You are on page 1of 98

§ abdalın yağı çok olursa gâh borusuna çalar, gâh gerisine: varlıklı ama akılsız ve hesapsız kişi malını

gereksiz yerlere harcar, telef eder. Atasözü


§ acı patlıcanı kırağı çalmaz: herhangi bir duruma alışkın olan kimseyi benzer kötü durumlar etkilemez.
Atasözü
§ ağır ağır demeli, çabuk çabuk yemeli: yemeği çabuk yemelisin, dediğinin anlaşılabilmesi için de
sözleri tane tane ve yavaş yavaş söylemelisin.Atasözü
§ ağız tamburası çalmak: 1) sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak; 2) soğuktan dişleri birbirine
çarpmak, çenesi titremek.Deyim
§ ağzı çiriş çanağına dönmek: ağzı kuruyup acılaşmak.Deyim
§ ağzını burnunu çarşamba pazarına (çanağına) çevirmek: aşırı bir biçimde döverek perişan duruma
getirmek.Deyim
§ akşam ahıra sabah çayıra: hayatta yiyip içip yatmaktan başka kaygısı olmayanlar için söylenen bir
söz.Deyim
§ alın damarı çatlamış: ar damarı çatlamış.Deyim
§ Allah çam isteyene çam, mum isteyene mum verir: Allah, herkesin ihtiyacını karşılar. Hem de az
isteyene, az; çok isteyene, çok verir.Atasözü
§ altın çağını yaşamak: en başarılı, en verimli döneminde bulunmak.Deyim
§ altından çapanoğlu çıkmak: girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak: “Kısa kesmekten
yanaydı ama paraları uzatsa altından bir çapanoğlu çıkar mıydı?” -O. Kemal. Deyim
§ ar damarı çatlamış: utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapan, utanmaz. Deyim
§ arık öküze bıçak olmaz (çalınmaz): 1) güçsüz kimseyi ezmek yiğitlik değildir; 2) kendisinden
yararlanılamayacak kişiye yararlanmak amacıyla eziyet edilmemelidir. Atasözü
§ arkasından teneke çalmak: tenekeye sopa vb. ile vurarak giden bir kişiye hakaret etmek. Deyim
§ aslanın adı çıkmış, çakallar baş keser: haksızlık veya kötülük yapacağı düşünülen kişi yerine bu
konuda adı ön plana çıkan kişiler asıl haksızlığı ve kötülüğü yaparlar. Atasözü
§ at çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak: iş işten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak. Deyim
§ ayağına çağırmak: yanına gelmesini istemek.Deyim
§ ayınları çatlatmak: ayın harfinin Arapçaya özgü sesini gırtlakta boğumlamaya çalışmak.Deyim
§ ayıya kaval çalmak: anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak.Deyim
§ aynı telden çalmak: aynı şeyi söylemek. Deyim
§ bağ bayırda, tarla çayırda: her şey kendisi için en elverişli ortamda gelişir, verimli duruma
gelir.Atasözü
§ bağırıp çağırmak:öfkeyle bağırmak.Deyim
§ bakır çalmak: bakır kapta oluşan bakır tuzları nedeniyle yemek insanı zehirlemek. Deyim
§ başı çatlamak: başı çok ağrımak.Deyim
§ başına çalsın!: Birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve nefretle geri çevrildiğini anlatmak için
kullanılan bir söz.Deyim
§ başının çaresine bakmak: kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.Deyim
§ belaya çatmak (girmek, uğramak)
beklenmedik bir bela ile karşılaşmak: “Çattık belaya, ne ister bu adam benden canım, şamaroğlanına
döndürdü.” - R. N. Güntekin.Deyim
§ bey ardından çomak çalan çok olur: güçlü bir kişi ile yüz yüze bulunduklarında ağızlarını
açamayanlar, o gittikten sonra aleyhinde atıp tutarlar.Atasözü
§ beyninde şimşekler çakmak: 1) çok üzülmek, sarsılmak; 2) zihninde birden bir düşünce doğmak.
Deyim
§ bir çatı altında (olmak, bulunmak): aynı yapı, kurum, kuruluş vb. içinde (olmak).Deyim
§ bir fende kazık kakmak (çakmak): bir bilgi veya bilim dalında saplanmış kalmak: “Bir fende kazık
kakmaktansa hepsinden birer parça malumat kapma fikrinde idi.” -H. R. Gürpınar. Deyim
§ (bir işe) kendini vermek (vurmak veya çalmak): bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka her şeyle
ilgisini kesip tek şeyle aşırı ölçüde ilgilenmek: “Sattım dükkânı, verdim kendimi tiyatroculuğa.” -N.
Hikmet. Deyim
§ (bir söz, birilerinin) ağzında çalkalanmak: üzerinde çok konuşulmak: “Fakat bütün memleketin
ağzında çalkalanan bu evlerin anha minha 5000 liradan fazlaya çıkmayacağı.” -S. F. Abasıyanık. Deyim
§ (bir şey birinin) aklını çalmak: ilgisini aşırı derecede çekmek.Deyim
§ (bir şeyin) çaresine bakmak: gerekeni yapmak, çözüm yolu aramak: “Sıkboğaz etme çocuğum. Bir
çaresine bakacağız. Ben annenle konuşurum.” -M. Yesari. Deyim
§ (birine) çamur atmak (sıçratmak): birini kötü bir işe karışmış göstermek, kara çalmak, iftira etmek:
“Onlarla başa çıkmak kolay değildi, çünkü her an bir çamur atabilirlerdi kızdıklarında.” -A. Kulin.
Deyim
§ (birine) kara çalmak: birine iftira etmek, kara sürmek: “Allah için güzel kapışıyoruz, birbirimize kara
çalmakta üstümüze yok!” -H. Taner.Deyim
§ (birine) yuf borusu çalmak: kınama, üzüntü ve nefretini bildirmek.Deyim
§ (birini) çamurdan çekip çıkarmak: birini kötü veya onurunu tehlikeye düşüren bir durumdan
kurtarmak.Deyim
§ (birini) çarşamba pazarına çevirmek: özellikle yüze vurarak çok dayak atmak.Deyim
§ (birinin) ağzına bir parmak bal çalmak: birini tatlı sözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için
kandırmak, oyalamak: “Hürriyet, müsavat diye herkesin ağzına bir parmak bal çaldılar.” -H. R.
Gürpınar.Deyim
§ (birinin) başına çalmak: bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.Deyim
§ (birinin) bıraktığı (bağladığı) yerde (çayırda) otlamak: Halk. uzun süredir hiçbir ilerleme veya
değişim gösterememek: “Tek suçu, kendini yeni devre uyduramayışı, bıraktığım yerde otluyormuş, ne
bileyim.” -E. Işınsu. Deyim
§ (birinin) borusunu çalmak: çıkar sağladığı kimsenin davasını gütmek. Deyim
§ (birinin) çalımından geçilmemek: çok kurumlu olmak, çok çalımlı olmak. Deyim
§ (birinin) çanına ot tıkmak (tıkamak): sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek,
susturmak: “İsterseniz çanıma ot tıkar, beni mahvedersiniz.” -O. Kemal. Deyim
§ (birinin) kapısını çalmak: birine başvurmak: “İskele memurluğu isteyen işçiler hep benim kapımı
çalıyorlar.” -M. Ş. Esendal. Deyim
§ (birinin) kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: birinin ayıp, kusur veya suçlarını açıklamak, söylemek.
Deyim
§ (birinin) türküsünü çağırmak: bir kimsenin hoşuna gidecek biçimde söz söylemek veya davranışta
bulunmak: “Azizim, biz kimsenin arabasında kimsenin türküsünü çağırmayız, kendi havamızı
mırıldanırız.” -S. F. Abasıyanık. Deyim
§ boş gezmekten bedava çalışmak yeğdir: çalışmak insanı tembellikten kurtarır. Atasözü
§ bozuk çalmak: argo canı sıkılmış, yüzü asılmış olmak. Deyim
§ cereyan çarpmak: elektrik akımına tutulup etkisinde kalmak. Deyim
§ cezaya çarptırmak: cezalandırmak: “Seni yalana tövbe ettirecek bir cezaya çarptırmalıyım.” -R. H.
Karay.Deyim
§ cin çarpmak: bir inanışa göre, cinlerin öfkesiyle inme inmek.Deyim
§ cin çarpmışa dönmek : neye uğradığını bilemeyecek kadar kötü bir duruma düşmek.Deyim
§ cin olmadan şeytan (adam) çarpmak: gücünün üstündeki işleri başarmaya kalkışmak.Deyim
§ çaba göstermek: bir işi başarmak için çalışmak, uğraşmak, gayret göstermek: “Onu kurtarabilmek için
olmayacak şeylere saldırmak derecesinde bir çaba gösteriyorsunuz.” -H. R. Gürpınar. Deyim
§ çaba harcamak: bir işi yapabilmek için elinden geleni yapmak: “Tehlikeyi anlamış olacak ki
seçimlerde oylarını dağıtmamaya çaba harcıyordu.” -T. Buğra. Deyim
§ çabalama kaptan ben gidemem: bu işi yapacak güçte değilim, zorlamanın yararı yok.Atasözü
§ çağ açmak: herhangi bir bakımdan öncekilerden farklı olan yeni bir evrensel gidişe yol açmak. Deyim
§ çağ atlamak: büyük ilerleme sağlamak. Deyim
§ çağ dışı olmak (kalmak): 1) çağın gerektirdiği şartların gerisinde kalmak; 2) ask. yedek askerlik çağını
doldurmuş olmak. Deyim
§ çağanoz gibi: eğri büğrü (kimse).Deyim
§ çağı geçmek: 1) eskimek; 2) dönemi veya modası geçmek. Deyim
§ çağı yakalamak: çağın gerektirdiği gelişmişlik düzeyine ulaşmak. Deyim
§ çağın gerisinde kalmak: gelişmelere ve yeni düşüncelere uyum sağlayamamak, ayak uyduramamak:
“Ben yeniliklere yabancı, eski moda, çağın gerisinde kalmış, emekli bir istihbaratçıyım.” -O. Aysu.
Deyim
§ çağını aşmak: düşünce, tutum ve davranışlarıyla bulunduğu çağdan daha ileride olmak. Deyim
§ çağlamadan çatlamak: gerekli olgunluğa erişmeden olgun davranışlarda bulunmak, büyüklük
taslamak. Deyim
§ çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme: kişi, çağrıldığı yere gitmeli, çağrılmadığı yere
gitmemelidir.
Atasözü
§ çağrılan yere git, ar eyleme; çağrılmadığın yere gidip yerini dar eyleme: kişi, çağrıldığı yere gitmeli,
çağrılmadığı yere gitmemelidir.Atasözü
§ çağrılmayan yere çörekçiyle börekçi gider: çağrılmadığın yere sakın gitme.Atasözü
§ çakı gibi: 1) canlı ve atik: “Övünmek saymazsanız çakı gibi topçu subayı oluyordum.” -R. Erduran. 2)
sağlıklı.
Deyim
§ çakı suyu kesiyor: bıçak suyu kesiyor.Deyim
§ çakılı kalmak: 1) yerini veya biçimini değiştirmeden durmak; 2) iz bırakmak: “O günkü sözleri çakılı
kaldı bende.” -N. Cumalı. Deyim
§ çakılıp kalmak: bir yerde uzun süre hareketsiz kalmak: “Bir arıza yapsa araba çakılıp kalacağız.” -Ç.
Altan.
Deyim
§ çalı gibi: sık ve sert (saç, sakal).Deyim
§ çalı idi çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya: her ne kadar evim derme çatma, kocam
kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş, yaşayıp gidiyordum.Atasözü
§ çalım atmak (yapmak): çalımlamak. Deyim
§ çalım satmak: kurulup büyüklük taslamak: “İzmir ve dolaylarında çalım satıp dolaşmaya
başlayacaklar.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim
§ çalım yemek: futbolda çalım ile geçilmek. Deyim
§ çalımına gelmek (getirmek): uygun zaman veya durumu ele geçirmek: “Sanki demek istediğim bir
çalımına gelseydi seni de yüzdürürdü.” -M. Ş. Esendal. “Yıldız, çalımına getirdikçe ateş ediyordu.” -A.
Gündüz. Deyim
§ çalıp çırpmak: hırsızlık yapmak: “Müşteri ise her zamanki oyunbazlığıyla çalıp çırptıklarını eve
yığıyordu.” -İ. O. Anar. Deyim
§ çalma elin kapısını, çalarlar kapını: kimseye kötülük yapma yoksa onlar da sana aynı kötülüğü
yaparlar.
Atasözü
§ çalmadan oynamak: 1) çok keyifli ve sevinçli durumda bulunmak; 2) bir işe çok hevesli
görünmek.Deyim
§ çalyaka etmek: yakasına yapışıp sıkıca tutmak: “Şimdi karakoldan görürlerse kudurmuşsun diyerek
çalyaka ederler.” -H. R. Gürpınar. Deyim
§ çam ağacından ağıl olmaz, el çocuğundan oğul olmaz: her şeyin bir değeri vardır; yapacağı iş,
kullanılacağı yer ayrıdır. Atasözü
§ çam devirmek: karşısındakine dokunacak veya kötü bir sonuç doğuracak söz söylemek: “Bu hoppa
oğlan, karısına ne diller dökecek, ne potlar kıracak, ne çamlar devirecekti.” -H. R. Gürpınar. Deyim
§ çam sakızı çoban armağanı: verilen bir armağanın sunulduğu kimseye değerine uygun olmadığını ve
verenin gücünün ancak buna yettiğini özür yollu anlatmak için söylenen bir söz. Atasözü
§ çam sakızı gibi: tedirgin edecek kadar bir insanın peşinden ayrılmayan. Deyim
§ çamaşır ertesi olmak: çamaşır yıkamaktan aşırı yorulup hasta olmak: “Kaynanam da yıkar ama iki gün
de çamaşır ertesi olur yatar.” -M. Ş. Esendal. Deyim
§ çamur gibi: 1) iyi pişmemiş ve siyah unla yapılmış (ekmek); 2) herkese sataşıp tedirginlik veren
(kimse).
Deyim
§ çamura bulaşmak (batmak): kirli ve uygunsuz bir işe karışmak. Deyim
§ çamura taş atmak: çirkefe taş atmak, çevredekileri rahatsız edecek davranışta bulunmak. Deyim
§ çamura yatmak(argo): 1) borcunu ödememek; 2) sözünü yerine getirmemek. Deyim
§ çamuru karnında, çiçeği burnunda: çiçeği burnunda, çamuru karnında.Deyim
§ çan çalmak: herkese bildirmek. Deyim
§ çan çan etmek (ötmek veya konuşmak): yüksek sesle sürekli gevezelik etmek. Deyim
§ çanağa ne doğrarsan kaşığında o çıkar: kişi, kendisi için önceden yaptığı hazırlıkların verimini ileride
alır.
Atasözü
§ çanak tutmak (açmak): davranışları veya sözleriyle kötü bir sonuca yol açmak: “Oh olsun... Vallahi
memnun oldum, diyordu. Çanak tuttun. Şunun şurasında rahat sana battı mıydı?” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çanak yalamak: dalkavukluk etmek. Deyim
§ çanakta balın olsun, Yemen’den (Bağdat’tan) arı gelir: malı güzel olan kimse için müşteri kaygısı
yoktur, onun malına uzak yerlerden bile istekli çıkar. Atasözü
§ çantadan yetişmek: bir mesleği eğitim görmeden deneyimlerle kazanmak.Deyim
§ çapanoğlunun abdest suyu gibi: çok sulu, tatsız ve kötü görünüşlü olan (içilecek şeyler). Deyim
§ çapraza almak: 1) karşı yönlerden kuşatmak: “Mitralyözler onu çapraza almış, kızıl iğneleriyle
gövdesini delik deşik ediyorlardı.” -A. İlhan. 2) mec. herhangi bir konuda çeşitli yönlerden sıkıştırmak.
Deyim
§ çapraza sarmak: bir iş içinden çıkılmaz duruma gelmek, çaprazlaşmak. Deyim
§ çaptan düşmek: çalışma gücü, verimi azalmış veya tükenmiş olmak. Deyim
§ çaresiz kalmak: çözüm yolu, çıkar yolu bulamamak: “Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa
İstanbul yolunu tutar.” -Ö. Seyfettin. Deyim
§ çark çevirmek: aynı yol üzerinde dönerek gitmek: “Kırmızı balıklar birdenbire canlanırlar ve
kavanozun içinde birbiri ardınca keyifli keyifli çark çevirmeye başlarlar.” -H. E. Adıvar. Deyim
§ çark etmek: 1) bir doğrultuda giden kimse, şey sağa veya sola doğru yön değiştirmek: “Küçük
hizmetçi masanın öbür ucundan yarım sağa çark ederek elektrik düğmesine doğru döndü.” -S. F.
Abasıyanık. 2) geri dönmek; 3) mec. savunduğu düşünceden vazgeçmek. Deyim
§ çarka vermek (çektirmek): kesici araçları bileği çarkı ile biletmek.Deyim
§ çarkı döndürmek: Halk. geçimini sağlamak.Deyim
§ çarkına etmek (okumak): argo birine büyük kötülük yapmak veya işini bozarak zarar vermek. Deyim
§ çarpıntısı tutmak: heyecan, korku veya üzüntüden çarpıntı nöbeti gelmek.Deyim
§ çarşaf gibi: dalgasız, dümdüz ve durgun (deniz, göl). Deyim
§ çarşaf kadar: pek büyük, çok geniş: “Çarşaf kadar bir kâğıda künyemi yazmışlar.” -R. H. Karay.
Deyim
§ çarşafa dolanmak: argo bir işin içinden çıkamamak, kötü ve başarısız duruma düşmek, zor durumda
kalmak, çarşaflamak. Deyim
§ çarşafa girmek: çarşaf giymeye başlamak.Deyim
§ çarşı iti ev beklemez: başıboş gezmeye alışanlar, disiplinli iş yapmaya gelemezler. Atasözü
§ çat orada çat burada çat kapı arkasında: çok çabuk yer değiştiren bir şeyin durumunu anlatan bir söz:
“Sizin sevgili bir yerde durmaz, çat orada çat burada çat kapı arkasındadır.” -O. C. Kaygılı.Deyim
§ çatal görmek: net görememek, bir şeyi iki görmek.Deyim
§ çatal kazık yere batmaz (geçmez, çakılmaz): birden çok kimsenin söz sahibi olduğu iş
yürümez.Atasözü
§ çatır çatır çatlamak: 1) çok çatlamak: “Kızgın güneşe maruz bırakılmış çam fıstıkları çatır çatır
çatlıyor, sapır sapır dökülüyordu.” -E. E. Talu. 2) çok kıskanmak: “Öteki cariyeler kıskançlıklarından
çatır çatır çatlarmış.” -E. Şafak. Deyim
§ çatıyı almak: çatıya ulaşmak. Deyim
§ çatkın olmak: kendini ağırdan satmak: “Müdüre göre idareci biraz çatkın olacak yani oldukça ağırdan
satacak kendini.” -K. Korcan. Deyim
§ çatlasa da (çatlasa da patlasa da): tkz. “elinden gelen her çareye başvursa da” anlamında kullanılan bir
söz.
Deyim
§ çay kenarında kuyu kazmak: elde, amaca ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar
aramak.
Deyim
§ çay kuşu, çay taşı ile vurulur: her iş, ancak ve ancak o iş için gerekli araçla yapılabilir. Atasözü
§ çaydan geçip derede boğulmak. büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebepten başarısızlığa
uğramak.
Deyim
§ çayı görmeden paçaları sıvamak. dereyi görmeden paçaları sıvamak. Deyim
§ çene çalmak. gevezelik etmek: “Komşu kadınlar akşam yemeğinden sonra onun etrafında toplanırlar,
geç vakitlere kadar çene çalarlardı.” -R. N. Güntekin. Deyim
§ çengi ölüsü çalgı (daire, tef) ile kalkar: zevk ve sefa içinde ömür sürmüş bir kimse, en sıkıntılı
günlerinde bile bu alışkanlığını bırakamaz.Atasözü
§ çıkmaz ayın son çarşambası: şaka işin hiçbir zaman yapılmayacağını anlatan bir söz. Deyim
§ çiçeği burnunda, çamuru karnında: çok taze (sebze veya meyve).Deyim
§ çoban armağanı çam sakızı: verilen bir armağanın sunulduğu kimseye değerine uygun olmadığını ve
verenin gücünün ancak buna yettiğini özür yollu anlatmak için söylenen bir söz. Atasözü
§ çobanın yağı çok olursa çarığına sürer: varlıklı ama akılsız ve hesapsız kişi malını gereksiz yerlere
harcar, telef eder. Atasözü
§ (çocuğu) süt çalmak: bozuk süt, çocuğu hasta etmek. Deyim
§ çok koşan çabuk (çok, tez) yorulur: sürekli çalışabilmek ve sonuç elde edebilmek için harcanan
çabanın yormayacak ölçüde olması gerekir.Atasözü
§ çorba içmeye çağırmak: yemek yemeye çağırmak.Deyim
§ damdan çardağa atlamak: hiçbir mantık bağı kurmadan konudan konuya geçmek.Deyim
§ davul çalmak (dövmek): 1) davula vurarak ses çıkarmak; 2) mec. bir şeyi herkesin haber alabileceği
biçimde ortalığa yaymak.Deyim
§ davul çalsan işitmez: 1) sağır; 2) uykusu çok ağır, derin uykuda.Deyim
§ davul dengi dengine diye çalar: evlenecek kimselerin birbirlerine denk olması gerekir.Atasözü
§ davulu biz çaldık, parsayı başkası topladı: biz çalıştık, uğraştık, başkası yararlandı.Atasözü
§ dediğim dedik, öttürdüğüm (çaldığım) düdük: bir insanın sözünde direndiğini anlatmak için söylenen
bir tekerleme: “Adamın dediği dedik, çaldığı düdüktür. Böyle olduğu için de her istediğini yapabilen toy
ve şımarık bir çocuğu hatırlatır.” -H.TANER. Deyim
§ deliye bal tattırmışlar, çarşıda katran bırakmamış: aklı kıt olan kimse, bir kez hoşuna gitmiş olan şeye
benzettiği nesneyi, gerçekten ona benzemese de elde etmeye çalışır.Atasözü
§ demir tavında, dilber çağında: her iş zamanında ve uygun durumda yapılır.Atasözü
§ denizden (denizi) geçip çayda boğulmak: bir işte büyük güçlükleri yendikten sonra önemsiz bir
sebeple başarısızlığa uğramak.Deyim
§ dereyi (çayı, ırmağı) geçerken at değiştirilmez: bir yöntemden başka bir yönteme geçiş tehlikeli bir
durum veya zamanda yapılmamalıdır.Atasözü
§ deveye bindikten sonra çalı ardına gizlenilmez: herkesin gözü önündeki bir olayı şöyle böyle
yorumlarla gizlemeye çalışmak boşunadır.Atasözü
§ dibi kırmızı mumla (bal mumuyla) mı çağırdım: üzerinde önemle durarak çağırmadım. Atasözü
§ dili (başka bir dile) çalmak: bir kimsenin konuşması başka bir dile benzemek. Deyim
§ dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: birçok iş birden ortaya çıkıp sıkışık bir durum
yaratmak.Deyim
§ dün cin olmuş, bugün adam çarpıyor: işinde ustalaşmadan hile yollarına başvuruyor.Atasözü
§ dünyaya kazık çakmak (kakmak): tkz. çok uzun ömürlü olmak, çok yaşamak.Deyim
§ düşman çatlatmak: iyi durum ve başarılarla düşmanı kıskandırmak veya kızdırmak.Deyim
§ ecele çare bulunmaz: ölüm dışında, çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır.Atasözü
§ el elin eşeğini türkü çağırarak arar: insanın kendi sıkıntı ve sorunlarına başkaları gereken önemi
vermez, gerektiği kadar ilgilenmez.Atasözü
§ elini çabuk tutmak: gerekli önlemi zamanında almak: “Aman elinizi çabuk tutun, yılanın başı
küçükken ezilmeli.” -Y. Kemal.Deyim
§ elinin tersiyle çarpmak: ayanın arkasıyla şiddetle tokat atmak.Deyim
§ elinin tersiyle itmek: menfaatine olacak iyi bir işi,iyi bir durumu kabul etmemek Deyim
§ elmayı çayıra, armudu bayıra: elma fidanını düz ve sulak yere, armut fidanını bayıra, su tutmayan
yere dikmelidir.Atasözü
§ erim er olsun da yerim çalı dibi olsun: kadının kocasının fakir olması önemli değildir, yeter ki aile
sorumluluklarını yerine getirsin.Atasözü
§ eski çamlar bardak oldu: devir değişti, eski tutumların değeri kalmadı.Atasözü
§ eşeği düğüne çağırmışlar, “ya odun eksik ya su demiş”: bir işi yapmamak için bahane bulmayı anlatan
bir söz.
Atasözü
§ eşeği düğüne çağırmışlar, “ya su lazımdır ya odun” demiş: bir işi yapmamak için bahane bulmayı
anlatan bir söz. Atasözü
§ eşek çamura çökerse sahibinden gayretlisi olmaz: bir kimsenin işi bozulduğunda, durumunu
düzeltmek için en büyük çabayı kendisinin göstermesi gerekir. Atasözü
§ etekleri zil (ıslık veya çalpara) çalmak: 1) çok sevinmek: “İlk mektebe gittiği gün Gülsüm'ün
sevincinden etekleri zil çalıyordu.” -R. N. Güntekin. 2) alınan sevinçli bir haber üzerine telaşa ve
heyecana kapılmak.Deyim
§ evdeki pazar (hesap) çarşıya uymaz: önceden tasarlanan bir iş umulduğu gibi sonuçlanmaz,
düşünüldüğü gibi olmaz.Atasözü
§ felekten bir gün (gece) çalmak: güzel bir gün veya gece geçirmek.Deyim
§ galebe çalmak: 1) yenmek: “Kocanın münasebeti her türlü cazibesini kaybettiği gün rakibine galebe
çaldığına emin olabilirsin.” -H. C. Yalçın. 2) üstün gelmek, baskın çıkmak: “Kadıncağızın gönlü gence
kayıyordu. Fakat neticede akıl ve mantık tarafı galebe çaldı.” -R. N. Güntekin.Deyim
§ gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını çalar: kişi, inançları ayrı da olsa, hoşlanmasa da geçimini
sağlayan kimseye hizmet eder.Atasözü
§ gelip çatmak (dayanmak): vakti gelmek, kaçınılmaz olmak: “Ayrılık günleri geldi dayandı.” -Âşık
Veysel. “Konser günü gelip çattığındaysa stadyumda mahşeri bir kalabalık vardı.” -M. Mungan.Deyim
§ göbeği çatlamak: birçok güçlüğü yenmek için çok uğraşmak: “Meclisten geçirinceye kadar göbeğim
çatlamıştı.” -H. E. Adıvar.Deyim
§ göbek çalkamak (çalkalamak): göbeğini sağa sola hareket ettirerek oynamak.Deyim
§ gönlünü çalmak: kalbini çalmak, kendine aşık etmek.Deyim
§ gözden (gözünden) sürmeyi çalmak (çekmek): hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak.Deyim
§ göze çarpmak: dikkati üzerine çekmek: “Evin nizamında Türk kadınlarının vakur zarafeti göze
çarpar.” -O. S. Orhon.Deyim
§ gözleri çakmak çakmak (olmak): ateşli hastalık veya öfkeden gözleri kızarmış ve parlamış (olmak):
“Avuçları ateş gibi fersiz gözleri çakmak çakmak dört dönüyordu.” -H. E. Adıvar.Deyim
§ gözleri kan çanağına dönmek (kanlanmak): 1) uykusuzluk, yorgunluk, ağlama vb. sebeplerle gözleri
çok kızarmak: “Kerem'in kusacağı geliyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü.” -Y. Kemal. 2) sinirden,
öfkeden, hiddetten gözleri irileşmek ve kızarmak.Deyim
§ gözlerinde şimşek çakmak: aşırı parlamak: “Bazen kara gözlerinde şimşekler çakıyordu.” -R.
Enis.Deyim
§ gözünde (gözlerinde) şimşek (şimşekler) çakmak: 1) sert ve şiddetli darbe yüzünden göz önünde
yıldızlar oluşmak; 2) çok sevindiğini belli etmek: “Zehra'yı Haşim'e almayı düşünürken, oğlanın
gözlerinde nasıl şimşek çakmıştı.” -H. E. Adıvar. 3) çok kızmak, öfkelenmek: “Eski oyuncunun
gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu.” -H. E. Adıvar. 4) çok üzücü bir sebeple sarsılmak.Deyim
§ gözüne çarpmak: görünür olmak, dikkati çekmek: “İlk gözüme çarpan köşe minderi ve üstündeki eski
nakışlarla işlenmiş yastıklar.” -H. E. Adıvar.Deyim
§ gözünün çapağını silmeden: sabahleyin uyanır uyanmaz.Deyim
§ güneş çarpmak: sıcak havada güneş altında çok kalmaktan hasta olmak.Deyim
§ güneş çavmak: hlk. güneş yayılmak, güneş doğmak.Deyim
§ hava çarpmak: iklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek.Deyim
§ hem kaçar hem davul çalar: işi yapmaktan çekindiği veya gizli yapması gerektiği halde hâlde yine de
yapar, yaptığını elaleme duyurur.Atasözü
§ (her biri başka bir) hava çalmak: her biri, birbiriyle çelişen, birbirine uymayan davranış ve düşüncede
bulunmak.Deyim
§ her telden çalmak: 1) her çeşit işi yapabilir durumda olmak; 2) birçok konuda bilgisi olmak: “Senin
anlayacağın, her telden çalıyor benim çocuklar.” -A. Kulin.Deyim
§ herkes davul çalar ama çomağı makama uyduramaz: herkes iş yapar ama o işin gerektirdiği ustalığı
gösteremez.Atasözü
§ hırsından çatlamak: öfkeyle birlikte aşırı derecede kıskanmak: “Ben kısa yazamıyorum öykülerimi
diye hırsımdan çatlıyorum.” -N. Meriç.Deyim
§ hulus (huluslar) çakmak: dalkavukluk etmek, yaranmaya çalışmak: “Bunlar aşiret reislerine hulus
çakmışlar, hep alttan almışlar belki rüşvetlerini de yemişler ve onları şımartmışlardı.” -N. F.
Kısakürek.Deyim
§ ırgat gibi çalışmak: çok ağır bir işte çalışmak.Deyim
§ ıslık çalmak: “ıslık” sesi çıkarmak: “Laf atmalar, ıslık çalmalar, kavgaya tutuşmalar gün boyu sürüp
gitti.” -L. Tekin.Deyim
§ iflas bayrağını çekmek (borusunu çalmak): tkz. 1) ticarette batmak; 2) her şeyini yitirmek.Deyim
§ iftira çalmak: iftira etmek: “On parmağınızda on kara, iftira üstüne iftira çalıyorsunuz.” -T.
Buğra.Deyim
§ iki ahbap çavuş: şaka her yerde hep birlikte görülen, birbirinden ayrılmayan iki arkadaş.Deyim
§ imzayı basmak (çakmak): tkz. imzalamak, imza etmek.Deyim
§ insan kendini beğenmezse çatlar (ölür): herkes kendini beğenir; bu, kendi aklını beğenmesinin
sonucudur.
Atasözü
§ iş çatallanmak: bir işte güçlükle karşılaşmak.Deyim
§ it gibi çalışmak: çok çalışmak, yorulmak.Deyim
§ itle dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir: edepsiz kimse ile uğraşmamak için onun bulunduğu yerden
uzaklaşmak gerekir.Atasözü
§ kabuğunu çatlatmak (kırmak): içinde bulunduğu güç, olumsuz veya kötü durumdan kurtulup
rahatlamak. Deyim
§ kafası işlemek (çalışmak): aklı, zekâsı yerinde olmak, bir konu üzerinde iyi düşünebilir olmak:
“Hasan'ın kafası şimdi üç cepheli işliyordu.” -O. C. Kaygılı.Deyim
§ kafasında şimşek çakmak: beyninde şimşek çakmak.Deyim
§ kafasını taştan taşa çarpmak (vurmak): başını taştan taşa çarpmak. Deyim
§ kafayı çalıştırmak (işletmek): akılcı davranarak sorunları çözmek.Deyim
§ kalbi çarpmak: 1) kalbi çok vurmak; 2) çok heyecanlanmak; 3) yüreği çarpmak.Deyim
§ kalbini çalmak: sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek.Deyim
§ kamçı çalmak (vurmak): kamçılamak.Deyim
§ kan çanağı gibi: kanlanan (göz).Deyim
§ karnı zil çalmak: çok acıkmış olmak.Deyim
§ kaşı (kaşları) çatılmak: öfkelenmek, kızmak: “Babam kaşları çatılmış, başını sallayarak izliyor bizi.”
-A. Ümit.
Deyim
§ kaşık atmak (çalmak): iştahla veya çabuk yemek.Deyim
§ kaşlarını çatmak: kızmak, öfkelenmek: “Dönüp ardına baktı, bakmasıyla kaşlarını çatması bir oldu,
yüzü kararıverdi.” -B. Günel.Deyim
§ kendi hesabına çalışmak: uğraştığı işi sadece kendisi için yapmak: “Böyle bir amatörlük devresi
geçirdikten sonra biraz da kendi hesabına çalışmayı düşündü.” -R. N. Güntekin.Deyim
§ keyif çatmak: keyfetmek: “Türkü söylüyorsun, keyif çatıyorsun.” -P. Safa.Deyim
§ kılıç çalmak: kılıçla savaşmak, kılıç ile öldürmek.Deyim
§ kırağı çalmak (vurmak): kırağı, dondurup bozmak.Deyim
§ kırkından sonra saz çalmak: yaşlandıktan sonra uzun ve güç bir işe girişmek.Deyim
§ kırkından sonra saza başlayan kıyamette çalar: yaşlandıktan sonra bir şey öğrenmeye, yeni bir iş
yapmaya başlayan kimsenin bunu başarmaya ömrü yetmez.Atasözü
§ kibrit çakmak: kibriti yakmak için bir yere sürtmek.Deyim
§ kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırır: çıkar sağladığı kimsenin hoşuna gidecek biçimde
davranan dönek ve dalkavuk kimseler için kullanılan bir söz.Atasözü
§ komşu boncuğunu çalan gece takınır: hırsızlık malı, sahibinin göremeyeceği yer ve zamanda
kullanılır.
