You are on page 1of 17

Tarih Okulu Dergisi (TOD) Journal of History School (JOHS)

Aralık 2017 December 2017


Yıl 10, Sayı XXXII, ss. 1-17. Year 10, Issue XXXII, pp. 1-17.

DOI No: http://dx.doi.org/10.14225/Joh1181

Geliş Tarihi: 06.12.2017 Kabul Tarihi: 26.12.2017

ALİ FUAD BAŞGİL’DE İRADE TERBİYESİ-AHLAK EĞİTİMİ

Nurten KİRİŞ YILMAZ

Öz
Ali Fuad Başgil’in çalışmalarında “İrade Terbiyesi” olarak ele aldığı kavramın
ülkemizde eğitim sorunlarına bakış açısını nasıl değiştirebileceğine ilişkin yazılmış bu
çalışmada, gençlerdeki irade terbiyesinin ya da eş deyişle ahlak eğitiminin, eğitime
katkılarından bahsedilmektedir. Buna göre; eğer eğitim alanına felsefenin temel
argümanları aracılığıyla yenilikler katılabilirse hem eğitimde, hem gençlerin
istikbalinde hem de ülke menfaatleri konusunda olumlu değişiklikler olacaktır. Ancak
gençlerde bir hastalık gibi var olan umutsuzluk ve melankoli hali, bilgiye ulaşma
konusunda tembellik etme davranışı, eğitim alanında eksik bırakılan felsefi düşünüş
ve yargılama eksikliği süreç içerisinde sürekli bir düşüşe neden olmaktadır. Çağdaş
Türk düşüncesi üzerine çalışmalar yapan hemen herkesin hedefi ülkemizde var olan
eğitim sorununu çözmek üzerinedir. Bunun için Batı medeniyetlerindeki çalışmalar
ülkemize uyarlanmaya çalışılmış, tercüme faaliyetleri ile eğitim alanımız
güçlendirilmiştir. Ancak kimi kesimlerde bu yeterli olmamıştır. Bunun sebebi ise
Başgil’e göre en temelde var olan irade terbiyesi ya da ahlaki eğitiminin eksik
kalmasından kaynaklanmaktadır. Çalışmamızda Başgil’in bu anlamdaki öğütlerine ve
önerilerine yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Ali Fuad Başgil, irade, ahlak, eğitim.

Ali Fuad Başgil’s “Education of Will” – “Education of Moral”

Abstract
In this study, it is written about how Ali Fuad Başgil's concept of "Education of
Will" in his works can change the way of thinking about education problems in our
country, the will of young people, or, in other words, education of moral, the
contributions of education. According to this; if innovations can be incorporated into
the field of education through the main arguments of philosophy there will be positive
changes both in education, in the future of young people and in the interests of the


Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe Bölümü.
Nurten Kiriş Yılmaz

country. However, as a disease in young people, such as hopelessness and melancholy


state, laziness about access to information the lack of philosophical thought and lack
of judgment in the field of education cause a continuous decrease in the process.
Everyone who works on contemporary Turkish thought is aiming to solve the
educational problem that exists in our country. For this, studies in Western
civilizations have been tried to be adapted to my country, and our translation activities
and education have been strengthened. However, in some sections this is not enough.
The reason for this is that, according to Başgil, the most basic existent is the lack of
educational of will or education of moral. In this study, Başgil's advice and
suggestions were given.
Keywords: Ali Fuad Başgil, will, moral, education.

GİRİŞ
Günümüzde global sorunların çözümünde en etkin rol oynayan etmen
eğitimdir. Hemen her ülkede eğitime özel bir zaman dilimi ayrılmakta, en
azından bir zorunlu eğitim süreci bulunmaktadır. Ancak ülkemizde ve pek çok
ülkede eğitimin yalnızca bu zorunlu eğitim sürecinden oluşmadığı bilinci
gelişmiş bulunmaktadır. Yapılması gereken bu bilinci pratiğe dökmek ve
doğru eğitimin verilmesi için ne tür planlamalar yapılması gerektiği üzerinde
durmaktır. Bu planlamalar yapılırken mutlak surette felsefeye başvurmak ve
pozitif bilimlerin temeline felsefi eğitimi koymak gerekmektedir. Çünkü
“felsefe, ilimlerin gayelerini aşar, fakat daima onlara dayanır. Böylece felsefe
ile ilimler arasında bir münasebet vardır. Bununla birlikte, felsefe ilimlerden
hiçbirine benzemez ve hiçbirinin gayesini takip etmez. Bu açıdan felsefe
ilimler zümresine girmez ve özel bir ilim değildir.”1 Felsefe, sorgulama
becerisi kazanma, tutarlı ve doğru düşünme, mantık ve dil bağlantısı kurma,
sorunları doğru algılayıp etkili ve verimli çözümler üretmeye yardımcı olma
gibi özellikleriyle eğitimde yer alır. Felsefenin değeri eğitimin içine
katılmazsa eğitim alanı eksik olacaktır. Bu noktada önemli olan felsefenin
kazanımlarının farkına varmaktır. Bu da ancak felsefenin alanını, katkısını ve
sınırlarını belirlemeyle mümkündür. Aksi halde felsefe tam
anlaşılamayacaktır. Eğer felsefe “(…) çok soyut, ulaşılmaz, gökyüzünde asılı
ama işte hayranlıkla seyredilen avize gibi, bir yıldızlar topluluğu gibi
sunulursa insanlar ona ulaşamayacağını düşünür.”2 Oysa felsefe hayatın
kendisidir. Yaşadığımız her an içinde bir felsefe barındırmaktadır.
“Çotuksöken’e göre, felsefi söylemlerin hangi kaygılarla -bu kaygılar halis
felsefe kaygılarıdır- üretildiği, hangi soru bağlamlarının yanıtı olduğu

1
Altıntaş, Hayrani (1989), Mustafa Şekip Tunç, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 48.
2
Bolay, Süleyman Hayri (2006), “Türkiye’de Felsefenin Konumu” (Süleyman Hayri Bolay,
Ceyhun Akın Cengiz), Felsefe Dünyasında Gezintiler, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, s. 407.

