You are on page 1of 29

PSİKOLOJİ TARİHİ

Psikolojiyi felsefeden ayıran ve yeni bir disiplin olarak ortaya çıkmasını sağlayan şey kabul edilen yeni
yaklaşımlar ve teknikler olmuştur.

1979 yılında Wilhelm Wundt ilk psikoloji laboratuvarını kurmuştur.

1887’de G. Stanley Hall Amerika’da kurulan ilk psikoloji dergisi Amerikan Psikoloji Dergisi’ni kurmuştur.

1892 yılında Amerika Psikoloji Derneği APA kurulmuştur.

Psikoloji derslerinin üniversitelerde okutulması 1911 yılına kadar uzanmıştır.

Psikolojiyi Şekillendiren Güçler

-Ekonomi: Göç vb. sonucu olarak hayata girdi.

-1. Ve 2. Dünya Savaşları: Uygulamalı psikoloji gelişmiştir.

-Önyargı ve ayrımcılık

-Cinsiyet

-Etnik köken

Psikoloji Üzerindeki Felsefi Etkiler

Mekanik Ruh à 17. Yüzyılın psikolojiye zemin hazırlayan temel düşüncesi mekanik evren algısıdır. Evren
bir makine gibi birbirini etkileyen ve etkilenen bir mekanizmadır. ‘’Saatler’’ evrene benzetilmiştir.

Determinizm à Evrenin saate benzetilmesi sonucunda gelmiştir. Her bir hareketin geçmiş olaylar
tarafından belirlendiği düşüncesine denir. Sebep ile sonuç arasındaki değişmez zorunlu bağ. ‘’Kadercilik’’

Evren tahmin edilebilir. Birbirini tetikleyen olaylar, nedensel zorunluluklar doğurur.

İndirgemecilik à Saati ayırarak her bir mekanizma çözülebilir düşüncesi zeminini oluşturur. Olayların ya
da olguların onları oluşturan daha küçük parçaların çözümlenerek anlaşılabileceği fikrine dayanır.

Modern Bilimin Başlangıcı

Deneycilik egemen haline gelmiştir.

1.Rene Descartes: Modern psikolojisinin kurucusudur. Beden ruh arasındaki etkileşimi çözme girişimi
vardır. Descartes ruh kadar bedenin de ruh üzerinde etkili olduğunu ifade etmiştir. Bedenin öne çıkması
araştırma yöntemi olarak gözlemin merkeze oturmasına yardımcı olmuştur.

Descartes’e göre ruh tek parçadır ve tek bir yerde bedenle etkileşime girebilir à Beyin epifizi.
Yeni Psikolojinin Felsefi Temelleri

1.Pozitivizm: 19. Yüzyıl. Tartışılabileni değil yalnızca nesnel olarak gözlemlenebilen gerçeklere dayalı bir
sistem olarak ele alınabilir. Metafizik temelli her şey reddedilmiştir.

2.Materyalizm: Felsefe içinde metafiziği reddeden bir diğer düşüncedir. Beynin anatomik ve fiziksel yapısı
üzerinde durmuştur.

3.Empirizm: Zihnin, bilgiyi duyusal deneyimlerle elde ettiğini savunurlar.

-John Locke: Doğuştan gelen bilgi bulunmaz. Bilgi deneyimler yoluyla öğrenilir. Dış ve iç deney olmak
üzere. Duyum dış deneydir ve duyusal girdiler sonucu fikirler oluşur. Yansıma iç deneydir ve zihin dış
deneyler hakkında düşünüp muhakeme yaparak yeni bilgiler oluşturur.

Basit tasarımlar, duyu organları aracılığı ile doğrudan edinilen bilgilerdir. İki basit tasarım bir karmaşık
tasarım oluşturur.

Birincil nitelikler, biz onları algılasak da algılamasak da var olurlar. Örnek: Binanın şekli ve boyutları. İkincil
nitelikler, nesne aslında yoktur. Tecrübe eden kişiye bağlıdır. Örnek: Renk, koku, tat vs.

-George Berkeley: Berkeley de dış dünyaya ait tüm bilgilerin deneyimler sonucu olduğunu söyler. Tüm
bilgiler bireyin algısının ve tecrübelerinin ürünüdür. (İkincil nitelikler)

-David Hume: Basit çağrışımların karmaşık çağrışımları oluşturduğunu yani çağrışım teorisini kabul
etmiştir. Biz algılayana kadar madde dünyası yoktur.

-James Mill: İnsan zihninin makineden başka bir şey olmadığını söyler. Kişi uyaranlara otomatik cevap
verir. ‘’Skinner’’

-John Stuart Mill: James Mill Locke’un boş levha fikrini kabul etmiş ve John doğduğunda levhayı
doldurmak için titiz bir öğretmenlik yapmıştır.

Psikoloji Üzerinde Fizyolojinin Etkileri

Fizyologların beyin üzerinde yaptığı çalışmalar psikoloji açısından oldukça önemliydi çünkü beynin hangi
bölgesinin nasıl bir işlevi yerine getireceğini ortaya çıkaracaktı.

Frenoloji; beynin şekli ile ilgili yapılan çalışmadır. Ne kadar büyükse o kadar zeki olacağını söyleyen teori.
Doğruluğu yoktur.

Deneysel Psikolojinin Başlangıcı

1.Hermann Von Helmholtz: Psikolojiye ilgisi, sinir akımlarının hızı, görme ve duyma araştırmaları
yoluyladır. Sinir iletimleri üzerine ölçümler yapmıştır.

2.Ernst Weber:

-İki Nokta Eşiği à Deri üzerindeki iki nokta arasındaki ince farklılığı deneysel olarak belirleme çalışmasıdır.
Deneklerin iki ayrı duyum hissettiklerini söyledikleri eşik iki nokta eşik olarak ifade edilir.
-Ancak Fark Edilebilen Farklar à Bu araştırmada da biri standart olmak üzere iki ağırlığın kullanılarak
hangisinin daha ağır olduğunun denek tarafından bulunması istenmiştir. Ağırlıklar arasında fark az
olduğunda ağırlığın aynı olduğu, fark arttığında ağırlıklar arasında eşitsizlik olduğu sonucuna varılmıştır.

3.Gustav Theodor Fechner: Ruh ve bedenin aynı olduğunu iddia eder.

4.Wilhelm Wundt: Modern psikolojinin kurucu babasıdır. Formal ve akademik olarak psikolojinin
kurucusu. İlk laboratuvarı kurdu. Bir bilim olarak deneysel psikolojiye başladı.

Wundtçu psikolojinin ana konusu ‘’bilinç’’tir.

Wundt bir gerçeğin araştırılmasındaki ilk adımın bu gerçeği oluşturan unsurların tek tek tanımlanması
olduğunu ifade etmiştir.

Wundt’un sistemi iradecilik olarak adlandırılmıştır. Çünkü zihnin veya bilincin kendi kendini
düzenleyebilmesinden bahsediyordu.

*İçebakış Metodu, Kişinin eline aldığı ağırlıklardan hangisinin daha ağır olduğunu söylemesi, acıktığını
söylemesi, duyu organlarından birine uyarıcı verilip duyumları hakkında konuşması içebakış yöntemini
ifade etmektedir.

Wundt’un ulaştığı üç duygu boyutu vardır: Hoş- hoş olmayan, gerilim- rahatlama, heyecan- çöküntü.

1.Yapısalcılık
E.B. Titchener

Titchener bilincin yapısını şekillendiren elemanlar üzerinde durmuştur. Psikolojinin asıl görevi bilinçli
deneyimlerin doğasını keşfetmek, yan, parçaları analiz etmektir.

Bilinç, belirli zamanda var olan yaşantılarımızın tamamıdır. Zihin ise ömrümüz boyunca biriken
yaşantılarımızın tamamına denir. Titchener’e göre psikoloji zihin araştırmasını gerektirir. Bireysel olarak
zihni ve bireylerin zihinleri arasındaki farkları değil. Asıl olan zihni anlamaktır.

Psikolojinin konusu bilinçli deneyimler ve yaşantılardır. Herhangi bir konunun psikolojinin araştırma
konusu olması için o deneyimin birey tarafından yaşanması gerekmektedir. Örnek: Odanın ısısı 40
derecedir. Bu psikoloji konusu değildir. Odanın sıcaklığı bir kişiyi rahatsız ediyorsa o zaman psikolojinin
konusu olur.

-Uyarıcı Hatası à Zihinsel sürecin gözlenen nesne ile karıştırılmasıdır. Örnek: Elmayı gören birey elmayı
elma olarak değil de renk, parlaklık ve hacmi açısından rapor ederse uyarıcı hatasına düşmüş olur.

-İç Gözlem à Titchener iç gözleme önem verir. Ona göre iç gözlemi ancak iyi eğitilmiş kişiler yapabilir.
Herkes deneyimi uyarıcı açısından tarif eder. Kırmızı, yuvarlak şeyi elma olarak adlandırmak gibi.

Titchener’in Deneysel Yaklaşımı

İç gözlem + deneysel = Psikolojik gözlem


Titchener ve ekibi iç gözlemi bazen laboratuvar ortamından dışına taşımıştır: mide tüp deneyi,
öğrencilerden tuvaletlerini yaparken neler hissettiklerini ve cinsel deneyimler sırasında hissettiklerini
kaydetmelerini istemiştir.

Titchener’e göre üç temel bilinç durumu vardır: Duyumlar, imgeler, duygusal durumlar.

Duyumlar 4 özelliğe sahiptir: Nitelik, yoğunluk, süreklilik, belirginlik. Duygular sadece üçüne sahiptir.
Duygular belirginlikten yoksundur.

Titchner’in ölümüyle yapısalcılık çökmüştür.

İç gözleme gelen eleştiriler à Tümevarımsal olamaz. Zihnin patoloji derecesi nedeniyle kendilik raporuna
güvenmek neredeyse imkansızdır. İç gözlemsel bilgi bilimden beklediğimiz genellebilirlik özelliğini taşımaz.

2.İşlevselcilik
İşlevselciler zihnin işlevleri ile veya organizmanın bulunduğu çevreye uyum sağlaması ile ilgilenir.

İşlevselcilik Wundt psikolojisine ve Titchener yapısalcılığına karşı çıkıştır. Karşı çıkılan şey zihnin yararlı ve
pratik işlevlerinin dikkate alınmaması olmuştur.

1850’lerden günümüze gelmiştir. Amerikan psikolojisi olarak da adlandırılabilir.

2.1.Charles Darwin

-Evrim Teorisi

-Doğal Seçki Yoluyla Türlerin Kökeni Üzerine

Örnek: Zürafa nesiller boyunca yüksek yerdeki yapraklara uzana uzana bu uzun boyuna sahip olmuştur.

İnsan Benzeri Hayvanlarla Karşılaşma

1835- Şempanze sergisi

1837- Orangutan sergisi. Bu hayvanlara bazı davranışlar öğretilmiş (masaya oturma, çatal kullanma vs.)
insan gibi giydirilmişlerdir.

Doğal Seleksiyon à Malthus: İnsanoğlunun açlığın kıyısında yaşadığını çünkü yiyecek stoğu ile nüfus artışı
arasında paralelelik olmadığını ifade etmiştir. Böyle bir ortamda ancak kurnaz olanlar hayatta kalabilirler.
Darwin’in doğal seçki fikrinin temelini oluşturur.

Doğada çevrelerine uyum sağlayanların hayatta kaldığı diğerlerinin ise yok olduğu bir doğal seçki süreci
bulunmaktadır. Çünkü türler hayatta kalmak için sürekli bir mücadele içindedirler. Bu mücadele ortamında
hayatta kalmayı başaranlar zor da olsa çevresel koşullara uyum sağlayanlardır.

Darwin aynı zamanda bir hayvanın yaşamı boyunca edindiği deneyimlerle meydana gelen şekilsel
değişikliklerin sonraki nesillere de aktarılacağını savunan Lamarckian öğretisine de inanıyordu.
Darwin’e göre yüz ifadeleri ve vücut dili kişinin duygusal durumunu yansıtan doğuştan gelen kontrol
edilemeyen göstergelerdir. Acı çekince yüzü buruşturmak, mutlu olunca gülümsemek insanın
maymundan geldiğinin işaretidir.