Atasözü
§ köpeğe dalaşmaktan çalıyı dolanmak yeğdir: edepsiz kimse ile uğraşmamak için onun bulunduğu
yerden uzaklaşmak gerekir.Atasözü
§ köpekle dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir: edepsiz kimse ile uğraşmamak için onun bulunduğu
yerden uzaklaşmak gerekir.Atasözü
§ kulağına çalınmak: başkasına söylenirken kendisi de duymuş olmak: “Bu gürültüler arasında Vildan'ın
bağırarak ve daha ziyade kıymet vererek telaffuz ettiği bazı kelimeler, cümleler kulağıma çalınıyordu.”
-P. Safa.Deyim
§ kulağına çarpmak: duyulmak: “Barın kalabalığı, hareketliliği, çalgısı ve dumanı içinde ortaya atılan
bu söz, tam bir isabetle geldi, Ahmet Samim'in kulağına çarptı.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim
§ kuru gayret çarık eskitir: bir iş rastgele bir çabayla değil amaca doğru planlı bir biçimde yürümekle
başarılır.
Atasözü
§ laf çakmak (çarptırmak, dokundurmak): üstü kapalı bir biçimde karşısındakine bir şeyler ima etmek:
“Gözüne gelini ilişince açıktan açığa olmasa bile öfkesini ondan almak için laf çaktı.” -O. Kemal.Deyim
§ maya çalmak: mayalanmayı sağlamak.Deyim
§ merakından çatlamak: 1) çok kaygılanmak; 2) bir şeyi öğrenmek isteğini aşırı ölçüde duymak: “Rica
ederim söyleyiniz, merakımdan çatlayacağım.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim
§ meraktan çatlamak: merakından çatlamak.Deyim
§ merhaba çakmak: hlk. selamlamak: “Kişileri kendi adıyla anmıştım, ona buna, yardımına koşan
bunca kişilere bir merhaba çakayım diye.” -A. Erhat. Deyim
§ mısıra “yağmur geliyor” demişler, “çapan birlik mi?” demiş: mısır bol su ister ama çapalanmazsa
sudan gereği gibi yararlanılmaz.Atasözü
§ minareyi çalan kılıfını hazırlar: kolay kolay gizlenemeyecek kadar büyük bir yolsuzluğu yapan kimse,
sorumluluktan kurtulma yollarını önceden düşünür.Atasözü
§ ne çare: “çaresi yok, elden ne gelir” anlamında kullanılan bir söz.Deyim
§ ne dağda bağım var, ne çakaldan davam: tuttuğum bir taraf yok ki ona saldıranların karşısında
olayım.Atasözü
§ nöbet çalmak: belli zamanlarda mızıka çalmak.Deyim
§ olacakla öleceğe çare bulunmaz: insanın alnına yazılmış olan şeyler önlenemez.Atasözü
§ otuz iki dişe keman çaldırmak: içecek çok soğuk olmak.Deyim
§ ölüme çare bulunmaz: ölüm dışında, çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır.Atasözü
§ pala çalmak (sallamak): uğraşmak, didinmek, çabalamak: “Üstelik gazetecilikte de yıllarca pala
çaldı.” -M. Ş. Esendal.Deyim
§ parayı veren düdüğü çalar: para harcadığında insan istediğini elde edebilir.Atasözü
§ pata çakmak: argo askerce selam vermek.Deyim
§ paydos borusu çalmak: işi bırakma zamanının geldiğini boru sesi ile bildirmek.Deyim
§ perşembenin gelişi çarşambadan bellidir: bir işin sonunun nasıl olacağı şimdiki gidişinden belli
olur.Atasözü
§ rol çalmak: 1) oyun sırasında söz başka bir oyuncuda iken seyircinin ilgisini kendi üzerine çekmek; 2)
birinin söyleyeceği sözü ondan önce söylemek.Deyim
§ rölantide durmak (çalışmak): motorlu taşıtlarda, motor boşta çalışmak.Deyim
§ saat on bir buçuğu çalmak: yaşı çok ilerlemiş olmak.Deyim
§ saati çalmak: bir şeyin vakti gelmek: “Herkes ona artık vaktini ibadete hasretmek zamanının geldiğini,
daha doğrusu Âhireti düşünmek saati çaldığını ima ediyordu.” -H. E. Adıvar. Deyim
§ sayılı günler (gün) tez (çabuk) geçer: bir işin yapılması veya gerçekleşmesi için konulmuş olan belli
bir süre çabucak geçer.Atasözü
§ selam çakmak: tkz. selam vermek.Deyim
§ sepet havası çalmak: argo 1) işinden çıkarmak, sepetlemek: “Patrona kalsa sepet havasını çoktan
çalardı.” -M. Ş. Esendal. 2) yanından uzaklaştırmak, gitmesini sağlamak.Deyim
§ serbest çalışmak: bir işverene bağlı olmadan kendi adına kazanç sağlamak.Deyim
§ sermayen bir yumurtaysa taşa çal: yetersiz olanaklarla büyük işler yapmayı tasarlıyorsan başarılı
olamazsın, vazgeç daha iyi.Atasözü
§ sınıfta çakmak: argo sınıfta kalmak.Deyim
§ silah çatmak: ask. silahları uç uca çapraz bir biçimde dayayarak durdurmak.Deyim
§ soğuk çalmak: soğuk bitkiye zarar vermek.Deyim
§ su çarpmak: yüzünü su ile yıkamak.Deyim
§ şaşı, çakır demektense kör de, kurtul: üstü kapalı laflar etme, açık konuş, ne diyeceksen de.Atasözü
§ şimşek çakmadan gök gürlemez: 1) meydana gelmemiş bir olayın yankısı olmaz; 2) bir gürültü
kopmadan önce belirtileri görülür.Atasözü
§ şimşek çakmak: şimşek oluşmak: “Üst üste birkaç şimşek çakıyor.” -A. İlhan.Deyim
§ tabak sevdiği deriyi taştan taşa (yerden yere) çalar: birinin yakınlarına gösterdiği sert davranış onun
iyiliği içindir.Atasözü
§ tam adamına çatmak: olumsuz bir davranış ve tutum içinde bulunan kimseyle karşı karşıya
gelmek.Deyim
§ tarlada çayırda, bağ bayırda: her şey kendisi için en elverişli ortamda gelişir, verimli duruma
gelir.Atasözü
§ taş çatlasa: 1) bütün olanakların kullanılmış olmasına karşın: “Bunlardan en iyisini taş çatlasa konakta
iki aydan fazla tutamazdı.” -R. N. Güntekin. 2) ne olursa olsun; 3) en fazla: “Taş çatlasa otuz yaşlarında
görünen genç kadın yanındaki boş yere oturmuştu.” -O. Aysu. Deyim
§ tef çalsan oynayacak: karmakarışık olan eşyalar için söylenen bir söz.Deyim
§ tefe koyup çalmak: tefe koymak.Deyim
§ tehlike çanları çalmak: kötü bir durumun ortaya çıkacağı belli olmaya başlamak: “Bedenimde tehlike
çanları çalmaya başlamış, eklem romatizmasına yakalanmıştım.” -A. Ümit.Deyim
§ tellal çağırtmak: bir haber, bir istek vb.ni tellal aracılığıyla duyurmak.Deyim
§ topuk çalmak: yürürken ayakların iç kemikleri birbirine çarpmak.Deyim
§ tüfek çatmak: ask. askerlerin dinlenme sırasında tüfeklerini, dipçikleri üzerinde üçerli olarak birbirine
dayamak: “Tüfekleri çatar çatmaz ordayım.” -B. S. Erdoğan. Deyim
§ türkü çağırmak: türkü söylemek: “Türkü çağırmak şöyle dursun, konuşamıyorduk bile.” -A.
Erhat.Deyim
§ vur patlasın, çal oynasın: aşırı zevk ve eğlenceyi anlatan bir söz: “Komşu konaklarda vur patlasın çal
oynasın saz âlemleri devam ediyor, uzak yakın piyano sesleri işitiliyordu.” -Ö. Seyfettin.Deyim
§ yanlış kapı çalmak: isteğinin yapılmayacağı, yersiz sayılacağı bir yere başvurmak.Deyim
§ yazın çalışan, kışın gülüşür: yazın çalışan kışın rahat eder.Atasözü
§ yazın gölge kovalayan, kışın karnın ovalar: Yazın çalışmayan, kışın sıkıntı çeker.Atasözü
§ yerden yere çalmak: çok hırpalamak: “Bir oyunu belli ölçülere göre değil, ne olduğu belli olmayan
kendi beğenisine göre yerden yere çalıyor.” -N. Meriç.Deyim
§ yere çalmak: yere atmak, yere fırlatmak: “Ellerini uzatıp o koca gövdeyi havaya kaldırdı ve başının
üzerinde döndürüp sırtüstü yere çaldı.” -N. F. Kısakürek.Deyim
§ yıldırım çarpmışa dönmek: apansız kötü bir durum karşısında kalıp ne yapacağını bilememek.Deyim
§ yiğidim yiğit olsun da yerim çalı dibi olsun: kadının kocasının fakir olması önemli değildir, yeter ki
aile sorumluluklarını yerine getirsin.Atasözü
§ yoğurt çalmak: yoğurt yapmak için süte yoğurt mayası koymak: “Ana, inek sağar; yoğurt çalar, yayık
vurur.” -T. Buğra.Deyim
§ yolcu yolunda gerek: 1) vakit geçirmeden yola devam edilmeli;Atasözü
§ yumurtayı çalkamak: hayvan, üstüne oturduğu yumurtayı çevirmek.Deyim
§ yüreği çarpmak: 1) kalbi çarpmak veya çalışmak; 2) coşku sebebiyle kalp hızlı hızlı çarpmak veya
çalışmak; 3) merak, kaygı, korku, heyecan vb. duygularla tedirgin olmak, huzursuz olmak: “Bunu
düşündükçe gülümser, tatlı tatlı yüreği çarpar, ruhunda kopan bir hamleyle örsünün üzerinde milyarlarca
kıvılcım tutuştururdu.” -Ö. Seyfettin.Deyim
§ yürekten çağırmak: aşırı derecede arzu etmek, istemek: “Bu kadar yürekten çağırma beni / Bir gece
ansızın gelebilirim” -Şarkı.Deyim
§ yüzüne vurmak (çarpmak): ayıplayarak kusurunu yüzüne söylemek: “Bir büyük kabahatim varmış da
yüzüme vuracaklarmış gibi açıp okumaktan çekiniyorum.” -A. Gündüz.Deyim
§ zemheride sür de çalı sür: iyi verim alabilmek için üstünkörü olsa bile tarlayı zemheride sürmek
gerekir.
Atasözü
§ zor alıma çarpmak: kişi mallarına devlet adına yasal olarak el koymak, müsadere etmek.Deyim
§ acemilik çekmek: alışamadığı bir işte zorluk çekmek.Deyim
§ acı çekmek (duymak): 1) ağrı, sızı duymak: Ameliyattan sonra çok acı çekti. 2) mec. üzülmek, üzüntü
içinde kalmak: “Bu faciaya bizzat karışmışım gibi bir acı duyuyordum.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim
§ acısını çekmek: yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntü içinde bulunmak.Deyim
§ açlık çekmek: yoksulluk içinde bulunmak.Deyim
§ ad çekmeye girmek: 1) kuraya tabi olmak: “Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve Başkan Vekili ad
çekmeye girmezler.” -Anayasa. 2) sp. oyunun başlangıcında, alan seçimi, başlama atışı veya karşılama
hakkı için öncelik sağlamak amacıyla kura çekmek.Deyim
§ afyon çekmek: keyif için afyon yutmak.Deyim
§ ağır çekmek: tartıda ağır gelmek.Deyim
§ ağzından lakırtı (laf) almak (çekmek): karşısındakini konuşturarak birtakım şeyleri öğrenmek:
“Ağzımdan lakırtı almak istiyorsun ama demeyeceğim.” -B. Felek.Deyim
§ ağzını burnunu çarşamba pazarına (çanağına) çevirmek: aşırı bir biçimde döverek perişan duruma
getirmek.
Deyim
§ ah çekmek: derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek.Deyim
§ akıl akıl, gel çengele takıl: bir sorunun nasıl çözümleneceğini düşünememe durumunda söylenen bir
söz.
Atasözü
§ akılsız başın cezasını (zahmetini) ayak çeker: bir işte düşüncesizce davranan kişi her türlü olumsuz
sonuca katlanır.Atasözü
§ akıntıya (akıntıya karşı) kürek çekmek: olmayacak bir iş uğrunda boşuna çabalamak: “Böyle akıntıya
kürek çektiğine çok acıdım doğrusu.” -N. Hikmet.Deyim
§ al malın iyisini, çekme kaygısını: malın iyisini alan, onu tasasız kullanır.Atasözü
§ alaka (alakasını) çekmek (toplamak, uyandırmak): ilgi çekmek: “Bu sahneyi mangalın başında Havva
Hanım bize kaç defa tekrar etti, hatırlayamam. Ama her defasında bizde büyük bir alaka uyandırıyordu.”
-H. E. Adıvar. “Yahu, biz bu hanımın sadece elini öpebilmek için ne yapacağımızı bilemez ve alakasını
çekemezdik.” -N. F. Kısakürek.Deyim
§ alt çenesi oynamak: rüşvet alıp yemek.
Deyim
§ angarya (angaryasını) çekmek: bir işi isteksizce, hatır için yapmak zorunluluğunda olmak: “Benim bu
angaryalarımı da başka türlü kimsecikler çekmez.” -O. C. Kaygılı.Deyim
§ aradan çekilmek: 1) ara bulucu olmaktan vazgeçmek; 2) herhangi bir iş yapılırken işi başkalarına
bırakmak, ilişiğini kesmek.Deyim
§ arık çekmek: tıkanan, bozulan arkları temizleyip açmak: “Beş gün belinin, kollarının ağrısını
duymadan Binnaz'ın önü sıra arık çekti.” -N. Cumalı.Deyim
§ arka çevirmek: sırt çevirmek.Deyim
§ aşağı çekmek: değerini düşürmek.Deyim
§ ayağına çelme takmak: 1) biri yürürken ayakları arasına ayak uzatıp düşürmek; 2) mec. birinin işinde
yükselmesine engel olmak.Deyim
§ ayak çekmek: kandırmaya çalışmak, avutmak.Deyim
§ ayakkabılarını çevirmek: 1) konuk ayakkabılarını gidiş yönüne doğru düzgün bir biçimde sıralamak;
2) mec. bazı davranışlarla konuğu gitmeye zorlamak.Deyim
§ ayrı baş çekmek: topluluktan ayrılıp kendi başına iş yapmak.Deyim
§ azap çekmek: 1) eziyet çekmek, üzüntü içinde olmak; 2) ceza görmek.Deyim
§ baş (başı) çekmek: herhangi bir konuda önde gitmek, önayak olmak: “Hacı Reşit'in dükkânında post
kuran orta yolcular arasında Muallim Naci başı çeker.” -S. Birsel.Deyim
§ baş çevirtmek: 1) başı arkaya doğru döndürtmek; 2) mec. birinin arkasından hayranlıkla baktırmak:
“Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu.” -H. C.
Yalçın.Deyim
§ başa gelen çekilir: çaresiz durumlara düşüldüğünde insan kendini üzüntüye kaptırmayıp bu durumlara
sabır göstermelidir.Atasözü
§ besiye çekmek: hayvanı semirtmek için beslemek.Deyim
§ besmele çekmek: bir işe başlarken “bismillahirrahmanirrahim” sözünü söylemek: “Üç dört kişi birden
besmele çekmişlerdi ve hepsi birden okumaya başlamışlardı.” -M. Ş. Esendal.Deyim
§ beyaza çekmek: yazıyı temize çekmek: “Dört satırlık bir beyaza çekmek için de kan terlere batar.” -H.
R. Gürpınar.Deyim
§ beylik çeşmeden su içme: resmî işlerde dikkatli olmak gerekir.Atasözü
§ bıçak çekmek: üzerindeki bıçağı birden eline alarak birine saplamaya hazırlanmak: “Köy
delikanlılarının bıçak çekmeye elleri bile değmedi.” -M. Ş. Esendal.Deyim
§ bir çekirdek geri kalmamak: bütünüyle denk olmak.Deyim
§ bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: verimi az, zahmeti çok olan bir işle çok
uğraşmak.Deyim
§ bir kol çengi: şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenen bir söz.Deyim
§ bir köşeye çekilmek: hiçbir işe karışmayarak yaşamak: “Bir köşeye çekilip ölümü beklemek.” -Ö.
Seyfettin.
Deyim
§ bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (üçüncüsünde avucuma
düşersin çekirge): birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanı kötü bir duruma
düşürür, suçlu cezasız kalmaz.Atasözü
§ (bir şeyden) el ayak (etek) çekmek: uzaklaşmak, kaybolmak: “Tarzının, yönteminin piyasadan el ayak
çekmek zorunda kalacağını açık seçik kavrıyorsunuz.” -S. İleri. “Bazı meddahlar da Karagöz oynatmış,
şahbaz, hayalbaz veya hayalî isimleriyle yaşadıktan sonra temaşa hayatımızdan el etek çekmişlerdir.” -S.
Ayverdi.Deyim
§ (bir şeye) sünger çekmek: bir şeyi hiç olmamış saymak, silmek, silip atmak, unutmak: “Bir türlü
doyamadığım hürriyetimin üstüne sünger çekmek lazım geliyordu.” -O. Kemal.Deyim
§ (bir şeyi) hurdaya çevirmek: işe yaramaz duruma getirmek.Deyim
§ (bir şeyi) maymuna benzetmek (çevirmek, döndürmek): gülünç ve çirkin duruma sokmak.Deyim
§ (bir yer, işte) yabancılık çekmek: bir iş veya çevrede yabancı olmaktan doğan güçlüklere
uğramak.Deyim
§ (bir yerden) ayağını çekmek: sık sık gittiği bir yere artık uğramaz olmak, ilgiyi kesmek.Deyim
§ (bir yerden, bir şeyden) elini ayağını (eteğini) kesmek (çekmek): 1) uğramaz olmak; 2) uğraşmamak,
ilgilenmemek: “Ben artık öyle şeylerden elimi ayağımı çektim.” -O. C. Kaygılı. 3) o şeyle ilgisini
kesmek: “Odasına kapandı, aylarca dünyadan elini eteğini çekti.” -R. H. Karay.Deyim
§ (bir yeri) ahıra çevirmek: pis, bakımsız, dağınık, harap, gürültülü duruma getirmek.Deyim
§ (bir yeri) curcunaya çevirmek (döndürmek veya vermek): ortalığı karışık, gürültülü duruma
sokmak.Deyim
§ (bir yeri) komşu kapısına çevirmek: yakın olmadığı ve sık sık uğranılması gerekmediği hâlde bir yere
çok sık gitmek.Deyim
§ birbirini çekememek: kıskanmak: “Bu iki birbirini çekemezin kişiliklerini kendi imbiğinde eritmiş bir
şair olduğu söylenir.” -H. Taner.Deyim
§ (birinden) şeytan elini çekmiş: uygunsuz bir iş yapacak veya kötülük düşünecek durumu olmayan çok
yaşlı kimseler için kullanılan bir söz.Deyim
§ (birine, bir şeye) çekidüzen vermek: 1) düzgün duruma getirmek, düzeltmek: “Bir iki yutkunup sesine
çekidüzen verdikten sonra şu ninniyi tutturdu.” -O. C. Kaygılı. 2) belirlenen ölçülere uydurmak. Deyim
§ (birine) çelme atmak (takmak veya vurmak): 1) çelme ile yıkmaya çalışmak: “Ders aralarında ittikleri,
çelme taktıkları da olurdu.” -Y. Atılgan. 2) mec. bir işi veya bir kimseyi baltalamak, gelişmesini
engellemek: “Bana kanun ve hukuk yolundan çelme atılabilir mi?” -N. F. Kısakürek. Deyim
§ (birine) meydan dayağı çekmek: herkesin içinde veya çok dövmek. Deyim
§ (birine) silah çekmek: 1) silahla vurmaya davranmak; 2) silahla vurmak.Deyim
§ (birini) çamurdan çekip çıkarmak: birini kötü veya onurunu tehlikeye düşüren bir durumdan
kurtarmak.Deyim
§ (birini) çarşamba pazarına çevirmek: özellikle yüze vurarak çok dayak atmak.Deyim
§ (birini) ipe çekmek: asarak öldürmek.Deyim
§ (birini) kayışa çekmek: argo aldatmak, kandırmak.Deyim
§ (birini) maskaraya çevirmek: gülünç bir duruma sokmak. Deyim
§ (birini) şaşkına çevirmek: şaşırtmak: “Bir mektupla kadınlarınız sizi şaşkına çeviriyorlar.” -M. Ş.
Esendal. Deyim
§ (birini) yatak çekmek: çok bitkin ve güçsüz olmak. Deyim
§ (birinin) ağzının kokusunu çekmek: bir kimsenin çekilmez davranışlarına katlanmak. Birinin her türlü
isteğine, kaprisine boyun eğmek: “Onca yıl gurbetin kahrını, gâvurun ağzının kokusunu çekmiştik.” -M.
İzgü. Deyim
§ (birinin) aklını çelmek: 1) niyetinden, kararından caydırmak: “Böyle olursa zamanla kızının aklını
çelmek kolaylaşırdı.” -N. Cumalı. 2) ayartmak, baştan çıkarmak: “Hasan gelip Reha Bey'in, beni filan
gazinoda beklediğini söyleyerek aklımı çeliyordu.” -O. C. Kaygılı. Deyim
§ (birinin) başında değirmen çevirmek: gürültü ile tedirgin etmek. Deyim
§ (birinin) çenesini açtırmak: söz fırsatı vermek: “Büyük hanım gece erken yatıp kocasının çenesini
açtırmamak için şimdi öğle yemeklerinden sonra biraz kestiriyormuş.” -M. Ş. Esendal. Deyim
§ (birinin) çenesini bıçak açmamak: sıkıntı ve üzüntüden konuşamamak: “Hiçbirimizin çenesini bıçak
açmıyordu.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim
§ (birinin) dizginini çekmek: birinin aşırı davranışlarına engel olmak. Deyim
§ (birinin) fikrini çelmek: kandırmak, düşüncesini değiştirtmek, ikna etmek: “Belki bir yolunu buluruz
da kızın fikrini çeleriz, diyormuş.” -S. F. Abasıyanık.Deyim
§ (birinin) gözlerine mil çekmek: birinin gözlerini kızgın mille kör etmek. Deyim
§ (birinin) günahını çekmek: birinin yaptığı veya birine karşı yapılan kötülüğün cezasını görmek.Deyim
§ (birinin) ipini çekmek: birini ölçülü davranmaya zorlamak.Deyim
§ (birinin) kulağını çekmek: 1) ceza olarak kulağını tutup bükerek çekmek; 2) uyarmak için hafif bir
ceza vermek.Deyim
§ (birinin) nazını çekmek: her istediğini yerine getirmek: “Ben karım için çalışıyorum. Epeyce
kazanıyorum. Onun nazını çekerek bütün çocuklarına katlanıyorum.” -M. Ş. Esendal. Deyim
§ (birinin) pabuçlarını çevirmek: dolaylı olarak kovmak. Deyim
§ (birinin) parasını çekmek: para sızdırmak, birinden birtakım gerekçelerle para almak: “Şunu yaparız,
bunu yaparız diye Paşa'yı aldatmaktan ve parasını çekmekten başka bir şey yaptıkları yok.” -Y. K.
Karaosmanoğlu. Deyim
§ (birinin veya bir şeyin) hasretini çekmek: 1) çok özlemek: “Ben dört sene onun hasretini çektim.” -A.
Gündüz. 2) mec. gereksinim duyduğu şeyi elde edememenin üzüntüsü içinde bulunmak: Dünya, barışın
hasretini çekiyor. Deyim
§ (birinin) zihnini çelmek: 1) bir kimseyi yanıltmak, yanlış yola sürüklemek; 2) baştan çıkarmak.
Deyim
§ boğaya çekmek: ineği boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak. Deyim
§ boya vurmak (çekmek, sürmek): boyamak: “Kimi kirpiklerine boya sürüyordu.” -R. H. Karay.
“Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine.” -M. A. Ersoy. Deyim
§ boynuz çekmek: boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek: “Hastalık göğse inip ateş başlayınca
yapılacak şey hastaya boynuz çekmek olurdu.” -B. Felek. Deyim
§ burnu çenesine değmek: çok yaşlanmak: “Bu kez gelen, burnu çenesine değmiş bir acuzeydi.” -İ. O.
Anar. Deyim
§ burnunu çekmek: 1) sümüğünü çekmek: “Madam, küçük bir çocuk gibi burnunu çekerek eliyle
içerideki odayı gösteriyor.” -A. Ümit. 2) mec. umduğunu bulamamak, amacına ulaşamamak. Deyim
§ bülbülün çektiği dili belası: ilerisi düşünülmeden söylenen söz insanın başına dert açabilir.Atasözü
§ camı çerçeveyi indirmek: etrafı kırıp dökmek, her şeyi parçalayıp dağıtmak: “Neden soğuk değil bu
su diye hır çıkarıp camı çerçeveyi indiriyor.” -Ç. Altan.Deyim
§ can çekişmek: 1) ölmek üzere bulunmak: “Bir uzun can çekişme bunun her anı bence / İçimi sızlatan
şey ölüm değil işkence” -F. N. Çamlıbel. 2) sona ermek, tükenmek, bitmek: “Yazdığım satırlara
bakarsanız manevi varlığımın can çekiştiğini görürsünüz.” -H. E. Adıvar.Deyim
§ can çekişmektense ölmek yeğdir: bir işte çeşitli sıkıntı ve üzüntülerle karşılaşıp olağanüstü gayret
harcamaktansa o işten vazgeçmek daha iyidir.Atasözü
§ canı çekilmek: 1) vücudun herhangi bir organının canlılığı azalır gibi olmak; 2) içi ezilmek.Deyim
§ canı çekmek: bir şeyi istemek, istek duymak, arzulamak: “Yufka, dedim de canım bir ıspanaklı börek
çekti ki.” -S. F. Abasıyanık.Deyim
§ cartayı çekmek: argo ölmek: “Yarın cartayı çektim mi, kefensiz mefensiz it ölüsü gibi meydanda
kalacak leşim.” -O. Kemal.Deyim
§ cavlağı çekmek: argo ölmek: “Ne olacak a canım, hepimiz de ya bir kaza neticesinde veyahut kazasız
olarak cavlağı çekeceğiz.” -Halikarnas Balıkçısı.Deyim
§ cefa çekmek (görmek). zulüm görmek: “Mektubumda yazmamış mıydım, senin yüzünden ne cefalar
çektiğimi?” -O. C. Kaygılı.Deyim
§ cefayı çekmeyen sefanın kadrini bilmez: sıkıntı çekmemiş olanlar, eriştikleri rahatlığın ve mutluluğun
değerini bilemezler.Atasözü
§ cehenneme çevirmek: yaşanılmaz bir duruma getirmek: “Kafamın çatlaklığı yüzünden bir anda
orasını zindana, cehenneme çevirdim.” -R. H. Karay.Deyim
§ cennete çevirmek: temiz, bakımlı, güzel bir yer durumuna getirmek.Deyim
§ ceremesini çekmek: başkasının yol açtığı zararı ödemek.Deyim
§ ceza çekmek: 1) hapiste yatmak: Hırsızlıktan üç ay ceza çekti. 2) manevi bakımdan işlenen suçun
ağırlığını çekip sıkıntı ve üzüntü içinde kalmak.Deyim
§ cezasını çekmek: 1) yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak: “Bu haylazlığının cezasını
çeker.” -P. Safa. 2) hükmedilen cezayı bitirmek.Deyim
§ cızlamı çekmek (cızlam etmek): 1) kaçmak, savuşup gitmek; 2) argo ölmek: “Adam bir hafta içinde
cızlamı çekerse hiç günahım yokken adım kötüye çıkar.” -T. Yücel. Deyim
§ cila çekmek: içilen içkinin etkisini azaltmak veya artırmak amacıyla bir şey içmek. Deyim
§ cins cinse çeker: her insan veya yaratık az çok soyuna benzer. Atasözü
§ cumburlopu çekmek: pat diye düşmek. Deyim
§ çark çevirmek: aynı yol üzerinde dönerek gitmek: “Kırmızı balıklar birdenbire canlanırlar ve
kavanozun içinde birbiri ardınca keyifli keyifli çark çevirmeye başlarlar.” -H. E. Adıvar.Deyim
§ çarka vermek (çektirmek): kesici araçları bileği çarkı ile biletmek.Deyim
§ çehre almak: tavır takınmak: “Benimle yalnız kalınca yine bir nöbet ağlayıp sızlayacaklarını
hissettiğim için çatkın bir çehre almıştım.” -R. N. Güntekin. Deyim
§ çehre etmek: surat etmek: “Bir şeyim yok, asabım bozuk diye cevap veriyor, çehre ediyordu.” -R. H.
Karay.Deyim
§ çehresi bozulmak: yüzü düşmek: “İhtiyarın çehresi fena hâlde bozulmuştu.” -Ö. Seyfettin.Deyim
§ çek! (çek arabanı!): hkr. “git buradan!” anlamında kullanılan bir söz: “Ben şimdi boya mı
düşünüyorum? Çek arabanı şuradan diyecektim, diyemedim.” -O. V. Kanık.Deyim
§ çekeceği olmak: başına sıkıntılı çok iş gelecek olmak: Bu laf anlamaz ustadan çekeceğin var.Deyim
§ çeki taşı gibi: ağır ve kımıldamaz.Deyim
§ çekince koymak: bir karara katılmadığını belirtmek.Deyim
§ çekip almak: uzaklaştırmak, uğraşısına son vermek, koparmak: “Beni tiyatrodan çekip alırken
alıştığım yaşayışın giderlerini karşılayıp karşılayamayacağını sonradan anladım.” -N. Cumalı.Deyim
§ çekip çevirmek: hâle yola koymak, yönetmek: “Zavallı madam, o sakat hâliyle nasıl çekip çevirsin bu
eski binayı?” -A. Dino.Deyim
§ çekip gitmek: bırakıp gitmek, ayrılmak, savuşmak: “Sırf bu parayı ödeyemiyorum diye çekip
gitmesini bağışlamıyordu.” -T. Buğra.Deyim
§ çekip vurmak: bir anda karar verip silahla öldürmek: “Eğer üstümde tabanca olsa bir iki demez çekip
vururdum.” -O. Kemal.Deyim
§ çekişilmeyince pekişilmez: düşünceler karşılıklı tartışılmadan sağlam bir anlaşma ve uzlaşma ortaya
çıkmaz.Atasözü
§ çekiver kuyruğunu: argo “artık ondan hayır bekleme” anlamında kullanılan bir söz: “Bir defa rakı
adamın beynine vurdu mu çekiver kuyruğunu.” -M. Ş. Esendal.Deyim
§ çekiye gelmek: düzene uymak.Deyim
§ çekiye gelmez: ölçüsüz derecede çok veya büyük.Deyim
§ çeliğe su vermek: çeliği özel bir biçimde hızla soğutarak daha çok sertleşmesini sağlamak: “Yaptığı
kısacık bıçaklar bile iki kat olur kırılmazdı, çeliğe su vermek sanatının yalnız ona mahsus bir sırrı idi.”
-Ö. Seyfettin.Deyim
§ çember geçirmek: çemberle kuşatmak.Deyim
§ çember içine almak (çembere almak): kuşatmak: “İktidar muhalefet partilerini gittikçe daralan bir
çember içine alıyor.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim
§ çemberden dönmek: başarıya ulaşmak üzereyken olumsuz bir sonuçla karşılaşmak.Deyim
§ çemberi yarmak: bir veya birkaç noktayı delerek kuşatmadan kurtulmak.Deyim
§ çene çalmak: gevezelik etmek: “Komşu kadınlar akşam yemeğinden sonra onun etrafında toplanırlar,
geç vakitlere kadar çene çalarlardı.” -R. N. Güntekin.Deyim
§ çene patlatmak: karşı tarafa anlatabilmek veya kabul etmesini sağlamak için bir konu üzerinde uzun
uzun konuşmak: “Feti Bey'in boşu boşuna çene patlatmayacağı herkesçe bilinirdi.” -K. Korcan.Deyim
§ çene yarışına girmek: birbirinin sözünü keserek susmamacasına konuşmak: “Arif gibi bir adamla çene
yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı.” -M. Ş. Esendal.Deyim
§ çene yarıştırmak: karşılıklı gevezelik etmek, çok konuşmak: “Çene yarıştırmak gelmiyordu içimden.”
-O. Kemal.Deyim
§ çene yetiştirmek: konuşmayı sürdürmek: “Şu bitkin hâliyle dayısına çene yetiştirecek gücü yoktu.”
-A. Kulin.Deyim
§ çene yormak: boşuna söyleyip durmak.Deyim
§ çenesi açılmak: durmadan konuşmak, gevezelik etmek: “Sabahtan akşama kadar uyukluyorsun, gece
olunca çenen açılıyor.” -M. Ş. Esendal.Deyim
§ çenesi atmak: can çekişirken çenesi titremek: “Hasta aksırır gibi bir ses çıkardı. Döndü, baktı; -Ne
istiyor?... dedi, ağa cevap vermedi. Çenesi atıyordu.” -Ö. Seyfettin.Deyim
§ çenesi durmamak: gereksiz yere sürekli konuşmak.Deyim
§ çenesi düşmek: yerli yersiz konuşup gevezelik etmek.Deyim
§ çenesi kilitlenmek: alt ve üst çene sımsıkı bir durumda bir araya gelmek.Deyim
§ çenesi oynamak: 1) bir şey yemek: “Yavrum gelinim! Kapının önünden yemiş mi aldın? Ölmüşlerinin
canı için biraz da bana tattır; canım sıkılıyor, azıcık çenem oynarsa sevinirim.” -H. R. Gürpınar. 2) çok
konuşmak.Deyim
§ çenesine vurmak: aşırı derecede konuşmak, gevezelik etmek.Deyim
§ çenesini açmak: 1) çok konuşmasına sebep olmak: “Fakat bu inat, Emine'nin çenesini açmış; kızın ne
kadar kusuru varsa babasından geldiğini söylerken Tevfik'e ağzını açmış, gözünü yummuştu.” -H. E.