[2]
Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi

konusunda bir bilinç aydınlanmasına gidilmezse, felsefe, öğrenene büyük yük


olacak; anlaşılmaz bir söz yığını olarak kalmaya mahkûm olacaktır.”3 Bunun
farkında olunmadığında yalnızca geçmişte yaşamış filozofların görüşlerini
aktarmaktan öteye gidilmeyecektir ki bunun eğitime hiçbir katkısı
olmayacaktır. Bolay bu hususta, “felsefe sistemlerini, filozofların fikirlerini
belleyip de felsefi düşünceyi içine sindiremeyen, hareketlerine aksettirmeyen,
felsefeye ideolojiyi sokup, kendi düşüncesinden başkasına tahammül
edemeyen, hayat hakkı tanımayan her felsefeci, bu işin hamallığını
yapmaktadır”4 diyerek güzel bir durum tahlili yapar.
Türk düşünürleri özellikle Tanzimat’tan beri Batı medeniyetinin
ilerlemesine karşı neden geride kaldığımızı, eksiklerimizin neler olduğunu, bir
medeniyet kurmamızın mümkün olup olmadığını sorgulayıp buna çözüm
aramışlardır. Günümüzde Türkiye’de hala Batı medeniyetinin karşısında
ilerleme çabası güdülmektedir ancak aradan geçen bunca zamana karşın büyük
bir ilerleme kaydedilememiştir. Bunun ana sebebi ülkemizde medeniyetin
oluşmasını sağlayan eğitime, eğitimde de felsefenin gelişmesine özel bir önem
verilmemesidir. Bunun yanı sıra ülkemizde felsefe yapılamayacağı, özellikle
Türkçenin felsefe yapmaya uygun bir dil olmadığı gibi iddialar bulunmaktadır.
Oysa Özlem’e göre, felsefe yalnızca bir millete, bir ülkeye ait hale
getirilebilecek bir etkinlik olmadığından Türkiye’de de Türkçede de felsefe
yapmak mümkündür. Özellikle Orta Asya Türkçesinin gramerine dayanan
Osmanlıca kökü Türkçeyi felsefeye uygun hale getirmiştir. Nitekim Özlem,
“Türkçe’de felsefe yapabiliriz, yapıyoruz zaten” diyerek Türkçenin felsefeye
uygun bir dil olduğunu ve Türkiye’de felsefe yapmanın ve felsefi bilinç
kazandırmanın en azından bu anlamda güç olmadığını dile getirmiştir.5 Demek
ki ülkemizde felsefe yapma koşullarının başında gelen dil açısından sorun
bulunmamaktadır. Özlem, “dil hususunda hiçbir dil diğerinden üstün değildir;
en ilkel bir dil bile işlendiği takdirde bir kültür dili haline gelebilir ve Türkçe
gelişmiş bir kültür dilidir; Türkçede felsefe ve bilim yapılabilir, yapılmaktadır,
yapılması gerekir”6 diyerek felsefenin yolunu açar. Bu noktada eğitim sistemi
üzerinden felsefenin gelişmemesinin ana nedenleri ele alınarak bazı
düşünürlerin öneri ve görüşlerine dikkat kesilmelidir. Ülkemiz genç nüfus
oranı açısından Batı ülkelerinin hayranlığını kazanacak kadar şanslıdır. Bu

3
Günay, Mustafa (2004), Süregiden Felsefe Üzerine Bir Deneme, Adana: Karahan Kitabevi, s.
76.
4
Bolay, Süleyman Hayri (2007), “Felsefe Yapmak ve Necati Öner”, Türk Düşüncesinde
Gezintiler, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, s. 533.
5
Özlem, Doğan (2015), “Türkiye’de ve Türkçede Felsefe”, Türkiye’de Felsefe, İstanbul: Notos
Kitap Yayınevi, s. 53.
6
Özlem (2015): 55.

[3]
Nurten Kiriş Yılmaz

genç nüfus ülkemizin teminatıdır ve onların eğitimi bu sebeple çok önemlidir.


Ancak bu gençlerin değerler buhranı yaşadığı, ahlaki bir boşluk içinde
oldukları da malumdur. Bu sebeple gençlerin eğitiminde ahlaki değerlere
büyük bir önem verilmeli, gençler bu anlamda terbiye edilmelidir. Bu
terbiyeye irade terbiyesi ya da ahlaki eğitim denir. İrade terbiyesi ya da ahlaki
eğitim felsefenin alanı olduğu için ve aynı zamanda bu eğitimi verebilmek için
felsefi bakış zorunludur. Felsefe eğitimi verebilmenin ve eğitime felsefi bir
bakış kazandırabilmenin temel koşulu ancak felsefi bilinç kazandırılmasıyla
olacaktır. Bu sebeple ele alınan bu çalışmada eğitim sürecine katılan felsefe ve
dolayısıyla irade terbiyesi ya da ahlak eğitimi ile gençlerde ne tür değişiklikler
yaratılabileceği ve bunun sosyal bir varlık olan insanın merkezde bulunduğu
sosyal yaşam için katkıları, modern Türk düşünürlerinden Ali Fuad Başgil’e
göre ele alınmaya çalışılacaktır. Yapılan tahlilin ardından Türkiye’de eğitime
katkısına değinilecektir.

İRADE TERBİYESİ-AHLAK EĞİTİMİ VE RUH-BEDEN GÖRÜŞÜ


Bir Türk düşünürü olan Ali Fuad Başgil, “Demokrasi Yolunda”,
“Gençlerle Başbaşa”, “İlmin Işığında Günün Meseleleri” eserlerinde kendi
tecrübelerinden hareketle gençlerde oluşan bu bunalım havasından, ataletten,
cesaretsiz ve tembel yaşamaktan kurtarıcı önerilerde bulunarak, geleceğimizin
teminatı olarak gördüğü gençliğin önünü tıkayan bu duygu durumlarından
onları uzaklaştırmaya çalışmıştır. O gençlere yönelik yazdığı çalışmalarda
eğitim sürecinde yer alan problemleri ve çözüm önerilerini ortaya koymuştur.
Başgil’in ortaya koyduğu en belirgin fikir, irade terbiyesi yani ahlak
eğitimidir. Eğitim alanında başarılı olmanın ancak ahlak eğitimiyle mümkün
olacağını öne süren Başgil, günümüzde yaşadığımız sorunlara bir çözüm
arayışındadır.
“Gençlerle Başbaşa” kitabında Başgil, öncelikle başarılı olmanın ana
etmenlerini ortaya koymuş ve başarılı olmanın yolundaki engelleri
belirleyerek bertaraf etmeye çalışmıştır. O, “başarılı olma yolunun tehlikeleri
ve düşmanları”ndan bahsederek gençleri uyararak işe başlamış ve başarının ilk
düşmanı olarak ‘tembelliği’, ikinci olarak ‘kötü arkadaşı’ ve üçüncü olarak da
kendilerinden etkilenilen ‘kötü örnekleri’ göstermiştir. Tembellik gençlerin
üzerine çökmüş bir karabasan gibidir ve bunun farkına varıp kendilerini
kurtarmazlarsa halinden hoşnut ama fakat ilerleme kaydedemeyen gençlerle
karşılaşılacaktır.
Tembelliğin; yerine, adamına ve çağına göre girmediği
kalıp yoktur. Herkesin mizacına göre tavır alır ve konuşur.
Dilimizde aldığı çeşitli isimlerde onun bu sinsiliğini gösterir.
Tembelliğin adı uçarılıktır. Bir adı gevşeklik, bir adı hoppalık ve

