You are on page 1of 285

TARİHİ SOKAKLARI VE EVLERİYLE MEKANSAL ÖRÜNTÜNÜN

YARATTIĞI
DÜŞLERİN TAŞLARA YAZILDIĞI KENT: DİYARBAKIR

Akıp giderken zaman


Direnmekteyim ben her an
Taşın ölümsüzleştirdiği mekanlarım inan

Aysel Yılmaz (Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi)yilmazaysel45@gmail.com


Mine Baran (Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi)mbaran@dicle.edu.tr

Giriş

Karacadağ’dan Dicle’ye uzanan geniş bazalt platosunun doğu kenarında, Dicle


Vadisinden 100 metre yüksekte yer alan Diyarbakır kenti, surlarının şekliyle arazinin
doğal yapısına uyum sağlamıştır. Yapım tarihi bilinmeyen kalenin kuzeydoğusunda
bulunan İçkale kesiminin, yerleşim yerinin çekirdeğini oluşturduğu ve küçük çapta
bir kalenin İ.Ö. 3000 yıllarında, yani Hurriler zamanında inşa edildiği sanılmaktadır.
Büyük kültürler büyük sularla doğar sözünü doğrularcasına, Mezopotamya’yı ku-
caklayan iki nehirden biri olan Dicle’nin beslediği verimli topraklar üzerinde yükse-
len dünyaca ünlü surları Diyarbakır’ın barındırdığı tüm kültür mirasının bir abide-
sidir. Dolayısıyla, zengin kültürel ve tarihi mirasıyla bir “dünya kenti” olmayı hak
eden Diyarbakır, kimliğini belirleyen birçok değerleriyle surları, camileri kiliseleri,
mescitleri, hanları, hamamları, çeşmeleri, evleri ve köşkleriyle canlı bir kentsel
yaşama sahip olmuştur. 1940’lı yıllara kadar geleneksel özelliklerini büyük ölçüde
korumuş olan kent, maalesef 1950’li yıllardan itibaren sur dışına doğru genişlemeye
başlamıştır .Özellikle 1980 li yıllardan itibaren bölgede yaşanan yoğun göçün etkisi-
yle sur içi yavaş yavaş yapısal bozulmalarla günümüze kadar gelmiştir. Geçen yıllara
direnen Diyarbakır sur içi birçok bozulmalara karşın hala ben buradayım, geçmişin
derin izleriyle savaşıyorum dercesine mimari birçok eseriyle yaşayan bir kent.
Anadolu’nun diğer kişilikli kentleri gibi sur içi dokusuyla korunmayı, tanınmayı,
anlaşılmayı ve gelecek kuşaklara aktarılmayı çokça hak eden bir kent .

Tarihi sur içi dokusu; konut, yönetim ve ticaret bölgelerinden oluşmaktadır. Tari-
hi Yerleşke genelden özele doğru giden bir düzen içersindedir. Bu dokudaki konut
alanları örüntüsü meydanlar, sokaklar (küçeler) ve konut alanlarından oluşmaktadır.
Konutlar da kendi dokusu içersinde farklı verilere göre bir örüntü kurgusu içinde
avlu etrafında konumlandırılmışlardır.

kitap_dizgi.indd 1 11/14/12 12:54 PM


Şekil 1. Sur içi’nin 1939 yılı hava fotoğrafı (Diyarbakır Büyükşehir Bld. Arşivi)

Diyarbakır sur içi örüntüsünün oluşmasında yerleşimin surlarla çevrili olmasının


ve alanı sınırlamasının büyük ölçüde etkisi vardır.Dokunun surlarla çevrili olması
güvenlik nedenlerine bağlantılı olduğu düşünülebilir.. Ayrıca Diyarbakır ‘ın sıcak-
kuru iklime sahip olması evlerin bitişik, avlulu bir düzen içersinde gelişi güzel bir
sokak dokusuyla organik bir biçimde gelişmesine olanak tanımıştır.

Diyarbakır kale içindeki parseller düzenli olmayan geometriye sahip olduğu için
sokaklarda ortaçağ kentlerinin genel özelliğine benzer şekilde organik dokuda ve
düzensiz gelişmiştir. Roma döneminde yeniden düzenlenerek yapıldığı bilinen ka-
nalizasyon ağının ana yolların altından geçtiği düşünülünce yapılaşmanın da düzen-
siz sokaklara uygun doğrultuda devam ettiği anlaşılmaktadır.

 
Şekil .2. Diyarbakır kent planı. (Kaynak: Gabriel, 1940)

kitap_dizgi.indd 2 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır zaman zaman, bölge içindeki konumu nedeniyle çevredeki yerleşimlerde
bulunan kültürlerden farklı şekilde etkilenmiştir. Eski Diyarbakır ve Mezopotamya
evleri kitlesel biçimleri ile birbirine benzemektedir.

Bu benzerlik, Mezopotamya ile adeta kaynaşan yerleşimlerde olduğu gibi yapı kül-
türü etkisi ile birleşerek geleneksel sur içi dokusunu oluşturmuştur. En az beşbin
yıllık bir geçmişe sa-hip olan Diyarbakır Evleri de binlerce yılın verdiği deneyimler
sonucu gelişerek, şehrin tarihi kimliğine ve iklim şartlarına en uygun bir konuma
gelmiş ve malzemenin etkisiyle kendisine özgü bir mimari form oluşturmuştur.
Diyarbakır ili volkanik bir arazi üzerinde kurulu olduğundan çevresinde bol mik-
tarda bazalt taş bulunmaktadır bu yüzden yapılarda yöresel malzeme olarak bazalt
taş kullanılmıştır.

Geçmişteki Sur İçi Dokusu

1950 öncesinde genellikle bir bodrum katı üzerine kurulmuş tek katlı yapılar
çoğunlukta iken sonraları iki katlı evler çoğalmaya başlamıştır. Türk İslam mi-
marisinin özelliklerini taşıyan Diyarbakır Evleri, son 20–30 yılda sur içinin hızlı
göç alması sonucu düzensiz yapılaşmayla birlikte yok olmaya başlamıştır. Ancak
son yıllarda koruma bilincinin artmasıyla, bazı evler yaşatılmaktadır. Aslında hala
geçmişin izleri duruyorsa bilinki siyah taşının ölümsüzlüğündendir.

Şu an yıl 2012 ve ben geçmişin izlerini ararken bu sokaklarda (küçelerde) aklım


geçmişte kaldı. Geçmişin sokaklarını, evlerini arar oldum bir anda. Tarihini,
geçmişini surlarına taşlarına yazan bu şehir böyle mi olmalıydı? Kesintisiz, sürekli
ve görkemli olmalıydı eviyle, sokağıyla.

1914–1964 lü yıllardaki Diyarbakır sokaklarına, evlerine ait fotoğraflara baktığımızda


nelerin yok olup gittiğini görüyoruz. Yitip giden sokaklar, evler ve de nice yaşanmış
hayatlar.

Fotoğraf.1.Diyarbakır 1914 yılından önce doğu yönünden Yeni Kapı civarından çekilmiş
fotoğraf(Orlando Carlo calumeno Koleksiyonu)(Osman Köker sergisi)

kitap_dizgi.indd 3 11/14/12 12:54 PM


Geçmişte ezan, çan sesinin birlikte nice hazan mevsimlerinde duyulduğu o günler
hoşgörünün göstergesiydi. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun beraber yaşanabildiğinin
bilindiği bir şehirdi Diyarbakır.

Geçmişte ezan, çan sesinin birlikte nice hazan mevsimlerinde duyulduğu o günler
hoşgörünün göstergesiydi. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun beraber yaşanabildiğinin
bilindiği bir şehirdi Diyarbakır.

Fotoğraf.2.Esma Ocak Evinde Bir Nikâh Töreni

kitap_dizgi.indd 4 11/14/12 12:54 PM


Bu sokaklar, bu evler dile gelse neler anlatırlar kim bilir geçmişe dair..Sevinçlerin
,acıların sevdaların paylaşıldığı ayrı-gayrının olmadığı nicesi yıllardı onlar. Türkü,
kürdü, ermenisi, süryanisi ve daha nicesi yıllar boyu bu sokakta( küçede) az mı
yaşamışlardı hep. Birlikte. aynı havayı soluyup, aynı güzellikleri, acıları, sevin-
çleri az mı paylaşmışlardı. Bir güne bir gün aralarında hiçbir tatsızlık yaşanmamıştı.
Herkes birbirine saygılıydı, sevgiliydi. Hatta kız alıp verenler de olmuştu. Böylece
kan kana, can cana karışmış, ayrılık, gayrılık tümden yok olmuştu. Sonra o pek
hatırlamak istemediğimiz savaş yıllarında ne olmuşsa olmuş, onca komşu bir bir veda
edip ayrılmıştı aralarından. Komşu gitse de yaşanmış onca hatıralar unutulmazdı
elbette. İşte hatırlandığında yaşanmışlıklar mazide kalmış ama iz bırakmış derin
hatıralardır şimdilerde.

Fotoğraf.3.Eski Diyarbakır Genel Görüntüsü–1965(M.Ş.Küçükdoğu)

Bazalt Taşın ve İklimin Şekillendirdiği Eski Diyarbakır Sokakları

Kentin mimari oluşumunu etkileyen bu gelişimlerin yanı sıra, bölgenin fiziksel


yapısı, topoğrafik ve jeolojik yapısı, iklim durumu ile kentin sosyo-ekonomik yapısı
da yerleşimini etkileyerek bazı bölgesel özellikleri beraberinde getirmiştir. Bu bölge-
sel özellikler, neredeyse kentin tamamının yapımında kullanılan bazalt ve kalker
birlikteliğinin doğmasına yol açmıştır. Diyarbakır’daki taş işçiliği çeşitli dönem-
lerde kent halkının ulaştığı estetik düzeyle birleşmesinin yanı sıra, sosyo-ekonomik
yapının da bir göstergesi olmuştur.

Kentteki taş işlemeciliği, şehir sokaklarına cephe veren yapıların işlevine göre siluet
kazanmasında önemli bir yere sahiptir. Üzerlerindeki süsleme, bezeme veya kabart-
malar yapının işlevine göre değişmesinin yanı sıra, hâkimiyetinde bulunan devletler-
in özelliklerini de yansıtır nitelikte olmuştur. Taş işçiliğindeki ustalık ile bu ustaların
taşa yükledikleri anlamlar, birkaç bin yıllık kent tarihini ortaya koyar niteliktedir.

kitap_dizgi.indd 5 11/14/12 12:54 PM


Sokağa cephe veren yapılardaki taş işçiliğinin insan boyutunda sokağa etkileri, taşın,
işçiliğinden doğan özelliklerinin sokak üzerindeki ifadeleri de son derece anlamlı
olmuştur.

Rengi siyah olan bu taşlar evlere, sokaklara ve kent dokusuna gizemli olduğu ka-
dar, gerçekle düş arasında bir dünya sunmuştur. Bu iki dünyayı paylaşacak, ortaklık
kuracak biz dostları ise hep konuk etmiştir evler ve sokaklar. Renginin siyahlığı
düşlerimizin beyazlığıyla birleşmiş ve muhteşem bir görselliği bizlere sunmuştur.

Fotoğraf.4.Dokusuyla-İnsanıyla Yaşayan 1965 yıllarına Ait Eski Diyarbakır Sokakları


(M.Ş. Küçükdoğu )

Fotoğraf.5.Eski Diyarbakır Sokak Dokusunun Bütün Zenginliğiyle Bizlere Sunduğu


Muhteşem Görsellik-1965 (M.Ş. Küçükdoğu )

kitap_dizgi.indd 6 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır sokak dokusunun biçimlenmesinde iklimsel koşulların da büyük etken
olduğunu söyleyebiliriz.,sokak genişliklerinin yer yer 2 - 3 m. ye kadar düşmesinde;
yazın yüksek sıcaklardan korunma amacı bulunmaktadır. Sokakları çevreleyen ev-
lerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutulmuştur. Birbirinin üzerine yaslanmış, bu
yüksek duvarlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve böylelikle günün
her saatinde küçelerin (sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu sokaklarda bir
başka gölge alanları ise örtmelerdir (Kabaltı). Düz ahşap kirişli olan örtmeler sokak
genişliğince ve derinlemesine oluşturulmuş, zengin ailelerin bir oda daha kazanma
ihtiyacından doğmuş ancak iklimsel verilerle birleşince bu tasarım, sokak dokusuna
çeşitlilik, müthiş zenginlik bir o kadarda iklimsel konfor sağlamıştır. Böylece günün
her saatinde gölgelik alanlar oluşturulmuştur. Sıcaklığın 45 dereceleri bulduğu
saatlerde bedenimizde hissettiğimiz sıcaklık ve terleme sokağa girdiğimizde aniden
müthiş bir serinlik hissine bırakmaktadır. Örtmeler; soluklanmak serinlemek için
konforlu alanlar yaratmıştır.

Fotoğraf.6.Işık ve Gölgenin Sokak Dokusundaki Dansı-1965


(M.Ş. Küçükdoğu )

kitap_dizgi.indd 7 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır ve çevresi bazalt yatakları bakımından zengin bir bölgedir. Bu zengin-
lik sur içi dokusunun taş malzeme kullanılarak taş mimarinin en güzel örneğini
sunmuştur bizlere. Diyarbakır’daki taş işçiliği çeşitli dönemlerde kent halkının
ulaştığı estetik düzeyle birleşmesinin yanı sıra, aynı zamanda ailelerin sosyo-ekono-
mik yapısına göre daha gösterişli evlerin oluşmasını sağlamıştır.

Kentteki taş işlemeciliği, şehir sokaklarına cephe veren yapıların işlevine göre bir
siluet kazandırmıştır. Sokak ve evlerdeki süsleme ve bezemeler taş ustalarının maha-
retli ellerinde hayat bulmuş tıpkı bir dantel gibi işlenmiştir. Bazen kendi hayatlarını,
zevklerini, bazen de ev sahibinin zevkini yansıtmışlardır. Sert ve işlenmesi zor bir
malzeme olan bazalt taş;şimdilerde yok olmuş taş ustalarının taşa yükledikleri an-
lamlarla hayat bulmuştur.

Fotoğraf 7 Alipaşa Sokak (1927)

Diyarbakır sur içi dokusunda evlerin büyük kısmı avluya bakmaktadır. Evler mah-
remiyet, iklimsel verilerden dolayı yüksek duvarlarla çevrilidir. Sokağa yönelmiş me-
kan sayısı çok fazla değildir. Sokağa yönelmiş mekânlar sokağın üzerine kurulan oda-
lar ve şahnişinlerdir. Sokağın üzerine kurulan bu odaların alt geçitlerine örtme veya
kabaltı denmektedir. Evlerin yüksek duvarları ve örtmeler sokak dokusu içersinde
serin ve gölgelik alanlar oluşturur.

kitap_dizgi.indd 8 11/14/12 12:54 PM


Fotoğraf.8.Henüz yok olmamış kabaltı örnekleri

kitap_dizgi.indd 9 11/14/12 12:54 PM


Fotoğraf. 9. Bazen sessiz bazen canlı kabaltılarımız

10

kitap_dizgi.indd 10 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır’da sert bir kara iklimi egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Yılın
hemen hemen 7 -8 ayı yaz mevsimini yaşayan Diyarbakır’da Sokak dokusunun
şekillenmesinde iklimsel veriler etkili olmuştur. Sokak genişliklerinin yer yer 2 – 3
m. ye kadar düşmesinde; yazın yüksek sıcaklardan korunma amacı etkili olmuştur.
Sokakları çevreleyen evlerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutularak adeta
birbirinin üzerine yaslanmış gibi duran bir konum almıştır.,Böylelikle bu yüksek du-
varlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve günün her saatinde küçelerin
(sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu sokaklarda bir başka gölge alanları ise
örtmelerdir (Kabaltı). Düz ahşap kirişli olan örtmeler sokak genişliğince ve derin-
lemesine oluşturulmuş, zengin ailelerin bir oda daha kazanma ihtiyacından doğmuş
ancak iklimsel verilerle birleşince bu tasarım, sokak dokusuna çeşitlilik, müthiş
zenginlik bir o kadarda ekolojik verimlilik kazandırmıştır. Sıcaklığın 45 derecelere
çıktığı saatlerde örtmelerin altında soluklanmak, serinlemek bizim için doğal klima
etkisi yaratmaktadır

Fotoğraf.9. Çocukların oyun oynayabileceği alanlar olmaktadır bazen sokaklar

11

kitap_dizgi.indd 11 11/14/12 12:54 PM


Fotograf.10. Bazen biraz soluklanıp sohbet noktasıdır sokaklarımız

Fotograf.11.Şimdilerde yarısı yitik ve yoksun hayal-meyal

12

kitap_dizgi.indd 12 11/14/12 12:54 PM


Fotoğraf.12.İşte bazende ekmek kapısıdır. Elmalı şekerimi satabilecek miyim acaba

Sokak genişliklerinin dar tutulduğu sur içinde sokak dönüşlerini rahatlatmak


için pahlanmış duvar yüzeyleri oluşturulmuştur. Bu atlı, araba ve yayaların rahat
dolaşımını sağlamak için yapılmıştır. Yine çıkmaların altındaki konsol taşları, sokak
dokusuna ayrı bir estetik, üzerlerindeki taş işçiliği ise taş ustasının maharetini, zev-
kini ortaya koyar niteliktedir.

Fotoğraf.13.Pahlanmış Köşe Yüzeyleri(A.Bekleyen,N.Dalkılıç)

13

kitap_dizgi.indd 13 11/14/12 12:54 PM


Fotoğraf.13.Binği Taşları Örnekleri

Diyarbakır sur içi sokak dokusuna anlam katan öğelerden biriside kapılardır. Av-
lularla çevrelenmiş evlerin sokaklarla buluşma noktasıdır. Kapılar, hem sokakla
buluşma, dışa açılma hem de ev içi hayatı koruma, sakınma işlevini üstlenirler. Kapı
ve kapıların üzerindeki aksamların her biri ayrı bir anlam ve incelik göstermektedir.
Ev halkının sosyal, ekonomik kültürel durumunu da yansıtmaktadır. Örneğin hac-
ca gitmişse yazılan yazılarla hacca gittiğini demirci ustasıysa özel demir işçiliğini
yansıtır süsleme ve bezemelerle farklılaştırılırdı kapılar.

14

kitap_dizgi.indd 14 11/14/12 12:54 PM


Evlerin kapı tokmaklarının şekli, biçimi, çıkardığı ses her biri ayrı bir anlam içer-
mektedir. Kapı tokmakları çift halkadan oluşmuştur. Bunlardan, aslan başı motifli
ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve
bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerdeki ev sahibi gelenin
erkek misafir olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun
olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu
anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı.

Fotoğraf.14.Hala konuklarını beklercesine duran geleneksel kapılarımız

Fotoğraf.15.Kapılardaki farklı biçimlerde yapılmış tokmaklar

15

kitap_dizgi.indd 15 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır sur içi sokak dokusunda çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Ancak bunların
birçoğunun suyu akmamakta. ,Özgünlüğünü yitirmiş durumdadır. Oysaki sessizliği,
yalnızlığı yok eder suyun sesi. Çeşmeler insanlar için buluşma noktası olmuştur
eski Diyarbakır da Orda paylaşmış sevincini, nazını, üzüntüsünü. Üstelik sıcaklığın
40–45 derece sıcaklığa ulaştığı mevsimlerde ferahlatmış, serinletmiştir insanları.
Neşeliydiler onlar. Çocukluğumun belki de en güzel anıları çeşme başında suyla oy-
narken geçmiştir. Üstümü, başımı ıslattığım an annemin yeter hasta olacaksın sesiyle
koşuştuğum anlardı. Ama şimdilerde onlar da yıkım ve kıyımın eşiğinde.

Fotoğraf.16.Susuz ve suskun çeşme. Ziya Gökalp Mahallesi Tahtalı Katsal Sokak


(İsmet Paşa İlkokulu Arka Duvarı)

     
Fotoğraf.17. Sultan Şuca Çeşmesi Hz. Ömer Cami Cami Duvar Bitişiği

16

kitap_dizgi.indd 16 11/14/12 12:54 PM


Geleneksel Diyarbakır Evleri Mekansal Örüntü Kurgusu

Bu özgün mimari formu oluşturan birçok tasarım kriterleri vardır. Bunlar:



- İklimsel veriler
- Sosyo kültürel veriler
- Fiziksel çevre verileridir.

Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk iklim etkisi altındaki Diyarbakır’da gelenek-
sel konutlar avluludur. Avlu, kuru yaz sıcağı ve soğuk kış rüzgârlarına karşı en ba-
sit korunma şeklidir. Sıcak ve kurak iklimin eski Diyarbakır Evi biçimine etkisi,
avlu çevresindeki kitlelerin dizilişlerinde ve içe doğru yönlenmelerinde açıkça
görülür. Avlu çevresindeki odaların oluşturduğu mekânlar uygun güneş yönüne göre
yerleştirilmişlerdir. Bu yönlenme, yazın kullanılan yazlık, kışın kullanılan kışlık
ve baharda kullanılan mevsimlik odaların ayrı ayrı yerlerde tasarlanmasına neden
olmuştur. Yazlık bölümler güneşten fazla etkilenmemek için kuzeye, kışlık bölümler
ise bol güneş alabilmesi için güneye yönlendirilmişlerdir. Bu yüzden güney cephesi
bol pencerelidir. Baharlık kitle ise dış ve orta avlulu evlerde görülür. Avlunun doğu
veya batısında bulunur.

Tasarım kriterlerinden biri de sosyal ve ekonomik değerlerdir. Her tasarımın


arkasında bir toplumsal değer ve tutumlar kümesi yatar. Fiziksel çevre etmenleri ile
canlı arasındaki dengeyi amaçlayan bir “ara çevre”olan binada bunca çeşitlenmenin
nedenleri vardır elbette Kaplumbağa ve salyangoz aynı dış çevre koşullarında
barınabilirken neden farklı evcikler içinde oluşurlar? Ayrıca bu kabuklar, sadece
canlıların biyolojik süreçlerine, enlerine, boylarına uygun olmakla kalmayıp yaşama
biçimlerine, korunma ve dayanışma davranışlarına da koşutluk gösterirler. Bu
ifadelerin yansımasını Diyarbakır sivil mimarisinde de görmek mümkündür.

Eski Diyarbakır aile yapısı büyük ve ataerkil bir nitelikteydi. Büyük aile; ana, baba ve
çocuklardan oluşan çekirdek ailelerin birleşimidir. Bu nedenle bu büyük aile yapısı
bir ortak alan olan avlulu bir düzen oluşturmuştur. Aile yapısının büyüklüğü, ev-
lerin büyüklüğünü, avlu ve çevresindeki kitlelerin sayısını belirlemiştir. Ayrıca dini
inancın etkisindeki bir aile yaşantısı ve bunun sonucunda oluşan evin gizliliği hem
içte, hem de dışta olmak üzere iki şekilde evin kitlesel biçimlenmesini etkilemiştir.
İçteki gizlilik harem ve selamlık bölümleriyle sağlanmıştır. Eski evlerde bu bölüm-
ler iki ayrı ev gibi düşünülmüş, ancak bağlantı bir ara kapıyla sağlanmıştır. Zengin
ailelere ait evlerde bu iki bölüme de rastlanır. Diğerlerinde de avlu evin haremidir.
Dıştaki gizlilik ise, evin yüksek duvarlar arkasında kalması ve dışarıya kapalı
olmasıyla sağlanır. Bu kapalılık sokağa ve yandaki komşu evlere doğru olur.

17

kitap_dizgi.indd 17 11/14/12 12:54 PM


Eski Diyarbakır Evlerinde çatının eğimli değil de çoğunlukla düz bir dam şeklinde
olması günlük hayatın bir sonucudur. Sıcak yaz gecelerinde damda, tahtta yatılırdı.
Bu kullanıcı gereksinimine bağlı etmen, damın yatma eyleminde kullanılmasına,
dolayısıyla düz yapılmasına neden olmuş ve kitlesel biçimlenmeyi bu yönde
etkilemiştir.

Resim 18. Dam” da “taht”


( http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/yirmidort_saat.html).

Fotoğraf.19.Damda Tahtlar(A.Tekin,1971)

18

kitap_dizgi.indd 18 11/14/12 12:54 PM


Zemin Kat Planı

Birinci Kat Planı

19

kitap_dizgi.indd 19 11/14/12 12:54 PM


Resim.1. Geleneksel Diyarbakır Evi Plan –Kesitleri(M.Ş.Küçükdoğu’dan işlenerek)

Fotoğraf.20.Cahit Sıtkı Tarancı Evinden İklime Göre Tasarlanmış Cepheler

20

kitap_dizgi.indd 20 11/14/12 12:54 PM


Fotoğraf.21.Ahmet Arif Müzesi Olarak Kullanılan Ev

Fotoğraf.22.Zingilli Sokakta zamana yeterince direnmiş ama yıkımın kıyısında


kurtarılmayı beklercesine duran bu ev kim bilir nelere tanıklı etmiş,

Fotoğraf.23.Bir zamanlar çok görkemliydin cemil paşa konağı. Taş tasarımının en


güzelini anlatır her bir detayın.

21

kitap_dizgi.indd 21 11/14/12 12:54 PM


Fotoğraf.24.Kent müzesi olarak işlevlendirilecek olan cemil paşa konağının restora-
syonu yapılmaktadır.(M.Halifeoğlu)

Diyarbakır mimarisini oluşturan diğer bir önemli etken; evlerinden kiliselerine,


camilerine, köprü ve çeşmelerine kadar tüm yapılarında kullanılmış olan malze-
medir. Ana malzeme, sönmüş bir yanardağ olan Karaca-dağ’ın Dicle kıyısına kadar
püskürtmüş olduğu lavlardan oluşan bazalttır. Diyarbakır yapılarında gözenekli ve
gözeneksiz olmak üzere iki tür bazalt taşı kullanılmıştır. Gözenekli olan bazalt taş,
işlenme kolaylığının yanı sıra doğal klima işlevi de görmektedir. Avluda ve evin
iç kısmında bu yapı malzemeleriyle oluşturulmaya çalışılan bu mikroklimatik or-
tam ile iklimsel konfor sağlanmaktadır. Yazın güneşin çekilmeye başladığı zaman-
larda avluya ve eyvana dökülen su, taşın gözeneklerine dolarak doğal bir serinlik
yaratır. Gözeneklerdeki suyun, sıcaklığın etkisiyle buharlaşması sonucu çevreye
serinlik yayılır. Bu nedenle de özellikle avlu ve eyvan döşemelerinde gözenekli
taş kullanılır. Gözeneksiz taş ise daha çok taşıyıcı sistemde, sütunlarda ve havuz
yapımında kullanılır. Böylelikle bina kabuğunun doğal iklimlendirme aracı olarak
kullanımı sağlanmış olur.

Diyarbakır Evi tasarım kriterlerinde su, gölge ve yarı açık alanlar önemli yer tutar.
Eyvanda bulunan havuz ve su kanalı bodrumda yer alan serdap, sıcak bir iklimin
etkisinde oluşan yapısal, mekâna yansıyan elemanlardır

22

kitap_dizgi.indd 22 11/14/12 12:54 PM


Fotoğraf.25.Evlerdeki farklı planlı havuzlar

Fotoğraf.26.Havuzlarda su kadehleri örnekleri

Fotoğraf.27.Avluda kanallar,tulumbalar

23

kitap_dizgi.indd 23 11/14/12 12:54 PM


Fotoğraf.28.Evlerde bazalt taşın kullanımı ve süslemeleri (K.Haspolat)

Diyarbakır geleneksel konut mimarisi bir çok yönüyle özgün ve seçkin tasarıma
sahiptir. Sosyal mimarlık - Fiziksel mimarlık sentezinin, iyi sağlandığı bir mimarlık
örneği sunar bizlere.
-Yaşam tarzının mekâna yansıtılması
-Malzemenin ve strüktürün rasyonel yorumlanması
-Bina-çevre ilişkilerinin bir bütünlük içinde yorumlanması açısından modern
çevrelere de ışık tutabilecek birçok tasarım özelliğine sahiptir.

Diyarbakır geleneksel konut mimarisinde mekân zenginliği öylesine güzel


yaratılmış ki;. ne kullanılmayan mekânlara ne de kargaşa hissi veren mekânlara pek
rastlanmamaktadır.
Mekânların oluşumunda, kişiye çevreden gelen mesajların yoğunluğu; hassas bir
dengelenme ile değişik algılamalara olanak sağlayabilecek boyuttadır. Böyles-
ine özgün sivil mimari değerimiz olan bu sokakları, çeşmeleri, evleri koruyalım-
yaşatalım. Zaman akıp gidiyor.

24

kitap_dizgi.indd 24 11/14/12 12:54 PM


Direndiyse bugüne kadar; taş olmasıydı onu ölümsüz kılan. Direndi taşlı mekânlar
yıkıma, kıyıma karşın. Yaşamak, en iyisiyle tadıyla, heyecanıyla özlenen güzelliklere
ulaşmak ümidiyle yaşamak. Umutların birer birer filizlendiği, her filizlenen dalında
sevginin,barışın çiçek açtığı,her çiçekte Diyarbakır’ın kokusunu duyabileceğimiz
bir diyara ihtiyacımız var.

Bizim güneşe ihtiyacımız olduğu kadar inanca, kültüre, suya ve bizi büyütecek,
kalkındıracak değerlerimize sahip çıkmaya çokça ihtiyacımız var.

KAYNAKLAR

AĞARYILMAZ, İsmet (1991), “Diyarbakır Kenti Tarihi Yapısı, Sorunları ve


Korunması İçin Temel Yaklaşımlar”, Diyarbakır’ı Tanıtan Adam Yazar Şevket
Beysanoğlu’na 70. Yaş Armağanı, Ankara

BARAN Mine, YILMAZ, Aysel “Geleneksel Diyarbakır Evlerinde Avlu Ve Su


Öğesi”, Tarım Doğa ve Çevre Sempozyumu, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, 1-3
Haziran 2010.

BARAN Mine “Halk Bilimi Bağlamında Anadolu Türk Konutunda Mekansal


Oluşum” Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2000

BAŞAKMAN, Mutlu, Geleneksel Konut Çevrelerinin Korunması Balgamında Ge-


leneksel Bölgesel Mimarinin Yorumlanması ve Modern Çevrelerin Yaratılmasına
Işık Tutması, Fırat Üniversitesi Yayınları, Elazığ, Ağustos,1991

BEKLEYEN. Ayhan, . Neslihan DALKILIÇ, Geçmişin Günümüze Yansıyan Fizik-


sel İzleri: Geleneksel Diyarbakır Evleri, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi,
Diyarbakır–2011

ERGİNBAŞ, Doğan, Diyarbakır Evleri, İstanbul. 1953

GABRIEL, Albert, Voyages Archeologiques dans la Turquie Oriantale, Paris. 1940


KEJANLI Türkan, YILMAZ Aysel, AYKAL F. Demet, “Diyarbakır Suriçi Sokak
Dokusuna Kimlik Kazandıran Yapı Cephelerinde Taş İşçiliğ”, El Sanatları Sempozy-
umu, Diyarbakır, 31 Mayıs–01 Haziran 2007.

KORKUSUZ, Şefik, Bir Zamanları Diyarbekir, Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar,


İstanbul. 2007

25

kitap_dizgi.indd 25 11/14/12 12:54 PM


KÜÇÜKDOĞU Mehmet Şener, Geleneksel Mimarinin Öğrettikleri Diyarbakır
Örneği,
Diyarbakır Mimarlık Ve Kent Sempozyumu 2011 02-03 Aralık

TEKİN Adil (1997), Diyarbakır. Anadolu Tarihinin Taşlara Yazıldığı Kent,


Diyarbakır

TUNCER Orhan Cezmi “Diyarbakır Evleri” Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi


Kültür Sanat Yayınları,(1999)

YILMAZ Aysel,. BARAN Mine,”Diyarbakır Küçeleri(Sokakları),1. Uluslararası


Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır” Sempozyumu 25-26 Mayıs,
2009, Diyarbakır.

YILMAZ Aysel,. ,”Diyarbakır Küçelerinde yaşam(Sokakları),1. Uluslararası


Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır” Sempozyumu 25–26 Mayıs,
2009, Diyarbakır

YILMAZ Aysel,. BARAN Mine, ” Diyarbakır’ın Tarihi Suları Ve Çeşmeleri” Tarım


Doğa ve Çevre Sempozyumu, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, 1–3 Haziran 2010.

YILMAZÇELİK, İbrahim 19.yy. İlk Yarısında Diyarbakır (1790–1840),


Ankara,1995

GÜNELİ Zülküf, BEKLEYEN Ayhan, Eski Diyarbakır Evi Kitlesel Biçimini Et-
kileyen Asal Etmenlerin Belirlenmesi, Yapı Dergisi, Sayı 163,Haziran,1993

GÜNELİ Zülküf, YILMAZ Aysel, YILDIRIM Mücahit, Diyarbakır Geleneksel


Konut Mimarisi’nde Mekan Örgütlenmesi ve Geleceğe Yansıması, Mozaik Dergisi,
sayı 30,Nisan,199

http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/yirmidort_saat.html

26

kitap_dizgi.indd 26 11/14/12 12:54 PM


YORGUN DÜŞLERİMDE SEN

Adını yazdım surlarına


Taşının karanlığına, bahtının aydınlığına
Döndüm baktım geçmişin anılarına
Anılarımda hep seni aradım Diyarbekirim

Bir türkü oldun dilimde


Hece hece okudum şiirlerimde
Gecemde gündüzümde
Hep seni aradım Diyarbekirim

Mehtabı seyrederken eyvanında


Yıldızları saydım tek tek damında tahtında
Düşler kurdum çocukluk anılarımda
Yine seni aradım Diyarbekirim

Örtmelerin gizledi sırlarımı


Küçelerin söyledi umut şarkılarımı
Fısıldadı çeşmelerin sevdamı, aşkımı
Geçmişimde seni aradım Diyarbekirim

Anılarım bir bir uzandı çocukluğuma


Dicle gibi tarifsiz bir coşkuyla
Nazlı gelin misali bir edayla
Uyandım yine seni aradım Diyarbekirim

Taşlara çizdiler seni desen desen


Kadim tarihini, geçmişini, sevgini
Güller, sevdalar, inançlar şehri
Kokun gül. Peygamber teri misali
Koklayıp durdum seni Diyarbekirim

Adım adım gezerken küçelerini


Her bir yerinde aradım atamı dedemi
Heyhat bulamadım hiçbir izimi
Yorgun düşlerimde kaldın sen Diyarbekirim

AYSEL ALYAMAÇ YILMAZ

27

kitap_dizgi.indd 27 11/14/12 12:54 PM


KIRSAL TURİZM-KIRSAL KALKINMA İLİŞKİSİ
ve DÜNYADA KIRSAL TURİZM ÖRNEKLERİ

Arş. Gör. H.Yusuf GÜNGÖR


Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü
Arş. Gör. Ayhan KARAKAŞ
Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Turizm İşletmeciliği Bölümü
Okt. Ömer FINDIKDALI
Dicle Üniversitesi Diyarbakır Meslek Yüksekokulu Ağırlama Hizmetleri Programı

Özet

Bu çalışmanın amacı yüksek oranda kırsal nüfusa sahip olan ülkemizin kırsal
alanlarının kırsal turizm potansiyelinin ortaya çıkarılması ve uygulanma yolunun
gösterilmesidir. Çalışma kırsal kalkınma, kırsal turizm ve kırsal turizmin ülkemizde
ve dünyada ki örneklerini kapsamaktadır. Sonuç olarak ülkemiz kırsal turizm
potansiyeli çok yüksek olduğu halde kırsal turizm faaliyetlerinin yeterli olmadığı
görülmektedir.
Anahtar Kelimeler
Kırsal, Kırsal Turizm, Kırsal Kalkınma, Kırsal Turizm Örnekleri

Giriş

Son 15-20 yıl içerisinde “kırsal kalkınma” kavramı sıkça gündeme gelmiş, kırsal kes-
imde yasayanların mutlu ve gönenç içinde bir ortamda yasaması amacıyla kalkınma
arayışları hızlanmıştır. Dünyada herhangi bir kırsal alanda yaşanan tarımsal üretim-
deki verim düşüklüğü, yoksulluk, önemli göç hareketleri, toprak kirlenmesi gibi so-
runlar, sadece o sorunu yasayanları ilgilendirmekten çıkmış ve bütün ülkeyi hatta
birçok ülkeyi etkileyen bir duruma gelmiştir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler, Dünya
Bankası, Avrupa Birliği gibi kuruluşlar kırsal kalkınma olgusuna daha çok kaynak,
bilgi ve zaman ayırma durumuna gelmişlerdir (TarımveKöyişleriBakanlığı, 2004).

Tarım sektörünün milli gelirdeki payının azalması, gelir dağılımındaki dengesiz-


likler, kırsal ve kentsel alanlar arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar kırdan kente
göçün yaşanmasına neden olmakta, ülkemizin genel sosyo-ekonomik durumu ve
kırsal alanda yaşanan sorunlar ile kırdan kente göçün getirdiği ekonomik, sosyal
ve kültürel sorunların boyutu, çeşitli ve bütüncül önlemlerin alınmasını zorunlu
kılmaktadır (GÜLÇUBUK, 2006).

28

kitap_dizgi.indd 28 11/14/12 12:54 PM


Kırsal ve Kırsal Kalkınma Kavramı

Kırsal kavramının yabancı dillerdeki karşılıklarına bakıldığında ilk bakışta “köy”


olgusu ile özdeşleştirildiği düşünülse de gerçekte “kent” kelimesinin zıt anlamlısı
olarak belirtilmektedir. İngilizce “rural” seklinde belirtilen kırsal kavramı, genel-
likle köye ait bir anlam yaratmakta; Türkçede “kent” kelimesine karşılık, İngilizcede
“urban” kelimesinin zıt anlamlısı olarak kullanılmaktadır (KÜÇÜKALTAN, 2002).

Kırsal alanı, kent diye tanımladığımız yerleşme alanlarının dışında kalan, ağırlıklı
olarak tarımsal etkinliklerin yapıldığı alanları içeren, bucak, köy, mezra, kom vb.
adlarla anılan ve çeşitli ölçütlere göre kent sayılma aşamasına gelmeyen kasabaları
da kapsamı içine alan yerleşimler olarak tanımlayabiliriz. Kısaca kırsal alan-
lar, ekonomisi tarıma dayanan, yüz yüze iliksilerin yaygın olduğu, işbölümü ve
uzmanlaşmanın gelişmediği toplumsal ortamlarda yasayan insan topluluklarını içer-
mektedir (GÖRÜN, 2004).

Ülkemizde, üretim iliksileri açısından bakıldığında ise “kırsal alanlar”, il ve ilçe


merkezleri dışındaki üretime kaynak teşkil eden alanlar olarak kabul edilmekte-
dir. Fakat kent statüsünde olup ekonominin ağırlıklı olarak tarıma dayandığı, kırsal
yasam biçimlerinin yaygın olduğu, sanayinin düşük gelişme hızında olduğu il ve
ilçe yerleşim yerleri de ülkemizde kırsal alan niteliğini ağırlıklı olarak sergilemekte-
dir. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde, nüfusun neredeyse yarıdan fazlasının kırsal
alanda yaşamını sürdürmekte olduğu söylenebilir (II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma
Politikaları Komisyon Raporu, 2004).

Kırsal kalkınma, içerisinde çok boyutlu etkinlikleri ve kavramları barındıran bir ol-
gudur. Bu nedenle, üzerinde görüş birliğine varılan net bir tanımı yoktur. İlk kez
Birleşmiş Milletler (BM) Örgütünce tanımı yapılan “toplum kalkınması” tanımı,
“kırsal kalkınma” olarak da kabul edilmektedir. Bu tanımda, toplumun niteliği kırsal
olup olmadığı belirtilmeksizin konuya genel bir açıdan yaklaşıldığı görülmektedir.
Bu tanıma göre kırsal kalkınma; “küçük toplulukların içinde bulundukları ekono-
mik, toplumsal ve kültürel koşulları iyileştirmek amacıyla giriştikleri çabaların
devletin bu konudaki çabalarıyla birleştirilmesi, bu toplulukların ulusun tümüyle
kaynaştırılması ve ulusal kalkınma çabalarına tam biçimde katkıda bulunmalarının
sağlanması sürecidir” (II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon
Raporu, 2004).

Çoğu kez “köy kalkınması” ile es anlamlı kullanılan “kırsal gelişme ya da kalkınma”,
kırsal alanlarda yasayan insan topluluklarının toplumsal, ekonomik, ekinsel açılardan
yapısını değiştirecek biçimde üretim, gelir ve gönenç düzeylerinin geliştirilmesini,
insan-toprak ilişkilerindeki dengesizliklerin giderilmesini, kentsel alanlarda var olan
fiziksel ve toplumsal altyapının kırsal alanda da yaratılmasını, tarımsal ürünlerin
daha iyi değerlendirilmesini amaçlayan çok yönlü süreçleri, etkinlikleri ve örgütlen-
meleri anlatmaktadır (GERAY, 1999).

29

kitap_dizgi.indd 29 11/14/12 12:54 PM


Kırsal Turizm Kavramı

Kırsal kalkınmanın ana amacı kırsal nüfusun gelir düzeyini arttırarak yasam
standartlarını yükseltmektir. Bu balgamda kırsal alanda islendirmenin arttırılması,
insan kaynaklarının geliştirilmesi, kırsal nüfusun gelirini arttırıcı ekonomik etkin-
liklerin desteklenmesi, yasam kalitesinin iyileştirilmesi, etkili örgütlenme ve her
düzeyde katılımcılık önem taşımaktadır (AKÇA, 2004).

Kırsal alanların sosyo-kültürel, ekonomik ve çevresel yönden kalkındırılmasında


kırsal turizmin önemli etkilerinin olacağı göz ardı edilemez. Bunlar arasında kırsal
alanlardaki altyapı, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerin sayısında ve kalitesindeki artış,
kırsal alanlarda yasayanlara yeni is olanaklarının sağlanması, turizmin gelişmesi so-
nucu gelirlerin artması, kırsal alanlardaki kadınların çalımsa yaşamına etkin olarak
katılması ve gelir artısı sonucu yasam standardının yükselmesi gibi birçok etmen
sıralanabilir (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006).

Dünya Turizm Örgütü’nün “2020 Turizm Vizyonu” yayınında, kırsal turizmde tu-
riste sunulan ürünlerin göreceli olarak hala sınırlı olduğu fakat önümüzdeki beş ile
on yıl içerisinde önemli derecede artacağı beklendiği belirtilmiştir. Bu dönemde
kırsal turizme kitlesel bir kayma beklenmemekte ise de önümüzdeki dönemde kırsal
turizmde gelişme trendinin yüksek olduğu açıkça ortadadır (WorldTourismOrganisa-
tion, 2004).

Doğal güzelliklerini, kıyılarını, denizlerini, tarihsel ve kültürel değerlerini, hatta


kentlerini bile turizmde pazarlayan ülkeler, kırsal coğrafi ortamların ayrılmaz bir-
er parçası olan kırsal yerleşmelerini de turizmde değerlendirmeye çalışmaktadır.
Ülkelerin bazıları kıyılardaki yoğun baskıyı azaltmak üzere kırsal turizme yöne-
lirken, bazıları da iç göçü önlemede, bölgelerarası gelişmişlik farklarını azal-
tmada bu turizm türüne başvurmaktadır. Bir kısmı ise turizme sunabilecekleri
ortamların sınırlı olması nedeniyle gelir getiren yeni bir kaynak olarak kırsal turizmi
benimsemektedirler(SOYKAN, 2000).

Günümüzde turistler, kitle turizmine katılmak yerine alternatif turizm seçenekler-


inde yer almayı tercih etmektedirler. _İspanya’da yapılan “Geleceğin Turisti” an-
ketinin araştırma sonuçlarına göre geleceğin turisti olacak kişilerin kitle turizmine
katılmak yerine alternatif turizmi tercih edecekleri görülmektedir. Bunlar çevreye
duyarlı, kültürel ve yerel motiflere önem veren ve gittikleri mekânlarda doğallık
arayan kişiler olacaklardır. Farklı beklentiler ile turizm olayına katılacak olan bu
kişilerin gereksinimlerini karşılayacak olan turistik ürünlerin nitelikleri de doğal
olarak farklı olacaktır(SOYKAN, 2000).

30

kitap_dizgi.indd 30 11/14/12 12:54 PM


Kırsal alanlar; doğal ve kültürel yapılarıyla, özellikle kent insanının giderek artan ta-
til gereksinimine geçmişten günümüze cevap vermeye çalışmaktadır. Kent insanları,
kırsal alanlara çoğunlukla; tatil amaçlı günübirlik ya da akraba-tanıdık ziyaretleri
için gitmektedir. Özellikle kırsal yasam biçiminin çekiciliği, stres ve baskı yaratacak
sınırlamaların ve zorunlulukların olmayışı, buna karsın, kişilerin kendilerini özgür
hissetmesini sağlayacak olanakların varlığı, günümüzde gerek hafta sonları, gerekse
mevsimlik (yıllık) tatillerde bu ortamlara yoğun ziyaretleri beraberinde getirmiş,
böylece “Kırsal Turizm” denilen bir turizm türü doğmuştur (SOYKAN, 1999).

Kırsal turizm basit olarak kırsal alanlara yapılan seyahat olarak tanımlanabilir. An-
cak, araştırmalar kırsal turizmin daha karmaşık olduğunu göstermektedir. Kırsal
alanlarda gerçekleştirilen turizmle ilgili, doğaya dayalı etkinlikler, festivaller, kül-
türel etkinlikler, tarımsal turizm, el sanatları ürünleri gösterilerini içeren örnekler
Bulunmaktadır. Kırsal turizm bütün tarım turizmi aktivitelerini, eğitici seyahatleri,
sağlık turizmini ve eko turizmi içeren çok yönlü karmaşık bir etkinliktir (HEATER,
2011).

Dünya turizm literatürü incelendiği zaman uzmanlar tarafından kırsal turizmin çift-
lik turizmi (farm tourism), köy turizmi (village tourism), yayla turizmi (highland
tourism), tarımsal turizm (agro-tourism), ekoturizm (ecotourism) gibi farklı isim-
lerle anlatıldığı görülmektedir. Bunun nedeni kırsal turizmin kapsamı hakkında ortak
bir görüşe sahip olunmamasıdır (ESENGÜN, AKÇA, & SAYILI, 2011).

Kırsal turizm; genellikle bos vakit geçirme, rekreasyon ve çok az is amaçlı, aynı
ülke ya da farklı ülkelerin kentli insanlarının kırsal alanları kullanımını içermekte-
dir. Bununla birlikte, bu basit tanım çok sayıda ayrı ve karışık önemli farklılıklara
işaret eder. Kırsal turizm, turistin sürekli ikamet ettiği evinden kilometrelerce uzak-
taki bir ülkede uzun bir tatil ya da birkaç dakikalık uzaklıktaki kırsal alanda öğleden
sonra gezisi seklinde olabilir. Bu tatiller kent yakınında olma ya da tura çıkmış olma,
kültür ya da rahatlama, spor etkinliği gibi fiziksel memnuniyet amaçlı ya da aile
ve akrabaları ziyaret gibi duygusal amaçlı olabilir. Bu farklılıklar kırsal turizmin
tanımlanmasını ve genellenmesini zorlaştırmaktadır (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK,
2006).

Kırsal turizm, kişilerin doğal ortamlarda dinlenmek ve değişik kültürlerle bir arada
olmak amacıyla bir kırsal yerleşmeye gidip, orada konaklamaları ve o yöreye özgü
etkinlikleri izlemeleri ya da katılmalarıyla gerçeklesen bir turizm türüdür (SOY-
KAN, 1999).

31

kitap_dizgi.indd 31 11/14/12 12:54 PM


Türkiye’de Kırsal Turizmin Gelişimi

Türkiye’de kırsal turizm denildiğinde çoğunlukla doğa yürüyüşleri ve doğa


sporlarını içeren açık hava ve rekreasyon etkinlikleri, alışveriş ve günübirlik yeme
içmeyi kapsayan günübirlik köy ziyaretleri anlaşılmaktadır. İstanbul ve İzmir gibi
büyük kentlerin çevresinde, Muğla ve Antalya gibi turistik merkezlerde, Bursa ve
Kastamonu (Safranbolu) gibi tarihi ve kültürel zenginliklere sahip yerleşim yerler-
inin çevresinde, antik kentlerin yakınlarındaki köylerde bu yönlü bir kırsal turizmin
geliştiği görülmektedir (AKÇA, 2004).

Bu konuda ilk örnekler 1980’li yıllarda görülmüştür. İskandinav pazarına egemen


olan Tursem Seyahat Acentesi kitle turizminin yanı sıra uzman tur operatörlüğü et-
kinliklerine de girişmiş ve Karadeniz Bölgesinde Ordu ılının çeşitli köylerinde bulu-
nan köylüler ile anlaşarak konukların bir haftadan üç haftaya kadar değişen süreler
içerisinde köy evlerinde ailelerin birer bireyi olarak kalmalarını sağlamıştır. Bu kap-
samda gelecek olan turistlere kendi ülkelerinde kıs ayları boyunca Türkçe dersleri de
verilmiştir. TURSEM’m (1997) iflasından sonra uzun süre bu konuda çalışan başka
bir seyahat acentesi olmamıştır (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006).

Ülkemizde, son yıllarda yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri de kırsal bölgeler-
in tarihi, doğal ve kültürel değerlerini yerli ve yabancı turistlerin ilgisine sunarak
kırsal turizmden yararlanma çabaları içerisindedirler. Bunlardan birkaçını aşağıda
özetleyebiliriz:

- Ürgüp Belediyesi Kapadokya yöresinin kırsal yaşamını tanıtmak amacıyla 50 mi-


lyon dolar bütçeli bir projeyi gerçekleştirmeye karar vermiştir. Bu proje kapsamında
yerli ve yabancı turistler köy düğünlerine katılacak, geleneksel köy yemeklerini
pişirecekler, inek ve koyun sağarak kırsal yasamın içerisinde yer alacaklardır.
- Ortahisar Belediyesi Kızılçukur Vadisinde günesin doğuş ve batısını turistlere
izletmek amacıyla turlar düzenlemektedir. Her yıl bu turlara yaklaşık 30.000 kişi
katılmaktadır.
- Kıs döneminde Akdeniz, Marmara ve Ege Bölgelerindeki köylerde geleneksel deve
güreşleri düzenlenmektedir.
- Son yıllarda bazı turizm acenteleri _pek Yolu güzergâhında turlar düzenlemektedir.
- Erzincan ve Muğla’nın kırsal alanlarında profesyonel yamaç paraşütü
yapılmaktadır(AKÇA,2006).

Buğday Ekolojik Yasamı Destekleme Derneği tarafından Birleşmiş Milletler


Kalkınma Programı (UNDP) Küresel Çevre Fonu (GEF /Global Environment Facil-
ity) Küçük Destek Programı (SGP/Small Grants Programme) desteğiyle yürütülen
TaTuTa (Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi, Gönüllü, Bilgi ve Tecrübe Takası)

32

kitap_dizgi.indd 32 11/14/12 12:54 PM


Projesi çerçevesinde www.tatuta.org adresinde hizmete giren internet sayfasında
Türkiye’nin farklı bölgelerindeki 32 ayrı noktada yer alan 69 çiftliğin ayrıntılı
bilgileri yer almaktadır. Bu çiftlikler Ekolojik Çiftlik Ziyaretleri dizgesine dahil
edilmişlerdir.

Bu projeyle;
- Ekolojik yasam hareketinin içerisindeki gruplar ve bireyler arasındaki iletişimi
güçlendirmesi,
- Ekolojik üretimin öncelikle kırsal nüfus için, doğal döngülerle dost, sürekli bir
yaşamsal kaynak oluşturması yönünde sağlıklı örneklerin oluşturulması,
- Kentte yasayan insanların ekolojik çiftliklerdeki yasamı deneyimleyerek, ekolojik
yasam ile ilgili sorumluluklarını içselleştirmesi ve böylece günlük yaşamında daha
fazla uygulamaya sokması,
- Tüketici ve üretici etkinliklerinde ilk elden ekolojik yöntem, deneyim ve bilgi
paylaşımı,
- Doğa dostu üretim ve tüketim modellerinin desteklenmesi yoluyla, toprak, hava
su kalitesinin, biyolojik çeşitliliğin, iklimlerin ve diğer doğal döngülerin sağlıklı bir
biçimde sürdürülmesine katkı amaçlanmıştır (https://www.bugday.org/tatuta/kila-
vuz.php, 2011).

ECEAT (Avrupa Ekolojik ve Tarımsal Turizm Merkezi) üyesi olan Buğday Ekolojik
Yasamı Destekleme Derneği’nin internet sitesinde Türkiye’de bulunan turizm çift-
liklerinin özellikleri ve faaliyet gösterdikleri zaman dilimleri verilmiştir

Dünyada Kırsal Turizm

Kırsal turizm tamamıyla yeni bir kavram değildir. 19. yüzyılda gelişen ve büyüyen
endüstri kentlerinin stresine ve bakımsızlığına tepki olarak kırsal alanda turizm et-
kinlikleri gelişmeye başlamıştır. Hatta bazı yazarlar kırsal alanın romantikliğini eser-
lerine yansıtmıştır. Bu dönemlerde bazı demiryolu şirketleri de yatırımlar yaparak
bu gelişmekte olan turizm çeşidine hizmet vermiş ve kentsel alanlarda yasayanların
kırsal alana daha rahat ulaşabilmelerini sağlamayı amaçlamışlardır. Özellikle Alpler
ve Amerikan ve Kanada Rockies dağları yapılan demiryolu yatırımları ile kırsal tu-
rizmin ilk öncüleri sayılabilir (Tourism Strategies and Rural Development, 1994).

Dünyada birçok ülkenin ulusal turizm yönetimi kırsal turizmin önemli ve gelişen bir
sektör olduğunu kabul etmesine karsın özellikle kırsal turizmle ilgili istatistikî bilgi
toplayan ülkelerin sayısının azlığından dolayı kırsal turizmin rakamsal boyutları ile
ilgili bilgilere ulaşmak oldukça zordur. Bu nedenle sadece bazı kırsal alanlar için
yapılmış olan çalışmalardan birtakım sonuçlar çıkarmak gereklidir.

33

kitap_dizgi.indd 33 11/14/12 12:54 PM


Örneğin, Amerika’nın Wyoming, Montana ve Idaho eyaletlerinde kırsal turizmle
uğraşan isletmelerin sayısı 1985 yılında 5 iken 1992 yılında 90’a ulaşmıştır.

Avustralya’nın “Outback Queensland” bölgesinde ise düzenlenen yıllık raporlardan


ziyaretçi sayısının yılda %20 oranında arttığı görülmektedir (Tourism Strategies and
Rural Development, 1994).

1980’lerin ortasında Avrupa Komisyonu’nun, Avrupa’da turizm alışkanlıkları üzer-


ine yaptığı bir araştırmada kırsal turizme olan eğilimler saptanmaya çalışılmıştır.

Bu araştırmaya göre; kırsal turizmin geliştiği ülkelerde genellikle insanların en az


1/3’ü tatillerini geçirmek amacıyla kırsal alanlara gitmektedir. Hollanda’da tatile
çıkanların %39’u birinci tatil yeri olarak kırsal alanları seçmekte, İngiltere’de ise
nüfusun3/4’ü yılda en az bir kez kırsal alanları ziyaret etmektedir. Yine aynı çalışmanın
verilerine göre; Avrupalı turistin kırsal kesimde tatili tercih etmesinin nedenlerinin
basında doğal alanların çekiciliği ve bozulmamış ortamlar olmaları, geçmişten izler
taşımaları ve sıcak ilişkilerin kurulabilmesi gelmektedir. İyi eğitim alınış, kültürlü,
yüksek gelir grubunda yer alan kişiler tatillerini birkaç bölüme ayırmakta, farklı
yerlerde ve farklı turizm türlerine katılarak geçirmektedir. Bu grubun tatillerinde
kırsal turizme ayrılan süre her geçen gün artmaktadır. Kırsal turizm çerçevesinde,
Avrupa’da 1987 yılında, konaklamayla ilgili istatistiklere bakıldığında, turistlerin en
fazla; kır pansiyonları ve otellerde (%30), arkadaş evinde (%21) ve kırsal kampin-
glerde (%16) konakladığı görülmektedir(SOYKAN 2000).

Sanayileşmenin artması tarımsal üretimin yeterli kazanç sağlamaması dolayısı ile kırsal
turizm kırsal alanların kalkınması için yeni bir strateji olarak değerlendirilmektedir.

Örneğin Doğu Avrupa’da geçtiğimiz on yılda yaşanan olaylar, hızlı bir kırsal
issizliği tetiklemiş ve turizm, kırsal alanlarda ekonomik gelişmeyi canlandıracak bir
katalizör, geri kalmış bölgelerin yasayabilmesi için bir araç ve kırsal yerel toplumun
yasam koşullarını geliştirecek bir etkinlik olarak belirlenmiştir (BRIEDENHANN
& EUGENIA, 2004).

Yukarıda da belirtildiği gibi, Avrupalılar kırsal turizmi, kırsal kalkınma bazında,


hatta bazı yörelerin kalkınmasında yönlendirici bir güç olara düşündükleri için,
çok geniş çaplı bir örgütlenmeyle kırsal turizmi yönetmekte, çeşitli ulusal ve
uluslararası dernekler altında birleşmektedirler. Bunlardan biri olan Uluslararası
Kırsallık-Çevre Kalkınma Derneği (International Rural and Ecological Develop-
ment Assocıatıon:R.E.D) bünyesinde tarım-çevre-turizm adına sınırlar ötesi gru-
plarla ortaklasa seminerler düzenlenmektedir (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006).

34

kitap_dizgi.indd 34 11/14/12 12:54 PM


Fransa’da Kırsal Turizm

Fransa’da kırsal turizmin 1950’li yıllardan itibaren bir ekonomik etkinlik olarak
desteklenmeye başlamasıyla, özellikle 1960’lardan sonra kırsal dünya ve tarım
için yeni bir şans kapısı açılmıştır. Son yıllarda kırsal alanların düzenlenmesinde
turizmden sosyal ve ekonomik açıdan en çok yararlanmak üzere, bir dizi izlenceler
devreye sokulmuştur. Ayrıca 1970’li yıllardan itibaren devlet ve yerel yönetimlerin
kırsal düzenleme konusunda uyumlu çalışmaları ve eşgüdüm girişimleri sonucunda;
yeşil Tatil Köyleri kurulmuştur. Yine aynı yıllardaki çalımsalar sonucunda, ulusal
ya da bölgesel parklar (bu parklar, kırsal turizmin tamamlayıcısıdırlar), suyla il-
gili düzenlemeler (kent insanının dinlenme gereksinimi için kısa süreli tatillerinde
gidebileceği, göl ve baraj kıyılarında dinlenme-eğlenme tesislerinin kurulması gibi)
ile aile pansiyonları oluşturulmuştur(SOYKAN, 2000).

Fransa’da kırsal turizm, aile boyutunda mikro-isletmelerden başlayarak ulusal


boyuta varan çok iyi bir örgütlenme vardır. Sektör, çok sayıda yerel ve ulusal fed-
erasyondan oluşmuştur. CPTR (Kırsal Turizm Daimi Konferansı) ise, kırsal turizm
federasyonları ile kamu yönetimi arasındaki ilişkileri düzenleyen bir girişimdir. Bu
kırsal halk sektörü, Turizm Bakanlığı (politika), Tarım Bakanlığı (agriturizm ve
kırsal turizm) ve diğer Bakanlıkların (arazi düzenlemesi, projeler, Öncelikli bölgeler,
açık hava bos zaman sporları, sürdürülebilir turizm) himayesindedir. Ülkede, 94500
kırsal otel yatağı, 50 bin kırsal konut, 30 bin misafir evi, 37 bin tatil köyü, 28 bin tu-
rizm evi, 308 bin çadır yeri, kırsal turizme hizmet vermektedir. Ülkede kırsal turizmi
geliştirme politikası 4 eksende toplanmıştır:
- Yerel halkı ve turisti buluşturmak,
- Aktörleri yakınlaştırmak (federasyon üyeleri ve pazarlama aktörleri),
- Girişimleri etkin kılmak
- Sorumluları harekete geçirmek(SOYKAN, 2006).

İtalya’da Kırsal Turizm

İtalya’nın gelişmiş kuzey kesimi ile kırsal etkinliklere dayalı güneyi arasında ikiye
bölünmüşlük evvelki yıllarda oldukça güçlü idi. 1980 yılında aktif nüfusun yalnızca
%10’unun tarım kesiminde çalıştığı İtalya’da, 1960-1980 yılları arasında 5 milyon
İtalya’nın topraklarını terk ettikleri belirlenmiştir. Bu toprak terki karsısında, Ul-
usal Tarım ve Turizm Derneği kurularak, “Agri-tourismo (tarımsal turizm)” fikri
ortaya atılmış, tarımla uğraşanların evlerinin odalarını kiraya vermeleri, yerel ürün-
lerini ticarileştirmeleri gibi amaçlar benimsenmiştir. İlerleyen yıllarda bazı bölgel-
erden (özellikle Abruzzia) göçün yavaşladığı, çiftçilerin turistik islere yöneldikleri
görülmüştür. Diğer taraftan bazı yerlerde (Tuscany, Umbria, Latium, Liquria vb.)
köy evleri ikinci konut olarak değişime uğramış ya da kırsal alanlara yeni villalar
yapılmıştır(SOYKAN, 2000).
35

kitap_dizgi.indd 35 11/14/12 12:54 PM


Bugün İtalya’da kırsal turizm, çiftliklerle yakından ilişkili olduğu için daha çok
tarımsal turizm ya da çiftlik turizmi adıyla anılmaktadır. İtalya’daki çiftlik turizmi
uygulamalarından bir örnek vermek gerekirse; Latium bölgesinde bir çiftlikte; zi-
yaretçilere çiftlik kampinginde konaklama, atla gezi, gölde balık avlama olanakları
sunulmaktadır. Çiftlik, turistlerin pazar günü yürüyüş yaptıkları, çok güzel bir or-
tamda bulunmaktadır. Çiftlikte baslıca işlevsel binalar; tarihi 15. yüzyıla inen büyük
merkezi bir ev, hala dinsel törenlerin yapıldığı eski bir kilise, çiftlik hayvanlarının
etlerinin satıldığı bir kasap dükkanı ve geleneksel yemekler sunan 50 masalı bir
restorandır. Ailenin böyle bir girişimde bulunma nedeni ise; gelir azlığı, çiftlik
ürünlerinin yerinde satılabilir özellikte olması, var olan kasap dükkanlarının tu-
ristlerle eskiden beri kurmuş olduğu sıcak ilişkiler ve ağırlamaya uygun bir ortam
seklinde açıklanmaktadır. Kısacası tarımsal turizm, çiftlik ürünlerini en iyi biçimde
değerlendirme aracı olarak görülmüş ve sonuçta başarıya ulaşılmıştır(SOYKAN
2000).

İtalya’da kırsal turizm 1980’lerden sonra pek çok kişi tarafından keşfedilmiştir.
Kırsal turizmi, seçenlerin büyük kısmını yetiksinler oluşturmaktadır.

Onların da % 60’ını aileler meydana getirmektedir. Bu haliyle, İtalya’da kırsal tu-


rizm “aile ile yetişkin turizmi” olarak açıklanabilir. 1986 yılında tarımsal turizm,
55.000 yatak kapasitesine sahipti ve bu turizm türüyle ilgili 6.000 çiftçiden 2.000’i,
ikinci etkinlik olarak turizmi sürdürüyorlardı. Bugün Tatil çiftliklerinin sayısı 13500,
yatak sayısı ise 150 bindir. _İtalya’nın agriturizmde en gelişmiş ve en ünlü bölge-
si Toskana’dır (3204 tatil çiftliği, ülkenin % 30 u). Turistlerin % 25 i yabancıdır
(Toskana’da % 50). Kırsal turizme 2004 yılında merkezi hükümet 441 milyon Euro
finansal destek vermiştir. Pazarlamada, e-pazarlamanın payı % 40’dır (SOYKAN,
2006).

İspanya’da Kırsal Turizm

İspanyada kırsal alanlardan özellikle Madrid ve Barselona gibi kentsel alanlara


göç sanayileşmiş Avrupa ülkelerindeki göç sürecinden daha sonra, 1950’li yılların
ortalarından 1980’li yıllara kadar görülmüştür. Kırsal turizm 1960’lı yıllarda ucuz bir
tatil çeşidi olarak görülmeye başlanılmış, bu dönemde binaların onarımı ve konuklara
verilen hizmetin kalitesinin arması için bazı yardımlar yapılmıştır. Ancak İspanya
kırsal turizmdeki gelişimin son 20 yıl içerisinde gerçekleştirmiştir. 1994 yılında
1074 olan kırsal turizm isletmesi, her yıl artarak 2003 yılında 6534’e ulaşmıştır. Bu
gelişimin altında yatan nedenler iki baslıkta değerlendirilebilmektedir;

- Kırsal alanda karşılaşılan hızlı nüfus kaybını önlemek ve kırsal alandaki nüfusu
sürdürülebilir bir seviyede tutmak için kırsal turizmin hızlı bir biçimde kabul

36

kitap_dizgi.indd 36 11/14/12 12:54 PM


edilmesi ve yeni kırsal ekonomi Avrupa’nın diğer kısmında olduğu gibi aile islet-
melerine dayandırılması ve kırsal turizmle birlikte çiftlik etkinliklerinin ve kırsal
ekonominin çeşitlendirilmesinin amaçlanması,

- Kitle turizminin özellikle _İspanya gibi kitle turizmin önemli olduğu bir ülkede
çevre ve doğal kaynaklar üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler hakkında çevreci
bilincin oluşması (Canoves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004).

Özellikle 1990’dan sonra yayınlanan raporlarda da kırsal alandan kentsel alanlara


olan göçün azaldığı, kırsal ekonominin çeşitlendiği ve kırsal turizm etkinlikleri ile
kentte ve kırda yasayan insanlar arasında olumlu yönde kültürel alışveriş yapıldığı
belirtildiğinden _İspanya’da kırsal turizmin amacına ulaştığını söyleyebiliriz (Can-
oves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004).

Kente göç nedeniyle nüfusu sürekli azalan, hayvancılığın egemen olduğu Ribagorza
ve Sabrarbe kantonlannda, göçü önlemek ve hayvancılığı geliştirmek amacıyla, bu
sorunlardan yola çıkılarak, yöreye ek etkinlikler getirilmesi kararlaştırılmıştır. Önce-
likli olarak da doğal kaynakların değerlendirilmesi amaçlanmış ve çeşitli projeler
üretilmiştir. Bunlardan biri dağ köylülerini turizme yönelterek yöreye kırsal turizmi
sokmaktır. Bu çerçevede, biri teknik (muhasebe, Fransızca, kentleşme, animasyon,
yasalar hakkında) diğeri deneysel (kırsal turizm uygulama örneklerini tanıtma) ol-
mak üzere iki yönlü kurslar düzenlenmiş, daha sonra, eylem planlan hazırlanarak
uygulamaya konmuştur. Sözgelimi, tanıtım, yönetim, turistleri eğlendirme etkin-
liklerim planlama ile hizmet personeline dil, mutfak ve el sanatları alanında eğitim
verme çalışmaları yapılmıştır. Nihayet 1989 yılında 14 ev düzenlenerek, turizme
açılmış ve projenin de isletme safhası başlamıştır. 1992 yılında, evler, Noel tatilinde,
hafta sonlarında ve ağustos ayında %100 dolmuştur (SOYKAN, 2006).

Almanya’da Kırsal Turizm

Almanya, tarım sektörü ile turizm sektörü arasındaki ilişkileri, tarımın turizme
getirdiği olanakları tarım sektörünün beklediği yararlarla en iyi bütünleştiren ülkel-
erden biridir. Kırsal turizmin Almanya’da yaklaşık olarak 150 yıllık uzun bir geçmişi
vardır. 1873 yılında hizmetçiler ve 1914 yılında beyaz-yakalı olarak tabir edilen
isçiler için mükafat tatillerinin uygulanması sonucu turizm orta gelirli vatandaşların
yaşamının bir parçası haline gelmiştir. Bu kişiler tatillerini kentlere yakın tepelik
alanlarda kurulmuş köy ve kasabalardaki küçük otellerde ya da çiftliklerde konak-
layarak geçirmişlerdir. Akademisyenlerin kırsal turizme olan ilgisi ancak 1950’li
yıllara dayanmaktadır. Bu konudaki ilk makale dağlık alanlarda turizm etkinliği ve
bunun yöre çiftçisi üzerine etkisi ile ilgilidir. Tarıma az elverişli alanlarda yasayan
bu çiftçiler, birim saat basına düşük gelir elde ettikleri için, kırsal turizm yoluyla
hizmet sektöründe genç nüfusa yeni is olanakları sağlanarak gelirlerinin arttırılması
ve sonuçta yasam standartlarının yükseltilmesi amaçlanmıştır (ŞANLI, 2004).

37

kitap_dizgi.indd 37 11/14/12 12:54 PM


Almanya’da 1970’li yılların basında Gıda, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın
özendirmesi sonucu kırsal turizme özellikle çiftlik turizmine olan ilgi giderek artma-
ya başlamıştır. Birçok Avrupa ülkesinde kırsal turizm üzerine yapılan çalışmaların
büyük bir kısmı kırsal turizmin diğer biçimlerini dikkate almaksızın daha ziyade
çiftlik turizmi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunun sonucu olarak da 1980 ve 1990’lı
yılların basında çiftlikler ve çiftçiler kırsal turizmin odağı haline gelmiştir (ES-
ENGÜN, AKÇA, & SAYILI, 2011).

Almanya’da halen turist kabul eden 23 bin çiftlik olmasına karsın (bunların 1400’ü
kalite belgesi almış durumda) turist ağırlayan çiftçi ailesi sayısının hızla artmamasının
basta gelen nedenleri; ailelerin bu konuda hazırlıklı olmamaları, yeni yatırım gerek-
sinimlerinin ortaya çıkması, turistlerin daha yukarı düzeyde konaklama koşulları ve
kullanabilecekleri ortak alanlar aramalarıdır. Almanya’da 184 bin yatak kapasitelik
bir kırsal turizm konaklama gizilgücü çiftçi ailesine ek gelir sağlamakta, yılda 100
gün geceleme olanağı sağlayan çiftlikler ekonomik bakımdan verimli olmaktadır
(ŞANLI, 2004).

İngiltere’de Kırsal Turizm

İngiltere’de kişilerin kırsal turizm ve günübirlik kırsal rekreasyonel etkinliklere


katılma oranı çok yüksektir. 1991 yılı rakamlarına göre, her dört İngiliz’den üçü,
kısa ya da uzun tatillerinde (bos zamanlarında) kırsal alanlara gitmiştir. Kırsal tu-
rizmde çiftliklerin kullanılması hayli yaygındır. 1990 yılında bu oran % 20’dir. Çift-
liklerin % 9,5’i tam konaklama hizmeti vermekte, % 5,5’i bos zaman etkinlikleri
sunmakta ve % 4,5’inde ise binicilikle ilgili hizmetler verilmektedir. İngiltere’de
kırsal alanlarda gerçekleştirilen bir diğer turizm türü de akarsu turizmidir. Ayrıca,
İskoçyalılar çok sayıda ulusal ve bölgesel doğa parkını yeşil turizme açarak, hafta
sonu yürüyüşçüleri ya da kısa süreli konaklamaya gelenler için sınırsız olanaklar
sunmaktadır(SOYKAN, 2006).

İngiltere’de 1993 yılında, Nisan-Ekim aylan arasında kırsal alanlara 590 milyon
ziyaret yapıldığı, yıllık rakamın ise 1 milyar ziyareti bulduğu açıklanmıştır. Yatak
+ kahvaltı (breakfast) modeliyle yaklaşık 107.000 kırsal yatak kullanılmaktadır.
1991’de yılda 140 günden fazla açık kalan bu tip evlerin özel bir vergiyle dev-
lete bağlanması uygun görülmüştür. İngiltere’de bazı görüşler, kırsal turizmin
doğayı tahrip ettiği yönündedir. Zıt görüşte olanlar ise; kırsal turizmin çok az alan
kullandığını, buna karsın çok fazla gelir getirdiğini savunmaktadır. Nitekim Devon
kenti kırsalında 1973 yılında tarımda 2.250 kişi işlendirilmişken daha sonra kırsal
turizm yoluyla islendirme 38.800 kişiye ulaşmıştır(SOYKAN, 2000).

38

kitap_dizgi.indd 38 11/14/12 12:54 PM


Yunanistan’da Kırsal Turizm

Yunanistan’ın dağlık ve az gelişmiş yörelerinin sahip olduğu turizm olanaklarını


değerlendirmek ve aynı zamanda buralarda yasayan kişilerin yasam standartlarını
yükseltmek için kırsal turizm desteklenmektedir. 2000 yılı verilerine göre
Yunanistan’da turizmle uğrasan 891 çiftlik bulunmaktadır. Bu tarım isletmelerin-
in %35,7’si sadece konaklama hizmeti, 46,2’si konaklama ve kahvaltı ve %6,7’si
konaklama+kahvaltı+öğle yemeği hizmeti vermektedir. Geriye kalan %11,4’ü ise
gelen ziyaretçilere ortak mutfağı bulunan odalarda hizmet vermektedir(AKÇA,
2004).

2003 yılında Fransa-Yunanistan ortaklığında, kırsal alanlarda ilk kez, küçük ka-
pasiteli geleneksel konaklama birimlerinden oluşan “GUESTINN” konaklama ağı
yaratılmıştır. Bu ağda, ülkenin toplam 13 bölgesinin 9 unda 42 üyeye sahip, 357 oda
ve 1010 yatak yer almaktadır. Konaklama biçimleri çeşitli türdedir: geleneksel pan-
siyon, konuk odası, geleneksel stüdyo tipi apart evler, eski geleneksel ev, geleneksel
otel ve çiftlik evi. Guest Inn’in felsefesinde; otantiklik, çevre, kalite ve sıcak ilişkiler
yatmaktadır. Kaliteyi 4 kriter temsil etmektedir: dostça karşılama, basit ama konforlu
ortam, yerel mimariye saygı, otantizm ve sakinlik içeren bir çevre(SOYKAN, 2006).

Avrupa birliğine üye ülkelerde kırsal turizmin geliştirilmesi ve kırsal alanların


kalkındırılması amacıyla LEADER izlencesi kapsamında önemli çalımsalar
yapılmaktadır.
Bu kapsamda Yunanistan tarafından hazırlanan kırsal turizm izlencesi ile
- Kırsal nüfusun çalışma ve yasam koşullarının iyileştirilmesi,
- Kırsal nüfusun devamlılığının sağlanması
- Kırsal alanda yeni ekonomik etkinliklerin oluşturulması,
- Kırsal gelirin arttırılması,
- Kırsal kadının sosyal ve ekonomik rolünün desteklenmesi,
- Yöresel el sanatları ve geleneksel tarımın desteklenmesi
- Çevrenin korunması
-Mimari ve kültürel mirasın korunması gibi amaçlara ulaşılması
amaçlanmaktadır(AKÇA, 2006).

Kırsal Turizmin Diyarbakır İlinde Önemi ve Gerekliliği

Teknolojik ilerlemenin büyük şehirleri gittikçe betona, demire, basitliğe,


tekdüzeliğe ve ruhsal yozlaşmaya sürüklediği ülkemizde turizm anlayışı da yavaş
yavaş kırsal turizmi benimser bir hal almaktadır. İnsanlar tatil zamanlarını doğayla
iç içe, sıcakkanlı ve sağlıklı bir ortamda stresten uzak bir şekilde geçirmeyi tercih
etmeye başlamışlardır. Bu çeşit bir tatil için en iyi seçenek olan kırsal turizm sayes-
inde de gittikleri yerlerin kültürleri hakkında bilgi ediniyorlar.
39

kitap_dizgi.indd 39 11/14/12 12:54 PM


Bu doğrultuda baktığımızda, Türkiye kırsal turizm için fazlasıyla elverişli bir
coğrafik, kültürel ve beşeri bir dokuya sahiptir. Her bölgeye en uygun nitelikte bir
eğitim sistemi uygulanıp her bölgenin kendi coğrafi, beşeri ve tarımsal özelliklerine
uygun bir politikayla kırsal turizm anlayışı benimsetilirse; bu politikanın belirlen-
mesinde izlenecek yolda turizm sektörü, kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, ye-
rel yöneticiler, yerel halk ve üniversiteler doğru örgütlenip doğru işbirliği yaparlarsa;
bunun reklam ve acente kısımlarındaki görevliler de üzerlerine düşeni yaparak kırsal
turizmi sürdürülebilir hale getirirlerse Diyarbakır ilinin kırsal turizm sektöründe bir
Türkiye markası olması hiç uzak değildir.

Şimdiye kadar tarım denilince akla sadece tarımsal ürün ve bunların çeşitlendirilmesi
gelirken, “kırsal turizm” kavramı, artık çiftçi ve köylüye yeni ufuklara açılmayı,
yaşadığı bölgede turizm potansiyelini öğrenmesini ve yeni gelir kaynaklarını
keşfetmesini sağlayarak tarımın gelişmesini; ekme-biçme, harmanlama, nadas
gibi temel kavramların dışına çıkmasını sağlayıp çiftçinin ve köylünün farklılık
yaratılarak gelişmesine olanak tanımıştır. Bu nedenle tarımın gelişmesinde tarımsal
sulama, yerleşke, enerji gibi faktörlerin yanı sıra, sosyal alanların çoğalması, ulaşım
olanaklarının çeşitlendirilmesiyle yeni açılımlarda rol oynayarak İlimizde turizm ge-
lirlerinde yeni bir artışa neden olacaktır. Daha da önemlisi potansiyel bir istihdam
yaratacaktır. İşsizliğin olduğu bir dönemde “can simidi” olacaktır. Köyden kente
göçü de önleyecektir.

Kırsal turizmin ve bununla birlikte kırsal ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesi


ve geliştirilmesi bölgenin kalkınmasında önemli bir yeri tutacaktır. Kırsal turizmin
desteklenmesinde amacın bölgenin yaşam kalitesini artırması ve ekonomisini
canlandırmayı hedeflemesi gerekir. Mikro girişimciler veya çiftçiler tarafından ku-
rulacak pansiyon, yataklı ve kahvaltılı olarak konaklama ve restoran hizmetlerinin
gelişimi, çiftlik turizmi tesislerinin kurulması ve gelişmesi ve bunun yanı sıra tu-
ristik faaliyetler olarak sportif aktiviteler, doğa gezileri, tarih gezileri gibi kurulan
tesislerin gelişiminin desteklenmesi amaç edinilmelidir. Yeni kurulacak işletmeler ve
mevcut işletmelerde yapılacak yatırımlar ile ilimizin kırsal alanında, nüfusu 15 binin
altında olan yerleşim birimlerinin de bu desteklerden faydalanması gerekmektedir.
Diğer taraftan, kırsal turizme destekten faydalanmak için kamu tüzel kişiler hariç,
ulusal kanunlarca tanınmış gerçek ve tüzel kişilerin başvuru yapabilmeleri gerekir.
Yapılacak destek oranının ise uygun harcamaların toplamının yüzde önemli ölçüde
cezp edici nitelik taşıyacaktır.

Kırsal yerleşim planlaması, köylerin yenilenmesi ve geliştirilmesi inşaat sektörünün


desteğiyle gerçekleşecektir. İl ve ilçe köylerde aşağıdaki hedefler doğrultusunda
yenileme ve geliştirme yürütülmelidir. Bu doğrultuda yapılması gerekenler
(DEMİREL, 2005);

40

kitap_dizgi.indd 40 11/14/12 12:54 PM


-Yaşam ve çalışma koşulları iyileştirilmelidir
-Köyün kendi niteliği korumalı ve köy canlandırılmalıdır
-Yol ve sulama ağını çağdaş koşullara ve gelecekteki beklentilere göre
düzenlenmelidir
-Taşınmazları ve onun tüzel yapısına ilişkin sorunlar çözülmelidir.
-Kadastro güncellemelidir
-Köydeki el sanatları ve küçük sanayi geliştirmenin altyapısını hazırlanmalıdır.
-Dinlenme ve boş zaman tesisleri oluşturmalıdır.
-Doğal kaynak, flora ve faunanın varlığı korunmalıdır.
-Altyapı iyileştirilmeli ve başka yatırımlara olanak verilmelidir.
-Planlamaya köylünün katılımını sağlamalıdır.
Köy içi trafiğini düzenleme, eski yapıları değerlendirme alt yapı tesislerini kur-
ma, ortak yararlanılacak ve köyün güzelleşmesine katkıda bulunacak yapıları
gerçekleştirme, köyü yeşillendirme, postane kurulması, banka şubesi açılması, ana
ve çocuk sağlığı istasyonu, doktor ve cankurtaran, itfaiye, çöp deposu, arıtma tesisleri
ve kanalizasyon, içme suyu, tuvalet, eczane, kuaför vb. unsurların iyileştirilmesi
gerekliği hissedilen hususların köye kazandırılması kırsal turizmi önemli ölçüde
canlandıracaktır.

Kültür ve sanat etkinliklerinin çeşitlendirilmesi, tarihi ve mimari değer taşıyan


yerleşimlerin ve binaların restore edilmesi, uygun olanların koruma-kullanma
dengesi içerisinde turizm amaçlı kullanıma açılması, kültür ve turizm amaçlı bilg-
ilendirme merkezlerinin oluşturulması ve etkinleştirilmesi gibi uygulamalar bu
gün kırsal kalkınmasına önem veren gelişmiş ve gelişmekte olan tüm illerin köy
yenileme unsurları olarak kullandığı araçlardır.
Köy yenileme planı, tarımsal yapının iyileştirilmesi önlemlerini kentsel yapılaşma
niteliğindeki önlemleri ve özel girişimcilerin isteklerini bir bütün içinde ele alarak en
uygun yapının oluşturulmasını sağlar. Köy yenileme kesinlikle önceden var olanları
göz ardı eden onları yıkıp yok eden bir yeniden yapılanma değildir. Kentsel gelişmeyi
olduğu gibi köye aktarma da değildir. Böylesi bir köy yenileme köydeki yaşam ve
yerleşim koşullarının iyileştirmez sadece yozlaştırabilir (DEMİREL, 2005).

GÖRÜN, M. (2004). Kırsal Kalkınmada İl Özel İdaresinin Rolü ve İlçe Özel


İdaresinin Kurulması Konusunda İl Genel Meclisi Üyeleri Üzerinde Bir Araştırma
(İzmir, Konya ve Ağrı Örneği). Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi , 6 (I).

GÜLÇUBUK, B. (2006). AB ve Türkiye’de Kırsal Yapı ve Kırsal Kalkınma. 08


20, 2006 tarihinde<http://www.wwf.org.tr/tr/docs/sunum_bulentgulcubuk.
pdf>: http://www.wwf.org.tr/tr/docs/sunum_bulentgulcubuk.pdf adresinden
alındı

41

kitap_dizgi.indd 41 11/14/12 12:54 PM


HEATER, M. (2011). Planning for Growth? Re-thinking the Rural Tourism Oppur-
tunity. 12 2011,02tarihindehttp://www.extension.usask.ca:http://www.extension.us-
ask.ca/cse/2001_archive/abstracts_papers/heathermair.pdf adresinden alındı

https://www.bugday.org/tatuta/kilavuz.php.(2011).12.02.2011tarihindehtt-
ps://www.bugday.org: https://www.bugday.org/tatuta/kilavuz.php adresinden
alındı

II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon Raporu. (2004). 11 02,
2011 tarihindehttp://tarimsurasi.tarim.gov.tr:<http://tarimsurasi.tarim.gov.
tr/PDFLER/VIII.Komisyon.pdf> adresinden alındı

KÜÇÜKALTAN, D. (2002). Tarım Turizmi ve Türkiyede Tarım Turizmi


İşletmeciliği Cilt I. II. Turizm Şurası Bildirileri. Ankara: Turizm Bakanlığı.

SOYKAN, F. (2006). Avrupada Kırsal Turizme Bakış açısı ve Kazanılan Deney-


im. II.Balıkesir Turizm Kongresi, (s. 84-85). Balıkesir.

SOYKAN, F. (1999). Dogal Çevre ve Kırsal Kültürle Bütünlesen Bir Turizm


Türü: Kırsal Turizm. Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi , Mayıs-Haziran.

SOYKAN, F. (2000). Kırsal Turizm ve Avrupa’da Kazanılan Deneyim.


Anatolia:Turizm Arastırmaları Dergisi , Eylül-Aralık.

ŞANLI, H. (2004). Turizm ve Tarımsal Faaliyetlere Bünyelerinde Birlikte Yer


Verenİşletmelerin Ekonomik Analizi: Nevsehir İli Avanos ve Ürgüp İlçeleri
Örnegi. A.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Basılmamış Yükseklisans Tezi .

TarımveKöyişleriBakanlığı. (2004). II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma


Politikaları Komisyon Raporu. 11 02, 2011 tarihinde http://tarimsurasi.tarim.
gov.tr/PDFLER/VIII.Komisyon.pdf: http://tarimsurasi.tarim.gov.tr/PDFLER/
VIII.Komisyon.pdf adresinden alındı

TEKELİ, H. (2000). Küresel Egilimler Ülkemizin Turizm Pazarlamasını Olum-


suz Etkilemektedir. I.Ulusal Türkiye Turizmi Sempozyumu Teblig Kitapçığı.
İZMİR.

Tourism Strategies and Rural Development. (1994). Paris: OECD.


WorldTourismOrganisation. (2004). Rural Tourism in Europe: Experiences,
Development and Perspectives. WTO.

42

kitap_dizgi.indd 42 11/14/12 12:54 PM


SÜRYANİLERİN DİYARBAKIR’DAKİ TARİHİ MEKANLARI
Mehmet Şimşek-Araştırmacı yazar

Süryanilerin Diyarbakır’daki yerleşim alanları ile ilgili en sağlıklı bilgileri, dönemine


ait Şeriyye Sicillerinde bulmak mümkündür. Şehri oluşturan dini gruplar, bazen ayrı
mahallelerde, bazen de karışık olarak bir arada ikamet etmişlerdir. Sur içinde mevcut
bulunan mahalleler; 65 Müslü¬man, 13 gayrimüslim ve 42 karışık olmak üzere 120
tanedir. Gayrimüslimlerin ikamet ettikleri mahalleler şunlardır:

1) Hace Maksud 6) Şemsiyan 11) Meryem-i Kebir


2) Mor Habib 7) Rumiyan 12) Yahudiyan
3) Küçük Kinisa 8) Meryem-i Sağir 13) Molla Hennan
4) Meryemun 9) Köprüyan
5) Bekçiyan 10) Sarraf İskender

Bu mahallelere, 1785 tarihinden itibaren rastlanmadığı, bununla birlikte yukarıdaki


mahallelerde oturanların, Hıristiyan (Ortodoks, Katolik, Protestan, Sür¬yani, Nas-
turi, Keldani ve Musevi oldukları, aynı zamanda Ermeni, Rum ve Yahudi millet veya
cemaatlerine mensup olduklarını belirtilmektedir. 1785-1850 tarihleri arasında,
Diyarbakır şehrinde, Müslümanlarla Müslüman olmayanların bir arada yaşadıkları
42 adet mahalle-de, bu dini grupların kesin sınırlarla birbirinden ayrılmadıkları,
genellikle mahallenin bir bölümünde Müslümanlar, diğer bölümünde ise başka dini
grupların ika¬met ettiği ifade edilmektedir.

Yerleşim Yeri Hane Birey Yerleşim Hane Birey


Sayısı Sayısı Yeri Sayısı Sayısı
Mifarkin (Silvan)
“Medinet el-şuheda” 17 64 Bamatmi 10 43
Bıragola 8 26 Malaha 34 79
Mir Ali 10 52 Fum 17 50
Küniyet - 35 Hazan 1 -
Başnik 13 81 El kafiya 17 37
Darsal 1 5 Hanşe 8 16
Gandika 2 - Talgaz 7 14
Bamidan 2 - Safiya 6 12
Hazro Kasabası 10 26 Kabasakal 8 16
Şımşım 84 192 Kara kilise 6 12
Halhal 16 40 Salimiye 1 -

Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Yılmazçelik, 19. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, T.T.K. yay. Ank. 1995

43

kitap_dizgi.indd 43 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır’da yaşayan Süryanilerin, Lale Bey Mahallesi’nde yer alan, Süryani
Meryem Ana Kilisesi çevresinde yoğunlaştıklarını, yukarıda adı geçen mahallelerden
Mor Habib,
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Yılmazçelik, 19. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, T.T.K. yay. Ank. 1995

Meryemun, Meryem-i Kebir ve Molla Hennan mahallelerini de isimlerinden


yola çıkarak, Süryanilerin çoğunlukta oldukları yerleşmeler olarak kabul etmek
mümkündür. 1870 tarihinde, 1890–1895 arasında Diyarbakır’da rahiplikten
metropolitliğe yükselen ve 1906’da patrik seçilen Rahip Abdullah Satufsadedi’nin
yapmış olduğu çalışmada, Diyarba¬kır ve çevresindeki yerleşim alanlarında,
Süryanilerin hane ve birey sayılarını şu şekilde belirtir:

Süryani patriği Mor Severiyos Afrem Barsaum, 1919 yılında İngiltere Başbakanı’na
yazmış olduğu dilekçede 1914-1918 yılları arasında bölgede yaşayan Süryani
nüfus hakkında bilgi verirken, Diyarbakır yerleşmesinde 30 köy ve 764 aile,
Sil¬van’da 9 köy ve 174 aile, Lice’de 10 köy ve 658 ailenin varlığından bahseder.
Diyarbakır merkeze bağlı Kahbiye, Kara¬baş, Kıtırbıl, Ayntannur (Alipınar) ve
Çaruki (Çarıklı) köyleri de kayda göre Süryanilerin yoğun bir şekilde ika¬met
ettikleri alanlardır. Cumhuriyet döneminden sonra, şehrin sur dışında ye¬niden
yapılandırılması çalışmaları sonucunda, ekonomik durumu iyi olan birçok Süryani,
yeni şehirde ikamet ederken, ekonomik açıdan yetersiz olan ve kırsaldan kente göç
eden Süryaniler, Meryem Ana Kilisesi içinde ve yakınlarında ikamet etmişlerdir.
Günümüzde, cemaate mensup birkaç aile, kilise duvarları içinde yer alan odacıklarda
yaşamlarına devam etmektedirler.

1950 yılında 500 hanelik bir yoğunluğa sahip olan Süryani nüfusu, 1979’da 150-200
hanedir. 1990’lı yıllarda Diyarbakır merkezde kalan Süryani aile sayısı oldukça
azalmıştır. Süryani ailelerinin 3’ü Mardin Midyatlı olup, sadece Hıdırşah ailesi
Diyarbakır’ın yerlisidir. Diyarbakır merkezde yaşayan Süryani birey sayısı 20’yi
geçmemektedir.

Diyarbakır ve Çevresinde Süryanilere Ait İbadet Yerleri

Süryani mabetlerinin; kilise ve manastır olmak üzere iki yapısal uygulanışı vardır.
Süryani tarihine baktığımızda, geç¬miş, adeta manastır ve kiliselerin yakın
çevresinde yaşanmıştır. Manastırlar, genelde toplu yaşam coğrafyasının (il, ilçe,
ka¬saba) dışında, sade, münzevi yaşamın hâkim olduğu bir sığınma yeri, dünyanın
debdebesinden uzak, manevi havanın hâkim olduğu mekânlardır. Acı ve tatlı günlerin
yaşandığı ve gerektiğinde de, mazlumların sığınağı olan merkezler olmuşlardır.
Kilise-manastır yapıları, kavramsal olarak karşılaştırıldığında; manastır, (Latince:
Monasterium, Yu¬nanca: Manasterion) rahip ve rahibelerin dünyadan çekilmiş
olarak yaşadıkları bina, dini kurallara uygun olarak, ortak yaşanılan ev anlamlarına
gelir.
44

kitap_dizgi.indd 44 11/14/12 12:54 PM


Papaz Gabriel Akyüz’den temin edilen el yazması kitap.
I. Afrem Barsavm, Tur Abdin Tarihi, Nsibin yay. 1996, s. 8
Papaz Gabriel Akyüz’den alınan bilgiler.
Rıfkı Aslan, Diyarbakır ve Çevresinde Şehirleşme Hareketi. Ziya Gökalp Dergisi Yay. Ank. 1979, ss. 82-83

İlk manastır örnekleri doğuda görülür. Batıdaki uygulamaları, IV. yüz¬yıl sonrasıdır.
Manastırlarda; rahiplerin ayin yaptığı bir kilise ve koro yeri, toplantı odası, rahipler
için hücreler, manastırda kalanların tümü için yemek salonu, kitaplık, dışarıdan
gelenler için ka¬bul salonu, idari bölümler, yatakhane vs. bölümler yer alır.

Kilise kelimesi; Yunanca toplantı anlamına gelen “Eklesia” sözcüğünden türetilmiştir


(Süryanice “ito”, kilise anlamındadır). Ancak, bu toplantı alelade bir toplantı değil,
da¬vet ile bir araya gelinmiş bir toplantıdır. Eklesia kelimesi, İbraniceye, dini bir
toplantıya daveti belirten “fahal” kelimesi ile tercüme edilmiştir. Hz. İsa, kilise
kelimesi yerine “Edfa”, “Kenista”, “Kehala” gibi Aramice kelimeler kullanmıştır.
Hıristiyanlıkta kilise, Hıristiyan cemaatinin adıdır. Kilise, bir mekândan ziyade bir
inananlar cemaatinin adıdır. Kilise; İsa’nın bedeni Kutsal Ruh’un mabedi ve ona
inananların cemaati olarak anlamlandırılır.

