You are on page 1of 133

T.

C
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI
KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI
YÜKSEK LİSANS TEZİ

LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMU: İZMİR


ÖRNEĞİ

Serkan AKARSU

Danışman
Dr. Öğr. Üyesi Levent YILMAZ

İZMİR-2019
TEZ ONAY SAYFASI

ii
YEMİN METNİ

Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “Levantenlerin Toplumsal ve Siyasal Konumu:


İzmir Örneği'' adlı çalışmanın, tarafımdan, akademik kurallara ve etik değerlere uygun olarak
yazıldığını ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf
yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.

Tarih

..../..../.......
Adı SOYADI

İmza

iii
ÖZET
Yüksek Lisans Tezi
Levantenlerin Toplumsal Konumu: İzmir Örneği
Serkan AKARSU

Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü


Kamu Yönetimi Anabilim Dalı
Kamu Yönetimi Programı

Osmanlı döneminde, başta ticari amaçlarla İzmir'e gelen Avrupalı


yabancılar zamanla kente yerleşerek, kalıcı bir konuma gelmişlerdir. XIX.
yüzyıl itibariyle Levanten olarak nitelendirildiği düşünülen bu insanlar,
zamanla İzmir'in ticari, kültürel, ekonomik, toplumsal ve siyasi hayatını
etkileyen önemli bir konuma ulaşmışlardır. Farklı bir çok özelliği bünyesinde
barındıran Levantenlerin, kimliksel yapısının oluşum sürecinin Avrupa
merkezli bir nitelendirme sonucu olduğu görülmektedir. Osmanlı döneminde
imtiyazlı bir konuma sahip olan bu kişiler, İzmir'in değişimi, dönüşümü ve
dünyada kentin görünürlüğünün artmasına yardımcı olmuşlardır. Geçmişten
günümüze önemli etkileri olan Levantenler, günümüz İzmir'inin de önemli
figürlerinden birisidir.
Levantenlerin toplumsal konumu konusu ele alınmadan önce, konunun
altyapısını oluşturması açısından kimlik, azınlık ve ötekileştirilme kavramı ele
alınarak teorik olarak incelenmeye çalışılmıştır. Bununla beraber daha sonra
Levanten kavramının neyi ifade ettiği, Levantenlerin kim olduğu, Levanten
kimliğinin hangi özellikler çerçevesinde şekillendiği, ve Levantenlerin toplumsal
ve siyasi konumunun ne olduğuyla beraber, Levantenlerin; İzmir açısından
önemi gibi konular ortaya konularak, incelenmesi çalışmanın temel amacını
oluşturmaktadır.
Genel olarak literatür de yeterince incelenmediği kanısına varılan
günümüz Levantenleri, yapılan birebir görüşmeler çerçevesinde, bu kişilere
yöneltilen sorular yardımıyla analiz edilmeye ve günümüz Levantenlerinin
toplumsal konumunun ne olduğu ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.

iv
Anahtar Kelimeler: Kimlik, Azınlık, Ötekileştirme, Levanten, Levanten
Kimliği, İzmir Levantenleri, Levantenlerin Toplumsal Konumu

v
ABSTRACT
Master’s Thesis
Social Position of Levantines: İzmir Sample
Serkan AKARSU

Dokuz Eylül University Graduate School of Social Sciences


Department of Public Administration
Public Administration Program

European foreigners who primarily came to İzmir with commercial


purposes during Ottoman period, became consistent in the region by settling in
the city. These people described as Levantines as of XIX. century reached an
important position which affects İzmir's commercial, cultural, economical,
social and political life over time. İt is seen that the formation process of cultural
structure of Levantines who have various distinct properties is the result of a
Europe-centred discription. These people who have a privileged position during
Ottoman period helped İzmir's change, transformation and the increase in the
city's visibility in the world. Levantines having significant effects so far are also
one of the important figures of today's İzmir.
Before the subject of social position of Levantines was analysed, the
notions identity, minority and isolation were studied theoretically in order to
form the infrastructure of the subject. In addition to this, what the term
Levantine stands for, who the Levantines are what properties Levantine identity
form around and what the social and political position Levantines as well as are
the subjects such as Levantine's importance for İzmir are mentioned and this
analysis form the main aim of this study.
Today's Levantines who are thoughted not to be satisfactorily examined
in the literature were tried to analyse by the help of the questions to them within
the framework of face to face conversations and what the social position of
Levantines are were tried to be discovered.

vi
Key words: Identity, Minority, Isilotion, Levantine, Levantine Identity,
Izmir Levantines, Social Position of Levantines

vii
LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMU: İZMİR ÖRNEĞİ

İÇİNDEKİLER

TEZ ONAY SAYFASI İİ


YEMİN METNİ İİİ
ÖZET İV
ABSTRACT Vİ
İÇİNDEKİLER Vİİİ
TABLOLAR LİSTESİ Xİ

GİRİŞ 1

BİRİNCİ BÖLÜM
KİMLİK VE AZINLIKLAR

1. KİMLİK VE AİDİYET 5
A. Kimlik Kavramı Hakkında............................................................................. 6
B. Kimlik Kavramına Tanımsal Bir Çerçeve ..................................................... 7
C. Ben ve Öteki'nin Var Oluşu: Kimlik Oluşumu .............................................. 9
D. Kimlik Türlerinin İncelenmesi..................................................................... 12
a. Kişisel Kimlik 12
b. Kolektif Kimlik 14
c. Ulusal Kimlik 16
d. Kültürel Kimlik 19
e. Arada Kalmış Bir Kimlik: Kimlikler 21
E. Öteki Kavramının Kimliksel Boyutu ........................................................... 23
2. AZINLIK KAVRAMI VE AZINLIKLAR 26
A. Azınlık Kavramının Ortaya Çıkışı ............................................................... 26
B. Azınlık Kavramının Tanımı Sorunu ............................................................ 28
C. Azınlık Olarak Kabul Görülme Şartı Üzerine.............................................. 31

viii
D. Azınlık Kabul Edilen Grupların Sınıflandırılması ....................................... 34
a. Dini Azınlıklar 35
b. Ulusal Azınlıklar 36
c. Etnik Azınlıklar 38
d. Dilsel Azınlıklar 39
E. Azınlık Hakları Üzerine ............................................................................... 40
F. Türkiye'de Azınlıklar .................................................................................... 46

İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA MERKEZLİ BİR ÖTEKİLEŞTİRME: ''LEVANTENLER''

1. LEVANTEN KAVRAMI VE LEVANTENLİK 51


2. KİMLİK KAVRAMI KAPSAMINDA LEVANTEN KİMLİĞİNİN
İNCELENMESİ 57
3. AZINLIK STATÜSÜ KAPSAMINDA LEVANTENLERİN İNCELENMESİ 61
4. ÖTEKİNİ ANLATMAK: AVRUPALI SEYYAHLARIN GÖZÜNDEN
LEVANTENLER 63
5. İZMİR VE LEVANTEN YAŞAM 66
A. Genel Olarak İzmir'in Tarihi ........................................................................ 66
B. Osmanlı Döneminde İzmir ve İzmir'in Dönüşümü ...................................... 68
C. İzmir Nüfusunun Gelişimi .......................................................................... 73
D. İzmir'de Levanten Yaşam ............................................................................ 77
E. Levantenlerin Köken İtibariyle Mensubu Olduğu Ülkeler ......................... 79

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMUNUN ANALİZİ

1. LEVANTEN KAVRAMI 83
2. LEVANTENLERİN KÖKENLERİ 86
3. LEVANTENLERİN İZMİR'E GELME SEBEPLERİ VE MESLEKLERİ 87
4. ULUSAL BAĞLAMDA LEVANTENLERİN AİDİYET BAĞLARI 88

ix
5. AİDİYET OLGUSU ÇERÇEVESİNDE LEVANTEN KİMLİĞİNİN
İNCELENMESİ 89
6. TOPLUMSAL YAPI İÇERİSİNDE LEVANTEN OLARAK ANILMANIN
ETKİLERİ 91
7. LEVANTEN KİMLİĞİNİN EKONOMİK ANLAMDA ETKİLERİ 93
8. LEVANTEN KİMLİĞİNİN SİYASİ KARAR ALMA SÜRECİNE ETKİLERİ 94
9. AZINLIK STATÜSÜ KAPSAMINDA LEVANTENLER 96
10. LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMUNUN ANALİZİ 99

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 104


KAYNAKÇA 111

x
TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Yabancı Seyyahlara Göre XVII. Yüzyılda İzmir Nüfusunun Dağılımı 75


Tablo 2: Yabancı Seyyahlara Göre XVIII. Yüzyılda İzmir Nüfusunun Dağılımı 76

xi
GİRİŞ

Coğrafi bakımdan önemli bir konumda bulunan Anadolu toprakları çok


sayıda medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu sebeple birçok farklılığı bünyesinde
barındıran bu coğrafya, aynı zamanda toplumsal anlamda da farklılıkların bir arada
yaşadığı önemli bir konuma sahiptir. Farklılaşan unsurların bir arada yaşaması birçok
zenginliği de beraberinde getirmiş ve kültürlerin kaynaşmasına sebep olmuştur.
Yüzyıllar boyunca toplumsal uzlaşının hakim olduğu bu topraklar zaman zaman bir
çatışmayı beraberinde getirmiş olsa bile, genellikle tüm toplulukların bir arada huzur
içinde yaşadığı bir konumda olmuştur. Bununla birlikte çeşitli kentler süreç
içerisinde farklı özelliklerinden dolayı ön plana çıkmıştır. Bu kentlerden birisi de
İzmir olmuştur.
İzmir kentinin kuruluşu çok eskilere dayandığı bilinmektedir. Kentin kuruluş
tarihi açısından farklı tartışmalar olduğu bilinmesine rağmen, kent yerleşiminin M.Ö.
3000 yıllarına dayandığı düşünülmektedir.1 Kentin tarihi düşünüldüğünde; İzmir'in
çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış olması yadsınamayacak bir durumdur.
Tarihsel süreç içerisinde çok sayıda istilaya uğrayan İzmir, bu durumun doğal bir
sonucu olarak zaman içerisinde farklılıkları bünyesinde barındıran bir kent haline
bürünmüştür. İncelemiş olduğumuz konu dolayısıyla İzmir'in, Osmanlı hakimiyetine
girdiği süreç önemlidir. Bu çerçevede konu ele alındığında, İzmir'in bütününde
Osmanlı hakimiyetinin 1426 yılında sağlandığı görülmektedir.2 İzmir, Osmanlı
hakimiyetine girdiğinde daha çok küçük bir liman kasabası görünümde olmuş ve
Osmanlı hakimiyetinin ilk yıllarında önemsenmediği görülmüştür. İzmir Osmanlı
hakimiyeti altına girdikten sonra, Osmanlı imparatorluğu için bir dağıtım merkezi
olmuştur.3 Özellikle bu süreçte Osmanlı İstanbul'un gereksinimlerini karşılamak için
İzmir'i bir dağıtım limanı olarak ve İzmir çevresinin zengin ürünlerinin İstanbul'a
aktarımı için liman özelliğinden faydalanmıştır. Bu dönemde Osmanlı ticaret ağı,
ipek ticaretinin önemi dolayısıyla Halep, İskenderiye, Tebriz ve Bursa limanları
üzerinden şekillenmiştir. Osmanlı-İran savaşı ile beraber bölgede oluşan güvensizlik

1
Rauf Beyru, 19. Yüzyılda İzmir'de Yaşam, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.1.
2
Tuncer Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974, s.52.
3
Daniel Goofman, Daniel Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', Doğu ile Batı
Arasında Osmanlı Kenti: Halep, İzmir, İstanbul, Ed. Ali Berktay, Çev. Sermet Yalçın, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, (''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine''), s.99.

1
ortamı beraberinde ipek ticaretinin yönünün değişmesine ve ipek ticaretinin İzmir'de
toplanmasına sebep olmuştur.4 Bunun yanında Avrupa devletlerinin Ümit Burnu
üzerinden ticaret yapması, Osmanlı ticaret ağının zayıflamasına ve Halep, Bursa
ticaret limanlarının olumsuz etkilenmesine sebep olmuştur. Bu gibi gelişmeler Batı
Anadolu'nun, özellikle de İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön plana çıkmasına zemin
hazırlamıştır.5
İzmir'in ticaret limanı olarak gelişmeye başlaması, kentin ön plana çıkmasını
sağlamıştır. XVI. yüzyıl sonları ve XVII. yüzyılın başlarında İzmir limanının dünya
ticaretinde söz sahibi olmaya başlaması6, Avrupalı tüccarların da kente gelerek
ticaret yapmasının önünü açmıştır. Bunun yanı sıra bazı Avrupalı devletlere verilen
kapitülasyonlar da Avrupalı tüccarların İzmir üzerinden ticaret yapmasının
nedenlerinden biri olmuştur. İzmir, XVII. ve XIX. yüzyıllar arasında çok sayıda
Avrupalı yabancıları da ağırlayan bir şehir olmuştur. XVII. yüzyıl sonrası hızla
gelişen İzmir, kenti ziyaret eden gezginlerce ''Levant'ın başşehri'', ''Levant'ın en
parlak ticaret şehri'', ''Levant'ın incisi'' şeklinde tanımlanmıştır.7 Bölgenin ticari
anlamda gelişimi, aynı zamanda kentin demografik yapısında da değişimler ortaya
çıkarmıştır. İzmir'in ticari faaliyetlerinde yaşanan gelişim sayesinde Avrupalı bir çok
tacir kente gelmiş ve zamanla kente yerleşerek burada kalmıştır. Önceleri yabancı,
Frenk olarak nitelendirilen bu tacirler XIX. yüzyıl itibariyle Levanten olarak
adlandırılmışlardır.
Levanten kavramı ve dolayısıyla Levanten kimliği hakkında bir çok
tartışmayı barındıran bir yapıdadır. Kavramın karmaşık yapısı ve zaman içerisinde
sınırlarının genişlemesi, kavramın boyutlarının net tanımlanabilir olmamasına neden
olmuştur. Levanten kavramının başlangıç itibariyle Batı Avrupa temelli bir
ötekileştirme unsuru olduğu söylenebilir. Kavram Avrupa'nın kendi dışında bulunan
unsurları tanımlayarak, kendinden ayırma girişimi olarak görülebilir. Kavramın
anlamına bakılacak olursa; ''Akdeniz'in doğu sahillerine ve buralardaki ülkelerde
(Yakın Doğu) dünyaya gelmiş veya buralarda yerleşip ticaret yapan, aslen Avrupalı,
çok kere uzun kalışlar ve elenmeler dolayısıyla soyu karışmış kimse; Yakın Doğu'lu

4
Tuncer Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974, s.94.
5
Daniel Goofman, Daniel Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.99.
6
Zeki Arıkan, ''XV. XVI. Yüzyıllarda İzmir'', Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992 s.66.
7
http://www.izmirdergisi.com/tr/mimari/2719-izmir-in-levantenleri (22.03.2019)

2
olduğu halde Avrupalılık taslayan ''tatlısu frengi''8 olarak tanımlanabilir.9 Bu açıdan
bakılacak olursa Levanten olarak nitelendirilen kişiler bir anlamda doğululaşmış
batılılar olarak nitelendirilebilir.10
Levanten kimliği, başlangıçta bu kimlikle nitelendirilen kişiler tarafından
reddedilmektedir. Özellikle Avrupa'nın bu kimlik yapısını bir ötekileştirme unsuru
olarak kullanması ve bu kimlikle nitelendirilen kişileri küçük görmesi bu reddedişin
önemli nedenlerinden biridir. Bu noktada örnek olması açısından İlhan Pınar'ın Dr.
Julius Rud Kaim'den aktardığı şu sözleri: '' Levantenin manevi dünyası da, dil
dünyası gibidir. Levanten başladığı her işi bambaşka bir şekilde bitirmektedir!
Duygu ve düşüncelerinde yüzeyseldir; hiçbir yüksek değer ihtiyacı içinde değildir.''11
ile Levantenlerin aslında Avrupalı olmanın getirdiği özelliklere sahip olmadığını
anlatması ve bunu yaparken de bu kimlikteki insanlara karşı ötekileştirici bir dil
kullanması dönemin Avrupa bakış açısının güzel örneklerinden biri olarak
gösterilebilir.
Levanten kavramı ve Levanten kimliği literatürde üzerine yeterince çalışma
yapılmamış bir konudur. Bu sebeple Levantenler ile ilgili genel bilgiler olmakla
beraber, geniş kapsamlı bilgiler mevcut değildir. Çalışmamızla amaçlanan
Levantenler hakkındaki literatürdeki eksikliği gidermeye çalışarak, Levantenlerin
kim olduğunu, Levanten kavramının neyi ifade ettiğini karşılaştırmalı olarak
incelemektir. Bunlarla beraber özellikle hakkında neredeyse hiç inceleme olmayan
günümüz Levantenlerini de çalışmamıza dahil ederek, geçmişten günümüze
Levantenlerin değişimini, dönüşümünü incelemek çalışmamızın amaçları
arasındadır.
Yapılan çalışmada şu sorulara; Levanten kimliğinin özellikleri nelerdir?,
Levanten kavramının ortaya çıkış sürecinde etkili olan sebepler nelerdir?, Levanten
olarak nitelendirilen kişiler kendilerini bu kimliksel yapıya ait hissediyor mu?,
Levantenlerin İzmir'e gelişinin altında yatan sebepler neler olmuştur?, Levantenlerin
kökenlerinde hangi uluslar bulunmaktadır?, Levantenler kendilerini nereye ait

8
9
Yeni Türkiye Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat A.Ş., Cilt:6, İstanbul, 1985, s.2072.
10
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik ya da Öteki'ni Tanımlama Bağlamında Kavramların
Yeniden Üretimi'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam
Yayıncılık, İstanbul, 2006, (''Levant, Levanten ve Levantenlik''), s.38.
11
Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'', s.38.

3
hissetmektedir?, Levanten kimlik yapısının, bu kimlik ile nitelendirilen bireylere
karşı toplumsal ve siyasal anlamda bir etkisi mevcut mudur?, Levanten kavramı neyi
ifade etmektedir? gibi sorulara cevap aranarak, literatür de edinilen bilgilerin
günümüz Levantenleri ile yapılan görüşmeler ile uyumu ve farklılıkları analiz
edilmiştir.
Bu kapsamda çalışmanın birinci bölümünde; kimlik ve azınlık kavramları
incelenmiştir. Bu çerçevede kimlik kavramı hakkında tanımsal bir çerçeve çizilerek,
kimliğin oluşumu, kimlik türlerinin belirlenmesi ve kimliksel yapının oluşumunda
kilit rol oynayan öteki kavramı incelenmiştir. Aynı bölümün Azınlık bahsinde ise;
kavramın ortaya çıkış süreci, tanımlanması yönünde ki farklı bakış açıları, azınlık
türleri, azınlık hakları ve Türkiye'de azınlıklar gibi konular ele alınarak ikinci
bölümün konusuna zemin hazırlanmıştır.
İkinci bölümde; Levanten kavramı hakkında farklı görüşler ele alınarak
kavramın tanımsal boyutları açığa çıkartılmış olup, birinci bölümde anlatılmış olan
kimlik, azınlık ve öteki kavramlarıyla bağlantılı olması açısından; Levanten
kimliğinin incelenmesi, azınlık statüsü kapsamında Levantenlerin durumu, öteki
kavramı çerçevesinde Avrupalı seyyahların gözünden Levantenler ele alınmıştır.
Bununla beraber İzmir'in çalışmanın çevresini oluşturmasından dolayı, genel
hatlarıyla İzmir tarihi, Osmanlı döneminde İzmir'in konumu, İzmir'de Levanten
yaşam gibi konular incelenmiş olup, son olarak Levantenlerin kökenleri ele
alınmıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde ise; Levantenlerin İzmir ölçeğinde toplumsal
ve siyasal konumlarının analiz edilebilmesi amacıyla, Levanten olarak nitelendirilen
kişilerle yüz yüze mülakatlar yapılmış olup, kendilerine yöneltilen sorular ile
beraber durum analizi yapılması amaçlanmıştır. Bununla beraber yüz yüze
görüşmelerde çalışmanın bölümleri arasındaki akış bağlantısının sağlanmasına
yönelik sorular belirlenmiş ve günümüz Levantenlerinden edinilen bilgiler ışığında,
Levantenlerin zaman içerisinde geçirmiş olduğu dönüşüm ile beraber toplumsal ve
siyasal konumu belirlenmeye çalışılmıştır.

4
BİRİNCİ BÖLÜM

KİMLİK VE AZINLIKLAR

1. KİMLİK VE AİDİYET

Aidiyet, insan davranışlarının şekillenmesinde belirleyici rol oynayan


kavramlardan biridir. Sözlük anlamına bakıldığında, Türk Dil Kurumu'nun Büyük
Türkçe Sözlüğü'nde,12 ilişkinlik ve ilgi anlamlarına geldiği görülen aidiyet kavramı;
bu anlamlarının yanı sıra bir şeye bağlı olma, bir şeye ait olma gibi anlamlara da
gelmektedir.13 Bu çerçevede insanoğlunun bağlı olduğu durumları, olayları ve
olguları açıklamak için aidiyet kavramından yararlanılabileceği anlaşılmaktadır.
Özellikle bireysel ve toplumsal bağları daha iyi yorumlayabilmek için aidiyet
kavramının önemi büyüktür.
İnsanoğlu varolduğu andan bugüne kadar kendisini aidiyet bağıyla bağlı
olduğu bir çevrenin içinde bulmuştur. Bu durumun sebebi; bireyin, doğası gereği
yalnız yaşayamayan, bir grup halinde yaşayamaya programlanmış ve varlık sebebini
anlamlandırmaya çalışan bir yapıda olmasıdır. Bu çerçevede birey kendini bir
eşyaya, bir gruba ya da bir yere eklemlemeye çalışarak varoluşunu anlamlandırma
gayreti içine girmiştir. Bu noktada bireyin davranışlarının sebebini anlamak için
bireyin bağlı olduğu unsurların özelliklerini belirlemek ve sınırlarını çizmek zamanla
önemli bir hal almıştır. Bu unsurları açıklamak için ''kimlik'' kavramı karşımıza
çıkmaktadır. Tarihsel bir bakış açısıyla bakıldığı zaman; kimlik kavramının varlığı
çok eski zamanlara götürülebilmektedir. Kimlik kavramının böylesi derin bir
geçmişinin olmasının sebebi, bireyin ve bireyin oluşturmuş olduğu toplumsal
grupların kimlik kavramının ortaya çıkması için gerekli olan temel şartlar olması ve
bu şartların insanoğlunun varoluşundan itibaren görünür olmasıdır.14 Ancak

12
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5ac8b4c3765f0
4.44583000 (07.04.2018)
13
Duygu Alptekin, Toplumsal Aidiyet ve Gençlik: Üniversite Gençliğinin Aidiyeti Üzerine
Sosyolojik Bir Araştırma, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya, 2011, s.20.
14
Hakan Bayri, Türkiye'de Kimlik Siyaseti Sorunu ve Ulusal Kimlik, (Yayınlanmamış Doktora
Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2008, s.4.

5
belirtmek gerekir ki, bahsedilen süreçteki kimlik kavramı, kavramın tanımlanması ve
incelenmesi sonucunda, modern dönemden bakılarak yapılan bir tasniflendirme
işlemidir. Bu nedenle bir kavramsal bütünlük açısından inceleyeceğimiz kimlik
kavramı modern zamanda kavramsal olarak görünür olan ve tanımlanan bir
unsurdur.15 Bu bakış açısıyla kimlik kavramı üzerine eğilip, ne olduğunu anlamak
konunun özü için faydalı olacaktır.

A. Kimlik Kavramı Hakkında

Son yıllarda popülerleşen ve hakkında oldukça fazla inceleme yapılan kimlik


kavramı yeni bir kavram olmasıyla beraber, XX. yüzyıl'ın ikinci yarısıyla birlikte
popülerlik kazanmıştır.16 Bu durumun sebeplerine bakıldığında, modernleşen
dünyada zaman içerisinde oluşan değişim sonucunda kimlik krizleri meydana gelmiş
ve buna ek olarak XIX. yüzyılda bilimsel bir disiplin olarak ortaya çıkan yeni alanlar
(psikoloji, antropoloji, sosyoloji) sosyal bilimlerde kimlik kavramının daha çok
incelenmesine katkıda bulunmuştur, bu durum sonucunda ise kimlik kavramı daha
çok görünür bir hal almıştır.17
Kimlik krizini inceleyen ''Erikson'' ile beraber ilk kez psikoloji alanında
incelenen kimlik kavramı daha sonra diğer disiplinler için de vazgeçilmez bir unsur
olmuştur. Erikson'un kimlik yaklaşımında bireyde güçlü olması gereken unsurlar;
süreklilik ve kendisini yeniden üretebilmesi unsurlarıdır ve bu unsurların güçlü bir
yapıda olmaması sonucu kimlik krizi ortaya çıkmaktadır.18 Bu çerçevede Erikson'un
kimlik krizi yaklaşımı; özellikle ergenlikle beraber bireyde meydana gelen fiziksel ve
zihinsel değişimlerin, bireye yeni bir bakış açısı sağlayacağını, ancak bazı
durumlarda da bireyin çocukluk kimliklerinin, oluşan bu yeni kimlik yapısını

15
Mustafa Altunoğlu, Kimlik'in Modern İnşaı, Kimlik Politikaları ve Türkiye'de Kimlik
Tartışmaları, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara,
2009, s.18.
16
Phillip Gleason, ''Kimliği Tanımlamak: Semantik Bir Tarih'', çev. Fırat Mollaer, Kimlik
Politikaları, (Ed. Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, s.22.
17
Mehmet Anık, Çok Kültürlü Bir Toplumda Kimlik Algısı: İsveç'te Yaşayan Türk Göçmenleri
Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya,
2011, s.21-22.
18
Fırat Mollaer, Kollektif Kimliği Yeniden Düşünmek: Edward Said ve Kimliğin Diyalektiği,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul, 2012, s.14.

6
reddedebileceğini anlatmaktadır.19 Anlaşılacağı üzere bireyin içinde bulunduğu farklı
kimlik yapıları, bazı durumlarda bireyde bir kimlik çatışmasına yol açabilmektedir.
Diğer tüm kavramlar gibi kimlik kavramı da popüler bir hal aldıkça, hakkında
çok fazla tanımlama girişimleri olmuş ve bundan dolayı da gerçekte kavramın neyi
ifade ettiği bulanıklaşmıştır.20 Bu nedenle kimliği bu bulanık yapısından kurtarıp,
çalışmamız içinde kavramın ne ifade etmek istediğini temel olarak açıklamak
gerekmektedir. Bu çerçevede aynı zamanda bireyi, toplumu, sosyal grupları,
etnisiteyi ve birçok farklı olguyu ve kavramı, kimlik kavramı olmaksızın açıklamak
neredeyse imkansız bir hal almıştır. Bu nedenle kimliğin ne olduğunu doğru bir
şekilde kavramak, kimlikle bağlantılı olan diğer birçok konunun neden-sonuç
ilişkisini ortaya koymaya yardımcı olacaktır.

B. Kimlik Kavramına Tanımsal Bir Çerçeve

Kimlik kavramı, farklı alanların inceleme kapsamı içinde olan ve bundan


dolayı da hakkında farklı tanımlamalar bulunan bir kavram olmasına karşın, aslında,
hemen bütün alanların kimlik kavramının tanımını yaparken ''ben kimim?'', ''sen
kimsin?'', ''biz kimiz?'' gibi benzer sorulara cevap bulmak için yola çıkmış olduğu
görülmektedir. Sofokles'in yazmış olduğu Kral Oedipus oyununda bir kimlik sorunu
olması çerçevesinde, Oedipus'un kim olduğunu öğrenme girişimi ve bunun
neticesinde ''ben kimim'' sorusuna cevap araması, bir örnek olarak gösterilebilir.21
Bahsi geçen soruların temelinde, bireyin öncelikle kendini tanımlamak ve karşısında
bulunan diğer bireyleri de sınıflandırmak amacı olduğu görülmektedir. Bu noktada
kimlik hakkında bazı farklı görüşleri ele almak kavramı daha iyi anlamamızı
sağlayacaktır.
Parekh'e göre kimlik bireyi farklı kılıp, onu diğer bireylerden ayırmaya
yarayan bir kavram olmasıyla birlikte, bireye kendisini tanımlama ve tanıma fırsatı

19
Erik Erikson, ''Psikososyal Kimlik'', çev. M.Doğan Karacoşkun, Dinbilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, 2003, s.182.
20
Fırat Mollaer (ed.), ''Kimlik: Can Alıcı Bir Mesele ve Banalleşen Bir Kelime'', Kimlik Politikaları,
Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, s.11.
21
Anthony D. Smith, Milli Kimlik, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, 8.baskı, İstanbul,
2016, (Milli Kimlik), s.13-15.

7
da veren bir kavramdır.22 Bu tanımlamada kimlik kavramının, bireyin diğer bireyleri
inceleyerek kendinin ayırt edici özelliklerini saptaması, kendini buna göre
tanımlaması üzerine ve farklılıklar özelinde bir vurgu olduğu söylenebilir. Bilgin'e
göre ise bir adres ve bir resim olarak nitelenen kimlik; öncelikli olarak bireyin ve
bireylerin oluşturdukları grupların kendilerini tanımlaması ve bunun neticesinde de
diğer birey ve gruplar arasında olan konumunu belirlemesi olarak ifade edilebilir.23
Bu noktada Bilgin'in görüşleri ışığında, adres ve fotoğraf benzetmesinin ne ifade
ettiğini açıklamak tanımı daha iyi anlamak için yararlı olacaktır. Öncelikle adres ile
anlatılmak istenen koordinat bağlantılı bir mekandan ziyade, psiko-sosyal bir bakış
açısını yansıtması ile beraber, birey ve grubun ilişkisel yakınlık veya uzaklık
çerçevesinde kendisini hangi konumda gördüğüyle ilgilidir, ikinci olarak fotoğraf
kavramı ile ise bireyin kendini nasıl görmesinin yanında toplumun bireyi nasıl
gördüğünün birleşim kümesiyle ortaya çıkan özellikler anlatılmak istenmektedir.24
Bir başka tanıma göre kimlik; Bireye kişisel olarak nerede olduğunu gösteren, onu
tanımlamak için gerekli olan özelliklerin tümüne ve bununla beraber ''aynılık'' ile
ilgili olan duyguların bütününü kapsayan, toplumsal ve psikolojik olarak bireyin kim
olduğunu ve konumu açısından nerede olduğunu işaret eden özellikler bütünüdür.25
Temel olarak bakıldığı zaman, kimlik; özellikleri, benzerlikleri ya da farklılıkları
gösteren, bireyi genel olarak bir özellikler yelpazesi altında toplayan ve toplumun
bireyi nasıl algıladığını ortaya koyan bir kavramdır.26 Bu nedenle bireysel aidiyet
unsurlarının ve buna bağlı olarak da sosyal grupların nasıl belirleneceği, farklılık ya
da aynılıklarının hangi kıstaslar baz alınarak inceleneceği gibi hususlar açısından
kimlik çözümlemelerinin önemi büyüktür.
Sözlük anlamları incelenecek olursa kimlik kavramı ilk olarak Türk Dil
Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğünde:27 '' Toplumsal bir varlık olarak insana özgü
olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların
bütünü'' olarak ifade edilmiştir. Burada bahsi geçen tanım bizimde üzerinde

22
Bhikhu Parekh, ''Kimliğin Mantığı'', çev. Suat Aksoy, Kimlik Politikaları, (Ed. Fırat Mollaer),
Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, s.53, 56.
23
Nuri Bilgin, Kimlik İnşası, Aşina Kitaplar, İzmir, 2007, s.5.
24
Bilgin, s.5.
25
Celalettin Vatandaş, Çok Kültürlülük, Değişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.55.
26
Muhittin Aşkın, ''Kimlik ve Giydirilmiş Kimlikler'', A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Cilt:10, Sayı:2, 2007, s.213
27
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5ac8b4ca40424
9.18477717 (07.04.2018)

8
duracağımız üzere sosyolojik temelli bir tanımdır. Bu çerçevede yorumlandığında
ilgili sözlükte kimlik kavramı; bireyi ayırt etmeye yarayan unsurları vasıtasıyla onun
kim olduğunu anlatan, bir tanım olarak ele alınmıştır. İkinci olarak Oxford'un
İngilizce Sözlüğünde28 (Oxford English Dictionary) bizim kullanacağımız anlamıyla
kimlik: ''bir kişi veya şeyin kim veya ne olduğunu belirleyen özellikler'' ifade
edilmiştir. Burada belirtilmesi gereken husus kimliğin kimlik kartı anlamları dışında,
çalışmanın da yoğunlaşmış olduğu şekliyle sosyolojik anlamının inceleniyor
olmasıdır. Bu çerçevede yaklaşacak olunursa Oxford'un İngilizce sözlüğünde de
temel olarak özelliklere vurgu yapıldığını belirtmekte yarar vardır. Bireylerin ve
bunun akabinde bireylerin oluşturduğu sosyal grupların özelliklerini saptamak için
bu bahsedilen anlamıyla kimlik üzerinde durmak gerekir.

C. Ben ve Öteki'nin Var Oluşu: Kimlik Oluşumu

Kavramın ne anlama geldiğini sözlük anlamı ve genel görüşler ışığında ifade


ettikten sonra nasıl oluştuğunu, oluşumunda gerekli olan faktörleri incelemek kimlik
kavramının yapısal analizi açısından gereklidir. İlk olarak Connolly'e göre bireyin
kimliği seçime dayalı bir olgu olmaktan ziyade, bireyin kim olduğu, diğer bireylerce
(dolayısıyla toplumsal olarak) nasıl bilindiğidir.29 Bu noktada farklılık kavramı
önemlidir. Bireyi diğer bireylerden ayıran bir unsur olan farklılık kavramı, öncelikle
bireyin kendini tanımlamak için ilk olarak diğer bireyleri incelemesi ve kendisinin
farklı olduğu unsurları zihinsel olarak kavraması gerekmektedir. Belirtilmesi gereken
bir diğer unsurda bireyin bu zihinsel kavrayışı tek başına yeterli olmamaktadır. Bu
nedenle aynı zamanda toplumsal açıdan bireyin bu farklılıklarının kabul görmesi ve
bunun neticesinde de bireyin tanınması gerekmektedir.
Kimliğin oluşumu Erikson'a göre ise, bireyin toplumsal hayata kattığı
unsurlar ve birey olarak toplumda kim olarak algılandığına ilişkin ''durağan ve
bütünlük'' hissine dayanmaktadır.30 Bu noktada söylemek gerekir ki kimlik, bir anda
oluşan yada bireye verilen bir tanımlama değildir, bireyin yaşamı boyunca elde ettiği

28
https://en.oxforddictionaries.com/definition/identity (07.04.2018)
29
William E. Connolly, Kimlik ve Farklılık, çev. Ferma Lekesizalın, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,
1995, s.92.
30
Sevgi Özgüngör, ''Postmodern Değerler, Kimlik Oluşumu ve Yaşam Doyumu'', Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Dergisi, Cilt:4, Sayı:31, 2009, s.33.

9
tecrübeler sonucu oluşur ve her yeni tecrübeyle beraber bir takım değişikliğe
uğrayabilmektedir.31 Bu görüşlerin yanı sıra kimliğin oluşum sürecinde bireyin
oynadığı etkinlik düzeyine göre iki farklı yaklaşım olduğu söylenebilir; bunlardan
ilkine göre birey toplumsallaşma aşamasında içinde bulunduğu toplumun, bireye
yüklediği özelliklere göre bir kimlik oluşturması istenirken, diğer bir yaklaşıma göre
ise bu toplumsallaşma sürecinde birey daha etkin bir rol oynar ve kendisi elde
edebileceği bazı unsurlarla bir kimlik oluşturur.32 Burada her iki durumun da
toplumun bireye belli sınırlar çerçevesinde kimliğini oluşturmasına olanak tanıdığı
görülmektedir. Ancak ilk yaklaşımda birey, toplumun kendine sunmuş olduğu rolleri
benimseme yoluna giderken, ikinci yaklaşımda birey, toplumsallaşma sürecinde
etkin bir rol oynaması ve bunun sonucunda elde edeceği kazanımlar ile bir kimlik
oluşturması söz konusudur.
Bireyler çeşitli etmenlerden dolayı yaşam boyu bir değişim ve dönüşüme
maruz kalabilirler. Bununla beraber kimlikler de bireylerden bağımsız
düşünülemeyeceği için aynı husus kimlikler içinde söylenebilir. Bireylerin
kimlikleri, bireylerin yaşadığı olaylara, elde ettikleri yeni konumlara ya da başka bir
çok sebepten ötürü değişime uğrayabilmektedir. Bu noktada özellikle kendi kimliğini
karşısındaki ''öteki''ne göre bir tanımlama yoluna giden bireyin, ilişki kurduğu
ötekinin de farklılaşması sonucunda bireyin mevcut olan kimliksel yapısında bir
takım değişimler meydana gelmektedir.33 Bu değişimler bazen bir kimliği tamamen
ortadan kaldırabileceği gibi, aynı zamanda yeni oluşan koşullar bir kimliğin diğer
kimliğe karşı daha önemli bir hale gelmesine sebep olabilir. Bu durumu Parekh şu
örnekle açıklamaktadır:34

'' Toplumsal cinsiyet, modern toplumlarda baskın bir toplumsal kimliktir, fakat
bazı kadınlar için bu çok büyük bir önem teşkil etmeyebilir. Tüm hayatını erkek
avukatlarla beraber geçirmiş bekar bir kadın avukat, kendisi meslektaşları,
müşterileri, ve arkadaşları tarafından bir avukat olarak görülebilir. Kendisi,
diğerleri gibi, kadın olduğunu bilir, fakat bu, onun için bir anlam ifade etmez.
Erkek topluluğunda ''kadınsı'' özellikleri işleme veya kadınsı bir role bürünmeyi

31
Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları, 45.baskı, İstanbul,
2017, s.25.
32
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çev. Osman Akınbay ve Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat
Yayınları, Ankara, 1999, s.408.
33
Nezahat Altuntaş, ''Kısmi Kimliklerin Evrensel Konumlanması'', Türkiye Günlüğü Dergisi,
Sayı:79, 2004, s.68.
34
Parekh, s.63.

10
hiç düşünmemiş ve yaşamını tamamen işi üzerine kurmuş olabilir. Avukat olmak
onun için bir kimliktir, ama kadın olmak değildir. Bu elbette değişken bir
durumdur. Bir gün bir adama aşık olup, profesyonel kimliğinin artık ona
yetmediğini düşünebilir. Bir kadın olmak isteyebilir, yeni özellikler ve
alışkanlıklar edinip yeni tutku ve heveslere yelken açabilir. Toplumsal cinsiyet
kimliğinin artık onun için bir anlamı ve derinliği vardır ve bu kimlik, yaşamına
yeni yönelimler katar. Avukat olmaktan vazgeçip hayatta kendine daha
mütevazi bir alan açar. Bu durumda o, farklı bir kişi olup, dünyayı farklı bir
şekilde anlamlandırıp ona çok daha farklı bakar.''

Bu örnekten, kimliklerin her zaman için bireyde kalıcı olmadığı, şartların,


koşulların ve unsurların değişimine bağlı olarak değişebileceği, bazı durumlarda yeni
oluşacak bir kimliğin diğer kimliği saf dışı bırakabileceği ya da en azından önemsel
derecesinde bir azalma meydana getirebileceği sonuçlarına varılabilir. Burada
belirtilmesi gereken bir nokta da, sadece bireyde meydana gelen bir değişimin
kimliğin değişmesinde etkileyici unsur olmadığı, aynı zamanda toplumda da
meydana gelecek bir değişimin yeni kimlikler doğurabileceği gibi, varolan kimlikleri
de tarihsel süreç içerisinde ortadan kaldırabileceğidir. Bu duruma Maalouf'un verdiği
şu örnek açıklayıcı olacaktır:35

''Saraybosna'dan ayrılmayalım daha hayali bir anket için düşüncelerimizde


orda kalalım. Sokakta elli yaşlarında bir adamı inceleyelim. 1980'e gelirken, bu
adam şöyle derdi: ''Ben Yugoslavım!'', gururla ve gönül koymadan; daha
yakından sorulduğundaysa Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti'nde yaşadığını ve
bu arada Müslüman geleneği olan bir aileden geldiğini belirtirdi. On iki yıl
sonra, savaşın en şiddetli günlerinde aynı adam hiç duraksamadan ve
bastırarak ''ben Müslümanım!'' Hatta belki de şeriat kurallarına uygun bir
sakal bırakmış bile olurdu. Hemen arkasından Boşnak olduğunu ve bir
zamanlar gururla Yugoslav olduğunu vurguladığının kendisine anlatılmasından
hiç hoşlanmadığını eklerdi''

Bahsi geçen örnekten hareketle toplumsal kırılmaların ya da değişimlerin


kimlik yapıları üzerinde doğrudan etkisi olduğu sonucuna varılabilir. Bu durum
kimlik türleri arasında farklı etki derecesine sahip olup, beraberinde yeni kimlik
türleri de geliştirebilmektedir. Bu çerçevede kimlik türlerini incelemek, kimlik
konusunu daha iyi analiz etmek için önemlidir.

