You are on page 1of 26

PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: BİLİNÇALTINDAN NOTLAR

KİMİM BEN?

PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: BİLİNÇALTINDAN NOTLAR


Sigmund Freud

Bugün, hangi kitapçıya giderseniz gidin "Psikoloji" başlığı altındaki rafların en göze çarpıcı
sıralarına onlarca kitabıyla Sigmund Freud'un yerleştiğini görüyorsunuz. Bu saptamaya
paralel olarak, küçük çaplı bir test yaparak sokaktan geçen ilk 100 kişiye psikolojiye dair
bildikleri birkaç ismi saymalarını istesek, Freud'un ilk sırada gelme olasılığı oldukça yüksek
görünüyor. Her ne kadar bir tıp profesörü olsa da, psikoloji tarihine bu denli derin bir mühür
basan bu figürün kuramlarını bir kez daha hatırlayalım istedik. Kendi deneyimledikleri ve
hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve akıl hastalıkları üzerine yoğun
çalışmalarda bulunan Freud, 4 ana unsurun altını çiziyordu: Bilinç seviyeleri, kişilik yapısı,
kaygı ve psikolojik savunma mekanizmaları ve gelişimde psikoseksüel evreler.

Bilinç Seviyeleri ve Buzdağı Benzetmesi

Freud'un bilincin çeşitli katmanlarından bahsettiği kuramı "topografik zihin modeli" olarak
da adlandırılıyor. Topografinin sözcük olarak yer betimi anlamına geldiğini göz önünde
bulunduracak olursak buzdağı ve bilinç arasındaki benzeşimi kurmak çok da zor olmuyor.
Çünkü Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç aşamalarını bu buzdağının suyun
altında ve üstünde kalan kısımlarıyla, yerlerini su seviyesine göre betimleyerek bağdaştırıyor.
Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilincin en büyük
alanını oluşturan bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön
bilinç aşamasında ise o anda farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz
anılarımız ve dünya bilgileri yer alıyor.

Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü
düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin
üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ediyorlar.

Ön Bilinç Aşaması (Buzdağında su seviyesinin hemen altı): O anda bilincinde olmasak da


hemen bilince aşıyabileceğimiz anılar ve dünya bilgilerini kapsıyor. Bu aşama, bilinçle
bilinçaltı arasında bir tür geçiş aşaması görevi üstleniyor.

Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız
korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici
deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde,
buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe
yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin
koğuşlandığını belirtiyor.
Buzdağı Benzetmesi

Freud bir tıpçı olarak duyusal eşikler hakkında geniş bilgi sahibi bir bilim insanıydı. Öyle ki,
bilim ilerledikçe öne sürdüğü psikolojik kuramların biyolojik ve sinirsel araştırmalarla da
destekleneceğine inanıyordu. Bilince dair öne sürdüğü bu topografik modelse insan aklını
duyusal eşiklerle açıklamaya dayalıydı. Bahsettiği aşamaları irdeleyecek olursak her bir
aşamadan birbirine geçiş için belirli bir bilinç eşiği gerektiğini görüyoruz. Yukarıdaki şemada
her ne kadar çoğu korku ve dürtülerimizin farkına varamadığımıza parmak basılsa da, Freud'a
göre bilinçaltındaki çoğu düşünce aslında bir zamanlar bilinç eşiğinin üstündeydi. Ancak
kaygı seviyemizi arttırıp bizleri rahatsız ettiklerinden, bilinçaltının dehlizlerine bastırıldı ve
davranışlarımızı biz farkında olmadan yönlendirmeye başladı. Bu nedenle ki çoğu akıl
hastalıklarının temelinde bilinçaltına atılmış bu korku ve arzular yatıyor. Bu noktaysa bizleri
psikalanalist terapinin amacına götürüyor. Freud'a göre psikolojik rahatsızlıkları tedavi
etmenin en iyi yolu bilinçaltına bastırılmış ne varsa bilinç yüzeyine çıkarmaktı. Bu şekilde
hasta çocukluğundaki travmatik deneyimleri hakkında bir iç görü kazanıp onları bastırma
nedenlerini bulacak, bu keşifse hâlihazırda yaşadığı psikolojik sorunlarını ortadan
kaldıracaktı. Daha açık bir deyişle, ilk 6 yaşta yaşanılan kötü deneyimler, bireyin geri kalan
hayatına da olumsuz yansıyarak akıl hastalıklarına neden oluyordu. Tedavi olma süreciyse bu
bastırılmışlıkların farkına varmaktan geçiyordu.

Kişilik Yapısı: İd, Ego ve Süper Ego

Freud, kişiliği oluşturan üç temel yapıdan söz ediyordu: İd, ego ve süper ego. Bu üç yapıyı
arzu, mantık ve vicdan olarak da düşünebiliriz. Eğer ki kimi zamanlarda farklı bir
kişiymişçesine hareket ettiğinizi düşünüyorsanız bu dalgalanmalar Freud'a göre farklı kişilik
yapılarınızın savaşımından kaynaklanıyor olmalı.

İd, ilkel ve doğuştan getirdiğimiz dürtülerimizi kapsıyor. Bedensel ihtiyaçlarımızın, cinsel


arzularımızın ve saldırgan tepkilerimizin idden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Freud'a göre
idin arzu ve istekleri tamamen bilinç dışı ve "zevk prensibi"yle işlemekte. İdin temel
güdülerimizi kapsadığını düşününce, zevk prensibiyle işlemesi doğal. Çünkü ilkel güdüler,
arzulara bir an önce doyum arayıp bireyin davranışlarını bu yönde şekillendirebiliyorlar.
Ancak ne yazık dünya tüm arzu ve dürtülerimizi o anda tatmin etmemize olanak sağlamıyor.
Eğer haz tatmini odaklı yaşamaya devam edersek pek çok sorunla yüz yüze kalabiliyoruz.
Yaşamın bu şartlarıyla başa edebilmekse ikinci kişilik yapımız olan egoya düşüyor. Ego, idin
tatmin edilebileceği elverişli şartlar oluşana kadar onu kontrol altında tutuyor. Öyleyse ego
"gerçeklik prensibi"yle işliyor. Çevresel şartları değerlendirerek pek çok davranışın olası
sonuçlarını tartıyor. Bu şekilde, uygun zamanı kollayarak bireyin anlık dürtüleri sonrasında
acı çekmesini engellemiş oluyor. Egonun kimi işlevleri bilinçliyken kimileri bilinç dışı
gerçekleşiyor.

Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve
isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar
kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde
tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın
kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor.

Ailemizden edindiğimiz eğitim, yaşadığımız toplumun normları ve kendi deneyimlerimiz


süper egonun oluşumunda en önemli etkenleri oluşturuyor. Ancak süper ego geliştikçe, ilkel
güdülerimizin tatmini daha da fazla engellenmiş oluyor. Bu nedenle de ego, id ile süper ego
arasında bir anlamda köprü görevi üstlenmiş oluyor. Bunu bir şekilde bir savaşım ve çatışma
olarak da düşünebiliriz. Sürekli olarak kişiliğimizi oluşturan bu yapılar birbirleriyle çekişmek
zorunda kalıyorlar. İşte, bu savaşım Freud'a göre kişiliğin ve çoğu psikolojik rahatsızlığın
temelini oluşturuyor.

Kaygı ve Savunma Mekanizmaları

Biliyoruz ki Freud, cinsellik ve şiddet olmak üzere iki temel güdüye sahip olduğumuzu
düşünüyor. Bu iki temel güdü, kişiliğimizin "id" yapısını oluşturuyor. Haz prensibiyle işleyen
id, sürekli olarak tatmin arıyor. Sosyal çevre ve kültürün neyin kötü neyin yanlış olduğuna
dair üzerimize yaptığı baskıysa kişiliğimizin "süper ego" yapısıyla hayat buluyor. Son yapı
olan ego, işte bu temel güdülerimizle kültürel elemanlar arasında bir köprü görevi görüyor ve
id'i sosyal açıdan kabul görecek yollarla tatmin etmeye çalışıyor. Ancak kimi zamanlarda id o
denli büyüyor ki, kontrolden çıkabiliyor. Böyle durumlarda birey kendini içinden çıkılamaz
bir kaygının eşiğinde buluyor. Bu kaygıysa gerginlik, öfke ve üzüntü getiriyor. Kişi, id ile
süper ego arasındaki savaşta bir uzlaşma yakalayamıyor. Örneğin, arzuladığı bir beraberliği
ahlaki değerlerle örtüşmediği için yaşayamıyor. İşte böyle durumlarda ego sıralayacağımız
savunma mekanizmalarını araç olarak kullanıyor:

1.)Bastırma:
Freud'un savunma sistemlerinin çekirdeğinde yer alan bastırma mekanizmasında kişi,
kendisini tehdit eden herhangi bir uyaranı ya da hayatına giren ve ona travmatik deneyimler
yaşatan herhangi birini tamamen unutabiliyor.
Örn: Fobiler. Kişi sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamıyor.

