı
"Hem ejderi büyüleyip, hem Karakılıç'ı getiremezsin," dedi
Mosiah. "Karakılıç büyüyü bozar."
"Bu doğru," diye kabullendi Şaryon.
"Karakılıç'ı ben alırım..." diye başladı Mosiah.
"Karakılıç'ı ben alırım," dedi Eliza kararlılıkla. "O benim
mirasım."
Joram'ın yüzü acıyla çarpıldı. Başını iki yana salladı, ama
itiraz edemeyecek, kızını durdurmaya çalışamayacak kadar za-
yıftı. Yanağındaki kanın üzerinde tek bir damla gözyaşı aktı.
Fiziksel acısından değil pişmanlıktan kaynaklanan bir gözyaşı.
Eliza gözyaşını gördü ve babasını kucakladı. "Yapma, ba-
ba!" Onunla ağladı. "Bunu taşımaktan gurur duyuyorum! Kızın
olmaktan gurur duyuyorum. Sen dünyayı parçaladın. Belki
kurtarmak bana kalmıştır."
Onu öperek çabucak ayaka kalktı. "Hazırım."
Mosiah'ın itiraz edeceğinden ya da onu vazgeçirmeye çalı-
şacağından korkuyordum. Eliza'ya bir an dikkatle baktı, sonra
eğildi. "Pekala, Majesteleri," dedi. "Ben de geleceğim ve elbet-
te Reuven de gelecek. Katalist'ime ihtiyacım olabilir," diye ek-
ledi. *
Gururla dolmuştum, öyle ki korkum neredeyse kaybol-
muştu. Neredeyse. Gece Ejderi'yle son yüzleşmemizdeki deh-
şeti unutamıyordum. Kendi ölümümün dehşeti ve acısı. Daha
da kötüsü... Eliza'nm öldüğünü görmenin dehşeti. Kararlılıkla
anıları bastırdım. Aksi halde tek adım atacak cesareti bulamaz-
dım.
"Biri babamla kalmalı," dedi Eliza, bana bakarak. "Re-
348

KâRAKjLiçın rniRası
uven'in..."
"Joram'la ben kalınm," diye gönüllü oldu Scylla. Bize sırıt-
tı. Kaşındaki halk'a pırıldadı. "Artık tek basmasınız."
"Bütün bunları hiç anlamıyorum," dedi Şaryon yakarırcası-
na.
"İnanç duymalısın," dedim ona işaret diliyle.
"Ve sen de öğretmenine karşı inatçı davranıyorsun," dedi
solgun bir gülümsemeyle. Kasvetle içini çekti. "Gelin o zaman.
Gidip şu ejderi büyüleyelim."
Gece Ejderleri güneşışığından o kadar nefret eder ki Thim-
hallan'ın bulabildikleri en derin, en karanlık yerlerinde yaşıyor
olsalar bile gündüz uyurlar. Bu ejder, düzenli nefeslerine ba-
kılırsa uyuyordu, ama uykusu huzursuz ve sığ görünüyordu.
Dev bedenin kıpırdadığını, pulların kaya zemine sürtündüğü-
nü duyabiliyorduk. Diğer yaşamda ejderin Karakılıç'm ininde
bulunması, huzurunu bozması hakkında söylediklerini hatırla-
dım. Ya bu ya da uyanma zamanı yaklaşıyordu.
Burayı son ziyaret ettiğimde aldığım kokuyu hatırladım. Bu
sefer koku daha kötü gibiydi. Kusmamak için hepimiz ağızla-
rımızı ve burunlarımızı kapattık. Bir el fenerinin ışığının bile
ejderi uyandırıp, sinirlendirebileceğinden korkarak ışık getir-
memiştik. Yavaş yavaş, sessizce, ellerimizle önümüzü yoklaya-
rak hareket ettik ve tünelde kalan son birkaç metreyi aştık. Bir
köşeyi döndük ve ejderin inini bulduk.
Yaratığın alnına gömülmüş elmas soğuk, keskin bir ışıltıy-
la parlıyordu. Aydınlatmıyordu. Ejderi göremiyorduk. Hiçbir
şey göremiyorduk, birbirimizi bile, ama birbirimize sokulmuş,
yan yana duruyorduk.
Ejderin solumaları tünelde yankılanıyordu. Biz ininin dışın-
349

mAR£ARET U/EIS & f RACY HlCKJIIAn


da dururken bedenini yine oynattı ve yan tarafına devrilirken
kuyruğu duvara çarparken zemin sarsıldı. Elmas alçalmış, an-
laşılan ejder başını yana koymuştu. Korku ve huşuya boğul-
muş, karanlıkta duruyorduk.
Mağaranın içine girmeye cesaret edemezdim. Saryon'un
bunu yapacak cesareti nereden bulduğunu bilmiyorum. Ama
yaşayan taşa dönüştürülmesine tahammül edecek cesareti ne-
reden bulmuştu?
"Burada bekleyin," dedi bize. Sözcükleri fısıltıdan daha
yüksek çıkmıyordu. "Bunu yalnız yapmalıyım."
Yanımızdan ayrıldı ve mağaraya girdi. Onu göremiyordum,
ama cüppesinin hışırdadığını, ayaklarının yumuşak seslerini
duyabiliyordum. Şekli önünden geçti ve elmasın ışığını bir an-
lığına kesti.
Eliza elimi tuttu. Ben de onun elimi kavradım. Mosiah ger-
ginlik içinde yanımızda duruyordu. Bazen fısıldanan sözcük-
ler duyuyordum ve Mosiah'ın büyüsünü aklından geçirdiğini
tahmin ediyordum. Fazla faydası olacağından değil. Bunu da-
ha önce de yaşamıştık.
Duuk-tsarithled Diğer zamanda olduğu gibi şimdi de bura-
da mıydılar? Kılıcı ele geçirmeye çalışacaklar mıydı?
Mosiah'ın elini tutarak avucuna bastırdığım parmaklarımla
sorumu sordum. Sözcüklerimi göremese bile, en azından his-
sedebiliyordu.
"Bunu ben de düşündüm," dedi bana, ağzını kulağına yak-
laştırarak. "Kardeşlerimi aradım. Burada değiller."
En azından bir endişeden kurtulmuştum.
Saryon'u unutmamıştım. Ruhum her adımda onunla yürü-
yordu. Ejder burnunu çekti, bir kez daha kıpırdandı. Aralanan
gözkapaklarından solgun bir ışık parıldadı. Yüreğim durdu.
350

KAR£KJLIÇln trlİRftSI
Eliza elimi öyle sıkı kavramıştı ki üzerinde bereler bıraktı, ama
o sırada acı hissettiğimi hatırlamıyorum.
Şaryon durdu, kıpırtısız kaldı. Ejder derin derin soludu ve
gözkapakları kapandı. Işık yok oldu. Mağaradaki bizler ejde-
rin nefesine kendilerimizinkini ekledik.
Şaryon bir kez daha ilerledi. Şimdi ejderin başına çok ya-
kın olmalı, diye düşündüm. Ejder pozisyon değiştirdikten son-
ra elması yine görebiliyordum. Dev kafa tamamen yanda yatı-
yor, çene kemiğinin üzerinde duruyordu. Ve sonra bir el gör-
düm, Saryon'un eli, zayıf ve kırılgan, elmasın soğuk, parlak ışı-
ğının önünde siluet halinde.
El bir an duraksadı. Almin'den güç diliyor olmalıydı, tıpkı
benim Almin'e onu, hepimizi koruması için dua ettiğim gibi.
Saryon'un eli elmasa dokundu.
Elmas çaktı. Ejder seğirdi, kasları gerildi, içinden bir ürper-
ti geçti. Alternatif zamanda Gece Ejderi yaralıydı ve günışığına
yakalanmıştı. Bu ejder muhtemelen çok sağlıklıydı ve karanlık
ininin içindeydi. Ejder, göğsünün derinliklerinden bir gümbür-
tü çıkardı. Pençeleri yeri tırmaladı.
"Şimdi!" diye fısıldadı Mosiah telaşla, ama Şaryon onu duy-
madı. "Ne bekliyor? Büyüyü şimdi yap!"
Elimin ejderin başında olmasının, o kocaman yaratığın par-
maklarımın altında kıpırdamasının nasıl bir his olduğunu ha-
yal edemiyorum. Bu noktada duraksadığı için efendimi suçla-
mıyorum. Eli geri çekildi, yumruk oldu.
Mosiah öne bir adım attı. Eliza yanağını koluma dayadı.
Elmas kıpırdadı. Ejder başını kaldırıyordu.
Şaryon yüksek sesle inledi, öyle ki açıkça duyabildim, son-
ra elini sertçe elmasa bastırdı.
Anlamadığım sözcükler söyledi. Güç ve otorite sözcükleri.
3SI

niARCARîf U/EIS fr f RACY HlCKJÜAn


Ejder kıpırdamayı bıraktı. Çevremizdeki kayalara karışmış gi-
biydi.
Şaryon büyüyü söylemeyi bitirdi ve geriye adım atarak eli-
ni elmastan çekti.
Hayatta kalıp kalmayacağımızı göreceğimiz an bu andı.
Ejder başını mağara zemininden kaldırdı. Gözleri açüdı ve
ay ışığı gibi solgun bir aydınlık bizi kapladı.
"Gözlerine bakmayın!" diye uyardı Mosiah, Saryon'un du-
yabileceği kadar yüksek bir sesle.
Ejder kanatlarını açtı. Tendonlarının hışırtısını ve gıcırtısını
duyabiliyordum. Mağaranın karanlığında binlerce minik, kıvıl-
cımlı ölümcül ışık belirdi.
Ejder öfkeyle titreyen bir sesle konuştu ve rahat bir nefes
aldım.
? "Efendi sensin," dedi.
"Öyleyim," diye yanıt verdi Şaryon kararlı bir sesle. "Emret-
tiğimi yapacaksın."
"Öyle yapmakla sınırlandığım için yapacağım," diye yanıt
verdi ejder. "Üzerimdeki kontrolünü yitirmemeye dikkat et. İs-

tediğin ne?"
"İninde büyük değer verdiğimiz bir nesne var. Onu almak
ve yanımızda götürmek istiyoruz. Bundan sonra seni daha faz-
la rahatsız etmeyeceğiz." *
"O nesneyi biliyorum," dedi ejder. "Bir ışık kılıcı. Gözleri-
mi acıtıyor, huzurumu bozuyor. Onu alın ve gidin."
"Bir ışık kılıcı mı?" diye fısıldadı Eliza merakla.
"Eliza," diye seslendi Şaryon ona, bakışlarını ejderden ka-
çırmadan. "Gel ve Karakılıç'ı al."
"Onunla git, Reuven," dedi Mosiah.
? Zaten arkada kalamazdım. Eliza ve ben öne, ejderin inine
352

KüRÜKJLIÇln rrliRöSi
yürüdük. Gözlerin ışığı bize odaklandı, çevremizde alevlendi.
Büyüyle bağlanmış ve bize zarar vermesi engellenmiş olsa
da ejder bakışlarımızı kaldırmamız ve gözlerine bakmamız için
bizi zorluyor, deliliğe kurban gideceğimizi umuyordu. Yüre-
ğimdeki duygu, böylesine harika ve zalim bir güzelliğe sahip
bir yaratığa bakmanın deliliğe değeceğini söylüyordu.
Dürtüyü engellemek için bakışlarımı Eliza'ya diktim. O Ka-
rakılıç'ı örten taş yığınına bakıyordu.
"Acele edin, çocuklarım," dedi Şaryon sessizce.
Sonunda diğer zamanı mı hatırlıyordu? İkimizin de onun
çocuğu olduğumuz zamanı? Öyle olduğunu umuyordum. Tra-
jedi'yle sona erse de ona karşı duyduğum sevginin bu zaman-
da olduğu gibi o zamanda da var olduğunu bilmesini istiyor-
dum. O benim babamdı.
Taş yığınına ulaştığımızda onu yıkmaya başladık. Elimiz-
den geldiğince hızlı çalışıyor, taşları alıp kenara atıyorduk. So-
nunda Karakılıç görünür oldu. Ejderin sözlerine bakarak bek-
lediğim gibi parlamıyordu. Ejderin gözlerindeki ayışığmı yan-
sıtmıyordu. Bunun yerine, ejderin karanlığını yansıtıyor gibiy-
di. Eliza Karakılıç'ın kabzasını tuttu ve kaldırdı.
" Onu örtf diye çığlık attı ejder ve gözlerinden yayılan ışık
örtülerek bizi karanlığa boğdu.
Eliza telaşla Karakılıç't yanında duran battaniyeye sardı.
"Onu alın ve gidin!" Ejder büyük acı içindeymiş gibi kıvra-
nıp çırpınıyordu.
"Bu taraftan!" diye seslendi Şaryon ve bize yol gösterecek,
sesinden başka bir şey yoktu, çünkü göremiyorduk.
El ele tutuşarak, birbirimizin dokunuşunda teselli bularak
ihtiyatla sese doğru ilerledik. Acele etmeye çalıştık, ama taşla-
ra, kemiklere ve çevreye saçılmış başka döküntülere takılıp
353

