§ abdalın yağı çok olursa gâh borusuna çalar, gâh gerisine: varlıklı ama akılsız ve hesapsız kişi malını
gereksiz yerlere harcar, telef eder. Atasözü
§ acı patlıcanı kırağı çalmaz: herhangi bir duruma alışkın olan kimseyi benzer kötü durumlar etkilemez. Atasözü § ağır ağır demeli, çabuk çabuk yemeli: yemeği çabuk yemelisin, dediğinin anlaşılabilmesi için de sözleri tane tane ve yavaş yavaş söylemelisin.Atasözü § ağız tamburası çalmak: 1) sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak; 2) soğuktan dişleri birbirine çarpmak, çenesi titremek.Deyim § ağzı çiriş çanağına dönmek: ağzı kuruyup acılaşmak.Deyim § ağzını burnunu çarşamba pazarına (çanağına) çevirmek: aşırı bir biçimde döverek perişan duruma getirmek.Deyim § akşam ahıra sabah çayıra: hayatta yiyip içip yatmaktan başka kaygısı olmayanlar için söylenen bir söz.Deyim § alın damarı çatlamış: ar damarı çatlamış.Deyim § Allah çam isteyene çam, mum isteyene mum verir: Allah, herkesin ihtiyacını karşılar. Hem de az isteyene, az; çok isteyene, çok verir.Atasözü § altın çağını yaşamak: en başarılı, en verimli döneminde bulunmak.Deyim § altından çapanoğlu çıkmak: girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak: “Kısa kesmekten yanaydı ama paraları uzatsa altından bir çapanoğlu çıkar mıydı?” -O. Kemal. Deyim § ar damarı çatlamış: utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapan, utanmaz. Deyim § arık öküze bıçak olmaz (çalınmaz): 1) güçsüz kimseyi ezmek yiğitlik değildir; 2) kendisinden yararlanılamayacak kişiye yararlanmak amacıyla eziyet edilmemelidir. Atasözü § arkasından teneke çalmak: tenekeye sopa vb. ile vurarak giden bir kişiye hakaret etmek. Deyim § aslanın adı çıkmış, çakallar baş keser: haksızlık veya kötülük yapacağı düşünülen kişi yerine bu konuda adı ön plana çıkan kişiler asıl haksızlığı ve kötülüğü yaparlar. Atasözü § at çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak: iş işten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak. Deyim § ayağına çağırmak: yanına gelmesini istemek.Deyim § ayınları çatlatmak: ayın harfinin Arapçaya özgü sesini gırtlakta boğumlamaya çalışmak.Deyim § ayıya kaval çalmak: anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak.Deyim § aynı telden çalmak: aynı şeyi söylemek. Deyim § bağ bayırda, tarla çayırda: her şey kendisi için en elverişli ortamda gelişir, verimli duruma gelir.Atasözü § bağırıp çağırmak:öfkeyle bağırmak.Deyim § bakır çalmak: bakır kapta oluşan bakır tuzları nedeniyle yemek insanı zehirlemek. Deyim § başı çatlamak: başı çok ağrımak.Deyim § başına çalsın!: Birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve nefretle geri çevrildiğini anlatmak için kullanılan bir söz.Deyim § başının çaresine bakmak: kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.Deyim § belaya çatmak (girmek, uğramak) beklenmedik bir bela ile karşılaşmak: “Çattık belaya, ne ister bu adam benden canım, şamaroğlanına döndürdü.” - R. N. Güntekin.Deyim § bey ardından çomak çalan çok olur: güçlü bir kişi ile yüz yüze bulunduklarında ağızlarını açamayanlar, o gittikten sonra aleyhinde atıp tutarlar.Atasözü § beyninde şimşekler çakmak: 1) çok üzülmek, sarsılmak; 2) zihninde birden bir düşünce doğmak. Deyim § bir çatı altında (olmak, bulunmak): aynı yapı, kurum, kuruluş vb. içinde (olmak).Deyim § bir fende kazık kakmak (çakmak): bir bilgi veya bilim dalında saplanmış kalmak: “Bir fende kazık kakmaktansa hepsinden birer parça malumat kapma fikrinde idi.” -H. R. Gürpınar. Deyim § (bir işe) kendini vermek (vurmak veya çalmak): bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka her şeyle ilgisini kesip tek şeyle aşırı ölçüde ilgilenmek: “Sattım dükkânı, verdim kendimi tiyatroculuğa.” -N. Hikmet. Deyim § (bir söz, birilerinin) ağzında çalkalanmak: üzerinde çok konuşulmak: “Fakat bütün memleketin ağzında çalkalanan bu evlerin anha minha 5000 liradan fazlaya çıkmayacağı.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § (bir şey birinin) aklını çalmak: ilgisini aşırı derecede çekmek.Deyim § (bir şeyin) çaresine bakmak: gerekeni yapmak, çözüm yolu aramak: “Sıkboğaz etme çocuğum. Bir çaresine bakacağız. Ben annenle konuşurum.” -M. Yesari. Deyim § (birine) çamur atmak (sıçratmak): birini kötü bir işe karışmış göstermek, kara çalmak, iftira etmek: “Onlarla başa çıkmak kolay değildi, çünkü her an bir çamur atabilirlerdi kızdıklarında.” -A. Kulin. Deyim § (birine) kara çalmak: birine iftira etmek, kara sürmek: “Allah için güzel kapışıyoruz, birbirimize kara çalmakta üstümüze yok!” -H. Taner.Deyim § (birine) yuf borusu çalmak: kınama, üzüntü ve nefretini bildirmek.Deyim § (birini) çamurdan çekip çıkarmak: birini kötü veya onurunu tehlikeye düşüren bir durumdan kurtarmak.Deyim § (birini) çarşamba pazarına çevirmek: özellikle yüze vurarak çok dayak atmak.Deyim § (birinin) ağzına bir parmak bal çalmak: birini tatlı sözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak: “Hürriyet, müsavat diye herkesin ağzına bir parmak bal çaldılar.” -H. R. Gürpınar.Deyim § (birinin) başına çalmak: bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.Deyim § (birinin) bıraktığı (bağladığı) yerde (çayırda) otlamak: Halk. uzun süredir hiçbir ilerleme veya değişim gösterememek: “Tek suçu, kendini yeni devre uyduramayışı, bıraktığım yerde otluyormuş, ne bileyim.” -E. Işınsu. Deyim § (birinin) borusunu çalmak: çıkar sağladığı kimsenin davasını gütmek. Deyim § (birinin) çalımından geçilmemek: çok kurumlu olmak, çok çalımlı olmak. Deyim § (birinin) çanına ot tıkmak (tıkamak): sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek, susturmak: “İsterseniz çanıma ot tıkar, beni mahvedersiniz.” -O. Kemal. Deyim § (birinin) kapısını çalmak: birine başvurmak: “İskele memurluğu isteyen işçiler hep benim kapımı çalıyorlar.” -M. Ş. Esendal. Deyim § (birinin) kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: birinin ayıp, kusur veya suçlarını açıklamak, söylemek. Deyim § (birinin) türküsünü çağırmak: bir kimsenin hoşuna gidecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak: “Azizim, biz kimsenin arabasında kimsenin türküsünü çağırmayız, kendi havamızı mırıldanırız.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § boş gezmekten bedava çalışmak yeğdir: çalışmak insanı tembellikten kurtarır. Atasözü § bozuk çalmak: argo canı sıkılmış, yüzü asılmış olmak. Deyim § cereyan çarpmak: elektrik akımına tutulup etkisinde kalmak. Deyim § cezaya çarptırmak: cezalandırmak: “Seni yalana tövbe ettirecek bir cezaya çarptırmalıyım.” -R. H. Karay.Deyim § cin çarpmak: bir inanışa göre, cinlerin öfkesiyle inme inmek.Deyim § cin çarpmışa dönmek : neye uğradığını bilemeyecek kadar kötü bir duruma düşmek.Deyim § cin olmadan şeytan (adam) çarpmak: gücünün üstündeki işleri başarmaya kalkışmak.Deyim § çaba göstermek: bir işi başarmak için çalışmak, uğraşmak, gayret göstermek: “Onu kurtarabilmek için olmayacak şeylere saldırmak derecesinde bir çaba gösteriyorsunuz.” -H. R. Gürpınar. Deyim § çaba harcamak: bir işi yapabilmek için elinden geleni yapmak: “Tehlikeyi anlamış olacak ki seçimlerde oylarını dağıtmamaya çaba harcıyordu.” -T. Buğra. Deyim § çabalama kaptan ben gidemem: bu işi yapacak güçte değilim, zorlamanın yararı yok.Atasözü § çağ açmak: herhangi bir bakımdan öncekilerden farklı olan yeni bir evrensel gidişe yol açmak. Deyim § çağ atlamak: büyük ilerleme sağlamak. Deyim § çağ dışı olmak (kalmak): 1) çağın gerektirdiği şartların gerisinde kalmak; 2) ask. yedek askerlik çağını doldurmuş olmak. Deyim § çağanoz gibi: eğri büğrü (kimse).Deyim § çağı geçmek: 1) eskimek; 2) dönemi veya modası geçmek. Deyim § çağı yakalamak: çağın gerektirdiği gelişmişlik düzeyine ulaşmak. Deyim § çağın gerisinde kalmak: gelişmelere ve yeni düşüncelere uyum sağlayamamak, ayak uyduramamak: “Ben yeniliklere yabancı, eski moda, çağın gerisinde kalmış, emekli bir istihbaratçıyım.” -O. Aysu. Deyim § çağını aşmak: düşünce, tutum ve davranışlarıyla bulunduğu çağdan daha ileride olmak. Deyim § çağlamadan çatlamak: gerekli olgunluğa erişmeden olgun davranışlarda bulunmak, büyüklük taslamak. Deyim § çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme: kişi, çağrıldığı yere gitmeli, çağrılmadığı yere gitmemelidir. Atasözü § çağrılan yere git, ar eyleme; çağrılmadığın yere gidip yerini dar eyleme: kişi, çağrıldığı yere gitmeli, çağrılmadığı yere gitmemelidir.Atasözü § çağrılmayan yere çörekçiyle börekçi gider: çağrılmadığın yere sakın gitme.Atasözü § çakı gibi: 1) canlı ve atik: “Övünmek saymazsanız çakı gibi topçu subayı oluyordum.” -R. Erduran. 2) sağlıklı. Deyim § çakı suyu kesiyor: bıçak suyu kesiyor.Deyim § çakılı kalmak: 1) yerini veya biçimini değiştirmeden durmak; 2) iz bırakmak: “O günkü sözleri çakılı kaldı bende.” -N. Cumalı. Deyim § çakılıp kalmak: bir yerde uzun süre hareketsiz kalmak: “Bir arıza yapsa araba çakılıp kalacağız.” -Ç. Altan. Deyim § çalı gibi: sık ve sert (saç, sakal).Deyim § çalı idi çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya: her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş, yaşayıp gidiyordum.Atasözü § çalım atmak (yapmak): çalımlamak. Deyim § çalım satmak: kurulup büyüklük taslamak: “İzmir ve dolaylarında çalım satıp dolaşmaya başlayacaklar.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § çalım yemek: futbolda çalım ile geçilmek. Deyim § çalımına gelmek (getirmek): uygun zaman veya durumu ele geçirmek: “Sanki demek istediğim bir çalımına gelseydi seni de yüzdürürdü.” -M. Ş. Esendal. “Yıldız, çalımına getirdikçe ateş ediyordu.” -A. Gündüz. Deyim § çalıp çırpmak: hırsızlık yapmak: “Müşteri ise her zamanki oyunbazlığıyla çalıp çırptıklarını eve yığıyordu.” -İ. O. Anar. Deyim § çalma elin kapısını, çalarlar kapını: kimseye kötülük yapma yoksa onlar da sana aynı kötülüğü yaparlar. Atasözü § çalmadan oynamak: 1) çok keyifli ve sevinçli durumda bulunmak; 2) bir işe çok hevesli görünmek.Deyim § çalyaka etmek: yakasına yapışıp sıkıca tutmak: “Şimdi karakoldan görürlerse kudurmuşsun diyerek çalyaka ederler.” -H. R. Gürpınar. Deyim § çam ağacından ağıl olmaz, el çocuğundan oğul olmaz: her şeyin bir değeri vardır; yapacağı iş, kullanılacağı yer ayrıdır. Atasözü § çam devirmek: karşısındakine dokunacak veya kötü bir sonuç doğuracak söz söylemek: “Bu hoppa oğlan, karısına ne diller dökecek, ne potlar kıracak, ne çamlar devirecekti.” -H. R. Gürpınar. Deyim § çam sakızı çoban armağanı: verilen bir armağanın sunulduğu kimseye değerine uygun olmadığını ve verenin gücünün ancak buna yettiğini özür yollu anlatmak için söylenen bir söz. Atasözü § çam sakızı gibi: tedirgin edecek kadar bir insanın peşinden ayrılmayan. Deyim § çamaşır ertesi olmak: çamaşır yıkamaktan aşırı yorulup hasta olmak: “Kaynanam da yıkar ama iki gün de çamaşır ertesi olur yatar.” -M. Ş. Esendal. Deyim § çamur gibi: 1) iyi pişmemiş ve siyah unla yapılmış (ekmek); 2) herkese sataşıp tedirginlik veren (kimse). Deyim § çamura bulaşmak (batmak): kirli ve uygunsuz bir işe karışmak. Deyim § çamura taş atmak: çirkefe taş atmak, çevredekileri rahatsız edecek davranışta bulunmak. Deyim § çamura yatmak(argo): 1) borcunu ödememek; 2) sözünü yerine getirmemek. Deyim § çamuru karnında, çiçeği burnunda: çiçeği burnunda, çamuru karnında.Deyim § çan çalmak: herkese bildirmek. Deyim § çan çan etmek (ötmek veya konuşmak): yüksek sesle sürekli gevezelik etmek. Deyim § çanağa ne doğrarsan kaşığında o çıkar: kişi, kendisi için önceden yaptığı hazırlıkların verimini ileride alır. Atasözü § çanak tutmak (açmak): davranışları veya sözleriyle kötü bir sonuca yol açmak: “Oh olsun... Vallahi memnun oldum, diyordu. Çanak tuttun. Şunun şurasında rahat sana battı mıydı?” -R. N. Güntekin. Deyim § çanak yalamak: dalkavukluk etmek. Deyim § çanakta balın olsun, Yemen’den (Bağdat’tan) arı gelir: malı güzel olan kimse için müşteri kaygısı yoktur, onun malına uzak yerlerden bile istekli çıkar. Atasözü § çantadan yetişmek: bir mesleği eğitim görmeden deneyimlerle kazanmak.Deyim § çapanoğlunun abdest suyu gibi: çok sulu, tatsız ve kötü görünüşlü olan (içilecek şeyler). Deyim § çapraza almak: 1) karşı yönlerden kuşatmak: “Mitralyözler onu çapraza almış, kızıl iğneleriyle gövdesini delik deşik ediyorlardı.” -A. İlhan. 2) mec. herhangi bir konuda çeşitli yönlerden sıkıştırmak. Deyim § çapraza sarmak: bir iş içinden çıkılmaz duruma gelmek, çaprazlaşmak. Deyim § çaptan düşmek: çalışma gücü, verimi azalmış veya tükenmiş olmak. Deyim § çaresiz kalmak: çözüm yolu, çıkar yolu bulamamak: “Köyde kim çaresiz kalırsa, kimin işi bozulursa İstanbul yolunu tutar.” -Ö. Seyfettin. Deyim § çark çevirmek: aynı yol üzerinde dönerek gitmek: “Kırmızı balıklar birdenbire canlanırlar ve kavanozun içinde birbiri ardınca keyifli keyifli çark çevirmeye başlarlar.” -H. E. Adıvar. Deyim § çark etmek: 1) bir doğrultuda giden kimse, şey sağa veya sola doğru yön değiştirmek: “Küçük hizmetçi masanın öbür ucundan yarım sağa çark ederek elektrik düğmesine doğru döndü.” -S. F. Abasıyanık. 2) geri dönmek; 3) mec. savunduğu düşünceden vazgeçmek. Deyim § çarka vermek (çektirmek): kesici araçları bileği çarkı ile biletmek.Deyim § çarkı döndürmek: Halk. geçimini sağlamak.Deyim § çarkına etmek (okumak): argo birine büyük kötülük yapmak veya işini bozarak zarar vermek. Deyim § çarpıntısı tutmak: heyecan, korku veya üzüntüden çarpıntı nöbeti gelmek.Deyim § çarşaf gibi: dalgasız, dümdüz ve durgun (deniz, göl). Deyim § çarşaf kadar: pek büyük, çok geniş: “Çarşaf kadar bir kâğıda künyemi yazmışlar.” -R. H. Karay. Deyim § çarşafa dolanmak: argo bir işin içinden çıkamamak, kötü ve başarısız duruma düşmek, zor durumda kalmak, çarşaflamak. Deyim § çarşafa girmek: çarşaf giymeye başlamak.Deyim § çarşı iti ev beklemez: başıboş gezmeye alışanlar, disiplinli iş yapmaya gelemezler. Atasözü § çat orada çat burada çat kapı arkasında: çok çabuk yer değiştiren bir şeyin durumunu anlatan bir söz: “Sizin sevgili bir yerde durmaz, çat orada çat burada çat kapı arkasındadır.” -O. C. Kaygılı.Deyim § çatal görmek: net görememek, bir şeyi iki görmek.Deyim § çatal kazık yere batmaz (geçmez, çakılmaz): birden çok kimsenin söz sahibi olduğu iş yürümez.Atasözü § çatır çatır çatlamak: 1) çok çatlamak: “Kızgın güneşe maruz bırakılmış çam fıstıkları çatır çatır çatlıyor, sapır sapır dökülüyordu.” -E. E. Talu. 2) çok kıskanmak: “Öteki cariyeler kıskançlıklarından çatır çatır çatlarmış.” -E. Şafak. Deyim § çatıyı almak: çatıya ulaşmak. Deyim § çatkın olmak: kendini ağırdan satmak: “Müdüre göre idareci biraz çatkın olacak yani oldukça ağırdan satacak kendini.” -K. Korcan. Deyim § çatlasa da (çatlasa da patlasa da): tkz. “elinden gelen her çareye başvursa da” anlamında kullanılan bir söz. Deyim § çay kenarında kuyu kazmak: elde, amaca ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar aramak. Deyim § çay kuşu, çay taşı ile vurulur: her iş, ancak ve ancak o iş için gerekli araçla yapılabilir. Atasözü § çaydan geçip derede boğulmak. büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebepten başarısızlığa uğramak. Deyim § çayı görmeden paçaları sıvamak. dereyi görmeden paçaları sıvamak. Deyim § çene çalmak. gevezelik etmek: “Komşu kadınlar akşam yemeğinden sonra onun etrafında toplanırlar, geç vakitlere kadar çene çalarlardı.” -R. N. Güntekin. Deyim § çengi ölüsü çalgı (daire, tef) ile kalkar: zevk ve sefa içinde ömür sürmüş bir kimse, en sıkıntılı günlerinde bile bu alışkanlığını bırakamaz.Atasözü § çıkmaz ayın son çarşambası: şaka işin hiçbir zaman yapılmayacağını anlatan bir söz. Deyim § çiçeği burnunda, çamuru karnında: çok taze (sebze veya meyve).Deyim § çoban armağanı çam sakızı: verilen bir armağanın sunulduğu kimseye değerine uygun olmadığını ve verenin gücünün ancak buna yettiğini özür yollu anlatmak için söylenen bir söz. Atasözü § çobanın yağı çok olursa çarığına sürer: varlıklı ama akılsız ve hesapsız kişi malını gereksiz yerlere harcar, telef eder. Atasözü § (çocuğu) süt çalmak: bozuk süt, çocuğu hasta etmek. Deyim § çok koşan çabuk (çok, tez) yorulur: sürekli çalışabilmek ve sonuç elde edebilmek için harcanan çabanın yormayacak ölçüde olması gerekir.Atasözü § çorba içmeye çağırmak: yemek yemeye çağırmak.Deyim § damdan çardağa atlamak: hiçbir mantık bağı kurmadan konudan konuya geçmek.Deyim § davul çalmak (dövmek): 1) davula vurarak ses çıkarmak; 2) mec. bir şeyi herkesin haber alabileceği biçimde ortalığa yaymak.Deyim § davul çalsan işitmez: 1) sağır; 2) uykusu çok ağır, derin uykuda.Deyim § davul dengi dengine diye çalar: evlenecek kimselerin birbirlerine denk olması gerekir.Atasözü § davulu biz çaldık, parsayı başkası topladı: biz çalıştık, uğraştık, başkası yararlandı.Atasözü § dediğim dedik, öttürdüğüm (çaldığım) düdük: bir insanın sözünde direndiğini anlatmak için söylenen bir tekerleme: “Adamın dediği dedik, çaldığı düdüktür. Böyle olduğu için de her istediğini yapabilen toy ve şımarık bir çocuğu hatırlatır.” -H.TANER. Deyim § deliye bal tattırmışlar, çarşıda katran bırakmamış: aklı kıt olan kimse, bir kez hoşuna gitmiş olan şeye benzettiği nesneyi, gerçekten ona benzemese de elde etmeye çalışır.Atasözü § demir tavında, dilber çağında: her iş zamanında ve uygun durumda yapılır.Atasözü § denizden (denizi) geçip çayda boğulmak: bir işte büyük güçlükleri yendikten sonra önemsiz bir sebeple başarısızlığa uğramak.Deyim § dereyi (çayı, ırmağı) geçerken at değiştirilmez: bir yöntemden başka bir yönteme geçiş tehlikeli bir durum veya zamanda yapılmamalıdır.Atasözü § deveye bindikten sonra çalı ardına gizlenilmez: herkesin gözü önündeki bir olayı şöyle böyle yorumlarla gizlemeye çalışmak boşunadır.Atasözü § dibi kırmızı mumla (bal mumuyla) mı çağırdım: üzerinde önemle durarak çağırmadım. Atasözü § dili (başka bir dile) çalmak: bir kimsenin konuşması başka bir dile benzemek. Deyim § dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: birçok iş birden ortaya çıkıp sıkışık bir durum yaratmak.Deyim § dün cin olmuş, bugün adam çarpıyor: işinde ustalaşmadan hile yollarına başvuruyor.Atasözü § dünyaya kazık çakmak (kakmak): tkz. çok uzun ömürlü olmak, çok yaşamak.Deyim § düşman çatlatmak: iyi durum ve başarılarla düşmanı kıskandırmak veya kızdırmak.Deyim § ecele çare bulunmaz: ölüm dışında, çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır.Atasözü § el elin eşeğini türkü çağırarak arar: insanın kendi sıkıntı ve sorunlarına başkaları gereken önemi vermez, gerektiği kadar ilgilenmez.Atasözü § elini çabuk tutmak: gerekli önlemi zamanında almak: “Aman elinizi çabuk tutun, yılanın başı küçükken ezilmeli.” -Y. Kemal.Deyim § elinin tersiyle çarpmak: ayanın arkasıyla şiddetle tokat atmak.Deyim § elinin tersiyle itmek: menfaatine olacak iyi bir işi,iyi bir durumu kabul etmemek Deyim § elmayı çayıra, armudu bayıra: elma fidanını düz ve sulak yere, armut fidanını bayıra, su tutmayan yere dikmelidir.Atasözü § erim er olsun da yerim çalı dibi olsun: kadının kocasının fakir olması önemli değildir, yeter ki aile sorumluluklarını yerine getirsin.Atasözü § eski çamlar bardak oldu: devir değişti, eski tutumların değeri kalmadı.Atasözü § eşeği düğüne çağırmışlar, “ya odun eksik ya su demiş”: bir işi yapmamak için bahane bulmayı anlatan bir söz. Atasözü § eşeği düğüne çağırmışlar, “ya su lazımdır ya odun” demiş: bir işi yapmamak için bahane bulmayı anlatan bir söz. Atasözü § eşek çamura çökerse sahibinden gayretlisi olmaz: bir kimsenin işi bozulduğunda, durumunu düzeltmek için en büyük çabayı kendisinin göstermesi gerekir. Atasözü § etekleri zil (ıslık veya çalpara) çalmak: 1) çok sevinmek: “İlk mektebe gittiği gün Gülsüm'ün sevincinden etekleri zil çalıyordu.” -R. N. Güntekin. 2) alınan sevinçli bir haber üzerine telaşa ve heyecana kapılmak.Deyim § evdeki pazar (hesap) çarşıya uymaz: önceden tasarlanan bir iş umulduğu gibi sonuçlanmaz, düşünüldüğü gibi olmaz.Atasözü § felekten bir gün (gece) çalmak: güzel bir gün veya gece geçirmek.Deyim § galebe çalmak: 1) yenmek: “Kocanın münasebeti her türlü cazibesini kaybettiği gün rakibine galebe çaldığına emin olabilirsin.” -H. C. Yalçın. 2) üstün gelmek, baskın çıkmak: “Kadıncağızın gönlü gence kayıyordu. Fakat neticede akıl ve mantık tarafı galebe çaldı.” -R. N. Güntekin.Deyim § gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını çalar: kişi, inançları ayrı da olsa, hoşlanmasa da geçimini sağlayan kimseye hizmet eder.Atasözü § gelip çatmak (dayanmak): vakti gelmek, kaçınılmaz olmak: “Ayrılık günleri geldi dayandı.” -Âşık Veysel. “Konser günü gelip çattığındaysa stadyumda mahşeri bir kalabalık vardı.” -M. Mungan.Deyim § göbeği çatlamak: birçok güçlüğü yenmek için çok uğraşmak: “Meclisten geçirinceye kadar göbeğim çatlamıştı.” -H. E. Adıvar.Deyim § göbek çalkamak (çalkalamak): göbeğini sağa sola hareket ettirerek oynamak.Deyim § gönlünü çalmak: kalbini çalmak, kendine aşık etmek.Deyim § gözden (gözünden) sürmeyi çalmak (çekmek): hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak.Deyim § göze çarpmak: dikkati üzerine çekmek: “Evin nizamında Türk kadınlarının vakur zarafeti göze çarpar.” -O. S. Orhon.Deyim § gözleri çakmak çakmak (olmak): ateşli hastalık veya öfkeden gözleri kızarmış ve parlamış (olmak): “Avuçları ateş gibi fersiz gözleri çakmak çakmak dört dönüyordu.” -H. E. Adıvar.Deyim § gözleri kan çanağına dönmek (kanlanmak): 1) uykusuzluk, yorgunluk, ağlama vb. sebeplerle gözleri çok kızarmak: “Kerem'in kusacağı geliyordu. Gözleri kan çanağına dönmüştü.” -Y. Kemal. 2) sinirden, öfkeden, hiddetten gözleri irileşmek ve kızarmak.Deyim § gözlerinde şimşek çakmak: aşırı parlamak: “Bazen kara gözlerinde şimşekler çakıyordu.” -R. Enis.Deyim § gözünde (gözlerinde) şimşek (şimşekler) çakmak: 1) sert ve şiddetli darbe yüzünden göz önünde yıldızlar oluşmak; 2) çok sevindiğini belli etmek: “Zehra'yı Haşim'e almayı düşünürken, oğlanın gözlerinde nasıl şimşek çakmıştı.” -H. E. Adıvar. 3) çok kızmak, öfkelenmek: “Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu.” -H. E. Adıvar. 4) çok üzücü bir sebeple sarsılmak.Deyim § gözüne çarpmak: görünür olmak, dikkati çekmek: “İlk gözüme çarpan köşe minderi ve üstündeki eski nakışlarla işlenmiş yastıklar.” -H. E. Adıvar.Deyim § gözünün çapağını silmeden: sabahleyin uyanır uyanmaz.Deyim § güneş çarpmak: sıcak havada güneş altında çok kalmaktan hasta olmak.Deyim § güneş çavmak: hlk. güneş yayılmak, güneş doğmak.Deyim § hava çarpmak: iklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek.Deyim § hem kaçar hem davul çalar: işi yapmaktan çekindiği veya gizli yapması gerektiği halde hâlde yine de yapar, yaptığını elaleme duyurur.Atasözü § (her biri başka bir) hava çalmak: her biri, birbiriyle çelişen, birbirine uymayan davranış ve düşüncede bulunmak.Deyim § her telden çalmak: 1) her çeşit işi yapabilir durumda olmak; 2) birçok konuda bilgisi olmak: “Senin anlayacağın, her telden çalıyor benim çocuklar.” -A. Kulin.Deyim § herkes davul çalar ama çomağı makama uyduramaz: herkes iş yapar ama o işin gerektirdiği ustalığı gösteremez.Atasözü § hırsından çatlamak: öfkeyle birlikte aşırı derecede kıskanmak: “Ben kısa yazamıyorum öykülerimi diye hırsımdan çatlıyorum.” -N. Meriç.Deyim § hulus (huluslar) çakmak: dalkavukluk etmek, yaranmaya çalışmak: “Bunlar aşiret reislerine hulus çakmışlar, hep alttan almışlar belki rüşvetlerini de yemişler ve onları şımartmışlardı.” -N. F. Kısakürek.Deyim § ırgat gibi çalışmak: çok ağır bir işte çalışmak.Deyim § ıslık çalmak: “ıslık” sesi çıkarmak: “Laf atmalar, ıslık çalmalar, kavgaya tutuşmalar gün boyu sürüp gitti.” -L. Tekin.Deyim § iflas bayrağını çekmek (borusunu çalmak): tkz. 1) ticarette batmak; 2) her şeyini yitirmek.Deyim § iftira çalmak: iftira etmek: “On parmağınızda on kara, iftira üstüne iftira çalıyorsunuz.” -T. Buğra.Deyim § iki ahbap çavuş: şaka her yerde hep birlikte görülen, birbirinden ayrılmayan iki arkadaş.Deyim § imzayı basmak (çakmak): tkz. imzalamak, imza etmek.Deyim § insan kendini beğenmezse çatlar (ölür): herkes kendini beğenir; bu, kendi aklını beğenmesinin sonucudur. Atasözü § iş çatallanmak: bir işte güçlükle karşılaşmak.Deyim § it gibi çalışmak: çok çalışmak, yorulmak.Deyim § itle dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir: edepsiz kimse ile uğraşmamak için onun bulunduğu yerden uzaklaşmak gerekir.Atasözü § kabuğunu çatlatmak (kırmak): içinde bulunduğu güç, olumsuz veya kötü durumdan kurtulup rahatlamak. Deyim § kafası işlemek (çalışmak): aklı, zekâsı yerinde olmak, bir konu üzerinde iyi düşünebilir olmak: “Hasan'ın kafası şimdi üç cepheli işliyordu.” -O. C. Kaygılı.Deyim § kafasında şimşek çakmak: beyninde şimşek çakmak.Deyim § kafasını taştan taşa çarpmak (vurmak): başını taştan taşa çarpmak. Deyim § kafayı çalıştırmak (işletmek): akılcı davranarak sorunları çözmek.Deyim § kalbi çarpmak: 1) kalbi çok vurmak; 2) çok heyecanlanmak; 3) yüreği çarpmak.Deyim § kalbini çalmak: sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek.Deyim § kamçı çalmak (vurmak): kamçılamak.Deyim § kan çanağı gibi: kanlanan (göz).Deyim § karnı zil çalmak: çok acıkmış olmak.Deyim § kaşı (kaşları) çatılmak: öfkelenmek, kızmak: “Babam kaşları çatılmış, başını sallayarak izliyor bizi.” -A. Ümit. Deyim § kaşık atmak (çalmak): iştahla veya çabuk yemek.Deyim § kaşlarını çatmak: kızmak, öfkelenmek: “Dönüp ardına baktı, bakmasıyla kaşlarını çatması bir oldu, yüzü kararıverdi.” -B. Günel.Deyim § kendi hesabına çalışmak: uğraştığı işi sadece kendisi için yapmak: “Böyle bir amatörlük devresi geçirdikten sonra biraz da kendi hesabına çalışmayı düşündü.” -R. N. Güntekin.Deyim § keyif çatmak: keyfetmek: “Türkü söylüyorsun, keyif çatıyorsun.” -P. Safa.Deyim § kılıç çalmak: kılıçla savaşmak, kılıç ile öldürmek.Deyim § kırağı çalmak (vurmak): kırağı, dondurup bozmak.Deyim § kırkından sonra saz çalmak: yaşlandıktan sonra uzun ve güç bir işe girişmek.Deyim § kırkından sonra saza başlayan kıyamette çalar: yaşlandıktan sonra bir şey öğrenmeye, yeni bir iş yapmaya başlayan kimsenin bunu başarmaya ömrü yetmez.Atasözü § kibrit çakmak: kibriti yakmak için bir yere sürtmek.Deyim § kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırır: çıkar sağladığı kimsenin hoşuna gidecek biçimde davranan dönek ve dalkavuk kimseler için kullanılan bir söz.Atasözü § komşu boncuğunu çalan gece takınır: hırsızlık malı, sahibinin göremeyeceği yer ve zamanda kullanılır. Atasözü § köpeğe dalaşmaktan çalıyı dolanmak yeğdir: edepsiz kimse ile uğraşmamak için onun bulunduğu yerden uzaklaşmak gerekir.Atasözü § köpekle dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir: edepsiz kimse ile uğraşmamak için onun bulunduğu yerden uzaklaşmak gerekir.Atasözü § kulağına çalınmak: başkasına söylenirken kendisi de duymuş olmak: “Bu gürültüler arasında Vildan'ın bağırarak ve daha ziyade kıymet vererek telaffuz ettiği bazı kelimeler, cümleler kulağıma çalınıyordu.” -P. Safa.Deyim § kulağına çarpmak: duyulmak: “Barın kalabalığı, hareketliliği, çalgısı ve dumanı içinde ortaya atılan bu söz, tam bir isabetle geldi, Ahmet Samim'in kulağına çarptı.