2.)Reddetme:
Reddetmede kişi, bastırmanın aksine gerçeğe dair herhangi bir bilince sahip olsa da kaygı
yaratan uyaranın varlığını reddederek yok sayıyor.
Örn: Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış
olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu
düşünme.
3.)Yöneltme:
Kişi kabul görmesi güç bir içtepiyi başka bir uyarana yöneltiyor.
Örn: İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp siniri eve döndükten sonra, eşten çıkarma.

4.)Olayları entelektüelleştirme:
Kişi herhangi bir olayın duygusal yönünü görmezlikten gelerek, onun entelektüel açıdan göze
çarpan özelliklerine odaklanıyor.
Örn: Herhangi bir yakının kaybında, üzüntü ve yas duyulacağına cenaze töreninin detaylarına
takılma.

5.)Yansıtma:
İçsel bir gerçeğin yarattığı kaygı nedeniyle, kişi kişisel etmenlerle ilgili bir durumu dışarıdaki
bir uyarana bağlıyor.
Örn: Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına
karşıdakinin "akılsız" olduğunu söyleme.

6.)Mantık çıkarımları:
Olayların gerçek nedenlerinden farklı mantık çıkarımları yapılıyor.
Örn: Hoşlandığı kadın tarafından reddedilen bir adamın "Zaten yeterince iyi değildi" gibi bir
çıkarımda bulunması.

7.) Tepki oluşturma:


Tepki oluşturma mekanizmasında kişi, istenmeyen düşünce ve davranışları reddetmekle
kalmayıp, kendisinin bu düşünce ve davranışları sergileyen gruptan olmadığına inandırıyor.
Örn: Herhangi bir arkadaşından nefret eden bir kişi, ona aşırı sevgi gösterilerinde bulunuyor
olabilir.

8.) Geri çekilme:


Kişi geçmişte kendisini güvende hissettiği bir gelişimsel döneme geri dönüyor.
Örn: Yaşça büyük bir çocuğun stresli olduğu bir dönemde tekrar yatağını ıslatmaya
başlaması.

9.) Süblimasyon:
Saldırganlığın ardında yatan itici kuvvet olarak görülüyor.
Örn: Bir gencin içindeki saldırganlık duygularını amerikan futbolu oynayarak boşaltması.

Gelişimde Psikoseksüel Evreler

İlk altı yaş gelişiminde sözünü ettiği psikoseksüel evrelerin Freud'un kuramları içinde en çok
tartışılanı olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Kişiliğin nasıl geliştiğine yönelik olarak öne
sürdüğü bu düşünceler cinsel gelişimimiz sırasında içinden geçtiğimiz evrelerin ileriki
yaşlarda kişiliğimizi ne yönde etkilediğine vurgu yapıyor. Bu evrelerin her birini teker teker
incelemeden önce, cinsel gelişimde kritik rol oynayan iki önemli kavrama göz atmakta fayda
var:

Libido: İdi tetikleyen içgüdüsel güç olarak tanımlanıyor. Odak noktası her zaman haz olsa da
içinden geçtiğimiz her bir psikoseksüel gelişim evresinde farklı şeylerden zevk duyuyor ve
libidomuzun bir kısmını o evrede o davranışla beraber geride bırakmış oluyoruz.
Asılı kalma: Libido enerjisinin çok büyük bir kısmı herhangi bir evrede asılı kalabiliyor. Bu
durum bireyin gelişimi açısından oldukça zararlı. Çünkü enerjisinin büyük bir kısmını belli bir
evrede harcayan kişi, gelişimine devam edecek yeterli "psişik enerji"yi bulamayabiliyor.
Dolayısıyla, o evreye has bir takım alışkanlıklar geliştirebiliyor. Bunun yanı sıra, yeteri kadar
olgunlaşamayan birey psikolojik rahatsızlıklar geliştirebiliyor.

Kurama göre gelişimimiz sırasında farklı dönemlerde bedenimizin farklı bölgelerinden haz
duyuyoruz. 18 aylık olana kadar geçen süreçte bu beden bölgesi ağız. Oral dönem olarak
adlandırılan bu evrede bebek çevresinde gördüğü, eline aldığı ne varsa ağzına götürüp bu
davranıştan haz alıyor. Eğer ki çocuk bu dönemde asılı kalırsa, ileride oldukça saldırgan ve
küfreden bir kişilik sergileyebiliyor. Bunun yanı sıra sigara, aşırı yemek yeme gibi zararlı
alışkanlıklar sergileyebiliyor.

Bir sonraki evre 18 - 36 aylık dönemi kapsayan anal dönem. Tuvaletini yaparken büyük bir
haz duyan çocuk için zevk bölgesi anal bölge. Libido enerjisinin çoğu bu dönemde asılı
kalırsa ileride düzenli ve tertipli olmaya dair bir takıntı (anal-çekilme) ya da dikkatsizlik,
dağınıklık (anal-dışavurum) sergilenebiliyor. Çocuğun ileride anal-çekilme ya da anal-
dışavurum özellikleri gösterip göstermeyeceğini belirleyense ailenin çocuğun tuvalet
eğitimindeki tutumu oluyor. Eğer oldukça sert bir tutum sergilenirse çocuğun kişiliği
mükemmeliyetçilik takıntısı çerçevesinde gelişiyor. Tuvalet eğitiminde aile aşırı rahatsa,
dağınık ve disiplinsiz bir kişilik geliştirebiliyor.

3 - 6 yaş arasındaki zevk bölgesiyse genital bölge. Fallik dönem olarak adlandırılan bu
yaşlarda Oedipus ya da Elektra kompleksi gelişebiliyor. Oedipus kompleksi erkek çocuğun
babasını annesinden kıskanması ve bilinçaltından babasının ölmesini istemesi olarak
tanımlanıyor. İsmini Yunan mitolojisinden alan kavram, hikâyede babasını öldürüp annesiyle
evlenen Oedipus'a gönderme yapıyor. Ancak bu gizil duygular bir süre sonra çocukta kaygı
uyandırmaya başlıyor. Annesine duyduğu arzu dolayısıyla hadım edileceği korkusu duymaya
başlıyor. Elektra kompleksi ise kız çocuğun babasına duyduğu aşk dolayısıyla annesine olan
kıskançlığını ifade ediyor. Bu aşk dolayısıyla cezalandırılacağını düşünen kız çocuk kaygı
duymaya başlıyor. Ancak Elektra kompleksi kavramını Freud'un öğrencisi olan Jung'un
geliştirdiğine parmak basmakta yarar var. Freud yalnızca Oedipus kompleksini açıklamakta.
Gelişimin ilerleyen dönemlerinde, her iki cins de kendi hemcinsi ebeveynini kıskanmayı
bırakıp onları örnek alarak kız çocuk babası gibi bir erkeği, erkek çocuksa annesi gibi bir
kadını eş olarak etkileyebileceğini kavrıyor.

Gizil dönem 6 yaş civarını kapsıyor. Cinsel arzuların en aza indiği bu dönemde asılı kalan
bireyler ileride cinsel yönden tatminsizlik çekebiliyorlar. Cinsel enerji daha çok spor gibi
faaliyetlere yönleniyor.

Genital dönem ergenlikle başlayıp hayatımızın geri kalan bütününü kapsıyor. Her ne kadar
haz genital bölgede yoğunlaşsa da tutku, sevgi ve bağlılıkla beslenmeye başlıyor. Freud'a göre
bu son aşamaya ulaşabilmek adına önceki dönemlerde herhangi bir asılı kalma durumunun
yaşanmamış olması gerekiyor.

KİMİM BEN?
"Kişilik" dedikleri

Kişilik.
Aynada gördüğümüz görüntülerin derinliklerinden bahsediyoruz, üzerimize giydiğimiz
sıfatların ötesinden. Hani şu ara sıra zihnimizi kurcalayıp da yanıtını bulmakta zorlandığımız
soru: "Ben kimim?". Çünkü ergenlikte içine girdiğimiz o zorlu kimlik arayışı dönemi sonrası
hayatımızın geri kalanı da bulduğumuz kimliklerin ne olduğunu anlamaya çalışmakla geçiyor.
Kendimizi anlamak ve tanımakla. Peki, nedir bu "kişilik" dedikleri? Doğuştan mıdır, değişir
mi? Ya da belli kalıplar çerçevesinde sınıflandırılabilir mi?

Kişilik ve Kültürün Kişilik Değerlendirmelerine Etkisi:


Farklı durumlar karşısında değişim göstermeksizin
yansıttığımız düşünce, his, motivasyon ve davranışların
bütünü kişilik'imizi oluşturuyor. Kişilik değerlendirmeleri
ise kültürden kültüre değişim gösterebiliyor. Örneğin,
Japonya'da oldukça "dışa dönük" olarak değerlendirilen bir
çocuk okumak üzere İngiltere'ye gittiğinde orada oldukça
"çekimser" olarak tanımlanabilir. Öyleyse kullanılan
tanımlar kültürlerin değer yargılarıyla birebir ilişkili
diyebiliriz. Haliyle kişilik testleri de gerek sorular, gerekse
puanlandırma cetveli bakımından o dile ve kültüre "uyum/
adaptasyon" gerektiriyor.

