Professional Documents
Culture Documents
YARATTIĞI
DÜŞLERİN TAŞLARA YAZILDIĞI KENT: DİYARBAKIR
Giriş
Tarihi sur içi dokusu; konut, yönetim ve ticaret bölgelerinden oluşmaktadır. Tari-
hi Yerleşke genelden özele doğru giden bir düzen içersindedir. Bu dokudaki konut
alanları örüntüsü meydanlar, sokaklar (küçeler) ve konut alanlarından oluşmaktadır.
Konutlar da kendi dokusu içersinde farklı verilere göre bir örüntü kurgusu içinde
avlu etrafında konumlandırılmışlardır.
Diyarbakır kale içindeki parseller düzenli olmayan geometriye sahip olduğu için
sokaklarda ortaçağ kentlerinin genel özelliğine benzer şekilde organik dokuda ve
düzensiz gelişmiştir. Roma döneminde yeniden düzenlenerek yapıldığı bilinen ka-
nalizasyon ağının ana yolların altından geçtiği düşünülünce yapılaşmanın da düzen-
siz sokaklara uygun doğrultuda devam ettiği anlaşılmaktadır.
Şekil .2. Diyarbakır kent planı. (Kaynak: Gabriel, 1940)
Bu benzerlik, Mezopotamya ile adeta kaynaşan yerleşimlerde olduğu gibi yapı kül-
türü etkisi ile birleşerek geleneksel sur içi dokusunu oluşturmuştur. En az beşbin
yıllık bir geçmişe sa-hip olan Diyarbakır Evleri de binlerce yılın verdiği deneyimler
sonucu gelişerek, şehrin tarihi kimliğine ve iklim şartlarına en uygun bir konuma
gelmiş ve malzemenin etkisiyle kendisine özgü bir mimari form oluşturmuştur.
Diyarbakır ili volkanik bir arazi üzerinde kurulu olduğundan çevresinde bol mik-
tarda bazalt taş bulunmaktadır bu yüzden yapılarda yöresel malzeme olarak bazalt
taş kullanılmıştır.
1950 öncesinde genellikle bir bodrum katı üzerine kurulmuş tek katlı yapılar
çoğunlukta iken sonraları iki katlı evler çoğalmaya başlamıştır. Türk İslam mi-
marisinin özelliklerini taşıyan Diyarbakır Evleri, son 20–30 yılda sur içinin hızlı
göç alması sonucu düzensiz yapılaşmayla birlikte yok olmaya başlamıştır. Ancak
son yıllarda koruma bilincinin artmasıyla, bazı evler yaşatılmaktadır. Aslında hala
geçmişin izleri duruyorsa bilinki siyah taşının ölümsüzlüğündendir.
Fotoğraf.1.Diyarbakır 1914 yılından önce doğu yönünden Yeni Kapı civarından çekilmiş
fotoğraf(Orlando Carlo calumeno Koleksiyonu)(Osman Köker sergisi)
Geçmişte ezan, çan sesinin birlikte nice hazan mevsimlerinde duyulduğu o günler
hoşgörünün göstergesiydi. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun beraber yaşanabildiğinin
bilindiği bir şehirdi Diyarbakır.
Kentteki taş işlemeciliği, şehir sokaklarına cephe veren yapıların işlevine göre siluet
kazanmasında önemli bir yere sahiptir. Üzerlerindeki süsleme, bezeme veya kabart-
malar yapının işlevine göre değişmesinin yanı sıra, hâkimiyetinde bulunan devletler-
in özelliklerini de yansıtır nitelikte olmuştur. Taş işçiliğindeki ustalık ile bu ustaların
taşa yükledikleri anlamlar, birkaç bin yıllık kent tarihini ortaya koyar niteliktedir.
Rengi siyah olan bu taşlar evlere, sokaklara ve kent dokusuna gizemli olduğu ka-
dar, gerçekle düş arasında bir dünya sunmuştur. Bu iki dünyayı paylaşacak, ortaklık
kuracak biz dostları ise hep konuk etmiştir evler ve sokaklar. Renginin siyahlığı
düşlerimizin beyazlığıyla birleşmiş ve muhteşem bir görselliği bizlere sunmuştur.
Kentteki taş işlemeciliği, şehir sokaklarına cephe veren yapıların işlevine göre bir
siluet kazandırmıştır. Sokak ve evlerdeki süsleme ve bezemeler taş ustalarının maha-
retli ellerinde hayat bulmuş tıpkı bir dantel gibi işlenmiştir. Bazen kendi hayatlarını,
zevklerini, bazen de ev sahibinin zevkini yansıtmışlardır. Sert ve işlenmesi zor bir
malzeme olan bazalt taş;şimdilerde yok olmuş taş ustalarının taşa yükledikleri an-
lamlarla hayat bulmuştur.
Diyarbakır sur içi dokusunda evlerin büyük kısmı avluya bakmaktadır. Evler mah-
remiyet, iklimsel verilerden dolayı yüksek duvarlarla çevrilidir. Sokağa yönelmiş me-
kan sayısı çok fazla değildir. Sokağa yönelmiş mekânlar sokağın üzerine kurulan oda-
lar ve şahnişinlerdir. Sokağın üzerine kurulan bu odaların alt geçitlerine örtme veya
kabaltı denmektedir. Evlerin yüksek duvarları ve örtmeler sokak dokusu içersinde
serin ve gölgelik alanlar oluşturur.
10
11
12
13
Diyarbakır sur içi sokak dokusuna anlam katan öğelerden biriside kapılardır. Av-
lularla çevrelenmiş evlerin sokaklarla buluşma noktasıdır. Kapılar, hem sokakla
buluşma, dışa açılma hem de ev içi hayatı koruma, sakınma işlevini üstlenirler. Kapı
ve kapıların üzerindeki aksamların her biri ayrı bir anlam ve incelik göstermektedir.
Ev halkının sosyal, ekonomik kültürel durumunu da yansıtmaktadır. Örneğin hac-
ca gitmişse yazılan yazılarla hacca gittiğini demirci ustasıysa özel demir işçiliğini
yansıtır süsleme ve bezemelerle farklılaştırılırdı kapılar.
14
15
Fotoğraf.17. Sultan Şuca Çeşmesi Hz. Ömer Cami Cami Duvar Bitişiği
16
Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk iklim etkisi altındaki Diyarbakır’da gelenek-
sel konutlar avluludur. Avlu, kuru yaz sıcağı ve soğuk kış rüzgârlarına karşı en ba-
sit korunma şeklidir. Sıcak ve kurak iklimin eski Diyarbakır Evi biçimine etkisi,
avlu çevresindeki kitlelerin dizilişlerinde ve içe doğru yönlenmelerinde açıkça
görülür. Avlu çevresindeki odaların oluşturduğu mekânlar uygun güneş yönüne göre
yerleştirilmişlerdir. Bu yönlenme, yazın kullanılan yazlık, kışın kullanılan kışlık
ve baharda kullanılan mevsimlik odaların ayrı ayrı yerlerde tasarlanmasına neden
olmuştur. Yazlık bölümler güneşten fazla etkilenmemek için kuzeye, kışlık bölümler
ise bol güneş alabilmesi için güneye yönlendirilmişlerdir. Bu yüzden güney cephesi
bol pencerelidir. Baharlık kitle ise dış ve orta avlulu evlerde görülür. Avlunun doğu
veya batısında bulunur.
Eski Diyarbakır aile yapısı büyük ve ataerkil bir nitelikteydi. Büyük aile; ana, baba ve
çocuklardan oluşan çekirdek ailelerin birleşimidir. Bu nedenle bu büyük aile yapısı
bir ortak alan olan avlulu bir düzen oluşturmuştur. Aile yapısının büyüklüğü, ev-
lerin büyüklüğünü, avlu ve çevresindeki kitlelerin sayısını belirlemiştir. Ayrıca dini
inancın etkisindeki bir aile yaşantısı ve bunun sonucunda oluşan evin gizliliği hem
içte, hem de dışta olmak üzere iki şekilde evin kitlesel biçimlenmesini etkilemiştir.
İçteki gizlilik harem ve selamlık bölümleriyle sağlanmıştır. Eski evlerde bu bölüm-
ler iki ayrı ev gibi düşünülmüş, ancak bağlantı bir ara kapıyla sağlanmıştır. Zengin
ailelere ait evlerde bu iki bölüme de rastlanır. Diğerlerinde de avlu evin haremidir.
Dıştaki gizlilik ise, evin yüksek duvarlar arkasında kalması ve dışarıya kapalı
olmasıyla sağlanır. Bu kapalılık sokağa ve yandaki komşu evlere doğru olur.
17
Fotoğraf.19.Damda Tahtlar(A.Tekin,1971)
18
19
20
21
Diyarbakır Evi tasarım kriterlerinde su, gölge ve yarı açık alanlar önemli yer tutar.
Eyvanda bulunan havuz ve su kanalı bodrumda yer alan serdap, sıcak bir iklimin
etkisinde oluşan yapısal, mekâna yansıyan elemanlardır
22
Fotoğraf.27.Avluda kanallar,tulumbalar
23
Diyarbakır geleneksel konut mimarisi bir çok yönüyle özgün ve seçkin tasarıma
sahiptir. Sosyal mimarlık - Fiziksel mimarlık sentezinin, iyi sağlandığı bir mimarlık
örneği sunar bizlere.
-Yaşam tarzının mekâna yansıtılması
-Malzemenin ve strüktürün rasyonel yorumlanması
-Bina-çevre ilişkilerinin bir bütünlük içinde yorumlanması açısından modern
çevrelere de ışık tutabilecek birçok tasarım özelliğine sahiptir.
24
Bizim güneşe ihtiyacımız olduğu kadar inanca, kültüre, suya ve bizi büyütecek,
kalkındıracak değerlerimize sahip çıkmaya çokça ihtiyacımız var.
KAYNAKLAR
25
GÜNELİ Zülküf, BEKLEYEN Ayhan, Eski Diyarbakır Evi Kitlesel Biçimini Et-
kileyen Asal Etmenlerin Belirlenmesi, Yapı Dergisi, Sayı 163,Haziran,1993
http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/yirmidort_saat.html
26
27
Özet
Bu çalışmanın amacı yüksek oranda kırsal nüfusa sahip olan ülkemizin kırsal
alanlarının kırsal turizm potansiyelinin ortaya çıkarılması ve uygulanma yolunun
gösterilmesidir. Çalışma kırsal kalkınma, kırsal turizm ve kırsal turizmin ülkemizde
ve dünyada ki örneklerini kapsamaktadır. Sonuç olarak ülkemiz kırsal turizm
potansiyeli çok yüksek olduğu halde kırsal turizm faaliyetlerinin yeterli olmadığı
görülmektedir.
Anahtar Kelimeler
Kırsal, Kırsal Turizm, Kırsal Kalkınma, Kırsal Turizm Örnekleri
Giriş
Son 15-20 yıl içerisinde “kırsal kalkınma” kavramı sıkça gündeme gelmiş, kırsal kes-
imde yasayanların mutlu ve gönenç içinde bir ortamda yasaması amacıyla kalkınma
arayışları hızlanmıştır. Dünyada herhangi bir kırsal alanda yaşanan tarımsal üretim-
deki verim düşüklüğü, yoksulluk, önemli göç hareketleri, toprak kirlenmesi gibi so-
runlar, sadece o sorunu yasayanları ilgilendirmekten çıkmış ve bütün ülkeyi hatta
birçok ülkeyi etkileyen bir duruma gelmiştir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler, Dünya
Bankası, Avrupa Birliği gibi kuruluşlar kırsal kalkınma olgusuna daha çok kaynak,
bilgi ve zaman ayırma durumuna gelmişlerdir (TarımveKöyişleriBakanlığı, 2004).
28
Kırsal alanı, kent diye tanımladığımız yerleşme alanlarının dışında kalan, ağırlıklı
olarak tarımsal etkinliklerin yapıldığı alanları içeren, bucak, köy, mezra, kom vb.
adlarla anılan ve çeşitli ölçütlere göre kent sayılma aşamasına gelmeyen kasabaları
da kapsamı içine alan yerleşimler olarak tanımlayabiliriz. Kısaca kırsal alan-
lar, ekonomisi tarıma dayanan, yüz yüze iliksilerin yaygın olduğu, işbölümü ve
uzmanlaşmanın gelişmediği toplumsal ortamlarda yasayan insan topluluklarını içer-
mektedir (GÖRÜN, 2004).
Kırsal kalkınma, içerisinde çok boyutlu etkinlikleri ve kavramları barındıran bir ol-
gudur. Bu nedenle, üzerinde görüş birliğine varılan net bir tanımı yoktur. İlk kez
Birleşmiş Milletler (BM) Örgütünce tanımı yapılan “toplum kalkınması” tanımı,
“kırsal kalkınma” olarak da kabul edilmektedir. Bu tanımda, toplumun niteliği kırsal
olup olmadığı belirtilmeksizin konuya genel bir açıdan yaklaşıldığı görülmektedir.
Bu tanıma göre kırsal kalkınma; “küçük toplulukların içinde bulundukları ekono-
mik, toplumsal ve kültürel koşulları iyileştirmek amacıyla giriştikleri çabaların
devletin bu konudaki çabalarıyla birleştirilmesi, bu toplulukların ulusun tümüyle
kaynaştırılması ve ulusal kalkınma çabalarına tam biçimde katkıda bulunmalarının
sağlanması sürecidir” (II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon
Raporu, 2004).
Çoğu kez “köy kalkınması” ile es anlamlı kullanılan “kırsal gelişme ya da kalkınma”,
kırsal alanlarda yasayan insan topluluklarının toplumsal, ekonomik, ekinsel açılardan
yapısını değiştirecek biçimde üretim, gelir ve gönenç düzeylerinin geliştirilmesini,
insan-toprak ilişkilerindeki dengesizliklerin giderilmesini, kentsel alanlarda var olan
fiziksel ve toplumsal altyapının kırsal alanda da yaratılmasını, tarımsal ürünlerin
daha iyi değerlendirilmesini amaçlayan çok yönlü süreçleri, etkinlikleri ve örgütlen-
meleri anlatmaktadır (GERAY, 1999).
29
Kırsal kalkınmanın ana amacı kırsal nüfusun gelir düzeyini arttırarak yasam
standartlarını yükseltmektir. Bu balgamda kırsal alanda islendirmenin arttırılması,
insan kaynaklarının geliştirilmesi, kırsal nüfusun gelirini arttırıcı ekonomik etkin-
liklerin desteklenmesi, yasam kalitesinin iyileştirilmesi, etkili örgütlenme ve her
düzeyde katılımcılık önem taşımaktadır (AKÇA, 2004).
Dünya Turizm Örgütü’nün “2020 Turizm Vizyonu” yayınında, kırsal turizmde tu-
riste sunulan ürünlerin göreceli olarak hala sınırlı olduğu fakat önümüzdeki beş ile
on yıl içerisinde önemli derecede artacağı beklendiği belirtilmiştir. Bu dönemde
kırsal turizme kitlesel bir kayma beklenmemekte ise de önümüzdeki dönemde kırsal
turizmde gelişme trendinin yüksek olduğu açıkça ortadadır (WorldTourismOrganisa-
tion, 2004).
30
Kırsal turizm basit olarak kırsal alanlara yapılan seyahat olarak tanımlanabilir. An-
cak, araştırmalar kırsal turizmin daha karmaşık olduğunu göstermektedir. Kırsal
alanlarda gerçekleştirilen turizmle ilgili, doğaya dayalı etkinlikler, festivaller, kül-
türel etkinlikler, tarımsal turizm, el sanatları ürünleri gösterilerini içeren örnekler
Bulunmaktadır. Kırsal turizm bütün tarım turizmi aktivitelerini, eğitici seyahatleri,
sağlık turizmini ve eko turizmi içeren çok yönlü karmaşık bir etkinliktir (HEATER,
2011).
Dünya turizm literatürü incelendiği zaman uzmanlar tarafından kırsal turizmin çift-
lik turizmi (farm tourism), köy turizmi (village tourism), yayla turizmi (highland
tourism), tarımsal turizm (agro-tourism), ekoturizm (ecotourism) gibi farklı isim-
lerle anlatıldığı görülmektedir. Bunun nedeni kırsal turizmin kapsamı hakkında ortak
bir görüşe sahip olunmamasıdır (ESENGÜN, AKÇA, & SAYILI, 2011).
Kırsal turizm; genellikle bos vakit geçirme, rekreasyon ve çok az is amaçlı, aynı
ülke ya da farklı ülkelerin kentli insanlarının kırsal alanları kullanımını içermekte-
dir. Bununla birlikte, bu basit tanım çok sayıda ayrı ve karışık önemli farklılıklara
işaret eder. Kırsal turizm, turistin sürekli ikamet ettiği evinden kilometrelerce uzak-
taki bir ülkede uzun bir tatil ya da birkaç dakikalık uzaklıktaki kırsal alanda öğleden
sonra gezisi seklinde olabilir. Bu tatiller kent yakınında olma ya da tura çıkmış olma,
kültür ya da rahatlama, spor etkinliği gibi fiziksel memnuniyet amaçlı ya da aile
ve akrabaları ziyaret gibi duygusal amaçlı olabilir. Bu farklılıklar kırsal turizmin
tanımlanmasını ve genellenmesini zorlaştırmaktadır (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK,
2006).
Kırsal turizm, kişilerin doğal ortamlarda dinlenmek ve değişik kültürlerle bir arada
olmak amacıyla bir kırsal yerleşmeye gidip, orada konaklamaları ve o yöreye özgü
etkinlikleri izlemeleri ya da katılmalarıyla gerçeklesen bir turizm türüdür (SOY-
KAN, 1999).
31
Ülkemizde, son yıllarda yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri de kırsal bölgeler-
in tarihi, doğal ve kültürel değerlerini yerli ve yabancı turistlerin ilgisine sunarak
kırsal turizmden yararlanma çabaları içerisindedirler. Bunlardan birkaçını aşağıda
özetleyebiliriz:
32
Bu projeyle;
- Ekolojik yasam hareketinin içerisindeki gruplar ve bireyler arasındaki iletişimi
güçlendirmesi,
- Ekolojik üretimin öncelikle kırsal nüfus için, doğal döngülerle dost, sürekli bir
yaşamsal kaynak oluşturması yönünde sağlıklı örneklerin oluşturulması,
- Kentte yasayan insanların ekolojik çiftliklerdeki yasamı deneyimleyerek, ekolojik
yasam ile ilgili sorumluluklarını içselleştirmesi ve böylece günlük yaşamında daha
fazla uygulamaya sokması,
- Tüketici ve üretici etkinliklerinde ilk elden ekolojik yöntem, deneyim ve bilgi
paylaşımı,
- Doğa dostu üretim ve tüketim modellerinin desteklenmesi yoluyla, toprak, hava
su kalitesinin, biyolojik çeşitliliğin, iklimlerin ve diğer doğal döngülerin sağlıklı bir
biçimde sürdürülmesine katkı amaçlanmıştır (https://www.bugday.org/tatuta/kila-
vuz.php, 2011).
ECEAT (Avrupa Ekolojik ve Tarımsal Turizm Merkezi) üyesi olan Buğday Ekolojik
Yasamı Destekleme Derneği’nin internet sitesinde Türkiye’de bulunan turizm çift-
liklerinin özellikleri ve faaliyet gösterdikleri zaman dilimleri verilmiştir
Kırsal turizm tamamıyla yeni bir kavram değildir. 19. yüzyılda gelişen ve büyüyen
endüstri kentlerinin stresine ve bakımsızlığına tepki olarak kırsal alanda turizm et-
kinlikleri gelişmeye başlamıştır. Hatta bazı yazarlar kırsal alanın romantikliğini eser-
lerine yansıtmıştır. Bu dönemlerde bazı demiryolu şirketleri de yatırımlar yaparak
bu gelişmekte olan turizm çeşidine hizmet vermiş ve kentsel alanlarda yasayanların
kırsal alana daha rahat ulaşabilmelerini sağlamayı amaçlamışlardır. Özellikle Alpler
ve Amerikan ve Kanada Rockies dağları yapılan demiryolu yatırımları ile kırsal tu-
rizmin ilk öncüleri sayılabilir (Tourism Strategies and Rural Development, 1994).
Dünyada birçok ülkenin ulusal turizm yönetimi kırsal turizmin önemli ve gelişen bir
sektör olduğunu kabul etmesine karsın özellikle kırsal turizmle ilgili istatistikî bilgi
toplayan ülkelerin sayısının azlığından dolayı kırsal turizmin rakamsal boyutları ile
ilgili bilgilere ulaşmak oldukça zordur. Bu nedenle sadece bazı kırsal alanlar için
yapılmış olan çalışmalardan birtakım sonuçlar çıkarmak gereklidir.
33
Sanayileşmenin artması tarımsal üretimin yeterli kazanç sağlamaması dolayısı ile kırsal
turizm kırsal alanların kalkınması için yeni bir strateji olarak değerlendirilmektedir.
Örneğin Doğu Avrupa’da geçtiğimiz on yılda yaşanan olaylar, hızlı bir kırsal
issizliği tetiklemiş ve turizm, kırsal alanlarda ekonomik gelişmeyi canlandıracak bir
katalizör, geri kalmış bölgelerin yasayabilmesi için bir araç ve kırsal yerel toplumun
yasam koşullarını geliştirecek bir etkinlik olarak belirlenmiştir (BRIEDENHANN
& EUGENIA, 2004).
34
Fransa’da kırsal turizmin 1950’li yıllardan itibaren bir ekonomik etkinlik olarak
desteklenmeye başlamasıyla, özellikle 1960’lardan sonra kırsal dünya ve tarım
için yeni bir şans kapısı açılmıştır. Son yıllarda kırsal alanların düzenlenmesinde
turizmden sosyal ve ekonomik açıdan en çok yararlanmak üzere, bir dizi izlenceler
devreye sokulmuştur. Ayrıca 1970’li yıllardan itibaren devlet ve yerel yönetimlerin
kırsal düzenleme konusunda uyumlu çalışmaları ve eşgüdüm girişimleri sonucunda;
yeşil Tatil Köyleri kurulmuştur. Yine aynı yıllardaki çalımsalar sonucunda, ulusal
ya da bölgesel parklar (bu parklar, kırsal turizmin tamamlayıcısıdırlar), suyla il-
gili düzenlemeler (kent insanının dinlenme gereksinimi için kısa süreli tatillerinde
gidebileceği, göl ve baraj kıyılarında dinlenme-eğlenme tesislerinin kurulması gibi)
ile aile pansiyonları oluşturulmuştur(SOYKAN, 2000).
İtalya’nın gelişmiş kuzey kesimi ile kırsal etkinliklere dayalı güneyi arasında ikiye
bölünmüşlük evvelki yıllarda oldukça güçlü idi. 1980 yılında aktif nüfusun yalnızca
%10’unun tarım kesiminde çalıştığı İtalya’da, 1960-1980 yılları arasında 5 milyon
İtalya’nın topraklarını terk ettikleri belirlenmiştir. Bu toprak terki karsısında, Ul-
usal Tarım ve Turizm Derneği kurularak, “Agri-tourismo (tarımsal turizm)” fikri
ortaya atılmış, tarımla uğraşanların evlerinin odalarını kiraya vermeleri, yerel ürün-
lerini ticarileştirmeleri gibi amaçlar benimsenmiştir. İlerleyen yıllarda bazı bölgel-
erden (özellikle Abruzzia) göçün yavaşladığı, çiftçilerin turistik islere yöneldikleri
görülmüştür. Diğer taraftan bazı yerlerde (Tuscany, Umbria, Latium, Liquria vb.)
köy evleri ikinci konut olarak değişime uğramış ya da kırsal alanlara yeni villalar
yapılmıştır(SOYKAN, 2000).
35
İtalya’da kırsal turizm 1980’lerden sonra pek çok kişi tarafından keşfedilmiştir.
Kırsal turizmi, seçenlerin büyük kısmını yetiksinler oluşturmaktadır.
- Kırsal alanda karşılaşılan hızlı nüfus kaybını önlemek ve kırsal alandaki nüfusu
sürdürülebilir bir seviyede tutmak için kırsal turizmin hızlı bir biçimde kabul
36
- Kitle turizminin özellikle _İspanya gibi kitle turizmin önemli olduğu bir ülkede
çevre ve doğal kaynaklar üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler hakkında çevreci
bilincin oluşması (Canoves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004).
Kente göç nedeniyle nüfusu sürekli azalan, hayvancılığın egemen olduğu Ribagorza
ve Sabrarbe kantonlannda, göçü önlemek ve hayvancılığı geliştirmek amacıyla, bu
sorunlardan yola çıkılarak, yöreye ek etkinlikler getirilmesi kararlaştırılmıştır. Önce-
likli olarak da doğal kaynakların değerlendirilmesi amaçlanmış ve çeşitli projeler
üretilmiştir. Bunlardan biri dağ köylülerini turizme yönelterek yöreye kırsal turizmi
sokmaktır. Bu çerçevede, biri teknik (muhasebe, Fransızca, kentleşme, animasyon,
yasalar hakkında) diğeri deneysel (kırsal turizm uygulama örneklerini tanıtma) ol-
mak üzere iki yönlü kurslar düzenlenmiş, daha sonra, eylem planlan hazırlanarak
uygulamaya konmuştur. Sözgelimi, tanıtım, yönetim, turistleri eğlendirme etkin-
liklerim planlama ile hizmet personeline dil, mutfak ve el sanatları alanında eğitim
verme çalışmaları yapılmıştır. Nihayet 1989 yılında 14 ev düzenlenerek, turizme
açılmış ve projenin de isletme safhası başlamıştır. 1992 yılında, evler, Noel tatilinde,
hafta sonlarında ve ağustos ayında %100 dolmuştur (SOYKAN, 2006).