Darwin’in Psikoloji Üzerindeki Etkileri

Hayvan psikolojisi üzerine yoğunlaşarak günümüz karşılaştırmalı psikolojinin temelini attığı söylenebilir.
İnsan zihni hayvan zihninden evrim geçirerek oluştuysa, insan ve hayvan zihninin işleyişi birbirine
benzeyecektir.

Bilincin yapısı yerine işlevleri üzerinde durmuştur. Bireysel farklılıkların tanımlanması ve ölçülmesi
üzerinde durdu.

Bireysel Farklılıklar: Sir Francis Galton

İnsanın yeteneklerindeki zihinsel kalıtımı ve bireysel farklılıkları çalışarak evrim ruhunu psikolojiye etkin
bir şekilde uygulamıştır.

Zihinsel kalıtım à Galton, yeteneklerin veya dehanın belli aileler içinde doğduğunu ifade eder. Galton’un
nihai hedefi daha sağlıklı ve seçkin bireylerin dünyaya gelmesi ve sağlıksız bireylerin dünyaya gelmesini
engellemekti. Bu amaca ulaşmak için soy arıtımı bilimini oluşturmuştur. Ona göre üstün yetenekli kadın ve
erkeğin seçilerek evlendirilmeleri üstün yetenekli ırkın ortaya çıkmasını sağlayacaktı. Üstün yeteneklileri
tespit etmek için de zekâ testleri geliştirmeye niyetlenmiştir.

Zihinsel Testler à Galton’a göre zekâ kişinin duyusal kapasitesi ile ölçülebilir ve yüksek duyusal kapasite
yüksek zekâ demektir. Bu varsayım tüm bilgilerin kaynağının duyumlar olduğunu ile süren empirist John
Locke’dan türemiştir.

Zihinsel İmge à Kişiden daha önceki bir deneyimini hatırlamaları istenir. Örnek: Sabah kahvaltısı.

Bulanık- net, renkli- renksiz, detaylı- detaysız vs. amaç, kalıtımsal düşünceleri desteklemektir. Kardeşler
benzer şekilde hatırlamaktadır.

Hayvan Psikolojisi ve İşlevselciliğin Gelişimi

Daha önce Descartes’in hayvanların birer otomat olduğu fikri bilim dünyasına hâkim iken teoriyle birlikte
bu görüş yön değiştirmiştir.

Türlerin kökeni çalışmasıyla insan ve hayvan zihni arasında keskin bir farklılık olmadığı kesin hale gelmişti.
Darwin alt düzey hayvanlarında acıyı ve hazzı, mutluluğu ve mutsuzluğu hissettiklerine rüya gördüklerine
hatta bir dereceye kadar düş gücüne sahip olduklarına inanıyordu. Darwin İnsan ve Hayvanlarda
Duyguların İfadesi kitabında insan ve hayvan zihni arasında bir süreklilik olduğunu ispata çalışmıştır.
Birisini küçümserken dudaklarımızı bükmemiz hayvanların birbirlerine öfkelenirken azı düşlerini
göstermelerinden arta kalın bir davranıştır.

2.2.George John Romanes

1893 yılında karşılaştırmalı psikolojinin ilk kitabı kabul edilen ‘Hayvan Zekası’nı yayınladı. Hayvan zekâsı
araştırmalarını sistematik hale getirip somutlaştırmıştır. Romanes Darwin’in teorisini insan zihni ile hayvan
zihni arasındaki sürekliliği ispatlamaya çalışıyordu. Darwin onu insan bedenine uyguladığı evrim teorisini
zihne uygulaması için seçmiş ve hayvan psikolojisi ile ilgili tüm notlarını ona vermiştir.
İşlevselciliğin Kuruluşu / Gelişimi

1.Herbert Spencer: Evrim teorisinin de temel ilkesi olan ‘ancak en uyumlu olanın hayatta kalacağı’ ilkesi
ilk defa Spencer tarafından dile getirilmiştir.

-Sosyal Darwinizm: Evrimin insan doğasına ve insan topluluklarına uygulanmasıdır. En iyi olan hayatta
kalacaksa yaşayanlar en iyilerden oluşmalıydı. Gidişatın doğal düzenine müdahale edilmediğinde
mükemmellik kaçınılmazdı.

İnsanlar ve diğer sosyal yapılar kendilerini, kendi toplum şekillerini geliştirmek üzere kendi hallerine
bırakılmalıydı. Tıpkı diğer türler gibi. Bu noktada devletin eğitim hakkı ve barınmayı desteklemek için de
olsa insanların hayatına müdahale etmesine şiddetle karşı çıktı. Devletten gelecek her yardım doğal evrim
sürecine karışmak olacaktı. Bu girişimler toplumu zayıflatacaktı.

Sadece en güçlü olanın yaşamasına izin verilerek insan ve toplum mükemmelliğe doğru gidebilir. Bu görüş
Amerikan bireysel tarzına oldukça uygundu. En güçlü olanın yaşaması ve var olmak için mücadele
Amerikan toplumunun ulusal bilincinin bir parçası haline geldi.

-Sentetik Felsefe: Spencer’a göre Evreni oluşturan her şey büyüyüp gelişmektedir.

Büyüyüp gelişen her şey önceleri basit ve homojendir. Daha sonra fark edilebilir biçimde ayrı parçalar
ortaya çıkar (farklılaşma, -differentiation), sonraki aşamada bu tek tek parçalar işlevsel bir bütün
oluşturmak üzere (bütünleşme-integration) birleşirler.

2.William James: İşlevsel psikolojinin öncüsüdür. Ona göre psikoloji kötü küçük bir bilimdi. Yaptığı bir
konuşmada psikolog olarak tanınmak istemediğini belirtmiştir.

Özgür iradenin varlığına inanmış ve özgür iradenin ilk eyleminin özgür iradeye inanmak ve iradenin etkisi
ile kendi kendini iyileştirmeye inanmak olduğunu ifade etmiştir.

Ona göre psikolojinin amacı çevreye uyum sağlamakta olan insanların araştırılmasıydı. Deneyim
elemanlarının keşfi değildir.

Ona göre bilincin işlevi hayatta kalmak için gerekli olan amaçlara ulaşmaya kılavuzluk etmektir. Bilinç
karmaşık bir ortamdaki karmaşık bir varlığın amaçlarına uygun bir varlıktı James’a göre. Bilinci
elementlerine ayırmanın mantıksız olduğunu çünkü sürekli olan ve bir ırmak gibi akan bir şey olduğunu
söylemiştir. ‘’Bilinç akışı’’

James bilincin biyolojik bir faydası olduğuna diğer türlü var olamayacağına inanmıştır. Bilincin amacı bizim
seçimler yapabilmemizi sağlayarak çevremize uyumlu hale getirmeye çalışmasıdır. Bilinçli seçimler ile
alışkanlıklar birbirinden farklıdır. Alışkanlıklar bilinçdışı istemsiz oluşur. Organizma yeni bir problemle
karşılaştığında veya yeni bir uyum durumu ile karşı karşıya kaldığında sahneye bilinç çıkar.

*Metotları à a. İç Gözlem: İçimize bakarak bilinç durumlarını keşfedebiliriz düşüncesi hakimdir.

b. Pragmatrem: ‘’Pragmatizm’’ Pragmatik bakış açısının temel ilkesi, bir fikrin veya bilginin güvenirliği, o
fikir veya bilginin sonuçlarının göz önüne alınarak test edilmesindedir. Buna göre bir şey işliyorsa
doğrudur.
c. Heyecan Teorisi: Geleneksel görüş, bir ayıyı görürüz, korkarız ve koşarız şeklinde iken James ayıyı
görürüz koşarız ve korkarız demiştir. Heyecan bedensel değişikliklerin ortaya çıkması esnasında
hissedilenden başka bir şey değildir.

d. Alışkanlıklar: Yaşayan tüm varlıklar alışkanlıklar yığınından ibarettir. Alışkanlıklar sinir sisteminin işleyişi
için gereklidir. Alışkanlıklar sinir sisteminin işleyişini kolaylaştırıp daha az dikkatle işlemesine yardımcı olur.

3.Mary Whiton Calkins: Akademide cinsiyet ayrımcılığına tabi tutulan Calkins psikolojiye kalıcı katkılarda
bulunmuştur. Kısıtlamanın nedeni erkeklerin doğal entelektüel üstünlüklerinin olduğu inancıydı.
Kadınlarda bu özellikler noksan olduğundan verilecek emekler boşa gidecektir. Darwin, Hall, Thorndike,
Cattell ve Freud bu düşüncede olan bazı ünlülerdir.

Darwin pek çok tür üzerinde yaptığı çalışmalarda, erkeklerin fiziksel özellik ve yeteneklerinin gelişiminin
kadınlara nazaran daha geniş bir alana yayıldığını tespit etmiştir. Kadınların özellik ve yeteneklerinin ise
daha çok ortalama civarına yığıldığını tespit etmiştir. Bu özellikler kadınların eğitimden daha az
faydalandıkları ve zihinsel veya akademik çalışmalarda daha az başarı gösterecekleri şeklinde
yorumlanmıştı. Kadın beyni erkek beyninden daha az evrim geçirmişti.

Cinsiyet ayrımcılığının bir diğer nedeni olan teoride ise yüksek eğitim gören kadınların fiziksel ve duygusal
açıdan zarar gördüğü ifade edilmekteydi. Hall eğitimli kadınların adet döngülerinin bozulduğunu ve
böylelikle annelik dürtülerinin zayıfladığını, bu durumun da anneliğe yönelik biyolojik şartları tehlikeye
attığını ifade etmekteydi. Eğer kadınlar eğitilecekse anneliğe yönelik eğitilmeliydi.

4.Helen Bradford Thompson Wooley: Çocuk işçiler üzerinde yaptığı çalışmalarla eyalet kanunlarının
değişmesine sebep olmuştur.

Chicago üniversitesindeki doktora tezi kadınların biyolojik olarak erkeklerden aşağı olduğu yolundaki
Darwinci düşüncenin ilk deneysel testi idi. 25 kadın 25 erkek üzerinde yapılan bu çalışmada deneklere
motor yeteneklerini, duyusal eşiklerini (tat, duyma, görme, koklama, ağrı), düşünsel yetenek ve kişilik
özeliklerini ölçmek amacıyla test bataryası verildi. Sonuçlar duygusal işlevlerde cinsiyete dayalı bir
farklılık olmadığını düşünsel yeteneklerde ise önemsenmeyecek kadar düşük bir farklılık olduğunu
gösterdi.

Bundan başka veriler, hafıza ve duyusal algı alanlarında kadınların erkeklerden biraz daha nitelikli
olduğunu ortaya koydu. Wooley bu farklılıkları biyolojik belirleyicilerden çok sosyal ve çevresel faktörlere
(çocuk yetiştirme tarzları ve erkek ve kadından beklentilere) atfederek o güne dek görülmemiş bir adım
attı.

5.Leta Steffer Holligworth: Katılımcıları bebekler, kadın ve erkek fakülte öğrencileri ve deney sırasında
adet gören kadınlardan oluşuyordu. Son grup özellikle istenen bir gruptu. Çünkü o zamana kadarki
mevcut inanca göre kadınların bu özel durumları algısal ve motor becerilerde veya düşünsel yeteneklerde
bozukluğa yol açıyordu. Sonuç; kadınların aşağı olduğu ve özel durumlarında performanslarının (algı,
düşünsel vs.) düştüğü inancı yanlış çıkmıştı.
İşlevselciliğin Kuruluşu

1.John Dewey: Dewey psikolojiye en uygun çalışma konusunun organizmanın içinde bulunduğu çevrede
araştırılması olduğunu iddia etmiştir.

2.James Rowland Angell: Ona göre bilincin işlevleri organizmanın uyum yeteneklerini geliştirmektir.
Psikoloji ise organizmanın çevreye uyum sağlamada zihnin ona nasıl yardımcı olduğunu araştırmalıdır.

3.Harvey A. Carr: Carr psikolojinin konusu olarak zihinsel etkinlikleri (hafıza, algı, duyular, hayaller)
görmüştür. Zihinsel etkinliklerin araştırılmasında hem iç gözlem hem de nesnel gözlemin geçerliliğini
kabul etmiştir.

