Professional Documents
Culture Documents
Levantenlerin Toplumsal Konumu: İzmir Örneği
Levantenlerin Toplumsal Konumu: İzmir Örneği
C
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI
KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Serkan AKARSU
Danışman
Dr. Öğr. Üyesi Levent YILMAZ
İZMİR-2019
TEZ ONAY SAYFASI
ii
YEMİN METNİ
Tarih
..../..../.......
Adı SOYADI
İmza
iii
ÖZET
Yüksek Lisans Tezi
Levantenlerin Toplumsal Konumu: İzmir Örneği
Serkan AKARSU
iv
Anahtar Kelimeler: Kimlik, Azınlık, Ötekileştirme, Levanten, Levanten
Kimliği, İzmir Levantenleri, Levantenlerin Toplumsal Konumu
v
ABSTRACT
Master’s Thesis
Social Position of Levantines: İzmir Sample
Serkan AKARSU
vi
Key words: Identity, Minority, Isilotion, Levantine, Levantine Identity,
Izmir Levantines, Social Position of Levantines
vii
LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMU: İZMİR ÖRNEĞİ
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ 1
BİRİNCİ BÖLÜM
KİMLİK VE AZINLIKLAR
1. KİMLİK VE AİDİYET 5
A. Kimlik Kavramı Hakkında............................................................................. 6
B. Kimlik Kavramına Tanımsal Bir Çerçeve ..................................................... 7
C. Ben ve Öteki'nin Var Oluşu: Kimlik Oluşumu .............................................. 9
D. Kimlik Türlerinin İncelenmesi..................................................................... 12
a. Kişisel Kimlik 12
b. Kolektif Kimlik 14
c. Ulusal Kimlik 16
d. Kültürel Kimlik 19
e. Arada Kalmış Bir Kimlik: Kimlikler 21
E. Öteki Kavramının Kimliksel Boyutu ........................................................... 23
2. AZINLIK KAVRAMI VE AZINLIKLAR 26
A. Azınlık Kavramının Ortaya Çıkışı ............................................................... 26
B. Azınlık Kavramının Tanımı Sorunu ............................................................ 28
C. Azınlık Olarak Kabul Görülme Şartı Üzerine.............................................. 31
viii
D. Azınlık Kabul Edilen Grupların Sınıflandırılması ....................................... 34
a. Dini Azınlıklar 35
b. Ulusal Azınlıklar 36
c. Etnik Azınlıklar 38
d. Dilsel Azınlıklar 39
E. Azınlık Hakları Üzerine ............................................................................... 40
F. Türkiye'de Azınlıklar .................................................................................... 46
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA MERKEZLİ BİR ÖTEKİLEŞTİRME: ''LEVANTENLER''
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMUNUN ANALİZİ
1. LEVANTEN KAVRAMI 83
2. LEVANTENLERİN KÖKENLERİ 86
3. LEVANTENLERİN İZMİR'E GELME SEBEPLERİ VE MESLEKLERİ 87
4. ULUSAL BAĞLAMDA LEVANTENLERİN AİDİYET BAĞLARI 88
ix
5. AİDİYET OLGUSU ÇERÇEVESİNDE LEVANTEN KİMLİĞİNİN
İNCELENMESİ 89
6. TOPLUMSAL YAPI İÇERİSİNDE LEVANTEN OLARAK ANILMANIN
ETKİLERİ 91
7. LEVANTEN KİMLİĞİNİN EKONOMİK ANLAMDA ETKİLERİ 93
8. LEVANTEN KİMLİĞİNİN SİYASİ KARAR ALMA SÜRECİNE ETKİLERİ 94
9. AZINLIK STATÜSÜ KAPSAMINDA LEVANTENLER 96
10. LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMUNUN ANALİZİ 99
x
TABLOLAR LİSTESİ
xi
GİRİŞ
1
Rauf Beyru, 19. Yüzyılda İzmir'de Yaşam, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.1.
2
Tuncer Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974, s.52.
3
Daniel Goofman, Daniel Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', Doğu ile Batı
Arasında Osmanlı Kenti: Halep, İzmir, İstanbul, Ed. Ali Berktay, Çev. Sermet Yalçın, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, (''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine''), s.99.
1
ortamı beraberinde ipek ticaretinin yönünün değişmesine ve ipek ticaretinin İzmir'de
toplanmasına sebep olmuştur.4 Bunun yanında Avrupa devletlerinin Ümit Burnu
üzerinden ticaret yapması, Osmanlı ticaret ağının zayıflamasına ve Halep, Bursa
ticaret limanlarının olumsuz etkilenmesine sebep olmuştur. Bu gibi gelişmeler Batı
Anadolu'nun, özellikle de İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön plana çıkmasına zemin
hazırlamıştır.5
İzmir'in ticaret limanı olarak gelişmeye başlaması, kentin ön plana çıkmasını
sağlamıştır. XVI. yüzyıl sonları ve XVII. yüzyılın başlarında İzmir limanının dünya
ticaretinde söz sahibi olmaya başlaması6, Avrupalı tüccarların da kente gelerek
ticaret yapmasının önünü açmıştır. Bunun yanı sıra bazı Avrupalı devletlere verilen
kapitülasyonlar da Avrupalı tüccarların İzmir üzerinden ticaret yapmasının
nedenlerinden biri olmuştur. İzmir, XVII. ve XIX. yüzyıllar arasında çok sayıda
Avrupalı yabancıları da ağırlayan bir şehir olmuştur. XVII. yüzyıl sonrası hızla
gelişen İzmir, kenti ziyaret eden gezginlerce ''Levant'ın başşehri'', ''Levant'ın en
parlak ticaret şehri'', ''Levant'ın incisi'' şeklinde tanımlanmıştır.7 Bölgenin ticari
anlamda gelişimi, aynı zamanda kentin demografik yapısında da değişimler ortaya
çıkarmıştır. İzmir'in ticari faaliyetlerinde yaşanan gelişim sayesinde Avrupalı bir çok
tacir kente gelmiş ve zamanla kente yerleşerek burada kalmıştır. Önceleri yabancı,
Frenk olarak nitelendirilen bu tacirler XIX. yüzyıl itibariyle Levanten olarak
adlandırılmışlardır.
Levanten kavramı ve dolayısıyla Levanten kimliği hakkında bir çok
tartışmayı barındıran bir yapıdadır. Kavramın karmaşık yapısı ve zaman içerisinde
sınırlarının genişlemesi, kavramın boyutlarının net tanımlanabilir olmamasına neden
olmuştur. Levanten kavramının başlangıç itibariyle Batı Avrupa temelli bir
ötekileştirme unsuru olduğu söylenebilir. Kavram Avrupa'nın kendi dışında bulunan
unsurları tanımlayarak, kendinden ayırma girişimi olarak görülebilir. Kavramın
anlamına bakılacak olursa; ''Akdeniz'in doğu sahillerine ve buralardaki ülkelerde
(Yakın Doğu) dünyaya gelmiş veya buralarda yerleşip ticaret yapan, aslen Avrupalı,
çok kere uzun kalışlar ve elenmeler dolayısıyla soyu karışmış kimse; Yakın Doğu'lu
4
Tuncer Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974, s.94.
5
Daniel Goofman, Daniel Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.99.
6
Zeki Arıkan, ''XV. XVI. Yüzyıllarda İzmir'', Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992 s.66.
7
http://www.izmirdergisi.com/tr/mimari/2719-izmir-in-levantenleri (22.03.2019)
2
olduğu halde Avrupalılık taslayan ''tatlısu frengi''8 olarak tanımlanabilir.9 Bu açıdan
bakılacak olursa Levanten olarak nitelendirilen kişiler bir anlamda doğululaşmış
batılılar olarak nitelendirilebilir.10
Levanten kimliği, başlangıçta bu kimlikle nitelendirilen kişiler tarafından
reddedilmektedir. Özellikle Avrupa'nın bu kimlik yapısını bir ötekileştirme unsuru
olarak kullanması ve bu kimlikle nitelendirilen kişileri küçük görmesi bu reddedişin
önemli nedenlerinden biridir. Bu noktada örnek olması açısından İlhan Pınar'ın Dr.
Julius Rud Kaim'den aktardığı şu sözleri: '' Levantenin manevi dünyası da, dil
dünyası gibidir. Levanten başladığı her işi bambaşka bir şekilde bitirmektedir!
Duygu ve düşüncelerinde yüzeyseldir; hiçbir yüksek değer ihtiyacı içinde değildir.''11
ile Levantenlerin aslında Avrupalı olmanın getirdiği özelliklere sahip olmadığını
anlatması ve bunu yaparken de bu kimlikteki insanlara karşı ötekileştirici bir dil
kullanması dönemin Avrupa bakış açısının güzel örneklerinden biri olarak
gösterilebilir.
Levanten kavramı ve Levanten kimliği literatürde üzerine yeterince çalışma
yapılmamış bir konudur. Bu sebeple Levantenler ile ilgili genel bilgiler olmakla
beraber, geniş kapsamlı bilgiler mevcut değildir. Çalışmamızla amaçlanan
Levantenler hakkındaki literatürdeki eksikliği gidermeye çalışarak, Levantenlerin
kim olduğunu, Levanten kavramının neyi ifade ettiğini karşılaştırmalı olarak
incelemektir. Bunlarla beraber özellikle hakkında neredeyse hiç inceleme olmayan
günümüz Levantenlerini de çalışmamıza dahil ederek, geçmişten günümüze
Levantenlerin değişimini, dönüşümünü incelemek çalışmamızın amaçları
arasındadır.
Yapılan çalışmada şu sorulara; Levanten kimliğinin özellikleri nelerdir?,
Levanten kavramının ortaya çıkış sürecinde etkili olan sebepler nelerdir?, Levanten
olarak nitelendirilen kişiler kendilerini bu kimliksel yapıya ait hissediyor mu?,
Levantenlerin İzmir'e gelişinin altında yatan sebepler neler olmuştur?, Levantenlerin
kökenlerinde hangi uluslar bulunmaktadır?, Levantenler kendilerini nereye ait
8
9
Yeni Türkiye Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat A.Ş., Cilt:6, İstanbul, 1985, s.2072.
10
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik ya da Öteki'ni Tanımlama Bağlamında Kavramların
Yeniden Üretimi'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam
Yayıncılık, İstanbul, 2006, (''Levant, Levanten ve Levantenlik''), s.38.
11
Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'', s.38.
3
hissetmektedir?, Levanten kimlik yapısının, bu kimlik ile nitelendirilen bireylere
karşı toplumsal ve siyasal anlamda bir etkisi mevcut mudur?, Levanten kavramı neyi
ifade etmektedir? gibi sorulara cevap aranarak, literatür de edinilen bilgilerin
günümüz Levantenleri ile yapılan görüşmeler ile uyumu ve farklılıkları analiz
edilmiştir.
Bu kapsamda çalışmanın birinci bölümünde; kimlik ve azınlık kavramları
incelenmiştir. Bu çerçevede kimlik kavramı hakkında tanımsal bir çerçeve çizilerek,
kimliğin oluşumu, kimlik türlerinin belirlenmesi ve kimliksel yapının oluşumunda
kilit rol oynayan öteki kavramı incelenmiştir. Aynı bölümün Azınlık bahsinde ise;
kavramın ortaya çıkış süreci, tanımlanması yönünde ki farklı bakış açıları, azınlık
türleri, azınlık hakları ve Türkiye'de azınlıklar gibi konular ele alınarak ikinci
bölümün konusuna zemin hazırlanmıştır.
İkinci bölümde; Levanten kavramı hakkında farklı görüşler ele alınarak
kavramın tanımsal boyutları açığa çıkartılmış olup, birinci bölümde anlatılmış olan
kimlik, azınlık ve öteki kavramlarıyla bağlantılı olması açısından; Levanten
kimliğinin incelenmesi, azınlık statüsü kapsamında Levantenlerin durumu, öteki
kavramı çerçevesinde Avrupalı seyyahların gözünden Levantenler ele alınmıştır.
Bununla beraber İzmir'in çalışmanın çevresini oluşturmasından dolayı, genel
hatlarıyla İzmir tarihi, Osmanlı döneminde İzmir'in konumu, İzmir'de Levanten
yaşam gibi konular incelenmiş olup, son olarak Levantenlerin kökenleri ele
alınmıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde ise; Levantenlerin İzmir ölçeğinde toplumsal
ve siyasal konumlarının analiz edilebilmesi amacıyla, Levanten olarak nitelendirilen
kişilerle yüz yüze mülakatlar yapılmış olup, kendilerine yöneltilen sorular ile
beraber durum analizi yapılması amaçlanmıştır. Bununla beraber yüz yüze
görüşmelerde çalışmanın bölümleri arasındaki akış bağlantısının sağlanmasına
yönelik sorular belirlenmiş ve günümüz Levantenlerinden edinilen bilgiler ışığında,
Levantenlerin zaman içerisinde geçirmiş olduğu dönüşüm ile beraber toplumsal ve
siyasal konumu belirlenmeye çalışılmıştır.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
KİMLİK VE AZINLIKLAR
1. KİMLİK VE AİDİYET
12
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5ac8b4c3765f0
4.44583000 (07.04.2018)
13
Duygu Alptekin, Toplumsal Aidiyet ve Gençlik: Üniversite Gençliğinin Aidiyeti Üzerine
Sosyolojik Bir Araştırma, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya, 2011, s.20.
14
Hakan Bayri, Türkiye'de Kimlik Siyaseti Sorunu ve Ulusal Kimlik, (Yayınlanmamış Doktora
Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2008, s.4.
5
belirtmek gerekir ki, bahsedilen süreçteki kimlik kavramı, kavramın tanımlanması ve
incelenmesi sonucunda, modern dönemden bakılarak yapılan bir tasniflendirme
işlemidir. Bu nedenle bir kavramsal bütünlük açısından inceleyeceğimiz kimlik
kavramı modern zamanda kavramsal olarak görünür olan ve tanımlanan bir
unsurdur.15 Bu bakış açısıyla kimlik kavramı üzerine eğilip, ne olduğunu anlamak
konunun özü için faydalı olacaktır.
15
Mustafa Altunoğlu, Kimlik'in Modern İnşaı, Kimlik Politikaları ve Türkiye'de Kimlik
Tartışmaları, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara,
2009, s.18.
16
Phillip Gleason, ''Kimliği Tanımlamak: Semantik Bir Tarih'', çev. Fırat Mollaer, Kimlik
Politikaları, (Ed. Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, s.22.
17
Mehmet Anık, Çok Kültürlü Bir Toplumda Kimlik Algısı: İsveç'te Yaşayan Türk Göçmenleri
Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya,
2011, s.21-22.
18
Fırat Mollaer, Kollektif Kimliği Yeniden Düşünmek: Edward Said ve Kimliğin Diyalektiği,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul, 2012, s.14.
6
reddedebileceğini anlatmaktadır.19 Anlaşılacağı üzere bireyin içinde bulunduğu farklı
kimlik yapıları, bazı durumlarda bireyde bir kimlik çatışmasına yol açabilmektedir.
Diğer tüm kavramlar gibi kimlik kavramı da popüler bir hal aldıkça, hakkında
çok fazla tanımlama girişimleri olmuş ve bundan dolayı da gerçekte kavramın neyi
ifade ettiği bulanıklaşmıştır.20 Bu nedenle kimliği bu bulanık yapısından kurtarıp,
çalışmamız içinde kavramın ne ifade etmek istediğini temel olarak açıklamak
gerekmektedir. Bu çerçevede aynı zamanda bireyi, toplumu, sosyal grupları,
etnisiteyi ve birçok farklı olguyu ve kavramı, kimlik kavramı olmaksızın açıklamak
neredeyse imkansız bir hal almıştır. Bu nedenle kimliğin ne olduğunu doğru bir
şekilde kavramak, kimlikle bağlantılı olan diğer birçok konunun neden-sonuç
ilişkisini ortaya koymaya yardımcı olacaktır.
19
Erik Erikson, ''Psikososyal Kimlik'', çev. M.Doğan Karacoşkun, Dinbilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, 2003, s.182.
20
Fırat Mollaer (ed.), ''Kimlik: Can Alıcı Bir Mesele ve Banalleşen Bir Kelime'', Kimlik Politikaları,
Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, s.11.
21
Anthony D. Smith, Milli Kimlik, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, 8.baskı, İstanbul,
2016, (Milli Kimlik), s.13-15.
7
da veren bir kavramdır.22 Bu tanımlamada kimlik kavramının, bireyin diğer bireyleri
inceleyerek kendinin ayırt edici özelliklerini saptaması, kendini buna göre
tanımlaması üzerine ve farklılıklar özelinde bir vurgu olduğu söylenebilir. Bilgin'e
göre ise bir adres ve bir resim olarak nitelenen kimlik; öncelikli olarak bireyin ve
bireylerin oluşturdukları grupların kendilerini tanımlaması ve bunun neticesinde de
diğer birey ve gruplar arasında olan konumunu belirlemesi olarak ifade edilebilir.23
Bu noktada Bilgin'in görüşleri ışığında, adres ve fotoğraf benzetmesinin ne ifade
ettiğini açıklamak tanımı daha iyi anlamak için yararlı olacaktır. Öncelikle adres ile
anlatılmak istenen koordinat bağlantılı bir mekandan ziyade, psiko-sosyal bir bakış
açısını yansıtması ile beraber, birey ve grubun ilişkisel yakınlık veya uzaklık
çerçevesinde kendisini hangi konumda gördüğüyle ilgilidir, ikinci olarak fotoğraf
kavramı ile ise bireyin kendini nasıl görmesinin yanında toplumun bireyi nasıl
gördüğünün birleşim kümesiyle ortaya çıkan özellikler anlatılmak istenmektedir.24
Bir başka tanıma göre kimlik; Bireye kişisel olarak nerede olduğunu gösteren, onu
tanımlamak için gerekli olan özelliklerin tümüne ve bununla beraber ''aynılık'' ile
ilgili olan duyguların bütününü kapsayan, toplumsal ve psikolojik olarak bireyin kim
olduğunu ve konumu açısından nerede olduğunu işaret eden özellikler bütünüdür.25
Temel olarak bakıldığı zaman, kimlik; özellikleri, benzerlikleri ya da farklılıkları
gösteren, bireyi genel olarak bir özellikler yelpazesi altında toplayan ve toplumun
bireyi nasıl algıladığını ortaya koyan bir kavramdır.26 Bu nedenle bireysel aidiyet
unsurlarının ve buna bağlı olarak da sosyal grupların nasıl belirleneceği, farklılık ya
da aynılıklarının hangi kıstaslar baz alınarak inceleneceği gibi hususlar açısından
kimlik çözümlemelerinin önemi büyüktür.
Sözlük anlamları incelenecek olursa kimlik kavramı ilk olarak Türk Dil
Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğünde:27 '' Toplumsal bir varlık olarak insana özgü
olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların
bütünü'' olarak ifade edilmiştir. Burada bahsi geçen tanım bizimde üzerinde
22
Bhikhu Parekh, ''Kimliğin Mantığı'', çev. Suat Aksoy, Kimlik Politikaları, (Ed. Fırat Mollaer),
Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, s.53, 56.
23
Nuri Bilgin, Kimlik İnşası, Aşina Kitaplar, İzmir, 2007, s.5.
24
Bilgin, s.5.
25
Celalettin Vatandaş, Çok Kültürlülük, Değişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.55.
26
Muhittin Aşkın, ''Kimlik ve Giydirilmiş Kimlikler'', A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Cilt:10, Sayı:2, 2007, s.213
27
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5ac8b4ca40424
9.18477717 (07.04.2018)
8
duracağımız üzere sosyolojik temelli bir tanımdır. Bu çerçevede yorumlandığında
ilgili sözlükte kimlik kavramı; bireyi ayırt etmeye yarayan unsurları vasıtasıyla onun
kim olduğunu anlatan, bir tanım olarak ele alınmıştır. İkinci olarak Oxford'un
İngilizce Sözlüğünde28 (Oxford English Dictionary) bizim kullanacağımız anlamıyla
kimlik: ''bir kişi veya şeyin kim veya ne olduğunu belirleyen özellikler'' ifade
edilmiştir. Burada belirtilmesi gereken husus kimliğin kimlik kartı anlamları dışında,
çalışmanın da yoğunlaşmış olduğu şekliyle sosyolojik anlamının inceleniyor
olmasıdır. Bu çerçevede yaklaşacak olunursa Oxford'un İngilizce sözlüğünde de
temel olarak özelliklere vurgu yapıldığını belirtmekte yarar vardır. Bireylerin ve
bunun akabinde bireylerin oluşturduğu sosyal grupların özelliklerini saptamak için
bu bahsedilen anlamıyla kimlik üzerinde durmak gerekir.
28
https://en.oxforddictionaries.com/definition/identity (07.04.2018)
29
William E. Connolly, Kimlik ve Farklılık, çev. Ferma Lekesizalın, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,
1995, s.92.
30
Sevgi Özgüngör, ''Postmodern Değerler, Kimlik Oluşumu ve Yaşam Doyumu'', Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Dergisi, Cilt:4, Sayı:31, 2009, s.33.
9
tecrübeler sonucu oluşur ve her yeni tecrübeyle beraber bir takım değişikliğe
uğrayabilmektedir.31 Bu görüşlerin yanı sıra kimliğin oluşum sürecinde bireyin
oynadığı etkinlik düzeyine göre iki farklı yaklaşım olduğu söylenebilir; bunlardan
ilkine göre birey toplumsallaşma aşamasında içinde bulunduğu toplumun, bireye
yüklediği özelliklere göre bir kimlik oluşturması istenirken, diğer bir yaklaşıma göre
ise bu toplumsallaşma sürecinde birey daha etkin bir rol oynar ve kendisi elde
edebileceği bazı unsurlarla bir kimlik oluşturur.32 Burada her iki durumun da
toplumun bireye belli sınırlar çerçevesinde kimliğini oluşturmasına olanak tanıdığı
görülmektedir. Ancak ilk yaklaşımda birey, toplumun kendine sunmuş olduğu rolleri
benimseme yoluna giderken, ikinci yaklaşımda birey, toplumsallaşma sürecinde
etkin bir rol oynaması ve bunun sonucunda elde edeceği kazanımlar ile bir kimlik
oluşturması söz konusudur.
Bireyler çeşitli etmenlerden dolayı yaşam boyu bir değişim ve dönüşüme
maruz kalabilirler. Bununla beraber kimlikler de bireylerden bağımsız
düşünülemeyeceği için aynı husus kimlikler içinde söylenebilir. Bireylerin
kimlikleri, bireylerin yaşadığı olaylara, elde ettikleri yeni konumlara ya da başka bir
çok sebepten ötürü değişime uğrayabilmektedir. Bu noktada özellikle kendi kimliğini
karşısındaki ''öteki''ne göre bir tanımlama yoluna giden bireyin, ilişki kurduğu
ötekinin de farklılaşması sonucunda bireyin mevcut olan kimliksel yapısında bir
takım değişimler meydana gelmektedir.33 Bu değişimler bazen bir kimliği tamamen
ortadan kaldırabileceği gibi, aynı zamanda yeni oluşan koşullar bir kimliğin diğer
kimliğe karşı daha önemli bir hale gelmesine sebep olabilir. Bu durumu Parekh şu
örnekle açıklamaktadır:34
'' Toplumsal cinsiyet, modern toplumlarda baskın bir toplumsal kimliktir, fakat
bazı kadınlar için bu çok büyük bir önem teşkil etmeyebilir. Tüm hayatını erkek
avukatlarla beraber geçirmiş bekar bir kadın avukat, kendisi meslektaşları,
müşterileri, ve arkadaşları tarafından bir avukat olarak görülebilir. Kendisi,
diğerleri gibi, kadın olduğunu bilir, fakat bu, onun için bir anlam ifade etmez.
Erkek topluluğunda ''kadınsı'' özellikleri işleme veya kadınsı bir role bürünmeyi
31
Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları, 45.baskı, İstanbul,
2017, s.25.
32
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çev. Osman Akınbay ve Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat
Yayınları, Ankara, 1999, s.408.
33
Nezahat Altuntaş, ''Kısmi Kimliklerin Evrensel Konumlanması'', Türkiye Günlüğü Dergisi,
Sayı:79, 2004, s.68.
34
Parekh, s.63.
10
hiç düşünmemiş ve yaşamını tamamen işi üzerine kurmuş olabilir. Avukat olmak
onun için bir kimliktir, ama kadın olmak değildir. Bu elbette değişken bir
durumdur. Bir gün bir adama aşık olup, profesyonel kimliğinin artık ona
yetmediğini düşünebilir. Bir kadın olmak isteyebilir, yeni özellikler ve
alışkanlıklar edinip yeni tutku ve heveslere yelken açabilir. Toplumsal cinsiyet
kimliğinin artık onun için bir anlamı ve derinliği vardır ve bu kimlik, yaşamına
yeni yönelimler katar. Avukat olmaktan vazgeçip hayatta kendine daha
mütevazi bir alan açar. Bu durumda o, farklı bir kişi olup, dünyayı farklı bir
şekilde anlamlandırıp ona çok daha farklı bakar.''
35
Maalouf, s.17.
11
D. Kimlik Türlerinin İncelenmesi
a. Kişisel Kimlik
36
James D. Fearon, What is The İdentity (As We Now Use The Word)?, 1999,
https://web.stanford.edu/group/fearon-research/cgi-bin/wordpress/wp-content/uploads/2013/10/What-
is-Identity-as-we-now-use-the-word-.pdf, (03.04.2018), p.11.
12
ve konumunu kapsayan, tercihleri ile şekillenen, bireyin kendi yaşamsal sürecine yön
vermesini sağlayan ve aynı zamanda gurur, utanç vb. gibi duyguların yaşanmasında
kaynak görevi üstlenen bireysel anlamda bir başarının ürünüdür.37 Bu çerçevede
bahsi geçen kavramın özüne inildiğinde kavramın; bireyin yaşam öyküsünü ve onu
betimleyen bir resmini anlatmasının yanında, bireyin kendisinde bulduğu özellikleri
kapsadığı görülmektedir.38
Kişisel kimlik, özellikle sosyal bir varlık olan bireyin, tek başına toplumda
ne ifade ettiğini ve diğer bireylerden hangi yönlerle farklılaştığını ortaya koymaya
yarayan bir kavramdır. Bu noktada belirtilmesi gereken husus kişisel kimliğin,
bireyin karakterinde şekillenmesine rağmen, diğer bireylerden ayrılamaz bir yapıda
olmasıdır; yani bireyler farklı yapıda ve bir değişime maruz kalmasına karşın, kişilik
oluşumu sosyal bir inşanın ürünüdür.39 Özellikle bireysellik, toplumsallaşma
sürecinin meydana getirdiği bir olgudur, bu nedenle kişisel kimlik de, kollektif
kimliğin bireysel düzlemde görünümüdür.40 Bu kavramsal çerçeve sınırları içerisinde
anlaşılmaktadır ki, bireysel kimlik ile kollektif kimlik ayrılamaz bir bütündür, aynı
zamanda kollektif kimliğin bireysel kimlik üzerindeki şekillendirici etkisi
yadsınamaz bir gerçektir.
Bireyin özellikleri bahsinde belirtilen unsurlar sadece düşünsel alanı
kapsamamakta, aynı zamanda fiziksel anlamda ya da giyim kuşam, kişisel imaj
anlamında da bir özellikler kümesi anlatılmak istenmektedir.41 Bu temel yaklaşım
ışığında kişisel kimliğin, bireysel anlamda bir özellikler bütünü olduğu düşünülürse,
bu özellikler içinde bireyin fiziksel ve kişisel tarzının da dahil olduğunu söylemek
gerekmektedir. Bu noktada, 1970'li yılların Türkiye'sinde, kimliklerin kılık kıyafet ya
da kişisel imaj ile belirgin hale getirilmesini ele almak güzel bir örnek olacaktır.
Bahsi geçen dönemde kendisini ülkücü olarak tanımlayan bireylerin bırakmış olduğu
bıyık şekliyle ya da sol geleneğe bağlı üniversiteli bir gencin giymiş olduğu yeşil
parkayla kendi kimliksel aidiyetini ifade ettiği sıkça görülmekteydi. Bu durum,
toplumsal bir gruba aidiyetini göstermek için bireylerin, toplumsal grupların toplum
37
Parekh, s.53,56,59.
38
Bilgin, s.12.
39
Assiye Aka, ''Kimliğe Teorik Yaklaşımlar'', C.Ü Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:34, Sayı:1, 2010,
s.19.
40
Jurgen Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, çev. Mustafa Tüzel, Kabalcı Yayınevi, İstanbul,
1996, (İletişimsel Eylem), s.484-485.
41
Fearon, s.21, 23.
13
tarafından kabul edilen özelliklerine uygun tercihler yapmasına sebep oluyordu.
Özellikle bir gruba bağlı olduğunu göstermek için yapılan tüm tercihler aynı
zamanda bireyin, kişisel kimliğini de ortaya koymaktaydı. Örnekten de
anlaşılabileceği gibi birey kimliğini, bir eşya ya da fiziksel bir tarz sonucu ortaya
koyabilmektedir.
b. Kolektif Kimlik
42
Amartya Sen, Kimlik ve Şiddet, çev. Ahmet Kardam, Türk Henkel Yayınları, İstanbul, 2006, s.24-
25.
43
Karen A. Cerulo, ''Identity Construction: New Issues, New Directions'', Annual Review of
Sociology, Vol. 23, 1997, s.386.
44
Alberto Melucci, ''Süreç Olarak Kollektif Kimlik'', çev. Ömer Mollaer, Kimlik Politikaları, (Ed.
Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, s.82.
14
kimliğin oluşmasını da beraber getirir. Bu yaklaşım ışığında Melucci'ye göre bir
süreç olarak kolektif kimlik üç özellikle tanımlanabilir:45
1. Bir süreç olarak kolektif kimlik amaçlar, araçlar ve eylem alanı ile ilgili
bilişsel tanımlar gerektirir.
2. Bir süreç açısında kolektif kimlik, böylelikle birbirini etkileyen, iletişim
kuran, müzakere eden ve kararlar veren aktörler arasındaki aktif ilişkiler ağına
göndermede bulunur.
3. Kolektif kimliğin tanımı içinde, bireylerin kendilerini ortak birliğin bir
parçası olarak hissetmelerini sağlayacak ölçüde duygusal yatırıma ihtiyaç
duyulur.