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim § kuru gayret çarık eskitir: bir iş rastgele bir çabayla değil amaca doğru planlı bir biçimde yürümekle başarılır. Atasözü § laf çakmak (çarptırmak, dokundurmak): üstü kapalı bir biçimde karşısındakine bir şeyler ima etmek: “Gözüne gelini ilişince açıktan açığa olmasa bile öfkesini ondan almak için laf çaktı.” -O. Kemal.Deyim § maya çalmak: mayalanmayı sağlamak.Deyim § merakından çatlamak: 1) çok kaygılanmak; 2) bir şeyi öğrenmek isteğini aşırı ölçüde duymak: “Rica ederim söyleyiniz, merakımdan çatlayacağım.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim § meraktan çatlamak: merakından çatlamak.Deyim § merhaba çakmak: hlk. selamlamak: “Kişileri kendi adıyla anmıştım, ona buna, yardımına koşan bunca kişilere bir merhaba çakayım diye.” -A. Erhat. Deyim § mısıra “yağmur geliyor” demişler, “çapan birlik mi?” demiş: mısır bol su ister ama çapalanmazsa sudan gereği gibi yararlanılmaz.Atasözü § minareyi çalan kılıfını hazırlar: kolay kolay gizlenemeyecek kadar büyük bir yolsuzluğu yapan kimse, sorumluluktan kurtulma yollarını önceden düşünür.Atasözü § ne çare: “çaresi yok, elden ne gelir” anlamında kullanılan bir söz.Deyim § ne dağda bağım var, ne çakaldan davam: tuttuğum bir taraf yok ki ona saldıranların karşısında olayım.Atasözü § nöbet çalmak: belli zamanlarda mızıka çalmak.Deyim § olacakla öleceğe çare bulunmaz: insanın alnına yazılmış olan şeyler önlenemez.Atasözü § otuz iki dişe keman çaldırmak: içecek çok soğuk olmak.Deyim § ölüme çare bulunmaz: ölüm dışında, çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır.Atasözü § pala çalmak (sallamak): uğraşmak, didinmek, çabalamak: “Üstelik gazetecilikte de yıllarca pala çaldı.” -M. Ş. Esendal.Deyim § parayı veren düdüğü çalar: para harcadığında insan istediğini elde edebilir.Atasözü § pata çakmak: argo askerce selam vermek.Deyim § paydos borusu çalmak: işi bırakma zamanının geldiğini boru sesi ile bildirmek.Deyim § perşembenin gelişi çarşambadan bellidir: bir işin sonunun nasıl olacağı şimdiki gidişinden belli olur.Atasözü § rol çalmak: 1) oyun sırasında söz başka bir oyuncuda iken seyircinin ilgisini kendi üzerine çekmek; 2) birinin söyleyeceği sözü ondan önce söylemek.Deyim § rölantide durmak (çalışmak): motorlu taşıtlarda, motor boşta çalışmak.Deyim § saat on bir buçuğu çalmak: yaşı çok ilerlemiş olmak.Deyim § saati çalmak: bir şeyin vakti gelmek: “Herkes ona artık vaktini ibadete hasretmek zamanının geldiğini, daha doğrusu Âhireti düşünmek saati çaldığını ima ediyordu.” -H. E. Adıvar. Deyim § sayılı günler (gün) tez (çabuk) geçer: bir işin yapılması veya gerçekleşmesi için konulmuş olan belli bir süre çabucak geçer.Atasözü § selam çakmak: tkz. selam vermek.Deyim § sepet havası çalmak: argo 1) işinden çıkarmak, sepetlemek: “Patrona kalsa sepet havasını çoktan çalardı.” -M. Ş. Esendal. 2) yanından uzaklaştırmak, gitmesini sağlamak.Deyim § serbest çalışmak: bir işverene bağlı olmadan kendi adına kazanç sağlamak.Deyim § sermayen bir yumurtaysa taşa çal: yetersiz olanaklarla büyük işler yapmayı tasarlıyorsan başarılı olamazsın, vazgeç daha iyi.Atasözü § sınıfta çakmak: argo sınıfta kalmak.Deyim § silah çatmak: ask. silahları uç uca çapraz bir biçimde dayayarak durdurmak.Deyim § soğuk çalmak: soğuk bitkiye zarar vermek.Deyim § su çarpmak: yüzünü su ile yıkamak.Deyim § şaşı, çakır demektense kör de, kurtul: üstü kapalı laflar etme, açık konuş, ne diyeceksen de.Atasözü § şimşek çakmadan gök gürlemez: 1) meydana gelmemiş bir olayın yankısı olmaz; 2) bir gürültü kopmadan önce belirtileri görülür.Atasözü § şimşek çakmak: şimşek oluşmak: “Üst üste birkaç şimşek çakıyor.” -A. İlhan.Deyim § tabak sevdiği deriyi taştan taşa (yerden yere) çalar: birinin yakınlarına gösterdiği sert davranış onun iyiliği içindir.Atasözü § tam adamına çatmak: olumsuz bir davranış ve tutum içinde bulunan kimseyle karşı karşıya gelmek.Deyim § tarlada çayırda, bağ bayırda: her şey kendisi için en elverişli ortamda gelişir, verimli duruma gelir.Atasözü § taş çatlasa: 1) bütün olanakların kullanılmış olmasına karşın: “Bunlardan en iyisini taş çatlasa konakta iki aydan fazla tutamazdı.” -R. N. Güntekin. 2) ne olursa olsun; 3) en fazla: “Taş çatlasa otuz yaşlarında görünen genç kadın yanındaki boş yere oturmuştu.” -O. Aysu. Deyim § tef çalsan oynayacak: karmakarışık olan eşyalar için söylenen bir söz.Deyim § tefe koyup çalmak: tefe koymak.Deyim § tehlike çanları çalmak: kötü bir durumun ortaya çıkacağı belli olmaya başlamak: “Bedenimde tehlike çanları çalmaya başlamış, eklem romatizmasına yakalanmıştım.” -A. Ümit.Deyim § tellal çağırtmak: bir haber, bir istek vb.ni tellal aracılığıyla duyurmak.Deyim § topuk çalmak: yürürken ayakların iç kemikleri birbirine çarpmak.Deyim § tüfek çatmak: ask. askerlerin dinlenme sırasında tüfeklerini, dipçikleri üzerinde üçerli olarak birbirine dayamak: “Tüfekleri çatar çatmaz ordayım.” -B. S. Erdoğan. Deyim § türkü çağırmak: türkü söylemek: “Türkü çağırmak şöyle dursun, konuşamıyorduk bile.” -A. Erhat.Deyim § vur patlasın, çal oynasın: aşırı zevk ve eğlenceyi anlatan bir söz: “Komşu konaklarda vur patlasın çal oynasın saz âlemleri devam ediyor, uzak yakın piyano sesleri işitiliyordu.” -Ö. Seyfettin.Deyim § yanlış kapı çalmak: isteğinin yapılmayacağı, yersiz sayılacağı bir yere başvurmak.Deyim § yazın çalışan, kışın gülüşür: yazın çalışan kışın rahat eder.Atasözü § yazın gölge kovalayan, kışın karnın ovalar: Yazın çalışmayan, kışın sıkıntı çeker.Atasözü § yerden yere çalmak: çok hırpalamak: “Bir oyunu belli ölçülere göre değil, ne olduğu belli olmayan kendi beğenisine göre yerden yere çalıyor.” -N. Meriç.Deyim § yere çalmak: yere atmak, yere fırlatmak: “Ellerini uzatıp o koca gövdeyi havaya kaldırdı ve başının üzerinde döndürüp sırtüstü yere çaldı.” -N. F. Kısakürek.Deyim § yıldırım çarpmışa dönmek: apansız kötü bir durum karşısında kalıp ne yapacağını bilememek.Deyim § yiğidim yiğit olsun da yerim çalı dibi olsun: kadının kocasının fakir olması önemli değildir, yeter ki aile sorumluluklarını yerine getirsin.Atasözü § yoğurt çalmak: yoğurt yapmak için süte yoğurt mayası koymak: “Ana, inek sağar; yoğurt çalar, yayık vurur.” -T. Buğra.Deyim § yolcu yolunda gerek: 1) vakit geçirmeden yola devam edilmeli;Atasözü § yumurtayı çalkamak: hayvan, üstüne oturduğu yumurtayı çevirmek.Deyim § yüreği çarpmak: 1) kalbi çarpmak veya çalışmak; 2) coşku sebebiyle kalp hızlı hızlı çarpmak veya çalışmak; 3) merak, kaygı, korku, heyecan vb. duygularla tedirgin olmak, huzursuz olmak: “Bunu düşündükçe gülümser, tatlı tatlı yüreği çarpar, ruhunda kopan bir hamleyle örsünün üzerinde milyarlarca kıvılcım tutuştururdu.” -Ö. Seyfettin.Deyim § yürekten çağırmak: aşırı derecede arzu etmek, istemek: “Bu kadar yürekten çağırma beni / Bir gece ansızın gelebilirim” -Şarkı.Deyim § yüzüne vurmak (çarpmak): ayıplayarak kusurunu yüzüne söylemek: “Bir büyük kabahatim varmış da yüzüme vuracaklarmış gibi açıp okumaktan çekiniyorum.” -A. Gündüz.Deyim § zemheride sür de çalı sür: iyi verim alabilmek için üstünkörü olsa bile tarlayı zemheride sürmek gerekir. Atasözü § zor alıma çarpmak: kişi mallarına devlet adına yasal olarak el koymak, müsadere etmek.Deyim § acemilik çekmek: alışamadığı bir işte zorluk çekmek.Deyim § acı çekmek (duymak): 1) ağrı, sızı duymak: Ameliyattan sonra çok acı çekti. 2) mec. üzülmek, üzüntü içinde kalmak: “Bu faciaya bizzat karışmışım gibi bir acı duyuyordum.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim § acısını çekmek: yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntü içinde bulunmak.Deyim § açlık çekmek: yoksulluk içinde bulunmak.Deyim § ad çekmeye girmek: 1) kuraya tabi olmak: “Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve Başkan Vekili ad çekmeye girmezler.” -Anayasa. 2) sp. oyunun başlangıcında, alan seçimi, başlama atışı veya karşılama hakkı için öncelik sağlamak amacıyla kura çekmek.Deyim § afyon çekmek: keyif için afyon yutmak.Deyim § ağır çekmek: tartıda ağır gelmek.Deyim § ağzından lakırtı (laf) almak (çekmek): karşısındakini konuşturarak birtakım şeyleri öğrenmek: “Ağzımdan lakırtı almak istiyorsun ama demeyeceğim.” -B. Felek.Deyim § ağzını burnunu çarşamba pazarına (çanağına) çevirmek: aşırı bir biçimde döverek perişan duruma getirmek. Deyim § ah çekmek: derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek.Deyim § akıl akıl, gel çengele takıl: bir sorunun nasıl çözümleneceğini düşünememe durumunda söylenen bir söz. Atasözü § akılsız başın cezasını (zahmetini) ayak çeker: bir işte düşüncesizce davranan kişi her türlü olumsuz sonuca katlanır.Atasözü § akıntıya (akıntıya karşı) kürek çekmek: olmayacak bir iş uğrunda boşuna çabalamak: “Böyle akıntıya kürek çektiğine çok acıdım doğrusu.” -N. Hikmet.Deyim § al malın iyisini, çekme kaygısını: malın iyisini alan, onu tasasız kullanır.Atasözü § alaka (alakasını) çekmek (toplamak, uyandırmak): ilgi çekmek: “Bu sahneyi mangalın başında Havva Hanım bize kaç defa tekrar etti, hatırlayamam. Ama her defasında bizde büyük bir alaka uyandırıyordu.” -H. E. Adıvar. “Yahu, biz bu hanımın sadece elini öpebilmek için ne yapacağımızı bilemez ve alakasını çekemezdik.” -N. F. Kısakürek.Deyim § alt çenesi oynamak: rüşvet alıp yemek. Deyim § angarya (angaryasını) çekmek: bir işi isteksizce, hatır için yapmak zorunluluğunda olmak: “Benim bu angaryalarımı da başka türlü kimsecikler çekmez.” -O. C. Kaygılı.Deyim § aradan çekilmek: 1) ara bulucu olmaktan vazgeçmek; 2) herhangi bir iş yapılırken işi başkalarına bırakmak, ilişiğini kesmek.Deyim § arık çekmek: tıkanan, bozulan arkları temizleyip açmak: “Beş gün belinin, kollarının ağrısını duymadan Binnaz'ın önü sıra arık çekti.” -N. Cumalı.Deyim § arka çevirmek: sırt çevirmek.Deyim § aşağı çekmek: değerini düşürmek.Deyim § ayağına çelme takmak: 1) biri yürürken ayakları arasına ayak uzatıp düşürmek; 2) mec. birinin işinde yükselmesine engel olmak.Deyim § ayak çekmek: kandırmaya çalışmak, avutmak.Deyim § ayakkabılarını çevirmek: 1) konuk ayakkabılarını gidiş yönüne doğru düzgün bir biçimde sıralamak; 2) mec. bazı davranışlarla konuğu gitmeye zorlamak.Deyim § ayrı baş çekmek: topluluktan ayrılıp kendi başına iş yapmak.Deyim § azap çekmek: 1) eziyet çekmek, üzüntü içinde olmak; 2) ceza görmek.Deyim § baş (başı) çekmek: herhangi bir konuda önde gitmek, önayak olmak: “Hacı Reşit'in dükkânında post kuran orta yolcular arasında Muallim Naci başı çeker.” -S. Birsel.Deyim § baş çevirtmek: 1) başı arkaya doğru döndürtmek; 2) mec. birinin arkasından hayranlıkla baktırmak: “Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu.” -H. C. Yalçın.Deyim § başa gelen çekilir: çaresiz durumlara düşüldüğünde insan kendini üzüntüye kaptırmayıp bu durumlara sabır göstermelidir.Atasözü § besiye çekmek: hayvanı semirtmek için beslemek.Deyim § besmele çekmek: bir işe başlarken “bismillahirrahmanirrahim” sözünü söylemek: “Üç dört kişi birden besmele çekmişlerdi ve hepsi birden okumaya başlamışlardı.” -M. Ş. Esendal.Deyim § beyaza çekmek: yazıyı temize çekmek: “Dört satırlık bir beyaza çekmek için de kan terlere batar.” -H. R. Gürpınar.Deyim § beylik çeşmeden su içme: resmî işlerde dikkatli olmak gerekir.Atasözü § bıçak çekmek: üzerindeki bıçağı birden eline alarak birine saplamaya hazırlanmak: “Köy delikanlılarının bıçak çekmeye elleri bile değmedi.” -M. Ş. Esendal.Deyim § bir çekirdek geri kalmamak: bütünüyle denk olmak.Deyim § bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: verimi az, zahmeti çok olan bir işle çok uğraşmak.Deyim § bir kol çengi: şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenen bir söz.Deyim § bir köşeye çekilmek: hiçbir işe karışmayarak yaşamak: “Bir köşeye çekilip ölümü beklemek.” -Ö. Seyfettin. Deyim § bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge): birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanı kötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız kalmaz.Atasözü § (bir şeyden) el ayak (etek) çekmek: uzaklaşmak, kaybolmak: “Tarzının, yönteminin piyasadan el ayak çekmek zorunda kalacağını açık seçik kavrıyorsunuz.” -S. İleri. “Bazı meddahlar da Karagöz oynatmış, şahbaz, hayalbaz veya hayalî isimleriyle yaşadıktan sonra temaşa hayatımızdan el etek çekmişlerdir.” -S. Ayverdi.Deyim § (bir şeye) sünger çekmek: bir şeyi hiç olmamış saymak, silmek, silip atmak, unutmak: “Bir türlü doyamadığım hürriyetimin üstüne sünger çekmek lazım geliyordu.” -O. Kemal.Deyim § (bir şeyi) hurdaya çevirmek: işe yaramaz duruma getirmek.Deyim § (bir şeyi) maymuna benzetmek (çevirmek, döndürmek): gülünç ve çirkin duruma sokmak.Deyim § (bir yer, işte) yabancılık çekmek: bir iş veya çevrede yabancı olmaktan doğan güçlüklere uğramak.Deyim § (bir yerden) ayağını çekmek: sık sık gittiği bir yere artık uğramaz olmak, ilgiyi kesmek.Deyim § (bir yerden, bir şeyden) elini ayağını (eteğini) kesmek (çekmek): 1) uğramaz olmak; 2) uğraşmamak, ilgilenmemek: “Ben artık öyle şeylerden elimi ayağımı çektim.” -O. C. Kaygılı. 3) o şeyle ilgisini kesmek: “Odasına kapandı, aylarca dünyadan elini eteğini çekti.” -R. H. Karay.Deyim § (bir yeri) ahıra çevirmek: pis, bakımsız, dağınık, harap, gürültülü duruma getirmek.Deyim § (bir yeri) curcunaya çevirmek (döndürmek veya vermek): ortalığı karışık, gürültülü duruma sokmak.Deyim § (bir yeri) komşu kapısına çevirmek: yakın olmadığı ve sık sık uğranılması gerekmediği hâlde bir yere çok sık gitmek.Deyim § birbirini çekememek: kıskanmak: “Bu iki birbirini çekemezin kişiliklerini kendi imbiğinde eritmiş bir şair olduğu söylenir.” -H. Taner.Deyim § (birinden) şeytan elini çekmiş: uygunsuz bir iş yapacak veya kötülük düşünecek durumu olmayan çok yaşlı kimseler için kullanılan bir söz.Deyim § (birine, bir şeye) çekidüzen vermek: 1) düzgün duruma getirmek, düzeltmek: “Bir iki yutkunup sesine çekidüzen verdikten sonra şu ninniyi tutturdu.” -O. C. Kaygılı. 2) belirlenen ölçülere uydurmak. Deyim § (birine) çelme atmak (takmak veya vurmak): 1) çelme ile yıkmaya çalışmak: “Ders aralarında ittikleri, çelme taktıkları da olurdu.” -Y. Atılgan. 2) mec. bir işi veya bir kimseyi baltalamak, gelişmesini engellemek: “Bana kanun ve hukuk yolundan çelme atılabilir mi?” -N. F. Kısakürek. Deyim § (birine) meydan dayağı çekmek: herkesin içinde veya çok dövmek. Deyim § (birine) silah çekmek: 1) silahla vurmaya davranmak; 2) silahla vurmak.Deyim § (birini) çamurdan çekip çıkarmak: birini kötü veya onurunu tehlikeye düşüren bir durumdan kurtarmak.Deyim § (birini) çarşamba pazarına çevirmek: özellikle yüze vurarak çok dayak atmak.Deyim § (birini) ipe çekmek: asarak öldürmek.Deyim § (birini) kayışa çekmek: argo aldatmak, kandırmak.Deyim § (birini) maskaraya çevirmek: gülünç bir duruma sokmak. Deyim § (birini) şaşkına çevirmek: şaşırtmak: “Bir mektupla kadınlarınız sizi şaşkına çeviriyorlar.” -M. Ş. Esendal. Deyim § (birini) yatak çekmek: çok bitkin ve güçsüz olmak. Deyim § (birinin) ağzının kokusunu çekmek: bir kimsenin çekilmez davranışlarına katlanmak. Birinin her türlü isteğine, kaprisine boyun eğmek: “Onca yıl gurbetin kahrını, gâvurun ağzının kokusunu çekmiştik.” -M. İzgü. Deyim § (birinin) aklını çelmek: 1) niyetinden, kararından caydırmak: “Böyle olursa zamanla kızının aklını çelmek kolaylaşırdı.” -N. Cumalı. 2) ayartmak, baştan çıkarmak: “Hasan gelip Reha Bey'in, beni filan gazinoda beklediğini söyleyerek aklımı çeliyordu.” -O. C. Kaygılı. Deyim § (birinin) başında değirmen çevirmek: gürültü ile tedirgin etmek. Deyim § (birinin) çenesini açtırmak: söz fırsatı vermek: “Büyük hanım gece erken yatıp kocasının çenesini açtırmamak için şimdi öğle yemeklerinden sonra biraz kestiriyormuş.” -M. Ş. Esendal. Deyim § (birinin) çenesini bıçak açmamak: sıkıntı ve üzüntüden konuşamamak: “Hiçbirimizin çenesini bıçak açmıyordu.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § (birinin) dizginini çekmek: birinin aşırı davranışlarına engel olmak. Deyim § (birinin) fikrini çelmek: kandırmak, düşüncesini değiştirtmek, ikna etmek: “Belki bir yolunu buluruz da kızın fikrini çeleriz, diyormuş.” -S. F. Abasıyanık.Deyim § (birinin) gözlerine mil çekmek: birinin gözlerini kızgın mille kör etmek. Deyim § (birinin) günahını çekmek: birinin yaptığı veya birine karşı yapılan kötülüğün cezasını görmek.Deyim § (birinin) ipini çekmek: birini ölçülü davranmaya zorlamak.Deyim § (birinin) kulağını çekmek: 1) ceza olarak kulağını tutup bükerek çekmek; 2) uyarmak için hafif bir ceza vermek.Deyim § (birinin) nazını çekmek: her istediğini yerine getirmek: “Ben karım için çalışıyorum. Epeyce kazanıyorum. Onun nazını çekerek bütün çocuklarına katlanıyorum.” -M. Ş. Esendal. Deyim § (birinin) pabuçlarını çevirmek: dolaylı olarak kovmak. Deyim § (birinin) parasını çekmek: para sızdırmak, birinden birtakım gerekçelerle para almak: “Şunu yaparız, bunu yaparız diye Paşa'yı aldatmaktan ve parasını çekmekten başka bir şey yaptıkları yok.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § (birinin veya bir şeyin) hasretini çekmek: 1) çok özlemek: “Ben dört sene onun hasretini çektim.” -A. Gündüz. 2) mec. gereksinim duyduğu şeyi elde edememenin üzüntüsü içinde bulunmak: Dünya, barışın hasretini çekiyor. Deyim § (birinin) zihnini çelmek: 1) bir kimseyi yanıltmak, yanlış yola sürüklemek; 2) baştan çıkarmak. Deyim § boğaya çekmek: ineği boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak. Deyim § boya vurmak (çekmek, sürmek): boyamak: “Kimi kirpiklerine boya sürüyordu.” -R. H. Karay. “Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine.” -M. A. Ersoy. Deyim § boynuz çekmek: boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek: “Hastalık göğse inip ateş başlayınca yapılacak şey hastaya boynuz çekmek olurdu.” -B. Felek. Deyim § burnu çenesine değmek: çok yaşlanmak: “Bu kez gelen, burnu çenesine değmiş bir acuzeydi.” -İ. O. Anar. Deyim § burnunu çekmek: 1) sümüğünü çekmek: “Madam, küçük bir çocuk gibi burnunu çekerek eliyle içerideki odayı gösteriyor.” -A. Ümit. 2) mec. umduğunu bulamamak, amacına ulaşamamak. Deyim § bülbülün çektiği dili belası: ilerisi düşünülmeden söylenen söz insanın başına dert açabilir.Atasözü § camı çerçeveyi indirmek: etrafı kırıp dökmek, her şeyi parçalayıp dağıtmak: “Neden soğuk değil bu su diye hır çıkarıp camı çerçeveyi indiriyor.” -Ç. Altan.Deyim § can çekişmek: 1) ölmek üzere bulunmak: “Bir uzun can çekişme bunun her anı bence / İçimi sızlatan şey ölüm değil işkence” -F. N. Çamlıbel. 2) sona ermek, tükenmek, bitmek: “Yazdığım satırlara bakarsanız manevi varlığımın can çekiştiğini görürsünüz.” -H. E. Adıvar.Deyim § can çekişmektense ölmek yeğdir: bir işte çeşitli sıkıntı ve üzüntülerle karşılaşıp olağanüstü gayret harcamaktansa o işten vazgeçmek daha iyidir.Atasözü § canı çekilmek: 1) vücudun herhangi bir organının canlılığı azalır gibi olmak; 2) içi ezilmek.Deyim § canı çekmek: bir şeyi istemek, istek duymak, arzulamak: “Yufka, dedim de canım bir ıspanaklı börek çekti ki.” -S. F. Abasıyanık.Deyim § cartayı çekmek: argo ölmek: “Yarın cartayı çektim mi, kefensiz mefensiz it ölüsü gibi meydanda kalacak leşim.” -O. Kemal.Deyim § cavlağı çekmek: argo ölmek: “Ne olacak a canım, hepimiz de ya bir kaza neticesinde veyahut kazasız olarak cavlağı çekeceğiz.” -Halikarnas Balıkçısı.Deyim § cefa çekmek (görmek). zulüm görmek: “Mektubumda yazmamış mıydım, senin yüzünden ne cefalar çektiğimi?” -O. C. Kaygılı.Deyim § cefayı çekmeyen sefanın kadrini bilmez: sıkıntı çekmemiş olanlar, eriştikleri rahatlığın ve mutluluğun değerini bilemezler.Atasözü § cehenneme çevirmek: yaşanılmaz bir duruma getirmek: “Kafamın çatlaklığı yüzünden bir anda orasını zindana, cehenneme çevirdim.” -R. H. Karay.Deyim § cennete çevirmek: temiz, bakımlı, güzel bir yer durumuna getirmek.Deyim § ceremesini çekmek: başkasının yol açtığı zararı ödemek.Deyim § ceza çekmek: 1) hapiste yatmak: Hırsızlıktan üç ay ceza çekti. 2) manevi bakımdan işlenen suçun ağırlığını çekip sıkıntı ve üzüntü içinde kalmak.Deyim § cezasını çekmek: 1) yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak: “Bu haylazlığının cezasını çeker.” -P. Safa. 2) hükmedilen cezayı bitirmek.Deyim § cızlamı çekmek (cızlam etmek): 1) kaçmak, savuşup gitmek; 2) argo ölmek: “Adam bir hafta içinde cızlamı çekerse hiç günahım yokken adım kötüye çıkar.” -T. Yücel. Deyim § cila çekmek: içilen içkinin etkisini azaltmak veya artırmak amacıyla bir şey içmek. Deyim § cins cinse çeker: her insan veya yaratık az çok soyuna benzer. Atasözü § cumburlopu çekmek: pat diye düşmek. Deyim § çark çevirmek: aynı yol üzerinde dönerek gitmek: “Kırmızı balıklar birdenbire canlanırlar ve kavanozun içinde birbiri ardınca keyifli keyifli çark çevirmeye başlarlar.” -H. E. Adıvar.Deyim § çarka vermek (çektirmek): kesici araçları bileği çarkı ile biletmek.Deyim § çehre almak: tavır takınmak: “Benimle yalnız kalınca yine bir nöbet ağlayıp sızlayacaklarını hissettiğim için çatkın bir çehre almıştım.” -R. N. Güntekin. Deyim § çehre etmek: surat etmek: “Bir şeyim yok, asabım bozuk diye cevap veriyor, çehre ediyordu.” -R. H. Karay.Deyim § çehresi bozulmak: yüzü düşmek: “İhtiyarın çehresi fena hâlde bozulmuştu.” -Ö. Seyfettin.Deyim § çek! (çek arabanı!): hkr. “git buradan!” anlamında kullanılan bir söz: “Ben şimdi boya mı düşünüyorum? Çek arabanı şuradan diyecektim, diyemedim.” -O. V. Kanık.Deyim § çekeceği olmak: başına sıkıntılı çok iş gelecek olmak: Bu laf anlamaz ustadan çekeceğin var.Deyim § çeki taşı gibi: ağır ve kımıldamaz.Deyim § çekince koymak: bir karara katılmadığını belirtmek.Deyim § çekip almak: uzaklaştırmak, uğraşısına son vermek, koparmak: “Beni tiyatrodan çekip alırken alıştığım yaşayışın giderlerini karşılayıp karşılayamayacağını sonradan anladım.” -N. Cumalı.Deyim § çekip çevirmek: hâle yola koymak, yönetmek: “Zavallı madam, o sakat hâliyle nasıl çekip çevirsin bu eski binayı?” -A. Dino.Deyim § çekip gitmek: bırakıp gitmek, ayrılmak, savuşmak: “Sırf bu parayı ödeyemiyorum diye çekip gitmesini bağışlamıyordu.” -T. Buğra.Deyim § çekip vurmak: bir anda karar verip silahla öldürmek: “Eğer üstümde tabanca olsa bir iki demez çekip vururdum.” -O. Kemal.Deyim § çekişilmeyince pekişilmez: düşünceler karşılıklı tartışılmadan sağlam bir anlaşma ve uzlaşma ortaya çıkmaz.Atasözü § çekiver kuyruğunu: argo “artık ondan hayır bekleme” anlamında kullanılan bir söz: “Bir defa rakı adamın beynine vurdu mu çekiver kuyruğunu.” -M. Ş. Esendal.Deyim § çekiye gelmek: düzene uymak.Deyim § çekiye gelmez: ölçüsüz derecede çok veya büyük.Deyim § çeliğe su vermek: çeliği özel bir biçimde hızla soğutarak daha çok sertleşmesini sağlamak: “Yaptığı kısacık bıçaklar bile iki kat olur kırılmazdı, çeliğe su vermek sanatının yalnız ona mahsus bir sırrı idi.” -Ö. Seyfettin.Deyim § çember geçirmek: çemberle kuşatmak.Deyim § çember içine almak (çembere almak): kuşatmak: “İktidar muhalefet partilerini gittikçe daralan bir çember içine alıyor.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim § çemberden dönmek: başarıya ulaşmak üzereyken olumsuz bir sonuçla karşılaşmak.Deyim § çemberi yarmak: bir veya birkaç noktayı delerek kuşatmadan kurtulmak.Deyim § çene çalmak: gevezelik etmek: “Komşu kadınlar akşam yemeğinden sonra onun etrafında toplanırlar, geç vakitlere kadar çene çalarlardı.” -R. N. Güntekin.Deyim § çene patlatmak: karşı tarafa anlatabilmek veya kabul etmesini sağlamak için bir konu üzerinde uzun uzun konuşmak: “Feti Bey'in boşu boşuna çene patlatmayacağı herkesçe bilinirdi.” -K. Korcan.Deyim § çene yarışına girmek: birbirinin sözünü keserek susmamacasına konuşmak: “Arif gibi bir adamla çene yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı.” -M. Ş. Esendal.Deyim § çene yarıştırmak: karşılıklı gevezelik etmek, çok konuşmak: “Çene yarıştırmak gelmiyordu içimden.” -O. Kemal.Deyim § çene yetiştirmek: konuşmayı sürdürmek: “Şu bitkin hâliyle dayısına çene yetiştirecek gücü yoktu.” -A. Kulin.Deyim § çene yormak: boşuna söyleyip durmak.Deyim § çenesi açılmak: durmadan konuşmak, gevezelik etmek: “Sabahtan akşama kadar uyukluyorsun, gece olunca çenen açılıyor.” -M. Ş. Esendal.Deyim § çenesi atmak: can çekişirken çenesi titremek: “Hasta aksırır gibi bir ses çıkardı. Döndü, baktı; -Ne istiyor?... dedi, ağa cevap vermedi. Çenesi atıyordu.” -Ö. Seyfettin.Deyim § çenesi durmamak: gereksiz yere sürekli konuşmak.Deyim § çenesi düşmek: yerli yersiz konuşup gevezelik etmek.Deyim § çenesi kilitlenmek: alt ve üst çene sımsıkı bir durumda bir araya gelmek.Deyim § çenesi oynamak: 1) bir şey yemek: “Yavrum gelinim! Kapının önünden yemiş mi aldın? Ölmüşlerinin canı için biraz da bana tattır; canım sıkılıyor, azıcık çenem oynarsa sevinirim.” -H. R. Gürpınar. 