4.Robert Sessions Woodworth: ‘’Dinamik Psikoloji’’ Dinamik psikoloji kavramıyla psikolojinin değişim ve
değişimdeki nedensel faktörlerin yorumlanmasıyla ilgilenmesi kastedilmektedir. Ona göre psikoloji bilgisi
uyarıcı-tepkinin doğasının araştırılmasıyla başlamalıydı. Ancak sadece bununla meşgul olmamalıydı. Odak
uyarıcı-tepki olursa organizma gözden kaçırılmış olurdu. Organizma sadece uyarıcıya tepki verirken
değişken enerji seviyesi kadar, şimdiki ve geçmiş deneyimlerin de etkisindedir. (Verilen tepki sadece
alınan uyarıcıya bağlı değildir.)

İşlevselciliğe Yönelik Eleştiriler

-işlev kavramının açık bir şekilde tanımlanmaması

-İşlevselcilerin uygulamaya ve pratik etkinliklere yönelik ilgileri hatalı bulunmuştur.

İşlevselciliğin Katkıları

-Hayvan davranışları üzerinde giderek artan sayıda çalışmayı ortaya çıkarmıştır.

-Zihinsel testler, anketler ve davranışın nesnel betimlenmesine yönelik veri toplama yollarına izin
verilmiştir.

3.Uygulamalı Psikoloji
Almanya’da eğitim alıp Amerika’ya dönen psikologlar, Alman psikoloji anlayışını Amerikan türüne
dönüştürmüşlerdir. Zihnin ne olduğu ile ilgili değil, nasıl çalıştığı ile ilgilendiler.

Uygulamalı psikologlar psikolojiyi gerçek hayatın içine; okullara, fabrikalara, reklamcılık şirketlerine,
mahkemelere, ruh sağlığı merkezlerine ve çocuk rehberlik kliniklerine yerleştirmeye çalışıyorlardı.

Ekonomik zorluklar bu alana yönelmelerini engellemiştir.

1.Granville Stanley Hall: Leibzing’deki ilk psikoloji laboratuvarının ilk Amerikalı öğrencisidir. 1887
Amerikan Psikoloji Dergisi’ni kurdu. Psikanalizin Amerika’da ilgi toplamasının nedenlerinden biridir.
Freud ve Jung’u Amerika’ya davet eden ilk Amerikalıdır.

Evrim teorisi Hall’ın yaklaşımının temelini oluşturur. Zihnin normal gelişimi bir dizi evrimsel süreç
içermektedir. Evrim teorisini eğitim psikolojisine uygulamıştır.

Çocuk ve ergen psikolojisi alanında çalışmıştır. Çocuk çalışmaları hareketine öncelik etmiştir.
Kadınları ve diğer azınlık sınıflarını üniversiteye kabul etmiştir. (Siyahiler, Japonlar, Yahudiler)

Ergenlik kavramını literatüre kazandıran kişidir.

2.James Mckeen Cattell: Zihinsel süreçlerin araştırılmasını uygulamalı ve test yönelimli bir yaklaşım
doğrultusunda etkileyen bir kişi olarak bilinir.

Bilinçten daha çok kişinin yetenekleriyle ilgilenmiştir. Bu açıdan resmi olarak işlevselcilerle bir araya
gelmemiştir.

Hall’in derslerine girmiş, Wund ile çalışmıştır.

İngiltere’ de, Sir Francis Galton ile tanıştı Cambridge Üniversitesi’ nde okutman oldu. Bu iki adam bireysel
farklılıklar hakkında benzer ilgi ve görüşlere sahipti. Cattel ayrıca Galton’un soy arıtımı çalışmalarından
etkilenmiştir. Suçlu ve özürlü insanların kısırlaştırılmasını, çok zeki ve sağlıklı insanların kendi türleriyle
evlenmelerinin teşvik edilmesi gerektiğini öne sürdü.

Zihinsel Testler à Zihinsel testler kavramını ilk olarak kullanmıştır. Cattell’a göre psikoloji ölçüm ve deney
temeline dayanmadıkça, fiziksek bilimlerin keskinliği ve tam doğruluğunu elde edemez.

Daha karmaşık zihinsel yetenekleri ölçen sonraki zekâ testlerinden farklı olarak Cattell’in testleri tıpkı
Galton’un testleri gibi, temel bedensel veya duyusal- motor ölçümlerle ilgileniyordu. Ancak akademik
performans ile bu zekâ testleri arasında korelasyon çıkmamıştı. 1905 yılında Fransız Alfred Binet, Victor
Henri ve Theodore Simon var olan testlerden daha farklı bir ölçme aracı geliştirdiler.

Psikolojik Test Hareketi: Binet, Terman, IQ Testi

Binet Testi: Zihinsel test terimi Cattell tarafından türetilmiş olsa da Binet testi ile tanınmıştır. Bu test
kolaydan zora doğru sıralanmış 30 problemden oluşmaktaydı. Üç işlev üzerine yoğunlaşıyordu: yargı,
kavrama, muhakeme. Test üç sene sonra yeniden gözden geçirilerek genişledi ve zihinsel yaş (mental age)
kavramı ortaya çıktı. Örneğin: Kronolojik yaşı 4 olan çocuk, kronolojik yaşı 5 olan çocukların yaptığı
soruların tamamını cevaplayabilirse bu çocuğun mental age’i 5 olarak saptanır.

Lewis Terman 1916 yılında testin yeni şeklini oluşturdu ve bu yeni standart hale geldi. Teste Stanford-
Binet adını verdi.

Zihinsel yaş ile kronolojik yaş arasındaki oran olan IQ’yu (Intelligence Quotient) ilk olarak Alman
psikolog William Stern tarafından geliştirilmiştir.

Dünya Savaşı ve Grup Testler

ABD’nin 1. Dünya Savaşı’na girdiği 1917 yılında Harvard Üniversitesi’nde Titchener’ in Deneysel
Psikologlar Topluluğunun bir toplantısı yapıldı. Toplantıda bulunan psikologlar, psikolojinin savaş içerisinde
nasıl bir yardımı olabileceği konusunda düşünmeye teşvik edildi. Ordu çok sayıda acemi erin zekâ
durumlarına göre sınıflandırılması ve uygun görevlerle yerleştirilmesi konusunda bir sıkıntıyla karşılaştı.

Stanford Binet testi bir zekâ testidir ve testi uygun bir şekilde verebilmek için bu alanda iyi eğitim almış bir
uzman gerekliydi. Bu test, kısa süre içerisinde çok sayıda insanın değerlendirilmesinde kullanılmaya uygun
değildi. Ordu bu amaçla basit bir grup testine ihtiyaç duyuyordu.
Ordu Alfa ve Ordu Beta testleri geliştirildi. Grup testleri geliştirilse de savaşın bitimine 3 ay kalana kadar
sonuçlar elde edilemedi. Bir milyondan fazla asker test edildi ancak savaş bitmek üzereydi. Bu testler
psikolojinin halkın gözünde önemli bir yere gelmesine katkı sağlamıştır.

Kişilik özelliklerine yönelik grup testlerinin geliştirilmesi ve uygulanmasına dönük çalışmalar da bu


dönemde hız kazanmıştır:

*19. Yy sonunda Alman psikiyatrist Emil Kreapelin, ilk olarak Galton’ un kullandığı bir teknik olan ve
kendisinin serbest çağrışım testi adını verdiği bir test kullanmıştı.

*Carl Jung da 1910 yılında benzer bir çağrışım testi geliştirmişti. Jung bu testi hastalarının komplekslerini
ölçmek için kullandı. Bunların her ikisi de bireysel kişilik testleriydi.

*Ordu nörotik yapıda olan erleri ayırmak istediğini açıkladığında Robert Woodworth, Kişisel Veri
Tabakasını oluşturdu. Kişisel veri tabakası kişinin kendine uyan nörotik semptomları işaretlediği bir
envanterdir. Psikolojik testler asıl zaferlerini savaşta halkın kabulünü kazanarak elde ettiler.

Irk Sorunları

1912 yılında Binet’in testini tercüme eden ve moron (zekâ geriliği) kelimesini ortaya atan Goddard testin
zihinsel engelli kişileri Amerikadan ayrı tutmak için kullanılabileceğini ifade edilmiştir. Zekâ testlerinin
göçmenlere uygulanmasıyla zekâda ırksal faktörlerin etkisine yönelik görüşler arttı.

Göçmenlere yapılan testlerde göçmenlerin çoğunun (Rus %87, Yahudi%83, Macar%80, İtalya%79)12 zeka
yaşının altında zihinsel engellilerden oluştuğu ortaya çıkmıştı.

Verilere göre siyahların IQ seviyesi beyazlar ile Akdeniz ve Latin Amerikalı göçmenlerden daha düşüktü.
Sadece Kuzey Amerikalı göçmenlerin IQ seviyesi beyaz Amerikalılara eşit çıkmıştı.

Kadınların Test Hareketlerine Katkıları

Psikoloji tarihinin büyük kısmında, kadınların üniversitelerde görev almaları etkin bir şekilde
engellenmiştir. Bu nedenden ötürü, birçok kadın psikolog ancak uygulamalı alanlarda, özellikle klinik ve
rehberlik psikolojisi, çocuk rehberliği ve okul psikolojisi gibi hizmet mesleklerinde iş bulabildiler. Kadınlar
bu alanlarda, özellikle psikolojik testlerin geliştirilmesinde ve uygulanmasında, önemli katkılarda
bulundular.

Florence Goodenough 1924 yılında ‘’Bir Adam Çiz Testi’ni’’ geliştirdi. Günümüzde Goodenough- Harris
Çizim Testi olarak bilinmektedir.

James McKeen Cattell'in kızı olan Psyche Cattell Stanford-Binet testinin yaş aralığını aşağı çekmesi, test
hareketine yaptığı katkılardandır. Sayesinde bu test 30 aylık bebeklerle bile kullanılabilmektedir.

Uygulamalı psikoloji kadınlar için istihdam alanı demekti. Kadınların bu alanda çalışmaları onlar için iyi
olmakla birlikte akademik çalışmalardan uzak tutmaktaydı. Bu açıdan küçümsenen bir alan olmuştu.

3.Lightner Withmer: Wundt’un ilk öğrencilerindendir. Witmer psikolojiyi ilk defa normal dışı davranışlara
uyguladı. Dünyanın ilk kliniğini açtı (1896). Ve bu alanı klinik psikoloji ile adlandırdı.

Psikoterapiyi hiç uygulamamış, daha çok okul çocuklarının öğrenme ve davranışsal problemlerinin teşhis
ve tedavisine yönelmişti.
Klinik psikoloji üzerine ilk dersi vermeyi teklif etti. İlk klinik psikoloji dergisini (Psikoloji Kliniği) çıkardı.

Çocuk Değerlendirme Klinikleri à Klinikte akademik alanda sorun yaşayan çocuklarla çalışmıştır. Kliniği
genişletip, sosyal hizmet çalışanı ve doktorları da eklemiştir.

Witmer önceden gördüğü davranış bozukluklarının ve bilişsel yetersizliklerin çoğunun genetik


faktörlerden kaynaklandığını düşünmüştü. Fakat daha sonra klinik deneyimleri artıkça çevresel faktörlerin
daha önemli olduğunu anlamıştır. Witmer ayrıca okul ve ev yaşantısının daha iyiye doğru değişmesiyle
çocuğun davranışlarının da daha iyiye doğru gideceğini belirtmişti. Bu yönüyle hastanın yaşantısıyla iç
içeydi.

Klinik Psikoloji Hareketi

Avrupa’da ilk akıl hastanesi İspanya’da kurulmuştur. İnsanlık dışı koşulları vardı.

İlk çocuk rehberliği kliniği 1909 yılında William Healey tarafından kurulmuştur.

2.Dünya Savaşı durumu klinik psikolojiyi aktif uygulamalı uzmanlık alanı haline getirmiştir.

1.Walter Dill Scott: Wundt’un öğrencisidir. Psikolojiyi reklamcılığa, personel seçimine ve yönetimi
uygulayan ve bu daldaki ilk kitabı yazan kişidir.

İlk uygulama profesörüdür.

İlk psikolojik danışmanlık şirketinin kurucusudur.

Scott, Reklamcılığın Teori ve Pratiği adlı kitabı yazmıştır.

Kolay Etkilenebilirlik Kanunu adını verdiği kanunda şirketlere ürünlerini satabilmeleri için doğrudan
emirler vermelerini tavsiye etmiştir. Örnek: Şu deterjanı kullanın vb.

Buna ek olarak geri dönüşüm kuponları kullanmalarını tavsiye etmiştir. Çünkü bu kuponlar tüketicinin
doğrudan bir iş yapmasını gerektiriyordu. (Kuponu dergi veya gazeteden kesme vb.)

