Professional Documents
Culture Documents
Holistik Evren Tasarımı PDF
Holistik Evren Tasarımı PDF
Giriş 27
Kreatif Direktör: Taci Tatlıağız
Bilimsel Danışman: Garabet Mirzahanyan Bir Ütopya Örneği 34
Ofset Hazırlık: Aydın Ata Öncelikle, Biliyorum Zannettiklerinizi Ve İnandıklarınızı Unutun!
Düzelti: Erkan Ünlücan
1. Holografi Nedir? 45
Bilimsel Gelişim 46 / Hologram Nerelerde Kullanılır? 48 / Bir
Kapak Tasarımı, Dizgi ve Ofset Hazırlık: Arıtan Yayınevi Görüntü Kaydetme Yöntemi: Fotoğraf Çekmek 51 / Hologram İle Fotoğraf
3. Baskı: Aker Basım Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi Arasındaki Farklılıklar 53 / Holografi Kuramı’na Giriş 57 / Hologramın
No: 4NA2 Topkapı İstanbul Tel: (0212) 501 20 31 Kaydedilmesi Ve Görüntünün Ortaya Çıkması 60 / Holografik Yaratılış
3. Baskı: Mart 2010 İstanbul Efsanesi 61 / Gördüğümüz Nesneler Gerçek Mi? 63
ISBN: 978-975-6060-48-3
2. İnsan Beyni Nasıl İşler? 71
Hafızanın İşleyiş Mekanizması 71 / Beynin Algı Esnekliği 75 /
Öğrenilmiş Yeteneklerin Aktarılması 76 / Fantom Görüntüler ve Ağrılar
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 76 / Beynin Dev Saklama Kapasitesi 77 / Holografi Devreye Giriyor
A Blok Kat: 6 No: 4NA6 Topkapı-İstanbul 78 / Bilimsel Gelişim 79 / Mercekler Sistemi 87 / Anlaşılmaz Olanları
Tel: (0212) 576 87 41 Fax: (0212) 576 87 06 Açıklamanın Yolu: Holografi 90
www.aritanyayinevi.com aritan@aritanyayinevi.com
sinin kenarında bulunduğunu tespit etti. dizi araştırmacının da devam ettirdikleri bu süreci; Albert Einstein,
Fritjof Capra, Werner Heisenberg, Erwin Schrödinger gibi bilim
Galileo Galilei’den itibaren dünyanın yuvarlak olduğu ve güneşin
ustaları zirveye ulaştırdılar. Son yıllarda bu akıma, Stephen Hawking
etrafında döndüğü iddia edilmeye başlandığında, bu konuya birçok
gibi çağdaş düşünürler de katkıda bulunmaya başladılar.
kişi soğuk bakmaktaydı. Oysa Güneş’in de sabit bir yıldız olmadığı
Varoluş gerçeğinin arkasındaki düzeni açıklamaya çalışıyoruz.
ve Samanyolu Galaksisi’nin merkezi etrafında gezegenleriyle birlikte
Çünkü insan bir düzen içinde yaşamaktan mutlu olmaktadır.
döndüğü ortaya çıkmıştır. Asırlar boyunca insanoğlu ölüm korku-
Üniversitedeki ilk yıllarımda Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ni yok
sunu yenebilmek ve varolabildiği sürece de mutlu yaşayabilmek için,
sayarak hayata bir anlam katmaya çalışmıştım. Çünkü bu teori,
kendince bir takım felsefî ve bilimsel teoriler üretmiştir ve üretmeye
o yıllarda etrafıma kurduğum kâğıttan evi yıkmaktaydı. Ve ben,
de devam etmektedir. Olaya günümüzdeki bilimsel bulguların
kapkaranlık, sonsuz uzay denilen boşlukta yapayalnız kalacaktım.
sınırlı aracılığı ile katı bir açıdan yaklaşanlar, açıklayamadıkları bazı
Kütüphanedeki kitapların derinlerine daldıkça, Heisenberg’in yak-
gerçekleri görmemek için anlaşılmaz bir çaba içindedirler.
laşımının aydınlandığını ve bir anlam kazandığını gördüm. Giderek
Niels Bohr’dan başlayan ve günümüze kadar süregelen atom atomların o belirsizliklerle dolu elektron bulutu gözlerimin önünde
modelinde de olduğu gibi gerçek, tüm bu fikirlerin arasında bir belirginleşmeye başladı.
yeceği öğelere dayanıyor. Yine de, bütün bu anlatılanların “düşünsel verememelerinin tek bir nedeni var: İnsanın algı alanının üç boyutla
bir model” ve hedefi işaret eden çeşitli parmaklardan yalnızca birisi kısıtlı olması, onun elini-kolunu bağlıyor ve bu gerçeği; yani evren-
deki bütün birimlerin birbirleriyle ilişki, iletişim ve etkileşim içinde
olduğunu unutmamak gerekiyor.
bulunduklarını, görünmeyen enerji bağlarıyla herşeyin birbirine
İnsanlar inandıkları şeylere “göre” yaşamak isterler: “Dine, kapi-
bağlı olduğunu, önemli olanın “ortak ürün” olduğunu, insanlığın
talizme, komünizme, ataizme, mistisizme, Buddhizm’e... göre.” tek mutluluk kaynağının “bir olmak” olduğunu, bunun bir “zorun-
İnsanın kendisine bir oryantasyon (hareket etme) merkezi koyma- luluk” ve bir “kader” olduğunu anlamasını engelliyor.
dan yaşaması mümkün değildir. Bir yönü ya da hedefi olmayan bir
Eğer siz bu hâlinizle mutlu ve doyum içindeyseniz, sorun yok.
insan, ne yapacağını ve nasıl davranacağını bilemez.
Savaşlar, doğal felâketler, yok olmaya giden kaynaklar, kirlenen
Evrendeki bütünsellik olgusu tam olarak kavranırsa ve herkes hava... Çocuklarımıza nasıl bir dünya kalacak? 21. Yüzyıl’a girdik,
bu farkındalığa “göre” yaşayacak ve davranacak olursa, yeryüzü bir insanlığın kalitesi hâlâ çok geri ve ilkel bir durumda. Nerede o ide-
“cennet” hâline gelir. Ama böyle bir düzeye ulaşılınca da, dünyanın aller, o barış, huzur, yardımlaşma ve dostluk? Neden hâlâ savaşlar,
varoluş işlevi sona erer. Böyle bir durumun bir anda oluşmasını kinler, nefretler sürüyor, neden bitmiyor felâketler? Ne zaman ve
beklemek yanlış olur. Bu nedenle, holistik dönemde insanoğlunun nasıl insan kendisine yakışan bir dünya kuracak?
buna uygun bir biçimde yaşamak zorundadır. bilinci”ne ulaştıracak olan bilgilere sahibiz. Belki de sadece taşların
yerlerini değiştirmek yetecek. Tek başınaymış gibi düşünüp-dav-
Hem kendi varoluş nedeni, hem de dünyanın ve evrenin koşulla-
ranmak yerine, aynı bedenin farklı hücreleriymiş gibi yaşamak; yani
rı böyle yapmasını zorunlu kılmaktadır. İnsan, ortak insanlık ürünü
insanı, dünyayı ve evreni bütünsel bir perspektif altında değerlendi-
uğrunda, kendi zaman ve mekân koordinatları içinde, üzerine düşen
rebilmek, herşeyin çözümü olacak.
görevi en iyi şekilde ve tüm potansiyelini sonuna dek kullanarak
yerine getirmek ve kendi bireysel notasını en iyi şekilde icra etmek Size, bunun nasıl yapılması gerektiğinin reçetesini veriyor ve
zorundadır. çözümünü de açıklıyorum. Hem de bilimsel yöntemlerle.
Biraz da metni oluşturma konusundaki yaklaşımımdan bah- hatırlanmalarının daha kolay olacağını düşünüyorum.
sedeyim: Vermeyi düşündüğüm mesajı, metnin belirli yerlerinde Bu kitap, yedi ana bölümden oluşuyor:
ve sonunda toplamak yerine, kitabın bütününe yaymayı uygun “Sunuş”ta, sizlere bu çalışmanın nasıl meydana çıktığını ve anla-
gördüm. Yeri geldiğinde ve yazının akışı gerektirdiğinde, söylen-
tım tekniğini aktarmaya çalıştım.
mesi gerekenleri söyleyip, yapılması gereken yorumları yaptım. Bu
“Giriş” ise, insanı ve onun evrendeki yerini ele alıyor. Burada;
nedenle kitap, “kuru” bir bilimsellikten uzak oldu. Zaten, amacım
insanın “biliyorum” sandığı, inandığı ve somut olarak algıladığı
“bilgiyi herkes için anlaşılır” bir hâle getirebilmek ve bilimi, sıkıcı ya
şeylerin gerçek olmadıklarını göreceğiz. Bu bölüm, sizlerde bir
da katı “kisvesinden” sıyırarak, hoş ve yararlı, hem de pratik hayatta
şaşkınlık ve hayâl kırıklığı yaratmayı amaçlıyor. Çünkü yeni bir
işimize yarayacak bir şekilde değerlendirebilmek.
anlayışa geçebilmek için, bütün eski olanların yıkılması ve yeniden
Aynı konuları, kavramları ya da yorumları birkaç ayrı yerde
atılan temellerin üzerine yeni bir düşünce biçiminin oturtulması
tekrar etmemin belirli bir amacı var. Beyne aynı malzemeyi değişik
gerekiyor. Ayrıca, insanların içlerinde yer alan temel özlemlerin ve
biçimlerde sunmak, bunların farklı biçimlerde ve çok kanallı olarak
isteklerin neler olduklarına da yine bu bölümde bir göz atacağız.
kaydedilmelerini sağlar. Daha sonra istenildiğinde, birçok farklı
Birinci Bölüm, düşüncelerimizde yeni bir sayfa açmamıza imkân
yollardan herhangi birisini izleyerek bu bilgilere ulaşmak da böyle-
veren ve evrenin bütünsel yapısını kavramamız için bize mükemmel
likle mümkün olur. Yani, bu şekilde kayda alınan bilgiler beyinde
eskiden varolan kayıtlarla daha çok işbirliğine girerler ve daha iyi bir model sunan “Hologram” konusunun ya da tekniğinin tanı-
“anlaşılırlar”. Gerektiğinde de daha kolay hatırlanırlar. Anlattığım tılmasına ve buradan çıkan düşünsel sonuçlara ayrıldı. Yani, yeni
konular biraz soyut, yeni, teknik ve yoğun olma özelliklerini taşı- düşünsel yapılanmanın temellerinin atılması bu bölümde gerçek-
olan bilgiler ile çağrışım yapabilmelerini sağlamak için, aynı şeyi İkinci Bölüm’de ise, yeniden öğrenme süreci başlıyor: “İnsan
farklı biçimlerde ve farklı yerlerde anlatmak ihtiyacını hissettim. Beyni Nasıl İşler?” başlığının altında, bilim dünyasında beyin
Evrenin nasıl düzenlendiğini anlatan Üçüncü Bölüm: “Yeni Bir Şimdi koltuklarınıza iyice yerleşin, düşünce vitesinizi boşa alın
Fizik Anlayışına Doğru” başlığını taşıyor. Bu bölümde, Kuantum ve kemerlerinizi bağlayıp, sizi önce üzecek, sonra hayâl kırıklığına
Fiziği’nin bizlere gösterdiği çarpıcı gerçekler, düşünce ufkumuzu bir uğratacak, ardından şaşkınlıktan-şaşkınlığa sürükleyecek, ama en
hayli değiştirip-geliştirecek. İzafiyet Teorisi ile Hologram Kuramı sonunda yine “salimen” yere indirecek olan bir uçak yolculuğuna
da bizlere yepyeni ve oldukça ilginç şeyler anlatacaklar. Bunlara çıkmaya hazır olun.
ek olarak, insanların bir türlü çözemedikleri “kader” konusunun
Gideceğiniz yer “size vaadedilen cennet” olacak. Bu beklentinin
Kuantum Düşüncesi ile yorumlanması da, inanıyoruz ki ilginizi
tatlı kıpırtıları içinizi ısıtsın. Ama korkup-endişe etmeyin, emin
çekecektir.
ellerdesiniz. Eğer siz uçmaya hazırsanız, uçağınız da kalkmaya hazır.
Dördüncü Bölüm olan: “İnsan, Evren ve Hologram”da, bütün
Sizi, o hep özlemiş olduğunuz yere ya da “hayâlinizde ne yaşatıyorsa-
bunların ne anlama geldiğini, beynin ve evrenin holografik esaslara
nız” oraya, yani cennete götürecek olan yolculuk başlıyor. Hepinize
göre organize olduklarının bilinmesinin ne gibi düşünsel sonuçlara
hayırlı yolculuklar... Yeni Çağ’a ve 21. Yüzyıl’a hoşgeldiniz!
yol açacağını ele alıyorum.
Aydın Arıtan
“Yeni Bir Düşünce Yapısı Kurmak” başlığını taşıyan Beşinci,
yani Son Bölüm’de bütün bunların bir sentezi yapılarak, Yeni Çağın
Bilinci’nin nasıl olması gerektiği inceleniyor. Düşünsel ve bilimsel
bir temelden yola çıkarak, hayatımızı ve toplumsal kurumlarımızı
nasıl yeniden kurmamız, neye “göre” yaşamamız, düşünmemiz
ve davranmamız gerektiği de böylelikle ortaya çıkıyor. Bu şekilde
teorik bilgiyi, günlük hayata ve pratiğe dökmek fırsatı da sağlanmış
Önceleri dağlara, taşlara, ateşlere yönelen bu “yüce güç” anlayışı, Aslında toplumsal hayat ve diğer insanlar ile olan ilişkiler, gerek-
daha sonraları totemlere, büyücülere ve sihirbazlara doğru dönmüş- li ve yararlıdırlar, insana bir ayna tutarlar. İnsan bu sayede kendi
Giderek karmaşık bir hâle gelen ve toplumsallaşan insan haya- Yine aynı senaryonun bir parçası olarak çocuklardan da, ana ve
babalarına saygıda kusur etmemeleri istenir: Ana-baba hakkı kutsal-
tında, fizyolojik ihtiyaçların daha rahat giderilebilmesinin ardından,
dır, onlara bir “üf” bile denilmemelidir. Ayrıca “cennet, annelerin
bu kez de bir takım psikolojik ve zihinsel ihtiyaçların öne çıktıkları
ayaklarının altındadır”.
görülmüştür. Artık insanlar “neden?” ve “ne için?” varolduklarını
ve “nereye doğru?” yöneldiklerini sorar bir hâle gelmişlerdir. Bu Eğer böyle olmasa, bu imtiyazlara “mazhar” olunmasa, kim ana-
baba olmaya niyetlenir? Yani, senaryo yine bozulur. Kısaca, evrensel
sorulara çeşitli cevaplar bulunmuş ve farklı yorumlar getirilmiştir.
planın kusursuz bir şekilde işleyebilmesi için, insanlar hep aynı tara-
Ama genel olarak her türlü düşünsel sistemin, felsefenin ve giderek
fa doğru yönlendirilmişlerdir.
de dinlerin ortaya koydukları en önemli ilkelerden bir tanesi de
şudur: “Birlikte ve gruplar hâlinde yaşayın. Birbirinizin haklarına Hatta Kutsal Kitaplar’da, Tanrı: “Bana kul hakkı ile gelmeyin”
demiştir. Yani kendisine yönelik yanlışları affedebilmekte, ama
saygılı olun!”
yaratılmış olan bir diğer canlının gönlünü kırmayı ve onun rızası
Çünkü dünyanın ve insanlığın varoluş programının işleyebilmesi aksine davranmayı en büyük günah saymaktadır. Hayret doğrusu!
için böyle davranılması gerekmektedir. İnsanlara, aktarılan bilgiler- Bu kadar mı önemli bir diğer, belki de “sıradan” bir canlının ya da
le, ne yapmaları ve nasıl hareket etmeleri gerektiği öğretilmektedir. insanın gönlü ve hakkı?
Eğer insanlar neye “göre” ve nereye “doğru” yaşayıp-yöneleceklerini Yine ünlü hadislerden birisinde: “Komşusu açken, tok olarak
bilemezlerse, şaşırıp-kalırlar ve işlemesi gereken “senaryo” da “başa- yatan, bizden değildir” uyarısında bulunuluyor. “Yahu bana ne, ille
rısız” olur. de bir başkasına acımak zorunda mıyım?”
Tıpkı anne-baba sevgisinin varedilmiş olması gibi. Eğer böyle bir Hz. İsa: “Sana bir tokat atana, diğer yanağını çevir” telkinin-
sevgi olmasa, hamilelik döneminden başlayarak, çocuğun büyüyüp- de bulunurken, Hz. Musa 10 Emir’de: “Yalan söyleme, hırsızlık
gibi temel Newtoncu fizik yasalarının geçerli olduğu bir dış dünya bulunduğu bir sistemin kurulması için kullanılması gerekir. Böyle
bir anlayışın temel yaklaşımı, insanın, doğayla olan aslî birliğini ve
gerçeği (ve algısı) ile, “düşünüyorum, o hâlde varım” şeklindeki
diğer insanlarla olan beraberliğini kaybettiken sonra (sembolik ola-
Descartesçi düşüncenin geçerli olduğu bir dünya planında daha
rak Adem ve Havva Hikâyesi’nde dile getirildiği gibi) kendi tarihini
başka ne türlü düşünebilirdik ki?
oluşturmaya başladığı yönündedir.