35
Maalouf, s.17.

11
D. Kimlik Türlerinin İncelenmesi

Her bireyin farkında olduğu ya da olmadığı bir takım bağlılıkları


bulunmaktadır. Bu bağlılıklar; bireyi şekillendiren, davranış kalıplarına etkide
bulunan ve bireyin kendini gerçekleştirmesinde önemli katkıları olan güçlü bir
yapıya sahiptir. Kimliğin, bireyin toplumsal ya da kişisel anlamda bir özellikler
kümesini işaret ettiğini ve bireyin yaşamsal konumlanış bakımından nerede olduğunu
göstermesinden yola çıkarak, bahsedilen bütün bu bağlılıkları, bireyin kimliksel
yapısında görmek mümkündür. Bu çerçevede belirtmek gerekir ki her bireyin sahip
olduğu birden fazla aidiyeti ve bundan dolayı da birden fazla kimliği bulunmaktadır.
Özellikle insanoğlunun sosyal bir canlı olduğunu düşünürsek, bir kere bireyin bağlı
olacağı bir sosyal grubu olacaktır; biz bunu kolektif kimlik olarak ele alacağız.
Bunun yanı sıra bireyin bağlı olduğu sosyal grup içerisinde kişisel olarak farklı
özellikleri de bulunacaktır; bunu da kişisel kimlik üzerinden değerlendireceğiz.
Kolektif ve kişisel kimliğinin yanında bireyin bir kültürel kimliği, milli kimliği gibi
kimliksel yapıları da mevcuttur. Bu noktadan hareketle öncelikle bireyi ele alarak
ilerlendiği için kişisel kimlik kavramını inceleyip sonra diğer kimlikleri anlatmak
yararlı olacaktır.

a. Kişisel Kimlik

Her insanın ayrı bir kişiliği bulunmakta ve farklılaşan bu kişiliği, bireyi


toplumda belirgin kılmaktadır. Bireysel anlamda kişi, toplumun ona kattıkları ya da
kendi kişisel deneyimleri sonucu elde ettiği bir takım özellikler sayesinde var
olmaktadır. Bireysel anlamda kişinin varlığı ise ''kişisel kimlik'' kavramıyla
bağlantılıdır. Kişisel kimlik; bir bireyin sosyal açıdan bireyi diğerlerinden ayıran,
bireyin özel olarak gurur duyduğu, özel olarak gurur duymasa bile onlarsız ne
yapacağını, nasıl davranacağını bilmediği olguların, aşırı düzeyde onu yönlendirdiği
ya da bireyin istese bile değiştiremeyeceğini hissettiği özellikler, inançlar, istekler ya
da değerler bütünüdür.36 Kişisel kimlik; bireyin bağlılıklarını, dünyaya bakış açısını

36
James D. Fearon, What is The İdentity (As We Now Use The Word)?, 1999,
https://web.stanford.edu/group/fearon-research/cgi-bin/wordpress/wp-content/uploads/2013/10/What-
is-Identity-as-we-now-use-the-word-.pdf, (03.04.2018), p.11.

12
ve konumunu kapsayan, tercihleri ile şekillenen, bireyin kendi yaşamsal sürecine yön
vermesini sağlayan ve aynı zamanda gurur, utanç vb. gibi duyguların yaşanmasında
kaynak görevi üstlenen bireysel anlamda bir başarının ürünüdür.37 Bu çerçevede
bahsi geçen kavramın özüne inildiğinde kavramın; bireyin yaşam öyküsünü ve onu
betimleyen bir resmini anlatmasının yanında, bireyin kendisinde bulduğu özellikleri
kapsadığı görülmektedir.38
Kişisel kimlik, özellikle sosyal bir varlık olan bireyin, tek başına toplumda
ne ifade ettiğini ve diğer bireylerden hangi yönlerle farklılaştığını ortaya koymaya
yarayan bir kavramdır. Bu noktada belirtilmesi gereken husus kişisel kimliğin,
bireyin karakterinde şekillenmesine rağmen, diğer bireylerden ayrılamaz bir yapıda
olmasıdır; yani bireyler farklı yapıda ve bir değişime maruz kalmasına karşın, kişilik
oluşumu sosyal bir inşanın ürünüdür.39 Özellikle bireysellik, toplumsallaşma
sürecinin meydana getirdiği bir olgudur, bu nedenle kişisel kimlik de, kollektif
kimliğin bireysel düzlemde görünümüdür.40 Bu kavramsal çerçeve sınırları içerisinde
anlaşılmaktadır ki, bireysel kimlik ile kollektif kimlik ayrılamaz bir bütündür, aynı
zamanda kollektif kimliğin bireysel kimlik üzerindeki şekillendirici etkisi
yadsınamaz bir gerçektir.
Bireyin özellikleri bahsinde belirtilen unsurlar sadece düşünsel alanı
kapsamamakta, aynı zamanda fiziksel anlamda ya da giyim kuşam, kişisel imaj
anlamında da bir özellikler kümesi anlatılmak istenmektedir.41 Bu temel yaklaşım
ışığında kişisel kimliğin, bireysel anlamda bir özellikler bütünü olduğu düşünülürse,
bu özellikler içinde bireyin fiziksel ve kişisel tarzının da dahil olduğunu söylemek
gerekmektedir. Bu noktada, 1970'li yılların Türkiye'sinde, kimliklerin kılık kıyafet ya
da kişisel imaj ile belirgin hale getirilmesini ele almak güzel bir örnek olacaktır.
Bahsi geçen dönemde kendisini ülkücü olarak tanımlayan bireylerin bırakmış olduğu
bıyık şekliyle ya da sol geleneğe bağlı üniversiteli bir gencin giymiş olduğu yeşil
parkayla kendi kimliksel aidiyetini ifade ettiği sıkça görülmekteydi. Bu durum,
toplumsal bir gruba aidiyetini göstermek için bireylerin, toplumsal grupların toplum

37
Parekh, s.53,56,59.
38
Bilgin, s.12.
39
Assiye Aka, ''Kimliğe Teorik Yaklaşımlar'', C.Ü Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:34, Sayı:1, 2010,
s.19.
40
Jurgen Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, çev. Mustafa Tüzel, Kabalcı Yayınevi, İstanbul,
1996, (İletişimsel Eylem), s.484-485.
41
Fearon, s.21, 23.

13
tarafından kabul edilen özelliklerine uygun tercihler yapmasına sebep oluyordu.
Özellikle bir gruba bağlı olduğunu göstermek için yapılan tüm tercihler aynı
zamanda bireyin, kişisel kimliğini de ortaya koymaktaydı. Örnekten de
anlaşılabileceği gibi birey kimliğini, bir eşya ya da fiziksel bir tarz sonucu ortaya
koyabilmektedir.

b. Kolektif Kimlik

Birey; özellikleri, zevkleri ya da alışkanlıkları çerçevesinde yaşam süresi


boyunca çok sayıda sosyal grubun üyesi olmuş ve kendisini bu sosyal gruplara ait
hissetmiştir. Bu durumun sonucunda bağlı bulunulan gruplar bireyde kolektif
mahiyette bir kimlik bilinci oluşturur.42 Kişisel anlamda bir grubun içinde bulunan
bireyin kişisel kimliğinin bu çerçevede şekillenmesinin yanı sıra kolektif kimliği de
açığa çıkmaktadır. Buradan hareketle; Durkheim'ın ''Kolektif Bilinç'', Marx'ın ''Sınıf
Bilinci'', Weber'in ''Verstehen'' ve Tonnies'in ''Gemeinschat'' olarak ifade ettikleri
kavramsallaştırmalar, kolektif kimliğin klasik sosyolojide kendine yer bulan bir
kavram olduğunun göstergesi olmakla beraber, tüm bu kavramsallaştırmaların ortak
noktasının; grupların ''bizlik'' bilinci, benzerlik vurgusu ve grup üyelerince paylaşılan
özellikler bütünü olduğu anlaşılmaktadır.43
Kolektif kimlik, sosyal gruplar içerisinde bulunan bireylerin belli noktalarda
ortak ya da benzer eylemleri yapmasını gerektirir. Bu noktada kolektif kimliğin ne
olduğunu anlamak için, kolektif eylemin ne ifade ettiğini bilmek gerekecektir.
Kolektif eylem; toplumsal ilişkiler ağı dahilinde yaratılan, bir amaca bağlı ve bu
amaca uygun olan kolektif grupların belirli imkan ve sınırlar içerisinde hareket
etmesinin sonucunda meydana gelen bir olgudur.44 Kolektif aktörler tarafından
meydana getirilen kolektif eylem, aynı zamanda belirli bir süreç içerisinde kolektif

42
Amartya Sen, Kimlik ve Şiddet, çev. Ahmet Kardam, Türk Henkel Yayınları, İstanbul, 2006, s.24-
25.
43
Karen A. Cerulo, ''Identity Construction: New Issues, New Directions'', Annual Review of
Sociology, Vol. 23, 1997, s.386.
44
Alberto Melucci, ''Süreç Olarak Kollektif Kimlik'', çev. Ömer Mollaer, Kimlik Politikaları, (Ed.
Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, s.82.

14
kimliğin oluşmasını da beraber getirir. Bu yaklaşım ışığında Melucci'ye göre bir
süreç olarak kolektif kimlik üç özellikle tanımlanabilir:45

1. Bir süreç olarak kolektif kimlik amaçlar, araçlar ve eylem alanı ile ilgili
bilişsel tanımlar gerektirir.
2. Bir süreç açısında kolektif kimlik, böylelikle birbirini etkileyen, iletişim
kuran, müzakere eden ve kararlar veren aktörler arasındaki aktif ilişkiler ağına
göndermede bulunur.
3. Kolektif kimliğin tanımı içinde, bireylerin kendilerini ortak birliğin bir
parçası olarak hissetmelerini sağlayacak ölçüde duygusal yatırıma ihtiyaç
duyulur.

Bireyin birden fazla bağının bulunduğu grup olabilir ve her bağlı bulunulan
grup bireyin kimlik oluşumu sürecinde rol oynayabilir.46 Kolektif kimliğin oluşumu,
bireysel kimliğin oluşumu süreciyle benzer bir özelliğe sahiptir. Aynı grup içerisinde
ki bireylerin benzerliği üzerine oluşan kolektif kimlik; asıl karakteristik yapısını,
tıpkı bireysel kimlik oluşumunda olduğu gibi, gruplar arası özellikler farkından
almaktadır. Bu noktada bir grubun kolektif kimlik kazanabilmesi için ''öteki'' bir
grubun daha var olması ve bireylerin kendi aidiyetlerinin bulunduğu grup ile diğer
grubu ya da grupları özellikler yelpazesi içerisinde karşılaştırarak, öz grup bilincini
buna bağlı olarak kolektif kimliğini oluşturmasıdır.47 Bununla beraber bireysel
kimlikte var olan; bireyin diğer bireylerden tamamen farklılaşması olgusu kolektif
kimlik yapısın da bulunmamaktadır. Kolektif kimlik, bireylerin diğer bireylerle
iletişimi vasıtasıyla paylaştığı özellikler neticesinde oluşan bir yapıya sahiptir.
Özellikle kolektif kimlik oluşumunda bireyler, diğerleriyle benzerlikleri üzerinden
hareket etmekte ve bunun neticesinde bir kolektif kimlik bilinci oluşmaktadır.48 Bu
noktada belirtilmesi gereken husus bir kolektif kimlik yapısının oluşumunda, grup içi
bireylerin benzerliği rol oynarken, asıl karakteristik yapısını ise bir kolektif grubun,
diğer kolektif gruplardan farklılaşması neticesinde kazanacaktır. Yani kolektif grup
bireylerin benzerliği üzerine kurulurken, kolektif grupların varlığı için ise bir başka
''öteki'' grubun varlığı gerekmektedir.

45
Melucci, s.83-84.
46
Sen, s.45.
47
Asım Yapıcı, Din Kimlik ve Önyargı (Biz ve Onlar), Karahan Yayınları, Adana, 2004, s.64.
48
Serap Arslan, ''Farklı Soyutlama Düzeylerinde Benlik Temsilleri -I- : Bireysel Benlik ve Kolektif
Benlik ya da 'Ben'lik ve 'Biz'lik'', Türk Psikoloji Yazıları, Cilt:9, Sayı:18, 2006, s.90.

15
c. Ulusal Kimlik

Kollektif kimliğin önemli bir görünümü olan ve ulusal bir aidiyetin ürünü
olarak karşımıza çıkan ulusal kimlikler meselesi, ulus-devletlerin ortaya çıkışıyla
beraber oluşmuştur. Bu bağlamda ulus devlet yapısına baktığımızda XI. yüzyıldan
itibaren Avrupa'da merkezi otoritelerin yükselişe geçmesiyle beraber, feodal
yapıların güç kaybetmesi sonucunda filizlenmeye başladığı görülmektedir.49 1648
yılında Otuz Yıl Savaşları'nın bitmesiyle imzalanan Vestefelya Antlaşması ile
beraber artık ulus-devletler siyasal düzlemdeki yerlerini almıştır.50 Bu çerçevede
daha sonra ki süreç içerisinde ulus-devlet, modernitenin ilk zamanlarında toplumun
bozulmaya yüz tutmuş birliktelik anlayışını, ulus üyelerinin yani devlet
vatandaşlarının dayanışmacı ilişki kavramıyla sağlamlaştırmış51 ve bu noktada ulusal
aidiyetin bir ürünü olan ulusal kimlik bilincini güçlendirmiştir.
Ulus kimliğinin inşası, tartışmalı ve üzerinde farklı yaklaşımları barındıran
bir konudur. Ulusun inşası konusu üzerinde; ulusların doğal olarak tarihsel süreç
içerisinde kendiliğinden varolması ve kurgusal bir yaratım sonucu ortaya çıkması
gibi iki farklı görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden birincisini savunan
primordialistler'in (ilkçi yaklaşımı savunanların) arasında da çeşitli yaklaşımlar
bulunmasına karşın, bütün farklı açıklamaların buluştuğu ortak payda; ulusları doğal
bir olgu olarak kabul etmesi ve tarihsel süreç içerisinde etniler ile ulusların her
zaman varlığının bulunduğunun savunulmasıdır.52
XX. yüzyıl ortalarında, ulusun insan vücudu kadar doğal bir oluşuma sahip
bir olgu olarak görülmesi yönünde genel bir düşünüş bulunmasına rağmen, yüzyılın
sonlarına gelindiğinde bu düşünüş sorgulanmaya başlamıştır. Bu durumun temel
sebebi, sanayileşmiş devletlerin vatandaşları ulusu doğal bir oluşum olarak görmekte
ve hatta dış ilişkiler ve savunma gibi bir takım politikaları ''ulusal çıkar'' kavramı
çerçevesinde meşrulaştırmaya çalıştıkları görülürken; kesin olarak ulus tanımlaması
içerisinde kendisine yer bulamayan Nijerya, Hindistan ve Endonezya gibi Üçüncü

49
Bayri, s.17.
50
Jürgen Habermas, Öteki Olmak, Ötekiyle Yaşamak, Çev. İlknur Aka, Yapı Kredi Yayınları,
9.baskı, İstanbul, 2017, s.13.
51
Habermas, Öteki, s.23.
52
Anthony D. Smith, Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, Çev. Derya Kömürcü, Everest Yayınları,
İstanbul, 2002, (Küreselleşme), s.29, 30.

16
Dünya ülkelerinin ortaya çıkmasıyla beraber, ulusun doğal bir oluşum olarak var
olduğu yönündeki düşünüşün zayıflamış olmasıdır.53
Ulusun doğal bir oluşum olarak varlığını reddeden ve ulusun sonradan
kurgulandığı yönünde ki anlayışı kabul eden modernist yaklaşımcılardan olan
Hobsbawm, ulusların geçmişinin tarih kadar eski olmadığını, en fazla XVIII. yüzyıla
dayanabileceğini savunmasının yanı sıra, ulusu tepeden sonradan oluşturulan bir olgu
olarak görmektedir.54 Diğer bir modernist düşünür olan Gellner, ulusçuluğun ulusun
bir ürünü olmadığını, ulusçuluğun ulusları ortaya çıkardığını ifade etmekle beraber,
ulusçuluğun ise daha önceden var olan kültürler arasından bir seçim yaptığını ve
bunun sonucunda da ölü dilleri yeniden gün yüzüne çıkarabileceği ve gelenekleri icat
edilebileceğini ifade eder ve ulusçuluğun kullandığı unsurların rastgele oluşturulan
tarihsel icatlar olarak görmektedir.55 Bu noktada Anderson ise Gellner'ı ulusu ''icat''
edilen bir unsur olarak görmesi sonucu, uydurulmuş bir şekilde oluşturulma
düşüncesinde olduğu gerekçesiyle eleştirir ve ulusu, yüz yüze ilişkilerin bulunduğu
ilkel köyler dışında bulunun bütün cemaatleri, belli sınırlılıklar içerisinde ulusun
egemen yapıda olduğu hayali bir cemaat olarak nitelendirir.56 Modernist düşünürlerin
genel olarak görüşleri ulusların doğal olarak tarih boyunca var olmadığı, sonradan
oluşturulan bir olgu olduğu yönündedir. Bu noktada konumuz olan ulusal kimliklerin
de sonradan üretilen bir takım aidiyet yaratıcı unsurlara göre şekillendiğini söylemek
mümkündür.
Ulusal kimlik toplumsal bütünleşmeyi sağlayarak, ulus üyelerini ortak aidiyet
duygusuyla bir üst kimlik çatısı altında toplamayı amaçlamaktadır. Bu durumun nasıl
sağlanacağı ve ulus-devlet inşası için gerekli olan özelliklerin ne olacağı gibi soruları
cevaplamak gerekmektedir. Bu noktada ulusun sahip olması gereken ve aynı
zamanda yurttaşların aidiyetini de sağlayacak temel özellikleri Smith'in metodolojisi

53
Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, çev. Sonay Bayramoğlu ve Hülya Kendir, Dost
Kitabevi Yayınları, Ankara, 2002, (Uluslar), s.29-30.
54
Eric J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetilik, çev. Osman Akınhay, Ayrıntı Yayınları, 5.baskı,
İstanbul, 2014, s.17, 25.
55
Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, çev. Büşra Ersanlı Behar ve Günay Göksu Özdoğan, İnsan
Yayınları, İstanbul, 1992, s.105-106
56
Benedict Anderson, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, çev. İskender
Savaşır, Metis Yayınları, 7.baskı, İstanbul, 2014, s.20-21.

17
yardımıyla sıralayabiliriz. Smith ulusal bilinci sağlamada da yardımcı olacak olan bir
ulusun inşası için gerekli olan özellikleri şu şekilde sıralamaktadır:57

1. Tarihi bağların bulunduğu bir toprak/ülke, ya da yurt


2. Ortak mitler ve tarihi bellek
3. Ortak bir kitlesel kamu kültürü
4. Topluluğun bütün fertleri için geçerli yasal hak ve görevler
5. Topluluk fertlerinin ülke üzerinde serbest hareket imkanına sahip oldukları
ortak bir ekonomi.

Ulusal kimlik de kollektif kimliğin farklı görünümlerinden biridir, ancak


ulusal kimliği diğer kollektif kimliklerden ayıran önemli bir unsur siyasal bir
iradenin varlığıdır. Siyasal irade konusu, ulusun üyeleri için olan ortak kurumların ve
üyelerinin tabi olduğu tek bir yasanın varlığını anlatmasının yanı sıra, sınırları belli
olan bir toprak parçasının gerekliliği ve ulus üyelerinin de bu toprak parçasına
aidiyet duygusuyla bağlı olmasını ifade etmektedir.58 Bireyleri belli bir toprak
parçasıyla sınırlı bir olguya ait hissettirmek ve dolayısıyla ulusal kimlik bilincini
oluşturmak için ortak paydada bazı unsurlara ihtiyaç bulunmaktadır. Bahsedilmesi
gereken husus bireylerin bağlılık sağlamasını sağlayacakları toprak parçası herhangi
sıradan bir toprak parçası değildir. Bu toprak parçası tarihi, yurt, halkın beşiği olan
bir toprak parçası olmalıdır.59 Bu sayede ulusun üyeleri tarihsel süreç içerisinde
yaşamış olduğu coğrafyaya karşı inkar edilemez düzeyde bir bağlılık bilincine
ulaşacak ve kendilerini içinde bulundukları sınırlara göre tanımlamaya
başlayacaklardır.
Bireylere ulusal kimlik bilinci kazandırmak için, ulusal kimliği inşa edici bir
takım araçlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede ''eğitim'' ulus kimliğinin inşası
için önemli bir araçsal görev görmektedir.60 Modern zamanın bir devlet yapılanması
olan ulus-devletler, milli eğitim politikaları aracılığıyla, devletin bekasını sağlamayı,
kendi resmi devlet ideolojisini vatandaş adı verilen devletin üyesi statüsünde bulunan
bireylere yaymayı, benimsetmeyi ve bütün bu amaçlar dahilinde vatandaşları

57
Smith, Milli Kimlik, s.31-32.
58
Smith, Milli Kimlik, s.24.
59
Smith, Milli Kimlik, s.25.
60
Abdulvahap Akıncı, Milli Kimlik İnşa Stratejileri: Türkiye Örneği 1839-1946, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, 2011, tez. s.35.

18
arasında bir ulusal bilinç oluşturmayı hedeflemektedirler.61 Modern dönemin bir
öğesi olan ulus-devletler, ulusal bilinci oluşturmak için ideolojiyi bir araç olarak
kullanmaktadırlar. İdeoloji, bir devletin kendi amaçsal düzleminde kurmayı
amaçladığı toplumsal düzeni sağlayan ve toplumun üyelerine bir üst kimlik veren
önemli bir araçtır.62 Bu noktada devlet, ideolojisini eğitim kurumları vasıtasıyla tüm
topluma benimsetmeyi amaçlamakta ve bunun içinde ideolojisine uygun olan
kahramanları, mitleri, antları, marşları ve törenleri eğitim aracılığıyla, toplumda bir
üst kimlik yapısı olan ulusal kimlik bilincini yaratmak ve benimsetmek için
kullanmaktadır.63

d. Kültürel Kimlik

İnsanoğlu yaşam süresince belli davranış kalıpları edinmektedir. Bireyin


zevklerini, fikirlerini, inanç dünyasını, olaylara bakış açısını ve bunlar gibi bir çok
noktayı etkileyen bu kalıplar, bireyin içinde bulunduğu belli bir kültürel çevre
aracılığıyla oluşmaktadır. Bu durum aynı zamanda kültürel kimliğin tanımlanmasının
ve varlığının temel dayanak noktasıdır.64
Kültürel kimlik bahsine geçmeden önce başlı başına ''kültür'' kavramına ve
özelliklerine bakmak, kültürel kimliğin kavram olarak neyi temsil ettiğini anlamak
açısından önemlidir. Bu noktada Güvenç'in metodolojisinden yararlanacak olursak
kültür şu özellikleri bünyesinde barındırmaktadır:65
1. Kültür Doğuştan Edinilmez
2. Kültür Geçmişten Geleceğe Uzanan Sürekli Bir Olgudur
3. Kültür Kolektiftir
4. Kültür Olması Beklenilen Kuralların Bütünüdür
5. Kültür Bireylerin İhtiyaçlarına Cevap Vermelidir
6. Kültür Sabit Kalmaz
7. Kültür Birleştiricidir

61
İslam Can, ''Türk Ulusal Kimliğinin İnşasında Milli Eğitim İdeolojisinin Rolü'', Sosyoloji Divanı,
Sayı:1, 2013, s.135.
62
Halis Çetin, ''Devlet İdeoloji ve Eğitim'', C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:25, Sayı:2, 2001, s.202.
63
Halis Çetin, s.206-207, 210.
64
A. Müslim Akdemir, ''Küreselleşme ve Kültürel Kimlik Sorunu'', A.Ü Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt:3, Sayı:1, 2004, s.44.
65
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 2. baskı, İstanbul, 1973, s.103-108.

19
8. Kültür Maddi Bir Gerçeklik Değildir
Kültürün sayılan özelliklerin aynı zamanda kültürel kimliğinde özellikleri
olduğunu belirtmek gerekir. Bu çerçevede belirtilmesi gereken bir diğer husus da
kültürel kimliği tanımlama yolunda iki farklı anlayışın mevcut olmasıdır. Bu
yaklaşımlardan ilki olan ''özcü yaklaşıma'' göre; kültürel kimlik tanımlanmış ve
oluşmuş bir öz olarak değerlendirilirken, ikinci yaklaşım olan ''tarihsel yaklaşım'' ise
kültürel kimliğe, üretilen ve bu üretim işlemi tarihsel süreç içerisinde bir süreklilik
arz eden, aynı zamanda da bahsedilen üretim süreci esas itibariyle hiçbir zaman
bütünüyle tamamlanamayacak olarak görülen bir olgu olarak yaklaşmaktadır.66 Bu
sebeple kültürel kimlik sürekli olarak yenilenebilecek bir olgu olarak görülmektedir.
Toplumsal bir ürün olan kültürel kimlikler, ortak birtakım unsurlar (coğrafya,
idealler, tarih. dil vb) etrafında şekillenen kültürel kodların, zaman içerisinde
içselleştirilmesi sonucunda oluşmaktadır.67 Kültürel kimlik, toplumsal bir ürün
olmasına karşın, bireysel anlamda kişilere sağladığı ortak amaç ve aidiyet duygusu
yaratması açısından önemlidir. Bu noktada bireylerin toplumdaki kişisel üyelikleri
onlara aynı zamanda kişisel kimliğin ortaya konulmasında karşılaşılan sorulara karşı,
özellikle de bireyin ancak toplumsal aidiyetler içerisinde varlığının tanımlandığı
düşünüldüğünde, güvenli bir kimlik ve aidiyet duygusu vermektedir.68
Kültürel kimliğin her ne kadar toplumsal olma gibi bir özelliği mevcut olsa
da, kişisel kimlikle yakın bir ilişkisi de bulunmaktadır. Bu çerçevede bireysel
kimliğin belirlenmesi yolunda bir çok özelliğin bulunmasına karşın, kültürel kimliğin
kişisel kimlik üzerinde ki etkisinin diğer unsurlara nazaran daha fazla olduğunu
söylemek gerekir.69 Bireyin yaşadığı topluma göre şekil aldığını ve kendisini bu
aidiyetler çerçevesinde tanımladığını kişisel kimlik bahsinde belirtmiştik. Bu
yaklaşım ışığında toplumların da belli kültür kalıpları içerisinde şekillendiğini ve
yine belli kültürel normlar oluşturarak, bu normlar ile bireyler arasında bir bağın
bulunduğunu söylemek gerekecektir. Bu sebeple toplumun en küçük yapı taşı olan
bireyler üzerinde de yaşadığı toplumun ya da grubun kültürel özelliklerinin etkisi

66
Jorge Larrain, İdeoloji ve Kültürel Kimlik, çev. Neşe Nur Domaniç, Sarmal Yayınevi, İstanbul,
1995, s.217.
67
Necla Mora, ''Medya ve Kültürel Kimlik'', Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:5, Sayı:1,
2008, s.5.
68
Will Kymlicka, Çokkültürlü Yurttaşlık: Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, çev. Abdullah
Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 2015, s.188.
69
Larrain, s.197-198.

20
oldukça fazla olacak ve bireyler en nihayetinde bu özellikler aracılığıyla kendi
kimliklerini tanımlayacaklardır.

e. Arada Kalmış Bir Kimlik: Melez Kimlikler

Melez kimliklerin tam olarak neyi ifade ettiğini anlamak ve oluşum sürecini
doğru bir şekilde değerlendirebilmek için, melez kimlik kavramını ''göç'' unsuruyla
birlikte ele almak gerekmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki insan ve fiziki
mekan arasında ciddi bir bağ bulunmaktadır.70 Ancak buna rağmen insanoğlu tarihsel
süreç içerisinde farklı sebeplerden dolayı mekan değişikliğine gitmiş ve bu mekansal
değişiklikle beraber aynı zamanda sosyo-ekonomik ve kültürel bir yapıdan ötekine
geçilmesi de söz konusu olmuştur.71 Göç diye adlandırılan bu geçişler, toplumsal
yapılarda ciddi değişikliklere yol açmış, bu değişimler sonucunda da toplumsal
yapılarda yeni sorun ve fırsat alanlarını ortaya çıkararak, sınıfsal bazlı geçişkenliğin
hızlanmasını tetiklemiştir.72 Bu çerçevede yer değiştirme hareketi olarak görülen göç,
bahsi geçen yer değişimleri neticesinde, bir kültür içerisindeki birey veya grupların
bir başka kültüre geçişiyle beraber, her iki kültüründe değişmesine, yani bir
''kültürleşmeye'' sebebiyet verdiğini söylemek gerekir.73 Bu durum yeni kültürel
özellikler doğurmakta, bahsedileceği üzere bir kültür melezleşmesini de beraber
getirmekte ve çok kültürlü toplumlar yaratmaktadır.
Göç ile beraber dil, din, kültür vb. açılardan birbirinden farklı olan bireylerin
aynı çevrede yaşama gibi bir zorunlulukları ortaya çıkmaktadır.74 Öncelikle göç ile
başka bir kültürel yapıya dahil olan bireyler, göç edilen toplum ve bireylerle
etkileşimlerini asgari seviyede tutmaya, kültürel yapılarını korumaya
çalışmaktadırlar.75 Fakat zamanla bu durum ortadan kalkmakta, göç eden bireyler
geldikleri toplum ile olan iletişimlerini arttırarak toplum ile bütünleşmeye başlar ve
70
Süleyman Ekici ve Gökhan Tuncel, ''Göç ve İnsan'', Birey ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt:5, Sayı:9, 2015, s.11.
71
Dilara Şeker ve Gülten Uçan, ''Göç Sürecinde Kadın'', CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:14,
Sayı:1, 2016, s.200.
72
Süleyman Ekici ve Gökhan Tuncel, ''Göç ve İnsan'', Birey ve Toplum Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt:5, Sayı:9, 2015, s.11.
73
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 3.baskı, 1979, İstanbul, s.131.
74
Zeynep Aksoy, ''Uluslararası Göç ve Kültürlerarası İletişim'', Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Cilt:5, Sayı:20, 2012, s.297.
75
Barış Çağırkan, ''Göç, Hibrit Kimlik ve Aidiyet: Yeni Toplumlar, Yeni Kimlikler'', İnsan ve
Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt:5, Sayı:8, 2016, s.2615.

21
bu durum sonucunda da kendi kültürleri ile göç ettikleri toplumun kültürünü ortak bir
paydada sentezleyerek, yeni bir kültürel yapı ve yeni bir kimlik meydana
getirmektedirler.76 Bu oluşan yeni kimlik yapısı da ''melez kimlik'' adını almaktadır.
Kültürlerin aynı potada karışması sonucunda oluşan melez kimlikler;
özellikle ''etnik'' ve ''ırksal'' açıdan kimliksel yapıların tamamıyla saf bir yapıda
olmadığını, çeşitli kimliklerin bir karışımı olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede
kimliklerin melezleşmesi konusunda belirtilmesi gereken önemli bir husus da,
melezleşen kimliklerin bir kültürel yapının diğeri tarafından benimsenmesi
sonucunda oluşmadığı, bunun tam aksine kültürel yapıların iç içe geçmesi sonucu
yeni bir kimlik yapısının ortaya çıkmasıdır.77 Oluşan bu yeni kimlik türü ile beraber
yeni bağlılıklar, yeni aidiyet unsurları ve bireylerin kendilerini tanımlamalarında yeni
özellikler ortaya çıkmaktadır.
Küreselleşme olgusu, melez kimlik yapılarının incelenmesi açısından önemli
olan bir diğer olgudur. Bu noktada küreselleşme ve beraberinde küresel iletişimin
gelişmesiyle doğru orantılı olarak, farklı kültürlerin birbiriyle olan iletişimi de
artmaktadır. Özellikle modern toplumsal yapılarda iletişim ağının gelişmesi daha
esnek kimliksel yapıların oluşmasına yol açmış ve kimliğin, öteki unsuruyla olan
iletişim sayesinde geliştirilmesine paralel olarak da kültürel yapıların değişimi ve
dönüşümü söz konusu olmuştur.78 Bununla beraber küreselleşmenin artmasına
paralel olarak dünyada, göçmenlerin uyum sağlama konusu da önemli bir sorun alanı
haline gelmiştir. Farklı güdüler ile göç eden birey veya gruplar alt kültürlerini
yerleştikleri toplumlara taşımakta ve melez kimlik yapıları oluşturmaya
çalışmaktadırlar. Bu çerçevede de bazı toplumlar bunun kaçınılmaz olduğunu
görerek uyumlulaştırmacı yaklaşımlarda bulunurken, bazı toplumların ise köktenci
bakış açısıyla bakmasından dolayı kültürel çatışma ortamı oluşmaktadır.79
Melezleşme süreci, tek bir kültürün diğer alt kültürleri asimile etmesinden
farklı olarak, seçime bağlı özgür bir ortam imkanı sunmaktadır. Bu noktada
göçmenler için en zor süreç, kendilerini yeniden tanımlama, yani yeni kimliklerini

76
Çağırkan, s.2615.
77
Marshall, s.406-407.
78
Nimet Önür, ''Küreselleşme Uluslararası İletişim: Kültürel Değişme Sürecinde Kimlikler'', Kurgu
Dergisi, Sayı:16, 1999, s.322.
79
M. Murat Yüceşahin ve diğerleri, ''Göç Dergisi ve Göç Konferansı'', Göç Dergisi, Cilt:3, Sayı:2,
2016, s.139-140.

22
oluşturma sürecidir.80 Özellikle bireylerin kimlik oluşturma çabaları, farklılaşan yeni
özelliklerle beraber, yeni bir kimlik inşa sürecini beraberinde getirmektedir. Bu
nedenle bireyler kendilerine ait kişisel özelliklerini, yerleşmiş oldukları toplumun
genel özellikleriyle sentezleyerek yeni bir kimlik oluştururlar.81 Bu şekilde oluşan
melez kimlikler artık tek bir kültürün özelliklerini taşımamaktadır. Artık iç içe
geçmiş olan kimlikler, özellikle de kültürel kimliklerin melezleşmesi söz konusu
olmuştur. Bu bakımdan melezlik, kimliksel yapıların bir karışımın ürünü olduğunu
yani saf bir yapıda olmadığını ortaya koymaktadır.82

E. Öteki Kavramının Kimliksel Boyutu

Öteki kavramı son dönemlerde kullanılagelen ve bir çok olguyu tanımlama


yolunda başvurulan kavramlardan bir tanesidir. Bir grubun veya toplumun olduğu
her alanda mutlaka sosyolojik boyutuyla bir öteki unsuruna rastlanmaktadır. Bu
noktada kavramın temel olarak ''Ben'' ya da ''Biz'' kavramından uzak olan bir üçüncü
tekil ya da üçüncü çoğul kişiyi anlattığı söylenebilir. Kavramın sözlük anlamına
bakıldığında Türk Dil Kurumuna83 göre; ''Diğeri, Öbürü'', ''Sözü edilen veya benzer
iki nesneden önem ve konum bakımından uzakta olan'' ve ''Mevcut kültürün içinde
dışlanmış olan'' gibi anlamlara gelmektedir. Bu noktada dikkat çeken unsur kavramın
bireyin kendisi dışında konumlanan diğer bireyi anlatmasının yanında, toplumsal
düzen tarafından dışlanmış olan unsurları da anlatmasıdır. Kavramın hangi noktada
işlerlik kazandığı bireysel ve toplumsal açıdan farklılaşmaktadır.
Toplumsal yaşam içerisinde, öteki olarak kabul edilen unsurların toplumdan
topluma değişebileceği görülmektedir. Bu noktada batı dünyasının bakış açısına
baktığımız zaman, Batı'da hiyerarşik bir yapılanma görülmekte ve yabancı diye
nitelendirilen, farklı unsurlar aslında öteki'ni temsil etmektedir.84 Özellikle belirtmek

80
Çağırkan, s.2617.
81
Çağırkan, s.2617.
82
Erdi Aksakal, ''Kültürel Kimliğin İnşa Sürecinde Melez Bir Kavram Olarak Alevilik'', A.Ü.
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:53, 2014, s.218.
83
Türk Dil Kurumu, ''Güncel Türkçe Sözlük'',
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a69460d19d418.11
378643, (25.01.2018)
84
Senem Sönmez Selçuk, ''Postmodern Dönemde Farklılığın Kutsanması ve Toplumun
Parçacıllaştırılması: Öteki ve Ötekileştirme'', Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt:15, Sayı:2, 2012,
s.80.

23
gerekir ki hiyerarşik düşünsel alan, toplumsal yaşam dinamikleri içerisinde hakim ve
tabi olan kimliksel yapıları da beraberinde getirmektedir. Örneğin ten rengine dayalı
olan beyaz-siyah ayrımının bulunduğu bir toplumda, hakim olan kimliksel yapıyı
beyaz bireylerin oluşturması durumunda; siyahi bireylerin, beyaz bireylerin elinde
bulundurduğu hakimiyete tabi olduğu ve öteki olarak algılandığı görülecektir. Bu
çerçevede öteki, güçlü kimlik yapısını elinde bulunduran hakim unsurlar tarafından;
farklı, anormal vb. şeklinde görülerek ötekileştirilmeye maruz kalacaktır.85
Öteki kavramı üzerinde, kavramın birçok alanın inceleme kapsamı içinde
bulunmasından dolayı, farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bununla beraber aynı
inceleme alanında olsa dahi kavramı konumlandırış itibariyle farklılıklar da
gözlenebilmektedir. Bu çerçevede öteki kavramını Keyman'ın görüşleri yardımıyla
farklı yaklaşım boyutlarını incelenmek faydalı olacaktır. Söz konusu yaklaşımlar
incelenecek olursa:86
1. Öteki Kavramının Ampirik Boyutu: Bu boyutuyla öteki, hakkında bir
tanımlamaya ve anlaşılmaya gidebilmek için gerçek ve nesnel bilgilerin
toplanabileceği bir olgu olarak görülmektedir.
2. Öteki Kavramının Kültürel Boyutu: Karşıtlık üzerinden tanımlanan öteki,
Batı ile Doğu arasında inşa edilen modern çift yapılı görüşe dikkat çeken özcü
yaklaşımın bir çıktısı olarak ''ne olduğundan çok ne olmadığıyla tanımlanır''. Bu
çerçevede öteki, modern benlikte bulunan özelliklerden yoksun olan ve modern
olmayan bir unsur olarak görülmektedir.
3. Öteki Kavramının Varlıksal Boyutu: Bir varlık olarak yorumcu ve
varoluşçu yaklaşımın söyleminde kullanılan öteki, bu yaklaşımları benimseyen
kişilerin referans noktalarından biri olmuştur. Yorumcu veya varoluşçu kendi özünün
arka planını araştırmak amacıyla öteki olan için yeni ilişkiler bulmaya çalışmaktadır.
4. Öteki Kavramının Söylem Boyutu: Bu boyutuyla öteki, bir çok farklı
söylem ve kurum tarafından inşa edilen bir bilgi nesnesini anlatmaktadır. Bahsi
geçen inşa, ötekinin tarihsel bir varlık olması çerçevesinde bir inşayı değil, söylemsel
olarak bir inşayı anlatmaktadır.

85
Selçuk, s.80-81.
86
Fuat Keyman, ''Farklılığa Direnmek: Uluslararası İlişkiler Kuramında 'Öteki' Sorunu'',
Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, (Ed. Fuat Keyman ve Diğerleri), İletişim yayınları, 2.
Baskı, İstanbul, 1999, s.76-78.

24
5. Öteki Kavramının Farklılık Boyutu: Kimlik ve fark ilişkisi dahilinde
şekillenmiş olan öteki, ben ile öteki arasında bulunan mevcut ilişki özelliğine dikkat
çeker. Bununla beraber bu mevcut ilişki özelliği de, sömüren ve sömürülen arasında
ki mevcut karşılıklı bağımlılığa eleştirel yaklaşarak, ötekini kimlik ve farklılık
boyutuna taşır.
Bu yaklaşımlarla birlikte özellikle sosyal bilimler alanında da sıkça
kullanılmakta olan kavram, bireylerin kimliksel düzlemlerini belirlemede başvurulan
önemli bir referans noktasıdır. Özellikle bütün kimlik yapılarının, bireysel ya da
kollektif olması fark etmeksizin, kendine benzemeyen bir öteki'ne ihtiyaç duyması
kimlik konusunda öteki unsurunun ne denli önemli olduğunu göstermektedir.87 Bu
çerçevede belirtilmesi gereken nokta, bireyler kimliklerini tanımlarken, kendi
özlerine bakarak bir tanımlama yoluna gitmemektedirler, bunun yerine ''negatif
tanımlama'' aracılığıyla, yani kendisinden farklı olan bir ''öteki''ne bakarak, öteki ile
kendi arasındaki farklılıkları ortaya çıkarıp kimliklerini bu farklılıklar kümesi
üzerinde tanımlamaktadırlar.88 Bu sebeple de kendinden farklı olan unsurlara
gereksinim duymaktadırlar.
Bireysel boyutuyla kimliklerin oluşumu; bireylerin kendi kimliklerini,
kendinden farklı olan öteki unsuru üzerinden inşa etmesi gibi, kollektif boyutuyla da
bir kimlik oluşumu için öteki unsuruna ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle toplumsal
bir varlık olarak bireyler grup içi aidiyet duygularının gelişmesi ile beraber
kendilerini daha rahat hissetmeye başlamaktadır. Bu noktada grup içi üyelikler
benzerlik üzerinden bir birliktelik duygusu yaratılabileceği gibi, grubun dışında
bulunan farklı unsurları ''ötekileştirerek'' ve kendi gruplarından farklarını ortaya
koyarak da grup içi birliktelik duygusunu güçlendirebilirler.89 Bu yaklaşım ile
beraber toplumsal olarak bir ayrışma ortaya çıkabilir. Bu ayrışma yumuşsak bir
şekilde olup sadece farklılıkların görülüp ayırt edilmesi anlamında olabileceği gibi
katı bir şekilde toplumsal bir dışlanmaya da sebebiyet verebilmektedir. Bu noktada
ötekinin mevcudiyetinin hangi şekilde görüldüğü önem arz etmektedir.

87
Bilgin, s.176.
88
Yurdagül Bezirgan Arar ve Nuri Bilgin, ''Gazetelerde Ötekileştirme Pratikleri: Türk Basını Üzerine
Bir İnceleme'', G.Ü. İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:10, 2010, s.4.
89
Baskın Oran, ''Milliyetçilik Nedir, Ne Değildir, Nasıl İncelenir?'', Birikim Dergisi, Sayı:45-46,
s.43.