Adıvar. 2) çok konuşmak, gevezelik etmek.Deyim
§ çenesini bağlamak: 1) ölen bir kimsenin çenesi altından geçirilen tülbendi başının üstünde
düğümlemek; 2) mec. bir kimsenin ölümünü istemek.Deyim
§ çenesini dağıtmak: iyice dövmek.Deyim
§ çenesini kapatmak: susturmak.Deyim
§ çenesini tutmak: ağzını tutmak.Deyim
§ çenesinin bağı çözülmek: gevezelik etmek, yerli yersiz, sürekli konuşmak: “Çenesinin bağı
çözülmüştü, cıvıldıyor, annesinden, babasından söz açıyordu.” -O. Kemal.Deyim
§ çengel atmak: bir konuya taraftar toplama girişiminde bulunmak.Deyim
§ çengel takmak: uğraşmak veya kötülük etmek için el atmak.Deyim
§ çengi ölüsü çalgı (daire, tef) ile kalkar: zevk ve sefa içinde ömür sürmüş bir kimse, en sıkıntılı
günlerinde bile bu alışkanlığını bırakamaz.Atasözü
§ çerçi başındakini satar: satıcı elinde neyi varsa satar.Atasözü
§ çerçi kızı boncuğa âşık(tır): 1) bir insan hangi işle uğraşıyorsa yakınındakiler de o işi çok sever; 2)
ticaretle uğraşanlar, sattıkları şeylerden evdekilerini yoksun bırakarak onların bu eşyanın özlemini
çekmelerine neden olurlar.Atasözü
§ çeşmeye gitse çeşme kuruyacak: çok talihsiz kimseler için söylenen bir söz.Atasözü
§ çeşni tutmak: ekmekçilikte una karıştırılacak suyun oranını belirtmek.Deyim
§ çetele çekmek (tutmak): hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çizmek.Deyim
§ çeteleye dönmek: insanın yüzünde veya başka bir tarafında birçok kesik ve sıyrık oluşmak.Deyim
§ çevir kazı yanmasın: alay karşısındakine dokunacak yersiz bir söz söylediğini fark eder etmez sözünü
çevirmeye kalkışanlara söylenen bir söz.Deyim
§ çeyiz düzmek: çeyiz hazırlamak: “Kazandığını bir yana atar, kendine çeyiz düzer.” -M. Yesari.Deyim
§ çıngırağı çekmek: argo ölmek.Deyim
§ çile çekmek: büyük sıkıntı ve üzüntü içinde yaşamak: “Âşığın olmaz mı çile çekmesi / Çilenin olmaz
mı boyun bükmesi” -Seyrani. Deyim
§ çizgi çekmek: 1) bir noktayı hat biçiminde çeşitli yönde uzatmak: “Yerlerinden kalkıp duvara bir çizgi
çekmişler.” -N. F. Kısakürek. 2) mec. bitirmek, sona erdirmek: “Tüm Müslümanlar aralarındaki
kızgınlıklara, kinlere, o gün bir çizgi çekeceklerdi.” -H. Taner.Deyim
§ çizmeleri çekmek: bir işe girişmek: “Yaptığım işe hâlâ şaşmaktan ve inanamamaktan vazgeçemediğim
hâlde çizmeleri çekmiştim.” -R. N. Güntekin.Deyim
§ (çocuk) boya çekmek: boyca uzamak.Deyim
§ daktiloya çekmek: yazı makinesiyle yazmak: “İmtihanlarına çalışırken destek veriyor, tezlerini
daktiloya çekiyordu.” -A. Kulin.Deyim
§ dalavere çevirmek (dalaveresini döndürmek): yalan dolanla gizlice kötü iş görmek: “Beyefendi
dalaveresini döndüreceği yerleri adamlarından hiç kimseye söylemedi.” -Ö. Seyfettin. Deyim
§ damarına çekmek: soyunun genetik özelliklerini taşımak.Deyim
§ darağacına çekmek: idam cezası alan bir kimseyi asmak: “Darağacına çekilmiş bir adam gibi göğsüm,
nefes borularım birdenbire tıkanıverdi.” -P. Safa. Deyim
§ deli kızın çeyizi gibi: bir arada sergilenen ve birbirine yakışmayan (eşya).Deyim
§ dem çekmek: 1) kuşlar uzun ve güzel ezgiler çıkarmak: “Akasya dallarında bir tek bülbül uzun uzun
dem çekiyor.” -H. Taner. 2) şaka içki içmek.Deyim
§ deneme tahtasına çevirmek.: bir şey üzerinde bilgisizce tedavi, onarım vb. işler yapmak.Deyim
§ derdini çekmek: üzüntüsüne katlanmak.Deyim
§ dert, çekene göredir: bir derdin ağırlığı, hafifliği ona uğrayan kimsenin etkilenme derecesiyle ölçülür.
Atasözü
§ dikkat çekmek: 1) ask. “dikkat” komutunu yüksek sesle söylemek; 2) mec. ilgi toplamak: “Hangi
konudan söz etse dikkati çekecek bir hava veriyor.” -N. Cumalı. 3) mec. göze batmak, fark
edilmek.Deyim
§ dikkatini çekmek: uyarmak.Deyim
§ dikkatini çekmemek: birinin ilgisini uyandırmamak: “Arapça konuşan milletler arasındaki ayrılıklar
da onun dikkatini çekmemişti.” -M. Kaplan.Deyim
§ dili ensesinden çekilsin!: bıktıracak kadar çok konuşan veya kötü sözler söyleyenler için kullanılan bir
ilenme sözü.Deyim
§ dilinin cezasını (belasını) çekmek (bulmak): ölçüsüz, düşüncesiz konuşma yüzünden zarar
görmek.Deyim
§ dirsek çevirmek: daha önce iş birliği yaptığı kişiyi uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak:
“Bugünlerde size dirsek çevirmişler, sebebini biliyor musunuz?” -E. Işınsu.Deyim
§ diskur geçmek (çekmek): argo nutuk verir gibi konuşmak: “Adayın etnoloji kürsüsüne layık
olmadığına dair bir diskur geçer.” -H. Taner. Deyim
§ doksan kapının ipini çekmek: içinde bulunduğu sorunu çözmek için kapı kapı dolaşmak, birçok yere
uğramak.Deyim
§ dolap çevirmek (döndürmek): hile ve dalavere ile iş yapmak: “İleride işler yapmaya, dolaplar
çevirmeye başlarsa kendi de bundan istifade edecekti.” -E. E. Talu.Deyim
§ domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): sevilmeyen veya eli sıkı olan birinden bir şey
alabilmek.Deyim
§ don çekmek: donmak: “Badem ağacı, ayaz vurmaz, don çekmez, solmaz, dökülmez çiçeklerini
açmıştı.” -T. Buğra.Deyim
§ dona çekmek: hava, suları donduracak derecede soğumak.Deyim
§ duvar çekmek: 1) duvar örmek; 2) mec. aradaki ilişkiye son vermek, görüşmemek.Deyim
§ dümen çevirmek: tkz. hileye, düzene başvurmak.Deyim
§ dünyadan el etek (elini eteğini) çekmek: bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun
yaşayışına karışmamak, dünya işleriyle ilgilenmez olmak: “Yedi saatlik evliler, şimdiden mi dünyadan el
etek çekiyor?” -N. F. Kısakürek.Deyim
§ dünyadan geçmek (el çekmek): bir kenara çekilip toplum yaşamına karışmamak.Deyim
§ eflake ser çekmek: çok yüksek olmak.Deyim
§ ek tohumun hasını, çekme yiyecek yasını: bir girişimden iyi sonuç almak isteyen, o işin temelini
sağlam kurmalıdır.Atasözü
§ el ayak çekilmek: ortalıkta hiç kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek: “Yollar ıssızdı, el ayak
çekilmişti, sokaklarda yolu şaşırdım.” -Halikarnas Balıkçısı.Deyim
§ el çekmek: vazgeçmek.Deyim
§ el çektirmek: görevinden uzaklaştırmak: “Sorumluları tespit edildi, işten el çektirildi.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ el ense çekmek (etmek): 1) spor. güreşte, kolunu hasmın boynuna getirip başparmağı gırtlağa, dört
parmağı da enseye geçirerek hasmı yıkmak amacıyla çekmek; 2) mec. yenmek, mağlup etmek.Deyim
§ elaman çekmek: bezginlik gösterip yakınmak.Deyim
§ eli boş dönmek (çevrilmek veya geri gelmek). umduğunu alamadan dönmek: “Nereyi arayıp
taradılarsa elleri hemen hemen boş döndüler.” -Halikarnas Balıkçısı.Deyim
§ emek çekmek: bir işte çok çalışarak yorulmak.Deyim
§ enfiye çekmek: keyiflenmek amacıyla çürütülmüş tütünden yapılan tozu burna nefes yoluyla almak:
“Gözleri dönmüş bir hâlde kendisini sokağa atar, bol enfiye çekerek akşamlara kadar bir başına dolaşır.”
-R. H. Karay.Deyim
§ entrika çevirmek: entrika ile amacına ermeye çalışmak, dolap çevirmek: “Küçük entrikalar çevirmek
onları mutlu kılıyorsa ne yapabilirdim?” -A. Ümit.Deyim
§ esrar çekmek: esrar içmek.Deyim
§ eteğinden el çekmek: 1) etliye sütlüye karışmamak; 2) birini tacizden vazgeçmek.Deyim
§ eteğini çekmek: günah sayılan işlerden uzak durmak.Deyim
§ ettiğini bulmak (çekmek): yaptığı kötü davranışın karşılığını görmek.Deyim
§ evirip çevirmek: iyice, istediği gibi, adamakıllı gözden geçirmek.Deyim
§ evrat çekmek: okunması âdet olan ve vird denen sözleri, duaları ve Kur'an ayetlerini sürekli
tekrarlamak: “Geceleri Hüsnü'nün evinde toplanır, zikreder, evrat çekerlermiş.” -M. Ş. Esendal.Deyim
§ eziyet çekmek: zahmet ve sıkıntıya uğramak.Deyim
§ falakaya çekmek (yatırmak veya vurmak veya yıkmak): falakaya bağlayarak dövmek.Deyim
§ feleğin çemberinden geçmek: hayatta acı tatlı günler görmüş geçirmiş olmak, olgunlaşmış, deneyim
kazanmış olmak: “Oyuna bir de kalender, feleğin çemberinden geçmiş ihtiyar komiser koyacaksınız.”
-H. Taner.Deyim
§ fenaya çekmek: söylenen bir sözü kötü tarafından anlamak.Deyim
§ fener çekmek: 1) elinde fenerle önden gitmek: “Fener çeken çocuk, herkese yolunu göstermek
mecburiyetinde.” -B. Felek. 2) mec. bir kalabalığa önderlik etmek.Deyim
§ fent çevirmek: düzen, hile yapmak.Deyim
§ fertik çekmek (fertiği kırmak): kaçmak: “Kampana vurup tren kalkacağı esnada 'fertik!' diye
bağırırlardı ki 'fertiği kırmak' tabiri buradan kalmadır.” -S. M. Alus.Deyim
§ fırça çekmek (atmak): paylamak.Deyim
§ fırıldak çevirmek (döndürmek): isteğini elde etmek için hileli yollara başvurmak: “Anasının gözü
kardeşi, işi gücü fırıldak çevirmek.” -A. İlhan.Deyim
§ fildişi kuleye çekilmek: herkesi küçümseyip kendisine özgü dünyasına çekilmek: “Çöküşün ve
çöküşten kaçışın, fildişi kuleye çekilişin yarattığı isyanlar kitaplaşmamıştır.” -S. İleri.Deyim
§ film çekmek: 1) sin. ve <İ>TV bir sinema kamerasıyla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve
görünüşün sıralı resmini çekmek; 2) vücudun röntgenini almak.Deyim
§ film çevirmek: 1) sin. ve <İ>TV beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin
çekilişi sırasında rol yapmak: “Sanki buraya film çevirmeye gelmişti.” -S. F. Abasıyanık. 2) argo
eğlenmek, hoş vakit geçirmek.Deyim
§ fişini çekmek: 1) birine zarar vermek; 2) birini öldürmek; 3) yaşama dönme umudu olmayan hastayı,
nefes alması, kalbinin atması gibi faaliyetlerini yerine getiren aletlerden ayırmak.Deyim
§ format atmak (çekmek): biçimlendirmek.Deyim
§ fotoğraf çekmek: fotoğraf makinesiyle görüntü tespit etmek.Deyim
§ fön çekmek: aletle saçı kurutup biçim vererek taramak: “Birkaç dakika içinde üçü üç koldan çalışarak
hem yaşlı kadına, hem de küçük kıza fön çektiler.” -E. Şafak.Deyim
§ gam çekmek: tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek: “Gam çekme güzel, nasılsa baharın sonu yazdır.”
-F. N. Çamlıbel.Deyim
§ geri çekilmek: karıştığı bir işi sürdürmekten veya sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek.
Deyim
§ geri çevirmek: 1) geri vermek, geldiği yere göndermek, iade etmek; 2) kabul etmemek, reddetmek:
“Oğlunun hiçbir dileğini geri çevirmezmiş.” -S. F. Abasıyanık.Deyim
§ geri geri çekilmek: arka arka gitmek: “Hamit'in eteğini öpmüş ve geri geri çekilerek odadan çıkmış.”
-Y. Z. Ortaç.Deyim
§ gönlü çekmek: imrenip istemek.Deyim
§ gönlü çelinmek: güzel sözlere aldanmak, kapılmak.Deyim
§ gönlünü çelmek: 1) kandırmak, yola getirmek, aşkını kazanmak: “Nice beyler, paşalar onun peşinde
yıllarca dolaşmışlar, onun gönlünü çelmek için her türlü çareye başvurmuşlardı.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
2) kendi yanına çekmek, sempatisini kazanmak: “İlk tanıştığımız günden beri bana karşı gösterdiği
yakınlıkla gönlümü çelmiş bulunmaktaydı.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim
§ gönül çekmek: sevdalı olmak: “Henüz bu yaşta, zavallı çocuk gönül çekmek nedir, bir büyük adam
gibi biliyor ve bir büyük adam gibi yarasının acısını kimseye sır vermeyerek taşıyor.” -Y. K.
Karaosmanoğlu.Deyim
§ görmemişin oğlu olmuş (çekmiş, çükünü koparmış): görgüsüz kimse ummadığı bir şeyi elde ettiğinde
ne yapacağını şaşırır.Atasözü
§ göz görür, gönül ister (çeker): kişi, görmediği şeyi istemez; görüp beğendiği şeye karşı istek duyar.
Atasözü
§ gözden (gözünden) sürmeyi çalmak (çekmek): hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak.Deyim
§ gurbet çekmek: doğup yaşadığı yerleri özlemek.Deyim
§ güçlük çekmek: 1) maddi açıdan sıkıntı içinde olmak; 2) mec. zorlanmak: “Cellat bana bu aynanın
evveliyatını anlattığında ona inanmakta güçlük çektim.” -İ. O. Anar.Deyim
§ gürültü istemeyen kazancı (bakırcı) dükkânına girmez (hırkasını başına çeker): kafasını dinlemek
isteyen kimse, gürültülü patırtılı işlerde görev almaz.Atasözü
§ haklı söz, haksızı Bağdat’tan çevirir: doğru söz, yanlış yolda çok ilerlemiş kişiyi bile yola getirir.
Atasözü
§ halay çekmek (tepmek): halay oyunu oynamak: “Erkekler dışarıda halay çekip tabanca atarken
kadınlar Zekiye'yi getirip ortaya oturttular.” -L. Tekin.Deyim
§ harman çevirmek: harmanlamak.Deyim
§ hasret çekmek: özlem duymak: “Geçmiş günlere hasret çekmiyorum. Çocukluğumu göresim
gelmedi.” -N. Hikmet.Deyim
§ hat çekmek: telefon, telgraf tellerini döşemek veya direklere germek.Deyim
§ hatime çekmek: son vermek.Deyim
§ (hava) ayaza çekmek: kışın kuru soğuk artmak.Deyim
§ haybeye kürek çekmek: boşu boşuna uğraşmak.Deyim
§ hekimden sorma, çekenden sor: bir sıkıntının acısını ancak onu çeken bilir.Atasözü
§ her sakaldan bir tel çekseler köseye sakal olur: herkes biraz fedakârlık etse bir yoksul perişanlıktan
kurtulur.Atasözü
§ hesaba çekmek: bir kişiden, bir kuruldan yaptığı işler için açıklama ve savunma istemek: “Meclis
kapanacak ve orada hükûmeti hesaba çekeceklermiş.” -Atatürk. Deyim
§ hırkayı başına çekmek: bir köşeye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek.Deyim
§ hu çekmek (demek): tekkelerde, dervişler ayin sırasında sürekli olarak hu (O, Allah) demek.Deyim
§ ığrıp çekmek: balık yakalamak için atılmış ığrıbı yukarı çıkarmak.Deyim
§ ığrıp çevirmek: yalan dolanla bir şeyden yararlanmak: “Birinci Dünya Harbi'nde oldukça önemli ığrıp
çevirenler olmuştu.” -H. R. Gürpınar.Deyim
§ ırmak kenarına çeşme yapılmaz: zaten var olan ve herkesin işine yarayan bir şeyin yanına aynı işi
görmek üzere benzerini yapmak boşunadır.Atasözü
§ ızdırap çekmek: ağrı ve acı içinde kıvranmak, aşırı derecede üzülmek.Deyim
§ iç çekmek. üzüntüyle derinden soluk almak: “Hafif hafif iç çekmeler, tek hıçkırıklar, konser hâlinde
ağlamalar.” -H. E. Adıvar.Deyim
§ içi çekmek: istek duymak: “Arsız bir tabiatım var. Ne görsem içim çeker.” -R. N. Güntekin.Deyim
§ içine çekilmek (kapanmak): çevresindeki kişilerle ilgi kurmamak, duygularını kimseye açmamak: “O
sene çok içine çekilmiş, daima boş vakti kütüphanede geçen ağır bir talebe vaziyetini almıştı.” -H. E.
Adıvar.Deyim
§ içine çekmek: 1) soluk almak; 2) mec. bilincine varmak, anlamak: “Bu barut kokulu alçaklık ve
zorbalık havasını uzun uzun, derin derin içine çekti.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim
§ içini çekmek: iç çekmek: “Öyle ağlıyor ki ben de içimi çeke çeke onu teselli etmeye çalışıyorum.” -A.
Ağaoğlu.Deyim
§ iflas bayrağını çekmek (borusunu çalmak): tkz. 1) ticarette batmak; 2) her şeyini yitirmek.Deyim
§ ihtarname çekmek: hukuk. yasal yollarla yazılı uyarı göndermek.Deyim
§ iki dirhem bir çekirdek: çok güzel ve özenli giyinmiş: “İki dirhem bir çekirdek kadınların başlarında
şemsiye, ellerinde de yelpaze.” -S. Birsel.Deyim
§ iki gözü iki çeşme: 1) sürekli ağlar durumda: “Biçare kadın iki gözü iki çeşme anlatmış bunları.” -E.
Şafak. 2) sürekli ağlayan.Deyim
§ iki gözü iki çeşme ağlamak: sürekli veya çok ağlamak: “Sen gittin de aylarca yas tuttu, iki gözü iki
çeşme ağladı.” -Y. Kemal.Deyim
§ ilgi çekmek (uyandırmak): çevresinde ilgiyi, dikkati ve merakı üzerine toplamak, alaka çekmek, alaka
toplamak veya alaka uyandırmak: “Öyle bir renk olmalı ki hemen karşıdan hem ilgi uyandırmalı hem de
insan etkilenmeli.” -M. İzgü.Deyim
§ ilgisini çekmek: ilgisini, dikkatini ve merakını üzerinde toplamak, alaka duymak: “İki üç ders içinde
ilgisini çeken bir öğrenci olmuştum.” -Y. Z. Ortaç.Deyim
§ imbikten çekmek: damıtmak.Deyim
§ imtihana çekmek: 1) bilgisini ölçmek; 2) denemek, sınamak.Deyim
§ incir çekirdeği doldurmamak: çok az veya çok önemsiz olmak: “İncir çekirdeği doldurmayan
konularda bir araba lakırtı söylerler.” -N. Uygur.Deyim
§ insan çeşit çeşit, yer damar damar: toprağın her kesimi ayrı ayrı nitelikler taşıdığı gibi insanlar da
birbirlerinden farklı özelliklere sahiptirler.Atasözü
§ inzivaya çekilmek: toplumdan kaçıp hiçbir şeyle ilgilenmeyerek tek başına yaşamak.Deyim
§ iple çekmek: sabırsızlıkla beklemek: “Ertesi günün öğleye doğru olan saatlerini iple çekiyordum.” -Y.
K. Beyatlı.Deyim
§ iplik çekmek: 1) kumaştan iplik çıkarmak; 2) iplik eğirmek.Deyim
§ isyan bayrağı (bayrağını) açmak (çekmek): karşı gelmek, başkaldırmak: “Demek ki bunca senelik
kuzu gibi yumuşak başlı karısı da nihayet isyan bayrağını açmıştı.” -M. Ş. Esendal. “Yeniçeriler bunu
uğursuzluk telakki edip paşaya isyan bayrağı çektiler.” -İ. O. Anar.Deyim
§ iş çevirmek: gizli, dolambaçlı bir iş yapmak: “Öbürleri şüpheleniyorlar, bir iş çevirdi ama nasıl
anlasak diye düşünüyorlardı.” -R. H. Karay.Deyim
§ işten el çektirmek. görevden uzaklaştırmak.
Deyim
§ iyiye çekmek: bir düşünce veya olayı olumlu yönüyle değerlendirmek.Deyim
§ kabine çekilmek: Bakanlar Kurulu görevini bırakmak.Deyim
§ kabir azabı çekmek: 1) İslam inancına göre öldükten sonra mezarda azap çekmek: “Kabir azabı çeken
ölülerin inlemelerini ibretle dinlediler.” -İ. O. Anar. 2) mec. çok sıkılmak, üzülmek.Deyim
§ kabuğuna çekilmek: dışarısı ile olan ilişkilerini kesmek, kimse ile görüşmemek: “Arkadaşı, hükûmet
aleyhine konuşmaya başlayınca Fuat kabuğuna çekilmek lüzumunu duyar ve başını önüne eğip
susmasını bilirdi.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim
§ kafa (kafayı) çekmek: argo kafayı çekmek: “Benimle kafa çekmenin onlar için pek keyifli olduğunu
sanmıyorum.” -E. Bener. “Ona birisi kafayı çekmekte olduğunu söyleseydi, kılı bile kıpırdamazdı.” -S.
F. Abasıyanık.Deyim
§ kahır (kahrını) çekmek: uzun süre sıkıntıya katlanmak: “Annesine bakabilmek için akşama kadar
elliye yakın yaramazın kahrını çekiyordu.” -R. N. Güntekin.Deyim
§ kalafata çekmek: 1) gemiyi onarmak için karaya çekmek; 2) mec. azarlamak, paylamak.Deyim
§ kalbura çevirmek: delik deşik etmek.Deyim
§ kan çekmek: 1) yüz ve huy, anne veya baba tarafının yüzüne ve huyuna benzemek; 2) akrabalar
birbirlerine yakınlık duymak.Deyim
§ kanı donmak (çekilmek)
donakalmak, çok şaşırmak.
Deyim
§ kantara çekmek (vurmak)
1) bir şeyi tartmak; 2) mec. birini sınamak.
Deyim
§ kapıdan çevirmek
geri döndürmek, kabul etmemek: “Fakat görücüleri de kapıdan çevirmeyi doğru bulmuyordu.” -H. E.
Adıvar.
Deyim
§ kasavet çekmek
üzülmek, tasalanmak: “Dövüşen yiğitler de boyanır kana / Kasavet mi çeker seni doğuran ana” -Halk
türküsü.
Deyim
§ katrandan olmaz şeker, olsa da cinsine çeker
kötü asıllı şey ve kişi iyiye dönmez.
Atasözü
§ kavara çekmek
kaba yellenmek.
Deyim
§ kaygı çekmek
üzüntü, tasa duymak.
Deyim
§ kayış bilir kotan ne çeker
ağır bir işin ne kadar güç yapıldığını ancak o işin yapılmasında aracı olan, emeği geçen bilir.
Atasözü
§ keçinin uyuzu, çeşmenin gözünden su içer
değersiz kişiler kendilerini değerli ve en güzel şeye layık görürler.
Atasözü
§ keder çekmek
acı duymak, ızdırap çekmek.
Deyim
§ keleye çekmek
boğaya çekmek.
Deyim
§ kenara çekilmek
artık hiçbir şeye karışmamak.
Deyim
§ kendi içine çekilmek
başkasıyla ilişki kurmamak, yalnız başına kalmak, inzivaya çekilmek: “Bizim gibi dış âlemle
münasebetleri aksamış, kendi içine çekilip kendi yağıyla kavrulmak zorunda kalmıştı.” -Y. K.
Karaosmanoğlu.
Deyim
§ kendi kabuğuna çekilmek
kabuğuna çekilmek.
Deyim
§ kendini naza çekmek
istekli olduğu hâlde yapmacıklı davranışlarla isteksiz gibi davranmak.
Deyim
§ kılıç çekmek
saldırmak veya selamlamak amacıyla kılıcı kınından çıkarmak.
Deyim
§ kırk kapının ipini çekmek
içinde bulunduğu sorunu çözmek için kapı kapı dolaşmak, birçok yere uğramak.
Deyim
§ kıyak geçmek (çekmek)
maddi ve manevi destek olmak.
Deyim
§ kız beşikte (kundakta), çeyiz sandıkta
kız daha beşikte veya kundakta iken çeyiz düzmeye başlamak gerekir.
Atasözü
§ kız kucakta, çeyiz bucakta
kız daha beşikte veya kundakta iken çeyiz düzmeye başlamak gerekir.
Atasözü
§ kızağa çekmek (almak)
1) gemiyi bakım, onarım için bir süre veya hiç kullanılmamak üzere kızak üzerine almak; 2) mec. bir
görevliyi etkin bir görevden alıp çalışmayı gerektirmeyen pasif bir işe vermek.
Deyim
§ konferans çekmek
karşısındakini bıktıracak bir biçimde uzun veya öğüt verircesine konuşmak.
Deyim
§ kopya çekmek
genellikle yazılı sınavlarda soruları cevaplamak için bir kaynağa gizlice bakmak: “En bildiği derste bile
kopya çeker, çekmezse hasta olur, deliye döner.” -H. Taner.
Deyim
§ koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler
istenilen nitelikteki şey bulunamadığında onun daha düşük nitelikte olanına da razı olunur.
Atasözü
§ koza çekmek
kozayı temizleyip ayıklamak: “Pamuk ırgatları alaçıkların önüne oturmuşlar, koza çekiyorlardı.” -Y.
Kemal.
Deyim
§ kozasına çekilmek
çevreyle ilişkisini kesmek, hiçbir şeye karışmamak: “Hiçbir tarakta bezim kalmadı, ipek böceği gibi
kozama çekilmiş, kendi hâlimde, politikaya bulaşmadan yaşıyorum.” -A. İlhan.
Deyim
§ köşesine çekilmek
toplumdan kaçıp hiçbir şeyle ilgilenmeyerek tek başına yaşamak.
Deyim
§ kötek atmak (çekmek)
dövmek, dayak atmak.
Deyim
§ kötüye çekmek
yanlış, beğenilmeyen bir anlam vermek: “Ne oldu ki Ömer ağa, dedi. Lafımı yanlış anladın, kötüye
çektin?” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ kuyruğunu tava sapına çevirmek
haddini bildirmek, gereken dersi vermek: “Sonra benim kuyruğumu tava sapına çevirirler efendim diye
bağırıyor, masa başındaki erkândan tekrar yardım istiyor.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ kuyruk çekmek
gözün çevresine kalem veya sürme ile çizgi çekmek: “Zehra elinde kalem, gözlerine kuyruk çekiyordu.”
-A. İlhan.
Deyim
§ kuzu çevirmek
kuzunun gövdesini şişe geçirip ateş korunun üzerinde çevirerek pişirmek.
Deyim
§ lahavle çekmek (okumak)
“lahavle” sözünü söylemek: “Cömertliği karşısında olduğumu anlayınca lahavle çekip yola devam
ettim.” -A. Rasim.
Deyim
§ lâm elif çevirmek (çizmek)
kısa bir süre dolaşıp gelmek: “Akşamüstü gelirken, Langa'dan doğru bir lâm elif çevirelim, dedik.” -H.
R. Gürpınar.
Deyim
§ lodosa çevirmek (dönmek)
hava soğukken lodosla ısınmak: “Hava öğleden beri lodosa çevirdiği için soğuk değildi.” -P. Safa.
Deyim
§ makara çekmek
ötücü kuşlar sürekli ötmek.
Deyim
§ makine çekmek
dikiş makinesinde dikmek.
Deyim
§ masrafı çekmek
bir iş için gereken parayı ödemek, gideri karşılamak.
Deyim
§ meşakkat çekmek
güçlüklerle karşılaşmak.
Deyim
§ meşale çekmek
önderlik etmek, önayak olmak.
Deyim
§ mihnet çekmek
sıkıntılı bir duruma katlanmak, sıkıntı çekmek.
Deyim
§ mortoyu çekmek
ölmek.
Deyim
§ muma döndürmek (çevirmek)
her sözü dinler duruma getirmek, uslandırmak.
Deyim
§ mürüvvetsiz adam, suyu çekilmiş değirmene benzer
cömert olmayan, iyilik yapmaktan hoşlanmayan biri, içinde yaşadığı toplum için bir değer taşımaz.
Atasözü
§ müşkülat çekmek
zorluk, güçlük içinde kalmak: “Görüyorsunuz ki cevap vermekte müşkülat çekiyorsunuz.” -Y. K.
Karaosmanoğlu.
Deyim
§ nazarı dikkatini çekmek
ilgisini çekmek.
Deyim
§ nefes çekmek
1) sigara veya başka bir şeyin dumanını içine çekmek: “Ramazan sigarasının izmaritinden birkaç nefes
çekti.” -Ç. Altan. 2) esrar içmek.
Deyim
§ nefes darlığı çekmek
solumada sıkıntı yaşamak: “Nefes darlığı çeker, sık sık tedavi olmak için başka şehirlere gider gider
gelirdi.” -A. Kulin.
Deyim
§ nisan yağar sap olur, mayıs yağar çeç olur
nisan yağmuru ekinlerin sapını geliştirir, mayıs yağmuru ise başakların dolgunlaşmasını sağlar.
Atasözü
§ niyet çekmek
niyetçiden niyet adı verilen fal kâğıdı almak: “Birisi niyet çeksin de biz de bir lokma bir şey yiyelim
diye bekleşiyorlar.” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ numara çevirmek
hile yapmak, dalavereyle iş bitirmek.
Deyim
§ nutuk atmak (çekmek)
uzun, sıkıcı bir konuşma yapmak veya özden yoksun bir söylev vermek: “Kıyıda dalgalara nutuk çekip
kekemeliğini düzeltmeye çalışıyor.” -H. Taner.
Deyim
§ of çekmek
oflamak: “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır” -Halk türküsü.
Deyim
§ oğlan dayıya, kız halaya çeker
oğlan çocuğunun yüzü de, huyu da dayısına, kız çocuğunki ise halasına benzer.
Atasözü
§ oh çekmek
birinin kötü duruma düşmesine sevinmek: “Mahalleli bir oh çekti bu hâlleri işitince.” -Y. N. Nayır.
Deyim
§ okka çekmek
hacminden umulmayacak kadar okka ağırlığında olmak.
Deyim
§ otu çek, köküne bak
kişinin kimliğini öğrenmek için soyunu sopunu bilmek gerekir.
Atasözü
§ örs ve çekiç arasında kalmak
aynı derecede güçlü ve zorlu iki kişi veya düşünce arasında bulunmak: “Bana örs ve çekiç arası bir
durumda kaldığından yakınmıştı.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ özlemini çekmek
arzulamak, çok özlemek, hasretini çekmek: “Mustafa Kemal Paşa, özlemini çektiği bir yuvaya
kavuşmuştur.” -H. Taner.
Deyim
§ paçasını çekecek (toplayacak) hâli olmamak
güçsüz, beceriksiz olmak.
Deyim
§ paçavraya çevirmek
çok hırpalamak, dağınık, bozuk veya berbat bir duruma getirmek.
Deyim
§ pala çekmek
palayı belinden çıkarıp vurmak.
Deyim
§ para çekmek
bir yere yatırılmış paradan bir bölümünü geri almak: “Murat Bey artık açık kapatmak için bankadan
para çekmiyordu.” -T. Buğra.
Deyim
§ para parayı çeker
elde para bulunursa onunla yeni paralar kazanılır.
Atasözü
§ parasızlık çekmek
para yönünden sürekli sıkıntı içinde olmak: “Ömrünün büyük bölümünde parasızlık çekmiş olan bir
çeşit kumarbazdı.” -R. Erduran.
Deyim
§ paraya çevirmek
herhangi bir şeyi para ile değiştirmek.
Deyim
§ parmağının ucuyla (ucunda) çevirmek
bir işi kolayca ve ustalıkla yapabilmek.
Deyim
§ parti çevirmek
kâğıt oyunları, tavla vb.nde bir parti oynamak.
Deyim
§ pasta çekmek
otomobilleri pasta ile parlatmak.
Deyim
§ peklik çekmek
sürekli olarak güçlükle büyük abdest bozmak.
Deyim
§ perdah çekmek
sakalı bir daha ve kıl çıkışının ters yönünde olmak üzere tıraş etmek.
Deyim
§ perde çekmek
1) bir şeyin önüne perde germek; 2) gözlemek, örtmek.
Deyim
§ perhize çekmek
perhizi titizlikle uygulamak: “Öteki doktor bizi perhize çekerken öldürmüş de haberimiz olmamış.” -M.
İzgü.
Deyim
§ pestile çevirmek
çok yormak.
Deyim
§ peşkeş çekmek
1) başkasının malını birine bağışlamak; 2) verilmemesi gereken bir şeyi uygunsuz bir amaçla veya
yersiz olarak birine vermek: “Kocasını ardı arkası gelmeksizin kandırdığı yetişmiyormuş gibi bazen
genç kızları da şuna buna peşkeş çekermiş.” -E. İ. Benice.
Deyim
§ pimini çekmek
başkasına zarar verecek kötü bir olayı başlatmak.
Deyim
§ piyango çekmek
talih oyunu için hazırlanmış kâğıtlardan birini bulunduğu yerden almak.
Deyim
§ poker çevirmek
poker oynamak: “Kış geceleri arkadaşlar arasında bir el poker çevirmek de keyiftir.” -P. Safa.
Deyim
§ poliçe çekmek
bir müşteriye ödeme yapması için bildiride bulunmak.
Deyim
§ protesto çekmek
protesto yollamak.
Deyim
§ rastık çekmek
rastık sürmek.
Deyim
§ resim çekmek (çıkarmak)
fotoğraf makinesiyle bir şeyin biçimini kâğıda geçirmek.
Deyim
§ rest çekmek
1) oyuncu önündeki paranın tümünü ortaya koymak; 2) mec. herhangi bir konuda sert ve kesin olarak
son sözü söylemek.
Deyim
§ röntgen çekmek
1) herhangi bir organın durumunu tespit etmek için film çekmek; 2) mec. bir olayın bütün geçmişini ve
durumunu belirlemek.