Felsefelerin, ideolojilerin, ütopyaların, ahlâk anlayışlarının ve
İnsanın, doğanın içine atılmış bir birey olarak doğadan ve diğer
dinlerin önerip-öğütledikleri gerçekler ile dünya insanının içinde
bütün insanlardan ayrı olduğunun (yani, tek başına kaldığının) far-
yaşadığı maddî şartlar birbirleriyle uyuşmamaktadır. Beraberliği,
kına varması ile uyanan idraki, insanlık tarihinin başlangıcı olmuş-
birliği ve bütünlüğü tavsiye eden ve bunları “doğru” olarak gösteren
tur. Bu tarihin de belirli bir amacı ve hedefi vardır: İnsan, içinde
her türlü yaklaşım, hayat koşulları ile ters düşmekte ve bu nedenle
uyanacak özlemle, doğa ve diğer insanlarla birleşmeye yönelmeli,
de insanların bunu anlayıp-kavramaları, hele de hayatlarını buna bunu gerçekleştirebilmek için de, kendi insanî yetenekleri ile akıl
göre düzenlemeleri çok zor olmaktadır. İnsanlar bu gibi çelişkileri ve sevgi güçlerini geliştirmelidir. Bu hedefe (mükemmele) yakın
aşabilmek için çeşitli formüller üretmişler ve değişik düşünce biçim- bir duruma ulaşırsa, içini yepyeni bir birlik ve bütünleşme hissi
lerine yönelmişlerdir. Dinsel ve mistik yönelimlerin ağırlık kazandı- dolduracaktır. O zaman artık yalnızlık ve izole edilmişlik hissetme-
ğı bu türlü çabalar, toplumsal alanda da kendilerini çeşitli ütopyalar yecek ve kendisini dünyada bir yabancı gibi görme düşüncesinden
ve toplum biçimleri olarak dışavurmuşlardır. de sıyrılabilecektir. Böyle insanlardan oluşan bir toplumun bu yeni
Böylelikle, adil ve mantıklı bir toplum tarafından oluşturula- bütün hakları, onların insan oldukları gerçeğinden kaynak bulur.
cak olan; adalet, sevgi ve kardeşliğin gerçekleşmiş olduğu yeni bir Bütün üretim araçları, devletin kontrolünde bulunmaktadır.
dünyayı yaratma fikri ve insanın bunu gerçekleştirebilecek yeteneğe Özel sermaye ve özel müesseseler yoktur. Ne yapacaklarına ve
sahip olduğu inancı doğmuş, bunun adına da “ütopya” denilmiştir.” ne kadar yapacaklarına kişiler kendileri karar vermektedirler.
Birçok tanınmış ütopya örneği vardır. Bunların en ünlülerinden Bellamy’nin “iyi toplumu”, lükse ve tüketime yönelmez, yalnızca
birisi de 19. Yüzyıl’ın sonlarında Amerika’da yayınlanan ve büyük “iyi yaşama” gayretine dayanır. Çalışma şekli ve alanı özgürce seçil-
bir ilgi toplayan Edward Bellamy’nin “Looking Backward (Geçmişe miştir, ama bu, hayatın tek hedefi değildir. 45 yaşına gelindiğinde
Bakış)” isimli eseridir. Bellamy’nin burada tanımladığı ve hayâlinde kişiler, artık ülkenin ekonomisine, çok tecrübe gerektiren meslek
canlandırdığı; teknik buluşlar ve aşırı bir üretim peşinde koşmak ve idarî makamlar hariç, katkıda bulunmak zorunda değildirler.
yerine, herkesin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterince üretebilen ve Aslında Bellamy, “tamamen özgür” bir sistemi düşünmektedir. “Bu
mantıklı bir teşkilata sahip olan bir toplum yapısıdır. Böyle bir yapı sistemde çalışma, insan doğasının ihtiyaçları doğrultusunda ve man-
içinde, insanlar sınırsız sayıda ürüne sahip bulunmazlar ve giderek tıklı bir şekilde düzenlenir.”
daha fazla tüketmek için teşvik de edilmezler. Örneğin, seyahat Bellamy’nin ütopyasında insanlar, sadece maddî açıdan daha iyi
etmek istiyorlarsa, evleri ya da kıyafetleri için daha az harcayabilecek- bir durumda değil, aynı zamanda psikolojik açıdan da pozitif bir
leri gerçeğini gözönünde bulundurmak zorundadırlar. Fakat, güzel konumda bulunurlar. Rekabet ve çekişme yerine, insanlar arasında
Yeni bilgilere göre göz, baktığı herşeyi bir cisim olarak değil,
bir frekanslar demeti ve belirli bir dalga boyunda salınan bir enerji
paketi olarak algılıyor. Bu nedenle, bir dünya resmine baktığımızda,
beynimizde onun görüntüsünün oluşmadığı anlaşılmış bulunuyor.
da kesin ipuçları yoktu. Beyin, bir transformasyon merkezi olarak görev yapmaktadır.
Kâinattaki karmaşık frekans “salatasından” görüntüler âlemini oluş-
Beynimiz, bir ayağı ile bildiğimiz üç boyutlu kâinata, diğer ayağı hareketin içinde bulunurlar.
bu şekilde, yani “cisimler” şeklinde algılayabiliyoruz. Bildiklerimiz, yapmaktadır. Ama biz onu, uçlara gelindiğinde yavaşlayan, hareke-
duyduklarımız ve gördüklerimiz, bizim sandığımız ve inandığımız tin tersine dönmesiyle de yeniden hızlanan ve iki farklı kutup ara-
gibi bir biçim taşımıyorlar. Tamamen bir yanılgı ve hayâl âleminde sında gidip-gelen doğrusal bir hareket ya da bir çizgi gibi algılarız.14
yaşıyor, işin fenası, bu durumu doğru ve gerçek zannediyoruz. Alın Bu dairesel hareket, zaman süreci içinde (dördüncü boyut olan
size bir örnek daha: zaman dilimine girildiğinde) bir sinüs dalga boyu hareketi olarak
Üç boyut içinde kısıtlı bir algılama spektrumuna sahip bulunan karşımıza çıkar. Bizim iki boyutlu grafiklerimize yükselen ve alça-
insan, zamanı “lineer” olarak algılar. Yani zaman, geçmişten şimdiye lan bir eğri olarak yansıyan bu hareket biçimini şöyle göstermek
ve şimdiden de geleceğe doğru uzanan bir çizgi izler ya da bize öyle mümkündür:
tarafından atılmıştır. Elektron mikroskobunu geliştirmek ama- Daha sonraları, 1960’da Maiman, holografik kayıtta lazer kul-
cıyla yola çıkan Gabor, holografi konusundaki çalışmalarını, 18. lanmayı başararak, hologram tekniğinde yeni bir sayfa açmıştır.
Hologram plakaları, genelde, cam levhaların üzerine ışığa duyar- hologramlar aracılığı ile sergilenmeleri düşünülmektedir.
lı, ince taneli gümüş tuzlarından oluşan bir emülsiyon kaplanarak Mimaride, maketleri broşürlere basmak yerine, küçük ve rahat
elde edilirler. Bu plakalardan her birisine, birbirlerinden farklı taşınabilir hologramlar ile müşterilere çekici görüntüler sunulabilir.
cisimlerin görüntülerini kaydetmek mümkündür. Kayıt bittikten Hologram kullanımı ile, reklâmcılık alanında da sonsuz imkânlar
sonra bu plakalar tıpkı bir fotoğraf diası gibi banyo edilirler. Gelişen açılabilir.
teknoloji ile birlikte silinip, yeniden kayıt yapılabilen ve ânında
Kuyumcular artık, kıymetli ürünlerini içeride ve kasada tutar-
görüntü verebilen hologram plakaları da üretilmiştir. Bu plakaların
larken, vitrine onların hologramlarını koyabileceklerdir. Teknik
yapımında artık, ışığa tutulunca kırılma indisi ve kalınlığı değişen
haberleşmede optik lifler arası geçişte yine hologram kullanılmak-
polimerler, renk değiştiren fotokromikler ve kuvvetli bir ışın ile
tadır. Uçaklarda pilotlara kolaylık sağlanması için hologramlardan
yerel olarak ısınan termik filmler, termo plastikler ve elektro-optik
yararlanma, bir süredir uygulanmaktadır.
kristaller kullanılmaktadır.
Hologramların kullanım alanları daha çok teknik konularda
ortaya çıkmaktadır. Opto-elektronik kristaller kullanılarak üretilen
Hologram Nerelerde Kullanılır? hologram plakalarında, cismin kendisi ile başka bir anda çekilmiş
Önceleri yalnızca laboratuvarlarda kullanılan bir teknik olan görüntüsünü (ya da iki ayrı andaki görüntüsünü) üstüste getirmek
holografinin kullanımı, günümüzde giderek daha çok yaygınlaş- mümkün olmaktadır. Böylelikle metalurjide, uçak parçalarının
makta ve gelişen teknolojiye paralel olarak, hayatın içine girmekte- ve oto lâstiklerinin kontrolünde ve benzeri birçok yerde holografi
dir. Hologram plakalarından oluşan sanat sergileri açılmakta, tiyatro tekniği işe yaramaktadır. Bu teknikte, önce cismin serbest hâldeki
oyunlarında dekor olarak kullanılmakta, hatta sinema filmlerindeki görüntüsü kaydedilir. Sonra cisim “yüklenir” ve o anda plaka üze-
Sürtünme sonucunda oluşan aşınmaların tespit edilmeleri de Ayrıca, bilgilerin stoklanıp-saklanması ve optik sistemlerdeki
yine aynı biçimde, hologramdaki görüntülerin çakışıp-çakışmaması hataların düzeltilmesi gibi alanlar da, holografi tekniğinin kullanım
ile belirlenir. Görüntünün farklılaşması nedeniyle, o yerde açıklı- alanı kapsamına girerler.15 Bu örnekleri uzatmak mümkün. Ama
koyulu eğri şeritler belirir. İşte tam orası, aşınmanın başladığı yer- bizim bu çalışmadaki amacımız, hologram konusunu tanıtmak ve
dir. Böyle büyük hacimli cisimleri, başka hiçbir teknikle, bu kadar onun, insanı ve evreni anlamamızda yarattığı fırsatları ortaya koy-
Araştırmalarda hologramın tercih edilme nedeni, bu tekniğin, Bu nedenle, örnekleri ve kullanım alanlarını sıralamaya son
veriyoruz. Şüphesiz ki, teknoloji geliştikçe hologramların kullanım
incelenen olayı etkileyip-değiştirmemesidir. Örneğin bir alevin
alanları ve sağladıkları yararlar da artacak. İnsanlara daha iyi, daha
sıcaklığını, basıncını ya da hızını ölçmek için bir ölçüm aleti aleve
güzel ve daha gelişmiş bir hayat sağlama çabaları içindeki yeri de
sokulursa, alev ile alet karşılıklı olarak birbirlerini etkileyerek değiş-
sağlamlaşacak.
tirirler. Yani doğru bir ölçüm yapmak mümkün olmaz. Hologram
kullanılması hâlinde ise, ölçüm için ışın dalgaları kullanılır. Bu da,
ortamı etkilemez ve ölçümü bozmaz. Bir Görüntü Kaydetme Yöntemi: Fotoğraf Çekmek
Hologram, küçük ayırdetme limitleri ile büyük bir alan derin- Fotoğraf, insan gözünün görme prensibinden hareket edilerek
liğini aynı anda gerçekleştirir. Bu nedenle, çok küçük ve çok hızlı oluşturulmuş olan, iki boyutlu bir görüntü kaydetme tekniğidir.
parçaların yer aldıkları deneylerde de kullanılmaktadır. Parfümlerde Mercekten içeriye giren görüntü, makinenin içinde bulunan ve özel
eriyik içindeki parçaların homojen olup-olmadıklarının araştırılma- kimyasal bir sıvı ile kaplanmış olan filmin üzerine ters olarak yan-
3. Hologramın en büyük özelliği ise, tek tek her parçasının “göre” bir biçim alması.
bütün cismin görüntüsünü (netliği azalarak da olsa) verebilmesidir. 5. Kaynaktan, yani kaydın yapılmış olduğu ilk açıdan gelen
Hologram plakasının her noktasına, cismin her yanından ışın dal- ışının olmaması hâlinde, görüntünün (yani, dış âlemin) ortaya
gaları gelmekte ve kaydedilmektedir. Bu nedenle, hologram plakası çıkamaması.
ne kadar koparılsa ve kırılsa bile, her parça, bütünün bilgisini içinde 6. Işın kaynağının, hem kaydın yapılması, hem de daha sonra
taşır ve gerektiğinde, bütünün tam görüntüsünü tek başına verir. görüntünün yeniden oluşabilmesi için gerekli olması.
İşte bu gerçek, holografi tekniği aracılığı ile insanı, evreni ve yaratılış
7. Üç boyutlu görüntü âleminin varlığını ve canlılığını sürdü-
kanunlarını anlamamızdaki en can alıcı noktadır.
rebilmesinin, ışının hiç eksilmeden, değişmeden ve bozulmadan
Holografi Kuramı’na Giriş süregelmesine bağlı bulunması.
Tam burada bazı ilginç noktaların altını çizmek ve hologram Şimdi de kısaca bunların felsefî yorumlarına değinelim: Öncelikle
konusundaki kavrayışlarımızı derinleştirmek yerinde olacak. Bir merkezî bir ışın (enerji) kaynağının varolması ve ışınını kesintisiz
hologramın oluşması için gereken temel şartlar şunlardır: olarak göndermesi gerekmektedir, varoluşun oluşabilmesi için.
Ancak bu kaynağın enerjisi o derece yoğundur ki, yaratılanlar onu
1. Işınını kesintisiz olarak gönderen bir ışın kaynağının varol-
gerçek hâli ile algılayamazlar ve göremezler, bu gerçek onlara ağır
ması.
gelir ve “yakar”. Bu nedenle bu ışın (enerji) kendisini indirger ve
2. Bunun ikiye bölünmesi (düalite).
ikiye böler (düalite, artı ve eksi kutup), böylelikle de kavranılır bir
3. Bu iki ışından birisinin direkt (“referans dalgaları”), diğerinin ise hâle gelir. Ve bu yolla dünya planını, canlılığı ve hayatı meydana
endirekt (“objenin dalgaları”) bir yolla hologram plakasına ulaşması. getirir. Hologram plakasına bir kaydın yapılabilmesi için, plakaya
“Ana kaynak, hem kaydın yapılması (yaratılış), hem de daha Bütün bu süreci yeniden ele alacak olursak, şöyle bir spekülas-
sonra görüntünün yeniden oluşması (evrenin canlanması) için yona gidebiliriz: İlk başta hiçbir şey yoktu, sadece Tanrı bulun-
gereklidir” demiştik. Varoluşun sürebilmesi için de, bu ışın kaynağı- maktaydı. Burada zaman ve mekân yoktu, baş ve son ya da aşağı ve
nın hiç kesilmeden sürmesi şarttır. Yani Tanrısal el ortadan kalktığı yukarı bulunmamaktaydı. Geçmiş, şimdi ve gelecek de yoktu ya da
anda, herşey yok olur! bir arada ve tek bir an olarak mevcuttular. Herhangi bir görüntü-
“Hologramın yazılımı” ya da “kaydedilme” aşaması, yani yaratı- ye ya da canlılık izine rastlamak da mümkün değildi. Dalga boyu
lış, David Bohm’un “implizit (kapalı) düzen” dediği transandantal salınımları içindeki holografik âlem, farklılaştırılmamış bir sürek-
alanda gerçekleşir. “Hologramın okunması” ya da “görüntünün lilik hâlinde adeta “cansız” ve “uyku durumunda” idi. Daha sonra
ortaya çıkması” demek olan, görüntü ve canlılık kazanma aşaması, “Tanrı bilinmeyi diledi” ve ışınını bu dev enerji denizine doğru
kısaca varoluş ise, “explizit (açık) düzen”de kendisini dışa vurur. tuttu. İstek, bir bilinci oluşturdu. Bilinç ise, ilk algılamayı yaptı.
Ortaya çıkan ve varedilmişler tarafından algılanan bu görüntüler, İlk algılama ile varolma aynı anda gerçekleşti. Ana kaynak, ışınını
üç boyutluluk açısından gerçektirler. Evrenin temel yapısı olan hiç kesmeden ve düz bir frekansta yollamaktaydı. Bir biçimin düşü-
holografik platformdan bakıldığında ise, sadece “suret” ya da nülmesi ile bir yoğunluk oluştu ve henüz farklılaştırılmamış olan
“hayâl”dirler. Holografik düzeyde zaman ve mekân yoktur, yaratılış sürekliliğin içinden bir kabarcık gibi başını kaldırdı.
İşte bu nedenle beyindeki elektriksel aktivite, dış dünyadan alı- Beynimize beş duyumuz yoluyla ulaşan her türlü enformasyonlar
nan enformasyonlarla aynı görüntüde değildir. Bu durum, tıpkı bir ve veriler, transforme edilir, yani dönüştürülürler. Örnek olarak;
hologram plakasının üzerine yapılan kayda benzer. Nasıl ki, görün- daha önce de gördüğümüz gibi, bir masaya baktığımızda, beynimiz-
tüsü kaydedilen cismin hologram plakası üzerinde beliren şekli de o masanın elektriksel bir modeli oluşmaz.
buruşuk bir kumaş gibi, yani bir kesişim ve girişim ağı modeli olarak Beyin, kendisine ulaşan (görüntü, ses, koku, tat ve benzeri)
ortaya çıkıyorsa, beyinde de aynı türden bir işlem oluşmaktadır. verileri, frekanslarına ayrıştırarak kabul eder. Hatırlama yaparken
Enformasyon, sinüs bileşenlerine ayrılarak ve bir frekans modeli de, süreç bu kez tersine işler, frekanslar (görüntü, ses, koku, tat ve
olarak beyne alınır. Bu sırada beyinde bir kesişim ve girişim ağı benzerleri) belirli bir yoğunluk alırlar ve biz böylece, normal (3
modeli ortaya çıkar. Enformasyonu oluşturan veriler, bizim üç boyutlu) bir dünyayı algılamaya devam ederiz.
boyutlu olarak gördüğümüz şekilleri ile değil, onları oluşturan fre- Nasıl ki, dünya sürekli olarak ve büyük bir hızla döndüğü hâlde,
kanslar demeti hâliyle kayda geçerler. Gerekli olan durumlarda da, biz onu duruyormuş gibi algılıyorsak, beyin de aslında inanılmaz bir
çağrışım yöntemiyle onlara ulaşılır ve onlardan yararlanılır. hızla alıp-verme işlemi yaparken, görüntüden frekansa, frekanstan
Aslında bize sert, katı ve durağan gibi gelen bütün maddeler ile bir- görüntüye geçip-durmaktadır. Yani bazı düşünürlerin: “İnsan bir
likte herşey, titreşen ve salınan (belirli yoğunluklarda bir araya gelmiş hayâldir. Aslında bütün yaşananlar geçici ve aldatıcıdır. Bu âlem bir
olan) bir enerji biçimi ya da holografik bir alandır. Evrensel varoluş, surettir” sözleri, günümüzde bilimsel olarak da kanıtlanıyor gibidir.