Almanya, tarım sektörü ile turizm sektörü arasındaki ilişkileri, tarımın turizme
getirdiği olanakları tarım sektörünün beklediği yararlarla en iyi bütünleştiren ülkel-
erden biridir. Kırsal turizmin Almanya’da yaklaşık olarak 150 yıllık uzun bir geçmişi
vardır. 1873 yılında hizmetçiler ve 1914 yılında beyaz-yakalı olarak tabir edilen
isçiler için mükafat tatillerinin uygulanması sonucu turizm orta gelirli vatandaşların
yaşamının bir parçası haline gelmiştir. Bu kişiler tatillerini kentlere yakın tepelik
alanlarda kurulmuş köy ve kasabalardaki küçük otellerde ya da çiftliklerde konak-
layarak geçirmişlerdir. Akademisyenlerin kırsal turizme olan ilgisi ancak 1950’li
yıllara dayanmaktadır. Bu konudaki ilk makale dağlık alanlarda turizm etkinliği ve
bunun yöre çiftçisi üzerine etkisi ile ilgilidir. Tarıma az elverişli alanlarda yasayan
bu çiftçiler, birim saat basına düşük gelir elde ettikleri için, kırsal turizm yoluyla
hizmet sektöründe genç nüfusa yeni is olanakları sağlanarak gelirlerinin arttırılması
ve sonuçta yasam standartlarının yükseltilmesi amaçlanmıştır (ŞANLI, 2004).
37
Almanya’da halen turist kabul eden 23 bin çiftlik olmasına karsın (bunların 1400’ü
kalite belgesi almış durumda) turist ağırlayan çiftçi ailesi sayısının hızla artmamasının
basta gelen nedenleri; ailelerin bu konuda hazırlıklı olmamaları, yeni yatırım gerek-
sinimlerinin ortaya çıkması, turistlerin daha yukarı düzeyde konaklama koşulları ve
kullanabilecekleri ortak alanlar aramalarıdır. Almanya’da 184 bin yatak kapasitelik
bir kırsal turizm konaklama gizilgücü çiftçi ailesine ek gelir sağlamakta, yılda 100
gün geceleme olanağı sağlayan çiftlikler ekonomik bakımdan verimli olmaktadır
(ŞANLI, 2004).
İngiltere’de 1993 yılında, Nisan-Ekim aylan arasında kırsal alanlara 590 milyon
ziyaret yapıldığı, yıllık rakamın ise 1 milyar ziyareti bulduğu açıklanmıştır. Yatak
+ kahvaltı (breakfast) modeliyle yaklaşık 107.000 kırsal yatak kullanılmaktadır.
1991’de yılda 140 günden fazla açık kalan bu tip evlerin özel bir vergiyle dev-
lete bağlanması uygun görülmüştür. İngiltere’de bazı görüşler, kırsal turizmin
doğayı tahrip ettiği yönündedir. Zıt görüşte olanlar ise; kırsal turizmin çok az alan
kullandığını, buna karsın çok fazla gelir getirdiğini savunmaktadır. Nitekim Devon
kenti kırsalında 1973 yılında tarımda 2.250 kişi işlendirilmişken daha sonra kırsal
turizm yoluyla islendirme 38.800 kişiye ulaşmıştır(SOYKAN, 2000).
38
2003 yılında Fransa-Yunanistan ortaklığında, kırsal alanlarda ilk kez, küçük ka-
pasiteli geleneksel konaklama birimlerinden oluşan “GUESTINN” konaklama ağı
yaratılmıştır. Bu ağda, ülkenin toplam 13 bölgesinin 9 unda 42 üyeye sahip, 357 oda
ve 1010 yatak yer almaktadır. Konaklama biçimleri çeşitli türdedir: geleneksel pan-
siyon, konuk odası, geleneksel stüdyo tipi apart evler, eski geleneksel ev, geleneksel
otel ve çiftlik evi. Guest Inn’in felsefesinde; otantiklik, çevre, kalite ve sıcak ilişkiler
yatmaktadır. Kaliteyi 4 kriter temsil etmektedir: dostça karşılama, basit ama konforlu
ortam, yerel mimariye saygı, otantizm ve sakinlik içeren bir çevre(SOYKAN, 2006).
Şimdiye kadar tarım denilince akla sadece tarımsal ürün ve bunların çeşitlendirilmesi
gelirken, “kırsal turizm” kavramı, artık çiftçi ve köylüye yeni ufuklara açılmayı,
yaşadığı bölgede turizm potansiyelini öğrenmesini ve yeni gelir kaynaklarını
keşfetmesini sağlayarak tarımın gelişmesini; ekme-biçme, harmanlama, nadas
gibi temel kavramların dışına çıkmasını sağlayıp çiftçinin ve köylünün farklılık
yaratılarak gelişmesine olanak tanımıştır. Bu nedenle tarımın gelişmesinde tarımsal
sulama, yerleşke, enerji gibi faktörlerin yanı sıra, sosyal alanların çoğalması, ulaşım
olanaklarının çeşitlendirilmesiyle yeni açılımlarda rol oynayarak İlimizde turizm ge-
lirlerinde yeni bir artışa neden olacaktır. Daha da önemlisi potansiyel bir istihdam
yaratacaktır. İşsizliğin olduğu bir dönemde “can simidi” olacaktır. Köyden kente
göçü de önleyecektir.
40
41
https://www.bugday.org/tatuta/kilavuz.php.(2011).12.02.2011tarihindehtt-
ps://www.bugday.org: https://www.bugday.org/tatuta/kilavuz.php adresinden
alındı
II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon Raporu. (2004). 11 02,
2011 tarihindehttp://tarimsurasi.tarim.gov.tr:<http://tarimsurasi.tarim.gov.
tr/PDFLER/VIII.Komisyon.pdf> adresinden alındı
42
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Yılmazçelik, 19. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, T.T.K. yay. Ank. 1995
43
Süryani patriği Mor Severiyos Afrem Barsaum, 1919 yılında İngiltere Başbakanı’na
yazmış olduğu dilekçede 1914-1918 yılları arasında bölgede yaşayan Süryani
nüfus hakkında bilgi verirken, Diyarbakır yerleşmesinde 30 köy ve 764 aile,
Sil¬van’da 9 köy ve 174 aile, Lice’de 10 köy ve 658 ailenin varlığından bahseder.
Diyarbakır merkeze bağlı Kahbiye, Kara¬baş, Kıtırbıl, Ayntannur (Alipınar) ve
Çaruki (Çarıklı) köyleri de kayda göre Süryanilerin yoğun bir şekilde ika¬met
ettikleri alanlardır. Cumhuriyet döneminden sonra, şehrin sur dışında ye¬niden
yapılandırılması çalışmaları sonucunda, ekonomik durumu iyi olan birçok Süryani,
yeni şehirde ikamet ederken, ekonomik açıdan yetersiz olan ve kırsaldan kente göç
eden Süryaniler, Meryem Ana Kilisesi içinde ve yakınlarında ikamet etmişlerdir.
Günümüzde, cemaate mensup birkaç aile, kilise duvarları içinde yer alan odacıklarda
yaşamlarına devam etmektedirler.
1950 yılında 500 hanelik bir yoğunluğa sahip olan Süryani nüfusu, 1979’da 150-200
hanedir. 1990’lı yıllarda Diyarbakır merkezde kalan Süryani aile sayısı oldukça
azalmıştır. Süryani ailelerinin 3’ü Mardin Midyatlı olup, sadece Hıdırşah ailesi
Diyarbakır’ın yerlisidir. Diyarbakır merkezde yaşayan Süryani birey sayısı 20’yi
geçmemektedir.
Süryani mabetlerinin; kilise ve manastır olmak üzere iki yapısal uygulanışı vardır.
Süryani tarihine baktığımızda, geç¬miş, adeta manastır ve kiliselerin yakın
çevresinde yaşanmıştır. Manastırlar, genelde toplu yaşam coğrafyasının (il, ilçe,
ka¬saba) dışında, sade, münzevi yaşamın hâkim olduğu bir sığınma yeri, dünyanın
debdebesinden uzak, manevi havanın hâkim olduğu mekânlardır. Acı ve tatlı günlerin
yaşandığı ve gerektiğinde de, mazlumların sığınağı olan merkezler olmuşlardır.
Kilise-manastır yapıları, kavramsal olarak karşılaştırıldığında; manastır, (Latince:
Monasterium, Yu¬nanca: Manasterion) rahip ve rahibelerin dünyadan çekilmiş
olarak yaşadıkları bina, dini kurallara uygun olarak, ortak yaşanılan ev anlamlarına
gelir.
44
İlk manastır örnekleri doğuda görülür. Batıdaki uygulamaları, IV. yüz¬yıl sonrasıdır.
Manastırlarda; rahiplerin ayin yaptığı bir kilise ve koro yeri, toplantı odası, rahipler
için hücreler, manastırda kalanların tümü için yemek salonu, kitaplık, dışarıdan
gelenler için ka¬bul salonu, idari bölümler, yatakhane vs. bölümler yer alır.
İlk kiliseler kaya oyukları, mağara girişleri gibi güvenlik sorunlarına istinaden
yapılmışlardır. Ancak, Bizans İmparatorluğu’nun, Hıristiyanlığı resmi din olarak
kabul etmesinden sonra, yapısal anlamda kiliseler inşa edilmeye başlanır. Hz. İsa’ya
inananların oluşturdukları cemaat, Yahudiler gibi, mabede devam ediyorlardı.
Rivayetlere göre, kendi evlerinde de toplanıp, İsa ile geçirdikleri hatıralarını anıyorlardı.
Havarilerin misyon çalışmaları sı¬rasında, mabedin bulunmadığı yerlerde, basit
binalar, top¬lantı ve irşat faaliyetleri için kullanılmıştır. Dünyadaki ilk kilise örneği
olan, An¬takya’daki St. Piyer / Aziz Petrus kilisesi, bir kaya oyuğundan başka bir şey
değildir. İ.S. IV. yüzyılda, belirlenmiş mekânlarda ibadet etmeye başlanılmıştır. Kilise,
İsa’nın bedenî hatırasıyla bütünleşmeden ziyade, manevi varlığıyla bütünleşmiş ve
İsa’nın varlığının ha¬zır bulunduğu mekânlar olarak kabul edilmiştir.
Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Dinler Tarihi, Ocak Yay. Ank. 1993, s. 292
Levent Öztürk, İslam Dünyasında Hıristiyanlar, İz Yay. İst. 1998, s. 59
45
Manastırlar
Patrik Mihael, m.s. 1172 yılında, Diyarbakır’a gelerek, kendinden önceki Patrik
VII. Athanasiyos’ın inşa ettiği Kankırt Manastırı’nın odalarını itinayla ve büyük
bir gayretle tamir eder. 1484’te, Patrik IV. Yuhanna, Kankırt Manastırı’nın kilise
kısmını tamir etme çalışmalarını başlatmıştır. 1724 yılında, Patrik İgnatius
Şükrullah, manastırın tamir ve inşaatıyla ilgilenmiş ve Batı cephesindeki dağ suyunu
manastıra getirmiştir. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru, manastır yakınlarında bir köy
(Karakilise köyü) kurulmuştur. 1900’lü yılların başında köy dağılınca manastır
sahipsiz kalmıştır. Bahsedilen döneme kadar, cemaat tarafından, her yıl Temmuz
ayının 20’sinde, bu manastıra ziyaretlerin yapıldığı kaydedilmektedir. Günümüzde,
manastıra ait herhangi bir iz kalmamıştır. Manastırla ilgili olarak Patrik Bü¬yük
Mihael’in “Umumi Tarih” adlı eserinde şu bilgiler yer almaktadır: “Patrik IV.
Athanasiyos, Antakya’yı, Bizanslıların tazyiki üzerine terk etmek mecburiyetinde
kalınca Diyarbakır’a gitti. O zaman Diyar¬bakır patriklik makamına bağlı özel bir
(Abreşiye) mıntıka idi. Patrik he¬men Kankırt mıntıkasının Mar İliya Manastırı’na
1124’te yerleşti.” Abulfaraç Tarihi’nde ise “Bu manastırın inşaatı bittikten sonra,
her taraftan rahipler toplanmış, eğitim görmek isteyen öğrenciler, her taraftan
ona sığınmış, yazarlar çoğalmış, her çeşit ve branşın kitapları toplanıp ge¬niş ve
nadide bir kütüphaneye sahip kılınan Kankırt Manastırı, bir yük¬sek eğitim kaynağı
durumuna” sokulduğu
Barsavm, Saçılmış İnciler, çev. Zeki Demir, İst. 2005, s. 511
Vikont Filip de Tırazi, Doğu ve Batı Süryanilerinin Altın Çağı, çev. Murat Kara, Nsibin Yay. İsveç, 1994, s. 70
Barsavm, age, 2005, s. 511
1518 ve 1565 yıllarına ait “Defter-i İcmal-i Liva-i Diyarbekir” adlı defterde Tapu Kadastro Genel Müd. Arşivi (Yılmazçelik 19. yy
ilk yarısında Diyarbakır) s. 144
Barsavm, age. 2005, s. 514
Kiliseler
Vaftizci Mar Yuhanna Kilisesi: IV. yüzyılda inşa edilmiştir. Arabistan Episkopos’u Mar
Yuhanna, 629’da ölünce, cenazesi Diyarbakır’a getirilip bu kiliseye gömüldüğünden,
onun adına izafeten Mar Yuhanna Kilisesi adını almıştır. Zamanla yıkılıp harabe
haline gelmiş, daha sonra tümüyle ortadan kalkmıştır. Yeri, şim¬diki Deva Hamamı
civa¬rında idi.
Mor İstefanos Kilisesi: Bu kilise, İ.S. IV. yüzyıldan kalma idi. 503 yılında,
Diyarbakır’ın Sasan (Pers) Kralı Kubad tarafından işgali sırasında, bu kilise “ateşgede”
(ateşe tapanların mabedi) haline getirilir. Bu kilisenin ateşgede haline getirilmesi ile
ilgili olarak ünlü Süryani
Gregory Abul Faraç, Abul Faraç Tarihi, çev Ömer Rıza Doğrul, TTK Yay. Ank. 1999, s. 4; Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Oya
Matbaası, Diyarbakır 1970, s. 229; Tırazi, age. s. 70
Günel, age. s. 240
Barsavm, age. 2005, s. 517
Barsavm, age, 2005,, s. 514
Şevket Beysanoğlu, Anıt ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, C.1, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yay. Ank. 1997, s.131; Akyüz,
Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi, s.22; 10 Aralık 1046 tarihinde Diyarbakır’a gelen Nasır-ı Hüsrev, Sefername adlı eserinde bu kilise
için şunları yazar: “... Mescidin yakınlarında pek özenilerek taştan yapılmış bir kilise var. Kilisenin zemini nakışlı mermerlerle
döşenmiştir. Bu kilisede, Hıristiyanların ibadet ettikleri kubbeli bir yerde kafesvari bir demir kapı gördüm ki, eşini hiçbir yerde
görmedim.”
şair Suruçlu Mor Yakub, 12 vezinli ölçüye göre matem içeren şiirler yazmıştır. Bu
kilisenin yeri ve yıkılış tarihi belli değildir.
Mor Zhuro Kilisesi: Bu kilise, günümüzde Çift Kapı civa¬rında “Anzeli” olarak
bilinen yerdir. Osmanlı vakfiyelerinde bu kilisenin, “Ayni-i Zeura” veya “Ayn-i Zülal
(Balıklı)” denen kaynak içme suyunun hemen üzerinde kurulduğu belirtilmektedir.
V. yüzyılda yapıldığı, 629 yılında Urfa Metro-politi Mar Şemun ve 649’da, Antakya
48
Mar Kozma Kilisesi: Bu kilise, günümüzde ayakta ka¬lan tek Süryani Meryem Ana
Kilise’sinin Güneydoğu tarafında yer almaktaydı. Kuruluşu Süryanilere ait olmasına
rağmen daha sonra Süryani-Melkitlerin (Rum) eline geçer. 1930 yılına kadar ayakta
kalmasına rağmen bu tarihten sonra yıkılır. Kilisenin mozaikten ve ahşap üzerine
işlenmiş kakma sedefli bir ta¬kım eşyaları Diyar¬bakır Arkeoloji Müzesi’nde
sergilenmiştir. Mar Kozma Kilisesi’nden alındığı tahmin edilen Süryanice yazılı
bir ilahi kitabı (Fenkitho), Mardin Kırklar Kilisesi’nde mevcuttur. Van Berchem
“kilisenin İ.S. 330 yılında yapıldığını belirtir. 1689’da bir onarım geçirdiğini ve
1910’lardan sonra yıkıldığını anlatır.” Günümüzde bu kiliseye ait olduğu iddia
edilen, bazalt taştan yapılma giriş kapısına ait çerçeve sütunlar bulunmaktadır.
Mor Şilo Kilisesi: İ.S 520 yılında Amid (Diyarba¬kır) Metropoliti Mor Mara
tarafından inşa edilmiştir. Yıkılış tarihi ve yeri belli değildir.
Dolapönü, “Hıristiyanlığın Diyarbekir’de Yayılışı”, Kara Amid, Yıl:2, S. 4, İst. 1960, s. 23; Beysanoğlu, age. s. 131
Dolapönü, agm, s. 349; Beysanoğlu, age, s. 131; Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, Büyükşehir Belediyesi
yay. Ank. 2002, s. 45
Dolapönü agm. s. 349; Beysanoğlu, age. s. 131; Tuncer, age. s. 45
Mor Gevargis (St. Corc) Kilisesi: İ.S. IV. veya V. yüz yıllardan kalma bir kilise
olup, İçkale’de, halen Ceza ve Tutukevi olarak kullanılan bölgededir. Dicle Nehri
kıyısında yer alan Fiskayası mevkiindeki, sur içinde siyah bazalt taştan yapılan ve
yüksekliği 15-20 metreyi bulan, yüksek bir yapıdır.
49
Kilise, tamamen Bizans stilinde inşa edilmiştir. Mardin Metropoliti Hanna Dolabani
“Vesikalar” adlı eserinde, bu kilisenin Katolik mezhebinin Batriye cemaatine ait
olduğunu şu ifadesinde şu ifadelerle belirtir: “Yunani tarih 1525, İ.S 1214 tarihinde
Diyarbakır’da büyük bir ar¬bede ve görülmemiş bir sıkıntı vuku bulmuştur. Bu
olaylarda Araplar tarafından, Katoliklerin büyük kilisesi, Kırklar tepesindeki Kırk
Şehit, Meryem Ana yakınındaki Mar Kozma ve bunlardan önce de Vi¬ranşehir’deki
Mar Yuhanna adlı kiliselere Şubat ayı içerisinde hü¬cum ederek tahrip etmişlerdir.
Van Berchem, Amida adlı eserinde bu yapı için “Nesturilere ait olduğunu ve mahalli
tasarımlara da yer verilerek, IV. yüzyılda yapılmış ve İ.S. 518 yılında Anastasyan
tarafından onarılmıştır. XIV. ya da XV. yüzyılda camiye dönüştürüldüğünü” iddia
eder. Ancak, Or¬han Cezmi Tuncer, bu yapının camiye dönüştürülmüş olduğu
iddiasını kabul etmez.
50
Süryani Katolik Kilisesi: Dabanoğlu mahallesi, Kadı Cami sokakta yer alır. Yıkıntısı
üzerine Yavuz Selim İlköğ¬retim Okulu yapılmıştır. Berchem, bu yapıyı VII. yüzyılla
tarihlendirir. Yapı genişliği 450 m2’dir.
Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi: Kilisenin kuruluş tarihi hakkında ke¬sin
bir bilgi olmamakla birlikte, İ.S. 325 yılında, Bizans İmparatoru Konstantin
tarafından organize edilen, tarihi İz¬nik Konsili’ne katılanlar arasında Şemun’un
(Amid-Di¬yar¬bakır Metropoliti) adının geçmesi, bu tarihte metropolitlik merkezi
durumunda olan Diyarbakır’da, metropolitlik makamına uygun bir yapının (kilise-
manastır) bulunmuş olma ihtimalini akla getirmektedir.
Tuncer, age. s. 145; Asnu-Bilban Yalçın, “6. Yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun Doğu Sınırları ve Amida
(Diyarbakır) Kenti,” s. 229, 1. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır 2004
Murad Fuad Çıkkı, Naum Faik ve Süryani Rönesans’ı, Haz. Mehmet Şimşek, Belge yay. İst. 2004. s. 45
Tuncer, age. ss. 124 -126
III. yüzyılın ilk yarısında bölgede Hıristiyanlığın yayılmasının, İ.S. I. yüzyıl ile IV.
yüzyıl arasındaki zamanda gerçekleştiği hatırlandığında Meryem Ana Kilisesi’nin,
III. yüzyılın hemen başlarında inşa edildiği kabul edilebilir. Ancak, bu kilisenin
inşasını Bi¬zans Kralı Heraklius döneminde 610-640 yılları arasında inşa edildiğine
dayandıranlarda vardır.
Tapu kayıtlarında Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Cemaati Vakfı adına
kayıtlıdır. Kilise, Lalebey Camisi’nin 400 metre Güneybatısında, 311 nolu adanın
8. parselindedir. Kuzey ve Batısını Puşucular sokak, Doğusunu Hambeli sokak ve
Güneyini Ana sokak çevirir.
Kilise; 848, 1297, 1533, 1687, 1689, 1693, 1719, 1844, 1881, 1914 ve 1965 yıllarında
birçok sebeplerden dolayı (yıkım, deprem, yangın, işgal), tamirat ve onarım geçirerek
günümüze kadar gelebilmiştir.
Çıkkı, age. s. 45
Sağ, orta ve solda olmak üzere üç bölümden oluşan mihraplarda, birçok ayin
malzemesi yer alır. Orta mihrap, bazalt taştan işlenmiş, dört adet sütun üzerine
oturtulmuş olan bu kubbeli yapı, tam bir sanat eseridir. Pazar ayinleri sırasında, daha
pratik olmasından dolayı kullanılan perdenin gerisinde bulunan, mihrabı bütünüyle
kaplayan tahta işlemeli devasa kapılar görülmeye değerdir. Ortadaki büyük mihrabın
sağ tarafında, tahta işlemeli mihrap ve adak yeri bulunur. Kilisenin iç alanı 323
m2’dir. Sekiz sü¬tun üzerine oturtulan kubbenin dış tarafından Batı yönünde
yükselen duvar, kilisenin daha önceki boyutları hakkında ipucu vermesi açısından
önemlidir. Döneminin Diyarbakır Metropoliti olan III. Mar Mari, önemli kitap ve
makalelerden oluşan çok zengin bir kü¬tüphane oluşturmuştur. Metropolitin İ.S. 529
yılında vefatından sonra, tüm eserleri, Diyarbakır şehir merkezine getirtilir. Kilise
kütüphanesi, değişik alanlarda çeşitli kitaplar ve yazılı eselerle zenginleştirilmiştir.
Bu kütüphanenin gelişmesinde, en çok çabayı gösteren Yakup Saliba’dır
Yılmazçelik, age. s. 80; bkz. Diyarbakır Şer.Sic. No:590, s. 30, D. Şer. Sic. No: 351, s. 48, No: 631, s. 6; Beysanoğlu,
age. ss. 130 - 131; Günel, age. s. 108 vd.; Akyüz, age. ss. 48 - 85; Beysanoğlu, 1967 İl Yıllığı, s. 330; Tuncer, age.
ss. 24 - 40 (1167-1171).
Diyarbakır’da ayakta kalan, tek Süryani kilisesi olan, Mer¬yem Ana Kilisesi
dahilindeki kütüphane hakkında en detaylı bilgileri, Aziz Günel’in “Türk Süryaniler
Tarihi” adlı eserinde bulmaktayız. 1967 yılında, Metropolit Hanna Dolapönü ile
bir¬likte yapmış olduğu tetkik ve tasnif neticesinde, kilise kütüphanesinde 341 cilt
kitap bulunduğunu belirtir. Bu kitapları, 12 bölümde tasnif ederek şu bilgileri verir:
53
Tırazi, age. s. 66
Diyarbakır kent merkezinde sadece Süryanilere ait olmak üzere 10 adet kilisenin
varlığı yazılı kaynaklarda geçmesine rağmen, bugün ayakta kalabilen tek Süryani
kilisesi olan Mer¬yem Ana Kilisesi, şehrimizin en önemli dinsel yapılarından biri
olma özelliğini taşımaktadır. Ki¬lise, 2005 yılında, yurt içinde ve dışında yaşayan
Diyarbakırlı Süryanilerin ortak girişimiyle, Can Şakarer ve Zeki Kasapoğlu’un
yoğun çaba ve gözetimlerinde, kapsamlı restorasyondan geçirilerek, tarihi kimliğini
tümüyle yansıtan görünümüne kavuşturulmuştur.
GİRİŞ
Diyarbakır’da en çok ilgilendiğimiz konulardan biri de Diyarbakır Kalesi ve
Burçlarla Surları olmuştur. Bir zaman Diyarbakır Kalesi hakkında müstakil bir kitap
bulunmadığını müşahade edince, gelen teklif üzerine “Diyarbakır Kalesi Burçlar
ve Surlar” ismiyle bir kitap çalışmasında bulunmuş, konunun uzmanı olmayanların
telkiniyle bu kitabın basımı yaptırılmamıştı.” İyi ki bu kitap yayınlanmadı “ düşüncesine
ben de katıldım. Bugüne kadar yapılmayan bir çalışmayı gerçekleştirirken, mimar
54
Diyarbakır Kalesi’ne dair yaptığımız araştırmada yüz yıl önce çekilen fotoğraf
kareleri ile günümüzdeki kareleri yan yana getirerek, görsellikten yola çıkıp, yapıların
bölüm bölüm incelenmesine zemin hazırlamak istedik. Konunun uzmanlarının
kaleminden çıkan eserlerin teminine gidildi. Yerli-yabancı uzmanların eserleri
temin edilirken, kimi eserlerin kısmen çevirisi sağlandı. Yerel ve Ulusal Basında
çıkan haberlerin, köşe yazılarının taraması yapılarak bir gazete arşivi oluşturuldu.
Dergilerde kalan yazılar bir araya getirildi. Yaklaşık on bin civarında fotoğraf kale
içinden ve dışından çekildi. Adım adım gezilen surlarda rastlanan motifler, kitabeler
bir araya getirilerek, kitabelerin tercümesi sağlandı. Bu yetmedi, minarelerden ve
yüksek yapılardan fotoğraflanan surlar, helikopterle genel görünümlerde çekildi. Bu
konuda en ideal eserler denilen “Amida” ile “ Voyage archeolojik dans la Turquie
Oriental” kitaplarının aslı temin edilerek, kitaplardaki fotoğraflar alındı, şehre dair
açıklamaların ilgili bölümleri tercümeye girişildi. Mevcut kimi tercümelerin eksikliği
tamamlandı. Sonuçta ortaya çıkan çalışmanın yanında arşivlik fotoğraflar, röleveler
restitüsyonlar incelendi. Karşılaştırmalı biçimde görüşler, yan yana sıralanarak,
yapılan değerlendirmelerden sağlıklı sonuçlar çıkarılmaya çalışıldı. Elbette Diyarbakır
Kalesi, sıradan bir kale değildir ve kendi yapısıyla dünyada ayakta duran tek kaledir.