nİARGARlf U/EIS & ÎRACY HlCKJÜAn


düşmekten korkuyorduk. Yaratık kükrer ve çırpınırken ejderin
ininde yürümek dehşet vericiydi. Saryon'un sakin sesi kabu-
sun içinde bize rehber oldu.
"Buraya, buradayım!" diye haykırdı Şaryon, elleri bizi ka-
ranlıkta buldu, kolları bize dolandı. "Çocuklarım!" Bizi sıkı sı-
kı kucakladı ve o zaman o alternatif zamanı gördüğünü anla-
dım. "Çocuklarım!" diye tekrarladı.
Yüreğim ona duyduğum sevgiyle kabardı, Eliza'ya duydu-
ğum aşkı vurgulayan, o aşkın içimi tamamen kaplamasını sağ-
layan, korkuya yer bırakmayan bir sevgi. Artık karanlıktan ya
da ejderden, Teknobüyücülerden, hatta Hch'nyvlerden kork-
muyordum. Gelecek dehşetle dolu olabilirdi. Gündoğumunu
bir daha göremeyebilirdim, sabaha ölmüş olabilirdim. Ama bu
anda, içimdeki bu kutsal sıcaklık yeterliydi.
Saryon'un kavrayışı sıkılaştı. Bedeninin gerildiğini hisset-
tim.
"Dikkatli olun," diye uyardı yumuşak sesle. "Burada biri
var."
"Peder," dedi Mosiah'm sesi, hemen hemen aynı anda.
"Oradan çıkın! Hemen!"
Ejder acıyla kükremeyi bırakmıştı. Hâlâ mağara zemininde
yatıyordu, gözleri kapalıydı, araladığı gözkapaklannm altından
küçük bir ayışığı çizgisi görüıTüyordu. Bize duyduğu nefreti
hâlâ hissedebiliyordum, ama artık o nefret korkuyla bastırıl-
mıştı.
"Peder!" Mosiah'ın sesi telaşlıydı.
"Bekleyin," dedi Şaryon sessizce.
Ejder ininin ortasında, önümüzde bir şekil duruyordu. Sa-
kin ve gevşek, evindeki oturma odasında duruyor gibiydi. Sır-
tını duvara yaslamış, becerebildiğince uzaklaşmış olan ejdere
354

KâRaKjuçın miR^sı
hiç dikkat etmedi.
"Anne!" diye nefes verdi Eliza.
Mosiah yanımızdaydı. "Başka bir hile olabilir!"
İlk düşüncem Teknobüyücülerin Gece Ejderi gibi korkunç
bir seyirci önünde gösteri düzenlemek için ya çok cesur ya da
çok çaresiz olmaları gerektiği oldu. Sonra çaresiz sözcüğünün
Kevon Smythe'in son halini çok iyi tanımladığını fark ettim.
Gwendolyn tıpkı ilk karşılaştığımızda göründüğü gibiydi,
yalnız yüzündeki endişe izleri yok olmuştu. Yüzü dingindi.
Yalnızca kızını görüyordu ve hiçbir Sorgucu Eliza'ya bakarken
gözlerini dolduran sevgiyi, guruaı taklit edemezdi.
"Bu annem," dedi Eliza, sesi özlemle dolu. "Eminim."
"Bekle," dedi Mosiah. "Yanına gitme. Henüz değil."
Sorgucuyla karşılaşmasını hatırlayan Eliza Saryon'un yanın-

da kaldı. Bunun gerçek olmasını istiyordu. Ama nasıl olabilir-


di? Gwendolyn nereden gelmişti? Ve neden bize şimdi, ejder
ininin ortasında gelmişti?
"Biriyle tanışmanı istiyorum, kızım," dedi Gwendolyn.
Elini uzattı, karanlığa uzandı ve Gwendolyn'in yanında bir
başka şekil pırıldayarak belirdi. Aklıma Simkin geldi, çünkü
bu ikinci şekilde, Simkin'in oyuncak ayıcılık oynamadığı za-
manki suluboya hali gibi, saydam bir görünüş vardı. Gwen
şekli elinden tutup bize yaklaştırdı.
Ve sonra o kişiyi tanıdım. Nefesim kesildi, çılgınca Eliza'ya
baktım. Hatta uzanıp gerçek olup olmadığından emin olmak
için ona dokundum. Eliza yanımda duruyordu, aynı zamanda
Eliza önümde duruyordu. Ya da daha doğrusu biri bir zaman-
da, ikincisi diğer zamanda duruyordu. Önümdekinin Kraliçe
Eliza olduğunu gördüm. Aynı mavi biniş elbisesini giymişti,
aynı altın çember siyah saçlarını sarmıştı.
355

HİAR£AR£Î U/EIS & ÎRACY HlCOOAn


Mosiah hızla nefes aldı. Şaryon özlemle, hüzünle gülümse-
di. Kolunu Eliza'ya dolayarak ona destek oldu.
"Ne... ne bu?" diye haykırdı Eliza, benim gerçek Eliza'm kı-
rık bir şekilde. Zamanın aynasındaki yansımasına baktı. "Bu
kim?'
"Sensin, kızım," dedi Gwendolyn. "Başka bir zamanda ola-
cağın sen. Seninle konuşamaz, çünkü onun zamanında öldü.
Sözcüklerini yalnızca ben anlayabilirim. Sana, hepinize," ba-
kışları hepimiz üzerinde gezindi, en fazla Mosiah'ın üzerinde
oyalandı, "yaşadığınız her şeyin gerçek olduğunu kanıtlamak
istedi. Benim gerçek olduğumu."
"Anlamıyorum!" diye kekeledi Eliza.
"Kendine bak, Eliza. Kendine bak ve zihnini imkansıza aç."
Eliza uzun uzun ışıltılı şekle baktı ve sonra aniden Saryon'a
döndü. Şaryon gülümseyerek onun telaffuz etmediği soruya
başını sallayarak "evet" dedi. Eliza sonra vahşice bana baktı ve
ben işaret diliyle, "Ben bu hayatta ve diğerinde hatırladığın gi-
biyim," dedim.
Eliza'nın dudakları aralandı, gözleri ışıldadı. Sonra bakışla-
rı Mosiah'a gitti, adam gönülsüzce, istemeye istemeye başlıklı
başını eğdi.
"Ben sizin Kollukçunuzum, Majesteleri," dedi, sesinde bi-
raz alay iziyle. *
"Majesteleri. Scylla da bana öyle demişti. Şimdiye dek fark
etmemiştim bile. Demek içimde bir parça o zaman bile biliyor-
muş," dedi Eliza yumuşak sesle, hayret içinde, kendi kendine.
"Ve şimdi, kızım," dedi Gw.endolyn, "talimatlarımı dinleme-
li ve onlara itaat etmelisin. Karakılıç'ı Merlyn'in mezarına gö-
türmelisin. Şimdi. Şu an. Geceyansı Merlyn'in mezarında yatı-
yor olmalı."
356

KARÜKJLIÇin irlİRASI
"Merlyn!" Eliza şaşkındı. "Teddy Merlyn'den bahsedip du-
ruyordu. Kılıcı Merlyn'e vermek hakkında birşeyler diyordu..."
"Ah, Kutsal Almin!" Mosiah tiksinti içinde içini çekti.
"Ama... babam. Bilmiyorsun, anne!" Eliza asıl endişe konu-
sunda döndü. "Onu zehirlediler! Kılıcı ona vermeliyim, yoksa
babam ölecek."
"Kılıcı Merlyn'in mezanna götür," diye tekrarladı Gwen.
"Neden?" diye sordu Mosiah sertçe. "Neden oraya götüre-
lim?"
"Bana güven, kızım," dedi Gwendolyn, Mosiah'ı duymaz-
dan gelerek. "Kendine güven. Yüreğini izle."
Karanlık, bir feryatla parçalandı. Tünelde, Joram'ı korudu-
ğu yerde Scylla bağırıyordu, "Mosiah! Geliyorlar! Dikkat et!
Durduramıyo...-" Sesi kesildi
Ayak sürüme sesleri duyduk, sonra pek çok çizmeli ayak
sesi. Ejder başını kaldırdı, öfke göğsünde gürledi. Gözleri da-
ha iri açıldı, insanlan deliliğe sürükleyen ışık daha parlak yan-
dı.
Gwendolyn gitmişti, Eliza'nın imgesi de öyle.
"Baba!" diye haykırdı Eliza.
"Zaman yok!" dedi Mosiah telaşla, onu yakalayarak. "Bir çı-
kış yolu bulmalıyız. Simkin başka bir çıkış olduğunu söylemiş-
ti. Peder Şaryon! Ejder! Başka bir yol biliyor olmalı-. Bize gös-
termesini emretmelisin."
"Ne? Ah, eyvah, hayır!" Şaryon korkmuş ve şok olmuştu. Ej-
dere yan yan bir bakış fırlattı ve ürperdi. "Bir daha olmaz. Bü-
yü yok oluyor. Hissedebiliyorum."
"Peder Şaryon," diye yalvardı Eliza. Battaniyeye sarılmış
Karakılıç elindeydi. "Mosiah haklı. Tek şansımız bu. Kılıcı me-
zara zamanında başka nasıl götürebilirim?"
3S7
I

rflAReARJÎ U/EIS fr 1"RACY HlCKJHAn


Şaryon eğilerek onun alnını öptü. "Senin hiçbir isteğini red
dedemem. Reuven seni şımarttığımdan şikayet edip dururdu
Ama sahip olduğum tek şey siz, ikinizdiniz."
Şaryon yanımızdan ayrıldı. Gidip bir kez daha ejderin
önünde durdu. Gözlerini indirdi.
"Kılıcın örtülü olduğundan emin ol," dedi Mosiah Eliza'ya.
"Son sefer ne olduğunu hatırlıyorsun."
O zaman bize saldıranlar Duuk-tsarithleıdi. O zaman Eliza
Karakılıç'ı kullanmıştı ve gücü büyüyü bozmuştu. Bu zaman-
da, dışarıda ayak seslerinin yaklaştığını duyabiliyordum.
Scylla'ya ne olduğunu merak ettim ve bütün yüreğimle güven-
de olmasını diledim. Joram'a daha önce verdiklerinden daha
fazla zarar veremeyeceklerini düşünüyordum. Karakılıç kızın-
da olduğu sürece, ona hâlâ canlı ihtiyaçları vardı.
"Ejder," dedi Şaryon. "Sana emrediyorum. Tehlikedeyiz. Bi-
zi kovalayanlardan kaçmamıza yardım et."
"Tehlikedesin, yaşlı adam," dedi ejder, dudağı kıvrılıp iğ-
renç, sarı, kan lekeli dişlerini teşhir ederek. "Tehlike önünde,
arkanda değil."
Elmasın ışığı hızla soluyordu. Saryon'un uyardığı gibi büyü
yok oluyordu. Ejder bize doğru sürünmeye başladı. Gece ka-
rası kanatlarını kaldırmaya başladı. Ölümcül yıldızların ışıltısı-
nı görebiliyordum. *
Şaryon dimdik doğruldu. Şimdi onu daha önce, oturma
odamızda, bir kral, bir general ve Karanlık Kültçülerin kor-
kunç önderinin önünde gördüğüm gibi görüyordum. İçsel gü-
cü, bize karşı duyduğu sevgi, Yaratıcısına inancı ejderin iğrenç
ışığından daha parlak yanıyordu.
"Ejder, bana itaat edeceksin," dedi Şaryon.
Ejderin başındaki elmas alevlendi, şiddetle kıvılcımlandı.
3S8