üç boyutlu algı alanımızı aşan bir biçimde gerçekleşmektedir.
Nitekim, Karl Pribram gibi beyin uzmanları ile David Bohm
Beynimizin yaptığı, bir yandan kendisine ulaşan çeşitli frekansla- gibi kimi fizikçiler, beynin frekanslar alanına geçmesinin, mistik bir
rı (indirgeyip-dönüştürerek) biçimlendirmek ve bizler için “anlaşılır yaşantı olduğunu dile getirmektedirler. Çünkü bu alan holografik
kılmak”, öte yandan da bizim ürettiğimiz “görüntüler dünyası”nı bir biçimde organize olmuştur ve orada zaman ve mekân yoktur.
Burada akla şöyle bir soru geliyor: “Peki beyin bu “içsel hologra-
mı” oluşturabilmek için ihtiyaç duyduğu dalga boylarını nasıl elde
ediyor?”
Bazı hatıraların beyinde hiç kaybolmadan “sonsuza dek” saklan- rın, hem de çok ayrıntılı olarak hatırlanabildikleri ortaya çıkmıştı.
dıkları fikrinin insanlarda doğmasına neden olan buluşların başında, Daha da ilginci, aynı bölgeye daha sonra yapılan elektriksel uyarılar-
Kanadalı beyin uzmanı Wilder Penfield’in yaptığı araştırmalar ve da, yine aynı hatıralar canlanıyorlardı. “Öyleyse” diyordu Penfield:
bunların sonuçları geliyordu. 1920’li yıllarda yaptığı araştırmalarla “Hatıralar beynin belirli merkezlerine kaydedilirler ve sonsuza dek
Penfield, anıların hiç kaybolmadıklarını, hepsinin beyinde varolma- de orada kayıtlı olarak kalırlar.”21
ya devam ettiklerini ve belirli yerlerde lokalize olduklarını ortaya Aynı beyin bölgelerine aynı uyarıyı alan kişilerin, geçmişteki
koymuştu. Bu buluşlarından ilkinin doğru, ikincisinin ise yanlış birçok ayrıntıyı (sesi, kokuyu, görüntüyü, tadı) net bir şekilde hatır-
olduğunu daha sonraki bilimsel çalışmalar gösterecekti. lamalarını, bir rüya görme olayından çok, bir kütüphanede raflara
Beyin, acı hissini direkt olarak algılamaz. Eğer bu bilgiyi ona dizilmiş olan farklı kitapların, oradan alınıp-okunmaları ve sonra
götüren bazı sinirler uyuşturulacak olurlarsa, beynin duyumlarını tekrar yerlerine konulmaları şeklinde ele almak, Penfield’e en doğru
etkilemek mümkün olabilir. açıklama gibi geliyordu.
Penfield, kullandığı elektrotlarla beyin kabuğunun belirli bölge- Son yıllarda hipnoz uygulamaları ile kendi geçmişlerine giden
lerini etkileyerek, acı duyma hissini ortadan kaldırmayı başarmıştı. deneklerin, ki buna “ekminezi” adı verilmektedir, tıpkı Penfield’in
(Günümüzde aynı etkiyi, hiçbir ek ya da yardımcı alet kullanmadan, deneylerinde olduğu gibi, hatıralarını tam olarak ve bütün ayrıntı-
sadece “hipnotik telkin” vererek elde etmek, artık rutin bir uygula- ları ile net bir şekilde hafızalarında canlandırabildikleri görülmek-
ma hâlini almıştır. tedir. Bu olgu, spiritüel bilimlerdeki “evrendeki her olayın hiçbir
Böylece hiç acı duyurmadan çeşitli operasyonları uygulamak ve ayrıntısının yok olmadan kaydedildiği” gerçeğini açıklamakta kul-
hatta doğum yaptırmak bile mümkün olmaktadır.) lanılan “akaşik kayıt” kavramıyla da örtüşmektedir.
Birbirlerine kesinleşmiş ve değişmeyen nöron bağlantıları ile bağ- Fantom Görüntüler Ve Ağrılar
lanmış olan beyin, nasıl oluyor da çeşitli nesneleri, onları tam olarak Pek sık rastlanılmasa da, tıp tarihinde örnekleri olan bir durum
göremese bile gerçek şekilleri ve boyutları ile rahatlıkla tanıyabiliyor da, herhangi bir organını (kolunu, bacağını...) yitirmiş olan kişile-
ya da böylesi bir algı esnekliği gösterebiliyor? rin, zaman zaman adeta bu organları yerlerinde duruyormuş gibi,
ağrılar ve sızılar hissetmeleridir. Hatta bu “sanal” sancılar bazen
öylesine gerçek ve ızdırap verici olmaktadırlar ki, güçlü ağrı kesiciler
Öğrenilmiş Yeteneklerin Aktarılması
kullanılmadan, bu ağrıların ve şikâyetlerin iyileştirilmeleri mümkün
Bilim insanlarının, klâsik teoriye uygun düşünceleriyle çözeme- olamamaktadır. Bazı durumlarda da kişiler, artık yerinde olmayan
dikleri bir diğer konu, motorik sisteme bağlı olan bir takım öğre- bu organlarını, sanki oradaymış gibi görüp-hissettiklerini söylemek-
nilmiş yeteneklerin, nasıl olup da başka organlara aktarılabildiğiydi. tedirler. Peki, acaba nasıl oluyor da, insanlar olmayan bir şeyi, sanki
Sağ eliyle yazı yazan bir kimse, biraz gayret etmesi hâlinde, sol varmış gibi algılayabiliyorlar?
Bu açıdan bakınca, insanın nasıl öğrendiği ve hafızasında bu bil- “Beyin hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan sinapslarda oluşan
elektriksel ve kimyasal alışveriş, yalıtılmış bir biçimde oluşmaz.
gileri nasıl sakladığı konusu adeta bir muamma. Ama tüm bunlara
Elektriksel olarak gelen bilgi, nöronların bağlantı kolları arasında
rağmen, öğrenme olayı gerçekleşiyor” diyordu.
bir dalga boyu olarak hızla dolaşırken, yeni gelen bilgilerin dalga
Lashley ile birlikte çalışmalar yapan Alman asıllı nöroloji uzma- boylarıyla kesişirler ve bir “girişim ağı modeli” ortaya çıkar. Bu,
nı Karl Pribram, hem Penfield’in, hem de Lashley’in çalışmalarını tıpkı bir havuza atılan taşların yarattıkları dalgaların birbirleriyle
yakından izliyordu. kesişmelerine benzer.”
sistemdeki hücrelerin, bir algılama sırasında nasıl davrandıkları araş- ortaya atmıştı.
tırıldı. Acaba bu beyin hücreleri de, hologram ile aynı matematiksel Daha sonraları bu konuyla ilgili araştırmaları sürdüren Georg
kanunlara göre mi hareket ediyorlardı? von Bèkèsy, iç kulakta bulunan helezonun, bir tuş gibi değil, bir tel
lerin hep aynı ilkelere göre çalıştıklarını göstermişti. Bir tek, gör- Beyindeki görsel korteksin hücreleri birer “frekans analizörü”
sel sistemin buna uygunluğu daha kanıtlanamamıştı. Cambridge gibi çalışırlar ve her bir grubu, ayrı bir hacimsel frekansa duyarlıdır.
Üniversitesi’nden Fergus Campbell ve arkadaşları, görsel sisteme ait Görsel modellerdeki aydınlık ve karanlık karışımı oldukça karma-
hücrelerin de birer “frekans analizörü” gibi çalıştıklarını gösterdiler. şıktır. Ama Fourier Analizi ile, en karmaşık modelleri bile, kendi
arasındaki boşlukta bir yerde olduğunu hissetmeye başlamışlar. aynı dönemlerde fizik dünyasında da ilginç gelişmeler görülmektey-
Bèkèsy, diğer deneylerinde de buna benzer sonuçlar elde etmiş. di. Önümüzdeki bölümde bunları ve fizikteki yeni arayışları daha
Duyu organı olmayan yerlerde bir takım duyumların alınması ve yakından inceleyeceğiz.
hislerin oluşması şeklindeki bulgular, Bèkèsy’yi de, Pribram’ı da
şöyle düşündürtmüştür: “Elektrotların oluşturdukları vibrasyon
dalgalarının birbirleriyle bir girişim ağı modeli meydana getirmeleri,
beyni, bedende oluşan bir süreci beden dışındaki bir alana taşımaya
yönlendirebilir.” Yani beyin, hologram plakasına yapılan kaydın
Ama bu da sizin fotoğrafınız. Hem de doğru açıdan pozlandı- Ama, İzomorfoloji Teorisi’nin bize kazandırdığı bir şey vardır.
İzafiyet “zaman”, kuantum da “mekân” kavramlarını yerle bir düzeyine geçmek zorundasın!”
etmişti. Buna, “bana ne?” diye cevap vermemiz ve başımızı kuma göm-
Bize göre de, bu “ayrı ayrı varoluş algısı”ndan, “bütünsel evren Aletler ve teknoloji geliştikçe, önce atomlar deneysel yollarla
anlayışı”na yapılması gereken sıçrama, insanlığın ve dünyanın en incelendi ve bölünmez olmadıkları ortaya çıktı, ayrıca içlerinde
temel varoluş nedenidir. herhangi bir temel cevher veya öz de bulunmamaktaydı. Atomu
Özetlersek: “Gördüklerin gerçek değil, düşündüklerin gerçek oluşturan elektronlar, protonlar ve nötronlar sürekli olarak hareket
değil, algıladığın zaman ve mekân senin algıladığından çok daha hâlindeydiler ve aralarında da büyük boşluklar bulunmaktaydı.
farklı bir yapıya sahip. Çünkü bunların hepsi, gerçekliğin varoluş Yani, katı bir temel yapı taşı yoktu.
biçimlerinden ve boyutlarından yalnızca bir tanesi, bir suret ve Atomaltı parçacıkların derinlerine inildiğinde de böyle bir temel
ancak sana “göre” böyle. Senin organize olduğun üç boyutlu dünya parçacık bulunamıyordu. Yani katı, sert ve bölünmez gibi görünen
planına “göre” ve sadece o dar ara kesitte geçerli. Öncelikle bunları maddesel kâinatın temelinde bir “boşluk” yer almaktaydı. Şaşırdılar
kavraman gerekiyor. Yani bildiklerinin kökten değişmesi ve büyük bilim insanları.
bir hayâl kırıklığı yaşaman şart!” Ama asıl şaşkınlık, atomaltı parçacıklar incelenmek istenildiğin-
Ancak ondan sonra yeni “düşünce ve anlayış modeli”nin ne ola- de ortaya çıktı. Çünkü burada karşılarına dev bir enerji denizi ya da
cağı konusuna eğilebiliriz. Bunun için de, öncelikle insanın da bir tıpkı bir nabız gibi atan bir enerji salınımı çıkıyordu. Yani katı bir
parçası olduğu kâinatın yapısı üzerinde durmak gerekiyor. Ardından şey yoktu ve tüm kâinat aynı temel özelliklere sahipti. İnsan da, taş
yeni zaman-mekân ve insan anlayışının hangi temeller üzerine otur- da, toprak da...
ması ve nasıl olması gerektiğini ele alacağız.
İşin ilginci, bu atomaltı parçacıkların ikili bir yapıya sahip
Ünlü fizikçi Werner Heisenberg, kuantum araştırmaları sırasında olmalarıydı. Kimi zaman bir parçacık, kimi zaman da dalga boyu
ortaya çıkan şaşırtıcı sonuçlar üzerine şöyle söylemişti: “Doğanın, şeklinde hareket ediyorlardı. Yani her türlü kesinlik ve temel yapı
atomaltı deneylerde bize göründüğü kadar saçma olması mümkün taşı beklentisi boşa çıkıyordu. Kâinatın görünürdeki yapı taşı olan
Petre’nin durumu ise, biraz daha farklıdır. O, bir yandan makro tâbiydi. Fizik âlemin değişmez kuralları işlemeye devam ediyordu.
düzeydeki neden-sonuç yasalarının işleyişine tanık olmuştur, ama Yaptığının karşılığını görmüştü. Hiçbir şey insanın yanına kâr kal-
öte yandan da daha farklı bir gerçeklik olgusunun farkına varmıştır. mıyordu. “O halde” dedi kendi kendine ve de korku duygusuyla
Tıpkı atomaltı âlemin Newtoncu mantık için anlaşılamaz olan ger- “bundan böyle hata yapmamaya dikkat etmem gerekiyor, yoksa
çeklik düzeyi gibidir bu. Burada insan mantığı için şaşkınlık, hayret pabuç pahalı”.
ve anlayamamak söz konusu olmaktadır. “Neden?” diye sormaktadır Cezalar ve acılar ya da kan, ter ve gözyaşı dünya planının eğitim
Petre, “neden benim değil de Dimitri’nin başına geldi böyle bir programının öğeleri. Bu üç boyutluluk içinde sıkışmış olan dünya-
şey? O kötü birisi de, ben çok mu iyiyim? Niçin o küçük çocukları
nın şartları, ne yazık ki oldukça geri ve epeyce de ağır.
öldürdü, o anda aklından neler geçti, içinde ne gibi duygular kabar-
Zaten insan, ruhsal varlığını bu maddesel bedenin içine hapset-
dı? Acaba ben onu vazgeçirebilir miydim, yoksa kader ağlarını bir
kez örmüş müydü?” tiği andan beri zincirlenmiş hissediyor kendisini. Ruhsal varlığın
zamana ve mekâna bağlı olmayan ve kâinatın tüm bilgilerine “vâkıf”
Sıra, konuya olayın baş kahramanı Dimitri’nin açısından bakma-
bulunan o dev kapasitesinin, “öyle gerektiği için” maddesel bir kılıfa
ya geldi. Dimitri iki oğlunu da fecî bir biçimde ve genç yaşlarında
bürünmesi, zaten başlı başına bir hapishane hayatı. Böylelikle adeta
kaybetmenin derin acısını yaşıyordu. Belki de bir insanın hayatta
bir hayvanla eşdeğer bir konuma indirgenmiş oluyor insan fiziksel
başına gelebilecek en kötü şeylerden birisi onun başına gelmişti,
olarak. Yiyor, dışkı ve pislik üretiyor, yaşlanıyor, dişleri dökülüyor,
sanki “piyango” ona çıkmıştı. “Evet” diye düşündü “ben o iki çocuğu
çürüyor, kendi bedeninin ürettiği kötü kokular içinde yaşıyor, düş-
başlarına vurarak öldürmüştüm. Demek ki İlahî Adalet var, Allah da
kün ve zavallı bir hâle geliyor. Ruhsal bir varlık için bundan daha
benim iki çocuğumu başlarına vurup-keserek benden aldı. Ama ben
yaptığımdan pişman olmuştum, af ve nedamet dilemiştim. Neden ağır ve aşağılayıcı şartlar olabilir mi?
kabul olmadı dileklerim? Neden aynı şeyler benim de başıma geldi?” Acaba Dimitri’nin duyduğu pişmanlık, Tanrı’dan af dilemesi ve
da bunları bir daha hatırlamamak için çok gayret göstermiştim. Her ettiğini bulmuştur. Ama mikro planda ya da bütünsel düzeyde, bu
olay gerçekleşmesi gerektiği için, yani bir zorunluluk olarak meyda-
aklıma geldiğinde, o görüntüleri bastırmıştım.”
na gelmiştir. Başka türlü söylersek, biz istesek de, istemesek de bu
Bu, nasıl olabilirdi? Önsezi, olacakları hissetme, önceden bilme olay gerçekleşecek; Dimitri katil olacak, onun öldürdüğü çocuklar
gibi açıklamalar, olabileceklerin ancak yaklaşık bir tanımlamasını ile ölen kendi çocukları da öleceklerdir. Yani biz, varolan yazılı bir
yapabilirler. Bir uçağın düştüğünü rüyasında görenler olabilir, bir senaryoya göre rollerimizi oynamaya çalışan oyunculardan başka bir
ön his olarak bunu hisseder ve beyinlerindeki görüntülerle birleşti- şey değiliz.
öldürdüğü iki küçük Türk çocuğu. Hemen herkesin: “Bunların ne başka bir yapı ve bambaşka bir işleyiş söz konusudur. Evrenin ana
günahları vardı?” diye sorası geliyor. Evet, doğru da bu. “O halde (temel) planında ise, bütünsellik yasası geçerlidir. Zaman ve mekân
yoktur. Bütün herşey tek bir an gibidir. Yani, olmuş ve bitmiştir. Bu
neden öldüler, niye böyle bir cinayete kurban gittiler?”
nedenle de kesin ve değişmez olan bir kader vardır. Herşey önceden
Bu iki küçük çocuğun görevleri bu kadardı. Diğer insanlara;
bellidir, yaşanmıştır ve sonuçlanmıştır. Ya da tek bir an şeklinde
çevrelerine, ana-babalarına ve onları öldüren Dimitri’den, onun sürekli olarak (paralel evrenlerde) yaşanıyor gibidir. Bütün anlar,
durumunu bilenlere kadar birçok insana belirli dersler vermek ve geçmişler, şimdiler ve gelecekler her an yeniden tek bir an olarak
kendilerini geliştirme fırsatı yaratmalarını sağlamak için beden- varolmakta ve yok olmaktadırlar.
lenmişler, bu görevi yerine getirince de, bu plandan ayrılmışlardı.