2) çok konuşmak.Deyim § çenesine vurmak: aşırı derecede konuşmak, gevezelik etmek.Deyim § çenesini açmak: 1) çok konuşmasına sebep olmak: “Fakat bu inat, Emine'nin çenesini açmış; kızın ne kadar kusuru varsa babasından geldiğini söylerken Tevfik'e ağzını açmış, gözünü yummuştu.” -H. E. Adıvar. 2) çok konuşmak, gevezelik etmek.Deyim § çenesini bağlamak: 1) ölen bir kimsenin çenesi altından geçirilen tülbendi başının üstünde düğümlemek; 2) mec. bir kimsenin ölümünü istemek.Deyim § çenesini dağıtmak: iyice dövmek.Deyim § çenesini kapatmak: susturmak.Deyim § çenesini tutmak: ağzını tutmak.Deyim § çenesinin bağı çözülmek: gevezelik etmek, yerli yersiz, sürekli konuşmak: “Çenesinin bağı çözülmüştü, cıvıldıyor, annesinden, babasından söz açıyordu.” -O. Kemal.Deyim § çengel atmak: bir konuya taraftar toplama girişiminde bulunmak.Deyim § çengel takmak: uğraşmak veya kötülük etmek için el atmak.Deyim § çengi ölüsü çalgı (daire, tef) ile kalkar: zevk ve sefa içinde ömür sürmüş bir kimse, en sıkıntılı günlerinde bile bu alışkanlığını bırakamaz.Atasözü § çerçi başındakini satar: satıcı elinde neyi varsa satar.Atasözü § çerçi kızı boncuğa âşık(tır): 1) bir insan hangi işle uğraşıyorsa yakınındakiler de o işi çok sever; 2) ticaretle uğraşanlar, sattıkları şeylerden evdekilerini yoksun bırakarak onların bu eşyanın özlemini çekmelerine neden olurlar.Atasözü § çeşmeye gitse çeşme kuruyacak: çok talihsiz kimseler için söylenen bir söz.Atasözü § çeşni tutmak: ekmekçilikte una karıştırılacak suyun oranını belirtmek.Deyim § çetele çekmek (tutmak): hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çizmek.Deyim § çeteleye dönmek: insanın yüzünde veya başka bir tarafında birçok kesik ve sıyrık oluşmak.Deyim § çevir kazı yanmasın: alay karşısındakine dokunacak yersiz bir söz söylediğini fark eder etmez sözünü çevirmeye kalkışanlara söylenen bir söz.Deyim § çeyiz düzmek: çeyiz hazırlamak: “Kazandığını bir yana atar, kendine çeyiz düzer.” -M. Yesari.Deyim § çıngırağı çekmek: argo ölmek.Deyim § çile çekmek: büyük sıkıntı ve üzüntü içinde yaşamak: “Âşığın olmaz mı çile çekmesi / Çilenin olmaz mı boyun bükmesi” -Seyrani. Deyim § çizgi çekmek: 1) bir noktayı hat biçiminde çeşitli yönde uzatmak: “Yerlerinden kalkıp duvara bir çizgi çekmişler.” -N. F. Kısakürek. 2) mec. bitirmek, sona erdirmek: “Tüm Müslümanlar aralarındaki kızgınlıklara, kinlere, o gün bir çizgi çekeceklerdi.” -H. Taner.Deyim § çizmeleri çekmek: bir işe girişmek: “Yaptığım işe hâlâ şaşmaktan ve inanamamaktan vazgeçemediğim hâlde çizmeleri çekmiştim.” -R. N. Güntekin.Deyim § (çocuk) boya çekmek: boyca uzamak.Deyim § daktiloya çekmek: yazı makinesiyle yazmak: “İmtihanlarına çalışırken destek veriyor, tezlerini daktiloya çekiyordu.” -A. Kulin.Deyim § dalavere çevirmek (dalaveresini döndürmek): yalan dolanla gizlice kötü iş görmek: “Beyefendi dalaveresini döndüreceği yerleri adamlarından hiç kimseye söylemedi.” -Ö. Seyfettin. Deyim § damarına çekmek: soyunun genetik özelliklerini taşımak.Deyim § darağacına çekmek: idam cezası alan bir kimseyi asmak: “Darağacına çekilmiş bir adam gibi göğsüm, nefes borularım birdenbire tıkanıverdi.” -P. Safa. Deyim § deli kızın çeyizi gibi: bir arada sergilenen ve birbirine yakışmayan (eşya).Deyim § dem çekmek: 1) kuşlar uzun ve güzel ezgiler çıkarmak: “Akasya dallarında bir tek bülbül uzun uzun dem çekiyor.” -H. Taner. 2) şaka içki içmek.Deyim § deneme tahtasına çevirmek.: bir şey üzerinde bilgisizce tedavi, onarım vb. işler yapmak.Deyim § derdini çekmek: üzüntüsüne katlanmak.Deyim § dert, çekene göredir: bir derdin ağırlığı, hafifliği ona uğrayan kimsenin etkilenme derecesiyle ölçülür. Atasözü § dikkat çekmek: 1) ask. “dikkat” komutunu yüksek sesle söylemek; 2) mec. ilgi toplamak: “Hangi konudan söz etse dikkati çekecek bir hava veriyor.” -N. Cumalı. 3) mec. göze batmak, fark edilmek.Deyim § dikkatini çekmek: uyarmak.Deyim § dikkatini çekmemek: birinin ilgisini uyandırmamak: “Arapça konuşan milletler arasındaki ayrılıklar da onun dikkatini çekmemişti.” -M. Kaplan.Deyim § dili ensesinden çekilsin!: bıktıracak kadar çok konuşan veya kötü sözler söyleyenler için kullanılan bir ilenme sözü.Deyim § dilinin cezasını (belasını) çekmek (bulmak): ölçüsüz, düşüncesiz konuşma yüzünden zarar görmek.Deyim § dirsek çevirmek: daha önce iş birliği yaptığı kişiyi uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak: “Bugünlerde size dirsek çevirmişler, sebebini biliyor musunuz?” -E. Işınsu.Deyim § diskur geçmek (çekmek): argo nutuk verir gibi konuşmak: “Adayın etnoloji kürsüsüne layık olmadığına dair bir diskur geçer.” -H. Taner. Deyim § doksan kapının ipini çekmek: içinde bulunduğu sorunu çözmek için kapı kapı dolaşmak, birçok yere uğramak.Deyim § dolap çevirmek (döndürmek): hile ve dalavere ile iş yapmak: “İleride işler yapmaya, dolaplar çevirmeye başlarsa kendi de bundan istifade edecekti.” -E. E. Talu.Deyim § domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): sevilmeyen veya eli sıkı olan birinden bir şey alabilmek.Deyim § don çekmek: donmak: “Badem ağacı, ayaz vurmaz, don çekmez, solmaz, dökülmez çiçeklerini açmıştı.” -T. Buğra.Deyim § dona çekmek: hava, suları donduracak derecede soğumak.Deyim § duvar çekmek: 1) duvar örmek; 2) mec. aradaki ilişkiye son vermek, görüşmemek.Deyim § dümen çevirmek: tkz. hileye, düzene başvurmak.Deyim § dünyadan el etek (elini eteğini) çekmek: bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmamak, dünya işleriyle ilgilenmez olmak: “Yedi saatlik evliler, şimdiden mi dünyadan el etek çekiyor?” -N. F. Kısakürek.Deyim § dünyadan geçmek (el çekmek): bir kenara çekilip toplum yaşamına karışmamak.Deyim § eflake ser çekmek: çok yüksek olmak.Deyim § ek tohumun hasını, çekme yiyecek yasını: bir girişimden iyi sonuç almak isteyen, o işin temelini sağlam kurmalıdır.Atasözü § el ayak çekilmek: ortalıkta hiç kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek: “Yollar ıssızdı, el ayak çekilmişti, sokaklarda yolu şaşırdım.” -Halikarnas Balıkçısı.Deyim § el çekmek: vazgeçmek.Deyim § el çektirmek: görevinden uzaklaştırmak: “Sorumluları tespit edildi, işten el çektirildi.” -M. Ş. Esendal. Deyim § el ense çekmek (etmek): 1) spor. güreşte, kolunu hasmın boynuna getirip başparmağı gırtlağa, dört parmağı da enseye geçirerek hasmı yıkmak amacıyla çekmek; 2) mec. yenmek, mağlup etmek.Deyim § elaman çekmek: bezginlik gösterip yakınmak.Deyim § eli boş dönmek (çevrilmek veya geri gelmek). umduğunu alamadan dönmek: “Nereyi arayıp taradılarsa elleri hemen hemen boş döndüler.” -Halikarnas Balıkçısı.Deyim § emek çekmek: bir işte çok çalışarak yorulmak.Deyim § enfiye çekmek: keyiflenmek amacıyla çürütülmüş tütünden yapılan tozu burna nefes yoluyla almak: “Gözleri dönmüş bir hâlde kendisini sokağa atar, bol enfiye çekerek akşamlara kadar bir başına dolaşır.” -R. H. Karay.Deyim § entrika çevirmek: entrika ile amacına ermeye çalışmak, dolap çevirmek: “Küçük entrikalar çevirmek onları mutlu kılıyorsa ne yapabilirdim?” -A. Ümit.Deyim § esrar çekmek: esrar içmek.Deyim § eteğinden el çekmek: 1) etliye sütlüye karışmamak; 2) birini tacizden vazgeçmek.Deyim § eteğini çekmek: günah sayılan işlerden uzak durmak.Deyim § ettiğini bulmak (çekmek): yaptığı kötü davranışın karşılığını görmek.Deyim § evirip çevirmek: iyice, istediği gibi, adamakıllı gözden geçirmek.Deyim § evrat çekmek: okunması âdet olan ve vird denen sözleri, duaları ve Kur'an ayetlerini sürekli tekrarlamak: “Geceleri Hüsnü'nün evinde toplanır, zikreder, evrat çekerlermiş.” -M. Ş. Esendal.Deyim § eziyet çekmek: zahmet ve sıkıntıya uğramak.Deyim § falakaya çekmek (yatırmak veya vurmak veya yıkmak): falakaya bağlayarak dövmek.Deyim § feleğin çemberinden geçmek: hayatta acı tatlı günler görmüş geçirmiş olmak, olgunlaşmış, deneyim kazanmış olmak: “Oyuna bir de kalender, feleğin çemberinden geçmiş ihtiyar komiser koyacaksınız.” -H. Taner.Deyim § fenaya çekmek: söylenen bir sözü kötü tarafından anlamak.Deyim § fener çekmek: 1) elinde fenerle önden gitmek: “Fener çeken çocuk, herkese yolunu göstermek mecburiyetinde.” -B. Felek. 2) mec. bir kalabalığa önderlik etmek.Deyim § fent çevirmek: düzen, hile yapmak.Deyim § fertik çekmek (fertiği kırmak): kaçmak: “Kampana vurup tren kalkacağı esnada 'fertik!' diye bağırırlardı ki 'fertiği kırmak' tabiri buradan kalmadır.” -S. M. Alus.Deyim § fırça çekmek (atmak): paylamak.Deyim § fırıldak çevirmek (döndürmek): isteğini elde etmek için hileli yollara başvurmak: “Anasının gözü kardeşi, işi gücü fırıldak çevirmek.” -A. İlhan.Deyim § fildişi kuleye çekilmek: herkesi küçümseyip kendisine özgü dünyasına çekilmek: “Çöküşün ve çöküşten kaçışın, fildişi kuleye çekilişin yarattığı isyanlar kitaplaşmamıştır.” -S. İleri.Deyim § film çekmek: 1) sin. ve <İ>TV bir sinema kamerasıyla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve görünüşün sıralı resmini çekmek; 2) vücudun röntgenini almak.Deyim § film çevirmek: 1) sin. ve <İ>TV beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin çekilişi sırasında rol yapmak: “Sanki buraya film çevirmeye gelmişti.” -S. F. Abasıyanık. 2) argo eğlenmek, hoş vakit geçirmek.Deyim § fişini çekmek: 1) birine zarar vermek; 2) birini öldürmek; 3) yaşama dönme umudu olmayan hastayı, nefes alması, kalbinin atması gibi faaliyetlerini yerine getiren aletlerden ayırmak.Deyim § format atmak (çekmek): biçimlendirmek.Deyim § fotoğraf çekmek: fotoğraf makinesiyle görüntü tespit etmek.Deyim § fön çekmek: aletle saçı kurutup biçim vererek taramak: “Birkaç dakika içinde üçü üç koldan çalışarak hem yaşlı kadına, hem de küçük kıza fön çektiler.” -E. Şafak.Deyim § gam çekmek: tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek: “Gam çekme güzel, nasılsa baharın sonu yazdır.” -F. N. Çamlıbel.Deyim § geri çekilmek: karıştığı bir işi sürdürmekten veya sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek. Deyim § geri çevirmek: 1) geri vermek, geldiği yere göndermek, iade etmek; 2) kabul etmemek, reddetmek: “Oğlunun hiçbir dileğini geri çevirmezmiş.” -S. F. Abasıyanık.Deyim § geri geri çekilmek: arka arka gitmek: “Hamit'in eteğini öpmüş ve geri geri çekilerek odadan çıkmış.” -Y. Z. Ortaç.Deyim § gönlü çekmek: imrenip istemek.Deyim § gönlü çelinmek: güzel sözlere aldanmak, kapılmak.Deyim § gönlünü çelmek: 1) kandırmak, yola getirmek, aşkını kazanmak: “Nice beyler, paşalar onun peşinde yıllarca dolaşmışlar, onun gönlünü çelmek için her türlü çareye başvurmuşlardı.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) kendi yanına çekmek, sempatisini kazanmak: “İlk tanıştığımız günden beri bana karşı gösterdiği yakınlıkla gönlümü çelmiş bulunmaktaydı.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim § gönül çekmek: sevdalı olmak: “Henüz bu yaşta, zavallı çocuk gönül çekmek nedir, bir büyük adam gibi biliyor ve bir büyük adam gibi yarasının acısını kimseye sır vermeyerek taşıyor.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim § görmemişin oğlu olmuş (çekmiş, çükünü koparmış): görgüsüz kimse ummadığı bir şeyi elde ettiğinde ne yapacağını şaşırır.Atasözü § göz görür, gönül ister (çeker): kişi, görmediği şeyi istemez; görüp beğendiği şeye karşı istek duyar. Atasözü § gözden (gözünden) sürmeyi çalmak (çekmek): hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak.Deyim § gurbet çekmek: doğup yaşadığı yerleri özlemek.Deyim § güçlük çekmek: 1) maddi açıdan sıkıntı içinde olmak; 2) mec. zorlanmak: “Cellat bana bu aynanın evveliyatını anlattığında ona inanmakta güçlük çektim.” -İ. O. Anar.Deyim § gürültü istemeyen kazancı (bakırcı) dükkânına girmez (hırkasını başına çeker): kafasını dinlemek isteyen kimse, gürültülü patırtılı işlerde görev almaz.Atasözü § haklı söz, haksızı Bağdat’tan çevirir: doğru söz, yanlış yolda çok ilerlemiş kişiyi bile yola getirir. Atasözü § halay çekmek (tepmek): halay oyunu oynamak: “Erkekler dışarıda halay çekip tabanca atarken kadınlar Zekiye'yi getirip ortaya oturttular.” -L. Tekin.Deyim § harman çevirmek: harmanlamak.Deyim § hasret çekmek: özlem duymak: “Geçmiş günlere hasret çekmiyorum. Çocukluğumu göresim gelmedi.” -N. Hikmet.Deyim § hat çekmek: telefon, telgraf tellerini döşemek veya direklere germek.Deyim § hatime çekmek: son vermek.Deyim § (hava) ayaza çekmek: kışın kuru soğuk artmak.Deyim § haybeye kürek çekmek: boşu boşuna uğraşmak.Deyim § hekimden sorma, çekenden sor: bir sıkıntının acısını ancak onu çeken bilir.Atasözü § her sakaldan bir tel çekseler köseye sakal olur: herkes biraz fedakârlık etse bir yoksul perişanlıktan kurtulur.Atasözü § hesaba çekmek: bir kişiden, bir kuruldan yaptığı işler için açıklama ve savunma istemek: “Meclis kapanacak ve orada hükûmeti hesaba çekeceklermiş.” -Atatürk. Deyim § hırkayı başına çekmek: bir köşeye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek.Deyim § hu çekmek (demek): tekkelerde, dervişler ayin sırasında sürekli olarak hu (O, Allah) demek.Deyim § ığrıp çekmek: balık yakalamak için atılmış ığrıbı yukarı çıkarmak.Deyim § ığrıp çevirmek: yalan dolanla bir şeyden yararlanmak: “Birinci Dünya Harbi'nde oldukça önemli ığrıp çevirenler olmuştu.” -H. R. Gürpınar.Deyim § ırmak kenarına çeşme yapılmaz: zaten var olan ve herkesin işine yarayan bir şeyin yanına aynı işi görmek üzere benzerini yapmak boşunadır.Atasözü § ızdırap çekmek: ağrı ve acı içinde kıvranmak, aşırı derecede üzülmek.Deyim § iç çekmek. üzüntüyle derinden soluk almak: “Hafif hafif iç çekmeler, tek hıçkırıklar, konser hâlinde ağlamalar.” -H. E. Adıvar.Deyim § içi çekmek: istek duymak: “Arsız bir tabiatım var. Ne görsem içim çeker.” -R. N. Güntekin.Deyim § içine çekilmek (kapanmak): çevresindeki kişilerle ilgi kurmamak, duygularını kimseye açmamak: “O sene çok içine çekilmiş, daima boş vakti kütüphanede geçen ağır bir talebe vaziyetini almıştı.” -H. E. Adıvar.Deyim § içine çekmek: 1) soluk almak; 2) mec. bilincine varmak, anlamak: “Bu barut kokulu alçaklık ve zorbalık havasını uzun uzun, derin derin içine çekti.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim § içini çekmek: iç çekmek: “Öyle ağlıyor ki ben de içimi çeke çeke onu teselli etmeye çalışıyorum.” -A. Ağaoğlu.Deyim § iflas bayrağını çekmek (borusunu çalmak): tkz. 1) ticarette batmak; 2) her şeyini yitirmek.Deyim § ihtarname çekmek: hukuk. yasal yollarla yazılı uyarı göndermek.Deyim § iki dirhem bir çekirdek: çok güzel ve özenli giyinmiş: “İki dirhem bir çekirdek kadınların başlarında şemsiye, ellerinde de yelpaze.” -S. Birsel.Deyim § iki gözü iki çeşme: 1) sürekli ağlar durumda: “Biçare kadın iki gözü iki çeşme anlatmış bunları.” -E. Şafak. 2) sürekli ağlayan.Deyim § iki gözü iki çeşme ağlamak: sürekli veya çok ağlamak: “Sen gittin de aylarca yas tuttu, iki gözü iki çeşme ağladı.” -Y. Kemal.Deyim § ilgi çekmek (uyandırmak): çevresinde ilgiyi, dikkati ve merakı üzerine toplamak, alaka çekmek, alaka toplamak veya alaka uyandırmak: “Öyle bir renk olmalı ki hemen karşıdan hem ilgi uyandırmalı hem de insan etkilenmeli.” -M. İzgü.Deyim § ilgisini çekmek: ilgisini, dikkatini ve merakını üzerinde toplamak, alaka duymak: “İki üç ders içinde ilgisini çeken bir öğrenci olmuştum.” -Y. Z. Ortaç.Deyim § imbikten çekmek: damıtmak.Deyim § imtihana çekmek: 1) bilgisini ölçmek; 2) denemek, sınamak.Deyim § incir çekirdeği doldurmamak: çok az veya çok önemsiz olmak: “İncir çekirdeği doldurmayan konularda bir araba lakırtı söylerler.” -N. Uygur.Deyim § insan çeşit çeşit, yer damar damar: toprağın her kesimi ayrı ayrı nitelikler taşıdığı gibi insanlar da birbirlerinden farklı özelliklere sahiptirler.Atasözü § inzivaya çekilmek: toplumdan kaçıp hiçbir şeyle ilgilenmeyerek tek başına yaşamak.Deyim § iple çekmek: sabırsızlıkla beklemek: “Ertesi günün öğleye doğru olan saatlerini iple çekiyordum.” -Y. K. Beyatlı.Deyim § iplik çekmek: 1) kumaştan iplik çıkarmak; 2) iplik eğirmek.Deyim § isyan bayrağı (bayrağını) açmak (çekmek): karşı gelmek, başkaldırmak: “Demek ki bunca senelik kuzu gibi yumuşak başlı karısı da nihayet isyan bayrağını açmıştı.” -M. Ş. Esendal. “Yeniçeriler bunu uğursuzluk telakki edip paşaya isyan bayrağı çektiler.” -İ. O. Anar.Deyim § iş çevirmek: gizli, dolambaçlı bir iş yapmak: “Öbürleri şüpheleniyorlar, bir iş çevirdi ama nasıl anlasak diye düşünüyorlardı.” -R. H. Karay.Deyim § işten el çektirmek. görevden uzaklaştırmak. Deyim § iyiye çekmek: bir düşünce veya olayı olumlu yönüyle değerlendirmek.Deyim § kabine çekilmek: Bakanlar Kurulu görevini bırakmak.Deyim § kabir azabı çekmek: 1) İslam inancına göre öldükten sonra mezarda azap çekmek: “Kabir azabı çeken ölülerin inlemelerini ibretle dinlediler.” -İ. O. Anar. 2) mec. çok sıkılmak, üzülmek.Deyim § kabuğuna çekilmek: dışarısı ile olan ilişkilerini kesmek, kimse ile görüşmemek: “Arkadaşı, hükûmet aleyhine konuşmaya başlayınca Fuat kabuğuna çekilmek lüzumunu duyar ve başını önüne eğip susmasını bilirdi.” -Y. K. Karaosmanoğlu.Deyim § kafa (kafayı) çekmek: argo kafayı çekmek: “Benimle kafa çekmenin onlar için pek keyifli olduğunu sanmıyorum.” -E. Bener. “Ona birisi kafayı çekmekte olduğunu söyleseydi, kılı bile kıpırdamazdı.” -S. F. Abasıyanık.Deyim § kahır (kahrını) çekmek: uzun süre sıkıntıya katlanmak: “Annesine bakabilmek için akşama kadar elliye yakın yaramazın kahrını çekiyordu.” -R. N. Güntekin.Deyim § kalafata çekmek: 1) gemiyi onarmak için karaya çekmek; 2) mec. azarlamak, paylamak.Deyim § kalbura çevirmek: delik deşik etmek.Deyim § kan çekmek: 1) yüz ve huy, anne veya baba tarafının yüzüne ve huyuna benzemek; 2) akrabalar birbirlerine yakınlık duymak.Deyim § kanı donmak (çekilmek) donakalmak, çok şaşırmak. Deyim § kantara çekmek (vurmak) 1) bir şeyi tartmak; 2) mec. birini sınamak. Deyim § kapıdan çevirmek geri döndürmek, kabul etmemek: “Fakat görücüleri de kapıdan çevirmeyi doğru bulmuyordu.” -H. E. Adıvar. Deyim § kasavet çekmek üzülmek, tasalanmak: “Dövüşen yiğitler de boyanır kana / Kasavet mi çeker seni doğuran ana” -Halk türküsü. Deyim § katrandan olmaz şeker, olsa da cinsine çeker kötü asıllı şey ve kişi iyiye dönmez. Atasözü § kavara çekmek kaba yellenmek. Deyim § kaygı çekmek üzüntü, tasa duymak. Deyim § kayış bilir kotan ne çeker ağır bir işin ne kadar güç yapıldığını ancak o işin yapılmasında aracı olan, emeği geçen bilir. Atasözü § keçinin uyuzu, çeşmenin gözünden su içer değersiz kişiler kendilerini değerli ve en güzel şeye layık görürler. Atasözü § keder çekmek acı duymak, ızdırap çekmek. Deyim § keleye çekmek boğaya çekmek. Deyim § kenara çekilmek artık hiçbir şeye karışmamak. Deyim § kendi içine çekilmek başkasıyla ilişki kurmamak, yalnız başına kalmak, inzivaya çekilmek: “Bizim gibi dış âlemle münasebetleri aksamış, kendi içine çekilip kendi yağıyla kavrulmak zorunda kalmıştı.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § kendi kabuğuna çekilmek kabuğuna çekilmek. Deyim § kendini naza çekmek istekli olduğu hâlde yapmacıklı davranışlarla isteksiz gibi davranmak. Deyim § kılıç çekmek saldırmak veya selamlamak amacıyla kılıcı kınından çıkarmak. Deyim § kırk kapının ipini çekmek içinde bulunduğu sorunu çözmek için kapı kapı dolaşmak, birçok yere uğramak. Deyim § kıyak geçmek (çekmek) maddi ve manevi destek olmak. Deyim § kız beşikte (kundakta), çeyiz sandıkta kız daha beşikte veya kundakta iken çeyiz düzmeye başlamak gerekir. Atasözü § kız kucakta, çeyiz bucakta kız daha beşikte veya kundakta iken çeyiz düzmeye başlamak gerekir. Atasözü § kızağa çekmek (almak) 1) gemiyi bakım, onarım için bir süre veya hiç kullanılmamak üzere kızak üzerine almak; 2) mec. bir görevliyi etkin bir görevden alıp çalışmayı gerektirmeyen pasif bir işe vermek. Deyim § konferans çekmek karşısındakini bıktıracak bir biçimde uzun veya öğüt verircesine konuşmak. Deyim § kopya çekmek genellikle yazılı sınavlarda soruları cevaplamak için bir kaynağa gizlice bakmak: “En bildiği derste bile kopya çeker, çekmezse hasta olur, deliye döner.” -H. Taner. Deyim § koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler istenilen nitelikteki şey bulunamadığında onun daha düşük nitelikte olanına da razı olunur. Atasözü § koza çekmek kozayı temizleyip ayıklamak: “Pamuk ırgatları alaçıkların önüne oturmuşlar, koza çekiyorlardı.” -Y. Kemal. Deyim § kozasına çekilmek çevreyle ilişkisini kesmek, hiçbir şeye karışmamak: “Hiçbir tarakta bezim kalmadı, ipek böceği gibi kozama çekilmiş, kendi hâlimde, politikaya bulaşmadan yaşıyorum.” -A. İlhan. Deyim § köşesine çekilmek toplumdan kaçıp hiçbir şeyle ilgilenmeyerek tek başına yaşamak. Deyim § kötek atmak (çekmek) dövmek, dayak atmak. Deyim § kötüye çekmek yanlış, beğenilmeyen bir anlam vermek: “Ne oldu ki Ömer ağa, dedi. Lafımı yanlış anladın, kötüye çektin?” -S. F. Abasıyanık. Deyim § kuyruğunu tava sapına çevirmek haddini bildirmek, gereken dersi vermek: “Sonra benim kuyruğumu tava sapına çevirirler efendim diye bağırıyor, masa başındaki erkândan tekrar yardım istiyor.” -R. N. Güntekin. Deyim § kuyruk çekmek gözün çevresine kalem veya sürme ile çizgi çekmek: “Zehra elinde kalem, gözlerine kuyruk çekiyordu.” -A. İlhan. Deyim § kuzu çevirmek kuzunun gövdesini şişe geçirip ateş korunun üzerinde çevirerek pişirmek. Deyim § lahavle çekmek (okumak) “lahavle” sözünü söylemek: “Cömertliği karşısında olduğumu anlayınca lahavle çekip yola devam ettim.” -A. Rasim. Deyim § lâm elif çevirmek (çizmek) kısa bir süre dolaşıp gelmek: “Akşamüstü gelirken, Langa'dan doğru bir lâm elif çevirelim, dedik.” -H. R. Gürpınar. Deyim § lodosa çevirmek (dönmek) hava soğukken lodosla ısınmak: “Hava öğleden beri lodosa çevirdiği için soğuk değildi.” -P. Safa. Deyim § makara çekmek ötücü kuşlar sürekli ötmek. Deyim § makine çekmek dikiş makinesinde dikmek. Deyim § masrafı çekmek bir iş için gereken parayı ödemek, gideri karşılamak. Deyim § meşakkat çekmek güçlüklerle karşılaşmak. Deyim § meşale çekmek önderlik etmek, önayak olmak. Deyim § mihnet çekmek sıkıntılı bir duruma katlanmak, sıkıntı çekmek. Deyim § mortoyu çekmek ölmek. Deyim § muma döndürmek (çevirmek) her sözü dinler duruma getirmek, uslandırmak. Deyim § mürüvvetsiz adam, suyu çekilmiş değirmene benzer cömert olmayan, iyilik yapmaktan hoşlanmayan biri, içinde yaşadığı toplum için bir değer taşımaz. Atasözü § müşkülat çekmek zorluk, güçlük içinde kalmak: “Görüyorsunuz ki cevap vermekte müşkülat çekiyorsunuz.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § nazarı dikkatini çekmek ilgisini çekmek. Deyim § nefes çekmek 1) sigara veya başka bir şeyin dumanını içine çekmek: “Ramazan sigarasının izmaritinden birkaç nefes çekti.” -Ç. Altan. 2) esrar içmek. Deyim § nefes darlığı çekmek solumada sıkıntı yaşamak: “Nefes darlığı çeker, sık sık tedavi olmak için başka şehirlere gider gider gelirdi.” -A. Kulin. Deyim § nisan yağar sap olur, mayıs yağar çeç olur nisan yağmuru ekinlerin sapını geliştirir, mayıs yağmuru ise başakların dolgunlaşmasını sağlar. Atasözü § niyet çekmek niyetçiden niyet adı verilen fal kâğıdı almak: “Birisi niyet çeksin de biz de bir lokma bir şey yiyelim diye bekleşiyorlar.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § numara çevirmek hile yapmak, dalavereyle iş bitirmek. Deyim § nutuk atmak (çekmek) uzun, sıkıcı bir konuşma yapmak veya özden yoksun bir söylev vermek: “Kıyıda dalgalara nutuk çekip kekemeliğini düzeltmeye çalışıyor.” -H. Taner. Deyim § of çekmek oflamak: “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır” -Halk türküsü. Deyim § oğlan dayıya, kız halaya çeker oğlan çocuğunun yüzü de, huyu da dayısına, kız çocuğunki ise halasına benzer. Atasözü § oh çekmek birinin kötü duruma düşmesine sevinmek: “Mahalleli bir oh çekti bu hâlleri işitince.” -Y. N. Nayır. Deyim § okka çekmek hacminden umulmayacak kadar okka ağırlığında olmak. Deyim § otu çek, köküne bak kişinin kimliğini öğrenmek için soyunu sopunu bilmek gerekir. Atasözü § örs ve çekiç arasında kalmak aynı derecede güçlü ve zorlu iki kişi veya düşünce arasında bulunmak: “Bana örs ve çekiç arası bir durumda kaldığından yakınmıştı.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § özlemini çekmek arzulamak, çok özlemek, hasretini çekmek: “Mustafa Kemal Paşa, özlemini çektiği bir yuvaya kavuşmuştur.” -H. Taner. Deyim § paçasını çekecek (toplayacak) hâli olmamak güçsüz, beceriksiz olmak. Deyim § paçavraya çevirmek çok hırpalamak, dağınık, bozuk veya berbat bir duruma getirmek. Deyim § pala çekmek palayı belinden çıkarıp vurmak. Deyim § para çekmek bir yere yatırılmış paradan bir bölümünü geri almak: “Murat Bey artık açık kapatmak için bankadan para çekmiyordu.” -T. Buğra. Deyim § para parayı çeker elde para bulunursa onunla yeni paralar kazanılır. Atasözü § parasızlık çekmek para yönünden sürekli sıkıntı içinde olmak: “Ömrünün büyük bölümünde parasızlık çekmiş olan bir çeşit kumarbazdı.” -R. Erduran. Deyim § paraya çevirmek herhangi bir şeyi para ile değiştirmek. Deyim § parmağının ucuyla (ucunda) çevirmek bir işi kolayca ve ustalıkla yapabilmek. Deyim § parti çevirmek kâğıt oyunları, tavla vb.nde bir parti oynamak. Deyim § pasta çekmek otomobilleri pasta ile parlatmak. Deyim § peklik çekmek sürekli olarak güçlükle büyük abdest bozmak. Deyim § perdah çekmek sakalı bir daha ve kıl çıkışının ters yönünde olmak üzere tıraş etmek. Deyim § perde çekmek 1) bir şeyin önüne perde germek; 2) gözlemek, örtmek. Deyim § perhize çekmek perhizi titizlikle uygulamak: “Öteki doktor bizi perhize çekerken öldürmüş de haberimiz olmamış.” -M. İzgü. Deyim § pestile çevirmek çok yormak. Deyim § peşkeş çekmek 1) başkasının malını birine bağışlamak; 2) verilmemesi gereken bir şeyi uygunsuz bir amaçla veya yersiz olarak birine vermek: “Kocasını ardı arkası gelmeksizin kandırdığı yetişmiyormuş gibi bazen genç kızları da şuna buna peşkeş çekermiş.” -E. İ. Benice. Deyim § pimini çekmek başkasına zarar verecek kötü bir olayı başlatmak. Deyim § piyango çekmek talih oyunu için hazırlanmış kâğıtlardan birini bulunduğu yerden almak. Deyim § poker çevirmek poker oynamak: “Kış geceleri arkadaşlar arasında bir el poker çevirmek de keyiftir.” -P. Safa. Deyim § poliçe çekmek bir müşteriye ödeme yapması için bildiride bulunmak. Deyim § protesto çekmek protesto yollamak. Deyim § rastık çekmek rastık sürmek. Deyim § resim çekmek (çıkarmak) fotoğraf makinesiyle bir şeyin biçimini kâğıda geçirmek. Deyim § rest çekmek 1) oyuncu önündeki paranın tümünü ortaya koymak; 2) mec. herhangi bir konuda sert ve kesin olarak son sözü söylemek. Deyim § röntgen çekmek 1) herhangi bir organın durumunu tespit etmek için film çekmek; 2) mec. bir olayın bütün geçmişini ve durumunu belirlemek. Deyim § sah çekmek bir yazının doğru olduğunu bu işaretle belirtmek. Deyim § sap çekmek biçilmiş ekini tarladan harmana kaldırmak. Deyim § sarpa sarmak (çekmek) güçlükler ortaya çıkmak, çözülmesi çok güç bir duruma gelmek: “Böyle böyle işler sarpa sarmaya başladı.” -E. Şafak. “Düz ovada sarpa çekme yolunu / Ver mektebe okutsunlar oğlunu” -Âşık Veysel. Deyim § sefalet çekmek yoksul ve perişan yaşamak. Deyim § sehpaya çekmek asarak öldürmek, darağacına çekmek, asmak. Deyim § seksen kapının ipini çekmek içinde bulunduğu sorunu çözmek için kapı kapı dolaşmak, birçok yere uğramak: “Ama şimdi, bir çift lastik için seksen kapının ipini çekiyoruz.” -R. Enis. Deyim § serseme çevirmek sersem etmek. Deyim § set çekmek 1) suyun akmasını, toprağın kaymasını önlemek için duvar yapmak; 2) mec. bir işi, bir davranışı, bir isteği önlemek, engellemek. Deyim § sevda çekmek birine tutkun olmak, aşk tutkusu içinde olmak. Deyim § sıfır çekmek sp. halter yarışmalarındaki silkme ve koparma dallarında belirlenen ağırlığı kaldıramayıp elenmek. Deyim § sıkıntı çekmek zorluk veya yoksulluk içinde yaşamak: “İki ateş arasında epeyce sıkıntı çektik.” -A. Gündüz. Deyim § sınava çekilmek birinin bilgisi ölçülmek. Deyim § sınır çekmek (çizmek) 1) sınırını belirtmek: “1920 baharı muhteşem bir mart sabahında Sultan Dağları'nın sınır çizdiği Batı Anadolu'ya kan ve barut kokularıyla geliverdi.” -T. Buğra. 