Personel Seçimi à Scott en uygun elemanı seçmek için, görevinde başarılı olan elemanların özelliklerini
belirleyebilmek amacıyla beğeni çizelgeleri ve grup testleri oluşturmuştu.

Scott testlerinde bir kişinin sadece genel zekâsını ölçmeyi hedeflemiyordu, ayrıca bu kişinin zekâsını nasıl
kullandığını da saptamaya çalışıyordu. Bir başka deyişle zekânın günlük yaşamda nasıl işlediğini anlamak
istiyordu.

Endüstriyel ve Örgütsel Psikoloji Hareketi

I.ve II. Dünya Savaşlarının etkisi à Savaşlarda psikologlar erleri test etme, eleme ve sınıflama
görevlerinde bulunmuşlardır. Savaştan sonra ticaret ve sanayi dünyası ile artmıştır.
Hawthorne Araştırmaları ve Endüstriyel Faktörler

‘’Doğru insanla doğru işi eşleştirme’’ 1927 / Western Elektrik Şirketi / Hawthorne Fabrikası. Çalışmalar
alanın sınırlarını; elemanların seçim ve yerleştirmelerinden karmaşık insan ilişkilerine, motivasyondan
moral problemleri doğru genişletmiştir. Bu araştırmaya göre işin gerçekleştiği ortamın sosyal ve
psikolojik ortamı fiziksel koşullardan önemli bulunmuştur.

Kadınların Endüstriyel/ Örgütsel Psikolojiye Katkıları

Wilhelm Wundt’un öğrencilerinden olan Anna Berliner bu alanda öncü kişilerden biri olmuştur.

Bu alanda doktora derecesini alan ilk kişi Lillian Moore Gilbreth’dir.

2.Hugo Münsterberg

Hem ABD’de hem Avrupa’da uygulamalı psikolojinin kuruculuğunu yapmıştır. Uygulamalı psikolojinin
‘’üretken yayıncısı’’ olarak tanınmıştır.

Münsterberg devletin yasaklarına, kadınların kariyer yapmalarına ve onların eğitim veren ve jüri olmaları
gibi alanlarda olmalarına karşıydı ve psikolog kimliğiyle yaptığı savunmalarla da dikkat çekmekteydi.

Adli Psikoloji: Münsterberg’in çalıştığı ilk alandır.

Suçun önlenmesi, zanlıları sorgularken hipnozu kullanması, suçlu insanların araştırılmasında zihinsel
testlerin kullanılması ve görgü tanıklarının ifadelerinin güvenirliği gibi konularda yazılar yazmıştır.

Münsterberg özellikle görgü tanıklarının ifadeleriyle ilgilenmiş, bir suç anında ve kanıtların
toplanmasından sonraki süreçte insan algısının yanılırlığı hakkında araştırmalar yapmıştır.

Taklit suç anları oluşturmuş ve olaya şahit olan tanıkları hemen sorgulayarak o an neler gördüklerini
anlatmaları istenmiştir. Tanıkların gördükleri olay manzarası hafızalarında henüz taze olduğu halde olayın
detayları hakkında fikir birliğine varılamamıştır.

Münsterberg buradan yola çıkarak olaydan sonra ‘mahkemede ifadelerin ne derece doğru olabileceği’
sorusunu ortaya atmıştır.

Klinik Psikoloji: Münsterberg hastalarını bir klinikten çok laboratuvarda ücretsiz olarak tedavi etmiştir.

Zihinsel hastalıkları davranışların uyumsuzluğuyla ilgili bir problem olarak tanımlamıştır. Bu görüş
bilinçaltını kabul etmeyen bir görüştür.

4.Davranışçılık
Davranışçı psikoloji; imge- ruh- bilinç gibi tüm ruhsal terimleri reddetmiş ve bunları anlamsız olarak
değerlendirmiştir. Özellikle bilinç kavramına şiddetle karşı çıkmıştır. Bilinç, dokunulmaz, görülemez,
koklanamaz, tadılamaz veya hareket ettirilmezdir. İç gözlem tekniği anlamsızdır.

1.John Watson: Ona göre psikolojinin gelişmesi önceki yaklaşımların yerini davranışçılığa bırakmasıyla
olmuştur. Watson’un psikolojisi basit, dolaysız ve belirgindir. Etki- tepki açısından nesnel olarak
betimlenebilecek gözlenebilir davranışlarla ilgilenir.
Watson son kitabında; -Çocukları kucaklamayın, öpmeyin kucağınıza oturmasına izin vermeyin

-Eğer zorunluysa iyi geceler dedikten sonra 1 kez alınlarından öpün

-Sabahları onlarla tokalaşın

-Ödüllendirmek için başlarını hafifçe okşayın ibarelerini yazmıştır. Watson aslında kendi kişiliğini kitabına
yansıtmıştır. Oğlu onu, sevgisini göstermeyen, çocuklarını öpmeyen biri olarak hatırlamaktadır.

Davranışçılığın Metotları

a.Gözlem

b.Nesnel test metotlar, daha önce kullanılmakla birlikte, testlerin daha çok davranışlarla ilgili olması
gerektiğini ifade ediyordu. Testler, zekâ ve kişiliği ölçemez, daha çok tepkileri ölçülmeli demiştir.

c.Sözel bildirim, İç gözleme karşı olmakla birlikte tam olarak reddetmemiştir. Sözel bildirim iç gözlemle
barışma olarak ele alınmıştır. Farklı olarak gözlem esnasında sözel ifadeler kullanılmıştır. Watson’a göre
söz gözlenebilir bir davranıştır.

Koşullu Refleks à Watson koşullanmayı "uyarıcı değişimi" açısından ele almıştı. Bir tepkinin, kendisini
gerçekte harekete geçiren uyarıcıdan başka bir uyarıcıyla birleşmiş veya bağlanmış olduğunda
koşullandığını yazdı. (Pavlov ‘un köpeklerinin yiyeceğin görüntüsü yerine zil sesine salya salgılayarak tepki
vermesi)

Davranış bilimi olarak psikoloji sadece uyarıcı ve tepki, alışkanlık edinimi ve alışkanlık bütünleşmesi gibi
terimlerle nesnel olarak tanımlanabilen davranışlarla ilgilenmek zorundadır.

Watson tepkileri;

1. Öğrenilmiş veya öğrenilmemiş olan

2. Açık veya gizil olmak üzere iki türlü ele almıştır.

Açık tepkiler herkes tarafından gözlemlenebilen herhangi bir davranışı ifade etmektedir.

Gizli tepki ise potansiyel olarak gözlenebilen hareketleri ifade etmektedir. İç salgı bezleri iç organların
hareketleri vs. Örnek: İç organların hareketleri uygun bir araçla gözlenebilir.

İçgüdü à İçgüdü gibi görünen insan davranışlarının tüm yönlerinin gerçekte sosyal olarak koşullanmış
tepkiler olduğunu iddia etti. İçgüdüleri yalanlamanın da ötesine geçerek, kalıtsal kabiliyetlerin, mizacın
veya herhangi bir alanda doğal yeteneklerin var olduğunu kabul etmeyi reddetti.

Davranış değiştirilebilir olmadıkça psikoloji davranışı değiştirmek ve kontrol etmek için kullanılamazdı.
Eğer davranışlar içgüdüsel güçler tarafından yönetiliyor olsaydı değiştirilebilmeleri mümkün olmazdı.
Fakat eğer davranış öğrenme ve eğitime bağlı ise değiştirilmesi pekâlâ mümkün olurdu.

Öğrenme à Watson'a göre içgüdüler ve kalıtım yoluyla gelen yetenekler yoktur. Yetişkin, çocukluk
koşullanmalarının bir ürünüdür.

Heyecan à Watson'a göre heyecanlar, belirli bir uyarıcıya karşı basit bedensel tepkilerdir. Uyarıcı (örneğin
bir tehlikenin varlığı) dahili beden değişikliklerine ve öğrenilmiş uygun açık tepkilere sebep olur. Bu görüş,
heyecanın bilinçli algısının olmadığı veya iç organlardan gelen duyumlar yığını olduğu anlamına gelir.
Watson’un Uyarıcı Araştırması

Watson bebeklerin üç temel heyecan davranışı gösterdiğini söylemiştir: korku, öfke ve sevgi.

Korku gürültülü sesler ve desteğin aniden kaybolması ile, öfke beden hareketlerine engel olunarak, sevgi
ise tenin okşanması, sallama ve hafifçe vurarak okşama yoluyla oluşturulmuştur.

Korku, sevgi ve öfkenin öğrenilmemiş heyecanlar olduğuna inanmıştı. İnsanların diğer heyecan tepkileri,
koşullanma süreci boyunca bu üç heyecan aracılığıyla geliştirilir.

Örnek: Albert ve fare deneyi. Watson korkunun koşullanma ile oluştuğunu bir deney ile gösterdi. 11 aylık
bebek Albert'ın fareyi gördüğü her an başının arkasında (demir parmaklığa çekiçle vurularak) gürültülü bir
ses meydana getirilerek korku durumu oluşturuldu. Kısa bir süre içerisinde sadece beyaz farenin
görüntüsü çocukta korku ve huzursuzluk işaretleri ortaya çıkarmaya başladı. Watson beyaz fareye karşı
gelişen bu koşullu korkunun tavşan, beyaz kürklü ceket ve Noel Baba'nın bıyıkları gibi benzer uyarıcılara
da genellenebileceğini gösterdi. Watson yetişkin korkularının, nefretlerinin ve anksiyete duygularının
temelinde erken çocukluk koşullanmalarının olduğuna inanıyordu.

Örnek 2: Peter ve tavşan deneyi. Mary Cover Jones çocuk korkularının yeniden koşullanma ile ortadan
kaldırılıp kaldırılamayacağını test etmek istedi. Denek Peter adında, tavşanlardan korkan (ve korkusu
laboratuvarda oluşturulmamış) bir başka çocuktu. Çocuk yemek yerken, çocukta herhangi bir korku
tepkisinin ortaya çıkmayacağı kadar geniş bir mesafe muhafaza edilerek bir tavşan odaya alınmıştır.
Tavşan, her seferinde çocuk yemek yerken, aşama aşama daha yakına getirilmiştir. Sonunda çocuk korku
duymaksızın tavşanı elleyebilecek duruma gelmiştir. Benzer nesnelere verilen genelleştirilmiş korku
tepkileri aynı yöntemle yok edilebilir.

Hayvan Psikolojisinin Davranışçılık Üzerindeki Etkileri

Watson: Davranışçılık 20. yy’ın ilk on yılındaki hayvan davranışı araştırmalarının doğal sonucudur. Evrim
teorisine göre en düşük seviyeli organizmalarda da akıl vardır ve hayvan aklı ile insan aklı arasında
süreklilik vardır.

Jacques Loeb’e göre hayvanın uyarıcıya verdiği tepki doğrudan ve otomatiktir. Başka bir ifade ile davranış
uyarıcı tarafından zorlandığı için ortaya çıkmıştır, bilinç açısından açıklamaya gerek yok. Loeb, hayvanlarda
bilinci bütünüyle reddetmiyordu. Ona göre hayvanlarda bilinç çağrışımlı bellek aracılığıyla kendini ortaya
koyuyordu. Çağrışımlı bellek: Belirli uyarıcı ve işaretlere istenen şekilde tepki vermedir. Örnek:
Hayvanların isimleriyle çağrılmalarına tepki vermeleri, Belli bir ses eşliğinde karnının doyurulduğu yere
defalarca gitmesi, Akıllı at Hans örneği à Toplama, çıkarma, okuma, renkler gibi bilgi gerektiren birçok
soruya cevap verebiliyordu. Cevabı olmayan sorulara kafasını sağa sola sallayarak cevap veriyordu
(dairenin kaç köşesi var? gibi).

2.Edward Lee Thorndike: Ona göre psikoloji, bilinç elemanları veya deneyimleri değil davranışları
araştırmalıdır. Öğrenme uyarıcı- tepki arasındaki somut bağ çerçevesinde ele alınmalıdır.

Etki Yasası kuramını geliştirmiştir. Etki Yasası, ödül ve başarı ile sonuçlanan davranışların öğrenileceğini,
buna karşılık ceza ve başarısızlıkla sonuçlanan davranışların ise rahatsız edici etkilerinden dolayı,
tekrarlanma olasılığının azalacağını ifade etmektedir.
3.Ivan Petrovitch Pavlov:

-Koşulsuz Tepki à Öğrenme gerektirmeyen doğal bir reflekstir. Örnek: Köpeğin ağzına yiyecek
konulduğunda salya salgılaması.