Dimitri, kendi ektiğini biçmiş, yaptığı kötülük ya da yanlışlığın
Herkes görevini yapıyordu bu dünyaya doğmakla. Her ruh, bütü-
cezasını aynen ödemiştir. Bu, bizim algıladığımız üç boyutlu dün-
nün bilgisini deneyimlemek için geliyordu bu plana ve süreç bitene
yanın varlığına ve işleyişine uygun bir durumdur. Neden ve sonuç
kadar da geliş-gidişler yapıyordu, farklı biçimlerde.
ilişkileri vardır. Sıcak soba elinizi yakar, buzların içine girerseniz
Dimitri’nin ölen çocuklarına gelince, onlar da tıpkı ölen iki Türk donarsınız. Bu durum her zaman ve her yerde aynı sonucu verir,
çocuğu gibi, aynı plan çerçevesinde eğitici bir görevle gelmişlerdi. kesindir ve değişmez.
İşte size bilimsel açıdan “kader” konusunun yorumlanması. bürünür. O andan itibaren de zamana ve mekâna tâbi bir hâle gelir.
Gerisi size kalmış. Konuyu bu açıdan değerlendirecek olursak, evrende tek bir ân
Aslında birbirlerinden farklı gibi duran tüm özellikler (parçacık, Atomaltı birimlerin tek tek ve birbirlerinden ayrı olarak ele alın-
dalga, boyut, mekân, zaman) aynı ve tek olan bir şeyin, bakanın ve maları ve nitelendirilmeleri mümkün olamadığı için, onları ancak
gözlemcinin bakış açısına (ve hatta isteğine) göre bir görüntü alır. birbirleriyle olan karşılıklı ilişkileri, etkileşimleri ve bağlantıları çer-
Bir elmaya üç ayrı yerden bakanların onu farklı farklı tanımlamaları çevesinde değerlendirmek gerekir.
gibidir bu. Orada herşey vardır. Siz ne kadarını görebilirseniz, size o Özetle; maddenin alt birimlerine doğru gidildikçe, evrende
kadarı yansır. Ya da siz nasıl bir donanıma sahipseniz, onu o yönüyle yalıtılmış, yani tek başına varolan bir temel yapı taşının olmadığını
algılayabilirsiniz ancak. görürüz. Varolan tüm birimler, birbirleriyle bir iletişim ve etkileşim
Atomaltı parçacıkların ikili (belki de daha fazla) bir yapıya sahip içindedirler. Bizler de onları, ancak karşılıklı ilişkileri ve etkileşim-
olmaları, yani bünyelerinde farklı varoluş özelliklerini bulundurma- leri içinde gözlemleyebilmekteyiz.
ları ve oluşan koşullara göre bir biçime bürünmeleri çok ilginçtir. Tıpkı bir insan bedeninde olduğu gibi. Sayısız hücre ve mole-
Hatta insan için kavranılamaz bir gerçekliktir. Parçacıkların bir külden oluşur insan bedeni. Ama biz onları değil, onların ortak
diğer ilgi çekici özellikleri ise, hiçbir zaman çevrelerinden kopuk ve ürünlerini görürüz sadece. Yürürüz, güleriz, kalbimiz atar...
tek başlarına hareket etmemeleridir.
Ama en ufak bir yerimiz incinse, bütün bedenimiz bundan
Heisenberg, atomaltı parçacıkların böyle “belirsiz” bir tavır ser- ânında haberdar olur. Bütün hücreler birbirlerine muhtaçtırlar.
gilemelerini “Belirsizlik İlkesi” adlı formülü ile açıklamıştır. Atom- Birinin sağlığı ve iyiliği; diğerinin iyiliği, sağlığı ve mutluluğu
altı âlemdeki tüm varoluşların ikili bir yapı taşıdıklarını ve hiçbir demektir. Bir hücrenin başarısı, diğerinin de başarısı anlamına
şekilde bir arada tanımlanmalarının mümkün olmadığını ortaya gelir. Çünkü onlar (dışarıdan bakıldığında) tek başlarına güçsüz,
koyduğu bu matematiksel yaklaşımında, atomaltı parçacığın hangi zavallı ve küçüktürler. Ama görevlerini tam ve doğru olarak yerine
Hepsi birbirlerinden sorumludurlar. Yapılacak bir hata, kişi- Atomaltı düzeyde, bizim bilip-tanıdığımız ve gözlemleyip-dene-
selleştirilmez, çünkü o, hepsinin ortak sorumluluk alanları içinde yimlediğimiz, yani günlük hayatımızda karşımıza çıkan fizik kural-
bulunmaktadır. Hepsi hem kendilerine, hem de bütün diğerlerine ları geçerliliklerini yitirirler. Bu düzeyde artık katı maddelerden
karşı sorumludurlar. değil, enerji salınımlarından, birimler arasındaki etkileşimlerden ve
olasılık bulutlarından sözetmek gerekir.
Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi, atomaltı birimlerin ikili bir
yapıda olduklarını ve her iki özelliğin birden aynı anda devrede Niels Bohr şöyle yazıyor: “Birbirlerinden ayrı, kopuk ve tek başı-
olamayacağını açıklamaya çalışıyordu. Gözlemci bu iki durumdan na, yalıtılmış bir hâlde bulunan maddesel temel yapı taşları ya da
hangisine yönelirse, o özelliği ile onun karşısına çıkıyordu atomaltı maddî parçacıklar anlayışı artık iflâs etmiştir. Onların özellikleri ve
dünya. Yani onun kimliğini gözlemci belirliyordu ya da başka bir varlıkları, diğer birimlerle olan etkileşimleri içinde belirlenebilir ve
deyişle: “Gözlemci, evreni kendi düşünce ve isteklerine göre etkile- ancak bu yolla ya da bu yönleriyle gözlemlenebilirler.”31
Bir filmin saniyede tek kareden, yüz kareye kadar farklı hızlarda
ve hepsinin de aynı anda karşımızdaki ekranlarda gösterildiğini düşü-
Birbirlerinden ayrı iki elektron düşünün, aralarında epeyce bir Artık biliyoruz ki, Newton Fiziği’nin geçerli olduğu, birbirle-
mesafe olsun, bunlardan birisinin üzerinde uygulanan bir ölçüm ya rinden ayrı parçaları bir saat gibi düzenli bir biçimde işleyen ve
da etki, derhal diğeri tarafından da hissedilmekte ve ona uygun bir neden-sonuç yasalarına tâbi olan bir dünya ve kâinat anlayışının
tepki verilmektedir. kökeninde, tam da ona zıt bir oluşum yatmaktadır. Herhangi bir
“EPR Deneyi” adı verilen bu uygulama ile ilgili olarak bir yorum birimin özellikleri ve hareket şekli, lokal etkenler tarafından değil,
yapan Bohr, bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Bu iki parçacık, bağlantılı (ya da bir parçası) olduğu bütünün, zaman ve mekân
birbirlerinden ayrı gibi dursalar da, aslında sistemin içinde yer alan sınırlarını aşan öğeleri tarafından belirlenmektedir. Yani tek tek
bölünmezliğin bir uzantısı olarak, birbirleriyle bağlantılıdırlar. Bu parçalar ya da birimler, davranışları ile bütünü belirlemezler. Tam
nedenle, ana sistemi, tek tek bağımsız parçalara bakarak anlamak tersine, “bütün” parçaların oluşumlarını ve hareketlerini belirler.
mümkün değildir. Uzay içinde ayrı düşmüş de olsalar, kâinattaki Burada akla şöyle bir soru geliyor: “Madem ki bu üç boyutlu
bütün birimler lokal olmayan bağlantılar nedeniyle birbirlerinden fiziksel âlem bir suret, bir yanılgı ve bir eksik bilgi odağı, o hâlde
haberdar bir hâle getirilmiş ve birleştirilmişlerdir.”32 neden var? Neden biz gerçek şekli değil de, bunu yaşıyoruz? Bu
Ünlü fizikçi Henry Stapp, bu durumla ilgili olarak şunları yaz- suretlerle uğraşmanın ne anlamı var? Neden bizim algısal yapımız,
mıştır: “Dünya ya tamamen rastlantısal yasalar tarafından yöne- mercekleştiren bir özellik taşıyor ve üç boyutlu bir ara kesite sıkış-
tiliyor ya da tamamen kenetlenmiş bir bütünlük şeklinde hareket mış olarak yaşıyoruz?”
ediyor.”33 Bizce insanlık tarihinin ve dünyanın varoluş işlevi de, biz insan-
Einstein, üç boyutlu olan ve maddesel özellikler taşıyan kâinat da geçersizdir. Bu düzeyde, bütün olaylar birbirleriyle karşılıklı ve
boyutlu bir uzay-zaman modeli oluşturmuştur. Öğeleri arasın- Einstein, E=mc2 formülüyle, kütle ile enerjinin eşdeğerliliğini
da iletişim ve etkileşim bulunan bu süreklilik, “İzafiyet Teorisi” ortaya koymuştur. Buradaki E “enerji”, m “kütle”, c ise “ışık hızı”
(Görecelik Kuramı) olarak bilinmektedir. anlamına gelmektedir.
Ancak işin ilginç yanı, bizlerin bu dört boyutlu oluşumu his- Atomaltı araştırmaların yapıldığı ve parçacıkların birbirleri ile
setme ve duyumsama imkânına sahip olmayışımızdır. Tıpkı suyun çarpıştırıldığı deneylerde, kütlenin (maddenin) enerjiye, enerjinin
altında yaşayan balıklar gibiyiz. Zaman zaman suyun yüzeyine yak- de maddeye dönüştüğü gözlemlenmektedir.
laşıyor, hatta bazen suyun üzerine sıçrayıp, dışarıdaki o muazzam Kütlenin bir enerji formu olarak ortaya çıkması, insanların
dünyayı da görüyoruz. Ama donanımımız buna elvermediği için, madde konusundaki anlayışlarında parçacık kavramının aldığı
bizim dışımızdaki o planı görsek bile, algılayamıyor ve anlayamıyo- önemli yeri sarsmıştır. Artık kütlenin, maddî bir öz ile bağlantılı
ruz. Yani orası bizim için “deneyimlenemez” olarak kalıyor. Ancak
olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle de, parçacıkların herhangi bir
bizim algılarımızı aşması, onun varlığı ve gerçekliği üzerinde hiçbir
maddeden oluştuklarını ileri sürmek yanlış olur. Atomaltı parçacık-
şüphe oluşturmuyor.
ları “enerji paketleri” olarak tanımlayabiliriz. Onları “uzay-zaman
Atomaltı âlemde zaman ve mekân kavramları ortadan kalkarlar, sürekliliği içindeki dört boyutlu varlıklar” olarak adlandırmamız da
çünkü orada varolan sadece dev bir enerji salınımıdır. Bu birleşik mümkündür.
insanların, hayvanların ve galaksilerin dünyasını ise “açık (explizit) Bohm, atomun içindeki kuvvetlerin bazen parçacıklar (nesneler),
düzen” adıyla nitelendirir. Bu düzende, nesneler kendilerini bilinen bazen de dalga boyları (frekanslar) olarak hareket etmeleri çelişkisi-
uzay-zaman boyutu içinde gösterirler. ne alternatif bir çözüm getirmiştir.
Sözü edilen alanda herşey, uzay ve zaman ötesi bir biçimde, değerlendirilen olay da, bir anlama kavuşacaktır.
hemen ve aynı anda gerçekleşir. Ama istersek bunu, koordinatlara Ünlü düşünür Carl Gustav Jung, anlaşılamayan olaylar olarak
dökerek, alışılmış görüntüler alanı için de “anlaşılır kılabiliriz”. nitelediği: “Eşzamanlılık (Senkronizasyon)” tanımıyla, bazı olayla-
İnsan beyni aslında, sürekli olarak uzaydan ve zamandan yoksun rın anlamsız bir biçimde birbirleriyle bağlantılı olduklarını belirt-
olan bu alana gidip-gelmektedir. Bir sohbet sırasında ya da bir ders mektedir.
anlatırken, konuşulan şeyler daha önceden zamansal ya da uzaysal Örneğin, uzun süredir göremediğiniz bir arkadaşınıza mektup
bir biçimde düzenlenmez. yazmak istediğiniz anda, ondan bir mektup almanız ve benzeri
Hafızada herşey holografik olarak kaydedilmiştir. Konuşma sıra- birçok olay, genellikle “rastlantı” olarak adlandırılır. Nitekim Jung
sında, sözcükler birbirleri ardından çağrışımlar yaparak, söylememiz da bunlara anlamlı bir açıklama bulamamış, ama yine de böyle
gereken şeyleri bize hatırlatırlar. Her ne kadar bir takım uzaysal özel- garip “rastlantıların” varlığına dikkat çekerek, buna, “düşüncede
likler taşısa da, hafızanın düzenleniş biçimi, uzay ve zaman ötesidir. eşzamanlılık” adını vermiştir.37 Artık bu gibi olayları bilimsel yön-
temlerle açıklayabilme düzeyine ulaşmış bulunuyoruz.
Bu açıklamalar bizi, paranormal özelliklerin varlığını anlamaya
ulaştırıyor. Genelde “hokkabazlık” veya “gözbağcılık” olarak bili- Biraz daha ileri giderek, holografinin bilim dünyasına sunduğu
nen (ve çoğu kez de böyle olan) olağandışı yeteneklerin varlığını “uzaydan ve zamandan bağımsız alan” kavramının, bilim ile tasav-
bilimsel olarak anlamak, bu yolla mümkün bir hâle gelmektedir. vuf arasında da bir köprü kurabileceğini ileri sürebiliriz. Çünkü
Belki “holografi”nin ve “kapalı düzen”in işleyiş kurallarını daha iyi holografik düşüncenin ortaya koyduğu “uzaydan ve zamandan
tanıdıkça, neyin normal ve neyin normalötesi (paranormal) olduğu bağımsız alan ve bütün varedilmişleri kapsayan bütünlük” yaklaşımı
“Uzaydan (mekândan) ve zamandan bağımsız alan” kavramı, David Bohm, 20. Yüzyıl’ın en zekî fizikçilerinden birisi ola-
bir çok metafizik teoride, Tanrı’nın tanımını içerir. Ünlü filozof rak tanınıyordu. 1930’lu yıllarda Pennsylvania’da lisede okurken
Leibniz, felsefesinde “penceresiz” ve “bölünemeyen” bir bütünlük tanıştığı Kuantum Fiziği, onu oldukça etkilemişti. Bildiğimiz ve
olan “monad”lardan söz eder. Ona göre bu “monad”lar, evrenin algıladığımız dünya tasarımına tamamen aykırı yasalara göre işleyen
temelini oluştururlar ve Tanrı da bir “monad”dır. “Monad”lardan atomaltı dünya, birçok bilim insanı gibi onun da ilgisini çekiyordu.
meydana gelen bir organizasyon içinde tek bir “monad” tüm
Bohm, kuantumla ilgilenmeye başladığında, ilk olarak mad-
“monad”ların bilgisine sahiptir ve onları temsil edebilir. Tıpkı
denin temel bir yapı taşının olmayışı konusuyla karşılaşmıştı. Bir
hologram plakasında olduğu gibi, her bölüm aynı anda bütünü
elektronun bazen bir parçacık olarak “göründüğü” bilgisi vardı, ama
de içinde barındırabilir. Buna şaşırmamak gerekir. Çünkü aynı
aynı anda bir dalga boyu özelliği taşıdığı da anlaşılmıştı. Oysa bizim
zamanda iyi bir matematikçi de olan Leibniz, “matematik hesap-
içinde yaşadığımız ve algıladığımız dünyada böylesi değişimlere yer
lama” kavramını ilk bulan ve geliştiren kişidir. Dennis Gabor da
yoktu. Herşey kesin ve sabit bir yapıya sahipti.
holografi tekniğini geliştirirken Leibniz’in “matematik kalkül” for-
mülünü kullanmıştır. Yani, Leibniz ile hologram tekniği arasındaki Elektronlar adeta sihirli bir oyun oynar gibiydiler, kâh parçacık,
yakınlık bir rastlantı değildir. Leibniz felsefesindeki “monad”larda kâh dalga boyu biçimini alıyorlar ve birbirlerine dönüşüp-duruyor-
“penceresiz” kavramı yerine, “merceksiz” tanımını kullanacak olur- lardı. Kimi zaman ışık ve radyo dalgaları gibi, dalgalar şeklinde dav-
sak, Monadoloji ile Holografi iyice birbirlerine yaklaşmış olurlar. ranan ve çeşitli girişim ağı modelleri oluşturan elektronların aynı
“Tanrı, insanı kendi suretinde yarattı” sözü, mekânsız ve zamansız zamanda parçacık özellikleri taşıdıkları da anlaşılınca, uzmanlar,
bir gerçeklik alanını bireysel deneyimler yoluyla kavrayan mistikler atomaltı parçacıkların potansiyel olarak her iki oluşum (görünüm)
kadar, bu alana bilimsel olarak yaklaşan bilim dünyasınca da kabul biçimine birden sahip oldukları şeklinde bir açıklama yaptılar.
edilebilir oluyor mu dersiniz? Bu görünüm biçimlerine de “kuantlar” adını verdiler. Bir ato-
maltı birim “kuant”, bunların birkaçı birden “kuantlar” olarak
Bohm için bu bilgiden çıkan bir diğer sonuç, daha da şaşırtıcı idi. yalvarır ve kendisini eski hâline döndürmesini ister. Dionysos da
Yapılan bir yoruma göre, kuantlar bir gözlemci tarafından algılan- onu Paktolos Irmağı’nda yıkayarak kurtarır.
madan önce dalga boyu özelliğini taşımakta ve ancak bir gözlemci Nick Herbert bu duruma atıfta bulunarak şöyle bir benzetme
tarafından algılandıkları anda parçacık biçimini almakta, yani boyut yapar: “Algıladığımız dünyanın arkasında, sürekli bir akış hâlinde
kazanmaktaydılar. (O halde evren ancak tek tek algılanmalar sonu- bulunan bir kuantlar denizinin varolduğunu düşünüyorum. Bir
cunda boyut kazanır, canlanır ve varolur, ondan öncesinde ise canlı çıkıp da bu denize bir bakış attığında, onun gördüğü herşey
“yok” gibidir.) adeta donmakta ve bildiğimiz üç boyutlu realite özelliğini kazan-
maktadır.”38 Tıpkı Kral Midas’ın elini sürdüğü herşeyin altına
dönüşmesi gibi, kuantum denizinden yaptığımız her türlü gözlem
Kral Midas’ın Altınları
ya da algılama da, onun, gerçek özelliklerinden sıyrılıp, maddesel
Nick Herbert adlı bir fizikçi bu durumu şu ilginç anekdotla bir yapıya dönüşmesine yol açmaktadır.
açıklamaktaydı: M.Ö. 700’lü yıllarda Frigya Kralı olarak bilinen
David Bohm kuantum dünyasındaki araştırmalarını derinleş-
Kral Midas, akılsız, ama açgözlü bir kişi olarak tanınmıştı. Efsaneye
tirdikçe, karşısına çok ilginç sonuçlar çıkmaya devam ediyordu.
göre, Dionysos’un en iyi arkadaşı olan Silenas’a zor bir durumda
O döneme dek fizikçilerin pek de önemli bulmadıkları kuantların
iyi davrandığı için, Dionysos tarafından ödüllendirilir ve bir dilekte
birbirleriyle olan iletişim ve etkileşim özellikleri, Bohm’un dikkatini
bulunma hakkını elde eder. Ne isterse olacaktır. Midas uzun süre
yoğunlaştırdığı konulardan başka bir tanesiydi.
düşünmeden hemen dileğini söyler: “Her dokunduğu şeyin altına
dönüşmesini istemektedir.” Dileği kabul olur ve elini sürdüğü her- Diğer bilim insanları bu konuda pek fazla bir araştırma yap-
şey, gerçek bir altın hâlini alır. Ama bu durum giderek bir kâbus mamışlar ve yaklaşımları genellikle Danimarkalı fizikçi Niels
olmaya başlar. Çünkü elini sürdüğü yiyecekler bile altına dönüş- Bohr’unkilerle aynı olmuştu.