2) son vermek. Deyim § sıra dayağı çekmek birden çok kişiyi teker teker ve birbirinin ardı sıra dövmek. Deyim § sırt (sırtını) çevirmek 1) bir şeye veya birine önem vermemek: “Batı âlemi Türkiye'den vazgeçemez, bizi yalnız bırakamaz, askerî ihtiyaçlarımıza sırt çeviremez...” -T. Halman. 2) bir şeyden veya bir kimseden desteğini, ilgisini kesmek; 3) birine darılmak. Deyim § sıygaya çekmek birine sorular sorup cevaplarını istemek: “Yüksek tahsilli olup olmadığımızı anlamak için bizi kara cümleden bile değil de imladan sıygaya çektiler.” -F. R. Atay. Deyim § sineye çekmek kötü bir davranış, söz veya olaya ister istemez katlanmak: “Onlar hızla geçer veya düşer; musibeti sineye çekmek millete düşer.” -T. Halman. Deyim § sinir küpüne çevirmek aşırı derecede sinirlendirmek. Deyim § sitteisevir kapıyı çevirir kötü havalarda dışarı çıkmamayı öğütleyen bir söz. Atasözü § sopa atmak (çekmek) dövmek: “Şu budalaya bir sopa çekin de bir daha para kazanmadan gurbette kalmayı öğrensin.” -Ö. Seyfettin. Deyim § sorgu suale çekmek sorguya çekmek. Deyim § sorguya çekmek bir suçla ilgili olarak soru sorup cevap istemek: “Hayalimde polislerin beni karakola sürüklediklerini ve sıkı bir sorguya çektiklerini görüyordum.” -H. E. Adıvar. Deyim § soy asma, soyuna çeker temiz soydan gelen kişi, her durumuyla soyluluğunu gösterir. Atasözü § soya çekmek soyunun özelliklerini taşımak. Deyim § soydur çeker, boktur kokar her insan veya yaratık az çok soyuna benzer. Atasözü § soyup soğana çevirmek 1) hiçbir şey bırakmamacasına soymak: “Şimdi bu herifi soyduk soğana çevirdik, değil mi?” -A. Midhat. 2) hırsız bir yeri veya bir kişiyi adamakıllı soymak. Deyim § söz dediğin yaş deridir, nereye çekersen oraya gider bir sözü dinleyenler kimi zaman söyleyenin aklından geçirmediği bir anlamda anlayabilirler. Atasözü § sözü çevirmek konuşmanın sakıncalı bir biçim aldığını anlaşıldığında başka bir konuya yönelmek, lafı veya konuyu değiştirmek: “Yüzüm biraz değişmiş olmalı ki Hayri sözünü çevirdi.” -M. Ş. Esendal. Deyim § su çekmek 1) içine su almak; 2) alçak bir yerden tulumba vb. ile su çıkarmak. Deyim § suyunu çekmek 1) yemek kaynayıp suyu kalmamak; 2) tkz. tükenmek: “Paralar suyunu çekti. Fabrika da olduğu gibi Nihat'a geçti.” -N. F. Kısakürek. Deyim § sürme çekmek gözleri sürme ile boyamak: “Kirpiğine sürme çek, kına yak parmağına.” -R. C. Emek. Deyim § sürmeyi gözden çekmek gözden sürmeyi çekmek. Deyim § süt çekmek bir özelliği akrabalarına benzemek. Deyim § şakayı kakaya çevirmek tkz. şakayken kaka olmak. Deyim § şimşekleri üstüne çekmek sert eleştirilere hedef olmak. Deyim § şişe çekmek (vurmak) ağrı dindirmek amacıyla içinde alev yakılarak havası seyreltilen özel bir şişeyi veya bardağı sırta yapıştırmak, vantuz çekmek: “Annem şişe çekerken kıvrılmış gazete kâğıdıyla yaptığı küçük alevli ısıtıcıları tenimize düşürür, yakardı.” -A. Kutlu. Deyim § şölen çekmek 1) şölen düzenlemek, ziyafet vermek; 2) mec. sanat gösterisinde bulunmak: Konuşmanın şurasına burasına espriler serpiştirerek size bir konuşma şöleni çekerdi. Deyim § şut atmak (çekmek) topu sert ve hızlı bir biçimde kaleye atmak. Deyim § taksi çevirmek hareket hâlindeki taksiyi bir yere gitmek için durdurmak: “İbrahim caddeye çıkar çıkmaz bir taksi çevirdi.” -A. İlhan. Deyim § tapan çekmek tapanlamak. Deyim § tasa çekmek kaygılanmak, üzüntü içinde olmak, üzülmek: “Toprağı yeşertmeye lazımsa benim kanım / Hiç tasa çekme, çoktan ben yurduma kurbanım” -F. N. Çamlıbel. Deyim § taşa çekmek bileği taşında kılağılamak. Deyim § tecrübe tahtasına çevirmek üst üste başarısız denemelere konu etmek: “Hastaları tecrübe tahtasına çevirmiş nice vakaları rastgele bir kinin tedavisiyle tedavi ettiğimi bilirim.” -R. N. Güntekin. Deyim § tel çekmek telle çevirmek, tel germek: Bahçeye tel çektik. Deyim § tel çekmek telgraf çekmek. Deyim § telgraf çekmek telgrafla haber göndermek, tellemek: “İstanbul'a telgraf çekip para getirtmekten başka çare yoktu.” -A. Erhat. Deyim § temize çekmek bir yazının karalamasını temiz olarak yazmak: “Bizim yazarımız temize çektikten sonra romanı elinde dolaşır dururdu kapı kapı.” -N. Cumalı. Deyim § tepesinde değirmen çevirmek tepesinde havan dövmek. Deyim § tepki çekmek olumsuz, sert bir eleştiriyle karşı karşıya kalmak. Deyim § tereyağından kıl çeker gibi 1) her türlü mecburiyetten, mükellefiyetten ve sorumluluktan kolayca sıyrılarak: Tereyağından kıl çeker gibi bu belalı işten sıyrıldı. 2) bir işi kolayca yaparak, becerikli bir biçimde: “Mehmetlerin askerde dev yapılı kamyonları tereyağından kıl çeker gibi çekip çevirdiklerini seyretmeye doyamazdım.” -B. R. Eyüboğlu. Deyim § ters yüz çevirmek ters yüzüne çevirmek. Deyim § ters yüzüne çevirmek geri döndürmek: “Yanına uşak filan almaz. Müracaat edenleri ters yüzüne çevirir.” -Ö. Seyfettin. Deyim § tersine çevirmek içini dışına çevirmek. Deyim § teslim bayrağı çekmek 1) yenilgiyi kabul etmek; 2) çekişme sonunda, karşısındakinin istediğini yapmaya razı olduğunu bildirmek. Deyim § tespih çekmek 1) tespihin tanelerini birer birer iki parmak arasından geçirmek: “Kimisi bağdaş kurmuş, tespih çekiyor, kimisi diz çökmüş Kur'an okuyor.” -R. H. Karay. 2) Allah'ın adını zikrederek ibadet etmek; 3) tespih tanelerini çeşitli maddelerden imal etmek veya aynı boyda düzenlemek. Deyim § tetiği çekmek tetiğe basmak. Deyim § tırtıl çekmek henüz yumuşak olan bir parçayı metal bir tırtılla süslemek. Deyim § tombala çekmek tombala oynamak: “Komşularınızda ya da dostlarınızda konken oynadınız, tombala çektiniz.” -H. Taner. Deyim § toprağı çekmiş sürekli olarak yaşadığı yerden kısa bir süre kalmak üzere gittiği başka bir yerde ölenler için söylenen bir söz. Deyim § toprak çekmek 1) bir yerdeki toprağı başka bir yere taşımak; 2) mec. ölmek. Deyim § tuğra çekmek Osmanlı Devleti'nde ferman, berat ve resmî belgelere tuğra koymak. Deyim § ulularla urgan çekişme senden daha güçlü ve bilgili olanlarla iyi geçin, zıtlaşma yenilirsin. Atasözü § ustanın çekici bin altın alanında uzman olan bir kişi, bir sorunu kolayca çözümleyebilme becerisi gösteriyorsa bu, aynı işe yıllarca verilmiş emeklerin karşılığı olarak değerlendirilmelidir. Atasözü § usturayı kayışa çekmek usturanın kılağısını almak için berber kayışına sürtmek. Deyim § uyku çekmek iyice uyumak: “Erken yattığı gamlı gecelerde geniş kanepenin üstünde uykusunu çekiyordu.” -M. Ş. Esendal. Deyim § üstüne çekmek kendi üzerine almak, muhatap olmak: “Hâlâ eski zenginliğinin hasedini üstüne çeker ve eski terekelerinin veraset vergilerini öder.” -B. Felek. Deyim § (üstüne) kalem çekmek gereksiz olduğunu belirtmek için üstünü çizmek. Deyim § üstüne perde çekmek isteyerek örtmek, gizlemek. Deyim § üzerine çekmek üstüne çekmek. Deyim § vantuz çekmek şişe çekmek: “Doktor geldi, ilaç yazdı, sırtıma vantuz çekti.” -Y. Z. Ortaç. Deyim § varlıkta darlık çekmek herhangi bir engel yüzünden elindeki imkândan yararlanamamak. Deyim § vicdan azabı çekmek (duymak) istenilmeden veya bilinçsizce yapılan kötü bir işten dolayı üzülmek, pişmanlık duymak. Deyim § vido çekmek oyundaki kazanılacak sayıyı veya parayı iki katına çıkarmayı teklif etmek. Deyim § viraneye çevirmek yıkıntı durumuna getirmek. Deyim § voli çevirmek 1) voli ile balık avlamak; 2) argo tuzağa düşürmek: “Öyle bir voli çevir ki hem senin hem de bizim işimize yarasın.” -H. R. Gürpınar. Deyim § ya sabır çekmek bir sıkıntıya ses çıkarmadan veya ona karşı bir şey yapmadan katlanmak: “Siz şimdi, bu yavan takazaları bir kere daha ya sabır çekerek dinlemek zorunda kalırsınız.” -H. Taner. Deyim § yağ çekmek (yapmak) argo gereksiz biçimde övmek, dalkavukluk etmek. Deyim § yallah çekmek kovmak. Deyim § yas çekmek yas tutmak: “Hem yârinden hem yoldaştan hem köyden / Ayrı düşen garip kullar yas çeker” -A. İ. Özkan. Deyim § yazboz tahtasına çevrilmek (döndürmek) bir konuda art arda birbirini tutmayan kararlar alınmak: “Millete mal olmuş şehitlerin, büyük hizmet sahiplerinin saygınlığı ulu orta yazboz tahtasına çevrilemez.” -H. Taner. Deyim § yedek (yedekte) çekmek akıntılı suda kayığı karadan iple çekmek. Deyim § yekûn çekmek konuşmaya son vermek. Deyim § yemeyenin malını yerler (demine hu çekerler) (üstüne bir bardak su içerler) pintinin yemeye kıyamayarak biriktirdiği malı, sağlığında gücünün yetmediği kişiler, öldükten sonra da mirasçıları bol bol yerler. Atasözü § yıldırımları üstüne çekmek bazı davranışlarıyla birçok kimseyi kızdırarak saldırılarına, eleştirilerine yol açmak. Deyim § yoksulluk çekmek sürekli yoksulluk içinde bulunmak: “O hep faydasız üzüntüler duyar, sıradan arzularla, varlıklar içinde, yoksulluklar çekerdi.” -A. Ş. Hisar. Deyim § yoldan çevirmek gideni durdurmak, gitmesine engel olmak. Deyim § yuh çekmek beğenilmeyen, tasvip edilmeyen birine veya bir duruma karşı haykırmak: “Bu yeni kişilik artık Beşiktaş tribününden hakeme yuh çekemez.” -H. Taner. Deyim § yuha çekmek yuh çekmek. Deyim § yükünü çekmek bütün ağırlığını taşımak, her türlü eziyete katlanmak: “Şikâyet etmeden yükünü çektiği yitik bir yaşamı olmalıydı.” -Ç. Altan. Deyim § yüz çevirmek gösterdiği ilgiyi kesmek: “... vergi kâtibinden yüz çevirmişler, kendisine hasım olmuşlardı.” -E. E. Talu. Deyim § yüzüğü geriye çevirmek evlenme sözünü geri almak, nişanı bozmak. Deyim § zahmet çekmek güçlükle karşılaşmak, sıkıntıya katlanmak: “Yolda çok zahmet çekmiş, bereket versin Paris sefareti erkânından biri kendisine refakat etmiş.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § zarar çekmek zarara uğramak. Deyim § zartayı çekmek argo ölmek. Deyim § zenginin malı züğürdün çenesini yorar birinin zenginliğinden çok söz etmenin gereksizliğini, yersizliğini belirtmek için söylenen bir söz. Atasözü § ziyafet çekmek (vermek) konukları yemekli ağırlamak: “O gece telgrafçı, gümrükçü, liman çavuşu, müdür beye bir ziyafet vermek istemişlerdi.” -M. Ş. Esendal. Deyim § acı (kötü) söz insanı (adamı) dinden çıkarır, tatlı söz yılanı inden çıkarır gönül alıcı, okşayıcı sözlerle karşımızdakinin inadı yenilebilir. Atasözü § acısı ortaya çıkmak olumsuz sonucu yavaş yavaş ortaya çıkmak: “Dur bakalım daha hele, o içtiklerinin acısı bir bir çıkacak ortaya.” -M. İzgü. Deyim § acısını çıkarmak 1) acılığını yok etmek: Soğanın acısını çıkarmak. 2) mec. uğradığı maddi veya manevi zararı karşılayacak bir iş yapmak: “Bunca gecikmişliğe rağmen o günlerin acısını çıkarabilmesine imkân tanımalıydı.” -E. Şafak. 3) mec. öç almak: “Ustanın kendisini küçük burjuva münevveri diye aşağılık görmesinin acısını çıkarıyor.” -N. Hikmet. Deyim § aç domuz darıdan çıkmaz kötü yaradılışlı aç olan kimse kime, neye zarar verdiğini düşünmeden sadece karnını doyurmaya bakar. Atasözü § adam içine çıkmak topluluğa karışmak, insanların bulunduğu yerlere gitmek, eşe dosta gitmek. Deyim § adamın adı çıkacağına canı çıksın insanın haklı veya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktı mı ondan sonra yaptıkları hep o gözle değerlendirilir. Atasözü § adamın (kimsenin) adı çıkmadansa canı çıkması (yeğdir) insanın haklı veya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktı mı ondan sonra yaptıkları hep o gözle değerlendirilir. Atasözü § adı çıkmak 1) kötü bir ün kazanmak: Onun adı çıkmış yoksa fena adam değil. 2) hakkı olmayan bir ün kazanmak: O berberin adı çıkmış, aslında iyi tıraş edemiyor. Deyim § adı çıkmış dokuza, inmez sekize “birinin bir kere adı çıktıktan sonra onun hakkındaki yaygın inanç artık kolay kolay düzelemez” anlamında kullanılan bir söz: “Artık o yana bir daha gelme, adın çıktı dokuza, inmez sekize, demedim miydi?” -B. Günel. Deyim § adı deliye çıkmak deli olmadığı hâlde deli olarak tanınmak: “Böyle bir şey yazmaya kalkarsam adım deliye çıkacak.” -R. N. Güntekin. Deyim § adı kötüye çıkmak ünü kötü olarak yayılmak. Deyim § adını çıkarmak kişi hakkında kötü bir niyetle asılsız söylentiler yaymak: “Kadın durmadan vır vır eder, yakınır diye adımızı çıkarmışlar.” -A. Erhat. Deyim § adını ...-ye çıkarmak bir kişinin sahip olmadığı niteliklerle tanınmasına yol açmak: Adını deliye çıkardılar. Deyim § ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler. Atasözü § ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz davranışlarına engel olacak hiçbir takıntısı yok. Atasözü § ağanın malı çıkar, uşağın canı bir afeti önlemek için işveren malını, işçi de canını feda eder. Atasözü § ağzından baklayı çıkarmak baklayı ağzından çıkarmak. Deyim § ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı duymamak (işitmemek) sözlerini tartmadan söylemek. Deyim § ağzından çıkmak bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek, söylemiş bulunmak: Bir kez ağzımdan çıktı, o fiyata vereceğim. Deyim § ağzından çıt çıkmamak hiçbir şey söylememek. Deyim § ağzından girip burnundan çıkmak 1) türlü yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek, kandırmak: “O, köylülerin ağzından girip burnundan çıkmayı mükemmel becerir.” -S. Ertem. 2) iyice dövmek: “Ulan, ağzını topla! Şimdi ağzından girer, burnundan çıkarım!” -M. Rona. Deyim § ağzından hayır çıkmazsa bari şer söyleme lehte konuşmuyorsun, hiç olmazsa aleyhte de konuşma. Atasözü § ağzından (söz, lakırtı) dirhemle çıkmak çok az veya zorla konuşmak. Deyim § ahbap çıkmak önceden tanışmış olmak: “Gümrükten itibaren her rast geldiği adamla ahbap çıktı.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § ahı çıkmak yaptığı ilenme, etkisini göstermek. Deyim § ahkâm çıkarmak kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak. Deyim § akıldan çıkarmak 1) düşünmemek; 2) unutmak. Deyim § akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış insan kendi aklını, düşüncesini başkasınınkinden üstün görür. Atasözü § aklı çıkmak sonucun kötü olacağını düşünerek korkuya kapılmak: Para harcayacak diye aklı çıkıyor. Deyim § aklı zıvanadan çıkmak delirmek, aklını oynatmak. Deyim § aklından çıkarmamak sürekli hatırlamak, unutmamak: “Ben senin yengenim, amcanın karısıyım, bunu sakın aklından çıkarma!” -P. Safa. Deyim § aklından çıkmak unutmak. Deyim § akraba çıkmak konuştuktan sonra akraba olduklarını anlamak. Deyim § aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz eksik aletle sağlıklı iş yapılmaz. Atasözü § alacaklı çıkmak alacağı vereceğinden çok olmak. Deyim § alıcı çıkmak 1) müşteri olmak; 2) istemek, talip olmak: “İzmir'den gelmiş birtakım hanımlar onu kız sanıp alıcı çıktılar.” -M. Ş. Esendal. Deyim § alışverişe çıkmak alım satım işi için çarşıya gitmek. Deyim § alma mazlumun ahını çıkar, aheste aheste kimseye eziyet edip ahını alma, sonra yaptığın kötülüklerin cezasını ömür boyu çekersin. Atasözü § alt yanı çıkmaz sokak sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenen bir söz. Deyim § altından çapanoğlu çıkmak girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak: “Kısa kesmekten yanaydı ama paraları uzatsa altından bir çapanoğlu çıkar mıydı?” -O. Kemal. Deyim § altından girip üstünden çıkmak 1) malı, parayı düşüncesizce harcayıp tüketmek: “Babasından kalan servetin altından girip üstünden çıkmıştı.” -R. N. Güntekin. 2) ne yapıp edip istediğini yaptırmak; 3) halletmek; 4) karıştırmak. Deyim § altta kalanın canı çıksın herkes başının çaresine baksın, gücü yetmeyen ne olursa olsun. Atasözü § an beni bir kozla, o da çürük çıksın bir dostun verdiği armağan küçük ve değersiz olsa bile verilen kişinin hatırlandığını göstermesi bakımından çok değerlidir. Atasözü § anasının ipini satmış (pazara çıkarmış) ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse). Deyim § anlam çıkarmak 1) bir cümleden veya metinden yeni ve değişik bir anlam yakalamak; 2) mec. yersiz ve gereksiz bir yargıya varmak, yanlış değerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam vermek. Deyim § anlaşmazlık çıkmak bir konuda uyuşmazlık söz konusu olmak: “Miras dağılımında üvey annesiyle aralarında anlaşmazlık çıkmış.” -C. Külebi. Deyim § arabasını düze çıkarmak karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür duruma getirmek. Deyim § arada çıkarmak başka işler arasında bir işi de yapıvermek. Deyim § aradan çıkarmak birçok işten birini yapıp bitirivermek. Deyim § aradan çıkmak 1) yapılması gereken öteki işlerle uğraşılabilmesi için bir iş önce bitirilmek; 2) sıkışık bir durumda, sıkıntılı bir zamanda işe engel olan kimse oradan uzaklaşmak; 3) kendini bir sorunun, bir davanın dışında tutmak. Deyim § arife günü yalan söyleyenin (oruç yiyenin) bayram günü yüzü kara çıkar (olur) bir sözün yalan olduğu çabuk anlaşılır ve söyleyen toplum içinde utanılacak bir duruma düşer. Atasözü § arka çıkmak bir kimseyi başkalarına karşı korumak, kayırmak: Annesi arka çıktı da çocuğu dayaktan kurtardı. Deyim § arka kapıdan çıkmak okuldan başarısızlık nedeniyle ayrılmak. Deyim § arpa ektim, darı çıktı ters sonuç veren işler için söylenen bir söz. Deyim § aslanın adı çıkmış, çakallar baş keser haksızlık veya kötülük yapacağı düşünülen kişi yerine bu konuda adı ön plana çıkan kişiler asıl haksızlığı ve kötülüğü yaparlar. Atasözü § artık mal göz çıkarmaz ne kadar ve ne türden mal olursa olsun malın fazlası elden çıkarılmamalıdır çünkü mutlaka bir gün gelir lazım olur. Atasözü § askıya çıkarmak evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askı yoluyla ilan etmek. Deyim § askıya çıkmak 1) ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak; 2) evlenecek kimselerin durumu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askı yoluyla ilan edilmek. Deyim § aslı çıkmak gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak: Söylenenlerin aslı çıkarsa güç duruma düşecek. Deyim § atalar çıkarayım der tahta, döner dolaşır gelir bahta ana baba, çocuğuna mutlu bir yaşam sağlamaya çalışır ancak kaderde yazılı olan gerçekleşir. Atasözü § ateş olmayan yerden duman çıkmaz küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatan bir söz. Atasözü § ateşi çıkmak (yükselmek) hasta vücut ısısı olağandan çok artmak. Deyim § avazı çıktığı kadar çok yüksek sesle: “Avazı çıktığı kadar haykırmak istiyordu.” -P. Safa. Deyim § aynı kapıya çıkmak sonuç bakımından fark etmemek, aynı sonuca varmak: “Talihin aşırısı da insanı eninde sonunda aptallaştırdığından, sonuç aynı kapıya çıkardı.” -E. Şafak. Deyim § ayyuka çıkmak 1) ses yükselmek: “Camlar çerçeveler parçalanıyor, küfürler ayyuka çıkıyordu.” -A. Ümit. 2) dedikodu herkesçe duyulmak, yayılmak: “Rezalet ayyuka çıktı, bütün İstanbul bundan bahsediyor.” -N. F. Kısakürek. Deyim § azıksız yola çıkanın gözü el torbasında kalır ileride gereksinim duyacağı şeyleri zamanında hazırlamayan kişi, hazırlık yapan diğer insanlardan yardım bekler. Atasözü § baca eğri de olsa dumanı doğru çıkar yaradılıştan iyi ve doğru olan kimse, ne denli elverişsiz ortam içinde bulunursa bulunsun niteliğini yitirmez. Atasözü § baklayı ağzından çıkarmak açık söylemekten kaçındığı bir sorunu sonunda açıklamak: “Bırak muamma konuşmayı / Çıkar ağzından baklayı / Bahtımız aydınlanıversin” -C. S. Tarancı. Deyim § balık kavağa çıkınca alay hiçbir zaman. Deyim § baltası kütükten çıkmak bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak. Deyim § baskın çıkmak (gelmek) karşılaştırma konusu olan kimseyi geçmek, ona karşı üstünlüğünü göstermek. Deyim § başına çıkarmak şımartmak, çok yüz vermek. Deyim § başına iş çıkarmak istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak. Deyim § başına iş çıkmak hoşa gitmeyen ve beklenmedik bir iş veya olayla karşılaşmak. Deyim § başına kan çıkmak öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek: “Bizim merkez memuru celallidir, başına çabuk kan çıkar, hatırınızı kıracak şeyler yapar.” -P. Safa. Deyim § başını çıkarmak bitki filizlenmeye başlamak. Deyim § baştan çıkarmak 1) kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak: “Perihan adında bir bayan, bizim güveyi dans arasında ayartıp baştan çıkarmış.” -M. Ş. Esendal. 2) karşı cinsi bir ilişkiye ikna etmek. Deyim § baştan çıkmak ahlakı bozulmak, doğru yoldan ayrılıp uygunsuz işlere yönelmek: “Edebiyatı zenginleştiren genellikle bu tür, baştan çıkmış yazarlardı.” -S. İleri. Deyim § bela çıkarmak kavga çıkarmak. Deyim § benliğinden çıkmak kendine benzemez olmak. Deyim § beylik fırın has çıkarır devlet görevlisi olmak insana birçok kazanç sağlar. Atasözü § bildik çıkmak birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarını anlamak: “Hâlbuki ayrılık acısına ve ayrılık seslerine, bildik çıkmaklığım gerekti.” -R. H. Karay. Deyim § bir ağaçtan okluk da çıkar, bokluk da bir aileden iyi adam da çıkar, kötü adam da. Atasözü § bir ağızdan çıkıp (çıkan) bin dile (ağza) yayılır ortaya atılan bir söz çok çabuk yayılır. Atasözü § bir buldu iki ister, akça buldu çıkın ister hırslı insanlar, hiçbir zaman ellerindekiyle yetinmez, daima daha fazlasını isterler. Atasözü § bir deli kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramazmış bir insan bazen akla ve mantığa sığmayan bir iş yapar; yapılan iş, hiçbir kurala uymadığı için pek çok akıllı insan bunu düzeltmeye çalışır, fakat başaramaz. Atasözü § (bir durum) açığa çıkmak 1) belli olmak, anlaşılmak: “Ama daha önemlisi komünle bizim aramızda bir anlayış farkı olduğu açığa çıktı.” -A. Ümit. 2) rıhtıma aborda veya kıçtankara olmuş bir gemi bulunduğu yerden kalkarak daha uzaktaki bir yere demirlemek üzere kıyıdan uzaklaşmak. Deyim § (bir durum) gün ışığına çıkmak açıklığa kavuşmak, aydınlanmak: “Bu mesele gün ışığına çıkmadıkça toplumun doğru dürüst bir düzen kurabileceğine inanmak zordur.” -B. R. Eyuboğlu. Deyim § (bir durumu) açığa çıkarmak ortaya çıkarmak, gözler önüne sermek, anlaşılır duruma getirmek: “Yolsuzluklarını açığa çıkarması bardağı taşıtan damla oldu.” -H. Topuz. Deyim § bir elin sesi çıkmaz 1) bir davanın bir kişi tarafından savunulması etkili ve yeterli değildir; 2) yardımlaşarak işler daha kolay başarılır. Atasözü § bir ev (gemi) donanır, bir kız (çıplak) donanmaz bir kızı donatmak, bir ev düzmekten daha güç, daha masraflıdır. Atasözü § (bir işin) içinden çıkmak karışık bir işin güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek: “Pek cazip bir iş fakat çok paraya, çok vasıtaya ihtiyaç var. Bakalım bunun içinden nasıl çıkabileceğim?” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § (bir işte) tulum çıkmak amacını eksiksiz elde etmek. Deyim § (bir işten) boş çıkmamak bir işten az da olsa bir kazançla çıkmak. Deyim § (bir işten) yüz (yüzünün) akı ile çıkmak bir işi kendi saygınlığını yitirmeden eksiksiz ve başarılı olarak yapıp bitirmek: “Biz buraya geldi isek her hâlde yüzümüzün akı ile çıkacağımızdan şüphe etmeyesin!” -E. E. Talu. Deyim § bir kapıya çıkmak aynı sonuca varmak. Deyim § bir kimsenin adı çıkacağına canı çıksın insanın haklı veya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktı mı ondan sonra yaptıkları hep o gözle değerlendirilir. Atasözü § bir koyundan iki post çıkarmak olması gerekenden daha fazla elde etmek. Deyim § bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak söylenen söze önem vermemek: “Fakat bütün bu sözler benim bir kulağımdan girip öbür kulağımdan çıkıyordu.