Professional Documents
Culture Documents
KİMİM BEN?
Bugün, hangi kitapçıya giderseniz gidin "Psikoloji" başlığı altındaki rafların en göze çarpıcı
sıralarına onlarca kitabıyla Sigmund Freud'un yerleştiğini görüyorsunuz. Bu saptamaya
paralel olarak, küçük çaplı bir test yaparak sokaktan geçen ilk 100 kişiye psikolojiye dair
bildikleri birkaç ismi saymalarını istesek, Freud'un ilk sırada gelme olasılığı oldukça yüksek
görünüyor. Her ne kadar bir tıp profesörü olsa da, psikoloji tarihine bu denli derin bir mühür
basan bu figürün kuramlarını bir kez daha hatırlayalım istedik. Kendi deneyimledikleri ve
hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve akıl hastalıkları üzerine yoğun
çalışmalarda bulunan Freud, 4 ana unsurun altını çiziyordu: Bilinç seviyeleri, kişilik yapısı,
kaygı ve psikolojik savunma mekanizmaları ve gelişimde psikoseksüel evreler.
Freud'un bilincin çeşitli katmanlarından bahsettiği kuramı "topografik zihin modeli" olarak
da adlandırılıyor. Topografinin sözcük olarak yer betimi anlamına geldiğini göz önünde
bulunduracak olursak buzdağı ve bilinç arasındaki benzeşimi kurmak çok da zor olmuyor.
Çünkü Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç aşamalarını bu buzdağının suyun
altında ve üstünde kalan kısımlarıyla, yerlerini su seviyesine göre betimleyerek bağdaştırıyor.
Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilincin en büyük
alanını oluşturan bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön
bilinç aşamasında ise o anda farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz
anılarımız ve dünya bilgileri yer alıyor.
Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü
düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin
üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ediyorlar.
Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız
korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici
deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde,
buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe
yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin
koğuşlandığını belirtiyor.
Buzdağı Benzetmesi
Freud bir tıpçı olarak duyusal eşikler hakkında geniş bilgi sahibi bir bilim insanıydı. Öyle ki,
bilim ilerledikçe öne sürdüğü psikolojik kuramların biyolojik ve sinirsel araştırmalarla da
destekleneceğine inanıyordu. Bilince dair öne sürdüğü bu topografik modelse insan aklını
duyusal eşiklerle açıklamaya dayalıydı. Bahsettiği aşamaları irdeleyecek olursak her bir
aşamadan birbirine geçiş için belirli bir bilinç eşiği gerektiğini görüyoruz. Yukarıdaki şemada
her ne kadar çoğu korku ve dürtülerimizin farkına varamadığımıza parmak basılsa da, Freud'a
göre bilinçaltındaki çoğu düşünce aslında bir zamanlar bilinç eşiğinin üstündeydi. Ancak
kaygı seviyemizi arttırıp bizleri rahatsız ettiklerinden, bilinçaltının dehlizlerine bastırıldı ve
davranışlarımızı biz farkında olmadan yönlendirmeye başladı. Bu nedenle ki çoğu akıl
hastalıklarının temelinde bilinçaltına atılmış bu korku ve arzular yatıyor. Bu noktaysa bizleri
psikalanalist terapinin amacına götürüyor. Freud'a göre psikolojik rahatsızlıkları tedavi
etmenin en iyi yolu bilinçaltına bastırılmış ne varsa bilinç yüzeyine çıkarmaktı. Bu şekilde
hasta çocukluğundaki travmatik deneyimleri hakkında bir iç görü kazanıp onları bastırma
nedenlerini bulacak, bu keşifse hâlihazırda yaşadığı psikolojik sorunlarını ortadan
kaldıracaktı. Daha açık bir deyişle, ilk 6 yaşta yaşanılan kötü deneyimler, bireyin geri kalan
hayatına da olumsuz yansıyarak akıl hastalıklarına neden oluyordu. Tedavi olma süreciyse bu
bastırılmışlıkların farkına varmaktan geçiyordu.
Freud, kişiliği oluşturan üç temel yapıdan söz ediyordu: İd, ego ve süper ego. Bu üç yapıyı
arzu, mantık ve vicdan olarak da düşünebiliriz. Eğer ki kimi zamanlarda farklı bir
kişiymişçesine hareket ettiğinizi düşünüyorsanız bu dalgalanmalar Freud'a göre farklı kişilik
yapılarınızın savaşımından kaynaklanıyor olmalı.
Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve
isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar
kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde
tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın
kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor.