Bohm ilgi çekici yorumlarına devam ediyordu: Günlük hayatta biz gördüklerimizi nasıl değerlendiririz?
her cismin belirli bir yeri vardır ve bu yerini değiştirmesi için de bir Kameraları görmediğimizi farzedersek, ilk anda akvaryumda iki
enerji harcaması gerekmektedir. Ayrıca bu durum, zamansal olarak farklı balık olduğunu düşünmemiz kaçınılmaz olacaktır. Biraz daha
da belirli bir süreye ihtiyaç gösterir. Oysa atomaltı birimlerin alt dikkatli bakınca, bu iki balık arasında bir ilişki olduğunu sanma-
dünyası olan ya da onları çepeçevre saran “kuant potansiyeli” düze- mız da normaldir. Çünkü birinin hareketinin aynısını, diğeri de
yinde, “belirli bir yerde olma” diye bir durum geçerli değildi. O tekrarlamaktadır. Bakış açılarımız farklı olduğu için, bu hareketler
düzlemdeki tüm noktalar diğer bütün noktalar ile eşittiler ve onla- bize aynı değil de benzermiş gibi görünürler. Ama biz yine de bu
rın “birbirlerinden ayrı” ya da “bağımsız” olma gibi bir özellikleri iki “ayrı” balığın birbirleriyle haberleştiklerini düşünmeye başlarız.
bulunmamaktaydı. Bunun Kuantum Fizik’teki adı “non lokal (yeri Halbuki burada bir haberleşme ya da bir iletişim söz konusu değil-
belirsiz olma)” idi. Bohm bu yolla EPR-Paradoksu’nu açıklama dir. Daha derin bir gerçeklik düzeyinde (örnekteki, akvaryum düze-
fırsatını da elde etmiş oluyordu. yinde) bu iki ayrı (gibi gözüken) balığın tek ve aynı balık olması
gerçeğidir işin en ilginç olan yanı.”39
Zıt yönlere doğru gönderilen atomaltı parçacıkların, ışık hızın-
dan daha hızlı bir haberleşme yaparak, birbirlerinden haberdar ola- Bohm’un yorumuna göre, “kuant potansiyeli” bütün evreni
bilmeleri çelişkisini, Bohm: “Onlar birbirlerinden ayrı parçacıklar doldurduğu için, bütün atomaltı parçacıklar, herhangi “bir mekâna
değil, aynı bütünün farklı parçalarıdırlar ve “non lokal” olarak hare- bağlı olmaksızın” birbirleriyle “bağlı” ve “örülü” gibidirler.
Sözü edilen silindir şöyle işliyordu: Bir kabın içinde yer alan ve
üstteki kolun yardımıyla çevrilen silindir ile içinde bulunduğu kabın
arasındaki boşluk gliserin ile doldurulmuştur. Gliserin ile dolu olan
bu alana bir damla mürekkep damlatılmıştır ve mürekkep, glise-
rinin içinde dağılmadan durmaktadır. Silindir üstte bulunan kol
yardımı ile çevrilince, mürekkep damlası gliserinin içine karışmakta
ve yok olmaktadır. Ancak hareket tersine çevrilecek olursa, yani
silindir aksi yöne doğru döndürülüp, eski hâline getirilirse, görün-
mez hâle gelmiş olan mürekkep yeniden “eski durumunu” almakta
ve bir damla olarak gliserinin içinde yüzmeye devam etmektedir.
yapılan bir kayıtta ortaya çıkan girişim ağı modeli gibi, mürekkep olarak anlatan Bohm, günlük yaşantımızda karşılaştığımız, bir-
birlerinden ayrı parçalardan oluşan, yerleri belirli, sert ve katı üç
damlası da gliserinin içinde dağıldığında, çıplak insan gözü için
boyutlu maddesel varoluşun, tıpkı hologram plakasında ortaya
anlamsız ve düzensiz gibi görünüyordu. Oysa her iki olayda da, daha
çıkan görüntü gibi bir hayâl (illüzyon ya da yanılsama) olduğunu
derin bir planda onları çevreleyen, kuşatan ve kapsayan bir düzen ve
ileri sürüyordu.
bütünsellik bulunmaktaydı.
Bohm’a göre üç boyutlu algı alanımıza giren dünya, daha derin-
de varolan (temel) bir düzen tarafından, tıpkı bir hologram plaka-
sından elde edilen resim gibi oluşturulmaktadır. Bohm bu derindeki
düzene “implizit (kapalı) düzen”, bizim algıladığımız üç boyutlu
fizik âleme de “explizit (açık) düzen” adını vermektedir. Bohm,
evrendeki bütün varlıkların, adı geçen düzenler içindeki kapanma-
ların (gizlenme) ve açılmaların (dışavurum) bir sonucu olduğunu
düşünüyordu. Bir laboratuvarda bir elektronu tespit ettiğimizde,
onun çeşitli varoluş olasılıklarından bir tanesi o noktada açığa çık-
mış olur. (Tıpkı mürekkep damlasının gliserinin içinde görünmesi
gibi.) Elektronun hareketi ise, açılma ve kapanmaların hızla birbir-
Sözü edilen bu iki düzen arasında sürekli bir ilişki, iletişim, etki- getirir. Böylece bütün bilgiler her anda ve her yerde olabilirler ve
leşim ve dönüşüm vardır. Elektronların neden bazen parçacık, bazen belirli bir yere ya da zamana bağlı kalmaktan kurtulurlar.
Olaya bu açıdan bakınca, akla ister-istemez şu soru geliyor: “Eğer yaşantısında ve daha da önemlisi kişisel hayatımızda yıkıcı etkiler
oluşturmaktadır. Asit yağmurları, ormanları yok etmek ve zehirli
evrende herşey holografik bir biçimde düzenlenmişse ve evren adeta
atıklar, sanılıyor ki doğa tarafından hazmediliyor. Ama hiç bek-
içteniçe örülü bir ağ gibiyse, onu ayrı parçalardan oluşan mekanik
lenmedik doğal felâketler acaba neden oluyor? Hem de katliamın
bir sistem gibi tasarlamak ne kadar doğru olur?”
yapıldığı yerden bazen çok daha uzaklarda? Ya ozon delikleri, peki
Bohm şöyle söylüyor bu konuda: “Herşeyin temelinde, “kapalı
uyuşturucu kullanımının artması? Daha neler-neler. Olayı bütünsel
(implizit) düzen” yer alır. Bütün dışa vurumların kaynağı da holog-
bir perspektif altında değerlendirmedikçe, içinde yaşadığımız top-
rafik bir yapıya sahip olan bu plandır. Bir elektronu, atomaltı bir
lumsal sistemler de, dünya da yok olmaya doğru gidecektir.
parçacık olarak değerlendirmek yanlış olur. Bu onun, holo-hareket
“Bohm, Niels Bohr’un “atomaltı birimlerin gözlemlenmeden
içindeki dışavurumlarından sadece birisine verilen bir addır.
önce varolmadıkları” yolundaki iddiasına da katılmamaktadır”
Gerçeği parçalara bölmek, bir halıyı, onu oluşturan motiflerine
demiştik. Çünkü ona göre, bilinç ile maddeyi birbirlerinden ayrı iki
bölmek gibi bir şey olur. Hatta zaman ve mekân bile kendi başlarına
farklı birim olarak ele almak, evreni parçalara bölerek anlamak yan-
varolan birimler değildirler. Birbirlerine bağlıdırlar ve aynı bütünün
lışına düşen Newtoncu fiziğin bir uzantısıdır. Oysa evreni, bütünsel
parçalarıdırlar. Einstein bunlara gözlemciyi de katarak, bütün bu
“kapalı (implizit) düzen”in dışavurumu ve sonra da kapanması süre-
birimlerin dört boyutlu bir süreklilikte eridiğini ileri sürmüştü. Biz
cinden oluşan, akış halindeki dev bir holo-hareket olarak ele alırsak,
bir adım daha atıyoruz ve diyoruz ki: “Evrende varolan herşey aynı
gözlemci ile gözlemlenen nesne ayrımına gitmemek gerektiğini
bütünlüğün bir parçasıdır.” (Ya da “evrende tek bir bütünlük vardır
anlarız. Aslında gözlemcinin gözlemlediği şey, kendisinden başka
ve ondan başka bir şey yoktur.”)
bir şey değildir. Bohm, bilinç ile madde (ya da dış dünya) arasında-
Bu noktada Bohm; Fritjof Capra, Frederic Vester ve Erich ki ilişkinin (üç boyutlu dünya realitesinde birbirlerine karşı ve ayrı
Fromm gibi bilim insanları ile aynı sonuca varıyor: Evreni parçala- gibi durmalarına rağmen), her ikisi de “kapalı (implizit) düzen”den
ra ayırmak ve bütün birimlerin birbirleri ile olan ilişki, iletişim ve kaynaklandıkları için, aynı bütünselliğin iki ayrı versiyonu oldukla-
durumu şu ilginç anekdotla açıklıyor: “Teorik olarak, Andromeda ve frekanslardan oluşan büyük bir okyanus gibidir. Bizim beynimiz,
yıldızlarını sağ elimizin başparmak tırnağı üzerinde görmemiz bu “karmaşık gibi gözüken” holografik kaydı mercekleştirip-objek-
mümkündür”. tifleştirme, aynı anda da üç boyutlu hâle getirme donanımına sahip
olduğu için, dünya bize, birbirlerinden ayrı birimlerden oluşan üç
Karl Pribram ile David Bohm’un yaklaşımlarını birleştirecek
boyutlu bir plâtform olarak görünmektedir.
olursak, ortaya şu sonuçlar çıkar: Pribram, insan beyninin frekans-
lar alanından aldığı verileri matematiksel bir formül aracılığı ile Beynimiz bu işlemi, çok çeşitli frekansları yaklaşık oniki temel
(Fourier Transformasyonu) objektif gerçeklik hâline dönüştürdü- modele indirgeyerek, yani Fourier Transformasyonu ile sinüs fre-
ğünü ve holografik esaslara göre çalıştığını ileri sürüyordu. David kanslarına dönüştürerek gerçekleştirir. “Peki ama, varolmayan bir
Bohm da, evrenin holografik ilkelere göre organize olmuş “implizit şeyi biz nasıl olup da varmış gibi algılıyoruz o hâlde?” diye soracak
lan” bilip-tanıdığımız üç boyutlu gerçeklik düzeyidir. olmayan bu iki şeyi (evreni ve bilinci) birbirlerinden ayrı gibi
görmek hatasına düşülmektedir. Oysa, kendimizle evren arasında
Fincan ya da ağaç, aynı anda bu iki farklı gerçeklik alanında
bir ayrım ve bir başkalık yoktur. En doğrusu, kendimizi evrensel
birden bulunmaktadırlar. Onların farklı görünümler almaları,
hologramın bir parçası olarak ve bir dalga boyu modeli biçiminde
gözlemcinin donanımı nedeniyledir. Yoksa onlar tek ve aynıdırlar.
değerlendirmemizdir.42
Ama insan donanımıyla bakarsak, üç boyutlu bir cisim; mercekler
sisteminden sıyrılarak bakarsak, karmaşık bir girişim ve kesişim ağı, Stephen Hawking, bilim dünyasının gelmiş olduğu en son düze-
yani bir hologram kaydı görürüz. Bir bilinç bunlara bakıp da, bir yi “Ceviz Kabuğundaki Evren” adlı kitabında ortaya koyduğu
algılama yapınca, frekanslar da bir şekil alırlar. İnsanın donanımı, M-Kuramı ile anlatmıştır. “Evrenin ne olduğu” sorusuna bir cevap
Şimdi yeniden holografi konusuna dönelim ve önce bu konuda oluşan. (Çünkü kaydedilen şey, o cismin görüntüsü değil, onu ya da
görüntüsünü oluşturan, yani temel evrensel yapısını ortaya koyan,
öğrenmiş olduklarımızı özetleyelim, sonra da buradan çıkacak olan
frekanslardır.)
felsefî sonuçların neler olduklarını görelim:
• Görüntünün daha sonra yeniden oluşması, kaydın yapıldığı
• Holografi, lazer ışını kullanılarak yapılan üç boyutlu bir görün-
açıdan yeniden tutulan ışın kaynağının yardımı ile olur. Böylelikle,
tü kaydetme yöntemidir.
pozlandırılmış olan plakanın ön tarafında ve boşlukta, kaydedilmiş
• Hologram kaydının temel özelliği, bir kesişim ve girişim ağı olan cismin görüntüsü, hem de üç boyutlu olarak ortaya çıkar. Bu
modeli niteliğini taşımasıdır. İki ya da daha çok dalganın birbirleri görüntünün her tarafı nettir ve yandan ya da arkadan bakarak, onun
ile kesişmeleri sonucunda ortaya çıkar. Göle atılan taşların oluştur- yanını ve arkasını görmek de mümkündür.
dukları kesişen ve girişen dalgalara benzer bu durum.
• Hologramın en temel özelliği, kaydın, plakanın tümüne yayıl-
• Lazer, koheran (düz bir demet hâlinde yayılan) bir ışık kayna- ması ve bu nedenle de, plakanın her bir parçasının, uygun ışınla
ğı olduğu için, girişim ağı modeli oluşumunda büyük bir kolaylık aydınlatıldığında, kaydı yapılan cismin (bütününün) görüntüsünü
sağlar. (netliği azalarak da olsa) aynen verebilmesidir. Yani her birim, bütü-
• Aynı plakanın üzerine teorik olarak, açıları birbirlerinden farklı şimdi ve gelecek, bu holografik düzeyde bir arada bulunmaktadırlar.
olmak suretiyle, sınırsız sayıda kayıt yapmak mümkündür. İnsandan öteye, “evren de holografik biçimde organize olmuş-
Bütün bu bilgilerin ışığında, holografi kavramını felsefî bağlam- tur” dediğimizde, buradan çok önemli dört sonuç çıkar:
da ele alacak olursak, en can alıcı noktanın şu olduğu ortaya çıkar:
1. BÜTÜN VAREDİLMİŞ OLANLAR AYNI BÜTÜNÜN
Üzerine herhangi bir görüntü kaydedilmiş olan bir hologram plaka-
PARÇALARIDIRLAR
sı, ne kadar küçük parçalara ayrılırsa-ayrılsın, bu küçük parçalardan
Hologram plakasına yapılan bir kayıt, plakanın tümüne yayılır.
herhangi birisine kaydın yapıldığı açıdan bir lazer ışını gönderil-
Dolayısı ile plakanın en küçük bir parçası bile, bütünün bilgisinin
diğinde, plakaya kaydedilen görüntünün tamamını yeniden elde
edebiliriz. Yani her birim, bütünün bilgisini ve benzerliğini kendi tümüne sahiptir ve o bütünü aynen yansıtma potansiyelini de için-
bünyesinde korumakta ve saklamaktadır. İşte bu can alıcı noktanın de taşır. Holistik bir yapıya sahip olan evrende de varolan herşey,
farkına varmak, bizi oldukça ilgi çekici sonuçlara ulaştırmaktadır. aynı bütünün parçalarıdır ve birbirlerinin kardeşleridir. Her birisi
evrenin bilgilerinin tümünü içinde taşır. Ama “tam” ve “mükem-
İnsandaki algılama sisteminin, frekans analizörü (çözümleyicisi)
mel” bir “görüntü” için hepsi bir araya gelmek ve tek bir bütünlük
gibi işleyen merceksi hücreler tarafından oluşturulduğunu ve bu
oluşturmak zorundadırlar.
hücrelerin de, birer mini hologram gibi davrandıklarını görmüştük.
Beyin, bu sayısız mini hologramların yarattıkları dalgaların girişim David Bohm, EPR Paradoksu’nu yorumlarken, yapılan temel
ve kesişimlerinden oluşan dev bir hologram gibidir. Hafıza kayıtları bir hataya işaret etmişti. Burada “birbirlerinden ayrı” iki parçacık
holografiktir. Bu kayıtlar, daha sonra benzer dalga boylarında gelen üzerinde ölçüm yapıldığı ileri sürülüyordu. Oysa Bohm, bu parça-
frekanslara tepki göstererek, hatırlama olayının gerçekleşmesini cıkların birbirlerinden ayrı olmadıklarını, aynı bütünlüğün (bizim
sağlarlar. David Bohm, evrenin de holografik biçimde davrandığını bakış açımıza göre ayrı gibi duran) iki bölünmez parçası olduklarını
ileri sürmektedir. Görünen ve yaşayan düzenin ardında, zamandan düşünüyordu.