İlk kiliseler kaya oyukları, mağara girişleri gibi güvenlik sorunlarına istinaden
yapılmışlardır. Ancak, Bizans İmparatorluğu’nun, Hıristiyanlığı resmi din olarak
kabul etmesinden sonra, yapısal anlamda kiliseler inşa edilmeye başlanır. Hz. İsa’ya
inananların oluşturdukları cemaat, Yahudiler gibi, mabede devam ediyorlardı.
Rivayetlere göre, kendi evlerinde de toplanıp, İsa ile geçirdikleri hatıralarını anıyorlardı.
Havarilerin misyon çalışmaları sı¬rasında, mabedin bulunmadığı yerlerde, basit
binalar, top¬lantı ve irşat faaliyetleri için kullanılmıştır. Dünyadaki ilk kilise örneği
olan, An¬takya’daki St. Piyer / Aziz Petrus kilisesi, bir kaya oyuğundan başka bir şey
değildir. İ.S. IV. yüzyılda, belirlenmiş mekânlarda ibadet etmeye başlanılmıştır. Kilise,
İsa’nın bedenî hatırasıyla bütünleşmeden ziyade, manevi varlığıyla bütünleşmiş ve
İsa’nın varlığının ha¬zır bulunduğu mekânlar olarak kabul edilmiştir.

Hıristiyanlık tarihinin ilk dönemlerinde, “cemaat” veya “ki¬lise” kelimeleri, Hz.


İsa’ya bağlı olanlar ve getirdiği mesajı ka¬bul edenler anlamında kullanılıyordu.
İlk dönemlerdeki bu iki kavram, günümüzdeki anlamıyla (ku¬rum, organizasyon)
kullanılmıyordu. Hz. İsa ve 12 havarinin misyon faaliyetleri, Filistin ve yakın
çevresinde olmasına rağmen, kilise organizasyonunun ilk temsilcisini, Filistin dışında,
Miladi I. yüzyılın sonlarına doğru An-takya’da görmekteyiz. II. yüzyılın sonlarında
İs¬kenderiye’de ve IV. yüzyılın başlarında Bizans İmparatorluğu topraklarında, bu
dine inanan insanların inşa ettikleri mabetlere (kilise, manastır) rastlanmaktadır.

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Dinler Tarihi, Ocak Yay. Ank. 1993, s. 292
Levent Öztürk, İslam Dünyasında Hıristiyanlar, İz Yay. İst. 1998, s. 59

45

kitap_dizgi.indd 45 11/14/12 12:54 PM


Doğu Hıristiyanlığı açısından, IV. yüzyılda; İsken¬de¬riye, Antakya, Kudüs ve
Urfa önemli merkezler durumundaydı. Süryanilerin oluşturduğu Antakya kilisesi,
Bizans’ın mezhepsel baskıları sonucunda, ilk olarak Ma¬latya’ya taşınır. Buradan
Di¬yarbakır’a, sonra da Mardin’e nakledilmek zorunda bırakılmıştır.

Mabetler, yapısal-mimari özellikleri bakımından değişkenlik gösterebilir.


Gele¬neksel olarak yapısı tamamlanan kilise binası, kiliselerin kutsanmasına özgü
özel dualarla, dört duvarı kutsal murunla yağlanacak şekilde piskoposlarca kutsanır.

Manastırlar

Süryani manastır geleneği, kültürün korunması ve eğitimin yayılmasında çok önemli


bir role sahiptir. Topluca, disiplin içinde yaşamak esas olmakla birlikte, münzeviler
de tam bir yalnızlık içinde manastırlarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ma¬nastır
ana binası zorunlu olarak yüksek duvarlarla kale gibi korunaklı bir yapıya sahiptir.
İçlerinde kiliseler, yemekhaneler, kütüphaneler, atölyeler, su kuyuları, ahırlar,
bahçeler ve yaşam mekânları bulunur. İstisnasız her manastır kendine yeterli bir
birimdir.

Zuknin Manastırı: Diyarbakır yakınlarında ve Dicle Nehri kenarında bulunduğu,


zamanının önemli felsefe, ilim, kilise edebiyatının merkezlerinden birisi olduğu
kabul edilir. Manastırın IV. yüzyılda mevcut olduğu kabul edilir. Bu ma¬nastır,
İ.S. X. yüzyıla kadar ayakta kalabilmiştir. Günümüzde herhangi bir kalıntısı
bulunmamaktadır. Bu manastırda eğitim almış olup, yine burada rahiplik yaşamına
başlamış olan Diyarbakırlı Rahip Yeşu Hamudoyo; 494-507 yılları arasınada
Mezopotamya da yaşanan vahim olayları kaleme almıştır. Yine, ünlü tarihçi Abulfaraç,
eserinde, “Mar Matta, Diyarbakırlı ve bir ihtimale göre de yakın köylerinden birinde
yaşamıştır. Mar Matta, Bizans İmparatoru Julyan’ın ve Diyokletion’ın baskıları
sonucunda imparatorluğun idaresi altında bulunan yerlerden kaçmak zorunda
kalmıştır. Di-yarbakır (Amid) ve dolaylarındaki ma¬nastır ve kiliselerde yaşamakta
olan rahip ve zahitlerin çoğu, bu baskıdan ötürü imparatorun iradesine karşı koyarak
Zuknin Manastırı’nda toplanmışlardı.” Bu manastırda, Sür¬yani patriklerinden I.
Iyavennis (İ.S. 755) başta olmak üzere, 14 Episkopos yetişmiştir. Burası, patrikliğin
Ma¬latya’dan sonraki

Zeki Demir, Süryani Kilisesi ve Kilisenin Yedi Gizi İst. 2001, s. 21


A. Suryal Atiya, Mezopotamya’da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, Yakubi, Nasturi, Maruni, Nsibin Yay. s. 216
Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 274

ikametgahı olmuştur. Bu manastırda, önemli eserlerin bulunduğu belirtilmektedir.


Bu manastır İvannis Kadmoyo (755) ve on dört Episkoposu kilise hizmetine
sunmuştur.
46

kitap_dizgi.indd 46 11/14/12 12:54 PM


Mar İliya Manastırı: 1518-1565 yıllarında Diyarba¬kır’a ait köy isimleri listesinde
Kangırt-Kankırt olarak ge¬çer ve halk arasında Karakilise olarak bilinir. İliya
manastırını barındıran ve Diyarbakır merkeze yakın olan Kankırt köyü hakkında
Aziz Günel, “Türk Süryaniler Ta¬rihi” adlı eserinde, Büyük Mihayel Tarihi’ne
dayanarak, manastırın yerini şöyle ifade eder: “Bu manastır eskidir. Diyarbakır’ın
Güneybatısında ve 8 km mesafede geniş bir tepede kurulmuştur. Kankırt Köyü ile
Çanakçı (Çarıklı) Köyü arasındadır. Kankırt köyü ise, Di¬yarba-kır’dan iki saat
uzaklıkta olup, adı geçen manastır, köye Doğu yönünde yarım saatlik mesafededir”.
Köy, tamamen Sür¬yani olup, burası 1900’lü yıllarında başında yüz haneli bir
yerleşim birimidir. “Meçhul Urfalı Tarihi” adlı eserde, Antakya Süryani Patriği,
Diyarbakırlı VII. Athanasiyos tarafından (İ.S. 1090-1129) bu manastırı II. yüzyılın
ikinci yarısında Kankırt’ta inşa ettiği belirtilmektedir.

Patrik Mihael, m.s. 1172 yılında, Diyarbakır’a gelerek, kendinden önceki Patrik
VII. Athanasiyos’ın inşa ettiği Kankırt Manastırı’nın odalarını itinayla ve büyük
bir gayretle tamir eder. 1484’te, Patrik IV. Yuhanna, Kankırt Manastırı’nın kilise
kısmını tamir etme çalışmalarını başlatmıştır. 1724 yılında, Patrik İgnatius
Şükrullah, manastırın tamir ve inşaatıyla ilgilenmiş ve Batı cephesindeki dağ suyunu
manastıra getirmiştir. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru, manastır yakınlarında bir köy
(Karakilise köyü) kurulmuştur. 1900’lü yılların başında köy dağılınca manastır
sahipsiz kalmıştır. Bahsedilen döneme kadar, cemaat tarafından, her yıl Temmuz
ayının 20’sinde, bu manastıra ziyaretlerin yapıldığı kaydedilmektedir. Günümüzde,
manastıra ait herhangi bir iz kalmamıştır. Manastırla ilgili olarak Patrik Bü¬yük
Mihael’in “Umumi Tarih” adlı eserinde şu bilgiler yer almaktadır: “Patrik IV.
Athanasiyos, Antakya’yı, Bizanslıların tazyiki üzerine terk etmek mecburiyetinde
kalınca Diyarbakır’a gitti. O zaman Diyar¬bakır patriklik makamına bağlı özel bir
(Abreşiye) mıntıka idi. Patrik he¬men Kankırt mıntıkasının Mar İliya Manastırı’na
1124’te yerleşti.” Abulfaraç Tarihi’nde ise “Bu manastırın inşaatı bittikten sonra,
her taraftan rahipler toplanmış, eğitim görmek isteyen öğrenciler, her taraftan
ona sığınmış, yazarlar çoğalmış, her çeşit ve branşın kitapları toplanıp ge¬niş ve
nadide bir kütüphaneye sahip kılınan Kankırt Manastırı, bir yük¬sek eğitim kaynağı
durumuna” sokulduğu
Barsavm, Saçılmış İnciler, çev. Zeki Demir, İst. 2005, s. 511
Vikont Filip de Tırazi, Doğu ve Batı Süryanilerinin Altın Çağı, çev. Murat Kara, Nsibin Yay. İsveç, 1994, s. 70
Barsavm, age, 2005, s. 511
1518 ve 1565 yıllarına ait “Defter-i İcmal-i Liva-i Diyarbekir” adlı defterde Tapu Kadastro Genel Müd. Arşivi (Yılmazçelik 19. yy
ilk yarısında Diyarbakır) s. 144
Barsavm, age. 2005, s. 514

ifade edilmektedir. Kütüphanesinin, XII. yüzyılın ortalarına kadar mev¬cut


bulunduğu ve 1203 yılında, Diyarbakırlı Metropolit Yuhanna’nın bu kitaplara ilave
yaptığı belirtilmektedir. Günümüzde, Musul Keldani kütüphanesinde bulunan Urfalı
Mar Yakub’un “Yaratılışın Altı Günü” adlı eserinin Diyarbakır kütüphanesinden
Mu¬sul’a getirtildiği belirtilmektedir.
47

kitap_dizgi.indd 47 11/14/12 12:54 PM


Deyir El-Rahaviyin (Urfalıların Manastırı): Bu ma¬nastır, şehrin Güneyinde bulunan
surların dışında Gazi Köşkü’nün bulunduğu mevkiinin üç yüz metre Güneydeki
tepenin yamacına kurulmuştur. Bu manastırın, günümüze ulaşan her¬hangi bir
kalıntısı yoktur. Ancak, yukarıda belirtilen mevkii yakınlarında bulunan kaya
üzerinde, Sür¬yanice bir yazıtta şu ifade yer almaktadır: “Filifos bu manastırı inşa
etti. Allah nezdinde anılmak üzere müminleri ebede dek bereketle ansın”.

Mor Yuhanna Durtoye Manastırı: Diyarbakır yakınlarında münzevi Yuhanna


tarafından 509’da kurulmuştur. Efes’li Yuhanna ile beraber üç episkopos yetiştiren
manastırla ilgili olarak 600 yılından sonra her¬hangi bir bilgiye rastlanmaz.

Mor Kuryakos Manastırı: Diyarbakır’ın Kuzeydoğusunda, Bişeri bölgesinde, Zarcal


köyü yakınında kurulmuştur. On beşinci yüzyıldan yirminci yüzyılın sonlarına kadar
yörenin metropolitlik merkezi olarak kullanılmıştır.

Kiliseler

Vaftizci Mar Yuhanna Kilisesi: IV. yüzyılda inşa edilmiştir. Arabistan Episkopos’u Mar
Yuhanna, 629’da ölünce, cenazesi Diyarbakır’a getirilip bu kiliseye gömüldüğünden,
onun adına izafeten Mar Yuhanna Kilisesi adını almıştır. Zamanla yıkılıp harabe
haline gelmiş, daha sonra tümüyle ortadan kalkmıştır. Yeri, şim¬diki Deva Hamamı
civa¬rında idi.

Mor İstefanos Kilisesi: Bu kilise, İ.S. IV. yüzyıldan kalma idi. 503 yılında,
Diyarbakır’ın Sasan (Pers) Kralı Kubad tarafından işgali sırasında, bu kilise “ateşgede”
(ateşe tapanların mabedi) haline getirilir. Bu kilisenin ateşgede haline getirilmesi ile
ilgili olarak ünlü Süryani

Gregory Abul Faraç, Abul Faraç Tarihi, çev Ömer Rıza Doğrul, TTK Yay. Ank. 1999, s. 4; Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Oya
Matbaası, Diyarbakır 1970, s. 229; Tırazi, age. s. 70
Günel, age. s. 240
Barsavm, age. 2005, s. 517
Barsavm, age, 2005,, s. 514
Şevket Beysanoğlu, Anıt ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, C.1, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yay. Ank. 1997, s.131; Akyüz,
Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi, s.22; 10 Aralık 1046 tarihinde Diyarbakır’a gelen Nasır-ı Hüsrev, Sefername adlı eserinde bu kilise
için şunları yazar: “... Mescidin yakınlarında pek özenilerek taştan yapılmış bir kilise var. Kilisenin zemini nakışlı mermerlerle
döşenmiştir. Bu kilisede, Hıristiyanların ibadet ettikleri kubbeli bir yerde kafesvari bir demir kapı gördüm ki, eşini hiçbir yerde
görmedim.”

şair Suruçlu Mor Yakub, 12 vezinli ölçüye göre matem içeren şiirler yazmıştır. Bu
kilisenin yeri ve yıkılış tarihi belli değildir.

Mor Zhuro Kilisesi: Bu kilise, günümüzde Çift Kapı civa¬rında “Anzeli” olarak
bilinen yerdir. Osmanlı vakfiyelerinde bu kilisenin, “Ayni-i Zeura” veya “Ayn-i Zülal
(Balıklı)” denen kaynak içme suyunun hemen üzerinde kurulduğu belirtilmektedir.
V. yüzyılda yapıldığı, 629 yılında Urfa Metro-politi Mar Şemun ve 649’da, Antakya

48

kitap_dizgi.indd 48 11/14/12 12:54 PM


Patriği Mar Yuhanna’nın cenazeleri getirilerek bu kiliseye gömülmüştür. Sonraları,
bu kilise yıkılmış ve yeri arsa haline getirilmiştir.

Mar Kozma Kilisesi: Bu kilise, günümüzde ayakta ka¬lan tek Süryani Meryem Ana
Kilise’sinin Güneydoğu tarafında yer almaktaydı. Kuruluşu Süryanilere ait olmasına
rağmen daha sonra Süryani-Melkitlerin (Rum) eline geçer. 1930 yılına kadar ayakta
kalmasına rağmen bu tarihten sonra yıkılır. Kilisenin mozaikten ve ahşap üzerine
işlenmiş kakma sedefli bir ta¬kım eşyaları Diyar¬bakır Arkeoloji Müzesi’nde
sergilenmiştir. Mar Kozma Kilisesi’nden alındığı tahmin edilen Süryanice yazılı
bir ilahi kitabı (Fenkitho), Mardin Kırklar Kilisesi’nde mevcuttur. Van Berchem
“kilisenin İ.S. 330 yılında yapıldığını belirtir. 1689’da bir onarım geçirdiğini ve
1910’lardan sonra yıkıldığını anlatır.” Günümüzde bu kiliseye ait olduğu iddia
edilen, bazalt taştan yapılma giriş kapısına ait çerçeve sütunlar bulunmaktadır.

Mar Kozma Kilisesi

Mor Şilo Kilisesi: İ.S 520 yılında Amid (Diyarba¬kır) Metropoliti Mor Mara
tarafından inşa edilmiştir. Yıkılış tarihi ve yeri belli değildir.

Mar Hananyo Kilisesi: Muallak Camii civarındadır. Sür¬yani Nesturi


mezhebine ait olduğu belirtilmektedir. Yapılış ve yıkılış tarihleri hakkında
herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır.

Dolapönü, “Hıristiyanlığın Diyarbekir’de Yayılışı”, Kara Amid, Yıl:2, S. 4, İst. 1960, s. 23; Beysanoğlu, age. s. 131
Dolapönü, agm, s. 349; Beysanoğlu, age, s. 131; Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, Büyükşehir Belediyesi
yay. Ank. 2002, s. 45
Dolapönü agm. s. 349; Beysanoğlu, age. s. 131; Tuncer, age. s. 45

Mor Gevargis (St. Corc) Kilisesi: İ.S. IV. veya V. yüz yıllardan kalma bir kilise
olup, İçkale’de, halen Ceza ve Tutukevi olarak kullanılan bölgededir. Dicle Nehri
kıyısında yer alan Fiskayası mevkiindeki, sur içinde siyah bazalt taştan yapılan ve
yüksekliği 15-20 metreyi bulan, yüksek bir yapıdır.

49

kitap_dizgi.indd 49 11/14/12 12:54 PM


Alanı 350 m2’dir. İçkale’nin Kuzeydoğu ucunda, Dicle Vadisi’ne bakan sert
uçurumun üstüne, sur duvarlarıyla bir bü¬tün oluşturacak şekilde yapılmıştır.
Kilisenin iç bölümlerine geçebilmek için kullanılan kapı üzerinde her¬hangi bir
yazıt bulunmamaktadır. Kilisenin, henüz ziyarete açık olmayan bölümünde, Dicle
Nehri’ne kadar uzanan, karanlık dehlizlerin bulunduğu rivayet edilmektedir.
Yaptığımız incelemede, sadece üstü açık yedi sütun üzerine bina edilmiş yapının,
Doğu yönün-de bir kapının bulunduğunu müşahede ettik. Ancak, ikinci bölümünün
aydınlık olmaması inceleme yapmamızı güçleştirdi.

Kilise, tamamen Bizans stilinde inşa edilmiştir. Mardin Metropoliti Hanna Dolabani
“Vesikalar” adlı eserinde, bu kilisenin Katolik mezhebinin Batriye cemaatine ait
olduğunu şu ifadesinde şu ifadelerle belirtir: “Yunani tarih 1525, İ.S 1214 tarihinde
Diyarbakır’da büyük bir ar¬bede ve görülmemiş bir sıkıntı vuku bulmuştur. Bu
olaylarda Araplar tarafından, Katoliklerin büyük kilisesi, Kırklar tepesindeki Kırk
Şehit, Meryem Ana yakınındaki Mar Kozma ve bunlardan önce de Vi¬ranşehir’deki
Mar Yuhanna adlı kiliselere Şubat ayı içerisinde hü¬cum ederek tahrip etmişlerdir.
Van Berchem, Amida adlı eserinde bu yapı için “Nesturilere ait olduğunu ve mahalli
tasarımlara da yer verilerek, IV. yüzyılda yapılmış ve İ.S. 518 yılında Anastasyan
tarafından onarılmıştır. XIV. ya da XV. yüzyılda camiye dönüştürüldüğünü” iddia
eder. Ancak, Or¬han Cezmi Tuncer, bu yapının camiye dönüştürülmüş olduğu
iddiasını kabul etmez.

Kırk Şehit (Kırklar) Kilisesi: Bu kilise, -bazı kaynaklarda manastır olarak ta


geçmektedir- İ.S. 484 yılında Diyarbakır Metropoliti Kartminli Mar Yuhanna
Saharo ve Yuhanna El Efesi tarafından şehrin güneyinde Kırklar Dağı olarak bilinen
mevkide inşa edilmiştir. Van Berchem, eserinde “463-464 yıllarına ait bir kaynakta
en eski katedral olarak, büyük kiliseden bahsetmekte, ancak hangi yapı olduğu
belirtilmemektedir. Yuhanna adında bir piskopos Kırk Şehit Kilisesi’ni yaptırıyor.
502 veya 503 yıllarında bu kilise Perslerin eline geçer. Bir başka ifadede 488-489
yıllarında Urfalı Yuhanna’nın adıyla anılan bir ma¬nastır vardır. 566-567 yıllarında
Efesli Yuhanna’nın yazdığı Azizlerin Biyografisi’nde adı geçer. Bu kilise büyük
ihtimalle surların yakınında bulunuyor-du”. Kiliseye geliş gidişlerin kolay olması ve
Silvan güzergâhında seyredeceklerin, nehri rahat bir şekilde geçebilmeleri için “On
Gözlü Köprü”yü inşa etmişlerdir. Ancak, Van Berchem ile Albert Gabriel, köprünün
antik çağ eseri olduğunu belirtir. Köprünün Güney tarafında birinci ayağın tabanında,
aslan figürünün altındaki taşlardan birinin üzerinde, Sürya¬nice bu yazıt bulunur. Bu
yazıt, 1949 yılında Mardin Metropoliti Hanna Dolapönü’ye okutturulur. Bu yazıda,
“Buhru halefi Mano zamanında (İ.Ö. 90) Diyarbakır köprüsü onartılmıştır.” ifadesi
yer aldığını belirtmiştir.

Tuncer, age. s. 141

50

kitap_dizgi.indd 50 11/14/12 12:54 PM


Cevdet Çulpan, “Türk Taş Köprücüleri” adlı eserinde, “Dicle (On Gözlü)
Köprüsü birkaç defa yıkılmış ve onarılmıştır. Bu gibi onarımlarda civardaki
eski malzemelerden de yararlanılmış olduğu, çeşitli eserler üzerinde rastlanan
kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu köprünün milattan önce var olduğu hususunda
kesin bir bilgi mevcut değildir. Şehrin güneyindeki Kırklar Dağı üzerinde bulunan
Kırklar Manastırı, Amid Metropoliti Mar Yuhanna tarafından V. yüzyıl sonlarında
yaptırılmıştır. 1746 yılında burada yirmiden fazla din adamının yaşadığı belirtilir.
Çok zengin bir iç donanıma sahip olan bu kilisenin altın ve gümüş eşyaları talan
edilmiştir. Bu yapının başına gelenler, Diyarbakır Süryanileri için büyük bir kayıp
olarak değerlendirilir. Bu manastırdan bugün pek az bir kalıntı bulunmaktadır.
Köprünün muhtelif onarımları sırasında faydalanılan malzemeler arasında Kırklar
Dağı’ndan ve şe¬hir çevresinde harap olmuş başka bir eser kalıntılarından da taşlar
getirilmiş olması, “Mano günlerinde” diye okunan yazının da köprüye değil, başka
bir esere ait bulunması muhtemeldir.” Şeklindeki ifadesiyle, köprünün kimler
tarafından yapıldığına dair farklı bir yorum getirmektedir.

Süryani Katolik Kilisesi: Dabanoğlu mahallesi, Kadı Cami sokakta yer alır. Yıkıntısı
üzerine Yavuz Selim İlköğ¬retim Okulu yapılmıştır. Berchem, bu yapıyı VII. yüzyılla
tarihlendirir. Yapı genişliği 450 m2’dir.

Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi: Kilisenin kuruluş tarihi hakkında ke¬sin
bir bilgi olmamakla birlikte, İ.S. 325 yılında, Bizans İmparatoru Konstantin
tarafından organize edilen, tarihi İz¬nik Konsili’ne katılanlar arasında Şemun’un
(Amid-Di¬yar¬bakır Metropoliti) adının geçmesi, bu tarihte metropolitlik merkezi
durumunda olan Diyarbakır’da, metropolitlik makamına uygun bir yapının (kilise-
manastır) bulunmuş olma ihtimalini akla getirmektedir.

Tuncer, age. s. 145; Asnu-Bilban Yalçın, “6. Yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun Doğu Sınırları ve Amida
(Diyarbakır) Kenti,” s. 229, 1. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır 2004
Murad Fuad Çıkkı, Naum Faik ve Süryani Rönesans’ı, Haz. Mehmet Şimşek, Belge yay. İst. 2004. s. 45
Tuncer, age. ss. 124 -126

Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi (1909)


51

kitap_dizgi.indd 51 11/14/12 12:54 PM


Patrik İgnatios, I.Afrem Barsaum’un “Lülü Menthür” adlı eserinde, “İ.S. 309 yılında
-İznik Konsili’nden 16 yıl önce- Di¬yarbakır’da toplanan episkoposların önemli
bir kongresi netice-sinde, oy birliğiyle Nusaybin Episkoposluğu’na Mar Yakup
atanmıştır.” ifadesi, bize bu kilisenin kuruluş tarihi hakkında ipuçları vermektedir.

III. yüzyılın ilk yarısında bölgede Hıristiyanlığın yayılmasının, İ.S. I. yüzyıl ile IV.
yüzyıl arasındaki zamanda gerçekleştiği hatırlandığında Meryem Ana Kilisesi’nin,
III. yüzyılın hemen başlarında inşa edildiği kabul edilebilir. Ancak, bu kilisenin
inşasını Bi¬zans Kralı Heraklius döneminde 610-640 yılları arasında inşa edildiğine
dayandıranlarda vardır.

Tapu kayıtlarında Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Cemaati Vakfı adına
kayıtlıdır. Kilise, Lalebey Camisi’nin 400 metre Güneybatısında, 311 nolu adanın
8. parselindedir. Kuzey ve Batısını Puşucular sokak, Doğusunu Hambeli sokak ve
Güneyini Ana sokak çevirir.

Kilise; 848, 1297, 1533, 1687, 1689, 1693, 1719, 1844, 1881, 1914 ve 1965 yıllarında
birçok sebeplerden dolayı (yıkım, deprem, yangın, işgal), tamirat ve onarım geçirerek
günümüze kadar gelebilmiştir.
Çıkkı, age. s. 45

Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi iç görünüşü

Kilisenin bulunduğu yer konusunda, belgelerde, “şehrin Batısında ve Rum (Urfa)


kapısı yakınlarındadır. Meryem Ana Manastırı olarak bilinen bu kilisenin diğer
adı ise, Mar Yakup Kilisesi idi”. XIX. yüzyılın ilk yarısına ait belgelerden, bu
kiliseye Süryanilerin bir kısım mallarını vakfettiklerini ve bu kilisede Süryanilerin
ibadetlerini herhangi bir kısıtlamadan uzak olarak, rahat bir şekilde sürdürdüklerini
öğrenmekteyiz. Kilise, iki ayrı bölümden oluşur; Meryem Ana Kilisesi ve Mar Yakup
Kilisesi... Günümüzde, her iki kiliseye ortak bir kapıdan girilir. Avluda se¬kizgen
ve bazalt taştan yapılmış bir havuz bulunur. Mar Yakup Kilisesi olarak adlandırılan
bölüm, Kuzey-Güney doğrultusunda uzanır.
52

kitap_dizgi.indd 52 11/14/12 12:54 PM


4 tonozlu bir alandan oluşur. Yaklaşık olarak 20-25 metre uzunluğunda ve 5 metre
genişliğe sahip olup, yan yana dizili üç bölme ve vaftiz yerinden oluşur. Tarihi değere
sahip, üç adet ah¬şap mihrap ve resimler göze çarpar. Meryem Ana Kilisesi olarak
adlandırılan bölümde, beş adet “kduşkudşin” (kutsal sofra) bulunur.

Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi bugünkü durumu

Sağ, orta ve solda olmak üzere üç bölümden oluşan mihraplarda, birçok ayin
malzemesi yer alır. Orta mihrap, bazalt taştan işlenmiş, dört adet sütun üzerine
oturtulmuş olan bu kubbeli yapı, tam bir sanat eseridir. Pazar ayinleri sırasında, daha
pratik olmasından dolayı kullanılan perdenin gerisinde bulunan, mihrabı bütünüyle
kaplayan tahta işlemeli devasa kapılar görülmeye değerdir. Ortadaki büyük mihrabın
sağ tarafında, tahta işlemeli mihrap ve adak yeri bulunur. Kilisenin iç alanı 323
m2’dir. Sekiz sü¬tun üzerine oturtulan kubbenin dış tarafından Batı yönünde
yükselen duvar, kilisenin daha önceki boyutları hakkında ipucu vermesi açısından
önemlidir. Döneminin Diyarbakır Metropoliti olan III. Mar Mari, önemli kitap ve
makalelerden oluşan çok zengin bir kü¬tüphane oluşturmuştur. Metropolitin İ.S. 529
yılında vefatından sonra, tüm eserleri, Diyarbakır şehir merkezine getirtilir. Kilise
kütüphanesi, değişik alanlarda çeşitli kitaplar ve yazılı eselerle zenginleştirilmiştir.
Bu kütüphanenin gelişmesinde, en çok çabayı gösteren Yakup Saliba’dır

Yılmazçelik, age. s. 80; bkz. Diyarbakır Şer.Sic. No:590, s. 30, D. Şer. Sic. No: 351, s. 48, No: 631, s. 6; Beysanoğlu,
age. ss. 130 - 131; Günel, age. s. 108 vd.; Akyüz, age. ss. 48 - 85; Beysanoğlu, 1967 İl Yıllığı, s. 330; Tuncer, age.
ss. 24 - 40 (1167-1171).

Diyarbakır’da ayakta kalan, tek Süryani kilisesi olan, Mer¬yem Ana Kilisesi
dahilindeki kütüphane hakkında en detaylı bilgileri, Aziz Günel’in “Türk Süryaniler
Tarihi” adlı eserinde bulmaktayız. 1967 yılında, Metropolit Hanna Dolapönü ile
bir¬likte yapmış olduğu tetkik ve tasnif neticesinde, kilise kütüphanesinde 341 cilt
kitap bulunduğunu belirtir. Bu kitapları, 12 bölümde tasnif ederek şu bilgileri verir:

53

kitap_dizgi.indd 53 11/14/12 12:54 PM


1- Kitab-ı Mukaddes (Tevrat ve İncil): Kitab-ı Mu¬kad¬des, İnciller ve bölümlerini
içine alan bu grupta, 41 cilt kitap bulunmaktadır. Bu kitaplar, IV. yüzyıl ile XIII.
yüzyıldan kalma olup, Süryanice yazı tiplerine ait yazma metinleri içermektedir.
2- İlahiyat: Muhtelif tarihlere ait, 23 cilt eseri içermektedir.
3- Edebiyat: Edebi konuları içeren 45 cilt kitap.
4- Hıssay (Münacaat): XII. ve XIII. yüzyıllardan kalma eserler olup, 18 cilt kitap.
5- Dua: Vaftiz, evlenme ve ölülerin defnine ait olmak üzere, 22 cilt kitap.
6- Tarih: XVII. ve XIX. yüzyıllardan kalma, tarih konularını içeren 15 cilt kitap.
7- Ayin İcra Kitapları: XIV. ve XIX. yüzyıllara ait, 26 cilt kitap.
8- Sözlükler: XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait lügatleri içeren, 12 cilt kitap.
9- Musiki: XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait, 12 cilt kitap.
10- Tıp ve Dua: XIII. ve XIX. yüzyıllara ait, 18 cilt kitap.
11- Rum (Mar Kozma) kilisesinden, Meryem Ana Kilisesi’ne devredilen 23 cilt kitap.
12- Çeşitli konuları içeren, yazma olmayan (matbu) 34 cilt kitap.
Bugün, bu kitapları tümünü kilisede görmek mümkün değildir. Daha güvenli
manastır ve kilise kütüphanelerine devredildiği belirtilmektedir. Kilise kütüphanesi,
2005 yılında yapılan yenileme çalışmalar sırasında, mevcut kitaplar tekrar gözden
geçirilerek, kilise bahçesinde bulunan divanhanede sergilenmeye başlanmıştır.

Tırazi, age. s. 66

Diyarbakır kent merkezinde sadece Süryanilere ait olmak üzere 10 adet kilisenin
varlığı yazılı kaynaklarda geçmesine rağmen, bugün ayakta kalabilen tek Süryani
kilisesi olan Mer¬yem Ana Kilisesi, şehrimizin en önemli dinsel yapılarından biri
olma özelliğini taşımaktadır. Ki¬lise, 2005 yılında, yurt içinde ve dışında yaşayan
Diyarbakırlı Süryanilerin ortak girişimiyle, Can Şakarer ve Zeki Kasapoğlu’un
yoğun çaba ve gözetimlerinde, kapsamlı restorasyondan geçirilerek, tarihi kimliğini
tümüyle yansıtan görünümüne kavuşturulmuştur.

DİYARBAKIR KALESİ BURÇLAR SURLAR

Mehmet Ali ABAKAY-Araştırmacı-Yazar


e-mail: diyarbekirimtv21@hotmail.com

GİRİŞ
Diyarbakır’da en çok ilgilendiğimiz konulardan biri de Diyarbakır Kalesi ve
Burçlarla Surları olmuştur. Bir zaman Diyarbakır Kalesi hakkında müstakil bir kitap
bulunmadığını müşahade edince, gelen teklif üzerine “Diyarbakır Kalesi Burçlar
ve Surlar” ismiyle bir kitap çalışmasında bulunmuş, konunun uzmanı olmayanların
telkiniyle bu kitabın basımı yaptırılmamıştı.” İyi ki bu kitap yayınlanmadı “ düşüncesine
ben de katıldım. Bugüne kadar yapılmayan bir çalışmayı gerçekleştirirken, mimar

54

kitap_dizgi.indd 54 11/14/12 12:54 PM


değildim, mühendislikle alakamız yoktu ve sanat tarihçisi ya da arkeolog sıfatımız
yoktu. Şimdi bu kitabın içinden bir bölüme yer verirken, yapılan araştırmanın,
harcanan emeğin bir zaman sonra ilerisi için fayda getirmeye devam edeceğine
kendimi ikna ettim. On yıllardır Diyarbakır Kalesi’nin, burçlarının, surlarının
onarımının yapılacağına dair açıklamalar, çalışmalar yürütülmekte olmasına rağmen
alınan yol, hiç de insanı tatminkâr kılacak durumda değildir.

Diyarbakır Kalesi’ne dair yaptığımız araştırmada yüz yıl önce çekilen fotoğraf
kareleri ile günümüzdeki kareleri yan yana getirerek, görsellikten yola çıkıp, yapıların
bölüm bölüm incelenmesine zemin hazırlamak istedik. Konunun uzmanlarının
kaleminden çıkan eserlerin teminine gidildi. Yerli-yabancı uzmanların eserleri
temin edilirken, kimi eserlerin kısmen çevirisi sağlandı. Yerel ve Ulusal Basında
çıkan haberlerin, köşe yazılarının taraması yapılarak bir gazete arşivi oluşturuldu.
Dergilerde kalan yazılar bir araya getirildi. Yaklaşık on bin civarında fotoğraf kale
içinden ve dışından çekildi. Adım adım gezilen surlarda rastlanan motifler, kitabeler
bir araya getirilerek, kitabelerin tercümesi sağlandı. Bu yetmedi, minarelerden ve
yüksek yapılardan fotoğraflanan surlar, helikopterle genel görünümlerde çekildi. Bu
konuda en ideal eserler denilen “Amida” ile “ Voyage archeolojik dans la Turquie
Oriental” kitaplarının aslı temin edilerek, kitaplardaki fotoğraflar alındı, şehre dair
açıklamaların ilgili bölümleri tercümeye girişildi. Mevcut kimi tercümelerin eksikliği
tamamlandı. Sonuçta ortaya çıkan çalışmanın yanında arşivlik fotoğraflar, röleveler
restitüsyonlar incelendi. Karşılaştırmalı biçimde görüşler, yan yana sıralanarak,
yapılan değerlendirmelerden sağlıklı sonuçlar çıkarılmaya çalışıldı. Elbette Diyarbakır
Kalesi, sıradan bir kale değildir ve kendi yapısıyla dünyada ayakta duran tek kaledir.
Bu kalenin en azından Çin Seddi ile karşılaştırılması yanlışlığına son verecek eseri
yayınlama kısmetimizde olmadı. Bu çalışmanın özetinin özeti olan sunumumuzda,
vereceğimiz bilgilerin ve bildiri haline gelecek kitapta ekli belgelerin konuya yabancı
olmayanlara faydalı olacağını umuyorum.

Surlarda yapılan araştırmada tespitine çalışılan motiflerle kabartmalar,


sınıflandırılmıştır. Farkında olunmayan motiflerle kabartmalar olabilir. 6700 metre
civarında olan İç Kale ve Dış Kale Burçları’nda, Surlarında yapılacak bir ekip
araştırması ile farkında olmadığımız, gözden kaçan, bazen ters konulmuş ya da bazaltın
renginden dolayı fark edilmeyen figürler olabilir. Geniş, oldukça büyük bir alanı içine
alan surlarda, burçlarda saptanan motifler ve kabartmalar sınıflandırılmıştır.

Diyarbakır Kalesi’nin çekirdek yapısı İç Kale’dir. İç Kale için aygın olan görüş, bu ana
merkezin Subarulardan kaldığıdır. Subaru Devleti’nin “Hurrî” ve “Mitannî” şeklinde
iki ye ayrılmasıyla İç Kale, Mittanni topraklarında kalmış ve zaman içinde değişik
dönemlerde beylik, devlet ve imparatorluk olmak üzere 58 egemenliğin toprakları
arasında stratejik bir merkez konumuna girmiştir.

55

kitap_dizgi.indd 55 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır Kalesi, daha sonra genişlemelerle Milat Sonrası Roma Dönemi’nde
günümüzdeki biçimini almıştır. Sürekli kuşatmalara maruz kalan şehrin, surlarının
muhkem hale getirilmesinden sonra Meryem-i Dara zamanında ikiye ayrılan şehir,
hükümran olan iki kardeşin Meryem-i Dara’nın ince siyaseti ile bütünleştirilmiştir.
Yapılan yer altı çarşı kazısında bu ara surun Dağ Kapı’dan Mardin Kapı’ya kadar
uzandığı görülmüştür.

Yer altı çarşısı kazıları, Ulu Camiî eski yapısının, hükümetin merkezî olduğuna dair
emareleri kuvvetlendirmiştir. Mesudiye Medresesi’nin Mar-Toma Kilisesi olduğuna
dair yaptığımız tespitler, aynı zamanda buranın Dakyanos’un o dönemde sarayı
olduğu, önceki dönemlerde değişik inançların hüküm sürdüğü kentte hem tapınak
hem de yönetim alanı olarak kullanıldığını gösterir.

Ulu Camii için verdiğimiz bilgiler, halen de görüldüğü biçimde saray çevresinin
şekillenmesini göstermektedir. Yönetim merkezi ve dinî yapılar etrafında şekillenen
ekonomik anlayışın sosyolojik verileri, Ulu Camii Yapı Topluluğu için geçerlidir.
Şehrin ikiye surla ayrılması, Ulu Camii’nin önündeki cadde ortasından geçmesi
söz konusudur. O halde İç Kale de diğer hükümran kardeşin hükümet merkezidir.
Konu hakkında rivayete dayalı anlatımlar, çeşitli kaynaklarda yer almaktadır.
Diyarbakır’ın Müslümanlarca fethinden önce değişik burçlarda kitabelerin yer
aldığını bilmekteyiz. Bu Roma Dönemi kitabelerin, burçların yeniden yapılması,
genişletilmesi esansında yerlerinin değiştiği, kimi kitabelerin de geçmişe saygı
kabilinden yerinde bırakıldığını görmekteyiz.

Dağ Kapı Burcu’nda birçok kitabe ve figür, bu saygının ifadesi olarak bugün de
bulunmaktadır. Bizim diyebileceğimiz medeniyetin dışına taşan ahvâle dair
anlayışlara da hoş görme ile yaklaşan her dönemde âlimler olmuştur. Bu kabartmalarla
figürlerin Artuklu Döneminin Sultanı zamanında artması ve Sultanın felsefe ile iç içe
olması, kendisinin eleştirilmesine yol açmış, böylelikle artan eleştiriler sonrasında
Sultan, Devegeçidi (Artuklu) Köprüsünü yaparken Bakara Sûresi’nden âyetleri
köprüye kitabe olarak koymuş, Mesudiye Medresesi’ni inşâ etmiştir. Ulu Camiî
girişinde bulunan figürlere karışılmamış, camiî dışında olduğu için bu iki figür
korunmuştur. Ulu Camii içinde yazı kabartmalarında değişik bitki süs motifleri
görülür. Zinciriye’ye giden kapının dış kısmındaki tek parça taş blokta zengin biçimde
bitki ve meyve süslemelerine rastlamaktayız. Her ne kadar yapı yıkıldıktan sonra
tekrar yapılmış ise de devşirilen taş malzemede figürlere, kabartmalara ve kitabe
parçalarına karışılmamış, o döneme ulaşan estetik-kültürel zenginlik muhafaza
edilmiş, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir kaynaşma amaçlanmıştır.

Her dört yöne açılan kapıların yapısında yer alan kabartmalarla figürler, daha çok
dışa egemenliğin ihtişamının bir sembolü olarak yer alır. İslamî Dönem içinde

56

kitap_dizgi.indd 56 11/14/12 12:54 PM


olmasına rağmen Diyarbakır’da egemenlik süren beylikler, devletler daima bu
figürlerle meramlarını ifade etme yolunu seçmiştir.

Çift başlı kartal remzi, diğer şehirlerde de görülür. Konya, Erzincan şehri buna
örnektir. Bu şehrin üniversitelerinde kartal remzi olduğu gibi Dicle Üniversitesi’nin
de sembolü kartaldır. Kartal, aynı zamanda Selçukî-Artukî arması iken Almanya’da,
Suriye’de devlet sembolüdür.

Diyarbakır Kalesi’nin sağlamlık açısından bugün ayakta kalan kısımları, şehrin daima
kuşatılan bölümlerine itina gösterildiğine tanıklı eder. Düz alanlarda savunmalar
şiddetli savaşlara sebep olduğu için, surlarla burçlar oldukça güçlendirilmiştir.
Mardin Kapı’dan Urfa Kapı’ya, Urfa Kapı’dan Dağ Kapı ve Fis Kayası’na kadar
olan bölümler, düzdür ve kuşatmaya elverişlidir. Fis Kayası’ndan Keçi Burcu’na
kadar olan kısımlar, yer yer uçurumların oluşu, dik yükseklik, kuşatmaya elverişli
olmayışı, burçlarla surların daha hafif olması, sağlamlık açısından diğer alanlara
karşılaştırılmasının önüne geçmektedir. Kısacası Dicle’ye bakan surlar, diğer
bölümlere göre daha sağlam inşâ edilmemiştir. Bunun sebebi de askerin kuşatmasına
elverişli olmamasıdır.

Diyarbakır’da surların Osmanlı’nın son dönemine kadar askerî alan içinde oluşu,
zahire deposu olarak kullanımı, İç Kale Burçları’nın askeri mühimmat için kullanımı
söz konusudur. Bu husus, İç Kale’nin boşaltılmasıyla son bulmuştur.
Bir sempozyum bildirisinin sınırlarını zorlamadan, Diyarbakır Kalesi’nin hakkında
kimi bilgileri sunmaya çalışalım.

KABARTMALAR ve MOTİFLER
Akrep: Sonradan açılan Tek Kapı yanındaki Eyyubî Burcu’nda akrebi elinde tutan
bağdaş kurmuş insan kabartması akrebe ilişkin tek örnektir. Bu akrep motifinin
Asurî kaynaklı olduğunu ifade edenler, bunu tılsım olarak görür. Akrebi eliyle
tutan ve bağdaş kuran adamın figürü, yerinden çıkartılmak istenmişse de, bu
gerçekleştirilememiştir.

Arslan: Burçlarda oldukça rastlanan arslan kabartması, insan başlı, kanatlı, ejder
kuyruklu olmak üzere farklı biçimlerde yer almaktadır. Ulu Beden, Yedi Kardeş,
Nur Burcu, Melikşah Burcu, İç Kale Saray Girişi, Eyyubi Burcu (Akrep Burcu yanı),
Dağ Kapı, Mardin Kapı, Urfa Kapı değişik kabartmaların bulunduğu burçlardır. Nur
Burcu ve Melikşah Burcu’ndaki arslan kabartmaları, kompozisyon olarak farklılık
arz eder. Arslanlar, gülen simaya sahiptir. Ulu Beden’deki iki arslan kabartması insan
başlıdır. Kanatlı, insan başlı arslan figürü de Dağ Kapı Urfa Kapı Sur Dizisi’nde
yer alan Eyyubî Burcu’ndadır. Bu figür, burç yıkıldıktan sonra yapılan onarımda
ters biçimde burçta değerlendirilmiştir. Akrep Burcu’na gidildiğinde yer alan burcun
aşağı kısmında yer alır.
57

kitap_dizgi.indd 57 11/14/12 12:54 PM


Boğa-Öküz: Burç dışındaki yapılarda sıklıkla rastlanan kabartmalar, genelde
arslanın avı biçimlidir. Ulu Camii ana kapısında karşılıklı yer alan arslan-boğa
mücadelesine, kiliselerde de rastlanır. İç Kale Saray Girişi’nde aynı kabartmalar
görülür. Buradaki kabartmalar, malta taşında yer aldığı için zamanla dış etkenlerden
yıpranmıştır. Dağ Kapı ve Mardin Kapı kabartmaları genel kabartmalardan estetik
olarak farklıdır. Bu kabartmalar, ilk dönem figürleri biçiminde kabul edilmelidir.
“Kaplan kabartması” şeklinde düşünülebilen biçimler, kimi araştırmacılarca’’Dicle
Kaplanı’’ismiyle adlandırılmıştır.

Yırtıcı Kuşlar: Urfa Kapı, Melikşah Burcu, Nur Burcu, Ulu Beden, Yedi Kardeş, Dağ
Kapı yırtıcı kuşların bulunduğu burçlardır. Çift başlı kartal, Urfa Kapı, Ulu Beden
ve Yedi Kardeş’te egemen kabartmadır. Kartal beraberinde Şahin’i anımsatan yırtıcı
kuş kabartması yanında güvercin kabartması görülür. Melikşah ve Nur Burcu’ndaki
Kuş tasvirlerinde kuyruk ve kanatlar açıktır. Bu, güç gösterisini andırmaktadır. Daha
çok Türklerin Orta Asya kaynaklı kültüründen gelen bir figürdür.

Hayvan Figürleri: Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen
boynuzlu hayvan (Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah)
Burcu’nda mücadele eden iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının
altında orantılı yer almıştır. Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ
keçisi kabartması, Melikşah Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir.

Kadın Figürü: Giyinik olmayan iki kadın figürü, Yedi Kardeş ile Evli Beden Burcu
arasındaki Selçuklu (Nur) Burcu’nun Kitabesinin son satırının sağında ve solunda yer
alır. Bu iki figür, surlarda ve burçlarda görülen aslan gövdeli, insan başlı figürlerden
farklı tek kadın figürlerdir. Diyarbakır Burçları’nda ve surlarında bu figürlerden
başka figüre rastlanmaz. Kimi araştırmacılar, dönemin felsefî manalandırmalarına
girerek, bunu Kibele ile eşlendirir.

El Figürü: Dağ Kapı burcunda el figürü işlenmiştir. Bu figür, el içinden oluşmuştur.


Parmaklar aşağıya bakmaktadır. Daha çok Şia Kültürü’nde bu motife rastlanır.

At Figürü: Nur Burcu’nda eğerli fakat binicisiz iki at hareketli biçimde yer alır. At
figürü sadece Nur Burcu’nda görülür.

Konsollar: Ulu Beden Burcu’ndaki konsollar, tarzıyla Yedi Kardeş’teki konsollardan


ayrılır. Ulu Beden konsolları görülmeye değer biçimiyle yer yer orijinalliğini
korumaktadır.

Nişler-Çıkmalar: Dağ Kapı’da ana kapı yanlarında işlenmiş, mini sütunlu iki niş
bulunur. Bu nişlere diğer kapılarda da rastlanır.. Sadece Yedi Kardeş Burcu’nun alt
kısmında küçük bir niş bulunmaktadır. Mardin Kapı’daki burçlarda da nişler görülür..
58

kitap_dizgi.indd 58 11/14/12 12:54 PM


Geometrik Şekiller: Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da bu tarz şekillere rastlanır. Dağ
Kapı’da Davut Arması, Güneş Kursu, net seçilemeyen kimi geometrik şekiller,
Mardin Kapı’da daha yoğundur… Mesudiye Medresesi’nde Davut Arması, yerinde
görülebilir. Kalenin ilk yapılışına ait düşünülebilen bu çizimlerle şekillerin daha
çok inançla ilgili olabilme ihtimali yüksektir: Gamalı haçlar, güneş kursları, çok
köşeli yıldızlar ve diğer çizimler. Mardin Kapı surlarında bu tarz geometrik şekiller
yaygındır.

Okunamayan Kitabeler: Dağ Kapı’daki Roma ve Mardin Kapı Kitabeleri tümüyle


okunmuş kitabeler değildir. Dağ Kapı’daki bir kitabenin yazı karakterinin hangi dile
ait olduğu bilinmemektedir. Ergani-Hilar Kitabeleri’ndeki yazıların çözümlenmeyişi
gibi okunması gereken kitabelerden bazıları da Küfi yazılardır. Bu tarz yazıların
beyaz taşa (Malta taşı) yazılanları, zaman içinde bozulmuştur.

Bitki Figürü: Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da yer almaktadır. Değişik yapılarda
hayat ağacına da rastlanan Diyarbakır’da bitki figürlerinin en canlı görüldüğü
alan Ulu Camii Yapı Topluluğu’dur. Hayat Ağacı, bereketi sembolize eder ki Türk
Geleneği’nde yaygın bir motiftir.

SURLARDA KİTABELERİ BULUNAN DEVLETLER BEYLİKLER

Surlarda kitabeleri incelerken Diyarbakır’da egemenlik kuran devletleri, beylikleri


hükümranlık yıllarına göre belirtmek lazımdır. Şehre hakim olan birçok beylik,
kitabe bırakmazken bazı devletlerin de kitabelerine rastlama söz konusu değildir.

Yengi-yenilgi durumlarında mevcut kitabelerin ortadan kaldırılması, tahribe uğrayan


burçlarda kitabelerin kaybolması mümkündür. Birçok kitabe onarım sürecinde yapı
malzemesi olarak kullanılmıştır. Burçlarda kitabelerin, figürlerin çeşitliliği bunu
gösterir. Dağ Kapı onarım bu husustaki varsayım güçlenmektedir.

DİYARBAKIRA EGEMEN OLAN DEVLETLER VE BEYLİKLER

Sümer, Akad, Babil, Eti, Mittanî, Komuk, Asur, Tiglat Plasar ve Mildiş, Kurhî,
Urartu, Med, İskit, Kımrî, Medya, Elam, Lidya, Pers, İskender Dönemi, Selösit, Part,
Trajan Dönemi, Sasani, Roma Dönemi, Doğu Roma, İran-Doğu Roma Ara Dönemi,
Dört Halife Dönemi, Emevi-Abbasi Dönemi, Şeyhanî, Hamdanî, Büveyhî, Mervanî,
Selçukî, Yınalî, Nisanî, Artukî, Cengiz Ara Dönemi, Eyyubî, Anadolu Selçukî,
İlhanî, Timur Ara Dönemi, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevî, Osmanlı Saltanatı.

59

kitap_dizgi.indd 59 11/14/12 12:54 PM


SURLARDA KİTABELERİ GÜNÜMÜZE ULAŞAN EGEMENLİKLERS

Çözülemeyen kitabeler (kabartmalar-şekiller), Roma, Doğu Roma, Abbasî, Mervanî,


Büyük Selçuklu, Suriye Selçukî, Yınalî-İnaloğulları, Nisanî, Artukî, Eyyübî,
Akkoyunlu, Osmanlı Egemenliği.

SURLAR HAKKINDA ÇÖZÜME İLİŞKİN GÖRÜŞLER


Osmanlı’ya kadar bu kitabelerin ortadan kaldırılması, kitabelerin yer değişimi
olmuştur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar kitabelerle ilgili değişikliklerin
yapıldığına dair kayıtlarda bilgi mevcut değildir.

Kanuni’nin Saray Kapı, Arbedaş Kitabesi dışında Osmanlı Kitabelerine


rastlanmamıştır. Diğer yapılarda bulunan kitabeler de Ulu Camii ile sınırlıdır.
Valilerin adlarına yaptırdıkları yapılar, konumuz dışıdır.

Diyarbakır’ın sur içindeki yapılaşmanın önüne geçmek, sur dışındaki yapılaşmayı


teşvik eden Vali Karslı Hatunoğlu İsmail Hakkı Paşa’dır. Paşa’nın girişimleri sonucu
şehirdeki yeni yapılaşma için hükümet konağı olmak üzere resmi daireler şehir dışına
çıkartılmıştır. İlk şehir dışı camii de Paşa’nın kardeşi “Meded Beg” adına yaptırdığı
camiidir. Paşa’dan sonra gelen Vali’ye ulaşımın zorluğu ve havaların sıcak oluşuna
dair itirazlar, bu olumlu gelişmeyi durdurtmuştur. 1930’dan sonrası yerleşim planı
yapılmamış, tarihi doku bu yüzden zarar görmüştür. Özellikle Harput ve Mardin
Kapı Surlarının yıkımı, yerel yönetimin bilgisi dahilinde olmuştur. Vali İsmail Hakkı
Paşa’nın başlattığı girişim devam ettirilmiş olsaydı, Diyarbakır Kalesi Surlarıyla bu
denli tahribata, yıkıma maruz kalmaz, bırakılmazdı.

Cumhuriyet Dönemi’nde surlarla ilgili kitabeler söz konusu değildir. Dağ Kapı,
Mardin Kapı bölümlerinin yıktırılmasını dönemin belediye başkanı Nazım Önen
tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir.

Bazı kaynaklarda da bu yıkımın valilerce yapıldığı yer alır. Bu dönem valileri olarak
Nizamettin ve Faiz Ergün gösterilir. Cumhuriyet Dönemi’nde meydana gelen yıkıma
karşı tepkiler, yıkımı durdurtur ve Cumhurbaşkanı, aynı zamanda bu şehrin fahri
hemşehrisi Mustafa Kemal Paşa, tarihi surların korunmasına yönelik tedbirlerin
alınmasını ister. Albert Louıs GABRIEL’in bu aşamada çabası takdirle karşılanır.

1960’lı yıllara kadar şehir dışı yapılaşma görülmez. 1970’lerden sonra İç Kale
Surlarının yapılan evler sebebiyle birer taş kaynağına dönüşmesi söz konusudur.
Çarpık yapılaşmayı teşvik eden anlayış, imara açık tutulmayan alanlarda çalışmalar
başlatmayınca ilçelerden, köylerden şehre göç eden ailelerin gecekondulaşmaya
gitmesine zemin hazırlamıştır.

60

kitap_dizgi.indd 60 11/14/12 12:54 PM


İç Kale’den Keçi Burcu’na kadar iç kısımlarda tamamıyla oluşan gecekondulaşma,
zamanla Mardin Kapı’nın üç-dört burç üstünden Melikşah Burcu’na oradan da Urfa
Kapı civarına ulaşmıştır. İç Kale’nin Dicle’ye bakan yönündeki gecekondulaşma,
Yeni Kapı’ya kadar olan bölümde küme evlerini oluşturmuştur. Gecekondulaşmayla
yapılan evlerin büyük bir bölümünde sur taşlarının kullanımı, tahribatı artırmıştır.
Oy kaygısı, nazım planından yoksun şehrin gerek yerel gerek diğer idarecilerin
çarpık kentleşmeye göz yummasını sağlamış, surların bir bölümünün aslîyetini
kaybetmesine yol açmıştır. GABRIEL’in 1932’deki gözleminde Ulu Beden için taş
ocağı saptaması, tarihi eserlere duyarsızlığın işaretidir.

1980 sonrası artan göçler, gecekondulaşmayı artırmış, dolayısıyla surlarda


olumsuzluklar artmıştır. Sadece Turistik Cadde ve kısmen Keçi Burcu iç bölümü,
yerleşime açılmamıştır. 1990 sonrası surların onarımının gündeme gelişiyle yeni
yapılaşmaların önüne kısmen geçilerek, onarımların yer yer yapılmasına başlanmıştır.
Onarımlar daha çok merkezi alanlarda başlatılmıştır. Yapılan onarımların tarihi
dokuya ne kadar uygun olduğu tartışılmamıştır. Dağ Kapı‘daki burcun onarımı
yıllarca sürmüştür. Ortaya çıkan sonuç, yerel ve ulusal basında bir ucube olarak
eleştirilmiştir.

2000’li yıllarda yapılan onarımlarda ise asıl yapıya uymayan, plan dışına çıkan,
onarımdan çok ihale şartlarını yerine getirme amaçlı görünen üslûp ile davranış
görülmektedir. Kullanılan ana malzeme olan Bazalt’ın fabrikasyon imalat ile
üretimi, surlardaki orijinal biçime uyum sağlamaktan uzaktır. İnşaatvarî anlayış,
onarımlar sonrası’’Keşke eski-yıkık hali devam etseydi de’’eleştirisine dayalı sonuca
götürmüş, birçok insanı, konuya duyarlı olanları.

Surların onarımının durdurulmasına yönelik kararın alınmasıyla birlikte çalışmalar


durmuştur. Birer tarihi zenginlik olan burçların İç Kale’yle bir arada onarımının
yapılması, beklenen en önemli husustur. Bu çalışmanın devamı ile birçok çalışacak
olana iş kapısını açacaktır. Bunun yanında turizme kazandırılacak burçlar, aynı
zamanda ekonomiye sürekli bir canlılık getirecektir.Diyarbakır burçlarından sadece
Dağ Kapı ile Tek Beden kültürel açıdan kullanılmaktadır. Bu iki burcun, diğer
burçlardaki onarımların tamamlanmasıyla özel kuruluşlara kiralanması gerekir.İç
Kale Kültür Merkezi bir kaç yıl içinde faaliyete geçtiği zaman, özellikle merkezi
alanda bulunan bu iki burç, ticari amaçları ön planda bulunmayan, kültürel çalışmalara
yönelik faaliyet gösteren vakıf ve derneklere tahsis edilebilir.Cafe-Restaurant gibi
istihdam sağlayacak işletmelere tahsis edilecek burçlar, el sanatlarının, küçük çaplı
işletmelerin de yer alacağı Urfa Kapı’dan Tek Kapı’ya ve Mardin Kapı’dan -Yedi
Kardeş ile Ulu Beden Burcu hariç- Urfa Kapı’ya kadar burçlar gereken şartlar
hazırlanarak, turizme kazandırılmalıdır. Kitabe taşıyan burçların kullanımına dair
özel şartlar konulmalıdır; Fındık, Eyyûbi ve Mervanî Burcu gibi. Bu tarz burçların
daha çok görselliğinin ön plana çıkartılması gerekir.

61

kitap_dizgi.indd 61 11/14/12 12:54 PM


Burçların kullanımına dair çalışmalar yapılırken, projelerin istihdama yönelik oluşuna
önem verilmelidir. Bu tarz çalışmalarda kullanım alanı büyük olan burçlar, birden
çok küçük iş yerlerine dönüştürülmelidir.Kitapçılara, zücaciyecilere, hediyelik eşya
satıcılarına yönelik burçların da sınıflandırılması gerekir. Zamanla her iş kolunun
yer aldığı alanlar belirginleşir. Surların Dünyaca kültür mirası kabul edilmesi, bu
alandaki çalışmalar ancak düzenli ve programlı çalışmayla mümkündür. Bu sebeple
çok katılımlı komisyonlar oluşturulmalıdır. Sadece mimari alanlardaki oluşumlarla
yetinilmemeli, konuyla ilgili çalışmaları bulunan araştırmacılar da komisyonlarda
görev almalıdır. Bu güne kadar surlarla ilgili kitaplar, makaleler, eski fotoğraflar
bir araya getirilmeli, kitabeler yayınlardan araştırılarak tercüme yapabilecek kurul
oluşturulmalıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ülke tanıtımında surlara da yer
verilmelidir.

Öncelikle yapılan çalışmalar ve devam eden hazırlıklar olumludur. Her ne kadar


halkta tarihi eserleri koruma bilinci söz konusu ise de bu bilinç, yerel basında ve
yerel televizyon ile radyolarda yapılacak çalışmalarla pekiştirilmelidir. Lakin
görebildiğimiz kadarıyla hazırlıklar, istenilen düzeyde değildir, kimi onarımlar
önce desteklenmiş, sonradan durdurulmuştur. Hazırlanan raporlarda, aldığımız
bilgi oranında onarımların burçları, surları özelliklerin dışına çıkardığıdır. Son
yıllarda sur taş dizilerinin arasındaki derzlerin, göz estetiğini ne denli bozduğunu
belirtmeye gerek var mı? Surlarda çevre düzenlenmesi yapılmış ise de iç mekânların
temizliği sağlanmamıştır. Bu temizliğin yapılarak, halka özellikle surlara yakın olan
mahallelerdeki sakinlerle görüşülmelidir.

Kitabelerin ve sur alanlarının tarihi eser kaçakçılarına karşı korunması, tedbirlerin


alınması, var olan tedbirlerin gözden geçirilmesi şarttır. Birçok kitabenin tahrip
edildiği, bazılarının olmadığı, onarımlar esnasında kayıpların olduğu söylenenler
arasındadır. Yapılacak bir çalışma ile mevcut bütün kitabeler, figürler envanter
çalışması ile tespit edilmeli, önceki yayınlardan bu konuyla ilgili bilgiler
bütünleştirilmelidir.

Bir zamanlar önerdiğimiz, gazetelerde yer alan Diyarbakır Araştırmaları Merkezi


kurulmuş olsaydı, Diyarbakır Kalesi, her yönüyle ele alınır ve gereken onarımlarda
bilimsel katkılar sunulabilirdi. Bu merkez Diyarbakır’ı tarihi, kültürü, edebiyatı,
sanatı kısacası şehri her yönüyle ele alan bir enstitüdür. Lakin Dicle Üniversitesi’nin
oluşu bile yılardır böylesi bir merkezin oluşumunu sağlamaktan uzak kaldı. İl Milli
Eğitim Müdürlüğü ile ortak bir çalışmaya yönelerek okullarda tarihi eserlerin önemi
vurgulanmalı, konferanslar verilmeli, surların okul gezi planlarında yer alması
sağlanmalıdır. Bu amaç doğrultusunda şehrin diğer tarihi eserlerini, şairlerini,
yazarlarını tanıtmayı içine alan özellikle ilköğretim-lise öğrencilerine, halka yönelik
kitap, broşür yayınlarında bulunulmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarının bu çalışmalar

62

kitap_dizgi.indd 62 11/14/12 12:54 PM


esnasında fikirleri raporlar şeklinde alınmasına, yerel yönetimlerle konu uzmanları
arasında iş birliği kurulmasına dair toplantılar yapılmasına rağmen ödenek olmadığı
için çalışmaların devamlılığının sağlanmadığı söylenmektedir.

Bizce yapılan çalışmaların verimli olmayışı, onarımlara düşen güvensizlik gölgesi


bu alanda yapılması düşünülen, yapılacak çalışmaları etkilememelidir. Surların bir
gün şehrin dünyaya tanıtımını diğer eserlerle bütünlük içinde yapacağını anlamanın
şevkiyle hareket edebilir, çalışır, emek sarf edersek...

Objektif anlatımdan ayrılmadığımızı gösterdiğimiz olumsuz tablolarla yansıttık.


Unutulmamalıdır ki, Diyarbakır Kalesi, burçlarıyla eşsiz yapıdadır. Bu güne kadar
yapılan onarımlar yine koruma amaçlıdır, öyle düşünülebilir. Bundan sonraki
çalışmalarla hakkı olan konuma gelerek, yıllardır onarımsız kaldığı halde bulunduğu
şehrin ekonomik-sosyal canlanmasında katkı sağlayacağını umduğumuz Diyarbakır
Kalesi ve Surları, şehrin dünyaya açılan penceresi olduğu zaman, dünden bugüne
miras gelen Kale’yle Surların yarına miras kalacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Tüm mesele budur, dünden bu güne uzayıp çözülemeyen bilmece.

SURLARLA İLGİLİ KİMİ YAYINLAR

Yaptığımız incelemede surlarla ilgili oldukça önemli gördüğümüz, araştırmamızın


bu bölümünde surları sekiz başlık altında toplayarak yapılmış olanları, yapılması
gerekli olanları ve acil yapılması gereken çalışmaları yetkililerin dikkatine sunmak
istiyoruz. (‘’Diyarbakır Kalesi ve Surlarının Günümüzdeki Durumu‘’ bölümünde
konu ele alınmıştır.)

Surlarla ilgili günümüze kadar konu bütünlüğüne sahip bir araştırma ve inceleme
çalışması yapılmadığı için anlatılanlar daima makalelerde kalmış, hazırlanan raporlar
yayınlanmamış, yapılan onarımlarla ilgili bilgiler paylaşılmamıştır.
Sadece basında yer alan kimi açıklamalar, haberler dışında gerektiği gibi konuya
açıklık getirilmediğinden yapılanların ne olduğuna dair kamuoyu yeteri oranda
bilgilendirilmemiştir. Surlara ilişkin medyatik hale getirilen Keçi Burcu, yapılan
sergiler, daima basında ve televizyonlarda gösterilen surların orijinal kalmış
burçlarıdır.

Bazı kitap ve katalog ile broşürlerde Yedi Kardeş, Ulu Beden gibi sağlamlığı dış
görünümüyle sınırlı burçlarla Urfa Kapı, Dağ Kapı yer almıştır. Aysberg gibi sadece
gösterilen bu görüntü, surların sağlam olduğunu ve onarımların yapılmasıyla,
birkaç gecekondunun yıkımıyla işlerin bitirilerek surların kurtarılacağı, ’’Dünya
Kültür Mirası’’olarak, dünyanın sekizinci harikası seçileceği belirtilse de çalışmalar
yapılmadıkça sonuca ulaşılamaz..

63

kitap_dizgi.indd 63 11/14/12 12:54 PM


Duyulanla görünenin, okunanla bilinenin oldukça farklı olduğunu açıklamaya gerek
var mı? Basında yer alan kupürlere bakıldığında birkaçı hariç diğerleri surlardaki
yıpranmanın çok boyutlu olduğunu göstermemektedir.Yapılan açıklamalar, basın
boyutuyla tatmin olunmaktan uzaktır. Çünkü surlardaki ve burçlardaki son yirmi
yılda artan tahribat oldukça fazladır. Basındaki haberler, tarafsız gözle ele alındığında
muhabirlerin bir kısmının surlar hakkında bilgi sahibi olmadığı görülür. Yeteri kadar
araştırma yapılmadığı, var olan makalelere ulaşılmadaki zorluk ve sınırlı sayıdaki
eserlere müracaat, yapılanın yetersizliğine işarettir.

Daha çok başvurulan BEYSANOĞLU’nun eserleri de konuyu geniş biçimde ele


almaktan uzaktır. O halde yapılanların çoğu, çalışmaların yansıtılmasıyla surlarla
ilgilenenlerin demeçleri içerir. Bu, yerel basının yaptırım gücünün sınırlı olmaktan
öte yeteri kadar bilgi sahibi olmayan çalışanlarının önemli bölümünün haber
sıkıntısını surlarla gidermesi şeklinde düşünülmelidir.

Diyarbakır ile ilgili derneklerin, vakıfların sayıca az oluşu, var olanlarının çoğunun
Anadolu’da ve İstanbul’da bulunanların hemşerilik bağını kuvvetlendirme amaçlı
kurulması, surlarla ilgili çalışmalarda Ankara merkezli şubesi Diyarbakır’da bulunan
Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı’nın etkinlikleriyle sınırlı kalmıştır.
Vakıf, bu alanda üçü Prof. Dr. Halil DEĞERTEKİN imzalı biri çeviri olmak üzere
dört kitap yayınlamıştır:

DEĞERTEKİN’in Diyarbakır Kitabeleri, surlardaki yazıtlarla figürlerin bir


bölümünü içine alan fotoğrafik çalışmadır. Diğer eserleri surlara ilişkin kitapçık
ebatında önemli bilgiler içeren çalışmalardır. Araştırmamızda GABRIEL’in surlarla
ilgili görüşleri, ÖZSEZGİN’in çevirisinden alınmıştır.

Vakfın surlarla ilgili fotoğraf arşivi de bulunmaktadır. Bir kısım makalelerde surlarla
ilgili atıflar yapılmış ise de alıntılar genelde aynı kaynaklardandır. Kısır bir döngü
içerisinde surları anlatan yazılarda sebep-sonuç ilişkisi irdelenmeden, surların
korunması gerektiği üzerinde durulmuştur. Dicle Üniversitesi’nin bu hususta ne gibi
çalışmalar yürüttüğü surları ana konu alan yayınlar olmadığı için bilinmemektedir.

Prof. Dr. Zülküf GÜNELİ’nin araştırmalarının bir bölümünde surlar ele alınmıştır.
Ayrıca Prof. Dr. Orhan Cezmi TUNCER’in kimi eserlerinde surlar ele alınmış ise de
müstakil manada bir kitap çalışması yayınlanmamıştır

Ulusal yayında bulunan gezi-seyahat dergileri hakkında düşüncelerimiz sınırlı


biçimde yapıcı bir eleştiriyle ayrı bölümde ele alındığı için Surlar Hakkında Yayınlara
alınmamıştır.

64

kitap_dizgi.indd 64 11/14/12 12:54 PM


DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARI İLE İLGİLİ GÖRSEL MALZEME

’Diyarbakır Kalesi ve Surları ile İlgili Görsel Malzeme’’başlığı altında konuyla


ilgili fotoğraf çeken isimler ele alınmıştır. Bu çalışmalarda bulunarak ‘’Kale ve
Surlar’’hakkında önemli etkiler bırakan isimler az olmasına rağmen çalışmaları bu
gün de yer yer kitaplarda değerlendirilmektedir.

DİYARBAKIR KALESİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI BULUAN İSİMLERLE


ONLARIN ÇALIŞMALARI

1- Amida: Fransız Generali BEYLIYE’nin çektiği, çektirdiği, Diyarbakırlı fotoğraf


çekenlerden temin ettiği fotoğraflar, ilk kez bu kitapta bir araya getirilmiştir. Kitapta
yer alan bazı fotoğrafların orijinalinin de arşivimizde bulunduğu tüm fotoğraflar,
şehre ilişkin önemli birer belgedir. Amida’dan bir bölüm fotoğraf, araştırmamızda
yer almaktadır.

2- Voyage archeolojik dans la Turquie Oriental: GABRIEL’in bu eserinin


ikinci cildini oluşturan fotoğrafların bir bölümü Diyarbakır’la ilgili tarihi eserler
oluşturmaktadır. Bu fotoğraflardan araştırmamıza örnekler alınmıştır.

3- Süleyman Sezgin: Ziya Gökalp Lisesi Resim Öğretmeni SEZGİN’in Prof. Dr.
Selahattin YAZICIOĞLU’na verdiği fotoğraflar, ’’Dünden Bugüne Diyarbakır
Fotoğrafları’’ismiyle 1995’te yayınladığımız ‘’Diyarbakır Folklorundan Kesitler,
’’Kitabımızda ilk kez yer almıştı. Bu fotoğrafların surlarla ilgili olanları, araştırmamız
içinde değerlendirilmiştir.

4- Adil Tekin: Yerel alanda Diyarbakır ile ilgili Kale ve Sur konulu fotoğraflarıyla
sergiler açan, fotoğrafları albümleştiren TEKİN’in surların tanıtımında önemli etkisi
vardır. Fotoğraflarından yaptığı son kitap albümü ‘’Tarihin Taşlara Yazıldığı Kent’’
adıyla vefatından önce yayınlanmıştır.

5- Abdulkadir Çetin: Çalışmaları kitaplaşmamış olsa da son dönemde çektiği


kareler önemlidir.

6- Bir Zamanlar Diyarbakır: Kent bank’ın yayınladığı fotoğraf albümünde


arşivlerde kalan önemli fotoğraflar yer almaktadır.

7- Bir Zamanlar Diyarbekir: Şefik KORKUSUZ’un yayınladığı karma fotoğraflar


arasında Sezgin’in daha önce yayınladığımız fotoğrafları da bulunmaktadır.

8- Müze Şehir Diyarbakır: YKY’nin yayınladığı şehri farklı açılardan ele alan
akademik eserde arşiv fotoğrafları kullanılmıştır.

65

kitap_dizgi.indd 65 11/14/12 12:54 PM


9- Atatürk Diyarbakır’da: K.Kadri KOP’un yayınladığı eser, Atatürk’ün 1937’de
Diyarbakır’ı ziyaret konu almaktadır. Bu eserde Mehmet Danyal TUNCER’in, Adil
TEKİN’in Atatürk ve dolayısıyla surlarla ilgili fotoğraflar bulunmaktadır.

10- Karacadağ: Diyarbakır Halkevi’nin yayın organı olan Karacadağ’da yer alan
fotoğraflar, baskı kalitesi düşük olmasına rağmen önemlidir.

11- Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar: Zeki SÖNMEZ’in önemli


araştırmasında Kale ve Surlarla ilgili fotoğrafları yer almaktadır. Bu eser, TTK
Yayınları arasında yer almıştır. Diyarbakır Kalesi’ni, burç burç, adım adım genel
çerçevesi içinde ele alan bir başeserdir.

12- Anadolu Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi: Ara ALTUN’un


Diyarbakır’ı da içine alan araştırmasında İç Kale, Ulu Beden ve Yedi Kardeş Burcu
fotoğrafları, konumuz açısından açıklamalarıyla önem kazanmaktadır.

13- Gerthurde BELL: İngiliz Görevli. 1900’lü yıllarda İngiltere adına sık sık
bölgeye gelip fotoğraflar çekmiştir. Arşivimizde kendisine ait oldukça zengin kareler
bulunmaktadır.

14- 16. Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliğinde Vakıflar: Alpay


BİZBİRLİK’in oldukça önemli olan bu çalışması, TTK yayını. Bu eserde Diyabakır
Kalesi’ne değinilmemiş bile olsa ele alınan yapıların Diyarbakır Kalesi ile ilişkileri
söz konusudur.

17-XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır: TTK Yayınlarının arasında Diyarbakır’ı


konu ele alan önemli ikinci çalışma, Yrd. Doç Dr. İbrahim YILMAZÇELİK’in
imzasını aşıyor. Bu eser ile dönemin Diyarbekir’ini oldukça güzel biçimde takip
edilebilir. Diyarbakır Kalesi ile iç içe olan yapılar hakkında bilgi bulabilir, kaleye
dair bilgileriniz sağlıklı kaynaklardan alabilirsiniz.

18- Diyarbakır’da Türk Mimarisi: Prof. Dr. Metin SÖZEN’in gençlik dönemine
dair önemli bir araştırması. Bu eser, her araştırmacının kitaplığında bulunması
gereken bir başucu kitabıdır.

19- Şevket BEYSANOĞLU’nun Çalışmaları: Merhum BEYSANOĞLU’nun


çalışmaları, kaynakları ilk elden verdiği için, ulaşılması güç kimi eserlerden
faydalanma için oldukça önemlidir. İyi bir derlemeci olan BEYSANOĞLU’nun
imzasını taşıyan birçok eserinde Diyarbakır Kalesi ve burçlarını bulmak mümkündür.

20- Diyarbekir Kitabeleri, Diyarbekir Tarihi, Diyarbekir Yıllığı: Basri


KONYAR’ın yayına hazırladığı bu üç eser, gerek bilgi gerekse fotoğraflar açısından
oldukça önemlidir.

66

kitap_dizgi.indd 66 11/14/12 12:54 PM


21- Diyarbekir Tarihi: Bedri GÜNKUT’un kaleme aldığı bu eser, muhteva olarak
zayıf olmasına rağmen, kimi fotoğraflar açısından önemlidir.

22-Diyarbakır Folklorundan Kesitler-Celâl Güzelses : 1995 Yılında yayınladığımız


bu eserin ” Dünden Bugüne Fotoğraflarla Diyarbakır” isimli son bölümünde şehrin
birçok eski fotoğrafı ilk kez yayınlanmıştı. Bu arşiv fotoğraflarımız zaman içinde
zenginleşmiş, çektiğimiz fotoğraf kareleri, şehrin ulaşılması göç köy ve ilçelerini
şehir merkezi ile içine almaktadır.

Görsel yönden mevcut bulunan arşiv fotoğrafları, sürekli kullanıldığı için


araştırmamızda gerekmedikçe arşive dayalı çalışmalara yer verilmemiştir. Belirtilen
eserlerle, fotoğraf sanatçıları, konu hakkında araştırma yapacak olanlar için ön bilgi
olmak üzere ele alınmıştır.

DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARININ GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU

Diyarbakır Kalesi ve Surlar, bu bölümde aşağıdaki çerçevede ele alınmıştır:


1- Urfa Kapı-Ulu Beden Sur dizisi
2- Ulu Beden-Yedi Kardeş Sur Dizisi
3- Yedi Kardeş-Mardin Kapı Sur Dizisi
4- Keçi Burcu-Leblebikıran Burcu Sur Dizisi
5- Fındık Burcu-Yeni Kapı Sur Dizisi
6- Yeni Kapı-İç Kale Sur Dizisi
7- İç Kale-Dağ Kapı Sur Dizisi
8- Dağ Kapı-Urfa Kapı Sur Dizisi

Adlandırdığımız bölümler, yapılan incelemenin, belirtilenlerin okuyucu ve


araştırmacı tarafından sağlıklı biçimde değerlendirilmesi amaçlıdır. Amida’da,
GABRIEL’de, SAVCI’da, SÖNMEZ’de verilen burç numaralandırılma sistemi
ile burçlar ancak yakından bilen, konu uzmanı olanların anlayabileceği sistematik
tarzda ele alınmıştır.

URFA KAPI - ULU BEDEN SUR DİZİSİ


Urfa Kapı’da yapılan iş yerleri ve barakalar kaldırıldıktan sonra çevre düzenlemesine
gidilmiştir. Düzenleme, gecekondulaşmanın başladığı alana kadar devam etmektedir.
Yapılaşmanın başladığı alandan Ulu Beden’e kadar olan dizide surlardaki onarımlar
dış cephede Ulu Beden ile Selçuklu Burcu hariç, kısmen-tamamen yapılmış
durumdadır. Urfa Kapı arasında yer alan sur duvarı ile dizi boyunca devam eden
onarımlarda duvarlar üzerindeki “dendam” olarak adlandırılan, kale savunmasında
önemli olan orijinal şekil yerine düz biçimde taş döşeme yapılmıştır. Dendamlar,
sadece bazı burçlarda yapılmış, surların diğer bölümlerinde de bu uygulanmamıştır.

67

kitap_dizgi.indd 67 11/14/12 12:54 PM


Dizide yapılan onarımlarda kullanılan taşlarla orijinal taşlar arasında uyum
sağlanmadığı gibi simetrik uyum da gözetilmemiştir. Diğer onarım alanlarında
da bazı çıkmalar beraberindeestetik şekli bozan görünümler mevcuttur. Surlar
arasındaki payandalar ile burçların altındaki payandaların onarımına yeteri oranda
önem gösterilmemiştir. Bazı onarımlarda kaldırım taşlarının bile kullanıldığı
fotoğraflanmıştır.

Dizinin içe dönük onarımı, Turistik Cadde’den başlatılmamış, bir ara fidanlık olarak
kullanılan bölümden başlatılarak Ulu Beden’e kadar olan kesimde çalışılmıştır.
Ulu Beden’in röleve ve restitüsyon projesi, kabul edilmemesine rağmen içe bakan
yüzü aynı biçimde yapılmıştır. Burcun dayanıklılığını artırma amaçlı, sadece Ulu
Beden’de görülen temelden iki metreyi aşan eğik düzenlemenin üst taşları ve dolgu
kısmı tamamıyla alınmıştır. Öncelikle burcun mukavemetini sağlayan destek alanın
yapılması gerekmektedir. Tahribata uğrayan alanda yer alan kitabenin kalan kısmının
korunması şarttır. Burcun içinin dolaşılmayacak kadar harap olması, temizlenmesinin
önünde engel değildir. Burçta yer alan iç kısım kitabelerin tahribi, bir bölümünün
sökülmek istenmesi ve kaçak kazıların yapılması koruma tedbirlerinin sağlanmasını
gerekli kılmaktadır. Burcun üst katında yapılmış bulunan kaçak kazılardan alt katın
tavanı diğer burçlarda olduğu gibi zarar görmüştür.

Gecekondulaşmanın 1930’lu yıllarda yıkımın başlamasıyla özellikle -Urfa Kapı


hariç- bu dizide oldukça tahribatlar yapılmıştır. GABRIEL, Ulu Beden’i taş çıkartılan
ocak biçiminde yansıtır, araştırmasına.

Urfa Kapı’dan sonra gelen dizi başlangıcının içe dönük kısmı onarılmadığı için her
an çökme tehlikesiyle baş başadır. Bu kısım onarılmadığı için çevre düzenlemesi de
gerçekleştirilmemiştir. Oldukça sağlıksız, bakımsız görüntü arz eden dizinin başlangıç
noktasında Sarı Sadık Mescidi (Gülşeni Tekkesi) karşısında yer alan bir ticari bir
kuruluş kaldırılmıştır. Ulu Beden’e varılan noktaya kadar birçok gecekonduda ve ara
yollarda kullanılmış sur taşlarının ana malzeme olarak kullanıldığı görülür.

ULU BEDEN-YEDİ KARDEŞ SUR DİZİSİ

Ulu Beden’den Yedi Kardeş’e uzayan alanda gecekonduların arka duvarlarını surlar
ve burçlar oluşturur. Ulu Beden’den dizi sonuna kadar gidebilmek mümkün değildir.
Nur Burcu ile Yedi Kardeş Burcu’nun fotoğraf çekimleri, gecekonduların burçlara
bitişik oluşu sebebiyle genel olarak alınamamıştır. Gecekondularda kalanların
açıklamalarına göre, kaldıkları evler en az (40) yıllık yapılardır. Gecekonduların
ikinci ve diğer sıraları 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda yapılmıştır. Kimi yapıların iki
katlı oldukları görülür.

68

kitap_dizgi.indd 68 11/14/12 12:54 PM


Titizlikle yaptığımız çekimlerde bu burçların görünümlerini alamadığımız için, arşiv
fotoğraflarını kullanma zorunluluğunda kaldık. Kitabelerle figürleri kullanırken
burçların aşağı kısmında yer alan bölümlerdeki küçük bir mihrap ile diğer işaretleri
incelememiz mümkün olmadı. Birinci dizide de belirttiğimiz gibi onarımlar, sur
duvarlarının üstü ile içe bakan yüzde yaygındır. Ulu Beden’in doğuda kalan duvarla
belirgin biçimde ayrıldığı gözlemlenmiştir. Bu duvarda geçişi sağlamak için açılan
kapı, burç için tehlike ar ettiği gibi, burçtan düşebilecek konsol ve taşlar yayalar
için de tehlikelidir. Gecekondu alanında 1970’lerde ve birinci dizide ilçe minibüs
durağı olarak kullanılmış alanda surlardan düşen taşların birçok vatandaşın hayatını
kaybettiği unutulmamalıdır.

Bu dizide düzenlemeler, Mardin Kapı’da bulunan Ömer Şeddad Camii noktasına


kadar yapılmıştır. Görülen birçok burçtaki taş basamak düzeneği, kalbi çağrıştıran
oval biçimde onarım sonrası şekillenme kazanmıştır. Bazı basamak düzenekleri
de birinci dizide görülmektedir. Bir kısmı tamamlanmayan düzenekler, estetizmi
bozmaktadır. Dış kısımda hendek duvarlarının temelleri ve bir kısım duvar
yükseltileri korumasız biçimdedir ki asıl onarımlar dururken bu duvar kalıntıları ile
temeller ikinci planda kalsalar bile önem arz etmektedir.

Yedi Kardeş Burcu’nda farklı zamanlarda yaptığımız incelemelerde ikinci katta var
olan kitabelerin tahrip edildiği, bazı kitabelerin yerinden söküldüğü fotoğraflanmıştır.
Mevcut olan durum yazdığım bir yazı ile bir bölge gazetesinde haber konusu olmuştur.
Ulu Beden gibi Yedi Kardeş Burcu da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
Bölge Müdürlüğü’nün projeyi kabul etmemesi sebebiyle onarım dışı tutulmuştur.
(Dikkat çeken bir husus, Ulu Beden ile Yedi Kardeş için verilmeyen iznin, diğer sur
bölümleri için hangi ölçüler uygulanarak verildiğidir. Elbette, araştırmacılar teknik-
mimari alanda uzmanların uyguladıkları kriterlerin ne olduğunu, nelerin olması
gerektiğini bilmeleri oldukça zordur. Fakat daha önce onarımı yapılan Dağ Kapı’da
PTT karşısındaki burcun onarımı yıllar sürmüş, ihaleyi alan firma yasaklı listesine
alınmıştı. Mardin Kapı’nın onarımı da yasaklı olan firmanın sahibi tarafından
Ankara merkezli bir firma vasıtasıyla gerçekleştirilmiş olduğu bilinmektedir.
İhalelerde belirtilen sözleşme maddelerinin dışına çıkma durumlarında ne gibi bir
işlem yapıldığı konusunda bilgi sahibi değiliz.) Dizide ambar-depo olarak kullanılan
bazı burçların önünde demir aksamların olduğu görülür. Kimi demir parmaklıkların
da burçları koruma amaçlı yapıldığı bilinmektedir.

YEDİ KARDEŞ-MARDİN KAPI SUR DİZİSİ

Bu dizinin dışa bakan bölümü gecekondulaşmaya uğramamış ise de alınan taşlar


sebebiyle tahribata uğramıştır. Belediyelerin araç parkı ile diğer işler için hala
kullanılmaya devam edilen alana yakın oluşu, gecekondulaşmayı önlemiştir.

69

kitap_dizgi.indd 69 11/14/12 12:54 PM


Alanın Mardin Kapı Asri Mezarlığı’nın yolu önünde oluşu, taşların mezar yapımında
kullanılmasına sebep olmuştur. Bu hususu açıklayan dönemin Sur içi Belediye
Başkanı, bunu medyaya açıklamış, haber kupürlerini de başkanlık sonrasında yazdığı
kitabına almıştır.

Yedi Kardeş’ten geçtikten sonra Mardin Kapı’ya yakın, sur üstü galerisi dikkat
çekicidir. Kuşatmaların sık sık eksik olmadığı alanlardan biri olan bu sur dizisinde
askerin zayiat vermemesi için yapılan galeri, diğer bölümlerde bulunmakta mıydı?
Bunu bilmiyoruz. Ancak, Keçi Burcu’nun batı bölümünde daha itinalı görünen
ikinci bir galeri mevcudiyeti, surlarda galerilerin varlığı hakkında kanıt sayılabilir.
İleri sürdüğümüz bu görüşün yaptığımız araştırmalarda yer almadığını da belirtelim.
Denilebilir ki zamanında kuşatmalarda zayiat vermemek için, surların üst kısımları,
tümüyle galeriyle, üstü kapalı geçitle kapalıydı. Sonradan yapılan değişiklikler,
surların zamanla tahribata açık hale gelemsine sebep olmuştur. Mardin Kapı ile Yedi
Kardeş Burcu’na az kala biten surun üstünün kapalı şekli, bu alandaki yıkılmaları,
tahribatı önlemiştir.

Galerilerin yıkıldığı alanlarda surlar zamanla kar-yağmur basıncı ile üstten


temele doğru su sızmalarıyla zayıflamış, mevsim şartları ve insan tahribatıyla dış
kaplamalarını kaybetmiştir. Yer yer meydana gelen çökmelerin önüne böylelikle
geçilememiştir. Zayıf görünen Dicle’ye bakan surların galeri bölümünün yıktırılması,
taşlarının alınıp başka işlemlerde kullanılması da yıkılmanın sebepleri arasında
gösterilebilir.

Burçlarda bile okçuların güvenliğinin sağlandığı kalede, surlardaki askerlerin


dendanlarla korunması düşünülemez. Bu galeriler ayrıca askerin gündelik hayatını
geçirdiği alandır. Her burç da o askeri birliğin erzakını, ihtiyaçlarını karşılayan
mekândır. Günümüze kadar ele alınmayan bu hususun artık tartışılması gereklidir.
Bugüne kadar araştırma eserlerinde bu tarz bir yaklaşımla surlar ele alınmamıştır.

Bizim araştırmalarımızda beki de yanıldığımız husus, galerinin sadece bu bölge


ile sınırlı olduğudur. Fakat araştırmalarımız, en yoğunluklu savaşların yaşandığı,
kuşatmaların sürdüğü bu düz alanlarda kale-sur içi askerlerinin sınırlı sayısını
koruma ve kuşatmayı yapanlara karşı askeri savunma amaçlı galeriler yapması fazla
zor bir iş ve uğraş değildir. Kuşatmayı zorlaştıran şu andaki mevcut surun önündeki
ikinci sur kalıntıları da ne yazık ki korunmamış, sadece Dağ Kapı –Fis Kayası, Yeni
Kapı-Fındık Burcu ve Mardin kapı-Yedi Kardeş Sur Dizisi’nde seçilebilmektedir.

Şehrin alınışını güçleştirmek ve mevcut asker sayısını korumak, zayiat vermemek


için düşünen zamanın hükümdarları, kuşatmalarda bazen iki seneye yakın
dayanabilmiştir. Bir yılı aşkın kuşatmaların çoklukla görüldüğü surlarda, kaleye
giriş çoğunlukla mancınıklarla açılan gedikler sayesinde olmuştur.

70

kitap_dizgi.indd 70 11/14/12 12:54 PM


Merdiven dayatmalarda surun üstüne çıkma hareketleri hiçbir zaman başarılı
olamamıştır. Galeri sistemi düşünüldüğü zaman, ancak bu yolla kuşatma ve huruc
hareketlerine karşı konulması mümkündür. Elbette galerilerden kalan kısımlar
ortadadır. Yapılan onarımlarla düzleştirilen burçlar yaya yoluna dönüştürülmüş,
burçlarda dendanlar düşünülmüş, galeri sistemi de hiç kimse tarafından ele
alınmamıştır, düşünülmemiştir. Galeri sistemine geçildiği zaman, kar ve yağmur
kaynaklı sızmaların, kar ve yağmur basıncının önüne geçilecek, daha önce
düşündüğümüz biçimde surların daha uzun ömürlü olması sağlanacaktır. Gerek
yağmur gerek kar suyundaki tuz oranından da muhafazaya alınacak bazalt ile harcı,
daha dayanıklı olacaktır.

Galerilerle surların üzerini kaplama, şimdiki durumda nasıl kabul edilecektir? Bunu
bilmekten ne kadar uzak isek de yapılacak bu tarz bir korunma yolu ile surların ömrü
uzatılacak ve turizme kazandırma yolunda da büyük mesafe kaydedilecektir.

Kale-Sur içi asker sayısının sınırlılığı, bizi surların burçlar hariç, üstünün galerilerle
kaplı olduğu sonucuna götürür. Mevcut galeride bazı bozulmalar olmuşsa da yapısını
korumaktadır. İki kişinin rahat şekilde geçebileceği geçiş yolunun yüksekliği dikkat
çekicidir.

Keçi Burcu’ndaki galerinin yüksekliği, Mardin Kapı’da son bulan galeriden düşüktür.
Galerinin Mervanî’den ya da şehrin imarına önem veren Eyyûbî’den kaldığını
söylemek mümkündür. Mardin Kapı’nın onarımı yapılmış olsa da doğu kesimindeki
tek burcun iç yüzdeki onarımsızlığı, dikkat çekmektedir.

Turistlerin yoğun şekilde odaklandığı Keçi Burcu hizasında ki burcun onarımda


öncelikli burçlar arasında olması gerekir. Burcun önündeki basamaklardan oluşan
burçtan ayrı olan kısmın burca çıkmak amacıyla mı yoksa kuşatma ve tehlikeli
zamanlarda komutanların askerlere hitap etmek üzere yapılmış yükselti olduğu
hakkında bir bilgiye ulaşılamamıştır.

KEÇİ BURCU-LEBLEBİKIRAN SUR DİZİSİ

Keçi Burcu’na varmadan sıralanan burçların dış biçimi tahribe maruz kalmamıştır.
Bunun sebebi, gecekondulaşmanın olmayışı ile akarsuların toplanma noktası
oluşudur. Değirmenlerin kümelendiği, Keçi Burcu’nun kuzeydoğusunda da
değirmenlerin varlığı, bizi tahribatın neden az olduğuna dair sonuca götürmektedir.

Keçi Burcu’na kadar olan burçlar, 1900’lü yıllara kadar değirmenlere yakınlığı
sebebiyle zahire ambarı olarak kullanılmıştır. Yakın zamana kadar da depo olarak
kullanılmıştı. Bu burçlarda kitabelere onarımlara ihtiyaç duyulmadığı için -kendi
tespitimiz- rastlanılmamaktadır.

71

kitap_dizgi.indd 71 11/14/12 12:54 PM


Daha çok kuşatmaların eksik olmadığı, savaşların sonrası tahribatların oluştuğu
düzlük alanlarda kitabe yoğunluğu artar; Dağ Kapı, Urfa Kapı, Yedi Kardeş ve Esfel’e
bakan burç dizisi. Dicle’ye bakan cephe, yüksek olduğu için surların mukavemetinin
fazlaca önemsenmediği, hendek duvar kalıntılarının çok olmadığı görülmektedir.