Biliyoruz ki Freud, cinsellik ve şiddet olmak üzere iki temel güdüye sahip olduğumuzu
düşünüyor. Bu iki temel güdü, kişiliğimizin "id" yapısını oluşturuyor. Haz prensibiyle işleyen
id, sürekli olarak tatmin arıyor. Sosyal çevre ve kültürün neyin kötü neyin yanlış olduğuna
dair üzerimize yaptığı baskıysa kişiliğimizin "süper ego" yapısıyla hayat buluyor. Son yapı
olan ego, işte bu temel güdülerimizle kültürel elemanlar arasında bir köprü görevi görüyor ve
id'i sosyal açıdan kabul görecek yollarla tatmin etmeye çalışıyor. Ancak kimi zamanlarda id o
denli büyüyor ki, kontrolden çıkabiliyor. Böyle durumlarda birey kendini içinden çıkılamaz
bir kaygının eşiğinde buluyor. Bu kaygıysa gerginlik, öfke ve üzüntü getiriyor. Kişi, id ile
süper ego arasındaki savaşta bir uzlaşma yakalayamıyor. Örneğin, arzuladığı bir beraberliği
ahlaki değerlerle örtüşmediği için yaşayamıyor. İşte böyle durumlarda ego sıralayacağımız
savunma mekanizmalarını araç olarak kullanıyor:
1.)Bastırma:
Freud'un savunma sistemlerinin çekirdeğinde yer alan bastırma mekanizmasında kişi,
kendisini tehdit eden herhangi bir uyaranı ya da hayatına giren ve ona travmatik deneyimler
yaşatan herhangi birini tamamen unutabiliyor.
Örn: Fobiler. Kişi sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamıyor.
2.)Reddetme:
Reddetmede kişi, bastırmanın aksine gerçeğe dair herhangi bir bilince sahip olsa da kaygı
yaratan uyaranın varlığını reddederek yok sayıyor.
Örn: Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış
olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu
düşünme.
3.)Yöneltme:
Kişi kabul görmesi güç bir içtepiyi başka bir uyarana yöneltiyor.
Örn: İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp siniri eve döndükten sonra, eşten çıkarma.
4.)Olayları entelektüelleştirme:
Kişi herhangi bir olayın duygusal yönünü görmezlikten gelerek, onun entelektüel açıdan göze
çarpan özelliklerine odaklanıyor.
Örn: Herhangi bir yakının kaybında, üzüntü ve yas duyulacağına cenaze töreninin detaylarına
takılma.
5.)Yansıtma:
İçsel bir gerçeğin yarattığı kaygı nedeniyle, kişi kişisel etmenlerle ilgili bir durumu dışarıdaki
bir uyarana bağlıyor.
Örn: Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına
karşıdakinin "akılsız" olduğunu söyleme.
6.)Mantık çıkarımları:
Olayların gerçek nedenlerinden farklı mantık çıkarımları yapılıyor.
Örn: Hoşlandığı kadın tarafından reddedilen bir adamın "Zaten yeterince iyi değildi" gibi bir
çıkarımda bulunması.
9.) Süblimasyon:
Saldırganlığın ardında yatan itici kuvvet olarak görülüyor.
Örn: Bir gencin içindeki saldırganlık duygularını amerikan futbolu oynayarak boşaltması.
İlk altı yaş gelişiminde sözünü ettiği psikoseksüel evrelerin Freud'un kuramları içinde en çok
tartışılanı olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Kişiliğin nasıl geliştiğine yönelik olarak öne
sürdüğü bu düşünceler cinsel gelişimimiz sırasında içinden geçtiğimiz evrelerin ileriki
yaşlarda kişiliğimizi ne yönde etkilediğine vurgu yapıyor. Bu evrelerin her birini teker teker
incelemeden önce, cinsel gelişimde kritik rol oynayan iki önemli kavrama göz atmakta fayda
var:
Libido: İdi tetikleyen içgüdüsel güç olarak tanımlanıyor. Odak noktası her zaman haz olsa da
içinden geçtiğimiz her bir psikoseksüel gelişim evresinde farklı şeylerden zevk duyuyor ve
libidomuzun bir kısmını o evrede o davranışla beraber geride bırakmış oluyoruz.
Asılı kalma: Libido enerjisinin çok büyük bir kısmı herhangi bir evrede asılı kalabiliyor. Bu
durum bireyin gelişimi açısından oldukça zararlı. Çünkü enerjisinin büyük bir kısmını belli bir
evrede harcayan kişi, gelişimine devam edecek yeterli "psişik enerji"yi bulamayabiliyor.
Dolayısıyla, o evreye has bir takım alışkanlıklar geliştirebiliyor. Bunun yanı sıra, yeteri kadar
olgunlaşamayan birey psikolojik rahatsızlıklar geliştirebiliyor.