KARİkKJLIÇm IHİRASI
Ejder ona kötü kötü baktı, ama büyünün görünmez gücü onu
başını eğmeye zorladı. Gece Ejderi Saryon'un önünde eğildi.
Solgun gözleri düşmanlık dolu yarıklardı, ama ejder gözka-
paklarını kaldırmadı.
"Cesaret edebileceksen, yaşlı adam, sırtıma tırman."
"Çabuk, çocuklar!" dedi Şaryon. "Mosiah?"
"Ben arkada kalıp kaçmanızı sağlayacağım," dedi Mosiah.
"Ama seni öldürürler!" diye haykırdı Şaryon.
"Onlarla gel, Duuk-tsarith," dedi ejder, sesi gıcırdayarak.
"Sizi takip edenleri ben hallederim. Birşeyler öldürme ihtiyacı
duyuyorum!"
Mosiah ikinci kez sorulmasını beklemedi. Artık ona güve-
niyordum. Sözüne sadıktı ve bizi ölümüne savunurdu, ama
hâlâ Karakılıç'ı almayı umuyordu ve onu gözünün önünden
ayırmak istemiyordu.
Bu sırada ben ejderin sırtına tırmanıyordum. Hayatı boyun-
ca ejderlere binmiş gibi görünen, ama hiç böyle bir şey yap-
madığından emin olduğum Saryon'u takip ediyordum. Dev si-
yah kanadın kemikli yapısına tırmandık, Saryon'un uyarısına
uyarak deriye basmamaya çalışıyorduk, aksi halde onu yuta-
bilirdik. Ejderin bedeni, bir volkanın çevresindeki arazinin içe-
ride birikmiş ateşle sarsılması gibi, altımızda titriyordu. Şaryon
ve ben, kılıcı bir anlığına bile kimseye teslim etmeyen Eliza'ya
yardım ettik. Biz ejderin kemikli sırtına yerleşirken -son dere-
ce rahatsızdı- Mosiah kanattan sırta henüz tırmanmışken gü-
müş cüppeli Teknobüyücüler mağaraya girdi.
"Gözlerinizi saklayın!" diye bağırdı Mosiah bize ve başlığı-
nı başına çekti.
Denileni yaptım, gözlerimi ellerimle örttüm, ama yine de
beyaz parıltıyı görebiliyordum, ejderin gözlerinden fışkıran
3S9

niAReARîf U/EIS & ÎRİVCY HlCKJIIAn


solgun ışık çok güçlüydü. Yaratık kükredi, başını kaldırdı, ka-
natlarını açtı, ama saldırırken bile sırtında oturan bizleri düşür-
memeye dikkat etti.
Dehşet dolu, acılı çığlıklar duydum. Kapalı gözkapakları-
mın arkasında yıldız patlamaları oldu. Çığlıklar aniden kesildi.
Akımdaki beden hareket etmeye, dalgalanmaya başladı.
Kanatlar gıcırdadı, beyaz ışığın parıltısı soldu. Mağaranın ko-
kuşmuş havasından sonra taze, serin ve tatlı bir hava dalgası
yüzüme çarptı. Gözlerimi açtım. Önümde, dev bir baca gibi,
ejderin yükselmesine yetecek kadar geniş bir açıklık vardı.
Yukarı, dışarı yükseldik, ejderin kanatları yavaş yavaş çır-
pılıyor, ağırlığımızı zahmetsizce taşıyordu. Onun için sırtına
yapışmış sinir bozucu böceklerden başka bir şey değildik.
Gece göğüne bakıp inledim.
Yıldızlarla doluydu, ilk geldiğimizde gördüğümü hatırladı-
ğımdan daha fazla yıldızla. Ve sonra gerçek, Mosiah sözcükle-
re dökerken, bir darbe gibi sarstı beni.
"Onlar yıldız değil. Onlar uzay gemisi. Mülteciler. Yeryü-
zü'nde hayatta kalan son insanlar. Buraya, son umutlarına gel-
diler. Hch'nyvler peşlerinde."
360

28
Merlyn yüzyılların geçişini izleyen gözlerle bakmış,
mezarı için burayı seçmişti ve şimdi âşık olduğu koru-
nun içinde, Son Büyü 'nün kolları arasında yatıyor.
KARAKILIÇIN DÖ VÜLÜŞÜ
Thimhallan'm kararmış topraklarının üzerinden uçtuk, üs-
tümüzde gökyüzü milyonlarca insan taşıyan binlerce uzay ge-
misinin ışıklarıyla aydınlanmıştı. Üstümüzde umut kıvılcımlanı-
yordu. Umut ve çaresizlik. Karmaşık aletleriyle bizi görmüş ol-
malıydılar. Bizi ne sandıklanm merak ettim... ağaç seviyesinin
hemen üstünde uçan dev, siyah kanatlı bir şekil. Bölgeye has
bir hayvan olarak, üzerinde durulmayıp geçilmiş olmalıydı.
Belki birkaç kişi gerçeği biliyordu; radar ekranlarında gö-
rünen imgenin bir ejder olduğunu biliyorlardı. Kral Garald,
Piskopos Radisovik ve General Boris yaratığı tanımış olmalıy-
dı. Ama Gece Ejderi'ne bizim bindiğimizi bilemezlerdi. Bura-

ya inandıkları için değil, kaçacak son yer olduğu için gelmiş-


lerdi. Nereye, ne amaçla için gittiğimizi bilemezlerdi. Bu yüz-
den, şimdi düşününce, pek az bilgileri vardı. Teknobüyiicüler
her şeyi biliyor muydu? Bu bir tuzak mıydı? Gwen ve Kraliçe
rflAROARJf U7EIS Si ÎRACY HlCKJHAn
Eliza yanılsama mıydı?
Görünüşe göre Mosiah öyle düşünüyordu, ama zaten o
hep bardağın yarısını boş gören birisi olmuştu. Ben ne düşü-
neceğimi bilemiyordum. Gwendolyn bana çok gerçek gelmiş-
ti, kızma karşı sevgisi ve duygusallığı gerçekti, bu kadarından
emindim. Hem, Teknobüyücüler başka bir zamandaki Eli-
za'nm imgesini nasıl yaratmış olabilirlerdi? Bütün bunları dü-
şününce moralim de ejderle birlikte yükseliyordu.
Ama zaman hakkında bilgileri olabileceğini fark ettim ve
moralim yerlerde sürünmeye başladı. Kevon Smythe ve Karan-
lık Kültçüler o zaman da vardı. Belki yaşadığımız her şey on-
ların işiydi.
Gökyüzüne, yaşamla dolu gökyüzüne yine baktım. Orada-
ki korku, çaresizlik, şaşkınlık içindeki milyonları düşündüm.
İnsan ırkından kalan yegane kişiler, bildikleri tek evden kaç-
mış, uzaya çıkmış, ölmek için soğuk ve yalnız bir gezegene
gelmişlerdi. Hch'nyvlerin saldırı gemileri kısa süre sonra, Yer-
yüzü'nün fethi kesin olunca gelecekti. Gökyüzünün ateşle ay-
dınlandığını hayal ettim...
Ürpererek bakışlarımı kaçırdım. Yine baktığım zaman gök-
yüzü fırtına bulutlarıyla kaplıydı ve her şey karanlıktı. Yaşam-
ları -bilmedikleri halde- bize bağlı olanlann yakarı, güven ve
çılgınlık dolu bakışlarından gizlenince rahatladığımı hissettim.
Hoş bir yolculuk değildi. Bir yağmur fırtınasından geçtik ve
iliklerimize dek ıslandık. Ejderin kanatlarının üzerinden akıp
yüzümüze çarpan soğuk hava dişlerimizin takırdamaya başla-
masına sebep oldu. Isınmak için birbirimize sokulduk, düşme-
mek için birbirimize tutunduk. Ejderin sırtı genişti ve kanatla-
rın arasında oturuyorduk, ama sırtındaki kemikler keskindi ve
kalçalarıma fena halde batıyordu, kısa süre sonra rahatsız otu-
362

KilRftKILIÇin IHİRASI
ruş yüzünden kalçalarım ağrımaya başladı. Ejder büyünün et-
kisi altında bizi Merilon'a, Merlyn'e götürmek için emir almış
olsa da, hayvanın bize karşı hissettiği düşmanlık güçlüydü.
Ejder dokunuşumuzdan, kokumuzdan tiksiniyordu ve bü-

yü yok olursa bizi üzerinden ölümümüze atardı. Şimdi bile za-


man zaman yan dönüyor, kaymamak için dikenlerine ve pul-
larına tutunmamıza sebep oluyor, sonra gönülsüzce ve yavaş-
ça düzeliyordu. Sanırım birimiz düşecek kadar beceriksizsek,
bunun bizi ilgilendireceğini ve onu sorumlu tutamayacağımızı
düşünüyordu.
Eliza Karakılıç'ı kavramıştı. Mosiah ve Peder Şaryon onu tu-
tuyorlardı. Ben kanatların ana tendonlarının hemen üstünde
bir kemik çıkıntısına asılıyordum. Altımızda, yeri aydınlatan
sık şimşek çakmaları dışında hiçbir şey görmüyordum ve şim-
şekler de anlık aydınlık veriyordu. Başta tek gördüğüm gür or-
man kümeleri ve ovaların yumuşak otlarıydı. Sonra kıvrılan ır-
mağı gördüm.
"Famirish," diye bağırdı Şaryon hızla çevremizde akan ha-
vanın hışırtısının üzerinden. "Yaklaşıyoruz!"
Famirish boyunca uçtuk, ejder alçaldı, alçaldı, öyle ki so-
nunda ağaç tepelerine çarpacağını düşünmeye başladım. Ama
ejder işini biliyordu ve tehlikeli ölçüde -ağaç tepelerinin kar-
nını gıdıklayacağını düşündüğüm kadar çok yaklaşmış olsa
da- hiçbirine çarpmadı.
Diğerlerinden daha parlak bir şimşek gökyüzüne alevden
bir battaniye gibi yayıldı. Işığı altında Merilon şehrini ilk kez
gördüm.
Eski bilgilere göre, kadim sihirbaz Merlyn takipçilerini Yer-
yüzü'ndeki zulümden kaçırıp Thimhallan'a getirdiğinde, gel-
dikleri ilk yer iki sıradağ arasındaki ovada bulunan bir meşe
363

rflARÖARJÎ U/EIS & tRACY HlCKİBAn


koruluğuymuş. Merlyn koruluğun güzelliğine öyle hayran kal-
mış ki şehrini burada kurmuş ve bu koruluğun nihai dinlen-
me yeri olacağını bildirmiş.
O ve başka yaratıcılar, şekillendiriciler incelikle oyulmuş
saydam mermer ve kuaıtzdan yüzen bir platform yapmışlar ve
ona Kaide demişler. Bulutların arasında süzülen bu Kaide'nin
üzerine Merilon şehrini inşa etmişler. Ama bir zamanlar hari-
kalarla dolu, harika bir büyü dünyası sayılan şey artık yıkıntı
halindeydi, kırık bedeni yavaş yavaş yaban hayatı tarafından
kaplanıyordu.
Hüzünlü, bunaltıcı bir manzaraydı, bize, ne kadar ihtişam-
lı olursa olsun insanoğlunun işlerinin geçici olduğunu, işçile-
rin ellerinin ineceği, sonsuza dek kıpırtısız kalacağı ve sonra
Doğa'nın onlara ait her tür izi silmek için elinden geleni yapa-
cağı bir zaman geleceğini hatırlatıyordu.
"Merlyn'in mezarı hâlâ duruyor mu, Peder?" diye sordu Mo-
siah.
"Neden, evet, hatırlamıyor musun? Hayır, elbette, hatırla-
mazsın." Şaryon kendi sorusunu yanıtladı. "Şehre düzenlenen
saldırıda ne kadar kötü yaralandığını unutmuşum. Koaıluk
yandı, ama mezar dokunulmadan kaldı. Ateş fırtınaları üzerin-
den akıp geçti. Daha sonra bazıları mezarın çevresindeki çi-
menlerin bile yanmadığını söytedi, ama bu doğru değil." Şar-
yon başını iki yana salladı ve içini çekti, anıları üzücüydü.
Bir başka şimşek Eliza'nın yüzünü gösterdi. Çok solgundu,
yüzünde derin bir üzüntüyle karışık huşu ifadesi vardı. Benim
gördüğüm gibi, diğer yaşamda yeniden inşa edilen Merilon'u
görüyordu ve bu imge kasvetli acı gerçekliğe zıttı.
Gözlerimi kapattım ve diğer zamanda Merilon'u gördüm.
Yüzen platform gitmişti; kimse böyle bir işi başarmak için ge-
364

