You are on page 1of 80

PSİKOLOJİ TARİHİ

DAVRANIŞÇI KURAM

DR. ŞENNUR GÜNAY AKSOY


DAVRANIŞÇILIK
• Çevre şartlarını değiştirerek
• insanı istediğiniz gibi
• Yönetebilir misiniz?

• Bana istediğiniz insanı


yetiştirebilmem için gerekli çevre
şartlarını sağlamanız yeterlidir.”
(Watson).
• Watson davranışçılığın kuramsal bir görüş olarak psikoloji alanında
kabulünde etkisi ile kuramın kurucusu olarak kabul edilse de kuramın
felsefi altyapısı John Locke’un “tabula rasa - boş levha” ile kısaca
açıklayabileceğimiz görüşlerine, fizyolojik altyapısı ise Ivan Petroviç
Pavlov’a ve psikolojik altyapısı ise E. L. Thorndike, B. F. Skinner, Hull ve
L. L. Bernard’ın araştırma ve incelemeleri ile düşüncelerine
dayanmaktadır
DAVRANIŞÇILIĞA GENEL BAKIŞ
• Davranışçılar, gözlenebilen ve dolayısıyla ölçülebilen davranışları
incelemeyi psikolojinin tek bilimsel yöntemi olarak savunarak,
düşünce ve duygu gibi, bireyin kendisinden başka kimsenin
gözlemesine olanak vermeyen davranışlarını kabul etmemişlerdir. 
• Davranışsal yöntem, fen bilimlerinin fizik, kimya, biyoloji gibi bilim
dallarının yöntemleri ile davranışı incelediği ve herkes tarafından
gözlenebilen davranışlarla ilgilendiği için objektif, objektif olduğu
kadar psikolojinin bilim olarak kabul edilmesini sağlayabilecek tek
yoldur.
Davranışçı görüşün kurucusu olarak kabul edilen Watson, psikolojinin nesnel bir
bilim olma yolunda ruh, bilinç gibi görülemeyen, dokunulamayan, hareket
ettirilemeyen dinamikleri incelemenin boşuna bir uğraş olduğunu, bu doğrultuda
iç gözlem yönteminin de anlamsız olduğunu belirterek yapısalcı ve işlevselci
ekollere karşı çıkmıştır.

İnsan davranışlarının içgözlem yolu incelenmesinin objektif bir değerlendirmeyi


içermediğini belirterek ölçülebilir insan davranışlarını açıklamaya çalışmışlardı

Bu karşı çıkış 1913 yılında psikoloji alanında köklü, derinden, heyecan verici bir
değişimin başlangıcı olmuştur. Watson, psikoloji eleştirileri dergisindeki bir
makalesi ile bu süreci başlatmıştır. Watson, davranışçı görüşün öncülüğünü
yapan Pavlov ve Thorndike’ın uyaran - tepki bağlamındaki görüşlerini onlardan
daha fazla savunarak davranışçılar arasındaki “en katı davranışçı” olarak
anılmaktadır.
Genel olarak davranışçılar, belirli bir çevresel etkinin davranışları nasıl kontrol ettiğini
araştırmışlardır.
Davranışı başlatan, davranışın oluşmasını veya sonlandırılmasını sağlayan dinamikleri analiz
etmişlerdir.
Bu doğrultuda davranışı tanımlamayı, açıklamayı, tahmin etmeyi ve kontrol etmeyi
sağlayabilmek için öncelikle organizmanın bir uyaran karşısındaki davranışsal tepkilerine
odaklanmışlardır.
Son olarak davranışsal tepki sonucunda organizmadaki değişimi gözlemleyerek onu kontrol
edebilmenin dinamiklerini ortaya koymuşlardır.
Anne - babasını ya da sevdiği bir kişiyi gören bireyin davranışsal tepkileri neler olabilir? Bir kaza
gördüğünüzdeki tepkilerinizle aynı mıdır? Ya da hoşlanmadığınız birini gördüğünüzdeki
tepkilerinizle aynı mıdır?

Doğum gününüzde sevdiğiniz kişiyi elinde bir buket gülle gördüğünüzdeki tepkiniz ile bir
mücevher kutusu ile gördüğünüzdeki tepkiniz aynı mıdır?
Davranışçılar, hangi uyaranda hangi tepkiyi verdiğinizi bildiklerinde sizi kontrol edebileceklerini
savunmaktadırlar
Davranışçı ekolün verileri,
yalnızca davranışların değil
duyguların oluşumunda da
uyaran tepki ilişkisini açıklayan
veriler sağlamıştır. Davranışçı
uzmanların insan davranışının
incelenmesine ve kontrolüne
yönelik çalışmaları eğitim
alanından klinik alana, halkla
ilişkilerden medya ve
pazarlamaya kadar birçok
alanda psikoloji biliminin
verilerinin yaygın kullanımını
sağlamıştır.
Davranışçılığın Başlangıcı: Pavlov ve
Thorndike
• Davranışçı görüşün ortaya çıkmasında Ivan Pavlov’un Rusya’da,
Thorndike’ın Amerika’da birbirlerinden habersiz olarak hayvanlar
üzerinde yaptıkları araştırmalarının ciddi etkileri olmuştur.
• Bir rus fizyoloğu olan Pavlov’un hayvanlar üzerinde yaptığı deneyler
uyaran - tepki bağlamında davranışların nasıl değiştiğini göstermiştir.
Davranışçıların çalışmaları öğrenmenin koşullanma ilkeleri
çerçevesinde açıklanmasını ve öğrenmenin basit bir şartlanma
durumu olarak ele alınmasını sağlamıştır.
• Pavlov ve Thorndike’ın fen bilimlerinin yöntemlerini kullanarak
hayvanlar üzerinde yaptıkları deneysel çalışmaları, modern
psikolojinin hızla gelişmesini sağlayarak psikolojinin bir bilim dalı
olarak diğer bilim dalları arasındaki yerini almasını hızlandırmıştır.
İvan P. Pavlov ve Klasik Şartlanma

• Ivan Petrovich Pavlov, 1849 tarihinde Ryazan, Rusya’da dünyaya


geldi.
• Gençlik yıllarını bu şehirde geçiren ve yükseköğrenim için Ryazan
Dinî Okulu’na kayıt olan Pavlov, buradaki eğitimini daha bilimsel
bir eğitim almak üzere yarıda keserek Saint Petersburg
Üniversitesi’ne kayıt oldu ve 1878 tarihinde bu okuldan
doktorasını almaya hak kazandı.
• 1890’lı yıllarda, köpekler üzerine yaptığı bir araştırma
sonucunda, köpeklerin daha yiyecek kendilerine ulaşmadan önce
salya salgılamaya başladığını keşfeden Pavlov, bu konu üzerine
çalışmaya başladı. Bütün hayatını bilime adamış ve pozitivm
ekolünün en sadık izleyicilerinden biri olmuştur
• 1904’te beyin fizyolojisi üzerinde yapmış olduğu çalışmalardan dolayı Nobel
Ödülü’nü kazanan Rus fizyoloğu İvan Pavlov, klasik koşullanma adı ile bilinen
davranışın dinamiklerini ve davranışın öğrenilme sürecini ortaya koymuştur. 
• İlk olarak, doğal davranışları inceleyen kuramcı, daha sonra belirli uyaranlar
karşısında tepkinin yani davranışın nasıl değiştirilebileceğine ilişkin deneysel
çalışmaları ile dikkat çekmiştir.
• Pavlov, doğal bir uyarana karşı gösterilen doğal tepkileri laboratuvar ortamında
hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerle araştırmıştır; gerek doğal bir uyarana
karşı gösterilen tepkiler ile uyaran - tepki bağını (U-T) gerekse öğrenilmiş
davranışlardaki uyaran - tepki (U-T) bağını açıklayarak klasik koşullanmanın
temel ilkelerini koşullanmanın / şartlanmanın temel ilkeleri olarak açıklamıştır.
• Sınıfta tahtada konuşmakta zorlandığınız oldu mu?
Sınavlarda heyecanlanır mısınız?
Matematik dersinden nefret ediyor musunuz?
Tüm matematik öğretmenleri kötü müdür?
Limon ya da başka bir meyveyi gördüğünüzde yüzünüzü buruşturur musunuz?
Tikleri olan insanları gördüğünüzde “takıntılı / tikli davranışlarının” nasıl
oluştuğunu düşündünüz mü?
Kara kedi gördüğünüzde yolunuzu değiştiriyor musunuz?
Karanlıktan, kediden, yılandan vb. şeylerden korkar mısınız?
Ben ne olursa olsun bunu yapamam dediğiniz bir şeyler oldu mu?
Kısacası tutumlarınızın, alışkanlıklarınızın, heyecan veya korkularınızın nasıl
oluştuğunu düşünmektesiniz?
Tek bir cevap yeterli!
Koşullanma
• Klasik koşullanmanın ve koşullu öğrenmenin ilkeleri, Pavlov’un hayvan
davranışları ve fizyoloji arasındaki ilişkiyi incelediği sırada ortaya çıkmıştır.
Sindirim bezlerinin fizyolojisi ile ilgili yaptığı çalışmalar sırasında deney
hayvanındaki farklı davranışlar dikkatini çekmiştir. Bir başka ifade ile
köpeklerde mide ve tükürük salgılarının çalışması sırasında, köpeğin henüz
eti görmeden deneyi yapan kişinin ayak seslerini duyduğunda da aynı güçte
salya salgılaması üzerine bunlara dair araştırmasını genişleterek, hayvanın
koşullanma yolu ile kazanmış olduğu davranışları tespit ederek, doğal bir
uyarana gösterilen tepkilerin, o tepki ile ilgisi olmayan başka uyaranlar
karşısında nasıl ortaya çıktığını göstermiştir. Bu olaydan sonra, Pavlov psişik
refleks ya da koşullu refleks adını verdiği bu tepkiyi sistematik olarak
incelemiştir
• Yiyeceğin sindiriminde salyanın rolünü inceleyen bir deney esnasında Pavlov bir
güçlükle karşılaşmıştır.
• Köpek salya tepkisini yiyecek ağza konmadan göstermektedir. Pavlov, doğal tepkinin
(salya tepkisnin) yiyecek ağza konduktan sonra başlamasını beklemektedir.
• Doğal tepkinin hangi uyaranlara bağlı olarak ortaya çıktığını anlayabilmek için “zil sesi”
ile deneyler yapmıştır.
• Başlangıçta salya doğal tepkisi için anlamsız / nötr olan zil uyaranını et ile birlikte
birçok kez vermiş, en sonunda zil uyaranını tek başına verdiğinde, başlangıçta tek
başına doğal tepkiyi uyandırmayan zil uyaranına doğal tepkiyi yani salya tepkini
verdiğini tespit etmiştir.
• Zil sesine salya tepkisini devam ettirebilmesi için tepkiyi göstermesinin ardından doğal
uyaran olan eti vererek davranışın (zile salya tepkisinin) güçlenmesini sağlamıştır.
• Eti, zil sesinin ardından salya tepkisi veren köpeğe vermediğinde davranışın
zayıfladığını yani koşullanmanın çözüldüğünü görmüştür
Klasik şartlanmaya göre insanlar ve hayvanlar doğal olarak gösterdikleri tepkileri farklı uyarıcılara da
göstermeyi öğrenebilmektedir.
Klasik Koşullanma İlkeleri
Pekiştirme: Klasik koşullamada pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkidir.
“Ödül”