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § (bir şey) akıldan çıkmak unutulmak. Deyim (bir şey birinin) başının altından çıkmak birinin hilesiyle yapılmak: “Anlaşıldığına göre bu iş Saniye'nin İstanbullu anasının başının altından çıkmıştı.” -R. N. Güntekin. Deyim § (bir şeyden) mana (manası) çıkmak anlamına gelmek, anlamını taşımak: “Kızın adını Emel koydu. Oğlanınkini Fethi ... Sanki bundan emelini fethetmiş manası çıkıyordu.” -H. R. Gürpınar. Deyim § (bir şeyi) kuvveden fiile çıkarmak düşünülen, tasarlanan şeyi gerçekleştirmek. Deyim § (bir şeyin) acısı çıkmak bir şeyin olumsuz, kötü sonucu bir süre sonra ortaya çıkmak: Dünkü yorgunluğun acısı bugün çıktı. Deyim § (bir şeyin) çivisi çıkmak düzeni bozulmak, kargaşa içinde bulunmak: “Bu ülkenin, bu dünyanın çivisi çıkmış, ben mi çakacağım?” -A. Ümit. Deyim § (bir şeyin) gözünü çıkarmak 1) beceriksizce davranmak, zarara uğratmak; 2) tkz. iyisi dururken en kötüsünü seçmek. Deyim § (bir şeyin) keyfini çıkarmak bir şeyden iyice tat almak: “Pazarın keyfini çıkarmak için saat ona doğru villanın ucu deniz kıyısına varan bahçesine çıktı.” -S. Kocagöz. Deyim § (bir şeyin) örneğini çıkarmak benzerini yapmak veya çizmek. Deyim § (bir şeyin) rezili çıkmak çok eskimek, bozulmak, parçalanmak: “Şu gömleğe bak, rezili çıkmış!” -Ç. Altan. Deyim § (bir şeyin) zevkini çıkarmak ondan olabildiği kadar zevk almak. Deyim § (bir şeyle) başa çıkmak bir şeye gücü yetmek: “Varsın kıraç olsun tarlam / Taşlarını ayıklayacağım / Kazmayı sallayacağım / Karar vermişim / Toprakla başa çıkacağım” -O. V. Kanık. Deyim § bir yakadan baş çıkarmak bir çatı altında dirlik düzenlik içinde yaşamak. Deyim § (bir yerin) suyu mu çıktı? “beğenilmeyecek nesini gördün?” anlamında kullanılan bir söz. Deyim § birbirinin gözünü çıkarmak kıyasıya dövüşmek. Deyim § birinci gelmek (çıkmak) birçokları arasında en iyi olarak seçilmek. Deyim § (birinden) öfkesini çıkarmak (almak) öfkeli kişi haksız yere ilgisiz birine çatmak: “Evde önüne gelenin öfkesini kendisinden çıkarmasına alışıktı.” -N. Cumalı. “Adamı pataklamadan bırakmazdım, pataklamadıkça öfkemi alamazdım.” -R. H. Karay. Deyim § (birinden) tarafa olmak (çıkmak) birinin görüş ve düşüncesini benimsemek, desteklemek. Deyim § (birine) biliş çıkmak tanımak, önceden tanış olmak: “Hiç kimse bu kara yağız garip yiğide biliş çıkmadı.” -K. Tahir. Deyim § (birine) dil çıkarmak alay etmek, eğlenmek. Deyim § (birine) müşkülat çıkarmak yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak: “Kaynanam olacak o kadın her türlü müşkülatı çıkarıyor.” -O. Aysu. Deyim § (birine veya bir şeye) taş çıkarmak (çıkartmak) biri ötekinden özellik, yetenek vb. bakımından üstün olmak: “Zaten yol boyunca hem lezzetli hem de buzdolabına taş çıkartacak sulardan geçeceğiz.” -N. F. Kısakürek. Deyim § (birini) açığa çıkarmak işinden çıkarmak. Deyim § (birini) cebinden çıkarmak ondan çok üstün olmak. Deyim § (birini) çamurdan çekip çıkarmak birini kötü veya onurunu tehlikeye düşüren bir durumdan kurtarmak. Deyim § (birini) çileden çıkarmak çok kızdırmak: “Karşı taraftan konuşanın kolağası Mustafa Kemal oluşu hepsini çileden çıkarır.” -F. R. Atay. Deyim § (birini) gönülden çıkarmamak sevilen kimseyi unutmamak. Deyim § (birini veya bir şeyi) göklere çıkarmak aşırı derecede övmek: “Kadın dergileri bizi göklere çıkarıyorlardı, bunu da hak etmemiştik.” -A. Ağaoğlu. Deyim § (birini) yalancı çıkarmak birinin yalan söylediğini ortaya koymak veya yalan söylememesini sağlamak. Deyim § (birini) zıvanadan çıkarmak sinirlendirmek, öfkelendirmek: “Herhangi bir hastada aldığı tedbirlere rağmen beklediği sonucun doğmaması onu zıvanadan çıkarırdı.” -A. İlhan. Deyim § (birinin) açığı çıkmak saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak. Deyim § (birinin) başına çıkmak birinden yüz bulup ona karşı pek şımarıkça davranmak: “Hizmetçi kadınlarla içli dışlı olmamak, onlara mesafeli davranmak gerekirdi, yoksa başınıza çıkarlardı.” -T. Uyar. Deyim § (birinin) hatırından çıkmamak sevdiği, saydığı birinin isteğini reddetmeyip gönlünü kırmaktan çekinmek. Deyim § (birinin) kulağını çınlatmak birini anmak. Deyim § (birinin) leşini çıkarmak çok dövmek, adamakıllı dövmek. Deyim § (birinin) maskarasını çıkarmak birini rezil etmek, küçük düşürerek gülünç duruma sokmak. Deyim § (birinin) öfke topuklarına çıkmak çok öfkelenmek. Deyim § (birinin) pastırmasını çıkarmak tkz. bir kimseyi iyice dövmek, hırpalamak. Deyim § (birinin) pestilini çıkarmak 1) çok yormak; 2) çok dövmek: “Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § (birinin) sesi çıkmamak (kesilmek) bir şey söylemeyerek susmak. Deyim § (birinin) sesi soluğu çıkmamak (kesilmek) sesi çıkmamak: “Koskoca adam eriyiverdi sanki, sesi soluğu çıkmazdı.” -Y. Atılgan. Deyim § (birinin) sırtından çıkarmak o kimseye ödetmek. Deyim § (birinin) tepesine binmek (çıkmak) genellikle kendinden daha güçsüz kimseleri ezmek, kötü davranmak: “Böyle kız gibi nazik bir zabiti askerler sayarlar mı? Askerlerimiz tepenize çıkıyordur, nedir?” -R. N. Güntekin. Deyim § (birinin veya bir şeyin) posasını çıkarmak 1) bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek: “Onlar öyledir, adamın posasını çıkarırlar, dedi.” -R. H. Karay. 2) birini çok dövmek. Deyim § (biriyle) başa çıkmak güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek: “Onlarla başa çıkmak kolay değildi, çünkü her an bir çamur atabilirlerdi kızdıklarında.” -A. Kulin. Deyim § bok etmek (bokunu çıkarmak) kaba bir işi, bir şeyi bozmak, berbat etmek. Deyim § boku çıkmak kaba bir iş veya durum tatsızlaşmak. Deyim § borç gırtlağına çıkmak borca batmak. Deyim § borçlu çıkmak görülen hesapta vereceği kalmak: “Para muamelelerinden borçlu çıkmıştı.” -Y. K. Beyatlı. Deyim § boş çıkmak umduğu gerçekleşmemek, sonuç vermemek: “Ben birkaç gündür arıyorum, birkaç yerlere başvurdum, boş çıktı.” -M. Ş. Esendal. Deyim § boşa çıkarmak olumlu bir sonuç alınmasını engellemek: “Çocuklar her atılımını boşa çıkarıyor, onunla alay ediyorlar.” -A. İlhan. Deyim § boşa çıkmak umut, düşünce vb. şeyler sonuç vermemek, gerçekleşmemek: “Ümidim boşa çıkınca dizlerimin bağı çözülür.” -H. R. Gürpınar. Deyim § boynuz kulaktan sonra çıkar, ama kulağı geçer bir konu üzerinde sonradan yetiştikleri hâlde kendilerinden önce yetişmiş olanları geçenler vardır. Atasözü § böcek çıkarmak ipek böceği yetiştirmek. Deyim § buğday başak verince orak pahaya çıkar gereksinim duyulan şey değer kazanır. Atasözü § burnu Kafdağı’na çıkmak (varmak) kibirlenmek, şımarmak, burnu büyümek: “Nikâh ettirir ettirmez kadının burnu Kafdağı'na çıkmış.” -S. M. Alus. Deyim § burnunu sıksan canı çıkacak çok zayıf ve güçsüz kimseler için kullanılan bir söz: “Nerdee iş nerede. Bizimkinin ağzını bıçak açmıyor. Burnunu tutsan canı çıkacak.” -O. Kemal. Deyim § cama çıkmak pencereden görünmek. Deyim § can çıkmayınca (çıkmadan) huy çıkmaz insanı alışkanlıklarından, huylarından vazgeçirmek mümkün değildir. Atasözü § canı burnundan çıkmak çok kızgın olmak, öfkelenmek: “Öte yandan Osman da canı burnundan çıkarak 'karışma, hırsını alsın, anne!' der.” -M. Seyda. Deyim § canı çıkmak 1) çok yorulmak veya çok zorluk çekmek: Çalışmaktan canım çıktı. 2) ölmek: “Herifin burnunu sıksan canı çıkacak.” -S. F. Abasıyanık. 3) çok yıpranmak: Her gün giyilmekten elbisenin canı çıktı. 4) zarar etmek: “Kazandığımız paranın aslan payını gidip ona toka etmekle canımız çıkıyor.” -Halikarnas Balıkçısı. Deyim § canım dese canın çıksın diyor sanmak birinin en gönül okşayıcı sözleri bile kendisine dokunmak, batmak. Deyim § canını çıkarmak hırpalamak, çok yormak, yıpratmak. Deyim § ceketini alıp çıkmak 1) ilişkisini tamamen koparmak; 2) hiçbir şey almadan birlikteliği bitirmek, ortaklıktan ayrılmak. Deyim § cep harçlığını çıkarmak günlük masrafını karşılayacak kadar kazanç sahibi olmak: “Tuttuğu odayı, ayda üç bin Frankla başkasına veriyor; arada hiç olmazsa cep harçlığını çıkarıyordu.” -A. İlhan. Deyim § cerre çıkmak medreselerde okuyan softalar para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağılıp imamlık veya müezzinlik yapmak: “Padişahlardan birinin torunu çıkageldi, yarı ümmi bir adamla cerre çıkmıştı.” -R. H. Karay. Deyim § cıcığı çıkmak 1) çok yorulmak; 2) hırpalanmak. Deyim § cıcığını çıkartmak cıcığı çıkmak. Deyim § cılk çıkmak kusurlu, boş veya bozuk çıkmak. Deyim § cılkı çıkmak bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak. Deyim § cinleri (cin) tepesine çıkmak (binmek) çok kızmak: “Gidip oyunu seyretmiş. Seyretmiş ama bütün cinleri de tepesine çıkmış, ağızlarının payını vermiş.” -N. Meriç. “Biraz fazlaca gülsen, bir parça kısa giysen cin tepesine biniyor.” -O. Kemal. Deyim § çalı idi çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş, yaşayıp gidiyordum. Atasözü § çalıp çırpmak hırsızlık yapmak: “Müşteri ise her zamanki oyunbazlığıyla çalıp çırptıklarını eve yığıyordu.” -İ. O. Anar. Deyim § çanağa ne doğrarsan kaşığında o çıkar kişi, kendisi için önceden yaptığı hazırlıkların verimini ileride alır. Atasözü § çıbanın başını koparmak ağır bir sorunun patlak vermesine yol açmak. Deyim § çığ gibi büyümek bir olay birdenbire ve etkileyici bir biçimde büyümek. Deyim § çığır açmak bir alanda yeni bir yol, yöntem başlatmak: “Hepsi birden Atatürk'ün açmakta olduğu bir çığırda çalışıyorlardı.” -A. Erhat. Deyim § çığlık atmak (koparmak, basmak) kulak tırmalayıcı korkunç sesler çıkararak acı acı bağırmak: “Deve acı bir çığlık atarak yere yığıldı.” -N. F. Kısakürek. “Bir gün işte bu çalgı çalınırken küçük kız olanca kuvveti ile tepinmeye, çığlık basmaya başlamıştır.” -H. E. Adıvar. Deyim § çıkar gözetmek çıkarına bakmak. Deyim § çıkarına bakmak yalnızca kendini ve kendi durumunu gözeterek çıkar sağlamak. Deyim § çıkarını tepmek 1) kendisine yarar sağlayacak bir şeyi veya bir durumu istememek; 2) kendisine yarar sağlayacak bir şeyden veya durumdan yararlanmamak. Deyim § çıkıntılık etmek 1) itiraz etmek; 2) yolunda giden işi bozmak. Deyim § çıkış almak 1) işten ayrılmak; 2) çıkış belgesi almak. Deyim § çıkış vermek belge düzenleyip işine son vermek. Deyim § çıkış yapmak 1) bir tartışmada, karşı düşüncede olanları alt etmek için sert davranışta bulunmak; 2) ask. uçak herhangi bir görevle havalanmak. Deyim § çıkmadık canda umut var elden gitti sandığımız bir şeyle ilgimiz büsbütün kesilmemişse gereken çabayı harcayarak onun elimizde kalmasını sağlayabileceğimizi umabiliriz. Atasözü § çıkmadık candan umut kesilmez elden gitti sandığımız bir şeyle ilgimiz büsbütün kesilmemişse gereken çabayı harcayarak onun elimizde kalmasını sağlayabileceğimizi umabiliriz. Atasözü § çıkmaz ayın son çarşambası şaka işin hiçbir zaman yapılmayacağını anlatan bir söz. Deyim § çıkmaza girmek bir iş çözümlenemeyecek, içinden çıkılmayacak bir duruma düşmek: “Kıbrıs sorunu, şu ya da bu siyasal oyunla, yeniden çıkmaza girecektir.” -T. Halman. Deyim § çıkmaza sokmak bir işi, bir durumu çözümlenemez, güç bir duruma getirmek: “Bu çelişki, kıyafetinin seçimi konusunda onu çıkmaza sokuyordu.” -N. Bezmen. Deyim § çıkmazda olmak çözüm bulamamak, çözümsüz durumda olmak: “Şu sıralar tam bir çıkmazdayım anlayacağın.” -İ. Aral. Deyim § çılgına dönmek 1) sevinç, öfke, kızgınlık vb. duygular sonucu aşırı ölçüde heyecanlanmak; 2) kendine hâkim olamamak. Deyim § çın çın inletmek gür ve keskin ses çıkarmak. Deyim § çın çın ötmek sürekli olarak keskin ses çıkarmak: “Rüzgâr vurdukça çın çın öten tabakların sesini dinleye dinleye uykuya geçtiler.” -L. Tekin. Deyim § çın tutmak doğru olduğunu söylemek, doğrulamak. Deyim § çıngar çıkarmak (koparmak) gürültü, kavga çıkarmak. Deyim § çıngar kopmak (çıkmak) gürültü, kavga çıkmak: “Bu son rolü, ihtiyaten, büyük çıngarın kopacağı güne sakladı.” -N. Araz. Deyim § çıngırağı çekmek argo ölmek. Deyim § çıngıraklı deve kaybolmaz nerede olsa varlığını gösteren kimse unutulmaz. Atasözü § çıra dibi karanlık olur bir kimse, başkalarına bol bol yaptığı yardımı kendi yakınlarına yapmaz. Atasözü § çırak almak yanında çırak çalıştırmak. Deyim § çırak çıkarmak 1) bir kimseyi beklediğinden az bir kazançla ortaklıktan uzaklaştırmak; 2) esk. cariye veya odalıkların saray, konak, köşk vb. büyük yerlerde yıllarca hizmet ettikten sonra evlenmelerine veya o yerlerden ayrılmalarına izin vermek. Deyim § çırak vermek çırak olarak çalışması için bir iş yerine göndermek: “Bu çocuğu sekiz yaşındayken, araba boyacısına çırak vermişler.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § çırpı gibi çok ince, çok zayıf (kol ve bacak). Deyim § çırpı vurmak boyaya batırılmış ipin gerilip çabucak çırpılmasıyla yüzeylere çizgi çekmek. Deyim § çırpıya getirmek bir sıra veya çizgi üzerine getirmek. Deyim § çıt çıkmamak en hafif bir ses bile çıkmamak: “Bir müddet hiçbirisi kımıldamadı ve çıt çıkmadı, sonra bir hıçkırık duyuldu.” -P. Safa. Deyim § çıt (çıtını) çıkarmamak 1) ses çıkarmamak: “İşte bak, hücre kapısını çıt çıkarmadan araladı, yine bir şey diyecek.” -A. İlhan. 2) hiç konuşmamak. Deyim § çıtayı yükseltmek hedefi yüksek belirlemek. Deyim § çıtı çıkmamak hiç konuşmamak. Deyim § çıyan gibi hain bakışlı (kimse). Deyim § çiçek çıkarmak çiçek hastalığına tutulmak: “Küçükken çıkardığı çiçek, sabanla tarla sürer gibi çehresinin altını üstüne getirmiş.” -R. N. Güntekin. Deyim § çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane “gelecek yıl” çıkmış çiftçinin ürünü her yıl bir afete uğrar, o da hep gelecek yıla umut bağlar. Atasözü § çile çıkarmak (doldurmak) sıkıntılı bir işin veya bir durumun sona ermesini beklemek: “Yirmi beş senedir Beykoz'daki o tekke gibi evde çile dolduruyorum.” -R. N. Güntekin. Deyim § çileden çıkmak 1) olup bitenler karşısında sabrı ve dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek: “Ben ötede beride tanıdığım yaşlı başlı Fransızlarla böyle konuştukça kardeşim çileden çıkıyordu.” -B. R. Eyuboğlu. 2) çile süresini bitirmek. Deyim § çivi çıkar ama yeri kalır gönül yarası kapansa da unutulmaz. Atasözü § çizmeden yukarı çıkmak bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak: “Daha çoğunu istemeye kalkarsa iş değişir o zaman; buna çizmeden yukarı çıkmak denir, herkes haddini bilmeli.” -M. C. Anday. Deyim § çobanın gönlü olursa (olunca) tekeden yağ (süt, köremez) çıkarır kişi istediğinde olmayacak gibi görünen işlere çözüm yolu bulur. Atasözü § çürüğe çıkarmak bir nesneyi işe yaramayacak durumda olmasından dolayı kullanmamak. Deyim § çürük (çürüğe) çıkmak 1) birinin sağlam olmadığı anlaşılmak; 2) ask. sağlık durumunun elverişsiz olması yüzünden askerlik ödevinden bağışlanmak. Deyim § dağa çıkmak 1) eşkıyalık etmek; 2) hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek. Deyim § dağarcığındakini çıkarmak hazırladığı bir sözü söylemek. Deyim § dala çıka büyük güçlüklerle. Deyim § dalıp çıkmak 1) deniz, göl vb. yerlerde suyun içinde kaybolup yeniden görünmek; 2) deniz, göl vb. içinde kısa süre kalmak: Biz bir dalıp çıkacağız. 3) birçok yere girmek: Nerede bulunduğu belli olmaz, her yere dalıp çıkar. Deyim § dama çıkmak cinsel istekleri artmak. Deyim § daraya atmak (çıkarmak) değer vermemek. Deyim § dayak cennetten çıkmıştır dayağın yola getirici bir etkisi vardır. Atasözü § dediği çıkmak dediği şey gerçekleşmek. Deyim § dediğinden (dışarı) çıkmak sözünü dinlememek: Dediğimden dışarı çıkarsa kendi bilir. Deyim § dedikodu çıkarmak birisi hakkında dedikodu ortaya atmak. Deyim § değirmen taşının altından diri çıkar en ağır şartlarda bütün güçlükleri yener. Atasözü § deli çıkmak 1) çıldırmak; 2) mec. çok sinirlenmek. Deyim § deli ile çıkma yola, başına getirir bela deli, kendisiyle arkadaşlık edenin başına çeşit çeşit dert açar. Atasözü § deniz çıkmak denizde fırtına olmak. Deyim § denizden çıkmış balığa dönmek sudan çıkmış balığa dönmek. Deyim § denize çıkmak gezi veya av için kıyıdan ayrılmak. Deyim § deveyi düze çıkarmak güçlükleri giderip işleri yoluna koymak. Deyim § dırıltı çıkarmak (etmek) çekişmeye yol açmak: “Rica ederim bey, gelir gelmez ayağının tozu ile dırıltı çıkarma.” -M. Yesari. Deyim § dışarı çıkmak büyük abdest yapmak. Deyim § dışına çıkmak tanınan hak ve yetkileri aşmak. Deyim § diken battığı yerden çıkar zarar hangi yönden geldiyse ancak o yönden giderilir. Atasözü § dili bir karış dışarı çıkmak (sarkmak) koşmaktan, yürümekten ve yorulmaktan çok susamak: “Koştu koştu da dili bir karış sarktı.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § dilinin altındaki baklayı çıkarmak gizli tutulması gereken bir şeyi söylemek: “Çıkar şu dilinin altındaki baklayı da ne demek istiyorsan söyle, ben de anlayayım.” -O. C. Kaygılı. Deyim § dinden imandan çıkmak kendini kontrol edemeyecek kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek. Deyim § diş çıkarmak çene kemikleri içinde bulunan diş, diş etini deldikten sonra ağız boşluğuna doğru sivrilmek. Deyim § doğru çıkmak gerçek olduğu anlaşılmak: “Bu bari doğru çıksaydı, yazarlığıma geçmişte bir ipucu bulacaktım.” -A. Ağaoğlu. Deyim § domuzdan toklu çıkmaz (doğmaz) kötü huylu kimsenin çocuğu melek huylu olmaz. Atasözü § döküm çıkarmak bütün hesap işlemlerini bir listeye yazmak. Deyim § dumanı doğru çıksın “iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun” anlamında kullanılan bir söz. Deyim § dumanı tepesinden çıkmak bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak. Deyim § durumdan ders çıkarmak içinde bulunulan şartları değerlendirerek yanlış adım atmamak. Deyim § durumdan vazife çıkarmak içinde bulunulan şartları değerlendirerek sorumluluk yüklenmek. Deyim § dünyanın tadını çıkarmak bütün zevklerden yararlanmak, mutlu ve rahat yaşamak: “Dünyanın tadını çıkarmaya devam ettik.” -O. Kemal. Deyim § ekmeğini çıkarmak çalıştığı işten geçimini karşılayacak kadar kazanç sağlamak: “Şu dünyada her birimiz alnımızın teriyle ekmeğimizi çıkarmak zorundayız.” -Halikarnas Balıkçısı. Deyim § ekmeğini taştan çıkarmak 1) geçimini sağlamakta çok becerikli olmak; 2) en zor koşullarda bile kazancını sağlamak: “Bu cins çocukların da ekmeğini taştan çıkarmak için ölürcesine çalıştıklarını görüyorum.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § eksiltmeye çıkarmak bir işi, istekliler arasında en ucuz fiyat verene bırakmak için ihaleye çıkarmak. Deyim § el çırpmak 1) alkışlamak, tempo tutmak: “Bir köylü oturduğu yerde cura çalıyor, birkaç delikanlı etrafında el çırparak ayak vurarak türkü söylüyorlardı.” -R. N. Güntekin. 2) birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak. Deyim § elden çıkarmak 1) bir şeyin sahipliğini başkasına geçirmek, satmak: “Eskilerden bir kısmını yok pahasına elden çıkarmak gerekecek.” -H. Taner. 2) yitirmek: “Sanki o, kaçırdığım, elden çıkardığım bir fırsattı.” -N. F. Kısakürek. Deyim § elden çıkmak 1) malı olmaktan çıkmak, malı satılmak; 2) kaybedilmek: “Selanik elden çıkınca ailesi İzmir'e göçmüştür.” -A. İlhan. Deyim § eli boş çıkmak umduğunu alamamak, başarısızlığa uğramak: “Sağa döndü, sola baktı, seksen sergüzeşte atıldı, eli boş çıktı, parasız, kıyafetsiz ve mevkisiz olup...” -R. H. Karay. Deyim § elinden bir kaza (sakatlık) çıkmak istemeyerek birini yaralamak veya öldürmek: “Belki elinden bir kaza çıkar diye evine girmeye cesaret edemezdi.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § ... elinden çıkmak biri tarafından yapıldığı belli olmak: “Giysi belli oldu, çok kaliteli, çok iyi terzi elinden çıkmış.” -M. İzgü. Deyim § elinden iş çıkmamak çabuk iş görememek. Deyim § elinden kan çıkmak cinayet işlemek: “Kırk kanını Allah'a affettirmeye çalışırken kazara, elinden yeni bir kan çıkmıştı.” -Ö. Seyfettin. Deyim § emekliye ayırmak (çıkarmak, çıkartmak) kanuna göre aylık bağlayarak bir görevliyi görevinden ayırmak: “Size bir fenalık edebilir, sizi işinizden attırır, vekâlet emrine alır, vakitsiz emekliye çıkartabilir.” -H. Taner. Deyim § emekliye ayrılmak (çıkmak) emekli olmak, tekaüde sevk olunmak: “Sakatlığımı öne sürerek emekliye ayrılmamı isteyebilirim.” -N. F. Kısakürek. Deyim § engel çıkarmak bir işin yapılmasını zorlaştırmak: “Aslında bütün mesele, düğün için engel çıkarmakta.” -N. Hikmet. Deyim § er olan ekmeğini taştan çıkarır azimli kimse geçim yolunu bulmak için en güç işlerle bile uğraşmaktan yılmaz. Atasözü § erken kalkan (çıkan) yol alır, er evlenen döl alır yapacakları işe erken başlayanlar kazançlı olurlar. Atasözü § eşeği dama çıkaran yine kendi indirir yanlış yapan kimse, yanlışı yine kendisi düzeltir. Atasözü § eşeği yoldan çıkaran sıpanın oynaması çocuklarının düzensiz davranışı, anne babayı rahatsız eder. Atasözü § evci çıkmak tatil günlerinde okul, kışla vb.nden eve gelmek. Deyim § eve çıkmak 1) aileden ayrılıp ayrı bir evde oturmak; 2) öğrenci yurttan ayrılıp ev kiralayarak yaşamak: “Öğrencilerin bir bölümü, ilk yılı yurtta geçirse bile ikinci yıldan başlayarak eve çıkmayı yeğler.” -A. Cemal. Deyim § falso çıkmak bozuk olmak: “Yüzde beş yüz kâr beklediği bu işlerin alt tarafı falso çıkınca apışmış kalmıştı.” -E. E. Talu. Deyim § fare çıktığı deliği bilir bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağını anladığında nereye sığınacağını bilir. Atasözü § fare çıktığı deliği bilir “bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağını anladığında nereye sığınacağını bilir” anlamında kullanılan bir söz. Deyim § faturasını (birine) çıkarmak (ödetmek) sorumluluğu birine yüklemek. Deyim § fazla mal göz çıkarmaz ne kadar ve ne türden mal olursa olsun malın fazlası elden çıkarılmamalıdır çünkü mutlaka bir gün gelir lazım olur. Atasözü § fazla mal göz çıkarmaz “ne kadar ve ne türden mal olursa olsun elden çıkarılmamalıdır” anlamında kullanılan bir söz. Deyim § ferman çıkarmak 1) padişah tarafından herhangi bir konuda emir verilmek; 2) yetkili bir kimse tarafından buyruk verilmek. Deyim § ferz çıkarmak acemi bir oyuncuya karşı vezirsiz oynamak. Deyim § ferz çıkmak satrançta piyon, karşıdaki en son kareye kadar sürülüp vezir olmak. Deyim § fesat çıkarmak (fesada vermek) ara bozmak, ortalığı karıştırmaya çalışmak, insanları birbirine düşürecek işler yapmak. Deyim § fetva çıkarmak esk. belli bir konuda dinî hukuk kurallarına göre izin almak: “Şimdi müftüye gideceğim, fetva çıkarıp senden boşanacağım.” -A. Gündüz. Deyim § fetvayişerife çıkarmak 1) şeyhülislam fetvası ilan etmek; 2) mec. kendi kendine yorum getirmek: “Fetvayişerife mi çıkarıyorsun be?” -H. Taner. Deyim § fırsat düşmek (çıkmak) bir imkâna kavuşmak: “Evet mademki fırsat düşmüştü. Cesaretini göstermek lazımdı.” -Ö. Seyfettin. Deyim § fırtına çıkmak sert rüzgâr esmeye başlamak. Deyim § fitne fesat çıkarmak 1) arabozucu söz söylemek; 2) arabozucu davranışta bulunmak. Deyim § fos çıkmak bir işin sonu gelmemek, boş çıkmak. Deyim § foyası meydana (ortaya) çıkmak bir olay dolayısıyla bir kimsenin kötü niteliği ortaya çıkmak: “Utanmazlık siyasetinin veya utanmaz siyasinin önünde sonunda foyası meydana çıkar.” -B. Felek. Deyim § geldik yüze, çıktık düze kasım ayından sonra gelen yüzüncü günde, 15 Şubatta kışın soğuk günleri geride kalır. Atasözü § gelin altın taht getirmiş, çıkmış kendisi oturmuş toplum içine giren bir kimsenin kendi kullanacağı eşyasının değerli olup olmaması başkalarını ilgilendirmez. Atasözü § genizden konuşmak (çıkarmak) burnu tıkalı gibi konuşmak: “Genzinden çıkardığı seslerle ağlama taklidi yapıyordu.” -O. C. Kaygılı. Deyim § geziye çıkmak uzak yerleri dolaşmak. Deyim § gık dememek (gıkı çıkmamak) sesini çıkarmamak, karşı çıkmamak, yakınmamak. Deyim § girip çıkmak 1) bir yere kısa süre kalmak üzere uğramak; 2) bir yere sık sık gelmek: Onun yanımızdaki eve girip çıktığını görürdük. Deyim § göbeği çıkmak şişmanlamak: “Benim oğlanın göbeği çıkıyormuş da biraz, her sabah koşu yapıyor, dedi.” -N. Hikmet. Deyim § göklere çıkmak pek çok yükselmek. Deyim § gönlünü pazara çıkarmak sevmek için kendine yakışanı seçmeyip rastgele birini sevmek. Deyim § görücüye çıkmak evlenmesi söz konusu olan kız görücüye görünmek: “Onu indirmek, görücüye çıkmaya razı etmek için başta haminne olmak üzere bütün ev halkı ağacın altında durdu, yalvardı.” -H. E. Adıvar. Deyim § gözden çıkarmak bir mal, para, değer yargısı vb. maddi veya manevi varlığın elden çıkarılmasını kabul etmek: “İnsan, emeğini o kadar kolay gözden çıkaramıyor.” -A. Ağaoğlu. Deyim § gözden gönülden çıkarmak önem vermemek, ilgisini kesmek: “Şimdi, artık gözünden ve gönlünden çıkardığı bu adamın her şeyi onun için müsavi idi.” -R. N. Güntekin. Deyim § gözü kara çıkmak korkusuz olduğu anlaşılmak: “Gözü kara çıkmış, yaşamın bozuk para gibi harcanabileceğini kanıtlayan o üstün insanlar arasına katılmıştı.” -S. İleri. Deyim § gözüm çıksın (kör olsun) bir şeyin doğruluğuna inandırmak için edilen ant. Deyim § gurbete çıkmak doğup yaşanılan yerden uzaklaşmak. Deyim § güçlük çıkarmak bir şeyin gerçekleşmesini engelleyici sebepler ileri sürmek: “Ancak çoğu sansür görevlisi de rüşvet alabilmek için güçlük çıkarıyordu.” -M. And. Deyim § günah çıkarmak 1) Hristiyanlar, Tanrı'nın bağışlaması için papaza gidip işlediği günahları anlatmak; 2) mec. kötü davranışlarını, suçlarını açıklamak, anlatmak: “Sözlerinin ardında sitem vardı ama daha çok günah çıkarıyordu.” -A. Kutlu. Deyim § gürültü çıkarmak (etmek, koparmak, yapmak) 1) düzensiz ve rahatsız edici sesler çıkarmak: “Karanlıkta bana çarpıp da gürültü yapmamaya dikkat ederek kapıyı açtım.” -H. C. Yalçın. 