Deyim
§ sah çekmek
bir yazının doğru olduğunu bu işaretle belirtmek.
Deyim
§ sap çekmek
biçilmiş ekini tarladan harmana kaldırmak.
Deyim
§ sarpa sarmak (çekmek)
güçlükler ortaya çıkmak, çözülmesi çok güç bir duruma gelmek: “Böyle böyle işler sarpa sarmaya
başladı.” -E. Şafak. “Düz ovada sarpa çekme yolunu / Ver mektebe okutsunlar oğlunu” -Âşık Veysel.
Deyim
§ sefalet çekmek
yoksul ve perişan yaşamak.
Deyim
§ sehpaya çekmek
asarak öldürmek, darağacına çekmek, asmak.
Deyim
§ seksen kapının ipini çekmek
içinde bulunduğu sorunu çözmek için kapı kapı dolaşmak, birçok yere uğramak: “Ama şimdi, bir çift
lastik için seksen kapının ipini çekiyoruz.” -R. Enis.
Deyim
§ serseme çevirmek
sersem etmek.
Deyim
§ set çekmek
1) suyun akmasını, toprağın kaymasını önlemek için duvar yapmak; 2) mec. bir işi, bir davranışı, bir
isteği önlemek, engellemek.
Deyim
§ sevda çekmek
birine tutkun olmak, aşk tutkusu içinde olmak.
Deyim
§ sıfır çekmek
sp. halter yarışmalarındaki silkme ve koparma dallarında belirlenen ağırlığı kaldıramayıp elenmek.
Deyim
§ sıkıntı çekmek
zorluk veya yoksulluk içinde yaşamak: “İki ateş arasında epeyce sıkıntı çektik.” -A. Gündüz.
Deyim
§ sınava çekilmek
birinin bilgisi ölçülmek.
Deyim
§ sınır çekmek (çizmek)
1) sınırını belirtmek: “1920 baharı muhteşem bir mart sabahında Sultan Dağları'nın sınır çizdiği Batı
Anadolu'ya kan ve barut kokularıyla geliverdi.” -T. Buğra. 2) son vermek.
Deyim
§ sıra dayağı çekmek
birden çok kişiyi teker teker ve birbirinin ardı sıra dövmek.
Deyim
§ sırt (sırtını) çevirmek
1) bir şeye veya birine önem vermemek: “Batı âlemi Türkiye'den vazgeçemez, bizi yalnız bırakamaz,
askerî ihtiyaçlarımıza sırt çeviremez...” -T. Halman. 2) bir şeyden veya bir kimseden desteğini, ilgisini
kesmek; 3) birine darılmak.
Deyim
§ sıygaya çekmek
birine sorular sorup cevaplarını istemek: “Yüksek tahsilli olup olmadığımızı anlamak için bizi kara
cümleden bile değil de imladan sıygaya çektiler.” -F. R. Atay.
Deyim
§ sineye çekmek
kötü bir davranış, söz veya olaya ister istemez katlanmak: “Onlar hızla geçer veya düşer; musibeti
sineye çekmek millete düşer.” -T. Halman.
Deyim
§ sinir küpüne çevirmek
aşırı derecede sinirlendirmek.
Deyim
§ sitteisevir kapıyı çevirir
kötü havalarda dışarı çıkmamayı öğütleyen bir söz.
Atasözü
§ sopa atmak (çekmek)
dövmek: “Şu budalaya bir sopa çekin de bir daha para kazanmadan gurbette kalmayı öğrensin.” -Ö.
Seyfettin.
Deyim
§ sorgu suale çekmek
sorguya çekmek.
Deyim
§ sorguya çekmek
bir suçla ilgili olarak soru sorup cevap istemek: “Hayalimde polislerin beni karakola sürüklediklerini ve
sıkı bir sorguya çektiklerini görüyordum.” -H. E. Adıvar.
Deyim
§ soy asma, soyuna çeker
temiz soydan gelen kişi, her durumuyla soyluluğunu gösterir.
Atasözü
§ soya çekmek
soyunun özelliklerini taşımak.
Deyim
§ soydur çeker, boktur kokar
her insan veya yaratık az çok soyuna benzer.
Atasözü
§ soyup soğana çevirmek
1) hiçbir şey bırakmamacasına soymak: “Şimdi bu herifi soyduk soğana çevirdik, değil mi?” -A.
Midhat. 2) hırsız bir yeri veya bir kişiyi adamakıllı soymak.
Deyim
§ söz dediğin yaş deridir, nereye çekersen oraya gider
bir sözü dinleyenler kimi zaman söyleyenin aklından geçirmediği bir anlamda anlayabilirler.
Atasözü
§ sözü çevirmek
konuşmanın sakıncalı bir biçim aldığını anlaşıldığında başka bir konuya yönelmek, lafı veya konuyu
değiştirmek: “Yüzüm biraz değişmiş olmalı ki Hayri sözünü çevirdi.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ su çekmek
1) içine su almak; 2) alçak bir yerden tulumba vb. ile su çıkarmak.
Deyim
§ suyunu çekmek
1) yemek kaynayıp suyu kalmamak; 2) tkz. tükenmek: “Paralar suyunu çekti. Fabrika da olduğu gibi
Nihat'a geçti.” -N. F. Kısakürek.
Deyim
§ sürme çekmek
gözleri sürme ile boyamak: “Kirpiğine sürme çek, kına yak parmağına.” -R. C. Emek.
Deyim
§ sürmeyi gözden çekmek
gözden sürmeyi çekmek.
Deyim
§ süt çekmek
bir özelliği akrabalarına benzemek.
Deyim
§ şakayı kakaya çevirmek
tkz. şakayken kaka olmak.
Deyim
§ şimşekleri üstüne çekmek
sert eleştirilere hedef olmak.
Deyim
§ şişe çekmek (vurmak)
ağrı dindirmek amacıyla içinde alev yakılarak havası seyreltilen özel bir şişeyi veya bardağı sırta
yapıştırmak, vantuz çekmek: “Annem şişe çekerken kıvrılmış gazete kâğıdıyla yaptığı küçük alevli
ısıtıcıları tenimize düşürür, yakardı.” -A. Kutlu.
Deyim
§ şölen çekmek
1) şölen düzenlemek, ziyafet vermek; 2) mec. sanat gösterisinde bulunmak: Konuşmanın şurasına
burasına espriler serpiştirerek size bir konuşma şöleni çekerdi.
Deyim
§ şut atmak (çekmek)
topu sert ve hızlı bir biçimde kaleye atmak.
Deyim
§ taksi çevirmek
hareket hâlindeki taksiyi bir yere gitmek için durdurmak: “İbrahim caddeye çıkar çıkmaz bir taksi
çevirdi.” -A. İlhan.
Deyim
§ tapan çekmek
tapanlamak.
Deyim
§ tasa çekmek
kaygılanmak, üzüntü içinde olmak, üzülmek: “Toprağı yeşertmeye lazımsa benim kanım / Hiç tasa
çekme, çoktan ben yurduma kurbanım” -F. N. Çamlıbel.
Deyim
§ taşa çekmek
bileği taşında kılağılamak.
Deyim
§ tecrübe tahtasına çevirmek
üst üste başarısız denemelere konu etmek: “Hastaları tecrübe tahtasına çevirmiş nice vakaları rastgele
bir kinin tedavisiyle tedavi ettiğimi bilirim.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ tel çekmek
telle çevirmek, tel germek: Bahçeye tel çektik.
Deyim
§ tel çekmek
telgraf çekmek.
Deyim
§ telgraf çekmek
telgrafla haber göndermek, tellemek: “İstanbul'a telgraf çekip para getirtmekten başka çare yoktu.” -A.
Erhat.
Deyim
§ temize çekmek
bir yazının karalamasını temiz olarak yazmak: “Bizim yazarımız temize çektikten sonra romanı elinde
dolaşır dururdu kapı kapı.” -N. Cumalı.
Deyim
§ tepesinde değirmen çevirmek
tepesinde havan dövmek.
Deyim
§ tepki çekmek
olumsuz, sert bir eleştiriyle karşı karşıya kalmak.
Deyim
§ tereyağından kıl çeker gibi
1) her türlü mecburiyetten, mükellefiyetten ve sorumluluktan kolayca sıyrılarak: Tereyağından kıl çeker
gibi bu belalı işten sıyrıldı. 2) bir işi kolayca yaparak, becerikli bir biçimde: “Mehmetlerin askerde dev
yapılı kamyonları tereyağından kıl çeker gibi çekip çevirdiklerini seyretmeye doyamazdım.” -B. R.
Eyüboğlu.
Deyim
§ ters yüz çevirmek
ters yüzüne çevirmek.
Deyim
§ ters yüzüne çevirmek
geri döndürmek: “Yanına uşak filan almaz. Müracaat edenleri ters yüzüne çevirir.” -Ö. Seyfettin.
Deyim
§ tersine çevirmek
içini dışına çevirmek.
Deyim
§ teslim bayrağı çekmek
1) yenilgiyi kabul etmek; 2) çekişme sonunda, karşısındakinin istediğini yapmaya razı olduğunu
bildirmek.
Deyim
§ tespih çekmek
1) tespihin tanelerini birer birer iki parmak arasından geçirmek: “Kimisi bağdaş kurmuş, tespih çekiyor,
kimisi diz çökmüş Kur'an okuyor.” -R. H. Karay. 2) Allah'ın adını zikrederek ibadet etmek; 3) tespih
tanelerini çeşitli maddelerden imal etmek veya aynı boyda düzenlemek.
Deyim
§ tetiği çekmek
tetiğe basmak.
Deyim
§ tırtıl çekmek
henüz yumuşak olan bir parçayı metal bir tırtılla süslemek.
Deyim
§ tombala çekmek
tombala oynamak: “Komşularınızda ya da dostlarınızda konken oynadınız, tombala çektiniz.” -H.
Taner.
Deyim
§ toprağı çekmiş
sürekli olarak yaşadığı yerden kısa bir süre kalmak üzere gittiği başka bir yerde ölenler için söylenen bir
söz.
Deyim
§ toprak çekmek
1) bir yerdeki toprağı başka bir yere taşımak; 2) mec. ölmek.
Deyim
§ tuğra çekmek
Osmanlı Devleti'nde ferman, berat ve resmî belgelere tuğra koymak.
Deyim
§ ulularla urgan çekişme
senden daha güçlü ve bilgili olanlarla iyi geçin, zıtlaşma yenilirsin.
Atasözü
§ ustanın çekici bin altın
alanında uzman olan bir kişi, bir sorunu kolayca çözümleyebilme becerisi gösteriyorsa bu, aynı işe
yıllarca verilmiş emeklerin karşılığı olarak değerlendirilmelidir.
Atasözü
§ usturayı kayışa çekmek
usturanın kılağısını almak için berber kayışına sürtmek.
Deyim
§ uyku çekmek
iyice uyumak: “Erken yattığı gamlı gecelerde geniş kanepenin üstünde uykusunu çekiyordu.” -M. Ş.
Esendal.
Deyim
§ üstüne çekmek
kendi üzerine almak, muhatap olmak: “Hâlâ eski zenginliğinin hasedini üstüne çeker ve eski
terekelerinin veraset vergilerini öder.” -B. Felek.
Deyim
§ (üstüne) kalem çekmek
gereksiz olduğunu belirtmek için üstünü çizmek.
Deyim
§ üstüne perde çekmek
isteyerek örtmek, gizlemek.
Deyim
§ üzerine çekmek
üstüne çekmek.
Deyim
§ vantuz çekmek
şişe çekmek: “Doktor geldi, ilaç yazdı, sırtıma vantuz çekti.” -Y. Z. Ortaç.
Deyim
§ varlıkta darlık çekmek
herhangi bir engel yüzünden elindeki imkândan yararlanamamak.
Deyim
§ vicdan azabı çekmek (duymak)
istenilmeden veya bilinçsizce yapılan kötü bir işten dolayı üzülmek, pişmanlık duymak.
Deyim
§ vido çekmek
oyundaki kazanılacak sayıyı veya parayı iki katına çıkarmayı teklif etmek.
Deyim
§ viraneye çevirmek
yıkıntı durumuna getirmek.
Deyim
§ voli çevirmek
1) voli ile balık avlamak; 2) argo tuzağa düşürmek: “Öyle bir voli çevir ki hem senin hem de bizim
işimize yarasın.” -H. R. Gürpınar.
Deyim
§ ya sabır çekmek
bir sıkıntıya ses çıkarmadan veya ona karşı bir şey yapmadan katlanmak: “Siz şimdi, bu yavan
takazaları bir kere daha ya sabır çekerek dinlemek zorunda kalırsınız.” -H. Taner.
Deyim
§ yağ çekmek (yapmak)
argo gereksiz biçimde övmek, dalkavukluk etmek.
Deyim
§ yallah çekmek
kovmak.
Deyim
§ yas çekmek
yas tutmak: “Hem yârinden hem yoldaştan hem köyden / Ayrı düşen garip kullar yas çeker” -A. İ.
Özkan.
Deyim
§ yazboz tahtasına çevrilmek (döndürmek)
bir konuda art arda birbirini tutmayan kararlar alınmak: “Millete mal olmuş şehitlerin, büyük hizmet
sahiplerinin saygınlığı ulu orta yazboz tahtasına çevrilemez.” -H. Taner.
Deyim
§ yedek (yedekte) çekmek
akıntılı suda kayığı karadan iple çekmek.
Deyim
§ yekûn çekmek
konuşmaya son vermek.
Deyim
§ yemeyenin malını yerler (demine hu çekerler) (üstüne bir bardak su içerler)
pintinin yemeye kıyamayarak biriktirdiği malı, sağlığında gücünün yetmediği kişiler, öldükten sonra da
mirasçıları bol bol yerler.
Atasözü
§ yıldırımları üstüne çekmek
bazı davranışlarıyla birçok kimseyi kızdırarak saldırılarına, eleştirilerine yol açmak.
Deyim
§ yoksulluk çekmek
sürekli yoksulluk içinde bulunmak: “O hep faydasız üzüntüler duyar, sıradan arzularla, varlıklar içinde,
yoksulluklar çekerdi.” -A. Ş. Hisar.
Deyim
§ yoldan çevirmek
gideni durdurmak, gitmesine engel olmak.
Deyim
§ yuh çekmek
beğenilmeyen, tasvip edilmeyen birine veya bir duruma karşı haykırmak: “Bu yeni kişilik artık Beşiktaş
tribününden hakeme yuh çekemez.” -H. Taner.
Deyim
§ yuha çekmek
yuh çekmek.
Deyim
§ yükünü çekmek
bütün ağırlığını taşımak, her türlü eziyete katlanmak: “Şikâyet etmeden yükünü çektiği yitik bir yaşamı
olmalıydı.” -Ç. Altan.
Deyim
§ yüz çevirmek
gösterdiği ilgiyi kesmek: “... vergi kâtibinden yüz çevirmişler, kendisine hasım olmuşlardı.” -E. E. Talu.
Deyim
§ yüzüğü geriye çevirmek
evlenme sözünü geri almak, nişanı bozmak.
Deyim
§ zahmet çekmek
güçlükle karşılaşmak, sıkıntıya katlanmak: “Yolda çok zahmet çekmiş, bereket versin Paris sefareti
erkânından biri kendisine refakat etmiş.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ zarar çekmek
zarara uğramak.
Deyim
§ zartayı çekmek
argo ölmek.
Deyim
§ zenginin malı züğürdün çenesini yorar
birinin zenginliğinden çok söz etmenin gereksizliğini, yersizliğini belirtmek için söylenen bir söz.
Atasözü
§ ziyafet çekmek (vermek)
konukları yemekli ağırlamak: “O gece telgrafçı, gümrükçü, liman çavuşu, müdür beye bir ziyafet
vermek istemişlerdi.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ acı (kötü) söz insanı (adamı) dinden çıkarır, tatlı söz yılanı inden çıkarır
gönül alıcı, okşayıcı sözlerle karşımızdakinin inadı yenilebilir.
Atasözü
§ acısı ortaya çıkmak
olumsuz sonucu yavaş yavaş ortaya çıkmak: “Dur bakalım daha hele, o içtiklerinin acısı bir bir çıkacak
ortaya.” -M. İzgü.
Deyim
§ acısını çıkarmak
1) acılığını yok etmek: Soğanın acısını çıkarmak. 2) mec. uğradığı maddi veya manevi zararı
karşılayacak bir iş yapmak: “Bunca gecikmişliğe rağmen o günlerin acısını çıkarabilmesine imkân
tanımalıydı.” -E. Şafak. 3) mec. öç almak: “Ustanın kendisini küçük burjuva münevveri diye aşağılık
görmesinin acısını çıkarıyor.” -N. Hikmet.
Deyim
§ aç domuz darıdan çıkmaz
kötü yaradılışlı aç olan kimse kime, neye zarar verdiğini düşünmeden sadece karnını doyurmaya bakar.
Atasözü
§ adam içine çıkmak
topluluğa karışmak, insanların bulunduğu yerlere gitmek, eşe dosta gitmek.
Deyim
§ adamın adı çıkacağına canı çıksın
insanın haklı veya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktı mı ondan sonra yaptıkları hep o gözle
değerlendirilir.
Atasözü
§ adamın (kimsenin) adı çıkmadansa canı çıkması (yeğdir)
insanın haklı veya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktı mı ondan sonra yaptıkları hep o gözle
değerlendirilir.
Atasözü
§ adı çıkmak
1) kötü bir ün kazanmak: Onun adı çıkmış yoksa fena adam değil. 2) hakkı olmayan bir ün kazanmak:
O berberin adı çıkmış, aslında iyi tıraş edemiyor.
Deyim
§ adı çıkmış dokuza, inmez sekize
“birinin bir kere adı çıktıktan sonra onun hakkındaki yaygın inanç artık kolay kolay düzelemez”
anlamında kullanılan bir söz: “Artık o yana bir daha gelme, adın çıktı dokuza, inmez sekize, demedim
miydi?” -B. Günel.
Deyim
§ adı deliye çıkmak
deli olmadığı hâlde deli olarak tanınmak: “Böyle bir şey yazmaya kalkarsam adım deliye çıkacak.” -R.
N. Güntekin.
Deyim
§ adı kötüye çıkmak
ünü kötü olarak yayılmak.
Deyim
§ adını çıkarmak
kişi hakkında kötü bir niyetle asılsız söylentiler yaymak: “Kadın durmadan vır vır eder, yakınır diye
adımızı çıkarmışlar.” -A. Erhat.
Deyim
§ adını ...-ye çıkarmak
bir kişinin sahip olmadığı niteliklerle tanınmasına yol açmak: Adını deliye çıkardılar.
Deyim
§ ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur
çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler.
Atasözü
§ ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz
davranışlarına engel olacak hiçbir takıntısı yok.
Atasözü
§ ağanın malı çıkar, uşağın canı
bir afeti önlemek için işveren malını, işçi de canını feda eder.
Atasözü
§ ağzından baklayı çıkarmak
baklayı ağzından çıkarmak.
Deyim
§ ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı duymamak (işitmemek)
sözlerini tartmadan söylemek.
Deyim
§ ağzından çıkmak
bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek, söylemiş bulunmak: Bir kez ağzımdan çıktı, o fiyata
vereceğim.
Deyim
§ ağzından çıt çıkmamak
hiçbir şey söylememek.
Deyim
§ ağzından girip burnundan çıkmak
1) türlü yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek, kandırmak: “O, köylülerin ağzından girip
burnundan çıkmayı mükemmel becerir.” -S. Ertem. 2) iyice dövmek: “Ulan, ağzını topla! Şimdi
ağzından girer, burnundan çıkarım!” -M. Rona.
Deyim
§ ağzından hayır çıkmazsa bari şer söyleme
lehte konuşmuyorsun, hiç olmazsa aleyhte de konuşma.
Atasözü
§ ağzından (söz, lakırtı) dirhemle çıkmak
çok az veya zorla konuşmak.
Deyim
§ ahbap çıkmak
önceden tanışmış olmak: “Gümrükten itibaren her rast geldiği adamla ahbap çıktı.” -Y. K.
Karaosmanoğlu.
Deyim
§ ahı çıkmak
yaptığı ilenme, etkisini göstermek.
Deyim
§ ahkâm çıkarmak
kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak.
Deyim
§ akıldan çıkarmak
1) düşünmemek; 2) unutmak.
Deyim
§ akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış
insan kendi aklını, düşüncesini başkasınınkinden üstün görür.
Atasözü
§ aklı çıkmak
sonucun kötü olacağını düşünerek korkuya kapılmak: Para harcayacak diye aklı çıkıyor.
Deyim
§ aklı zıvanadan çıkmak
delirmek, aklını oynatmak.
Deyim
§ aklından çıkarmamak
sürekli hatırlamak, unutmamak: “Ben senin yengenim, amcanın karısıyım, bunu sakın aklından
çıkarma!” -P. Safa.
Deyim
§ aklından çıkmak
unutmak.
Deyim
§ akraba çıkmak
konuştuktan sonra akraba olduklarını anlamak.
Deyim
§ aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz
eksik aletle sağlıklı iş yapılmaz.
Atasözü
§ alacaklı çıkmak
alacağı vereceğinden çok olmak.
Deyim
§ alıcı çıkmak
1) müşteri olmak; 2) istemek, talip olmak: “İzmir'den gelmiş birtakım hanımlar onu kız sanıp alıcı
çıktılar.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ alışverişe çıkmak
alım satım işi için çarşıya gitmek.
Deyim
§ alma mazlumun ahını çıkar, aheste aheste
kimseye eziyet edip ahını alma, sonra yaptığın kötülüklerin cezasını ömür boyu çekersin.
Atasözü
§ alt yanı çıkmaz sokak
sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenen bir söz.
Deyim
§ altından çapanoğlu çıkmak
girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak: “Kısa kesmekten yanaydı ama paraları uzatsa
altından bir çapanoğlu çıkar mıydı?” -O. Kemal.
Deyim
§ altından girip üstünden çıkmak
1) malı, parayı düşüncesizce harcayıp tüketmek: “Babasından kalan servetin altından girip üstünden
çıkmıştı.” -R. N. Güntekin. 2) ne yapıp edip istediğini yaptırmak; 3) halletmek; 4) karıştırmak.
Deyim
§ altta kalanın canı çıksın
herkes başının çaresine baksın, gücü yetmeyen ne olursa olsun.
Atasözü
§ an beni bir kozla, o da çürük çıksın
bir dostun verdiği armağan küçük ve değersiz olsa bile verilen kişinin hatırlandığını göstermesi
bakımından çok değerlidir.
Atasözü
§ anasının ipini satmış (pazara çıkarmış)
ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse).
Deyim
§ anlam çıkarmak
1) bir cümleden veya metinden yeni ve değişik bir anlam yakalamak; 2) mec. yersiz ve gereksiz bir
yargıya varmak, yanlış değerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam vermek.
Deyim
§ anlaşmazlık çıkmak
bir konuda uyuşmazlık söz konusu olmak: “Miras dağılımında üvey annesiyle aralarında anlaşmazlık
çıkmış.” -C. Külebi.
Deyim
§ arabasını düze çıkarmak
karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür duruma getirmek.
Deyim
§ arada çıkarmak
başka işler arasında bir işi de yapıvermek.
Deyim
§ aradan çıkarmak
birçok işten birini yapıp bitirivermek.
Deyim
§ aradan çıkmak
1) yapılması gereken öteki işlerle uğraşılabilmesi için bir iş önce bitirilmek; 2) sıkışık bir durumda,
sıkıntılı bir zamanda işe engel olan kimse oradan uzaklaşmak; 3) kendini bir sorunun, bir davanın
dışında tutmak.
Deyim
§ arife günü yalan söyleyenin (oruç yiyenin) bayram günü yüzü kara çıkar (olur)
bir sözün yalan olduğu çabuk anlaşılır ve söyleyen toplum içinde utanılacak bir duruma düşer.
Atasözü
§ arka çıkmak
bir kimseyi başkalarına karşı korumak, kayırmak: Annesi arka çıktı da çocuğu dayaktan kurtardı.
Deyim
§ arka kapıdan çıkmak
okuldan başarısızlık nedeniyle ayrılmak.
Deyim
§ arpa ektim, darı çıktı
ters sonuç veren işler için söylenen bir söz.
Deyim
§ aslanın adı çıkmış, çakallar baş keser
haksızlık veya kötülük yapacağı düşünülen kişi yerine bu konuda adı ön plana çıkan kişiler asıl
haksızlığı ve kötülüğü yaparlar.
Atasözü
§ artık mal göz çıkarmaz
ne kadar ve ne türden mal olursa olsun malın fazlası elden çıkarılmamalıdır çünkü mutlaka bir gün gelir
lazım olur.
Atasözü
§ askıya çıkarmak
evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askı yoluyla ilan etmek.
Deyim
§ askıya çıkmak
1) ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak; 2) evlenecek kimselerin durumu nüfus kayıtlarının
bulunduğu yerde askı yoluyla ilan edilmek.
Deyim
§ aslı çıkmak
gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak: Söylenenlerin aslı çıkarsa güç duruma
düşecek.
Deyim
§ atalar çıkarayım der tahta, döner dolaşır gelir bahta
ana baba, çocuğuna mutlu bir yaşam sağlamaya çalışır ancak kaderde yazılı olan gerçekleşir.
Atasözü
§ ateş olmayan yerden duman çıkmaz
küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatan bir söz.
Atasözü
§ ateşi çıkmak (yükselmek)
hasta vücut ısısı olağandan çok artmak.
Deyim
§ avazı çıktığı kadar
çok yüksek sesle: “Avazı çıktığı kadar haykırmak istiyordu.” -P. Safa.
Deyim
§ aynı kapıya çıkmak
sonuç bakımından fark etmemek, aynı sonuca varmak: “Talihin aşırısı da insanı eninde sonunda
aptallaştırdığından, sonuç aynı kapıya çıkardı.” -E. Şafak.
Deyim
§ ayyuka çıkmak
1) ses yükselmek: “Camlar çerçeveler parçalanıyor, küfürler ayyuka çıkıyordu.” -A. Ümit. 2) dedikodu
herkesçe duyulmak, yayılmak: “Rezalet ayyuka çıktı, bütün İstanbul bundan bahsediyor.” -N. F.
Kısakürek.
Deyim
§ azıksız yola çıkanın gözü el torbasında kalır
ileride gereksinim duyacağı şeyleri zamanında hazırlamayan kişi, hazırlık yapan diğer insanlardan
yardım bekler.
Atasözü
§ baca eğri de olsa dumanı doğru çıkar
yaradılıştan iyi ve doğru olan kimse, ne denli elverişsiz ortam içinde bulunursa bulunsun niteliğini
yitirmez.
Atasözü
§ baklayı ağzından çıkarmak
açık söylemekten kaçındığı bir sorunu sonunda açıklamak: “Bırak muamma konuşmayı / Çıkar
ağzından baklayı / Bahtımız aydınlanıversin” -C. S. Tarancı.
Deyim
§ balık kavağa çıkınca
alay hiçbir zaman.
Deyim
§ baltası kütükten çıkmak
bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak.
Deyim
§ baskın çıkmak (gelmek)
karşılaştırma konusu olan kimseyi geçmek, ona karşı üstünlüğünü göstermek.
Deyim
§ başına çıkarmak
şımartmak, çok yüz vermek.
Deyim
§ başına iş çıkarmak
istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak.
Deyim
§ başına iş çıkmak
hoşa gitmeyen ve beklenmedik bir iş veya olayla karşılaşmak.
Deyim
§ başına kan çıkmak
öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek: “Bizim merkez memuru celallidir, başına çabuk
kan çıkar, hatırınızı kıracak şeyler yapar.” -P. Safa.
Deyim
§ başını çıkarmak
bitki filizlenmeye başlamak.
Deyim
§ baştan çıkarmak
1) kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak: “Perihan adında bir bayan, bizim güveyi dans
arasında ayartıp baştan çıkarmış.” -M. Ş. Esendal. 2) karşı cinsi bir ilişkiye ikna etmek.
Deyim
§ baştan çıkmak
ahlakı bozulmak, doğru yoldan ayrılıp uygunsuz işlere yönelmek: “Edebiyatı zenginleştiren genellikle
bu tür, baştan çıkmış yazarlardı.” -S. İleri.
Deyim
§ bela çıkarmak
kavga çıkarmak.
Deyim
§ benliğinden çıkmak
kendine benzemez olmak.
Deyim
§ beylik fırın has çıkarır
devlet görevlisi olmak insana birçok kazanç sağlar.
Atasözü
§ bildik çıkmak
birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarını anlamak: “Hâlbuki ayrılık acısına ve ayrılık
seslerine, bildik çıkmaklığım gerekti.” -R. H. Karay.
Deyim
§ bir ağaçtan okluk da çıkar, bokluk da
bir aileden iyi adam da çıkar, kötü adam da.
Atasözü
§ bir ağızdan çıkıp (çıkan) bin dile (ağza) yayılır
ortaya atılan bir söz çok çabuk yayılır.
Atasözü
§ bir buldu iki ister, akça buldu çıkın ister
hırslı insanlar, hiçbir zaman ellerindekiyle yetinmez, daima daha fazlasını isterler.
Atasözü
§ bir deli kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramazmış
bir insan bazen akla ve mantığa sığmayan bir iş yapar; yapılan iş, hiçbir kurala uymadığı için pek çok
akıllı insan bunu düzeltmeye çalışır, fakat başaramaz.
Atasözü
§ (bir durum) açığa çıkmak
1) belli olmak, anlaşılmak: “Ama daha önemlisi komünle bizim aramızda bir anlayış farkı olduğu açığa
çıktı.” -A. Ümit. 2) rıhtıma aborda veya kıçtankara olmuş bir gemi bulunduğu yerden kalkarak daha
uzaktaki bir yere demirlemek üzere kıyıdan uzaklaşmak.
Deyim
§ (bir durum) gün ışığına çıkmak
açıklığa kavuşmak, aydınlanmak: “Bu mesele gün ışığına çıkmadıkça toplumun doğru dürüst bir düzen
kurabileceğine inanmak zordur.” -B. R. Eyuboğlu.
Deyim
§ (bir durumu) açığa çıkarmak
ortaya çıkarmak, gözler önüne sermek, anlaşılır duruma getirmek: “Yolsuzluklarını açığa çıkarması
bardağı taşıtan damla oldu.” -H. Topuz.
Deyim
§ bir elin sesi çıkmaz
1) bir davanın bir kişi tarafından savunulması etkili ve yeterli değildir; 2) yardımlaşarak işler daha kolay
başarılır.
Atasözü
§ bir ev (gemi) donanır, bir kız (çıplak) donanmaz
bir kızı donatmak, bir ev düzmekten daha güç, daha masraflıdır.
Atasözü
§ (bir işin) içinden çıkmak
karışık bir işin güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek: “Pek cazip bir iş fakat çok paraya, çok
vasıtaya ihtiyaç var. Bakalım bunun içinden nasıl çıkabileceğim?” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ (bir işte) tulum çıkmak
amacını eksiksiz elde etmek.
Deyim
§ (bir işten) boş çıkmamak
bir işten az da olsa bir kazançla çıkmak.
Deyim
§ (bir işten) yüz (yüzünün) akı ile çıkmak
bir işi kendi saygınlığını yitirmeden eksiksiz ve başarılı olarak yapıp bitirmek: “Biz buraya geldi isek
her hâlde yüzümüzün akı ile çıkacağımızdan şüphe etmeyesin!” -E. E. Talu.
Deyim
§ bir kapıya çıkmak
aynı sonuca varmak.
Deyim
§ bir kimsenin adı çıkacağına canı çıksın
insanın haklı veya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktı mı ondan sonra yaptıkları hep o gözle
değerlendirilir.
Atasözü
§ bir koyundan iki post çıkarmak
olması gerekenden daha fazla elde etmek.
Deyim
§ bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak
söylenen söze önem vermemek: “Fakat bütün bu sözler benim bir kulağımdan girip öbür kulağımdan
çıkıyordu.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ (bir şey) akıldan çıkmak
unutulmak.
Deyim
(bir şey birinin) başının altından çıkmak
birinin hilesiyle yapılmak: “Anlaşıldığına göre bu iş Saniye'nin İstanbullu anasının başının altından
çıkmıştı.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ (bir şeyden) mana (manası) çıkmak
anlamına gelmek, anlamını taşımak: “Kızın adını Emel koydu. Oğlanınkini Fethi ... Sanki bundan
emelini fethetmiş manası çıkıyordu.” -H. R. Gürpınar.
Deyim
§ (bir şeyi) kuvveden fiile çıkarmak
düşünülen, tasarlanan şeyi gerçekleştirmek.
Deyim
§ (bir şeyin) acısı çıkmak
bir şeyin olumsuz, kötü sonucu bir süre sonra ortaya çıkmak: Dünkü yorgunluğun acısı bugün çıktı.
Deyim
§ (bir şeyin) çivisi çıkmak
düzeni bozulmak, kargaşa içinde bulunmak: “Bu ülkenin, bu dünyanın çivisi çıkmış, ben mi
çakacağım?” -A. Ümit.
Deyim
§ (bir şeyin) gözünü çıkarmak
1) beceriksizce davranmak, zarara uğratmak; 2) tkz. iyisi dururken en kötüsünü seçmek.
Deyim
§ (bir şeyin) keyfini çıkarmak
bir şeyden iyice tat almak: “Pazarın keyfini çıkarmak için saat ona doğru villanın ucu deniz kıyısına
varan bahçesine çıktı.” -S. Kocagöz.
Deyim
§ (bir şeyin) örneğini çıkarmak
benzerini yapmak veya çizmek.
Deyim
§ (bir şeyin) rezili çıkmak
çok eskimek, bozulmak, parçalanmak: “Şu gömleğe bak, rezili çıkmış!” -Ç. Altan.
Deyim
§ (bir şeyin) zevkini çıkarmak
ondan olabildiği kadar zevk almak.
Deyim
§ (bir şeyle) başa çıkmak
bir şeye gücü yetmek: “Varsın kıraç olsun tarlam / Taşlarını ayıklayacağım / Kazmayı sallayacağım /
Karar vermişim / Toprakla başa çıkacağım” -O. V. Kanık.
Deyim
§ bir yakadan baş çıkarmak
bir çatı altında dirlik düzenlik içinde yaşamak.
Deyim
§ (bir yerin) suyu mu çıktı?
“beğenilmeyecek nesini gördün?” anlamında kullanılan bir söz.
Deyim
§ birbirinin gözünü çıkarmak
kıyasıya dövüşmek.
Deyim
§ birinci gelmek (çıkmak)
birçokları arasında en iyi olarak seçilmek.
Deyim
§ (birinden) öfkesini çıkarmak (almak)
öfkeli kişi haksız yere ilgisiz birine çatmak: “Evde önüne gelenin öfkesini kendisinden çıkarmasına
alışıktı.” -N. Cumalı. “Adamı pataklamadan bırakmazdım, pataklamadıkça öfkemi alamazdım.” -R. H.
