Küreselleşme sürecinin turizm üzerindeki en önemli etkisi, sınırsız bir metalaşma sonucu küresel turizm piyasasının bütünleşmesi ve bu kapitalist düzen içerisinde merkez ülkelerin çok uluslu şirketlerinin karlarını en yüksek düzeye çıkarma adına, çevre ülkelerin topraklarını, doğal ve kültürel kaynaklarını, aynı zamanda iş gücünü kullanması anlamına gelmektedir. Merkez ve çevre ülkeler arasındaki ekonomik uçurumdan kaynaklanan küresel eşitsizlik turizmde de kendini gösterirken aynı zamanda sermayenin turizmin özü itibariyle ihtiyaç duyduğu tüm kaynakları geri dönüşü olmayan bir biçimde sömürmesi anlamına gelmektedir. Sermayenin karlılık beklentisinin dizginlenmesi ve turizmin gerek kaynaklarından gerekse ekonomik getirisinden gelecek nesillerin de yararlanabilmesi için alınabilecek bir takım önlemler bulunmaktadır. Bu önlemlerin değerlendirildiği yaklaşım genel olarak sürdürülebilir kalkınma, daha özel olarak sürdürülebilir turizm olarak adlandırılmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma doğal kaynakların en etkin biçimde kullanılarak erişilen ekonomik büyüme hedefidir. Sürdürülebilirlikteki ana konular ekolojik denge, sosyal refahın dağılımı ve demokratik karar alma süreçleridir. Ekolojik denge doğal kaynakların kullanımıyla ilgiliyken sosyal refahın dağılımı turizmin getirilerinin yerel halka yansıtılmasını, demokratik karar alma süreçleri ise yine yerel halkın yaşam alanlarıyla ilgili kararlar alınırken siyasi ve ekonomik mekanizmalara dâhil edilmesini kapsamaktadır. Farklı örgütsel düzlemlerde uygulanması gereken bu prensipler, hem küresel ve yerel ikilemindeki sorunların hem de merkez ve çevre ülkeler arasındaki yapısal ayrımların üstesinden gelinmesi için gerekli olan bir bakış açısını temsil etmektedir. Bu durum doğal kaynakların hiç kullanılmaması anlamına gelmemelidir. Burada piyasa ve doğa arasında bir uzlaşı sağlanmalı, bunun karşılığında karlılık ve sürdürülebilirlik gelişen turizm destinasyonlarının iki merkezi hedefi olmalıdır Sonuç olarak karlılık ve sürdürülebilirlik hedeflerinin bir dengede buluşması turizm sektörünün etkin ve demokratik bir biçimde yönetilmesiyle de ilişkilidir. Bir başka deyişle, piyasa aktörleri konuya karlılık açısından bakar, politik aktörler turizme dayalı kalkınmanın getirilerini yerel düzeyden çok ulusal ekonominin geliştirilmesinde değerlendirmek isterler; buna karşılık yerel aktörler hem turizmin getirilerinden faydalanmak hem de sahip oldukları kaynakları ve kültürleri yeni nesillere bırakmak isterler. Bütün bu farklı çıkarların ortak bir paydada buluşturulması ancak bütün aktörlerin katıldığı yerel, ulusal ve küresel düzeylerde örgütlenmiş demokratik mekanizmalar aracılığıyla mümkündür. ÖZET 7
Küreselleşme kavramı, günümüz tarihsel bağlamını oluşturan politik, ekonomik ve
sosyal koşulların sonucunda ortaya çıkan toplumsal dönüşümlerin bütünüdür. Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişme ve yaygınlaşma toplumların küreselleşme sürecine dahil olması için gerekli olan araçlardır. Küreselleşmenin kuşkusuz olumlu ve olumsuz sonuçları vardır. Merkez ve çevre ülkeler arasındaki ekonomik ve sosyal eşitsizlik küresel eşitsizlik olarak ifade edilmekte, hem ülke ekonomilerinde hem de bireylerin sosyo-ekonomik koşullarında gözlemlenmektedir. Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan yenilikler yerel kültürlerin kültürel yapılarını ve geleneklerini tehdit ettiği için bir küresel-yerel ikilemi yaratmaktadır. Küresel gelişmelerin yerel turizm üzerinde üç temel etkisi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi küresel tüketim toplumunun yükselişi ve bu tüketim toplumunun etki alanlarından biri olan turizmin aşırı tüketimidir. Daha fazla turizm destinasyonunun öne çıkması, daha fazla turistin daha ucuza, daha uzun mesafeler kat etme imkânı bulması turizmin birincil kaynağı olan doğal ve kültürel değerlerin ölçüsüzce tüketilmesi anlamına gelmektedir. ikinci olarak turist sayısında ve turizm hareketliliğindeki patlama birtakım hizmet standartlarının dünyanın farklı noktalarında aynı biçimde kullanılması anlamına gelmektedir. Bu durum bir yandan hizmet kalitesini uluslararası bir standartta tutarken diğer yandan yerel kültürlerin özgün yaşam biçimlerine müdahale etmektedir. Son olarak merkez ülkelerin küresel piyasalardaki hakimiyeti turizm sektöründe de etkin olmakta, bu nedenle çevre ülkelerin turizm destinasyonları gelirlerinin bir kısmını merkez ülkelerin çok uluslu şirketlerine devretmek zorunda kalmaktadır. Bu durum kaçış sorunu olarak açıklanmaktadır. Sanayi Devrimi sonrasında ortaya çıkan ve bugüne kadar turizmde en yaygın tür olan deniz-kum-güneş üçlüsüne dayalı kitle turizmi bugün alternatif turizm anlayışı ile karşı karşıyadır. Alternatif turizm, artan destinasyon sayısı ve çeşitliliği ile değişen yaşam biçimlerine ve düşünce akımlarına uygun olarak ortaya çıkan farklı turizm biçimleridir. Bu durum, aynı zamanda yeni bir turist tanımını da beraberinde getirir. Kitle turizminde belirleyici olan çalışan kesimin ailesiyle birlikte yaz aylarında yaptığı iki haftalık tatil iken alternatif turizmde daha bireysel, daha çeşitli ve bireylerin ekonomik koşulları kadar ideolojik duruşlarıyla da belirlenen bir tatil tercihi vardır. küreselleşmeyle birlikte artan destinasyon sayısı bir destinasyonun oluşumunda belirleyici olan koşulları ve kaynakları yeniden değerlendirmemiz gerektiğine işaret etmektedir. Artık kültürel ve doğal kaynakların varlığı turizm için yeterli bir ön koşul değildir. Nüfus yapısındaki değişiklikler, teknolojik gelişmeler, yatırımlar ve turistlerin sosyo-ekonomik profili, medyada sunulan imajlar ve devletlerin turizm politikaları destinasyonun inşasında önemli rol oynamaktadır. ikinci olarak küresel piyasalara eklemlenme sonucu ortaya çıkan metalaşma süreci, yerel kültürleri, yerel halkların yaşam biçimlerini ve değerlerini tehdit etmektedir. Dolayısıyla turizm gelişmesinin yereli koruyacak ve yerelin turizmden faydalanmasını sağlayacak biçimde planlanması gerekmektedir. Küresel turizmin gelişmesinde ortaya çıkan bir başka ikilem karlılık ve sürdürülebilirlik ikilemidir. Ekonomik aktörlerin özellikle merkez ülkelerin çok uluslu şirketlerinin birincil hedefi işletmelerinin kârını en yüksek düzeye çıkarmaktır. Öte yandan yüksek kâra yönelik aşırı metalaşma, turizmin bağlı olduğu kaynakların geri dönüşü olmayan biçimde tüketilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla daha sürdürülebilir bir turizm gelişimi için küresel ve yerel, ekonomik ve politik aktörler arasında bir uzlaşı sağlanması kaçınılmazdır. Turizmde çevre yönetim sistemi, sürdürülebilir bir turizm için son derece önemli olan ve bir turizm işletmesinde kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımı için, nelerin ne şekilde yapılması gerektiğini ayrıntılı bir biçimde belirleyen bir eylem planıdır. Turizm çevre yönetim planı; işletme düzeyinde, yerel düzeyde ve bölgesel düzeyde belirlenmiş aşamaları olan entegre ve bütünsel bir plandır. Turizm çevre yönetim planının, farklı düzeylerde hazırlanmış bölümlerinin, birbiriyle uyumlu ve bütünleştirici olması temel ilkedir. Bununla birlikte, işletme düzeyindeki çevre yönetim planının ana unsurları, enerji yönetim sistemi, su yönetim sistemi ve atık yönetim sisteminden oluşur. KAYNAKÇA Prof.Dr. Muammer Tuna ve Doç.Dr. Aslıhan Aykaç Yanardağ , Turizm Sosyolojisi, Anadolu Üniversitesi, 1.baskı,2012