Sönme: Pekiştirilmeyen davranışlar zamanla söner. “Ödülün verilmemesi”

Kendiliğinden geri gelme: Sönmeyi takip eden bir süreçten sonra koşullu uyaran ile karşı
karşıya gelinmesi durumunda, koşullu tepkinin yeniden ortaya çıkmasıdır. “Sönen bir
davranşın tekrar geri gelmesi”

Genelleme: Klasik koşullanmada bazen organizma, koşullu uyarıcıya benzeyen başka


uyarıcılara da koşullu tepkiyi gösterir. “Zil sesine benzeyen seslere de salya tepkisi vemesi”

Ayırt etme: Genellemenin tersidir. Organizmanın uyarıcıların birbirine yakınlıkları olsa bile,


aralarındaki farkı anlayabilmesidir. “Zil sesine benzemeyen uyaranlara salya tepkisi
vememe”
Klasik Koşullanma Yoluyla Kazanılmış / Öğrenilmiş Davranışların Değiştirilmesi

Alışma: Organizma koşullu tepkiyi ortaya çıkaran koşullu uyarıcıyla sürekli karşılaştıkça, bir süre sonra koşullu tepkide
bulunmayı bırakır. Bir uyarıcı ile sürekli olarak karşılaşan organizma uyarıcının şiddetinde ve özelliğinde bir değişiklik
olmazsa duyarlılığını kaybeder.

Sönmeyi Bekleme: Pekiştirilmeyen davranışlar söner. Koşullu uyarıcı bir süre (zil) tek başına verildiğinde, (koşulsuz
uyarıcı olan et verilmeden) bir süre sonra koşullu tepki (salya) görülmez.

Karşıt Koşullama: İstenmeyen bir davranışı ortaya çıkaran uyarıcıları, bu davranışla uyuşmayan davranışlara koşullayarak,
koşullu uyarıcının zayıflatılması ve koşullu tepkinin tersi olan davranışın ortaya çıkarılmasıdır.

Sistematik Duyarsızlaştırma: Duyarsızlaştırma, yapılan aşamalı etkinlikler ile organizmanın olumsuz bir uyaran ile
karşılaşması sonucunda, giderek o uyarana tepkide bulunmamasıdır.

Karşı Karşıya Getirme (Yüzleştirme): Koşullu tepkinin sönmesi için korkulan (koşullu) uyarıcı ile organizma uzun süreli
olarak bir arada tutulur.
Hayvan zekâsı: Hayvanlardaki Çağrışım Sürecinin Deneysel Bir
Araştırması” başlıklı tezi daha sonra civcivlerde, balıklarda ve
maymunlarda çağrışımlı öğrenme araştırmalarıyla beraber yayınlanmıştır.
Hayvanlardaki araştırmalarından yola çıkarak çocuklar ve gençlerde
öğrenme, eğitim ve zihinsel testler alanlarında çalışmalar yapmıştır.
Bundan dolayı zihinsel testler alanının lideri olarak düşünülmüştür

Davranışçılık akımının temsilcileri, Pavlov’un getirdiği koşullanma modeli,


objektif, davranış ve çevre uyarıcıları açık seçik gözlenebilir ve tamamlanabilir
olduğu için klasik koşullanma sürecine büyük önem vermişlerdir.
Edward L. Thorndike ve Bağlaşımcılık

Thorndike, Watson gibi psikolojinin gözlenebilir davranışları araştırması gerektiğini savunmuştur.


Gözlemlenebilir davranışlar üzerinde odaklanarak nesnel ve mekanik bir öğrenme teorisi tasarlamıştır.

Thorndike’ın davranışların kazanıma ilişkin görüşleri Bağlaşımcılık ya da Çağrışım Kuramı olarak


adlandırılmaktadır.

Davranışın kazanılmasının temelinde duyusal uyarıcılar ile harekete geçiriciler arasında kurulan bir bağ
olduğunu kabul etmektedir.

Alışkanlıkların meydana gelmesini ya da yok olmasını bu duyusal uyarıcılar ile tepkiler arasındaki bağların
güçlenmesine ya da zayıflamasına bağlamaktadır.

Thorndike’a göre insanın her gözlenebilir durumda, neler düşünebileceğini, neler yapabileceğini, insanı
nelerin tatmin edebileceğini ve rahatsız edebileceğini tam olarak söyleyebiliriz.

Thorndike’a göre eğer organizma analiz edilirse; tepkiler, tepkiye hazır bulunuşluk, tepkiyi kolaylaştıran
koşullar, ket vurma ve tepkilerin yönleri arasında bağlantıların bulunduğu görülür 
Uyaran ---------- Davranış
Bir uyarana karşı gösterilen davranış o uyaran ile davranış arasındaki “bağ” ile
açıklanabilir.
Eğer uyarana karşı gösterilen davranış sonrasında elde edilen sonuç organizmayı tatmin
ediyorsa, hoşnutluk yaratıyorsa o uyaran her görüldüğünde o davranışın / tepkinin
başka davranışlara / tepkilere nazaran gösterilme olasılığı artmaktadır.

Bu durumda uyaran ile davranış arasında bir bağ oluşmakta, o uyaran her görüldüğünde
aynı davranış çağrışım uyandırmaktadır.

Thorndike, uyarıcı koşullar ve davranış eğilimlerinin yanı sıra uyarıcıyı ve tepkiyi birlikte
tutan şeyin ne olduğunu açıklamıştır. Thorndike uyarıcı ve tepkinin sinirsel bir bağla
bağlandığına, bağlaşımın uyarıcı ve tepki arasında sinirsel bağın kurulmasına işaret
ettiğini belirtmiştir.
Thorndike, organizmayı amaca götüren davranışları seçtiğini, amaca götürmeyenleri
elediğini belirtirken zihinsel veya öznel dinamiklere vurgu yapmıştır.
Amaca götüren davranışın organizmada yaratmış olduğu etkiyi “hoşnutluk”, “can
sıkıntısı” ve “hoşnutsuzluk” gibi kavramlarla ifade etmiştir.
Haz ile sonuçlanan, başarıya götüren tepkilerin kalıcı hâle geldiğini haz uyandırmayan
tepkilerin elendiğini vurgulamıştır.
Sinirsel bağın uyarıcı ve tepki arasındaki amaca ulaştıran, haz veren tepkilerle
kurulduğunu belirtmiştir.

Haz, hoşnutluk gibi kavramlar davranışçıların kullandığı terminolojiden çok uzak


zihinsel kavramlardır. Bu durum, ilk bakışta Thorndike’ı davranışçılıktan farklı
görüşleri ifade ediyormuş gibi gösterse de Thorndike’ın davranışı, atomik
parçaları, birimleri ile incelediği dikkate alındığında zihinsel değil mekanik bir
anlayışa sahip olduğu görülmektedir. Kazandırılacak davranışın küçük parçalar
hâlinde öğretilmesi gerektiğini açıklayan “küçük adımlar ilkesi” bu düşünceyi
destekler niteliktedir 
Thorndike’ın öğrenmeye ilişkin düşünceleri “deneme - yanılma öğrenmesi” olarak
adlandırılmaktadır. Kedilerle yaptığı deneylerde deneme - yanılma öğrenmesini ortaya
koymuştur.
“Bilmece Kutuları” olarak adlandırdığı kutu içerisinde kedinin kutudan çıkmak için yaptığı
sayısız denemenin sonucunda, kutudan çıkmayı sağlayan davranışı nasıl kazandığını
açıklayan deneme yanılma öğrenmesi en basit öğrenmelerden biridir. Kedinin kutudan
çıkabilmek için rastgele yaptığı birçok davranıştan bir tanesi kutunun kapağının açılmasını
sağladığında, kedinin dışarı çıkabilmenin verdiği hoşnutluk ya da başarı ile aynı doğru
davranışı yanlış davranışların sayısı azalarak tekrarlamaya başlamaktır.
Thorndike bu deneyleri sonrasında bir davranışın sonuçlarının davranışın kazanılmasındaki
etkisini açıklayan en önemli öğrenme yasalarından biri olan “Etki Yasası” ile açıkladı
Etki yasasının devamında alıştırma ya da kullanıp kullanmama yasası olarak belirttiği bir davranışın çok
tekrarının davranışın güçlenmesine yani çağrışımın güçlenmesini sağladığını açıkladı.
Aslında kedinin yaşadığı duruma ilişkin birçok durumu gündelik hayatımızda da yaşadığımızı gözlemleyebiliriz.
Bu duruma en güzel örneklerden biri çocukların puzzle kutularına doğru nesneyi atabilmek için ellerindeki
birçok oyuncağı kullanmalarıdır. Biri olmaz, diğerini dener, bir diğerini ve en sonunda doğru olanı bulur ve o
davranışı tekrar eder. Ya da elinizde birçok anahtarın bir arada yer aldığı bir anahtarlığı düşünün, kimi zaman
doğru anahtarı benzerleri arasından seçme sırasında birçok deneme yaparız.
Gündelik hayatımızda istediğimiz sonuçları getiren davranışları seçer ve benzer durumlarda onları uygularız.
Uygulamaktan vazgeçtiğimiz davranışlarımızı kaybederiz. Sıklıkla uyguladıklarımızda ise mükemmelleşiriz.
Thorndike’ın hazır bulunuşluk ilkesi, gündelik hayatımızda sıklıkla yaşadığımız olaylardaki tepkilerimizi
anlaşılır kılmaktadır. Bir şeyi yapmaya istekli olmadığımızda hiçbir kuvvet o şeyi yaptıramaz ya da içimiz
sıkılarak, istenmeyen şekilde yaparız. Bir şeyi yapmak istediğimiz hâlde yapmamız engellenir ya da gerekli
yardım verilmezse de kızar ve öfkeleniriz. Thorndike göre, organizma davranışı yapmaya istekli olduğunda
davranışı mükemmel şekilde yapar, eğer isteği olmadığı hâlde davranışı yaptırmak için zorlarsanız öfkelenir ve
kızar. Bir kediyi sevmek istersiniz de kedi size gelmek istemez ve siz zorlarsanız, sonuçta elinizde bir tırmık izi
ile kalabilirsiniz.
Davranışların Kazanımları İle İlgili Görüşleri
• Bağlaşımcılık: Thorndike uyarıcı ve tepkinin sinirsel bir bağla bağlandığına
inanmaktadır. Bağlaşım, uyarıcı ve tepki arsında sinirsel bağın kurulmasına işaret
etmektedir. Örneğin, çocuğun karnının acıkmasıyla, yemek yemesi arasında bir bağ
vardır. Karnının acıkması yemek yeme davranışını ortaya çıkarır.