Bireyin birden fazla bağının bulunduğu grup olabilir ve her bağlı bulunulan
grup bireyin kimlik oluşumu sürecinde rol oynayabilir.46 Kolektif kimliğin oluşumu,
bireysel kimliğin oluşumu süreciyle benzer bir özelliğe sahiptir. Aynı grup içerisinde
ki bireylerin benzerliği üzerine oluşan kolektif kimlik; asıl karakteristik yapısını,
tıpkı bireysel kimlik oluşumunda olduğu gibi, gruplar arası özellikler farkından
almaktadır. Bu noktada bir grubun kolektif kimlik kazanabilmesi için ''öteki'' bir
grubun daha var olması ve bireylerin kendi aidiyetlerinin bulunduğu grup ile diğer
grubu ya da grupları özellikler yelpazesi içerisinde karşılaştırarak, öz grup bilincini
buna bağlı olarak kolektif kimliğini oluşturmasıdır.47 Bununla beraber bireysel
kimlikte var olan; bireyin diğer bireylerden tamamen farklılaşması olgusu kolektif
kimlik yapısın da bulunmamaktadır. Kolektif kimlik, bireylerin diğer bireylerle
iletişimi vasıtasıyla paylaştığı özellikler neticesinde oluşan bir yapıya sahiptir.
Özellikle kolektif kimlik oluşumunda bireyler, diğerleriyle benzerlikleri üzerinden
hareket etmekte ve bunun neticesinde bir kolektif kimlik bilinci oluşmaktadır.48 Bu
noktada belirtilmesi gereken husus bir kolektif kimlik yapısının oluşumunda, grup içi
bireylerin benzerliği rol oynarken, asıl karakteristik yapısını ise bir kolektif grubun,
diğer kolektif gruplardan farklılaşması neticesinde kazanacaktır. Yani kolektif grup
bireylerin benzerliği üzerine kurulurken, kolektif grupların varlığı için ise bir başka
''öteki'' grubun varlığı gerekmektedir.
45
Melucci, s.83-84.
46
Sen, s.45.
47
Asım Yapıcı, Din Kimlik ve Önyargı (Biz ve Onlar), Karahan Yayınları, Adana, 2004, s.64.
48
Serap Arslan, ''Farklı Soyutlama Düzeylerinde Benlik Temsilleri -I- : Bireysel Benlik ve Kolektif
Benlik ya da 'Ben'lik ve 'Biz'lik'', Türk Psikoloji Yazıları, Cilt:9, Sayı:18, 2006, s.90.
15
c. Ulusal Kimlik
Kollektif kimliğin önemli bir görünümü olan ve ulusal bir aidiyetin ürünü
olarak karşımıza çıkan ulusal kimlikler meselesi, ulus-devletlerin ortaya çıkışıyla
beraber oluşmuştur. Bu bağlamda ulus devlet yapısına baktığımızda XI. yüzyıldan
itibaren Avrupa'da merkezi otoritelerin yükselişe geçmesiyle beraber, feodal
yapıların güç kaybetmesi sonucunda filizlenmeye başladığı görülmektedir.49 1648
yılında Otuz Yıl Savaşları'nın bitmesiyle imzalanan Vestefelya Antlaşması ile
beraber artık ulus-devletler siyasal düzlemdeki yerlerini almıştır.50 Bu çerçevede
daha sonra ki süreç içerisinde ulus-devlet, modernitenin ilk zamanlarında toplumun
bozulmaya yüz tutmuş birliktelik anlayışını, ulus üyelerinin yani devlet
vatandaşlarının dayanışmacı ilişki kavramıyla sağlamlaştırmış51 ve bu noktada ulusal
aidiyetin bir ürünü olan ulusal kimlik bilincini güçlendirmiştir.
Ulus kimliğinin inşası, tartışmalı ve üzerinde farklı yaklaşımları barındıran
bir konudur. Ulusun inşası konusu üzerinde; ulusların doğal olarak tarihsel süreç
içerisinde kendiliğinden varolması ve kurgusal bir yaratım sonucu ortaya çıkması
gibi iki farklı görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden birincisini savunan
primordialistler'in (ilkçi yaklaşımı savunanların) arasında da çeşitli yaklaşımlar
bulunmasına karşın, bütün farklı açıklamaların buluştuğu ortak payda; ulusları doğal
bir olgu olarak kabul etmesi ve tarihsel süreç içerisinde etniler ile ulusların her
zaman varlığının bulunduğunun savunulmasıdır.52
XX. yüzyıl ortalarında, ulusun insan vücudu kadar doğal bir oluşuma sahip
bir olgu olarak görülmesi yönünde genel bir düşünüş bulunmasına rağmen, yüzyılın
sonlarına gelindiğinde bu düşünüş sorgulanmaya başlamıştır. Bu durumun temel
sebebi, sanayileşmiş devletlerin vatandaşları ulusu doğal bir oluşum olarak görmekte
ve hatta dış ilişkiler ve savunma gibi bir takım politikaları ''ulusal çıkar'' kavramı
çerçevesinde meşrulaştırmaya çalıştıkları görülürken; kesin olarak ulus tanımlaması
içerisinde kendisine yer bulamayan Nijerya, Hindistan ve Endonezya gibi Üçüncü
49
Bayri, s.17.
50
Jürgen Habermas, Öteki Olmak, Ötekiyle Yaşamak, Çev. İlknur Aka, Yapı Kredi Yayınları,
9.baskı, İstanbul, 2017, s.13.
51
Habermas, Öteki, s.23.
52
Anthony D. Smith, Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, Çev. Derya Kömürcü, Everest Yayınları,
İstanbul, 2002, (Küreselleşme), s.29, 30.
16
Dünya ülkelerinin ortaya çıkmasıyla beraber, ulusun doğal bir oluşum olarak var
olduğu yönündeki düşünüşün zayıflamış olmasıdır.53
Ulusun doğal bir oluşum olarak varlığını reddeden ve ulusun sonradan
kurgulandığı yönünde ki anlayışı kabul eden modernist yaklaşımcılardan olan
Hobsbawm, ulusların geçmişinin tarih kadar eski olmadığını, en fazla XVIII. yüzyıla
dayanabileceğini savunmasının yanı sıra, ulusu tepeden sonradan oluşturulan bir olgu
olarak görmektedir.54 Diğer bir modernist düşünür olan Gellner, ulusçuluğun ulusun
bir ürünü olmadığını, ulusçuluğun ulusları ortaya çıkardığını ifade etmekle beraber,
ulusçuluğun ise daha önceden var olan kültürler arasından bir seçim yaptığını ve
bunun sonucunda da ölü dilleri yeniden gün yüzüne çıkarabileceği ve gelenekleri icat
edilebileceğini ifade eder ve ulusçuluğun kullandığı unsurların rastgele oluşturulan
tarihsel icatlar olarak görmektedir.55 Bu noktada Anderson ise Gellner'ı ulusu ''icat''
edilen bir unsur olarak görmesi sonucu, uydurulmuş bir şekilde oluşturulma
düşüncesinde olduğu gerekçesiyle eleştirir ve ulusu, yüz yüze ilişkilerin bulunduğu
ilkel köyler dışında bulunun bütün cemaatleri, belli sınırlılıklar içerisinde ulusun
egemen yapıda olduğu hayali bir cemaat olarak nitelendirir.56 Modernist düşünürlerin
genel olarak görüşleri ulusların doğal olarak tarih boyunca var olmadığı, sonradan
oluşturulan bir olgu olduğu yönündedir. Bu noktada konumuz olan ulusal kimliklerin
de sonradan üretilen bir takım aidiyet yaratıcı unsurlara göre şekillendiğini söylemek
mümkündür.
Ulusal kimlik toplumsal bütünleşmeyi sağlayarak, ulus üyelerini ortak aidiyet
duygusuyla bir üst kimlik çatısı altında toplamayı amaçlamaktadır. Bu durumun nasıl
sağlanacağı ve ulus-devlet inşası için gerekli olan özelliklerin ne olacağı gibi soruları
cevaplamak gerekmektedir. Bu noktada ulusun sahip olması gereken ve aynı
zamanda yurttaşların aidiyetini de sağlayacak temel özellikleri Smith'in metodolojisi
53
Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, çev. Sonay Bayramoğlu ve Hülya Kendir, Dost
Kitabevi Yayınları, Ankara, 2002, (Uluslar), s.29-30.
54
Eric J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetilik, çev. Osman Akınhay, Ayrıntı Yayınları, 5.baskı,
İstanbul, 2014, s.17, 25.
55
Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, çev. Büşra Ersanlı Behar ve Günay Göksu Özdoğan, İnsan
Yayınları, İstanbul, 1992, s.105-106
56
Benedict Anderson, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, çev. İskender
Savaşır, Metis Yayınları, 7.baskı, İstanbul, 2014, s.20-21.
17
yardımıyla sıralayabiliriz. Smith ulusal bilinci sağlamada da yardımcı olacak olan bir
ulusun inşası için gerekli olan özellikleri şu şekilde sıralamaktadır:57
57
Smith, Milli Kimlik, s.31-32.
58
Smith, Milli Kimlik, s.24.
59
Smith, Milli Kimlik, s.25.
60
Abdulvahap Akıncı, Milli Kimlik İnşa Stratejileri: Türkiye Örneği 1839-1946, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, 2011, tez. s.35.
18
arasında bir ulusal bilinç oluşturmayı hedeflemektedirler.61 Modern dönemin bir
öğesi olan ulus-devletler, ulusal bilinci oluşturmak için ideolojiyi bir araç olarak
kullanmaktadırlar. İdeoloji, bir devletin kendi amaçsal düzleminde kurmayı
amaçladığı toplumsal düzeni sağlayan ve toplumun üyelerine bir üst kimlik veren
önemli bir araçtır.62 Bu noktada devlet, ideolojisini eğitim kurumları vasıtasıyla tüm
topluma benimsetmeyi amaçlamakta ve bunun içinde ideolojisine uygun olan
kahramanları, mitleri, antları, marşları ve törenleri eğitim aracılığıyla, toplumda bir
üst kimlik yapısı olan ulusal kimlik bilincini yaratmak ve benimsetmek için
kullanmaktadır.63
d. Kültürel Kimlik
61
İslam Can, ''Türk Ulusal Kimliğinin İnşasında Milli Eğitim İdeolojisinin Rolü'', Sosyoloji Divanı,
Sayı:1, 2013, s.135.
62
Halis Çetin, ''Devlet İdeoloji ve Eğitim'', C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:25, Sayı:2, 2001, s.202.
63
Halis Çetin, s.206-207, 210.
64
A. Müslim Akdemir, ''Küreselleşme ve Kültürel Kimlik Sorunu'', A.Ü Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt:3, Sayı:1, 2004, s.44.
65
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 2. baskı, İstanbul, 1973, s.103-108.
19
8. Kültür Maddi Bir Gerçeklik Değildir
Kültürün sayılan özelliklerin aynı zamanda kültürel kimliğinde özellikleri
olduğunu belirtmek gerekir. Bu çerçevede belirtilmesi gereken bir diğer husus da
kültürel kimliği tanımlama yolunda iki farklı anlayışın mevcut olmasıdır. Bu
yaklaşımlardan ilki olan ''özcü yaklaşıma'' göre; kültürel kimlik tanımlanmış ve
oluşmuş bir öz olarak değerlendirilirken, ikinci yaklaşım olan ''tarihsel yaklaşım'' ise
kültürel kimliğe, üretilen ve bu üretim işlemi tarihsel süreç içerisinde bir süreklilik
arz eden, aynı zamanda da bahsedilen üretim süreci esas itibariyle hiçbir zaman
bütünüyle tamamlanamayacak olarak görülen bir olgu olarak yaklaşmaktadır.66 Bu
sebeple kültürel kimlik sürekli olarak yenilenebilecek bir olgu olarak görülmektedir.
Toplumsal bir ürün olan kültürel kimlikler, ortak birtakım unsurlar (coğrafya,
idealler, tarih. dil vb) etrafında şekillenen kültürel kodların, zaman içerisinde
içselleştirilmesi sonucunda oluşmaktadır.67 Kültürel kimlik, toplumsal bir ürün
olmasına karşın, bireysel anlamda kişilere sağladığı ortak amaç ve aidiyet duygusu
yaratması açısından önemlidir. Bu noktada bireylerin toplumdaki kişisel üyelikleri
onlara aynı zamanda kişisel kimliğin ortaya konulmasında karşılaşılan sorulara karşı,
özellikle de bireyin ancak toplumsal aidiyetler içerisinde varlığının tanımlandığı
düşünüldüğünde, güvenli bir kimlik ve aidiyet duygusu vermektedir.68
Kültürel kimliğin her ne kadar toplumsal olma gibi bir özelliği mevcut olsa
da, kişisel kimlikle yakın bir ilişkisi de bulunmaktadır. Bu çerçevede bireysel
kimliğin belirlenmesi yolunda bir çok özelliğin bulunmasına karşın, kültürel kimliğin
kişisel kimlik üzerinde ki etkisinin diğer unsurlara nazaran daha fazla olduğunu
söylemek gerekir.69 Bireyin yaşadığı topluma göre şekil aldığını ve kendisini bu
aidiyetler çerçevesinde tanımladığını kişisel kimlik bahsinde belirtmiştik. Bu
yaklaşım ışığında toplumların da belli kültür kalıpları içerisinde şekillendiğini ve
yine belli kültürel normlar oluşturarak, bu normlar ile bireyler arasında bir bağın
bulunduğunu söylemek gerekecektir. Bu sebeple toplumun en küçük yapı taşı olan
bireyler üzerinde de yaşadığı toplumun ya da grubun kültürel özelliklerinin etkisi
66
Jorge Larrain, İdeoloji ve Kültürel Kimlik, çev. Neşe Nur Domaniç, Sarmal Yayınevi, İstanbul,
1995, s.217.
67
Necla Mora, ''Medya ve Kültürel Kimlik'', Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:5, Sayı:1,
2008, s.5.
68
Will Kymlicka, Çokkültürlü Yurttaşlık: Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, çev. Abdullah
Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 2015, s.188.
69
Larrain, s.197-198.
20
oldukça fazla olacak ve bireyler en nihayetinde bu özellikler aracılığıyla kendi
kimliklerini tanımlayacaklardır.
Melez kimliklerin tam olarak neyi ifade ettiğini anlamak ve oluşum sürecini
doğru bir şekilde değerlendirebilmek için, melez kimlik kavramını ''göç'' unsuruyla
birlikte ele almak gerekmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki insan ve fiziki
mekan arasında ciddi bir bağ bulunmaktadır.70 Ancak buna rağmen insanoğlu tarihsel
süreç içerisinde farklı sebeplerden dolayı mekan değişikliğine gitmiş ve bu mekansal
değişiklikle beraber aynı zamanda sosyo-ekonomik ve kültürel bir yapıdan ötekine
geçilmesi de söz konusu olmuştur.71 Göç diye adlandırılan bu geçişler, toplumsal
yapılarda ciddi değişikliklere yol açmış, bu değişimler sonucunda da toplumsal
yapılarda yeni sorun ve fırsat alanlarını ortaya çıkararak, sınıfsal bazlı geçişkenliğin
hızlanmasını tetiklemiştir.72 Bu çerçevede yer değiştirme hareketi olarak görülen göç,
bahsi geçen yer değişimleri neticesinde, bir kültür içerisindeki birey veya grupların
bir başka kültüre geçişiyle beraber, her iki kültüründe değişmesine, yani bir
''kültürleşmeye'' sebebiyet verdiğini söylemek gerekir.73 Bu durum yeni kültürel
özellikler doğurmakta, bahsedileceği üzere bir kültür melezleşmesini de beraber
getirmekte ve çok kültürlü toplumlar yaratmaktadır.
Göç ile beraber dil, din, kültür vb. açılardan birbirinden farklı olan bireylerin
aynı çevrede yaşama gibi bir zorunlulukları ortaya çıkmaktadır.74 Öncelikle göç ile
başka bir kültürel yapıya dahil olan bireyler, göç edilen toplum ve bireylerle
etkileşimlerini asgari seviyede tutmaya, kültürel yapılarını korumaya
çalışmaktadırlar.75 Fakat zamanla bu durum ortadan kalkmakta, göç eden bireyler
geldikleri toplum ile olan iletişimlerini arttırarak toplum ile bütünleşmeye başlar ve
70
Süleyman Ekici ve Gökhan Tuncel, ''Göç ve İnsan'', Birey ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt:5, Sayı:9, 2015, s.11.
71
Dilara Şeker ve Gülten Uçan, ''Göç Sürecinde Kadın'', CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:14,
Sayı:1, 2016, s.200.
72
Süleyman Ekici ve Gökhan Tuncel, ''Göç ve İnsan'', Birey ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt:5, Sayı:9, 2015, s.11.
73
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 3.baskı, 1979, İstanbul, s.131.
74
Zeynep Aksoy, ''Uluslararası Göç ve Kültürlerarası İletişim'', Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Cilt:5, Sayı:20, 2012, s.297.
75
Barış Çağırkan, ''Göç, Hibrit Kimlik ve Aidiyet: Yeni Toplumlar, Yeni Kimlikler'', İnsan ve
Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt:5, Sayı:8, 2016, s.2615.
21
bu durum sonucunda da kendi kültürleri ile göç ettikleri toplumun kültürünü ortak bir
paydada sentezleyerek, yeni bir kültürel yapı ve yeni bir kimlik meydana
getirmektedirler.76 Bu oluşan yeni kimlik yapısı da ''melez kimlik'' adını almaktadır.
Kültürlerin aynı potada karışması sonucunda oluşan melez kimlikler;
özellikle ''etnik'' ve ''ırksal'' açıdan kimliksel yapıların tamamıyla saf bir yapıda
olmadığını, çeşitli kimliklerin bir karışımı olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede
kimliklerin melezleşmesi konusunda belirtilmesi gereken önemli bir husus da,
melezleşen kimliklerin bir kültürel yapının diğeri tarafından benimsenmesi
sonucunda oluşmadığı, bunun tam aksine kültürel yapıların iç içe geçmesi sonucu
yeni bir kimlik yapısının ortaya çıkmasıdır.77 Oluşan bu yeni kimlik türü ile beraber
yeni bağlılıklar, yeni aidiyet unsurları ve bireylerin kendilerini tanımlamalarında yeni
özellikler ortaya çıkmaktadır.
Küreselleşme olgusu, melez kimlik yapılarının incelenmesi açısından önemli
olan bir diğer olgudur. Bu noktada küreselleşme ve beraberinde küresel iletişimin
gelişmesiyle doğru orantılı olarak, farklı kültürlerin birbiriyle olan iletişimi de
artmaktadır. Özellikle modern toplumsal yapılarda iletişim ağının gelişmesi daha
esnek kimliksel yapıların oluşmasına yol açmış ve kimliğin, öteki unsuruyla olan
iletişim sayesinde geliştirilmesine paralel olarak da kültürel yapıların değişimi ve
dönüşümü söz konusu olmuştur.78 Bununla beraber küreselleşmenin artmasına
paralel olarak dünyada, göçmenlerin uyum sağlama konusu da önemli bir sorun alanı
haline gelmiştir. Farklı güdüler ile göç eden birey veya gruplar alt kültürlerini
yerleştikleri toplumlara taşımakta ve melez kimlik yapıları oluşturmaya
çalışmaktadırlar. Bu çerçevede de bazı toplumlar bunun kaçınılmaz olduğunu
görerek uyumlulaştırmacı yaklaşımlarda bulunurken, bazı toplumların ise köktenci
bakış açısıyla bakmasından dolayı kültürel çatışma ortamı oluşmaktadır.79
Melezleşme süreci, tek bir kültürün diğer alt kültürleri asimile etmesinden
farklı olarak, seçime bağlı özgür bir ortam imkanı sunmaktadır. Bu noktada
göçmenler için en zor süreç, kendilerini yeniden tanımlama, yani yeni kimliklerini
76
Çağırkan, s.2615.
77
Marshall, s.406-407.
78
Nimet Önür, ''Küreselleşme Uluslararası İletişim: Kültürel Değişme Sürecinde Kimlikler'', Kurgu
Dergisi, Sayı:16, 1999, s.322.
79
M. Murat Yüceşahin ve diğerleri, ''Göç Dergisi ve Göç Konferansı'', Göç Dergisi, Cilt:3, Sayı:2,
2016, s.139-140.
22
oluşturma sürecidir.80 Özellikle bireylerin kimlik oluşturma çabaları, farklılaşan yeni
özelliklerle beraber, yeni bir kimlik inşa sürecini beraberinde getirmektedir. Bu
nedenle bireyler kendilerine ait kişisel özelliklerini, yerleşmiş oldukları toplumun
genel özellikleriyle sentezleyerek yeni bir kimlik oluştururlar.81 Bu şekilde oluşan
melez kimlikler artık tek bir kültürün özelliklerini taşımamaktadır. Artık iç içe
geçmiş olan kimlikler, özellikle de kültürel kimliklerin melezleşmesi söz konusu
olmuştur. Bu bakımdan melezlik, kimliksel yapıların bir karışımın ürünü olduğunu
yani saf bir yapıda olmadığını ortaya koymaktadır.82
80
Çağırkan, s.2617.
81
Çağırkan, s.2617.
82
Erdi Aksakal, ''Kültürel Kimliğin İnşa Sürecinde Melez Bir Kavram Olarak Alevilik'', A.Ü.
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:53, 2014, s.218.
83
Türk Dil Kurumu, ''Güncel Türkçe Sözlük'',
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a69460d19d418.11
378643, (25.01.2018)
84
Senem Sönmez Selçuk, ''Postmodern Dönemde Farklılığın Kutsanması ve Toplumun
Parçacıllaştırılması: Öteki ve Ötekileştirme'', Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt:15, Sayı:2, 2012,
s.80.
23
gerekir ki hiyerarşik düşünsel alan, toplumsal yaşam dinamikleri içerisinde hakim ve
tabi olan kimliksel yapıları da beraberinde getirmektedir. Örneğin ten rengine dayalı
olan beyaz-siyah ayrımının bulunduğu bir toplumda, hakim olan kimliksel yapıyı
beyaz bireylerin oluşturması durumunda; siyahi bireylerin, beyaz bireylerin elinde
bulundurduğu hakimiyete tabi olduğu ve öteki olarak algılandığı görülecektir. Bu
çerçevede öteki, güçlü kimlik yapısını elinde bulunduran hakim unsurlar tarafından;
farklı, anormal vb. şeklinde görülerek ötekileştirilmeye maruz kalacaktır.85
Öteki kavramı üzerinde, kavramın birçok alanın inceleme kapsamı içinde
bulunmasından dolayı, farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bununla beraber aynı
inceleme alanında olsa dahi kavramı konumlandırış itibariyle farklılıklar da
gözlenebilmektedir. Bu çerçevede öteki kavramını Keyman'ın görüşleri yardımıyla
farklı yaklaşım boyutlarını incelenmek faydalı olacaktır. Söz konusu yaklaşımlar
incelenecek olursa:86
1. Öteki Kavramının Ampirik Boyutu: Bu boyutuyla öteki, hakkında bir
tanımlamaya ve anlaşılmaya gidebilmek için gerçek ve nesnel bilgilerin
toplanabileceği bir olgu olarak görülmektedir.
2. Öteki Kavramının Kültürel Boyutu: Karşıtlık üzerinden tanımlanan öteki,
Batı ile Doğu arasında inşa edilen modern çift yapılı görüşe dikkat çeken özcü
yaklaşımın bir çıktısı olarak ''ne olduğundan çok ne olmadığıyla tanımlanır''. Bu
çerçevede öteki, modern benlikte bulunan özelliklerden yoksun olan ve modern
olmayan bir unsur olarak görülmektedir.
3. Öteki Kavramının Varlıksal Boyutu: Bir varlık olarak yorumcu ve
varoluşçu yaklaşımın söyleminde kullanılan öteki, bu yaklaşımları benimseyen
kişilerin referans noktalarından biri olmuştur. Yorumcu veya varoluşçu kendi özünün
arka planını araştırmak amacıyla öteki olan için yeni ilişkiler bulmaya çalışmaktadır.
4. Öteki Kavramının Söylem Boyutu: Bu boyutuyla öteki, bir çok farklı
söylem ve kurum tarafından inşa edilen bir bilgi nesnesini anlatmaktadır. Bahsi
geçen inşa, ötekinin tarihsel bir varlık olması çerçevesinde bir inşayı değil, söylemsel
olarak bir inşayı anlatmaktadır.
85
Selçuk, s.80-81.
86
Fuat Keyman, ''Farklılığa Direnmek: Uluslararası İlişkiler Kuramında 'Öteki' Sorunu'',
Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, (Ed. Fuat Keyman ve Diğerleri), İletişim yayınları, 2.
Baskı, İstanbul, 1999, s.76-78.
24
5. Öteki Kavramının Farklılık Boyutu: Kimlik ve fark ilişkisi dahilinde
şekillenmiş olan öteki, ben ile öteki arasında bulunan mevcut ilişki özelliğine dikkat
çeker. Bununla beraber bu mevcut ilişki özelliği de, sömüren ve sömürülen arasında
ki mevcut karşılıklı bağımlılığa eleştirel yaklaşarak, ötekini kimlik ve farklılık
boyutuna taşır.
Bu yaklaşımlarla birlikte özellikle sosyal bilimler alanında da sıkça
kullanılmakta olan kavram, bireylerin kimliksel düzlemlerini belirlemede başvurulan
önemli bir referans noktasıdır. Özellikle bütün kimlik yapılarının, bireysel ya da
kollektif olması fark etmeksizin, kendine benzemeyen bir öteki'ne ihtiyaç duyması
kimlik konusunda öteki unsurunun ne denli önemli olduğunu göstermektedir.87 Bu
çerçevede belirtilmesi gereken nokta, bireyler kimliklerini tanımlarken, kendi
özlerine bakarak bir tanımlama yoluna gitmemektedirler, bunun yerine ''negatif
tanımlama'' aracılığıyla, yani kendisinden farklı olan bir ''öteki''ne bakarak, öteki ile
kendi arasındaki farklılıkları ortaya çıkarıp kimliklerini bu farklılıklar kümesi
üzerinde tanımlamaktadırlar.88 Bu sebeple de kendinden farklı olan unsurlara
gereksinim duymaktadırlar.
Bireysel boyutuyla kimliklerin oluşumu; bireylerin kendi kimliklerini,
kendinden farklı olan öteki unsuru üzerinden inşa etmesi gibi, kollektif boyutuyla da
bir kimlik oluşumu için öteki unsuruna ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle toplumsal
bir varlık olarak bireyler grup içi aidiyet duygularının gelişmesi ile beraber
kendilerini daha rahat hissetmeye başlamaktadır. Bu noktada grup içi üyelikler
benzerlik üzerinden bir birliktelik duygusu yaratılabileceği gibi, grubun dışında
bulunan farklı unsurları ''ötekileştirerek'' ve kendi gruplarından farklarını ortaya
koyarak da grup içi birliktelik duygusunu güçlendirebilirler.89 Bu yaklaşım ile
beraber toplumsal olarak bir ayrışma ortaya çıkabilir. Bu ayrışma yumuşsak bir
şekilde olup sadece farklılıkların görülüp ayırt edilmesi anlamında olabileceği gibi
katı bir şekilde toplumsal bir dışlanmaya da sebebiyet verebilmektedir. Bu noktada
ötekinin mevcudiyetinin hangi şekilde görüldüğü önem arz etmektedir.
87
Bilgin, s.176.
88
Yurdagül Bezirgan Arar ve Nuri Bilgin, ''Gazetelerde Ötekileştirme Pratikleri: Türk Basını Üzerine
Bir İnceleme'', G.Ü. İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:10, 2010, s.4.
89
Baskın Oran, ''Milliyetçilik Nedir, Ne Değildir, Nasıl İncelenir?'', Birikim Dergisi, Sayı:45-46,
s.43.
25
Ötekinin mevcudiyeti Schnapper'a90 göre iki farklı temel anlayışla ortaya
konulabilir. İlk anlayış ''farklılık'' üzerine kuruludur, yani bireyler birbirinden farklı
ve toplumsal yapılarda çeşitlidir. Bu sebeple mutlaka bir ''ben'' ve bundan farklı olan
bir ''öteki'' var olacaktır. Yine buna bağlı olarak ötekine bir değer atfedilirken ''ben''
olana ait bir kültürün özellikleri temel alınarak düşünülür, bundan kaynaklı olarak da
öteki farklı biçimde ortaya çıkar ve aynı zamanda ''ben''in eksik hali olarak
nitelendirilir.
İkinci anlayış ise ''evrenselci'' bakış açısıdır. Evrenselci bakış açısı temel
olarak insanları bir bütün olarak görür ve birliğini iddia eder. Bu noktada insanların,
sadece aynı türe sahip olmasından yola çıkarak, bütün insanlar arasında belli başlı
temel farklar olmasına rağmen; özgürlük açısından aynı nedene ve eğilime sahip
olmalarından dolayı eşit olarak nitelendirmektedir. Bu durumdan kaynaklı olarak da
aslında ''ben'' ve ''öteki'' arasında bulunan farklılığı kabul etmez. Evrenselci bakış
açısı bu çerçevede bütün insanları aynı çatı altında toplamaya çalışır. Belirtmek
gerekir ki bu durum asimilasyon tehlikesini de beraberinde getirebilir. Özellikle
''ben'', ''öteki'' olanın kendisi gibi olması gerektiğini düşünebilir. Bu çerçevede de
''ben'' asimilasyoncu bir siyaset uygulama yoluna giderek, ''öteki'nin'' kültürünü kendi
bünyesinde ortadan kaldırma yoluna gidebilir. Bu durum beraberinde bir çatışma
ortamı da getirebilir. Özellikle de azınlıklar konusunda hassas öneme sahip olan bu
durum ve öteki konusu azınlık politikalarının şekillenmesinde önemli bir yere
sahiptir. Bu noktada azınlık olgusunu ve politikalarını incelemek yararlı olacaktır.
Geniş bir bakış açısıyla ele alındığında, azınlıkların antik çağlardan itibaren
var olduğu söylenebilir. Ancak belirtmek gerekirse esas itibariyle bu dönemlerde
azınlık olabilecek unsurlara karşı hukuki bir tanıma ve korumanın olmayışı ve aynı
zamanda azınlık olarak görülebilecek unsurların da azınlık olduğunun bilincine
90
Dominique Schnapper, Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki İle İlişki, çev. Ayşegül Sönmezay,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, s.26-27.