Kurama göre gelişimimiz sırasında farklı dönemlerde bedenimizin farklı bölgelerinden haz
duyuyoruz. 18 aylık olana kadar geçen süreçte bu beden bölgesi ağız. Oral dönem olarak
adlandırılan bu evrede bebek çevresinde gördüğü, eline aldığı ne varsa ağzına götürüp bu
davranıştan haz alıyor. Eğer ki çocuk bu dönemde asılı kalırsa, ileride oldukça saldırgan ve
küfreden bir kişilik sergileyebiliyor. Bunun yanı sıra sigara, aşırı yemek yeme gibi zararlı
alışkanlıklar sergileyebiliyor.
Bir sonraki evre 18 - 36 aylık dönemi kapsayan anal dönem. Tuvaletini yaparken büyük bir
haz duyan çocuk için zevk bölgesi anal bölge. Libido enerjisinin çoğu bu dönemde asılı
kalırsa ileride düzenli ve tertipli olmaya dair bir takıntı (anal-çekilme) ya da dikkatsizlik,
dağınıklık (anal-dışavurum) sergilenebiliyor. Çocuğun ileride anal-çekilme ya da anal-
dışavurum özellikleri gösterip göstermeyeceğini belirleyense ailenin çocuğun tuvalet
eğitimindeki tutumu oluyor. Eğer oldukça sert bir tutum sergilenirse çocuğun kişiliği
mükemmeliyetçilik takıntısı çerçevesinde gelişiyor. Tuvalet eğitiminde aile aşırı rahatsa,
dağınık ve disiplinsiz bir kişilik geliştirebiliyor.
3 - 6 yaş arasındaki zevk bölgesiyse genital bölge. Fallik dönem olarak adlandırılan bu
yaşlarda Oedipus ya da Elektra kompleksi gelişebiliyor. Oedipus kompleksi erkek çocuğun
babasını annesinden kıskanması ve bilinçaltından babasının ölmesini istemesi olarak
tanımlanıyor. İsmini Yunan mitolojisinden alan kavram, hikâyede babasını öldürüp annesiyle
evlenen Oedipus'a gönderme yapıyor. Ancak bu gizil duygular bir süre sonra çocukta kaygı
uyandırmaya başlıyor. Annesine duyduğu arzu dolayısıyla hadım edileceği korkusu duymaya
başlıyor. Elektra kompleksi ise kız çocuğun babasına duyduğu aşk dolayısıyla annesine olan
kıskançlığını ifade ediyor. Bu aşk dolayısıyla cezalandırılacağını düşünen kız çocuk kaygı
duymaya başlıyor. Ancak Elektra kompleksi kavramını Freud'un öğrencisi olan Jung'un
geliştirdiğine parmak basmakta yarar var. Freud yalnızca Oedipus kompleksini açıklamakta.
Gelişimin ilerleyen dönemlerinde, her iki cins de kendi hemcinsi ebeveynini kıskanmayı
bırakıp onları örnek alarak kız çocuk babası gibi bir erkeği, erkek çocuksa annesi gibi bir
kadını eş olarak etkileyebileceğini kavrıyor.
Gizil dönem 6 yaş civarını kapsıyor. Cinsel arzuların en aza indiği bu dönemde asılı kalan
bireyler ileride cinsel yönden tatminsizlik çekebiliyorlar. Cinsel enerji daha çok spor gibi
faaliyetlere yönleniyor.
Genital dönem ergenlikle başlayıp hayatımızın geri kalan bütününü kapsıyor. Her ne kadar
haz genital bölgede yoğunlaşsa da tutku, sevgi ve bağlılıkla beslenmeye başlıyor. Freud'a göre
bu son aşamaya ulaşabilmek adına önceki dönemlerde herhangi bir asılı kalma durumunun
yaşanmamış olması gerekiyor.
KİMİM BEN?
"Kişilik" dedikleri
Kişilik.
Aynada gördüğümüz görüntülerin derinliklerinden bahsediyoruz, üzerimize giydiğimiz
sıfatların ötesinden. Hani şu ara sıra zihnimizi kurcalayıp da yanıtını bulmakta zorlandığımız
soru: "Ben kimim?". Çünkü ergenlikte içine girdiğimiz o zorlu kimlik arayışı dönemi sonrası
hayatımızın geri kalanı da bulduğumuz kimliklerin ne olduğunu anlamaya çalışmakla geçiyor.
Kendimizi anlamak ve tanımakla. Peki, nedir bu "kişilik" dedikleri? Doğuştan mıdır, değişir
mi? Ya da belli kalıplar çerçevesinde sınıflandırılabilir mi?
Nasıl yani?