Karay.
Deyim
§ (birinden) tarafa olmak (çıkmak)
birinin görüş ve düşüncesini benimsemek, desteklemek.
Deyim
§ (birine) biliş çıkmak
tanımak, önceden tanış olmak: “Hiç kimse bu kara yağız garip yiğide biliş çıkmadı.” -K. Tahir.
Deyim
§ (birine) dil çıkarmak
alay etmek, eğlenmek.
Deyim
§ (birine) müşkülat çıkarmak
yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak: “Kaynanam olacak o kadın her türlü
müşkülatı çıkarıyor.” -O. Aysu.
Deyim
§ (birine veya bir şeye) taş çıkarmak (çıkartmak)
biri ötekinden özellik, yetenek vb. bakımından üstün olmak: “Zaten yol boyunca hem lezzetli hem de
buzdolabına taş çıkartacak sulardan geçeceğiz.” -N. F. Kısakürek.
Deyim
§ (birini) açığa çıkarmak
işinden çıkarmak.
Deyim
§ (birini) cebinden çıkarmak
ondan çok üstün olmak.
Deyim
§ (birini) çamurdan çekip çıkarmak
birini kötü veya onurunu tehlikeye düşüren bir durumdan kurtarmak.
Deyim
§ (birini) çileden çıkarmak
çok kızdırmak: “Karşı taraftan konuşanın kolağası Mustafa Kemal oluşu hepsini çileden çıkarır.” -F. R.
Atay.
Deyim
§ (birini) gönülden çıkarmamak
sevilen kimseyi unutmamak.
Deyim
§ (birini veya bir şeyi) göklere çıkarmak
aşırı derecede övmek: “Kadın dergileri bizi göklere çıkarıyorlardı, bunu da hak etmemiştik.” -A.
Ağaoğlu.
Deyim
§ (birini) yalancı çıkarmak
birinin yalan söylediğini ortaya koymak veya yalan söylememesini sağlamak.
Deyim
§ (birini) zıvanadan çıkarmak
sinirlendirmek, öfkelendirmek: “Herhangi bir hastada aldığı tedbirlere rağmen beklediği sonucun
doğmaması onu zıvanadan çıkarırdı.” -A. İlhan.
Deyim
§ (birinin) açığı çıkmak
saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak.
Deyim
§ (birinin) başına çıkmak
birinden yüz bulup ona karşı pek şımarıkça davranmak: “Hizmetçi kadınlarla içli dışlı olmamak, onlara
mesafeli davranmak gerekirdi, yoksa başınıza çıkarlardı.” -T. Uyar.
Deyim
§ (birinin) hatırından çıkmamak
sevdiği, saydığı birinin isteğini reddetmeyip gönlünü kırmaktan çekinmek.
Deyim
§ (birinin) kulağını çınlatmak
birini anmak.
Deyim
§ (birinin) leşini çıkarmak
çok dövmek, adamakıllı dövmek.
Deyim
§ (birinin) maskarasını çıkarmak
birini rezil etmek, küçük düşürerek gülünç duruma sokmak.
Deyim
§ (birinin) öfke topuklarına çıkmak
çok öfkelenmek.
Deyim
§ (birinin) pastırmasını çıkarmak
tkz. bir kimseyi iyice dövmek, hırpalamak.
Deyim
§ (birinin) pestilini çıkarmak
1) çok yormak; 2) çok dövmek: “Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini
çıkaracaktı.” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ (birinin) sesi çıkmamak (kesilmek)
bir şey söylemeyerek susmak.
Deyim
§ (birinin) sesi soluğu çıkmamak (kesilmek)
sesi çıkmamak: “Koskoca adam eriyiverdi sanki, sesi soluğu çıkmazdı.” -Y. Atılgan.
Deyim
§ (birinin) sırtından çıkarmak
o kimseye ödetmek.
Deyim
§ (birinin) tepesine binmek (çıkmak)
genellikle kendinden daha güçsüz kimseleri ezmek, kötü davranmak: “Böyle kız gibi nazik bir zabiti
askerler sayarlar mı? Askerlerimiz tepenize çıkıyordur, nedir?” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ (birinin veya bir şeyin) posasını çıkarmak
1) bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek: “Onlar öyledir, adamın posasını çıkarırlar, dedi.” -R. H.
Karay. 2) birini çok dövmek.
Deyim
§ (biriyle) başa çıkmak
güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek: “Onlarla başa çıkmak
kolay değildi, çünkü her an bir çamur atabilirlerdi kızdıklarında.” -A. Kulin.
Deyim
§ bok etmek (bokunu çıkarmak)
kaba bir işi, bir şeyi bozmak, berbat etmek.
Deyim
§ boku çıkmak
kaba bir iş veya durum tatsızlaşmak.
Deyim
§ borç gırtlağına çıkmak
borca batmak.
Deyim
§ borçlu çıkmak
görülen hesapta vereceği kalmak: “Para muamelelerinden borçlu çıkmıştı.” -Y. K. Beyatlı.
Deyim
§ boş çıkmak
umduğu gerçekleşmemek, sonuç vermemek: “Ben birkaç gündür arıyorum, birkaç yerlere başvurdum,
boş çıktı.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ boşa çıkarmak
olumlu bir sonuç alınmasını engellemek: “Çocuklar her atılımını boşa çıkarıyor, onunla alay ediyorlar.”
-A. İlhan.
Deyim
§ boşa çıkmak
umut, düşünce vb. şeyler sonuç vermemek, gerçekleşmemek: “Ümidim boşa çıkınca dizlerimin bağı
çözülür.” -H. R. Gürpınar.
Deyim
§ boynuz kulaktan sonra çıkar, ama kulağı geçer
bir konu üzerinde sonradan yetiştikleri hâlde kendilerinden önce yetişmiş olanları geçenler vardır.
Atasözü
§ böcek çıkarmak
ipek böceği yetiştirmek.
Deyim
§ buğday başak verince orak pahaya çıkar
gereksinim duyulan şey değer kazanır.
Atasözü
§ burnu Kafdağı’na çıkmak (varmak)
kibirlenmek, şımarmak, burnu büyümek: “Nikâh ettirir ettirmez kadının burnu Kafdağı'na çıkmış.” -S.
M. Alus.
Deyim
§ burnunu sıksan canı çıkacak
çok zayıf ve güçsüz kimseler için kullanılan bir söz: “Nerdee iş nerede. Bizimkinin ağzını bıçak
açmıyor. Burnunu tutsan canı çıkacak.” -O. Kemal.
Deyim
§ cama çıkmak
pencereden görünmek.
Deyim
§ can çıkmayınca (çıkmadan) huy çıkmaz
insanı alışkanlıklarından, huylarından vazgeçirmek mümkün değildir.
Atasözü
§ canı burnundan çıkmak
çok kızgın olmak, öfkelenmek: “Öte yandan Osman da canı burnundan çıkarak 'karışma, hırsını alsın,
anne!' der.” -M. Seyda.
Deyim
§ canı çıkmak
1) çok yorulmak veya çok zorluk çekmek: Çalışmaktan canım çıktı. 2) ölmek: “Herifin burnunu sıksan
canı çıkacak.” -S. F. Abasıyanık. 3) çok yıpranmak: Her gün giyilmekten elbisenin canı çıktı. 4) zarar
etmek: “Kazandığımız paranın aslan payını gidip ona toka etmekle canımız çıkıyor.” -Halikarnas
Balıkçısı.
Deyim
§ canım dese canın çıksın diyor sanmak
birinin en gönül okşayıcı sözleri bile kendisine dokunmak, batmak.
Deyim
§ canını çıkarmak
hırpalamak, çok yormak, yıpratmak.
Deyim
§ ceketini alıp çıkmak
1) ilişkisini tamamen koparmak; 2) hiçbir şey almadan birlikteliği bitirmek, ortaklıktan ayrılmak.
Deyim
§ cep harçlığını çıkarmak
günlük masrafını karşılayacak kadar kazanç sahibi olmak: “Tuttuğu odayı, ayda üç bin Frankla
başkasına veriyor; arada hiç olmazsa cep harçlığını çıkarıyordu.” -A. İlhan.
Deyim
§ cerre çıkmak
medreselerde okuyan softalar para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağılıp imamlık veya
müezzinlik yapmak: “Padişahlardan birinin torunu çıkageldi, yarı ümmi bir adamla cerre çıkmıştı.” -R.
H. Karay.
Deyim
§ cıcığı çıkmak
1) çok yorulmak; 2) hırpalanmak.
Deyim
§ cıcığını çıkartmak
cıcığı çıkmak.
Deyim
§ cılk çıkmak
kusurlu, boş veya bozuk çıkmak.
Deyim
§ cılkı çıkmak
bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak.
Deyim
§ cinleri (cin) tepesine çıkmak (binmek)
çok kızmak: “Gidip oyunu seyretmiş. Seyretmiş ama bütün cinleri de tepesine çıkmış, ağızlarının payını
vermiş.” -N. Meriç. “Biraz fazlaca gülsen, bir parça kısa giysen cin tepesine biniyor.” -O. Kemal.
Deyim
§ çalı idi çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya
her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş, yaşayıp gidiyordum.
Atasözü
§ çalıp çırpmak
hırsızlık yapmak: “Müşteri ise her zamanki oyunbazlığıyla çalıp çırptıklarını eve yığıyordu.” -İ. O.
Anar.
Deyim
§ çanağa ne doğrarsan kaşığında o çıkar
kişi, kendisi için önceden yaptığı hazırlıkların verimini ileride alır.
Atasözü
§ çıbanın başını koparmak
ağır bir sorunun patlak vermesine yol açmak.
Deyim
§ çığ gibi büyümek
bir olay birdenbire ve etkileyici bir biçimde büyümek.
Deyim
§ çığır açmak
bir alanda yeni bir yol, yöntem başlatmak: “Hepsi birden Atatürk'ün açmakta olduğu bir çığırda
çalışıyorlardı.” -A. Erhat.
Deyim
§ çığlık atmak (koparmak, basmak)
kulak tırmalayıcı korkunç sesler çıkararak acı acı bağırmak: “Deve acı bir çığlık atarak yere yığıldı.”
-N. F. Kısakürek. “Bir gün işte bu çalgı çalınırken küçük kız olanca kuvveti ile tepinmeye, çığlık
basmaya başlamıştır.” -H. E. Adıvar.
Deyim
§ çıkar gözetmek
çıkarına bakmak.
Deyim
§ çıkarına bakmak
yalnızca kendini ve kendi durumunu gözeterek çıkar sağlamak.
Deyim
§ çıkarını tepmek
1) kendisine yarar sağlayacak bir şeyi veya bir durumu istememek; 2) kendisine yarar sağlayacak bir
şeyden veya durumdan yararlanmamak.
Deyim
§ çıkıntılık etmek
1) itiraz etmek; 2) yolunda giden işi bozmak.
Deyim
§ çıkış almak
1) işten ayrılmak; 2) çıkış belgesi almak.
Deyim
§ çıkış vermek
belge düzenleyip işine son vermek.
Deyim
§ çıkış yapmak
1) bir tartışmada, karşı düşüncede olanları alt etmek için sert davranışta bulunmak; 2) ask. uçak
herhangi bir görevle havalanmak.
Deyim
§ çıkmadık canda umut var
elden gitti sandığımız bir şeyle ilgimiz büsbütün kesilmemişse gereken çabayı harcayarak onun
elimizde kalmasını sağlayabileceğimizi umabiliriz.
Atasözü
§ çıkmadık candan umut kesilmez
elden gitti sandığımız bir şeyle ilgimiz büsbütün kesilmemişse gereken çabayı harcayarak onun
elimizde kalmasını sağlayabileceğimizi umabiliriz.
Atasözü
§ çıkmaz ayın son çarşambası
şaka işin hiçbir zaman yapılmayacağını anlatan bir söz.
Deyim
§ çıkmaza girmek
bir iş çözümlenemeyecek, içinden çıkılmayacak bir duruma düşmek: “Kıbrıs sorunu, şu ya da bu siyasal
oyunla, yeniden çıkmaza girecektir.” -T. Halman.
Deyim
§ çıkmaza sokmak
bir işi, bir durumu çözümlenemez, güç bir duruma getirmek: “Bu çelişki, kıyafetinin seçimi konusunda
onu çıkmaza sokuyordu.” -N. Bezmen.
Deyim
§ çıkmazda olmak
çözüm bulamamak, çözümsüz durumda olmak: “Şu sıralar tam bir çıkmazdayım anlayacağın.” -İ. Aral.
Deyim
§ çılgına dönmek
1) sevinç, öfke, kızgınlık vb. duygular sonucu aşırı ölçüde heyecanlanmak; 2) kendine hâkim
olamamak.
Deyim
§ çın çın inletmek
gür ve keskin ses çıkarmak.
Deyim
§ çın çın ötmek
sürekli olarak keskin ses çıkarmak: “Rüzgâr vurdukça çın çın öten tabakların sesini dinleye dinleye
uykuya geçtiler.” -L. Tekin.
Deyim
§ çın tutmak
doğru olduğunu söylemek, doğrulamak.
Deyim
§ çıngar çıkarmak (koparmak)
gürültü, kavga çıkarmak.
Deyim
§ çıngar kopmak (çıkmak)
gürültü, kavga çıkmak: “Bu son rolü, ihtiyaten, büyük çıngarın kopacağı güne sakladı.” -N. Araz.
Deyim
§ çıngırağı çekmek
argo ölmek.
Deyim
§ çıngıraklı deve kaybolmaz
nerede olsa varlığını gösteren kimse unutulmaz.
Atasözü
§ çıra dibi karanlık olur
bir kimse, başkalarına bol bol yaptığı yardımı kendi yakınlarına yapmaz.
Atasözü
§ çırak almak
yanında çırak çalıştırmak.
Deyim
§ çırak çıkarmak
1) bir kimseyi beklediğinden az bir kazançla ortaklıktan uzaklaştırmak; 2) esk. cariye veya odalıkların
saray, konak, köşk vb. büyük yerlerde yıllarca hizmet ettikten sonra evlenmelerine veya o yerlerden
ayrılmalarına izin vermek.
Deyim
§ çırak vermek
çırak olarak çalışması için bir iş yerine göndermek: “Bu çocuğu sekiz yaşındayken, araba boyacısına
çırak vermişler.” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ çırpı gibi
çok ince, çok zayıf (kol ve bacak).
Deyim
§ çırpı vurmak
boyaya batırılmış ipin gerilip çabucak çırpılmasıyla yüzeylere çizgi çekmek.
Deyim
§ çırpıya getirmek
bir sıra veya çizgi üzerine getirmek.
Deyim
§ çıt çıkmamak
en hafif bir ses bile çıkmamak: “Bir müddet hiçbirisi kımıldamadı ve çıt çıkmadı, sonra bir hıçkırık
duyuldu.” -P. Safa.
Deyim
§ çıt (çıtını) çıkarmamak
1) ses çıkarmamak: “İşte bak, hücre kapısını çıt çıkarmadan araladı, yine bir şey diyecek.” -A. İlhan. 2)
hiç konuşmamak.
Deyim
§ çıtayı yükseltmek
hedefi yüksek belirlemek.
Deyim
§ çıtı çıkmamak
hiç konuşmamak.
Deyim
§ çıyan gibi
hain bakışlı (kimse).
Deyim
§ çiçek çıkarmak
çiçek hastalığına tutulmak: “Küçükken çıkardığı çiçek, sabanla tarla sürer gibi çehresinin altını üstüne
getirmiş.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane “gelecek yıl” çıkmış
çiftçinin ürünü her yıl bir afete uğrar, o da hep gelecek yıla umut bağlar.
Atasözü
§ çile çıkarmak (doldurmak)
sıkıntılı bir işin veya bir durumun sona ermesini beklemek: “Yirmi beş senedir Beykoz'daki o tekke gibi
evde çile dolduruyorum.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çileden çıkmak
1) olup bitenler karşısında sabrı ve dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek: “Ben ötede beride
tanıdığım yaşlı başlı Fransızlarla böyle konuştukça kardeşim çileden çıkıyordu.” -B. R. Eyuboğlu. 2)
çile süresini bitirmek.
Deyim
§ çivi çıkar ama yeri kalır
gönül yarası kapansa da unutulmaz.
Atasözü
§ çizmeden yukarı çıkmak
bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak: “Daha çoğunu istemeye kalkarsa iş
değişir o zaman; buna çizmeden yukarı çıkmak denir, herkes haddini bilmeli.” -M. C. Anday.
Deyim
§ çobanın gönlü olursa (olunca) tekeden yağ (süt, köremez) çıkarır
kişi istediğinde olmayacak gibi görünen işlere çözüm yolu bulur.
Atasözü
§ çürüğe çıkarmak
bir nesneyi işe yaramayacak durumda olmasından dolayı kullanmamak.
Deyim
§ çürük (çürüğe) çıkmak
1) birinin sağlam olmadığı anlaşılmak; 2) ask. sağlık durumunun elverişsiz olması yüzünden askerlik
ödevinden bağışlanmak.
Deyim
§ dağa çıkmak
1) eşkıyalık etmek; 2) hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek.
Deyim
§ dağarcığındakini çıkarmak
hazırladığı bir sözü söylemek.
Deyim
§ dala çıka
büyük güçlüklerle.
Deyim
§ dalıp çıkmak
1) deniz, göl vb. yerlerde suyun içinde kaybolup yeniden görünmek; 2) deniz, göl vb. içinde kısa süre
kalmak: Biz bir dalıp çıkacağız. 3) birçok yere girmek: Nerede bulunduğu belli olmaz, her yere dalıp
çıkar.
Deyim
§ dama çıkmak
cinsel istekleri artmak.
Deyim
§ daraya atmak (çıkarmak)
değer vermemek.
Deyim
§ dayak cennetten çıkmıştır
dayağın yola getirici bir etkisi vardır.
Atasözü
§ dediği çıkmak
dediği şey gerçekleşmek.
Deyim
§ dediğinden (dışarı) çıkmak
sözünü dinlememek: Dediğimden dışarı çıkarsa kendi bilir.
Deyim
§ dedikodu çıkarmak
birisi hakkında dedikodu ortaya atmak.
Deyim
§ değirmen taşının altından diri çıkar
en ağır şartlarda bütün güçlükleri yener.
Atasözü
§ deli çıkmak
1) çıldırmak; 2) mec. çok sinirlenmek.
Deyim
§ deli ile çıkma yola, başına getirir bela
deli, kendisiyle arkadaşlık edenin başına çeşit çeşit dert açar.
Atasözü
§ deniz çıkmak
denizde fırtına olmak.
Deyim
§ denizden çıkmış balığa dönmek
sudan çıkmış balığa dönmek.
Deyim
§ denize çıkmak
gezi veya av için kıyıdan ayrılmak.
Deyim
§ deveyi düze çıkarmak
güçlükleri giderip işleri yoluna koymak.
Deyim
§ dırıltı çıkarmak (etmek)
çekişmeye yol açmak: “Rica ederim bey, gelir gelmez ayağının tozu ile dırıltı çıkarma.” -M. Yesari.
Deyim
§ dışarı çıkmak
büyük abdest yapmak.
Deyim
§ dışına çıkmak
tanınan hak ve yetkileri aşmak.
Deyim
§ diken battığı yerden çıkar
zarar hangi yönden geldiyse ancak o yönden giderilir.
Atasözü
§ dili bir karış dışarı çıkmak (sarkmak)
koşmaktan, yürümekten ve yorulmaktan çok susamak: “Koştu koştu da dili bir karış sarktı.” -S. F.
Abasıyanık.
Deyim
§ dilinin altındaki baklayı çıkarmak
gizli tutulması gereken bir şeyi söylemek: “Çıkar şu dilinin altındaki baklayı da ne demek istiyorsan
söyle, ben de anlayayım.” -O. C. Kaygılı.
Deyim
§ dinden imandan çıkmak
kendini kontrol edemeyecek kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek.
Deyim
§ diş çıkarmak
çene kemikleri içinde bulunan diş, diş etini deldikten sonra ağız boşluğuna doğru sivrilmek.
Deyim
§ doğru çıkmak
gerçek olduğu anlaşılmak: “Bu bari doğru çıksaydı, yazarlığıma geçmişte bir ipucu bulacaktım.” -A.
Ağaoğlu.
Deyim
§ domuzdan toklu çıkmaz (doğmaz)
kötü huylu kimsenin çocuğu melek huylu olmaz.
Atasözü
§ döküm çıkarmak
bütün hesap işlemlerini bir listeye yazmak.
Deyim
§ dumanı doğru çıksın
“iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun” anlamında kullanılan bir söz.
Deyim
§ dumanı tepesinden çıkmak
bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak.
Deyim
§ durumdan ders çıkarmak
içinde bulunulan şartları değerlendirerek yanlış adım atmamak.
Deyim
§ durumdan vazife çıkarmak
içinde bulunulan şartları değerlendirerek sorumluluk yüklenmek.
Deyim
§ dünyanın tadını çıkarmak
bütün zevklerden yararlanmak, mutlu ve rahat yaşamak: “Dünyanın tadını çıkarmaya devam ettik.” -O.
Kemal.
Deyim
§ ekmeğini çıkarmak
çalıştığı işten geçimini karşılayacak kadar kazanç sağlamak: “Şu dünyada her birimiz alnımızın teriyle
ekmeğimizi çıkarmak zorundayız.” -Halikarnas Balıkçısı.
Deyim
§ ekmeğini taştan çıkarmak
1) geçimini sağlamakta çok becerikli olmak; 2) en zor koşullarda bile kazancını sağlamak: “Bu cins
çocukların da ekmeğini taştan çıkarmak için ölürcesine çalıştıklarını görüyorum.” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ eksiltmeye çıkarmak
bir işi, istekliler arasında en ucuz fiyat verene bırakmak için ihaleye çıkarmak.
Deyim
§ el çırpmak
1) alkışlamak, tempo tutmak: “Bir köylü oturduğu yerde cura çalıyor, birkaç delikanlı etrafında el
çırparak ayak vurarak türkü söylüyorlardı.” -R. N. Güntekin. 2) birini çağırmak için ellerini birbirine
vurmak.
Deyim
§ elden çıkarmak
1) bir şeyin sahipliğini başkasına geçirmek, satmak: “Eskilerden bir kısmını yok pahasına elden
çıkarmak gerekecek.” -H. Taner. 2) yitirmek: “Sanki o, kaçırdığım, elden çıkardığım bir fırsattı.” -N. F.
Kısakürek.
Deyim
§ elden çıkmak
1) malı olmaktan çıkmak, malı satılmak; 2) kaybedilmek: “Selanik elden çıkınca ailesi İzmir'e
göçmüştür.” -A. İlhan.
Deyim
§ eli boş çıkmak
umduğunu alamamak, başarısızlığa uğramak: “Sağa döndü, sola baktı, seksen sergüzeşte atıldı, eli boş
çıktı, parasız, kıyafetsiz ve mevkisiz olup...” -R. H. Karay.
Deyim
§ elinden bir kaza (sakatlık) çıkmak
istemeyerek birini yaralamak veya öldürmek: “Belki elinden bir kaza çıkar diye evine girmeye cesaret
edemezdi.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ ... elinden çıkmak
biri tarafından yapıldığı belli olmak: “Giysi belli oldu, çok kaliteli, çok iyi terzi elinden çıkmış.” -M.
İzgü.
Deyim
§ elinden iş çıkmamak
çabuk iş görememek.
Deyim
§ elinden kan çıkmak
cinayet işlemek: “Kırk kanını Allah'a affettirmeye çalışırken kazara, elinden yeni bir kan çıkmıştı.” -Ö.
Seyfettin.
Deyim
§ emekliye ayırmak (çıkarmak, çıkartmak)
kanuna göre aylık bağlayarak bir görevliyi görevinden ayırmak: “Size bir fenalık edebilir, sizi işinizden
attırır, vekâlet emrine alır, vakitsiz emekliye çıkartabilir.” -H. Taner.
Deyim
§ emekliye ayrılmak (çıkmak)
emekli olmak, tekaüde sevk olunmak: “Sakatlığımı öne sürerek emekliye ayrılmamı isteyebilirim.” -N.
F. Kısakürek.
Deyim
§ engel çıkarmak
bir işin yapılmasını zorlaştırmak: “Aslında bütün mesele, düğün için engel çıkarmakta.” -N. Hikmet.
Deyim
§ er olan ekmeğini taştan çıkarır
azimli kimse geçim yolunu bulmak için en güç işlerle bile uğraşmaktan yılmaz.
Atasözü
§ erken kalkan (çıkan) yol alır, er evlenen döl alır
yapacakları işe erken başlayanlar kazançlı olurlar.
Atasözü
§ eşeği dama çıkaran yine kendi indirir
yanlış yapan kimse, yanlışı yine kendisi düzeltir.
Atasözü
§ eşeği yoldan çıkaran sıpanın oynaması
çocuklarının düzensiz davranışı, anne babayı rahatsız eder.
Atasözü
§ evci çıkmak
tatil günlerinde okul, kışla vb.nden eve gelmek.
Deyim
§ eve çıkmak
1) aileden ayrılıp ayrı bir evde oturmak; 2) öğrenci yurttan ayrılıp ev kiralayarak yaşamak:
“Öğrencilerin bir bölümü, ilk yılı yurtta geçirse bile ikinci yıldan başlayarak eve çıkmayı yeğler.” -A.
Cemal.
Deyim
§ falso çıkmak
bozuk olmak: “Yüzde beş yüz kâr beklediği bu işlerin alt tarafı falso çıkınca apışmış kalmıştı.” -E. E.
Talu.
Deyim
§ fare çıktığı deliği bilir
bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağını anladığında nereye sığınacağını bilir.
Atasözü
§ fare çıktığı deliği bilir
“bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağını anladığında nereye sığınacağını bilir”
anlamında kullanılan bir söz.
Deyim
§ faturasını (birine) çıkarmak (ödetmek)
sorumluluğu birine yüklemek.
Deyim
§ fazla mal göz çıkarmaz
ne kadar ve ne türden mal olursa olsun malın fazlası elden çıkarılmamalıdır çünkü mutlaka bir gün gelir
lazım olur.
Atasözü
§ fazla mal göz çıkarmaz
“ne kadar ve ne türden mal olursa olsun elden çıkarılmamalıdır” anlamında kullanılan bir söz.
Deyim
§ ferman çıkarmak
1) padişah tarafından herhangi bir konuda emir verilmek; 2) yetkili bir kimse tarafından buyruk
verilmek.
Deyim
§ ferz çıkarmak
acemi bir oyuncuya karşı vezirsiz oynamak.
Deyim
§ ferz çıkmak
satrançta piyon, karşıdaki en son kareye kadar sürülüp vezir olmak.
Deyim
§ fesat çıkarmak (fesada vermek)
ara bozmak, ortalığı karıştırmaya çalışmak, insanları birbirine düşürecek işler yapmak.
Deyim
§ fetva çıkarmak
esk. belli bir konuda dinî hukuk kurallarına göre izin almak: “Şimdi müftüye gideceğim, fetva çıkarıp
senden boşanacağım.” -A. Gündüz.
Deyim
§ fetvayişerife çıkarmak
1) şeyhülislam fetvası ilan etmek; 2) mec. kendi kendine yorum getirmek: “Fetvayişerife mi
çıkarıyorsun be?” -H. Taner.
Deyim
§ fırsat düşmek (çıkmak)
bir imkâna kavuşmak: “Evet mademki fırsat düşmüştü. Cesaretini göstermek lazımdı.” -Ö. Seyfettin.
Deyim
§ fırtına çıkmak
sert rüzgâr esmeye başlamak.
Deyim
§ fitne fesat çıkarmak
1) arabozucu söz söylemek; 2) arabozucu davranışta bulunmak.
Deyim
§ fos çıkmak
bir işin sonu gelmemek, boş çıkmak.
Deyim
§ foyası meydana (ortaya) çıkmak
bir olay dolayısıyla bir kimsenin kötü niteliği ortaya çıkmak: “Utanmazlık siyasetinin veya utanmaz
siyasinin önünde sonunda foyası meydana çıkar.” -B. Felek.
Deyim
§ geldik yüze, çıktık düze
kasım ayından sonra gelen yüzüncü günde, 15 Şubatta kışın soğuk günleri geride kalır.
Atasözü
§ gelin altın taht getirmiş, çıkmış kendisi oturmuş
toplum içine giren bir kimsenin kendi kullanacağı eşyasının değerli olup olmaması başkalarını
ilgilendirmez.
Atasözü
§ genizden konuşmak (çıkarmak)
burnu tıkalı gibi konuşmak: “Genzinden çıkardığı seslerle ağlama taklidi yapıyordu.” -O. C. Kaygılı.
Deyim
§ geziye çıkmak
uzak yerleri dolaşmak.
Deyim
§ gık dememek (gıkı çıkmamak)
sesini çıkarmamak, karşı çıkmamak, yakınmamak.
Deyim
§ girip çıkmak
1) bir yere kısa süre kalmak üzere uğramak; 2) bir yere sık sık gelmek: Onun yanımızdaki eve girip
çıktığını görürdük.
Deyim
§ göbeği çıkmak
şişmanlamak: “Benim oğlanın göbeği çıkıyormuş da biraz, her sabah koşu yapıyor, dedi.” -N. Hikmet.
Deyim
§ göklere çıkmak
pek çok yükselmek.
Deyim
§ gönlünü pazara çıkarmak
sevmek için kendine yakışanı seçmeyip rastgele birini sevmek.
Deyim
§ görücüye çıkmak
evlenmesi söz konusu olan kız görücüye görünmek: “Onu indirmek, görücüye çıkmaya razı etmek için
başta haminne olmak üzere bütün ev halkı ağacın altında durdu, yalvardı.” -H. E. Adıvar.
Deyim
§ gözden çıkarmak
bir mal, para, değer yargısı vb. maddi veya manevi varlığın elden çıkarılmasını kabul etmek: “İnsan,
emeğini o kadar kolay gözden çıkaramıyor.” -A. Ağaoğlu.
Deyim
§ gözden gönülden çıkarmak
önem vermemek, ilgisini kesmek: “Şimdi, artık gözünden ve gönlünden çıkardığı bu adamın her şeyi
onun için müsavi idi.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ gözü kara çıkmak
korkusuz olduğu anlaşılmak: “Gözü kara çıkmış, yaşamın bozuk para gibi harcanabileceğini kanıtlayan
o üstün insanlar arasına katılmıştı.” -S. İleri.
Deyim
§ gözüm çıksın (kör olsun)
bir şeyin doğruluğuna inandırmak için edilen ant.
Deyim
§ gurbete çıkmak
doğup yaşanılan yerden uzaklaşmak.
Deyim
§ güçlük çıkarmak
bir şeyin gerçekleşmesini engelleyici sebepler ileri sürmek: “Ancak çoğu sansür görevlisi de rüşvet
alabilmek için güçlük çıkarıyordu.” -M. And.
Deyim
§ günah çıkarmak
1) Hristiyanlar, Tanrı'nın bağışlaması için papaza gidip işlediği günahları anlatmak; 2) mec. kötü
davranışlarını, suçlarını açıklamak, anlatmak: “Sözlerinin ardında sitem vardı ama daha çok günah
çıkarıyordu.” -A. Kutlu.
Deyim
§ gürültü çıkarmak (etmek, koparmak, yapmak)
1) düzensiz ve rahatsız edici sesler çıkarmak: “Karanlıkta bana çarpıp da gürültü yapmamaya dikkat
ederek kapıyı açtım.” -H. C. Yalçın. 2) kavga, karışıklık, tartışma çıkarmak.
Deyim
§ gürültü çıkmak
kavga, tartışma, karışıklık olmak: “Bir gürültü çıkarmadan buradan gidiniz...” -H. R. Gürpınar.
Deyim
§ haber çıkmamak
biri veya bir şey için beklenen bilgi gelmemek.
Deyim
§ haç çıkarmak
Hristiyanlar, sağ ellerini alın, karın, iki omuz başı ve göğüs hizasına götürerek haç biçiminde tapınma
işaretini yapmak, istavroz çıkarmak: “Beraber eski kilise harabesine girdiler, kadın burada haç çıkardı.”
-R. H. Karay.
Deyim
§ hadise çıkarmak
olay çıkarmak: “Gürültü etmeden, iz bırakmadan, hadise çıkarmadan çalışıyorlar, arılar gibi.” -E. M.
Karakurt.
Deyim
§ hakikatsiz çıkmak
yakınlığı ve bağlılığı sürekli olmamak: Dost bildiğim insan hakikatsiz çıktı.
Deyim
§ haklı çıkmak
davasının, iddiasının, düşüncesinin veya davranışının doğru olduğu anlaşılmak: Bu tartışmada o haklı
çıktı.
Deyim
§ ham çıkmak
kavun, karpuz olgunlaşmamak.
Deyim
§ hangi taşı kaldırsan, altından çıkar
1) her işten anlar veya anladığı iddiasında bulunur; 2) her işe karışır.
Atasözü
§ hastalık kantarla girer, miskalle çıkar
hastalık birden ve çok zorlu gelir ama yavaş yavaş iyileşir.
Atasözü
§ haşadı çıkmak
1) bozulmak, işe yaramaz duruma gelmek; 2) çok yorulmak, bitkinleşmek.
Deyim
§ hayatından çıkarmak
ilgisini, ilişkisini tamamen kesmek: “Beni sırf, Müslüman olmayan bir erkeği sevdim diye hayatından
çıkaran babamın evine dönmeyeceğim.” -A. Kulin.
Deyim
§ hazzını çıkarmak
zevkini çıkarmak: “Günün bu son hazzını çıkarmadan ondan niçin vazgeçeriz?” -A. Ş. Hisar.
Deyim
§ her boyaya girip çıkmak
çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmış olmak.
Deyim
her deliğe elini sokma, ya yılan çıkar ya çıyan
sonunu düşünmeden sana zararı dokunma olasılığı bulunan davranışlarda bulunma.
Atasözü
§ her firavunun bir Musa’sı çıkar
insanı, zalimce davranan birinden kurtaracak bir kimse her zaman bulunur.
Atasözü
§ her kafadan bir ses çıkmak
bir konu üzerinde herkes rastgele konuşmak: “Her kafadan bir ses çıkıyor, sen kazandın ben kazandım,
şans mans deyip gülüşüyorlardı.” -N. Meriç.
Deyim
§ her taşın altına elini sokma, ya yılan çıkar, ya çıyan
sonunu düşünmeden sana zararı dokunma olasılığı bulunan davranışlarda bulunma.
Atasözü
§ herkes aklını pazara çıkarmış, yine kendi aklını almış
insanlar kendi akıllarını başkalarının aklından üstün görürler.