2. Seçme ve Bağlama: Organizma, daha sonra aynı uyarıcı koşullarla kendisini


amaca ulaştıran tepkileri seçer; amacına ulaştırmayan, başarısız olan tepkileri eler.
Haz ile sonuçlanan, başarıya götüren tepkiler kalıcı hâle gelir.

3. Öğrenme Küçük Adımlarla Oluşur: Thorndike, problemi çözme süresi, ardışık


denemelerin sonucunda yavaş yavaş kısaldığından öğrenmenin birdenbire içgörüsel
bir şekilde değil, yavaş yavaş oluştuğuna karar vermiştir. Thorndike’a göre öğrenme,
büyük atlamalardan çok, küçük sistemli adımlarla meydana gelir.
Temel Kanunları:
• Hazırbulunuşluk Kanunu: Hazırbulunuşluluk kanunu üç bölüm hâlinde açıklanabilir.
a. Bir kişi, etkinlik göstermeye hazır ise, etkinliği yapması da mutluluk verir.
b. Bir kişi, etkinliği göstermeye hazır fakat, etkinliği yapmasına izin verilmezse, bu durum bireyde kızgınlık
yaratır.
c. Bir kişi, etkinliği yapmaya hazır değil ve etkinliği yapmaya zorlanıyorsa kızgınlık duyar.

2. Tekrar Kanunu: Thorndike’nin 1930’dan önceki tekrar kanunu iki bölümden oluşmaktadır:


a. Uyarıcı ve tepki arasındaki bağ kullanıldıkça güçlenir
b. Tekrar devam etmediğinde, ya da sinirsel bağ kullanılmadığında uyarıcı durumlar ve tepkiler arasında
bağlaşımlar zayıflar.
1930’dan sonra Thorndike tekrar yasasını tamamen değiştirmiştir. Sadece tekrar etme bağıgüçlendirmediği
gibi, kullanmama da gücünü azaltmaz. Sadece bağın gücü değişmeye neden olabilir demiştir.

3. Etki Kanunu: Tepkinin doğurduğu sonuç, uyarıcı ve tepki arasındaki bağın güçlenmesine ya da


zayıflamasına neden olmaktadır. Eğer tepkinin sonucu tatmin edici, haz verici ise, uyarıcı ve tepki arasındaki
bağın gücü artmaktadır. Tepki rahatsız edici bir duruma yol açarsa.
DAVRANIŞÇILIĞIN GELİŞİMİ (JOHN B. WATSON; BHRUSS F. SKİNNER; CLARK L.
HULL)

• John B. Watson
• En katı davranışçı kuramcıdır; kalıtımın değil çevrenin önemine
vurgu yapar. Davranışçı bakış açısı John Watson (1878-1958)
tarafından ortaya konmuştur. Psikolojinin görevinin içsel
dinamikleri değil, fen bilimlerinin yöntemlerini kullanarak
gözlenebilir olanı ve gündelik hayatta pratik değeri olanları
açıklayarak kabul görebileceğini savunmuştur 
• Watson 1878 yılında Güney Carolina’da, Greenville kasabası
yakınlarında doğdu. Davranışçılığın kurucusu olan Watson
Şikago Üniversitesi’nde psikoloji alanında ilk doktora
derecesini alan kişidir (1903). Bir süre bu üniversitede
çalıştıktan sonra Johns Hopkins Üniversitesi’ne profesör olarak
(1908) atanmıştır. Ticari reklamcılık işine girinceye kadar bu
üniversitede çalışmalarını sürdürmüştür.
Watson, doğa bilimlerinin metotları ile objektif olanın incelenmesi gerektiğini savunurken
bir davranışçının kullanabileceği araştırmalarında kullanabileceği yöntemleri üç başlık
altında toplamıştır:
araştırmalarda (1) araçlı ve araçsız gözlem, (2) test metotları, (3) sözel anlatım metodu, (4)
koşullu refleks metodu.
 Gözlem diğer yöntemler için davranışı tanımlayıcı ve açıklayıcı özelliği ile temel
oluştururken 
test yöntemleri nitelikleri ölçmekten ziyade organizmanın uyaranlara verdiği tepkileri
ölçmek için kullanılan objektif araçlardır. 
Sözel anlatım ise onun davranışçı sistemine özgüdür. Kendisinin karşı çıktığı yapısalcı
kuramın iç gözlem yönteminden farkını net olarak belirtmemiş olsa da bireyin sözel
ifadelerinin doğruluğunu ispatlayabileceği durumlarla sınırlamıştır. Doğruluğu
ispatlanamayan sözel anlatımlar, imgesiz düşünme veya hissedilen durum hakkındaki
yorumlar vs. dikkate alınmaması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca bu teknik Watson
tarafından da daha objektif gözlem metotlarının yerine geçebilecek kadar anlamlı olmayan,
“kesin olmayan” bir teknik olarak ele alınmıştır
Watson, davranışçıların en önemli davranış değiştirme ve öğrenme yöntemi kabul
edilen koşullu refleksin Amerikan psikoloji araştırmalarında yaygın şekilde kullanılmış
olmasını sağlamıştır.
Koşullu refleksin davranışı elementlerine ayırarak inceleyen laboratuvar metodu olması
nedeniyle tüm insan davranışlarının bu yolla incelenebileceğini iddia etmiştir (Senemoğlu,
2009, s.112).

Watson’a göre davranışçılık organizmanın tüm davranışlarıyla ilgilenmektedir. Bu nedenle


organizmanın tepkilerini öğrenilmiş veya öğrenilmemiş olanlar ve açık veya gizli olanlar
olarak ikiye ayırır.
Öğrenmenin kurallarını ortaya koyabilmek için bu ayrımın gerekli olduğunu belirtir. Açık
tepkiler doğrudan gözlemlenebilirler. Organizmanın içindeki hareketler veya tepkiler de
çeşitli aletlerin kullanılması yoluyla potansiyel olarak gözlenebilir hâle getirilebilir.
Davranışçılıkta ise organizmanın, bireyin önemi yoktur. Deneyci ya da davranışı değiştirmek isteyen deney
koşullarını / çevre koşullarını oluşturur ve ardından deneklerin / bireylerin bu koşullara ne şekilde tepki
verdiklerini gözlemler.

Yani insanın herhangi bir önemi yoktur!

Önemli olan belirlenmiş çevre içinde hangi davranışı yaptığı ya da yapamadığıdır.

Herkes davranışta bulunabilir; çocuklar, zihinsel özürlüler, hayvanlar…

Bir uyaran verirsiniz ve bir tepki alırsınız!


Watson’a göre heyecanlar da öğrenilmiştir. Heyecanlar, belirli bir uyarıcıya karşı basit
bedensel tepkilerdir. Uyaranlar, beden değişikliğine ve öğrenilmiş uygun açık tepkilere
nabız hızı, solunum artması gibi fiziksel değişikliklere neden olurlar. Dolayısıyla bir
dereceye kadar gizli tepkilerdir. Bu nedenle heyecansal tepkiler de kontrol edilebilirler
(Arık, 1995, s.150)
Korkmayı, kaygılanmayı, utanmayı, sevinmeyi vb. tüm heyecansal tepkiler (tutum ve
alışkanlıklar gibi) koşullanma yolu ile kazanılmaktadır.
Watson ve bir öğrencisi, klasik koşullandırma ilkelerinin insanlara ne şekilde uygulanabileceği
konusunda yürüttükleri ve Watson’un “Albert, Peter ve Fareler” olarak bilinen deneyleri,
çalışmaları arasında en fazla bilinendir.

Watson öncelikle, üç yaşındaki Albert’in herhangi bir fareye karşı kaçınmasının olmadığını
gösterdikten sonra Albert’in görmeyeceği bir yere gong sesi yerleştirmiştir. Daha sonra Albert
fareyi her görüşünde yüksek sesle gong çalınmıştır.

Böylece Albert, gong sesine karşı irkilme tepkisi göstermeye başladı. Bir süre sonra fareyi
gördüğü zaman gong sesi olmaksızın huzursuz olmaya, ağlamaya ve farenin her odaya
getirilişinde ondan kaçmaya başladı.

