You are on page 1of 240

Aynntı: 168 Richard Sçnnett

'Ağır' KliaplarlJi:isi: JJ

Kamusal İnsanın Çöküşü


HkhardSe1111e11
Kamusal Insanın.
Kit:ıbın Özgün Adı
The Fol/ı!fP11h/k A/1111

İngilizce'den Çevirenler
Çöküşü
Serpil011ral:·Alx/JI//uh Ydmt1:

Yoıyıma Hazırlayanlar
Tlmcay BirJ."011-Tamer To.rı111

DUzclti
Soiı KcJ/ırnllık

W.W. Norton&Company/1992
boısımınd:ın çevrilmiştir,

© Richard Scnnctı

Bu kiıabm TUrkçc yayım haklan


Ayrıntı Yayınlan'na aiUir.
Kapak İllüsır.ısyonu
Srı·inç Af/dil

Kapak Tasarım ı
Orhall De!im'llıı111

Kapak Düzeni
GiJ!.re Alper

Baskı ve Cilt
Mart Matbaacılık Sanatları (0 212) 321 23 00 (f'bx)
Merkez Malı. Burcu Sok. 61J Ka.�ıı!ıa11e-İs1tmbııl

Birinci Basım 1996


ikinci Basım :!002
Üçüncü B:ı.�ım 2010
Baskı Adedi 1000

Seıifika No.: 1606 ı


JSBN 978-975-539-105-2

AYRfNTJ YAYfNLARf
1-Jobyar Mah. Cemal NmJir Sok. No.: 3 EnıinönU - İstanbl!l
Tel.: (02!'.!) 5 1 21500-01 ·05 Faks:(0212)5J215 11
WV.'\Y.ayrintiyayinlari.com.ır & info@:ıyrinıiy:ıyinlari.t·oın.tr
"AGIR" KİTAPLAR DİZİSİ
KiTLE VE iKTiDAR ı\ÇIKLAMALT DÜZÜLKE
Elim Cııni'lti Çok Boyutlu Bir Maccr.ı.
Edwin A. Ah/mu
!NSANLIÔIN MAHRF..M TARiHi
Tfı,.,ıdot(' ZdJin
Yu.ıı:ıııiıı G. İııcctıj)Ju & Nelxıhul ıt. Çonıuk
METiN ÇÖZÜMLEME!..ERI
RUJ LEKESi
Yirminci Yil:.::yılıu Gizli Tıııihi Oişlllik. Gll:r.cUik,vc Şidtlcl Samıahnda

& A. K11r
Grl.'il Murcııs K AOIN VE BCOENl
HlZI ·ntc YAPAN HiKAYELER Yt1st•111in G. lııre•ı1U11

Kendimizi Y:ırJlmıt Oıcrinc Bir Deneme AVRUPA ı:JKRI


Williuın lm<'d/ Rıındt1!1 Anılıvııy Prıı:d(•n

MARKSiZM, AHLAK VE ÇiÇEKLERiN KÜLTÜRÜ


c.ı:lı. içhı
Pcjfa
TOPLUMSı\L ADALET JuckGrmdy
R. G.

Mio·/md Hrınlr & Ammıio Negri


iMPARATORLUK

DiSiPLiN
Askeri !ınııı Ürcıiminin So�yoJuji.�i ve Tarihi
Ufrirlı Briid.:./inJ;

�Jf,p YUVAYA DÖNMEK


Ur.mla K. l.A'Guiıı

AHLAK I PROTESTO SANA11


Tnpl uın:;.:ıl il:ııd,eılerdc KllhOr,
Riyoı:r:ıfi ve Y:ırnllcılık
Jımu:x M. J«.ıper

CAZ K]TABI
R:ıgtiıııc'dnn Fu.�ioıı ve Sonrn_�ına
Joudıim-Erıısr Bı:n:ndı

KURTLARLA KOŞAN KADINLAR


Voh�i Kıı<lın /\rkclipinc Dııir Mil ve Öykilkr
C/uri.ıxu Piııl:.olu Esıfa

CINSELLlGIN TARiHi
Midıc!Fmır:111ılı

SEKS ISYA NL\RI


Tophım:wl Cinsiycı.
B:ışl...alJın ve Rock'n'roH
Siımm Rcynnfıl.ı &. Joy Prl!:>.'

SÜRÜDEN DEVLETE
Tı>plum�I B:ıı! Üıcrim.·
Psikunalilik Deneme
E11,ç<'11<: E11riqııc:

ÇOKLUK
!mparnıorluk ÇıığınJa Suvaş ve De molmısi
Midwt'IHurıfı & ıimmıir� Nt•1:.ri

!3IR l\HUİ.K KURAM!


Genel �ik & Bir Ahf!lk Felsefesi &
Bir Kişilik Etiği
A,ı:tı<"S lfı-f/el'

MUTFAK SAVAŞ!
Danıak 7..c,•kinin Jeopolitiği
C!tristi(lıı Bourfuıı

iKTiSADi ADAL�"T VE DEMOKRASi


Rebbcuen işbi rliğine
Ro/1i11Hulıııl!i

TARlll BOYUNCA KEN1.


Kükenlcri, Geçirdiği Dün(J�ümkr ve Gcb:cgi
lewi.ı· Mııniforıl
İçindekiler

Birinci Bölilm
Kamusal sorun

1. KAMUSAL ALAN . .. 15
.. 20
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

A. Kan1usal alan dışında aşk .


B. Ölü kamusal alan . . . . . . . . 27
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

32
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

C. Kamusal alanda değişimler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

D. Şin1dideki !{t:Çmiş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 43

il. ROLLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 48
A.Roller 54
R. Kamusal roller . . ..
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

59
62
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . · . . . . .
.

C.Şehirlerde kannısal roller .


D. Kanıt n11, akla uygunluk nuı? ........................... 67
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
ikinci Sölllm IX. 19. YÜZYILIN KAMUSAL İNSANLARI . .. 255
Aııcieıı Regime'in kamusal dünyası 258
. . . . . . . . . . . . . . .

A.Aktör . .. . .
.. 2 68
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

B. İzleyici . .. . . . . .. . .
111. 73
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

SEYİRCİ: BİR YABANCILAR TOPLULUÖU .


..... . .
77
. . . . . . .

A. Şehre gelenler . . . . .. .
... X. KOLEKTİF KİŞİLİK . . . . .. . . . 285
8. Yaşadık/an yerler . . 80
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

1848: .. 291
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.. . . . . .. . .. A. Srnifa karşı bireysel kişiliğin zaferi . .. . .


85
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

308
. . . . . . . . . .

C.Kent hrujuvazisindeki değişimler . .. . .. B. Gemeinschajt . . . .. . . .. . .


90
. . . . . . . . . . . . . . . . . .

311
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

D.Saraydaki ve şehirdeki ilişkiler . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .


C. Dreyfus davası: Yrku.:ı gemeinschaft
325
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

D. Gerçek radikal kimdir?


. 95
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

IV. KAMUSAL ROLLER . . . . .. .


97
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

A.Beden !lir mankendir .. . . . ..


.106
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

B. Kfnıuşn1a hir işarettfr . . . . .. . ..


. l24
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Dördüncü Bölllm
C. Kişidışı alan duygu yükliidüı: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Mahrem toplum

V. KAMUSAL VE ÖZEL . . . .. .. . . .. . . 126 XI. KAMUSAL KÜLTÜRÜN SONU . 333


· A. Kamusal ifadenin sınırlan vardır . 130
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

34 6
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . XII. KARİZMA MEDENİYETTEN KOPUYOR


. 132
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. 349
. . . . . . . . . . . . . . . . .

B. Do.�al ifade kanuısal a!an111 dışındadır . . A. Karizma kuramları . .


.. . . . 138
. . . . . . . . . . . . . . . .

8. Karizma ve hınç . 35 6
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

C. Kamusal ve özel, toplumun bir molekülü gibidir . . .


139
. . . . . . .

3 63
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

D.Molekülün par':.·alanrşı .. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .
C. Elektronik n7edya geçmişreki sessizliği pekiştirir .
. 3 69
. . . . . . . . . . .

D. Star sisten1i . . . . . .
148
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

VI. AKTÖR OLARAK İNSAN . . . . . . . ..


. 151
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

A. SaXduyunun aktör�insanı . . . . . . . .. XIII. CEMAAT MEDENİYETTEN KOPUYOR . . . 377


153
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

381
. . . . . . . . . . . . . . .

B. Diderot' nun rol yapma paradok..r;u .. . . A. Bir cen1aat çevresinde kurulan barikatlar . . . .
.158
. . . . . . . . . . . . . . . . . .

. 38 6
. . . . . . . . . . . . .

C.Rousseau'nun tı)atro�şehre yönelttiği suçlama . . . B.İçeriden yükseltilen harikatlar . .


. .166
. . . . . . . . .

39 6
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

D.Rousseau'nun kehanetleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
C. Cemaatin insani hedelleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

XIV. SANATINDAN MAHRUM EDİLEN AKTÖR . . . 401


. 405
. . . . . . . . . . . .

Üçllncll Bölüm A. Oyun, kamusal ifadeyi sağlayan enerjidir


19. yüzyılda kamusal yaşam kargaşası 8. Nal'sisizm hu eneıjiyi zayiflatır . . 414
. . . . . . . . . . . . . . . .

419
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

C.Narsisiznıin seferber edilmesi ve yeni bir sınıfın doğuşu


42 6
. . . . . .

VII. SANAYİ KAPİTALİZMİNİN KAMUSAL YAŞAM D. Narsisizm modern çağlarrn Protestan ahlô.kıdır .
176
. . . . . . . . . . .

ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ . . . . ..
A. 19. yii;;yrl kent sakini yeni bir kişilik miydi? . 177
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . -SONUÇ: MAHREMİYETİN DESPOTLUKLARI ............432


180
. . . . . . . . . . . .

B. Şehirde yerleşme . . . . . . ..
185
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

C.Şans ve burjuva yaşamı . . . -DİPNOTLAR VE KAYNAKÇA . . . 437


190
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

D.Kamusal enıtia .. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

VIII. KAMUSAL ALANDA KİŞİLİK . . . 200


205
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

A. Ba/zac'uı toplumsal bir ilke olarak kiş;/ik anlayışr . Ek


. 214
. . . . . . . . .

B.Kanıusal alanda kişilik: Yeni beden imgeleri ..


. . 229
. . . . . . . . . . . .

C. Sahne, soka.�ın aruk anlatmad�ğı hir hakikati dile getirir -"SUÇLUYORUM"/ Emile Zola . . 451
. 233
. . .

4 63
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

D. Kişilik ve ö=el aile -DİZİN .


241
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

E. Geçnıişe haşkaldırılar . . . ..
�� �3
. . . · . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Kendi içine kapanmış her insan, bütün öteki insanların
kaderlerine ilgisiz bir yabancı gibi davranır. O insan için tüm
insan türü, çocukları ve yakın arkadaşlarından oluşur.
Hemşerileriyle ili�kilerine gelince, aralarına katılır ama onları
görmez; dokunur ama onları hissetmez; yalnız kendi başına
ve kendisi için vardır. Ve bu şartlarda kafasında bir aile
metlıumu kalmışsa bile artık bir toplum mefhumu yoktur.
Tocqueville
Birinci Bölüm
TEŞEKKÜRLER
Öncelikle bu kitabın amacını bclirlcmcmdeki yardımları için Clifford Curzon Kamusal sorun
ve Murray Pcralıia 'ya teşekkür ederim. Yazma aşamasında, Petcr Brooks,
Clifford Gccrtz. Richard Gilınan, Carolinc Rand Herron, Anne Hollandcr,
Hcrbcrl Mcnzcl, Orcst Ranum, C;;ırl Schorske, Richard Tre.xler ve Lionel Tril­
Jing'in y:.ırdın1larını gördüın, Elyazmaları üzerinden yaptıkları yorumları için
Ben Barber, Ju;:ın Corr:tdi. Marion Knox, Lco Marx ve David Riesman'a te­
şekkür cdcrinL Metni ayrıntılı bir biçimde okuyarak yorumlayan David Her­
ron 'tı özel te�ckkürlcrimi borçluyum.
Bu kitabın araştırmaları Marcia Bystryn, Bernard McGranc, Mark Sa1mon
ve Christina Spcllman'ın yardımlarıyla yürütüldü. Büyük bir sabır göstererek
eksiksiz bir çı.ılışma yı.ıpan Marcia Bystryn'a özellikle teşekkür ediyorum.
Nihayet, yazınu işindeki rehberlikleri için Robert Gottlicb ve Angus C�ı­
meroıı'a teşekkür ediyorum. Bobbie Bristol kitabın ortaya çıkışını sağladı,
Jack Lynclı de metnin dilini arılaştırmamu yardım etti.
ln.stitute for Advanccd Study, the Lincoln Center for thc Performing Arts,
thc Mctropolitan Muscum of Ncw York, Harvard University, the BibliothCque
Nationalc, Cambridgc University ve Ncw York Univcrsity kütüphaneleri çalı­
ş�tnlarına ve yöneticilerine teşekkür ediyorum. Bu kitabın ar.ıştınna ve çalış­
ma aşam�ısında finansal yardım thc lnstitutc for Advanccd Study, the John Si­
mon Guggcnhcim Foundation ve Ford Foundation'dan geldi. Elyazmaları
Ccntcr JOr Policy Rescarch personeli tarafından dizildi. Hepsine kolektif ça­
lışmaları ve iyi niyetleri için teşekkür ediyorum.
1
K amu s al alan

Modem çağlar sıkça Roma İmparatorluğu'nun çöküş yıllarıyla kar­


şılaştırılır: Ahlaksal çürümenin, Roma'nın Batı'ya hükmetmesine
engel olduğu gibi, modem Batı'nın da dünyaya hükmetme gücünü
azalttığı öne sürülür. Budalaca olmasına karşın bu yaklaşımın doğ­
ru bir yanı da vardır. Roma toplumunda Augustus'un ölümünün ar­
dından gelen kriz ile günümüzde yaşanan kriz arasında bir paralel­
likten söz edilebilir; bu paralellik kamusal yaşam ile özel yaşam
arasındaki dengeyle ilintilidir.
Augustus çağı sona ererken, Romalılar kamusal yaşamlarını for­
mel bir yükümlülük meselesi olarak ele almaya başladılar. Kamu­
sal törenler, Roma emperyalizıninin askeri gereklilikleri ve aile
çevresi dışında kalan öteki Romalılarla ritüel ilişkilerin hepsi birer
görev haline geldi. Bunlar, Romalıların res publica'run kurallarına dan ve çevre etkilerinden bağımsız, kendiliğinden bir gelişim gös­
boyun eğerek daha çok edilgen bir ruh haliyle, ama giderek daha az terdiğini öne sürecektir. Bununla birlikte, psişe, kendine ait bir iç
inançla katıldıkları görevlerdi. Roma'nın kamusal yaşamı cansızla­ yaşamı varmış gibi ele alınır. Bu psişik yaşam öylesine değerli ve
şırken Romalı, kendi başına duygusal enerjisini boşaltacak yeni bir hassastır ki, toplum yaşamının acımasız gerçekleri ile yüz yüze bı­
odak, inançları ve bağlandığı değerler için yeni bir ilke arayışına rakılırsa solup gidecek ve ancak korunup yalıtılırsa serpilip gelişe­
girdi. Kendi dışındaki dünyadan ve o dünyanın parçası olan res cektir. Her bireyin benliği, bireyin temel kaygısı haline gelmiştir;
publica'ııın formalitelerinden kaçmayı amaçlayan bu kişisel arayış kendini tanımak, dünyayı tanımak için bir araç olmayıp bir amaç
mistik nitelikteydi ve adım adım Hıristiyanlık'ın egemenliği altına olmuştur. Tam da bu derıli kendimize dönük olduğumuz için, kendi­
giren Yakındoğu 'nun dinsel topluluklarına yönelmişti; sonunda Hı­ mize özel bir ilkeye ulaşabilmemiz ve kişiliklerimizin ne olduğunu
ristiy,mlık gizlice sürdürülen manevi bir bağlılık olmaktan çıkarak kendinüze ve başkalarına net bir biçimde arılatabilmemiz son dere-
..l!!... dünyaya açıldı ve bizzat kamusal düzenin yeni ilkesi haline geldi. ce zordur. Çünkü ,psişik yapımız özelleştikçe daha az uyarım alır ve �;
Günümüzde de kamusal yaşam formel bir yükümlülüğe dönüş­ duygularımızı hissedip ifade edebilmemiz de aynı ölçüde güçleşir.
müştür. Çoğu yurttaş, devletle ilişkilerine teslimiyetçi ve kanıksayı­ Augustus sonrası Romalı, zihninde kendi özel, Oryantal taruıla­
cı bir ruh haliyle bakmaktadır. Ama kamunun bu zayıflaması, poli­ rıyla ilişkilerini kamusal alandan ayırıyordu. Sonunda, askeri yasa­
tik faaliyetlerden çok daha geniş bir alam ilgilendiriyor. Yabancılar­ ları ve sosyal gelenekleri, farklılığı apaçık, yüce bir ilkeye tabi kı­
la kurulan ritüel ilişkiler ve orılara karşı takırnlan tavırlar en iyim­ larak bu taruıları kanrnsal dünyaya dayattı. Özel anlamlamanın mo­
ser yaklaşımla formel ve yavan, en kötümser anlamda da sahte gö­ dern kodları kapsamında, kişisel olmayan yaşantı ile malıremiyet
rülmektedir. Yabancıların kendisi zaten bir tehdit unsurudur ve ya­ arasındaki ilişki bu denli açık ve net değildir. Toplumu, ancak çok
bancıların o dünyasında, yani kozmopolit şehirde bulunmaktan an­ büyük bir psişik sisteme dönüştürerek "anlamlı" bulabiliyoruz biz.
cak bir avuç insan hoşlanabilir. Res pub/ica genel olarak, araların­ Bir politikacının mesleğinin yasa çıkarmak ve uygulamak olduğu­
da aile bağı ya da yakın bağlar olmayan insarılar arasındaki birlik­ nu anlayabiliriz, fakat politik mücadelede kişiliğin rolünü algılaya­
telik ve karşılıklı taahhüt bağlarıru temsil eder; arkadaşlık ya da ai­ na dek bu iş bizi pek ilgilendirmez. Belli bir makama aday bir po­
le bağlarından çok bir kitleye, bir "halk"a, bir politik uygulamaya litik liderin, etkinliklerine ya da yürüttüğü programlara değil, nasıl
ilişkin bağdır. Romalılar devrinde olduğu gibi günümüzde de res biri olduğuna bakılarak "güvenilir"liğinden ya da "meşru"luğundan
pııblica ' ya katılım artık bir oluruna bırakma sorunudur ve bu kamu­ söz edilir. Kişisel olmayan toplumsal ilişkileri ilımal etme pahasına
sal yaşamın şehir gibi mekanları da bir bozulma sürecine girmiştir. kişilere saplanıp kalışımız, rasyonel toplum arılayışırruzı renksiz­
Roma devri ile modern çağ arasındaki fark, "özel yaşam"a ne leştiren bir filtre gibidir. Bu, gelişmiş endüstri toplumunda sınıf ol­
arılam verildiğinde yatmaktadır. Romalı birey, özel yaşamında ka­ gusunun bugün de süregelen önemini gölgelemekte, aynca cema­
munun karşısına koyabilmek için bir başka ilke, dünyanın dinsel atin karşılıklı bir kendini açma edimi olduğuna inanmamıza ve
b<ıkımdan aşılmasına dayanan bir ilke arayışına girmişti. Özel yaşa­ özellikle de şehirlerde görülen, yabancılarla kurulan cemaat ilişki­
mımızda bizim aradığımız ise aslında bir ilke değil, psişemizin ne lerini küçümsememize neden olmaktadır. İronik olarak, bu psikolo­
olduğuna, duygularımızda neyin sahici olduğuna ilişkin bir düşü­ jik yaklaşım, her benlik bir ölçüde korkularla dolu bir kutu olduğu
nümdür. Özel yaşamı; yani kendi başımıza, ailemizle ve yakın ar­ için, berılikler arası uygar ilişkilerin ancak arzu, hırs ya da kıskanç­
kadaşlarımızla baş başa kalmayı, kendi başına bir amaç haline ge­ lık türünden sevimsiz küçük sırların saklı tutulması ölçüsünde iler­
tinne çabasındayız biz. leyebileceğinin kavranmasını engellediği gibi, başkalarının özel ya-
'
Bu özel yaşamın psikolojisine ilişkin modern görüşler karmaka­ şamına saygı duymak gibi temel kişilik öğelerinin gelişmesini de en-
rışıktır. Bugün çok az insan psişik yaşarrılarının toplumsal koşullar- gellemektedir.
Modem psikoloji ve özellikle psikanaliz, benliğin sui generis iç bireysel duygularla ilintili bir kaygıdır. Bu kaygının kaynağı da ka­
işleyişini kötülük ve günahla ilgili aşkın kaygılar taşımaksızın kav­ pitalizmdeki ve dinsel inançlardaki büyük değişinılerdir. Bu deği­
rayarak, insanların kendilerini bu korkulardan kurtarabilecekleri ve şinıler artık ulusal sınırlan aşmıştır.
kendi arzularının çemberi dışında bir yaşama tam ve rasyonel katı­ Kişinin neler hissettiği konusundaki kaygısı Romantik "kişilik
lım sağlayabilecekleri inancı üzerine kurulmuştur. Şimdi yığınla in­ arayışı"nın yaygınlaşıp bayağılaşması şeklinde de görülebilir. Bu
san, daha önce hiç görülmemiş bir ölçüde kendi yaşam öyküleri ve arayış toplumsal bir vakumda yürütülrnemişti. İnsanları, kendini
özel tutkularıyla ilgileniyor. Oysa bu ilginin bir özgürleşme değil, gerçekleştirmek amaçlı bu Romantik arayışa iten, gündelik yaşa­
bir tuzak olduğu ortaya çıkmıştır. mın koşullarıdır. Dahası, bunun toplum için bedelinin ne olduğunun
Yaşama ilişkin bu psikolojik· imgelemin yaygın toplumsal so­ değerlendirilmesi bu arayış üzerine yapılan yazılı çalışmaların kap­
nuçları olduğundan, ona ilk bakışta yersiz görünebilecek bir ad ver­ samını aşmaktadır ki, oldukça yüksek bir bedel söz konusudur as-
_JJL mek istiyorum: Bu, mahrem bir toplum tasavvurudur. "Mahremi­ lında. _l2_
n yet"; sıcaklık, güven ve duyguların açıkça ifade edilmesi gibi şey­ Kamusal yaşamın aşınması konusu, alışılageldik toplumsal tarih
ler çağrıştırır. Fakat, kendi deneyimlerimizin ufku içinde, tam da bu tarzlarından farklı bir çalışma türü gerektirmektedir. Kamusal ifade
psikolojik faydalan içinde bulmayı beklediğimiz ve bir anlamı olan hakkında konuşulunca akla doğal olarak şu soru geliyor: İns�oğlu
toplumsal yaşam bu psikolojik ödülleri sunamadığı içindir ki, dışı­ toplumsal ilişkilerde ne tür ifadelerde bulunabilmektedir? Örneğin,
mızdaki, kişidışı dünya bize yararsız görünür; bayat ve bomboştur. tanımadığı birine bir iltifatta bulunurken bir sahne aktörü gibi mi
Bir anlamda, David Riesman'ın Yalnız Kalabalı k ta
' dile getir­ davranır? İfadenin ne olduğuna ilişkin belli bir teori olmaksızın ka­
miş olduğu tartışmanın etrafında dolanıyorum. Riesman, insanların musal yaşamda bir ifade boşluğu olduğu üzerine konuşabilmek ol­
kendi içlerinde hissettikleri amaçlara ve duygulara dayanan eylem­ dukça güç. Örneğin, kamusal ilişkilere uygun ifade tarzı ile mah­
lere giriştikleri ve taahhütlerde bulundukları iç-yönelinıli bir top­
rem ilişkilere uygun ifade tarzı arasında bir fark var mıdır?
lumla, bu duygu ve taahhütlerin öncelikle başkalarının ne hissettik­ Ben, tarih ile teori arasında etkileşim kurarak kamusal ifade üze­
lerine bağlı olduğu öteki-yönelimli bir toplumu karşılaştırmıştı. Ri­
rine bir teori oluşturmaya çalıştım. Kamusal düzeyde davranışlar,
esman, Amerikan toplumunda ve onu izleyen Batı Avrupa'da iç-yö­ konuşma, giyim ve inançlarla ilgili somut değişimler bu kitapta
nelimlilikten öteki-yönelinıliliğe doğru bir eğilim olduğuna inanı­ toplumsal ifade olgusunu açıklayan bir teori oluşturmak için kanıt
yordu. Bu sıranın tersine döndürülmesi gerekiyor. Batı toplumları, olarak kullanıldı. Tarihin, teoriye ipuçları sağlaması gibi, konuyla
öteki-yönelimlilik gibi bir durumdan iç-yöneliınlilik benzeri bir du­ ilgili ulaştığım soyut görüşleri yeri geldiğinde tarihsel 'kayıtlarda
ruma geçmekteler. Ne var ki, insanların tamamen kendilerine gö­ cevabını arayacağım yeni soruların ipuçları olarak görmeye çalış­
müldükleri bir ortamda iç dünyada neler olduğunu kimse bilemiyor. tım.
Sonuçta, kamu yaşamı ile malırem yaşam arasında bir karışıklık or­ Bir incelemenin diyalektik olması, tezin ancak kitap .sona erdi­
taya çıkıyor. İnsanlar, yalnızca kişisel olmayan anlamlama kodla­ ğinde tamamlandığı anlamına gelir. "Teoriyi" bir kerede 'ifade edip
rıyla üstesinden gelinebilecek kamusal sorunlara, kişisel duygulan onu tarihsel zemin üzerine bir harita gibi yayamazsınız. Ama en
açısından yaklaşıyorlar. azından net bir başlangıç için, bu bölümde modem toplumda geliş­
Bu karışıklık salt Amerikalılara özgü bir sorun gibi görülebilir. tiği biçimiyle kamusal sorunun politik ve toplumsal bo�tlannı ve
Amerikan toplumunun !)ireysel deneyime verdiği değer nedeniyle bir sonraki bölümde de kamusal düzeyde ifade teorisinin çeşitli bo­
yurttaşlarının bütün toplumsal yaşamı kişisel duyguları bakımından yutlarını irdelemek istiyorum. Daha ileride, tarihsel ve teorik soru­
değerlendirdiği sanılabilir. Oysa, şimdi yaşanan şey, katı bir birey­ lara tekrar tekrar dönülecek.
cilik değil, bireylerin dünyanın gidişatına bakarak öne çıkardıkları
A. KA MUSAL ALAN DIŞINDA AŞK � bir alanı kapsadığını düşünürüz. Oysa, bir ifade ediminden çok ifa-
de edici bir durum olarak cinsellik, entropiktir. Ne yaşarsak yaşaya-
Çağdaş toplumun kamusal sorunu iki yönlüdür: Kişis ı olmayan
lım, bir şekilde cinselliğimizle bağlantılı olmalıdır; ama cinsellik
davranışlar ve meseleler güçlü bir heyecan uyandırmaz! ; davra-
nışlar ve konular ancak insanlar yanılıp da onları kişilik 'sorunlany-
hep vardır. Onu soyarız, keşfederiz, onunla uzlaşırız ama ona hük-
medemeyiz. Bunu yapmak güdümleyici, araçsal, duygusuzca bir
mış gibi ele aldıklarında heyecan uyandırırlar, Ne ki, bu iki yönlü
şey olurdu. Ayrıca, cinselliği, kendimizi teslim etmekten çok belli
kamusal sorunun varlığı özel yaşamda sorun yaratır. Malırem duy-
bir biçime sokmaya çalıştığımız duygularla eş düzeye indirmek an-
gular dünyası sınırlarını yitirmektedir. Ma!ırem alan, insanların
lamına gelirdi bu. Cinselliği bu ikinci tarzda algılayan Vıktoryenler,
kendileri için alternatif ve·dengeleyici yatırım sahası haline getir-
erotik yaşamlarından ders almaktan söz edebiliyorlardı; baskılama
eliği kamusal dünya tarafından sınırlanıruyor artık. Bu yüzden, güç-
eleklerinden dolayı, bu dersler büyük acılara mal olsa da. Bugün
_1R_ lü bir kamu yaşamının aşınması, içtenlikle ilgi duyulan malırem
ise cinsellikten bir şey öğrenemiyoruz, çünkü öğrenınek cinselliği K
ilişkileri deforme etınektedir. Son dört kuşak boyunca, bu bozulma-
benliğin dışına yerleştirmeyi gerektirir. Bunun yerine, durmaksızın
nın en canlı örneği, kişisel ilişkiler içinde en malıremi olan fiziksel
ve düş kırıklığı içinde cinsel organlarımız aracılığıyla kendimizi
aşkta görüldü.
Son dört kuşak boyunca, fiziksel aşk yeniden tanımlandı ve arıyoruz biz.

ağırlık erotizm terimlerinden cinsellik terimlerine kaydı. Cinsellik Örneğin, 19. yüzyıla ait "baştan çıkarma" sözcüğü ile modem

kişisel kimlikle ilgili olmasına rağmen Viktorya dönemindeki ero- bir terim olan "ilişki" sözcüğünün nasıl farklı anlamlan olduğunu