Atasözü
§ herkes sakız çiğner ama, Çingene kızı tadını çıkarır
severek yapılan iş, insanı mutlu eder.
Atasözü
§ hesap çıkarmak
alacakla vereceği kâğıt üzerinde karşılaştırmak.
Deyim
§ hıncını çıkarmak
öcünü almak: “Hıncını çıkarmak için başka vesileler arıyordu.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ hır çıkarmak
kavga, gürültü çıkarmak.
Deyim
§ hırgür çıkarmak
kavga etmek, kavga çıkarmak.
Deyim
§ hırtlambası çıkmak
1) perişan bir biçimde giyinmiş olmak; 2) eşya, çok eskiyip dökülür durumda olmak: Koltukların
hırtlambası çıktı.
Deyim
§ hışırı çıkmak
1) eşya, çok hırpalanıp örselenmek; 2) insan ağır işlerle uğraşıp çok yorulmak.
Deyim
§ hurdası çıkmak
eşya, kullanılmayacak duruma gelmek, eskimek.
Deyim
§ ıcığını cıcığını çıkarmak
incelenmemiş, elden geçirilmemiş hiçbir yerini bırakmamak, en küçük ayrıntısına kadar incelemek,
didik didik etmek: “Allah'ın bildiğini kuldan ne saklamalı, ilk önce aklımdan bazı çirkin şüpheler geçer
gibi olmuştu. Hastanenin ıcığını cıcığını çıkarmıştım.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ ıskartaya çıkarmak (ayırmak)
değersiz bularak bir yana atmak, işe yaramadığı için ayırıp bir yana koymak: “Sekiz balya tütününden
bir ya da iki balyasını ıskartaya ayırabileceklerini aklından geçirmeye başladı eksperlerin.” -N. Cumalı.
“Orada, kim bilir neden ve nasıl, işe yaramaz diye ıskartaya çıkardığı bir sürü film tepeleme yığılı.” -A.
İlhan.
Deyim
§ icat çıkarmak
1) hoş görülmeyen yeni bir huy, davranış göstermek; 2) yadırganan bir yol tutmak; 3) ortaya gereği
olmayan bir sorun atmak.
Deyim
§ içeriden çıkmak
hapisten kurtulmak, serbest kalmak: “Umarım şimdi anlıyorsundur uzun süre yatan kişilerin içeriden
nasıl çıktıklarını.” -İ. Aral.
Deyim
§ içi dışına çıkmak
1) kusmak; 2) kusacak duruma gelmek: “Cip hazır, dedi. İnşallah süspansiyonu iyidir yoksa yollarda
içimiz dışımıza çıkacak.” -R. Erduran.
Deyim
§ ihaleye çıkarılmak
eksiltmeye veya artırmaya çıkarılmak.
Deyim
§ ihramdan çıkmak
hac görevini tamamladıktan sonra giyilen ihramı çıkarmak.
Deyim
§ iki çıplak bir hamama yakışır
iki yoksul kimsenin birbiriyle evlenmesi uygundur.
Atasözü
§ ikisi bir kapıya çıkmak
aynı sonuca varmak, aynı sonucu doğurmak.
Deyim
§ ileri atılmak (çıkmak)
öne doğru çıkmak.
Deyim
§ imam evinden aş, ölü gözünden yaş çıkmaz
bir şey alınması imkânı olmayan yerden, bir şeyler vermesini beklemek boştur.
Atasözü
§ insaflı çıkmak
anlayışlı, hoşgörülü olduğu belli olmak: “Gelinin babası insaflı çıktı da verdi Gülizar'ı bizim oğlana.”
-M. İzgü.
Deyim
§ insan içine çıkmak
toplum içine karışmak, başkalarıyla ilişki kurmak.
Deyim
§ insanın adı çıkacağına canı çıksın
insanın haklı veya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktı mı ondan sonra yaptıkları hep o gözle
değerlendirilir.
Atasözü
§ insanlıktan çıkmak
1) çok zayıflamış olmak; 2) insana özgü niteliklerini yitirmek: “İki üç aydır şu Çukurova'da gezdik,
gezdik, insanlıktan çıktık.” -Y. Kemal.
Deyim
§ ipliği pazara çıkmak
kötü nitelik ve suçları ortaya çıkmak.
Deyim
§ iskeleti çıkmak
çok zayıflamak.
Deyim
§ ismi çıkmak
adı çıkmak: “Ama siz ecnebiler ismi çıkmış yerlerden hoşlanırsınız.” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ istavroz çıkarmak
haç çıkarmak: “Lanet kelimesini her anışında istavroz çıkarıyordum.” -N. Meriç.
Deyim
§ iş çığırından çıkmak
amacından saparak düzeltilmesi güç bir durum almak.
Deyim
§ iş çıkarmak
1) çok iş yapmak: “Yönettiği bütün toplantılarda, batılı bir metotla kısa zamanda verimli iş çıkarmakta
üstüne yoktu.” -H. Taner. 2) gereksiz, uğraştırıcı bir işe yol açmak, sorunlara neden olmak.
Deyim
§ iş şirazesinden çıkmak
düzenini kaybetmek, çığırından çıkmak.
Deyim
§ işi çıkmak
başka bir işle meşgul olmak: “Bazen işi çıkıyor günlerce.” -F. F. Tülbentçi.
Deyim
§ işin içinden çıkamamak
başaramamak, sorunu çözümleyememek.
Deyim
§ işin içinden çıkmak (sıyrılmak)
1) bir şeyi anlamak, bir sorunu çözümlemek: “Ne yaparsanız yapın, yeter ki akıllıca olsun, demiş,
çıkmış işin içinden!” -B. R. Eyuboğlu. 2) güç bir sorunu çözemeyince kestirip atmak; 3) bir konudan
veya işten uzak durmak, kaçmak: “O, ne emrederse ben razıyım, deyip kurnazlıkla işin içinden
sıyrıldım.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ işini kış tut da yaz çıkarsa bahtına
başladığın bir işte her zaman güçlüklerle karşılaşacağını varsay ki sonunda hayal kırıklığına
uğramayasın, iyi sonuçlar aldığında sevinesin.
Atasözü
§ iyi iş altı ayda çıkar
doğru dürüst yapılması istenen iş uzun zaman ister.
Atasözü
§ izin çıkmak
bir şey yapmada serbest bırakılmak.
Deyim
§ izinli çıkmak
izin alarak belli bir süre için bir yerden ayrılmak: “İlk bakışta bana izinli çıkmış bir hasta bakıcı gibi
göründü.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ izne çıkmak (ayrılmak)
bir iş yerinde üst makamların onayıyla belli bir süre için görevinden ayrılmak.
Deyim
§ kabak çıkmak
ham çıkmak.
Deyim
§ kabiliyetli çırak ustayı geçer
yetenekli çırak, ustasından daha usta olur.
Atasözü
§ kabuğu dışına çıkmak
içinde bulunduğu ortam veya durumdan ayrılmak.
Deyim
§ kaburgaları çıkmak (sayılmak)
çok zayıf olmak.
Deyim
§ kadidi çıkmak
1) çok zayıflamak, bir deri bir kemik durumuna gelmek: “Sıtmalı arabacıların titredikleri, cılız, kadidi
çıkmış öküzlerin iç ezici bir şekilde düşündükleri görülürdü.” -S. F. Abasıyanık. 2) iskeleti görünmek.
Deyim
§ kafasından çıkarmak (atmak)
bir şeyi unutmak veya ondan vazgeçmek: “Bir rüyadan böyle abuk sabuk sonuçlar çıkardığım için
kendimi suçlayarak bu tuhaf düşünceleri attım kafamdan.” -A. Ümit.
Deyim
§ kafaya çıkmak
sp. topa kafayla vurmak için sıçramak.
Deyim
§ kağnıyla tavşan avına çıkmak
bir işi bitirmemek için bahane bulmak, ayak sürümek.
Deyim
§ kaleminden çıkmak
herhangi biri tarafından yazılmak: “Kurtuluş Savaşı boyunca ciltler tutacak ölçüde telgraf yazışmaları
hep kendi kaleminden çıkmıştır.” -N. Cumalı.
Deyim
§ kamburu çıkmak
1) sırtı kambur olmak: “Mavi gözlü, köse, kamburu çıkmış bir ihtiyardı.” -Ö. Seyfettin. 2) mec.
ihtiyarlamak: “Bir kocakarı gibi kamburu çıkmış. Ne istiyor?” -N. Hikmet. 3) mec. eğilerek yapılan işler
için çok çalışmış olmak.
Deyim
§ kamburunu çıkarmak
insan, kedi vb. sırtını tümsek duruma getirmek.
Deyim
§ kan beynine sıçramak (çıkmak)
çok sinirlenmek, hiddetlenmek, kontrolü yitirmek: “O görüntü gözlerimin önünde canlanınca kan
beynime sıçrıyor, kendimi kaybediyorum.” -A. Ümit.
Deyim
§ kan çıkmak
kan dökülmek, cinayet işlenmek.
Deyim
§ kan (kanı) başına çıkmak (sıçramak veya toplanmak)
öfkelenmek: “Kan başına çıkarmış zavallının ve hep bağırmak, bağırmak istermiş.” -P. Safa.
Deyim
§ kanat çırpmak
1) uçmak; 2) kanatlarını hareket ettirmek: “Komşunun kazları birikintilerde kanat çırpıp bağırıyordu.”
-R. Enis. 3) mec. yeni bir başlangıç yapmak.
Deyim
§ Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu
bir şeye tam güvenmeyip ileride ne olacağı konusunda bilgi sahibi olunamadığı durumlarda kullanılan
bir söz.
Atasözü
§ karavana çıkmak
yemek hazırlanmak veya gelmek.
Deyim
§ kargaşa çıkarmak
gürültü patırtıya yol açmak.
Deyim
§ karşı çıkmak
1) dışarıdan gelenleri karşılamaya gitmek: “Edirne'nin üç şerefelisi de kandillerden kaftanı ile ona karşı
çıkmış.” -R. E. Ünaydın. 2) bir düşünceye katılmamak, cephe almak: “Üniversiteyi bitirince isteğimi
babama açtım, önce biraz karşı çıkar gibi oldu.” -O. Aysu.
Deyim
§ kart çıkarmak
sp. hakem kural dışı hareket eden oyuncuya cezalandırma amacı ile sarı veya kırmızı kart göstermek.
Deyim
§ kaş yapayım derken (yaparken) göz çıkartmak (çıkarmak)
işi düzelteyim derken büsbütün bozmak.
Deyim
§ kaşıkla yedirip sapıyla (gözünü) çıkartmak
yaptığı bir iyiliği hiçe indirecek kötülükte bulunmak.
Deyim
§ kat çıkmak
yapıya kat eklemek.
Deyim
§ kavga çıkarmak
kavgaya neden olmak: “Bir gün hiç yoktan kavga çıkarıp oğlanın ağzını burnunu bir güzel
dağıtıverdiler.” -N. Cumalı.
Deyim
§ kavga çıkmak
dövüş meydana gelmek: “Sık sık kavga çıkıyordu aralarında, ana avrat küfrediyorlardı.” -C. Meriç.
Deyim
§ kazançlı çıkmak
kazanmak: “Yarıştan kazançlı çıkmak için hasmının kayıplarına karşı duyarsız kalmak zorunludur.” -İ.
Özel.
Deyim
§ keçesini sudan çıkarmak
güç olan bir işi, durumu yoluna koyarak rahatlamak.
Deyim
§ keçi nereye çıkarsa oğlağı da oraya çıkar
büyüklerin tuttuğu yol, küçüklere örnek olur.
Atasözü
§ kendine hisse çıkarmak
ders almak: “Siz niçin bundan kendinize hisse çıkarmıyorsunuz?” -Ö. Seyfettin.
Deyim
§ kendini (birini) temize çıkarmak (çıkartmak)
huk. aklandırmak: “Sonra kendini büsbütün temize çıkartmak için üstünün ve eşyasının aranmasını
istedi.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ kes parmağını çık pazara, em (merhem, ilaç) buyuran çok olur
kişinin bir ihtiyaç içinde bulunduğunu gören herkes ona değişik yol gösterir.
Atasözü
§ kestane kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş
soyunu, yetiştiği yeri veya çevreyi hor görenler için kınama yollu söylenen bir söz.
Atasözü
§ kırk hırsız bir çıplağı soyamamış
sömürenler, asalaklar ne kadar usta olurlarsa olsunlar, sömürülecek bir şeyi olmayandan
yararlanamazlar.
Atasözü
§ kırkı çıkmak
doğumdan veya ölümden sonra kırk gün geçmek.
Deyim
§ kısmet (kısmeti) çıkmak
evlenme teklifi almak: “Zavallı kızın kısmeti çıkmış, kendine sormadan, danışmadan hemen vermişler.”
-Ö. Seyfettin.
Deyim
§ kısmetinde ne varsa kaşığında o çıkar
kişi ne kadar çabalarsa çabalasın alın yazısındaki şeye ulaşır.
Atasözü
§ kıssadan hisse almak (çıkarmak)
anlatılan bir olaydan ders almak: “O zaman, diplomatlar bu kıssadan lazım gelen hisseyi çıkarmasını
bilmişler miydi? Ne gezer!” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ kıtlıktan çıkmış
doymak bilmeyen.
Deyim
§ kıtlıktan çıkmış gibi yemek
doymak bilmezcesine yemek.
Deyim
§ kıyıya çıkmak
karaya çıkmak, gemiden karaya inmek.
Deyim
§ kof çıkmak
bir kimsenin bilgisiz, değersiz, işe yaramaz biri olduğu anlaşılmak.
Deyim
§ kokusu çıkmak
gizli tutulan bir iş anlaşılmak: “Bir yerden kokusu çıkarsa baban vasıtasıyla önlemek isteyecekler.” -S.
Ali.
Deyim
§ kola çıkmak
hırsız, polis vb. faaliyete geçmek, işe başlamak: “Polis düdükleriyle yeniden fırladım. Meğer hırsızlar
kola çıkmış.” -R. Akyavaş.
Deyim
§ koltuk çıkmak
desteklemek.
Deyim
§ komadan çıkmak
komaya giren hasta bu durumdan kurtulmak, ölümden dönmek.
Deyim
§ korkudan çıldırmak
aşırı korku yüzünden aklını yitirmek, delirmek: “Yoksa çocuk, etrafını saran hayaletlerin dehşeti
karşısında mutlaka korkudan çıldırırdı.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ kömürcü çırağına dönmek
yüzü, üstü başı siyah lekeler içinde kalmak, eli yüzü kapkara olmak.
Deyim
§ kötü söz insanı dininden çıkarır
gönül alıcı, okşayıcı sözlerle karşımızdakinin inadı yenilebilir.
Atasözü
§ kulağı (kulakları) çınlasın
konuşulan yerde bulunmayan, sevilen biri anıldığında söylenen bir söz: Kulağı çınlasın, bizim arkadaş
öyle derdi.
Deyim
§ kurcalama sivilceyi (sivilceyi kurcalama) çıban edersin
küçük bir sorunu çok kurcalar, çok deşerseniz başınıza büyük dert açarsınız.
Atasözü
§ kurdun adı yaman çıkmış, tilki vardır (tilkicik var) baş keser
öylesine sinsi ve kurnaz kimseler vardır ki adı zalime, haine ve kötüye çıkmış kimselerden daha
tehlikelidirler.
Atasözü
§ kuş gibi çırpınmak
çaresizlik içinde telaşlı davranmak: “Sokağa çıkmak, çocukların arasına karışmak için pencerede,
kafeste kuş gibi çırpınırım.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ kuyudan adam çıkarmak
1) olumsuz, uygunsuz veya yasal olmayan bir duruma son vererek birini haklarına kavuşturmak; 2)
unutulmaktan kurtarmak.
Deyim
§ kümeye çıkmak
takımlar sonraki sezonda bir üst kümeye yükselmek, lige çıkmak.
Deyim
§ laf çıkarmak
1) yeni bir şey söylemek, ortaya atmak: “Şimdi unutup laf mı çıkarıyorsun?” -Ö. Seyfettin. 2) dedikodu
yapmak.
Deyim
§ laf çıkmak
dedikodu başlamak.
Deyim
§ lakırtı çıkarmak
laf çıkarmak: “Sonra tahsisat yoktur, gelecek sene bütçesine para konulacak diye lakırtı çıkardılar.” -M.
Ş. Esendal.
Deyim
§ lezzetini çıkarmak
tadını çıkarmak: “Lezzetini çıkara çıkara hikâyesine devam ediyordu.” -R. H. Karay.
Deyim
§ lige çıkmak
kümeye çıkmak.
Deyim
§ mahcup çıkarmamak
utandırmamak: “Her yazdığımı tutan hocayı mahcup çıkarmamak için yazdıklarımı daha ciddi bir öz
eleştiri eleğinden geçirir olmuştum.” -H. Taner.
Deyim
§ mana çıkarmak
1) yersiz bir yargıya varmak, yanlış değerlendirmek; 2) bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir
anlam vermek; 3) anlam çıkarmak.
Deyim
§ maraza çıkarmak
kavgaya yol açmak, kavga çıkarmak, anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak.
Deyim
§ Marmara çırası gibi yakmak (yanmak)
perişan etmek, mahvetmek veya perişan olmak, mahvolmak.
Deyim
§ mart çıkmadıkça dert çıkmaz
kış hastalıkları, mart sona ermedikçe bitmez.
Atasözü
§ mart dokuzunda çıra yak, bağ buda
mart ayının dokuzunda bağların kesinlikle budanması gerekir, bu iş gündüz yetiştirilemezse gece çıra
ışığında yapılmaya değecek kadar önemlidir.
Atasözü
§ masraftan çıkmak
beklenmedik bir sırada para harcama durumunda kalmak, paradan çıkmak.
Deyim
§ mehtaba çıkmak
ay ışığında gezip dolaşmak: “O gece mehtaba çıkmak için bir hayli evvelinden başlayan tatlı bir hazırlık
devresi vardı.” -A. Ş. Hisar.
Deyim
§ mektepten çıkan eşek Marsıvan’dan çıkmaz
öğrenim görmüş olsalar bile bazıları eğitilmemiş gibi davranabilirler.
Atasözü
§ merdiven ayak ayak (basamak basamak) çıkılır
en yüksek mevkiye yavaş yavaş yükselerek çıkılır.
Atasözü
§ mesele çıkarmak
sorun çıkarmak.
Deyim
§ meydana çıkarmak
1) açıklığa kavuşturmak, ortaya çıkarmak, belli etmek: “Marifetlerini birer birer meydana çıkarıyor.”
-R. H. Karay. 2) bularak ortaya çıkarmak.
Deyim
§ meydana çıkmak
1) ortaya çıkmak, görünmek: “İşte Galip, böyle bir muhitte herkesi şaşırtan büyük bir kabiliyetle
meydana çıkıverdi.” -A. H. Çelebi. 2) belli olmak: “Şafak serinliği içinde onun yükselmesini
seyrederken ilk tahminimizde yanılmadığımız meydana çıktı.” -H. S. Tanrıöver. 3) yetişmek, büyümek:
“Altınyaprak Şirketi bizim son ekmek kapımızdı, bundan sonra iş bulabileceğim şüpheli, kardeşlerim
daha meydana çıkmış sayılmaz.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ mezada çıkarmak (koymak)
açık artırma yoluyla bir malı satışa çıkarmak: “Nesi var nesi yoksa toplar, buraya getirir, mezada
koyardı.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ mezardan çıkarmak
bir kimseyi ölümden kurtarmak.
Deyim
§ mıncığı çıkmak
ezilerek içi dışına çıkmak.
Deyim
§ model çıkarmak
1) kumaş kesiminden önce kâğıt vb. malzeme üzerine parçanın örneğini hazırlamak; 2) mec. bir şeyi
vurarak izini çıkarmak: “Bir tuğla işçisi kerpiç kalıbını kapmış, karısının sırtında model çıkarmış, kadın
ciyak ciyak.” -A. Gündüz.
Deyim
§ ne çıkar
1) ne zararı var? “Dar bir gün gelmiş, birinden üç beş kuruş almışım, bundan ne çıkar?” -M. Ş. Esendal.
2) bir sonuç vermez; 3) nasıl bir yarar umulur?
Deyim
§ ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına
kişi, kendisi için önceden yaptığı hazırlıkların verimini ileride alır.
Atasözü
§ nüfusunu çıkarmak
nüfus kütüğüne kayıt yaptırarak nüfus cüzdanı almak: “Kızının çocuklarının nüfusunu çıkartacağım.”
-H. E. Adıvar.
Deyim
§ oğul çıkarmak
bir kovan, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek.
Deyim
§ ok yaydan (yayından) çıkmak
geri dönülemeyecek bir iş yapmak: “Amcam, beni bir kahraman gibi müdafaaya çalıştı, çalmadığı kapı
bırakmadı. Fakat ok yaydan çıkmıştı.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ olay çıkarmak
hoş olmayan bir durum yaratmak, hadise çıkarmak.
Deyim
§ operasyona çıkmak
harekât gerçekleştirmek.
Deyim
§ ortaya çıkarmak
delilleriyle göstermek, ispat etmek: “Bu işteki uygunsuzluğu daha iyi ortaya çıkarmak için bir
mukayese yapalım.” -N. Hikmet.
Deyim
§ ortaya çıkmak
1) yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek: “Ama bizi, en azından Fahri'yle beni yadırgatan başka
şeyler ortaya çıkmaya başladı.” -A. Ümit. 2) biri kendini göstermek: “Lanet filozofum diyerek ortaya
çıkıp Allah'a ve kullara karşı hezeyan eden tımarhanelik herifler!” -Ö. Seyfettin.
Deyim
§ otuz iki dişten çıkan, otuz iki mahalleye yayılır
bir ağızdan çıkan söz, başkalarının ağzına geçer, her tarafa yayılır.
Atasözü
§ oyun çıkarmak
sp. oyun oynamak: Millî takım güzel bir oyun çıkardı.
Deyim
§ oyuna çıkmak
oyun için sahneye çıkmak: “Ben ilk defa oyuna çıkıyorum, beyefendi de gelmiş burada allık pudra
sürüştürüyor.” -T. Buğra.
Deyim
§ öç (öcünü) almak (çıkarmak)
yapılan bir kötülüğün acısını kötülük yaparak çıkarmak, intikam almak: “Sen öz babanın öcünü
alamadın diye o da dedesinin ahını yerde mi koyacaktı?” -N. Hikmet.
Deyim
§ öfkesi başına sıçramak (çıkmak, vurmak)
çok öfkelenmek.
Deyim
§ öksüz hırsızlığa çıkarsa ay ilk akşamdan doğar
talihsiz kimse bir şeyden yararlanmaya kalkışsa karşısına akla gelmedik engeller çıkar.
Atasözü
§ öksüz oynaşa çıkmış, ay akşamdan doğmuş
talihsiz kimse bir şeyden yararlanmaya kalkışsa karşısına akla gelmedik engeller çıkar.
Atasözü
§ öne çıkmak
diğerlerinden daha iyi olmasından dolayı dikkat çekmek.
Deyim
§ önüne çıkmak
1) rastlaşmak, karşılaşmak, karşısına çıkmak: “Neden hiçbir korsan filosu önümüze çıkamadı?” -F. F.
Tülbentçi. 2) mec. ilk defa görmek, yüz yüze gelmek: “Kim olursa olsun önüme çıkanla yeniden
evleneceğim.” -S. F. Abasıyanık. 3) yolunu kesmek için birdenbire karşı durmak: “Kasabaya kömür
indiren dağ köylülerinin önlerine çıkıp yol kesen haydutlar.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ paçavrasını çıkarmak
paçavraya çevirmek.
Deyim
§ pahaya çıkmak
pahalanmak, pahalılaşmak.
Deyim
§ para çıkarmak
1) para basmak; 2) başka yerde bulunan kimseye posta veya banka ile para göndermek.
Deyim
§ para çıkışmamak
para yetişmemek: “Emine göğsünün altından çıkardığı rutubetli bir meşin çantanın orta gözünü açtı,
hesapladı, kırk para çıkışmıyordu.” -R. H. Karay.
Deyim
§ paradan çıkmak
para harcamak zorunda kalmak: “Canım ne lüzumu var, paradan çıkıyorsun diye âdeta beni azarlıyor.”
-R. N. Güntekin.
Deyim
§ parasını çıkarmak
anaparayı kurtarmak, masrafını çıkarmak.
Deyim
§ patırtı çıkarmak
kavgaya sebep olmak, kavga çıkarmak.
Deyim
§ patron çıkarmak
patronları çizili olduğu modelden kopya yolu ile bir kâğıda geçirip kesmek.
Deyim
§ pay çıkarmak
bir olay veya durumdan gereken deneyimi kazanmak, tutulacak yolu belirlemek: “Bununla beraber
muhtar, bu vakadan köyün davası için bir pay çıkarmayı ihmal etmemektedir.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ pazara çıkarmak
satılığa çıkarmak.
Deyim
§ pedavrası çıkmış
pedavra gibi.
Deyim
§ perte çıkmak
taşıt hurdaya çıkmak.
Deyim
§ pestili çıkmak
çok yorulmak: “Tulum Hayri dün voleybol oynamış, pestili çıkmıştı.” -R. Ilgaz.
Deyim
§ piyango vurmak (çıkmak)
1) piyangoda ikramiye kazanmak; 2) beklenmedik bir yerden büyük kazanç sağlamak.
Deyim
§ piyasaya çıkmak
1) bir ürün satışa sunulmak; 2) fuhuş yapmak üzere müşteri aramak.
Deyim
§ pöstekisini çıkarmak
öldürmek, yok etmek: “Sonra peşine herifleri taksın ha! Alimallah pöstekisini çıkarırdım.” -İ. A. Gövsa.
Deyim
§ problem çıkarmak
sorun çıkarmak.
Deyim
§ pusudan çıkmak
1) kurulan pusudan kurtulmak; 2) kuracağı pusudan vazgemek: “Müdürün derviş tabiatlı olduğunu
öğrenince teker teker pusudan çıkmaya başladılar.” -K. Korcan.
Deyim
§ pürüz çıkarmak
engel çıkarmak.
Deyim
§ ramp ışığına çıkarmak
bir oyunu sahnelemek: “Yasak oyunum bu rejimde aklandı, Ulvi Uraz onu ramp ışığına çıkardı.” -H.
Taner.
Deyim
§ raydan (rayından) çıkmak
düzeni bozulmak, altüst olmak.
Deyim
§ resim çekmek (çıkarmak)
fotoğraf makinesiyle bir şeyin biçimini kâğıda geçirmek.
Deyim
§ rezalet çıkarmak
rezalet sayılacak bir durumun ortaya çıkmasına yol açmak: “Her kadının takdim edilmek için can attığı
böyle büyük bir adamla dansı yarıda bırakıp rezalet çıkarmak için insanın aklı kaçık olmalı.” -H. E.
Adıvar.
Deyim
§ rızkını çıkarmak
günlük yiyecek parasını çıkarmak.
Deyim
§ rolüne çıkmak
oyunda belli bir kişiliği sahnede oynamak: “Görgülü rolüne çıkmış zekâsız bir türediye benzeyecek.”
-R. H. Karay.
Deyim
§ rutin dışına çıkmak
1) bir şeyi her zamankinden farklı yapmak; 2) alışılmış olandan farklı davranmak.
Deyim
§ rüşvet kapıdan girince insaf (iman) bacadan (pencereden) çıkar
işini herkese eşit davranarak yapmak zorunda olan bir görevli, kendisine çıkar sağlayan kimselere
ayrıcalık tanıyorsa o kişi hak, adalet, insaf gibi duygulardan yoksun demektir, onun gözü paradan,
maldan başka bir şey görmez.
Atasözü
§ rüyası çıkmak
görülen rüya gerçekleşmek.
Deyim
§ sabaha çıkmamak
sabaha kadar yaşayamamak, sabahtan önce ölmek: “Zavallı sabaha çıkmazsa eğer, bil ki benim
yüzümden.” -E. Şafak.
Deyim
§ sahabetçi çıkmak
kayırmak, arka çıkmak: “Kahpenin gözlerine mi tutulmuş ne, sahabetçi çıkıyor.” -R. H. Karay.
Deyim
§ sahaya çıkmak
1) spor karşılaşmasına başlamak için sahada yerini almak; 2) alan araştırması yapmak için belirlenen
yere gitmek; 3) mec. mücadele etmeye başlamak.
Deyim
§ sahip çıkmak
1) kendinin olduğunu ileri sürmek; 2) korumak, koruyucu olmak, ilgilenip gözetmek: “Yazarlara yalnız
yazarlar sahip çıkıyor.” -A. Ağaoğlu.
Deyim
§ sahneye çıkmak
1) tiyatro, müzik vb. sanatçılar için sanatını izleyici önünde uygulamak, göstermek: “Türk kızı, orada
sahneye çıktı ilk defa.” -Y. Z. Ortaç. 2) mec. kullanılmak, görünmek, ortaya çıkmak: “Almanca yanında
ara sıra Hırvatça da sahneye çıkıyor.” -F. R. Atay.
Deyim
§ sandıktan çıkmak
hlk. seçimle işbaşına gelmek.
Deyim
§ sarımsağı gelin etmişler de kırk gün kokusu çıkmamış
insanlar kötü yanlarını kolay kolay belli etmezler, haklarında yargıda bulunmakta acele edilmemelidir.
Atasözü
§ satılığa çıkarmak
satmak, satışa çıkarmak: “Memleketine mi dönüyormuş neymiş, bütün eşyasını satılığa çıkarmış.” -A.
İlhan.
Deyim
§ satışa çıkarmak
satmak için ortaya koymak: “Bir şeye ad koymak, satışa çıkarılan malın üzerine yafta asmaya
benzetilebilir.” -N. Uygur.
Deyim
§ satıya çıkarmak
satışa çıkarmak.
Deyim
§ selam verdik, borçlu çıktık
küçük bir ilgi gösterdik, üzerimize büyük bir iş yüklendik.
Atasözü
§ selamete çıkmak
esenliğe kavuşmak, kurtulmak.
Deyim
§ sen dost kazan, düşman ocağın başından çıkar
sen dost kazanmanın yoluna bak, düşman kolay kazanılır.
Atasözü
§ sert çıkmak
aşırı biçimde karşı durmak.
Deyim
§ servise çıkmak
1) ulaşım aracı ile öğrencileri, çalışanları gidecekleri yere taşımak; 2) servis yetkilisi onarım yapmak
üzere çağrılan yere gitmek; 3) doktor hastaları durumlarını gözlemlemek üzere ziyaret etmek; 4) bir iş
yerinde çay, kahve dağıtımı gibi hizmetleri yapmak üzere dolaşmak.
Deyim
§ ses çıkarmamak (etmemek)
bir şeyi hoş görerek karşı çıkmamak, itiraz etmemek: “İnsanlar bizim bahçeye çağırdığımız
arkadaşlarımıza bile ses çıkarmıyorlardı.” -A. Kutlu.
Deyim
§ ses çıkmamak
haber gelmemek.
Deyim
§ ses seda çıkmamak
1) haber çıkmamak: “Çok uzak ama pek çok uzak birkaç akrabadan ses seda çıkmadı.” -A. Gündüz. 2)
hiçbir tepki görülmemek.
Deyim
§ sesi ayyuka çıkmak
çok yüksek sesle bağırmak.
Deyim
§ sesini çıkarmamak
bir şey üzerindeki düşüncesini söylememek: “Sesini çıkarmadı. Mütevekkil bir hâli vardı.” -N. F.
Kısakürek.
Deyim
§ seyrana çıkmak
gezmeye, gezintiye çıkmak.
Deyim
§ seyre çıkmak
1) bir yerden başka bir yere gitmek için yola çıkmak; 2) eğlenmek üzere gözlemek, bakmak: “Seyrimize
çıktınız değil mi? Yürek soğutuyorsunuz değil mi? Allah sizi bizden besbeter etsin inşallah!” -O. Kemal.
Deyim
§ sıçan çıktığı deliği bilir
bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağını anladığında nereye sığınacağını bilir.
Atasözü
§ sıkıp suyunu çıkarmak
sömürmek.
Deyim
§ sıskası çıkmak
çok zayıflamak, sıskalaşmak.
Deyim
§ sıyırıp çıkarmak
çekip kurtarmak: “Bunlar yaşama yolunda bir engele çarptılar mı hemen dedelerinin adını verirler ve
kendilerini güçlükten sıyırıp çıkarırlardı.” -İ. O. Anar.
Deyim
§ sinekten yağ çıkarmak (çıkartmak)
olmayacak şeylerden yararlanmaya çalışmak: “Elverişli durumların kokusunu hemencecik alıyor,
sinekten yağ çıkartmasını biliyordu.” -T. Buğra.
Deyim
§ soğuk çıkmak
hava soğumak.
Deyim
§ sokağa çıkmak
gezmek veya bir iş görmek için evden çıkmak.
Deyim
§ son yolculuğa çıkmak
ölmek.
Deyim
§ sonuç çıkarmak
1) mat. bir işlemi bitirip sonuca ulaşmak; 2) kesin bir karar veya görüşe varıp bunu bildirmek.
Deyim
§ sorun çıkarmak
üzüntü verecek veya içinden güç çıkılır bir durum yaratmak: “İskemlesinde sıkıntıyla kıpırdanarak iç
geçirdiğini duydum, sorun çıkarmaya başladığımı düşünüyordu.” -A. Ümit.
Deyim
§ söz ağızdan çıkar
mert olan kişi, sözünde durur; verdiği sözü yerine getirir.
Atasözü
§ söz çıkmak
ortalıkta bir söylenti dolaşmak.
Deyim
§ söz var dağa çıkarır, söz var dağdan indirir
sözün insanlar üzerinde etkisi büyüktür; yerinde söylenen sözler işlerin yoluna girmesini sağlar, ölçüsüz
ve sert söylenen sözler ise karşıdakini öfkelendirir, söyleyenin öldürülmesine bile yol açabilir.
Atasözü
§ sözün ardı boşa çıkmak
söz olumlu sonuca ulaşmamak: “Her seferki gelişimde bu katakulliyi okursun fakat sözün ardı hep boşa
çıkar.” -H. R. Gürpınar.
Deyim
§ sözünden çıkmamak
birinin isteklerine, öğütlerine, sözlerine uyarak davranmak: “Halit Ağabey sen benim büyüğümsün,
sözünden çıkmam.” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ su yüzüne çıkmak
bir süre örtülü kalmış bir iş veya sorun aydınlanmak, belli olmak: “Tiyatroda sorunlar su yüzüne çıkmış,
bunların neler olduğu anlaşılmıştır.” -M. And.
Deyim
§ su yüzüne (üstüne) çıkmak
görünür olmak: “Bilinçaltı bir baskı belki de ilk kez su üstüne çıkıyordu.” -Ç. Altan.