Watson’a göre bu çalışma, korku tepkilerinin koşullandırma ile kazanılabileceğini


göstermektedir. Böylece Albert, korku duygusunun ayırt edici özellikleri olan kaçma veya
kaçınma davranışını klasik koşulladırmanın bir sonucu olarak kazanmıştır 
Başlangıçta farelere karşı korku tepkisi göstermeyen 11 aylık Albert ile yaptığı korku
koşullanması deneyleri her ne kadar yarıda kesilmek zorunda kalsa da Watson’un bebeklerin üç
temel heyecan davranışı gösterdiğine ilişkin teorisini destekler niteliktedir. Watson’a göre
bebekler üç tür heyecan davranışı göstermektedir: Korku, öfke ve sevgi. Korku gürültülü sesler
ve desteğin aniden kaybolması ile, öfke beden hareketlerine engel olarak, sevgi ise tenin
okşanması, sallama ve hafifçe vurarak okşama yoluyla oluşturulmuştur. Watson, bebeklerin bu
uyarıcılara verdiği tepki özelliklerini de ortaya koymuştur. Korku, sevgi ve öfkenin öğrenilmemiş
heyecanlar olduğuna inanmıştır. İnsanların diğer heyecan tepkileri ise koşullanma süreci
boyunca bu üç heyecan aracılığıyla geliştirilmektedir. Koşullanma boyunca, temel heyecan
tepkilerinin çevresel bir uyarıcıya bağlanmış olabileceğini belirtmiştir
Burrhus F. Skinner ve Edimsel Koşullanma

• Skinner’in psikoloji sistemi, pek çok açıdan yaşamının ilk


yıllarına ait deneyimlerini yansıtmaktadır.
• Skinner’in hayatı geçmiş pekiştirmelerin bir ürünü olarak
değerlendirir ve kendi düzenli ve sistemli yaşantısının da bu
şekilde daha önceden belirlenmiş olduğunu düşünür.
• Kendi yaşantısının tüm yönlerinin sadece çevresel
kaynakların izini sürdüğüne inanır ki çocukluğu boyunca
çeşitli oyuncaklar yapan hayvanlarla ilgilenen Skinner yıllar
sonra güvercinleri ping-pong oynamak gibi çeşitli eğlenceli
ve şaşırtıcı faaliyetleri yapacak şekilde eğitir.
• Ünlü edim kutusunda farenin yiyeceği bulması ile ilgili
süreçle edimsel koşullanmanın ilkelerini açıklar
• 1938 tarihli Organizmaların Davranışı kitabı ile görüşlerinin açıklayan
Skinner, çoğunlukla olumsuz eleştiri almıştır. Bununla birlikte kitabı
uzun yıllar sonra bile modern psikolojinin gelişmesini sağlayan en
önemli kitaplardan biri olarak değerlendirilmiştir

• Skinner’a göre “Psikolojik dünyamız sadece tepkisel koşullama yoluyla


olsaydı, çok sığ olurdu, çevremizi de değiştiremezdik. İnsan çevreyi
değiştirir, bu değişiklikten kendisi de değişikliğe uğrar ve davranışları
da değişir. Bir davranış kendi yarattığı sonuçlara göre değişikliğe uğrar
ve davranış dağarcığımız da değişikliğe uğrar. Davranışların
değişmesine yol açan, yani onları kontrol eden ilkeleri anlarsak
davranışları da açıklayabiliriz.”
Davranışın biçimlendirilmesi olarak bilinen yöntemi
ile güvercinlere bir pinpon topunu istenen noktaya
götürmeyi öğretmiştir.
Güvercin her doğru davranışından sonra yem
almış, farklı yönlere gittiğinde ise ödül - yem
verilmeyerek davranış şekillendirilmiştir.

Bireyin gerçek, gündelik yaşamına ilişkin


problemlerine yoğun ilgi duyan Skinner’ın
düşünceleri, 1960’lı yıllardan sonra eğitim ve
davranış değiştirme yöntemleri olarak klinik
alanda uygulamalar bulunca dikkat çekmiştir. Bu
zaman zarfında Bilim ve İnsan Davranışı kitabı
davranışçı psikolojisinin temel ders kitabı hâline
gelmiştir.
• Özellikle çocuklarda ve eğitim alanında davranış değiştirme teknikleri olarak
Skinner’ın “edimsel koşullanma teknikleri” sıklıkla kullanılmaktadır.
• Davranışların değiştirilme sürecinde ödül ve cezalardan yararlanılarak birçok
çocukluk çağı problemleri tedavi edilmektedir.
• Skinner, Thorndike gibi cezanın davranışın değiştirilmesinde etkisinin
olmadığını belirterek, sorunun çocuğun çevresinde istenmeyen davranışa
neden olan uyaranların ortadan kaldırılması ile ilgili olduğunu ifade eder.
• Başka bir ifade ile olumlu davranışı engelleyen etmenleri ortadan kaldırır ve
doğru davranışı yaptığında ödüllendirirseniz istenen davranışın kendiliğinden
ortaya çıkacağını ve kalıcı olacağını savunur.
• Bunların arasında; yatağını ıslatma, parmak emme, tırnak yeme, saldırganlık,
öfke nöbeti, aşırı hareketlilik, sınıfta engelleyici tutum, okulda başarısızlık, dil
eksikliği, aşırı sosyal çöküntü ve astım nöbetleri gibi çeşitli durumları
sayılabilir 
Skinner, davranışların kazanılması ile ilgili görüşlerini edimsel koşullanma kuramı ile
açıklamıştır.
kuramında kendiliğinden yapılan davranışlarla koşullanmanın meydana gelebileceğini
vurgulamaktadır. Thorndike’ın çalışmalarından yola çıkarak organizmanın
davranışlarını, basit refleksif tepkiler olmadığını, uyaranlara karşı kasıtlı olarak yapılan
hareketler olarak kabul etmektedir. İnsanlar çevrelerinde bulunan çeşitli nesnelerle
etkileşimleri sırasında birçok farklı davranışta bulunduğunu, bunlardan pekiştirilen
davranışların koşullanmayı oluşturduğunu savunmaktadır. Buna bağlı olarak
kendiliğinden bir ihtiyacı karşılamaya yönelik olarak yapılan davranışlara “edim” adını
veren Skinner, bu edimlerin onları izleyen sonuçlardan etkilendiğini ileri sürmektedir.
Skinner’ın geliştirdiği edimsel koşullanmaya göre edimsel davranış; bilinen bir uyarıcı
tarafından oluşturulmaz; organizma tarafından ortaya konur ve sonuçları tarafından
kontrol edilir. Bu bağlamda edimsel davranışın ilk nedeni organizmanın içindedir;
organizma edimleri ortaya koyar. Bu nedenle bu tür koşullamaya edimsel koşullama ya
da “R’’ (Response = tepki) tipi koşullama adı verilmektedir. “R” tipi koşullama adı
verilmesinin nedeni ise bu tür koşullamada pekiştirmenin tepkiye bağlı olarak
yapılmasıdır. Tepki doğru olduğu takdirde ödül yani pekiştirici uyarıcı -davranışın
yapılmasını sağlayan- verilmektedir
Thorndike gibi Skinner de davranış ve sonuç ilişkisi üzerinde
durmuştur. Skinner, Thorndike’ın çalışmalarının devamı olarak kabul
edilebilecek, davranışların oluşumuna ilişkin başka bir dinamiği ortaya
koymuştur.

Skinner, “edim kutusu” adını verdiği kutunun içinde bir farenin


kendiliğinden yaptığı davranışlarla peyniri elde etme sürecini ve
peyniri ile ödüllendirilen davranışının tekrarlanma dinamiğini edimsel
koşullanma süreci olarak açıklamıştır. Gündelik hayat içerisinde
çoğunlukla bir davranışı birine yaptırmak istediğimizde ya da biri
bizden bir şey istediğinde “önce sen bir yap bakalım” gibi ifadeler
kullanırız. Aslında önce bireyin birtakım davranışlarda bulunması ve
ardından sonucunu yaşaması edimsel koşullanmadır. “İyilik yap elbet
sonucu gelir.” şeklinde basit bir çıkarımla bile konuyu özetlememiz
mümkündür. Bebekler, herhangi bir ihtiyaçları olduğunu ağlama
davranışı ile dile getirirler. Ağlayan bebeğe de annesi gelerek ihtiyacı
neyse onu verir. Bu deneyimden sonra da bebek, ağlama davranışını
ihtiyaçları karşılamada kullanmaya başlar. Çünkü davranışın sonucu
olumludur. Belki de halk arasında “Bırak ağlasın, her ağladığında
gitme sonra hep ağlar.” gibi ifadeler Skinner’den habersiz olarak
yayıldı.
Skinner’a göre davranışın asıl belirleyicisi “ödül” yani pekiştirmedir.
Cezanın yeni davranışın kazanılması ya da istenilmeyenin yok edilmesinde hiçbir
etkisi yoktur.

Ceza, organizmaya istemediği bir şeyin verilmesi ya da istediği bir şeyin


verilmemesidir.

Yani , ortama olumsuz pekiştireçlerin getirilmesi ya da ortamın olumlu


pekiştireçten mahrum bırakılmasıdır.

Skinner’a göre ceza, davranışı yok etmemekte sadece baskı altına almaktadır. Ceza,
ortamdan çıkarıldığında cezaya neden olan davranış tekrar ortaya çıkabilmektedir (
Edimsel Koşullama İlkeleri
• Edimsel koşullamanın, ödülün -pekiştirecin- izlediği tepkilerin
tekrarlanabileceğini ve ödülün davranışın tekrarlanma oranında belirleyici
olduğunu belirtmektedir.
• Bir başka ifade ile pekiştirilen davranışı daha sık gösterirken
pekiştirilmeyenden ise vazgeçmektedir.