2) kavga, karışıklık, tartışma çıkarmak. Deyim § gürültü çıkmak kavga, tartışma, karışıklık olmak: “Bir gürültü çıkarmadan buradan gidiniz...” -H. R. Gürpınar. Deyim § haber çıkmamak biri veya bir şey için beklenen bilgi gelmemek. Deyim § haç çıkarmak Hristiyanlar, sağ ellerini alın, karın, iki omuz başı ve göğüs hizasına götürerek haç biçiminde tapınma işaretini yapmak, istavroz çıkarmak: “Beraber eski kilise harabesine girdiler, kadın burada haç çıkardı.” -R. H. Karay. Deyim § hadise çıkarmak olay çıkarmak: “Gürültü etmeden, iz bırakmadan, hadise çıkarmadan çalışıyorlar, arılar gibi.” -E. M. Karakurt. Deyim § hakikatsiz çıkmak yakınlığı ve bağlılığı sürekli olmamak: Dost bildiğim insan hakikatsiz çıktı. Deyim § haklı çıkmak davasının, iddiasının, düşüncesinin veya davranışının doğru olduğu anlaşılmak: Bu tartışmada o haklı çıktı. Deyim § ham çıkmak kavun, karpuz olgunlaşmamak. Deyim § hangi taşı kaldırsan, altından çıkar 1) her işten anlar veya anladığı iddiasında bulunur; 2) her işe karışır. Atasözü § hastalık kantarla girer, miskalle çıkar hastalık birden ve çok zorlu gelir ama yavaş yavaş iyileşir. Atasözü § haşadı çıkmak 1) bozulmak, işe yaramaz duruma gelmek; 2) çok yorulmak, bitkinleşmek. Deyim § hayatından çıkarmak ilgisini, ilişkisini tamamen kesmek: “Beni sırf, Müslüman olmayan bir erkeği sevdim diye hayatından çıkaran babamın evine dönmeyeceğim.” -A. Kulin. Deyim § hazzını çıkarmak zevkini çıkarmak: “Günün bu son hazzını çıkarmadan ondan niçin vazgeçeriz?” -A. Ş. Hisar. Deyim § her boyaya girip çıkmak çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmış olmak. Deyim her deliğe elini sokma, ya yılan çıkar ya çıyan sonunu düşünmeden sana zararı dokunma olasılığı bulunan davranışlarda bulunma. Atasözü § her firavunun bir Musa’sı çıkar insanı, zalimce davranan birinden kurtaracak bir kimse her zaman bulunur. Atasözü § her kafadan bir ses çıkmak bir konu üzerinde herkes rastgele konuşmak: “Her kafadan bir ses çıkıyor, sen kazandın ben kazandım, şans mans deyip gülüşüyorlardı.” -N. Meriç. Deyim § her taşın altına elini sokma, ya yılan çıkar, ya çıyan sonunu düşünmeden sana zararı dokunma olasılığı bulunan davranışlarda bulunma. Atasözü § herkes aklını pazara çıkarmış, yine kendi aklını almış insanlar kendi akıllarını başkalarının aklından üstün görürler. Atasözü § herkes sakız çiğner ama, Çingene kızı tadını çıkarır severek yapılan iş, insanı mutlu eder. Atasözü § hesap çıkarmak alacakla vereceği kâğıt üzerinde karşılaştırmak. Deyim § hıncını çıkarmak öcünü almak: “Hıncını çıkarmak için başka vesileler arıyordu.” -R. N. Güntekin. Deyim § hır çıkarmak kavga, gürültü çıkarmak. Deyim § hırgür çıkarmak kavga etmek, kavga çıkarmak. Deyim § hırtlambası çıkmak 1) perişan bir biçimde giyinmiş olmak; 2) eşya, çok eskiyip dökülür durumda olmak: Koltukların hırtlambası çıktı. Deyim § hışırı çıkmak 1) eşya, çok hırpalanıp örselenmek; 2) insan ağır işlerle uğraşıp çok yorulmak. Deyim § hurdası çıkmak eşya, kullanılmayacak duruma gelmek, eskimek. Deyim § ıcığını cıcığını çıkarmak incelenmemiş, elden geçirilmemiş hiçbir yerini bırakmamak, en küçük ayrıntısına kadar incelemek, didik didik etmek: “Allah'ın bildiğini kuldan ne saklamalı, ilk önce aklımdan bazı çirkin şüpheler geçer gibi olmuştu. Hastanenin ıcığını cıcığını çıkarmıştım.” -R. N. Güntekin. Deyim § ıskartaya çıkarmak (ayırmak) değersiz bularak bir yana atmak, işe yaramadığı için ayırıp bir yana koymak: “Sekiz balya tütününden bir ya da iki balyasını ıskartaya ayırabileceklerini aklından geçirmeye başladı eksperlerin.” -N. Cumalı. “Orada, kim bilir neden ve nasıl, işe yaramaz diye ıskartaya çıkardığı bir sürü film tepeleme yığılı.” -A. İlhan. Deyim § icat çıkarmak 1) hoş görülmeyen yeni bir huy, davranış göstermek; 2) yadırganan bir yol tutmak; 3) ortaya gereği olmayan bir sorun atmak. Deyim § içeriden çıkmak hapisten kurtulmak, serbest kalmak: “Umarım şimdi anlıyorsundur uzun süre yatan kişilerin içeriden nasıl çıktıklarını.” -İ. Aral. Deyim § içi dışına çıkmak 1) kusmak; 2) kusacak duruma gelmek: “Cip hazır, dedi. İnşallah süspansiyonu iyidir yoksa yollarda içimiz dışımıza çıkacak.” -R. Erduran. Deyim § ihaleye çıkarılmak eksiltmeye veya artırmaya çıkarılmak. Deyim § ihramdan çıkmak hac görevini tamamladıktan sonra giyilen ihramı çıkarmak. Deyim § iki çıplak bir hamama yakışır iki yoksul kimsenin birbiriyle evlenmesi uygundur. Atasözü § ikisi bir kapıya çıkmak aynı sonuca varmak, aynı sonucu doğurmak. Deyim § ileri atılmak (çıkmak) öne doğru çıkmak. Deyim § imam evinden aş, ölü gözünden yaş çıkmaz bir şey alınması imkânı olmayan yerden, bir şeyler vermesini beklemek boştur. Atasözü § insaflı çıkmak anlayışlı, hoşgörülü olduğu belli olmak: “Gelinin babası insaflı çıktı da verdi Gülizar'ı bizim oğlana.” -M. İzgü. Deyim § insan içine çıkmak toplum içine karışmak, başkalarıyla ilişki kurmak. Deyim § insanın adı çıkacağına canı çıksın insanın haklı veya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktı mı ondan sonra yaptıkları hep o gözle değerlendirilir. Atasözü § insanlıktan çıkmak 1) çok zayıflamış olmak; 2) insana özgü niteliklerini yitirmek: “İki üç aydır şu Çukurova'da gezdik, gezdik, insanlıktan çıktık.” -Y. Kemal. Deyim § ipliği pazara çıkmak kötü nitelik ve suçları ortaya çıkmak. Deyim § iskeleti çıkmak çok zayıflamak. Deyim § ismi çıkmak adı çıkmak: “Ama siz ecnebiler ismi çıkmış yerlerden hoşlanırsınız.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § istavroz çıkarmak haç çıkarmak: “Lanet kelimesini her anışında istavroz çıkarıyordum.” -N. Meriç. Deyim § iş çığırından çıkmak amacından saparak düzeltilmesi güç bir durum almak. Deyim § iş çıkarmak 1) çok iş yapmak: “Yönettiği bütün toplantılarda, batılı bir metotla kısa zamanda verimli iş çıkarmakta üstüne yoktu.” -H. Taner. 2) gereksiz, uğraştırıcı bir işe yol açmak, sorunlara neden olmak. Deyim § iş şirazesinden çıkmak düzenini kaybetmek, çığırından çıkmak. Deyim § işi çıkmak başka bir işle meşgul olmak: “Bazen işi çıkıyor günlerce.” -F. F. Tülbentçi. Deyim § işin içinden çıkamamak başaramamak, sorunu çözümleyememek. Deyim § işin içinden çıkmak (sıyrılmak) 1) bir şeyi anlamak, bir sorunu çözümlemek: “Ne yaparsanız yapın, yeter ki akıllıca olsun, demiş, çıkmış işin içinden!” -B. R. Eyuboğlu. 2) güç bir sorunu çözemeyince kestirip atmak; 3) bir konudan veya işten uzak durmak, kaçmak: “O, ne emrederse ben razıyım, deyip kurnazlıkla işin içinden sıyrıldım.” -R. N. Güntekin. Deyim § işini kış tut da yaz çıkarsa bahtına başladığın bir işte her zaman güçlüklerle karşılaşacağını varsay ki sonunda hayal kırıklığına uğramayasın, iyi sonuçlar aldığında sevinesin. Atasözü § iyi iş altı ayda çıkar doğru dürüst yapılması istenen iş uzun zaman ister. Atasözü § izin çıkmak bir şey yapmada serbest bırakılmak. Deyim § izinli çıkmak izin alarak belli bir süre için bir yerden ayrılmak: “İlk bakışta bana izinli çıkmış bir hasta bakıcı gibi göründü.” -R. N. Güntekin. Deyim § izne çıkmak (ayrılmak) bir iş yerinde üst makamların onayıyla belli bir süre için görevinden ayrılmak. Deyim § kabak çıkmak ham çıkmak. Deyim § kabiliyetli çırak ustayı geçer yetenekli çırak, ustasından daha usta olur. Atasözü § kabuğu dışına çıkmak içinde bulunduğu ortam veya durumdan ayrılmak. Deyim § kaburgaları çıkmak (sayılmak) çok zayıf olmak. Deyim § kadidi çıkmak 1) çok zayıflamak, bir deri bir kemik durumuna gelmek: “Sıtmalı arabacıların titredikleri, cılız, kadidi çıkmış öküzlerin iç ezici bir şekilde düşündükleri görülürdü.” -S. F. Abasıyanık. 2) iskeleti görünmek. Deyim § kafasından çıkarmak (atmak) bir şeyi unutmak veya ondan vazgeçmek: “Bir rüyadan böyle abuk sabuk sonuçlar çıkardığım için kendimi suçlayarak bu tuhaf düşünceleri attım kafamdan.” -A. Ümit. Deyim § kafaya çıkmak sp. topa kafayla vurmak için sıçramak. Deyim § kağnıyla tavşan avına çıkmak bir işi bitirmemek için bahane bulmak, ayak sürümek. Deyim § kaleminden çıkmak herhangi biri tarafından yazılmak: “Kurtuluş Savaşı boyunca ciltler tutacak ölçüde telgraf yazışmaları hep kendi kaleminden çıkmıştır.” -N. Cumalı. Deyim § kamburu çıkmak 1) sırtı kambur olmak: “Mavi gözlü, köse, kamburu çıkmış bir ihtiyardı.” -Ö. Seyfettin. 2) mec. ihtiyarlamak: “Bir kocakarı gibi kamburu çıkmış. Ne istiyor?” -N. Hikmet. 3) mec. eğilerek yapılan işler için çok çalışmış olmak. Deyim § kamburunu çıkarmak insan, kedi vb. sırtını tümsek duruma getirmek. Deyim § kan beynine sıçramak (çıkmak) çok sinirlenmek, hiddetlenmek, kontrolü yitirmek: “O görüntü gözlerimin önünde canlanınca kan beynime sıçrıyor, kendimi kaybediyorum.” -A. Ümit. Deyim § kan çıkmak kan dökülmek, cinayet işlenmek. Deyim § kan (kanı) başına çıkmak (sıçramak veya toplanmak) öfkelenmek: “Kan başına çıkarmış zavallının ve hep bağırmak, bağırmak istermiş.” -P. Safa. Deyim § kanat çırpmak 1) uçmak; 2) kanatlarını hareket ettirmek: “Komşunun kazları birikintilerde kanat çırpıp bağırıyordu.” -R. Enis. 3) mec. yeni bir başlangıç yapmak. Deyim § Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu bir şeye tam güvenmeyip ileride ne olacağı konusunda bilgi sahibi olunamadığı durumlarda kullanılan bir söz. Atasözü § karavana çıkmak yemek hazırlanmak veya gelmek. Deyim § kargaşa çıkarmak gürültü patırtıya yol açmak. Deyim § karşı çıkmak 1) dışarıdan gelenleri karşılamaya gitmek: “Edirne'nin üç şerefelisi de kandillerden kaftanı ile ona karşı çıkmış.” -R. E. Ünaydın. 2) bir düşünceye katılmamak, cephe almak: “Üniversiteyi bitirince isteğimi babama açtım, önce biraz karşı çıkar gibi oldu.” -O. Aysu. Deyim § kart çıkarmak sp. hakem kural dışı hareket eden oyuncuya cezalandırma amacı ile sarı veya kırmızı kart göstermek. Deyim § kaş yapayım derken (yaparken) göz çıkartmak (çıkarmak) işi düzelteyim derken büsbütün bozmak. Deyim § kaşıkla yedirip sapıyla (gözünü) çıkartmak yaptığı bir iyiliği hiçe indirecek kötülükte bulunmak. Deyim § kat çıkmak yapıya kat eklemek. Deyim § kavga çıkarmak kavgaya neden olmak: “Bir gün hiç yoktan kavga çıkarıp oğlanın ağzını burnunu bir güzel dağıtıverdiler.” -N. Cumalı. Deyim § kavga çıkmak dövüş meydana gelmek: “Sık sık kavga çıkıyordu aralarında, ana avrat küfrediyorlardı.” -C. Meriç. Deyim § kazançlı çıkmak kazanmak: “Yarıştan kazançlı çıkmak için hasmının kayıplarına karşı duyarsız kalmak zorunludur.” -İ. Özel. Deyim § keçesini sudan çıkarmak güç olan bir işi, durumu yoluna koyarak rahatlamak. Deyim § keçi nereye çıkarsa oğlağı da oraya çıkar büyüklerin tuttuğu yol, küçüklere örnek olur. Atasözü § kendine hisse çıkarmak ders almak: “Siz niçin bundan kendinize hisse çıkarmıyorsunuz?” -Ö. Seyfettin. Deyim § kendini (birini) temize çıkarmak (çıkartmak) huk. aklandırmak: “Sonra kendini büsbütün temize çıkartmak için üstünün ve eşyasının aranmasını istedi.” -R. N. Güntekin. Deyim § kes parmağını çık pazara, em (merhem, ilaç) buyuran çok olur kişinin bir ihtiyaç içinde bulunduğunu gören herkes ona değişik yol gösterir. Atasözü § kestane kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş soyunu, yetiştiği yeri veya çevreyi hor görenler için kınama yollu söylenen bir söz. Atasözü § kırk hırsız bir çıplağı soyamamış sömürenler, asalaklar ne kadar usta olurlarsa olsunlar, sömürülecek bir şeyi olmayandan yararlanamazlar. Atasözü § kırkı çıkmak doğumdan veya ölümden sonra kırk gün geçmek. Deyim § kısmet (kısmeti) çıkmak evlenme teklifi almak: “Zavallı kızın kısmeti çıkmış, kendine sormadan, danışmadan hemen vermişler.” -Ö. Seyfettin. Deyim § kısmetinde ne varsa kaşığında o çıkar kişi ne kadar çabalarsa çabalasın alın yazısındaki şeye ulaşır. Atasözü § kıssadan hisse almak (çıkarmak) anlatılan bir olaydan ders almak: “O zaman, diplomatlar bu kıssadan lazım gelen hisseyi çıkarmasını bilmişler miydi? Ne gezer!” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § kıtlıktan çıkmış doymak bilmeyen. Deyim § kıtlıktan çıkmış gibi yemek doymak bilmezcesine yemek. Deyim § kıyıya çıkmak karaya çıkmak, gemiden karaya inmek. Deyim § kof çıkmak bir kimsenin bilgisiz, değersiz, işe yaramaz biri olduğu anlaşılmak. Deyim § kokusu çıkmak gizli tutulan bir iş anlaşılmak: “Bir yerden kokusu çıkarsa baban vasıtasıyla önlemek isteyecekler.” -S. Ali. Deyim § kola çıkmak hırsız, polis vb. faaliyete geçmek, işe başlamak: “Polis düdükleriyle yeniden fırladım. Meğer hırsızlar kola çıkmış.” -R. Akyavaş. Deyim § koltuk çıkmak desteklemek. Deyim § komadan çıkmak komaya giren hasta bu durumdan kurtulmak, ölümden dönmek. Deyim § korkudan çıldırmak aşırı korku yüzünden aklını yitirmek, delirmek: “Yoksa çocuk, etrafını saran hayaletlerin dehşeti karşısında mutlaka korkudan çıldırırdı.” -R. N. Güntekin. Deyim § kömürcü çırağına dönmek yüzü, üstü başı siyah lekeler içinde kalmak, eli yüzü kapkara olmak. Deyim § kötü söz insanı dininden çıkarır gönül alıcı, okşayıcı sözlerle karşımızdakinin inadı yenilebilir. Atasözü § kulağı (kulakları) çınlasın konuşulan yerde bulunmayan, sevilen biri anıldığında söylenen bir söz: Kulağı çınlasın, bizim arkadaş öyle derdi. Deyim § kurcalama sivilceyi (sivilceyi kurcalama) çıban edersin küçük bir sorunu çok kurcalar, çok deşerseniz başınıza büyük dert açarsınız. Atasözü § kurdun adı yaman çıkmış, tilki vardır (tilkicik var) baş keser öylesine sinsi ve kurnaz kimseler vardır ki adı zalime, haine ve kötüye çıkmış kimselerden daha tehlikelidirler. Atasözü § kuş gibi çırpınmak çaresizlik içinde telaşlı davranmak: “Sokağa çıkmak, çocukların arasına karışmak için pencerede, kafeste kuş gibi çırpınırım.” -R. N. Güntekin. Deyim § kuyudan adam çıkarmak 1) olumsuz, uygunsuz veya yasal olmayan bir duruma son vererek birini haklarına kavuşturmak; 2) unutulmaktan kurtarmak. Deyim § kümeye çıkmak takımlar sonraki sezonda bir üst kümeye yükselmek, lige çıkmak. Deyim § laf çıkarmak 1) yeni bir şey söylemek, ortaya atmak: “Şimdi unutup laf mı çıkarıyorsun?” -Ö. Seyfettin. 2) dedikodu yapmak. Deyim § laf çıkmak dedikodu başlamak. Deyim § lakırtı çıkarmak laf çıkarmak: “Sonra tahsisat yoktur, gelecek sene bütçesine para konulacak diye lakırtı çıkardılar.” -M. Ş. Esendal. Deyim § lezzetini çıkarmak tadını çıkarmak: “Lezzetini çıkara çıkara hikâyesine devam ediyordu.” -R. H. Karay. Deyim § lige çıkmak kümeye çıkmak. Deyim § mahcup çıkarmamak utandırmamak: “Her yazdığımı tutan hocayı mahcup çıkarmamak için yazdıklarımı daha ciddi bir öz eleştiri eleğinden geçirir olmuştum.” -H. Taner. Deyim § mana çıkarmak 1) yersiz bir yargıya varmak, yanlış değerlendirmek; 2) bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam vermek; 3) anlam çıkarmak. Deyim § maraza çıkarmak kavgaya yol açmak, kavga çıkarmak, anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak. Deyim § Marmara çırası gibi yakmak (yanmak) perişan etmek, mahvetmek veya perişan olmak, mahvolmak. Deyim § mart çıkmadıkça dert çıkmaz kış hastalıkları, mart sona ermedikçe bitmez. Atasözü § mart dokuzunda çıra yak, bağ buda mart ayının dokuzunda bağların kesinlikle budanması gerekir, bu iş gündüz yetiştirilemezse gece çıra ışığında yapılmaya değecek kadar önemlidir. Atasözü § masraftan çıkmak beklenmedik bir sırada para harcama durumunda kalmak, paradan çıkmak. Deyim § mehtaba çıkmak ay ışığında gezip dolaşmak: “O gece mehtaba çıkmak için bir hayli evvelinden başlayan tatlı bir hazırlık devresi vardı.” -A. Ş. Hisar. Deyim § mektepten çıkan eşek Marsıvan’dan çıkmaz öğrenim görmüş olsalar bile bazıları eğitilmemiş gibi davranabilirler. Atasözü § merdiven ayak ayak (basamak basamak) çıkılır en yüksek mevkiye yavaş yavaş yükselerek çıkılır. Atasözü § mesele çıkarmak sorun çıkarmak. Deyim § meydana çıkarmak 1) açıklığa kavuşturmak, ortaya çıkarmak, belli etmek: “Marifetlerini birer birer meydana çıkarıyor.” -R. H. Karay. 2) bularak ortaya çıkarmak. Deyim § meydana çıkmak 1) ortaya çıkmak, görünmek: “İşte Galip, böyle bir muhitte herkesi şaşırtan büyük bir kabiliyetle meydana çıkıverdi.” -A. H. Çelebi. 2) belli olmak: “Şafak serinliği içinde onun yükselmesini seyrederken ilk tahminimizde yanılmadığımız meydana çıktı.” -H. S. Tanrıöver. 3) yetişmek, büyümek: “Altınyaprak Şirketi bizim son ekmek kapımızdı, bundan sonra iş bulabileceğim şüpheli, kardeşlerim daha meydana çıkmış sayılmaz.” -R. N. Güntekin. Deyim § mezada çıkarmak (koymak) açık artırma yoluyla bir malı satışa çıkarmak: “Nesi var nesi yoksa toplar, buraya getirir, mezada koyardı.” -M. Ş. Esendal. Deyim § mezardan çıkarmak bir kimseyi ölümden kurtarmak. Deyim § mıncığı çıkmak ezilerek içi dışına çıkmak. Deyim § model çıkarmak 1) kumaş kesiminden önce kâğıt vb. malzeme üzerine parçanın örneğini hazırlamak; 2) mec. bir şeyi vurarak izini çıkarmak: “Bir tuğla işçisi kerpiç kalıbını kapmış, karısının sırtında model çıkarmış, kadın ciyak ciyak.” -A. Gündüz. Deyim § ne çıkar 1) ne zararı var? “Dar bir gün gelmiş, birinden üç beş kuruş almışım, bundan ne çıkar?” -M. Ş. Esendal. 2) bir sonuç vermez; 3) nasıl bir yarar umulur? Deyim § ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına kişi, kendisi için önceden yaptığı hazırlıkların verimini ileride alır. Atasözü § nüfusunu çıkarmak nüfus kütüğüne kayıt yaptırarak nüfus cüzdanı almak: “Kızının çocuklarının nüfusunu çıkartacağım.” -H. E. Adıvar. Deyim § oğul çıkarmak bir kovan, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek. Deyim § ok yaydan (yayından) çıkmak geri dönülemeyecek bir iş yapmak: “Amcam, beni bir kahraman gibi müdafaaya çalıştı, çalmadığı kapı bırakmadı. Fakat ok yaydan çıkmıştı.” -R. N. Güntekin. Deyim § olay çıkarmak hoş olmayan bir durum yaratmak, hadise çıkarmak. Deyim § operasyona çıkmak harekât gerçekleştirmek. Deyim § ortaya çıkarmak delilleriyle göstermek, ispat etmek: “Bu işteki uygunsuzluğu daha iyi ortaya çıkarmak için bir mukayese yapalım.” -N. Hikmet. Deyim § ortaya çıkmak 1) yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek: “Ama bizi, en azından Fahri'yle beni yadırgatan başka şeyler ortaya çıkmaya başladı.” -A. Ümit. 2) biri kendini göstermek: “Lanet filozofum diyerek ortaya çıkıp Allah'a ve kullara karşı hezeyan eden tımarhanelik herifler!” -Ö. Seyfettin. Deyim § otuz iki dişten çıkan, otuz iki mahalleye yayılır bir ağızdan çıkan söz, başkalarının ağzına geçer, her tarafa yayılır. Atasözü § oyun çıkarmak sp. oyun oynamak: Millî takım güzel bir oyun çıkardı. Deyim § oyuna çıkmak oyun için sahneye çıkmak: “Ben ilk defa oyuna çıkıyorum, beyefendi de gelmiş burada allık pudra sürüştürüyor.” -T. Buğra. Deyim § öç (öcünü) almak (çıkarmak) yapılan bir kötülüğün acısını kötülük yaparak çıkarmak, intikam almak: “Sen öz babanın öcünü alamadın diye o da dedesinin ahını yerde mi koyacaktı?” -N. Hikmet. Deyim § öfkesi başına sıçramak (çıkmak, vurmak) çok öfkelenmek. Deyim § öksüz hırsızlığa çıkarsa ay ilk akşamdan doğar talihsiz kimse bir şeyden yararlanmaya kalkışsa karşısına akla gelmedik engeller çıkar. Atasözü § öksüz oynaşa çıkmış, ay akşamdan doğmuş talihsiz kimse bir şeyden yararlanmaya kalkışsa karşısına akla gelmedik engeller çıkar. Atasözü § öne çıkmak diğerlerinden daha iyi olmasından dolayı dikkat çekmek. Deyim § önüne çıkmak 1) rastlaşmak, karşılaşmak, karşısına çıkmak: “Neden hiçbir korsan filosu önümüze çıkamadı?” -F. F. Tülbentçi. 2) mec. ilk defa görmek, yüz yüze gelmek: “Kim olursa olsun önüme çıkanla yeniden evleneceğim.” -S. F. Abasıyanık. 3) yolunu kesmek için birdenbire karşı durmak: “Kasabaya kömür indiren dağ köylülerinin önlerine çıkıp yol kesen haydutlar.” -M. Ş. Esendal. Deyim § paçavrasını çıkarmak paçavraya çevirmek. Deyim § pahaya çıkmak pahalanmak, pahalılaşmak. Deyim § para çıkarmak 1) para basmak; 2) başka yerde bulunan kimseye posta veya banka ile para göndermek. Deyim § para çıkışmamak para yetişmemek: “Emine göğsünün altından çıkardığı rutubetli bir meşin çantanın orta gözünü açtı, hesapladı, kırk para çıkışmıyordu.” -R. H. Karay. Deyim § paradan çıkmak para harcamak zorunda kalmak: “Canım ne lüzumu var, paradan çıkıyorsun diye âdeta beni azarlıyor.” -R. N. Güntekin. Deyim § parasını çıkarmak anaparayı kurtarmak, masrafını çıkarmak. Deyim § patırtı çıkarmak kavgaya sebep olmak, kavga çıkarmak. Deyim § patron çıkarmak patronları çizili olduğu modelden kopya yolu ile bir kâğıda geçirip kesmek. Deyim § pay çıkarmak bir olay veya durumdan gereken deneyimi kazanmak, tutulacak yolu belirlemek: “Bununla beraber muhtar, bu vakadan köyün davası için bir pay çıkarmayı ihmal etmemektedir.” -R. N. Güntekin. Deyim § pazara çıkarmak satılığa çıkarmak. Deyim § pedavrası çıkmış pedavra gibi. Deyim § perte çıkmak taşıt hurdaya çıkmak. Deyim § pestili çıkmak çok yorulmak: “Tulum Hayri dün voleybol oynamış, pestili çıkmıştı.” -R. Ilgaz. Deyim § piyango vurmak (çıkmak) 1) piyangoda ikramiye kazanmak; 2) beklenmedik bir yerden büyük kazanç sağlamak. Deyim § piyasaya çıkmak 1) bir ürün satışa sunulmak; 2) fuhuş yapmak üzere müşteri aramak. Deyim § pöstekisini çıkarmak öldürmek, yok etmek: “Sonra peşine herifleri taksın ha! Alimallah pöstekisini çıkarırdım.” -İ. A. Gövsa. Deyim § problem çıkarmak sorun çıkarmak. Deyim § pusudan çıkmak 1) kurulan pusudan kurtulmak; 2) kuracağı pusudan vazgemek: “Müdürün derviş tabiatlı olduğunu öğrenince teker teker pusudan çıkmaya başladılar.” -K. Korcan. Deyim § pürüz çıkarmak engel çıkarmak. Deyim § ramp ışığına çıkarmak bir oyunu sahnelemek: “Yasak oyunum bu rejimde aklandı, Ulvi Uraz onu ramp ışığına çıkardı.” -H. Taner. Deyim § raydan (rayından) çıkmak düzeni bozulmak, altüst olmak. Deyim § resim çekmek (çıkarmak) fotoğraf makinesiyle bir şeyin biçimini kâğıda geçirmek. Deyim § rezalet çıkarmak rezalet sayılacak bir durumun ortaya çıkmasına yol açmak: “Her kadının takdim edilmek için can attığı böyle büyük bir adamla dansı yarıda bırakıp rezalet çıkarmak için insanın aklı kaçık olmalı.” -H. E. Adıvar. Deyim § rızkını çıkarmak günlük yiyecek parasını çıkarmak. Deyim § rolüne çıkmak oyunda belli bir kişiliği sahnede oynamak: “Görgülü rolüne çıkmış zekâsız bir türediye benzeyecek.” -R. H. Karay. Deyim § rutin dışına çıkmak 1) bir şeyi her zamankinden farklı yapmak; 2) alışılmış olandan farklı davranmak. Deyim § rüşvet kapıdan girince insaf (iman) bacadan (pencereden) çıkar işini herkese eşit davranarak yapmak zorunda olan bir görevli, kendisine çıkar sağlayan kimselere ayrıcalık tanıyorsa o kişi hak, adalet, insaf gibi duygulardan yoksun demektir, onun gözü paradan, maldan başka bir şey görmez. Atasözü § rüyası çıkmak görülen rüya gerçekleşmek. Deyim § sabaha çıkmamak sabaha kadar yaşayamamak, sabahtan önce ölmek: “Zavallı sabaha çıkmazsa eğer, bil ki benim yüzümden.” -E. Şafak. Deyim § sahabetçi çıkmak kayırmak, arka çıkmak: “Kahpenin gözlerine mi tutulmuş ne, sahabetçi çıkıyor.” -R. H. Karay. Deyim § sahaya çıkmak 1) spor karşılaşmasına başlamak için sahada yerini almak; 2) alan araştırması yapmak için belirlenen yere gitmek; 3) mec. mücadele etmeye başlamak. Deyim § sahip çıkmak 1) kendinin olduğunu ileri sürmek; 2) korumak, koruyucu olmak, ilgilenip gözetmek: “Yazarlara yalnız yazarlar sahip çıkıyor.” -A. Ağaoğlu. Deyim § sahneye çıkmak 1) tiyatro, müzik vb. sanatçılar için sanatını izleyici önünde uygulamak, göstermek: “Türk kızı, orada sahneye çıktı ilk defa.” -Y. Z. Ortaç. 2) mec. kullanılmak, görünmek, ortaya çıkmak: “Almanca yanında ara sıra Hırvatça da sahneye çıkıyor.” -F. R. Atay. Deyim § sandıktan çıkmak hlk. seçimle işbaşına gelmek. Deyim § sarımsağı gelin etmişler de kırk gün kokusu çıkmamış insanlar kötü yanlarını kolay kolay belli etmezler, haklarında yargıda bulunmakta acele edilmemelidir. Atasözü § satılığa çıkarmak satmak, satışa çıkarmak: “Memleketine mi dönüyormuş neymiş, bütün eşyasını satılığa çıkarmış.” -A. İlhan. Deyim § satışa çıkarmak satmak için ortaya koymak: “Bir şeye ad koymak, satışa çıkarılan malın üzerine yafta asmaya benzetilebilir.” -N. Uygur. Deyim § satıya çıkarmak satışa çıkarmak. Deyim § selam verdik, borçlu çıktık küçük bir ilgi gösterdik, üzerimize büyük bir iş yüklendik. Atasözü § selamete çıkmak esenliğe kavuşmak, kurtulmak. Deyim § sen dost kazan, düşman ocağın başından çıkar sen dost kazanmanın yoluna bak, düşman kolay kazanılır. Atasözü § sert çıkmak aşırı biçimde karşı durmak. Deyim § servise çıkmak 1) ulaşım aracı ile öğrencileri, çalışanları gidecekleri yere taşımak; 2) servis yetkilisi onarım yapmak üzere çağrılan yere gitmek; 3) doktor hastaları durumlarını gözlemlemek üzere ziyaret etmek; 4) bir iş yerinde çay, kahve dağıtımı gibi hizmetleri yapmak üzere dolaşmak. Deyim § ses çıkarmamak (etmemek) bir şeyi hoş görerek karşı çıkmamak, itiraz etmemek: “İnsanlar bizim bahçeye çağırdığımız arkadaşlarımıza bile ses çıkarmıyorlardı.” -A. Kutlu. Deyim § ses çıkmamak haber gelmemek. Deyim § ses seda çıkmamak 1) haber çıkmamak: “Çok uzak ama pek çok uzak birkaç akrabadan ses seda çıkmadı.” -A. Gündüz. 2) hiçbir tepki görülmemek. Deyim § sesi ayyuka çıkmak çok yüksek sesle bağırmak. Deyim § sesini çıkarmamak bir şey üzerindeki düşüncesini söylememek: “Sesini çıkarmadı. Mütevekkil bir hâli vardı.” -N. F. Kısakürek. Deyim § seyrana çıkmak gezmeye, gezintiye çıkmak. Deyim § seyre çıkmak 1) bir yerden başka bir yere gitmek için yola çıkmak; 2) eğlenmek üzere gözlemek, bakmak: “Seyrimize çıktınız değil mi? Yürek soğutuyorsunuz değil mi? Allah sizi bizden besbeter etsin inşallah!” -O. Kemal. Deyim § sıçan çıktığı deliği bilir bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağını anladığında nereye sığınacağını bilir. Atasözü § sıkıp suyunu çıkarmak sömürmek. Deyim § sıskası çıkmak çok zayıflamak, sıskalaşmak. Deyim § sıyırıp çıkarmak çekip kurtarmak: “Bunlar yaşama yolunda bir engele çarptılar mı hemen dedelerinin adını verirler ve kendilerini güçlükten sıyırıp çıkarırlardı.” -İ. O. Anar. Deyim § sinekten yağ çıkarmak (çıkartmak) olmayacak şeylerden yararlanmaya çalışmak: “Elverişli durumların kokusunu hemencecik alıyor, sinekten yağ çıkartmasını biliyordu.” -T. Buğra. Deyim § soğuk çıkmak hava soğumak. Deyim § sokağa çıkmak gezmek veya bir iş görmek için evden çıkmak. Deyim § son yolculuğa çıkmak ölmek. Deyim § sonuç çıkarmak 1) mat. bir işlemi bitirip sonuca ulaşmak; 2) kesin bir karar veya görüşe varıp bunu bildirmek. Deyim § sorun çıkarmak üzüntü verecek veya içinden güç çıkılır bir durum yaratmak: “İskemlesinde sıkıntıyla kıpırdanarak iç geçirdiğini duydum, sorun çıkarmaya başladığımı düşünüyordu.” -A. Ümit. Deyim § söz ağızdan çıkar mert olan kişi, sözünde durur; verdiği sözü yerine getirir. Atasözü § söz çıkmak ortalıkta bir söylenti dolaşmak. Deyim § söz var dağa çıkarır, söz var dağdan indirir sözün insanlar üzerinde etkisi büyüktür; yerinde söylenen sözler işlerin yoluna girmesini sağlar, ölçüsüz ve sert söylenen sözler ise karşıdakini öfkelendirir, söyleyenin öldürülmesine bile yol açabilir. Atasözü § sözün ardı boşa çıkmak söz olumlu sonuca ulaşmamak: “Her seferki gelişimde bu katakulliyi okursun fakat sözün ardı hep boşa çıkar.” -H. R. Gürpınar. Deyim § sözünden çıkmamak birinin isteklerine, öğütlerine, sözlerine uyarak davranmak: “Halit Ağabey sen benim büyüğümsün, sözünden çıkmam.