[4]
Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi

züppelik, bir adı uyuşukluk, üşengeçlik keyfine düşkünlük,


bencilliktir. Tembellik herkesin karşısına her zaman aynı kılıkta
çıkmaz. O mesleksiz aktör gibi daima rol değiştirir. Bazen en
geçerli bir mazeret kılığına girer; hasta olur, yorgun düşer ve
herkesi haline acındırır. Bazen iş yapar görünür; aslında hiçbir
şey yapmaz. Bazen tatlı bir dille konuşur ve gönül çeler. Onun
kandırıcı bir felsefesi ve boş sözlerden örülmüş bir edebiyatı
vardır.7
Başgil, tembelliğin gençlerin karşısına nasıl sinsi bir düşman gibi
çıktığını bu sözleriyle açıklamıştır. Başarılı olabilmek ancak iradeli
davranarak, tembelliğin gizlenmiş bir şekilde de olsa karşımıza çıkan her
halini ortadan kaldırmakta yatmaktadır.
Başarının bir diğer düşmanı olarak ‘kötü arkadaşı’ ele alan Başgil, “dost
ağzını kullanır, seni kollar ve yardımına koşar görünür. Seni kendisine
imrendirmek için yapmadığı şaklabanlık kalmaz. (…) Zaman ile alışkanlık
halini alarak içimize yerleşir”8 der. Arkadaşın kötüsü kendisi çalışmadığı,
başarılı olma kaygısı olmadığı gibi karşısında çalışan ya da başarılı olma azmi
olan kişilere de tepkili olur. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu
söyleyeyim atasözünde de belirtildiği gibi arkadaşlık ettiği kişiler gençlerin
kimliğini ortaya çıkarır. Çünkü arkadaş iyiyse, çalışkan ve azimli ise, onun
gibi olmaya çalışılacaktır. Yine aynı şekilde arkadaş tembel ve kötü niyetliyse,
yine arkadaşlarını etkileyecek ve kendisi gibi olmasına sebep olacaktır.
Başarılı olmanın önündeki diğer engel ise ‘kötü örnekler’dir. Başgil,
“şarlatanlığın ve parazitliğin gösterişli hayatından gözlerin kamaşıp da sakın
namuslu çalışmanın güvenilir sonucundan şüpheye düşme ve manevi
kuvvetini kırma”9 diyerek, gençlerin kolay yoldan kazanılan her türlü
kazançtan uzak durması gerektiğini ifade etmeye çalışmıştır.
Tüm bu belirlemelere rağmen, başarılı olmak yalnızca bu düşmanları
bertaraf etmekle kazanılmamaktadır. Başarılı olmanın bir diğer önemli koşulu
da tüm bunların yanı sıra iradeli olmaktır. İradesi olmayan biri başarı
yolundaki bu engellerden uzak dursa dahi başarılı olamayacaktır. Çünkü irade
başarının ön koşuludur. Başgil gençlere öğüdünde “gevşekliğin, uçarılık,
hoppalık, züppeliğin, türlü türlü şekilleri ile adına tembellik dediğimiz sefalet
şeytanı ve başarı düşmanının yıldığı biricik silah iradedir. İyilik yolunda

7
Başgil, Ali Fuad (2016), Gençlerle Başbaşa, İstanbul: Yağmur Yayınları, s. 20.
8
Başgil (2016): 22.
9
Başgil (2016): 23.

[5]
Nurten Kiriş Yılmaz

iradeni kullanabiliyorsan, korkma. Arkadaşın kötüsü semtine uğrayamaz” 10


diyerek iradenin önemini vurgular.
İradeli olmak Başgil’e göre sadece bir toplum içinde, bir makam ya da
mevki için başarılı olmak ya da bir eğitim aşamasında başarı sergilemek için
değildir. Çünkü iradeli olmak, “maddi ve sosyal bir başarının değil, mutlu
olmanın bile temel şartıdır.”11 Bu durumda iradenin ne olduğunu ele almak
gerekmektedir. İrade; gayret ya da iyi bir eğitim ile elde edilebilen bir şeydir.
Başgil eğitimci ve ahlakçı Jules Payot’un “İrade Terbiyesi” isimli kitabından
çok etkilendiğini dile getirerek irade konusuna ayrı bir önem atfetmiştir.
Payot, “hemen bütün başarısızlıklarımızın ve bütün felaketlerimizin sebebi bir
tanedir: irademizin zayıflığı, çalışmaya, özellikle sürekli çalışmaya karşı
şiddetli bir nefret duymak”12 şeklinde ifade ederek irade zayıflığının tüm
başarısızlıklara sebep olacağını ortaya koyar. Aslında sağlam bir iradeye sahip
olmak iyi bir eğitimle tamamlanır görünse de burada önemli bir faktör göz
ardı edilmemelidir. Bu faktör, insandır. Çünkü iradeyi ortaya koyacak olan
insandır. Bu sebeple irade öncelikle insanın temel özelliklerinin ortaya
konulması suretiyle ele alınabilir. Bir ahlak varlığı olarak insanı ele almak,
onun ruh ve beden olarak iki yönden oluştuğunu ortaya koymayı gerekli
kılacaktır. Eğitimde yalnız bedene yönelik bir yaklaşım geliştirilirse insanın
diğer temel yanı eksik kalacaktır. Bu durum da eğitimde başarısızlığa sebep
olacaktır. Dolayısıyla ruh ve beden eğitimi bir bütün olarak ele alınmalıdır.
İnsan beden ve ruhtan oluşan düal bir varlıktır. Onun ruhu ile ilgili
kısmını ortaya koymaması yalnızca beden olarak kalması sonucunu doğurur.
İnsan onu insan yapan, dahası “kişi” yapan yönünü ortaya çıkarmadıkça
yalnızca yürüyen, konuşan, üreyen bir iki ayaklı bir varlık olmaktan öteye
gidemez. Bu durum tıpkı bir hayvanın yaşamını sürdürmek için temel
ihtiyaçlarını karşılamaktan ileriye gidememesi gibidir. Başgil’e göre eğer
insanın ruhi/manevi yönü ortaya konulmazsa, “(…) dağlarda yaşayan kurtlar
gibi gayri içtimai birer mahluk olur ve birbiriyle boğazlaşırlardı.”13 Çünkü
“(…) cemiyet ve içtimai nizam; iyilik, adalet ve hakkaniyet hep maneviyat
kuvvetinden doğan insani faziletlerdir. Yine çok kere denildiği gibi, insan
moral, yani manevi bir mahlûktur. İnsanın bir tarifi de, onun "manevi bir
mahluk" olmasıdır.”14 Ülken bu konuda, “halkın anlayışı, çoğu kere bu
hakikatten gafildir. O, yalnız bedenin yetişmesiyle bir gayeye erişileceğini

10
Başgil (2016): 25-26.
11
Başgil (2016): 26.
12
Payot, Jules (1932), İrade Terbiyesi, (Çev. Münür Raşit), İstanbul: Kanaat Kütüphanesi, s. 7.
13
Başgil, Ali Fuad (2006), İlmin Işığında Günün Meseleleri, İstanbul: Yağmur Yayıncılık, s.
252.
14
Başgil (2006): 252.

