Professional Documents
Culture Documents
Özet/Abstract:
∗
Arş. Gör. H.Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
felsefi sistemi, bir yanıyla Aristoteles mantığına dayanan akılcı bir metafizik
anlayışını, diğer yanıyla Platinos’cu görüş yardımı ile İslam inancının
uzlaştırılmaya çalışıldığı uzlaştırıcı bir görünüme sahiptir. (Ülken 1957: 54)
Öyle ki Farabi’ye göre zorunlu varlık (vacib’ül-vücud) Tanrı’dır, ve Tanrı, tek
gerçek ve nedendir, Tanrı her şeyin ve bütün varlığın kaynağıdır. Tanrı, bütün
kudret ve etkinliği ile, yokluğu hiç düşünülmeyecek tarzda ve ezelde vardır.
O’nun ezeldeki bu “varlığı”nın, yine ezeli olarak “taşmasından” “mümkün”
denen “dünyalar (alemler)” ortaya çıkar ve Tanrı tarafından yaratılan ilk varlık
“ilk akıldır”. Bu ilk varlıkta yani ilk akılda bir çokluk söz konusudur. Çünkü o
kendi özü bakımından kendisini mümkün olarak bilir, Tanrı’yı da zorunlu
olarak bilir. Dolayısıyla onda iki türlü bilgi söz konusudur: Birincisi aklın
kendisi hakkındaki bilgisi, ikincisi Tanrı’nın bir parçası olması bakımından
bilgisidir.(Ülken 1957: 59) Aklın kendi kendisini bilmesi bakımından o
zorunsuzdur; Tanrı’yı bilmesi bakımından zorunludur. Kendisini zorunlu
olarak bilmesi bakımından ise başka bir aklı yaratır; kendisini zorunsuz olarak
bilmesi bakımından ilk göğün maddesini, kürelerin göğünü yaratır. Kendi
özünü bilmesi bakımından bu göğün şekli veya nefsini yaratır. İkinci akıl ikinci
bir göğü, o da üçüncü aklı yaratır ve böylece ay-altı evrene ininceye kadar bu
böyle devam eder.
Şeylerin Tanrı’dan meydana gelmesiyle oluşan “mümkünler aleminin”
ilki “yukarı dünya” veya “ay-üstü dünya”dır. Bu dünya cisimden, maddeden ve
her türlü maddi şekilden uzaktır ve dolayısıyla bu dünyaya duyularla
ulaşılamaz. Bu dünyaya ancak düşünme etkinliği ve bunu sağlayan “akıl” ile
ulaşılabilir. Bu yüzden bu dünyaya “akıllar dünyası” da denilir. Bu dünyadan
farklı olarak, “ay-altı dünya” olarak adlandırılan dünya ise, insan ruhunun bir
takım yetileriyle erişebildiği değişim ve oluşun meydana geldiği maddi bir
dünyadır.
“Ay-üstü dünya” başka deyişle akıllar dünyasında yukarıdan aşağıya
doğru birinci, ikinci, üçüncü ve sırasıyla maddi dünyanın bulunduğu dünyaya
doğru akıllar hiyerarşik olarak yer alır. Bu sıralama içerisinde ay-üstü dünyayı
oluşturan her akla karşılık gelen bir “felek” söz konusudur ki, bunlar birer gök
cismine karşılık gelir. Gök cisimlerinden bizim dünyamıza en yakın olanı nasıl
“ay” ise, fizik-ötesi varlıklar olan “akıllar”dan da dünyamıza en yakın olanı ay
feleğinin aklı olan “faal akıl”dır. Bu akıl, fizik dünya ile fizik-ötesi dünyanın
102
Mehmet Ali SARI
103
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
1
Hüseyin Aydınlı; Farabi’de Tanrı-İnsan İlişkisi, İstanbul, İz Yayıncılık, 2000, s.99
104
Mehmet Ali SARI
2
Farabi; Maani-ül Akl, Çev; H.Ziya Ülken-Kıvamettin Burslan, Kanaat Kitabevi, İstanbul, s.