26
ulaşamamış olmasından dolayı, bahsi geçen süreçte bugünkü anlamıyla bir azınlık
kavramının oluşumundan söz edilemez.91
Bu noktada azınlık kavramının nispeten yeni bir kavram olduğu kabul
edilebilir. Özellikle Antik Çağda azınlık-çoğunluk ayrımının olmayışı ve hatta
''yurttaş'' diye tabir edilen özgür insanların sayısal anlamda bir azınlık oluşturduğu
görülmektedir. Bu sebeple daha sonra işleneceği üzere azınlığın söz konusu dönemde
''başat konumda'' bulunmasından dolayı, bir azınlık kavramının varlığından fiili
anlamda da bahsedilemez. Bununla birlikte Orta Çağda ise özellikle kilisenin
despotik tutumuyla beraber oluşan dinsel bütünlük, bu dönemde de bir azınlık
kavramının oluşmasını engellemiştir. Her ne kadar Yahudiler bu dönemde sayısal
anlamda bir azınlık oluştursalar da, toplumsal olarak dışlanmış olmaları ve
kendilerini ortaya koyacak güçten yoksun kalmalarından dolayı bugün anladığımız
anlamda bir azınlık unsuru olarak görülememektedir.92
Tarihsel anlamda bakıldığında, azınlık kavramının ortaya çıkışı için bir
kırılmanın ortaya çıkması gerekmiştir. Bu kırılma XVI. yüzyılda Martin Luther ile
beraber oluşmuştur. Luther, Katolik kilisesinin despotizmini kırıp bir reformasyon
hareketine girişerek ''Protestanlık'' adında yeni bir Hıristiyan mezhebinin ortaya
çıkmasını sağlamış ve böylece ilk azınlık türü olarak karşımıza çıkan ''dinsel
azınlıkların'' oluşmasının zemini hazırlanmıştır.93 Zaman içerisinde ilk olarak dinsel
nitelikli azınlık anlayışı, azınlık kavramını temsil ederken, XVIII. yüzyıl ve
devamındaki süreç zarfında ''egemenin dini egemendir'' anlayışının değişerek yerini
''egemenin ulusu egemendir'' anlayışının almasıyla beraber dini azınlıkların da yerini
artık ''ulusal azınlıkların'' almaya başladığı görülmektedir94. Azınlık kavramının
tarihsel anlamda ortaya çıkışıyla birlikte artık kavramsal tanım sorunları ve
azınlıkları koruma çerçevesinde azınlık hakları gibi konular da gün yüzüne çıkmıştır.
91
Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa
Yaklaşımı, Asil Yayın, 2.baskı, Ankara, 2006, (Asimilasyondan Tanınmaya), s.9.
92
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç mevzuat, İçtihat, Uygulama,
İletişim Yayınları, 7.baskı, İstanbul, 2015, s.17-18.
93
Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, İmaj Yayınevi, 4.baskı, Ankara, 2001, (Küreselleşme),
s.66.
94
Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, çev. Ayşegül Demir,
Donkişot Yayınları, İstanbul, 2001, s.17-18.
27
B. Azınlık Kavramının Tanımı Sorunu
95
Emre Aykoç, Türkiye ve Yunanistan'ın Azınlık Politikaları: İkili İlişkiler, Ulusçuluklar ve
Azınlık Ekseninde Karşılaştırmalı Bir İnceleme, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2009, s.37.
96
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5ac8bcaf3499c
4.97370325
28
getirmektedir. Bu nedenle uluslararası alanda objektif bir azınlık tanımının yapılması
zorunlu hale gelmiştir.97
Uluslararası alanda objektif bir azınlık tanımının olmasının gerekliliği
çerçevesinde bir çok azınlık tanımı girişimi yaşanmıştır, ancak bunlar arasında en
çok bilineni 1978 yılında Birleşmiş Milletler bünyesindeki Ayrımcılığın Önlenmesi
ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu raportörü olan Franceso Capotorti'nin
yapmış olduğu azınlık tanımıdır. Bu tanıma göre Capotorti azınlıkları şu şekilde
tanımlamaktadır :98
''Azınlık, bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayısal olarak daha az olan,
egemen durumda olmayan, bu devletin vatandaşı olan, nüfusun geri kalan
bölümünden etnik, dinsel, dilsel nitelikleri bakımından farklılık gösteren ve
kültürlerini, geleneklerini, dinlerini korumaya yönelik, üstü örtülü de olsa bir
dayanışma duygusu gösteren gruptur.''
97
Ayşe Füsun Arsava, Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Basımevi, Ankara, 1993, s.42.
98
Naz Çavuşoğlu, ''Azınlık Nedir?'', İnsan Hakları Yıllığı, Cilt:19-20, 1997-1998
99
Preece, s.39.
100
Arsava, s.43.
29
Sözleşmesi önerisinde azınlıklar: '' bir devletin nüfusunun geri kalanından sayıca az
olan, o devletin vatandaşı olan üyeleri nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel ya
da dilsel özelliklere sahip olan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini
koruma isteğiyle yönlenen bir grubu ifade eder'' şeklinde tanımlamıştır.101 Bu
tanımlamaya da bakıldığında Capotorti'nin tanımına çok benzediği görülmektedir.
Bu noktada belirtmek gerekirse uluslararası düzenlemelerde yapılan tanımlamalar
genel itibariyle Capotorti'nin yapmış olduğu azınlık tanımını esas alarak
oluşturulmuştur.
Uluslararası metinlerde geçen azınlık tanımlarının yanı sıra farklı
tanımlamalar da ele alınacak olursa; Laponce azınlıkları; ''Bir azınlık, siyasi olarak
egemen gruptan ortak ırk, dil, din ve ulusal mirasla ayrılan; kendi seçimleri olan
ulusal bütünlüğe dahil olma isteklerinin engelleneceğinden veya kendi kimlikleri
pahasına ulusal bütünlüğe dahil olmaya zorlanacaklarından korkan bir topluluktur.''
şeklinde tanımlamaktadır.102 Bu noktada Laponce söz konusu tanımında, ulusal
bütünlük içerisinde kendi istekleriyle erime yolunu seçen ''iradi azınlıklar'' ve ulusal
bütünlük içine zorla dahil edilmek istenen ''zorlama azınlıklar'' ayrımını yapmıştır.
Ancak geleneksel Avrupa azınlıklarının, iradi azınlıklar olduğu kabul edildiği için
her iki azınlık grubunu da aynı tanım içerisine koymak özellikle azınlıklara karşı tek
politika üretilmesinde dolayı, bu gruplar arasında ki farklılığı ortadan
kaldırabileceğinin düşünülmesinden ötürü eleştirilmektedir.103
Baskın Oran'a104 göre ise azınlık kavramı iki boyutta ele alınabilir. İlk olarak
geniş anlamda azınlık kavramı (sosyolojik boyut); herhangi bir toplumsal yapıda
sayıca azınlıkta kalan, başat karakterli olmayan ve sayıca çoğunlukta olanlardan
farklı özelliklere sahip olan grubu ifade etmektedir. Bu geniş tanımlama içerisinde
''eşcinseller'' gibi toplum içerisinde sayısal olarak az ve farklı nitelikte bulunan bütün
gruplar dahil edilebilir. Bu geniş tanımlama esas itibariyle azınlıklara sosyolojik bir
bakış açısını yansıtmakla beraber oldukça çok unsurun azınlık olarak sayılabilmesine
sebebiyet verdiği için özellikle devletler tarafından kabul edilen bir bakış açısını
oluşturmamaktadır. Bu noktada yine hakkında tartışmalar olmakla beraber, Oran'ın
101
Çavuşoğlu, Azınlık Nedir?, s.96.
102
Jean A. Laponce, Minorities, s.6'dan aktaran, Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa
Ulus Devlet Sistemi, Donkişot Yayınları, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, 2001, s.34-35.
103
Preece, s.35.
104
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.26.
30
azınlık kavramını tanımlama noktasında ikinci boyut olarak nitelendirdiği ve
Capotorti'nin tanımını esas alan ''dar anlamda azınlık kavramı (hukuksal boyut)'',
özellikle hukuksal anlamda bir tanımsal çerçeve çizerek, azınlık olmak için gerekli
olan şartları genel olarak ortaya koymaktadır. Bu nedenle Capotorti'nin tanımını
temel alarak, azınlık olarak kabul edilmek için gereken unsurları incelemek,
azınlıkların uluslararası arenada temel olarak nasıl görüldüğü ve kabul edilmesi için
hangi şartların gerekli olduğunu ortaya koyacaktır.
Bir grubun azınlık olarak görülmesi için belli nesnel şartlar sıralanabilir.
Özellikle yapılan tanımlamalardan hareketle belirlenen bu şartlar, Capotorti'nin söz
konusu azınlık tanımlamasının temel oluşturmasıyla ortaya konulabilir. Bu noktada
ilk ve olmazsa olmaz olarak görülen ölçüt, farklılıktır. Yani bir grubun azınlık
olabilmesi için yaşadığı ülkenin geri kalan nüfusundan; etnik, dinsel ya da dilsel
bakımdan ciddi anlamda bir farklılık arz etmesi gerekmektedir.105 Bu farklılık
unsurlarına, ırksal ve kültürel farklılıklar da dahil edilebilir, ancak belirtmek gerekir
ki özellikle ırksal farlılıklar günümüz şartlarında önem derecesini geçmişe nazaran
yitirmiştir.106 Kimlik konusunda da bahsedildiği üzere bireyler ya da gruplar kendi
kimliklerini belirlerken öteki bireyler ya da gruplarla arasında bulunan farklar
üzerine hareket etmektedir. Bu nedenle azınlık kimliğinin oluşması açısından da
farklılık unsuru oldukça önemli olmuştur.
İkinci şart ise sayı ölçütüdür. Bu noktada tanımlardan hareketle, nüfusun geri
kalanından bahsi geçen unsurlar bakımından farklı olan grupların, aynı zamanda
sayısal anlamda da azınlıkta bulunmaları gerekmektedir.107 Bu noktada sayısal oranın
ne olacağı konusu muğlak olmak ile beraber, grupların azınlık olarak görülebilmesi
için farklı olan özelliklerini koruyacak kadar büyüklükte bir grup olması
gerekmektedir.108 Belirtmek gerekir ki nüfusun dağılımı bu noktada önemsizdir.
105
Francesco Capotorti, Study on The Rigts of Persons Belonging to Ethnic, Religious and
Linguistic Minorities, United Nations, New York, 1979, p.96.
106
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.29-30.
107
Gökçen Alpkaya, ''Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Bağlamında Azınlıklara İlişkin Bazı
Gelişmeler'', İnsan Hakları Yıllığı Dergisi, Sayı:14, 1992, s.155.
108
Oran, Küreselleşme, s.67.
31
Özellikle İspanya'da bulunan Katalanlar gibi farklılaşan özelliklere sahip grupların,
ülke genelinde nüfusun geri kalanından sayıca az olup, bölgesel anlamda çoğunlukta
bulunması azınlık oldukları gerçeğini değiştirmemektedir.109 Buradan hareketle
azınlıkların esas itibariyle ülke genelinde sayısal olarak durumlarına bakmak
gerekmektedir.
Farklılık ve sayı unsurundan sonra üçüncü ölçüt; başat olamamak üzerinedir.
Yani azınlık olarak kabul edilebilecek grupların nüfusun geri kalanına karşı egemen
konumda bulunmaması gerekmektedir.110 Bazı istisnai durumlarda azınlık çoğunluğa
karşı egemen konumda bulunabilir. Örneğin 1994 yılında Apartheid'in kaldırılmasına
kadar Güney Afrika Cumhuriyetinde azınlıkta bulunan beyazların, nüfusun
çoğunluğunu oluşturan siyahilere karşı egemen konumda bulunmaktaydılar. Bu
çerçevede bahsi geçen örnekten de hareketle, bir grubun azınlık olarak sayılabilmesi
için genellikle ikinci bir sınıf olarak görülmesi, baskıya maruz kalması ya da bunlar
olmasa bile, en azından bu grupların farklı özelliklerini koruma eğiliminde olması
gerekmektedir.111
Dördüncü olarak, vatandaşlık ölçütü bulunmaktadır. Sosyolojik bakımdan bir
azınlık tanımlaması içerisinde esas itibariyle vatandaşlık şartı aranmamaktadır.
Ancak özellikle uluslararası hukukta, bir grubun azınlık olarak kabulü için
bulunduğu ülkenin vatandaşı olması şartı aranmaktadır. Bu nedenle yabancılar,
göçmen işçiler ve sığınmacılar gibi gruplar, uluslararası hukuk açısından azınlık
olarak genel itibariyle kabul görmemektedir.112
Sayılan diğer dört ölçüt genel itibariyle objektif ölçütlerdir. Bu noktada
beşinci olarak subjektif bir ölçüt olan azınlık öz bilincinin varlığı gösterilebilir. Bir
grubun azınlık olarak sayılabilmesi için kendisinin farklı olduğunun bilincinde
olması ve bu çerçevede bahsi geçen farklılığı kendi kimliksel yapısının
vazgeçilemeyecek bir unsuru olarak görmesinden dolayı korumaya çalışması
gerekmektedir. Kendi farklılığının bilincinde olmayan veya farkında olsa dahi
çoğunluğun arasında gönüllü olarak asimile olan birey ya da gruplar azınlık olarak
109
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.30.
110
Capotorti, s.96.
111
Oran, Küreselleşme, s.68.
112
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.30.
32
kabul görmemektedir. Bu sebeple azınlık bilincinin varlığı oldukça önem arz
etmektedir.113
Belirtilen tüm bu ölçütlerin yanında tartışmalı olan durumlar da
bulunmaktadır. Bu durumlardan ilki, daha önce belirtilen şartları sağlayan grupların,
azınlık olarak kabulünün yaşadıkları devlet tarafından onaylanmasının bir zorunluluk
unsuru olup olmadığıdır. Bu durumunun sebebi, özellikle katı üniter yapıya sahip
devletlerin, oldukça az grubu azınlık olarak tanıma eğiliminde olmaları ve azınlık
olarak tanımanın devlet egemenliğine karşı bir tehdit olarak görmesidir. Bu noktada
belirtmek gerekir ki bir devletin, bir grubu azınlık olarak kabul etmesi durumunda, o
gruba azınlık haklarından yararlanma hakkı verecektir. Ancak devletler gerekli
şartları taşıyan grupları azınlık olarak kabul etmese dahi azınlık konusu sosyolojik
anlamda bir gerçeklik olmasından dolayı o grupların azınlık olması durumu olgusal
olarak geçerlidir.114
İkinci tartışmalı konu bir grubun azınlık olabilmesi için yaşadığı devletin
vatandaşı olması konusudur. Aslında daha önce de belirtildiği üzere sosyolojik olarak
azınlık kavramı vatandaş ya da yabancı ayrımına dayanmamaktadır. Uluslararası
hukukta yapılan düzenlemeler ile beraber yabancılar ile azınlıkların nasıl korunacağı
konusu birbirinden ayrılmıştır.115 Ancak bazı uluslararası sözleşmelerde bu durum
tartışmaya açıktır. BM İnsan Hakları Komitesi'nin Kişisel ve Siyasal Haklar
Sözleşmesinin 27. maddesine karşı olan yorumunda açık bir şekilde azınlık olan
grupların ve bundan dolayı da azınlık olarak haklara sahip olacak kişilerin vatandaş
olma gibi bir zorunluluğunun olmadığı ifade edilmiştir. Ancak bu değerlendirmeyi
devletler kendi lehlerine yorumlamış ve konunun çözümünün kendilerine bırakıldığı
şeklinde yorumlayarak, vatandaş olmayan kişileri azınlık olarak kabul
etmemişlerdir.116 Daha önce de belirtildiği üzere azınlıklar konusunda devletler genel
itibariyle hassas davranmaktadırlar. Her ne kadar uluslararası sözleşmelere taraf
olsalar bile sözleşme hükümleri üzerinde çekince koyarak ya da sözleşmeler arasında
ki çelişkileri kendi lehlerine yorumlayarak azınlık konusunu ele almaktadırlar.
113
Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.27.
114
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.31.
115
Oran, Küreselleşme, s.68.
116
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.32.
33
D. Azınlık Kabul Edilen Grupların Sınıflandırılması
117
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.34.
118
Emre Aykoç, s.48.
119
Doğan Kılınç, İnsan Haklarının Korunması Çerçevesinde Azınlık Hakları, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2008, s.47.
34
a. Dini Azınlıklar
Azınlıklar konusu tarihsel süreç içerisinde ele alındığında, ilk ortaya çıkan
azınlık türünün ''dini azınlıklar'' olduğu görülmektedir. Bu durumun temel nedeni;
farklılaşmanın ilk olarak dinsel boyutta başlamasından kaynaklanmaktadır.
Protestanlığın ortaya çıkışı ile beraber, kilisenin sarsılmaz bir konumda bulunan
inanç birliği darbe almış ve Avrupa coğrafyası, Katolikler ile Protestanlar arasında
cereyan eden dinler savaşına sahne olmuş ve savaş 1648 yılında Vestefalya barış
anlaşmasıyla sona ermiştir.120 Barış ile beraber, öncelikle tek taraflı hükümler ile
başlayan daha sonra karşılıklı olarak anlaşmalar ile azınlıkları koruma anlamında
adımlar atılmış121 ve böylece dinsel azınlıklar tarihsel süreç içerisinde belirgin
konuma gelmiştir.
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, toplumsal iletişim yapılarının dini açıdan
bireylerin birbirine olan benzerliği ya da farklılığı üzerine şekillenmesinden dolayı,
bu süreçte din unsurunun azınlık haklarını belirleyici bir yapıda olduğu
görülmektedir. Yine bu süreç içerisinde bireyler kendilerini ulusal aidiyetlerle
tanımlamaktan ziyade; Katolik, Protestan gibi dini aidiyetler çerçevesinde
tanımlamakta ve bu aidiyetler ile azınlık haklarından yaralandığı görülmektedir.122
Bununla beraber belirtmek gerekir ki ortaya çıkan her dinsel inanış, beraberinde
kendisine inanan bir insan topluluğunu da getirmekte (Protestanlık ve İslamiyet'te
olduğu gibi) ve zaman içerisinde azınlık olarak görülen bu topluluklar büyüyerek,
farklı coğrafyalarda veya yine aynı doğduğu coğrafya da çoğunluğu
oluşturabilmektedir. Bu noktada da eski inançlarını sürdürmek isteyen insanların
azınlık konumuna gelebildiği görülmektedir.123 Bu durumun da gösterdiği üzere
toplumsal hayatta yaşanan değişimler (yeni bir dini inanışın ortaya çıkması gibi) ile
azınlık unsurları da zaman içerisinde çoğunluk unsurlarıyla yer değiştirebilmektedir.
Daha önce çoğunluğu oluşturan bir inancın mensupları eğer yeni çıkan inanışa
kitlesel halde geçer ve o yeni inanışın mensupları çoğunluk olursa bu durumda eski
inancını devam ettiren gruplar azınlık olacaktır.
120
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.20.
121
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.20.
122
Preece, s.70-71.
123
Ülkü Bilgin, Azınlık Hakları ve Türkiye, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, s.22.
35
Azınlık olma şartları bahsinde incelendiği üzere, bir grubun azınlık olarak
sayılabilmesi için objektif ve subjektif nitelikli şartlar bulunmakta ve bu şartların
tamamının varlığının bulunması gerekmektedir. Bu çerçevede dini azınlıkların
durumuna bakıldığında, din seçiminin kişisel bir eylem olmasından dolayı,
günümüzde dini farklılıklara sahip bireyler, genel itibariyle sadece bu farklılıktan
ötürü bir azınlık unsuru olarak görülmemektedir. Ancak dini bir topluluk azınlıkların
objektif kriterlerine de sahip olup, bulunduğu toplumun çoğunluğundan belirgin bir
şekilde ayrılırsa azınlık olarak tanımlanabilmektedir.124 Bununla beraber günümüzde
nadir olarak görülmesine karşın, sadece dini inanışından dolayı, çoğunluktan ayrılan
topluluklar ve bu toplulukların olmasından dolayı da meydana gelen problemler
oluşabilmektedir. Günümüzde bazı coğrafyalarda dini azınlıkların olduğunu
söylemek gerekir.125 Bu duruma örnek olarak; etnik köken açısından Çinli olan,
ancak dini inanışı çerçevesinde toplumun genelinden ayrılan Çin'de ki Müslüman
grup ''Hui''ler gösterilebilir.126
b. Ulusal Azınlıklar
124
Arsava, s.56-57.
125
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.34.
126
Arsava, s.57.
127
Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.21
36
görülmesi anlayışının almasını sağlamıştır.128 Dolayısıyla ulusal azınlıklar tarihsel
süreç içerisinde görünür hale gelmiştir.
Öncesinde de var olmakla birlikte birinci dünya savaşından sonraki süreçte,
ulus-devletlerin yeri iyice sağlamlaşmış ve artık modern devlet sistemlerini ifade
eden özelliğin ''ulus-devlet'' olduğu görülmektedir. Bu noktada özellikle Versay
Anlaşması ile birlikte, bir devlette siyasi bağımsızlık gibi bir hak talebine sahip
olmayan unsurları (göçmenler, sığınmacılar vb), siyasal yabancılardan ayırmak için
''ulusal azınlık'' terimi kullanılmaya başlanmış ve siyasal hakka sahip yabancılar
ulusal azınlık olarak ifade edilmiştir.129
Daha çok Avrupa özelinde bir terim olan ulusal azınlıklar kavramı; esas
itibariyle başka bir devlet sınırları içerisinde çoğunluğu oluşturan ulus üyelerinin, bir
başka devlet sınırları içerisinde azınlık konumunda bulunmasını anlatmaktadır.130
Ulusal azınlığı bu şekilde tanımlayacak olursak, ev sahibi devlet ve akraba devlet
kavramları ortaya çıkmaktadır. Azınlıkların vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu ve
içerisinde yaşadığı devlete ''ev sahibi devlet'' denirken, bu azınlıklarla aynı soydan
gelen bireylerin egemen olduğu devlete ise ''akraba devlet'' denilmektedir.131
Genel itibariyle azınlık türleri arasında bir belirsizliğin hakim olmasına
karşın, ulusal azınlıkları diğer azınlık türlerinden ayıran en önemli özelliğin ''azınlık
bilinci''ne, diğer tüm azınlık türlerinden daha çok sahip olması gösterilebilir.132 Aynı
zamanda her ne kadar sıklıkla aynı çatı altında kullanılsalar da ulusal azınlıklar, etnik
azınlıklardan da farklılaşmaktadır. Bu noktada etnik azınlıkların taşıdığı özelliklere
sahip olmakla beraber, aynı zamanda ulusal azınlıklar siyasal hak talebine ve
iradesine sahip olmasından dolayı da farklılaşmaktadır.133 Ancak belirtmek gerekir ki
bu durum beraberinde sorunlu bir yapıyı da getirmektedir. Ulusal azınlıklar sorunu,
özellikle birinci dünya savaşından sonra gelişen, her ulusun kendi kaderini belirleme
hakkına sahip olması anlayışı çerçevesinde, ulus olarak kabul edilebilecek
toplulukların sınırları belli bir alan içerisinde siyasi güç iddiasında bulunmasından ve
128
Preece, s.75.
129
Preece, s.18.
130
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.36.
131
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.41.
132
Nur Uluşahin, ''Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal Azınlıklar ve Ulus-Devlet İkilemi'', İnsan
Hakları Yıllığı, Cilt:25, Sayı:33-34, 2007, s.40.
133
Arsava, s.55.
37
bu güce sahip olmasının imkansızlığından kaynaklanmaktadır.134 Bu noktada
devletler, kendi egemenliklerinin ve toprak bütünlüklerinin tehlikeye düşebileceği
kaygısıyla hareket etmekte ve azınlık taleplerine karşı önlemler alabilmektedir.135
c. Etnik Azınlıklar
134
Pereece, s.42, 44.
135
Uluşahin, s.41.
136
Erol Kurubaş, ''Etnik Sorunlar: Ulus-Devlet ve Etnik Gruplar Arasındaki Varoluşsal İlişki'', Doğu-
Batı Dergisi, Sayı:44, (Etnik Sorunlar), s.13.
137
Yanık, s.231.
138
Marshall, s.215.
139
Erol Kurubaş, Etnik Sorunlar, s.14.
140
Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınları, İstanbul, 1999, s.41.
38
dışlanması sonucunda ortaya çıkmaktadır.141 Bu çerçevede etnik azınlıkların, azınlık
olma şartlarını yerine getirdiğini kabul edilirse,c bahsedildiği üzere etnik grupların
özelliklerini taşıdığını söylemek gerekir. Bu özellikler sistematik bir şekilde ortaya
konulacak olursa, etnik azınlıklar şu özelliklere sahiptir:142
1)Etnik grupların farklı ve kendine ait bir kimliğe sahip olmaları,
2)Grup bireylerinin ortak bir geçmişe (kökene) sahip olması,
3)Grup üyelerinin çeşitli ve toplumun geri kalanından farklı kültürel
özelliklere sahip olması (Örneğin, farklı dil),
4) Grup üyeleri arasında var olan sosyal ilişkilerin bir organizasyona tabi
olması,
Ulusal gruplar ile etnik gruplar bazı durumlarda tek çatı altında
görülmektedir. Ancak ulusal gruplar; siyasi nitelik taşıyan, bir ülkeye bağlı olma
unsurunu bünyesinde barındırırken; bu durum etnik gruplarda daha çok tarihsel ve
sembolik bir unsur olma özelliğine sahiptir.143 Bununla beraber etnik azınlıkların
ortak dil unsuruna da bağlı olduğu durumlarda, dilsel azınlıklar ile etnik azınlıkların
iç içe geçtiği söylenebilir.144 Bu çerçevede görülmektedir ki, etnik azınlıklar geniş ve
kapsayıcı bir özellikler kümesinin ürünüdür; bazı durumlarda diğer azınlık
özelliklerini de bünyesinde toplayabilmesine karşın genel itibariyle diğer azınlık
türlerinden farklılaşmaktadır.
d. Dilsel Azınlıklar
İletişim için en önemli araçlardan biri olan dil, aynı zamanda bireylerin
birbirinden farklılaşmasının da aracı olabilmektedir. Özellikle ülkeler arasında
varolan dil farkı, bir ülkenin diğerinden farklılaşması konusunda önemli bir
unsurdur. Bununla beraber aynı toplum içerisinde varolan dilsel farklılıklar da
görülebilmektedir. Bu dilsel farklılıklar aynı dil üzerinden (ağız, şive gibi)
farklılıklar olabileceği gibi, tamamen farklı dillerin varlığı da söz konusu
olabilmektedir.
141
Türkdoğan, s.42.
142
Erik Allardt, Implication of the Etnic Revival in Modern İndustrialized Society, s. 30'dan aktaran,
Arsava, s.54.
143
Kurubaş, Etnik Sorunlar, S.15.
144
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.35.
39
Toplumsal yaşam içerisinde farklılaşmanın sebebi olabilen dil, aynı zamanda
dilsel azınlıkların çoğunluktan farklılaşması için de gerekli olan unsurlardan birisidir.
Aynı zamanda belirtmek gerekir ki dilsel farklılık, etnik azınlıklar ve ulusal
azınlıklar için de genel itibariyle belirleyici bir unsur olmasından dolayı, çoğunlukla
dilsel azınlıklar denilince, etnik ve ulusal azınlıklar kastedilmiş olur.145 Özellikle
birinci dünya savaşına gelinceye kadarki tarihsel süreç içerisinde dil unsuru, bir ulusa
tabi olmanın en önemli özelliği olarak görülmüştür.146 Bu noktada belirleyici unsur;
azınlık olma şartlarına sahip olan grupların, hangi farklılığını azınlık kimliğinin
vazgeçilmez unsuru olarak gördüğüdür. Dilsel farklılığıyla kendisini tanımlayan ve
toplumun geri kalanı tarafından da bu şekilde kabul edilen gruplar, dilsel azınlıklar
olarak görülebilmektedir.
Bir toplumda bulunan her farklı dil, o toplumda bir dilsel azınlığın bulunduğu
anlamına gelmemektedir. Tüm azınlık türlerinde olduğu gibi önemli olan husus, bir
grubun dilsel azınlık olabilmesi için olmazsa olmaz koşulun, dil yönüyle farklılaşan
grupların ''azınlık bilincine'' sahip olmasıdır. Yani bu grupların kendilerini dil
farklılığıyla ortaya koymasının yanında, egemen güç ya da güçlerden de bu
farklılıklarının korunması yolunda hak taleplerinde bulunması ve mücadele etmesi
gerekmektedir.147 Bu hak taleplerinin egemen güç tarafından kabul görmemesi orada
bir dilsel azınlık olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Çünkü dil azınlıkları
çoğunlukla hukuki şartlar çerçevesinde belirlenmemekte, bunun yerine sosyolojik,
coğrafi ve dil azınlıklarının kimliksel bilinci temelinde belirlenmektedir.148 Dil
azınlıklarına örnek olarak; İtalya'da bulunan Franko-provençaller ve Walserler gibi
dilsel azınlık grupları verilebilir.149
Hak kavramı, tarihsel süreç içerisinde önemli bir konuma sahip olan bir
kavramdır. Kavramın işlerliği yönüyle bakıldığı zaman insan topluluklarının ortaya
çıkmasıyla beraber gelişen bir kavram olmasına karşın, özellikle devlet sisteminin
145
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.35.
146
Jan Auerhan, Die Sprachlichen Minderheiten in Europa s.96'dan aktaran, Arsava, s.57.
147
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.40.
148
Arsava, s.58.
149
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.35.
40
oluşmasıyla, toplumsal hayatın devamlılığı için bir devletin kendi vatandaşlarına ve
aynı zamanda vatandaşları dışında bulunan çeşitli gruplara sosyal, siyasal ve
ekonomik anlamda tanıdığı bazı ayrıcalıkları içeren bir kavram olduğu
görülmektedir.
Bireyin doğuştan edindiği bir güdü olan hak kavramının kullanımı için
gerekli olan şart bireyde hak bilincinin güçlenmesi durumudur. Özellikle hak
bilincinin bireyde gelişmemesi durumunda, birey öncelikli olarak kendisine neyin ait
olduğunun farkına varamamakta ve bundan dolayı hakkı olanı talep
edememektedir.150 Bu noktada azınlık hakları içinde benzer bir durum söz
konusudur. Daha önce azınlık şartlarında da belirtildiği üzere, azınlıkların hak
talebinde bulunabilmesi için öncelikle azınlık olma bilincinin bulunması ve
güçlenmesi gerekmektedir.
Azınlık haklarının niteliği açısından bu hakların kolektif bir gruba mı
verildiği ya da bu grup içerisinde herhangi bir bireye mi verildiği konusunda farklı
yaklaşımlar bulunmakta ve bu durumun neticesinde bireysel haklar ve azınlık
topluluklarının hakları olmak üzere iki farklı hak kavramı ortaya çıkmaktadır.151 Bu
noktada bireysel haklar, bir bireyin bağımsız olarak tek başına kullanabileceği çeşitli
hakları anlatırken, azınlık topluluklarının kolektif açıdan hakları ise bireylerin tek
başına kullanamayacağı, diğer azınlık topluluğunun içindeki diğer bireylerle beraber
ortak kullanabileceği hakları anlatmaktadır.152 Ancak özellikle günümüzde gerek
uluslararası düzenlemelerde gerekse de hakların kullanımı bakımından genel kabul,
azınlık haklarının bireysel nitelikte haklar olduğunu söylemek gerekmektedir.153
Negatif-pozitif haklar ayrımı, azınlıklara ne tür haklar verilmesi gerektiğini
belirleyen önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Azınlık hakları çerçevesinde negatif
haklar ifadesi, devletlerin ayrım gözetmeksizin ve güvence altına aldığı, tüm
vatandaşlarına uyguladığı eşitlik ve ayrıma tabi tutulmama gibi haklardır.154 Bu
noktada azınlıklar da, diğer vatandaşlarla eşit konumda olup, bu haklardan
yararlanabilecektir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu tip negatif haklar azınlıklara
yönelik klasik hak anlayışının bir ürünü olmak ile beraber, özellikle azınlıkların
150
M. Emin Emini, ''Hak Kavramı'', S.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:12, 2004, s.204.
151
Alpkaya, s.157.