[6]
Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi

sanar. Bilmez ki ruhsuz bir bedenin büyüyüp yetişmesi düşkünlüklerin


dizginini salıvermek; ot bitmeyen bir toprağı sulamaktır”15 der. Dolayısıyla
insanın ortaya çıkarılması ancak ve ancak ruh ve beden bütünlüğünün
sağlanması ile mümkün olacaktır. Bu sebeple yalnızca bedeni ilgilendiren bir
eğitim değil aynı zamanda ruhun terbiyesi de gerekmektedir. Ruhun terbiye
edilmesi ise bedenin terbiyesinden zor bir iştir. Ancak bu ruhun terbiyeye açık
olmadığı anlamına gelmez. Ülken “ben diyorum ki, ruh, sürekli bir terakkiye
elverişlidir”16, diyerek bu düşünceyi destekler. Burada herkese düşen görev,
sonsuz bir çaba ve istek ile ruhun terbiyesi için uğraşmaktır. Ruhunun eğitimi
için çaba sarf eden insan kudretli bir insandır. Burada yalnız bazı insanların
becerisinden kaynaklanan bir durum yoktur. Sadece kralların, yöneticilerin,
zenginlerin ya da üst sınıfların vs. ulaştığı bir hayalden bahsedilmemektedir.
Burada herkese açık bir olanaktan bahsedilmektedir. Onu bulmak isteyen,
arayan ve çaba sarf eden bulacaktır.
Şekip Tunç’a göre ise “insan söz konusu edildiğinde (…); bilen,
eyleyen, hedefleri ve gayesi olan bir varlık perspektifinden meseleye bakmak
zorunludur. Zira insan iki dünyaya birden aittir. Bir yanıyla yani bedensel
varoluşu itibariyle fizik, fizyolojik ve biyolojik dünyanın bir parçasıdır, diğer
yanıyla ise değerler dünyasına ait olarak etik, estetik ve metafizik bir varlık
hüviyetindedir.”17 Burada vurgulanmak istenen insanın beden ve ruh
yönlerinden herhangi birinin ön plana çıkarılmasının hatalı olacağıdır. İnsan,
ne sadece bedenden ne de ruhtan meydana gelir. İnsan bu ikisinin bir bedende
vücut bulmasından ibarettir. Onun değer varlığı olduğunu unutmak sadece
biyolojik bir canlıdan bahsetmeye benzer. Bu canlı şuurlu bir varlık olmadığı
için, diğer biyolojik varlıklar gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için
içgüdüleriyle hareket edecek, biyolojik doğasının istek ve arzularına boyun
eğmek zorunda kalacaktır. Oysa “insan, tabiattaki diğer varlıklardan farklı
olarak, manevi ihtiyaçları olan ve bu ihtiyaçları doğrultusunda manevi dünya
kurabilen şuurlu bir varlıktır.(…) İnsan iradesi ve seçimleri ile kendini inşa
eder ve kendi şahsiyetini kurar.”18 Kendi şahsiyetini kuran insan, tarih yapar,
vatan oluşturur, milli değerlerini ve inançlarını sürdürür, olaylara ve
durumlara çözümler üretir. Onu değerlerden ayrı düşünmek, dolayısıyla ruh
yönünü işin içine katmadan düşünmek olanaklı değildir.
Ahlakın da, ahlak eğitimine ilişkin kuramlarında temelinde bu düşünce
yatmaktadır. Değerler kuran, değerler üreten bir varlık olan insan kendi

15
Ülken, Hilmi Ziya (1999), Aşk Ahlakı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 48.
16
Ülken (1999): 49.
17
Bayraktar, Levent (2014), Türk Düşüncesinden Portreler, Ankara: Aktif Düşünce Yayıncılık,
s. 3.
18
Bayraktar (2014): 65.

[7]
Nurten Kiriş Yılmaz

şahsiyetini oluştururken aynı zamanda çevresine ve kendisi gibi şahsiyetini


kurmuş olan diğer değer varlığı insanlara saygılı olacaktır. Başkasını da
kendisi gibi bir şahıs olarak algılayan kişi, davranışlarını da bu gerçeğe göre
ayarlayacaktır. Bu kişi kendisi için kabul etmediği ve edemeyeceği
davranışları başkalarına karşı sergilemeyecek ve onlar için de kabul
etmeyecektir. Şekip’e göre tüm bunları yapabilmesi için insanın bu şuurunu
geliştirecek bir eğitime ihtiyacı vardır.19 Bu eğitim de ancak irade eğitimiyle
olacaktır. Çünkü insanın bir değer varlığı olarak şahsını kurmasının
desteklenmesi ve bir de başka insanlara karşı da sorumluluk bilincini alması
ancak ahlak terbiyesiyle oluşacaktır.
Başgil’e göre, insan sadece fiziksel bir varlık değil, bir bilinç varlığıdır.
Zaten bilinç varlığı olmaması durumunda iradeden bahsetmek olanaklı
değildir. Başgil, fiziksel ya da bedeni yanımızı “refleksler ve otomatik
hareketler”, “içgüdüsel hareketler” ve “telkinli hareketler” olarak ayırır ve
irade ile eş tutmaz. İrade ancak bilinçli-şuurlu hareketler ile ortaya çıkar.
“Şuurlu dediğimiz bu faaliyetler, şuurumuzun ışık demeti altında akıl ölçeği
ile iyice ölçüp tarttıktan sonra, karar vererek yaptığımız hareketlerdir. İrade
dediğimiz ruh gücü ve manevi enerji de budur. Yani, içimizin karar verip
yapma ve gerçekleştirme kudretidir.”20 İrademizin bulunduğu alan
ruhumuzdur. İnsanı ruhundan bağımsız yalnız bir beden varlığı olarak ele
almak imkânsız olduğuna göre eğitim alanında muhakkak bu yön ön planda
tutularak hareket edilmelidir. Başgil de bu noktada eğitim için önemli kavram
olarak irade kavramını öne sürer. Ona göre “irade, aklımızın düşünüp karar
verme ve yapılması aynı derecede mümkün olan çeşitli hareket tarzlarından
birini beğenip tercih etme gücüdür.”21 Ancak burada işin içine tercih meselesi
girmektedir. Tercih etme bazen iyilik için olabilirken bazen de kötülük tercih
edilebilir. Bazen de istemeden iyi ya da istemeden kötü tercih edilir. Yine
bazen de iyilik tercih edilmiştir ama sonuçları kötü ya da tam aksi olabilir.
Başgil buna şu örneği verir,
Muhtaç birine yardım elini uzatan bir hayır sahibi ile bir
masumun canına kıyan bir caniyi göz önüne getirelim. Belli ki
bunların her ikisi de düşünüp karar veriyor. Ve düşünerek hareket
ediyor. Şu farkla, biri aklını ve bunun gerçekleştirme gücünü
ifade eden iradesini iyilik yolunda kullandığı halde; diğeri
kötülük yolunda kullanıyor. Biri içinin insani ve ahlaki yönlerine