Genlere Kulak Verecek Olursak.


Öyle görünüyor ki, araştırmalar bundan 2000 yıl önce Yunan fizikçi Galen'in öne sürdüğü
"Kişilik kuşaktan kuşağa geçer." varsayımını destekliyor. İkiz çalışmalarında ayrı ailelerce,
farklı koşullarda yetiştirilen çocuklar kişilikleri oturduğunda yanlarında büyüdükleri
kişilerden çok biyolojik aileleriyle benzerlikler gösteriyor. Bu da, kişilikte genlerin parmağı
olduğunu kanıtlıyor. Rakamsal olarak ise bu pay 15% ila 50% arasında değişebiliyor.

Genler tüm karakter özelliklerine aynı oranda mı


etkiyor?
Kimi kişilik özelliklerinin kalıtımsal bağı daha yüksek.
Öyle ki, kendilerini gelişimin erken dönemlerinde
gösterebiliyorlar. Dışa dönüklük, aktivite düzeyi -ki bu
halk arasında çocukları "hareketli" ya da "uslu" gibi
sınıflandırmalar içine koymamıza yol açıyor- ve görev
odaklı olma eğilimi güçlü genetik etki altındaki kişilik
özellikleri olarak geçiyor. Yapılan araştırmalar sonrası en
düşük kalıtımsal bağ ise dürüstlük ve yumuşak başlılık
karakter özelliklerinde bulunmuş. Yani dürüst ve yumuşak
başlı olma daha çok kişinin çevresel koşullarıyla
şekillendiriliyor.

Kişiliğimizi Değiştirmek Mümkün mü?


Kişiliğin tanımına da göz atacak olursak, bir kişinin kişilik özelliklerinden bahsediyorsak
farklı durumlar ve farklı zamanlar karşısında değişim göstermemelerini bekliyoruz. Ancak
elbette ki bunca davranış ve seçim zenginliği değişmeyen karakter özellikleri saptamayı da
oldukça zor kılıyor. Hele ki bir de cinsiyet farklılığını göz önünde bulunduracak olursak.

Cinsiyet Farklılığı Kişilikte Nasıl Bir Rol Alabilir:


"Depresyon"
Çocukluktaki kimi depresif ipuçları yetişkinlikteki depresyona
referans olabiliyor. Yani eğer ki bu depresif ipuçlarına kişilik
özellikleri dersek, bu özellikler zamanla değişim göstermiyor,
kalıcı yapıda oluyorlar. Ancak cinsiyet farklılığı söz konusu.
Erkek çocukları için ileriki yaşlarda depresyona gönderme yapan
belirtiler saldırganlık ve dürtü kontrol eksikliği iken, kız
çocukları için genelde tam tersine utangaçlık, itaatkârlık ve alçak
gönüllülük oluyor.

Özetle, çalışmalar genelde kişiliğin zaman ve durumlar


karşısında kalıcı olduğunu gösteriyor.
Konu hakkında ortaya sürülen "Eğer. Öyleyse. Modeli" (Mischel,
1995) ise belli durumların belli düşünce, his ve davranışları
tetiklediğini öne sürüyor. Bir örnekle açıklayacak olursak; A
kişisi biri onu aşağılayıcı sözler söylediğinde sinirleniyor olsun.
B kişisi ise eşine herhangi bir söz söylendiğinde. Sonuç olarak,
her ikisi de eşit oranda "sinirli" bir karaktere sahip olsa da, bu
özellikleri farklı durumlarda tetikleniyor. Bir durum (Eğer), bir
karakter özelliğini tetikliyor (Öyleyse). Değişmeyen bu düşünce,
his ve davranışlar da işte "kişilik" adını alıyor.
Etkileşimi Savunan Yaklaşımlar:
Kişiliğe etkileşimli bir yaklaşımdan bakacak olursak
"Genler kişiliği belirler", "Çevre kişiliği belirler" gibi
kalıplardan ziyade neden-sonuç ilişkilerinin çok yönlü
olduğunu görüyoruz. Ekonomik ve kültürel durumlar illa
ki kişiliğe etkide bulunuyor ancak bu işleyişlerin kendileri
de aslında psikolojik ihtiyaçları karşılamaya yönelik
oluyor. Haliyle neden-sonuç ilişkisi bir yönlü olmaktan
çıkıyor.

Nasıl yani?
Örneğin, ailelerinden istismar gören çocukların mitsel
semboller ya da otorite figürleri de katı ve sadistik
olabiliyor. Çocuğun kafasındaki bu sadistik figürlerse
kendilerini çocukların çizdikleri resimlerde ele
verebiliyorlar.

Bir Kişilik Modeli: Myers-Briggs


Kendi modeli üzerinden geliştirilen Myers-Briggs Kişilik Testi Türkiye'de de çeşitli alanlarda
kullanılıyor. İsterseniz gelin, şimdi hep beraber bu modele bir göz atalım.
Myers-Briggs Kişilik Modeli genel hatlarıyla 4 ana sorudan güç alıyor:

1.) ENERJİNİZİ YÖNLENDİRDİĞİNİZ İLK KAYNAK NERESİ OLUR?

Aktivite ve Dil Üzerinden Düşünce ve Duygular


Dış Dünya: Üzerinden İç Dünya:
DIŞA DÖNÜK İÇE DÖNÜK
SOSYAL SAKLI
DIŞA VURUMCU SESSİZ
GENİŞ DERİN
İLETİŞİM KONSANTRASYON
DÜŞÜNCEDEN ÖNCE EYLEM EYLEMDEN ÖNCE DÜŞÜNCE

Her ne kadar bu iki özelliği dengede tutmamız sağlıklı kabul


edilse de, günlük hayat içerisinde mutlaka birine daha yönelimli
oluyoruz.

Bu iki kişilik özelliğini birbirinden ayıran en önemli


özelliklerinden biriyse kişinin önce düşünüp sonra mı davrandığı
yoksa davranıp daha sonra mı düşündüğü. Ancak buna karar
verebilmek için kişinin tamamıyla özgür olduğu durumları ele
almak gerekiyor. Aldığı eğitimin, kültürün etkide
bulunamayacağı, çevresel koşulların söz konusu olmadığı
durumlardan bahsediliyor. Örneğin, öncesinde herhangi bir
seçimi dolayısıyla ödül ya da ceza almamış olduğu durumlar.

Örneğin.
Yirmi katlı bir binada bir yangın çıktı diyelim. Tüm çalışanların binadan hemen çıkmaya
çabalaması, önce düşünme eylemini seçmedikleri için hepsinin dışa dönük olduğunu
göstermiyor. Ya da bir yapboz çözerken önce düşünüp sonra parçaları yerleştiren herkesin
içine dönük olduğunu söylenmiyor. Çünkü bu şartlar, tıpkı yukarıda da bahsettiğimiz üzere
kişinin özgür seçimlerinden ziyade farklı etmenlerin etkisi altında.

2.) BİLGİYİ NE ŞEKİLDE İŞLEMEYİ TERCİH EDERSİNİZ?

Bilinen Gerçekler Yeni Olasılıkları


ve Tanıdık Kavramlar Üzerinden ve Fark Seçenekleri de Hesaba Katarak
DUYUMSAL SEZGİSEL
"OLASILIKLAR" "GERÇEKLER"
DENEYİM YENİLİK
ŞİMDİ GELECEK
UYGULANABİLİRLİK İLHAM
GERÇEKÇİ İDEALİST
VAR OLANI KULLANAN DEĞİŞİM YARATAN

3.) KARARLARINIZI NASIL ALMAYI TERCİH EDERSİNİZ?

Mantıksal ve Nesnel Değerlendirmeler Kişisel Değerleri Göz Önünde


Üzerinden Bulundurarak
DÜŞÜNCE ODAKLI HİS ODAKLI
ANALİZ EDEN HİSLERİNE GÜVENEN
NESNEL ÖZNEL
MANTIKSAL KİŞİSEL
ELEŞTİRİCİ TAKDİR EDİCİ
GÖZLEMCİ KATILIMCI
DEĞERLER ÜZERİNDEN
KANIT TEMELLİ KARARLAR ALAN
KARARLAR ALAN
UZAĞI GÖREN ŞİMDİYİ GÖREN

4.) HAYATINIZI NASIL DÜZENLEMEYİ TERCİH EDERSİNİZ?

Planlı Kararlar Alıp Yol Aldıkça Hayatı Keşfedip


Nereye Gittiğinizi Bilerek Değişimlere Açık Olarak
YARGILAYICI ALGISAL
KAPALI AÇIK
KARARLAR ALAN KEŞİFLER YAPAN
YAPISALCI ANLAMSALCI
DÜZENLEYİCİ SORUŞTURAN
KATI ESNEK
KONTROLCÜ AKIŞA BIRAKAN

Myers-Briggs Modeli'nde dört sorunun yanıtı olan bu sekiz öğe birbirleriyle eşleştirilerek 16
adet kişilik özelliği belirleniyor. Bu kişilik özellikleri ise şöyle sıralanıyor:

Myers-Briggs Modeli'ne Göre 16 Farklı Kişilik Tipi:

1.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yönetici)


Enerjisini dış dünyadaki eylemlerden alan bu kişiler bugünü ve var olan gerçekleri göz
önünde bulundurarak hayatlarını mantıksal temeller üzerinde düzenliyorlar. Sonuç olarak,
karşılaştıkları problemleri sınanmış ve güvenilir yöntemler üzerinden çözmeye çalışıyorlar.
Kavramlar ve stratejiler üstünde zaman harcamak yerine ayrıntılara takılmayı tercih ediyorlar.