152
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.40-41.
153
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.41.
154
Emre Aykoç, s.64.
41
toplumsal anlamda korunmasını yeterli düzeyde sağlayamamaktadır. Bu nedenle
özellikle günümüzde azınlık haklarıyla ilgili benimsenen bir diğer anlayış pozitif
haklar anlayışıdır. Pozitif haklar, azınlıkların kendi kimliklerini koruması ve farklı
özelliklerini muhafaza ederek sürdürebilmesi için çoğunluğa tanınan haklardan farklı
olarak azınlıklara verilen hakları ve devletlerin bu hakların yerine getirilebilmesi için
yaptığı düzenlemeleri kapsamaktadır.155 Bu noktada diğer bir deyişle pozitif
ayrımcılık ilkesi, azınlıklara toplumun geri kalan unsurlarından farklı, özel haklar
vererek azınlık ve çoğunluk unsurları arasında gerçek eşitliğin sağlanmasını
amaçlamaktadır.156 Ancak azınlıklara verilen pozitif haklar, aynı zamanda toplumsal
anlamda sorunları da beraberinde getirebilmektedir. Bu noktada bir anlamda ayrıma
tabi tutularak çoğunluktan ayrılan ve çeşitli haklar verilen azınlıklara karşı, çoğunluk
tepkisi oluşabilir ve zaten azınlık olmanın getirdiği dezavantajlı durum içerisinde
bulunan gruplar, toplumsal düzeyde zarara uğrayabilir.157
Azınlıklar genel itibariyle toplumda dezavantajlı gruplar arasında
görülmektedir. Bu durumun nedeni; azınlıkların nüfusun çoğunluğundan farklı
yapıda bir takım özelliklere sahip olması ve bu durumunda sonucunda toplumsal
yapıların genel itibariyle çoğunluk temelli şekillenmesinden dolayı, azınlık olarak
görülebilecek grupların kendi özelliklerini ya da kimliksel düzlemlerini ortaya
koyamamasından kaynaklanmaktadır. Azınlıklar açısından bu dezavantajlar çeşitli
hakların azınlıklara sağlanması itibariyle ortadan kaldırılabilir. Bu çerçevede azınlık
haklarına bakıldığında temel itibariyle üç başlıkta incelenebilir.
1) Eşitlik ve Ayrımcılığın Önlenmesi Çerçevesinde Azınlık Hakları: Bu
haklar genel insan hakları ile bağlantılı olmasından dolayı bu temel itibariyle insan
hakları belgelerinin içerisinde işlenen haklar olmuştur.158 Ancak bu hakların insan
hakları belgelerinde dar anlamda kullanılmasından dolayı, azınlıklar açısından sorun
alanları oluşacağının düşünülmesinden kaynaklı olarak azınlıkların haklarını içeren
belgelerde ayrıca belirtilmektedir.159 Bu tip azınlık hakları toplumsal yaşamdaki
adaletsizlikleri ortadan kaldırmayı, bireyler ya da gruplar arasında ayrımcılığın
155
Emre Aykoç, s.66.
156
Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, Su Yayınları, 2.baskı,
İstanbul, 2001, (Uluslararası İnsan), s.85.
157
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.39.
158
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.37.
159
Alpkaya, s.163.
42
önlenmesini ve eşitlik ilkesi çerçevesinde vatandaşların tümünün, özellikle hukuksal
alanda ki eşitliğini düzenlemeyi amaçlamaktadır.160
2) Azınlıkların Kimlikleriyle Bağlantılı Hakları: Kimlik konusunda da
bahsedildiği üzere, bireysel ya da grupsal kimlik yapıları genel itibariyle diğerinden
farklılaşmayla ortaya konulmaktadır. Bu nedenle nüfusun çoğunluğundan farklı
kimliksel yapıya sahip olan azınlıklar için özellikle bu farklılıklarının kabul edilmesi
ve bu kimliksel yapılarıyla beraber varolabilmesi için bir takım haklara ihtiyaç
duyulmaktadır.161 Bu noktada azınlıkların kimlikleri dil, din ve kültür gibi farklı
özelliklerine göre şekillenmekte ve bundan dolayı da talep edilen haklarında bu
düzlemde haklar olduğu görülmektedir. Özellikle temel bir hak olan kendi anadilini
kullanma hakkı, sadece dilsel azınlıklar için değil; aynı zamanda toplumun geri
kalanından farklı bir dile sahip olan diğer azınlık türleri için de, kimliğin korunması
ve yaşamasının devamının sağlanması açısından oldukça önemlidir.162 Bununla
beraber azınlıkların dinlerini açıklama ve dinlerinin gereklerini yerine getirme
hakları, kendi kültürel değerlerinden yararlanma hakkı gibi bir çok kimliksel ve
kültürel hakları bulunmaktadır.163
3) Azınlıkların Kamusal Alana Katılım ve Uluslararası İlişkilerde Bulunma
Hakları: İlgili belgelerde azınlıkların sosyal, ekonomik ve siyasal yaşama katılım
haklarının bulunduğuna vurgu yapılmaktadır. Özellikle de azınlıklarla ilgili olan
kamusal alandaki işlere azınlıkların aktif katılımının gerekli olduğu ifade
edilmektedir. Bunların yanı sıra ulusal azınlıkların da bir başka devlette yaşayan,
özellikle de ortak aidiyetleri paylaştığı kişilerle barışçıl ilişkilerde bulunma hakkının
serbest olmasının gerektiği belirtilmektedir.164
Azınlık hakları konusunda tartışmalı konulardan biri azınlıkların self-
determinasyon haklarının olup olmayacağı konusudur. Bu noktada azınlıklar
özelinde bakılacak olursa self-determinasyon hakkı, ''içsel self-determinasyon'' ve
''dışsal self-determinasyon'' olarak ikiye ayrılmaktadır. Dışsal self-determinasyon bir
azınlık grubunun plebisit yoluyla, mevcut devletinden ayrılarak kendi devletini
kurmasını ya da aynı etnik kökeni paylaştığı akraba devlete katılmayı
160
Bu konu hakkında daha geniş bilgi içeriği için bakınız, Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan, s.87-94.
161
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.37.
162
Alpkaya, s.163.
163
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, 37-39.
164
Bu konu hakkında daha geniş bilgi için bakınız, Naz Çacuşoğlu, Uluslararası İnsan, s.107-111.
43
anlatmaktadır.165 Azınlık gruplarının mevcut devletlerinden herhangi bir durumda
ayrılması halinde, gerek ulusal gerekse de uluslararası alanda ciddi sorunların ortaya
çıkabileceğinden endişe edildiği için, dışsal self-determinasyon anlayışı azınlıklar
için meşru görülmemektedir.166 İkinci olarak içsel self-determinasyon anlayışı ise;
bir devlet içerisinde bulunan çeşitli halkların demokrasinin de bir gerekliliği olan
katılım hakkı çerçevesinde, devlet yönetimine katılmasını ifade etmektedir.167 Bu
katılım sadece oy verme işleminden ibaret olmamalı aynı zamanda serbestçe talepte
bulunabilme, fikrini açıklayabilme ve yönetimde söz sahibi olabilme gibi demokratik
unsurları içinde barındırmalıdır.168 Self determinasyon ilkesi, bir devletten ayrılma
yolundan devlet içerisinde yönetime katılma anlamına doğru evrilmesi sonucunda
genişleyen yeni anlamı itibariyle, bu ilkenin devletlerin egemenlik hassasiyetlerini
uyandırıcı etkiden çıkarak, egemenliği koruyucu ve toplumsal beraberliği sağlayıcı
bir ilkeye dönüşmesini sağlamıştır.169 Habermas ise merkezi gücün, belli bir bölgede
yoğun bir şekilde bulunan nüfusun talep ettiği hakları vermemesi halinde, bu
unsurların ayrılma yolundaki taleplerinin meşru olabileceğinden bahsetmektedir.170
Temel olarak daha öncede belirtildiği üzere uluslararası alanda devletlerin egemenlik
kaygısıyla azınlıkları ve azınlık haklarını tanımaya yönelik çekimserliği, self
determinasyon hakları açısından oldukça fazla olduğu söylenebilir. Sonuç olarak,
devletlerin azınlık hak taleplerine karşı çözüm üretici politikalar üretmesi halinde,
uluslararası sistemin uğrayacağı zararında göz önünde bulundurulması sonucunda,
genel itibariyle azınlıklar açısından içsel self determinasyon hakkı anlayışının daha
uygulanabilir bir hak ilkesi olduğu söylenebilir.
Günümüzde neredeyse tüm toplumların çoğulcu yapıya sahip olmasından
dolayı kültürel anlamda bir homojenlik söz konusu değildir.171 Bir çok devletin çok
uluslu, çok kültürlü yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Bu noktada birden fazla ulusu
ya da kültürü içinde barındıran devletlere çokuluslu ya da çokkültürlü devletler
165
Arsava, s.77.
166
Ülkü Bilgin, s.87.
167
Arsava, s.79.
168
Doğan Kılınç, ''Self Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi'', G.Ü.
Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:7, Sayı:1-2, 2008, s.956.
169
Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan, s.80.
170
Habermas, (Öteki), s.51.
171
Habermas, (Öteki), s.26.
44
denilmektedir.172 Bir devletin içinde barındırdığı farklılıklar toplumsal yaşam
dinamikleri içerisinde çeşitli sorunlara yol açabilmektedir. Bu nedenle özellikle
liberal demokrasiye sahip ülkeler, içlerinde barındırdıkları kültürel ya da ulusal
farklılıkların sorun alanı oluşturmaması için bu farklılığa sahip bireylerin hem
medeni hem de siyasal haklarını güvence altına almak durumundadır.173 Kymlicka bu
farklılıkların, grup farklılığını koruma ilkesi yoluyla sorun olmaktan çıkabileceğini
ifade etmekte ve bu farklı gruplara dernek kurma, dinlerini özgürce yaşanma, ifade
özgürlüğü, seyahat özgürlüğü ve siyasi yaşama katılma gibi haklar174 vererek
toplumsal hayatın düzenlenebileceğini ifade etmektedir.
Bununla beraber yine Kymlicka,175 bir devletin barındırdığı ulusal ve etnik
açıdan farklılıkların düzenlenmesi ve toplumsal birlikteliğin sağlanması açısından
grup farkına dayalı üç hak biçimine vurgu yapmaktadır. Bu haklardan ilki olan
özyönetim hakkı; çokuluslu devletlerde bulunan grupların, üyelerinin kültürel ve
toplumsal anlamda gelişimini devam ettirebilmek ve toplumsal dezavantajlardan
koruyarak adil bir düzen oluşturmak için özerklik talepleri olabilmektedir. Bu
noktada daha öncede belirtilen kendi kaderini tayin hakkı sorunu gündeme gelebilir.
Ancak bu durum uluslararası sisteme olası yıkıcı etkisinden ötürü kabul
görmemektedir. Özyönetim taleplerinin tanınması, güçlerin bölgesel yönetimler ile
merkezi yönetim arasında paylaştırıldığı federal sistemlerde mümkün olabilmektedir.
Bu şekilde azınlıklar kendi bölgesel alanlarında, elbette merkezi sistemle
çatışmayacak şekilde, kararlar alarak özyönetimlerini sağlayabilir ve bu nedenle
kendilerini daha güven altında hissedebilirler. Kymlicka'nın önerdiği ikinci hak olan
çok etniklilik hakları; toplumsal hayatta farklılaşan grupların, diğer bireyleri zarara
uğratmadan, kendi kültürel özelliklerini rahatça ortaya koyabilmelerini
amaçlamaktadır. Önerilen üçüncü ve son hak olan ''özel temsil hakları'' ise; özellikle
siyasal yaşamda, farklı grupların yeterince temsil edilmediğinden yola çıkar. Bu
nedenle toplumsal hayatta ki diğer dezavantajlı grupların (kadınlar, etnik azınlıklar,
yoksullar vb.) önlerinde bulunan engellerin kaldırılarak, bu grupların siyasal alanda
temsil edilmelerinin sağlanması gerekliliğine vurgu yapılmaktadır.
172
Kymlicka, s.41.
173
Kymlicka, s.65.
174
Kymlicka, s.65.
175
Kymlicka, s.65-67.
45
Sonuç olarak bakıldığında azınlıkların toplumsal hayattaki dezavantajlı
durumlarının azaltılması ve mümkünse ortadan kaldırılması için egemen devletlerin
bir takım düzenlemeler yapması ve bahsi geçen hakların azınlık mensuplarına
verilmesi önemlidir. Ancak elbette bu düzenlemelerin ve verilecek hakların
toplumsal hayatın parçalanmasına yol açacak boyutta olmaması gerekmektedir.176 Bu
noktada önemli olan toplumsal yaşam dinamiklerini de göz önünde bulundurarak
düzenlemelerin yapılmasıdır. Elbette günümüzde bu durumu devletler kendi lehlerine
yorumlayarak bazı hakların kendi egemenliklerini tehlikeye düşüreceğini iddia edip,
bu hakları vermekten kaçınabilmektedir. Bu durumun da gösterdiği üzere herhangi
bir ülke sınırları içerisinde azınlıkların bulunması, o ülkede devletin azınlıklara
haklar tanıdığı anlamına gelmemektedir.177 Her ne kadar azınlıkların tanınması
önemli bir konu olmuşsa bile, tarihsel değişimleri göz önüne alarak, değişen
koşullara göre yeni haklar tanımak daha önemli bir husustur.
F. Türkiye'de Azınlıklar
176
Habermas, s.54.
177
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.38.
178
Bilal Eryılmaz ve Mücahit Bektaş, ''Lozan Perspektifinden Türkiye'de Azınlık Politikaları'', M.Ü.
Siyasal Bilimler Dergisi, Cilt:5, Sayı:2, 2017, s.27.
179
Eryılmaz ve Bektaş, s.29.
46
sahip olmuştur.180 Bu sebeple toplumsal hayatın işlerliğinin sorunsuz devam
edebilmesi için Osmanlı döneminde, farklılıkların bir arada yaşamasının
kolaylaştırılması amacıyla düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenleme alanlarından
birini oluşturan Azınlıklar konusu için Osmanlı Devleti ''Millet Sistemi''ni
benimsemiştir.181 Sisteme göre Osmanlı, toprakları içerisinde yaşayan yurttaşlarını
ırksal temel yerine, dinsel ya da mezhepsel niteliklerine göre belirleyerek bir
toplumsal sistem yaratmıştır.182 Bu sistem vasıtasıyla Osmanlı, içinde barındırdığı
farklı dinlere mensup topluluklara din, eğitim ve mülkiyet gibi konularla ilgili bir
takım haklar vermiştir.183 Verilen hakların hukuki anlamda korunması da elbette
önemli bir konudur. Bu noktada gayrimüslim unsurlarla ilgili farklı hukuki
düzenlemeler mevcuttur. Özellikle Osmanlı, Müslüman yurttaşları ile azınlık olarak
görülen gayrimüslim yurttaşlarını farklı hukuk kurallarına tabi tutmuştur. Bu noktada
Müslüman yurttaşlar İslam hukukunun kurallarına tabi olurken, azınlıklar kamusal
hukukta İslam hukukunun gayrimüslimler için belirlediği kurallara; özel hukuk
alanında ise kendi bağlı bulundukları topluluklarının din ve toplumsal hayata ilişkin
kurallarına tabi olmuştur.184 Bu şekilde Osmanlı, azınlıklar için toplumsal ve hukuki
alanlardaki hak ve ödevleri belirlemekte ve içinde barındırdığı farklı unsurların
toplumsal hayattaki durumlarını düzenleyerek, olabildiğince toplumsal sorun
alanlarını gidermeye çalıştığı görülmektedir.
Tanzimat ve Islahat Fermanları, özellikle azınlıklar için ve azınlıklıların
haklarının genişletilmesi açısından önemli belgelerdir. Millet sistemi, Tanzimat
Fermanıyla beraber ortadan kalkarak yerini bir haklar sistemine bırakmıştır.
Tanzimat Fermanıyla beraber Osmanlı, gayrimüslim tebaaya yeni haklar sağlamış ve
Müslüman tebaaya eşit konuma getirmiştir.185 Özellikle yabancı devletlerin azınlıklar
konusunda iç işlerine müdahalesini bertaraf etmek için yapılan düzenlemelere
180
Bülent Kara, Taabiyetten Vatandaşlığa Geçiş Sürecinde Türkiye'de Azınlıklar (1923-1950),
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2003, s.10.
181
Önder Kaya, Tanzimat'tan Lozan'a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2004, s.10.
182
Baskın Oran, Türkiye'de azınlıklar, s.48.
183
Preece, s.79.
184
Gülnihal Bozkurt, ''Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar'', A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 43,
Sayı: 1-4, 1993, s.50.
185
Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayrımüslim Teba'nın Yönetimi, Risale Yayınları,
İstanbul, 1990, s.96.
47
rağmen Tanzimat'tan sonra da Osmanlı, yıkılışına kadar geçen süreç içerisinde
yabancı devletlerin azınlıklar konusunda iç işlerine müdahalesine maruz kalmıştır.186
İkinci olarak Islahat Fermanı, yine Avrupa devletlerinin baskısı sonucunda
yapılan bir düzenleme olmasının yanı sıra, Tanzimat Fermanıyla beraber başlayan
Batı eksenli değişimin ikinci aşaması olmuş ve yaptığı düzenlemelerle Tanzimat
Fermanını büyük oranda şekillendirmiştir.187 Islahat fermanı aynı zamanda daha çok
dinsel içerikli yeni hak alanları da belirlemiş188 ve fermanla padişahın
gayrimüslimlere tanımış olduğu kendi cemaat iç işlerini düzenleme yetkisi
neticesinde, gayrimüslim tebaanın isteğiyle ''Millet Nizamnameleri'' düzenlenmiştir.
Nizamnameler ile beraber gayrimüslim cemaatlerin, ruhani liderlerin baskıcı
tutumlarından kurtulup daha laik bir yapıya büründüğü görülmektedir.189 Hem
Tanzimat hem de Islahat Fermanları her ne kadar Osmanlı'nın, Avrupalı devletlerin
iç işlerine müdahalesini önleme düşüncesiyle için yapılan düzenlemeler olmasına
rağmen, bu durum başarılı olamamış ve Osmanlı yıkılışına kadar Avrupalı
devletlerin iç işlerine müdahale etmesine tanık olmuştur.
Osmanlı'nın yıkılışı sonrasında, bağımsızlık mücadelesiyle kurulan yeni Türk
devleti, Osmanlı topraklarının bir kısmı üzerinde kurulmasından dolayı Osmanlı'dan
kalan pek çok özelliği kendi bünyesinde toplamıştır. Kısmi olarak aynı topraklar
üzerinde kurulan yeni devlet, doğal olarak kültürel ya da kimliksel çeşitliliğe sahip
bir devlet olmuştur. Bu noktada özellikle Osmanlı'nın yıkılışına sebep olan ulusçuluk
akımını göz önünde bulunduran yeni Türk devleti, özellikle sınırları içerisinde
olabildiğince dini temelli farklılıkların olmadığı, homojen yapıda yeni bir ''Türk''
ulusu yaratmayı amaçlamış ve bundan dolayı da Lozan Konferansında azınlıklar
konusunu önemseyerek, özellikle gayrimüslim azınlıkların mübadelesini
düşünmüştür.190 Bu durumun arka planına bakıldığı zaman, 1699 tarihinde imzalanan
Karlofca antlaşmasıyla beraber Polonya'ya verilmiş olan Osmanlı içinde yaşayan
Katolikler için girişim hakkı191 sonrasında başlayan Avrupa Devletlerinin azınlıkları
bahane ederek Osmanlı iç işlerine karışması olduğu görülmektedir. Bu nedenle
186
Kaya, s.80.
187
Eryılmaz, s.96.
188
Islahat fermanında gayrimüslimlere yönelik maddeler için bakınız, Eryılmaz, s.111-112.
189
Eryılmaz, s.114.
190
Emre Aykoç, s.265.
191
Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.20.
48
Karlofça antlaşmasından sonra gerek Osmanlı ve gerekse de yeni Türk devleti için
azınlıklar konusunu yabancı devletlerin müdahalesi kapsamında düşünülmüştür.192
Bu sebeple Lozan görüşmelerinde de azınlıklar konusunda oldukça hassas
davranılmıştır.
Lozan görüşmeleri sonucunda imzalanan Lozan Barış Antlaşmasıyla beraber
Türkiye Cumhuriyeti'nin, azınlık olarak kabul ettiği gruplar da hukuki açıdan belli
olmuştur. Anlaşmada Türkiye'deki azınlıklar, Osmanlı'da olduğu gibi din kıstasıyla
belirlenmiş ve Türkiye Cumhuriyetinde bulunan bazı gayrimüslim vatandaşlarla
sınırlı tutmuştur.193 Buna göre Lozan Anlaşmasıyla belirlenen ve günümüzde de
Türkiye'de azınlık olarak görülen gruplar; Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir.194
Azınlıklara verilen haklar çerçevesinde değerlendirildiğinde, Lozan ile
beraber azınlıklar; özgürlüklerinin garanti altına alınması, vatandaşlık sağlanması,
siyasi ve medeni hakların tamamından eşit bir şekilde yararlanması ve gerektiğinde
nüfuslarının yoğun olarak bulunduğu bölgelerde kendi dilleriyle eğitim yapmak
amacıyla okul açabilmesi gibi haklar elde etmiştir.195 Bu haklar aynı zamanda
günümüze kadar süregelen haklar olmuştur.
Günümüz Türkiye'sinde de azınlık olarak Lozan anlaşmasıyla belirlenen
gruplar kabul edilmektedir. Ancak azınlıkların sadece bahsi geçen bazı gayrimüslim
gurupları kapsamasından dolayı, Türkiye'de azınlık tanımının ve kapsamının oldukça
dar olduğu görülmektedir.196 Özellikle sosyolojik bakış açısıyla değerlendirildiğinde
azınlık olarak kabul edilebilecek unsurlar oldukça çeşitlidir. Bunun yanı sıra hukuki
anlamda dahi bakıldığında, Türkiye'de mevcut azınlık sınırlamasının, sadece din
kıstasıyla belirlenmesinden dolayı, esas itibariyle dar olduğunu söylemek gerekir. Bu
durumun altında yatan sebeplerden birisi olarak elbette tarihsel süreç içerisinde
yabancı devletlerin, Osmanlı'nın iç işlerine karışmak için azınlıkları koz olarak
kullanması gösterilebilir. Bu koruyucu tavır sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti
azınlıklar konusunda Lozan'da oldukça hassas davranmış ve bunun sonucunda da
günümüz anlaşmalarına da etki eden kararlar alınmıştır. Özellikle Lozan
192
Muhammet Örtlek, ''Türkiye'de Etnik Azınlıklara Yönelik Yaklaşımlar'', Hukuk ve İktisat
Araştırmaları Dergisi, Cilt:6, Sayı:2, 2004, s.16.
193
Gülnihal Bozkurt, s.57.
194
Bülent Kara, s.140.
195
Gülnihal Bozkurt, s.58.
196
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.47.
49
anlaşmasında belirlenen hüküm gereği, Türkiye'nin katılacağı sözleşmelerde
azınlıklar konusunda ileri sürülen hakların Türkiye anayasasına aykırı olması halinde
veya bu sözleşmelerin azınlık kabul edilen gruplar dışında başka kimselere haklar
tanıması halinde, bu durumun kabul görmeyeceği konusunda anlaşmaya çekince
konulmuştur197. Bu tutum da göstermektedir ki yeni kurulan Türk devleti azınlıklar
konusunda tarihsel anlamda süregelen çekincelerini korumaktadır. Kendi
egemenliğinin tehlikeye girebileceği düşüncesiyle hareket eden heyet, Lozan
antlaşmasında gelecek anlaşmalar için çekinceler bırakarak, belirlenen azınlıklar ve
azınlık hakları dışında ki hususlarda son söz hakkını Türkiye Cumhuriyetine
bırakmıştır. Genel itibariyle değerlendirildiğinde, bu tutumun haklı dayanak
noktalarının olmasının yanı sıra, özellikle günümüz şartlarında azınlık sayılabilecek
grupların oldukça dar bir anlayışla (sadece din kıstası üzerinden) belirlenmesinden
yetersizdir. Bunun yerine toplumda bulunan farklı unsurların belirleyip ve eğer bu
unsurların dezavantajlı durumları bulunuyorsa, bu dezavantajları ortadan kaldırıcı
düzenlemelerin yapılması, hem toplumsal yapının işlerliği için hem de bu farklı
unsurların eşit koşullarda yaşaması için daha doğru olacaktır.
197
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.48-49.
50
II. BÖLÜM
198
Bülent Şenocak, Levant'ın Yıldızı İzmir, Yakın Kitabevi, 5.baskı, İzmir, 2016, s.24.
199
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'' s.34.
200
Edhem Elhem, ''Levanten Kelimesi Üzerine'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve
Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.12.
201
İlhan Pınar, İzmir Yazıları, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir, 2010, (İzmir Yazıları), s.13.
51
İlk olarak sözlüklerde Levanten kavramının tanımına bakılacak olursa; Türk
Dil Kurumu kavramı: ''Özellikle Tanzimat sonrasında büyük liman kentlerinde
yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan Hıristiyanlara verilen ad, tatlı su Frengi'' olarak
tanımlamıştır.202 Tanımdan da anlaşılacağı üzere Tanzimat sonrasında denilmesiyle
beraber XIX. yüzyılın Levanten kavramı için çıkış noktası olduğu anlaşılmaktadır.
Bununla beraber Cambridge sözlüğünde ise Levanten kavramı '' Levant'a ya
da oranın insanlarına ait olan ya da bağlantılı olan'' ve ''Levant'tan bir kişi'' olarak
tanımlanmıştır.203 aynı zamanda Levant kavramı ise ''Doğu Akdeniz ülkeleri ve
adaları'' olarak tanımlanmıştır.204 Tanımdan yola çıkarak söylenebilir ki; kavram
genel olarak bahsedilen bölgede yaşayan insanların tümünü Levanten olarak
görmekte, yani herhangi bir ayrım yapmaksızın Türkleri dahi bu kavram içinde
göstermektedir. Görüldüğü üzere, Levanten kavramının oldukça karmaşık ve aynı
zamanda birbirinden farklı anlamları bünyesinde barındıran bir yapıda olduğu
söylenebilir.
Ansiklopedilere bakıldığı zaman, Ana Britannica ansiklopedisinde
Levantenler:205 ''Osmanlı döneminde, özellikle Tanzimat sonrasında İstanbul'da ve
büyük liman kentlerinde yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan, Müslüman olmayan
azınlıklar'' olarak tanımlanmıştır. Ancak bu tanım özellikle bugün anladığımız
anlamıyla Levantenlerin tanımlanması yolunda bazı eksiklikler arz etmektedir.
Çünkü her şeyden önce tanımda belirtilen ''Müslüman olmayan azınlıklar'' ifadesi,
Osmanlıda bulunan tüm gayrimüslim azınlıkları kapsayan genel bir ifadedir. Oysa
belirtmek gerekir ki Levantenler için din belirleyici bir kıstas olmasına karşın, şark
Katoliklerinin (yerli Katolik) Levanten sayılmamasından dolayı, tüm gayri müslim
bireyleri Levanten olarak nitelendirmek doğru olamayacaktır.206
Yeni Tük Ansiklopedisinde Levantenler: ''Akdeniz'in doğu sahillerine ve
buralardaki ülkelerde (Yakın Doğu) dünyaya gelmiş veya buralarda yerleşip ticaret
yapan, aslen Avrupalı, çok kere uzun kalışlar ve elenmeler dolayısıyla soyu karışmış
202
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5ade2e53cba307.4
4027381 (23.04.2018)
203
://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/levantine?q=Levantine
(23.04.2018)
204
https://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/levant?q=levant (23.04.2018)
205
Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., Cilt:14, İstanbul, 1989, s.435.
206
Edhem Elhem, s.20.
52
kimse; Yakın Doğu'lu olduğu halde Avrupalılık taslayan ''tatlısu frengi'' denilen
tipler.'' olarak tanımlanmıştır.207
Levant kavramının uzun bir geçmişe sahip olduğu bilinmesine karşın
özellikle günümüzde bilinen anlamıyla Levanten kavramının XIX. yüzyıl itibariyle
kullanıldığı görülmektedir. Levanten kavramının ortaya çıkmasından önce bu
kavramın anlatmış olduğu insanlar, genel olarak Osmanlıya göç ettikleri şehirlerin,
Katoliklik gibi dinsel mezheplerin veya genel olarak Latin olarak
nitelendirilmişlerdir.208 İlhan Pınarın aktardığına göre günümüzde Levanten kabul
edilen kişiler, XIX. yüzyıl öncesinde Tavernier'e göre; Latin, Jakob Spon'a göre;
Venedikli ve Cenevizli, Tournefort'a göre; Venedikli, Cenevizli, Maltalı ve Stephan
Schulz'a göre; Katolik olarak görülmektedir.209 Elbette örnekler daha fazla
arttırılabilir ancak temel olarak belirtmek gerekir ki her ne kadar kelimenin kökeni
olan ''Lever'' ya da ''Levant'' kavramlarının köklü bir geçmişi varsa bile, Levanten
kelimesinin XIX. yüzyıl itibariyle kullanılmaya başlanmıştır. Öncesinde bu gruplar
farklı nitelendirmeler, aidiyet unsurları çerçevesinde betimlenmiş olup XIX. yüzyıl
öncesinde bulunan bireyler ya da gruplar farklı aidiyet unsurları ile beraber
tanımlanmıştır.
İlhan Pınar'a göre XIX. yüzyılda kullanıma giren Levanten kavramı başlangıç
itibariyle sadece coğrafi bir alanı ifade etmek için kullanılsa da, sonra ki süreç
içerisinde kavramın kültürel ve siyasi boyutları da bünyesinde barındıran bir kavram
haline dönüştüğü görülmektedir.210 Bunun yanı sıra Pınar, Levanten kavramını
bilimsel açıdan inceleyen Oliver Jens Schmidt'ten aktardığına göre; Avrupalı bir
bireyin, Levanten olarak kabul edilmesi için on yıllık bir zamana ihtiyaç
duyulmaktadır.211 Temel itibariyle değerlendirildiğinde bahsi geçen sürecin bir
değişim ve kaynaşma süreci olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle bu sürecin,
farklı kültürel davranış kalıplarına sahip bireylerin yer değişiklikleri sebebiyle
gittikleri yeni yerlerin davranış kalıplarını edindiği ve bazı kültürel özellikleri kendi
bünyesine alarak değişime uğradığı bir süreç olduğu söylenebilir.