19
Bayraktar (2014): 69.
20
Başgil (2016): 36.
21
Başgil (2016): 37.

[8]
Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi

uygun hareket ettiği halde; diğeri hayvani his ve hırsları


gereğince hareket ediyor.22
Bu nedenle burada tercihin, ahlaki açıdan önemli bir kavram olduğunu
hatırlamak gerekir. Tercih yalnızca seçim yapmak değildir. Tercih, bilinçli bir
şekilde iyiyi ya da kötüyü seçmektir. Eğer bir kişi iyiyi tercih ediyorsa bu
onun erdemine göre eylediğini gösterir. Buna iyi isteme adı verilir. İradeye
göre eyleme de, iyi isteme ya da tercih olarak ele alınır. Başgil bu noktada
“iyi” olanın ne olduğunu tespit etmeye çalışır.
İyilik, en yüksek içtimai bir fazilettir ve adaletten de
üstündür. Çünkü iyiliği mükâfatlandırmak adalet olduğu gibi,
kötülüğü cezalandırmak ta adalettir. İyilik ise, mükâfat ve
mücazat gibi bir karşılık beklemeyen, ilahi bir haslettir ve bu
sebeple içtimai nizamın en derin temelidir. Söylemeye lüzum
görmem ki, bu hakikatleri genç nesil, evvela aile ocağında, ana
baba görgüsünden sonra da bilhassa mektepte hocalarından
öğrenir. 23
Aristoteles’ten beri süregelen felsefi gelenek bize iyi istemenin ve buna
bağlı olarak tercihin ahlaklı isteme olacağını göstermiştir. Nitekim Başgil,
İradeyi kör ve mutlak bir ruh gücü olarak değil; ahlaki
anlamda almak ve aklın iyilik yolunda düşünüp karar vermesi, fiil
ve hareketlerin iyisini ve faydalısını kötüsüne ve zararlısına tercih
etmesi şeklinde anlamak gerekir ki, iradenin bu şekline ahlaki
irade denir. Ahlaki irade ise, fiil ve hareketlerin iyisini seçip
gerçekleştirme şeklinde beliren ruh gücüne sahip olmak;
hareketlerimizde kötü örneklerin, kötü telkin ve alışkanlıkların
esiri olmayarak kendi davranışlarımızın bizzat, sevk ve idare
edici olması demektir.24
Asıl mesele bu aşamadan sonra başlamaktadır. Çünkü ahlaki irade bir
gencin sahip olması gereken en önemli yetidir ve gençlerin eylemlerinde bu
yetinin olup olmadığı tespit edilmeli, varsa desteklenmeli, yoksa da eğitimle
teşvik edilmelidir. Bilindiği gibi eğitim, kültür, ahlak tabiatta yoktur, bunun
gibi medeniyet de tabiatta yoktur. Bunlar insanın meydana getirdiği
müesseselerdir. İnsan bu alanları, “bir imkânlar alanı içinde kendi
tercihleriyle oluşturur.”25 Bu noktada sormamız gereken sorular şunlardır:
gençler tercihlerini yaparken bir bilince (şuura) göre mi davranıyor,

22
Başgil (2016): 37-38.
23
Başgil, Ali Fuad (2014), Demokrasi Yolunda, İstanbul: Yağmur Yayıncılık, s. 89.
24
Başgil (2016): 38.
25
Bolay (2007): 537.

[9]
Nurten Kiriş Yılmaz

tercihlerini etkileyen nedir? Yoksa insani doğadan gelen bir yetiyle ya da


yatkınlıkla mı tercihte bulunuluyor? ve belki de hepsinden önemlisi tercih
etmek eğitimle değiştirilip, geliştirilebilecek bir şey midir? Başgil gençlerle
ilgili çalışmalarında bu sorulara cevap arar. Ona göre insanlar, hem
fizyolojik olarak hem de ruhsal olarak birbirlerinden farklı varlıklardır. Bire
bir aynı olan iki insandan bahsetmek olanaklı değildir. Örneğin bir ruh
doktoru bir hastaya uyguladığı tedavinin aynısını bir diğerine uygulayamaz,
hastaların özel durumlarını ifade eden hikâyelerini dinleyerek tedaviye
başlar. Aynı şekilde her insanın kendisine has manevi yapısı vardır. Bu farklı
manevi yapı insanların “şahsiyet” farklarını oluşturur. Başgil’e göre, “kişinin
bu manevi yapısı ile ruh yönleri onda belli bir duyuş ve hareket ediş tarzı
yaratır ki buna da karakter, huy, tıynet, seciye denir.”26 Karakter, huy, tıynet,
seciye kelimelerinin ilk ortaya koyduğu şey kişiye özel olduğudur. Başgil bu
kelimelerin birbiri yerine kullanıldığını ama aynı zamanda birbirinden küçük
nüanslarla ayrıldığını ifade etmek için ise şu şekilde bir ayrıma gider;
Karakter, şekillenmiş şahsiyet, terbiye görmüş irade,
uyanık bir şuur, fikir ve hareketlerine sahip olma ve prensip
adamlığı anlamlarına gelir ki, bunu Türkçede “seciye” kelimesi
ile ifade edebiliriz. Bu anlamda karakterli adam, prensipli ve
şahsiyet sahibi, düşünceli ve iradeli adam demektir. Karaktersiz
adamda şahsiyetsiz, sözüne ve işine güvenilmez ve akıl ermez,
düzensiz adam demektir. Başka bir deyişle, karakterli “seciyeli”
insan, hayvani içgüdü ve eğilimlerin tutsaklığından kurtulup bu
kuvvetleri hayat için birer hizmetkâr haline koymuş olan insandır.
Karaktersiz “seciyesiz” insan da, hayvani içgüdü ve isteklerin
hâkimiyeti altında kalmış olan insandır.27
Başgil’e göre ahlakın, ahlak eğitiminin özü gençlerin karakterli ve
sağlam seciyeli olmasında yatar.28 Başgil karakterin değişip değişmeyeceğini
sorgulayarak, felsefe tarihinde ele alınan olumlu ve olumsuz görüşlerin
argümanlarını sıralar. Buna göre felsefe tarihinde karakterin eğitilemeyeceğini
ifade eden görüş ve karakterin eğitim ile değiştirilebileceğini öne süren
birbirine karşıt iki görüş vardır. Bu görüşlerden ilkine göre, insan doğuştan bir
takım huylar ile doğar. Bu huylar, kıskanç olmak, çekingen olmak, uslu
olmak, sessiz olmak, şımarık olmak vs. gibi ele alınabilecek olsa da en
temelde iyi ve kötü olmak olarak ayrılabilir. Başgil’e göre bu ilk görüş; “insan
iyi ve kötü huyları ile beraber doğar, bunların iyilerinden faydalanır, kötülerini