tizm toplumsal ilişkilerle ilgiliydi. Erotizm, cinsel ifadenin eylem- bir düşünün. Baştan çıkarma, bir kişi (bu kişinin erkek olması ge-
rekmiyor) tarafından bir başkasında toplumsal kuralları ilılal eden
lerle -yapılan seçimle, bastırılarak, etkileşimle- dışa sızması anla-
bir duygunun uyandırılmasıydı. İhlal, ilgili kişinin tüm toplumsal
mına geliyordu. Cinsellik ise bir eylem değildir; bir varlık durumu-
ilişkilerinin geçici olarak da olsa sorgulanmasıru gerektiriyordu.
dur. Bu varlık durumunda, fiziksel aşk edimi, birbiriyle yakın iliş-
Suçluluk duygusu yoluyla sembolik olarak, ilılalin ortaya çıkması
kide olan insanların duygularının hemen hemen pasif ve doğal bir
durumunda ise fiili olarak kişinin eşi, çocukları, ana babası da işin
sonucudur.
içine dalı.il olurlardı. Modem "ilişki" terimi, bu risklerden tümden
19. yüzyıl burjuvazisi erotizm terimlerini hemen hemen her za-
arınınıştır. Çünkü fiziksel aşkın toplumsal bir eylem olduğu görü-
man korkuyla telaffuz ediyordu. Bu nedenle de ifadeler önce bir tür
şünü reddetmektedir. Fiziksel aşk artık duygusal bir yakınlık soru-
baskı süzgecinden geçiriliyordu. Tüm ciıısel faaliyet bir ilıJal duy-
gusunun gölgesi altındaydı; bir kadının bedeninin bir erkek tarafın-
nudur ve özünde, bir insanın yaşanıındaki öteki toplumsal ilişkiler
ağının dışında yer almaktadır. Artık bir ilişki yaşayan birine, evlilik
dan ihlali, toplumsal kuralların iki iişık tarafİndan ihlali ya da daha
içi olsun ya da olmasın, bu ilişkinin kendi ana babası ile bağlantılı
temelli bir ahlak kodunun homoseksüellerce ihlali... Modem toplu- :
olmasını doğal karşılamak, yani biri ile bir aşk ilişkisine girdiğinde
mun geniş kesimleri baskı ve korkuya isyan ettiler ki bu aslında iyi :
başka birinin kızı ya da oğlu olarak statüsünün değişeceğini düşün­
bir şeydi. Ancak bu arada, malıremiyet ideallerinin modern imgele- ;
mek mantıksız gelecektir. Denilecektir ki bu,. bireysel bir durum, ki­
me kattığı renk yüzünden, fiziksel aşkın da, insanların giriştiği tüm
şilik faktörlerine bağlı bir sorundur, toplumsal bir konu değildir.
diğer toplumsal faaliyetler gibi ona özel bir anlam yükleyen kural- :
Daha özgür düşünen kişiler arasında, evlilikle bağlantılı olarak ay­
!arı, sınırları ve zorunlu kurguları olabileceği görüşüne de tepki :
gösterildi. Cinsellik, benliğin ifşası haline geldi. Bu, eski kölelikle ; · nı tartışma yapılacaktır. "İ lişki" sözcüğü, bu boş ve özelliksiz söz-
cük, toplumsal düzeyde konuşmalar yoluyla paylaşılabilen bir irn-
yer değiştiren yeni bir kölelikti.
ge olarak, cinselliğin bir tür değer yitimine uğradığıru göstermekte­
Cinselliğin, kim olduğumuz ve ne hissettiğimizle ilintili geniş
dir. Cinsel baskıya isyan ederken, cinselliğin toplumsal bir boyut
taşıdığı görüşüne de isyan etmiş olduk.
Özünde bu denli iyi niyetli olan cinsel özgürlük çabalan neden
benlikle ilgili çözümsüz, sihirli bilmeceler haline geliyor? Mahre­
r
1
!inde yaşarlar. Her türlü taahhütten uzak durmak ve sürekli "Ben ki­
mim?" sorusunu yanlt!ayabilecek bir tanım aramak insaria acı verir,
ama her şeyi alt-üst eden bir hastalık da değildir. Diğer bir deyişle
miyetin bütün amaçlara hizmet eden bir gerçeklik ölçütü olduğu bir narsisizm, kendi yıkımını kışkırtacak koşullan yaratmaz.
toplumda deneyim iki şekilde düzenlenmektedir ki, her ikisi de bu Cinsellik alanında narsisizm, fiziksel aşkı herhangi bir kişisel ya
amaçlanmamış yıkıcılığa yol açar: Birincisi, böyle bir toplumda, da toplumsal taahhütten uzak tutar. Taahhüt olgusunun kendisi bile
narsisizmin temel insani enerjileri öylesine harekete geçirilir ki, kişiye, onun kendini tanımak ve kendini tamamlayacak '.'doğru" ki-.
bunlar sistematik ve sapkın bir biçimde insan ilişkilerine girer. İkin­ şiyi bulmak için "yeterince" deneyim edinme fırsatlarını kısıtlar gö­
cisi, böyle bir toplumda insanların birbirlerine karşı "dürüst" ve sa­ rünmektedir. Narsisizmin egemenliği altındaki her cinsel ilişki, ta­
hici olup olmadıklarının sınanması, mahrem ilişkilerde görülen tu- rafların birliktelikleri ne kadar uzun sürerse o oranda daha az doyu-
R haf bir piyasa tarzı mübadele ölçütü haline gelmiştir. rucu olmaktadır. ıL
Klinik arılamda narsisizm, kişinin kendi güzelliğine duyduğu Narsisizm ile cinsellik arasındaki başlıca ilişki, insanların kendi
aşk şeklindeki popüler görüşten kesin olarak ayrılır. Daha geniş an­ bedenleriyle ilgili olarak yarattıkları imgelerin terimleriyle tasvir
lamda, bir karakter bozukluğu olarak, neyin benliğin tatmininin ala­ edilebilir. Paris'te yıllar süren ilginç bir araştırma, insanların beden­
nına ait, neyin bu alanın dışında olduğunun algılanmasını engelle­ 1 lerini ne denli kendi cinselliklerinin eksiksiz bir tanımı olarak ele
yen kendine dönüklük halidir narsisizm. "Bu kişi ya da olay benim 1 alırlarsa, bedenin "simgeleşm�sinin" onlar için o denli zorlaştığını
için ne ifade eder?" şeklindeki bir takıntıdır. Diğer ins.anlann ve dış f'.
"
göstermiştir. Cinsellik beden biçimi içinde sabitlenmiş bir mutlak
edimlerin kişisel önemleri öylesine vurgulanır ki, söz konusu kişi­ durum haline geldikçe, bu bedenlerin kendileri olan insanların do­
ler ve olaylar kendi başlarına anlamsız hale gelirler. İlginçtir ki, ğadaki bazı canlılarda, örneğin bitkilerdeki fal!ik biçimleri hayal et­
benliğin bu kendine gömülmesi benliğin gereksinimlerinin tatmini­ meleri ve bir pistonun ya da körüğün devinimleri ile bedensel hare­
ni engeller. Amacına ulaşma ya da bir başkasıyla ilişki kurma nok­ ket arasında ilişki kurmaları da giderek güçleşmektedir. Bedenin
tasındaki kişinin, "Aslında istediğim bu değildi" duygusuna kapıl­ mutlak bir cinsel durum olarak ulvileştirilmesi narsisçedir, çünkü
masına neden olur. Narsisizm böylelikle, hem berıliğin gereksinim­ cinselliği kişinin yalnızca bir vasfı; bir etkirılik yerine bir varlık du­
lerine tam arılamıyla gömülme hem de gereksinimlerin tam olarak rumu haline getirir, böylelikle kişiyi yaşayabileceği ya da yaşaya­
doyurulmasını engelleme şeklinde ikili bir özellik taşır. mayacağı cinsel deneyimden yalıtır. Araştırmanın sonucuna göre;
Narsistik karakter bozuklukları artık terapistlerin karşılaştıkları bu narsisizm bedenin "metaforik" tasavvurunda bir gerilemeye, ya­
psişik sıkıntı türlerinin en yaygın kaynağıdır. Freud'un erotik ve ni fıziksel bir şeyden bir sembol yaratmak şeklindeki idrak faaliye­
baskıcı toplumundaki başat şikayetler olan histerik belirtiler büyük tinin yoksullaşmasına yol açmaktadm Bu, bir toplumda erotizmin
ölçüde kaybolmuştur. Bu karakter bozukluğunun ortaya çıkmasının yerini cinsellik aldığında, duygusal eylemlere duyulan inanç da ye­
nedeni, yeni bir tür toplumun bu rahatsızlığın psişik bileşenlerinin rini varlığın duygusal durumlarına duyulan inanca bıraktığında yı­
gelişmesini teşvik etmesi; onun kendi koşullarının ve tekil berıliğin kıcı psikolojik etkilerin neden öne çıktığını açıklamaktadır. Bu, top­
sınırlan dışında, yani kamusal alanda anlamlı toplumsal ilişkilere lumun Eros'a bile kamusal boyut vermeyi reddetmesi durumunda
girilebileceği anlayışını öldürmesidir. Bu rahatsızlığın toplumsal zincirlerinden boşalan bir yıkıcılığın işaretidir.
bir biçim aldığı ortam hakkında yanlış bir izlenim uyandırmamak Narsisizm kendini en yaygın şekilde bir tür ters çevirme işlemi
için, bunun ne tür bir sıkıntı olduğunu özgülleştirmeye dikkat etme­ ile belli eder: "Keşke daha fazla hissedebilseydim, gerçekten hisse­
liyiz. Bu karakter bozukluğu, ne kaçınılmaz olarak psikoza yol açar debilseydim, o zaman başkaları ile ilişki kurabilir, 'gerçek' ilişkile­
ne de onun egemenliği altındaki kimseler devamlı akut bir kriz ha- re girebilirdim. Yazık ki, hiçbir karşılaşma anında yeterince bir şey-
!er hissetmiyorum." Bu ters çevirme işlemi görünürde kendini suç­ mantıksal sonucu can sıkıntısıdır. Bu tükeniş, belli bir andaki doyu­
lamayı içermektedir, ama bunun altında, "Tüm dünya beni atlatı­ mun aslında ulaşılabilecek en yüksek doyum ohnadığı ya da tersi­
yor" hissi yatmaktadır. ne çevirirsek, ilişkinin "gerçek" olması için kişinin aslında yeterin­
İnsanın kendi iç malzemesinden hareketle bir kimlik buhnası ce duygulanmadığı şeklindeki narsis yaklaşımla mükemmel bütün­
yönündeki bu nafile arayışı pekiştiren ikinci bir yıkıcı güç daha var­ leşmektedir.
dır. Bu· güç en iyi şekilde, insanlarla tam amaçlı konuşmalar yapa- , Narsisizm ve benlik ifşaatının piyasa mübadelesi şeklindeki ya­
cak uzman görüşmecilerin eğitimiyle ilgili örneklerle açıklanabilir. 1 pısı, malırem ortamlarda duyguların ifade edilmesini yıkıcı hale ge­
Acemi görüşmeciler ilk seanslarında, üzerinde çalıştıkları kim­ tirir. Sonu gelmez bir doyum arayışı vardır, ama aynı zamanda ben­
seleri sadece birer "veri kaynağı" olarak değil, gerçek insanlar ola­ lik doyuma ulaşılmasına izin vermez. Bu benlik dilinin gücünü bu­
rak gönne kaygısına. kapılırlar. Birlikte keşfe çıktıkları eşit insanlar gün, ilişkilerin ve başka kişilerin "sahiciliği"ni ölçmek için kullanı-
24 olarak ilgilenmek isterler onlarla. Bu övgüye değer arzu daha baş­ lan kod haline gelmiş sözcüklerde bir ölçüde yakalayabiliriz. Belli R
langıçta tuhaf bir durumla sonuçlanır: Söz konusu kişi ne zaman olayların veya başka kişilerin bizinıle kişisel bir "alakası" olup ol­
kendi özel yaşamıyla ilgili bir ayrıntıyı ya da duyguyu ele verse, madığından ve ilişkilerde kişilerin birbirlerine "açık" olup ohnadık­
görüşmeci de buna kendi yaşamından bir örnekle karşılık verir. Bu larından söz ederiz. Bunların ilki, diğer kişiyi kendi ilgisinin ayna-
durumda, inceleme konusu olan kişiyi "gerçek bir insan" olarak ele sı olarak görüp ölçmeye yarayan, ikincisi ise toplumsal etkileşimi
almak, piyasa tarzı bir mahremiyet mübadelesine dönüşür; onlar si­ piyasa tarzı mübadele yoluyla yapılan itiraflarla ölçmeye yarayan
ze bir kart gösterince siz de onlara bir kart gösterirsiniz. bir kılıftır.
Görüşmeciler, kendilerini ortaya serdikçe görüşme konusu olan 19. yüzyılda burjuva ailesi, özel yaşam duygusu ile ev dışındaki
kişinin duygularını dışa vunna şansını yitirdiklerini anladıkları za­ kamusal dünyanın son derece farklı koşulları arasındaki aynnu ko­
man bu karşılıklı ifşaat pazarlamasından vazgeçmektedirler. Bu rumaya çalıştı. İkisi arasındaki sınır belirsizleşmişti, çoğunlukla da
şansı ancak soru sorarak ya da sessizce oturup ilgili kişinin konuş­ ihlal ediliyordu. Bu sınır erotik alanda korkunun yönlendirdiği bir
maya devam etmesini bekleyerek elde edebilirler. Belli bir sürenin el tarafından çiziliyordu, Fakat hiç değilse, toplumsal gerçekliğin
sonunda, daha duyarlı görüşmeciler, bir başka insana duygusal dü­ farklı alanlarının ayrılığını ve karmaşıklığını korumak için bir giri­
zeyde eşit biri gibi davrarunak için onunla karşılıklı ilişki içinde ol­ şimde bulunulmuştu. Geçen yüzyılın burjuva yaşamında herkesin
mak ve onun gösterdiği her şeye karşılık ona bir şey ifşa etınek ge­ çabucak unuttuğu bir nitelik vardı: Özündeki saygınlığı. Deneyim
rektiği düşüncesinden rahatsız ohnaya başlarlar. İşte bu noktada pi­ alanları arasında bir ayrım yapmak ve böylelikle alabildiğine dü­
yasa mübadelesi temelli bir ınalıreıniyet idealinden daha sahici bir zensiz, acımasız bir toplumdan bir üslup söküp çıkarabilmek için
malıremiyete doğru yol alırlar. Gerçek malıremiyet ilişkisinde ben­ çaba gösteriliyordu; kuşkusuz, marazi ve nafile bir çabaydı bu.
liği çevreleyen sınırlar yalıtıcı ohnayıp tersine, onu başkalarıyla ile­ Marx, bu saygınlık soıununu en az Weber kadar iyi kavramıştı.
tişim kurmaya teşvik edebilir. Thomas Marın'ın ilk romanlarında bu saygınlığın kaçınıhnaz çökü­
Görüşmeciler, başlangıçta piyasa mübadelesi benzeri malıremi­ şü incelenmekle birlikte ona övgüler de düzülür.
yet anlayışlarını daha genelde topluma ha.kim olan varsayımlardan İnsanlar politika alanında ve geniş ölçekli bürokrasi içinde hiç
almışlardır. İnsanların ilişkileri birbirlerini tanıyacak düzeyde yakın tanımadıkları kişilerle aktif yaşan1lar sürdürdüklerinde bile benlik
olursa, kişiler arasındaki bilgi akışı karşılıklı ifşaata dönüşür. Söz sorunlarının tuzağına düşülmüşse, şu sonuca ulaşmamız akla yatkın
konusu iki kişi için ifşaat sona erdiğinde piyasa tarzı mübadelenin, olacaktır: Sorunun boyutları burjuva yaşamında psikolojinin gide­
yani ilişkinin de sonu gelir. "Artık söylenecek bir şey kahnamıştır"; rek artan öneminden bellidir. Bu psikolojik sorun, katılım ve grup
her biri diğerini "tamam" sayar. Mübadele benzeri mahremiyetin eyleminin sosyolojik sorunlarından tamamen kopuk olarak görüle-
bilirdi. Ama aslında bir şeylerin yer değiştirmesi söz konusuydu; mesele zarınedilebilir yanlışlıkla; insanların toplumsal eylemde bu­
benlik sorunlarına duyulan ilgi arttıkça, belli toplumsal amaçlar lunma "iradelerini" ya da "arzusunu" yitirdikleri söyleı;ıebilir. Saf
için yabancılarla bir araya geliş azaldı; yani psikolojik sorun katılı­ psikolojik durumları gösteren bu sözcükler yanıltıcı olabilir, çünkü
mı yolundan saptırdı. Örneğin, cemaat gruplarında insarılar birlikte tüm bir toplumun iradesini nasıl olup da yitirdiğini ya da arzularını
hareket edebilmek için birbirlerini kişisel olarak tanımaları gerekti­ nasıl değiştirdiğini açıklamazlar. Dahası bu sözcükler, sanki insan­
ğini düşünürler ama hemen· sonra, kişisel olarak karşılıklı ifşaata ların toplumsal iradesini aşındırmış ve arzularını değiştirmiş olan
dayanan eylemsizleştirici süreçlere kısılıp birlikte hareket etıne ar­ çevre birdenbire kollarını açarak bu değişmiş bireyleri kucaklaya­
zularım giderek yitirirler. cakmış gibi, bu kendine dönüklük durumundan silkinebilmeleri
Toplumsal ilişkiler içinde kişiliğini ortaya serme ve toplumsal için insarılara terapik bir çözüm önermeleri bakımından da yanıltı­
eylemin kendisini başkalarının kişiliklerini nasıl gösterdiği açısın- cıdırlar.
k dan ölçme arzusu iki şekilde adlandırılabilir: Öncelikle bu, toplum­
sal bir fail olarak kendini kişisel niteliklerini sergileyerek sahici kıl­
ma arzusudur. Bir eylemi iyi, yani sahici kılan, eylemin kendisi de­ B. ÖLÜ KAMUSAL ALAN
ğil onu yapan kişilerin karakteridir. Bir kişi hakkında sahici biri ol­
duğu yargısı verildiğinde ya da bir bütün olarak toplumun insanın Kamusal alan boşaltılıp terk edildiği oranda, mahrem ilişkileri te­
sahiciliğiyle ilgili sorunlar yarattığı söylendiğinde kullanılan dil, mel alan bakış açısının çekim gücü artmaktadır. Çevre, en fiziksel
psikolojik sorunlara daha fazla ağırlık verelim derken toplumsal ey­ düzeyde, insanları kamusal alanın anlamsız olduğunu düşünmeye
lemin değerinin nasıl düşürüldüğünü açığa çıkarmaktadır. Sağdu­ iter. Şehirlerde mekan diİzenlemesinde görülen bir durumdur bu.
yumuz bize iyi insanların kötü şeyler yapabileceklerini söyler. Ne Gökdelenlerin ve diğer büyük ölçekli binaların planlarını çizen mi­
ki, bu sahicilik dili sağduyumuzu kullanmamızı güçleştirmektedir. marlar, kamusal yaşamla ilintili güncel fikirleri dikkate alarak çalış­
İkinci olarak, kendini, güdülerini ve duygularım sahici kılma ar­ mak zorunda olan ve bu yüzden de bu kodları ifade edip başkaları­
zusu, bir tür Püritenliktir. Cinselliğimiz ne denli özgürleşse de, Pü­ nın gözleri önüne sermekle yükümlü az sayıdaki profesyonel ara­
ritenin dünyasının tanımı olan kendini haklı çıkarma gerekliliğinin sındadırlar.
yörüngesinden çıkmış değiliz. Bunun da özel bir nedeni vardır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra inşa edilen, tam anlamıyla
Narsis duygular daha çok, "Yeterince iyi miyim?'', "Yeterli mi­ Uluslararası Okul'a ait sayılabilecek ilk gökdelenlerden biri, New
yim?" gibi saplantılı sorular üzerinde odaklanır. Bir toplum bu tür York'taki Park Avenue'da bulunan Gardan Bunshaft'ın Lever Ho­
duyguları harekete geçirdiğinde, yani eylemin nesnel karakterini use'u idi. Lever House'un zemin katı, kuzey tarafında bir kulesi
azımsayıp, faillerin öznel duygu durumlarının önemini abartrtğın­ olan üstü açık ve geniş bir avludur. Avlunun diğer üç tarafı zemin­
da, eylem içinde kendini haklı çıkarmaya ilişkin bu sorular "sem­ den bir kat yükseklikte alçak bir yapı ile çevrilmiştir. Sokaktan av­
bolik bir edim" yoluyla sistematik bir şekilde öne çıkacaktır. Ben­ luya girebilmek için at nalı şeklindeki bu alçak yapının altından ge­
liğin meşruluğuna ilişkin saplantılı bu soruların öne sürülmesiyle çilir. Burada sokak seviyesi ölü bir alandır. Giriş katı olan bu kısım
oluşmaya başlayan kamusal ve özel ilgi alanlan arasındaki yer de­ hiçbir etkinlik için kullanılamaz; burası yalnızca içeriye geçiş yolu­
ğişimi, artık ne dine ne de maddi zenginliğin manevi sermayenin dur. Ulushırarası Okul tarzında inşa edilmiş bu gökdelenin biçimi
bir biçimi olduğuna inanan bir kültürde, Protestan ahlakının en işlevi ile uygunsuzdur; çünkü biçim düzeyinde minyatür bir kamu­
aşındırıcı unsurlarını carılandırmıştır. sal alanın canlandırılması isteği ifade edilirken, binanın işlevi ka­
Psişik bakımdan kendine dönüklüğün artışı ile toplumsal katılı­ n1usal bir ıneydanın doğasına, yani insanları ve çeşitli etkinlikleri
mın azalması arasındaki yer değişiminin kendisi de psikolojik bir kaynaştırma arzusuna aykırıdır.
Iacak değil, geçip gidilecek bir alandır J?urası. Merkezi holdeki az
Bu aykınlık, daha da geniş bir çatışmanın bir parçasıdır. Ulusla­
sayıda beton bank üzerinde geçici bir süre oturmak bile insana, çok
rarası Okul, büyük ve geniş binaların inşasında yeni bir düşünce
geniş ve boş bir alanda teşhir ediliyormuşsunuz gibi son derece ra­
olan görünürlük düşüncesine bağlıydı. İnce çelik desteklerle çerçe­
hatsız edici bir duygu verir. Centre'ın "kamusal" holü Blooms­
velenmiş olan hemen hemen tamamı camdan duvarlar, binanın içiy­
le dışı arasındaki farklılaşmayı en aza indirmektedir. Bu teknoloji,
bury'nin bu alana sınırdaş olan ana caddelerinden etr ru:ı çitlerl.e
çevrili iki dev rampayla ayrılır. Giriş holü, sokak sevıyesınden bır
S. Giedion'un görünürlüğün zirvesi, geçirgen duvar ideali adını
buçuk metre kadar yüksektedir. Brunswick Centre'ı sokakt ka­
verdiği şeyin elde edi!ınesini sağlar. Amıi bu duvarlar aynı zaman­ an
.
zayla gelebilecek herhangi bir ani istilaya ya da, daha kotusu, ge­
da hava sızdırmayan barikatlardır da. Lever House, geçirgen o!ına­
zintiye çıkmış insanlara karşı korumak için akla gelen her şey ya­
larına rağ'.men, bina içindeki faaliyetleri sokaktaki yaşamdan soyut­
pılmış gibidir. Bu iki blokun yerleşim düzeni sanki apartman sakin­

layan du ar!arıyla yeni bir tasanın kavrayışına öncülük etti. Bu ye-
lerini sokaktan, holden ve meydandan etkin bir biçimde yalıtmak -22_
_bl_ ni tasarım kavrayışında görünürlüğün estetiği ile toplumsa! yalıtım
için yapılmışİ:ır. Sera duvarının ayrıntılarında ortaya çıkan görsd
iç içe geçer.
anlatım bir binanın içi ile dışı arasında hiçbir fark olmadığı mesa1ı-
Görünürlüğün ortasında yalıtı!ınış!ık paradoksu New York'a öz­
nı verir. Hol, kompleksin yerleşim düzeni ve rampaların verdiği
gü bir şey olmadığı gibi, New York'un suç oranı giderek artan bir
toplumsal mesaj ise Brunswick Centre'1 "dışarıdan", "içerideki"
şehir olması da bu tür tasarımlardaki ölü kamusal mekfuıın yeterli
muazzam bir engelin ayırdığıdır.
açıklaması değildir. Londra'nın Bloomsbury semtinde inşa edilen
Canlı kamusal alanların yok edilınesi, mekanı hareketliliğe ba­
Brunswick Centre'da ve Paris'in bir kenar semtinde inşa edilen Sa­ f ğımlı kılma gibi çok daha sapkın bir fikri içermektedir. Savunma
vunma Bakanlığı kompleksinde aynı paradoks, yine ölü bir kamu­
sal alanın varlığı ile sonuçlanmıştır. � Bakanlığı binasında da Lever House ve Brunswick Centre'da oldu­
ğu gibi kamusal alan belli bir kullanım için değil yalnızca geçip
Brunswick Centre'da, beton bir merkezi giriş alanının yanların­
da yükselen iki dev ·apartman kompleksi vardır. Kompleks iki yana
kat kat bir merdiven biçiminde yükseldiğinden, bir tepenin yamacı­
1
1
'.
gitmek içindir. Savunma Bakanlığı'nda kompleksı oluşturan çok
sayıda ofis binasını çevreleyen zeminde az sayıda antrepo da var­
dır, ancak asıl amaç bu boş alanların otomobil ya da otobüsten ın­
na kurulan Babil'in asma bahçelerine benzer. Brunswick Cent­
re'daki sıra sıra apartman daireleri büyük ölçüde camla kaplıdır. ı dikten sonra ofis binalarına ulaşmayı sağlayan bir geçiş alanı ola­
rak hizmet görmeleridir. Zaten, Savunına binasının planıru yapan­
Apartman sakinleri böylelikle içerisiyle dışarısı arasındaki engelle­
ri ortadan kaldırarak içeriye bol miktarda ışık girmesini sağ!ayan­ 1 ların bu zemini başka bir işlev için düşündüklerine ve bloklarda bu­
lunan insanların bu alanı kullanmak isteyebileceklerine ilişkin hiç­
bir sera duvarı görürler. İçeriyle dışarının böylesine iç içe geçişi il­
bir kanıt yoktur. Zemin, planı çizenlerden birinin deyişiyle, "dikey
ginç bir biçimde soyut bir niteliktedir; hoş bir gökyüzü manzarası
bütünün trafik akışını temin eden bağlantıdır". Bu, kamusal meka­
vardır ama binalar öyle bir açı ile yükselirler ki o çevredeki diğer
nın "hareket"in bir türevi haline ge!ınekte olduğu anlamına gelir.
binalarla hiçbir ilişkileri olmadığı gibi onları göremezler de. Blok­
lardan biri Londra'nın en güzel meydanlarıİıdan birine açılabilece­ f Hareketin türevi olarak alan f'ıkri, özel otomobillerin ürettiği ha­

1
reketin uzamla ilişkileri ile tam bir paralellik içindedir. Otomobil­
ği halde ona arkasını dönmüştür. Bina herhangi bir yere dikilebilir­
ler, şehirde tur atıp çevreyi görmek için kullanılınazlar; eğlenmek
miş gibi durmaktadır; yani besbelli ki tasarımcıları, değil olağanüs­

l
amacıyla araba kullanan gençler dışında. Tersine, otomobil hareket
tü bir şehir merkezinde olduklarının, belli bir yerde olduklarının bi­
özgürlüğü sağlamaktadır; bir yerden diğer bir yere giderken, metro­
le farkında değillermiş.
da olduğu gibi belirlenmiş duraklarda durma zorıınluluğu olmaksı­
Brunswick Centre'dan çıkarılacak asıl ders, merkezi hol konu­
sundadır. Burada birkaç dükkan ve .geniş boşluklar vardır. Kullanı- 11 zın ya da otobüsten metroya ya da asansörden yaya yürümeye ka-

1
'
dar değişik hareket tarzlarına geçmeksizin A noktasından B nok­ tında olunca, sosyalleşme azalır ve sessizlik tek savunma tarzı ha­
tasına seyahat edebilirsiniz. Demek ki kentin sokakları çok özel bir line gelir. Bu tür ofis planlaması, tersinden de ifade edilebilen, gö­
işlev kazanmaktadır: Ulaşımı olanaklı kılmak. Işıklarla ya da tek rünürlük ve yalıtım paradoksunu en yüksek noktasına çıkarmakta­
yönlü yollarla ve benzeri kurallarla hareket aşın düzeyde sınırlanın­ dır. İnsanlar, biricik varlık nedeni onları bir araya getirmek olan ka­
ca sürücüler gerilir ya da öfl<elenirler. mu alanında nasıl kendilerine has yerlere ihtiyaç duyarlarsa, aynı
Günümüzde, şu ana dek hiçbir kent uygarlığının yaşamamış ol- ·
şekilde, aralarında maddi engeller çoğaldıkça daha fazla sosyalle­
duğu bir hareket kolaylığı içinde olmamıza karşın hareket, günlük şirler. Başka bir deyişle, insan sosyalliğini hissedebilmek için baş­
faaliyetlerimiz içinde en çok kaygı yaratan unsur haline gelmiştir. kalarının yakın gözlemlerinden uzak olmaya gerek duymaktadır.
Bu kaygı, bireyin sınırsız hareketini mutlak bir hak saymamızdan Yakın temas arttığı anda sosyallikle düşüş başlar. İşte, bürokratik
doğar. Özel otomobil bu hakkın kullanımı için uygun bir araçtır. etkinlik mantığının bir başka biçimi...
_lQ_ Bunun kamusal alanlar, özellikle de kent sokakları üzerindeki etki­ İnsanların kendilerine yabancı bir ortamda malırum edildikleri _JJ_
si şudur: Bu alanlar özgür hareketin hizmetine sokulmadıkça an­ şeyleri malırem ilişkiler alanında aramalarının bir nedeni, hem de
lamsız hatta çıldırtıcı bir hale gelirler. Modem ulaşım teknolojisi, en somut nedenlerinden biri, ölü kamusal alanlardır. Kamusal görü­
sokakta var olmanın yerine coğrafi sınırlamaları yok etme arzusunu nürlük ortasında yalıtım ile psikolojik etkileşime yapılan aşırı vur-
koyar. gu birbirini tamamlar. Örneğin, kişi kamusal alanda başkalarının
Savunma Bakanlığı ya da Lever House planlarının mantığı ula­ gözetimine karşı sessiz kalarak kendini koruma gereği duyduğu
şım teknolojisiyle işte bu açıdan uyumludur. Her ikisinde de kamu­ oranda, doğan boşluğu, ilişki kurmak istediği insanlara kendini aça-
sal alan hareketin bir işlevi haline geldikçe, kendine has bağımsız rak doldurur. Burada tamamlayıcılık ilişkisi vardır; çünkü toplum-
deneyim olma anlamını yitirmektedir. sal ilişkilerin tek bir, genel dönüşümünün iki farklı ifadesi söz ko­
"Yalıtım" şu ana kadar iki anlamda kullanıldı. Birincisi, yalıtım nusudur. Zaman zaman, bu tamamlayıcılık durumunu görgü kural­
kentin kalabalık nüfuslu yüksek binalarında oturanların ya da çalı­ larının ve nezaket ritüellerinin ortaya çıkardığı benlik maskeleri
şanların bu binaların kurulu olduğu çevreyle ilişkilerinin kesilmesi açısından düşünmüşümdür. Bu maskeler kişisel olmayan ilişkilerde
anlamına gelir. İkincisi, kişi, hareket özgürlüğü adına kendini özel artık önemini yitirmiştir ya da yalııızca züppelere mahsus bir şey
otosu içinde yalıttıkça, kendi hareket amacına hizmet eden bir araç oldukları düşünülmektedir; yakın ilişkilerde ise başkasını tanıma
olmak dışında çevresinin bir anlamı olabileceğini düşünmeyecektir. önünde engel gibi görülmektedir. Acaba sosyalliğin ritüel maskele­
Kamusal alanlardaki toplumsal yalıtımın biraz daha acımasız bir rini böylesine küçümsemek, kültürel bakımdan bizleri gerçekten de
üçüncü anlamı daha vardır: Doğrudan doğruya kişinin başkaları avcılık ve toplayıcılık dönemindeki kabilelerden daha fazla ilkel­
karşısındaki görünürlüğünden kaynaklanan yalıtımdır bu. leştirmiyor mu?
Geçirgen duvar fikri, pek çok mimar tarafından binaların dış yü­ insanların kendi sevişmelerine bakışları ile sokakta yaşadıkları
zeyleri kadar içinde de uygulanmaktadır. Bütün bir katın tek bir ge­ şeyler arasında bir ilişki kurmak abarıılı görünebilir. Biri çıkıp da
niş ve açık alana dönüşebilmesi için, ofis duvarları yıkılarak görüş kişisel ve kamusal yaşam tarzları arasında bu türden bağlantıların
engelleri ortadan kaldırılmakta ya da ortadaki geniş açık alanı çev­ olduğunu tartışmasız kabul etse bile, makul bir biçimde bunların ta­
releyen bir dizi özel ofis düşünülmektedir. Ofis planlamacıları he­ rihsel köklerinin oldukça zayıf olduğu itirazında bulunulabilir.
men, duvarların yıkılmasının ofis verimliliğini arttırdığını öne süre­ Kendini cinsel sınırlamalardan kurtardıkça içe dönen kuşak, Ikinci
ceklerdir. Çünkü onlara göre, insanlar gün boyunca birbirlerinin gö­ Dünya Savaşı sonrası k-uşağıdır; ayrıca kamusal alanın en yüksek
zü önünde olursa dedikodu yapma ve çene çalma ihtimali azalacak, fiziksel talıribatı yine bu kuşak zamanında ortaya çıkmıştır. Bunun­
kendilerine çekidüzen vereceklerdir. Herkes birbirinin gözetimi al- la beraber, kitabımızın tezi, dengesiz bir kişisel yaşamın ve içi bo-
şalmış kamusal yaşamın göze batan belirtilerinin uzun zamandan
yüzyıl ortalarında, tiyatro izleyicilerinin oluşturduğu topluluk anla­
beri oluşmakta olduğudur. Ancien regime'in çökmesi ve yeni bir
mında kullanılmaya başlanan "kamu" sözcüğünün bu daha modem
kapitalist, seküler, kentli kültürün oluşmasıyla başlayan bir deaişi-
. o
tanımını ayrıntılı olarak inceleyen bir çalışma yapmıştır. İzleyiciler-
mın s,onuçlarıdır bunlar.
den oluşan kanrn, XIV. Louis zamanında moda olan la cour et la
ville, yani "saray ve kent" deyimiyle anlatılırdı. Auerbach, bu tiyat-
C. KAMUSAL ALANDA DEGİŞİ MLER ro kamusunun aslında elit bir grup olduğunu keşfetmişti; saray ya­
şamı açısından bakıldığında bu durum bir keşif sayılmayacak denli
"Kamusal" ve "kişisel" sözcüklerinin tarihi, Batı kültüründeki bu bariz olmasına karşın, kent yaşamı açısından bakarsak önemli bir
temel değişimi anlayabilmemiz için anahtar rolü oynar. "Kamu" keşifti. l 7. yüzyılda Paris'te la ville çok küçük bir gruptu. Aristok-
.R sözcüğünün İngilizcede bilinen ilk kullanımı "kamu"yu toplumun rat değil tüccar kökenliydiler ve yalnızca utandıkları için değil, sa­
rayla ilişkilerinin kolaylaşması için de tüccarlıklarını örtbas etme ıL
ortak çıkarı ile bir tutmaktadır. Örneğin, 1470'te Maloıy, İmparator F3
Lucyos'tan "Roma'nuı kamusal iyiliğini [publyke wele] sağlayan yönünde tavırlar takınıyorlardı.
diktatör" diye söz ediyordu. Yetmiş küsur yıl sonra, buna sözcüğün "Kamusal" olanın kimleri içerdiği ve "kamuya" çıkıldığında çı­
"genel gözleme, açık ve ortada olan" şeklinde yeni bir anlamı daha kılan yerin neresi olduğu konusu, 18. yüzyıl başlarında hem Lond­
eklendi. Hail, 1542 tarihli Chronicle'da, "İçlerindeki kini tutamayıp ra'da hem de Paris'te öne çıkmaya başladı. Burjuvalar artık toplum­
kanıusal ve özel alanlarda haykırdılar" demekteydi. "Özel" sözcü­ sal kökenlerini örtbas etme kaygılarından sıyrılıyordu; onlardan her
ğü burada üst düzey devlet erkanından, "ayrıcalıklı" kişi anlamında yerde vardı. Yaşadıkları şehirler toplumdaki çok çeşitli grupların
kullanılmıştır. 17. yüzyıl sonlarına gelindiğinde, "kamu" ve "özel" ilişkiye geçtikleri bir dünya haline geliyordu. Bu arada "kamu" söz­
karşıtlığının bugünkü kullanımlarına benzer bir biçim almakta ol­ cüğü modem anlamını kazanmış ve dolayısıyla artık yalnızca aile
duğunu görüyoruz. "Kamusal" sözcüğü herkesin denetimine açık ve yakın arkadaş kesimlerinden farklı konumu olan bir toplumsal
olan anlamına gelirken, "özel" sözcüğü kişinin ailesi ve arkadaşla­ yaşam bölgesi değil, görece çok çeşitli insanları içine alan, tanıdık­
rı ile sınırlan'ın mahfuz bir yaşam bölgesi anlamındaydı. Steele, lar ve yabancıların oluşturduğu kamusal alan anlanıına da geliyordu.
1709'da, Tat!er'ın bir sayısında, "insanların kamusal ve özel etkin­ Mantıksal olarak, çeşitlilik taşıyan şehir ahalisini çağrıştıran bir
likleri üzerindeki ... etkiler"den söz eder. Butler da 1726'da
Ser­ sözcük vardır: "kozmopolit". 1738 'deki kayıtlara göre Fransız di­
mons adlı kitabında, "Her u;san, kamusal ve özel olmak üzere iki linde "kozmopolit", her yere girip çıkabilen, aşina olduğu şeylerle
tür yetisine göre değerlendirilmelidir" diye yazıyordu. "Kamuya hiçbir alakası ya da benzerliği olmayan' durumlarda da rahat hare­

çıkmak'" (Swift) deyimi, bu coğrafyaya göre anlaşılan topluma öz­ ket edebilen kimsedir. Sözcük aynı anlamıyla İngiliz dilinde çok
gü bir ifadedir. Eski tarz kullanınılar İngilizcede bugün tamamen daha erken ortaya çıkmış olmasına karşın 18. yüzyıla kadar pek
terk edilmiş değildir, ancak modern referans terimlerinin temelinde kullanılmamıştı. Toplum içine (kamuya) çıkan anlamında bu yeni

bu 18. yüzyıl kullanımı vardır. "kozmopolit", mükemmel bir kamusal insandı. Sözcüğün İngilizce­

Fransızcada le pub/ic sözcüğünün anlanıları da hemen hemen deki eski bir kullanımı 18. yüzyılda burjuva toplumunca benimse­

aynıdır. Le public, Rönesans döneminde yaygın olarak ortak çıkar necek olan genel anlanıın bir işaretiydi. Howell, 1645'te yazdığı

ve politik topluluğu ifade etmiş ve giderek sosyalliğin özel bir böl­ Mektuplar' dan birinde, "Gerçek bir kozmopolit, bir asker olarak
gesi haline dönüşmüştür. Erich Auerbach, ilk kez Fransa'da, 17. geldim bu dünyaya. Ne ev bark ne toprak ne de mevkide gözüm
var" diyordu. Bir servet ya da feodal yükümlülükleri miras almayan
* Türkçede "halkın arasına karışmak" deyimini kullanmak daha uygun olurdu' ama kozmopolit, bu dünyevi çeşitlilik içinde gönlü neyi çekerse onun
"kamu" vurgusunu korumak istedik. (ç.n.)
peşinden gidecekti.
i,
-�
Böylece "kamu", aile ve yakın arkadaşlar dışında geçen yaşam r uygun toplumsal bağların sancısız ve adil bir biçimde şekillenmiş
anlamına geliyordu: Bu kamu bölgesinde çok çeşitli, karmaşık top­ olduğunu düşünmek de pek doğru olmayacaktır. İnsanlar endişe
lumsal gruplar kaçınılmaz olarak bir araya gelecekti. Bu kamusal içinde, bu yeni kentsel duruma bir düzen getirecek ve aylıı zaman­
yaşamın odak noktası büyük şehirlerdi. da bu yaşamla aile ve arkadaşlardan oluşan özel yaşam arasına bir
Dilde görülen bu değişimler 1 8 . yüzyıl kozmopolislerindeki çizgi çekecek konuşma, hatta giyim kuşam tarzları yaratmaya çalış­
davranış ve düşünce tarzlarına denk düşüyordu. Şehirler büyüdük­ tılar. Kamusal düzenin ilkelerini bulmaya yönelik arayışlarında sık­
çe krallığın doğrudan denetiminden bağımsız sosyallik ağları, ya­ lıkla, işlevsel bakımdan yok olup giden bir çağa uygun konuşma,
bancıların düzenli olarak buluşabilecekleri yerler de genişledi. Bu, giyim ve ilişki tarzlarına başvurdular ve bu tarzları yeni ve acıma­
şehir içinde devasa parklar yapmaya, sokakları dinlenme amacıyla sız şartlarda anlamlı kılmaya çalıştılar. Artık yabancı bir alana nak­
gezintiye çıkan yayalara uygun hale getirmeye yönelik ilk çabala- ledilmiş olan geç dönem Ortaçağ toplumundaki eşitsizlikler bu sü-
K rın görüldüi'iü devirdi. Kahvehanelerin, ardından kafe ve hanların "' reç içinde çok clalıa acı verici ve katlanılmaz bir hal aldı. Ancien re- 2.�­
B o
. ı
sosyal merkezlere dönüştüğü, tıyatro ve opera salonlarının eskiden ı• gime in kozmopolisindeki kamusal yaşamın değerini takdir edebil­
.