Keçi Burcu’nun kitabesi hakkında ileriki karşılaştırmalı bölümde bilgi verilmiştir.


Burcun onarımı üzerinde çok durulmuş, sanat aktivitelerine uygun genişliği ile üst
kısmının şehre ve Dicle’ye, Esfel Bahçelerine hâkimiyeti ’’Surlar ‘’denince Keçi
Burcu’nu çağrıştırır hale getirmiştir.

Burcun üstünün onarımında kullanılan malzemenin ağırlığını kaldırması için iç


kısımlarda kullanılan çelik konstrüksiyonlar, olabilecek çökmeler için düşünülmüştür.
İç kısmın nemden dolayı olabilecek olumsuzlukları için tedbir alınmadığı, yağışlarda
artan rutubetin yapıda onarım sonrası ne gibi değişiklikler oluşturacağı hususunda
cevap bekleyen sorular bulunmaktadır. Onarım sonrası yapının Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nca teslim alınmadığı bilinmektedir.

Sur dizisindeki Keçi Burcu’ndan sonra gelen ilk burçta kitabe bulunmaktadır. Burcun
kitabe üstünde küçük bir mihrap yer alırken iki satırlık kitabe sonunda iki mihrabın
simetrik olarak sıralandığı, burcun ön kısmının alt köşe ilk temel taş dizi başlarında
birer işlemeli taşın yerleştirildiği görülür. İkinci burçta da bazalt taş üzerinde iki
satırlık kitabe mevcuttur. Üçüncü burcun dışındaki taşların söküldüğü, taşların
gecekondu yapımında kullanıldığı çevre sakinlerince belirtilmiş, yapılardan burca
yakın olanlarda taşların kullanılmış olduğu görülmüştür.

Dördüncü burç üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Burç, diş yapısıyla sağlam iken,
içe dönük kısmının taşları çoğunlukla alınmıştır. Beşinci burcun ortasında iki satırdan
oluşan beyaz taş dizisinde kitabe yer alırken altıncı burçta kitabe bulunmamaktadır.

Altıncı burç ile yedinci burç arasında temel taş dizgisinden yaklaşık bir metre
yükseklikte satır başları düşmüş ya da sökülen taşlarla birlikte alınmış üç satırlık,
satır sonları toprak yığını altında kalmış Mervani kitabesi yer alır. İnceleme ve
araştırmalarımızda yer mesafesine en yakın yerleştirilmiş kitabenin bu sur duvarında
olduğunu görmekteyiz.

Dizide son burç, ’’Leblebikıran ‘’olarak adlandırılan burçtur. İsim kaynağını


araştırmış olmamıza rağmen kesinlik arz eden bilgilere ulaşılmamıştır. Burçta kitabe
yer almaktadır. Fakat iç kısmının yarısından çoğu yıkık durumda bulunmaktadır.
Leblebikıran’a kadar olan burç ve sur dizisinde onarımların yeteri oranda yapılmamış
olduğu yerinde gözlemlenmiştir.

72

kitap_dizgi.indd 72 11/14/12 12:54 PM


FINDIK BURCU-YENİ KAPI SUR DİZİSİ

Fındık Burcu, Sultan Melikşah tarafından yapılmıştır. İsmini yapının yuvarlaklığıyla


az yer kaplamasından aldığı söylenen, küçük oluşu sebebiyle’’Fındık ‘’olarak
adlandırılan burç, kitabelidir. Leblebikıran ile arasındaki on metreye yaklaşan
açıklığın sebebi depreme, surların dayanıksızlığına bağlanmaktadır. 1900’lü yıllara
kadar sur duvarının mevcut olduğu, daha sonra yıktırıldığı söylenmektedir. Fındık’ı
takip eden üç burçta da kitabe yer almamaktadır. Üçüncü burç içinde ve iç kısımda
sur duvarında tandırların olduğu saptanmıştır. Bu dizide yer alan gecekondulaşma, İç
Kale’ye kadar devam eder. Halkın çoğu, Dicle, Hani, Bingöl civarındandır.

Üçüncü burçtan sonra iki sur payandası yer alır. Payandalardan sonrası yıkıklar
başlar. Burçlar evlerin ya duvarları ya da gecekonduların üzerinde sıralandığı temeller
konumundadır. Görmezlikten gelinen, burçlarla surların esamesinin okunmadığı,
gecekonduların sıra şeklinde yer aldığı bu dizide onarım söz konusu değildir.
İnceleme ve araştırmalarımızda gecekondulardan içeri girilerek bazı fotoğraflar
çekilebilmiştir. Surların onarımını bekleyen sakinlerin tedirginliği, kendilerine konut
alanlarının verilip verilmeyeceği hususunda sorularla karşı karşıya kalınmıştır. Daha
çok iki gözden oluşan, küçük avlunun mutfağa, tuvalete ayrıldığı gecekondularda
bazen aynı avluyu iki ailenin paylaştığı söz konusudur.

YENİ KAPI-İÇ KALE SUR DİZİSİ

Yeni Kapı’da surları incelemek, iç kısımda tümüyle imkânsız gibidir. Yeni Kapı
yanı Direkhane Sokak’ta gecekondular arasında taşlarının çoğu alınmış, dolgu
kısmı kalmış sur kalıntısı bulunmaktadır. Yeni Kapı’nın onarımı sonrası halkta
surların taşlarını kullanmanın cezai müeyyidelerinin olduğuna dair çekingenlik
görünmektedir. Tapusu bulunmamasına rağmen elektrik ve su abonmanlığının alıcı
adına çevrilerek 1990’lı yıllara kadar yapılmış gecekondu satışları, günümüzde her
an yıktırılabilir endişesiyle durmuştur.

Kral Kızı Burcu’nun iç kısmı kaçak kazılarla harabeye dönüştürülmüştür. Dış kısmın
Yeni Kapı’ya bakan yüzünde kitabe yer alır. Ayrıca burcun ön yüzü -Dicle’ye bakan-
tarafında ikinci kitabe bulunmaktadır.

Yeni Kapı dizisinin ikinci burcunda kitabe bulunmamaktadır. Bu burcun yanındaki


sur duvarı yerleşim alanına dönüştürülmüş, surkondudur. Sur duvarının ortasında
açılan pencere ile düzenlenen odaya aydınlatma sağlanmıştır. Surkondunun sokak
dışında bir kapısı da sonradan payanda- burç arası özelliğe dönüşen duvarın sağında
açılmış olduğu görülür.

73

kitap_dizgi.indd 73 11/14/12 12:54 PM


Üçüncü burcun kitabesiz olduğu dizide gecekondulaşma başlar. Surları Dicle
tarafından takip etme imkânı kalmadığı, patikanın son bulduğu alanda bir
gecekondunun arka kapısından Direkhane Sokağı’na çıkma zorunluluğu sebebiyle
çoğu yıkılmış, temelleri bile kalmamış burçlar, ancak aynı sokağın 1. Çıkmaz’ında
bulunan toprak damlı gecekonduya merdivenle çıkılarak görüntüleme sağlanmıştır.

Elçi Sokak’ta gecekondulaşma devam ederken, ara geçide dönüştürülmüş sur


duvarının iki yanda kalan bölümünden basamakla inilen Özdemir Küme Evleri’nde
dikkatimizi kitabesi alınarak, kalan boşluğun ustalıkla eski taşlarla örüldüğü burç
çekti veya bu görünüm, bize geçmişte kitabesi çıkarılmış burç sayısının oldukça çok
olduğu izlenimini verdi. Küme Evler’den Hz. Süleyman (Meşhed) Camii alanına
ulaşan cadde, yaya gidildiği zaman yapılaşmanın surların önüne geçerek veya sur
temelleri ile surlar üzerine kurularak tarihi dokuyu ortadan kaldırdığı oldukça net
biçimde görülür.

İÇ KALE-DAĞ KAPI SUR DİZİSİ

Dicle’ye açılan Yeni Kapı-İç Kale arası sur duvarının yaklaşık 30 metreyi bulduğunu
söylemek mümkündür. İç Kale ve Yeni Kapı Sur Dizisi hakkında konuştuğumuz İç
Kale altında kırk yılı aşkın değirmen işleten bir mahalle sakini, ’’Bu bölüm sağlamdı.
Geçit dar olduğu için kelekle odun ve kum taşımacılığı yapanlarla kerpiç evlerde
oturanlar zamanla temel taşlarını sökerek, kalan bölümün yıkılmasını sağlamıştı.
Şehrin alınışında kullanılan gizli suyolu da Fis Kayası’nda değil Hz. Süleyman’ın
hemen altında komşumuzun evinin arkasındadır. Bu gizli geçit, Vali İhsan Dede
zamanında bulunup kapatıldı. ’’açıklamasında bulununca, geçidin bulunduğu alanın
Fis Kayası’nda olmadığı sonucuna varmış olduk. İç Kale’de yaptığımız incelemede
sur içinde kitabelere rastlanmadı. Diğer yapılardaki kitabeler fotoğraflanmasına
rağmen surlar hakkında bir ilgi kurulamadı. Dicle’ye bakan cephede mermere
hakkedilmiş kitabe beraberinde bir satırlık üç bölümden oluşan kitabe tespit edildi.
Daha önce yer alan bir kitabenin sur duvarının yıkılmasıyla kaybolduğunu belirten
mahalle sakinleri Kilise olduğu kaynaklarda tartışmalı olan yapıdaki kitabenin de
bir bölümünün dökülmesi üzerine yerinin örüldüğünü söyleyince, mevcut kitabe
yerinde görülüp fotoğraflandırılmıştır.

Kilise olmadığını düşündüğümüz ve İç Kale Sarayı’nın bir bölümü olarak kabul


ettiğimiz, Süleyman SAVCI’nın hakkında iki kez makale yazdığı önce Nasturîyan,
sonradan Nasturî Mezhebinin Diyarbakır’da tutunan bir ekol olmadığının farkında
olanların Saint George Kilisesi ismini verdikleri yapının dışa bakan bölümdeki
kitabeler, bugüne kadar gereği gibi ele alınmamıştır. Konu hakkında kimi makalelerde
saray olduğu söylenilen yapıların, 2000’den sonra başlayan kazılarında Fis Kayası’na

74

kitap_dizgi.indd 74 11/14/12 12:54 PM


yönelen alanda bağlantılı bölümler ortaya çıkarılmıştır. Daha önce birkaç
makalemizde öne sürdüğümüz hususlar, doğruluk kazanmaya başlamış ise de önceki
kaynaklardaki bilgilerin tartışılabileceği bir ortam oluşmamıştır. Ayrıca “Yarı Açık
Cezaevi” olarak kullanılan yapıda yer alan kitabe, özelliğini korumaktadır. Ayrıca
Fetih Kapısı kitabesi, orijinalliğini yitirmemiştir.

Dağ Kapı’ya kadar uzayan dizinin devamında bazı şekillerle kitabe taşlarının
gelişigüzel burçlarda yerleştirilmesi herhangi bir açıklama yapmamıza, yorumda
bulunmamızı güçleştirmektedir.

İş yerlerinin yıkımı ve düzenleme sonrası dizide yapılan onarımlar durdurulmuştur.


Diyarbakır Surları’nda iç alanda kitabeler sadece İç Kale’de görülür. Kanuni,
Arbedaş, Hastanelere açılan yoldaki eski un fabrikası alanında yer alan kitabe ve
parçaları ile Dağ Kapı’ya varan dizinin küçük kapıda içe dönük alandaki birkaç
kitabe, ’’Sadece surların dışında kitabeler bulunur. ’’iddiasını asılsız kılmaktadır.

DAĞ KAPI-URFA KAPI SUR DİZİSİ


Bir dönem İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bulunduğu, şimdi Ticaret ve Sanayi
Odası’nın yer aldığı noktada; Fis Kayası’ndan Dağ Kapı’ya uzanan sur dizisinde
burçların bir bölümünün onarımı zamanında tamamlanmadığı için yarım kalmıştır.
Bu alan uzun zaman lokanta, kahvehane, büfe amaçlı kullanılmıştır.

Büyükşehir Belediyesi’nin Hastaneler Caddesi’nde modern üslupla iş yerlerine


getirdiği yapı değişikliği benimsenmiş, iş yerleri şekil olarak değişime uğramıştır.
1, derecede sit alanı olan iş yerlerinin yıkım kararı alınınca bu bölümde çevre
düzenlemeleri yapılmış, günümüzdeki şeklini almıştır. Dizinin Dağ Kapı’ya kadar
olan kısmında 2000’de başlayan onarımlar kapsamında küçük çaplı çalışmalar
yapılmıştır.

Bu çalışmaların iç cephede yapılmadığı görülür. Saray Kapı’nın diziyle birleşen


bölümünde çevre düzenlemesi yapılmış ise de sıra boyunca onarımı yapılmamış
burç girişleri dikkat çeker.

Dağ Kapı’nın 1930’lu yıllarda yapılan yıkımdan zarar görmesine rağmen ana kapının
yıktırılmamış olması sevindiricidir. Dağ Kapı’ya varmadan önce, uzanan dizinin son
burcunun dış ve iç onarımı yapılmıştır.

Dağ Kapı’nın 1980’li yıllara kadar atıl vaziyette durması sonrasında işlev kazanması,
sergilere mekân oluşu, şehrin merkezi alanında kültürel çalışmaların yansıtılması
açısından bir farklılık oluşturmuştur. Dağ Kapı’nın daha önce itfaiye hizmetlerine mekân
oluşu, bazı tahribata sebebiyet vermiştir. Şehir içi minibüs durağı olarak kullanılan alt
kısmı, durağın kaldırılması ile yeşil alan ve yaya geçişi şeklinde düzenlenmiştir.

75

kitap_dizgi.indd 75 11/14/12 12:54 PM


Dağ Kapı Burcu’nun üst katında bulunan Mervanî Mescidi, Mervanî hükümdarı Ebû
Nasır Muhammed bin Muhammed bin Cehir tarafından Kitabesine göre hicri 447
yılında yapılmıştır. Ne yazık ki bu konu hakkında “Diyarbakır Kalesi’nde Bir Mescit
Var” başlığı ile yazdığımız makalemize cevap veren kimse olmamıştır.

Yapının iç giriş yolu değiştirilmiş, giriş yandan verilmiştir. Kapının iç cephesinde


fark edilemeyen kastalı (çeşme) faal değildir. Kastal yanında bulunan kabirler, eski
özelliğini korumaktadır. Dağ Kapı’nın üç yanının koruma amaçlı demir parmaklıklarla
çevrilmiş olması, ilk etapta gerekli zannedilse de yapının rahat biçimde gezilmesini
engellemekte, estetik görünümünü bozmaktadır.

Üst kata çıkılan taş basamaklar, asıl biçimi korumak endişesiyle onarılmamıştır.
Girişte sağda kalan basamaklarda düzenlemeye gidilirken soldaki basamaklardan
çıkış oldukça zordur. Bu ikilemin ortadan kaldırılması gerekir.

Tek Beden, Dağ Kapı ile Urfa Kapı sur dizisi arasındaki boşlukta yer alır. Bu burç ta
resmi amaçlı kullanılmaktadır. Daha önce Kültür Bakanlığı-DÖSİM yayınlarının üst
katta satışa sunulduğu burcun alt katı atıl durumda kalmış, daha sonra Microkredi
amaçlı el sanatlarıyla dokumacılığa dayalı projeye tahsis edilmiştir. İç Kale Kültür
Merkezi Projesi, uygulamaya geçtiği zaman bu burçların kültürel amaçlı kullanım
hakkı, kültürel çalışmaları bulunan kuruluşlara verilmelidir. (Bu konu, Surlar
Hakkında Çözüme İlişkin Görüşler’de irdelenmiştir.)

Tek Beden’den Hindli Baba Kapısı’na kadar olan kısmın çevre düzenlemesi yapılmış
ise de onarımın yapılmayışı, merkezi alanda olması sebebiyle dikkat çekmektedir.
Çift Kapı’ya uzanan ara mesafeden Urfa Kapı dizisine kadar olan kısımda yeşil alan
uygulaması yer alır. Dağ Kapı-Urfa Kapı sur dizisinde kitabeler, farklı dönemleri
gösterir. Bu çeşitlilik, şehrin tarihi zenginliğinin ölçüsüdür. Yalnız, Fis’ten Dağ
Kapı’ya gelen dizide gerek surlarda gerek ön yüzü sağlam burçlarda tek yazılı taşlar
dışında kitabelere rastlanmamıştır. Bunun sebebi de kuşatmaların, savaşların düz
olan bu alanda yoğunlaşmasıdır.

Sık sık onarımların yapılması, kitabelerin kalıcılığını ortadan kaldırmıştır. Tek


Kapı (Hindli Baba ) ile başlayan kitabeler, Urfa Kapı’ya kadar aralıklı yer alır.
Şehir ulaşımını oldukça rahatlatan Tek ve Çift Kapı, sadece otomobil geçişine açık
tutulmalıdır. Şehir içi minibüs ve otobüs geçişleri de Ali Emirî Caddesi-Dağ Kapı
güzergâhında olmalıdır.

TURİZME YÖNELİK YAYIN-TANITIM YOLLARI

Diyarbakır Kalesi ile Surları’nın tanıtım levhaları bulunmamaktadır. Surları, burçları


gezen, dolaşan yabancı-yerli turistlerin bulundukları alanı tanımaları, dolaştıkları,

76

kitap_dizgi.indd 76 11/14/12 12:54 PM


gezdikleri burçların hangi döneme ait olduklarını, hangi hükümdar döneminde
yapıldıklarını bilmeleri, bilgi yanlışlıklarına düşmemeleri için bulunan noktayı tanıtan
bilgi levhalarının konmasında yarar vardır.Şehir içinde önemli burçları gösteren yön
işaretlerinin bulunması zorunluluk haline gelmiştir. Camii, han, hamam ve kiliseler
için de uygulanmalıdır.

Camii, kilise, özelliğini kaybeden, ettirilen hamamlar için tabelalar çok sonradan
dikilmesine rağmen, kimi camii hazirelerinde açıklamalar bulunmasına rağmen,
Burçlar için gereken tanıtım levhalarının, bu bildirinin kaleme alındığı tarihe kadar
yapılmadığını belirtelim. Diyarbakır ile ilgili tanıtım broşürlerinin turistik yatırım
yapan kuruluşlarca yeteri kadar hazırlanması dağıtımının sağlanması gerekir. Şehri
tanıtan yayınlarda ve broşürlerde bilgi kirlilikleri mevcuttur. Birkaç kitap ve broşürde
Melikşah’ın ismini taşıdığı burcu, 1286 senesinde yaptırdığı yer almaktadır. Ashab-ı
Kehf, Lice’de iken Kulp’ta gösterilmiştir. Diyarbakır Kalesi’nin burç sayısı 82 olarak
belirtilirken yıkık burçlar düşülmemiş ve İç Kale burçları, bu sayıya dahil edilmemiştir.

Yapılacak çalışmalarda yanlış bilgilendirmelerin önüne geçilmesi zorunludur.


Resmî kurumların ve yerel yönetimlerin kitap çalışmalarında aynı yanlışları işaret
etmemize rağmen, düzeltmeler yapılsa bile yanlışlıkların önünü almak, epey zaman
alır. Diyarbakır hakkında bilgi edinmek için gelen kimi kalemlerin, gazetecilerin,
yazarların rehberliklerini gönüllü olarak yapan yazarlar-aydınlar- araştırmacılar, en
olmadık bilgi hataları ile şehrin tanıtılmasını esas alan misafirlerini yazılar, kitaplar
kaleme alındıktan sonra mahcup etmektedir.

Toplu taşımacılığın olduğu alanlarda firma sahiplerinin hem kendi kuruluşlarının hem
de şehrin tanıtımını broşür ve kitapçıklarla yapmaları şarttır. Gönüllü kuruluşların
bunu yaygınlaştırması gerekmektedir.

Kültür-Turizm Müdürlüğünün ve ilgili birimlerinin tanıtım amaçlı çalışmaları


yaygınlaşmalı, il çapında gezilerin düzenlenmesi sağlanarak, tarihi ve kültürel
değerlerin korunması, tanıtılmasına yönelik kompozisyon, şiir, makale, fotoğraf
yarışmaları düzenlenmelidir.

Okullar arası bilgi yarışmaları düzenlenerek, tarihi ve kültürel zenginliklerin


öğrencilerce küçük yaşta bilinmesi hedeflenmelidir.
Sayıları gittikçe artan AVM ile marketlerde tüketiciye satın aldıkları ürünler verilirken,
ambalajlarda şehri tanıtan açıklamalarla şehrin kalesi, burçları ve diğer tarihî eser
fotoğrafları ve bilgileri yer almalıdır.

Yerel Televizyonlarda her gün aynı saatte şehri tanıtan kısa programlar yayınlanmalıdır.
Yerel televizyon kanallarını seyredenler, böylelikle bilgilendirilebilir, yaşadıkları şehir
hakkında kalıcı bilgilere sahip kılınabilirler..
77

kitap_dizgi.indd 77 11/14/12 12:54 PM


Sponsor Kuruluşların desteği ile bu çalışmalar yaygınlaştırılmalı, fuar ve festivaller
tanıtım açısından iyi bir şekilde değerlendirilmelidir.

SONUÇ

Yukarıda belirttiğimiz açıklamaların önemli bölümü, Sur içindeki gecekondular


yıkılmadan çok önce kaleme alınmış görüşlerdir, saptamalardır. 2010’da hız kazanan
gecekonduların yıkılıp tekrar yeni bir düzenlemeye gitme ile mevcut SİT Alanı’nın
düzenleme çalışmaları, halen tamamlanmamıştır. Konu hakkında 2005’te yazdığımız
bir makalede gecekondularla işgal edilen, İç Kale’den Yeni Kapı’ya, Yeni Kapı’dan
Fındık Burcu’na, Yedi Kardeş’ten Evli Beden’e kadar uzayan gecekonduların
istimlâk edilerek, bedellerinin yapılması zarurî olan Toplu Konutlar için peşinata
sayılıp, çok cüzî taksitlerle dar gelirli ailelerin konut sahibi yapılmasını ifade
etmiştik. 2009 sonrası bu alanda “Toplu Konut Düşüncesi”, ağır basmış, yıllar önce
dillendirmek istediğimiz husus gerçekleşmesine rağmen, istenilene ulaşılmamıştır.

Günümüzde Diyarbakır Kalesi hakkında bilgilerin yer aldığı birçok kaynakta yer
alan bilgi yanlışlıkları, zamanla şehrin hakkında araştırma yapanları sıkıntıya
bırakmakta, emek harcanan bilimsel çalışmaları sekteye uğratmaktadır.

Bildirimizde amacımızın yaptığımız çalışmanın küçük bir bölümünü özet olarak


sunmak olduğunu ifade ettik. Hakikatten bu şehir yeniden imara ve Diyarbakır
Kalesi esaslı bir onarımdan geçirilirse, insan gücüne dayanan çalışmalarla en
az on sene içinde şehrin ekonomisi canlanacak, işsiz sayısında oldukça bir düşüş
gerçekleşecektir. Bu esaslı çalışma gerçekleştiğinde taş ustalığı gelişecektir. Taşların
getirileceği Karacadağ Bölgesi’nde de tarıma birçok alan kazandırılacaktır.

“Diyarbakır Kalesi ve Burçlar” hakkında klasik bilgilerden istisna sunduğumuz


bu bildirinin faydalı olması başlıca dileğimizdir. 2004 Yılında hazırladığımız
“Diyarbakır Kalesi Burçlar Surlar” başlığını taşıyan kitap çalışmamızdan alınan
bölümlerde belirttiğimiz hususlar, zaman içinde değişmemiştir. İç Kale’de, Yeni
Kapı’da, Keçi Burcu civarında ve Mardin Kapı’dan Urfa Kapı’ya doğru dış cephede
yıktırılan gecekondular, ayrı bir bildiri konusudur.

Not: Diyarbakır Kalesi Burçlar Surlar Bildirisi’nde kaynak eserler, bildiri içinde
yer almıştır. Bildirimizde kendi tespitlerimiz yer almaktadır. İleride tespitlerimiz
kitaplaştığında, bu bildiri yeniden düzenlenerek, çalışmada yer alacaktır.

78

kitap_dizgi.indd 78 11/14/12 12:54 PM


1DİNİ MOTİFLERİYLE DİYARBAKIR

Hayreddin Kızıl,
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
hkhayreddin@gmail.com

İnsanoğlunun en çok yanlış anladığı şeyler, bazen çok değer verdiği şeylerdir. Dindar
bir topluluk için de aynı durum geçerlidir olabilmektedir. Eğer bu topluluk dinin
sahih kaynaklarına vakıf değilse, dini duygularının ağır basması nedeniyle herhangi
bir konu, dinle, dini önderlerle ilişkilendirilerek aktarıldığında, anlatılanı kolay kolay
eleştirememektedir. Halk dindarlığında bu durum daha çok görülmektedir. Bu yazıda
da Diyarbakır’da mevcut olan dini motifler ve bu motiflerin Diyarbakırlıların dini ve
sosyal yaşamındaki etki anlatılacaktır.

Kuruluşundan günümüze kadar farklı din ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan


Diyarbakır’da gezebileceğimiz her yerde dini bir anlatıya veya bir efsaneye rastlamak
mümkündür. Bunların hangisinin gerçek olduğu hangisinin gerçek olmadığı bu yazıda
tartışılmayacaktır. Yazıda bu anlatılar hatırlatılacak ve ardından bunların Diyarbakırlılar
üzerindeki olumlu etkilerine işaret edilecektir.

Diyarbakır merkez ve ilçelerinde hemen her yerde dini bir anlatıya ve bu anlatının
konusu olan bir yapıya rastlamak mümkündür. Bunların şehirde yaşayanlar üzerinde
etkileri anlatıların dini özelliğine ve kişinin inandığı değerlere göre değişebilmektedir.
Bu anlatıların konusu genelde Kur’an’da veya hadislerde ismi geçen peygamberler,
sahabeler, şeyhler ve veliler gibi dini hüviyeti ve İslamî bir kimliği olan şahıslardır.

Dini efsanelerde anlatılan kişilerin bu yönü halkın bu efsanelere tarihi gerçekleri


olup olmamasına bakmaksızın yönelmesine ve bu efsaneyi değerlendirmeden kabul
etmesine neden olmaktadır. Diyarbakır il sınırları içerisinde, kent merkezinden ilçelere
kadar ilçeler de dâhil olmak üzere birçok yerde bu şahıslarla ilgili bir efsaneye , bir
inanca rastlamak mümkündür.

Efsaneler gerçekten tamamen uzak değildir. Tarihi bir gerçeğin sözlü aktarım sonucu aslından uzaklaşıp farklı
bir şekle dönüşmesidir. Bu dönüşüm gerçek olayın tamamen kaybolmadan abartılarla veya yöresel motiflerle
süslenmesi şeklinde olabilmektedir.

Şehre farklı dönemlerde verilmiş olan “Amid” ve “Diyarbekir” isimleri, bazı ilçelerin
ismi, Diyarbakır merkeze ve ilçelerine bağlı bazı köylere ait isimler incelendiğinde
bu isimlerin kökeninde, dini kimliği olan birine rastlanır. Şehrin hemen altında akıp
giden Dicle Nehri, Lice ilçesindeki Bırkleyn Çayı, merkez ve ilçelerindeki bazı su
kaynakları, dağlar, kaleler, camiler, kiliseler vb hemen her yer hakkında bir rivayet
mevcuttur.

79

kitap_dizgi.indd 79 11/14/12 12:54 PM


Bunlar, halk arasında anlatılmakla birlikte Diyarbakır hakkında hazırlanmış olan
kitaplarda da derlenmiştir. Bunlar incelendiğinde aralarında Diyarbakır il sınırları
içerisinde yaşadığına inanılan peygamberler ve Diyarbakır’ın fethinde bulunmuş
sahabeler ile ilgili olanların da bulunduğu görülür.

Diyarbakır il sınırları içerisinde dokuz (9) peygamber mezarı ve üç (3) peygamber


makamı olduğuna inanılır. “Makam” peygamberin bir süre kaldığı yer anlamında
kullanılmaktadır. Diyarbakır merkezde Fiskayasındaki mağara, Hz. Yunus’un
makamı; Diyarbakır Hasırlı Mahallesindeki eski Sinagog, Hz. İlyas’ın makamı;
Ergani Zülküf Dağı, Hz. Zülkifl’in makamı olarak kabul edilir.

Diyarbakır’la ilgili olarak bahsedilen peygamberler arasında Hz Muhammed


(asm) de vardır. Hz Muhammed’in (asm) Diyarbakır için dua ettiğine inanılır. Hz
Peygamber’in yapmış olduğu söylenen dua mermere yazılmış olarak İç Kale’de
Küpeli Soğuk Hava Tesisleri Kapısı’na bakan kapı üzerinde asılıdır (Resim 1).
Mermer kitabede şunlar yazılıdır:

“Resuller Resulu Muhammed Miraç’ta hepimize “Allah şehrinizi Mübarek etsin”


buyurmuştur”

Resim 1: İçkaleye giren kapılardan birinin üzerinde Hz Peygamber’in yapmış olduğuna inanılan duanın yazılmış
olduğu levha. (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)

Amid, isminin Hz İbrahim neslinden geldiğine söylenen Amid b. Bülendî adlı birine dayandığına inanılır.
Diyarbakır merkez ve ilçelerine ait köylerin isimlerine göz atıldığında “Şeyh”, “Pir” gibi dini sıfatlarla başlayan
köy adları dikkat çekmektedir. Tüm köy adlarının isimleri için bkz. Zeynelabidin Çiçek, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi
ve Kültürü, Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2007, ss.254–270.
Muhsine Helimoğlu Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri –Derleme, Araştırma, İnceleme-, Doruk Yayınları, 2.Bsk,
Ankara, Ocak 1993; Yahya Erikli, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler, Diyarbakır
Söz, Diyarbakır 2006; Adem Mahfuz, Tarihi Değerleriyle Diyarbakır ve Bediüzzaman, Baskı Yeri ve Tarihi yok.
Mahfuz, s.15.
Hz İlyas’ın peygamberliğini Diyarbakır’da bulunan bir Sinagog’da ilan ettiğine inanılır. Fakat bu yer makam olarak
ziyaret edilmemektedir. Eski adresi Şeyh Arap Mah. Yahudi Sok. No:21 Yeni Adresi: Hasırlı Mah. Küçükbahçecik
Sok. No:21’dir.

80

kitap_dizgi.indd 80 11/14/12 12:54 PM


Başka bir rivayet de şu şekildedir:
“Peygamberimiz Miraca çıktığı zaman Diyarbakır’ı gördüğünde Cebrail’e burası
neresi demiş, Cebrail: Haza Amid (Burası Diyarbakır) demiştir. Efendimiz (s):
Allahümme Barik fiha (Allahım burayı bereketlendir!) buyurmuştur.

Peygamberler arasında, Diyarbakır’la ilgili hakkında en fazla rivayet olan Hz


Yunus’un da Diyarbakır’a dua ettiği söylenir. Hz Yunus’un duası Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’nde şu şekilde geçmektedir: “İliniz mamur ve abadan -bayındır ve
bakımlı-, halkınız devamlı sevinçli ve neşeli, bütün çoluk çocuğunuz uzun ömürlü,
soylu ve doğru yolda olsun.”

Diyarbakır’da halk arasında anlatılan ve “Diyarbakır” isminin kökenini ve surlarının


yapılışını Hz Yunus ile o dönemde yaşadığına inanılan bir melikeye dayandıran bir
rivayet mevcuttur. Bunların yanında Hz Yunus’un Ulu camide üç (3) ay namaz
kıldığı, Fiskayasındaki mağarada yedi (7) yıl kaldığı rivayet edilmektedir. Hz
Yunus’un kaldığı söylenen Fiskayasındaki mağara İç kalenin altında bulunmaktadır
(Resim 2 ve Resim 3).

Resim 2: Hz Yunus’un yedi yıl kaldığına inanılan mağara (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)

Resim 3: Hz Yunus’un yedi yıl kaldığına inanılan mağara (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)

Mahfuz, s.19.
“Eliniz vilayetiniz ma’mur u abadan ve halkınız daima mesrur-ı şadan olup cümle evlad ve iyalleriniz mu’amer u
mu’ammere olup necib ü reşid olalar.” Bkz. Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV.
Kitap Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Trankripsiyonu, Hazırlayanlar: Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman, Yapı
Kredi Yayınları, 1.Bsk, İstanbul 2001, s.21; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, s.23.
Bu kızın adının Amida olduğu söylenir. Bkz. Altunboğa, s.104.

81

kitap_dizgi.indd 81 11/14/12 12:54 PM


Hz Yunus ile ilgili başka bir rivayette de Sur içinde bulunan Zincirkıran adlı türbede
yatan kişinin Hz Yunus’un oğlu olduğu söylenmektedir. Halk arasında Zincirkıran’ın
zincirlerle bağlandığı, namaz kılmak istediğinde tüm engellemelere rağmen
zincirlerini kırarak namaz kıldığı için bu ismi aldığı inancı vardır.

Diyarbakır’ın Ergani ilçesinin de Hz Yunus tarafından kurulduğuna inanılır. Fakat ne


Diyarbakır merkezde (yedi yıl kaldığı söylenen mağara dâhil) ne de, Ergani ilçesinde
Hz Yunus ile ilgili halkın ziyaret ettiği bir makam vardır. Sadece Diyarbakır’ın Eğil
ilçesinde Nebi Zünnun adlı peygamber olduğu söylenen bir kişiye ait kabir vardır.
Bu kabir, halk tarafından ziyaret edilmektedir.

Hz Yunus ve Hz Musa’nın içerisinde namaz kıldığına inanılan, Anadolu’nun en eski


camisi olan Ulu Camii, Diyarbakır’ın dini yaşantısında çok önemli bir yere sahiptir.
Diyarbakır halkı Mekke, Medine, Kudüs ve Şam’dan sonra Ulu Camii’nin geldiğine
inanır ve Ulu Camii’nin beşinci Harem-i Şerif olduğunu kabul eder.

Ulu Camii içerisinde kapının üst tarafında demirden bir yılan şekli mevcuttur. Bu
demir yılan ile ilgili efsaneler mevcuttur. Bir efsaneye göre camiden içeriye giren
büyük bir şeyh yılan tarafından sokulmak istenir fakat bu büyük şeyhin yılana
bakması üzerine yılan hemen demire dönüşür. Bu olaydan sonra Diyarbakır’ın
yılanları, şeyh tarafından lanetlendiği ve etkisiz hale getirildiği için, Diyarbakır’da
yaşayanlara yılanlar zarar vermemektedir (Resim 4). Ulu Camii ile ilgili başka
bir efsane akreplerle ilgilidir. Buna göre veli bir kişi akreplerin Diyarbakır’da
yaşayanlara zarar vermemesi için demirden bir akrep tılsımı yapmış ve tılsımı Ulu
Cami’nin ana kapısının üstüne asmıştır.

Resim 4: Çocuklar demir yılana bakarken. (Özgür Anlı, 11/05/2009)


Mahfuz, ss.18–20.
Abdulaziz Yatkın, Açık Hava Müzesi Diyarbakır, 2007, Bsk yeri yok, s.20.
Bilindiği gibi Hz Yunus, Kur’an-ı Kerim’de “Zunnun” şeklinde de geçmektedir. Bkz. Enbiya, 21/87. Mahfuz, s.41.
Yavuz, ss.129–130. Halk arasında anlatılan başka bir rivayete göre yılan, kendisine yakın bir pencereden dışarıya bakan Hz Halid
b. Velid’i sokmak isterken demire dönüşmüştür.
Yavuz, ss.251–252.

82

kitap_dizgi.indd 82 11/14/12 12:54 PM


Yılan ve akrepten korunmuş olan Diyarbakır’ın şeytandan da korunduğuna inanılır.
Diyarbakırlılara göre her insanın bir şeytanı olduğu gibi, her şehrin de bir şeytanı
vardır fakat Diyarbakır’ın şeytanı bağlanmıştır. Bunun nedeni yine bir efsanede
anlatılmaktadır. Buna göre vaktiyle şeytan, Diyarbakır şehrinin altını üs¬tüne
getirmek, halkın rahat ve huzurunu bozmak için ortalığı karıştırmaya başlamış, bunun
sonucunda şehirde yaşayanlar iki büyük ailenin etrafında toplanarak birbirlerine
girmiş¬ler. Şehrin bu perişan haline acıyan evliyadan biri bu şeytanı yakalamış, bir
demir parçası haline sokarak İçkale Kapısı’nın sol üst tara¬fına zincirlemiş. Böylece
şehir, yeniden huzura kavuşmuş ve Diyarbakır, şeytansız tek şehir olmuş. Şeytanı
sembolize eden bu demir parçası, İçkale Kapısı’nın sol üst yanında zincirle duvara
tutturulmuş. Bundan 30–35 sene öncesine kadar İçkale’ye giren herkes bu heykelciğe
tükürür ve “Şeytana lanet olsun” diyerek kapıdan içeri girermiş.

Hz Süleyman Camii’ine yakın olan bir yerle ilgili olan bu inanç, Peygamber olan Hz
Süleyman’ın şeytanları zincirlemesi ve Eğil’de Hz Süleyman’ın veziri olduğuna inanılan
Nebi Harun’un mezarının bulunması ile birleşince halk bu camiinin peygamber olan
Hz Süleyman’a ait olduğuna inanmaktadır. Bu inanca Hz Süleyman’ın Hz Halid b.
Velid’in oğlu Süleyman daha çok bilinmesi de destek vermektedir.

Diyarbakır merkezde bulunan ve önemli bir dini mekân olan Hz Süleyman Camii
şehrin fethi sırasında şehit düşen sahabelerin medfun olduğu yeri de barındırmaktadır.
Bu camiinin bir kaç ismi olmakla beraber, halk Hz Süleyman Camii demektedir
(Resim 5).

Resim 6: Hz Süleyman Camiinin kapısının önü Perşembe günü (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)

Sahabelerin ismi için bkz. Çiçek, s.104.


Efsaneler için bkz. Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri, s.85; Erikli, ss.32–33.

83

kitap_dizgi.indd 83 11/14/12 12:54 PM


Resim 7: Hz Süleyman Camii Sahabe kabirlerinin bulunduğu bölüm Perşembe günü (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)

Şehirde şehit sahabelerin medfun olduğu Hz Süleyman Camii dışında sahabelerle


ilişkilendirilen başka yerler de vardır. Dağkapısı’nın hemen yanında bulunan üzerinde
Sahad b. Vakkas yazılı türbe, Suriçi Hasırlı Mahallesi’nde bulunan Mir Seyyaf
Türbesi, Şeyh Matar Cami (Dört Ayaklı Minare) avlusundaki türbe ve Hançer-i
Güzel Camii’nde bulunan türbelerin de sahabelere ait olduklarına inanılır. Şeyh
Matar camisindeki türbede yatan kişinin ismi Mirisyap, Hançer-i Güzel camisindeki
türbede yatan kişinin ismi Ebu’l-Muhsin olarak bilinir.

Bunların dışında Diyarbakır merkez köylerde ve ilçelerinde sahabelerle ve sahabe


torunlarıyla ilgili olduğuna inanılan yerler mevcuttur. Diyarbakır merkeze bağlı
Batıkarakoç Köyü’nün İmamakil Mezra’sında, Hz Ali’nin soyundan İmam Akil adlı
birine ait olduğu söylenen bir türbe vardır. Batıkarakoç Köyü’nde bulunan başka
bir türbenin ise İmam Akil’in kız kardeşine ait olduğu anlatılır. Diyarbakır’ın Hani
ilçesinde de Hz Ali’nin kardeşi Hz Cafer’e ait olduğuna inanılan bir türbe vardır.
Çermik ilçesinde Kere Tepesi’nde bulunan bir kayanın Peygamber soyundan
geldiğine inanılan Hasan Hüseyin’in devesine ait olduğu söylenir.

Diyarbakır’ın güneyinde nehrin karşı kıyısında bulunan ve halk arasında “Kırklar


Dağı” olarak bilinen üstü düz bir tepelik de Diyarbakırlılar için önemlidir. Bu
yerle ilgili farklı efsaneler anlatılmaktadır. Bu efsanelerin tümü Kırklar Dağı’nın
Diyarbakır’a bakan yamacında, Bağıvar (Ka’bi) yolunun alt tarafında bulunan ve
ziyaret olarak kabul edilen mağara ile ilgilidir. Bu ziyaret ile ilgili olarak anlatılan bir
efsanede farklı dinlere mensup kişilerin burayı ziyaret ettikleri anlatılmaktadır. Adil
adlı Müslüman bir genç ile Suzan (Suzi) adlı Süryani bir kızın aşkının anlatıldığı bu
efsane ile ilgili bir türkü de yörede söylenmektedir (Resim 8 ve Resim 9).

84

kitap_dizgi.indd 84 11/14/12 12:54 PM


-

Resim 8: Keçi Burcu’dan Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprünün görünüşü (Özgür ANLI, 11/05/2006)

Resim 9: Keçi Burcu’dan Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprünün görünüşü (Özgür ANLI, 11/05/2006)

Diyarbakır’da şehid olan sahabe sayısı 40, eceliyle ölen sahabe sayısının ise 501 olduğu iddia edilmektedir. Bkz. Çiçek, ss.103–104.
“İmam Ukayl” da denmektedir. Bkz. Çiçek, s.114; Melek-Demir, s.202.
İmam Akil ve kız kardeşi hakkında anlatılan efsane için bkz. Yavuz, s.275.
Yavuz, s.68.
Yavuz, s.282.
Efsaneler için bkz. Erikli, s.56; Yavuz, ss.66, 374.
Yavuz, s.209; Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Esma Ocak’tan aldığı efsane ile Şeyhmus Diken’in Abdussettar Hayati Avşar’dan aldığı
efsane birbirinden farklıdır. Fakat her iki efsanede söylenen türkü bir bölümü dışında aynıdır. Bkz. Yavuz, s.209 Diken, Diyarbekir
Diyarım, ss.300–301. Şeyhmus Diken’in Kırklar Dağı ile ilgili olarak kaydettiği başka bir efsane için kz Diken, Sırrını Surlarına
Fısıldayan Şehir, ss.80–82.

85

kitap_dizgi.indd 85 11/14/12 12:54 PM


Şehirde bu yerler dışında eski su kaynakları hakkında da rivayetler mevcuttur.
Diyarbakır merkezde Anzele Suyu, Kırklar Ziyareti suyu, Hamravat suyu gibi
kaynaklar bunlar arasındadır. Anzele su kaynağının yeri Suriçi’nde Çift Kapı ile
Urfa Kapısı arasında surların hemen önündedir. Günümüzde Anzele, Şakku’l-Acuz
ve Dicle ile ilgili inançlar azalmakla beraber yerlerini yenileri almıştır. Hz Süleyman
Camii’nde çeşmeden akan sular, ziyaret yerlerindeki sular, bu suların yerini
alanlardan bazılarıdır. Halk arasındaki bir inanca göre Hz Süleyman Camii’ine giden
kişi yedi çeşmeden su içmelidir.

Su kaynakları bakımından zengin olan Diyarbakır’ın su üzerine kurulduğu, şehrin


altında bir göl olduğu ve kıyamet gerçekleşeceği vakit Diyarbakır’ın su altında
kalacağı ve su ile yok olacağı inancı vardır. Şehrin zemininin su bakımından zengin
olması, Eski Diyarbakır evlerinde hemen her evde bir kuyu bulunması, Diyarbakır’ın
su ile yok olacağı inancına delil olarak gösterilmektedir. Diyarbakırlı yazar Şeyhmus
Diken bir kitabında konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir.

“Yıllar önce, daha çocukken dilden dile yayılan Diyarba¬kır’la ilgili bir söylence
duyardık. Denirdi ki; Diyarbakır su ile yok olacak. Gerekçesini de bu şehrin
zemininin tümüy¬le su ile kaplı olmasına dayandırırlardı. Ciddi ciddi inanır¬dık, bu
söylenceye. Çünkü kentimizin hemen yanı başın¬dan, kutsal kitaplarda adı geçen
kadim nehir Dicle akıp gi¬derdi. Durup durup çarpılırcasına, gece, gündüz Dicle’ye
bakardık. Ayrıca Suriçi’nin her sokağının başında sürekli gürül gürül akan kastallar
(çeşmeler) vardı. Ve bu kastallar bulunduğu sokağa isim de verirdi: Tahtalı Kastal
Soka¬ğı, Çıkrık Kastalı gibi.
Ve yine Suriçi’nde, hemen her eski Diyarbekir evinde, be¬lediye şehir şebeke
suyunun yanında bir de kuyu ve kuyu¬dan tulumbayla ya da ipin ucuna bağlanmış
kovayla çekilen su vardı.

Diyarbakır’da dini kimliği olan kişiler dışında az da olsa IV. Murat ve Kanuni
Sultan Süleyman gibi padişahlar ile ilgili olan anlatımlara da rastlanmaktadır. Halk
arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat Seferi’ne giderken yolda hastalandığı
ve Diyarbakır’da

Anzele Suyu’nun bir havuza aktığı bu havuzda bulunan balıkların kutsal sayıldığı anlatılmaktadır. Bkz. Evliya
Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.25; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, s.30. 1867 yılında Diyarbakır’a
gelen R.J. Garden de bu havuzdan ve kutsal balıklardan bahsetmektedir. Bkz. R.J. Garden, “Diyarbakır”, Çev:
Hamdi Can Tuncer, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s.141.
Konu hakkında anlatılan bir efsane için bkz. Yavuz, s.52. Halk arasında Diyarbakır’ın etrafını çeviren surların
yıkılmasının da Kıyamet alameti olduğuna inanılır. Konu hakkında anlatılan efsane için bkz. Yavuz, s.146.
Şeyhmus Diken, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, s.137.
IV. Murat ve o dönemde Diyarbakır’da yaşayan tanınmış bir Şeyh olan Aziz Mahmut Urmevi ile ilgili rivayet
için bkz. Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.31; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, ss.39–40; Yavuz,
s.74. Şu an Diyarbakır’da bu şeyhin ismi bir caddeye (Merkez Yenişehir ilçesi Ofis semtinde Aziz Mahmut Oğulları
Caddesi) verilmiştir.

86

kitap_dizgi.indd 86 11/14/12 12:54 PM


konakladığı anlatılır. Karacadağ’da, konakla¬mak zorunda kalan Kanuni Sultan
Süleyman’a Karacadağ’ın havası ve suyu çok iyi gelmiş. İyileşip, sağlığına kavuşan
Padişah, sağlığın önemini belirten,
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”

dizelerini, Diyarbakır’da söylemiştir. İyileştikten sonra, bir süre daha Diyarbakır’da


kalan Ka-nuni Sultan Süleyman, şehrin ileri gelenlerini toplayıp, isteklerini sormuş.
Onlar da Karacadağ’daki “Hamravat” suyunun, Diyarbakır’a getirilmesini istemişler.
Padişah hemen emir vermiş, kırk gözlü bir bent yapılmış ve istenen su dağdan şehre
indirilmiş. “Hamravat” ismi, suyun üzerinde akıtılarak şehre taşındığı bentlerin
yıkılmasına, kalıntılarının dahi kalmamasına rağmen hâlâ unutulmamıştır. Şu an
Karacadağ eteklerine yakın bir yerde, Merkez Bağlar ilçesine bağlı Hamravat Evleri
adlı bir yerleşim yeri kurulmuştur.

Yukarıda verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi Diyarbakır merkezde hemen her yer
hakkında nakledilen bir rivayet mevcuttur. Şehir merkezinde görülen bu duruma
Diyarbakır’ın, tarihi çok eskilere dayanan ilçelerinde de rastlanmaktadır. Diyarbakır
il sınırları içerisinde mevcut olduğuna inanılan 9 peygamber mezarının 8’i Eğil
ilçesindedir. Bunlar: Hz Elyesa , Hz Zülkifl ve peygamber olduklarına inanıldıkları
için “Nebi” lakabı eklenerek söylenen; Nebi Zunnun, Nebi Mallak (Nebi Melik ve
Nebi Hallak olarak da bilinir), Nebi Harun (Nebi Harun-u Asefi de denir), Nebi Ömer
Ibn-i Perican (Aslen Hindistanlı olduğu söylenir.), Nebi Hürmüz ve Nebi Harut
adlı kişilerdir. Bunların dışında peygamber olduklarına inanılan başka şahısların
da mezarları Eğil’de bulunmaktadır. Eğil ilçesindeki bu mezarlar halk tarafından
ziyaret edilmektedir.

Nebi Harun’un, Hz Süley¬man’ın kâtibi olduğuna ve Kur’an’da anlatılan, Hz


Süleyman’a tahtı getiren kişi olduğuna inanılır. Bu isim Hz Musa’nın kardeşi Hz
Harun’u da

Yavuz, s.201.
1867 yılında Diyarbakır’a gelen R.J. Garden, su bendinin özelliklerini anlatmıştır. Bkz. Garden, a.e., s.141.
Şehrin batısında bulunan Karacadağ, şehri Kırklar Dağı’na bağlayan Ongözlü Köprü vb yerler ile ilgili efsaneler
için bkz. Muhsine Helimoğlu Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri, ss.114,115, 209.
Kur’an-ı Kerim’de kendisinden iki defa bahsedilmektedir. Bkz. Sad, 48; En’am 86.
Enbiya, 85–86; Sad, 48.
Çiçek, ss.97–98.
Neml, 40.

87

kitap_dizgi.indd 87 11/14/12 12:54 PM


hatırlatmaktadır. Fakat Hz Musa’nın kardeşi ile ilgili bir inanca Diyarbakır’da
rastlanmamıştır.

Nebi Harun’un türbesi, Eğil ilçesi ve Eğil Kalesi’nin çok rahatlıkla izlendiği yüksek
bir tepenin üzerindedir. Eğil’e ulaşmadan sağa ayrılan bir yolla buraya gidilir.
Ağaçlarla kaplı bir tepedir. Halk arasında Nebi Harun ile ilgili efsaneler anlatılır.
Bunlardan birisinde Eğil ilçesinin ismi Nebi Harun’un kendisine dayandırılmaktadır.

Danyal Peygamber de, Eğil ilçesi ile ilişkilendirilmektedir. Danyal peygamberin


Dicle Nehri’nin sınırlarını belirlediği anlatılır. Rivayete göre, Diyarbakırlılar için
kutsal sayılan Dicle Nehri’nin Basra Körfezi’ne kadar olan güzergâhı Danyal
Peygamber tarafından çizilmiştir.
Diyarbakır merkezde her yıl baharın başlangıcında (Hıdırellez-Hızırilyas) 5–6
Mayıs tarihlerinde dilek dilemek, dua etmek için Dicle kıyısına gidilmektedir. Bu
gelenek çok azalmakla beraber hâlâ devam etmektedir. Bu inancın güçlü olduğu
kişiler, 5 Ma¬yıs günü ikindi namazından sonra dileklerini yazdıkları küçük
kâ¬ğıtları bez bir torbanın içine bırakıp bir taşa bağladıktan sonra On Gözlü Köprü
üzerinden, Cennet’ten çıkıp yine Cennet’e aktığına inanılan Dicle Nehri’ne atmakta
ve di¬leklerinin bu şekilde ger¬çekleşeceğine inanmaktadır. Bu inançta Hızır İlyas
ile Danyal Peygamber’in etkisi beraber görülmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de iki yerde kendisinden bahsedilen Zülkifl Peygamberin -halk
söyleyişiyle Zülküf- mezarının da Eğil’de olduğuna inanılır. Ergani’de bulunan ve
adını kendisinden alan
Zülküf Dağı’nda ise makamı olduğu söylenir. Zülkifl Peygamber’in bir süre
kaldığına inanılan Zülküf Dağı’na, Makam Dağı da denir. Halk arasında, Zülkifl
Peygamberin mezarının Zülküf Dağı’nda olduğuna inananlar da bulunmaktadır.
Zülkifl Peygamberle ilgili anlaltılan rivayetlerde, asıl adının Beşir veya Beşer olduğu,
bir mitosta kefalet diğerinde vekâlet nedeniyle bu ismi aldığı anlatılmaktadır.

Elmalılı M.Hamdi Yazır, tefsirinde, tahtı getiren şahsın, Süleyman Aleyhisselam’ın veziri Asaf ibn Berhiya olduğunu
söylemekte ve İbn Abbas’tan rivayet getirmektedir. Bkz. Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yenidoğan Yayın Dağıtım,
İstanbul 1996, c.VI, s.164.
Yavuz, s.57.
Mahfuz, s.18; Çiçek, s.98.
Çiçek, s.142; Hakan Aytekin-Hasan Özgen, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004, ss.15–18.
Diyarbakır Efsaneleri adlı kitapta kurban bayramı akşamları, Kırklar Dağı eteğindeki, Ongözlü Köprü’den
kadınların, genç kızların, Dicle’ye yazılı dilekçeler attıkları kaydedilmiştir. Bu dilekçelerle çocuğu olmayanlar
çocuk, hastalar şifa, sevenler de sevdiklerini isterler. Böylece dileklerinin kabul olacağına inanırlar. Bkz. Yavuz,
s.199.
Diyarbakır’da Hz Hızır’a Hoca Hızır veya Hızır İlyas da denilir. Başka bir rivayete göre Diyarbakır merkeze bağlı
Hızır İlyas köyü ve oraya yakın bir çeşme (Kani Hıdır-Hızır Çeşmesi) ismini Hoca Hızır’dan alır. Bkz. Esma Dicle
Uygur, “Diyarbakır Halk Kültüründe Cigaret, Nevruz, Hızır İlyas ve Murat Gelenek ve Şenlikleri”, Müze Şehir
Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, ss.464–465.

88

kitap_dizgi.indd 88 11/14/12 12:54 PM


Ergani’nin hemen arkasında bulunan Makam Dağı’na giden yol, Ergani
ilçesinin merkezinden geçmektedir. Makam, dağın zirvesine yakın düz bir alanda
bulunmaktadır. Türbede asılı bulunan bir yazıya göre türbe, 1936’da Birinci Umum
Müfettişliğinin emriyle yıktırılmış, türbeye ait altın, gümüş, Uzun Hasan’ın hediye
ettiği şamdan vb. eşyaların bazıları Diyarbakır Vakıflar Müdürlüğü vasıtasıyla
İstanbul’a götürülmüş bazıları da kaybolmuştur. Türbenin 1958’den itibaren çeşitli
dönemlerde tekrar onarıldığı yazıda belirtilmektedir.

14 Mayıs 2008’de Zülküf Dağı’nda kendisiyle görüşülen ve adının Hamit Yılmaz


olduğunu söyleyen bir görevli Eğil, Irak ve Ergani olmak üzere Hz Zü1kifl’e ait
olduğu söylenen üç yer bulunduğunu, burada bulunan kişinin adının Beşir olduğunu
söyledi. Görevlinin belirttiğine göre kabirde yatan kim olursa olsun halk mübarek
bir zatın kabri olduğuna inanır. Türbenin bu kadar yüksekte olmasının nedeni olarak
da makamın olduğu yerin aşağısında dağın eteklerinde eski bir şehrin (-Osmaniye-
Ergani ilçesinin kurulduğu eski yer) mevcut olması gösterilmektedir.

Türbeye kışın ulaşım zor olduğundan kış mevsimleri dışında her zaman ziyaret
edilmektedir. Türbeye çocuğunun olması için gelenler, çocukları olduğunda çocuğa
erkek ise Zülküf, kız ise Zülfüye ismini verirler. Bu nedenle Ergani ilçesinde Zülküf
ve Zülfüye isimleri çok yaygındır.

Yine Ergani’de, Peygamber olduğuna inanılan, hakkındaki değişik rivayetlerde Hz


Âdem’in torunu, Hz Şit’in veya Hz Zülkifl’in oğlu olduğu anlatılan “Enûş” adlı bir
kişinin kabri bulunmaktadır. Bu şahsın kabri ziyaret edilmektedir. Ziyaretçi sayısı
yılda ortalama üç bin olarak verilmiştir.
Ergani’de Hz İdris ile ilgili inançlara da rastlanmaktadır. Hz İdris’in Ergani’ye bağlı
Otluca köyünde yaşadığı, ilkyazının onun tarafından burada yazıldığı, dedesi Enuş
peygamberin cenaze namazını kıldığı ve ilk defa demiri burada erittiği iddia edilir.

Diyarbakır’da, Kur’an’da kendisinden bahsedilen Zülkarneyn ile ilgili inançlar


da vardır. Halk arasında İskender ve Zülkarneyn’in aynı kişi olduklarına inanılır
ve iki isim birleştirilerek İskender-i Zülkarneyn veya İskender-i Zokırneyn denilir.
Diyarbakır’a bağlı Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında bulunan bir kaleye Çeper
veya Şeter kalesi denmektedir.

Mahfuz, ss.18–19.
Yavuz, s.69.
Zülkifl Peygamber’e ait olduğuna inanılan bu yer, yöre halkı tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edildiğinden
(Yıllık ziyaretçi sayısı 50 bin olarak tahmin edilmektedir.) türbe/makamın bakımı, muhafazası ve gelen ziyaretçilerin
bilgilendirilmesi için Ergani İlçe Müftülüğünce kadrolu bir görevli, haftada üç gün (Perşembe, Cumartesi ve Pazar)
geçici olarak görevlendirilmiştir. Bkz. Melek-Demir, s.45.

89

kitap_dizgi.indd 89 11/14/12 12:54 PM


İskender-i Zülkarneyn’in buradan geçtiği ve kalede misafir edildiği söylenir. Kalenin
yakınında bulunan mağaralara Bırkleyn Mağaraları adı verilir. Bu mağaralardan
birinden Dicle nehrinin bir kolu olan ve suyunun şifalı olduğuna inanılan Bırkleyn
Çayı doğmaktadır. Bırkleyn Çayı’nın doğduğu mağarada Hz Hızır’ın, Zülkarneyn
ile buluştuğuna inanılır. Bu nedenle buradaki kale Zülkarneyn Kalesi, mağaralar,
Zülkarneyn Mağaraları olarak adlandırılmakta, mağara ve kalenin bulunduğu
bölgenin tümüne “Zülkarneyn” denmektedir.

Lice ilçesinde Ashab-ı Kehf’in kaldığına inanılan bir mağara da vardır. Ashab-ı
Kehf’in Lice’nin yaklaşık 15 km güneybatısında bulunan (Derkam) Duru Köyü’nün
kuzeyindeki Eshabıkeyf/Derkam Dağı’nda bulunan bir mağarada kaldıklarına
inanılmaktadır. Ashab-ı Kehf’in kaldığına inanılan bu mağarayı yöre halkı, çevre
il ve ilçelerden insanlar, Bahar aylarında ziyaret etmekte, halk buraya yoğun bir ilgi
göstermektedir. Ashab-ı Kehf (Mağara Arkadaşları) ile ilgili olarak Diyarbakır’da
anlatılan efsaneler mevcuttur. Bunun yanında çocuklara Yemliha, Mekselina
gibi mağarada kalan kişilere ait olduğuna inanılan isimler de verilmektedir. Halk
arasında kullanılan bazı deyimlerde Dekyanus ve Kakanus isimleri geçmektedir.
“Dekyanus’tan daha zalim” ve ukalalık yapanlar için kullanılan “Kakanusluk
yapma” deyimleri örnek olarak verilebilir.

Türkiye’de Diyarbakır’ın Lice ilçesi dışında, Tarsus, Elbistan, Afşin, Es¬kişehir ve


Selçuk yakınlarında da Ashab-ı Kehf’e ait olduğuna inanılan yerler bulunmaktadır.
Her bölge Ashab-ı Kehf’in kendi bölgelerinde olduğuna dair deliller öne sürmektedir.

Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde de, ilçe ile ilgili dini efsanelere rastlamak mümkündür.
İlçenin halk arasında kullanılan “Meyyâ Farikin” isminin, Hz İsmail’in neslinden bir
kralın “Maya” adlı kızının isminden geldiğine ve ilçenin Hz İbrahim’in torunları
tarafından kurulduğuna inanılır. Evliya Çelebi’ye göre Silvan Kalesi’ni ilk inşa
eden, Hz Cercis’in ümmetinden Handik adında bir hükümdardır. Bu hükümdarın,
kaleyi Hz Cercis’in öğretmesiyle yaptığı söylenir. Cercis’in peygamber olduğuna
inanılır.

Silvan ilçesi de Diyarbakır gibi sahabeler tarafından fethedilmiştir. Tıpkı


Diyarbakır’da olduğu gibi Silvan ilçesinde de sahabelerle ilgili anlatılan efsaneler
vardır. Silvan’ın 30 km kadar kuzeydoğusunda bulunan Murat Ovası’nın isminin
bir sahabe ile ilgili olduğuna inanılır. Bu inanca göre, yeni nişanlanmış Muaz b.
Cebel, muradına eremeden İslam ordusuyla, buralara kadar cihat etmek için gelmiş
ve burada şehit düşmüştür. Bu nedenle bu ova Murat Ovası ismini almıştır.
Çiçek, s.94.
Melek-Demir, s.33.
Mahfuz, s.18–20; Yatkın, s.11.
Kehf Suresi, 13/83–88.
Zülkarneyn hakkındaki efsaneler için bkz. Mahfuz, ss.34–35; Yavuz, ss.41–43, 187–188; Uygur, ss.464–465.
Melek-Demir, s.188. Aynı yerde dipnotta şu bilgiler de verilmiş: 1977 yılına kadar resmi kayıtlarda Eshabıkeyf
Dağı olarak geçen dağın adı, bu tarihte Harita Genel Müdürlüğünce yanındaki dağlarla birlikte değiştirilmiş ve
İnceburun Dağları adı verilmiştir.
Bkz. Yavuz, ss.189–190, 192.

90

kitap_dizgi.indd 90 11/14/12 12:54 PM


Her yıl bu olayın anısına Murat Ovası’nda, Murat Haftası düzenlenmektedir.
Murat Haftası, Rumi takvime göre 10 Martta (Miladi 23–24 Mart) başlamakta 17
Martta (Miladi 30–31 Mart) bitmektedir. Murat Haftası özellikle son gece kalabalık
olduğundan bu kutlamaya yerel dilde Huvde (Onyedi anlamına gelir) denmektedir.
Bu dönemde Diyarbakır ile çevre il ve ilçelerden binlerce kişi ovaya gelir. Gelenler
arasında, son gece Muaz’ın kabrine nur indiğini gördüklerini söyleyenler vardır.

Bu hafta içerisinde Murat Ovası’nda bulunan Muaz –halk söyleyişiyle Maaz-’ın türbesi
ve ovada bulunan diğer türbeler ziyaret edilmekte, eğlenceler düzenlenmektedir.
Günlerce süren bu şenliklerde Murat Ovası, çadırlardan oluşan bir kent görünümünü
alır. Murat Haftası aynı zamanda evlenecek eşi seçmenin de yapıldığı bir yerdir.
Gelenler muradı¬na ermek için dua etmektedir. Tür¬benin yanındaki “Murat
Ağacı’na dilekte bulunanlar halka atarlar. Halka, atılan dala takıldığı takdirde dileğin
gerçekleşeceğine inanılır.

Sahabeler ile ilgili bir rivayete Hani ilçesinde de rastlanmaktadır. Hani merkezde
bulunan Cafer-i Tayyar Camii, Hz Ali’nin kardeşi Hz Cafer ile ilişkilendirilmektedir.

Buraya kadar kaydedilenlere bakıldığı takdirde şehrin merkezinde, ilçelerinde ve


köylerinde peygamberler, peygamber olduklarına inanılanlar, sahabeler, şeyhler vb
dini kimliğe sahip kişiler ile ilgili birçok yer bulunduğu görülmektedir. Kur’an-ı
Kerim’de ismi geçen bazı peygamberlere de bu efsaneler arasında rastlanmaktadır.
Sahabelere ait olduğu söylenen bazı kabirler tarihi olarak ispatlanabilirken,
peygamberlere ait olduğu söylenen kabirler ve makamlar ispatlanamamaktadır. Bu
tür yerlerin bir peygambere ait olması kesin olarak bilinmese de halk arasında bazen
o yerin Allah’ın Salih bir kuluna ait olabileceğine inananlara rastlanabilmektedir.

Peygamber ve sahabelerin dışında şeyhler, din adamları ve sofiler üzerine söylenmiş


efsaneler ve bunlara ait türbeler vardır. Bu türbelere de peygamber ve sahabelere
ait olduğuna inanılan türbeler gibi saygı gösterilmektedir. Rivayetlerin peygamber,
sahabe, şeyh veya velilerle ilgili olması anlatılan her konuyu dini olmasa bile
dini hale getirmektedir. Bu nedenle rivayetler ve onlarla ilgili inançlar halkın dini
duygularını canlı tutmanın yanında dini ve sosyal yaşantıyı da etkilemektedir.

Diğer bölgelerde olduğu gibi Diyarbakırlılar da Ashab-ı Kehf ’in Lice’de olduğuna dair deliller olduğuna inanmaktadır.
Deliller için bkz. Çiçek, s.118.
İlçenin fethedilmesi ile ilgili efsaneler için bkz. Yavuz, ss.136–137.
Çiçek, s.12.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.55; Çiçek, s.171; Yatkın, s.20; Yavuz, s.147; Cercis hakkında Urfa’da anlatılan
efsaneler için bkz. Mehmet Kurtoğlu, Urfa Efsaneleri, Kent Yay, 2.Bsk, İstanbul 2005, s.72.
Uygur, ss.466–467. Bir rivayete göre oğlunun gitmesini istemeyen annesi, bir gece rüyasında Peygamberimizi
görür, Peygamberimiz ona oğlunun geri geleceğini söyler, söz verir. Oğlu savaşı kazanır fakat geri dönmez, pusuya
düşürülür. Murat Ovası’nda şehit edilir. Peygamberimiz, Allah’a dua eder. Muaz dirilir ve annesinin yanına gider. Sağ
salim annesinin yanına gittikten sonra tekrar Murat Ovası’na döner. Peygamberimiz bu şekilde sözünü tutmuş olur.

91

kitap_dizgi.indd 91 11/14/12 12:54 PM


Dini kimliğe sahip bu kişilerin tümü, inancın yanında çocuklara isim vermede de
etkili olmaktadır. Bu nedenle her ilçede, hatta her köyde oraya yakın bulunan bir
türbede yatan kişinin isminin çocuklara verildiği görülmektedir. Ergani ve civarında
Zülküf ve Enûş isimlerinin, Ashab-ı Kehf mağarasına yakın Lice, Hani ve Kocaköy
ilçelerinde mağarada kaldıkları söylenen kişilere ait olduklarına inanılan isimlerin,
Karacadağ civarında Sinan isminin, Mardin yolu üzerinde bulunan bir türbe nedeniyle
Şeyhmus isminin yaygın olması örnek olarak verilebilir.

Bu rivayetlerin herhangi bir yerle, şehir, ilçe, bir nehir, türbe vb ilgili motifler taşıması,
halkın nazarında o yerle ilgili dini anlamlar yüklenmeye neden olabilmektedir.
Diyarbakır ve ilçelerinde adım başı türbeye rastlanması, bunların arasında şehit
sahabelerin, tarikat şeyhlerinin türbelerinin de bulunmuş olması, şehrin halkın
yanındaki değerini arttırmakta, şehre olan sevgiye dini anlamlar yüklenmesine neden
olmaktadır. Bu da aidiyet duygusunu ve sahip çıkma arzusunu güçlendirmektedir.
Sahip çıkma ve aidiyet duygusunun etkili olduğu kişilerde olumsuz davranışları
azaltmaya da yardım edeceği bilinmektedir.

Bunların yanında bu efsaneler, asil bir köken aramaya da neden olabilmektedir. Asil
bir köken arama, kökenini ya bir Peygamber soyuna veya bir sahabe soyuna ya da
bir şeyh soyuna dayandırma şeklinde görülmektedir.

Diyarbakır’ın çok eski bir şehir olması, tarih boyunca her dönem değerini koruması,
sahabeler tarafından şehrin fethedilişinden günümüze kadar gayri müslimlerin eline
geçmemiş olmasını Diyarbakırlılar bir iftihar vesilesi olarak kabul etmektedirler. On
dört asır boyunca ezanın Ulu Camii’den eksilmemesi, Ulu Camiinin Anadolu’nun
ilk camilerinden olup, Diyarbakır’ın fethinden bugüne kadar bu camide namazın
kesintiye uğramaması övünç kaynağı olarak kabul edilmektedir.

Bu efsaneler kişinin edebi ihtiyacını da karşılamaktadır. Rivayetler ve masallar


yönünden zengin olan Diyarbakır’da efsaneler ve sözlü olarak anlatılan diğer
edebi ürünlerin, bağlı olduğu türe göre dini duyguları canlı tutmanın yanında
dinleyenlerin edebi yönünü güçlendirdikleri, hayal dünyasını zenginleştirdikleri de
bilinmektedir. Diyarbakır’ın bu yönünün güçlü şair ve ediplerin ortaya çıkmasında
etkili olup olmadığı da ayrıca incelenmelidir. Günümüzde de görüldüğü gibi seküler
bir yaşam dahi yeni efsaneler üretmiştir. Dünya’nın her yerinde yaşanan durum
Diyarbakır’da da görülmektedir. Yerel zenginliklerine yabancılaşan yeni nesil eski
efsaneleri/inançları unutmaya başladığı an bu ihtiyacını (kahraman, örnek şahıs vb.)
sinema karakterlerinden, müzik yıldızlarından ve futbolculardan karşılamaktadır.
Yani Kırklar Dağı ziyaretini, Suzan ve Adil’in öyküsünü bilmeyen, hatta Kırklar
Dağı’nın yerini bilmeyen yeni nesil film ve sinema yıldızlarının hayatlarını çok iyi
bilebilmektedir. Eski efsanelerde görülen dildeki edebi güzelliğin yerini ise görsel ve
işitsel özellikler –efektler- içeren filmler almıştır.
Uygur, ss.466- 467.

92

kitap_dizgi.indd 92 11/14/12 12:54 PM


KAYNAKÇA

Kur’an-ı Kerim Meali, Haz. Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kafi Dönmez,
Mustafa Çağrıcı, Sadettin Gümüş, Ali Turgut, TDV Yayınları, Ankara 2007
ALTUNBOĞA, A.Bilal, Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul 1999
AYTEKİN, Hakan- ÖZGEN, Hasan; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004
ÇİÇEK, Zeynel Abidin, Diyarbakır’ın Fethi Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır Söz
Matbaası, Diyarbakır 2007
DİKEN, Şeyhmus, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, İletişim Yayınları, 5.Baskı,
İstanbul 2004
…………………., Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım, İletişim Yayınları,
2.Baskı, İstanbul 2004
ERİKLİ, Yahya, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler,
Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2006
EVLİYA ÇELEBİ b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV.
Kitap Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Trankripsiyonu, Hazırlayanlar: Yücel
Dağlı-Seyit Ali Kahraman, Yapı Kredi Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 2001
GARDEN, R.J. “Diyarbakır”, Müze Şehir Diyarbakır, Çev: Hamdi Can Tuncer, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul 1999
GÜNALTAY, M. Şemseddin, Dinler Tarihi Yeryüzündeki İlkel Dinler, Sadeleştiren:
Sevdiye Yıldız, Kesit Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006
KARDAŞ, Nimet, “Diyarbakır Halk Kültüründe Bazı Gelenek ve İnanmalar”, Müze
Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999
KORKUSUZ, M. Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbekir, Kent Yay, 1.Bs, İstanbul
2003
KURTOĞLU, Mehmet, Urfa Efsaneleri, Kent Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 2005
MAHFUZ, Adem, Tarihi Değerleriyle Diyarbakır ve Bediüzzaman, Baskı Yeri ve
Tarihi yok
MELEK, Ali-Abdullah DEMİR, Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır İl
Müftülüğü Yayınları, Ankara 2009
YATKIN, Abdulaziz, Açık Hava Müzesi Diyarbakır, 2007, Basım yeri yok
YAVUZ, Muhsine Helimoğlu, Diyarbakır Efsaneleri –Derleme, Araştırma,
İnceleme-, Doruk Yayınları, 2.Baskı, Ankara 1993
YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yayın-Dağıtım, İstanbul
1996
UYGUR, Esma Dicle, “Diyarbakır Halk Kültüründe Cigaret, Nevruz, Hızır İlyas ve
Murat Gelenek ve Şenlikleri”, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, 1999
www.bilinmeyendiyarbekir.com

93

kitap_dizgi.indd 93 11/14/12 12:54 PM


DİYARBAKIR MERKEZ TÜRBELERİ
Kenan Haspolat Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
khaspolat@hotmail.com
Giriş
Birçok şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da evliya türbeleri bulunmaktadır. Bu
türbeler inanç turizmi açısından önem taşırlar. Birçok tarihi kaynağa göz atarak
türbeleri ele alacağız, Diyarbakır salnamelerine göre Diyarbakır türbelerini
inceleyeceğiz

Salname Osmanlı Devleti’nde bir yıllık olayları göstermek amacıyla hazırlanan


eser demektir Osmanlı tarihi, teşkilatı, biyografileri, coğrafyasıyla ilgili ilk salname
1263 (1847) yılında Ahmed Vefik Efendi tarafından, Hayrullah ve Ahmed Cevdet
efendilerin yardımları ve sadrazam Büyük Reşid Paşa’nın emri ile yayınlanmıştır
Salnameler, gittikçe gerek sahife sayısı, gerek boy bakımından, büyümüşler; küçük
punto harflerle yazılan bin sayfalık eserler haline gelmişlerdir Osmanlı Devleti’nin
bütün memurları, rütbe ve nişanları ile bu eserlerde gösterilmiştir 1297 (1880)
yılına ait 35 cild, litografya tekniğiyle basılan son Salname’dir Sonrakiler matbaa
harfleriyle basılmıştır 1888’den itibaren Sicill-i Ahval-i Memurin dairesince, bütün
devlet ünitelerinde resmi bilgiler bir araya getirilerek tanzim edilmeye başlamıştır
(2)

Biz burada 19.yüzyılda Diyarbakır’a ait salnamelerden Diyarbakır’a ait sahabe


ve evliyalarla ilgili bilgileri derledik 19.yüzyılda Diyarbakır’a ait salnamelerden
Diyarbakır merkeze ait türbelerle ilgili bilgileri derledik,başka kaynaklarla konuya
destek olduk

19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerine göre sahabe türbeleri (1)

94

kitap_dizgi.indd 94 11/14/12 12:54 PM


Esami şerifeleri Türbe ve merakıdı Malumat-ı saire ve
şerifeleri mevkii mülahazat

Diyarbakır’da medfun
sahabeler

Sahabe-i Kiramdan Diyarbakır’da. içkalede İsimleri zirdeki ebyatda


Süleyman ibni Halid Nasıriyye Camii muharrer yirmi yedi
radyallahu anh efendimiz şerifinde medfundur nefer diğer sahabe-i
hazretleri kiram ile beraber el an
mescid oldukları halde
medfundurlar.

-Reis-i cümledir Sultan -Muhammed iki


Medfun sahabe isimleri Süleyman Abdullah üçdür
manzum halde verilmiştir -Rıda’an kardeşi Mesud -Hasan nam iki biri
Aycan Kab-ı zi-şan
-Beşir ve Hamza ömer -Fudayl ve Malik ve
ve kahr ve
Şu’be Sabit Ebu’l Hamd
-İki Zeyd, iki Halid biri -Ebu Nasr ve Mugire
Numan eyle iz’an

Sahab-i kiramdan Sultan Diyarbekir’de Sultan


Sa’sa’a radyallahu anh Sa’sa’a camii şerifi
efendimiz hazretleri derununda medfundur

İmam Akil radyallahu anh Diyarbekir’in Garb


efendimiz hazretleri nahiyesinde İmam Akil
karyesinde medfundur

Diyarbekir’de Karadeniz Bir güne vakfı yoktur,


Sahabe-i kiramdan Mir nam mevkide mdfundur türbesi ma’murdur
Seyyaf hazretleri
Defterdar camii şerifi Bir güne vakfı yoktur,
Sahab-i kiramdan Malik-i civarında medfundur türbesi ma’murdur
Ejder hazretleri Diyarbekir’de Hazret-i

Sahabe-i kiramdan Sultan Ömer cami-i şerifi Türbe-i şerifesi


Şecaaddin hazretleri civarında medfundur ma’murdur, iki
değirmen mevkufur

95

kitap_dizgi.indd 95 11/14/12 12:54 PM


HZ SÜLEYMAN TÜRBESİ
Hz.Süleyman, Hz.Rıdvan, Hz Mesut, Hz.Beşir, Hz.Hamza, Hz.Amr, Hz.Sabe,
Hz.Sabit, Hz.Zeyd 2, Hz.Halid 2, Hz.Numan, Hz.Muhammed 2, Hz.Abdullah 3,
Hz.Hasan 2, Hz.Ka’b-Zişan, Hz.Fudayl, Hz.Malik, Hz.Fahr, Hz.Ebul Hamd, Hz.Ebu
Nasr, Hz.Muğire (Radiyallahu Anhum

Sahabe Dışında Camide Bulunan Diğer Türbeler


Hz. Süleyman Camisinde şehit düşen sahabeler dışında farklı türbeler olduğunu
caminin duvarındaki manzum kitabelerden ve bunun yanında mevcut bazı
kaynaklardan anlıyoruz. Bu türbelerden ilki Silahtar Murtaza Paşa’ya aittir. Silahtar
Murtaza Paşa yukarıda da değindiğimiz gibi 1631-1633 yılları arasında Diyarbakır
valiliğini yapmış, Hz. Süleyman Camisini ve türbeyi esaslı bir onarımdan geçirmiştir.
Türbesinin burada olduğunu caminin duvarındaki manzum kitabeden anlıyoruz.

96

kitap_dizgi.indd 96 11/14/12 12:54 PM


Yine Silahtar Murtaza Paşa’nın kız kardeşi Hatice Hanım’ın türbesinin burada
olduğunu oradaki yerli insanlardan öğreniyoruz.Osmanlı Devletinin Diyarbakır
valiliğini yapan Esat Paşa’nın ve eşi Rukiye Hanım’ın türbesinin burada olduğunu
söylediler.

Yine kaynaklarda Osmanlı Devletinin Diyarbakır valiliğini yapan Ahmet Tevfik


Paşa’nın türbesinin burada olduğunu öğreniyoruz”. (3)

Hz.Süleyman camii haziresindeki kabirler.


Silahtar Murtaza paşa:1658’de Diyarbakır valisi oldu.3 evladının fevt olduğu harem
kapısına karşı olan türbedeki mezar taşına yazılan kitabeden anlıyoruz. Maktul zade
Ali paşanın Lebabe adlı kızı merkadinde medfundur.

1819’da vali olan Deli Behram paşanın kızı Rukiye de cami ittisalindeki kabristanda
gömülüdür.
Sadrıesbak Mehmet Reşit paşa Kasım 1836’da vefat edererk Kale içinin yanındaki
kabristanda medfundur.
Esad Muhlis paşa 1850’de Diyarbakır’da vefat etmiş,kale cami kurbündeki mezarlığa
defnedildi
1856’da vali olan Besim paşa’nın oğlu Osman Nesim de burada gömülüdür.(4)

Mahmud paşa 12 Aralık 1859’da vefat etti,mezarı kale camii kurbündedir.Mardin


kapısı haricinde Şeyh Mehmed Amidi Türbesi civarındaki sahada istiska zamanı için
bir namazgah yaptırmıştır.(4)

97

kitap_dizgi.indd 97 11/14/12 12:54 PM


Camideki süslemeler bazalt ve kalker üzerine oyma ve grafitto tekniğinde; ahşap
üzerine ise boyama tekniğiyle oluşturulmuştur.Metin Sözen, Diyarbakır`da
Türk Mimarisi isimli eserinde cami hakkında şu bilgileri vermektedir: “Yapının
neredeyse tamamı taştan yapılmıştır. Yapıda ilgi çekici önemli süsleme özelliklerine
rastlanmamaktadır. Yapı topluluğuna iki yerden giriş vardır. Bunlardan biri batıda,
diğeri güneydedir. İki taraftan da girilince güneyde mihrabı, kuzeyde üç sütuna
dayanan dört kubbeli abdest alma musluklarının bulunduğu alana varılır. Burası yaz
aylarında açık namaz kılınacak yer durumundadır. Açık alanın doğusunda yer alan
caminin önündeki türbe daha geç bir devirde yapılmış, yapılırken tam olarak camiye
uydurulamamıştır. Caminin bitişiğinde bulunan bu türbe bölümünün içi İznik Çinileri
ile süslüdür. Caminin batı duvarına bitişik olarak eklenen türbeye camiden geçitler
sağlanmış, fakat yer yer örtü şekillerinde beliren kesilmelerden bu eklenen kısmın da
zaman zaman değişiklik gördüğü anlaşılmaktadır.
Minaresi, Diyarbakır ve çevresinde örneklerine rastladığımız gibi karedir, enine yer
yer silmeler atılarak dikey görüntüsü zayıflatılmaya çalışılmıştır. Üzerindeki yazıtın
varlığı minareyi 555/1160 yılına götürmektedir.
Cami kısmına, burca bitişik basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu giriş
bölümünün üstünde ikinci bir kat bulunmaktadır. Kuzey tarafta ise kubbeli
kısım ve şadırvan yer almaktadır. Olanakların el verdiği kadar eğimli arazi
kullanılmaya çalışılmış, surla bağlantısı bulunduğundan boşluklar gerektiği şekilde
doldurulmuştur. Buradan, ortada kapı, iki yanda bu kısma birer penceresi bulunan
camiye girilmektedir. Bu kısmın üstü beşik tonozla örtülüdür ve üstte iki sütuna
dayanan bir mahfili bulunmaktadır. Bu mahfile, minareye, doğu kısmından dışarı
taşan beşik tonozlu odaya, soldaki merdivenle geçit sağlanmıştır.
Caminin iç kısmı, mahfilli kısımla beraber, enine üç bölüme ayrılmıştır. İlk iki bölüm
hemen hemen birbirine eşit olduğu halde, girişteki mahfilli kısım onların yarısı kadar
düşünülmüş, hepsi de enine beşik tonozlarla örtülmüşlerdir. Bölümler ikisi duvarda,
ikisi bağımsız olmak üzere dört ayağa dayanan kemerlerle ayrılmışlardır. Yalnız
birinci bölümdeki dar ayakların kuzey tarafa bakan yüzleri, belirli bir yükseklikten
sonra niş şeklinde biçimlendirilmiş diğerleri yalın bırakılmıştır.(13)

Sultan Sasa
Sahabe-i kiramdan ve Diyarbakır’ın ilk İslam valisi olan Sultan Sa’sa Hazretleri,
Diyarbakır’ın fethi esnasındaki çarpışmalarda aldığı yaralardan dolayı bir süre
sonra vefat etmiştir Naşı, Hasan paşa hanının batısında ve eski belediye binasının
doğu bitişiğinde türbesinin inşa edildiği yere defnedilmiştir. Sultan Sa’sa adına bir
türbenin yanı sıra, aynı kompleks içinde bir cami ve bir de medrese inşa edilmiştir.
Cami-i şerifin inşa tarihi tam olarak bilinmemektedir. XIX. yüzyılda Diyarbakır’ın
önemli camileri arasındadır. Diyarbakır’da Kur’an okunacak camilerle ilgili
1794.1818.1824 ve 1826 tarihli belgelerde, bu caminin varlığını görüyoruz.

98

kitap_dizgi.indd 98 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır’daki camiler içerisinde önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Bunun yanı sıra, Kasım 1788 ve 1792 tarihli belgelerden bu tarihlerdeki cami
görevlilerini de tespit etmek mümkündür
H.1316 (1898-1899) yılında, Diyarbakır Valisi Halid Bey tarafından caminin tabanı
tamamen tahta döşeme ile kaplatılmıştır.Şehrin Müslüman ahalisi ve önde gelen
devlet adamları sadece bu türbe, cami ve medreseden oluşan külliyeyi inşa etmekle
kalmamış, aynı zamanda buraya önemli gelir kaynakları da vakfetmişlerdir.(5)

Sultan sasa’nın 1925’den önceki durumu(sol köşe)

1926 yılında Belediye başkanı Nazım Önen ilk sahabe Diyarbakır valisi Sultan
Sasa’nın türbesini yıktırmış.’Daha sonra türbesini oradan taşımak üzere,mezarını
açtıkları zaman,cesedinin çürümediğini görmüşler.Yalnızca sol bacağının dizden
aşağısı çürümüş’(6)(7)
Sultan Sasa’ya izafeten burada bir cami vardı

Şeyh Seyyid Sa’saa camii:Hasan Paşa hanının batısında ve eski belediye


binasının binasının doğu bitişiğindeydi Yapım tarihi ve yaptıranın belli değilse
de,İlk Arap valisi Sultan Sa’sa’ya izafe edilmiştir.1926 yılında belediyece
yıktırılmıştır.A.Bulduk Elceizre isimli eserinde (s.212-214) bu caminin adı Sultan
Sa’saa olarak kayddilmişti.Ancak belgelerde Seyyid sa’sa olarak geçer(BA.,Cevdte
Evkaf,No.12308,Ali Emiri,III.Selim Tasnifi,No.3508).XIX.yüzyılda Diyarbakır’ın
önemli camileri arasındaydı.1794-1818-1824 ve 1826 tarihli Diyarbakır’da Kur’an
okunacak camilerle ilgili belgelerde,bu camiin Diyarbakır’daki camiler içerisinde
önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır.(Diyarbakır Şer.Sic.No.355,s.2; No.5
90,s.35;No.351,s.40,No.631,s.26).Bunun yanı sıra Kasım 1738 (BA.Cevdet Evkaf.
No.12308) ve 1792 tarihli belgelerden (BA.Ali Emiri,III.Selim Tasnifi.No.3503) bu
tarihlerdeki cami görevlilerini de tespit etmek mümkündür. (8)

99

kitap_dizgi.indd 99 11/14/12 12:54 PM


İmam Akayl radyallahu anh efendimiz hazretleri

İmam Ukayl türbesi:Salnameye göre sahabedir.Zira isminin yanında sahabeye ithaf


olunan (RA) ibaresi vardır.Salnamede Diyarbakırda fabrika köyünün üst kısmında
İmam Ukayl türbesi bulunmaktadır.Halk bu türbenin Hz.Alinin abisi olduğuna
inanılır.Salnamede kendisi için (RA) ifadesi kullanılır.

Salname
Diyarbakır salnamelerinde (IV/208) Fabrika köyünde İmam Akil köyünde İmam
Akil(Ukayl) (RA) yattığı ifade edilir (1).Salnamede ;
İmam Ukayl,Dn vakıfiyarbakır’da çok önemsenmiş,kendine ithafen vakıf ve
mescidler yapılmıştır.Diyarbakırda İmam Ukayl Mescidi vardır.Kasap Hacı Hüseyin
Vakfı ,İmam Ukayl Mescidinin yemek masrafları için kurulmuş bir vakıftır. (9).
Ukayl Mescidi Pamuçular Çarşısı yakınlarında idi. 1915’te yanmıştır.19.yüzyılda
işlekti (8)

100

kitap_dizgi.indd 100 11/14/12 12:54 PM


Aşağıdaki belgelerde Peygamberimizin amcaoğlu Hz.Ukayl ve Diyarbakır ilişkisi
anlatılıyor.Tarihçi Erpolat hocamızın verdiği belgelere göz atalım:
Belge 1:Kısa belgenin ilk cümlesi şöyledir: “Marûz-i çâker-i kimesneleridir ki İbn
‘Am cenâb-ı Resûl-i Kibriya Hz. Ukayl (RA) taala Efendimizin Diyarbekir Vilayeti
dahilinde Amid nahiyesinde vaki Mescid-i Şerifleriyle Türbe-i saadetlerine merbut
Tilvelik ? ve Dumlan? karyeleri hasılatının... (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade-
Evkaf katalogu, vesika no:6 iki adet belge)

Belge 1
Belge-2: Belgede Hz. Ukayl’ın imam olduğu bilgisi de var. “İbn ‘Am Cenab-ı resul-i
Kibriya İmam Ukayl (RA) hazretlerinin Diyarbekir vilayeti dahilinde...” mescit
ve türbesinin vakfının gelirinden bahsederken Hz. Ukayl’in imamlığına da vurgu
yapılıyor.

Belge 2

Diyarbakır’da İmam Ukayl’a ait(Peygamberimizin amca oğlu) mescid ve türbesiyle


ilgili yeni belgeler ortaya çıktı.Bilindiği üzere Diyarbakır Çarıklı beldesi İmam Akil
köyünde Hz.alinin ağabeyi İmam Ukalyl’ın mezarı olduğuna dair daha önce basında
haberler yer aldı.Diyarbakır Valiliği ile Dicle Üniversitesinin birlikte hazırladığı
Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır kitabı Hz. Ali’nin ağabeyi,peygamberimizin
amcaoğlu İmam Ukayl’ın türbesinin Diyarbakır’da olduğunu teyid edici belgelere
ulaşıldı

101

kitap_dizgi.indd 101 11/14/12 12:54 PM


Kitap:Kenan Yakuboğlu,M.Salih Erpolat,Mustafa Sarıbıyık.Osmanlı Belgelerinde.
Diyarbakır valiliği.Dicle Üniversitesi.2011. (10)
Belgeler ektedir
1.Belge BOA,İ.EV.446/6 a.22.10.1906
Hz Peygamber(SAV)’in amcasının oğlu Akil(RA)’ın Diyarbekir vilayetinin Amid
nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın diğer vakıflar
gibi müdahaleden istisna tutulması konusunda Maliye Nezareti tarafından Sadaretten
izin talebini içeren belge

Birinci belge

İkinci belge:BOA,İ.EV.44/6 b.24.06.1907


Hz. Peygamber (SAV)’in amcasının oğlu Ukayl(Akil) (RA)’in Diyarbekir vilayetinin
Amid nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın gelirleri
arasında Tilvelik ve Dolman köylerinin öşür hasılatından daha önceki senelerden
bakiye kalan 1197 kuruşun ödenmesi konusunda Diyarbakır Defterdarlığının
gönderdiği yazı üzerine konunun sadrazam tarafından padişaha arz edildiği ve
padişahın irade-i seniyyesini belirten başkitabet dairesinin notu yer almaktadır

ikinci belge

102

kitap_dizgi.indd 102 11/14/12 12:54 PM


Sahabe-i kiramdan Mir Seyyaf Hazretleri
Salnameye göre:Diyarbekir’de Karadeniz nam mevkide medfundur Bir güne vakfı
yoktur,türbesi ma’murdur (1)

Mir Seyyaf

Bu sahabe tebliğci değil,şehit sahabe kategorisindedir.


Mir Seyyaf (Radiyallahu Anh) Hasırlı Mah. Karadeniz 2 Sk Mir Seyyaf Diyarbekir’in
fethi esnasında şehid düşen sahabedir .(11) Türbe kesme ve moloz taştan yapılmış,
yakın tarihlerde onarılmıştır. Kare planlı olup, üzeri beşik tonozla örtülmüştür.
Girişin yanında içerisini aydınlatan bir penceresi bulunmaktadır.(12)

Sahab-i kiramdan Malik-i Ejder hazretleri


Defterdar camii şerifi civarında medfundur Bir güne vakfı yoktur, türbesi ma’murdur (1)
Malik-i eşter’in burada sadece parmağının olduğu veya Mısır’da kabrinin olduğu da
ifade edilmektedir. Bu karışıklığı şu kaynak çözer, sanırım. Ebubekir Feyzi,Hülasa-i
Ahval-i Buldan fi memalik-i Devlet-i Ali Osman adlı eserinde burada medfun
sahabenin ismini Malik Azur olarak vermektedir.Mâlik -i Ecder Türbesi’ni Nakip
Efendi`nin yaptırdığı bilinmektedir. Türbe 3x3 m. ebadında küp şeklinde olup siyah
taştan yapılmıştır (13)

Malik-i eşter türbesi

103

kitap_dizgi.indd 103 11/14/12 12:54 PM


Sahabe-i kiramdan Sultan Şecaaddin hazretleri
Diyarbekir’de Hazret-i Ömer cami-i şerifi civarında medfundur.Türbe-i şerifesi
ma’murdur, iki değirmen mevkutfur (1)

Sultan Şecaaddin hazretleri


Diyarbakır Mardin Kapısı içerisindeki Deliller hanı’nın karşısındadır. Türbenin
kitabesi bulunmadığından ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi
bulunmamaktadır. Ancak, türbenin önündeki Sultan Şuca’ya ait çeşmenin üzerinde
1208-1209 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Ayrıca Vilayet Salnamelerinde de Sultan
Şuca’nın Mardin kapısı yakınında medrese, türbe ve çeşme yaptırdığı belirtilmiştir.
Buna dayanılarak türbenin de XIII. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır.
Türbenin mimarı belli değildir.

Türbe kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır. Kare planlı olup, üzeri piramidal bir
çatı ile örtülmüştür. Türbe içeriden kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş mukarnaslı
tromplarla sağlanmıştır. Türbenin dış yüzünde değişik zamanlarda yapılan onarım
izleri görülmektedir. (12)

Sahabe Abdurrahman
Örfizade Vakfının 11 Şevval 942(1536) Tarihli Tescilli Vakfiyesinin Türkçe’ye
Çevrilmiş Son Sayfası

104

kitap_dizgi.indd 104 11/14/12 12:54 PM


Örfizade vakfının yaklaşık Yavuz Sultan Selim zamanına uyan 11 Şevval 942 tarihli
Seyyid Ömer mühürlü mahkeme tescilli vakfiyenin son sayfasında “adı geçen
mahallede eski medrese ve Şeyh Said’in Cündiye ve Kadiriye tekkesi de denilen
evde malum makam ve eski bir ziyaret ve sahabi Abdurrahman (RA)nın yatmakta
olduğu ev ise, şu anda biz içinde oturuyoruz, bizden sonra zürriyetim ve akrabalarım
oturacaktır. Fakirlerde yedi gün misafir edilirler. Bu ev saygındır, ihmal etmeyin,boş
sanmayın, ruhaniyetle doludur, sakın ona karşı saygısızlık etmeyin” denmektedir.
Kabir İsmet paşa ilkokulunun karşısında EHİDER okuma salonunun bahçesindedir.