26
Başgil (2016): 40.
27
Başgil (2016): 41.
28
Başgil (2016): 41.

[10]
Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi

de hayatı boyunca semer gibi sırtında taşır. Her insanın mizacı ve naturası
beden yaratılışının ve organik yönlerinin nasıl değişmez bir ifadesi ise; huyları
da ruh bünyesinin ve manevi yapısının öylece değişmez ve değiştirme kabul
etmez bir ifadesidir.”29 Bu görüşe göre huy ve tabiat ayrı şeydir. İnsanın
huylarını eğitim ya da başka yollarla değiştirerek, tabiatını değiştirmek
mümkün değildir. Buna Başgil şu örneği verir; “yırtıcı bir hayvanı terbiye
ederek bir dereceye kadar uysal bir hale koyabilirsiniz. Fakat kediyi fare
yakalamaktan, köpeği kemik yalamaktan vazgeçiremezsiniz. Akrep sokar, kurt
parçalar. Sokmak ve ısırmak bu hayvanların yaradılış tabiatındadır.” 30
İkinci görüş ise, insanın doğal yatkınlıklarının iyi bir terbiye ile
değiştirilebileceğini öne sürer. Buna göre kıskanç ve bencil olan; paylaşımcı
olmayı, tembel olan; çalışkan olmak için çabalamayı öğrenebilir. Her şeyden
önce ruhun terbiyesi en başta kendiliğinden oluşan ya da doğuştan getirilen bir
şey değildir. O değişmeye müsaittir. “İnsan her türlü düşünce, his ve huydan
ayrı fakat her çeşit huy edinmeye müsait olarak doğar.”31 Başgil’e göre bu
ikinci görüş ruh terbiyesini, insanın içine doğduğu çevresel faktörlerden, iklim
şartlarına ve dahası ailede aldığı eğitime kadar götürür. İlk görüş “maddeyi
değiştiririz fakat tabiat ve özünü değiştiremeyiz”32 derken belirlenimci bir
yapıdadır. Oysa bu ikinci görüş bir kereye mahsus kurulmuş bir tabiat
saatinden bahsetmez. Bu tabiat her türlü değişime açık, zaman ve mekândan
bağımsızdır. Öte yandan zamanda kazanılmış olan bir terbiye bile değişime
hazırdır. Başgil’e göre,
Terbiye ve ahlak gibi disiplinlerin, en eski zamanlardan
beri var olması da bunların huylar üzerinde etkili olduğuna
inanıldığının ve kötü huyların iyi bir terbiye ile
değiştirilebileceğinin kabul edildiğinin bir delilidir. Eğer terbiye
ve ahlakın huylar üzerinde hiçbir etkisi olmasaydı, binlerce
seneden beri bütün insanlık bu disiplinlere sarılıp inanmazdı.
Terbiye ve ahlakın öteden beri var olmasına rağmen, insanlardan
bir kısmının hala kötü huylu olması, bu disiplinlerin huylar
üzerinde yeteri kadar etkili olmadığını değil, etkili olacak şekil ve
şartlar altında gerektiği gibi uygulanmadığını ve huyların ruh
mekanizmasının henüz tam anlamıyla bilinmediğini gösterir.
Başgil huyların çocuklukta edinilenlerinin değiştirilmesinin daha zor
olduğunu ortaya koyar. Çünkü bu zaman diliminde huylar kökleşir ve terbiye

29
Başgil (2016): 43.
30
Başgil (2016): 44.
31
Başgil (2016): 45.
32
Başgil (2016): 44.

[11]
Nurten Kiriş Yılmaz

eğitimine karşı bir direnç gösterir. “Terbiye ve ahlakın etki bakımından en


verimli çağı gençliktir. Fakat bütün güçlüklere rağmen, huyların en köklüsü
bile irade ve azmin ve iyi bir terbiyenin tokmağı altında ezilip erimeye
mahkûmdur.”33
Yani bu düşünce ‘can çıkar huy çıkmaz’ diyen görüşün kötümserliğine
de, bütün huylarımız değişir diyen iyimser görüşe de karşıdır. Çünkü
huylarımızın bazılarını değiştirmek elimizdeyken, bazılarını değildir. Bazı
huylarımıza ilmin, terbiye ve ahlakın gücü yetişemez, fakat geriye kalan bazı
huylarımızı terbiyenin yardımı ile değiştirmek mümkündür.34 Burada asıl
mesele hangi huyların değişmeye müsait olduğunun tespitidir. Öte yandan
huyların değişimi her daim iyi yönde olamaz, huylar iyi ya da kötü yönde
değişebilir. Başgil, huylarımızın iyi veya kötü olmaları hususunda
genlerimizin payının da büyük olduğunu ve bu nedenle bazı huylarımıza
medeniyetin, ilmin, terbiye ya da ahlakın fayda etmeyebileceğini söyler.35
“Huyların bazısının kökleri aile ve genlerdir ve bu huylar irsiyet(soya çekim)
ve irsi huylar olarak ele alınır. Bazı hastalıklar gibi, huyların bazısının kökeni
de aile ve genlerdir.”36 Huyların öteki temeli mizaçtır. Burada bütün
huylarımızın irsi olmadığı söylememiz gerekir. Diğer bazı huylarımızda
mizacımızdan kaynaklanır. Başgil’e göre,
Mizaç ve huy arasındaki bağlılığı açıklamak için de eski
felsefede bir teori kurulmuştur. (…) Bu teoriye göre dünya; su,
ateş, hava ve topraktan ibaret dört eleman “anasır-ı erbaa”dan
meydana gelmiştir. Dünyanın içinde ve onun bir parçası olan
insan ise; bu da dört eleman, “ahlat-ı erbaa”dan oluşmuştur. Bu
elemanlar; kan, safra, lenf ve sinirdir. Belirli bir insan bünyesinde
bu dört elemandan birinin diğerine oranla fazla oluşuna göre,
mizaçlar da; demevi (kanlı), safravi (safralı), sevdavi (kuruntulu),
asabi (sinirli) diye dörde ayrılır ve bu mizaçlar huylar doğurur.
Mesela demevi karakterler çoğu kez neşeli ve iyimserdir, canlı,
hareketli ve girişken olur. Çabuk kızar, çabuk yatışır. İyi
yüreklidir; kin tutmaz, sıcak, cana yakın ve sevimlidir. Safravi
karakterler ise, soğuk, sevimsiz, hain, ikiyüzlü, fesatçı, fitneci;
sevdavi ise gevşek ve zayıf iradelidir. Asabilere gelince, bunlar
da daha çok titiz, kavgacı ve kötümser olurlar.37

33
Başgil (2016): 46-47.
34
Başgil (2016): 49.
35
Başgil (2016): 50-51.
36
Başgil (2016): 50.
37
Başgil (2016): 51-52.

[12]
Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi

Başgil’e göre, mizaca bağlı ve mizaçtan doğan huyları düzeltmek güç


bir iştir ama imkânsız değildir. Spor, jimnastik, müzik ve dil ile huyun
terbiyesi mümkün olabilir. Ülken bu konuda, “felsefe ruhun sporu, oyun
bedenin felsefesidir”38 ve “spor ruhun açıklığını ve saflığını geliştirecektir.
Ruh ve beden felsefesinin bir unsuru gibi kabul ettiğimiz spor, bizi kudretli
ve ahlaklı olmaya hazırlayacaktır”39 diyerek felsefe ile ruhu terbiye etmenin
mümkün olduğunu ve böylece de ahlaklı olunacağını ortaya koyar. Ona
göre, “yalnızca bedenin yetişmesi diye bir mesele olamaz; ruhun
felsefesinden gaflet edilir de, tek başına bir vücud terbiyesi hülyasına
düşülürse insan yerine makine yetiştirilmiş olacaktır. O manasız bir madde
ve ruhsuz bir kalp”40 olacaktır.
Son olarak Başgil alışkanlıktan kaynaklanan huylardan bahseder. Buna
göre de kötü alışkanlık kötü huy, iyi alışkanlık iyi huy olacaktır. Ona göre bu
hususta ailenin hele de okulun görevi, sorumlulukları çok büyüktür. “Aile ve
okul birlikte hareket ederek, alışkanlıklar üzerinde özenle durmaya ve bir
taraftan çocuklara, henüz çok müsait bir çağda iken, iyi ve temiz alışkanlıklar
ve huylar kazandırmaya, diğer taraftan da onları kötü alışkanlık ve huylara
karşı korumaya mecburdur.”41
Başgil’e göre kişi beden ve ruhunu, hayatının tümünde iletişimde
olduğu herkese karşı kendi aklı ve iradesiyle ortaya koyduğuna, ahlak
terbiyesini edinmiş olur ve bu da onu özgür bir insan yapar.42 Bu terbiyenin
ana yuvası da okuldur. Başgil, “gerçi bu hususta aile daha evvel gelir ve daha
ehemmiyetli gibi görünürse de; iyi düşünürsek, zamanımızda ana babaları da
yetiştiren mektep olduğu için, bugün ailenin terbiye bahsindeki rolü, mektebe
yardımcı bir duruma düşmüştür”43 diyerek okulun öneminden bahseder. Bu
noktada eğitimin diğer bir ayağı olan okulların durumları ele alınmalıdır.