3. VAREDİLMİŞ OLAN HER BİRİM, BÜTÜN EVREN Herhangi bir gözlemci o kuant üzerinde bir gözlem yapana ya da
BİLGİSİNE SAHİPTİR onu algılayana dek, olasılık bulutu bütün bilgilere sahip bulunur.
Gözlemci onun herhangi bir yönünü gözlemlediği anda ise, göz-
Her insan, hatta her atom ya da her zerre, kendi başına bütün
evren bilgisine sahiptir. Ancak bu bilgi kodlarının, o varlığın içinde lemlenen özellik suret bulur, boyut kazanır, sonlu ve canlı bir hâle
bulunduğu görev alanının gerektirdiği kadarı açıktır. gelir. Diğer bütün olasılıklar ise “ölürler”, daha doğrusu kuantum
düzeyinde varlıklarını sürdürmeye devam ederler. Kuantumda bu
Hologram plakasına teorik olarak, açıları farklı olmak üzere,
olaya “dalga çökmesi” adı verilir. Bunu en iyi anlatan ve en çok
sınırsız sayıda kayıt yapmak mümkündür.
tanınan örnek de “Schrödinger’in Kedisi” adıyla ün kazanmıştır.49
İnsan beyni de holografik yapıda organize edilmiş olduğu için,
aynı özelliğe sahiptir. Oraya da sınırsız sayıda kayıt yapmak ve bilgi
depolamak mümkün olabilir.
Bir de aynı konuda yüzyıllar önce sezilmiş ve söylenmiş olan- lılaştırılmış olguları (varedilmişleri) kapsamaktadır. O, bölünemez
lara bakalım: “Herşeyin temelinde bulunmak” olgusunu Şeyh ve değiştirilemez olandır. Ayrıca Konfüçyus düşüncesindeki Jen,
Bedrettin’den dinleyelim: “Salt (mutlak) varlık, bütün erdemlerle Taoizm’deki Tao, Buddhizm’deki Nirvana, Hinduizm’deki Atman,
donatılmış bulunması bakımından “Tanrı” adını aldı.”52 Brahman ya da Çit’tir. Mistiklerin “Kutsal Hiçlik” ya da “Çok Katlı
Sonsuzluk” diye adlandırdıklarıdır.”54
“Sezilen nesnel gerçek” oluşu da Krishna açıklasın bize: “Her
yerdedir O. Heptir O. Gözle görülemez, akılla bilinemez ve değişti- Farklılaştırılmamış süreklilik kavramının, tasavvuftaki karşılığı
rilemez olandır. Solmazdır, ıslanmazdır O. Yanmaz, yaralanmazdır ise, “kesrette vahdet (çokluktaki birlik)”tir.
O. Değişmezdir, tükenmezdir”. Bütün bu anlatılanlardan sonra, Einstein’ın dediği gibi “bütün
Yine Batı bilimine dönelim: algılar” ile “soyut sezgiler” bir olurlar. Bu, insanlığın geldiği ilginç
bir aşamadır. En başından beri birbirlerine karşıt gibi duran pozitif
“Bilimin ilk yaptığı şey, doğadaki çok çeşitli maddeleri 90 kadar
bilim ile sosyal bilimler ve akıl ile gönül, ilk kez aynı noktada buluş-
doğal elemente indirgemekti. Sonra bu elementler birkaç temel par-
muş gibidirler.
çacık hâline getirildi. Ayrıca dünyadaki çeşitli kuvvetlerin her biri,
elektromanyetik kuvvetin değişik görünümleri (farklı dalga boyu ve Nitekim tarihe baktığımızda, birçok konuda sezginin, bilimin
frekansta olan elektromanyetik dalgalar) olarak tanımlandı. Evrenin önünde gittiğini görüyoruz. Buddha: “Ruh (sezgi) hep önde giden-
özellikleri de birkaç temel nicelik hâlinde ayrıldı: Uzay, zaman, dir, madde (akıl ya da beyinsel işleyiş) onu yakalayıp, dünyaya
madde ve enerji. Sonra Einstein geldi. Madde ile enerjinin eşdeğer- çekmeye çalışır” demişti. 16. Yüzyıl’da ülkemizde yaşamış bir halk
liliğini “Özel İzafiyet Teorisi” ile gösterdi”.53 ozanı olan Muhiddin Abdal da: “Muhiddinem, dervişem / Hak
Şimdilerde bilimin geldiği aşama ve evrenin holografik kavranışı, Şimdiye kadar çok değişik bilgilerle karşılaştık. Ne
artık sezginin bilimi, bilimin de sezgiyi dışlamadan hareket etmesine insanın, ne dünyanın, ne de evrenin, bizim algılayıp-
zannettiğimiz gibi olmadığını, farklı anlatım biçimleri
yol açacak gibi görünüyor.
çerçevesinde görmüş ve de bilimsel olarak anlamış
İnsana, hayatta birçok şey anlaşılamaz, garip ve bilinemez gibi
bulunuyoruz. Zaten insanlığın bunca yıldır içteniçe
gelir. Oysa bu, insanın duygularının ve algılarının zayıflığından
ve son dönemlerde de artık bağırarak aradığı “bir-
doğmaktadır. Ayrıca, yine insanın kendi eseri olan bilimin getirdiği
lik, beraberlik, barış, kardeşlik, huzur ve mutluluk”,
açıklamaların yetersizliği de buna eklenir. Yoksa, bütün olup-biten-
kısaca “Altın Çağ” bu yanlış insan ve evren anlayışı
ler anlamlıdır. Hepsinin bir nedeni ya da gerekliliği vardır. Evrende
nedeniyle gerçekleşemedi ya. Bu anlayış değişikliğini
dengesizlik, adaletsizlik ve hata yoktur. Önemli olan, bu güzellikleri başaramadığımız sürece de, durum değişmeyecek.
ve adaleti kavrayabilecek ve de onlara uyum gösterecek olgunluğa
Dünyanın şu andaki durumuna baktığımızda,
erişebilmektir.
herşey çok ümitsiz gibi gözükmekle beraber, genel
insanlık bilincindeki yükselmeyi ve değişimi çok net
olarak gözlemlemek de mümkün. Nitekim düşünsel
açıdan çok ağır olan birçok konu, artık günlük soh-
betlerde bile rahatlıkla dile getiriliyor. “En-el Hak”
diyen Hallac-ı Mansur’un asıldığı, Yunus Emre’nin
doğru bilgiye varmak için 40 yıl dergâha düz odun
Bizim “Yeni Çağın Bilinci” ya da “Holistik (Bütüncül) Evren yani “bilimsel dille” aktarılması ve herkese eşit olarak verilmesi
Tasarımı” adını verdiğimiz anlayış ve düşünce biçimi, daha önce de gerekiyor. Ondan sonra hiç kimse çıkıp da: “Benim bunlardan
sık sık tekrarladığımız gibi, yeni bulunmuş bir şey değil. İnsanlık haberim yoktu” ya da “bana bu bilgiler iletilmedi” veya “ben bütün
varolduğundan beri bu bilgiler çok çeşitli biçimlerde ve dillerde ömrümce namaz kıldım, zikir yaptım, ama hiçbir zaman böylesi
insanlara anlatılmıştır. Ancak o dönemlerde bu gibi bilgiler, insan- “derin” bilgilerle karşılaşmadım” diyerek işin içinden sıyrılamaya-
lığın genel bilinç kalitesi oldukça düşük düzeylerde bulunduğu için, cak. Herkes eşit sorumluluğa sahip olacak ve “hesap günü geldiğin-
bireysel ya da bölgesel olarak veriliyordu. Belirli gruplara, kişilere, de” herkes, evrenin bütün bilgilerinden ve imkânlarından eşit olarak
bireysel olarak uzun bir eğitimden geçmiş olanlardan, belirli bir pay almış bulunacak.
ruhsal olgunluğa ve kapasiteye ulaşanlara aktarılıyordu. Bu neden- Bunun yolu da, evrensel bütünsellik olgusunun herkesin anlaya-
le bilgiler gizli, mistik ve gizemli bir özellik taşıyorlardı. Zikirler, cağı ve herkese eşit şans ya da imkân veren bilimsel bir yolla anlatı-
namazlar, yoga ya da meditasyon gibi teknikler ve deneyimlerle ken- lıp-açıklanmasından geçiyor.
dilerini geliştiren kişiler bu bilgilerle buluşturuluyorlardı. Çünkü
Bilimsel verileri sizlere aktarırken, kendi yorumlarımı da işin
evrenin idare ediliş bilgilerini sıradan insanların anlamaları müm-
içine kattım. Bunun böyle olması kaçınılmazdı ve bunu yapma-
kün olamıyordu.
yacak olsaydım, bu kitabı yazmama gerek kalmazdı. Hep birlikte
Ama artık durum değişti. Belki de kimilerinin iddia ettikleri gibi önemli sonuçlara vardık, iddialı yaklaşımlar yaptım. Ancak bütün
Kısaca, gelen uyarı hücre tarafından alınır, kendi farklılığı (algı- kendimiz için en iyiyi ve en doğruyu yaptığımızı sanırken, hep bera-
lama ve yansıtma açısı) katılır ve diğer bir hücreye aktarılır. Amaç, ber yok olmaya doğru gidiyoruz. Doğa kirleniyor, hava kirleniyor,
tümünün ortak ürünü olan algılamanın ya da düşüncenin mükem- denizler kirleniyor, doğal kaynaklar tükeniyor, savaşların ardı arkası
bloke olur ve hatırlama ortaya çıkmaz. Akışın böylece kesilmesi, çevremizden izole ediyor. Saklanıyoruz, gizleniyoruz, kendi dışı-
yani bir hücrenin “bencilce” davranması, onların tümünün “ortak mızdaki herşey, bize rakip ve düşman gibi. Ama dünyanın şu anda
ürününün” verimsiz ve başarısız olmasına yol açar. İnsanlarda da böyle işliyor olması, tek gerçeklik biçiminin bu olduğu anlamına
öyle değil mi? Saklayıp-biriktirdikçe ve daha çok şeye sahip oldukça, gelmez.
hem kendi stresleri ve yükleri artar, hem de ortak ürünleri olan tari- İnsanların “yabancılaşması” kavramı, dindeki “günah” kavra-
hin ve dünyanın yetersiz, kısır ve verimsiz kalmasına neden olurlar. mı ile çok benzeşir. Çünkü her ikisi de “insana karşı” ve “insana
Marx, bu gerçeği, şu çarpıcı sözlerle dile getiriyor: “Ne kadar yaramayan”, yani onu bozan olgulara verilen adlardır ve her ikisi
azsan, yaşamını ne kadar az görkemli kurmuşsan, o kadar çoksun de, insanı gerçek hedefinden saptırıp, ayrılıkçı anlayış doğrultusu-
demektir ve görkemsiz yaşamın da o denli büyüktür.”56 Dinsel na sürüklerler. Ancak çağımızın bilimsel aşaması, bizi Newtoncu
metinlerde “komşun aç iken, tok yatma” denilir ve insanlara, mal- anlayışların hızla terkedilmesine doğru itiyor. Bütüncül bir insan
larını paylaşmaları, “vermeleri” öğütlenir. Bu gerçek, artık bilimsel ve evren anlayışına geçildiğinde, yalnızca ekonomik davranış değil,
olarak da kanıtlanıyor. Çünkü bizlerin kendimize ve birbirimize bir ahlâkından sanatına dek herşey değişecektir.
rakip ya da düşman gibi değil, bir kardeş gibi davranmamız gere- “Yeni Çağın Bilinci” olarak adlandırdığımız bu anlayışta, herkes
O zaman, kişinin kendisine çok şey toplamasının, yani çok şey- Din kurumu; zekât ve fitre gibi düzenlemeleri, bazı filozoflar ise;
lere “sahip olmak”ın bir yük olduğu ortaya çıkacaktır. Biriktirmek, felsefeleri ile aynı ve tek bir şeyi söylemeye ve insanların dikkatlerini
Evren bir bütündür. Herkes ve herşey birbirine bağlıdır ve bir bitkileri aynı bütünün parçaları, yani kendi bedeni ve kardeşleri
diğerine mecburdur. Birisinin başarısı ya da yanlışı, tüm evrenin gibi sever, esirger, korur ve gözetir. Onlarla sanki söyleşir ve sırlarını
gibi davranmak, yani bilgiyi ve akışı, vermek, aktarmak, iletmek ve Az önce de belirttiğimiz gibi, tek tek beyin hücrelerinin görevleri
paylaşmak zorundayız. Böylece artar, coşar ve zenginleşiriz. Ama birbirlerinden farklıdır. Hatta aynı görevi üstlenenler bile, algılama-
damarda biriken kolestrol ya da yağlar gibi akışı yavaşlatmak, kes- larını diğerlerine oranla küçük farklılıklarla yaparlar ve görüntüye
mek, tutmak, engellemek ve kendimize ayırmak (sahip olmak ve kendilerine özgü olan açıyı katarlar. Ama hepsi, birbirleriyle işbir-
buna bağlanmak) bizi fakir kılar, zayıflatır ve güçsüzleştirir. Çünkü liği yapmak zorunda olduklarını bilirler. Doğru bir algılama ya da
bizim asıl üretimimiz olan “ortak ürünün” durmasına, bloke olma- mükemmel bir düşünce, ancak hepsinin kusursuz ve görevlerine
sına ve verimsizleşmesine neden olur. uygun bir biçimde çalışmalarına bağlıdır. Hepsi, ortak ürünün oluş-
Ne kadar azsak, kendimize yük ettiğimiz (yani, bizim insanî ma süreci içinde yer alırlar ve de onun birer öğesidirler. Ama “ortak
değerlerimizi geliştirmemiz yönünde bir fayda sağlamayan) ne kadar ürün” onların toplamından farklı bir bütünlüktür.
az şey varsa, o kadar çokuz (yani, insanî ve manevî değerler açısın- Modern toplumlardaki çeşitli sosyal yardımlar, tıkanan damarı
dan gelişmişiz) demektir. Çünkü “bütünün gelişimine o kadar çok açmak yerine, by-pass yapmak gibidir. Oysa bütünsel bir insan ve
şey katıyoruz” anlamına gelir bu ve o kadar da değerli olmamıza evren anlayışına geçilirse, sistem kendisini içten ve kendiliğinden
neden olur. yenileyecektir. Ne mutlu ki, günümüzde bu gerçekleri farkedenlerin
Dünyaya katılmak, eylem, dışavurum ya da inanç, teslimiyet sayısı giderek artıyor. Aslında insanlar hep aynı; özlemleri, hedefleri
ve “gerçek” ibadet, hep aynı şey: Kendimizi akışa katmak ve kendi ve istekleri de öyle. Farklı olan; yolları, dilleri ve yöntemleri.
katkımızla, onun daha iyiye ve ileriye doğru yol almasına etkide Günümüzün ekonomi modelleri ile onların uygulanmalarında
bulunmak demek. geçerli olan davranış biçimleri ve karakter yapıları; rekabeti, yalanı,
Rekabetin ve yarışmanın evrimi ve gelişimi getirdiği doğru. malzeme, yani potansiyel güç yeterince mevcuttur. Önemli olan,
Ama eksiksiz ve tam olarak uygulanırsa. Ancak bunun düzgün bir bunları insanlığa, doğru ve hızlı bir biçimde aktarmaktır.
biçimde işlemediği artık besbelli. Kişilerin kendi yararları için yap- İhtiyacımız olan, belki de bir “gelişmiş ruhlar yönetimi”dir.
tıkları davranışlar ve eylemler, bütün (yani, diğer insanlar ve doğa) Yani, kendi iyiliğinin ve çıkarlarının, diğer tüm birimlere bağlı
için de aynı yararı ve sonuçta da dengeyi getirmiyor. Çünkü birey, olduğunu bilen ve bu nedenle de onların haklarına ve isteklerine,
büyük çarkın içinde kendi (doğru-dürüst olarak oluşmamış olan) kendininkiler kadar önem veren, bilgisi ve gelişmişliği ile gerçekten
iradesiyle doğru bir değerlendirme yapmak imkânına sahip değil. o yere yakışan kişilerden oluşan merkezî bir idare. Onları seçen ve
Ne ekonomideki “tam rekabet” ne de toplumsal düzendeki “demok- denetleyen bireyler. “Rekabet” yerine “yardımlaşma”, “yabancılık”
rasi”. Teori, insanî bir uygulama ile pratiğe dökülünce, istenilenin yerine “dostluk” ve “düşmanlık” yerine de “dayanışma” olmalı
tersi sonuçlar veriyor. Kısaca, sistemin değişmesi gerek; yoksa, hem hayatımızda. O zaman “niçin ihtiyacımdan fazlasını biriktireyim,
kendimizi, hem de dünyayı yok etmeye doğru gidiyoruz. (Ekolojik niçin kendime taşıyacağımdan daha fazla bir yük yükleyeyim, niçin
felâketler, asit yağmurları, yok olmaya yüz tutan doğal kaynaklar ve başka birimlerin haklarına tecavüz edeyim? Gelecekten korkmama
ekonomik krizler bu gerçeğin en iyi göstergeleri.) ne gerek var ki?” diye düşünmem de son derece normal olur. Herkes
Kişisel sorumlulukların arttığı, yargılamayı herkesin kendi vicda- ihtiyacını ve hakkını, her an kısıntısız olarak temin edebilirse,
nı içinde yaptığı, en büyük cezanın da içsel acı olduğu bir anlayışa açgözlülük ve hırs biter. Böylelikle bütün israflar önlenir ve dünya-
geçebilmek için, önce “bütünsel evren kavrayışını” içimize iyice sin- nın aç kalmış kesimleri, hiç zahmetsizce doyarlar.
dirmemiz gerekiyor. İnsanlık bu anlayış biçimine doğru bir sıçrama Meselâ yazlık yerlerde yüzbinlerce konut, senede 10 gün otu-
yapmak, yani kendi algı alanı ile sınırlı ve kısıtlı olmanın ötesine rulmayı bekleyerek, dev bir ölü yatırım olarak kalmaz. Bilinçli bir
geçmek zorundadır. “Yeni Çağın Bilinci” ya da “holistik sıçrama”, merkezî idare, tasarruf ve yatırım amacı ile orada yatan sermayeyi
bu gerçeği kavramak ve ona uygun, en azından oraya doğru yönel- çok daha verimli yatırım ve üretim birimlerine dönüştürebilir.
miş ve hedef olarak “bütünsel anlayışı seçmiş bir davranış biçimine Oteller yapar ve hisselerini yatırımcı olmak isteyenlere dağıtır.
düşünün. Belki böylelikle, cinselliğin günümüzde bize lânse edilen olanı ve asıl mutluluk vereni, diğerinin önüne alır.
biçiminin ne denli yüzeysel, çarpık ve yanlış temeller üzerine otur- Aslında herşey, insanın varoluş sorununa vermeyi arzuladığı bir
Buna ek olarak işin, bunca eziyet ve çileden sonra, haz alma erkek aynı zamanda, tek bir varlığın taşımakta zorlanacağı bütünsel
ve “görev yapma sırasında ödüllendirilme” diyebileceğimiz tatmin özellikleri, kendi üzerlerinde ikiye bölerek, yaşanmalarını ve tecrübe
bulma yanları da vardır. edilmelerini kolaylaştırmışlardır.