Bu kalenin en azından Çin Seddi ile karşılaştırılması yanlışlığına son verecek eseri
yayınlama kısmetimizde olmadı. Bu çalışmanın özetinin özeti olan sunumumuzda,
vereceğimiz bilgilerin ve bildiri haline gelecek kitapta ekli belgelerin konuya yabancı
olmayanlara faydalı olacağını umuyorum.
Diyarbakır Kalesi’nin çekirdek yapısı İç Kale’dir. İç Kale için aygın olan görüş, bu ana
merkezin Subarulardan kaldığıdır. Subaru Devleti’nin “Hurrî” ve “Mitannî” şeklinde
iki ye ayrılmasıyla İç Kale, Mittanni topraklarında kalmış ve zaman içinde değişik
dönemlerde beylik, devlet ve imparatorluk olmak üzere 58 egemenliğin toprakları
arasında stratejik bir merkez konumuna girmiştir.
55
Yer altı çarşısı kazıları, Ulu Camiî eski yapısının, hükümetin merkezî olduğuna dair
emareleri kuvvetlendirmiştir. Mesudiye Medresesi’nin Mar-Toma Kilisesi olduğuna
dair yaptığımız tespitler, aynı zamanda buranın Dakyanos’un o dönemde sarayı
olduğu, önceki dönemlerde değişik inançların hüküm sürdüğü kentte hem tapınak
hem de yönetim alanı olarak kullanıldığını gösterir.
Ulu Camii için verdiğimiz bilgiler, halen de görüldüğü biçimde saray çevresinin
şekillenmesini göstermektedir. Yönetim merkezi ve dinî yapılar etrafında şekillenen
ekonomik anlayışın sosyolojik verileri, Ulu Camii Yapı Topluluğu için geçerlidir.
Şehrin ikiye surla ayrılması, Ulu Camii’nin önündeki cadde ortasından geçmesi
söz konusudur. O halde İç Kale de diğer hükümran kardeşin hükümet merkezidir.
Konu hakkında rivayete dayalı anlatımlar, çeşitli kaynaklarda yer almaktadır.
Diyarbakır’ın Müslümanlarca fethinden önce değişik burçlarda kitabelerin yer
aldığını bilmekteyiz. Bu Roma Dönemi kitabelerin, burçların yeniden yapılması,
genişletilmesi esansında yerlerinin değiştiği, kimi kitabelerin de geçmişe saygı
kabilinden yerinde bırakıldığını görmekteyiz.
Dağ Kapı Burcu’nda birçok kitabe ve figür, bu saygının ifadesi olarak bugün de
bulunmaktadır. Bizim diyebileceğimiz medeniyetin dışına taşan ahvâle dair
anlayışlara da hoş görme ile yaklaşan her dönemde âlimler olmuştur. Bu kabartmalarla
figürlerin Artuklu Döneminin Sultanı zamanında artması ve Sultanın felsefe ile iç içe
olması, kendisinin eleştirilmesine yol açmış, böylelikle artan eleştiriler sonrasında
Sultan, Devegeçidi (Artuklu) Köprüsünü yaparken Bakara Sûresi’nden âyetleri
köprüye kitabe olarak koymuş, Mesudiye Medresesi’ni inşâ etmiştir. Ulu Camiî
girişinde bulunan figürlere karışılmamış, camiî dışında olduğu için bu iki figür
korunmuştur. Ulu Camii içinde yazı kabartmalarında değişik bitki süs motifleri
görülür. Zinciriye’ye giden kapının dış kısmındaki tek parça taş blokta zengin biçimde
bitki ve meyve süslemelerine rastlamaktayız. Her ne kadar yapı yıkıldıktan sonra
tekrar yapılmış ise de devşirilen taş malzemede figürlere, kabartmalara ve kitabe
parçalarına karışılmamış, o döneme ulaşan estetik-kültürel zenginlik muhafaza
edilmiş, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir kaynaşma amaçlanmıştır.
Her dört yöne açılan kapıların yapısında yer alan kabartmalarla figürler, daha çok
dışa egemenliğin ihtişamının bir sembolü olarak yer alır. İslamî Dönem içinde
56
Çift başlı kartal remzi, diğer şehirlerde de görülür. Konya, Erzincan şehri buna
örnektir. Bu şehrin üniversitelerinde kartal remzi olduğu gibi Dicle Üniversitesi’nin
de sembolü kartaldır. Kartal, aynı zamanda Selçukî-Artukî arması iken Almanya’da,
Suriye’de devlet sembolüdür.
Diyarbakır Kalesi’nin sağlamlık açısından bugün ayakta kalan kısımları, şehrin daima
kuşatılan bölümlerine itina gösterildiğine tanıklı eder. Düz alanlarda savunmalar
şiddetli savaşlara sebep olduğu için, surlarla burçlar oldukça güçlendirilmiştir.
Mardin Kapı’dan Urfa Kapı’ya, Urfa Kapı’dan Dağ Kapı ve Fis Kayası’na kadar
olan bölümler, düzdür ve kuşatmaya elverişlidir. Fis Kayası’ndan Keçi Burcu’na
kadar olan kısımlar, yer yer uçurumların oluşu, dik yükseklik, kuşatmaya elverişli
olmayışı, burçlarla surların daha hafif olması, sağlamlık açısından diğer alanlara
karşılaştırılmasının önüne geçmektedir. Kısacası Dicle’ye bakan surlar, diğer
bölümlere göre daha sağlam inşâ edilmemiştir. Bunun sebebi de askerin kuşatmasına
elverişli olmamasıdır.
Diyarbakır’da surların Osmanlı’nın son dönemine kadar askerî alan içinde oluşu,
zahire deposu olarak kullanımı, İç Kale Burçları’nın askeri mühimmat için kullanımı
söz konusudur. Bu husus, İç Kale’nin boşaltılmasıyla son bulmuştur.
Bir sempozyum bildirisinin sınırlarını zorlamadan, Diyarbakır Kalesi’nin hakkında
kimi bilgileri sunmaya çalışalım.
KABARTMALAR ve MOTİFLER
Akrep: Sonradan açılan Tek Kapı yanındaki Eyyubî Burcu’nda akrebi elinde tutan
bağdaş kurmuş insan kabartması akrebe ilişkin tek örnektir. Bu akrep motifinin
Asurî kaynaklı olduğunu ifade edenler, bunu tılsım olarak görür. Akrebi eliyle
tutan ve bağdaş kuran adamın figürü, yerinden çıkartılmak istenmişse de, bu
gerçekleştirilememiştir.
Arslan: Burçlarda oldukça rastlanan arslan kabartması, insan başlı, kanatlı, ejder
kuyruklu olmak üzere farklı biçimlerde yer almaktadır. Ulu Beden, Yedi Kardeş,
Nur Burcu, Melikşah Burcu, İç Kale Saray Girişi, Eyyubi Burcu (Akrep Burcu yanı),
Dağ Kapı, Mardin Kapı, Urfa Kapı değişik kabartmaların bulunduğu burçlardır. Nur
Burcu ve Melikşah Burcu’ndaki arslan kabartmaları, kompozisyon olarak farklılık
arz eder. Arslanlar, gülen simaya sahiptir. Ulu Beden’deki iki arslan kabartması insan
başlıdır. Kanatlı, insan başlı arslan figürü de Dağ Kapı Urfa Kapı Sur Dizisi’nde
yer alan Eyyubî Burcu’ndadır. Bu figür, burç yıkıldıktan sonra yapılan onarımda
ters biçimde burçta değerlendirilmiştir. Akrep Burcu’na gidildiğinde yer alan burcun
aşağı kısmında yer alır.
57
Yırtıcı Kuşlar: Urfa Kapı, Melikşah Burcu, Nur Burcu, Ulu Beden, Yedi Kardeş, Dağ
Kapı yırtıcı kuşların bulunduğu burçlardır. Çift başlı kartal, Urfa Kapı, Ulu Beden
ve Yedi Kardeş’te egemen kabartmadır. Kartal beraberinde Şahin’i anımsatan yırtıcı
kuş kabartması yanında güvercin kabartması görülür. Melikşah ve Nur Burcu’ndaki
Kuş tasvirlerinde kuyruk ve kanatlar açıktır. Bu, güç gösterisini andırmaktadır. Daha
çok Türklerin Orta Asya kaynaklı kültüründen gelen bir figürdür.
Hayvan Figürleri: Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen
boynuzlu hayvan (Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah)
Burcu’nda mücadele eden iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının
altında orantılı yer almıştır. Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ
keçisi kabartması, Melikşah Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir.
Kadın Figürü: Giyinik olmayan iki kadın figürü, Yedi Kardeş ile Evli Beden Burcu
arasındaki Selçuklu (Nur) Burcu’nun Kitabesinin son satırının sağında ve solunda yer
alır. Bu iki figür, surlarda ve burçlarda görülen aslan gövdeli, insan başlı figürlerden
farklı tek kadın figürlerdir. Diyarbakır Burçları’nda ve surlarında bu figürlerden
başka figüre rastlanmaz. Kimi araştırmacılar, dönemin felsefî manalandırmalarına
girerek, bunu Kibele ile eşlendirir.
At Figürü: Nur Burcu’nda eğerli fakat binicisiz iki at hareketli biçimde yer alır. At
figürü sadece Nur Burcu’nda görülür.
Nişler-Çıkmalar: Dağ Kapı’da ana kapı yanlarında işlenmiş, mini sütunlu iki niş
bulunur. Bu nişlere diğer kapılarda da rastlanır.. Sadece Yedi Kardeş Burcu’nun alt
kısmında küçük bir niş bulunmaktadır. Mardin Kapı’daki burçlarda da nişler görülür..
58
Bitki Figürü: Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da yer almaktadır. Değişik yapılarda
hayat ağacına da rastlanan Diyarbakır’da bitki figürlerinin en canlı görüldüğü
alan Ulu Camii Yapı Topluluğu’dur. Hayat Ağacı, bereketi sembolize eder ki Türk
Geleneği’nde yaygın bir motiftir.
Sümer, Akad, Babil, Eti, Mittanî, Komuk, Asur, Tiglat Plasar ve Mildiş, Kurhî,
Urartu, Med, İskit, Kımrî, Medya, Elam, Lidya, Pers, İskender Dönemi, Selösit, Part,
Trajan Dönemi, Sasani, Roma Dönemi, Doğu Roma, İran-Doğu Roma Ara Dönemi,
Dört Halife Dönemi, Emevi-Abbasi Dönemi, Şeyhanî, Hamdanî, Büveyhî, Mervanî,
Selçukî, Yınalî, Nisanî, Artukî, Cengiz Ara Dönemi, Eyyubî, Anadolu Selçukî,
İlhanî, Timur Ara Dönemi, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevî, Osmanlı Saltanatı.
59
Cumhuriyet Dönemi’nde surlarla ilgili kitabeler söz konusu değildir. Dağ Kapı,
Mardin Kapı bölümlerinin yıktırılmasını dönemin belediye başkanı Nazım Önen
tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir.
Bazı kaynaklarda da bu yıkımın valilerce yapıldığı yer alır. Bu dönem valileri olarak
Nizamettin ve Faiz Ergün gösterilir. Cumhuriyet Dönemi’nde meydana gelen yıkıma
karşı tepkiler, yıkımı durdurtur ve Cumhurbaşkanı, aynı zamanda bu şehrin fahri
hemşehrisi Mustafa Kemal Paşa, tarihi surların korunmasına yönelik tedbirlerin
alınmasını ister. Albert Louıs GABRIEL’in bu aşamada çabası takdirle karşılanır.
1960’lı yıllara kadar şehir dışı yapılaşma görülmez. 1970’lerden sonra İç Kale
Surlarının yapılan evler sebebiyle birer taş kaynağına dönüşmesi söz konusudur.
Çarpık yapılaşmayı teşvik eden anlayış, imara açık tutulmayan alanlarda çalışmalar
başlatmayınca ilçelerden, köylerden şehre göç eden ailelerin gecekondulaşmaya
gitmesine zemin hazırlamıştır.
60
2000’li yıllarda yapılan onarımlarda ise asıl yapıya uymayan, plan dışına çıkan,
onarımdan çok ihale şartlarını yerine getirme amaçlı görünen üslûp ile davranış
görülmektedir. Kullanılan ana malzeme olan Bazalt’ın fabrikasyon imalat ile
üretimi, surlardaki orijinal biçime uyum sağlamaktan uzaktır. İnşaatvarî anlayış,
onarımlar sonrası’’Keşke eski-yıkık hali devam etseydi de’’eleştirisine dayalı sonuca
götürmüş, birçok insanı, konuya duyarlı olanları.
61
62
Surlarla ilgili günümüze kadar konu bütünlüğüne sahip bir araştırma ve inceleme
çalışması yapılmadığı için anlatılanlar daima makalelerde kalmış, hazırlanan raporlar
yayınlanmamış, yapılan onarımlarla ilgili bilgiler paylaşılmamıştır.
Sadece basında yer alan kimi açıklamalar, haberler dışında gerektiği gibi konuya
açıklık getirilmediğinden yapılanların ne olduğuna dair kamuoyu yeteri oranda
bilgilendirilmemiştir. Surlara ilişkin medyatik hale getirilen Keçi Burcu, yapılan
sergiler, daima basında ve televizyonlarda gösterilen surların orijinal kalmış
burçlarıdır.
Bazı kitap ve katalog ile broşürlerde Yedi Kardeş, Ulu Beden gibi sağlamlığı dış
görünümüyle sınırlı burçlarla Urfa Kapı, Dağ Kapı yer almıştır. Aysberg gibi sadece
gösterilen bu görüntü, surların sağlam olduğunu ve onarımların yapılmasıyla,
birkaç gecekondunun yıkımıyla işlerin bitirilerek surların kurtarılacağı, ’’Dünya
Kültür Mirası’’olarak, dünyanın sekizinci harikası seçileceği belirtilse de çalışmalar
yapılmadıkça sonuca ulaşılamaz..
63
Diyarbakır ile ilgili derneklerin, vakıfların sayıca az oluşu, var olanlarının çoğunun
Anadolu’da ve İstanbul’da bulunanların hemşerilik bağını kuvvetlendirme amaçlı
kurulması, surlarla ilgili çalışmalarda Ankara merkezli şubesi Diyarbakır’da bulunan
Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı’nın etkinlikleriyle sınırlı kalmıştır.
Vakıf, bu alanda üçü Prof. Dr. Halil DEĞERTEKİN imzalı biri çeviri olmak üzere
dört kitap yayınlamıştır:
Vakfın surlarla ilgili fotoğraf arşivi de bulunmaktadır. Bir kısım makalelerde surlarla
ilgili atıflar yapılmış ise de alıntılar genelde aynı kaynaklardandır. Kısır bir döngü
içerisinde surları anlatan yazılarda sebep-sonuç ilişkisi irdelenmeden, surların
korunması gerektiği üzerinde durulmuştur. Dicle Üniversitesi’nin bu hususta ne gibi
çalışmalar yürüttüğü surları ana konu alan yayınlar olmadığı için bilinmemektedir.
Prof. Dr. Zülküf GÜNELİ’nin araştırmalarının bir bölümünde surlar ele alınmıştır.
Ayrıca Prof. Dr. Orhan Cezmi TUNCER’in kimi eserlerinde surlar ele alınmış ise de
müstakil manada bir kitap çalışması yayınlanmamıştır
64
3- Süleyman Sezgin: Ziya Gökalp Lisesi Resim Öğretmeni SEZGİN’in Prof. Dr.
Selahattin YAZICIOĞLU’na verdiği fotoğraflar, ’’Dünden Bugüne Diyarbakır
Fotoğrafları’’ismiyle 1995’te yayınladığımız ‘’Diyarbakır Folklorundan Kesitler,
’’Kitabımızda ilk kez yer almıştı. Bu fotoğrafların surlarla ilgili olanları, araştırmamız
içinde değerlendirilmiştir.
4- Adil Tekin: Yerel alanda Diyarbakır ile ilgili Kale ve Sur konulu fotoğraflarıyla
sergiler açan, fotoğrafları albümleştiren TEKİN’in surların tanıtımında önemli etkisi
vardır. Fotoğraflarından yaptığı son kitap albümü ‘’Tarihin Taşlara Yazıldığı Kent’’
adıyla vefatından önce yayınlanmıştır.
8- Müze Şehir Diyarbakır: YKY’nin yayınladığı şehri farklı açılardan ele alan
akademik eserde arşiv fotoğrafları kullanılmıştır.
65
10- Karacadağ: Diyarbakır Halkevi’nin yayın organı olan Karacadağ’da yer alan
fotoğraflar, baskı kalitesi düşük olmasına rağmen önemlidir.
13- Gerthurde BELL: İngiliz Görevli. 1900’lü yıllarda İngiltere adına sık sık
bölgeye gelip fotoğraflar çekmiştir. Arşivimizde kendisine ait oldukça zengin kareler
bulunmaktadır.
18- Diyarbakır’da Türk Mimarisi: Prof. Dr. Metin SÖZEN’in gençlik dönemine
dair önemli bir araştırması. Bu eser, her araştırmacının kitaplığında bulunması
gereken bir başucu kitabıdır.
66
67
Dizinin içe dönük onarımı, Turistik Cadde’den başlatılmamış, bir ara fidanlık olarak
kullanılan bölümden başlatılarak Ulu Beden’e kadar olan kesimde çalışılmıştır.
Ulu Beden’in röleve ve restitüsyon projesi, kabul edilmemesine rağmen içe bakan
yüzü aynı biçimde yapılmıştır. Burcun dayanıklılığını artırma amaçlı, sadece Ulu
Beden’de görülen temelden iki metreyi aşan eğik düzenlemenin üst taşları ve dolgu
kısmı tamamıyla alınmıştır. Öncelikle burcun mukavemetini sağlayan destek alanın
yapılması gerekmektedir. Tahribata uğrayan alanda yer alan kitabenin kalan kısmının
korunması şarttır. Burcun içinin dolaşılmayacak kadar harap olması, temizlenmesinin
önünde engel değildir. Burçta yer alan iç kısım kitabelerin tahribi, bir bölümünün
sökülmek istenmesi ve kaçak kazıların yapılması koruma tedbirlerinin sağlanmasını
gerekli kılmaktadır. Burcun üst katında yapılmış bulunan kaçak kazılardan alt katın
tavanı diğer burçlarda olduğu gibi zarar görmüştür.
Urfa Kapı’dan sonra gelen dizi başlangıcının içe dönük kısmı onarılmadığı için her
an çökme tehlikesiyle baş başadır. Bu kısım onarılmadığı için çevre düzenlemesi de
gerçekleştirilmemiştir. Oldukça sağlıksız, bakımsız görüntü arz eden dizinin başlangıç
noktasında Sarı Sadık Mescidi (Gülşeni Tekkesi) karşısında yer alan bir ticari bir
kuruluş kaldırılmıştır. Ulu Beden’e varılan noktaya kadar birçok gecekonduda ve ara
yollarda kullanılmış sur taşlarının ana malzeme olarak kullanıldığı görülür.
Ulu Beden’den Yedi Kardeş’e uzayan alanda gecekonduların arka duvarlarını surlar
ve burçlar oluşturur. Ulu Beden’den dizi sonuna kadar gidebilmek mümkün değildir.
Nur Burcu ile Yedi Kardeş Burcu’nun fotoğraf çekimleri, gecekonduların burçlara
bitişik oluşu sebebiyle genel olarak alınamamıştır. Gecekondularda kalanların
açıklamalarına göre, kaldıkları evler en az (40) yıllık yapılardır. Gecekonduların
ikinci ve diğer sıraları 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda yapılmıştır. Kimi yapıların iki
katlı oldukları görülür.
68
Yedi Kardeş Burcu’nda farklı zamanlarda yaptığımız incelemelerde ikinci katta var
olan kitabelerin tahrip edildiği, bazı kitabelerin yerinden söküldüğü fotoğraflanmıştır.
Mevcut olan durum yazdığım bir yazı ile bir bölge gazetesinde haber konusu olmuştur.
Ulu Beden gibi Yedi Kardeş Burcu da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
Bölge Müdürlüğü’nün projeyi kabul etmemesi sebebiyle onarım dışı tutulmuştur.
(Dikkat çeken bir husus, Ulu Beden ile Yedi Kardeş için verilmeyen iznin, diğer sur
bölümleri için hangi ölçüler uygulanarak verildiğidir. Elbette, araştırmacılar teknik-
mimari alanda uzmanların uyguladıkları kriterlerin ne olduğunu, nelerin olması
gerektiğini bilmeleri oldukça zordur. Fakat daha önce onarımı yapılan Dağ Kapı’da
PTT karşısındaki burcun onarımı yıllar sürmüş, ihaleyi alan firma yasaklı listesine
alınmıştı. Mardin Kapı’nın onarımı da yasaklı olan firmanın sahibi tarafından
Ankara merkezli bir firma vasıtasıyla gerçekleştirilmiş olduğu bilinmektedir.
İhalelerde belirtilen sözleşme maddelerinin dışına çıkma durumlarında ne gibi bir
işlem yapıldığı konusunda bilgi sahibi değiliz.) Dizide ambar-depo olarak kullanılan
bazı burçların önünde demir aksamların olduğu görülür. Kimi demir parmaklıkların
da burçları koruma amaçlı yapıldığı bilinmektedir.
69
Yedi Kardeş’ten geçtikten sonra Mardin Kapı’ya yakın, sur üstü galerisi dikkat
çekicidir. Kuşatmaların sık sık eksik olmadığı alanlardan biri olan bu sur dizisinde
askerin zayiat vermemesi için yapılan galeri, diğer bölümlerde bulunmakta mıydı?
Bunu bilmiyoruz. Ancak, Keçi Burcu’nun batı bölümünde daha itinalı görünen
ikinci bir galeri mevcudiyeti, surlarda galerilerin varlığı hakkında kanıt sayılabilir.
İleri sürdüğümüz bu görüşün yaptığımız araştırmalarda yer almadığını da belirtelim.
Denilebilir ki zamanında kuşatmalarda zayiat vermemek için, surların üst kısımları,
tümüyle galeriyle, üstü kapalı geçitle kapalıydı. Sonradan yapılan değişiklikler,
surların zamanla tahribata açık hale gelemsine sebep olmuştur. Mardin Kapı ile Yedi
Kardeş Burcu’na az kala biten surun üstünün kapalı şekli, bu alandaki yıkılmaları,
tahribatı önlemiştir.
70
Galerilerle surların üzerini kaplama, şimdiki durumda nasıl kabul edilecektir? Bunu
bilmekten ne kadar uzak isek de yapılacak bu tarz bir korunma yolu ile surların ömrü
uzatılacak ve turizme kazandırma yolunda da büyük mesafe kaydedilecektir.
Kale-Sur içi asker sayısının sınırlılığı, bizi surların burçlar hariç, üstünün galerilerle
kaplı olduğu sonucuna götürür. Mevcut galeride bazı bozulmalar olmuşsa da yapısını
korumaktadır. İki kişinin rahat şekilde geçebileceği geçiş yolunun yüksekliği dikkat
çekicidir.
Keçi Burcu’ndaki galerinin yüksekliği, Mardin Kapı’da son bulan galeriden düşüktür.
Galerinin Mervanî’den ya da şehrin imarına önem veren Eyyûbî’den kaldığını
söylemek mümkündür. Mardin Kapı’nın onarımı yapılmış olsa da doğu kesimindeki
tek burcun iç yüzdeki onarımsızlığı, dikkat çekmektedir.
Keçi Burcu’na varmadan sıralanan burçların dış biçimi tahribe maruz kalmamıştır.
Bunun sebebi, gecekondulaşmanın olmayışı ile akarsuların toplanma noktası
oluşudur. Değirmenlerin kümelendiği, Keçi Burcu’nun kuzeydoğusunda da
değirmenlerin varlığı, bizi tahribatın neden az olduğuna dair sonuca götürmektedir.
Keçi Burcu’na kadar olan burçlar, 1900’lü yıllara kadar değirmenlere yakınlığı
sebebiyle zahire ambarı olarak kullanılmıştır. Yakın zamana kadar da depo olarak
kullanılmıştı. Bu burçlarda kitabelere onarımlara ihtiyaç duyulmadığı için -kendi
tespitimiz- rastlanılmamaktadır.
71
Sur dizisindeki Keçi Burcu’ndan sonra gelen ilk burçta kitabe bulunmaktadır. Burcun
kitabe üstünde küçük bir mihrap yer alırken iki satırlık kitabe sonunda iki mihrabın
simetrik olarak sıralandığı, burcun ön kısmının alt köşe ilk temel taş dizi başlarında
birer işlemeli taşın yerleştirildiği görülür. İkinci burçta da bazalt taş üzerinde iki
satırlık kitabe mevcuttur. Üçüncü burcun dışındaki taşların söküldüğü, taşların
gecekondu yapımında kullanıldığı çevre sakinlerince belirtilmiş, yapılardan burca
yakın olanlarda taşların kullanılmış olduğu görülmüştür.
Dördüncü burç üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Burç, diş yapısıyla sağlam iken,
içe dönük kısmının taşları çoğunlukla alınmıştır. Beşinci burcun ortasında iki satırdan
oluşan beyaz taş dizisinde kitabe yer alırken altıncı burçta kitabe bulunmamaktadır.
Altıncı burç ile yedinci burç arasında temel taş dizgisinden yaklaşık bir metre
yükseklikte satır başları düşmüş ya da sökülen taşlarla birlikte alınmış üç satırlık,
satır sonları toprak yığını altında kalmış Mervani kitabesi yer alır. İnceleme ve
araştırmalarımızda yer mesafesine en yakın yerleştirilmiş kitabenin bu sur duvarında
olduğunu görmekteyiz.
72
Üçüncü burçtan sonra iki sur payandası yer alır. Payandalardan sonrası yıkıklar
başlar. Burçlar evlerin ya duvarları ya da gecekonduların üzerinde sıralandığı temeller
konumundadır. Görmezlikten gelinen, burçlarla surların esamesinin okunmadığı,
gecekonduların sıra şeklinde yer aldığı bu dizide onarım söz konusu değildir.