25
Ötekinin mevcudiyeti Schnapper'a90 göre iki farklı temel anlayışla ortaya
konulabilir. İlk anlayış ''farklılık'' üzerine kuruludur, yani bireyler birbirinden farklı
ve toplumsal yapılarda çeşitlidir. Bu sebeple mutlaka bir ''ben'' ve bundan farklı olan
bir ''öteki'' var olacaktır. Yine buna bağlı olarak ötekine bir değer atfedilirken ''ben''
olana ait bir kültürün özellikleri temel alınarak düşünülür, bundan kaynaklı olarak da
öteki farklı biçimde ortaya çıkar ve aynı zamanda ''ben''in eksik hali olarak
nitelendirilir.
İkinci anlayış ise ''evrenselci'' bakış açısıdır. Evrenselci bakış açısı temel
olarak insanları bir bütün olarak görür ve birliğini iddia eder. Bu noktada insanların,
sadece aynı türe sahip olmasından yola çıkarak, bütün insanlar arasında belli başlı
temel farklar olmasına rağmen; özgürlük açısından aynı nedene ve eğilime sahip
olmalarından dolayı eşit olarak nitelendirmektedir. Bu durumdan kaynaklı olarak da
aslında ''ben'' ve ''öteki'' arasında bulunan farklılığı kabul etmez. Evrenselci bakış
açısı bu çerçevede bütün insanları aynı çatı altında toplamaya çalışır. Belirtmek
gerekir ki bu durum asimilasyon tehlikesini de beraberinde getirebilir. Özellikle
''ben'', ''öteki'' olanın kendisi gibi olması gerektiğini düşünebilir. Bu çerçevede de
''ben'' asimilasyoncu bir siyaset uygulama yoluna giderek, ''öteki'nin'' kültürünü kendi
bünyesinde ortadan kaldırma yoluna gidebilir. Bu durum beraberinde bir çatışma
ortamı da getirebilir. Özellikle de azınlıklar konusunda hassas öneme sahip olan bu
durum ve öteki konusu azınlık politikalarının şekillenmesinde önemli bir yere
sahiptir. Bu noktada azınlık olgusunu ve politikalarını incelemek yararlı olacaktır.

2. AZINLIK KAVRAMI VE AZINLIKLAR

A. Azınlık Kavramının Ortaya Çıkışı

Geniş bir bakış açısıyla ele alındığında, azınlıkların antik çağlardan itibaren
var olduğu söylenebilir. Ancak belirtmek gerekirse esas itibariyle bu dönemlerde
azınlık olabilecek unsurlara karşı hukuki bir tanıma ve korumanın olmayışı ve aynı
zamanda azınlık olarak görülebilecek unsurların da azınlık olduğunun bilincine

90
Dominique Schnapper, Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki İle İlişki, çev. Ayşegül Sönmezay,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, s.26-27.

26
ulaşamamış olmasından dolayı, bahsi geçen süreçte bugünkü anlamıyla bir azınlık
kavramının oluşumundan söz edilemez.91
Bu noktada azınlık kavramının nispeten yeni bir kavram olduğu kabul
edilebilir. Özellikle Antik Çağda azınlık-çoğunluk ayrımının olmayışı ve hatta
''yurttaş'' diye tabir edilen özgür insanların sayısal anlamda bir azınlık oluşturduğu
görülmektedir. Bu sebeple daha sonra işleneceği üzere azınlığın söz konusu dönemde
''başat konumda'' bulunmasından dolayı, bir azınlık kavramının varlığından fiili
anlamda da bahsedilemez. Bununla birlikte Orta Çağda ise özellikle kilisenin
despotik tutumuyla beraber oluşan dinsel bütünlük, bu dönemde de bir azınlık
kavramının oluşmasını engellemiştir. Her ne kadar Yahudiler bu dönemde sayısal
anlamda bir azınlık oluştursalar da, toplumsal olarak dışlanmış olmaları ve
kendilerini ortaya koyacak güçten yoksun kalmalarından dolayı bugün anladığımız
anlamda bir azınlık unsuru olarak görülememektedir.92
Tarihsel anlamda bakıldığında, azınlık kavramının ortaya çıkışı için bir
kırılmanın ortaya çıkması gerekmiştir. Bu kırılma XVI. yüzyılda Martin Luther ile
beraber oluşmuştur. Luther, Katolik kilisesinin despotizmini kırıp bir reformasyon
hareketine girişerek ''Protestanlık'' adında yeni bir Hıristiyan mezhebinin ortaya
çıkmasını sağlamış ve böylece ilk azınlık türü olarak karşımıza çıkan ''dinsel
azınlıkların'' oluşmasının zemini hazırlanmıştır.93 Zaman içerisinde ilk olarak dinsel
nitelikli azınlık anlayışı, azınlık kavramını temsil ederken, XVIII. yüzyıl ve
devamındaki süreç zarfında ''egemenin dini egemendir'' anlayışının değişerek yerini
''egemenin ulusu egemendir'' anlayışının almasıyla beraber dini azınlıkların da yerini
artık ''ulusal azınlıkların'' almaya başladığı görülmektedir94. Azınlık kavramının
tarihsel anlamda ortaya çıkışıyla birlikte artık kavramsal tanım sorunları ve
azınlıkları koruma çerçevesinde azınlık hakları gibi konular da gün yüzüne çıkmıştır.

91
Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa
Yaklaşımı, Asil Yayın, 2.baskı, Ankara, 2006, (Asimilasyondan Tanınmaya), s.9.
92
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç mevzuat, İçtihat, Uygulama,
İletişim Yayınları, 7.baskı, İstanbul, 2015, s.17-18.
93
Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, İmaj Yayınevi, 4.baskı, Ankara, 2001, (Küreselleşme),
s.66.
94
Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, çev. Ayşegül Demir,
Donkişot Yayınları, İstanbul, 2001, s.17-18.

27
B. Azınlık Kavramının Tanımı Sorunu

Sosyal bilimlerin kapsamı dahilinde olan kavramların tanımlanması


hususunda, bir tanım birliği, genel itibariyle mevcut değildir. Özellikle birden fazla
boyutla kavramların incelenmesinden dolayı farklı görüşler, tanımlamalar ve
nitelendirmeler oluşmaktadır. Bu noktada ''azınlık'' kavramı da hakkında birçok
tartışmayı, fikir ayrılığını ve farklı boyutları barından bir kavramdır. Bu sebeple
azınlık kavramının temel olarak neyi ifade ettiğinin yanında farklı tanımlamaları ele
alıp incelemek, kavramın boyutlarını ortaya çıkarmak için önemli olacaktır.
Temel anlamıyla azınlık ifadesi; toplumsal yapıda çoğunluktan farklı olan, bu
farklılığı toplum tarafından da benimsenen ve nicelik bakımından az konumunda
bulunan unsurları anlatmaktadır.95 Bunun ile beraber Türk Dil Kurumu azınlık
kavramını;96 ''Bir toplulukta kendine özgü nitelikler bakımından ayrı ve ötekilerden
sayıca az olanlar, azlık, ekalliyet, çoğunluk karşıtı'' ya da ''bir ülkede ayrı soydan
veya inançtan olan ve sayıca az bulunan topluluk'' şeklinde tanımlamıştır. Özellikle
bahsi geçen birinci tanım geniş anlamda bir azınlık unsurunu tanımlarken, ikinci
yapılan tanım, azınlık türleri açısından da yol gösterici bir tanım olma özelliğine
sahiptir.
Uluslararası alanda ise, azınlık kavramının objektif açıdan tanımlanması
meselesinin gerekliliği, özellikle bu tanımlamayı devletlerin kendi inisiyatifine
bırakılması halinde ortaya çıkacak olan sorunlardan dolayı önemli bir hal almıştır.
Bu durumun sebeplerine kısaca bakıldığında belirtmek gerekir ki; devletler kendi
egemenlik alanlarının sınırlanacağı düşüncesiyle hareket ederek, mümkün olduğunca
az grubu ''azınlık'' olarak kabul etme eğilimindedir. Ancak devletlerin bu eğilimi,
azınlık olarak tanıma ölçütlerinin oldukça muğlak olması, buna bağlı olarak
uluslararası alanda farklı tanıma niteliklerine bağlı olarak devletler arası
anlaşmazlıkların ortaya çıkması ve azınlık haklarının kimlere verileceği konusunda
belli nesnel kriterlerin olmaması gibi çok sayıda sorun alanını beraberinde

95
Emre Aykoç, Türkiye ve Yunanistan'ın Azınlık Politikaları: İkili İlişkiler, Ulusçuluklar ve
Azınlık Ekseninde Karşılaştırmalı Bir İnceleme, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2009, s.37.
96
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5ac8bcaf3499c
4.97370325

28
getirmektedir. Bu nedenle uluslararası alanda objektif bir azınlık tanımının yapılması
zorunlu hale gelmiştir.97
Uluslararası alanda objektif bir azınlık tanımının olmasının gerekliliği
çerçevesinde bir çok azınlık tanımı girişimi yaşanmıştır, ancak bunlar arasında en
çok bilineni 1978 yılında Birleşmiş Milletler bünyesindeki Ayrımcılığın Önlenmesi
ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu raportörü olan Franceso Capotorti'nin
yapmış olduğu azınlık tanımıdır. Bu tanıma göre Capotorti azınlıkları şu şekilde
tanımlamaktadır :98

''Azınlık, bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayısal olarak daha az olan,
egemen durumda olmayan, bu devletin vatandaşı olan, nüfusun geri kalan
bölümünden etnik, dinsel, dilsel nitelikleri bakımından farklılık gösteren ve
kültürlerini, geleneklerini, dinlerini korumaya yönelik, üstü örtülü de olsa bir
dayanışma duygusu gösteren gruptur.''

Göçmenler, yabancı işçiler ve sığınmacılar Capotorti'nin tanımlaması


içerisinde bulunmamaktadır. Bu durumun sebebi olarak bahsi geçen bu grupların
siyasi anlamda bir bağımsızlık isteğinde bulunmalarının kabul edilemeyecek olması
gösterilmektedir.99
Capotorti'nin söz konusu tanımından esas itibariyle azınlık kabul edilmek için
taşınması gereken unsurların ne olduğu ve azınlık türlerinin neler olduğu gibi
sonuçlar elde edilebilmektedir. Bununla beraber Alt Komisyon tarafından geliştirilen
bir diğer tanım ise Komisyonun Kanada'lı üyesi olan Jules Deschenes'e aittir. 1985
yılında yapılan tanım esas itibariyle Capotorti'nin tanımıyla neredeyse aynıdır.
Bununla birlikte Deschenes'in yapmış olduğu tanım içerisinde ''yerli halkı'' azınlık
kavramı içerisinde incelememiş olmasından dolayı eleştirilere maruz kalmış ve
tanımlamaya itiraz edilmiştir.100
Avrupa Konseyi de BM alt komisyonlarının yaptığı azınlık tanımlarına
benzer özellikler taşıyan tanımlar yapmıştır. Bu çerçevede Hukuk Yoluyla
Demokrasi Komisyonun da sunulan Azınlıkların Korunmasına İlişkin Avrupa

97
Ayşe Füsun Arsava, Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Basımevi, Ankara, 1993, s.42.
98
Naz Çavuşoğlu, ''Azınlık Nedir?'', İnsan Hakları Yıllığı, Cilt:19-20, 1997-1998
99
Preece, s.39.
100
Arsava, s.43.

29
Sözleşmesi önerisinde azınlıklar: '' bir devletin nüfusunun geri kalanından sayıca az
olan, o devletin vatandaşı olan üyeleri nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel ya
da dilsel özelliklere sahip olan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini
koruma isteğiyle yönlenen bir grubu ifade eder'' şeklinde tanımlamıştır.101 Bu
tanımlamaya da bakıldığında Capotorti'nin tanımına çok benzediği görülmektedir.
Bu noktada belirtmek gerekirse uluslararası düzenlemelerde yapılan tanımlamalar
genel itibariyle Capotorti'nin yapmış olduğu azınlık tanımını esas alarak
oluşturulmuştur.
Uluslararası metinlerde geçen azınlık tanımlarının yanı sıra farklı
tanımlamalar da ele alınacak olursa; Laponce azınlıkları; ''Bir azınlık, siyasi olarak
egemen gruptan ortak ırk, dil, din ve ulusal mirasla ayrılan; kendi seçimleri olan
ulusal bütünlüğe dahil olma isteklerinin engelleneceğinden veya kendi kimlikleri
pahasına ulusal bütünlüğe dahil olmaya zorlanacaklarından korkan bir topluluktur.''
şeklinde tanımlamaktadır.102 Bu noktada Laponce söz konusu tanımında, ulusal
bütünlük içerisinde kendi istekleriyle erime yolunu seçen ''iradi azınlıklar'' ve ulusal
bütünlük içine zorla dahil edilmek istenen ''zorlama azınlıklar'' ayrımını yapmıştır.
Ancak geleneksel Avrupa azınlıklarının, iradi azınlıklar olduğu kabul edildiği için
her iki azınlık grubunu da aynı tanım içerisine koymak özellikle azınlıklara karşı tek
politika üretilmesinde dolayı, bu gruplar arasında ki farklılığı ortadan
kaldırabileceğinin düşünülmesinden ötürü eleştirilmektedir.103
Baskın Oran'a104 göre ise azınlık kavramı iki boyutta ele alınabilir. İlk olarak
geniş anlamda azınlık kavramı (sosyolojik boyut); herhangi bir toplumsal yapıda
sayıca azınlıkta kalan, başat karakterli olmayan ve sayıca çoğunlukta olanlardan
farklı özelliklere sahip olan grubu ifade etmektedir. Bu geniş tanımlama içerisinde
''eşcinseller'' gibi toplum içerisinde sayısal olarak az ve farklı nitelikte bulunan bütün
gruplar dahil edilebilir. Bu geniş tanımlama esas itibariyle azınlıklara sosyolojik bir
bakış açısını yansıtmakla beraber oldukça çok unsurun azınlık olarak sayılabilmesine
sebebiyet verdiği için özellikle devletler tarafından kabul edilen bir bakış açısını
oluşturmamaktadır. Bu noktada yine hakkında tartışmalar olmakla beraber, Oran'ın

101
Çavuşoğlu, Azınlık Nedir?, s.96.
102
Jean A. Laponce, Minorities, s.6'dan aktaran, Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa
Ulus Devlet Sistemi, Donkişot Yayınları, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, 2001, s.34-35.
103
Preece, s.35.
104
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.26.

30
azınlık kavramını tanımlama noktasında ikinci boyut olarak nitelendirdiği ve
Capotorti'nin tanımını esas alan ''dar anlamda azınlık kavramı (hukuksal boyut)'',
özellikle hukuksal anlamda bir tanımsal çerçeve çizerek, azınlık olmak için gerekli
olan şartları genel olarak ortaya koymaktadır. Bu nedenle Capotorti'nin tanımını
temel alarak, azınlık olarak kabul edilmek için gereken unsurları incelemek,
azınlıkların uluslararası arenada temel olarak nasıl görüldüğü ve kabul edilmesi için
hangi şartların gerekli olduğunu ortaya koyacaktır.

C. Azınlık Olarak Kabul Görülme Şartı Üzerine

Bir grubun azınlık olarak görülmesi için belli nesnel şartlar sıralanabilir.
Özellikle yapılan tanımlamalardan hareketle belirlenen bu şartlar, Capotorti'nin söz
konusu azınlık tanımlamasının temel oluşturmasıyla ortaya konulabilir. Bu noktada
ilk ve olmazsa olmaz olarak görülen ölçüt, farklılıktır. Yani bir grubun azınlık
olabilmesi için yaşadığı ülkenin geri kalan nüfusundan; etnik, dinsel ya da dilsel
bakımdan ciddi anlamda bir farklılık arz etmesi gerekmektedir.105 Bu farklılık
unsurlarına, ırksal ve kültürel farklılıklar da dahil edilebilir, ancak belirtmek gerekir
ki özellikle ırksal farlılıklar günümüz şartlarında önem derecesini geçmişe nazaran
yitirmiştir.106 Kimlik konusunda da bahsedildiği üzere bireyler ya da gruplar kendi
kimliklerini belirlerken öteki bireyler ya da gruplarla arasında bulunan farklar
üzerine hareket etmektedir. Bu nedenle azınlık kimliğinin oluşması açısından da
farklılık unsuru oldukça önemli olmuştur.
İkinci şart ise sayı ölçütüdür. Bu noktada tanımlardan hareketle, nüfusun geri
kalanından bahsi geçen unsurlar bakımından farklı olan grupların, aynı zamanda
sayısal anlamda da azınlıkta bulunmaları gerekmektedir.107 Bu noktada sayısal oranın
ne olacağı konusu muğlak olmak ile beraber, grupların azınlık olarak görülebilmesi
için farklı olan özelliklerini koruyacak kadar büyüklükte bir grup olması
gerekmektedir.108 Belirtmek gerekir ki nüfusun dağılımı bu noktada önemsizdir.

105
Francesco Capotorti, Study on The Rigts of Persons Belonging to Ethnic, Religious and
Linguistic Minorities, United Nations, New York, 1979, p.96.
106
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.29-30.
107
Gökçen Alpkaya, ''Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Bağlamında Azınlıklara İlişkin Bazı
Gelişmeler'', İnsan Hakları Yıllığı Dergisi, Sayı:14, 1992, s.155.
108
Oran, Küreselleşme, s.67.

31
Özellikle İspanya'da bulunan Katalanlar gibi farklılaşan özelliklere sahip grupların,
ülke genelinde nüfusun geri kalanından sayıca az olup, bölgesel anlamda çoğunlukta
bulunması azınlık oldukları gerçeğini değiştirmemektedir.109 Buradan hareketle
azınlıkların esas itibariyle ülke genelinde sayısal olarak durumlarına bakmak
gerekmektedir.
Farklılık ve sayı unsurundan sonra üçüncü ölçüt; başat olamamak üzerinedir.
Yani azınlık olarak kabul edilebilecek grupların nüfusun geri kalanına karşı egemen
konumda bulunmaması gerekmektedir.110 Bazı istisnai durumlarda azınlık çoğunluğa
karşı egemen konumda bulunabilir. Örneğin 1994 yılında Apartheid'in kaldırılmasına
kadar Güney Afrika Cumhuriyetinde azınlıkta bulunan beyazların, nüfusun
çoğunluğunu oluşturan siyahilere karşı egemen konumda bulunmaktaydılar. Bu
çerçevede bahsi geçen örnekten de hareketle, bir grubun azınlık olarak sayılabilmesi
için genellikle ikinci bir sınıf olarak görülmesi, baskıya maruz kalması ya da bunlar
olmasa bile, en azından bu grupların farklı özelliklerini koruma eğiliminde olması
gerekmektedir.111
Dördüncü olarak, vatandaşlık ölçütü bulunmaktadır. Sosyolojik bakımdan bir
azınlık tanımlaması içerisinde esas itibariyle vatandaşlık şartı aranmamaktadır.
Ancak özellikle uluslararası hukukta, bir grubun azınlık olarak kabulü için
bulunduğu ülkenin vatandaşı olması şartı aranmaktadır. Bu nedenle yabancılar,
göçmen işçiler ve sığınmacılar gibi gruplar, uluslararası hukuk açısından azınlık
olarak genel itibariyle kabul görmemektedir.112
Sayılan diğer dört ölçüt genel itibariyle objektif ölçütlerdir. Bu noktada
beşinci olarak subjektif bir ölçüt olan azınlık öz bilincinin varlığı gösterilebilir. Bir
grubun azınlık olarak sayılabilmesi için kendisinin farklı olduğunun bilincinde
olması ve bu çerçevede bahsi geçen farklılığı kendi kimliksel yapısının
vazgeçilemeyecek bir unsuru olarak görmesinden dolayı korumaya çalışması
gerekmektedir. Kendi farklılığının bilincinde olmayan veya farkında olsa dahi
çoğunluğun arasında gönüllü olarak asimile olan birey ya da gruplar azınlık olarak

109
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.30.
110
Capotorti, s.96.
111
Oran, Küreselleşme, s.68.
112
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.30.

32
kabul görmemektedir. Bu sebeple azınlık bilincinin varlığı oldukça önem arz
etmektedir.113
Belirtilen tüm bu ölçütlerin yanında tartışmalı olan durumlar da
bulunmaktadır. Bu durumlardan ilki, daha önce belirtilen şartları sağlayan grupların,
azınlık olarak kabulünün yaşadıkları devlet tarafından onaylanmasının bir zorunluluk
unsuru olup olmadığıdır. Bu durumunun sebebi, özellikle katı üniter yapıya sahip
devletlerin, oldukça az grubu azınlık olarak tanıma eğiliminde olmaları ve azınlık
olarak tanımanın devlet egemenliğine karşı bir tehdit olarak görmesidir. Bu noktada
belirtmek gerekir ki bir devletin, bir grubu azınlık olarak kabul etmesi durumunda, o
gruba azınlık haklarından yararlanma hakkı verecektir. Ancak devletler gerekli
şartları taşıyan grupları azınlık olarak kabul etmese dahi azınlık konusu sosyolojik
anlamda bir gerçeklik olmasından dolayı o grupların azınlık olması durumu olgusal
olarak geçerlidir.114
İkinci tartışmalı konu bir grubun azınlık olabilmesi için yaşadığı devletin
vatandaşı olması konusudur. Aslında daha önce de belirtildiği üzere sosyolojik olarak
azınlık kavramı vatandaş ya da yabancı ayrımına dayanmamaktadır. Uluslararası
hukukta yapılan düzenlemeler ile beraber yabancılar ile azınlıkların nasıl korunacağı
konusu birbirinden ayrılmıştır.115 Ancak bazı uluslararası sözleşmelerde bu durum
tartışmaya açıktır. BM İnsan Hakları Komitesi'nin Kişisel ve Siyasal Haklar
Sözleşmesinin 27. maddesine karşı olan yorumunda açık bir şekilde azınlık olan
grupların ve bundan dolayı da azınlık olarak haklara sahip olacak kişilerin vatandaş
olma gibi bir zorunluluğunun olmadığı ifade edilmiştir. Ancak bu değerlendirmeyi
devletler kendi lehlerine yorumlamış ve konunun çözümünün kendilerine bırakıldığı
şeklinde yorumlayarak, vatandaş olmayan kişileri azınlık olarak kabul
etmemişlerdir.116 Daha önce de belirtildiği üzere azınlıklar konusunda devletler genel
itibariyle hassas davranmaktadırlar. Her ne kadar uluslararası sözleşmelere taraf
olsalar bile sözleşme hükümleri üzerinde çekince koyarak ya da sözleşmeler arasında
ki çelişkileri kendi lehlerine yorumlayarak azınlık konusunu ele almaktadırlar.

113
Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.27.
114
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.31.
115
Oran, Küreselleşme, s.68.
116
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.32.

33
D. Azınlık Kabul Edilen Grupların Sınıflandırılması

Bir toplumsal yapıda birbirine benzeyen ve ayrılan bir çok birey


bulunmaktadır. Benzerliklerini keşfeden bireyler ortak bir kollektif gruplaşmaya
gitmektedir. Benzerlikler üzerine kurulan kolektif kimlik yapısı aynı zamanda diğer
gruplardan farklılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bu çerçevede toplumsal yapı
içerisinde genel itibariyle bir çok noktada birbirine benzeyen ve ayrılan, farklılaşmış
kolektif gruplar bulunmaktadır. Elbette bu grupların sayısal oranı ve belli
özelliklerinin ne olduğu kesin olmamakla birlikte, bir toplumdan diğerine
değişmektedir. Bu grupların hangi ölçütlerle, hangi azınlık sınıfına dahil edileceği ve
hangi yönlerle toplumun genelinden farklılaşacağı konusu, kollektif grubun kendini
tanımladığı özellikler çerçevesinde ve toplumunda bu özellikleri kabulü ile birlikte
ortaya çıkmaktadır.
Azınlıkların kollektif ve bireysel kimlik yapılarının farklılık unsuru
çerçevesinde meydana geldiği ve bu farklılıklarında azınlık türlerini belirlediğini
söylemek gerekmektedir. Ancak bu farklılık azınlıkların kimliklerinin temelini
oluşturacak bir farklılık olmalıdır, çünkü bir toplumsal yapıda bireylerin ya da
grupların çok çeşitli farklılaşmaları mevcut olmasına karşın her farklılığı bir azınlık
türü olarak kabul etmek oldukça zor bir konudur.117
Toplumlarda bazı grupların azınlık olarak kabul edilip bazılarının azınlık
statüsüne alınmadığı görülmektedir. Bu durum genel itibariyle daha önce
belirttiğimiz üzere devletlerin tutumuyla ilgilidir. Bu çerçevede bir azınlık grubunun
hangi türde olduğunun belirlenmesi özellikle yararlanacağı haklar bakımından önem
taşımaktadır.118 Esas itibariyle azınlık türlerinin bir ayrıma tabi tutulması zor bir
durumdur. Bunun sebebi azınlık türlerinin taşıdıkları özellikler itibariyle birbirlerine
oldukça benzemeleridir.119 Bununla beraber gerek uluslararası belgelerde gerekse de
literatürde dört çeşit azınlık grubu temel olarak esas alınmaktadır. Bunları; dinsel
azınlıklar, ulusal azınlıklar, dilsel azınlıklar ve etnik azınlıklar oluşturmaktadır.

117
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.34.
118
Emre Aykoç, s.48.
119
Doğan Kılınç, İnsan Haklarının Korunması Çerçevesinde Azınlık Hakları, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2008, s.47.

34
a. Dini Azınlıklar

Azınlıklar konusu tarihsel süreç içerisinde ele alındığında, ilk ortaya çıkan
azınlık türünün ''dini azınlıklar'' olduğu görülmektedir. Bu durumun temel nedeni;
farklılaşmanın ilk olarak dinsel boyutta başlamasından kaynaklanmaktadır.
Protestanlığın ortaya çıkışı ile beraber, kilisenin sarsılmaz bir konumda bulunan
inanç birliği darbe almış ve Avrupa coğrafyası, Katolikler ile Protestanlar arasında
cereyan eden dinler savaşına sahne olmuş ve savaş 1648 yılında Vestefalya barış
anlaşmasıyla sona ermiştir.120 Barış ile beraber, öncelikle tek taraflı hükümler ile
başlayan daha sonra karşılıklı olarak anlaşmalar ile azınlıkları koruma anlamında
adımlar atılmış121 ve böylece dinsel azınlıklar tarihsel süreç içerisinde belirgin
konuma gelmiştir.
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda, toplumsal iletişim yapılarının dini açıdan
bireylerin birbirine olan benzerliği ya da farklılığı üzerine şekillenmesinden dolayı,
bu süreçte din unsurunun azınlık haklarını belirleyici bir yapıda olduğu
görülmektedir. Yine bu süreç içerisinde bireyler kendilerini ulusal aidiyetlerle
tanımlamaktan ziyade; Katolik, Protestan gibi dini aidiyetler çerçevesinde
tanımlamakta ve bu aidiyetler ile azınlık haklarından yaralandığı görülmektedir.122
Bununla beraber belirtmek gerekir ki ortaya çıkan her dinsel inanış, beraberinde
kendisine inanan bir insan topluluğunu da getirmekte (Protestanlık ve İslamiyet'te
olduğu gibi) ve zaman içerisinde azınlık olarak görülen bu topluluklar büyüyerek,
farklı coğrafyalarda veya yine aynı doğduğu coğrafya da çoğunluğu
oluşturabilmektedir. Bu noktada da eski inançlarını sürdürmek isteyen insanların
azınlık konumuna gelebildiği görülmektedir.123 Bu durumun da gösterdiği üzere
toplumsal hayatta yaşanan değişimler (yeni bir dini inanışın ortaya çıkması gibi) ile
azınlık unsurları da zaman içerisinde çoğunluk unsurlarıyla yer değiştirebilmektedir.
Daha önce çoğunluğu oluşturan bir inancın mensupları eğer yeni çıkan inanışa
kitlesel halde geçer ve o yeni inanışın mensupları çoğunluk olursa bu durumda eski
inancını devam ettiren gruplar azınlık olacaktır.

120
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.20.
121
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.20.
122
Preece, s.70-71.
123
Ülkü Bilgin, Azınlık Hakları ve Türkiye, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007, s.22.

35
Azınlık olma şartları bahsinde incelendiği üzere, bir grubun azınlık olarak
sayılabilmesi için objektif ve subjektif nitelikli şartlar bulunmakta ve bu şartların
tamamının varlığının bulunması gerekmektedir. Bu çerçevede dini azınlıkların
durumuna bakıldığında, din seçiminin kişisel bir eylem olmasından dolayı,
günümüzde dini farklılıklara sahip bireyler, genel itibariyle sadece bu farklılıktan
ötürü bir azınlık unsuru olarak görülmemektedir. Ancak dini bir topluluk azınlıkların
objektif kriterlerine de sahip olup, bulunduğu toplumun çoğunluğundan belirgin bir
şekilde ayrılırsa azınlık olarak tanımlanabilmektedir.124 Bununla beraber günümüzde
nadir olarak görülmesine karşın, sadece dini inanışından dolayı, çoğunluktan ayrılan
topluluklar ve bu toplulukların olmasından dolayı da meydana gelen problemler
oluşabilmektedir. Günümüzde bazı coğrafyalarda dini azınlıkların olduğunu
söylemek gerekir.125 Bu duruma örnek olarak; etnik köken açısından Çinli olan,
ancak dini inanışı çerçevesinde toplumun genelinden ayrılan Çin'de ki Müslüman
grup ''Hui''ler gösterilebilir.126

b. Ulusal Azınlıklar

Avrupa'da din unsurunda meydana gelen ilk kırılma, beraberinde bir


farklılaşmayı getirmiş ve bu farklılaşmanın oluşmasıyla da dinsel azınlıklar ortaya
çıkmıştır. Bunu izleyen süreçte XIX. yüzyılda azınlıklar konusunda önemli bir
değişim meydana gelmiştir. 1789 Fransız Devrimi sonucu, öncelikli olarak Avrupa
coğrafyasından başlayarak yayılan milliyetçilik akımı, ''ulus-devlet'' yapılarının
kurulmasını sağlamıştır. Bu durum sonucunda artık dinsel azınlıkların korunması
konusunun yerini ulusal azınlıkların korunmasına bırakmıştır.127 Özellikle 1815
tarihli Viyana Kongresinde yapılan anlaşmalar çerçevesinde, Lehlere kendi ulusal
kurumlarını devam ettirme hakkı verilmiş ve bu durumda azınlık hakları bağlamında
önemli bir değişimin yaşanmasına sebebiyet vererek, tarihte ilk kez azınlıkların dini
gruplar olarak görülmesi anlayışının yerini azınlıkların ulusal gruplar olarak

124
Arsava, s.56-57.
125
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.34.
126
Arsava, s.57.
127
Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.21

36
görülmesi anlayışının almasını sağlamıştır.128 Dolayısıyla ulusal azınlıklar tarihsel
süreç içerisinde görünür hale gelmiştir.
Öncesinde de var olmakla birlikte birinci dünya savaşından sonraki süreçte,
ulus-devletlerin yeri iyice sağlamlaşmış ve artık modern devlet sistemlerini ifade
eden özelliğin ''ulus-devlet'' olduğu görülmektedir. Bu noktada özellikle Versay
Anlaşması ile birlikte, bir devlette siyasi bağımsızlık gibi bir hak talebine sahip
olmayan unsurları (göçmenler, sığınmacılar vb), siyasal yabancılardan ayırmak için
''ulusal azınlık'' terimi kullanılmaya başlanmış ve siyasal hakka sahip yabancılar
ulusal azınlık olarak ifade edilmiştir.129
Daha çok Avrupa özelinde bir terim olan ulusal azınlıklar kavramı; esas
itibariyle başka bir devlet sınırları içerisinde çoğunluğu oluşturan ulus üyelerinin, bir
başka devlet sınırları içerisinde azınlık konumunda bulunmasını anlatmaktadır.130
Ulusal azınlığı bu şekilde tanımlayacak olursak, ev sahibi devlet ve akraba devlet
kavramları ortaya çıkmaktadır. Azınlıkların vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu ve
içerisinde yaşadığı devlete ''ev sahibi devlet'' denirken, bu azınlıklarla aynı soydan
gelen bireylerin egemen olduğu devlete ise ''akraba devlet'' denilmektedir.131
Genel itibariyle azınlık türleri arasında bir belirsizliğin hakim olmasına
karşın, ulusal azınlıkları diğer azınlık türlerinden ayıran en önemli özelliğin ''azınlık
bilinci''ne, diğer tüm azınlık türlerinden daha çok sahip olması gösterilebilir.132 Aynı
zamanda her ne kadar sıklıkla aynı çatı altında kullanılsalar da ulusal azınlıklar, etnik
azınlıklardan da farklılaşmaktadır. Bu noktada etnik azınlıkların taşıdığı özelliklere
sahip olmakla beraber, aynı zamanda ulusal azınlıklar siyasal hak talebine ve
iradesine sahip olmasından dolayı da farklılaşmaktadır.133 Ancak belirtmek gerekir ki
bu durum beraberinde sorunlu bir yapıyı da getirmektedir. Ulusal azınlıklar sorunu,
özellikle birinci dünya savaşından sonra gelişen, her ulusun kendi kaderini belirleme
hakkına sahip olması anlayışı çerçevesinde, ulus olarak kabul edilebilecek
toplulukların sınırları belli bir alan içerisinde siyasi güç iddiasında bulunmasından ve

128
Preece, s.75.
129
Preece, s.18.
130
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.36.
131
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.41.
132
Nur Uluşahin, ''Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal Azınlıklar ve Ulus-Devlet İkilemi'', İnsan
Hakları Yıllığı, Cilt:25, Sayı:33-34, 2007, s.40.
133
Arsava, s.55.

37
bu güce sahip olmasının imkansızlığından kaynaklanmaktadır.134 Bu noktada
devletler, kendi egemenliklerinin ve toprak bütünlüklerinin tehlikeye düşebileceği
kaygısıyla hareket etmekte ve azınlık taleplerine karşı önlemler alabilmektedir.135

c. Etnik Azınlıklar

Etnisite kavramı, sözcük kökeni bakımından Yunancada bulunan ve ''halk''


anlamında kullanılmakta olan ''ethnos'' sözcüğünden türetilmiştir.136 Kavram anlam
olarak ise, genel itibariyle bireyler arasında var olan kültürel bir ortaklığı
anlatmasının yanı sıra aynı kökene, dile, geleneklere ve sembollere bağlı olan
bireyleri ortak bir noktada toplayabilen özellikler kümesini de anlatmaktadır.137 Bu
çerçevede etnisite kavramı kollektif bir kimlik olma özelliğine sahip olduğundan
dolayı konuya kollektif açıdan yaklaşmak gerekmektedir.
Etnik gruplar; bir toplumsal yapı içerisinde, kendilerine özgü kültürel
davranış ve alışkanlıkları bulunan, aynı zamanda toplumda ki diğer gruplardan
farklılaşan özelliklere sahip olan gruplardır.138 Üyeleri arasında ortak bir aidiyet bağı
bulunan etnik grupların, kültürel, tarihsel ve belirli bir toprağa dayalı bağları
bulunabilmektedir.139 Etnik grupların bu özellikler çerçevesinde diğer grupsal
yapılardan veya cemaatlerden farklılaşmaktadır. Bu farklılaşmanın sebebi etnik
grupların diğer gruplara nazaran kendini daha çok dıştan soyutlamış, grup içine
kapanık bir konumda olması, yani toplumsal yapıda, ötekiler ve biz şeklinde bir
ayrımsal düşünüş temeline sahip olmasından kaynaklanmaktadır.140 Farklılaşmış
kollektif yapıya sahip olan etnik kimliği, çoğunluktan farklı bir konumda olması
halinde, ''Etnik Azınlıklar'' olarak görüldüğünü belirtmek gerekmektedir.
Etnik azınlıklar, özellikle bir toplumsal yapıda iki veya daha fazla etnik
grubun olması ve bundan dolayı da bir grubun diğer(ler)ine karşı üstünlük elde
etmesi sonucunda, azınlık oluşturan grup veya grupların hakim grup tarafından

134
Pereece, s.42, 44.
135
Uluşahin, s.41.
136
Erol Kurubaş, ''Etnik Sorunlar: Ulus-Devlet ve Etnik Gruplar Arasındaki Varoluşsal İlişki'', Doğu-
Batı Dergisi, Sayı:44, (Etnik Sorunlar), s.13.
137
Yanık, s.231.
138
Marshall, s.215.
139
Erol Kurubaş, Etnik Sorunlar, s.14.
140
Orhan Türkdoğan, Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınları, İstanbul, 1999, s.41.

38
dışlanması sonucunda ortaya çıkmaktadır.141 Bu çerçevede etnik azınlıkların, azınlık
olma şartlarını yerine getirdiğini kabul edilirse,c bahsedildiği üzere etnik grupların
özelliklerini taşıdığını söylemek gerekir. Bu özellikler sistematik bir şekilde ortaya
konulacak olursa, etnik azınlıklar şu özelliklere sahiptir:142
1)Etnik grupların farklı ve kendine ait bir kimliğe sahip olmaları,
2)Grup bireylerinin ortak bir geçmişe (kökene) sahip olması,
3)Grup üyelerinin çeşitli ve toplumun geri kalanından farklı kültürel
özelliklere sahip olması (Örneğin, farklı dil),
4) Grup üyeleri arasında var olan sosyal ilişkilerin bir organizasyona tabi
olması,
Ulusal gruplar ile etnik gruplar bazı durumlarda tek çatı altında
görülmektedir. Ancak ulusal gruplar; siyasi nitelik taşıyan, bir ülkeye bağlı olma
unsurunu bünyesinde barındırırken; bu durum etnik gruplarda daha çok tarihsel ve
sembolik bir unsur olma özelliğine sahiptir.143 Bununla beraber etnik azınlıkların
ortak dil unsuruna da bağlı olduğu durumlarda, dilsel azınlıklar ile etnik azınlıkların
iç içe geçtiği söylenebilir.144 Bu çerçevede görülmektedir ki, etnik azınlıklar geniş ve
kapsayıcı bir özellikler kümesinin ürünüdür; bazı durumlarda diğer azınlık
özelliklerini de bünyesinde toplayabilmesine karşın genel itibariyle diğer azınlık
türlerinden farklılaşmaktadır.

d. Dilsel Azınlıklar

İletişim için en önemli araçlardan biri olan dil, aynı zamanda bireylerin
birbirinden farklılaşmasının da aracı olabilmektedir. Özellikle ülkeler arasında
varolan dil farkı, bir ülkenin diğerinden farklılaşması konusunda önemli bir
unsurdur. Bununla beraber aynı toplum içerisinde varolan dilsel farklılıklar da
görülebilmektedir. Bu dilsel farklılıklar aynı dil üzerinden (ağız, şive gibi)
farklılıklar olabileceği gibi, tamamen farklı dillerin varlığı da söz konusu
olabilmektedir.

141
Türkdoğan, s.42.
142
Erik Allardt, Implication of the Etnic Revival in Modern İndustrialized Society, s. 30'dan aktaran,
Arsava, s.54.
143
Kurubaş, Etnik Sorunlar, S.15.
144
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.35.

39
Toplumsal yaşam içerisinde farklılaşmanın sebebi olabilen dil, aynı zamanda
dilsel azınlıkların çoğunluktan farklılaşması için de gerekli olan unsurlardan birisidir.
Aynı zamanda belirtmek gerekir ki dilsel farklılık, etnik azınlıklar ve ulusal
azınlıklar için de genel itibariyle belirleyici bir unsur olmasından dolayı, çoğunlukla
dilsel azınlıklar denilince, etnik ve ulusal azınlıklar kastedilmiş olur.145 Özellikle
birinci dünya savaşına gelinceye kadarki tarihsel süreç içerisinde dil unsuru, bir ulusa
tabi olmanın en önemli özelliği olarak görülmüştür.146 Bu noktada belirleyici unsur;
azınlık olma şartlarına sahip olan grupların, hangi farklılığını azınlık kimliğinin
vazgeçilmez unsuru olarak gördüğüdür. Dilsel farklılığıyla kendisini tanımlayan ve
toplumun geri kalanı tarafından da bu şekilde kabul edilen gruplar, dilsel azınlıklar
olarak görülebilmektedir.
Bir toplumda bulunan her farklı dil, o toplumda bir dilsel azınlığın bulunduğu
anlamına gelmemektedir. Tüm azınlık türlerinde olduğu gibi önemli olan husus, bir
grubun dilsel azınlık olabilmesi için olmazsa olmaz koşulun, dil yönüyle farklılaşan
grupların ''azınlık bilincine'' sahip olmasıdır. Yani bu grupların kendilerini dil
farklılığıyla ortaya koymasının yanında, egemen güç ya da güçlerden de bu
farklılıklarının korunması yolunda hak taleplerinde bulunması ve mücadele etmesi
gerekmektedir.147 Bu hak taleplerinin egemen güç tarafından kabul görmemesi orada
bir dilsel azınlık olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Çünkü dil azınlıkları
çoğunlukla hukuki şartlar çerçevesinde belirlenmemekte, bunun yerine sosyolojik,
coğrafi ve dil azınlıklarının kimliksel bilinci temelinde belirlenmektedir.148 Dil
azınlıklarına örnek olarak; İtalya'da bulunan Franko-provençaller ve Walserler gibi
dilsel azınlık grupları verilebilir.149

E. Azınlık Hakları Üzerine

Hak kavramı, tarihsel süreç içerisinde önemli bir konuma sahip olan bir
kavramdır. Kavramın işlerliği yönüyle bakıldığı zaman insan topluluklarının ortaya
çıkmasıyla beraber gelişen bir kavram olmasına karşın, özellikle devlet sisteminin

145
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.35.
146
Jan Auerhan, Die Sprachlichen Minderheiten in Europa s.96'dan aktaran, Arsava, s.57.
147
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.40.
148
Arsava, s.58.
149
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.35.