2.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip:


(mücadeleci, avukat)
Bu grup, enerjisini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve
duygulardan alıyor. Kararlarını genellikle kendi kişisel değerleri
üzerinden alan bu kişiler, özellikle de diğerleri söz konusu
olduğunda farklı seçenek ve olasılıkları değerlendiriyorlar.
Belirecek yeni bakış açılarına karşı hayatlarını esnek tutuyorlar.
Sessiz ve yaratıcı oluyorlar. Çevrelerindeki insanlara arşı gizli bir
sıcaklık hisseden bu kişiler gerek kendilerinin gerekse
diğerlerinin sürekli bir gelişim ve olgunlaşma içerisinde olduğunu
görmek istiyorlar.

3.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip:


(heykeltıraş)
Dış dünyadaki eylemler ve konuşulanlardan enerjisini alan bu
grup, genellikle de açık anlamlar ifade eden gerçeklerle
ilgilenmeyi tercih ediyorlar. Arkadaşlık kurmaktan büyük keyif
alan bu kişiler önceliği "şimdi"ye veriyor. Hayatlarını esnek
tutuyorlar ve o an içinde oluşabilecek her duruma o anda karşılık
veriyorlar. Hayattan zevk almaya bakıyorlar ve kolaylıkla yeni
arkadaşlıklar kurabiliyorlar. Yangın gibi bir anda belirebilecek
sorunlara karşı acele çözümler üretebiliyorlar.

4.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)
Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, geleceğe yönelik farklı seçenekleri
değerlendirmeyi ihmal etmiyorlar ve sorunlara nesnel çözümlerle yaklaşmayı tercih ediyorlar.
Genellikle hayatlarını mantıksal çerçevelerin içine oturtuyorlar. Uzun süreli hedefler koyarak
hayatlarını bu hedeflere ulaşmak üzere düzenliyorlar. Gerek kendilerine gerekse diğerlerine
karşı eleştirel yaklaşma eğiliminde oluyorlar. Planlarıyla ilgili her ayrıntıyı göz önünde
bulundurabilecek derecede bilgili oluyorlar.

5.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)


Enerjilerini dış dünyadaki eylem ve sözlerden alan bu kişiler karar verme aşamasında kendi
kişisel değerlerini ilk planda tutuyorlar. İnsanlara karşı oldukça sıcak olan bu grup, onlarla
beraber vakit geçirmeyi ve arkadaşlarıyla beraber uyumlu ilişkiler sürdürmeyi çok seviyor.
Hatta arkadaşları, onların hayatında önemli bir yer tutuyor. İnsanlara karşı kendilerini öylesi
sorumlu hissediyorlar ki, toplumsal görev dağılımında üzerlerine düşen görevi özenle yerine
getirmeye çalışıyorlar.

6.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı, mühendis)
Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal temellere
dayandırıyorlar. Yeni seçenekler belirir belirmez hayatlarını bu doğrultuda esnetebiliyorlar.
Belli bir noktaya kadar sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Rutin olana ayak uydurmaktansa her
türlü gelişime yol açabilecek değişimlerin peşinden gidiyorlar. En başarılı oldukları alan, zeka
ve bilgi birikimi gerektiren karmaşık problemler oluyor.

7.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif,avukat)


Seçenekleri kendi kişisel değerleri üzerinden değerlendiren bu grup, enerjisini dış dünyada
olup bitenlerden alıyor. Ortaya çıkabilecek yeni bakış açıları ve seçeneklere karşı hayatlarını
esnetebiliyorlar. Yaratıcı olan bu kişiler, insanlara yararlı olabilecek yeni seçenekler
denemeyi seviyor. Her ne kadar ayrıntı ve planlar üzerine fazla kafa yormasalar da ortada
genel bir hedefin bulunduğu deney ve çeşitlilik içeren işlerle uğraşmaktan büyük keyif
alıyorlar.

8.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)
Enerjilerini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve duygulardan alan bu kişiler, kararlarını
genellikle pek çok seçeneği değerlendirdikten sonra alıyorlar. Hayatlarını mantık üzerine
kuran bu grup genellikle sessiz ve ciddi bir yapıda oluyor. Hayat karşısında iyi bir gözlemci
olduklarından farklı durumlara karşı iyi bir anlayış geliştirmiş oluyorlar.

9.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (heykeltıraş)


Genellikle nesnel olarak gördüğü gerçeklerle ilgilenmeyi seven bu grup enerjisini dış dünyada
konuşulanlardan ve olup biten eylemlerden alıyor. Kararları mantıksal temellere oturuyor.
Kendi ilgi alanlarına giren pek çok aktiviteyi de barındıran esnek bir yaşantıları oluyor.
Genellikle uygulama gerektirecek işlerde çalışmayı seviyorlar.
10.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)
Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu
kişiler, enerjilerini kendi iç dünyalarından alıyorlar. Hayatlarını kişisel temeller üzerinde
düzenliyorlar. Genellikle hayata dair özel bir hedef belirliyor ve bu hedefe ulaşabilmek için
durmadan çalışıyorlar. Diğer insanların da büyüyüp olgunlaşmaları için yardım etme
gönüllüsü oluyorlar.

11.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)


Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu
kişiler, enerjilerini dış dünyadan alıyorlar. Hayatlarını genellikle kişisel temeller üzerinde
düzenliyorlar ve sevdikleri insanlarla uzun soluklu ilişkiler kurma ve sürdürme yanlısı
oluyorlar. Oldukça sosyal olan bu grup, hislerini diğerlerine kolayca yansıtabiliyor. Ancak
özellikle de sosyal ilişkilerine zarar verebilecek eleştirilere karşı katı olabiliyorlar. İnsanlarla
etkili bir şekilde çalışabiliyorlar.

12.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip:


(bilim insanı)
Enerjisini kendi iç dünyasından alan bu kişiler, kararlarını
mantıksal çerçeveler içinde alıyorlar. Dünyanın nasıl işlediğini
anlayabilmek adına yeni, pratik bilgiler edinebilmek amacıyla
hayatlarını çoğunlukla esnek tutuyorlar. Oldukça sessiz ve
uyumlu olabiliyorlar. Neyin nasıl çalıştığına dair oldukça meraklı
olan bu kişiler, kimi zaman şaşırtıcı fikirlerle insanların karşısına
çıkabiliyorlar.

13.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip:


(yönetici/ şef)
Enerjilerini dış dünyada olup biten olaylardan alıyorlar.
Kararlarını, pek çok eylemin sonuçlarını değerlendiriyorlar.
Hayatlarını mantıksal çerçevelere oturtuyorlar. Genellikle nesnel
yöntemler tercih eden yönetici rolleri üstleniyorlar. Yüksek
standartlar koymayan ya da yaptığı işlerde başarılı olamayan
insanlara karşı tolerans gösteremiyorlar.

14.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (mücadeleci)


Enerjilerini genellikle kendi duygu ve düşünce dünyalarından alan bu kişiler, kendi kişisel
değerleri çerçevesinde kararlar almayı tercih ediyorlar. Sessiz ve arkadaş canlısı bu grup,
kalabalık arkadaş gruplarından ziyade küçük sayılı arkadaşlıkları tercih ediyor. Diğerlerine
karşı kollamacı bir tutumla yaklaşıyorlar. Genellikle "şimdi"nin keyfini çıkarıyorlar ve grup
çalışmalarında grup için oldukça destekleyici bir üye olabiliyorlar.

15.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif, mühendis)
Enerjisini dış dünyadaki eylem ve konuşulanlardan alan bu grup, kararlarını mantıksal
çerçeveler içerisinde alıyor. Uyumlu olabilme eğilimi gösteren bu kişiler yeni düşünce ve ilgi
alanlarına odaklanabiliyorlar. Özellikle de eğer ki bu yenilikler onların yeteneklerini
geliştirecekse. Yaratıcı efor gerektiren problem çözümlerinde başarılı olabiliyorlar.

16.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)
Enerjilerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, karar verirken kendi değerlerini göz
önünde bulunduruyorlar. Sevdikleri kişilerle sosyal ilişkiler kurmaktan büyük zevk alıyorlar.
İnsanları gözlemleyen, sessiz bir yapıları oluyor. Onlara uygulama alanında hizmet
verebilecek işlerde çalışmayı seviyorlar. Diğerlerinin ne düşünüp hissettiğine büyük önem
veriyorlar.

PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: BİLİNÇALTINDAN NOTLAR


KİMİM BEN?