Ama, bizce cinselliğin asıl önemli boyutu, iki ayrı varlığın, birbir- Bu paylaşımda anneye; sevgi, şefkat, merhamet gibi analık özel-
lerindeki evrensel özleri görerek, onları birleştirmeye yönelmelerin- likleri, erkeğe de; düzen, görev ve disiplin gibi babalık özellikleri
de gizlidir ki, biz buna “sevgi” adını veriyoruz. Bütünsel gerçekliğe düşmüştür.
ulaşma yolunda, çeşitli (fiziksel ve ruhsal) yöntemler ve uygulamalar İnsanlar en ufak birim olan “birey”den “aile”ye, oradan da birlik-
vardır. Cinsellik de, bunların arasında yer alır ve en kolay yoldan, te yaşamak zorunda bulundukları ve birbirlerine muhtaç oldukları
o bütünsel gerçekliğin farkına varmamızı sağlayan bir araç olarak için “toplum”a geçiş yapmışlar ve kendilerindeki bu özellikleri top-
görev yapar. lumsal yapıya ve toplumsal sistemlere de aktarmışlardır.
Tabii sözünü ettiğimiz bu boyutun ortaya çıkabilmesi için, çağ- Cinsellik, gerek Batı, gerekse de Doğu toplumlarında genellikle
daş (günümüz toplumlarında lânse edilen) cinsellik anlayışının çok “ayıp, yasak ve günah” olarak değerlendirilmiş ve bastırılmıştır.
ötelerine geçmek gerekir. Yasaklama ve bastırma, sağlığı değil, hastalığı getirir, bu doğru.
Dünya ve insanlık tarihine baktığımızda, iki kutup arasında Ancak, “yasakları aşacağız” diye, adeta hayvanlar arası ilişkilerde
gidip-gelen bir çizgi izlendiğini görürüz. Çeşitli kültürler ve uygar- olduğu gibi, herkesin birbirinin üzerine tırmanması da, tatmini
lıklar, farklı anlayışlara göre yaşamışlar ve ortaya değişik örnekler ve mutluluğu getirmez. Nitekim Batılı toplumlardaki “cinsel dev-
koymuşlardır. rimin” mutlu bir sonuç yarattığını kimse iddia edemez. Açılıp-
Kadın ve erkek kutuplaşması, sözü edilen karşıtlıkların en temel saçılmak, her an ilişkiye açık ve hazır olmak veya bütün tabuları
Metalaştırılmış, satılığa çıkarılmış ya da tamamen özgür bırakıl- Gelin bu büyük imkânı, kısır ve çarpık cinsellik kavramlarının
mak adına doğal olmayan, sapkın ve bütün ahlâkî değerleri aşan bir dar parmaklıkları arkasına hapsetmeyelim.
cinsellik anlayışı, çözüm değildir.
yorsak, dünyaya ve evrene karşı olan bakış açımızı değiştirmemiz Din kurumu, tarih boyunca insanları en çok meşgul eden ve
gerekir. Nasıl ki, ekonomik anlayışta karşımızdaki kimseyi rakip, kafalarını karıştıran olgulardan birisi olmuş ve olmaya da devam
düşman ve aldatılacak bir kişi gibi görmek yanlışsa; cinsellikte de etmektedir. İnsanlık varolduğundan beri, ona, evrenle nasıl bir
kadın ve erkek ayrımının üzerine çok gitmek ve yalnızca fiziksel arada yaşamaları gerektiğiyle ilgili bilgiler çok çeşitli yollar ve yön-
bir cinsellik arzusuyla dolu olarak eşimizi rakibimiz gibi görmek de temler yardımıyla aktarılmıştır. Din de, bu bilgilerin peygamberler
yanlıştır. aracılığı ile insanlara tebliğ edilmiş ve kitaplaştırılmış biçimidir.
Bizler rakip, karşıt ya da düşman değiliz, tam tersine aynı bütü- İnsanlar dünyada yalnız, güçsüz ve zavallı bir durumda olduk-
nün parçalarıyız ve tüm bu evrensel serüvenin amacı da, ayrı par- larını hissettikleri andan itibaren, genetik programları doğrultu-
çaları birleştirmek ve bir araya getirmek. Biz birbirimize gerekliyiz. sunda kendilerini koruyacak bir şeyler aramaya başlamışlardır.
El ele gelmek, birbirimizi sevmek zorundayız. Ancak bu şekilde, Sığınacakları ve korkularını giderecekleri bir “yer” arayışları, onları
atılmış, yalnız ve terkedilmiş olmak duygusundan sıyrılıp, birleş- totemlere, büyülere ve büyücülere yöneltmiştir. Ayrıca çaresizce
menin ve bütünleşmenin hazzını duyabiliriz. Ve bu haz, o bir anlık etkileri altına girdikleri doğa olaylarını da yüceltmeye ve onlara
maddesel tatminin çok daha ötesinde yer alır. adaklar sunmaya başlamışlardır.
Dünyasal gerçekler açısından baktığımızda, cinsellik ve kadın- Bütün bunların arkasındaki temel etken, kendi güçsüzlüğünü
erkek ayrımı ya da karşıtlığı, bize en kısa yoldan, evrensel bütün- hissetme, çaresizlik, belirsizlik, yani kısaca korkudur. Korku, dünya
Bütün büyük dinlerin özü aynıdır: İnsancıl (hümaniter) değerleri işleyen dev bir makine gibi görmek yanlışının bir sonucudur. Bu
savunurlar ve insana önem verirler. Çünkü dünya planetinin varo- nedenle “dindarım” demekle dindar olunamaz, önemli olan bütün-
luş işlevi, insanın kendisini geliştirmesi, evrimleşmesi ve dönüşümü selliğin kurallarına uygun olarak, yani doğru ve adaletli bir şekilde
Bu nedenle, hümaniter dinler; aklın, sevginin ve adaletin sözcüsü İnsan, evrendeki yerinin ve rolünün bilincine varmalı, sınırlarını
gibidirler. Zaten insanın varoluşunun amacı da, akıl, sevgi ve enerji tanımalı, aynı zamanda, kendi dışında bulunan ve etkileyemediği
gibi içsel güçlerini kullanarak, bağımsızlığa ya da özgürlüğe doğru bazı dış güçlere bağımlı olduğu gerçeğini de anlamalıdır. Ancak,
adım atması, yani potansiyel güçlerini sonuna dek kullanarak, kendi insanın kendi sınırlarını tanıması ile kendisini aşan güçlere tapın-
sorumluluğunu taşıyacak güce erişmesi, sonra da gerçeğe ve bütün- ması, ayrı ayrı şeylerdir. İnsan kendi içsel potansiyelini ve güçlerini
selliğe doğru yürümesidir. geliştirmek suretiyle, evrensel planla bir uyum ve etkileşim içine
Ancak dinler, toplumlardaki egemen güçlerle işbirliğine girdik- girebilir. Evren senfonisine kendi notasını katıp, onun daha tam
leri oranda, bu hümaniter özlerinden uzaklaşırlar, çarpık ve insan- ve zengin bir hâl almasına katkıda bulunabilir. Zaten başka türlü
ların zararına işleyen bir hâle dönüşürler. Böyle bir durumda din, davranma şansı da yoktur. Buna ters davrandığında; acı, keder ve
otoriter bir yapıya bürünür. İnsanların kendi dışlarında bulunan ve mutsuzluk duyar; hem bireysel, hem de toplumsal boyutta, tıpkı
görüp-bilemedikleri bir güce kayıtsız-şartsız teslim olmaları ilkesine bugüne kadar bütün dünyada olduğu gibi.
göre hareket etmeye başlar. Böylesi bir dinsel anlayışta en büyük “Eski din anlayışı, aşılmış bir realitedir” diyen akımların sayıları-
erdem ya da sevap, itaat; baş günah ise, itaatsizliktir. Tanrı, herşeyi nın arttığı son günlerde, bu nokta, dini anlayış biçimine göre değiş-
bilen, en güçlü olan ve cezalandıran, insan ise zavallı, güçsüz ve mektedir. Dini, sadece bir kurallar bütünü olarak değerlendiren ve
anlamsız olandır. İnsan için kurtuluşun tek yolu, kendisini Tanrı’ya bu kuralları anlamlarına bakılmaksızın uygulanması şeklinde ele
adamasından ve kendisinde bulunan tüm güçleri ve yararlı yanları alan yaklaşım, gerçekten de aşılmıştır.
Bireyci ve maddeci görüş, “Tanrı” kavramını da kendi anlayışına böyle davranmak, onu diğerlerinden koparır, kendi içine izole eder
uygun bir biçimde yorumlar. Bir “insan” vardır ve bir de ondan ayrı, ve yalnızlıkla başbaşa bırakır.
bağımsız, üstte yer alan, güçlü ve yaratıcı bir “Tanrı”. O oradadır, Bütüncül ve mekanistik yaklaşımlar arasında böylesine önemli
insan da burada. Birisi “yaratır”, öteki ona “tapınır”. Oysa iş, hiç farklılıklar vardır. Mekanistik görüşün geliştirdiği “Tanrı” kav-
de öyle değildir. Batı âleminde “Tanrı” diye bilinen şeyler, aslında ramı için, bütüncül görüş şöyle söyleyebilir: “Evet, her insan bir
insanda varolan bir takım içsel ve potansiyel güçlerdir. Bunları, Tanrı’dır. Ama “Allah” değildir.” İşte bu noktada karşımıza çok
tıpkı mitolojilerde ya da Hint kozmolojisinde olduğu gibi, bir takım temel bir ayrım çıkıyor: “Tapılacak Tanrı’lar yoktur, ancak Allah
Tanrısal adlarla nitelemek, olsa olsa, bunları akılcılaştırmak ve daha vardır.” O Allah ve O yaratıcı, varedici ilke, tüm evrensel bütün-
iyi anlamak içindir. Ama içinde bulunduğumuz yüzyıl artık çok selliğin içerisinde yer alan ve onunla hem bir, hem de ayrı olan bir
daha farklı olmak zorundadır. Görüşlerimizi “gerçeğin bütününü” olgudur. Bu gerçekten, Kur’an’da: “Allah bir Tanrı değildir. O’na
kavramaya göre ayarlamak zorundayız. tapınılmaz, O’na ancak kulluk edilir” diye bahsedilir.58
Eğer evren bir hologram gibi organize olmuşsa, her insan da bir Evren varedilmiştir. İşleyen bir sistem ve kurallar bütünü vardır.
mini hologramdır. Yani evrenin bütün planı, her insanda mevcut- Tüm yaratılanlar gibi insan da, bu yaratılış amacına uygun bir plan
tur. Ama bizler, ancak kendi gelişmişliğimiz oranında, bu “ana bilgi içerisinde yer alır. Yaratılanların amaçları, kendi potansiyel güçlerini
kaynağı”ndan istifade edebilmekteyiz. Nitekim “kendini bil!”, “ken- sonuna dek ortaya koymak, tekâmül etmek ve “birlik” aşamasına
dini bilen, evreni bilir!” gibi birçok özdeyiş de buna işaret eder. Yani “yeniden” ulaşmayı “bilinçli olarak” isteyecek düzeye gelmektir.
derdi kariyer, şöhret ya da kazanç ve tatmin, kimi zaman da “günü olmasına rağmen) yürüyebilen bir yaklaşım olabilir. Ama tıp alanın-
kurtarmak”. Oysa seçtikleri alan nedeniyle, daha farklı düşünmek da böyle davranmak, sadece yanlış değil, sonucu da olumsuz yönde
etkileyen bir olgu olarak ortaya çıkıyor.
zorundalar. Ama bunu hep unutuyorlar.
Öncelikli olarak, kendi durumlarını korumak ve pozisyonlarını
Tıp alanındaki en yaygın tutum, ki bunu çarpık bir insan anlayı-
sağlamlaştırmak derdindeler insanlar. Dar ve kısır bir anlayışın
şının hüküm sürdüğü birçok alanda, ekonomide, politikada, eğitim-
ürünüdür bu. Ama çoğunluk olaya böyle yaklaştığı için, böyle
de... görmek de mümkün, “ben üzerime düşeni yapayım, vicdanen
davranmak sonuç da veriyor gibi gözükmektedir. Doktorlara git-
rahat olayım da gerisini boşver” anlayışıdır. Hemşiresinden başheki-
tiğinizde durumu abartmak, ciddî kılmak için ellerinden geleni
mine kadar herkes, “baştan savma” bir biçimde görev alanlarını ve
yaparlar, sonra da ya bir sürü ilaç yazarlar ya da hemen “kesip-biç-
saatlerini doldurmaya çalışıyorlar. Hastalar onlar için birer külfet,
meye” bakarlar. Böyle yapmakla, hastaya karşı olan saygın ve üstün
yabancı ve “el”. Sevgi, şefkat ve ilgi ise, sadece “evde” olur, “işte”
konumlarını da garantiye alırlar. Aslında siz onun için bir “iş” ve
değil.
“gelecek yatırımı” gibisinizdir. Çok korkutucu ve ciddî davranıp,
Hasta ve yakınları ise, “kendilerine sahip çıkılmasını” ve “kendi- bir sürü ilaç yazmasa, siz de “yahu, bu doktor hiçbir şeyden anla-
leriyle ilgilenilmesini” boş gözlerle beklemektedirler. Bu durumun mıyor” dersiniz. Bu, böylece karşılıklı bir itibar ve psikolojik tatmin
“Ben bu kişiye nasıl faydalı olabilirim? Onu nasıl sağlığına kavuş- Tıpkı saatin bozulan parçasını değiştirmek gibi, ameliyat yapılır
turabilirim?” diye işe başlaması gerekir doktorun. Karşısındaki kişiyi, ya da dişlileri temizleyip, yağlamak için ilaç verilir. Bir de bunun
kendi annesi ya da çocuğu gibi değerlendirmek zorundadır. Yoksa üzerine inşa edilmiş olan muazzam bir ekonomi, kazançlar ve dev
“midesini iyileştireyim” derken bağırsaklarını bozması, kalbine ilaç rantlar vardır. Bunlardan vazgeçilmek istenilmez.
yazarken karaciğerini işe yaramaz bir hâle getirmesi kaçınılmazdır. Halbuki bunca çabayı ve masrafı “koruyucu hekimlik” dediğimiz
Nitekim yapılan araştırmalara göre, Amerika’da yılda yaklaşık olarak alanda kullansak ve “hasta olmamaya” yöneltsek, yani hastalıkların
20.000 kişi yanlış tedavi yüzünden hayatlarını kaybetmektedirler. oluşmasını önleme yolunda çaba göstersek, daha iyi olmaz mı?
Bütüncül bir bakış ve şefkatli bir yürek! Bunun olabilmesi için Son yıllarda Alternatif Tıp ya da Alternatif Tedavi yöntemleri
de, önce o kişilerin evrenin ve insanın bütüncül yapısını kavramaları giderek öne çıktılar. 20. Yüzyıl’ın getirdiği teknolojik gelişmeler
gerekir. Tabii sonra da, baktıkları hasta sayısının az ve belirli bir ve atılımlar, yüzyılın başında sanıldığı gibi, insanlara sonsuz bir
boyutta kalması. mutluluk ya da tatmin sağlamadı. 1. ve 2. Dünya Savaşları ve hâlâ
Hastayı bir “iş” gibi görmemek gerekiyor. Onu tanımak, anla- süren savaşlar, doğal kaynakların sorumsuzca tüketilmesi ve dünya-
mak ve aynı dalga boyunda onunla birlikte titreşmektir doğru nın bırakın ileriye gitmeyi, yok olmaya doğru hızla sürüklenmesi,
olan. Tedaviye gelenleri “bütünsel olarak işleyen” bir sistem olarak insanların üzerinde derin izler bıraktı. Eski hayâllerin ve umutların
ele alıp, “ona nasıl faydalı olurum?” düşüncesiyle yaklaşılmalı bu yerinde şimdi şaşkınlık ve hayâl kırıklığı var. Yüzyılın başındaki
konuya. Yorumlarımızı doktorların kişisel eksikliklerinden, yeter- “kaba ve materyalist” bilimsel anlayış artık iflâs etmiş durumda.
sizliklerinden ve yanlışlarından, tıp biliminin çarpıklıklarına doğru Çünkü evren, üç boyutla kısıtlı algı alanımızın kısır ve dar
çevirelim: Newtoncu Fizik ve Descartesçi insan anlayışının getirdiği sınırları içinde bize göründüğü gibi, birbirlerinden ayrı parçaları
mekanistik yaklaşım; insan, doktor, bilim, ilaç, ameliyat gibi faktör- muntazam bir düzen içinde işleyen bir makine değil. Newton Fiziği,
Kuantum Fiziği, İzafiyet Teorisi ve Holografi Kuramı gibi kav- Diğer bilim dalları gibi tıp da, “birbirinden ayrı, tek başına
ramlar, evrenin, bütün varolanları ile birlikte bir bütünlük olduğu- olan ve diğerlerine yabancılaşmış cisimlerden oluşmuş bir evren”
nu, bütün birimlerinin birbirleriyle ilişki ve iletişim hâlinde bulun- anlayışının uzantısı olarak gelişmiştir. Bu nedenle de insanı tıpkı
duklarını, en ufak bir birimdeki küçük bir değişimin, bütün evren bir makine gibi, bölümlere ayırarak ele alır ve öyle tedavi eder.
tarafından ânında algılandığını, kısaca hepimizin aynı bütünün Amacımız tıp bilimine karşı bir tavır koymak değil. Ama görünen-
birimleri ve parçaları olduğumuz gerçeğini gözler önüne seriyorlar. lerin ötesinde, insanda bir takım başka özellikler, enerjiler ve olu-
şumlar da gizli. 21. Yüzyıl’da artık insanlar, yalnızca gördüklerine
Bu bütünsel kavrayış, aslında yeni bir olay değil. Yüzyıllardır
inanmakla yetinmiyorlar. Çünkü algı alanlarının dışında daha nice
insanlığa farklı şekillerde anlatılmış ve açıklanmış.