40
oluşmasıyla, toplumsal hayatın devamlılığı için bir devletin kendi vatandaşlarına ve
aynı zamanda vatandaşları dışında bulunan çeşitli gruplara sosyal, siyasal ve
ekonomik anlamda tanıdığı bazı ayrıcalıkları içeren bir kavram olduğu
görülmektedir.
Bireyin doğuştan edindiği bir güdü olan hak kavramının kullanımı için
gerekli olan şart bireyde hak bilincinin güçlenmesi durumudur. Özellikle hak
bilincinin bireyde gelişmemesi durumunda, birey öncelikli olarak kendisine neyin ait
olduğunun farkına varamamakta ve bundan dolayı hakkı olanı talep
edememektedir.150 Bu noktada azınlık hakları içinde benzer bir durum söz
konusudur. Daha önce azınlık şartlarında da belirtildiği üzere, azınlıkların hak
talebinde bulunabilmesi için öncelikle azınlık olma bilincinin bulunması ve
güçlenmesi gerekmektedir.
Azınlık haklarının niteliği açısından bu hakların kolektif bir gruba mı
verildiği ya da bu grup içerisinde herhangi bir bireye mi verildiği konusunda farklı
yaklaşımlar bulunmakta ve bu durumun neticesinde bireysel haklar ve azınlık
topluluklarının hakları olmak üzere iki farklı hak kavramı ortaya çıkmaktadır.151 Bu
noktada bireysel haklar, bir bireyin bağımsız olarak tek başına kullanabileceği çeşitli
hakları anlatırken, azınlık topluluklarının kolektif açıdan hakları ise bireylerin tek
başına kullanamayacağı, diğer azınlık topluluğunun içindeki diğer bireylerle beraber
ortak kullanabileceği hakları anlatmaktadır.152 Ancak özellikle günümüzde gerek
uluslararası düzenlemelerde gerekse de hakların kullanımı bakımından genel kabul,
azınlık haklarının bireysel nitelikte haklar olduğunu söylemek gerekmektedir.153
Negatif-pozitif haklar ayrımı, azınlıklara ne tür haklar verilmesi gerektiğini
belirleyen önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Azınlık hakları çerçevesinde negatif
haklar ifadesi, devletlerin ayrım gözetmeksizin ve güvence altına aldığı, tüm
vatandaşlarına uyguladığı eşitlik ve ayrıma tabi tutulmama gibi haklardır.154 Bu
noktada azınlıklar da, diğer vatandaşlarla eşit konumda olup, bu haklardan
yararlanabilecektir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu tip negatif haklar azınlıklara
yönelik klasik hak anlayışının bir ürünü olmak ile beraber, özellikle azınlıkların

150
M. Emin Emini, ''Hak Kavramı'', S.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:12, 2004, s.204.
151
Alpkaya, s.157.
152
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.40-41.
153
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.41.
154
Emre Aykoç, s.64.

41
toplumsal anlamda korunmasını yeterli düzeyde sağlayamamaktadır. Bu nedenle
özellikle günümüzde azınlık haklarıyla ilgili benimsenen bir diğer anlayış pozitif
haklar anlayışıdır. Pozitif haklar, azınlıkların kendi kimliklerini koruması ve farklı
özelliklerini muhafaza ederek sürdürebilmesi için çoğunluğa tanınan haklardan farklı
olarak azınlıklara verilen hakları ve devletlerin bu hakların yerine getirilebilmesi için
yaptığı düzenlemeleri kapsamaktadır.155 Bu noktada diğer bir deyişle pozitif
ayrımcılık ilkesi, azınlıklara toplumun geri kalan unsurlarından farklı, özel haklar
vererek azınlık ve çoğunluk unsurları arasında gerçek eşitliğin sağlanmasını
amaçlamaktadır.156 Ancak azınlıklara verilen pozitif haklar, aynı zamanda toplumsal
anlamda sorunları da beraberinde getirebilmektedir. Bu noktada bir anlamda ayrıma
tabi tutularak çoğunluktan ayrılan ve çeşitli haklar verilen azınlıklara karşı, çoğunluk
tepkisi oluşabilir ve zaten azınlık olmanın getirdiği dezavantajlı durum içerisinde
bulunan gruplar, toplumsal düzeyde zarara uğrayabilir.157
Azınlıklar genel itibariyle toplumda dezavantajlı gruplar arasında
görülmektedir. Bu durumun nedeni; azınlıkların nüfusun çoğunluğundan farklı
yapıda bir takım özelliklere sahip olması ve bu durumunda sonucunda toplumsal
yapıların genel itibariyle çoğunluk temelli şekillenmesinden dolayı, azınlık olarak
görülebilecek grupların kendi özelliklerini ya da kimliksel düzlemlerini ortaya
koyamamasından kaynaklanmaktadır. Azınlıklar açısından bu dezavantajlar çeşitli
hakların azınlıklara sağlanması itibariyle ortadan kaldırılabilir. Bu çerçevede azınlık
haklarına bakıldığında temel itibariyle üç başlıkta incelenebilir.
1) Eşitlik ve Ayrımcılığın Önlenmesi Çerçevesinde Azınlık Hakları: Bu
haklar genel insan hakları ile bağlantılı olmasından dolayı bu temel itibariyle insan
hakları belgelerinin içerisinde işlenen haklar olmuştur.158 Ancak bu hakların insan
hakları belgelerinde dar anlamda kullanılmasından dolayı, azınlıklar açısından sorun
alanları oluşacağının düşünülmesinden kaynaklı olarak azınlıkların haklarını içeren
belgelerde ayrıca belirtilmektedir.159 Bu tip azınlık hakları toplumsal yaşamdaki
adaletsizlikleri ortadan kaldırmayı, bireyler ya da gruplar arasında ayrımcılığın

155
Emre Aykoç, s.66.
156
Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, Su Yayınları, 2.baskı,
İstanbul, 2001, (Uluslararası İnsan), s.85.
157
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.39.
158
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.37.
159
Alpkaya, s.163.

42
önlenmesini ve eşitlik ilkesi çerçevesinde vatandaşların tümünün, özellikle hukuksal
alanda ki eşitliğini düzenlemeyi amaçlamaktadır.160
2) Azınlıkların Kimlikleriyle Bağlantılı Hakları: Kimlik konusunda da
bahsedildiği üzere, bireysel ya da grupsal kimlik yapıları genel itibariyle diğerinden
farklılaşmayla ortaya konulmaktadır. Bu nedenle nüfusun çoğunluğundan farklı
kimliksel yapıya sahip olan azınlıklar için özellikle bu farklılıklarının kabul edilmesi
ve bu kimliksel yapılarıyla beraber varolabilmesi için bir takım haklara ihtiyaç
duyulmaktadır.161 Bu noktada azınlıkların kimlikleri dil, din ve kültür gibi farklı
özelliklerine göre şekillenmekte ve bundan dolayı da talep edilen haklarında bu
düzlemde haklar olduğu görülmektedir. Özellikle temel bir hak olan kendi anadilini
kullanma hakkı, sadece dilsel azınlıklar için değil; aynı zamanda toplumun geri
kalanından farklı bir dile sahip olan diğer azınlık türleri için de, kimliğin korunması
ve yaşamasının devamının sağlanması açısından oldukça önemlidir.162 Bununla
beraber azınlıkların dinlerini açıklama ve dinlerinin gereklerini yerine getirme
hakları, kendi kültürel değerlerinden yararlanma hakkı gibi bir çok kimliksel ve
kültürel hakları bulunmaktadır.163
3) Azınlıkların Kamusal Alana Katılım ve Uluslararası İlişkilerde Bulunma
Hakları: İlgili belgelerde azınlıkların sosyal, ekonomik ve siyasal yaşama katılım
haklarının bulunduğuna vurgu yapılmaktadır. Özellikle de azınlıklarla ilgili olan
kamusal alandaki işlere azınlıkların aktif katılımının gerekli olduğu ifade
edilmektedir. Bunların yanı sıra ulusal azınlıkların da bir başka devlette yaşayan,
özellikle de ortak aidiyetleri paylaştığı kişilerle barışçıl ilişkilerde bulunma hakkının
serbest olmasının gerektiği belirtilmektedir.164
Azınlık hakları konusunda tartışmalı konulardan biri azınlıkların self-
determinasyon haklarının olup olmayacağı konusudur. Bu noktada azınlıklar
özelinde bakılacak olursa self-determinasyon hakkı, ''içsel self-determinasyon'' ve
''dışsal self-determinasyon'' olarak ikiye ayrılmaktadır. Dışsal self-determinasyon bir
azınlık grubunun plebisit yoluyla, mevcut devletinden ayrılarak kendi devletini
kurmasını ya da aynı etnik kökeni paylaştığı akraba devlete katılmayı

160
Bu konu hakkında daha geniş bilgi içeriği için bakınız, Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan, s.87-94.
161
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.37.
162
Alpkaya, s.163.
163
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, 37-39.
164
Bu konu hakkında daha geniş bilgi için bakınız, Naz Çacuşoğlu, Uluslararası İnsan, s.107-111.

43
anlatmaktadır.165 Azınlık gruplarının mevcut devletlerinden herhangi bir durumda
ayrılması halinde, gerek ulusal gerekse de uluslararası alanda ciddi sorunların ortaya
çıkabileceğinden endişe edildiği için, dışsal self-determinasyon anlayışı azınlıklar
için meşru görülmemektedir.166 İkinci olarak içsel self-determinasyon anlayışı ise;
bir devlet içerisinde bulunan çeşitli halkların demokrasinin de bir gerekliliği olan
katılım hakkı çerçevesinde, devlet yönetimine katılmasını ifade etmektedir.167 Bu
katılım sadece oy verme işleminden ibaret olmamalı aynı zamanda serbestçe talepte
bulunabilme, fikrini açıklayabilme ve yönetimde söz sahibi olabilme gibi demokratik
unsurları içinde barındırmalıdır.168 Self determinasyon ilkesi, bir devletten ayrılma
yolundan devlet içerisinde yönetime katılma anlamına doğru evrilmesi sonucunda
genişleyen yeni anlamı itibariyle, bu ilkenin devletlerin egemenlik hassasiyetlerini
uyandırıcı etkiden çıkarak, egemenliği koruyucu ve toplumsal beraberliği sağlayıcı
bir ilkeye dönüşmesini sağlamıştır.169 Habermas ise merkezi gücün, belli bir bölgede
yoğun bir şekilde bulunan nüfusun talep ettiği hakları vermemesi halinde, bu
unsurların ayrılma yolundaki taleplerinin meşru olabileceğinden bahsetmektedir.170
Temel olarak daha öncede belirtildiği üzere uluslararası alanda devletlerin egemenlik
kaygısıyla azınlıkları ve azınlık haklarını tanımaya yönelik çekimserliği, self
determinasyon hakları açısından oldukça fazla olduğu söylenebilir. Sonuç olarak,
devletlerin azınlık hak taleplerine karşı çözüm üretici politikalar üretmesi halinde,
uluslararası sistemin uğrayacağı zararında göz önünde bulundurulması sonucunda,
genel itibariyle azınlıklar açısından içsel self determinasyon hakkı anlayışının daha
uygulanabilir bir hak ilkesi olduğu söylenebilir.
Günümüzde neredeyse tüm toplumların çoğulcu yapıya sahip olmasından
dolayı kültürel anlamda bir homojenlik söz konusu değildir.171 Bir çok devletin çok
uluslu, çok kültürlü yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Bu noktada birden fazla ulusu
ya da kültürü içinde barındıran devletlere çokuluslu ya da çokkültürlü devletler

165
Arsava, s.77.
166
Ülkü Bilgin, s.87.
167
Arsava, s.79.
168
Doğan Kılınç, ''Self Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi'', G.Ü.
Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:7, Sayı:1-2, 2008, s.956.
169
Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan, s.80.
170
Habermas, (Öteki), s.51.
171
Habermas, (Öteki), s.26.

44
denilmektedir.172 Bir devletin içinde barındırdığı farklılıklar toplumsal yaşam
dinamikleri içerisinde çeşitli sorunlara yol açabilmektedir. Bu nedenle özellikle
liberal demokrasiye sahip ülkeler, içlerinde barındırdıkları kültürel ya da ulusal
farklılıkların sorun alanı oluşturmaması için bu farklılığa sahip bireylerin hem
medeni hem de siyasal haklarını güvence altına almak durumundadır.173 Kymlicka bu
farklılıkların, grup farklılığını koruma ilkesi yoluyla sorun olmaktan çıkabileceğini
ifade etmekte ve bu farklı gruplara dernek kurma, dinlerini özgürce yaşanma, ifade
özgürlüğü, seyahat özgürlüğü ve siyasi yaşama katılma gibi haklar174 vererek
toplumsal hayatın düzenlenebileceğini ifade etmektedir.
Bununla beraber yine Kymlicka,175 bir devletin barındırdığı ulusal ve etnik
açıdan farklılıkların düzenlenmesi ve toplumsal birlikteliğin sağlanması açısından
grup farkına dayalı üç hak biçimine vurgu yapmaktadır. Bu haklardan ilki olan
özyönetim hakkı; çokuluslu devletlerde bulunan grupların, üyelerinin kültürel ve
toplumsal anlamda gelişimini devam ettirebilmek ve toplumsal dezavantajlardan
koruyarak adil bir düzen oluşturmak için özerklik talepleri olabilmektedir. Bu
noktada daha öncede belirtilen kendi kaderini tayin hakkı sorunu gündeme gelebilir.
Ancak bu durum uluslararası sisteme olası yıkıcı etkisinden ötürü kabul
görmemektedir. Özyönetim taleplerinin tanınması, güçlerin bölgesel yönetimler ile
merkezi yönetim arasında paylaştırıldığı federal sistemlerde mümkün olabilmektedir.
Bu şekilde azınlıklar kendi bölgesel alanlarında, elbette merkezi sistemle
çatışmayacak şekilde, kararlar alarak özyönetimlerini sağlayabilir ve bu nedenle
kendilerini daha güven altında hissedebilirler. Kymlicka'nın önerdiği ikinci hak olan
çok etniklilik hakları; toplumsal hayatta farklılaşan grupların, diğer bireyleri zarara
uğratmadan, kendi kültürel özelliklerini rahatça ortaya koyabilmelerini
amaçlamaktadır. Önerilen üçüncü ve son hak olan ''özel temsil hakları'' ise; özellikle
siyasal yaşamda, farklı grupların yeterince temsil edilmediğinden yola çıkar. Bu
nedenle toplumsal hayatta ki diğer dezavantajlı grupların (kadınlar, etnik azınlıklar,
yoksullar vb.) önlerinde bulunan engellerin kaldırılarak, bu grupların siyasal alanda
temsil edilmelerinin sağlanması gerekliliğine vurgu yapılmaktadır.

172
Kymlicka, s.41.
173
Kymlicka, s.65.
174
Kymlicka, s.65.
175
Kymlicka, s.65-67.

45
Sonuç olarak bakıldığında azınlıkların toplumsal hayattaki dezavantajlı
durumlarının azaltılması ve mümkünse ortadan kaldırılması için egemen devletlerin
bir takım düzenlemeler yapması ve bahsi geçen hakların azınlık mensuplarına
verilmesi önemlidir. Ancak elbette bu düzenlemelerin ve verilecek hakların
toplumsal hayatın parçalanmasına yol açacak boyutta olmaması gerekmektedir.176 Bu
noktada önemli olan toplumsal yaşam dinamiklerini de göz önünde bulundurarak
düzenlemelerin yapılmasıdır. Elbette günümüzde bu durumu devletler kendi lehlerine
yorumlayarak bazı hakların kendi egemenliklerini tehlikeye düşüreceğini iddia edip,
bu hakları vermekten kaçınabilmektedir. Bu durumun da gösterdiği üzere herhangi
bir ülke sınırları içerisinde azınlıkların bulunması, o ülkede devletin azınlıklara
haklar tanıdığı anlamına gelmemektedir.177 Her ne kadar azınlıkların tanınması
önemli bir konu olmuşsa bile, tarihsel değişimleri göz önüne alarak, değişen
koşullara göre yeni haklar tanımak daha önemli bir husustur.

F. Türkiye'de Azınlıklar

Günümüz Türkiye'sinde azınlıklar meselesinin anlaşılabilmesi açısından


durumun tarihsel arka planının hesaba katılması gerekmektedir. Bu noktada mevcut
azınlıklar sisteminin Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyet'ine, gerek azınlıkların
sorunları gerekse de kurum ve nüfusları olarak kalmış bir miras olarak
nitelendirilebilir.178 Bununla beraber belirtmek gerekir ki, ''azınlık'' kavramı Batı
kökenli bir kavram olup, Türk hukukuna ancak Lozan Barış Antlaşmasıyla beraber
girmiştir. Osmanlı döneminde azınlık kavramı (ekalliyet) yerine farklı kavramlar
kullanılmıştır.179 Ancak bu başlık altında Osmanlı döneminde ve Türkiye
Cumhuriyeti döneminde bahsi geçecek gruplar ''azınlık'' olarak nitelendirilecektir.
Osmanlı Devleti gerek fetih politikaları gerekse de ticari faaliyetler gibi
çeşitli sebeplerle topraklarında farklı bir çok öğeyi barındıran bir devlet yapısına

176
Habermas, s.54.
177
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.38.
178
Bilal Eryılmaz ve Mücahit Bektaş, ''Lozan Perspektifinden Türkiye'de Azınlık Politikaları'', M.Ü.
Siyasal Bilimler Dergisi, Cilt:5, Sayı:2, 2017, s.27.
179
Eryılmaz ve Bektaş, s.29.

46
sahip olmuştur.180 Bu sebeple toplumsal hayatın işlerliğinin sorunsuz devam
edebilmesi için Osmanlı döneminde, farklılıkların bir arada yaşamasının
kolaylaştırılması amacıyla düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenleme alanlarından
birini oluşturan Azınlıklar konusu için Osmanlı Devleti ''Millet Sistemi''ni
benimsemiştir.181 Sisteme göre Osmanlı, toprakları içerisinde yaşayan yurttaşlarını
ırksal temel yerine, dinsel ya da mezhepsel niteliklerine göre belirleyerek bir
toplumsal sistem yaratmıştır.182 Bu sistem vasıtasıyla Osmanlı, içinde barındırdığı
farklı dinlere mensup topluluklara din, eğitim ve mülkiyet gibi konularla ilgili bir
takım haklar vermiştir.183 Verilen hakların hukuki anlamda korunması da elbette
önemli bir konudur. Bu noktada gayrimüslim unsurlarla ilgili farklı hukuki
düzenlemeler mevcuttur. Özellikle Osmanlı, Müslüman yurttaşları ile azınlık olarak
görülen gayrimüslim yurttaşlarını farklı hukuk kurallarına tabi tutmuştur. Bu noktada
Müslüman yurttaşlar İslam hukukunun kurallarına tabi olurken, azınlıklar kamusal
hukukta İslam hukukunun gayrimüslimler için belirlediği kurallara; özel hukuk
alanında ise kendi bağlı bulundukları topluluklarının din ve toplumsal hayata ilişkin
kurallarına tabi olmuştur.184 Bu şekilde Osmanlı, azınlıklar için toplumsal ve hukuki
alanlardaki hak ve ödevleri belirlemekte ve içinde barındırdığı farklı unsurların
toplumsal hayattaki durumlarını düzenleyerek, olabildiğince toplumsal sorun
alanlarını gidermeye çalıştığı görülmektedir.
Tanzimat ve Islahat Fermanları, özellikle azınlıklar için ve azınlıklıların
haklarının genişletilmesi açısından önemli belgelerdir. Millet sistemi, Tanzimat
Fermanıyla beraber ortadan kalkarak yerini bir haklar sistemine bırakmıştır.
Tanzimat Fermanıyla beraber Osmanlı, gayrimüslim tebaaya yeni haklar sağlamış ve
Müslüman tebaaya eşit konuma getirmiştir.185 Özellikle yabancı devletlerin azınlıklar
konusunda iç işlerine müdahalesini bertaraf etmek için yapılan düzenlemelere

180
Bülent Kara, Taabiyetten Vatandaşlığa Geçiş Sürecinde Türkiye'de Azınlıklar (1923-1950),
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2003, s.10.
181
Önder Kaya, Tanzimat'tan Lozan'a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2004, s.10.
182
Baskın Oran, Türkiye'de azınlıklar, s.48.
183
Preece, s.79.
184
Gülnihal Bozkurt, ''Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar'', A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 43,
Sayı: 1-4, 1993, s.50.
185
Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayrımüslim Teba'nın Yönetimi, Risale Yayınları,
İstanbul, 1990, s.96.

47
rağmen Tanzimat'tan sonra da Osmanlı, yıkılışına kadar geçen süreç içerisinde
yabancı devletlerin azınlıklar konusunda iç işlerine müdahalesine maruz kalmıştır.186
İkinci olarak Islahat Fermanı, yine Avrupa devletlerinin baskısı sonucunda
yapılan bir düzenleme olmasının yanı sıra, Tanzimat Fermanıyla beraber başlayan
Batı eksenli değişimin ikinci aşaması olmuş ve yaptığı düzenlemelerle Tanzimat
Fermanını büyük oranda şekillendirmiştir.187 Islahat fermanı aynı zamanda daha çok
dinsel içerikli yeni hak alanları da belirlemiş188 ve fermanla padişahın
gayrimüslimlere tanımış olduğu kendi cemaat iç işlerini düzenleme yetkisi
neticesinde, gayrimüslim tebaanın isteğiyle ''Millet Nizamnameleri'' düzenlenmiştir.
Nizamnameler ile beraber gayrimüslim cemaatlerin, ruhani liderlerin baskıcı
tutumlarından kurtulup daha laik bir yapıya büründüğü görülmektedir.189 Hem
Tanzimat hem de Islahat Fermanları her ne kadar Osmanlı'nın, Avrupalı devletlerin
iç işlerine müdahalesini önleme düşüncesiyle için yapılan düzenlemeler olmasına
rağmen, bu durum başarılı olamamış ve Osmanlı yıkılışına kadar Avrupalı
devletlerin iç işlerine müdahale etmesine tanık olmuştur.
Osmanlı'nın yıkılışı sonrasında, bağımsızlık mücadelesiyle kurulan yeni Türk
devleti, Osmanlı topraklarının bir kısmı üzerinde kurulmasından dolayı Osmanlı'dan
kalan pek çok özelliği kendi bünyesinde toplamıştır. Kısmi olarak aynı topraklar
üzerinde kurulan yeni devlet, doğal olarak kültürel ya da kimliksel çeşitliliğe sahip
bir devlet olmuştur. Bu noktada özellikle Osmanlı'nın yıkılışına sebep olan ulusçuluk
akımını göz önünde bulunduran yeni Türk devleti, özellikle sınırları içerisinde
olabildiğince dini temelli farklılıkların olmadığı, homojen yapıda yeni bir ''Türk''
ulusu yaratmayı amaçlamış ve bundan dolayı da Lozan Konferansında azınlıklar
konusunu önemseyerek, özellikle gayrimüslim azınlıkların mübadelesini
düşünmüştür.190 Bu durumun arka planına bakıldığı zaman, 1699 tarihinde imzalanan
Karlofca antlaşmasıyla beraber Polonya'ya verilmiş olan Osmanlı içinde yaşayan
Katolikler için girişim hakkı191 sonrasında başlayan Avrupa Devletlerinin azınlıkları
bahane ederek Osmanlı iç işlerine karışması olduğu görülmektedir. Bu nedenle

186
Kaya, s.80.
187
Eryılmaz, s.96.
188
Islahat fermanında gayrimüslimlere yönelik maddeler için bakınız, Eryılmaz, s.111-112.
189
Eryılmaz, s.114.
190
Emre Aykoç, s.265.
191
Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.20.

48
Karlofça antlaşmasından sonra gerek Osmanlı ve gerekse de yeni Türk devleti için
azınlıklar konusunu yabancı devletlerin müdahalesi kapsamında düşünülmüştür.192
Bu sebeple Lozan görüşmelerinde de azınlıklar konusunda oldukça hassas
davranılmıştır.
Lozan görüşmeleri sonucunda imzalanan Lozan Barış Antlaşmasıyla beraber
Türkiye Cumhuriyeti'nin, azınlık olarak kabul ettiği gruplar da hukuki açıdan belli
olmuştur. Anlaşmada Türkiye'deki azınlıklar, Osmanlı'da olduğu gibi din kıstasıyla
belirlenmiş ve Türkiye Cumhuriyetinde bulunan bazı gayrimüslim vatandaşlarla
sınırlı tutmuştur.193 Buna göre Lozan Anlaşmasıyla belirlenen ve günümüzde de
Türkiye'de azınlık olarak görülen gruplar; Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir.194
Azınlıklara verilen haklar çerçevesinde değerlendirildiğinde, Lozan ile
beraber azınlıklar; özgürlüklerinin garanti altına alınması, vatandaşlık sağlanması,
siyasi ve medeni hakların tamamından eşit bir şekilde yararlanması ve gerektiğinde
nüfuslarının yoğun olarak bulunduğu bölgelerde kendi dilleriyle eğitim yapmak
amacıyla okul açabilmesi gibi haklar elde etmiştir.195 Bu haklar aynı zamanda
günümüze kadar süregelen haklar olmuştur.
Günümüz Türkiye'sinde de azınlık olarak Lozan anlaşmasıyla belirlenen
gruplar kabul edilmektedir. Ancak azınlıkların sadece bahsi geçen bazı gayrimüslim
gurupları kapsamasından dolayı, Türkiye'de azınlık tanımının ve kapsamının oldukça
dar olduğu görülmektedir.196 Özellikle sosyolojik bakış açısıyla değerlendirildiğinde
azınlık olarak kabul edilebilecek unsurlar oldukça çeşitlidir. Bunun yanı sıra hukuki
anlamda dahi bakıldığında, Türkiye'de mevcut azınlık sınırlamasının, sadece din
kıstasıyla belirlenmesinden dolayı, esas itibariyle dar olduğunu söylemek gerekir. Bu
durumun altında yatan sebeplerden birisi olarak elbette tarihsel süreç içerisinde
yabancı devletlerin, Osmanlı'nın iç işlerine karışmak için azınlıkları koz olarak
kullanması gösterilebilir. Bu koruyucu tavır sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti
azınlıklar konusunda Lozan'da oldukça hassas davranmış ve bunun sonucunda da
günümüz anlaşmalarına da etki eden kararlar alınmıştır. Özellikle Lozan

192
Muhammet Örtlek, ''Türkiye'de Etnik Azınlıklara Yönelik Yaklaşımlar'', Hukuk ve İktisat
Araştırmaları Dergisi, Cilt:6, Sayı:2, 2004, s.16.
193
Gülnihal Bozkurt, s.57.
194
Bülent Kara, s.140.
195
Gülnihal Bozkurt, s.58.
196
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.47.

49
anlaşmasında belirlenen hüküm gereği, Türkiye'nin katılacağı sözleşmelerde
azınlıklar konusunda ileri sürülen hakların Türkiye anayasasına aykırı olması halinde
veya bu sözleşmelerin azınlık kabul edilen gruplar dışında başka kimselere haklar
tanıması halinde, bu durumun kabul görmeyeceği konusunda anlaşmaya çekince
konulmuştur197. Bu tutum da göstermektedir ki yeni kurulan Türk devleti azınlıklar
konusunda tarihsel anlamda süregelen çekincelerini korumaktadır. Kendi
egemenliğinin tehlikeye girebileceği düşüncesiyle hareket eden heyet, Lozan
antlaşmasında gelecek anlaşmalar için çekinceler bırakarak, belirlenen azınlıklar ve
azınlık hakları dışında ki hususlarda son söz hakkını Türkiye Cumhuriyetine
bırakmıştır. Genel itibariyle değerlendirildiğinde, bu tutumun haklı dayanak
noktalarının olmasının yanı sıra, özellikle günümüz şartlarında azınlık sayılabilecek
grupların oldukça dar bir anlayışla (sadece din kıstası üzerinden) belirlenmesinden
yetersizdir. Bunun yerine toplumda bulunan farklı unsurların belirleyip ve eğer bu
unsurların dezavantajlı durumları bulunuyorsa, bu dezavantajları ortadan kaldırıcı
düzenlemelerin yapılması, hem toplumsal yapının işlerliği için hem de bu farklı
unsurların eşit koşullarda yaşaması için daha doğru olacaktır.

197
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.48-49.

50
II. BÖLÜM

AVRUPA MERKEZLİ BİR ÖTEKİLEŞTİRME: ''LEVANTENLER''

1. LEVANTEN KAVRAMI VE LEVANTENLİK

Sözcük kökeni bakımından güneşin doğuşu ve doğu anlamlarına gelen


Fransızca ''Lever'' kelimesinden türeyen Levant kavramı198 zamanla bir kimliksel
yapı halini alarak ''Levanten'' olarak nitelendirilen bireyleri tanımlamak için
kullanılan bir kimlik haline gelmiştir. Bu çerçevede Levanten kavramı hakkında
yapılan tanımlamaları incelemek, kavramın boyutlarını ortaya koymak için
önemlidir.
Levanten kavramı, her şeyden önce Avrupa temelli bir yaklaşımın ürünüdür.
Kavram; Batı Avrupa'nın, kendi dışında bulunan unsurları tanımlayarak, kendinden
ayırmak için ortaya çıkarmış olduğu bir nitelendirme ya da daha doğru ifadeyle bir
''ötekileştirme'' unsurudur. Kavramın esas kullanım durumuna bakıldığı zaman;
Levanten nitelendirilmesinin, Levanten olarak kabul olan bireylerce ya da yaşadıkları
bölgelerde ki insanlarca ortaya çıkarılan ya da benimsenen bir kavram olmadığı
görülmektedir.199 Bu sebeple, hem Levanten olarak nitelendirilen bireylerin kavramı
kendilerinin ortaya çıkarmamış olması, hem de bu bireylerin kendilerini nitelendiren
bu kavramı reddedişinden dolayı, Levanten kavramının sorunlu olduğu
görülmektedir.200 Bu çerçevede Levanten kavramının, gerek anlamsal gerekse de
ortaya çıkarılış amacı doğrultusunda nötr bir tanımlama ürünü olmadığı, yani masum
bir yapısından ziyade Avrupa tarafından ''öteki'' olarak yaratılan, kendinden aşağıda
görme unsurunu yansıtmaktadır.201 Daha sonra da bahsedileceği üzere Levanten
kavramının bu özellikler çerçevesinde ortaya çıkmış olması dolayısıyla bireylerin
Levanten kimlik yapısını reddettiği görülmektedir. Ancak bundan önce kavramın
tanımsal boyutlarıyla ne ifade ettiğini belirtmek, kavramı daha iyi değerlendirmek
için faydalı olacaktır.

198
Bülent Şenocak, Levant'ın Yıldızı İzmir, Yakın Kitabevi, 5.baskı, İzmir, 2016, s.24.
199
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'' s.34.
200
Edhem Elhem, ''Levanten Kelimesi Üzerine'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve
Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.12.
201
İlhan Pınar, İzmir Yazıları, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir, 2010, (İzmir Yazıları), s.13.

51
İlk olarak sözlüklerde Levanten kavramının tanımına bakılacak olursa; Türk
Dil Kurumu kavramı: ''Özellikle Tanzimat sonrasında büyük liman kentlerinde
yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan Hıristiyanlara verilen ad, tatlı su Frengi'' olarak
tanımlamıştır.202 Tanımdan da anlaşılacağı üzere Tanzimat sonrasında denilmesiyle
beraber XIX. yüzyılın Levanten kavramı için çıkış noktası olduğu anlaşılmaktadır.
Bununla beraber Cambridge sözlüğünde ise Levanten kavramı '' Levant'a ya
da oranın insanlarına ait olan ya da bağlantılı olan'' ve ''Levant'tan bir kişi'' olarak
tanımlanmıştır.203 aynı zamanda Levant kavramı ise ''Doğu Akdeniz ülkeleri ve
adaları'' olarak tanımlanmıştır.204 Tanımdan yola çıkarak söylenebilir ki; kavram
genel olarak bahsedilen bölgede yaşayan insanların tümünü Levanten olarak
görmekte, yani herhangi bir ayrım yapmaksızın Türkleri dahi bu kavram içinde
göstermektedir. Görüldüğü üzere, Levanten kavramının oldukça karmaşık ve aynı
zamanda birbirinden farklı anlamları bünyesinde barındıran bir yapıda olduğu
söylenebilir.
Ansiklopedilere bakıldığı zaman, Ana Britannica ansiklopedisinde
Levantenler:205 ''Osmanlı döneminde, özellikle Tanzimat sonrasında İstanbul'da ve
büyük liman kentlerinde yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan, Müslüman olmayan
azınlıklar'' olarak tanımlanmıştır. Ancak bu tanım özellikle bugün anladığımız
anlamıyla Levantenlerin tanımlanması yolunda bazı eksiklikler arz etmektedir.
Çünkü her şeyden önce tanımda belirtilen ''Müslüman olmayan azınlıklar'' ifadesi,
Osmanlıda bulunan tüm gayrimüslim azınlıkları kapsayan genel bir ifadedir. Oysa
belirtmek gerekir ki Levantenler için din belirleyici bir kıstas olmasına karşın, şark
Katoliklerinin (yerli Katolik) Levanten sayılmamasından dolayı, tüm gayri müslim
bireyleri Levanten olarak nitelendirmek doğru olamayacaktır.206
Yeni Tük Ansiklopedisinde Levantenler: ''Akdeniz'in doğu sahillerine ve
buralardaki ülkelerde (Yakın Doğu) dünyaya gelmiş veya buralarda yerleşip ticaret
yapan, aslen Avrupalı, çok kere uzun kalışlar ve elenmeler dolayısıyla soyu karışmış

202
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5ade2e53cba307.4
4027381 (23.04.2018)
203
://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/levantine?q=Levantine
(23.04.2018)
204
https://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/levant?q=levant (23.04.2018)
205
Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., Cilt:14, İstanbul, 1989, s.435.
206
Edhem Elhem, s.20.

52
kimse; Yakın Doğu'lu olduğu halde Avrupalılık taslayan ''tatlısu frengi'' denilen
tipler.'' olarak tanımlanmıştır.207
Levant kavramının uzun bir geçmişe sahip olduğu bilinmesine karşın
özellikle günümüzde bilinen anlamıyla Levanten kavramının XIX. yüzyıl itibariyle
kullanıldığı görülmektedir. Levanten kavramının ortaya çıkmasından önce bu
kavramın anlatmış olduğu insanlar, genel olarak Osmanlıya göç ettikleri şehirlerin,
Katoliklik gibi dinsel mezheplerin veya genel olarak Latin olarak
nitelendirilmişlerdir.208 İlhan Pınarın aktardığına göre günümüzde Levanten kabul
edilen kişiler, XIX. yüzyıl öncesinde Tavernier'e göre; Latin, Jakob Spon'a göre;
Venedikli ve Cenevizli, Tournefort'a göre; Venedikli, Cenevizli, Maltalı ve Stephan
Schulz'a göre; Katolik olarak görülmektedir.209 Elbette örnekler daha fazla
arttırılabilir ancak temel olarak belirtmek gerekir ki her ne kadar kelimenin kökeni
olan ''Lever'' ya da ''Levant'' kavramlarının köklü bir geçmişi varsa bile, Levanten
kelimesinin XIX. yüzyıl itibariyle kullanılmaya başlanmıştır. Öncesinde bu gruplar
farklı nitelendirmeler, aidiyet unsurları çerçevesinde betimlenmiş olup XIX. yüzyıl
öncesinde bulunan bireyler ya da gruplar farklı aidiyet unsurları ile beraber
tanımlanmıştır.
İlhan Pınar'a göre XIX. yüzyılda kullanıma giren Levanten kavramı başlangıç
itibariyle sadece coğrafi bir alanı ifade etmek için kullanılsa da, sonra ki süreç
içerisinde kavramın kültürel ve siyasi boyutları da bünyesinde barındıran bir kavram
haline dönüştüğü görülmektedir.210 Bunun yanı sıra Pınar, Levanten kavramını
bilimsel açıdan inceleyen Oliver Jens Schmidt'ten aktardığına göre; Avrupalı bir
bireyin, Levanten olarak kabul edilmesi için on yıllık bir zamana ihtiyaç
duyulmaktadır.211 Temel itibariyle değerlendirildiğinde bahsi geçen sürecin bir
değişim ve kaynaşma süreci olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle bu sürecin,
farklı kültürel davranış kalıplarına sahip bireylerin yer değişiklikleri sebebiyle
gittikleri yeni yerlerin davranış kalıplarını edindiği ve bazı kültürel özellikleri kendi
bünyesine alarak değişime uğradığı bir süreç olduğu söylenebilir.

207
Yeni Türkiye Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat A.Ş., Cilt:6, İstanbul, 1985, s.2072.
208
Pınar, Levant, Levanten ve Levantenlik, s.34.
209
Pınar, Levant, Levanten ve Levantenlik, s.35.
210
Pınar, İzmir Yazıları, s.13.
211
Pınar, İzmir Yazıları, s.17.

53
Stefanos Yerasimos, Levantenleri olgusal bir yapıda görmekte ve zamanla
önemini kaybettiğini ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Yerasimos özellikle XVIII.
ve XIX. yüzyıllarda, Batı ülkeleriyle Osmanlı arasındaki ticari ilişkiler sonucunda
Levantenlerin ticari amaçlarla Osmanlı'ya geldiğini belirtmekte ve bu süreç
sonucunda Osmanlıya gelen bireylerin ulusal kimlikleşme sürecinin dışında kalarak,
farklı bir kimliksel yapı olan Levantenlikle tanımlandığını ifade etmektedir.212
Bununla beraber Yerasimos; Levanten olarak nitelendirilen kişilerin XX. yüzyılın
başlarında kendilerine yöneltilecek ''Levanten misin?'' şeklindeki bir soruya
muhtemelen ''hayır'' cevabını vereceklerini ve bu durumun sebebi ise bu kişilerin
kendilerini ya başka bir ülkeye ait hissedeceği ya da Türkiye Cumhuriyeti içinde
kendilerini ait hissedeceğini ve kendisini böyle tanımlayacağını belirtmektedir.213 Bu
sebeple başlangıç itibariyle Levanten kavramının, bu kavramca nitelendirilen bireyler
tarafından kabul görmediği şeklinde bir yorumda bulunulabilir.
Edhem Elhem'e göre Levanten kavramı tarihsel süreç içerisinde anlamsal
olarak bir dönüşüme uğramıştır. Özellikle anlamsal kökenine bakmak için kelimenin
ilk kullanıldığı; Fransızca-Arapça-Farsça-Türkçe sözlüğüne bakılması gerektiğini ve
burada da ''Levantin'' kelimesinin, her dilde anlamsal karşılık olarak nötr bir ifade
olan coğrafi bir konumu belirttiğinden bahsetmektedir.214 Bu noktada Elhem, Lever
kelimesinden türemiş olan Levant kavramının sadece doğuyu tanımladığını ve
bundan dolayı da Levantin kelimesinin de bu anlama geleceğini ifade etmektedir.
Ancak 1880 yılında çıkarılan Redhous sözlüğünün ilk baskısında Levanten
kavramının da anlamsal bir değişim geçirdiği görülmektedir. Bu noktada Levant
kelimesinin anlamının ''Memalik-i Osmaniye'' olduğu, Levanten kelimesinin
anlamının da ''Memalik-i Osmaniye'de doğmuş Frenk'' olduğu görülmektedir. Bu
çerçevede Frenk kelimesinin anlamı ise ''herhangi bir Avrupa milletine mensup olan
insan'' olduğu görülmektedir.215 Bu noktada anlaşılmaktadır ki Levant kavramının ve
bundan dolayı da Levanten kavramının zaman içerisinde anlamı değişime uğrayıp,

212
Stefanos Yerasimos, ''Levanten Kimdir'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri
Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.29-30-31.
213
Yerasimos, s.30.
214
Eldem, s.13.
215
J. W. Redhouse, Redhouse's Turkish Dictionary, in Two Parts, English and Turkish, and Turkish
and English, Londra, 1880.'den aktaran Edhem Elhem, ''Levanten Kelimesi Üzerine'', Avrupalı mı
Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.14-15.

54
daralarak Osmanlı topraklarını ve bu topraklarda yaşamakta olan Avrupalıları
kapsadığı görülmektedir.216
Eldem Levanten kavramının karmaşık bir yapısının olduğunu belirtmektedir.
Özellikle kavramın anlamsal çeşitliliğinin tek ve net bir tanımsal çerçevesinin
oluşmasını zorlaştırmaktadır. Bu genel çerçeve eşliğinde Eldem sadece dinsel bir
kıstas belirlenirse Levanten kimliğinin şark katoliklerini kapsamadığını, aynı
zamanda İngilizlerin Levanten olarak kabul edildiğini ancak İngilizlerin Katolik
değil Protestan olduklarını ve bundan dolayı dinsel kıstasın Levanten kimliğini
belirlemekte tek başına yeterli olmadığını belirtmektedir. Avrupalılık üzerine bir
kimliksel tanım çerçevesi çizildiğinde ise XIX. yüzyılda Polonya'dan gelen Katolik
insanların bu tanıma dahil edilemeyeceğini belirtmektedir.217 Levanten kavramı
içerisine dahil edilebilecek gruplar için Eldem; Ortaçağda Latin kökene sahip ya da
sonraki dönem içerisinde köken itibariyle Katolik ve Batı Avrupalı, Akdenizli olup
Osmanlı devleti toprak sınırları içerisine yerleşerek burada yaşayan insanları
göstermiştir.218 Ancak belirtmek gerekir ki özellikle Levanten ya da yabancılara
verilen bir takım imtiyazlardan yararlanmak isteyen Rum, Ermeni ve Yahudi aileler
soyadlarının İtalyan ve Fransız soyadlarına benzetmesi, Levantenlere eklemlenmeye
çalışması ile birlikte bu gruplarında zamanla Levanten olarak kabul görmesi,
Levanten kavramının hem zaman içerisindeki dönüşümüne bir örnek, hem de
kavramın boyutunu genişleten ve karmaşıklaştıran bir unsur olmuştur.219
Benzer şeklide İlber Ortaylı da, ''Levante'' (doğulu) kelimesinin başlangıç
itibariyle bütün Doğu Akdeniz bölgesinde yaşayan insanları kapsadığı, ancak daha
sonra kavrama yüklenen sınırlar daralarak Bizans ve Osmanlı zamanında bu
bölgelere Orta ve Kuzey Avrupa göç veya farklı sebeplerle gelip yerleşen yabancı
insanları anlattığını belirtmektedir.220 Osmanlı idaresinin gözünde ise Levanten;
Roma-Katolik çizgisinde bulunan Latinler olarak görülmektedir. Ancak bununla
beraber XIX. yüzyılda Osmanlıya göç ederek yerleşen Protetanlar ve kendini

216
Eldem, s.15.
217
Eldem, s.20.
218
Eldem, s.20-21.
219
Eldem, s.21.
220
İlber Ortaylı, ''Levantenler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya),
Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, (''Levantenler''), s.23.