192
3
Farabi, a.g.e. s.192
4
Farabi, a.g.e. s.192
5
Farabi, a.g.e. s.192
105
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
6
Farabi, a.g.e. s.193
7
Farabi, a.g.e. s.193
8
Hilmi Ziya Ülken; İslam Felsefesi, Ankara, Selçuk Yay. III. Baskı, 1957, s. 60
106
Mehmet Ali SARI
9
Aydınlı, a.g.e. s. 99
107
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
akıl) düzeyine ulaşır ki, bu düzeyde o, önceki düzeylerden farklı olarak, başka
hiçbir yardımcı ve aracıya ihtiyaç duymaksızın, soyut bir töz olarak kendini
veya aynı anlamda bütün etkin düşünülürlerin formlarını, düşünülür formlar
olarak kavrar.
Aklın ikinci tür etkinliği ise, bir tür sezgisel etkinliktir ve bunun ilk
deneyimi aklın “kazanılmış akıl” düzeyine çıkması aracılığıyla yaşanmaktadır.
Çünkü, bu noktadan itibaren akıl, artık maddede bulunmayan soyut varlıklarla
yüzyüze gelmektedir. O, soyut varlıkları, maddeden soyutlamak suretiyle değil,
“akılsal bir sezgi edimiyle” bilir. Bu nedenle, çıkarsamacı aklın konusu ve
yardımcıları olarak nitelendirilen duyu ve imgelem yetileri bu türden bir
kavrayışta, artık, söz konusu değildir.
Farabi’ye göre bir takım özleri kavraması sonucunda etkinleşmesi ve
bunun aracılığıyla kendisini gerçekleştirmesi aşamasının ilk ayağında akıl,
“Edilgin Akıl” (Bi’l-Kuvve Akıl)’dır. Burada akıl, bazı etkinlikleri göstermesi
bakımından düşünülürlerin formlarını alma olanağına sahip bir yatkınlık
biçimindedir ve aynı zamanda aklın bu durumu, insan türünü diğer varlıklardan
ayırt eden temel özelliği yansıtır. Dolayısıyla bu akla güç halinde yani
potansiyel halde varolan akıl denilir. Başka deyişle “bu akıl ya bizzat ruhtur, ya
da ruhun bir kısmıdır, veya ruhun yetilerinden herhangi biridir. Onun mahiyeti,
bütün varolanlardaki formları veya özleri maddelerinden soyutlamak ve bir
çoğunu form kılma gücüne sahip olan bir şeydir”10. Burada formlar maddeden
ayrılmış, işlenmeye hazır hale gelmişlerdir. Bu bakımdan buradaki akıl, bir
benzetme yapılırsa, yeni doğan çocuğun ruhunda saklı bir güç, potansiyel olan
bir akıl gibidir ve yoğrulup şekillenmeyi bekleyen bir tunç veya çamur nasıl
potansiyel (kuvve) halinde bir heykel ise, şekillenip bilgi meydana getirecek
olan çocuğun aklı da güç halinde bilici demektir11.