PSİKANALİTİK YAKLAŞIM: BİLİNÇALTINDAN NOTLAR

Sigmund Freud

Bugün, hangi kitapçıya giderseniz gidin "Psikoloji" başlığı altındaki rafların en göze çarpıcı
sıralarına onlarca kitabıyla Sigmund Freud'un yerleştiğini görüyorsunuz. Bu saptamaya
paralel olarak, küçük çaplı bir test yaparak sokaktan geçen ilk 100 kişiye psikolojiye dair
bildikleri birkaç ismi saymalarını istesek, Freud'un ilk sırada gelme olasılığı oldukça yüksek
görünüyor. Her ne kadar bir tıp profesörü olsa da, psikoloji tarihine bu denli derin bir mühür
basan bu figürün kuramlarını bir kez daha hatırlayalım istedik. Kendi deneyimledikleri ve
hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve akıl hastalıkları üzerine yoğun
çalışmalarda bulunan Freud, 4 ana unsurun altını çiziyordu: Bilinç seviyeleri, kişilik yapısı,
kaygı ve psikolojik savunma mekanizmaları ve gelişimde psikoseksüel evreler.

Bilinç Seviyeleri ve Buzdağı Benzetmesi


Freud'un bilincin çeşitli katmanlarından bahsettiği kuramı "topografik zihin modeli" olarak
da adlandırılıyor. Topografinin sözcük olarak yer betimi anlamına geldiğini göz önünde
bulunduracak olursak buzdağı ve bilinç arasındaki benzeşimi kurmak çok da zor olmuyor.
Çünkü Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç aşamalarını bu buzdağının suyun
altında ve üstünde kalan kısımlarıyla, yerlerini su seviyesine göre betimleyerek bağdaştırıyor.
Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilincin en büyük
alanını oluşturan bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön
bilinç aşamasında ise o anda farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz
anılarımız ve dünya bilgileri yer alıyor.

Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü
düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin
üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ediyorlar.

Ön Bilinç Aşaması (Buzdağında su seviyesinin hemen altı): O anda bilincinde olmasak da


hemen bilince aşıyabileceğimiz anılar ve dünya bilgilerini kapsıyor. Bu aşama, bilinçle
bilinçaltı arasında bir tür geçiş aşaması görevi üstleniyor.

Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız
korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici
deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde,
buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe
yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin
koğuşlandığını belirtiyor.
Buzdağı Benzetmesi

Freud bir tıpçı olarak duyusal eşikler hakkında geniş bilgi sahibi bir bilim insanıydı. Öyle ki,
bilim ilerledikçe öne sürdüğü psikolojik kuramların biyolojik ve sinirsel araştırmalarla da
destekleneceğine inanıyordu. Bilince dair öne sürdüğü bu topografik modelse insan aklını
duyusal eşiklerle açıklamaya dayalıydı. Bahsettiği aşamaları irdeleyecek olursak her bir
aşamadan birbirine geçiş için belirli bir bilinç eşiği gerektiğini görüyoruz. Yukarıdaki şemada
her ne kadar çoğu korku ve dürtülerimizin farkına varamadığımıza parmak basılsa da, Freud'a
göre bilinçaltındaki çoğu düşünce aslında bir zamanlar bilinç eşiğinin üstündeydi. Ancak
kaygı seviyemizi arttırıp bizleri rahatsız ettiklerinden, bilinçaltının dehlizlerine bastırıldı ve
davranışlarımızı biz farkında olmadan yönlendirmeye başladı. Bu nedenle ki çoğu akıl
hastalıklarının temelinde bilinçaltına atılmış bu korku ve arzular yatıyor. Bu noktaysa bizleri
psikalanalist terapinin amacına götürüyor. Freud'a göre psikolojik rahatsızlıkları tedavi
etmenin en iyi yolu bilinçaltına bastırılmış ne varsa bilinç yüzeyine çıkarmaktı. Bu şekilde
hasta çocukluğundaki travmatik deneyimleri hakkında bir iç görü kazanıp onları bastırma
nedenlerini bulacak, bu keşifse hâlihazırda yaşadığı psikolojik sorunlarını ortadan
kaldıracaktı. Daha açık bir deyişle, ilk 6 yaşta yaşanılan kötü deneyimler, bireyin geri kalan
hayatına da olumsuz yansıyarak akıl hastalıklarına neden oluyordu. Tedavi olma süreciyse bu
bastırılmışlıkların farkına varmaktan geçiyordu.

Kişilik Yapısı: İd, Ego ve Süper Ego


Freud, kişiliği oluşturan üç temel yapıdan söz ediyordu: İd, ego ve süper ego. Bu üç yapıyı
arzu, mantık ve vicdan olarak da düşünebiliriz. Eğer ki kimi zamanlarda farklı bir
kişiymişçesine hareket ettiğinizi düşünüyorsanız bu dalgalanmalar Freud'a göre farklı kişilik
yapılarınızın savaşımından kaynaklanıyor olmalı.

İd, ilkel ve doğuştan getirdiğimiz dürtülerimizi kapsıyor. Bedensel ihtiyaçlarımızın, cinsel


arzularımızın ve saldırgan tepkilerimizin idden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Freud'a göre
idin arzu ve istekleri tamamen bilinç dışı ve "zevk prensibi"yle işlemekte. İdin temel
güdülerimizi kapsadığını düşününce, zevk prensibiyle işlemesi doğal. Çünkü ilkel güdüler,
arzulara bir an önce doyum arayıp bireyin davranışlarını bu yönde şekillendirebiliyorlar.

Ancak ne yazık dünya tüm arzu ve dürtülerimizi o anda tatmin etmemize olanak sağlamıyor.
Eğer haz tatmini odaklı yaşamaya devam edersek pek çok sorunla yüz yüze kalabiliyoruz.
Yaşamın bu şartlarıyla başa edebilmekse ikinci kişilik yapımız olan egoya düşüyor. Ego, idin
tatmin edilebileceği elverişli şartlar oluşana kadar onu kontrol altında tutuyor. Öyleyse ego
"gerçeklik prensibi"yle işliyor. Çevresel şartları değerlendirerek pek çok davranışın olası
sonuçlarını tartıyor. Bu şekilde, uygun zamanı kollayarak bireyin anlık dürtüleri sonrasında
acı çekmesini engellemiş oluyor. Egonun kimi işlevleri bilinçliyken kimileri bilinç dışı
gerçekleşiyor.

Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve
isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar
kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde
tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın
kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor.

Ailemizden edindiğimiz eğitim, yaşadığımız toplumun normları ve kendi deneyimlerimiz


süper egonun oluşumunda en önemli etkenleri oluşturuyor. Ancak süper ego geliştikçe, ilkel
güdülerimizin tatmini daha da fazla engellenmiş oluyor. Bu nedenle de ego, id ile süper ego
arasında bir anlamda köprü görevi üstlenmiş oluyor. Bunu bir şekilde bir savaşım ve çatışma
olarak da düşünebiliriz. Sürekli olarak kişiliğimizi oluşturan bu yapılar birbirleriyle çekişmek
zorunda kalıyorlar. İşte, bu savaşım Freud'a göre kişiliğin ve çoğu psikolojik rahatsızlığın
temelini oluşturuyor.

Kaygı ve Savunma Mekanizmaları

Biliyoruz ki Freud, cinsellik ve şiddet olmak üzere iki temel güdüye sahip olduğumuzu
düşünüyor. Bu iki temel güdü, kişiliğimizin "id" yapısını oluşturuyor. Haz prensibiyle işleyen
id, sürekli olarak tatmin arıyor. Sosyal çevre ve kültürün neyin kötü neyin yanlış olduğuna
dair üzerimize yaptığı baskıysa kişiliğimizin "süper ego" yapısıyla hayat buluyor. Son yapı
olan ego, işte bu temel güdülerimizle kültürel elemanlar arasında bir köprü görevi görüyor ve
id'i sosyal açıdan kabul görecek yollarla tatmin etmeye çalışıyor. Ancak kimi zamanlarda id o
denli büyüyor ki, kontrolden çıkabiliyor. Böyle durumlarda birey kendini içinden çıkılamaz
bir kaygının eşiğinde buluyor. Bu kaygıysa gerginlik, öfke ve üzüntü getiriyor. Kişi, id ile
süper ego arasındaki savaşta bir uzlaşma yakalayamıyor. Örneğin, arzuladığı bir beraberliği
ahlaki değerlerle örtüşmediği için yaşayamıyor. İşte böyle durumlarda ego sıralayacağımız
savunma mekanizmalarını araç olarak kullanıyor:

1.)Bastırma:
Freud'un savunma sistemlerinin çekirdeğinde yer alan bastırma mekanizmasında kişi,
kendisini tehdit eden herhangi bir uyaranı ya da hayatına giren ve ona travmatik deneyimler
yaşatan herhangi birini tamamen unutabiliyor.
Örn: Fobiler. Kişi sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamıyor.