55
Levanten olarak tanımlayan şark Katolikleri de Levanten olarak görülmüştür.221 Bu
noktada yapılan tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere esas itibariyle Levanten
kelimesinin kapsamının zaman içinde değiştiği görülmektedir.
Arus Yumul çeşitli sebepler ile Osmanlı topraklarına yerleşen Avrupalılara
zaman içerisinde Levanten dendiğini belirtmektedir. Aynı zamanda Levanten
kavramının sübjektif bir kavram olduğunu ve dönemsel olarak anlamının değiştiğini
vurgulamaktadır.222 Yumul Levanten kimliğini ele alırken bu kimliksel yapının
kurgulanmış bir kimlik yapısı olduğunu belirtmektedir. Yumul; Avrupalı
soydaşlarıyla aynı kökene sahip bireylerin, bütünüyle kökensel özelliklerini
kaybetmediğini ancak farklı bir tanımlama içerisine girerek Levanten kavramının
oluştuğunu belirtmektedir.223
Raziye Oban ise Levantenleri; birkaç nesildir Avrupa'dan gelerek doğu
coğrafyasına yerleşerek burada kalan, çoğunlukla ticaret üzerine yoğunlaşan, ulusal
olarak bir dili bulunmayan ve kendilerini geldikleri bölgelere aidiyet bağıyla bağlı
hisseden kişiler olarak tanımlamaktadır. Bununla beraber Levantenlerin daha çok
Katolik olduğunu belirten Oban, daha sonraları Hıristiyan Protestanların da Levanten
olarak kabul edildiğini belirtmektedir.224
Bütün bu kavramsal tanımlamalar ve incelemeler eşliğinde Levanten kavramı
üzerinde, tıpkı sosyal bilimlerde birçok kavramda olduğu gibi, kesin olarak
anlaşmaya varılan bir tanımlama olmadığı görülmektedir. Kavramın ortaya çıkış
süreci de kavramın yapısının karmaşıklaşmasına sebebiyet vermiştir. Avrupa'da
gerçekleşen milli kimlikleşme sürecinden sonra ortaya çıkan kavram, önceleri
kendini belli bir şehir devletiyle tanımlayan ve bu şehir devletine aidiyet bağı
hisseden bireylerin, milli devletlerin oluşmasıyla beraber bu bağının çözülmeye
başlamasına sebep olmuştur. Bunun yanı sıra özellikle Avrupa merkezli bir
tanımlama olduğu görülen ''Levanten'' kavramı, daha öncede belirtildiği üzere
Avrupa'nın kendisi dışındakini tanımlama ihtiyacı olarak ortaya çıkmıştır. Bu

221
İlber Ortaylı, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1994, s.204.
222
Arus Yumul, ''Melez Kimlikler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya),
Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.40.
223
Yumul, s.40.
224
Raziye Oban Çakıcıoğlu, ''Tarihte İzmir'de Yabancılar-Levantenler (Sosyo-Ekonomik ve Kültürel
Katkılarıyla), Yerel Gündem 21 Birlikteliğinde Türkiye Doğumlu Olmayan Yerleşik Yabancılar,
(Ed. Zerrin Toprak ve diğerleri), Birleşik Matbaacılık, İzmir, 2007, s.3.

56
nedenle Levanten kavramının, Avrupa merkezli bir ötekileştirme hareketi olduğu
söylenebilir.

2. KİMLİK KAVRAMI KAPSAMINDA LEVANTEN KİMLİĞİNİN


İNCELENMESİ

Kimlik; bireylerin ya da grupların özelliklerini belirleyen bir olgu olmasının


yanı sıra, aynı zamanda toplumsal yaşam dinamikleri içerisinde bulunan bireylerin ya
da grupların bağlılıklarını, birbirinden olan farklılaşmalarını ve sosyalleşmelerini de
belirleyen bir olgudur. Bu yaklaşım ışığında belirtmek gerekir ki her toplumsal yapı,
içerisinde farklılıkları ya da kısmi aynılıkları barındırmaktadır. Özellikle benzerlik
üzerine kurulan ve kendini benzemezlik unsuru çerçevesinde diğerlerinden ayıran
kimliksel yapı,225 toplumsal hayatın hem uzlaşma, hem de çatışma alanlarını
oluşturmaktadır. Bu noktada kimlik yapılarının oluşumu her ne kadar kişisel yaşam
serüvenine bağlı olsa da, toplumun diğer aktörleri tarafından nasıl algılandığıyla
ilgilidir.226 Bununla beraber bazı kimlik yapıları ise oluşum aşamasında kimliğe
sahip olan unsurların kabulü ya da içinde bulunulan toplumun bir algısı sonucunda
değil, dışarıdan bir dayatma sonucu zaman içerisinde yerleşmiş olabilir.227 Bu
duruma kuşkusuz en güzel örnek ''Levanten'' kimliğidir. Bu çerçevede Levanten
kimliğini incelemek önemli olacaktır.
Levanten kimliğinin belirsiz bir yapıya sahip olması ile birlikte, bu durumun
temel sebebi olarak Levantenlerin, Doğu-Batı arasına sıkışmış bir kimliksel yapıya
sahip olması gösterilmektedir. Batının bir parçası olması dolayısıyla, Levantenler
kapitalist ve sömürgeci olan bir yapının içinde görülmekte ve bu sebeple de Batılı
olarak görülmektedir. Ancak Levantenlerin özellikle Doğu kültürü içerisinde
yaşamaları ve dolayısıyla da Doğu kültüründen etkilenmeleri, Batı ile
karşılaştırıldığında Doğulu olarak görülmektedir.228 Bu durumun da gösterdiği üzere
Levanten kimlik yapısı daha çok onların bağlantılı oldukları topluluklarca nasıl
algılandıkları çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Yerel halk Batılı olarak

225
Parekh, s.53.
226
Connolly, s.92.
227
Marshall, s.408.
228
Fahri Dikkaya, ''Doğu Doğu Mudur, Batı Batı Mıdır?'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus
Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.193.

57
nitelendirirken, Batı tarafından Doğulu olarak görülmeleri, Levanten kimlik yapısı
üzerinde bir değişkenlik yaratmakta ve bunun sonucunda da kimlik yapısının sınırları
belirsizleşmektedir.
Levanten kavramı ve dolayısıyla sonrasında oluşan Levanten kimliği daha
önce de belirtildiği üzere Avrupa temelli oluşturulan bir unsurdur. Bu kimlik
yapısının ortaya çıkmasının sebebi, Batı Avrupa'nın özellikle kendi dışında bulunan
her unsuru tanımlayarak, bu unsurları kendinden ayırması ve kendi üstünlüğünü
ortaya çıkarma çabasından kaynaklanıyor olmasıdır.229 Kimlik bahsinde de
anlatıldığı üzere, bütün kimliksel yapılar inşa sürecinde kendinden farklı olan bir
diğer unsura, yani ''öteki''ne ihtiyaç duymaktadır.230 Bu noktada Levanten kimliğinin
esasında Avrupa kimliğinin oluşturulması sürecinde rol oynayan ''öteki'' unsurlardan
biri olarak görüldüğü söylenebilir. Ancak elbette belirtmek gerekir ki Levanten
kimliği, Avrupa kimliğinin oluşmasında temel unsur olma özelliğine sahip değildir.
Bu noktada Levanten kimliğinin ötekileştirilmesinin temel sebebi, Avrupa'nın
kendisine benzemediğini düşündüğü ancak buna rağmen benzemeye çalışan bir
topluluğu kabullenmemesi ve kendinden ayırma ihtiyacı hissetmesinden
kaynaklanmaktadır.231 Bu şekilde Avrupa, kendi kimliksel yapısını ortaya koymuş
olmasının yanı sıra, kendi toprakları dışında bulunan unsurları kendinden ayırarak
statüsel üstünlük anlayışını korumaya çalışmıştır.
Bir kimlik olarak Levantenliğin oluşumunu anlamlandırabilmek açısından
XIX. yüzyıl dünyasına da bakmak gerekmektedir. Fransız devrimi sonrası oluşan
milliyetçilik akımı ve neticesinde iyiden iyiye oluşmaya başlayan ulusal kimlikler,
bir çok farklılığı bünyesinde barındıran Osmanlı'yı da etkilemiş ve Osmanlı
içerisinde bulunan unsurlar içinde bir ulusal kimlikleşme süreci başlamıştır. Ancak
bu noktada daha sonra Levanten olarak nitelenecek olan bireyler, bahsi geçen
kimlikleşme sürecinin dışında kalmış ve kendiliğinden bir kimlik kazanmışlardır.232
Özellikle Levanten olarak nitelenen bireyler Batı'da oluşmakta olan ulusal
kimliklerin dışında kalmış ve bundan dolayı da artık kendilerini Avrupa'da bulunan
bir ulusa bağlı olarak tanımlayamamışlardır. Çünkü her şeyden evvel bu bireyler,

229
İlhan Pınar, İzmir Yazıları, s.16.
230
Bilgin, s.126.
231
Elhem, s.19.
232
Yerasimos, s.30.

58
artık farklı bir coğrafyada yaşamakta ve farklı çıkarlar ile hareket etmektedir. Bunun
yanı sıra yine bu bireyler Osmanlı içerisinde nüveleşen bir ulusal kimlikleşme-
devletleşme süreci içerisinde kendilerini görememişler ve bunun neticesinde de arada
bir konumda kalmışlardır. Bu sebeple bu bireylerin bu süreçte kendilerini belli bir
konumda nitelendiremedikleri için negatif bir kimliksel yapıyla beraber ''Levanten''
olmuşlardır.233
Arada kalmış bir kimliksel yapı olan ''Melez Kimlikler'', özellikle bireylerin
yaşadıkları coğrafyalardan çeşitli güdülerle bir toplumdan bir başka topluma göç
etmesiyle oluşmaktadır.234 Göç neticesinde, göç eden bireylerin gitmiş oldukları
toplumlar ile etkileşime geçmesiyle beraber zamanla sahip oldukları sosyo-ekonomik
özellikler ile göç ettikleri toplumun sosyo-ekonomik özelliklerinin kaynaşması
sonucunda melez kimlikler ortaya çıkmaktadır.235 Bu noktada Levanten olarak
belirtilen bireylerin de farklı amaçlar için bulundukları toplumlardan, Osmanlı'ya göç
ile gelmelerinde dolayı melez bir kimlik yapısına sahip oldukları görülmektedir. Bu
çerçevede melez kimliklerin bir özelliği olan, göç eden bireylerin her ne kadar
gelenekleriyle olan bağlarını korumasına karşın, kökenlerine geri dönme arzusu ve
hayali taşımaması, bunun yerine kendi benliklerini koruyarak geldikleri toplumsal
yapıyla kaynaşma yolunu seçmesi,236 aynı zamanda da Levanten kimliğinin de bir
özelliğidir. Bu yaklaşım ışığında belirtmek gerekir ki Levantenler, öz kültürleriyle
geldikleri toplumun kültürünü uzlaştırma yolunu seçerek bir arada yaşamayı
başarmışlar ve bu bağlamda da hem Levanten kimliğinin yok olmamasını sağlamışlar
hem de ortaya yeni bir kimliksel yapı çıkarmayı başarmışlardır.237 Genel itibariyle
bakıldığında göç ile geldikleri Osmanlı ile asimile olmadan kültürel bir kaynaşma
yoluna giden Levantenler, melez kimlik yapısının güzel bir örneğini oluşturmasının
yanı sıra günümüze kadar Levanten kimliğini korumayı başarmışlardır.
Levanten kimliğinin ayırt edici unsuru ''Avrupalılık'' dır.238 Avrupalılık ile
kastedilen elbette kültürel bir kimlik olma özelliğini taşımaktadır. Bu durumda köken
itibariyle Levantenlerin kültürel kimliğinin Avrupalılık çerçevesinde şekillendiği

233
Yerasimos, s.30-31.
234
Yumul, s.45.
235
Marshall, ss.406-407.
236
Yumul, s.45.
237
Yumul, s.46.
238
Yumul, s.44.

59
söylenebilir. Ancak elbette bu durum daha çok Osmanlı'ya ilk gelen Levantenlerde
daha çok görülmektedir. Çünkü her ne kadar köken itibariyle Avrupalılık,
Levantenlerin kültürel özelliklerini belirleyici bir etkiye sahip olsa bile, zaman
içerisinde göç edilen bölgelerin kültürel özelliklerini de kazanmış olmalarından
dolayı Avrupalılığın, Levanten kültürel kimliğinin belirleyici unsuru olması
özelliğinin azaldığı söylenebilir. Bu durumun çeşitli sebepleri olmakla beraber, daha
önce bahsi geçtiği üzere kültürün durağan kalmama özelliği çerçevesinde zaman
içerisinde bir değişime uğrayabilecek olması, Levanten kültürel kimliğinde ki
''Avrupalılık'' belirleyici unsurunun zamanla etkisinin azalmasının sebebi olarak
gösterilebilir. Bunun yanında yine belirtmek gerekir ki; kültürün aynı zamanda
geçmişten geleceğe uzanan sürekli bir olgu olması sebebiyle, 239 Levanten kültürel
kimliğinde ki Avrupalılık unsurunun etkisinin azalmasına karşın, Avrupalılığın yine
de Levanten kültürel kimliğinde bulunan belirleyici bir unsur olma etkisinin devam
ettiği söylenebilir. Bu noktada Levantenlerin asimile olmayarak kökensel olarak öz
kimliksel yapılarını korumalarının yanı sıra geldikleri bölgelerin kültürel özelliklerini
de zamanla benimsedikleri görülmektedir.240 Bu durum da Levantenlerin Kültürel
kimliğini belirleyen unsurların birden fazla birleşimden meydana geldiği ve daha
öncede bahsedildiği üzere kültürel bir melezleşmeye uğradıklarını belirtmek
gerekmektedir.
Son tahlilde Levanten kimliğine bakıldığında, özellikle XIX. yüzyıl sonu ve
XX. yüzyılın başında Levanten olarak kabul edilen bireylerin, Levanten kimliğini
kabullenmeyerek kendilerini başka bir ülkeye ya da Türklüğe bağlayarak yeni bir
kimliksel yapı yaratmaya çalışmışlardır.241 Bu durumun en önemli sebebi olarak
Levanten kimliğinin Avrupa'da yaratmış olduğu olumsuz çağrışımın etkili olmasıdır.
Çünkü her şeyden önce Avrupa'nın bakış açısına göre Levantenler, sadece para için
Doğu'ya gelmiş olan, sanattan anlamayan ve kültürel incelikten yoksun bireyleri
tasvir etmek için kullanılmaktadır.242 Bu nedenle kendilerinin küçük görülüp,
ötekileştirilmelerinden ötürü bireyler Levanten kimliğini başlangıçta kabul
etmemişlerdir.

239
Bozkurt Güvenç, s.103.
240
Yumul, s.46.
241
Yerasimos, s.30.
242
Yumul, s.41-42.

60
3. AZINLIK STATÜSÜ KAPSAMINDA LEVANTENLERİN İNCELENMESİ

Azınlık meselesi üzerinde farklı yaklaşım ve tartışmaları barındıran bir


konudur. Özellikle azınlık olarak kabul görülecek unsurların kimler olacağı ülkeden
ülkeye değişmekle beraber, aynı zamanda azınlıkların hangi bakış açısına göre
belirleneceği konusu üzerinde de farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Her ne kadar
uluslararası alanda yapılan çeşitli sözleşmelerde bir azınlık unsuru belirlenmişse bile,
yine de bu unsurlar için son söz hakkının devletlere bırakılmış olması ve devletlerin
egemenliklerinin tehlikeye girebileceği düşüncesiyle hareket ederek, esas itibariyle
azınlık olarak kabul görülebilecek grupları azınlık olarak tanımaması durumuna
sıklıkla rastlanılmaktadır.243 Bunun yanı sıra azınlıkların hukuki bakış açısıyla mı
yoksa sosyolojik bakış açısına göre mi belirlenmesinin gerekliliği konusu da
tartışmalıdır. Özellikle sosyolojik bakış açısı neredeyse her farklılık arz eden azlığı
bir azınlık unsuru olarak kabul görme eğilimindeyken, hukuki bakış açısı daha net
şartlar çerçevesinde bir azınlık belirleme yoluna gitmektedir.244 Bütün bu bakış
açılarının yardımıyla Levantenlerin bu anlamda azınlık statüsünde ki konumunun
incelenmesi doğru olacaktır.
Levantenlerin, köken bağlarının başka uluslara dayanıyor olması durumu
akıllara Levantenlerin bir ulusal azınlık tasniflendirmesi içerisine giriyor olabileceği
yönünde sorular getirebilir. Ancak bu noktada, Levanten olarak kabul gören
bireylerin Avrupa'da henüz tam anlamıyla bir uluslaşma ve akabinde ulusal kimlik
kazanma sürecinden önce Osmanlı'ya gelmesinden dolayı, bu bireylerin bahsi geçen
uluslaşma süreci dışında kalması ve sonuç olarak da gerçek anlamda bir ulusal
bağlılığının bulunmadığını belirtmek gerekmektedir.245 Özellikle kendini geldiği
şehir devletiyle tanımlayan Levantenlerin daha sonraki süreçte ortaya çıkan ulusal
devletlerle beraber, ulusal devletleşme sürecine dahil olmamasından dolayı kendisini
bir ulusa bağlı tanımlayamamış ve kendini Katolik gibi dinsel bir aidiyet ile
tanımlamak durumunda kalmıştır.246 Bu durumunda gösterdiği üzere Levantenleri

243
Arsava, s.42.
244
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.26.
245
Yerasimos, ss.30-31.
246
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'', s.34.

61
ulusal azınlık olarak görmek doğru olmayacaktır. Aynı zamanda Levantenlerin ulusal
bir dillerinin olmayışı247 da Levantenlerin ulusal bir azınlık olarak görülmesi
ihtimalinin önüne geçmektedir.
Din, Levantenleri birbirine bağlayan bir unsurdur. Özellikle Katolik
kimlikleriyle kendilerini niteleyen Levantenlerin, dini inanışları çerçevesinde kendini
tanımlama yoluna gittiği görülmektedir.248 Bu nedenle Levantenlerin dini bir azınlık
grup olabileceği ya da olamayacağı konusunu değerlendirmek gerekmektedir.
Katolik olan Levantenler, bu anlamda Gayri Müslimler arasında kendilerine bir yer
edinmektedir. Bu noktada teorik olarak değerlendirildiğinde, Levantenlerin dinsel bir
azınlık olarak kabul edilebilirliği mümkündür. Ancak bu noktada önemli olan husus;
Türkiye'nin azınlık politikalarını belirlemede hangi grupları resmi olarak azınlık
kabul ettiğidir. Mevcut azınlık politikası çerçevesinde Türkiye, Lozan ile birlikte
gayrimüslim grupları azınlık olarak kabul etmiştir. Bu durumda Levantenlerin pek
tabi gayri müslim azınlık olduğu görüşü oluşabilmesine karşın, vurgulamak gerekir
ki bahsi geçen gayri müslim azınlıklar da bir sınırlandırmaya tabi tutulmuştur. Bu
çerçevede Türkiye'nin, Lozan da azınlık olarak kabul ettiği gayri müslim guruplar:
Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir.249 Bu durumunda gösterdiği üzere Levantenler
bu grup içerisine dahil edilmemiş ve dolayısıyla dini azınlık olarak görülmemiştir.
Son tahlilde bakıldığında Levantenler dini inanış bakımından Hıristiyan
dinine bağlıdırlar. Ancak onları esas ayıran nokta dinsel farklılık değildir. Çünkü
Levantenleri farklı kılan unsur, yerli Hıristiyan gruplar (Ermeniler, Rumlar) gibi din
kıstası değil, esas farklılığa sebebiyet veren unsur daha önce de bahsi olduğu üzere
''Avrupalılık'' unsurudur.250 Bu noktada Levantenlerin etnik azınlık olarak kabul
edilip edilmeyeceği konusu gündeme gelebilir. Ancak her ne kadar tarihsel köken
olarak bağları bulunsa bile Levantenlerin bu bağlara geri dönme gibi bir hayali
bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Levantenler ilk zamanlarda grup içine kapalı
olma özelliğini muhafaza ederek, toplumdan izole olmuşsa bile,251 daha sonraları
yerel halk ile kaynaşarak daha açık bir topluluk haline dönüşmüştür. Özellikle etnik

247
Dikkaya, s.195.
248
Dikkaya, s.195.
249
Bülent Kara, s.140.
250
Yumul, s.44.
251
Ortaylı, Levantenler, s.26.

62
azınlıkların grup içine kapanma özelliği,252 Levantenler tarafından zamanla
aşılmasından ve aynı zamanda farklı kökenleri bulunmasına rağmen kendilerini bu
kökenlere sıkı sıkıya bağlamamalarından dolayı, Levantenleri etnik azınlık gruplar
içerisine dahil etmek pek mümkün değildir.

4. ÖTEKİNİ ANLATMAK: AVRUPALI SEYYAHLARIN GÖZÜNDEN


LEVANTENLER

Bütün kimliksel yapıların oluşumu için bir öteki unsurunun varlığı


gerekmektedir. Bireyler, Öteki ile arasında bulunan farklılaşmalar üzerinden
kendilerini tanımlama ve kimliksel konumlarını belirleme yolunu seçmektedirler. Bu
bakış açısıyla bakıldığında Öteki'nin varlığının bütün kimliksel yapılarda belirleyici
bir rol oynadığı söylenebilir.253 Ancak bazı durumlarda bireyler kimliklerini kendileri
belirlememiş ve dolayısıyla bir Öteki'ne bakarak kendi kimliksel yapılarını ortaya
çıkaramamış olsa dahi, bir başka yapının Öteki unsuru olmalarından dolayı
kendiliğinden bir kimlik kazanabilirler. Bu duruma en güzel örneklerden birisi
Levantenlerin durumu gösterilebilir.
Levanten kimliği, negatif bir kimlik özelliğine sahiptir.254 Bu durumun temel
sebebi Levanten kavramının ve dolayısıyla Levanten kimliğinin, Avrupa'nın teklikçi,
üstünlükçü bakış açısının255 bir ürünü olması ve bunun sonucunda da özellikle Batı
Avrupa'nın bir öteki unsuru olan Levantenliğin, Batı Avrupa tarafından oluşturulmuş
olmasıdır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde görülmektedir ki Levantenlik esas
itibariyle Avrupa temelli bir ötekileştirmenin çıktısıdır. Bu noktada Avrupa'nın
Levantenlere bakış açısını görmek ve aynı zamanda bunun Avrupa temelli bir
ötekileştirme unsuru olduğunu tartışabilmek için, Avrupalı seyyahların gözünden
Levantenlerin nasıl anlatıldığını örneklerle değerlendirmek önemli olacaktır.
Batılı bir çok yazar ve seyyahın Levantenleri anlatmış olduğu yazılarda
çoğunlukla Levantenlerin olumsuz ve küçümseyici bir şekilde tasvir edildiği

252
Türkdoğan, s.41.
253
Altuntaş, s.68.
254
Yerasimos, s.31.
255
Pınar, İzmir Yazıları, s.16.

63
görülmektedir.256 Bu noktada İlhan Pınar'ın, Dr. Albercht Wirth den yapmış olduğu
alıntı güzel bir örnektir. Wirth Levantenleri şu şekilde kaleme almıştır:257

'' Genellikle derinlikli bir eğitimden ve temel moral değerlerden yoksundurlar. Büyük
burunluluk, kendini beğenmişlik, bencillik ve kendilerini- her ne kadar dünyayı
algılayışları tamamen doğulu olsa da- Avrupalı olarak tanıtmaları temel özellikleridir.
En son Paris modası giysileriyle bilgi yoksulluklarını örtmek ister gibidirler.
Herhangi bir çıkar beklentisi içinde olduğu insana karşı her türlü dalkavukluğu
yaparlar. Fakat kendilerinden daha alt tabakadaki bir insana burunlarından kıl
aldırmazlar.''

Bununla beraber Sir Charles Fellows İzmir'de ki Avrupa kökenli kişiler


için;258

''İzmir’de çok sayıda Avrupalı kişiyle tanıştım. Bunların hepsinin İngiliz tacirler gibi
dikkatti, ancak İngiltere’deki tüccarların özelliğine sahip olmayan, tuhaf tavırlı, ve iyi
davranışları bulunmayan kişilerdir. Buradaki Frenklerin bulundukları ülkeye karşı hiç
ilgileri bulunmamakta ve yaşadıkları yerin yerel yönetimlerinde temsil bile
edilmemelerine karşın bu durumu pek umursamamaktadırlar. Buradaki Avrupalı
kişileri önem verdiği tek şey mallarıdır.''

şeklindeki açıklaması ile beraber İzmir'de yaşayan Avrupalı nüfusu


eleştirmekte ve bu kişilerin tek kaygılarının malları olduğunu vurgulamaktadır.

Bir başka batılı seyyah olan Edmondo De Amicis, İstanbul'da bulunan


İtalyanları anlatırken onların konuştuğu İtalyanca'yı birazda küçümseyici ifadelerle
şu şekilde anlatmaktadır:259

'' Nadir bir şey olarak da, bu kolonide doğmuş İtalyanların, bilhassa üçüncü veya
dördüncü neslin Pera’da konuştukları İtalyancadan bir nümuneyi İtalya’ya götürmeyi arzu

256
Ortaylı, Levantenler, s.26.
257
Albert Wirth'den aktaran İlhan Pınar, İzmir Yazıları (Kent ve Tarih), İzmir Büyükşehir
Belediyesi Yayınları, İzmir, 2012, s.17.
258
Charles Fellows, Travels And Researches In Asia Minor, The Provience Of Lycia, London,
1852, p.3.
259
Edmondo De Amicis, İstanbul (1874), çev. Beynun Akyavaş, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1993, s.136.

64
ederdim. Bu İtalyancayı duyacak Crusca Akademisi âzâları ateş içinde yatağa serilirlerdi.
Piemonteli bir zabit, Lombardiyalı bir arabacı, Romagnialı bir hamal İtalyancalarım
karıştırsalardı, zannederim, Haliç kıyısında konuşulan İtalyancadan daha az bozuk bir
İtalyanca olurdu. Bu, tereddi etmiş dört veya beş başka dille kaplanmış bozuk bir
İtalyancadır...''

Son olarak ele alınacak olursa Francis Herve Levantenleri; ''Kentte Frenk
halkı için, kişinin hangi ulustan geldiği pek önem taşımaz. Zaten hangi kökenden
gelmiş olurlarsa olsunlar, İzmir'de birkaç yıllık bir yaşam bunların hepsini tipik bir
Levanten haline sokacaktır. Tipik Levanten, hiçbirini iyi bilmeden, pek çok yabancı
dili kötü ve yanlış konuşabilen kişidir.''260 şeklinde kaleme almıştır. Bu anlatımdan
yola çıkılınca özellikle belirtilmesi gereken hususlardan birisi Levantenlerin oldukça
farklı kökenlere dayanıyor olmasıdır. Ancak bu köken farklarına rağmen tüm farklı
kökeni paylaşan yabancılar ortak bir noktada buluşmuştur. Elbette yabancıların temel
ortaklıkları yabancı olmalarında yatmaktayken, XIX. yüzyıl ile beraber bu
yabancıların (Avrupalı yabancıların) ortak kimlikleri Levanten kavramı neticesinde
şekillenmiştir.
Ortaya konulan örnekler çerçevesinde değerlendirildiğinde de görülmektedir
ki Levantenler, batı dünyası tarafından eleştirel gözle ele alınmanın ötesinde,
küçümseyici ifadelerle anlatılmaktadır. Özellikle Levantenlerin derinlikten yoksun
bireyler oluşunun onların temel özellikleri olduğunu ifade eden seyyahlar aynı
zamanda Levantenlerin Avrupa benzemeye çalıştıkları halde bir Avrupalı olmaktan
uzak olduklarını vurgulamaktadırlar. Bu şekilde özellikle Avrupalı bir kökene sahip
Levantenlerin zihniyet olarak Avrupa'dan farklı olduğu belirtilmekte ve bu yolla
onların Avrupalı olarak görülemeyeceklerini, ancak ''Doğululaşmış Avrupalı''261
kavramsallaştırılması içerisinde kabul edilebileceklerini ortaya koymaya
çalışmışlardır. Bu çerçevede Levanten kimliğini ve dolayısıyla Levantenlerin,
Avrupa'nın ''öteki'' unsuru olduğu görülmektedir. Ancak Levantenlerin bu ötekilik
hali, herhangi bir kimlik yapısı içerisinde bulunan bir ötekilik unsuru olmaktan
ziyade daha çok ''Ötekileştirilmiş'', dışlanmış kimliksel bir yapıyı işaret etmektedir.

260
Francis Herve, A Residence in Grecee and Turkey, s.325-326' dan aktaran Rauf Beyru, 19.
Yüzyılda İzmir'de Yaşam, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.74.
261
İlhan Pınar, Levant, Levanten ve Levantenlik, s.38.

65
5. İZMİR VE LEVANTEN YAŞAM

A. Genel Olarak İzmir'in Tarihi

İzmir tarih boyunca; ''Smira, Smire, Semire, Lesmire, Lesmirr, Le Smirle,


Ksimire, Zmirra, Asmira, Esmira, Esmire, İsmira, İsmire'' ve en çok bilinen eski
adıyla ''Smyrna'' gibi bir çok isimde anılmıştır.262 Özellikle kentin tarihi ve farklı
medeniyetlere ev sahipliği yaptığı düşünüldüğünde bu durumla karşılaşılması
normaldir. İzmir Kent tarihinin çok eskilere dayandığı bilinmesine rağmen, ilk
kuruluş tarihinin ne zaman olduğu konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Ancak
farklı görüşlerin genel olarak, İzmir Kent yerleşiminin M.Ö. 3000 yılına kadar
götürdüğü söylenebilir.263 Bu tarihlerde bilinen ve eski İzmir olarak kabul edilen ilk
yerleşim alanının Bayraklı civarında olduğu bilinmektedir.264 Ancak daha sonraki
süreçte Lidyalıların istilasına uğrayan bu eski yerleşim yeri, yok edilmiş ve kent
sakinleri çevre köylere dağılarak yaşamaya başlamıştır.265 Eski İzmir'in bir nevi yok
oluşu, günümüz İzmir'inin de temellerinin atılması yolunda önemli gelişmelerden biri
olmuştur. Bu noktada yeni İzmir'in kuruluşu üzerinde kesin bilgilerin olmayışıyla
beraber, kentin kuruluşu bir çeşit efsaneye dayandırılmaktadır. Bu efsaneye göre;
M.Ö. IV. yüzyılda Büyük İskender'in bölgeye avlanmak için geldiğinde, bir rüya
gördüğünü ve bu rüyanın neticesinde Kadifekale'de yeni bir şehir kurdurtma emri
vererek, çevre köylere dağılan İzmirlilerin de yeniden kente toplanmasını
istemiştir.266 Bahsi geçen efsane sonucunda da İzmir, bugün de bildiğimiz yerleşim
alanı olan Kadifekale'de inşa edilmiştir.
Tarih boyunca bir çok istila ve yağmaya uğrayan İzmir, bu sebeple bir çok
topluluğun hakimiyetine girmiş, dolayısıyla bu süreç içerisinde de bir çok farklılığı
da içerisinde barındıran bir kent halini almıştır. Çalışmamız ile bağlantılı olması
açısından İzmir'in Osmanlı hakimiyetine geçişi önemlidir. Bu sebeple İzmir'in,
Osmanlı egemenliği altına geçmeden önce burada oluşan Türk varlığını ve
egemenliğini belirtmek gerekmektedir. İzmir XI. yüzyılda Batı Anadolu'da kurulan

262
M. Çınar Atay, Tarih İçinde İzmir, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayını, İzmir, 1978, s.9.
263
Beyru, s.1.
264
Baykara, s.67.
265
Baykara, s.68.
266
Baykara, s.69.

66
ilk Türk beyliğinin merkezi olması açısından önemli bir yere sahiptir.267 Bu
bağlamda incelendiğinde İzmir'de ilk Türk egemenliğinin Çaka Bey döneminde
olmuştur. Çaka Bey'in, XI. yüzyılın son çeyreğinde Bizans ve Türkler arasında
yapılan bir savaşta, Bizans tarafından esir olarak alındığı ve daha sonra Bizans
imparatoru tarafından sarayda ayrıcalıklı bir statüye kavuşturulduğu bilinmektedir.268
Ancak Bizans imparatorunun değişmesi neticesinde Çaka Bey'in saraydaki ayrıcalıklı
konumu son bulmuş ve akabinde Çaka Bey saraydan ayrılıp, İzmir'e gelerek burayı
süratle hakimiyeti altına almıştır.269 İzmir'i hakimiyeti altına aldıktan sonra Çaka Bey
hızla çevre sahil kentlerini almaya başlamış ve en nihayetinde de Bizans'ı ele
geçirmeyi hedeflemiştir.270 Ancak Bizans imparatoru, Anadolu Selçuklu Sultanı I.
Kılıç Arslan ile Çaka Bey'in arasını açmayı başarmış ve bunun sonucunda da Çaka
bey, I. Kılıç Arslan tarafından öldürülmüştür. Çaka Bey'in öldürülmesi sonrasında
İzmir yeniden Bizans egemenliği altına girmiştir.271
Çaka Bey'in ölümünden sonra Bizans egemenliği altına giren İzmir'de daha
sonraki süreçte, Aydınoğlu Mehmet Bey'in yukarı İzmir'i almasıyla beraber Türk
egemenliği İzmir'de yeniden başlamış ve 1329 yılında aşağı İzmir'in de ele
geçirilmesi sonrasında, İzmir'in tamamında Türk egemenliği sağlanmıştır.272 Umur
Bey İzmir'in tamamında kontrolü sağladıktan sonra burayı merkez olarak kullanarak
fetih hareketlerine devam etmiştir. Bu durum karşısında, Hıristiyan dünyası
kaygılanmaya başlamış ve bir haçlı ordusu oluşturarak 1344 yılında aşağı İzmir diye
tabir edilen bölgeyi ele geçirmiştir.273 Her ne kadar Umur Bey bölgenin tekrar ele
geçirilmesi için uğraşmışsa da, savaş esnasında öldürülmesi neticesinde aşağı İzmir
Hıristiyan egemenliği altında kalmıştır.274 Genel anlamda bu dönemlerde İzmir'in, bir
liman kenti olarak henüz önemsiz bir yapıda olduğu görülmektedir.275
Osmanlı sultanı I. Beyazıd'ın iktidarı eline almasından sonra, Osmanlı
toprakları içerisinde birliği sağlama girişimleri neticesinde fetihler yeniden hız

267
Zeki Arıkan, ''XV. XVI. Yüzyıllarda İzmir'', Üç İzmir,
268
Akdes Nimet Kurat, Çaka Bey, 3. Baskı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1966, s.21.
269
Kurat, s.24, 26.
270
Kurat, s.27, 39.
271
İlhan Pınar, İzmir: Bir Güzel Kentin Serencamı, Kilizman Yayınevi, İzmir, 2017, (Serencam),
s.73.
272
Baykara, s.75-76.
273
Baykara, s.76.
274
Pınar, s.81.
275
Zeki Arıkan, s.61.

67
kazanmış ve yukarı İzmir'de, Osmanlı hakimiyeti sağlanmıştır.276 Ancak Osmanlı,
1402 Ankara Savaşını kaybetmiş ve bunun sonucunda da Timur'un, Batı Anadolu'ya
doğru ilerlemesine engel olunamamıştır. Timur bu süreçte aşağı İzmir'i de alarak
İzmir egemenliğini yeniden bütünüyle sağlamış ve bölgenin egemenliğini eski varis
olan Aydınoğullarına bırakmıştır.277 Yaşanılan bu süreçten sonra Osmanlı'da, II.
Murad tahta çıkmasıyla beraber özellikle beylikler sorununu çözerek, Osmanlı'nın
Anadolu coğrafyasındaki birliğini sağlamlaştırmayı amaçlamış ve bunun sonucunda
da 1426 da Batı Anadolu'yu fethederek, İzmir'i Osmanlı topraklarına bütünüyle
katmıştır.278

B. Osmanlı Döneminde İzmir ve İzmir'in Dönüşümü

Osmanlı'nın 1426 yılında İzmir'in tamamını ele geçirmesiyle beraber, İzmir


artık bir Osmanlı kenti halini almıştır. Özellikle hakimiyetin ilk yılları itibariyle
İzmir'in, denizden gelen saldırı ve yağmalara karşı yeterince savunulamadığı
görülmektedir. Bu nedenle II. Mehmet kentte bulunan kaleyi güçlendirerek, kent
savunmasını denizden ve karadan gelebilecek olası tehditlere karşı güçlendirmiştir.279
Osmanlı denetiminin ilk yüzyıllarında İzmir, bir ''meyve sepeti'' görevi görmüş ve
merkezi yönetimin ticari faaliyetlerini sınırlayarak İstanbul'un gereksinimlerini
sağladığı bir liman kenti görevini üstlenmiştir.280 Bu durumdan da anlaşılacağı üzere
Osmanlı'nın XV. yüzyıl içerisinde İzmir'i yeterince önemsemediği, kenti sadece
topraklarına katarak kullanımı sağlanacak bir toprak parçası olarak gördüğü
anlaşılmaktadır.281
Osmanlı'nın XVI. yüzyıl sonlarında gerek iç politikada gerekse de
uluslararası alanda yaşadığı olaylar, bazı değişikliklere neden olmuş ve Osmanlı'nın
taşra üzerinde uyguladığı merkeziyetçi ekonomik yapının bozulmasına neden
olmuştur. Bunlardan ilki; XVII. yüzyıl başlarında Habsburg ve Safavi
imparatorluklarına karşı yapılan uzun savaşlar, Osmanlı Devletinin askeri ve

276
Baykara, s.79.
277
Baykara, s.80-81.
278
Baykara, s.81-82.
279
Daniel Goofman, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), çev. Ayşen Anadol ve Neyyir
Kalaycıoğlu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995, (İzmir ve Levanten Dünya), s.4.
280
Goofman, , ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.96.
281
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.99.

68
ekonomik bazı ıslahatlara başvurmasına neden olmuştur. Özellikle yapılan askeri
ıslahatlar sonucunda, sürdürülmesi mümkün olmayan askeri genişlemeye gidilmesi
beraberinde mülksüz ve silahlı grupları doğurmuştur. Bu durum merkezi yönetimin,
taşra üzerinde bulunan kontrol yetisini sınırlandırmış ve bahsi geçen unsurların
zamanla taşra karar alma süreçlerinde etkin rol oynadığı görülmüştür.282 İkinci olarak
yine bu dönemde, Osmanlı ve Avrupa arasında siyasi ve ekonomik ilişkilerde bazı
değişimler yaşanmıştır. Dönem itibariyle iki taraf arasında bulunan siyasi ve
ekonomik gelişmeleri Osmanlı İmparatorluğu belirlemekteydi. Osmanlı'nın bu
dönemde, Avrupalı bazı devletlere tek taraflı olarak ticari ayrıcalıklar
(kapitülasyonlar) verdiği görülmektedir. Osmanlı tarafından verilen bu ticari
ayrıcalıklar zamanla Avrupalı devletlerin, Osmanlıyı bir pazar olarak kullanmasına
neden olmuş ve bu durum neticesinde Osmanlı ekonomik yapısını bozucu etki
göstermiştir. Avrupalı devletlerin Ümit Burnu üzerinden ticaret yapmaya başlaması,
Halep-Bursa-İskenderun ipek ve baharat ticaret yollarının önemini bozucu etki
göstermiştir. Bu gelişmeler Osmanlı antreposunun zayıflamasına ve Halep, Bursa
gibi ticari merkezleri olumsuz etkilemiştir. Ancak bu değişimler beraberinde Batı
Anadolu'nun, özelliklede İzmir'in büyük bir ticari merkez olmasının önünü açmış ve
gelişimini hızlandırıcı bir etki göstermiştir.283
İzmir'in gelişiminin önünü açan bir diğer faktör; Osmanlının İzmir'i ve Batı
Anadolu'yu tarihi misyonu itibariyle benimsememesinden kaynaklı, bölgeyi sadece
Osmanlı için maddi getirileri olan bir toprak olarak görmesiydi. Bu durum, İzmir'in
bulunduğu elverişli jeopolitik konum sebebiyle Avrupalı tüccarların bölge halkıyla
beraber, Osmanlı yönetiminin tutumundan kaynaklı oluşan boşluğu doldurmasına
neden oldu.284 Oluşan bu yeni durum ise İzmir'in bir ticaret merkezi olarak ön plana
çıkarak gelişmesi yönünde bir etki yaratmıştır.
Bahsedildiği üzere; Habsburglar ile yaşanan savaş, Osmanlı'nın taşrayı göz
ardı etmesine neden oldu. Yerel otoriteler bu durumu fırsat bilerek bölgesel anlamda
bu durumdan yararlandı ve bölgenin kontrolünü sağlamaya başladı. Oluşan durum
karşısında yabancı tüccarlar güvenlik sorunu ile karşı karşıya kaldı. Bu durum
karşısında Levant Kumpanyası 1683 yılındaki yönergesinde, İngiliz tüccarların

282
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.98.
283
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.98-99.
284
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'' , s.100.

69
İzmir, Halep ve İstanbul haricinde ticari faaliyetlerde bulunmasını yasaklamıştı.
İngiliz tüccarlar bu karara rağmen başka bölgelerde ticari faaliyetlerde bulunma
kararı alırsa, Kumpanya oluşabilecek tehditlere karşı sorumluluk almayacağını
bildiriyordu. Yönerge, İngiliz tüccarların Anadolu'da kullanılacak bir ticaret limanı
olarak İzmir'den başka seçenekleri olmadığını anlamalarına neden oldu.285
Anlaşılacağı üzere ticaret şirketlerinin kararları, İzmir ticari konumu üzerinde olumlu
bir etki yaratmıştır.
XV. yüzyıl sonlarında ve XVI. yüzyıl başlarında Osmanlı'da, ticaret akışı
daha çok Halep ve İskenderiye limanlarından yapılırken, bazı lüks malların ticareti
ise Tebriz-Bursa kervan yolu vasıtasıyla Anadolu üzerinden yapılmaktaydı.286
Osmanlının ticarette bu yolları kullanmasının en önemli sebebi; bu ticaret yollarının
daha uzun bir güzergaha sahip olmasına karşın, daha güvenlikli bir yapıda
olmasıydı.287 İzmir ise bahsedilen dönem içerisinde bir ticaret limanı olmaktan
ziyade, küçük bir yerleşim yeri ve özellikle de Osmanlı iaşe ağının önemli bir
tamamlayıcısı görevindeydi.288 Yine bu dönemde İzmir'in, ekonomik yapı itibariyle
tarımsal bir ekonomiye bağlı olduğu görülmekteydi.289 Bu durumun nedeni hem
İzmir ve çevresinin oldukça verimli topraklara sahip olması, hem de Osmanlı'nın
temel amacı itibariyle, halkının ihtiyaçlarını karşılama arzusu dolayısıyla İzmir ve
çevresinde tarım faaliyetlerini geliştirmek için attığı adımlardan kaynaklanmaktaydı.
İzmir limanı, bölgedeki üretilen ürünlerin akışını gerçekleştirmek için
kullanılmaktaydı.290 Anlaşılacağı üzere İzmir Limanının potansiyeli, çeşitli sebeplere
bağlı olarak bu dönem içerisinde Osmanlı tarafından farkına varılamamış ve
dolayısıyla da kentin gelişimi üzerinde Osmanlı'nın bir çabası olmamıştır.
İzmir ve çevresi, Osmanlı Devleti için önemli bir ürün tedarik bölgesi
konumundadır. Bu nedenle Osmanlı Devleti zaman zaman bazı ürün miktarlarının
dönemsel farklılaşmasıyla da bağlantılı olarak, iç tüketimi dengelemek için bazı
ürünlerin ülkeden çıkmasını engellemek amacıyla, ürünlerin uluslararası ticaretini

285
Necmi Ülker, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İzmir Şehri Tarihi-1: Ticaret Tarihi Araştırmaları,
Akademi Kitabevi, İzmir, 1994. ss.28-29.
286
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, ss.4-5.
287
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.5.
288
Pınar, Serencam, s. 98.
289
Arıkan, s.65.
290
Pınar, Serencam, s.98.