Örneğin, ailelerinden istismar gören çocukların mitsel
semboller ya da otorite figürleri de katı ve sadistik
olabiliyor. Çocuğun kafasındaki bu sadistik figürlerse
kendilerini çocukların çizdikleri resimlerde ele
verebiliyorlar.
Örneğin.
Yirmi katlı bir binada bir yangın çıktı diyelim. Tüm çalışanların binadan hemen çıkmaya
çabalaması, önce düşünme eylemini seçmedikleri için hepsinin dışa dönük olduğunu
göstermiyor. Ya da bir yapboz çözerken önce düşünüp sonra parçaları yerleştiren herkesin
içine dönük olduğunu söylenmiyor. Çünkü bu şartlar, tıpkı yukarıda da bahsettiğimiz üzere
kişinin özgür seçimlerinden ziyade farklı etmenlerin etkisi altında.
Myers-Briggs Modeli'nde dört sorunun yanıtı olan bu sekiz öğe birbirleriyle eşleştirilerek 16
adet kişilik özelliği belirleniyor. Bu kişilik özellikleri ise şöyle sıralanıyor:
4.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)
Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, geleceğe yönelik farklı seçenekleri
değerlendirmeyi ihmal etmiyorlar ve sorunlara nesnel çözümlerle yaklaşmayı tercih ediyorlar.
Genellikle hayatlarını mantıksal çerçevelerin içine oturtuyorlar. Uzun süreli hedefler koyarak
hayatlarını bu hedeflere ulaşmak üzere düzenliyorlar. Gerek kendilerine gerekse diğerlerine
karşı eleştirel yaklaşma eğiliminde oluyorlar. Planlarıyla ilgili her ayrıntıyı göz önünde
bulundurabilecek derecede bilgili oluyorlar.
6.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı, mühendis)
Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal temellere
dayandırıyorlar. Yeni seçenekler belirir belirmez hayatlarını bu doğrultuda esnetebiliyorlar.
Belli bir noktaya kadar sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Rutin olana ayak uydurmaktansa her
türlü gelişime yol açabilecek değişimlerin peşinden gidiyorlar. En başarılı oldukları alan, zeka
ve bilgi birikimi gerektiren karmaşık problemler oluyor.
8.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)
Enerjilerini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve duygulardan alan bu kişiler, kararlarını
genellikle pek çok seçeneği değerlendirdikten sonra alıyorlar. Hayatlarını mantık üzerine
kuran bu grup genellikle sessiz ve ciddi bir yapıda oluyor. Hayat karşısında iyi bir gözlemci
olduklarından farklı durumlara karşı iyi bir anlayış geliştirmiş oluyorlar.
15.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif, mühendis)
Enerjisini dış dünyadaki eylem ve konuşulanlardan alan bu grup, kararlarını mantıksal
çerçeveler içerisinde alıyor. Uyumlu olabilme eğilimi gösteren bu kişiler yeni düşünce ve ilgi
alanlarına odaklanabiliyorlar. Özellikle de eğer ki bu yenilikler onların yeteneklerini
geliştirecekse. Yaratıcı efor gerektiren problem çözümlerinde başarılı olabiliyorlar.
16.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)
Enerjilerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, karar verirken kendi değerlerini göz
önünde bulunduruyorlar. Sevdikleri kişilerle sosyal ilişkiler kurmaktan büyük zevk alıyorlar.
İnsanları gözlemleyen, sessiz bir yapıları oluyor. Onlara uygulama alanında hizmet
verebilecek işlerde çalışmayı seviyorlar. Diğerlerinin ne düşünüp hissettiğine büyük önem
veriyorlar.
Sigmund Freud
Bugün, hangi kitapçıya giderseniz gidin "Psikoloji" başlığı altındaki rafların en göze çarpıcı
sıralarına onlarca kitabıyla Sigmund Freud'un yerleştiğini görüyorsunuz. Bu saptamaya
paralel olarak, küçük çaplı bir test yaparak sokaktan geçen ilk 100 kişiye psikolojiye dair
bildikleri birkaç ismi saymalarını istesek, Freud'un ilk sırada gelme olasılığı oldukça yüksek
görünüyor. Her ne kadar bir tıp profesörü olsa da, psikoloji tarihine bu denli derin bir mühür
basan bu figürün kuramlarını bir kez daha hatırlayalım istedik. Kendi deneyimledikleri ve
hastalarının klinik incelemelerine dayanarak kişilik kuramı ve akıl hastalıkları üzerine yoğun
çalışmalarda bulunan Freud, 4 ana unsurun altını çiziyordu: Bilinç seviyeleri, kişilik yapısı,
kaygı ve psikolojik savunma mekanizmaları ve gelişimde psikoseksüel evreler.
Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü
düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturuyor. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin
üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ediyorlar.
Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Bilinçaltında farkında olmadığımız
korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici
deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler bulunuyor. Buzdağı benzetmesinde,
buzdağının en büyük alanını oluşturuyor. Freud, insanın doğası gereği şiddet ve cinselliğe
yönelik utanç verici dürtüler barındırdığını iddia ederek, bilinçaltımızda bu fikir ve dürtülerin
koğuşlandığını belirtiyor.
Buzdağı Benzetmesi
Freud bir tıpçı olarak duyusal eşikler hakkında geniş bilgi sahibi bir bilim insanıydı. Öyle ki,
bilim ilerledikçe öne sürdüğü psikolojik kuramların biyolojik ve sinirsel araştırmalarla da
destekleneceğine inanıyordu. Bilince dair öne sürdüğü bu topografik modelse insan aklını
duyusal eşiklerle açıklamaya dayalıydı. Bahsettiği aşamaları irdeleyecek olursak her bir
aşamadan birbirine geçiş için belirli bir bilinç eşiği gerektiğini görüyoruz. Yukarıdaki şemada
her ne kadar çoğu korku ve dürtülerimizin farkına varamadığımıza parmak basılsa da, Freud'a
göre bilinçaltındaki çoğu düşünce aslında bir zamanlar bilinç eşiğinin üstündeydi. Ancak
kaygı seviyemizi arttırıp bizleri rahatsız ettiklerinden, bilinçaltının dehlizlerine bastırıldı ve
davranışlarımızı biz farkında olmadan yönlendirmeye başladı. Bu nedenle ki çoğu akıl
hastalıklarının temelinde bilinçaltına atılmış bu korku ve arzular yatıyor. Bu noktaysa bizleri
psikalanalist terapinin amacına götürüyor. Freud'a göre psikolojik rahatsızlıkları tedavi
etmenin en iyi yolu bilinçaltına bastırılmış ne varsa bilinç yüzeyine çıkarmaktı. Bu şekilde
hasta çocukluğundaki travmatik deneyimleri hakkında bir iç görü kazanıp onları bastırma
nedenlerini bulacak, bu keşifse hâlihazırda yaşadığı psikolojik sorunlarını ortadan
kaldıracaktı. Daha açık bir deyişle, ilk 6 yaşta yaşanılan kötü deneyimler, bireyin geri kalan
hayatına da olumsuz yansıyarak akıl hastalıklarına neden oluyordu. Tedavi olma süreciyse bu
bastırılmışlıkların farkına varmaktan geçiyordu.
Ancak ne yazık dünya tüm arzu ve dürtülerimizi o anda tatmin etmemize olanak sağlamıyor.
Eğer haz tatmini odaklı yaşamaya devam edersek pek çok sorunla yüz yüze kalabiliyoruz.
Yaşamın bu şartlarıyla başa edebilmekse ikinci kişilik yapımız olan egoya düşüyor. Ego, idin
tatmin edilebileceği elverişli şartlar oluşana kadar onu kontrol altında tutuyor. Öyleyse ego
"gerçeklik prensibi"yle işliyor. Çevresel şartları değerlendirerek pek çok davranışın olası
sonuçlarını tartıyor. Bu şekilde, uygun zamanı kollayarak bireyin anlık dürtüleri sonrasında
acı çekmesini engellemiş oluyor. Egonun kimi işlevleri bilinçliyken kimileri bilinç dışı
gerçekleşiyor.
Kişiliğimizin son öğesiniyse süper ego oluşturuyor. Süper ego da tıpkı ego gibi idin arzu ve
isteklerini baskı altında tutmaya çalışıyor. Ancak ego idin tatminleri için uygun zamanlar
kollarken süper ego ahlak kurallarını devreye sokuyor. Daha açık bir deyişle, idin bu yönde
tatmininin doğru olup olmadığını sorguluyor. Süper ego için tatminde yalnızca doğru zamanın
kollanması değil, ahlaki kurallara uygunluk da önem kazanıyor.