K^KAKJLIÇln irlİRASI
reken güçlü büyüleri çağıramazdı. Binalar -kristalden değil sı-
radan taştan yapılmıştı- yerde duruyordu. Saray bir kaleydi,
kalın ve sağlam duvarlı, ışıltılı partilere evsahipliği etmek için
değil saldırılara direnmek için inşa edilmiş. Merlyn Korusu ye-
niden ekilmiş. Küçük, ama dayanıklı, genç meşe ağaçlarından
bir küme Merlyn'in mezarının başında nöbet bekliyor.
O zamana baktım ve sonu gördüm. Genç meşelerin
Hch'nyvlerin lazer ateşi altında solup öldüğünü gördüm. Ba-
kışlarımı kaçırdım ve o zamana bakmaya son verdim.
Ejder aşağı doğru sarmallar çizmeye başladı. Nereye gittiği-
mizi göremiyorduk, çünkü o sert, ani fırtınalardan bir başkası
yaklaşıyordu. Yağmur damlaları yüzüme çarptı, beni gözlerimi
kapatmaya zorladı. Şimşekler çok yakında çakıyordu, gökgü-
rültüsü çatlıyor ve gümbürdüyordu. Yeri ancak tam üzerindey-
ken gördüm, bir şimşek ıslak otları ve ölü ağaçların yanık kü-
tüklerini aydınlattı. Ejder çok hızlı iniyormuş gibi geldi bana
ve yaratığın kendi kendini ve beraberinde bizi öldüreceğini,
böylece hem büyüden, hem düşmanlarından aynı anda kurtu-
lacağını düşündüm.
Son anda, ben tepeüstü yere çarpacağımızdan eminken ej-
der kanatlarını kaldırdı, zarafetle başım yükseltti ve güçlü ar-
ka bacaklarıyla yere uzandı. İniş bizim için sarsıntılıydı, ama
ejder için değildi. Darbenin gücüyle öne fırlamıştık. Ben başı-
mı kemikli yeleye çarptım ve ellerimi pullarda sıyırdım.
"Sizi mezara getirdim," dedi ejder. "Şimdi gidin ve bir da-
ha beni rahatsız etmeyin."
Memnunlukla itaat ettik. Ejderin yağmurla ıslanmış sırtın-
dan kayıp hızla yere indim. Kılıcı tutmaya devam eden Eli-
za'ya yardım ettim. Soğuktan titriyordu, eteği ıslak kıvrımlar
halinde bedenine, bluzu göğüslerine yapışmıştı. Saçları ıslak,
36S

mARSARrr WEIS & tRflCY HlCKMAn


dolaşık bukleler yığınıydı ve yüzüne dağılmıştı. Sert, kendine
hakim, kararlıydı ve ondan istenecek her şeyi yapmaya hazır-
dı.
Şaryon ve Mosiah bize katıldı. Ejder yükseldi, kanatlarını
açtı, yıldıza- benzeyen ölümcül iğneler yağmurda parladı. Sol-
gun gözler alevlendi.
"Emrine itaat ettim," dedi ejder. "Beni serbest bırak."
"Seni serbest bırakmıyorum," dedi Şaryon, ejderin oynama-
ya çalıştığı oyunu görerek. "İnine döndüğün zaman büyün
yok olacak."
Gece Ejderi ayrılırken bize hırladı ve çenelerini hayal kınk-
lığı içinde şaklattı, sonra fırtınanın içine sıçradı, kanat çırparak
bulutların arasına yükseldi ve gözden kayboldu.
Ejder gittiği zaman, korkunç bir yükten kurtulan Saryon'un
omuzları çöktü.
"Belki de ejdere kalmasını emretmeliydik," dedi Mosiah,
"ya da en azından çağırınca gelmesini. Hızla çekilmemiz gere-
kebilir."
Şaryon başını iki yana salladı. "Gücüm tükeniyordu. Ejder
her saniye bana karşı mücadele ediyordu. Büyüyü daha fazla
sürdüremezdim. Dahası," rüzgar ve yağmur altında durduğu-
muz yerde çevresine bakındı, "sonu iyi ya da kötü olsa da,
yolculuğumuz burada bitiyor."
"Mezar nerede?" diye sordu Eliza. Ejderin ininden çıktığı-
mızdan beri ilk sözleriydi.
"Emin değilim," dedi Şaryon. "Her şey o kadar farklı ki..."
Fırtına dinmeye başlamıştı. Gökgürültüsü hâlâ gümbürdü-
yordu, ama artık uzaktaydı. Bulutlar yukarıda kalmış, yıldız
gemilerinin ve yıldızların ışıklarını örtmüştü. Şimşek çakmala-
rı olmasa tamamen kör kalacaktık.
366

KARAKJLIÇln rriiRftsı
"Mezarı arayarak saatlerce dolanabiliriz," dedi Şaryon hayal
kınklığı içinde. "Ve elimizde saatler yok. Neredeyse geceyarısı
oldu."
Mosiah bir sözcük söyledi, elini kaldırdı. Avucunda yumu-
şak, sarı bir ışık küresi belirdi. Böyle bir şeyi görmenin daha
rahatlatıcı geldiği başka zaman hatırlamıyorum. Sanki elini
Yeryüzü'ne uzatmış ve bir yaz günü, güneş ışığının bir parça-
sını koparıp bizi neşelendirmek, yolumuzu aydınlatmak için
buraya getirmişti. Işık soğuğu bile gidermiş gibiydi. Titremem
durdu. Eliza hüzünle gülümsemeyi başardı.
"Mezar orada," dedi Şaryon, işaret ederek.
Işık bir zamanlar mezarın koruyucuları olan meşe ağaçları-
nın yıkıntılarının üzerinde parlıyordu. Kasvetli bir görüntüydü,
ama ileri yürüdüğümüzde atalarının tohumlarından yetişmiş
pek çok ince, esnek fidanın koruma görevini devralmaya ha-
zırlandığını gördük.
Saf, beyaz mermerden yapılmış mezar, bir ağaç çemberinin
ortasında duruyordu. Koruluğun kalanı başıboş kalmış bitki
örtüsü tarafından ele geçirilmişti, ama mezarın yakınında hiç-
bir bitki büyümemişti. O yana sürünen sarmaşıklar bükülmüş,
çevresinden dolanmıştı. Otlar yüksekti, ama uçları, saygıyla
dokunmaktan kaçınır gibi uzağa kıvrılmıştı.
Mosiah görebilmemiz için ışığı yükseğe kaldırdı. "Buraya
ilk gelişimi hatırlıyorum," dedi sessizce. "Çok huzurlu gelmiş-
ti. Merilon'da gerçekten evimde hissettiğim tek yer burasıydı.
Çevresinde çok şeyin değişmiş olmasına rağmen mekandaki
duygunun yerli yerinde kaldığını bilmek beni memnun etti."
"Burası kutsal bir yer," dedi Şaryon! "Merlyn'in ruhu hâlâ
burada."
"Artık geldiğimize göre, ne yapmalıyım?" diye sordu Eliza.
367

niARCARft U/EIS 8S ÎRACY HlCKPlAn


"Karakılıç'ı mezarın üzerine mi koymalıyım, yoksa..."
Nefesini tuttu. Ben de aynısını yaptım, ikimiz de aynı anda
aynı şeyi görüyorduk.
Mezarın üzerinde bir şey yatıyordı, mezarın beyazlığının
üzerinde karanlık bir şekil.
"Biliyordum!" diye mırıldandı Mosiah, acı bir küfürle. "Bu
bir tuzaktı. Biz... yapma! Eliza! Dur!"
Kızı tutmak için uzandı, ama çok geçti. Eliza'nm sevgi do-
lu gözleri geri kalanımız için belirsiz bir gölge olan şeyi açık-
ça görmüştü. Vahşi, üzgün, boş bir feryatla mezara doğru koş-
tu. Mermer lahde ulaştınca Karakılıç'ı ıslak otların üzerine fır-
lattı. Ellerini uzattı ve ağlayarak kendini mezarın beyaz yüze-
yinde yatan bedenin üzerine attı.

Beden Joram'a aitti.


Mosiah mezarın üzerindeki bedene dikkat etmedi. Onun
sorumluluğu Karakılıç'tı ve onu almak için seğirtti. Kılıç otla-
rın üzerinde yatıyordu, çirkin bir karanlığa sahipti, Mosiah'ın
büyülü ışığı onu aydınlatmıyordu. Mosiah tam ona dokuna-
cakken durdu.
"Scylla!" Mosiah ışığını kadına tuttu.
Onu daha önce fark etmememiz şaşırtıcı değildi. Mezarın
yanında, büzülmüş bir yığındı. Yüzünün bir yanı kan kaplıy-
dı. Gözlerini açtı ve Mosiah'a baktı.
"Kaçın!" diye uyardı nefes nefese. "Karakılıç'ı alın ve..."
"Korkarım bunun için çok geç."
Beyaz cüppe giymiş bir adam kararmış meşelerin gölgele-
rinden çıktı. Mosiah Karakılıç'a doğru atıldı. Karanlıktan bir
ışın fırladı, Mosiah'ın göğsüne çarptı, onu mezara çarptı. Mo-
siah yere kaydı ve ıslak otların üzerine yığıldı.
Kevon Smythe eğilerek Karakılıç'ı aldı.
368

KARaKJLIÇin mİRASI
"Çok geç gelmen yazık oldu, hayatım," dedi, Eliza'ya hita-
ben. Ayaklarının dibindeki iki yaralı insana bakmadı bile.
"Panzehiri hazırlamıştık, ama görebildiğin gibi, artık zavallı ba-
ban için hiçbir faydası yok. Son sözleri sanaydı. Seni affettiği-
ni söyledi."
Kendini beğenmiş, muzaffer adama doğru atıldım. Silahım
yoktu, ama sanırım... biliyorum ki, onu boğabilirdim.
Fazla uzağa gidemedim. Güçlü eller beni yakaladı, gümüş
eldivenlerle kaplı eller. Göğsüme gümüş bir disk yerleştirdiler.
Bedenim acıya boğuldu ve kıpırdayamadığımı fark ettim. Ne-
fes almak bile çaba gerektiriyordu. Kollarım ve bacaklarım felç
olmuştu.
Yakınımda duran Şaryon ile Mosiah'a da gümüş diskler
yerleştirdiler. Mosiah'tan korktuklarını görmekten memnun-
dum, çünkü ölmediğini gösteriyordu. Scylla'nın elleri serbest-
ti. Ayakları, savaş çizmelerini sıkıştıran metal engellerle bağ-
lanmıştı. Kadın zayıf hareketlerle kendini zorlayarak oturdu ve
bedeninin altı kısmını hareket ettiremediğini fark ettim. Bakış-
larını Eliza'ya kaldırdı.
"Beni affedin... Majesteleri," dedi Scylla yumuşak sesle. "Si-
zi... hayal kırıklığına uğrattım. Babanızı hayal kırıklığına uğrat-
tım."
Eliza hiçbir şey söylemedi. Duyduğunu bile sanmıyorum.
Acıya boğulmuştu. Başını babasının kıpırtısız göğsüne koy-
muş, kollarını ona dolamıştı. Bulabildiği her sevgi sözcüğünü
kullanarak geri gelmesini söylüyordu, ama Joram onun sevgi
dolu sesine bile tepki veremiyordu.
"Anneyi getirin," diye seslendi Smythe. "Bütün aile burada
toplanırsa daha iyi olur."
Bir Teknobüyücü Gwendolyn'i sürükleyerek yanmış ağaç-
369

rrlARSARfî U/EIS $ ÎRACY HlCKPIAn


ların gölgesinden çıktı. Kadının saçı başı dağılmıştı, giysileri le-
kelenmiş, yırtılmıştı, ama zarar görmemiş gibiydi.
Ejder ininde gördüğümüz imgenin oyun olması gerektiğini
düşündüm. Ama şimdi, elimizde kanıt varken bile bundan
kuşku duyuyordum. İmgenin gözlerindeki sevgiyi görmüştüm.
Ne kadar akıllı olursa olsun kılık değiştirmiş hiç kimse bunu
oynayamazdı. Kadının ilk endişesi yaslı kızıydı.
Gwendolyn kollarını Eliza'ya doladı, Eliza başını annesinin
göğsüne dayayıp ağlamaya başladı.
"Ah, anne, hepsi benim suçum!"
"Şşş, çocuğum!" Gwen Eliza'nm siyah buklelerini, babası-
nınkilere çok benzeyen buklelerini okşadı. "Fark etmezdi. Sen
Karakıhç'ı götürmeseydin baban onu kullanırdı ve onlar da
babanı öldürürdü. Baban seni seviyordu, Eliza ve seninle bü-
yük gurur duyuyordu."
Eliza konuşmayı başaramadan başını iki yana salladı.
Gwen onu teselli etmeye devam etti.
"Baban artık iyi, çocuğum. Sonunda iyi ve mutlu."
Etrafta yalnızca Eliza'nm gittikçe azalan hıçkırıklarıyla bo-
zulan bir sessizlik çöktü. Endişeyle Saryon'a baktım. Bedeni
kendi duygularının muazzamlığıyla titriyordu. Gözyaşları
kontrolsüzce yanaklarından akıyordu. Onları silmek için elini
kaldıramıyordu.
Kevon Smythe önümüzde, Karakıhç'ı tutarak duruyordu.
Dudakları hafifçe kıvrıldı. "Çirkin bir şey, değil mi?"
"Sen de pek güzel sayılmazsın."
O sesi tanıyordum. Simkin.
Beklenti ve umut içinde çevreme bakındım, gözlerim ka-
ranlığı taradı.
Hiçbir şey belirmedi, ne bir çaydanlık, ne bir oyuncak ayı,
370