70
yasaklamıştır. Ancak bu yasaklamalar diğer bölge limanlarına paralel olarak, İzmir
limanında da kaçakçılığın yaygınlaşmasına sebep olmuştur.291 Kaçakçılığın
başlamasında bir diğer sebep; Osmanlının ürün alımları için uyguladığı sabit fiyat
sisteminin etkisi olmuştur. Sabit fiyat sistemi nedeniyle üretici ya da aracılar,
ürünleri Devlete satarak daha az kazanç elde etmektense, daha fazla kazanç getirisi
olan Avrupalı tüccarlara satmayı tercih etmişlerdir. Ancak konu olan ürünlerin dış
ticaretinin yasaklanmasından dolayı ürün satışları kaçakçılık vasıtasıyla
gerçekleşmekte ve bu durum da kaçakçılığın iyiden iyiye yaygınlaşmasına zemin
hazırlamıştır.292 Esas itibariyle görülmektedir ki; Osmanlı'nın uygulamış olduğu
politikalar kendi iç ticaret sisteminin yıpranmasına yol açmıştır. Bu durumun
neticesinde Osmanlı oluşan kaçakçılığın önünü alamamış ve İzmir'de, XVII. yüzyıl
ile beraber Osmanlı denetimi iyice zayıflamıştı.293 XVII. yüzyıla gelindiğinde
İzmir'in gelişiminde, Osmanlı'nın etkisinin oldukça az olduğu söylenebilir. İzmir'in
gelişimine asıl katkı sağlayanların; kentin Hıristiyan Avrupalı sakinleri ve diğer yerel
unsurları olduğu görülmektedir.294
İzmir ticareti ve buna bağlı olarak İzmir'in dünya ticaretinde oynadığı rol
XVI. yüzyıl sonlarında artmaya başlamasına karşın, XVII. yüzyıl itibariyle iyice
görünür hale gelmiştir.295 XVII. yüzyıl başlarında İzmir ticaretinde önemli artış
meydana gelmiş ve kentin gümrük vergileri, bölgede ki diğer limanlarda gümrük
vergileri azalırken, artmaya devam etmiştir.296 Bu durum İzmir ticaret ağının
güçlenmeye başlayarak, dünya ticaretinde önemli bir liman kentine dönüşmesinin
göstergelerinden biridir. İzmir'in önemli bir ticaret limanına dönüşmesinin
nedenlerine bakılacak olursa;
- İran ipek ticaretinin sağlandığı önemli bir ticaret noktası Halep idi. Ancak
1588-1628 yılları arasında cereyan eden Osmanlı-İran savaşları, Halep ipek ticaretini
durdurma noktasına getirdi. Özellikle Halep ticaret yollarının mevcut güvensiz

291
Arıkan, s.66.
292
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.16.
293
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.49.
294
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.93.
295
Arıkan, s.66.
296
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.51,53.

71
durumu ve bölgedeki yüksek vergi oranları, İpek ticaretinin zaman içerisinde
İzmir'de toplanmaya başladı. 297
- Avrupalı tüccarların İzmir çevresinde yetişmekte olan ürünlere olan ihtiyacı
ve bununla beraber Fransızlara ve Hollandalılara verilen kapitülasyonlarla beraber
Avrupalı tüccarlar İzmir'e gelmeye başlamış, bu durum neticesinde de İzmir önemli
bir ticaret limanına doğru evirilmiştir.298
Sakız adası XVII. yüzyıla kadar bölgenin ticaret merkezidir. Ancak Sakızın
coğrafi anlamda bir ada özelliğine sahip olması ve bunun neticesinde gelebilecek
tehditlere karşı savunmasız durumda bulunması, buna karşın körfeze yakın konumda
bulunan İzmir'in coğrafik açıdan daha güvenli bir yapıda olması Sakız adasında
bulunan tüccarların İzmir'e gelmesini sağlamıştır.299 Tüccarların İzmir'e gelmesinin
ardından, Sakız'da bulunan konsolosluklar; 1619'da Fransa konsolosluğu, 1621'de
İngiliz konsolosluğu İzmir'e taşınmışlardır. Ayrıca bu dönemde İzmir'de Venedik,
Hollanda konsoloslukları da bulunmaktaydı.300 Bu gelişmelerinde gösterdiği üzere
İzmir XVII. yüzyıl itibariyle bölgedeki en önemli ticaret limanı haline gelmeye
başlamış ve dünya ticaretinde önemli limanlardan biri olma yolunda ilerlemiştir.
XVII. yüzyılda İzmir'in ticari faaliyetinde meydana gelen gelişmeler aynı
zamanda kentin fiziksel yapısında da değişimleri meydana getirmiş, özellikle
güvenlik sebebiyle ipek ticaretinin İzmir Limanına kayması, zamanla Osmanlı
yöneticilerinin de İzmir'in ticari konumunun önemini kavramasını sağlamıştır. Bu
sebeple Osmanlı yönetimi İzmir'de ticaret güvenliğini sağlamak amacıyla Sancak
Kalesini ve ticarete konu olan mallardan sürekli gelir sağlamak amacıyla da Gümrük
Binasını inşa etmişlerdir.301
XIX. yüzyılda bölgesel ticaret ağı ve bu ticaret ağını yönlendiren unsurlar
değişime uğramıştır. Bölgesel anlamda güç sahibi olan ayanların gücü azalmaya
başlamış ve onlardan boşalan konumlara gayri müslim aracılar getirilmiştir. Özellikle
Osmanlı yönetiminin gelir toplama sistemindeki merkezileşme hareketi, ayanların
bölgedeki gücünün ciddi anlamda bozulmasına sebep olmuştur.302

297
Baykara, s.94.
298
Pınar, Serencam, ss.99-100.
299
Pınar, Serencam, s.101.
300
Baykara, s.94.
301
Ülker, s.45.
302
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.141.

72
İzmir'i etkileyen bir diğer faktör ise endüstrileşme hareketi oldu. İngiltere'de
başlayan endüstrileşme hareketi, bir çok yerde olduğu gibi Batı Anadolu'da ticari
yapının değişmesine neden oldu. Buharlı makinelerin sürekli olarak hammaddeye
olan ihtiyaçları ve kaliteli ürün üretmesi neticesinde hem yerel üreticileri saf dışı
bıraktı, hem de yeni pazar arayışlarını arttırdı. Doğal olarak İzmir'de bu değişimden
ticari anlamda etkilendi ve bölgede mamul mallar için pazar arayışı artarken, aynı
zamanda İngiliz tüccarlar bölgeden de kendileri için gerekli olan malları toplamaya
başladı.303
Bahsedilen çeşitli sebepler beraberinde İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön
plana çıkarak, önemli bir konum kazanmasına sebep olmuştur. Başlangıçta
Osmanlı'nın İzmir'in coğrafik konumunun önemini kavrayamadığı görülmekte ve
bundan dolayı da kenti sadece bir dağıtım limanı olarak kullanmayı amaçladığı
anlaşılmaktadır. Osmanlı'nın İzmir'e karşı tutumu, kentin Osmanlı egemenliğinin ilk
yıllarında geri planda kalmasına sebep olmuştur. Ancak süreç içerisinde yaşanan
gelişmeler ile Osmanlı ticaret ağının değişmesi ve Avrupalı yabancıların ticaret
yapmak için güvenli bir limana ihtiyaç duyması, İzmir'in ön plana çıkmasını
kolaylaştırıcı etkenler olmuştur. Bu çerçevede İzmir yaşanan gelişmeler sonucu bir
ticaret limanı olarak daha görünür bir konuma gelmeye başladığı ve özellikle
Avrupalı tüccarların etkisiyle ön plana çıktığı görülmektedir. Tarihsel anlamda
yaşanan gelişmeler de İzmir'in süreç içerisinde önemli bir konum kazanmasına
yardımcı olmuştur. Bütün bunların ışığında İzmir, yaşanan gelişmeler neticesinde
dünya ticareti açısından oldukça önemli bir liman kenti olarak ön plana çıkmıştır.

C. İzmir Nüfusunun Gelişimi

Tarihsel süreç içerisinde İzmir bir çok farklı topluluğun hakimiyetine


geçmiştir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak birden fazla farklı entik grubun da
kentte yaşadığı görülmüştür. Bu sebeple İzmir'in birden fazla etnik yapıyı içinde
barındıran kozmopolit bir yapısının olduğunu belirtmek gerekir. Çeşitli etnik grupları

303
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.142.

73
içinde barındıran İzmir'de, farklı etnik kökenli bireylerin bulunduğu bu zengin yaşam
alanının en yoğun olarak görüldüğü zaman dilimi 19. yüzyılda olmuştur.304
İzmir Osmanlı egemenliği altında ilk dönemlerinde küçük bir kasaba
görünümündedir. XVII. Yüzyıla kadar şehirde yaklaşık olarak 5000 kişinin yaşadığı
bilinmektedir.305 XVI. yüzyılın son çeyreğine bakıldığında İzmir nüfus yapısında bir
büyüme gerçekleşmiştir. Bu büyümeye doğal bir büyümenin etkisi olmasının yanı
sıra, güvenlikli bir liman şehri olan İzmir'e gelen göçlerinde etkisi olmuştur. Ancak
bu büyümenin kentteki nüfus yapısını ciddi anlamda değiştirdiği söylenemez. Kentte
bulunan gayrimüslim nüfus artmasına karşın müslüman ve gayrimüslim nüfus
arasında oransal olarak ciddi boyutta bir değişim olmamıştır.306 Bununla birlikte XVI.
yüzyılın sonlarına kadar Rumlar dışında bir gayr-i müslim nüfusun bulunmadığı
Görülmektedir.307
XVII. yüzyılda kente gelen yabancılar kentin demografik ve fiziksel
yapısında bir takım değişikliğe uğramasına neden olmuştur. Yabancılar Frenk Sokağı
adında olan İzmir rıhtımına paralel bir mahalleye yerleşmişler ve bu bölgenin mimari
yapısı da batı mimarisinin izlerini taşımaktadır.308 Bunun yanında kent pasajlarında
bir kültürel farklılık mevcuttu, bölgede yaşayan farklı kültürlere mensup insanların
iyi ilişkileri bulunmasına rağmen mahalleleri bölgesel olarak ayrılmış durumdadır.309
XVII. yüzyıl da iyiden iyiye gelişmeye başlayan İzmir, nüfus olarak da
oldukça kalabalık bir kent görünümüne doğru evirilmiştir. Ticari anlamda gelişmeye
başlayan kente bir çok Avrupalı tüccarında geldiği görülmektedir. Bununla beraber
İzmir'in gelişmesine ve büyümesine paralel olarak, kenti bir çok seyyah da ziyaret
etmeye başlamış ve bu ziyaretleri sırasında kent nüfusu hakkında bilgiler vermiştir.
Her ne kadar yabancı gezginlerin vermiş olduğu nüfus bilgileri zaman zaman
oldukça abartılı olsa da yapılan karşılaştırmalar sonucu genel bir kanıya
varılmaktadır.310

304
Raziye Oban, Tarihte İzmir'de Yabancılar-Levantenler, s.7.
305
Daniel Goofman, ''17. Yüzyıl Öncesi İzmir'', Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992, (17.
Yüzyıl Öncesi İzmir), s.71.
306
Goofman, İzmir ve Levanten Dünya, s.10.
307
Mübahat S. Kütükoğlu, İzmir Tarihinden Kesitler, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını,
İzmir, 2000, s.11.
308
Goofman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.115.
309
Goffman, ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', s.116.
310
Baykara, ss.55-56.

74
Tablo 1: Yabancı Seyyahlara Göre XVII. Yüzyılda İzmir Nüfusunun Dağılımı

SEYYAH YIL GENEL TÜRK RUM ERMENİ YAHUDİ AVRUPALI


NÜFUS
D'Arvieux 1653 90.000 60.000 7-8.000
Tavernier 1657 90.000 60.000 15.000 8.000 6-7.000
Spon 1675 55.000 30.000 10.000
Lebruyn 1678 80.000
Careri 1693 50.000
Motraye 1699 24.100 14.000 8.000 400 1.500 200
Tournefort 1702 27.200 15.000 10.000 200 1.800 200
Kaynak: Tuncer Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974,
s.56.

Tablodan da anlaşılacağı üzerine XVII. yüzyıl İzmir nüfusu hakkında


belirtilen verilerde farklılıklar gözlemlenmektedir. Bu dönemde İzmir'de nüfus
anlamında her ne kadar bir büyüme gerçekleşmişse bile, Türk nüfusun yine de
oransal olarak daha fazla olduğu gözlemlenmektedir. Bununla beraber seyyahların
nüfus hakkında vermiş oldukları bilgilerin özellikle sınıflandırma anlamında yeterli
olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak yine de İzmir'in demografik bakımdan
bir gelişme halinde olduğunun görülmesi açısından oldukça önemlidir
XVII. yüzyılda artan nüfus yapısı, İzmir'de bir Avrupalı nüfusunda yavaş
yavaş oluşmaya başladığını göstermektedir. Ticari faaliyetler dolayısıyla İzmir'e
gelen Avrupalılara bakıldığı zaman başlangıçta Fransız ve Venediklilerin daha sonra
Hollandalı ve İngiliz tüccarların burada ki ticari faaliyetlerde önemli rol oynadıkları
görülmektedir. Artan ticari faaliyetler bahsi geçen Avrupalı tüccarların kente
yerleşmesine neden olmuş ve Hıristiyan Avrupalı nüfusun fazlalaşması, kentte bir
Frenk Mahallesinin oluşmasını beraberinde getirmiştir.311
Kent nüfusunun kozmopolit yapısı XVIII. yüzyılda da devam etmekle
beraber, Türk nüfusunun bu yüzyılda da diğer unsurlar karşısında fazla olduğu
bilinmektedir.312

311
Pınar, Serencam, s.102.
312
Baykara, s.57.

75
Tablo 2: Yabancı Seyyahlara Göre XVIII. Yüzyılda İzmir Nüfusunun Dağılımı

SEYYAH YIL GENEL TÜRK RUM ERMENİ YAHUDİ AVRUPALI


NÜFUS
Lucas 1714 100.000 60.000 20.000 8.000
Ch.St.Maure 1725 60.000 50.000 8.000 4500
Tollot 1731 76.000 50.000 12.000 7.000 7.000
Thompson 1733 28.000 15.000 10.000 600 2.000 400
Pockocke 1737 100.000 80.000 10.000 2.000 6.000
Ch.Gouffier 1776 102.200 65.000 21.000 6.000 10.000 200
Sestini 1778 150.000 97.000 30.000 8.000 12.000 3.000
Kaynak: Tuncer Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974,
s.56-57.

XVII. yüzyıl ile karşılaştırıldığında, XVIII. yüzyılda bir nüfus artışı olduğu
görülmektedir. Yabancı seyyahların verdiği bilgiler farklılık göstermesine karşın
ortalama bir fikir vermesi açısından yol gösterici olarak görülebilir. Bu noktada
seyyahların farklı nüfus sayıları vermesine rağmen, Türk nüfusunun fazla olduğunu
belirtmeleri önemli olmuştur. Bunun yanı sıra Avrupalı nüfusuna dayalı fazla veri
olmaması, İzmir'de bu dönemde Avrupalı nüfusunun ortalama olarak tahminini
güçleştirmektedir. Bu yüzyılda yaşanılan doğal afetler ve salgın hastalıklara rağmen
şehrin nüfusunda bir artış olduğu gözlemlenmektedir.313
Yine bu dönem nüfus yapısına bakıldığında, nüfusun çoğunluğunu genel
itibariyle Türkler oluşturmakta ve kentte bir tane de gayrimüslim mahallenin
bulunduğu görülmektedir.314
XIX. yüzyıla gelindiğinde İzmir nüfusunun belli bir seviyeye geldiği ve
önceki dönemlerde oluşan büyük dalgalanmaların, bu dönemde görülmediği
anlaşılmaktadır.315 Yüzyılın başlarında İzmir nüfusunun yüz bin civarında olduğu
düşünülmektedir.316 Avrupalı seyyahların notlarından edinilen nüfus bilgilerinin

313
Baykara, s.57.
314
Arıkan, s.66.
315
Beyru, s.49.
316
Baykara, s.57.

76
kesinliğinin olmadığını belirtmek gerekir. Bununla beraber özellikle XVI. yüzyılda
İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön plana çıkmasına paralel olarak nüfusunun bu
dönemden başlayarak hızla arttığını belirtmek gerekir. Bu süreçte gerek Osmanlı
tebaasından olan kişilerin gerekse de Avrupalı yabancıların yoğun olarak İzmir'e
geldiği ve kentin demografik yapısında değişimlere sebep olduğu görülmektedir.

D. İzmir'de Levanten Yaşam

Tarih boyunca çok sayıda medeniyetin bulunduğu İzmir, XVII. ve XIX.


yüzyıllar arasında çok sayıda Avrupalı yabancıları da ağırlayan bir şehir olmuştur.
XVII. yüzyıl sonrası hızla gelişen İzmir, kenti ziyaret eden gezginlerce ''Levant'ın
başşehri'', ''Levant'ın en parlak ticaret şehri'', ''Levant'ın incisi'' şeklinde
tanımlanmıştır.317
Yabancılar İzmir'e, kentin Osmanlı egemenliği altına girdiği 1426 yılından
itibaren gelmeye başlamışlarsa da, XVI. yüzyılın sonlarına doğru sayıları hızla artış
göstermiştir. İlk zamanlarda, Özellikle Venedikliler ve daha az sayıda İtalyan şehir
devletlerinden gelenler bulunmaktadır. Daha sonraki dönemde ise Fransızlar,
İngilizler ve Hollandalılar da yoğun olarak İzmir'e gelmeye başlamışlardır.318
İzmir'de Levanten yaşamın başlamasının altında yatan en önemli neden daha önce
bahsedildiği üzere; İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön plana çıkmasıdır. Ticari
faaliyetler sebebiyle zaman içerisinde kente gelen Avrupalı tüccarlar, daha sonra
İzmir'e yerleşmişlerdir.
İzmir'e yerleşen başlangıçta Avrupalı tüccar adıyla, daha sonraları Frenk ve
XIX. yüzyıl itibariyle Levanten olarak nitelenen gruplar İzmir'in gelişimine önemli
katkı sağlamışlardır. Kentin kimliğinin oluşmasında etkili olan Levantenler, İzmir'in
özellikle bir ticaret limanı olmasına bağlı olarak dış ticaret hacminin gelişmesinde de
ciddi etkileri söz konusudur.319
Levantenleri oluşturan grupların İzmir'i tercih etme nedenlerini incelemek
önemlidir. Daha sonraları Levanten olarak adlandırılacak olan Avrupalı grupların

317
http://www.izmirdergisi.com/tr/mimari/2719-izmir-in-levantenleri (22.03.2019)
318
Fikret Yılmaz, ''İzmir ve Levantenler'', Geçmişten Günümüze Levantenler, İzmir Ticaret Odası
Kültür, Sanat ve Tarih Yayınları, (ed. Fikret Yılmaz), İzmir, 2011, s.17.
319
Fikret Yılmaz, s.19.

77
İzmir'i tercih etmesinin en önemli nedeni; bu grupların ticari faaliyetlerini
yürütmeleri için İzmir'in içinde bulunduğu biricik konumudur. Özellikle Liman,
İzmir'i ön plana çıkaran başlıca etkendir. Mübahat Kütükoğlu320 İzmir limanının
önemini şu şekilde anlatmaktadır: '' Açık denizin tesirinden uzak mükemmel bir
limanı olması, sahile pek yakın bir mesafede sularının derinleşmesi dolayısıyla
gemilerin girip çıkmasına elverişli bulunması, Anadolu'nun, Batıya açılan kapısı
durumundaki İzmir'e dünyada rakipsiz bir yer sağlamıştır.'' İzmir'in konumun
önemini Tournefort ise şu şekilde anlatmaktadır:321

'' İzmir, Levant'a giden yol üzerinde en güzel limandır ve dünyanın en büyük
donanmasını içine alabilecek kadar büyük bir körfeze sahiptir. Küçük Asya'daki yedi
kiliseye sahip şehirler arasında en çok ünlenmiş şehir İzmir'dir. İzmir, Levant'ın en
büyük ve en zengin şehirlerinden birisidir; gelen malların yükleme ve boşaltımı için
çok gerekli olan liman, depremler yüzünden yıkılmış olsa da yeniden inşa edilmiştir.
Liman, bütün tüccarların buluşma yeri olduğu gibi, dünyanın her yerinden gelen
malların toplandığı bir merkezdir.''

İzmir'in tercih edilmesinin bir diğer nedeni de farklı kültürel aidiyetleri


bulunan grupların, kendi dillerini konuşma ve dini gerekliliklerini yerine getirme
konusunda özgür bir ortamda bulunmasıdır. Bu noktada yabancılar kendi kültürlerini
yaşatabilmek için okul, ibadethane, hastane ve tiyatro gibi kurumlar kurmuştur.322
Avrupalıların İzmir'i tercih etmesinin altında yatan sebeplerden biri de
Osmanlının, Avrupalılara sağladığı ticari ayrıcalıklar olmuştur. İzmir'in önemli bir
ticaret liman oluşu, devletin gümrük gelirlerini arttırmak için uyguladığı politikalar
yabancı tüccarlara çeşitli kolaylıklar sağlıyordu. Bu nedenle ticari amaçlarla gelen
yabancı tüccarlar, daha sonra kente yerleşmeye başlayarak, kentin sosyal hayatının
içerisinde kendisine yer edinmeye başlamıştır.323 Tanzimat ve Islahat fermanlarının,
yabancılara verdiği ayrıcalıklar Avrupalıların İzmir'e gelmesini kolaylaştırmıştır.
Yabancı tüccarlara tanınan ayrıcalıklar İzmir ticari ve kültürel hayatını etkilemiş,
özellikle tarım ve madencilik alanlarında olmak üzere bir çok alanda yabancı
320
Kütükoğlu, s.285.
321
İlhan Pınar, Gezginlerin Gözüyle İzmir, İzmir, 1996, s.9-10.
322
Şenocak, s.29.
323
Raziye Oban, ''Levanten Kavramı ve Levantenler Üzerine Bir İnceleme'', Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, s.346.

78
yatırımcıların sayısında önemli bir artış görülmüştür.324 Bu dönemde görülen
durumlardan biri de Osmanlı tebaasına mensup olan Rum ve Ermenilerin,
Levantenlere tanınan ayrıcalıklardan yararlanmak için Levantenlere eklemlenmeye
çalışmaları ve onlara tanınan ayrıcalıkları kullanmaları oldu.325
Bütün nedenler ve koşullar altında İzmir, Levantenler tarafından tercih edilen
bir kent olmuş ve bu durumun bir sonucu olarak da, Levantenlerin kentin sosyal,
kültürel ve ekonomik hayatına ciddi katkıları olduğu görülmektedir. XVI. yüzyılda
İzmir'in bir ticaret limanı olarak gelişmesine paralel olarak, sonraları Levanten olarak
nitelendirilecek Avrupalı yabancıların kente yoğun olarak geldiği görülmüştür

E. Levantenlerin Köken İtibariyle Mensubu Olduğu Ülkeler

Levantenlerin ait oldukları kimliksel yapı oldukça karmaşık olmasının yanı


sıra aynı zamanda çeşitlilik göstermektedir. Avrupa'da milli kimlikleşme sürecinin
dışında kalan bu gruplar daha önce bahsedildiği üzere Osmanlıya ilk geldiği yıllarda
kendilerini bağlı bulundukları şehir devletleri ile tanımlamıştır. Milli devletlerin
ortaya çıkış süreciyle beraber Levanten olarak nitelenecek bu gruplar daha sonraları
kendilerini dinsel kıstaslar ışığında tanımlama yoluna gitmiştir. Bu süreçte batılı
olarak kabul edilen bu gruplar doğuya ait olan topraklarda yaşamaya başlamış ve
arada kalan bir kimliksel yapıya bürünmüşlerdir. Melez bir kimliksel yapıda olan
Levantenler, anlaşılacağı üzere oldukça karmaşık yapıda olan bir kimliğe sahiptir.
Bunların yanında her ne kadar kimliksel yapıları karmaşık olsa da ve milli
devletleşme sürecinin dışında kalmışlarsa da, Levantenlerin köken itibariyle
mensubu oldukları ülkeleri analiz etmek mümkündür.
Ticaretin gelişimi İzmir'in, Avrupalı nüfusunun artmasına farklı Avrupa şehir
devletlerinden ve Avrupa devletlerinden gelen yabancıların oluşmasına sebep
olmuştur. Bu bakımdan; sonraları Levanten olarak nitelendirilecek bu gruplar
arasında başlangıçta, İzmir ticaretine Fransız ve Venediklilerin egemen olduğu,
XVII. yüzyıl ortalarında ise İngiliz ve Hollandalıların ticari yaşantıdaki hakimiyeti
yavaş yavaş sağladıkları görülmektedir.326

324
Pınar, Serencam, s.114.
325
Şenocak, s.165.
326
Pınar, Serencam, s.102.

79
XVII. yüzyıl itibariyle İzmir'in önemli bir ticaret limanına evrimleşmesi
İzmir'e, Avrupalı tüccarların ilgisinin artmasına ve ciddi sayıda Avrupalının kente
gelmesine neden olmuştur. İzmir'e gelen Avrupalılar daha sonraları kente yerleşerek
genel itibariyle Frenk sokağında ikamet etmişlerdir.327 Ticari hayatın canlanmasına
paralel olarak XVIII. yüzyıl başlarında şehirde 30 Fransız ve 18 Hollandalı tacirin
bulunduğu söylenmektedir. Bununla beraber zaman içerisinde tacirlerin sayısında
artış ve farklılaşma gözlemlenmiş, XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinin başlarında
İngilizlerin yaklaşık 100 kişilik bir topluluğu oluşturduğu tahmin edilmektedir. Aynı
zamanda İngilizlerin XIX. yüzyıl başlarında 20 ticaret evlerinin olduğu ve yine aynı
dönemde Fransızların ise 12 ticaret evlerinin bulunduğu bilinmektedir.328 Bu bilgiler
ışığında İzmir'in ticari hayatının canlanması beraberinde farklı uyruklara mensup
Avrupalılarında İzmir'e gelmesine ve zamanla burada yerleşip kalıcı olarak Levanten
topluluğunun kökenlerini oluşturduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Başlangıçta ''Frenk'' olarak adlandırılan Levantenler arasında tarihsel anlamda
ilk göze çarpan topluluk İtalyanlar olmuştur.329 Önceleri Bizans döneminde elde
ettikleri imtiyazlar neticesinde Cenevizlilerin, daha sonra Venediklilerin Ege
adalarına yerleştiği ve buralardan İzmir'e geldikleri görülmektedir.330 Levanten
kavramının ne zaman ortaya çıktığı konusunda çeşitli tartışmalar olmasına rağmen
genel olarak XIX. yüzyıl temelli bir oluşum olduğu kabul edildiğinden, XIX.
yüzyılda yapılan sayımlarda İtalyanların nüfus sayılarına bakmak faydalı olacaktır.
Bu çerçevede 1891 yılında yapılan sayım çerçevesinde İzmir'de 2892 İtalyan uyruklu
kişinin yaşadığı görülmektedir.331 Bu durumun; kentte İtalyan nüfusunun
yadsınamayacak derecede ciddi sayıda olduğu görülmektedir.
İzmir'e gelişleri itibariyle, kentte görünürlüğünün ve gelişiminin en açık
gözlemlenebildiği grup Fransızlar olmuştur. Farklı şehirlerden gelen Fransızların
sayısı XVII. yüzyılın ortasında 20'den fazla olmuştur.332 İzmir özellikle diğer
Osmanlı limanlarına göre Fransız ticaret evlerinin daha fazla bulunduğu bir liman
olarak göze çarpmaktadır. Bunun yanında Fransız yetkililer, kalıcı gidişleri önlemek

327
Baykara, s. 64.
328
Baykara, s.65.
329
Serap Yılmaz, ''İzmirli Levantenler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve Fahri
Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.121.
330
Serap Yılmaz, s.121.
331
Beyru, s.58.
332
Serap Yılmaz, s.124.

80
adına Osmanlıya gelen yurttaşlarının burada bulunma sürecini XVIII. yüzyılda on yıl
süreyle sınırlı tutmuştur.333 Fransız yetkililerin kalış süresini sınırlandırmasının
yanında, vatandaşlarının mülk edinmesini de yasaklamış ve bu durum zamanla
İzmir'de bulunan Fransızların sayısında bir azalma meydana gelmesine sebep
olmuştur. Bununla beraber İzmir'de yine de Avrupalılar arasında Fransızların
çoğunlukta olduğu görülmektedir.334
Levantenlerin kökenleri incelendiğinde; bu kişilerin birden fazla ulus
kökeniyle bağlantıları bulunmaktadır. Bu ulusların başlangıçta Avrupa uluslarına
dayanmasına karşın, uzun süreler geldikleri kentlerden kalmalarından dolayı yerel
unsurlarla evlilikler de görülmüş ve Ermeni, Rum, Türk kökenlerinin de zaman
içerisinde oluştuğu görülmüştür. Ancak Avrupa kökenlerine bakılacak olursa;
çoğunlukla Fransız, İngiliz, İtalyan, Hollandalı335 kökenlere sahip olmakla beraber
diğer bazı Avrupa uluslarından da kökenlerinin bulunduğunu belirtmek
gerekmektedir.

333
Serap Yılmaz, s.124-125.
334
Serap Yılmaz, s.126.
335
Şenocak, s.160.

81
III. BÖLÜM

LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMUNUN ANALİZİ

Levantenlerin toplumsal konumunu belirlemek için yapılan çalışmanın birinci


bölümünde kimlik ve azınlık kavramı incelenmiş olup, çalışmanın teorik altyapısını
hazırlamak amaçlanmıştır. İkinci bölümde literatürde Levanten araştırması yapılarak,
Levantenler hakkında yapılan çalışmalarla beraber Levantenlerin kim olduğu ve
birinci bölümdeki teorik bilgilerle nasıl değerlendirilebileceği ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Bu noktada çalışmamızın konusunu oluşturan Levantenlerin toplumsal
ve siyasal konumunu ortaya koyabilmek adına, üçüncü bölümde günümüz
Levantenleri ile birebir görüşmeler ile hazırlanan sorular bu kişilere yöneltilmiş olup,
bu sorulara verilen yanıtlar ile beraber çalışmanın teorik altyapısının birbiriyle
uyuşup uyuşmadığı ve yine verilen yanıtlar eşliğinde literatürde incelenmeyen bazı
konular ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede 13 Levanten ile görüşülmüş ve
görüşülen kişilere şu sorular yöneltilmiştir:
1.Sizce Levanten ne demektir? Levanten olabilmenin özellikleri nelerdir?
2. Soy ağacınızda bulunan uyruklar nelerdir?
3. Levantenlerin ve dolayısıyla ailenizin İzmir’e gelme sebepleri nelerdir?
4. Kendinizi aidiyet bağıyla bağlı bulduğunuz Uluslar var mıdır? Varsa
bunlar nelerdir?
5. Kimliksel bir yapı olarak Levanten kimliğine kendinizi ait hissediyor
musunuz?
6. Toplumsal yapı içerisinde Levanten olarak anılmanın ne gibi etkileri var?
7. Levanten Kimliğinin Ekonomik anlamda sizi etkilediği alanlar nelerdir?
8. Levanten kimliksel yapınızın siyasi karar alma sürecine etkisi olduğunu
düşünüyor musunuz?
9. Kendinizi bir azınlık olarak görüyor musunuz? Sizce eğer mümkün olsaydı
Levantenler bir azınlık olabilir miydi?
Levantenlere yöneltilen sorular çerçevesinde konu başlıkları oluşturulmuş ve
gerek alınan yanıtlar, gerekse de teorik bilgiler bu başlıklar altında incelenerek
çalışmanın konusu analiz edilmiştir.

82
1. LEVANTEN KAVRAMI

Levanten kavramı hakkında bir çok tartıştırma barındıran bir kavram


olmasının yanı sıra aynı zamanda net olarak tanımsal bir çerçevesi olmayan bir
kavramdır. Kavramın ilk ortaya çıkıştığı tahmin edilen XIX. yüzyılda daha çok bir
coğrafi tanımla unsurunun bir çıktısı olduğu düşünülmektedir.336 Levant
kavramından türeyen Levanten kavramı; başlangıçta Avrupa'nın doğusunda, özellikle
de doğu Akdeniz ülkelerinde yaşayan insanları tanımlamak için kullanılan bir
kavram olmuştur. Süreç içerisinde kavramın sınırlarının giderek daralarak, Avrupa
kökenli olup Osmanlı coğrafyasına belirli amaçlarla gelip, daha sonra buraya
yerleşen ve burada evlenmeler sonucu soyu karışan Avrupalı yabancılar için
kullanıldığı görülmektedir.337
Günümüzde Levanten kavramını tanımlamak için bazı kıstasların
bulunduğunu söylemek mümkündür. Levanten nedir?, Levanten olabilmenin
özellikleri nelerdir? sorularına verilecek cevaplar özelinde bakıldığında kavramın
özellikleri ortaya konulmaktadır. Bu noktada Levanten kavramının temel
özelliklerinden birisi; Levantenlerin Avrupalı kökenlere sahip insanlar olmasıdır.338
Levanten olarak kabul edilen kişilerin ortak kesiştikleri noktalardan birisi Avrupa'nın
farklı uluslarına dayanan bir kökeninin bulunmasıdır. Bunun yanında Levanten
kavramını oluşturan bir diğer özellik, Levantenlerin Hıristiyan dinine, özelliklede
Katolik mezhebine bağlı oluşudur.339 Yapılan mülakatlarda edinilen bilgiler de bu
durumu desteklemektedir. Yapılan görüşmelerde ağırlıklı olarak Levantenlerin
İtalyan ve Fransız kökenlerinin bulunduğu görülmüştür.340 Ancak Levantenler
arasında daha sonraları her ne kadar az sayıda da olsa Protestan Hıristiyanlarında
olduğunu belirtmek gerekir.
Levanten kavramının neyi ifade ettiği konusunda yapılan görüşmeler ışığında
elde edilen farklı verilerden birisi de; Levanten kavramının İzmir'deki bir kültürü
ifade etmesidir. Bu noktada Levantenler ile yapılan bir görüşmede bilgi veren bir

336
Pınar, İzmir Yazıları, s.13.
337
İlber Ortaylı, ''Levantenler'', s.23.
338
Yumul, s.44.
339
Pınar, Levant, Levanten ve Levantenlik, s.34.
340
Levantenler ile yapılan bir görüşme.

83
Levantene göre: ''Levantenler İzmir'deki bir kültürdür. Farklı köklerimiz var ve her
kültürden bir şeyler alıyoruz. Bu sebepler ışığında döneminde Levanten
diyebileceğimiz kişiler burada kalabalık bir grup oldukları için ayrı bir kültür
oluşturmuşlardı. Bunu anlatan kavrama Levanten diyebiliriz.'' demektedir.
Avrupa'dan gelen yabancılar geldikleri bölgenin kültürüne entegre olmuşlardır. Bu
çerçevede Levanten olarak kabul edilen kişiler; hem kökenleri itibariyle Avrupa
kültürüne sahip olması, hem de geldikleri bölgenin kültürünün zaman içerisinde
özelliklerini benimsemesi ile beraber farklı bir kültürün ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Farklı kültürlerin sentezlenmesi sonucu Levanten olarak kabul edilen insanların bu
nitelendirmeyle anıldığı görülmektedir.
Levanten olarak kabul edilen insanların ayırt edici bir özelliği de birden fazla
dili bilmeleri ve konuşmalarıdır. Elbette bu durum sadece Levanten olmanın bir
özelliği değildir. Ancak Levanten kavramını tanımlamak için kullanılabilecek bir
özelliktir. Farklı Avrupa uluslarından kökenlere sahip olan bu kişiler bu coğrafyaya
geldikten sonra kendi aralarında evlenmişlerdir. Bu evlilikler sonucunda farklı
Avrupa kökenine sahip ailelerin birleştiği görülmektedir. Örneğin Fransız kökenli bir
erkekle İtalyan kökenli bir kadının evliliği sonucunda oluşacak yeni nesil hem
Fransız hem de İtalyan kökenlerini paylaşmıştır. Bu durumun doğal bir sonucu;
Levantenlerin birden fazla dili bilmesi ve konuşması olmuştur. Levanten kavramının
zaman içerisinde kapsadığı alanın daraldığı düşünüldüğünde, Levantenleri; birden
fazla dil bilen ve birden fazla Avrupa kentine ya da ulusuna dayanan kökleri olan
insanlar olarak tanımlamak mümkündür.
Levanten kavramının yanı sıra Levantenlerin kim oldukları konusu da
önemlidir. Levanten olarak görülebilecek insanların özelliklerinden birisinin
Hıristiyan Katoliklik olduğu bilinmesine karşın özellikle dönem içerisinde
İngilizlerin de ticari amaçlarla İzmir'e ve diğer Osmanlı kentlerine geldiği
bilinmektedir. Bu noktada Protestan mezhebine sahip bazı Avrupalılarında Levanten
olduğunu söylemek gerekmektedir. Bunun yanı sıra Levanten olarak nitelendirilen
insanların Osmanlı coğrafyasına gelmeden önce de, bu bölgede yaşayan Avrupa
kökenine sahip olan ya da Hıristiyan Katolik insanların da bulunduğu bilinmektedir.
Ancak Levanten kavramının ortaya çıkış sürecine bakıldığında; gerek Levanten
olarak kabul edilecek insanların XVIII. ve XIX. yüzyıllarda ticari amaçlarla gelen

84
insanları kapsadığı,341 gerekse de bahsi geçen coğrafya da yaşayan unsurların
bazılarının Avrupa kökenli insanlar olmayışından dolayı bu insanları Levanten
kavramı içerisinde tanımlanmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Bu
çerçevede Levantenler ile yapılan mülakatlarda bu durumu desteklemektedir.
Yapılan görüşmelerden birinde görüşülen kişi; Bizans döneminden ya da Osmanlının
ilk yıllarından itibaren burada yaşayan Avrupa kökenli insanların bulunduğunu ancak
bu insanların tarihsel olarak kavramın ortaya çıkış dönemi değerlendirildiğinde
Levanten olarak görülmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.342 Bunun yanı sıra
görüşülen bir diğer kişi ise; Rum, Ermeni ve Süryani kökenli ailelerin lokal
olmasından dolayı bu kapsama dahil edilemeyeceğini söylemiştir.343 Belirtilen bu
görüşler yardımıyla kimlerin Levanten kapsamının dışında kaldığı görülmekte ve
Levanten kavramının sınırlarının belirlenmesi için tarihsel sürecin dikkate
alınmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Yapılan görüşmeler sonucunda Levanten kavramıyla ilgili teorik bilgilerin
genel itibariyle görüşmelerle uyuştuğu görülmektedir. Bunun yanında Levanten
kavramının farklı bazı özelliklerinin de olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin yapılan
görüşmelerden birinde bilgi veren kişi : ''Bence Levanten iki iş yapan insandır.''
diyerek Levantenlerin özellikle ilk gelişleri itibariyle sadece belirli alanlarda çalışan
insanlar olduğunu belirtmektedir. Günümüzde ise Levantenler birçok alan da çalışan
insanlardır. Elbette teknolojik gelişim, tarihsel anlamda yaşanan değişimler bu
durumun sebeplerinden bazılarıdır. Bununla beraber yapılan görüşmeler ve teorik
bilgiler birleştirildiğinde tanımsal bir çerçeve çizmek olasıdır. Levanten; Avrupa
kökenli olan kişilerin, başta ticari amaç olmakla beraber farklı sebeplerle, Osmanlı
döneminde bu coğrafyaya gelerek burada kalan, sonraları çeşitli evliliklerle soyu
karışan, birden fazla dil konuşabilen, bünyesinde birden fazla kültürün özelliklerini
barındıran ve daha çok Katolik olmakla birlikte Protestan Hıristiyanlarında
bulunduğu kişilerdir.