Düşünen ruhta yerleşmiş bulunan veya varolan düşünülürlerin bir kısım
tözleri etkinlik halindeki akıldan ibaret olan düşünülürlerdir, bir kısmı ise etkin
halde düşünülürlerden olup tamamen serbest bulunabilmektedirler. Bir kısmı
ise, özleri itibariyle etkin halde varolmayan düşünülürlerdir. İnsanda bulunan
akıl ise, düşünülürlerin resimlerini kabule hazır halde (müheyya) bulunan
maddi bir yeti olup, hem edilgin olarak akıldır, hem de maddi (heyulani) bir
10
Farabi, a.g.e. s.194
11
Fahrettin Olguner; Farabi, İzmir, Akademi kitabevi, 1993, s. 93-94
108
Mehmet Ali SARI
12
Farabi; El-Medinetül Fazıla, Çev: Ahmet Ateş, İstanbul, 1990, s. 67
13
Farabi, Maani-ül Akl, s.194-195
14
Farabi, a.g.e. s.194
109
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
15
Türker-Küyel; Arsitoteles ve Farab’nin Varlık ve Düşünce Öğretisi, Ankara,
A.Ü.D.T.C.F.Y.,1969 s. 129
16
Türker-Küyel, a. g. e., s. 129
17
Farabi, a.g.e., s.195
18
Farabi; El-Medinetül Fazıla, s. 67
19
Macit Fahri; İslam Felsefesi Tarihi, Çev: Kasım Turhan, İstanbul, İklim Yay., 1992, s. 114
110
Mehmet Ali SARI
20
Türker-Küyel, a. g. e., s.129
21
Türker-Küyel, a. g. e., s.128-129
22
Türker-Küyel, a. g. e., s.130
23
Farabi; Maani-ül Akl, s.197
111
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
güç halinde akıl olmaya devam eder, çünkü onun işlek halde akla bürünmesi
için form biçiminde olması gerekmektedir24.
Etkinlik halindeki aklın hatırlaması veya ince işleyişi (taakkul) söz
konusu olduğu zaman onun anımsayabileceği şeyin ancak kendisi olması
durumu ortaya çıkabilir. Bundan dolayı hatırlanan, ince işleyişe konu olan bu
durum aynı zamanda işlek olan düşünülürden başka bir şey olamaz. Burada
aklın hatırladığı konu yani kendisi, daima etkinlik halindeki akıl olmaktadır.
Fakat dışarıdaki nesneler edilgin halde düşünülür durumundadırlar, o şeyler
hatırlanmadan önce yani ince kavrayışa konu olmadan önce, onların
formlarının maddeden ayrılmış veya sıyrılmış olması gerekmektedir. Ne var ki,
ortada birtakım şeyler vardır ve bunlar sadece form olarak bulunmaktadırlar.
Bu formların kavranması veya düşünülmesi için maddeden sıyrılma işlemine
uğramaları gerekmez25. Ancak o formlar yeniden kavranma konusu olmakla,
etkinlik halindeki akıl yeni bir akıl haline gelir, işte bu akıl “kazanılmış”
(müstefad) akıldır.
Eğer işlek aklın, etkinlik halindeki bütün düşünülür formları nasıl
bildiğini ve onlarla aynı olduğunu düşünürsek, bu durumda onun bilme
nesnesinin aklın kendinden başka bir şey olmadığının farkına varırız ki, bu
durumda akıl, kazanılmış (müstefad) akıl ismini alır26. Kazanılmış akıl
(Müstefad Akıl) “sırf düşünülürleri -makulleri- kavrayacak hâle gelmiş” akıl
demektir. Bu akıl insani varlığın elde edebileceği varoluş mertebelerinin en son
basamağını oluşturmaktadır. Teorik aklın bu en son düzeyinde insan adeta yeni
bir ontolojik statü kazanmakta; kendisi için bütünüyle farklı olan entelektüel
bir deneyim yaşamaktadır. Bu mertebede akıl, daha önce bir soyutlama
etkinliği içerisinde kazanılmış düşünülürleri -ki bunlar kendisinin formlarıdır-
edilgin düşünülürler olarak kavrar ve yeni bir statü kazanır27.
24
Türker-Küyel, a. g. e., s.130
25
Türker-Küyel, a. g. e., s. 131
26
Fahri, a. g. e., s. 114
27
Aydınlı, a.g.e., s.97
112
Mehmet Ali SARI
28
Farabi, a.g.e., s.197
29
Olguner, a. g. e., s. 94
30
Fahri, a. g. e., s. 114
31
Farabi; El-Medinetül Fazıla, s. 130
32
Fahri, a. g. e. s, . 114
113
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
33
Türker-Küyel, a. g. e., s. 130
34
Farabi; Maani-ül Akl, s.199
35
Fahri, a. g. e., s. 114
36
Henry Corbin; İslam Felsefesi Tarihi, İstanbul, Çev: Hüseyin Hatemi, İletişim Yay. II. Baskı,
1994, s. 292
37
Aydınlı, a.g.e., s.99
114
Mehmet Ali SARI
güneşin, karanlıkta kaldıkça, edilgin halde görüş olan göze durumu gibidir.