Davranışın görülme sıklığının arttırılması:


• Olumlu ve olumsuz pekiştireçlerin Skinner’a göre pekiştirmenin organizmaya
istenen davranışı kazandırmada, davranışı biçimlendirmede, sonuç olarak
davranışların oluşumunda önemli bir yeri vardır.
• Yalnızca alışkanlıklarımız, tutumlarımız, heyecanlarımız değil tüm bu
dinamiklerin toplamı olan ve bir bireyi diğerlerinden ayıran kişilik özellikleri
de pekiştirmeler yoluyla kazanılan davranışların sonucudur. 
pekiçtireçler
• Olumlu Pekiştireçler: Ortama konulduğunda belirli bir davranışın yapılma olasılığını artıran
uyarıcılardır.
• Bu uyarıcılar da birincil ve ikincil olumlu pekiştireçler olmak üzere iki grupta toplanmaktadır.
Birincil olumlu pekiştireçler; yiyecek, su, cinsellik gibi organizmayı doğal olarak pekiştiren ve
canlının yaşaması ile ilgili olan pekiştireçlerdir.
• ikincil olumlu pekiştireçler ise, herhangi bir nötr uyarıcının olumlu birincil pekiştireçlerle
ilişkilendirilmesiyle olumlu pekiştireç özelliği kazanan uyarıcılardır (saygı, başarı vb.).

Olumsuz Pekiştireçler: Ortamdan çıkarıldıklarında belirli bir davranışın yapılma olasılığını artıran


uyarıcılardır.
Olumsuz pekiştireçler, organizmaya rahatsızlık veren uyarıcılardır ve birincil ve ikincil olumsuz
pekiştireçler olmak üzere iki gruba ayrılmaktadırlar.
Birincil olumsuz pekiştireçler; organizmaya zarar veren, yaşamı tehdit eden uyarıcılardır. Bunlar;
rahatsız edici yüksek tonlu sesler, elektrik şoku vb.dir. İkincil (koşullu) olumsuz pekiştireçler ise,
herhangi bir nötr uyarıcının birincil olumsuz pekiştireçlerle ilişkilendirilmesiyle pekiştireç özelliği
kazanan uyarıcılardır. İkincil pekiştireçler bu özelliklerini büyük ölçüde klasik koşullama ilkelerine
göre kazanırlar.
Olumlu ve Olumsuz Pekiştirme Kullanma İlkeleri
• Birincil ve ikincil olumlu pekiştireçler ortama konulduğunda davranışın yapılma olasılığı artar.

• Birincil ve ikincil olumsuz pekiştireçler ortamdan çıkartıldığında davranışın yapılma olasılığı


artar.

• Bu durumda pekiştirme, olumlu pekiştireçleri ortama koyarak ya da olumsuz pekiştireçleri


ortamdan çıkararak davranışın yapılma olasılığını artırma işlemidir. Olumlu pekiştireçleri
ortama koyarak davranışın yapılma olasılığını artırma işlemine olumlu pekiştirme; olumsuz
pekiştireçleri ortamdan çıkartarak davranışın yapılma olasılığını artırma işlemine ise olumsuz
pekiştirme denir.

• Pekiştirmenin gelişigüzel değil belirli bir program dâhilinde yapılması gerekir. Skinner,
pekiştirmenin nasıl verilmesi gerektiğini “pekiştirme tarifeleri” ile açıklamaktadır.
Clark Leoanard Hull ve Sistematik Davranışçı Kuram
• Clark L. Hull, ilk olarak mühendislik eğitimi almıştır.
Lisans sonrası eğitimini psikoloji üzerine yapmıştır.
Yirmi dört yaşında çocuk felci geçirmesine rağmen
çalışmalarına devam etmiştir.
• Hull’un ilk araştırmaları, davranışın analizinde kullandığı
nesnel metot ve işlevsel kanunların temellerini
oluşturmuştur. Test ve ölçümler, istatistiksel analiz
metotlarının geliştirilmesi üzerinde çalışmanın yanı sıra
ve korelasyonu hesap eden bir makine icat etmiştir.
Ayrıca hipnoz ve aşılanma yatkınlığı konuları ile ilgili 32
makalesini ve araştırma sonuçlarını özetlediği Hipnoz ve
Aşılanma Yatkınlığı isimli bir kitap yazan Hull, Pavlov’un
şartlı refleksler problemine ve öğrenmeye ilgi duymaya
başlaması ile davranışçı ekolün gelişmesinde etkili
olmuştur
•Hull’un davranışçılık şekli, Watson’un davranışçılığından gerek organizmanın
çevreyle etkileşimi gerekse bu etkileşimi ortaya koyma yöntemleri açısından
çok daha gelişmiş ve karmaşık kabul edilmektedir.
•Davranış bir uyarıcının değil birçok uyarıcının etkileşimi sonucu oluşur.
Organizma, var olduğunda ihtiyaçlarını giderebilecek tepkiler hiyerarşisiyle
dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla bir ihtiyacı karşılamak için bu tepkiler
hiyerarşisinden birini seçer ve uygularız. Eğer tepki her zaman ödül getiriyorsa
onu yapmayı alışkanlık hâline getiririz. Eğer repertuarımızdaki yani tepkiler
hiyerarşisindeki hiçbir tepki istenen sonucu getirmiyorsa yeni davranış
öğrenmeye güdüleniriz.
•Hull, organizmanın davranışı yapabilecek durumda olmamasını “tepkisel
engeleme” kavramı ile açıklamış ve tekrar davranışı yapabilecek duruma
gelebilmesi için “mola verilmesi” gerektiğini belirtmiştir.
•ders notlarını okuyamadığınızı düşünün, ne yaparsınız? Kendinize bir kahve
molası verirsiniz ve sonra tekrar ders çalışabilecek durumda hissedersiniz değil
mi?
Hull bedensel ihtiyaçların, organizmanın en uygun biyolojik koşullardan
sapması sonucu oluştuğunu düşünmüştür.

.biyolojik ihtiyaç kavramını sistemine doğrudan sokmaktansa ara bir


değişken olarak dürtünün gerçek olduğunu kabul etmiştir.
bir davranışın oluşmasında ve tekrarında yani davranışın şiddeti üzerinde
dürtünün etkisine daha fazla vurgu yapmıştır. Diğer davranışçı kuramcılar
gibi davranışın çevresel uyarıcı tarafından gerçekleştiği, yönetildiği görüşüne
bağlı kalmıştır.
Dolayısıyla Hull, güdüyü davranışın güçlenmesi için gerekli bir ödül olarak
ele almıştır. Kuramında, güdüleri, biyolojik ihtiyaçlarla, organizmanın
hayatta kalmasıyla ilgili olan birincil güdüler ile birincil güdülerden daha
başka güçler tarafından insanı ve hayvanı motive eden ikincil güdüler olarak
ikiye ayırmaktadır. İkincil güdüler, öğrenilmiş güdülerdir 
Birincil güdüler: Bir doku ihtiyacı durumundan kaynaklanan bu
güdüler arasında yiyeceğe, suya, havaya, ısı ayarlamasına,
dışkılamaya, idrara çıkmaya, uyumaya, cinsel ilişkiye ihtiyaç
duyma ve acıdan kurtulma vardır. Bunlar, organizmanın temel içsel
süreçleridir ve hayatta kalmaya devam etmesi açısından çok
önemlidir.

ikincil güdüler, daha önceden nötr uyarıcı olan bir uyarıcı, asıl
ihtiyaç durumu veya birincil güdü tarafından uyandırılan tepkilere
benzer tepkiler ortaya çıkarabildiği için güdü özellikleri göstermeye
başlayabilir. Bundan dolayı çevredeki durum ve uyarıcılarla ilgili
olan birincil güdülerin azaltılmasıyla birleşip sonuçta kendileri
güdü olarak ortaya çıkmaktadırlar.
Hull’un davranışçı kurama getirdiği en önemli katkılardan bir diğeri de
nesnel davranışçı psikolojinin gelişmesini sağlayan, davranışın ölçülmesi ve
nicelleştirilmesi ile ilgili fikirleridir. Sisteminde bilince, amaca veya herhangi
bir zihinsel - ruhsal kavrama yer yoktur.

Hull’un kuramında gözlem ve davranışın yorumu kesinlikle nesnel olmalıdır.


Hull’a göre psikologlar matematiğin tam ve dikkatli anlayışını geliştirmek,
matematik diliyle düşünmek zorundadır.

Hull’a göre ideal bir öğrenme kuramı Öklit geometrisi gibi önerme ve
teoremlerden kurulan mantıksal bir yapıya sahiptir. Davranış yasaları
matematiğin kusursuz diliyle ifade edilmeli veya açıklanmalıdır. Hull, bu
görüşlerini “Davranışın İlkeleri” adlı kitabında açıklamıştır. 
DAVRANIŞÇILIK ÜZERİNDE BİLİŞSEL ETKİLER:
Edward C. Tolman ve İşaret Gestalt Kuramı

Edward Chace Tolman, ‘öğrenme’ ve ‘motivasyon’ alanlarında önemli çalışmalar yapmış ve


“Öğrenmenin Bilişsel Kuramı” (Cognitive Theory of Learning) ile kendi davranışçı ekolünü
geliştirmiştir.

1886 yılında Massachusets’de doğdu Matematik konusunda başarılı olmasına rağmen yine de deneysel
ve kuramsal kimya üzerinde çalışmıştır. Massachusets Teknoloji Enstitüsü’nde elektrokimya alanında
lisans yapmıştır. Williams James’in çalışmalarını okuyup Harvard okuluna felsefe ve psikoloji
öğrencisi olarak girdi. Öğrenciliği esnasında Almanya Giessen’de Gestalt psikoloğu Kurt Kofa ile
birlikte olmuş, Gestalt psikolojisi ile ilgilenmiş ve Harvard’dan Geriye Dönük Ket Vurma (Retroactive
İnhibition) konulu tezi ile doktorasını tamamladıktan sonra Nortwestern Üniversitesi’nde ders
vermiştir. Fakat savaş konusunda barışçıl bir makalesinin yayımlanması ile ayrılmak durumunda
kalarak California Berkeley Üniversitesi’ne geçmiştir. ІI. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Savaşa
Yönelik İtkiler (Drives Toward War) isimli küçük bir motivasyon kitabı yazmış, savaş boyunca Henry
Murray ile birlikte Washington’da Stratejik Hizmetler Ofisi’nde çalışmıştır. Gestalt psikolojisi üzerinde
çalışmak için Almanya Giessen’e geri döndü. Farelerle labirent deneylerinde ödülün ve pekiştirecin
rolleri üzerinde çalıştı. 1932’de Hayvanlarda ve İnsanlarda Amaçlı Davranış (Purposive Behavior in
Animals And Men) adlı kitabını yazdı. 1949’da Öğrenmenin Bir Çeşidinden Daha Fazlası Var (There is
More Than One Kind of Learing) adlı kitabı yazmış, 1937’de başkanlığını yaptığı Amerikan Psikoloji
Derneği’nden daha sonra başarı ödülü almıştır (Schultz&Schultz, 2007, s. 465)
• Kuramsal yapısını “doğru davranışçılık “ olarak ifade etmektedir.
Tolman kuramını “amaçlı davranışçılık” (purposive behaviorism) olarak
adlandırmıştır.
• İnsan ve hayvan davranışının amaca yönelik olduğunu ve bu
amaçların bilimsel analizlerin söz konusu olabileceğini belirtmiştir.
• Ayrıca geleneksel davranışçılar gibi davranışı atomik birimler hâlinde
değil bütüncül / molar bir anlayışla incelemiştir.
Bütüncül davranış, amaçlıdır; davranışı küçük parçalara, birimlere
ayırarak çalışmak davranışın anlamını yok edebilir.