341
Yerasimos, s.30.
342
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
343
Levantenler ile yapılan bir görüşme.

85
2. LEVANTENLERİN KÖKENLERİ

Levanten olmanın ve dolayısıyla Levanten kimliğine sahip insanların önemli


özelliklerinden birisi; bu insanlarının soy ağacında farklı ulusların kökenlerinin
bulunmasıdır. XIX. yüzyılla beraber Levanten olarak anılmaya başladığı tahmin
edilen Avrupalı yabancılar; Osmanlıya farklı şehir devletlerinden ya da farklı
uluslardan gelen insanlardan oluşmaktadır. Bu Avrupalı yabancıları ağırlıklı olarak
Fransız, İtalyan, İngiliz, Hollandalı344 gibi uluslardan insanlar oluşturmakla beraber
az da olsa farklı Avrupa uluslarından insanlarında bulunduğu bilinmektedir. Çeşitli
sebeplerle Osmanlı hakimiyetindeki bölgelere gelen Levantenler yapılan
görüşmelerinde gösterdiği üzere başlangıçta dönemin koşulları da göz önüne
alındığında kendi aralarında evlilikler yapmışlardır. Bunun yanı sıra zaman içerisinde
Avrupalı yabancıların, Ermeni, Rum ve Türkler gibi bölge halklarıyla da evlilikler
yaptığı bilinmektedir. Bu durumun doğal sonucu olarak da sonraki kuşak
Levantenlerin soy ağacında birden fazla ulusun izlerine rastlanmaktadır. Özellikle
geçmişten itibaren farklı uluslar arasında evlenmeler sonucunda, günümüzde yaşayan
Levantenlerin kökenlerinin oldukça fazla ulusa dayanıyor olduğu görülmektedir.
Levantenlerle yapılan görüşmeler neticesinde Levantenlerin kökenlerinin
birden fazla ulusa dayanıyor olması durumu da desteklenmektedir. Bu çerçeve de
Levantenler ile yapılan görüşmelere bakıldığında; ağırlıklı olarak Levantenlerin
köken itibariyle Fransız ve İtalyan kökenine sahip oldukları görülmektedir. Bu
durumun önemli sebeplerinden biri; İzmir limanının gelişmeye başlamasıyla beraber
ilk gelen insanların Venedik, Ceneviz gibi İtalyan şehir devletlerinden olması ve
sonraları Fransa'nın, İzmir limanında ki hakimiyeti ile beraber Fransızların da yoğun
olarak kente gelmesidir.345
Levantenler ile yapılan görüşmelerden bilgi veren bir kişi: ''Soyağacıma
bakıldığında Yunanlı, Fransız, İtalyan, Katolik Ermeni ve Rum gibi farklılıklar
mevcut. Anne tarafım Fransız ve İtalyan'dır. Annemin babası Venedikli bir İtalyan,
annesi ise Marsilyalı tipik bir Fransız'dır. Baba tarafım; babamın annesi İstanbul
Rum'u, babamın baba Hıristiyan Ermeni'dir.'' demesi Levantenlerin kökenlerinin
birden fazla Avrupa ulusuna dayanıyor olmasını işaret etmesinin yanı sıra aynı
344
Şenocak, s.160.
345
Serap Yılmaz, s.121, 124.

86
zamanda Levantenlerin zaman içerisinde bölgede yaşayan Ermeniler ve Rumlar ile
de evlilikler yapması sonucu soylarının karıştığının göstermesi bakımından
önemlidir.

3. LEVANTENLERİN İZMİR'E GELME SEBEPLERİ VE MESLEKLERİ

XVI. yüzyılın sonları XVII. yüzyılın başlarında İzmir'in önemli bir ticaret
limanı olmaya başlaması,346 çok sayıda Avrupalı tüccarın İzmir'e gelmesine neden
olmuştur. Özellikle Avrupalılara verilen imtiyazlar, Levantenlerin İzmir'e gelmesini
kolaylaştırıcı bir etki göstermiştir.347 Sonraları Levanten olarak nitelendirilecek bu
Avrupalı tüccarlar, İzmir'in ticari ve ekonomik hayatını olumlu yönde etkileyerek,
özellikle İzmir limanının dünyanın önde gelen ticaret limanlarından biri olmasını
sağlamıştır.
Levantenlerin İzmir'e gelme sebeplerinin başında ticaret olduğu
anlaşılmaktadır.348 Bu noktada yapılan görüşmelerde bu durumu desteklemektedir.
Bunun dışında Levantenlerin başka sebeplerle de İzmir'e geldikleri görülmektedir.
Demiryolu yapımı ve işletmeciliği için de İzmir'e Levantenlerin geldikleri
görülmektedir.
Yapılan görüşmelerde Levantenlerin, İzmir'e gelme sebepleri
değerlendirildiğinde bazı ailelerin mevcut şartlardan daha iyi şartlarda yaşama
isteğiyle İzmir'e geldikleri görülmektedir. Özellikle bulundukları şehir devletlerinde
ki baskılı durumdan dolayı iyi bir konuma gelemeyeceklerini düşünen bazı
ailelerinde İzmir'i tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu noktada bazı Levanten aileler için
İzmir'in bir bakıma bir kaçış ve daha iyi yaşam koşullarına sahip bir kent olarak
görülmesinden dolayı kente gelmeyi tercih edilmiştir.349
Levantenlerin İzmir'e geldiği yıllarda yaptıkları meslekler birbirinden
farklılık göstermektedir. Yapılan görüşmelerde ticari amaçla gelen Levantenlerin
çoğunlukta olmasına karşın başka meslek kollarında çalışan kişilerinde, İzmir'e
geldikleri görülmüştür. Levantenlerin gerek İzmir'e geliş maksatları, gerekse de

346
Arıkan, s.66.
347
Oban, s.346.
348
Yerasimos, s.30.
349
Levantenler ile yapılan bir görüşme.

87
yaptıkları meslekler itibariyle birbirlerinden zaman zaman ayrıldıkları
anlaşılmaktadır. İzmir limanının ticari anlamdaki konumunun güçlenmesi neticesinde
başlangıçta ticaret üzerine yoğunlaşan Avrupa kökenli insanların kente geldiği
bilinmesiyle beraber, sonraki süreç içerisinde farklı sebeplerle çeşitli meslek
gruplarından insanlarında İzmir'e geldiği görülmektedir. Levantenlerin yaptıkları
meslekler özetle sayılacak olursa; tacir, kuyumcu, tarım ve hayvancılık, matbaacılık,
sanayi, demiryolları işletmelerinde çalışan insanlar gibi farklı meslek kollarıyla
ilgilenmişlerdir. Özellikle ticari faaliyetlerini sürdürmek, daha iyi koşullara ulaşmak
amacıyla gelen insanların ulaştığı refah seviyesinden haberdar olan diğer meslek
kollarında çalışan insanların da süreç içerisinde daha iyi koşullarda yaşamak
istemeleriyle beraber İzmir'e geldikleri söylenebilir. Günümüzde ise değişen yaşam
koşullarıyla beraber Levantenlerin daha çeşitli meslek kollarında çalıştığı
görülmektedir.

4. ULUSAL BAĞLAMDA LEVANTENLERİN AİDİYET BAĞLARI

Levanten kimliği; içeriğinde birden fazla ulus kökenini barındırmasından


dolayı oldukça karmaşık bir görünümdedir. Farklı kültürlerin etkisi sonucu oluşan
Levanten kimliği, dolayısıyla Levanten bireylerin aidiyet duygularını da
etkilemektedir. Ulus devletlerin oluşma sürecinden önce İzmir'e ve diğer Osmanlı
kentlerine gelen Levantenler, bu sebeple kendilerini tam anlamıyla bir ulusa ait
hissedememektedir.350 İzmir'e çeşitli sebeplerle geldiklerinden itibaren Osmanlı
kültürünün ve daha sonra Türk kültürünün bazı özelliklerini de benimseyen bu
insanların kimliksel yapıları, melez kimliksel yapıdadır.351 Yani bu insanlar ne
kendilerini tam anlamıyla Avrupa kimliğine ne de Türk kimliğine ait
hissetmektedirler. Yapılan görüşmelerden birinde görüşülen kişi; Levantenin; bir
ayağının Avrupa sınırında bir ayağının Türk sınırında olan insanları anlattığını ve
Levanten kimliğinin ne olduğunun ise kişinin sınırın hangi tarafına daha yakın
oluşuyla ilgilisinin bulunduğunu belirtmiştir.352

350
Yerasimos, s.30.
351
Yumul, s.46.
352
Levantenler ile yapılan bir görüşme.

88
Birebir yapılan görüşmeler ışığında Levantenlerin aidiyet bağları konusunda
farklı çıktılar elde edilmiştir. Bu noktada kimi Levantenler; kendilerini herhangi bir
ulusa aidiyet bağıyla bağlı hissetmezken, kimileri ise birden fazla ulusa farklı
derecelerde bağlı olarak hissettikleri bilgisini paylaşmıştır. Birden fazla ulusa kendini
bağlı hisseden Levantenler arasında Avrupalı kökenlerine kendisini daha çok bağlı
hissedenlerin bulunduğu gibi, İzmir'e ya da Türkiye'ye kendisini daha çok bağlı
hisseden kişiler bulunmaktadır. Bu noktada dikkat çeken unsurlardan birisi İzmir'e
aidiyet bağıyla bağlı hissetmenin, Levantenler açısından önemli bir konumda
oluşudur. Özellikle kendilerinin İzmir'e bağlı olduğunu ve kentin kültürünü
etkileyerek, aynı zamanda kentin kültürünü de benimsediklerini belirtmişlerdir.
Bununla beraber yapılan görüşmelerin büyük çoğunluğunda Levantenlerin,
Türkiye'ye olan aidiyet bağının temelinde İzmir'in bulunduğu anlaşılmaktadır.
Aidiyet konusu genel hatlarıyla değerlendirildiğinde; Levantenlerin kökenleri
itibariyle farklılaşmanın olması beraberinde aidiyet hissinin görünürlüğünün yok
olmasına ya da azalmasına sebep olduğu söylenebilir. Ulus devletlerin ortaya
çıkışından önce İzmir'e ya da diğer Osmanlı kentlerine gelmiş olan Levantenler için,
herhangi bir ulusa ait olma düşüncesinin yeterince net olmadığı anlaşılmaktadır. Bu
sebeple aidiyet bağı düşüncesi görüşülen kişiler arasında farklılıklar göstermekle
birlikte, hem kendi kökenlerine karşı hem de Türkiye'ye karşı kendilerini bağlı
hissetmektedirler. Özellikle Levantenler; kimliklerinin, birden fazla kültürün
özelliklerini barındırdığı düşünüldüğünde, bir kimlik karmaşası yaşadıkları
söylenebilir.

5. AİDİYET OLGUSU ÇERÇEVESİNDE LEVANTEN KİMLİĞİNİN


İNCELENMESİ

XIX. yüzyıl itibariyle kullanıldığı tahmin edilen Levanten kavramının;


başlangıç itibariyle özellikle Batı Avrupa merkezli bir ötekileştirme unsuru olduğu
söylenebilir. Ulus devletleşme sürecinin dışında kalan bazı Avrupa kökenli insanlar,
Osmanlı kentlerine farklı amaçlarla göç etmiş ve sonrasında geldikleri kentlere
yerleşerek, buralarda yaşamaya başlamışlardır. Bu süreçte ortaya çıkan Levanten
kavramının; Avrupa’nın kendi dışında bulunan öteki unsurunu tanımlayarak

89
kendisinden ayırma girişimi olduğu söylenebilir.353 Dönem içerisinde, İzmir’i ziyaret
eden Avrupalı seyyahların yazıları da bu durumu destekler niteliktedir. Avrupalı
seyyahlar yazılarında Levantenleri küçümseyici ifadelerle tanımlarken, genel
itibariyle bu insanların Avrupa kültüründen uzaklaştığını ve Doğululaştığını
vurgulamaktadır. Aynı zamanda kavramın kullanılmaya başladığı ilk zamanlarda,
Levanten olarak nitelendirilen insanların kendilerini bu kapsam dahilinde
görmediğini ve Levanten kimliğini reddettikleri görülmektedir.354 Bu insanlar
özellikle Ulus devletleşme sürecinden önce kendilerini Venedikli, Cenevizli,
Marsilyalı gibi geldikleri şehir devletleri vasıtasıyla tanımlama yoluna giderken,
Ulus devletleşme sürecinden sonra kendilerini oluşan uluslara ait hissedemedikleri
için Katoliklik gibi dini kıstaslar çerçevesinde tanımlama yoluna gitmişlerdir.355
Bununla beraber yapılan görüşmeler çerçevesinde günümüzde Levanten olarak
nitelendirilen kişilerin, Levanten kimliğine karşı tutumunu ele alarak, Levantenlerin
geçmişten günümüze kimliksel yapılarındaki değişimi incelemek önemlidir.
Günümüzde Levanten kimliğine karşı toplumsal bakış açısında bir değişimin
söz konusu olduğu, Levanten kimliğinin başlangıçtaki olumsuz niteliğinden
sıyrılarak, toplum nezdinde önemli bir statü ve olumlu bir bakış açısıyla görüldüğü
söylenebilir. Bu sebeple Levanten olarak nitelendirilen insanlarca da, bu kimlik
yapısında zamanla reddedişlerin azaldığı ve Levanten kimlik yapısına büyük
çoğunlukla aidiyet bağının arttığı görülmektedir. Yapılan görüşmeler çerçevesinde,
görüşülen kişilerin tamamı kendilerini Levanten olarak gördüklerini belirtmişlerdir.
Bu noktada önemli olan; kişilerin Levanten kimliğinin özelliklerini taşıyıp
taşımadığının incelenmesidir. Levanten kimliğinin özelliklerine bakıldığında;
çoğunlukla aile içerisinde birden farklı dilin koşulmasından dolayı birden fazla dilin
bilinmesi, birden fazla ulus kökenine dayanan aile bağının bulunması, birden fazla
kültürün özelliklerini kendi bünyesinde barındırması gibi unsurların bulunduğu
söylenebilir. Görüşmeler esnasında kişilere yöneltilen ''Kendinizi Levanten kimliğine
ait hissediyor musunuz?'' sorusuna yapılan görüşmelerden birinde bilgi veren kişinin
cevabı güzel bir örnek oluşturabilir. Bu noktada:

353
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'', s.34.
354
Yerasimos, s.30.
355
İlhan Pınar, ''Levant, Levanten ve Levantenlik'', s.34

90
''Ben kendimi Levanten kimliğine ait hissediyorum. Olumsuz olsun ya da olmasın bunu
hissediyorum. Neticede ben İtalyan'ım ya da başka bir yerliyim diyemem. Ben
Levantenim. Kendimi bu anlamda dışlanmış hissetmiyorum, aksine Levanten
kimliğinin çok büyük bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Bir Levantenin sahip
olabileceği unsurlara sahibim. Çünkü tüccar bir aileden geliyorum, farklı diller
konuşuyorum, çok uluslu bir aile yapısı içerisindeyim. Kimliksel yapımda hem
Avrupa'nın hem de bu coğrafyanın etkileri mevcut. Başlangıçta Levanten kimliğinin
reddi olsa bile günümüzde bu durum artık mevcut değil, aksine Levantenlik adeta bir
statü olarak görülmekte.''

şeklindeki açıklamasıyla birlikte günümüz Levantenlerinin bakış açısını


yansıtmaktadır. Bunun yanı sıra yapılan görüşmelerin birinde görüşülen kişi; 1940'lı
1950'li yıllarda bazı Levantenler, kendilerinin Levanten olduklarını kabul etmediğini
belirtmiştir.356 Bu durum Levanten kimliğinin zaman zaman bu kimlikle
nitelendirilen kişiler tarafından reddine de rastlanıldığını göstermesi bakımından
önemlidir.
Genel hatlarıyla değerlendirildiğinde Levantenlerin kimlik aidiyeti konusunda
bir dönüşüm yaşandığı görülmektedir. Başlangıçta Levanten kimlik yapısıyla anılan
kişilerin bu kimlik yapısını kabul etmediği görülmekle beraber, zaman içerisinde
Levanten kimliğinin, ötekileştirme unsuru tasniflendirilmesinden çıkarak,
günümüzde olumlu bir yapı haline büründüğü anlaşılmaktadır. Günümüz
Levantenlerinin, Levanten kimliğine bakış açıları olumlu anlamdadır. Özellikle
kendilerinin, Levanten kimliğinin özelliklerine sahip olduğunu düşünmekte ve bu
kimliksel yapıya karşı aidiyet hissi taşıdıklarını ifade etmişlerdir.

6. TOPLUMSAL YAPI İÇERİSİNDE LEVANTEN OLARAK ANILMANIN


ETKİLERİ

Bütün toplumlar kendi içerisinde aynılıkları ve farklılıkları barındıran bir


yapıya sahiptir. Toplumsal yaşam içerisinde, toplumun çoğunluğundan farklı
özellikler taşıyan unsurların varlığının bulunmasından dolayı, toplumun
çoğunluğunun bu unsurlara bakış açısının ne yönlü olduğunu incelemek

356
Levantenler ile yapılan bir görüşme.

91
gerekmektedir. Toplumsal yaşam içerisindeki farklılıklar; kimi zaman bir çatışma
ortamı doğurabildiği gibi, kimi zamanda toplumsal uzlaşının hakim olduğu
görülmektedir. Levantenlerin konumu incelendiğinde kültür, din, dil, köken itibariyle
toplumun çoğunluğundan farklılaştığı gözlemlenmektedir. Bu çerçevede gerek
Levantenler ile gerekse de toplumun diğer bazı kesimleriyle yapılan görüşmeler
neticesinde, Levantenlere karşı bakış açısı analiz edilmeye çalışmış ve Levantenlerin
bu bakış açısından etkilendiği olumlu, olumsuz durumların saptanması
amaçlanmıştır.
Levanten olarak nitelendirilen kişilerle yapılan görüşmelerde genel itibariyle
kendilerine karşı toplumun bakışının olumlu yönde olduğu belirtilmiştir. Ancak
bununla birlikte çoğunlukla toplumun, Levanten kavramını ve Levantenlerin kim
olduğunu bilmedikleri görülmektedir. Levanten kavramını ve Levantenlerin kim
olduğunu bilen kişilerin, Levanten olarak nitelendirilen kişilere karşı bakış açısının
olumlu yönde olduğu anlaşılmıştır. Bu olumlu bakışın bir sebebi olarak görüşülen
kişiler; Levantenlerin Osmanlı Devletine ve Türkiye Cumhuriyetine önemli sanayi ve
ticari katkısının olmasını belirtmiştir. 357
Bunun yanında İzmir ve İstanbul genelinde
Levantenler hakkında daha çok bilgiye sahip olunmasına karşın, Türkiye genelinde
bu durumun oldukça az oranda olduğu tespit edilmiştir.
Farklı kültüre, dine ve farklı bazı özelliklere sahip olmasından dolayı çok sık
rastlanmamakla birlikte toplumun bazı kesimleri tarafından, Levantenlere karşı
zaman zaman olumsuz olabilecek davranışların görüldüğü söylenebilir. Özellikle
yabancı isimlere sahip olmalarından dolayı Levantenlerin, bazı zamanlarda toplum
tarafından farklı olarak algılandıkları düşünülerek olumsuz olabilecek geri dönütler
verdiği görülebilmektedir. Örneğin yapılan görüşmelerin birinde görüşülen kişi
askerlik yaptığı sırada isminin yabancı bir isim olmasından dolayı olumsuz bir
durumla karşı karşıya kaldığını belirtmiştir.358 Ancak yine bu olumsuz çıktılar
oldukça az oranda olup, genel itibariyle ve özellikle de Levantenler hakkında bilgi
sahibi olan kişiler tarafından, olumlu yaklaşımların olduğunu belirtmek gerekir. Bu
çerçevede toplumsal anlamda Levanten kimliğinin çoğunlukla olumlu yönde
karşılandığı görülmüştür.

357
Levantenler ile yapılan bir görüşme.
358
Levantenler ile yapılan bir görüşme.

92
7. LEVANTEN KİMLİĞİNİN EKONOMİK ANLAMDA ETKİLERİ

Levanten kimliğinin özellikleri çerçevesinde, bu kimliğe sahip olan kişilere


ekonomik alanda bazı katkılarının olduğu söylenebilir. İzmir ve diğer Osmanlı
kentlerine çeşitli sebeplerle gelen Avrupalı yabancıların temel geliş amaçları ticaret
olmuştur. Bu anlamda daha iyi yaşam standartlarına sahip olmayı amaçlayan bu
insanlar, Osmanlı’nın kendilerine verdiği imtiyazlarla büyük kazanımlar elde ederek,
ekonomik olarak ciddi gelişim sağlamışlardır. Dönemin koşulları, İzmir limanının
konumu ve Osmanlı devletinin verdiği imtiyazlar düşünüldüğünde, Levanten
kimliğinin, bu kimlikle nitelendirilen insanlar için ekonomik alanda katkısının
olduğu söylenebilir. Ancak günümüz Levantenleri açısından bu durum farklılık arz
etmektedir. Gerek sahip olunan mesleklerin çeşitlenmesi, gerekse de günümüzde ki
dönem koşullarında yaşanan dönüşüm bu farklılığın oluşmasını sağlamıştır.
Günümüzde Levanten kimliğinin ekonomik alanda, bu kimlikle anılan
kişilere karşı katkısının olduğu bilinmesine karşın, geçmişle kıyaslandığında bu
katkının günümüzde görece daha az olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan görüşmeler
çerçevesinde Levanten kimliğinin ekonomik alana katkı sağladığı özelliklerden en
önemlisi, Levantenlerin genellikle birden fazla dili biliyor ve konuşuyor olmasının
getirdiği avantajlardır. Yapılan görüşmelerde bu durumu destekler niteliktedir. Bu
görüşmeler, Levanten kimliğinin bir özelliği olan birden fazla dilin biliniyor
olmasının ekonomik alanda Levantenleri olumlu yönde etkilediğini göstermektedir.
Ancak bununla beraber görüşülen kişilerden biri; bu dil bilincinin tek başına etkisinin
olmasından ziyade birden fazla kültürün özelliğini taşımanın, birden fazla dil
konuşmayla sentezlenince bir avantaj sağladığını belirtmiştir.359 Birden fazla dili
konuşuyor olmanın avantaj olarak görülebilmesi için bu coğrafyanın kültürel ve
toplumsal özelliklerine hakim olmak gerektiği söylenebilir. Özellikle günümüzde
geçmişle karşılaştırıldığında dil öğrenimi daha kolaydır. Bu sebeple Levanten
kimliğinin bu noktadaki asıl avantajı, sadece birden fazla dilin biliniyor olması değil,
aynı zamanda Levanten kimliğinin bünyesinde farklı kökenlerin kültürel ve
toplumsal özelliklerini taşımasından dolayı, birden fazla kültürle sağlayacağı
iletişimin daha kuvvetli olmasından kaynaklanmaktadır.

359
Levantenler ile yapılan bir görüşme.

93
Yapılan görüşmelerde Levanten kimliğinin; kendi döneminde avantajlarını
gören kişilerin olduğu gibi, eskiden avantajları olmasına karşın günümüzde artık bu
avantajların kalmadığını belirten kişilerde olmuştur. Bütün bunların ışığında
Levanten olmanın günümüzde doğrudan bir avantajının çok kalmadığı
söylenebileceği gibi, birden fazla dil bilmek ve birden fazla kültürün özelliklerini
bünyesinde barındırmasından dolayı, farklı kültürlere karşı yaklaşımı biliyor olmak
gibi Levanten kimliğinin bazı özelliklerinin ekonomik alanda avantajlarının olduğu
söylenebilir.

8. LEVANTEN KİMLİĞİNİN SİYASİ KARAR ALMA SÜRECİNE


ETKİLERİ

Levantenlerin, İzmir'i; kültürel, ekonomik ve düşünsel anlamda etkileyen bir


topluluk olduğunu söylemek gerekir. Birden fazla kültürün kaynaşması sonucu
oluşan Levanten kimliği aynı zamanda, kentin kültürüne de Avrupa kültürünün
etkilerini yansıtmıştır. Buna paralel olarak kentin ekonomik yapısında da ciddi
etkileri olan bu kişilerin, kent kimliğinin zaman içerisinde farklılaşmasını
sağlamıştır. İzmir toplumsal yaşamında ciddi etkileri bulanan Levanten kimliğinin,
siyasi karar alma sürecine etkilerinin olup olmadığı konusu yapılan görüşmeler
çerçevesinde farklılaşma göstermektedir. Bu farklılıkları örnekler yardımıyla
inceleyerek, Levanten kimliğinin siyasi karar alma sürecine etkisini incelemek
gerekmektedir.
Günümüz Levantenleriyle yapılan görüşmeler çerçevesinde genel itibariyle
Levanten kimliğinin, Levantenlerin siyasi karar alma sürecine ve siyasi
yönelimlerine etkisinin çok fazla olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bazı kişiler, aksi
yönde görüş bildirmiş olup, Levanten kimliğinin bahsi geçen sürece etkilerinin
olduğunu belirtmiştir. Bununla beraber Levantenlerin oy kullanma süreçleri için,
Türk vatandaşlıklarının da bulunmasının gerekliliğini vurgulamak gerekmektedir. Bu
noktada da bir farklılık göze çarpmaktadır. Bazı Levanten kişilerin, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığı bulunmamasına karşın, bir kısmının vatandaşlığının
bulunduğu görülmüştür. Türk vatandaşlığının bulunmamasının temel sebebi,
Levantenlerin askere alınma süreçlerine katılmamak üzerine olduğu anlaşılmaktadır.

94
Bunun yanında belirtilmesi gereken bir diğer önemli durum, bazı dönemlerde devlet
politikası çerçevesinde, Türkiye'de doğan herkese Türk vatandaşlığının otomatik
olarak verildiği görülmüş, bu sebeple Levantenlerin bir kısmının bu dönemsel süreç
içerisinde doğmuş olmasından dolayı, Türk vatandaşlığının olduğu görülmüştür.
Yapılan görüşmeler çerçevesinde aynı zamanda bir çok Levanten kişinin de, askeri
sürece dahil olduğu tespit edilmiştir.
Levanten kimliğinin siyasi karar alma süreçlerine etkisi, yapılan görüşmelerin
farklı örnekler çerçevesinde ele alınıp incelendiğinde yapılan görüşmelerde bilgi
veren bir Levanten: ''Levanten kimliğimin bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü
farklı ulus kökenlerine sahip olmamdan dolayı, aşırı Türk milliyetçiliğine ve farklı
dini inancımın olmasından dolayı da aşırı dinci siyasi görüşlere uzağım.'' yönündeki
açıklaması Levanten kimliğinin barındırdığı farklı ulus kökenlerine dayanıyor olma
ve toplumun genelinden farklı dini inanışa sahi olma özelliklerinden dolayı,
Levanten kimliğinin siyasi karar alma sürecine etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu
durumu destekleyen bir diğer örnek olması açısından yapılan görüşmelerden bilgi
veren bir diğer Levanten: ''Türk vatandaşlığım yok ancak eğer olsaydı, hoşgörünün
olduğu siyasi kesime yönelirdim.'' açıklaması ile özellikle Levantenlerin, toplumun
genelinden ayrılan bazı özelliklerden dolayı, doğal olarak hoşgörünün egemen
olduğu siyasi süreçlere yönelimi olacağını belirtmektedir. Bunlarla beraber Levanten
kimliğinin siyasi karar alma süreçlerine ve siyasi yönelime etkisinin olmadığını
düşünen kişilerde mevcuttur. Örneğin; bir Levanten görüşmeci: '' Levanten olmamın
bu durum üzerinde bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Siyasi karar alma sürecinde
ya da siyasi yönelimim konusunda Levanten kimliğine sahip olmamdan ziyade doğru
bulduğum düşünceler doğrultusunda her zaman hareket etmişimdir.'' ve bir diğer
Levanten görüşmeci: ''Benim Türk vatandaşlığım yok sadece İtalyan vatandaşlığım
var. Türk vatandaşlığına sahip değilim ve açıkçası benim kimliğimin siyasi
düşüncelerime bir etkisi olacağını da düşünmüyorum.'' iki farklı açıklamadan da
anlaşılacağı gibi bazı Levantenlerin, kendi kimliksel yapılarının siyasi yönelimlerine
bir etkisinin olmadığını belirtmişlerdir.
Levanten kimliğinin siyasi karar alma sürecine etkileri incelendiğinde kesin
sonuçlara ulaşılamamaktadır. Bununla beraber bu kişilerin İzmir'de yüzyıllardır
yaşadığı düşünüldüğünde, dönemin politik yönelimlerinden bağımsız olduğunu

95
düşünmemek gerekir. Her ne kadar kökenlerini farklı uluslara dayanıyor da olsa,
yaşadıkları coğrafyanın düşün hayatından etkilendiklerini ve aynı zamanda bu düşün
hayatını da etkilendikleri bir gerçektir. Geçmişten günümüze kadar bu durum
geçerliliğini korumaktadır. Toplumsal ve siyasi konum açısından Levantenlerin,
İzmir özelinde yaşadıkları bölgelere de etkilerinin olduğu söylenebilir. Osmanlı
döneminde ekonomik olarak oldukça güçlü oldukları bilinen bu kişiler, Osmanlının
İzmir'de uyguladığı politik konuları belirleyici bir unsur olduğu söylenebilir. Bu
çerçevede İzmir'in konumu ve yaşadığı değişim düşünüldüğünde, günümüzde
İzmir'de bulunan Levantenlerin, kentin politik ve toplumsal yaşamında önemli
rollerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

9. AZINLIK STATÜSÜ KAPSAMINDA LEVANTENLER

Azınlıklar konusu; hakkında tam olarak uzlaşıya varılamayan ve farklı


yaklaşımları barındıran bir konudur. Uluslararası sözleşmeler yardımıyla azınlıklar
hakkında bir çerçeve çizilmesine karşın, azınlık olarak belirleme yetkisi konusunda
devletlere son söz hakkının bırakılmasından dolayı bazı zamanlar azınlık olarak
nitelendirilebilecek grupların azınlıklar kapsamının dışında bırakıldığı
görülebilmektedir. Bu durumun sebebi özellikle devletlerin azınlık meselesinin
zaman zaman kendi egemenlik alanlarına bir tehdit oluşturabileceği düşüncesidir.360
Bunun yanı sıra azınlıklar meselesini hangi bakış açısıyla ele alınacağı sorusu da,
azınlıklar konusunda ki sorun alanlarından biridir. Bu çerçevede hukuksal bakış
açısı, yapılan uluslararası sözleşmeleri baz alarak bir azınlık tanımlaması yaparken,
sosyolojik bakış açısı ise neredeyse toplumun genelinden farklılık gösteren sayıca
azınlıkta olan her grubun azınlık olarak görülebileceğini belirtmektedir.361 Bu
çerçevede gerek teorik bilgiler, gerekse de Levanten olarak nitelendirilen kişiler ile
yapılan görüşmeler çerçevesinde, Levantenlerin azınlık olarak görülüp
görülemeyeceğini incelemek gerekir.
Azınlık olarak görülebilme şartlarından biri toplumun genelinden bazı
farklılıklar çerçevesinde ayrılmaktır. Yani farklılık azınlık görülebilme şartlarından

360
Arsava, s.42.
361
Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar, s.26.

96
biridir.362 Bir diğeri ise farklılıklar özelinde toplumdan ayrılan bu kişilerin aynı
zamanda toplumun genelinden sayıca az konumda bulunmasıdır.363 Levantenler; bazı
özellikleri çerçevesinde toplumun genelinden farklılıkları bulunan ve sayıca azınlıkta
bulunan kişilerdir. Levantenlerin farklılıklarından ilki, bu kişilerin köken itibariyle
farklı uluslara dayanıyor olmasından dolayı, Levantenlerin ulusal azınlık olarak
görülüp görülemeyeceği konusudur. Ulusal azınlıklar kavramına bakılacak olursa;
esas itibariyle başka bir devlet sınırları içerisinde çoğunluğu oluşturan ulus
üyelerinin, bir başka devlet sınırları içerisinde azınlık konumunda bulunmasını
anlatmaktadır.364 Bu kavramsal çerçeve ile beraber Levantenlerin, Osmanlı
topraklarına ilk geldikleri dönemi incelemek gerekmektedir. Daha sonra Levanten
olarak adlandırılacak olan Avrupalı yabancılar, Avrupa'da ulusal devletlerin ortaya
çıkış sürecinden önce Osmanlı coğrafyasına çeşitli amaçlarla gelmiştir. Özellikle ilk
geldikleri dönemlerde kendilerini bağlı bulundukları şehir devletleri vasıtasıyla
tanımlama yoluna giden Levantenler, Avrupa'da oluşan ulus devletleşme süreciyle
beraber ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla kendilerini, oluşan bu yeni düzen
içerisinde bir ulus devlete bağlı hissedememiş ve kendilerini yaşanan bu süreç
sonrası Katoliklik gibi dini kıstaslar çerçevesinde tanımlama yoluna gitmiştir. Bunun
yanı sıra Levantenlerin; Osmanlı kentlerine geldikten sonra kendi aralarında
evlenmelerinden dolayı, yeni oluşan nesillerin kökenlerinde birden fazla ulus kökeni
bulunmaktadır. Bütün bunlar ışığında Levantenlerin ulusal azınlıklar kapsamı
dahilinde anılamayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra yapılan
görüşmeler çerçevesinde düşüncelerini aktaran bir Levanten görüşmeci: ''Azınlık
olarak kabul edilebilmek için bir millete bağlı olmamak lazım. Bizim her birimizin
bir Avrupa ülkesine vatandaşlığı bulunduğu için azınlık olarak görmek doğru
olmayacaktır.'' belirttiği gibi Levantenlerin neredeyse hepsinin bir Avrupa ülkesinde
vatandaşlığı bulunmaktadır. Bu çerçevede Levantenleri ulusal azınlık olarak
görülemeyeceğini belirtmek gerekmektedir.
Türkiye'de azınlıklar konusu incelendiğinde Levantenlerin dini azınlıklar
kapsamına dahil olup olamayacağı konusu akıllara gelmektedir. Levantenlerin;
Hıristiyan dinine bağlı olduğu düşünüldüğünde temel itibariyle bu kişilerin dini

362
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.29-30.
363
Alpkaya, s.155.
364
Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, s.36.

97
azınlıklar kapsamına dahil olabileceği söylenebilir. Ancak aynı zamanda günümüzde
dini azınlıkların durumuna bakıldığında, din seçiminin kişisel bir eylem olmasından
dolayı, günümüzde dini farklılıklara sahip bireyler, genel itibariyle sadece bu
farklılıktan ötürü bir azınlık unsuru olarak görülmemektedir.365 Bununla beraber
noktada Türkiye'nin, Lozan anlaşmasıyla belirlediği azınlıklar kapsamına kimlerin
dahil olduğunu belirtmek gerekir. Lozan anlaşmasıyla beraber Türkiye;
gayrimüslimleri azınlık olarak gördüğünü belirtmiştir. Bu çerçevede Levantenlerin
de bu gayrimüslim tanımlama içerisinde oluşu azınlıklar kapsamına girdiği
düşüncesini beraberinde getirecek olsa bile, Lozan anlaşmasında Türkiye azınlıklar
kapsamına gayrimüslim kişilerin tamamını değil, sadece Ermeni, Rum ve Yahudileri
dahil etmesinden dolayı,366 Levantenlerin dini azınlıklar kapsamına dahil olmadığı
anlaşılmaktadır. Bununla beraber belirtmek gerekir ki; Türkiye'de azınlık olarak
kabul edilen gayrimüslimler esasında bir dini azınlık değil, etnik azınlıklar
kapsamında belirlenen azınlıklardır. Bu çerçevede günümüz Levantenleri ile yapılan
görüşmelere bakılacak olursa; bilgi aktaran bir Levanten: ''Baktığımızda burada bir
Rum, bir Ermeni azınlık olarak görülüyorsa, Levantenlerin de azınlık görülebilmesi
düşünülebilecek bir durumdur. Çünkü bakıldığında dini farklı, milliyeti farklı bir
topluluktan bahsediyoruz.'' açıklamasıyla Levantenlerin dini olarak farklılaşmasından
kaynaklı, Rumlar ve Ermeniler gibi azınlık kapsamında olabileceğini belirtmektedir.
Ancak bununla beraber görüşmeci yine de Levantenlerin hiçbir zaman böyle bir
isteğinin bulunmadığını vurgulamaktadır.
Son tahlilde Levantenlerin etnik azınlıklar kapsamına dahil edilip
edilemeyeceği konusu incelenecek olursa, etnik azılıkların sahip olduğu özellikler:
Etnik grupların farklı ve kendine ait bir kimliğe sahip olmaları, Grup bireylerinin
ortak bir geçmişe (kökene) sahip olması, grup üyelerinin çeşitli ve toplumun geri
kalanından farklı kültürel özelliklere sahip olması (Örneğin, farklı dil), grup üyeleri
arasında var olan sosyal ilişkilerin bir organizasyona tabi olması şeklindedir.367
Levantenlerin din, dil, kültürel özelliklerinden dolayı farklılaştığı ve etnik
azınlıkların bahsedilen özelliklerine uyduğu görülmektedir. Ancak Levanten
kimliğinin birden fazla kökene dayanıyor olmasın, etnik grupların özelliklerinden

365
Arsava, ss.56-57.
366
Bülent Kara, s.140.
367
Arsava, s.54.

98
biri olan kendini dıştan soyutlama ve grup içine kapalılığın,368 günümüz
Levantenlerinde bulunmaması ve Levantenliğin bir etnisite ifade etmemesinden
dolayı Levantenlerin etnik azınlıklar kapsamına tam anlamıyla dahil olamayacağı
anlaşılmaktadır. Levantenlerle yapılan görüşmelerde görüşülen kişi: ''Türkiye'de
azınlıklara dikkat ettiğimizde hep bir etnik temel üzerine belirlenmekte. Ermeniler,
Rumlar, Yahudiler böyledir. Ancak Levantenlerin kökenlerinde Fransız, İtalyan,
İngiliz gibi birden fazla etnik köken var. Bu sebeple Levantenlerin azınlık olarak
görülemeyeceğini düşünüyorum.'' açıklamaları da bu durumu destekler nitelikte
olmuştur.
Levantenlerin azınlıklar kapsamına dahil olup olamayacağı konusu
çerçevesinde yapılan görüşmelerde, Sizce Levantenler azınlık olarak görülebilir mi?
şeklindeki soruya verilen cevaplar incelendiğinde genel itibariyle, Levantenlerin
azınlık kapsamında olmadığı bilgisine ulaşılmıştır. Bununla beraber görüşülen
kişilerin tamamı Levantenlerin azınlık statüsü taleplerinin hiçbir zaman olmadığını
belirtmişlerdir. Özellikle Osmanlı döneminde imtiyaz sahibi olan Levantenlerin
böyle bir talebinin olmaması doğaldır. Günümüzde bu ayrıcalıklı konum
yitirilmesine karşın, Levantenlerin bu yönde herhangi bir beklentisinin olmadığı
sonucuna varılmıştır. Özellikle İzmir özelinde düşünüldüğünde toplumun önemli
unsurlarından biri olan Levantenlerin, kimliklerinde her ne kadar farklı bazı
özellikler bulunsa bile, tarihsel süreç içerisinde kent yaşamına entegre olmuş ve
kendilerini İzmir kültürünün içerisinde tanımlamışlardır.