Deyim
§ sucuğunu çıkarmak
1) yormak; 2) çok dövmek.
Deyim
§ sudan çıkmış balığa dönmek
herhangi bir sebeple ne yapacağını bilememek, çok şaşırmak: “Yaşama adım attılar mı sudan çıkmış
balığa dönerler. Ya yetenekleri değerlendirilmezse bu yeni çevrede? Ya saygı görmezlerse?” -T. Uyar.
Deyim
§ suret almak (çıkarmak)
bir belgenin kopyasını çıkarmak.
Deyim
§ suyu çıkmak
çok söz edildiği veya üzerinde yerli yersiz durulduğu için değerini yitirmek, önemsizleşmek.
Deyim
§ sütle giren huy, canla çıkar
kişinin küçükken edindiği huy, ölünceye değin sürer.
Atasözü
§ sütlüyü sürüden çıkarmazlar
yararlı, verimli şey elden çıkarılmaz.
Atasözü
§ sütten çıkmış ak kaşık gibi olmak
temiz, saf olmak.
Deyim
§ şapka çıkarmak
bir söz veya durum karşısında söyleyecek sözü kalmamak ve takdir etmek.
Deyim
§ şık şık (çık çık) eden nalçadır, iş bitiren akçedir
değerli nesneye bir yönüyle benzeyen şey, onun yerini asla tutmaz.
Atasözü
§ şirazeden çıkmak
1) kitabın sırt bölümünde bulunan enli şeridin bozulması sebebiyle sayfalar dağılmak; 2) mec. akıl
dengesini kaybetmek.
Deyim
§ taban çıkmak (girmek, koymak)
futbolda topla oynayan oyuncunun hareketini engellemek için doğrudan doğruya tabanla müdahale
etmek.
Deyim
§ tadada çıkmak
ask. yoklamaya katılmak üzere toplanmak.
Deyim
§ tadını çıkarmak
bir şeyin güzelliğinden veya sağladığı imkânlardan yeterince yararlanmak: “Kırlarda karısı ile birlikte
çıkacakları uzun at gezintilerinin, ocak ateşlerinin tadını çıkarırdı.” -N. Cumalı.
Deyim
§ tahta çıkmak
hükümdar olmak: “Sultan Süleyman tahta çıkar çıkmaz, babası namına inşa ettirdiği cami 1522'de
bitmiş ve halka açılmıştır.” -Y. K. Beyatlı.
Deyim
§ talibi çıkmak
talip çıkmak.
Deyim
§ talip çıkmak
1) kız evlenme teklifi almak: “Keşke bilmeksizin, tesadüfen, İsmail'in almak istediği bu kıza talip
çıkmış bir adam vaziyetinde kalsaydım.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) bir şeye istekliler bulunmak.
Deyim
§ tanıdık çıkmak
1) önceden birbirlerini tanımış olmak, tanış olmak; 2) bir şeyi daha önceden öğrenmiş, duymuş olmak:
“Sırrı Bey, bu iki ada hemen tanıdık çıktı ve artık oturduğu koltukta büsbütün uzanarak, bekliyoruz
paşam, dedi.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ tanış çıkmak
daha önceden tanışmış olmak.
Deyim
§ tansiyonu çıkmak (fırlamak, yükselmek)
kan basıncı aniden yükselmek: “Kocasının hiddetten tansiyonu yükseldi.” -H. Taner.
Deyim
§ taraf çıkmak (olmak)
taraf tutmak.
Deyim
§ taşa çıkan keçinin ağaca çıkan oğlağı olur
çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler.
Atasözü
§ taşı sıksa suyunu çıkarır
birinin vücutça çok güçlü olduğunu belirtmek üzere söylenen söz: “Aslan gibidir maşallah, taşı sıksa
suyunu çıkarır, diyor.” -A. İlhan.
Deyim
§ tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır
gönül alıcı, okşayıcı sözlerle karşımızdakinin inadı yenilebilir.
Atasözü
§ tatsızlık çıkarmak
hoşa gitmeyen, can sıkıcı, gergin bir duruma sebep olmak: “Çoktandır aramızda tatsızlık çıkardığım
yoktu.” -N. Cumalı.
Deyim
§ tayini çıkmak
atanmak.
Deyim
§ tedavüle çıkarmak
parayı piyasaya çıkarmak.
Deyim
§ tefrika çıkarmak
birbirine kötülük etmeye kadar varan sürekli anlaşmazlık yaratmak.
Deyim
§ tek kürekle mehtaba çıkmak
1) eksik hazırlıkla bir işe kalkışmak; 2) beceriksizce alay etmeye kalkışmak.
Deyim
§ tekeden süt çıkarmak
hlk. olamayacak şeyleri olur duruma getirmek: “Sen meram ettikten kelli, tekeden süt çıkarırım, ağam!
diyordu.” -Halikarnas Balıkçısı.
Deyim
§ temiz iş altı ayda çıkar
doğru dürüst yapılması istenen iş uzun zaman ister.
Atasözü
§ temize çıkmak
huk. aklanmak: “Gazete kendi evin, temize çıktığın gün gelmezsen küserim bak.” -A. İlhan.
Deyim
§ tencere (çömlek) demiş “dibim altın”, kaşık (kepçe) demiş ben neredeyim?” (girdim, çıktım)
içyüzünü iyi bilen kimseye karşı, kusurlarını gizlemeye çalışan ve yüksek nitelikleri bulunduğunu
söyleyerek övünmeye kalkışan kişi, gülünç duruma düşer.
Atasözü
§ tezvir çıkarmak
birisi hakkında kovculuk etmek.
Deyim
§ tiridi çıkmak
iyice ihtiyarlamak, çok yaşlanmak.
Deyim
§ topa çıkmak
sp. rakibin topu rahatça kullanmasına engel olmak için topa hamle etmek.
Deyim
§ tulum çıkarmak
1) hayvanın derisini yarmadan çıkarmak; 2) çoğunluk sistemine dayalı seçimlerde bir partinin
listesindeki bütün adaylar seçimi kazanmak.
Deyim
§ tura çıkmak
gezinti yapmak: “Her ay, mehtapta bir iki kere merkeplerle tura çıkardık.” -A. Ş. Hisar.
Deyim
§ turşusu çıkmak
1) çok yorulmak: “Bütün gün çocukların peşinde koşmaktan turşusu çıkmış ihtiyar lalanın karanlık bir
köşede horladığı işitiliyordu.” -R. N. Güntekin. 2) ezilmek, parçalanmak: Portakalların turşusu çıkmış.
Deyim
§ tütünü tepesinden çıkmak
dumanı tepesinden çıkmak.
Deyim
§ ucuza çıkmak
yaptırılan bir şey az masrafla elde edilmek.
Deyim
§ ulak çıkarmak
haberci göndermek, posta çıkarmak.
Deyim
§ umudu boşa çıkmak
beklentisi, umudu gerçekleşmemek, hayal kırıklığına uğramak.
Deyim
§ usta elinden çıkmak
işinin ehli olan bir kimse tarafından yapılmak: “Sırtında koyu lacivert, usta elinden çıkmış bir kostüm.”
-Y. Z. Ortaç.
Deyim
§ ümidi boşa çıkmak
umudu boşa çıkmak: “Kaç sene var ki böyle her ümidin boşa çıktı.” -P. Safa.
Deyim
§ üst çıkmak (gelmek)
yenmek.
Deyim
§ üste çıkmak
1) suçlu olduğu hâlde karşısındakini suçlamak; 2) zeytinyağı gibi üste çıkmak.
Deyim
§ ver yiyeyim, ört uyuyayım; gözle, canım çıkmasın
başkalarının sırtından geçinmeye alışmış kişi en hayati sorunlarının bile çözümünde kendisine hizmet
edecek birini arar.
Atasözü
§ yalan çıkmak
bir haberin yalan olduğu anlaşılmak.
Deyim
§ yalancı çıkmak
1) bilmeyerek yalan söylemiş bulunmak; 2) sözünü yerine getirememek; 3) yalan söylediği anlaşılmak.
Deyim
§ yalanı çıkmak
bir kimsenin yalan söylediği anlaşılmak.
Deyim
§ yanlış çıkmak
yanlış olduğu anlaşılmak.
Deyim
§ yanlışını çıkarmak
yanlışını bulup göstermek.
Deyim
§ yâr beni ansın bir koz ile, o da çürük çıksın
bir dostun verdiği armağan küçük ve değersiz olsa bile verilen kişinin hatırlandığını göstermesi
bakımından çok değerlidir.
Atasözü
§ yasa çıkarmak (yapmak, koymak)
bir yasa önerisi, yasama gücü tarafından onaylanmak.
Deyim
§ yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı
yetiştirdiğimiz, büyüttüğümüz gençler, bizi beğenmezler.
Atasözü
§ yaza çıkmak
yaz mevsimine ulaşmak.
Deyim
yazıyı çıkarmak (sökmek)
okuyabilmek: “Benim yerinden dahi kımıldatmaya gücümün yetmediği Afrika seyahatnamesini yere
indirtir, kendim de yere uzanır, gözlerim ağrıyıncaya kadar yazıları sökmeye çalışırdım.” -H. Taner.
Deyim
§ yazlığa çıkmak
yazı geçirecek bir yere gitmek: “Bu sene yazlığa çıkmışlar, Boyacı köyündeki yeni yalıya taşınmışlar.”
-S. M. Alus.
Deyim
§ yemek çıkarmak
ağırlamak için yemek sunmak.
Deyim
§ yerin dibine batırıp çıkarmak
çok utandırmak, rezil etmek: “Bir hikâye anlatır, erkekleri yerin dibine batırır çıkarırdı.” -N. Meriç.
Deyim
§ yerinde su çıkmak
haklı bir sebep olmadan yerini bırakanlara veya bırakmak isteyenlere kınama ve engelleme amacıyla
söylenen bir söz.
Deyim
§ yoktan yonga çıkmaz
olmayan şeyden hiçbir şey elde edilmez.
Atasözü
§ yola çıkmak
1) araca binmek üzere yol üstünde durmak; 2) bir yere varmak için bulunduğu yerden ayrılarak
yolculuğa başlamak, harekete geçmek: “Yola öğle yemeğinden sonra çıktık.” -S. Kocagöz. 3) herhangi
bir şeyi esas almak, oradan başlamak: “Bir roman konusundan yola çıkarak Salâh Birsel'in 'Dört Köşeli
Üçgen'iyle Orhan Kemal'in 'Murtaza'sı arasında bir akrabalık kuruverdi.” -S. İleri.
Deyim
§ yoldan çıkmak
1) belli bir yol izleyen taşıtlar herhangi bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak; 2) mec. doğru
yoldan ayrılmak.
Deyim
§ yoluna çıkmak
1) karşılamaya gitmek; 2) yolda karşısına çıkmak.
Deyim
§ yorgunluk (yorgunluğunu) atmak (çıkarmak)
1) dinlenmek: “Mesela şimdi yorgunluk çıkarmak için yıkanmak istersiniz.” -R. H. Karay. “Hele trenin
yorgunluğunu at bir üzerinden.” -T. Dursun K. 2) yaptığı işten, yorgunluğu unutturan, sevindirici bir
sonuç almak.
Deyim
§ yumurtadan çıkan yine yumurta çıkarır
her canlı soyuna çeker, soyunun özelliklerini taşır.
Atasözü
§ yumurtadan daha dün çıkmış
“bilgiçlik taslayan toy kimse” anlamında kullanılan bir söz.
Deyim
§ yürüyüşe çıkmak
dolaşmaya, gezintiye çıkmak.
Deyim
§ yüze çıkmak
1) bir sıvının üst bölümüne çıkmak; 2) belli olmak, açığa çıkmak, belirmek: “Evimizde artık pek de
gizli tutulamayarak yüze çıkmaya başlayan bu rezalet yani gelin ve damat arasındaki bu sevda alışverişi
böyle devam edip duracak mı?” -M. Ş. Esendal. 3) yüzsüz olmak, şımarmak.
Deyim
§ yüzünü kara çıkarmak
birini utandırmak.
Deyim
§ zararlı çıkmak
1) bir işin sonunda değerli sanılan bazı şeyleri yitirmek; 2) zarar etmek: “Bu kitap, kendi ağırlığında
altınla dahi satılsa satan yine zararlı çıkar.” -A. Kabaklı.
Deyim
§ zenneye çıkmak
tiy. orta oyununda erkek oyuncu, kadın rolüne çıkmak.
Deyim
§ zevki çıkmak
hoşa gitmek.
Deyim
§ zeytinyağı gibi üste çıkmak
bir sorunda haksız olduğunu kabul etmemek, ustalıkla kendini haklı çıkarmaya çalışmak: “Sizler hep
böylesiniz. Zeytinyağı gibi üste çıkmaya alışmışsınız.” -A. Kulin.
Deyim
§ zıp diye çıkmak
beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkmak.
Deyim
§ zırıltı çıkarmak
anlaşmazlık sebebiyle kavga etmek: “Durup dururken zırıltı mı çıkarmalı?” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ zıvanadan çıkmak
1) çok sinirlenmek, öfkelenmek: “Dürdane Hanım'ın aşkı seni zıvanadan büsbütün çıkarmış.” -H. R.
Gürpınar. 2) aklını yitirmek, çılgın gibi davranmak: “Kaç zamandır zaten bir acayipleşen oğlanın artık
adamakıllı zıvanadan çıktığına hükmediyorlardı.” -H. Taner. 3) denetlenemez duruma gelmek: Bu iş
zıvanadan çıktı.
Deyim
§ zimmet çıkarmak
eksik veya yanlış yapılan bir işlemden dolayı kişiye fazladan ödenen miktarı belirlemek ve ödemesini
sağlamak için bildirimde bulunmak.
Deyim
§ zirveye çıkmak
en üst düzeyde ilgi çekmek, herkes tarafından konuşulur olmak.
Deyim
§ ... ziyafeti çekmek
herhangi bir şeyi en iyi biçimde başarmak, herhangi bir yönüyle doyurmak: Orkestra tam bir müzik
ziyafeti çekti.
Deyim

§ zor kapıdan girerse, şeriat bacadan çıkar


zorbalığın hüküm sürdüğü yerde din kuralları, kanun emirleri yürümez.
Atasözü
§ zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına
rastgele yapılan plansız işlerde yöntem, kural aranmaz.
Atasözü
§ ağızda sakız gibi çiğnemek
bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak.
Deyim
§ ağzı çiriş çanağına dönmek
ağzı kuruyup acılaşmak.
Deyim
§ altını çizmek
bir sözün önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak.
Deyim
§ arı bal alacak çiçeği bilir
işini bilen kimse nereye başvuracağını bilir.
Atasözü
§ babasının (babalarının) çiftliği
bir malı veya kuruluşu yalnızca kendi çıkarlarına araç yapanlar için kullanılan bir söz.
Deyim
§ bal alacak çiçeği bilmek (bulmak)
çıkar sağlanabilecek yeri veya şeyi bilmek, bulmak.
Deyim
§ bir çiçekle bahar (yaz) olmaz
1) küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaşılmaz; 2) çapkın kimseler için kullanılan bir söz.
Atasözü
§ bir çift lakırtı etmek
kısa konuşmak: “Adam hesabına koyup bir hatır sormaz, bir çift lakırtı etmezler.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ bir çift sözü olmak
söyleyecek bir şeyleri bulunmak: “Gel gör ki dilimin ucunda kağnı var. Kağnılar için de bir çift sözüm
var.” -B. R. Eyuboğlu.
Deyim
§ bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek
verimi az, zahmeti çok olan bir işle çok uğraşmak.
Deyim
§ (bir şeyin) çivisi çıkmak
düzeni bozulmak, kargaşa içinde bulunmak: “Bu ülkenin, bu dünyanın çivisi çıkmış, ben mi
çakacağım?” -A. Ümit.
Deyim
§ (birine) çirkef atmak
iftira atmak: “Bütün hayatında görmediği bir çirkef attı müdürün üzerine.” -K. Korcan.
Deyim
§ (birini) çiğ çiğ yemek
parçalayıp öldürecek derecede kızdığı birini tehdit etmek.
Deyim
§ (birini) çileden çıkarmak
çok kızdırmak: “Karşı taraftan konuşanın kolağası Mustafa Kemal oluşu hepsini çileden çıkarır.” -F. R.
Atay.
Deyim
§ çamuru karnında, çiçeği burnunda
çiçeği burnunda, çamuru karnında.
Deyim
§ çiçeğe kesmek
çiçek açmak: “Ovalar, dağlar tepeden tırnağa çiçeğe kesmiş, bütün dünya çiçek kokuyordu.” -Y. Kemal.
Deyim
§ çiçeği burnunda, çamuru karnında
çok taze (sebze veya meyve).
Deyim
§ çiçek açmak (vermek)
1) çiçeklenmek: “Hiç kurumuş ağaç yeşerir, çiçek açar mı?” -Ö. Seyfettin. 2) mec. yeniden ortaya
çıkmak, görüntü vermek: “Her biri bir mazinin çiçek açmasıdır.” -A. Ş. Hisar.
Deyim
§ çiçek çıkarmak
çiçek hastalığına tutulmak: “Küçükken çıkardığı çiçek, sabanla tarla sürer gibi çehresinin altını üstüne
getirmiş.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çiçek gibi
temiz, bakımlı, güzel: “Sen yirmi beşine bile gelmemiş çiçek gibi bir taze duldun.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çiçek olmak
yaşına, durumuna uymayan aşırı davranışlarda bulunmak.
Deyim
§ çift edersen bağlanırsın, bağ edersen eğlenirsin
bakımını iyi yaparsan bağın iyi olur, bağla uğraşmak bir eğlencedir.
Atasözü
§ çift görmek
sarhoş olmak.
Deyim
§ çift ile koyun, gerisi oyun
en zor çiftçilik, tarla sürülerek ve koyun beslenerek yapılan çiftçiliktir, diğer işler eğlence gibidir.
Atasözü
§ çift koşmak
hayvanları sabana, pulluğa koşmak.
Deyim
§ çift sürmek
saban, pulluk kullanarak toprağı ekilebilir duruma getirmek.
Deyim
§ çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane “gelecek yıl” çıkmış
çiftçinin ürünü her yıl bir afete uğrar, o da hep gelecek yıla umut bağlar.
Atasözü
§ çiftçiye yağmur, yolcuya kurak; cümlenin muradını verecek Hak
kullar Tanrı’dan kendilerine gerekli olan şeyleri dilerler, bu dilekleri kabul edecek olan Tanrı’dır.
Atasözü
§ çifte atmak
1) at, eşek arka ayakları ile vurmak; 2) iki namlulu av tüfeğini patlatmak.
Deyim
§ çifte çubuğa gitmek
ekim ve biçim işleriyle uğraşmak: “Yatağa düşersen hayvanlara kim bakar nine, çifte çubuğa kim
gider?” -T. Oflazoğlu.
Deyim
§ çifte gelmeyen öküz olsun, işe gitmeyen oğlun
herhangi bir biçimde yararlanılabilecek bir malın olması iyidir, çifte gelmeyen öküzü satabilir, iş
yapmaktan kaçınan oğlunu eğitebilirsin.
Atasözü
§ çifte koşmak
çift koşmak: “Harmanı biz dövelim, öküzleri biz çifte koşalım, tarlayı biz sürelim, siz yukarıda aşık
atın.” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ çifte vurmak
çiftelemek.
Deyim
§ çifte yemek
hayvanın çiftesine maruz kalmak.
Deyim
§ çifti bozmak
çiftçilik yapmaktan vazgeçmek.
Deyim
§ çiğ düşmek
hoş karşılanmamak, kaba ve yersiz bulunmak: “Onların da belki merhume ve öksüzler hakkında
söylenilecek bir fikirleri olurdu. Fakat şimdilik ne deseler çiğ düşecekti.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çiğ kaçmak
yersiz, yakışıksız olmak: Onun o sözü pek çiğ kaçtı.
Deyim
§ çiğ süt emmiş
iyiliğini gördüğü insana kötülük yapan kişiler için kullanılan bir söz.
Deyim
§ çiğ yemedim ki karnım ağrısın
suç işlemedim ki korkayım.
Atasözü
§ çiğden vermek
ask. yiyecek karşılığını para olarak ödemek.
Deyim
§ çiğlik etmek
ters veya yersiz bir davranışta bulunmak: “Etrafını saranla, çiğlik ettin, adam sana vereceğini vermiş,
daha ne versin, dediler.” -N. Cumalı.
Deyim
§ çiğnemeden yutulmaz
en kolay bir iş dahi emek gerektirir.
Atasözü
§ çil yavrusu gibi dağılmak
toplu olarak bulunan insanların her biri bir yana dağılmak: “Çocuklar çil yavrusu gibi dağıldılar, biz de
baştaki boş çadıra gittik.” -O. C. Kaygılı.
Deyim
§ çile çekmek
büyük sıkıntı ve üzüntü içinde yaşamak: “Âşıkın olmaz mı çile çekmesi / Çilenin olmaz mı boyun
bükmesi” -Seyrani.
Deyim
§ çile çıkarmak (doldurmak)
sıkıntılı bir işin veya bir durumun sona ermesini beklemek: “Yirmi beş senedir Beykoz'daki o tekke gibi
evde çile dolduruyorum.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çileden çıkmak
1) olup bitenler karşısında sabrı ve dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek: “Ben ötede beride
tanıdığım yaşlı başlı Fransızlarla böyle konuştukça kardeşim çileden çıkıyordu.” -B. R. Eyuboğlu. 2)
çile süresini bitirmek.
Deyim
§ çilesi dolmak
1) esk. derviş ve tarikat ehli, sadece dua ve ibadetle geçirmeleri gereken süreyi tamamlayarak çileden
çıkmak; 2) üzücü ve sıkıntılı bir durumdan kurtulmak.
Deyim
§ çileye girmek
dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıkları zorlu ve perhizli döneme girmek.
Deyim
§ çimdik atmak (basmak)
çimdiklemek: “Kadınlar halay çeken işçi kadınları göstere göstere gülüşüp birbirlerine çimdik attı.” -L.
Tekin.
Deyim
§ çiriş gibi
yapışkan ve acı.
Deyim
§ çirkefe taş atmak (çirkefi üzerine sıçratmak)
edepsiz bir kimsenin tepkisine yol açacak bir davranışta bulunmak: “Çirkefe taş atma, hikmetini
mırıldanarak kaçar gibi uzaklaştı.” -Ö. Seyfettin.
Deyim
§ çirkin kaçmak
hoş olmayan bir durum olmak.
Deyim
§ çişi gelmek
işeyeceği gelmek.
Deyim
§ çitlembik gibi
ufak tefek, esmer ve sevimli.
Deyim
§ çivi çıkar ama yeri kalır
gönül yarası kapansa da unutulmaz.
Atasözü
§ çivi çiviyi söker
güçlü bir şey, kendisi güçlü olan başka bir şeyle veya durumla etkisiz bırakılır.
Atasözü
§ çivi gibi
1) çok sağlam ve çevik (kimse); 2) çok soğuk: “Suyu çivi gibi tutan toprak testiyi çarpıp kırmıştı bir
seferinde.” -T. Dursun K.
Deyim
§ çivi kesmek
tkz. çok üşümek: “Ayağının çivi kestiğini ancak o zaman fark etti.” -H. Taner.
Deyim
§ çivi kırmak
ayakkabıların içinden çıkan çivi uçlarını bir aletle kesip raspa ile eğeleyerek köselenin içine gömmek.
Deyim
§ çivi sokmak (sürmek)
bir işin olmasında engel, güçlük çıkarmak: “Bakanlıktan biri bir çivi sürer diye korkuyor.” -M. Ş.
Esendal.
Deyim
§ çizgi çekmek
1) bir noktayı hat biçiminde çeşitli yönde uzatmak: “Yerlerinden kalkıp duvara bir çizgi çekmişler.” -N.
F. Kısakürek. 2) mec. bitirmek, sona erdirmek: “Tüm Müslümanlar aralarındaki kızgınlıklara, kinlere, o
gün bir çizgi çekeceklerdi.” -H. Taner.
Deyim
§ çizgisinden sapmamak
görüşlerinden vazgeçmemek, kararlı davranmak.
Deyim
§ çizmeden yukarı çıkmak
bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak: “Daha çoğunu istemeye kalkarsa iş
değişir o zaman; buna çizmeden yukarı çıkmak denir, herkes haddini bilmeli.” -M. C. Anday.
Deyim
§ çizmeleri çekmek
bir işe girişmek: “Yaptığım işe hâlâ şaşmaktan ve inanamamaktan vazgeçemediğim hâlde çizmeleri
çekmiştim.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çizmeyi aşmak
bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak: “Politika üstüne fikir yürütmek, çizmeyi
aşmaktı.” -E. Atasü.
Deyim
§ çürük tahta çivi (mıh) tutmaz
aslında yaramaz olan veya sonradan o duruma getirilen şeyi, ne kadar uğraşsanız da işe yarar duruma
getiremezsiniz.
Atasözü
§ (el, ayak, parmak) çivi gibi olmak
çok üşümek, donmak.
Deyim
§ eşeğe cilve yap demişler, çifte atmış
kaba ve ahmak kişinin hoşa gitsin diye söylediği sözler ve yaptığı işler, kaba ve incitici olur.
Atasözü
§ gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz
birinin uygunsuz özellikleri sayılırken bunların öteden beri bilindiğini anlatmak için söylenen bir söz.
Deyim
§ güzel bürünür, çirkin görünür
güzeller nazlı olur, çirkinler ise kendilerini beğendirmeye çalışırlar.
Atasözü
§ güzellerin talihi çirkin olur
güzeller kendilerine yaraşan bir yaşayışı her zaman bulamadıkları için mutsuz olurlar.
Atasözü
§ hatır için çiğ tavuk yemek
bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak.
Deyim
§ her çiçek koklanmaz
her güzelle ilişki kurmak doğru değildir.
Atasözü
§ herkes sakız çiğner ama Çingene kızı tadını çıkarır
severek yapılan iş, insanı mutlu eder.
Atasözü
§ iki çift laf (lakırtı veya söz) etmek
1) birkaç söz söylemek: “O, keyfini etsin; karşılaştığı bir ahbapla iki çift lakırtı etsin de siz ne olursanız
olun.” -N. Ataç. 2) bir araya gelerek sohbet etmek.
Deyim
§ insanoğlu çiğ süt emmiş
insanlardan tam bir doğruluk beklenmez.
Atasözü
§ kabak çiçeği gibi açılmak
utangaçlıktan çabucak sıyrılarak aşırı ölçüde serbest davranmak: “Komşular, kabak çiçeği gibi açıldı, ne
malmış meğer diyorlardı.” -R. H. Karay.
Deyim
§ kaldırım çiğnemek
şehirde yaşayarak görgüsü artmak.
Deyim
§ kanun çiğnemek
yasal olmayan iş yapmak: “Ben bir gazeteciyim. Kanunları çiğnemişsem bu ülkenin savcıları gerekeni
yaparlar.” -A. Ümit.
Deyim
§ kara kışta karlar, martta yağmaz, nisanda durmazsa değme çiftçinin keyfine
kara kışta kar yağar, martta yağış olmaz, nisanda da çok yağmur yağarsa o yıl bol ürün alınır; çiftçinin
yüzü güler.
Atasözü
§ karizmayı çizdirmek
argo var olan etkileyiciliğini kaybetmek.
Deyim
§ kavis çizmek
yay biçiminde yol izlemek.
Deyim
§ lâm elif çevirmek (çizmek)
kısa bir süre dolaşıp gelmek: “Akşamüstü gelirken, Langa'dan doğru bir lâm elif çevirelim, dedik.” -H.
R. Gürpınar.
Deyim
§ lokma (bile) çiğnenmeden yutulmaz
her iş emekle yapılır.
Atasözü
§ ne çiçektir, biliriz
“ne denli yeteneksiz, niteliksiz olduğunu biliriz” anlamında kullanılan bir söz.
Deyim
§ öküz, yem bitince çifte gideceğini bilir
çalışmanın önemini kavramak için aç kalmak gerekmez.
Atasözü
§ robot resmini çizmek (yapmak)
adli olaylarda tanığın tarifiyle şüphelinin görünümünü yansıtan resmini çizmek.
Deyim
§ sarı çizmeli Mehmet Ağa
kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse.
Deyim
§ sınır çekmek (çizmek)
1) sınırını belirtmek: “1920 baharı muhteşem bir mart sabahında Sultan Dağları'nın sınır çizdiği Batı
Anadolu'ya kan ve barut kokularıyla geliverdi.” -T. Buğra. 2) son vermek.
Deyim
§ yalnız öküz çifte (boyunduruğa) koşulmaz
iki kişi ile yapılması gereken bir işi tek kişi ile yapmaya kalkışmak yanlıştır.
Atasözü
§ yan çizmek
tkz. bir işten kaçmak: “Bir görev olmasına karşın, biz bu göreve yan çizmeyi yeğliyoruz.” -S. İleri.
Deyim
§ yasağı (yasakları) çiğnemek
uyulması gereken kurallara uymamak: “Ama yasağı çiğneyebilirim bu gece.” -E. Şafak.
Deyim
§ yazıp çizmek
yazmak.
Deyim
§ yol çizmek
bir konuda plan yapmak: “Bütün günlerimiz için kendimize bir yol çizer, sonra her gün bunun aksine
hareket ederiz.” -A. Ş. Hisar.
Deyim
§ yumuşak huylu atın çiftesi pek olur
yumuşak huylu kimseler öfkelendiklerinde aşırı davranışlarda bulunurlar.
Atasözü
§ zahirenin (çiftçinin) ambarı sabanın ucundadır
toprak, iyi sürülürse bol ürün vereceği için iyi sonuç almak isteyen işine dört elle sarılmalıdır.
Atasözü
§ abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz
bir kimse sevdiği işi sürekli olarak yapmaktan bıkmaz.
Atasözü
§ abdalın yağı çok olursa gâh borusuna çalar, gâh gerisine
varlıklı ama akılsız ve hesapsız kişi malını gereksiz yerlere harcar, telef eder.
Atasözü
§ aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez
aç hiçbir mazeretle susturulamaz, çocuk da istediği şeyi hemen elde etmek ister.
Atasözü
§ adam olacak çocuk bokundan belli olur
bir kimsenin yeni başladığı işte usta olup olamayacağı ilk davranışlarından anlaşılır.
Atasözü
§ adam olana çok bile
layık olmadığı, hak etmediği hâlde kişinin beklentisi daha fazla olduğu durumlarda kullanılan bir söz.
Deyim
§ ağlamayan çocuğa meme vermezler
hakkını aramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez.
Atasözü
§ akıllı düşününceye kadar deli çocuğunu (oğlunu) everir
kendilerini akıllı sananlar çok kez akılsız diye tanınanlardan daha az başarı gösterir.
Atasözü
§ al elmaya taş atan çok olur
değerli kimselere sataşan çok olur.
Atasözü
§ alçak eşek binmeye kolay, öksüz çocuk dövmeye kolay
nasıl ki boyu kısa olan eşeğe binmek kolaysa öksüz çocuğa kötü davranmak da onu koruyan kimse
olmadığı için kolay olur.
Atasözü
§ ilahı çok, insanı az bir yer
pek ıssız ve kuytu bir yer.
Deyim
§ araba devrilince (kırıldıktan sonra, kırılınca) yol gösteren çok olur
iş işten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur.
Atasözü
§ arpası çok gelmek
coşmak, azmak, kudurmak.
Deyim
§ ay ayakta çoban yatakta, ay yatakta çoban ayakta
1) çobanların akşam erken yatması, sabahleyin erken kalkması gerekir; 2) genel düzene yardımcı olan
araçlar varsa yönetici rahat eder yoksa çok uyanık olması gerekir.
Atasözü
§ az ateş çok odunu yakar
az sayıda kötü insan, çok sayıda iyi insanın başını belaya sokabilir.
Atasözü
§ az el aş kotarır, çok el iş kotarır
yemek az kişiyle onun dışında kalan işler ise çok kişiyle daha çabuk yapılır.
Atasözü
§ az eli aşta gör, çok eli işte gör
yemek az kişiyle onun dışında kalan işler ise çok kişiyle daha çabuk yapılır.
Atasözü
§ az söyle çok dinle
kişinin gereksiz konuşmaktansa az konuşması ve konuşulanları dinlemesi daha iyidir.
Atasözü
§ az tamah çok ziyan getirir
hırslı ve pinti insan her zaman zararlı çıkar.
Atasözü
§ az veren candan, çok veren maldan
varlıklı olmayan kimsenin yardım veya armağan olarak az şey vermesi büyük fedakârlıktır, varlıklı
kimsenin vereceği armağan ve yardımlar fedakârlık sayılmaz.
Atasözü
§ az yiyen az uyur, çok yiyen güç uyur
kişi iyi uyuyabilmek için pek az da yememeli, pek çok da.
Atasözü
aza çoğa bakmamak
olanla yetinmek.
Deyim
§ aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz
büyük şeyleri elde edebilmek için önce küçük şeylerle yetinmek gerekir.
Atasözü
§ aza sormuşlar: “nereye?”, “çoğun yanına” demiş
küçük kazançların bile hep varlıklı kimselere düştüğü inancını belirten bir söz.
Atasözü
§ azı bilmeyen çoğu hiç bilmez
küçük de olsa bir iyiliğin değerini bilmeyen, daha büyük iyiliklere layık değildir.
Atasözü
§ azı çoğa saymak (tutmak)
verilen küçük bir armağanı çok beğenmek.
Deyim
§ bey ardından çomak çalan çok olur
güçlü bir kişi ile yüz yüze bulunduklarında ağızlarını açamayanlar, o gittikten sonra aleyhinde atıp
tutarlar.
Atasözü
§ bin dost az, bir düşman çok
dostun ne denli çok olursa olsun onlardan zarar gelmez ama bir tek düşmanın olsa hep zarar görme
tehlikesi içerisinde yaşarsın.
Atasözü
§ (bir iş) çorba olmak (çorbaya dönmek)
karmakarışık duruma gelmek, içinden çıkılmaz bir durum almak.
Deyim
§ (bir şey) çok gelmek
1) gereğinden fazla olmak: “Mahkeme masrafı çok geldiği için bu isteklerini gerçekleştiremediler.” -Ü.
Dökmen. 2) çekilmez ve katlanılmaz olmak.
Deyim
§ (bir şeyi birine) çok görmek
yadırgamak: “Mehmetçiğimiz ayrıca anıtlara layıktır. Onun köylere kadar anıtlaştırılmasını çok
görmem.” -P. Safa.
Deyim
§ (bir şeyi) çorba etmek
karıştırmak.
Deyim
§ (biri) çok olmak
haddini aşarak karşısındakini usandırmak.
Deyim
§ (birinin) başına çorap örmek
birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak: “Ya başına bir çorap ördürüsrse?”