-Koşullu (şartlı refleks) tepki à Öğrenilen bir şeydir. Yiyeceğin görüntüsüne verilen tepkiyi (salya akıtmayı)
ifade etmektedir. Yiyeceğin görüntüsü ile onu yeme eylemi zihinse birleştirilerek bir çağrışım
oluşturulmuştur.

-Koşullu Uyarıcı à Işık, ses, zil vb. verilir. Ardından koşullu uyarıcı (yiyecek) gösterilir. Birkaç kez beraber
gösterildikten sonra hayvan ışık, sese salya salgılar.

Öğrenme ya da şartlanma gerçekleşebilmesi için ışığın veya sesin birkaç kez yiyeceği takip etmesi
gerekmektedir. Yani pekiştirme gereklidir.

İşlevselciliğin Davranışçılık Üzerinde Etkileri

Cattel’in iç gözlemden bağımsız çalışmalar yapması davranışçılığa zemin hazırlamıştır.

Düşünme Süreçleri

Çevresel düşünme teorisine göre; düşünme beyinde gerçekleşen bir şey değil, içsel konuşma hareketidir.
Çocuklar tüm planlarını yüksek sesle yapar, ancak zamanla toplum onlardan seslerini kısmalarını ister.
Böyle sessiz konuşarak planlama yapmaya devam eder. Zamanla dudak hareketlerine kadar inen bu sesli
konuşma ilerleyen yıllarda dudaklarında ötesine taşınır. Koşullanma yoluyla konuşmayı öğrendikten sonra
düşünme kişinin kendi kendine sessizce konuşmasına döner.

Amerikalı İlk Davranışçılar

1.Edwin B. Holt: Bilinç ve zihinsel fenomenleri reddetmemiştir. Bilinç yaşantılarını fiziksel referanslarla
ilişkilendirmenin mümkün olduğunu düşünüyordu.

Watson gibi çevrenin davranışlar üzerinde daha etkili olduğunu ileri sürse de ondan ayrılan yönleri de
bulunmaktadır. Bundan başka öğrenmenin içsel motivasyona (açlık ve susuzluk gibi içsel ihtiyaç ve
dürtülere) olduğu kadar dışsal motivasyona (dış uyanıcılara) bir tepki olarak ortaya çıkabileceğini
savunmuştur. Bu nedenle Holt içsel dürtülerin varlığını ortaya atan ilk teorisyenlerden birisi olmuştur.

2.Karl Lasley: Watson’un öğrencilerindendir. İki ilke ileri sürmüştür.

-Kütle Eylemi Kanunu: Kütle eylemi teorisi öğrenme etkinliğinin, zarar görmemiş toplam korteks kütlesinin
bir fonksiyonu olduğunu bildirir. Başka bir deyişle, ne kadar fazla korteks dokusu kullanılabilir
durumdaysa, öğrenme de o kadar fazla olmaktadır. Öğrenme korteksin belirli bölümünün
bütünlüğünden ziyade, işlev gören korteks miktarına bağlıdır.

-Eş Potansiyellik İlkesi: Öğrenmeye katkı açısından korteksin bir parçasının bir diğer parçasına eşit
olduğunu ifade eder. Lasley, beynin öğrenmede çok daha aktif olduğunu ortaya çıkarmıştır.

3.Albert P. Weiss: Weiss, psikolojinin gerçekte fiziğin bir branşı olduğuna ve bu nedenle fiziksel olmayan
bir varlığı (bilinç gibi) çalışma konusu olarak öne sürmemesi gerektiğine inanıyordu.

İnsanlar sadece biyolojik değil, aynı zamanda sosyal varlıklardır. Weiss bizim bu iki gücün bir ürünü
olduğumuzu iddia etmiş ve bunu belirtmek için de biyososyal (biosocial) terimini icat etmişti.
Weiss’e göre insan bebeklik süresince sadece biyolojik bir varlıktır. Gelişip olgunlaştıkça diğer insanlarla
iletişim kurması nedeniyle davranışlar sosyal etkiler tarafından şekillenir. Sosyalleşmeyle birlikte biyolojik
güçlerin etkisi azalmaz.

Davranışçılık Eleştirisi

1.William McDougall: Davranışın iç güdü teorisi ile tanınır. İç güdü teorisi bütün insan davranışlarının
doğuştan gelen eğilimlerden kaynaklandığını ifade eder. Böyle bir psikoloji özgür iradeye ve seçme
özgürlüğüne yer bırakmaz.

Watson Davranışçılığının Psikolojiye Katkılar

-Watson'un en önemli katkısı tamamen nesnel bir davranış bilimini savunmuş olmasıdır.

-Watson, psikolojiyi hem metot hem de terminoloji açısından daha nesnel hale getirmiştir.

-Başlangıcından yalnızca 16 yıl sonra Watson davranışçılığının artık itiraz edilecek noktalara ihtiyaç
duymaması gerçek bir övgüdür.

-Watson davranışçılığı yapısalcı duruşu kesinlikle alt etmişti.

5.Yeni Davranışçılık
Watson’cu davranışçılık à Edward Tulman, Edwin Guthrie, Clark Hull, Skinner

*Psikolojinin esası öğrenme çalışmalarıdır.

*Ne kadar karmaşık olduğu dikkate alınmaksızın, davranışların çoğunluğu koşullanma yasalarıyla
açıklanabilir.

*Psikoloji işlemcilik ilkesini uyarlamak zorundadır.

İşlemcilik à Bir görüş/ ilkedir. Amacı; bilim dilini ve terminolojisini daha nesnel ve doğru hale getirmek,
bilimi gerçekten gözlenemeyen veya kanıtlanabilir olmayan problemlerden temizlemektir. İşlemcilik,
belirli bir bilimsel bulgunun veya teorik yapının geçerliliğinin, bunlara ulaşırken kullanılan işlemlerin
geçerliliğine bağlı olduğunu savunur.

İşlemciliği literatüre kazandıran Brdigman’a göre deneysel olarak test edilemeyen kavramlar sahte
problemlerdir. Örnek: Ruhun doğası. Bu nedenle işlemci bakış açısına göre bilincin bilimsel psikolojide
yeri yoktur.

1.Edward Chace Tolman:

-Amaçlı Davranışçılık à Tolman’ın sisteminin temel ilkesidir. Organizmanın kendisini nasıl ‘’hissettiği’’
bilgisine başvurmadan, nesnel davranışçı terimlerle tanımlanabileceğini söylemiştir. Tüm davranışların bir
amacının olduğunu ifade etmiştir. Örnek: Kedi bulmaca kutusundan çıkmayı, insan yeni bir müzik aleti
çalmayı öğrenir.

-Ara Değişkenler à Tolman, davranışı başlatan sebeplerin ve sonunda ortaya çıkan davranışların nesnel
gözleme ve işlemsel tanıma açık olması gerektiğine inanıyordu. Davranışı başlatan sebeplerin beş
bağımsız değişkenden oluştuğunu öne sürmüştür: Çevresel uyarıcı, fizyolojik güdü, kalıtım, önceki eğitim,
yaş.

Ona göre davranış, uyarıcı- tepki ürünü değil, uyarıcı- organizma- tepki ürünüdür.

Ara değişken organizmanın içerisinde olup biten ve organizmanın belirli bir uyarıcıya belirli bir tepki
vermesine sebep olan tüm olaylardır. Davranışı yönlendiren ve çevresel uyaran ile gözlemlenebilen
tepkiler arasında arabuluculuk eden psikolojik süreçleri tanımlamaktadır. Ara değişken örnekleri; bilişleri,
beklentileri, amaçları, varsayımları ve istekleri kapsar.

Ara değişen bağımlı değişken ile bağımsız değişken arasındaki ilişkiye müdahale eden değişkendir.

-Öğrenme Teorisi à Öğrenme temelde çevreyi keşfetme sürecidir. Organizma kendini amaçlarına
ulaştırabilecek çevre hakkında bilgi edinmektedir. Öğrenci saat 12 olduğunda bunu yemeğin izleyeceğini
öğrenir. Saat 12 olduğunda öğle yemeği yeme beklentisi oluşur.

Ona göre hayvan bir dereceye kadar çevreyi tanır. Labirentin içinde rastgele gezen fare bazen yanlış
yollara sapsa da zamanla yiyeceğin yerini keşfeder. Tolman sonraki denemelerde hedefin hayvanın
davranışlarına yön verdiğini ifade etmiştir. Fare labirentte tüm seçim noktalarında bir bilişsel harita
oluşturur ve sonraki denemelerde daha rahat çıkış yolu bulur.

-Gizil Öğrenme à Meydana gelirken dışardan gözlenemeyen öğrenmedir. Labirente aç bir fare bırakılır ve
farenin amaçsızca dolaşmasına izin verilir. Birkaç denemeden sonra yiyecek yerleştirilir ve farenin koşarak
yiyeceğe yöneldiği görülür. Bu durum farenin labirentte gezerken oranın haritasını pekiştireçsiz bir şekilde
öğrendiğini göstermektedir.

2.Edwin Ray Guthrie: Bilimin sadece nesnel olarak gözlemlenebilir olaylar ve koşullarla ilgilenmesi
gerektiğini savunmuştur.

-Tek Deneme Öğrenmesi à Tüm öğrenmelerin etki ve tepki bitişikliğine bağlı olduğunu söylemişti. Bir
uyarıcıya gösterilen tepkinin başka bir zaman aynı uyarıcı ile karşılaşıldığında gösterilme eğilimi vardır.

Bir uyarıcı bir kez bir tepkinin ortaya çıkmasına neden olursa S-R (etki-tepki) birleşimi hemen kurulur.
Bu tek deneme öğrenmesi durumudur. Onun sisteminde ödül ve tekrar bir temel oluşturmamaktadır.

3.Clark Leonard Hull:

-Algı Dayanağı à Hull, insan davranışının organizma ve çevre arasında süregelen etkileşim olduğuna
inanmıştı. Hem çevreden gelen uyarıcı hem de organizmanın gösterdiği nesnel davranışlar gözlenebilir.
Bununla birlikte bu etkileşim gözlenebilir uyarıcı-tepki terimlerini aşan bir şeydir. Bu aşma durumu algı
dayanağı olarak adlandırılabilir. Algı dayanağı, organizmanın kendine has çevresine biyolojik uyumudur.
Organizmanın hayatta kalması biyolojik uyum ile sağlanır.

Biyolojik uyum tehlikeye girdiğinde organizma ihtiyaç durumu içerisinde olur. Hull’a göre ihtiyaçlar hayatta
kalmak için biyolojik gereksinimlerin karşılanmadığı bir durumu kapsar. Bir ihtiyaç durumunda organizma
bu ihtiyacı giderecek şekilde davranır. Bu davranışlar organizmanın hayatta kalması için gereken en iyi
biyolojik koşulların yerine getirilmesine hizmet eder. Bu görüşler evrim teorisiyle doğrudan ilişkilidir.

-Mekanik Ruh à Bilince, amaca ve herhangi bir ruhsal kavrama yer vermemiştir. İnsan doğasına bakışını
mekanik kavramlarla ifade etmiştir.
-Dürtüler à Hull’un sistemi iki temel güdünün var olduğunu kabul eder. Birincil güdüler biyolojik ihtiyaç
durumuyla birleşir ve organizmanın hayatta kalmasıyla ilgilidir. Organizma sadece birincil güdülerle
harekete geçmemektedir. Birincil güdülerin azaltılmasıyla birleşip ortaya çıkan ikincil güdüler veya
öğrenilmiş güdüler vardır. Bunun anlamı daha önceden nötr olan uyarıcı birincil güdü tarafından
uyandırılan tepkilere benzer tepkiler çıkarabildiği için, güdü özellikleri göstermeye başlayabilir. Buna
öğrenilmiş ikincil güdüler denir.

Örnek: Soba eli yakar. Elini çekmek birincil güdüye acıdan kaçma güdüsüne yol açar. Ancak bu güdü ile
birleşen başka bir uyarıcı (soba görüntüsü) algılandığında elin çekilmesine sebep olabilir.

Sobanın görüntüsü öğrenilmiş korku güdüsü için bir uyarıcı olabilir. Bu ikincil güdüler birincil güdülerin
temelinde gerçekleşir.