207
Yeni Türkiye Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat A.Ş., Cilt:6, İstanbul, 1985, s.2072.
208
Pınar, Levant, Levanten ve Levantenlik, s.34.
209
Pınar, Levant, Levanten ve Levantenlik, s.35.
210
Pınar, İzmir Yazıları, s.13.
211
Pınar, İzmir Yazıları, s.17.
53
Stefanos Yerasimos, Levantenleri olgusal bir yapıda görmekte ve zamanla
önemini kaybettiğini ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Yerasimos özellikle XVIII.
ve XIX. yüzyıllarda, Batı ülkeleriyle Osmanlı arasındaki ticari ilişkiler sonucunda
Levantenlerin ticari amaçlarla Osmanlı'ya geldiğini belirtmekte ve bu süreç
sonucunda Osmanlıya gelen bireylerin ulusal kimlikleşme sürecinin dışında kalarak,
farklı bir kimliksel yapı olan Levantenlikle tanımlandığını ifade etmektedir.212
Bununla beraber Yerasimos; Levanten olarak nitelendirilen kişilerin XX. yüzyılın
başlarında kendilerine yöneltilecek ''Levanten misin?'' şeklindeki bir soruya
muhtemelen ''hayır'' cevabını vereceklerini ve bu durumun sebebi ise bu kişilerin
kendilerini ya başka bir ülkeye ait hissedeceği ya da Türkiye Cumhuriyeti içinde
kendilerini ait hissedeceğini ve kendisini böyle tanımlayacağını belirtmektedir.213 Bu
sebeple başlangıç itibariyle Levanten kavramının, bu kavramca nitelendirilen bireyler
tarafından kabul görmediği şeklinde bir yorumda bulunulabilir.
Edhem Elhem'e göre Levanten kavramı tarihsel süreç içerisinde anlamsal
olarak bir dönüşüme uğramıştır. Özellikle anlamsal kökenine bakmak için kelimenin
ilk kullanıldığı; Fransızca-Arapça-Farsça-Türkçe sözlüğüne bakılması gerektiğini ve
burada da ''Levantin'' kelimesinin, her dilde anlamsal karşılık olarak nötr bir ifade
olan coğrafi bir konumu belirttiğinden bahsetmektedir.214 Bu noktada Elhem, Lever
kelimesinden türemiş olan Levant kavramının sadece doğuyu tanımladığını ve
bundan dolayı da Levantin kelimesinin de bu anlama geleceğini ifade etmektedir.
Ancak 1880 yılında çıkarılan Redhous sözlüğünün ilk baskısında Levanten
kavramının da anlamsal bir değişim geçirdiği görülmektedir. Bu noktada Levant
kelimesinin anlamının ''Memalik-i Osmaniye'' olduğu, Levanten kelimesinin
anlamının da ''Memalik-i Osmaniye'de doğmuş Frenk'' olduğu görülmektedir. Bu
çerçevede Frenk kelimesinin anlamı ise ''herhangi bir Avrupa milletine mensup olan
insan'' olduğu görülmektedir.215 Bu noktada anlaşılmaktadır ki Levant kavramının ve
bundan dolayı da Levanten kavramının zaman içerisinde anlamı değişime uğrayıp,
212
Stefanos Yerasimos, ''Levanten Kimdir'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri
Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.29-30-31.
213
Yerasimos, s.30.
214
Eldem, s.13.
215
J. W. Redhouse, Redhouse's Turkish Dictionary, in Two Parts, English and Turkish, and Turkish
and English, Londra, 1880.'den aktaran Edhem Elhem, ''Levanten Kelimesi Üzerine'', Avrupalı mı
Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.14-15.
54
daralarak Osmanlı topraklarını ve bu topraklarda yaşamakta olan Avrupalıları
kapsadığı görülmektedir.216
Eldem Levanten kavramının karmaşık bir yapısının olduğunu belirtmektedir.
Özellikle kavramın anlamsal çeşitliliğinin tek ve net bir tanımsal çerçevesinin
oluşmasını zorlaştırmaktadır. Bu genel çerçeve eşliğinde Eldem sadece dinsel bir
kıstas belirlenirse Levanten kimliğinin şark katoliklerini kapsamadığını, aynı
zamanda İngilizlerin Levanten olarak kabul edildiğini ancak İngilizlerin Katolik
değil Protestan olduklarını ve bundan dolayı dinsel kıstasın Levanten kimliğini
belirlemekte tek başına yeterli olmadığını belirtmektedir. Avrupalılık üzerine bir
kimliksel tanım çerçevesi çizildiğinde ise XIX. yüzyılda Polonya'dan gelen Katolik
insanların bu tanıma dahil edilemeyeceğini belirtmektedir.217 Levanten kavramı
içerisine dahil edilebilecek gruplar için Eldem; Ortaçağda Latin kökene sahip ya da
sonraki dönem içerisinde köken itibariyle Katolik ve Batı Avrupalı, Akdenizli olup
Osmanlı devleti toprak sınırları içerisine yerleşerek burada yaşayan insanları
göstermiştir.218 Ancak belirtmek gerekir ki özellikle Levanten ya da yabancılara
verilen bir takım imtiyazlardan yararlanmak isteyen Rum, Ermeni ve Yahudi aileler
soyadlarının İtalyan ve Fransız soyadlarına benzetmesi, Levantenlere eklemlenmeye
çalışması ile birlikte bu gruplarında zamanla Levanten olarak kabul görmesi,
Levanten kavramının hem zaman içerisindeki dönüşümüne bir örnek, hem de
kavramın boyutunu genişleten ve karmaşıklaştıran bir unsur olmuştur.219
Benzer şeklide İlber Ortaylı da, ''Levante'' (doğulu) kelimesinin başlangıç
itibariyle bütün Doğu Akdeniz bölgesinde yaşayan insanları kapsadığı, ancak daha
sonra kavrama yüklenen sınırlar daralarak Bizans ve Osmanlı zamanında bu
bölgelere Orta ve Kuzey Avrupa göç veya farklı sebeplerle gelip yerleşen yabancı
insanları anlattığını belirtmektedir.220 Osmanlı idaresinin gözünde ise Levanten;
Roma-Katolik çizgisinde bulunan Latinler olarak görülmektedir. Ancak bununla
beraber XIX. yüzyılda Osmanlıya göç ederek yerleşen Protetanlar ve kendini
216
Eldem, s.15.
217
Eldem, s.20.
218
Eldem, s.20-21.
219
Eldem, s.21.
220
İlber Ortaylı, ''Levantenler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya),
Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, (''Levantenler''), s.23.
55
Levanten olarak tanımlayan şark Katolikleri de Levanten olarak görülmüştür.221 Bu
noktada yapılan tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere esas itibariyle Levanten
kelimesinin kapsamının zaman içinde değiştiği görülmektedir.
Arus Yumul çeşitli sebepler ile Osmanlı topraklarına yerleşen Avrupalılara
zaman içerisinde Levanten dendiğini belirtmektedir. Aynı zamanda Levanten
kavramının sübjektif bir kavram olduğunu ve dönemsel olarak anlamının değiştiğini
vurgulamaktadır.222 Yumul Levanten kimliğini ele alırken bu kimliksel yapının
kurgulanmış bir kimlik yapısı olduğunu belirtmektedir. Yumul; Avrupalı
soydaşlarıyla aynı kökene sahip bireylerin, bütünüyle kökensel özelliklerini
kaybetmediğini ancak farklı bir tanımlama içerisine girerek Levanten kavramının
oluştuğunu belirtmektedir.223
Raziye Oban ise Levantenleri; birkaç nesildir Avrupa'dan gelerek doğu
coğrafyasına yerleşerek burada kalan, çoğunlukla ticaret üzerine yoğunlaşan, ulusal
olarak bir dili bulunmayan ve kendilerini geldikleri bölgelere aidiyet bağıyla bağlı
hisseden kişiler olarak tanımlamaktadır. Bununla beraber Levantenlerin daha çok
Katolik olduğunu belirten Oban, daha sonraları Hıristiyan Protestanların da Levanten
olarak kabul edildiğini belirtmektedir.224
Bütün bu kavramsal tanımlamalar ve incelemeler eşliğinde Levanten kavramı
üzerinde, tıpkı sosyal bilimlerde birçok kavramda olduğu gibi, kesin olarak
anlaşmaya varılan bir tanımlama olmadığı görülmektedir. Kavramın ortaya çıkış
süreci de kavramın yapısının karmaşıklaşmasına sebebiyet vermiştir. Avrupa'da
gerçekleşen milli kimlikleşme sürecinden sonra ortaya çıkan kavram, önceleri
kendini belli bir şehir devletiyle tanımlayan ve bu şehir devletine aidiyet bağı
hisseden bireylerin, milli devletlerin oluşmasıyla beraber bu bağının çözülmeye
başlamasına sebep olmuştur. Bunun yanı sıra özellikle Avrupa merkezli bir
tanımlama olduğu görülen ''Levanten'' kavramı, daha öncede belirtildiği üzere
Avrupa'nın kendisi dışındakini tanımlama ihtiyacı olarak ortaya çıkmıştır. Bu
221
İlber Ortaylı, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1994, s.204.
222
Arus Yumul, ''Melez Kimlikler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya),
Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.40.
223
Yumul, s.40.
224
Raziye Oban Çakıcıoğlu, ''Tarihte İzmir'de Yabancılar-Levantenler (Sosyo-Ekonomik ve Kültürel
Katkılarıyla), Yerel Gündem 21 Birlikteliğinde Türkiye Doğumlu Olmayan Yerleşik Yabancılar,
(Ed. Zerrin Toprak ve diğerleri), Birleşik Matbaacılık, İzmir, 2007, s.3.
56
nedenle Levanten kavramının, Avrupa merkezli bir ötekileştirme hareketi olduğu
söylenebilir.
225
Parekh, s.53.
226
Connolly, s.92.
227
Marshall, s.408.
228
Fahri Dikkaya, ''Doğu Doğu Mudur, Batı Batı Mıdır?'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus
Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.193.
57
nitelendirirken, Batı tarafından Doğulu olarak görülmeleri, Levanten kimlik yapısı
üzerinde bir değişkenlik yaratmakta ve bunun sonucunda da kimlik yapısının sınırları
belirsizleşmektedir.
Levanten kavramı ve dolayısıyla sonrasında oluşan Levanten kimliği daha
önce de belirtildiği üzere Avrupa temelli oluşturulan bir unsurdur. Bu kimlik
yapısının ortaya çıkmasının sebebi, Batı Avrupa'nın özellikle kendi dışında bulunan
her unsuru tanımlayarak, bu unsurları kendinden ayırması ve kendi üstünlüğünü
ortaya çıkarma çabasından kaynaklanıyor olmasıdır.229 Kimlik bahsinde de
anlatıldığı üzere, bütün kimliksel yapılar inşa sürecinde kendinden farklı olan bir
diğer unsura, yani ''öteki''ne ihtiyaç duymaktadır.230 Bu noktada Levanten kimliğinin
esasında Avrupa kimliğinin oluşturulması sürecinde rol oynayan ''öteki'' unsurlardan
biri olarak görüldüğü söylenebilir. Ancak elbette belirtmek gerekir ki Levanten
kimliği, Avrupa kimliğinin oluşmasında temel unsur olma özelliğine sahip değildir.
Bu noktada Levanten kimliğinin ötekileştirilmesinin temel sebebi, Avrupa'nın
kendisine benzemediğini düşündüğü ancak buna rağmen benzemeye çalışan bir
topluluğu kabullenmemesi ve kendinden ayırma ihtiyacı hissetmesinden
kaynaklanmaktadır.231 Bu şekilde Avrupa, kendi kimliksel yapısını ortaya koymuş
olmasının yanı sıra, kendi toprakları dışında bulunan unsurları kendinden ayırarak
statüsel üstünlük anlayışını korumaya çalışmıştır.
Bir kimlik olarak Levantenliğin oluşumunu anlamlandırabilmek açısından
XIX. yüzyıl dünyasına da bakmak gerekmektedir. Fransız devrimi sonrası oluşan
milliyetçilik akımı ve neticesinde iyiden iyiye oluşmaya başlayan ulusal kimlikler,
bir çok farklılığı bünyesinde barındıran Osmanlı'yı da etkilemiş ve Osmanlı
içerisinde bulunan unsurlar içinde bir ulusal kimlikleşme süreci başlamıştır. Ancak
bu noktada daha sonra Levanten olarak nitelenecek olan bireyler, bahsi geçen
kimlikleşme sürecinin dışında kalmış ve kendiliğinden bir kimlik kazanmışlardır.232
Özellikle Levanten olarak nitelenen bireyler Batı'da oluşmakta olan ulusal
kimliklerin dışında kalmış ve bundan dolayı da artık kendilerini Avrupa'da bulunan
bir ulusa bağlı olarak tanımlayamamışlardır. Çünkü her şeyden evvel bu bireyler,
229
İlhan Pınar, İzmir Yazıları, s.16.
230
Bilgin, s.126.
231
Elhem, s.19.
232
Yerasimos, s.30.
58
artık farklı bir coğrafyada yaşamakta ve farklı çıkarlar ile hareket etmektedir. Bunun
yanı sıra yine bu bireyler Osmanlı içerisinde nüveleşen bir ulusal kimlikleşme-
devletleşme süreci içerisinde kendilerini görememişler ve bunun neticesinde de arada
bir konumda kalmışlardır. Bu sebeple bu bireylerin bu süreçte kendilerini belli bir
konumda nitelendiremedikleri için negatif bir kimliksel yapıyla beraber ''Levanten''
olmuşlardır.233
Arada kalmış bir kimliksel yapı olan ''Melez Kimlikler'', özellikle bireylerin
yaşadıkları coğrafyalardan çeşitli güdülerle bir toplumdan bir başka topluma göç
etmesiyle oluşmaktadır.234 Göç neticesinde, göç eden bireylerin gitmiş oldukları
toplumlar ile etkileşime geçmesiyle beraber zamanla sahip oldukları sosyo-ekonomik
özellikler ile göç ettikleri toplumun sosyo-ekonomik özelliklerinin kaynaşması
sonucunda melez kimlikler ortaya çıkmaktadır.235 Bu noktada Levanten olarak
belirtilen bireylerin de farklı amaçlar için bulundukları toplumlardan, Osmanlı'ya göç
ile gelmelerinde dolayı melez bir kimlik yapısına sahip oldukları görülmektedir. Bu
çerçevede melez kimliklerin bir özelliği olan, göç eden bireylerin her ne kadar
gelenekleriyle olan bağlarını korumasına karşın, kökenlerine geri dönme arzusu ve
hayali taşımaması, bunun yerine kendi benliklerini koruyarak geldikleri toplumsal
yapıyla kaynaşma yolunu seçmesi,236 aynı zamanda da Levanten kimliğinin de bir
özelliğidir. Bu yaklaşım ışığında belirtmek gerekir ki Levantenler, öz kültürleriyle
geldikleri toplumun kültürünü uzlaştırma yolunu seçerek bir arada yaşamayı
başarmışlar ve bu bağlamda da hem Levanten kimliğinin yok olmamasını sağlamışlar
hem de ortaya yeni bir kimliksel yapı çıkarmayı başarmışlardır.237 Genel itibariyle
bakıldığında göç ile geldikleri Osmanlı ile asimile olmadan kültürel bir kaynaşma
yoluna giden Levantenler, melez kimlik yapısının güzel bir örneğini oluşturmasının
yanı sıra günümüze kadar Levanten kimliğini korumayı başarmışlardır.
Levanten kimliğinin ayırt edici unsuru ''Avrupalılık'' dır.238 Avrupalılık ile
kastedilen elbette kültürel bir kimlik olma özelliğini taşımaktadır. Bu durumda köken
itibariyle Levantenlerin kültürel kimliğinin Avrupalılık çerçevesinde şekillendiği
233
Yerasimos, s.30-31.
234
Yumul, s.45.
235
Marshall, ss.406-407.
236
Yumul, s.45.
237
Yumul, s.46.
238
Yumul, s.44.
59
söylenebilir. Ancak elbette bu durum daha çok Osmanlı'ya ilk gelen Levantenlerde
daha çok görülmektedir. Çünkü her ne kadar köken itibariyle Avrupalılık,
Levantenlerin kültürel özelliklerini belirleyici bir etkiye sahip olsa bile, zaman
içerisinde göç edilen bölgelerin kültürel özelliklerini de kazanmış olmalarından
dolayı Avrupalılığın, Levanten kültürel kimliğinin belirleyici unsuru olması
özelliğinin azaldığı söylenebilir. Bu durumun çeşitli sebepleri olmakla beraber, daha
önce bahsi geçtiği üzere kültürün durağan kalmama özelliği çerçevesinde zaman
içerisinde bir değişime uğrayabilecek olması, Levanten kültürel kimliğinde ki
''Avrupalılık'' belirleyici unsurunun zamanla etkisinin azalmasının sebebi olarak
gösterilebilir. Bunun yanında yine belirtmek gerekir ki; kültürün aynı zamanda
geçmişten geleceğe uzanan sürekli bir olgu olması sebebiyle, 239 Levanten kültürel
kimliğinde ki Avrupalılık unsurunun etkisinin azalmasına karşın, Avrupalılığın yine
de Levanten kültürel kimliğinde bulunan belirleyici bir unsur olma etkisinin devam
ettiği söylenebilir. Bu noktada Levantenlerin asimile olmayarak kökensel olarak öz
kimliksel yapılarını korumalarının yanı sıra geldikleri bölgelerin kültürel özelliklerini
de zamanla benimsedikleri görülmektedir.240 Bu durum da Levantenlerin Kültürel
kimliğini belirleyen unsurların birden fazla birleşimden meydana geldiği ve daha
öncede bahsedildiği üzere kültürel bir melezleşmeye uğradıklarını belirtmek
gerekmektedir.
Son tahlilde Levanten kimliğine bakıldığında, özellikle XIX. yüzyıl sonu ve
XX. yüzyılın başında Levanten olarak kabul edilen bireylerin, Levanten kimliğini
kabullenmeyerek kendilerini başka bir ülkeye ya da Türklüğe bağlayarak yeni bir
kimliksel yapı yaratmaya çalışmışlardır.241 Bu durumun en önemli sebebi olarak
Levanten kimliğinin Avrupa'da yaratmış olduğu olumsuz çağrışımın etkili olmasıdır.
Çünkü her şeyden önce Avrupa'nın bakış açısına göre Levantenler, sadece para için
Doğu'ya gelmiş olan, sanattan anlamayan ve kültürel incelikten yoksun bireyleri
tasvir etmek için kullanılmaktadır.242 Bu nedenle kendilerinin küçük görülüp,
ötekileştirilmelerinden ötürü bireyler Levanten kimliğini başlangıçta kabul
etmemişlerdir.
239
Bozkurt Güvenç, s.103.
240
Yumul, s.46.
241
Yerasimos, s.30.
242
Yumul, s.41-42.
60
3. AZINLIK STATÜSÜ KAPSAMINDA LEVANTENLERİN İNCELENMESİ
243
Arsava, s.42.
244
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.26.
245
Yerasimos, ss.30-31.
246
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'', s.34.
61
ulusal azınlık olarak görmek doğru olmayacaktır. Aynı zamanda Levantenlerin ulusal
bir dillerinin olmayışı247 da Levantenlerin ulusal bir azınlık olarak görülmesi
ihtimalinin önüne geçmektedir.
Din, Levantenleri birbirine bağlayan bir unsurdur. Özellikle Katolik
kimlikleriyle kendilerini niteleyen Levantenlerin, dini inanışları çerçevesinde kendini
tanımlama yoluna gittiği görülmektedir.248 Bu nedenle Levantenlerin dini bir azınlık
grup olabileceği ya da olamayacağı konusunu değerlendirmek gerekmektedir.
Katolik olan Levantenler, bu anlamda Gayri Müslimler arasında kendilerine bir yer
edinmektedir. Bu noktada teorik olarak değerlendirildiğinde, Levantenlerin dinsel bir
azınlık olarak kabul edilebilirliği mümkündür. Ancak bu noktada önemli olan husus;
Türkiye'nin azınlık politikalarını belirlemede hangi grupları resmi olarak azınlık
kabul ettiğidir. Mevcut azınlık politikası çerçevesinde Türkiye, Lozan ile birlikte
gayrimüslim grupları azınlık olarak kabul etmiştir. Bu durumda Levantenlerin pek
tabi gayri müslim azınlık olduğu görüşü oluşabilmesine karşın, vurgulamak gerekir
ki bahsi geçen gayri müslim azınlıklar da bir sınırlandırmaya tabi tutulmuştur. Bu
çerçevede Türkiye'nin, Lozan da azınlık olarak kabul ettiği gayri müslim guruplar:
Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir.249 Bu durumunda gösterdiği üzere Levantenler
bu grup içerisine dahil edilmemiş ve dolayısıyla dini azınlık olarak görülmemiştir.
Son tahlilde bakıldığında Levantenler dini inanış bakımından Hıristiyan
dinine bağlıdırlar. Ancak onları esas ayıran nokta dinsel farklılık değildir. Çünkü
Levantenleri farklı kılan unsur, yerli Hıristiyan gruplar (Ermeniler, Rumlar) gibi din
kıstası değil, esas farklılığa sebebiyet veren unsur daha önce de bahsi olduğu üzere
''Avrupalılık'' unsurudur.250 Bu noktada Levantenlerin etnik azınlık olarak kabul
edilip edilmeyeceği konusu gündeme gelebilir. Ancak her ne kadar tarihsel köken
olarak bağları bulunsa bile Levantenlerin bu bağlara geri dönme gibi bir hayali
bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Levantenler ilk zamanlarda grup içine kapalı
olma özelliğini muhafaza ederek, toplumdan izole olmuşsa bile,251 daha sonraları
yerel halk ile kaynaşarak daha açık bir topluluk haline dönüşmüştür. Özellikle etnik
247
Dikkaya, s.195.
248
Dikkaya, s.195.
249
Bülent Kara, s.140.
250
Yumul, s.44.
251
Ortaylı, Levantenler, s.26.
62
azınlıkların grup içine kapanma özelliği,252 Levantenler tarafından zamanla
aşılmasından ve aynı zamanda farklı kökenleri bulunmasına rağmen kendilerini bu
kökenlere sıkı sıkıya bağlamamalarından dolayı, Levantenleri etnik azınlık gruplar
içerisine dahil etmek pek mümkün değildir.
252
Türkdoğan, s.41.
253
Altuntaş, s.68.
254
Yerasimos, s.31.
255
Pınar, İzmir Yazıları, s.16.
63
görülmektedir.256 Bu noktada İlhan Pınar'ın, Dr. Albercht Wirth den yapmış olduğu
alıntı güzel bir örnektir. Wirth Levantenleri şu şekilde kaleme almıştır:257
'' Genellikle derinlikli bir eğitimden ve temel moral değerlerden yoksundurlar. Büyük
burunluluk, kendini beğenmişlik, bencillik ve kendilerini- her ne kadar dünyayı
algılayışları tamamen doğulu olsa da- Avrupalı olarak tanıtmaları temel özellikleridir.
En son Paris modası giysileriyle bilgi yoksulluklarını örtmek ister gibidirler.
Herhangi bir çıkar beklentisi içinde olduğu insana karşı her türlü dalkavukluğu
yaparlar. Fakat kendilerinden daha alt tabakadaki bir insana burunlarından kıl
aldırmazlar.''
''İzmir’de çok sayıda Avrupalı kişiyle tanıştım. Bunların hepsinin İngiliz tacirler gibi
dikkatti, ancak İngiltere’deki tüccarların özelliğine sahip olmayan, tuhaf tavırlı, ve iyi
davranışları bulunmayan kişilerdir. Buradaki Frenklerin bulundukları ülkeye karşı hiç
ilgileri bulunmamakta ve yaşadıkları yerin yerel yönetimlerinde temsil bile
edilmemelerine karşın bu durumu pek umursamamaktadırlar. Buradaki Avrupalı
kişileri önem verdiği tek şey mallarıdır.''
'' Nadir bir şey olarak da, bu kolonide doğmuş İtalyanların, bilhassa üçüncü veya
dördüncü neslin Pera’da konuştukları İtalyancadan bir nümuneyi İtalya’ya götürmeyi arzu
256
Ortaylı, Levantenler, s.26.
257
Albert Wirth'den aktaran İlhan Pınar, İzmir Yazıları (Kent ve Tarih), İzmir Büyükşehir
Belediyesi Yayınları, İzmir, 2012, s.17.
258
Charles Fellows, Travels And Researches In Asia Minor, The Provience Of Lycia, London,
1852, p.3.
259
Edmondo De Amicis, İstanbul (1874), çev. Beynun Akyavaş, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1993, s.136.
64
ederdim. Bu İtalyancayı duyacak Crusca Akademisi âzâları ateş içinde yatağa serilirlerdi.
Piemonteli bir zabit, Lombardiyalı bir arabacı, Romagnialı bir hamal İtalyancalarım
karıştırsalardı, zannederim, Haliç kıyısında konuşulan İtalyancadan daha az bozuk bir
İtalyanca olurdu. Bu, tereddi etmiş dört veya beş başka dille kaplanmış bozuk bir
İtalyancadır...''
Son olarak ele alınacak olursa Francis Herve Levantenleri; ''Kentte Frenk
halkı için, kişinin hangi ulustan geldiği pek önem taşımaz. Zaten hangi kökenden
gelmiş olurlarsa olsunlar, İzmir'de birkaç yıllık bir yaşam bunların hepsini tipik bir
Levanten haline sokacaktır. Tipik Levanten, hiçbirini iyi bilmeden, pek çok yabancı
dili kötü ve yanlış konuşabilen kişidir.''260 şeklinde kaleme almıştır. Bu anlatımdan
yola çıkılınca özellikle belirtilmesi gereken hususlardan birisi Levantenlerin oldukça
farklı kökenlere dayanıyor olmasıdır. Ancak bu köken farklarına rağmen tüm farklı
kökeni paylaşan yabancılar ortak bir noktada buluşmuştur. Elbette yabancıların temel
ortaklıkları yabancı olmalarında yatmaktayken, XIX. yüzyıl ile beraber bu
yabancıların (Avrupalı yabancıların) ortak kimlikleri Levanten kavramı neticesinde
şekillenmiştir.
Ortaya konulan örnekler çerçevesinde değerlendirildiğinde de görülmektedir
ki Levantenler, batı dünyası tarafından eleştirel gözle ele alınmanın ötesinde,
küçümseyici ifadelerle anlatılmaktadır. Özellikle Levantenlerin derinlikten yoksun
bireyler oluşunun onların temel özellikleri olduğunu ifade eden seyyahlar aynı
zamanda Levantenlerin Avrupa benzemeye çalıştıkları halde bir Avrupalı olmaktan
uzak olduklarını vurgulamaktadırlar. Bu şekilde özellikle Avrupalı bir kökene sahip
Levantenlerin zihniyet olarak Avrupa'dan farklı olduğu belirtilmekte ve bu yolla
onların Avrupalı olarak görülemeyeceklerini, ancak ''Doğululaşmış Avrupalı''261
kavramsallaştırılması içerisinde kabul edilebileceklerini ortaya koymaya
çalışmışlardır. Bu çerçevede Levanten kimliğini ve dolayısıyla Levantenlerin,
Avrupa'nın ''öteki'' unsuru olduğu görülmektedir. Ancak Levantenlerin bu ötekilik
hali, herhangi bir kimlik yapısı içerisinde bulunan bir ötekilik unsuru olmaktan
ziyade daha çok ''Ötekileştirilmiş'', dışlanmış kimliksel bir yapıyı işaret etmektedir.
260
Francis Herve, A Residence in Grecee and Turkey, s.325-326' dan aktaran Rauf Beyru, 19.
Yüzyılda İzmir'de Yaşam, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.74.
261
İlhan Pınar, Levant, Levanten ve Levantenlik, s.38.
65
5. İZMİR VE LEVANTEN YAŞAM
262
M. Çınar Atay, Tarih İçinde İzmir, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayını, İzmir, 1978, s.9.
263
Beyru, s.1.
264
Baykara, s.67.
265
Baykara, s.68.
266
Baykara, s.69.
66
ilk Türk beyliğinin merkezi olması açısından önemli bir yere sahiptir.267 Bu
bağlamda incelendiğinde İzmir'de ilk Türk egemenliğinin Çaka Bey döneminde
olmuştur. Çaka Bey'in, XI. yüzyılın son çeyreğinde Bizans ve Türkler arasında
yapılan bir savaşta, Bizans tarafından esir olarak alındığı ve daha sonra Bizans
imparatoru tarafından sarayda ayrıcalıklı bir statüye kavuşturulduğu bilinmektedir.268
Ancak Bizans imparatorunun değişmesi neticesinde Çaka Bey'in saraydaki ayrıcalıklı
konumu son bulmuş ve akabinde Çaka Bey saraydan ayrılıp, İzmir'e gelerek burayı
süratle hakimiyeti altına almıştır.269 İzmir'i hakimiyeti altına aldıktan sonra Çaka Bey
hızla çevre sahil kentlerini almaya başlamış ve en nihayetinde de Bizans'ı ele
geçirmeyi hedeflemiştir.270 Ancak Bizans imparatoru, Anadolu Selçuklu Sultanı I.
Kılıç Arslan ile Çaka Bey'in arasını açmayı başarmış ve bunun sonucunda da Çaka
bey, I. Kılıç Arslan tarafından öldürülmüştür. Çaka Bey'in öldürülmesi sonrasında
İzmir yeniden Bizans egemenliği altına girmiştir.271
Çaka Bey'in ölümünden sonra Bizans egemenliği altına giren İzmir'de daha
sonraki süreçte, Aydınoğlu Mehmet Bey'in yukarı İzmir'i almasıyla beraber Türk
egemenliği İzmir'de yeniden başlamış ve 1329 yılında aşağı İzmir'in de ele
geçirilmesi sonrasında, İzmir'in tamamında Türk egemenliği sağlanmıştır.272 Umur
Bey İzmir'in tamamında kontrolü sağladıktan sonra burayı merkez olarak kullanarak
fetih hareketlerine devam etmiştir. Bu durum karşısında, Hıristiyan dünyası
kaygılanmaya başlamış ve bir haçlı ordusu oluşturarak 1344 yılında aşağı İzmir diye
tabir edilen bölgeyi ele geçirmiştir.273 Her ne kadar Umur Bey bölgenin tekrar ele
geçirilmesi için uğraşmışsa da, savaş esnasında öldürülmesi neticesinde aşağı İzmir
Hıristiyan egemenliği altında kalmıştır.274 Genel anlamda bu dönemlerde İzmir'in, bir
liman kenti olarak henüz önemsiz bir yapıda olduğu görülmektedir.275
Osmanlı sultanı I. Beyazıd'ın iktidarı eline almasından sonra, Osmanlı
toprakları içerisinde birliği sağlama girişimleri neticesinde fetihler yeniden hız
267
Zeki Arıkan, ''XV. XVI. Yüzyıllarda İzmir'', Üç İzmir,
268
Akdes Nimet Kurat, Çaka Bey, 3. Baskı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1966, s.21.