2.)Reddetme:
Reddetmede kişi, bastırmanın aksine gerçeğe dair herhangi bir bilince sahip olsa da kaygı
yaratan uyaranın varlığını reddederek yok sayıyor.
Örn: Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış
olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu
düşünme.

3.)Yöneltme:
Kişi kabul görmesi güç bir içtepiyi başka bir uyarana yöneltiyor.
Örn: İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp siniri eve döndükten sonra, eşten çıkarma.

4.)Olayları entelektüelleştirme:
Kişi herhangi bir olayın duygusal yönünü görmezlikten gelerek, onun entelektüel açıdan göze
çarpan özelliklerine odaklanıyor.
Örn: Herhangi bir yakının kaybında, üzüntü ve yas duyulacağına cenaze töreninin detaylarına
takılma.

5.)Yansıtma:
İçsel bir gerçeğin yarattığı kaygı nedeniyle, kişi kişisel etmenlerle ilgili bir durumu dışarıdaki
bir uyarana bağlıyor.
Örn: Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına
karşıdakinin "akılsız" olduğunu söyleme.

6.)Mantık çıkarımları:
Olayların gerçek nedenlerinden farklı mantık çıkarımları yapılıyor.
Örn: Hoşlandığı kadın tarafından reddedilen bir adamın "Zaten yeterince iyi değildi" gibi bir
çıkarımda bulunması.

7.) Tepki oluşturma:


Tepki oluşturma mekanizmasında kişi, istenmeyen düşünce ve davranışları reddetmekle
kalmayıp, kendisinin bu düşünce ve davranışları sergileyen gruptan olmadığına inandırıyor.
Örn: Herhangi bir arkadaşından nefret eden bir kişi, ona aşırı sevgi gösterilerinde bulunuyor
olabilir.
8.) Geri çekilme:
Kişi geçmişte kendisini güvende hissettiği bir gelişimsel döneme geri dönüyor.
Örn: Yaşça büyük bir çocuğun stresli olduğu bir dönemde tekrar yatağını ıslatmaya
başlaması.

9.) Süblimasyon:
Saldırganlığın ardında yatan itici kuvvet olarak görülüyor.
Örn: Bir gencin içindeki saldırganlık duygularını amerikan futbolu oynayarak boşaltması.

Gelişimde Psikoseksüel Evreler

İlk altı yaş gelişiminde sözünü ettiği psikoseksüel evrelerin Freud'un kuramları içinde en çok
tartışılanı olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Kişiliğin nasıl geliştiğine yönelik olarak öne
sürdüğü bu düşünceler cinsel gelişimimiz sırasında içinden geçtiğimiz evrelerin ileriki
yaşlarda kişiliğimizi ne yönde etkilediğine vurgu yapıyor. Bu evrelerin her birini teker teker
incelemeden önce, cinsel gelişimde kritik rol oynayan iki önemli kavrama göz atmakta fayda
var:

Libido: İdi tetikleyen içgüdüsel güç olarak tanımlanıyor. Odak noktası her zaman haz olsa da
içinden geçtiğimiz her bir psikoseksüel gelişim evresinde farklı şeylerden zevk duyuyor ve
libidomuzun bir kısmını o evrede o davranışla beraber geride bırakmış oluyoruz.

Asılı kalma: Libido enerjisinin çok büyük bir kısmı herhangi bir evrede asılı kalabiliyor. Bu
durum bireyin gelişimi açısından oldukça zararlı. Çünkü enerjisinin büyük bir kısmını belli bir
evrede harcayan kişi, gelişimine devam edecek yeterli "psişik enerji"yi bulamayabiliyor.
Dolayısıyla, o evreye has bir takım alışkanlıklar geliştirebiliyor. Bunun yanı sıra, yeteri kadar
olgunlaşamayan birey psikolojik rahatsızlıklar geliştirebiliyor.

Kurama göre gelişimimiz sırasında farklı dönemlerde bedenimizin farklı bölgelerinden haz
duyuyoruz. 18 aylık olana kadar geçen süreçte bu beden bölgesi ağız. Oral dönem olarak
adlandırılan bu evrede bebek çevresinde gördüğü, eline aldığı ne varsa ağzına götürüp bu
davranıştan haz alıyor. Eğer ki çocuk bu dönemde asılı kalırsa, ileride oldukça saldırgan ve
küfreden bir kişilik sergileyebiliyor. Bunun yanı sıra sigara, aşırı yemek yeme gibi zararlı
alışkanlıklar sergileyebiliyor.

Oral dönem

Bir sonraki evre 18 - 36 aylık dönemi kapsayan anal dönem. Tuvaletini yaparken büyük bir
haz duyan çocuk için zevk bölgesi anal bölge. Libido enerjisinin çoğu bu dönemde asılı
kalırsa ileride düzenli ve tertipli olmaya dair bir takıntı (anal-çekilme) ya da dikkatsizlik,
dağınıklık (anal-dışavurum) sergilenebiliyor. Çocuğun ileride anal-çekilme ya da anal-
dışavurum özellikleri gösterip göstermeyeceğini belirleyense ailenin çocuğun tuvalet
eğitimindeki tutumu oluyor. Eğer oldukça sert bir tutum sergilenirse çocuğun kişiliği
mükemmeliyetçilik takıntısı çerçevesinde gelişiyor. Tuvalet eğitiminde aile aşırı rahatsa,
dağınık ve disiplinsiz bir kişilik geliştirebiliyor.

Anal dönem

3 - 6 yaş arasındaki zevk bölgesiyse genital bölge. Fallik dönem olarak adlandırılan bu
yaşlarda Oedipus ya da Elektra kompleksi gelişebiliyor. Oedipus kompleksi erkek çocuğun
babasını annesinden kıskanması ve bilinçaltından babasının ölmesini istemesi olarak
tanımlanıyor. İsmini Yunan mitolojisinden alan kavram, hikâyede babasını öldürüp annesiyle
evlenen Oedipus'a gönderme yapıyor. Ancak bu gizil duygular bir süre sonra çocukta kaygı
uyandırmaya başlıyor. Annesine duyduğu arzu dolayısıyla hadım edileceği korkusu duymaya
başlıyor. Elektra kompleksi ise kız çocuğun babasına duyduğu aşk dolayısıyla annesine olan
kıskançlığını ifade ediyor. Bu aşk dolayısıyla cezalandırılacağını düşünen kız çocuk kaygı
duymaya başlıyor. Ancak Elektra kompleksi kavramını Freud'un öğrencisi olan Jung'un
geliştirdiğine parmak basmakta yarar var. Freud yalnızca Oedipus kompleksini açıklamakta.
Gelişimin ilerleyen dönemlerinde, her iki cins de kendi hemcinsi ebeveynini kıskanmayı
bırakıp onları örnek alarak kız çocuk babası gibi bir erkeği, erkek çocuksa annesi gibi bir
kadını eş olarak etkileyebileceğini kavrıyor.

Gizil dönem 6 yaş civarını kapsıyor. Cinsel arzuların en aza indiği bu dönemde asılı kalan
bireyler ileride cinsel yönden tatminsizlik çekebiliyorlar. Cinsel enerji daha çok spor gibi
faaliyetlere yönleniyor.

Gizil dönem

Genital dönem ergenlikle başlayıp hayatımızın geri kalan bütününü kapsıyor. Her ne kadar
haz genital bölgede yoğunlaşsa da tutku, sevgi ve bağlılıkla beslenmeye başlıyor. Freud'a göre
bu son aşamaya ulaşabilmek adına önceki dönemlerde herhangi bir asılı kalma durumunun
yaşanmamış olması gerekiyor.

Genital dönem

KİMİM BEN?
"Kişilik" dedikleri

Kişilik.
Aynada gördüğümüz görüntülerin derinliklerinden bahsediyoruz, üzerimize giydiğimiz
sıfatların ötesinden. Hani şu ara sıra zihnimizi kurcalayıp da yanıtını bulmakta zorlandığımız
soru: "Ben kimim?". Çünkü ergenlikte içine girdiğimiz o zorlu kimlik arayışı dönemi sonrası
hayatımızın geri kalanı da bulduğumuz kimliklerin ne olduğunu anlamaya çalışmakla geçiyor.
Kendimizi anlamak ve tanımakla. Peki, nedir bu "kişilik" dedikleri? Doğuştan mıdır, değişir
mi? Ya da belli kalıplar çerçevesinde sınıflandırılabilir mi?

Kişilik ve Kültürün Kişilik


Değerlendirmelerine Etkisi:
Farklı durumlar karşısında değişim göstermeksizin
yansıttığımız düşünce, his, motivasyon ve
davranışların bütünü kişilik'imizi oluşturuyor.
Kişilik değerlendirmeleri ise kültürden kültüre
değişim gösterebiliyor. Örneğin, Japonya'da
oldukça "dışa dönük" olarak değerlendirilen bir
çocuk okumak üzere İngiltere'ye gittiğinde orada
oldukça "çekimser" olarak tanımlanabilir. Öyleyse
kullanılan tanımlar kültürlerin değer yargılarıyla
birebir ilişkili diyebiliriz. Haliyle kişilik testleri de
gerek sorular, gerekse puanlandırma cetveli
bakımından o dile ve kültüre "uyum/ adaptasyon"
gerektiriyor.