..\
'

olduğu gibi koltuklarını aristokrat hamilerin paylaştırdığı yerler ol­ mek için onu romantikleştirmeye gerek yoktur. Kaotik ve kafa ka-
maktan çıkıp açıktan yapılan bilet satışlarıyla geniş bir kamu kesi­ rıştırıcı toplumsal koşullarda toplumsal bir düzen yaratma çabası
mine açıldığı devirdi. Kentin nimetleri dar bir elit kesimden geniş aynı anda, ancien regime ' in çelişkilerini bir kriz noktasına taşımış
bir toplumsal yelpazeye açıldı; öyle ki emekçi sınıflar bile, kendi ve grup yaşamı için bugün bile yeterince anlaşılamamış oliJmlu fır­
bahçelerinde gezintiler yapmak ya da tiyatroda bir gece resepsiyo­ satlar yaratmıştı.
nu "'vermek", eskiden sadece elit kesime ayrılmış bir alan olan 1 8. yüzyıl büyük şehirlerinin yurttaşları, tavırlarıyla olduğu ka­
parklarda gezinti yapmak gibi sosyal bazı adetleri benimsemeye dar inançlarıyla da kamusal yaşamın ne olup ne olmadığını tanını­
başladı. lamaya çalıştılar. Kamusal ve özel arasında çizilen çizgi, öz olarak
Serbest zaman alanında olduğu gibi zorunluluk alanında da, ya­ örneğini kozmopolit, kamusal davranışta bulan medeni talepleri;
bancılar arası alışverişe uygun toplumsal etkileşim kalıpları gelişti; i: örneğini ailede bulan doğanın talepleri karşısında dengeleyen bir
bunlar değişmez feodal ayrıcalıklara ya da krallığın izniyle kurul­ � çizgiydi. Onlara göre bu talepler birbiriyle çelişiyor, onlar da bütün­
muş tekelci denetime bağlı değildi. 18. yüzyıl kent pazarları, Orta­ lüklü bir bakış açısıyla birinden yana seçim yapmayı reddedip her
çağ sonlarındaki ya da Rönesans 'taki öncelierine hiç benzemiyor­ ikisini de dengede tutuyorlardı. Yabancılara karşı duygusal anlam­
du; yapısal olarak rekabetçi idi. Satıcılar, sürekli değişen ve kim ol­ ' da tatmin edici bir tutum sergilerken aradaki mesafeyi de korumak,
duklarını pek bilmedikleri alıcı gruplarının ilgisini çekebilmek için 1 18. yüzyıl ortalarında insan denen hayvanı toplumsal bir varlığa dö­
yarışıyordu. Nakde dayalı ekonomi yayılıp kredi, muhasebe ve ya­ ı, nüştürmenin aracı olarak görülüyordu. Buna karşılık aile ve derin

tırım usulleri rasyonel hale getirildikçe, yapılan işler ofislere, dük­ · ! dostluklar kurma yetenekleri insani yaratımlar olmaktan çok doğal
kanlara taşındı ve giderek kişisel olmayan bir zemine oturdu. Elbet­ potansiyeller olarak görülüyordu. İnsan kendini kamusal alanda ya­
te, bu gelişen şehirlerin hem ekonomilerinin hem de sosyallikleri­ parken, özel alanda, öncelikle de aile yaşantısı içinde doğasını ger­
nin bir hamlede eski iş ve eğlence tarzlarının yerine geçtiğini söy­ çekleştiriyordu. Kozmopolit merkezdeki kamusal ve özel yaşam
lemek yanlış olur. Henüz yeterli oranda düzenlenmemiş, genişleyen ayrımında özlü ifadesini bulan medeni talepler ile doğal talepler
özel girişimcilik koşullan altında, yabancılar arasında geçen bir ya­ arasındaki gerilim yalnızca çağın yüksek kültürüne nüfuz etmekle
şama uygun düşen çok yeni ilişki türleri ile varlığını hala sürdüren kalmnınış, sıradan yaşam alanlarına da yayılmıştı. Bu gerilimler,
kişisel yükümlülük tarzları bir arada bulunuyordu. çocuk yetiştirmeye ilişkin kılavuzlarda, ahlaki yükümlülükler üze­
Ayrıca, gelişmekte olan bir şehir ve burjuva sınıfı yaşantısına rine kaleme alınmış risalelerde ve kamuoyunun insanın haklarına
ilişkin inançlarında ortaya çıktı. Kamusal ve özel, birlikte, günü- ne kazananların ne de kaybedenlerin anladığı bir ekonomik düzenin
müzde toplumsal ilişkiler "evreni" adını verebileceğimiz şeyi oluş- şoklarından kendilerini münıkün olan her biçimde koruma çabası­
turuyordu. na sürükledi. Zamanla kamu düzenini denetim altına alma ve bi-
18. yüzyıl şehrinde kamusal düzen için verilen mücadele, kamu- çimlendirme iradesi zayıfladı ve insanlar daha çok kendilerini ko­
sa! ve Özel yaşamın talepleri arasındaki gerilim, her dönemde görü- roma kaygısına düştüler. Aile bu korunma yollarından biri haline
len istisnalar, sapmalar ve alternatif tarzlar o dönemde de olmasına geldi. 19. yüzyıl boyıınca aile tikel, kamusal olmayan bir alanın
karşın, bütünlüklü bir kültürün şartlarını oluşturuyordu. Ancak, Ay- , merkezi olmaktan giderek çıkarak, kamusal alandan daha yüksek
dınlanma çağında kamusal ve özel coğrafya arasındaki mevcut den- ' ahlfild değerler taşıyan, salt kendi başına bir dünya, idealize edilmiş
genin karşısında 1 8 . yüzyıl sonu patlayan büyük devrimler ile daha f bir sığınak görüntüsü veriyordu. Burjuva ailesi, otorite ve düzenin
modem zamanlardaki ulusal bir sanayi kapitalizminin yükselişinin iı tehdit altında olmadığı, maddi varoluşun güvenliğinin gerçek bir
_l!i._ ardından ufukta kamusal ve özel olana dair fıkirlerde temel bir de- :• evillik içi aşka eşlik ettiği ve aile üyeleri arasındaki işlere başkala- R
ğişim belirir. :1 nnın bumunu sokmadığı yaşam olarak idealize edildi. Aile, toplu-
Bu değişimde rol oynayan üç etken vardı. Birincisi, büyük şehir-,!, mun saldığı dehşetten kaçışııı bir sığınağı haline geldikçe, adım
f' adım büyük şehirlerdeki kamusal alana değer biçmek için kullanı­
deki kamusal yaşam ile 19. yüzyıl sanayi kapitalizmi arasındaki iki-
!'lan bir ahlilki kıstas haline de geldi. İnsanlar, aile ilişkilerini bir öl­
li ilişkiydi. İkincisi, 19. yüzyıldan başlayarak, insanların yabancıyı;
ve bilinmeyeni yorumlama tarzını etkileyen yeni bir sekülerizm an- f çüt olarak kullanarak, kamusal alanı, Aydınlanma çağında olduğu
layışınııı oluşturulmasıydı. Üçüncüsü ise ancien regime'de bizzat � · gibi sıııırlı bir toplumsal ilişkiler kümesi gibi görmek yerine, kamu­
kamusal yaşamın yapısından gelen ve sonralan bir zayıflık haline; �},�al yaşamı ahlfild bakımdan sefil bir yaşam olarak görmeye başla­
dönüşmüş bir güçtü. Bu güç, kamusal yaşamın 18. yüzyılın sonun'? li clılar. Mahremiyet ve istikrar ailede bütünleşmiş görünüyordu. Bu
da ortaya çıkan politik ve toplumsal kargaşanın ağırlığı altında ani;;.[!' ideal düzen karşısında kamusal düzenin meşruluğu tartışma konu-
1
den ölmediği anlamına geliyordu. Kamusal coğrafya, görünürde sa- ::• suydu.
pasağlam, aslında içten değişime uğrayarak 1 9 . yüzyıla uzandı. Bu i Sanayi kapitalizmi de bizzat kamusal alanın maddi yaşamı üze­
miras, sekülerizmin ve kapitalizmin yeni güçlerini, onların da ken· k rinde eşit ölçüde ve doğrudan etkide bulunuyordu. Örneğin, giyim­
disini etkilediği kadar etkiledi. Kamusal yaşamın dönüşümüyle : de seri üretim ve tek tek terzilerin ve dikiş atölyelerinin seri üretim
özellikle güçlü atletlerin başına gelen çöküş arasında paralellik ku- ' kalıplarını kullanmaları, kozmopolit kamunun çok farklı kesimleri­
rulabi!ir; öyle ki, bu atletler görünüşte güçlerinden bir şey yitirme· nin hep birlikte benzer görünüşler aldıkları ve kamusal göstergele­
den gençliklerini korurlar, ama bir zaman sonra vücudu içeriden i rin ayrıksı özelliklerini yitirdikleri anlamına geliyordu. Gelgelelim
durmaksızın kemiren çöküş birdenbire ortaya çıkar. Bu kendine has hiç kimse, toplumun bu suretle tek tip hale geldiğine inanmıyordu;
hayatta kalma biçimi yüzünden, ancien regirne kamusallığının izle,. makineler, toplumsal farkların -ki bunlar, yabancılarııı hızla çoğal­
ri modem yaşamdan ilk bakışta sanıldığı kadar silinmiş değildir. makta olduğu bir ortamda hayatta kalmak için bilinmesi zorunlu
Sanayi kapitalizminin kentli kamusal kültürle girdiği ikili ilişki olan, önemli farklardır- gözlerden silinmesi ve yabancıların da çö­
öncelikle kapitalizmin 19. yüzyıl burjuva toplumunda hız kazandır- zülmesi imkansız bir gizem haline gelmesi demekti. Makine ile üre­
dığı özelleşme baskılarında kendini gösterir.. İkinci olarak da, kitle- , tilen çok çeşitli mallar ilk kez ticari amaçla, büyük satış yerlerinde
sel üretim ve dağıtım nedeniyle, kamusal alandaki maddi yaşamın kamuya sunulduğunda elde edilen başarı kullanışlılık ve ucuzluk
özellikle giyim kuşam konusunda "mistifıkasyonu"nda ortaya çı- sayesinde değil, bu gizemden faydalanma sayesinde olmuştu. Fi­
kar. ' ziksel mallar giderek tek tipleştiklerinde bile, insani nitelikleri öne
19. yüzyıl kapitalizminin yol açtığı sarsıntılar inıkilnı olanları, çıkarılarak reklam ediliyor ve anlaşılması için sahip olunması gere-
ken cezbedici bir giz havasına sokuluyorlardı. Marx buna "meta fe­ 19. yüzyılda gelişen sekülerlik ise tamamen zıt bir doğrultuday-
tişizmi" diyordu; seri üretim patlamasından, görünümlerin türdeş­ dı. Njkınlıktan çok bir içkinlik koduna dayanıyordu. Anlık duyum,
leşmesinden ve maddi nesnelere mahrem kişiliğin özellik ya da sı­ anlık olay ve anlık duyguların anlaşılabilmeleri için, bundan böyle
fatlarının yakıştınlmasından son derece etkilenen çok sayıda kişi­ önceden var olan bir tasarıma uydurulmaları gerekmiyordu. Içkin,
den yalnızca biriydi Marx. "ansal", "olgusal", salt kendi içinde ve kendi başına bir gerçeklikti.
Böylece kapitalizm ve kamusal coğrafya arasındaki etkileşim Olgular sistemden daha inanılır idiler; daha doğrusu, olguların
iki yönde gelişti; biri, kamudan aileye geri çekilme, öteki ise kamu­ mantıksal dizilişi bir sistem oluşturuyordu; 18. yüzyıldaki, fenome-
sal görünüş konusunda ortaya çıkan yeni bir kafa karışıklığıydı ki, ne bir yer veren; ancak doğanın fenomene aşkın olduğu doğa düze-
her şeye rağmen ki\ra dönüştürülebilen bir kafa karışıklığıydı bu. ni böylece tersine dönüyordu. İnancın materyalleri olarak nelerin
Buradan yola çıkılarak, sanayi kapitalizminin tek başına kamusal
hizmet görebileceği konusundaki bu yeni ölçü, fiziksel nesneler
-1!!_ alanın meşruluğunu ve bütünlüğünü yitirmesine yol açtığı sonucu­
üzerine çalışmalar kadar psikolojiye de yön verdi. 1 870'lere gelin- -12-
na varılsa da, bu sonuç kendi mantığı içinde bile kabul edilemez.
diğinde, "duygu"nun belirdiği tüm somut koşullar ve "duygu"nun
Bu tek tip fiziksel malların psikolojik çağrışımları olması gerektiği­
kendini açığa vurduğu somut işaretler ortaya çıkarılabildiği takdir-
ne insanları böylesine inanmaya iten neydi? İnsanlar neden bir şe­
de, "duygu"yu kendi içinde anlamlı bir şey olarak ele almak makul
ye sanki o şeyin insani özellikleri varmış gibi inansın ki? Bu inan­
görünüyordu. Bundan dolayı hiçbir koşul ya da işaret, a priori ola-
cın birkaç kişinin çıkarına olması, onu çoğunluğun neden destekle­
rak, yersiz görülüp gözardı edilemezdi. İçkinliğin seküler bilginin
diğini açıklaınaz.
ilkesi olduğu bir dünyada her şey önemlidir; çünkü her şey önem
Bu sorun, ancien regime den miras kalan kamusal yaşamı dün­
' .
kazanabilir.
yevi yaşama duyulan inanç açısından bir değişime uğratan ikinci et­
' Seküler bilgi kodunun bu yeniden yapılanması kamusal yaşam
kenle ilgilidir. Bu inanç sekülerliktir. Seküler sözcüğü şu ya da bu
biçimde kutsal olana karşı olma anlamında alınırsa, sözcük tek bo- , üzerinde köklü bir etkide bulundu. Bu, kamu içindeki görünüşlerin,

yutlu ve donuk bir hale gelir. Sözcüğün dünyadaki şeyleri ve insan­ ne denli aldatıcı olurlarsa olsunlar, yine de çok ciddiye alınması ge­