269
Kurat, s.24, 26.
270
Kurat, s.27, 39.
271
İlhan Pınar, İzmir: Bir Güzel Kentin Serencamı, Kilizman Yayınevi, İzmir, 2017, (Serencam),
s.73.
272
Baykara, s.75-76.
273
Baykara, s.76.
274
Pınar, s.81.
275
Zeki Arıkan, s.61.
67
kazanmış ve yukarı İzmir'de, Osmanlı hakimiyeti sağlanmıştır.276 Ancak Osmanlı,
1402 Ankara Savaşını kaybetmiş ve bunun sonucunda da Timur'un, Batı Anadolu'ya
doğru ilerlemesine engel olunamamıştır. Timur bu süreçte aşağı İzmir'i de alarak
İzmir egemenliğini yeniden bütünüyle sağlamış ve bölgenin egemenliğini eski varis
olan Aydınoğullarına bırakmıştır.277 Yaşanılan bu süreçten sonra Osmanlı'da, II.
Murad tahta çıkmasıyla beraber özellikle beylikler sorununu çözerek, Osmanlı'nın
Anadolu coğrafyasındaki birliğini sağlamlaştırmayı amaçlamış ve bunun sonucunda
da 1426 da Batı Anadolu'yu fethederek, İzmir'i Osmanlı topraklarına bütünüyle
katmıştır.278
276
Baykara, s.79.
277
Baykara, s.80-81.
278
Baykara, s.81-82.
279
Daniel Goofman, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), çev. Ayşen Anadol ve Neyyir
Kalaycıoğlu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995, (İzmir ve Levanten Dünya), s.4.
280
Goofman, , ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.96.
281
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.99.
68
ekonomik bazı ıslahatlara başvurmasına neden olmuştur. Özellikle yapılan askeri
ıslahatlar sonucunda, sürdürülmesi mümkün olmayan askeri genişlemeye gidilmesi
beraberinde mülksüz ve silahlı grupları doğurmuştur. Bu durum merkezi yönetimin,
taşra üzerinde bulunan kontrol yetisini sınırlandırmış ve bahsi geçen unsurların
zamanla taşra karar alma süreçlerinde etkin rol oynadığı görülmüştür.282 İkinci olarak
yine bu dönemde, Osmanlı ve Avrupa arasında siyasi ve ekonomik ilişkilerde bazı
değişimler yaşanmıştır. Dönem itibariyle iki taraf arasında bulunan siyasi ve
ekonomik gelişmeleri Osmanlı İmparatorluğu belirlemekteydi. Osmanlı'nın bu
dönemde, Avrupalı bazı devletlere tek taraflı olarak ticari ayrıcalıklar
(kapitülasyonlar) verdiği görülmektedir. Osmanlı tarafından verilen bu ticari
ayrıcalıklar zamanla Avrupalı devletlerin, Osmanlıyı bir pazar olarak kullanmasına
neden olmuş ve bu durum neticesinde Osmanlı ekonomik yapısını bozucu etki
göstermiştir. Avrupalı devletlerin Ümit Burnu üzerinden ticaret yapmaya başlaması,
Halep-Bursa-İskenderun ipek ve baharat ticaret yollarının önemini bozucu etki
göstermiştir. Bu gelişmeler Osmanlı antreposunun zayıflamasına ve Halep, Bursa
gibi ticari merkezleri olumsuz etkilemiştir. Ancak bu değişimler beraberinde Batı
Anadolu'nun, özelliklede İzmir'in büyük bir ticari merkez olmasının önünü açmış ve
gelişimini hızlandırıcı bir etki göstermiştir.283
İzmir'in gelişiminin önünü açan bir diğer faktör; Osmanlının İzmir'i ve Batı
Anadolu'yu tarihi misyonu itibariyle benimsememesinden kaynaklı, bölgeyi sadece
Osmanlı için maddi getirileri olan bir toprak olarak görmesiydi. Bu durum, İzmir'in
bulunduğu elverişli jeopolitik konum sebebiyle Avrupalı tüccarların bölge halkıyla
beraber, Osmanlı yönetiminin tutumundan kaynaklı oluşan boşluğu doldurmasına
neden oldu.284 Oluşan bu yeni durum ise İzmir'in bir ticaret merkezi olarak ön plana
çıkarak gelişmesi yönünde bir etki yaratmıştır.
Bahsedildiği üzere; Habsburglar ile yaşanan savaş, Osmanlı'nın taşrayı göz
ardı etmesine neden oldu. Yerel otoriteler bu durumu fırsat bilerek bölgesel anlamda
bu durumdan yararlandı ve bölgenin kontrolünü sağlamaya başladı. Oluşan durum
karşısında yabancı tüccarlar güvenlik sorunu ile karşı karşıya kaldı. Bu durum
karşısında Levant Kumpanyası 1683 yılındaki yönergesinde, İngiliz tüccarların
282
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.98.
283
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.98-99.
284
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'' , s.100.
69
İzmir, Halep ve İstanbul haricinde ticari faaliyetlerde bulunmasını yasaklamıştı.
İngiliz tüccarlar bu karara rağmen başka bölgelerde ticari faaliyetlerde bulunma
kararı alırsa, Kumpanya oluşabilecek tehditlere karşı sorumluluk almayacağını
bildiriyordu. Yönerge, İngiliz tüccarların Anadolu'da kullanılacak bir ticaret limanı
olarak İzmir'den başka seçenekleri olmadığını anlamalarına neden oldu.285
Anlaşılacağı üzere ticaret şirketlerinin kararları, İzmir ticari konumu üzerinde olumlu
bir etki yaratmıştır.
XV. yüzyıl sonlarında ve XVI. yüzyıl başlarında Osmanlı'da, ticaret akışı
daha çok Halep ve İskenderiye limanlarından yapılırken, bazı lüks malların ticareti
ise Tebriz-Bursa kervan yolu vasıtasıyla Anadolu üzerinden yapılmaktaydı.286
Osmanlının ticarette bu yolları kullanmasının en önemli sebebi; bu ticaret yollarının
daha uzun bir güzergaha sahip olmasına karşın, daha güvenlikli bir yapıda
olmasıydı.287 İzmir ise bahsedilen dönem içerisinde bir ticaret limanı olmaktan
ziyade, küçük bir yerleşim yeri ve özellikle de Osmanlı iaşe ağının önemli bir
tamamlayıcısı görevindeydi.288 Yine bu dönemde İzmir'in, ekonomik yapı itibariyle
tarımsal bir ekonomiye bağlı olduğu görülmekteydi.289 Bu durumun nedeni hem
İzmir ve çevresinin oldukça verimli topraklara sahip olması, hem de Osmanlı'nın
temel amacı itibariyle, halkının ihtiyaçlarını karşılama arzusu dolayısıyla İzmir ve
çevresinde tarım faaliyetlerini geliştirmek için attığı adımlardan kaynaklanmaktaydı.
İzmir limanı, bölgedeki üretilen ürünlerin akışını gerçekleştirmek için
kullanılmaktaydı.290 Anlaşılacağı üzere İzmir Limanının potansiyeli, çeşitli sebeplere
bağlı olarak bu dönem içerisinde Osmanlı tarafından farkına varılamamış ve
dolayısıyla da kentin gelişimi üzerinde Osmanlı'nın bir çabası olmamıştır.
İzmir ve çevresi, Osmanlı Devleti için önemli bir ürün tedarik bölgesi
konumundadır. Bu nedenle Osmanlı Devleti zaman zaman bazı ürün miktarlarının
dönemsel farklılaşmasıyla da bağlantılı olarak, iç tüketimi dengelemek için bazı
ürünlerin ülkeden çıkmasını engellemek amacıyla, ürünlerin uluslararası ticaretini
285
Necmi Ülker, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İzmir Şehri Tarihi-1: Ticaret Tarihi Araştırmaları,
Akademi Kitabevi, İzmir, 1994. ss.28-29.
286
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, ss.4-5.
287
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.5.
288
Pınar, Serencam, s. 98.
289
Arıkan, s.65.
290
Pınar, Serencam, s.98.
70
yasaklamıştır. Ancak bu yasaklamalar diğer bölge limanlarına paralel olarak, İzmir
limanında da kaçakçılığın yaygınlaşmasına sebep olmuştur.291 Kaçakçılığın
başlamasında bir diğer sebep; Osmanlının ürün alımları için uyguladığı sabit fiyat
sisteminin etkisi olmuştur. Sabit fiyat sistemi nedeniyle üretici ya da aracılar,
ürünleri Devlete satarak daha az kazanç elde etmektense, daha fazla kazanç getirisi
olan Avrupalı tüccarlara satmayı tercih etmişlerdir. Ancak konu olan ürünlerin dış
ticaretinin yasaklanmasından dolayı ürün satışları kaçakçılık vasıtasıyla
gerçekleşmekte ve bu durum da kaçakçılığın iyiden iyiye yaygınlaşmasına zemin
hazırlamıştır.292 Esas itibariyle görülmektedir ki; Osmanlı'nın uygulamış olduğu
politikalar kendi iç ticaret sisteminin yıpranmasına yol açmıştır. Bu durumun
neticesinde Osmanlı oluşan kaçakçılığın önünü alamamış ve İzmir'de, XVII. yüzyıl
ile beraber Osmanlı denetimi iyice zayıflamıştı.293 XVII. yüzyıla gelindiğinde
İzmir'in gelişiminde, Osmanlı'nın etkisinin oldukça az olduğu söylenebilir. İzmir'in
gelişimine asıl katkı sağlayanların; kentin Hıristiyan Avrupalı sakinleri ve diğer yerel
unsurları olduğu görülmektedir.294
İzmir ticareti ve buna bağlı olarak İzmir'in dünya ticaretinde oynadığı rol
XVI. yüzyıl sonlarında artmaya başlamasına karşın, XVII. yüzyıl itibariyle iyice
görünür hale gelmiştir.295 XVII. yüzyıl başlarında İzmir ticaretinde önemli artış
meydana gelmiş ve kentin gümrük vergileri, bölgede ki diğer limanlarda gümrük
vergileri azalırken, artmaya devam etmiştir.296 Bu durum İzmir ticaret ağının
güçlenmeye başlayarak, dünya ticaretinde önemli bir liman kentine dönüşmesinin
göstergelerinden biridir. İzmir'in önemli bir ticaret limanına dönüşmesinin
nedenlerine bakılacak olursa;
- İran ipek ticaretinin sağlandığı önemli bir ticaret noktası Halep idi. Ancak
1588-1628 yılları arasında cereyan eden Osmanlı-İran savaşları, Halep ipek ticaretini
durdurma noktasına getirdi. Özellikle Halep ticaret yollarının mevcut güvensiz
291
Arıkan, s.66.
292
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.16.
293
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.49.
294
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.93.
295
Arıkan, s.66.
296
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.51,53.
71
durumu ve bölgedeki yüksek vergi oranları, İpek ticaretinin zaman içerisinde
İzmir'de toplanmaya başladı. 297
- Avrupalı tüccarların İzmir çevresinde yetişmekte olan ürünlere olan ihtiyacı
ve bununla beraber Fransızlara ve Hollandalılara verilen kapitülasyonlarla beraber
Avrupalı tüccarlar İzmir'e gelmeye başlamış, bu durum neticesinde de İzmir önemli
bir ticaret limanına doğru evirilmiştir.298
Sakız adası XVII. yüzyıla kadar bölgenin ticaret merkezidir. Ancak Sakızın
coğrafi anlamda bir ada özelliğine sahip olması ve bunun neticesinde gelebilecek
tehditlere karşı savunmasız durumda bulunması, buna karşın körfeze yakın konumda
bulunan İzmir'in coğrafik açıdan daha güvenli bir yapıda olması Sakız adasında
bulunan tüccarların İzmir'e gelmesini sağlamıştır.299 Tüccarların İzmir'e gelmesinin
ardından, Sakız'da bulunan konsolosluklar; 1619'da Fransa konsolosluğu, 1621'de
İngiliz konsolosluğu İzmir'e taşınmışlardır. Ayrıca bu dönemde İzmir'de Venedik,
Hollanda konsoloslukları da bulunmaktaydı.300 Bu gelişmelerinde gösterdiği üzere
İzmir XVII. yüzyıl itibariyle bölgedeki en önemli ticaret limanı haline gelmeye
başlamış ve dünya ticaretinde önemli limanlardan biri olma yolunda ilerlemiştir.
XVII. yüzyılda İzmir'in ticari faaliyetinde meydana gelen gelişmeler aynı
zamanda kentin fiziksel yapısında da değişimleri meydana getirmiş, özellikle
güvenlik sebebiyle ipek ticaretinin İzmir Limanına kayması, zamanla Osmanlı
yöneticilerinin de İzmir'in ticari konumunun önemini kavramasını sağlamıştır. Bu
sebeple Osmanlı yönetimi İzmir'de ticaret güvenliğini sağlamak amacıyla Sancak
Kalesini ve ticarete konu olan mallardan sürekli gelir sağlamak amacıyla da Gümrük
Binasını inşa etmişlerdir.301
XIX. yüzyılda bölgesel ticaret ağı ve bu ticaret ağını yönlendiren unsurlar
değişime uğramıştır. Bölgesel anlamda güç sahibi olan ayanların gücü azalmaya
başlamış ve onlardan boşalan konumlara gayri müslim aracılar getirilmiştir. Özellikle
Osmanlı yönetiminin gelir toplama sistemindeki merkezileşme hareketi, ayanların
bölgedeki gücünün ciddi anlamda bozulmasına sebep olmuştur.302
297
Baykara, s.94.
298
Pınar, Serencam, ss.99-100.
299
Pınar, Serencam, s.101.
300
Baykara, s.94.
301
Ülker, s.45.
302
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.141.
72
İzmir'i etkileyen bir diğer faktör ise endüstrileşme hareketi oldu. İngiltere'de
başlayan endüstrileşme hareketi, bir çok yerde olduğu gibi Batı Anadolu'da ticari
yapının değişmesine neden oldu. Buharlı makinelerin sürekli olarak hammaddeye
olan ihtiyaçları ve kaliteli ürün üretmesi neticesinde hem yerel üreticileri saf dışı
bıraktı, hem de yeni pazar arayışlarını arttırdı. Doğal olarak İzmir'de bu değişimden
ticari anlamda etkilendi ve bölgede mamul mallar için pazar arayışı artarken, aynı
zamanda İngiliz tüccarlar bölgeden de kendileri için gerekli olan malları toplamaya
başladı.303
Bahsedilen çeşitli sebepler beraberinde İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön
plana çıkarak, önemli bir konum kazanmasına sebep olmuştur. Başlangıçta
Osmanlı'nın İzmir'in coğrafik konumunun önemini kavrayamadığı görülmekte ve
bundan dolayı da kenti sadece bir dağıtım limanı olarak kullanmayı amaçladığı
anlaşılmaktadır. Osmanlı'nın İzmir'e karşı tutumu, kentin Osmanlı egemenliğinin ilk
yıllarında geri planda kalmasına sebep olmuştur. Ancak süreç içerisinde yaşanan
gelişmeler ile Osmanlı ticaret ağının değişmesi ve Avrupalı yabancıların ticaret
yapmak için güvenli bir limana ihtiyaç duyması, İzmir'in ön plana çıkmasını
kolaylaştırıcı etkenler olmuştur. Bu çerçevede İzmir yaşanan gelişmeler sonucu bir
ticaret limanı olarak daha görünür bir konuma gelmeye başladığı ve özellikle
Avrupalı tüccarların etkisiyle ön plana çıktığı görülmektedir. Tarihsel anlamda
yaşanan gelişmeler de İzmir'in süreç içerisinde önemli bir konum kazanmasına
yardımcı olmuştur. Bütün bunların ışığında İzmir, yaşanan gelişmeler neticesinde
dünya ticareti açısından oldukça önemli bir liman kenti olarak ön plana çıkmıştır.
303
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.142.
73
içinde barındıran İzmir'de, farklı etnik kökenli bireylerin bulunduğu bu zengin yaşam
alanının en yoğun olarak görüldüğü zaman dilimi 19. yüzyılda olmuştur.304
İzmir Osmanlı egemenliği altında ilk dönemlerinde küçük bir kasaba
görünümündedir. XVII. Yüzyıla kadar şehirde yaklaşık olarak 5000 kişinin yaşadığı
bilinmektedir.305 XVI. yüzyılın son çeyreğine bakıldığında İzmir nüfus yapısında bir
büyüme gerçekleşmiştir. Bu büyümeye doğal bir büyümenin etkisi olmasının yanı
sıra, güvenlikli bir liman şehri olan İzmir'e gelen göçlerinde etkisi olmuştur. Ancak
bu büyümenin kentteki nüfus yapısını ciddi anlamda değiştirdiği söylenemez. Kentte
bulunan gayrimüslim nüfus artmasına karşın müslüman ve gayrimüslim nüfus
arasında oransal olarak ciddi boyutta bir değişim olmamıştır.306 Bununla birlikte XVI.
yüzyılın sonlarına kadar Rumlar dışında bir gayr-i müslim nüfusun bulunmadığı
Görülmektedir.307
XVII. yüzyılda kente gelen yabancılar kentin demografik ve fiziksel
yapısında bir takım değişikliğe uğramasına neden olmuştur. Yabancılar Frenk Sokağı
adında olan İzmir rıhtımına paralel bir mahalleye yerleşmişler ve bu bölgenin mimari
yapısı da batı mimarisinin izlerini taşımaktadır.308 Bunun yanında kent pasajlarında
bir kültürel farklılık mevcuttu, bölgede yaşayan farklı kültürlere mensup insanların
iyi ilişkileri bulunmasına rağmen mahalleleri bölgesel olarak ayrılmış durumdadır.309
XVII. yüzyıl da iyiden iyiye gelişmeye başlayan İzmir, nüfus olarak da
oldukça kalabalık bir kent görünümüne doğru evirilmiştir. Ticari anlamda gelişmeye
başlayan kente bir çok Avrupalı tüccarında geldiği görülmektedir. Bununla beraber
İzmir'in gelişmesine ve büyümesine paralel olarak, kenti bir çok seyyah da ziyaret
etmeye başlamış ve bu ziyaretleri sırasında kent nüfusu hakkında bilgiler vermiştir.
Her ne kadar yabancı gezginlerin vermiş olduğu nüfus bilgileri zaman zaman
oldukça abartılı olsa da yapılan karşılaştırmalar sonucu genel bir kanıya
varılmaktadır.310
304
Raziye Oban, Tarihte İzmir'de Yabancılar-Levantenler, s.7.
305
Daniel Goofman, ''17. Yüzyıl Öncesi İzmir'', Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992, (17.
Yüzyıl Öncesi İzmir), s.71.
306
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.10.
307
Mübahat S. Kütükoğlu, İzmir Tarihinden Kesitler, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını,
İzmir, 2000, s.11.
308
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.115.
309
Goffman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.116.
310
Baykara, ss.55-56.
74
Tablo 1: Yabancı Seyyahlara Göre XVII. Yüzyılda İzmir Nüfusunun Dağılımı
311
Pınar, Serencam, s.102.
312
Baykara, s.57.
75
Tablo 2: Yabancı Seyyahlara Göre XVIII. Yüzyılda İzmir Nüfusunun Dağılımı
XVII. yüzyıl ile karşılaştırıldığında, XVIII. yüzyılda bir nüfus artışı olduğu
görülmektedir. Yabancı seyyahların verdiği bilgiler farklılık göstermesine karşın
ortalama bir fikir vermesi açısından yol gösterici olarak görülebilir. Bu noktada
seyyahların farklı nüfus sayıları vermesine rağmen, Türk nüfusunun fazla olduğunu
belirtmeleri önemli olmuştur. Bunun yanı sıra Avrupalı nüfusuna dayalı fazla veri
olmaması, İzmir'de bu dönemde Avrupalı nüfusunun ortalama olarak tahminini
güçleştirmektedir. Bu yüzyılda yaşanılan doğal afetler ve salgın hastalıklara rağmen
şehrin nüfusunda bir artış olduğu gözlemlenmektedir.313
Yine bu dönem nüfus yapısına bakıldığında, nüfusun çoğunluğunu genel
itibariyle Türkler oluşturmakta ve kentte bir tane de gayrimüslim mahallenin
bulunduğu görülmektedir.314
XIX. yüzyıla gelindiğinde İzmir nüfusunun belli bir seviyeye geldiği ve
önceki dönemlerde oluşan büyük dalgalanmaların, bu dönemde görülmediği
anlaşılmaktadır.315 Yüzyılın başlarında İzmir nüfusunun yüz bin civarında olduğu
düşünülmektedir.316 Avrupalı seyyahların notlarından edinilen nüfus bilgilerinin
313
Baykara, s.57.
314
Arıkan, s.66.
315
Beyru, s.49.
316
Baykara, s.57.
76
kesinliğinin olmadığını belirtmek gerekir. Bununla beraber özellikle XVI. yüzyılda
İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön plana çıkmasına paralel olarak nüfusunun bu
dönemden başlayarak hızla arttığını belirtmek gerekir. Bu süreçte gerek Osmanlı
tebaasından olan kişilerin gerekse de Avrupalı yabancıların yoğun olarak İzmir'e
geldiği ve kentin demografik yapısında değişimlere sebep olduğu görülmektedir.
317
http://www.izmirdergisi.com/tr/mimari/2719-izmir-in-levantenleri (22.03.2019)
318
Fikret Yılmaz, ''İzmir ve Levantenler'', Geçmişten Günümüze Levantenler, İzmir Ticaret Odası
Kültür, Sanat ve Tarih Yayınları, (ed. Fikret Yılmaz), İzmir, 2011, s.17.
319
Fikret Yılmaz, s.19.
77
İzmir'i tercih etmesinin en önemli nedeni; bu grupların ticari faaliyetlerini
yürütmeleri için İzmir'in içinde bulunduğu biricik konumudur. Özellikle Liman,
İzmir'i ön plana çıkaran başlıca etkendir. Mübahat Kütükoğlu320 İzmir limanının
önemini şu şekilde anlatmaktadır: '' Açık denizin tesirinden uzak mükemmel bir
limanı olması, sahile pek yakın bir mesafede sularının derinleşmesi dolayısıyla
gemilerin girip çıkmasına elverişli bulunması, Anadolu'nun, Batıya açılan kapısı
durumundaki İzmir'e dünyada rakipsiz bir yer sağlamıştır.'' İzmir'in konumun
önemini Tournefort ise şu şekilde anlatmaktadır:321
'' İzmir, Levant'a giden yol üzerinde en güzel limandır ve dünyanın en büyük
donanmasını içine alabilecek kadar büyük bir körfeze sahiptir. Küçük Asya'daki yedi
kiliseye sahip şehirler arasında en çok ünlenmiş şehir İzmir'dir. İzmir, Levant'ın en
büyük ve en zengin şehirlerinden birisidir; gelen malların yükleme ve boşaltımı için
çok gerekli olan liman, depremler yüzünden yıkılmış olsa da yeniden inşa edilmiştir.
Liman, bütün tüccarların buluşma yeri olduğu gibi, dünyanın her yerinden gelen
malların toplandığı bir merkezdir.''
78
yatırımcıların sayısında önemli bir artış görülmüştür.324 Bu dönemde görülen
durumlardan biri de Osmanlı tebaasına mensup olan Rum ve Ermenilerin,
Levantenlere tanınan ayrıcalıklardan yararlanmak için Levantenlere eklemlenmeye
çalışmaları ve onlara tanınan ayrıcalıkları kullanmaları oldu.325
Bütün nedenler ve koşullar altında İzmir, Levantenler tarafından tercih edilen
bir kent olmuş ve bu durumun bir sonucu olarak da, Levantenlerin kentin sosyal,
kültürel ve ekonomik hayatına ciddi katkıları olduğu görülmektedir. XVI. yüzyılda
İzmir'in bir ticaret limanı olarak gelişmesine paralel olarak, sonraları Levanten olarak
nitelendirilecek Avrupalı yabancıların kente yoğun olarak geldiği görülmüştür
324
Pınar, Serencam, s.114.
325
Şenocak, s.165.
326
Pınar, Serencam, s.102.
79
XVII. yüzyıl itibariyle İzmir'in önemli bir ticaret limanına evrimleşmesi
İzmir'e, Avrupalı tüccarların ilgisinin artmasına ve ciddi sayıda Avrupalının kente
gelmesine neden olmuştur. İzmir'e gelen Avrupalılar daha sonraları kente yerleşerek
genel itibariyle Frenk sokağında ikamet etmişlerdir.327 Ticari hayatın canlanmasına
paralel olarak XVIII. yüzyıl başlarında şehirde 30 Fransız ve 18 Hollandalı tacirin
bulunduğu söylenmektedir. Bununla beraber zaman içerisinde tacirlerin sayısında
artış ve farklılaşma gözlemlenmiş, XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinin başlarında
İngilizlerin yaklaşık 100 kişilik bir topluluğu oluşturduğu tahmin edilmektedir. Aynı
zamanda İngilizlerin XIX. yüzyıl başlarında 20 ticaret evlerinin olduğu ve yine aynı
dönemde Fransızların ise 12 ticaret evlerinin bulunduğu bilinmektedir.328 Bu bilgiler
ışığında İzmir'in ticari hayatının canlanması beraberinde farklı uyruklara mensup
Avrupalılarında İzmir'e gelmesine ve zamanla burada yerleşip kalıcı olarak Levanten
topluluğunun kökenlerini oluşturduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Başlangıçta ''Frenk'' olarak adlandırılan Levantenler arasında tarihsel anlamda
ilk göze çarpan topluluk İtalyanlar olmuştur.329 Önceleri Bizans döneminde elde
ettikleri imtiyazlar neticesinde Cenevizlilerin, daha sonra Venediklilerin Ege
adalarına yerleştiği ve buralardan İzmir'e geldikleri görülmektedir.330 Levanten
kavramının ne zaman ortaya çıktığı konusunda çeşitli tartışmalar olmasına rağmen
genel olarak XIX. yüzyıl temelli bir oluşum olduğu kabul edildiğinden, XIX.
yüzyılda yapılan sayımlarda İtalyanların nüfus sayılarına bakmak faydalı olacaktır.
Bu çerçevede 1891 yılında yapılan sayım çerçevesinde İzmir'de 2892 İtalyan uyruklu
kişinin yaşadığı görülmektedir.331 Bu durumun; kentte İtalyan nüfusunun
yadsınamayacak derecede ciddi sayıda olduğu görülmektedir.
İzmir'e gelişleri itibariyle, kentte görünürlüğünün ve gelişiminin en açık
gözlemlenebildiği grup Fransızlar olmuştur. Farklı şehirlerden gelen Fransızların
sayısı XVII. yüzyılın ortasında 20'den fazla olmuştur.332 İzmir özellikle diğer
Osmanlı limanlarına göre Fransız ticaret evlerinin daha fazla bulunduğu bir liman
olarak göze çarpmaktadır. Bunun yanında Fransız yetkililer, kalıcı gidişleri önlemek
327
Baykara, s. 64.
328
Baykara, s.65.
329
Serap Yılmaz, ''İzmirli Levantenler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri
Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.121.
330
Serap Yılmaz, s.121.
331
Beyru, s.58.
332
Serap Yılmaz, s.124.
80
adına Osmanlıya gelen yurttaşlarının burada bulunma sürecini XVIII. yüzyılda on yıl
süreyle sınırlı tutmuştur.333 Fransız yetkililerin kalış süresini sınırlandırmasının
yanında, vatandaşlarının mülk edinmesini de yasaklamış ve bu durum zamanla
İzmir'de bulunan Fransızların sayısında bir azalma meydana gelmesine sebep
olmuştur. Bununla beraber İzmir'de yine de Avrupalılar arasında Fransızların
çoğunlukta olduğu görülmektedir.334
Levantenlerin kökenleri incelendiğinde; bu kişilerin birden fazla ulus
kökeniyle bağlantıları bulunmaktadır. Bu ulusların başlangıçta Avrupa uluslarına
dayanmasına karşın, uzun süreler geldikleri kentlerden kalmalarından dolayı yerel
unsurlarla evlilikler de görülmüş ve Ermeni, Rum, Türk kökenlerinin de zaman
içerisinde oluştuğu görülmüştür. Ancak Avrupa kökenlerine bakılacak olursa;
çoğunlukla Fransız, İngiliz, İtalyan, Hollandalı335 kökenlere sahip olmakla beraber
diğer bazı Avrupa uluslarından da kökenlerinin bulunduğunu belirtmek
gerekmektedir.
333
Serap Yılmaz, s.124-125.
334
Serap Yılmaz, s.126.
335
Şenocak, s.160.
81
III. BÖLÜM
82
1. LEVANTEN KAVRAMI
336
Pınar, İzmir Yazıları, s.13.
337
İlber Ortaylı, ''Levantenler'', s.23.
338
Yumul, s.44.
339
Pınar, Levant, Levanten ve Levantenlik, s.34.
340
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
83
Levantene göre: ''Levantenler İzmir'deki bir kültürdür. Farklı köklerimiz var ve her
kültürden bir şeyler alıyoruz. Bu sebepler ışığında döneminde Levanten
diyebileceğimiz kişiler burada kalabalık bir grup oldukları için ayrı bir kültür
oluşturmuşlardı. Bunu anlatan kavrama Levanten diyebiliriz.'' demektedir.
Avrupa'dan gelen yabancılar geldikleri bölgenin kültürüne entegre olmuşlardır. Bu
çerçevede Levanten olarak kabul edilen kişiler; hem kökenleri itibariyle Avrupa
kültürüne sahip olması, hem de geldikleri bölgenin kültürünün zaman içerisinde
özelliklerini benimsemesi ile beraber farklı bir kültürün ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Farklı kültürlerin sentezlenmesi sonucu Levanten olarak kabul edilen insanların bu
nitelendirmeyle anıldığı görülmektedir.