Dolayısıyla anlamlı bütünlüğü olan amaca yönelik olan


davranışlar incelenmelidir. Bütünsel davranış, reflekslerden
farklıdır.

Temel farklılık, bütünsel davranışın birçok faktörle bağlı


olmasıdır; öğretilebilir niteliğe sahiptir. “Öğretilebilir” terimi,
anlam bakımından Tolman’ın pasifl kavramı ile
ilişkilendirilebilir. ,

“Bilişsel” (cognitive) terimi ise ayırt etme, yer / konum bulma,


neyin neye rehberlik ettiğini anlama ve form beklentisi becerilerini
ifade etmektedir.
Ara Değişkenler

Canlı organizmaların davranışlarına pusula görevi gören anlamlı psikolojik kavramları tanıdığını öne sürmüştür.
Başka bir ifadeyle, basit uyaran - tepki ilişkisini tatmin edici bulmamıştır.
Psikolojik süreçler, uyaran ve tepki arasındaki ilişkiye müdahale eder ve davranışı ortaya çıkartır, davranışa anlamlı
olarak bağlanmıştır.

Ara değişken (intervening variable) ifadesi; davranışı yönlendiren ve çevresel uyaran ile gözlemlenebilen tepkiler
arasında arabuluculuk eden psikolojik süreçleri tanımlamaktadır.

Ara değişken örnekleri; bilişleri, beklentileri, amaçları, varsayımları ve istekleri kapsar.

Örneğin beklentiler; Tolman’a göre bir beklenti, her bir başarılı tepkiyi bir ödül takip ettiğinde ortaya çıkar. İnsanlar ve
hayvanlar, tepkiler ve çevresel uyaranlar arasında düzenli ilişkilerin olduğu her zaman beklenti oluştururlar.
Bir beklenti bir kere ortaya çıktığı zaman, davranışın yön bulmasında ve kontrolünde rol oynar
Öğrenme konusunda çalışmak için Tolman,
fareler üzerinde araştırmalar yapmış ve
çeşitli klasik fare deneyleri
gerçekleştirmiştir. En çok bilinen
çalışmalarından bir tanesi de labirentte
ilerlemeyi içermektedir. Ayrıca farelerin
karmaşık labirentler içerisinde yollarını
öğrenmelerinde, pekiştirecin oynadığı rol
üzerinde de durmuştur.

Ayrıca, belirgin bir ödülün olmadığı


durumlarda gerçekleşen öğrenme
olarak ifade edilen “Gizil Öğrenme
Kuramı”nın ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
Birçoğumuz dilimize bir şarkı takıldığında şaşırırız; ne o şarkının
cd’sine sahibizdir ne de dinlemek için özel bir çaba sarf etmişizdir.

Peki, nasıl oluyor da şarkının sözlerini hem de melodisi ile


söyleyebiliyoruzdur. Aslında “farkında olmadan” öğrenmişizdir. Özel
bir çaba sarf etmeden şarkının çalındığı ortamlarda örneğin bir sokak
ya da bir kafede bulunmuşuzdur ve bu ortamlarda bulunmak şarkıyı
öğrenmemiz için yeterli olmuştur.

İşte bu tür öğrenmelerimiz Tolman tarafından “gizil / örtük öğrenme”


olarak adlandırılmaktadır. Tolman, gizil öğrenmeyi açıklarken,
performansa hemen aktarılmayan öğrenme olarak da açıklar. Yani
diğer davranışçılarda olduğu gibi bir uyarana karşı hemen tepki
vermeniz Tolman’ın öğrenmesinde beklenmemektedir.
Albert Bandura ve Sosyal Öğrenme Kuramı
Albert Bandura, 1960’ların ilk yıllarında, başlangıçta “sosyal-davranışçılık” olarak nitelendirdiği kuramını
“sosyal bilişsel teori” olarak açıkladı.
Bandura kuramı ile hâlâ davranışçı bir kuramdı, bilişsel bir kuram değidi. Bandura, kuramını açıklarken de
kuramını davranışçılığın bir türü olarak nitelendirdi.
Yalnızca kuramı, klasik davranışçılar içinde örneğin Skinner’a göre daha ılımlıydı

Bandura’nın kuramı insan davranışlarını basit uyaran - tepki bağlamından çıkararak uyarana
tepki verme ya da vermeme kararında bireyin inaçlarının, beklentilerinin, eğitim seviyesinin
etkili olduğunu ortaya koydu. Kuram, aynı zamanda bu özelliklerin bir uyaranın pekiştireç
olarak algılanıp algılanmamasında da etkisini vurguladı.
Kuramın araştırmaları etkileşim içerisindeki insan deneklerinin davranışlarının gözlenmesine
odaklanarak, davranışın kazanımı ile değişiminin yarattığı dolaylı öğrenmenin davranışı
ortaya çıkarma ve devam ettirmedeki rolü üzerinde durdu. Ayrıca iç gözlemi de kullanmadı.
Bandura’nın görüşüne göre tepkiler ya da davranışlar,
otomatik olarak bir uyarıcı tarafından başlatılmıyordu.
Bireyin kendisi uyarıcıya verilen tepkileri harekete
geçiriyordu. Yani birey tepki verip vermeyeceğine,
hangi ortamda vermesi gerektiğine ve bu tepkinin ne
şekilde olması gerektiğine kendisi karar veriyordu.
Klasik davranışçılarda olduğu gibi davranışı dışsal bir
uyaran belirlemiyordu.
Bu doğrultuda Bandura, davranışçıların insanı
mekanik bir robot gibi değerlendiren görüşünden
ayrılmıştı. 
Birey neyin pekiştirildiğinin farkındadır ve aynı şekilde
davranırsa aynı ödülün tekrar geleceğini umduğu için bir dış
uyarıcı davranışı değiştirebilir.

Bandura davranışlarımızın pekiştirme sonucu değiştiği konusunda Skinner’la hemfikir


olmasına rağmen, doğrudan pekiştirme elde etmeksizin de davranışların
kazanılabileceğini savundu. Bandura’ya göre doğrudan pekiştirmenin olmadığı
durumlarda da öğrenme olabilirdi. Bazen başkalarının ödül aldığını görmek de davranışı
yapmak için yeterli olabilirdi. Bu bağlamda Bandura, başka insanların davranışlarını ve
bu davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek dolaylı pekiştirmeler aracılığıyla da
öğrenmenin olabileceğini deneysel araştırmaları ile ortaya koydu
Bandura bu görüşünü, diğer insanların deneyimlerini seyretmenin kendi deneyimlerinin sonuçlarını tahmin
etmede etkili olduğunu ünlü saldırganlık davranışlarının kazanımı ile ilgi araştırmalarında da ortaya koydu.
Saldırgan davranışta bulunan bir kişinin deneyimlerini, bu davranışla elde ettiği sonuçları gözleyen çocukların
davranışları gözmeledikleri şeye bağlı olarak ya saldırgan davranışı yapma ya da saldırgan davranışı yapmaktan
kaçınma olarak görüldü. Bu nedenle kurama göre henüz denenmemiş davranışların sonuçlarını hayal ederek
veya zihninde canlandırarak ve aynı şekilde davranmaya veya davranmamaya dair som bir karar vererek
davranışların düzenlenmesinin mümkün olduğu sonuca vardı. (Evra, 2005, s.135-137) Bandura bu görüşü ile
Skinner’ın sisteminde öne sürüldüğü gibi uyarıcı ile tepki veya davranış ile pekiştireç arasında doğrudan bir
bağlantının olmadığını belirtmektedir (Arık, 1988). Bunun yerine uyarıcı ile tepki arasında aracı bir mekanizma
vardır ve bu mekanizma kişinin bilişsel süreçleridir.
Organizmanın Zihinsel Süreçleri

Bu nedenle bilişsel süreçlerin sosyal bilişsel teoride güçlü bir


rolü olduğu düşünülmektedir. Bu yönüyle Bandura’nın görüşleri
Skinner’dan ayrılmaktadır. Bandura’ya göre davranışı
değiştiren pekiştirme tarifesi değil, yani pekiştirmenin hangi
kurallara göre düzenlenerek davranışı oluşturacağı değil bireyin
pekiştirme düzeni ile ilgili düşünceleridir.