KARAKJLIÇin ITIİR0SI
ne de solgun, suluboya saydamlığına sahip züppe bir genç
adam.
Kendimden kuşku duymaya başladım. Gerçekten de sesi
duymuş muydum? Başka duyan var mıydı? Smythe hâlâ zafer-
le kılıca bakıyordu. Sayıları bize karşı üçe bir üstün olan Tek-

nobüyücüler rahat, gevşekti. Neden olmasmlardı ki? Tutsakla-


rı tamamen kıpırtısızdı. Scylla ayılmaya başlayan Mosiah'la il-
gileniyordu. Gwen ve Eliza birbirlerini teselli ediyordu. Şaryon
bir oğuldan daha fazla sevdiği adam için ağlıyordu.
Hayal etmiş olmalıyım, diye düşündüm, ümitsizliğe boğu-
larak.
"Neredeyse geceyansı oldu, efendim," dedi Teknobüyücü-
lerden biri, Smythe'e hitaben.
"Evet, hatırlattığın için teşekkür ederim. Kılıcı buluşma ye-
rine götüreyim. Onu Hch'nyvlere verince..."
"Bunu yaparsan aptalın tekisin," dedi Scylla ona. "Seninle
yaptıkları pazarlıkta üstlerine düşeni asla yapmayacaklar. Hiç-
bir insanın hayatta kalmasına izin vermeyecekler."
"Tam tersine, bize karşı oldukça olumlu görünüyorlar," di-
ye karşı çıktı Smythe rahatça. "Belki onlar için nasıl faydalı
olabileceğimizi gösterdiğimiz içindir."
"Siz yokken emirlerimiz neler, efendim?" diye sordu Tek-
nobüyücü. "Bunlara ne yapalım?" Gümüş eldivenli el hepimi-
zi dahil ederek işaret etti. "Öldürelim mi?"
"Hepsini değil," diye yanıt verdi Smythe bir an düşündük-
ten sonra. "Kollukçu'yu Sorguculara teslim edin. Kısa süre
sonra ölümü tercih eder. Kızı ve annesini de Sorguculara tes-
lim edin. Joram onlara Karakılıç'ı nasıl dövdüğünü, karataşı
nereden bulduğunu vesaire anlatmış olmalı. Bizim için hâlâ
faydalı olabilirler."
371

mARCARft U/EİS £r f RACY HlCKTOAn


Gücümün, irademin her gramını serbest kalmak için kul-
landım. Bütün enerjimi elimi kaldırmaya, felç edici diski göğ-
sümden koparmaya odakladım. Serçe parmağımı bile oynata-
madım.
"Rahip, dilsiz ve CIA ajanı ya da her neyse, onlara gelince "
diye devam etti Smythe, "onları iyiniyetimizin simgesi olarak
Hch'nyvlere teslim edeceğiz. Kalanınız, inecek ilk mülteci ge-
mileri için ayarlamalar yapın. Gemiye çıkın ve seçme işlemini
başlatın. Ne tür, insanları istediğimizi biliyorsunuz: genç, zinde
ve güçlü olanlar. Yaşlıları, faydalı olamayacak kadar küçük ço-
cukları, hasta ve sakatları ayıklayın. Onlar, anlaştığımız gibi
Hch'nyvlere verilecek. Aynı zamanda Yaşam sahibi olan ve
saflarımıza katılmayan büyücüleri de ayırın. Onları hemen öl-
dürün. Anayurtlarına döndüklerine göre, bizim için tehlike
pluşturabilirler."
Smythe iki eliyle Karakılıç'm kabzasının hemen altını kav-
radı ve kılıcı kaldırdı. "Artık Karakılıç benim..."
"Ben mi seninin?" diye haykırdı kılıç alaylı bir sesle. "Ah,
bu hayatımın en mutlu günü. Bana bir kucak ver, hayatım!"
Karakılıç kıvranmaya, bükülmeye başladı. Kabzanın tepe-
sindeki küre öne arkaya sallandı, iki kola benzeyen ara parça
aşağı, yukarı dalgalandı. Kılıç o yana, bu yana seğirdi. Smythe
çılgınca dalgalanan kılıca bakıyor, bırakırsa kendini ısıracağın-
dan korktuğu bir yılanı tutuyormuş gibi sıkı sıkı tutuyordu
onu.
Ara parçalar uzadı. Top kafa genişledi, kabza boyun oldu,
keskin kısım yaşlı olmayan, genç olmayan, ipeksi sakala sahip
bir tilkiye benzeyen yüzü olan bir bedene dönüştü. Adam,
tüylü şapkasından kadife yeleğine, biçimli bacaklarındaki ço-
raptan pırıltılı ayakkabılarına kadar tamamen portakal rengi
372

KARAKjLiçın rriiRiisı
giysilere bürünmüştü.
Hayretler içindeki Smythe Simkin'i tutmaya devam ediyor-
du... katı, etten kemikten bir Simkin. Simkin güldü, kollarını
Smythe'e doladı ve dudaklarından şap diye öptü.
"Bunu kastettin, değil mi? Gerçekten kastettin, değil mi? Se-
nin miyim?" diye sordu Simkin, Smythe'i bir kol boyu uzakta
tutup ciddiyetle bakarak.
"Yakalayın onu!" diye bağırdı Smythe öfke içinde ve elle-
riyle Simkin'e vurdu.

"Yanlış cevap," dedi Simkin yumuşak sesle.


Teknobüyücü öne koştu, gümüş felç edici disklerden biri-
ni portakal rengi yeleğin üzerine yerleştirdi.
"Ah, çok naziksin!" Simkin diske değer biçercesine kaşları-
nı çatarak baktı, sonra bakışlarını Teknobüyücüye kaldırdı.
"Ama giysilerime uyduğunu sanmıyorum." Kayıtsızca gümüş
diski aldı ve güzelce şaşkın Teknobüyücünün göğsüne yerleş-
tirdi.
Adamın bedeni irkildi, katılaştı.
"Karakılıç'a ne yaptığını söyle," diye emretti Smythe, öfkey-
le boğulacak gibi, "yoksa ateş etmelerini söylerim! Bir sonraki
nefesini alamadan ölmüş olursun."
"Ateşle gitsin," dedi Simkin esneyerek. Mezara yaslandı ve
dikkatle tırnaklarına baktı. "Ne dedin, Smythe? Karakılıç mı?
Sana tam olarak nerede olduğunu söyleyeyim. Bir ejder tara-
fından korunuyor, bir Gece Ejderi. Onu alabilirsin, ama gece-
yarısından önce değil. Zavallı Cinderella. Korkarım kabağa dö-
nüşeceksin."
Smythe öfkeyle dişlerini sıktı. "Vurun onu!"
Gümüş cüppeler pırıldadı ve maddeleşti. Bütün Teknobü-
yücüler ince, parlak, gümüş birer tabanca çıkardı.
373

irlARSARET U7EIS St f RACY HıconAn


Kör edici ışınlar karanlığı yardı. Simkin'e çarpmadılar, ama
yambaşındaki mezara çarptılar. Mermer patladı, taş parçalan
havaya uçtu. İkinci bir lazer ışını alevlendi. Simkin ışığı eliyle
yakaladı. Lazer ışınını kilmiş gibi tutarak parlak bir top yaptı
ve havaya fırlattı. Top bir kuzguna dönüştü, kuzgun kanatlan-
dı, bir kez Simkin'in başının çevresinde uçtu, sonra gidip me-
zarın üzerine tünedi. Kuzgun pençesiyle gagasını temizleme-
ye başladı.
Kevon Smythe'in yüzü kırmızı beyaz beneklerle kaplan-
mıştı. Dudakları salyalanmıştı. "Vurun onu!" diye emretmeye
çalıştı yine, ama öfke ve korkuyla sesi öyle boğulmuştu ki du-
dakları sözcükleri biçimlendirdi, ama ses çıkmadı.
"Ah, yani. Bunu oldukça yorucu buluyorum," dedi Simkin
tembel tembel.
Portakal rengi ipek mendilini salladı ve Teknobüyücülerin
tabancaları lale buketlerine dönüştü. Gümüş disk göğsümden
yere düştü, bir fareye dönüştü ve koşarak uzaklaştı. Bir kez
daha hareket edebiliyor, nefes alabiliyordum.
Scylla uzandı, bilek kelepçelerini bir çift ayakkabı çıkanr
gibi çıkardı. Mosiah'ın ayağa kalkmasına yardım etti. Mosiah
çok solgundu, ama tamamen ayık ve tetikteydi. Simkin'e gü-
venmeyerek, kısık gözlerle baktı. Şaryon da serbest kalmıştı.
Yüzü endişeliydi. Simkin eğleniyor, yalnızca Tekriobüyücüler-
le değil, hepimizle oyun oynuyordu. Bizim tarafımızdaymış gi-
bi göründüğü açıkü, ama bunun ne kadar süreceğini, ne za-
man sıkılacağını bilmemizin yolu yoktu.
Ama şu anda çok eğleniyordu.
Teknobüyücüler- başka silahlar çıkardılar: hareketsizlik
bombalan, dönüşüm tabancaları, tırpanlar, ama hepsi tuhaf,
faydasız ve korkunç nesnelere dönüştüler... tuzluklardan muz-
374

KilRAKJLIÇin MİRASI
lara, saatli radyolara, minik şemsiyelerle süslenmiş pembe cin-
fizlere kadar. Büyü çevremizde çılgına dönmüş havai fişek
gösterisi gibi, sersemletici bir sırayla patlıyordu.
Aklımı kaçırdığımdan korkmaya başladım ve Teknobüyü-
cülerden biri dönüp kaçınca şaşırmadım.
Bunca soytarılığın ortasında Simkin Eliza'yı gördü. Kız an-
nesinin yanında durmuş, ona sersem bir şaşkınlıkla bakıyordu.
Büyü gösterisini kesti. Tüylü şapkasını başına geçirerek ba-
cağını uzattı ve zarafetle eğildi. "Majesteleri." Doğrularak şap-
kayı kafasına düşecek gibi yerleştirdi ve sordu, "Giysimi nasıl
buldunuz? Ona Kayısı Kıyamet diyorum."
Eliza sersemlemiş görünüyordu. Karakılıç'tan Simkin'in çık-
tığını görmek onu şok etmiş, acısını unutturmuştu. Ama bun-
dan ne çıkaracağını bilemiyordu. Bizler gibi, o da Simkin za-
fer mi getiriyor, yoksa sonumuzun kilidini ve mührünü mü ha-
zırlıyor, merak ediyordu.
"Sen kimsin?" diye sordu Kevon Smythe.
"Bir büyü kalıntısı cebi," dedi Simkin kurnaz bir gülümse-
meyle. "Sorun da bu, değil mi? Beni tanımıyorsun. Sen ve se-
nin türün hiç tanımadı. Ah, beni kullanmaya çalıştınız. Ama as-
la işe yaramadı, çünkü aslında bana hiç inanmadınız."
? Simkin süslü, portakal rengi topuğu üzerinde döndü. Kuz-
gunun başını okşadı, tüylerini düzeltti. Kuş bu sevgi dolu hare-
ketlere kaba bir gaklamayla karşılık verdi. Simkin sıntarak mer-
mer mezarın çevresinde yürüyüp Joram'in başucunda durdu.
Onu sessizlik içinde izliyorduk. Hiçbirimiz kıpırdamadı,
Eliza, Şaryon, Mosiah, Smythe, kalacak cesareti bulmuş Tek-
nobüyücüler, hiçbirimiz. Simkin hepimizi büyülemişti.
Üzerinde yattığı mermer kadar kıpırtısız ve soğuk olan Jo-
ram'ın kül gibi yüzüne baktı. Simkin parmaklarını Joram'ın si-
37S

rflARCARfî U/Ers & ÎRACY HlCKJIIAn


Kör edici ışınlar karanlığı yardı. Simkin'e çarpmadılar, ama
yanıbaşmdaki mezara çarptılar. Mermer patladı, taş parçaları
havaya uçtu. İkinci bir lazer ışını alevlendi. Simkin ışığı eliyle
yakaladı. Lazer ışınını kilmiş gibi tutarak parlak bir top yaptı
ve havaya fırlattı. Top bir kuzguna dönüştü, kuzgun kanatlan-
dı, bir kez Simkin'in başının çevresinde uçtu, sonra gidip me-
zarın üzerine tünedi. Kuzgun pençesiyle gagasını temizleme-
ye başladı.
Kevon Smythe'in yüzü kırmızı beyaz beneklerle kaplan-
mıştı. Dudakları salyalanmıştı. "Vurun onu!" diye emretmeye
çalıştı yine, ama öfke ve korkuyla sesi öyle boğulmuştu ki du-
dakları sözcükleri biçimlendirdi, ama ses çıkmadı.
"Ah, yani. Bunu oldukça yorucu buluyorum," dedi Simkin
tembel tembel.
Portakal rengi ipek mendilini salladı ve Teknobüyücülerin
tabancaları lale buketlerine dönüştü. Gümüş disk göğsümden
yere düştü, bir fareye dönüştü ve koşarak uzaklaştı. Bir kez
daha hareket edebiliyor, nefes alabiliyordum.
Scylla uzandı, bilek kelepçelerini bir çift ayakkabı çıkanr
gibi çıkardı. Mosiah'ın ayağa kalkmasına yardım etti. Mosiah
çok solgundu, ama tamamen ayık ve tetikteydi. Simkin'e gü-
venmeyerek, kısık gözlerle baktı. Şaryon da serbest kalmıştı.
Yüzü endişeliydi. Simkin eğleniyor^ yalnızca Tekriobüyücüler-
le değil, hepimizle oyun oynuyordu. Bizim tarafımızdaymış gi-
bi göründüğü açıktı, ama bunun ne kadar süreceğini, ne za-
man sıkılacağını bilmemizin yolu yoktu.
Ama şu anda çok eğleniyordu.
Teknobüyücüler- başka silahlar çıkardılar: hareketsizlik
bombaları, dönüşüm tabancaları, tırpanlar, ama hepsi tuhaf,
faydasız ve korkunç nesnelere dönüştüler.... tuzluklardan muz-
374