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § su yüzüne çıkmak bir süre örtülü kalmış bir iş veya sorun aydınlanmak, belli olmak: “Tiyatroda sorunlar su yüzüne çıkmış, bunların neler olduğu anlaşılmıştır.” -M. And. Deyim § su yüzüne (üstüne) çıkmak görünür olmak: “Bilinçaltı bir baskı belki de ilk kez su üstüne çıkıyordu.” -Ç. Altan. Deyim § sucuğunu çıkarmak 1) yormak; 2) çok dövmek. Deyim § sudan çıkmış balığa dönmek herhangi bir sebeple ne yapacağını bilememek, çok şaşırmak: “Yaşama adım attılar mı sudan çıkmış balığa dönerler. Ya yetenekleri değerlendirilmezse bu yeni çevrede? Ya saygı görmezlerse?” -T. Uyar. Deyim § suret almak (çıkarmak) bir belgenin kopyasını çıkarmak. Deyim § suyu çıkmak çok söz edildiği veya üzerinde yerli yersiz durulduğu için değerini yitirmek, önemsizleşmek. Deyim § sütle giren huy, canla çıkar kişinin küçükken edindiği huy, ölünceye değin sürer. Atasözü § sütlüyü sürüden çıkarmazlar yararlı, verimli şey elden çıkarılmaz. Atasözü § sütten çıkmış ak kaşık gibi olmak temiz, saf olmak. Deyim § şapka çıkarmak bir söz veya durum karşısında söyleyecek sözü kalmamak ve takdir etmek. Deyim § şık şık (çık çık) eden nalçadır, iş bitiren akçedir değerli nesneye bir yönüyle benzeyen şey, onun yerini asla tutmaz. Atasözü § şirazeden çıkmak 1) kitabın sırt bölümünde bulunan enli şeridin bozulması sebebiyle sayfalar dağılmak; 2) mec. akıl dengesini kaybetmek. Deyim § taban çıkmak (girmek, koymak) futbolda topla oynayan oyuncunun hareketini engellemek için doğrudan doğruya tabanla müdahale etmek. Deyim § tadada çıkmak ask. yoklamaya katılmak üzere toplanmak. Deyim § tadını çıkarmak bir şeyin güzelliğinden veya sağladığı imkânlardan yeterince yararlanmak: “Kırlarda karısı ile birlikte çıkacakları uzun at gezintilerinin, ocak ateşlerinin tadını çıkarırdı.” -N. Cumalı. Deyim § tahta çıkmak hükümdar olmak: “Sultan Süleyman tahta çıkar çıkmaz, babası namına inşa ettirdiği cami 1522'de bitmiş ve halka açılmıştır.” -Y. K. Beyatlı. Deyim § talibi çıkmak talip çıkmak. Deyim § talip çıkmak 1) kız evlenme teklifi almak: “Keşke bilmeksizin, tesadüfen, İsmail'in almak istediği bu kıza talip çıkmış bir adam vaziyetinde kalsaydım.” -Y. K. Karaosmanoğlu. 2) bir şeye istekliler bulunmak. Deyim § tanıdık çıkmak 1) önceden birbirlerini tanımış olmak, tanış olmak; 2) bir şeyi daha önceden öğrenmiş, duymuş olmak: “Sırrı Bey, bu iki ada hemen tanıdık çıktı ve artık oturduğu koltukta büsbütün uzanarak, bekliyoruz paşam, dedi.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § tanış çıkmak daha önceden tanışmış olmak. Deyim § tansiyonu çıkmak (fırlamak, yükselmek) kan basıncı aniden yükselmek: “Kocasının hiddetten tansiyonu yükseldi.” -H. Taner. Deyim § taraf çıkmak (olmak) taraf tutmak. Deyim § taşa çıkan keçinin ağaca çıkan oğlağı olur çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler. Atasözü § taşı sıksa suyunu çıkarır birinin vücutça çok güçlü olduğunu belirtmek üzere söylenen söz: “Aslan gibidir maşallah, taşı sıksa suyunu çıkarır, diyor.” -A. İlhan. Deyim § tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır gönül alıcı, okşayıcı sözlerle karşımızdakinin inadı yenilebilir. Atasözü § tatsızlık çıkarmak hoşa gitmeyen, can sıkıcı, gergin bir duruma sebep olmak: “Çoktandır aramızda tatsızlık çıkardığım yoktu.” -N. Cumalı. Deyim § tayini çıkmak atanmak. Deyim § tedavüle çıkarmak parayı piyasaya çıkarmak. Deyim § tefrika çıkarmak birbirine kötülük etmeye kadar varan sürekli anlaşmazlık yaratmak. Deyim § tek kürekle mehtaba çıkmak 1) eksik hazırlıkla bir işe kalkışmak; 2) beceriksizce alay etmeye kalkışmak. Deyim § tekeden süt çıkarmak hlk. olamayacak şeyleri olur duruma getirmek: “Sen meram ettikten kelli, tekeden süt çıkarırım, ağam! diyordu.” -Halikarnas Balıkçısı. Deyim § temiz iş altı ayda çıkar doğru dürüst yapılması istenen iş uzun zaman ister. Atasözü § temize çıkmak huk. aklanmak: “Gazete kendi evin, temize çıktığın gün gelmezsen küserim bak.” -A. İlhan. Deyim § tencere (çömlek) demiş “dibim altın”, kaşık (kepçe) demiş ben neredeyim?” (girdim, çıktım) içyüzünü iyi bilen kimseye karşı, kusurlarını gizlemeye çalışan ve yüksek nitelikleri bulunduğunu söyleyerek övünmeye kalkışan kişi, gülünç duruma düşer. Atasözü § tezvir çıkarmak birisi hakkında kovculuk etmek. Deyim § tiridi çıkmak iyice ihtiyarlamak, çok yaşlanmak. Deyim § topa çıkmak sp. rakibin topu rahatça kullanmasına engel olmak için topa hamle etmek. Deyim § tulum çıkarmak 1) hayvanın derisini yarmadan çıkarmak; 2) çoğunluk sistemine dayalı seçimlerde bir partinin listesindeki bütün adaylar seçimi kazanmak. Deyim § tura çıkmak gezinti yapmak: “Her ay, mehtapta bir iki kere merkeplerle tura çıkardık.” -A. Ş. Hisar. Deyim § turşusu çıkmak 1) çok yorulmak: “Bütün gün çocukların peşinde koşmaktan turşusu çıkmış ihtiyar lalanın karanlık bir köşede horladığı işitiliyordu.” -R. N. Güntekin. 2) ezilmek, parçalanmak: Portakalların turşusu çıkmış. Deyim § tütünü tepesinden çıkmak dumanı tepesinden çıkmak. Deyim § ucuza çıkmak yaptırılan bir şey az masrafla elde edilmek. Deyim § ulak çıkarmak haberci göndermek, posta çıkarmak. Deyim § umudu boşa çıkmak beklentisi, umudu gerçekleşmemek, hayal kırıklığına uğramak. Deyim § usta elinden çıkmak işinin ehli olan bir kimse tarafından yapılmak: “Sırtında koyu lacivert, usta elinden çıkmış bir kostüm.” -Y. Z. Ortaç. Deyim § ümidi boşa çıkmak umudu boşa çıkmak: “Kaç sene var ki böyle her ümidin boşa çıktı.” -P. Safa. Deyim § üst çıkmak (gelmek) yenmek. Deyim § üste çıkmak 1) suçlu olduğu hâlde karşısındakini suçlamak; 2) zeytinyağı gibi üste çıkmak. Deyim § ver yiyeyim, ört uyuyayım; gözle, canım çıkmasın başkalarının sırtından geçinmeye alışmış kişi en hayati sorunlarının bile çözümünde kendisine hizmet edecek birini arar. Atasözü § yalan çıkmak bir haberin yalan olduğu anlaşılmak. Deyim § yalancı çıkmak 1) bilmeyerek yalan söylemiş bulunmak; 2) sözünü yerine getirememek; 3) yalan söylediği anlaşılmak. Deyim § yalanı çıkmak bir kimsenin yalan söylediği anlaşılmak. Deyim § yanlış çıkmak yanlış olduğu anlaşılmak. Deyim § yanlışını çıkarmak yanlışını bulup göstermek. Deyim § yâr beni ansın bir koz ile, o da çürük çıksın bir dostun verdiği armağan küçük ve değersiz olsa bile verilen kişinin hatırlandığını göstermesi bakımından çok değerlidir. Atasözü § yasa çıkarmak (yapmak, koymak) bir yasa önerisi, yasama gücü tarafından onaylanmak. Deyim § yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı yetiştirdiğimiz, büyüttüğümüz gençler, bizi beğenmezler. Atasözü § yaza çıkmak yaz mevsimine ulaşmak. Deyim yazıyı çıkarmak (sökmek) okuyabilmek: “Benim yerinden dahi kımıldatmaya gücümün yetmediği Afrika seyahatnamesini yere indirtir, kendim de yere uzanır, gözlerim ağrıyıncaya kadar yazıları sökmeye çalışırdım.” -H. Taner. Deyim § yazlığa çıkmak yazı geçirecek bir yere gitmek: “Bu sene yazlığa çıkmışlar, Boyacı köyündeki yeni yalıya taşınmışlar.” -S. M. Alus. Deyim § yemek çıkarmak ağırlamak için yemek sunmak. Deyim § yerin dibine batırıp çıkarmak çok utandırmak, rezil etmek: “Bir hikâye anlatır, erkekleri yerin dibine batırır çıkarırdı.” -N. Meriç. Deyim § yerinde su çıkmak haklı bir sebep olmadan yerini bırakanlara veya bırakmak isteyenlere kınama ve engelleme amacıyla söylenen bir söz. Deyim § yoktan yonga çıkmaz olmayan şeyden hiçbir şey elde edilmez. Atasözü § yola çıkmak 1) araca binmek üzere yol üstünde durmak; 2) bir yere varmak için bulunduğu yerden ayrılarak yolculuğa başlamak, harekete geçmek: “Yola öğle yemeğinden sonra çıktık.” -S. Kocagöz. 3) herhangi bir şeyi esas almak, oradan başlamak: “Bir roman konusundan yola çıkarak Salâh Birsel'in 'Dört Köşeli Üçgen'iyle Orhan Kemal'in 'Murtaza'sı arasında bir akrabalık kuruverdi.” -S. İleri. Deyim § yoldan çıkmak 1) belli bir yol izleyen taşıtlar herhangi bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak; 2) mec. doğru yoldan ayrılmak. Deyim § yoluna çıkmak 1) karşılamaya gitmek; 2) yolda karşısına çıkmak. Deyim § yorgunluk (yorgunluğunu) atmak (çıkarmak) 1) dinlenmek: “Mesela şimdi yorgunluk çıkarmak için yıkanmak istersiniz.” -R. H. Karay. “Hele trenin yorgunluğunu at bir üzerinden.” -T. Dursun K. 2) yaptığı işten, yorgunluğu unutturan, sevindirici bir sonuç almak. Deyim § yumurtadan çıkan yine yumurta çıkarır her canlı soyuna çeker, soyunun özelliklerini taşır. Atasözü § yumurtadan daha dün çıkmış “bilgiçlik taslayan toy kimse” anlamında kullanılan bir söz. Deyim § yürüyüşe çıkmak dolaşmaya, gezintiye çıkmak. Deyim § yüze çıkmak 1) bir sıvının üst bölümüne çıkmak; 2) belli olmak, açığa çıkmak, belirmek: “Evimizde artık pek de gizli tutulamayarak yüze çıkmaya başlayan bu rezalet yani gelin ve damat arasındaki bu sevda alışverişi böyle devam edip duracak mı?” -M. Ş. Esendal. 3) yüzsüz olmak, şımarmak. Deyim § yüzünü kara çıkarmak birini utandırmak. Deyim § zararlı çıkmak 1) bir işin sonunda değerli sanılan bazı şeyleri yitirmek; 2) zarar etmek: “Bu kitap, kendi ağırlığında altınla dahi satılsa satan yine zararlı çıkar.” -A. Kabaklı. Deyim § zenneye çıkmak tiy. orta oyununda erkek oyuncu, kadın rolüne çıkmak. Deyim § zevki çıkmak hoşa gitmek. Deyim § zeytinyağı gibi üste çıkmak bir sorunda haksız olduğunu kabul etmemek, ustalıkla kendini haklı çıkarmaya çalışmak: “Sizler hep böylesiniz. Zeytinyağı gibi üste çıkmaya alışmışsınız.” -A. Kulin. Deyim § zıp diye çıkmak beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkmak. Deyim § zırıltı çıkarmak anlaşmazlık sebebiyle kavga etmek: “Durup dururken zırıltı mı çıkarmalı?” -M. Ş. Esendal. Deyim § zıvanadan çıkmak 1) çok sinirlenmek, öfkelenmek: “Dürdane Hanım'ın aşkı seni zıvanadan büsbütün çıkarmış.” -H. R. Gürpınar. 2) aklını yitirmek, çılgın gibi davranmak: “Kaç zamandır zaten bir acayipleşen oğlanın artık adamakıllı zıvanadan çıktığına hükmediyorlardı.” -H. Taner. 3) denetlenemez duruma gelmek: Bu iş zıvanadan çıktı. Deyim § zimmet çıkarmak eksik veya yanlış yapılan bir işlemden dolayı kişiye fazladan ödenen miktarı belirlemek ve ödemesini sağlamak için bildirimde bulunmak. Deyim § zirveye çıkmak en üst düzeyde ilgi çekmek, herkes tarafından konuşulur olmak. Deyim § ... ziyafeti çekmek herhangi bir şeyi en iyi biçimde başarmak, herhangi bir yönüyle doyurmak: Orkestra tam bir müzik ziyafeti çekti. Deyim
§ zor kapıdan girerse, şeriat bacadan çıkar
zorbalığın hüküm sürdüğü yerde din kuralları, kanun emirleri yürümez. Atasözü § zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına rastgele yapılan plansız işlerde yöntem, kural aranmaz. Atasözü § ağızda sakız gibi çiğnemek bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak. Deyim § ağzı çiriş çanağına dönmek ağzı kuruyup acılaşmak. Deyim § altını çizmek bir sözün önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak. Deyim § arı bal alacak çiçeği bilir işini bilen kimse nereye başvuracağını bilir. Atasözü § babasının (babalarının) çiftliği bir malı veya kuruluşu yalnızca kendi çıkarlarına araç yapanlar için kullanılan bir söz. Deyim § bal alacak çiçeği bilmek (bulmak) çıkar sağlanabilecek yeri veya şeyi bilmek, bulmak. Deyim § bir çiçekle bahar (yaz) olmaz 1) küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaşılmaz; 2) çapkın kimseler için kullanılan bir söz. Atasözü § bir çift lakırtı etmek kısa konuşmak: “Adam hesabına koyup bir hatır sormaz, bir çift lakırtı etmezler.” -M. Ş. Esendal. Deyim § bir çift sözü olmak söyleyecek bir şeyleri bulunmak: “Gel gör ki dilimin ucunda kağnı var. Kağnılar için de bir çift sözüm var.” -B. R. Eyuboğlu. Deyim § bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek verimi az, zahmeti çok olan bir işle çok uğraşmak. Deyim § (bir şeyin) çivisi çıkmak düzeni bozulmak, kargaşa içinde bulunmak: “Bu ülkenin, bu dünyanın çivisi çıkmış, ben mi çakacağım?” -A. Ümit. Deyim § (birine) çirkef atmak iftira atmak: “Bütün hayatında görmediği bir çirkef attı müdürün üzerine.” -K. Korcan. Deyim § (birini) çiğ çiğ yemek parçalayıp öldürecek derecede kızdığı birini tehdit etmek. Deyim § (birini) çileden çıkarmak çok kızdırmak: “Karşı taraftan konuşanın kolağası Mustafa Kemal oluşu hepsini çileden çıkarır.” -F. R. Atay. Deyim § çamuru karnında, çiçeği burnunda çiçeği burnunda, çamuru karnında. Deyim § çiçeğe kesmek çiçek açmak: “Ovalar, dağlar tepeden tırnağa çiçeğe kesmiş, bütün dünya çiçek kokuyordu.” -Y. Kemal. Deyim § çiçeği burnunda, çamuru karnında çok taze (sebze veya meyve). Deyim § çiçek açmak (vermek) 1) çiçeklenmek: “Hiç kurumuş ağaç yeşerir, çiçek açar mı?” -Ö. Seyfettin. 2) mec. yeniden ortaya çıkmak, görüntü vermek: “Her biri bir mazinin çiçek açmasıdır.” -A. Ş. Hisar. Deyim § çiçek çıkarmak çiçek hastalığına tutulmak: “Küçükken çıkardığı çiçek, sabanla tarla sürer gibi çehresinin altını üstüne getirmiş.” -R. N. Güntekin. Deyim § çiçek gibi temiz, bakımlı, güzel: “Sen yirmi beşine bile gelmemiş çiçek gibi bir taze duldun.” -R. N. Güntekin. Deyim § çiçek olmak yaşına, durumuna uymayan aşırı davranışlarda bulunmak. Deyim § çift edersen bağlanırsın, bağ edersen eğlenirsin bakımını iyi yaparsan bağın iyi olur, bağla uğraşmak bir eğlencedir. Atasözü § çift görmek sarhoş olmak. Deyim § çift ile koyun, gerisi oyun en zor çiftçilik, tarla sürülerek ve koyun beslenerek yapılan çiftçiliktir, diğer işler eğlence gibidir. Atasözü § çift koşmak hayvanları sabana, pulluğa koşmak. Deyim § çift sürmek saban, pulluk kullanarak toprağı ekilebilir duruma getirmek. Deyim § çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane “gelecek yıl” çıkmış çiftçinin ürünü her yıl bir afete uğrar, o da hep gelecek yıla umut bağlar. Atasözü § çiftçiye yağmur, yolcuya kurak; cümlenin muradını verecek Hak kullar Tanrı’dan kendilerine gerekli olan şeyleri dilerler, bu dilekleri kabul edecek olan Tanrı’dır. Atasözü § çifte atmak 1) at, eşek arka ayakları ile vurmak; 2) iki namlulu av tüfeğini patlatmak. Deyim § çifte çubuğa gitmek ekim ve biçim işleriyle uğraşmak: “Yatağa düşersen hayvanlara kim bakar nine, çifte çubuğa kim gider?” -T. Oflazoğlu. Deyim § çifte gelmeyen öküz olsun, işe gitmeyen oğlun herhangi bir biçimde yararlanılabilecek bir malın olması iyidir, çifte gelmeyen öküzü satabilir, iş yapmaktan kaçınan oğlunu eğitebilirsin. Atasözü § çifte koşmak çift koşmak: “Harmanı biz dövelim, öküzleri biz çifte koşalım, tarlayı biz sürelim, siz yukarıda aşık atın.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § çifte vurmak çiftelemek. Deyim § çifte yemek hayvanın çiftesine maruz kalmak. Deyim § çifti bozmak çiftçilik yapmaktan vazgeçmek. Deyim § çiğ düşmek hoş karşılanmamak, kaba ve yersiz bulunmak: “Onların da belki merhume ve öksüzler hakkında söylenilecek bir fikirleri olurdu. Fakat şimdilik ne deseler çiğ düşecekti.” -R. N. Güntekin. Deyim § çiğ kaçmak yersiz, yakışıksız olmak: Onun o sözü pek çiğ kaçtı. Deyim § çiğ süt emmiş iyiliğini gördüğü insana kötülük yapan kişiler için kullanılan bir söz. Deyim § çiğ yemedim ki karnım ağrısın suç işlemedim ki korkayım. Atasözü § çiğden vermek ask. yiyecek karşılığını para olarak ödemek. Deyim § çiğlik etmek ters veya yersiz bir davranışta bulunmak: “Etrafını saranla, çiğlik ettin, adam sana vereceğini vermiş, daha ne versin, dediler.” -N. Cumalı. Deyim § çiğnemeden yutulmaz en kolay bir iş dahi emek gerektirir. Atasözü § çil yavrusu gibi dağılmak toplu olarak bulunan insanların her biri bir yana dağılmak: “Çocuklar çil yavrusu gibi dağıldılar, biz de baştaki boş çadıra gittik.” -O. C. Kaygılı. Deyim § çile çekmek büyük sıkıntı ve üzüntü içinde yaşamak: “Âşıkın olmaz mı çile çekmesi / Çilenin olmaz mı boyun bükmesi” -Seyrani. Deyim § çile çıkarmak (doldurmak) sıkıntılı bir işin veya bir durumun sona ermesini beklemek: “Yirmi beş senedir Beykoz'daki o tekke gibi evde çile dolduruyorum.” -R. N. Güntekin. Deyim § çileden çıkmak 1) olup bitenler karşısında sabrı ve dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek: “Ben ötede beride tanıdığım yaşlı başlı Fransızlarla böyle konuştukça kardeşim çileden çıkıyordu.” -B. R. Eyuboğlu. 2) çile süresini bitirmek. Deyim § çilesi dolmak 1) esk. derviş ve tarikat ehli, sadece dua ve ibadetle geçirmeleri gereken süreyi tamamlayarak çileden çıkmak; 2) üzücü ve sıkıntılı bir durumdan kurtulmak. Deyim § çileye girmek dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıkları zorlu ve perhizli döneme girmek. Deyim § çimdik atmak (basmak) çimdiklemek: “Kadınlar halay çeken işçi kadınları göstere göstere gülüşüp birbirlerine çimdik attı.” -L. Tekin. Deyim § çiriş gibi yapışkan ve acı. Deyim § çirkefe taş atmak (çirkefi üzerine sıçratmak) edepsiz bir kimsenin tepkisine yol açacak bir davranışta bulunmak: “Çirkefe taş atma, hikmetini mırıldanarak kaçar gibi uzaklaştı.” -Ö. Seyfettin. Deyim § çirkin kaçmak hoş olmayan bir durum olmak. Deyim § çişi gelmek işeyeceği gelmek. Deyim § çitlembik gibi ufak tefek, esmer ve sevimli. Deyim § çivi çıkar ama yeri kalır gönül yarası kapansa da unutulmaz. Atasözü § çivi çiviyi söker güçlü bir şey, kendisi güçlü olan başka bir şeyle veya durumla etkisiz bırakılır. Atasözü § çivi gibi 1) çok sağlam ve çevik (kimse); 2) çok soğuk: “Suyu çivi gibi tutan toprak testiyi çarpıp kırmıştı bir seferinde.” -T. Dursun K. Deyim § çivi kesmek tkz. çok üşümek: “Ayağının çivi kestiğini ancak o zaman fark etti.” -H. Taner. Deyim § çivi kırmak ayakkabıların içinden çıkan çivi uçlarını bir aletle kesip raspa ile eğeleyerek köselenin içine gömmek. Deyim § çivi sokmak (sürmek) bir işin olmasında engel, güçlük çıkarmak: “Bakanlıktan biri bir çivi sürer diye korkuyor.” -M. Ş. Esendal. Deyim § çizgi çekmek 1) bir noktayı hat biçiminde çeşitli yönde uzatmak: “Yerlerinden kalkıp duvara bir çizgi çekmişler.” -N. F. Kısakürek. 2) mec. bitirmek, sona erdirmek: “Tüm Müslümanlar aralarındaki kızgınlıklara, kinlere, o gün bir çizgi çekeceklerdi.” -H. Taner. Deyim § çizgisinden sapmamak görüşlerinden vazgeçmemek, kararlı davranmak. Deyim § çizmeden yukarı çıkmak bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak: “Daha çoğunu istemeye kalkarsa iş değişir o zaman; buna çizmeden yukarı çıkmak denir, herkes haddini bilmeli.” -M. C. Anday. Deyim § çizmeleri çekmek bir işe girişmek: “Yaptığım işe hâlâ şaşmaktan ve inanamamaktan vazgeçemediğim hâlde çizmeleri çekmiştim.” -R. N. Güntekin. Deyim § çizmeyi aşmak bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak: “Politika üstüne fikir yürütmek, çizmeyi aşmaktı.” -E. Atasü. Deyim § çürük tahta çivi (mıh) tutmaz aslında yaramaz olan veya sonradan o duruma getirilen şeyi, ne kadar uğraşsanız da işe yarar duruma getiremezsiniz. Atasözü § (el, ayak, parmak) çivi gibi olmak çok üşümek, donmak. Deyim § eşeğe cilve yap demişler, çifte atmış kaba ve ahmak kişinin hoşa gitsin diye söylediği sözler ve yaptığı işler, kaba ve incitici olur. Atasözü § gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz birinin uygunsuz özellikleri sayılırken bunların öteden beri bilindiğini anlatmak için söylenen bir söz. Deyim § güzel bürünür, çirkin görünür güzeller nazlı olur, çirkinler ise kendilerini beğendirmeye çalışırlar. Atasözü § güzellerin talihi çirkin olur güzeller kendilerine yaraşan bir yaşayışı her zaman bulamadıkları için mutsuz olurlar. Atasözü § hatır için çiğ tavuk yemek bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak. Deyim § her çiçek koklanmaz her güzelle ilişki kurmak doğru değildir. Atasözü § herkes sakız çiğner ama Çingene kızı tadını çıkarır severek yapılan iş, insanı mutlu eder. Atasözü § iki çift laf (lakırtı veya söz) etmek 1) birkaç söz söylemek: “O, keyfini etsin; karşılaştığı bir ahbapla iki çift lakırtı etsin de siz ne olursanız olun.” -N. Ataç. 2) bir araya gelerek sohbet etmek. Deyim § insanoğlu çiğ süt emmiş insanlardan tam bir doğruluk beklenmez. Atasözü § kabak çiçeği gibi açılmak utangaçlıktan çabucak sıyrılarak aşırı ölçüde serbest davranmak: “Komşular, kabak çiçeği gibi açıldı, ne malmış meğer diyorlardı.” -R. H. Karay. Deyim § kaldırım çiğnemek şehirde yaşayarak görgüsü artmak. Deyim § kanun çiğnemek yasal olmayan iş yapmak: “Ben bir gazeteciyim. Kanunları çiğnemişsem bu ülkenin savcıları gerekeni yaparlar.” -A. Ümit. Deyim § kara kışta karlar, martta yağmaz, nisanda durmazsa değme çiftçinin keyfine kara kışta kar yağar, martta yağış olmaz, nisanda da çok yağmur yağarsa o yıl bol ürün alınır; çiftçinin yüzü güler. Atasözü § karizmayı çizdirmek argo var olan etkileyiciliğini kaybetmek. Deyim § kavis çizmek yay biçiminde yol izlemek. Deyim § lâm elif çevirmek (çizmek) kısa bir süre dolaşıp gelmek: “Akşamüstü gelirken, Langa'dan doğru bir lâm elif çevirelim, dedik.” -H. R. Gürpınar. Deyim § lokma (bile) çiğnenmeden yutulmaz her iş emekle yapılır. Atasözü § ne çiçektir, biliriz “ne denli yeteneksiz, niteliksiz olduğunu biliriz” anlamında kullanılan bir söz. Deyim § öküz, yem bitince çifte gideceğini bilir çalışmanın önemini kavramak için aç kalmak gerekmez. Atasözü § robot resmini çizmek (yapmak) adli olaylarda tanığın tarifiyle şüphelinin görünümünü yansıtan resmini çizmek. Deyim § sarı çizmeli Mehmet Ağa kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse. Deyim § sınır çekmek (çizmek) 1) sınırını belirtmek: “1920 baharı muhteşem bir mart sabahında Sultan Dağları'nın sınır çizdiği Batı Anadolu'ya kan ve barut kokularıyla geliverdi.” -T. Buğra. 2) son vermek. Deyim § yalnız öküz çifte (boyunduruğa) koşulmaz iki kişi ile yapılması gereken bir işi tek kişi ile yapmaya kalkışmak yanlıştır. Atasözü § yan çizmek tkz. bir işten kaçmak: “Bir görev olmasına karşın, biz bu göreve yan çizmeyi yeğliyoruz.” -S. İleri. Deyim § yasağı (yasakları) çiğnemek uyulması gereken kurallara uymamak: “Ama yasağı çiğneyebilirim bu gece.” -E. Şafak. Deyim § yazıp çizmek yazmak. Deyim § yol çizmek bir konuda plan yapmak: “Bütün günlerimiz için kendimize bir yol çizer, sonra her gün bunun aksine hareket ederiz.” -A. Ş. Hisar. Deyim § yumuşak huylu atın çiftesi pek olur yumuşak huylu kimseler öfkelendiklerinde aşırı davranışlarda bulunurlar. Atasözü § zahirenin (çiftçinin) ambarı sabanın ucundadır toprak, iyi sürülürse bol ürün vereceği için iyi sonuç almak isteyen işine dört elle sarılmalıdır. Atasözü § abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz bir kimse sevdiği işi sürekli olarak yapmaktan bıkmaz. Atasözü § abdalın yağı çok olursa gâh borusuna çalar, gâh gerisine varlıklı ama akılsız ve hesapsız kişi malını gereksiz yerlere harcar, telef eder. Atasözü § aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez aç hiçbir mazeretle susturulamaz, çocuk da istediği şeyi hemen elde etmek ister. Atasözü § adam olacak çocuk bokundan belli olur bir kimsenin yeni başladığı işte usta olup olamayacağı ilk davranışlarından anlaşılır. Atasözü § adam olana çok bile layık olmadığı, hak etmediği hâlde kişinin beklentisi daha fazla olduğu durumlarda kullanılan bir söz. Deyim § ağlamayan çocuğa meme vermezler hakkını aramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez. Atasözü § akıllı düşününceye kadar deli çocuğunu (oğlunu) everir kendilerini akıllı sananlar çok kez akılsız diye tanınanlardan daha az başarı gösterir. Atasözü § al elmaya taş atan çok olur değerli kimselere sataşan çok olur. Atasözü § alçak eşek binmeye kolay, öksüz çocuk dövmeye kolay nasıl ki boyu kısa olan eşeğe binmek kolaysa öksüz çocuğa kötü davranmak da onu koruyan kimse olmadığı için kolay olur. Atasözü § ilahı çok, insanı az bir yer pek ıssız ve kuytu bir yer. Deyim § araba devrilince (kırıldıktan sonra, kırılınca) yol gösteren çok olur iş işten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur. Atasözü § arpası çok gelmek coşmak, azmak, kudurmak. Deyim § ay ayakta çoban yatakta, ay yatakta çoban ayakta 1) çobanların akşam erken yatması, sabahleyin erken kalkması gerekir; 2) genel düzene yardımcı olan araçlar varsa yönetici rahat eder yoksa çok uyanık olması gerekir. Atasözü § az ateş çok odunu yakar az sayıda kötü insan, çok sayıda iyi insanın başını belaya sokabilir. Atasözü § az el aş kotarır, çok el iş kotarır yemek az kişiyle onun dışında kalan işler ise çok kişiyle daha çabuk yapılır. Atasözü § az eli aşta gör, çok eli işte gör yemek az kişiyle onun dışında kalan işler ise çok kişiyle daha çabuk yapılır. Atasözü § az söyle çok dinle kişinin gereksiz konuşmaktansa az konuşması ve konuşulanları dinlemesi daha iyidir. Atasözü § az tamah çok ziyan getirir hırslı ve pinti insan her zaman zararlı çıkar. Atasözü § az veren candan, çok veren maldan varlıklı olmayan kimsenin yardım veya armağan olarak az şey vermesi büyük fedakârlıktır, varlıklı kimsenin vereceği armağan ve yardımlar fedakârlık sayılmaz. Atasözü § az yiyen az uyur, çok yiyen güç uyur kişi iyi uyuyabilmek için pek az da yememeli, pek çok da. Atasözü aza çoğa bakmamak olanla yetinmek. Deyim § aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz büyük şeyleri elde edebilmek için önce küçük şeylerle yetinmek gerekir. Atasözü § aza sormuşlar: “nereye?”, “çoğun yanına” demiş küçük kazançların bile hep varlıklı kimselere düştüğü inancını belirten bir söz. Atasözü § azı bilmeyen çoğu hiç bilmez küçük de olsa bir iyiliğin değerini bilmeyen, daha büyük iyiliklere layık değildir. Atasözü § azı çoğa saymak (tutmak) verilen küçük bir armağanı çok beğenmek. Deyim § bey ardından çomak çalan çok olur güçlü bir kişi ile yüz yüze bulunduklarında ağızlarını açamayanlar, o gittikten sonra aleyhinde atıp tutarlar. Atasözü § bin dost az, bir düşman çok dostun ne denli çok olursa olsun onlardan zarar gelmez ama bir tek düşmanın olsa hep zarar görme tehlikesi içerisinde yaşarsın. Atasözü § (bir iş) çorba olmak (çorbaya dönmek) karmakarışık duruma gelmek, içinden çıkılmaz bir durum almak. Deyim § (bir şey) çok gelmek 1) gereğinden fazla olmak: “Mahkeme masrafı çok geldiği için bu isteklerini gerçekleştiremediler.” -Ü. Dökmen. 