Biliyoruz ki Freud, cinsellik ve şiddet olmak üzere iki temel güdüye sahip olduğumuzu
düşünüyor. Bu iki temel güdü, kişiliğimizin "id" yapısını oluşturuyor. Haz prensibiyle işleyen
id, sürekli olarak tatmin arıyor. Sosyal çevre ve kültürün neyin kötü neyin yanlış olduğuna
dair üzerimize yaptığı baskıysa kişiliğimizin "süper ego" yapısıyla hayat buluyor. Son yapı
olan ego, işte bu temel güdülerimizle kültürel elemanlar arasında bir köprü görevi görüyor ve
id'i sosyal açıdan kabul görecek yollarla tatmin etmeye çalışıyor. Ancak kimi zamanlarda id o
denli büyüyor ki, kontrolden çıkabiliyor. Böyle durumlarda birey kendini içinden çıkılamaz
bir kaygının eşiğinde buluyor. Bu kaygıysa gerginlik, öfke ve üzüntü getiriyor. Kişi, id ile
süper ego arasındaki savaşta bir uzlaşma yakalayamıyor. Örneğin, arzuladığı bir beraberliği
ahlaki değerlerle örtüşmediği için yaşayamıyor. İşte böyle durumlarda ego sıralayacağımız
savunma mekanizmalarını araç olarak kullanıyor:
1.)Bastırma:
Freud'un savunma sistemlerinin çekirdeğinde yer alan bastırma mekanizmasında kişi,
kendisini tehdit eden herhangi bir uyaranı ya da hayatına giren ve ona travmatik deneyimler
yaşatan herhangi birini tamamen unutabiliyor.
Örn: Fobiler. Kişi sebepsiz bir korku duysa da bu korkunun çıkış kaynağını hatırlamıyor.
2.)Reddetme:
Reddetmede kişi, bastırmanın aksine gerçeğe dair herhangi bir bilince sahip olsa da kaygı
yaratan uyaranın varlığını reddederek yok sayıyor.
Örn: Sınav sonuçları açıklandı ve kötü bir not alındı diyelim. Bu kötü notun alınmış
olmadığını varsayarak, öğretmenin puanları toplarken bir yanlışlık yapmış olduğunu
düşünme.
3.)Yöneltme:
Kişi kabul görmesi güç bir içtepiyi başka bir uyarana yöneltiyor.
Örn: İş yerinde patronla bir gerginlik yaşayıp siniri eve döndükten sonra, eşten çıkarma.
4.)Olayları entelektüelleştirme:
Kişi herhangi bir olayın duygusal yönünü görmezlikten gelerek, onun entelektüel açıdan göze
çarpan özelliklerine odaklanıyor.
Örn: Herhangi bir yakının kaybında, üzüntü ve yas duyulacağına cenaze töreninin detaylarına
takılma.
5.)Yansıtma:
İçsel bir gerçeğin yarattığı kaygı nedeniyle, kişi kişisel etmenlerle ilgili bir durumu dışarıdaki
bir uyarana bağlıyor.
Örn: Herhangi biriyle tartışılırken kaybediliyorsa tartışmada haksız düşmemek adına
karşıdakinin "akılsız" olduğunu söyleme.
6.)Mantık çıkarımları:
Olayların gerçek nedenlerinden farklı mantık çıkarımları yapılıyor.
Örn: Hoşlandığı kadın tarafından reddedilen bir adamın "Zaten yeterince iyi değildi" gibi bir
çıkarımda bulunması.
9.) Süblimasyon:
Saldırganlığın ardında yatan itici kuvvet olarak görülüyor.
Örn: Bir gencin içindeki saldırganlık duygularını amerikan futbolu oynayarak boşaltması.
İlk altı yaş gelişiminde sözünü ettiği psikoseksüel evrelerin Freud'un kuramları içinde en çok
tartışılanı olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Kişiliğin nasıl geliştiğine yönelik olarak öne
sürdüğü bu düşünceler cinsel gelişimimiz sırasında içinden geçtiğimiz evrelerin ileriki
yaşlarda kişiliğimizi ne yönde etkilediğine vurgu yapıyor. Bu evrelerin her birini teker teker
incelemeden önce, cinsel gelişimde kritik rol oynayan iki önemli kavrama göz atmakta fayda
var:
Libido: İdi tetikleyen içgüdüsel güç olarak tanımlanıyor. Odak noktası her zaman haz olsa da
içinden geçtiğimiz her bir psikoseksüel gelişim evresinde farklı şeylerden zevk duyuyor ve
libidomuzun bir kısmını o evrede o davranışla beraber geride bırakmış oluyoruz.
Asılı kalma: Libido enerjisinin çok büyük bir kısmı herhangi bir evrede asılı kalabiliyor. Bu
durum bireyin gelişimi açısından oldukça zararlı. Çünkü enerjisinin büyük bir kısmını belli bir
evrede harcayan kişi, gelişimine devam edecek yeterli "psişik enerji"yi bulamayabiliyor.
Dolayısıyla, o evreye has bir takım alışkanlıklar geliştirebiliyor. Bunun yanı sıra, yeteri kadar
olgunlaşamayan birey psikolojik rahatsızlıklar geliştirebiliyor.