K&R&KJLİÇİİİ IHİRASİ

)e cin-
lara, saatli radyolara, minik şemsiyelerle süslenmiş pembe
fizlere kadar. Büyü çevremizde çılgma dönmüş havai fişek
gösterisi gibi, sersemletici bir sırayla patlıyordu.
Aklımı kaçırdığımdan korkmaya başladım ve Teknobüyü-
cülerden biri dönüp kaçınca şaşırmadım.
Bunca soytarılığın ortasında Simkin Eliza'yı gördü. Kız an-
nesinin yanında durmuş, ona sersem bir şaşkınlıkla bakıyordu.
m Büyü gösterisini kesti. Tüylü şapkasını başına geçirerek ba-
cağını uzattı ve zarafetle eğildi. "Majesteleri." Doğrularak şap-
kayı kafasına düşecek gibi yerleştirdi ve sordu, "Giysimi nasıl
buldunuz? Ona Kayısı Kıyamet diyorum."
Eliza sersemlemiş görünüyordu. Karakılıç'tan Simkin'in çık-
tığını görmek onu şok etmiş, acısını unutturmuştu. Ama bun-
dan ne çıkaracağını bilemiyordu. Bizler gibi, o da Simkin za-
fer mi getiriyor, yoksa sonumuzun kilidini ve mührünü mü ha-
zırlıyor, merak ediyordu.
"Sen kimsin?" diye sordu Kevon Smythe.
"Bir büyü kalıntısı cebi," dedi Simkin kurnaz bir gülümse-
meyle. "Sorun da bu, değil mi? Beni tanımıyorsun. Sen ve se-
nin türün hiç tanımadı. Ah, beni kullanmaya çalıştınız. Ama as-
la işe yaramadı, çünkü aslında bana hiç inanmadınız."
? Simkin süslü, portakal rengi topuğu üzerinde döndü. Kuz-
gunun başını okşadı, tüylerini düzeltti. Kuş bu sevgi dolu hare-
ketlere kaba bir gaklamayla karşılık verdi. Simkin smtarak mer-
mer mezarın çevresinde yürüyüp Joram'ın başucunda durdu.
Onu sessizlik içinde izliyorduk. Hiçbirimiz kıpırdamadı,
Eliza, Şaryon, Mosiah, Smythe, kalacak cesareti bulmuş Tek-
nobüyücüler, hiçbirimiz. Simkin hepimizi büyülemişti.
Üzerinde yattığı mermer kadar kıpırtısız ve soğuk olan Jo-
ram'ın kül gibi yüzüne baktı. Simkin parmaklarını Joram'm si-
37S

FTİARSAREf U/EIS & ~t*Rİ*CY HlCKIflAn


yalı buklelerinde gezdirdi, onları dikkatle ölü adamın omuzla-
rında düzeltti.
"O inanıyordu," dedi Simkin. "Benden hiç faydalanamıyor-
du. Ona ihanet ettim, onunla alay ettim, onu kullandım. Beni
serbest bırakmak için bir dünyayı yıktı, beni korumak için ha-
yatını verdi. Şimdi yapacağımı onun için yapıyorum."
Simkin yine dönüştü, büzüldü, kendi üzerine kapandı. Bir
kez daha siyah ve çirkin Karakılıç olmuştu. Yalnız bu sefer kı-
lıcın kabzasına portakal rengi bir mücevher kakılmış olduğu-
nu gördüm.
Karakılıç Joram'ın göğsüne yerleşti.
Batıdan bir rüzgar yükseldi, güçlü ve keskin bir soğuk. Te-
pemizde gece göğü, fırtına bulutları uzaklaştı, rüzgar tarafın-
dan dağıtıldı. Yıldızların ve yıldız gemilerinin ışığı karanlığa
karşı beyaz beyaz ışıldıyordu. Ve sonra rüzgar dindi. Hava
durgun kaldı.
Hepimiz bekledik, yıldızlar, rüzgar ve biz.
Scylla elini uzattı. "Artık uyanabilirsin, Joram. Acele et. Ne-
redeyse geceyarısı oldu."
Joram yavaşça gözlerini açtı. İlk önce Scylla'ya baktı.
Kadın başını salladı. "Her şey yolunda."
O zaman belirsiz anlayışımın doğru olduğunu anladım. Bi-
ze zaman sıçraması yaptıran oydy. Bütün bunların olmasını
sağlayan oydu. İddia ettiği gibi bir ajandı, ama CIA ya da FBI
için çalışmıyordu. O Tanrı'nın aracısıydı.
Joram başını çevirdi, Gwen ve Eliza'ya baktı.
Gwen, gösterinin bir parçasıymış gibi gülümsedi. O zaman
onun çevresine toplanmış yüzlerce gölgeli şekil gördüm. Ölü-
ler. Gwen bir kez onlar adına konuşmuştu ve ölüler onu terk
etmemişti. Gwen Teknobüyücüler tarafından yakalanmaktan
376

KARâKILIÇln irlİRASI
kurtulmuştu. Onu ölüler kurtarmıştı. Ejder ininde gördüğümüz
imge gerçekti.
Eliza inanmak isteyerek, ama inanmaya cesaret edemeye-
rek inledi
"Hayır!" diye haykırdı Kevon Smythe, boğuluyormuş gibi.
"Olamaz! Sen öldün!"
'"Kraliyet Evi'ne, ölü olan ama yaşayacak olan, tekrar öle-
cek ve tekrar yaşayacak olan biri doğacak. Ve o geri döndü-
ğünde, elinde dünyanın yıkımını tutuyor olacak...'" diye'ez-
berden okudu Joram. Doğrulup oturdu, canlı ve sağlıklıydı ve
mezardan aşağı sıçradı.
"Quidquid deliquisti. Amen," dedi Karakılıç.
Joram Karakılıç'ı Merlyn'in mezarının üzerine yerleştirdi.
Mezarın yanında bir adam belirdi. Uzun boylu, kısa, beyaz
saçlıydı, gri, kırlaşmış sakalı vardı. Zincir zırhın üzerine kadim
tasarıma sahip bir zırh giymişti. Çobanpüskülü dolanmış me-
şeden bir asa dışında silahı yoktu.
Elini uzattı, Karakılıç'ı kavradı ve kaldırdı.
"Excalibur değilsin," dedi, "ama iş görürsün."
"Teşekkür ederim,'-' dedi kılıç soğuk soğuk.
Yaşlı adam kılıcı havaya kaldırdı ve uzun süre önce unu-
tulmuş sözcükler söyledi. Kılıçtan ışık fışkırmaya başladı, ba-
zıları için kör ediciydi, çünkü Smythe acıyla haykırdı ve kolla-
rıyla başını sardı. Takipçileri elleriyle gözlerini örttüler, baka-
mayarak başlarını eğdiler.
Ben gözlerimi ayıramıyordum.
Işık genişledi, yayıldı, karanlığı yok etti. Mezarı bir ışık kü-
resi sardı, sonra ışık küresi mezarın çevresinde duran bizleri
sardı. Işık dışa, koruluğa, yıkık Merilon şehrine, Thimhallan
dünyasına aktı.
377

ITİAReAREİ- U/EIS & ÎRACY HlCKJHAn


Işık gökyüzünü aydınlattı, yıldız gemilerini sardı.
Işık bizi kaldırdı.
Beni yukarı taşıyan parlak kürenin içinde duruyordum. Ba-
kışlarımı indirdiğim zaman ayaklarımın altında karanlık, yağ-
murla ıslanmış otları gördüm. Smythe'in hayret ve dehşet için-
de yukarı baktığını gördüm; kendi sonunun onu ele geçirmek
için göklerden akın ettiğini görüyordu. Thimhallan, sürgünler
tarafından kurulmuş bir dünya hızla benden uzaklaştı.
Biz de sürgün olacaktık, çok uzak bir yıldızın aydınlattığı,
yeni bir dünyaya kaçan mülteciler.
Ama büyüyü yanımızda götürüyorduk.

378

SONSOZ
Müsveddelerimi okuyup gözden geçirdikten sonra Şaryon,
okuyucularımın kafasının karışmasından korkarak zaman "sıç-
ramasının" detaylı açıklamasını eklememi önerdi. Kuşkusuz,
dedi, onu yaşayan bizler için kafa karıştırıcıydı. Scylla daha
sonra, yeni dünyamıza yerleştiğimiz zaman bana açıkladığın-
da çok daha mantıklı geldi. Bu yüzden alternatif zaman çizgi-
leri hakkındaki açıklamalarını Ek'te bulacaksınız.
Daha önce Thimhallan'da var olmuş muhtelif Yaşam Gi-
zemlerini yazmıştım. Dokuz taneydiler, yedi tanesi Joram'ın
yaşadığı dönemde biliniyordu. Gizemlerden ikisi -zaman ve
Ruh gizemleri- Demir Savaşları sırasında unutulmuştu. Bu Gi-
zemleri uygulayan herkesin öldüğüne inanılıyordu. Ama öyle
değilmiş. Scylla Yedinci Gizem'den, Zaman Gizemi'ndenmiş.
O bir Kahin'di.
Geleceğe ve geçmişe bakma yeteneğine sahip Kahinlerin
Tann'mn Zihni'ni görmeye en yakın kişiler olduğu söylenirdi.
"Biz geleceğe tek bir uzun yol olarak bakmayız," dedi
Scylla bana. "Daha çok, onu bir ana yoldan dallanan pek çok
patika olarak görürüz. Ölümlüler her seferinde yalnızca tek bir
yolda yürüyebilir, kendi seçtikleri yolda. Kalanlar alternatif ge-
leceklerdir: 'ne olabilirdiler."

rrlARSAKEt U/EIS Ö tRACY HlCKjnAn


Kahinler geleceğe bakmış, Hch'nyvleri görmüşlerdi. Yeryü-
zü Güçlerinin mutlak yenilgisini, insan yaşamının evrenden si-
linmesini görmüşlerdi.
"Bu bütün yollarda vardı," dedi Scylla. "Bir tanesi hariç
hepsinde ve o da Joram'ın pek çok yolundan birinde. Joram
son gece, son saatin son dakikasının son saniyesinde
Merlyn'in mezarına gelebilirse ve o anda Karakılıç'ı Merlyn'e,
bütün büyücüler arasındaki en güçlü büyücüye sunabilirse,
Merlyn insan ırkını yok oluştan kurtaracak, onları yeni bir
dünyaya nakledecek bir büyü yapabilirdi.
"Ne yazık ki o ana ulaşmak için denediğimiz her yol fela-
ketle sona erdi.
"Genelde zamanın işine karışmayız, ama bu kez durum kri-
tikti. Bir şans vardı, zayıf bir şans, ama o şans ancak zamanla-
rın kullanılmasıyla elde edilebilirdi... zamanlar arasında sıçra-
narak. Zor olacaktı, çünkü katılanlar bir zamandan ölmeden
kurtarılmalı, diğer zamana nakledilmeliydi. Dördünüz yaşadı-
ğınızı hiç bilmediğiniz alternatif zamanın ortasına bırakıldınız.
"İkinizin -senin, Reuven ve Mosiah'ın- kafanızı karıştıracak
olsa bile alternatif zamanı hatırlamanız şarttı, çünkü birinden
öğrendiklerinizi alıp diğerine nakletmeniz gerekiyordu.
"Eliza ve Peder Saryon'a gelince, onların yapması gereken
görevler o kadar tehlikeliydi ki kendiHhuzurlan için ikisinin de al-
ternatif zamanlardan haberi olmamasının daha iyi olacağına ka-
rar verdim. Bu tür bir bilgi kritik anda tereddüt etmelerine sebep
olabilirdi. Aynı zamanda, kendi zamanlannda çok rahat olmalan
senin ve Mosiah'ın daha çabuk adapte olmanıza yardımcı oldu."
Scylla bana sırıttı. "Hepinizin kafasını karıştırmak yerine
ikinizin kafasını karıştırmak daha iyiydi."
Bu olaya nasıl baktığınıza dayalı, sanırım.
380