İnceleme ve araştırmalarımızda gecekondulardan içeri girilerek bazı fotoğraflar
çekilebilmiştir. Surların onarımını bekleyen sakinlerin tedirginliği, kendilerine konut
alanlarının verilip verilmeyeceği hususunda sorularla karşı karşıya kalınmıştır. Daha
çok iki gözden oluşan, küçük avlunun mutfağa, tuvalete ayrıldığı gecekondularda
bazen aynı avluyu iki ailenin paylaştığı söz konusudur.
Yeni Kapı’da surları incelemek, iç kısımda tümüyle imkânsız gibidir. Yeni Kapı
yanı Direkhane Sokak’ta gecekondular arasında taşlarının çoğu alınmış, dolgu
kısmı kalmış sur kalıntısı bulunmaktadır. Yeni Kapı’nın onarımı sonrası halkta
surların taşlarını kullanmanın cezai müeyyidelerinin olduğuna dair çekingenlik
görünmektedir. Tapusu bulunmamasına rağmen elektrik ve su abonmanlığının alıcı
adına çevrilerek 1990’lı yıllara kadar yapılmış gecekondu satışları, günümüzde her
an yıktırılabilir endişesiyle durmuştur.
Kral Kızı Burcu’nun iç kısmı kaçak kazılarla harabeye dönüştürülmüştür. Dış kısmın
Yeni Kapı’ya bakan yüzünde kitabe yer alır. Ayrıca burcun ön yüzü -Dicle’ye bakan-
tarafında ikinci kitabe bulunmaktadır.
73
Dicle’ye açılan Yeni Kapı-İç Kale arası sur duvarının yaklaşık 30 metreyi bulduğunu
söylemek mümkündür. İç Kale ve Yeni Kapı Sur Dizisi hakkında konuştuğumuz İç
Kale altında kırk yılı aşkın değirmen işleten bir mahalle sakini, ’’Bu bölüm sağlamdı.
Geçit dar olduğu için kelekle odun ve kum taşımacılığı yapanlarla kerpiç evlerde
oturanlar zamanla temel taşlarını sökerek, kalan bölümün yıkılmasını sağlamıştı.
Şehrin alınışında kullanılan gizli suyolu da Fis Kayası’nda değil Hz. Süleyman’ın
hemen altında komşumuzun evinin arkasındadır. Bu gizli geçit, Vali İhsan Dede
zamanında bulunup kapatıldı. ’’açıklamasında bulununca, geçidin bulunduğu alanın
Fis Kayası’nda olmadığı sonucuna varmış olduk. İç Kale’de yaptığımız incelemede
sur içinde kitabelere rastlanmadı. Diğer yapılardaki kitabeler fotoğraflanmasına
rağmen surlar hakkında bir ilgi kurulamadı. Dicle’ye bakan cephede mermere
hakkedilmiş kitabe beraberinde bir satırlık üç bölümden oluşan kitabe tespit edildi.
Daha önce yer alan bir kitabenin sur duvarının yıkılmasıyla kaybolduğunu belirten
mahalle sakinleri Kilise olduğu kaynaklarda tartışmalı olan yapıdaki kitabenin de
bir bölümünün dökülmesi üzerine yerinin örüldüğünü söyleyince, mevcut kitabe
yerinde görülüp fotoğraflandırılmıştır.
74
Dağ Kapı’ya kadar uzayan dizinin devamında bazı şekillerle kitabe taşlarının
gelişigüzel burçlarda yerleştirilmesi herhangi bir açıklama yapmamıza, yorumda
bulunmamızı güçleştirmektedir.
Dağ Kapı’nın 1930’lu yıllarda yapılan yıkımdan zarar görmesine rağmen ana kapının
yıktırılmamış olması sevindiricidir. Dağ Kapı’ya varmadan önce, uzanan dizinin son
burcunun dış ve iç onarımı yapılmıştır.
Dağ Kapı’nın 1980’li yıllara kadar atıl vaziyette durması sonrasında işlev kazanması,
sergilere mekân oluşu, şehrin merkezi alanında kültürel çalışmaların yansıtılması
açısından bir farklılık oluşturmuştur. Dağ Kapı’nın daha önce itfaiye hizmetlerine mekân
oluşu, bazı tahribata sebebiyet vermiştir. Şehir içi minibüs durağı olarak kullanılan alt
kısmı, durağın kaldırılması ile yeşil alan ve yaya geçişi şeklinde düzenlenmiştir.
75
Üst kata çıkılan taş basamaklar, asıl biçimi korumak endişesiyle onarılmamıştır.
Girişte sağda kalan basamaklarda düzenlemeye gidilirken soldaki basamaklardan
çıkış oldukça zordur. Bu ikilemin ortadan kaldırılması gerekir.
Tek Beden, Dağ Kapı ile Urfa Kapı sur dizisi arasındaki boşlukta yer alır. Bu burç ta
resmi amaçlı kullanılmaktadır. Daha önce Kültür Bakanlığı-DÖSİM yayınlarının üst
katta satışa sunulduğu burcun alt katı atıl durumda kalmış, daha sonra Microkredi
amaçlı el sanatlarıyla dokumacılığa dayalı projeye tahsis edilmiştir. İç Kale Kültür
Merkezi Projesi, uygulamaya geçtiği zaman bu burçların kültürel amaçlı kullanım
hakkı, kültürel çalışmaları bulunan kuruluşlara verilmelidir. (Bu konu, Surlar
Hakkında Çözüme İlişkin Görüşler’de irdelenmiştir.)
Tek Beden’den Hindli Baba Kapısı’na kadar olan kısmın çevre düzenlemesi yapılmış
ise de onarımın yapılmayışı, merkezi alanda olması sebebiyle dikkat çekmektedir.
Çift Kapı’ya uzanan ara mesafeden Urfa Kapı dizisine kadar olan kısımda yeşil alan
uygulaması yer alır. Dağ Kapı-Urfa Kapı sur dizisinde kitabeler, farklı dönemleri
gösterir. Bu çeşitlilik, şehrin tarihi zenginliğinin ölçüsüdür. Yalnız, Fis’ten Dağ
Kapı’ya gelen dizide gerek surlarda gerek ön yüzü sağlam burçlarda tek yazılı taşlar
dışında kitabelere rastlanmamıştır. Bunun sebebi de kuşatmaların, savaşların düz
olan bu alanda yoğunlaşmasıdır.
76
Camii, kilise, özelliğini kaybeden, ettirilen hamamlar için tabelalar çok sonradan
dikilmesine rağmen, kimi camii hazirelerinde açıklamalar bulunmasına rağmen,
Burçlar için gereken tanıtım levhalarının, bu bildirinin kaleme alındığı tarihe kadar
yapılmadığını belirtelim. Diyarbakır ile ilgili tanıtım broşürlerinin turistik yatırım
yapan kuruluşlarca yeteri kadar hazırlanması dağıtımının sağlanması gerekir. Şehri
tanıtan yayınlarda ve broşürlerde bilgi kirlilikleri mevcuttur. Birkaç kitap ve broşürde
Melikşah’ın ismini taşıdığı burcu, 1286 senesinde yaptırdığı yer almaktadır. Ashab-ı
Kehf, Lice’de iken Kulp’ta gösterilmiştir. Diyarbakır Kalesi’nin burç sayısı 82 olarak
belirtilirken yıkık burçlar düşülmemiş ve İç Kale burçları, bu sayıya dahil edilmemiştir.
Toplu taşımacılığın olduğu alanlarda firma sahiplerinin hem kendi kuruluşlarının hem
de şehrin tanıtımını broşür ve kitapçıklarla yapmaları şarttır. Gönüllü kuruluşların
bunu yaygınlaştırması gerekmektedir.
Yerel Televizyonlarda her gün aynı saatte şehri tanıtan kısa programlar yayınlanmalıdır.
Yerel televizyon kanallarını seyredenler, böylelikle bilgilendirilebilir, yaşadıkları şehir
hakkında kalıcı bilgilere sahip kılınabilirler..
77
SONUÇ
Günümüzde Diyarbakır Kalesi hakkında bilgilerin yer aldığı birçok kaynakta yer
alan bilgi yanlışlıkları, zamanla şehrin hakkında araştırma yapanları sıkıntıya
bırakmakta, emek harcanan bilimsel çalışmaları sekteye uğratmaktadır.
Not: Diyarbakır Kalesi Burçlar Surlar Bildirisi’nde kaynak eserler, bildiri içinde
yer almıştır. Bildirimizde kendi tespitlerimiz yer almaktadır. İleride tespitlerimiz
kitaplaştığında, bu bildiri yeniden düzenlenerek, çalışmada yer alacaktır.
78
Hayreddin Kızıl,
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
hkhayreddin@gmail.com
İnsanoğlunun en çok yanlış anladığı şeyler, bazen çok değer verdiği şeylerdir. Dindar
bir topluluk için de aynı durum geçerlidir olabilmektedir. Eğer bu topluluk dinin
sahih kaynaklarına vakıf değilse, dini duygularının ağır basması nedeniyle herhangi
bir konu, dinle, dini önderlerle ilişkilendirilerek aktarıldığında, anlatılanı kolay kolay
eleştirememektedir. Halk dindarlığında bu durum daha çok görülmektedir. Bu yazıda
da Diyarbakır’da mevcut olan dini motifler ve bu motiflerin Diyarbakırlıların dini ve
sosyal yaşamındaki etki anlatılacaktır.
Diyarbakır merkez ve ilçelerinde hemen her yerde dini bir anlatıya ve bu anlatının
konusu olan bir yapıya rastlamak mümkündür. Bunların şehirde yaşayanlar üzerinde
etkileri anlatıların dini özelliğine ve kişinin inandığı değerlere göre değişebilmektedir.
Bu anlatıların konusu genelde Kur’an’da veya hadislerde ismi geçen peygamberler,
sahabeler, şeyhler ve veliler gibi dini hüviyeti ve İslamî bir kimliği olan şahıslardır.
Efsaneler gerçekten tamamen uzak değildir. Tarihi bir gerçeğin sözlü aktarım sonucu aslından uzaklaşıp farklı
bir şekle dönüşmesidir. Bu dönüşüm gerçek olayın tamamen kaybolmadan abartılarla veya yöresel motiflerle
süslenmesi şeklinde olabilmektedir.
Şehre farklı dönemlerde verilmiş olan “Amid” ve “Diyarbekir” isimleri, bazı ilçelerin
ismi, Diyarbakır merkeze ve ilçelerine bağlı bazı köylere ait isimler incelendiğinde
bu isimlerin kökeninde, dini kimliği olan birine rastlanır. Şehrin hemen altında akıp
giden Dicle Nehri, Lice ilçesindeki Bırkleyn Çayı, merkez ve ilçelerindeki bazı su
kaynakları, dağlar, kaleler, camiler, kiliseler vb hemen her yer hakkında bir rivayet
mevcuttur.
79
Resim 1: İçkaleye giren kapılardan birinin üzerinde Hz Peygamber’in yapmış olduğuna inanılan duanın yazılmış
olduğu levha. (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)
Amid, isminin Hz İbrahim neslinden geldiğine söylenen Amid b. Bülendî adlı birine dayandığına inanılır.
Diyarbakır merkez ve ilçelerine ait köylerin isimlerine göz atıldığında “Şeyh”, “Pir” gibi dini sıfatlarla başlayan
köy adları dikkat çekmektedir. Tüm köy adlarının isimleri için bkz. Zeynelabidin Çiçek, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi
ve Kültürü, Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2007, ss.254–270.
Muhsine Helimoğlu Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri –Derleme, Araştırma, İnceleme-, Doruk Yayınları, 2.Bsk,
Ankara, Ocak 1993; Yahya Erikli, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler, Diyarbakır
Söz, Diyarbakır 2006; Adem Mahfuz, Tarihi Değerleriyle Diyarbakır ve Bediüzzaman, Baskı Yeri ve Tarihi yok.
Mahfuz, s.15.
Hz İlyas’ın peygamberliğini Diyarbakır’da bulunan bir Sinagog’da ilan ettiğine inanılır. Fakat bu yer makam olarak
ziyaret edilmemektedir. Eski adresi Şeyh Arap Mah. Yahudi Sok. No:21 Yeni Adresi: Hasırlı Mah. Küçükbahçecik
Sok. No:21’dir.
80
Resim 2: Hz Yunus’un yedi yıl kaldığına inanılan mağara (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)
Resim 3: Hz Yunus’un yedi yıl kaldığına inanılan mağara (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)
Mahfuz, s.19.
“Eliniz vilayetiniz ma’mur u abadan ve halkınız daima mesrur-ı şadan olup cümle evlad ve iyalleriniz mu’amer u
mu’ammere olup necib ü reşid olalar.” Bkz. Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV.
Kitap Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Trankripsiyonu, Hazırlayanlar: Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman, Yapı
Kredi Yayınları, 1.Bsk, İstanbul 2001, s.21; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, s.23.
Bu kızın adının Amida olduğu söylenir. Bkz. Altunboğa, s.104.
81
Ulu Camii içerisinde kapının üst tarafında demirden bir yılan şekli mevcuttur. Bu
demir yılan ile ilgili efsaneler mevcuttur. Bir efsaneye göre camiden içeriye giren
büyük bir şeyh yılan tarafından sokulmak istenir fakat bu büyük şeyhin yılana
bakması üzerine yılan hemen demire dönüşür. Bu olaydan sonra Diyarbakır’ın
yılanları, şeyh tarafından lanetlendiği ve etkisiz hale getirildiği için, Diyarbakır’da
yaşayanlara yılanlar zarar vermemektedir (Resim 4). Ulu Camii ile ilgili başka
bir efsane akreplerle ilgilidir. Buna göre veli bir kişi akreplerin Diyarbakır’da
yaşayanlara zarar vermemesi için demirden bir akrep tılsımı yapmış ve tılsımı Ulu
Cami’nin ana kapısının üstüne asmıştır.
82
Hz Süleyman Camii’ine yakın olan bir yerle ilgili olan bu inanç, Peygamber olan Hz
Süleyman’ın şeytanları zincirlemesi ve Eğil’de Hz Süleyman’ın veziri olduğuna inanılan
Nebi Harun’un mezarının bulunması ile birleşince halk bu camiinin peygamber olan
Hz Süleyman’a ait olduğuna inanmaktadır. Bu inanca Hz Süleyman’ın Hz Halid b.
Velid’in oğlu Süleyman daha çok bilinmesi de destek vermektedir.
Diyarbakır merkezde bulunan ve önemli bir dini mekân olan Hz Süleyman Camii
şehrin fethi sırasında şehit düşen sahabelerin medfun olduğu yeri de barındırmaktadır.
Bu camiinin bir kaç ismi olmakla beraber, halk Hz Süleyman Camii demektedir
(Resim 5).
Resim 6: Hz Süleyman Camiinin kapısının önü Perşembe günü (Hayreddin KIZIL, 06/ 05/ 2010)
83
84
Resim 8: Keçi Burcu’dan Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprünün görünüşü (Özgür ANLI, 11/05/2006)
Resim 9: Keçi Burcu’dan Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprünün görünüşü (Özgür ANLI, 11/05/2006)
Diyarbakır’da şehid olan sahabe sayısı 40, eceliyle ölen sahabe sayısının ise 501 olduğu iddia edilmektedir. Bkz. Çiçek, ss.103–104.
“İmam Ukayl” da denmektedir. Bkz. Çiçek, s.114; Melek-Demir, s.202.
İmam Akil ve kız kardeşi hakkında anlatılan efsane için bkz. Yavuz, s.275.
Yavuz, s.68.
Yavuz, s.282.
Efsaneler için bkz. Erikli, s.56; Yavuz, ss.66, 374.
Yavuz, s.209; Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Esma Ocak’tan aldığı efsane ile Şeyhmus Diken’in Abdussettar Hayati Avşar’dan aldığı
efsane birbirinden farklıdır. Fakat her iki efsanede söylenen türkü bir bölümü dışında aynıdır. Bkz. Yavuz, s.209 Diken, Diyarbekir
Diyarım, ss.300–301. Şeyhmus Diken’in Kırklar Dağı ile ilgili olarak kaydettiği başka bir efsane için kz Diken, Sırrını Surlarına
Fısıldayan Şehir, ss.80–82.
85
“Yıllar önce, daha çocukken dilden dile yayılan Diyarba¬kır’la ilgili bir söylence
duyardık. Denirdi ki; Diyarbakır su ile yok olacak. Gerekçesini de bu şehrin
zemininin tümüy¬le su ile kaplı olmasına dayandırırlardı. Ciddi ciddi inanır¬dık, bu
söylenceye. Çünkü kentimizin hemen yanı başın¬dan, kutsal kitaplarda adı geçen
kadim nehir Dicle akıp gi¬derdi. Durup durup çarpılırcasına, gece, gündüz Dicle’ye
bakardık. Ayrıca Suriçi’nin her sokağının başında sürekli gürül gürül akan kastallar
(çeşmeler) vardı. Ve bu kastallar bulunduğu sokağa isim de verirdi: Tahtalı Kastal
Soka¬ğı, Çıkrık Kastalı gibi.
Ve yine Suriçi’nde, hemen her eski Diyarbekir evinde, be¬lediye şehir şebeke
suyunun yanında bir de kuyu ve kuyu¬dan tulumbayla ya da ipin ucuna bağlanmış
kovayla çekilen su vardı.
Diyarbakır’da dini kimliği olan kişiler dışında az da olsa IV. Murat ve Kanuni
Sultan Süleyman gibi padişahlar ile ilgili olan anlatımlara da rastlanmaktadır. Halk
arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat Seferi’ne giderken yolda hastalandığı
ve Diyarbakır’da
Anzele Suyu’nun bir havuza aktığı bu havuzda bulunan balıkların kutsal sayıldığı anlatılmaktadır. Bkz. Evliya
Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.25; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, s.30. 1867 yılında Diyarbakır’a
gelen R.J. Garden de bu havuzdan ve kutsal balıklardan bahsetmektedir. Bkz. R.J. Garden, “Diyarbakır”, Çev:
Hamdi Can Tuncer, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s.141.
Konu hakkında anlatılan bir efsane için bkz. Yavuz, s.52. Halk arasında Diyarbakır’ın etrafını çeviren surların
yıkılmasının da Kıyamet alameti olduğuna inanılır. Konu hakkında anlatılan efsane için bkz. Yavuz, s.146.
Şeyhmus Diken, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, s.137.
IV. Murat ve o dönemde Diyarbakır’da yaşayan tanınmış bir Şeyh olan Aziz Mahmut Urmevi ile ilgili rivayet
için bkz. Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.31; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, ss.39–40; Yavuz,
s.74. Şu an Diyarbakır’da bu şeyhin ismi bir caddeye (Merkez Yenişehir ilçesi Ofis semtinde Aziz Mahmut Oğulları
Caddesi) verilmiştir.
86
Yukarıda verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi Diyarbakır merkezde hemen her yer
hakkında nakledilen bir rivayet mevcuttur. Şehir merkezinde görülen bu duruma
Diyarbakır’ın, tarihi çok eskilere dayanan ilçelerinde de rastlanmaktadır. Diyarbakır
il sınırları içerisinde mevcut olduğuna inanılan 9 peygamber mezarının 8’i Eğil
ilçesindedir. Bunlar: Hz Elyesa , Hz Zülkifl ve peygamber olduklarına inanıldıkları
için “Nebi” lakabı eklenerek söylenen; Nebi Zunnun, Nebi Mallak (Nebi Melik ve
Nebi Hallak olarak da bilinir), Nebi Harun (Nebi Harun-u Asefi de denir), Nebi Ömer
Ibn-i Perican (Aslen Hindistanlı olduğu söylenir.), Nebi Hürmüz ve Nebi Harut
adlı kişilerdir. Bunların dışında peygamber olduklarına inanılan başka şahısların
da mezarları Eğil’de bulunmaktadır. Eğil ilçesindeki bu mezarlar halk tarafından
ziyaret edilmektedir.
Yavuz, s.201.
1867 yılında Diyarbakır’a gelen R.J. Garden, su bendinin özelliklerini anlatmıştır. Bkz. Garden, a.e., s.141.
Şehrin batısında bulunan Karacadağ, şehri Kırklar Dağı’na bağlayan Ongözlü Köprü vb yerler ile ilgili efsaneler
için bkz. Muhsine Helimoğlu Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri, ss.114,115, 209.
Kur’an-ı Kerim’de kendisinden iki defa bahsedilmektedir. Bkz. Sad, 48; En’am 86.
Enbiya, 85–86; Sad, 48.
Çiçek, ss.97–98.
Neml, 40.
87
Nebi Harun’un türbesi, Eğil ilçesi ve Eğil Kalesi’nin çok rahatlıkla izlendiği yüksek
bir tepenin üzerindedir. Eğil’e ulaşmadan sağa ayrılan bir yolla buraya gidilir.
Ağaçlarla kaplı bir tepedir. Halk arasında Nebi Harun ile ilgili efsaneler anlatılır.
Bunlardan birisinde Eğil ilçesinin ismi Nebi Harun’un kendisine dayandırılmaktadır.
Elmalılı M.Hamdi Yazır, tefsirinde, tahtı getiren şahsın, Süleyman Aleyhisselam’ın veziri Asaf ibn Berhiya olduğunu
söylemekte ve İbn Abbas’tan rivayet getirmektedir. Bkz. Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yenidoğan Yayın Dağıtım,
İstanbul 1996, c.VI, s.164.
Yavuz, s.57.
Mahfuz, s.18; Çiçek, s.98.
Çiçek, s.142; Hakan Aytekin-Hasan Özgen, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004, ss.15–18.
Diyarbakır Efsaneleri adlı kitapta kurban bayramı akşamları, Kırklar Dağı eteğindeki, Ongözlü Köprü’den
kadınların, genç kızların, Dicle’ye yazılı dilekçeler attıkları kaydedilmiştir. Bu dilekçelerle çocuğu olmayanlar
çocuk, hastalar şifa, sevenler de sevdiklerini isterler. Böylece dileklerinin kabul olacağına inanırlar. Bkz. Yavuz,
s.199.
Diyarbakır’da Hz Hızır’a Hoca Hızır veya Hızır İlyas da denilir. Başka bir rivayete göre Diyarbakır merkeze bağlı
Hızır İlyas köyü ve oraya yakın bir çeşme (Kani Hıdır-Hızır Çeşmesi) ismini Hoca Hızır’dan alır. Bkz. Esma Dicle
Uygur, “Diyarbakır Halk Kültüründe Cigaret, Nevruz, Hızır İlyas ve Murat Gelenek ve Şenlikleri”, Müze Şehir
Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, ss.464–465.
88
Türbeye kışın ulaşım zor olduğundan kış mevsimleri dışında her zaman ziyaret
edilmektedir. Türbeye çocuğunun olması için gelenler, çocukları olduğunda çocuğa
erkek ise Zülküf, kız ise Zülfüye ismini verirler. Bu nedenle Ergani ilçesinde Zülküf
ve Zülfüye isimleri çok yaygındır.
Mahfuz, ss.18–19.
Yavuz, s.69.
Zülkifl Peygamber’e ait olduğuna inanılan bu yer, yöre halkı tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edildiğinden
(Yıllık ziyaretçi sayısı 50 bin olarak tahmin edilmektedir.) türbe/makamın bakımı, muhafazası ve gelen ziyaretçilerin
bilgilendirilmesi için Ergani İlçe Müftülüğünce kadrolu bir görevli, haftada üç gün (Perşembe, Cumartesi ve Pazar)
geçici olarak görevlendirilmiştir. Bkz. Melek-Demir, s.45.
89
Lice ilçesinde Ashab-ı Kehf’in kaldığına inanılan bir mağara da vardır. Ashab-ı
Kehf’in Lice’nin yaklaşık 15 km güneybatısında bulunan (Derkam) Duru Köyü’nün
kuzeyindeki Eshabıkeyf/Derkam Dağı’nda bulunan bir mağarada kaldıklarına
inanılmaktadır. Ashab-ı Kehf’in kaldığına inanılan bu mağarayı yöre halkı, çevre
il ve ilçelerden insanlar, Bahar aylarında ziyaret etmekte, halk buraya yoğun bir ilgi
göstermektedir. Ashab-ı Kehf (Mağara Arkadaşları) ile ilgili olarak Diyarbakır’da
anlatılan efsaneler mevcuttur. Bunun yanında çocuklara Yemliha, Mekselina
gibi mağarada kalan kişilere ait olduğuna inanılan isimler de verilmektedir. Halk
arasında kullanılan bazı deyimlerde Dekyanus ve Kakanus isimleri geçmektedir.
“Dekyanus’tan daha zalim” ve ukalalık yapanlar için kullanılan “Kakanusluk
yapma” deyimleri örnek olarak verilebilir.
Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde de, ilçe ile ilgili dini efsanelere rastlamak mümkündür.
İlçenin halk arasında kullanılan “Meyyâ Farikin” isminin, Hz İsmail’in neslinden bir
kralın “Maya” adlı kızının isminden geldiğine ve ilçenin Hz İbrahim’in torunları
tarafından kurulduğuna inanılır. Evliya Çelebi’ye göre Silvan Kalesi’ni ilk inşa
eden, Hz Cercis’in ümmetinden Handik adında bir hükümdardır. Bu hükümdarın,
kaleyi Hz Cercis’in öğretmesiyle yaptığı söylenir. Cercis’in peygamber olduğuna
inanılır.
90
Bu hafta içerisinde Murat Ovası’nda bulunan Muaz –halk söyleyişiyle Maaz-’ın türbesi
ve ovada bulunan diğer türbeler ziyaret edilmekte, eğlenceler düzenlenmektedir.
Günlerce süren bu şenliklerde Murat Ovası, çadırlardan oluşan bir kent görünümünü
alır. Murat Haftası aynı zamanda evlenecek eşi seçmenin de yapıldığı bir yerdir.
Gelenler muradı¬na ermek için dua etmektedir. Tür¬benin yanındaki “Murat
Ağacı’na dilekte bulunanlar halka atarlar. Halka, atılan dala takıldığı takdirde dileğin
gerçekleşeceğine inanılır.