ları anlaşılabilir kılan semboller ve tasavvurlar olarak kullanılması rektiği anlamına geliyordu; çünkü görüntüler maskenin ardındaki
daha uygun olur. Sanının, en iyi tanım şudur: Sekülerlik, hayatta ol­ kişiye ait ipuçları verebilirdi. Bir kişinin tüm görüntüleri bir şekil­
duğumuz süre içinde, her şeyin neden böyle olduğu hakkındaki de gerçekti, öncelikle somut olduğu için. Gerçekten de bu görüntü
inancımızdır; biz öldükten sonra kendisi de sorun olmaktan çıkacak bir giz olsaydı, bu onun daha da ciddiye alınmasını gerektirirdi; gö­
bir inançtır bu. rüntü hangi temelde; a priori, zihinden çıkarılabilir ya da diğerlerin­
Seküler terimler 1 8 . yüzyıldan 19. yüzyıla değin açık bir değişi­ den ayrılabilirdi? Bir toplum şeylerin kendi başlarına anlamlarının
me uğradı. "Şeyler ve insanlar", 1 8 . yüzyılda, kendilerine doğa dü­ olduğu ilkesine bağlıysa, idrak aygıtına çok derin bir özkuşkuculuk
zeni içinde bir yer verilebildiği zaman arılaşılabilir idiler. Bu doğa unsuru katınış olur; çünkü bu durumda her aynın işlemi bir hata da
düzeni fiziksel, elle tutulabilir bir şey olmadığı gibi, dünyevi şey­ olabilir. Böylece, 1 9 . yüzyılın büyük ve zenginleştirici çatışkıların­
lerle sınırlı bir düzen de değildi. Bir bitki ya da duygu doğada bel­ dan biri ortaya çıktı; insanlar, kaçarak kendilerini özel ve ahlfild üs­
li bir yer kaplıyordu, ama ne doğanın bir minyatürünü ne de bütü­ tünlüğü olan bir alana kapatmak isteseler de, yaşamı, örneğin ka­
nünü anlatıyordu. Bu yüzden, doğa düzeni aşkın bir sekülerlik dü­ musal ve özel boyutlarına göre, böyle keyfi bir biçimde sınıflandır­
şüncesine dayanıyordu. Bu görüş bilim adamlarının ve entelektüel­ manın başlarını belaya sokacak bir körlük olabileceğinden korku­
lerin çalışmalarına girmekle kalmayıp, çocuk disiplinine ve evlilik yorlardı.
dışı ilişkilerin ahli\kiliğine ilişkin tavırlar gibi gündelik olaylara ka­ Fiziksel nesnelerin psikolojik boyutları olduğuna ilişkin fantezi
dar uzandı. bu yeni seküler düzende mantıklı hale gelmişti. İnanç, içkinlik ilke-
sinin egemenliğine girince, algılayan ve algılanan, iç ve dış, özne mun oluştuğunu tahayyül etmelerini beklerler. Bu, insanlık tarihine
ve nesne arasındaki farklılıklar siliniyordu. Eğer her şey potansiyel pervaneböceğinin yaşam evreleri temelinde yaklaşan bir görüştür.
olarak önemliyse, kişisel ihtiyaçlanmla ilgili olan şeylerle benim Ne yazık ki, insanlık tarihine ait bu krizalit teorisi hiçbir konuda
dolaysız deneyim alanımla ilgisi olmayan, kişidışı' şeyler arasında kent konusundaki çalışmalar kadar kötü sonuç doğurmamıştır. Bir­
sınır çizebilmem nasıl mümkün olacak? Hepsi önemlidir ya da hiç­ birine zıt siyasi görüşlerden yazarlarca kullanılan "kentsel sanayi
biri değildir, ama bunu nasıl bilebilirim ki? B u yüzden, nesne ve devrimi" ve "kapitalist metropol" gibi kavramların her ikisi de şeh-
duyum kategorileri arasında ayrım yapmamalıyım, çünkü onları rin 19. yüzyıldan önce bir şey, kapitalizm ve modernizm etkisini
ayırırken hatalı bir sınır yaratıyor da olabilirim. Nesnelliğin ve ol­ gösterdikten sonra ise tamamen başka bir şey olduğunu ima eder.
gulara körü körüne bağlılığın yüzyıl önce bilim adına gördüğü iti­ Buradaki yanılgı, belli bir yaşam koşulunun başka bir duruma ge­
bar gerçekte, şimdiki radikal öznellik çağı için bilinçsizce yapılmış çerken bulanıklaştığını görebilmekteki başarısızlığın da ötesinde,
.!!!L bir ön hazırlıktı. hem kültürel ayakta kalma gerçeğini hem de tüm devralınan şeyler ..1.L
Sanayi kapitalizminin kamusal yaşama etkisi onu ahlfil<.i anlam­ gibi, bu mirasın yeni bir kuşakta yarattığı sorurıları kavrayamamak-
da meşru bir alan sayan anlayışı zayıflatınak olurken, yeni seküle­ tan gelir.
rizmin etkisi bu alanı ters yönde zayıflatmak, yani insanların karşı­ Burjuvazi, o kamu denen şey içinde, insanların başka herhangi
sına duygu, şaşkınlık ya da basitçe ilgi yaratan hiçbir şeyin kişinin bir toplumsal ortamda ya da bağlamda yaşayamayacakları duyum­
özel yaşam alanından a priori dışlanamayacağı ve keşfedilmeye de­ samalar ve insan ilişkilerini yaşadıkları inancını koruyordu. Ancien
ğer belli bir psikolojik niteliği hep taşıyacağı hükmünü koymak ol­ riigime' in şehir mirası, endüstri kapitalizminin özelleştirici itkile­
muştur. Gelgelelim, kapitalizm ve sekülerizm bir arada incelendik­ riyle başka bir biçimde birleşmişti. Kamu, alılilk ihlallerinin ortaya
lerinde bile, değişim faktörlerinin kamusal alandaki etkisinin ne ol­ çıktığı ve hoş görüldüğü yerdi; kamusal ortamda saygınlık kuralla­
duğuna ilişkin eksik bir bakış açısı, daha doğrusu, çarpıtılmış bir re­ rı kırılabilirdi. Eğer özel alan, ailenin idealleştirilmesiyle yaratılmış
sim sunmaktadır. Zira bu iki gücün toplamı toplumsal ve bilişsel fe­ bir sığınak, bir bütün olarak toplumun teröründen korunmaya yara­
laketin tan1anılanması demek olurdu. Yabancılaşma, çözülme gibi yan bir sığınak ise, bu idealin bedellerinden özel türden bir dene­
bilinen bütün mahşeri klişelerin sıralanması gerekecekti o zaman. yimle, yabancılar arasında geçen ya da daha önemlisi, birbirine ya­
Gerçekten de kamusal boyutun çatırdayışının öyküsü bu kadarla bancı kalmaya kararlı insanlar arasında geçen bir deneyimle kaçıla­
bitseydi, burjuvazi içinde kitlesel ayaklanmalar, politik fırtınalar ve bi!irdi.
özü farklı da olsa sosyalistlerin 19. yüzyıl kent proletaryasında or­ Ahlilk dışı [immoral] bir alan olarak kamu, kadınlar ve erkekler
taya çıkacağını umut ettiklerine eş düzeyde bir öfke patlaması yük­ için çok farklı şeyler ifade ediyordu. Kadınlar için, kirlenerek ve
selmiş olurdu. "kargaşa dolu, almış başını giden bir girdap" (Thackeray) içine sü­
Yerleşik bir kent kültürünün bu yeni ekonomik ve ideolojik güç­ rüklenerek erdemlerini yitirme tehlikesine girdikleri bir yerdi. Ka­
ler dünyasına yayılması onları dengeledi ve son derece çelişkili ve mu ile rezalet fikri yakından ilişkiliydi. Bir burjuva erkek için ka­
sancılı duygular arasında, hiç olmazsa bir süre için, düzen benzeri mu farklı bir ahli\ki özellik taşıyordu. Bir kişi, kamuya girerek ya
bir şey sağladı. Tarihçiler bu miras konusunda kör kalmayı tercih da yüzyıl önce sıradan konuşmalarda sık sık kullanılan bir ifadeyle
ediyorlar. Bir devrimden "dönüm noktası" olarak ya da endüstri ka­ söylersek, "kendini kamuda yitirerek", evde baba ve koca olarak ki­
pitalizminin gelişinden bir "devrim" olarak söz ederken çoğu za­ şiliğinde somutlandığı düşünülen baskıcı ve otoriter saygınlık özel­
man, okurlarından daha önce bir toplumun olduğunu, devrim sıra­ liklerinden sıyrılabilirdi. Öyle ki erkekler kamusal yaşamın alılilk
sında hu toplumun durduğunu ve sonrasında da yepyeni bir toplu­ dışı oluşunu, kadınlar gibi onun sadece bir rezalet alanı olduğu şek­
.. İng. lmpersonal: Kişisel o/may�n. (ç.n.-) linde değil, alttan alta bir özgürlük alanı sunduğu şeklinde yorum-
!uyarlardı. Örneğin, 1 9 . yüzyıl lokantalarında, saygın bir kadının, D . ŞİMDİDEKİ GEÇMİŞ
aralarında kocası bulunsa bile, bir grup erkekle birlikte yemek ye­
mesi sansasyona yol açardı. Oysa bir burjuva erkeğin kendinden Günlük konuşma dilinde, bir şeyi "bilinçdışı" yapmaktan ya da bir
daha düşük seviyeden bir kadınla dışarıda yemek yemesi sessizce, başkasına yönelik gerçek duyguları ele veren "bilinçdışı" dil sürç­
anrn özenle geçiştirilirdi. Aynı nedenden dolayı, Viktorya devri er­ mesinden söz ediliyor bugünlerde. Psikanalitik olarak bu kullanı­
keklerinin evlilik dışı ilişkileri bazen geçmiş için tahayyül edebile­ mın anlamsız oluşunun hiç önemi yoktur. Açık olan, duyguların ira­
ceğimizden daha açıktan yürütülürdü, çünkü bunlar hiilii aileden dedc�ı açığa vurulduğuna inanılmasıdır ki, bu inanç geçen yüzyılda
çok uzak bir toplumsal alanda, "dışarıda" ve bir anlamda bir alıliik kamusal ve özel yaşamın dengesiz hale gelmesiyle oluşmuştur. Ge­
cehenneminde yaşanıyordu. çen yüzyılın sonlarında, karakter özelliklerinin iradedışı açığa vu­
Dahası, geçen yüzyılın ortalarına gelindiğinde, yabancılarla bir- rulması nosyonu kendini en açık şekilde, "kafanın fiziksel biçimin-
R liktelikten gelen deneyim, kişiliğin oluşumunda acil bir gereklilik den yola çıkılarak karakterin ol..-unması" demek olan frenolojiye sık �
sorunu olarak görülmeye başlanmıştı. Yabancılara kendini açmayan sık başvurulmasında ve psikologların kafatasının biçimi ve diğer
birinin kişilik güçleri gelişmeyebilir, yaşam karşısında aşın dene­ fiziksel özelliklere göre geleceğin suçlularını belirledikleri krimi­
yimsiz ve naif kalabilirdi. 1870-1880' !erin çocuk yetiştinneye iliş­ nolojideki Bertillon ölçümlerinde göstermiştir. Her ikisinde de psi­
kin el kitaplarında ve yeniyetmelere yönelik okul kitaplarında, ya­ kolojik anlamda bir kişinin ne olduğu, iradesi dışında ve fiziksel
bancılarla ilişkiden kaynaklanabilecek dünyevi tehlikelerden kaçın­ olarak belirlenebilirdi; kişilik, yönlendirilmeye ve kesin olarak bi­
mak ve bu tehlikeleri kandırılarak kötü yola özendirilmeyecek ka­ çimlendirilmeye yatkın olmayan bir durumdu. Darwin'inki gibi da-
dar iyi tanunak konusundaki çelişkili görüşlerle tekrar tekrar karşı­ ha rafine yaklaşımlarda gelip geçici duygusal durumların da irade-
laşıyoruz. Ancien regime de kanrnsal
' deneyim, toplumsal düzenin dışı açığa vurulduğu düşünülmekteydi. Gerçekten de, ilk psikanali-
oluşumuyla bağlantılıydı; son yüzyılda ise kişilik oluşumuyla bağ­ tik araştırmaların çoğunluğu Darwin'den türetilen bir ilke üzerine
lantılı hale geldi. Özgelişimin bir gereği sayılan dünyevi deneyim temellendirilmişti: Yetişkinlerde ilksel süreci incelemek olanaklı-
günlük inanç kodlarında olduğu kadar, geçen yüzyıl kültürünün bü­ dır, çünkü bu süreç yetişkinlerin iradesi ve denetimi dışındadır. Ge­
yük yapıtlarında da yansıtılmıştı; bu tema Balzac'ın Sönmüş Hayal­ nelde, buna bağlı olarak, Viktorya çağında insanların giyimleri ve
ler, Tocqueville'in Amlar adlı kitaplarında ve Sosyal Darwinci!erin konuşmalarıyla kişiliklerini açığa vurduklarına inanılırdı. İnsanlar,
eserlerinde yer alır. Bu yaygın, sancılı ve akıldışı tema, kamusal de­ bu göstergeleri biçimlendirmeye güçlerinin yetıneyeceğinden, aksi-
neyimin değerine duyulan, eskiden bugüne taşınmış inançla yeni ne bunların iradedışı dil sürçmeleri, bedensel jestler, hatta süslenme
seküler öğretinin birleşmesinden doğuyordu. Yeni ·sekü!er öğretiye tarzları aracılığıyla kendilerini ele vereceğinden korkuyorlardı.
göre tüm deneyimler eşit değerdeydi, çünkü benliğin oluşumunda Sonuç olarak, özel duygularla bu duyguların kamusal teşhiri
hepsinin de eşit potansiyel önemi vardı. arasındaki sınır silinebilir, iradenin düzenleme gücü buna karşı
Son olarak, şimdiki zamandaki deneyimlerimiz içinde önceki koymaktan aciz olabilirdi. Kamusal ve özel alan arasındaki sınır ar­
yüzyılda gerçekleşmiş dönüşümlerin ne gibi izlerinin bulunduğunu tık azimli insanların çizdiği bir şey olmaktan çıkmıştı; böylelikle,
sormamız gerekiyor. Özelleşme, meta fetişizmi ya da sekülerizm kamusal alanın kendi başına gerçekliği inanılır olmaya devam ettiy­
gibi görünüşte soyut etkenler yaşantımıza hangi yollarla giriyorlar? se de, ona egemen olmak artık toplumsal bir etkinlik olarak görül­
Kişilikle ilgili mevcut yaklaşımlar içinde geçmişle bağlantılı biçim­ müyordu. Kamusal alanda karakterin iradedışı açığa çıkmasına iliş­
lerin dördü dikkat çeker. kin bu fikirler bugün halk dilinde yanlış bir biçimde "bilinçdışı"
davranış olarak adlandırılan şeyin ilk habercileriydi.
J 9. yüzyıl bunalımının ikinci belirtisi günümüzün sıradan poli-
tik konuşmalarından izlenebilir. Çıkarları kendi inançlarına, seç­
görüşlerin kökleri geçen yüzyılda sınıf savaşlarında kullanılmaya
menlerine ya da ideolojisine yabancı olan grupları da cezbedebilen başlanan anti-ideolojik silahtadır.
bir lideri "güvenilir'', "karizmatik" ve "inanılır" olarak betimleme Üçüncü bağlantı, karakterin iradedışı açığa vurulduğu düşünce­
eğilimindeyizdir. Modem bir politik liderin, "Özel yaşamımı boş­ sine ve özel imgelemin kamusal imgeleme dayatılmasına karşı bir
verin; benimle ilgili olarak bilmeniz gereken tek şey ne kadar iyi yüzyıl önce insanların kullandıkları savunına mekanizmalarıyla il­
bir temsilci ve yönetici olduğum ve görevim esnasında neler yap­ gilidir. Bu savunma mekanizmaları tuhaf bir yol izledi ve sanat ic­
mak istediğimdir" düşüncesinde ısrar etmesi intihar olurdu. Oysa,
ra edenleri kamusal şahsiyetler olarak bugün sahip oldukları özel
daha birkaç gün önce sanayi kesiminin ücretlerinden alınan vergi­
statüye yükseltmeye insanları özendirdi.
leri arttırmış olsa bile, muhafazakar bir Fransız devlet başkanının
insan hissettiklerini elinde olmaksızın belli ediyorsa, kamusal
işçi sınıfından bir aileyle yemek yemesi bizi heyecanlandırır ya da
herhangi bir duygunun, cünılenin ya da tartışmanın anlamı da ko­
44 kahvaltısını kendisi hazırlıyor diye bir Amerikan başkanının bir ön­
nusan
.
o kişinin karakterine bağlıysa, insanlar içyüzlerinin anlaşıl- .!!Ş_
cekinden daha samimi ve güvenilir olduğuna inanırız. Bu politik .
masından hiçbir şekilde kaçınamaz. Bu durumda en emın savunına
"güvenilirlik", özel imgelemin kamusal imgelem üzerine dayatıl­
yolu hiçbir şey hissetmemek, açığa vurulacak bir duygu taşıma­
masıdır ve yine, geçen yüzyılda bu iki alanın davranışsal ve ideolo­
maktır. Bugün Vikıorya çağının baskıcılığı, toplumsal züppeliğin
jik olarak birbiriyle karıştırılması sonucunda gelişmiştir.
ve cinsel korkunun bir karışımı olarak suçlanmaktadır. Oysa bu gü­
Psikolojik imgelemin kamusal alanda satılık şeylere dayatıldığı­
dülenimlerin arkasında, o kadar ilginç olmasa da en azından anlaşı­
nı görmüştük. Aynı türden bir süreç ilk kez çarpıcı bir biçimde 1848
lır bir neden yatıyordu: Heyecan ve duyguların bir kez uyandıkla­
devrimler ipde kendini gösteren politikacıların, sokağa dökülmüş rında onları gizlemek için harcanan irade gücünü aşarak açığa çık­
kalabalık karşısındaki davranışlarıyla başladı. Kamusal alanda et­
tıklarının düşünüldüğü bir ortamda duygulardan uzaklaşmak, yara­
kinlik yürüten bir kişiye bakıldığında algılanan şey, o kişinin niyet­
lanmayı önlemenin tek yoludur. Örneğin, insanlar ilgi çekmemek
leri ve karakteriydi; öyle ki o kişinin söylediklerindeki doğruluk
için mümkün olduğunca az mücevher, takı takarak ve sıradışı bir
sanki nasıl bir insan olduğuna bağlıydı. Bu koşullarda kamu içinde
biçimde süslenmeyerek karakterlerini öteki insanlardan gizlemeye
gözlenen kişi eğer bir politikacı ise, sözü edilen dayatmanın, keli­
çalışıyorlardı; bu her bir dönemde yalnızca birkaç tür kumaş kalıbı­
menin politik anlamıyla derin bir anti-ideolojik etkisi olurdu. Top­ nın popüler hale gelmesinin nedenlerinden biriydi. Oysa teknik ba­
lumsal sorunlarla ilgili bir görüşün ya da daha iyi bir toplum anla­ kımdan aynı makinelerle çok çeşitli modellerin üretilmesi müm­
yışının inanılırlığı o andaki izleyicilerin davanın başını çeken kişi­ kündü.
ye ne kadar .yakınlık duyduğuna bağlıysa, bir görüş kendi başına
İnsanlar aynı zamanda hem olabildiğince az dikkat çekmek isti­
nasıl anlamlı olabilir ve sürekli bir eyleme nasıl ön ayak olabilir?
yorlar hem de tiyatroda kostümlerin dramatis personae'nin karak­
Bu şartlar altında kamusal ifade sistemi bir kişisel temsil sistemine
terlerini, tarihsel ve toplumsal konumlarını tam olarak yansıtması­
nı talep etmeye başlıyodardı. Yüzyılın ortasında sahneye koyulan
dönüştü; kamusal bir şahsiyet ne hissettiğini başkalarına gösterir ve
inancı doğuran şey de bizzat bu duyguların açığa vurulmasıdır.
tarihi oyunlarda aktörlerden, Danimarkalı bir Ortaçağ prensini ya
Özel olanın kamusal olana dayatılması burjuva kitle için oldukça
da Romalı bir imparatoru gerçekten olması gerektiği gibi temsil et­
çekiciydi, ama öte yandan da toplumsal hiyerarşinin daha alt sırala­
meleri bekleniyordu. Melodramlarda kostüm ve jestler öylesine dü­
nndakilerin bu koşullara inandırı!abilmeleri gerekiyordu; bu başa­
zenlenmişti ki, çabuk ama küçük adımlarla sahneye çıkan bir ada­
rılabildiği oranda hakiki bir kişilik edinmek için gereken burjuva mın daha hiç ağzını açmadan oyundaki kötü kişi olduğu anlaşılırdı.
"saygı" esaslarını dayatına yoluyla sınıf tahakkümü sağlanabilecek­ Daha genelde, icra sanatlarında, yaşamın tersine, kişinin güçlü bir
ti. Kısaca, kamusal alanda "sahicilik" ile ilintili olan günümüzdeki biçimde öne çıkması ve kişiliğin saltanat sürmesi bekleniyordu.
Aktör ve müzisyenler ancien regime ' de ulaşabildikleri hizmetkar­ �
rreri çekilerek savunma ve sessizlik. Benlik takıntısı, geçen
yüzyı-
.
Mahrem ıyet,
lık konumlarının çok üstünde bir sosyal statüye yükselmişlerdi. İc­ lın bu bilmecelerini yadsıma yoluyla çözme çabasıdır.
çabası­
racıların toplumsal yükselişi, insanların duygularını bastırarak kişi­ kamu sorununu kamusal olanın varlığım yadsıyarak çözme
erinin yıkıcılık­
liklerinin anlaşılmasından kaçındıkları sıradan burjuva yaşam tarzı­ dır. Her yadsıma gibi bu da geçmişin yıkıcı özellikl
etti. 1 9 . yüzyıl devam
na bütünüyle aykırı bir biçimde, güçlü, heyecan uyandıran, ahlfilci ları oranında sağlamca yerleşmesine hizmet
bakımdan kuşkulu bir kişilik sergilemelerine dayanıyordu. ediyor.
Karakterlerin iradedışı ifade edildiği, özel olanın kamusal olana
dayatıldığı başkalarınca kişiliğin okunmasına karşı tek savunmanın
duygulardan feragat etmek olduğu ve mahremleşme yolundaki bu
toplumda, kişinin kamu içindeki davranışı köklü bir biçimde değiş-
..1!2_ mişti. Kamusal alanda sessiz kalma, kişinin ezildiğini hissetmeksi­
zin kamusal ya�ama, özellikle de sokaktaki yaşama katılabilmesi­
nin tek yoluydu. 19. yüzyıl ortalarında, Paris ve Londra'da, ardın­
dan da diğer Batı başkentlerinde önceki yüzyılda görülenlere hiç
1 benzemeyen ya da bugün Batı dışında dünyanın çoğu yerinde görü­
len bir davranış modeli gelişti. Yabancıların birbirleriyle konuşma
hakkının olmadığı, herkesin arkasına gizlenebileceği bir kalkana
sahip olma ve yalnız kalma hakkının kamusal bir hak olduğu nos­
yonu yerleşti. Kamusal davranış bir gözlem, pasif bir katılım, bir
çeşit röntgencilik sonınuydu. Balzac bunu "gözün gastronomisi"
diye adlandırdı; kişi her şeye açıktı, herhangi bir olayda rol alması­
nın bir zorunluluk olmaması koşuluyla kendi ilgi ve etki alanında
var olan hiçbir şeyi a priori reddetmiyordu. Bir hak olarak görün­
meyen sessizlik duvarı, kamu içinde bilgi edinmenin öteki erkek ve
kadınların, olayların ve yerlerin gözlenmesi sorunu olduğu anlamı­
na geliyordu. Bilgi bundan böyle toplumsal ilişkiler yoluyla üretil­
meyecekti.
Modem kamusal yaşamın başına bu denli dert olan görünürlük
ve yalıtım paradoksu, son yüzyılda biçimlenen kamu içinde sessiz
kalma hakkından doğmuştur. Görünürlük ortasında başkalarından
yalıtlanma, kaos içinde olmasına karşın yine de çok çekici olan bu
alana girmeye cesaret edildiği zaman suskun kalma hakkında ısrar
edilmesinin mantıklı bir sonucuydu.
1 9. yüzyıldaki kamusal yaşam krizinin mirasından söz etmek,
bir yanda kapitalizm ve sekülerlik gibi yaygın etkenlerden, öte yan­
da da şu dört psikolojik koşuldan söz etmektir: karakterin iradedışı
açığa vurulması, kamusal ve özel imgelemin üst üste oturtuln1ası,
il odalarının almasının, benlik sorunlarına giderek daha fazla gömül­
Roller memizle ilişkisi olabileceğini söylemektedir. Ama bu ilişki tam ola­
rak ne anlama gelmektedir ve uzantıları nelerdir?
İkinci zorluk tanımlanması daha da zor türdendir. Bu temaların
tüm genelliğine rağmen, bunları ele alan yazarların çoğu zaman,
kamusal alandaki erozyon fikrinde yatan ama bu söylemin terimle­
rinde doğrudan bir belirgirılik kazanmayan başka bir konuda yaz­
dıkları ya da el yordamıyla başka bir konuya yaklaştı.klan görülü­
yor. Bu sorun, insanların kendilerini ifade ettikleri toplumsal koşul­
lar sorunudur. İnsanı bir duygudaşlık, bir uyan yaratabilecek şekil-
de duyguların�. başkalarına açıklamaya teşvik eden toplumsal koşul- ��
lar nelerdir? Iıısan sıradan deneyimlerini ifade etmek için ne tür
toplumsal koşullarda yaratıcı güçlerini harekete geçirir? Bu sorular,
lı1sanın, bugün yalnızca sanatın özel korumaya alınmış sahasında
toplanmış görünen enerjileri, eğer kullarırrsa ne zaman doğal bir bi­
çimde kullanacağını açığa kavuşturmaya hizmet eder. Toplumun
benlik saplantısı konusundaki çağdaş yazının büyük bölümü bu
saplantının insanların birbirlerine karşı açık olmalarını engellediği-
ni ve hepimizin sanatsız sanatçılar olduğumuzu ilan etmektedir. Pe-
ki ama, mahrem saplantıların aşındırdığı sanat neyin nesidir?
Yöntem sorunuyla, güdük ifade sorunu arasında ilişki vardır.
Kendine dönüklük içinde israf edilen beceri oyun oynama becerisi­
dir ve oyunda başarılı olmanın şartı da yabancılardan oluşan bir iz­
leyici topluluğunun varlığıdır, fakat aynı oyun mahrem kişiler ara­
sında anlamsız hatta yıkıcı olmaktadır. Tavırlar, görenekler ve ritü­
Kamusal ve özeJ yaşam arasındaki dengenin değişmekte oluşu mo­ el jestlerle oynama, kamusal ilişkileri oluşturan ve kamusal ilişkile­
dern toplum üzerinde çalışan pek çok yazarın ilgisini çekmiş, ama rin duygusal anlamlarının türetildiği kaynaktır. Toplumsal koşullar
aynı zamanda onları şaşırtmıştır. Bu şaşkınlık iki türlü olmuştur. kamusal alanı aşındırdığı ölçüde, insanların oynama kapasitesini
Konunun genişliği şeklinin belirlenmesini güçleştirir. Söz konu­ kullanımı da rutin olarak engellenir. Mahrem bir toplumun üyeleri,
su olan, şehirlerdeki kamusal mekfuıların erozyonu, siyasal söyle­ sanattan mahrum sanatçılar haline gelirler. Bu oynama tarzları "rol­
min psikolojik terimlere tercüme edilmesi, sahne sanatçılarının ka­ ler"dir. Şu halde, modern kültürde kamusal ve özel arasındaki kay­
musal kişilikler olarak özel bir statüye yükseltilmeleri, kişidışılığın mayı anlamanın bir yöntemi, bu kamusal "roller" deki tarihsel deği­
kendisinin ahlfilci bir kötülük olarak yaftalanması gibi çok çeşitli şimleri araştırmak olacaktır. Kitabımızın yöntemi de budur.
meselelerdir. Ne gibi bir özgül deneyimin ve ne türden "veriler"in Toplumsal analiz günümüzde bir dil kargaşası içinde yürütüldü­
genel temaya ilişkin olduğunu bilmemizin zorluğu da aynı sorunun ğünden, modern kültürde toplumsal ve psikolojik taleplerin denge­
bir diğer yanıdır. Örneğin sağduyu, toplumsal merkezler olarak şe­ sizliğini anlamak için bugün revaçta olan bazı fikirleri açığa kavuş­
hir sokaklarının ve meydanlarının yerlerini banliyölerdeki oturma turarak başlamak yararlı olabilir. Doğrudan doğruya bu sorurıla uğ-
raşanlar çok farklı ilci kampa ayrılıyorlar: Kampın birinde, kendini !ine gelir ve o insan kendini o kadar az ifade edebilir. Kendine dö­
psikolojilc yaklaşıma kaptırmış bir toplumun ahlfilci durumuyla ilgi­ nüklük koşullarında benliğin anlık açılımları şekilsizleşir. "Bakın
lenen yazarlar, diğerinde de bu değişimin tarihsel kaynaklarını hissediyorum", bariz bir biçimde narsisizmdir, ancak Trilling, "Sa­
Marksçı geleneğin terimlerini kullanarak açıklamaya çalışanlar yer na yalnızca hissetme çabamı gösterebilirim" şeklindeki o kadar ba­
almaktadır. riz olmayan formülün de aynı itkiye bağlı olduğunu aynmsamışnr.
Ahliikçılar her ne kadar bu tarihsel dengesizliğin yol açtığı insa­ David Riesman'ın Yalnız Kalabalık'taki argümanı karşı uca sav­
ni ifade sorunları ile daha çok ilgilenmişlerse de, asıl meseleleri rulmuş olsa da, bu tarihsel değişimle ilgili meseleleri kavrayış tarzı
herhangi bir toplumun yaratıcı potansiyelleri hakkında bir teoriden Lionel Trilling'le neredeyse aynıdır. (Daha az tanınsa da eşdeğerde
çok, özellikle insanların ne zaman kendi duygularını ifade etme önem taşıyan eğitim sosyolojisi üzerine olan yapıtı ile Trilling'in
derdine düşseler ifade edemedikleri şeklindeki modern paradoks ol- tummuna yaklaşmıştır.) Ya/mz Kalabalık ile yetişen Amerikan ku-
.J.Q_ muştur. Bu paradoks, Alman sosyolog Theodor Adorno'nun Sahici­ şağı yazarın niyetlerini yanlış yorumlamaya yatkındı. Onlar yazarın K
F4 /iğin Dili adlı yapıtının, hakikat-olarak-öznelliğe karşı bir dizi Amerilcan toplumundaki iç yönelimli ve özel ihtiyaçlara dönük Pro­
Fransız psikanalistin başı çektiği saldırıların ve en son olarak da bu testan kültürünün yerine, insanlardan başkalarının ihtiyaçları ve ar­
çıkışların en güçlüsü olan Lionel Trilling'in son yazılarının konu­ zularına daha fazla açıklık beklenen bir kültürü koyma eğilimini
suydu. tenkit ettiğini sanıyorlardı. Gerçekten de tüm zorluklarına karşın
Trilling, yaşamının sonlarına doğru modern kültürde "sınırsız" Riesman, öteki-yönelimliliğin Amerilcan yaşamı için, hatta aynı yo-
bir benliğe duyulan inanç üzerine yazmaya başlamıştı. Bu çalışma­ lu izlerse Avrupa toplumu için de iyiye doğru bir değişim olacağını
ların ilki olan İçtenlik ve Sahici!ik'te Trilling, kendini ifşa etmenin düşünüyordu. Riesınan'ın değerlerinin yanlış anlaşılması okurları-
bir ifade etme edimi anlamına gelmediğini göstermeye çalışıyordu. nın içinde yaşadıkları kültürün mantıki bir sonucuydu, zira söz ko­
Sorguladığı konu özellikle dilde bu gerçeği somutlayan bir deği- ', nusu kuşak, bomboş bir toplumsal dünyadan kaçmak ve o dünyayı
şimdi ki, söz konusu değişim 19. yüzyıldan önce konuşulan kişisel ' kınamak için psikolojik yaşamdan yararlanma arzusu duyan bir ku­
içtenlik dilinden, 19. yüzyıldan sonra konuşulan bireysel sahicilik şaktı. Bir eylemden önce "kafa kafaya vermeye" aynı değeri biçen
diline bir kaymaydı. Trilling, içtenlilc ile kişinin özel alanda hisset­ !960'lar kuşağının ne bu bomboş dünyayı kınamaları ne de ardın-
tiklerinin kamu içinde açığa vurulmasını; sahicililc ile de bir kişinin dan o dünyaya isyan etmeleri egemen kültüre bir meydan okuma
kendi hissetme çabalarını doğrudan bir başkasına açık etmesini kas­ sayılabilirdi; aksine, farkında olmadan, boş bir kamusal alan ile üs­
tediyordu. Sahicilik tarzları, kamusal ile özel arasındaki farkları sil­ tesinden gelemeyeceği sorumluluklarla aşırı yüklenmiş bir malırem
mektedir. İnsanlığın başka bir kişi hakkında duyulan yaralayıcı alan arasındaki dengesizliği pekiştirmişti bu kınama ve isyanlar.
duyguları ondan gizlemek demek olabileceği ve olduğundan farklı Riesman'ın yapıtının önemi sadece yanlış anlaşılmasından kay­
görünerek duygularını bastırmanın ahlil.ki bir ifade olduğuna ilişkin naklanmıyor kuşkusuz. Aynca, Riesman'ın tarihsel bir hareketin
fikirler, sahiciliğin koruması altında anlamlı olmaktan çıkarlar. Bu- , seyrini yanlış yorumlaması da söz konusu değildir, zira onun öteki
nun yerine, kendini açığa vurmak inanırlığın ve hakikatin evrensel yönelimli toplumundan iç yönelimli bir topluma doğru bir gidiş ol­
ölçütü haline gelir. Peki ama başkasına kendini ifşa ederken açığa muştur gerçekten de. Riesman'ın başarısı, bu genel ve çok yönlü
vurulan nedir? Bu noktada Trilling, edebi metinlerin analizi ve her sorun için sosyopsikolojik bir dil yaratmış olmasıdır. Dahası, mah­
şeyden önce de Sartıe'ın eleştirisi yoluyla, bizim psilcolojik anlam­ rem yaşama aşırı ağırlık verilmesinden ve bunun benlikleri konu­
da "narsisizm" kavramıyla ifade ettiğimiz bir fikre ulaşır. Kişi his­ sunda saplantılı insanların ifade gücünü etkilemesinden kaygı du­
sedilen şeyin nesnel içeriğinden çok gerçekten hissedebilme üzerin­ yanların neden toplumsal düşüncenin belirli bir geleneğine ait ol­
de ne kadar yoğunlaşırsa, öznellik o kadar kendi içinde bir amaç ha- duklarını ilk kez ortaya koyan Riesman'dı. Bu gelenek, 19. yüzyıl-
da Alexis de Tocqueville'in yapıtlarıyla kurulmuş olan gelenektir. Dünya Savaşı'ndan sonra Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü
Tocqueville bu modem eleştirel bakışı ilkinden beş yıl sonra ya-·. (Frankfurt Okulu) üyelerinin çalışmalarında somutlanır. Savaş ön-
yımlanan Amerika' da Demokrasi adlı yapıtının ikinci cildinde baş- cesi günlerde, Enstitü üyeleri, özellikle Theodor Adomo, hem gün-
latır. Birinci cilt, eşitlikle özdeşleştirilen demokrasinin, yönetici ço- lük yaşantı düzeyinde hem de Hegel'inkiler gibi daha felsefi nos-
ğunluğun azınlıkları ve muhalifleri baskı altına alması tehlikesiyle. yanlar açısından, duyguların sahiciliği kavranıına ilişkin büyük
karşı karşıya olduğunu tespit ediyordu. İkinci ciltte ise politikadan.· çaplı analizlere girişmişti. Savaştan sonra da Jurgen Habermas ve
çok eşitliğin mevcut olduğu günlük yaşam koşullan ve muhalifle-. Helmut Plessner gibi daha genç üyeler bu çalışmaları "kamu" ve
rin bastırılması tehlikesinin yerini alan daha karmaşık ve farklı bir . "özel" sözcüklerinin anlamlarındaki değişim açısından yürüttüler.
tehlike vurgulanıyordu. Tehlikeler artık yurttaş kitlesinin düşmanla, Habermas, insanların toplumsal yaşanıın kamusal boyutları hakkın­
rından. değil, kendi içinden gelmektedir. Tocquevi!le kaba eşitlik] da neler düşündüklerini ortaya çıkarabilmek için kanaat araştırma-
_g_ koşullarında, yaşamın mahrem alanlarının giderek artan bir öneıııt lan yürüttü. Plessner ise kamusal ve özel arasındaki ağırlık değiş- 21-
kazanacağına inanıyordu. Kamu, kişinin kendisi gibi olan·• inesini şehrin karakterindeki değişinılere bağladı. Bu genç kuşak,
başkalarından ibaret olduğu için, kamusal sorunlar, ortak çıkarları.ı Adomo ve Max Horkheimer'ın psikolojik derinliğinden bir miktar
(örneğin eşitlik) gözetecek devlet görevlilerinin ve bürokratların ek uzaklaşarak daha "ekonomik" bir yaklaşımı önemsediler. Kuşkusuz
!erine bırakılabilirdi. Böylece, yaşamda uğraş verilecek sorunlar' , buradaki ekonomi, yaşam araçlarının üretimi olarak geniş anlamıy­
daha da psikolojik bir karaktere bürünecekti; çünkü devlete güven · ;( la anlaşılan ekonomidir. Bunu yaparken de, Marx'ın burjuva ide­
olojisindeki "özelleşme" üzerine; yani modem kapitalizmin kişisel
duyan yurttaşlar malırem alan dışında olup bitenle ilgilerini kese- il
ceklerdi. Peki, sonuçta ne olacaktı? d•c olmayan piyasa koşullarında çalışan insanlar için geliştirdiği, işle-
Tocqueville bunun ikili bir sıkıştırma olduğunu düşündü. İnsan-; :İ rine aktaramadıkları hislerini aile ve çocuk yetiştirme alanına akta­
ların gönüllü olarak atılacakları duygusal risk .derecesi giderek aza,· ;ı rarak telafi etıne eğilimi üzerine yazdıklarına dayandılar. 1
lacaktı. Hırslı olacaklar, ama asla büyük tutkular beslemeyecekler ';.
ve bu tutkuların esiri olmayacaklardı; çünkü tutku ınalıreın yaşamın
Sonuçta ortaya çıkan, "özelleşme"nin terminolojisindeki olağa­
l'•. · nüstü arılaşmaydı; ama bu yazarlar, özellikle de Plessner bunun
1
y
istikrarını tehdit ederdi. İkincisi, benliğin tatınini son derece güçle-· ·� karşılığında ağır bir bedel ödediler. Marksist ortodoksiye yaklaştık­
şecekti; nedeni de, Tocqueville'e göre, herhangi bir duygusal ilişki, �· ça, betimledikleri illetler daha da tek boyutlu hale geldi: İnsan, ken­
bireyciliğin varacağı "ifadesiz yalnızlığın" değil, toplumsal ilişkiler ı; di özyıkıcılık eğilimleri ve ifade eksiklikleri yıkıcı bir sistem tara­
· · ·,;. fından pekiştirilen bir yaratık değil, bizzat kendi duygularına içsel-
ağının bir parçası olarak algılanırsa ancak anlamlı olabilirdi.
Tocqueville geleneğini izleyen günümüz yazarlarının çok azı bu ·; leştirdiği korkunç bir sistemin pençesinde kıvranan, yabancılaşmış
geleneğin genetik temelini, yani "Psişik illetler eşitlik koşullarının .�- bir yaratık haline geldi. Katıksız bir kurban edilme dili oluştu. Ka­
var olduğu bir toplumun ürünüdür" görüşünü kabul eder. Ne Tril- '· tıksız kurban kaderin sillelerinin pasif bir muhatabı olduğundan,
ling'in ne de Riesman'ın yapıtlarında malırem bakış açısına eşitli- gerçek kurban edilişin tüm karmaşıklığı ve özellikle de Tocquevil-
ğin "neden olduğu" söylenir. Eşitlik değilse, nedir o halde? İşte, ah- le yanlısı okul yazarlarının fark etıniş oldukları kişinin kendi aşağı:
la.ki içgörüsünün bütünselliğine ve mahremiyetin yarattığı ifade tı- laruşına aktif katılımı ortadan silinmişti.
kanıklığı hakkında duyduğu insancıl kaygısına rağmen modem � Bu okullardan her biri ötekinde olmayan bir güce sahiptir. İlkin-
çağda bu okulun karşısına dikilen zorluk da buradadır. · ; de bir anlatım gücü ve mahrem görüş olgularını kavrama özelliği
Mahremiyet düşüncesine ilişkin ikinci modem yaklaşım gerçek- f
· var; ikincisinde, bu olguların nasıl oluştuğuna ilişkin, her ne kadar
ten de bu nedenleri ele alıyordu ve sonuçta ortaya çıkan alıliiki ve 'i Marksist "özelleşme" konusuna daraltılmış olsa da gelişkin bir dil
psikolojik karmaşayla pek ilgilenıniyordu. Bu yaklaşım, İkinci •; vardır. Bununla beraber birinci okul, kendine dönüklük sorununun
arkasında çok daha temel bir sorunun yattığına inanmaktadır. İn­ !arın nasıl davrandıklarının tüm bu kataloglaştınlmasının ötesinde,
sanların ifade potansiyelinin bir dizi toplumsal koşul tarafından teş­ "duruma uygun" davranışa ne değer biçtikleri sorusu vardır. İnanç
vik edilebileceğini, ama aynı zamanda bu koşulların kişinin kendi ve davranış kodları bir araya gelerek bir rolü oluşturur ve rollerin
özyıkıcı güdülerini de destekleyebileceğini düşünüyorlar. Frankfurt tarihsel açıdan incelenmesini bu derece güçleştiren tam da budur iş­
Okulu'nun genç kuşağı, bu gizli soruna, modern toplumun hastalık- z, te. Çünkü kimi zaman yeni davranış modelleri eski inanç kodları ile
!arının yabancılaşma, kişiliksizleşme ve bunun gibi bildik tüm fela­ yorumlanmaya devam ederken, kimi zaman da aynı türden bir dav­
ket klişeleriyle dile getirilmesine karşı giderek duyarsızlaştı. ranış, insanlar onun anlamıyla ilgili yepyeni tanımlara ulaşmış ol­
Bu sorunların üstesinden gelebilmek, hem konuya tarihsel yak­ salar bile, varlığını normalden uzıın sürdürecektir.
laşabilmek hem de tarihsel sonuçların karmaşıklığına duyarlı ola­ Roller özel türden inançlar gerektirir. Böylesi bir inancı, "ide­
bilınek, aynı anda hem bir yöntemi hem de bir teoriyi gerektirir. oloji" ve "değer" gibi birbiriyle bağlantılı iki sözcükten ayırarak
2'L Toplumbilimciler sıklıkla, sanki bir yöntem kişiyi belli bir hedefe bunu görebiliriz. İnanç ideolojiden basit bir şekilde ayrılabilir. "İş- 25_
ulaştıran tarafsız bir araçmış, sanki bilimle uğraşanlar bir soruna çiler sistem tarafından kazıklanıyor" ifadesi ideolojik bir ifadedir.
belli bir teoriyi "uyarlarmış" gibi yazarak hem kendilerini hem de Böyle ideolojik bir ifade, verili bir dizi toplumsal koşul açısından,
başkalarını yanıltırlar. Biz kamusal rollerin aşınmasını incelerken, mantıklı olsun ya da olmasın, bir idrak [cognition) işidir. İdeoloji,
aynı zamanda konumuza ilişkin bir teori de olan bir araştırma tarzı onu savunan kişinin davranışına bilinçli olarak katıldığı noktada
benimsiyoruz. Yani, bize göre konu gözle görülebilenden çok daha inanca dönüşür. İdeoloji sıklıkla inanç ile karıştırılır, Çünkü idrak
fazlasını, insanların kendilerini birbirlerine güçlü bir biçimde ifade düşünce ile kanştınlınaktadır. "Seni seviyorum" dilin bir parçası
edebildikleri koşulların ne olduğu yolundaki gizli soruyu barındırı­ olarak tutarlı bir idrak ifadesidir; inanılır olup olmadığı ise onun
yor. tam bir cümle olması, uygun bir anda birisi tarafından bir diğerine
söylenmiş olması ve benzeri dışında başka faktörlere bağlıdır.
İnsanların toplumsal yaşam hakkındaki kanaatlerinin çoğu hiç­
A. ROLLER bir zaman davranışlarına yansımaz ya da davr�larını fazla etki­
lemez. Bu pasif türdeki ideoloji sıklıkla modem kamuoyu yoklama­
Bir "rol" genellikle bazı durumlar için uygun olurken bazıları için larında kendini gösterir. İnsanlar arıket yapan kişiye kent sorunları
uygun olınayan davranış olarak tanımlanır. Ağlamak genelde "rol" ya da siyahların aşağılık oldukları hakkındaki kanaatlerini söyler­
olarak tanımlanamayan bir davranıştır; ancak bir cenazede ağlamak ler. Anketçi de onların ne hissettiklerine ilişkin doğruyu yakaladığı­
"rol" tanımına girebilir; yani söz konusu duruma has, uygun olan ve nı sanır. Çünkü bu kanaatler ile bilgi veren kişinin sosyal statüsü,
beklenen bir davranıştır. Rollere ilişkin incelemelerin birçoğu, han­ eğitimi ve benzeri şeyleri arasında rasyonel bağlantı kurulabilir. Ve
gi tür davranışın hangi tür duruma uygun olduğunu sıralayan bir ka­ sonra bu kişiler arıketçiye aktardıklarının aksi davranış gösterirler.
talog iken, roller hakkındaki mevcut teoriler de toplumların uygun­ Bunun çarpıcı bir örneği, 1970'!erin başında Amerika' da görüldü:
luk tanımlarını nasd oluşturdukları üzerinedir. Ancak, genellikle bu İşçi sendikası bürokratları Vietnam Savaşı 'na karşı olan protestocu­
kataloglarda gözden kaçan şey rollerin yalnızca insanların mekanik ları "vatansever olmamak"la suçlarken, savaşın sona erdirilmesi
bir şekilde, doğru yer ve zamanda, doğru duygusal belirtileri anın­ için hükümete en büyük baskıyı da onlar yapıyordu. Kanaatleri de­
da sergiledikleri pantomirnler ya da sessiz gösteriler olınadığıdır. ğil de inançları konu alan bir araştırma bu nedenle, eylemlerle bağ­
Roller aynı zamanda, insanların kendi davranışlarını, başkalarının lı olan, somut olarak o eylemleri etkileyen duyguların ve niyetlerin
davranışlarını ve içinde bulundukları durumları hangi şartlarda ve incelenmesidir. Rollere ilişkin inanç kodları biçimsel olarak ideolo­
ne kadar ciddiye aldıkları gibi inanç kodlarının da parçasıdır. İnsan- jinin eylemli kılınması şeklinde tammlanabilir. Bu eylemli kılma
1

1
ise dilsel tutarlılık dayatmaları yoluyla değil, toplumsal koşulların
etkisiyle gelişir.
ı nelde, dünya tiyatrosunun bir tek seyircisinin olduğu ve o seyirci­
nin, yani Tanrı'nın, aşağıda caka satarak kılıktan kılığa giren çocuk­
"Toplumsal değerler" ve "değerler sistemi" ifadeleri sosyal bi· ' larını göklerden kederle seyrettiği düşünülürdü. 18. yüzyılda, dün­
!imlerin gündelik dilin başına sardığı belalardır. İtiraf etmeliyim ki, yadan tiyatro sahnesi olarak söz edilmeye başlandığında, insanlar
"değer"jn ne olduğunu hiçbir zaman anlayamamışımdır. Değer, biri
'
takındıkları tavırlar için yeni bir seyirci düşlemeye başladılar. Bu
"şey" değildir. Eğer insanların toplumsal . dünyalarıru rasyonalizd seyirci artık Tanrı değil birbirleriydi; o kutsal keder yerini günlük
ederken kullandıkları dilden bir parça ise, o zaman ideolojinin bir ' · yaşamda oynanan rollerden, biraz kinik bir tarzda da olsa keyif al­
parçası olarak ele alınmalıdır. Yok eğer "değer", "muteber bir fikir'' maya hazır bir seyirci topluluğu olduğu hissine bıraktı. Toplumla ti­
demeks.e o zaman da tam bir karmaşaya düşeriz. "Özgürlük" yatronun özdeşleştirilmesi daha yakın zamanlara kadar Balzac'ın
"adalet", farklı zamanlarda farklı kişiler için farklı anlamlan olan, İnsanlık Komedyası adlı eseri, Baudelaire, Marın ve ilginçtir, Freud
J:Q... muteber f'ıkirlerdendir; bunları toplumsal değerler olarak tanımla· K
� �anı �.
maJ< kendi başına hangi nedenlerle öyle değerlendirildilderine iliş· Bu kadar çok el değiştirdiği ve bu kadar uzun bir zamana yayıl­
kin hiçbir fikir vermez. dığı düşünülürse, bir tiyatro sahnesi olarak toplum imgesinin tek bir
Demek ki inanç, toplumsal yaşamın mantıksal idrakinin (ideolo, anlamı yoktur tabii ki. Ama değişmeyen üç alılfil<i aruaca hizmet et­
jinin) eylemli kılınması olarak alınacaktır. Bu eylemli kılma, dilsel il miştir. Birirtcisi, toplumsal yaşamın temel sorunları arasına yanılsa­
tutarlılık kura!larırun dışında gelişir; "değer" terimi de yeterince :i ma ve aldanmayı katması; ikincisi, insan doğasuu toplumsal eylem­
açık olmayan bir terim olduğundan terk edilecektir. Dahası, rollere fi den ayırmasıdır. Bir aktör olarak insan inanç doğurur; icra arunın ve
ilişkin inançlar, ne Tann' nın doğasında ne de insanın fizyolojik olu- ;: koşullarının 'dışında o inanç belki de doğmayacaktır. Bu nedenle
şumunda odaklanır; özgül davraruş edimlerine bağlıdırlar. Bu ı, inanç ve yanılsama bu toplum imgesi içinde birbirlerine bağlıdır.
inançlar, bir kişinin kırlarda yürürken içinden gelerek dua ederken Benzer şekilde, oynadığı herhangi bir role bakarak bir aktörün do­
değil de kilisede dua ederken neler hissettiğiyle ilgilidir. O kişinin, ğasını çıkarabilmek olanaksızdır. Başka bir oyun ve sahnede tama­
ne tür bir cerrahi müdahalenin bedenini öldürücü bir sıvıdan kurla· men farklı bir kılıkta ortaya çıkabilir; öyleyse, toplum tiyatrosunda
rabileceğine ilişkin yaklaşımı ile cerrahi üzerine genel görüşleri insan doğasını eylemlerden çıkarsamak nasıl olanaklıdır?
farklı türde inançlardır. Tann'ya duyulan genel inanç ile O'na kili· Üçüncüsü ve en önemlisi, ıheatrum mundi imgeleri insanların
sede dua ederken duyulan inanç arasında hiçbir mantıksal farklılık günlük yaşamda icra ettikleri sanata dair resimlerdir. İşte bu sanat
olmayabileceğini öne sürmek akla yatkındır; doğrudur, hiçbir fark oyunculuk sanatıdır ve onu icra eden insanlar da "rol" yapmaktadır­
olmayabilir, ama olabilir de. Tek tek durumlar üzerinde durarak, lar. Balzac gibi bir yazar için bu roller insanların farklı durumlarda
inancın eylemle ilişkisinden ne gibi inanç farklarının türediğini in· takmak zorunda oldukları çeşitli maskelerdir. İnsanlığın sorunlarını
celemek olanaklıdır ve bu farklar "dünya görüşleri", "kültürel zih· bir tür comedie olarak algılayan başka yazarlar için olduğu kadar
niyetler'' vb. şeyleri araştıranların gözünden kaçabilir. Balzac için de maskelerden ibaret bir yaratık olarak insan, ne insan
Sosyologlarca pek anımsanmasa bile rollerle ilgili çalışmaların doğasının ne de tek bir ahliik tarumırun hiçbir biçimde davranıştan
Batı düşüncesinde çok eski bir geçmişi vardır.. Toplumla ilintili en . çıkarılamayacağı düşüncesine mükemmelen uyar.
eski Batılı düşüncelerden biri, bizatihi toplumun bir tiyatro sahnesi Modern sosyologlar, kaba bir biçimde "duruma özgü davranış"
olarak görülmesidir. Bir theatrunı mundi geleneği vardır. Platon'un olarak tanımladıkları maskelerle giderek daha çok ilgilenmeye baş­
Yasalar adlı eserinde insan yaşamı tannlar tarafından sahneye ko· i ladıkça, klasik alıliiki kaygıların silinmiş olması ironik bir durum­
nan bir kukla gösterisiydi; Petronius'un eseri Satyricon'un ana te· ': dur. Belki de bu, bilgi alanında uğranılan basit bir yenilgiydi. Rol
ması '.�
e.hr tiyatro olarak toplumdu. Hıristiyanlık zamanında, ge· !' analistleri çoğu zaman, sanki "bilim öncesi" çağda benzer fikirler