İbavender=Sultan Saad
Dağkapı bitişiğindeki sahabe mezarı için Ebubekir Feyzi, İbavender de denilen
Sultan Saad’a ait olduğunu ifade eder. (13)

Sultan Sahad
Dağkapıda bir sahabe mezarı bulunmaktadır. Sultan Abdülmecid’e sunulan Feyzullah
efendinin raporunda buradaki sahabenin ismi İbavender olarak geçer.Burada Ebu
Muhsin Sahad bin Ebi Vakkas ismi geçmektedir.Belirtilen sahabenin Saad bin Ebi
Vakkas’la ilgisi yoktur.Bu sahabe Diyarbakır’a hiç gelmemiştir.Irak orduları baş
komutanıdır.Buradaki mezarlardan biri İbavender’dir.Diğeri ise Güney kafkasyadan
gelen arakçın Mezandaridir.Bu evliyanın soyu müftüler ailesi,Uluğ’lar olarak geçer

Diyarbakır Müftülüğünün yorumu:Merkez Sur İlçesi’nde, Ulu Beden Burcu’nun


arkasında, çevresi demir parmaklıkla çevrilmiş iki kabir bulunmaktadır. Mezar
taşlarından birinde sonradan yazıldığı anlaşılan Türkçe “Sahat b. Vakkas
Ebu’l-Muhsin” yazısı bulunmaktadır. Diğer kabirde ise Arakçîn Baba diye
de bilinen Şeyh Mehmed-i Berzencanî medfûndur ( Arakçîn Baba Türbesi).
“Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” şeklinde belirlenen kabirde Diyarbakır’ın
fethine katılan bir sahâbenin medfûn olduğuna inanılmaktadır.

105

kitap_dizgi.indd 105 11/14/12 12:54 PM


Bu “sahâbe”nin ise ünlü sahâbe Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) olmadığı bilinmektedir.
Çünkü Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)’ın Diyarbakır’ın fethine katıldığına dair bilgi
bulunmadığı gibi künyesi de Ebu’l-Muhsin değil, Ebû İshak’tır. Ayrıca Hz. Sa’d
(r.a.)’ın kabrinin Medine’de Bakî Mezarlığı’nda bulunmaktadır. 1316/1898 tarihli
Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve
evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Diyarbakır’da “Sahat veya Sa’d” isimli bir
sahabinin medfûn olduğuna dair de bilgi bulunmamaktadır.

Bütün bu bilgiler dikkate alındığında Sa’d b. Ebi Vakkas’a ait zannedilen bu mezarın,
“Sa’d-Saad” veya mezar taşında yazıldığı şekliyle “Sahat” adında başka bir sahabîye
ait olduğu düşünülebilir.Buna karşın Ebubekir Feyzi, Sultan Abdülmecid’e ithaf
ettiği Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik-i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde, çarşı
içerisinde bulunan bu kabrin “İbavender” de denilen Sultan Saad’a ait olduğunu ifade
etmektedir. (13)

Diyarbakır türbelerini ifade eden 19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerine göre evliya


türbeleri(1)

Esami şerifeleri Türbe ve merakıdı Malumat-ı saire ve


şerifeleri mevkii mülahazat

Esami şerifeleri Türbe ve merakıdı


Diyarbakır merkez şerifeleri mevkii
Şüheda-i kiramdan Türbeleri
Bab-ı Kal Hazretleri Diyarbakır’da Hindib-
Eizze-i Kiramdan Sarı aba civarında medfun-
Saltah-ı Gülşeni Haz- dur.
retleri Diyarbekir’de Rumkapı
Eizze-i kiramdan Şeyh civarında zaviye-i
Halil-i Gülşeni haz- Şerifelerinde medfun-
retleri dur
Eizze-i kiramdan Şeyh Diyarbekir’de Camius-
Ahmedi Gülşeni haz- safa derununda med-
retleri fundur
Eizze-i kiramdan Mus-
lihiddin Lari Hazretleri
Eizze-i kiramdan Şeyh
Muhammed Amidi
Hazretleri

106

kitap_dizgi.indd 106 11/14/12 12:54 PM


Esami şerifeleri Türbe ve merakıdı Malumat-ı saire ve
şerifeleri mevkii mülahazat
Eizze-i kiramdan Şeyh Diyarbekir’de
Muhammed Amidi Camiussafa derununda
Hazretleri medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh Diyarbekir
Aziz Mahmud-ı Ermevi kabristanında
Hazretleri, medfundur
Eizze-i kiramdan Diyarbekir Mardin
Arakçın-ı Mazenderani kapısı haricinde
Hazretleri türbe-i Şerifelerinde
Eizze-i kiramdan Şeyh medfundur
Bilal Hazretleri Diyarbekir Rumkapı
Eizze-i kiramdan Şeyh haricindeki merkad-ı
Mutahhar Hazretleri Şerifelerinde
Eizze-i kiramdan Şeyh medfundur
Tahir-i Halveti Haz-
retleri Diyarbekir Dağ kapısı
Eizze-i Kiramdan Çifte ittisalinde medfundur
Evliya Hazretleri Diyarbekir Rum kapısı
Eizze-i kiramdan Hindi haricinde medfundur
Baba Hazretleri Diyarbekir’in Müsakkafat-ı vakfiye
Eizze-i kiramdan Şeyh Şeyhmatar camiinde icarıdır
Hançer Güzar Haz- medfundur
retleri Diyarbekir içkalede
Eizze-i kiramdan Şeyh medfundur Müşairün-ileyhimanın
Saadeddin-i Cibavi Diyarbekir hükümet
isimleri gayri ma’ruf
ahfadından Şeyh Ab- konağı pişgahında
durrahman Hazretleri medfundur olup ala-rivayetin
Eizze-i kiramdan Şeyh Diyarbekir’in Aynüzülal havariyundan oldukları
Mahmud-ı Nakşi Haz- nam mevkide meşhurdur.
retleri medfundur
Eizze-i kiramdan Diyarbekir’in
Kurmaşlı Şeyh Mehmed Hüsameddin
Efendi mahallesinde
medfundur
Diyarbekir’in
Saadeddin Cibavi
zaviyesinde medfundur
Rum kapısı haricinde
medfundur
Dağ kapısı haricinde
medfundur

107

kitap_dizgi.indd 107 11/14/12 12:54 PM


Bavekal
Şüheda-i kiramdan Bab-ı Kal hazretleri Diyarbakır’da Hindibaba civarında medfundur
(1) (14).Bavekal: Bab-ı Kal farsça pir anlamına gelir. Bu semtte Merkez bankasının
yanında Bab-ı kal(ihtiyar) baba yatmaktadır. Asıl simi seyid Hüseyin’dir.4 asırdır
burada yatmaktadır. Ailenin bir kolu Suriye’de,bir kolu da Kızıltepe’dedir.Her yıl
Ağustos ayında Kızıltepe’de mevlüdü vardır.Suriyeden ve bölgeden torunları buraya
gelir.Ziyarete Suudi Arabistan’dan torunları da gelmektedir. ziyarete gelmektedir.

Şeyh Muhammed Gülşeni ve Gülşeniler(Mardinkapı) Türbesi


Şeyh Muhammed Gülşeni türbesi Halveti tarikatının bir kolu sayılan Gülşeni
tarikatının kurucusu İbrahim Gülşeni’nin babasıdır. Tamamen kesme taştan yapılmış
olan türbe, kare gövde üzerine, içten pandanifli kubbe, dıştan piramidal çatıyla
örtülü bir yapıdır. Etrafı duvarla çevrilidir. Türbenin güneyinde aynı ismiyle taşıyan
bir namazgâh kalıntısı varamazgah. M. 1859’da Vali Mahmud paşa tarafından
yaptırılmıştır. M. 1434 tarihinde vefat etmesi muhtemeldir.(M.Değer ,Beysanoğlu:Ş.
Diyarbakır’ folklorunda halk hekimliği San matb.Ank..1992.s.70)

Şeyh Muhammed Gülşeni ve Gülşeniler(Mardinkapı)

108

kitap_dizgi.indd 108 11/14/12 12:54 PM


Sarı Saltuk
Türbe halk arasında sarı sadık deniliyorsa da,o türbede gülşeni hacı ali halife
yatmaktadır
Salnameye göre Eizzei kiramdan Şeyh Halil-i Gülşeni hazretleri Eizze-i kiramdan
Şeyh Ahmedi Gülşeni hazretleri Diyarbekir’de Camiussafa derununda medfundur
(1)Diyarbakır Urfa Kapısı’nın iç kısmındadır. Yanında Gülşeniler Tekkesi
bulunmaktadır. Türbenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı ve türbede kimin
yattığı da bilinmemektedir. Halk arasında Sarı Saltuk Türbesi olarak tanınmaktadır.
Geç dönemlerde yapılan onarımlar türbenin orijinalliğini değiştirmiştir. Bununla
beraber kesme taştan sekizgen planlı ilginç bir yapı olup, içeriden kubbe, dıştan
da piramidal çatı ile örtülüdür. Türbenin dış cephesine hareket kazandırmak için
siyah beyaz taşlardan yer yer kûfi yazı frizlerine yer verilmiştir. (12) Süslemeler
siyah bazalt ve beyaz kalker üzerine oyma ve kakma tekniğiyle oluşturulmuştur.
Dış mimaride süsleme cephelerde kullanılmıştır Çokgen gövdenin üst Kesiminde
bir kitabe kusağı yer almaktadır. Beyaz kalker üzerine celi sülüs hatla yazılan kitabe
süsleme unsuru taşımamaktadır. Bu kitabenin üstünde iki sıralı mukarnas konsol
dizisine yer verilmiştir. Mukarnasların alt sırası topaçlı üç dilimli yelpazelerin
belirli aralıklarda dizilmesiyle oluşmaktadır. İkinci sıra yuvarlak kemer formlu
yuvacıklardan meydana gelmektedir. Yuvacıkların yüzeyi bademlerle dolgulanmıştır.
Kuzey taraftaki iki kenarın üst kesimine kare panolar yerleştirilmiştir
Panoların yüzeyine makıli hatlı yazılar islenmiştir. Yazılar beyaz kalker zemin
üzerine siyah bazalttan harflerin kakılmasıyla oluşturulmuştur.Dış mimaride kapı ve
pencere düzenlemelerinde kemerler siyah-beyaz iki renkli taslarla oluşturulmuştur.
Batıdaki pencerenin yer aldığı sivri kemerli nişin köseliklerine birer sütunçe
yerlestirilmiştir. Kemerin oturduğu sütunçelerin silindirik gövdeleri burmalı yivlerle
hareketlendirilmiştir. Gövdeden burmalı bileziklerle ayrılan sütunçe baslıkları
aşağıda silindirik olarak başlamaktadır. Yukarıya doğru genişleyerek dörtgen
prizmal formda sonlanan baslıkların yüzeyi girift rumi-palmet kompozisyonları ile
dolgulanmıştır. Prizmal bölümün görünen yüzeylerine yarım sekiz köseli yıldızların
yan yana diziminden oluşan düzenleme işlenmiştir

Güneyde türbeye girişin sağlandığı kapının yanında dikdörtgen bir niş bulunmaktadır.
Nişin kenarlarına birer sütunçe yerleştirilmistir. Sütunçeler üst köseleri yuvarlatılmış
küp altlıklar üzerine oturmaktadır. Sütunçelerin tüm yüzeyi süslenmiş durumdadır.
Soldaki sütunçenin altlığında iki farklı süsleme uygulanmıştır. Altta zikzak hatlı
iki şeritli örülmektedir. Böylece zeminde eşkenar dörtgenler meydana gelmektedir.
Altlığın üst kesimine yarım altı kollu yıldız motifi işlenmiştir. Sağ sütunçenin
altlığında bütün yüzey altıgenlerden meydana gelen geometrik kompozisyonla
süslenmiştir. Sütunçelerin gövdesi aynı geometrik kompozisyon ile kaplanmıştır.
Kompozisyonda yatay ve dikey eksenlerde kesişen ikili zencerekler dört kollu
yıldız motifleri ile aralarda sekiz köseli yıldızlar meydana getirmektedir. Zemindeki
yıldızların içleri birer gülbezekle dolgulanmıstır (27)

109

kitap_dizgi.indd 109 11/14/12 12:54 PM


Sarı saltahı-Gülşeni Türbesi

Sarı Saltuk Türbesinde İki Mezar

110

kitap_dizgi.indd 110 11/14/12 12:54 PM


Anadolu ve balkanlarda sarı saltuk :(Diyarbakır’da Sarı Saltuk efsanesi) ( Prof.
Dr. Şükrü Halûk Akalın Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi )
Türk tarihinin ve Türk kültürünün önde gelen simaları yüzyıllar geçse bile
milletimizin gönül dünyasında yaşamağa devam ederler. Dede Korkut’tan Nasrettin
Hoca’ya, Hoca Ahmet Yesevî’den Yunus Emre’ye, Oğuz Kağan’dan Fatih Sultan
Mehmet’e, Kanuni Sultan Süleyman’dan Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’e kadar
adları ciltlere sığamayacak kadar çok olan devlet ve kültür adamlarımız sadece
yaşadıkları coğrafya parçasında değil, bütün Türk dünyasının gönlünde yaşamakta
ve saygıyla anılmaktadır.

Bu şahsiyetlerden biri de Sarı Saltuk’tur. Ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmesine


rağmen Sarı Saltuk hâlâ Anadolu, Rumeli ve Balkan Türklerinin günlünde ve
hafızasında yaşamaktadır. En doğuda Diyarbakır ve Tunceli’den başlayıp Bor,
İznik, İstanbul’dan Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya, Bosna Hersek’e
kadar uzanan çizgide bulunan Sarı Saltuk’a ait türbe ve makamların büyük bir
saygıyla ziya¬ret edilmesi, menkıbelerin anlatılması Sarı Saltuk’un hatırasının canlı
bir şekilde yaşamakta olduğunun birer delilidir. Sadece Müslüman Türkler arasında
değil Ortodoks mezhebine bağlı Hıristiyan dinindeki Gagauz Türklerinin de Sarı
Saltuk’u millî hafızalarında yaşatmaları, ondan saygıyla söz etmeleri ve onu bir Türk
azizi kabul etmeleri dikkat çekicidir.

Peki kimdir Sarı Saltuk ? Ne zaman yaşamış, neler yapmıştır?

Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’nin fethi esnasında gazalara katılan, kahra¬man¬lığı


ve velayeti ile daha yaşarken efsane¬vî bir şahsiyet haline gelen bir Türk kahramanıdır.
Hayatı etrafında oluşan menkıbelere diğer gazi ve velilerin menkıbe¬le¬ri de
karışmıştır. Bu sebeple Sarı Saltuk’un gerçek hayatı ile ilgili bilgileri elde etmek
son derece güçleşmiştir. Tarihî kaynaklarda yer alan Sarı Saltuk ile ilgili bilgiler
Sarı Saltuk’un gerçek hayatını ortaya koyacak nitelikte değildir. Gerçek hayat ile
menkıbevî hayat birbirine karışmıştır. Üstelik tarihî kaynakların Sarı Saltuk hakkında
verdikleri bu bilgilerin bazan birbiriyle çeliştiği de görülmektedir.Sarı Saltuk’un
destanî şahsiyeti ile ilgili bilgileri çeşitli menakıb-nâmelerde[2] ve velayet-nâmelerde
bulabilirsek de hiç şüphesiz bu konuda en önemli kaynak, doğrudan doğruya Sarı
Saltuk’un hayatını konu alan Saltuk-nâme adlı eserdir. Ebül¬hayr-ı Rûmî adındaki
bir yazar Cem Sultan’ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli’yi adım adım dolaşarak
Sarı Saltuk’a ait menkıbeleri toplamış ve üç ciltlik bir eser haline getirmiştir. Eser
tahminen 1480 yılında tamamlanmıştır.

Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır’dır. Babasının adı Seyyid
Hasan’dır. Şerif Hızır, üç yaşındayken babasız kalır. Şerif’in yetiştirilme¬si
işini Seravil adındaki bir lala üstlenir. Kısa sürede ata binmeyi, ok atmayı, kılıç
kul¬lan¬mayı öğrenen Şerif Hızır, Türk destanlarındaki alp tipinin önemli bir
örneğini teşkil eder.

111

kitap_dizgi.indd 111 11/14/12 12:54 PM


Şerif Hızır’ın Saltuk adını alışı ise bir geleneğe dayanmaktadır. Bu gelenek, kişinin
gösterdiği kahramanlık sonucu ad almasıdır. Dede Korkut Kitabı’nda örnekle¬ri¬ni
gördüğümüz ad alma-ad verme olaylarının[7] benzerleri Saltuk-nâme’de de yer
almak¬¬tadır. Kahramanımıza Saltuk adını, savaşta yendiği Alyon adlı bir düşmanı
vermiştir. Müslüman olan Alyon’a da Saltuk, İlyas adını verir[8]. Bu ad verme olayı
dışında eserde geçen diğer ad verme olayları Saltuk’a yenilerek Müslüman olan
kişilere Saltuk tarafından bir Türk adı verilmesi ile ilgilidir

Sarı Saltuk, bir destan kahramanında bulunması gereken bütün özelliklere


sa¬hip¬¬tir. Son derece güçlüdür, yüreğinde korkunun zerresi bile yoktur. Tek başına
düş¬man içine yanar od gibi girmekte, düşman kalelerini fethetmektedir. Aman
dile¬yen düşmanına karşı ise merhametlidir. Saltuk-nâme’de, yiğitte bulunması
gereken özel¬lik¬ler ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek ve yigitçe gezmek olarak
sırala¬nır¬ken, Sarı Sal¬tuk’un bu dört hünerde mahir olduğu özellikle belirtilir.
Bu özellikler dışında Sarı Saltuk’un olağan üstü güçleri de olduğu Saltuk-nâme’de
mübalağalı bir şekilde anlatılmaktadır. Çok uzaklarda aleyhinde söylenenleri
işitebilmekte, oturduğu yerden bir kılıç darbesiyle bir başka diyardaki düşmanını
öldürebilmekte, göz açıp kapayıncaya kadar bir diyardan bir başka diyara
gidebilmek¬te¬dir. Düş¬man¬ları bir türlü Saltuk’u öldürememektedir; ok atarlar
batmaz, kılıç vurur¬lar kesmez, büyü yaparlar tesir etmez, suya atarlar boğulmaz,
ateşe atarlar yanmaz. Bütün cinler ve melekler Sarı Saltuk’un yardımcısıdır. Hatta
bu cinlerden birisi ile ahiret kardeşi bile olmuştur. Düşmanları ise kâfirler, zâlimler,
cadılar, devler, canavar-lar ve kötü cinlerdir. Bütün bu özellikler göz önünde
bulundurulduğunda, Sarı Saltuk’un alp-eren kişiliğinin yanı sıra, bazı menkıbelerde
bir masal kahramanı kimliğiyle karşımıza çıktığı da görülmektedir.

Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk 99 yıl yaşamış, sonunda düşmanları tarafından


zehirlendikten sonra hançerlenerek şehit edilmiştir. Ancak, son nefesini vermeden
önce de kendisini zehirleyen ve hançerleyen düşmanını öldürmüştür.

Sarı Saltuk’un türbe ve makamları üzerine yapılmış bazı çalışmalar bulunmaktadır.


F.W. Hasluck Kaliakra (Varna/Bulgaristan), Babaeski ,(Türkiye), Babadağ
(Romanya), Ohri (Makedonya), Kruya’daki türbe ve makamları araştırmış; Ragıp
Önen Bor’daki türbeyi tanıtmış; Nazmi Sevgen, Sarı Saltuk ile Aiyos Spiridon
arasındaki ilgiyi ele aldığı yazı dizisinde Babadağ (Romanya), Tunceli, Diyarbakır,
Babaeski, Bor, Rumelifeneri’nde bulunan türbe ve makamları tanıtmış Machiel Kiel
Babadağ’daki türbeyi ve bu türbenin tarihini incelemiş; Grace M. Smith Babaeski,
İznik, Bor, Diyarbakır, Babadağ (Romanya), Blagay (Bosna-Hersek)’da bulunan
türbe ve makamlar hakkında genel bilgiler vermişNimetullah Hafız İpek’teki, Tacida
Hafız Blagay’daki türbeler hakkında bilgiler veren bildiriler sunmuşlardır. .

112

kitap_dizgi.indd 112 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır şehir merkezindeki Urfa Kapısı yakınlarında Gülşeniler Tekkesi olarak
adlandırılan tarihî yapılar arasında Sarı Saltuk’un bir türbesi de bulunmaktadır. Kesme
taştan yapılan sekiz köşeli bir yapı olan türbe, içeriden bir kubbe, dışarıdan da yüksek
bir kasnak üstünde piramit biçimi çatıyla örtülüdür. Türbe, dört bir yanı duvarla çevrili
külliyenin içindedir. Külliyede halen ibadete açık bir mescit bulunmaktadır. Türbe,
girişin hemen sağındadır. Türbenin eskiden iki pencereli olduğu anlaşılıyor. Sonradan
bu pencerelerden biri örülerek iptal edilmiştir. Mescidin yanında ayrıca iki de mezar
bulunmaktadır. Halk, türbede yatan kişiyi Sarı Saltuk, Sarı Sadık, Seyyar Saltuk
gibi adlarla anmaktadır. Sarı Sadık Camii imamı Sadık Özbağlar’ın anlattığına göre
türbede gömülü olan kişi alplar döneminde yaşamış bir alp-eren olan Sarı Saltuk’tur.
Ölümü yaklaştığında adamlarına şöyle bir vasiyette bulunmuştur: «Ben öldüğüm
zaman yedi tabut hazırlayacaksınız. Bu tabutlardan birinde ben olacağım, altısı ise
boş olacak. Boş olanları küffar diyarlarına gömeceksiniz. Tabutumun bulunduğu
ülkeleri Türkler küffardan alacak.». Halk arasında yaşayan başka rivayetler de
vardır. Bu rivayetlerden birine göre Sarı Saltuk gezgin bir evliyadır. Gazalara da
katılmıştır. İnanışa göre Diyarbakır’da yaptığı bir savaş sırasında şehit düşmüş ve
türbenin olduğu yere gömülmüştür. Türbenin halk inanışlarında önemli bir yeri
vardır. Cuma akşamları (perşembeyi cumaya bağlayan akşam) türbeyi yalın ayakla
ziyaret eden kadınlar can u gönülden bir dilekte bulunurlarsa bu dileklerinin yerine
geleceğine inanmaktadırlar. Sıkıntıya düşen bir kimse Sarı Saltuk’un adını üç defa
anarak yardım isterse, hemen imdada yetişeceğine inanılır. Birinden kötülük gören
kişinin türbeye gelerek kendisine kötülük yapana kılıç çalması için duada bulunduğu
da oluyormuş. Hastası olan, kocası işsiz olan, evlenmemiş kızı bulunan kadınlar
türbeye gelip dertlerine deva bulmağa çalışırlar, türbeye mum dikerler. Sarı Sadık
Camii imamı, kadınların türbeye mum dikmesinin dinimizce uygun bir iş olmadığını
söylüyor, ancak buna mani olamadıklarını belirtiyor. Sarı Saltuk’u rüyasında
görenler gelip adakta bulunurlarmış. Dilekleri gerçekleştiği takdirde türbede horoz,
koyun, keçi gibi hayvanları adak olarak keserlermiş. Çevredeki cami ve binaların
duvarlarını sarmaşıkların sarmasına, hatta tamamen kaplamasına rağmen Sarı Saltuk
türbesini yıllardır hiçbir sarmaşığın sarmaması da Sarı Saltuk’un manevî gücüne
bağlanmaktadır.

Eizze-i kiramdan Muslihiddin Lari hazretleri


İranda Laristan’da doğdu.Hindistan,Halepte bulundu.İstanbulda Ebussud efendiyle
beraber oldu.Sonra Diyarbakıra geldi.İskender paşa çocuklarına onu hoca tayin etti.
Hüsrev paşa medrese müderrisliğini verdi.1591’de vefat etti.(1)(14).Palu (Parlı)
Camii ismi de verilen yapı batısında büyük Hekim Muslihiddin-i Lari’nin mezarı
vardır.29 eseri vardır.Hadis,tefsir,fıkıh,kelam,dil ,tarih,mantık eserlerinin yanı sıra 2
astronomi eseri vardır.Bu eserler Kandilli ve Süleymaniye kütüphanesindedir.

113

kitap_dizgi.indd 113 11/14/12 12:54 PM


Muslihidin larinin mezarı-ilk mezar-Safa camii

Aziz mahmud Urmevi


Aziz Mahmut Urmevinin mezarı yıkılmıştır.TRT’nin arkasında apartmanlar arasında
yapılan parkta mezartaşı vardır. Bir ağacın altında medfundur.Şu an kabri yapılmıştır
Seyyid Mahmud Efendi, Tebriz yakınlarında Urmiye isimli bir beldedendir. Babası
Nakşibendî meşâyihından, “Koç Baba” diye anılan Seyyid Ahmed Efendi’dir.
Babasından zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil ederek irşâd izni almıştır. Bir müddet sonra
babası vefat edince kendisi Diyarbakır’a gelip buraya yerleşmiştir. Ahâlî arasında
da “Urmiye Şeyhi” diye meşhur olmuştur. Mahmud Efendi, Diyarbakır’da bir tekke
yaptırarak burada insanları irşâd etmeye başlamıştır. Metin Sözen’in Diyarbakır’da
Türk Mimarisi isimli eserinde, Azizoğlu Tekkesi diye isimlendirdiği bu yapı, yine
aynı müellifin verdiği bilgiye göre 1630-1637 yılları arasında yaptırılmıştır. (15)

114

kitap_dizgi.indd 114 11/14/12 12:54 PM


Eizze-i kiramdan Şeyh Tahir-i Halveti hazretleri
Diyarbekir içkalede medfundur (1)

Eizze-i Kiramdan Hindi Baba Hazretleri


Diyarbekir’in Aynüzülal nam mevkide medfundur (1)

Hindi baba hazretleri kabri


Hindi baba Süleyman Nazif’in dedelerindendir. Akkoyunlu devleti, Hindi
aşiretindendir.Diyarbakır’da Tıgrel soyadlı kişiler bu sülaledendir.16.yüzyılda
yaşamış sevilen,saygı gören bir ulu kişiydi (16)(17).Süleyman Nazif’in annesi Ayşe
hanım Akkoyunluların Hindi adıyla anılan bir Türk aşiretine dayanır.(18)

Eizze-i kiramdan Şeyh Hançer Güzar hazretleri


Diyarbekir’in Hüsameddin mahallesinde medfundur (1).Hançer-i Güzar,Meryemana
kilisesi yakınındadır

115

kitap_dizgi.indd 115 11/14/12 12:54 PM


Hançer-i Güzel=Ahsenül Hançer Ebul Muhsin(RA)
Çok güzel bir hançere sahip olduğundan bu lakabı aldığı ifade edilir.(19).Rivayete
göre Ebul Muhsin(RA),Hz. Ali’nin katıldığı bir savaşta Hz.Ali ile savaşırken, Hz.Ali
bu kişinin çok güzel kılıç kullanıp iyi bir savaşçı olduğunu anlayınca uzun bir
mübareze sonucu esir alır. Onu Müslüman yaptıktan sonra bu kahramanlığını Allah
yolunda kullanmaya başlar.(20)

Hançeri Güzel Camii İmam-Hatibi. Mehmet Selim Yıldırım bu mekanı şu şekilde


anlatır.Sahabe kenti olarak anılmaya başlanan Diyarbakır,638 yılında İslam ordusu
tarafından fethedildiği vakit,Iyaz bin Ganem komutasındaki bu orduda 8 bin asker
ve bu askerlerin içinde bin kadar sahabe bulunmaktaydı.Fetih sırasında Hz Halid b.
Velid’in oğlu Hz Süleyman ve beraberindeki sahabeler şehit düşmüş ve bugünkü
adıyla Hz Süleyman Camii’nde defnedilmişlerdir.Bu şehit sahabelerden başka şehrin
değişik yerlerinde şehit oldukları değişik kaynaklarca belirlenen 13 şehit sahabe
türbesi daha bulunmaktadır.

Her şehit sahabe türbesinin kaynaklarda ve halk arasında rivayet edilegelen bir
hikayesi bulunmakla beraber işin aslını ve hakikatini ancak Allahu Zülcelalin kesin
bildiği kanaati hasıl olmalı düşüncesiyle hareket edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Bu türbelerden biri de, Sur içinde Lalebey Mahallesinde Hançeri Güzel Camii isimli
cami içerisinde medfun bulunan, en makul,akla yatkın rivayet ve kaynaklara göre
asıl lakabı Ahsenül Hançer olup,hakkındaki iki rivayetten birine göre ismi Ebül
Muhsin diğerine göre Ebül Mucin olan şehit sahabe bulunmaktadır.Halk arasında
bu zat hakında değişik rivayet ve hikayeler anlatılmaktadır.Ama yıllardır bu çevrede
uzun süre yaşamış,bazıları halen bu semtte bazıları uzak semtlere veya başka
şehirlere taşınmış büyüklerle yaptığımız fikir alışverişinde bu şehit zat hakkında
ortak bir noktada buluştuk.

116

kitap_dizgi.indd 116 11/14/12 12:54 PM


Anlatılan en kuvvetli rivayete göre Ahsenül Hançer lakablı Ebul Muhsin yada
Ebul Mucin hazretleri, yeri kesin bilinmemekle beraber kendi yöresinde kullandığı
hançeriyle meşhur ve kılıç kullanma ustalığıyla nam salan biri iken, Hicaz bölgesinde
Hz Ali(ra)’ın kılıç kullanmadaki maharetini duyar ve onunla yine(halkın tabiriyle)
cenk etmeye karar verir.Bu sırada Hayber Kalesini kuşatan İslam ordusuna ulaşır
ve Hz Ali(ra) ile ceng etmeye geldiğini, yenilipte yaşaması halinde şehadet getirip
müslüman olacağını beyan eder.Hz Ali(ra) bu teklifi kabul eder ve kılıçla çarpışırlar.
Her ikiside kılıç kullanmada usta oldukları için birbirlerini yenemezler.Ancak bizde
oluşan kuvvetli kanaate göre Hz Ali(ra) bu şahıstaki yüreği ve cevheri görüp bilerek
vurmadığıdır.Kılıçla yenişemeyen ikiliye güreşme önerisi yapılır ve bu öneri kabul
edilir.Güreşte Hz Ali(ra) galip gelir ve bu zat şehadet getirip müslüman olur.Hz
Ali(ra) cesur yürekli bu şahsı himayesine alır ve manevi evladı ilan eder.

638 Yılında İslam ordusuyla Diyarbakırın fethi sırasında çıkan çarpışmalarda


şehit olduğu rivayet edilmektedir. Medfun olduğu Hançeri Güzel Camii’nde görev
yapan din görevlileri ve mahalle sakinleri tarafından çok defa değişik vaziyetlerde
görüldüğü anlatılmaktadır. Özellikle sabah namazları vaktinde görüldüğüne dair çok
söylenti vardır. Camide uyumak isterken bir sesle uyarıldığını, camide görültü ve
nahoş kelimeler kullandıkları sırada bir kapının üzerlerine düştüğünü, uzak illerden
“bizim rüyamıza gelip bizi buraya çağırdı” diyenlerle görüştüğümüz oldu. Dokuz
yıldır bu camide görev yapan biri olarak cami tamiri ya da bir eksiği gidermek için
ne düşündüysem, planladıysam “Hançer baba halleder” diyenlerin dediği olmuş
ve yapmak istediklerim en kısa zamanda Allahın izniyle hallolmuştur. Halen bu
camide görev yapmakta, zor anlarımda yada faydalı bir şeyler yapmak istediğimde
Ahsenül Hançer Ebül Muhsin Hazretlerinin manevi varlığını yanımda, arkamda
hissetmekteyim.
Kaleme aldığım bu yazının gerçeğe aykırılığından Allah’a sığınıyor, sahabe kenti
Diyarbakır’ımızda bu zatların varlığına,çokluğuna ve bizleri bela ve musibetlerden
Allah’ın izni ile koruduklarına içten inanan biri olarak “Yüce Rabbim cümlemizi
bu şehit zatların yardımına,sevaplarına nail, hesap gününde bizlere şefaatçi eylesin
inşallah” diyorum…

Eizze-i kiramdan Arakçın-ı Mazenderani hazretleri


Diyarbekir Dağ kapısı ittisalinde medfundur (1) (14)

Arakçın-ı Mazenderani hazretleri

117

kitap_dizgi.indd 117 11/14/12 12:54 PM


Kafkasya’daki gence kasabası Berzenc bucağındandır. 13. yüzyılda şehrimize
yerleşen bir din adamıdır. Soyundan birçok müftü yetiştiğinden Müftüzadeler adıyla
anılırdı. Uluğ soyadını taşıyan kişiler bu soydandır. Dağkapı’da Sahabe Sahad bin
Ebi Vakkas’ın yanında medfundur
Arakçin ter çeken başlık demektir. Başına örttüğü arakçin nedeniyle bu ismi almıştır.
Mezarın yakınında bugün olmayan Rifaiye tekkesi vardı (13)

Şeyh Baha Uluğ efendi müftüzadelerden Fazıl Efendi’nin oğludur. Aile 450
yıl Diyarbakır’da yerleşik bir ailedir. Bu aileden 7 kişi müftülük yaptığından
Müftüzadeler diye lakaplandırılmıştır. Diyarbakır’a ilk gelen dedeleri Dağkapının
şehir içi tarafından sağ yanında bulunan iki mezardan biri olan Şeyh Muhammed
Mazendari’dir. Mazenderan İran’ın bir bölge adıdır.(14)

Eizze-i kiramdan Şeyh Mutahhar Hazretleri


Diyarbekir’in Şeyhmatar camiinde medfundur. Müsakkafat-ı vakfiye icarıdır (1).Yol
çalışması esnasında kabir yıktırılmıştır. Cesed yan bahçededir

Dört ayaklı minare camii(Şeyh Mutahhar camii)


Fatihpaşa’da ziyaret SeyyidAli Baba türbesi
Diyarbakır fethi esnasında şehit düşen sahabe olması muhtemeldir.(13)

SeyyidAli Baba türbesi


118

kitap_dizgi.indd 118 11/14/12 12:54 PM


Şeyh Güzel
Diyarbakır dedin mi akla ilk gelenlerden biriydi Şeyh Güzel.

Şeyh Güzel.

Şeyh Güzel’in Seyfülmülük’te kabri


Bu zatı tanımak için Diyarbakır’ ın yerlilerine sormak gerekir. Torunu İbrahim
Kardaş anlatıyor. Ama ben gördüklerimi anlatmak istiyorum. Şeyh güzel efendi eski
kasaplar çarşısında iki tane dükkânı olan ve geçimini manavcı olarak idame ettiren
bir zattı. Bir dükkânı manav olarak kullanırken diğer dükkânını ise yüzlerce yılanı
beslemek için kullanırdı. Dükkânda torbaların içerisi yüzlerce yılanla doluydu.
Yılanlı, Akrepli şehir olarak bilinen Diyarbakır evlerinin çoğu ahşap evlerden
kuruluydu ve evler yılan, akreplerle doluydu. Kim evinde yılan, akrep görse soluğu
Şeyh Güzel efendinin yanında alırdı. Şeyh baba gider yılanları çağırır, yakalar,
dükkâna getirir ve yılanları dükkânında beslerdi. Şeyh baba kime apsun verse yılan
ve akrep bunları ısırmazdı.

Kasaplar çarşısına girdiğinizde yüzlerce insanın şifa bulmak için Şeyh Güzel’
in dükkânı önünde sırada olduklarını görürdünüz. Şeyh Güzel de bunlara şifa
dağıtırdı.Doktora gitmesi gerekenleri de doktora gönderirdi.

119

kitap_dizgi.indd 119 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır’ da yaygın olarak bilinen kan davalarına Şeyh Baba gitti mi iki tarafı da
barıştırırdı. Husumeti ortadan kaldırırdı.1981 yılında rahmete gitti. Vasiyeti üzerine
Çınar yolu üzerinde bulunan Seyfülmülük’te defin edildi.Şeyh Güzel Efendi’nin
türbesi halkımız tarafından ziyaret edilmektedir

Şeyh Abdülcelil
Safa camii bahçesindedir.

Diyarbakır’da Şeyh Sefa Camisi’nin avlusu içerisinde bulunan bu türbenin ne zaman


ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Mimari yapısından XV. yüzyılın
ortalarında veya XVI. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca Şeyh Sefa
Camisi ile bağlantısı da bilinmemektedir.

Şeyh Abdülcelil’in gömülü olduğu türbe kesme taştan yapılmış olup, sekizgen
planlıdır. İçten kubbeli, dıştan da kiremit kaplı piramidal bir çatı ile örtülüdür. Gövde
kısmından piramidal örtüye geçerken arasına bir silme yerleştirilmiştir. Türbeye
kuzey yönündeki basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Doğu ve batı cephesine
açılan pencerelerle içerisi aydınlatılmıştır. Güney duvarında bir mihrap, onun sağ ve
solunda da birer niş bulunmaktadır. (12)

Şeyh Ahmedi Mürşidi türbesi (Alipınar)


M.1689’da Diyarbakır’da doğdu,tahsilini tamamladıktan sonra Birecikli Şeyh
Ebubekir’in tarikatına girdi.M.1761’de vefat etti.!748 senesinde yazdığı Ahmediyye
meşhurdur.Eser 1887’de İstanbul sahaf İbrahim efendi matbaasında basılmıştır.
Ayrıca Yusuf ve Züleyha,Mevlüd-i nebi,viladeti Hümayun rislaetpenahi eserleri de
vardır (21)

120

kitap_dizgi.indd 120 11/14/12 12:54 PM


Şeyh Ahmedi Mürşidi türbesi

Seyda Baba türbesi(Alipınar mezarlığı)

Molla İbrahim Terkanlı Ali Pınar imamı İbrahim bin Delo H.1290 yılında doğdu.
Seyda Diyarbakır’a bağlı Terkan’da ikamet ederdi.Sonraları Heftselm köyüne ve
bilahare Alipınar köyüne gelir.Büyük alim ve zühd sahibiydi1952 yılında vefat etti.
(20)

Zincirkıran türbesi
İçinde kimin yattığı kesin değildir. Üzerinde Hz. Yunus’un oğlu Nebi Ogeda ve onun
oğlu yatar şeklinde yazı vardır.

121

kitap_dizgi.indd 121 11/14/12 12:54 PM


Diyarbakır Nasuh Paşa Camisi’nin yanında, İçkale’nin de dışındadır. Bu türbenin de
kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
Zincirkıran isminin de nereden geldiği konusunda bilgi bulunmamaktadır. Zincirkıran
Ali paşa 1599’da Diyarbakır’da beş ay valilik yapmıştır. Bu türbe ile bağlantısı nedir
o da bilinmemektedir.

Türbe kesme taştan yapılmış, özellikle dış cephesinde siyah beyaz taşlar kullanılmıştır.
Sekizgen gövdeli bir türbe olup, gövdenin her cephesine bir pencere açılmıştır. Dıştan
piramidal çatı, içten de kubbe ile örtülüdür. Türbe içerisinde sandukalar bulunuyorsa
da bunların kime ait oldukları bilinmemektedir. (12)

Zincirkıran türbesi yanında Şeyh Hadin

Abdal dede ziyareti(kamışlı ziyareti)


Abdal dede mahallesinde Abdal dede isimli kutsal bir kişi yatıyormuş. Abdal dede,
evini temiz tutanların bahçelerinde görünür ve orada abdest alırmış. Pis evlerde
görünmezmiş
Bu ziyaretin etrafında bulunan kamışlar, yaz, kış yeşil kalırlar ve hiç kurumazlar

122

kitap_dizgi.indd 122 11/14/12 12:54 PM


Kamışlı türbesi
Özdemiroğlu Osman Türbesi
Önce Diyarbakır valisi olmuş, sonra sadrazamlığa yükselmiştir. Tebriz seferi
esnasında eceli gelince muhtemelen sahabe ve peygamberler komşu olmak için
Diyarbakır’a gömülmeyi vasiyet etmiştir.

Diyarbakır’da Fatih Camisi’nin batısında bulunan bu türbeyi, kitabesinden


öğrenildiğine göre, Diyarbakır’da 1571–1575 yılları arasında Valilik yapan
Özdemiroğlu Osman Paşa adına 1585’te yaptırılmıştır. Bu türbe Mimar Sinan’ın
eserlerinin listesini veren Tuhfet’ül Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eserleri arasında
gösterilmiştir.

Türbe alışılagelmiş türbelerden farklı bir plan düzenine sahiptir. Sekiz köşeli bir planı
olup, önüne kare mekanlı bir bölüm eklenmiştir. Bu kare mekandan sonra asıl türbe
bölümüne geçilmektedir. İçerisinde sandukaların da bulunduğu sekizgen bölümde
duvarlar içten kemerlerle hareketlendirilmiştir. Duvarların ortalarına birer pencere
açılmıştır. Böylece içerisinin bol ışık alması sağlanmıştır. Yapımında renkli taşlar
kullanılmış, içerisinde fazla bezemeye yer verilmemiştir. Ana mekanın ve önündeki
kare mekanın üzeri kubbe ile örtülüdür. (12)

123

kitap_dizgi.indd 123 11/14/12 12:54 PM


Özdemiroğlu Osman
• III. Murat saltanatı döneminde 1584-1585 yıllarında sadrazamlık yapmış bir
Osmanlı devlet adamıdır.
• Osmanlı sadrazamları - Duraklama Dönemi (1579-1683) kara savaşlarında
Osmanlının yetiştirdiği fatih, yavuz, yıldırım ve kanuniden sonraki en büyük savaşçı
ve devlet adamıdır. Tebrizin 2.fatihidir. Mezarı Diyarbakır’dadır. Onu bu kadar
özel yapan şey ise birbirine hiç benzemeyen her türlü iklimde bulunmuş ve girdiği
mücadelenin hiç birini kaybetmemiştir. Aklı cesareti savaş yeteneği ve bileğinin
hakkıyla sadrazam olmayı hak eden ender devlet adamlarından biridir. Aynı zamanda
mert ve adildi(Vikipedi)
• Yemen isyânından sonra İstanbul’a gelen Osman Paşa, önce Anadolu’da bir sancağa
sonra da Niğde Sancakbeyliğine getirildi. 1573’te Diyarbakır Beylerbeyi oldu.
• Özdemiroğlu Osman Paşa, 1527’de Kahire’de doğdu. Annesi Mısır Abbasi Halifeleri
soyundan, babası ise Mısır Çerkez Memlüklerindendir. Mısır’da sancakbeyliği ve
Mısır emirihaclığı yapan Özdemiroğlu Osman Paşa, Yemen, Habeş ve Diyarbakır
Beylerbeyi oldu. Lala Mustafa Paşa’nın maiyetinde Osmanlı-İran savaşlarına katıldı
ve Şirvan Beylerbeyi oldu. Kırım Hanı Mehmed Giray’ın yardımı ile Karabağ,
Mugan ve Kızılağaç’a kadar bütün kuzey Azerbaycan’ı yağma ve tahrip etti. Kırım
Hanı Mehmed Giray’a daha ileri gitmeyi teklif ettiyse de Mehmed Giray, bunu kabul
etmeyerek Kırım’a döndü. Şirvan, İranlıların eline geçti. Kefe Beylerbeyi Cafer
Paşa kumandasında yardımcı kuvvetler gelince İmam Kuli Han’ı Meşale Savaşı’nda
yendi. Bu savaştan sonra Şirvan kesin olarak Osmanlı egemenliği altına geçti.
İstanbul’a dönünce ikinci vezir olarak Divana girdi ve 1582 yılında sadrazam oldu.
1585 yılında Ferhad Paşa’nın yerine İran cephesi serdarlığına getirildi. Alivar’da
yapılan savaşta, İran veliahtı Hamza Mirza’yı yendi. Tebriz Osmanlı kuvvetlerinin
eline geçti. Daha sonra İran’la yapılan bir savaşta İran kuvvetleri başarı gösterdi. Bu
savaş sırasında hastalanan Osman Paşa, Tebriz yakınındaki Şenbi Gazan’da 1585
yılında öldü. Vasiyeti üzerine Diyarbakır’da defnedildi.

Bıyıklı Mehmet paşa


Safevi Osmanlı arasında sürüp giden rekabet sonrasında Yavuz Sultan Selim ile
1515 yılında Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bölgenin Osmanlı hakimiyetine
girmesinde önemli rol oynayan kişi İdris-i Bitlisi’dir. Bu yardım Şah İsmail’in 23
Ağustos 1514’de Çaldıran’da yenilmesinden sonra Yavuz Sultan Selim’in Doğu
ve Güneydoğu Anadolu’nun Osmanlı Devletine bağlanması politikasıyla ilgilidir.
Bu politikada önemli bir role sahip olan İdris-i Bitlisi, Diyarbekir bölgesinde
oldukça nüfuzlu bir aileye mensup ve müritleri çok olan bir şeyhin oğluydu. Onun
propagandaları ile Diyarbekir bölgesinden uzaklaştırılan Kürt beyleri ve halkın
yardımlarıyla Diyarbekir ele geçirildi. Osmanlı ordularının başında Bıyıklı Mehmet
Paşa ile muhasara edilen şehir teslim oldu ve Bıyıklı Mehmet Paşa’da ilk vali oldu.
Bu tarihten itibaren Osmanlı idaresi başlamış oldu. (22)

124

kitap_dizgi.indd 124 11/14/12 12:54 PM


Bıyıklı Mehmet Paşa kabri
Şeyh Yusuf Raif efendi
İskenderpaşanın torunlarındandır. Şeceresi: Yusuf Raif>Reşit>ebulhayr>Mehmetpa
şa>Emin paşa>Süleyman paşa>Ahmed paşa>İskenderpaşaH.1285’te temyiz vilayet
azası oldu.Divan edebiyatının son dönem şairlerindendir.Tasavvufi hizmete Seyyid
Turabeddin Şeyh Resulün yanında başladı.Mürşidi Rufai tarikatındandı.H.1276
hilafet icazetnamesi aldı.
Dedesinin yaptırdığı İskenderpaşa camii müştemilatında gömülüdür. (14)

Şeyh Yusuf Raif Efendi( İskenderpaşa camii ve yanında türbe)


Diyarbakır, İskender Paşa Camisi’nin yakınında bahçe içerisinde bulunan İskender
Paşa Türbesinin kitabesi bulunmamaktadır Bu bakımdan yapım tarihi kesinlik
kazanamamıştır Ancak İskender paşa’nın yaptırdığı caminin vakfiyesi göz
önüne alınacak olursa, türbenin 1565 yılından önce yapıldığı düşünülmektedir
Bu arada türbenin İskender Paşa’nın mı, yoksa çocuklarının mı yaptırdığı da
kesinlik kazanamamıştır Türbe üzerinde kitabe yerinin olması ve kitabenin
yazılmayışı türbenin İskender Paşa hayatta iken kendisi tarafından yapıldığını da
düşündürmektedir Türbenin mimarı belli değildir Diyarbakır’da günümüze gelmiş
türbeler arasında İskender Paşa Türbesi’nin ayrı bir özelliği vardır Planı oldukça
alışılagelenin dışında değişiktir Yapı iki kısımdan meydana gelmiştir Kuzeyinde
oldukça gösterişli mihrabı ve kemerli pencereleri bulunan tek kubbeli bir mescit,
onun güneyinde de İskender Paşa’nın türbesi bulunmaktadır
125

kitap_dizgi.indd 125 11/14/12 12:54 PM


Türbe ve mescidin tümü siyah beyaz taştan yapılmıştır Türbenin üst örtüsü de ilginç
bir Görünümdedir Tek kubbeli mescidin güneyinde bulunan türbe kubbesi önce kare
sonra da onaltıgene dönüşen bir kasnak üzerine oturtulmuştur Bu kubbenin doğu
ve batısı yarım kubbelerle desteklenmiştir Osmanlı mimarisinde ortada bir kubbe,
iki yanda da yarım kubbelerle desteklenen bir türbeye rastlanmamaktadır Bu da
gösteriyor ki İskender Paşa Türbesi kendine özgü bir yapıdır

Türbeye güneydoğudaki bir kapıdan girilmektedir Sivri kemerli olan bu kapının iki
yanında ve türbenin pencerelerinde de görülen köşe sütunları bulunmaktadır Bunun
üzerinde de bir silme devam etmektedir Türbenin güneyinde bulunan mescitte
olduğu gibi burada da bir mihrapbulunmaktadır

Prof Dr Metin Sözen’in bu konuda ilginç bir görüşü vardır: “Bu mescit ve türbe
kısmında dikkati çeken bir nokta vardır; o da İskender Paşa Camisi bitişiğinde
böyle büyük mescitli kısmın hangi amaçla yapılmış olabileceğidir Gerçekten
anıtsal caminin hemen her yanında tekrar böyle bir mescit yapmak, düşünülecek
bir noktadır Türbede alışılmışın, uygulanan plan şemalarının dışına çıkılmaktadır
Devir farkı gözetmeyen, birlikte yapıldığı anlaşılan bu iki mekan birbirlerine iki
pencere ile bağlantılıdır Belki de ilk yapıldığı yılda ikisi de türbe olarak düşünüldü,
sonra biri kullanıldı ve ikincisindeki mezar taşları zamanla bozuldu” (26)

Dabanoğlu Türbesi

Türbe,Dabanoğlu mahallesinde M.1696 tarihinde şehrimizde vali olarak görev yapan


Dabanzade Mustafa paşa tarafından yaptırılan Dabanoğlu mescidi yakınındadır.
Türbenin kime ait olduğu bilinmiyor. (16)Türbe taş ve tuğladan yapılmıştır. Yapının
gövde kısmında genellikle kesme taş kullanılmasına rağmen yer yer tuğla kısımlara
da rastlanmaktadır. Örtülerde ise bütünüyle tuğla kullanılmıştır. Yapının ana mekanı
tromplu bir kubbeyle örtülüdür(24)

126

kitap_dizgi.indd 126 11/14/12 12:54 PM


Zübeyde ve Leyla hanım türbesi(Nebi Camii mezarları)

Nebi caminin güney duvarına bitişik bir türbe vardır.1718’de yapılmıştır.1717-


1719’da Diyarbakır’da 2 yıl 6 ay valilik yapan Abdullah paşanın karısı Zübeyde ile
kızı Leyla hanımlar burada yatar (16)Diyarbakır’daki açık türbelerin bir örneği olup,
kare planlıdır. Kesme taştan yapılmış olan türbenin dört ayağı birbirlerine kemerlerle
bağlanmıştır. Üst kısmı açıktır. (12)Süslemelerde tas ve maden kullanılmıştır. Siyah
bazalt ve sarı kalkerin kullanıldığı taş süslemeler oyma tekniği ile oluşturulmuştur.
Türbenin üzerini kapatan kubbe demirden parmaklık tarzında şebekeli düzenlenmiştir
Yapının dış mimarisi kubbe dışında sade bir kesme tas işçiliği sergilemektedir. Kubbe
demirden otuz iki dilimli olarak düzenlenmiştir.. Parmaklık tarzında düzenlenen
kubbede yukarıya doğru daralan yarım silindirik dilimlerde geometrik ve bitkisel
bir kompozisyon uygulanmıştır. Kompozisyonda oval yuvarlak şekiller birer çiçek
motifi ile yatay ve dikey eksenlerde birbirine bağlanarak devam etmektedir. Dilimler
içte demir kenetlerle birbirine tutturulmuştur İç mekânda süsleme mezar tasları
dışında kuzey duvar ile kubbeye geçiş sistemi ve kasnak bölümünde kullanılmıştır.
Kuzey duvarın bütün yüzeyine sülüs hatlı bir kitabe işlenmiştir. Kısa satırlar halinde
düzenlenen kitabede satırlar arasına altı dilimli güller işlenmiştir. Yazılar ve çiçekler
son dönemlerde yeşile boyanmış durumdadır. İç mekânda kubbeye geçişi sağlayan
pandantifler ile kubbe kasnağı zengin bitkisel kompozisyonlarla bezenmiştir.
Köselerdeki 1.75 m yükseklikteki pandantiflerin yüzeyi beyaz kalker üzerine
islenen küçük farklılıklarla birbirinden ayrılan bitkisel düzenlemelerle kaplanmıştır.
Kompozisyon dikey doğrultuda ikili simetrik anlayışına sahiptir.Yüzeye dağınık
şekilde yerleştirilen palmetler, pençberkler, hatai ve narçiçekleri, akant yaprakları,
stilize rumiler, kıvrık dallarla birbirine bağlanmaktadır.

Böylece yüzeyde girift bir bitkisel kompozisyon ortaya çıkmaktadır. Kasnak bölümü
ikili bir düzenleme göstermektedir. Alt kesimdeki bitkisel süsleme kuşağında stilize
yapraklarla zenginleştirilmiş kıvrık dal belirli aralıklarda aynı hareketleri yaparak
zemini dolgulamaktadır. Üst kesim ise bir silme grubu ile hareketlendirilmiştir. Altta
burmalı yivli bir kaval silme bitkisel süsleme kuşağını üstten sınırlandırmaktadır.
Bunun üstünde oluk ve kademeli düz silmeler yer almaktadır (27)
127

kitap_dizgi.indd 127 11/14/12 12:54 PM


Arap ve İnci türbeleri:

Bu türbeler Hz. Süleyman camiinin üst kısmında eski adliye binasının doğusunda
bulunmaktadır. Arap erkek, İnci ise kızdır. Bir rivayete göre Arap ile İnci birbirlerine
aşıkmış, ancak bu aşklarına engel olanlar tarafından kavuşmaları engellenmiştir.
İkisi de dinlarine bağlı Salih insanlar olduğundan şöyle bir karara varmışlar: Bizde
bu aşkımızı ölüme dek İlahi rıza çerçevesinde devam ettireceğiz, ahiret yurdunda
ebedi beraberlik içerisinde yaşarız demişler ve o şekilde her ikisi de ölünce yan yana
gömülmüştür. Cizre’deki Mem ile Zin aşkı gibi. Onların sevgi ve aşklına engel olmak
isteyen Bekir tarafından kavuşmaları engellendi. Her ikisi de öldüğünde yan yana
gömülmüştür (20) Başka bir söylem olarak bu türbelerin Mervanoğlu hükümdarı
Nasrüddevle ve eşi Sittünas’a ait olduğu ifade edilir.(13)(29)

Şeyh Arap

128

kitap_dizgi.indd 128 11/14/12 12:55 PM


Diyarbakır Arap Şeyh Camisi’nin kuzeyinde bulunan bu türbenin kitabesi
bulunmadığından ne zaman ve kime ait olduğu konusunda kesin bir bilgi
bulunmamaktadır. Bununla beraber, Arap Şeyh Camisi’nin Diyarbakır’da 1644–
1650 yıllarında Valilik yapan Kara Mustafa Paşa tarafından yapıldığı dikkate
alınacak olursa ve her ikisi arasındaki mimari üslup da düşünülürse türbenin XVII.
yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Türbenin Arap Şeyh isimli bir kişiye ait olduğu da söylenmektedir. Mimarı belli
değildir. Türbe Arap Şeyh Camisi’nin şadırvanı olarak kullanılmaktadır. Sekizgen
planlı olan türbe açık türbe plan düzenindedir. Türbenin kenarları sivri kemerlerle
dışarıya açıktır. Üzeri içeriden tuğla kubbe, dışarıdan da taştan piramidal bir külahla
örtülmüştür.( 12)

Şeyh Yusuf hamedani türbesi

Diyarbakır’da Şeyh Yusuf Hemedani Cami avlusunun kuzeybatı köşesindedir.


Türbede ve içerisindeki sandukada herhangi bir kitabeye rastlanmamaktadır.
Bu bakımdan türbenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ayrıca ismini aldığı
Bağdat’ta Müderrislik yapmış olan Şeyh Yusuf Hemedani Horasan’da gömülüdür.

Türbenin mimari yapısı XV.-XVI. yüzyıllara işaret etmektedir. Bütünüyle siyah kesme
taştan yapılmış olan türbe, kare gövde üzerine içten pandantifli, dıştan da piramidal
bir çatı ile örtülüdür. Bu türbede dikkati çeken bir özellik piramidal çatının türbe
gövdesinden daha yüksek yapılmış olmasıdır. Türbenin kapısı önüne, caminin abdest
alma muslukları eklendiğinden türbe girişinin yeri değiştirilmiştir. Türbe içerisinde
batı duvarında iki niş, güney duvarında bir mihrap ve onun iki yanında da birer niş
ile kuzey duvarında sokağa açılan bir penceresi bulunmaktadır. (12)

Bu aileden gelen Mehmet Esen Camii imamı seyyid Mahmut Baran şunları nakleder.
Anzele yakınındaki Şeyh Yusuf hemedani türbesi torun Şeyh Yusuf hemedani’ye
aittir.Kendisi seyyiddir.Ölüm h.610’dur.Dede Şeyh Yusuf hemedani ise H.535’de vefat
etmiş mezarı Mervdedir.

129

kitap_dizgi.indd 129 11/14/12 12:55 PM


Seyfülmülük

Diyarbakır merkez Seyfülmülük köyünde medfundur.Seyfülmülük Cembelinin oğlu


o da Residiroğlu amcası Harun’i Reşid Bağdata bütün İslamın halifeliğini yapmış ve
devamen Hz. Abbas’a dayanmaktadır.(19)

Tilalo=tellalo(Ali tepesi) Karaçalı köyü ziyareti
Bu köy Silvan ‘a giden yol üzerinde Diyarbakır’a 10 km ötededir. Menkıbe şu
şekildedir
‘Ali bir ağanın yanında çalışan yoksul, bekar ve son derece temiz kalpli bir gençmiş.
Bir gün ağası hacca gitmiş,o zamanlar hacca kervanla gidilirdi,altı ay süren bir
yolculukmuş.Ali,ağasının geride kalan her şeyine çok iyi sahip çıkmış.Ağasının
iki öküzü varmış.Ali bunların ahırlarını tertemiz tutar,yemlerini tam zamanında
verirmiş.Bir gün ağasının hanımı pekmez helvası ve sıcak tandır ekmeği pişirmiş.
Sonra ‘Ah keşke ağanda burada olsaydı da o da yeseydi.Ali bunu duyunca kadına
‘Bir kaba koy da götüreyim demiş.’’ Kadın inanmamış.’Galiba Ali’nin canı bir
tabak daha helva yemek istiyor ama,bunu söylemiyor.’’ Diye düşünmüş. Kadın bir
kaba helva doldurmuş ve Ali’ye vermiş,sonra da akşam namazına durmuş.Ali,kadın
akşam namazı kılana kadar ortadan kaybolup,yine geri dönmüş.Bu süre içinde
helvayı,hacdaki ağasına götürmüş.Zamanı gelip,ağa hacdan dönünce,köylüler elini
öpmek için onu karşılamaya giderler.En arkada Ali duruyormuş.Ağa,elini öpmek
isteyen köylülere Ali’yi göstererek ‘Siz gidin onun elini öpün’demiş.Ali’nin bir
akşam namazı süresi içinde,nasıl hacca gelip,kendisine helva getirip geri döndüğünü
anlatmış.Ağanın bu sözleri üzerine herkes geri dönüp Ali’nin elini öpmek
istemişler,fakat Ali köye doğru kaçmaya başlamış.Bir taraftan da sırrı ortaya çıktığı
için ‘Allahım,yer yarılsa da içine girsem diye dua etmiş.Birden bire bulunduğu
tepe yarılmış ve köylülerin şaşkın bakışları arasında Ali içine girip kaybolmuş.
Geride asası kalmış ve üzerine bir türbe yaparak asasını da başucuna koymuşlar.
Bu tepeye Tilalo(Ali tepesi)adını vermişler (20)1920 yılında Tilalo köyünün bir dut
ormanı içinde olduğu,höyüğün çevresinin kalın bir orman örtüsüyle kuşatıldığı ileri
sürülmektedir.(23)

130

kitap_dizgi.indd 130 11/14/12 12:55 PM


Tilalo türbesi
Hamza baba türbesi

Ünlü seyyah Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde evliya türbelerinin ismini sayarken


Diyarbakır’daki Hamza Baba Türbesi’nden de bahsediyor. Türbede Horasan’dan
gelmiş gazi erenlerinden olduğuna inanılan Hamza Baba metfundur. Hamza
Babanın Cüneyd-î Bağdadî’nin muasırı Eba Hamza el-Horasanî olduğu da tahmin
edilmektedir. Aslen Nişaburludur.Hicri 309 yılında vefat etmiştir Valilik tarafından
2012 yılında Siverek yolu üzerinde bulunan tarihi Hamza Baba Türbesi ve Mezarlığı
için çevre duvarı örüldü.(7)(25)

İnşasında kesme bazalt taş malzeme kullanılan yapı,içten ve dıştan kare planlı olup
içten kubbe,dıştan piramidal külahla örtülüdür.İç mekan 3.20x3.20 m.ölçülerinde
kare planlı olup tromp geçişli bir kubbe ile örtülüdür.(29)

Lala Bey Türbesi (Merkez)

Diyarbakır’da Lala Bey Camisi’nin kuzeydoğu köşesinde olan türbenin yapım tarihi
ile ilgili bir kitabesi bulunmamaktadır Bununla beraber Lala Bey Camisi ile birlikte
yapıldığı sanılmaktadır Buna göre, XV yüzyılın ortası ile XVI yüzyılın ilk yarısına
aittir Büyük olasılıkla bu türbeyi de Eğil Beylerinden Lala Kasım Bey cami ile
birlikte yaptırmıştır.

131

kitap_dizgi.indd 131 11/14/12 12:55 PM


Bu türbenin Diyarbakır türbeleri arasında ayrıcalığı mumyalık kısmının bulunuşudur
Türbe kesme ve moloz taştan yapılmıştır Günümüzde türbeye caminin son cemaat
yerinden girilmektedir Kare gövde üzerine kubbeli olup, doğu ve kuzey duvarlarına
birer pencere açılmıştır Türbe içerisindeki bir merdiven aşağıdaki mumyalık kısmına
inmektedir Mumyalık beşik tonozla örtülüdür (26)

Çaldıran’da Osmanlıların yanında savaşan Kürt ileri gelenleri bölgedeki etkinliklerini


yeniden tesis ettikten sonra Diyarbakırı Sefevilerin kuşatmasından kurtarmak için
harekete geçtiler. Bilhassa Atak kalesi ile Eğil ve yöresinin hakimi Lala Kasım Beg
Diyarbakırın kurtarılmasında çok büyük yararlıklar gösterdiler (28)

Lala kasım bey camii


Şeyh Ömer Efendi:Örfizâde tekkesi Önceleri Örfi zade Şeyh Yunus Efendi’nin
şeyhlik yap¬masından dolayı, önceleri ismi Yunus baba tekkesi olarak anılan,
daha sonra Şeyh Yunus Efendi’nin oğlu, Örfî zade Şeyh Ömer Efendi’nin burada
postnişin olup sonraki devir¬lerde evlatlarına da geçince, tekkenin ismi; Örfi zade
Tekke olarak anıla gelmiştir. Günümüze gelindiğinde ne acıdır ki tekkenin yalnızca
çeşmesi kalabilmiştir (31)

1900’lerin başında Örfizade tekkesi

132

kitap_dizgi.indd 132 11/14/12 12:55 PM


Çeşme bugün İsmet İnönü ilkokulunun önündedir. Şeyh Ömer efendinin ise bu
çeşmenin altında gömülü olduğu ifade edilir.Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde
bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar
bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine
alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı küçük sütunlar yerleştirilmiştir. (30)

Buradan geçen vatandaşlar çeşme önünde dua okur,bazı vatandaşlar mum diker.
İsmet paşa ilkokulu önünde çeşme(Altında şeyh Ömer efendi yatıyor)

Sancı ziyareti

Hüsrevpaşa camiinin 500 metre ötesindedir. Kimin yattığı, kimin tarafından


yapıldığı bilinmemektedir

133

kitap_dizgi.indd 133 11/14/12 12:55 PM


Rızvanağa türbesi
Dağkapı dışındaydı

Rızvanağa türbesi (1910 yılı)

Rızvanağa türbesi (1932 yılı)(32)

Rızvanağa türbesi:Şehrin dağ kapısı dışındaki mezarlıkta idi.Türbesi M.1599


yılında beşay şehrimizde valilik yapan Zincirkıran AliPaşa tarafından yaptırıldığı
sanılmaktadır.Halk buna,Rıdvan ağa kubbesi diyordu.Rıdva ağa XVII .yüzyılda
yaşamış ünlü bir hekimdi.Kardeşi Vahap ağa(hamam yaptıran)ise ticaretle
uğraşıyordu.Burada ve Urfa kapısındaki mezarlıkta bir çok ünlü kişilerin,devlet
adamlarının mezarları,kümbetli türbeleri vardı.1930’dan sonra bu mezarlar,kümbetler
tamamıyla yıktırıldı.Bugün bu sahalarda modern binalar yükselmiş,yeni bir şehir
kurulmuştur.Sökülen mezar taşlarının yazılı olanları,başlangıçta etrafı dikenli
bir alanda korunmaya alınmıştı.Açık hava müzesi halinde değerlendirilmesi
düşünülüyordu.Sonradan mezar taşları,Kamil Tayşi’nin belediye başkanlığı sırasında
yapılmakta olan Yenişehir kanalizasyonunda kullanıldı.Bir tarih katledildi.Böylece
Diyarbakır’ın tarih,kültür ve sanat hayatını inceleyecekler için önemli bir belge
niteliğinde olan bir kaynak daha kurutulmuş oldu (15)

134

kitap_dizgi.indd 134 11/14/12 12:55 PM


KAYNAKLAR

1-Tellioğlu ö(ed):Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.


Yıl.:1869-1905. cilt:4/208. 2/110 ,5/93.İstanbul.Acar matb.1999
2- www.forumacil.com
3- Çoban R.D.Ünv. İlahiyat Fak. Diyarbakır / 2004 Hz. Süleyman Camii(Lisans
Tezi)
4- Abdülgani Fahri Bulduk:Diyarbakır valileri.yayına hazırlayanlar:Eyyüp
Tanriverdi.Ahmet Taşğın.Medrese yay Ank.2007.s..56,66,153,160,167,173
5- Yrd. Doç. Dr. Hatip Yıldız. Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır Ve
Sahabe.1.Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu.2008
6- Adil Tekin. Diyarbakır)(Muhsine Helimoğlu Yavuz:Diyarbakır
Efsaneleri.1993.s:40
7-Z.Abidin Çiçek.Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü.Diyarbaklır söz yay.2007.s
21,.53
8- Yrd.Doç.Dr.İbrahim Yılmazçelik :XIX.Yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır.
TTK1995.s.62,72
9- Yrd.Doç.Dr.Alpay Bizbirlik.16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekri Beylerbeyliğinde
Vakıflar TTK.Ank.2002.s.338
10- Yrd.Doç.Dr.Kenan Yakuboğlu,M.Salih Erpolat,Mustafa Sarıbıyık.Osmanlı
Belgelerinde Diyarbakır.Diyarbakır valiliği.Dicle Üniversitesi.2011
11- Mustafa Akif Tütenk.Kara-amid dergisi.Yıl2.Sayı.4.1960
12- http://www.kenthaber.com
13- Melek A, Demir A.Dini değerleri ile Diyarbakır. Diyarbakır il müftülüğü yay.
Diyanet vakfı matb. Ankara.2009.s.169,172
14-Korkusuz. MŞTezkire-i Meşayih-i Amid.İst.2004.s.98.212.23
15-Yılmaz N. Z. XVII. Yüzyılda Diyarbakır’da Nakşibendiyye Osmanlı
Araştırmaları Vakfı.
16-Beysanaoğlu Ş:Diyarbakır’da gömülü meşhur adamlar. Neyir matb.
Ankara.1985.s.9,10,95,101
17- Beysanoğlu Ş..Diyarbakırlı Fikir ve sanat adamları.San matb.
Ankara.1967.2/s.190
18- Parlatır İ..Süleyman Nazif.Müze Şehir.YKY yay.İst.1999.s.313
19- Erikli. YDiyarbakırın Sahebe Fatihleri.Diy.2004.s.20,59
20-Çiçek,ZA.Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü. Diyarbakır
sözyay.2007.s.112,131,114,111
21- Diyarbakır İl yıllığı-1967.s.273

135

kitap_dizgi.indd 135 11/14/12 12:55 PM


22- Ahmet Taşğın Tez Danışmanı Prof. Dr. Münir Koştaş Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri (Din Sosyolojisi) Anabilim
Dalı Diyarbakır Ve Çevresindeki Türkmen Alevilerinde Dini Hayat Doktora Tezi
Ankara-2003
23- Dr.Emrullah Güney.Diyarbakır ve yöresinde Doğa-Kültür Turizmi.
Diyarbakır.1991.s..45
24-Metin Sözen.Diyarbakır’da Türk Mimarisi.İst.1971.s.187
25-http://www.kamudanhaber.com/guncel/hamza-baba-turbesinin-cevresi-
guzellesecek-h37940.html
26-://www.forumalev.net/guneydogu-anadolu-bolgesi/263304-diyarbakir-turbeleri.
html
27- Gülsen Bas,Doç.Dr. Kadir Pektas. Diyarbakır’daki İslam Dönemi Mimarisinde
SüslemeVan- Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi
Anabilim Dalı 2006
28-Nusret Aydın: Diyarbakır-Eğil Hükümdarları Tarihi.S:88,89
29-Yrd.Doç.Dr.Diyarbakır türbeleri.Diyarbakır Mimarisi.Diyarbakır
Valiliği.2012..s.319
30-http://sudemle3.blogcu.com/3499347
31- Dr.Murat Özaydın. Diyarbakır Tasavvuf Tarihinde Tarikatlar Abdurrahman
Aktepe.Cihan yay.İst.2009.s.52
32- Şefik Korkusuz. Bir zamanlar.Diyarbakır.Kent yay.İst.1999

136

kitap_dizgi.indd 136 11/14/12 12:55 PM


DİYARBAKIR MESİRE MEKANLARI
Vedat Gündoğan
(Araştırmacı-Yazar)

Günübirlik Gidilen Mesire Yerleri

Günübirlik gidilen mesire yerleri şehrin dışında ve yakınında olan yerlerdir. Bu yerlere
verilen isimler Diyarbakır’a özgü mahalli isimler olup şunlardır:

Karacadağ, Menekşelikler, Karaağaç, Şemsiler, Eşek Sekisi, Dinğilhava, Esfel


Bahçeleri, Cinobaşı, Ali Keşkül (Esfel bahçelerindeki bir mesire yeri), Göksü Güzel
(Diyarbakır’ın Urfa Kapısı’nda bir mesire yeri), Sırıncaktaş, Fiskaya, Fabrika,
Şakulaziz, Merhali ve Leylekli Bahçeleri, Kavs Bağı ve Köşkü, Seman Köşkü (Gazi
Köşkü), Ben-u Sen, Seyrantepe ve Dicle kenarındaki bostanlardır. Ali Emiri yaşadığı
dönemde gittikleri mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır:

Nevbahar olsa da ersem yine zevk-i emele


Severim gitmeyi Nevruz’da Göksü güzel’e

Sayf-ı Nevruz ediyor anda olan âb u havâ


Bulunur mu Karaağaç gibi bir cây-ı sefâ

Müberrâdır kasırdan gerçi kim Ali Keşkül


Fakat cây-ı sefadır havzı vasidir yeri makbul

Esfel Bahçeleri Ve Menekşelikler


Esfel bahçeleri tamamen kadastrosu yapılmış olup 5055 dönümdür. Zamanla Dicle
nehrinin yatak değiştirmesi sonucu arazi fazlalaşmıştır ve şu anda takriben 6550 dönüm
civarındadır. Esfel bahçelerinin tamamı parsellenmiş olup bu parsellere çeşitli isimler
verilmiştir. Esfel bahçelerindeki parsel isimleri ile ilgili tespit ettiklerim şunlardır:

1. Sulu Menekşelik 33. Büyük İspahi


2. Tahir Ağa 34. Deyaz Encümen
3. Biber Efendi 35. Derin Encümen
4. Ketenciler 36. Uçurum
5. Medine Yeri 37. İlhan Hanım
6. Soğuk Pınar (Savoğ Par) 37. Divan Efendi
7. Mayıs Bahçesi 39. Zambur
8. Çerkezoğlu 40. Şeyhmusoğlu
9. Beğ Bağı 41. Halepli Bahçesi
10. İkinci Ketenciler 42. Çukur Bahçe
11. Numan Bey 43. Veli Begler
12. Topal Tümo 44. Eşek Meydanı

137

kitap_dizgi.indd 137 11/14/12 12:55 PM


12. Topal Tümo 44. Eşek Meydanı
13. Vahap Ağa 45. Mifrak
14. Şehnaz (Şahmaz) 46. Boklu Bahçe
15. Kadir Ağa 47. Bezirler
16. Hazine Odası 48. Yoncalar
17. Ali Bali 49. Hacı Recep
18. Küçük Minas 50. Leylak Bahçesi
19. Büyük Minas 51. Vişnelik
20. Cinali 52. Şeftalilik
21. Kiremitlığ 53. İnce Diller
22. Acem Gölü (Acem Gölü) 54. Kaniya (Goze)
23. Helvacı Bağı 55. Güller
24. Şettahlar 56. Şarbot
25. Osman Ağa 57. Hacı Ömer
26. Küçük Çerkez 58. Kaniya Keçe
27. Gez Bülbülü 59. Gam Götürmez
28. Küçük Ketenciler 60. Ali Keşkül
29. Büyük Ketenciler 61. Hamre
30. Keşiş Tarlası 62 Yağlı Dere
31. Büyük Kabakulak 63 Kara Ağaç
32. Küçük Kabakulak 64 Küçük Bahçe
65. Medikan 81. Davut Ağa
66. Çobanlar 82. İmam Yeri
67. Seküler 83. Altun Bahçesi
68. Yamaçlar 84. İsmail Ağa
69. Savacak 85. Göksü Güzel
70. Kömürcüoğlu 86. Pehlivan
71. Salolar 87. Kızlar Pınarı
72. Çifthavuzlar 88. Şerteneler
73. Çuhadaroğlu 89. Belhan
74. Hüseyin Paşa 90. Kaniya Kundura
75. Hacı Haydar 91. Bilal Efendi
76. Kayadibi 92. Orta Encümen
77. Künceli 93. Kaniya Mahkum
78. Kuşdili 94. Melhan
79. Palo Beğ 95. Hilal Hanım
80. Hacı Kambur 96. Zincir Kıran
97. Kaniya Kera(Eşek Çeşmesi)

138

kitap_dizgi.indd 138 11/14/12 12:55 PM


Esfel bahçelerinde çeşitli meyve ağaçları bulunurdu. Özellikle şeftali (kummalı), elma,
dut ağaçları ve bu ağaçların altında güzel kokulu menekşeler yetiştirilirdi. Ve buralara
menekşelik denirdi. Menekşenin çok güzel çayı yapılırdı. Bu çayın yapılışı bildiğimiz
çayın yapılışı gibidir. Hoş kokulu ve yeşil renkte olan menekşe çayı, kanı temizler
ve nefes yollarını açar, hatta menekşe çayının gırtlak kanserine iyi geldiği söylenir.
Menekşeler toplama zamanı geldiğinde toplanır, şehir merkezinde ve sokaklarda
satılırdı. Menekşeler toplanıp kurutulur ve bu kurutulan menekşeler soğuk kış
günlerinde çay yapılarak içilirdi. Ziya Gökalp, Diyarbakır menekşeleri ile ilgili şu güzel
beyti söylemiştir:

“Etmez bizim bahara delalet menekşeler,


Yüz-pare top ile açılır nevbaharımız!”

Bu bahçelere gelenler beraberlerinde getirdikleri yiyecekleri buradaki ağaçların serin


gölgesinde yerler. Burada çalgılar çalınır, türküler ve şarkılar söylenir, halaylar oynanır
ve akşama doğru buralarda eğlenenler şehrin yolunu tutarlardı. Sokaklarda tava
içerisinde destelenmiş olarak satılan menekşelerden ayrıca çok güzel likör yapılırdı.
Dr. Lamec Saad 1890 tarihinde Diyarbakır gezisi sırasında yaptığı tespitlerinde
bahçelerle ilgili şu bilgileri veriyor;
“Özellikle meyveler çok lezzetli kayısı ve üzüm bu meyvelerin en ünlüleridir. Bu
verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir. Halkın
eğlence yeri olarak da Dicle kenarında Rum Kapı ile Dağ Kapı arasında kalan
bahçeler çok ünlüdür. Özellikle sonbahar aylarında kadınlı erkekli gruplar buraya
gelerek bir kadeh rakı eşliğinde eğlenmektedirler... Burada çeşitli çalgılar eşliğinde
şarkılar söylenip rakılar içiliyor. Üzümden yapılan ve kırmızı olan Diyarbakır rakısı
çok ünlüdür. Trabzon’a gitmek üzere şehirden ayrılırken bir dostum bana dört şişe
vermişti.”

Ben u Sen

Ben u Sen Burcu’nun bulunduğu mevkide günübirlik gidilen mesire yerlerinden olup
burası ile ilgili Arif Paşa “Seyahatname”sinde şu bilgileri vermektedir:
“İş bu iki burcun önünde ve kıbleye mârûz bir mevki’de meşhûr (Ben u Sen) mesîresi
vardır. Ve mesirenin önü ağaçlar ve köşkler ve değirmenler ile müzeyyen bir vadî-i
nîktir. Ben u Sen mevki’i, Kal’anın şaranbolu pişgâhında bir sath-ı mâ’ilden ibarettir.
Çemenzârdır... Bir iki menba’ ve üç adet havuz vadır. Rutubeti galib olduğundan
şiddet-i harâret zamanında nehâren istifâde olunsa bile leylen barınmak imkânı
yoğimiş”
Diyarbakır valilerinden Erzincâni İzzet Paşa bu mesire yeri ile ilgili şu manzume’yi
yazmıştır:

139

kitap_dizgi.indd 139 11/14/12 12:55 PM


Mânzume-i Ben u Sen

Bir’aceb cây ki seyr ü temâşa Ben u Sen


Çemenistân sefâ gülşen-i ra’na Ben u Sen

Görse ger Sa’di Gülistân’a yazardı vasfın


Çün virir revknâk-ı gülgeşt-i musallâ Ben u Sen

Mevki’inde varanın feyz-ı meserretden eser


Gerçi bir vâdi-i pür şehrâ ve sâha Ben u Sen

Gösteririm sana sînemde olan yâreleri


Olmaya kimse bu gülzârda illâ Ben u Sen

Gerçi ki her tarafı Âmid’in adn-âsâdır


Nice mümkin idelim vasfına âyâ Ben u Sen
Seyrantepe

Eskiden şehir merkezinin girişi olan, bugün ise şehrin içerisinde kalan bu semt
de mesire yeri olmanın yanı sıra çok güzel gül bahçeleri ile dolu imiş. Rüzgâr
estiğinde buradaki güllerin kokusu şehir merkezine yayılırmış.

Güleser, güleser
Rüzgar vurur gül eser
Serme toprak üstüne
Yar yatağın güle ser

Dördüncü Murad Diyarbakır’a geldiğinde kalması için Seyrantepe mevkiinde


bir köşk yaptırılmış. Padişahın zaman, zaman dinlenmek için gittiği bu köşk,
bakımsızlıktan ve ilgisizlikten 1930 yılında tamamıyla harap olmuş, bugün izi bile
kalmamıştır.

Ali Emirî bu gezinti yeri için şunu söyler:


“Nev-bahâr eyyâmı ‘azm itme civânân köşkine
Andadur hep dilberân ‘azm eyle Seyrân Köşk’ine”

“Biner paytona gider seyrana” türküsü de buranın gezinti yeri olduğunu belirten en
güzel örneklerden biridir.

140

kitap_dizgi.indd 140 11/14/12 12:55 PM


Resim 1: 1638 yılında Sultan IV. Murad için Seyrantepe’de yaptırılan köşkün kalıntıları
önünde 1910 yılında Darü’l Muallimin öğretmen ve öğrencileri toplu halde
Yatılı Gidilen Mesire Yerleri

Diyarbakır’ın en eski sayfiye yeri Karacadağ’dır. Bu güzel ve ormanlık alan çoktan beri
bu vasfını yitirmiştir. Yakın zamana kadar yatılı olarak gidilen mesire yerleri şunlardır:
Dicle kenarındaki bostanlar ve bu bostanlara kurulan çardaklar “hülleler”, Dicle nehri
boyunca yapılmış olan köşkler ve bağlar semtindeki bağ evleri idi.Buralara misafirliğe
gelenler yanlarında kalacakları yerin sahiplerine hediye olarak lebzunye (badem
ezmesi), ipekli kumaşlar, poşular, şallar bir bohça içerisine koyarak götürür ve ev
sahiplerine dağıtırlardı.

Bostanlar ve Hülleler

Dicle nehri kenarında bulunan bostanlar Diyarbakırlıların sadece kavun karpuz


yetiştirdiği ve ihtiyaçları kadar ektikleri sebze tarlaları olmayıp, aynı zamanda bu
bostanlar birer mesire yeriydi. Yaz sıcağından bunalanların gidip serinledikleri yerler
olan Dicle kenarındaki bu bostanların ayrı bir özelliği de akşamları burada yapılan
bostan eğlenceleridir.
Bostan sahiplerinin barınmaları için yaptıkları çardaklara “hülle” denir. Hülleler
kamıştan yapılır. Genellikle serin olsun diye Dicle’nin kıyısında ve çoğunlukla da
Dicle’nin üzerinde kurulur. Hüllelerin etrafı çoğunlukla çiçeklerle kaplı olur. Bostan
sahiplerinin yakınları ve dostları da akşam olunca bu bostanlara giderler ve burada
gündüzün yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışırlar.

141

kitap_dizgi.indd 141 11/14/12 12:55 PM


Bostan ve Hülle Eğlenceleri

Diyarbakır Kalesi’nin eteklerinden On Gözlü Köprü’ye kadar sıralanan bu


bostanlarda akşamları çeşitli eğlenceler tertip edilirdi. Bu eğlencelerin en güzelleri
genellikle bostan sahiplerinden Şahin Kardaş, Hallo Baran ve Küpeli Tahir’in bostan
ve hüllelerinde yapılırdı. Çalgılar çalınır, türküler söylenir, halaylar çekilirdi. Bu
eğlencelere Diyarbakır musikisini icra edenler de katılırdı ve sabaha kadar eğlence
devam ederdi. Hülleler arasında gidiş gelişler olur ve her hüllede genellikle bu
eğlenceler yapılırdı. Bu bostan eğlencelerini Evliya Çelebi Seyahatname’sinde şöyle
anlatmaktadır;

“Gezinti yerlerinin en ünlüleri, Anadolu’da Konya Merâmı, Antalya’da İstanaz Bağı,


Mısır’da Feyûm Bağı, Şam’da Mencik Bağı, Darende’de Darende Bağı, Malatya’da
Aspuzan Bağı tarafımızdan görülüp özellikleri yazılmıştır. Fakat Diyarbekir’in
Şattu’l-Arab kıyısında olan Reyhan Bağının ve düzenli bostanının Anadolu’da,
Arap ve Acem diyarlarında benzeri yoktur. İlkbahar mevsiminde Şattu’l-Arab’ın
taşması geçip tatlı suyu durularak akmaya başladığında, Diyarbekir halkının zengin
ve fakiri çoluk çocuğuyla birlikte Şat kıyısına göçer. Nehir kıyısında atalarından
ve babalarından verasetle intikal etmiş sınırlar içinde çadır kurup bostanlarına
kavun, karpuz ve çeşit çeşit sebzeler ve çiçekler ekip çalışırlar. Burada özel bir tür
reyhan herkesin sınırına dikilir ve bir ayda sanki orman olur. Mızrak boyuna kadar
olunca o reyhandan içeriyi görmek ihtimali yoktur. Şattu’l-Arab kıyısındaki bütün
kulübelerin duvarları, kapıları ve yüzeyleri tamamen reyhan kaplıdır. Reyhanların
hepsinin kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları yeşil olmakta ve yerden sürekli
nem alarak da büyümektedirler. Bir evin reyhan duvarından görünme olasılığı
yoktur. Bunlar o derece sık reyhanlı, reyhandan kulübeler olup gece gündüz içinde
oturan erkek ve kadınların gelinlerine reyhanların ve gül, sümbül ve erguvan gibi
diğer çiçeklerin kokuları dolar. Her bağın kadınlara ait bölümleri de böyle reyhandan
yapılmış görülmeye değer kulübelerdir. Her kulübedeki havuz ve şadırvanların suyu
Şat nehrindendir. Her bağ ve bostan arasında açılan kanal ve su yolları, Şat suyunu
bostanlara akıtmıştır. Tam yedi ay boyunca Şat kıyısında, herkes dost, arkadaş ve
ahbaplarıyla gece gündüz bir hây hûy, saz, sözle yiyip içerek Hüseyin Baykara
sarayına mahsus zevkleri yaşardı. Yine bütün sanat erbabı bostan mevsiminde kazanç
işlerine meşgul olup her tür yiyecek ve içecek bulunur. Binlerce adam sabahleyin
şehre gidip türlü türlü işler yapıp yine ikindiden sonra bölük bölük Şat kenarındaki
bağlarına gelerek zevk ve sefalarına dalarlar.

Bu bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede olmaz, belki Van’da Bohtan
kavunu bu kavuna benzeyebilir. Fakat Diyarbekir kavunu iri, çok sulu ve yemesi
hoştur. Misk ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere yiyenin
genzinden bir haftaya dek kavun kokusunun gitme ihtimali olmaz.

142

kitap_dizgi.indd 142 11/14/12 12:55 PM


Hatta Kürdistan âlimleri ve Soran’ın bilge kişilerinin: ‘Hazret-i Ebubekir kavun gibi
kokardı,’ sözüne karşılık, Diyarbekir âlimleri: ‘Bizim Şat kavunu kokusu gibi kokar,’
demişler. O kadar güçlü bir tür kokusu vardı ki, yiyenin yahut koklayanın genzine
amber kokusu dolar. Kimi Diyarbekir kavunu kırkar ellişer vakiye ağırlığında olup
hepsi yeşildir. İnsanlar, tazeliğini koruyabileceği yere kadar onu hediye götürürler.
Birçok kimse tarçın, karanfil ve pirinç ile Muaviye’nin buluşu zerde yemeği yaparlar.
Anadolu’da Atina balından, bu derece kokulu kavun zerdesi yapma ihtimali yoktur.
Fakat karpuzu övgüye layık değildir. Diğer yandan, reyhanı da öyle iri ağaç olur ki,
yedi-sekiz ayda çadırlara direk ve kazık haline gelir. Ateşte yakıldıklarında Hıtayi
sümbülü gibi kokarlar. Kısacası Diyarbekir halkının bu Şattu’l-Arab kıyısındaki
yedi sekiz aylık zevk ve eğlencelerini cihan halkı kıskanır. Çünkü onların geceleri
Kadir, gündüzleri Kurban Bayramı olup Hüseyin Baykara eğlenceleri yaparak ‘Fâni
cihandan biraz kâm aldık’ zannederler.

Her gece Şat kıyısı kandil, fener ve mumlarla donatılır. İnsanlar bin bir şekilde
süsledikleri yağ lambalarını ve balmumlarını tahtların üzerine bırakır. Şatt’ın üstünde
bir taraftan diğer tarafa akan çerağlar, karanlık geceleri sanki aydınlık gün yaparlar.
Her kulübede, çalgıcılar, hanendeler, taklitçiler, meddahlar, ayrıca udi, çârtayi,
şeştari, berbuti, kanuni, çengi, rebâbi, mûsikari, tanbûri, santuri, nefiri, belebani,
ney ve denenk, denene çalanlar bulunur. Sözün kısası, çalgıcıların hepsi Şafii vaktine
dek Baykara eğlencesi yaptıktan sonra müezzinler yanık sesleriyle övgüler ve
hamdler okuyup bütün tarikat ehli, sâdık âşıklar Fisagoras-i Tevhidi ederler. Çünkü
Diyarbekir halkı tamamen Hâceğân (Nakşibendi) ve Gülşenî tariklerinden olmakla
tevhid zevk ve şevkinden de geri durmazlardı. Sözün özü, bu İrem bağında gûy-
gûy ve hûm-gûm sohbetleri olup padişahın devletinin devamına dua ederler. Huda
derecelerini yüksek ede”

Bu bostan eğlencelerine Diyarbakır’ın musiki folkloruna büyük katkıları olan ve


bugün hiçbiri hayatta olmayan, Hayık Aşçı, Garabet Menekşe (Bube), Naci Balıkçı,
Gazi Gurbet, Berber Enver Balçık, (Diyarbakır mayalarını bil hakken okur idi) ve çok
güzel halk oyunu oynayan Kömürcü Ziya, Hamamcı Yaşar (Vahap Ağa hamamının
sahibi), Terzi Hanna katılırlardı.
Celal Güzelses, Tarık Çıkıntaş, Celal Sevimli, Berber Hasan Tuncay (Güzel maya
okurdu) ve Hüsnü İpekçi ise bu bostan eğlencelerine sıkça davet edilirlerdi.Bostanlara
gelen misafirlere sabahları paça ikram edilirdi. Her hüllede genellikle sabahları
paça içilir. Akşamdan hazırlanan paça büyük bir kazana konur ve sabaha kadar
ateş üzerinde kaynatılır. Bostan sahipleri birbirlerinin paça kazanlarını kaçırmayı
bir eğlence haline getirmişlerdi. Bilhassa misafiri bulunan bostan sahiplerinin paça
kazanlarını kaçırmak adet halini almış idi. Bundaki amaç bostan sahibini kendisine
gelen misafirlerine karşı mahçup etmekti. Misafiri olan her bostan sahibi, kaynayan
paça kazanının yanına bir nöbetçi bırakırdı ki bir başkası gelip kazanı kaçırmasın. Bu
paça kazanlarının kaçırılmasından kimse kırgınlık ve küskünlük içerisinde olmazdı.
Misafirlere ayrıca Dicle’de yakalanan balıklar ikram edilirdi. Çok lezzetli olan Dicle
balıklarına verilen mahalli isimler şunlardır:

143

kitap_dizgi.indd 143 11/14/12 12:55 PM


1. Siring
2. Berat
3. Faran
4. Şebbot
5. Çar
6. Enver
7. Bini (Kaya Balığı)
8. Dip
9. Marmasu (Yılan Balığı)
10. Herver (Bıyıklı Balık)
11. Karagöz

Bostan eğlencelerinin en görkemli ânı da karpuzların içi oyularak gazla yoğrulmuş


kül doldurulup yakılarak Dicle’ye bırakılmasıydı. Sanki Dicle nehrinde meşaleler
yanıyor gibi çok güzel bir manzara meydana gelirdi.

Elazığ’da da bir varyasyonu olan “Çayda Çıra” türküsünün sözleri, işte bu oyulan
karpuzların Dicle’deki görüntüsüdür ve çayda çıra türküsü söylenir, çayda çıra oyunu
oynanırdı. Dicle Nehri üzerinde “salapurya” denilen kayıklarla bu güzel görünüm
arasında dolaşmak ise ayrı bir zevk idi.Bu eğlencelerin yapılışını yaşları bir hayli
ilerleyen büyüklerimiz halen gözleri dolarak bir özlem içerisinde anlatırlar.Ziya
Gökalp’in Babası M. Teyfik Efendi 1302 Salnamesinde yazmış olduğu bir yazısında
bostan eğlencelerini ve mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır:
“Haric-i Sur’da bahçeler ve bostanlar kesret üzre bulunup, her nev’i sebze ve
müsmir ve gayri müsmir eşcâr yetişdirilür. Bağçelerde benefşe ve güllükler vardır
ki, ilkbaharın bidâyetinde benefşe ve nihayetinde gülistan seyirleri olur. Ve andelib
devri yetişür kavun ve karpuzları pek lezizdir. Kırk elli kıyye ağırlığında karpuz
ve yirmi kıyye vezninde kavun hâsıl olarak, her mahalde şöhreti vardır. Dicle’nin
her iki tarafında bu kavun ve karpuzları huslüle getirmek için bostanlar yetiştir ki,
manzarası fevkalâde latif ve mehtâbiyyeleri sezây-i ta’rifdir.