KAR£KILIÇln IDİRası
Ve bunun hikayeyi toparladığına inanıyorum. Artık müs-
veddeyi bir kenara bırakıyorum, çünkü bugün düğünüm var.
Bu harika, yeni dünyada bir sene bugün doluyor ve Eliza ve
ben yıldönümünü düğünümüzle kutluyoruz.
Eliza'nın babası, Joram evliliğimizi onayladı, ama elbette
beni kızma layık görmüyor. Beni hiç sevmeyecek, ama sanı-
rım sonunda benden biraz hoşlanmaya başladı. Bende Peder
Şaryon'dan çok şey gördüğünü söylüyor ve bunu söylerken o
karanlık gülümsemesiyle gülümsüyor, bu yüzden bunun bir il-
tifat olduğuna inanıyorum. En azından çoğunun.
Gwendolyn'de hiç tanımadığım annemi buldum. Benim
hatırım için işaret dilini öğrendi ve her günün bir kısmını çalı-
şarak geçiriyoruz, çünkü bana nasıl Yaşam kullandığı hakkın-
da bilmem gereken çok şey öğretiyor. Bu yeni dünyamızda
büyü bol. Biz katalistler bile kullanabiliyoruz.
Peder Şaryon dışında hepimiz. Ve Joram dışında.
Gwen ve Eliza çok ısrar etse de o hiç denemedi bile. Du-
rumundan memnun olduğunu söylüyor ve bu yaşamda bildi-
ği en büyük nimet olmalı.
Scylla ve Mosiah'a gelince, evrenin bu yeni kısmına gelir
gelmez evlendiler. Onlarınki tehlikeli, ama ilginç ve heyecan
verici bir yaşam. Çünkü, tıpkı insan yüreğinin karanlık ve göl-
geli kısımları gibi, yarattığımız dünyada da karanlık ve gölge-
li kısımlar var.
Peder Şaryon sonunda, artık mutlu. Zamanını yeni bir gö-
recelik kuramı geliştirerek harcıyor, çünkü son görecelik ku-
ramında Einstein'in nerede yanlış yaptığını anladı.
Simkin'e gelince, Thimhallan'dan ayrıldığımızdan beri onu
hiç görmedim.
Ama portakal rengi her şeye dönüp bir daha bakıyorum...
381
EK
Bu, Scylla'nın, Mosiah'ın hiç de zarif olmayan bir şekilde
"zaman sıçraması" dediği şey için yaptığı tariften alınmıştır. İl-
gili üç zaman çizgisinin her birini yazdım. Nerede kesilip hi-
kayeme eklendiğini görebilirsiniz.
BİRİNCİ ZAMAN ÇİZGİSİ
Karakılıç dövülür. Joram Öte'ye gider ve on sene orada ka-
lır. Thimhallan'a saldırmayı planlayan Karanlık Kültçülerden
—kan-kıyamet şövalyelerinden- biri olan Karabüyücü Menju
hakkında Thimhallan'ı uyarmak için döner... Yeryüzü Güçleri
saldırır. Joram, yaşayanlarla iletişim kurmayan, yalnızca ölüler-
le konuşan karısı Gwendolyn için yardım bulmaya, Ölüçağı-
ranlar Tapınağı'na gider. Burada, Sfmkin'in ihaneti yüzünden
Joram bir suikatsçinin mermisiyle ölür.
Karakılıç yaslı Peder Şaryon tarafından alınır. Şaryon
Gwen'i kurtarır ve onunla Kaynak'a kaçar. Yeryüzü askerleri
Kaynak'a saldırır ve katalistlerin bazıları öldürülür. Pek çoğu
sayısız yeraltı mezarında ve tünelde saklanmayı başarır. Bura-
da Şaryon, ölü anne babasının yanında çökmüş beş yaşında
bir oğlan çocuğu bulur ve ona Reuven adını verir. Şaryon ço-

KARüKjLiçırr ffliRası
cuğu kurtarır ve Gwen'le birlikte yanında, güvenli bir yere gö-
türür.
Gwen hâlâ delidir, ama artık ölülerden biri olan Joram'la
konuşabildiği içim mutludur. Ona katılmaya can atar ve yaşa-
yanların arasında yalnızca kızı, Eliza'yı doğurana kadar kalır.
Kısa süre sonra Gwen ölür. Şaryon Eliza ve Reuven'i yetiştir-
mek üzere yalnız kalır. Eliza'nm kimliğini saklayan Şaryon ço-
cuklarla birlikte Zith-el'e kaçar.
Yeryüzü orduları kazanır. Karabüyücü Menju Thimhallan'ı
ele geçirmeyi planlamaktadır. Büyücülerin saldırmasından
korkarak Yaşam Kuyusu'nun mühürlenmesini emreder. Büyü
kaynağı, birkaç seçilmiş kişi -Menju ve diğer Karanlık Kültçü-
ler- dışında kalanlar için kesilir. Thimhallan'da büyü ölür. İn-
sanlar büyüsüz yaşamayı öğrenmek zorunda kalır. Şehirlerini
yeniden inşa etmek zorunda kalırlar ve onlara yardım etmele-
ri için Karabüyücülere dönerler.
Kara Kültler arasında hizipleşme başlar. Menju Sol-t'kan
önünde yargılanır. Sayısız suçtan mahkum olur ve bunların en
önemlisi Thimhallan'a yalnız başına, kardeşlerine kaynakların-
dan pay vermeden hükmetmeyi planlamasıdır. Menju idam
edilir. Kevon Smythe Karanlık Kültçülerin başına geçer.
Smythe Thimhallan'a gelir.
Şaryon Karanlık Kültçülerin Karakılıç'ı aradığını öğrenir.
Almin'in rehberliğinde, Zith-el saldırıya uğradığında zarar gö-
ren Hayvanat Bahçesi'ne gider. Hayvanat Bahçsi'ni çeviren
büyülü sınırlar yok edilmiştir ve hayvanlar serbestçe dolaş-
maktadır. Şaryon bir Gece Ejderi'nin inine rastlar. Yaratık Zith-
el saldırısı sırasında sersemlemiştir. Dışarıda günışığına yaka-
landığından baygındır.
Şaryon ejderi büyüler, ejder ona sadakat yemini eder. Sar-
383

nİAR£AR£Î UJEIS & 1"RACY HlCICfflAn


yon Karakılıç'ı Gece Ejderi'nin inine bırakır, ona kılıcı yalnız-
ca kendisine ve Joram'ın vârisi Eliza'ya verebileceğini söyler.
Büyüyle bağlanmış ejder kabul eder. Şaryon Zith-el'e döner,
evlat edindiği çocuklar, Eliza ve Reuven ile orada yaşamaya
devam eder.
Smythe Prens Garald'ı öldürtmeyi planlamaktadır, ama so-
nunu gören Prens askerler onu yakalayamadan Sharakan'dan
kaçmıştır. O ve takipçileri Yabantopraklarında, durmadan
Teknobüyücülerden kaçarak yaşamaktadırlar. Garald Smythe'i
Thimhallan'dan sürmeyi düşler, ama büyü olmadan güçlü
Teknobüyücülere karşı yapabileceği fazla şey yoktur.
Bu noktada Simkin Yeryüzündeki yolculuklarından döner.
Garald, Simkin'i Joram'a ihanet etmekle suçlar ve idam edil-
mesini emreder.
Simkin hayatı için pazarlık eder. Garald ilgi duyuyorsa, bir
büyü kaynağı bilmektedir.
Yaşam Kuyusu mühürlenmiştir, ama Simkin Smythe ve hal-
kının kendi büyülerini yenilemek için kullandıkları bir musluk
olduğunu gösterir. Prens Garald, dostu James Boris, Mosiah ve
diğer şövalyeler cesur bir saldırıyla Kuyu'ya girerler, hızlı ve
acı bir savaştan sonra Kuyu'nun mührünü kırarlar.
Büyü bir kez daha Thimhallan'da serbest bırakılmıştır. Ga-
rald Smythe ve Teknobüyücülerini Teryüzü'ne çekilmeye zor-
lar.
Garald'ın tek endişesi Karakılıç'tır. Smythe'in onu aradığını
bilmektedir ve Teknobüyücüler kılıcı bulursa, bir kez daha
dünyaya hükmetmek için kullanacaklarından korkmaktadır.
Garald Saryon'un Karakıhç'ın nerede saklı olduğunu bildiğine
inanmaktadır. Şaryon ve çocuklarını -Reuven ve Eliza'yı- bu-
lur. Garald Eliza'nın güzelliğinden çok etkilenir ve anne baba-
384

KARAKJLIÇin MİRASI
sının kim olduğunu tahmin eder. Şaryon kızın gerçek kimliği-
ni açıklar. Garald Karakılıç'ı sorar. Şaryon kaçamaklı cevap ve-
rir.
Garald Joram'm kızı Eliza'yı Merilon tahtına geçirir. Merilon
ve Sharakan müttefiktir. Piskopos Vanya ölmüş, Kardinal Ra-
disovik Piskopos olmuştur ve Eliza erişkin olana kadar Peder
Saryon'un danışmanlığını yapmasına karar verir. Peder Şaryon,
bu iş için uygun olmadığını düşünerek gönülsüzce kabul eder.
Reuven'i katalist eğitimi alması için Kaynak'ta bırakır.
Büyü geri gelmiştir, ama zayıftır. Thimhallan'ı çevreleyen
sınır yeniden yaratılmıştır, ama büyü sınırdan sızmaktadır ve
bunu durdurmak için herhangi birinin yapabileceği bir şey
yokmuş gibi görünmektedir.
İnsanlar büyücülük ve çelik kullanarak yaşamaktadırlar. En
güçlü büyüye sahip olan Duuk-tsarith\ex sihirbazdırlar. Prens
Garald alemi korumak için daha fazla şövalye eğitir.
Zor zamanlardır. Başta Garald kurtarıcı olarak görülse de
yerilmeye başlanır. Yeryüzü'ne sürülen Smythe'in Thimhal-
lan'da takipçileri vardır ve aşağı sınıflar arasında huzursuzluk
çıkarmakta, Smythe'in geri dönüp kurtarmasına izin verilmez-
se dünyanın sonunun geleceği kehanetini yaymaktadırlar.
Hch'nyvler ileri karakollara saldırmış, Yeryüzü'ne yaklaş-
maktadır. Smythe gizli gizli Hch'nyvler ile plan yapmış, Thim-
hallan karşılığında onlara Yeryüzü'nü vermeyi kabul etmiştir.
Hch'nyvlerin bu anlaşmada kendilerine düşeni yerine getirme-
ye niyeti yoktur. Kendi kahinlerinin, mutlak yenilgi anlamına
geleceği hakkında onları uyardığı Karakılıç'ı teslim eder etmez
Smythe'i öldürmeyi dşüünmektedirler.
Scylla melek şekline bürünerek Piskopos Radisovik'e görü-
nür ve Yeryüzü ve Thimhallan'daki bütün insanları tehdit
385

rflAReAR£î U7EIS & TRACY HlCKJHAn


yon Karakılıç'ı Gece Ejderi'nin inine bırakır, ona kılıcı yalnız-
ca kendisine ve Joram'm vârisi Eliza'ya verebileceğini söyler.
Büyüyle bağlanmış ejder kabul eder. Şaryon Zith-el'e döner,
evlat edindiği çocuklar, Eliza ve Reuven ile orada yaşamaya
devam eder.
Smythe Prens Garald'ı öldürtmeyi planlamaktadır, ama so-
nunu gören Prens askerler onu yakalayamadan Sharakan'dan
kaçmıştır. O ve takipçileri Yabantopraklannda, durmadan
Teknobüyücülerden kaçarak yaşamaktadırlar. Garald Smythe'i
Thimhallan'dan sürmeyi düşler, ama büyü olmadan güçlü
Teknobüyücülere karşı yapabileceği fazla şey yoktur.
Bu noktada Simkin Yeryüzündeki yolculuklarından döner.
Garald, Simkin'i Joram'a ihanet etmekle suçlar ve idam edil-
mesini emreder.
Simkin hayatı için pazarlık eder. Garald ilgi duyuyorsa, bir
büyü kaynağı bilmektedir.
Yaşam Kuyusu mühürlenmiştir, ama Simkin Smythe ve hal-
kının kendi büyülerini yenilemek için kullandıkları bir musluk
olduğunu gösterir. Prens Garald, dostu James Boris, Mosiah ve
diğer şövalyeler cesur bir saldırıyla Kuyu'ya girerler, hızlı ve
acı bir savaştan sonra Kuyu'nun mührünü kırarlar.
Büyü bir kez daha Thimhallan'da serbest bırakılmıştır. Ga-
rald Smythe ve Teknobüyücülerini Yeryüzü'ne çekilmeye zor-
lar.
Garald'm tek endişesi Karakılıç'tır. Smythe'in onu aradığını
bilmektedir ve Teknobüyücüler kılıcı bulursa, bir kez daha
dünyaya hükmetmek için kullanacaklarından korkmaktadır.
Garald Saryon'un Karakılıç'ın nerede saklı olduğunu bildiğine
inanmaktadır. Şaryon ve çocuklarını -Reuven ve Eliza'yı- bu-
lur. Garald Eliza'nın güzelliğinden çok etkilenir ve anne baba-
384