Sahabeler ile ilgili bir rivayete Hani ilçesinde de rastlanmaktadır. Hani merkezde
bulunan Cafer-i Tayyar Camii, Hz Ali’nin kardeşi Hz Cafer ile ilişkilendirilmektedir.
Diğer bölgelerde olduğu gibi Diyarbakırlılar da Ashab-ı Kehf ’in Lice’de olduğuna dair deliller olduğuna inanmaktadır.
Deliller için bkz. Çiçek, s.118.
İlçenin fethedilmesi ile ilgili efsaneler için bkz. Yavuz, ss.136–137.
Çiçek, s.12.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.55; Çiçek, s.171; Yatkın, s.20; Yavuz, s.147; Cercis hakkında Urfa’da anlatılan
efsaneler için bkz. Mehmet Kurtoğlu, Urfa Efsaneleri, Kent Yay, 2.Bsk, İstanbul 2005, s.72.
Uygur, ss.466–467. Bir rivayete göre oğlunun gitmesini istemeyen annesi, bir gece rüyasında Peygamberimizi
görür, Peygamberimiz ona oğlunun geri geleceğini söyler, söz verir. Oğlu savaşı kazanır fakat geri dönmez, pusuya
düşürülür. Murat Ovası’nda şehit edilir. Peygamberimiz, Allah’a dua eder. Muaz dirilir ve annesinin yanına gider. Sağ
salim annesinin yanına gittikten sonra tekrar Murat Ovası’na döner. Peygamberimiz bu şekilde sözünü tutmuş olur.
91
Bu rivayetlerin herhangi bir yerle, şehir, ilçe, bir nehir, türbe vb ilgili motifler taşıması,
halkın nazarında o yerle ilgili dini anlamlar yüklenmeye neden olabilmektedir.
Diyarbakır ve ilçelerinde adım başı türbeye rastlanması, bunların arasında şehit
sahabelerin, tarikat şeyhlerinin türbelerinin de bulunmuş olması, şehrin halkın
yanındaki değerini arttırmakta, şehre olan sevgiye dini anlamlar yüklenmesine neden
olmaktadır. Bu da aidiyet duygusunu ve sahip çıkma arzusunu güçlendirmektedir.
Sahip çıkma ve aidiyet duygusunun etkili olduğu kişilerde olumsuz davranışları
azaltmaya da yardım edeceği bilinmektedir.
Bunların yanında bu efsaneler, asil bir köken aramaya da neden olabilmektedir. Asil
bir köken arama, kökenini ya bir Peygamber soyuna veya bir sahabe soyuna ya da
bir şeyh soyuna dayandırma şeklinde görülmektedir.
Diyarbakır’ın çok eski bir şehir olması, tarih boyunca her dönem değerini koruması,
sahabeler tarafından şehrin fethedilişinden günümüze kadar gayri müslimlerin eline
geçmemiş olmasını Diyarbakırlılar bir iftihar vesilesi olarak kabul etmektedirler. On
dört asır boyunca ezanın Ulu Camii’den eksilmemesi, Ulu Camiinin Anadolu’nun
ilk camilerinden olup, Diyarbakır’ın fethinden bugüne kadar bu camide namazın
kesintiye uğramaması övünç kaynağı olarak kabul edilmektedir.
92
Kur’an-ı Kerim Meali, Haz. Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kafi Dönmez,
Mustafa Çağrıcı, Sadettin Gümüş, Ali Turgut, TDV Yayınları, Ankara 2007
ALTUNBOĞA, A.Bilal, Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul 1999
AYTEKİN, Hakan- ÖZGEN, Hasan; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004
ÇİÇEK, Zeynel Abidin, Diyarbakır’ın Fethi Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır Söz
Matbaası, Diyarbakır 2007
DİKEN, Şeyhmus, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, İletişim Yayınları, 5.Baskı,
İstanbul 2004
…………………., Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım, İletişim Yayınları,
2.Baskı, İstanbul 2004
ERİKLİ, Yahya, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler,
Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2006
EVLİYA ÇELEBİ b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV.
Kitap Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Trankripsiyonu, Hazırlayanlar: Yücel
Dağlı-Seyit Ali Kahraman, Yapı Kredi Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 2001
GARDEN, R.J. “Diyarbakır”, Müze Şehir Diyarbakır, Çev: Hamdi Can Tuncer, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul 1999
GÜNALTAY, M. Şemseddin, Dinler Tarihi Yeryüzündeki İlkel Dinler, Sadeleştiren:
Sevdiye Yıldız, Kesit Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006
KARDAŞ, Nimet, “Diyarbakır Halk Kültüründe Bazı Gelenek ve İnanmalar”, Müze
Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999
KORKUSUZ, M. Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbekir, Kent Yay, 1.Bs, İstanbul
2003
KURTOĞLU, Mehmet, Urfa Efsaneleri, Kent Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 2005
MAHFUZ, Adem, Tarihi Değerleriyle Diyarbakır ve Bediüzzaman, Baskı Yeri ve
Tarihi yok
MELEK, Ali-Abdullah DEMİR, Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır İl
Müftülüğü Yayınları, Ankara 2009
YATKIN, Abdulaziz, Açık Hava Müzesi Diyarbakır, 2007, Basım yeri yok
YAVUZ, Muhsine Helimoğlu, Diyarbakır Efsaneleri –Derleme, Araştırma,
İnceleme-, Doruk Yayınları, 2.Baskı, Ankara 1993
YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yayın-Dağıtım, İstanbul
1996
UYGUR, Esma Dicle, “Diyarbakır Halk Kültüründe Cigaret, Nevruz, Hızır İlyas ve
Murat Gelenek ve Şenlikleri”, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, 1999
www.bilinmeyendiyarbekir.com
93
94
Diyarbakır’da medfun
sahabeler
95
96
1819’da vali olan Deli Behram paşanın kızı Rukiye de cami ittisalindeki kabristanda
gömülüdür.
Sadrıesbak Mehmet Reşit paşa Kasım 1836’da vefat edererk Kale içinin yanındaki
kabristanda medfundur.
Esad Muhlis paşa 1850’de Diyarbakır’da vefat etmiş,kale cami kurbündeki mezarlığa
defnedildi
1856’da vali olan Besim paşa’nın oğlu Osman Nesim de burada gömülüdür.(4)
97
Sultan Sasa
Sahabe-i kiramdan ve Diyarbakır’ın ilk İslam valisi olan Sultan Sa’sa Hazretleri,
Diyarbakır’ın fethi esnasındaki çarpışmalarda aldığı yaralardan dolayı bir süre
sonra vefat etmiştir Naşı, Hasan paşa hanının batısında ve eski belediye binasının
doğu bitişiğinde türbesinin inşa edildiği yere defnedilmiştir. Sultan Sa’sa adına bir
türbenin yanı sıra, aynı kompleks içinde bir cami ve bir de medrese inşa edilmiştir.
Cami-i şerifin inşa tarihi tam olarak bilinmemektedir. XIX. yüzyılda Diyarbakır’ın
önemli camileri arasındadır. Diyarbakır’da Kur’an okunacak camilerle ilgili
1794.1818.1824 ve 1826 tarihli belgelerde, bu caminin varlığını görüyoruz.
98
1926 yılında Belediye başkanı Nazım Önen ilk sahabe Diyarbakır valisi Sultan
Sasa’nın türbesini yıktırmış.’Daha sonra türbesini oradan taşımak üzere,mezarını
açtıkları zaman,cesedinin çürümediğini görmüşler.Yalnızca sol bacağının dizden
aşağısı çürümüş’(6)(7)
Sultan Sasa’ya izafeten burada bir cami vardı
99
Salname
Diyarbakır salnamelerinde (IV/208) Fabrika köyünde İmam Akil köyünde İmam
Akil(Ukayl) (RA) yattığı ifade edilir (1).Salnamede ;
İmam Ukayl,Dn vakıfiyarbakır’da çok önemsenmiş,kendine ithafen vakıf ve
mescidler yapılmıştır.Diyarbakırda İmam Ukayl Mescidi vardır.Kasap Hacı Hüseyin
Vakfı ,İmam Ukayl Mescidinin yemek masrafları için kurulmuş bir vakıftır. (9).
Ukayl Mescidi Pamuçular Çarşısı yakınlarında idi. 1915’te yanmıştır.19.yüzyılda
işlekti (8)
100
Belge 1
Belge-2: Belgede Hz. Ukayl’ın imam olduğu bilgisi de var. “İbn ‘Am Cenab-ı resul-i
Kibriya İmam Ukayl (RA) hazretlerinin Diyarbekir vilayeti dahilinde...” mescit
ve türbesinin vakfının gelirinden bahsederken Hz. Ukayl’in imamlığına da vurgu
yapılıyor.
Belge 2
101
Birinci belge
ikinci belge
102
Mir Seyyaf
103
Türbe kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır. Kare planlı olup, üzeri piramidal bir
çatı ile örtülmüştür. Türbe içeriden kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş mukarnaslı
tromplarla sağlanmıştır. Türbenin dış yüzünde değişik zamanlarda yapılan onarım
izleri görülmektedir. (12)
Sahabe Abdurrahman
Örfizade Vakfının 11 Şevval 942(1536) Tarihli Tescilli Vakfiyesinin Türkçe’ye
Çevrilmiş Son Sayfası
104
İbavender=Sultan Saad
Dağkapı bitişiğindeki sahabe mezarı için Ebubekir Feyzi, İbavender de denilen
Sultan Saad’a ait olduğunu ifade eder. (13)
Sultan Sahad
Dağkapıda bir sahabe mezarı bulunmaktadır. Sultan Abdülmecid’e sunulan Feyzullah
efendinin raporunda buradaki sahabenin ismi İbavender olarak geçer.Burada Ebu
Muhsin Sahad bin Ebi Vakkas ismi geçmektedir.Belirtilen sahabenin Saad bin Ebi
Vakkas’la ilgisi yoktur.Bu sahabe Diyarbakır’a hiç gelmemiştir.Irak orduları baş
komutanıdır.Buradaki mezarlardan biri İbavender’dir.Diğeri ise Güney kafkasyadan
gelen arakçın Mezandaridir.Bu evliyanın soyu müftüler ailesi,Uluğ’lar olarak geçer
105
Bütün bu bilgiler dikkate alındığında Sa’d b. Ebi Vakkas’a ait zannedilen bu mezarın,
“Sa’d-Saad” veya mezar taşında yazıldığı şekliyle “Sahat” adında başka bir sahabîye
ait olduğu düşünülebilir.Buna karşın Ebubekir Feyzi, Sultan Abdülmecid’e ithaf
ettiği Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik-i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde, çarşı
içerisinde bulunan bu kabrin “İbavender” de denilen Sultan Saad’a ait olduğunu ifade
etmektedir. (13)
106
107
108
Güneyde türbeye girişin sağlandığı kapının yanında dikdörtgen bir niş bulunmaktadır.
Nişin kenarlarına birer sütunçe yerleştirilmistir. Sütunçeler üst köseleri yuvarlatılmış
küp altlıklar üzerine oturmaktadır. Sütunçelerin tüm yüzeyi süslenmiş durumdadır.
Soldaki sütunçenin altlığında iki farklı süsleme uygulanmıştır. Altta zikzak hatlı
iki şeritli örülmektedir. Böylece zeminde eşkenar dörtgenler meydana gelmektedir.
Altlığın üst kesimine yarım altı kollu yıldız motifi işlenmiştir. Sağ sütunçenin
altlığında bütün yüzey altıgenlerden meydana gelen geometrik kompozisyonla
süslenmiştir. Sütunçelerin gövdesi aynı geometrik kompozisyon ile kaplanmıştır.
Kompozisyonda yatay ve dikey eksenlerde kesişen ikili zencerekler dört kollu
yıldız motifleri ile aralarda sekiz köseli yıldızlar meydana getirmektedir. Zemindeki
yıldızların içleri birer gülbezekle dolgulanmıstır (27)
109
110
Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır’dır. Babasının adı Seyyid
Hasan’dır. Şerif Hızır, üç yaşındayken babasız kalır. Şerif’in yetiştirilme¬si
işini Seravil adındaki bir lala üstlenir. Kısa sürede ata binmeyi, ok atmayı, kılıç
kul¬lan¬mayı öğrenen Şerif Hızır, Türk destanlarındaki alp tipinin önemli bir
örneğini teşkil eder.
111
112
113
114
115
Her şehit sahabe türbesinin kaynaklarda ve halk arasında rivayet edilegelen bir
hikayesi bulunmakla beraber işin aslını ve hakikatini ancak Allahu Zülcelalin kesin
bildiği kanaati hasıl olmalı düşüncesiyle hareket edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Bu türbelerden biri de, Sur içinde Lalebey Mahallesinde Hançeri Güzel Camii isimli
cami içerisinde medfun bulunan, en makul,akla yatkın rivayet ve kaynaklara göre
asıl lakabı Ahsenül Hançer olup,hakkındaki iki rivayetten birine göre ismi Ebül
Muhsin diğerine göre Ebül Mucin olan şehit sahabe bulunmaktadır.Halk arasında
bu zat hakında değişik rivayet ve hikayeler anlatılmaktadır.Ama yıllardır bu çevrede
uzun süre yaşamış,bazıları halen bu semtte bazıları uzak semtlere veya başka
şehirlere taşınmış büyüklerle yaptığımız fikir alışverişinde bu şehit zat hakkında
ortak bir noktada buluştuk.
116
117
Şeyh Baha Uluğ efendi müftüzadelerden Fazıl Efendi’nin oğludur. Aile 450
yıl Diyarbakır’da yerleşik bir ailedir. Bu aileden 7 kişi müftülük yaptığından
Müftüzadeler diye lakaplandırılmıştır. Diyarbakır’a ilk gelen dedeleri Dağkapının
şehir içi tarafından sağ yanında bulunan iki mezardan biri olan Şeyh Muhammed
Mazendari’dir. Mazenderan İran’ın bir bölge adıdır.(14)
Şeyh Güzel.
Kasaplar çarşısına girdiğinizde yüzlerce insanın şifa bulmak için Şeyh Güzel’
in dükkânı önünde sırada olduklarını görürdünüz. Şeyh Güzel de bunlara şifa
dağıtırdı.Doktora gitmesi gerekenleri de doktora gönderirdi.
119
Şeyh Abdülcelil
Safa camii bahçesindedir.
Şeyh Abdülcelil’in gömülü olduğu türbe kesme taştan yapılmış olup, sekizgen
planlıdır. İçten kubbeli, dıştan da kiremit kaplı piramidal bir çatı ile örtülüdür. Gövde
kısmından piramidal örtüye geçerken arasına bir silme yerleştirilmiştir. Türbeye
kuzey yönündeki basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Doğu ve batı cephesine
açılan pencerelerle içerisi aydınlatılmıştır. Güney duvarında bir mihrap, onun sağ ve
solunda da birer niş bulunmaktadır. (12)
120
Molla İbrahim Terkanlı Ali Pınar imamı İbrahim bin Delo H.1290 yılında doğdu.
Seyda Diyarbakır’a bağlı Terkan’da ikamet ederdi.Sonraları Heftselm köyüne ve
bilahare Alipınar köyüne gelir.Büyük alim ve zühd sahibiydi1952 yılında vefat etti.
(20)
Zincirkıran türbesi
İçinde kimin yattığı kesin değildir. Üzerinde Hz. Yunus’un oğlu Nebi Ogeda ve onun
oğlu yatar şeklinde yazı vardır.
121
Türbe kesme taştan yapılmış, özellikle dış cephesinde siyah beyaz taşlar kullanılmıştır.
Sekizgen gövdeli bir türbe olup, gövdenin her cephesine bir pencere açılmıştır. Dıştan
piramidal çatı, içten de kubbe ile örtülüdür. Türbe içerisinde sandukalar bulunuyorsa
da bunların kime ait oldukları bilinmemektedir. (12)
122
Türbe alışılagelmiş türbelerden farklı bir plan düzenine sahiptir. Sekiz köşeli bir planı
olup, önüne kare mekanlı bir bölüm eklenmiştir. Bu kare mekandan sonra asıl türbe
bölümüne geçilmektedir. İçerisinde sandukaların da bulunduğu sekizgen bölümde
duvarlar içten kemerlerle hareketlendirilmiştir. Duvarların ortalarına birer pencere
açılmıştır. Böylece içerisinin bol ışık alması sağlanmıştır. Yapımında renkli taşlar
kullanılmış, içerisinde fazla bezemeye yer verilmemiştir. Ana mekanın ve önündeki
kare mekanın üzeri kubbe ile örtülüdür. (12)
123
124
Türbeye güneydoğudaki bir kapıdan girilmektedir Sivri kemerli olan bu kapının iki
yanında ve türbenin pencerelerinde de görülen köşe sütunları bulunmaktadır Bunun
üzerinde de bir silme devam etmektedir Türbenin güneyinde bulunan mescitte
olduğu gibi burada da bir mihrapbulunmaktadır
Prof Dr Metin Sözen’in bu konuda ilginç bir görüşü vardır: “Bu mescit ve türbe
kısmında dikkati çeken bir nokta vardır; o da İskender Paşa Camisi bitişiğinde
böyle büyük mescitli kısmın hangi amaçla yapılmış olabileceğidir Gerçekten
anıtsal caminin hemen her yanında tekrar böyle bir mescit yapmak, düşünülecek
bir noktadır Türbede alışılmışın, uygulanan plan şemalarının dışına çıkılmaktadır
Devir farkı gözetmeyen, birlikte yapıldığı anlaşılan bu iki mekan birbirlerine iki
pencere ile bağlantılıdır Belki de ilk yapıldığı yılda ikisi de türbe olarak düşünüldü,
sonra biri kullanıldı ve ikincisindeki mezar taşları zamanla bozuldu” (26)
Dabanoğlu Türbesi
126
Böylece yüzeyde girift bir bitkisel kompozisyon ortaya çıkmaktadır. Kasnak bölümü
ikili bir düzenleme göstermektedir. Alt kesimdeki bitkisel süsleme kuşağında stilize
yapraklarla zenginleştirilmiş kıvrık dal belirli aralıklarda aynı hareketleri yaparak
zemini dolgulamaktadır. Üst kesim ise bir silme grubu ile hareketlendirilmiştir. Altta
burmalı yivli bir kaval silme bitkisel süsleme kuşağını üstten sınırlandırmaktadır.
Bunun üstünde oluk ve kademeli düz silmeler yer almaktadır (27)
127
Bu türbeler Hz. Süleyman camiinin üst kısmında eski adliye binasının doğusunda
bulunmaktadır. Arap erkek, İnci ise kızdır. Bir rivayete göre Arap ile İnci birbirlerine
aşıkmış, ancak bu aşklarına engel olanlar tarafından kavuşmaları engellenmiştir.
İkisi de dinlarine bağlı Salih insanlar olduğundan şöyle bir karara varmışlar: Bizde
bu aşkımızı ölüme dek İlahi rıza çerçevesinde devam ettireceğiz, ahiret yurdunda
ebedi beraberlik içerisinde yaşarız demişler ve o şekilde her ikisi de ölünce yan yana
gömülmüştür. Cizre’deki Mem ile Zin aşkı gibi. Onların sevgi ve aşklına engel olmak
isteyen Bekir tarafından kavuşmaları engellendi. Her ikisi de öldüğünde yan yana
gömülmüştür (20) Başka bir söylem olarak bu türbelerin Mervanoğlu hükümdarı
Nasrüddevle ve eşi Sittünas’a ait olduğu ifade edilir.(13)(29)
Şeyh Arap
128
Türbenin Arap Şeyh isimli bir kişiye ait olduğu da söylenmektedir. Mimarı belli
değildir. Türbe Arap Şeyh Camisi’nin şadırvanı olarak kullanılmaktadır. Sekizgen
planlı olan türbe açık türbe plan düzenindedir. Türbenin kenarları sivri kemerlerle
dışarıya açıktır. Üzeri içeriden tuğla kubbe, dışarıdan da taştan piramidal bir külahla
örtülmüştür.( 12)
Şeyh Yusuf hamedani türbesi
Türbenin mimari yapısı XV.-XVI. yüzyıllara işaret etmektedir. Bütünüyle siyah kesme
taştan yapılmış olan türbe, kare gövde üzerine içten pandantifli, dıştan da piramidal
bir çatı ile örtülüdür. Bu türbede dikkati çeken bir özellik piramidal çatının türbe
gövdesinden daha yüksek yapılmış olmasıdır. Türbenin kapısı önüne, caminin abdest
alma muslukları eklendiğinden türbe girişinin yeri değiştirilmiştir. Türbe içerisinde
batı duvarında iki niş, güney duvarında bir mihrap ve onun iki yanında da birer niş
ile kuzey duvarında sokağa açılan bir penceresi bulunmaktadır. (12)
Bu aileden gelen Mehmet Esen Camii imamı seyyid Mahmut Baran şunları nakleder.
Anzele yakınındaki Şeyh Yusuf hemedani türbesi torun Şeyh Yusuf hemedani’ye
aittir.Kendisi seyyiddir.Ölüm h.610’dur.Dede Şeyh Yusuf hemedani ise H.535’de vefat
etmiş mezarı Mervdedir.
129
130
İnşasında kesme bazalt taş malzeme kullanılan yapı,içten ve dıştan kare planlı olup
içten kubbe,dıştan piramidal külahla örtülüdür.İç mekan 3.20x3.20 m.ölçülerinde
kare planlı olup tromp geçişli bir kubbe ile örtülüdür.(29)
Diyarbakır’da Lala Bey Camisi’nin kuzeydoğu köşesinde olan türbenin yapım tarihi
ile ilgili bir kitabesi bulunmamaktadır Bununla beraber Lala Bey Camisi ile birlikte
yapıldığı sanılmaktadır Buna göre, XV yüzyılın ortası ile XVI yüzyılın ilk yarısına
aittir Büyük olasılıkla bu türbeyi de Eğil Beylerinden Lala Kasım Bey cami ile
birlikte yaptırmıştır.
131
132
Buradan geçen vatandaşlar çeşme önünde dua okur,bazı vatandaşlar mum diker.
İsmet paşa ilkokulu önünde çeşme(Altında şeyh Ömer efendi yatıyor)
Sancı ziyareti
133
134
135
136
Günübirlik gidilen mesire yerleri şehrin dışında ve yakınında olan yerlerdir. Bu yerlere
verilen isimler Diyarbakır’a özgü mahalli isimler olup şunlardır:
137
138
Ben u Sen
Ben u Sen Burcu’nun bulunduğu mevkide günübirlik gidilen mesire yerlerinden olup
burası ile ilgili Arif Paşa “Seyahatname”sinde şu bilgileri vermektedir:
“İş bu iki burcun önünde ve kıbleye mârûz bir mevki’de meşhûr (Ben u Sen) mesîresi
vardır. Ve mesirenin önü ağaçlar ve köşkler ve değirmenler ile müzeyyen bir vadî-i
nîktir. Ben u Sen mevki’i, Kal’anın şaranbolu pişgâhında bir sath-ı mâ’ilden ibarettir.
Çemenzârdır... Bir iki menba’ ve üç adet havuz vadır. Rutubeti galib olduğundan
şiddet-i harâret zamanında nehâren istifâde olunsa bile leylen barınmak imkânı
yoğimiş”
Diyarbakır valilerinden Erzincâni İzzet Paşa bu mesire yeri ile ilgili şu manzume’yi
yazmıştır:
139
Eskiden şehir merkezinin girişi olan, bugün ise şehrin içerisinde kalan bu semt
de mesire yeri olmanın yanı sıra çok güzel gül bahçeleri ile dolu imiş. Rüzgâr
estiğinde buradaki güllerin kokusu şehir merkezine yayılırmış.
Güleser, güleser
Rüzgar vurur gül eser
Serme toprak üstüne
Yar yatağın güle ser
“Biner paytona gider seyrana” türküsü de buranın gezinti yeri olduğunu belirten en
güzel örneklerden biridir.
140
Diyarbakır’ın en eski sayfiye yeri Karacadağ’dır. Bu güzel ve ormanlık alan çoktan beri
bu vasfını yitirmiştir. Yakın zamana kadar yatılı olarak gidilen mesire yerleri şunlardır:
Dicle kenarındaki bostanlar ve bu bostanlara kurulan çardaklar “hülleler”, Dicle nehri
boyunca yapılmış olan köşkler ve bağlar semtindeki bağ evleri idi.Buralara misafirliğe
gelenler yanlarında kalacakları yerin sahiplerine hediye olarak lebzunye (badem
ezmesi), ipekli kumaşlar, poşular, şallar bir bohça içerisine koyarak götürür ve ev
sahiplerine dağıtırlardı.
Bostanlar ve Hülleler
141
Bu bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede olmaz, belki Van’da Bohtan
kavunu bu kavuna benzeyebilir. Fakat Diyarbekir kavunu iri, çok sulu ve yemesi
hoştur. Misk ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere yiyenin
genzinden bir haftaya dek kavun kokusunun gitme ihtimali olmaz.
142
Her gece Şat kıyısı kandil, fener ve mumlarla donatılır. İnsanlar bin bir şekilde
süsledikleri yağ lambalarını ve balmumlarını tahtların üzerine bırakır. Şatt’ın üstünde
bir taraftan diğer tarafa akan çerağlar, karanlık geceleri sanki aydınlık gün yaparlar.