Bu bostanlarda güz mevsiminde çadırlar rekzolunur. Ve kamışdan âdetâ konak gibi


odalara ve sofalara münkasim harem ve selamlık dâireleri yapılır. Ahâlimizin bir
kısmı bir iki mâh kadar orada teneffüs ederler. Şatt’ın (Dicle’nin) cânib-i garbisini
muhit olarak Fiskayası’nın sâyesi gündüzün (ezâni) sâat ondan sonra Dicle’ye
düşerek, Dağkapusu semtinde Çiftkastal nam mahalden, Mardinkapusu’nda
Acemgölü ta’bir olunan mevki’a kadar Dicle ile cânibeynini şemisden muhâfaza
eylediğinden, tarâvet-i mevki’yye bir kat daha artar. Mehtap’ın vuku’u gecelerde
Dicle âbı âyenesi kesilüp, her tarafı pırıl, pırıl parlamakda. Ve Mehtâb olmayan
geceler, yukarudan yıldızların aksinden ve aşağıda mahsûsen ashâb-i zevkin işâl
ede geldikleri gaz fenerleri ile kanâdilin şu’lelerinden Dicle, yaldızlanmış gümüş
deryâsına döner. O mevsimde Şatt’ın mülâyimâne sûretde çağlayarak cûşisi, fikirleri
ihtiyarsızlık ve gaşyi haletleri içün tahliyye ederek bu suretle sabâha sürer.

144

kitap_dizgi.indd 144 11/14/12 12:55 PM


Sabahlayın şafakın infilâkı ve sonra şemsin tulû’a meyli zamânında keyfiyyet-i
sebânenin iftirâkı üzerine, sabâ ve ziyâ âlemleri gelüp yetişür. Hateb (odun)
keleklerinün yukarıdan gelüp aşağıya akışı; ve bir yandan göğercin-hanelerden ve
civar bağçelerden suya yetişen tuyûr-i mütenevvi’anın ihtirâz ve envâ-i âvâzları
şâyan-i intizâr olunur.

Bu bostanlardan başka, Diyarbekir’in tenezzüh mahalleri ve seyrân-gâhları daha


vardır. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde Fiskayası’nın bâlâsı (şimdiki hastaneler
semti ile eski lisenin bulunduğu yerler), dâmeni gibi safâ-âver mevaâki’den olup,
manzarası, (kuzeydoğudaki) Dicle Boğazı ve sevimli sahâri ve vâdilerdir. Dicle akup
çağlayarak teşkil ettiği adalar ve nehirden ayrılup yeşillikler içinde taraf taraf akan
sulara, Fiskayası’nın dâmenindeki bağcelerin eşcâr-i mütenevvi’asını bezetmekte
olan çiçekler seyrolunur. Bu kayadan mahal-be mahal çıkup birleşe, birleşe aşağı
dökülen soğuk ve berrâk sular, mevki’in letâfetini bir kat daha tezyin etmekdedir.
Fiskayası’nın sağ tarafında ve Yenikapu semtinde vâki olan silsilesi dahi yine bu
manzarada olarak, oradaki Dingilhava ve civarındaki mevâki’i ferah-fezâ ile, cenûb
cihetinde vâki silsilenin Kumarhâne üstü ve etrâfı, hep tenezzüh-gâh mevâki’dendir.
Şu mevkiler, o tarafda bulunan vâsi arâzinin câmi olduğu (Esfel denilen) bağçelere ve
Kavs denilen lâtif bir sahrâya nezâret etmektedir ki; Dicle, bu mütenevvi bahçelerle
ol lâtif safariyi tefrik ederken akup gitmekte; ve buralarda dahi nefis bostânlar
husûle getürülmekdedir.Kavs dahi, tenezzüh içün ahâlinin gidip eğlendikleri
seyrân-gâhlardandır.Yine Mardinkapusu’nda Kibâr-i Evliyâ’dan Şeyh-Muhammed
Hazretleri’nin medfûn olduğu mahallin cenûb ciheti ve Şemsiler nâm mahallin alt ve
üst taraflarında vâki olan (Köşkler semtindeki) bağçe ve Dicle nezâreti, az sevimli
değildir.

Rum (Urfa) kapusu’nda vâki Benüsen seyrângâhı, bir çemeniştândır ki senenin


dokuz mâhı içinde letâfet ve nümayişi zâil olmaz. Benüsen’in üst tarafındaki
kayalıkda mahal-be mahal tenebbü eden sâfi ve berrak sular mahsûsen yapılmış olan
havuzlarda çağlayanlar teşkil etmişdir. Mevki’i pek dil-nişin ve havâsı fevkalâde
lâtifdir

Rumkapusu ile Dağkapusu (şimdiki Çiftkapı/Hindibaba Kapısı ile Mühendis evleri)


miyânında vâki olan Kantaralar (Kanuni’nin 27 gözlü su kemerleri) arazisi suların
kesretile ilk ve sonbahar mevsinlerinde çemenlerle zinet görür. Dağkapusu’ndaki
(Kışlaların kuzeyinde bulunan) Seyrantepesi dahi nezâret ve letâfete mendûh
mevâki’den bulunmuşdur.”
Diyarbakırlı şairlerden Hamdi, Dicle nehrini ve etrafındaki bostanları yazmış olduğu
aşağıdaki şiiri ile çok güzel anlatmıştır.

145

kitap_dizgi.indd 145 11/14/12 12:55 PM


Adı bûstan bir güzel dilberdür el-hak sebz-gûn
Cûy-i Şatt olmuş meyânında anun zerrin kemer
Bir iki şems-i felek, anun hezârân şemsi var
Seyr-i bûstan eylesen ibretle ey sâhib-nazar

Olalı şem’-i şebistan anda bir bûstan-fürüz


Şeb-çerağ-ı mâhı istemez geceyle tâ seher
Bû bağışlar her şemâme anber-i eşheb gibi
Yemyeşil bûstan yatur bir Bahr-i Ahder’dür meğer

Nehr-i Şat’dur kehkeşân bûstana dönmüştür felek


Anda yıldızlar keleklerdür ki kudretten biter
Gûş eden pendüm kamer-ruh bir güzelsüz gitmesün
Seyri bûstânun olur mehtâb olunca mu’teber

Her kavun bir kûzedür şerbetle pür bûstânda


Sâha-i AMİD olur bir şekkeristân serteser
Bir güzeldür bûstân kim hatt-i-nev reyhânlığı
Nâmına HAMDİ kavun karpuz deyü şekker satar

Ali Emİrî, halkın Dicle Nehri kenarında kamıştan yapmış oldukları hülleler ile
ilgili şöyle söylemektedir:“...Temmûzun harâretli zamânı olmakla Dicle Nehri
kenârına gittik. Hayâl-hâne-i tabî‘atte (ruh) öyle bir galeyân zuhûra gelmiş idi ki,
gûyâ nazargâhımda bütün menâzır-ı eşyâ (eşya manzaraları) mazmûn ve ma‘nâ
olmuş idi. Her ne semte baksam hâtıra bir mazmûn hücûm ederek anı kisve-i nazma
sokmak içün nazar-ı kuvâ (göz) oraya saplanıp kalıyordu. Dicle Nehri’nin o mevâc-ı
cereyân-ı safâ-efzâsı (ruhu dinlendiren dalgalar) tabî‘at-ı müheyyiceniñ bâ‘is-i
ta‘dîli (heyecanlı ruhun sakinleşmesi) oldu.”
Ali Emîrî, bir beytinde halkın yaz sıcağında Dicle Nehri kenarındaki kamıştan
yapmış oldukları hüllerele ilgili şunu söyler:
“Halk-ı Âmid encümengâhı kenâr-ı Dicle’dür
Her kamışdan hâne gûyâ bir müzeyyen hacledür”

Resim 2: 1936 yılında Dicle nehri kenarında kurulan hülleler

146

kitap_dizgi.indd 146 11/14/12 12:55 PM


Resim.3: 1970 yılında kurulan bir hülle

Resim 4: Esfel bahçelerinden görünüm

Resim5: Çinali bahçesinde dut silkmesi

147

kitap_dizgi.indd 147 11/14/12 12:55 PM


TARİHİ YÖNDEN DİYARBAKIR HAMAMLARI

Vedat Güldoğan-Araştırmacı-Yazar
Diyarbakır hamamları özelliklerinden ve sayılarının fazla oluşundan dolayı
Diyarbakır’ı ziyaret eden seyyahlar tarafından tanıtıcı bilgilerle anlatılmıştır.

1654-1655 tarihlerinde Diyarbakır’ı ziyaret eden Evliya Çelebi 12 hamam hakkında


bilgiler vermektedir. “Bu hamamların cümlesi şehrin zibiliyle ıssı olunur. Amma
gayet sıcak olurlar. Rum da odun ile bu mertebe hamâmı kızdırmak kabil değildir.
Hamâmda zibil yakmanın bir fâ’idesi daha var ki şehir içinde zerre kadar hâr û hâşak
süprüntü bırakmayıb zenbil zenbil hamâma taşırlar. Cümlesi yanar, mahvolur. Şehir
aralarında ve hâricinde müzahrefâttan eser kalmayub gerek derûn-ı belde gerekse
hâric-i nezâfet üzre bulunur. Bu da yalnız Diyarbekir’e mahsûs olmayub Arabistan
hamâmlarının hepsi bu yolda zibil ile ısıtılır...”

Buckingam (1815) Diyarbakır’da 20’den fazla hamam olduğunu belirterek bunlardan


Vahap Ağa, Paşa, Çarşı, Kale, Deva ve As hamamlarının adını vermektedir. William
Heude (1817) ise hamamların genellikle siyah mermerlerden yapıldığını ve gösterişli
olduğu kadar, aynı zamanda kullanılışlı olduğunu söylemektedir.

Ali Emiri Efendi’nin verdiği bilgilere göre, Diyarbakır hamamları umûmen sabahtan
öğle vaktine kadar erkeklere ve öğleden sonra kadınlara mahsustu. Sadece Çarşı
Hamamı (Yeni Hamam) her gün akşama kadar erkeklere mahsus olarak açıktı.

Osmanlı döneminde Diyarbakır’da her mahallede bir hamam bulunurdu. Bilhassa


Diyarbakır’a gelen yabancıların muhakkak surette hamamda iyice yıkandıktan
sonra şehir merkezine girmelerine izin verilirdi. Bunun için de şehre girişi sağlayan
dört kapının bulunduğu yerlere yakın hamamlar vardı. Bugün bu hamamların bir
çoğu gerek yol genişletme sebebiyle gerekse ilgisizlik ve bakımsızlıktan yıkılmıştır.
Bunlardan XV. yüzyılda Akkoyunlular zamanında yapılmış olan Mirza Bey Hamamı
ile muallâk Mahallesi’ndeki Domat Hamamı I. Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır.
İpekoğlu, Dilaver Paşa , Bekir Paşa, Hüseyin Efendi Hamamları bugün tarihe
karışmış hamamlardandır.

Ali Paşa Hamamı

Ali Paşa Cami yakınlarında olan hamam bugün harap haldedir. Hadım Ali Paşa
tarafından Diyarbakır Beylerbeyi olduğu sırada inşa edilmiştir.

Evliya Çelebi, age, c.4, s.40-41


J.S. Buckingam, age, s.214
W.Heude, Voyağe la Cote de Malabor’a Constantinople, s.85, Nakleden: İbrahim Yılmazçelik, age. S,84
Ali Emiri Efendi, Osmanlı Vilâyât-ı Şarkiyesi, İstanbul, 1337, s. 32

148

kitap_dizgi.indd 148 11/14/12 12:55 PM


Domat Hamamı I. Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. İpekoğlu, Dilaver Paşa , Bekir
Paşa, Hüseyin Efendi Hamamları bugün tarihe karışmış hamamlardandır.

Ali Paşa Hamamı

Ali Paşa Cami yakınlarında olan hamam bugün harap haldedir. Hadım Ali Paşa
tarafından Diyarbakır Beylerbeyi olduğu sırada inşa edilmiştir.

Behram Paşa Hamamı

Behram Paşa’nın bu hamamı camii, mescid ve medrese ile birlikte inşa ettirdiği
anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi’nin hayranlıkla bahsettiği bu hamam XIX. yüzyılda
Diyarbakır’ın işlek hamamlarından biri olmuştur.

Cadde Hamamı

Mardin Kapısı’nda Deliller Hanı karşısında idi.

Çardaklı Hamamı

İbrahim Beğ Mahallesi’nde idi. Evliya Çelebi’nin temiz ve aydınlık bir hamam
şeklinde bahsettiği hamamın yapıldığı tarih belli değildir.

Çardaklı Hamamı bugün ayaktadır. Bu hamamı ve Bazargân Hanı’nı yaptıran Hüsrev


Paşa’dır. Şevet Beysanoğlu Çardaklı Hamamı Hakkında şu bilgileri vermektedir:

1024 [1615]’te üç sene 1028 [1618]’de iki sene, 1030 [1620]’de sekiz ay ki tekerrür
eden üç defa valiliğinde cem’an beş sene sekiz ay icrâ-yı hükûmet etmiştir. Aslen
Çerkestir. Kâmûsülü’l-a’lâm, Atâ Tarihi, “Hırvatîdir” diyor ki Naîmâ’ya muhaliftirler.
Harem-i hümâyûnda terbiye olup çeşnigirlikle taşraya çıkmış, badehu Kıbrıs,
Bağdat eyaletine naspedilmiştir. Naîmâ’ya göre 1029 [1619]’da Kamûsü’l-a’lâm’a ve
Salname’ye nazaran 1030 [1620]’de Diyarbekir valiliğiyle ve Diyarbekir askeriyle
Sultan Osman-ı sânî ile Hotin seferinde bulunmuştur.
Sadrazam ve Serdâr-ı ekrem Hüseyin Paşa’nın mağlubiyeti ve azli üzerine, mühr-i
sadâret kendisine tevdi olunarak bu genş padişahın zamanında bir sene dört ay
mesned-i sadârette kalmış ve pâdişâh-i mşârünileyhin hal’i ve şehadeti vak’a-
yı hâilesinde eşkıya, hunhar asker tarafından gadren şehit edilmiştir. İstanbul’da
Miskinler’de medfundur. Akıl tedbiri orta halde, halîm, selîm bir zat idi. Kendinin
bir içoğlanı düşman tarafına kaçıp mürted olmuştur.
Diyarbekir’in Mardin Kapısı haricinde ve iki saat mesafede yolcular için bir han
yaptırmıştır. Şimdi harabedir. Urfa Kapısı’na gidilirken sağda vaktiyle Mürdar Su
Kahvesi ve şimdi [...] olan mahalle karşı köşede dahi bir mescit bina etmiştir. Küçük
Hamam ve şimdi Gazi Mektebi olan yeri dahi maristan olarak yaptırmıştır. 1310
[1892]’den sonraya kadar enkazı mevcut idi. (Abdulgani Fahri Bulduk, Diyarbakır
Valileri, Medrese Yayınları, İstanbul 2007, s. 46-47,. Yayına Hazırlayanlar: Eyyüp
Tanrıverdi-Ahmet Taşğın)
Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251
Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251

149

kitap_dizgi.indd 149 11/14/12 12:55 PM


Çardaklı Hamamı bugün ayaktadır. Bu hamamı ve Bazargân Hanı’nı yaptıran Hüsrev
Paşa’dır. Şevet Beysanoğlu Çardaklı Hamamı Hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Dış duvarları bazalt moloz taşlardan yapılmış olup dış dekorasyona önem
verilmemiştir. Şehirdeki diğer hamamlardan bazı önemli farklılıklar gösteren yapının
köşe bölümüne, kuzey ve batı yönlerinde yerleştirilen iki portalle sahanlık kısmına
girilir. Soyunma yerinin simetrik iki eyvanı vardır. Bunlardan, batıdaki eyvan,
sahanlıktan soyunma yerine geçişi sağlar Doğu-batı istikametlerinde bu eyvanlar
iki katlıdır. Soyunma yerinin üst örtüsü kubbedir. Kubbeye geçiş pandantiflerdir.
Bu pandantifler ikinci kat eyvanlarına kadar inmektedir. Birinci kat eyvanlar düz
kemerlidir. Alt kat eyvanlarının sağ ve soluna yerleştirilmiş yuvarlak kemerli nişlerle,
soyunma yerinin karşılıklı iki bölümünün hareketlendirilmesi amaçlanmıştır.
Kemerler düz, sivri, yuvarlak şekillidir. Ayrıca sağır boşaltma kemerleri içine alan
ve küçük soyunma yeri olarak kullanılan nişlerle bu kısmın bir uyum içinde olması
düşünülmüştür. Sivri sağır kemer içine oturtulmuş bir kapı ile ılıklık bölümüne
girilir. Ilıklık üç bölümden oluşmaktadır. Bunlardan ikisinin üst örtüsü beşik tonoz,
diğerinin kubbedir. 6. eyvan, 6 hücre yani yıldızvari sıcaklık şemalı bu bölümün
kubbesine geçiş pandantiflerledir. Eyvanların üst örtüsü beşik tonoz, hücrelerininki
kubbedir. Eyvanlar ve hücrelerde kurnalardan bir metre yükseklikte küçük nişler
açılmıştır. Yapılan kaba onarımlar, hamamın iç güvenliğini ve süslerini bozmuş
durumdadır”

Deva Hamamı
Evliya Çelebi’nin “...Mu’allak minare kurbundaki hamam ferşinde ruhâmları ve
kubâblarında billûr camları müsennâdır” şeklinde bahsettiği Deva Hamamı Mardin
Kapı yakınında Gazi Caddesi üzerinde, Abdal Dede Mahallesi’ndedir.

1540 yılında Hamam-ı Kebir (Büyük Hamam) adını taşımış ve sonradan Deva
Hamamı adını almıştır. Halk buna Deve Hamamı demektedir. Diyarbakır’ın en
büyük hamamıdır. 1711 tarihinde büyük bir onarım geçirdiğini Diyarbakırlı şair
Hami (1679-1747) şu manzum tarih ile anlatmaktadır:

“Hüsn-i ta’mirin görüp HAMİ hami dedim tarihini


Sıhhati kasteyleyen gelsün Devâ Hamamına”

Bu manzum tarih aslında 16 beyittir. Şairin Millet Kütüphanesi’ndeki yazma


divanındadır. Hamam, 1930 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce satın alınmıştır.

Şevket Beysanoğlu, age, c.2, s.552

150

kitap_dizgi.indd 150 11/14/12 12:55 PM


İçkale Hamamı

İçkale’de sura bitişik inşa edilen hamam, 1863 tarihine kadar işlek idi.

Kadı Hamamı

Evliya Çelebi’nin İpariyye Hamamı şeklinde bahsettiği ve Diyarbakır’ın en


iyi hamamı olduğunu belirttiği hamam, Kadı Hamamı’dır. Kadı adını ne
zaman aldığı bilinmemektedir.
Evliya Çelebi esas adının Eşbek iken halkın buna Eşek Hamamı dediğini
ifade eder. Bu hamam Safa Camii yakınındadır.

Kadı Hamamı
Küçük Hamam

Melek Ahmet Paşa Camii’nin doğusundaki bu hamamdan Evliya Çelebi


Hamam-ı Atik olarak bahsetmektedir. Dilaver Paşa evkafına ait olan hamam
XIX. yüzyılda Diyarbakır’ın en işlek hamamları arasındadır. Bu hamama
“Şen Su Hamamı” da denir. Bazı kaynaklarda küçük Kadı Hamamı olarak
geçer.

Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.253


Evliya çelebi, age, s.40
Evliya Çelebi, age, s.40

151

kitap_dizgi.indd 151 11/14/12 12:55 PM


Melek Ahmet Paşa Hamamı Küçük Hamam

Melek Ahmet Paşa Caddesi üzerinde olan bu hamam bugün içinde işlevini
yürütmektedir. Melek Ahmet Paşa tarafından 1564-1567 yılları arasında inşa
ettirilmiştir. XIX. yüzyılda “Hamam-ı Kebir” adını taşıyan hamamdır.Hamamın
yapılışına Diyarbakırlı şairler manzum tarih olarak şunu düşmüşlerdir.

“Görüp hâtif dedi tarihin anın


Yeni pâkize, abı hûb hamamının”
Şair Şuhûdi (975)

“Dedi tarih ana hâtif semada


Bıhışt ayinli hamam’a oldu peyda”
Şair Biati (975)

Melek Ahmet Paşa Hamamı


152

kitap_dizgi.indd 152 11/14/12 12:55 PM


Paşa Hamamı

Şeyh Matar Cami civarında, Hançepek Mahallesi’ne giden yolun solunda


bulunmaktadır. Eski adı “Behram Paşa Hamamı’dır.

Evliya Çelebi, bu hamamdan şöyle bahseder: “Bu paşa-yı zişânun Gazzevi olmağla
Arabistan’da gördüğü gibi bir hamamı musanna bina etmek içün Gazze ve Kudüs’ten
üstâd-ı kâmil bennâlar ve ruhamkârlar getirtip ve yüz deve yükü gûnagûn somakî ve
mermer ve yerekâbî ve zebûrî seng-i ebrûlar getirdüp bu hamama döşemiş. Hakka
bir hamam-ı ibretnümâ ettirmiş kim misli meğer Şam’da Defterdar Hamamı ola
yahut diyar-ı Mısır’da Menfelût şehrinde Osman Bey Hamamı ola”

Rüstem Paşa Hamamı

Yeni Kapı’nın kuzeyindedir Bu hamama ayrıca Rüstem Paşa Hamamı da


denilmektedir. 1882 de harap olan hamam işlek olduğu zamanlarda suyunu İçkale’den
almaktaydı.

Su Akar Hamamı

Dağ Kapısı yakınlarında, Nebi Camii’nin karşısında idi. İbrahim Beğ Tekkesi
evkafından olan bu hamama XIX. yüzyılda Su Akar adından başka Sadaka,
Suvakiyye ve İbrahim Beg Hamamı adlarının verildiği görülmektedir. Evliya Çelebi
bu hamamdan Zibilci Hamamı olarak bahsetmektedir.

Vahap Ağa Hamamı

Gazi Caddesi’nden Dağ Kapı’ya giden yolun sonundadır. Bugün ayakta olup hangi
tarihte yapıldığı bilinmemektedir. Hamamın esas adı Abdulvahap Ağa Hamamı’dır.

972 [1564]’te vali olmuştur. Müddeti üç senedir. Nâdirü’l-emsâl gayet kıymetli, sanatlı, zarif, latif, kâşîli
[vitraylı] minareli bir camii vardır. Namına izafeten yad olunur. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın oğlu Sultan
Selim-i sanî zamanında 980 [1572] tarihinde ikmal edilmiştir. Burada bir çok evkafı olduğu gibi, Urfa’da da vardır.
Diyarbekir’deki Paşa Hamamı eşher-i evkafındandır. Mamurdur. 988 [1580]’de Halep’te vali iken Diyarbekir’deki
cami gibi bir cami yaptırmıştır; o dahi mamurdur.

Müşarünileyhin Şam’da da valiliği vardır. 994 [1585]’te Halep’e vali olan Rıdvan Paşa, bunun biraderidir.

Buradaki camiinin harem kapısı üzerindeki kitabe budur:

“Enşe’e hâze’l-câmi’a’ş-şerîfe el-abdu’d-da’îfu Behram Paşa, yesserallâhu llehu mâ yeşâu ve buve abdun mine’l-
merbûm es Sultan Suleymân, fî eyyâmi’d-devleti’s-Sultâni’l-a’zam Selîm Hân, senete 980 [1572]”

Merhûm-ı müşârünileyh bu vakfı, evvelâ nefsine sonra kölesi ve matuku Kasım bin Abdulhayy’e badehu bunun
erşed [evlâd ve] evlâsd-ı evlâdına şayet tevliyet munkarız olursa, aslahu fe’l-aslahu min sâiri utekaihi [min] utekai’l-
vâkifi ve ebnâihim ve ebnâi ebnâihim, bilâhre sultân-ı zamânın veya hâki-i vaktin lâyık ve ahrâ gördüğü kimsenin
mütevelli tayin edilmesini şart etmiştir.

153

kitap_dizgi.indd 153 11/14/12 12:55 PM


Vahap Ağa Hamamı

Yeni Hamam

22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye Han


civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa ettirildiği
anlaşılmaktadır. Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve rüsûm ve
âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs mahal ve
külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir.

Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve şehrin en


güzel hamamıdır demektedir. Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913 yılında bir
yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır.

22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye Han


civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa ettirildiği
anlaşılmaktadır. Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve rüsûm ve
âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs mahal ve
külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir.

Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve şehrin en


güzel hamamıdır demektedir. Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913 yılında bir
yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır.

Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.255


Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251
İbrahim Yılmazçelik, age, s.87

154

kitap_dizgi.indd 154 11/14/12 12:55 PM


Yeni Hamam

22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye Han


civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa ettirildiği
anlaşılmaktadır. Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve rüsûm ve
âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs mahal ve
külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir.

Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve şehrin


en güzel hamamıdır demektedir. Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913 yılında
bir yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır.

Vahap ağa hamamı yandan görünüm Vahap ağa hamamı önden görünüm

Melik Ahmet hamamı Kadı Hamamı

Yiğit Ahmet sokak’ta Cemşid ağa hamamı

İbrahim Yılmazçelik, age, s.85


İbrahim Yılmazçelik, age, s.85
Evliya Çelebi, age, s.40

155

kitap_dizgi.indd 155 11/14/12 12:55 PM


Çardaklı hamamı Deva hamamı

Fotoğraflar:Kenan Haspolat

Şehr-i Âmid Kahramanlarının Meşhedi

HZ. SÜLEYMAN CAMİ VE HAZİRESİ


Alaattin Dikmen
Dicle Ünv. İlahiyat Fakültesi FDB Bölümü

Giriş
Diyarbakır Hz. Süleyman cami haziresi insanlar tarafından sıkça ziyaret
edilen kutsal mekânların en başında gelenidir. İstanbul’da Eyüp Sultan,
Bursa’da Emir Sultan, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli insanlar tarafından nasıl
teveccühe mazhar bir mekân ise Diyarbakır ilinde de bu işlevi Hz. Süleyman
cami ve türbesi üstlenmektedir. Ayrıca burada oldukça yoğun dini ritüeller
uygulanmaktadır. Söz konusu mekânla ilgili bu zamana kadar birçok çalışma
yapılmış ve bu çalışmalarda konu değişik boyutlarıyla ele alınmıştır. Bu
çalışmada; Sahabe Diyarbakır ilişkisi kısa bir tarihçe ile verilecek, Süleyman
cami ve haziresinin tarihi sürecine ve halk hafızasındaki karşılığına atıfta
bulunulacaktır. Son bölümde ise bu mekâna neden gelindiği, gelenlerin
beklentileri, eğitim durumları, gelir düzeyleri ve gelme sıklıkları gibi hususlar
verilecektir. Araştırma, yetmiş (70) kişi ile birebir yapılan mülakat (görüşme)
neticesinde ortaya çıkan sonuçları içermektedir.

Bkz., Hatip Yıldız, Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır ve Sahabe, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti
Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri), Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri (1869-
1905), C.I, İstanbul, 1999, s. 208-209

156

kitap_dizgi.indd 156 11/14/12 12:55 PM


Sahabeler ve Diyarbakır
Diyarbakır vilayet salnamesi dahil birçok temel kaynakta bölgede metfun bulunan
peygamber, sahabe ve halk tarafından da büyük zatlardan olduğu kabul edilen zevatın
isim ve kabirlerinden bahsedilmekte, Diyarbakır ve çevresinde 80 den başlayarak
500 kadar sahabenin varlığından söz edilmektedir.

Diğer taraftan Diyarbakır (Âmid) fethinde birçok sahabenin bulunması ve bunlardan


bir kısmının muharebeler sırasında şehit düşmesi, şehir alındıktan sonra sahabelerin
bir kısmının kendi topraklarına dönmesi ve birçoğunun da daha sonra ailelerini de
getirerek bu bölgeye yerleşmiş olmaları salname ve diğer kaynaklarda belirtilen
hususları doğrular niteliktedir. Fetih esnasında bazı kaynaklara göre 25-27 bazılarına
göre 40 şehit sahabenin yanı sıra, fetihten sonra buraya yerleşen ve daha sonra
eceliyle ölen 500 sahabe kabri bulunmaktadır.

Örneğin İyaz’ın ailesinin 641’de Diyarbakır’a göç ettiği dile getirilmiştir.


Diyarbakır’daki Eyyubi (Eba Eyyup) ailesinin bu sülaleden geldiği bilinmektedir.
Kaynaklar fetih sırasında bazı sahabelerin şehit olduğunu doğrulamaktadır. Fakat
kaç kişinin şehit olduğu ve bunların kabirlerinin nerede olduğu, en azından Hz.
Süleyman camisi haziresinde bulunan kabirlerin isimlerine atıfta bulunarak onlara ait
kabirler olduğu söylenen sahabe kabri olup olmadığı hususu tartışmalıdır. Hazirede
bulunan türbelerin fetih yıllarından çok sonraları yapılmış olması ve adı geçen
sahabelerden bir kısmının burada veya bir başka yerde kabirlerinin olduğuna dair
net bilgilerin olmayışı konuyu biraz muallâkta bırakmaktadır. Yoksa Diyarbakır’da
birçok sahabenin yaşadığı ve burada vefat ettiği bir gerçektir.

Diyarbakır’ın Müslümanlarca Fethi


Müslümanlar, Hz. Muhammed hayattayken Arap Yarımadasının tamamına hâkim
olmuşlardı. Hz. Peygamberin vefatından kısa bir süre sonra da Suriye, Mısır, Irak
ve İran, Anadolu Adana ilinden başlayarak doğu kısmına doğru Türkistan illerine
kadar, Hz. Ebubekir’in halifeliğinden (m.632-634) başlayarak Hz. Ömer’in halifeliği
(634-644) boyunca fetihler gerçekleştirilmiştir. Diyarbakır’ın (Âmid) fethi de bu
dönemde gerçekleşmiştir.

Çeşitli görüşler için bkz., Yıldız, a.g.m., Celal Çayır, “Manevi Bir Değer Olarak Hz. Süleyman
ve Haziresi”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum
Bildirileri). Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri, (1869-1905), C.I, İstanbul, 1999, s. 208-209. Şevket Beysanoğlu,
Diyarbakır Tarihi, C. I, 2003, s.162. Mehmet Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan
Sahabelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs
2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s.823.

Âmid Osmanlılar döneminde, sancağın merkezi olan Diyarbekir Vilayeti’nin ve şehrin adı olmuştur.
Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, İA, IX, s. 465. Ayrıca Diyarbakır tarihi hakkında bkz.: Şevket Beysanoğlu, Anıtları
ve Kitabeleriyle Diyarbakır, I-III, Diyarbakır, 1997.
Abdurrahman Acar, “Diyarbakır’ın Fethi Hakkında Bazı Notlar”, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler,
Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri)

157

kitap_dizgi.indd 157 11/14/12 12:55 PM


Eski adı Âmid olan Diyarbakır şehri, Arap coğrafyacılarının Cezîre dedikleri
bölgenin Diyâr-ı Bekr kısmı içerisinde yer almaktadır. Diyâr-ı Bekir bölgesi, Âmid
(Diyarbakır), Meyyâfarikin (Silvan), Hısn Keyfa (Hasankeyf), Erzen, İs’ird (Siirt),
Mardin ve Düneysir (Kızıltepe) gibi önemli şehirleri ve çok sayıda müstahkem
kaleyi kapsamakta idi.
Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu Cezîre bölgesinin Diyârbekir kısmı, milâdî
III-VI. asırlarda, Bizans ile Sâsâniler arasındaki mücadelelerin bir gösteri alanına
dönmüştür. İslamiyet ortaya çıktığı yıllarda Bizans hâkimiyetinde iken Hz. Ömer
döneminde fethedildiğinde ise Sâsâni hâkimiyet alanında idi.

Bizans’a karşı Yermûk Savaşı (m.636-h.15) kazanılmış ve arkasından Suriye’nin


fethine girişilmişti. Suriye’de kısa sürede fethedilmiş ve kuzeyden gelebilecek saldırı
hareketlerine karşı güvenlik tam da sağlanmış değildi. Hz. Ömer Câbiye denilen
yerde kumandanları ile Suriye’nin güvenliğinin sağlanması için Cezîre bölgesinin
de fethine karar vermişlerse de (638) bu kararı devletin başkenti Medine’ye
döndükten bir müddet sonra (639) Suriye valisi Ebu Ubeyde’ye bir mektup yazarak
resmileştirmiştir. Vali, İyâz b. Ğanm komutasında, aralarında bine yakın sahâbenin
de bulunduğu sekiz bin ya da 5-6 bin kişilik bir orduyu Rakka denilen yerden
bölgenin fethine başlatmıştır.

İyâz b. Ğanm, 7 Cumâdi’l-Ula H.17 (27 Mayıs 638) tarihinde, İslâm ordusunun
başında Âmid önlerine gelmiştir. O sırada şehir, Bizans’a bağlılığı ile bilinen ve
Meryem adında kadın bir vali tarafından idare edilmekte idi.

Müslümanlar diplomatik girişimlerde bulunmuşlar ve şehrin sulh ile kendilerine


teslim edilmesini istemişler ama netice alınamamışlardır.

Şehrin Bizans valisi, kilisede halkından ve bürokrasiden ileri gelenlerle bir toplantı
yaptığı ve onlara şu meyanda bir konuşma yaptığı belirtilmektedir:

“Araplar yurdunuza girdiler, şehrinizin önünde karargâh kurdular, bunlar şehrimizi


almaya tamah etmişler. Siz iyi biliyorsunuz ki bu şehir Diyâr-ı Bekr bölgesinin
kilididir. Onu ele geçiren, bütün bölgeyi almış olur ve İsa Mesih’in hâkimiyeti
son bulur.” şeklinde başlayan ve “Sizgeçmişten biliyorsunuz ki bunlar burada yüz
sene de kalsalar şehrinizi alamazlar. Dininiz uğruna bunlarla savaşınız. Burada
ihtiyaç duyduğunuz her şey var. Diyâr-ı Bekr çevresindeki kral ve prensler mektup
göndererek, ‘şehri teslim etme’ dediler. Askerleriyle yardıma geleceklerini ve bizi
Araplardan kurtaracaklarını söylediler.”

Ramazan Şeşen, “Cezîre”, DİA; VII, 509.


Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev: Fikret Işıltan, Ankara 1991, s.103.
Murat Akgündüz, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-
27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri), ss: 71-74
Bkz., Şeşen, age, 509.
Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre, 164. Âmid’in fethini en geniş şekliyle anlatan eserin bu olduğu söylenmektedir.
Bkz., Acar, agm.
A.g.e, 166. Acar, a.g.m.

158

kitap_dizgi.indd 158 11/14/12 12:55 PM


Diğer taraftan İslâm ordusunun başkumandanı İyâz b. Ğanm’in de Âmid ilgili olarak,
“Biliniz ki bu şehir çok iyi bir korumaya sahiptir. Burası Diyar-ı Bekr’in gözüdür.
Allah buranın fethini bize nasip ettiğinde Müslümanlar bütün bölgeye hâkim
olacaklardır.” Şeklindeki ifadeleri dikkate alındığında Âmid’in o dönemlerde kritik
bir merkez konumunda olduğu ve bunu bütün tarafların tescil ettiği anlaşılmaktadır.

Ayrıca yine İslam ordusunda üst düzey bir yetkisi olduğu anlaşılan Hâlid b. Velid’in
tespitleri İslam ordusunun kemiyet ve keyfiyet açısından nasıl olduğunu ve ordunun
hangi dinamiklerle fetihlere çıktığı konusunda bir bakış açısının varlığını haber verir
niteliktedir; “Şunu biliniz ki biz maddî güç ve sayımızın çokluğuyla değil, belki
Allah’ın yardımı ve Hz. Peygamberin bereketi sayesinde bir yere hâkim oluyoruz.
Nitekim peygamberimizin bize bu konuda vaadi vardır. Allah’ın dediği olur. Eğer
bunlar şehrin dışında bir yerde savaşmak isterlerse bu bizim işimizi kolaylaştırır.
Fakat biraz sabredelim. Sabrın sonu zaferdir. Belki beklenmedik bir gelişme olur. Bu
kadına bir mektup yaz. Onu önce korkut, sonra da güzel vaatlerde bulun, umut ver.
Umarız ki Allah yardım eder ve onu imana getirtir” .

Bizans valisi Müslümanların teslim olma teklifini reddetmiş ve şehir kuşatma altına
alınmıştır. Müslümanların kuşatması beş ay kadar sürmüş ama şehrin muhkem
kalesi sayesinde netice alınamamıştır. İslam ordusu sabırla kuşatmasını sürdürürken
Hâlid her gün askerleriyle şehri çevreleyen surların etrafını dolaşarak bir yol
bulmaya çalışmış ve nihayetinde içkaleye çıkan bir tünel keşfedilmişti. “Ben bu
tünelden şehre gireceğim. Sizden canlarını Allah’a ve Rasûlüne feda etmeye hazır,
yüz adam istiyorum” dediği ve askerlerinin arasından yüz kişi seçerek kale içine
girmeyi denediği kaydedilmektedir. Diğer Müslüman askerlerin yanı sıra otuz
kadar sahabenin de şehrin içkalesine girerek kale kapılarını açmayı başardıklarından
bahsedilir. Çarpışmalar esnasında yirmi dört sahabe ile birlikte Halid b. Velid’in
oğlu Süleyman da şehit düşmüştür. Diyarbakır’ın kutlu misafirleri olan bu sahabeler,
bugün Hz. Süleyman Camii avlusundaki şehitlikte yatmaktadırlar. Müslüman
askerler ve Bizans kuvvetleri arasında küçük çaplı çatışmalar yaşandıysa da, İyâz,
Âmid’i sulh yoluyla ve daha önce yürürlüğe girmiş olan Ruha (Urfa) Barış Anlaşması
hükümlerine göre fethetmiş ve böylece şehir Müslümanların eline geçmiştir.
Kaynaklarda şehre giren komutan İyâz’ın, halka “Sizden kim ki Müslüman olursa
malını, mülkünü ona bırakırız. Allah affedicidir, bağışlamayı sever, biz de sizi
affettik “ mealinde bir konuşma yaptıktan sonra, gayr-i Müslimlerin, verilen
güvenceden yola çıkarak kısa sürede çoğunun Müslüman olduğundan bahsedilir.
Müslüman olmayanlara da herhangi bir baskı uygulanmamış,
Vakıdi, a.g.e, 167.
A.g.e, 167.
Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre, 181.
A.g.e, 182.
Akgündüz, a.g.m.
Acar, a.g.m,

159

kitap_dizgi.indd 159 11/14/12 12:55 PM


sadece ertesi yıldan başlamak üzere cizye uygulaması başlatılacağı bildirilmiştir.
İyâz, şehirde on iki gün kaldıktan sonra Sa’sa b. Savhan el-Abdî’yi şehre vali tayin
ederek yanına beş yüz savaşçı bırakmış ve fetihlerine devam ederek Erminiye
topraklarına girmiş kısa sürede Ahlât’a kadar ilerlemiştir.

Hz. Süleyman Cami ve Haziresi


Günümüzde Diyarbakır surları içinde ve içkale denilen kısımda bir mescit, türbe ve
müştemilatında kabirlerin yer aldığı bir mekânlar bütünü vardır. Burasının önceleri
Nasıriyye, Nasıri ve Murteza Paşa diye de bilinmektedir. Yapı, önceleri sahabe
mezarları üzerine örülen ve mezarların alt katta kaldığı bir türbe iken Müslüman
geleneğinde olduğu üzere, yanına sonradan mescidi yapmışlardır. Evliya Çelebi’den
nakille caminin, kaleyi fetheden komutanlardan Halid’in yaptırmış olduğu söylense
de, cami minaresi üzerindeki kitabeye göre “cami, H.555 (M.1160) yılında
Nisanoğullarından Ebu’l Kasım Ali tarafından yaptırılmıştır. Mimarı muhtemelen
Hibetullah El Gurgani’dir.”

Hz. Süleyman Camisi Saray Kapı’da bulunmaktadır. Camiyi özellikli ve önemli


kılan Diyarbakır fethinin buradan başlamasıdır ve bilinen yirmi yedi şahit sahabenin
kabrinin burada bulunmasıdır. Hz. Süleyman cami ve haziresinde en dikkat çekici
isim kuşkusuz Hz. Peygamberi görmüş birisi olması hasebiyle sahabe olan Süleyman
İbn-i Halid’dir. Süleyman, sahabenin ileri gelenlerinden ve aynı zamanda büyük bir
İslam kahramanı ve Müslüman komutan olan, Diyarbakır’ın fethinde de bulunan
Halid b. Velid’in oğludur. Cami ve türbe hem adını hem de bilinirliğini yani ününü
bu isimden almaktadır. Müslüman toplumlarda sahabe kabri olarak bilinen bütün
mekânlara, hatta makamlar, derin bir saygı gösterildiği ve oralara ciddi bir kutsiyet
atfedildiği bilinen bir gerçektir.
A.g.m.
Alpay Bizbirlik, 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliği’nde Vakıflar, Ankara, 2002, s. 26
Yıldız, a.g.m.
A.g.m., Beysanoğlu, a.g.e., Cilt.1, s. 270
A.Bilal Altunboğa, , Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yay.1999, s:211

160

kitap_dizgi.indd 160 11/14/12 12:55 PM


Türbede meftun bulunan isimlerle ilgili ilk bilgiler, 1631’lu yıllarda Diyarbakır valisi
iken türbelerin onarımını yaptıran Silahtar Murtaza Paşa’nın astırdığı manzum bir
beyitte ortaya çıkmaktadır. Bu beyitte sahabelerin ismi şöyle verilmektedir:

“Reis-i cümledir Sultan Süleyman


Rıdvan, kardeşi Mesud ey can
Beşir ü Hamza, Amr u Şa’be, Sabit
İki Zeyd, iki Halid biri Numan
Muhammed iki, Abdullah üçtür.
Hasan nam iki bir Ka’b-i Zişan
Fudayl u Malik ü Fahr u Ebu’l Hamd
Ebu-Nasr u Mağir’e eyle iz’an”

1801-1802 yıllarına ait Diyarbakır salnamelerine (4/208) göre ise Hz. Süleyman
Cami haziresinde yatan sahabelerin isimleri söyle sıralanmaktadır:

Hz. Halid b. Velid’in oğlu Hz Süleyman, Hz. Rıdvan, Hz. Mesut, Hz. Beşir, Hz.
Hamza, Hz. Amr, Hz. Sabit, Hz. Zeyd, Hz. Halid, Hz. Numan, Hz. Muhammed, Hz.
Abdullah, Hz. Hasan, Hz. Ka’b Zişan, Hz. Fudayl, Hz. Malik, Hz. Fahr, Hz. Ebul
Hamd, Hz. Ebu Nasr, Hz. Mugire.

Görüleceği üzere, manzum beyitte geçen isimlerle bu isimler çok az bir farkla aynıdır.
Bu fark ise sahabelerin isimleri verilirken ön isim veya künyelerinin verilmesinden
kaynaklanmaktadır.
Hz. Süleyman cami haziresindeki taş mezarlar süslemeleri ve işçilikteki ustalıkla
dikkat çekici özelliktedir.

Abdülgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Yay. Haz: Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet Taşğın, İstanbul, 2007, s. 56
Azimli, Diyarbakır ve Çevresinin Müslümanlaşma Süreci, Çizgi Kitapevi, Konya, 2010, s.45
Bkz., Azimli, age , s 45 ve agm., Çayır, agm., Yıldız, agm

161

kitap_dizgi.indd 161 11/14/12 12:55 PM


Hz. Süleyman Camii haziresindeki taş süslemeler

Tarihimizin her döneminde olduğu gibi günümüz yazar ve şairleri de bu mekânda


yatan sahabeler için insanların rağbetinin haklılığını tescillercesine şiirler yazmışlar.

Fotoğraflar Kenan Haspolat arşivinden alınmıştır.

162

kitap_dizgi.indd 162 11/14/12 12:55 PM


Hz.Süleyman Camisindeki Medfun Sahabe-i Kiram

Müze şehir, Diyarbekir içinde


Yüce makam sahibi, çok insan yatar
Surların dâhili ve haricinde,
Evliya, sahabi şehidan yatar

Yirmi yedi ashab, şu tek kubbede


Peygamber dostları, hepsi sahabe
Fetihle gelinmiş, şehir kasaba,
‘Rıdvan’ile kardeşi ‘Mes’ud’can yatar

Din ve Kur’an için, yapmışlar cihad


Halife Ömer’e etmişler biat
Dökülen kanlara, şahit kâinat,
‘Beşir’,’Hamza’ gibi çift aslan yatar

‘Amr’,’Şa’be’,’Sabit’dahi burada,
Cömert davranmışlar canı fedada,
Saadet onların iki dünyada,
İkişer ‘Zeyd’,’Halid’ bir ‘Numan’ yatar.

Üç ‘Abdullah’ şehid, iki ‘Muhammed’,


İ’layı din için kılmışlar niyet,
Şehadet şerbeti doyumsuz lezzet,
‘’Ka’bi Zişan’gibi pehlivan yatar

Ellerde kılıç var, sinede iman,


Amidde vurulmuş bir avuç insan
‘Fudayl’da isimsiz, yüce kahraman
‘Hasan’deyü iki nevcaivan yatar

‘Malik’de şehiddir, muharebede,


‘Fahr’ ve ‘Ebul Hamd’de bizim beldede,
Yeryüzü mekânı kutlu kubbede,
‘Ebu Nasr’ ‘Mugire’gibi can yatar

Hepsi de sahabe, hepsi kahraman,


Her biri cihana bedeldir inan
‘Halid’in oğlunda emir ve ferman,
Sultan oğlu Sultan Süleyman yatar
(M.Mergen)

163

kitap_dizgi.indd 163 11/14/12 12:55 PM


Hz. Süleyman Camisi yapılışından bu yana birçok defa yıpranmış, eskimiş, zaman
zaman yıkılmış ve bir o kadar da onarım geçirmiştir. Yani cami ve hazire çeşitli
değişiklikler ve ilavelerle günümüze gelebilmiştir. Bu onarım ve ilavelerin tarihi açık
değildir. Sadece Osmanlı döneminde yapılan onarımlar resmi kayıtlara geçirilmiştir.

Mesela, Vali Silahtar Murtaza Paşa tarafından hem cami hem de türbenin esaslı bir
onarımdan geçtiğini, caminin duvarındaki manzum kitabeden ve resmi kayıtlardan
anlaşılmaktadır. Caminin yazlık kısmının döşemesi, çeşmeleri, müştemilatta yer alan
küçük mescid ile Süleyman türbesinin giriş kapısı bu paşa tarafından yaptırmıştır.
“İçkale Mescidi” olarak kayıtlara geçen bu mescidin, 29 Temmuz 1799 tarihinde de
faal olduğu kaynaklarda tespit edilmiştir.

Sözü edilen cami ve sahabe türbeleri, Osmanlı’nın her döneminde bütün yöneticilerin
dikkatle ve hassasiyetle koruduğu mekânların en başta geleni olmuştur. En son
yirminci yüzyılın başlarında Vali Halid Bey’in himayesinde hem Kale Cami-i Şerifi
ve hem de cami vakfına ait olan kale değirmeni esaslı bir tamir geçirmiştir.

Günümüzde yeniden ve çok kapsamlı bir bakım, onarım ve yenilenme yapılan


müştemilatta çalışmalar sürdürülmektedir. Yılda yaklaşık yüz bin kişinin ziyaret
ettiği Diyarbakır’ın en çok rağbet gören bu mekânı, başta Türkiye kamuoyu ve ilgili
taraflarınca yeterince bilinmemektedir. İyi bir tanıtımla özellikle inanç gezileri ve
turizmi açısından önemi gittikçe anlaşılacak bir hususiyettedir.

Hz. Süleyman Cami ve Türbesine Neden Geliyorlar

Yatır, türbe, kümbet, dini kimliği olup büyük şahsiyet olarak kabuki görmüş kişilere
ait mekanlar, içinde kabri bulunan şahıslara göre önem kazanmaktadır. Orada yatan
şahsın hayatı, geçmişte sahip olduğu değerler, başına gelen/geldiğine inanılan değişik
hadiseler türbe ziyaretçilerinin türbeye olan alakalarınının keyfiyet ve kemmiyetini
belirlemektedir.

Aslında çoğu zaman ziyaretçiler taleplerini doğrudan yatırdan veya orada yatan
zattan istemezler. Orada yatan şahıs genel itibariyle türbe ziyaretçisi ve Allah
arasında aracı olarak düşünülmektedir. Böylelikle yapılan duaların daha çabuk
kabul olunacağına inanılmaktadır. Ayrıca Hz. Süleyman cami ve türbesine ziyaret
Perşembe günü artmaktadır.

Ziyaretçileri tek kategori altında toplamak, yapılan ziyaretleri bir kaç nedene
bağlamak mümkün görünmemektedir. Bu nedenle çalışmada bütün veriler ayrı ayrı
değerlendirilmiştir.
Agm., Bulduk, a.g.e, s. 56
Tellioğlu,a.g.e, C. V, s. 214, Yıldız, agm.
Yaşar Kalafat, “Diyarbakır’da Ulu Kabirler: Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv Kayıtlarına Göre”, I. Uluslararası
Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s. 814

164

kitap_dizgi.indd 164 11/14/12 12:55 PM


Türbe ziyaretçilerinin türbeye gelme nedenleri söyle siralanabilir:

-Genel olarak herhangi bir problemi olmayıp sadece dua etmeye gelenler. (5 kişi)
-KPSS, SBS, LYS gibi sınavlarda başarılı olmak için dua etmeye gelenler. (Sınav
tarihlerine yakın neredeyse bütün ziyaretçiler)
-Hayırlı bir evlilik yapabilmek yani kısmet için gelenler. (4 kişi)
-Çocuğu olmadığı için gelenler(her ziyaretimde 2 çift)
-Rüyasında türbeyi gördüğü için ziyarete gelenler. (1 kişi)
-Herhangi bir sıkıntısı olmadığı halde sadece huzur bulmak için gelenler. (4)
-Kendisi veya bir yakını hasta olduğu için gelenler.(Çoğunluk 33 kişi)
-Misafirlerini gezdirmek amacıyla gelenler (özelikle hafta sonları kalabalık gruplar
halinde)
-Mübarek gün ve gecelerde dua etmek için gelenler
-Maddi beklenti ve istekleri için gelenler (ev, araba, iş kurma)
-Çocuğu kaybolan ve bulunması için dua maksadıyla
-Sevdiğine kavuşmak isteyenler
-Konuşma özürlü olanlar
-Başkaları geldiği için onlara uyup gelenler
-Cezaevinde yakını olanlardan onların beraat etmesi için
-Yakın tarihte mahkemesi olanlar
-Evladı ya da yakını ideolojik sebeplerle dağa çıkanlar(6).

Evladı veya yakını ideolojik nedenlerle dağa çıkanlar yakınlarının pişman olup
tekrar geri dönmesi için türbeye gelip dua etmektedir. Bu kişiler, yakınlarıyla irtibat
kuramadıkları için dua etmekten başka çareleri olmadığını söylemektedir.

Gelenlerin Türbe Hakkındaki Bilgileri

Hz. Süleyman haziresine gelenlerden çok az kısmı türbede kimin/kimlerin kabirlerinin


olduğunu dahi bilmemektedir (70 kişiden 2). Ziyaretçilerin geneli kimin türbesi
olduğunu ismen bilseler de hakkında çok az malumata sahiptir (70 kişiden 43).
Gelenlerden önemli sayılacak bir grup ise mezarlarda yatanların kimlikleri ve tarihi
geçmişleri hakkında yeterince bilgiye sahip oldukları görülmüştür (70 kişiden 17).

Hz. Süleyman haziresine gelen kişiler için en genel yorum, türbe ile alakalı olarak
anlattıkları, bildikleri malumatın birçok efsanevi ve hayal ürünü öğelerle örülü
olmasıdır.

Hz. Süleyman haziresine gelenlerle ilgili yapılan çalışma Süreyya Bilici tarafından yürütülmüş ve bitirme ödevi
olarak D.Ü. İ. Fakültesi kütüphanesine teslim edilmiştir. Mülakatlar ve sonuçlandırma süreçleri Süreyya Bilici’ye
aittir.

165

kitap_dizgi.indd 165 11/14/12 12:55 PM


Ziyaretçilerin Türbeye Gelme Sıklıkları

Ziyaretçilerinin türbeye gelme sıklıkları değişkenlik göstermektedir. Haftada 3-4 kez


(daha çok evi yakın olanlar) türbeye uğrayan olduğu gibi, haftada bir, iki haftada bir
kez uğrayanlar da vardır. İlk defa gelen olmakla beraber mübarek gün ve gecelerde
türbeye gelerek dua etmeyi bir gelenek haline getiren ziyaretçiler de bulunmaktadır
ve bunlar çoğunluktadır (70 kişiden 32’si).

Ziyaretçilerin Ekonomik Durumları

Türbelere gelen ziyaretçilerin ekonomik durumları geneli itibariyle düşük gelirli


gruptaki kişilerden oluşmaktadır. Bunun en önemli istisnası geniş bir kitle, gelir
seviyesi üst düzey olduğu halde, grup gezileri ya da ashab kabirlerini ziyaret
maksadıyla gelmekte ve bu tür kişiler önemli bir yekun tutmaktadır. Bu gruplar istisna
edilirse araştırmada kendileriyle mülakat yapılan yetmiş ziyaretçiden yaklaşık 50
kişinin maddi durumu itibariyle alt kategorilerde bulunduğu tesbit edilmiştir.

Ziyaretçilerin Cinsiyet ve Yaş Durumları

Ziyaretçilerin geneli bayanlardan oluşmaktadır (70 ziyaretçiden 60’ı). Erkekler


genel itibariyle kısa süreli ziyarette bulunmakta, kısa bir dua okuduktan sonra
ayrılmaktadır. Kadınlar ise türbe ve müştemilat içinde çok vakit geçirmekte hatta
saatlerce kalmaktadırlar. Bazı bayanlar sabahın erken saatinde gelmekte ve öğleye
kadar orda kalmaktadırlar. Türbelere sabahın erken saatinde hatta sabah namazıyla
beraber gelmenin daha hayırlı olduğuna inanıldığı için bu saatlerde orada birçok
bayan görmek mümkündür.

Türbeye gelenlerin yaş durumu şöyledir:


0-18 yaş aralığı: %12 (8 KİŞİ)
19-30 yaş aralığı: %35 (25 KİŞİ)
31-60 yaş aralığı: %53 (37 KİŞİ)

Bu duruma göre kanaatimizce insanların yaşlandıkça bu gibi fenomenlere


bağlılıklarının arttığını göstermektedir.

Hz. Süleyman Camisi ve türbesine gelenlerin eğitim durumları ise; çok az üniversite
mezunudur (70 kişide 2 kişi). Bu kişilerden birisi olan makine mühendisi. Bu
mekânda huzur bulduğu için geldiğini söylemektedir. Lise mezunu olanlar daha çok
sınavlarda başarılı olma umuduyla gelmekte ve özellikle sınavlara yakın dönemlerde
yoğun olarak bu mekâna gelmektedirler. Bunun dışında türbe ziyareti yapanların
çoğunluğu eğitim seviyesi düşük kişilerdir.
Hz. Süleyman haziresine gelenlerle ilgili yapılan çalışma Süreyya Bilici tarafından yürütülmüş ve bitirme ödevi
olarak D.Ü. İ. Fakültesi kütüphanesine teslim edilmiştir. Mülakatlar ve sonuçlandırma süreçleri Süreyya Bilici’ye
aittir.

166

kitap_dizgi.indd 166 11/14/12 12:55 PM


Sonuç

Hz. Süleyman meşhedi, asırlardır her dönemde Müslüman Diyarbakır halkı için
beldedeki ve bölgedeki en saygı duyulan mekânların ilki olmuştur. İnsanlar buraya
dua etmek, çeşitli dileklerini bir de burada dillendirmek, saygılarını ve bağlılıklarını
onlara defalarca ifade etmek için gelmişler ve gelmeye devam etmektedirler.
Dünyanın her tarafında olduğu gibi sahabeye ait her türlü hatıra Müslümanlar
tarafından bir yad-ı cemil olarak derin bir saygı görmüştür. Çünkü Müslümanlar
nezdinde sahabe-i kiram Hz. Peygamberin aziz birer hatırasıdır.

Mesela, Hz. Süleyman Camii’nin şehitliğe bakan penceresin bulunduğu duvarda


Mustafa Asım’a aitn şu hisli ve duygulu manzume asılmıştır ki bu aynı zamanda
burada metfun bulunan zevata insanların gösterdiği içten teveccühün de derinliğini
göstermektedir:


Ey şahidanın Süleyman-ı muazzam mefhari
Hazret-i Seyf-i Huda’nın necl-i a’zam serveri
Kahraman fatihi sensin bu şehr-i Amid’in
Ceyş-i paki evliyanın müntehab seraskeri
Böyle bir sur-i metin içre yapılmış beldeyi
Zabt u teshir eyledin bir günde ey din rehberi
Hazret-i Haydar misali kal’a Hayber gibi
Bir cihad ettim ki dilşad eyledin Peygamberi
Bahtiyardır belde halkı minnetinle serteser
Mazhar-ı gufran-ı Rahman oldu kabrin makberi
Zairine bahşeder envar-ı misk u anberi
Ya İlahi gazi-i Sultan Süleyman aşkına
Bahşkıl müştakına uhrada ab-ı kevseri
Her gelen züvare minnet eylerim adab ile
Fatiha ihlası takdim eylesinler her biri
Bu mukaddes mescid içre farzını ifa eden
Abidine müjdeler olsun cinandır yerleri
Ey! sipehdar-ı gaza senden tazarru eylerim
Kıl şefaat Asım-ı şeydaya ruz-i mahşeri.

167

kitap_dizgi.indd 167 11/14/12 12:55 PM


Kaynaklar

1-Abdurrahman Acar, “Diyarbakır’ın Fethi Hakkında Bazı Notlar”, “Diyarbakır’da


Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25- 27 Mayıs
2009 tarihli Sempozyum Bildirileri)
2-Alpay Bizbirlik, 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliği’nde Vakıflar,
Ankara, 2002
3-Abdülgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Yay. Haz: Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet
Taşğın, İstanbul, 2007
4-A.Bilal Altunboğa, , Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Yay.1999, s:211
5-Celal Çayır, “MANEVİ BİR DEĞER OLARAK HZ. SÜLEYMAN VE
HAZİRESİ”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs
2009 tarihli Sempozyum Bildirileri).
6-Georg Ostrogorsky Bizans Devleti Tarihi, çev: Fikret Işıltan, Ankara 1991
7-Hatip Yıldız, Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır ve Sahabe, Nebiler, Sahabiler,
Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri)
8-Mehmet Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan
Sahabelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya
Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır,
2004
9-Azimli, Diyarbakır ve Çevresinin Müslümanlaşma Süreci, Çizgi Kitapevi, Konya,
2010
10-Murat Akgündüz, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve
Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri)
11-Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, İA, IX,
12-Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri (1869-1905), C.I, İstanbul, 1999
13-Ramazan Şeşen, “Cezîre”, DİA; VII,
14-Resul Çoban, Hz. Süleyman Cami, (L.Bitirme Ödevi), Dicle Ü. İlahiyat Fak.,
Diyarbakır, 2004
15-Şevket Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, C. I, 2003
16-Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır, I-III, Diyarbakır, 1997.
17-Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre,
18-Yaşar Kalafat, “Diyarbakır’da Ulu Kabirler: Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv
Kayıtlarına Göre”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu
(20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004

Resul Çoban, Hz. Süleyman Cami, (L.Bitirme Ödevi), Dicle Ü. İlahiyat Fak., Diyarbakır, 2004

168

kitap_dizgi.indd 168 11/14/12 12:55 PM


DİYARBAKIR KÖŞKLERİ

* Mine Baran
**Aysel Yılmaz

Dicle Üniv.Müh.Mim.Fak.Mim.Böl.
E-mail:mbaran40@gmail.com- yilmazaysel45@gmail.com

Giriş

Etrafı surlarla çevrili tarihi Diyarbakır şehri, sur içi ve sur dışı olmak üzere 2 bölüme
ayrılır. Sıcak ve kurak bir iklime sahip olan şehirde, sur içinde yer alan evler, surların
sınırlılığı ikliminde yönlendirici etkisiyle dar sokaklar içinde içe dönük avlulu bir
planlama oluşturmuştur. Sur dışı, buna karşılık bu sınırlılığı yansıtmayan doğaya
açık bir yerleşim gösterir. Köşkler, genellikle sur dışında yer alan ve Diyarbakır’ın
sivil mimari örneklerini oluşturan yapılardır. Birçoğu yıkılmasına rağmen geri kalanı
günümüze kadar varlığını sürdürmüş olan köşkler, Diyarbakır’da köklü bir mimari
geleneği ve gelişimini yansıtmaktadırlar.

1.Köşklerin Genel Tasarım Özellikleri

Diyarbakır köşkleri kullanım amacına göre bağ köşkleri ve yazlık köşkler olmak
üzere ikiye ayrılır.

1.1. Bağ Köşkleri


1.2. Yazlık Köşkler

1.1. Bağ Köşkleri

Diyarbakır’ın sur dışında yer alan ve geçmişte şehri çevreleyen üzüm bağları
içinde (şimdiki bağlar ilçesinde) konumlanmış yapılardır. Bağ köşkleri Diyarbakır
insanının göçtüğü yapılardan biridir. Yaz aylarını, geniş bir bağın ya da bahçenin
ortasına kurulu olan bu evlerde geçirirlerdi. Kış yaklaştığında bütün eşyalarını hatta
kentteki evlerinden getirmiş oldukları mobilyaları bile toplar, şehirdeki evlerine
dönerlerdi. Bağ bozumunda daha çok bağ sahiplerinin kullandıkları bu köşkler,
genellikle iki katlı, bazalt taş örgülü, bol pencereli olarak inşa edilmiştir. Yapı
teknikleri ve kullanılan malzemeler yöreseldir. Bodrum kat olmadığından gerekli
depolar veya ahır eve bitişik ya da bahçede yer alırdı. Genellikle bağ köşklerinde
süslemeden kaçınılır, bu yapılar temel form ve kompozisyonlardan oluşan basit ve
belirgin bir geometriye sahiptir. İnşa edilen her nesne veya parçanın bir amacı vardır
ve bu yapıların tasarımı son derece işlevseldir.

169

kitap_dizgi.indd 169 11/14/12 12:55 PM


Gün boyunca bağ ve bahçelerde çalışıldığından kapalı mekânlara gereksinim
azalmıştır. Bağ köşkleri özellikle yazın kullanıldığından serin rüzgârları alabilmesi
için yönlendirmede genellikle kuzey yönü tercih edilmiştir. Diyarbakır insanı
bağlarda sadece meyve, sebze yetiştirmekle kalmayıp doğayla iç içe yaşamış, bu da
mevsim değişikliklerini izlemelerini ve doğal bir ortamda kendilerini yenilemelerini
sağlamıştır. 1950 yıllarından sonra yerleşimin sur dışına çıkmaya başlamasıyla önce
üzüm bağları yok edilmiş daha sonra sırasıyla bağ köşkleri yıkılmaya başlamıştır.
1991 yılında bağlar semtinde 5 tane bağ köşkü bulunurken günümüze sadece 2
‘si ulaşabilmiştir. Onlardan biri taşları sökülerek Dicle Üniversitesi arazisine bazı
değişikliklerle inşa edilmiştir.

1-2 No’lu Bağ Köşkü

Yapılar Bağlar Kuruçeşme briket fabrikası yanında bulunmaktaydı. Yapılardan biri


sökülerek Dicle Üniversitesi Alanına inşa edilmiştir. Diğer yapı geçirdiği tahribatlara
rağmen yeniden onarılmış ve şu anda bir benzin istasyonu bünyesinde bir cafe
olarak hizmet vermeyi beklemektedir. Aynı planlamanın uygulandığı bu benzer
yapılar iki kattan oluşmaktaydı. Zemin kat, kiler mutfak ve helâ gibi servis alanlarına
ayrılırken üst katlar asıl yaşam alanı olarak düzenlenmiştir. Yığma taşıyıcı sistemin
uygulandığı bu yapılarda ana yapı malzemesi bazalt taşıdır. Pencere açıklıkları
kuzeye yönlendirilmiş böylece serin rüzgârların yapı içinde ısısal konforu sağlaması
amaçlanmıştır. Oda içi nişlerle zenginleştirilmiş olup sade bir planlama dikkati çeker.
Çatı örtüsü olarak düz dam kullanılmıştır.

Şekil 1: 1-2 No’lu Yapının planı (1991yılı)

170

kitap_dizgi.indd 170 11/14/12 12:55 PM


Resim 1-2: 1-2 No’lu Yapının eski durumu(1991yılı) -ön ve yan cephe

Resim 3: 1 No’luYapının günümüzdeki durumu

Resim 4: 2 No’lu bağ köşkü yan cephe (1991) Resim: 5 Üniversite arazisine taşınan bağ köşkü

*3 No’lu Bağ Köşkü

1995 yıllarına kadar Bağlar Gürsel Caddesinde konumlanan yapı şu anda mevcut
değildir. Yapılış tarihi bilinmemektedir. İki kattan oluşan yapının zemin katı
depolamaya ayrılırken üst kat yaşam alanıdır. Servis alanları bahçede yapının
dışında çözülmüştür. Yapının yapıldığı döneme ait bir çeşmesi de yol cephesinde yer
almaktaydı. Dikdörtgen planlı olan yapı, bazalt taştan yapılmış olup düz çatılıydı.

171

kitap_dizgi.indd 171 11/14/12 12:55 PM


Şekil 2: 3 No’lu bağ köşkü planı(1991 yılına ait)

Resim 6-7: 3 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait)

Resim 8: 3 No’lu bağ köşkünün yeri (Günümüzdeki durumu)

172

kitap_dizgi.indd 172 11/14/12 12:55 PM


*4 No’lu Bağ Köşkü

Bu bağ köşkü Bağlar Sento Caddesinde yapılmıştı. Bağ köşkleri içinde zengin bir
bezemeye sahip olan bu köşkün ne zaman yapıldığı belli değildir. 1992 yılına kadar
ancak korunabilen bu yapı şu anda mevcut değildir. İki kattan oluşan bu köşkün
zemin katı servis alanlarından oluşmuştur. Üst kat odalarla çevrilmiştir. Dikdörtgen
planlı yapının kuzeye dönük cephesinde açıklıkların sayısının arttırılmış olduğu
dikkati çeker. Bazalt taş yığma tekniğinde yapılmış olan bu yapı düz toprak damlıdır.

Şekil 3: 4 No’lu Bağ Köşkü (1991 yılı)

Resim 9-10: 4 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait)

173

kitap_dizgi.indd 173 11/14/12 12:55 PM


Resim 11: 4 No’lu bağ köşkü Resim 12: 4 No’lu bağ köşkünün yeri(2009)

*5 No’lu Bağ Köşkü

Yapı, Bağlar Hat boyu Caddesi üzerinde bulunmaktaydı. Bazalt taştan yapılan bu
yapı tek katlıydı. 1991 yılında yapılan araştırmada içine girilemediğinden planı
çizilememiştir. Yapı bakımsızlıktan yıkıldığı için günümüze ulaşamamıştır.

Resim 13-14: 5 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait)

Resim 15: Yapının daha önce bulunduğu yerleşimin günümüzdeki durumu

174

kitap_dizgi.indd 174 11/14/12 12:55 PM


1.2.Yazlık Köşkler

Günümüze kadar ulaşabilmiş yazlık köşkler Diyarbakır’da köklü bir mimari geleneği
oluşturmaktadır. Planlamayı etkileyen en önemli öğeler iklim ve sosyo-ekonomik
yapıdır.

Diyarbakır’da yaz mevsiminin çok sıcak ve uzun geçmesi nedeniyle kentin genellikle
varlıklı aileleri sur dışında yazlık evler inşa etmişlerdir. Köşkler genellikle hava
akımından ve manzaradan faydalanmak için yüksek bir alana kurulmuştur. Şehrin
güney kapısı olan Mardin Kapı’dan sonra başlayan köşkler, Dicle Nehri ve Hevsel
Bahçeleri’ne bakan yamaçta yer alır.

Resim 1 : Köşklerin konumu

Sur içindeki kapalı görünüme karşın, sur dışındaki yapılarda doğaya açılma dikkati
çeker. Yazlık amaçlı kullanılan bu yapılar, aynı zamanda kültür, sanat ve çeşitli
eğlencelerin yoğun yaşandığı mekânlar haline gelmiştir.

Eğimli bir arazi üzerinde dağınık bir yerleşme özelliği gösteren köşkler, bir veya iki
katlı olarak planlanmıştır( bazı yapılarda bodrum katıda da düşünülmüştür). Sıcak
iklimin gerektirdiği mekânlardan biri olan eyvan, bu yapıların en önemli öğesidir.
Odalar karşılıklı olarak bu eyvanlara açılır. Eyvanların önü kare veya dikdörtgen
havuzlara yöneliktir. Bazı eyvanlar “selsebil” adı verilen ve eyvanın bir duvarında
akan akarsu sistemiyle çevrilidir. Selsebilden akan su önündeki bir kanalla havuza
dökülür. Böylece yaşanılan mekân serin ve konforlu bir çevreye dönüşür. Köşklerde
kullanılan ana yapım malzemesi bazalt taştır. Bazalt taş, gerek kalınlık(50-60cm)
gerekse ısı yalıtımı özelliğinden dolayı en çok tercih edilen yöresel malzeme
olmuştur. Köşklerin çoğunun, mimari özellikleri ve üzerlerindeki kitabelerden
yararlanılarak 19. yüzyıl sonu, 20.yüzyıl başında yapıldığı ve Osmanlı- Akkoyunlu
eserleri olduğu tahmin edilmektedir(1)

175

kitap_dizgi.indd 175 11/14/12 12:55 PM


Bu çalışmada araştırılan köşk sayısı 9 dur. Ancak bunların bir bölümünde yapının
çoğu yıkılmış ve bozulmuştur.

1.Hacı Ağa Köşkü


Hevsel bahçeleri içinde yer alan bu köşk, dikdörtgen bir formda inşa edilmiştir.
Günümüzde bir eyvan ve iki oda olarak kullanılan bu köşk, eyvan içindeki bir
selsebil düzenine ve havuz öğesine sahiptir. Yöresel yapım malzemesi olarak bazalt
taşın kullanıldığı bu yapının günümüzde bazı bölümleri yıkık durumdadır.

Şekil 1:Hacı Ağa Köşkü Planı

176

kitap_dizgi.indd 176 11/14/12 12:55 PM


konforlu bir çevreye dönüşür. Köşklerde kullanılan ana yapım malzemesi bazalt
taştır. Bazalt taş, gerek kalınlık(50-60cm) gerekse ısı yalıtımı özelliğinden dolayı en
çok tercih edilen yöresel malzeme olmuştur. Köşklerin çoğunun, mimari özellikleri
ve üzerlerindeki kitabelerden yararlanılarak 19. yüzyıl sonu, 20.yüzyıl başında
yapıldığı ve Osmanlı- Akkoyunlu eserleri olduğu tahmin edilmektedir(1)
Bu çalışmada araştırılan köşk sayısı 9 dur. Ancak bunların bir bölümünde yapının
çoğu yıkılmış ve bozulmuştur.

1.Hacı Ağa Köşkü


Hevsel bahçeleri içinde yer alan bu köşk, dikdörtgen bir formda inşa edilmiştir.
Günümüzde bir eyvan ve iki oda olarak kullanılan bu köşk, eyvan içindeki bir
selsebil düzenine ve havuz öğesine sahiptir. Yöresel yapım malzemesi olarak bazalt
taşın kullanıldığı bu yapının günümüzde bazı bölümleri yıkık durumdadır.

Şekil 1:Hacı Ağa Köşkü Planı

Resim 2-3: Hacı Ağa Köşkü

177

kitap_dizgi.indd 177 11/14/12 12:55 PM


2.Bekir Paşa Köşkü
Dicle nehrinin batısında yer alan bu köşk, bahçelerle çevrilidir. Bodrum üzerinde
yer alan ve zemin kattan oluşan bu yapı, bazalt taştan inşa edilmiştir. Birçok yeri
bozulmuş ve yıkılmış olan köşkün önünde bir havuz yer alır.

Şekil 2:Bekir Paşa


Köşkü planı

3.Pamuk Köşkü
Bu yapı, Hevsel bahçeleri içinde yüksek bir tepede yer almaktadır. Tek katlı olan
bu köşkün günümüze, önünde iki kemerli eyvanı ve havuzu ulaşabilmiştir. Eyvan
içinde selsebili bulunan bu yapı, Gazi köşküne yakınlığı ile dikkati çeker. Sade bir
planlamanın hâkim olduğu bu köşkün eyvanı “niş”lerle çevrilidir.

178

kitap_dizgi.indd 178 11/14/12 12:55 PM


Şekil 3:Pamuk Köşkü planı

Resim 6-7: Pamuk Köşkü

4.Gazi Köşkü (Seman Köşkü)


Atatürk’ün Diyarbakır’da iken, 1.Dünya Savaşı sırasında karargâh olarak kullandığı
köşk, Diyarbakır Belediyesi tarafından satın alınarak yeniden düzenlenmiştir (2).
Dicle Nehrine ve Hevsel bahçelerine hâkim bir tepede konumlanmış olan bu köşk,
dikdörtgen planlı olup iki kattan oluşmaktadır. Önünde bir eyvan ve yanlarında
odaların yer aldığı bu yapı içinde, Atatürk’e ait eşyalar sergilenmektedir. Kuzeyde
eyvanın önünde yer alan havuz, görsel ve iklimsel bir konfor sağlar. Günümüzde
çevresiyle bir gezi ve piknik alanı olarak, gelenlerin ziyaretine açık tutulmaktadır.

179

kitap_dizgi.indd 179 11/14/12 12:55 PM


Şekil 4:Gazi Köşkü planı

Resim 8:Gazi Köşkü

5.Kuşdili Köşkü
Köşk, Dicle nehrine hâkim bir tepede yer alır. Yapı ‘L’ plan tipinde iki katlı olarak
inşa edilmiştir. Yapı üzerindeki bir kitabe, köşkün 1904 yılında yaptırılmış olduğunu
düşündürmektedir. Köşkün batı cephesi bir eyvan ve odalara ayrılmıştır. Eyvan
içinde selsebil ve önünde dikdörtgen planlı bir havuz bulunur. Bazalt taştan yapılan
bu yapı, cephe süslemeleriyle dikkati çeker.

180

kitap_dizgi.indd 180 11/14/12 12:55 PM


Şekil 5:Kuşdili Köşkü planı

Resim 9-10: Kuşdili Köşkü (1991)

6.Hami Köşkü
Hevsel bahçelerine ve Dicle nehrine hâkim bir tepe üzerinde yer alan köşk, iki katlı
ve dikdörtgen planlı olarak bazalt taştan inşa edilmiştir. Geçmişte içinde bir hamamın
planlandığı bu yapı, şu anda üstü yıkılmış bir teras ve eyvandan oluşmaktadır. Alt
katında bir bodrumu da bulunan bu yapının önünde bir havuz, eyvan içinde selsebil
gibi su ögelerini içeren bir düzeni mevcuttur. Yapı özel bir şirketin mülkiyetindedir.

Günümüzde birçok bölümü yıkılmış olan bu köşk, şu anda özel zamanlarda eğlence
alanı olarak kullanılmaktadır.
181

kitap_dizgi.indd 181 11/14/12 12:55 PM


Şekil 6:Hami Köşkü planı

Resim 11-12:Hami Köşkü

7.Erdebil Köşkü
Köşk, Dicle Köprüsü’nün batısında yüksek bir tepe üzerinde yer alır. Plan ve
mimari özellikler bakımından Gazi köşkü ile benzerlikler gösteren bu yapı, bodrum
üzerinde, iki katlı ve dikdörtgen formda havuzlu olarak yapılmıştır. İçinde selsebili
bulunmayan eyvanı ve yanlarında mutfak ve odadan oluşan düzeniyle etrafı geniş
bahçelerle çevrilidir. Yığma yapım sisteminin uygulandığı bu yapı, bazal taş ile
yöresel özellikler gösterir. Yapının üst katı oda ve terasa ayrılmıştır. Köşk, günümüzde
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sahipliğinde bir cafe olarak hizmet vermektedir.

182

kitap_dizgi.indd 182 11/14/12 12:55 PM


Şekil 7:Erdebil Köşkü planı

Şekil 7:Erdebil Köşkü planı

8.Ağuludere Köşkü
Köşk, Mardin Kapısı’ndan 3 km. güneyde geniş bahçeler yapılmıştır. İki katlı
düzenlenen bu yapı, bazalt taştan yapılmış olup, havuzlu ve eyvanlı planlanmıştır.
Günümüzde çoğu bölümü yıkılmış ve zarar görmüş olan bu köşk şu anda
kullanılmamaktadır.

Şekil 8:Ağuludere Köşkü planı

183

kitap_dizgi.indd 183 11/14/12 12:55 PM


Resim15: Ağuludere Köşkü

9.Kavs (Cihannüma) Köşkü


Dicle Nehri’nin karşı kıyısında, eski bir mesire yeri olan köşk, Kırklardağı’nın
eteklerinde yer almaktaydı. Güneydoğuya bakan eyvanı, camisi, hamamı ve
odalarıyla büyük bir yapı grubu oluşturan bu köşk, ne yazık ki bakımsızlıktan dolayı
tamamen yıkılmıştır. Yapım yılı XVI. yy. sonu XVII. Başlarına tarihlenmektedir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde köşkü şöyle anlatır.”meşhur bir irem bağıdır
hatta Bağdat Fatihi IV.Murat,Bağdat fethinden sonra bu bağa gelip adalet icra ve
iş-ü işret etmiştir. Bu gezinti Bu gezinti yeri cennet bahçesinden bir köşedir ki tarifi
imkânsızdır (3,4).

Resim 16 :Cihannüma Köşk’ü eski hali


Şekil 9: Cihannüma Köşkü Planı(D.Erginbaş,1953)
(Kaynak belli değil)

184

kitap_dizgi.indd 184 11/14/12 12:55 PM


KAYNAKÇA

(1)SÖZEN, METİN, Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul, 1971.

(2)ÇETİNOR, BÜLENT, “Diyarbakır Evleri”, İlgi Dergisi, 32, İstanbul, 1981.

(3)ERGİNBAŞ, DOĞAN, “Diyarbakır Evleri”, (İstanbul Teknik Üniversitesi,


Mimarlık Fakültesi, Yayınlanmamış Doçentlik Tezi). İstanbul, 1953

(4)BEYSANOĞLU, ŞEVKET, Anıtları ve Kitabeleri İle DiyarbakırTarihi.


(Akkoyunlular’dan Cumhuriyet’e Kadar) II,Ankara.1996.

185

kitap_dizgi.indd 185 11/14/12 12:55 PM


DİYARBAKIR ULU CAMİ VE ÇEVRESİNDEKİ YAPILARIN TURİZM
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE ÖNERİLER

.Emine DAĞTEKİN
Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
eminedagtekin@hotmail.com
Semra HİLLEZ
Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü/Mimar
shillez@gmail.com

ÖZET

Diyarbakır, yüksek turizm potansiyeline sahip olmasına rağmen tanıtımını


yapamamış, turizm potansiyelini kullanamamış ve turizmin ekonomiye katkısından
yararlanamamıştır. Binlerce yıllık geçmişi ve onlarca tarihi ve kültürel değere
sahip olan kentin tarihi merkezi bugün bir çöküntü alanına dönüşmüş durumdadır.
Günümüzde tarihi kent merkezlerinin tahribatının engellenebilmesi için en önemli
yatırım aracı turizm olarak görülmektedir.
Diyarbakır çevresi surlarla çevrili tarihi Suriçi merkezinde, Müslümanlarca 5.
Harem-i Şerif olarak kabul edilen Diyarbakır Ulu Cami ve çevresinin turizme yönelik
çalışmalarda değerlendirilmesi amacıyla bu çalışma hazırlanmıştır. Yapılacak
çalışma ile kentin inanç turizmi ve kültür turizminde yer almasıyla kentsel gelişmesi
ve ekonomik canlanmasının sağlanması hedeflenirken, çalışma alanın nitelikli
dokusunu bütüncül yaklaşımlarla koruyarak fikirler üretilmesi amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Diyarbakır, Ulu Cami, Mesudiye Medresesi, Zinciriye


Medresesi, Sultan Sasaa Türbesi, Hasan Paşa Hanı, Kuyumcular Çarşısı, Turizm,
İnanç Turizmi.

1.GİRİŞ

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Diyarbakır’ın bilinen en eski adı


olan “Amida” ya Asurlulardan kalma milattan önce 13. yy’a dayanan belgelerde
rastlanmaktadır (Kuruyazıcı,1997:461). Bölgenin adını taşıyan “Diyârbekir,
Diyarbakır” ve merkezi teşkil eden “Amid”, adlarının menşei konusunda çeşitli
fikirler ileri sürülse de ilk çağlarda “Amida” adını taşıyan merkez adının, “Amid”
seklinde değiştiği konusunda fikir birliği oluşmuştur. Bölge adı olarak kullanılan
“Diyârbekir” ise tarihi dönemler içerisinde “Cezire” yöresinin

186

kitap_dizgi.indd 186 11/14/12 12:55 PM


kuzey kısmını ifade etmiştir. Diyarbakır, adının manası üzerinde de çeşitli fikirler
ileri sürülmektedir. Osmanlı hakimiyeti sırasında ise, “Diyârbekir” adının eyaletin
tamamına, “Amid” adının ise sadece bugünkü Diyarbakır merkezine tekabül ettiği
görülmektedir (Yılmazçelik,1996:217).
Diyarbakır bölgesi eski çağlardan beri, Akdeniz’i Basra körfezine, Karadeniz’ i
Mezopotamya’ya bağlayan, ayrıca Bitlis ve Van Gölü havzası üzerinden Azerbaycan
ve İran’a ulaşan önemli yolların düğüm noktası üzerinde bulunduğundan her devirde
önemini koruyan bir merkez olmuştur (Yılmazçelik,1996:217).
Günümüzden 10000-8.000 önceki yıllar arasındaki dönem Yakındoğu insanının
yaşamında köklü değişikliklerin olduğu yeni toplumsal ve ekonomik düzenin
oluştuğu, uygarlık tarihinin önemli aşamalarından biridir (Özdoğan,1999:11).
Diyarbakır yöresindeki en eski toplu yerleşmenin milattan önce 8. binyılın sonlarına
değin indiği saptanmıştır (Kuruyazıcı,1997:461).
Milattan önceki 3. binde, bölgenin ilk uygar ahalisi Subarulardan sayılan Hurrilerdir.
M.Ö. 2. bin yıl ortalarında biri Hurri diğeri Mitanni adında iki konfederasyona
ayrılan boylardan Mitanniler, Hurrileri ortadan kaldırarak egemenlik alanlarını
genişletmişlerdir. Mitannilerden sonra bölgeye Asurlular ve Urartular egemen oldu.
Milattan önce 1116-1090 dan sonra bit-zamaniler,sonra sırasıyla İskitler, Medler,
Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigran, ve M.Ö. 69’da da
Romalılar hakimiyet kurdu (Beysanoğlu,1999:41).
Bölgenin Hıristiyanlığın ilk gelişmesi sırasında önemli rol oynadığı pek çok
kaynakta zikredilir. Özellikle 4. yüzyıldan sonra Hıristiyanlığın yayılması sırasında
bölgede pek çok çatışmaya tanık olunmuştur. 303 yılında Nusaybin’de kendilerine
karşı yapılan saldırıdan kaçan bir grup Hıristiyan Amid’e sığındı. 309 yılında burada
Başpiskoposlar Kongresi yapıldığına göre Amid’in Hıristiyanlar için güvenli bir
sehir olduğu akla gelebilir. Nitekim 311 yılında Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini
olarak kabul edildiğinde Amid’in önemi daha da arttı. 4. yüzyılın ortalarına doğru
Romalılar Amid’i Mezopotamya bölgesinin baskenti haline getirdiler. Diyarbakır’da
bu dönemde üç ayrı dine mensup ahali bulunmaktaydı. Bunlar Güneşe tapan Şemsiler,
Yahudiler ve beş mezhebe bölünmüş (Gregoryen Ermeniler, Süryan-i Kadim
Yakubîler, Ortodoks Rumlar, Melikîler, Asurîler) Hıristiyanlardı (Beysanoğlu, 1992,
s.77).
Diyarbakır, 349 yılında Roma hakimiyetinde, zamanının ünlü bir merkezi iken kısa
bir süre için “Augusta” olarak anıldı. Romalılar, Nisibis halkının egemenliği, Persler
ve 505 yılında imzalanan barış anlaşmasıyla tekrar Romalıların elinde kaldı. 7. yy
başlarında Perslerin eline geçtikten sonra Heraclius’un zaferi neticesinde Bizans
egemenliğine geçti (Gabriel,1993:3).

Hicretin 18. Yılında, Hz. Ömer döneminde İyaz Bin Ganem komutasındaki İslam
ordularının fethiyle, bölge Hz.Hasan’a bağlandıysa da Hz.Hasan’ın, Muaviye ile
anlaşarak halifelikten vazgeçmesiyle şehir Emevilere bağlandı.

187

kitap_dizgi.indd 187 11/14/12 12:55 PM


Uzun bir dönem Emevilerin elinde kaldıktan sonra Abbasilerin yönetimine geçti
(Ünalan,2004:170). 868’de Şeyhoğulları hakimiyeti aldıysa da 899 da tekrar Abbasi
devri başladı (Göyünç,1994:465). 930-978 yıllarında Hamdaniler, 978-984 yıllarında
Büveyhoğulları, ve 984-1085 tarihleri arasında Mervanilerin yönetimi altına girdi
(Ünalan,2004:171). Mervaniler döneminde İslam aleminin en büyük merkezi haline
geldi ve Hanbeli, Maliki, Şafii ve Hanefi mezheplerinden büyük fakihler şehirde
görev yapmaya başladı (Göyünç,1994:465).
1085 te büyük Selçuklu imparatorluğunun sınırları içine katılan kent
(Ünalan,2004:186), 1095 ten 1083 e kadar İnaloğulları hakimiyetinde kaldı. 1142’de
Nisanoğulları, 1151 de Artuklular şehri yönetti (Göyünç,1994:465). 1232’de
Eyyubiler, 1240’da Anadolu Selçukluları, daha sonra 14.yy’da Mardin Artuklular
ve 15. yy’da Akkoyunlu dönemleri izlemiş, 16. Yy başlarında bir süre Safevilerin
elinde kaldıktan sonra (Kuruyazıcı,1997:461-462) şehir Osmanlıların eline
geçmiş, Diyarbakır eyaletinin kurulduğu tarih olan 1515 tarihinden itibaren Amid
Sancağı “Paşa Sancağı” olmuş ve bu eyaletin idaresini üstlenen Vezir rütbesindeki
Beylerbeyleri bu şehirde oturmuşlardır. Diyarbakır böylece tarihi dönemler içerisinde
devamlı olarak merkez olmuştur (Yılmazçelik,1996:228). 1923 te Cumhuriyetin
ilanıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir ili olmaya devam etmiştir.
Diyarbakır’ın şehir dokusu değerlendirildiğinde de şehir içindeki dini, ticari ve
eğitim içerikli yapıların, sur içersinde yer alması çok uzun bir tarihi süreci gösterdiği
anlaşılmaktadır (Parla:1990:128). 1930 yılında Diyarbakır, yeni bir yapılanmayla
eski kent yaşamından modern kent yaşamına geçirilmesi gerekli sosyopolitik bir
yerleşme olarak düşünülmüştür (Arslan,1999:94). 1945 yılına kadar kent nüfusu
etrafı özgün surlarla çevrili olan tarihi kent merkezi, farklı uygarlıkların yaşandığı
çağ ve dönemlere ait bir mimari ve kültürel çeşitlilik hazinesi olan sur içinde
yaşamaktayken, imar hareketleri ile sur içi etkilenmiş, toplumsal yapı hareketlenmiş
ve değişmiştir (Arslan,1999:95).
Diyarbakır eski kent merkezinin tarihi ve mirasi değeri ile yüzyılların birikimini
günümüze taşımasına rağmen bugün harap bir durumdadır. 1990’lı yıllardan itibaren
Suriçi sakinlerinin zorunlu göçle gelen ve zor yaşam şartları içinde bulunan kesimi
oluşturan kullanıcılar olması nedeni ile bu tahribat hızlanmıştır.
Bugün, Suriçi’nde tarihi ve kültürel değere sahip halen 266 yapı tescilli olup,
bunların 97’si anıt, 9’u kamu binası ve 160’ı da sivil mimari örnekleri olan evlerdir.
Dini yapılar ve kamu binaları kullanımda olduklarından, diğer eserlere göre görece
daha iyi korunmuş durumdadır.

Sivil mimari örnekleri göreli olarak düşük bir pay almakta olup, evlerden ancak
108’i korunabilmiştir. Geleneksel evlerin yanı sıra, Suriçi’nde sayısı 5.000 civarında
olan yığma tuğla tarzı, kat yüksekliği yer yer 3-9 kat arasında değişen yeni yapı da
bulunmaktadır .

188

kitap_dizgi.indd 188 11/14/12 12:55 PM


2.KÜLTÜR VE İNANÇ TURİZMİ KAPSAMINDA DİYARBAKIR ULU CAMİ
VE ÇEVRESİ

Tatil, eğlence, sağlık, din, spor gibi çeşitli nedenlerle (ticari nedenler dışında) ve
sürekli yerleşmemek kaydıyla seyahat eden insanların, seyahatleri süresince ihtiyaç
duydukları hizmet ve malları satın almalarıyla ilgili olayların ve ilişkilerin tümüne
turizm denir (MEGEP,2007:3). Dünyadaki ilk seyahatlerin dini amaçlarla yapıldığını
görmekteyiz. İnsanlar daima inandığı dinin liderinin doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı
yerleri görmek ister. Bu inançla kutsal yerleri, mabetleri ziyaret etmeyi dini bir görev
olarak kabul etmektedir (Hacıoğlu,2011:26).
Turizm olayının başlangıcı, Sümerlere yani M.Ö. 4000 yıllarına kadar götürülebilir.
Geçmişinin bu kadar derin olması, seyahat etme eylemlerinin insanlığın var oluşuyla
birlikte başladığını göstermektedir. Eski çağlarda ulusların ticaret maksadı ile diğer
ülkeleri ziyaret etmeleri, dünyadaki ilk turizm aktivitesi olarak nitelendirilebilir. M.S.
395 yılı ile birlikte Hıristiyanlık ve Müslümanlığın büyük yayılma göstermesinin bir
sonucu olarak yapılan seyahatler dini amaçlı seyahatler haline gelmiştir (Yıldız ve
Kalağan,2008:42). Orta Çağda, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüne paralel olarak
Avrupa ve Ortadoğu’daki turizm, genişlemeye başlamış; ilk çağlarda girişilen
eğlence, zevk, merak, dinlenme turizminin yerine din turizmini ön plana çıkarmış
ve toplumlar bundan etkilenmiştir. Orta çağın en önemli turizm hareketleri; İslam’ın
hızlı yayılmasına paralel olarak her yıl birçok insanın, Mekke ve Medine’yi ziyaret
etmeleri, Hıristiyan ve Müslüman topluluklar arasında yaşanan Haçlı Savaşlarının
büyük kitlesel hareketlere dönüşmesi, dini amaçlı seyahatlerden sayılmıştır. Yeni
Çağ’da Rönesans hareketleri nedeniyle İtalya’ya yapılan yoğun seyahatler, kültür
turizmini yaratmıştır. Bu çağın son dönemlerinde nüfusun, gelirin ve şehirleşmenin
artması ile turizmde artış meydana gelmiştir (MEGEP,2007:4). Geçtiğimiz yıllarda
anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan talep büyük bir artış
gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm sektöründe farklı
kategoriler kültür/din turizmi, sunmaya başlamıştır. Artan
bu talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir
(Yıldız ve Kalağan,2008:42).
Savaşlarının büyük kitlesel hareketlere dönüşmesi, dini amaçlı seyahatlerden
sayılmıştır. Yeni Çağ’da Rönesans hareketleri nedeniyle İtalya’ya yapılan yoğun
seyahatler, kültür turizmini yaratmıştır. Bu çağın son dönemlerinde nüfusun, gelirin
ve şehirleşmenin artması ile turizmde artış meydana gelmiştir (MEGEP,2007:4).
Geçtiğimiz yıllarda anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan
talep büyük bir artış gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm
sektöründe farklı kategoriler kültür/din turizmi, sunmaya başlamıştır. Artan
bu talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir
(Yıldız ve Kalağan,2008:42).

Veriler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin hazırlamakta olduğu Koruma Amaçlı İmar Planı’nın taslak rapo-
rundan alınmıştır.