İRADE EĞİTİMİNDE MEKTEBİN ROLÜ


Başgil, mektebin öğrenciye kazandırdığı iki temel rolü olduğundan
bahseder. Bunlardan biri talim diğeri de terbiyedir. Talim ve terbiye
birbirlerinden ayrılamazlar ve onların birlikte olmaları okul için zorunludur.
Talim bilgiyi artırmaya çalışırken, terbiye ahlak ile ilgilenir. Talim akıl ile
terbiye irade ile ilgilidir. Talim genlerin ihtiyacı olan bilgileri düzenlerken,
Terbiye ruhu eğiterek kişi olmayı sağlar, karakter kazandırır ve kişiyi

38
Ülken (1999): 61.
39
Ülken (1999): 61-62
40
Ülken (1999): 61.
41
Başgil (2016): 56.
42
Başgil (2014): 91.
43
Başgil (2014): 91.

[13]
Nurten Kiriş Yılmaz

mutluluğa götürecek yolları açar.44 Talim muhakkak okullarda yapılması


gereken bir alanken, terbiye, ailede başlar ve sosyal hayat içerisinde olgunluğa
erişir. Günümüzde dış dünya ile aile ocağı arasında köprü görevi gören kurum
okul olduğu için okulların terbiye eğitiminde rolü büyüktür.
Ülkemizde artık neredeyse en ücra köyde bile birden fazla okul
bulunmaktadır. Kasabalarda, ilçelerde, illerdeki zorunlu eğitim dönemi
okullarının sayısı oldukça fazladır. Eskiden taşımalı eğitim ya da koşulları
ders ortamına hiç uygun olmayan sınıflarda birden fazla sınıfın aynı sınıfta
ders gördüğü karma eğitim sistemi mevcuttu. Okullarda var olan öğretmen
açığı, uygun bir pedogoji eğitimi görmüş eğitimci sayısının azlığı gibi
sebeplerle eğitimle ilgili ihtiyaçlara cevap vermek güçtü. Cumhuriyetin ilk
yıllarına oranla günümüzde eğitim-öğretim alanında her türlü ihtiyaca cevap
verilmekte, pek çok yerde mahalle okulları bulunmaktadır. Öğrencilerin ders
materyalleri devlet tarafından karşılanmaktadır. Bu durum ailelerin okur-
yazarlığa verdiği önemi de artırmıştır. Ancak yine de eğitim konusunda gün
geçtikçe öğreticiye de öğrenciye de dayalı bir düşüş yaşanmaktadır. Bunun da
sebebi aslında açıktır. Çünkü öğretim teknolojilerinin ilerlemesi, öğreticinin
donanımlı olması, her türlü bilgiye kolayca ulaşmanın mümkün olması eğitim
açısından çok önemlidir ancak tek başına yeterli değildir. Bu süreç içerisinde
yer alan en önemli faktör bilgileri öğrenici konumda olanın, öğrenmeye istekli
ve kabiliyetli olmasıdır. Hayrani, “öğretim ne kadar cazip yapılsa, şahsi gayret
olmadıkça öğrenilen şeyler pek çabuk unutulur. Çocuklarımızın zeka seviyesi
Avrupalı çocukların zeka seviyelerinden farksızdır. Yalnız, çalışma gayret ve
itiyatları zayıf kalmıştır. Hocalar bu noktaya çok ehemmiyet vererek
çocuklarımıza zekaları seviyesinde gayret ve çalışma zevki verir, aileler de
mekteple işbirliği yaparlarsa ne kadar iyi olur”45 diyerek öneride bulunur.
Başgil de okulun ehemmiyetinden bahseder ve “(…)mektep dediğimiz
bir kültür ve formasyon yuvası var ki, karakter ve şahsiyet terbiyesi müstakbel
inkişafının imkan ve elemanlarını burada bulacaktır”46 der. Fakat Başgil’e
göre “bizde, her derecesiyle mektep, bu ruh ve bu esastan uzak kalmıştır. Acı
da olsa söylemek bir vazifedir ki, süsü ve sayısı ile öğündüğümüz
mekteplerimiz talim ve tedriste kuru bir garp taklitçiliğine, kopyacılığına ve
tercümeciliğine: terbiye bahsinde ise dar ve anlayışsız bir zümre taassubuna ve
geri bir otaritarizme saplanmıştır.”47 Yani okulların niceliksel olarak

44
Başgil (2014): 101.
45
Altıntaş, (1989), 60.
46
Başgil (2014): 104.
47
Başgil (2014): 104.

[14]
Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi

artmasının gençlerin niteliğinde bir değişime sebep olmadığını ortaya


koymaktadır.
Bu durumda karşımıza şu soru çıkmaktadır; gençlerin ruh ve beden
eğitimleri için nasıl bir eğitim planı yapılmalıdır? Burada genel kabul görmüş
cevap gençlerin özel yeteneklerinin keşfedilip, yaratıcılıklarının ortaya
çıkarıldığı ve kendi karakterlerini oluşturdukları bir eğitim planı olacaktır.
Aksi takdirde belli sürelerde okullara hapsolmuş, karakteri oturmamış, ruh ve
bedenden oluşan bir varlık olduğunu bilmeyen gençlerle yüz yüze
kalınacaktır. Çubukçu’ya göre eğitimde, “gençlerin beden ve ruh sağlığını
temin etmek önemli bir görev sayılmalıdır. Her şeyden önce eğitimde birliği
sağlamak lazımdır. Önemli olan gençlerin adaleti, doğruluğu ve görev şuurunu
toplumun her kesiminde görmesidir.”48 Bunun için temel eğitimin zorunlu
olması uygundur. Ancak yalnızca temel eğitimin zorunlu hale getirilmesi,
okulların artırılması, öğretim teknolojilerinin kullanılması bir gencin eğitimi
için yeterli değildir. Eğitim ailede başlayan, çevrede gelişen, okulla pekişen
bir süreçtir. Okulun koşulları çok önemlidir ama bu okullarda görev yapan
öğretmenlerin donanımları da çok önemlidir. Başgil, “genç vatandaşlara irade
ve karakter terbiyesi vermekle mükellef olan mektepten önce, idaresi
başındakilerle hocalarının bizzat irade serbestliğine ve sağlam bir karakter
terbiyesine sahip, mesleki formasyonu yerinde adamlar olması şarttır”49 der.
Gençlerin irade terbiyesi önemsenmeyecek bir konu değildir. İradenin
terbiyesi için her ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Bu çalışmada insanın irade
sahibi olduğunu gösteren beden yönünün yanındaki ruh yönünden, gençlerin
başarısız olmalarına sebep olan irade terbiyesinin eksikliğinden, eğitim
planının içeriğinden, ailede ve okulda verilen eğitimin birbiriyle olan
bağlantısından ve eğitmenlerin donanımlı olmasının katkısından
bahsedilmiştir. Eğer eğitim üzerine bu bağlantılar kurulmazsa ne gençlerin
eğitimi yeterli olacaktır ne de milli birlik ve medeniyet oluşturulabilecektir.
Başgil’e göre, “moral bir boşluk içindeki memleket gençliğini kurtarmanın
yolu ise, dili, tarihi, kitabı, hocası ve idaresi ile mektebi” 50 ıslah etme
noktasında toplanmaktadır.