.
1
t
bilinmiyormuş gibi yazarlar. Belki de toplumun "bilimcileri" insan 1 rübe kazanmazlar.
davranışının ve insan ahlfilGnın bir şekilde farklı olduğuna ve bili- ıf:ı'i Böylesi durumlarda kazanılan tecrübeyi dikka
te almama pahası-
de durulm ası, ahli\k!a
min yalnızca bunların ilkine hitap ettiğine inanma eğilimindedirler. ıı na, rollerdeki durağan davranış öğesi üzerin
n temel bir ahlilk i varsayı­
Ancak, sanıyorum, modern sosyologların theaırum mundi geleneği ilgisizmiş gibi görünen bu araştırmanı
de bağlılık öğesine pek yer
çerçevesinde yol açtıkları bu görüş zayıflaması ve zemin daralma-
(1 . mından kaynaklanır. Söz konusu roller
al dışı karakterler hariç, çe-
sında rol oynayan başka bir etken daha vardır. Bu etken de kamu- yoktur. Sakatlar ve çılgınlar gibi norm
ya çok az rastl"'1ır. Ashnda:
sal ve özel yaşamın ağırlıklarındaki kaymayla ilgilidir ve önde ge- şitli rollerden oyuncular arasında duygn
Goffm� bıi rolün kişılerını
len çağdaş rol analisti Erving Goffman'ın yapıtında tüm çıplaklı­ belli bir rol acı çekmeyi gerektiriyorsa,
aksine "durmaksızın kıvrn-
ğıyla gözler önüne serilıniştir. toplumsal koşullarına kafa tutamayan,
un asli tanımına [controllıng
Goffman insanlık durumlarını Shetland Adalan'ndaki çiftçiler- nan, dönen ve kıvrılan birey; durum
.2L den ruh hastalarına, fiziksel deformasyona uğramış insanların so­ tığında bile..... bir hokkabaz .52..
definition] uygun olarak kendini bırak
olan..... bireyler'.' olarak an-
runlarına kadar geniş bir yelpazede araşttrmış; şehirlerdeki trarık ve sentezci, bir uzlaştırıcı ve yatıştırıcı
düzenlemelerini, reklamları, kumarhaneleri ve ameliyathiıneleri in­ latır.
abazlık, deneY,irni karma-
celemiştir. Goffman, insanlar arası etkileşimlerin oluşmasında as­ "Asli tanımlar" sabit olduğu için hokk
le Goffman okıiiu yazarları
lında büyük payı olan küçük parçalan ve alışverişleri gözden kaçır­ şık hale getiren şeydir. Bir başka deyiş
n konusunu oluştu�an �o­
mayan, son derece zeki ve duyarlı bir gözlemcidir. Çalışmasındaki genel bir toplum teorisi yerine, bu kitabı
sergiliyorlar; yanı, yogun
zorluklar tüm gözlemlerini teorik bir sisteme dökme çabasına girdi­ dern hastalı aın temel belirtilerinden birini
ğinde ortaya çıkar. ,;;
duygnlar y atacak toplumsal ilişkileri
tasavvur etme yeteneksizli­
"uzlaşarak" ve "yatıştıra­
Goffman'ın ilgi alanına giren "salınelerin" her biri sabit bir du­ ği ya da insanların ancak geri çekilerek,
verdikleri bir kamusal ya­
rumdur. O salıne nasıl oluşmuştur, salınede rol alanlar salıneyi ha­ rak" davrandıkları ve davranışlarına yön
reketleriyle nasıl değiştirirler, hatta her bir sahne toplumda var olan şam tasavvuru.
daha etkin tarihsel güçler nedeniyle nasıl ortaya çıkabiliyor ya da
ortadan kaybolabiliyor; Goffman bu sorularla ilgilenmez. Kitapla­
rındaki durağan, tarihsiz salıneler toplumu, insani ilişkilerde insan­
B . KAMUSAL ROLLER
ların hep bir denge durumu kurma peşinde olduklarına, hareketleri­
ler, giderek birer ifade me­
ni karşılıklı olarak dengeleyerek beklentileri bilinir kılan bir istik­ Nasıl oldu da rol yapmaya ilişkin terim
ızlaştırılmalan ve yatıştırıl­
rar noktası yaratana kadar birbirleriyle alışverişte bulunduklarına selesi olmaktan çıkarak insanların tarafs
k için öncelikle theaırurn
ilişkin inancından doğmaktadır; dengeli hareketler verili bir duru­ maları meselesine dönüştü? Soruyu açma
rnuııdi klasik okulu kapsamındaki ahliiki sorun
u, özellikle de rol
ma ait "roller"dir. Bu yaklaşımda hakikat unsuru yitmiştir; çünkü
rollerini hisseder�k oy­
Goffman bu düzenlemelere müdahale edebilen kopmalara, düzen­ yapmanın ifade edici olduğuna, insanların
şeyler kazandıklarına ılışkin
sizliklere ve değişimlere karşı sağırdır, aslında ilgilenmez onlarla. nadıklarında bir aktörün gücünden bir
lar rollerini oynadıkları sı­
İşte size, sahnelerden oluşan ama hiçbir olay örgüsü taşımayan bir inancı ele almak gerek. Peki ama, insan
toplum manzarası. Böyle bir sosyolojide olay örgüsü ve tarihe yer rada, tutkularına ne oluyor?
duyulan inanç ile gö­
olmadığından, terimin tiyatro dilindeki anlamıyla karakterler de Tiyatroda, aktörün canlandırdığı karaktere
ıklı bir bağlantı- vardır.
yoktur; çünkü eylemleri insanların yaşamlarında hiçbir değişikliğe reneklere duyulan inanç arasında karşıl
edecekse şayet, göreneklere
yol açmaz, ortada olan sonu gelınez uyarlamalardan başka bir şey Oyun, poz ve rol; bunlar bir şey ifade
sal yaşamın en iyi ifade
değildir. Goffman'ın dünyasında, insanlar bir şeyler yapar ama tec- inanmak gerek. Görenek tek başına kamu
aracıdır. Ancak, neyin inanılır olacağını ma!ırem ilişkilerin belirle­ de istisnadırlar; çünkü işin erbapları belli bir dönemde gelişen yük­
diği bir :gağda görenekler, düzenler ve kurallar yalnızca kendini sek sanatın toplum içinde ancak çok seçkin bir kesimle ilişkili ol­
başkasııia açmanın önünde durur; bunlar malırem ifadenin engelle­ duğunu söylemektedirler.
ridir. Kamusal ve ma!ırem yaşam arasındaki dengesizlik büyüdük­ Yüzyılımızda sanatı bir bütün olarak toplumla ilişkili görmeye
çe insanlar kendilerini daha az ifade ederler. İnsanlar psikolojik sa­ başlayanlar, doğal olarak antropologlar olınuşlardır. Ancak bu iliş-
hiciliğe önem vererek günlük yaşamda sanatla bağlarını yitiriyorlar, ki antropoloji dışında da popüler olunca, sanat anlayışı karşıt yön-
çünkü aktörün temel yaratıcı gücünü kullanmakta, benliğin dışa dö­ de bir tür züppeliğe batarak bayağılaştı. El sanatlarından oluşan ve
nük imgelerine duygu yükleyip onlarla oynamakta yetersiz kalıyor­ genellikle antropologlar tarafından gerçek estetik üretim olarak cid­
lar: Böylelikle biz de hipotezimize ulaşmış oluyoruz: Teatrallik, diye alınan bir halkın sanatından, sadece sınırlı sayıda bir grup sa-
malıremiyetle kendine has, düşmanca bir ilişki içindedir; teatrallik nat yapıtının toplumun bütününe hitap edebildiği "halk sanatı"na,
.!!!L kamusal yaşamla aynı şekilde kendine has, ama dostça bir ilişki "medya"ya gelinmiştir. Medya, kendini ifade yönünde herhangi bir J!.L
içindedir. bilinçli çabanın yerine daha tarafsız ve işlevsel iletişim nosyonunun
Yabancılardan oluşan bir seyirci topluluğonun bir tiyatro ya da geçtiği "halk sanatı"nın ürünüdür. "Araç mesajdır" deyişi ancak
müzikholdeki deneyimleri onların sokaktaki deneyimleri ile ne şe­ ifadenin kendisi bir mesaj akışına indirgendiğinde anlamlı olur. Ge­
kilde karşılaştırılabilir? Her iki alanda da ifade etme eylemi görece nelde, toplumla kurulan ilişki genişledikçe, bu ilişkiyi meşru kılan
bir yabancılar ortamında vuku bulur. Güçlü kamusal yaşam süren sanat çoğu zaman zayıflamaktadır; ciddi sanat ve toplumsal yaşam
bir toplumda sahne ve sokak arasınd.a benzerlikler olması gerektir; 19. yüzyıldaki kadar birbirlerinden kopuktur, yalnızca terimler ters-
her iki alanda da insanların kendilerini ifade etme biçimlerinde kar­ yüz olınuştur.
şılaştırılabilecek bir şeyler olmalıdır. Kamusal yaşam zayıfladıkça Bu yüzden, sahne sanatlarıyla toplumsal ilişkiler arasında bağ
bu benzerlikler de silinecektir. Sahne ve sokak arasındaki bu· ilişki­ kurmaya çalışan kişi en azından, ciddi, gerçek ve hakiki sanatın
yi incelemek için en uygun mekfuı büyük şehirdir. Yabancıların ka­ toplumda yaygın bir durumu anlamakta yardımcı olabileceği görü­
labalıklar içinde yaşamasının en belirgin olduğu ve aralarındaki şüne açık olınalıdır. Neden sonuç söyleminden uzak durmak da eşit
ilişkilerin de özel önem kazandığı ortam şehir ortamıdır. Özetle, ka� derecede önemlidir. Örneğin, 1750'deki Paris sahne kostümleri ile
musal ve malırem yaşamlar arasındaki ağırlığın değişmesi konusu, Paris sokaklarında giyilen elbiseler benzerlik taşıyordu. Anlamsız
kişisel olınayan, burjuva, seküler bir topluma dayalı modem kamu- · bir çaba ile hangisinin diğerini belirlediğini araştırmak yerine, ev
sal yaşamın ilk kez kök saldığı mekfuıda yani kozmopoliste, sokak­ için uygun olduğu düşünülen giysilerden epeyce farklı olan sahne
taki ve sahnedeki rollerin değişiminin karşılaştırmalı ve tarihsel in­ kostümleri ve sokakta giyilen elbiseler arasındaki benzerliklerin ka­
celemesiyle aydınlatılmalıdır. mu alanındaki beden imgeleri hakkında bize neler anlattığını araş­
Sahne· sanatlarındaki inandırıcılığı sokaktaki inandırıcılıkla kar­ tırmak daha değerlidir. 19. yüzyılda sahne kostümleri ve sokak giy­
şılaştırmak tedirginlik yaratacaktır; çünkü bu, sanatla toplumu yan . sileri ayrışmaya başladığında, ·kamuda bedene ilişkin yaklaşımda
yana getirmek demektir ki 19. yüzyıldan bu yana tedirgin edici bir da bir değişiklik oluşuyordu ve bu değişimin boyutları, söz konusu
eşleştirmedir bu. 19. yüzyıl sonlarında tarihçiler sanatı toplumsal ayrışma üzerine de çalışarak incelenebilir.
yaşamı incelemede araç olarak kullandıkları zaman, genellikle sa­
natçıları korumaları altına alanlar ve çağın önde gelen kişileri gibi
dar bir elit kesimin yaşamlarından söz ederlerdi. Toplumu bütünüy­
le anlayabilmek için. sanatı anahtar olarak gören Matthew Amold ve
Jakob B urckhardt aklımıza gelebilir, ama bunlar kendi dönemlerin-
C. ŞEHİRLERDE KAMUSAL ROLLER lamalarına ve iddialarına tanık olan insanlar genellikle o kimsenin
geçmişi hakkında hiçbir bilgiye sahip değildirler ve benzer hareket­
Neden-sonuç, etki-tepki vb. kavramlar kamusal yaşam
ile sahne sa­ lere, açıklamalara ve iddialara ilişkin geçmiş deneyimleri de yoktur.
natları arasındaki ilişkiyi anlatmak için yetersiz kalsala
r da, sahne Şu halde, buradaki seyirci açısından, belli bir kişiyle ilgili deneyi­
ve sokak arasında mantıksal bir ilişki vardır. Bu ilişkiyi
dört bölüm­ mine ait olmayan bir ölçüye dayanarak, o kişinin verili durumda
de ele alabiliriz: İlk olarak, tiyatronun genelde toplum
ile değil, çok inanılır olup olmadığı konusunda bir yargıya ulaşmak son derece
özel bir toplum türüyle, yani büyük şehirle ortak bir
meselesi var­ güçtür. İnancın dayanağı olan bilgi o anda var olan durumla sınırlı
dır. Seyirci meselesidir bu; özgül olarak, yabancılardan
oluşan bir bir bilgidir. Bu nedenle, inancın oluşması, bizzat o durumun içinde
ortamda bir kişinin kendi görüntüsünü nasıl inandırıcı
kılacağı me­ kişinin nasıl davrandığı, konuşmaları, jestleri, hareketleri, giysileri
selesi. İkincisi, bir şehirde yabancılar karşısında görünü
mleri inam- ve dinleme tarzına bağlıdır. İki kişi bir akşam yemeğinde karşılaşır-
..§2.. lır kılmanın kuralları ortaya çıkabilir ki, bu kurallar o
dönemde sah­ lar; biri ötekine haftalardır depresyonda olduğundan söz eder. Bu- M
neye verilen tepkileri düzenleyen kurallarla bir içerik
sürekliliği ta­ rada seyirci konumunda olan dinleyicinin bu tür ifadelerin doğru­
şır. Böylece seyirci her iki alanda da ortak bir rol
oynayabilir. luğu hakkında yalnızca yabancının depresyon duygusunu nasıl can­
Üçüncü olarak, ortak bir seyirci meselesi ortak bir inanılır
lık kodu landırdığına bakarak bir fikir edinebilmesi ölçüsünde, böylesi gö-
yoluyla çözülebildiği oranda, bir kamusal coğrafya
yaratılır. Bu, •
rüntüler de o kadar "kentli" bir nitelik taşırlar. Şehir, ):ıunun gibi
iki kamusallık ölçütüne göre olur: Yakın çevreler ve
kişisel bağlar 1 canlandırma sorunlarının rutin olarak yaşanacağı bir yerleşim biri­
dışındaki dünya bilinçli olarak tanımlanmış hale gelir
ve bu ortak midir.
kod yardımıyla çeşitli toplumsal ortamlarda ve yabanc
ı gruplar ara­ Şehirde imkansız olan şey tiyatroda izin verilmez glan şeydir.
sında davranışlar rahatlar. Dördüncüsü, bu kamusal coğrafy
a var ol­ Seyirci, oyuncunun özel yaşamı hakkında ne bilirse bilsin, bildikle­
duğu ölçüde, toplumsal ifade her bir benlik için mevcu
t ve somut ri onun sahnede yaptığına inanması için yetersiz kalacaktır. Bir ak­
olan duygunun öteki insanlara yeniden takdimi olarak
değil, kendi törün yerinde barış çağrılarına imza atmış olması onu bir Coriola­
içlerinde ve kendiliklerinden anlamlı olan duyguların
başkalarına nus rolünde ciddiye alabilmemiz için tek başına yeterli değildir. Ya
takdimi olarak anlaşılacaktır. Buraya kadar dört tip yapılanmadan
da kendi özel gönül işlerini teşhir ettiğinde, bir tek bu hareketi onu
söz edildi: seyirciler, inancın kurallarındaki sürekli
lik, kamusal güvenilir bir Romeo yapmaz. Bir zamanlar "yıldız kişilikler" olma
coğrafya ve ifadenin yapılanması. Bu soyut mantık
sal ilişkiler dizi­ statülerinin rüzgfuıyla yol alan kimi aktör bozuntuları vardır ki yük­
si içinde somut insani deneyimler gömülüdür.
selişleri pek uzun sürmemiştir. Kente özgü .durumlarda, genellikle
Ne kadar şehir varsa bir şehrin ne olduğunu algılamanın
da o ka­ bir yabancının davranışındaki gerçeklik payını ölçmemizi sağlaya­
dar farklı yolu vardır muhtemelen. Bu yüzden basit
bir tanım cazip ·cak dışsal bilgiden yoksun oluruz; tiyatroda ise aktöre tamamen ya­
gelebilir. En basiti şöyle olabilir: Şehir, muhte
melen yabancıların bancısıymış gibi yaklaşırız ki, oynadığı rolde inandırıcı olsun; zira
tanımın doğru
bir araya geldikleri, insani bir yerleşim yeridir. Bu
rolünü beş yıl, beş ay ya da beş gün önce nasıl oynadığı seyircinin
sayılabilınesi için yerleşimin geniş, heterojen bir nüfusu
olınalı, nü­ hafızasında kalamaz. Şu halde, bir yabancıya inanmak gibi, tiyatro­
fus yoğun olarak bir araya toplanmış olmalı, insanla
r arası piyasa da oluşan inanç da, o anki karşılaşmayı bilinebilir gerçekliğin sını­
mübadelesi bu yoğun, heterojen yığının birbiriyle
etkileşimini sağ­ rı olarak görme sorunudur. Her ikisinde de seyirciler açısından dış­
lamalıdır. Yaşamları birbirlerine dokunan böyles
i bir yabancılar or­ sal bilgi söz konusu değildir; şehirde zorunluluktan, tiyatroda ise
tamında, bir aktörün tiyatroda karşılaştığına benzer
bir seyirci soru­ kural gereği.
nu vardır.
Böylece, tiyatrodaki kostümle sokak giyimi arasında ya da Co­
Yabancılardan ibaret bir ortamda, bir kişinin hareke
tlerine, açık- riolanus gibi trajik bir karakteri canlandırma üslubu ile politikacıla-
rın bir sokak kalabalığı önündeki davranış üslubu arasındaki ben­ maya can atarken, bir taşralı yalnızca her gün görerek tanıdığı kişi­
zerlikler rastlantısal bir ilişkinin ötesine geçer, çünkü her iki alanda lerde gözlemlediği şeylere inanır. Elbette, Ortaçağ'dan itibaren Ba-
da rastlantısal seyirci ilişkisinden fazlası vardır. tılı toplumların merkezinde insanların sahne aktörleri ile gerçek in­
İnsanların aktörlere, toplumun da tiyatro sahnesine benzediği sanları birbirine karıştırdıklarını, buna karşın günümüzde, deyim
görüşü geleneksel theaırum mundi okulunca özenle korunmuştu; yerindeyse, bizimkinden daha masum toplumlarda her ikisini de bir
çünkü aslında bu ortak seyirci sorunu geçmişte, ortak bir inandırıcı gördüklerini ileri sürmek yanlış olur. Aksine, 18. yüzyıl gibi bir dö­
görünüm kodu geliştirilerek birçok kez çözümlenmiştir. Elbette, nemde, aktör ve yabancı aynı şekilde değerlendiriliyordu ve bir ki-
Platon zamanındaki ortak kodların Marivaux zamanında tıpkıba­ şi sanat alanındaki birisinden ne öğrenebilirse, sanat alanındaki ki-
sımlarının yapıldığını söylemek istemiyoruz, ama arada bir köprü şi de kişisel olmayan toplumsal yaşam alanında ötekinden aynı şe-
kurulduğu ortaya çıkıyor. Bu geleneğin sorunu, ortak olanın yaradı- yi öğrenebiliyor ya da ötekine başvurabiliyordu. Bu nedenle sanat,
.!J:L. lıştan geldiğini varsayma kolaylığına kapılmasıdır. Sahnede yaşam konusunda gerçek bir öğretmen olabiliyordu; kişinin tahay- ��
inanma ile sokaktaki yabancılara inanma arasında köprü kuran ku­ yül sınırları genişlemişti, halbuki, başkasına oyun oynama, poz ta­
ralların doğasında toplumdan topluma çok büyük bir çeşitlilik var­ kınma ve benzerlerinin ahlfilci bakımdan sahici görülmediği bir çağ-
dır. Hiyerarşik statülerin çok keskin etiketlerle belirlendiği toplum­ da bu sınırlar daralnuştır.
larda, örneğin bir yabancı, davranışları, jestleri ve konuşmalarından Bir başka deyişle, kamusal coğrafyanın yaratılınası ile toplum­
edinilen ipuçlarıyla, toplum basamağında ait olduğu yere yerleştiri­ sal bir fenomen olarak tal1ayyül gücünün büyük bir ilgisi vardır. Bir
linceye kadar titizlikle incelenir; kendisine ilişkin bu bilgiler genel­ bebek ben olan ile ben olmayanı ayırabildiği zaman sembol yarat­
likle doğrudan kendisinden sorulınaz. Ortaçağ'da Hindistan'ın bir­ ma yetilerini zenginleştirecek ilk ve en önemli adımı atmış olur: Ar­
çok kentinde durum böyleydi. Bu kentlerdeki popüler oyunlarda tık her sembol bebeğin kendi ihtiyaçlarının dünyaya yansıtılması
aynı jestler ve konuşma titizliği görülmekteydi. Bu denli keskin hi­ olınak zorunda değildir. Bir kamusal alan anlayışı yaratmak da ay­
yerarşik etiketlerin bulunmadığı ya da mevki olgusunun tek başına nı şekilde bebeklikteki bu psikolojik ayrıştırmanın yetişkinlerdeki
inandırıcı bir görünümün parametrelerini belirlemediği toplumlar­ toplumsal karşılığıdır ve buna koşut sonuçlar doğurur; öyle ki, top­
da, sahne ile sokak arasındaki köprü başka yollarla kurulabilir. 18. lumun sembol yaratma kapasitesi artar; çünkü gerçek, dolayısıyla
yüzyıl ortalarındaki Paris 'te hem sokak giysileri hem de sahne kos­ da inanılır olanın talrnyyül edilmesi artık hissedilenlerin durmadan
tümleri için beden salt bir çatı; üzerine perukların, gösterişli şapka­ benlik tarafından doğrulanmasına bağlı değildir. Kamusal coğraf­
ların ve diğer süslemelerin koyulduğu cansız bir mankendi. Beden, yaya sahip bir kentli toplumun belli bir tahayyül gücü de olduğun­
süslenecek bir nesne olarak ilgi çekiyordu ve bedeni giydiren ka­ dan, kamunun değer yitirmesi ve malıremiyetin yükselişe geçmesi
rakter de aynı ölçüde inanç artırıyordu. Özel aile ortamı içinde ise o toplumdaki tahayyül kiplerini derinden etkiler.
daha özensiz, ama son derece canlı bir giyim anlayışı gelişmişti. Son olarak, yabancı ve aktörle ilintili olarak genel bir seyirci so­
Seyirci·sorununa yanıt olarak sahne ile sokak arasında köprü ku­ runu ile karşılaşan, bu sorunu ortak inanç kodlarıyla çözümleyen ve
rulunca, kamusal bir coğrafya ortaya çıkmış olur. Bu aşamadan böylece toplumda ciddi bir kamusal alan anlayışı yaratan bir kentli
sonra artık hem tanınınayan insanların hem de düşsel karakterlerin toplumda insani ifade, kim yaparsa yapsın ya da kim kullanırsa kul­
gerçekliğine sanki tek bir alan içindelermiş gibi inanmak mümkün­ lansın, gerçek olan jest ve sembollere bakarak anlaşılacaktır. Bu
dür. yüzden duygular takdim edilirler. Bu sözünü ettiğimiz yapılanma­
Balzac bir keresinde taşralı ile kozmopolit arasındaki farklardan lar değişim geçirdikçe, ifade tarzında da bir değişim olur. Bu du­
bu şekilde bahsetmiştir: Bir kozmopolit yalnızca hayalini kurabildi­ rumda, konuşanın kim olduğu, giderek daha büyük oranda söylenen
ği yaşam tarzlarına ve henüz karşılaşmamış olduğu insanlara inan- şeyin ne ifade ettiğini belirler; tikel bir konuşmacı tarafından yaşan-
mış duyguların başkalarına, kişiliğinin bir parçası, kendinin bir ifa­ ; kiir tutumlar vardı. Hem 1 840'lar hem de 1890'lar için incelenen
desi olarak temsili çabalan ağır basar. Bu dördüncü tip bir yapılan­ . konular, 1750'ler için olduğu gibi, bedenin imgeleri, konuşma mo­
ma güçlü bir kamusal yaşam ile psikolojide ifade araçlarının nes­ delleri, aktör olarak insan, kamusal ifade teorileri ve kentin maddi
nelliği denilen şey arasındaki ilişkiyi somutlaştırır; kamusal alan koşullarıdır. Politika, gözlerimizin çok sık Paris 'e çevrilmesine ne­
çözüldükçe, ifade araçları öznelleşir. den olacaktır, çünkü devrimin ve karşı devrimin bu şehirde yarattı­
Tiyatro ve toplum arasında ilişki kuran bu dört mantıksal yapı, ğı krizler, başka yerlerde daha az uç örnekleriyle ve daha az belir­
İngilizcedeki kuralsız fiilleri akla getirirler; nasıl kullanılacağını bir gin olarak ortaya çıkan kamusal dünyadaki çatlakları iyice öne çı­
kez kavrayan biri tarafından rahatlıkla anlaşılabilir. Bu dört yapı karmıştır.
birlikte, 18. yüzyıl ortalarında Paris ve Londra'da görece güçlü bir Böylesine geniş bir alana yayılmış 10' ar yıllık ilç dönemin ince­
varlık gösteren kamusal yaşamı oluştururlar. Seyirci sorununun şe- lemesine tarihçiler "postholing" diyorlar. "Posthole" yöntemleri ta­
_QQ_ birde tiyatrodakinden farklı kavranmaya başlanmasıyla, yabancıla­ rihsel güçlerin etki alanını ve aynı zamanda da belirli bir anın iğne- _E_
FS
nn karşısındaki inanç ve davranış kodları iki alanda birbirinden den ipliğe araştırilmasıyla elde edilen. kimi ayrıntı zenginliklerini
kopmaya başladı. Kamusal roller aynlınca, anlamlı bir kamusal betimlemeye çabalar. Bu tarih yöntemi, değişimin böyle bir zaman
coğrafyanın gerektirdiği her iki koşul da bir karmaşaya ve nihayet, diliminde ortaya çıkmasının nedenleri konusunda teoriyi davet et­
modem çağda da, çözümsüzlüğe itildi. Kamusal alan giderek belir­ mekle kalınaz talep de eder; çünkü, sanıyorum bu yöntem anlık
sizleştikçe, toplumun insan ifadesini kavrayış biçimi de takdimden olumsallıklar ya da salt rastlantılardan elde edilen somut veriler te­
temsile dönüştü. melinde yapılan açıklamaları en aza indirmektedir. Olumsallık ya
Bu kitapta, kamusal yaşamın unsurları öncelikle, l 750'lerdeki da rastlantı, kapitalizm ya da sekülerizm kadar gerçek olduğuna gö-
Paris ve Londra'da görüldüğü haliyle inceleniyor. Bu iki şehrin se­ re, "posthole" yöntemi, entelektüel maharet konusunda kazandığını
çilmesinin nedeni büyük bir şehrin kamusal yaşamında nelerin ulu­ doğrulukta [veracity] kaybetmektedir.
sal kültür farklılıklarını aştığını görmektir. 1750'li yılların seçilıne Tarihsel bir hareketi yerli yerine oturttuktan sonra kitap, son bö­
nedeni ise bu dönemin her iki şehrin de görece serpilmiş olduğu za­ lümünde, günümüz Batı toplumundaki kamusal ve mahrem arasın­
manlar olması ve deneyimleri bizim başlıca ilgi alanımızı oluştura­ daki dengesizliğin ne anlama geldiğini incelemeye girişmektedir.
cak olan burjuvazinin bu dönemde gelişmeye başlamasıdır. Bu sı­ Ancak bir budala bu kadar çok materyal üzerinde ahkfun kesebilir
nıf, yani burjuvazi kendine, la ville'in toplumsal köklerini gizledi­ ki, bu da elinizdeki çalışmada neyin "kanıt" olarak kabul edilip ne­
ği günlerde olduğundan çok daha fazla güveniyordu. Kitapta ince­ yin edilemeyeceği sorusunu akla getirir.
lenen konular; kamusal alandaki görsel ve sözel tezahürler, kamu­
sal ve özel arasındaki farklılıklar, bu ayrılığın henüz belirmeye baş­
layan yeni bir politik harekette yol açtığı belirsizlikler, aktör olarak D. KANIT Mf, AKLA UYGUNLUK M U ?
insan, tiyatro ve kent ilişkileri üzerine çağdaş teoriler ve son olarak
da ancien regime büyük kentlerinin maddi şartlarıdır. Ampirik toplumsal araştırmalarda "kanıt" sözcüğüne talihsiz bir
Bu dünyanın yitişini ana çizgileriyle belirlemek için 19. yüzyıla anlam yüklenmiştir: Verili bir sürecin araştırılmasının ardından or­
ait lO'ru· yıllık iki dönem, 1 840'lar ve 1890'lar incelendi. 1840'lar- taya atılan tek bir açıklama geçerlidir, başka hiçbiri değil. Günü­
da ve 1850'lerin başlarında, kamusal alanın görsel ve sözel tezahür- müzde nicel çalışmalarda geriye gidiş analizleri, "ehi" ya da "gam­
leri üzerinde endüstriyel kapitalizmin etkisi iyice belirginleşmişti.
l 890'lru·da ise 1840'1'ırdaki kamusal yaşama ait ilişkilere karşı ge-
rek konuşmalarda gerekse giyimde kendini açıkça belli eden isyan-
ı
, ma" ölçümleri, bir dışlama hiyerarşisi düzenleyerek alternatif yo­
rumlar arasından bir seçim yapmak için kullanılmaktadır. Nicel ça­
hşmalar, argümanları çoğu zaman ve hatalı olarak aynı tarzda ka-
l
i
1
nıtlamaya çalışırlar. Araştırmacı bir konu hakkında bilinen her şeyi sında çekirdek ailenin nasıl bir sığınağa dönüştüğünü incelemekte­
en ince ayrmtısına kadar elden geçirmelidir. Aksi halde kendi argü­ dir. Düzensizliğin Yararları adlı kitabım kişilik yapılarının bolluk
manıyla çelişip çelişmediğini bilemeyeceği veriler olabilir. Doğru­ ve zenginlik ekonomisi ile nasıl kesiştiğini; bu yüzden de insanla­
ya dışlamalar yoluyla ulaşılması temelinde yeni kanıtlarm keşfi çe­ rın gerçek anlamda her tür kamusal ilişkinin ayrılmaz bir yanını
lişki yaratıyorsa, başlangıçtaki tez geçersiz olmalıdır; zira aynı ko­ oluşturan acı, belirsizlik ve sınırlanma zorunluluğuna ilişkin dene­
nuya ilişkin birbirine zıt iki yorum, nasıl eşit ölçüde doğru olabilir yimlerinden arınmaya çaba gösterdiklerini anlatır. Sınıfın Gizli Ya­
ki? raları ise toplumsal sınıfın günümüzde nasıl bir kişilik sorunu ola­
Kanıtın çürütülmesiyle dışlamaya dayanan bu ampirizm, bana rak yorumlanmaya başlandığına ve bunun da nasıl sınıfın depoliti­
göre, gerçek bir entelektüel dürüstlük nosyonuna aykırıdır. Entelek­ zasyonu sonucunu doğurduğuna ilişkin bir incelemedir. Son kita­
tüel dürüstlüğü, tam da çelişkinin gerçekliğini kabul ederek ve de- bım benim açımdan tüm bu çalışmaları kapsayan genel bir çerçeve-
.M... ğişmez bir önermeye ulaşma umudundan vazgeçerek yakalarız çün­ dir; tümünün tarihsel ve teorik zeminini oluşturmaktadır. Bu neden- _Q2_
kü. Kanıt çürütme pratikte garip bir kaidedir: Bizi merceği giderek le, bu kitapta ara ara söz konusu çalışmalardaki yorum ve argüman
daha dar bir alana odaklanmaya götürür sanki; öyle ki, bir konuda hatalarını (artık onları bir bütünün parçaları olarak gördüğümden)
ne kadar çok şey "biliyorsak" o kadar çok ayrıntı biliyoruz demek­ �
düzelteceğ n için okurun beni bağışlayacağını umuyorum.
tir. Bu kanıtlama biçiminin kaçınılmaz ürünü zilınin uyuşturulması­
dır, çünkü tüm veriler elde olmadıkça bir yargıda bulunmaya izin
vermez.
Nitel araştırmada ise, bu endişe yaratan sözcüğün kullanılması
ille de gerekliyse, "kanıt" mantıksal ilişkilerin ortaya serilmesidir;
nitel araştırmacı akla uygun yaklaşım sergileme yükümlülüğü altı­
na girmiştir. Giderek, bu yükün, bir açıklama lehine bir diğerini, !
mantıksal tutarlılıklarını dikkate almaksızın, dışlayan bir araştırma­
cının duyduğu yükümlülükten daha ağır ve daha çetin olduğunu dü­
şünmeye başladım. Ampirik akla uygunluk, somut olarak betimle­
nebilen olgular arasındaki mantıksal bağlantıları gösterme mesele­
sidir. Bu tanım, bir filozofu mutsuz kılabilir ve belki de "bilim ada­
mı"nı çalışmaktan alıkoyabilir, ama öyle umuyorum ki, zeki ve in­
celikli düşünen genel okurun beklentilerine yanıt verecektir. Eğer o
okur şu kitapta, bir modern toplum hastalığının nasıl ortaya çıktığı-
na dair makul bir analiz bulabilirse, kitap başarılı olmuş demektir;
eğer kitabı okuduktan sonra bu sıkıntıyı açıklamak için alternatif
bir yaklaşım düşünebiliyorsa, bu daha da iyi olur.
Son olarak, kitabını hakkında önceki çalışmalarımla bağlantılı
olarak bir şeyler daha eklemem gerekiyor. Son on yıldır, çoğunluk­
la da farkında olmadan, toplumsal geri çekiliş sorunu üzerine yazı­
yorum. Şehre Karşı Aileler, 19. yüzyıl Chicago'sunda şehir endüst­
riyel bir bölgenin merkezi haline gelirken, toplumun geneli karşı-
1 !''

il.1
'I
1
'
ikinci Bölüm
.1
• 1
Ancien Regim e ' in
kamusal dünyası
il 1
S eyirci: B ir yabancılar topluluğu