189

kitap_dizgi.indd 189 11/14/12 12:55 PM


Günümüzde değişen turist isteklerine bağlı olarak tüm dünyada gelişme gösteren
inanç turizmi kapsamında mevcut turizm değerlerinin korunması, turizme
kazandırılması ve tanıtılması oldukça önemli hale gelmiştir (Hacıoğlu,2011:27).
Dolayısıyla inanç çekim merkezlerinin tanıtımında dini motiflerin yanında kültürel
öğelere de yer verilmesi ve bu merkezlerin alternatif turizm ürünleriyle beraber
bütünleşik bir şekilde pazarlaması önem taşımaktadır (Hacıoğlu,2011:29).
Bu noktada inanç çekim merkezi olmaya aday bir kent için vazgeçilmez fizikî mekânı
mabetler olmaktadır. Şeriati’nin belirttiği gibi, dini unsurlar, bütün toplumların
sadece maneviyatının değil, şehirlerinin maddi yapılanmasının da ruhu, özü ve
merkezi noktası olmuştur. Doğu ve batıdaki bütün medeniyetlerde şehirlerde ortak
nokta, kendilerine bir kimlik kazandıran sembollerinden dolayı sembolik şehirler
olmalarıdır. Büyük şehirlerin kimliği olan bu semboller, mabetlerdir (Şeriati,2006:41).
Merkezî mabet kilise ise, etrafında kilise kolejleri, Ulu Cami ise yanında sıbyan
mektepleri ve medreseler bulunurdu. Bütün yakın doğu ve orta doğu bölgeleri
İslamlaşınca (Öztürk,2009:630) artık bu bölgelerdeki şehirlerin çekirdeğini teşkil
eden en önemli fizikî unsurlar cami, pazar, dârü’l-imâre olmuştur. Şehir bunların
çevresinde kağnı tekeri şeklinde açılır ve büyük yollardan ana kapılara ulaşılırdı.
Bu unsurlardan özellikle cami, istisnasız bir şekilde her zaman bütün İslam dünyası
şehirlerinde merkezdeki yerini almıştır (Pırlanta,2010:136-137). Ulu Camiden sura
doğru olan istikamette, Ulu Caminin çevresine önce sahaf gibi esnaf grupları, daha
sonra manifaturacı, kuyumcu, berber, bakkal gibi esnaf grupları ve sur çevresinde
de demirci, bakırcı, kalaycı, nalbant gibi esnaf grupları yerleştirilirdi. Bugün bu
tarihî-kültürel geleneğin en canlı örneğini Diyarbakır’da görmek mümkündür
(Öztürk,2009:630).

Diyarbakır Ulu Cami örneğine baktığımızda, etrafında eğitim öğretim için medreselerin
bulunduğu, alışveriş ve konaklama için han ve bedesten düzenlemelerinin yapıldığı
açık bir biçimde görülmektedir (Şekil1,2).

Şekil.1 Ulu Cami ve Çevresi (Kaynak: Büyükşehir Belediyesi)

190

kitap_dizgi.indd 190 11/14/12 12:55 PM


3.DİYARBAKIR ULU CAMİ

Diyarbakır Ulu Camii, ortadaki büyük avlunun doğu ve batısında maksureler,


güneyinde Hanifiler Cami’i, kuzeyindeki Şafiiler Camii ve Mesudiye Medresesi
ve Caminin batı girişinin hemen yakınındaki Zinciriye Medresesi ile dinsel ve
kültürel yapıları biraraya getiren bir yapılar grubu niteliğindedir.Ulu Cami’nin avlu
cephelerinde farklı dönemlere ait Mimari bezemeler, kabartma ve yazıtlar büyük bir
uyum içerisinde yerleştirilmişlerdir.
İlk yapım tarihi 639 yılındaki Arap ordularının Diyarbakır’ı alması ve Cami
yerindeki kilisenin (Tuncer,1995:12; Tuncer,2002:142; Beysanoğlu,2003:272)
camiye çevrilmesine bağlansa da, Büyük Selçuklu egemenliğiyle H. 484/M. 1091
yılında vali Amidüddevle tarafından Sultan Melikşah’ın talimatıyla onartılmıştır.
1115 yılındaki deprem sonrasında (Tuncer,1996:38) yapı büyük oranda değişikliğe
uğramış, İnaloğlu Ebû Mansur İlâldı tarafından 511 H./1117-18 M. yılında batı
maksuresi (revağı) alt katı, 518 H./1124-25 M. yılında ise üst katı tamamlanmıştır.
Doğu maksuresi ise İnaloğlu Mahmut ile Vezir Nisanoğlu Ali zamanında 559
H./1163-64 M. yılında yapılmıştır. Minaresinde bulunan 550 H./1155 M. tarihli
kitabedeki İnaloğlu Mahmut ile veziri Nisanoğlu Ali’nin adlarının bulunması,
minarenin de aynı kişiler tarafından yapıldığını gösterir. Aynı şekilde caminin doğu
kapısı üzerinde de Nisanoğlu Ali adı geçer.

Caminin güney bölümünün avluya bakan yüzündeki 639 H./1241 M. tarihli


Gıyaseddin Keyhüsrev, 731 H./1330 M. tarihli Artukoğlu Melik Salih adı geçen
kitabeler ile, Osmanlı Sultanı IV. Murat imzalı ferman, caminin bu tarihlerde
onarımlar geçirdiğini göstermektedir. Yapının batı bölümünün Akkoyunlu Sultanı
Uzun Hasan tarafından onartıldığı, bu bölümün dış yüzündeki kitabelerden
anlaşılırken; yapının kuzey-batı bölümü olan ve ilk yapımı İnaloğulları Dönemi’ne
giden Şafiler bölümü (Sözen,1971:30,33). Osmanlı Dönemi içinde 935 H./1528 M.
yılında Atak beyi Emir Ahmet Zırki tarafından onarılmıştır. Hanefiler Camisi’nin
mihrap kısmı, 1124 H./1712 M. yılında vali Maktulzade Vezir Ali Paşa tarafından
onarıldığı, mahfilinin ise 1240 H./1824 M. yılında kethüda Hüseyin Ağa yaptırıldığı
ve aynı yıl içinde halkın yardımı ile caminin elden geçirildiği, Muvakkıthanenin
1253 H./1837 M. yılında yapıldığı bilinmektedir (Sözen 1971:30). Aynı şekilde
yıldırım düşmesi sonucu yıkılan minarenin 1255 H./1839 M. yılında onarıldığı,
avludaki şadırvan’ın 1266 H./1849 M. tarihinde yapıldığı, üzerlerindeki yazıtlardan
anlaşılmaktadır (Sözen,1971:29,30). Kaynaklarda adı geçen kent kütüphanesinin
ise, Ulu Cami avlusunun 1117-1125 yılında yapılan batı kanadında ya da 1163-64
yılında yapılan doğu kanadında bulunduğu ileri sürülür (Parla,2004:270).
Parla, 629 yılında Heraklius tarafından inşa edilen kilisenin İyaz bin Ganem tarafından üçte birinin camiye
çevrilerek kullanılmaya başlandığını belirterek, bu kilisenin Mar Toma’ya ithaf olunan yapı olabileceği kadar,
Meryem adlı kent yöneticisi bir bayanın inşa ettirdiği belirtilen kilise ile aynı olabileceğini de belirtir (2004: 261).
Bu durumda 629 tarihi kilisenin camiye çevrilme tarihi değil ilk inşa tarihi olmalıdır ki, kentin kuşatılarak ele
geçirilmesi ve halifeler dönemi de 638 yılından sonrası içindir. Aynı şekilde Orhan Cezmi Tuncer’de kilisenin 629
tarihinde Heraklios tarafından yapıldığını söylemektedir (Tuncer 2002: 142).

191

kitap_dizgi.indd 191 11/14/12 12:55 PM


Genel olarak caminin kiliseden çevrildiğine dair oluşan kanı dışında, antik döneme
ait malzemelerin bolluğu nedeniyle olsa gerek, ilk yapım tarihi hakkında antik dönem
ya da ateşperestliğe ilişkin düşüncelere de rastlanılmaktadır (Konyar,1936:41).
Yapıya sonradan eklenen maksureler (revaklar) ve diğer ek birimler, külliye nitelikli
yapılanmanın bölümleri olsa da, avlu güneyinde yer alan ve Ulu Cami’nin bireysel
varlığını ifade eden yapı, 1115-16 yılında Büyük Selçuklu Dönemi’nde yapılmıştır.
Mevcut şekli ile XII. yüzyıl eseri olarak kabul edebilen cami, zaman içinde değişik
ekleme ve onarımlarla kompleks bir yapı şeklini alır. Avlu kuzeybatısına XII. yüzyıl
ikinci yarısında eklenen Şafiler Camisi ve avlu kuzeydoğu kanadına XII. yüzyıl
sonu XIII. yüzyıl başlarında eklenen Mesudiye Medresesi ile yapı şekli belirginleşir.
Avlu içinde yoğunlaşmak üzere çeşitli alanlara dağılmış olan kitabeler, 1141,
1155-56, 1163-64, 1156-78, 1223-24, 1334-35, 1469-70, 1528-29, 1712, 1824-25,
1839 ve 1849-50 yıllarında yapıda çeşitli onarımlar ya da eklemeler yapıldığını
göstermektedir. Bu tarihlerden 1528-29 tarihi, Şafiler Camisi’nin onarım tarihi
olurken, yapının mihrabı 1712 yılında yapılmıştır (Şekil,l 2),(Tuncer,1996:206).

Şekil. 2 Ulu Cami ve çevresindeki anıtsal yapılar

Avlu kuzeydoğusunda bulunan Mesudiye Medresesi’nde yer alan en erken tarihli olan,
H. 590/M. 1193-94 tarihli kitabe, kesin olmasa da en erken tarihi verdiği için yapım
kitabesi olarak değerlendirilip, yapı kurucusu olarak H. 596/M. 1200 tarihli bir diğer
kitabede adı geçen Mesud Sökmen Bey kabul edilir. Şevket Beysanoğlu da, yapının
kitabelerinden yola çıkarak ilk yapımın H. 590/M. 1193-94 tarihinde başladığını, H.
619/M. 1222 yılında tamamlandığını kabul eder (Beysanoğlu,2003:335).
Yapı topluluğunun parçalarından biri olarak kabul edilen Zinciriye Medresesi ya da
diğer adıyla Sincariye Medresesi ise, kesin bir tarih verilmemekle birlikte Eyyubi
Dönemi içinde Melik Salih Necmeddin tarafından yapıldığı öne sürülmekteyse de
1198 ve 1246 arasında değişken görüşlü Artuklu Dönemi eseri olarak, Ulu Cami’nin
bir parçası, Mesudiye’nin tamamlayıcısı ve kışlığı olarak kabul edilir (Şekil 2.,
Altun,1973:122; Beysanoğlu,2003:333). Ancak, Zinciriye Medresesi kitabelerinden
yola çıkılarak, XII. yüzyıl sonu olan 1198 yılında Eyyubiler tarafından yapıldığı
söylenebilir

192

kitap_dizgi.indd 192 11/14/12 12:55 PM


Resim 1- Ulu Cami avlusu güneybatıya bakış Resim 2- Ulu Cami avlusu doğu cephe
(Sözen 1971) (J. Laurens-1847)

Resim 3- Ulu Cami Giriş Resim 4- Ulu Cami Giriş

Resim 5- Hasan Paşa Hanı ve Ulu Cami Resim 6- Hasan Paşa Hanı ve Ulu Camide onarım
(V BM Arşivi,2006)

3.1.YAPILARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ


3.1.1.AVLU, ŞADIRVAN ve MAKSURELER

Ulu Cami avlunun güneyinde, Hanefiler bölümü, doğu ve batısında yer alan
sütunlarla destekli çift katlı maksurelerinden, batı yönde bulunanın güney köşesinde
bulunan kapı ile dışarıya ve Zinciriye Medresesi’ne açılım sağlanırken, avlunun ve
dolayısıyla caminin asıl girişi ya da bir tür portali, batı maksurenin ekseninde yer
almaktadır.

193

kitap_dizgi.indd 193 11/14/12 12:55 PM


Avlunun kuzey ekseninde yer alan geçiş, bir yandan kuzeydeki sokaklarla ilişkili
iken, bir yandan da Mesudiye Medresesi ile ilişkilidir. Bu geçişin batısında girişi
güneydoğu ve güneybatı köşelerindeki açıklıklardan yapılan Şafiiler Camisi
yer alır. Avlunun asıl ilgi çeken bölümü, maksureli iki katlı doğu ve batı kanat
düzenlemelerine karşın, kuzeyde sadece alt katı ve bir bölümü yer alan düzenleme
olup, kuzeydoğudaki Mesudiye Medresesi’nin arka kısmına oturmaktadır.

Avlu ekseninde kısmen batı yönde yer alan sekizgen planlı ve sekiz adet sütun
üzerine oturmuş ahşap çatılı, saçaklı ve sivri külahlı şadırvanın hemen batısında
ise, kare planlı sekiz mermer sütun üzerine oturtulmuş ve yerden yükseltilmiş bir
namazgah ile, namazgaha batıda birleşik kare planlı bir açık havuz yer almaktadır.
Namazgah’ın güney yönde eksende yer alan taşıyıcı sütununda açılan niş, mihrap
nişi düzenlemesi olarak tasarlanmıştır.

Avlunun ana girişini teşkil eden doğu yönünde eksende yer alan kapı ve avlu
arasındaki geçiş, merdiven inişlerinden sonra daha dar bir şekilde tonozlu
geçitle devam eder. Doğu Maksuresi’nin bir dönem kütüphane olarak
kullanılan üst katı, alt kat planından farklı bir şekilde, orta ekseninde aynı
doğrultuda atılan kemerleri taşıyan kuzey güney doğrultusunda iki sahınlı
dikdörtgen planlıdır. Güney dış cephede yer alan üst kat çıkış merdiveni geç
dönem eklentisi olup, bu cephenin üst kat ekseninde yer alan çıkıntı ise, içi
doldurulmuş olan yarım daire bir mihrap nişi çıkıntısıdır.Doğu maksurenin
aksine batı maksurenin alt katındaki kapı sokak ilişkisi eksende değil, güney
köşeden kurulmakta olup, yine bu katın avluya bakan yönünde pencere
düzenlemesi bulunmamaktadır. Dışa bakan batı cephede görülen güney
köşe açıklığından sonra kuzeye doğru görülen diğer açıklıklar, günümüzde
dışta yer alan mekanlarla ilişkilendirilmişse de, kimi kapılarda oynama ya
da dolgu yapıldığı görülmektedir. Yaklaşık eksende ve kuzey cephede yer
alan merdivenlerle çıkılan üst kat, ara duvarlarla çeşitli birimlere ayrılmışsa
da, genel olarak kuzey güney doğrultulu dikdörtgen bir mekan olup, doğu
maksurede olduğu gibi genişletilmediği için daha dar görünümlüdür (Resim
1,2,5,6,7-12).

Resim 7- Ulu Cami Avlu Resim 8-Ulu Cami ve Mesudiye Medresesi

194

kitap_dizgi.indd 194 11/14/12 12:55 PM


Resim 9- Ulu Cami korint sütunlar Resim 10- Ulu Cami doğu maksuresi

Resim 11 - Ulu Cami Batı Maksuresi Resim 12 - Ulu Cami Batı Maksuresi

3.1.2. ULU CAMİ (HANEFİLER BÖLÜMÜ)


Doğu batı doğrultusunda üç nefli mihraba paralel sahınların, mihrap önünde eksende
mihraba dik gelen ve daha yüksek tutulan bir başka sahınla kesildiği dikdörtgen
planlı yapının; güney ekseninde dışa taşkın olarak içten ve dıştan üç cepheli bir
mihrabı ile, eksenin doğusunda yer alan ancak ana eksendekine göre daha sade
düzenlenmiş ikinci bir mihrabı bulunur. Ayrıca, mihrabın güneye taşkın bölümünün
hemen batısında, caminin güney duvarı ile ilişkili ancak bağımsız olarak yapılmış
olan, kareye yakın dikdörtgen kesitli olup yükseldikçe kademeli olarak daralan ve
şerefesinden sonra daire kesitli gövde şeklinde devam eden minaresi bulunmaktadır.
Kuzey-güney ana eksenini oluşturan ve mihraba dik gelen sahının, doğu ve batı
eksenlerinin iki yanında yer alan “T” biçimli payelerden birbirine ve kuzey ile güney
duvarlara atılan kemerlerle oluşan mihraba dik sahına karşılık; bu ana payelerden
doğu ve batı yöne doğru atılan kemerler, her yönde bulunan payelere ve sonunda
doğu ve batı duvarlarda yer alan duvar payelerine oturur. Mihrabın hemen sağında
yer alan minber ile mihrabın karşısında eksende yer alan ahşap müezzin mahfili,
Osmanlı Dönemi eklentisidir. Ana mihrap ile aynı aksta yapı dışında kuzey cephedeki
mihrap nişi, avluda bir tür son cemaat yeri mihrabı işlevi görmektedir ki, bunun
üzerinde ahşap ile kurgulanmış bir müezzin cumbası (Mukbire) bulunmaktadır
(Resim 13-14).

195

kitap_dizgi.indd 195 11/14/12 12:55 PM


Resim 13-14 - Ulu Cami Avludan Hanefiler

3.1.3. ŞAFİİLER CAMİSİ


kanadını oluşturan Şafiiler Camisi ya da bölümü, doğu-batı doğrultusunda
mihraba paralel üç sahınlı dikdörtgen planlıdır. Sahınları oluşturan sütunlardan
doğu ve batı yönünde atılmış olan sivri kemerler, beden duvarlarında duvar
payelerine oturmaktadır. Kuzey yönde tuvaletlerin yer aldığı yapılaşmaya
birleşen duvarlar kalın ve sağır tutulurken; güney yönde eksende mihrap,
mihrabın iki yanında ise üçer pencere ve sonunda iki kapı açıklığı yer alır.
Bu kapılardan en doğuda yer alanı avluya açılırken, en batıda yer alanı avlu
batı maksureye açılır. Kısa kenarlardan batı beden duvarı sağır duvar şeklinde
dışa kapalı bulunsa da, doğu duvarda eksenin kuzeyinde üst kodda üç adet
pencere açıklığı yer alır. Kuzey yöndeki son sahının üstünü kapsayan ahşap
mahfile çıkış, kuzey eksenin batısında ve kuzeydoğu köşede bulunur. Doğu
duvar ekseninin güneyde daha ileriye doğru taşkınlık yapmasının ya da,
eksenden kuzeye doğru olan duvarların daha içte kalmasının nedeni, şimdilik
tam olarak yanıtlanamamaktadır.

Resim 15- Ulu Cami Şafiler Bölümü Resim 16- Ulu Cami avlu doğu )
(Gertrude Bell,1909) (Sözen 1971)

196

kitap_dizgi.indd 196 11/14/12 12:55 PM


Resim 17- Ulu Cami Avludan Şafiler Bölümü Resim 18- Şafiler Harim Bölümü

Avlu yönünde yer alan pencerelerin orijinalinde zemine kadar inen daha uzun
pencereler olduğu ve sonradan örülerek küçültüldüğü iddiası, duvardaki malzeme
farklılığı şeklinde de gözlemlenmektedir ki, pencerelerin üstündeki taş bloktan
(söveden) sonra yer alan kemerli açıklık, bu sistemi daha da hareketlendirmektedir.
Belirli seviyede kapatılan bu pencerelerin sayısı altı adet olarak görülse de, orijinal
yapımda yedi adet olarak tasarlanmıştır. Eksende kalan ve bugün mihrap olarak
kullanılan niş, hemen doğusunda yer alan mihrabın eksenden daha kayık olması
nedeniyle, içi doldurularak ve dışa taşkınlık verilerek elde edilmiştir (Resim 15-18).

3.1.4. MESUDİYE MEDRESESİ


Yapı topluluğunun en önemli birimlerinden sayılan Mesudiye Medresesi,
Şafiiler Camisi’nin aksine, kuzey eksendeki geçiş koridorundan itibaren
avlunun kuzeydoğu bölümünü kaplar. Doğu yönündeki kademelenme dışında,
genel anlamda doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olan yapı, açık
avlulu medrese plan tiplemesi içinde değerlendirilebilinir. İki katlı yapının alt
katının kuzey-güney ekseninin doğusunda yer alan kare planlı açık avlunun
da doğusunda, kareye yakın doğu-batı doğrultulu ve iki kat boyunca yükselen,
üstü sivri beşik tonozla örtülü bir eyvan yer alırken; eyvanın güneyinde doğu
batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olup, doğuda eyvandan daha dışa
taşkın, güney yönde avluya açılan penceresi bulunan ve batı yönden girilen
sivri beşik tonoz örtülü bir mekan yer alır. Eyvanın kuzeyinde yer alan ve yine
doğu-batı doğrultulu kareye yakın dikdörtgen planlı beşik tonozla örtülü olan
mekan, eyvan ile aynı boyuttadır ve girişi yine batı yönde olup, doğu yönde
üst kodda bir pencereye sahiptir. Açık avluyu doğu hariç üç yönden kuşatan
revaklar, payelerden birbirlerine atılan kemerler ile beden duvarlarına üzerine
oturan çapraz tonozlarla örtülü olup, kuzey revağın yaklaşık eksenindeki kapı
açıklığından sonra, yapıdan oldukça taşkın ve kuzey-güney doğrultusunda
sivri beşik tonozla örtülü eyvan şeklinde düzenlenmiş anıtsal portal (taç kapı)
yer alır (Resim19-22).

197

kitap_dizgi.indd 197 11/14/12 12:55 PM


Avlu batı revak ekseninden girilen kare planlı ve çapraz tonozla örtülü bölümün
devamında en batıda, yapının ikinci eyvanı yer alır. Doğu eyvana göre daha
dar tutulan ve batı eksende üst kodda yer alan bir pencere ile aydınlatılan bu
eyvan, yine doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı ve sivri beşik tonozla
örtülüdür. Eyvan önündeki çapraz tonoz örtülü bölümün kuzeyinde yer alan
çapraz tonoz örtülü servis alanı, üst kata çıkışı sağlarken, güney eksendeki
mihrap nişi, bu bölümü bir tür cami ya da ibadet mekanı konumuna getirir.

Resim 19- Mesudiye Medresesi avlu batı cephesi Resim 20- Mesudiye Me-
dresesi eyvandan avluya bakış (Altun 1978)

Resim 21- Mesudiye Medresesi Resim 22- Mesudiye Medresesi


avlu doğu cephesi eyvandan avluya bakış

3.1.5. ZİNCİRİYE MEDRESESİ


Açık avlulu medrese tiplemesinin en önemli temsilcilerinden sayılan yapı,
açık avluyu çevreleyen dört yöndeki revaklar ve birimlerden oluşurken,
merkezi temsil eden avluya karşın; güney yönde eksende yer alan sivri beşik
tonozlu eyvan ile, kuzey eksende girişi de kapsayan ve çapraz tonozla örtülü
olan ikinci eyvan, yapının aksını belirleyen düzenlemelerdir (Resim 23-28).
Açık avlunun dört köşesindeki payeler ile bunların her biri arasında yer alan
payelerden birbirleri ile güney ve kuzey yönlerdeki ara payelerden beden
duvarlarına atılan kemerlerin desteklediği, diğer yönlerde duvarlara oturan
örtü sistemlerinin altında kalan revaklar bulunur.
198

kitap_dizgi.indd 198 11/14/12 12:55 PM


Bu revaklardan doğu ve batıda yer alanlar beşik tonozla örtülüyken; kuzey eyvan
önündeki bölüm, eyvanda olduğu gibi çapraz tonozla, her iki yanındaki birimler
beşik tonozla örtülü olup, güneydeki ana eyvanın önünde yer alan bölüm, yine
önünde yer aldığı eyvanın örtüsünü tekrarlayarak aynı yönde beşik tonozla, yanında
iki birim ise diğer yönde beşik tonozla örtülmüştür.
Güney yönde eyvanın her iki yanında yer alan ve tümüde kuzey-güney doğrultulu
olan mekanlardan, doğu yönde önce sivri beşik tonozla kapalı dikdörtgen bir mekan,
devamında ise kubbe ile kapatılmış kare bir mekan yer alırken; eyvanın batısında
birbirini takip eden sivri beşik tonozla kapatılmış üç ayrı dikdörtgen mekandan en
batıda yer alanı daha uzun tutulup doğuya da yönlendirme yapılarak “L” biçimi
elde edilmiştir. Kuzey yönde eyvanın her iki yanında yer alan ve en doğuda yer
alıp doğu-batı doğrultulu birim dışında, tümü kuzey-güney doğrultulu olan, farklı
boyutlarda ve sivri beşik tonozlu olan mekanlardan, ikisi eyvanın doğusunda, üçü
eyvanın batısında yer alır.
Kuzey ve güney kanatların arasında sıkışan doğu ve batı kanatlardan batıda yer alan
kuzey-güney doğrultulu ve sivri beşik tonozla örtülü dikdörtgen planlı tek mekana
karşın; doğu kanatta kalan alan, doğu-batı doğrultulu dikdörtgen planlı ve sivri beşik
tonozlu dört ayrı mekan oluşturulmuştur. Yapının kuzey revakının doğu ucundaki
bir açıklık, medresenin ikinci derecede tali kapısını oluştururken, aynı zamanda
medresenin doğusunda Ulu Cami ile arasında yer alan avluyla bağlantı kurulan tek
açıklıktır. Giriş cephesinin ileri çıkmış taç kapısı ile bu yönde en batıda yer alan
çeşme nişi, cepheyi hareketlendiren unsurlardır.

Resim 23- Zinciriye M. kuzey cephe Resim 24 -Zinciriye M.güneydoğu


c. (Altun 1978)

Resim 25- Zinciriye M.giriş cephe Resim 26- Zinciriye M.güneydoğu


199

kitap_dizgi.indd 199 11/14/12 12:55 PM


Resim 27- Zinciriye Medresesi Resim 28-Zinciriye Medresesi
kuzey cephe avludan bakış

4. ŞEYH SEYYİD SA’SAA CAMİ


(SULTAN SA’SAA CAMİ, SULTAN SA’SAA TÜRBESİ)
Yapım tarihi ve banisi belli değilse de (Yılmazçelik,1995:62), halifeler dönemi ilk
yapısının Sa’saa Camisi olduğu ve bugünkü plan kurgusuyla Ulu Cami’nin Sa’saa
Camii’nden çok daha sonra yapılmış olabileceği kimi kaynaklarda belirtilmektedir
(Parla 1990: 72; 2004: 279). Şehrin Müslüman ilk valisi Sultan Sa’sa’ya
(Bizbirlik,2002:137) izafe edilmiş olup A.Bulduk’un Elcezire isimli eserinde bu
caminin adı Sultan Sa’saa olarak kaydedilmiştir. Ancak bazı belgelerde Seyyid Sa’sa
olarak geçer (Yılmazçelik,1995:62). 1308/1890 tarihli Salnamei Diyarbekir’de
Hz.Sa’saa (Ra)’ın tam ismi Sa’saa b.Mazin el Medeni (ra) olarak verilmektedir ve
şehrin ortasında kendi adını taşıyan Sultan Sa’saa caminin avlusunda medfun olduğu
belirtilmektedir. Hz.Sa’saa (ra)’ın, Sa’saa b Suhan olması ihtimali üzerinde duran
araştırmacılar da bulunmaktadır.Hz.Sa’saa’nın tam ismi Diyarbakır’ın fethinin en
geniş biçimde anlatıldığı Fütuhu’ş-Şam adlı eserde Sa’saa el Abdi (Sa’saa b.Amr
b.Savhan el-Abdi) olarak verilmektedir (Melek,2009:173-174) Mervanoğulları
döneminde de Ulu Caminin yanındaki Sasaa Camiden bahsedilir (Parla,1990:129).
1794-1818-1824 ve 1826 tarihli Diyarbakır’da Kur’an okunacak camilerle ilgili
belgelerde,bu camiin Diyarbakır’daki camiler içerisinde önemli bir yere sahip
olduğu anlaşılmaktadır (Yılmazçelik,1995:62). 1860 tarihinde onarım geçirmiş,
1904 tarihinde ise minare eklenmiştir. Yakın zamana kadar müstakil türbesi olduğu
bilinen tek sahabi olan Hz.Sa’saa’nın türbesinin yeri de Ulu Cami ile Hasan Paşa Hanı
arasındaki Sa’saa Camii haziresinde bulunmaktaydı (Melek, 2009:173). Türbenin
yeri ile ilgili olarak da Diyarbekir Salnamelerinde de “Medfen-i şerifleri vasat-ı
şehirde namlarına mensup camidedir” denmektedir. Sultan Sa’saa camii, türbeyle
beraber 1926 yılında dönemin belediye başkanı Nazım Önen tarafından cami ile
beraber yıktırılarak bahçe haline getirilmiştir (Resim 29, Melek, 2009:173-174)
1518 tahririne göre mescid vakfının gelirleri gayrimenkul kiraları ve bir köyün
malikane hissesinden oluşmakta olup 16.yüzyılı takip eden dönemlerde vakfın
faal olduğu ve mescid yıkılmacaya kadar faaliyetine devam ettiği bilinmektedir
(Bizbirlik,2002:137-138).
200

kitap_dizgi.indd 200 11/14/12 12:55 PM


Yıkılarak, Celal Güzelses parkının içinde kalan cami ve bugün 5 no’lu parsel olarak
adlandırılan bölümde, Hz.Sa’saa(ra) nın naşının olduğu, cami yıktırıldıktan sonra
defnedildiği mezardan çıkartılıp Dağ kapı dışında şimdiki Adliye sarayı mevkiinden
Kurt İsmail Paşa camine kadar olan bölgede bulunan ve Diyarbakır’ın o günlerde en
büyük mezarlığı olan Rızvanağa mezarlığına nakledildiği de ifade edilmektedir. Dağ
kapı dışındaki mezarlık bölümü de şehrin sur içinden dışına taşınması döneminde
yerleşime açıldığı için sahabeden Hz.Sa’saa (ra)nın nerede medfun olduğu tam
olarak bilinmemektedir (Melek ve Demit, 2009:174).
Yıkım sonrası 1990’lı yıllarda yapının yakınında inşa edilen yer altı çarşısı mescit
ve öncesi temellere ilişkin pek çok detayın yok olmasına sebeb olmuştur. Yapı 2007
yılına kadar üzerindeki barakalar ile bırakılmıştır. Bu tarihte barakalar yıktırılarak,
alanda kazı yapılmıştır (Resim 31-34). Kazı yapılan alanda farklı dönemlere ait çok
evreli yapı kalıntıları açığa çıkarılmıştır. Ancak bitişik parsellerde yapılaşmanın
tamamlanması nedeniyle yapıların devamını ve plan şemalarını ortaya çıkarmak
mümkün olamamıştır. Alanda bulunan kanal yapıları rögar ve kuyular ile bunların
altında açığa çıkarılan taş döşemeli alanlar farklı dönemlere aittir (Resim 30). Kazı
sonrası yazılan raporda, buluntular, kapının boyutları ile söve ve eşik taşlarının
stilleri ve yekpare oluşlarından bu yapının en geç Bizans dönemine ait olduğunu ve
yapının bir kapı ile güneye Ulu Cami’ye yönelmesi bu yapının, “Ulu Cami öncesinde
var olan Bizans Dönemi Mar Toma Katedraline ait müştemilat yapısı olabileceğini”
düşündürtmekte olsa da kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla kazı alanı, temeli daha
eski bir döneme ait olmasına rağmen, alanın 1926 ya kadar Sultan Sa’saa ya izafe
edilen bir mescid ve hazire bölümünden oluştuğu aşikârdır.

Resim 29- Sultan Sasaa’nın 1925’den önceki durumu Resim 30-Sultan Sasaa mescidi kazı sonrası
(http://www.bilinmeyendiyarbekir.com) planı (VBM. arşivi)

Resim 31-Sultan Sasaa mescidi kazı sonrası Resim 32-Sultan Sasaa mescidi kazı sonrası

201

kitap_dizgi.indd 201 11/14/12 12:55 PM


Resim 33- Sultan Sasaa mescidi (2010) Resim 34- Sultan Sasaa mescidi (2011

5. HASAN PAŞA HANI VE KUYUMCULAR ÇARŞISI


Kuyumcular Çarşısı, Diyarbakır şehir merkezinin kuzeydoğu diliminin batı yönünde
Gazi Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Çarşının karşı yönünde (batı) Diyarbakır Ulu
Cami ile birlikte anıldığı Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri bulunmaktadır (Şekil 3).
Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular çarşısı ayrı ayrı yapılar değil; bir arada ve bir bütün
olarak kompozit yapılar topluluğudur. Diyarbakır’ın sahip olduğu ticari potansiyel
sebebiyle han ile birlikte ya da handan sonra eklenmiş olması muhtemeldir. Ancak
Kuyumcular çarşısının Hasan Paşa Hanı’na destek arz eden bir yapı olduğu açıktır.
Tarihi Kuyumcular Çarşının sahip olduğu plan gereği, teşhir ve alışverişin kolaylıkla
yapılabilmesi açısından diğer bütün çarşılarda olduğu gibi Kuyumcular Çarşısında da
dükkânlar koridorlar etrafında ve karşılıklı olarak sıralanmıştır. Hasan Paşa Hanı’nın
doğu ve güney cephesini kapatan çarşı, ters “L” planlı bir yapıya sahiptir. Sahip olduğu
plan Hasan Paşa Hanı ile birlikte değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Nitekim
çarşı içinden Hasan Paşa Hanı’na geçişi sağlayan iki anıtsal kapı bulunmaktadır.
Çarşının bakımsızlık ve denetimsizlik sebebiyle yapım özellikleri ve tarihi değeri
bilinçsiz bir şekilde alçı kaplamaların altına gizlenmiştir.
Hasan Paşa Hanı Diyarbakır Ulu Cami’nin doğu girişinin karşısında, Gazi
Caddesi’nin üzerindedir. Üzerinde yer alan üç kitabeden anlaşıldığı üzere Han;
hicri 982 (1574–1575) senesinde Sadrazam Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa
tarafından Sultan Selim oğlu Sultan Murat zamanında inşa edilmiştir. Hasan Paşa
Hanı’nın güney cephede bulunan kapısı üzerindeki kitabesinde; “Şehinşah-ı serir-i
saltanat Sultan Murad ol kim adaletle yedi iklimi tuttu serteser adı zamanında o şa-i
nikfercamın Hasan Paşa buyurdu bu makam-ı dilküşanın oldu bünyadı dedim bu
afitab-ı izzi-i devlet burcuna tarih ilahi kıl mübarek bu riba-ı şadabadi (h. 982)” ve
doğu kapısı üzerindeki kitabesinde de; “ Eşhedü en la ilahe illallah hürmetine bu
kapı daima sevinçle açık olsun” yazılmış ve üçüncü kitabe olan Hanın giriş kapısı
kitabesinde de yaptıran bilgileri verilmiştir. Bu kitabe de “ Sadrazam Mehmet Paşa
oğlu Hasan Paşa bu binayı büyüklerin teşrifine tahsis etmek üzere, Sultan Selim
oğlu Sultan Murad’ın saltanatı günlerinde, (sene 982) yaptırdı. Allah mülkünü ebedi
kılsın” şeklinde bilgi bulunmaktadır. (Beysanoğlu,1990: 598).

202

kitap_dizgi.indd 202 11/14/12 12:55 PM


1612 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden Polonyalı Simeon, şehre geldiği zaman indiği
Hasan Paşa Hanı’nı,“Şehre girdikten sonra Hasan Paşa Hanı’na indim. Muazzam
kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer altında iki ahırı,
renga¬renk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel ha¬vuzu, üç kat üzerine birçok
kârgir odaları vardı. Hana bitişik olup Bursa’daki Gelincik ve Edirne’deki Alipaşa
Hanları gibi kemerli, güzel kuyumcuhanı’nda emsali yalnız İstanbul’da bulunan
çok usta kuyumcular, zernişancılar,bıçakçılar,papuççular, çizmeciler ve diğer zanaat
erbabı çalışırlar” Diyerek çok güzel bir şekilde tanıtmıştır (Beysanoğlu,1990: 595).
Hasan Paşa Hanı Restore edildikten sonra çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. Hanın
doğu ve güney cephelerine bitişik olan Kuyumcular çarşısı daha önceki dönemlerde
farklı amaçlarla kullanılmış olması ile birlikte şuan isminin anıldığı gibi altın satış
ve işleme merkezi olarak kullanılmaktadır. Kuyumcular Çarşısının doğu bölümünde
kazancılar ve bakırcılar çarşısı da bulunmaktadır. Kuyumcular Çarşısının iki yönden
çarşı ile çevrelenmiş olması bu çarşının merkezi konumunu ifade etmektedir (Resim
35-39).
Diyarbakır şehir merkezindeki diğer bir han olan Deliller Hanı şehir merkezinin
en güney noktasında bulunmaktadır. Şehre giriş kapısı önünde ve şehir surlarının
içeri kısmında bulunan Deliller Hanı Hasan Paşa Hanı’ndan farklı bir işleve sahiptir.
Deliller Hanı daha çok kervanlara ikamet edebilecekleri olanaklar sunmanın yanı
sıra dış ticaret yürütüldüğü bir merkez konumundadır. Buna karşılık Hasan Paşa
Hanı ve Kuyumcular çarşısı ise daha çok iç pazara yönelik imalat ve pazarlama
alanıdır. Bu sebepten ötürü yerli halka hitabı öncelikli olan Kuyumcular Çarşısı ve
Hasan Paşa Hanı’nın merkezi konumu söz konusu han ve çarşıyı önemli kılmaktadır.
Hasan Paşa Hanı iki katlı bodrum katı haricinde iki katlı ve avlulu bir plan
şemasına sahiptir. Avlunun kuzeybatı köşesinde bulunan kapıdan bodrum kata
geçilebilmektedir. Hanın bodrum katı konaklamaya gelen kervanlar için bir hayvan
barınağı niteliğindedir. Bodrum kattaki mekanlar beşik tonozla örtülü koridorlarla
birbirine bağlanmıştır. Hanın zemin katında altı adet sütun üstüne oturan çevresi açık
ve kubbe ile örtülmüş bir havuz bulunmaktadır. Hanın zemin katında avlu etrafında
sıralanmış çokça dükkan bulunmaktadır. Dükkanlar genellikle

Şekil -3- . Hasan Paşa Hanı planı ve Resim 35- Hasan Paşa Hanı ve çevresi
Kuyumcular Çarşısı (VBM Arşivi) (VGM Arşivi 1980)
203

kitap_dizgi.indd 203 11/14/12 12:55 PM


Foto 36- Hasan Paşa Hanı (2011) Resim37- Hasan Paşa Hanı
avlu ve revaklar

Resim 38- 39 Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular Çarşısı

beşik tonozla örtülüdür ancak köşelerde bulunan dükkanlar diğer dükkanlardan farklı
olarak kubbe ile örtülmüştür. Avlu çevresinde bulunan dükkânlar avlu zemininden
yüksekte kaldığından dükkânlara geçiş basamaklarla sağlanmaktadır. Han’a giriş,
Gazi Caddesi önündeki kapıdan sağlanmakla birlikte doğu ve güney yönlerde de
Kuyumcular çarşısına açılan kapılar bulunmaktadır. Han iki renkli taş işçiliğine
sahiptir. Hanın avlu döşemesi de bazalt taşındandır.
Hanın doğu ve güney yönlerden çevresini kuşatan ve bugün kuyumcuların
bulunduğu Kuyumcular Çarşısı hanın ilk yapım zamanında bulunmamaktaydı.
Şevket Beysanoğlu, Hasan Paşa’nın ilk olarak kuyumcular için bir çarşı yaptırdığını
sonrada bu çarşıdan Ulu Cami’ye doğru bir yol katarak ketenciler adıyla bilinen
bir çarşı eklediğini yazmaktadır (Beysanoğlu,1990:594). Ancak Beysanoğlu’nun
bildirdiğinin aksine Hasan Paşa Hanı’nın Kuyumcular ve ketenciler çarşısından
önce yapılmış olması gerekmektedir. Nitekim söz konusu çarşılar Hasan Paşa
Hanı’nın planına bağlı kalınarak han etrafınca sıralanmış ve plan şekilleri de böylece
oluşmuştur. Kuyumcular Çarşısının sahip olduğu “L” planı Hasan Paşa Hanı’nın
mevcut yapısından istifade edilerek oluşturulmuş olmalıdır (Yavuz,2011:144).

204

kitap_dizgi.indd 204 11/14/12 12:55 PM


6. ÖNERİLER
Evliya Çelebi, Câmi-i Kebir olarak tanımladığı Diyarbakır Ulu Camisi’ni ve
Mercaniye Medresesi olarak tanımladığı Mesudiye Medresesi’ni;
“(…) Şehrin ortasında eski mabed, büyük câmi. Diyarbekir’in yüzsuyu olan Câmi-i
Kebir: Rum tarihçileri, bu câmiin tâ Hazret-i Musa aleyhisselâm zamanında yapılmış
olduğunda birleşmişlerdir. Avlu sütunlarının sağ tarafında, beyaz bir sütun üzerinde
İbranice tarihi vardır. Kale her kimin eline geçmişse yine mabed olmaktan geri
kalmamıştır İçinde öyle ruhânîlik vardır ki, Bir Müslüman iki rekât namaz kılsa
kabul olduğuna kalbi şahit olur. Sanki Haleb’in Ulu Câmii, Şam’ın Emevi Câmii,
Kudüs’ün Mescid-i Aksâ’sı, Mısır’ın Ezher Câmii, İstanbul’un Ayasofya’sıdır.
Kilise’den câmie çevrildiğine dair binlerce işaret vardır. (…) Camiin içinde ayrıca
Şâfii câmii vardır. Bütün Şafii mezhebinden olanlar burada ibâdet ederler. Bu câmiin
dört kapısı vardır. Gece gündüz cemâatten boş kalmayıp, yetmiş seksen yerinde
çeşitli bilim dallarında öğrenim yapılır. Nice yerinde tarikata mensup olanlar çile
odasına girip kırk gün ibâdet ve zikir yaparlar. (…) Sözün kısası Diyarbekir’de bu
kadar büyük bir câmii yoktur. İçi onbin kişi alır. Yapının bütün eserleri, baş aşağı
kubbeleri tamamen has kurşun ile örtülüdür. (…) Cami-i Kebir’de Mercaniye
Medresesi: Bilginler arasında payesi vardır. Müderrisi orada molla olur. Müderrsisi
ve öğrencileri vardır. Vakıfları kuvvetlidir. (…)” şeklinde tanımlar (Konyar,1936).
Evliya Çelebi’nin Diyarbakır Ulu Cami’yi Kudüs’ün Mescid-i Aksâ’sı gibi tüm
dinler için kadim sayılan ve özel bir konumdaki eserlerle beraber anması, Cami’nin
Harem-i Şerif olarak anılmasının bir sebebi olmalıdır. Bunun yanısıra Sözen’in
(2011:11) döneminin simge yapılarından olan Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri
için belirttiği gibi “Dinsel ve deneysel bilimlerin ağırlık kazandığı bu eğitim ortamına
baktığımızda, bunların anıtsal yapılar çevresinde yer alması, kentin en önemli
noktalarında değerlendirilmeleri, özel önem taşıdıklarının da bir işaretidir.” Burada
iki yapı örnek olarak gösterilmek istenirse, Zinciriye ve Mesudiye medreseleri,
değindiğimiz noktaları açıklayacak niteliktedir.
Mimar İsa Ebû Dirhem’in 1198 m (595 h.) tarihinde Eyyübilerden Melik Salih
Necmettin için tasarladığı Zinciriye Medresesi’ne, Ulu Cami ile sıkı ilişkisi, sınırlı bir
orta avluyu çevreleyen hareketli revakları, özgün taş bezemeleri, birimlerin birbiriyle
oranları açısından bakıldığında, “Anadolu Ortaçağı’nın” erken bir döneminde
eğitim yapılarına verilen özel önemin sınırları daha sağlıklı belirlenebilmektedir.”
Yine, Mesudiye Medresesine bakıldığında içindeki 1194 tarihli kitabeye göre dört
mezhebin fakihleri bir arada öğretim faaliyetinde bulunmaktaydı (Göyünç,1994:465).
Bu anlamda bakıldığında Ulu Cami’nin birer parçası olarak düşünülmesinde beis
olmayan Medreselere sadece bir eğitim merkezi olarak değil, Diyarbakır’ın özel
değerlerini bünyesinde taşıyan, inanç, kültür, sanat ve eğitim bağlamında bütüncül
yaklaşım gerektiren önemli yapılar olarak bakılması gerekmektedir. Hasan Paşa
Hanı ve Kuyumcular çarşısı ise, tarihinin her döneminde olduğu gibi Osmanlı
Dönemi’nde de Diyarbakır en önemli ticaret merkezlerinden biri, yol ağı üzerinde
bir kilit noktası, askeri menzil ve ordunun üssü olduğunu göstermesi bakımından
oldukça önemlidir (Yavuz,2011:141).

205

kitap_dizgi.indd 205 11/14/12 12:55 PM


Diyarbakır’ın inanç, kültür ve eğitim noktasındaki tüm bu özelliklerine rağmen,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu, 2023 yılına kadar bir dizi
önlemleri ve önerileri sunan Türkiye Turizm Stratejisinde; İnanç turizmi için
“İnanç Turizmi Koridoru olarak adlandırılan koridor, Tarsus’tan başlayarak Hatay,
Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin yörelerini kapsamaktadır.” ve kültür turizmi için
ise “Adıyaman, Amasya, Bursa, Edirne, Gaziantep, Hatay, Konya, Kütahya,
Manisa, Nevşehir, Kars, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Trabzon illerinde kültür
turizmi canlandırılarak marka kültür kentleri oluşturulacaktır.” denilerek, stratejik
programda yer almamaktadır (Türkiye Turizm Stratejisi,2007). Bununla birlikte,
Diyarbakır ve Şanlıurfa için hazırlanan kültür ve turizm mevcut durum raporunda
yağılan GZFT analizinde aşağıdaki tabloda yazılan sonuçlar elde edilmiştir:

Şekil 4. Kaynak: (Özbek,A. Özönen,H., Aksoy, M.A., Çelebi,Z., 2010)

Örgütlerin iç ve dış çevre analizini yaptıktan sonra zayıf ve kuvvetli yönlerini belirlemeleri ve çevrelerindeki
fırsat ve tehditleri saptamalarında kullanılan en yaygın teknik GZFT analizidir. GZFT analizi kimi kaynaklarda
SWOT veya TOWS olarak da geçmektedir. İngilizce güçler, zayıflıklar, fırsatlar ve tehditler (Strengths, Weaknesses,
Opportunities, Threats) kelimelerin baş harfleri alınarak oluşturulmuştur. Türkçe de GZFT (Güçlü yönler,
Zayıflıklar, Fırsatlar, Tehditler) analizi olarak da kullanılmaktadır. GZFT analizi yapılarak örgütün mevcut durumu
tespit edilir. Bu çerçevede güçlü ve zayıf yönleri ile örgütün karşı karşıya bulunduğu fırsatlar ve tehdit unsurları
ortaya konulmaya çalışılır. Bu anlamda GZFT bir mevcut durum analizidir. GZFT aynı zamanda örgütün gelecekteki
durumun ne olacağını tespit ve tahmin etmeye yarayan bir analiz tekniğidir (Erdem,2006:72-73).

206

kitap_dizgi.indd 206 11/14/12 12:55 PM


GZFT analizinde de belirtilmiş olan zayıf ve tehdit addedilen hususların giderilerek
ve kuvvetli yönler göz önüne alınarak, Diyarbakır’da bulunan tarihi ve kültürel
miras bilimsel metodlarla tesbit edilip; koruma ve restorasyon projeleri ile turizme
kazandırılabilirse hem yerel ekonomik gelişmeye önemli bir katkı sağlanacak
hem de kadim bir mirasın artı ürünleri tüm dünyaya tanıtılmış olacaktır. Ancak,
kültüre dayalı bir turizm projesi geliştirme esnasında, kültürü ve kültürün unsurlarını
ve kültüre alt yapı oluşturan doğal kaynakları korumak kolay değildir. Turizm
gelişimi, yöneticiler, girişimciler ve halk tarafından öncelikli olarak ekonomik
ele alınır. Doğal, sosyal ve kültürel koruma ve geliştirme gibi amaçlar geri planda
kalır. Burada turizme açılan bir toplumun, geçmişi, bugünü ve yarınıdır; kısaca
bir toplumun kimliğidir. Bu kimliğin, gereken önlemler alınmaz ise, zarar görme
ihtimali yüksektir (Bahçe,2009:6). Literatürlerde; doğal ve kültürel mirasın
korunmasında koruma kavramının geliştirme ve değerlendirme ile bütünleştirilmesi
gerektiği vurgulanmaktadır. Ayrıca; korumanın sağlanması için yasa ve kuruluşun
tek başına yeterli olamayacağı, değerlerin korunması ve yaşatılmasında çok sayıda
kişi ve kuruluşları (yerel halk, sivil toplum, devlet, turizm sektörü vb) ilgilendirdiği
vurgulanmaktadır (Uslu ve Kiper,2006:306).
Bu bağlamda Diyarbakır Ulu Camii ve Çevresi için aşağıdaki öneriler geliştirilmiştir.
İncelenen alanda yer alan Gazi Caddesinin kültür ve inanç turizmi kapsamında
canlandırılması, niteliksiz yapılardan arındırılması, kamulaştırmalarının yapılması,
etkin koruma önlemlerinin alınabilmesi için, gayretleri yerel ve merkezi yönetimler
tarafından politik olarak, uluslararası kuruluşlar tarafından da, ikili ve çok uluslu
işbirliği anlaşmaları çerçevesinde, teknik olarak desteklenmelidir. Kültürel mirasın
yönetim modelinin oturtulmasına ilişkin hazırlıkların ve gerekli düzenlemelerin
yapılması aşamasında, uluslararası kuruluşlardan destek alınarak, Alan Yönetim
Birimi’nin kurulmasına gidilmelidir. Yapılan ve yapılacak yeni yasal düzenlemelerle
otel odaklı turizm gelişmesinden daha çok tarih, kültür, sanat vb. değerler odaklı
turizm anlayışı ile halkın talep ve beklentilerine cevap veren, bünyesinde birden
fazla aktiviteleri, değerleri yaşatan, koruyan, üreten ve istihdama da olumlu katkılar
sağlayan bir “alan yönetimi” modelini geliştiren, mekanizmaların oluşturulması
sağlanmalıdır.
Yerel ölçekte turizm gelişim bölgelerinin seçiminde organize turizm faaliyetlerinin
geliştirilebileceği geniş alanlar tercih edilmeli, mülkiyet, altyapı ve çevre gibi
konular için de çözüm önerileri ve sistemli bir yapılanma sağlanmalıdır. Bu süre
zarfında; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ortaklaşalığının
yanı sıra Valilik, Kaymakamlık, Belediye, Turizm Dernekleri, tanıtma vakıfları,
üniversite, stk lar ve gönüllüler tarafından yapılacak faaliyetlerin detaylı dökümü
yapılmalı, tarihi ve kültürel mirastan turistik ürüne dönüştürme potansiyeli olan alan
ve faaliyetlerin tesbit hazırlığı çalışmaları, tüm paydaşların katılımıyla oluşturulacak
bir uzman komisyon tarafından sürdürülmelidir.

207

kitap_dizgi.indd 207 11/14/12 12:55 PM


1. Diyarbakır turizm potansiyeli, kültürel mirasına tanıklık edecek ve varlığının
fiziksel olarak kanıtı olacak somut elemanlar ile kültürel bir rota ile desteklenmelidir.
Kültürel miras elemanları ile tarih yolunun fiziksel kanıtlarını sunmasının yanı sıra,
Kültürel Rotalar karşılıklı kültürel etkilerin akıp gittiği bir kanal ya da iletken gibi
hareket eden dinamik bir sisteme sahiptir. İster doğal ister kültürel açıdan (kentsel ya
da kırsal) bölgesel durum Kültürel Rotanın çerçevesini oluşturur. Rotanın bütünlüğü,
evrensel öneminin ve değerlerinin bir bütün olarak kanıtı olan hem somut, hem soyut
özelliklerini temsil eden yeterli bir set üzerine kurulmalı ve Kültürel Rota’yı doğuran
tarihi süreçlerin öneminin ve özelliklerinin tamamıyla sunulmasını sağlamalıdır
(Zengin,2010:283).
Rota kurmak için de öncelikle Ulu Cami’nin dışarıdan algılanmasına engel olan yer
altı çarşısı kamulaştırılarak kotu indirilmelidir. Kamulaştırılarak rekreasyon alanına
dönüştürülen bölümde rota çizilmeye başlanacak olup, turistlerin, Ulu Cami ve
Mesudiye Medresesi’ni gezdikten sonra Batı Maksuresi’nin çıkışından Zinciriye
Medresesine ulaşması sağlanmalıdır. Zinciriye Medresesinden çıkınca Sultan Sasaa
Mescidini gezerek, Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular Çarşısına yönlendirilmelidir.
Fiziki planlamada ise öncelikler; tarihi eserlere rahat erişebilirliği sağlamak üzere,
dikkatle yürütülecek yol ıslah ve genişletme çalışmaları yapılmalı, bu tür mekanların
yakın çevrelerinin yeniden planlanmasına ve kamulaştırılmalara odaklanılmalıdır.
Bu bağlamda, koruma alanlarını güvenli ortamlarda tutan planlara yönelinmeli ve
restore edilen yapılara, yerel ve bölgesel gereksinimler göz önünde tutularak, yeni
işlevler verilmelidir.
Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri’nin onarımının tamamlanmasını müteakip dokuya
ve eserlerin geçmişine sadık kalınarak fonksiyon verilmesi gerekir. Gezi güzergahı
oluşturularak bu alanlar yayalaştırılmalı, yönlendirme tabelaları koyulmalıdır.
Yaya alanlarının, malzemeleri tarihi alana uygun olarak seçilerek, uygulamasında
engelliler ve yaşlılar için de düzenleme yapılmalıdır. Tarihi alana ziyaretçi ulaşım
yönleri ve oto park alanları belirlenerek, bu güzergahlarda gerekli düzenlemeler
yapılmalıdır.
2. Diyarbakır Ulu Cami yapı kompleksinin restorasyonlarının tamamlanarak, yapının
İslam Dünyasının 5. Harem-i Şerifi olduğu vurgusuyla, hac yolculuğuna benzer
turların düzenlenmesi, bir inanç haritası oluşturulması, turizme yönelik çalışmaların
yapılması, ancak eserin kıymetli elemanlarının tahribatının engellenmesi için uyarı
ve tanıtım levhalarının avlu gibi yerlerde çözümlenmesi yoluna gidilmelidir.
3. Bugün atıl vaziyette duran, içinde ağaçların yetişmiş olduğu ve çevresi ayakkabı
boyacıları tarafından işgal edilerek nerdeyse algılanmayan Sultan Sasaa Türbesi için
Vakıflar Bölge Müdürlüğü denetiminde projelerin hazırlatılarak ivedilikle onarıma
alınması gerekmektedir. Bu eserin, tarihi ve dini değerinin tanıtacak, anlatacak
bir biçimde düzenleme yapılarak ziyaretçilere açılabilmesi ve “ulaşılabilirliğin”
sağlanması elzemdir.

208

kitap_dizgi.indd 208 11/14/12 12:55 PM


4. Tarihi kültürel ve doğal zenginliklerinin yer aldığı resimlerin araçlara giydirilmesi,
görüntü kirliliğini önlemek ve şehir tabelalarında belirli bir standarta ulaşmak için
belirlenecek ortak bir tabela standardının işkoluna göre düzenlenip, işyerlerine asılma
planlamalarının yapılması, Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular Çarşısı İşletmecilerinin
izinsiz uygulamalarına son verilerek, tarihi eser niteliğine uygun yönlendirme
tabelaları ve tanıtıcı levhalarla gerekli düzenlemelerin yapılarak turistlerin ziyaretine
açılmalıdır.
5. Tanıtım işlevini paylaşan kurum ve kuruluşlar arasında eşgüdüm kurulmalı,
dinamik ve mali yönden daha güçlü bir tanıtım yapılabilmesini sağlamak üzere
bu faaliyetlerin finansmanına turizmden doğrudan ya da dolaylı gelir elde eden
kesimlerin de katılımı sağlanmalıdır.
6. Yaygın turizm eğitimi için, toplumsal düzeyde işitsel ve görsel iletişim imkânları
kullanılmalıdır. Yaygın turizm eğitimi sektörde çalışan kişilerin beceri ve niteliklerinin
arttırılmasına yönelik olarak yapılmalı ve eğitim boyutu ihmal edilmemelidir.
7. Mesleki eğitimde standardizasyon, değerlendirmenin yapılması, uluslararası
standartlara göre verimlilik, hizmet kalitesinin gelişimi ve istihdam için gerekli olan
beceri düzeylerinin belirlemesi belgelendirme ile sağlanmalı, iş kollarında istihdam
edilecek kişiler, yetenek ve belge düzeylerine göre işe yerleştirilmelidir. Potansiyel
girişimciler ve esnafa özellikle kendi alanları ile ilgili temel mesleki bilgiler ve yabancı
dil bilgisinin, düzenlenecek kurslarda verilmesi, İş planları, pansiyon işletmeciliği
ve çevre koruma-geliştirme bilincinin hizmet içi eğitimlerle verilmelidir. Hizmet içi
eğitimleri vermek üzere Dicle Üniversitesinden destek sağlanılmalıdır.
8. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ayırmış olduğu hibe kaynaklar için gerekli başvurular
yapılmalı ve proje ofisleri oluşturulmalıdır. Önemli kültürel miras alanlarının onarım
ve restorasyonunu amaçlayan ve turizm potansiyelini harekete geçirmeyi öngören
olanaklardan faydalanılmalıdır. Bölgesel çekiciliklerin rekabet edebilirliklerini ve
çeşitliliğini arttırılması, orta ve küçük ölçekli işletmelere teknik ve danışmanlık
yardımlarının sağlanması, yurt içi pazarda talebin arttırılması yönünde çalışmalar
yapılmalıdır.
9. Bu tanımlama ve tanıtım için kataloglar, broşür ve kitapçıklar, belgesel tanıtım
CD’leri oluşturulmalıdır.
10. Alanda yapılacak rekreasyon çalışmaları dahil tüm üretimler için tasarım rehberi
oluşturulmalı, alt yapı hizmetleri düzenlenmelidir.
7. SONUÇ
Bilgiye ve kaynaklarına daha kolay ulaşan, küreselleşmenin sonucu farklı kültür
ve medeniyetlere ilgi duyan ve turizmi sadece deniz ve sahil olarak düşünmeyen,
İslam’ın en önemli kentlerinden biri oma özelliğini her devirde sürdüren
Diyarbakır’ı, hem Hıristiyanlık için önemli bir merkez olarak hem de bir ortaçağ
İslam kenti olarak gezmek isteyen hedef kitlenin ortaya çıkardığı bu alanı eylem
planlarıyla programlayarak, turizm girişimciliğini yerel ekonomik gelişmenin bir
motoru yapmak birincil hedef olmalıdır.

209

kitap_dizgi.indd 209 11/14/12 12:55 PM


Yoğun göç baskısıyla, tarihi merkezin bir çöküntü alanına dönüşmesinin en büyük
nedenlerinden biri de yoksulluktur. Kentsel ıslah ve sosyo-ekonomik kalkınma
faaliyetlerinin uygun bir biçimde yürütülebilmesi için daha önce yapılmış olan Suriçi
Koruma Planı’nın Diyarbakır Kültür ve Tabiaat Varlıklarını Koruma Kurul onayını
alacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Tüm çalışmalarda disiplinler arası
bir yaklaşım ve kurumlar arası bir işbirliği sağlanarak, bütüncül ve sürdürülebilir
uygulamalar için kamu kuruluşları ile sivil toplum örgütleri arasında diyaloglar
sağlanmalıdır.

Şekil 5. Diyarbakır Sur İçi önerilen turizm alanı ve ulaşım bandı


Doğru planlanmış bir turizm rotasıyla beraber; Diyarbakır’ın sahip olduğu tarihi ve
kültürel varlıkları, uzman eğiticiler tarafından eğitilmiş ve birer turizm girişimcisi
haline gelmiş yerel girişimciler eliyle ekonomiye kazandırılması sağlanmalıdır.
Aynı zamanda turizm sektöründe yaşanacak bu hareketliliğin yerel ekonomide
yeni istihdam alanlarını teşvik edecektir. Sonuç olarak; Tarihi, kültürel ve kentsel
değerlere zarar vermeyecek şekilde doğru bir planlama ve koruma anlayışı ile
Diyarbakır kentinin “Kültür ve İnanç” turizmine yönlendirilmesi gerekmektedir.
İnanç Turizmi potansiyelini ortaya çıkaracak düzenlemelerle tüm Kentsel Sit alanı
değerlendirilerek ülke ve dünya insanlarına bu değerleri tanıma olanağı sunulmalıdır.
Ulu cami ve çevresi için tüm kentsel sit alanına örnek teşkil edecek şekilde sokak
sağlıklaştırma projeleri hazırlatılmalı, tarihi yapı ile yeni yapı arasında bütünlük
sağlanmalıdır.
8.KAYNAKÇA
1. Akın,C,T., ve Yıldırım,M., (2006), Tourıstıc And Envıronmental Impacts Of
Hıstorıcal Towns: The Reflectıons Of Spaces In Tradıtıonal Diyarbakır Archıtecture,
Http://Www-Sre.Wu-Wien.Ac.At/Ersa/Ersaconfs/Ersa06/Papers/884.Pdf
2. Altun, A., (1978), Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi, İstanbul.
3. Altun, A., (1988), Ortaçağ Türk Mimarisinin Anahatları İçin Bir Özet, İstanbul
4. Aslanapa,O., (1991), Anadolu’da İlk Türk Mimarisi Başlangıcı Ve Gelişmesi,
Ankara
5. Arslan,R.,(1999), Diyarbakır Kentinin Tarihi Ve Bugünkü Konumu, Ed.Selahattin
Özpalabıyıklar, Diyarbakır Müze Sehir, İstanbul, YKB Yayınları, S:80-103
210

kitap_dizgi.indd 210 11/14/12 12:55 PM


6.Bahçe,A.S.,(2009), “Kırsal Gelişimde Kültür (Mirası) Turizmi Modeli”, Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 25, Aralık 2009, ss:1-12
7. Beysanoğlu,Ş., (1990), Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, C. 1, Ankara
8. Beysanoğlu,Ş., (1995), “Diyarbakır Tarihine Genel Bir Bakış”, Kültür Ve Sanat 28,
Ankara, S. 5-9
9. Beysanoğlu,Ş,(1999), “Kuruluşundan Günümüze Kadar Diyarbakır Tarihi”.
Ed.Selahattin Özpalabıyıklar, Diyarhakır Müze Sehir, İstanbul, Yky Yayınları, S:38-79
10.Bizbirlik,A.,(2002), 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliğinde
Vakıflar.,Ttk Yayınları, .Ankara.
11. Erdem, A.,(2006) Stratejik Yönetim Ve Kamu Örgütlerine Uygulanabilirliği,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kamu Yönetimi Anabilim Dalı,İçel.
12. Gabriel,A.,(1993), Diyarbakır Surları, Çev. Kaya Özsezgin, Diyarbakır Tanıtma,
Kültür Ve Yardımlaşma Vakfı Yayını:4
13. Göyünç,N.,(1994), Diyarbakır Maddesi, Dia, Cilt 9, S:464-469
14. Hacıoğlu,N.,(2011),Türkiye’de İnanç Turizminin Geleceği, Standart Ekonomik ve
Teknik Dergi, Yıl:50, Sayı:591, Ağustos, Ss:26-33.
15. MEGEP,(2007), Konaklama Ve Seyahat Hizmetleri Alanı Çerçeve Öğretim
Programı, Ankara.
16. Konyar,B., (1936 a), Diyarbekir Tarihi, C. I, Ankara
17. Konyar,B., (1936 b), Diyarbekir Kitabeleri, C. II, Ankara
18. Korkusuz ,M,Ş.,(2003) Seyahatnamelerde Diyarbekir, İstanbul
19. Kuruyazıcı,H., (1997), Diyarbakır Maddesi, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi,1.Cilt,
Yem Yayınları, İstanbul, Ss: 461-463
20. Melek.A, Ve Demit A., (2009), Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır İl
Müftülüğü Yayınları,Diyarbakır
21. Özbek,A. Özönen,H., Aksoy, M.A., Çelebi,Z., (2010), Karacadağ Kalkınma Ajansı
Diyarbakır-Şanlıurfa (Trc2) Bölgesi Kültür Ve Turizm Mevcut Durum Raporu.
22. Özdoğan, A.,(1999), “Ergani Ovası’nın Yazılı Olmayan Tarihinden Bir Yaprak.:
Çayönü”. Ed.Selahattin Özpalabıyıklar, Diyarbakır Müze Sehir, İstanbul, YKB
Yayınları, Ss:10-25
23. Öztürk, M.,(2009), Tarihi Seyrin Şehirlerin Fiziki Ve Sosyal Yapısına Etkileri
Üzerine Bazı Tespitler, Gefad, Sayı 4 Ss: 626 – 640
24. Parla,C., (1990) Türk Slam Şehri Olarak Diyarbakır, (Hacettepe Üniversitesi Sos.
Bil. Enst. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara.
25. Parla, C., (2004)“Osmanlı Öncesinde Diyarbakır: Kente Hakim Olanlar Ve
Bıraktıkları Fiziksel İzler”, 1. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır
Sempozyumu 20-22 Mayıs 2004 Bildiriler, Diyarbakır, S. 247-283
26. Pırlanta, İ.,(2010), Ortaçağ İslam Şehirlerinde Mahallelerin Oluşumu (Nişabur
Örneği) İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi Güz 2010/ 1(2) S:133-147

211

kitap_dizgi.indd 211 11/14/12 12:55 PM


27. Sözen,M., (1971), Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul
28. Sözen,M., (2011), “Ortaçağın Eğitim Ve Bilim Merkezi Diyarbakır” Ed. İrfan
Yıldız, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Yayınları,
Ss:10-13
29. Şeraiti,A., (2006), Dine Karşı Din, İşaret Yayınları, İstanbul.
30. Tuncer,O,T,. (1995), “Diyarbakır Anıtları”, Kültür Ve Sanat 28, Ankara, S.
12-17
31. Tuncer,O,T,. (1996), Diyarbakır Camileri Mukarnas Geometri Orantı, Ankara
32. Türkiye Turizm Stratejisi (2023), Kültür Ve Turizm Bakanlığı Ankara, 2007
33. TÜRSAB,(2006) Ar-Ge Departmanı, Mayıs.
34. Uslu, A., Kiper,T., (2006), “Turizmin Kültürel Miras Üzerine Etkileri:
Beypazarı/Ankara Örneğinde Yerel Halkın Farkındalığı” Tekirdağ Ziraat
Fakültesi Dergisi 3 (3) ss:305-314
35. Ünalan,S,. (2004), Mervanoğulları Döneminde Diyarbakır, I. Uluslar Arası
Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu Bildirileri (20-22 Mayıs),
Diyarbakır 2004, Ss. 169-188.
36. Yavuz,A.T.,(2011), “Osmanlı Döneminde Diyarbakır Hanları”, Ed. İrfan
Yıldız, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Yayınları,
S:141
37. Yıldız,Z., Ve Kalağan,G., (2008), “Alternatif Turizm Kavramı Ve Çevresel
Etkileri”, Yerel Siyaset Dergisi, S.35, Kasım. Ss:42-44
38. Yılmazçelik,İ,. (1995), XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, Ttk Yayınları,
Ankara
39. Yılmazçelik,İ,. (1996), XVIII. Yüzyıl İle XIX. Yüzyılın İlk Yarısında
Diyarbakır Eyaletinin İdari Yapısı Ve İdari Teşkilatlanması, Ankara Üniversitesi
Dil Ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:
18, Sayı: 29, Ss:217-232.
40. Zengin,A., (2010), Eyüp Kentsel Sit Alanının İnanç Turizmi Kapsamında
Değerlendirilmesi Ve Yerleşim Dokusunun Korunması Üzerine Bir Araştırma,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi,
Fen Bilimleri Enstitüsü, Restorasyon Anabilim Dalı, İstanbul.
41. http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/sultan_sasa.html
42. http://www.ateliers.org/en/sites/default/files/docschantiers/
KonuAtelier_Diyarbakır_TK.pdf

212

kitap_dizgi.indd 212 11/14/12 12:55 PM


DİYARBAKIR MİNARELERİ
Pınar GÜRHAN
Sanat Tarihçi (Diyarbakır Valiliği) pgurhan@homail.com
ÖZET
Camilerin yanında ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli olarak günümüze
gelen minareler, İslam mimarisinde önemli bir yere sahiptir. Namaza daveti simgeleyen
bu yapılar inşa edildikleri bölgelere göre doğu ve batı minareleri olmak üzere iki gruba
ayrılmaktadır. Bu iki tür minare çeşidinin bir arada görüldüğü örnek şehir şüphesiz
Diyarbakır’dır. 639’da Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet
yayılmış ve İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır. Namaza daveti
sembolize eden minarelerde zamanla farklı mimari tarzlarda inşa edilmiştir. Diyarbakır
merkezde günümüze ulaşan farklı plan formunda çok sayıda minare bulunmaktadır.
İnanoğulları, Akkoyunlular, Büyük Selçukluları ve Osmanlı Dönemlerinden kalma
çok sayıda minare örneklerine rastlanmaktadır. Farklı dönemlerden günümüze ulaşan
Diyarbakır minareleri hem plan hem de üslup özellikleri bakımında birbirinden
ayrılmaktadır. Kentte Ulu Camii Minaresi, Hz. Süleyman Camii Minaresi, Safa Camii
Minaresi, Lala Bey Camii Minaresi, Ayni Minare (Hoca Ahmet) Camii minaresi, Kasım
Padişah Camii minaresi, Bıyıklı Mehmet Paşa Camii minaresi, Nebi Camii minaresi,
Hadım Ali Paşa Camii minaresi, İskender Paşa Camii minaresi, Behram Paşa Camii
Minaresi, Melik Ahmet Paşa Camii minaresi, Nasuh Paşa Camii Minaresi, Hüsrev
Paşa Medresesi Camii minaresi ve Kurt İsmail Paşa Camii minaresidir.
GİRİŞ
Güneydoğu Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Diyarbakır
Önasya’nın önemli yollarının kesiştiği bir yerde kurulmuştur. Tarihin her döneminde
büyük uygarlıkların, kültürel ve ekonomik hareketlerin merkezi olarak kabul
edilen Diyarbakır’ın, Hurriler’den başlayarak Osmanlılara kadar uzanan yoğun bir
tarihi geçmişi olmuştur. Kentte yaşayan medeniyetler, dönemlerine ait izlerle kenti
ölümsüzleştirmişlerdir. Müslümanlar tarafından 638 yılında fethedilen Diyarbakır
bilhassa Selçukluların gelişi ile kurulan vakıflar sayesinde imar edilmiş ve şehir yeni bir
kimliğe bürünmüştür. Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet
yayılmış ve İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır. İslamiyet’in şehre
hâkim olmasıyla dinsel hoşgörüden uzaklaşılmamış, etnik ve dinsel mozaiğini her
dönemde korumuştur. Bu nedenle de Müslümanlar, Hıristiyanlar, Ermeniler, Yahudiler
ve değişik mezhepler, tarih boyunca Diyarbakır’da birlikte yaşamışlardır. Buna
binayen Diyarbakır’da farklı dönemlere ait birçok mabet yapılmış ve bunların çoğu
günümüze gelebilmiştir. İslam Mimarisinin çoğunlukta olduğu kentte 7. yüzyıldan
itibaren Müslümanların fethiyle beraber bazı kiliseler camiye çevrilmiş ve cami
yapımına ağırlık verilmiştir. Bu bağlamda Diyarbakır’da yapılan imar faaliyetleri ile
halkın her türlü ihtiyacına cevap verecek cami, medrese, han, mescit, türbe, çeşme
gibi çeşitli yapılar inşa edilmiştir. Kent bu yönü ile geçmişin izlerini geleceğe taşıyan,
geçmişin karanlıkta kalmış olan yanlarını aydınlatarak geleceğe ışık tutan önemli bir
kültür şehridir.
213

kitap_dizgi.indd 213 11/14/12 12:55 PM


İslam mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtan camilerin ortaya çıkmasını
sağlayan en önemli etken şüphesiz namaz ibadetidir. Namaza daveti simgeleyen
minarelerinde İslam mimarisinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Minareler,
camilerin yanında ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli, caminin
bir elemanı olan yüksek yapılardır(Sözen - Tanyeli, 1994, s.162). Arapça ışık
anlamında “nur” kökünden türetilen Menar kelimesi, ışık yeri, fener kulesi,
yol işaretleri anlamlarına gelmektedir (Gündüz,2005,s.98). İslamiyet’in hızla
yayılması ve fethedilen şehirlerde Müslüman sayısının artmasıyla ezanı daha
geniş çevreye duyurmak amacıyla yüksek kulelere ihtiyaç duyulmuş ve minare
mimarisi ortaya çıkmıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin önemli merkezlerinden
olan Diyarbakır’da farklı dönemlerde yapılan zengin bir minare mimarisi
bulunmaktadır. Kentte minareler kare ve silindirik planlı olarak iki farklı formda
inşa edilmiştir. Bu bakımdan İslam dünyasının özellikle batı bölgelerinin (Suriye,
Mısır, Kuzey Afrika, İspanya) ( Kılavuz, 2006, s.309) etkisinde kalınarak yapılan
kare formlu; doğu bölgelerinin etkisinde kalınarak yapılan (İran, Irak, Orta Asya,
Hindistan, Afganistan) (Eyice,1997,s.329) silindirik formlu olmak üzere iki ana
minare biçimi Diyarbakır’da tespit edilmektedir. Kentte iki farklı plan tipinin
ortaya çıkmasında yol güzergâhı üzerinde olmasından kaynaklanan coğrafi ve
tarihi konumu etki olmuştur. Bu Minareler; Ulu Camii Minaresi, Hz. Süleyman
Camii Minaresi, Safa Camii Minaresi, Lala Bey Camii Minaresi, Ayni Minare
(Hoca Ahmet) Camii Minaresi, Kasım Padişah Camii Minaresi, Bıyıklı Mehmet
Paşa Camii Minaresi, Nebi Camii Minaresi, Hadım Ali Paşa Camii Minaresi,
İskender Paşa Camii Minaresi, Behram Paşa Camii Minaresi, Melik Ahmet Paşa
Camii Minaresi, Nasuh Paşa Camii Minaresi, Hüsrev Paşa Camii Minaresi ve
Kurt İsmail Paşa Camii Minaresidir.
Ulu Camii Minaresi
Şehrin merkezinde Camii Kebir Mahallesinde yer alan yapı, şehirde bulunan
tarihi camiler içinde en büyüğü ve en ünlüsüdür. Ulu Cami, Anadolu’nun ilk
ve en eski camilerindendir. 639 yılında Hz. Ömer döneminde Diyarbakır’a
egemen olan Müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki en büyük
mabed, Martoma Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle oluşturulmuştur. Ulu camii
uzun bir süreç içinde onarımlar ve eklemelerle bugünkü halini almıştır. Cami
sadece ibadet kısmından ibaret olmamakta adeta bir yapılar topluluğu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Her gelen medeniyet yeni eklemeler yaparak kendinden
izler bırakmıştır. Yapı topluluğunda iki cami (Şafiiler ve Hanefiler Bölümü), iki
medrese (Mesudiye ve Zinciriye), Doğu-Batı Maksuresi, abdesthane, minare ve
bütün bu yapılar topluluğunun ortasında büyük dikdörtgen bir avlu bulunmaktadır.
Anadolu’nun ilk ve en eski camisi olan Ulu Cami minaresi kare planlı bir kule gibi
yükselmektedir. Minare, caminin kıble duvarının batısında, cepheden taşırılarak
yerleştirilmiştir. Kare gövdeli minareler grubuna giren minarenin kaidesi kareye
yakın 4.18x5.08 ölçülerindedir.

214

kitap_dizgi.indd 214 11/14/12 12:55 PM


Kıble duvarına bitişik olarak inşa edilmiş minarede tamamen kesme bazalt taş
kullanılmış yer yer kitabelerde kalker taşı görülmektedir. Minare gövdesi yazı
kuşaklarıyla beş bölüme ayrılmıştır. Çiçekli kufi yazı tipinin kullanıldığı kitabelerde
caminin geçirdiği onarımlar anlatılmaktadır. Bu kitabeler dekoratif özellikleri öne
çıkan yazı kuşakları halinde yerleştirilmiştir. Kuşakların dışında süsleme, kenarlardaki
madalyonlardan ibarettir. Boş alanlar hatayi, kıvrık dal, palmet ve rumi motifleriyle
doldurulmuştur. Kare planlı şerefe taş korkuluklarla dört yönden çevrelenmiştir.
Minarenin şerefe kısmının altının dört ayrı cephesinde görülen yaklaşık 0.50 x 0.84
ölçülerindeki pencereler minareyi büyük oranda hareketlendirmiştir. Kare planlı
minarenin silindirik formlu petek kısmı kurşun konik külahla kaplanmış külahın
üzeri ise üç küplü ve hilalli âlemle sonlanmaktadır. Yıldırım düşmesi sonucu yıkılan
minarenin 1255 yılında onarıldığı bilinmektedir.

Ulu Camii Minaresi, ‘Kenan Haspolat’tan

Hz. Süleyman Camii Minaresi


Cami, Diyarbakır Merkez Cevat Paşa Mahallesinde, İç Kalenin güney kenarında yer
almaktadır. Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155-1160 yılları arasında yaptırılan
Hazreti Süleyman Camii; Kale Cami ve Meşhed Camii olarak bir çok isimle
anılmaktadır. Hz. Ömer döneminde Diyarbakır’ın fethinin buradan başlaması ve
caminin bitişiğinde Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman
ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin
burada yattığı Meşhedin bulunması nedeniyle bu yapı halk tarafından ziyaretgâh
olarak kullanılmaktadır. Caminin kuzeydoğusunda yer alan kare planlı minaresi
üzerindeki kitabeler, cami hakkında bilgiler sunmaktadır. Kare plan şemasında inşa
edilen minare adeta bir kule gibi yükselmektedir. Minareye giriş düz atkı kemerli
kapıyla 3.40m.x 3.40 m. ölçülerindeki kare planlı kaide kısmından sağlanmaktadır.
Kaidenin ölçülerinde yukarı doğru yükselen gövde yazı kuşaklarıyla beş bölüme
ayrılmıştır.
215

kitap_dizgi.indd 215 11/14/12 12:55 PM


Tamamen düzgün bazalt taş kullanılarak inşa edilen minare de yer yer kalker
taşına da rastlanılmaktadır. Beyaz kalker taşı üzerine sülüs yazı kullanılan
kitabelerde harflerin araları Rumi ve palmetlerin işlendiği kıvrık dallarla
hareketlendirilmiştir. Kitabeler yarım oluk ve düz bir silme ile üç yönden
çevrilmiştir. Oldukça sade görünen minare adeta bir çan kulesini andırmaktadır.
Minarenin şerefe kısmının altının dört ayrı cephesinde görülen yaklaşık 0.50 x
0.84 ölçülerindeki pencereler minareyi büyük oranda hareketlendirmiştir. Kare
planlı minarenin silindirik formlu petek kısmı kurşun külahla kaplanmış külahın
üzeri ise üç küplü ve hilalli alemle sonlanmaktadır.
Nebii Cami Minaresi
Halk arasında Peygamber Cami olarak bilinen yapı,
Akkoyunlu Dönemine ait bir eser olup XV. Yüzyıldan kalma
taşla örtülü tek kubbeli bir camidir. Yapı, İnönü Caddesi
üzerinde Dörtyol Kavşağında bulunmaktadır. Caminin
minaresi kare planlı olarak inşa edilmiştir. Minare dört köşeli
olduğundan adeta bir kule gibi görünmektedir. Bir sıra siyah
bazalt bir sıra beyaz kalker taşın kullanıldığı minare yer yer
süslü yazı kuşaklarıyla bezenmiştir.
Hz. Süleyman Camii Minaresi
‘Kenan Haspolat’tan Minare külaha kadar tamamen düzgün kesme taş malzemeyle
inşa edilmiştir. Kaideden şerefeye kadar bir sıra bazalt bir sıra beyaz kalker taş
malzeme kullanılarak örülmüştür. Caminin minaresinde Peygamber Efendimizin
hadislerinin geçtiği çok sayıda kitabe bulunduğundan camiye Nebi ve Peygamber
isimleri verilmiştir. Minare gövdesini dolanan celi sülüs hatlı Arapça dört yazı kuşağı
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kaide kornişinin altında, diğer üçü gövdenin birinci
bölümündedir. Kitabelerden kaidedeki birinci kuşak ve gövdede yer alan dördüncü
kuşağın kuzey kanadı inşa hakkında bilgi verirken diğerleri ayet ve hadislerden
oluşan dini metin içeriklidir. Minare dışarıdan piramidal külahla örtülüdür. Külahın
üzerinde üç küplü ve hilalli âlem bulunmaktadır. Minare cadde genişletme amacıyla
1955 yılında yıktırılarak avlunun doğu girişinin güneyinden kaldırılmıştır. 1960
yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından taşları numaralandırılarak aslına uygun
şekilde bugünkü yerine yapılmıştır.
Dört Ayaklı Minare
‘Şeyh Mattar Camii Minaresi’
Yapı Özdemir Mahallesinde, Balıkçılarbaşı’dan Yenikapı’ya
uzanan yolun güneyinde bulunmaktadır. Şeyh Mutahhar’ın
mezarının bulunduğu arsa üzerine yaptırıldığından Şeyh
Mutahhar adını almıştır. Akkoyunlular döneminde 1500
yılında Sultan Kasım zamanında yaptırılan cami daha
çok minaresiyle ün yapmıştır. Camide tek kitabe minare
üzerindedir. Kitabeden minarenin 1500 tarihinde Sultan
Nebi Camii Minaresi Kasım zamanında Hacı Ömer oğlu Hacı Hüseyin tarafından
‘Kenan Haspolat’tan’ yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

216

kitap_dizgi.indd 216 11/14/12 12:55 PM


(Beysanoğlu, 1996, s.459) Dört Ayaklı minaresi ile Anadolu’nun tek minare örneğidir.
Bu minarenin dört ayağı 4 İslam mezhebini simgelemektedir. Bazalttan 4 sütun
üzerine yükselen bir mühendislik harikasıdır. Minare, caminin kuzeydoğusunda,
yaklaşık 4.50 m. uzaklıkta bağımsız olarak yükselmektedir. Kare gövdeli olan
minare adeta bir kule gibi yükselmektedir. Gövdede celi sülüs hatlı Arapça iki yazı
kuşağı bulunmaktadır. Yazı kuşakları dini içerikli olup, Azhap Süresinden ayetler
yer almaktadır. Kare plan şemasında inşa edilmiş minarenin üst kısmı silindirik ve
konik külahla son bulunmaktadır. Oldukça sade tasarlanan gövde kısmı üç silmeyle
dört bölüme ayrılarak hareket sağlanmıştır. Siyah bazalt taşın hâkim olduğu yapıda
yer yer beyaz taş kullanılarak minareye hareketlilik katılmıştır. Yerli ve yabancı
çok sayıda turisti çeken minarenin altından yedi defa geçenin dilekleri kabul olunur
inancı halk arasında bilinmektedir.
Parlı (Safa) Minaresi
Diyarbakır Merkez, Safa Camii Mahallesinde Melik Ahmet Paşa
Cami’nin kuzeydoğusunda, Ulu Camii’nin güneybatısında yer
almaktadır. Caminin giriş kapısında Diyarbakırlı Abdurrahman
oğlu Hacı Hüseyin tarafından 1532 tarihinde onarıldığına dair
kitabe bulunmaktadır. Caminin Şah İsmail’in dedesi Şeyh İbrahim
Safi’nin oğlu Şeyh Cüneyt’in isteği üzerine Uzun Hasan tarafından
XV. Yüzyılın ortalarında yaptırıldığı kabul edilmektedir. (Tuncer,
1996, s.85)
Camii Minaresi‘

Kenan Haspolat’tan’ Yapı kendisinden çok minaresiyle ün yapmıştır. Minare, caminin

yaklaşık 3.00 m kuzeydoğusunda bağımsız olarak yükselmektedir. 3.20 x 3.20


ölçülerinde kare kaideli inşa edilen silindirik gövdeli minare tek şerefelidir.
Anadolu’daki tarihi camilerde pek görülmeyen minare türüdür. Zengin taş
işçiliğinin kullanıldığı süsleme ve kufi yazılarla donatılan tek şerefeli minarenin
gövdesi silindirik olup yapımında beyaz taş kullanılmıştır. Silindirik formlu gövde,
yatay kuşaklarla ve süsleme gruplarıyla üç bölüme ayrılmıştır. Yazı kuşaklarında
minarenin tarihçesiyle ilgili bilgi verilmemiş dini içeriğe yer verilmiştir. Kenarları
yarım oluklu silmeyle yumuşatılmış burma silmeli iki bilezikle sınırlandırılmıştır.
Celi Sülüs hatlı kuşaklardan alttakinde Hac Süresinin 27. Ayeti, Fussilet Süresinin
33. Ayeti ve Neml Süresinin 93. Ayeti; üsttekinde Cuma Süresinin 9. ve 10. ayetleri
yazılıdır (Kılavuz, 2011, s.567). Minarenin inşasında kullanılan malzemeler içerisine
karıştırılan bir bitkiden çıkan mistik kokudan dolayı camiye “Parlı” yani “Kokulu”
cami de denilmektedir. Kentteki silindirik gövdeli minareler içinde süslemenin en
yoğun kullanıldığı örnek olan Safa Camii minaresinin siyah bazalt taş kullanılan kare
kaidesinin kenarlarına makili yazı panoları yerleştirilmiştir. Kaidenin üst kesimindeki
geometrik kuşak çini kakma tekniğiyle renklendirilmiştir. Kalker üzerine kakılan
firuze sırlı çini parçalar süslemeye daha da zengin bir görünüm kazandırmaktadır.
Bu kuşak sonraki dönemlerde kentteki Osmanlı yapılarından biri olan Melek Ahmet
Paşa Camii minaresinde aynen tekrar edilmiştir. Kaideden başlamak üzere külahına
kadar kufi ve nesih yazılar, değişik biçim ve desenlerle bezelidir. Minaresindeki
işlemelerden ötürü Anadolu’nun en zarif minaresine sahip bir camiidir.
217

kitap_dizgi.indd 217 11/14/12 12:55 PM


Parlı Safa Camii Minaresi‘Kenan Haspolat’tan’

Parlı Safa Camii Minaresi‘Kenan Haspolat’tan’

Lale Bey Camii Minaresi


Yapı Lala Bey Mahallesinde, Melek Ahmet Caddesinin güneyinde yer almaktadır.
Üzerinde kitabe bulunmamasından ötürü yapıyla ilgili tarihlendirmeye
varılamamaktadır. Plan ve mimari özelliklerine bakılarak XV. yüzyıl’ın sonu, XVI.
yüzyıl’ın ilk çeyreğine tarihlendirilmektedir. Eğil Beylerinden Kasım Bey tarafından
yaptırıldığı tahmin edilmektedir (Tuncer, 1996, s.85). Caminin minaresi, kuzeybatı
köşede, son cemaat yerinin batı cephesinde yer almaktadır. Kare kaideli, silindirik
gövdeli, tek şerefeli minareler grubunda yer alan minarenin doğu cephesinden giriş
sağlanmaktadır. Kare kaidenin kuzey, batı ve güney cephelerinde makili yazılı
birer kare pano yer almaktadır. Kuzey panoda, kabartma tekniğinde, dört yönde
tekrarlanmış “Muhammed” yazılıdır (Kılavuz, 2011, s.569). Doğu cephede düz atkı
taşlı çatı kapısı vardır.

218

kitap_dizgi.indd 218 11/14/12 12:55 PM


Kare kaideyi tamamlayan gövde silindiriktir. İki şeritli geometrik geçme motifli
kuşak bileziğin altında gövdeyi dolanmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş
malzemeyle inşa edilmiştir. Kaidenin kuzey cephesi son cemaat yeri kemerlerinin
üzengi seviyesine, diğer cepheler cami beden duvarları yüksekliğine kadar bazalt taş
malzemeyle, kuzey cephenin üst bölümü ve diğer cephelerin son dört taş sırası bazalt
ve açık renkli kalker taşıyla ardışık olarak örülmüştür. Tek şerefeli olan minarenin
şerefe altında bir sıra mukarnas kuşağı yer almaktadır. Petek kısmı silindirik devam
etmekte ve bu kısım kurşun kaplı konik bir külahla örtülmektedir. Minare üç küp ve
hilalle sonlanmaktadır.

Hoca Ahmet Camii Minaresi Lale Bey Camii Minaresi‘Kenan Haspolat’tan’


‘Kenan Haspolat’tan’

Hoca Ahmet (Ayni Minare) Camii Minaresi


Camii, Abdaldede Mahallesinde, Behram Paşa Camii’nin güneyinde
yer almaktadır. Cami önce mescit olarak yapılmış daha sonra camiye
dönüştürülmüştür. Vakfiyesine göre, Şirazlı Hacı Ahmet tarafından 1499
tarihinde inşa ettirilmiştir (Kılavuz, 2011, s.571). yapı kendisinden çok
minaresiyle ün yapmıştır. Halk arasında Ayni Minare Camii adıyla anılmaktadır.
Caminin minaresi, yapının kuzeydoğusunda, avlu girişinin kuzeyinde, avlunun
köşesinde bağımsız olarak yükselmektedir. Kare kaideli olan minare çokgen
gövdeli olarak inşa edilmiştir. Bu yönüyle Diyarbakır’daki diğer minarelerden
ayrılmaktadır. Çokgen gövde tek şerefeyle hareketlendirilmiştir. 2.43 m. x
2.43 m. Ölçülerinde planlanmış olan kare planlı kaidenin batı cephesinde
minare girişi bulunmaktadır. Gövde her kenarı 1.00 m. uzunluğunda sekizgen
planlıdır. Sade yükselen gövde kaval silmeyle üstten sınırlandırılarak şerefeye
geçiş yapılmıştır. Petek kısmı silindirik devam etmekte ve bu kısım kurşun
kaplı konik bir külahla örtülmektedir. Minare üç küp ve hilalle sonlanmaktadır.

219

kitap_dizgi.indd 219 11/14/12 12:55 PM


Fatih Paşa Minaresi
Yapı Fatih Paşa Mahallesinde yer almaktadır. Kurşunlu Camii, Fatih Paşa Camii ve
Bıyıklı Mehmet Paşa Camii adlarıyla da anılan cami, Diyarbakır’ın ilk Osmanlı yapısı
olması açısından oldukça önemlidir. 1516-1520 yılları arasında, dönemin Diyarbakır
Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa döneminde yaptırılmıştır (Sözen, 1971, s.65). Caminin
minaresi son cemaat yerinin sağında yer alır. Minare klasik, tek şerefeli ve yalın
görünüşlüdür. 3.10x 3.10 ölçülerindeki kare planlı kaide tamamen siyah bazalt taş
kullanılarak inşa edilmiştir. Kaidenin cephelerinde yer alan dikdörtgen süslemeler,
makili yazılı kare yazı panoları, çerçeveler dikkatleri üzerine çekmektedir. Kare
kaidenin kuzeyinden minareye giriş sağlanmakta olup bu kısım mukarnas kavsaralı
bir niş içindedir. Gövde kısmı ise Klasik Osmanlı minarelerine uygun olarak
silindirik gövdeli, tek şerefeli yapılmıştır. Sade tutulan gövde kısmı şerefe altındaki
mukarnas sıralarıyla hareketlilik sağlanmıştır. Minare dışarıdan sekizgen piramidal
külahla örtülüdür. Minare üç küp ve hilalle sonlanmaktadır. Tamamen düzgün
kesme taş malzemeyle inşa edilen minare Osmanlı Dönemi Minare Mimarisini
yansıtmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2004 yılında pabucuna kadar
tamamen sökülerek restore edilmiştir.
Hüsrev Paşa Minaresi
Yapı 1521-1528 yılları arasında
Diyarbakır’ın 2. Valisi Hüsrev Paşa
tarafından Cemal Paşa Mahallesinin
Mardin Kapı Semtinde, Deliller Hanı’nın
doğusunda yaptırılmıştır. Yapı ilk yapıldığı
dönemde medrese olarak inşa edilmiştir.
Medresenin dershane bölümündeki
mescidin cami olarak kullanılması
üzerine 1729 yılında yapıya minare
eklenmiştir. Minare, medresenin giriş
kapısının batısında, helâ bölümünün doğu
Fatih Paşa Camii Minaresi‘Kenan Haspolat’tan’ cephesindedir.

Caminin minaresi, siyah bazalt taştan, tek şerefelidir. Kare kaide üzerine yükselen
minarenin gövdesi silindirik plan şemasında yapılmıştır. Kaide üzerinde yer alan
dikdörtgen panoların içinde kitabe bulunmaktadır. Diyarbakır’daki diğer Osmanlı
minarelerinden farklı olarak gövde kısmında siyah bazalt taş kullanılmıştır. Gövde
dört sıra beyaz taştan bitkisel ve geometrik kompozisyonlu yatay bordürlerle
hareketlendirilmiştir. Kuşak şeklinde yer yer geçen bordürlerde minareyi ilgi çekici
kılmıştır. Minare konik külah ve üç boğumlu âlemiyle sonlanmaktadır. Minare
dışarıdan konik külahla örtülüdür. Külahın üzerinde iki küplü, bir hilalli âlem
bulunmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir.

220

kitap_dizgi.indd 220 11/14/12 12:55 PM


Hüsrev Paşa Camii Minaresi‘Kenan Haspolat’tan

Hadım Ali Paşa Camii Minaresi


Dönemin Diyarbakır Valisi Hadım Ali Paşa tarafından 1534-1537 tarihleri arasında
inşa edilen Hadım Ali Paşa Cami, Ali Paşa Mahallesinde yer almaktadır. İki camisi,
medresesi ve hamamdan oluşan bir külliyedir. Caminin minaresi silindirik gövdeli
klasik tek şerefelidir. Minare caminin güneydoğusuna, camiden ayrı bir yerde
tek başına yükselir. Minareye, kaidenin batı cephesinde, avlu zemininden 1.05
m. yükseklikte yer alan düz atkı taşlı kapıyla giriş sağlanmaktadır. 2.93 x 2.93
ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Tamamen siyah bazalt taş kullanılarak inşa edilen
kaide kısmına batıdan düz atkı kemerli bir girişle sağlanmaktadır. Gövde kısmı beyaz
kalker taş kullanılarak oldukça sade yükseltilmiştir. Şerefe kısmı Diyarbakır’daki
Osmanlı minareleri gibi süslü tutulmamış oldukça yalın bırakılmıştır.