SONUÇ
Türkiye’de eğitim alanında ilerleme sağlanabilmesi açısından eğitim
sistemimiz üzerinde çalışmalar yapılmakta, öğrencilere Batı bilim ve tekniğini

48
Çubukçu, İbrahim Agah (1977), İslam’da Ahlak ve Mutluluk Felsefesi, Ankara: Ayyıldız
Matbaası, s. 104.
49
Başgil (2014): 102.
50
Başgil (2014): 109.

[15]
Nurten Kiriş Yılmaz

yakalayacak ölçüde pozitif bilimler öğretilmeye çalışılmasının yanı sıra


medeniyetimizi kurmak için milli birlik, tarih ve dil geliştirme için eğitim
verilmektedir. Ülkemizde okul, öğretim teknolojileri, öğretici açısından en
azından niceliksel olarak eksiklik bulunmamaktadır. Tüm bunlara rağmen
özellikle lise dönemine gelmiş gençlerde; bırakmışlık, bıkmışlık, hazıra
konma, çaba sarfetmeden ve pek bir şey öğrenmeden derslerden kolaylıkla
geçme gibi faydacı yaklaşımlar belirmiştir. Bunun asıl sebebi gençlerdeki
değer eksikliğidir. Değerler ise ancak ahlaki eğitim ile kazandırılabilir.
Çalışmamızda ele aldığımız Başgil’in İrade Terbiyesi-Ahlaki Eğitim
kavramı, gençlerde eksik olan bu yönleri bulup ortaya çıkarmaya ve eğitmeye
odaklanmaktadır. Gençlerin kısa yoldan çıkar elde etmek istemesi, çaba
sarfetmeden ihtiyaçlarını karşılaması, kayırılma-torpil gibi sebeplerle hakkı
olmayan şeyleri hak olarak görüp elde etmemesi durumunda çığrığından
çıkması günümüzde çok sık karşılaştığımız bir manzaradır. Bu manzarada
ailenin, okulun, toplumun ve yaşadığımız kültürel çevrenin etkisi yadsınamaz.
O yüzden eğitim alanında bir düzenleme yapılacaksa bu alanların tümünde,
topyekûn bir düzeltme olmalıdır. Gençleri tembellikten, çalışmamaktan ve
ahlaksal olmayan davranışlardan kurtarmanın tek yolu, onların yalnızca
bedensel yönlerine değil aynı zamanda ruhsal yönleri üzerine de eğilmekle
mümkün olacaktır. Ruh terbiyesi, beden terbiyesi gibi değildir, beden terbiyesi
kolaydır; ruh terbiyesi ise çocukluktan başlayan bir süreci kapsar. Çocuklukta
öğrenilen zihne kazınmış olan karakter özelliklerini bir çırpıda değiştirmek
mümkün değildir. Bu noktada ailenin ahlaki eğitiminin önemi ortaya
çıkmaktadır. Aile bireyleri de bir okuldan geçtikleri için okullarda bu ahlaki
eğitime ve felsefi bilince çok büyük önem verilmelidir. Bu şekilde bir
düzenleme ile çok değil önümüzdeki 10-15 yıl içinde felsefi bilinç kazanmış,
irade terbiyesini edinmiş ebeveynlerin büyüttüğü çocukların oluşturduğu bir
toplumda yaşanacaktır.
Bu yolla ahlak eğitimi ve felsefi bilincin gelişeceği ülkemizde,
gençlerin ruh ve beden birliği sağlanarak eğitim verilmiş olacak ve bu eğitimi
almış gençler ahlaklı olacak; ahlaki bilinç kazanıldığında ise gelişmiş bir
devlet oluşacaktır. Bu devlet oluştuğunda ise hem ekonomik hem de sosyal
refah bakımından gelişmiş bir toplum olacaktır. Bunlar birbirinden
ayrılamayacak, iç içe geçmiş süreçlerdir. Bu durumda yapılması gereken
gençlerde felsefi bilinç ile kişi olma şuurunun geliştirilmesidir. Bu anlamda da
okullara çok iş düşmektedir. Çünkü okul sistemi düzenlendiği takdirde önce
aileler sonra da toplumun diğer tüm birimleri düzenlenecektir.

[16]
Ali Fuad Başgil’de İrade Terbiyesi – Ahlak Eğitimi

KAYNAKÇA
ALTINTAŞ, Hayrani (1989), Mustafa Şekip Tunç, Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
BAŞGİL, Ali Fuad (2006), İlmin Işığında Günün Meseleleri, İstanbul:
Yağmur Yayıncılık.
BAŞGİL, Ali Fuad (2014), Demokrasi Yolunda, İstanbul: Yağmur
Yayıncılık.
BAŞGİL, Ali Fuad (2016), Gençlerle Başbaşa, İstanbul: Yağmur
Yayınları.
BAYRAKTAR, Levent (2014), Türk Düşüncesinden Portreler, Ankara:
Aktif Düşünce Yayıncılık.
BOLAY, Süleyman Hayri (2006), “Türkiye’de Felsefenin Konumu”
(Süleyman Hayri Bolay, Ceyhun Akın Cengiz), Felsefe Dünyasında
Gezintiler, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
BOLAY, Süleyman Hayri (2007), “Felsefe Yapmak ve Necati Öner”,
Türk Düşüncesinde Gezintiler, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
ÇUBUKÇU, İbrahim Agah (1977), İslam’da Ahlak ve Mutluluk
Felsefesi, Ankara: Ayyıldız Matbaası.
GÜNAY, Mustafa (2004), Süregiden Felsefe Üzerine Bir Deneme,
Adana: Karahan Kitabevi.
ÖZLEM, Doğan (2015), “Türkiye’de ve Türkçede Felsefe”, Türkiye’de
Felsefe, İstanbul: Notos Kitap Yayınevi.
PAYOT, Jules (1932), İrade Terbiyesi, (Çev. Münür Raşit), İstanbul:
Kanaat Kütüphanesi.
ÜLKEN, Hilmi Ziya (1999), Aşk Ahlakı, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.

[17]

You might also like