-Öğrenme à ‘’Pekiştirme’’. Bir uyarıcı-tepki ilişkisini bir ihtiyacın azaltılması takip ettiğinde, sonraki
durumlarda aynı uyarıcının aynı tepkiyi uyandırması ihtimali artar. Birincil güdüyü azaltan pekiştirme
birincil pekiştirme olarak ele alınırken, ikincil güdüyü azaltan pekiştirme de ikincil pekiştirme olarak
tanımlanır.

Öğrenme, bir güdünün azaltılmasını sağlamak için gerekli olan pekiştirmenin yokluğunda gerçekleşemez.
Pekiştirme üzerine bu vurgudan dolayı “ihtiyaç-azaltılması teorisi” olarak bilinir.

4.Burrhus Frederick Skinner: ‘’İnsan bir makinedir.’’ Uyarıcı- tepki arasındaki şeylerle ilgilenmez.
İnsanların dış dünya tarafından işletildiğini söylemiştir. Zihinsel olayları inkâr etmez fakat onları açıklayıcı
varlıklar olarak başvurmayı reddetmiştir.

-Edimsel Koşullanma à Edimsel davranışta organizmanın tepkileri doğaldır. Bilinen ve gözlenen herhangi
bir uyarıcı ile ilişkili değildir. Bunun anlamı, tepki ortaya çıktığında bir uyarıcının fark edilmemesidir.

-Kazanım Yasası à Bu yasa bir edimin gücünün, bu edimin pekiştirici bir uyarıcı tarafından izlenmesi
durumunda arttığını ifade ediyordu.

Pekiştirme Tarifeleri

*Sabit aralıklı pekiştirme: Pekiştirecin her 2 dakikada bir, 4 dakikada bir verilmesi. Ücretlerin haftada bir
veya ayda bir verilmesi sabit aralıklı pekiştirmeye örnektir.

Araştırmalar göstermiştir ki, pekiştirmeler arasındaki zaman kısaldıkça hayvanın tepki verme hızı
artmaktadır. Bunun tersine, zaman uzadıkça tepki verme oranı azalmaktadır. Sürekli pekiştirilen
davranışların söndürülmesi aralıklı olarak pekiştirilen davranışların söndürülmesinden daha çabuk
olmaktadır.

*Sabit oranlı pekiştirme: Daha önceden belirlenmiş tepki sayısının ardından sunulur. Örnek: 5 kumaş
parçasına 2 tl artırmak.

Davranışın Değiştirilmesi

Olumlu pekiştirme yoluyla davranışların değiştirilmesi oldukça popüler olmuştur. Okul, hastane,
hapishane ve fabrika gibi kurum ve kuruluşlarda başarıyla uygulanmıştır. Davranışın değiştirilmesinde
mantık olumlu davranışın pekiştirilmesi, olumsuz davrantyışın pekiştirilmemesidir.
Örnek: İstediği şey alınmayan bir çocuğun ağlaması ve bu ağlama davranışı sonucu istediğini elde etmesi
çocuğun bu davranışını pekiştirmektir. Ağlama nöbetleri sonucu istediğini elde edemeyen kişi hoş
davranışlar sergilediğinde istediğini elde ettiğini görünce daha olumlu davranışlar sergileyecektir.

Davranış değiştirmede ceza kullanılmamaktadır. Sadece istenen davranış ödüllendirilmekte, istenmeyen


davranışlar ise ödüllendirilmemektedir.

Sosyal Öğrenme Teorileri: Bilişsel Karşı Çıkış

1.Albert Bandura: Önceleri sosyal-davranışçılık dediği sonraki dönemlerde sosyal bilişsel teori adını verdiği
bir davranışçılık türü ileri sürmüştür.

Bu davranışçılığın ilkeleri; etkileşim içerisindeki insan deneklerin davranışlarının gözlenmesi, iç gözlem,


davranışın kazanım ve değiştirilmesinde pekiştirmenin rolü üzerinde durmuştur.

Bandura’nın sistemi davranışçı olmasının yanı sıra bilişsel özellikler de taşıyordu. Düşünme süreçlerinin
(inançlar, beklentiler ve eğitim) dışa ait pekiştirme tarifeleri üzerinde etkili olduğunu düşünüyordu.

Bandura’ya göre davranış robot ve makinelerde olduğu gibi dışsal bir uyarıcı tarafından başlatılmıyordu.
Uyarıcıya verilen tepkiler kendi kendini harekete geçiriyordu, birey neyin pekiştirildiğinin farkındadır ve o
davranışı gösterdiğinde bir ödülün geleceğini umduğu için bir dış uyarıcı davranışı değiştirilebilir.

Davranışların öğrenilmesinde pekiştireçler önemlidir. Ancak pekiştireçle öğrenilen hemen hemen tüm
davranışlar pekiştireçler olmadan da öğrenilebilir. Bizler her zaman kendi kendimizi pekiştirerek değil,
başkalarının davranışlarını ve davranışlarının sonuçlarını gözlemleyerek de öğreniriz. Bu dolaylı
pekiştirmedir. Bazen de henüz deneyimlemediğimiz davranışların sonuçlarını hayal ederek gözümüzde
canlandırarak yapar veya yapmayız.

Bandura araştırmalarının sonucuna göre en fazla bizimle aynı yaşta ve cinsiyette olan insanların
davranışlarından etkileniyoruz. Bundan başka statüsü ve prestiji yüksek modellerden de etkilenme
eğilimindeyiz. Bandura’nın yaklaşımı davranışın oluştuğu veya değiştiği sosyal ortamlarda incelendiği için
bir ‘sosyal öğrenme teorisidir.’

-Kendine Yetme/ Öz Yeterlik à Çalışmaları göstermiştir ki kendine yetme duygusu yüksek insanlar
hayatlarındaki çok çeşitli olaylarla daha iyi başa çıkabilmektedir. Daha başarılıdırlar ve kendilerini daha iyi
ve sağlıklı hissederler. Kendine yetme duygusu düşük olanlar olaylarla baş etmede kendilerini mutsuz ve
umutsuz hissederler.

-Davranış Değişikliği à Bandura’nın bir diğer amacı toplumun normal dışı olarak nitelendirdiği
davranışları değiştirmektir. Eğer tüm davranışlar başkalarını gözlemleyerek ve onların davranışlarını model
almakla öğreniliyorsa davranışın aynı yolla yeniden öğrenilmesi veya değiştirilmesi de mümkün olur.

Model alma tekniği davranışları değiştirmek için kullanılır. Örneğin köpekten korkan çocuklar kendisiyle
aynı yaşta bir çocuğun köpeğe yaklaşmasını ve onunla oynamasını seyreder. Köpek korkusu olan çocuklar
bunu güvenli mesafeden izlerken modelin köpeğe doğru aşama aşama yaklaştığını görürler.
2.Julian Rotter:

-Bilişsel Süreçler à Sosyal öğrenme teorisi terimini kullanan ilk kişidir. İçsel, öznel deneyimlerin varlığını
kabul eden bir yaklaşım sergilemiştir. Skinner’i eleştirmiş ve davranışların her şeyden önce sosyal
deneyimler yoluyla öğrenilebileceğini ileri sürmüştür.

Rotter, bizim kendimizi, hayatımıza tesir edebilen yaşam deneyimlerini etkileyebilme yeteneğine sahip
bilinçli varlıklar olarak algıladığımıza inanmıştır.

Hem dışsal uyarıcılar hem de pekiştireçler davranışları etkileyebilir ancak bu etkinin kapsam ve niteliğini
belirleyen bilişsel faktörlerdir.

-Kontrol Odağı à Rotter’in araştırması iç kontrol odaklı insanların fiziksel ve ruhsal olarak dış kontrol
odaklı insanlardan daha sağlıklı olduğunu ortaya koymuştur.

6.Geştalt Psikolojisi
Bütün kendisini oluşturan parçaların toplamından farklıdır.

Wundtçu psikolojiye bir saldırıdır. Wundtçu psikolojiyi eleştirmiş, biz dışarıya baktığımızda parlaklık ve
renkleri görmeyiz, ağacı görürüz, gökyüzünü görürüz anlayışına hâkim olmuşlardır.

Geştaltçılar bilincin değerini kabul etmekle birlikte onu elementlerine ayırmaya karşı çıkmıştır.
Geştalçılara göre, bilinç elemanlarını bir araya getirerek yeni bir desen oluştururuz.

Temel algı Immanuel Kant’a kadar gider. Kant’a göre algı, elementlerin bilimsel ve tutarlı bir deneyimi
oluşturan aktif bir organizasyonudur.

Fizikçi olan Ernst Mach, Gestalt devrimi üzerinde daha fazla etkilidir. Mach’a göre bir nesneye göre
uzaysal konumumuzu değiştirmemize rağmen, nesneye ait görsel ve işitsel algımız değişmez. Bir
masaya ister tepeden ister yandan bakalım, o bizim için masa olarak kalacaktır ya da bir melodinin
temposu artsa bile ses dizisinin algısı aynı şekilde devam edecektir.

Fenomenolojik hareket Gestaltçı psikolojiyi etkileyen bir başka harekettir. Görüngü bilim olarak da geçen
bu akım nesneyi, gözlenebilen varlığı betimlemeye dayanan bir yaklaşımdır. Metodolojik olarak
fenomenoloji, doğrudan deneyimlerin tam ortaya çıktıkları zamanki bağımsız ve tarafsız
tanımlamalarından söz eder.

Phi Fenomeni à Sabit olan nesnelerin belli aralıkta ve hızlı biçimde sunulması sonucu oluşan gerçek
olmayan hareket algısı olarak ele alınabilir.

Geştalt Psikolojisinin Kuruluşu

1.Max Wertheimer

2.Kurt Koffka

3.Wolfgang Köhler
Algıda Değişmezlik à Bir pencerenin tam önünde durduğumuzda retina tabakasına bir dikdörtgen yansır,
ancak pencerenin bir yanına doğru yanaşıp baktığımızda, pencereyi hala dikdörtgen olarak algıladığımız
halde retinaya düşen imge yamuk halini alır. Duyusal veri (retinaya yansıyan imgeler) değişmiş olmasına
rağmen pencereye ilişkin algımız sabit kalır.

O halde gerçek algı niteliği ile duyusal uyarılma niteliği arasında farklılık söz konusudur. Algı tek başına
duyusal elementlerin toplamı olarak açıklanamaz. Algı bir bütündür, bir Gestalt'dır ve algıyı analiz
etmeye veya elementlerine indirgemeye yönelik girişimler onu tahrip edecektir.

Algısal Organizasyonun Gestalt İlkeleri

Wertheimer, bizim nesneleri aynı dolaysız ve bütünleşmiş şekliyle algıladığımız düşüncesindeydi. Yani
nesneleri tek tek duyumlar kümesi şeklinde değil, bir bütün olarak algıladığımızdan bahsetmiştir. Buna da
algısal organizasyon denir.

Wertheimer ilkelerinin temel dayanağı: Algıda organizasyon, ne zaman farklı şekiller veya kalıplar
görsek hemen ortaya çıkar. Kendiliğinden olmaktadır ve çevremize baktığımız her zaman kaçınılmazdır.

Organizasyon İlkeleri

1.Yakınlık à Zaman veya mekânda birbirine yakın olan parçaları birlikte algılama eğilimi vardır. Örnek:
Aşağıdaki şekilde daireleri üç sütun olarak algılama eğilimindeyiz.

2.Süreklilik à Algımızda belirli bir doğrultuyu izlemeye ve elementleri, onları bir süreklilik veya akış
doğrultusunda birleştirmeye yönelik bir eğilim vardır. Örnek: Yukarıdaki şekildeki noktaların oluşturduğu
şekli yukarıdan aşağıya doğru algılama eğilimi vardır.

3.Benzerlik à Birbirine benzer parçalar bir grup oluşturacak şekilde birlikte algılanırlar. Örnek: Daireler
siyah ve beyaz olarak kendi aralarında grup olarak göründüğünden sütunları değil, satırları algılarız.
4.Bütünleme à Algılama sürecinde parçaları eksik olan figürleri tamamlama, boşlukları doldurma
eğilimimiz vardır. Örnek: Eksik parçalar olmasına rağmen üçgeni algılayabiliyoruz.