Levanten olarak kabul edilen insanların ayırt edici bir özelliği de birden fazla
dili bilmeleri ve konuşmalarıdır. Elbette bu durum sadece Levanten olmanın bir
özelliği değildir. Ancak Levanten kavramını tanımlamak için kullanılabilecek bir
özelliktir. Farklı Avrupa uluslarından kökenlere sahip olan bu kişiler bu coğrafyaya
geldikten sonra kendi aralarında evlenmişlerdir. Bu evlilikler sonucunda farklı
Avrupa kökenine sahip ailelerin birleştiği görülmektedir. Örneğin Fransız kökenli bir
erkekle İtalyan kökenli bir kadının evliliği sonucunda oluşacak yeni nesil hem
Fransız hem de İtalyan kökenlerini paylaşmıştır. Bu durumun doğal bir sonucu;
Levantenlerin birden fazla dili bilmesi ve konuşması olmuştur. Levanten kavramının
zaman içerisinde kapsadığı alanın daraldığı düşünüldüğünde, Levantenleri; birden
fazla dil bilen ve birden fazla Avrupa kentine ya da ulusuna dayanan kökleri olan
insanlar olarak tanımlamak mümkündür.
Levanten kavramının yanı sıra Levantenlerin kim oldukları konusu da
önemlidir. Levanten olarak görülebilecek insanların özelliklerinden birisinin
Hıristiyan Katoliklik olduğu bilinmesine karşın özellikle dönem içerisinde
İngilizlerin de ticari amaçlarla İzmir'e ve diğer Osmanlı kentlerine geldiği
bilinmektedir. Bu noktada Protestan mezhebine sahip bazı Avrupalılarında Levanten
olduğunu söylemek gerekmektedir. Bunun yanı sıra Levanten olarak nitelendirilen
insanların Osmanlı coğrafyasına gelmeden önce de, bu bölgede yaşayan Avrupa
kökenine sahip olan ya da Hıristiyan Katolik insanların da bulunduğu bilinmektedir.
Ancak Levanten kavramının ortaya çıkış sürecine bakıldığında; gerek Levanten
olarak kabul edilecek insanların XVIII. ve XIX. yüzyıllarda ticari amaçlarla gelen
84
insanları kapsadığı,341 gerekse de bahsi geçen coğrafya da yaşayan unsurların
bazılarının Avrupa kökenli insanlar olmayışından dolayı bu insanları Levanten
kavramı içerisinde tanımlanmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Bu
çerçevede Levantenler ile yapılan mülakatlarda bu durumu desteklemektedir.
Yapılan görüşmelerden birinde görüşülen kişi; Bizans döneminden ya da Osmanlının
ilk yıllarından itibaren burada yaşayan Avrupa kökenli insanların bulunduğunu ancak
bu insanların tarihsel olarak kavramın ortaya çıkış dönemi değerlendirildiğinde
Levanten olarak görülmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.342 Bunun yanı sıra
görüşülen bir diğer kişi ise; Rum, Ermeni ve Süryani kökenli ailelerin lokal
olmasından dolayı bu kapsama dahil edilemeyeceğini söylemiştir.343 Belirtilen bu
görüşler yardımıyla kimlerin Levanten kapsamının dışında kaldığı görülmekte ve
Levanten kavramının sınırlarının belirlenmesi için tarihsel sürecin dikkate
alınmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Yapılan görüşmeler sonucunda Levanten kavramıyla ilgili teorik bilgilerin
genel itibariyle görüşmelerle uyuştuğu görülmektedir. Bunun yanında Levanten
kavramının farklı bazı özelliklerinin de olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin yapılan
görüşmelerden birinde bilgi veren kişi : ''Bence Levanten iki iş yapan insandır.''
diyerek Levantenlerin özellikle ilk gelişleri itibariyle sadece belirli alanlarda çalışan
insanlar olduğunu belirtmektedir. Günümüzde ise Levantenler birçok alan da çalışan
insanlardır. Elbette teknolojik gelişim, tarihsel anlamda yaşanan değişimler bu
durumun sebeplerinden bazılarıdır. Bununla beraber yapılan görüşmeler ve teorik
bilgiler birleştirildiğinde tanımsal bir çerçeve çizmek olasıdır. Levanten; Avrupa
kökenli olan kişilerin, başta ticari amaç olmakla beraber farklı sebeplerle, Osmanlı
döneminde bu coğrafyaya gelerek burada kalan, sonraları çeşitli evliliklerle soyu
karışan, birden fazla dil konuşabilen, bünyesinde birden fazla kültürün özelliklerini
barındıran ve daha çok Katolik olmakla birlikte Protestan Hıristiyanlarında
bulunduğu kişilerdir.
341
Yerasimos, s.30.
342
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
343
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
85
2. LEVANTENLERİN KÖKENLERİ
86
zamanda Levantenlerin zaman içerisinde bölgede yaşayan Ermeniler ve Rumlar ile
de evlilikler yapması sonucu soylarının karıştığının göstermesi bakımından
önemlidir.
XVI. yüzyılın sonları XVII. yüzyılın başlarında İzmir'in önemli bir ticaret
limanı olmaya başlaması,346 çok sayıda Avrupalı tüccarın İzmir'e gelmesine neden
olmuştur. Özellikle Avrupalılara verilen imtiyazlar, Levantenlerin İzmir'e gelmesini
kolaylaştırıcı bir etki göstermiştir.347 Sonraları Levanten olarak nitelendirilecek bu
Avrupalı tüccarlar, İzmir'in ticari ve ekonomik hayatını olumlu yönde etkileyerek,
özellikle İzmir limanının dünyanın önde gelen ticaret limanlarından biri olmasını
sağlamıştır.
Levantenlerin İzmir'e gelme sebeplerinin başında ticaret olduğu
anlaşılmaktadır.348 Bu noktada yapılan görüşmelerde bu durumu desteklemektedir.
Bunun dışında Levantenlerin başka sebeplerle de İzmir'e geldikleri görülmektedir.
Demiryolu yapımı ve işletmeciliği için de İzmir'e Levantenlerin geldikleri
görülmektedir.
Yapılan görüşmelerde Levantenlerin, İzmir'e gelme sebepleri
değerlendirildiğinde bazı ailelerin mevcut şartlardan daha iyi şartlarda yaşama
isteğiyle İzmir'e geldikleri görülmektedir. Özellikle bulundukları şehir devletlerinde
ki baskılı durumdan dolayı iyi bir konuma gelemeyeceklerini düşünen bazı
ailelerinde İzmir'i tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu noktada bazı Levanten aileler için
İzmir'in bir bakıma bir kaçış ve daha iyi yaşam koşullarına sahip bir kent olarak
görülmesinden dolayı kente gelmeyi tercih edilmiştir.349
Levantenlerin İzmir'e geldiği yıllarda yaptıkları meslekler birbirinden
farklılık göstermektedir. Yapılan görüşmelerde ticari amaçla gelen Levantenlerin
çoğunlukta olmasına karşın başka meslek kollarında çalışan kişilerinde, İzmir'e
geldikleri görülmüştür. Levantenlerin gerek İzmir'e geliş maksatları, gerekse de
346
Arıkan, s.66.
347
Oban, s.346.
348
Yerasimos, s.30.
349
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
87
yaptıkları meslekler itibariyle birbirlerinden zaman zaman ayrıldıkları
anlaşılmaktadır. İzmir limanının ticari anlamdaki konumunun güçlenmesi neticesinde
başlangıçta ticaret üzerine yoğunlaşan Avrupa kökenli insanların kente geldiği
bilinmesiyle beraber, sonraki süreç içerisinde farklı sebeplerle çeşitli meslek
gruplarından insanlarında İzmir'e geldiği görülmektedir. Levantenlerin yaptıkları
meslekler özetle sayılacak olursa; tacir, kuyumcu, tarım ve hayvancılık, matbaacılık,
sanayi, demiryolları işletmelerinde çalışan insanlar gibi farklı meslek kollarıyla
ilgilenmişlerdir. Özellikle ticari faaliyetlerini sürdürmek, daha iyi koşullara ulaşmak
amacıyla gelen insanların ulaştığı refah seviyesinden haberdar olan diğer meslek
kollarında çalışan insanların da süreç içerisinde daha iyi koşullarda yaşamak
istemeleriyle beraber İzmir'e geldikleri söylenebilir. Günümüzde ise değişen yaşam
koşullarıyla beraber Levantenlerin daha çeşitli meslek kollarında çalıştığı
görülmektedir.
350
Yerasimos, s.30.
351
Yumul, s.46.
352
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
88
Birebir yapılan görüşmeler ışığında Levantenlerin aidiyet bağları konusunda
farklı çıktılar elde edilmiştir. Bu noktada kimi Levantenler; kendilerini herhangi bir
ulusa aidiyet bağıyla bağlı hissetmezken, kimileri ise birden fazla ulusa farklı
derecelerde bağlı olarak hissettikleri bilgisini paylaşmıştır. Birden fazla ulusa kendini
bağlı hisseden Levantenler arasında Avrupalı kökenlerine kendisini daha çok bağlı
hissedenlerin bulunduğu gibi, İzmir'e ya da Türkiye'ye kendisini daha çok bağlı
hisseden kişiler bulunmaktadır. Bu noktada dikkat çeken unsurlardan birisi İzmir'e
aidiyet bağıyla bağlı hissetmenin, Levantenler açısından önemli bir konumda
oluşudur. Özellikle kendilerinin İzmir'e bağlı olduğunu ve kentin kültürünü
etkileyerek, aynı zamanda kentin kültürünü de benimsediklerini belirtmişlerdir.
Bununla beraber yapılan görüşmelerin büyük çoğunluğunda Levantenlerin,
Türkiye'ye olan aidiyet bağının temelinde İzmir'in bulunduğu anlaşılmaktadır.
Aidiyet konusu genel hatlarıyla değerlendirildiğinde; Levantenlerin kökenleri
itibariyle farklılaşmanın olması beraberinde aidiyet hissinin görünürlüğünün yok
olmasına ya da azalmasına sebep olduğu söylenebilir. Ulus devletlerin ortaya
çıkışından önce İzmir'e ya da diğer Osmanlı kentlerine gelmiş olan Levantenler için,
herhangi bir ulusa ait olma düşüncesinin yeterince net olmadığı anlaşılmaktadır. Bu
sebeple aidiyet bağı düşüncesi görüşülen kişiler arasında farklılıklar göstermekle
birlikte, hem kendi kökenlerine karşı hem de Türkiye'ye karşı kendilerini bağlı
hissetmektedirler. Özellikle Levantenler; kimliklerinin, birden fazla kültürün
özelliklerini barındırdığı düşünüldüğünde, bir kimlik karmaşası yaşadıkları
söylenebilir.
89
kendisinden ayırma girişimi olduğu söylenebilir.353 Dönem içerisinde, İzmir’i ziyaret
eden Avrupalı seyyahların yazıları da bu durumu destekler niteliktedir. Avrupalı
seyyahlar yazılarında Levantenleri küçümseyici ifadelerle tanımlarken, genel
itibariyle bu insanların Avrupa kültüründen uzaklaştığını ve Doğululaştığını
vurgulamaktadır. Aynı zamanda kavramın kullanılmaya başladığı ilk zamanlarda,
Levanten olarak nitelendirilen insanların kendilerini bu kapsam dahilinde
görmediğini ve Levanten kimliğini reddettikleri görülmektedir.354 Bu insanlar
özellikle Ulus devletleşme sürecinden önce kendilerini Venedikli, Cenevizli,
Marsilyalı gibi geldikleri şehir devletleri vasıtasıyla tanımlama yoluna giderken,
Ulus devletleşme sürecinden sonra kendilerini oluşan uluslara ait hissedemedikleri
için Katoliklik gibi dini kıstaslar çerçevesinde tanımlama yoluna gitmişlerdir.355
Bununla beraber yapılan görüşmeler çerçevesinde günümüzde Levanten olarak
nitelendirilen kişilerin, Levanten kimliğine karşı tutumunu ele alarak, Levantenlerin
geçmişten günümüze kimliksel yapılarındaki değişimi incelemek önemlidir.
Günümüzde Levanten kimliğine karşı toplumsal bakış açısında bir değişimin
söz konusu olduğu, Levanten kimliğinin başlangıçtaki olumsuz niteliğinden
sıyrılarak, toplum nezdinde önemli bir statü ve olumlu bir bakış açısıyla görüldüğü
söylenebilir. Bu sebeple Levanten olarak nitelendirilen insanlarca da, bu kimlik
yapısında zamanla reddedişlerin azaldığı ve Levanten kimlik yapısına büyük
çoğunlukla aidiyet bağının arttığı görülmektedir. Yapılan görüşmeler çerçevesinde,
görüşülen kişilerin tamamı kendilerini Levanten olarak gördüklerini belirtmişlerdir.
Bu noktada önemli olan; kişilerin Levanten kimliğinin özelliklerini taşıyıp
taşımadığının incelenmesidir. Levanten kimliğinin özelliklerine bakıldığında;
çoğunlukla aile içerisinde birden farklı dilin koşulmasından dolayı birden fazla dilin
bilinmesi, birden fazla ulus kökenine dayanan aile bağının bulunması, birden fazla
kültürün özelliklerini kendi bünyesinde barındırması gibi unsurların bulunduğu
söylenebilir. Görüşmeler esnasında kişilere yöneltilen ''Kendinizi Levanten kimliğine
ait hissediyor musunuz?'' sorusuna yapılan görüşmelerden birinde bilgi veren kişinin
cevabı güzel bir örnek oluşturabilir. Bu noktada:
353
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'', s.34.
354
Yerasimos, s.30.
355
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'', s.34
90
''Ben kendimi Levanten kimliğine ait hissediyorum. Olumsuz olsun ya da olmasın bunu
hissediyorum. Neticede ben İtalyan'ım ya da başka bir yerliyim diyemem. Ben
Levantenim. Kendimi bu anlamda dışlanmış hissetmiyorum, aksine Levanten
kimliğinin çok büyük bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Bir Levantenin sahip
olabileceği unsurlara sahibim. Çünkü tüccar bir aileden geliyorum, farklı diller
konuşuyorum, çok uluslu bir aile yapısı içerisindeyim. Kimliksel yapımda hem
Avrupa'nın hem de bu coğrafyanın etkileri mevcut. Başlangıçta Levanten kimliğinin
reddi olsa bile günümüzde bu durum artık mevcut değil, aksine Levantenlik adeta bir
statü olarak görülmekte.''
356
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
91
gerekmektedir. Toplumsal yaşam içerisindeki farklılıklar; kimi zaman bir çatışma
ortamı doğurabildiği gibi, kimi zamanda toplumsal uzlaşının hakim olduğu
görülmektedir. Levantenlerin konumu incelendiğinde kültür, din, dil, köken itibariyle
toplumun çoğunluğundan farklılaştığı gözlemlenmektedir. Bu çerçevede gerek
Levantenler ile gerekse de toplumun diğer bazı kesimleriyle yapılan görüşmeler
neticesinde, Levantenlere karşı bakış açısı analiz edilmeye çalışmış ve Levantenlerin
bu bakış açısından etkilendiği olumlu, olumsuz durumların saptanması
amaçlanmıştır.
Levanten olarak nitelendirilen kişilerle yapılan görüşmelerde genel itibariyle
kendilerine karşı toplumun bakışının olumlu yönde olduğu belirtilmiştir. Ancak
bununla birlikte çoğunlukla toplumun, Levanten kavramını ve Levantenlerin kim
olduğunu bilmedikleri görülmektedir. Levanten kavramını ve Levantenlerin kim
olduğunu bilen kişilerin, Levanten olarak nitelendirilen kişilere karşı bakış açısının
olumlu yönde olduğu anlaşılmıştır. Bu olumlu bakışın bir sebebi olarak görüşülen
kişiler; Levantenlerin Osmanlı Devletine ve Türkiye Cumhuriyetine önemli sanayi ve
ticari katkısının olmasını belirtmiştir. 357
Bunun yanında İzmir ve İstanbul genelinde
Levantenler hakkında daha çok bilgiye sahip olunmasına karşın, Türkiye genelinde
bu durumun oldukça az oranda olduğu tespit edilmiştir.
Farklı kültüre, dine ve farklı bazı özelliklere sahip olmasından dolayı çok sık
rastlanmamakla birlikte toplumun bazı kesimleri tarafından, Levantenlere karşı
zaman zaman olumsuz olabilecek davranışların görüldüğü söylenebilir. Özellikle
yabancı isimlere sahip olmalarından dolayı Levantenlerin, bazı zamanlarda toplum
tarafından farklı olarak algılandıkları düşünülerek olumsuz olabilecek geri dönütler
verdiği görülebilmektedir. Örneğin yapılan görüşmelerin birinde görüşülen kişi
askerlik yaptığı sırada isminin yabancı bir isim olmasından dolayı olumsuz bir
durumla karşı karşıya kaldığını belirtmiştir.358 Ancak yine bu olumsuz çıktılar
oldukça az oranda olup, genel itibariyle ve özellikle de Levantenler hakkında bilgi
sahibi olan kişiler tarafından, olumlu yaklaşımların olduğunu belirtmek gerekir. Bu
çerçevede toplumsal anlamda Levanten kimliğinin çoğunlukla olumlu yönde
karşılandığı görülmüştür.
357
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
358
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
92
7. LEVANTEN KİMLİĞİNİN EKONOMİK ANLAMDA ETKİLERİ
359
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
93
Yapılan görüşmelerde Levanten kimliğinin; kendi döneminde avantajlarını
gören kişilerin olduğu gibi, eskiden avantajları olmasına karşın günümüzde artık bu
avantajların kalmadığını belirten kişilerde olmuştur. Bütün bunların ışığında
Levanten olmanın günümüzde doğrudan bir avantajının çok kalmadığı
söylenebileceği gibi, birden fazla dil bilmek ve birden fazla kültürün özelliklerini
bünyesinde barındırmasından dolayı, farklı kültürlere karşı yaklaşımı biliyor olmak
gibi Levanten kimliğinin bazı özelliklerinin ekonomik alanda avantajlarının olduğu
söylenebilir.
94
Bunun yanında belirtilmesi gereken bir diğer önemli durum, bazı dönemlerde devlet
politikası çerçevesinde, Türkiye'de doğan herkese Türk vatandaşlığının otomatik
olarak verildiği görülmüş, bu sebeple Levantenlerin bir kısmının bu dönemsel süreç
içerisinde doğmuş olmasından dolayı, Türk vatandaşlığının olduğu görülmüştür.
Yapılan görüşmeler çerçevesinde aynı zamanda bir çok Levanten kişinin de, askeri
sürece dahil olduğu tespit edilmiştir.
Levanten kimliğinin siyasi karar alma süreçlerine etkisi, yapılan görüşmelerin
farklı örnekler çerçevesinde ele alınıp incelendiğinde yapılan görüşmelerde bilgi
veren bir Levanten: ''Levanten kimliğimin bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü
farklı ulus kökenlerine sahip olmamdan dolayı, aşırı Türk milliyetçiliğine ve farklı
dini inancımın olmasından dolayı da aşırı dinci siyasi görüşlere uzağım.'' yönündeki
açıklaması Levanten kimliğinin barındırdığı farklı ulus kökenlerine dayanıyor olma
ve toplumun genelinden farklı dini inanışa sahi olma özelliklerinden dolayı,
Levanten kimliğinin siyasi karar alma sürecine etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu
durumu destekleyen bir diğer örnek olması açısından yapılan görüşmelerden bilgi
veren bir diğer Levanten: ''Türk vatandaşlığım yok ancak eğer olsaydı, hoşgörünün
olduğu siyasi kesime yönelirdim.'' açıklaması ile özellikle Levantenlerin, toplumun
genelinden ayrılan bazı özelliklerden dolayı, doğal olarak hoşgörünün egemen
olduğu siyasi süreçlere yönelimi olacağını belirtmektedir. Bunlarla beraber Levanten
kimliğinin siyasi karar alma süreçlerine ve siyasi yönelime etkisinin olmadığını
düşünen kişilerde mevcuttur. Örneğin; bir Levanten görüşmeci: '' Levanten olmamın
bu durum üzerinde bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Siyasi karar alma sürecinde
ya da siyasi yönelimim konusunda Levanten kimliğine sahip olmamdan ziyade doğru
bulduğum düşünceler doğrultusunda her zaman hareket etmişimdir.'' ve bir diğer
Levanten görüşmeci: ''Benim Türk vatandaşlığım yok sadece İtalyan vatandaşlığım
var. Türk vatandaşlığına sahip değilim ve açıkçası benim kimliğimin siyasi
düşüncelerime bir etkisi olacağını da düşünmüyorum.'' iki farklı açıklamadan da
anlaşılacağı gibi bazı Levantenlerin, kendi kimliksel yapılarının siyasi yönelimlerine
bir etkisinin olmadığını belirtmişlerdir.
Levanten kimliğinin siyasi karar alma sürecine etkileri incelendiğinde kesin
sonuçlara ulaşılamamaktadır. Bununla beraber bu kişilerin İzmir'de yüzyıllardır
yaşadığı düşünüldüğünde, dönemin politik yönelimlerinden bağımsız olduğunu
95
düşünmemek gerekir. Her ne kadar kökenlerini farklı uluslara dayanıyor da olsa,
yaşadıkları coğrafyanın düşün hayatından etkilendiklerini ve aynı zamanda bu düşün
hayatını da etkilendikleri bir gerçektir. Geçmişten günümüze kadar bu durum
geçerliliğini korumaktadır. Toplumsal ve siyasi konum açısından Levantenlerin,
İzmir özelinde yaşadıkları bölgelere de etkilerinin olduğu söylenebilir. Osmanlı
döneminde ekonomik olarak oldukça güçlü oldukları bilinen bu kişiler, Osmanlının
İzmir'de uyguladığı politik konuları belirleyici bir unsur olduğu söylenebilir. Bu
çerçevede İzmir'in konumu ve yaşadığı değişim düşünüldüğünde, günümüzde
İzmir'de bulunan Levantenlerin, kentin politik ve toplumsal yaşamında önemli
rollerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
360
Arsava, s.42.
361
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.26.
96
biridir.362 Bir diğeri ise farklılıklar özelinde toplumdan ayrılan bu kişilerin aynı
zamanda toplumun genelinden sayıca az konumda bulunmasıdır.363 Levantenler; bazı
özellikleri çerçevesinde toplumun genelinden farklılıkları bulunan ve sayıca azınlıkta
bulunan kişilerdir. Levantenlerin farklılıklarından ilki, bu kişilerin köken itibariyle
farklı uluslara dayanıyor olmasından dolayı, Levantenlerin ulusal azınlık olarak
görülüp görülemeyeceği konusudur. Ulusal azınlıklar kavramına bakılacak olursa;
esas itibariyle başka bir devlet sınırları içerisinde çoğunluğu oluşturan ulus
üyelerinin, bir başka devlet sınırları içerisinde azınlık konumunda bulunmasını
anlatmaktadır.364 Bu kavramsal çerçeve ile beraber Levantenlerin, Osmanlı
topraklarına ilk geldikleri dönemi incelemek gerekmektedir. Daha sonra Levanten
olarak adlandırılacak olan Avrupalı yabancılar, Avrupa'da ulusal devletlerin ortaya
çıkış sürecinden önce Osmanlı coğrafyasına çeşitli amaçlarla gelmiştir. Özellikle ilk
geldikleri dönemlerde kendilerini bağlı bulundukları şehir devletleri vasıtasıyla
tanımlama yoluna giden Levantenler, Avrupa'da oluşan ulus devletleşme süreciyle
beraber ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla kendilerini, oluşan bu yeni düzen
içerisinde bir ulus devlete bağlı hissedememiş ve kendilerini yaşanan bu süreç
sonrası Katoliklik gibi dini kıstaslar çerçevesinde tanımlama yoluna gitmiştir. Bunun
yanı sıra Levantenlerin; Osmanlı kentlerine geldikten sonra kendi aralarında
evlenmelerinden dolayı, yeni oluşan nesillerin kökenlerinde birden fazla ulus kökeni
bulunmaktadır. Bütün bunlar ışığında Levantenlerin ulusal azınlıklar kapsamı
dahilinde anılamayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra yapılan
görüşmeler çerçevesinde düşüncelerini aktaran bir Levanten görüşmeci: ''Azınlık
olarak kabul edilebilmek için bir millete bağlı olmamak lazım. Bizim her birimizin
bir Avrupa ülkesine vatandaşlığı bulunduğu için azınlık olarak görmek doğru
olmayacaktır.'' belirttiği gibi Levantenlerin neredeyse hepsinin bir Avrupa ülkesinde
vatandaşlığı bulunmaktadır. Bu çerçevede Levantenleri ulusal azınlık olarak
görülemeyeceğini belirtmek gerekmektedir.
Türkiye'de azınlıklar konusu incelendiğinde Levantenlerin dini azınlıklar
kapsamına dahil olup olamayacağı konusu akıllara gelmektedir. Levantenlerin;
Hıristiyan dinine bağlı olduğu düşünüldüğünde temel itibariyle bu kişilerin dini
362
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.29-30.
363
Alpkaya, s.155.
364
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.36.
97
azınlıklar kapsamına dahil olabileceği söylenebilir. Ancak aynı zamanda günümüzde
dini azınlıkların durumuna bakıldığında, din seçiminin kişisel bir eylem olmasından
dolayı, günümüzde dini farklılıklara sahip bireyler, genel itibariyle sadece bu
farklılıktan ötürü bir azınlık unsuru olarak görülmemektedir.365 Bununla beraber
noktada Türkiye'nin, Lozan anlaşmasıyla belirlediği azınlıklar kapsamına kimlerin
dahil olduğunu belirtmek gerekir. Lozan anlaşmasıyla beraber Türkiye;
gayrimüslimleri azınlık olarak gördüğünü belirtmiştir. Bu çerçevede Levantenlerin
de bu gayrimüslim tanımlama içerisinde oluşu azınlıklar kapsamına girdiği
düşüncesini beraberinde getirecek olsa bile, Lozan anlaşmasında Türkiye azınlıklar
kapsamına gayrimüslim kişilerin tamamını değil, sadece Ermeni, Rum ve Yahudileri
dahil etmesinden dolayı,366 Levantenlerin dini azınlıklar kapsamına dahil olmadığı
anlaşılmaktadır. Bununla beraber belirtmek gerekir ki; Türkiye'de azınlık olarak
kabul edilen gayrimüslimler esasında bir dini azınlık değil, etnik azınlıklar
kapsamında belirlenen azınlıklardır. Bu çerçevede günümüz Levantenleri ile yapılan
görüşmelere bakılacak olursa; bilgi aktaran bir Levanten: ''Baktığımızda burada bir
Rum, bir Ermeni azınlık olarak görülüyorsa, Levantenlerin de azınlık görülebilmesi
düşünülebilecek bir durumdur. Çünkü bakıldığında dini farklı, milliyeti farklı bir
topluluktan bahsediyoruz.'' açıklamasıyla Levantenlerin dini olarak farklılaşmasından
kaynaklı, Rumlar ve Ermeniler gibi azınlık kapsamında olabileceğini belirtmektedir.
Ancak bununla beraber görüşmeci yine de Levantenlerin hiçbir zaman böyle bir
isteğinin bulunmadığını vurgulamaktadır.
Son tahlilde Levantenlerin etnik azınlıklar kapsamına dahil edilip
edilemeyeceği konusu incelenecek olursa, etnik azılıkların sahip olduğu özellikler:
Etnik grupların farklı ve kendine ait bir kimliğe sahip olmaları, Grup bireylerinin
ortak bir geçmişe (kökene) sahip olması, grup üyelerinin çeşitli ve toplumun geri
kalanından farklı kültürel özelliklere sahip olması (Örneğin, farklı dil), grup üyeleri
arasında var olan sosyal ilişkilerin bir organizasyona tabi olması şeklindedir.367
Levantenlerin din, dil, kültürel özelliklerinden dolayı farklılaştığı ve etnik
azınlıkların bahsedilen özelliklerine uyduğu görülmektedir. Ancak Levanten
kimliğinin birden fazla kökene dayanıyor olmasın, etnik grupların özelliklerinden
365
Arsava, ss.56-57.
366
Bülent Kara, s.140.
367
Arsava, s.54.
98
biri olan kendini dıştan soyutlama ve grup içine kapalılığın,368 günümüz
Levantenlerinde bulunmaması ve Levantenliğin bir etnisite ifade etmemesinden
dolayı Levantenlerin etnik azınlıklar kapsamına tam anlamıyla dahil olamayacağı
anlaşılmaktadır. Levantenlerle yapılan görüşmelerde görüşülen kişi: ''Türkiye'de
azınlıklara dikkat ettiğimizde hep bir etnik temel üzerine belirlenmekte. Ermeniler,
Rumlar, Yahudiler böyledir. Ancak Levantenlerin kökenlerinde Fransız, İtalyan,
İngiliz gibi birden fazla etnik köken var. Bu sebeple Levantenlerin azınlık olarak
görülemeyeceğini düşünüyorum.'' açıklamaları da bu durumu destekler nitelikte
olmuştur.
Levantenlerin azınlıklar kapsamına dahil olup olamayacağı konusu
çerçevesinde yapılan görüşmelerde, Sizce Levantenler azınlık olarak görülebilir mi?
şeklindeki soruya verilen cevaplar incelendiğinde genel itibariyle, Levantenlerin
azınlık kapsamında olmadığı bilgisine ulaşılmıştır. Bununla beraber görüşülen
kişilerin tamamı Levantenlerin azınlık statüsü taleplerinin hiçbir zaman olmadığını
belirtmişlerdir. Özellikle Osmanlı döneminde imtiyaz sahibi olan Levantenlerin
böyle bir talebinin olmaması doğaldır. Günümüzde bu ayrıcalıklı konum
yitirilmesine karşın, Levantenlerin bu yönde herhangi bir beklentisinin olmadığı
sonucuna varılmıştır. Özellikle İzmir özelinde düşünüldüğünde toplumun önemli
unsurlarından biri olan Levantenlerin, kimliklerinde her ne kadar farklı bazı
özellikler bulunsa bile, tarihsel süreç içerisinde kent yaşamına entegre olmuş ve
kendilerini İzmir kültürünün içerisinde tanımlamışlardır.
368
Türkdoğan, s.41.
99
yaptıkları evlilikler sonucunda bu kişilerin kökenlerinin birden fazla ulusa dayandığı
görülmüştür. Levanten kimliğinin diğer bir özelliği ise, Protestan Hıristiyan
Levantenlerin bulunmasına karşın çoğunlukla Katolik Hıristiyan oluşlarıdır. Bunun
yanı sıra birden fazla dili bilmeleri ve konuşmaları, Levantenlerin özellikleri
arasındadır. Bu durum Levantenlerin, farklı ulus kökenlerine dayanan bağları olduğu
düşünüldüğünde oldukça normaldir.
Köken itibariyle Levantenlerin birden fazla ulus kökenine dayandığı
bilinmektedir. Bu ulusların hangileri olduğu yapılan görüşmeler çerçevesinde genel
olarak tespit edilmiş olup, İzmir Levantenlerinin; Fransız, İtalyan, İngiliz, Malta,
Yunan ve diğer bazı Avrupa uluslarına dayanan kökenlerinin bulunduğu
görülmüştür. Ancak bu noktada belirtilmesi gereken konu Levantenlerin uzun
yıllardır yaşamalarından dolayı, yerel halk ile de evlilikler yaptığının görülmesidir.