Karanlık demek edilgin halde ışık demektir veya etkin halde ışığın yokluğu
anlamına gelir. Işık ise, aydınlık bir kaynakla aydınlanmadır38. Göz ışık olduğu
zaman, etkin olarak görür, yani renkler etkin olarak görünürler. Ve böylece bu
ışık sayesinde göz, güneşin kendisini görür, bu durumda da edilgin olarak göz,
etkin olarak göz olur.
Dolayısıyla maddi akla hareket haline geçebilecek olan akıl yani
münfail akıl denilir39. Demek ki ışık edilgin olarak görünen şeyleri etkin olarak
görünen şeyler haline getirebilmektedir, işte edilgin akıl şeffaf olan fakat,
henüz ışık olmamış olan şeye benzemektedir40. Nasıl güneş ışık gibi bir şey
aracılığıyla gözü etkin olarak görücü durumuna getiriyorsa, faal akıl da güneşe
benzeyen bir hareketle edilgin aklı etkin akıl haline getirebilmektedir.
Farabi’ye göre düşünen ruhta (kuvve-i natıka) ve doğanın verdiklerinde,
kendiliklerinden etkin halde akleden olma yeteneği yoktur41. Bunlar etkin halde
akleden etkin akıl olabilmek için kendilerini güç -potansiyel- halinden etkin,
hareket haline geçirecek olan bir şeye ihtiyaç duyarlar ki, buna da faal akıl
denilir. Faal akıl yardımıyla kendilerinde akledilenler -düşünülürler- meydana
gelince edilgin olan akıl etkinlik halinde olan akıl konumuna geçer.
Faal akıl sayesinde insan aklı etkin akıl ve düşünme veya akledebilme
yeteneği kazanmış olur. Faal akıl insan aklını etkin akıl durumuna getirir ve
ayrıca edilgin olarak düşünülür olanları da etkin olarak düşünülür durumuna
getirir. Faal akıl, varlıksal olarak, insan üzerinde ve insanın evrenine en yakın
varlıktır, maddelerin üzerine şekillerini yansıtarak ve edilgin olan insan
kavrayışına bu şekillerin bilgisini yansıtır42.
Farabi’ye göre faal akıl, maddeden sıyrılmış olarak ezelden beri mevcut
bulunmaktadır, sonradan maddesinden sıyrılmış değildir43. Formların ilk
madde ile veya diğer maddelerle birleşmesi faal akılda ezelden beri bulunan
formların onlara uygulanmasıyla gerçekleşir. Faal akıl form yarattığı maddeye
göre bazen etkindir bazen edilgindir. Ancak faal akıl ilk neden değildir; tek
38
Türker-Küyel, a. g. e., s. 130
39
Farabi; El-Medinetül Fazıla, s. 68
40
Türker-Küyel, a. g. e., s. 130
41
Olguner, a. g. e., s. 148
42
Corbin, a. g. e., s. 292
43
Türker-Küyel, a. g. e., s. 131
115
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
44
Türker-Küyel, a. g. e., s. 131
45
Türker-Küyel, a. g. e., s. 131
46
Fahri, a. g. e., s. 115
47
Türker-Küyel, a. g. e., s. 131
48
Hüseyin Atay; Farabi ve İbn-i Sina’ya Göre Yaratma, Ankara, A.Ü.İ.F.Y., 1974, s. 4-5
116
Mehmet Ali SARI
49
Türker-Küyel, a. g. e., s. 131-132
117
SBArD Mart 2006, Sayı 7, sh. 101 – 118
KAYNAKÇA
118