Kamusal yaşamın çöküşünü anlamak için önce güçlü olduğu za­


manları ve nasıl korunduğunu anlamak gerek. Gelecek dört bölüm
18. yüzyıl ortalarında Paris ve Londra'da kamusal yaşamın oluşu­
etkisi, sıkıntıları ve sonuçlarım anlatmaktadır. Bu anlatımda
kullanılacak iki terim hakkında bir şeyler söylemek yararlı olabilir:
ı "ancien r<!ginıe", ikincisi de "burjuvazi"dir.
1'ırıııcı:sı,
Ancien regime terimi sık sık feodalizmle aynı anlamda, yani 800
öncesinden 1800 somasına kadar süren tarih kesiti için kullanılır.
Ben Tocqueville'in önerdiği anlanu izlemekten yanayım: Ancien
regime 18. yüzyılda, özellikle de uluslar içinde ticari ve idari bü-
rokrasinin ayak direyen feodal ayrıcalık sahipleriyle yan yana ge­
lişmekte olduğu dönemi anlatır. Bu yüzden, iki ülkede ne bürokra-
si ne de feodal ayrıcalıklar aynı olsa dahi, İngiltere de Fransa gibi rı deneyimler de olmadıklarını akılda tutmak gerekir. Her şeyden
bir ancien rr!gime dönemi yaşanuştır. Bazen "eski düzen"i düşün� önce, kamusal yaşamın 18. yüzyılda başlamadığı; o dönemde daha
düğümüzde, çöken, içindeki çürümeyi göremeyen bir toplum aklı­ çok, modem bir versiyonunun, yani yükselen bir burjuvazi ve yok
mıza gelir. Gerçek ancien regime ise içerdiği çelişkilere karşı gözü olmaya yüz tutan bir aristokrasi çevresinde odaklanmış bir kamusal
kapalı bir ilgisizlik tavrı kesinlikle takınmarmştır. Asla uzlaştırıla­ yaşamın biçimlendiği unutulmamalıdır.
mayacak iki ilke, uzun bir zaman boyunca, baş edilmesi güç bir ge­ Şehir, yabancıların karşılaştıktan bir ortamdır. Buna karşın ' 'ya­
.
rilim içinde bir arada savunulmuştur. bancı", birbirinden çok farklı iki şahsiyet olarak görülebilir. ltal­
"Burjuvazi" teriminin kullanımına gelince, itiraf etmeliyim ki yanlar, çevrelerinde dolanan Çinlileri yabancı sayarlar, fakat bu da­
kendimi her nedense çok rahat hissetmiyorum. İster Augustus Ro­ vetsiz konuklar hakkında nasıl düşüneceklerini de iyi bilirler; bir
ma'sında, ister Ortaçağ Benare'sinde, isterse günümüz Yeni Gi- İtalyan, ten rengi, göz yapısı, dili, beslenme alışkanlıklarıyla bir
_H_ ne'sinde olsun, burjuvazinin yönlendirdiği şer güçleri tarafından Çinliyi tanıyabilir ve kendisine benzemeyen biri olarak onu bir ye- IL
defteri dürülmüş faziletli proletarya hakkında çok fazla komplo hi­ re koyabilir. Bu durumda yabancı, dışarlıklı ile aynı anlama gelir;
ldyeleri anlatılıyor. Bu mekanik sınıf analizleri öylesine aptalca ki sakinlerinin kimin oraya ait olup kimin olmadığına ilişkin kurallar
okurda gayet haklı olarak "sınıf' ve "burjuvazi" sözcüklerini bir koyabilecek denli kendi kimliklerinin farkında olduğu bir yerde bu­
daha asla duymama arzusu uyanabilir. Ama ne yazık ki burjuvazi lunmaktadır. Bu kuralların geçerli olmadığı yabancılara ilişkin bir
var, sınıf bir gerçek ve biz de bir şekilde, şeytan edebiyatına kalkış­ diğer anlayış da şudur: Yabancı, başka dünyadan gelen bir yaratık
madan, onların gerçekliklerinden söz etmek zorundayız: 18. yüzyıl değil, bir meçhuldür. Kendi kimliği ile ilintili kuralları olan biri bir
şehrine ilişkin hiçbir incelemenin kent burjuvazisinin analizinden yabancı ile böyle bir deneyim yaşayabilir; örneğin nereye "koyaca­
kaçınması mümkün değil; çünkü burjuvazi o kentlerin yöneticisi, ğını" kestiremediği biri ile karşılaşan bir İtalyan gibi. Fakat kendi
yasa koyucusu, mali dayanağı ve nüfusunun dişe dokunur bir kesi­ kimliklerinden emin olmayanların, kendilerine ilişkin geleneksel
mini oluşturuyordu. Dahası, "burjuvazi" terimi "orta sınıf' terimin­ imgelerini yitirenlerin ya da henüz belirgin bir etiketi olmayan ye-
den çok daha kapsamlıdır. "Orta sınıf', toplumsal konumlar merdi­ ni bir toplumsal gruba ait olanların zihinlerindeki egemen imge, bir
veninde orta sıralarda oturan birini anlatır; o kişinin oraya nasıl gel­ meçhul olarak yabancı imgesidir.
diği hakkında bir fıkir vermez. "Burjuvazi" ise o kişinin, feodal ol­ Birinci türde yabancıların toplandığı yer anlamında şehrin en ti­
mayan, idari ya da ticari bir iş yaptığı için o mevkiyi işgal ettiğini pik örneği, Manhattan dışındaki modem New York ya da Cape
anlatır; bir malikanenin kiihyası toplumun orta kesiminde yer alabi- Town gibi ırk ve dil farklılıklarının hemen anlaşıldığı etnik şehirdir.
lir, ama burjuvaziye ait değildir. 18. yüzyıl şehirlerinde burjuvazi, Yeni ama henüz şekillenmemiş bir toplumsal sınıfın oluşması ve bu
elbette ekonomik işlevleri, kendisine bakışı ve ahlaki değerleri .ba­ j toplumsal grup çevresinde şehrin yeniden düzenlenmesiyle, sayıla­
kımından 19. yüzyıl burjuvazisi ile aynı değildi; ancak bu tür ay- ı rı belirsiz yabancılardan oluşan ikinci türdeki şehir ortaya çıkar. 18.
rırnlar sınıf içindeki değişimlerle ilgilidir. Kolaylıkla kötüye kulla- >': yüzyılda Paris v e Londra'da durum böyleydi. Yeni sınıf d a merkan­
nıldığı için sözcüğü elinin tersiyle silmek, bu sınıfın sanki tarihi tilist burjuvazinin ta kendisiydi.
yokmuş gibi gösterilmesi zaafını doğuracaktır.
"Burjuvazinin yükselişi" öyle beylik bir deyimdir ki, tarihçiler
Son olarak, bölümlerin düzeni hakkında bir şeyler söylememe
orta sınıfların her zaman her yerde yükselmelerinin biricik tarihsel
izin verin. Üçüncü bölüm seyirci sorunu, dördüncü bölüm inanç
değişmez kural olduğu yorumuna sürüklenmektedir. Bu imgenin
kodları, beşinci bölüm kamusal ile özel arasındaki aynın, altıncı
böyle bildik oluşu sınıfsal değişim konusunda önemli bir olguyu
bölüm ise ifade üzerinedir. Bu temaların, tek türden bir deneyimin,
, gizlemektedir: Yükselen ya da gelişen bir sınıf genellikle kendisi
yani kamusal deneyimin dört farklı boyutu olınadıklan gibi ayrı ay- 1:
hakkında açık ve net bir görüşe sahip değildir. Kimi zaman hakla-
rını temel alan bir anlayış , kimlik anlayışının önüne geçer, kimi za­ A. ŞEHRE GELENLER
man da ekonomik güç olgusu uygun davranışların, törelerin ve de­
ğerlerin önünde gider. Böylece, yeni bir sınıfın ortaya çıkışı, insan­ 1750'de Batı dünyasının en büyük şehri Londra'ydı ve ardından da
ların faı·kında olmadan giderek birbirlerine benzedikleri bir yaban­ Paris geliyordu. Diğer Avrupa şehirlerinin hemen hepsi bu iki şeh­
cılar ortaını yaratabilir. Önceki ayrımların, bir grupla öteki arasın­ re göre çok gerilerdeydi. 1650 ile 1750 arasındaki yüzyılda Londra
daki eski çizgilerin artık geçerli olmadığına ilişkin bir sezgi vardır, ve Paris 'te nüfusun arttığına ilişkin basit bir önerme ortaya atarken
ancak dolaysız ayrımların yeni kuralları pek anlaşılaınarnıştır. 1 8 . . dikkatli olmalıyız. Bu doğruluğu su götürmez önerme çok yönlü ele
yüzyıl başkentlerinde merkantilist burjuvazinin ve ticari sınıfların alınmalıdır. '
yaygınlaşmasına, hem maddi olarak benzer olsalar da bu benzerlik­ Londra şöyle gelişti: Nüfus, 1595'te 150.000; 1632'de 3 15.000;
lerinden habersiz birçok insanın ortaya çıkması hem de geleneksel 1700'de 700.000 iken 18. yüzyıl ortalarında bu rakaın 750.000'e
.l!!_ toplumsal tabakalaşmanın gevşemesi eşlik etmişti. Toplumsal kat­ . çıktı. Londra'nın son iki yüzyıl içindeki endüstriyel dönemde gös- .IL
manlara ilişkin; "biz" ve "onlar", içerlikliler ve dışarlıklılar, "yuka­ , .te:rdiii!i gelişme, bu değişmelerin sönük görünmesine neden oluyor;
rıdakiler" ve "aşağıdakiler"e ait yeni bir "dil" ise henüz yoktu. 19. yüzyılda Londra 860 binden 5 milyona ulaşmıştı. Ancak, 1 8 .
Yabancılardan oluşan seyirci sorunu tiyatrodaki seyirci sorunu yüzyıl insanları ileride neler olacağından habersizdiler. Yalnızca da-
ile aynıdır: Sizi tanımayanların size inarımalarını nasıl sağlayabilir­ ha önce neler olduğunu görebiliyorlardı ve özellikle de 17. yüzyıl
siniz? Bu sorun, meçhul kişilerden oluşan bir yabancılar ortaınında, ortasındaki büyük yangından sonra şehir onlara olağanüstü kalaba-
dışarlıklı olan yabancılar ortamından daha fazla ağırlığını hissetti­
rir. Dışarlıklı, kendisine inanılmasını sağlaınak için içerliklilerin Paris 'in aynı dönemdeki nüfusunu izleyebilmek çok daha zor
kullandıkliırı, onlara aşina terimlerle kendini güvenilir kılarak en­ > o>iacaktır, çünkü 1650-1750 arasındaki yüzyılda nüfus sayımı yap­
geli aşmalıdır. Henüz bu denli şekillenmemiş bir ortaında ise ya­ manın önünde politika engeli vardı. En iyi tahminler şöyledir: Car­
bancıların sorunu daha kannaşıktır. Verili bir insan tipi için ne gibi dinal Richelieu'nun sayımına göre nüfus, 1 637'de 410.000; 1684'te
uygun davranış standartları olduğu konusunda hiç kimsenin yete­ 425.000; 1750'de 500.000 civarındadır. B unlar, hele de Londra ile
rince emin olmadığı bir ortamda kendilerine inanılmasını sağlama­ karşi.laştırı!ınca, yüzyıllık dönem için küçük değişinller olarak gö­
ları gerekmektedir. Bu ikinci durumda, karşılaşıldığında herkesin rünmektedir. Ancak bu rakan1lar ülke bağlaınında incelenmelidir;
keyfi olarak "uygun" ve "inandırıcı" bulduğu türden davranışlar ya­ Pierre Goubert'in altını çizdiği gibi, 1 8 . yüzyıl başlan ve ortaların­
ratmak, alıp kullanmak ya da taklit etmek bir çözüm olabilir. Bu bir bütün olarak Fransa nüfusu durgundu, reel anlaında düşüyor­
davranış herkesin kişisel ortamına belli bir uzaklıkta durur ve bu du da denebilir. Fransa nüfusu genel olarak düşerken Paris 'te nüfus
nedenle de insanları birbirlerine kim olduklarını tanımlaına konu­ ağır ağır büyüyordu.'
sunda zorlaınaz. Bu gerçekleşiyorsa, kaınusal bir coğrafya doğuyor · "Büyüme" Londra'da Paris'tekinden farklıydı; peki aına neydi
demektir. · bu kentsel büyüme? Bir şehirde doğumlar ölümlerden daha fazla
Öyle ise şin1di de, meçhul kişilerin oluşturduğu bir yabancılar ise nüfus artışı zaınan içinde şehrin kendi yapısından kaynaklanır;
topluluğu yaratmış olan 18. yüzyıl ortalarında başkentlerde var olan 'doğumlar ölümlerden azsa, şehrin nüfus artışı ancak şehrin doğum­
güçleri ele alalım. 1750'lerde ve daha önceki yıllardaki nüfusun bü­ .ölüm oranıyla yitirdiğini aşan sayıda yabancının şehre girmesi ha­
yüklüğünü ve göç oranını, kentteki yoğunluğunu ve ekonomik ka­ linde gerçekleşebilir. 1 8 . yüzyıldaki ölüm ve doğum araştırmaların­
rakterini inceleyelim. tıp ve kamu sağlığı alaıı!arındaki gelişmelerin ölüm oranını ne
ölçüde düşürüp doğum oranını da ne ölçüde arttırdığı konusunda
Talbot Griffitll ve H.J.Habakkuk arasında geçen sert bir tartışma
vardır. Bu akademik sorunun nasıl çözümlendiği bir tarafa,
kesin de, biraz daha geriden gelse de, dışındaki nüfus duraklarken ağır
olan şey, 1750 öncesi yüzyılda hem Londra'nın hem de Paris'in
ağır büyüyen ve aynı tipte insanların göçleriyle nüfus artışının ve
1
bü­
yümesinin büyük ölçüde dışarıdan ve küçük kasabalardan göçe
da­ 't büyümesinin gerçekleştiği görece dev bir şehir görünrüsü verıyor­
i: du.'
yanmasıydı. Demograf Buffon bundan kısaca söz etmektedir.
1730
için şöyle söyler: "Nüfusunu olduğu haliyle korumak için Lond­
ra'nm doğan insan sayısının yandan fazlası kadar taşradan gelecek
�·
i;
Böylece, her iki şehrin de nüfus oluşumunda özel bir rür yaban­
ılar,
cı kritik rol oynamıştır. Kadın olsun erkek olsun tek başınayd
bir nüfusa ihtiyacı vardı. Oysa Paris 'te bu oran yetmiş beşte birdi. ,,., .; rdi Gerçekt en
geçmişle bağlan koparılmıştı ve uzaklardan gelmişle ;
·:.
Dış göç, hem Paris'te hem de Londra' da nüfusun farklı biçim­ ınsan­
de, Londralılar ve Parisliler, 1720'lerde dışarıdan gelmış bu
lerde büyümesinin kaynağıydı. E.A.Wrigley'in yapıtı sayesinde •ı ifadeler ini kulla­
!ar için "soytarı", "kılıksız", "kuşkulu" ve "geri"
1650-175 0 arasında Londra'ya olan göçlerin sayılan ve nitelikle
ri { nıyorlardı. Defoe, Londra'yı, onu o hale getiren taşralıla rla birlikte
79
a1ın- -
. ı ·
2!i... hakkında açık bir fikir edinebiliyoruz. Wrigley'in hesaplıirına göre,
"aşın büyümüş" bir şehir olarak görüyor ve ıdarı tedbır erın
· ·
1;:..
Londra'nın sokaklarını doldurabilmesi için bu dönem boyunca her .,. ye-
ması gereğini vurguluyordu. "Soytarı kılıklı bir yığın"dan başka
yıl kente 8.000 göçmenin gelmesi gerekirdi. Gelenler gençti -Wrig­ sürü­
ni gelenleri betimleyecek sözcük bulamıyordu. "Irlandalılar
ley'e göre ortalama yirmi yaşlarında- ve genellikle bekardılar. al düzen yoktu. Belli bir yapıla­
sü" hariç, aralarında hiçbir toplums
n olmadığı için de, geldikleri gibi şehirden temizle
Amerikan şehirlerine 150 yıl sonra akan büyük köylü göçünün ak­ neceklerini �mu­
sine, ailelerin rüm üyeleriyle Londra'ya göç etmeleri nadir bir du­ bulacagı ve
yordu: "Sonra, insanların Londra 'ya doluşmasının son .
rumdu. C. T.Smith 'in 1951 'de topladığı malzemeyi kullanarak, göç­ akları bır
nasıl şimdi yığılıyorlarsa aynı şekilde doğal olarak dağılac
menlerin nerelerden geldiğini saptayabiliriz; çoğu Londra'ya
50 zaman gelecektir."'
mil ve daha uzak yerlerden geliyordu ve 50 mil o gün için en az iki
Marivaux'nun La Vie de Marianııe ve Le Paysan Parvenu adlı
günlük yolculuk demekti.' kurulmuş
yapıtları da benzer şekilde Paris'in yabancı akını üzerine
Paris'e olan göçler de benzer nitelikteydi. XIV. Louis'nin ölü­ etrafında dolanmaktadır. Her iki romanında
e e '.ı:
bir şehir oldu2:u aörüsü ,.
münden sonra soyluların Paris'e eskisinden daha çok geldikleri bi­ Parıs ın

da Marivaux, kökeni bilinmeyen insanların mekanı olarak


,...

liniyor; ama bu insanlar, zaten hiçbir zaman, hatta Güneş Kral za­ "ne olduk­
"gelip geçici" bir yer olduğunu anlatıyordu, çünkü şehir
manında bile, Versay 'ın tumturaklı saray yaşamından kaçtıkları üşrü. Eskı Pa­
bir ları bilinmeyen" bu yığınların göç etmesiyle büyüm
sığınak olarak gördükleri şehirden tamamen kopmamışlardı. Onla­ anlamak gi­
risliler için "konuştukları kişilerin gerçek karakterini"
rın geri dönüşü, kendi evlatlarının ölümü ile rükenmekte olan bir ı.
derek daha da zorlaşmaktayd
Paris'i yeniden şenlendirmek için gerekli nüfusu pek sağlayamazdı. kafala­
Bu imgeleri, 1900'deki New Yorklular ve Bostonlulann
Louis Henry'nin bazı araştırmalarına dayanarak, Londra gibi Pa­ tırın. A' 'er ­
rındaki dışarlıklı olarak yabancılar imgesiyle karşılaş : �
ris' in de nüfusunun kente en az iki günlük uzaklıktan gelen, genç ndırılmış
. kan kentlerinde yabancılar etnik önyargılara göre değerle
ve bekar olan, ama Ingiltere'deki gibi kıtlık ya da savaş nedenleriy­ imajlar yüzünd en ilişki kurmak için uy­
ve haklarındaki olumsuz
le kente sürülmeyip .kazmıçlannı arttırmak için kendi arzularıyla . Defoe ya da Mariva u x' da ise
gunsuz ya da tehlikeli görülmüşlerdir .
kasabalarını terk edenlerle beslendiğini ileri sürmek akla uygun gö­ ılar şehrı, Lond­
herhangi bir önyargı yoktu; onların bildiği yabanc
rünüyor. Genç bekarların içgöçünün nüfusunu yansı kadar artırdığı ere gö­
ralı İrlandalılar dışında, etnik, ekonomik veya ırksal özellikl
Londra, zamanının dev şehirlerinden biri görünümündeydi. Paris gruplarıyla
re bölünemezdi. Göçmenlerin büyük bölümünün aile
ı, onları daha da "meçhu l yı­
· - Bu tersinir bir tor:ııü I değildir; yani ölümler doğumlardan 75 kat fazla değildir. birlikte olmayıp tek başlarına olmalar
H
· Buttan, konuyla .ılgıh
. tum
verili faktörler ışığında, nüfusu olduğu gibi korumak ve CT
"'ınlar"
haline getirmişti.
i arttırmak için neyin gerektiğinden bahsediyor. nmek-
, Londra çok sık olarak, "bir büyük apse" şeklinde betimle
görerek şaşkına dönerdik. Evler en fazla 3-4 m. genişlikte sokakla­
teydi. Bu sözcüğün 18. yüzyıl başlarındaki anlanu pek hoş değildi.
rasıkışnrılınıştı ve aralarında hiç beklenınedik çok geniş açık alan­
Yumru, içinden her tür pis sıvınııı aktığı bir açık yaraydı. Ama ye­
lar vardı. Gerçekten de, Paris· duvarlarının yakınındaki yeni binala­
ni ayaktakımını anlatmak için kullanılan "meçhul yığınlar" gibi na­
ra ya da Londra 'daki City ile Wesnninster arasındaki sahipsiz ala­
zik deyimlerin ardında yatan kimi duyguların doğru bir ifadesiydi. j
Bu insanlar birbirlerini nasıl anlayabileceklerdi? Bağlan kopmuş, )i
"
na yaklaştıkça evlerin yoğunluğunda ağır ağır bir azalma yerine,

yetişkin kişiler bunlar; ne geçmişlerine ait bir iz taşıyorlar ne de '! kaynaşan caddelerin ani bir kesinti ile son bulup, hemen hemen kır­

başka ülkelerden göçenlere özgü tuhaflıkları vardı. Aralarındaki }ı sal malikaneler şeklinde düzenlenıniş birbirinden kopuk evlerin

iletişimi neye göre değerlendirebileceklerdi? Hangi bilgiye ve geç- .J başladığını görecektik.


1666'daki büyük yangından sonra Londra'da ve 1680'lerden
miş yaşamlarından gelen hangi benzerliklere dayanarak soytarı kı- '!
lıklı bir yığın ile uğraşmayı isteyeceklerdi? ;
'-
.sonra Paris 'teki yığılması yeni bir biçim almaya başladı. Yanmış ya
80 Her iki şehir için de kullanılan "nüfus arnşı" terimi yalnızca nötr t da nad�a bırakılmış arazi basitçe doldurulmamış, yeni bir ilkeye, ��

bir sayısal sorun değildir. Belirli bir toplumsal olguyu belirtmekte-''! Ortaçag kasabalarının meydanlarından hem görünüş hem de işlev
ii bakımından kökten farklı bir meydan ilkesine göre yeniden düzen­
dir. Şehir büyüdükçe, nüfusu da sorun haline gelir.
lenmişti. Londra'daki meydan tasarımı ilkeleri Paris'in alanlarına
göre, Örtaçağ geçmişinden oldukça farklı bir biçimde kopmuştu.
B. YAŞADIKLARI YERLER Ancak geçmişe bu iki karşıt başkaldırı da aynı toplumsal sonuca
yol açtı.
Bu nüfusun kısa sürede şehirdeki çeşitli bölgelere dağılacağı, her j 1680 '!erde Paris 'te başlayan meydan inşası daha önceki iki eser­
bölgeniri' belirli ekonomik ve sosyal özelliklerinin olması dolayısıy- ıl le; Bemini'nin Roma'daki eseriyle ve XIV. Louis ve mimarlarının
la yaban�ıların sınıflandırılmasının da kolaylaşacağı sanılabilir. Ne :1 Versay'daki eseriyle bağlannlıydı. Roma'da, Bernini'nin St. Peter
var ki bu ekolojik süreç, hem Paris hem de Londra'da 1670'lerden \ önündeki Piazza Obliqua'sı bütünüyle Rönesans'taki planlı meydan
itibaren denetlemelere ve karışıklıklara konu olmuştur. Karışıklık- · inşa enne eğilimine bir kafa tuunaydı. Bernini, meydanların Röne­
!ar, iron�� bir şekilde, artan kent nüfusu ile başa çıkmaya yönelik ! sans tarzıyla çevresi kuşatılarak ve uysallaştırılarak değil, biçimsel
tasarımla boş yerlerin enginliği sergilenerek kullanılmasından ya­
··

planlı çabalardan doğuyordu.


)'lüfusu artan şehirler bu sorunla mantıken ya kentin alanını ge- ; naydı. Yoğun bir kentsel yerleşimin ortasında insan yapımı çok ge­
nişleterek ya da aynı genişlikteki alana daha yüksek sayıda insanı .1 niş boş alan düşüncesi Paris mimarlarınca 1680'lerde ortaya atılmış
sıkışnrarak baş edebilir. Ancak bilinen hiçbir şehrin ya alanı geniş- : ve ilk ifadesini Place des Victoires'da ( 1685-86) bulmuştur.'
!etme ya da eski alana daha çok insan sığdırma gibi basit bir büyü­ Bu çabalar Paris için, yığınsal nüfus ile insanlığın buluşu olan
me kalıbı olmamıştır. Bu yalnızca aynı anda hem toprak alanı hem sınırsız alan yanılsamasının artık birleştirilmesi anlamını taşıyordu.
de yoğunluk artışı sorunuyla karşılaşmak da değildir, çünkü nüfus Geniş bir kütlenin ortasında geniş alan yanılsaması, 170 l 'de inşa
·

artışı küçük küçük yeniden düzenlemelerle üstesinden gelinen "ek" edilen Place Vendome'ın ve 1706'da tamamlanan Place des Invali­
bir fenomen değildir. Nüfus artışları genellikle şehir ekolojisinin des'in ana ilkesidir ve Jacques Ange Gabriel'in 1763 'te yaptığı Pla­
.
bütünüyle yeniden düzenlenınesini gerektirir. Şehirler, kristali her ce de la Concorde 'la zirveye ulaşmıştır.
yeni kaıkıda yeniden biçim alan kristaller gibi düşünülmelidir. Bu büyük kent mekanlarının bazılarının mimarian Versay'da ça­
Eğer 1 640'larda Paris'te ya da 1666'daki büyük yangından ön­ lışmak üzere eğitilmişlerdi; örneğin Hardouin-Mansard Versay Sa­
ceki Londra'da bir gezinti yapacak olsaydık, modern standartlara rayı'nın inşasının denetiminde bulunduktan sonra Place Vendô­
göre pek küçük bir coğrafi alanda düpedüz sıkıştırılmış insanları me'un inşasına katılmıştır. Fakat nasıl Versay, odaları, katlan ve
bahçeleri ile sakinlerinin zihinlerine hiyerarşik bir tavrı ağır ağır itiyordu: kafe, park ve tiyatro.
yerleştiren bir düzen mekanı, dolayısıyla 1660'ların Paris'ine özgü Londra' da da, kalabalıklar için serbest bölgeler anlamında mey­
bir çare olarak tasarlanmışsa, 1 8 . yüzyıl başlarındaki Paris de Ver­ dan 1666- 1740 döneminde sona erdi; ama tümüyle karşıt bir yol iz­
say ölçü alınarak düzenlenmişti. Geniş kentsel mekanlar etrafı ku­ leyerek. 1 666 büyük yangınından soma Londra kentinin yeniden
şatan sokaklardaki tüm etkinlikleri bir araya toplamak için değildi; inşası için öne sürülen pek çok plandan en görkemlisi Christopher
sokak, meydan yaşamına giriş yeri olmamalıydı. Versay 'daki her . •ı
Wren'inkiydi. Bu planlar II. Charles tarafından anında reddedilmiş­
tür mimari yapı birer odaktı, oysa meydan bir odaktan çok, ortasın- 'ı ti. Eğer gerçekleştirilebilselerdi, planlar Londra'ya, Bemini'nin
da sınırlı etkinliklerin, çoğunlukla da gelip geçme ya da taşıma et­ Roma'da yarattığı ya da Hardouin-Mansard'ın daha ileride Paris'te
kinliklerinin cereyan ettiği kendi başına bir anıt olmalıydı. Her şey oluşturacağı türde gösterişli odak noktaları sağlamış olacaktı. Ger­
bir yana, bu meydanlar tasarlanırken akıllarda ortalıkta dolanan, çekten de, Wren'in planının bertlmsenmemesi, kısa süre önce Lond-
JiL toplaşan bir kalabalık yoktu. Hardouin-Mansard bu yüzden tezgiih­ ra'nın tam ortasında boy göstermiş olan, planlarını Inigo Jones 'un R
F6 ]arı, akrobasi gruplarını ve diğer türden sokak ticaretini meydanlar­ çizdiği "Covent Garden" türü meydanın da reddedilmesi anlarnına
dan kovmaya çalıştı. Ayrıca meydanlardaki kafelerin bina içinde geliyordu. "
kalmalarına, postanelerin ise tümüyle meydanlardan uzaklaştırıl­ Ama meydanlar inşa edilerek nüfusun şehirde barındırılması
masına çalıştı.'' fıkrinden vazgeçilmemişti. Covent Garden bölgesinde Bedford Dü­
Sonuç, hem Ortaçağ hem de Rönesans Paris 'inde mevcut olan . kü ve Bloomsbury'de Southampton Kontu sınıra blok evler inşa et­
meydan yaşamının zayıflatılması oldu. Amold Zucker'in tek bir meye başladılar. "Meydanlar irrasyonel bir biçimde bölgeye dağı­
yerde gerçekleştirilen tüm şehir etkinliklerinin "örtüsü" dediği tılmıştı, birbirinden ayrı ama tam anlamıyla kopuk değildi." Mey­
meydanlar bir zamanlar çok çeşitli işlevleri yerine getirirken, şeh­ danların esas özelliği, Covent Garden 'daki gibi sokak satıcılarıyla,
rin kalabalık yaşamı artık parçalanmış ve dağıtılmıştı." akrobatlarla, çiçekçilerle ve benzerleriyle doldurulmamasıydı. Kü­
Gerçekten de, bu boş alanları temizlemesi beklenen yıkma ve çük korular ve ağaçlarla donatılacaklardı."
yeniden yapma faaliyetleri Parisli geniş kitleleri 1660'ın merkezle­ Çoğunlukla, İngilizlerin şehri inşa ederken, kır havasını koruya­
rinden çıkararak şehir dışındaki geniş alanlara sürdü. Invalides çev­ bilmek amacıyla evlerini çevrilmiş bir çiçek bahçesinin etrafına
resindeki soylu aileler ve onların uzantısı olan uşak ve hizmetçi yı­ dizdikleri söylenir. Bu ancak yarı yarıya doğrudur. Bloomsbury'de­
ğını 18. yüzyıl başlarında Marais'e geri döndü; St.-Sulpice önünde­ ki bu evler kentli özellikler taşıyordu ve gruplar halinde inşa edil­
ki temizlenmiş arazi hizmetçileriyle birlikte küçük bir soylular kü­ mişlerdi. Londra'da City'nin yanmamış kesiminde inşa edilen evle­
mesini St.-Germain-des-Pres'deki boş alanlara çekti. Paris'in nüfu­ ri andırıyorlardı. Modem bir insan, bir mısır tarlasının ortasına park
su arttıkça büyük mekanlar çevresindeki alanlarda nüfus yoğunlu­ yerleri, trafik ışıkları ve gerekli yan düzenlemeleriyle bir gökdele­
ğu daha da arttı, fakat bu merkezler artık kalabalığın aynı yerde çe­ nin dikildiğini ve bu gökdeleni diken kişinin bunu oraya çok yakın­
şitli faaliyetleri yürütmek için bir araya geldiği noktalar olarak hiz­ da başka gökdelenlerin de dikileceği umuduyla yaptığını tahayyül
met vermiyordu. 1 1 edebilirse, Bedford ve Southampton malikiinelerinin yapilmasında­
Evlerin bulunduğu kontrollü bölgelerin tersine, Ortaçağ ve Rö­ ki zihrriyete ilişkin bir rıkir de edinebilir."
nesans meydanları serbest bölgelerdi. 18. yüzyılın başındaki anıtsal Dağınık meydanların yaratıcıları ticareti meydana sokmamakta
meydanlar ise insanların şehirde yığınlaşmasını yeniden yapılandı­ çok kararlıydılar. Bedford, işportacıları ve seyyar satıcıları alanlar­
rırken kalabalığın işlevini de yeniden yapılandırmıştı, çünkü insan­ dan çıkarma hakkı için hükümete başvurdu. 1690'larda bu yasağı
ların toplanma özgürlüğünü de değişime uğratmıştı. Kalabalığın uygulamak kolay olmadı, ama yasak 1720'lerde etkili oldu. Mey­
toplanması özel bir etkinliğe dönüştü; bu etkinlik üç yerde yürütü- dan en incelikli türde evlerin ortasında bir doğa müzesine dönüş-
müştü. Gerçekten de, onu oluşturanların beklentileri gerçekleşmiş­ yüze geldiklerinde başvurabilecekleri referans standartları sağlamış
ti. Meydanların yakınına evler yapıldı ve giderek bölge, eski City olacaktı; hiyerarşi hil.la güvenilir bir inanç ölçütü olarak hizmet gö­
kadar kalabalıklaştı. rebilirdi. Ancak, tüm bu demografik değişimlerle birlikte büyük şe­
Demek ki, Paris'te olduğu gibi Londra'da da meydanların plan­ hir ekonomisi yabancılar arasındaki ilişkilerde açık bir ölçüt olan
lanması yoluyla nüfusun yeniden yerleştirilmesi, meydanı buluşma hiyerarşi ölçütünü aşındırdı. Bir yabancı söz konusu olduğunda hi­
ve gözlem yapma olmak üzere iki tür kullanunı olan merkezi bir yerarşi belirsiz bir ölçüt haline geldiği için; "seyirci" sorunu doğ­
yer olarak geri getirdi. Acaba zamanın insanları serbest bir bölge · muştu.
olan alanın bu şekilde sınırlanmasına karşı ne hissetmişlerdi? De­
foe, !720'lerin canlı bir tablosunu çiziyor:
C. KENT B URJUVAZİSİNDEKİ DEGİ Ş İ MLER
Her müteahhit aklına esen yere ev diktiği. insanlar da buna ses çıkarmadı�
ğı için güzelim Londnı bir bina yığını haline geldi. Bütün bunlar �yl�si�e ._;
. 18. yüzyılın ilk yarısında İngiliz ve Fransız ekonomileri ulus!arara­
bir kargaşa içinde gerçekleşti ki şehrin çehresı yamru yumru, şekılsız hır
r s,ı ticarette önemli bir büyüme yaşadılar.. İngiltere' nin dış ticareti
şey olup çıktı.15
l.(OO'den 1780'e iki kat arttı; pazar alanı Avrupa' dan, başlıca alıcı
.>