-O. Kemal.
Deyim
§ (birinin) pirinci (çok) su kaldırmamak (götürmemek)
alıngan, çabuk darılır olmak, şakadan anlamamak.
Deyim
§ borçsuz çoban yoksul beyden yeğdir
yoksulluk ve sıkıntı içinde olup da bey adı taşımaktansa borçsuz ve sıkıntısız bir çoban olmak daha
iyidir.
Atasözü
§ boyunca çocuğu olmak
yetişkin çocuğu olmak.
Deyim
§ bu abdestle daha çok namaz kılınır
bir tutum veya davranışın etkisi sürekli olur.
Atasözü
§ cemaat ne kadar çok olsa imam gene bildiğini okur
bir yetkili kimse, çevresindekilerin düşüncesi ne olursa olsun kendi istediğini yapmaya çalışır.
Atasözü
§ çam ağacından ağıl olmaz, el çocuğundan oğul olmaz
her şeyin bir değeri vardır; yapacağı iş, kullanılacağı yer ayrıdır.
Atasözü
§ çam sakızı çoban armağanı
verilen bir armağanın sunulduğu kimseye değerine uygun olmadığını ve verenin gücünün ancak buna
yettiğini özür yollu anlatmak için söylenen bir söz.
Atasözü
§ çoban aldı bağa gitti, kurt aldı dağa gitti
malını, varlığını başkaları kullandı, kendisine bir şey kalmadı.
Atasözü
§ çoban armağanı çam sakızı
verilen bir armağanın sunulduğu kimseye değerine uygun olmadığını ve verenin gücünün ancak buna
yettiğini özür yollu anlatmak için söylenen bir söz.
Atasözü
§ çoban kulübesinde padişah rüyası görmek
içinde bulunduğu duruma uygun düşmeyen düşler kurmak.
Deyim
§ çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu
nazik bir işi, o işin inceliğini anlamayan bir kimseye yaptırma.
Atasözü
§ çobanın gönlü olursa (olunca) tekeden yağ (süt, köremez) çıkarır
kişi istediğinde olmayacak gibi görünen işlere çözüm yolu bulur.
Atasözü
§ çobanın yağı çok olursa çarığına sürer
varlıklı ama akılsız ve hesapsız kişi malını gereksiz yerlere harcar, telef eder.
Atasözü
§ çobansız koyunu kurt kapar
yöneticisi, koruyucusu olmayan kişiyi ve topluluğu düşman ezer.
Atasözü
§ çocuğa iş, ardına sen düş
çocuk kendisine ısmarlanan işi yapamayacağından işi buyuran kimsenin onun arkasından gitmesi
gerekir.
Atasözü
§ çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider
çocuk kendisine ısmarlanan işi yapamayacağından işi buyuran kimsenin onun arkasından gitmesi
gerekir.
Atasözü
§ çocuğu işe sal, ardınca sen var
çocuk kendisine ısmarlanan işi yapamayacağından işi buyuran kimsenin onun arkasından gitmesi
gerekir.
Atasözü
§ (çocuğu) süt çalmak
bozuk süt, çocuğu hasta etmek.
Deyim
§ çocuğun bulunduğu yerde dedikodu olmaz
küçük çocuğun bulunduğu yerde herkes çocukla uğraşmaktan dedikodu yapmaya fırsat bulamaz.
Atasözü
§ çocuğun yediği helal, giydiği haram
çocuğun iyi beslenmesi için ne kadar para harcansa yerindedir ancak hor kullanacağı ve kısa zamanda
da küçüleceği için pahalı giysiler giydirilmesi doğru değildir.
Atasözü
§ çocuk aldırmak
tıp kadın karnındaki bebeği hekime ameliyatla aldırmak.
Deyim
§ (çocuk) boya çekmek
boyca uzamak.
Deyim
§ çocuk (çocuğunu) düşürmek
gebe kadın çocuğunu vaktinden önce ve ölü olarak doğurmak, düşük yapmak: “Beklenmedik acı
olaydan ötürü Ayşe de çocuğunu düşürdü, ağır hastalandı.” -Halikarnas Balıkçısı.
Deyim
§ çocuk dünyaya getirmek
çocuk doğurmak.
Deyim
§ çocuk düşe kalka büyür
çocuk yürümeye başladığı sırada sık sık düşer, anne baba bu duruma üzülmemelidir.
Atasözü
§ çocuk gibi
1) yetenekleri gelişmemiş, çocuk kalmış: Çocuk gibi adam. 2) kolay kanar, kolay inanır: Sen de çocuk
gibisin, o adamın sözüne inanılır mı?
Deyim
§ çocuk gibi sevinmek
çok sevinmek: “Güzel sözler duyduğunda çocuk gibi sevinir.” -A. Kabaklı.
Deyim
§ çocuk kalmak
büyümüş olmasına rağmen çocukça düşünceler taşıyıp çocuk gibi davranmak: “Araya araya bu oyunu
mu buldun? Ayol sen sahiden çocuk kalmışsın.” -R. H. Karay.
Deyim
§ çocuk mu avutuyorsun (kandırıyorsun)
söylenenlere inanmadığını belirtmek bir için kullanılan bir söz.
Deyim
§ çocuk olmak
çocuklaşmak.
Deyim
§ çocuk oyuncağı hâline getirmek
yeteneksiz kimselerin karışmasıyla bir işi değerinden düşürmek.
Deyim
§ çocuk seversen beşikte, koca seversen döşekte
çocuğu kucağına almadan, beşikte yatarken sev; kocana karşı olan sevgini de başkalarının yanında
değil, döşekte göster.
Atasözü
§ çocukla çocuk, büyükle büyük olmak
içinde bulunulan yere veya çevredeki insanlara uymak.
Deyim
§ çocukluğu tutmak
çocuksu davranışlarda bulunmak.
Deyim
§ çocukluk etmek
1) çocukça davranışlarda bulunmak; 2) gereği gibi düşünmeden deneyimsizce davranmak: “Çocukluk
etme, Halis, âlemin kulağına gider. Sonra büyük dedikodu olur.” -H. R. Gürpınar.
Deyim
§ çocuktan al haberi
bir aile sorunu veya ailece gizli tutulan bir şey, çocukların rastgele söyledikleri bir sözle açığa çıktığında
söylenen bir söz.
Atasözü
§ çoğu gitti, azı kaldı
yapılmakta olan işin en önemli, en güç bölümü bitti, az ve önemsiz bölümü kaldı.
Atasözü
§ çoğu zarar, azı karar
hiçbir zaman aşırıya kaçılmamalıdır.
Atasözü
§ çok baharın otunu yemek
hayatı dolu dolu yaşamış olmak.
Deyim
§ çok bilen (söyleyen) çok yanılır
çok bildiği için kendine güvenen kişi, bilmediği şeylere de karışır ve bunlarda yanılır.
Atasözü
§ çok el ya yağmaya ya yolmaya
çok kimsenin katılmasıyla yağma ve yolmadan başka bir iş başarılamaz.
Atasözü
§ çok gezen çok bilir
çok gezen, çok yer gören çok şey öğrenir; çok yaşayan, çok okuyan onun bildiklerini bilemez.
Atasözü
§ çok gezen tavuk ayağında pislik getirir
gezip dolaştığı yerlerde kötü şeyler de bulunan kimse, kötü alışkanlıklar ve zararlı bilgiler elde ederek
yerine döner.
Atasözü
§ çok havlayan köpek ısırmaz
karşısındakini bağırıp çağırmakla korkutmaya çalışan kimse eylemli bir saldırıda bulunmaz.
Atasözü
§ çok koşan çabuk (çok, tez) yorulur
sürekli çalışabilmek ve sonuç elde edebilmek için harcanan çabanın yormayacak ölçüde olması gerekir.
Atasözü
§ çok naz âşık usandırır
başka şeylerde olduğu gibi nazlanmada da aşırı gidilmemelidir.
Atasözü
§ çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin
yönetimi altında bulunan kimselere sık sık müdahale edenler bekledikleri verimi alamadıkları gibi
onları da arsız ederler; yiyecek ve para bakımından da sıkıntıya düşürenler onları hırsızlığa itmiş olurlar.
Atasözü
§ çok söz (laf) yalansız, çok para (mal) haramsız olmaz
bol kazancın içinde yasa dışı elde edilmiş para bulunduğu gibi çok konuşanın sözleri arasında da
mutlaka yalan bulunur.
Atasözü
§ çok şey!
şaşma anlatan bir söz.
Deyim
§ çok yaşayan (okuyan) bilmez, çok gezen bilir
çok gezen, çok yer gören çok şey öğrenir; çok yaşayan, çok okuyan onun bildiklerini bilemez.
Atasözü
§ çokbilmişlik taslamak
kendini çokbilmiş gibi göstermek: “Zekâ gösterisine yeltenmemiş, çokbilmişlik taslamamıştı.” -K.
Tahir.
Deyim
§ çoluk çocuğa karışmak
evlenip çocukları dünyaya gelmek: “İsa Bey, burada zengin bir eşraf kızıyla evlenerek çoluk çocuğa
karıştığı için 24 Meşrutiyeti'nde İstanbul'a dönmemiştir.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ çoluk çocuk elinde kalmak
deneyimsiz, çok genç kişilerin eline geçmek.
Deyim
§ çomak sokmak (koymak)
bir işi aksatan, engelleyen davranışta bulunmak.
Deyim
§ çorap kaçmak
çorabın bir teli kopup örgüsü uzunlamasına açılmak.
Deyim
§ çorap söküğü gibi gitmek (gelmek)
başlayan bir iş veya birbirine bağlı birçok iş arka arkaya ve kolayca sürüp gitmek.
Deyim
§ çorba gibi
1) pek sulu (yemek); 2) karmakarışık.
Deyim
§ çorba içmeye çağırmak
yemek yemeye çağırmak.
Deyim
§ çorbada tuzu (maydanozu) bulunmak
bir iş veya görevde az da olsa emeği geçmiş olmak.
Deyim
§ çorbaya sinek düşmek
işin tadı kaçmak, yeteri kadar iyi ve güzel olmadığı anlaşılmak: “Bu canım yolların, bu sevimli
yapıların harcına dünyamızdan nasibini almamış yüz binlerce insanın alın teri karıştığı akla gelince
çorbaya sinek düşüyor.” -B. R. Eyuboğlu.
Deyim
§ çöreğin büyüğü, hamurun (unun) çoğundan olur
verimin bol olması, kullanılan malzemenin bol olmasına bağlıdır.
Atasözü
§ deli deliyi görünce çomağını (değneğini) saklar (gizler)
saldırgan kimse, kendisi gibi birine saldırmaktan çekinir.
Atasözü
§ doğmadık çocuğa don biçilmez
ele geçeceği, ortaya çıkacağı daha belli olmayan şey için önceden hazırlık yapmak doğru değildir.
Atasözü
§ dost bin ise azdır, düşman bir ise çoktur
dostlarını olabildiğince çoğalt, düşmanlarını olabildiğince azalt.
Atasözü
§ ekmeğin büyüğü, hamurun çoğundan olur
verimin bol olması, kullanılan malzemenin bol olmasına bağlıdır.
Atasözü
§ her çok azdan olur
çoğu elde etmek için azları biriktirmek gerekir.
Atasözü
§ herkes davul çalar ama çomağı makama uyduramaz
herkes iş yapar ama o işin gerektirdiği ustalığı gösteremez.
Atasözü
§ herkesin aklı bir olsa koyuna çoban bulunmaz
herkes aynı şeyi bilse ve yapabilseydi, geri kalan işleri yapacak kimse bulunamazdı.
Atasözü
§ horozu çok olan köyde sabah geç olur
karışanı çok olan işlerden sonuç güç alınır.
Atasözü
§ işin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol
tanıklık boş oturan kimselerin, kefillik ise parası çok olan kimselerin işidir.
Atasözü
§ iti an, taşı eline al (çomağı hazırla)
saldırgan biriyle karşılaşması ihtimali bulunan kimse kavgaya hazır olmalıdır.
Atasözü
§ kar ne kadar çok yağsa yaza kalmaz
elverişli bir ortamda çoğalan şeyler, ortam elverişliliğini yitirince yok olur.
Atasözü
§ karman çorman etmek
çok karışık ve düzensiz duruma getirmek.
Deyim
§ karman çorman olmak
çok karışık ve düzensiz duruma gelmek: “İşler gittikçe kızışıyor, hikâyeler gittikçe karman çorman
oluyor, hangi sözü kimin söylediği belli olmuyordu.” -Y. Kemal.
Deyim
§ kavak, yaprağını tepeden dökerse kış çok olur
kavak ağacının yaprakları tepeden dökülmeye başlar, aşağıdakiler daha sonra dökülürse o yıl kış çetin
olur.
Atasözü
§ kes parmağını çık pazara, em (merhem, ilaç) buyuran çok olur
kişinin bir ihtiyaç içinde bulunduğunu gören herkes ona değişik yol gösterir.
Atasözü
§ köpeksiz köy bulmuş da çomaksız (değneksiz) geziyor
kendisine engel olacak, karşı çıkacak kimse olmadığı için istediği gibi davranıyor.
Atasözü
§ köprünün (köprülerin) altından çok su (sular) aktı (geçti)
zamanla şartlar çok değişti, eski durum kalmadı.
Atasözü
§ kraldan çok kralcı olmak
birinin davasını ondan çok savunur olmak.
Deyim
§ nerede çokluk, orada bokluk
birlikte iş yapmak üzere toplanan kişiler çok olursa her kafadan bir ses çıkar, anlaşmazlıklar belirir, iş
yapmak güçleşir.
Atasözü
§ öksüz oğlan (çocuk) göbeğini kendi keser
koruyanı, yardım edeni bulunmayan kişi, işini kendi başına görmek zorunda kalır.
Atasözü
§ palamut çok biterse, kış erken olur
kimi olaylar onu izleyecek olayların da habercisidir.
Atasözü
§ paran çoksa (borcun yoksa) kefil ol, işin yoksa şahit ol
tanıklık boş oturan kimselerin, kefillik ise parası çok olan kimselerin işidir.
Atasözü
§ tekere çomak sokmak
birinin yolunda giden işini aksatan, engelleyen davranışta bulunmak: “Neden ikide bir tekere çomak
sokarlar? Neden kalkınma hamlesine bir tuğla da onlar koymazlar?” -H. Taner.
Deyim
§ tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur
sonucu kötü çıktıktan sonra bir davranış üzerine akıl öğreten çok bulunur.
Atasözü
§ tekkeyi bekleyen çorbayı içer
bir şeyi elde etmek için bazı sıkıntılara katlanmak gerekir.
Atasözü
§ acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek)
1) bir şeyin acısını derinden duymak; 2) kötü bir şey olacağını düşünerek önceden üzülmek.
Deyim
§ açın kursağına çörek dayanmaz
yoksulluk içinde bulunan kimsenin bir eksiği giderilse başka bir eksiği kendini gösterir.
Atasözü
§ ağırlık basmak (çökmek)
1) gevşeklik ve uyku gelmek; 2) ağır bir hava kaplamak; 3) sessizlik oluşmak: “Yavaş yavaş bir ağırlık
çöktü. Bir sakinlik herkesi kapladı.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ arının yuvasına kazık (çöp) dürtmek
tehlikeli kişiyi kışkırtmak.
Deyim
§ armudun sapı var, üzümün (kirazın) çöpü var demek
her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.
Deyim
§ avurtları çökmek (birbirine geçmek)
çok zayıfladığı yüzünden belli olmak: “Hüdai, Bayram'ın avurtları çökmüş solgun yüzüne bakarak bir
varsayım yapmıştı.” -A. Kulin.
Deyim
§ ayağının bağını çözmek
1) karısını boşamak; 2) sıkıntılı bir durumdan kurtulmak.
Deyim
§ bant çözmek
manyetik bir bant üzerine alınmış sesleri yazıya aktarmak, deşifre etmek.
Deyim
§ beli çökmek
kamburlaşmak.
Deyim
§ bir çöplükte iki horoz ötmez
bir yerde iki kişi baş olmaz.
Atasözü
§ (bir şeyin) makarasını çözmek
ayrıntılarıyla sayıp dökmek: “Yukarı katta ihtiyar imamla yatalak hasta karısının aşağıdan tamamıyla
işitilen kavgalarına dair hikâyelerinin makarasını çözerdi.” -H. Z. Uşaklıgil.
Deyim
§ (bir yerden) payandaları çözmek
argo ayrılmak, kaçmak, uzaklaşmak.
Deyim
§ buzlar çözülmek
1) buzlar erimeye ve kırılmaya başlamak; 2) mec. aradaki soğukluk, dargınlık, gerginlik ortadan
kalkmak.
Deyim
§ büğersen göl olur, açarsan çöl olur
birikim, ancak tutmayı bilirsen olur.
Atasözü
§ çağrılmayan yere çörekçiyle börekçi gider
çağrılmadığın yere sakın gitme.
Atasözü
§ çenesinin bağı çözülmek
gevezelik etmek, yerli yersiz, sürekli konuşmak: “Çenesinin bağı çözülmüştü, cıvıldıyor, annesinden,
babasından söz açıyordu.” -O. Kemal.
Deyim
§ çöle dönmek
harap olmak, bozulmak.
Deyim
§ çömlek patlatmak
çocuk oyunlarında ebeyi yanıltmak.
Deyim
§ çömlekçi suyu saksıdan içer
kişi, geçimini sanatı ile sağlar.
Atasözü
§ çöp gibi
çok ince, zayıf.
Deyim
§ çöpe dönmek
çok zayıflamak.
Deyim
§ çöpe gitmek
yapılan iş boşa gitmek.
Deyim
§ çöreğin büyüğü, hamurun (unun) çoğundan olur
verimin bol olması, kullanılan malzemenin bol olmasına bağlıdır.
Atasözü
§ çörten gibi
oluk gibi, çok gür bir biçimde.
Deyim
§ çözümsüz kalmak
çözümü olmamak, çözüm bulunamamak: “Yalın bir söyleyişin altında hemen hep çözümsüz kalan
birtakım belirtkeler göze çarpıyor.” -S. İleri.
Deyim
§ deve deve yerine çöker
yitirilen değerli kimsenin, elden çıkan değerli şeyin yeri boş kalmaz.
Atasözü
§ deve yerine deve çöker
değerli bir kimseden boşalacak yeri ancak o değerde olan başka bir kimse doldurabilir.
Atasözü
§ dili çözülmek
konuşamayan veya susan kişi konuşmaya başlamak: “Aslında ben çok az konuşan biriyim. Dilimin
böyle birdenbire çözülmesi çok garip.” -İ. Aral.
Deyim
§ dille düğümlenen, dişle çözülmez
verdiği sözü yerine getirmeyen kişi, sebebi sorulduğu zaman kendini savunmakta zorlanır.
Atasözü
§ diz çökmek
1) dizlerini yere koyarak oturmak: “Beni dinleyin deyip hemen önümüze diz çöktü.” -S. M. Alus. 2)
dize gelmek.
Deyim
§ dizlerinin bağı çözülmek
korkudan ayakta duramayacak duruma gelmek: “Mengene gibi bir el, cerrahın yakasına yapışınca
zavallının dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu.” -İ. O. Anar.
Deyim
§ don çözülmek
hava ısınarak buzlar erimeye başlamak.
Deyim
§ durgunluk çökmek
sessiz, sakin duruma girmek: “Posta kâtibi eskiden çok sert bir adamdı. Fakat gitgide ona garip bir
durgunluk çökmüştü.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ düğümünü çözmek
anlaşılmaz bir şeyi anlaşılır duruma getirmek.
Deyim
§ esirgenen (sakınan) göze çöp batar
üzerine çok düşülen şeyler genellikle kazaya veya zarara uğrar.
Atasözü
§ eşek çamura çökerse sahibinden gayretlisi olmaz
bir kimsenin işi bozulduğunda, durumunu düzeltmek için en büyük çabayı kendisinin göstermesi
gerekir.
Atasözü
§ etten önce çömleğe düşmek
bir işte bilgisiz veya yetkisiz olmasına rağmen herkesten önce ortaya atılmak.
Deyim
§ fenalık geçirmek (gelmek veya çökmek)
kendini bilmeyecek veya bayılacak bir duruma gelmek: “Ben biraz fenalık geçirdim de eczaneden rica
ettik.” -B. Felek.
Deyim
§ gönlü çökmek
yaşama gücü azalmak, ruhsal dengesi bozulmak.
Deyim
§ gözünü daldan budaktan (çöpten) esirgememek (sakınmamak)
tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek: “Gençliğinde gerçekten delifişek, gözünü daldan budaktan
sakınmaz bir askermiş.” -H. Taner.
Deyim
§ harama uçkur çözmek
nikâhsız olarak cinsel ilişkide bulunmak.
Deyim
§ her horoz kendi çöplüğünde öter
herkes ancak kendi çevresinde bir değer taşır ve sözünü orada geçirebilir.
Atasözü
§ horoz ölür, gözü çöplükte kalır
yaşanılmış, alışılmış, erişilmiş bir durum veya makam yitirildikten sonra, göz o durum veya makamda
kalır.
Atasözü
§ hüzün çökmek
hüzünlenmek: “O anda yalnız kahveye değil neredeyse bütün Niksar'a hüzün çöker, lambaların ışığı
solgunlaşırdı.” -C. Külebi.
Deyim
§ ıssızlık çökmek
ıssız, tenha duruma gelmek, tenhalaşmak.
Deyim
§ içine baygınlıklar çökmek
sıkıntı, fenalık basmak: “Şevki, ekmek öpüp çocukları üzerine yemin ettikçe onun içine baygınlıklar
çöküyordu.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ içine hüzün çökmek
kederlenmeye, hüzünlenmeye başlamak: Eski bayramlar gibi olmuyor, hüzün çöküyor içimize.
Deyim
§ içine kuşku çökmek
içten içe şüphesi yoğunlaşmak.
Deyim
§ ipi çözmek
hlk. ilgisini kesmek.
Deyim
§ ipoteği çözmek (kaldırmak)
tutudan kurtarmak: “Bu ipoteği çözmek sizin elinizde! Bir tek siz çözebilirsiniz onu!” -N. Eray.
Deyim
§ kâbus basmak (çökmek)
1) kötü rüya görmek; 2) büyük sıkıntı, korku duymak.
Deyim
§ karanlık basmak (çökmek)
hava kararmak: “Akşamdı, ortalığa hafif bir karanlık çökmüştü.” -R. N. Güntekin. “Tekrar ana yola
geldiğim zaman karanlık basmıştı.” -S. F. Abasıyanık.
Deyim
§ kasvet basmak (çökmek)
çok sıkılmak, içi daralmak: “Gündüzün bu saatinde, tiyatroya ağır bir kasvet çökmüş.” -P. Safa.
Deyim
§ oduncunun gözü omçada, dilencinin gözü çömçede
herkes işine yarayan şeyi elde etmeye çalışır.
Atasözü
§ omuzları çökmek
bitkin, perişan ve yıkılmış bir durumda olmak.
Deyim
§ ölüm bir kara devedir ki herkesin kapısına çöker
her eve gelin girmeyebilir ama ölüm kesinlikle girer.
Atasözü
§ ölüm sessizliği çökmek
yoğun ve derin bir sessizlik kaplamak: “Masanın başına oturduğum zaman ortalığa gerçekten ölüm
sessizliği çöktü.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ palamarı koparmak (çözmek)
argo kaçmak, sıvışmak: “Bir kere palamarı çözmeye muvaffak olsa bir yere kapağı atmanın çaresini
bulabilirdi.” -H. R. Gürpınar.
Deyim
§ rehavet çökmek (basmak)
gevşeklik, ağırlık duymak ve uyumak istemek: “Bütün asabıma bir rehavet çöktü, gözlerim kapandı.”
-N. Hikmet.
Deyim
§ sakınılan göze çöp batar
üzerine çok düşülen şeyler genellikle kazaya veya zarara uğrar.
Atasözü
§ şifreyi çözmek
1) bir şifrede kullanılan işaretlerin anlamını bulmak; 2) mec. gizli bir olayı anlayıp açıklığa
kavuşturmak.
Deyim
§ tavan başına çökmek (yıkılmak)
beklenmeyen bir durum karşısında şaşırıp kalmak: “Gelmeyecek mi? Neden gelmedi? diye sordukları
vakit tavan başıma yıkılıyordu.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ tencere (çömlek) demiş “dibim altın”, kaşık (kepçe) demiş ben neredeyim?” (girdim, çıktım)
içyüzünü iyi bilen kimseye karşı, kusurlarını gizlemeye çalışan ve yüksek nitelikleri bulunduğunu
söyleyerek övünmeye kalkışan kişi, gülünç duruma düşer.
Atasözü
§ tencere tencereye “yüzün kara” demiş, çömlek utancından yere geçmiş
kötülük, kusur yönünden sen, benden daha betersin.
Atasözü
§ üzerine çökmek
duygu, durum vb. bastırmak, kaplamak: “Üzerimize çöken şimşekli, yıldırımlı havanın bana verdiği
helecanı yeniden duyuyorum.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ üzümün çöpü armudun sapı var demek
her şeyde bir eksiklik bulmak, güç beğenir olmak.
Deyim
§ yağına kıymayan çöreğini yoz (kuru) yer
bir iş için gerektiği kadar fedakârlıkta bulunmayan kişi sonucun kusurlarını hoş görmelidir.
Atasözü
§ yakasına çökmek
zorlamak, baskı yapmak: “Bereket versin hekimler sıkı bastılar, yengem de yakana çöktü de seni biraz
hizaya getirdiler.” -M. Ş. Esendal.
Deyim
§ yüreğine (bir şey) çökmek
derinden ızdırap duymak: “Ankara ufuklarına bakarken eskisi gibi insanın yüreğine gariplik
çökmüyordu.” -Y. K. Karaosmanoğlu.
Deyim
§ adam adamdır olmasa da pulu, eşek eşektir atlastan olsa çulu
insanın değeri zengin olmakla artmaz, asıl olan insanlığıdır.
Atasözü
§ akara kokara bakma çuvala girene bak
iyi, kötü deme; mal ve para biriktir.
Atasözü
§ akarsu çukurunu kendi kazır
bir şeyi yapma isteği ve gücü bulunan kimse, uygun bir çalışma yönü ve alanı bulur.
Atasözü
§ arsız neden arlanır, çul da giyer sallanır
arsız hiçbir şeyden utanmadığı için elbise diye çul da giyse salına salına gezer.
Atasözü
§ bir ayağı çukurda olmak
1) yaşayacak çok az zamanı kalmış olmak: “Ben, bir ayağı çukurda hasta bir ihtiyarım.” -M. Yesari. 2)
çok yaşlanmış olmak.
Deyim
§ bir çuval inciri berbat etmek
düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlış davranışlarla bozmak: “Bir çuval inciri berbat etmişlerin
süklüm püklümlüğüyle müfettişin yanına çıktı.” -O. Kemal.
Deyim
§ bir evde iki kız, biri çuvaldız biri biz
bir evde iki kız olursa her biri bir taraftan aileyi sıkıştırıp giyim kuşam ister, çeyiz ister. Onlar istemese
bile aile kendini böyle bir sorumluluk altında bilir ve bunun sıkıntısını çekerler.
Atasözü
§ (birinin) çukurunu kazmak
birinin felaketine yol açacak bir düzen kurmak.
Deyim
§ boş çuval ayakta (dik) durmaz
1) karnı doymayan kimse çalışamaz; 2) bilgisiz ve yeteneksiz bir kişi, kendisine verilen görevlerde
tutunamaz.
Atasözü
§ çifte çubuğa gitmek
ekim ve biçim işleriyle uğraşmak: “Yatağa düşersen hayvanlara kim bakar nine, çifte çubuğa kim
gider?” -T. Oflazoğlu.
Deyim
§ çubuğunu tüttürmek
üzüntüsüz, kaygısız yaşamak.
Deyim
§ çukura düşmek
kötü ve uygunsuz bir duruma girmek: “Kendi ayağınız ve büyük aklınızla gidip düştüğünüz çukurdan
bize ne?” -A. Gündüz.
Deyim
§ çul içinde aslan yatar
bir kimsenin değeri, kılık kıyafeti ile değil kişiliğindeki cevherle ölçülür.
Atasözü
§ çulu düzmek (düzeltmek)
1) giyimi kuşamı yenilemek: “Muharrem, çulu epey düzmüş vaziyetteydi.” -S. F. Abasıyanık. 2) maddi
durumu iyileşmek: “Aranızdan ayrılalı bir ay var mı? Belki yok bile. Çulu derhâl düzelttim.” -R. N.
Güntekin.
Deyim
§ çuval gibi
1) kaba ve seyrek (kumaş); 2) bol ve ütüsüz (giysi).
Deyim
§ çuvaldız yurdusu (gözü) kadar yerden deve denli soğuk girer
1) soğuk küçücük bir delikten bile girebilir ve rahatsızlık verebilir; 2) bazı küçük olaylar büyük olaylara
yol açabilir.
Atasözü
§ çuvalla para kazanmak
aşırı kazanç sağlamak.
Deyim
§ el için yanma nâra, yak çubuğunu bak keyfine
başkalarının derdini kendine sorun yapıp da kendi rahatını ve düzenini bozma.
Atasözü
§ esrik devenin çulu eğri gerek
kişi, durumuna uygun davranmalıdır.
Atasözü
§ gözleri çukura gitmek (kaçmak)
aşırı yorgunluktan göz çevresi kararmak veya çökmek: “Genç yakışıklı yüzü solmuş, gözleri çukura
kaçmıştı.” -Y. Kemal.
Deyim
§ iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır
başkasına zararı dokunacak bir davranışı yapmadan önce iyi düşün, kendi kendini eleştir.
Atasözü
§ itle çuvala girilmez
edepsiz ve saldırgan bir kimse ile bir konu üzerinde tartışmak ve kavgaya tutuşmak doğru değildir.
Atasözü
§ kazdığı çukura (kuyuya) kendisi düşmek
başkası için hazırladığı kötülüğe kendi uğramak.
Deyim
§ kedi ile harara (çuvala) girmek
geçimsiz biri ile iş birliği yapmak.
Deyim
§ kimse kimsenin çukurunu doldurmaz
kimse kimsenin yerine ölemez.
Atasözü
§ küheylan at, çul içinde de bellidir
cevherli insan, kılık kıyafeti düzgün olmasa da değerini yitirmez.
Atasözü
§ mızrak çuvala girmez (sığmaz)
gizli tutulması imkânsız durumlar karşısında söylenen bir söz.
Atasözü
§ önce iğneyi kendine batır, sonra çuvaldızı ele
başkasına zararı dokunacak bir davranışı yapmadan önce iyi düşün, kendi kendini eleştir.
Atasözü
§ tazı o tazı ama çulu değişmiş
1) tanıdığımız sıradan kişi işbaşına geçmiş; 2) giyim kuşamını düzeltmiş olduğu için tanınmaz olmuş.
Atasözü
§ üstüne çullanmak
saldırarak üzerine abanmak.
Deyim
§ üzerine çullanmak
üstüne çullanmak: Korku, su içen bir ceylana saldıran kurt gibi üzerime çullandı.
Deyim
§ yazın gölge hoş, kışın çuval boş
1) yazın keyifli yerlerde tembel tembel oturan kışın yiyecek bulamaz; 2) gençliğinde kazanç peşinde
koşmayıp zevke dalan hastalığında veya ihtiyarlığında perişan olur.
Atasözü
§ akil isen açma sırrın dostuna, çünkü dostun dostu vardır, o da söyler dostuna
bir sır en yakın dosta bile söylenmemelidir.
Atasözü
§ an beni bir kozla, o da çürük çıksın
bir dostun verdiği armağan küçük ve değersiz olsa bile verilen kişinin hatırlandığını göstermesi
bakımından çok değerlidir.
Atasözü
§ çürüğe çıkarmak
bir nesneyi işe yaramayacak durumda olmasından dolayı kullanmamak.
Deyim
§ çürük (çürüğe) çıkmak
1) birinin sağlam olmadığı anlaşılmak; 2) ask. sağlık durumunun elverişsiz olması yüzünden askerlik
ödevinden bağışlanmak.
Deyim
§ çürük tahta çivi (mıh) tutmaz
aslında yaramaz olan veya sonradan o duruma getirilen şeyi, ne kadar uğraşsanız da işe yarar duruma
getiremezsiniz.
Atasözü
§ çürük tahtaya basmak
tedbirsizlik edip sonu tehlikeli olabilecek bir işe girişmek.
Deyim
§ demir nemden, insan gamdan çürür
nem demiri nasıl paslandırıp çürütürse gam da insanı öylece yıpratır.
Atasözü
§ dirsek çürütmek
1) okumak için yıllarca çalışmak: “Dirsek çürütüp emek verdiği kitapları, can vermeden can
bulunamayacağını ona hiç söylememişti.” -S. Ayverdi. 2) öğrenimde veya meslekte uzun yıllar
geçirmek: “Bu meslekte senelerce dirsek çürüttüğüne göre kendisini gayet iyi anlayabilirdi.” -O. Aysu.
Deyim
§ görmemişin oğlu olmuş (çekmiş, çükünü koparmış)
görgüsüz kimse ummadığı bir şeyi elde ettiğinde ne yapacağını şaşırır.
Atasözü
§ hapislerde çürümek
çok uzun süre hapiste kalmak: “İşinden atıldığını, hapislerde çürüdüğünü, çocuklarının perişanlığını
gördü.” -M. İzgü.
Deyim
§ her ağaç kökünden kurur (çürür)
bir topluluğun dayandığı temel bozulursa o topluluk bozulur.
Atasözü
§ içini çürütmek
ruhunu karartmak, bezdirmek, yıldırmak: “Bazı alametler büsbütün içimi çürüttü.” -R. N. Güntekin.
Deyim
§ minder çürütmek
1) işsiz, güçsüz oturmak; 2) bir yerde uzun süre oturmak; 3) otururken yapılan işlerle uzun yıllar
uğraşmak.
Deyim
§ ömür çürütmek
uzun zaman emek vermiş olmak veya boşuna vakit geçirmiş olmak.
Deyim
§ yâr beni ansın bir koz ile o da çürük çıksın, an beni bir koz ile çürük çıkarsa bahtıma…
Bir dostun verdiği armağan küçük ve değersiz olsa bile verilen kişinin hatırlandığını göstermesi
bakımından çok değerlidir.
Atasözü
§ yorgun eşeğin (öküzün) çüş (ıslık) canına minnet
Verilen dinlenme fırsatı, yorgun kişiyi çok sevindirir.
Atasözü
§ ... ziyafeti çekmek
herhangi bir şeyi en iyi biçimde başarmak, herhangi bir yönüyle doyurmak: Orkestra tam bir müzik
ziyafeti çekti.
Deyim

You might also like