Gövdedeki sadeliği şerefe ve şerefe


korkuluklarındaki bir sıra beyaz bir sıra
siyah taş dizgisi bozmaktadır. Minare
tamamen düzgün kesme taş malzemeyle
inşa edilmiştir. Şerefe korkulukları
ardışık olarak bazalt ve açık renkli
kalker taşla yapılmıştır. Şerefe altında
yer alan bir sıra bordür sırasında minare
ilk yapıldığı dönemde çini tabakalarının
olduğu bilinmektedir. Bu çini tabakalar
günümüze ulaşmamıştır. (Beysanoğlu,
1996, s.559) Minareye giriş sadece kaide
kısmından değil gövdeden sonradan
açılmış bir kapıyla sağlanmaktadır.
Camiden ayrı bir yerde yükselen minare,
dışarıdan konik külahla örtülüdür.
Külahın üzerinde iki küplü, bir hilalli Hadım Ali Paşa Camii Minaresi ‘Kenan Haspolat’
âlem bulunmaktadır.

221

kitap_dizgi.indd 221 11/14/12 12:55 PM


İskender Paşa Camii Minaresi
1551-1554 yılları arasında Diyarbakır’ın 12. Osmanlı Valisi İskender Paşa tarafından
yaptırılan cami İskender Paşa Mahallesinde yer almaktadır. Caminin minare üzer-
inde yapım tarihi ile ilgili kitabe bulunmamakta mimari özelliklerine göre cami-
yle birlikte inşa edildiği düşünülmektedir. (Beysanoğlu, 1996, s.559) Caminin
minaresi Diyarbakır’daki Osmanlı minare mimarisine uygun şekilde inşa edilmiştir.
Kuzey doğuda, doğu yöndeki hücreye bitişik olan minare klasik tek şerefeli, yalın
görünüşlüdür. 2.97 x 2.97 ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Tamamen siyah bazalt
taş kullanılarak inşa edilen kaide kısmına kuzeyden düz atkı kemerli bir girişle
sağlanmaktadır. Kaidenin üç tarafında beyaz taştan içleri boş panolar göze çarpar.
Panoların çevresini dış bükey bir çerçeve sarmaktadır. Minare kare bir kaide üstüne
silindirik olarak yükselmektedir. Tek şerefeli minarenin şerefe altı mukarnaslarla
hareketlendirilmiştir. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir.
Kaidede bazalt, pabuçtan itibaren açık renkli kalker taş malzeme kullanılmıştır.
Şerefe tabanı da bir sıra bazalt taşla yapılmıştır. Dışarıdan konik külahla örtülen
minare iki küplü, bir hilalli âlemle sonlanmaktadır.
Melek Ahmet Paşa Camii Minaresi
1587-1591 yılları arasında Diyarbakır
Valisi Melik Ahmet Paşa tarafından
Melik Ahmet Paşa Mahallesinde
yaptırılmıştır (Yılmazçelik, 1995, s.64).
Caminin minaresinin üzerinde kitabe
bulunmamaktadır. Mimari özelliklerine
göre camiyle birlikte 1587-1591 yılları
arasına tarihlendirilmektedir. Minare kare
kaideli, silindirik gövdeli tek şerefeli
olarak inşa edilmiştir. Caminin kuzey
yönündeki merdivenin sağında bulunan
minare, camiden ayrı olarak yapılmış.
3.03 x 3.03 ölçülerindeki kaidesi kare
planlıdır. Kaide kısmındaki firuze renkli
çinileri ve taş işçiliğiyle dikkatleri üzerine
İskender Paşa Camii Minaresi‘Kenan Haspolat’tan’ çekmektedir. Minaredeki taş dekorasyon
oldukça ilgi çekicidir.
Kaidenin dört tarafında beyaz taştan içi geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiş
panolar göze çarpar. Panoların üstünde kaidenin dört tarafını çevreleyen yine beyaz
taştan iç içe geçmiş çok kollu yıldızlar içinde kabaralar bulunan bir sıra bordür görül-
ür. Bordürdeki gök mavisi çiniler dikkatleri minare üzerinde toplar. Kuzey cephede
minare girişi yer almaktadır. Basık kemerli kapı sivri kemerle kuşatılmış mukar-
nas kavsaralı dikdörtgen niş içine yerleştirilmiştir. Silindirik gövdesi olan minare
tek şerefelidir. Şerfe altındaki mukarnas dizileri minarede ki ihtişamı bir kez daha
vurgulamaktadır.

222

kitap_dizgi.indd 222 11/14/12 12:55 PM


Minarenin ilgi çekici başka bir özelliği de yarıya kadar iki merdivenli, yarıdan sonra
birleşip tek merdivenli olarak devam etmesidir. Klasik Osmanlı minare mimarisini
yansıtan Melik Ahmet Paşa minaresi tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa
edilmiştir. Kaide dikdörtgen süsleme panolarının üst hizasına kadar bazalt, diğer
bölümlerde tamamen kalker taş malzeme kullanılmıştır. Dışarıdan konik külahla
örtülen minare iki küplü, bir hilalli âlemle sonlanmaktadır.

Melik Ahmet Paşa Camii Minaresi‘Kenan Haspolat’tan’

Behram Paşa Camii Minaresi


1564-1572 yılında Diyarbakır’ın 13. Osmanlı Valisi Behram Paşa tarafından
Behram Paşa Mahallesinde yaptırılmıştır (Yılmazçelik, 1995, s.59). Üzerinde
kitabe bulunmayan minarenin plan ve mimari özelliklerine bakılarak camiyle
birlikte yapıldığı düşünülmektedir. Caminin minaresi son cemaat yerinin batısında
yer alır. 3.06 x 3.06 ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Minareye, kaidenin kuzey
cephesinde yer alan basık kemerli kapıyla giriş sağlanmakta ve bu kısım mukarnaslı
bir kavsara içinde yer almaktadır. Kaidenin cephelerinde yer alan dikdörtgen süsleme
panoları görülmektedir. Panolar içerisinde kesişen altıgenlerden oluşan süslemeler,
altı kollu yıldızlar, sekizgen süslemeler yer almaktadır. Klasik formlu inşa edilen
minare tek şerefeli silindirik gövdelidir. Silindirik gövdeyle yükselen minare şerefe
altında saçaklı mukarnaslarla süslenmiştir. Tek şerefeli minare konik bir külahla
sonlandırılmıştır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir.
Kaidenin cephelerinde yer alan dikdörtgen süsleme panoları ve çerçeveleri ise
beyaz taş malzemeyle yapılmıştır. Minarenin birçok yerinde görülen bu süslemeler
adeta abidevi yapıyla bütünleşmektedir. Petek kısmı silindirik olarak devam eden
minarenin üzeri konik bir külahla örtülmüş ve minare iki küplü, hilalli bir âlemle
sonlanmıştır. Minare 1928 yılında yıldırım düşmesi sonucu hasar görmüş ve 1929
yılında tamir edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1998 yılında restore
edilmiştir.

223

kitap_dizgi.indd 223 11/14/12 12:55 PM


Nasuh Paşa Camii Minaresi
Yapı 1606-1611 yılları arasında dönemin
Diyarbakır Valisi Nasuh Paşa tarafından eşi
Servinaz Hanım adına yaptırılmıştır (Sözen,
1971, s. 103). Mimarı belli olmayan yapı İç kale
yönünden Fatih paşa Mahallesine giden yolda
bulunmaktadır. Minare üzerinde inşa tarihiyle
ilgili kitabe bulunmamaktadır. Camiyle bir-
likte yapılmış olduğu düşünülmektedir. Minare,
caminin doğusunda kalan avlunun güneyinde-
ki yazlık bölümün güneydoğu köşesinde yer
almaktadır. Kare kaideli, silindirik gövdeli, tek
şerefeli olarak inşa edilmiştir. 2.70 x 2.70 ölçül-
erindeki kaide kısmı kare planlıdır. Minareye
giriş kuzeyinden mukarnas kavsaralı derin bir
nişle sağlanmaktadır.
Behram Paşa Camii Minaresi
‘Kenan Haspolat’tan’

Silindirik formlu gövde kısmı kaval silmelerle hareketlendirilmiştir. Minare


tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Şerefeye kadar bazalt taş
malzeme kullanılmıştır. Şerefeden itibaren kalker malzemeyle karşılaşılmıştır. Bu
özelliği ile Osmanlı Döneminde yapılan diğer minarelerden ayrılmaktadır. Şerefe
altında görülen mukarnas dizileri gövdeye hareket katmıştır. Petek kısmı silindirik
olarak devam eden minarenin üzeri konik bir külahla örtülmüş ve minare iki küplü,
hilalli bir âlemle sonlanmıştır. Minarenin üst kısmı, 1819 yılındaki olaylar sırasında
top mermisi çarpmasıyla yıkılmıştır (Sözen, 1971, s. 103). Yıkılan bölümler caminin
1971 yılındaki onarımı sırasında yeniden inşa edilmiştir.

Nasuh Paşa Camii Minaresi‘Kenan Haspolat’tan’

224

kitap_dizgi.indd 224 11/14/12 12:55 PM


Kurt İsmail Paşa Camii Minaresi
1869- 1875 yılları arasında Diyarbakır Valisi Kurt İsmail Paşa tarafından kardeşi
Meded Bey adına yaptırılan cami Dağ kapı Semtini Seyran tepe Mahallesine bağlayan
caddenin batısında, askeriye içinde yer almaktadır (Sözen, 1971, s.111) Caminin
tarihi açıdan önemli özelliklerinden biri de Sur dışında yapılan ilk cami olmasıdır.
Minarenin üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Plan ve mimari özellikleri bakımından
camiyle birlikte yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır. Caminin minaresi diğer Osmanlı
dönemi camilerinden farklı bir formda karşımıza çıkmaktadır. Minare, caminin
kuzeybatı köşesinde beden duvarı üzerinden yükselmektedir. Minareye, caminin
içinde ilk pencerenin içinden çıkılmaktadır. Minare tek şerefeli, silindirik gövdelidir.
Cami beden duvarına oturtulduğundan kaidesi bulunmayan minare konik bir külahla
sonlandırılmaktadır. Minare konik külahla örtülüdür. İki küplü ve ay-yıldızlı âlemle
minare sonlanmaktadır.

DEĞERLENDİRME
Dini ve sivil mimari eserleri bünyesinde barındıran Diyarbakır, günümüzde adeta bir
açık hava müzesi niteliği taşımakta ve birçok medeniyetin merkezi konumundadır.
Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet yayılmış ve
İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır.
İslam mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtan camilerin ortaya çıkmasını
sağlayan en önemli etken şüphesiz namaz ibadetidir. Namaza daveti simgeleyen
minarelerinde İslam mimarisinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Camilerin yanında
ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli olarak günümüze gelen minareler,
Diyarbakır’da iki farklı üslupta kendini göstermektedir. Kentte minareler kare
ve silindirik planlı olarak iki farklı formda inşa edilmiştir. Bu bakımdan İslam
dünyasının özellikle Suriye, Kuzey Afrika ve Emevi etkisinde kalınarak yapılan
kare formlu; doğu bölgelerinin etkisinde kalınarak yapılan silindirik formlu olmak
üzere iki ana minare biçimi Diyarbakır’da tespit edilmektedir. Diyarbakır’da
farklı dönemlere ait olan çok sayıda minare görülmekte bu dönemler İnaloğulları,
Akkoyunlu ve Osmanlı döneminin XI-XIX. yüzyılları arasındadır. Diyarbakır’ın
İslam devletlerinin Anadolu’da ilk fethettikleri şehirlerden olması kare gövdeli
minarelerin bu bölgede yayılmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman Camii Minaresi
(1160- Nisanoğulları,) Kasım Padişah Camii Minaresi (1501- Akkoyunlu), Nebi
Camii Minaresi (1530- Osmanlı), Diyarbakır Ulu Cami Minaresi (1155- İnaloğulları,
1849-Osmanlı) kare gövdeli formlarıyla ülkemizde ender görülen minarelerden
olmaları açısından önemlidir. Kare kaideli silindirik gövdeli olarak karşımıza çıkan
minarelerde yoğun olarak görülmektedir. Parlı-Safa Minaresi (15.yüzyılın ortaları),
Lale Bey Camii Minaresi (XV. yüzyıl’ın sonu, XVI. yüzyıl’ın ilk çeyreğine), Hoca
Ahmet (Ayni Minare) Camii Minaresi (1499), Fatih Paşa Minaresi (Osmanlı 1516-
1520), Hüsrev Paşa Minaresi (Osmanlı 1521-1528), Hadım Ali Paşa Camii Minaresi
(Osmanlı - 1534-1537), İskender Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1551-1554), Melek
Ahmet Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1587-1591), Behram Paşa Camii Minaresi
(Osmanlı 1564-1572), Nasuh Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1606-1611) kare kaideli
silindirik gövdeli minarelere örnektir.

225

kitap_dizgi.indd 225 11/14/12 12:55 PM


KAYNAKÇA
-B.N. Kılavuz, ‘Güneydoğu Anadolu’da Kare Gövdeli Minareler’, IX. Ortaçağ
ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri,
Erzurum, 2006, s.309
-ESİN, Emel, “Minare”, Türk Ansiklopedisi, XXIV, Ankara, 1976
-EYİCE, Semavi “Minare-Anadolu’da Türk Minareleri”, İslam Ansiklopedisi, VIII,
Eskişehir, 1997
-KONYAR, Basri, Diyarbekir Kitabeleri, II, Ankara, 1936
-KUBAN, Doğan Anadolu Turk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları, İstanbul, 1965
-TUNCER, Orhan Cezmi, Diyarbakır Camileri, Ankara, 1996
-YILMAZÇELİK, İbrahim, XIX. Yuzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840),
Ankara, 1995
-ALTUN, Ara, Anadolu’da Artuklu Devri Turk Mimarisinin Gelişimi, İstanbul, 1968

226

kitap_dizgi.indd 226 11/14/12 12:55 PM


DİYARBAKIR KÖPRÜLERİ
Ayşegül Ümran ABAKAY / Arkeolog

Giriş

Köprüler, kimi zaman musikîye konu olur, ağıtlar biçimde; Bazen Yeşilırmak
Köprüsü çöker bazen Çarşambayı sel alır. Musıkîde oldukça yer edinen köprülere
başka anlamlar da yüklenir; aradaki dostluk köprülerini atmak gibi.

Coğrafyaların fizikî olumsuzlukları sebebiyle ulaşımı sağlama amaçlı yapılan


köprüler, genelde sıradandır, gelişigüzel yapılmıştır, sanattan uzaktır. Kimi zaman
köprüler, sadece ulaşımla sınırlı kalmaz, devrin ihtişamının aynası olur.

Bazen hem ulaşım hem de mimarî alanda bir sanat eseri olan köprüler, daima savaş
içinde bulunan devletlerin ikmal yollarında vazgeçilmezler arasında yer alır. Kimi
zaman akarsuları geçmek kimi zaman da derin vadilerde yolun devamını sağlamak
içindir, köprüler. Bazen de Deli Dumrul misali tarihî kahramanların geçenden bir
geçmeyenden iki akçe aldığı anlara tanıklık eder

Diyarbakır’daki köprüler, yukarıda belirttiğimiz üç özelliğe de sahiptir, adeta. Bu


makalemizde Diyarbakır Köprüleri’ni ele alırken alışılmışın dışında bir izleğe
başvuracağız. Çünkü bugüne kadar anlatılanlara baktığımızda ifade edilenlerin
bazı hususları, tarihî bilgilerle örtüşmekten uzaktır. Bazen rivayetler bazen
akademisyenlerin açıklaması, tashihe muhtaç konumdadır.

Bu makalede özellikle Dicle, Ambar Çayı, Malabadî ve Haburman Köprüsü üzerinde


durulacak ve diğer köprüler hakkında kısa bilgiler verilecektir.

Dicle Köprüsü

Diyarbakır’ın en önemli ulaşım alanındaki köprüsü Dicle Nehri üzerine kurulan


köprüdür. “On Gözlü” olarak anılmasının yanında Silvan’a geçişi sağladığı için de
“Silvan Köprüsü”
olarak adlandırılır. Dicle’ye vurulan altın gerdanlık misali, yüzlerce yıla tanıklığın
işaretidir, bu köprü. Yaptığımız araştırmalarda Dicle Köprüsü’nün yapımı için çok
şeyler söylendiğini öğreniyoruz.

Bu köprünün Kırklar Dağı’ndaki Kiliseye ulaşımı kolaylaştırma için yapıldığı söylenir.


Bunu kabullenmek mümkün değildir. Çünkü şehrin Dicle’yle böldüğü topraklara tek
bağlantı noktası bu köprüdür.

227

kitap_dizgi.indd 227 11/14/12 12:55 PM


Dicle Köprüsünün Havadan Görünümü

Bu köprünün Mervanî yapısı olduğunu belirten ve bu doğrultuda fikir beyan eden


yazarlar, bu köprünün 1065 yılında onarıldığını bilmelidir. Nihayetinde köprünün
Diyarbakır Kalesi’nin Roma Dönemi’nde genişletilmesiyle mevcut olan köprünün
daha da güçlendirilmesiyle meydana getirildiği söylenebilir.
Köprünün mevcudiyetine dair önemli olan en önemli tesbit, bu köprünün Bizans
İmparatoru Juannes Tzimiscés tarafından Şehri kuşatma esnasında yardımın
gelmemesi için yıktırılmasıdır. Köprünün en son onarımı Mervanî hükümdarı
Nizamüddevle Nasr zamanında yapılmıştır.
(Hicri 457 Miladi 1065) Köprünün ayakları arasındaki yapı farklılığı da köprünün
tadilattan geçtiğini ve onarımda yapılan kitabeler de bunun göstergesidir. Bu
köprü, Mervanî zamanına kadar yapılmamış ise “Dicle’den karşı karşıya geçişler
nasıl olmuştur?” sorusu da cevapsız kalır. Çünkü oldukça gereken bir yapı olan bu
köprünün mevcudiyeti, en azından iki bin yıllık bir zaman dilimine endekslenebilir.
Diyarbakır Kalesi’ni inşâ edenlerin, on gözden oluşan bir köprüyü yapmamaları
düşünülmez. Aynı zamanda Diyarbakır-Eğil Eski Ticaret Yolu’nda Roma Yapısı
Köprü, o devrin bir örneğidir.

228

kitap_dizgi.indd 228 11/14/12 12:55 PM


On Gözlü Köprü, ağır tonajlı iş makineleri ile kamyonların geçişi sebebiyle yer yer
tahrip olduğu için yakın zamanda Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni bir köprünün
yapılmasıyla ulaşıma kapatılmış, turistik bir çehreye büründürülen çevrede tarihî
eser olarak turizme açılmıştır. Yapılan Dicle Projesi faaliyete geçtiği zaman köprünün
konumu, turizm yönünden daha bir önem kazanacaktır.(1)
Dicle Köprüsü için incelediğimiz 2000’e Beş Kala isimli 1995 İl Yıllığı’nda verilen bilgi,
sadece iki cümleden oluşmaktadır: On gözlü köprü de denir. Üzerindeki kitabesinde
Hicri 457 (Miladî 1065 yılında) inşa edildiği yazılıdır.”(2)
Niebur, Dicle Köprüsü hakkında şu açıklamayı yapar: Köprünün çok eski olduğu
ve 1065 ‘de köprüyü onaran Nasr’dan önce de mevcut olduğu kanısındadır. M. Van
BERCHEM ile Albert GABRIEL, köprünün antik çağ eseri olduğunu ileri sürer.
Zaman zaman bu köprü, şehri kuşatan kuvvetler tarafından yıktırılmış, düşman
kuvvetleri çekildikten sonra köprü yeniden onarılmış ya da inşa olunmuştur. Son
defa, şehrin Bizans İmparatoru Juannes Tzimiscés tarafından 974 yılında kuşatılması
sırasında yıktırıldığı bilinmektedir. Köprünün günümüze kadar gelen son yapım ve
onarımı Mervanoğlu Nizamüddeevle Nasr’ın buyruğu üzerine, H. 457 (M. 1065)
tarihinde yapılmıştır.

Ulaşıma Açıkken On Gözlü Köprüden Geçen Ağır Tonajlı Araçlardan Biri

Buna dair kitâbe, köprünün güney yüzünde ve batı ucundaki ilk üç göz arasındadır.
Beyaz taş üzerine çiçekli kûfî ile yazılmıştır. Satırlar arasında da süslemeler vardır.”
diyen Beysanoğlu, Gabrıel’den şu açıklamayı aktarır: “Köprü sağlamdır, kemerleri
sivri şekilli olup İslâm devri eserleridir. Ayakların ‘memba’ taraflarında selyaranlar
ve mansap taraflarında istinat duvarları vardır. İnşaat bazalt taşlar ile meydana
getirilmiştir. Kitâbeler ve döşeme XI. Yüzyılda tamamlanmışlardır. Kitabenin sonu
hizasında bazalt üzerine işlenmiş, bir çerçeve içinde, sağa dönük bir aslan kabartması
mevcuttur. Bu figürde ve köprü bedenindeki diğer taşlar üzerinde küçük bazı
işaretlere de rastlanmaktadır. Buradaki aslan figürü benzeri Harput Kapısı kitabeleri
ile Mardin Kapısı’ndaki kabartmalar arasında da vardır.” (3)

229

kitap_dizgi.indd 229 11/14/12 12:55 PM


Cevdet ÇULPAN, Türk Taş Köprüleri isimli eserinde On Gözlü Köprü için şu
açıklamada bulunur:” Köprü on gözlüdür. Boyu 180 m., döşeme genişliği 7-8 m.dir.
Korkuluk eski bazalt, kesme olarak hazırlanmış ve yan yana dizilerek bağlanmış
üçgen çatı şekilli taşlar ile örtülüdür. Çatının tabanı 0.505 m., üçgenin kenarları 0.43
m. ve taşların boyları 0.38 m. Kadardır. Batı kıyı ayağından 5. göze kadarki bölüm
ile bundan sonra doğu kıyı ayağına kadarki bölüm arasında yapı farkları vardır. “

On Gözlü Köprü Kitabesi

Yazarın diğer açıklamaları ise şu şekildedir:”İlk bölümde Mervanoğullarından Nasr


zamanına ait yazıt, bazı yerleri yıpranmış olmasına rağmen, yerinde durmaktadır.
Köprü ortasında, 5 inci gözden sonra bir memba diğeri mansıp tarafta olmak üzere
karşılıklı iki çıkıntı dirsek bulunmaktadır. Her iki bölüm, buradaki orta ayakta
birbirine bağlanmaktadır. Sözünü ettiğim dirseklerin bir inşaat zaruriyetinden
dolayı mı meydana geldiği ve her iki bölüm mihverleri arasında bir ayrılık bulunup
bulunmadığı hususlarının ayrıca incelenmesi gerekmektedir.
İkinci bölümdeki köprü gözleri, birincidekilerine oranla daha büyüktür. Köprü
ayaklarının mansap taraflarında da istinat duvarları görülmektedir. Yazının baş
tarafında da belirtildiği veçhile, kuzeyden gelen Dicle, Diyarbakır hizasında ilkin
batıya doğru dirsek, çizmekte, sonra tekrar güneye yönelerek köprü altından
geçmektedir. Arazinin topografik durumuna bağlanarak kıvrılan Dicle’nin büyük
akıntısı da büyük basınç yapmaktadır. Ayaklara destek vazifesi gören istinat duvarları
bu nedenledir ki inşaat elemanları arasında yer almışlardır.

230

kitap_dizgi.indd 230 11/14/12 12:55 PM


On Gözlü Köprünün Destek Kısımları

Diyarbakır’ın doğu ile irtibatını kesmek amacı ile muhtelif tarihlerde yapılmış olan
tahriplerin veya kabaran Dicle’nin verdiği zararların, köprünün bu ikinci bölümünde
meydana gelmiş olduğunu tahmin ediyorum.” (4)
Dicle Köprüsü’nün onarımını gösteren kitâbe, Merhum Süleyman SAVCI tarafından
şu şekilde okunmuştur:” Mimma emere biamelihi vel-infaku aleyhi min malihi
(Mevlâna gibi de okunuyor) el-emir el-seyyid, el-ecell cemalül-mille Nizamüddin
Mûeyyidu’l-Devle…(Takriben on kelime okunamıyor) İzz..(Bir taş fazladır ve
okumamıyor) el-İslâm etale Allahü bekahü ve eazze nasrahu ve…(Bir kelime
okunamadı) adahü (Böyle okunabiliyor) ibtigae sevabillahi ve telebi rahmetihi fî…
kafi (6-7 Kelime) ve cera ekbere (Ekser gibi de okunuyor) alâ yedey.. bini Abdülvahid
(bin elhasen gibi de okunabiliyor, siliktir) seneti seba ve hamsine ve erbeamine ve
benna: Yusuf bin Ubeyd.(Son üç kelime bir kara taş üzerinde adî kufî ile yazılmıştır)
Yazarın notunda, “Bu kitabe Mervanoğullarına ait olup, köprünün cenup yüzünde ve
nehrin sağından itibaren üç ayak arasına yazılıdır.” bilgisi vardır. (5)

Kitabenin Tahrip Edilmiş Biçimi ve Taşlarda Taşçı İşaretleri


231

kitap_dizgi.indd 231 11/14/12 12:55 PM


Mevcut Kitâbenin Türkçeye çevrilişi: Cenab-ı Hakkın rahmetini isteyerek sevabını
kazanmak için İslâmın izzeti, devletin müeyyidi, dinin niyamı, milletin cemali,
ulu bey ve fendimiz, masrafı kendine ait olmak üzere, yapılmasını emretti. Bunun
çoğu Abdülvahidin idaresinde 457 senesinde cereyan etti. Mimarı Ubeyd oğlu
Yusuf’tur.”(6) SAVCI, bu incelemesinde Amida’da yer alan tercümenin yanlış
olduğunu da şu şekilde belirtir: “Kitabe 3 kemer arasında ve iki satır halindedir.
Müellif, kemer aralarının ilk kelimelerinin başlarına büyük harfler, satırları da
rakamlar koyarak tesbit etmiştir. Biz, yazının bazı yerlerini tamamiyle silik ve
dökülmüş olduğu için okuyamadık. Ne tuhafdır ki Amida Müellifi çok süslü, karışık
ve silik olan asıl kitabeyi iyi okumuşta Mimara ait olan cümlenin yazılı bulunduğu,
süslü olmayan ve çok kolay okunabilen cümleyi yanlış okumuş. “ açıklamasında
bulunur.(7)
Üzülerek belirtelim ki Diyarbakır üzerine çalışanların başvuru kanakları yerli
olmaktan çok yabancıdır. Bu sebeple akademik açıdan baz alınan yabancı
dildeki eserlerde özellikle tarihî bilgilerle tercümeler, yanlışlıklarla iç içedir.
Süleyman SAVCI’nın kitabedeki mimarın ismini “Yusuf bin Ubeyd” olarak
belirtirken, Amida’daki tercümeyi esas alan Zeki SÖNMEZ, “Başlangıcından
16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar” adlı araştırma
eserinde mimarın ismini “Ukayl bin Sencer” olarak vermektedir.(8)

Köprü Kitabesi Çalındıktan Sonra Kitabe Yerine Yerleştirilen Tuğlalar

Arapça dilini bilmedikleri için Arapçadan başka bir dile tercümesi yapılanları,
Türkçe’ye çeviren ve bu arada yanlışlıkları artıran kimi akademisyenler, bu
işin oldukça ciddî olduğunu bilmenin fevkinde çalışarak, yapamayacakları
tercümeleri, Arapça bilenlere havale temelidir.

232

kitap_dizgi.indd 232 11/14/12 12:55 PM


Fotoğraflardan yola çıkarak kitâbe çözümleyen Amida müellifi BERCHEM’in
izinde olan Diyarbakırlı araştırmacılar, BERCHEM’in isteyerek düşmediği hataları,
bugüne taşımaya mahîr görünmektedir. Aynı hata, GABRIEL’in çalışmasında da
mevcuttur. Dicle Köprüsü’nü ele aldığımız bu bölümde konuya açıklık getirmek ve
araştırmacıların dikkatini konuya çekmek istiyoruz.
1938’de tercümesine dair hataların bulunduğu beliren belge ortada iken, mimarının
ismi üzerinde akademisyenlerin doğru olandan çok yanlış okunana meyli, kitâbeyi
fotoğraftan çözenle kitâbeyi yerinde inceleyip çözümleyen arasında ister istemez, bizi
tercihe zorlamaktadır. Amida’da yapılan tercüme ile yukarıda Süleyman SAVCI’nın
sunduğumuz tercümesinin karşılaştırılması için SÖNMEZ’in verdiği tercümeyi
sunuyoruz:

On Gözlü Köprü’de Farklı Bir Kitabe

“Mimma emere bi-‘amelihi vel-infakı ‘aleyhi Mevlâna el-Emir el-ecell es-Seyyid


Nizam-üd-Din Müeyyed ed-devle……..bin ‘izz-ül-İslâm etâl.-Allahü bekaehü ve
e’zze nsarahü ve debbere hüdâhü ibtiğa’e sevab-Allah ve taleb rahmetehü fi…… ve
cera ekserü zalike ‘ala yed… el-Kadı Ebil-Hasan Abdülvahid sene seb’a ve hamsîne ve
erba’ amaete vel-Benna’ Ukayl bin Sencer (?)”
Süleyman SAVCI, okumasıyla “Mimma emere biamelihi vel-infaku aleyhi min
malihi (Mevlâna gibi de okunuyor) el-emir el-seyyid, el-ecell cemalül-mille
Nizamüddin Mûeyyidu’l-Devle… İzz.. el-İslâm etaleAllahü bekahü ve eazze nasrahu
ve adahü (Böyle okunabiliyor) ibtigae sevabillahi ve telebi rahmetihi fî…kafi… ve
cera ekbere (Ekser gibi de okunuyor) alâ yedey.. bini Abdülvahid (bin elhasen gibi
de okunabiliyor, siliktir) seneti seba ve hamsine ve erbeamine ve benna: Yusuf bin
Ubeyd.(Son üç kelime bir kara taş üzerinde adî kufî ile yazılmıştır) “ BERCHEM
okuması arasındaki okuma farkını göz önünde bulundurduğumuzda, belirttiğimiz
tespitte haklı olduğumuz sonucuna varabiliriz. Yazar, SAVCI ile BERCHEM’in
tercümesini buluşturmuş, ortaya kendisine ait bir tercüme çıkarmıştır.

233

kitap_dizgi.indd 233 11/14/12 12:55 PM


Köprü Kemerlerinde Taşçı Ustaların İşaretleri

BERCHEM’in tercümesi şu şekildedir: “A(1) Mimma emere bimalihi(?) vel-infaku(?)


aleyhi Mevlana (?) el-emir(?) el-ecell(?) el- seyyid(?)(1 veya 2 kelime)
B(1) Nizamüddin müeyyidül-devle(tahminen 10 Kelime) bin izz
C-(1) el-islâm etalellahü bekahü ve eazze nasrahu ve debbere hüdahü ibtiage
sevabillahi ve talebi rahmetihi fi(?) et yiyici hayvan)
A-(2) tahminen 8 kelime)
B-(2)el-kadî ebil-hasen abdülvahit
C-(2) seneti seb’a ve hamsine ve (Erbaa) amie vel-benna abd(?) bin (?) sfahsr
SAVCI, bu tercüme için yapılan hatayı, Kazım BAYKAL’In notu ile açıklar:” O yazı
abd değil Ubeyd (kelimenin içinde B’den sonra diş vardır. Burası da Y yeridir. “Yusuf
bini” yerine “Sfahsr.” Yazmış ve fakat doğru olduğuna kendi de kanî olmadığı için
istifham koymuş. ‘Yu’yu haeflerini kaçırmış, bin’i de Sfahsrın har’ı okumuş. Bu
kitâbenin izahatında Nizamüddin Mûyeyiddevle…Ebu Kasım Nasr, bin’in 453’den
472’ye kadar Amida’yı idare eden Müeyyidüddevle’nin 455’den itibarendir. Mira’tü’l-
İber Cilt 8 Sayfa 49: “Nizamüd-din Ebülkasım Nasir ibni Nasrul-Devle’dir.”

234

kitap_dizgi.indd 234 11/14/12 12:55 PM


Dicle Köprü Ayakları İçinde Görünen Esfel Bahçeleri ve Mardin Kapı Civarı

Sonrasında “Ebülkasım olduğunu istidlal ederek yazmış.”Sfahsr” kelimesini “Sencer”


diye terceme etmiştir. Müellif aynî sayfada köprünün kısaca tarihçesini yapmış Arslan
şekilleri hakkında izahat var” diyerek, Amida’daki kitâbe eleştirisini tamamlamıştır.
(9)Yazar, net okunan ve bizim de baktığımız kitâbede okunan Yusuf bin Ubeyd ismi
karşısında Sencer’den şüphelidir. Fakat, SÖNMEZ, tespit edilmeyen “SENCER”
adını kabule şayan görmese de Mimarın baba adını kabul etmiş görünür: Sanatçının
‘Sencer’ gibi okunan baba adı üzerindeki tereddüdü ortadan kaldıracak bilgiye ise
henüz sahip değiliz.” SÖNMEZ, hayalî mimarın ismini anarak, “Mesleğinde oldukça
başarılı bir mimar olduğu anlaşılan Diyarbakırlı Ukayl bin Sencer’in Dicle Köprüsü
onarımındaki çalışmalarının hangi bölümlerde toplandığını tespit etmek oldukça
güçtür. Ancak, köprünün iki ucunda bulunan kemerler, ortadaki kemerlere göre daha
dardır. Bu yönden (Ukayl bin Sencer’in iki yakadaki bölümleri yeniden inşa etmiş
olması, ayrıca ortadaki bölümleri de tamir etmiş olması mümkündür.” (10) Dicle
Köprüsü hakkında yapılan diğer bir inceleme de Metin SÖZEN’e aittir. “Diyarbakır’da
Türk Mimarisi” eserinde Dicle Köprüsü başlığı altında belirttiği açıklamalar:
Tarihi: Bugün üzerindeki yazıttan 1065 M (457 H.) Tarihinde yapıldığı yazılıdır.
Köprünün bu tarihten çok önce yapılmış olması gerekir. Zamanla tahrip olunca, 1065
yılında yeniden denecek şekilde elden geçirilmiş, devamlı onarım görmüştür.

235

kitap_dizgi.indd 235 11/14/12 12:55 PM


Yaptıran: Bugünkü ayakta görülebilen kısımlar, yazıtından anlaşılacağı gibi
Mervanoğulları Devri’nde Diyarbakır Hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından
yaptırılmıştır.
Mimarı: Üzerindeki yazıtta, yapının mimarını bildiren kısımda bazı bozuk yerler
bulunmaktadır. Bu yazıtı S. Savcı Numan Ubeyd bin Yusuf olarak okumuştur. J.
Sauvaget yalnız Ubeyd adını vermiştir. L. Mayer ise Ubeyd (?) bin Sencer(?) şeklinde
göstermiştir.
Yapının İncelenmesi: İlk şekli, kentin kuruluşu ve gelişmesiyle ilintili olabilecek bir
geçmişi bulunan Dicle Köprüsü, bugün de Silvan’a gidişi sağlamaktadır. 1065 tarihinde
tamamen elden geçirildiği anlaşılan bu köprü, daha sonra devamlı onarılmış, böylece
günüme ulaşmıştır.On Gözlü Dicle Köprüsü kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır.
Değişik devirlerde geçirdiği onarımlar yüzünden bir bütünlükten yoksundur. Bu
durum özellikle kemerlerde dikkati çekmektedir. Köprülerde belirli bir uyum içinde
gelişen kemerler, burada bu uyumdan yoksundur. Yine de orta kısımlardaki kemer
açıklıkları yanlardakinden biraz geniştir. İlk bakışta görülebilen bir diğer nokta,
köprünün güney yüzünde, batı yakasından beş gözün diğer gözlere göre enlerinin
genişlemesidir. Bu genişlemenin nedeni kesinlikle anlaşılmamakla beraber, bir büyük
onarıma işaret etmektedir. Bu durum, köprü ayaklarındaki mahmuz kısımlarında da
görülmektedir.
Diyarbakır çevresinde karşımıza çıkan en eski köprülerden olan Dicle Köprüsü,
bir bütünlükten yoksun olmasına rağmen Mervanoğulları Devri’ne ait yazıtı, ve
mimarı belli bir yapı olarak bugün de önemini korumaktadır.”(11) SÖZEN, mimarın
ismini verirken, SAVCI’nın Mimarın kitabesini “Numan Ubeyd bin Yusuf ” olarak
okuduğunu belirtir, bu sehven yapılan bir yanlış olarak kabul edilebilir ki SAVCI, bu
ismi okurken sadece “Ubeyd bin Yusuf ” biçiminde kitabeyi doğru okumuştur.
İki eserin de aslının karşılaştırılmasında görülen o ki tercüme eksik ve yanlıştır. Basri
KONYAR’ın Diyarbekir Kitâbeleri Cilt II’de Kur’an Yazıları üst başlıklı tercümenin
Emir Nasır (H.457) alt başlıklı bölümde Dicle Köprüsü için Amida’da geçen
tercümede BERCHEM’in bilgi yanlışlıkları barîz tarzda görünmektedir. (12)
Dicle Köprüsü için son dönemde yayınlanan ve Yabancı Seyyahların eserlerinden
tercümelerin bir araya getirildiği kimi eserlere bakılarak, konu hakkında bilgi
edinilmesi mümkündür. Edmund NAUMAN, Diyarbakır’a da uğramış olmasına
rağmen, Dicle Köprüsü’nü görmemiş ve çok iyi anlattığı şehir içini tasvir ederken, “
Reclus’un büyük eserinde gösterilmesine karşılık, Diyarbakır’da Dicle Nehri üzerinde
bir köprü yoktur” açıklamasında bulunmuştur. Sonradan verilen 11 Nolu dipnotta
Ressam Recilus’un eserinde gösterilen köprünün su kemeri olduğu, esas köprünün
Diyarbakır’a bir kaç kilometre uzaklıkta ve güneyde bulunduğu belirtilir.(13)
Son dönemde yayınlanan bir makalede geçen çarpıcı bir ifadeyi ele almadan
geçmemiz mümkün değildir. “Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarîsi” isimli
eserin “Diyarbakır’da Su Yapıları” kısmını hazırlayan makale yazarı, “ Anadolu’nun
en eski köprüleri, Diyarbakır çevresinde karşımıza çıkmaktadır.

236

kitap_dizgi.indd 236 11/14/12 12:55 PM


Devegeçidi Köprüsü ve Kara Köprü dışında köprü kaydı bulunmamaktadır. Kısmen
Türk devri öncesinde yapılmış olsalar bile Türk Devrinde sürekli onarım görmüş,
eklemelerle günümüze ulaşmaları sağlanmıştır.” demektedir.(14)
Yazar, şayet şehir merkezini kastederek bu açıklamada bulunmuş ise hata yapmıştır.
Şehir merkezi esas alınarak, bir şehrin köprüleri anlatılamaz. Karaköprü, Çınar Yolu
üzerinde, Devegeçidi Köprüsü ise Erganî Yolu üzerindedir. Sadece On Gözlü Köprü-
Dicle Köprüsü, Şehir merkezi kapsamındadır. Biz, böylesi kaynak olarak kullanılmak
üzere yayınlanan prestij kitaplarda en azından Malabadî Köprüsü’nü Haburman
Köprüsü’nü, “Pıra Reş” olarak adlandırılan diğer birkaç köprüyü görmeyi isterdik.
Çünkü detaylı bilgi isteyen bu tarz çalışmalarda şehrin üç köprüsü dışında başka
köprüyü işlememek ve bu tarz açıklamalarda bulunmak, bizce akademik sıfatlarla
bağdaşmamaktadır.
Köprüleri ele aldığımız bu makalede öncelikle kimi köprülerin üzerinde fazlaca
duracağımızı belirtme ve diğer köprüleri kısaca tanıtma ifademiz, bizim varsa eksik
bilgilendirmelerimizin de önüne geçer. Açıkça konuyu araştırırken kişinin, yazarın,
araştırmacının birçok kaynağa başvurması ve kaynaklar arasında bir karşılaştırma
yapması gerekir. Maalesef, günümüzde araştırmacı, iki-üç kaynakla yetinmekte
ve diğer kaynaklara ulaşmadığı için, araştırmanın esas kaynakları okuyanlarca
bilinmemektedir. .
Malabadî Köprüsü

Malabadî Köprüsü ve Arka Plânda Yeni Köprüyle Baraj İstinat Duvarı

237

kitap_dizgi.indd 237 11/14/12 12:55 PM


Malabadi Köprüsü, İbnu’l-Ezrak’ın verdiği bilgiye göre Malabadi yerinde bulunan
köprü Hicri 539’da (Miladî 1144–1145) yıkılır. Kitabesinde Mardin Artuklu
Hükümdarı Timurtaş zamanında 1147–1148 yılları arasında yapıldığına dair bilgi,
bu köprünün birçok onarım gördüğünü gösterir. Köprü, 1155 tarihinde selle hasar
görür. Yeniden onarım geçirir. Necmeddin Alpı, gerekli onarımı sağlar. Malabadi,
diğer köprülerden farklı biçimde giriş ve çıkışta iki koruma noktasına sahiptir.
Köprüyü koruma ve güvenliği sağlama amaçlı bu iki oda köprünün içinde etrafı
rahat görebilecek tarzda inşa edilmiştir.
Köprü, dünyanın tek gözlü kemerli olanlar içinde en büyük olanıdır. Kemer açıklığı
ve yüksekliği ile Ayasofya Camiî Kubbesini içine alacak 38.60 metre büyüklüğe
sahiptir. Köprü biri büyük beş kemerden oluşmaktadır. Boyu 150 metre, eni 7 metre
olan köprü, yükseklik olarak 19 metreye sahiptir. (1)

Bizde ne yazık ki şehrin bir tarihî yapısı ele alınırken, ilk başta Evliya Çelebi’ye
danışılmadan edilmez. Bakarsınız ki görünen ve göz önünde olan yapının özellikleri
için nostalji adına, adeta gören gözler kendilerinin değilmiş gibi, kaynaklarda bilgiler
aktarılmadan, fikir belirtilmez. Elbette tahribata uğramış, yıkılmış, böylelikle bir
daha geri getirilemeyecek derecede zarar görmüş eserler için, başvuru kaynağı,
dünü bugüne taşıyan eserlerdir. Eleştirdiğimiz husus, her alanda birkaç eserle konu
sınırlandırılınca kişinin bilgi almasının önü adeta kapatılır gibidir.
Malabadi Köprüsü’nün musıkî dünyasında bir esere kaynaklık etmesiyle daha çok
tanınması söz konusudur. (2) Halen de bir sembol olan bu eşsiz abide, onarımlar
geçirmişse de üzerinde taşıdığı rolyefler-kabartmalar hakkında araştırmalar fazla
yapılmadığı için araştırmacılar için bakir bir alanı teşkil eder.
Malabadî Köprüsü’nün Mervanî Hükümdarı Bad-Baz adı ile anıldığını da belirtelim.
Bad, Mervanî Devleti’nin hazırlayıcısı olarak, bu alana yerleşmiştir. Belli ki bu köprü,
Bad öncesine uzanmaktadır.
238

kitap_dizgi.indd 238 11/14/12 12:55 PM


Malabadé, bu köprünün Bad’a ait olduğunu, bu köprünün Mervanîlere aidiyetini
belirtir. Bu, Bad’ın devlet olmadan önce Meyafariyn’î kendi sınırları içine aldığına da
işarettir. İyice araştırılırsa o dönemde bir Roma eseri olarak da karşımıza çıkabilecek
köprü için, ileri sürülebilecek iddialar farklı olabilir. Köprünün Timurtaş bin İlgazi’ye
ait gösterilmesi ve bu şekilde kayıtlara geçmiş olması gibi, kimi zamanlarda onarımlar,
tadilatlar inşa olarak kabul edilmektedir.

Malabadî Köprüsü’nün Genel Görünümü

Mervanî onarımından geçen ve bir bölümü yeniden inşâ edilen On Gözlü Silvan-
Dicle Köprüsü, günümüzde Timurtaş bin İlgazi’ye mal edilen Malabadî gibi Mervanî
Egemenliği’ne ait gösterilmektedir. (3) Aslında Mervanî eserlerinin çok yoğun olduğu
Diyarbakır’da On Gözlü Köprü’nün Büyükşehir Belediyesi tarafından onarımının
yapılıp, ulaşımın yeni köprüye aktarılmasından sonra eserin Mervanî olduğu basına
aksetmiştir. Diyarbakır Kalesi’nde birçok burç ile bu burçlardan Dağ Kapı Burcu
üzerindeki Mervanî Mescidi dururken, On Gözlü Köprü’nün Mervanîler tarafından
onarımının ön plâna taşındığını, esas eserlerin araştırılmadığını belirtelim. Yakın
zamanda Batman’ı tanıtan yayınlarda Malabadî Köprüsü Batman il sınırları içinde
gösterilmiş ise de bu hatadan vazgeçilmiştir.(4) Bu gibi yanılgıların devamlılığı,
maalesef günümüzde yayınlanan şehri tanıtım adına yola çıkan kuruluşların
yayınlarına da aksetmeye devam etmektedir.(5)
SÖNMEZ, yaptığı incelemesinde “Kitabesine göre H. 542/M. 1147 yılında inşa edilen
köprü, bugün mevcut olmayan ancak kaynaklardan varlığını öğrenebildiğimiz bir
başka kitâbeye göre H. 643/M. 1245-1246 tarihinde onarım görmüştür.” dedikten
sonra, “Artuklu Hükümdarı Timurtaş bin İl-gazi bin Artuk (1122-1164) tarafından
yaptırılmıştır. H. 643/ M. 1245-1246 tarihli onarımın kimin tarafından yaptırıldığı
bilinmemektedir.” notunu düşer.

239

kitap_dizgi.indd 239 11/14/12 12:55 PM


(6) Malabadî Köprüsü Osmanlı Dönemi’nde ve Cumhuriyet Dönemi’nde onarımlar
görmüştür. Malabadî Köprüsü’nün biraz üst kısmında yapılan yeni köprü ile tahribat
görmesinin önüne geçilmiş, günümüzde taşıt ulaşımına kapalıdır.

Haburman Köprüsü

Haburman Köprüsü’nün Genel Görünümü

Çermik İlçesi çıkışında yapılmış olan Haburman Köprüsü detaylı biçimde Rahmi
Hüseyin ÜNAL tarafından incelenmiştir. Eylül 1974’te yapılan çevredeki gezilerde
köprü olarak sadece Haburman’ı ele alan ÜNAL, köprüye dair incelemesinde önemli
ayrıntılara yer verir:
“ Köprününün muhtelif onarımlar geçirdiği, görülen farklı inşa malzemelerinden
anlaşılmaktadır. Payandalar ve bazı kesimler düzgün kesme taşlarla kaplı olduğu
halde tablaya yakın kesimlerin kırma taşla inşa edilmiş olmaları bu izlenimi
uyandırmaktadır. Ana göz kemerinin ve batıdaki gözün iki yanında görülen tuğla
örgüler de onarım izleri olarak kabul edilebilir. Köprüde mevcut kesme taşlar
üzerinde taşçı markasına rastlamadık. Köprünün güney yüzünde, batıdaki kemer
gözünün batısında, değişik uzunlukta beş satırdan oluşan Arapça inşa kitabesi halen
sağlam durumdadır.” (1)
ÜNAL, kitabeyi şu şekilde tercüme olarak verir: Bu (eseri) büyük emir…’in kızı
Zübeyde Hatun’un yardımları ile… Tanrı onu korusun- 55/1198–99 yılında inşa etti.”

240

kitap_dizgi.indd 240 11/14/12 12:55 PM


Köprünün Sel Yaranları ve Onarım Görmüş Kısımları

Köprünün eskisi gibi öneme sahip olmadığını belirten ÜNAL, yol güzergâhına dair
“Bat yönünde bu yolun ulaşabileceği iki önemli merkez vardır. Diyarbakır-Halep
yolunun, Karacadağ’ın güneyinden ve kuzeyinden geçen iki ayrı güzergâh izlemekle
birlikte güneybatı yönünde uzandığı bilinmektedir. Bu durumda köprü üzerinden
geçen yolun ulaşabileceği tek önemli merkez Malatya olmaktadır. “ tespitinde
bulunur.

Haburman Köprü Kitabesi

241

kitap_dizgi.indd 241 11/14/12 12:55 PM


Köprünün Genel Görünümü
Haburman Köprüsü hakkında Ara ALTUN, şu bilgileri verir:” Çermik ilçesinin baı
kesiminde, Sinek Çayı üzerinde kuruludur. Yakınındaki Haburman Köyü’ne göre ve
Sinek Çayı üzerindeki, yapım tarihi ve devri kesinlikle aydınlanamayan diğer köprü
ile karıştırılmaması için bu isimle anılmaktadır. Sinek Çayı’nı doğu-batı yönünde
aşan köprüde yer yer düzgün kesilmiş ak taş, yer yer moloz taş ve büyük kemerinde
de tuğla kullanılmıştır. Üç. Kemerle teşkilatlandırılmış yapının toplam uzunluğu 107
mt. eni 5,50 mt.dir. Büyük kemerin açıklığı 19,50 mt. kilit taşına kadar yüksekliği
12.00 mt.dir.
Doğu ucundan batıya doğru, ilk kemer bölgesi boyunca, ana kitleye diyagonal
şekilde devam ettikten sonra, büyük orta kemer ve yanındaki küçük kemer ile devam
edip, masif şekilde karşı yakaya ulaşmaktadır. İki uçtan orta kemer başına kadar
25 derecelik bir eğimle yükselmektedir. Kuzey yüzünde, orta kemerin iki yanında,
üçgen biçimi çıkıntı yapan iki selyaran ile bunların güneyine rastlayan arkalarında
yarım yuvarlak iki destek payandası vardır. Destek elemanları düzgün kesme taşla
işlenmiştir. Köprünün kemerlerinde özel şekilde işlenmiş iri kesme taş kullanılmıştır.
Büyük orta kemerin ayak kısımlarında ve kenarlarında da durum aynı olmakla
birlikte, kemerin iç yüzü düzgün tuğla işçiliğine sahiptir ki bu da Artuklu devrinde
çok rastlanan bir tekniktir.” (2)
Köprünün korkuluğunun olmadığı yol kısmının düz taşla döşendiği Haburman’ı
tanıtan Basri KONYAR, fotoğraf altı yazıda yanlışlık yaptığından dolayı, Albert
Louıs GABRIEL bilmeden Ulu Camii kitabesindeki tarihi, Haburman Kitabesi için
kullanmıştır.(3)
Ambarçayı Köprüsü
Diyarbakır’dan Silvan’a giderken karayolu üzerinde 21. Kilometrede bulunmaktaydı.
(1) Ambar Çayı’nın üzerinde bulunan yirmi gözlü köprünün ilk yapıcısı Mervanî
Hükümdarı Nasrüddevle Ahmed’in olduğunu İbnü’l-Ezrak belirtmektedir.. (2)
Basri KONYAR, Diyarbekir İl Yıllığı’nda köprü için önemli olan açıklamasında şu
bilgileri verir:

242

kitap_dizgi.indd 242 11/14/12 12:55 PM


“Diyarbekir-Silvan Yolu üzerinde 21 inci kilometrenin sonunda yirmi gözlü, orta kısmı
yeni tamir görmüş Ambar Çayı Köprüsü vardır. Dokuzuncu ve onuncu göz arasında
ve sağ tarafta köprünün yapıldığı kırmızımtırak taşlar üzerine yazılarak oturtulmuş
dört satır yazı vardır. Birinci satırın son parçası okunmaz derecede bozuktur. Bir
kısmı da tesirat-ı havaiye ile okunamaz hale gelmiştir. Böylece görünmeyen harfler
yerine noktalar konulmuştur. Bu kitabenin Ebülfeth Mevdud bin Mahmud devrine,
yani Artukoğullarına ait olduğu anlaşılıyor ve kadı veya vezirinin eseri umranı olduğu
görülüyor. Mimara gelince, Artuk oğulları gününde birçok imaratta bunan Halebli
Cafer bin Mahmudun çıraklarından Osman isminde biridir. İbnu’l-Azrak, tarihinde
Mervanilerden Nasırın babası Ahmet tarafından Amid Miyafarkın yolu için, Amid
civarında yirmi kemerli bir köprü inşa ettirdiğini yazıyorsa da o devre ait köprüde
hiçbir iz ve yazı yoktur. Ancak bu köprünün Muktedirin devrine takaddüm eden
bir zamanda yaptırıldığına delalet edecek eski bir kufî yazı 15 inci gözün altında,
sol tarafta bulunmaktadır. Bir blok üzerine iki satırdan ibaret olan bu yazı, kara bir
taş üzerine kazılarak yazılmıştır. Sonunda tarihî gösteren parça kırılmış ve o kadar
gayretlere rağmen okunmasına imkân bulunamamıştır. “ (3)
Ambar Çayı temel kalıntıları, Cevdet ÇULPAN tarafından fotoğraflanmıştır. (4)
Bizde bu tarihî eserlerin değeri, ancak ortadan kaldırıldıktan sonra anlaşılmaktadır.
Diyarbakır’da benzer çok kemerli Hamravat Su yolu da Cumhuriyetin ilk yıllarında,
anlaşılmaz bir şekilde, tarihî değerinin olduğuna bakılmaksızın, Belediyenin aldığı
karar ile yıktırılmış, bu yıkımla kalmayanlar Diyarbakır Kalesini de kısmen burçları
ve surları ile ortadan kaldırmıştır. Tarihe olan saygısızlığın ve dünden bugüne
gelen değerinin bilinmemesi, günümüzde turizmin ülkelerin adeta ana geliri haline
gelmesini de kavramış olmaktan uzak sayılırız. Çünkü bugün dahi istediğimiz manada
tarihî eserlerimizi korumaya yakın olmamız gerekirken korumaktan oldukça uzağız.
Köprü için diğer kaynaklar olmasına rağmen, ana kaynak olarak Basri KONYAR
kullanıldığı için Ambar Çayı’na ait bilgileri noktalıyoruz.
Diyarbakır’da Bulunan Diğer Köprüler Hakkında Notlar

Karacadağ Dilaver Paşa Köprüsü

243

kitap_dizgi.indd 243 11/14/12 12:55 PM


Diyarbakır ilçelerinde bilinen, kaynaklarda çoğu ismen geçmeyen köprüleri
elbette bilmek ve hakkında tanıtıcı yayınlarda bulunmak gerekir. Yaptığımız alan
çalışmasında tarihî özelliğe sahip şehir merkezindeki ve ilçelerdeki köprülerin
mimarî açıdan başta gelen Dicle Köprüsü, Haburman Köprüsü ile Malabadî
Köprüsü’nü ayrıntıları ile Ambar Çayı Köprüsü’nü de artık bilinmediği için detaya
varacak şekilde ele aldık. İlçelerimizde bulunan diğer köprüleri kısa açıklamalarla
ele alırken, tanıtımının başka bir makale konusu olduğunu önemle belirtiyoruz:
1-Karacadağ Dilaver Paşa Köprüsü: Karacadağ’a giderken anayolun üzerinde
bulunan köprü, Hacı Ragıb Bey, tarafından onartılmış ve bugüne kadar gelmiştir.
2-Çınar Artuklu Köprüsü: Çınar-Bağacık Köyü Göksu Barajı’nın inşa edilmesiyle
baraj gölü içinde yer alan köprü, yaz mevsiminde suların çekilmesiyle kısmen
görünmektedir.. Köprü tek kemerlidir. Reşan ve beraberinde aldığı kollarla oluşan
Göksu Çayı üzerinde ulaşımı uzun zaman sağlayan köprü Çınar ve Mardin arasındaki
ulaşım köprüsünün yapılması sonrasında önemini kaybetmiştir.
3-Çınar Kara Köprü: Halk arasında bazalttan yapılmış köprüler, “Pıra Reş” olarak
anılır. Kara Köprü ifadesi bu sebeple yaygındır. Köprünün Osmanlı’nın Bağdad
Seferleri’nde askerî ulaşım için yaptırıldığı bilinmektedir. Köprünün kitabesi,
onarımlar geçirdiği için bilinmemektedir.
4-Kulp Taş Köprü: Kulp’ta Goderne-Taş Köprü gezilip görülmesi gereken bir
köprüdür.
5-Kemok Köprüsü: Malabadî ve Ambar Çayı hakkında bilgi verirken Silvan’daki
diğer köprü olan Kemok-Kemkok Köprüsü de bizce önemlidir. Selçuklu yapısı olan
köprünün 13. Yüzyıl eseri olduğu sanılmaktadır. Basri KONYAR, bu köprüden
Kemek Köprüsü olarak bahseder: Malabadî Köprüsünün şimalinde, Batman Suyu
üzerinde Kemek Köyü yanında bu isimde çok eski bir köprü olduğu ve yüksek
olamayan bu köprünün kıymetli bir sanat mahsulü bulunduğu söylenmişse de fırsat
bulup göremedim.” der, Diyarbekir Tarihi’nde. Ayrıca Silvan’da Pileken Köprüsü de
bilinmesi gereken köprülerdendir

Kemok Köprüsü Fotoğraf: Yaşar PARLAK

244

kitap_dizgi.indd 244 11/14/12 12:55 PM


6-IV. Murad Köprüsü: Diyarbakır Ergani ulaşımını sağlayan bu köprü, yapılan
yeni köprü ile atıl durumdadır. Deve Geçidi Köprüsü, aslında IV. Murad’ın Bağdad
Seferi amaçlı yapılmıştır. Esas Deve Geçidi Köprüsü Eğil tarafındadır. Halkın yaygın
kullanımı ile Deve Geçidi, ismi IV. Murad Köprüsü için kullanılmıştır. Bu resmî
kaynaklarda da düzeltilmesi gereken bir hatadır.
7-Roma Dönemi Antik Köprü - Pıra Reş: IV. Murad ve Artuklu Deve Geçidi
Köprüsü arasında yer alan Roma Dönemi Köprüsü, Diyarbakır’ın Eğil-Dicle-Ergani
ve dolayısıyla Elazığ ulaşımını sağlamaktaydı. Yeni yolun yapılması sebebiyle atıl
hale gelen bu tarihî köprü, geçmişin izlerini halen taşımaktadır. Taştan yapılmış
uzunca yürüme yolu ile tarihî özelliklerini korumuştur. Son zamanda yapılan
onarımla zamanın tahribatından kurtarılan köprü, fazlaca bilinmemektedir.
8-Hazro Köprüsü: Bu köprü, günümüzde atıl, harap durumdadır.

Çüngüş Kapıkıran M. Ali Paşa Köprüsü

9-Çüngüş Kapıkıran Mehmed Ali Paşa Köprüsü: Köprü, ilçe merkezinde yer
almaktadır. Kapıkıran Mehmet Ali Paşa tarafından 1603 yılında Artuklu Tarzı köprü,
tek gözlüdür.
10-Çermik Sinek Çayı Köprüsü: Günümüzde halen kullanılan Sinek Çayı Köprüsü,
iki gözlü olup, kitabesi bilinmemektedir.
11-Halilviran-Artuklu Deve Geçidi Köprüsü: Köprü H. 615(M. 1218) tarihli
kitabeyi taşımakta ve bu köprünün Artukoğlu Melik Salih Nasıreddin Mahmud
tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Köprünün dikkat çeken en önemli yönü, Bakara
Sûresi’nden 61. âyetin 5. ve 6. ayak ortasında oluşudur. Genelde kitâbeler, köprülerin
suyun geliş yönünde değil, çıkış yönünde yer alır. Bu kitabelerin yıpranmamasını,
uzun ömürlü olmasını sağlama endişesiyle yapılırken, Deve Geçidi Köprüsü’nde
alışılmışın dışında kitâbeler suyun geliş tarafına yerleştirilmiştir. Deve Geçidi
Köprüsü, Eğil Tılham-Hantepe Köyü çıkışının 3. kilometresinde bulunmaktadır.

245

kitap_dizgi.indd 245 11/14/12 12:55 PM


12-Dicle’de Birdinç ve Dibni Köprüsü: Bu iki köprü, fotoğraflarda kalmış
görünümleri ile hakkıyla ele alınmamış köprülerdir.

Sonuç

Diyarbakır’daki köprüler, bugüne kadar tümüyle bir çalışmada toplanmamıştır.


Yapılacak bir araştırma ile diğer köprüler tespit edilerek, Diyarbakır Köprüleri adı
altında bir kitapta toplanabilir. Bu makalede sadece bilgilendirme ön plâna alınmıştır.

KAYNAKÇA

Dicle Köprüsü Kaynakça

1-BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt 1 222 vd.


Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2003 Ankara
2-2000’e Beş Kala Diyarbakır s 164 Diyarbakır Valiliği Yayını 1995
3-BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitâbeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt 1 s 222
Ankara 2003
4-ÇULPAN Cevdet Türk Taş Köprüleri s 26-27
5-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 5 Kitabe No:17
6-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri Cilt 1 sayı:8-9 s 6 Kitabe No:17 20 B. Teşrin
1938
7-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 7 Kitabe No:17’nin devamı.
8-SÖNMEZ Zeki Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk İslam
Mimarisinde Sanatçılar s 64-65 TTK Ankara 1989
9-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 7 Kitabe No:17’nin devamı.
10-SÖNMEZ Zeki Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk İslam
Mimarisinde Sanatçılar s 66 TTK Ankara 1989
11-SÖZEN Metin, Diyarbakırda Türk Mimarîsi s 216
12- Basri KONYAR age cilt II s 30-35 Diyarbekir Vilayeti Yayını Ulus Basımevi
1936
13-Müze Şehir Diyarbakır komisyon Gezginlerin Gözüyle Diyarbakır (1701-1924)
Tercüme: İlhan PINAR s 159/163 YKY İstanbul 1999
14- Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi Arş. Görevlisi Evindar YEŞİLBAŞ
Diyarbakır’da Su Yapıları s 516 vd. Diyarbakır 2011

Malabadî Köprüsü Kaynakça

1-BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt 1 344


vd. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2003 Ankara ;
Diyarbakır 1967 İl Yıllığı s 335: Albert Gabrıel, bu köprü için diyor ki:”Esas kemer
38.60 metredir.

246

kitap_dizgi.indd 246 11/14/12 12:55 PM


Anahtar yüksekliği 19 metredir. Bugünün en ağır karayolu vasıtaları üstünden
geçmiştir Yaşıtları Altınköprü (Kerkük önünde), Cizre, Hasankeyf çoktan yıkılmıştır.
Mıntıka halkı köprünün ebedî bir eser olduğuna inanır. Modern statik hesabın
olmadığı devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir.
Ayasofya’nın kubbesi, köprünün altına rahatlıkla girer. Balkanlarda, Türkiye’de, Orta
Şark’ta bu açıklıkta, bu yaşta köprü yoktur. Köprünün eni 7 metre toplam uzunluğu
150 metredir.” ALTUN AraAnadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi
s.200 vd Kültür Bakanlığı Yayınları İstanbul 1978.
2-Barış MANÇO’nun bestelediği Malabadî Köprüsü, bölgedeki diğer tarihî eserlerin
de bilinmesini sağlamıştır, büyük ölçüde.
3-Mervanî Egemenliği’nin Diyarbakır şehir merkezinde en önemli burçlarda
yaptıkları kimi onarımlar, kitabeleriyle halen ayaktadır. Ayrıca Diyarbakır Kalesi’nde
Dağ Kapı Burcu ikinci katta bulunan Mescidi de bu gün atıl durumdadır.
4-Bu tarz tarihî eserleri illerin sahiplenmesinin bir örneği de Diyarbakır-Çınar
sınırında yer alan Zerzevan Kalesi, Mardin’i tanıtan kimi yayınlarda Mardin’e ait
gösterilmiştir. (Ayşegül Ü. ABAKAY)
5-- Diyarbakır Valiliği’nin 2011’de tanıtım amaçlı “Gezi Rehberi Diyarbakır”
kitabında konu hakkında verilen bilgiler:“On Gözlü Silvan köprüsü(Dicle Köprüsü):
Kırklar Dağı’nın eteğinde Dicle Nehri’nin üzerinde yer alır. Dicle Köprüsü veya
Silvan Köprüsü olarak da bilinen köprünün, ilk yapım tarihiyle ilgili çeşitli görüşler
vardır. Fransız Mimar ve Arkeolog Albert Gabrıel’e göre köprü An tik Çağ eseridir.
Kaynaklarda515 yılında I.Anastasias döneminde yapıldığı, 724-743 tarihlerinde
Emevî Halifesi Hişam’ın onardığı, 974 yılında, savaş esnasında Roma İmparatorluğu
tarafından yıkıldığı yer almaktadır. Köprüyle ilgili en sağlam bilgi ise kitabede
verilmektedir. Buna göre 1065-1067 yıllarında Mervanoğulları’ndan Nizamüddin
Nasır döneminde yapılmıştır.
6-- SÖNMEZ age s 143
Haburman Köprüsü Dipnotları
1-Hüseyin Rahmi ÜNAL Diyarbakır İli’ndeki Bazı Türk-İslâm Anıtları üzerine Bir
İnceleme Atatürk Üniversitesi Basımevi Erzurum 1975
2- ALTUN Ara Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi s 206 Kültür Bakanlığı
yayınları İstanbul 1978
3- KONYAR Basri Diyarbekir Yıllığı s370 Diyarbekir Vilayeti Yayını Ankara
1936; Çermiğin beş Dakka mesafesinde Habrıman, Sinek, Nişinik ve yarım saat
mesafesinde Cavsak adında dört köprü vardır. Hali hazır vaziyetleri müruru ubura
müsaid bulunmaktadır. Bu açıklama sonrası Yıllığın eki olan fotoğraflarda verilen
kitabe, Ulu Camii kitabesi olmasına rağmen Haburman Köprüsü Kitâbesi olarak
gösterildiği için, GABRIEL, yanılmış ve bu kitâbeyi köprünün kitâbesi olarak esas
almıştır. Resim 251; ÇULPAN Cevdet age s 116-117; KIRZIOĞLU M. Fahrettin
Çermik Kasabası Üzerine Notlar, Kara –Amid Dergisi s 1 s 275-277

247

kitap_dizgi.indd 247 11/14/12 12:55 PM


Ambar Çayı Köprüsü Kaynakça

1-Zeki SÖNMEZ age s142; Şevklet BEYSANOĞLU age s 351


2-Şevket BEYSANOĞLU age s 351; İbnü-l Ezrak’ın sözünü etiği ve 431 (M. 1040)
yılında yapıldığını söylediği köprünün, daha sonra Artuklu Mevdud zamanında,
H. 620 (M. 1223) yılında esaslı bir onarımdan geçerek yenilendiği kitabesinden
anlaşılıyordu. Basri KONYAR’ın verdiği bilgilere göre köprüde Mervanîlerden bir
iz kalmamıştır.
3-Basri KONYAR Diyarbekir Kitabeleri II s 142-143 ; Ambar Köprüsüne ait kitabe
fotoğrafı, eserin sonunda 88 numara ile yer almaktadır.
4-Cevdet ÇULPAN “XII. Yüzyıl Artukoğulları Devri Taş Köprüleri ve Özellikleri”
Sanat Tarihi Yıllığı, III, S. 108-115, 119-120 1970; Türk Taş Köprüleri, s. 40-44,
52-54 Ankara 1975
Fotoğraflar: Mehmet Ali ABAKAY

248

kitap_dizgi.indd 248 11/14/12 12:55 PM


DİYARBAKIR VE İNANÇ TURİZMİ
Resul Çatalbaş
Dicle Üniversitesi, Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
irresul@gmail.com.

Özet
Diyarbakır, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, farklı din, inanç ve
kültürlere sahip toplumları bir arada barındırmıştır. Şehirde peygamber ve sahabe
kabirleri yanında tarihi cami, kilise, havra, medrese ve türbeler de bulunmaktadır.
Bu değerlerin tanıtılması, onarılması ve şehirdeki gerekli düzenlemelerin yapılması
ile şehrin inanç turizmi potansiyeli ortaya çıkacaktır.
Şehrin inanç turizmi potansiyelinin değerlendirilmesi, turizm alt yapısının
oluşmasına, tanıtım faaliyetlerine ve güvenlik probleminin çözülmesine bağlıdır. Bu
çerçevede yapılacak her türlü faaliyet istihdama katkı sağlayacak ve işsizlik gibi
şehrin en önde gelen sorununa çözüm olacaktır.
Bu çalışmada Diyarbakır’ın inanç turizmi değerleri üzerinde durulacaktır. Şehrin
merkezinde ve ilçelerinde bulunan dini değerlerin genel olarak tanıtımı yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Diyarbakır, inanç turizmi, cami, kilise, havra, türbe, medrese.
Giriş
İnanç turizmi, insanların devamlı ikamet ettikleri yerlerin dışında inanç çekim
merkezlerine dini inançlarını tatmin etmek maksadıyla yaptıkları seyahatler
sonucunda oluşan her türlü olay ve ilişkiler bütünü olarak tanımlanmaktadır.
Diyarbakır, sahip olduğu tarihi, kültürel ve dini doku ile yüksek inanç turizmi
potansiyeline sahiptir. Fakat bu potansiyel, yeterli düzeyde tanıtılamamıştır. Şehre
2009 yılında 532.056 yerli ve yabancı turist gelmiştir. Bu rakam Diyarbakır’ın
turizm potansiyeli düşünüldüğünde çok düşüktür. Karayolunu kullanan yerli ve
yabancı turistler, Şanlıurfa ve Mardin ziyaretlerinde şehirden geçmekte fakat burada
konaklamamaktadırlar. Bunda şehrin güvenlik problemleri büyük rol oynamaktadır.
Şehir sahip olduğu eşsiz turizm değerleri ile anılabilecekken ne yazık ki medyada
olumsuzluklarla anılmakta ve bu durumda şehrin gelişmesini olumsuz yönde
etkilemektedir. Diyarbakır’ın inanç turizmi değerleri tanıtılabilirse, Şanlıurfa
ve Mardin gibi inanç turizminden büyük pay alan şehirlerle birlikte ekonomik
kalkınma sağlanabilecektir. Bu durumda şehrin temel problemleri arasında olan
işsizliğe büyük oranda çözüm olabilecektir. Türkiye’de en fazla sahabe kabri
Diyarbakır’da bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre bu rakam Diyarbakır genelinde
500’e ulaşmaktadır. Şehrin çekirdeğini oluşturan İç kale yerleşkesinde inanç turizmi
açısından önemli 27 Sahabe’nin türbesi bulunmaktadır. Akkoyunlu ve Osmanlı
dönemine ait farklı özellikleri ile öne çıkan birçok eser de şehirde bulunmaktadır.
Bu değerlerin yanı sıra daha birçok turizm değerine sahip Diyarbakır, keşfedilmeyi
bekleyen saklı bir müze şehirdir.

1 Bkz. Mustafa Aksoy, “Türkiye’de İnanç Turizmine Genel Bir Bakış ve Hıristiyanlığın Seyahate Verdiği Önem”,
Dinler Tarihi Araştırmaları III, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 2002, 419).
2 http://www.karacadag.org.tr/bolgemiz-detay.asp?ContentId=26 (Erişim: 06.12.2011).

249

kitap_dizgi.indd 249 11/14/12 12:55 PM


1.Genel Olarak Diyarbakır
Diyarbakır’ın tarihi çok eskilere dayanır. Şehrin M.Ö 2300’den beri bir yerleşim
merkezi olduğu sanılmaktadır. Hurri-Mitanniler, Asurlular, Aramiler, Urartular,
İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Ermeni Tigran Krallığı,
Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler,
Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Moğollar,
Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlı Devleti olmak üzere birçok medeniyet şehirde
egemenlik sürmüştür. Söz konusu medeniyetlerin izlerini Diyarbakır Kalesi’nde ve
kale içerisinde bulunan çeşitli mekânlarda görmek mümkündür.
Diyarbakır Kalesi, şehrin ilk kurulduğu İçkale ve onu tamamlayan dış kaleden
oluşmaktadır. İçkale, M.Ö 3700–3500 yılları arasında Hurri-Mitanniler tarafından
inşa edildiği sanılan ve şehrin çekirdeğini oluşturan yerdir. Şehre hâkim olan her
medeniyet kendi güvenlik ihtiyaçları doğrultusunda kaleyi genişletmiş ve M.S
349’da Roma İmparatoru II. Constantius döneminde kale onarılmıştır. 362 yılında
Sasaniler ile Romalılar arasında yapılan anlaşmayla, Roma’nın önemli bir kalesi
olan Nusaybin (Nisibis) Kalesi, Sasaniler’in eline geçmiştir. Burada yaşayan halk
ise Diyarbakır’a göçerek, kalenin batı kısmındaki düzlük alana yerleşmiştir. Bundan
sonra 367–375 yılları arasında kentin batı surları yıktırılarak şehre göçen halk sur
içine alınmış, böylece Diyarbakır kalesi yeni şeklini almıştır.
Dış Kale’nin kuşbakışı görünümü kalkan balığına benzemektedir. Surlarının uzunluğu
5.700 m, yüksekliği 10–13 m, kalınlıkları ise 3–5 m arasında değişmektedir. Kale’nin
82 burcu bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri; Keçi Burcu, Yedi Kardeş Burcu,
Ulu (Evli) Beden Burcu ve Nur Burcu’dur. Dış Kale’nin 4 yana açılan kapıları;
kuzeyde Dağkapı (Harputkapı), batıda Urfakapı (Rumkapı veya Halepkapı), güneyde
Mardinkapı (Telkapı) ve doğuda Yenikapı (Dicle veya Sukapı)’dır.
İç Kale içerisinde Diyarbakır’ın ilk yerleşim noktası olan Virantepe höyük tipi
yerleşimi ile Artuklu hükümdarı Melik Salih Nasreddin Mahmud (1200–1222)
dönemine ait bir saray bulunmaktadır. Ayrıca inşa tarihi tam olarak bilinmemekle
birlikte, Artuklular döneminde hamam olarak kullanılan St. George (Kara Papaz)
Kilisesi, 1155–1169 yılları arasında Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından yapılmış Hz.
Süleyman camisi ve cami bitişiğinde Halid bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile şehit
sahabelerin yattığı meşhed yer almaktadır.
2.Diyarbakır Merkezdeki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır merkezde bulunan turizm değerlerinin önemli bir kısmı Suriçi
Bölgesi’ndedir. Bölge, çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyan, zengin tarihi ve kültürel
birikimi ile farklı uygarlıkların, medeniyetlerin merkezi olmuştur. Bu nedenle birçok
tarihi ve dini eseri barındıran bir kültür mirasına sahiptir.

Bkz. Murat Özaydın, “Diyarbakır İlçelerinde Muhtemel Sahabe Mezarları”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar
Kenti Diyarbakır, TDV Yay., Ankara 2010, 93.
Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), C. IX, TDV Yayınları, İstanbul 1994, 465.
Bkz. Anonim, Diyarbakır Gezi Rehberi, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2011, 10–11; Cuma Karan, Diyar-ı Bekir ve
Müslümanlarca Fethi, Ensar, İstanbul 2010, 30–40.

250

kitap_dizgi.indd 250 11/14/12 12:55 PM


2.Diyarbakır Merkezdeki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır merkezde bulunan turizm değerlerinin önemli bir kısmı Suriçi
Bölgesi’ndedir. Bölge, çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyan, zengin tarihi ve kültürel
birikimi ile farklı uygarlıkların, medeniyetlerin merkezi olmuştur. Bu nedenle birçok
tarihi ve dini eseri barındıran bir kültür mirasına sahiptir.
Diyarbakır’daki eserlerde inşa malzemesi olarak bölgeye özgü düzgün kesme taş
kullanılmıştır. Genellikle dış cephelerde siyah ve beyaz taşlar beraber kullanılarak
almaşık bir düzen sağlanmıştır.
2.1 Peygamber Makamları
Diyarbakır’ı inanç turizmi açısından öne çıkaran özelliklerinden ilki burada bulunan
peygamber makamlarıdır.
Kuran-ı Kerim’de adı geçen Hz. İlyas (a.s)’ın makamının Diyarbakır’da olduğuna
inanılmaktadır. 1848 yılında şehri ziyaret eden Yahudi Seyyah Benyamin Haşeni,
Diyarbakır’da yaşayan 250 Yahudi aileden bahsetmekte ve Hz. İlyas’ın bir dönem
burada bulunduğuna dair bilgiler vermektedir. Yahudiler için önemli şehirlerden biri
kabul edilen ve Tevrat’ta adı geçen Kalne şehrinin de Diyarbakır olduğu da iddia
edilmektedir.
Diyarbakır merkezde bulunan bir diğer peygamber makamı Hz. Yunus (a.s)’a aittir.
Kuran-ı Kerim’de ismi geçen Yunus (a.s), M.Ö VIII. yüzyılda İlyas (a.s)’dan sonra,
Asurluların Dicle Nehri’nin doğu yakasında bulunan başkentleri Ninova’ya peygamber
olarak görevlendirildiği rivayet edilmektedir. Ninova’da 33 yıl yaşayan ve puta tapan
kavmini tevhid inancına çağıran Yunus (a.s), çağrısına iltifat edilmemesi üzerine buradan
ayrılmıştır. Yunus (a.s)’ın kavminden ayrıldıktan sonra, bir süre Diyarbakır’daki, şehir
surlarının altında bulunan fis mağarasında yaşadığı ve makamının da burası olduğu
kabul edilmektedir.
2.2 Cami ve Mescitler
Diyarbakır’da inanç turizm değeri olarak çeşitli zamanlarda yapılan camilerin yanı
sıra Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde yapılan cami ve mescitler önemli yer
tutmaktadır.
Burada inanç turizmi açısından öne çıkan en önemli eser Ulu Cami’dir. Cami,
Anadolu’nun ilk camisi ve İslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif’i (Mukaddes
Mabet) olarak kabul edilmektedir. Diyarbakır Hz. Ömer döneminde İslam ordularınca
639 yılında fethedilmiş ve sonrasında İyaz b. Ganm (r.a) buradaki en büyük
Hıristiyan mabedi olan Mar Toma Kilisesi’ni camiye çevirmiştir. Eser kilise olarak
kullanılmasından önce Pagan Dönemi’ne ait bir putperest mekânı olarak inşa edilmiştir.
Bkz. Zeynel Abidin Çiçek, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü, Söz Matbaası, Diyarbakır 2007, 29; Diyarbakır Gezi Rehberi, 13;
Anonim, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, DBB Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004, 28–30.
Bkz. Ali Boran, “Diyarbakır Kalesi”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları,
Diyarbakır 2011, 80–112; Karan, 53–62.
Bkz. Şevket Baysanoğlu, Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, C. I, DBB Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara 1998, 342.
Bkz. En’am 85; Saffat 123; 130.
Rıfat N. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, Diyarbakır: Müze Şehir, (Haz. Şevket Beysanoğlu-M. Sabri Koz-E. Nedret İşli), YKY,
İstanbul 1999, 368.
Bkz. Anonim, Dini Değerleri ile Diyarbakır, Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları, Diyarbakır 2009, 38–39.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 40.
Bkz. Yahya Erikli, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaret Yerleri, Söz Ofset, Diyarbakır 2006, 16–17.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 34; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 84.

251

kitap_dizgi.indd 251 11/14/12 12:55 PM


Zamanla yıpranan caminin onarımını Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın emriyle
şehrin valisi Amidüddevle Ebu Mansur Muhammed 1091’de yaptırmıştır. 1115’de
meydana gelen deprem ve yangında büyük hasar gören cami, 1240 yılında halkın
yardımıyla tekrar onarılmıştır. Avlusundaki şadırvanları, çeşitli devirlere ait
kitabeleri yönünden büyük değer taşıyan Ulu Cami, çevresindeki iki medrese ve
diğer yapılarla anıtsal yapılar topluluğu olarak günümüzde de dikkati çekmektedir.
Avlusunda Romalılarda kalma bir güneş saati de bulunmaktadır. Camiinin 4
cephesi İslam’ın 4 mezhebini temsil etmektedir. Plan olarak Şam’daki Emeviye
camisine benzetilmektedir. Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restorasyonu
yapılmakta olan Cami; Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı
dönemlerine ait kitabeleri ve mimari özellikleri ile büyük değer taşımaktadır.
Diyarbakır’a gelen herkesin görmesi gereken mabet ne yazık ki gerektiği şekilde
tanıtılamamış ve ülkemizde de pek bilinmemektedir.
Diyarbakır’da inanç turizmi açısından büyük önem arz eden bir diğer mabet Hz.
Süleyman (Nazıriye, Nasıriye veya Kale) Camisi’dir. Cami İç Kale’de surlara bitişik
halde ve Selçuklu tarzında inşa edilmiştir. Minare üzerindeki kitabeye göre cami,
Nisanoğulları döneminde, Cemalüddevle ünvanlı Kemaleddin Ebu’l Kasım Ali
tarafından 1160 tarihinde yaptırılmıştır. Mimarı da Hibetullah el Gürgani’dir.
Hemen hemen tamamında kesme taş kullanılan caminin iki girişi bulunmaktadır.
Caminin XII. yüzyılda yapıldığı sanılan minaresi Diyarbakır ve çevresindeki pek çok
örnekte olduğu gibi kare biçimindedir. Caminin bitişiğinde Halid bin Velid’in oğlu
Hz. Süleyman ile Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesi sırasında şehit
düşen 27 sahabenin kabri bulunmaktadır. Çeşitli devirlerde onarılan cami, Osmanlı
döneminde 1631 yılında Silahtar Murtaza Paşa tarafından tamir ettirilmiştir.
Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restorasyonu yapılmaktadır.
Diyarbakır’da tarihi ile öne çıkan bir diğer cami Hz. Ömer (Ömer Şeddad) Camisi’dir.
Halk arasında Hz. Ömer Camisi olarak adlandırılan bu yapı, Nisanoğulları döneminde
Mardin Kapı’nın iki girişi kapatılarak oluşturulmuştur. Kitabesinde Mescid-i Şeddad
ismi geçtiği için Ömer Şeddad Camii de denmektedir. Diyarbakır’da Akkoyunlu
dönemine ait birçok mabet bulunmaktadır. Nebi, Şeyh Matar ve Safa Camileri
bunların en önemlileridir.

Ali Kılcı, “Diyarbakır’ın Vakıf Mimari Eserleri ve Vakıfları üzerine Bazı Notlar”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır
Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 21–22.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 273; Çiçek, 44.
Bkz. Mehmet Top, “Diyarbakır Ulu Camii ve Müştemilatı”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır
Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 187–213; Erikli, 36–38.
Kılcı, 25; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 38.
Burada medfun bulunan Şehit Sahabelerin sayısı ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bakınız
(Karan, 154–155).
Bkz. Erikli, 28–29; Baysanoğlu, C. I, 270.

252

kitap_dizgi.indd 252 11/14/12 12:55 PM


Nebi (Peygamber) Cami, Dağkapı meydanda bulunmaktadır. Caminin kitabesinde
Peygamber Efendimizden “Kalen Nebiyyü” diye söz edilmesinden ötürü halk tarafından
Nebi Camii olarak adlandırılmıştır. Minaresindeki 1530 tarihli kitabeden Diyarbakırlı
Kasap Hacı Hüseyin tarafından bu kısmının hayrat olarak yaptırıldığı anlaşılsa da ana
binanın kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. XV. yüzyıl Akkoyunlu dönemine
ait olan yapı, beyaz ve siyah kesme taştan yapılmış ve üzeri piramit şekilli büyük bir
kubbe ile örtülmüştür. Akkoyunlu ve Osmanlı yapıları arasında bağlantı sağladığı için
önemlidir. XX. yüzyıl başlarında minaresi çökmüş ve bundan sonra yeri değiştirilmiştir.
Avlusunda Diyarbakır’da valilik yapan Köprülü Abdullah Paşa’nın eşi ve kızının
türbesi bulunmaktadır. Şehirdeki bir diğer Akkoyunlu eseri mimari özelliklerinden
çok minaresinin ayaklı olması ile ünlü olan Şeyh Matar (Mutahhar, Muallâk, Kasım
Padişah veya Dört Ayaklı Minare) Camisi’dir. Savaş Mahallesi Yenikapı Sokak’ta
yer alan cami, Akkoyunlu Sultanı Kasım Han tarafından 1500 yılında yaptırılmıştır.
Caminin yapıldığı alan, Şeyh Mutahhar isimli bir kimsenin mezarının bulunduğu
arsa olduğu için bu isimle de anılmaktadır. Minaresinin İslamiyet’ten önce yapıldığı
rivayet edilmektedir. Anadolu’daki tek örnek olarak yekpare taş sütun üzerinde dört
köşeli olarak inşa edilen minarenin sütunlarının İslam’ın 4 mezhebini, gövdesinin
ise İslam dinini temsil ettiği ifade edilmektedir. Sütunların üzerinde fırınlanmış ağaç
kullanılması da minareyi benzerlerinden farklı kılan özelliklerindendir. Türkiye’de
başka bir örneği bulunmayan bu minare görülmesi gereken yapılardandır.
Şehirde XV. yüzyıl Akkoyunlu eseri olan ve kokulu anlamına gelen İpariye veya Parlı
Camii olarak da adlandırılan Safa Cami de farklı özellikleri ile öne çıkan bir yapıdır.
Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyt Safi’nin isteği üzerine Akkoyunlu hükümdarı Uzun
Hasan tarafından yaptırıldığı ve şeyhe hürmeten Camiü’s Safi denildiği, sonradan da
Camiü’s-Safa denilmeye başlandığı tahmin edilmektedir. Dönemin önde gelen mimari
yapıtlarındandır. Zarif bir sanat eseri olan minaresinin harcının Diyarbakır çevresinde
yetişen kokulu bitkilerle karıldığı ve eskiden bir kılıf içinde muhafaza edilerek sadece
Cuma günleri açıldığı belirtilmektedir. Cami bahçesinde yer alan mezarlıkta Şeyh
Abdülcelil Türbesi, ünlü İslam bilgini Müslihiddin Lari’nin ve eizze-i kiramdan Şeyh
Ahmed Gülşeni’nin mezarları bulunmaktadır. 1531 yılında Abdurrahman b. Hacı
Hüseyin tarafından caminin onarımı yapılmıştır.
Diyarbakır’daki diğer Akkoyunlu eserleri arasında Eğil beylerinden Lala Kasım b. Şah
Muhammed tarafından yaptırılan Lala (Lale) Kasım Bey Cami, 1498 yılında Şirazlı
Hacı Ahmed tarafından yaptırılan Hoca Ahmed (Ayni Minare) Cami ve Kadı İsmail
tarafından yaptırıldığı tahmin edilen Kadı Camisi de bulunmaktadır. Ayrıca XVII.
yüzyıl başlarında yaptırıldığı düşünülen ve Nakşibendî şeyhi Aziz Mahmud Urmevi’nin
tekkesinin yanına yapıldığı için Şeyh Azizi Urmevi (Aziziye veya Hacı Müştak)
Camisi olarak anılan cami de bu dönemde yapılmıştır. 1468 yılına ait vakfiyesine
göre Kavvasoğlu diye meşhur Hacı Ahmet tarafından yaptırılan ve haziresinde Şeyh
Yusuf el-Hemedani’ye nisbet edilen bir türbe olduğu için Şeyh Yusuf Cami denen
(Tabakhane) Camii de bu döneme aittir.
Baysanoğlu, C. I, 268; Kılcı, 26.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 33.
Baysanoğlu, C. II, 475–478.
Bkz. Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 216–217; Diyarbakır Gezi Rehberi, 37.

253

kitap_dizgi.indd 253 11/14/12 12:55 PM


Şehirdeki Akkoyunlu dönemine ait mescitler arasında; Akkoyunlu hükümdarlarından
İbrahim Bey tarafından XV. yüzyıl sonunda yaptırıldığı düşünülen İbrahim Bey
Mescidi, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Budak tarafından yaptırılan
Kaşık Budak Mescidi ve Kavasoğlu Hacı Ahmed b. Mehmed tarafından 1466–1467
yılları arasında yaptırılan Kavas-ı Sağir Mescidi bulunmaktadır. Yapılış tarihi ve
yaptıranı bilinmeyen fakat XV. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen mescitler arasında
Hacı Büzrük (Büzürk) Mescidi, Taceddin Mescidi ve Sarı Saltuk Türbesi’nin yanında
yer alan Sarı Saltuk Mescidi bulunmaktadır.
Günümüzde Diyarbakır camileri arasında Osmanlı dönemine ait eserler de önemli
bir yer tutmaktadır. Bunlar arasında öne çıkanlar Diyarbakır valileri tarafından
yaptırılanlardır. Diyarbakır’ı fetheden ve buranın ilk valisi olan Bıyıklı Mehmet
Paşa tarafından 1516–1521 yıllarında yaptırılan Bıyıklı Mehmet Paşa (Fatih Paşa
veya Kurşunlu) Cami Osmanlı eserlerinin ilkidir. Cami, medrese ve hamamdan
oluşan yapılar topluluğundan sadece cami özelliğini koruyarak günümüze kadar
gelebilmiştir. Cami, diğer Diyarbakır camilerinden farklı plana sahiptir. Kubbelerinin
kurşunla kaplı olması sebebiyle kurşunlu cami de denilmektedir. Mehmet Paşa’nın
Yavuz Sultan Selim tarafından buraya atanması sonrasında Musul, Mardin ve
El-Cezire’nin (Yukarı Mezopotamya) diğer beldelerini de fethetmesi dolayısıyla
ona “fatih” denmeye başlanmış ve bundan dolayı camiye, Fatih Paşa Camisi de
denmiştir. Mehmet Paşa vefat ettikten sonra kendi adıyla anılan bu caminin doğu
yönündeki haziresine defnedilmiştir. Diyarbakır’da görev yapan birçok vali şehre
eserler kazandırmıştır. Bunlardan bir diğeri Hüsrev Paşa Cami’dir. Diyarbakır’ın 2.
valisi Hüsrev Paşa tarafından 1521–28 yılları arasında Hüsreviyye Medresesi olarak
yaptırılan eserin mescidi devamlı olarak kullanılınca 1728 yılında bir minare eklenmiş
ve cami haline getirilmiştir. Diyarbakır valisi Ali Paşa’nın isteği üzerine 1534–1537
yılları arasında yapılan Hadım Ali Paşa Camisi de bir başka Osmanlı eseridir. Külliye
şeklinde yapılar topluluğundan oluşan caminin doğusunda Şafiiler kısmı, batısında
medrese kuzey doğusunda da zikirhane denilen beşik tonozlu dikdörtgen bir yapı
ve hamam bulunmaktadır. Tuhfetül-Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eseri olarak geçen
caminin çinileri klasik Osmanlı çinilerinin yanı sıra bölgesel özellikler de barındırması
açısından önemlidir. Kesme taştan tek kubbeli olarak yapılan bu caminin minaresi
silindirik gövdeli, tek şerefeli olarak kuzeydoğuya yerleştirilmiştir. Ses akustiği de ses
cihazı kullanmayı gerektirmeyecek özelliktedir.
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 467–472; Çiçek, 46.
Bkz. Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 215–216.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 78–79.
Bkz. F. Meral Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır, TDV Yay., Ankara 2010, 328.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 74; M. Şefik Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, Kent Yayınları, İstanbul 2004, 92.
Bkz. Araştırma Raporu, 265.
Baysanoğlu, C. II, 487–488.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 93.
Kenan Haspolat, “Hükümdarlar, Paşalar ve Beyler Kenti Diyarbakır”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır, TDV Yay., Ankara 2010, 270.
Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 324.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 117.