KARAKILIÇin IrlİRASI
sının kim olduğunu tahmin eder. Şaryon kızın gerçek kimliği-
ni açıklar. Garald Karakılıç'ı sorar. Şaryon kaçamaklı cevap ve-
rir.
Garald Joram'm kızı Eliza'yı Merilon tahtına geçirir. Merilon
ve Sharakan müttefiktir. Piskopos Vanya ölmüş, Kardinal Ra-
disovik Piskopos olmuştur ve Eliza erişkin olana kadar Peder
Saryon'un danışmanlığını yapmasına karar verir. Peder Şaryon,
Bu iş için uygun olmadığını düşünerek gönülsüzce kabul eder.
Reuven'i katalist eğitimi alması için Kaynak'ta bırakır.
Büyü geri gelmiştir, ama zayıftır. Thimhallan'ı çevreleyen
sınır yeniden yaratılmıştır, ama büyü sınırdan sızmaktadır ve
bunu durdurmak için herhangi birinin yapabileceği bir şey
yokmuş gibi görünmektedir.
İnsanlar büyücülük ve çelik kullanarak yaşamaktadırlar. En
güçlü büyüye sahip olan Duuk-tsarithler sihirbazdırlar. Prens
Garald alemi korumak için daha fazla şövalye eğitir.
Zor zamanlardır. Başta Garald kurtarıcı olarak görülse de
yerilmeye başlanır. Yeryüzü'ne sürülen Smythe'in Thimhal-
lan'da takipçileri vardır ve aşağı sınıflar arasında huzursuzluk
çıkarmakta, Smythe'in geri dönüp kurtarmasına izin verilmez-
se dünyanın sonunun geleceği kehanetini yaymaktadırlar.
Hch'nyvler ileri karakollara saldırmış, Yeryüzü'ne yaklaş-
maktadır. Smythe gizli gizli Hch'nyvler ile plan yapmış, Thim-
hallan karşılığında onlara Yeryüzü'nü vermeyi kabul etmiştir.
Hch'nyvlerin bu anlaşmada kendilerine düşeni yerine getirme-
ye niyeti yoktur. Kendi kahinlerinin, mutlak yenilgi anlamına

geleceği hakkında onları uyardığı Karakılıç'ı teslim eder etmez


Smythe'i öldürmeyi dşüünmektedirler.
Scylla melek şekline bürünerek Piskopos Radisovik'e görü-
nür ve Yeryüzü ve Thimhallan'daki bütün insanları tehdit
385
mAR£AREÎ U/EIS & ÎRACY HlCKJIIAn
eden büyük kıyamet hakkında uyarır. Karakılıç Merlyn'in me-
zarına götürülmelidir ve bunu Joram'ın vârisi Kraliçe Eliza yap-
malıdır. Radisovik Kral Garald'a bilgi verir. Aynı anda General
Boris'e bir haberci gelir ve Hch'nyvlerin yaklaştığını bildirir.
Garald bunun doğruluğuna ikna olmuştur.
Garald Peder Saryon'u getirmeleri için Duuk-tsaritbler
gönderir. Garald durumun ümitsizliğini açıklar ve Karakılıç'ın
nerede olduğunu söylemesi için Saryon'a yalvarır. Şaryon so-
nunda kabul eder, ama onu ancak Joram'ın vârisinin ellerine
teslim edebileceğini söyler Garald bunu yapacağına dair şeref
sözü verir.
Gittikçe daha fazla insan Smythe'in tarafına geçmektedir.
Kırsalda çeteler dolaşmaktadır. Eliza şövalyelerin koruması al-
tında Zith-ePe gider. Yolda araba saldırıya uğrar. Daha önce
haber almış olan Kraliçe, ev katalisti Reuven, Kollukçu Mosi-
ah ve şövalyelerden biri olan Scylla gizlice yan kapıdan girer.
Ormanda Peder Şaryonla buluşurlar, Şaryon onları Gece
Ejderi'nin mağarasına götürür.
Ejder Saryon'u tanır. Şaryon Eliza'yı tanıtır. Eliza kılıcı al-
mak için öne çıkar. Onu kaldırdığı sırada mağarada Duuk-tsa-
rithleı belirir. Duuk-tsarithler Radisovik'ın melek gördüğüne
inanmamaktadırlar, Hch'nyvlerin Teknobüyücüler tarafından
yapılan planın parçası olduğunu düşünmektedirler. Duuk-tsa-
ritbler Kral Garald'ı tahttan indirmiş, dünyanın hükümdarlığı-
nı ele geçirmiştir. Karakılıç'ı talep ederler.
Eliza kendini savunmak için kılıcı kaldırır. Karakılıç Duuk-
tsarühlevden Yaşam çekmeye başlar. Kılıcın eksi büyüsü Sar-
yon'un ejdere yaptığı büyüyü bozar.
Gece Ejderi Eliza'yı ve mağaradaki herkesi öldürür. Ejder
Karakılıç'ı Famirish Irmağı'nın en derin yerine atar.
386

KARaKjnçın rriİRftsı
Hch'nyvler Yeryüzü'nü ve Thimhallan'ı yok eder. İnsan ır-
kı tükenir.
İKİNCİ ZAMAN ÇİZGİSİ
Şaryon ve Reuven Joram'la görüşmek için Yeryüzü'nden
Thimhallan'a giderler. Onu Hch'nyvlerin geldiği konusunda
uyarırlar. Şaryon Joram'ı ailesi ile birlikte Yeryüzü'ne dönme-
ye ikna etmeye çalışır.
Bunun Karakılıç'ı çalmak için bir oyun olduğundan korkan
Joram reddeder.
Kızı Eliza geceleyin Karakılıç'ı çalar. Kılıcı askeri karakola
götürmeyi ve Yeryüzü halkına teslim etmeyi planlayarak ev-
den ayrılır. Reuven onun gidişini görür ve tehlikeyi fark ede-
rek peşine takılır.
Teknobüyücüler gelir, Joram'la yüzleşirler ve Karakılıç'ı
vermesini talep ederler. Joram silahı sakladığı yerde arar ve
gitmiş olduğunu görür. Eliza da gitmiştir. Joram neler olduğu-
nu fark eder. Teknobüyücülerle savaşır ve savaşına Joram ve
ailesini koruma altında tutan Mosiah da katılır.
Teknobüyücüler Joram'ı ve Peder Saryon'u yakalar. Gwen'i
de yakalamak üzeredirler, ama o ölüler tarafından kurtarılır.
Ölüler Gwen'i kendi alemlerine götürür.
Scylla Reuven ve Eliza'yı bulur. Eve dönerler, Mosiah'ı bu-
lurlar ve Joram'ın Teknobüyücüler tarafından yakalandığını
öğrenirler. Smythe belirir ve Eliza'ya kılıç karşılığında babası-
nın hayatını bahsedebileceğini söyler. Eliza'nın onunla, Tek-
nobüyücülerin karargahlarının bulunduğu Zith-el'de buluşma-
sı gerekmektedir.
Scylla, Eliza ve Mosiah oyuncak ayı şekline bürünmüş Sim-
387

ITlARPARfî UJEIS & f RACY HlCKJIIAn


kin eşliğinde Zith-el'e giderler.
Eliza ve arkadaşları kapıya ulaşır. Gwen kılığına girmiş bir
Sorgucu Karakılıç'ı teslim etmesi için Eliza'yı kandırmaya çalı-
şır.
Mosiah bunun bir Sorgucu olduğunu anlar, Karakılıç'ı alır
ve kapıdan içeri atar. O, Reuven ve Eliza kapıdan girerler ve
doğruca, onları bekleyen Teknobüyücülerin kollarına koşarlar.
Takip eden savaşta Eliza öldürülür. Teknobüyücüler Kara-
kılıç'ı ele geçirir. Onu ve tutsaklarını Yeryüzü'ne naklederler.
Sevgili kızının ölümüyle ümitsizliğe kapılan ve kendini
suçlayan Joram dönüş yolculuğunda aldığı yaralar yüzünden
ölür.
Hch'nyvler Yeryüzü'ne saldırır. Kevon Smythe canının ba-
ğışlanmasını umarak Karakılıç'ı teslim eder.
Ama bağışlanmaz.
Hch'nyvler Yeryüzü'nü ve Thimhallan'ı yok eder. İnsan ır-
kı evrenden silinir.
ÜÇÜNCÜ ZAMAN ÇİZGİSİ
Kitabı okuduğunuza göre, Scylla'nın zaman çizgileri arasın-
da sıçrayarak üçüncü, hayatta kalma şansımızın olduğu bir za-
man çizgisi yaratmayı başardığını biliyorsunuz. Anahtar Sim-
kin'di ve Scylla son âna kadar onun bize yardım mı edeceği-
ni, yoksa tasasızca hepimizi bir kenara mı atacağını bilmediği-
ni itiraf etti.
"Teknobüyücülerin ona hakaret etmek için hiçbir şansı ka-
çırmaması yüzünden çok şanslıyız. Smythe'e dediği gibi, ona
inanmıyorlardı," dedi Scylla. "Sonunda, bize bu yüzden yar-
dım etmeye karar verdi."
388
KâRAKILIÇln IT1İRİ4SI
Simkin'in Karakılıç şeklini aldığını kendisi bile bilmiyormuş
ya da en azından öyle iddia ediyor. Ama düşününce, ejderin
kılıcın parlak ışığının gözlerini acıttığından neden öyle acı acı
şikayet ettiğini anlıyorum. Anlaşılan ejder bizim gördüğümüz-
den daha fazlasını görüyordu.
Karakılıç'ın kendisine gelince, hâlâ alevlerle kavrulmuş
Thimhallan'da, bir mağarada mı yatıyor?
" Yanıtı kendi hayatımızda öğrenemeyeceğiz, ama kim bilir?
Belki binlerce sene sonra, Hch'nyvler daha güçlü bir ırk tara-
fından yenildiği zaman torunlarımızdan biri kitabımı okur ve
Thimhallan'a, Zith-el'e, ejderin mağarasına döner...
389

?;

Bir zamanlar büyülü olan Thimhallan terk edilmiş,


Karakılıç'ın dövülüşü ve parçalanmasının üzerinden yirmi
yıl geçmiştir. O felaketten hayatta kalanlar artık Yeryüzü'nde
yaşamaktadırlar. Büyüden ve umuttan yoksundurlar,
yuvalarına dönmeleri yasaklanmıştır. Karakılıç tarafından
harap edilen dünyada yalnızca Joram ve ailesi kalmıştır.
Büyülü silahla birlikte gücünü yitiren Joram'ın yeni bir
Karakılıç dövdüğü söylentisi yayılmıştır.
Yeryüzü, acımasız bir dışdünyalı ırkın tehdidi altındadır.
Umutları tükenen insanlar tek çıkar yol olarak Joram'ı ve
Karakılıç'ı görmektedirler. Eski dost Şaryon yardım istemek
için tehlikeli bir yolculuğa girişirken, hayata küsmüş
Joram'ın silahla ilgili başka planları vardır. İnsanların ve
Thimhallanlıların felaketinin habercisi olan tehditse giderek
yükselmektedir.
Margaret Weis ve Tracy Hickman, Karakılıç Serisi'ne
entrika ve büyüyle dolu sürükleyici bir öyküyle
dönüyor.

Margared Weis ve Tracy Hickman (Karakılıç) Cilt4 Karakılıçın Mirası

You might also like