Kuramda, doğrudan pekiştirme yaşayarak öğrenmek yerine,


model alma yoluyla öğrenme söz konusudur. Kuram
davranışların kazanılmasını bir başkası yolu ile öğrenme, yani
başka insanları gözlemleme ve davranışları onlarınkine
benzetme yolu ile gerçekleştiğini açıklamaktadır. Bandura için
bir davranışın kazandırılması isteniyorsa, bu davranışları
sergileyen diğer bireyleri seyretmek yani gözlemlenmesini
sağlamak önemlidir
Sosyal Bilişsel Yaklaşımı geliştirirken Bandura’nın amacı
uygulamaya yöneliktir ve toplumun normal dışı olarak
nitelendirdiği davranışları değiştirmektir. Bandura’ya göre
normal dışı davranışlar da dâhil olmak üzere, tüm davranışlar
başkalarını gözlemleyerek ve onların davranışlarını model
almakla öğreniliyorsa davranışın aynı yolla yeniden öğrenilmesi
veya değiştirilmesi de mümkün olabilmektedir

Bandura yaptığı deneylerle şiddet ve saldırganlığın gözlem yolu


ile öğrenilen davranışlar olduğunu ortaya koymuştur. Literatüre
Bobo-doll Deneyi (1961) ile geçen deneyinde saldırgan
davranışların taklit edilen modelden öğrenildiğini ortaya
koymuştur. Çocukların katıldığı bu araştırmada bir yetişkin
Bobo-doll adı verilen havayla şişirilmiş, zıplayabilen bir
bebekle oynar ve oynarken bebeği tekmeleyerek, bebeğe
vurarak, kötü sözler söyleyerek saldırganlık gösterir. Çocuklar
modeli sadece izlemektedirler. Bir süre sonra çocukların da
Bobo-doll ile oynamalarına izin verildiğinde, onları gözledikleri
saldırganlık davranışlarını yaptıkları, bununla da yetinmeyip
daha da geliştirdikleri görülmüştür
Elde edilen araştırma sonuçlarına göre saldırganlık davranışı;
• Model ödüllendirildiğinde,

• Çocuk modeli önceden tanıyorsa,

• Çocuk model ile aynı cinsiyetten ise artmaktadır.

Model alarak saldırganlık göstermesinde bireyin,öfke, sıkıntı,


hayal kırıklığı ve benzeri duygular içinde olması
gerekmemektedir.

Başka bir araştırmasında ise (1963) saldırganlık davranışı


gösteren ve bunun için övülen (ödüllendirme) birisini
gözlemleyen çocukların saldırganlık davranışı eğilimlerinin
arttığını, tersine saldırganlık davranışı için cezalandırılan
birisini gözlemlediğinde de saldırganlık eğilimlerinin azaldığını
göstermiştir. Araştırma sonuçlarında insanların davranış
özelliklerini sadece klasik ve edimsel şartlama yollarıyla değil,
modelleme ya da gözlem yoluyla da öğrenebildiklerini
destekleyen bulgular elde edilmiştir
Ayrıca, Skinner gibi Bandura’da normal dışılığın dış yönü
üzerinde durmuştur (davranış üzerinde yoğunlaşmış ve herhangi
bir içsel bilinç veya bilinçaltı çatışmalar üzerinde durmamıştır).
Bandura’ya göre semptomları tedavi etmenin anlamı hastalığı
tedavi etmektir. Çünkü semptom ve hastalığın aynı şey
olduğunu kabul etmektedir
Kuram, fobilerde ve anormal korkularda da etkili olmaktadır.
Terapist veya model kendi davranışları ile hastaya korkacak bir
şey olmadığını göstererek model olur ve hastayı adım adım
korku veren nesneye yaklaştırır. Bandura’nın küçük çocuklarla
yaptığı bir deneyde (1961), okul öncesi düzeyinde, köpekten
çok korkan çocuklar denek olarak kullanılmıştır. Sekiz seans
boyunca çocuklar modelin köpekle temasını giderek artırmasını
izlemişlerdir. Model önceleri modele kapalı bir yerde olduğu
hâlde dokunuyorken, giderek temasını artırmıştır. Son seansta
da model köpeğin bulunduğu yere girerek ona sarılmış ve
yemek yedirmiştir. Son seanstan sonra çocukların köpeğe karşı
tepki ve davranışları sınanmıştır. Çocukları çoğunun köpeğe
yaklaşımlarını artırdıkları görülmüştür.
Kuramın Temel İlkeleri

1.İnsanlar başkalarının davranışlarını gözlem yolu ile öğrenirler.

2. Öğrenme, davranış değişikliğine yol açan veya açmayan içsel bir süreçtir.

3. Davranış amaca yöneliktir.

4. İnsanlar kendi davranışlarına öz düzenleme yapabilirler. Davranışlarını kontrol etmeyi ve sorumluluğunu almayı
öğrenirler.

5. Ödül ve ceza, davranışı doğrudan olduğu kadar dolaylı olarak da etkilyebilir. Davranış, önceki deneyimlerden alınan
ödül veya pekiştireçlerden daha fazla etkilenir.
Bu varsayımlar doğrultusunda Bandura, kuramını birtakım ilkelere dayandırmıştır. Bu
ilkeler (Senemoğlu,2009,s.223-227) şöyledir:
• Karşılıklı belirleyicilik

• Sembolleştirme kapasitesi

• Öngörü kapasitesi

• Dolaylı öğrenme kapasitesi

• Öz düzenleme kapasitesi

• Öz yargılama kapasitesi


Karşılıklı Belirleyicilik: Bandura’ya göre bireysel faktörler,
içinde bulunulan çevre ve bireyin davranışı karşılıklı olarak
birbirlerini etkilemektedir. Davranış çevreyi; çevre ise davranışı
değiştirebilir. Yine çevre bireysel özellikleri değiştirebileceği
gibi bireysel özellikler de çevreyi değiştirebilir.
Sembolleştirme Kapasitesi: Bireyler düşünerek ve dili
kullanarak, her şeyi zihinlerinde tasarlayabilirler. Bireyler dış
çevre ile bilişsel temsilcileriyle etkileşim kurarak sembolik
olarak düşünmektedirler.
Öngörü Kapasitesi: Geçmişteki deneyimler, gelecekte nelerin
olabileceğini tahmin edebilme imkânı vermektedir. İnsanlar,
geçmişte yaşadıklarını düşünce ve sembollerle zihinlerinde
sembolleştirerek ileriye dönük planlar yapma gücüne sahiptirler.
İnsanlar beklentilerini karşılama durumunu dikkate alarak
hedefler oluştururlar ve gelecekle ilgili planlar yaparlar. Bir
başka ifade ile düşünce davranıştan önce gelmektedir.
Dolaylı Öğrenme Kapasitesi: İnsanlar başkalarının davranışlarını ve o davranışların sonuçlarını
gözlemleyerek öğrenirler. Bandura’ya göre insanın kendi deneyimleri kadar başkalarının deneyimleri de bir
davranışı kazanmak için yeterli olabilmektedir.

Öz Düzenleme Kapasitesi: Sosyal öğrenme kuramının temel ilkelerinden biri de bireyin kendi


biçimlendirme, şekillendirme yeterliliği olduğunu kabul etmesidir. Bandura’ya göre insanların davranışları
sadece dışsal pekiştireç ve cezalarla kontrol edilemez. Birey davranışını düzenlemek için önce performans
standardını geliştirir. Daha sonra kendi performansını gözler ve kendi performansını, geliştirdiği
performans standartlarıyla karşılaştırarak davranışı hakkında karar verir. Bandura’ya göre birey, kendi
kendini değerlendirme sonucunda kendini içsel olarak pekiştirir. Beslenme, çalışma durum ve şekilleri,
dinlenme - eğlenme biçimleri gibi kişisel işlerde insanlar, yaşantılarını başkalarına göre değil kendilerine
göre ayarlayabilirler. Ayrıca insanlar bir faaliyet veya iş için kendilerine göre standartlar ve motivasyon
oluşturarak çalışabilir, davranışlarının sorumluluğunu üstlenebilirler. Dolayısıyla neyi nasıl yapması
gerektiğine ilişkin bilgileri ile kendi davranışlarını düzenleyebilirler
Öz Yargılama Kapasitesi: Sosyal öğrenme kuramının en
önemli ilkelerinden biridir. Basndura’ya göre insanların gelişim
ve değişimi, özyargılama yani kendilerine eleştirel bir gözle
bakabilmeleri ve bu doğrultuda tekrar kendi davranışlarını
düzenleyebilmeleri ile gerçekleşebilir. Bir başka ifade ile
özyargılama kapasitesi, belirli durumlarda öz düzenlemeyi
başlatan ya da bir davranışa başlamadan önce bireyin kendine
ilişkin değerlendirmesi ile öz düzenlemeye yol açan bir süreçtir.
Bu bağlamda öz yargılama insanın kendisi hakkında
düşünebilmesidir
•andura’ya göre gözlem yolu ile kazanılabilecek davranışlar:
 Önceki öğrenmiş olduğu yasaklar ya güçlenir ya da zayıflar.

• Değerler, inançlar kazanabilir.

• Çevrenin ve eşyanın nasıl kullanılacağını da öğrenir

• Duygularını açıklama biçimini öğrenebilir.

• Etkili okuma, problem çözme, bir oyun oynama gibi becerileri


öğrenebilir.
Gözlem yolu ile öğrenme süreçleri
Dikkat Süreci: Bu süreçte birey dikkatini duygularıyla birlikte model davranış dinamiklerine
yönlendirmektedir. Burada dikkat, model davranışın ayrıntılarıyla birlikte algılanmasını sağlar.
Öğrenmenin olabilmesi için birey modele ve modelin davranışına dikkat etmelidir. Modelin farklı, ilginç
ve yüksek statülü olması birey için daha dikkat çekicidir (Schunk, 2011, s.79-82; Senemoğlu, 2009, s.226-
228)
Hatırda Tutma Süreci: Birey, model aldığı davranışı hemen performans olarak ortaya koymayabilir.
Dolayısıyla saklaması, depolaması gerekmektedir. Ya da birey bunu yeri geldiğinde kullanmak isteyebilir.
Bu kodlama belleğe görsel, işitsel ya da sembolik olarak yapılabilir. Bu süreç; model davranış ortadan
kalktıktan sonra da bireyin davranışı hatırlamasına yarayacak süreçtir.
Davranış Üretim Süreci: Bireyi bir önceki süreçte belleğine kodladığı davranış örüntüsünü harekete
geçirmesi, uygulaması, davranışa dönüştürme, davranışı yapma sürecidir.
Güdülenme Süreci: Model davranışın öğrenilmesi, bireyin davranış örüntüsünü oluşturması için
davranışın pekiştirildiği süreçtir. Ödüllenme, davranışın süreklilik kazanmasına neden olur. Tersi ise
durmasını sağlar. Doğrudan pekiştireç, gözlenen pekiştireç ya da bireyin kendini pekiştirmesi ile öğrenme
gerçekleşir.
Özyeterlilik: Bireyin gelecekte karşılaşacağı güçlüklerle nasıl başarılı olabileceğine ilişkin kendisi
hakkındaki inancıdır. Örneğin; bir işi yapıp yapamaycağı konusundaki düşüncesi gibi.
Öz yeterlik yargıları dört temel kaynaktan elde edilen bilgilerden etkilenmektedir
(Schunk, 2011, s.105).
• Yaşantı: Bireyin doğrudan kendi yaptığı başarılı ya da başarısız etkinlikler sonucunda
elde ettiği bilgiler.