Kurama göre gelişimimiz sırasında farklı dönemlerde bedenimizin farklı bölgelerinden haz
duyuyoruz. 18 aylık olana kadar geçen süreçte bu beden bölgesi ağız. Oral dönem olarak
adlandırılan bu evrede bebek çevresinde gördüğü, eline aldığı ne varsa ağzına götürüp bu
davranıştan haz alıyor. Eğer ki çocuk bu dönemde asılı kalırsa, ileride oldukça saldırgan ve
küfreden bir kişilik sergileyebiliyor. Bunun yanı sıra sigara, aşırı yemek yeme gibi zararlı
alışkanlıklar sergileyebiliyor.
Oral dönem
Bir sonraki evre 18 - 36 aylık dönemi kapsayan anal dönem. Tuvaletini yaparken büyük bir
haz duyan çocuk için zevk bölgesi anal bölge. Libido enerjisinin çoğu bu dönemde asılı
kalırsa ileride düzenli ve tertipli olmaya dair bir takıntı (anal-çekilme) ya da dikkatsizlik,
dağınıklık (anal-dışavurum) sergilenebiliyor. Çocuğun ileride anal-çekilme ya da anal-
dışavurum özellikleri gösterip göstermeyeceğini belirleyense ailenin çocuğun tuvalet
eğitimindeki tutumu oluyor. Eğer oldukça sert bir tutum sergilenirse çocuğun kişiliği
mükemmeliyetçilik takıntısı çerçevesinde gelişiyor. Tuvalet eğitiminde aile aşırı rahatsa,
dağınık ve disiplinsiz bir kişilik geliştirebiliyor.
Anal dönem
3 - 6 yaş arasındaki zevk bölgesiyse genital bölge. Fallik dönem olarak adlandırılan bu
yaşlarda Oedipus ya da Elektra kompleksi gelişebiliyor. Oedipus kompleksi erkek çocuğun
babasını annesinden kıskanması ve bilinçaltından babasının ölmesini istemesi olarak
tanımlanıyor. İsmini Yunan mitolojisinden alan kavram, hikâyede babasını öldürüp annesiyle
evlenen Oedipus'a gönderme yapıyor. Ancak bu gizil duygular bir süre sonra çocukta kaygı
uyandırmaya başlıyor. Annesine duyduğu arzu dolayısıyla hadım edileceği korkusu duymaya
başlıyor. Elektra kompleksi ise kız çocuğun babasına duyduğu aşk dolayısıyla annesine olan
kıskançlığını ifade ediyor. Bu aşk dolayısıyla cezalandırılacağını düşünen kız çocuk kaygı
duymaya başlıyor. Ancak Elektra kompleksi kavramını Freud'un öğrencisi olan Jung'un
geliştirdiğine parmak basmakta yarar var. Freud yalnızca Oedipus kompleksini açıklamakta.
Gelişimin ilerleyen dönemlerinde, her iki cins de kendi hemcinsi ebeveynini kıskanmayı
bırakıp onları örnek alarak kız çocuk babası gibi bir erkeği, erkek çocuksa annesi gibi bir
kadını eş olarak etkileyebileceğini kavrıyor.
Gizil dönem 6 yaş civarını kapsıyor. Cinsel arzuların en aza indiği bu dönemde asılı kalan
bireyler ileride cinsel yönden tatminsizlik çekebiliyorlar. Cinsel enerji daha çok spor gibi
faaliyetlere yönleniyor.
Gizil dönem
Genital dönem ergenlikle başlayıp hayatımızın geri kalan bütününü kapsıyor. Her ne kadar
haz genital bölgede yoğunlaşsa da tutku, sevgi ve bağlılıkla beslenmeye başlıyor. Freud'a göre
bu son aşamaya ulaşabilmek adına önceki dönemlerde herhangi bir asılı kalma durumunun
yaşanmamış olması gerekiyor.
Genital dönem
KİMİM BEN?
"Kişilik" dedikleri
Kişilik.
Aynada gördüğümüz görüntülerin derinliklerinden bahsediyoruz, üzerimize giydiğimiz
sıfatların ötesinden. Hani şu ara sıra zihnimizi kurcalayıp da yanıtını bulmakta zorlandığımız
soru: "Ben kimim?". Çünkü ergenlikte içine girdiğimiz o zorlu kimlik arayışı dönemi sonrası
hayatımızın geri kalanı da bulduğumuz kimliklerin ne olduğunu anlamaya çalışmakla geçiyor.
Kendimizi anlamak ve tanımakla. Peki, nedir bu "kişilik" dedikleri? Doğuştan mıdır, değişir
mi? Ya da belli kalıplar çerçevesinde sınıflandırılabilir mi?
Nasıl yani?