5.Basitlikà Bir figürü, uyarıcı koşullar altında mümkün olduğu kadar iyi görme eğilimimiz vardır. İyi bir
gestalt simetrik, basit ve sabit olup daha basit ve sistemli hale getirilemeyendir. Gestalt psikologları buna
pragnanz veya iyi şekil demişlerdir. Örnek: Görsel, iyi bir geştalta örnek verilebilir çünkü açık bir şekilde
tam ve örgütlenmiş şekilde algılanabilir.

6.Şekil- Zemin İlişkisi à Tüm algılamalarda bir şekil ve zemin vardır. Şekil arka yüzeyi oluşturan zemin
içinde anlam kazanır. Örnek: Şekil ve zemin yer değiştirilebilir. Bu durumda algı organizasyonunuza göre
birbirine dönük iki yüz görebileceğiniz gibi bir vazo da görebilirsiniz.
Öğrenmeye İlişkin Geştalt Araştırmaları: Kavrayış ve Maymunlarda Zekâ

Öğrenme algısal alanın yeniden yapılandırılmasıyla ilişkilidir.

Örnek: Kafesin dışına bir muz ve yanına bir sopa bırakılmış. Muz ve sopa aynı algısal alanda yer aldığı için
maymun sopayı kullanmakta tereddüt etmemiştir. Çünkü muz ve sopa aynı algısal alanın parçalarıydı.
Ancak sopa muzun yanında değil de daha uzakta olsaydı, yani aynı algısal alanın parçası olmasaydı o
zaman maymun sopayı kullanma konusunda zorlanacaktı.

Örnek 2: Kafes, muz ve sopalardan oluşan düzenekler oluşturmuştur. Bu çalışmalardan en önemlisi


maymun Sultan ile yaptığı deneydir. Bu deneyde muz kafesin dışında Sultan’ın ulaşamayacağı bir yere
konulmuş ve birkaç içi boş bambu sopa kafese yerleştirilmişti. Sopaların her biri muza ulaşabilmek için çok
kısaydı. Sultan, problemi çözebilmek için muza ulaşabilecek uzunlukta bir sopa oluşturmak, bunu
yapabilmek için de iki sopayı birbirlerinin ucuna ekleyerek itmek zorundaydı. Sultan, önce sopalardan
birisini kullanarak muza ulaşmaya çalışmıştı. Ancak ilk bir saatlik denemede başarılı olamamıştır. Sultan
daha sonra sopalarla oynarken birdenbire problemi çözmüştü ve böylelikle sopaları birbirine ekleyerek
kafes dışındaki muza ulaşabilmişti. İşte Köhler, bu çalışmayı içgörü olarak yorumladı.

İnsanlarda Üretken Düşünce

Öğrenici durumu bir bütün olarak ele almamalı, öğretici de ona durumu bir bütün olarak sunmalıdır.

Problem çözme bütünden parçalara doğru olmalı, tersi olmamalı. Bir problem anlamlı bir bütün
oluşturacak şekilde küçük parçalar halinde organize edilip sunulursa içgörü ortaya çıkar. (Küçük sopaların
yan yana verilmesi)

Ezberciliği şiddetle eleştirmiştir. Yinelemelerin bir noktaya kadar faydalı olduğuna ancak sürekli
kullanılması durumunda gerçek yaratıcı veya üretken düşünceden ziyade mekanik bir performans ortaya
koyacağına inanmıştı.

İzomorfizm İlkesi à Bu ilke bilinç yaşantıları veya psikolojik yaşantılar ile bunun temelini oluşturan beyin
yaşantıları arasında bir uygunluk vardır.

Kavramdan ilk olarak Köhler bahsetmiştir ona göre fiziksel dünyadaki şeylerin onların gerçekliği ile
uyumlu fizyolojik bir yansıması vardır.

Geştalt Psikolojisinin Yayılışı

1920'lerin ortalarında Gestalt hareketi Almanya'da güçlü bir şekilde birleşmiş, uyumlu ve etkili bir ekol
haline gelmişti. 1933 yılından ve Nazi'lerin güç kazanmalarından sonra, artan baskılar sebebiyle Gestalt
psikolojisi liderleri ülkeyi terk etti. Hareket dönemin Alman akademik sistemi içerisinde çok küçük bir yere
sahipti ve bu şartlarda Gestalt psikolojisinin merkezi ABD'ye kaymasına neden oldu.

Gestalt psikolojisi ABD'de ilgi çekmiş olmasına rağmen bir düşünce ekolü olarak kabul görmesi oldukça
yavaş olmuştu. Bunun birkaç sebebi vardır,

1. O dönemde davranışçılık Amerikan psikolojindeki popülaritesinin zirvesindeydi ve bunu aşmak


imkânsız olmasa bile çok zordu.
2. Gestalt ilkelerinin yayılmasını geciktiren dil engeliydi. Temel Gestalt yayınları Almanca idi ve
tercüme ihtiyacı Gestalt bakış açısının tam ve doğru bir şekilde anlaşılmasını geciktiriyordu.

3. Pek çok Amerikalı psikolog Gestalt psikologlarının sadece algı ile ilgilendiklerini düşünüyordu.

Geştalt Psikolojisine Yönelik Eleştiriler

-Pek çok bilim adamı Gestalt düşüncesinin belirsiz olduğunu vurgulamıştır.

-Bazı temel kavram ve terimlerin (örneğin organizasyon) bilimsel olarak anlamlı olmasına yetecek titizlikle
tanımlanmadığı suçlamasını yapmışlardır.

-Ayrıca Gestalt psikolojisinin temel prensiplerinin doğru olmakla birlikte yeni olmadığı iddia edildi

-Gestalt psikolojisinin deneysel araştırma ve destekleyici deneysel veriler pahasına, teoriyle çok fazla
meşgul olduğunu iddia ettiler.

Geştalt Psikolojisinin Katkıları

-Gestalt hareketi algı, öğrenme, kişilik, sosyal psikoloji ve motivasyon gibi alanlarda yaptıkları çalışmalarla
psikoloji üzerinde silinmez bir iz bırakmıştır.

-Gestalt psikolojisi psikoloji üzerinde bir bütün olarak canlandırıcı ve teşvik edici bir etki bırakmıştır.

-Gestalt bakış açısı algı ve bir dereceye kadar öğrenme alanlarını geniş ölçüde etkilemiştir.

-Algı çalışmalarının etkisi günümüz psikoloji ders kitaplarında ortadadır.

7.Psikanaliz
Psikanalizin Freud’un 1895 yılında yayınladığı ilk kitabı ile başladığı söylenebilir. (Histeri Üzerine
Çalışmalar)

Psikanaliz diğer psikoloji ekollerinden farklıdır. Toplumun hasta dediği kesimi tedavi etmekle uğraşan bir
alandan, psikiyatri alanından yükselmiştir. Bu nedenle diğer psikoloji ekollerinden farklıdır. Günümüzde
de onlarla karşılaştırılamamaktadır.

Psikanalizin kurulmasında üç kaynağın etkili olduğu söylenebilir.

1. Bilinçaltı hakkındaki felsefi kuramlar

2. Psikopatolojideki ilk çalışmalar à Hipnozun Kullanımı: Viyanalı Franz Anton Mesmer (1734-1815)
tarafından yapılan tedavilerden beslenmektedir.

İnsan vücudunun bir manyetizması olduğunu ileri sürmüştür. Çevredeki manyetizma ile hastanın
manyetizması arasında denge kurarak sinir bozukluklarını tedavi etmeye çalışmıştır. Pierre Janet'
isterinin fiziksel bir rahatsızlık olduğu fikrini reddetti ve bunu ruhsal bir hastalık olarak gördüğünü söyledi.
Bundan dolayı özellikle hafıza zayıflığı, sabit düşünceler ve bilinçaltı güçlerin etkisi olmak üzere ruhsal
fenomenler üzerinde önemle durdu ve tedavi metodu olarak hipnozu tercih etti.
3. Evrim teorisi à Darwin’in Etkileri: Darwin insanların başta cinsellik ve açlık olmak üzere biyolojik güçler
tarafından yönetildiği üzerinde ısrarla durmuş, bunların tüm davranışların temelinde yer aldığına
inanmıştı.

Diğer Etki Kaynakları

Hedonizm: 18 ve 19. yy. hedonizmin etkili olduğu yüzyıllardır. Hedonizme göre insanlar acıdan kaçmak
hazza yönelmek için çabalar.

Cinsellik: 19 yy. Viyana’sı cinsel anlamda rahat ve açık bir toplumdur.

1845 yılında Alman Doktor Adolf Patze cinsellik güdüsünün 3 yaşındaki bir çocukta dahi mevcut olduğunu
iddia etti.

1897 yılında Viyanalı Doktor Albert Moll çocukluk cinselliği ve çocuğun karşı cinsten olan ebeveynine
duyduğu sevgi hakkında yazılar yazarak ödipal kompleks kavramının âdeta habercisi oldu.

Hatta psikanalizde çok önemli bir yeri olduğu düşünülen "libido" sözcüğü dahi kullanımdaydı ve Freud'un
daha sonra bu kelimeye yüklediği anlamla aynı anlamı taşıyordu.

Sigmund Freud ve Psikanalizin Gelişimi

Freud'un geliştirdiği bu sistem kendi yaşantısıyla yakından ilişkilidir ve büyük bir dereceye kadar
otobiyografiktir. Ödipal kompleks Freud'un çocukluk çağı deneyimlerinden ve hatıralarından
kaynaklanmaktaydı.

Anna O Vakası: 21 yaşında zeki ve çekici genç bir kadın olan Anna felç, hafıza kaybı, zihinsel bozukluklar,
mide bulantısı, görme ve konuşma bozuklukları gibi bir dizi ciddi isteri semptomları gösteriyordu. İlk
semptomlar ölmekte olan babasıyla ilgilenirken ortaya çıkmıştı. Babası onu daima şımartırdı. Anna'nın
babasına karşı bir tür şiddetli aşk hissettiği söylenmiştir.

Breuer, onu hipnozla tedavi etmeye başladı. Anna'nın hipnozun etkisi altındayken belirli semptomlara
sebep olduğu görülen bazı kişisel deneyimlerini hatırlayabildiği ve hipnotik durumdayken bunlar hakkında
konuşmasının semptomları azalttığını gördü. Örneğin Anna yoğun susama hissine rağmen su içemediği bir
dönem yaşamıştı. Anna hipnoz altındayken çocukluğunda da benzer bir hoşlanmama hali yaşadığını
anlatmıştı. Bir bardaktan su içerken hoşlanmadığı bir köpeği gördüğünü hatırlıyordu. Bu olayı Breuer'e
anlattıktan sonra Anna herhangi bir güçlük yaşamadan su içebildiğini ve semptomun bir daha hiç ortaya
çıkmadığını görmüştü.

Cinsellik ve Serbest Çağrışım: Freud hastalarıyla ilgilenirken Breuer'in hipnoz ve katarsis metodunu
uyguladı. Ancak hipnozdan giderek daha az memnun olmaya başlamıştı. Hipnoz semptomları gidermede
başarılı görünmesine rağmen tümden iyileşmeyi sağlayamıyordu. Pek çok hasta başka bir dizi semptomla
geri dönüyordu. Dahası bazı nörotik hastalar kolaylıkla veya yoğun şekilde hipnoz olamıyordu.

Serbest Çağrışım (Free Associ- Ation) Tekniği: Bu süreçte hasta bir divana uzanır ve ne kadar utandırıcı,
önemsiz veya saçma görünüyor olduğunu dikkate almadan her fikre tam bir açıklama vermesi, açık ve
içinden geldiği gibi (spontan) konuşması teşvik edilir.

Freud'un psikanalizin metodu olarak geliştirdiği bu metodun amacı muhtemelen hastanın anormal
davranışlarının sebebi olan bastırılmış hatıra veya düşünceleri bilince getirmek, hastanın bunların farkına
varmasını sağlamaktır.
Serbest çağrışım tekniği yoluyla Freud hastalarının hafızalarının çocukluk yaşantılarına doğru geri gittiğini
ve bastırılmış hatıraların çoğunun cinsel konularla ilgili olduğunu bulmuştu.

Çocukluk Dönemi Tacizleri Tartışması

Freud 1890’ların ortalarında cinselliğin nevrozda belirleyici bir rolü olduğuna eskisinden daha fazla
inanmıştı.