Her kulübede, çalgıcılar, hanendeler, taklitçiler, meddahlar, ayrıca udi, çârtayi,
şeştari, berbuti, kanuni, çengi, rebâbi, mûsikari, tanbûri, santuri, nefiri, belebani,
ney ve denenk, denene çalanlar bulunur. Sözün kısası, çalgıcıların hepsi Şafii vaktine
dek Baykara eğlencesi yaptıktan sonra müezzinler yanık sesleriyle övgüler ve
hamdler okuyup bütün tarikat ehli, sâdık âşıklar Fisagoras-i Tevhidi ederler. Çünkü
Diyarbekir halkı tamamen Hâceğân (Nakşibendi) ve Gülşenî tariklerinden olmakla
tevhid zevk ve şevkinden de geri durmazlardı. Sözün özü, bu İrem bağında gûy-
gûy ve hûm-gûm sohbetleri olup padişahın devletinin devamına dua ederler. Huda
derecelerini yüksek ede”
143
Elazığ’da da bir varyasyonu olan “Çayda Çıra” türküsünün sözleri, işte bu oyulan
karpuzların Dicle’deki görüntüsüdür ve çayda çıra türküsü söylenir, çayda çıra oyunu
oynanırdı. Dicle Nehri üzerinde “salapurya” denilen kayıklarla bu güzel görünüm
arasında dolaşmak ise ayrı bir zevk idi.Bu eğlencelerin yapılışını yaşları bir hayli
ilerleyen büyüklerimiz halen gözleri dolarak bir özlem içerisinde anlatırlar.Ziya
Gökalp’in Babası M. Teyfik Efendi 1302 Salnamesinde yazmış olduğu bir yazısında
bostan eğlencelerini ve mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır:
“Haric-i Sur’da bahçeler ve bostanlar kesret üzre bulunup, her nev’i sebze ve
müsmir ve gayri müsmir eşcâr yetişdirilür. Bağçelerde benefşe ve güllükler vardır
ki, ilkbaharın bidâyetinde benefşe ve nihayetinde gülistan seyirleri olur. Ve andelib
devri yetişür kavun ve karpuzları pek lezizdir. Kırk elli kıyye ağırlığında karpuz
ve yirmi kıyye vezninde kavun hâsıl olarak, her mahalde şöhreti vardır. Dicle’nin
her iki tarafında bu kavun ve karpuzları huslüle getirmek için bostanlar yetiştir ki,
manzarası fevkalâde latif ve mehtâbiyyeleri sezây-i ta’rifdir.
144
145
Ali Emİrî, halkın Dicle Nehri kenarında kamıştan yapmış oldukları hülleler ile
ilgili şöyle söylemektedir:“...Temmûzun harâretli zamânı olmakla Dicle Nehri
kenârına gittik. Hayâl-hâne-i tabî‘atte (ruh) öyle bir galeyân zuhûra gelmiş idi ki,
gûyâ nazargâhımda bütün menâzır-ı eşyâ (eşya manzaraları) mazmûn ve ma‘nâ
olmuş idi. Her ne semte baksam hâtıra bir mazmûn hücûm ederek anı kisve-i nazma
sokmak içün nazar-ı kuvâ (göz) oraya saplanıp kalıyordu. Dicle Nehri’nin o mevâc-ı
cereyân-ı safâ-efzâsı (ruhu dinlendiren dalgalar) tabî‘at-ı müheyyiceniñ bâ‘is-i
ta‘dîli (heyecanlı ruhun sakinleşmesi) oldu.”
Ali Emîrî, bir beytinde halkın yaz sıcağında Dicle Nehri kenarındaki kamıştan
yapmış oldukları hüllerele ilgili şunu söyler:
“Halk-ı Âmid encümengâhı kenâr-ı Dicle’dür
Her kamışdan hâne gûyâ bir müzeyyen hacledür”
146
147
Vedat Güldoğan-Araştırmacı-Yazar
Diyarbakır hamamları özelliklerinden ve sayılarının fazla oluşundan dolayı
Diyarbakır’ı ziyaret eden seyyahlar tarafından tanıtıcı bilgilerle anlatılmıştır.
Ali Emiri Efendi’nin verdiği bilgilere göre, Diyarbakır hamamları umûmen sabahtan
öğle vaktine kadar erkeklere ve öğleden sonra kadınlara mahsustu. Sadece Çarşı
Hamamı (Yeni Hamam) her gün akşama kadar erkeklere mahsus olarak açıktı.
Ali Paşa Cami yakınlarında olan hamam bugün harap haldedir. Hadım Ali Paşa
tarafından Diyarbakır Beylerbeyi olduğu sırada inşa edilmiştir.
148
Ali Paşa Cami yakınlarında olan hamam bugün harap haldedir. Hadım Ali Paşa
tarafından Diyarbakır Beylerbeyi olduğu sırada inşa edilmiştir.
Behram Paşa’nın bu hamamı camii, mescid ve medrese ile birlikte inşa ettirdiği
anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi’nin hayranlıkla bahsettiği bu hamam XIX. yüzyılda
Diyarbakır’ın işlek hamamlarından biri olmuştur.
Cadde Hamamı
Çardaklı Hamamı
İbrahim Beğ Mahallesi’nde idi. Evliya Çelebi’nin temiz ve aydınlık bir hamam
şeklinde bahsettiği hamamın yapıldığı tarih belli değildir.
1024 [1615]’te üç sene 1028 [1618]’de iki sene, 1030 [1620]’de sekiz ay ki tekerrür
eden üç defa valiliğinde cem’an beş sene sekiz ay icrâ-yı hükûmet etmiştir. Aslen
Çerkestir. Kâmûsülü’l-a’lâm, Atâ Tarihi, “Hırvatîdir” diyor ki Naîmâ’ya muhaliftirler.
Harem-i hümâyûnda terbiye olup çeşnigirlikle taşraya çıkmış, badehu Kıbrıs,
Bağdat eyaletine naspedilmiştir. Naîmâ’ya göre 1029 [1619]’da Kamûsü’l-a’lâm’a ve
Salname’ye nazaran 1030 [1620]’de Diyarbekir valiliğiyle ve Diyarbekir askeriyle
Sultan Osman-ı sânî ile Hotin seferinde bulunmuştur.
Sadrazam ve Serdâr-ı ekrem Hüseyin Paşa’nın mağlubiyeti ve azli üzerine, mühr-i
sadâret kendisine tevdi olunarak bu genş padişahın zamanında bir sene dört ay
mesned-i sadârette kalmış ve pâdişâh-i mşârünileyhin hal’i ve şehadeti vak’a-
yı hâilesinde eşkıya, hunhar asker tarafından gadren şehit edilmiştir. İstanbul’da
Miskinler’de medfundur. Akıl tedbiri orta halde, halîm, selîm bir zat idi. Kendinin
bir içoğlanı düşman tarafına kaçıp mürted olmuştur.
Diyarbekir’in Mardin Kapısı haricinde ve iki saat mesafede yolcular için bir han
yaptırmıştır. Şimdi harabedir. Urfa Kapısı’na gidilirken sağda vaktiyle Mürdar Su
Kahvesi ve şimdi [...] olan mahalle karşı köşede dahi bir mescit bina etmiştir. Küçük
Hamam ve şimdi Gazi Mektebi olan yeri dahi maristan olarak yaptırmıştır. 1310
[1892]’den sonraya kadar enkazı mevcut idi. (Abdulgani Fahri Bulduk, Diyarbakır
Valileri, Medrese Yayınları, İstanbul 2007, s. 46-47,. Yayına Hazırlayanlar: Eyyüp
Tanrıverdi-Ahmet Taşğın)
Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251
Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251
149
“Dış duvarları bazalt moloz taşlardan yapılmış olup dış dekorasyona önem
verilmemiştir. Şehirdeki diğer hamamlardan bazı önemli farklılıklar gösteren yapının
köşe bölümüne, kuzey ve batı yönlerinde yerleştirilen iki portalle sahanlık kısmına
girilir. Soyunma yerinin simetrik iki eyvanı vardır. Bunlardan, batıdaki eyvan,
sahanlıktan soyunma yerine geçişi sağlar Doğu-batı istikametlerinde bu eyvanlar
iki katlıdır. Soyunma yerinin üst örtüsü kubbedir. Kubbeye geçiş pandantiflerdir.
Bu pandantifler ikinci kat eyvanlarına kadar inmektedir. Birinci kat eyvanlar düz
kemerlidir. Alt kat eyvanlarının sağ ve soluna yerleştirilmiş yuvarlak kemerli nişlerle,
soyunma yerinin karşılıklı iki bölümünün hareketlendirilmesi amaçlanmıştır.
Kemerler düz, sivri, yuvarlak şekillidir. Ayrıca sağır boşaltma kemerleri içine alan
ve küçük soyunma yeri olarak kullanılan nişlerle bu kısmın bir uyum içinde olması
düşünülmüştür. Sivri sağır kemer içine oturtulmuş bir kapı ile ılıklık bölümüne
girilir. Ilıklık üç bölümden oluşmaktadır. Bunlardan ikisinin üst örtüsü beşik tonoz,
diğerinin kubbedir. 6. eyvan, 6 hücre yani yıldızvari sıcaklık şemalı bu bölümün
kubbesine geçiş pandantiflerledir. Eyvanların üst örtüsü beşik tonoz, hücrelerininki
kubbedir. Eyvanlar ve hücrelerde kurnalardan bir metre yükseklikte küçük nişler
açılmıştır. Yapılan kaba onarımlar, hamamın iç güvenliğini ve süslerini bozmuş
durumdadır”
Deva Hamamı
Evliya Çelebi’nin “...Mu’allak minare kurbundaki hamam ferşinde ruhâmları ve
kubâblarında billûr camları müsennâdır” şeklinde bahsettiği Deva Hamamı Mardin
Kapı yakınında Gazi Caddesi üzerinde, Abdal Dede Mahallesi’ndedir.
1540 yılında Hamam-ı Kebir (Büyük Hamam) adını taşımış ve sonradan Deva
Hamamı adını almıştır. Halk buna Deve Hamamı demektedir. Diyarbakır’ın en
büyük hamamıdır. 1711 tarihinde büyük bir onarım geçirdiğini Diyarbakırlı şair
Hami (1679-1747) şu manzum tarih ile anlatmaktadır:
150
İçkale’de sura bitişik inşa edilen hamam, 1863 tarihine kadar işlek idi.
Kadı Hamamı
Kadı Hamamı
Küçük Hamam
151
Melek Ahmet Paşa Caddesi üzerinde olan bu hamam bugün içinde işlevini
yürütmektedir. Melek Ahmet Paşa tarafından 1564-1567 yılları arasında inşa
ettirilmiştir. XIX. yüzyılda “Hamam-ı Kebir” adını taşıyan hamamdır.Hamamın
yapılışına Diyarbakırlı şairler manzum tarih olarak şunu düşmüşlerdir.
Evliya Çelebi, bu hamamdan şöyle bahseder: “Bu paşa-yı zişânun Gazzevi olmağla
Arabistan’da gördüğü gibi bir hamamı musanna bina etmek içün Gazze ve Kudüs’ten
üstâd-ı kâmil bennâlar ve ruhamkârlar getirtip ve yüz deve yükü gûnagûn somakî ve
mermer ve yerekâbî ve zebûrî seng-i ebrûlar getirdüp bu hamama döşemiş. Hakka
bir hamam-ı ibretnümâ ettirmiş kim misli meğer Şam’da Defterdar Hamamı ola
yahut diyar-ı Mısır’da Menfelût şehrinde Osman Bey Hamamı ola”
Su Akar Hamamı
Dağ Kapısı yakınlarında, Nebi Camii’nin karşısında idi. İbrahim Beğ Tekkesi
evkafından olan bu hamama XIX. yüzyılda Su Akar adından başka Sadaka,
Suvakiyye ve İbrahim Beg Hamamı adlarının verildiği görülmektedir. Evliya Çelebi
bu hamamdan Zibilci Hamamı olarak bahsetmektedir.
Gazi Caddesi’nden Dağ Kapı’ya giden yolun sonundadır. Bugün ayakta olup hangi
tarihte yapıldığı bilinmemektedir. Hamamın esas adı Abdulvahap Ağa Hamamı’dır.
972 [1564]’te vali olmuştur. Müddeti üç senedir. Nâdirü’l-emsâl gayet kıymetli, sanatlı, zarif, latif, kâşîli
[vitraylı] minareli bir camii vardır. Namına izafeten yad olunur. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın oğlu Sultan
Selim-i sanî zamanında 980 [1572] tarihinde ikmal edilmiştir. Burada bir çok evkafı olduğu gibi, Urfa’da da vardır.
Diyarbekir’deki Paşa Hamamı eşher-i evkafındandır. Mamurdur. 988 [1580]’de Halep’te vali iken Diyarbekir’deki
cami gibi bir cami yaptırmıştır; o dahi mamurdur.
Müşarünileyhin Şam’da da valiliği vardır. 994 [1585]’te Halep’e vali olan Rıdvan Paşa, bunun biraderidir.
“Enşe’e hâze’l-câmi’a’ş-şerîfe el-abdu’d-da’îfu Behram Paşa, yesserallâhu llehu mâ yeşâu ve buve abdun mine’l-
merbûm es Sultan Suleymân, fî eyyâmi’d-devleti’s-Sultâni’l-a’zam Selîm Hân, senete 980 [1572]”
Merhûm-ı müşârünileyh bu vakfı, evvelâ nefsine sonra kölesi ve matuku Kasım bin Abdulhayy’e badehu bunun
erşed [evlâd ve] evlâsd-ı evlâdına şayet tevliyet munkarız olursa, aslahu fe’l-aslahu min sâiri utekaihi [min] utekai’l-
vâkifi ve ebnâihim ve ebnâi ebnâihim, bilâhre sultân-ı zamânın veya hâki-i vaktin lâyık ve ahrâ gördüğü kimsenin
mütevelli tayin edilmesini şart etmiştir.
153
Yeni Hamam
154
Vahap ağa hamamı yandan görünüm Vahap ağa hamamı önden görünüm
155
Fotoğraflar:Kenan Haspolat
Giriş
Diyarbakır Hz. Süleyman cami haziresi insanlar tarafından sıkça ziyaret
edilen kutsal mekânların en başında gelenidir. İstanbul’da Eyüp Sultan,
Bursa’da Emir Sultan, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli insanlar tarafından nasıl
teveccühe mazhar bir mekân ise Diyarbakır ilinde de bu işlevi Hz. Süleyman
cami ve türbesi üstlenmektedir. Ayrıca burada oldukça yoğun dini ritüeller
uygulanmaktadır. Söz konusu mekânla ilgili bu zamana kadar birçok çalışma
yapılmış ve bu çalışmalarda konu değişik boyutlarıyla ele alınmıştır. Bu
çalışmada; Sahabe Diyarbakır ilişkisi kısa bir tarihçe ile verilecek, Süleyman
cami ve haziresinin tarihi sürecine ve halk hafızasındaki karşılığına atıfta
bulunulacaktır. Son bölümde ise bu mekâna neden gelindiği, gelenlerin
beklentileri, eğitim durumları, gelir düzeyleri ve gelme sıklıkları gibi hususlar
verilecektir. Araştırma, yetmiş (70) kişi ile birebir yapılan mülakat (görüşme)
neticesinde ortaya çıkan sonuçları içermektedir.
Bkz., Hatip Yıldız, Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır ve Sahabe, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti
Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri), Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri (1869-
1905), C.I, İstanbul, 1999, s. 208-209
156
Çeşitli görüşler için bkz., Yıldız, a.g.m., Celal Çayır, “Manevi Bir Değer Olarak Hz. Süleyman
ve Haziresi”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum
Bildirileri). Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri, (1869-1905), C.I, İstanbul, 1999, s. 208-209. Şevket Beysanoğlu,
Diyarbakır Tarihi, C. I, 2003, s.162. Mehmet Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan
Sahabelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs
2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s.823.
Âmid Osmanlılar döneminde, sancağın merkezi olan Diyarbekir Vilayeti’nin ve şehrin adı olmuştur.
Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, İA, IX, s. 465. Ayrıca Diyarbakır tarihi hakkında bkz.: Şevket Beysanoğlu, Anıtları
ve Kitabeleriyle Diyarbakır, I-III, Diyarbakır, 1997.
Abdurrahman Acar, “Diyarbakır’ın Fethi Hakkında Bazı Notlar”, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler,
Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri)
157
İyâz b. Ğanm, 7 Cumâdi’l-Ula H.17 (27 Mayıs 638) tarihinde, İslâm ordusunun
başında Âmid önlerine gelmiştir. O sırada şehir, Bizans’a bağlılığı ile bilinen ve
Meryem adında kadın bir vali tarafından idare edilmekte idi.
Şehrin Bizans valisi, kilisede halkından ve bürokrasiden ileri gelenlerle bir toplantı
yaptığı ve onlara şu meyanda bir konuşma yaptığı belirtilmektedir:
158
Ayrıca yine İslam ordusunda üst düzey bir yetkisi olduğu anlaşılan Hâlid b. Velid’in
tespitleri İslam ordusunun kemiyet ve keyfiyet açısından nasıl olduğunu ve ordunun
hangi dinamiklerle fetihlere çıktığı konusunda bir bakış açısının varlığını haber verir
niteliktedir; “Şunu biliniz ki biz maddî güç ve sayımızın çokluğuyla değil, belki
Allah’ın yardımı ve Hz. Peygamberin bereketi sayesinde bir yere hâkim oluyoruz.
Nitekim peygamberimizin bize bu konuda vaadi vardır. Allah’ın dediği olur. Eğer
bunlar şehrin dışında bir yerde savaşmak isterlerse bu bizim işimizi kolaylaştırır.
Fakat biraz sabredelim. Sabrın sonu zaferdir. Belki beklenmedik bir gelişme olur. Bu
kadına bir mektup yaz. Onu önce korkut, sonra da güzel vaatlerde bulun, umut ver.
Umarız ki Allah yardım eder ve onu imana getirtir” .
Bizans valisi Müslümanların teslim olma teklifini reddetmiş ve şehir kuşatma altına
alınmıştır. Müslümanların kuşatması beş ay kadar sürmüş ama şehrin muhkem
kalesi sayesinde netice alınamamıştır. İslam ordusu sabırla kuşatmasını sürdürürken
Hâlid her gün askerleriyle şehri çevreleyen surların etrafını dolaşarak bir yol
bulmaya çalışmış ve nihayetinde içkaleye çıkan bir tünel keşfedilmişti. “Ben bu
tünelden şehre gireceğim. Sizden canlarını Allah’a ve Rasûlüne feda etmeye hazır,
yüz adam istiyorum” dediği ve askerlerinin arasından yüz kişi seçerek kale içine
girmeyi denediği kaydedilmektedir. Diğer Müslüman askerlerin yanı sıra otuz
kadar sahabenin de şehrin içkalesine girerek kale kapılarını açmayı başardıklarından
bahsedilir. Çarpışmalar esnasında yirmi dört sahabe ile birlikte Halid b. Velid’in
oğlu Süleyman da şehit düşmüştür. Diyarbakır’ın kutlu misafirleri olan bu sahabeler,
bugün Hz. Süleyman Camii avlusundaki şehitlikte yatmaktadırlar. Müslüman
askerler ve Bizans kuvvetleri arasında küçük çaplı çatışmalar yaşandıysa da, İyâz,
Âmid’i sulh yoluyla ve daha önce yürürlüğe girmiş olan Ruha (Urfa) Barış Anlaşması
hükümlerine göre fethetmiş ve böylece şehir Müslümanların eline geçmiştir.
Kaynaklarda şehre giren komutan İyâz’ın, halka “Sizden kim ki Müslüman olursa
malını, mülkünü ona bırakırız. Allah affedicidir, bağışlamayı sever, biz de sizi
affettik “ mealinde bir konuşma yaptıktan sonra, gayr-i Müslimlerin, verilen
güvenceden yola çıkarak kısa sürede çoğunun Müslüman olduğundan bahsedilir.
Müslüman olmayanlara da herhangi bir baskı uygulanmamış,
Vakıdi, a.g.e, 167.
A.g.e, 167.
Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre, 181.
A.g.e, 182.
Akgündüz, a.g.m.
Acar, a.g.m,
159
160
1801-1802 yıllarına ait Diyarbakır salnamelerine (4/208) göre ise Hz. Süleyman
Cami haziresinde yatan sahabelerin isimleri söyle sıralanmaktadır:
Hz. Halid b. Velid’in oğlu Hz Süleyman, Hz. Rıdvan, Hz. Mesut, Hz. Beşir, Hz.
Hamza, Hz. Amr, Hz. Sabit, Hz. Zeyd, Hz. Halid, Hz. Numan, Hz. Muhammed, Hz.
Abdullah, Hz. Hasan, Hz. Ka’b Zişan, Hz. Fudayl, Hz. Malik, Hz. Fahr, Hz. Ebul
Hamd, Hz. Ebu Nasr, Hz. Mugire.
Görüleceği üzere, manzum beyitte geçen isimlerle bu isimler çok az bir farkla aynıdır.
Bu fark ise sahabelerin isimleri verilirken ön isim veya künyelerinin verilmesinden
kaynaklanmaktadır.
Hz. Süleyman cami haziresindeki taş mezarlar süslemeleri ve işçilikteki ustalıkla
dikkat çekici özelliktedir.
Abdülgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Yay. Haz: Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet Taşğın, İstanbul, 2007, s. 56
Azimli, Diyarbakır ve Çevresinin Müslümanlaşma Süreci, Çizgi Kitapevi, Konya, 2010, s.45
Bkz., Azimli, age , s 45 ve agm., Çayır, agm., Yıldız, agm
161
162
‘Amr’,’Şa’be’,’Sabit’dahi burada,
Cömert davranmışlar canı fedada,
Saadet onların iki dünyada,
İkişer ‘Zeyd’,’Halid’ bir ‘Numan’ yatar.
163
Mesela, Vali Silahtar Murtaza Paşa tarafından hem cami hem de türbenin esaslı bir
onarımdan geçtiğini, caminin duvarındaki manzum kitabeden ve resmi kayıtlardan
anlaşılmaktadır. Caminin yazlık kısmının döşemesi, çeşmeleri, müştemilatta yer alan
küçük mescid ile Süleyman türbesinin giriş kapısı bu paşa tarafından yaptırmıştır.
“İçkale Mescidi” olarak kayıtlara geçen bu mescidin, 29 Temmuz 1799 tarihinde de
faal olduğu kaynaklarda tespit edilmiştir.
Sözü edilen cami ve sahabe türbeleri, Osmanlı’nın her döneminde bütün yöneticilerin
dikkatle ve hassasiyetle koruduğu mekânların en başta geleni olmuştur. En son
yirminci yüzyılın başlarında Vali Halid Bey’in himayesinde hem Kale Cami-i Şerifi
ve hem de cami vakfına ait olan kale değirmeni esaslı bir tamir geçirmiştir.
Yatır, türbe, kümbet, dini kimliği olup büyük şahsiyet olarak kabuki görmüş kişilere
ait mekanlar, içinde kabri bulunan şahıslara göre önem kazanmaktadır. Orada yatan
şahsın hayatı, geçmişte sahip olduğu değerler, başına gelen/geldiğine inanılan değişik
hadiseler türbe ziyaretçilerinin türbeye olan alakalarınının keyfiyet ve kemmiyetini
belirlemektedir.
Aslında çoğu zaman ziyaretçiler taleplerini doğrudan yatırdan veya orada yatan
zattan istemezler. Orada yatan şahıs genel itibariyle türbe ziyaretçisi ve Allah
arasında aracı olarak düşünülmektedir. Böylelikle yapılan duaların daha çabuk
kabul olunacağına inanılmaktadır. Ayrıca Hz. Süleyman cami ve türbesine ziyaret
Perşembe günü artmaktadır.
Ziyaretçileri tek kategori altında toplamak, yapılan ziyaretleri bir kaç nedene
bağlamak mümkün görünmemektedir. Bu nedenle çalışmada bütün veriler ayrı ayrı
değerlendirilmiştir.
Agm., Bulduk, a.g.e, s. 56
Tellioğlu,a.g.e, C. V, s. 214, Yıldız, agm.
Yaşar Kalafat, “Diyarbakır’da Ulu Kabirler: Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv Kayıtlarına Göre”, I. Uluslararası
Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s. 814
164
-Genel olarak herhangi bir problemi olmayıp sadece dua etmeye gelenler. (5 kişi)
-KPSS, SBS, LYS gibi sınavlarda başarılı olmak için dua etmeye gelenler. (Sınav
tarihlerine yakın neredeyse bütün ziyaretçiler)
-Hayırlı bir evlilik yapabilmek yani kısmet için gelenler. (4 kişi)
-Çocuğu olmadığı için gelenler(her ziyaretimde 2 çift)
-Rüyasında türbeyi gördüğü için ziyarete gelenler. (1 kişi)
-Herhangi bir sıkıntısı olmadığı halde sadece huzur bulmak için gelenler. (4)
-Kendisi veya bir yakını hasta olduğu için gelenler.(Çoğunluk 33 kişi)
-Misafirlerini gezdirmek amacıyla gelenler (özelikle hafta sonları kalabalık gruplar
halinde)
-Mübarek gün ve gecelerde dua etmek için gelenler
-Maddi beklenti ve istekleri için gelenler (ev, araba, iş kurma)
-Çocuğu kaybolan ve bulunması için dua maksadıyla
-Sevdiğine kavuşmak isteyenler
-Konuşma özürlü olanlar
-Başkaları geldiği için onlara uyup gelenler
-Cezaevinde yakını olanlardan onların beraat etmesi için
-Yakın tarihte mahkemesi olanlar
-Evladı ya da yakını ideolojik sebeplerle dağa çıkanlar(6).
Evladı veya yakını ideolojik nedenlerle dağa çıkanlar yakınlarının pişman olup
tekrar geri dönmesi için türbeye gelip dua etmektedir. Bu kişiler, yakınlarıyla irtibat
kuramadıkları için dua etmekten başka çareleri olmadığını söylemektedir.
Hz. Süleyman haziresine gelen kişiler için en genel yorum, türbe ile alakalı olarak
anlattıkları, bildikleri malumatın birçok efsanevi ve hayal ürünü öğelerle örülü
olmasıdır.
Hz. Süleyman haziresine gelenlerle ilgili yapılan çalışma Süreyya Bilici tarafından yürütülmüş ve bitirme ödevi
olarak D.Ü. İ. Fakültesi kütüphanesine teslim edilmiştir. Mülakatlar ve sonuçlandırma süreçleri Süreyya Bilici’ye
aittir.
165
Hz. Süleyman Camisi ve türbesine gelenlerin eğitim durumları ise; çok az üniversite
mezunudur (70 kişide 2 kişi). Bu kişilerden birisi olan makine mühendisi. Bu
mekânda huzur bulduğu için geldiğini söylemektedir. Lise mezunu olanlar daha çok
sınavlarda başarılı olma umuduyla gelmekte ve özellikle sınavlara yakın dönemlerde
yoğun olarak bu mekâna gelmektedirler. Bunun dışında türbe ziyareti yapanların
çoğunluğu eğitim seviyesi düşük kişilerdir.
Hz. Süleyman haziresine gelenlerle ilgili yapılan çalışma Süreyya Bilici tarafından yürütülmüş ve bitirme ödevi
olarak D.Ü. İ. Fakültesi kütüphanesine teslim edilmiştir. Mülakatlar ve sonuçlandırma süreçleri Süreyya Bilici’ye
aittir.