şeylerin varolduğunu “biliyorlar”. Önceleri çok az kişiye nasip olan
Yeni olan şey, eskiden kişisel çabalara ve tecrübelere bağlı olan
bu gibi bilgiler, artık bütün insanlık için rahatça ulaşılabilecek bir
bu bilgi biçiminin, şimdi her yerde ve herkes için geçerli olacak bir
durumda. Bir kişi çıkıyor ve adeta röntgen çeker gibi, karşısındaki
şekilde, yani bilimsel araçlarla ve onların destekleriyle açıklanması ve
kişinin nerelerinde enerji dengesizliği olduğunu, neresinde hastalıklı
böylece içine girdiğimiz kıyamet (uyanış) döneminde, herkese eşit
bir gelişim bulunduğunu ya da ne türlü tıbbî bir sorunla karşılaşaca-
bir şans verilmesi durumudur.
ğını beynindeki biyo-ekranı açarak görebiliyor. Biyoenerji uzmanla-
Böylesi bir bütünsel kavrayışa geçemezsek, dünyayı yok etme rı aynı şeyleri elleriyle yapabiliyorlar. Aurayı gören ve okuyanlar var.
görevlerini yapıyorlar ve her zaman bizim içimizde ya da etrafımızda dünyaya bakış açılarına göre biçim bulmaktadır. Bu nedenle, insan-
ları birbirlerinden ayrı ve birbirlerine karşıt gibi gören bir anlayışın,
bulunuyorlar. Kendimizi zayıf düşürdüğümüz zaman, bir hastalık
“geleneksel” ve “alternatif” tıp kavramlarını karşıt yöntemler olarak
belirtisi olarak görünüyorlar bize. O zaman da, frekans düzeyinde
değerlendirmesi normaldir. Halbuki onlar, tıpkı diğer alanlarda
bir ilişkiye geçerek, onları bedeni terketmeye “ikna edebiliriz.”
olduğu gibi, aynı bütünlüğün iki farklı yansımasıdır yalnızca.
İnsanı bir bütün olarak gören ve hastalığın da, tedavinin de
Dünya, yeni bilgi biçimlerine oldukça ilgi duyuyor. Ama aslında
onun kendi içinde olduğunu ileri süren “tamamlayıcı tıp” ya da
bizim yeni dediğimiz şeyler, yüzyıllar öncesinde söylenmiş, işlenmiş,
“bütünleyici yöntemler” çok önemli bir fonksiyonu üstlenmişlerdir.
hatta uygulamaya bile geçilmiştir. Bizler, insan olmamız nedeni ile
Bir yandan olağan tıp bilimine önemli bir destek ve katkı verirken,
belirli kısıtlılıklar içerisindeyiz. Üç boyutlu bir algı alanımız var,
öte yandan da bütünsel bir evren tasarımı konusunda bizlere yeni
beynimiz ancak “Karşıtlıklar İlkesi”ne göre çalışıyor. Yani ikili ve bir
ufuklar açmaktadırlar.
karşıtı olmayan şeyleri kavrayamıyoruz, bu türlü bilgileri ve gerçek-
Yalnız burada önemli bir incelik gizli. Somut olarak görülüp- leri anlamamız mümkün olmuyor. Lineer, tek yönde ilerleyen, yani
elle tutulamayan her konuda olduğu gibi, alternatif tıpta da, birçok geçmişten gelip-geleceğe doğru giden bir zaman anlayışımız var. Bu
• Dost olun! Bir karar verirken, en doğruyu bildiğinizi sanıp da, kompleks-
leriniz doğrultusunda çocuğunuzu baskı altına almayın. Kararları
Onu, bir rakip ve hayatınıza engel olan bir yabancı ya da “bükü-
“birlikte” alın.
lecek bir ağaç” olarak görmeyin.
Aslında bütün insanlar psikolojik açıdan hastadırlar. Ama bu
• Dürüst olun!
hastalıkların dereceleri ile kişilerin bunları tolere etme, yani kaldı-
Kendi komplekslerinizi, isteklerinizi ve hayâllerinizi “disiplin” ya
rabilme ve dengeleyebilme kapasiteleri farklıdır. Hastalığın manevî
da “o, öyle istiyor” diyerek çocuğa yansıtmayın.
nedeni; bedenlenmek suretiyle, evrendeki temel bütünsellikten
• Samimi olun! kopmak, yalnız ve yabancılaşmış olarak yaşamak zorunda kalmak-
Yine aynı şekilde, birbirlerine rakip olmak, düşmanca davran- ulaştıracak olan tek yol, tek seçenektir.
mak, başarı stresi ile birbirlerini yok etmeye çalışmak istemiyor; Nedir evrensel bütünselliğin farkına varmak? Evren aslında,
gizlediğimizi bilmiyor ve farketmiyor gibimize geliyor. Oysa evren- ve onu çeşitli baskı unsurları ile tehdit etmeye gerek kalmaz. En
de büyük bir sistem var ve biz bu sistemin içindeyiz, ona bağlıyız, büyük yargıç, kendi içindedir zaten. “Vicdan” denilir onun adına.
onunla birlikte varız ve birlikte hareket ediyoruz. Ama insanlar Karşısındaki farketmeden onu kandırsa bile, kendi vicdanını aldat-
bağımsız, özgür ve kendi iradeleriyle davranıyor olmayı pek sevdik- ması mümkün olmaz. Her yanlışında, sisteme her ters davranışında,
leri için, böyle olduklarını zannederek kendilerini avutup-oyalıyor- başkasının hakkına her el uzattığında ya da bir başkasını her kırdı-
lar. ğında, onu, herkesten önce kendi vicdanı yargılar.
Ama biz, bir sistemin içindeyiz. Ondan ayrı ve bağımsız olma- Bütünsel gerçekliği kavrayış, bize yepyeni ekonomik, toplumsal,
mız da mümkün değil. Bu gerçeğin bilincine varmamız, aslında bizi ahlâkî, sanatsal, bilimsel ve dinsel anlayışlar getirecek. Şimdilerde
çok daha özgür ve huzurlu kılacak. İnsanlık artık böyle gelişmiş bir toplumsal kurumlar, dinler, ahlâkî anlayışlar gibi çeşitli çabalar ve
Gelelim ülkemizde son yıllarda “modernlik” ve “çağ atlama” ola- niye alıyorsunuz?” diye bir eleştiri alırsanız ne yaparsınız? İnternet
rak lânse edilen “vergi numarası”, “kimlik numarası” gibi, insanları de öyle, Facebook da; herşey açık ve ayân!
tek bir numaraya indirgeme ve fişleme girişimlerine. Evet, bu sistem Ama, insanların kendilerine özgü olan, yani özel ve mahrem bir
dünya anlayışının nasıl olması ve ne gibi özellikler taşıması gerekti- “Yeni Çağın İnsanı”nın ya da “Holistik İnsan”ın temel davranış
ği konularında az önce size açıklamalarda bulunmaya gayret ettik. biçimi de böyle olmalıdır. “Peki, düşünce şekli nasıl olmalıdır?”
“Ne varlığa sevinirim, çevirmemiz ve “neye göre” yaşamamız gerektiğinin altın anahtarını
veriyor.
Ne yokluğa yerinirim,
Tam bu noktada, değişik insanî seviyeleri ortaya koyan şu gerçek
Ben, görevimi yaparım!”
olayı incelememiz doğru olacak: Ahmet Bey yolda yürümektedir.
Kişi, nötr ya da tarafsız olmalıdır. Yani varlık, para, şöhret gibi Soğuk bir kış günü akşamıdır ve herkes acele ile evine gitme telâşı
tutkulardan kendisini sıyırmalı, bununla bağlantılı olarak, her türlü
içindedir. Birdenbire yolun kenarında yüzü-gözü kan içinde yatan
kaybı da doğal karşılamalıdır. O, sadece “görevine” odaklanmalı,
bir adam görür, adam zor durumdadır ve yardım istemektedir.
yani kendisini geliştirmeye ve güçlerini potansiyel sınırına dek artır-
Ahmet Bey irkilir, şöyle bir düşünür: “Yarın ben de böyle muhtaç
maya çalışmalıdır. Sonuca değil, sonuca giden yoldaki aşamalara
bir duruma düşebilirim. Ne demişler: “İyilik eden, iyilik bulur.”
konsantre olmalıdır. Üzerine düşeni, en iyi şekilde ve art niyetsiz,
Şuna yardım edeyim bari!” Sonra da adamı kolundan tutup, kaldı-
temiz duygularla yaptıktan sonra, ortaya çıkacak olanları ilgi ve
rımın kenarına oturtur ve vicdanı rahatlamış olarak evinin yolunu
merakla beklemekten başka yapacağı bir şey de yoktur.
tutar.
Bu gibi bir anlayış ve hayata bakış tarzı, bir evliyalık düzeyidir
Az sonra Deniz Bey geçer oradan, adamın yüzü-gözü kanlı,
ya da bizim tanımımızla “Holistik Liderlik” aşamasıdır. “Dünya
üstü-başı çamurlu hâlini görünce, içini bir iğrenme duygusu kaplar.
batacakmış” “bana ne!”, “yeryüzü bir cennet hâline gelecekmiş”
Onun yardım isteyen sesini duyunca: “Aman şimdi akşam vakti
“bana ne!”, “sana piyangodan büyük bir para çıkmış” “bana ne!”,
üstümü-başımı pisletmeyeyim, hem başka birileri mutlaka ona
“herşeyin yanmış, sadece üzerindekilerle kalmışsın” “bana ne!” Tabii
yardım ederler, zavallı adam” diye düşünür ve yoluna devam eder.
bu “bana ne”ler, tembelce bir boşverişin değil, bilgece bir uyanık
(farkında) oluş hâlinin neticesidir. Herkesin bir anda aynı seviyeye Hemen ardında Salih Bey vardır. “Aman Allahım, şu hâle bak!”
gelmesi beklenemez. Zaten böyle bir şey bir anda gerçekleşecek olsa, diye geçirir içinden. “Yahu günahtır, bari bir elinden tutuvereyim.
Gecenin ilerlemiş bir vaktinde evine giden Mehmet Bey, kan- bir eksiği. Siz Cem Karaca’nın: “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane
lar içindeki adamı görünce duraklar. Yanına yanaşır, adamla göz Parkı’nda” diye başlayan parçasını biliyor musunuz?” “Evet, duy-
göze gelirler. “Gözlerinin rengi ne kadar da güzelmiş” diye düşü- muştuk.” “İşte benim yaptığım da böyle. Biz hepimiz birer ceviz
nür. Sevgiyle bakar ve sorar: “Ne oldu sana böyle?” diye. Adam: ağacıyız ve görevimiz, günü geldiğinde meyve, yani ceviz vermektir.
“Araba çarptı, ben de burada kaldım” der, hâlâ kan-revan içinde- Ama bu cevizlerin nasıl değerlendirileceklerine biz karar veremeyiz.
dir. Mehmet Bey: “Yürüyebilir misin?” diye sorar, adam: “Belki” Belki hepsi yere dökülüp-çürüyecekler, belki de zengin sofralarını
deyince de, koluna girer ve onu az ötedeki bankın üzerine oturtur. süsleyecekler. Belki hasta birisinin iyi olmasını sağlayacaklar, belki
“Beni biraz bekle, geleceğim” der, hızla yola koyulur. “Eve götürüp de bir yumurcağın eline geçip-birinin başını yaracaklar. Biz bunlara
yaralarını sarmaya kalkışsam, Kemalettin Tuğcu’nun romanların- karışamayız. Görevimiz sadece meyve vermektir. Bu meyveleri “iyi
daki gibi “gözyaşı edebiyatı”na girer iş. Akılcı olmalıyım. En iyisi kimseler yesin”, “kötüler ellerini sürmesin” diye bir kural koya-
karakola haber vermek ve oradan bir hastaneyi arayarak, ambulans mayız. “Sizin cevizinizin tadı güzel” derlerse, cevabımız “eyvallah”
temin etmek” diye düşünerek, karakola varır. Hastaneyi arar, adresi olur, “sizin ceviziniz kötü” derlerse, cevabımız yine “eyvallah”tır.
verir ve yeniden yaralı adamın yanına döner. Sırtındaki paltosuyla Çünkü biz, içinde bulunduğumuz zaman ve mekân koordinatları
onun üzerini örter, üşümemesi için. Adama, onu teselli edici sözler çerçevesinde, kendi potansiyelimizi sonuna dek ve tüm iyi niye-
söyler, bir süre sonra da ambulans gelince, binmesi için yardımcı timizle kullanırız. Yapabileceğimizin en iyisi budur. Bu nedenle
olur ve adamı yolcu eder. Görevini yapmış olmanın rahatlığı ile eve de eleştirilerden yararlanmanın yollarını arar, övgülerle de moral
dönerken, yanına mahallenin gençlerinden Cemal ile Cevdet yakla-
buluruz, ama sonuçta:
şırlar ve şöyle sorarlar: “Mehmet Abi, sana mı kaldı yardım etmek,
Ne varlığa seviniriz,
polise bildirip-evine dönseydin. Hem bak, palton da çamurlandı,
kan lekeleri bile var üzerinde. En akıllı sen misin?” Ne yokluğa yeriniriz,
Mehmet Bey güler ve onlara şunları anlatır: “Ben görevimi yap- Biz görevimizi yaparız...”
11. Prof. Dr. A. Schimmel, “Hallac-ı Mansûr”, International 22. Karl Lashley, “In Search of the Engram (Engramların
Rewiew for the History of Religion, Fasikül 3, Redhouse Yayınevi, Peşinde) Psysiological Mechanisms in Animal Behavior (Hayvansal
1969, S. 11. Davranışların Fizyolojik Mekanizması)” adlı çalışma içinde,
Academy Press, 1950, S. 454-482.
12. Erich Fromm, “Çağdaş Toplumların Geleceği”, Arıtan
Yayınevi, 2004, S. 30-31. 23. Nikolai Bernstein, “The Coordination and Regulations
13. Michael Talbot, “Das Holographische Universum (Holografik of Movement (Hareketlerin Düzenlenmesi ve Koordinasyonu)”,
Evren)”, Dromer Knaur Verlag, 1992, S. 29. Pergamon Press, 1967.
14. Fritjof Capra, “The Tao of Physics (Fiziğin Tao’su)”, Arıtan 24. Karl Pribram, a.g.e. S. 38.
Yayınevi, 1991, S. 207. 25. Karl Pribram, a.g.e. S. 38.
15. Cafer Özkul, İnsan ve Kâinat Dergisi, Mayıs 1988, S. 67-68. 26. Karl Pribram, a.g.e. S. 36.
16. Cafer Özkul, İnsan ve Kâinat Dergisi, Nisan 1988, S. 52-56. 27. Erich Fromm, “Greatness and Limitations of Freud’s
17. Karl Pribram, a.g.e. S. 33. Thought (Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları)”, Arıtan
18. Karl Pribram, a.g.e. S. 37. Yayınevi, 2004, Giriş.
19. Karl Pribram, a.g.e. S. 36. 28. Werner Heisenberg, “Physics and Philosophy (Fizik ve
Felsefe)”, Harper and Row, 1963, S. 50.
20. Karl Pribram, a.g.e. S. 35.
29. Werner Heisenberg, a.g.e. S. 139.
21. Wilder Penfield, “The Mystery of the Mind. A Critical Study
of Consciousness and the Human Brain (Beynin Sırları. Bilinç ve 30. Niels Bohr, “Atomic Pyhsics and Human Knowledge (Atom
34. Lincoln Barnett, “Cosmos and Einstein (Evren ve Einstein)”, 44. Lincoln Barnett, a.g.e. S. 78.
Varlık Yayınları, 1982, S. 21. 45. Whi Kim Young, “Die göttlichen Prinzipien (Tanrısal
35. Prof. Dr. Tekin Dereli, “Kuantum Dünyası”, Bilim ve Prensipler)”, München, 1975, S. 83.
Ütopya Dergisi, Nisan 1996, Sayı: 22, S. 14. 46. “Kitab-ı Mukaddes”, İstanbul, 1974.
36. Karl Pribram, a.g.e. S. 39. 47. Şeyh Bedrettin, “Vâridat”, İstanbul, 1971, S. 46.
37. Carl Gustav Jung, “On Synchronicity (Senkronizasyonlar)”, 48. Lincoln Barnett, a.g.e. S. 80.
Princeton University Press, Toplu Eserler, Cilt 3, 1951, S. 133.
49. John Gribbin, “Auf der Suche nach Schrödingers Katze
38. Nick Herbert, “How Large is Starlight? A Brief Look at (Schrödinger’in Kedisi’ni Arayış)”, Piper Verlag, 1996, S. 220-224.
Quantum Reality (Yıldızların Işığı Ne Kadar Geniştir? Kuantum
50. Ian Marshall - Danah Zohar, “Who’s Afraid of Schrödinger’s
Gerçekliğine Bakış)”, Revision 10, 1987, Sayı: 1, S. 31-35.
Cat? (Kim Korkar Schrödinger’in Kedisi’nden?)” Gelenek Yayıncılık,
39. Michael Talbot, a.g.e. S. 53-54. 2002, S. 17-18.
40. David Bohm, “Wholeness and the Implicated Order 51. Lincoln Barnett, a.g.e. S. 83.