2) çekilmez ve katlanılmaz olmak. Deyim § (bir şeyi birine) çok görmek yadırgamak: “Mehmetçiğimiz ayrıca anıtlara layıktır. Onun köylere kadar anıtlaştırılmasını çok görmem.” -P. Safa. Deyim § (bir şeyi) çorba etmek karıştırmak. Deyim § (biri) çok olmak haddini aşarak karşısındakini usandırmak. Deyim § (birinin) başına çorap örmek birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak: “Ya başına bir çorap ördürüsrse?” -O. Kemal. Deyim § (birinin) pirinci (çok) su kaldırmamak (götürmemek) alıngan, çabuk darılır olmak, şakadan anlamamak. Deyim § borçsuz çoban yoksul beyden yeğdir yoksulluk ve sıkıntı içinde olup da bey adı taşımaktansa borçsuz ve sıkıntısız bir çoban olmak daha iyidir. Atasözü § boyunca çocuğu olmak yetişkin çocuğu olmak. Deyim § bu abdestle daha çok namaz kılınır bir tutum veya davranışın etkisi sürekli olur. Atasözü § cemaat ne kadar çok olsa imam gene bildiğini okur bir yetkili kimse, çevresindekilerin düşüncesi ne olursa olsun kendi istediğini yapmaya çalışır. Atasözü § çam ağacından ağıl olmaz, el çocuğundan oğul olmaz her şeyin bir değeri vardır; yapacağı iş, kullanılacağı yer ayrıdır. Atasözü § çam sakızı çoban armağanı verilen bir armağanın sunulduğu kimseye değerine uygun olmadığını ve verenin gücünün ancak buna yettiğini özür yollu anlatmak için söylenen bir söz. Atasözü § çoban aldı bağa gitti, kurt aldı dağa gitti malını, varlığını başkaları kullandı, kendisine bir şey kalmadı. Atasözü § çoban armağanı çam sakızı verilen bir armağanın sunulduğu kimseye değerine uygun olmadığını ve verenin gücünün ancak buna yettiğini özür yollu anlatmak için söylenen bir söz. Atasözü § çoban kulübesinde padişah rüyası görmek içinde bulunduğu duruma uygun düşmeyen düşler kurmak. Deyim § çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu nazik bir işi, o işin inceliğini anlamayan bir kimseye yaptırma. Atasözü § çobanın gönlü olursa (olunca) tekeden yağ (süt, köremez) çıkarır kişi istediğinde olmayacak gibi görünen işlere çözüm yolu bulur. Atasözü § çobanın yağı çok olursa çarığına sürer varlıklı ama akılsız ve hesapsız kişi malını gereksiz yerlere harcar, telef eder. Atasözü § çobansız koyunu kurt kapar yöneticisi, koruyucusu olmayan kişiyi ve topluluğu düşman ezer. Atasözü § çocuğa iş, ardına sen düş çocuk kendisine ısmarlanan işi yapamayacağından işi buyuran kimsenin onun arkasından gitmesi gerekir. Atasözü § çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider çocuk kendisine ısmarlanan işi yapamayacağından işi buyuran kimsenin onun arkasından gitmesi gerekir. Atasözü § çocuğu işe sal, ardınca sen var çocuk kendisine ısmarlanan işi yapamayacağından işi buyuran kimsenin onun arkasından gitmesi gerekir. Atasözü § (çocuğu) süt çalmak bozuk süt, çocuğu hasta etmek. Deyim § çocuğun bulunduğu yerde dedikodu olmaz küçük çocuğun bulunduğu yerde herkes çocukla uğraşmaktan dedikodu yapmaya fırsat bulamaz. Atasözü § çocuğun yediği helal, giydiği haram çocuğun iyi beslenmesi için ne kadar para harcansa yerindedir ancak hor kullanacağı ve kısa zamanda da küçüleceği için pahalı giysiler giydirilmesi doğru değildir. Atasözü § çocuk aldırmak tıp kadın karnındaki bebeği hekime ameliyatla aldırmak. Deyim § (çocuk) boya çekmek boyca uzamak. Deyim § çocuk (çocuğunu) düşürmek gebe kadın çocuğunu vaktinden önce ve ölü olarak doğurmak, düşük yapmak: “Beklenmedik acı olaydan ötürü Ayşe de çocuğunu düşürdü, ağır hastalandı.” -Halikarnas Balıkçısı. Deyim § çocuk dünyaya getirmek çocuk doğurmak. Deyim § çocuk düşe kalka büyür çocuk yürümeye başladığı sırada sık sık düşer, anne baba bu duruma üzülmemelidir. Atasözü § çocuk gibi 1) yetenekleri gelişmemiş, çocuk kalmış: Çocuk gibi adam. 2) kolay kanar, kolay inanır: Sen de çocuk gibisin, o adamın sözüne inanılır mı? Deyim § çocuk gibi sevinmek çok sevinmek: “Güzel sözler duyduğunda çocuk gibi sevinir.” -A. Kabaklı. Deyim § çocuk kalmak büyümüş olmasına rağmen çocukça düşünceler taşıyıp çocuk gibi davranmak: “Araya araya bu oyunu mu buldun? Ayol sen sahiden çocuk kalmışsın.” -R. H. Karay. Deyim § çocuk mu avutuyorsun (kandırıyorsun) söylenenlere inanmadığını belirtmek bir için kullanılan bir söz. Deyim § çocuk olmak çocuklaşmak. Deyim § çocuk oyuncağı hâline getirmek yeteneksiz kimselerin karışmasıyla bir işi değerinden düşürmek. Deyim § çocuk seversen beşikte, koca seversen döşekte çocuğu kucağına almadan, beşikte yatarken sev; kocana karşı olan sevgini de başkalarının yanında değil, döşekte göster. Atasözü § çocukla çocuk, büyükle büyük olmak içinde bulunulan yere veya çevredeki insanlara uymak. Deyim § çocukluğu tutmak çocuksu davranışlarda bulunmak. Deyim § çocukluk etmek 1) çocukça davranışlarda bulunmak; 2) gereği gibi düşünmeden deneyimsizce davranmak: “Çocukluk etme, Halis, âlemin kulağına gider. Sonra büyük dedikodu olur.” -H. R. Gürpınar. Deyim § çocuktan al haberi bir aile sorunu veya ailece gizli tutulan bir şey, çocukların rastgele söyledikleri bir sözle açığa çıktığında söylenen bir söz. Atasözü § çoğu gitti, azı kaldı yapılmakta olan işin en önemli, en güç bölümü bitti, az ve önemsiz bölümü kaldı. Atasözü § çoğu zarar, azı karar hiçbir zaman aşırıya kaçılmamalıdır. Atasözü § çok baharın otunu yemek hayatı dolu dolu yaşamış olmak. Deyim § çok bilen (söyleyen) çok yanılır çok bildiği için kendine güvenen kişi, bilmediği şeylere de karışır ve bunlarda yanılır. Atasözü § çok el ya yağmaya ya yolmaya çok kimsenin katılmasıyla yağma ve yolmadan başka bir iş başarılamaz. Atasözü § çok gezen çok bilir çok gezen, çok yer gören çok şey öğrenir; çok yaşayan, çok okuyan onun bildiklerini bilemez. Atasözü § çok gezen tavuk ayağında pislik getirir gezip dolaştığı yerlerde kötü şeyler de bulunan kimse, kötü alışkanlıklar ve zararlı bilgiler elde ederek yerine döner. Atasözü § çok havlayan köpek ısırmaz karşısındakini bağırıp çağırmakla korkutmaya çalışan kimse eylemli bir saldırıda bulunmaz. Atasözü § çok koşan çabuk (çok, tez) yorulur sürekli çalışabilmek ve sonuç elde edebilmek için harcanan çabanın yormayacak ölçüde olması gerekir. Atasözü § çok naz âşık usandırır başka şeylerde olduğu gibi nazlanmada da aşırı gidilmemelidir. Atasözü § çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin yönetimi altında bulunan kimselere sık sık müdahale edenler bekledikleri verimi alamadıkları gibi onları da arsız ederler; yiyecek ve para bakımından da sıkıntıya düşürenler onları hırsızlığa itmiş olurlar. Atasözü § çok söz (laf) yalansız, çok para (mal) haramsız olmaz bol kazancın içinde yasa dışı elde edilmiş para bulunduğu gibi çok konuşanın sözleri arasında da mutlaka yalan bulunur. Atasözü § çok şey! şaşma anlatan bir söz. Deyim § çok yaşayan (okuyan) bilmez, çok gezen bilir çok gezen, çok yer gören çok şey öğrenir; çok yaşayan, çok okuyan onun bildiklerini bilemez. Atasözü § çokbilmişlik taslamak kendini çokbilmiş gibi göstermek: “Zekâ gösterisine yeltenmemiş, çokbilmişlik taslamamıştı.” -K. Tahir. Deyim § çoluk çocuğa karışmak evlenip çocukları dünyaya gelmek: “İsa Bey, burada zengin bir eşraf kızıyla evlenerek çoluk çocuğa karıştığı için 24 Meşrutiyeti'nde İstanbul'a dönmemiştir.” -R. N. Güntekin. Deyim § çoluk çocuk elinde kalmak deneyimsiz, çok genç kişilerin eline geçmek. Deyim § çomak sokmak (koymak) bir işi aksatan, engelleyen davranışta bulunmak. Deyim § çorap kaçmak çorabın bir teli kopup örgüsü uzunlamasına açılmak. Deyim § çorap söküğü gibi gitmek (gelmek) başlayan bir iş veya birbirine bağlı birçok iş arka arkaya ve kolayca sürüp gitmek. Deyim § çorba gibi 1) pek sulu (yemek); 2) karmakarışık. Deyim § çorba içmeye çağırmak yemek yemeye çağırmak. Deyim § çorbada tuzu (maydanozu) bulunmak bir iş veya görevde az da olsa emeği geçmiş olmak. Deyim § çorbaya sinek düşmek işin tadı kaçmak, yeteri kadar iyi ve güzel olmadığı anlaşılmak: “Bu canım yolların, bu sevimli yapıların harcına dünyamızdan nasibini almamış yüz binlerce insanın alın teri karıştığı akla gelince çorbaya sinek düşüyor.” -B. R. Eyuboğlu. Deyim § çöreğin büyüğü, hamurun (unun) çoğundan olur verimin bol olması, kullanılan malzemenin bol olmasına bağlıdır. Atasözü § deli deliyi görünce çomağını (değneğini) saklar (gizler) saldırgan kimse, kendisi gibi birine saldırmaktan çekinir. Atasözü § doğmadık çocuğa don biçilmez ele geçeceği, ortaya çıkacağı daha belli olmayan şey için önceden hazırlık yapmak doğru değildir. Atasözü § dost bin ise azdır, düşman bir ise çoktur dostlarını olabildiğince çoğalt, düşmanlarını olabildiğince azalt. Atasözü § ekmeğin büyüğü, hamurun çoğundan olur verimin bol olması, kullanılan malzemenin bol olmasına bağlıdır. Atasözü § her çok azdan olur çoğu elde etmek için azları biriktirmek gerekir. Atasözü § herkes davul çalar ama çomağı makama uyduramaz herkes iş yapar ama o işin gerektirdiği ustalığı gösteremez. Atasözü § herkesin aklı bir olsa koyuna çoban bulunmaz herkes aynı şeyi bilse ve yapabilseydi, geri kalan işleri yapacak kimse bulunamazdı. Atasözü § horozu çok olan köyde sabah geç olur karışanı çok olan işlerden sonuç güç alınır. Atasözü § işin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol tanıklık boş oturan kimselerin, kefillik ise parası çok olan kimselerin işidir. Atasözü § iti an, taşı eline al (çomağı hazırla) saldırgan biriyle karşılaşması ihtimali bulunan kimse kavgaya hazır olmalıdır. Atasözü § kar ne kadar çok yağsa yaza kalmaz elverişli bir ortamda çoğalan şeyler, ortam elverişliliğini yitirince yok olur. Atasözü § karman çorman etmek çok karışık ve düzensiz duruma getirmek. Deyim § karman çorman olmak çok karışık ve düzensiz duruma gelmek: “İşler gittikçe kızışıyor, hikâyeler gittikçe karman çorman oluyor, hangi sözü kimin söylediği belli olmuyordu.” -Y. Kemal. Deyim § kavak, yaprağını tepeden dökerse kış çok olur kavak ağacının yaprakları tepeden dökülmeye başlar, aşağıdakiler daha sonra dökülürse o yıl kış çetin olur. Atasözü § kes parmağını çık pazara, em (merhem, ilaç) buyuran çok olur kişinin bir ihtiyaç içinde bulunduğunu gören herkes ona değişik yol gösterir. Atasözü § köpeksiz köy bulmuş da çomaksız (değneksiz) geziyor kendisine engel olacak, karşı çıkacak kimse olmadığı için istediği gibi davranıyor. Atasözü § köprünün (köprülerin) altından çok su (sular) aktı (geçti) zamanla şartlar çok değişti, eski durum kalmadı. Atasözü § kraldan çok kralcı olmak birinin davasını ondan çok savunur olmak. Deyim § nerede çokluk, orada bokluk birlikte iş yapmak üzere toplanan kişiler çok olursa her kafadan bir ses çıkar, anlaşmazlıklar belirir, iş yapmak güçleşir. Atasözü § öksüz oğlan (çocuk) göbeğini kendi keser koruyanı, yardım edeni bulunmayan kişi, işini kendi başına görmek zorunda kalır. Atasözü § palamut çok biterse, kış erken olur kimi olaylar onu izleyecek olayların da habercisidir. Atasözü § paran çoksa (borcun yoksa) kefil ol, işin yoksa şahit ol tanıklık boş oturan kimselerin, kefillik ise parası çok olan kimselerin işidir. Atasözü § tekere çomak sokmak birinin yolunda giden işini aksatan, engelleyen davranışta bulunmak: “Neden ikide bir tekere çomak sokarlar? Neden kalkınma hamlesine bir tuğla da onlar koymazlar?” -H. Taner. Deyim § tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur sonucu kötü çıktıktan sonra bir davranış üzerine akıl öğreten çok bulunur. Atasözü § tekkeyi bekleyen çorbayı içer bir şeyi elde etmek için bazı sıkıntılara katlanmak gerekir. Atasözü § acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) 1) bir şeyin acısını derinden duymak; 2) kötü bir şey olacağını düşünerek önceden üzülmek. Deyim § açın kursağına çörek dayanmaz yoksulluk içinde bulunan kimsenin bir eksiği giderilse başka bir eksiği kendini gösterir. Atasözü § ağırlık basmak (çökmek) 1) gevşeklik ve uyku gelmek; 2) ağır bir hava kaplamak; 3) sessizlik oluşmak: “Yavaş yavaş bir ağırlık çöktü. Bir sakinlik herkesi kapladı.” -M. Ş. Esendal. Deyim § arının yuvasına kazık (çöp) dürtmek tehlikeli kişiyi kışkırtmak. Deyim § armudun sapı var, üzümün (kirazın) çöpü var demek her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek. Deyim § avurtları çökmek (birbirine geçmek) çok zayıfladığı yüzünden belli olmak: “Hüdai, Bayram'ın avurtları çökmüş solgun yüzüne bakarak bir varsayım yapmıştı.” -A. Kulin. Deyim § ayağının bağını çözmek 1) karısını boşamak; 2) sıkıntılı bir durumdan kurtulmak. Deyim § bant çözmek manyetik bir bant üzerine alınmış sesleri yazıya aktarmak, deşifre etmek. Deyim § beli çökmek kamburlaşmak. Deyim § bir çöplükte iki horoz ötmez bir yerde iki kişi baş olmaz. Atasözü § (bir şeyin) makarasını çözmek ayrıntılarıyla sayıp dökmek: “Yukarı katta ihtiyar imamla yatalak hasta karısının aşağıdan tamamıyla işitilen kavgalarına dair hikâyelerinin makarasını çözerdi.” -H. Z. Uşaklıgil. Deyim § (bir yerden) payandaları çözmek argo ayrılmak, kaçmak, uzaklaşmak. Deyim § buzlar çözülmek 1) buzlar erimeye ve kırılmaya başlamak; 2) mec. aradaki soğukluk, dargınlık, gerginlik ortadan kalkmak. Deyim § büğersen göl olur, açarsan çöl olur birikim, ancak tutmayı bilirsen olur. Atasözü § çağrılmayan yere çörekçiyle börekçi gider çağrılmadığın yere sakın gitme. Atasözü § çenesinin bağı çözülmek gevezelik etmek, yerli yersiz, sürekli konuşmak: “Çenesinin bağı çözülmüştü, cıvıldıyor, annesinden, babasından söz açıyordu.” -O. Kemal. Deyim § çöle dönmek harap olmak, bozulmak. Deyim § çömlek patlatmak çocuk oyunlarında ebeyi yanıltmak. Deyim § çömlekçi suyu saksıdan içer kişi, geçimini sanatı ile sağlar. Atasözü § çöp gibi çok ince, zayıf. Deyim § çöpe dönmek çok zayıflamak. Deyim § çöpe gitmek yapılan iş boşa gitmek. Deyim § çöreğin büyüğü, hamurun (unun) çoğundan olur verimin bol olması, kullanılan malzemenin bol olmasına bağlıdır. Atasözü § çörten gibi oluk gibi, çok gür bir biçimde. Deyim § çözümsüz kalmak çözümü olmamak, çözüm bulunamamak: “Yalın bir söyleyişin altında hemen hep çözümsüz kalan birtakım belirtkeler göze çarpıyor.” -S. İleri. Deyim § deve deve yerine çöker yitirilen değerli kimsenin, elden çıkan değerli şeyin yeri boş kalmaz. Atasözü § deve yerine deve çöker değerli bir kimseden boşalacak yeri ancak o değerde olan başka bir kimse doldurabilir. Atasözü § dili çözülmek konuşamayan veya susan kişi konuşmaya başlamak: “Aslında ben çok az konuşan biriyim. Dilimin böyle birdenbire çözülmesi çok garip.” -İ. Aral. Deyim § dille düğümlenen, dişle çözülmez verdiği sözü yerine getirmeyen kişi, sebebi sorulduğu zaman kendini savunmakta zorlanır. Atasözü § diz çökmek 1) dizlerini yere koyarak oturmak: “Beni dinleyin deyip hemen önümüze diz çöktü.” -S. M. Alus. 2) dize gelmek. Deyim § dizlerinin bağı çözülmek korkudan ayakta duramayacak duruma gelmek: “Mengene gibi bir el, cerrahın yakasına yapışınca zavallının dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu.” -İ. O. Anar. Deyim § don çözülmek hava ısınarak buzlar erimeye başlamak. Deyim § durgunluk çökmek sessiz, sakin duruma girmek: “Posta kâtibi eskiden çok sert bir adamdı. Fakat gitgide ona garip bir durgunluk çökmüştü.” -R. N. Güntekin. Deyim § düğümünü çözmek anlaşılmaz bir şeyi anlaşılır duruma getirmek. Deyim § esirgenen (sakınan) göze çöp batar üzerine çok düşülen şeyler genellikle kazaya veya zarara uğrar. Atasözü § eşek çamura çökerse sahibinden gayretlisi olmaz bir kimsenin işi bozulduğunda, durumunu düzeltmek için en büyük çabayı kendisinin göstermesi gerekir. Atasözü § etten önce çömleğe düşmek bir işte bilgisiz veya yetkisiz olmasına rağmen herkesten önce ortaya atılmak. Deyim § fenalık geçirmek (gelmek veya çökmek) kendini bilmeyecek veya bayılacak bir duruma gelmek: “Ben biraz fenalık geçirdim de eczaneden rica ettik.” -B. Felek. Deyim § gönlü çökmek yaşama gücü azalmak, ruhsal dengesi bozulmak. Deyim § gözünü daldan budaktan (çöpten) esirgememek (sakınmamak) tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek: “Gençliğinde gerçekten delifişek, gözünü daldan budaktan sakınmaz bir askermiş.” -H. Taner. Deyim § harama uçkur çözmek nikâhsız olarak cinsel ilişkide bulunmak. Deyim § her horoz kendi çöplüğünde öter herkes ancak kendi çevresinde bir değer taşır ve sözünü orada geçirebilir. Atasözü § horoz ölür, gözü çöplükte kalır yaşanılmış, alışılmış, erişilmiş bir durum veya makam yitirildikten sonra, göz o durum veya makamda kalır. Atasözü § hüzün çökmek hüzünlenmek: “O anda yalnız kahveye değil neredeyse bütün Niksar'a hüzün çöker, lambaların ışığı solgunlaşırdı.” -C. Külebi. Deyim § ıssızlık çökmek ıssız, tenha duruma gelmek, tenhalaşmak. Deyim § içine baygınlıklar çökmek sıkıntı, fenalık basmak: “Şevki, ekmek öpüp çocukları üzerine yemin ettikçe onun içine baygınlıklar çöküyordu.” -M. Ş. Esendal. Deyim § içine hüzün çökmek kederlenmeye, hüzünlenmeye başlamak: Eski bayramlar gibi olmuyor, hüzün çöküyor içimize. Deyim § içine kuşku çökmek içten içe şüphesi yoğunlaşmak. Deyim § ipi çözmek hlk. ilgisini kesmek. Deyim § ipoteği çözmek (kaldırmak) tutudan kurtarmak: “Bu ipoteği çözmek sizin elinizde! Bir tek siz çözebilirsiniz onu!” -N. Eray. Deyim § kâbus basmak (çökmek) 1) kötü rüya görmek; 2) büyük sıkıntı, korku duymak. Deyim § karanlık basmak (çökmek) hava kararmak: “Akşamdı, ortalığa hafif bir karanlık çökmüştü.” -R. N. Güntekin. “Tekrar ana yola geldiğim zaman karanlık basmıştı.” -S. F. Abasıyanık. Deyim § kasvet basmak (çökmek) çok sıkılmak, içi daralmak: “Gündüzün bu saatinde, tiyatroya ağır bir kasvet çökmüş.” -P. Safa. Deyim § oduncunun gözü omçada, dilencinin gözü çömçede herkes işine yarayan şeyi elde etmeye çalışır. Atasözü § omuzları çökmek bitkin, perişan ve yıkılmış bir durumda olmak. Deyim § ölüm bir kara devedir ki herkesin kapısına çöker her eve gelin girmeyebilir ama ölüm kesinlikle girer. Atasözü § ölüm sessizliği çökmek yoğun ve derin bir sessizlik kaplamak: “Masanın başına oturduğum zaman ortalığa gerçekten ölüm sessizliği çöktü.” -R. N. Güntekin. Deyim § palamarı koparmak (çözmek) argo kaçmak, sıvışmak: “Bir kere palamarı çözmeye muvaffak olsa bir yere kapağı atmanın çaresini bulabilirdi.” -H. R. Gürpınar. Deyim § rehavet çökmek (basmak) gevşeklik, ağırlık duymak ve uyumak istemek: “Bütün asabıma bir rehavet çöktü, gözlerim kapandı.” -N. Hikmet. Deyim § sakınılan göze çöp batar üzerine çok düşülen şeyler genellikle kazaya veya zarara uğrar. Atasözü § şifreyi çözmek 1) bir şifrede kullanılan işaretlerin anlamını bulmak; 2) mec. gizli bir olayı anlayıp açıklığa kavuşturmak. Deyim § tavan başına çökmek (yıkılmak) beklenmeyen bir durum karşısında şaşırıp kalmak: “Gelmeyecek mi? Neden gelmedi? diye sordukları vakit tavan başıma yıkılıyordu.” -M. Ş. Esendal. Deyim § tencere (çömlek) demiş “dibim altın”, kaşık (kepçe) demiş ben neredeyim?” (girdim, çıktım) içyüzünü iyi bilen kimseye karşı, kusurlarını gizlemeye çalışan ve yüksek nitelikleri bulunduğunu söyleyerek övünmeye kalkışan kişi, gülünç duruma düşer. Atasözü § tencere tencereye “yüzün kara” demiş, çömlek utancından yere geçmiş kötülük, kusur yönünden sen, benden daha betersin. Atasözü § üzerine çökmek duygu, durum vb. bastırmak, kaplamak: “Üzerimize çöken şimşekli, yıldırımlı havanın bana verdiği helecanı yeniden duyuyorum.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § üzümün çöpü armudun sapı var demek her şeyde bir eksiklik bulmak, güç beğenir olmak. Deyim § yağına kıymayan çöreğini yoz (kuru) yer bir iş için gerektiği kadar fedakârlıkta bulunmayan kişi sonucun kusurlarını hoş görmelidir. Atasözü § yakasına çökmek zorlamak, baskı yapmak: “Bereket versin hekimler sıkı bastılar, yengem de yakana çöktü de seni biraz hizaya getirdiler.” -M. Ş. Esendal. Deyim § yüreğine (bir şey) çökmek derinden ızdırap duymak: “Ankara ufuklarına bakarken eskisi gibi insanın yüreğine gariplik çökmüyordu.” -Y. K. Karaosmanoğlu. Deyim § adam adamdır olmasa da pulu, eşek eşektir atlastan olsa çulu insanın değeri zengin olmakla artmaz, asıl olan insanlığıdır. Atasözü § akara kokara bakma çuvala girene bak iyi, kötü deme; mal ve para biriktir. Atasözü § akarsu çukurunu kendi kazır bir şeyi yapma isteği ve gücü bulunan kimse, uygun bir çalışma yönü ve alanı bulur. Atasözü § arsız neden arlanır, çul da giyer sallanır arsız hiçbir şeyden utanmadığı için elbise diye çul da giyse salına salına gezer. Atasözü § bir ayağı çukurda olmak 1) yaşayacak çok az zamanı kalmış olmak: “Ben, bir ayağı çukurda hasta bir ihtiyarım.” -M. Yesari. 2) çok yaşlanmış olmak. Deyim § bir çuval inciri berbat etmek düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlış davranışlarla bozmak: “Bir çuval inciri berbat etmişlerin süklüm püklümlüğüyle müfettişin yanına çıktı.” -O. Kemal. Deyim § bir evde iki kız, biri çuvaldız biri biz bir evde iki kız olursa her biri bir taraftan aileyi sıkıştırıp giyim kuşam ister, çeyiz ister. Onlar istemese bile aile kendini böyle bir sorumluluk altında bilir ve bunun sıkıntısını çekerler. Atasözü § (birinin) çukurunu kazmak birinin felaketine yol açacak bir düzen kurmak. Deyim § boş çuval ayakta (dik) durmaz 1) karnı doymayan kimse çalışamaz; 2) bilgisiz ve yeteneksiz bir kişi, kendisine verilen görevlerde tutunamaz. Atasözü § çifte çubuğa gitmek ekim ve biçim işleriyle uğraşmak: “Yatağa düşersen hayvanlara kim bakar nine, çifte çubuğa kim gider?” -T. Oflazoğlu. Deyim § çubuğunu tüttürmek üzüntüsüz, kaygısız yaşamak. Deyim § çukura düşmek kötü ve uygunsuz bir duruma girmek: “Kendi ayağınız ve büyük aklınızla gidip düştüğünüz çukurdan bize ne?” -A. Gündüz. Deyim § çul içinde aslan yatar bir kimsenin değeri, kılık kıyafeti ile değil kişiliğindeki cevherle ölçülür. Atasözü § çulu düzmek (düzeltmek) 1) giyimi kuşamı yenilemek: “Muharrem, çulu epey düzmüş vaziyetteydi.” -S. F. Abasıyanık. 2) maddi durumu iyileşmek: “Aranızdan ayrılalı bir ay var mı? Belki yok bile. Çulu derhâl düzelttim.” -R. N. Güntekin. Deyim § çuval gibi 1) kaba ve seyrek (kumaş); 2) bol ve ütüsüz (giysi). Deyim § çuvaldız yurdusu (gözü) kadar yerden deve denli soğuk girer 1) soğuk küçücük bir delikten bile girebilir ve rahatsızlık verebilir; 2) bazı küçük olaylar büyük olaylara yol açabilir. Atasözü § çuvalla para kazanmak aşırı kazanç sağlamak. Deyim § el için yanma nâra, yak çubuğunu bak keyfine başkalarının derdini kendine sorun yapıp da kendi rahatını ve düzenini bozma. Atasözü § esrik devenin çulu eğri gerek kişi, durumuna uygun davranmalıdır. Atasözü § gözleri çukura gitmek (kaçmak) aşırı yorgunluktan göz çevresi kararmak veya çökmek: “Genç yakışıklı yüzü solmuş, gözleri çukura kaçmıştı.” -Y. Kemal. Deyim § iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır başkasına zararı dokunacak bir davranışı yapmadan önce iyi düşün, kendi kendini eleştir. Atasözü § itle çuvala girilmez edepsiz ve saldırgan bir kimse ile bir konu üzerinde tartışmak ve kavgaya tutuşmak doğru değildir. Atasözü § kazdığı çukura (kuyuya) kendisi düşmek başkası için hazırladığı kötülüğe kendi uğramak. Deyim § kedi ile harara (çuvala) girmek geçimsiz biri ile iş birliği yapmak. Deyim § kimse kimsenin çukurunu doldurmaz kimse kimsenin yerine ölemez. Atasözü § küheylan at, çul içinde de bellidir cevherli insan, kılık kıyafeti düzgün olmasa da değerini yitirmez. Atasözü § mızrak çuvala girmez (sığmaz) gizli tutulması imkânsız durumlar karşısında söylenen bir söz. Atasözü § önce iğneyi kendine batır, sonra çuvaldızı ele başkasına zararı dokunacak bir davranışı yapmadan önce iyi düşün, kendi kendini eleştir. Atasözü § tazı o tazı ama çulu değişmiş 1) tanıdığımız sıradan kişi işbaşına geçmiş; 2) giyim kuşamını düzeltmiş olduğu için tanınmaz olmuş. Atasözü § üstüne çullanmak saldırarak üzerine abanmak. Deyim § üzerine çullanmak üstüne çullanmak: Korku, su içen bir ceylana saldıran kurt gibi üzerime çullandı. Deyim § yazın gölge hoş, kışın çuval boş 1) yazın keyifli yerlerde tembel tembel oturan kışın yiyecek bulamaz; 2) gençliğinde kazanç peşinde koşmayıp zevke dalan hastalığında veya ihtiyarlığında perişan olur. Atasözü § akil isen açma sırrın dostuna, çünkü dostun dostu vardır, o da söyler dostuna bir sır en yakın dosta bile söylenmemelidir. Atasözü § an beni bir kozla, o da çürük çıksın bir dostun verdiği armağan küçük ve değersiz olsa bile verilen kişinin hatırlandığını göstermesi bakımından çok değerlidir. Atasözü § çürüğe çıkarmak bir nesneyi işe yaramayacak durumda olmasından dolayı kullanmamak. Deyim § çürük (çürüğe) çıkmak 1) birinin sağlam olmadığı anlaşılmak; 2) ask. sağlık durumunun elverişsiz olması yüzünden askerlik ödevinden bağışlanmak. Deyim § çürük tahta çivi (mıh) tutmaz aslında yaramaz olan veya sonradan o duruma getirilen şeyi, ne kadar uğraşsanız da işe yarar duruma getiremezsiniz. Atasözü § çürük tahtaya basmak tedbirsizlik edip sonu tehlikeli olabilecek bir işe girişmek. Deyim § demir nemden, insan gamdan çürür nem demiri nasıl paslandırıp çürütürse gam da insanı öylece yıpratır. Atasözü § dirsek çürütmek 1) okumak için yıllarca çalışmak: “Dirsek çürütüp emek verdiği kitapları, can vermeden can bulunamayacağını ona hiç söylememişti.” -S. Ayverdi. 2) öğrenimde veya meslekte uzun yıllar geçirmek: “Bu meslekte senelerce dirsek çürüttüğüne göre kendisini gayet iyi anlayabilirdi.” -O. Aysu. Deyim § görmemişin oğlu olmuş (çekmiş, çükünü koparmış) görgüsüz kimse ummadığı bir şeyi elde ettiğinde ne yapacağını şaşırır. Atasözü § hapislerde çürümek çok uzun süre hapiste kalmak: “İşinden atıldığını, hapislerde çürüdüğünü, çocuklarının perişanlığını gördü.” -M. İzgü. Deyim § her ağaç kökünden kurur (çürür) bir topluluğun dayandığı temel bozulursa o topluluk bozulur. Atasözü § içini çürütmek ruhunu karartmak, bezdirmek, yıldırmak: “Bazı alametler büsbütün içimi çürüttü.” -R. N. Güntekin. Deyim § minder çürütmek 1) işsiz, güçsüz oturmak; 2) bir yerde uzun süre oturmak; 3) otururken yapılan işlerle uzun yıllar uğraşmak. Deyim § ömür çürütmek uzun zaman emek vermiş olmak veya boşuna vakit geçirmiş olmak. Deyim § yâr beni ansın bir koz ile o da çürük çıksın, an beni bir koz ile çürük çıkarsa bahtıma… Bir dostun verdiği armağan küçük ve değersiz olsa bile verilen kişinin hatırlandığını göstermesi bakımından çok değerlidir. Atasözü § yorgun eşeğin (öküzün) çüş (ıslık) canına minnet Verilen dinlenme fırsatı, yorgun kişiyi çok sevindirir. Atasözü § ... ziyafeti çekmek herhangi bir şeyi en iyi biçimde başarmak, herhangi bir yönüyle doyurmak: Orkestra tam bir müzik ziyafeti çekti. Deyim