10. LEVANTENLERİN TOPLUMSAL KONUMUNUN ANALİZİ

Yapılan görüşmeler ile beraber Levantenlerin toplumsal ve siyasal


konumunun ne olduğu saptanmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede öncelikle Levanten
kavramı ve Levanten kimliğinin hangi özellikler ile beraber şekillendiğini ortaya
koymak önemlidir. Levantenlerin birden fazla ve farklı ulus kökenlerine dayanan
bağlarının bulunduğu anlaşılmıştır. Özellikle Avrupalı yabancıların uzun süredir
İzmir’de yaşadığı düşünüldüğünde ve bu süreç içerisinde gerek Avrupa’nın farklı
uluslarından olan kişilerin kendi arasında evlilikler yapması, gerekse de yerel halk ile

368
Türkdoğan, s.41.

99
yaptıkları evlilikler sonucunda bu kişilerin kökenlerinin birden fazla ulusa dayandığı
görülmüştür. Levanten kimliğinin diğer bir özelliği ise, Protestan Hıristiyan
Levantenlerin bulunmasına karşın çoğunlukla Katolik Hıristiyan oluşlarıdır. Bunun
yanı sıra birden fazla dili bilmeleri ve konuşmaları, Levantenlerin özellikleri
arasındadır. Bu durum Levantenlerin, farklı ulus kökenlerine dayanan bağları olduğu
düşünüldüğünde oldukça normaldir.
Köken itibariyle Levantenlerin birden fazla ulus kökenine dayandığı
bilinmektedir. Bu ulusların hangileri olduğu yapılan görüşmeler çerçevesinde genel
olarak tespit edilmiş olup, İzmir Levantenlerinin; Fransız, İtalyan, İngiliz, Malta,
Yunan ve diğer bazı Avrupa uluslarına dayanan kökenlerinin bulunduğu
görülmüştür. Ancak bu noktada belirtilmesi gereken konu Levantenlerin uzun
yıllardır yaşamalarından dolayı, yerel halk ile de evlilikler yaptığının görülmesidir.
Ermeni, Rum ve Türkler ile yapılan evlilikler sonucunda özellikle günümüzde,
Levantenlerin kökenlerinin daha da çeşitlendiği görülmüştür.
Levantenlerin İzmir’e gelme sebepleri farklılık göstermektedir. Başlangıçta
ticari odaklı gelişler mevcutken, süreç içerisinde farklı sebeplerle kente gelen
kişilerinde de bulunduğu saptanmıştır. Özellikle daha iyi bir yaşam koşulu
düşüncesiyle kente gelen ailelerin olduğu görülmüş, bunun yanında demiryolu
işletmeleri vasıtasıyla ve gemi kumpanyalarıyla gelen kişiler olmuştur.
Levantenlerin İzmir'e geldiği yıllarda yaptıkları meslekler birbirinden
farklılık göstermektedir. Ticari amaçla gelen Levantenlerin çoğunlukta olmasına
karşın başka meslek kollarında çalışan kişilerinde, İzmir'e geldikleri görülmüştür.
Levantenlerin yaptıkları meslekler incelendiğinde erken dönemde; ticaretle uğraşan
kişiler, sanayici, tarım ve hayvancılık sektöründe çalışan kişiler, demiryolu işçileri,
kitapçı, matbaacı, zücaciyeci, kuyumcu gibi birçok meslek dalında çalışan
Levantenlerin bulunduğu görülmektedir. Günümüzde ise Levantenlerin meslek
alanlarında daha fazla çeşitliliğin olduğu tespit edilmiştir. Avukat, yazar, rehber,
öğretmen, akademisyen, oyuncu gibi farklı meslek dallarında Levantenler
bulunmaktadır.
Aidiyet olgusu çerçevesinde Levanten kimliği; içeriğinde birden fazla ulus
kökenini barındırmasından dolayı oldukça karmaşık bir görünümdedir. Farklı
kültürlerin etkisi sonucu oluşan bu kimlik yapısı, Levanten bireylerin aidiyet

100
duygularını da etkilemektedir. Kişilere yöneltilen; '' Kendinizi aidiyet bağıyla bağlı
gördüğünüz uluslar var mıdır? Varsa bunlar nelerdir?'' sorusuna verilen yanıtlar
birbirinden farklılık arz etmektedir. Bu çerçevede herhangi bir ulusal aidiyetinin
bulunmadığını belirten kişilerin olduğu gibi, köken itibariyle geldikleri uluslara ya da
Türkiye’ye ait hisseden kişilerin de bulunduğu tespit edilmiştir. Ancak bu noktada
belirtmek gerekir ki; Levantenlerin tamamının bulundukları bölgelerde çok uzun
süredir yaşamalarından dolayı özellikle İzmir’e karşı aidiyet bağlarının güçlü olduğu
anlaşılmıştır.
Levanten kavramının ortaya çıkış süreci ve nitelendirilme şekli
düşünüldüğünde zaman zaman, bu kimlikle anılan kişiler tarafından kabul görmediği
görülmektedir. Ancak günümüz Levantenleri ile yapılan görüşmelerde bu durumun
farklılaştığı anlaşılmaktadır. Kişilere yöneltilen; ''Kendinizi Levanten kimliğine ait
hissediyor musunuz ?'' Sorusuna verilen yanıtlarda, görüşülen kişilerin tamamının
Levanten kimliğine kendilerini ait hissettiklerini ve Levanten kimliğinin özelliklerine
sahip olduklarını belirtmişlerdir.
Levanten kimliğinin toplumsal bakımdan etkileri sorgulandığında. Genel
itibariyle toplum tarafından Levantenlerin yeterince bilinmediği görülmüştür. Bunun
yanı sıra bilen kişiler tarafından Levantenlere karşı olumlu bir bakış açısının
bulunduğunu belirtmek gerekir. Görüşülen bazı kişiler, kendilerine karşı bazı
zamanlarda olumsuz olabilecek yaklaşımlar bulunsa bile, genel itibariyle olumlu
yaklaşımların bulunduğunu ifade etmiştir.
Ekonomik alanda Levanten kimliğinin bazı etkilerinin olduğu açıktır.
Geçmişte Levanten olmanın daha çok etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle işe
alım sürecinde bunun etkisini gören kişiler olmuştur. Ancak günümüzde bu durum
çok fazla söz konusu olmamaktadır. Bunun yanında Levanten kimliğinin
özelliklerinden biri olan; birden fazla dili biliyor ve konuşuyor olmanın Levantenlere
ekonomik alanda olumlu yönde etkisi olmuştur.
Levanten kimlik yapısının siyasi karar alma sürecine etkisi konusunda
birbirinden farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bu noktada bu kimlik yapısının bazı
kişileri dolaylı yoldan etkilediği görüldüğü gibi, görüşülen bazı kişiler üzerinde bir
etkisinin olmadığı görülmüştür. Siyasi karar alma sürecini etkilemesinin sebepleri
incelendiğinde; Levantenlerin köken itibariyle birden fazla ulusun kökenine sahip

101
olması ve dini inanışlarının farklılık göstermesi, dolaylı yoldan Levanten olarak
nitelendirilen bireylerin siyasi yönelimlerini etkilediği söylenebilir. Levantenlerin oy
kullanma işlemleri konusu ise vatandaşlık ile bağlantılı olmuştur. Bu anlamda iki
farklı durum ortaya çıkmaktadır. Bazı Levantenlerin günümüzde de Türk
vatandaşlığının bulunmamasından dolayı oy kullanma işlemlerine katılmadığı
görülmüştür. Ancak bir kısım Levantenlerin ise Türk vatandaşlığının bulunduğu ve
oy kullanma işlemlerine katıldığı tespit edilmiştir. Bu farklılığın ortaya çıkmasının
sebebi; bazı dönemlerde devlet politikası çerçevesinde Türkiye'de doğan herkese,
Türk vatandaşlığının verildiği anlaşılmaktadır. Ancak bunun yanında görüşmelerde
birçok kişinin askere alım işlemlerine katılmamak için Türk vatandaşlığını
günümüzde almadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Azınlık statüsü kapsamında Levantenlerin kabul edilip edilemeyeceği
konusunda yapılan teorik incelemeler sonucunda Türkiye'nin, Levantenleri Lozan
antlaşmasıyla azınlık olarak kabul etmediğini belirtmek gerekir. Teorik olarak
incelendiğinde Levantenlerin azınlık olarak kabul edilebilirliği mümkündür.
Toplumun genelinden birçok anlamda farklılığı bulunan bu kişilerin, uluslararası
sözleşmeler çerçevesinde yapılan azınlık tanımlamaları içine dahil edilebileceği
görülmüştür. Ancak azınlık statüsü kapsamında kimlerin bulunacağını devletlerin
kendisi belirlemektedir. Bunun yanında yapılan birebir görüşmeler neticesinde
Levantenlerin hiçbir dönemde azınlık olma gibi bir isteklerinin bulunmadığı
görülmüştür. Osmanlı döneminde bulunan ayrıcalıklı konumları bu durumun önemli
nedenlerinden biriyken, günümüzde ise Levantenler genel itibariyle kendilerini
yaşadıkları bölgenin asli unsurlarından görmekte ve İzmir özelinde aidiyet bağlarının
oldukça güçlü olduğunu söylemek gerekmektedir.
Görüşmeler genel hatlarıyla değerlendirildiğine Levantenlerin, İzmir
toplumsal ve siyasal hayatında önemli etkilerinin olduğunu söylemek gerekir.
Nesillerdir kentte yaşadıkları düşünüldüğünde, bu kişilerin hem kentin kültürel
yapısını ciddi anlamda etkilediğini hem de kısmi olarak kentin kültürel yapısından
etkilendiği görülmektedir. Geçmişten günümüze kentin ticari, ekonomik, kültürel ve
siyasi yapısına önemli katkıları olan Levantenler, günümüzde oldukça az sayıda
kalmıştır. Bununla beraber kente karşı güçlü bir aidiyet bağlarının bulunduğunu
vurgulamak gerekir.

102
103
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Bireyin toplumsal yaşamda görünür hale gelmesi, bireyin yaşamı boyunca


elde ettiği bazı özellikler sayesinde olmuştur. Bu özellikleri birey kendi kazanımı
sonucunda elde etmesine ek olarak, toplum tarafından bireyin nasıl algılandığı ile de
ilgilidir. Kimlik olarak niteleyebileceğimiz bu özellikler bütünü, bireyin gerek
toplumsal yaşam içerisinde gerekse de kişisel yaşam deneyimlerini oluşturmada
önemli bir referans noktasıdır. Bu çerçevede çalışmamızın teorik alt yapısını
oluşturması açısından ''Kimlik'' kavramı birinci bölümde ele alınarak, incelenmiştir.
Kimlik kavramının ne olduğu, nasıl oluştuğu, kimlik türleri ve kimliksel yapının
önemli gereksinimlerinden biri olan ''Öteki'' kavramı, bu çerçeve içinde ele alınarak,
teorik düzlemde ortaya konulmuştur.
Birinci bölümde incelenen bir diğer konu ise ''Azınlıklar'' konusudur.
Özellikle Levanten olarak nitelendirilen kişilerin azınlık olarak kabul edilip
edilemeyeceği konusunu ele alabilmek açısından, bu bölümde azınlıklar hakkında
kavramsal bir çerçeve çizilmiştir. Bununla beraber bu bölümde; azınlık kavramının
ortaya çıkış süreci, kavramın tanımlanması yolunda karşılaşılan sorunlar, azınlık
görülebilmek için hangi kıstasların kabul edileceği, azınlık türlerinin ne olduğu,
azınlık hakları ve çalışmamız açısından önemli bir unsur olan Türkiye'de azınlıklar
konusu incelenmiştir.
Çalışmamızın konusunu oluşturan Levantenlerin toplumsal ve siyasal
konumunun teorik düzlemde alt yapısını oluşturması açısından birinci bölümde
''Kimlik ve Azınlıklar'' konusu ele alınmıştır. Daha sonra ikinci bölümde Levanten
kavramı ve Levantenler hakkında literatürde var olan bilgiler incelenerek, kavramın
boyutları ve bu kavramla nitelendirilen insanlar teorik olarak ele alınarak,
incelenmiştir.
Bütün bunların ışığında Levantenler; Osmanlı döneminde farklı kökenlere
sahip insanların, Avrupa coğrafyasından Osmanlı kentlerine çeşitli amaçlarla gelerek
daha sonraları buralara yerleşip, evlilikler vasıtasıyla soyu karışan kişilerdir. İtalyan,
Fransız, Hollandalı, İngiliz ve diğer Avrupa devletlerinden kökenlere sahip olan
Levantenlerin, Osmanlı kentlerine geliş amaçlarından en önemlisi ticaret olmuştur.
Daha iyi bir yaşam koşulu hayaliyle ticaret yapmak maksadıyla Osmanlıya gelen bu

104
insanlar zaman içerisinde, Osmanlı ticaretinin en önemli yönlendiricilerinden birisi
olmuşlardır. Bu çerçevede İzmir'in önemini vurgulamak gerekmektedir.
İzmir, Osmanlı egemenliğine ilk geçtiği yıllarda küçük bir kasaba
görünümündedir. Osmanlı devletinin, İzmir'i egemenliği altına aldığı ilk yıllarda,
kentin önemini yeterince kavrayamadığı görülmektedir. Bu sebeple İzmir'in
gelişemediği ve hakimiyetin ilk yıllarında küçük bir liman kenti olma özelliğini
koruduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı devleti için İzmir'in önemi incelenecek olursa;
İzmir Osmanlı devleti için bir dağıtım limanı görevi üstlenmektedir. Özellikle
İstanbul'a gidecek ürünlerin dağıtımından sorumlu olan bu liman kenti, çevresindeki
kentlerin tarımsal anlamdaki zenginliklerini, İstanbul'a ulaştırma görevini
üstlenmiştir. Bu noktada Osmanlı'nın, İzmir'in gelişimini pek önemsemediği, var
olan dağıtım limanı olma özelliğinin devamını sağlamayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
Ancak Osmanlı'nın süreç içerisinde ticaret ağını yönlendirdiği liman kentlerinin
bulunduğu bölgelerde yaşanan savaşlar sonucu, ticaret ağının güvenlik sebebiyle
sekteye uğraması ile beraber İzmir'in konumunun ön plana çıkmaya başladığı
görülmektedir. İzmir'in konum itibariyle oldukça elverişli bir pozisyonda bulunuyor
olması da, kentin görünür olmasının sebeplerinden birisidir. İzmir'in bir ticaret limanı
olarak ön plana çıkmaya başlaması beraberinde ticaretle uğraşan gerek Osmanlı
tebaasından kişilerin, gerekse de Avrupalı tüccarların dikkatini çekmiş ve İzmir'e
gelerek ticaret yapmaya başlamışlardır. Daha sonraki dönem içerisinde Levanten
olarak anılacak, Avrupalı tüccarların kente geliş süreci böylelikle başlamıştır.
İzmir'in bir ticaret limanı olarak ön plana çıkmasıyla beraber, Avrupalı
tüccarların kente yoğun olarak gelmesini sağlamıştır. Osmanlı devletinin bir süre bu
durumu engellemeye çalıştığı görülmüştür. Özellikle zaman zaman bazı ürünlerin dış
ticaretini yasaklayarak bu durumun önüne geçmeyi amaçlayan Osmanlı yöneticileri,
İzmir'in dağıtım limanı olma özelliğinin devam etmesini amaçladığını söylemek
mümkündür. Bunun yanında Osmanlı'nın sabit fiyat politikaları ile ürünleri belli bir
fiyat üzerinden temin etmek istemesi, bölge halkının daha fazla kazanç elde etmek
amacıyla ürünleri Avrupalı tüccarlara satmasına neden olmuştur. Bu durum bir süre,
İzmir'de kaçakçılığın yaygınlaşmasına sebep olmuş ve Osmanlı bu durumun önüne
geçemeyeceğini anlayarak ticaretin serbestleşmesi yönünde adımlar atmıştır. Bu
süreçte oldukça güçlenmeye başlayan Avrupalı tüccarlar, İzmir ticaret ağını

105
yönetmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra, Osmanlının yaptığı savaşlar ile beraber ilgi
odağının merkezde toplanması beraberinde taşra kentlerinin yerel güçlerle
yönetilmeye başlamasına neden olmuştur. Avrupalı tüccarlar ise bu süreçte yerel
güçlerle yaptığı anlaşmalarla, İzmir'deki konumlarını güçlendirmiş ve kentin ticari
faaliyetlerini neredeyse tek başlarına yönetir konuma gelmişlerdir. Bu süreçte
Avrupalı yabancıların İzmir'e ilgisi artmaya devam etmiş, ilk olarak ticari amaçlar
özelinde gelen Avrupalı tüccarlardan sonra, daha iyi yaşam şartlarına sahip olma
hayaliyle farklı meslekteki Avrupalıların da, İzmir'e yoğun olarak geldiği
görülmektedir. Bununla bağlantılı olarak kentin demografik yapısının da gelişerek,
değişime uğradığını belirtmek gerekir. Kentin gelişmesine paralel olarak, nüfusu da
ciddi artış göstermiş ve kent farklı unsurları barındıran, çok kültürlü bir yapıya
bürünmüştür. Bu unsurlardan biriside daha sonraları Levanten olarak
nitelendirilecek, Avrupalı yabancılardır.
XIX. yüzyıl itibariyle kullanıldığı düşünülen Levanten kavramı, hakkında bir
çok tartışmayı barındıran ve oldukça karmaşık yapıda olan bir kavramdır.
Levantenlerin kim olduğunu incelemeden önce asıl dikkat edilmesi gereken konu,
kavramın nasıl ve kim tarafından ortaya çıkarılmış olduğudur. Levanten kavramının
kökeninde bulunan Levant kavramının geçmişi çok eskilere dayanmaktadır.
Avrupa'nın doğuyu tanımlamak için kullandığı Levant kavramı, bir coğrafi
tanımlama olarak kullanılırken, süreç içerisinde doğuda yaşayan insanlar da
Levanten olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede anlaşılmaktadır ki, Levanten kavramı
Avrupa tarafından ortaya çıkarılan bir kavramdır. Avrupa'nın ortaya çıkardığı
Levanten kavramının, her şeyden önce bir ötekileştirici unsur olarak kullanıldığı
düşünülmektedir. Özellikle Levanten olarak nitelendirilen kişilerin, Avrupa'da ortaya
çıkan Ulus devletlerin oluşumundan önce, Avrupa'dan çıkmış olmaları ve
beraberinde oluşan ulus devletlere karşı kendilerini bağlı hissedememeleri
durumunun oluşmasına neden olmuştur. Avrupa kendinden farklı olarak gördüğü bu
kişileri, doğululaşmış kişiler olarak görerek kendinden ayırmaya çalıştığı
anlaşılmaktadır. Bu noktada Levanten kavramının bir ötekileştirilme unsuru olarak
ortaya çıktığı söylenebilir. Dönemin Avrupalı seyyahlarının yazdıkları da bu durumu
kanıtlar niteliktedir. Özellikle Avrupa'nın kültürel ve entelektüel birikiminden
yoksun olarak gördükleri bu kişilerin, Avrupalı giyim kuşamına sahip olduklarını,

106
birden fazla dil konuşmalarına rağmen hiçbirini tam anlamıyla konuşamadıklarını
yazılarında vurgulamaktadırlar. Bütün bunlarında gösterdiği üzere Levanten kavramı
Avrupa merkezli bir ötekileştirme unsuru olarak ortaya çıkmıştır.
Levanten kavramı hakkında yapılan tartışmalar, sözlük ve ansiklopedilerde ki
açıklamalar ile beraber, Levanten olarak kabul edilen kişilerle yapılan görüşmeler ele
alındığında kavramın boyutları ve tanımı ortaya konulabilir. Levanten; Avrupa
kökenli olan insanların, başta ticaret olmak üzere çeşitli sebeplerle çoğunlukla
Osmanlı liman kentlerine gelen ve zamanla buraya yerleşen, daha sonra yaptıkları
evlilikler dolayısıyla soyları karışan, çoğunlukla Katolik Hıristiyanlardan oluşan
kişiler olarak tanımlanabilir. Yapılan tanımlama çerçevesinde analiz yapılacak
olursa; Levantenliğin önemli özelliklerinden birisi çoğunlukla Katolik
Hıristiyanlardan oluştuğudur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konulardan
birisi; bu kişilerin sadece Katolik olmadığı, aynı zamanda içerisinde Protestan
İngilizlerin olduğunu da belirtmek gerekir. Ancak gerek yapılan görüşmeler, gerekse
de teorik bilgiler ışığında Levantenlerin çoğunlukla Katolik olduğu söylenebilir.
Bunun yanında dikkat edilmesi gereken bir diğer unsur; Levantenlerin Avrupalı
kökenlere sahip olduğudur. Bu duruma dikkat edilmesi gerekliliğinin sebebi,
Osmanlı tebaasından olan Ermenilerin de Katolik Hıristiyan oluşudur. Bu sebeple
Levantenleri, Ermenilerden ayırt edici unsurun, bu kişilerin Avrupa kökenine sahip
olmasıdır.
Levanten kavramı karmaşık bir yapıda olmasına karşın zamanla sınırları da
değişen bir kavramdır. Başlangıçta coğrafi olarak kullanılan kavram, zaman
içerisinde sınırları daralar belirli kişileri işaret etmiştir. Ancak burada dikkat çeken
unsurlardan birisi bazı dönemlerde yerel unsurların, Levanten kimliğine bürünme
yönündeki eylemleridir. Osmanlının Avrupalı yabancılara verdiği imtiyazlardan
yararlanmak isteyen bazı kişiler, bazı dönemlerde soyadlarını İtalyan, Fransız
soyadlarına benzeterek Levanten kimliğine eklemlenmeye çalışmışlardır.
Levanten kültürü ele alındığında başlangıçta dönemim bütün toplumları gibi
Levantenlerin de kapalı bir toplum özelliğinin bulunmasından dolayı, Levanten
kültürünün başlangıçta Avrupa kültürüne daha yakın bir yapıda olduğu söylenebilir.
Ancak farklı Avrupa kökenlerini paylaşan bu kişilerin evlenmesiyle beraber,
Levanten kimliğinin birden fazla Avrupa kültürünün etkisi altında kaldığını

107
belirtmek gerekir. Süreç içerisinde toplumların diğer toplumlarla evlendikleri
görülmüş ve bu sebeple Levanten kimliğindeki kültürel çeşitliliği de artmıştır.
Özellikle bu kişilerin İzmir'de nesillerdir yaşamaları ve zamanla Türklerle de
evlenmeye başlamaları, Levanten kimliğinde Türk kültürünün de etkisi olmasını
sağlamıştır. Bununla beraber aynı zamanda Levanten kültürünün de İzmir özelinde,
yaşadıkları bölgenin kültürünü etkilediklerini söylemek gerekir. Özellikle günümüz
İzmir'inin yapısı düşünüldüğünde Türkiye'nin neredeyse en çok Avrupa'ya yakın kent
olma özelliklerini barındırmasının temelinde Levanten kültürünün ve dolayısıyla
Levantenlerin etkilerinin olduğu söylenebilir. Bütün bunlarla beraber Levanten
kültürünün yok olmak üzere olduğu anlaşılmıştır. Yeni Levanten kuşak olarak
nitelendirebileceğimiz Levantenlerde, Levanten kültürünün etkisinin giderek azaldığı
görülmektedir. Yapılan görüşmeler çerçevesinde görüşülen kişiler, çocuklarının
kendileri gibi Levanten kültürünün etkisinde olmadığını ve bu kültürün yavaş yavaş
ortadan kalktığını belirtmişlerdir.
Levantenlerin ekonomik ve meslek durumları incelendiğinde. Başlangıçta
ticaret odaklı gelen kişileri çeşitli meslek gruplarının da takip ettiği görülmektedir.
Tacirlik, sanayicilik, zücaciyecilik, kuyumculuk, matbaacılık, demir yolu işletmeleri
çalışanları gibi bir çok meslekten insanın bulunduğu görülmektedir. Günümüzde ise
bu meslek grubu daha da genişlemiş ve yazar, avukat, öğretmen, tur rehberi gibi
çeşitli meslek kollarından Levantenlerin bulunduğu görülmüştür.
Levanten kimliğinin Avrupa merkezli bir ötekileştirme unsuru olarak ortaya
çıkması ve Avrupa tarafından küçümseyici bir unsur olarak görülmesi sebebiyle,
özellikle bu kimlik yapısının ortaya çıktığı ilk yıllarda, bu kimlik yapısıyla
nitelendirilen kişiler tarafından reddedildiği görülmektedir. Bu kişiler kendilerini
Levanten olarak değil; Latinlik, Katoliklik gibi unsurlar çerçevesinde
tanımlamışlardır. Dönemin toplumsal yapısında da bu kişiler uzunca bir süre Frenk
olarak adlandırılmıştır. Süreç içerisinde kavrama atfedilen konumun değişime
uğradığı anlaşılmaktadır. Levanten kimliği bazı dönemlerde, bazı kişiler tarafından
nadir olarak reddedildiği görülmekle beraber, genel itibariyle bu kimliğe sahip olan
kişilerce kabul edildiğini belirtmek gerekir. Özellikle günümüzde Levanten olarak
kabul edilen kişilerin bu kimliksel yapılarını kabul ettiği ve kendilerini bu kimliksel
yapıya ait hissettikleri görülmektedir. Her ne kadar kavramın ne ifade ettiğini ve

108
Levanten'in ne demek olduğu konusundaki bilgi, günümüzde toplum tarafından az
bilinse bile kavramın ne ifade ettiğini bilen kişiler tarafından, Levantenlere karşı
olumlu bir bakış açısının olduğunu söylemek gerekir. Bu anlamda Levantenliğin
günümüzde olumsuz anlamından sıyrılarak, olumlu bir statü konumuna geldiği
görülmüştür.
Levantenler, azınlık kapsamında incelendiğinde bu kişilerin azınlık statüsü
çerçevesinde değerlendirilemeyeceği anlaşılmaktadır. Her ne kadar bazı
görüşmelerde bu kapsam dahilinde olunabileceği söylenmesine karşın, Levantenlerin
böyle bir beklentilerinin olmadığı açıktır. Toplumun genelinden farklılaşan ve sayıca
oldukça az konumda bulunan bu kişiler, İzmir özelinde kendilerini asli unsurların
arasında görmektedir. Bu noktada Levantenlerin, İzmir'e karşı aidiyet bağlarının
oldukça güçlü olduğu sonucuna varılmaktadır.
Levantenlerin siyasi yöneliminin ne olduğu konusu belirsizdir. Ancak
Levanten kimliğinin, kanımızca bu kişilerin siyasi yönelimine etkilerinin bulunduğu
düşünülmektedir. Bu kişilerin farklı kökenlere dayanıyor oluşu ve farklı dini inanışa
sahip olmaları gibi özelliklerinin, günümüzde kişilerin siyasi yönelimlerine etkisinin
olmasına neden olduğu kanısına varılmaktadır. Uzun süredir İzmir'de bulunan bu
kişilerin, özellikle kentin politik yaşamından bağımsız olduğunu düşünmek oldukça
zordur. Bununla beraber bazı Levantenlerin vatandaşlığının olmamasından dolayı oy
kullanma haklarının da bulunmadığı görülmüştür. Askerlik hizmetine katılmamak
için vatandaşlık almayan kişilerin bulunduğu gibi, vatandaşlığı olup askerlik
hizmetine katılan Levantenlerin de bulunduğunu belirtmek gerekir.
Teorik bilgiler ve yapılan görüşmeler ışığında Levantenlerin, İzmir'in gelişimi
için önemli unsurlardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminden
başlayarak, İzmir'in önemli bir ticaret limanı haline gelmesi ve gelişmesi yönünde
ciddi katkıları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra farklı kültürlerin birleşimi sonucu
ortaya çıkan Levanten kültürü aynı zamanda, İzmir'in kültürel yapısının da
şekillenmesine katkıda bulunmuştur. Geçmişten günümüze İzmir'in toplumsal,
siyasal, ekonomik ve kültürel hayatında oldukça görünür olan bu kişilerin
günümüzde oldukça az sayıda kaldığını belirtmek gerekir. Bununla beraber Levanten
kültürünün de gitgide yok olmaya başladığı görülmektedir. Farklılıkların bir arada
toplumsal uzlaşı içinde yaşadığı İzmir için Levantenler, bu uzlaşının ortaya

109
çıkmasındaki önemli aktörlerden biri olmuştur. Bu çerçevede Levantenlerin
toplumsal ve siyasal konumu ortaya konulmaya çalışılmış ve özellikle de günümüz
Levantenleri hakkında literatüre katkı sağlanmak amaçlanmıştır.

110
KAYNAKÇA

Aka, Assiye. ''Kimliğe Teorik Yaklaşımlar'', C.Ü Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:34,
Sayı:1, 2010, ss.17-24.

Akdemir, A. Müslim. ''Küreselleşme ve Kültürel Kimlik Sorunu'', A.Ü Sosyal


Bilimler Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, 2004, ss.43-50.

Akıncı, Abdulvahap. Milli Kimlik İnşa Stratejileri: Türkiye Örneği 1839-1946,


(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Sakarya, 2011.

Aksakal, Erdi. ''Kültürel Kimliğin İnşa Sürecinde Melez Bir Kavram Olarak
Alevilik'', A.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:53, 2014. ss.215-
232.

Aksoy, Zeynep. ''Uluslararası Göç ve Kültürlerarası İletişim'', Uluslararası Sosyal


Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:20, 2012, ss.292-303.

Alpkaya, Gökçen. ''Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Bağlamında Azınlıklara


İlişkin Bazı Gelişmeler'', İnsan Hakları Yıllığı Dergisi, Sayı:14, 1992. ss.147-176

Alptekin, Duygu. Toplumsal Aidiyet ve Gençlik: Üniversite Gençliğinin Aidiyeti


Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2011.

Altunoğlu, Mustafa. Kimlik'in Modern İnşaı, Kimlik Politikaları ve Türkiye'de


Kimlik Tartışmaları, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2009.

Altuntaş, Nezahat. ''Kısmi Kimliklerin Evrensel Konumlanması'', Türkiye Günlüğü


Dergisi, Sayı:79, 2004.

111
Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., Cilt:14, İstanbul, 1989.

Anderson, Benedict. Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması,


çev. İskender Savaşır, Metis Yayınları, 7.baskı, İstanbul, 2014.

Anık, Mehmet. Çok Kültürlü Bir Toplumda Kimlik Algısı: İsveç'te Yaşayan
Türk Göçmenleri Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Sakarya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya, 2011.

Arar, Yurdagül Bezirgan. ve Nuri Bilgin, ''Gazetelerde Ötekileştirme Pratikleri:


Türk Basını Üzerine Bir İnceleme'', G.Ü. İletişim Fakültesi Dergisi, Sayı:10, ss.1-
20.

Arıkan, Zeki. ''XV. XVI. Yüzyıllarda İzmir'', Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 1992.

Arsava, Ayşe Füsun. Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslararası


Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi
Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basımevi,
Ankara, 1993.

Arslan, Serap. ''Farklı Soyutlama Düzeylerinde Benlik Temsilleri -I- : Bireysel


Benlik ve Kolektif Benlik ya da 'Ben'lik ve 'Biz'lik'', Türk Psikoloji Yazıları,
Cilt:9, Sayı:18, 2006, ss.81-89.

Aşkın, Muhittin. ''Kimlik ve Giydirilmiş Kimlikler'', A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü


Dergisi, Cilt:10, Sayı:2, 2007, ss.213-220.

Atay, M. Çınar. Tarih İçinde İzmir, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayını, İzmir,
1978.

112
Aykoç, Emre. Türkiye ve Yunanistan'ın Azınlık Politikaları: İkili İlişkiler,
Ulusçuluklar ve Azınlık Ekseninde Karşılaştırmalı Bir İnceleme,( yayınlanmamış
doktora tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2009.

Baskın Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç mevzuat,


İçtihat, Uygulama, İletişim Yayınları, 7.baskı, İstanbul, 2015.

Baykara, Tuncer. İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974.

Bayri, Hakan. Türkiye'de Kimlik Siyaseti Sorunu ve Ulusal Kimlik,


(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Erzurum, 2008.

Beyru, Rauf. 19. Yüzyılda İzmir'de Yaşam, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2000.

Bilgin, Nuri. Kimlik İnşası, Aşina Kitaplar, İzmir, 2007.

Bilgin, Ülkü. Azınlık Hakları ve Türkiye, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2007.

Bozkurt, Gülnihal. ''Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar'', A.Ü. Hukuk Fakültesi


Dergisi, Cilt: 43, Sayı: 1-4, 1993, ss.49-59.

Can, İslam. ''Türk Ulusal Kimliğinin İnşasında Milli Eğitim İdeolojisinin Rolü'',
Sosyoloji Divanı, Sayı:1, 2013. ss.123-147.

Capotorti, Francesco. Study on The Rigts of Persons Belonging to Ethnic,


Religious and Linguistic Minorities, United Nations, New York, 1979.

Cerulo, Karen A. ''Identity Construction: New Issues, New Directions'', Annual


Review of Sociology, Vol. 23, 1997, pp.385-409.

113
Connolly, William E. Kimlik ve Farklılık, çev. Ferma Lekesizalın, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul, 1995.

Çağırkan, Barış. ''Göç, Hibrit Kimlik ve Aidiyet: Yeni Toplumlar, Yeni Kimlikler'',
İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt:5, Sayı:8, 2016, ss.2613-
2623.

Çavuşoğlu, Naz. ''Azınlık Nedir?'', İnsan Hakları Yıllığı, Cilt:19-20, 1997-1998,


ss.93-101.

Çavuşoğlu, Naz. Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, Su


Yayınları, 2.baskı, İstanbul, 2001.

Çetin, Halis. ''Devlet İdeoloji ve Eğitim'', C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:25,
Sayı:2, 2001, ss.201-211.

De Amicis, Edmondo. İstanbul (1874), çev. Beynun Akyavaş, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 1993.

Dikkaya, Fahri. ''Doğu Doğu Mudur, Batı Batı Mıdır?'', Avrupalı mı Levanten mi?,
(Ed. Arus Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, ss.193-197.

Ekici, Süleyman. ve Gökhan Tuncel, ''Göç ve İnsan'', Birey ve Toplum Sosyal


Bilimler Dergisi, Cilt:5, Sayı:9, 2015, ss.9-22.

Elhem, Edhem. ''Levanten Kelimesi Üzerine'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed.


Arus Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, ss.11-22.

Emini, M. Emin. ''Hak Kavramı'', S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:12,
2004, ss.203-216.

114
Erikson, Erik. ''Psikososyal Kimlik'', çev. M.Doğan Karacoşkun, Dinbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, 2003, ss.181-192.

Eryılmaz, Bilal. Osmanlı Devletinde Gayrımüslim Teba'nın Yönetimi, Risale


Yayınları, İstanbul, 1990.

Eryılmaz, Bilal. ve Mücahit Bektaş, ''Lozan Perspektifinden Türkiye'de Azınlık


Politikaları'', M.Ü. Siyasal Bilimler Dergisi, Cilt:5, Sayı:2, 2017, ss.25-50.

Fearon, James D. What İs The İdentity (As We Now Use The Word)?, 1999,
https://web.stanford.edu/group/fearon-research/cgi-bin/wordpress/wp-
content/uploads/2013/10/What-is-Identity-as-we-now-use-the-word-.pdf,
(03.04.2018).

Fellows, Charles. Travels And Researches In Asia Minor, The Provience Of


Lycia, London, 1852

Gellner, Ernest. Uluslar ve Ulusçuluk, çev. Büşra Ersanlı Behar ve Günay Göksu
Özdoğan, İnsan Yayınları, İstanbul, 1992.

Gleason, Phillip. ''Kimliği Tanımlamak: Semantik Bir Tarih'', çev. Fırat Mollaer,
Kimlik Politikaları, (Ed. Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, ss. 21-
52

Goofman, Daniel. ''17. Yüzyıl Öncesi İzmir'', Üç İzmir, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 1992.

Goofman, Daniel. İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), çev. Ayşen Anadol ve


Neyyir Kalaycıoğlu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995.

115
Goofman, Daniel. ''İzmir: Köyden Kolonyal Liman Kentine'', Doğu ile Batı
Arasında Osmanlı Kenti: Halep, İzmir, İstanbul, Ed. Ali Berktay, Çev. Sermet
Yalçın, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010.

Güvenç, Bozkurt. İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, 2. baskı, İstanbul, 1973.


Habermas, Jürgen. Eylem Kuramı, çev. Mustafa Tüzel, Kabalcı Yayınevi, İstanbul,
1996.

Habermas, Jürgen. Öteki Olmak, Ötekiyle Yaşamak, Çev. İlknur Aka, Yapı Kredi
Yayınları, 9.baskı, İstanbul, 2017.

Hobsbawm, Eric J. Milletler ve Milliyetilik, çev. Osman Akınhay, Ayrıntı


Yayınları, 5.baskı, İstanbul, 2014.

http://www.izmirdergisi.com/tr/mimari/2719-izmir-in-levantenleri (22.03.2019)

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.
5ac8b4c3765f04.44583000 (07.04.2018)

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.
5ac8b4ca404249.18477717 (07.04.2018)

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a6
9460d19d418.11378643, (25.01.2018)

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5ad
e2e53cba307.44027381 (23.04.2018)

https://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/levantine?q=Le
vantine (23.04.2018)

116
https://dictionary.cambridge.org/tr/s%C3%B6zl%C3%BCk/ingilizce/levant?q=levant
(23.04.2018)

https://en.oxforddictionaries.com/definition/identity (07.04.2018)

Kara, Bülent. Taabiyetten Vatandaşlığa Geçiş Sürecinde Türkiye'de Azınlıklar


(1923-1950), (yayınlanmamış doktora tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Erzurum, 2003.

Kaya, Önder. Tanzimat'tan Lozan'a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2004.

Keyman, Fuat. ''Farklılığa Direnmek: Uluslararası İlişkiler Kuramında 'Öteki'


Sorunu'', Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, (Ed. Fuat Keyman ve
Diğerleri), İletişim yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1999.

Kılınç, Doğan. İnsan Haklarının Korunması Çerçevesinde Azınlık Hakları,


(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara,
2008.

Kılınç, Doğan. ''Self Determinasyon İlkesinin Azınlıklar Açısından


Değerlendirilmesi'', G.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:7, Sayı:1-2, 2008, ss.949-
982.

Kurat, Akdes Nimet. Çaka Bey, 3. Baskı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara,
1966.

Kurubaş, Erol. Asimilasyondan Tanınmaya Uluslararası Alanda Azınlık


Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Asil Yayın, 2.baskı, Ankara, 2006.

Kurubaş, Erol. ''Etnik Sorunlar: Ulus-Devlet ve Etnik Gruplar Arasındaki Varoluşsal


İlişki'', Doğu-Batı Dergisi, Sayı:44, ss.11-41.

117
Kütükoğlu, Mübahat S. İzmir Tarihinden Kesitler, İzmir Büyükşehir Belediyesi
Kültür Yayını, İzmir, 2000.

Kymlicka, Will. Çokkültürlü Yurttaşlık: Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, çev.


Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 2015.
Larrain, Jorge. İdeoloji ve Kültürel Kimlik, çev. Neşe Nur Domaniç, Sarmal
Yayınevi, İstanbul, 1995.

Maalouf, Amin. Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları,
45.baskı, İstanbul, 2017.

Marshall, Gordon. Sosyoloji Sözlüğü, çev. Osman Akınbay ve Derya Kömürcü,


Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999.

Melucci, Alberto. ''Süreç Olarak Kollektif Kimlik'', çev. Ömer Mollaer, Kimlik
Politikaları, (Ed. Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, ss.79-104.

Mollaer, Fırat (ed.). ''Kimlik: Can Alıcı Bir Mesele ve Banalleşen Bir Kelime'',
Kimlik Politikaları, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, ss.7-17.

Mollaer, Fırat. Kollektif Kimliği Yeniden Düşünmek: Edward Said ve Kimliğin


Diyalektiği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2012.

Mora, Necla. ''Medya ve Kültürel Kimlik'', Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi,


Cilt:5, Sayı:1, 2008, ss.1-14.

Oban, Raziye. ''Levanten Kavramı ve Levantenler Üzerine Bir İnceleme'', Türkiyat


Araştırmaları Dergisi, ss.337-356.

118
Oban, Raziye. ''Tarihte İzmir'de Yabancılar-Levantenler (Sosyo-Ekonomik ve
Kültürel Katkılarıyla), Yerel Gündem 21 Birlikteliğinde Türkiye Doğumlu
Olmayan Yerleşik Yabancılar, (Ed. Zerrin Toprak ve diğerleri), Birleşik
Matbaacılık, İzmir, 2007, ss.1-15.

Oran, Baskın. Küreselleşme ve Azınlıklar, İmaj Yayınevi, 4.baskı, Ankara, 2001.


Oran, Baskın. ''Milliyetçilik Nedir, Ne Değildir, Nasıl İncelenir?'', Birikim Dergisi,
Sayı:43-48.

Ortaylı, İlber Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih


Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994.

Önür, Nimet. ''Küreselleşme Uluslararası İletişim: Kültürel Değişme Sürecinde


Kimlikler'', Kurgu Dergisi, Sayı:16, 1999, ss.311-327.

Örtlek, Muhammet. ''Türkiye'de Etnik Azınlıklara Yönelik Yaklaşımlar'', Hukuk ve


İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt:6, Sayı:2, 2004, ss.15-30.

Özgüngör, Sevgi. ''Postmodern Değerler, Kimlik Oluşumu ve Yaşam Doyumu'',


Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, Cilt:4, Sayı:31, 2009, ss.32-42.

Parekh, Bhikhu. ''Kimliğin Mantığı'', çev. Suat Aksoy, Kimlik Politikaları, (Ed.
Fırat Mollaer), Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2014, ss.53-76.

Pınar, İlhan. İzmir Yazıları (Kent ve Tarih), İzmir Büyükşehir Belediyesi


Yayınları, İzmir, 2012.

Pınar, İlhan. İzmir Yazıları, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir, 2010.

Pınar, İlhan. Gezginlerin Gözüyle İzmir, İzmir, 1996.

Pınar, İlhan. İzmir: Bir Güzel Kentin Serencamı, Kilizman Yayınevi, İzmir, 2017.

119
Pınar, İlhan. ''Levant, Levanten ve Levantenlik ya da Öteki'ni Tanımlama
Bağlamında Kavramların Yeniden Üretimi'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus
Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006. ss.33-38.

Preece, Jennifer Jackson. Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, çev.


Ayşegül Demir, Donkişot Yayınları, İstanbul, 2001.

Schnapper, Dominique. Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki İle İlişki, çev.


Ayşegül Sönmezay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005.

Selçuk, Senem Sönmez. ''Postmodern Dönemde Farklılığın Kutsanması ve Toplumun


Parçacıllaştırılması: Öteki ve Ötekileştirme'', Sosyoloji Araştırmaları Dergisi,
Cilt:15, Sayı:2, 2012, ss.78-99.

Sen, Amartya. Kimlik ve Şiddet, çev. Ahmet Kardam, Türk Henkel Yayınları,
İstanbul, 2006.

Smith, Anthony D. Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, Çev. Derya Kömürcü,


Everest Yayınları, İstanbul, 2002.

Smith, Anthony D. Milli Kimlik, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları,
8.baskı, İstanbul, 2016.

Smith, Anthony D. Ulusların Etnik Kökeni, çev. Sonay Bayramoğlu ve Hülya


Kendir, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2002.

Şeker, Dilara. ve Gülten Uçan, ''Göç Sürecinde Kadın'', C.B.Ü. Sosyal Bilimler
Dergisi, Cilt:14, Sayı:1, 2016, ss.199-214.

Şenocak, Bülent. Levant'ın Yıldızı İzmir, Yakın Kitabevi, 5.baskı, İzmir, 2016.

120
Türkdoğan, Orhan. Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınları, İstanbul, 1999.

Uluşahin, Nur. ''Azınlık Haklarından Hareketle Ulusal Azınlıklar ve Ulus-Devlet


İkilemi'', İnsan Hakları Yıllığı, Cilt:25, Sayı:33-34, 2007, ss.35-54.

Ülker, Necmi. XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İzmir Şehri Tarihi-1: Ticaret Tarihi
Araştırmaları, Akademi Kitabevi, İzmir, 1994.

Vatandaş, Celalettin. Çok Kültürlülük, Değişim Yayınları, İstanbul, 2002.

Yapıcı, Asım. Din Kimlik ve Önyargı (Biz ve Onlar), Karahan Yayınları, Adana,
2004.

Yeni Türkiye Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat A.Ş., Cilt:6, İstanbul, 1985.

Yerasimos, Stefanos. ''Levanten Kimdir'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus


Yumul ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, ss.29-32.

Yılmaz, Fikret. ''İzmir ve Levantenler'', Geçmişten Günümüze Levantenler, İzmir


Ticaret Odası Kültür, Sanat ve Tarih Yayınları, (ed. Fikret Yılmaz), İzmir, 2011,
ss.17-20.

Yılmaz, Serap. ''İzmirli Levantenler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul
ve Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006. ss.119-140.

Yumul, Arus. ''Melez Kimlikler'', Avrupalı mı Levanten mi?, (Ed. Arus Yumul ve
Fahri Dikkaya), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2006, ss.39-50.

Yüceşahin, M. Murat. ve diğerleri, ''Göç Dergisi ve Göç Konferansı'', Göç Dergisi,


Cilt:3, Sayı:2, 2016, ss.139-142.

121
GÖRÜŞÜLEN KİŞİLER LİSTESİ

Fabrizio Casaretto (10.04.2019)

Fabio Fantasia (10.05.2019)

Herve M. Abajoli (23.05.2019)

Giuliano Gloghini (27.05.2019)

Enzo Keller (27.05.2019)

Maurizio Penetti (19.06.2019)

Mario Valentini (19.06.2019)

Maria İris Valentini (19.06.2019)

Aline Mullino (19.06.2019)

Enrico Filipuçi (20.06.2019)

Bruno Faruggia (21.06.2019)

Mercia Mason (21.06.2019)

Romania Faruggia (21.06.2019)

122

You might also like