Ermeni, Rum ve Türkler ile yapılan evlilikler sonucunda özellikle günümüzde,
Levantenlerin kökenlerinin daha da çeşitlendiği görülmüştür.
Levantenlerin İzmir’e gelme sebepleri farklılık göstermektedir. Başlangıçta
ticari odaklı gelişler mevcutken, süreç içerisinde farklı sebeplerle kente gelen
kişilerinde de bulunduğu saptanmıştır. Özellikle daha iyi bir yaşam koşulu
düşüncesiyle kente gelen ailelerin olduğu görülmüş, bunun yanında demiryolu
işletmeleri vasıtasıyla ve gemi kumpanyalarıyla gelen kişiler olmuştur.
Levantenlerin İzmir'e geldiği yıllarda yaptıkları meslekler birbirinden
farklılık göstermektedir. Ticari amaçla gelen Levantenlerin çoğunlukta olmasına
karşın başka meslek kollarında çalışan kişilerinde, İzmir'e geldikleri görülmüştür.
Levantenlerin yaptıkları meslekler incelendiğinde erken dönemde; ticaretle uğraşan
kişiler, sanayici, tarım ve hayvancılık sektöründe çalışan kişiler, demiryolu işçileri,
kitapçı, matbaacı, zücaciyeci, kuyumcu gibi birçok meslek dalında çalışan
Levantenlerin bulunduğu görülmektedir. Günümüzde ise Levantenlerin meslek
alanlarında daha fazla çeşitliliğin olduğu tespit edilmiştir. Avukat, yazar, rehber,
öğretmen, akademisyen, oyuncu gibi farklı meslek dallarında Levantenler
bulunmaktadır.
Aidiyet olgusu çerçevesinde Levanten kimliği; içeriğinde birden fazla ulus
kökenini barındırmasından dolayı oldukça karmaşık bir görünümdedir. Farklı
kültürlerin etkisi sonucu oluşan bu kimlik yapısı, Levanten bireylerin aidiyet
100
duygularını da etkilemektedir. Kişilere yöneltilen; '' Kendinizi aidiyet bağıyla bağlı
gördüğünüz uluslar var mıdır? Varsa bunlar nelerdir?'' sorusuna verilen yanıtlar
birbirinden farklılık arz etmektedir. Bu çerçevede herhangi bir ulusal aidiyetinin
bulunmadığını belirten kişilerin olduğu gibi, köken itibariyle geldikleri uluslara ya da
Türkiye’ye ait hisseden kişilerin de bulunduğu tespit edilmiştir. Ancak bu noktada
belirtmek gerekir ki; Levantenlerin tamamının bulundukları bölgelerde çok uzun
süredir yaşamalarından dolayı özellikle İzmir’e karşı aidiyet bağlarının güçlü olduğu
anlaşılmıştır.
Levanten kavramının ortaya çıkış süreci ve nitelendirilme şekli
düşünüldüğünde zaman zaman, bu kimlikle anılan kişiler tarafından kabul görmediği
görülmektedir. Ancak günümüz Levantenleri ile yapılan görüşmelerde bu durumun
farklılaştığı anlaşılmaktadır. Kişilere yöneltilen; ''Kendinizi Levanten kimliğine ait
hissediyor musunuz ?'' Sorusuna verilen yanıtlarda, görüşülen kişilerin tamamının
Levanten kimliğine kendilerini ait hissettiklerini ve Levanten kimliğinin özelliklerine
sahip olduklarını belirtmişlerdir.
Levanten kimliğinin toplumsal bakımdan etkileri sorgulandığında. Genel
itibariyle toplum tarafından Levantenlerin yeterince bilinmediği görülmüştür. Bunun
yanı sıra bilen kişiler tarafından Levantenlere karşı olumlu bir bakış açısının
bulunduğunu belirtmek gerekir. Görüşülen bazı kişiler, kendilerine karşı bazı
zamanlarda olumsuz olabilecek yaklaşımlar bulunsa bile, genel itibariyle olumlu
yaklaşımların bulunduğunu ifade etmiştir.
Ekonomik alanda Levanten kimliğinin bazı etkilerinin olduğu açıktır.
Geçmişte Levanten olmanın daha çok etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle işe
alım sürecinde bunun etkisini gören kişiler olmuştur. Ancak günümüzde bu durum
çok fazla söz konusu olmamaktadır. Bunun yanında Levanten kimliğinin
özelliklerinden biri olan; birden fazla dili biliyor ve konuşuyor olmanın Levantenlere
ekonomik alanda olumlu yönde etkisi olmuştur.
Levanten kimlik yapısının siyasi karar alma sürecine etkisi konusunda
birbirinden farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bu noktada bu kimlik yapısının bazı
kişileri dolaylı yoldan etkilediği görüldüğü gibi, görüşülen bazı kişiler üzerinde bir
etkisinin olmadığı görülmüştür. Siyasi karar alma sürecini etkilemesinin sebepleri
incelendiğinde; Levantenlerin köken itibariyle birden fazla ulusun kökenine sahip
101
olması ve dini inanışlarının farklılık göstermesi, dolaylı yoldan Levanten olarak
nitelendirilen bireylerin siyasi yönelimlerini etkilediği söylenebilir. Levantenlerin oy
kullanma işlemleri konusu ise vatandaşlık ile bağlantılı olmuştur. Bu anlamda iki
farklı durum ortaya çıkmaktadır. Bazı Levantenlerin günümüzde de Türk
vatandaşlığının bulunmamasından dolayı oy kullanma işlemlerine katılmadığı
görülmüştür. Ancak bir kısım Levantenlerin ise Türk vatandaşlığının bulunduğu ve
oy kullanma işlemlerine katıldığı tespit edilmiştir. Bu farklılığın ortaya çıkmasının
sebebi; bazı dönemlerde devlet politikası çerçevesinde Türkiye'de doğan herkese,
Türk vatandaşlığının verildiği anlaşılmaktadır. Ancak bunun yanında görüşmelerde
birçok kişinin askere alım işlemlerine katılmamak için Türk vatandaşlığını
günümüzde almadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Azınlık statüsü kapsamında Levantenlerin kabul edilip edilemeyeceği
konusunda yapılan teorik incelemeler sonucunda Türkiye'nin, Levantenleri Lozan
antlaşmasıyla azınlık olarak kabul etmediğini belirtmek gerekir. Teorik olarak
incelendiğinde Levantenlerin azınlık olarak kabul edilebilirliği mümkündür.
Toplumun genelinden birçok anlamda farklılığı bulunan bu kişilerin, uluslararası
sözleşmeler çerçevesinde yapılan azınlık tanımlamaları içine dahil edilebileceği
görülmüştür. Ancak azınlık statüsü kapsamında kimlerin bulunacağını devletlerin
kendisi belirlemektedir. Bunun yanında yapılan birebir görüşmeler neticesinde
Levantenlerin hiçbir dönemde azınlık olma gibi bir isteklerinin bulunmadığı
görülmüştür. Osmanlı döneminde bulunan ayrıcalıklı konumları bu durumun önemli
nedenlerinden biriyken, günümüzde ise Levantenler genel itibariyle kendilerini
yaşadıkları bölgenin asli unsurlarından görmekte ve İzmir özelinde aidiyet bağlarının
oldukça güçlü olduğunu söylemek gerekmektedir.
Görüşmeler genel hatlarıyla değerlendirildiğine Levantenlerin, İzmir
toplumsal ve siyasal hayatında önemli etkilerinin olduğunu söylemek gerekir.
Nesillerdir kentte yaşadıkları düşünüldüğünde, bu kişilerin hem kentin kültürel
yapısını ciddi anlamda etkilediğini hem de kısmi olarak kentin kültürel yapısından
etkilendiği görülmektedir. Geçmişten günümüze kentin ticari, ekonomik, kültürel ve
siyasi yapısına önemli katkıları olan Levantenler, günümüzde oldukça az sayıda
kalmıştır. Bununla beraber kente karşı güçlü bir aidiyet bağlarının bulunduğunu
vurgulamak gerekir.
102
103
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
104
insanlar zaman içerisinde, Osmanlı ticaretinin en önemli yönlendiricilerinden birisi
olmuşlardır. Bu çerçevede İzmir'in önemini vurgulamak gerekmektedir.
İzmir, Osmanlı egemenliğine ilk geçtiği yıllarda küçük bir kasaba
görünümündedir. Osmanlı devletinin, İzmir'i egemenliği altına aldığı ilk yıllarda,
kentin önemini yeterince kavrayamadığı görülmektedir. Bu sebeple İzmir'in
gelişemediği ve hakimiyetin ilk yıllarında küçük bir liman kenti olma özelliğini
koruduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı devleti için İzmir'in önemi incelenecek olursa;
İzmir Osmanlı devleti için bir dağıtım limanı görevi üstlenmektedir. Özellikle
İstanbul'a gidecek ürünlerin dağıtımından sorumlu olan bu liman kenti, çevresindeki
kentlerin tarımsal anlamdaki zenginliklerini, İstanbul'a ulaştırma görevini
üstlenmiştir. Bu noktada Osmanlı'nın, İzmir'in gelişimini pek önemsemediği, var
olan dağıtım limanı olma özelliğinin devamını sağlamayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
Ancak Osmanlı'nın süreç içerisinde ticaret ağını yönlendirdiği liman kentlerinin
bulunduğu bölgelerde yaşanan savaşlar sonucu, ticaret ağının güvenlik sebebiyle
sekteye uğraması ile beraber İzmir'in konumunun ön plana çıkmaya başladığı
görülmektedir. İzmir'in konum itibariyle oldukça elverişli bir pozisyonda bulunuyor
olması da, kentin görünür olmasının sebeplerinden birisidir. İzmir'in bir ticaret limanı
olarak ön plana çıkmaya başlaması beraberinde ticaretle uğraşan gerek Osmanlı
tebaasından kişilerin, gerekse de Avrupalı tüccarların dikkatini çekmiş ve İzmir'e
gelerek ticaret yapmaya başlamışlardır. Daha sonraki dönem içerisinde Levanten
olarak anılacak, Avrupalı tüccarların kente geliş süreci böylelikle başlamıştır.
İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön plana çıkmasıyla beraber, Avrupalı
tüccarların kente yoğun olarak gelmesini sağlamıştır. Osmanlı devletinin bir süre bu
durumu engellemeye çalıştığı görülmüştür. Özellikle zaman zaman bazı ürünlerin dış
ticaretini yasaklayarak bu durumun önüne geçmeyi amaçlayan Osmanlı yöneticileri,
İzmir'in dağıtım limanı olma özelliğinin devam etmesini amaçladığını söylemek
mümkündür. Bunun yanında Osmanlı'nın sabit fiyat politikaları ile ürünleri belli bir
fiyat üzerinden temin etmek istemesi, bölge halkının daha fazla kazanç elde etmek
amacıyla ürünleri Avrupalı tüccarlara satmasına neden olmuştur. Bu durum bir süre,
İzmir'de kaçakçılığın yaygınlaşmasına sebep olmuş ve Osmanlı bu durumun önüne
geçemeyeceğini anlayarak ticaretin serbestleşmesi yönünde adımlar atmıştır. Bu
süreçte oldukça güçlenmeye başlayan Avrupalı tüccarlar, İzmir ticaret ağını
105
yönetmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra, Osmanlının yaptığı savaşlar ile beraber ilgi
odağının merkezde toplanması beraberinde taşra kentlerinin yerel güçlerle
yönetilmeye başlamasına neden olmuştur. Avrupalı tüccarlar ise bu süreçte yerel
güçlerle yaptığı anlaşmalarla, İzmir'deki konumlarını güçlendirmiş ve kentin ticari
faaliyetlerini neredeyse tek başlarına yönetir konuma gelmişlerdir. Bu süreçte
Avrupalı yabancıların İzmir'e ilgisi artmaya devam etmiş, ilk olarak ticari amaçlar
özelinde gelen Avrupalı tüccarlardan sonra, daha iyi yaşam şartlarına sahip olma
hayaliyle farklı meslekteki Avrupalıların da, İzmir'e yoğun olarak geldiği
görülmektedir. Bununla bağlantılı olarak kentin demografik yapısının da gelişerek,
değişime uğradığını belirtmek gerekir. Kentin gelişmesine paralel olarak, nüfusu da
ciddi artış göstermiş ve kent farklı unsurları barındıran, çok kültürlü bir yapıya
bürünmüştür. Bu unsurlardan biriside daha sonraları Levanten olarak
nitelendirilecek, Avrupalı yabancılardır.
XIX. yüzyıl itibariyle kullanıldığı düşünülen Levanten kavramı, hakkında bir
çok tartışmayı barındıran ve oldukça karmaşık yapıda olan bir kavramdır.
Levantenlerin kim olduğunu incelemeden önce asıl dikkat edilmesi gereken konu,
kavramın nasıl ve kim tarafından ortaya çıkarılmış olduğudur. Levanten kavramının
kökeninde bulunan Levant kavramının geçmişi çok eskilere dayanmaktadır.
Avrupa'nın doğuyu tanımlamak için kullandığı Levant kavramı, bir coğrafi
tanımlama olarak kullanılırken, süreç içerisinde doğuda yaşayan insanlar da
Levanten olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede anlaşılmaktadır ki, Levanten kavramı
Avrupa tarafından ortaya çıkarılan bir kavramdır. Avrupa'nın ortaya çıkardığı
Levanten kavramının, her şeyden önce bir ötekileştirici unsur olarak kullanıldığı
düşünülmektedir. Özellikle Levanten olarak nitelendirilen kişilerin, Avrupa'da ortaya
çıkan Ulus devletlerin oluşumundan önce, Avrupa'dan çıkmış olmaları ve
beraberinde oluşan ulus devletlere karşı kendilerini bağlı hissedememeleri
durumunun oluşmasına neden olmuştur. Avrupa kendinden farklı olarak gördüğü bu
kişileri, doğululaşmış kişiler olarak görerek kendinden ayırmaya çalıştığı
anlaşılmaktadır. Bu noktada Levanten kavramının bir ötekileştirilme unsuru olarak
ortaya çıktığı söylenebilir. Dönemin Avrupalı seyyahlarının yazdıkları da bu durumu
kanıtlar niteliktedir. Özellikle Avrupa'nın kültürel ve entelektüel birikiminden
yoksun olarak gördükleri bu kişilerin, Avrupalı giyim kuşamına sahip olduklarını,
106
birden fazla dil konuşmalarına rağmen hiçbirini tam anlamıyla konuşamadıklarını
yazılarında vurgulamaktadırlar. Bütün bunlarında gösterdiği üzere Levanten kavramı
Avrupa merkezli bir ötekileştirme unsuru olarak ortaya çıkmıştır.
Levanten kavramı hakkında yapılan tartışmalar, sözlük ve ansiklopedilerde ki
açıklamalar ile beraber, Levanten olarak kabul edilen kişilerle yapılan görüşmeler ele
alındığında kavramın boyutları ve tanımı ortaya konulabilir. Levanten; Avrupa
kökenli olan insanların, başta ticaret olmak üzere çeşitli sebeplerle çoğunlukla
Osmanlı liman kentlerine gelen ve zamanla buraya yerleşen, daha sonra yaptıkları
evlilikler dolayısıyla soyları karışan, çoğunlukla Katolik Hıristiyanlardan oluşan
kişiler olarak tanımlanabilir. Yapılan tanımlama çerçevesinde analiz yapılacak
olursa; Levantenliğin önemli özelliklerinden birisi çoğunlukla Katolik
Hıristiyanlardan oluştuğudur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konulardan
birisi; bu kişilerin sadece Katolik olmadığı, aynı zamanda içerisinde Protestan
İngilizlerin olduğunu da belirtmek gerekir. Ancak gerek yapılan görüşmeler, gerekse
de teorik bilgiler ışığında Levantenlerin çoğunlukla Katolik olduğu söylenebilir.
Bunun yanında dikkat edilmesi gereken bir diğer unsur; Levantenlerin Avrupalı
kökenlere sahip olduğudur. Bu duruma dikkat edilmesi gerekliliğinin sebebi,
Osmanlı tebaasından olan Ermenilerin de Katolik Hıristiyan oluşudur. Bu sebeple
Levantenleri, Ermenilerden ayırt edici unsurun, bu kişilerin Avrupa kökenine sahip
olmasıdır.
Levanten kavramı karmaşık bir yapıda olmasına karşın zamanla sınırları da
değişen bir kavramdır. Başlangıçta coğrafi olarak kullanılan kavram, zaman
içerisinde sınırları daralar belirli kişileri işaret etmiştir. Ancak burada dikkat çeken
unsurlardan birisi bazı dönemlerde yerel unsurların, Levanten kimliğine bürünme
yönündeki eylemleridir. Osmanlının Avrupalı yabancılara verdiği imtiyazlardan
yararlanmak isteyen bazı kişiler, bazı dönemlerde soyadlarını İtalyan, Fransız
soyadlarına benzeterek Levanten kimliğine eklemlenmeye çalışmışlardır.
Levanten kültürü ele alındığında başlangıçta dönemim bütün toplumları gibi
Levantenlerin de kapalı bir toplum özelliğinin bulunmasından dolayı, Levanten
kültürünün başlangıçta Avrupa kültürüne daha yakın bir yapıda olduğu söylenebilir.
Ancak farklı Avrupa kökenlerini paylaşan bu kişilerin evlenmesiyle beraber,
Levanten kimliğinin birden fazla Avrupa kültürünün etkisi altında kaldığını
107
belirtmek gerekir. Süreç içerisinde toplumların diğer toplumlarla evlendikleri
görülmüş ve bu sebeple Levanten kimliğindeki kültürel çeşitliliği de artmıştır.
Özellikle bu kişilerin İzmir'de nesillerdir yaşamaları ve zamanla Türklerle de
evlenmeye başlamaları, Levanten kimliğinde Türk kültürünün de etkisi olmasını
sağlamıştır. Bununla beraber aynı zamanda Levanten kültürünün de İzmir özelinde,
yaşadıkları bölgenin kültürünü etkilediklerini söylemek gerekir. Özellikle günümüz
İzmir'inin yapısı düşünüldüğünde Türkiye'nin neredeyse en çok Avrupa'ya yakın kent
olma özelliklerini barındırmasının temelinde Levanten kültürünün ve dolayısıyla
Levantenlerin etkilerinin olduğu söylenebilir. Bütün bunlarla beraber Levanten
kültürünün yok olmak üzere olduğu anlaşılmıştır. Yeni Levanten kuşak olarak
nitelendirebileceğimiz Levantenlerde, Levanten kültürünün etkisinin giderek azaldığı
görülmektedir. Yapılan görüşmeler çerçevesinde görüşülen kişiler, çocuklarının
kendileri gibi Levanten kültürünün etkisinde olmadığını ve bu kültürün yavaş yavaş
ortadan kalktığını belirtmişlerdir.
Levantenlerin ekonomik ve meslek durumları incelendiğinde. Başlangıçta
ticaret odaklı gelen kişileri çeşitli meslek gruplarının da takip ettiği görülmektedir.
Tacirlik, sanayicilik, zücaciyecilik, kuyumculuk, matbaacılık, demir yolu işletmeleri
çalışanları gibi bir çok meslekten insanın bulunduğu görülmektedir. Günümüzde ise
bu meslek grubu daha da genişlemiş ve yazar, avukat, öğretmen, tur rehberi gibi
çeşitli meslek kollarından Levantenlerin bulunduğu görülmüştür.
Levanten kimliğinin Avrupa merkezli bir ötekileştirme unsuru olarak ortaya
çıkması ve Avrupa tarafından küçümseyici bir unsur olarak görülmesi sebebiyle,
özellikle bu kimlik yapısının ortaya çıktığı ilk yıllarda, bu kimlik yapısıyla
nitelendirilen kişiler tarafından reddedildiği görülmektedir. Bu kişiler kendilerini
Levanten olarak değil; Latinlik, Katoliklik gibi unsurlar çerçevesinde
tanımlamışlardır. Dönemin toplumsal yapısında da bu kişiler uzunca bir süre Frenk
olarak adlandırılmıştır. Süreç içerisinde kavrama atfedilen konumun değişime
uğradığı anlaşılmaktadır. Levanten kimliği bazı dönemlerde, bazı kişiler tarafından
nadir olarak reddedildiği görülmekle beraber, genel itibariyle bu kimliğe sahip olan
kişilerce kabul edildiğini belirtmek gerekir. Özellikle günümüzde Levanten olarak
kabul edilen kişilerin bu kimliksel yapılarını kabul ettiği ve kendilerini bu kimliksel
yapıya ait hissettikleri görülmektedir. Her ne kadar kavramın ne ifade ettiğini ve
108
Levanten'in ne demek olduğu konusundaki bilgi, günümüzde toplum tarafından az
bilinse bile kavramın ne ifade ettiğini bilen kişiler tarafından, Levantenlere karşı
olumlu bir bakış açısının olduğunu söylemek gerekir. Bu anlamda Levantenliğin
günümüzde olumsuz anlamından sıyrılarak, olumlu bir statü konumuna geldiği
görülmüştür.
Levantenler, azınlık kapsamında incelendiğinde bu kişilerin azınlık statüsü
çerçevesinde değerlendirilemeyeceği anlaşılmaktadır. Her ne kadar bazı
görüşmelerde bu kapsam dahilinde olunabileceği söylenmesine karşın, Levantenlerin
böyle bir beklentilerinin olmadığı açıktır. Toplumun genelinden farklılaşan ve sayıca
oldukça az konumda bulunan bu kişiler, İzmir özelinde kendilerini asli unsurların
arasında görmektedir. Bu noktada Levantenlerin, İzmir'e karşı aidiyet bağlarının
oldukça güçlü olduğu sonucuna varılmaktadır.
Levantenlerin siyasi yöneliminin ne olduğu konusu belirsizdir. Ancak
Levanten kimliğinin, kanımızca bu kişilerin siyasi yönelimine etkilerinin bulunduğu
düşünülmektedir. Bu kişilerin farklı kökenlere dayanıyor oluşu ve farklı dini inanışa
sahip olmaları gibi özelliklerinin, günümüzde kişilerin siyasi yönelimlerine etkisinin
olmasına neden olduğu kanısına varılmaktadır. Uzun süredir İzmir'de bulunan bu
kişilerin, özellikle kentin politik yaşamından bağımsız olduğunu düşünmek oldukça
zordur. Bununla beraber bazı Levantenlerin vatandaşlığının olmamasından dolayı oy
kullanma haklarının da bulunmadığı görülmüştür. Askerlik hizmetine katılmamak
için vatandaşlık almayan kişilerin bulunduğu gibi, vatandaşlığı olup askerlik
hizmetine katılan Levantenlerin de bulunduğunu belirtmek gerekir.
Teorik bilgiler ve yapılan görüşmeler ışığında Levantenlerin, İzmir'in gelişimi
için önemli unsurlardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminden
başlayarak, İzmir'in önemli bir ticaret limanı haline gelmesi ve gelişmesi yönünde
ciddi katkıları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra farklı kültürlerin birleşimi sonucu
ortaya çıkan Levanten kültürü aynı zamanda, İzmir'in kültürel yapısının da
şekillenmesine katkıda bulunmuştur. Geçmişten günümüze İzmir'in toplumsal,
siyasal, ekonomik ve kültürel hayatında oldukça görünür olan bu kişilerin
günümüzde oldukça az sayıda kaldığını belirtmek gerekir. Bununla beraber Levanten
kültürünün de gitgide yok olmaya başladığı görülmektedir. Farklılıkların bir arada
toplumsal uzlaşı içinde yaşadığı İzmir için Levantenler, bu uzlaşının ortaya
109
çıkmasındaki önemli aktörlerden biri olmuştur. Bu çerçevede Levantenlerin
toplumsal ve siyasal konumu ortaya konulmaya çalışılmış ve özellikle de günümüz
Levantenleri hakkında literatüre katkı sağlanmak amaçlanmıştır.
110
KAYNAKÇA
Aka, Assiye. ''Kimliğe Teorik Yaklaşımlar'', C.Ü Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:34,
Sayı:1, 2010, ss.17-24.
Aksakal, Erdi. ''Kültürel Kimliğin İnşa Sürecinde Melez Bir Kavram Olarak
Alevilik'', A.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:53, 2014. ss.215-
232.
111
Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., Cilt:14, İstanbul, 1989.
Anık, Mehmet. Çok Kültürlü Bir Toplumda Kimlik Algısı: İsveç'te Yaşayan
Türk Göçmenleri Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Sakarya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, 2011.
Arıkan, Zeki. ''XV. XVI. Yüzyıllarda İzmir'', Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 1992.
Atay, M. Çınar. Tarih İçinde İzmir, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayını, İzmir,
1978.
112
Aykoç, Emre. Türkiye ve Yunanistan'ın Azınlık Politikaları: İkili İlişkiler,
Ulusçuluklar ve Azınlık Ekseninde Karşılaştırmalı Bir İnceleme,( yayınlanmamış
doktora tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2009.
Baykara, Tuncer. İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974.
Beyru, Rauf. 19. Yüzyılda İzmir'de Yaşam, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2000.
Can, İslam. ''Türk Ulusal Kimliğinin İnşasında Milli Eğitim İdeolojisinin Rolü'',
Sosyoloji Divanı, Sayı:1, 2013. ss.123-147.
113
Connolly, William E. Kimlik ve Farklılık, çev. Ferma Lekesizalın, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul, 1995.
Çağırkan, Barış. ''Göç, Hibrit Kimlik ve Aidiyet: Yeni Toplumlar, Yeni Kimlikler'',
İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt:5, Sayı:8, 2016, ss.2613-
2623.
Çetin, Halis. ''Devlet İdeoloji ve Eğitim'', C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:25,
Sayı:2, 2001, ss.201-211.
De Amicis, Edmondo. İstanbul (1874), çev. Beynun Akyavaş, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 1993.
Dikkaya, Fahri. ''Doğu Doğu Mudur, Batı Batı Mıdır?'', Avrupalı mı Levanten mi?,
(Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, ss.193-197.
Emini, M. Emin. ''Hak Kavramı'', S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:12,
2004, ss.203-216.
114
Erikson, Erik. ''Psikososyal Kimlik'', çev. M.Doğan Karacoşkun, Dinbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, 2003, ss.181-192.
Fearon, James D. What İs The İdentity (As We Now Use The Word)?, 1999,
https://web.stanford.edu/group/fearon-research/cgi-bin/wordpress/wp-
content/uploads/2013/10/What-is-Identity-as-we-now-use-the-word-.pdf,
(03.04.2018).
Gellner, Ernest. Uluslar ve Ulusçuluk, çev. Büşra Ersanlı Behar ve Günay Göksu
Özdoğan, İnsan Yayınları, İstanbul, 1992.
Gleason, Phillip. ''Kimliği Tanımlamak: Semantik Bir Tarih'', çev. Fırat Mollaer,
Kimlik Politikaları, (Ed. Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, ss. 21-
52
Goofman, Daniel. ''17. Yüzyıl Öncesi İzmir'', Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 1992.
115
Goofman, Daniel. ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', Doğu ile Batı
Arasında Osmanlı Kenti: Halep, İzmir, İstanbul, Ed. Ali Berktay, Çev. Sermet
Yalçın, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010.
Habermas, Jürgen. Öteki Olmak, Ötekiyle Yaşamak, Çev. İlknur Aka, Yapı Kredi
Yayınları, 9.baskı, İstanbul, 2017.
http://www.izmirdergisi.com/tr/mimari/2719-izmir-in-levantenleri (22.03.2019)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.
5ac8b4c3765f04.44583000 (07.04.2018)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.
5ac8b4ca404249.18477717 (07.04.2018)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a6
9460d19d418.11378643, (25.01.2018)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5ad
e2e53cba307.44027381 (23.04.2018)
https://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/levantine?q=Le
vantine (23.04.2018)
116
https://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/levant?q=levant
(23.04.2018)
https://en.oxforddictionaries.com/definition/identity (07.04.2018)
Kurat, Akdes Nimet. Çaka Bey, 3. Baskı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara,
1966.
117
Kütükoğlu, Mübahat S. İzmir Tarihinden Kesitler, İzmir Büyükşehir Belediyesi
Kültür Yayını, İzmir, 2000.
Maalouf, Amin. Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları,
45.baskı, İstanbul, 2017.
Melucci, Alberto. ''Süreç Olarak Kollektif Kimlik'', çev. Ömer Mollaer, Kimlik
Politikaları, (Ed. Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, ss.79-104.
Mollaer, Fırat (ed.). ''Kimlik: Can Alıcı Bir Mesele ve Banalleşen Bir Kelime'',
Kimlik Politikaları, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, ss.7-17.
118
Oban, Raziye. ''Tarihte İzmir'de Yabancılar-Levantenler (Sosyo-Ekonomik ve
Kültürel Katkılarıyla), Yerel Gündem 21 Birlikteliğinde Türkiye Doğumlu
Olmayan Yerleşik Yabancılar, (Ed. Zerrin Toprak ve diğerleri), Birleşik
Matbaacılık, İzmir, 2007, ss.1-15.
Parekh, Bhikhu. ''Kimliğin Mantığı'', çev. Suat Aksoy, Kimlik Politikaları, (Ed.
Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, ss.53-76.
Pınar, İlhan. İzmir: Bir Güzel Kentin Serencamı, Kilizman Yayınevi, İzmir, 2017.
119
Pınar, İlhan. ''Levant, Levanten ve Levantenlik ya da Öteki'ni Tanımlama
Bağlamında Kavramların Yeniden Üretimi'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus
Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006. ss.33-38.
Sen, Amartya. Kimlik ve Şiddet, çev. Ahmet Kardam, Türk Henkel Yayınları,
İstanbul, 2006.
Smith, Anthony D. Milli Kimlik, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları,
8.baskı, İstanbul, 2016.
Şeker, Dilara. ve Gülten Uçan, ''Göç Sürecinde Kadın'', C.B.Ü. Sosyal Bilimler
Dergisi, Cilt:14, Sayı:1, 2016, ss.199-214.
Şenocak, Bülent. Levant'ın Yıldızı İzmir, Yakın Kitabevi, 5.baskı, İzmir, 2016.
120
Türkdoğan, Orhan. Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınları, İstanbul, 1999.
Ülker, Necmi. XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İzmir Şehri Tarihi-1: Ticaret Tarihi
Araştırmaları, Akademi Kitabevi, İzmir, 1994.
Yapıcı, Asım. Din Kimlik ve Önyargı (Biz ve Onlar), Karahan Yayınları, Adana,
2004.
Yılmaz, Serap. ''İzmirli Levantenler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul
ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006. ss.119-140.
Yumul, Arus. ''Melez Kimlikler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve
Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, ss.39-50.
121
GÖRÜŞÜLEN KİŞİLER LİSTESİ
122