166
Hz. Süleyman meşhedi, asırlardır her dönemde Müslüman Diyarbakır halkı için
beldedeki ve bölgedeki en saygı duyulan mekânların ilki olmuştur. İnsanlar buraya
dua etmek, çeşitli dileklerini bir de burada dillendirmek, saygılarını ve bağlılıklarını
onlara defalarca ifade etmek için gelmişler ve gelmeye devam etmektedirler.
Dünyanın her tarafında olduğu gibi sahabeye ait her türlü hatıra Müslümanlar
tarafından bir yad-ı cemil olarak derin bir saygı görmüştür. Çünkü Müslümanlar
nezdinde sahabe-i kiram Hz. Peygamberin aziz birer hatırasıdır.
Ey şahidanın Süleyman-ı muazzam mefhari
Hazret-i Seyf-i Huda’nın necl-i a’zam serveri
Kahraman fatihi sensin bu şehr-i Amid’in
Ceyş-i paki evliyanın müntehab seraskeri
Böyle bir sur-i metin içre yapılmış beldeyi
Zabt u teshir eyledin bir günde ey din rehberi
Hazret-i Haydar misali kal’a Hayber gibi
Bir cihad ettim ki dilşad eyledin Peygamberi
Bahtiyardır belde halkı minnetinle serteser
Mazhar-ı gufran-ı Rahman oldu kabrin makberi
Zairine bahşeder envar-ı misk u anberi
Ya İlahi gazi-i Sultan Süleyman aşkına
Bahşkıl müştakına uhrada ab-ı kevseri
Her gelen züvare minnet eylerim adab ile
Fatiha ihlası takdim eylesinler her biri
Bu mukaddes mescid içre farzını ifa eden
Abidine müjdeler olsun cinandır yerleri
Ey! sipehdar-ı gaza senden tazarru eylerim
Kıl şefaat Asım-ı şeydaya ruz-i mahşeri.
167
Resul Çoban, Hz. Süleyman Cami, (L.Bitirme Ödevi), Dicle Ü. İlahiyat Fak., Diyarbakır, 2004
168
* Mine Baran
**Aysel Yılmaz
Dicle Üniv.Müh.Mim.Fak.Mim.Böl.
E-mail:mbaran40@gmail.com- yilmazaysel45@gmail.com
Giriş
Etrafı surlarla çevrili tarihi Diyarbakır şehri, sur içi ve sur dışı olmak üzere 2 bölüme
ayrılır. Sıcak ve kurak bir iklime sahip olan şehirde, sur içinde yer alan evler, surların
sınırlılığı ikliminde yönlendirici etkisiyle dar sokaklar içinde içe dönük avlulu bir
planlama oluşturmuştur. Sur dışı, buna karşılık bu sınırlılığı yansıtmayan doğaya
açık bir yerleşim gösterir. Köşkler, genellikle sur dışında yer alan ve Diyarbakır’ın
sivil mimari örneklerini oluşturan yapılardır. Birçoğu yıkılmasına rağmen geri kalanı
günümüze kadar varlığını sürdürmüş olan köşkler, Diyarbakır’da köklü bir mimari
geleneği ve gelişimini yansıtmaktadırlar.
Diyarbakır köşkleri kullanım amacına göre bağ köşkleri ve yazlık köşkler olmak
üzere ikiye ayrılır.
Diyarbakır’ın sur dışında yer alan ve geçmişte şehri çevreleyen üzüm bağları
içinde (şimdiki bağlar ilçesinde) konumlanmış yapılardır. Bağ köşkleri Diyarbakır
insanının göçtüğü yapılardan biridir. Yaz aylarını, geniş bir bağın ya da bahçenin
ortasına kurulu olan bu evlerde geçirirlerdi. Kış yaklaştığında bütün eşyalarını hatta
kentteki evlerinden getirmiş oldukları mobilyaları bile toplar, şehirdeki evlerine
dönerlerdi. Bağ bozumunda daha çok bağ sahiplerinin kullandıkları bu köşkler,
genellikle iki katlı, bazalt taş örgülü, bol pencereli olarak inşa edilmiştir. Yapı
teknikleri ve kullanılan malzemeler yöreseldir. Bodrum kat olmadığından gerekli
depolar veya ahır eve bitişik ya da bahçede yer alırdı. Genellikle bağ köşklerinde
süslemeden kaçınılır, bu yapılar temel form ve kompozisyonlardan oluşan basit ve
belirgin bir geometriye sahiptir. İnşa edilen her nesne veya parçanın bir amacı vardır
ve bu yapıların tasarımı son derece işlevseldir.
169
170
Resim 4: 2 No’lu bağ köşkü yan cephe (1991) Resim: 5 Üniversite arazisine taşınan bağ köşkü
1995 yıllarına kadar Bağlar Gürsel Caddesinde konumlanan yapı şu anda mevcut
değildir. Yapılış tarihi bilinmemektedir. İki kattan oluşan yapının zemin katı
depolamaya ayrılırken üst kat yaşam alanıdır. Servis alanları bahçede yapının
dışında çözülmüştür. Yapının yapıldığı döneme ait bir çeşmesi de yol cephesinde yer
almaktaydı. Dikdörtgen planlı olan yapı, bazalt taştan yapılmış olup düz çatılıydı.
171
172
Bu bağ köşkü Bağlar Sento Caddesinde yapılmıştı. Bağ köşkleri içinde zengin bir
bezemeye sahip olan bu köşkün ne zaman yapıldığı belli değildir. 1992 yılına kadar
ancak korunabilen bu yapı şu anda mevcut değildir. İki kattan oluşan bu köşkün
zemin katı servis alanlarından oluşmuştur. Üst kat odalarla çevrilmiştir. Dikdörtgen
planlı yapının kuzeye dönük cephesinde açıklıkların sayısının arttırılmış olduğu
dikkati çeker. Bazalt taş yığma tekniğinde yapılmış olan bu yapı düz toprak damlıdır.
173
Yapı, Bağlar Hat boyu Caddesi üzerinde bulunmaktaydı. Bazalt taştan yapılan bu
yapı tek katlıydı. 1991 yılında yapılan araştırmada içine girilemediğinden planı
çizilememiştir. Yapı bakımsızlıktan yıkıldığı için günümüze ulaşamamıştır.
174
Günümüze kadar ulaşabilmiş yazlık köşkler Diyarbakır’da köklü bir mimari geleneği
oluşturmaktadır. Planlamayı etkileyen en önemli öğeler iklim ve sosyo-ekonomik
yapıdır.
Diyarbakır’da yaz mevsiminin çok sıcak ve uzun geçmesi nedeniyle kentin genellikle
varlıklı aileleri sur dışında yazlık evler inşa etmişlerdir. Köşkler genellikle hava
akımından ve manzaradan faydalanmak için yüksek bir alana kurulmuştur. Şehrin
güney kapısı olan Mardin Kapı’dan sonra başlayan köşkler, Dicle Nehri ve Hevsel
Bahçeleri’ne bakan yamaçta yer alır.
Sur içindeki kapalı görünüme karşın, sur dışındaki yapılarda doğaya açılma dikkati
çeker. Yazlık amaçlı kullanılan bu yapılar, aynı zamanda kültür, sanat ve çeşitli
eğlencelerin yoğun yaşandığı mekânlar haline gelmiştir.
Eğimli bir arazi üzerinde dağınık bir yerleşme özelliği gösteren köşkler, bir veya iki
katlı olarak planlanmıştır( bazı yapılarda bodrum katıda da düşünülmüştür). Sıcak
iklimin gerektirdiği mekânlardan biri olan eyvan, bu yapıların en önemli öğesidir.
Odalar karşılıklı olarak bu eyvanlara açılır. Eyvanların önü kare veya dikdörtgen
havuzlara yöneliktir. Bazı eyvanlar “selsebil” adı verilen ve eyvanın bir duvarında
akan akarsu sistemiyle çevrilidir. Selsebilden akan su önündeki bir kanalla havuza
dökülür. Böylece yaşanılan mekân serin ve konforlu bir çevreye dönüşür. Köşklerde
kullanılan ana yapım malzemesi bazalt taştır. Bazalt taş, gerek kalınlık(50-60cm)
gerekse ısı yalıtımı özelliğinden dolayı en çok tercih edilen yöresel malzeme
olmuştur. Köşklerin çoğunun, mimari özellikleri ve üzerlerindeki kitabelerden
yararlanılarak 19. yüzyıl sonu, 20.yüzyıl başında yapıldığı ve Osmanlı- Akkoyunlu
eserleri olduğu tahmin edilmektedir(1)
175
176
177
3.Pamuk Köşkü
Bu yapı, Hevsel bahçeleri içinde yüksek bir tepede yer almaktadır. Tek katlı olan
bu köşkün günümüze, önünde iki kemerli eyvanı ve havuzu ulaşabilmiştir. Eyvan
içinde selsebili bulunan bu yapı, Gazi köşküne yakınlığı ile dikkati çeker. Sade bir
planlamanın hâkim olduğu bu köşkün eyvanı “niş”lerle çevrilidir.
178
179
5.Kuşdili Köşkü
Köşk, Dicle nehrine hâkim bir tepede yer alır. Yapı ‘L’ plan tipinde iki katlı olarak
inşa edilmiştir. Yapı üzerindeki bir kitabe, köşkün 1904 yılında yaptırılmış olduğunu
düşündürmektedir. Köşkün batı cephesi bir eyvan ve odalara ayrılmıştır. Eyvan
içinde selsebil ve önünde dikdörtgen planlı bir havuz bulunur. Bazalt taştan yapılan
bu yapı, cephe süslemeleriyle dikkati çeker.
180
6.Hami Köşkü
Hevsel bahçelerine ve Dicle nehrine hâkim bir tepe üzerinde yer alan köşk, iki katlı
ve dikdörtgen planlı olarak bazalt taştan inşa edilmiştir. Geçmişte içinde bir hamamın
planlandığı bu yapı, şu anda üstü yıkılmış bir teras ve eyvandan oluşmaktadır. Alt
katında bir bodrumu da bulunan bu yapının önünde bir havuz, eyvan içinde selsebil
gibi su ögelerini içeren bir düzeni mevcuttur. Yapı özel bir şirketin mülkiyetindedir.
Günümüzde birçok bölümü yıkılmış olan bu köşk, şu anda özel zamanlarda eğlence
alanı olarak kullanılmaktadır.
181
7.Erdebil Köşkü
Köşk, Dicle Köprüsü’nün batısında yüksek bir tepe üzerinde yer alır. Plan ve
mimari özellikler bakımından Gazi köşkü ile benzerlikler gösteren bu yapı, bodrum
üzerinde, iki katlı ve dikdörtgen formda havuzlu olarak yapılmıştır. İçinde selsebili
bulunmayan eyvanı ve yanlarında mutfak ve odadan oluşan düzeniyle etrafı geniş
bahçelerle çevrilidir. Yığma yapım sisteminin uygulandığı bu yapı, bazal taş ile
yöresel özellikler gösterir. Yapının üst katı oda ve terasa ayrılmıştır. Köşk, günümüzde
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sahipliğinde bir cafe olarak hizmet vermektedir.
182
8.Ağuludere Köşkü
Köşk, Mardin Kapısı’ndan 3 km. güneyde geniş bahçeler yapılmıştır. İki katlı
düzenlenen bu yapı, bazalt taştan yapılmış olup, havuzlu ve eyvanlı planlanmıştır.
Günümüzde çoğu bölümü yıkılmış ve zarar görmüş olan bu köşk şu anda
kullanılmamaktadır.
183
184
185
.Emine DAĞTEKİN
Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
eminedagtekin@hotmail.com
Semra HİLLEZ
Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü/Mimar
shillez@gmail.com
ÖZET
1.GİRİŞ
186
Hicretin 18. Yılında, Hz. Ömer döneminde İyaz Bin Ganem komutasındaki İslam
ordularının fethiyle, bölge Hz.Hasan’a bağlandıysa da Hz.Hasan’ın, Muaviye ile
anlaşarak halifelikten vazgeçmesiyle şehir Emevilere bağlandı.
187
Sivil mimari örnekleri göreli olarak düşük bir pay almakta olup, evlerden ancak
108’i korunabilmiştir. Geleneksel evlerin yanı sıra, Suriçi’nde sayısı 5.000 civarında
olan yığma tuğla tarzı, kat yüksekliği yer yer 3-9 kat arasında değişen yeni yapı da
bulunmaktadır .
188
Tatil, eğlence, sağlık, din, spor gibi çeşitli nedenlerle (ticari nedenler dışında) ve
sürekli yerleşmemek kaydıyla seyahat eden insanların, seyahatleri süresince ihtiyaç
duydukları hizmet ve malları satın almalarıyla ilgili olayların ve ilişkilerin tümüne
turizm denir (MEGEP,2007:3). Dünyadaki ilk seyahatlerin dini amaçlarla yapıldığını
görmekteyiz. İnsanlar daima inandığı dinin liderinin doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı
yerleri görmek ister. Bu inançla kutsal yerleri, mabetleri ziyaret etmeyi dini bir görev
olarak kabul etmektedir (Hacıoğlu,2011:26).
Turizm olayının başlangıcı, Sümerlere yani M.Ö. 4000 yıllarına kadar götürülebilir.
Geçmişinin bu kadar derin olması, seyahat etme eylemlerinin insanlığın var oluşuyla
birlikte başladığını göstermektedir. Eski çağlarda ulusların ticaret maksadı ile diğer
ülkeleri ziyaret etmeleri, dünyadaki ilk turizm aktivitesi olarak nitelendirilebilir. M.S.
395 yılı ile birlikte Hıristiyanlık ve Müslümanlığın büyük yayılma göstermesinin bir
sonucu olarak yapılan seyahatler dini amaçlı seyahatler haline gelmiştir (Yıldız ve
Kalağan,2008:42). Orta Çağda, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüne paralel olarak
Avrupa ve Ortadoğu’daki turizm, genişlemeye başlamış; ilk çağlarda girişilen
eğlence, zevk, merak, dinlenme turizminin yerine din turizmini ön plana çıkarmış
ve toplumlar bundan etkilenmiştir. Orta çağın en önemli turizm hareketleri; İslam’ın
hızlı yayılmasına paralel olarak her yıl birçok insanın, Mekke ve Medine’yi ziyaret
etmeleri, Hıristiyan ve Müslüman topluluklar arasında yaşanan Haçlı Savaşlarının
büyük kitlesel hareketlere dönüşmesi, dini amaçlı seyahatlerden sayılmıştır. Yeni
Çağ’da Rönesans hareketleri nedeniyle İtalya’ya yapılan yoğun seyahatler, kültür
turizmini yaratmıştır. Bu çağın son dönemlerinde nüfusun, gelirin ve şehirleşmenin
artması ile turizmde artış meydana gelmiştir (MEGEP,2007:4). Geçtiğimiz yıllarda
anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan talep büyük bir artış
gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm sektöründe farklı
kategoriler kültür/din turizmi, sunmaya başlamıştır. Artan
bu talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir
(Yıldız ve Kalağan,2008:42).
Savaşlarının büyük kitlesel hareketlere dönüşmesi, dini amaçlı seyahatlerden
sayılmıştır. Yeni Çağ’da Rönesans hareketleri nedeniyle İtalya’ya yapılan yoğun
seyahatler, kültür turizmini yaratmıştır. Bu çağın son dönemlerinde nüfusun, gelirin
ve şehirleşmenin artması ile turizmde artış meydana gelmiştir (MEGEP,2007:4).
Geçtiğimiz yıllarda anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan
talep büyük bir artış gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm
sektöründe farklı kategoriler kültür/din turizmi, sunmaya başlamıştır. Artan
bu talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir
(Yıldız ve Kalağan,2008:42).
Veriler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin hazırlamakta olduğu Koruma Amaçlı İmar Planı’nın taslak rapo-
rundan alınmıştır.
189
Diyarbakır Ulu Cami örneğine baktığımızda, etrafında eğitim öğretim için medreselerin
bulunduğu, alışveriş ve konaklama için han ve bedesten düzenlemelerinin yapıldığı
açık bir biçimde görülmektedir (Şekil1,2).
190
191
Avlu kuzeydoğusunda bulunan Mesudiye Medresesi’nde yer alan en erken tarihli olan,
H. 590/M. 1193-94 tarihli kitabe, kesin olmasa da en erken tarihi verdiği için yapım
kitabesi olarak değerlendirilip, yapı kurucusu olarak H. 596/M. 1200 tarihli bir diğer
kitabede adı geçen Mesud Sökmen Bey kabul edilir. Şevket Beysanoğlu da, yapının
kitabelerinden yola çıkarak ilk yapımın H. 590/M. 1193-94 tarihinde başladığını, H.
619/M. 1222 yılında tamamlandığını kabul eder (Beysanoğlu,2003:335).
Yapı topluluğunun parçalarından biri olarak kabul edilen Zinciriye Medresesi ya da
diğer adıyla Sincariye Medresesi ise, kesin bir tarih verilmemekle birlikte Eyyubi
Dönemi içinde Melik Salih Necmeddin tarafından yapıldığı öne sürülmekteyse de
1198 ve 1246 arasında değişken görüşlü Artuklu Dönemi eseri olarak, Ulu Cami’nin
bir parçası, Mesudiye’nin tamamlayıcısı ve kışlığı olarak kabul edilir (Şekil 2.,
Altun,1973:122; Beysanoğlu,2003:333). Ancak, Zinciriye Medresesi kitabelerinden
yola çıkılarak, XII. yüzyıl sonu olan 1198 yılında Eyyubiler tarafından yapıldığı
söylenebilir
192
Resim 5- Hasan Paşa Hanı ve Ulu Cami Resim 6- Hasan Paşa Hanı ve Ulu Camide onarım
(V BM Arşivi,2006)
Ulu Cami avlunun güneyinde, Hanefiler bölümü, doğu ve batısında yer alan
sütunlarla destekli çift katlı maksurelerinden, batı yönde bulunanın güney köşesinde
bulunan kapı ile dışarıya ve Zinciriye Medresesi’ne açılım sağlanırken, avlunun ve
dolayısıyla caminin asıl girişi ya da bir tür portali, batı maksurenin ekseninde yer
almaktadır.
193
Avlu ekseninde kısmen batı yönde yer alan sekizgen planlı ve sekiz adet sütun
üzerine oturmuş ahşap çatılı, saçaklı ve sivri külahlı şadırvanın hemen batısında
ise, kare planlı sekiz mermer sütun üzerine oturtulmuş ve yerden yükseltilmiş bir
namazgah ile, namazgaha batıda birleşik kare planlı bir açık havuz yer almaktadır.
Namazgah’ın güney yönde eksende yer alan taşıyıcı sütununda açılan niş, mihrap
nişi düzenlemesi olarak tasarlanmıştır.
Avlunun ana girişini teşkil eden doğu yönünde eksende yer alan kapı ve avlu
arasındaki geçiş, merdiven inişlerinden sonra daha dar bir şekilde tonozlu
geçitle devam eder. Doğu Maksuresi’nin bir dönem kütüphane olarak
kullanılan üst katı, alt kat planından farklı bir şekilde, orta ekseninde aynı
doğrultuda atılan kemerleri taşıyan kuzey güney doğrultusunda iki sahınlı
dikdörtgen planlıdır. Güney dış cephede yer alan üst kat çıkış merdiveni geç
dönem eklentisi olup, bu cephenin üst kat ekseninde yer alan çıkıntı ise, içi
doldurulmuş olan yarım daire bir mihrap nişi çıkıntısıdır.Doğu maksurenin
aksine batı maksurenin alt katındaki kapı sokak ilişkisi eksende değil, güney
köşeden kurulmakta olup, yine bu katın avluya bakan yönünde pencere
düzenlemesi bulunmamaktadır. Dışa bakan batı cephede görülen güney
köşe açıklığından sonra kuzeye doğru görülen diğer açıklıklar, günümüzde
dışta yer alan mekanlarla ilişkilendirilmişse de, kimi kapılarda oynama ya
da dolgu yapıldığı görülmektedir. Yaklaşık eksende ve kuzey cephede yer
alan merdivenlerle çıkılan üst kat, ara duvarlarla çeşitli birimlere ayrılmışsa
da, genel olarak kuzey güney doğrultulu dikdörtgen bir mekan olup, doğu
maksurede olduğu gibi genişletilmediği için daha dar görünümlüdür (Resim
1,2,5,6,7-12).
194
Resim 11 - Ulu Cami Batı Maksuresi Resim 12 - Ulu Cami Batı Maksuresi
195
Resim 15- Ulu Cami Şafiler Bölümü Resim 16- Ulu Cami avlu doğu )
(Gertrude Bell,1909) (Sözen 1971)
196
Avlu yönünde yer alan pencerelerin orijinalinde zemine kadar inen daha uzun
pencereler olduğu ve sonradan örülerek küçültüldüğü iddiası, duvardaki malzeme
farklılığı şeklinde de gözlemlenmektedir ki, pencerelerin üstündeki taş bloktan
(söveden) sonra yer alan kemerli açıklık, bu sistemi daha da hareketlendirmektedir.
Belirli seviyede kapatılan bu pencerelerin sayısı altı adet olarak görülse de, orijinal
yapımda yedi adet olarak tasarlanmıştır. Eksende kalan ve bugün mihrap olarak
kullanılan niş, hemen doğusunda yer alan mihrabın eksenden daha kayık olması
nedeniyle, içi doldurularak ve dışa taşkınlık verilerek elde edilmiştir (Resim 15-18).
197
Resim 19- Mesudiye Medresesi avlu batı cephesi Resim 20- Mesudiye Me-
dresesi eyvandan avluya bakış (Altun 1978)
Resim 29- Sultan Sasaa’nın 1925’den önceki durumu Resim 30-Sultan Sasaa mescidi kazı sonrası
(http://www.bilinmeyendiyarbekir.com) planı (VBM. arşivi)
Resim 31-Sultan Sasaa mescidi kazı sonrası Resim 32-Sultan Sasaa mescidi kazı sonrası
201
202
Şekil -3- . Hasan Paşa Hanı planı ve Resim 35- Hasan Paşa Hanı ve çevresi
Kuyumcular Çarşısı (VBM Arşivi) (VGM Arşivi 1980)
203
beşik tonozla örtülüdür ancak köşelerde bulunan dükkanlar diğer dükkanlardan farklı
olarak kubbe ile örtülmüştür. Avlu çevresinde bulunan dükkânlar avlu zemininden
yüksekte kaldığından dükkânlara geçiş basamaklarla sağlanmaktadır. Han’a giriş,
Gazi Caddesi önündeki kapıdan sağlanmakla birlikte doğu ve güney yönlerde de
Kuyumcular çarşısına açılan kapılar bulunmaktadır. Han iki renkli taş işçiliğine
sahiptir. Hanın avlu döşemesi de bazalt taşındandır.
Hanın doğu ve güney yönlerden çevresini kuşatan ve bugün kuyumcuların
bulunduğu Kuyumcular Çarşısı hanın ilk yapım zamanında bulunmamaktaydı.
Şevket Beysanoğlu, Hasan Paşa’nın ilk olarak kuyumcular için bir çarşı yaptırdığını
sonrada bu çarşıdan Ulu Cami’ye doğru bir yol katarak ketenciler adıyla bilinen
bir çarşı eklediğini yazmaktadır (Beysanoğlu,1990:594). Ancak Beysanoğlu’nun
bildirdiğinin aksine Hasan Paşa Hanı’nın Kuyumcular ve ketenciler çarşısından
önce yapılmış olması gerekmektedir. Nitekim söz konusu çarşılar Hasan Paşa
Hanı’nın planına bağlı kalınarak han etrafınca sıralanmış ve plan şekilleri de böylece
oluşmuştur. Kuyumcular Çarşısının sahip olduğu “L” planı Hasan Paşa Hanı’nın
mevcut yapısından istifade edilerek oluşturulmuş olmalıdır (Yavuz,2011:144).
204
205
Örgütlerin iç ve dış çevre analizini yaptıktan sonra zayıf ve kuvvetli yönlerini belirlemeleri ve çevrelerindeki
fırsat ve tehditleri saptamalarında kullanılan en yaygın teknik GZFT analizidir. GZFT analizi kimi kaynaklarda
SWOT veya TOWS olarak da geçmektedir. İngilizce güçler, zayıflıklar, fırsatlar ve tehditler (Strengths, Weaknesses,
Opportunities, Threats) kelimelerin baş harfleri alınarak oluşturulmuştur. Türkçe de GZFT (Güçlü yönler,
Zayıflıklar, Fırsatlar, Tehditler) analizi olarak da kullanılmaktadır. GZFT analizi yapılarak örgütün mevcut durumu
tespit edilir. Bu çerçevede güçlü ve zayıf yönleri ile örgütün karşı karşıya bulunduğu fırsatlar ve tehdit unsurları
ortaya konulmaya çalışılır. Bu anlamda GZFT bir mevcut durum analizidir. GZFT aynı zamanda örgütün gelecekteki
durumun ne olacağını tespit ve tahmin etmeye yarayan bir analiz tekniğidir (Erdem,2006:72-73).
206
207
208
209
211
212
214
216
218
219
Caminin minaresi, siyah bazalt taştan, tek şerefelidir. Kare kaide üzerine yükselen
minarenin gövdesi silindirik plan şemasında yapılmıştır. Kaide üzerinde yer alan
dikdörtgen panoların içinde kitabe bulunmaktadır. Diyarbakır’daki diğer Osmanlı
minarelerinden farklı olarak gövde kısmında siyah bazalt taş kullanılmıştır. Gövde
dört sıra beyaz taştan bitkisel ve geometrik kompozisyonlu yatay bordürlerle
hareketlendirilmiştir. Kuşak şeklinde yer yer geçen bordürlerde minareyi ilgi çekici
kılmıştır. Minare konik külah ve üç boğumlu âlemiyle sonlanmaktadır. Minare
dışarıdan konik külahla örtülüdür. Külahın üzerinde iki küplü, bir hilalli âlem
bulunmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir.
220
221
222
223
224
DEĞERLENDİRME
Dini ve sivil mimari eserleri bünyesinde barındıran Diyarbakır, günümüzde adeta bir
açık hava müzesi niteliği taşımakta ve birçok medeniyetin merkezi konumundadır.
Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet yayılmış ve
İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır.