Genlere Kulak Verecek Olursak.


Öyle görünüyor ki, araştırmalar bundan 2000 yıl önce Yunan fizikçi Galen'in öne sürdüğü
"Kişilik kuşaktan kuşağa geçer." varsayımını destekliyor. İkiz çalışmalarında ayrı ailelerce,
farklı koşullarda yetiştirilen çocuklar kişilikleri oturduğunda yanlarında büyüdükleri
kişilerden çok biyolojik aileleriyle benzerlikler gösteriyor. Bu da, kişilikte genlerin parmağı
olduğunu kanıtlıyor. Rakamsal olarak ise bu pay 15% ila 50% arasında değişebiliyor.

Genler tüm karakter özelliklerine aynı oranda


mı etkiyor?
Kimi kişilik özelliklerinin kalıtımsal bağı daha
yüksek. Öyle ki, kendilerini gelişimin erken
dönemlerinde gösterebiliyorlar. Dışa dönüklük,
aktivite düzeyi -ki bu halk arasında çocukları
"hareketli" ya da "uslu" gibi sınıflandırmalar içine
koymamıza yol açıyor- ve görev odaklı olma
eğilimi güçlü genetik etki altındaki kişilik
özellikleri olarak geçiyor. Yapılan araştırmalar
sonrası en düşük kalıtımsal bağ ise dürüstlük ve
yumuşak başlılık karakter özelliklerinde
bulunmuş. Yani dürüst ve yumuşak başlı olma
daha çok kişinin çevresel koşullarıyla
şekillendiriliyor.

Kişiliğimizi Değiştirmek Mümkün mü?


Kişiliğin tanımına da göz atacak olursak, bir kişinin kişilik özelliklerinden bahsediyorsak
farklı durumlar ve farklı zamanlar karşısında değişim göstermemelerini bekliyoruz. Ancak
elbette ki bunca davranış ve seçim zenginliği değişmeyen karakter özellikleri saptamayı da
oldukça zor kılıyor. Hele ki bir de cinsiyet farklılığını göz önünde bulunduracak olursak.

Cinsiyet Farklılığı Kişilikte Nasıl Bir Rol Alabilir:


"Depresyon"
Çocukluktaki kimi depresif ipuçları yetişkinlikteki
depresyona referans olabiliyor. Yani eğer ki bu depresif
ipuçlarına kişilik özellikleri dersek, bu özellikler zamanla
değişim göstermiyor, kalıcı yapıda oluyorlar. Ancak
cinsiyet farklılığı söz konusu. Erkek çocukları için ileriki
yaşlarda depresyona gönderme yapan belirtiler saldırganlık
ve dürtü kontrol eksikliği iken, kız çocukları için genelde
tam tersine utangaçlık, itaatkârlık ve alçak gönüllülük
oluyor.

Özetle, çalışmalar genelde kişiliğin zaman ve durumlar


karşısında kalıcı olduğunu gösteriyor.
Konu hakkında ortaya sürülen "Eğer. Öyleyse. Modeli"
(Mischel, 1995) ise belli durumların belli düşünce, his ve
davranışları tetiklediğini öne sürüyor. Bir örnekle
açıklayacak olursak; A kişisi biri onu aşağılayıcı sözler
söylediğinde sinirleniyor olsun. B kişisi ise eşine herhangi
bir söz söylendiğinde. Sonuç olarak, her ikisi de eşit oranda
"sinirli" bir karaktere sahip olsa da, bu özellikleri farklı
durumlarda tetikleniyor. Bir durum (Eğer), bir karakter
özelliğini tetikliyor (Öyleyse). Değişmeyen bu düşünce, his
ve davranışlar da işte "kişilik" adını alıyor.
Etkileşimi Savunan Yaklaşımlar:
Kişiliğe etkileşimli bir yaklaşımdan bakacak
olursak "Genler kişiliği belirler", "Çevre kişiliği
belirler" gibi kalıplardan ziyade neden-sonuç
ilişkilerinin çok yönlü olduğunu görüyoruz.
Ekonomik ve kültürel durumlar illa ki kişiliğe
etkide bulunuyor ancak bu işleyişlerin kendileri de
aslında psikolojik ihtiyaçları karşılamaya yönelik
oluyor. Haliyle neden-sonuç ilişkisi bir yönlü
olmaktan çıkıyor.

Nasıl yani?
Örneğin, ailelerinden istismar gören çocukların
mitsel semboller ya da otorite figürleri de katı ve
sadistik olabiliyor. Çocuğun kafasındaki bu
sadistik figürlerse kendilerini çocukların çizdikleri
resimlerde ele verebiliyorlar.

Bir Kişilik Modeli: Myers-Briggs


Kendi modeli üzerinden geliştirilen Myers-Briggs Kişilik Testi Türkiye'de de çeşitli alanlarda
kullanılıyor. İsterseniz gelin, şimdi hep beraber bu modele bir göz atalım.
Myers-Briggs Kişilik Modeli genel hatlarıyla 4 ana sorudan güç alıyor:

1.) ENERJİNİZİ YÖNLENDİRDİĞİNİZ İLK KAYNAK NERESİ OLUR?

Aktivite ve Dil Üzerinden Düşünce ve Duygular


Dış Dünya: Üzerinden İç Dünya:
DIŞA DÖNÜK İÇE DÖNÜK
SOSYAL SAKLI
DIŞA VURUMCU SESSİZ
GENİŞ DERİN
İLETİŞİM KONSANTRASYON
DÜŞÜNCEDEN ÖNCE EYLEM EYLEMDEN ÖNCE DÜŞÜNCE
Her ne kadar bu iki özelliği dengede tutmamız sağlıklı
kabul edilse de, günlük hayat içerisinde mutlaka birine
daha yönelimli oluyoruz.

Bu iki kişilik özelliğini birbirinden ayıran en önemli


özelliklerinden biriyse kişinin önce düşünüp sonra mı
davrandığı yoksa davranıp daha sonra mı düşündüğü.
Ancak buna karar verebilmek için kişinin tamamıyla
özgür olduğu durumları ele almak gerekiyor. Aldığı
eğitimin, kültürün etkide bulunamayacağı, çevresel
koşulların söz konusu olmadığı durumlardan bahsediliyor.
Örneğin, öncesinde herhangi bir seçimi dolayısıyla ödül
ya da ceza almamış olduğu durumlar.

Örneğin.
Yirmi katlı bir binada bir yangın çıktı diyelim. Tüm çalışanların binadan hemen çıkmaya
çabalaması, önce düşünme eylemini seçmedikleri için hepsinin dışa dönük olduğunu
göstermiyor. Ya da bir yapboz çözerken önce düşünüp sonra parçaları yerleştiren herkesin
içine dönük olduğunu söylenmiyor. Çünkü bu şartlar, tıpkı yukarıda da bahsettiğimiz üzere
kişinin özgür seçimlerinden ziyade farklı etmenlerin etkisi altında.

2.) BİLGİYİ NE ŞEKİLDE İŞLEMEYİ TERCİH EDERSİNİZ?

Bilinen Gerçekler Yeni Olasılıkları


ve Tanıdık Kavramlar Üzerinden ve Fark Seçenekleri de Hesaba Katarak
DUYUMSAL SEZGİSEL
"OLASILIKLAR" "GERÇEKLER"
DENEYİM YENİLİK
ŞİMDİ GELECEK
UYGULANABİLİRLİK İLHAM
GERÇEKÇİ İDEALİST
VAR OLANI KULLANAN DEĞİŞİM YARATAN

3.) KARARLARINIZI NASIL ALMAYI TERCİH EDERSİNİZ?

Mantıksal ve Nesnel Değerlendirmeler Kişisel Değerleri Göz Önünde


Üzerinden Bulundurarak
DÜŞÜNCE ODAKLI HİS ODAKLI
ANALİZ EDEN HİSLERİNE GÜVENEN
NESNEL ÖZNEL
MANTIKSAL KİŞİSEL
ELEŞTİRİCİ TAKDİR EDİCİ
GÖZLEMCİ KATILIMCI
DEĞERLER ÜZERİNDEN
KANIT TEMELLİ KARARLAR ALAN
KARARLAR ALAN
UZAĞI GÖREN ŞİMDİYİ GÖREN

4.) HAYATINIZI NASIL DÜZENLEMEYİ TERCİH EDERSİNİZ?