Kentin büyümesi bir merkez, bir odak yitinri anlamına geliyordu. • (olan İngiltere'nin denizaşırı kolonilerine kaydı. Fransızlar boşluğu
Büyüme, Defoe'ya zamanın ağır ağır olgunlaşan zorunlulukları;. d9ldurarak bir zamanlar İngiltere'nin yaptığı gibi ticaretlerinin bü­
olarak görünmüyordu. Birdenbire oluveren bir şeydi: yük bölümünü diğer Avrupa ülkeleriyle yürüttüler. "
Ticaretteki bu artış her iki ülkenin başkentlerinde büyük bir etki
Öncelikle. bu çağda yazanlar için, özel ve dikkate değer bir kriz olarak ilk�:'
yarattı. Londra ve Paris, hem ülke içi çeşitli bölgeler arasında hem
göze çarpan şey ..... Londra şehrinde ve civarındaki binalardaki olağanüs� ,
ıü artıştır. Artık sokaklar ve soylulard ait malik.fuleler haline gelen bu ge"'._: .de ülke içine ve dışına akan mallar için ticari dağıtım noktaları ve
niş :.ırazi, cüsse ve kitle olarak sonsuz büyüklükteki bu bütün, bizim zama�;; >denizaşırı gemicilik ticari fınansman merkezi olına!arının yanı sıra
nımız<la. hem de birkaç yıllık bir süre içinde oluşturuldu. . 1 "
.
başlıca liman kentleriydiler. Ticaretteki bu güçlü atılımın hem fizik­
se! hem de toplumsa! sonuçları oldu. Londra'da Thames üzerinde
Londra ve Paris nüfusunun yol açtığı toplumsa! sorun, bir yabancı ,
gelişen ticaret tıpkı yeni meydanlar gibi, kentin batıya doğru uzan­
ile birlikte mi yaşamak, yoksa bir yabancı mı olınak sorunu idi: ·
m�sına yol açmaktaydı. Paris'te de Seine Nehri üzerindeki ticari
Kent yoğunluğuyla ilintili yeni gelişen toplumsa! sorun, çeşitli Y�j; gelişme kenti batıya doğru genişletti, giderek daha çok sayıda nh­
bancı imajlarının oluşturulabilınesi açısından, yabancıların rutı� .
tını ve antrepo Tui!eries boyunca ve İle de la Cite'yi kuşatarak ken­
olarak nerelerde görünür olabilecekleri sorunuydu. Eski buluşma'
. tin merkezine doluştu.'"
alanı, çok-amaçlı kullanılan meydan, Paris'te kendisi anıtlaşan bir
· Toplumsa! bakımdan ise ticaretin gelişmesi şehir toplumunun fi­
yere dönüşerek, Londra' da da bir doğa müzesi haline gelerek yok .
nansa!, ticari v.e bürokratik sektörlerinde iş olanakları yarattı. Her
edilmişti. Böylece demograf öyle bir ortam yaratıyordu ki, o ortam,•
iki şehirde de "burjuvazinin gelişmesinden" söz ederken, üretimden
da yabancı bir meçhuldü.
: çok dağıtım faaliyetleri ile uğraşan bir sınıf kastedilir. Şehre gelen
Toplumsal grupların hiyerarşik yapıları şehirde etkilenmeden,
· genç insanlar tüm bu merkantil ve ticari faaliyet içinde işlerini bul­
kalmış olsaydı, birbirlerinin seyircisi olarak yabancılar yine de, rol-.
dular. Aslında işgücü kıtlığı gibi bir şey vardı, çünkü okuryazar iş­
!erini oynama yükünün büyük bölümünden, anlık bir sa!ıne çerçe-.'
çi talep eden işlerin sayısı okuma yazma bilen insanların sayısından
vesinde inandırıcı o!abilıne zorunluluğundan kaçınabilirlerdi. Zira,.
fazlaydı. Bir şehirdeki yoğunluk dengesi gibi, var olan iş dengesi de
bu hiyerarşi içindeki yer, görev ve nezaket imgeleri, insanlara yüz
bir kristal gibi tepki vermektedir: 18. yüzyıl başkentlerindeki yeni
ticari faaliyet orada daha önce var olanın üzerine eklenmemişti. daki düzenin aynısı Londra' da da kurulmuş oldu. Gelgclelinı, kent
Şehrin tüm ekonomik yapısı onun etrafında yeniden kristalize ol­ ticaretinin lisansları eski ilıracat ya da ithalat lisanslarına benzemi­
muştu. Örneğin, küçük zanaatkarlara rıhtımlardaki atölye kiraları yordu. East India Conıpany'nin bir dönem çay alım satımını elinde
aşırı pahalı geliyordu; ticaret erbabı içeri doluşurken onlar merke­ bulundurması gibi, belli bir fırına artık bir malı alıp satma hakkını
zin, dolayısıyla başkentin dışına kaymaya başladılar. tek başına elinde tutamıyordu, ancak birkaç firma fuarlarda ve ge­
Bu orta sınıf burjuvazinin gelişmesinde bizi ilgilendiren konu, nellikle yasadışı yollarla aynı malları satabiliyordu. Böylelikle, re­
açık bir sınıf kimliği sorunudur, çünkü böyle bir kimliğin yokluğu kabetin doğası belli bir bölgede tekel olabilme mücadelesinden, ay­
bir meçhul olarak yabancı kavrayışını güçlendirmiştir. rı ayn her bölgede verilen ticari mücadelelere dönüştü. Her iki şe­
Bir yazar Paris'ten bahsederken, burjuvazisinin kendisinin yeni hir de uluslararası alım satımın düğüm noktası haline geldikçe iç
olduğunu bildiğini, ama ne olduğunu bilmediğini söylemektedir. pazarlan da örtüşür hale geldi."
!.. 17. yüzyılın Şehirlerin Ekonomisi adlı kitabında, bu tür kentsel JJ2.
,
la cour et la vil/e günlerindeki öncülerinin kendilerini Jane Jacobs
gizleme çabalarının tam tersine, 18. yüzyıl ortalarındaki merkantil büyümenin rekabetin baskısından kurtulmak için sürekli satacak
kesimlerin kendilerine güvendikleri söylenebilir. Yine de, bu şehir­ yeni tür mallar ve hizmetlerin ve rekabetin henüz girmediği yeni
lilerin kendilerini nasıl gördüklerine ilişkin bir belirsizlik vardı: bölgelerin aranmasına yol açtığını iddia etmektedir. Söz konusu ar­
Yepyeni insanlardı, ama bu ne demekti? Diderot'nun kendi zama­ güman genel biçimiyle pek çok tarihçiyi öfkelendirir; ama biraz de­
nındaki burjuva yaşamını ele alan Le ?ere de Famille gibi oyunla­ ğiştirildiğinde, bu iki şehirde gelişen belli olgulara anlam kazandı-
rında karakterler toprağa dayanmayan bir hayatı, hatta refahı bile rır. İş alanları parçalandığında, babaların kendi yaptıkları işi çocuk­

bir giz olarak görürler. larına devretmeleri çok zorlaştı. Nedeni basitti: Babalar işin ancak
"Biz kimiz?" sorusuna ilişkin herhangi bir yanıt getirilmeyişinin yansını devredebiliyorlardı. Miras olarak sermaye ya da iş becerisi
bir açıklaması merkantil sınıfların belki de kendine güvenden ken­ bırakabilirlerdi ama bir müşterileri, arz kaynağını vb. garanti ede­
dini beğenmişliğe henüz geçmemiş olmalarıdır. Bir diğeri de, bu sı­ mezlerdi. Dahası, babaların iş için çetin rekabete girmek zorunda
nıfın ekonomik oluşumu göz önünde bulundurulduğunda, güvenli kaldıkları koşullarda oğullar kaçarak kendilerine görünüşte (aslın-
öz tanımları yapmanın zorluğudur. İnsanların görmezden geldiği da yanıltıcı bir görünümdü bu) daha bakir görünen becerilerine uy-
bir sınıftı; yepyeni ve genişleyen bir sınıf. Mirasa konmak değil, gi­ gun ticaret ya da iş alanlarında yeni bir pazar oluşturmaya girişiyor­
rişimcilik esastı. Eski Rönesans ya da Rönesans sonrası merkanti- · lardı. 18. yüzyılda Londra ve Paris'te ticaretin yaygınlaşması aile
list sınıflara oranla çizgileri son derece belirsizdi. Çünkü kentte ti­ içindeki iş sürekliliğini parçaladı. Sonuçta, bir yabancının "kim" ol­
caret arttıkça kent pazarının doğası da değişmişti.18. yüzyıl başla­ duğunu basit olarak aile geçmişine dayanarak belirlemek güçleşti."
rında bu pazar verili bir bölgede ya da malda ticaret tekeli için re­ 18. yüzyıl kent ekonomisinin kristali yeniden biçimlenirken, pi­
kabetten, o bölge içinde ya da mal ticaretinde rekabete kaydı. Tica­ yasaların iç içe geçmesi nedeniyle eski mevkilerin altüst oluşu yu­
retin basamaklarında orta sınıf kimliğini istikrarsız kılan, işte pa­ karıdan aşağıya, merkantil işgücünden el emeğine doğru W.iy-0rdu.
zardaki bu değişimlerdi. Bu en açık şekilde esnaf loncalarında görülmekteydi. Hem Paris
Örneğin, hem Londra 'da hem de Paris 'te, bu yük miktarlarda hem de Londra' d.a loncalar, 17. yüzyıl sonlarında çok büyük sayıda
malın satıldığı' açık hava pazarları bu dönemde kuruldu. Gemiler­ emekçiyi kucaklıyordu; 18. yüzyıl ortalarında lonca emekçilerinin
den mallar sattılar ve şehrin belli bölgelerinde faaliyet yürüttüler. sayısı düştü. Genel açıklama, -örneğin Sombart'ınki- loncaların
Ortaçağ fuarlarının tersine, Saint Germain ve Halies fuarları her sa­ endüstri toplumunun gereksindiği .hareketli emek havuzuna uyum
tıcıya verilen devlet patentli ruhsatlarıyla, kalıcı etkinliklerdi. . sağlamadığıdır. Fakat böyle bir açıklamayı benimsemek, 18. yüzyıl
1640'!arda Covent Garden'ın inşası ile kentin açık hava pazarların- şehir tarihini henüz gerçekleşmemiş şeylere bir hazırlik şeklinde
görmek olur. Kaplow'un işaret ettiği gibi, kent emekçilerinin ya­ üst seviyede yeni mevkilerin yaratılınası karşısında yenik düştü.
şamlarında lonca çalışmasını çok daha gelip geçici işler için terk et­ Böylece, görünüşler alaru nereden gelıniş olduğunuz, nereye ait
melerine yol açan doğrudan sebepler varrlı. Lonca içinde hayat bo­ ·· olduğunuz, size sokakta rastladığımda ne yapıyor olduğunuz gibi
yu çalışarak işçilikten ustalığa geçmek teorik olarak olanaklı idiyse standartlarla kolayca çizilemiyordu. Bunu yine, 20. yüzyıl başında
de, pratikte uzak bir olasılıktı. 18. yüzyıl Paris loncalarında, "ister New York'un demografisi ile karşılaştırın: New York göçmenleri
hayat boyu düz işçi olarak çalışsınlar isterse chdmbrelans olsunlar, konuştukları dille hemen ayırt ediliyorlardı, genellikle tüm aile bir­
bu emekçilerin yoksulluğu had saflıadaydı, hareket olanakları da sı­ likte göç ediyordu ya da ailelerini sonradan trenle getirtiyorlardı;
fırdı ve bu duruma lonca dışındaki kardeşlerinden daha çok hınç şehrin etnik alt bölgelerinde kümeleniyor ve geldikleri menıleketle­
duyuyor olabilirdiler". 18. yüzyılda loncaların Sombart'ın öne sür­ rindeki yörelerine, hatta köylerine göre ayrılmış bloklarda yaşıyor­
düğü nedenlerle işlevsel olarak azalrlığı doğru olsa bile, bu loncala- lardı. New York'ta bir zamanlar bu etnik alt grupların her biri, mey­
88 rın çok d'!ha bilinçli bir şekilde terk edildiği de bir gerçektir; çünkü danı, Paris 'teki meydanların Ortaçağ ve Rönesans kullarumına _fü
·

loncalardiıki gençler için, babanın üyeliği sayesinde onlara verilen benzer tarzda kullanıyorlardı. Sokak, üzerinde merkezi bir noktada
çalışma hakkı ileride işsiz kalmamalarıru garantilemediği gibi "ge- · 'İnşa edilmiş olan kilisesi .ile alışverişe, buluşmalara ve rastgele göz­
lecek" de vaat etmiyordu." lem yapmaya elverişli idi. 18. yüzyıl ortalarının Paris ve Londra­
Orta sınıflar içinde mal satma rekabeti nasıl yayıldıysa, işçi sı­ sı'nda yabancılar bu türden otomatik örgütlenme tarzlarına sahip
nıfının alt kesimleri arasında da hizmet satma rekabeti yayılrlı. 17. değillerdi.
yüzyıl sonunda Paris ve Londra'da uşakların toplam sayısı uşak ta­ Gelin kesin kurallarımız olmadığı konusunu açıklığa kavuştu­
lebini çok çok aşıyordu. Bu işgücü fazlası 18. yüzyılda daha da art- . . ' ralım, çünkü burada çizilen portre bu haliyle ancien regime kozmo­
tı. Uşakların arzı, talebi o kadar aştı ki, uşakla birlikte çocuklarının < : politlerinin, insanların yüzsüz ve boş olduğu Kafkavari soyut bir
da bakımını üstlenmek patronlara çok ağır gelıneye başladı. Yaşlı <·evrende yaşadıkları şeklinde kavranabilir. Ancak durum böyle de­
uşakların tüm ailesini alıkoymaktansa, gençleri tutmakla evin bakı- . ğildi; 1 8 . yüzyıl başkenti insanların yabancılarla ilişkilerini renk­
mı daha ucuza mal oluyordu. Şehir yoluyla uluslararası ticaret ya­ ' lendirmek ve tanımlayabilmek için çok büyük çabalar harcadıkları
yılınca şehirdeki hizmet ekonomisi parçalara ayrıldı; zanaat içi, rbir yerdi; önemli olan çaba göstermek zorunda olmalarıydı. Şehir
hizmet içi rekabet büyüdü; insanları ayıran işin yapıldığı yer kavra­ yaşanımın maddi koşulları, insanların ötekileri, geldikleri yer, aile
mı yıkıldı." geçmişleri ya da mesleklerine göre rahatlıkla ve "doğal" olarak eti­
Bu iki canlı şehrin demografi ve ekonomileri, yabancının bir' · :. ketlemek konusunda duydukları güveni zayıflattı. Kişinin ötekiler­
meçhul, en azından kısa bir süre içinde olgusal bir inceleme yoluy­ .'. le ilişkilerini renklendirme çabası, bu toplumsal alışverişlere bir bi­
la kolayca bir yere konulamayan bir meçhul olarak tanımlanmasına , çim verme çabası anlamlı bir seyirci anlayışı yaratma çabasıdır. Ya­
hizmet etmiştir. İnsanlar şehre gitmek üzere aile bağlarını kopardık­ ,·. bancılardan oluşan bir ortam içinden bu anlamlı seyirci topluluğu­
larında akrabalıkların, eşin dostun ve geleneklerin onlara bir yararı · nu yaratmak için gereken çalışmanın çapma ilişkin bir fikrinüz ol­
olmadı. Nüfus, çok sayıda insanın kolayca toplanmasına ve sosyal- ,, ması açısından, yeni kent toplumuna ait görgü kurallarının bir bö­
!eşmesine elverişli olmayan meydanlar etrafında yığılınasıyla olu- , \ lümünü eski saray toplumundaki benzer kurallarla karşılaştırabili­
şru1 yeni kentsel birimlere dağıldığında yabancıları rutin gözlenıler­ iriz. Daha önce hiç karşılaşmamış olan iki yabancı için sosyalleşme­
le tanıyabilmek daha da güçleşti. İç içe geçmiş karmaşık bir bütün ···, . 'ıiin ilk adımında bu toplumsal incelik, sorular, selamlaşmalar, tanış­
oluşturan pazarlar ekonomik etkinliklerin istikrarlı olduğu bölgeleri ' ,<malar ve dedikodularla ilgili kurallardan oluşur.
yıktığı zan1an, mesleki "yer" işlevini yitirdi. Kuşaklar arası statü ko- .
puklukları arttı; mevkilerin miras bırakılabilmesi, hem alt hem de
D. SARAYD A Kİ VE ŞEHİRDEKİ İLİŞKİLER Monsieur le Mar­
vanlar her iki taraf için de kesinlikle gerekliydi:
quis, Monsieur l' avocat ile konuşurdu. Bu şartlar altında yapılan
1750'lerdeki Parislilerin ve Londralıların davranışlarını gözlemle- ' , komplimanlar ötekinin bilinen özelliklerini onun yüzüne;karşı aşırı
yenler, iki şehir arasındaki farklılıklardan çok bu iki şehrin nezaket övmek şeklinde oluyordu. Saint-Sirnon'un anılarında, birbirlerini
kuralları bakımından taşradan bu denli farklılaşmalarına şaşırmış­ "şunları şunları yapmış olan kişiyle karşılaşmaktan mutluluk duyu­
lardı. İngiltere ve Fransa' daki saray yaşamının farklılığıyla karşı­ yorum" gibi sözlerle onurlandıran insanlardan söz edilir. "Şunlar
laştıklarında şehirlerin ne denli benzer hale geldikleri de dikkatleri­ şunlar" dediğimiz ise genellikle karşıdaki kişinin savaştaki kahra­
ni çekmişti. manlıklarının, aile bağlarının listesi olurdu. Ya da daha düşük mev­
İngiltere'de saray yaşamı II. Charles döneminden başlayarak kiden biri söz konusu ise karakterinde ona ün kazandıran güçlü
Fransa' da XIV. Louis döneminde gelişen saray yaşamından tama- yanlar sergilenirdi. Daha ilk karşılaşmada bir kişiyi övgülere boğ-
!L men farklı yönde yol almıştı. İngilizler, sıkı Püriten kuralların ar­ mak toplumsal bağ kurmanın bir yoluydu." .2.L
dından toplumlarında kendini teklifsiz keyif almaya, vurdumduy­ Saray egemenliğindeki bir toplum yapısı bu tür iltifatları ve se­
mazlığa ve büyük ölçüde idari ve politik düzensizliğe kaptırmış bir lamlaşmaları kolaylaştırmaktadır. Versay dışında bu saraylar kü­
saray yaşamının biçimlendiğini gördüler; bu 1660'tan 1688'e kadar çüktü ve bir kimsenin ünü ve geçmişi küçük cemaat içinde kolay­
sürdü. Louis döneminde Fransızlar ise Fronde karışıklıklarının ar­ lıkla yayılabiliyordu. En kalabalık olduğu zamanlarda Versay'daki
dından bilinçli olarak resmi, düzenli, yüksek düzeyde disiplinli ve insanların sayılarına ait tahminler büyük ölçüde değişmektedir. An­
bu resmiliğin ve düzenliliğin giderek güçlendiği bir saray yaşamı­ cak Saint-Simon ve W.H.Lewis gibi dönemin yazarlarının yazıla­
nın biçimlendiğini gördüler. Bu durum 1 7 1 5 'e kadar sürdü. İngilte­ rından anlaşıldığı kadarıyla, sarayda karşılaşmaları mümkün insan­
re' de, 1690'lardan başlayarak gelişen kentsel büyüme dalgasına, lar içinde alt gruplara ait insanların sayısı da daha tanıştırılmadan
gerek politik yaşamın gerekse de saray yaşamının giderek artan is­ haklarındaki bilgilerin sözlü olarak yayılabileceği kadar azdı. Ayrı­
tikrarı eşlik etmekteydi; yani, Londra'nın gelişmesi ile istikrarlı, sı­ ca, takdimin önemi, kişinin karşılaşabileceği yabancıların statüsüne
nırlı bir monarşinin gelişmesi el ele ilerliyordu. Fransa' da kralın ilişkin geniş bir soruşturma yapmasını gerektiriyordu."
gücü ile Paris'in gücü uzlaşmaz çelişkiler taşıyordu. Louis Versay'ı Böyle bir durumda doğal olarak çeşitli dedikodu biçimleri geli­
yarattı; artık Tuileries sürekli ikametgfilı değildi, çünkü böylece şiyordu. Dedikodu öteki insanlara ilişkin sınırlanmamış bilgi alış­
soyluları daha iyi denetleyebilirdi; ayrıca saray kaçacak bir boşluk, verişiydi; onların günahları, sorunları ya da kuruntuları ayrıntılarıy­
bir yer bırakmayan sıkı bir hiyerarşi demekti. l 715'te XIV. Lo­ la, inceden inceye tahlil ediliyordu, çünkü sarayda bu tür malırem
uis'nin ölümü üzerine XV. Louis'nin yönetimi altında gelişen Pa­ şeyler herkesin bilgisi dahilindeydi. Dahası, dedikodunun toplum­
ris'e doğru kayma Versay'ın kurumları pahasına gerçekleşmişti. sal mevki ile çok doğrudan bir ilişkisi vardı. Saint-Simon'un yazı­
Demek ki politik açıdan İngiltere ve Fransa'nın saray tarihinde yal­ larında alt düzeyde biri, daha yukarı mevkiden biririe hiçbir zaman
nızca karşıtlar kıyaslanabilir. Toplumsal açıdan ise belirli benzerlik­ onun hakkında bir şeyler bildiğini ya da dedikodusunu duymuş ol­
ler vardı.2-' duğunu belli etmezken, yukarı mevkideki kişi kendinden daha aşa­
17. yüzyıl ortası saraylarında, yalnızca Fransa' da değil, Alınan­ ğı mevkiden biri ile daha ilk karşılaşmasında, onu küçümseme ama­
ya, İtalya ve İngiltere' de de farklı mevkilerden insanlar arasındaki cı taşımaksızın onun hakkında duyduğu dedikodulardan söz ederek
selamlaşmalar kişilerin birbirleri hakkında edinmiş oldukları bilgi­ bunların gerçekten doğru . olup olmadığına ilişkin tartış�aya gire­
ler temelinde övgüler düzülmesini gerektiriyordu. Tabii ki övgüle­ bilınektedir.
re boğulması gereken kişi, daha üst mevkide olandı. Nitelikli kim­ Yetn1iş yıl sonra Londra'da ve Paris'te görüntü değişffiişti. Da­
s�lerle niteliksiz kimseler arasındaki ilişkilerde mevki belirten un- ha açık olması için, saraya yönelmeden önceki haliyle aynı toplum­
>
sal sınıfı analiz edelim. 1750'de Lord Chesterfield oğlunu, tanıştı­ Chesterfield oğluna yazdığı mektuplarda duygularını başkalarından
rıldığı kişinin ailesi hakkında herhangi bir imada bulunmaması ko­ gızleyerek yaşamayı öğrenmenin altını çiziyordu. 1747'de, oğluna
nusunda uyarıyordu, çünkü onun ailesi ile arasında nasıl bir duygu­ şunları öğütlemekteydi:
sal ilişki olduğunu kesin olarak bilmek olanak dışıydı; ya da Lond­
ra'nın bu "karışıklığı"nda bir kişinin doğru dürüst bir aile düzeni S�nin yaşındakileri � �rl<.�k yanı. sizi kurnaz ve tecrübeli kişiler için kolay
bır lokmaya ve gcçıcı bır hevese dönüştüren ihtiyatsız içtcnliğinizdir.....
olup olmadığından bile emin olunamazdı. Yabancılarla dolup taşan
Artık yaşama atıldığına göre, sana sunulan bu tür dostluklardan sakın
nüfusu yoğun bir çevrede, kişiye ve onun bilinen niteliklerine öv­ Bunl�rı büyük nezaketle karşıla, fakat inanma; övgülerle karşılık ver, fa�
güler düzen selamlaşmalar giderek güçleşti. Genelde artık beylik kat guvcn duyma.2'1
selamlaşma deyimleri vardı. Bunların kabul edilebilirlikleri kendi
başlarınahrer mecaz olarak ne kadar genel geçer ve ağdalı olduk- ; �
Birkaç gün son a C esterfield öğüdünü daha da genişletir; 1747 yı-
_
J!L !arına bağlıydı. Bunlar ayrunsız herkese onıın itibarını hiçbir şekil­ lı, Chesterfıeld ın ogluna, Paris ve Londra gibi büyük şehirlerin tu- -2.

de zedelemeksizin söylenebilirdi. Nitekim bir iltifatın esası, dolay­ zaklarına ancak bir maske takarak karşı koyabileceğini söylediği,

sızlığa ve kişiselliğe başvurmaksızın karşıdakini onurlandırınaktı."' yaşam boyu sürecek oldukça uzun bir söylevin başlangıç yılıydı.

Marivaux'nun La Vie de Marianne adlı yapıtındaki Mariarıne Chesterfield'ın sözleri katıdır:


adlı kahramanı, Paris 'teki ilk akşam yemeği davetine katıldığında
Her şeyden önce, kendini beğenmişliği sohbetlerinden uzak tut ve insan­
oradalci grubun açıklığına ve konukseverliğine, daha önce hakkın­ ları kendi kişis�J ��raklar�n ya da özel meselelerinle eğlendireceğini san­
da bir şey duymamış olabileceği insarılar hakkında çok az konuş­ ��· Bunlar scnın ıçı n çok ılginç olsa bile ötekilerin hepsi için can sıkıcı ve
_
kustahçadır; aynca ınsan özel meselelerini ne kadar sır olarak saklasa yc­
malarına·ve özel yaşamına burıınlarını sokmadan onu konuşturma­
ya özen göstermelerine çok şaşar. 18. yüzyıl kent toplumunda neza­
ridir.:ı<ı
ket 17. yüzyıl ortalarındaki saray toplumuna ait tarzların tam tersi­
Chesterfield tekrar tekrar gençlik hatalarından söz eder. Londra'nın
ne dönüşmüştü. İlk toplumsal bağlar, insarıların "meçhul yığınlar"
gerçeklerinden uzakta, yetişme çağında iken, dürüstlüğün ve içten­
olduklarının kabul edilmesine dayanan nezaket kuralları temelinde
oluşturulmuştu.�7

li in ahliiki değerler olduğunu sanırınış. Londra'da geçen olgunluk
donemınde ıse bu erdemlerin bedeli "kendine ve başkalarına çok
Kent koşulları altında dedikodu tuhaf bir karakter kazandı. Vol­
büyük zarar verilmesi" olmuş. Madam de Sevigne'kine benzer aris­
taire, biriyle ilişkinizin daha başında iken dedikodusunu yaparsa­
tokrat bir ortamda yetiştirilmiş olan Chesterfield, toplumsal yaşamı
nız; ona hakaret etmiş olursunuz, diye yazıyordu. Dedikodu, hemen
. saray ve malikiineden kozmopolit şehirdeki yabancılar arasında ge­
o anda paylajılacak konulardan oluşan bir alan değil, belirli bir aşa-
çen bir yaşama kaydığı zaman, Madam de Sevigne'in "maneviya­
maya ulaşan dostluğun göstergesi olmuştu. Aksi halde dinleyicini­
tı"nı l 740'larda olumlu bir tehlike olarak değerlendiriyordu.
zin yakınlık duyduğu kişilerden söz etmek gibi büyük bir riske gi­
18. yüzyıl ortaları sosyalleşmenin en parlak çağlarından biriydi,
rerdiniz; ya da l 730'daki popüler hikayelerden birinde olduğu gibi,
fakat zamanın yurttaşları bu onura nail olacak gibi görünmüyorlar­

farkında olmaksızın bir ka ının hafifmeşrepliğiyle ilgili bir hikaye- •

dı. Maddi yaşam koşulları insanların birbirini soru işaretleri olarak


yi o kadının ta kendisine anlatabiliı:ç!iniz. Böylece büyük şehir, ki- .
··· görmesine neden oluyordu ve bu belirsizlik hiçbir şekilde duygusal
şiliklerden söz etme olgusunu başkalarıyla ilk kez ilişki kurmanın
bakımdan nötr bir konu değildi. Bilinmeyen olarak ötekiler karşı­
bir yolu. olmaktan çıkarmıştı."'
sında duyulan korku, Chesterfield'ın "insan özel meselelerini ne
Kişinin kendisi ile dünyayla kurduğu ilişkiler arasında bir mesa­
kadar sır olarak saklasa yeridir" türü sözler sarf etmesine yol açı­
fe olduğu bilinci 1740'1arda, en ünlü örneğini belki de Lord Ches­
. yordu. Maddi değişimlerden duyulan korku, söz konusu değişimle-
terfield'ın oluşturduğu birçok yazar için başat tema haline gelmişti.
rin etkisini daha da arıtın
yordu,. bu da maddı. koş
"

yere konu amayan,, yab
ullan nedeniyle bir iV
ancılann üzerine atılan bir
. örtüydü. Öyley- Kamusal roller
se bu kendılerıne
u b"ır sosyalleşebıl-
şans verilmeyen adaylar .
• guç
.. l"·
me yetısı olan bır toplum
· · .

u nasıl yarattılar? Birbirl


eriyle ilişki kur­
mak ıçın kullandıkları araç
lar nelerdi?

14

Gerek tiyatroda gerekse d e günlük yaşamda geçerli inanç kodları,


1 8 . yüzyıl kent toplumunun toplumsal ilişkileri anlamlı kılma araç­
larından biriydi. Geriye dönüp baktığımızda, bu köprü konusunda o
dönemin insanlanndan daha tedbirli olma isteği duyabiliriz. 1 8.
yüzyıl ortasında hem Paris hem de Londra'da insanlar yüz yıllık
tlıeatrum mundi imgesine özgü temel özelliklerinden sıyrılmış bir
şehirden bahsediyordu. 1749'da Fielding Londra'dan, sahne ve so­
kağın "kelimenin tam anlamıyla" birbirine karıştığı bir toplum ola­
rak söz eder ve bir tiyatro olarak dünya Restorasyon döneminde ol­
duğu gibi artık "yalnızca bir eğretileme" değildir der. 1757'de Ro­
usseau, Paris'teki yaşam koşullarının sosyal ilişkiye girmek için in­
sanları aktörler gibi davranmaya zorladığını göstermek üzere bir
yazı kaleme almıştı. Önümüzdeki iki bölümden sonra göreceğimiz A . BEDEN BİR MANKENDİR
gibi, yeni bir ıheatrum mundi anlamına gelen bu açıklamalar tam
1750'lerin Paris ya da Londra'sına ansızın geri dönen modern bir
olarak göründükleri gibi değillerdi: Geçmişe dönüp baktığımızda,
kent sakini , karşısında dış görünüşü zamanımızın kalabalıklarından
sahnede inanılır olanla sokakta inanılır olan arasında bir köprü ku­
rulduğunu söylemek daha yerinde olacak'tır. Kurulan bağ, sokakta­
ilk bakışta daha yalın ve şaşırtıcı olan bir kalabalıkla karşılaşırdı.
Sokağa çıkan bir kişi artık görünüşüne bakarak orta sınıftan bir
ki yaşama bir biçim kazandırdı. Aktör nasıl sahne dışındaki gerçek
yoksulu, orta sınıftan bir zenginden az çok ayırt edebilirdi. İki asır
karakterini göstermeksizin insanları duygulandınyorsa, onun kul­
önceki Paris ve Londra sokaklarında dış görünüşler sosyal konu­
landığı ayın inanç kodları da izleyicilerinin benzer bir amacına hiz­
••..· mun kesin göstergeleri olacak şekilde güdümleniyordu. Hizmetkiir­
met etmekteydi; birbirlerine kendilerini tanımlamaya kalkışmadan
. dar işçilerden kolaylıkla ayırt edilebilirdi. Yapılan işin türünün her
karşılıklı duygu uyandırabiliyorlardı. Maddi yaşam koşulları bu
mesleğe ait özel giysilerden anlaşılabilmesinin yanında, giysilerde- -22
96 kendini tanımlama çabalarını güç, hayal kıncı ve belki de beyhude
)tj düğme ve şeritler yoluyla kişinin kendi meslek alanında hangi F7
kılıyordu. Bu köprü, insanlara kişisel olınayan bir zeminde sosyal­
· mevkide olduğu da dışarıdan bakılarak çıkarılabilirdi. Toplumun
leşebilme araçlarını sağlıyordu.
orta . kesiminden, avukatlar, muhasebeciler ve tüccarların her biri
Böylece, kamusal yaşamın dört öğesinden ilki yani seyirci soru­
nu, ikinci öğe ile yani tiyatro ve toplum arasında köprü kuran inanç farklı süslemeler, peruklar ve şeritler kullanıyordu. Toplumun en
kodları ile mantıksal bir ilişki içine girmiş oldu. Birincisi maddi dü­ · 'üst mevkilerinde olanlar ise sokakta, onları yalnızca orta tabakadan

zensizlik meselesiydi; ikincisi onun üzerinde yükselen duygusal bir ... ayırmayıp sokağa da egemen kılacak kostümlerle boy gösteriyor­

düzendi. Düzen, düzensizliğe tepkiydi, fakat aynı zamanda da onun du.


aşılmasıydı. · .Elit kesimin ve daha varlıklı burjuvazinin kostümleri modern bir
Tiyatrodaki ve sokaktaki inanç arasındaki yapısal köprü, esas izleyiciyi şaşırtabilirdi. Burunlarına, alınlarına ve çene etrafına al­

olarak iki ilkeye göre biçimlenmişti: Biri beden, diğeri söz ile ilin- 'iı lıklar sürüyorlardı. Peruklar fazla büyük ve özenliydi. Kadınların
tiliydi. Beden mankendi, konuşma ise bir simgeden çok bir işaret saç modelleri de aynı özenle yapılırdı; üstelik bu modellerde son

olarak görülüyordu. Birinci ilkeye göre, bir şey ifade eden canlı bir · derece ayrıntılı gemi modelleri, meyve sepetleri, hatta minyatür fi­
varlık yerine bir manken gibi hizmet eden beden ile insan, üzerin­ . gürlerle temsil edilen tarihsel sahneler bile görülürdü. Hem kadın­

deki giysiler, zihinlerde bir tür buluş, süsleme ve uzlaşım konusu ların hem de erkeklerin tenleri soluk kırmızı ya da mat beyaza bo­

olarak canlandırılıyordu. İkinci ilke yoluyla ise konuşmaya, dışsal yarurdı. Maskeler takılırdı, ama sırf sık sık çıkarılarak eğlenmek

durumlara ya da kişi olarak konuşmacıya gönderme yapmak yeri­ için. Beden, oynanacak hoş bir oyuncak haline gelmişti sanki.

ne, kendi içinde ve kendi başına anlamı olan bir şey olarak kulak Sokakta geçirdiği ilk anlarında modern seyircimiz, herkesin bu

veriliyordu. Her iki ilke yoluyla da, başkalarına gösterilen davranış­ · denli açık seçik etiketi olduğu bir yerde düzene ilişkin bir sorun ol­

ları fiziksel ve toplumsal duruma ilişkin kişisel vasıflardan ayırabil­ madığı sonucuna varacaktır. Eğer bu ·gözlemci biraz tarih bilgisine

mişlerdi ve böylece de "kamu alaru"na ilişkin bir coğrafya yaratma sahipse, söz konusu düzen için çok basit bir açıklama getirecektir:

yolunda ikinci bir adım atrnışlardı. İnsanların yaptığı yalıuzca yasaya uymaktı. Çünkü hem Paris hem
. de Londra' daki nizanınamelerde, toplumsal hiyerarşideki her mev­
ki için, kılık kıyafet kanununa "uygun" bir takım giysi belirlenmiş­
ti ve bir mevkiye ait olanların başka bir mevkidekilerin kostümünü
., kullanmaları yasaklanmıştı. Kılık kıyafet kanunu özellikle Fran­
sa'da karmaşıktı. Örneğin, eşleri işçi olan l 750'lerin kadınlarının
ustabaşı eşleri gibi giyinmelerine izin verilmiyordu. ''Tüccarların" hiydi. İşte burada kamusal ve özel alanlar arasındaki kopuklukla

eşleri de soylu hanımların kullandığı belirli süsleri kullanamazlar­ ilintili ilk koşul ortaya çıkar: Daha doğal olan özel alanda bedenin

dı.Jı kendi başına bir anlamı vardır. Squire, Regence dönemi için şuna

Bununla beraber, bu nizamnamelerin varlığı, içerdikleri yasala­ ışaret eder:


rın gözetildiği ya da uygulandığı anlamına gelmez. 1 8 . yüzyilın ba­
Paris tam anlamıyla özensiz bir dış görünüşün kabulünü yaşadı. Yatak oda­
şında, kılık kıyafet kanununun çiğnenmesi nedeniyle az sayıda tu­
sı kostümleri salona girdi. Giyimin "özel" niteliği, aslında kökenleri itiba­
tuklama gerçekleşmişti. Teorik olarak, birisinin bedensel dış görü­ riyle giysiyle alakası olınayan biçimlerin genel kullanımı ile öne çıkarıl-
nümünü taklit suçundan hapse girmek mümkündü. Pratikte ise dı ..ı.ı ·.,

l?OO'lerden itibaren bu nedenle korkmak gereksizdi. Büyük şehir­


Sokakta ise aksine, kişinin mevkiini gösteren kostüm.Ier giyiliyor-
lerdeki insanlar son bölümde ele aldığımız nedenlerden dolayı, sa-
t� kaktaki bir yabancının kostümünün onun toplumsal mevkii ve say: du. işaretlerin başarılı olması için kostümlerin bilinmesi, bedensel .22-

gınlığını gerçekten yansıtıp yansıtmadığını söyleyebilmek için çok imgelerin bildik olması gerekiyordu. 17. yüzyıl sonlarının hantal

az veriye sahipti. Kozmopolit merkezlere göçenlerin çoğu kendi dış görünüşlerİHİn muhnfaza edilmesi basitçe geçmişin bir uzantısı

yörelerinde artık açılmayan yeni meslek alanlarının peşine düşmüş­ olarak görülemez. Amaç, toplumda ait olunan yeri gösteren imge-

lerdi. Peki, gözlemcinin sokakta gördükleri bir yanılsama mıydı? ler kullanarak sokakta bir toplumsal düzen oluşturmaktı.