• Dolaylı Yaşantılar: Bireyin kendine benzer başka kişilerin başarılı ya da başarısız


etkinlikleri, kişinin kendisine olan yargısını güçlendirir.

• Sözel İkna: Bireyin kendisi hakkındaki yargısına ilişkin teşvikler, nasihatler, öğütler
öz yeterlik yargısını etkiler.

• Psikolojik Durum: Bireyin belli görevi başarma ya da başarısız olma beklentisi öz-
yeterlik yargısını etkiler.
Öz yeterliğin gelişmesinde bireyin üç boyuttaki yaklaşımı
belirleyici olur.
1. Yeterlik Beklentisi: Bireyin yapılacak işi kolay, zor, çok zor
olarak algılaması ve ön kestirim.

2. Genelleme: Bireyin öğrendiği bir davranışı benzer


durumlarda transfer edebilmesi ve uygun durumlarda
kullanabilmesi.

3. Güçlendirme: Bireyin bir davranışı yapabileceğine güçlü bir


şekilde inanması.
Sosyal Öğrenme Kuramı’na dayanarak yapılan araştırmalardan elde edilen son bulgular
şunu göstermektedir; virtüel olarak bütün öğrenme olayları (enstrümental yanıtların
kazanılması, klasik şartlanma, davranış inhibisyonu ve sönme) başkalarının tesirine bağlı
bir temel üzerinde oluşur. Bu temel, sosyal modellere bağlı davranışın ve bunun
pekiştirici sonuçlarının gözlenmesiyle kurulur. Bu sonuçlar, kişiliğin bazı örüntülerinin
başlangıçta taklit ya da özdeşleşme yollu öğrenme ile kazanıldığını kabul eden
kuramların gelişmesini destekler içeriktedir. Örneğin, deney yoluyla kanıtlanmıştır ki
saldırganlık, başarı standartları, peşin yargı davranışı, şartlanmış heyecan tepkileri, etik
yönelmeler, sapmalara karşı direnç, ödülün ertelenmesinde iyi niyet... Bütün bunlar
yetişkin ya da akran modellerin davranışını görüp etkisinde kalma yoluyla aktarılmış olur.
Bir de şu bulgu vardır; gerçek yaşamdan alınmış modeller kadar bunların betimlenmeleri
de aynı şekilde etki yapmaktadır. Bu da şu düşünceye götürür: Radyo ve televizyon,
sosyal davranışlar, durum alışlar ve değerler üzerinde, kişilik gelişmesi kuramlarında
sanıldığından daha çok etkili bir kaynak olur.
ocuklar, ilişkide bulundukları her modelin kişilik
karakteristiklerini tekrarlamadıkları gibi, yöneltici kimselerin
gösterdikleri her elemanı da taklit etmezler. Benzetilen
davranışın içerik ve derecesinin belirlenmesinde, modelin
saygınlığının, eğitim ile elde edilen niteliklerin, sosyal güçlerin,
modelin davranışı sonucu olarak ceza ve ödülün çok etkili
olduğu görülmüştür.”
Geleneksel davranışçılar bireyin özgüveni, yeterliliği veya
tahmin gibi bilişsel süreçlerin davranış üzerinde etkili
olmadığını iddia ederek Bandura’nın kuramını eleştirmişlerdir.
Bununla birlikte Bandura’nın kuramı psikoloji alanında,
davranışı laboratuvarda inceleme ve klinik ortamda
değiştirmenin etkili yolu olarak büyük ölçüde destek bulmuştur.
Bandura’nın çağdaş psikolojiye katkıları meslektaşları
tarafından kabul edilmiştir. APA’nın 1979 yılındaki başkanı
oydu ve 1980 yılında APA’nın Seçkin Bilimsel Katkı Ödülü’nü
almıştır (Schultz&Schultz, 2007, s.509).
Julian Rotter ve Denetim Odağı Kuramı

1916’da Yahudi gçömeni olan bir ailenin üçüncü çocuğu olarak


Broklyn’de doğmuştur. Babası başaşrılı bir iş adamı olarak
ilerlerken Amerika’daki “büyük depresyon / kriz” olarak
adlandırılan ekonomik buhrandan etkilenmiş ve bu durum
Rooter çevresel etmenlerin insanlar üzerindeki etkisini fark
ederek psikolojiye yönelmesine neden olmuştur. Lisede Freud
ve Adler’in kitaplarını okumuştur. Brooklyn Koleji’nde
Adler’in seminerlerine ve evindeki toplantılara katılmıştır.
Klinik psikoloji alanında doktora yapmıştır.

 Dünya Savaşı boyunca Amerikan hava kuvvetlerinde


askerliğini tamamladıktan sonra Ohio State Üniversitesi’nde
çalışmaya başlamıştır. 1954’te Sosyal Öğrenme ve Klinik
Psikoloji adlı kitabını basmıştır. 1989’da Amerikan Psikoloji
Derneği’nden başarı ödülü almıştır. 2014 yılında Connecticut’ta
evinde ölmüştür.
Rotter, sosyal öğrenme teorisi (social learning theory) terimini
kullanan ilk kişidir. Denetim Odağı Kuramı, öznel deneyimlerin
varlığını kabul eden bilişsel bir yaklaşımdır. Rotter’a göre
insanlar, kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olabilme ve
yaşamlarına etki eden faktörleri kontrol edebilme yeterliliğine
sahiptir. Dolayısıyla davranışların şekillenmesinde dışsal
pekiştireçler kadar içsel pekiştireçlerin de önemi vardır. Dışsal
ve içsel pekiştireçlerin davranış üzerindeki etkisini ise dinamik
bilişsel süreçler belirlemektedir. 
Rotter’a göre dört bilişsel ilke davranışın sonuçlarını
belirlemektedir
(Ağır, 1997, s. 6-10) :
1. Davranışın sonucu hakkında, o davranışı izlemesi muhtemel
pekiştirmenin türü ve miktarı açısından öznel bir beklenti söz
konusudur.

2. Belirli bir şekilde davranmanın belli bir pekiştirmeye sebep


olacağı ihtimali hesaplanarak davranış bu heseplama -
değerlendirme doğrultusunda yapılır, düzenlenir.

3. Pekiştireçlerin değeri aynı değildir. Birbirinden farklı


oranlarda göreli olarak pekiştirecin önemi değişir. Dolayısıyla
pekiştirecin göreli değeri davranışta etkilidir.

4. Her birey için pekiştireçlerin değeri öznel olarak farklılık


içerir. Çünkü bireylerin psikolojik çevreleri birbirinden farklı
olduğundan pekiştireçler farklı bireyler için aynı değere sahip
olmayabilir.
Rotter’a göre bireyin öznel yaşantıları ve beklentileri, farklı
dışsal deneyimlerin onun üzerindeki etkisini belirler. Rotter,
öznel yaşantılar ve beklentileri içsel biliş durumları olarak ifade
etmektedir.
Rotter “Beklenti - Değer” kuramında, insanların bir davranışı o
davranıştan bir sonuç beklentisi olduğu için yaptığını, bu
sonucun da bir değeri olduğunu belirtmektedir ve bireyin
davranışını bu iki temel etkene indirgemektedir.
Rotter’ın kuramına göre pekiştirmenin kaynağı ile ilgili bireyin
algısının davranışlar üzerindeki etkisini de açıklamaktadır.
Rotter’a göre bazı insanlar pekiştirmenin kendi davranışlarına
bağlı olduğunu düşünürken bazı insanlar pekiştirmenin dışsal
güçlere bağlı olduğunu düşünmektedir. Rooter, ilk gruptaki
insanların iç denetim odağına (internal locus of control), diğer
gruptaki insanların ise dış denetim odağına (intemal locus of
control) sahip olduklarını ve her ikisinin de davranış üzerindeki
farklılık yarattığını belirtmektedir
Dış denetim odaklı bireylerin sahip oldukları yetenekleri ve
davranışlarıyla sonucu çok az değiştirebilecekleri beklentisine
sahiptirler. Dolayısıyla kendi durumlarını değiştirmek veya
iyileştirmek için ya hiç çaba göstermezler ya da çok az çaba sarf
etmektedirler. İç denetim odaklı bireyler ise kendi
yaşamlarından yani sonuçlardan sorumlu olduklarını düşünerek,
bu doğrultuda davranışlar ortaya koyarlar.
Rotter’ın araştırması iç denetim odaklı insanların fiziksel ve
ruhsal olarak dış denetim odaklı insanlardan daha sağlıklı
olduğunu ortaya koymaktadır. İç denetim odaklı insanların kan
basınçları genellikle düşüktür, kalp krizi geçirme oranları daha
düşüktür, anksiyete ve depresyon durumlarını daha az
yaşamaktadırlar. Ayrıca yapılan araştırmalar, bu bireylerin
akademik başarı düzeylerinin daha yüksek, sosyal yetenekleri
gelişmiş ve popüler bireyler olduğunu göstermektedir. Dıştan
denetim odaklı bireylere göre içten denetimlilerin kendilerine
olan benlik algıları daha olumlu ve benlik saygıları daha
yüksektir. 
Rotter, Bandura ve Skinner (edimsel şartlanma) ile temel bazı
kavramları paylaşmaktadır. Gözlem her üç kuramcının ortak
yönü olmakla birlikte gerek Rotter’ın gerekse Bandura’nın
kuramı bireyin bilişsel süreçlerini önemsemektedir.
Rotter’in değer kavramı, Skinner’ın önem verdiği ödüllenme
kavramını ve Bandura’nın güdülenme sürecini karşılamaktadır.
Ancak gerek Rotter gerekse Bandura da bu davranışsal değil
bilişsel düzeyde bir ödüllenmedir

You might also like