254

kitap_dizgi.indd 254 11/14/12 12:55 PM


İskender Paşa’nın emriyle 1554–1557 yılları arasında yaptırılan İskender Paşa
Camisi, erken dönem Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşımaktadır. Caminin
önünde şadırvanı, doğusunda da türbesi bulunmaktadır. Son cemaat mahalli dört sütun
ve köşelerdeki “L” şeklindeki ayakların taşıdığı beş bölümden meydana gelmiştir.
Caminin sol tarafına silindirik gövdeli, tek şerefeli taş minare eklenmiştir.
Diyarbakır’daki camilerin en görkemlilerinden olan Behram Paşa Cami, Behram Paşa
tarafından 1564–1572 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Mimar Sinan döneminde inşa
edilmiş Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerindendir. Caminin çok süslü minberi
ve mihrabı bezemeli bir sanat harikasıdır. İç mekânın bütün duvarları belirli bir
yüksekliğe kadar XVI. yüzyıl İznik çinileri ile kaplanmıştır. Caminin minaresi 1928’de
yıkılmış, tek şerefeli ve silindirik olarak yenilenmiştir. Aslen Diyarbakırlı olan Melik
Ahmet Paşa tarafından 1587–1591 yılları arasında yaptırılan Melik (Melek) Ahmet
Paşa Cami plan olarak diğer Osmanlı eserlerinden farklıdır. Caminin giriş kapısı
diğer camilerden ayrı olarak güney mihrap duvarındaki büyük bir portaldan caminin
altındaki yola çıkmakta önce kuzey kısmındaki avluya, sonra da merdivenlerle camiye
çıkılmaktadır. İçerisindeki duvarlar 1 metre yüksekliğine kadar XVI. yüzyıl İznik
çinileri ile kaplanmıştır. Ayrıca caminin mihrabı da çinilidir. Minaresi camiden ayrı
olarak yapılmıştır. Minarenin yarısında kadar içeriden iki merdivenle, yarısından sonra
da bunlar birleşerek tek merdivenle şerefeye çıkılmaktadır. Bu merdivenler çıkanların
birbirini göremeyecekleri şekilde düzenlenmiştir. Mozaik çinili bir şerit kaideyi çepe
çevre dolaşmaktadır. Bu özellikler diğer Diyarbakır camilerinde bulunmamaktadır.
Şehirdeki Osmanlı dönemine ait diğer camiler arasında şunlar bulunmaktadır.
Çağaloğlu (Çağal) Camii: 1581 yılında Çağalzade Yusuf Sinan Paşa veya 1604’te
Diyarbakır valiliği yapan oğlu Mahmut Paşa tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir.
Günümüzde tarihi özelliklerini büyük oranda kaybeden camide, sadece girişteki üç
kemer tarihi özelliği yansıtmaktadır.
Nasuh Paşa Camii: 1606 yılında Diyarbakır’a vali olan Nasuh Paşa’nın eşi Servisehiy
(Selvinaz) tarafından 1606–1611 yılları arasında yaptırılmıştır. Sade yapılı cami,
birçok kez onarımdan geçmiştir.
Arap Şeyh Camii: Diyarbakır’ın 71. valisi Kara (Silahtar) Mustafa Paşa tarafından
1644–1650 yılları arasında yaptırılmıştır. Caminin yanında bir de türbe bulunmaktadır.
Kurt İsmail Paşa Camii: Diyarbakır’ın 229. valisi Kurt İsmail Paşa tarafından
kardeşi Meded Bey’in adına 1869–1875 yılları arasında yaptırılmıştır. Surların dışına
yapılan ilk camidir. Günümüzde Kurtoğlu Askeri Lojmanlarının içinde kalmaktadır.
Rağıbiye (Defterdar) Camii: Diyarbakır Defterdarı Ahmet Zihni Bali Bey tarafından
1594 yılında yaptırılmıştır. Daha önce harabeye dönen cami, 1832’de Hacı Muhammed
Rağıb Efendi tarafından tamir ettirilmiş ve yanına bir de medrese inşa edilmiştir.
Günümüze medresesi ulaşmayan cami gayet sade yapılı ve siyah bazalt taştandır.
İskender Paşa: Diyarbakır’ın 12. Osmanlı valisidir. Diyarbakır’da 14 yıl valilik yapmış ve buraya birçok eser kazandırmıştır (Bkz. Bulduk, 21–22).
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 593–596; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 220–221.
Behram Paşa: Diyarbakır’daki 13. Osmanlı valisidir. Burada 3 yıl görev yapmış ve adına bu camiyi inşa ettirmiştir (Bulduk, 22).
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 597–602; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 221–223.
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 644–649; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 223–225.
Bulduk, 41.
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 675; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 65.
255

kitap_dizgi.indd 255 11/14/12 12:55 PM


medresesi ulaşmayan cami gayet sade yapılı ve siyah bazalt taştandır.
Kozlu (Molla Bahaddin) Camii: Ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesin
olarak bilinmeyen caminin, XVI. yüzyıl Osmanlı eseri olduğu düşünülmektedir. Bir
dönem ev olarak kullanılmış ve 1946’dan sonra tekrar camiye çevrilmiştir.
Salos Camii: XVI. yüzyıl Osmanlı eseri olduğu tahmin edilmektedir. Mülkiyeti
şahsa ait olan cami birçok kez onarım görmüştür.
Sin (Sinlioğlu, Sinoğlu veya Şems Efendi) Camii: Ne zaman ve kimin tarafından
yaptırıldığı kesin olarak bilinmeyen caminin, 1518–1540 tarihleri arasında yapılmış
olduğu tahmin edilmektedir. Evliya Çelebi, camiyi Şems Efendi adında birisinin
yaptırdığını belirtmekte ve şu inanışı aktarmaktadır: “Şems Efendi anne karnındayken
babası onu Allah’a emanet etmiş ve gazaya gitmiştir. Gaza sonrası döndüğünde
eşinin vefat ettiğini öğrenmiş ve çocuğu Allah’a emanet ettiğini söyleyerek kabri
açtırmıştır. Kabir açılınca çocuk gayet rahat bir vaziyette annesinin çürümeyen sağ
memesinden süt emerken bulunmuştur. İşte bu çocuğa Sinanoğlu Şems derler.”
Hanzade Mescidi: Osmanlı eseri olan bu yapının yaptıranı bilinmemektedir. 1896–
1902 yıllarında yıkık haldeyken dönemin valisi Mehmed Halid Bey tarafından
yeniden inşa edilerek ibadete açılmıştır. 1970 yılında onarılmış, 1999–2000 yılları
arasında ise komple yıkılarak yeniden yapılmış ve minare eklenmiştir. Tarihi
özelliklerini günümüzde kaybetmiştir.
Hançer-i Güzel Mescidi: Mescit, halk arasında sahabe olduğuna inanılan ve
Hançer-i Güzel olarak adlandırılan eizze-i kiramdan Hançer Güzar’ın metfun olduğu
yerin yanındadır. 1896–1902 yıllarında Hüsameddin Mescidi adıyla tanındığı ve bu
tarihlerde yıkık haldeyken dönemin valisi Mehmed Halid Bey tarafından yeniden
inşa edilerek ibadete açıldığı bilinmektedir. Günümüzde tarihi özelliklerini büyük
oranda kaybetmiştir.
Hasırlı Mescidi: Kesme taştan yapılmış basit bir yapı olan caminin avlusunda halk
arasında “Hasırlı Baba” diye isimlendirilen bir kişi medfundur. 1964 yılında orjinaline
uygun olmayan bir şekilde yeniden yapılmış ve tarihi özelliklerini kaybetmiştir.
2.3 Kilise ve Havralar
Antik dönem boyunca Diyarbakır konumu nedeniyle Paganların yanı sıra Şemsiler,
Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan çok dinli toplumsal yapıya sahip olmuştur.
Geçmişte var olan çok sayıdaki kilise ve havralardan ancak bir kısmı günümüze
ulaşabilmiştir. Bugün yerleri bilinmeyen ancak kaynaklarda adları geçen birçok
kilisenin de varlığı bilinmektedir. Bunlar arasında; Mar Kuzmo (Rum Ortodoks)
Kilisesi, Mar Zu’oro Kilisesi, Mar Yuhanon (Yuhanna, Nesturi) Kilisesi, Mar
Hananyo (Hanonyo) Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Sen Teodaros (Teodaros)
Ermeni Kilisesi ve Meryem-i Zal kiliseleri bulunmaktadır. Suriçi Bölgesi’nde kentin
güneydoğu kesimi kiliselerin en yoğun bulunduğu kesimdir.
Bkz. Bulduk, 43–44.
Bkz. Araştırma Raporu, 274.
Bulduk, 63–64.
Baysanoğlu, C. II, 669–671.
Bulduk, 178.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 94–96.
Bkz. Araştırma Raporu, 273.
Baysanoğlu, C. II, 675.
Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 330.
Baysanoğlu, C. II, 610.

256

kitap_dizgi.indd 256 11/14/12 12:55 PM


2.3 Kilise ve Havralar
Antik dönem boyunca Diyarbakır konumu nedeniyle Paganların yanı sıra Şemsiler,
Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan çok dinli toplumsal yapıya sahip olmuştur.
Geçmişte var olan çok sayıdaki kilise ve havralardan ancak bir kısmı günümüze
ulaşabilmiştir. Bugün yerleri bilinmeyen ancak kaynaklarda adları geçen birçok
kilisenin de varlığı bilinmektedir. Bunlar arasında; Mar Kuzmo (Rum Ortodoks)
Kilisesi, Mar Zu’oro Kilisesi, Mar Yuhanon (Yuhanna, Nesturi) Kilisesi, Mar
Hananyo (Hanonyo) Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Sen Teodaros (Teodaros)
Ermeni Kilisesi ve Meryem-i Zal kiliseleri bulunmaktadır. Suriçi Bölgesi’nde
kentin güneydoğu kesimi kiliselerin en yoğun bulunduğu kesimdir. Günümüzde
Diyarbakır’da oldukça az olan gayrimüslim halk, kiliselerin çevresinde veya
Diclekent’te yaşamaktadır.
Günümüzde Hıristiyan ibadet mekânı olarak kullanılan ve inanç turizmi açısından
öne çıkan en önemli kilise, Meryem Ana (Mar veya Mor Yakup) Süryani Kadim
Kilisesi’dir. Kilise, Mor Yakup kutsal alanı, 4 avlu, divanhane (derslik) ve lojmandan
oluşmaktadır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte en geç III. yüzyılın
başında yapıldığı düşünülmektedir. Mardin’deki Deyr-ül Zafaran’dan gelen Patrik
II. Yakup, 1871 yılında ölene kadar burada yaşamış ve kilise o dönemde patriklik
merkezi olarak da hizmet vermiştir. Birkaç kez yanmış, yıkılmış ve birçok kez
onarılmıştır. Günümüzdeki görünümünü 2004–2005 yıllarında yapılan restorasyon
ile almıştır. Bizans devrinden kalma mihrabı, Roma biçimi kapısı ilgi çekicidir.
Kilisede bazı azizlerin mezarı bulunmaktadır. İbadetler ise İsa-Mesih’in kullandığı
dil olan Aramice yapılmaktadır. Şehirde kullanılan bir diğer kilise Mar Petyun
(Keldani Katolik) Kilisesi’dir. Savaş mahallesi şeftali sokakta yer alan kilisenin
ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemektedir. Fakat XVII. yüzyılda yapılmış
olduğu sanılmaktadır. Günümüzde Katolik Keldaniler tarafından kullanılmaktadır.
1834 tarihinde onarım görmüştür. Kemerlerle bölünmüş 4 nefli kilisenin bazalt taş
duvarları apsis önündeki baklava dilimli ve 2 renkli taş döşemelerle birlikte bütünlük
oluşturmaktadır.
Günümüzde ibadet amaçlı kullanılmayan kiliselerden olan Saint George (Kara
Papaz veya Mar Gevergis Nasturi) Kilisesi, İç kalenin kuzeydoğu köşesinde yer
almaktadır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte IV. veya V. yüzyılda
yapıldığı sanılmaktadır. Bizans sitilinde, Dicle nehrine bakar tarzda yapılmıştır.
Yapı adı kadınlar manastırı olarak da geçmektedir. Uzun süre Diyarbakır il jandarma
komutanlığı Saraykapı Cezaevi’nin içerisinde bulunduğundan kullanılmamıştır.
Üzeri doğu batı doğrultusunda eliptik tuğla kubbe ile kuzey-güney nefleri önde
yuvarlak kolonlu ve arkasındaki dikdörtgen ayaklara oturan kemerli, tonozlu örtüye
sahiptir. Kilisenin orta mekânı dört yöne eyvanlara açılmaktadır.
M. Şefik Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbakır, Kent Yayınları, İstanbul 2003, 28.
Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 330.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 76–77.
Baysanoğlu, C. I, 130.
Günümüzde ayakta kalan tek Süryani Meryem Ana Kilisesi’nin güneydoğu kısmında bulunan bu kilise, 1930 yılına kadar ayakta kalmış fakat sonradan
yıkılmıştır (Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, Chiviyazıları Yayınevi, İstanbul 2003, 144).
Arabistan Episkopos’u Mar Yuhanna, 629’da ölünce Diyarbakır’a getirilip bu kiliseye gömülmüştür. Onun adına izafeten bu kiliseye Vaftizci Mar Yuhanna
Kilisesi adı verilmiştir. M.S IV. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. Yeri şimdiki Deva Hamamı civarındadır (Bkz. Şimşek, 142).
Bkz. Karan, 63–67; Şimşek, 142–148.

257

kitap_dizgi.indd 257 11/14/12 12:55 PM


Günümüzde koruma altına alınmış ve sanat galerisi olarak kullanılmaktadır. İbadet
maksatlı kullanılmayan bir diğer kilise Surp Sargis Ermeni (Mar Dumyana,
Çeltik veya Hızır İlyas) Kilisesi’dir. Mardin kapısı yakınlarında olan bu kilise
Katolik Ermenilere aittir. Uzun süre çeltik fabrikası olarak kullanıldığı için Çeltik
Kilisesi de denmiştir. Kilisenin XVI. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Ana yapı
malzemesi siyah bazalt taştır. İki katlı kilise sütunları ve 4 kemer dizisi ile 5 nefli
bir kilisedir. 1840 yılında büyük çaplı onarım görmüş fakat onarımda hatalar
yapılmıştır. Günümüzde kısmen yıkık ve boş olan kilisenin onarımı yapılarak
turizme kazandırılması gerekmektedir.
Şehirde Katolik Ermenilere ait bir diğer kilise Surp Giragos (Kiragos) Ermeni
Kilisesi’dir. Özdemir Mahallesi Göçmen sokakta yer alan bu yapı, tapu kayıtlarına
göre Ermeni Katolik Kilisesi Cemaati Vakfı’na aittir. Günümüzde kubbesi yıkılmış
ve yer yer yıpranmıştır. Kilisenin adı Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi’nde de
(1610–1615) geçmektedir. XVI. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. 1729’da
yeniden ve daha geniş olarak yapılmıştır. 1881’de tamamen yanmış ve 1883’te
tekrar yapılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Alman karargâhı olarak kullanılmıştır.
Günümüzde kısmen yıkık ve boş bir halde olan kilisenin onarımı yapılarak turizme
kazandırılması gerekmektedir.
Şehirde öne çıkan diğer Hıristiyan mabetleri şunlardır.
Ermeni Katolik Kilisesi: Hasırlı mahallesinde gazi caddesi yakınlarındadır. Bazalt
taştan yapılan kilisenin güney apsisinin mukarnaslı örtüsü ve mihrap duvarlarındaki
çini kalıntıları yapının mimari zenginliğini artırmaktadır. Kilise, Ermeni Katolik
Kilisesi Cemaati Vakfı’na aittir. XVI. veya XVII. yüzyılda yenilendiği veya yapıldığı
sanılmaktadır. Onarımı devam etmektedir.
(Süryani) Protestan Kilisesi: Mardin kapısı yakınlarındaki Cemal Yılmaz
Mahallesi’ndedir. Yapılış tarihi bilinmemekle birlikte XIX. yüzyılda yapıldığı
tahmin edilmektedir. Dikdörtgen planlı ve iki katlı olarak siyah bazalt taştan inşa
edilmiştir. Cemaatinin XX. yüzyıl başlarında dağıldığı sanılmaktadır. Günümüzde
kısmen yıkık ve boş bir halde olan kilisenin onarımına başlanmıştır.
Kırklar Kilisesi: Eski Silvan yolu üzerinde, Kırklar Dağı’nın eteğinde yer
almaktadır. V. yüzyıl sonlarında Diyarbakır Metropoliti Kırtminli Mar Yuhanna
tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Kilise’den geriye günümüzde yalnızca bir
duvar kalıntısı ve mahzen kalmıştır.
Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara 2002, 18–21.
Şimşek, 149.
Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 76.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 256–258.
Bkz. Tuncer, 113–123.
Kilise’nin II. yüzyılda yapılmış olduğu da kaynaklarda geçmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 52).
Tuncer, 136–141.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 254.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 57.
Bkz. Tuncer, 46–59; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 256.
Bkz. Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbakır, 15.
Bkz. Tuncer, 92–108; Diyarbakır Gezi Rehberi, 53.
Bkz. Tuncer, 72–88; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 250.
Bkz. Tuncer, 64–69.

258

kitap_dizgi.indd 258 11/14/12 12:55 PM


Süleyman Nazif İlköğretim Okulu Avlusundaki Kilise: Özdemir mahallesinde yer
alan kilise, Süleyman Nazif İlköğretim Okulu’nun bir bölümünü oluşturmaktadır.
XVII. yüzyılda yapıldığı ve Latin kilisesi olduğu düşünülen yapı, 1970’lere kadar
halı dokuma atölyesi olarak da kullanılmıştır.
Havra (Sinagog): Diyarbakır merkezde bulunan havra, Küçükbahçecik Sokak 3.
çıkmazda, Arap Şeyh Camisinin arkasında bulunmaktadır. Özentisiz eklentiler
sonucu tarihi özelliği büyük oranda yok olmuştur. Havra 1840 yılında onarım
görmüştür. Hz. İlyas (a.s)’ın bir süre burada kaldığı ve bu havrada peygamberliğini
ilan ettiğine inanılmaktadır. Günümüzde ikametgâh olarak kullanılmaktadır.
2.4 Türbeler
Diyarbakır’da sahabe ve evliyalara ait kabir ve türbeler önemli bir yer tutmaktadır.
Önde gelenleri arasında Sahabeler Türbesi, Sultan Şüca, Şeyh Yusuf el-Hemadani,
Şeyh Abdülcelil, Lala Bey, Sarı Saltuk, Zincirkıran, Fatih Paşa, İskender Paşa ve
Özdemiroğlu Osman Paşa türbeleri bulunmaktadır.
Diyarbakır’da inanç turizmi açısından değer ifade eden en önemli türbe Sahabeler
Türbesi’dir. İç Kale’de, Hz. Süleyman camisine bitişik bir konumda bulunan
türbe, buradaki şehit 20’den fazla (meşhur görüşe göre 27) sahabe için yapılmıştır.
639 yılında inşa edildiği düşünülse de bugünkü halini 1631 yılında Diyarbakır’da
valilik yapmış olan Silahtar Murtaza Paşa döneminde almıştır. Türbe içerisindeki
çiniler dikkat çekicidir. Şehit sahabeler, türbenin altındaki önceden girilebilen ancak
sonradan girişi kapatılmış olan bodrum katta medfundur. Üst tarafta görünen kabirler
ise Diyarbakır’da valilik yapmış önemli kişiler ve yakınlara aittir. Günümüzde
onarımı yapılan türbe en çok ziyaret edilen mekânlardandır.
Şehirde öne çıkan diğer türbeler şunlardır.
Malik-i Ejder (Ecder) Türbesi: Diyarbakır’ın fethine katılan sahabelerden
Malik b. El-Haris el Eşter’in (r.a) medfun olduğu söylenen türbedir. 1316/1898
tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde burada kabri bulunan kişinin “Sahabe-i kiramdan
Malik-i Ejder” olarak zikredilmektedir. Fakat türbenin kime ait olduğu kesin olarak
bilinmemektedir.
Mir Seyyah (Karadeniz) Türbesi: 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde bu
türbede Sahabe-i Kiram’dan olduğuna inanılan Mir Seyyah’ın medfun bulunduğu
geçmektedir. Karadeniz ziyareti olarak bilinmektedir.
Sultan Şüca Türbesi: Mardin Kapı içerisinde Deliller Hanı’nın karşısındadır.
Sahabe türbesi olduğuna dair rivayetler varsa da bunlar zayıftır. Yapılışı ile ilgili
kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat karşısında bulunan çeşmede 1208–1209
tarihlerinde Sultan Şüca’ya ait bir kitabe bulunmasından dolayı XIII. yüzyılda
yapılan bir Artuklu eseri olduğu sanılmaktadır. İki katlı olması sebebiyle diğer
türbelerden ayrılmaktadır.

Tuncer, 145.
Bkz. Tuncer, 129–131.
Bkz. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, 368.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır,177–182.

259

kitap_dizgi.indd 259 11/14/12 12:55 PM


Şeyh Yusuf Hamedani Türbesi: Şeyh Yusuf (Tabakhane) Camisinin avlusunda yer
almaktadır. 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde eizze-i kiramdan Şeyh Yusuf
el-Hamedani’nin burada medfun olduğu belirtilmektedir. Ancak burada medfun
olan Şeyh Yusuf, Ahmed Yesevi’nin hocası mutasavvıf Şeyh Yusuf el-Hamedani ile
aynı kişi değildir. Türbenin herhangi bir kitabesi bulunmadığından kimin için ve ne
zaman yapıldığı ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır.
Şeyh Abdülcelil Türbesi: Şeyh Safa Camisinin avlusunda yer almaktadır. Türbenin
yapılış tarihi tam olarak bilinmemektedir. Fakat cami ile ilişkilendirildiğinden XV.
yüzyıl ortaları ya da XVI. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır.
Lala Kasım Bey Türbesi: Akkoyunlu eseri olan Lala Kasım Bey Camisinin
avlusunda bulunmaktadır. Bu türbe Lala Kasım Bey’e ait değildir. Abdullah Halife
adındaki bir kişi burada medfundur. İnşa tarihi bilinmemektedir. Fakat cami ile
ilişkilendirildiğinden XV. yüzyıl ortaları ya da XVI. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı
sanılmaktadır. Türbeyi diğerlerinden ayıran en büyük özelliği mumyalık katının
bulunmasıdır.
Sarı Saltuk Türbesi: Urfakapı yakınlarında Gülşeniler türbesi olarak bilinen
yapılar topluluğunun içindedir. Bu türbede Sarı Sadık lakabı ile meşhur Gülşeniyye
Tarikatı’na mensup Şeyh Sadık Ali Efendi’nin (ö. 1553) medfun bulunduğu tahmin
edilmektedir. Yapılış tarihi bilinmemektedir. Mimari özellikleri ve süslemeleriyle
bölgedeki türbelerin en dikkat çekicilerindendir. Türbe içerisinde bir sanduka ve
güney cephesinde zarif bir mihrap nişi bulunmaktadır.
Zincirkıran Türbesi: Nasuh Paşa Camisinin güneyinde yer almaktadır. Türbe
içerisinde birbirine yakın iki sanduka bulunmaktadır. Kime ait olduğu bilinmeyen
türbenin Nasuh Paşa tarafından yakın akrabaları için veya Diyarbakır’da valilik
yapan Zincirkıran Ali Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir.
Bıyıklı Mehmet (Fatih) Paşa Türbesi: Fatih Paşa Camisinin güneydoğusundaki
hazirede bulunmaktadır. 1515 tarihinde ilk Diyarbakır valisi olan Bıyıklı Mehmet
Paşa, 1521 yılında vefat etmiş ve kabri burada bulunmaktadır.
Özdemiroğlu Osman Paşa Türbesi: Fatih Paşa Camisinin batısında camiye
bitişik bir konumdadır. Diyarbakır valilerinden Özdemiroğlu Osman Paşa adına
yaptırılmıştır. Kısmen onarılmış yapı İstanbul’daki türbelere plan olarak benzerlik
arz etmektedir. Türbe Mimar Sinan’ın eserleri arasında sayılmaktadır.
İskender Paşa Türbesi: İskender Paşa Camisinin avlusundadır. Yapılış tarihi
bilinmemekle birlikte 1565 yılından önce yaptırıldığı düşünülmektedir. Türbe plan
özellikleri olarak diğer türbelerden farklılık arz etmektedir.
Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, DBB Yayınları, İstanbul 1999, 209.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 169.
Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 46.
M. Mehdi İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri, TTK Yayınları, Ankara 1996, 199.
Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 232–233.
Baysanoğlu, C. II, 493.
Bkz. Beysanoğlu, C. II, 478.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 47; Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 192.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 212–214.
İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, 191.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 192.
Bkz. Özdemiroğlu Osman Paşa, 1571–1575 yılları arasında Diyarbakır’da valilik yapmıştır. Şehirdeki 16. Osmanlı valisidir (Bkz. Bulduk, 25–26).
Baysanoğlu, C. II, 627.
Bkz. Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 98.

260

kitap_dizgi.indd 260 11/14/12 12:55 PM


Arap Şeyh Türbesi: Arap Şey Camisinin avlusunda bulunmaktadır. Kesin yapılış
tarihi bilinmemekle birlikte XVII. yüzyıl ortalarında yapılan cami ile aynı yıllarda
ya da hemen sonra yapıldığı düşünülmektedir.
Dabanoğlu Türbesi: Dabanoğlu mahallesinde yer almaktadır. 1696 tarihinde
Diyarbakır’da valilik yapan Tabanzade Daltaban Mustafa Paşa tarafından yaptırılan
fakat şimdi bulunmayan Dabanoğlu Mescidi yakınında bulunmaktadır. Herhangi bir
kitabesi bulunmayan türbenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir.
Nebi Camii Türbesi: Nebi camisinin avlusunda bulunan türbe, Diyarbakır’da valilik
yapan Köprülüzade Abdullah Paşa tarafından eşi Zübeyde ve kızı Leyla hanımlar
adına 1719 yılında yaptırılmıştır. Diyarbakır’daki açık türbelerin ilginç bir örneği
olan yapı, üst kısmı açık ve kare planlıdır.
Diyarbakır’daki türbe ve ziyaret mekânları burada yazdıklarımızla sınırlı değildir.
Diyarbakır merkezde Muslihiddin Lari’nin kabri, Şeyh Aziz Mahmud Urmevi’nin
Kabri, eizze-i kiramdan Hindi (Hintli) Baba Ziyareti, eizze-i kiramdan Şeyh
Muhammed Amidi Türbesi, Sancı Ziyareti, Seyda Baba Türbesi, Şeyh Mehmed-i
Berzencai Türbesi, Şeyh Ahmed Mürşidi Türbesi, Şeyh Matar Türbesi, Şeyh Ahmed
Rasim’in Kabri, Şeyh Zeki’nin Kabri, Beyaz (Akmezar) Türbe, Seyfülmülük
Türbesi, Bab-ı Kal (Bavekal) Türbesi, Halvet Baba Türbesi, Hamza Baba Ziyareti,
Şeyh Güzel Türbesi, Hançer-i Güzel Türbesi, Yusuf Raif Efendi Türbesi, İmam Akil
Türbesi, Sinanoğlu Camii Ziyareti, Kamışlı Ziyareti, İnce ve Arap Türbesi önemli
ziyaret yerleridir. Ayrıca Çınar İlçesi’nde; Aktepe köyünde Şeyh Hasan Nurani
Türbesi, Meydan köyünde Şeyh Ahmet Türbesi, Altunakar Köyü’nde Şeyh Kasım
el-Hadi et-Toğari Türbesi ve sarayının kalıntıları bulunmaktadır.
2.5 Medreseler
Eski bir bilim ve kültür merkezi olan Diyarbakır’da İslam mimarisi sadece camilerle
sınırlı kalmamıştır. Burada medrese mimarisinin de en güzel örneklerini bulmak
mümkündür. Bunlardan bazıları günümüze ulaşmamışsa da XII. yüzyılda yapılan
Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri, XVI. yüzyılda yapılan Hüsrev Paşa, Ali Paşa ve
Müslihiddin Lari Medreseleri önde gelenleridir.
Mesudiye Medresesi, Ulu Cami Külliyesi içinde yer almaktadır. Diyarbakır’da
yapılan ilk büyük medresedir. Medresedeki yazıtlara göre yapımına 1193–1194
yıllarında Artuklu Meliki Ebu Muzaffar II. Sökmen zamanında başlanmış, fakat
melikin ölümü sebebiyle 32 yıl sonra Melik Mesud lakablı Mevdud döneminde 1223
yılında tamamlanmıştır. Mesudiye Medresesi denilmesinin sebebi de budur. İki katlı
olan medrese, açık medreseler gurubu içinde tek veya çift eyvanlı şemaya bağlıdır.
Mimari açıdan Zinciriye medresesinin üslubuna benzemektedir. Mimarı Halepli
Mahmut oğlu Cafer’in adı bazı surlardaki kitabelerde, ulu caminin onarımı ve deve
geçidi köprüsü kitabesinde geçmektedir. Günümüzde onarımı yapılmış ve Şarkiyat
Araştırmaları Derneği tarafından kullanılmaktadır.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 186–187.
Bkz. Bulduk, 88.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 195.
Baysanoğlu, C. II, 746.
Ayrıntılı bilgi için Bkz. İrfan Yıldız, “Diyarbakır Türbeleri”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır
2011, 319–365.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 132–137.

261

kitap_dizgi.indd 261 11/14/12 12:55 PM


Zinciriye (Sincariye) Medresesi, Ulu Cami’nin güney batısında yer alan
yapı, I. Dünya Savaşı’na kadar medrese, 1934 yılından sonra ise müze olarak
kullanılmıştır. Ulu Cami ile arasında kemerli bağlantılar bulunmaktadır. Kimin
tarafından yaptırıldığı konusunda farklı görüşler bulunan medresenin 1198 yılında
Artuklulardan Kutbuddin Muzaffer II. Sökmen zamanında ve mimar İsa Ebu Dirhem
tarafından yapıldığı görüşü ağır basmaktadır. Açık medreseler gurubu içerisinde, tek
veya iki eyvanlı şemaya bağlı, tek katlı olarak inşa edilmiştir.
Hüsrev Paşa (Hüsreviyye) Medresesi: Diyarbakır’ın 2. valisi Hüsrev Paşa tarafından
1521–1528 yılları arasında yaptırılmıştır. XVI. yüzyılın önde gelen bilginlerinden
Müslihiddin Lari uzun süre bu medresede baş müderrislik yapmıştır.
Ali Paşa Medresesi: Ali Paşa Camisinin batısında, Mardinkapı ile Urfakapı
arasındadır. 1534–1537 yılları arasında Diyarbakır’ın 6. valisi Hadım Ali Paşa
tarafından yaptırılmıştır. Tek katlı inşa edilen bina günümüzde onarılmıştır.
Müslihiddin Lari (İbariye veya Parlı) Medresesi: Şeyh Safa Cami Külliyesi içinde
yer almaktadır. XV. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan
tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Müslihiddin Lari burada ders verdiği
için bu adı almıştır. Günümüzde kullanılmayan ve tüm dış etkilere açık yapının
korunması için gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Fatih Paşa (Latifiye) Medresesi: Fatih Paşa Camisinin kuzeydoğusundadır. Burası
aslında Fatih Paşa camisinin Şafiiler kısmı olmakla birlikte XIX. yüzyılda aynı
zamanda Latifiye adı ile medrese olarak kullanılmıştır. Uzun bir süre atıl bir şekilde
kaldıktan sonra 2004 yılında onarılarak SHÇEK Kadın ve Çocuk Eğitim Merkezi
olarak kullanılmaya başlanmıştır.
1. Diyarbakır’ın İlçelerindeki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’ın ilçelerinde de inanç turizmi açısından önemli birçok mekân
bulunmaktadır. Eğil ilçesi bu açıdan gayet zengindir.
3.1 Eğil’deki İnanç Turizmi Değerleri
Eğil, Dicle Nehri kenarında Diyarbakır’a 48 km mesafede zengin inanç turizmi
değerlerine sahip bir ilçedir. Burada Peygamber kabirlerinin yanı sıra cami, kilise,
türbe, Asur Kalesi kalıntıları ve kaya mezarları bulunmaktadır.
İlçe’de Nebi Harun Tepesi denen yerde türbeler ve cami bulunmaktadır. Burada
Kuran-ı Kerim’de ismi zikredilen Zülkifl (a.s)’ın kabrinin bulunduğu, 1316/1898
tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde geçmektedir. Burada kabrinin bulunduğu kabul
edilen bir diğer peygamber Hz. Elyesa’dır. Kuran-ı Kerim’de Elyesa (a.s)’ın ismi
“İsmail, Elyasa, Yunus ve Lut’a da yol gösterdik; hepsini âlemlere üstün kıldık”
ve “İsmail’i Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir” mealindeki iki ayette
geçmektedir. İslami kaynaklarda Elyesa b. Ahtub b. Acuz şeklinde verilen şeceresi
dışında hakkında kesin bilgiler bulunmayan Elyasa peygamberin, İlyas (a.s) devrinde
yaşadığı ve ondan sonra görevlendirildiği belirtilmektedir.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 335–339; Kılcı, 23. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 156.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 332–334; Diyarbakır Gezi Rehberi, 44. Diyarbakır Gezi Rehberi, 155.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 154–155. Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 29–31.
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 586–587; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 92. “Ve İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla ki, onların hepsi sabredenlerdendi. Ve bu yüzden onların hepsini rahmetimizle
Baysanoğlu, C. II, 489. kuşatmıştık; onlar gerçekten dürüst, erdemli ve salih kimselerdi” (Enbiya, 85–86) “İsmail’i, Elyesa’yı ve Zülkifl’i de an. Hepsi
de iyilerdendi” (Sad, 48).
Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208.
En’am, 86.
Sad, 48.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi II, TDV Yayınları, Ankara 2003, 143–144; Erikli, 4.
Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208.

262

kitap_dizgi.indd 262 11/14/12 12:55 PM


1316/1898, 1321/1903 ve 1323/1905 tarihli Diyarbakır Salnameleri’nde Hz. Elyesa
(a.s)’ın Eğil’de medfun bulunduğu ve mezarınında 15 metre uzunluğunda olduğu
belirtilmektedir. Ayrıca yine bu salnamelere göre Hallak (a.s)’ın, Harun-ı Asafi
(a.s)’ın ve Harut (a.s)’ın peygamber olduğu ve kabirlerinin Eğil’de bulunduğu
belirtilmektedir.
Burada halk tarafından Peygamber olduğuna inanılan fakat kaynaklarda kimliği
ve peygamber olduğu ile ilgili bilgi bulunmayan eizze-i kiramdan Hz. Zünnun da
medfundur.
İlçe’de bulunan diğer yapılar şunlardır.
Ulu (Taciyan) Camii: Eğil Kalesi’nin güney yamacında, Nebi Harun Tepesi’ne çıkan
yolun sol tarafında yer almaktadır. Caminin kuzey ve güney duvarları kısmen ayakta,
mihrap ise sağlam durumdadır. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte
Artuklu döneminde XII. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı tahmin edilmektedir.
Caminin restore edilmesi gerekmektedir. Ayrıca yapılış tarihi bilinmeyen ve 1978
yılında tadilat geçiren Eyyubiye Camii bulunmaktadır. Taş örme ve dört kemerden
oluşan bu cami için Osmanlı döneminde “Eyyubiye Camii Vakfı” kurulmuştur.
Kale Kilise: Eğil Kalesi’nin içinde yer almaktadır. Rivayetlere göre I. yüzyılda
havari I. Aday (Addai veya Thaddeus) buraya gelerek, kilisenin etrafına bir manastır
yaptırmış ve Eğil’i piskoposluk bölgesi yapmıştır. Kale’nin hemen altında III.
yüzyılda yapılmış Süryani Kilisesi’nin var olduğu ve Hıristiyanlarca kutsal sayılan 5
azizden biri olan Aday’ın burada gömülü olduğu iddia edilmektedir.
Nisanoğlu Türbesi: Türbenin Nisanoğullarından İzzüddevle Nasr veya Esadüddin’e
ait olabileceği tahmin edilmekle birlikte kesin bir bilgi mevcut değildir.
Zat-ı Ali Kümbeti: Gazanfer Türbesi de denilen Zat-ı Ali Kümbeti, Eğil Kalesi’nin
karşısında Ali Tepesi’nde eski bir mezarlık içinde bulunmaktadır. Yapılış tarihi
bilinmeyen kümbetin XVI. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Tamamen harap
halde bulunan türbenin onarımı yapılarak turizme kazandırılması gerekmektedir.
Çifte Kümbet: İlçe’ye bağlı Kalkan Köyü’nde bulunmaktadır. Kümbetlerden altıgen
olanının Eğil Beylerinden Kasım Bey b. Şah Muhammed Bey’e ait olduğu kesin
olarak bilinmektedir.
Sekizgen kümbetin ise Kasım Bey’in yeğeni Murat Bey b. İsa Bey’e ait olduğu tahmin
edilmektedir. Kasım Bey kümbetinin XVI. yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir.
Çaldıran savaşında Yavuz Sultan Selim’in maiyetinde bulunan, Diyarbakır’daki
Lala Kasım Camisini yaptıran Kasım Bey 1535 yılında vefat etmiş ve amcası Murad
Bey tarafından buraya defnedilmiştir.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 196.
1040 yılında Eğil Beyi Pir Bedir tarafından yapıldığı da ifade edilmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 162).
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 330–332.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 66.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 164.
Bkz. Erikli, 12.
Kümbet (Künbet): Üstü koni veya piramit şeklinde bir külahla örtülmüş olan türbelere, özellikle de Selçuklu devri türbelerine verilen isim (Çam, 241).
Rahmi Hüseyin Ünal, Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir İnceleme, Atatürk Üni. Yay., Erzurum 1975, 62.

263

kitap_dizgi.indd 263 11/14/12 12:55 PM


3.2 Ergani’deki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 55 km mesafede, Çayönü Höyüğü, Surp Astvavadzin Ermeni Kilisesi
(Meryem Ana Kilisesi), kalesi, türbe ve kaya mezarları ile öne çıkan bir ilçedir.
İlçe’de Peygamber olduğuna inanılan Nebi Enüş (A.S)’ın Kabri bulunmaktadır.
Kaynaklarda Enüş (a.s)’ın Hz. Şit’in oğlu olduğu belirtilmekte ve bunun haricinde
onunla ilgi ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. 1316/1898 tarihli Diyarbakır
Salnamesi’nde Hz. Enüş’ün kabrinin Ergani’de olduğu belirtilmektedir. Burada bir
de Peygamber makamı bulunmaktadır. Nebi Zülkifl (a.s)’ın 1301/1883, 1308/1890
ve 1318/1900 tarihli Diyarbakır Salnameleri’nde makamının Ergani’de olduğu ve bu
makamın tamir ve tefriş edildiği bilgisi bulunmaktadır.
Surp Astvavadzin Ermeni Kilisesi (Meryem Ana Kilisesi): Önceleri büyük
bir manastırın bir parçası olan kilise, İlçe’ye 5 km mesafede Makam Dağı’nda
bulunmaktadır. Günümüzde yıkık haldedir.
Yakacık (Kotegan) Köyü Türbesi: İlçe’nin Yakacık Köyü’nde Seyyid Şeyhlarin
medfun bulunduğu iki ayrı türbe bulunmaktadır. Şeyh Zülfü’ye bir ayağının
sekmesinden dolayı “Şeyh-i Kot” lakabı verilmiş ve bundan dolayı “Kotegan Şeyhi”
diye şöhret bulmuştur. Buradaki türbelerde Şeyh Zülfü’nün yakınlarından birçok
kişinin kabri bulunmaktadır.
3.3 Çermik’teki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 86 km mesafedeki Çermik, kaplıca, bağ ve bahçeleri ile meşhur bir
ilçedir. İlçe’de öne çıkan eser Ulu (Sultan Alaaddin, Cami-i Atik, Cami-i Çermik
veya Şah Ali Bey) Cami’dir. Bugünkü haliyle cami, iki ayrı zamanda inşa edilmiş,
bitişik iki camiden oluşmaktadır. Fahreddin Kara Arslan zamanında İnaloğullarından
Ebu Mansur İlaldı b. İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Cami, Moğol istilasında tahrip
olmuş, Anadolu Selçuklu sultanı II. Alaaddin Keykubat döneminde onarılmıştır.
Cami tarihi özelliklerinin büyük bir kısmını günümüzde kaybetmiştir. Ayrıca ilçede
aslı medrese olarak Çeteci Abdullah Paşa tarafından 1756 yılında yaptırılan Medrese
Camii bulunmaktadır. 1730 yılında inşa edildiği düşünülen Çarşı Camii ve 1853
yılında Hacı Seyyid Hüseyin oğlu Hacı Muhammet tarafından yaptırılan, Hanbaşı
Camii İlçe’de görülmesi gereken değerlerdir.
Havra (Sinagog): İlçe merkezinde bir havra bulunmaktadır. Bugün mülkiyetinin
ait olduğu aile tarafından depo olarak kullanılmasına rağmen mimari özelliklerini
korumaktadır. Yapının üzerinde, İbranice bir kitabe bulunmaktadır. Havranın
ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte 1416’da tamamlandığı sanılmaktadır.
Günümüzde onarımı yapılarak turizme kazandırılması gerekmektedir.
Şeyhan Dede Türbesi: İlçe’nin Şeyhan Dede Köyü’nde köyün adı ile anılan türbede,
Sultan IV. Murat döneminde yaşamış bir kişinin türbesi bulunmaktadır. Kendisi ile
ilgili herhangi bir bilgi mevcut değildir. Çivan Köyü’nde ise “Hacı Baba” lakabı ile
tanınan Hacı Mehmet’in türbesi bulunmaktadır.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 194.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 171.
Erikli, 13.
Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 41–45.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 174.
Bkz. Erikli, 49–52.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 126.

264

kitap_dizgi.indd 264 11/14/12 12:55 PM


3.4 Hani’deki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 70 km mesafede bulunan Hani’de, Artuklular’dan kalma olduğu kabul
edilen, 1656 ve 1682 yıllarında onarım gören Ulu Cami ve Cafer-i Tayyar Türbesi’nin
yanına inşa edilen Cafer-i Tayyar Mescidi bulunmaktadır. Bu mescidin 229. Osmanlı
valisi olan Kurt İsmail Paşa tarafından inşa edildiği tahmin edilmektedir.
Hatuniye (Zeynebiye) Medresesi: Ulu Cami’nin yakınında bulunmaktadır. Yapım
tarihi bilinmemekle birlikte XIII. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Türk
mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu medrese günümüzde tamamen restore
edilmiştir.
Cafer-i Tayyar Türbesi: 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde Peygamber
Efendimizin amcasının oğlu Cafer-i Tayyar hazretlerinin Hani’de medfun olduğu
bilgisi geçmektedir. Halkın inanışı da bu yöndedir. Fakat Hz. Cafer (r.a)’ın bu
türbede medfun olması mümkün değildir. Türbede medfun kişinin Cafer-i Tayyar
(r.a)’ın torunlarından biri olabileceği tahmin edilmektedir. Aynı Salnameye göre
eizze-i kiramdan Seyyid Bedreddin ve Karazlı Şeyh Ahmed Efendi de Hani’de
medfundur. Ayrıca İlçe mezarlığında Hani Kadılığı yapmış olan Sadullah Efendi’nin
torunu, Rifai tarikatına mensup Şeyh Abdullah Hatipoğlu’nun türbesi önemli ziyaret
yerlerindendir.
3.5 Kulp’taki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 123 km mesafede, Ağaçlı Kalesi, Surp Pırgiç Ermeni Kilisesi, Kefrum
Kalesi, Telli Ağa Köşkü, mağaraları ve türbeleri ile öne çıkan bir ilçedir.
Surp Pırgiç Ermeni Kilisesi: İlçe’ye 22 km mesafede Yaylak Köyü’nde bulunmaktadır.
Burada ayrıca İlçe merkezine 5 km mesafede, Karabulak Köyü’nün batısında,
Osmanlı-Rus savaşında şehit olduğuna inanılan seyyid Şeyh Ali Türbesi, Özbek
Köyü’nde Şeyh Şerif diye bilinen Şeyh Ebu Bekir Türbesi ve Karpuzlu (Herta)
Köyü’nde seyyid Şeyh Mahmut Türbesi bulunmaktadır. Konuklu Köyü’nde ise Şeyh
Ömer ve Şeyh Muhammed Türbeleri bulunmaktadır. Şeyh Ömer, Hamidiye Alay
Komutanlığı yapmış ve Ruslarla yapılan savaşta şehit olmuştur. Şeyh Muhammed
ise Aydın’da vefat etmiş ve vasiyeti üzerine buraya defnedilmiştir.
3.6 Silvan’daki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 78 km mesafede, Malabadi Köprüsü, Hasuni Mağara Şehri, kalesi ve
camileri ile öne çıkan bir İlçe’dir. İlçe’deki en önemli cami, Selahaddin Eyyubi (Ulu
veya Acem) Camisi’dir. İlk yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen cami hakkındaki
bilgiler, tarihçi ve seyyahların eserlerinden elde edilmektedir. Tarihçi İbn-i Şeddad
1031, İranlı Seyyah Nasır-ı Hüsrev 1046 tarihlerinde bölgedeki bir camiden
bahsetmektedir.
Bkz. Bulduk, 178.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 64.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 340–341.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 193.
Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209.
Bkz. Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 41.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 196.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 202.
Adnan Çelik-Vefa Akdoğan, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Kulp, Zafer Matbaası, Kulp 2006, 143.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 222–226.

265

kitap_dizgi.indd 265 11/14/12 12:55 PM


Silvanlı tarihçi İbnü’l-Ezrak ise 1152 tarihinde camiyi yıkık halde gördüğünü,
kubbesinin de 1157’de onarıldığını ifade etmektedir. Caminin kubbesinde bulunan
kitabesinde Artuklu Sultanı Necmeddin Alp (1152–1176) tarafından yeniden
yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Artuklular döneminde bugünkü görünümünü alan
camiye Eyyubiler döneminde de bazı eklemeler yapılmıştır.
Ayrıca İlçe’de Keldani Kilisesi olarak bilinen, sonrasında uzun yıllar sinema
olarak kullanılan ve 1988 yılında Belediye tarafından onarılarak camiye çevrilen
Belediye Cami ve sancak beyi Kara Behlül Bey tarafından 1566–1574 yılları
arasında inşa ettirildiği tahmin edilen Kara Behlül Camii bulunmaktadır. İlçe’nin
Murat Ovası’nda ise her yıl Mart ayının bitimine 4 gün kala burada yapılan “Murat
Şenlikleri” ile ziyaretçi akınına uğrayan Komutan Muaz Türbesi bulunmaktadır.
Halk arasında Komutan Muaz’ın Sahabe Muaz b. Cebel olduğuna inanılmaktadır.
Fakat Muaz b. Cebel’in kabri, Ürdün’dedir. Burada medfun bulunan kişi hakkında
her hangi bir bilgi mevcut değildir.
3.7 Hazro’daki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 70 km mesafede bulunan Hazro’da, Tercil Kalesi, Ulu Cami, türbeler
ve Derebeyi Saray kalıntıları bulunmaktadır.
Ulu (Hacı Fettah veya Büyük) Cami: Kitabesi bulunmayan ve kimin tarafından
yaptırıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte XVI. yüzyıl sonlarında veya XVII.
yüzyıl başlarında inşa edilen bir Osmanlı eseri olduğu kabul edilen, tek kubbeli
küçük bir camidir. Sonradan, çeşitli yönlerine yapılan ilavelerle genişletilmiş fakat
mimari özelliklerini kısmen yitirmiştir.
İlçede ayrıca Meyrani (Ülgen) Köyü’nde, soyu Hz. Ali (r.a)’ye dayanan Şeyh Osman
Zerraki’nin türbesi, Şeyhan (Terdöken) Köyü’nde 1316/1898 tarihli Diyarbakır
Salnamesi’ne göre eizze-i kiramdan Şeyh Şapur’un türbesi ve İlçe mezarlığında
günümüzde adeta bir türbe haline gelmiş Seyda Hacı olarak tanınan Abdulfettah
Yazıcı hocanın kabri bulunmaktadır.
3.8 Lice’deki İnanç Turizmi Değerleri
Lice, Diyarbakır’a 84 km mesafededir. Kaleleri, Bırkleyn ve Ashab-ı Kehf
Mağaraları, camileri, türbeleri, han ve Dakyanus Antik Kenti ile görülmesi gereken
bir ilçedir.
İlçe’de kurduğu vakıflar ve halka yaptığı hizmetlerle Vakıf Ahmed Bey olarak
adlandırılan Lice Beyi tarafından 1540–1541 yıllarında yaptırılan Ulu (Vakıf Ahmed
Bey) Cami bulunmaktadır. Cami, 1845 yılında yanmış ve 1875 yılında Hacı Sadullah
Bey tarafından onarılarak, bazı ilavelerle genişletilmiştir. 1975 yılında meydana
gelen depremde cami büyük hasar görmüş ve minaresi yıkılmıştır. Bu deprem sonrası
ilçe merkezinin daha aşağıya alınmasıyla, cami yerleşim yerinin dışında kalmış ve
zamanla harabe haline gelmiştir. Caminin onarımı yapılarak turizme kazandırılması
gerekmektedir.
Çelik-Akdoğan, 143.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 214.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 143–145.
Baysanoğlu, C. I, 325–326.
İsminin Ermeni Surp Stephanos Kilisesi olduğu da iddia edilmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 222).
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 64.
Baysanoğlu, C. II, 639.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 204.

266

kitap_dizgi.indd 266 11/14/12 12:55 PM


İlçe’de ayrıca 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre eizze-i kiramdan Şeyh
Bilal, eizze-i kiramdan Mahmud el Askeri, eizze-i kiramdan Derviş Ali, Hz. Ebu
Bekir’in torunlarından Şeyh Pir Hasan ve Pir İzzeddin’in kabirleri bulunmaktadır.
Fakat bu kabirlerin nerede olduğu bilinmemektedir. Bununla beraber yine aynı
salnameye göre Şeyh Hasan-ı Zerraki Türbesi, Şeyh Muhammed Türbesi ve Şeyh
İsmail Türbesi Lice’de bulunmaktadır. Hezan (Savat) Köyü’nde ise Şeyh Abdulkadir
ve bazı akrabalarının kabirlerinin bulunduğu bir türbe vardır.
3.9 Çüngüş’deki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 110 km mesafede olan Çüngüş’te, geçmişte yoğun Ermeni nüfusu
yaşamıştır. İlçe’de günümüzde harabe haline gelmiş XV. yüzyıla ait Surp Garabed
Ermeni Kilisesi ve Surp Asdvadzadzin Ermeni Manastırı bulunmaktadır.
Burada öne çıkan Osmanlı eseri ise Kapıkıran Mehmet Ali Paşa tarafından 1596
yılında yaptırılan Ali Bey Camisi’dir. Ayrıca İlçe’nin Kubbe mezarlığında Hasan
Dede Türbesi ve yanında harap halde bir de tekke bulunmaktadır. Hasan Dede’nin
1325’li yıllarda Hindistan’dan Anadolu’ya gelen erenlerden olduğu, Fatih Sultan
Mehmet devri kadılarından olduğu ve 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne
göre eizze-i kiramdan olduğu şeklinde farklı rivayetler mevcuttur.
3.10 Dicle’deki İnanç Turizmi Değerleri
Dicle, Diyarbakır’a 85 km mesafededir. İlçe’nin 5 km doğusunda Kocaalan
(Deyran) Köyü’nde Pir Mansur Türbesi bulunmaktadır. Yöre halkı tarafından
sıklıkla ziyaret edilen 1611 tarihli türbe içerisinde başka mezarlar da bulunmaktadır.
İlçe’nin Tepebaşı (Şeyh Malan) Köyü’nde bulunan türbede ise 1316/1898 tarihli
Diyarbakır Salnamesi’ne göre Ebu Eyyüb el Ensari (r.a)’nin soyundan olan Şeyh
Musa medfundur.
3.11 Bismil’deki İnanç Turizmi Değerleri
Bismil, Batman-Diyarbakır yolu üzerinde Diyarbakır’a 54 km mesafededir. Nüfus
yoğunluğu olarak Diyarbakır’ın Ergani’den sonra ikinci büyük ilçesidir. İlçe’nin
etrafında bulunan höyüklerde tarih öncesi birçok uygarlığın izlerini bulmak
mümkündür.
İlçe’nin Arabkent (Bayındır) Köyü’nde bir türbe bulunmaktadır. Burada Nakşibendî
tarikatının Halidi koluna mensup seyyid olan Muhammed Şerif (Muhammed
Arabkendi) medfundur.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 190.
Baysanoğlu, C. II, 671–672.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 194.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 231.
M. Cevat Ergin, “Hazrolu Seyda Hacı Abdulfettah Yazıcı”, C. VIII, S. I, D.Ü.İ.F.D, Diyarbakır 2006, 110.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 206.
Baysanoğlu, C. II, 635–636.
Dini Değerleri ile Diyarbakır, 200.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 223.
Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 37–39.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi,139–142.
Dini Değerleri ile Diyarbakır, 49.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 199–200.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 152.
Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209.

267

kitap_dizgi.indd 267 11/14/12 12:55 PM


3.12 Kocaköy’deki İnanç Turizmi Değerleri
Kocaköy, Diyarbakır’a 60 km mesafededir. İlçe’ye bağlı Bozbağlar Köyü’nde
kabirleri belli olan 12, toplamda da 33 şehit sahabe bulunmaktadır. Ayrıca İlçe’nin
en eski camisi olan, ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesin olarak
bilinmemekle birlikte mimari açıdan Artuklu ve Selçuklu izleri taşıyan Ulu Cami
görülmesi gereken yerlerdendir.

Sonuç
Diyarbakır, sahip olduğu inanç turizmi değerleri ile öne çıkan bir şehirdir. Şehir
merkezinde ve ilçelerde tanıtılmayı bekleyen sayısız ziyaret mekânları bulunmaktadır.
Şehri inanç turizminin merkezi haline getirecek söz konusu dini değerlerde gerekli
onarımlar yapılmalı ve tanıtım faaliyetlerine önem verilmelidir.
Şehirdeki güvenlik probleminin çözülmesi de turizm değerlerinin ortaya çıkmasına
katkı sağlayacak en önemli faaliyetlerdendir.
İnanç turizmi ve buna bağlı olarak gelişecek ticari hareketlilik Diyarbakır’da önemli
ekonomik değişimlerin önünü açacaktır. Bu kapsamda bölgedeki geleneksel yapıların
inanç turizmine yönelik kullanımlarla desteklenmesi, inanç turizmi açısından önemli
merkezlere gerekli niteliklere sahip din görevlilerinin atanması ve tur acentelerinin
teşvik edilmesi gibi çalışmalara önem verilmelidir.
Kaynakça
Aksoy, Mustafa, “Türkiye’de İnanç Turizmine Genel Bir Bakış ve Hıristiyanlığın
Seyahate Verdiği Önem”, Hıristiyanlık (Dünü, Bugünü ve Geleceği), Dinler Tarihi
Araştırmaları III, Ankara: Dinler Tarihi Derneği 2002.
Anonim, Diyarbakır Gezi Rehberi, İstanbul: Boyut Yayıncılık 2011.
Anonim, Diyarbakır Suriçi Koruma Amaçlı İmar Planı Araştırma Raporu, Diyarbakır
2010.
Anonim, Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır: Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları
2009.
Anonim, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, (Ed. İrfan Yıldız), Diyarbakır:
Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları 2011.
Anonim, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, İstanbul: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları 2004.
Baysanoğlu, Şevket, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, C. I, II, Ankara:
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 1998.
Bulduk, Abdulgani Fahri, Diyarbakır Valileri, (Haz. Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet
Taşğın), İstanbul: Medrese Yayınları 2007.
Çam, Nusret, İslamda Sanat Sanatta İslam, Ankara: Akçağ 1999.
Çelik, Adnan -Vefa Akdoğan, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Kulp, Kulp: Zafer Matbaası
2006.
Çiçek, Zeynel Abidin, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır: Söz 2007.

Diyarbakır Gezi Rehberi, 121.


Bkz. Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 268–274.
Özaydın, “Diyarbakır İlçelerinde Muhtemel Sahabe Mezarları”, 101.
Camide bulunan kitabelerden birinde 1355 tarihi okunmaktadır. Bu tarih yörede Artuklular’ın hâkim olduğu döneme tekabül etmektedir (Bkz. Dini
Değerleri ile Diyarbakır, 141).

268

kitap_dizgi.indd 268 11/14/12 12:55 PM


Diyarbakır: Müze Şehir, (Haz. Şevket Baysanoğlu-M. Sabri Koz-Emin Nedret İşli),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları 1999.
Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, İstanbul: Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Yayınları 1999.
Emiri, Ali, Osmanlı Vilayat-ı Şarkiyyesi Osmanlı Doğu Vilayetleri, (Haz. Abdulkadir
Yuvalı-Ahmet Halaçoğlu), İstanbul: Babıâli Kültür Yayıncılığı 2008.
Ergin, M. Cevat, “Hazrolu Seyda Hacı Abdulfettah Yazıcı”, C. VIII, S. I, Diyarbakır:
Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006.
Erikli, Yahya, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler,
Diyarbakır: Söz 2006.
İlhan, M. Mehdi, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, İslam Dünyasında
Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri, Ankara: TTK Yayınları 1996.
Karan, Cuma, Diyar-ı Bekir ve Müslümanlarca Fethi, İstanbul: Ensar Neşriyat 2010.
Korkusuz, M. Şefik, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, İstanbul:
Kent Yayınları 2004.
_________________, Seyahatnamelerde Diyarbakır, İstanbul: Kent Yayınları 2003.
Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi I-II, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
2003.
Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır, Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları 2010.
Şimşek, Mehmet, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul: Chiviyazıları Yayınevi 2003.
TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), C. IX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
1994.
Tuncer, Orhan Cezmi, Diyarbakır Kiliseleri, Ankara: Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2002.
Ünal, Rahmi Hüseyin, Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir
İnceleme, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları 1975.
http://www.karacadag.org.tr/bolgemiz-detay.asp?ContentId=26
(Erişim: 06.12.2011).
Ek
Şekil: Virantepe Höyük yerleşimi ve Artuklu Sarayı kalıntıları

Şekil: İçkale’den görünüş Şekil: Bıyıklı Mehmet Paşa Camii Şekil: Ulu Camii

269

kitap_dizgi.indd 269 11/14/12 12:55 PM


Şekil: Nebii Camii

Şekil: Kale Camii

Şekil: Safa Camii

Şekil: Behram Paşa Camii

Şekil: Şeyh Matar Camii ve dört


ayaklı minare

Şekil: Melek Ahmet Paşa Camii Şekil: Hadım Ali Paşa Camii Şekil: Hüsrev Paşa Camii

270

kitap_dizgi.indd 270 11/14/12 12:55 PM


Şekil:
Şekil: İskender Paşa Camii
Ömer Şeddad Camii

Şekil: Lala Bey Camii Şekil: Arap Şeyh Camii

Şekil: Şeyh Yusuf Camii Şekil: Şeyh Azizi Urmevi Camii Şekil: Defterdar Camii

Şekil: Salos Camii Şekil: Nasuh Paşa Camii Şekil: Cağaloğlu Mescidi

Şekil: İbrahim Bey Mescidi Şekil: Saint George Kilisesi Şekil: Taceddin Mescidi

271

kitap_dizgi.indd 271 11/14/12 12:55 PM


Şekil: Süleyman Nazif İÖO Şekil: Meryem Ana Kilisesi
Avlusundaki Kilise

Şekil: Kavas-ı Sagir Mescidi

Şekil: Surp Sarkis Kilisesi Şekil: Mar Petyun Kilisesi Şekil: Ermeni Katolik Kilisesi

Şekil: Surp Giragos Kilisesi Şekil: Ali Paşa Medresesi Şekil: Mesudiye Medresesi

Şekil: Müslihiddin Lari Medresesi Şekil: Fatih Paşa Medresesi

Şekil: Hüsrev Paşa Medresesi Şekil: Sultan Şüca Türbesi Şekil: Şeyh Yusuf Hamedani Türbesi

Şekil: Şeyh Abdülcelil Türbesi Şekil: Lala Bey Türbesi Şekil: Fatih Paşa Türbesi

272

kitap_dizgi.indd 272 11/14/12 12:56 PM


Şekil: Sarı Saltuk Türbesi

Şekil: İskender
Şekil: (Süryani) Protestan Kilisesi Paşa Türbesi

Şekil: Zincirkıran Türbesi Şekil: Özdemiroğlu Osman Paşa Türbesi

Şekil: Arap Şeyh Türbesi Şekil: Nebi Camii Türbesi

Şekil: Sahabeler Türbesi Şekil: Dabanoğlu Türbesi

273

kitap_dizgi.indd 273 11/14/12 12:56 PM


DİYARBAKIR’IN TURİZM COĞRAFYASI ÖZELLİKLERİ

Dr. Emrullah Güney


ZG Eğitim Fakültesi
emrullahguney@gmail.com

Mezopotamya’yı ortaya çıkaran, oluşturduğu bitek topraklarda uygarlıkların


gelişmesini sağlayan Fırat ve Dicle, başlı başına birer coğrafi objedir.
Fırat, ilin kuzeybatısından geçer. Çüngüş ilçesinin sularını toplar. Burada dar ve
derin koyağında akan Fırat’ın görünümü etkileyicidir. Karakaya Barajı da bu dar
yere yapılmıştır.
Dicle ırmağı Diyarbakır ili için yaşamsal önemi ola bir akarsudur. Diyarbakır havzası
büyük ölçüde Dicle Havzası demektir. Hazar Gölünden çıktıktan sonra Maden
Çayı adıyla küçük bir akarsu iken, Bırklin suyunu aldıktan sonra gerçek bir ırmak
görünümü kazanır. Dicle ve kolları üzerinde Kralkızı, Devegeçidi, Dicle barajları
yapılmıştır. Irmağın vadisinde sular artık akmaz olmuş; göllere dönüşmüştür.
Dicle, asıl, çay özelliğini Botan suyunu aldıktan sonra bırakır ve gerçek bir “ırmak”
niteliği, “nehir” görünümü kazanır.
Bırklin suyu bazı kesimlerde yeraltı ırmağı olarak, kayaların içinde açtığı yatağında
akar. Yanlı bu özelliğini izlemek için bile bu yöreye gelmeğe değer.
Dicle ırmağı vadisi yılın her mevsiminde görülmeğe değer güzellikler sergiler. Burada
doğal görünüm etkileyicidir. Karacadağ’ın lav akıntıları vadinin biçimlenmesinde
etkili olmuştur.
Vadi tabanından bakınca ırmağın sekileri de dikkati çeker. Vadiyi açarken ve
güneydeki okyanusun düzeyi aşağı inerken, vadisini derine gömen, alta doğru
kazan akarsu, taşıdığı alüvyonları İran Körfezi’ne varıncaya dek saçmış, yığmış ve
bu bölgeye de sekileri armağan etmiştir. Demek oluyor ki, bugünkü seki onbinlerce
yıl önce Dicle’nin sularının aktığı yatak ile aynı seviyede idi.
Günümüzde bu sekilerden en üsttekinin üzerinde Dicle Üniversitesi’nin görkemli
yapıları yükselmektedir. Diyarbakır kentine nereden gelirseniz gelin, ister doğudan,
ister batıdan, ister kuzeyden, ister güneyden, ister havadan, önce bu eğitim, sağaltım
yapıları karşılar konukları.
Vadi tabanında ırmak bazen kollara ayrılarak akar, yer yer setlerle bölünmüştür.
Bahçeleri sulamak için herkes, kendine göre su kurguları yapmıştır. Çünkü bitki
yetiştirmek için Dicle’nin suyu gereklidir. Vadi tabanındaki çakıllı, kumlu topraklarda,
bir devenin ancak iki tanesini taşıyabileceği ünlü Diyarbakır karpuzları sulana sulana
yetiştirilmektedir. Su verilmeden bu diyarda, ancak dikenli otlar kalır yaz sıcaklarına
dayanabilen. Su yaşamdır. İnsan, hayvan, börtü böcek, ot, çalı, ağaç… Tüm canlılar
için. Diyarbakır ili dağlarıyla ünlüdür. Kuzeyde boydan boya Güneydoğu Toroslar
uzanır. Elazığ, Bingöl, Muş illeriyle sınırlar bu dağlardan geçer. Bazı kaynaklarda
Antitoroslar olarak da geçen bu yükseltiler görkemlidir.

274

kitap_dizgi.indd 274 11/14/12 12:56 PM


Doğal görünüm etkili olduğu gibi, beşeri ve ekonomik özellikleriyle de bu yükseltiler
ilgi çeker. Yüzlerce yıldan beri göçer konar ayvancılık geleneği bu bölgede hala
yaşamaktadır. Urfa, Ceylanpınarı, Mardin düzlüklerinde kış mevsimini geçiren
aşiretler, geç bahar, eren yaz günlerinde GD Toroslara ve daha da kuzeydeki Bingöl
Dağlarına, Ekim ortalarına dek yaşayacakları Şerafeddin Yaylalarına çıkarırlar davar
sürülerini.
GD Toroslar sıradan dağlar değildir. Binbir güzelliği, ancak, onu gezenlere
sezdirir. Örneğin Bırklin mağaraları görülmesi gereken yerlerin başında gelir.
Burası yalnız ülkemizin değil, dünyanın sayılı büyük mağaraları arasında
sayılmaktadır. Sarkıtları etkileyici bir güzellik sergiler. Yüzlerce, binlerce
yıldan bu yana davar ağılı olarak kullanıldığından dikitler gelişememiş, zarara
uğramıştır...
Diyarakır-Siverek arasında Karacadağ yükselir. Doruğu 1950 metre olan
sönmüş bir yanardağdır bu. Diyarbakır’dan bakınca pek yüksek görülmez.
Batıya doğru giderken, eteğinden geçerken de bir dağın varlığı pek fark
edilmez. Fakat bu dağ dünyanın en hoş içimli sularının çıktığı dağdır. Dicle
kıyılarına göre daha çok kar düşer bu yükseltilere. Kış bitip de, güneyden çölün
ılık, sıcak havası kuzeye doğru ilerledikçe karlar erir ve kayaların çatlaklarına
süzülür. Bazalt kayaların arasından fışkıran sularda asla tortu olmaz. Cana can,
cana heyecan katan bu sular Osmanlı döneminde kalaylı bakır güğümlerde
İstanbul konaklarına dek götürürmüş.
Öte yandan Karacadağ’ın suları yalnız içme için değil, çeltik tarlalarının
sulanması için de kullanılır. Bu sulara Madrap denir. Karacadağ çeltiği, ününü
bu kayaların ayrışması ile oluşan killi al toprağa ve özellikle bu suya borçludur.
Karacadağ’ı öyle birkaç cümle ile anlatıp geçmek olmaz.
Karacaağ olmasaydı Amid olmazdı.
Karacadağ olmasaydı Diyarbekir olmazdı.
Can güvenliğinin her şeyden daha önemli olduğu tarihi dönemlerde sur
yapmak için elbette kerpiç kullanılamazdı. Karacadağ, binlerce yıl önceden
armağanını hazır emişti. Burada yaşamağa karar veren insanlar suyu da, taşı
da hazır buldular. Elbette emek erip, zahmet çekip, ter döküp taşları yontmaları
gerekiyordu; yonttular. Canlarının, ırzlarının, namusların saldırganlardan
korunması için her şeyi göze aldılar. Sonunda yalnız Ortadoğu’nun değil, tüm
dünyanın hayran kaldığı kale duvarlarını, surlarını yaptılar. Türkiye sevdalısı,
Selçuklu hayranı bir Fransız bilim adamının Çin Seddi ile karşılaştırılmasına
haklı olarak kızan Prof Albert Gabriel’i anmanın zamanıdır artık: “Çin Seddi
basit bir yığma duvardır. Diyarbekir surları bir kitabeler abidesidir Her bir taşı
mukaddestir. Duvarlar birçok yerde ayetlerle, surelerle sanki Kur’an okur, dua
eder gibidir”.

275

kitap_dizgi.indd 275 11/14/12 12:56 PM


Karacadağ’ın bazaltları olmasaydı o güzelim köşkler, konaklar, saraylar olmazdı.
Uçan kuşun uçamaz olduğu devebayıltan sıcaklarında serin; Dicle’yi dondurup
akmaz eden, kar eritilerek, buz kırılarak su elde edildiği ünlü zemheri soğuklarında
ılık bir yaşam ortamı sunan Diyarbakır evleri, bu taş olmadan, erkek taş, dişi taş
olmadan nasıl yapılacaktı? Nasıl yuvalar kurulacak, nasıl aş yenecek, nasıl sevgiyle
ömür sürülecekti?
Karacadağ bir doğal volkanoloji laboratuarıdır. Doruğunda üç adet krateri hala
tazedir. Lav akıntıları belirgindir. Havanın puslu, sisli, tozlu olmadığı bir günde
bu kraterlerden bakınca taa Viranşehir’e, Diyarbakır’ın doğusunda Dicle vadisine,
Ergani-Eğil yakınlarına, batıda Siverek-Hilvan dolayına dek lavların aktığı
gözlemlenebilir. Karacadağ, yalnız bu özellikleriyle gelinmesi, görülmesi gereken
bir dağdır. Bütün bir kış mevsimi boyunca kovanlarında hazır balı tüketerek bekleyen
arıları, kovanlarıyla Karacadağ’a çıkarır balcılar. Karacadağ binbir çiçeğiyle de
arılar için bir cennettir, bir irem bağıdır. Doğu Anadolu yaylaları kar altındayken,
Karacadağ ısınan havaya bağlı olarak toprak altından fışkıran otların çiçek açmasıyla
bir Türkmen kilimince allanır, pullanır. Ergani ilçesindeki Zülküfül Dağı da halkn
gözünde bir mübarek dağdır. Zülküfül peygamber makamı her gün ziyaret edenlerce
dolar dolar boşalır. Bu dağın zenginliği baharda çobanların kavallarında, çobanların
türkülerinde, müminlerin dualarındadır. Bırklin yada İskender-i Birkilayn Mağarası
dışında Diyarbakır’da başka karstik oluşumlar da vardır. Mağaraları açısından ele
alınınca bu il, doğal bir speleoloji laboratuarı olma özelliğini de taşıdığı görülür.
Ergani yankındaki Hilar mağaraları, Silvan yakınlarındaki Hasuni mağaraları
görülmeğe değer yerlerdir. Hilar ve Hasuni mağaraları doğal oluşumlar olmakla
birlikte Kuzey Mezopotamya’nın kültür tarihi açısından da yerleşilmiş olmalarıyla
önemli rolleri olan yerlerdir. Doğal özellikler insan eliyle oldukça değiştirilmiştir.
Özellikle Hilar mağaraları ve Çayönü höyüğü GD Anadolu’da Neolitik dönemin en
önemli merkezlerinden birisidir. Daha Avrupa’da köy bile yokken, burada örgütlü
bir halk topluluğu -kentli- vardı. Berlin’in, Londra’nın, Paris’in yerinde ayıların
yaşadığı ormanlar varken Hilar mağaralarında yaşayan insanlar tarım yapıyorlardı.
Evcilleştirdikleri hayvanlarının gücüyle toprağı sürüyor, tahıl tohumunu atıyordu.
Buğday olgunlaştığı zaman da, volkanik taşların sivriliğini orak gibi kullanarak
biçiyordu. Başakları döverek, çarparak daneleri çıkarmasını bilen Çayönü halkı tahılı
ezip un yapmayı, undan ekmek yapmayı da öğrenmişti. GD Toroslar da, insanlara
protein sağlayan av hayvanlarıyla dolu idi. Çünkü o zamanlar bu yükseltilerde yoğun
ağaçların oluşturduğu ormanlar vardı. Av hayvanları arasında en çok geyik, domuz
bulunuyordu. Çevredeki çaylardan da balık yakal anıyordu. Diyarbakır toprağı
güvercinlerle münbit hale gelmiştir binlerce yıldan beri. Gökyüzünün sonsuzluğunda
öbek öbek uçan, kendilerini seyredenlere gösteri yaparcasına balerin ustalığıyla
süzülen, şaşırtıcı taklalar atan güvercin bir mübaek kuştur bu diyarda. Toprağın
verimsizliği bu yarı yabani yarı evcil güvercinin gübresiyle kavun karpuz, üzüm
yetişir hale gelmiştir. Öyleyse borhana ya da boranhane adı verilen güvercin evlerini
zyaret etmenin vakti gelmiştir. Silvan yolu üzerinde Karaçalı köyünün borhanaları
günümüze sağlam olarak ulaşmıştır içlerindeki güzelim kuşlarıyla.

El hasılı vel kelam, Diyarbakır diyarı söylene söylene bitmez; yazıla yazıla tükenmez.

276

kitap_dizgi.indd 276 11/14/12 12:56 PM


TARİHİ AÇIDAN DİYARBAKIR KÖŞKLERİ
Vedat Gündoğan
(Araştırmacı –Yazar)

Köşkler Diyarbakır’ı kuşatan surların dışında ve Dicle nehrinin batısındaki


yamaçlarda yapılmıştır. Köşk sahipleri yılın sekiz ayını burada geçirirler. Bu köşkler
aynı zamanda Diyarbakır’ın ileri gelen şair, edip ve müzisyenlerinin toplanıp, saz ve
söz alemlerinin yapıldığı yerlerdir.

Dicle vadisi boyunca yapılan Hacı Paşa, Berdebur, Pamuklu, Kuşdili, Seman (Gazi
Köşkü), Ağuludere, Erdebil (Ber Der-i Pir), Çıkıntaş, Hami, Bekir Paşa, Kavs
(Çarbağ) köşklerinden birkaç tanesi varlıklarını sürdürmektedir.

Ali Emirî Diyarbakır’ın köşkleri, mesire ve gezinti yerlerini, bahçe ve bağlarını


şöyle sıralamaktadır:

1. Ali Bali 16. Hâmî Köşkü


2. Ali Keşkûl Mevki‘i 17. Ka‘bî Karyesi
3. Bekir Paşa Köşkü 18. Kantaralar
4. Cihân-nümâ Mevki‘i 19. Kara Ağaç
5. Çırçır 20. Kavs Bâgçesi
6. Dicle Bostanları 21. Kayalı Bâgçe
7. Dicle Cisri (köprü) 22. Kırklar Dağı
8. Dicle Kenarı 23. Kumar-hâne denilen mevki
9. Erdebîl Köşkü 24. Küncülü Bâgçesi
10. Fiskaya 25. Osmân Ağa Bâgçesi
11. Gam Götürmez Mesîresi 26. Pamuklu Köşkü
12. Göğsü Güzel Mesîresi 27. Sem‘an-zâde Köşkü
13. Hacı Ağa Köşkü 28. Seyran Köşkü
14. Hacı Hamza Köşkü 29. Sıyrılacak Taş
15. Hamalı Köşkü 30. Şemsîler

Bu yerlerden Kavs Köşkü ve Kırklar Dağı için şu beyti yazmıştır:

“Bostân-ı Diyâr-ı Bekr ü Dicle


Firdevs ile selsebîle beñzer

Letâfetle döner ol cây-ı zîbâ bâg-ı Firdevse


Bahâr eyyâmı geldükde hadengâsâ atıl Kavs’a

Beñziyor ezhâr-ı gûn-â-gûnla Cennet bağına


Nev-bahâr oldıkda git bir kerre Kırklar Dağı’na”

277

kitap_dizgi.indd 277 11/14/12 12:56 PM


Erdebil (Ber Der-i Pir) Köşkü
Dicle Köprüsü (On Gözlü Köprü)’nün batısında ve yakınında bulunduğundan “Ber
Der-i Pir” olarak da adlandırılır. Civarı güzel bir mesire yeri olan bu köşk için Ali
Emirî şöyle söylemektedir:
“Erdebil Kasrında vardır bir safayı dilistan
Dicle’nin cisri metin kurbunda etmiştir mekan”

Kavs (Çarbağ) Köşkü


Şeyh Aziz Mahmut urmevi tarafından 1634 yılında yaptırılmıştır. Bu köşk Dicle’nin
karşı yakasında Kavs denilen mevkidedir. Çok güzel bir manzaraya sahip olan bu
köşkte Sultan IV. Murad’ın da kaldığı söylenir. Köşkün üst katındaki Cihannûmâ
adı verilen, güzel bir şekilde döşenmiş geniş odanın olduğu, IV. Murad tarafından
kullanıldığı bilinmektedir.

Evliya Çelebi bu meşhur Kavs Bağı mesiresi için şunları söyler.

“Burası da o bölgede tanınmış İrem Bağı olan bağlardan biridir. Hatta Bağdat Fatihi
Gazi Sultan Murad, Bağdat fethinden sonra bu bağa gelmiş; adaletle ilgili işlerini
yaptıktan sonra eğlenmiştir. Bu gezinti ve eğlence yeri Şat Nehri tarafında cennet
bahçesini hatırlatan bir cennetti ki, dil onu anlatmada yetersiz kalır.”

Köşk’ün Şeyh Aziz Mahmud Urmevi tarafından yaptırıldığını, şeyhin yeğeni olan
Şair Resmî’nin yazdığı aşağıdaki manzum tarihinden anlaşılmaktadır:

Seyyid-i Mahmûd-i âlem mültecâ-yi hâs ü âm


Şatt-ı Âmid sâhilinde yaptı bir câ-yi ferağ
Âb-i Kevserdir suyu her nahli bir tûbâ misâl
Görse Dûzeh ehli varmaz Cennete eyler damâğ
Enveri, Hahaani bilmez nağme-i güftârını
Hem-zeban-i bülbül olmaz gülşen-i âlemde zağ
San’at-ı tarihin idrâk eylemez ahvel olan
Nükte-i serbestemi halleyleyen ahbâb-i sağ
Kilk-i pir-, Nakşibendi kudret âsâ RESMİ’dür
K’ol Aziz’ün tarih-i aceb ism ü resmi ÇÂRBAĞ

Diyarbakır’a gelip buradan, Dicle nehri üzerinden kelek ile Bağdat’a gidecek olan
Düyûn-u Umumiye direktörü Ali Bey yazmış olduğu anılarında Kavs Köşkü ile ilgili
şu bilgileri vermektedir:

“Ağustosun onuncu cumartesi günü Mardin’den hareketle ertesi pazar günü


Diyarbakır’a geldik. Hava çok sıcaktı. Kentte kalmak imkanı olmadığından
Diyarbekir’in karşısında yani Dicle’nin sol yakasında ‘KAVS’ denilen yerde, Hayali
Efendi’nin köşkünün önünde çadırlarımı kurdum.

Evliya Çelebi, age, C.6, s.143

278

kitap_dizgi.indd 278 11/14/12 12:56 PM


Çadırlarımız Dicle kıyısına yakın boş bir tarlaya konulmuştu. Yatak çadırımı bu
tarlada bulunan büyük çınar ağacının altına kurmuştum ki, ağacın gölgesi gündüzleri
güneşin ısısından çadırı bir derece koruyordu. Bir gün adet olduğu üzere öğle
yemeğinden sonra biraz uyku uyumak için yatağımın üstüne uzandığım bir sırada
baş yastığımın devinmekte olduğunu duyumsadım ve yerimden kalkarak yastığı
kaldırdım. Bir de ne göreyim? Büyük bir yılan çöreklenmiş yatıyor! Elimdeki
yastığı yılanın üstüne fırlatarak çadırdan dışarı kaçtım. Yılan süzülüp kaçtı ve çınar
ağacının kökündeki bir deliğe girdi. Bunu görünce artık orada kim durur? Hemen
çadırlarımızı toplayıp, Hayali Efendi’nin köşküne sığındık ve bir süre orada kaldık”
Bir dönem halkın mesire yeri olan bu köşk şimdi Dicle Üniversitesi’nin yerleşke
alanı içerisinde olup yakın zamana kadar yıkık ve harabe durumda idi. Şimdi ise
kalıntıları dahi kalmamıştır.

Resim 1: 1970 yılında Kavs Köşkü’nün durumu

Resim 2: 1855 yılında Kavs Köşkü bahçesinde bir grup. Önde oturanlar:

Ali Bey, Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk, Büke Yayınları, 2003, s.105

279

kitap_dizgi.indd 279 11/14/12 12:56 PM


1.Terzi Mardik, 2-Şair Gülşenizade Ruşeni, 3-Düyunu Umûmiye başmüfettişlerinden
Mihran Efendi. 4-Diyarbakır PTT eski müfettişlerinden Gülyar Efendi, 5-PTT
yabancı dil muhabere memurlarından Kandullah Efendi. Ortada oturanlar: 1-Şair
Ahmet Hayali, 2-Düyunu Umumiye genel müfettişi Ali Bey, 3-Mehmed Mekki
Bey, 4-Adliye müfettişi Sahih Paşa, 5-Ceza Mahkemesi Reisi Abdurrahman Necim
Bey. Arka sıradakiler: 1-Diyarbakır Düyunu Umûmiye Muhasebe eski başkatibi
Hüseyin Vasfi Bey, 2-Diyarbakır İstinaf Mahkemesi Başkatibi Ahmet Cemil (Asena)
Bey, 3-Savcı yardımcılarından Musullu Hamdi Bey, 4-Diyarbakır Belediye eski
başkanlarından Abdulhamid Niyazi (Çıkıntaş) Bey, 5-İcra memuru Çizmeciyan
Fetullah Efendi. Bu resimdeki on beş kişiden beşi gayrimüslimdir. Bu güzel dostluk
ve arkadaşlık daha sonra Ermeni komitacılarının ve misyoner faaliyetlerinin
çalışmalarıyla düşmanlığa dönüşecektir.
Gazi (Seman Köşkü)
Asıl adı Semanoğlu Köşkü’dür. XV. yüzyıldan kalan bu köşk, Akkoyunlu
döneminin yapılarındandır. 1917 yılında kolordu komutanı olarak bulunan Atatürk,
bu köşkte ikamet etmiştir. Bu köşk 1937 yılında belediye tarafından satın alınarak
Atatürk’e armağan edilmiştir. Seman Köşkü bu tarihten itibaren Gazi Köşkü olarak
adlandırılmıştır. Atatürk bazen misafirlerini kaldığı bu köşkte ağırlamıştır.
Birinci Cihan Harbi sırasında bölgedeki gelişmeler ile ilgili Diyarbakır’da yapılan bir
toplantıya katılan Harput’lu Hacı Kerim Efendi (Sunguroğlu), Elazığ’a döndükten
sonra bu köşkte kaldığı bir geceyi ve Diyarbakır ile ilgili intibalarını şöyle anlatır:
“Diyarbakır’a gidince Dağ kapısı’nda bizi bir polis karşıladı ve misafir kalacağımız
eve götürdü, ev sahipleri bizi karşılayarak misafir ettiler, bir az istirahattan sonra
muazzam bir sofrada akşam yemeğini yedik ve tahsis edilen odalarda yattık, ertesi
sabah çarşıya çıkarak bir az dolaştıktan sonra misafir bulunduğumuz eve geldik, öğle
yemeğinden sonra dün bizi Dağ Kapı’sında karşılayan polis bir otomobille geldi, bizi
karargâha götürdü, yaverler, inzibat çavuşları tarafından karşılanarak bizi köşkün
ikinci katına çıkardılar, büyük bir salon, ortada uzun bir masa, bir yaver isimlerimizi
soruyor ve masanın üzerindeki kartlara bakarak koltuklarımıza oturtuyordu. Kongreye
davet edilenler tamamen gelmiş ve yerlerini almışlardı, etrafıma baktım davetlilerin
arasında benden başka ihtiyar ve sakallı yoktu, hepsi gençti. Mithat Beyle benim
yerim, karşı karşıya masanın alt tarafına isabet etmişti, esasen masanın bir tarafına
vali ve mutasarrıflar, mukabil tarafında da vilâyet mümessilleri oturtulmak suretiyle
tertiplenmişti. Paşa salona girince ayağa kalkılarak hürmet tezahürleri gösterildi.
Paşa, masanın başındaki koltuğa oturunca hepimize: Hoş geldiniz, diye iltifatta
bulunduktan sonra toplantının maksat ve gayelerini kısa cümlelerle açıklayarak
müzakereyi açtı. Evvelâ sol yanında oturan valiyi, sonra onun karşısında yer alan
aynı vilâyetin mümessilini ve sırasıyla aynı usul dairesinde hepsini konuşturdu.
Paşanın ağzından bir tek kelime çıkmıyordu, sıra masanın sonunda oturan bizlere
gelmişti; ‘Mithat Bey buyurunuz’ dediler, Mithat Bey, ‘Paşam ben Elaziz’e yeni
geldim, vilayetin umumi durumuna henüz nüfuz edemedim. Sözü bu hususta geniş
bilgi ve tecrübeye sahip olan Hacı Kerim Efendiye veriyorum, o bizleri tenvir
edecektir’, deyince, Paşam ‘ya öyle mi?’ diyerek ‘Hacı Efendi sizi dinleyelim’ diye
emir buyurdular.
İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında, c.2, s.300-301-302

280

kitap_dizgi.indd 280 11/14/12 12:56 PM


Ben de ilk söz sahibi olandan başlayarak sonuna kadar serdedilen mütaaları ayrı,
ayrı ele aldım, teşrih ve tenkitlerimi yaptıktan sonra kendi mütalaamı da ekleyerek
konuşmamı bitirdim. Paşa bana ‘teşekkür ederim’ diyerek müzakereye son verdi.
Paşa, koltuğundan kalkınca herkes de kalktı, salona ve aralığa dağılarak sigaralarını
yaktılar, o sırada Paşanın bana doğru geldiğini görünce kendimi topladım, elimi
sıktı, ‘Hacı Efendi sizden çok istifade edeceğiz’ dedi.
Davetlilerin hepsi o akşam Paşanın misafiri olarak köşkte kaldık, salonda muazzam
bir sofra hazırlanmıştı, sofrada çeşitli mezeler, yemekler ve şişelerle Diyarbakır’ın
meşhur rakıları sıralanmıştı, biz Mithat Beyle salona girip de yerimize oturacağımız
sırada bir yaver geldi. ‘Efendim sizin yeriniz Paşanın emriyle değişti’ diyerek
Mithat Bey’i Paşanın soluna, beni de sağına oturttu, o sırada Paşa da geldi, kadehler
dolduruldu, aşağı bahçede bando güzel parçalar çalıyordu. Sofracı önümdeki
kadehe rakı doldurmak isterken ‘Beni af ediniz’ dedim. Paşa bunu hemen işitti ve
derhal müdahale ederek ‘doldur’ diye emir verdi. ‘İç iç Hacım’, diyen emirlerine
karşı ben yine özür beyan ederek af diledim, Evvelce rakı içtin mi’ diye sordu.
‘Gençliğimde kullandım; fakat yıllar var ki içmiyorum, içmemeğe kararlıyım.’ Paşa
gülerek ‘mademki evvelce içmişsiniz, şimdi de içebilirsiniz’ dedi. Paşanın elinden
kurtuluş yoktu. ‘Peki Paşam emredersiniz’ dedim, kadehi elime alarak ‘emrinizi
reddetmeyeceğim, yalnız müsaade buyurursanız size bir sual sorayım’ dedim.
Buyurun dediler.
‘Paşam siz ki, Çanakkale’de muzaffer olmuş, şimdi de doğu illerini düşmana karşı
müdafaa ve doğunun yaralarına merhem aramak üzere bizleri buraya toplamış
büyük ve azimkar bir kumandansınız, hiçbir kuvveti tasavvur eder misiniz ki, sizi
karar ve azm-ü iradenizden döndürebilsin’ Bu sualime, Paşa, ‘hayır döndüremez’
cevabını verince: ‘Şu halde ben yıllardan beri içki kullanmamağa karar vermiş ve
bu güne kadar da azmimde sebat etmiş bir kimseyim, bu azmimi ve irademi kırmak
istiyorsanız içeyim’, deyince güldü ve ‘fena yakaladın’ diyerek yaveri çağırdı,
‘Hacı babaya bir limonata yaptırınız’ diye emir verdi, limonata geldi, onlar rakı ben
limonata içiyordum, sofra çok zengin ve çeşitli mezelerle dolu olduğu halde Paşanın
önünde bir tabak leblebi vardı, meze olarak yalnız onu kullanıyordu, doğrusu bu hal
çok garibime gitti.
Yemekten kalkarken, ‘Hacı Baba, siz benim misafirim olarak köşkte kalacaksınız,
odanız hazırdır, buyurun istirahat edin’ dedi. Beni temiz bir odaya aldılar, odaya
seccade de bırakılmıştı, namazdan sonra salona çıktığım zaman, ikinci yemek
sofrasında yaverler, subaylar ve bando takım efradı yemek yiyorlar, Paşa da ayakta
bunlara bizzat hizmet ediyordu. O zaman Paşanın büyüklüğünü anladım...
Büyük bir bahçeye sahip olan Gazi Köşkü’nün etrafı güllerle dolu idi. Burada
bulunan rengârenk güllerin yanında sıkça her türlü meyve ve dut ağaçları bulunur
idi. Gazi Köşkü’nün bahçeleri halkın en çok rağbet ettiği mesire yeri idi.

281

kitap_dizgi.indd 281 11/14/12 12:56 PM


Resim 3: Gazi Köşkü, (Seman Köşkü)

Resim 4: Kuşdili Köşkü (Bekir Paşa Köşkü)

Resim 5: Ağuludere Köşkü

282

kitap_dizgi.indd 282 11/14/12 12:56 PM


Resim 6: Erdebil (Ber-Der-i Pir) Köşkü, 1970

Resim 7: Erdebil Köşkünün bir başka cepheden görünümü

Hâmî Köşkü
Asıl adı Ahmed, mahlâsı Hâmî olan şair, 1679 yılında Amid (Diyarbakır)’de
doğmuştur. İlk tahsilini tamamladıktan sonra medresede, hocası Şair İbrahim
Hâşim’den İslâm ilimleri dersleri alan ve bu arada hattâtlığı da bu hocasından
öğrenmiştir. Hâmî hakkında bilgi veren Ali Emirî Efendi, Urfalı şair Nâbî’nin
çağdaşı olan Hâmî’yi şu şekilde övdüğünü belirtmektedir:

283

kitap_dizgi.indd 283 11/14/12 12:56 PM


“NÂBİ’ya Amid’e şâyândır ezelden denmek
Tuhfe-i nâdire-zây-i çemenistân-ı kadim
Tâze Hâmi’si zuhûr eylediğin gûş itdık
Eylemiş hüsn-i himâyetle harâbın ternim
Böyle Hâmisini Amid ne aceb şimdiye dek
Çalmadı gayri bilâd üstüne kûs-i takdim
Ben dahi gam mi çekerdim nazar-i a’dâdan
Bâzûy-i vaslde tâ’vîzim olaydı Hâmi’m”

17. yüzyılın önde gelen divan şairlerinden olan Hâmî birçok paşanın yanında devlet
hizmetinde bulunmuştur. 1635 yılında Revan seferi sırasında IV. Murad’a, en iyi
“Otağ-Çadır”ını yapan Amid çadırcıları, Köprülü Abdullah Paşa’nın siparişi üzerine
yapılan büyük bir çadıra “Râiyye Kasidesi”ni yazan Hâmî’yi takdir ederek bu
kasideyi çadırın eteklerine işletmiştir.
Hâmî 1726 yılında Tebriz’de Dîvân Kâtipliği görevinden ayrılarak Amid’e
(Diyarbakır’a) gelerek Gazi Köşkü’nün yukarı kısmında bir köşk yaptırmıştı. Bu
köşke “Hâmi Köşkü” denilmiştir. Bu köşkün sofasının iki kapısı üzerindeki taşlara
Hâmî şu tarik kıtasını yazdırmıştır:
“Ahmed HÂMİ bu işret-hâne-i dîrînde
Bezl-i makdûr eyleyüp yaptırdı kasr-ı bîmend
Hüsn-i itmâmın görüp HÂMİ dedim tarihini
Ahmed Âbâd oldu himmetle bu kasr-ı dil-pesend
Sene 1140 Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Hâmî hakkında şu bilgileri vermektedir:
“Hâmi, bizim görüşümüz şudur ki klasik edebiyatımızın ikinci plandaki değerli
şairleri arasında yer almaktadır. Onun kasidelerinde başta Ömer Nef’i (1572-1635)
ve Yusuf Nabi (1641-1712)’nin tesiri rahatça müşahede edilmektedir. Gazellerinde
ise Nabi ile Nedim (Ahmed, 1680-1730)’in kişiliğini korumasını bilmekle beraber
etkisinin bulunduğu gözden kaçmamaktadır. Ama rahatça denilebilir ki Hâmî, bu
tesir ve nüfuzu hiçbir zaman taklit derecesinde hissettirmemektedir. Aksine eski
edebiyatın bütün manzum, mefhum ve remzlerini yerinde kullanabilmekte, geniş
kültürü sayesinde okuyucuda takdir duyguları uyandırmakta, hamasi ve hikemi
uslûbu yanında garami duyguları da başarı ile ifadelendirilmektedir.” Yerini tespit
edemediğim köşklerden biri olan Hacı Hamza Köşkü ile ilgili Ali Emirî, gençlik
yıllarında gittiği bu köşk için şunu söylemektedir:

“Hîç unutmam anda çarpıldum o zîbâ gamzeye


Yâr ile gitmiş idüm bir kerre Hacı Hamza’ya”

Abdulkadir Karahan, Diyarbekirli Hâmî ve Bir Kasidesi ile Bir Manzum Arîzası, Diyarbakır’ı Tanıtan Adam:
Şevket Beysanoğlu’na 70. Yaş Armağanı, Ankara 1991, s 240-251

284

kitap_dizgi.indd 284 11/14/12 12:56 PM


Resim 8: Hami Köşkü

Bekir Paşa Köşkü

Kuşdili Köşkü olarak da bilinen bu köşk hakkında Abdulgani Fahri Bulduk


“Diyarbakır Valileri” isimli eserinde şu bilgileri vermektedir:
Bekir Paşa Köşkü: Lebibzadelerin taht-ı tasarrufundadır. 1592 tarihinde bina
edilmiştir. Bu köşkün eyvanında tamiyeli şu tarih yazılıdır ki 1592 senesinde
yapıldığını ima etmektedir:

Kaldırıp âhir rakamdan başını


Dedi zîbâdır bu kasr-ı dilküşa

Taraf-ı âcizîden de:

Güher târîhi Fahrî şâh-ı gül üzre okur bülbül


Becâ köşkü alâ eyledi Bekir Pâşâ (1001/1592)
Şu mücevher târih ile tamiyeli:

Mücevher târîhe âb-ı revân verdi ey Fahrî


Binâ etti cilâ-dâr kasrı takı hep Bekir Pâşâ (1001/1592)

Güher tarihi tarh edildi:

Ganî târihi yazdı kıl temâşâ


Bu gün yaptı Bekir Pâşâ bu köşkü (1001/1592)

Bu mühmel târîhi Fahrî müzeyyen eyledi inşâ


Zihî yaptı sürûr-efzâ bu kasrı hep Bekir Pâşâ (1001/1592)

285

kitap_dizgi.indd 285 11/14/12 12:56 PM

You might also like