Kadın hastalarının çoğunun, çoğunlukla kendi aile üyelerinin işin içinde olduğu travmatik cinsel
deneyimler yaşadıklarını belirttiklerini gözlemledi. Ve normal cinsel yaşamı olan bir insanın nevroz
geliştirmeyeceğine inanma noktasına geldi.

Daha sonraları Freud çoğu durumda hastalarının anlattığı bu tür çocukluk deneyimlerinin gerçek
olmadığını, aslında hiçbir zaman yaşanmadığını iddia etti. Bu iddia psikanalizin gelişiminde bir dönüm
noktası oldu. İlk olarak Freud, nevroz teorisini hastalarının çocukluklarında cinsel taciz yaşamış oldukları
inancına dayandırdığı için, hastalarının anlattıkları hayallere ilişkin farkındalıkları Freud'da şok etkisi
yapmıştı.

Bununla birlikte Freud, anlattıkları hayallerin hastalara oldukça gerçek göründüğüne karar verdi. Ve bu
hayaller cinsellik üzerinde yoğunlaştığı için, cinsellik problemin kökeninde kalmaya devam etti. Bu
nedenle Freud nevrozların sebebinin cinsellik olduğuna ilişkin düşüncesini muhafaza edebildi.

Kendini Analiz ve Rüyaların Yorumu

Freud cinselliğin duygusal yaşantı üzerindeki etkisini şiddetle vurgulamıştır ancak kendisi cinselliğe karşı
olumsuz bir tutum içerisindedir. Bazı cinsel sorunlar yaşıyordu ve bir süre sonra cinsel aktiviteyi tümüyle
bırakmaya karar verdi.

Ardından “kendini analiz” etmeye başladı. Bu süreçte birçok sağlık sorunu yaşadı ancak bu dönem aynı
zamanda hayatının en üretken dönemlerinden biriydi. Kendine yönelik teşhisi; cinsel gerilimin
birikmesinden kaynaklanan anksiyete nevrozu ve nevrasteniydi. “Kendini analiz” i, kendisini ve hastalarını
daha iyi anlayabilmek için bir araç olarak ele aldı ve “rüya analizi”ni de kullandı.

Freud her şeyin bir sebebi olduğunu savunan pozitivist bir görüşe sahiptir. Bu görüşünden dolayı
rüyaların tamamıyla anlamsız olamayacağını, rüyanın kişinin bilinçdışındaki bir şeylerden
kaynaklandığını belirtmiştir. Rüyaların kişinin rahatsızlığının altında yatan sebeplere dair ipuçları verdiğini
düşünmüştür.

Freud kendisini “serbest çağrışım” yoluyla tedavi edemeyeceğine kanaat getirdikten sonra rüyalarını
incelemeye başlamıştır. Bu incelemeler sonucunda babasına yönelik düşmanlık hissetmiş, annesine
yönelik cinsel arzularını ilk defa hatırlamış ve de ablasına yönelik hissettiği cinsel arzuyu rüyasında
görmüştür.

Rüyaların İçeriği

Açık rüyalar: Gerçek öykülerin rüyalarda açığa çıkmasıdır.

Gizil rüyalar: Rüyanın esas anlamı buradadır. Sembolik anlamlar yorumlanmalıdır. Rüyalardaki sembollerin
çoğu tüm insanlarda ortaktır ve bundan dolayı aynı anlamdadır.
Ayrıca ona göre tüm rüyalar çatışmalardan kaynaklanmayabilir. Oda sıcaklığı, yatmadan önce yemek
yemek gibi günlük, sıradan uyarıcılardan kaynaklanan rüyalar da vardır. Yani özetle tüm rüyalar saklı,
sembolik materyaller içermezler.

Freud bir tedavinin başarılı olabilmesi için yoğun ve uzun bir terapi sürecinin gerekli olduğuna inanmıştır.
Haftada beş seanstan daha az olmamak şartıyla aylar, yıllar boyunca sürebilecek bir terapi sürecinden
bahsetmektedir.

Freud’a göre her analist kendi analizinden geçmelidir ve tedaviye başlamadan önce en azından iki yıl
gözetim altında çalışılmalıdır.

Kişiliğin Topografik Yapısı à Bilinç, bilinç öncesi, bilinç dışı

Kişiliğin Yapısı à İd, Ego, Süper Ego

Kaygı

Kaygı bizi bir harekete geçirme, bir iş yapma, etkinlikte bulunma konusunda motive eden bir gerilim
durumudur. Kaygı, id, ego ve süper ego arasında mevcut psişik enerjinin kontrolü için gerçekleşen
çatışmalardan ortaya çıkar.

İşlevi, olası bir tehlikeye karşı organizmayı uyarmaktır.

1. Gerçeklik kaygısı dış dünyadan gelecek tehlikelere karşı duyulan korkudur ve böyle kaygının
düzeyi gerçek tehdidin derecesiyle orantılıdır.

2. Nörotik kaygı, içgüdülerin bireyi kontrolü altına alabileceğine ve bireyin, kontrolsüz olarak yaptığı
davranışlardan dolayı cezalandırılmasına neden olacağına ilişkin duyulan korkudur.

3. Ahlaki kaygı ise bireyin kendi vicdanına karşı duyduğu korkudur. Gelişmiş vicdana sahip kişiler,
kendi ahlaki kurallarına aykırı bir şey yaptıklarında suçluluk duyma eğilimindedirler. Ego, kaygıyı
uygun ve direkt yöntemlerle kontrol altına alamadığında, ego savunma mekanizmaları olarak
adlandırılan dolaylı kontrol yöntemine yönelebilir.

Savunma Mekanizmaları

-Baskılama: Baskılama ya da bastırma, Freud’un ileri sürdüğü süreçlerin en önemlilerinden biridir. Tehdit
edici veya acı veren düşünce ve duyguların bilinç dışına itilmesi için yaygın olarak kullanılan bir savunma
aracıdır.

Freud baskılamayı bir olgunun, istek dışında bilinç durumundan atılması olarak açıklamaktadır. Yaşamın ilk
beş altı yılında acı veren yaşantıların birçoğunun, bilinçaltına gömüldüğü ve daha sonraki yıllarda bu üzeri
örtülen acı verici olayların bireyin davranışlarını etkilediğine inanılmaktadır.

-Yadsıma: Yadsıma ya da inkâr, genellikle bilinç öncesi ve bilinç düzeyinde işlevini sürdürmekteyse de bir
savunma mekanizması olarak baskılamaya benzer bir rolü vardır. Travmatik bir durum karşısında birey ne
düşündüğünü ne duyumsadığını veya ne algıladığını çarpıtarak, kendisini koruyabilir. Tehdit edici bir
gerçek karşısında "gözlerini kapatarak" tehdidin ortadan kalkmasını beklemek buna örnek olarak
verilebilir.

-Karşıt Tepki Geliştirme: Bireyler rahatsız edici isteklere karşı tavır ve davranışlar geliştirerek, olumsuz
yaşantılar ve kaygı ile başa çıkmaya çalışırlar. Bireyler sevginin aldatıcı görünümü altında nefretlerini
gizleyebilir, olumsuz reaksiyonlardan korunmak için aşırı nazik davranabilir veya aşırı sevecenlik
göstererek, acımasız yönlerini maskeleyebilirler.

-Yansıtma: Kendini aldatma şeklindeki bir diğer savunma mekanizması da bireyin kendine ait kabul
edilemez isteklerini ve tepkilerini başkalarında görme eğilimidir.

-Yer Değiştirme: Kaygıyla başa çıkmanın bir yolu da tehdit edici nesnenin "daha güvenli bir hedefle" yer
değiştirerek gelecek tehditlerin azaltılmasıdır. Örnek: Müdüre kızan hizmetlinin çocuğunu dövmesi.

-Mantığa Bürünme: Mantığa bürünme, belirli davranışların haklı gösterilmesine yardımcı olmakta ve düş
kırıklıklarıyla bağlantılı olumsuz duyguları hafifletmektedir. Örnek: İşlerinde istedikleri konuma gelemeyen
bireyler, başarısızlıkları konusunda birçok mantıklı neden bulabilmekte ve bazen bu konumu gerçekten
istemedikleri doğrultusunda kendilerini kandırabilmektedirler.

-Yüceltme: Freud'un bakış açısına göre, büyük sanatsal katkıların çoğu, cinsel veya saldırgan enerjinin
yaratıcı davranışlara yönlendirilmesinden ortaya çıkmıştır. Yüceltme mekanizmasında, cinsel veya
saldırgan enerjinin genellikle sosyal yönden kabul edilebilir ve hatta bazen de hayranlık uyandıran başka
bir etkinliğe kanalize edildiği ileri sürülmektedir. Örneğin, saldırgan tepkiler, sportif faaliyetlere kanalize
edilebilir. Bu sayede birey saldırgan duygularını ifade edebilecek bir yol bulur ve bunun sonucunda
ödüllendirilebilir

-Gerileme: Bireyler gelişimin daha önceki ve güvende olabilecekleri basamaklarında ortaya koydukları
davranışları yapmaya başlayabilirler. Ciddi stres veya aşırı güçlükle karşılaşan bireyler, çocukça ve uygun
olmayan davranışlar ortaya koyarak kaygılarıyla başa çıkmaya çalışabilirler. Örneğin, okuldan korkan
çocuklar, ağlamak, aşırı bağımlılık, parmak emme, saklanma veya öğretmene bağımlı olmak gibi çocuksu
davranışlar sergileyebilirler.

-İçe Yansıtma: Kendini başkasının yerine koyma mekanizması, diğerlerinin sahip olduğu değerleri ve
standartları olduğu gibi adeta yutarak almak ve "bunlara inanmak" şeklinde oluşur. Örneğin; toplama
kamplarında bazı mahkumlar çok büyük kaygılarıyla, saldırgan bir kişiliğe bürünerek ve düşmanının sahip
olduğu tüm değerleri hiç tartışmadan olduğu gibi alarak, değerleri tartışmadan doğru olarak kabul etmiş,
güçlükleri ile başa çıkabilmişlerdir

-Özdeşleşme: Özdeşim bireyin kendilik değerini üst düzeyde tutarak, bireyi kaybetme ve yetersizlik
duygularından korur. Bu nedenle, bazı yetersizlik ve aşağılık duygularına sahip olan bireyler bazı başarılı
kişi, kurum veya gruplar ile özdeşim kurarak değerli algılanma çabası içine girebilirler.

-Ödünleme: Ödünleme, yerini doldurmak, bilinen zayıflıkları maskelemek ve sınırları zorlamak için bazı
olumlu özellikler geliştirmektir.

Psikanalizin Eleştirisi

Freud’un özellikle veri toplama metotları deneysel psikologlar tarafından eleştirilmiştir. Freud kendi iç
görülerini ve analize tabi tuttuğu hastaların tepkilerinden ulaştığı sonuçları almıştır. Bu koşullar sistematik
ve kontrollü değildir. Ayrıca Freud’un verileri yeniden yorumlamış olması muhtemeldir, ortaya konan
veriler ham veriyi tam olarak yansıtmayabilir.

Bazı geniş ölçekli Freudçu kavramlar, bilimsel geçerlilik girişimlerine karşı koymaya devam etmiş olmasına
rağmen, yayımlanmış çalışmaların şunları desteklediğini gösterdi:
1- Oral ve anal kişilik tiplerinin bazı özellikleri

2- İğdiş edilme kaygısı

3- Rüyaların duygusal endişeleri yansıttığı düşüncesi

4- Erkek çocuklardaki ödipal kompleksin bölümleri (babayla anneye ilişkin fanteziler hakkında
rekabet etme ve iğdiş edilme anksiyetesi)

Freud’un test edilmiş ancak deneysel sonuçlarla desteklenmemiş düşünceleri şunlardır:

1- Rüyaların bastırılmış arzu ve isteklerin gizli bir doyumunu temsil etmesi

2- Erkek çocuklarda ödipal kompleksin çözümlenmesi sürecinde çocuğun babayla özdeşleşmesi

3- Kadınların kendi vücutlarıyla ilgili aşağılık kompleksi hissetmeleri, erkeklerden daha ılımlı bir
süperego standardına sahip olmaları ve kimlik geliştirmede daha fazla zorlanmaları

Psikanalizin Katkıları

Yetişkin davranışının şekillenmesinde bilinçaltı motivasyonun rolü ve çocukluk yaşantılarının önemi,


savunma mekanizmalarının işleyişi gibi konular geniş çaplı kabul görmüş ve çağdaş psikolojinin ana
konularından biri olmuştur.

You might also like