Planlı Kararlar Alıp Yol Aldıkça Hayatı Keşfedip


Nereye Gittiğinizi Bilerek Değişimlere Açık Olarak
YARGILAYICI ALGISAL
KAPALI AÇIK
KARARLAR ALAN KEŞİFLER YAPAN
YAPISALCI ANLAMSALCI
DÜZENLEYİCİ SORUŞTURAN
KATI ESNEK
KONTROLCÜ AKIŞA BIRAKAN

Myers-Briggs Modeli'nde dört sorunun yanıtı olan bu sekiz öğe birbirleriyle eşleştirilerek 16
adet kişilik özelliği belirleniyor. Bu kişilik özellikleri ise şöyle sıralanıyor:

Myers-Briggs Modeli'ne Göre 16 Farklı Kişilik Tipi:

1.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yönetici)


Enerjisini dış dünyadaki eylemlerden alan bu kişiler bugünü ve var olan gerçekleri göz
önünde bulundurarak hayatlarını mantıksal temeller üzerinde düzenliyorlar. Sonuç olarak,
karşılaştıkları problemleri sınanmış ve güvenilir yöntemler üzerinden çözmeye çalışıyorlar.
Kavramlar ve stratejiler üstünde zaman harcamak yerine ayrıntılara takılmayı tercih ediyorlar.

2.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip:


(mücadeleci, avukat)
Bu grup, enerjisini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve
duygulardan alıyor. Kararlarını genellikle kendi kişisel
değerleri üzerinden alan bu kişiler, özellikle de diğerleri
söz konusu olduğunda farklı seçenek ve olasılıkları
değerlendiriyorlar. Belirecek yeni bakış açılarına karşı
hayatlarını esnek tutuyorlar. Sessiz ve yaratıcı oluyorlar.
Çevrelerindeki insanlara arşı gizli bir sıcaklık hisseden bu
kişiler gerek kendilerinin gerekse diğerlerinin sürekli bir
gelişim ve olgunlaşma içerisinde olduğunu görmek
istiyorlar.

3.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip:


(heykeltıraş)
Dış dünyadaki eylemler ve konuşulanlardan enerjisini alan
bu grup, genellikle de açık anlamlar ifade eden gerçeklerle
ilgilenmeyi tercih ediyorlar. Arkadaşlık kurmaktan büyük
keyif alan bu kişiler önceliği "şimdi"ye veriyor.
Hayatlarını esnek tutuyorlar ve o an içinde oluşabilecek
her duruma o anda karşılık veriyorlar. Hayattan zevk
almaya bakıyorlar ve kolaylıkla yeni arkadaşlıklar
kurabiliyorlar. Yangın gibi bir anda belirebilecek sorunlara
karşı acele çözümler üretebiliyorlar.

4.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)
Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, geleceğe yönelik farklı seçenekleri
değerlendirmeyi ihmal etmiyorlar ve sorunlara nesnel çözümlerle yaklaşmayı tercih ediyorlar.
Genellikle hayatlarını mantıksal çerçevelerin içine oturtuyorlar. Uzun süreli hedefler koyarak
hayatlarını bu hedeflere ulaşmak üzere düzenliyorlar. Gerek kendilerine gerekse diğerlerine
karşı eleştirel yaklaşma eğiliminde oluyorlar. Planlarıyla ilgili her ayrıntıyı göz önünde
bulundurabilecek derecede bilgili oluyorlar.

5.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)


Enerjilerini dış dünyadaki eylem ve sözlerden alan bu kişiler karar verme aşamasında kendi
kişisel değerlerini ilk planda tutuyorlar. İnsanlara karşı oldukça sıcak olan bu grup, onlarla
beraber vakit geçirmeyi ve arkadaşlarıyla beraber uyumlu ilişkiler sürdürmeyi çok seviyor.
Hatta arkadaşları, onların hayatında önemli bir yer tutuyor. İnsanlara karşı kendilerini öylesi
sorumlu hissediyorlar ki, toplumsal görev dağılımında üzerlerine düşen görevi özenle yerine
getirmeye çalışıyorlar.

6.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı, mühendis)
Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal temellere
dayandırıyorlar. Yeni seçenekler belirir belirmez hayatlarını bu doğrultuda esnetebiliyorlar.
Belli bir noktaya kadar sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Rutin olana ayak uydurmaktansa her
türlü gelişime yol açabilecek değişimlerin peşinden gidiyorlar. En başarılı oldukları alan, zeka
ve bilgi birikimi gerektiren karmaşık problemler oluyor.

7.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif,avukat)


Seçenekleri kendi kişisel değerleri üzerinden değerlendiren bu grup, enerjisini dış dünyada
olup bitenlerden alıyor. Ortaya çıkabilecek yeni bakış açıları ve seçeneklere karşı hayatlarını
esnetebiliyorlar. Yaratıcı olan bu kişiler, insanlara yararlı olabilecek yeni seçenekler
denemeyi seviyor. Her ne kadar ayrıntı ve planlar üzerine fazla kafa yormasalar da ortada
genel bir hedefin bulunduğu deney ve çeşitlilik içeren işlerle uğraşmaktan büyük keyif
alıyorlar.

8.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)
Enerjilerini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve duygulardan alan bu kişiler, kararlarını
genellikle pek çok seçeneği değerlendirdikten sonra alıyorlar. Hayatlarını mantık üzerine
kuran bu grup genellikle sessiz ve ciddi bir yapıda oluyor. Hayat karşısında iyi bir gözlemci
olduklarından farklı durumlara karşı iyi bir anlayış geliştirmiş oluyorlar.

9.) Dışa Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (heykeltıraş)


Genellikle nesnel olarak gördüğü gerçeklerle ilgilenmeyi seven bu grup enerjisini dış dünyada
konuşulanlardan ve olup biten eylemlerden alıyor. Kararları mantıksal temellere oturuyor.
Kendi ilgi alanlarına giren pek çok aktiviteyi de barındıran esnek bir yaşantıları oluyor.
Genellikle uygulama gerektirecek işlerde çalışmayı seviyorlar.

10.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)
Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu
kişiler, enerjilerini kendi iç dünyalarından alıyorlar. Hayatlarını kişisel temeller üzerinde
düzenliyorlar. Genellikle hayata dair özel bir hedef belirliyor ve bu hedefe ulaşabilmek için
durmadan çalışıyorlar. Diğer insanların da büyüyüp olgunlaşmaları için yardım etme
gönüllüsü oluyorlar.

11.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (antrenör)


Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu
kişiler, enerjilerini dış dünyadan alıyorlar. Hayatlarını genellikle kişisel temeller üzerinde
düzenliyorlar ve sevdikleri insanlarla uzun soluklu ilişkiler kurma ve sürdürme yanlısı
oluyorlar. Oldukça sosyal olan bu grup, hislerini diğerlerine kolayca yansıtabiliyor. Ancak
özellikle de sosyal ilişkilerine zarar verebilecek eleştirilere karşı katı olabiliyorlar. İnsanlarla
etkili bir şekilde çalışabiliyorlar.

12.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı


Tip: (bilim insanı)
Enerjisini kendi iç dünyasından alan bu kişiler, kararlarını
mantıksal çerçeveler içinde alıyorlar. Dünyanın nasıl
işlediğini anlayabilmek adına yeni, pratik bilgiler
edinebilmek amacıyla hayatlarını çoğunlukla esnek
tutuyorlar. Oldukça sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Neyin
nasıl çalıştığına dair oldukça meraklı olan bu kişiler, kimi
zaman şaşırtıcı fikirlerle insanların karşısına çıkabiliyorlar.

13.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı


Tip: (yönetici/ şef)
Enerjilerini dış dünyada olup biten olaylardan alıyorlar.
Kararlarını, pek çok eylemin sonuçlarını
değerlendiriyorlar. Hayatlarını mantıksal çerçevelere
oturtuyorlar. Genellikle nesnel yöntemler tercih eden
yönetici rolleri üstleniyorlar. Yüksek standartlar koymayan
ya da yaptığı işlerde başarılı olamayan insanlara karşı
tolerans gösteremiyorlar.

14.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Algısalcı Tip: (mücadeleci)


Enerjilerini genellikle kendi duygu ve düşünce dünyalarından alan bu kişiler, kendi kişisel
değerleri çerçevesinde kararlar almayı tercih ediyorlar. Sessiz ve arkadaş canlısı bu grup,
kalabalık arkadaş gruplarından ziyade küçük sayılı arkadaşlıkları tercih ediyor. Diğerlerine
karşı kollamacı bir tutumla yaklaşıyorlar. Genellikle "şimdi"nin keyfini çıkarıyorlar ve grup
çalışmalarında grup için oldukça destekleyici bir üye olabiliyorlar.

15.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif, mühendis)
Enerjisini dış dünyadaki eylem ve konuşulanlardan alan bu grup, kararlarını mantıksal
çerçeveler içerisinde alıyor. Uyumlu olabilme eğilimi gösteren bu kişiler yeni düşünce ve ilgi
alanlarına odaklanabiliyorlar. Özellikle de eğer ki bu yenilikler onların yeteneklerini
geliştirecekse. Yaratıcı efor gerektiren problem çözümlerinde başarılı olabiliyorlar.

16.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)
Enerjilerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, karar verirken kendi değerlerini göz
önünde bulunduruyorlar. Sevdikleri kişilerle sosyal ilişkiler kurmaktan büyük zevk alıyorlar.
İnsanları gözlemleyen, sessiz bir yapıları oluyor. Onlara uygulama alanında hizmet
verebilecek işlerde çalışmayı seviyorlar. Diğerlerinin ne düşünüp hissettiğine büyük önem
veriyorlar.

You might also like