İslam mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtan camilerin ortaya çıkmasını
sağlayan en önemli etken şüphesiz namaz ibadetidir. Namaza daveti simgeleyen
minarelerinde İslam mimarisinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Camilerin yanında
ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli olarak günümüze gelen minareler,
Diyarbakır’da iki farklı üslupta kendini göstermektedir. Kentte minareler kare
ve silindirik planlı olarak iki farklı formda inşa edilmiştir. Bu bakımdan İslam
dünyasının özellikle Suriye, Kuzey Afrika ve Emevi etkisinde kalınarak yapılan
kare formlu; doğu bölgelerinin etkisinde kalınarak yapılan silindirik formlu olmak
üzere iki ana minare biçimi Diyarbakır’da tespit edilmektedir. Diyarbakır’da
farklı dönemlere ait olan çok sayıda minare görülmekte bu dönemler İnaloğulları,
Akkoyunlu ve Osmanlı döneminin XI-XIX. yüzyılları arasındadır. Diyarbakır’ın
İslam devletlerinin Anadolu’da ilk fethettikleri şehirlerden olması kare gövdeli
minarelerin bu bölgede yayılmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman Camii Minaresi
(1160- Nisanoğulları,) Kasım Padişah Camii Minaresi (1501- Akkoyunlu), Nebi
Camii Minaresi (1530- Osmanlı), Diyarbakır Ulu Cami Minaresi (1155- İnaloğulları,
1849-Osmanlı) kare gövdeli formlarıyla ülkemizde ender görülen minarelerden
olmaları açısından önemlidir. Kare kaideli silindirik gövdeli olarak karşımıza çıkan
minarelerde yoğun olarak görülmektedir. Parlı-Safa Minaresi (15.yüzyılın ortaları),
Lale Bey Camii Minaresi (XV. yüzyıl’ın sonu, XVI. yüzyıl’ın ilk çeyreğine), Hoca
Ahmet (Ayni Minare) Camii Minaresi (1499), Fatih Paşa Minaresi (Osmanlı 1516-
1520), Hüsrev Paşa Minaresi (Osmanlı 1521-1528), Hadım Ali Paşa Camii Minaresi
(Osmanlı - 1534-1537), İskender Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1551-1554), Melek
Ahmet Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1587-1591), Behram Paşa Camii Minaresi
(Osmanlı 1564-1572), Nasuh Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1606-1611) kare kaideli
silindirik gövdeli minarelere örnektir.
225
226
Giriş
Köprüler, kimi zaman musikîye konu olur, ağıtlar biçimde; Bazen Yeşilırmak
Köprüsü çöker bazen Çarşambayı sel alır. Musıkîde oldukça yer edinen köprülere
başka anlamlar da yüklenir; aradaki dostluk köprülerini atmak gibi.
Bazen hem ulaşım hem de mimarî alanda bir sanat eseri olan köprüler, daima savaş
içinde bulunan devletlerin ikmal yollarında vazgeçilmezler arasında yer alır. Kimi
zaman akarsuları geçmek kimi zaman da derin vadilerde yolun devamını sağlamak
içindir, köprüler. Bazen de Deli Dumrul misali tarihî kahramanların geçenden bir
geçmeyenden iki akçe aldığı anlara tanıklık eder
Dicle Köprüsü
227
228
Buna dair kitâbe, köprünün güney yüzünde ve batı ucundaki ilk üç göz arasındadır.
Beyaz taş üzerine çiçekli kûfî ile yazılmıştır. Satırlar arasında da süslemeler vardır.”
diyen Beysanoğlu, Gabrıel’den şu açıklamayı aktarır: “Köprü sağlamdır, kemerleri
sivri şekilli olup İslâm devri eserleridir. Ayakların ‘memba’ taraflarında selyaranlar
ve mansap taraflarında istinat duvarları vardır. İnşaat bazalt taşlar ile meydana
getirilmiştir. Kitâbeler ve döşeme XI. Yüzyılda tamamlanmışlardır. Kitabenin sonu
hizasında bazalt üzerine işlenmiş, bir çerçeve içinde, sağa dönük bir aslan kabartması
mevcuttur. Bu figürde ve köprü bedenindeki diğer taşlar üzerinde küçük bazı
işaretlere de rastlanmaktadır. Buradaki aslan figürü benzeri Harput Kapısı kitabeleri
ile Mardin Kapısı’ndaki kabartmalar arasında da vardır.” (3)
229
230
Diyarbakır’ın doğu ile irtibatını kesmek amacı ile muhtelif tarihlerde yapılmış olan
tahriplerin veya kabaran Dicle’nin verdiği zararların, köprünün bu ikinci bölümünde
meydana gelmiş olduğunu tahmin ediyorum.” (4)
Dicle Köprüsü’nün onarımını gösteren kitâbe, Merhum Süleyman SAVCI tarafından
şu şekilde okunmuştur:” Mimma emere biamelihi vel-infaku aleyhi min malihi
(Mevlâna gibi de okunuyor) el-emir el-seyyid, el-ecell cemalül-mille Nizamüddin
Mûeyyidu’l-Devle…(Takriben on kelime okunamıyor) İzz..(Bir taş fazladır ve
okumamıyor) el-İslâm etale Allahü bekahü ve eazze nasrahu ve…(Bir kelime
okunamadı) adahü (Böyle okunabiliyor) ibtigae sevabillahi ve telebi rahmetihi fî…
kafi (6-7 Kelime) ve cera ekbere (Ekser gibi de okunuyor) alâ yedey.. bini Abdülvahid
(bin elhasen gibi de okunabiliyor, siliktir) seneti seba ve hamsine ve erbeamine ve
benna: Yusuf bin Ubeyd.(Son üç kelime bir kara taş üzerinde adî kufî ile yazılmıştır)
Yazarın notunda, “Bu kitabe Mervanoğullarına ait olup, köprünün cenup yüzünde ve
nehrin sağından itibaren üç ayak arasına yazılıdır.” bilgisi vardır. (5)
Arapça dilini bilmedikleri için Arapçadan başka bir dile tercümesi yapılanları,
Türkçe’ye çeviren ve bu arada yanlışlıkları artıran kimi akademisyenler, bu
işin oldukça ciddî olduğunu bilmenin fevkinde çalışarak, yapamayacakları
tercümeleri, Arapça bilenlere havale temelidir.
232
233
234
235
236
237
Bizde ne yazık ki şehrin bir tarihî yapısı ele alınırken, ilk başta Evliya Çelebi’ye
danışılmadan edilmez. Bakarsınız ki görünen ve göz önünde olan yapının özellikleri
için nostalji adına, adeta gören gözler kendilerinin değilmiş gibi, kaynaklarda bilgiler
aktarılmadan, fikir belirtilmez. Elbette tahribata uğramış, yıkılmış, böylelikle bir
daha geri getirilemeyecek derecede zarar görmüş eserler için, başvuru kaynağı,
dünü bugüne taşıyan eserlerdir. Eleştirdiğimiz husus, her alanda birkaç eserle konu
sınırlandırılınca kişinin bilgi almasının önü adeta kapatılır gibidir.
Malabadi Köprüsü’nün musıkî dünyasında bir esere kaynaklık etmesiyle daha çok
tanınması söz konusudur. (2) Halen de bir sembol olan bu eşsiz abide, onarımlar
geçirmişse de üzerinde taşıdığı rolyefler-kabartmalar hakkında araştırmalar fazla
yapılmadığı için araştırmacılar için bakir bir alanı teşkil eder.
Malabadî Köprüsü’nün Mervanî Hükümdarı Bad-Baz adı ile anıldığını da belirtelim.
Bad, Mervanî Devleti’nin hazırlayıcısı olarak, bu alana yerleşmiştir. Belli ki bu köprü,
Bad öncesine uzanmaktadır.
238
Mervanî onarımından geçen ve bir bölümü yeniden inşâ edilen On Gözlü Silvan-
Dicle Köprüsü, günümüzde Timurtaş bin İlgazi’ye mal edilen Malabadî gibi Mervanî
Egemenliği’ne ait gösterilmektedir. (3) Aslında Mervanî eserlerinin çok yoğun olduğu
Diyarbakır’da On Gözlü Köprü’nün Büyükşehir Belediyesi tarafından onarımının
yapılıp, ulaşımın yeni köprüye aktarılmasından sonra eserin Mervanî olduğu basına
aksetmiştir. Diyarbakır Kalesi’nde birçok burç ile bu burçlardan Dağ Kapı Burcu
üzerindeki Mervanî Mescidi dururken, On Gözlü Köprü’nün Mervanîler tarafından
onarımının ön plâna taşındığını, esas eserlerin araştırılmadığını belirtelim. Yakın
zamanda Batman’ı tanıtan yayınlarda Malabadî Köprüsü Batman il sınırları içinde
gösterilmiş ise de bu hatadan vazgeçilmiştir.(4) Bu gibi yanılgıların devamlılığı,
maalesef günümüzde yayınlanan şehri tanıtım adına yola çıkan kuruluşların
yayınlarına da aksetmeye devam etmektedir.(5)
SÖNMEZ, yaptığı incelemesinde “Kitabesine göre H. 542/M. 1147 yılında inşa edilen
köprü, bugün mevcut olmayan ancak kaynaklardan varlığını öğrenebildiğimiz bir
başka kitâbeye göre H. 643/M. 1245-1246 tarihinde onarım görmüştür.” dedikten
sonra, “Artuklu Hükümdarı Timurtaş bin İl-gazi bin Artuk (1122-1164) tarafından
yaptırılmıştır. H. 643/ M. 1245-1246 tarihli onarımın kimin tarafından yaptırıldığı
bilinmemektedir.” notunu düşer.
239
Haburman Köprüsü
Çermik İlçesi çıkışında yapılmış olan Haburman Köprüsü detaylı biçimde Rahmi
Hüseyin ÜNAL tarafından incelenmiştir. Eylül 1974’te yapılan çevredeki gezilerde
köprü olarak sadece Haburman’ı ele alan ÜNAL, köprüye dair incelemesinde önemli
ayrıntılara yer verir:
“ Köprününün muhtelif onarımlar geçirdiği, görülen farklı inşa malzemelerinden
anlaşılmaktadır. Payandalar ve bazı kesimler düzgün kesme taşlarla kaplı olduğu
halde tablaya yakın kesimlerin kırma taşla inşa edilmiş olmaları bu izlenimi
uyandırmaktadır. Ana göz kemerinin ve batıdaki gözün iki yanında görülen tuğla
örgüler de onarım izleri olarak kabul edilebilir. Köprüde mevcut kesme taşlar
üzerinde taşçı markasına rastlamadık. Köprünün güney yüzünde, batıdaki kemer
gözünün batısında, değişik uzunlukta beş satırdan oluşan Arapça inşa kitabesi halen
sağlam durumdadır.” (1)
ÜNAL, kitabeyi şu şekilde tercüme olarak verir: Bu (eseri) büyük emir…’in kızı
Zübeyde Hatun’un yardımları ile… Tanrı onu korusun- 55/1198–99 yılında inşa etti.”
240
Köprünün eskisi gibi öneme sahip olmadığını belirten ÜNAL, yol güzergâhına dair
“Bat yönünde bu yolun ulaşabileceği iki önemli merkez vardır. Diyarbakır-Halep
yolunun, Karacadağ’ın güneyinden ve kuzeyinden geçen iki ayrı güzergâh izlemekle
birlikte güneybatı yönünde uzandığı bilinmektedir. Bu durumda köprü üzerinden
geçen yolun ulaşabileceği tek önemli merkez Malatya olmaktadır. “ tespitinde
bulunur.
241
242
243
244
9-Çüngüş Kapıkıran Mehmed Ali Paşa Köprüsü: Köprü, ilçe merkezinde yer
almaktadır. Kapıkıran Mehmet Ali Paşa tarafından 1603 yılında Artuklu Tarzı köprü,
tek gözlüdür.
10-Çermik Sinek Çayı Köprüsü: Günümüzde halen kullanılan Sinek Çayı Köprüsü,
iki gözlü olup, kitabesi bilinmemektedir.
11-Halilviran-Artuklu Deve Geçidi Köprüsü: Köprü H. 615(M. 1218) tarihli
kitabeyi taşımakta ve bu köprünün Artukoğlu Melik Salih Nasıreddin Mahmud
tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Köprünün dikkat çeken en önemli yönü, Bakara
Sûresi’nden 61. âyetin 5. ve 6. ayak ortasında oluşudur. Genelde kitâbeler, köprülerin
suyun geliş yönünde değil, çıkış yönünde yer alır. Bu kitabelerin yıpranmamasını,
uzun ömürlü olmasını sağlama endişesiyle yapılırken, Deve Geçidi Köprüsü’nde
alışılmışın dışında kitâbeler suyun geliş tarafına yerleştirilmiştir. Deve Geçidi
Köprüsü, Eğil Tılham-Hantepe Köyü çıkışının 3. kilometresinde bulunmaktadır.
245
Sonuç
KAYNAKÇA
246
247
248
Özet
Diyarbakır, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, farklı din, inanç ve
kültürlere sahip toplumları bir arada barındırmıştır. Şehirde peygamber ve sahabe
kabirleri yanında tarihi cami, kilise, havra, medrese ve türbeler de bulunmaktadır.
Bu değerlerin tanıtılması, onarılması ve şehirdeki gerekli düzenlemelerin yapılması
ile şehrin inanç turizmi potansiyeli ortaya çıkacaktır.
Şehrin inanç turizmi potansiyelinin değerlendirilmesi, turizm alt yapısının
oluşmasına, tanıtım faaliyetlerine ve güvenlik probleminin çözülmesine bağlıdır. Bu
çerçevede yapılacak her türlü faaliyet istihdama katkı sağlayacak ve işsizlik gibi
şehrin en önde gelen sorununa çözüm olacaktır.
Bu çalışmada Diyarbakır’ın inanç turizmi değerleri üzerinde durulacaktır. Şehrin
merkezinde ve ilçelerinde bulunan dini değerlerin genel olarak tanıtımı yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Diyarbakır, inanç turizmi, cami, kilise, havra, türbe, medrese.
Giriş
İnanç turizmi, insanların devamlı ikamet ettikleri yerlerin dışında inanç çekim
merkezlerine dini inançlarını tatmin etmek maksadıyla yaptıkları seyahatler
sonucunda oluşan her türlü olay ve ilişkiler bütünü olarak tanımlanmaktadır.
Diyarbakır, sahip olduğu tarihi, kültürel ve dini doku ile yüksek inanç turizmi
potansiyeline sahiptir. Fakat bu potansiyel, yeterli düzeyde tanıtılamamıştır. Şehre
2009 yılında 532.056 yerli ve yabancı turist gelmiştir. Bu rakam Diyarbakır’ın
turizm potansiyeli düşünüldüğünde çok düşüktür. Karayolunu kullanan yerli ve
yabancı turistler, Şanlıurfa ve Mardin ziyaretlerinde şehirden geçmekte fakat burada
konaklamamaktadırlar. Bunda şehrin güvenlik problemleri büyük rol oynamaktadır.
Şehir sahip olduğu eşsiz turizm değerleri ile anılabilecekken ne yazık ki medyada
olumsuzluklarla anılmakta ve bu durumda şehrin gelişmesini olumsuz yönde
etkilemektedir. Diyarbakır’ın inanç turizmi değerleri tanıtılabilirse, Şanlıurfa
ve Mardin gibi inanç turizminden büyük pay alan şehirlerle birlikte ekonomik
kalkınma sağlanabilecektir. Bu durumda şehrin temel problemleri arasında olan
işsizliğe büyük oranda çözüm olabilecektir. Türkiye’de en fazla sahabe kabri
Diyarbakır’da bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre bu rakam Diyarbakır genelinde
500’e ulaşmaktadır. Şehrin çekirdeğini oluşturan İç kale yerleşkesinde inanç turizmi
açısından önemli 27 Sahabe’nin türbesi bulunmaktadır. Akkoyunlu ve Osmanlı
dönemine ait farklı özellikleri ile öne çıkan birçok eser de şehirde bulunmaktadır.
Bu değerlerin yanı sıra daha birçok turizm değerine sahip Diyarbakır, keşfedilmeyi
bekleyen saklı bir müze şehirdir.
1 Bkz. Mustafa Aksoy, “Türkiye’de İnanç Turizmine Genel Bir Bakış ve Hıristiyanlığın Seyahate Verdiği Önem”,
Dinler Tarihi Araştırmaları III, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 2002, 419).
2 http://www.karacadag.org.tr/bolgemiz-detay.asp?ContentId=26 (Erişim: 06.12.2011).
249
Bkz. Murat Özaydın, “Diyarbakır İlçelerinde Muhtemel Sahabe Mezarları”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar
Kenti Diyarbakır, TDV Yay., Ankara 2010, 93.
Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), C. IX, TDV Yayınları, İstanbul 1994, 465.
Bkz. Anonim, Diyarbakır Gezi Rehberi, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2011, 10–11; Cuma Karan, Diyar-ı Bekir ve
Müslümanlarca Fethi, Ensar, İstanbul 2010, 30–40.
250
251
Ali Kılcı, “Diyarbakır’ın Vakıf Mimari Eserleri ve Vakıfları üzerine Bazı Notlar”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır
Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 21–22.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 273; Çiçek, 44.
Bkz. Mehmet Top, “Diyarbakır Ulu Camii ve Müştemilatı”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır
Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 187–213; Erikli, 36–38.
Kılcı, 25; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 38.
Burada medfun bulunan Şehit Sahabelerin sayısı ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bakınız
(Karan, 154–155).
Bkz. Erikli, 28–29; Baysanoğlu, C. I, 270.
252
253
254
256
257
258
Tuncer, 145.
Bkz. Tuncer, 129–131.
Bkz. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, 368.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır,177–182.
259
260
261
262
263
264
265
266
267
Sonuç
Diyarbakır, sahip olduğu inanç turizmi değerleri ile öne çıkan bir şehirdir. Şehir
merkezinde ve ilçelerde tanıtılmayı bekleyen sayısız ziyaret mekânları bulunmaktadır.
Şehri inanç turizminin merkezi haline getirecek söz konusu dini değerlerde gerekli
onarımlar yapılmalı ve tanıtım faaliyetlerine önem verilmelidir.
Şehirdeki güvenlik probleminin çözülmesi de turizm değerlerinin ortaya çıkmasına
katkı sağlayacak en önemli faaliyetlerdendir.
İnanç turizmi ve buna bağlı olarak gelişecek ticari hareketlilik Diyarbakır’da önemli
ekonomik değişimlerin önünü açacaktır. Bu kapsamda bölgedeki geleneksel yapıların
inanç turizmine yönelik kullanımlarla desteklenmesi, inanç turizmi açısından önemli
merkezlere gerekli niteliklere sahip din görevlilerinin atanması ve tur acentelerinin
teşvik edilmesi gibi çalışmalara önem verilmelidir.
Kaynakça
Aksoy, Mustafa, “Türkiye’de İnanç Turizmine Genel Bir Bakış ve Hıristiyanlığın
Seyahate Verdiği Önem”, Hıristiyanlık (Dünü, Bugünü ve Geleceği), Dinler Tarihi
Araştırmaları III, Ankara: Dinler Tarihi Derneği 2002.
Anonim, Diyarbakır Gezi Rehberi, İstanbul: Boyut Yayıncılık 2011.
Anonim, Diyarbakır Suriçi Koruma Amaçlı İmar Planı Araştırma Raporu, Diyarbakır
2010.
Anonim, Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır: Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları
2009.
Anonim, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, (Ed. İrfan Yıldız), Diyarbakır:
Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları 2011.
Anonim, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, İstanbul: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları 2004.
Baysanoğlu, Şevket, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, C. I, II, Ankara:
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 1998.
Bulduk, Abdulgani Fahri, Diyarbakır Valileri, (Haz. Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet
Taşğın), İstanbul: Medrese Yayınları 2007.
Çam, Nusret, İslamda Sanat Sanatta İslam, Ankara: Akçağ 1999.
Çelik, Adnan -Vefa Akdoğan, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Kulp, Kulp: Zafer Matbaası
2006.
Çiçek, Zeynel Abidin, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır: Söz 2007.
268
Şekil: İçkale’den görünüş Şekil: Bıyıklı Mehmet Paşa Camii Şekil: Ulu Camii
269
Şekil: Melek Ahmet Paşa Camii Şekil: Hadım Ali Paşa Camii Şekil: Hüsrev Paşa Camii
270
Şekil: Şeyh Yusuf Camii Şekil: Şeyh Azizi Urmevi Camii Şekil: Defterdar Camii
Şekil: Salos Camii Şekil: Nasuh Paşa Camii Şekil: Cağaloğlu Mescidi
Şekil: İbrahim Bey Mescidi Şekil: Saint George Kilisesi Şekil: Taceddin Mescidi
271
Şekil: Surp Sarkis Kilisesi Şekil: Mar Petyun Kilisesi Şekil: Ermeni Katolik Kilisesi
Şekil: Surp Giragos Kilisesi Şekil: Ali Paşa Medresesi Şekil: Mesudiye Medresesi
Şekil: Hüsrev Paşa Medresesi Şekil: Sultan Şüca Türbesi Şekil: Şeyh Yusuf Hamedani Türbesi
Şekil: Şeyh Abdülcelil Türbesi Şekil: Lala Bey Türbesi Şekil: Fatih Paşa Türbesi
272
Şekil: İskender
Şekil: (Süryani) Protestan Kilisesi Paşa Türbesi
273
274
275
El hasılı vel kelam, Diyarbakır diyarı söylene söylene bitmez; yazıla yazıla tükenmez.
276
Dicle vadisi boyunca yapılan Hacı Paşa, Berdebur, Pamuklu, Kuşdili, Seman (Gazi
Köşkü), Ağuludere, Erdebil (Ber Der-i Pir), Çıkıntaş, Hami, Bekir Paşa, Kavs
(Çarbağ) köşklerinden birkaç tanesi varlıklarını sürdürmektedir.
277
“Burası da o bölgede tanınmış İrem Bağı olan bağlardan biridir. Hatta Bağdat Fatihi
Gazi Sultan Murad, Bağdat fethinden sonra bu bağa gelmiş; adaletle ilgili işlerini
yaptıktan sonra eğlenmiştir. Bu gezinti ve eğlence yeri Şat Nehri tarafında cennet
bahçesini hatırlatan bir cennetti ki, dil onu anlatmada yetersiz kalır.”
Köşk’ün Şeyh Aziz Mahmud Urmevi tarafından yaptırıldığını, şeyhin yeğeni olan
Şair Resmî’nin yazdığı aşağıdaki manzum tarihinden anlaşılmaktadır:
Diyarbakır’a gelip buradan, Dicle nehri üzerinden kelek ile Bağdat’a gidecek olan
Düyûn-u Umumiye direktörü Ali Bey yazmış olduğu anılarında Kavs Köşkü ile ilgili
şu bilgileri vermektedir:
278
Resim 2: 1855 yılında Kavs Köşkü bahçesinde bir grup. Önde oturanlar:
Ali Bey, Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk, Büke Yayınları, 2003, s.105
279
280
281
282
Hâmî Köşkü
Asıl adı Ahmed, mahlâsı Hâmî olan şair, 1679 yılında Amid (Diyarbakır)’de
doğmuştur. İlk tahsilini tamamladıktan sonra medresede, hocası Şair İbrahim
Hâşim’den İslâm ilimleri dersleri alan ve bu arada hattâtlığı da bu hocasından
öğrenmiştir. Hâmî hakkında bilgi veren Ali Emirî Efendi, Urfalı şair Nâbî’nin
çağdaşı olan Hâmî’yi şu şekilde övdüğünü belirtmektedir:
283
17. yüzyılın önde gelen divan şairlerinden olan Hâmî birçok paşanın yanında devlet
hizmetinde bulunmuştur. 1635 yılında Revan seferi sırasında IV. Murad’a, en iyi
“Otağ-Çadır”ını yapan Amid çadırcıları, Köprülü Abdullah Paşa’nın siparişi üzerine
yapılan büyük bir çadıra “Râiyye Kasidesi”ni yazan Hâmî’yi takdir ederek bu
kasideyi çadırın eteklerine işletmiştir.
Hâmî 1726 yılında Tebriz’de Dîvân Kâtipliği görevinden ayrılarak Amid’e
(Diyarbakır’a) gelerek Gazi Köşkü’nün yukarı kısmında bir köşk yaptırmıştı. Bu
köşke “Hâmi Köşkü” denilmiştir. Bu köşkün sofasının iki kapısı üzerindeki taşlara
Hâmî şu tarik kıtasını yazdırmıştır:
“Ahmed HÂMİ bu işret-hâne-i dîrînde
Bezl-i makdûr eyleyüp yaptırdı kasr-ı bîmend
Hüsn-i itmâmın görüp HÂMİ dedim tarihini
Ahmed Âbâd oldu himmetle bu kasr-ı dil-pesend
Sene 1140 Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Hâmî hakkında şu bilgileri vermektedir:
“Hâmi, bizim görüşümüz şudur ki klasik edebiyatımızın ikinci plandaki değerli
şairleri arasında yer almaktadır. Onun kasidelerinde başta Ömer Nef’i (1572-1635)
ve Yusuf Nabi (1641-1712)’nin tesiri rahatça müşahede edilmektedir. Gazellerinde
ise Nabi ile Nedim (Ahmed, 1680-1730)’in kişiliğini korumasını bilmekle beraber
etkisinin bulunduğu gözden kaçmamaktadır. Ama rahatça denilebilir ki Hâmî, bu
tesir ve nüfuzu hiçbir zaman taklit derecesinde hissettirmemektedir. Aksine eski
edebiyatın bütün manzum, mefhum ve remzlerini yerinde kullanabilmekte, geniş
kültürü sayesinde okuyucuda takdir duyguları uyandırmakta, hamasi ve hikemi
uslûbu yanında garami duyguları da başarı ile ifadelendirilmektedir.” Yerini tespit
edemediğim köşklerden biri olan Hacı Hamza Köşkü ile ilgili Ali Emirî, gençlik
yıllarında gittiği bu köşk için şunu söylemektedir:
Abdulkadir Karahan, Diyarbekirli Hâmî ve Bir Kasidesi ile Bir Manzum Arîzası, Diyarbakır’ı Tanıtan Adam:
Şevket Beysanoğlu’na 70. Yaş Armağanı, Ankara 1991, s 240-251
284
285