Örneğin, ailelerinden istismar gören çocukların
mitsel semboller ya da otorite figürleri de katı ve
sadistik olabiliyor. Çocuğun kafasındaki bu
sadistik figürlerse kendilerini çocukların çizdikleri
resimlerde ele verebiliyorlar.
Örneğin.
Yirmi katlı bir binada bir yangın çıktı diyelim. Tüm çalışanların binadan hemen çıkmaya
çabalaması, önce düşünme eylemini seçmedikleri için hepsinin dışa dönük olduğunu
göstermiyor. Ya da bir yapboz çözerken önce düşünüp sonra parçaları yerleştiren herkesin
içine dönük olduğunu söylenmiyor. Çünkü bu şartlar, tıpkı yukarıda da bahsettiğimiz üzere
kişinin özgür seçimlerinden ziyade farklı etmenlerin etkisi altında.
Myers-Briggs Modeli'nde dört sorunun yanıtı olan bu sekiz öğe birbirleriyle eşleştirilerek 16
adet kişilik özelliği belirleniyor. Bu kişilik özellikleri ise şöyle sıralanıyor:
4.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)
Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, geleceğe yönelik farklı seçenekleri
değerlendirmeyi ihmal etmiyorlar ve sorunlara nesnel çözümlerle yaklaşmayı tercih ediyorlar.
Genellikle hayatlarını mantıksal çerçevelerin içine oturtuyorlar. Uzun süreli hedefler koyarak
hayatlarını bu hedeflere ulaşmak üzere düzenliyorlar. Gerek kendilerine gerekse diğerlerine
karşı eleştirel yaklaşma eğiliminde oluyorlar. Planlarıyla ilgili her ayrıntıyı göz önünde
bulundurabilecek derecede bilgili oluyorlar.
6.) İçe Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (bilim insanı, mühendis)
Güçlerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, kararlarını mantıksal temellere
dayandırıyorlar. Yeni seçenekler belirir belirmez hayatlarını bu doğrultuda esnetebiliyorlar.
Belli bir noktaya kadar sessiz ve uyumlu olabiliyorlar. Rutin olana ayak uydurmaktansa her
türlü gelişime yol açabilecek değişimlerin peşinden gidiyorlar. En başarılı oldukları alan, zeka
ve bilgi birikimi gerektiren karmaşık problemler oluyor.
8.) İçe Dönük/ Duyumsal/ Düşünce Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)
Enerjilerini kendi iç dünyalarındaki düşünce ve duygulardan alan bu kişiler, kararlarını
genellikle pek çok seçeneği değerlendirdikten sonra alıyorlar. Hayatlarını mantık üzerine
kuran bu grup genellikle sessiz ve ciddi bir yapıda oluyor. Hayat karşısında iyi bir gözlemci
olduklarından farklı durumlara karşı iyi bir anlayış geliştirmiş oluyorlar.
10.) İçe Dönük/ Sezgisel/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (yenilikçi/ öncü)
Özellikle de diğer insanları da ilgilendirebilecek farklı seçenekler üzerine düşünmeyi seven bu
kişiler, enerjilerini kendi iç dünyalarından alıyorlar. Hayatlarını kişisel temeller üzerinde
düzenliyorlar. Genellikle hayata dair özel bir hedef belirliyor ve bu hedefe ulaşabilmek için
durmadan çalışıyorlar. Diğer insanların da büyüyüp olgunlaşmaları için yardım etme
gönüllüsü oluyorlar.
15.) Dışa Dönük/ Sezgisel/ Düşünce Odaklı/ Algısalcı Tip: (kâşif, mühendis)
Enerjisini dış dünyadaki eylem ve konuşulanlardan alan bu grup, kararlarını mantıksal
çerçeveler içerisinde alıyor. Uyumlu olabilme eğilimi gösteren bu kişiler yeni düşünce ve ilgi
alanlarına odaklanabiliyorlar. Özellikle de eğer ki bu yenilikler onların yeteneklerini
geliştirecekse. Yaratıcı efor gerektiren problem çözümlerinde başarılı olabiliyorlar.
16.) İçe Dönük/ Duyumsal/ His Odaklı/ Yargılayıcı Tip: (bakıcı/ müdür)
Enerjilerini kendi iç dünyalarından alan bu kişiler, karar verirken kendi değerlerini göz
önünde bulunduruyorlar. Sevdikleri kişilerle sosyal ilişkiler kurmaktan büyük zevk alıyorlar.
İnsanları gözlemleyen, sessiz bir yapıları oluyor. Onlara uygulama alanında hizmet
verebilecek işlerde çalışmayı seviyorlar. Diğerlerinin ne düşünüp hissettiğine büyük önem
veriyorlar.