Eşitlikçi bir toplumun mantığına göre, insanlar sosyal farklılık­ Kentsel yaşamdaki değişimler göz önüne alınırsa,, bu çabanın

larını sergilemek zorunda değilse bunu yapmazlar. Eğer hem yasa zorluklarla karşılaşacağı açıktı. Bir kere, çoğu yeni merkantil mes­

hem de yabancılık sizin seçtiğiniz bir "kimliğe bürünmenize" izin leğin 17. yüzyılda örneği yoktu. Örneğin bir gemicilik firmasının

veriyorsa kim olduğunuzu tanımlama çabasına da girmezsiniz. Ne muhasebe-tahsilat kısmında çalışanların giyebilecekleri uygun giy­

var ki, ancieıı regime şehrine uygulandığında bu eşitlikçi mantık if­ sileri yoktu. İkincisi, büyük kentlerdeki esnaf loncalarının çökme­

las eder. Kılık kıyafet yasalarının Batı Avrupa'da seyrek olarak yü­ siyle, lonca işaretleri taşıyan alışıldık giyim tarzlarının büyük bölü­

rürlükte olmasına ve büyük kentlerin sokaklarında gördüğünüz in­ mü işe yaramaz oldu, çünkü çok az sayıda lonca üyesi kalmıştı. Bu

sanların özgeçmişi hakkında bilgi edinmenin güçlüğüne karşın, güçlüğü aşmak için kullanılan bir yöntem de, kişinin kendi mesle­

toplumsal konumlara göre giyinme kodlarına uymaya yönelik bir ği ya da işi ile az çok yakınlığı olan herhangi bir mesleki giysiyi se­

·istek vardı. İnsanlar bunu yaparak, sokaktaki yabancılardan oluşan çip sokakta giymesiydi. Bu insanlar kendi konumlarını aşan tarzda

karışıma bir düzen getirmeyi umuyorlardı. giyinemezlerdi. Aslında, kayıtlara göre, giyim konusunda yalnızca

Kentli orta ve yukarı sınıf üyesi çoğu Fransiz ve İngiliz'in kos­ alt orta sınıf üyeleri yer yer kuralı çiğniyordu. Öte yandan bu eski

tümleri 17. yüzyıl sonlarından 1 8 . yüzyıl ortalarına kadar daha is­ kostümler farklı fakat eşit meslekten kişilerce giyildiğinde, giyen­

tikrarlı, hele önceki seksen yıla oranla çok daha istikrarlı bir kesim ler kendi özel yerlerini simgelemesi için elbiselerde değişiklik yap­

ve genel biçim benzerliği göstermekteydi. Kadınlarda yayvan etek­ ma kaygısı da taşımıyorlardı. Taşısalardı zaten garip olurdu; kos­

lere ve ideal erkek formu konusundaki büyük değişim -şişmanlık­ tümler, arıları giyen kişiyi tanımayan sokaktaki insan için bir anlam

tan zayıf ve ince belli olmaya- dışında, l 8. yüzyılda 17. yüzyıl son­ taşımazdı, aynca alıştığı kıyafetleri neden değiştirecekti ki? İnsan­

larının belli başlı modellerinden vazgeçilmemişti. Gelgelelim, tüm ların aslında giydikleri şeye ait olup olınadıklan, sokakta belli bir

bu kalıpların kullanım tarzı değişmekteydi." yeri olan birisi olmak için tanınacak bir şeyler giymek istemeleri

17. yüzyıl sonlarında her zaman giyilebilen kostümler 1 8 . yüz­ kadar önemli değildi."

yıl ortalarında yalnızca sahne ve sokak için uygun görülüyordu. 18. Gezintiye çıktığında bir kasap ya da şahin avcısı gibi giyinen ta­

yüzyılda ev içinde, bol ve sade elbiseler hemen tüm sınıfların terci- � Galler Prensi George'un saltanat naipliği. (ç.n.)
giderlerdi. Paris'te de sınıflar arasında İngiltere 'dekine benzer bir
vukçuluk şirketindeki bir dağıtıcı hakkında konuşurken, onun bir
zaman kayması vardı, ama elbette orada oyuncak bebeklere gerek
kostüm giydiğini, bu kostüm nosyonunun tıpkı tiyatrodaki bir aktö­
· yoktu."
rün kostü.mü gibi o kişinin davranışını kavramamızda yardımcı ola-
nı Bebekler gerçek insan boyutlarına çıkarılsaydı, geriden izleme
cağını söyleriz ve bu tarz bir giyime bir uzlaşım sonucu varıldığı .
sıstem � sınıfları ayıran çizgilerde içinden çıkılmaz bir bulanıklık
·

hemen aplarız.
yaratabilirdi. Ya da şöyle diyelim; orta ve üst tabakalar arasındaki
18. yüzyıl sokak giyimini cazip kılan, geleneksel kostümlerle
farklılıklar o hale gelirdi ki, orta tabakanın giydikleri moda tutkunu
yeni maddi şartlar arasındaki uygunsuzluğun kimseyi başka birinin
hanımefendilerin gençliklerinde giydiklerinin tam bir yankısı olur­
kılığına girmeye zorlamadığı, aksine kendi kimliğini oldukça ek­
ay­ du. Aslında, bebekler gerçek boyutlara dönüştürüldüğünde kostüm-
siksiz yansıtan kostümler giydiği aşırı olmayan örneklerde bile,
nı giyim ve görenek anlayışının var olmasıyd ı. Evdeki giyim, kişi- . �
.. ler i tematik olarak sadeleştirilmişti. Bebeklere gerek duyulmayan

ıoo nin bedenine ve ihtiyaçlarına yanıt verirken, sokakta ötekilere sizin · Pans te de aynı sade modeller gündemdeydi. Sonuçta, orta sınıf ka- JJ2
ta- ; dutları aristokrat çağdaşlarının gençliklerinin zayıf ama aynı za-
kim olduğunuzu biliyormuş gibi davranma fırsatı tanıma amacı
u; ·' manda daha yalın bir uyarlamasıydılar."
şıyordu. Kişi kendi yarattığı sahnede bir şahsiyet haline geliyord
olmak değil, ş�i emin­ Bir tür sokakları düzenleme aracı olarak giyim kodları insanla­
kostüınler kiminle aşık attığınızdan· emin
. rın kim olduğunu keyfi bir biçimde de olsa açıkça belirlemede işe
mişsiniz gibi davranabilmek için vardı. Chesterfield oğluna öteki
insanların dış görünüşlerine aldanmamasını öğütlüyordu; insanlar yarıyordu. Geriden izleme sistemi ise bu açıklığı tehdit edebilirdi.

olabilecekleri gibi değil de oldukları gibi kabul edilirse yaşam da­ Kendi konumunu aşan tarzda giyinen karısına orta sınıftan bir zey­

ha sosyal olurdu. Bu bakımdan da, kostümlerin onları giyenden ve tinyağı tüccarının tepkisi, Lady's Magazine adlı 1784'te yayımla­
giyenin bedeninden bağımsız bir anlamı vardı. Beden, evdekinin nan bir dergide aşağıdaki şekilde yer alrmştı:

tersine, kumaşlarla örtülerek süslenecek bir formdu.


Kaiım aşağıda beyazlar içinde ama iğrenç, örgülü bir elbiseyle dans eder�
Bu kuralı daha iyi ifade etmek için, "insanlar" yerine "erkekler" kcn, ne yapacağımı bilemediın. kızarak bağırdım, ..Sally, hey, sevgilim, bu
dememiz gerekir. Çünkü kadınlar, mevkileri ile giyimlerinin uy­ yeni saçmalık da ne? Daha önce giydiğin rop lanı hiç benzemiyor." "Hayır,
gunluğu açısından çok daha büyük dikkatle inceleniyorlardı: Ge­ sevgilim," diye bağırdı, "Rop değil, chemise de la reine." Bu abuk sabuk
sözlere bir..ı.z içerle_ycrck, "Sevgilin1," diye yanıtladım, "Gel şu yeni elbi­
nelde erkekler gibi, belli bir kesime ait birisi olarak, şu ya da bu gö­
sene doğru dürüst Ingilizce bir ad verelim." "Peki, madem istiyorsun, bu­
rünümle sokağa çıkabilirler, ama o kesime ait sınırların dışına çı­ nun :.ıdı kraliçenin entarisi." "Aman Tanrım" diye düşündüm, "Bir zeytin­
karsa düşmanlık toplarlardı. Sorun kesimler arası farkların belirsiz- . ya,�ı tiiccannın karısı dükkdnda çalışmaya kendi entarisiyle de��il. kraliçe­
leştiği, kendileri de açık olmayan, orta düzeyle orta-üst düzeyler nin entarisiyle gelirse diinyunın hali nice olur."

arasında iyice keskin bir hal alıyordu. Bunun nedeni devrin kadın
Yağcının karısı ya da bir başkası chemise de la reine giyiyor, taklit­
nüfusu arasında modanın yayılmasına yol açan araçlarda yatmak-
ler de mükemmel yapılıyorduysa insanlar kiminle muhatap olduğu­
taydı. .
nu nasıl anlayabileceklerdi? İşte, bir kez daha, sorun bir mevkiden
Toplumun gerek orta gerekse üst tabakalarında, Londralı kadı- ."'
emin olınak değil, rolünü kendinden emin olarak oynamaktır."
nın zevki için model Fransa'ydı. . Bu on yıl boyunca, orta tabakadan
Bu yüzden, kendi mevkiini aşan kostümlerle dolaşan bir kadın­
İngiliz kadınları genellikle üst tabakadan Fransız kadınlarının on­
la alay etmek, hatta diğer yabancılara onun bir sahtekar olduğunu
on beş yıl önce giydiklerini giydiler. Fransız kostümleri oyuncak
söylemek nezaketsizlik olarak görülmüyordu. Gelgelelim bu utan­
bebekler yoluyla yaygınlaştırılıyordu; bebekler günün modasına en
dırma, kostümlerin kendisi gibi belirli bir coğrafyayla ilgiliydi:
uygun şekilde giydirilir 'ICe satış elemanları bavullarına . on beş yir­
Kendi evinizdeki sosyal bir toplantıda mevkiini aşan kostümler
mi tane \ninyatür marıken doldurarak Londra'ya ya da Viyana'ya
içinde biri olduğunda, ona sokakta layık görüldüğü şekilde davran­ .hanımlann dizlerini bükmeleri gerekiyordu. Lester şöyle yazar:
mak büyük kabalık olurdu.
Poııf au sentin1ent en seçkin saray stiliydi ve saça bahçe görüntüsü veren
Aristokrat ve büyük burjuva sınıflarının giyimi daha alt sınıfla­ ağ:ıç dalh1rı, kuşlar, kelebekler, oraya buraya iliştirilmiş karton küpidonlar·
rın giyimi ile karşılaştırılarak artık bir yere oturtulabilir. Bedenin hatta sebzelerden çeşitli süsler bağlanıyordu.
yerleşik göreneklere göre tarunmasının bir aracı olarak bir marıken
gibi giydirilmesi ilkesi, toplumdaki yukarı ve aşağı kesimleri, rast­ Böylelikle başın şekli, alınla birlikte tamamen gizlenmiş oluyordu.
gele bir ziyaretçinin ilk anda fiilen giyilen kostümlerden yola çıka­ Baş gerçek ilgi odağının; yani peruk ya da saç tuvaletinin kaidesi
rak tahmin edebileceğinden çok daha fazla birbirine yaklaştırınıştır. idi;19
Ya da daha açıkça, üst tabaka bu ilkeyi mantıksal sonucuna götüre­ Bireysel karakteri örtme çabalan hiçbir yerde yüze yapılan mü­
rek, bedensel tasavvuru kelimenin kitabi anlamında bedensiz bırak- dahaleler kadar belirgin olmamıştı. Hem kadınlar hem de erkekler
<. mıştır. Bu rastgele ziyaretçi bir an için durup da üst tabakanın giyi­ yüzlerinde kırmızı ya da beyaz boya kullanıyorlardı. Bu şekilde ın3
mine ilişkin bu canlılık ve fantezinin altında neyin yattığı üzerine tenlerinin doğal rengini ve kimi lekeleri gizleyebiliyorlardı. Yeni-
düşünürse şunu fark eder: Peruk, şapka ve yelekler dikkatleri giyen den moda olan maskeler her iki cins tarafından da takılmaktaydı."
kişinin üzerine çeker çekmesine; ama bunu, kendi başlarına birer Yüzü örtmenin en son aşaması boya ile yapılan küçük benlerdi.
nesne olarak süs nitelikleriyle yaparlar, yoksa giyen kişinin yüzü ya Bu uygulama 17. yüzyılda başlamış olmakla birlikte an'cak
da siluetinin özelliklerini ortaya çıkarmakta yardımcı olmazlar. 1750'lerde yaygınlaşabilmişti. Londra'da bu tür benler kişinin
Şimdi, tepeden tırnağa inceleyerek, üst tabakaların bedenin nesne­ Whig ya da Tory oluşuna göre yüzün sağ ya da sol yanına koyulur­
leştirilmesi noktasına nasıl vardıklarını görelim. du. XV. Louis döneminde benler Parislilerin karakterini göstermesi
Şapka ve saç modası erkekler için peruk ve şapkalardan, kadın­ için 1.-ullanılırdı. Gözün köşesinde olunca tutkuyu, yanağın ortasın­
ka­
lar için de aralarına yapay küçük figürler yerleştirilmiş, dalgalı ve da homoseksüelliği, burunda ise cilveyi temsil ederdi. Bir kadın
bağlanmış saçlardan oluşuyordu. Perukların 1 8. yüzyıl ortalarında­ tilin memelerinde benler olduğu söylenirdi. Yüz yalruzca fona dö­
kağıt­
ki evrimi üzerine Huizinga şöyle yazar: nüşmüştü; soyut karaktere ait bu ideogramlann.. çizildiği bir
tı.41
..... 1 8.
Gövdeye de aynı işlemler uygulanmaktaydı. 1 740'larda kadınlar
yüzyılın ortalarından itibaren. bukleli ve kulakların üzerine kadar
inen. perçemi çok yukarıda ve enseye gelen yerine de bir düğüm atılan pe­ mü­
ruklar ortaya çıkmıştır. Doğanın taklit edilmesi yolunda her tür iddiadan göğüslerini daha da çok sergilemeye başladılar, ama yalnızca
ben­
vazgeçilmi.şti; peruk tamamen süs içindi. cevherler takabilecekleri ya da (umuyoruz ki) seyrek olarak,
de kol yenlerinin kenar­
lerle süslenen bir fon anlamında. Erkekler
rini artı­
Peruklar pudralanıyor ve pomatlarla pudranın yerinde kalması sağ­ larında bağcıklar ve üstten dikilen başka süslerle zarafetle
in
lanıyordu. Huizinga'nın anlattığı en popüler stildi, ama pek çok rıyorlardı. Bedenin incelmesiyle birlikte, bedensel dış çerçeven
e olanak
başka stil de vardı; aynca peruklar olağanüstü özenli bir bakun ge­ sadeleşmesi, süslenmede çeşitliliğe ve daha fazla esnekliğ
rektimıekteydi.'" tanıyordu."
giz­
Saçlarının tuvaleti konusuna kadınların yaklaşımını en iyi anla­ Kadınların etekleri bacaklarını ve ayaklarını büyük ölçüde
tan, La Belle Poule idi. Bu isimdeki bir gemi, bir İngiliz donanma­ lemekteydi. Erkeklerin pantolonları ayaklarını örtmüyo rdu. Tersi­
bölüyordu
sını yenilgiye uğratarak, saç tuvaletinde yeni bir modanın ilham ne, bu dönemde, tozluklar bacağı görünüş olarak ikiye
kaynağı olmuştu. Bu modelde saç denizi carılandmyordu ve La ve tüm ilgi, 1700'ler başında ve sonunda olduğu gibi bacağın bütü-
B elle Pou/e un maketi saçın içine yerleştiriliyordu. Pouf au senti­
.
'

Roma mitolojisinde aşk ilahı. (ç.n.)


m ent gibi saç tuvaletleri öylesine uzundu ki, kapılardan geçerken

.... Fikri ifade eden işaret.


.
f
> ,,

nüne değil, ayakkabılara yöneliyordu. Kollar ve bacaklar yüz ve geliniyordu; insanlar tiyatroda da aynı şekilde onları görmemeyi is­
omuzlar gibi süslerin takılacağı birer fon idiler." tiyorlardı. Seyrek de olsa, el emeğine dayalı kimi saygın meslekler
Gövdenin süslenecek bir nesne olması sokak ile sahneyi birbiri­ de güzelleştiriliyordu; özellikle hizmetkarlar bu gruptaydı. Paris 'te
ne bağladı. B u ikisi arasındaki köprü hem net ve açıktı hem de de­ modacı Martin tarafından giydirilen hizmetkarlar, "her taraflarında
ğildi. Açıktı, çünkü her iki alanda da kostümler taklit ediliyordu. şerit ve kurdelelerle, ipekler ve satenler içindeydiler: Bu tip, döne­
Açık değildi, çünkü sahne tasarımcıları alegorik ve fantastik karak­ min porselen üzerine işlenen figürleri sayesinde zamanımıza kadar
terleri hiilii, bedenin bir manken olması ilkesinden hareketle düşü­ korunabilıniştir." 1753 'te Madam Favart'ın bir keresinde sandalet­
nüp carılandırıyordu. Ayrıca daha önce tanımladığımız sokak giyi­ ler, kaba saba kostümler ve çıplak bacaklarıyla taşralı hakiki bir
minin sahnede taklit edilmesinin yasak olduğunu belirtmek de ge­ emekçi kadın gibi sahneye çıkması seyircilere iğrenç gelmişti."
rekir. Sahne kostümleri var olan sınıfsal sınırlar ve genellikle muhafa­
ıo4
Onur kırıcı yoksulluk sınırının üzerindeki her kesimin sokak zakar giyim çizgileri dahilinde, daha çok yeni peruk modellerinin, ır,
kostümleri hiç değiştirilmeksizin sahne kostümü olarak da kullanı­ yüz benlerinin ve yeni mücevheratın denendiği bir zemindi. Tıpkı
labiliyordu. Fakat bunların 18. yüzyıl ortalarında tiyatroda kullanı­ Rönesans 'ta tasarımcıların yeni mimari biçimleri önce sahnede de­
mı, en azından modem bir seyirci açısından, bazı gariplikler taşır. kor olarak denemeleri gibi, 18. yüzyıl ortasının kadın terzileri de
Moliere'in komedileri gibi görece çağdaş dekorlu oyurılarda, 18. yeni modelleri günlük sokak kostümüne dönüştürmeden önce ço­
yüzyıl ortası seyircileri, bir yatak odası sahnesinde bile sokak kos­ ğunlukla sahnede denerlerdi.
tümleri giymiş oyuncular görüyorlardı. Malırem sahneler için giyi­ B elirli türde kostümlerden Paris'te dönemin büyük kostüm tasa­
len mahrem kostümler yoktu. Tarihsel dekor içinde geçen oyurılar­ runcıları Martin ve Boquet' in izlediği kostüm yaratma ilkelerine
da, oyun Antik Yunan'da da geçse, Ortaçağ Danimarkası'nda ya da doğru ilerledikçe, tiyatronun sokağa hükmeden dış görünüş kuralı
Çin' de de geçse, sahne kostümü olarak sokak kostümleri kullanılı­ ile köprü kurduğu pek açık olmayan bir başka biçim daha kendini
yordu. Othello, David Garrick tarafından modaya uygun ve özerıli gösterdi.
bir peruk ile; Spranger Barry tarafından da resmi bir şapka ile can­ Martin, tiyatro kostümlerine XIV. Louis zamanında görülmemiş
landırılmıştı. John Kemble'ın oynadığı Harrılet ise bir beyefendi gi­ bir hafiflik ve zarafet kazandırmıştı. Onun Romalı karakterler için
bi giyinmişti ve pudralı bir peruğu vardı. Tarihsel takdim fıkri; bir hazırladığı kostümler tuhaf bir abartı taşıyordu. 18. yüzyıl ortasın­
Danimarkalı ya da bir Mağriplinin belli bir zamanda ve mekanda daki halefi Boquet bu fantezi unsurunu devralmıştı. Alegorik figür­
neye benzediği fikri, teatral tasavvurun büyük ölçüde dışındaydı. ler acayip yaratıklar olmaktan çıkarak bedeni örten dekoratif unsur­
l755 'te bir eleştirmen, "Dramatik sanatlarda tarihsel birebirlik im­ lar toplamına dönüşmüştü; ama bedenin hareketleri ve biçimiyle ta­
kfuısızdır ve sanatı öldürür" diye yazıyordu.44 mamen ilgisizdi. Aktris Matmazel Lacy, Amour dans l'Egle rolüne
Demek ki sahne kostümleri ile sokak giysileri arasındaki köprü, göğüsleri açık çıkınıştı, fakat bu kasıtlı olarak yapılmamıştı. Kos­
sanatın yaşamı yansıtması için duyulan genel bir arzunun parçası tümcünün elinde göğsü süsleyecek dantelaların altına koyacak ku­
olarak düşünülemez. Bedenin imgeleriyle kurulan köprü ise dekor maşı yoktu. Gövdenin çıplak kalan üst kısmı tüm ilginin asıl odağı
ve zamanın aynasında çarpılıyordu. Buna ek olarak, kostümde gö­ olan dantelalar için bir arka fon gibiydi. Aktör Paul, Zephire rolün­
rülen sahıı'e ve sokak benzerliğinin kendisi toplumsal konumla ilgi- de göğsünün olmaz bir yerine bağlanmış bir kumaşla görünüyordu;
li bir olgu'tarafından sınırlandırılmıştı. . ama bunun önemi yoktu, çünkü kostümcünün göğsü giydirmek gibi
Söz ko�usu on yılın tiyatro seyircileri, canlandırılan karakterler bir derdi yoktu, onun derdi, güzel ve zarif bir kumaşı sergilemekti."'
toplumun ,alt tabakalarından olduğunda her iki alan arasında keskin Bu tiyatro kostümcülüğünün geliştirdiği şey, günlük yaşamdaki
bir süreksizlik talep ediyorlardı; bu zavallılar şehirde görmezlikten dış görünüş kuralı, yani gövdenin bir manken olmasıdır. Alegorik
figürler "çağdaş giyimin'', zaten kendisi de fantez
i düzeyinde öz­ dilerini bu denli özgürce ifade edebiliyorlar? Ancien regime şehri­
gürlüğü ve toplumsal üstünlüğü ifade eden sokak
giyiminin "fan­ nin tüm karmaşıklığı görünürdeki bu paradoksta gizlenmektedir.
tastik hale getirilmesiydi".
�· Onların kendiliğindenlikleri, kendinizi ifade edebilmek için tam
Laver, "kostümün temel çizgilerinin modada
görülen dalgalan­ 'r. olarak açığa vurmalısınız şeklindeki anlayışı sorgulanabilir kılmak­
malarla değiştiğini" yazar. Bu, normal giysile ·

r için de geçerlidir; ,, tadır. Doğal insanı kendini ifade eden bir yaratık olarak, toplumsal
herhangi bir kadının sokakta Amour dans l 'Egle .;; insanı da düşünceleri ve duygulan kendine ait olmadıkları için za-
kılığında gezmeyi
düşünebildiği zamanlarda da salıne ve sokak arasınd
vardı. l 750'!erin Paris ve Londra'sında bedensel dış
aki bir köprü 1' yıf, parçalanmış ya da çelişik bir varlık olarak algılamak 'Büyük ·

görünüşe iliş­ Devrim'den sonra ortak Romantik anlayış haline geldi ve daha son­
kin kurallar sokak ile sahne arasında neredeyse
katıksız denebile­ e ra da hem entelektüel hem de popüler kültüre yayıldı. Bu yaklaşım
cek türden bir yapısal süreklilik gösterir."
106 Pastoralizmdir. En son şeklini 1 960'1arda kenti terk eden az sayıda
/07
Bir an için ileriye bakarsak, 18. yüzyıl ortasındaki . . .
ev içi giyi- insanın (ve terk etmeyı ısteyen çok sayıda ınsanın) taşranın doga1 - o

minde olduğu üzere, sokak giysileri ve salıne kostüm


leri beden ile ortamında kendilerini "yeniden bulma" girişimleriyle almıştır.
ilişkili görülmeye başlayınca, bu giysi ve kostümlerle
bunları üze­ 1750'!erin kozmopolit tiyatro seyircisinin davranışlarına şöyle bir
rinde taşıyan kişinin karakteri de ilişkili görülecektir.
İşte bu nokta­ bakmak bile kendini yineleyen pastoral ideale ilişkin kimi tedirgin
da, kamusal ortamda kendini belli etme kuralı tuhaf
bir şekilde de­ edici soruların doğmasına yol açacaktır. İlk kez olarak, burada, bir
netimden çıkacaktır: Erkekler ve kadınlar yabancıların
dış görünüş­ yanda mahrem ve doğal, öte yanda da kamusal ve gören.eksel �lan
lerinden giderek daha çok şey "okurken", yabancıları
algılama bi­ arasında katı bir ayırım yapan insanlar söz konusudur. .Bu ıkıncı
çimlerinde bir düzen duygusuna giderek daha az rastlan
acaktır. Bu alanda, fena halde duygusal olabilirler. Bunun nedeni, insanın kişi­
yüzden günümüzde artık hiç kimse böylesi bir toplum '
u yeniden lFii ile toplum içindeki kimliği açıkça birbirinden ayrıldığı zaman
canlandırmayı aklına getirmese de, 18. yüzyıl ortasın
'lj ls
kullanılma tarzlarına saygı ile yaklaşılması gerekir
.
da yapaylığın
1� h sedebilme özgürlüğünün artması olmasın sakın? Kendiliğinden­
lik ile "yapmacıklık" dediğimiz tutum arasında gizli ve zorunlu bir
ilişki olabilir mi? Evet olabilir ve bu ilişki, sembollerden değil, işa­

B . KONUŞ MA B İ R İŞ ARETTİR :ii �. retlerden oluşan konuşma ilkesinde somutlanır.


·ı ) J750'lerde, kendini ifade edici konuşmaya ilişkin bu kural, sah­

Sahnedeki bir kah'ramanın ölümü nedeniyle kadın erkek


ağlaşanlar; i �.
� :.:
ne ve sokak arasında süreklilik gösteriyordu; ama tiyatroda durul­
mus özenle kodlanmıştı ve bu nedenle de geriye dönüp bakıldığın­
repliğini unutan bir aktörün yuhalanması; oyunun pek tutulma
bir politik çizgiye kayması üzerine tiyatroda kargaşa
yan
çıkması; tüm
,ıl �.· da daha kolayca anlaşılmaktaydı. 1 8. yüzyıl ortalarındaki seyirci

"'.' '.i ''. topluluğunun konuşmasını anlayabilmek için önce kaba çizgilerle,
.

bunların Rom tik çağda ya da Devrirn'i yapa yurttaşlar
arasında
bir işkolu olarak tiyatronun nasıl yürütüldüğünü bilmek gerekir.
gerçek1eşme1erını bek1erız, ama ge1ın görün kı söz konusu davra-
ruşlar çoğunlukla bu dönemlerde görülmeyip daha çok 18.
<•
;.·.·•··''., .·,.·. .
1750'lerde hem Paris'te hem de Londra'da resmi kuruluşlu tı-

\j
yüzyıl
yatrolar, "patent" ya da "lisans" verilmiş evler yanında daha popü­
ortasının peruklu, cicili bicili seyircisinde ortaya çıkmaktadır.
Be­ ler bir tabanı olup da ötekilerle eşit statü elde etme mücadelesı ıçın­
aumarchais 'nin kafiyelerle anlatılan politikasına karşı protesto
lıkları atan, poııf aıı
çığ­
sentiment'!ı bir kadındır; Lekain'in talihsizlik­
de olan tiyatrolar vardı. Paris'teki iki ticari fuar (St. Laurent ve �t.
Germain fuarları) 17. yüzyıl sonlarından itibaren akrobatları, sırk
lerine kendinden geçerek ağlayan da saçları pomatlanmış
bir erkek.
gösterilerini ve bir tür commedia deli' arte' ı barındırıyordu. Theat
Yaşamları kişisel olmayan ve soyut göreneklerle yönetile �
n in­ re Ita!ien bu kaynaktan doğdu. Her iki kentte de opera vardı, her ıkı
sanlar nasıl oluyor da bu denli kendiliğindenlik göstereb
iliyor, ken-
şehirde de ruhsatlı tiyatroların yöneticileri en ciddi trajedilerin or-
tasında bile bale ya da fars antraktları koyuyordu. 18. yüzyıl ortalarında Londra ve Paris 'te oyun repertuvarı ol­
Comedie Française 1 7 8 1 'den önce eski salonlarında 1500 seyir­ dukça farklı idiyse de -örneğin, Fransızlar o dönemde Shakespe­
ciye, yeni haliyle ise belki 2000 kişiye ev sahipliği yapıyordu. Ho­ are'in bir barbar olduğunu düşünüyorlardı- her iki kentte de seyir­
gan'ın 18. yüzyıl oıtası Londra'sı için verdiği rakam 1500 civarın­ cilerin davranışı oldukça benzerdi. Örneğin, 1750'lerde salıneye
dadır. Elizabetlı devri tiyatroları için Harbage'ın tahminleri 1750 ve baktığımızda, yalnızca aktörleri değil çok sayıda da seyirci görürüz.
2500 arasında değişmektedir, demek ki 18. yüzyıl binası daha kü­ Bunlar salınede yer satın alabilen üst tabakadan genç insanlardı. Bu
çük boyutlardaydı. Karşılaştırılacak olursa, Metropolitan Opera "delikanlılar" canları isterse sahnede şöyle bir dolaşır; localardaki
House 3600 kişiliktir, Covent Garden ise biraz daha az." arkadaşlarına el sallarlardı. Aktörlerle iç içe ve salınede seyircilerin
Tiyatroya giden insanların sayısı kaçtı? Paris için veriler Lond- • gözleri önünde olmaktan hiç rahatsız olmazlardı, hatta bu hoşlarına
ra'ya oranla daha iyi. 18. yüzyıl ortalarında ComıSdie Française, se- giderdi. 1 8. yüzyıl ortalarında, seyircilerin açıklığı ve kendiliğin-
! 08 . den!iği, oyuncu ile seyircinin aynı dünyaya ait olduğu, bunun ger­
yircilerden büyük ilgi görmekteydi; 1737'de yılda 100.000'in altın­
da olan seyirci sayısı sürekli artarak 175 1 'de 160.000'e, 1765 'te çek yaşam olduğu, orada geçenlerin seyirciye son derece yakın bir
175.000'e çıktı. Ancak bu sayıların ilginç bir öyküsü vardı. Fransız­ şeyler olduğu anlayışına dayanmaktadır. Mitlıridates salınede otu­
lar artan sayılarda yeni oyunları izlemeye gitmiyordu. 1730' dan• ran kapı komşunuzun ayakları dibine düşerek ölmüş, ne gam. '
1760'a kadar repertuvara çok az sayıda yeni oyun eklenmişti. İngi­ . Ölüm, seyircileri modern bir gözlemciyi rahatsız edebilecek bir
liz sahneleri için de bu durum geçerliydi. 1750'de, düzenli olarak duygusallık sergilemeye kışkırtıyordu:
salınelenen oyunları, artık tamamen bildik olmalarına karşın daha
.....kendilerine sunulan çeşitli karakterlerin derin acılarıyla içli dışlı olmuş- :
çok sayıda insan izlemekteydi."
Jardı. Doyas[ya gözyaşlarına boğuluyorlardı..... Bir ölüm sahnesinin ardın- :
Seyirciler hakkında bir ilk bilgiye daha ihtiyacımız var. Bu top­ dan hem erkekler hem de kadınlar ağladı; kadınlar çığlık atıyor, zaman za-1;
lulukta kimler vardı? Gerek Londra'da gerekse Paris'te, Comedie man da bayılıyorlardı. Oyuna öylesine kapılıp gitmişlerdi ki, yabancı bir
Française'de ya da Garrick'in tiyatrolarında seyirciler arasında çok ziyarclçi, "bir trajedide gülünç kaçabilecek bazı sözler duydukları zaman
sayıda emekçinin varlığından söz edilemezdi; çünkü biletler aşın
bile gülnıemclerinc'' çok şaşırmıştı. Halbuki, Almıı.n seyirciler gülerdi.51 '
pahalıydı. Londra'nın tiyatro seyircisi Paris'in elit ağırlıklı seyirci­
Oyuncularla seyircilerin iç içe geçmeleri, etkilendikleri zaman se­
sine göre daha orta ve üst kesimlerin bir karışımını yansıtıyordu.
yircilerin aşırı duygusallık göstermeleri, yirmi yıldan sorıra Come- .
Ama Fransız tiyatrosunda da orta tabaka mensupları, öğrenciler ve
die Française yeni binasına taşındığında zemin katın sessizliğinin:
entelektüeller için ayrılan yerler vardı. Bu yerler zemin kattaydı ve
tiyatro tasarımının "çarpıcı bir başarısızlığı" olarak görülüp olum­
eski Comedie Française binasında bu yerlerden oyun izleyenler·
suz bulunmasını açıklayabilir. Fakat duyguların sergilenmesi gibi,
ayakta dururdu. Comedie Française 1 7 8 l 'de yeni binasına taşındı­
1750'lerdeki oyuncu ve seyircilerin iç içe geçmeleri de aslında Di­
ğı zaman seyirci davranışına ilişkin ilginç bir durum oluştu. Zemin
onysoscu bir kendini bırakma ya da ortak bir töreye uyarken seyir­
katta oturma yerleri vardı, önceden yer ayırtılabiliyordu; orta taba- .
ci ve oyuncuların tek ve aynı insana dönüştükleri bir ritüel değildi.
ka artık daha konforlu olabilecekti. Buna karşın zamanın sahne ya­
Bu seyirciler oyuna kapıldıkları kadar da denetimliydiler. Kendile­
zarları zemin kaun konforlu hale gelmesiyle tiyatro üzerine ölü top­
rini gözyaşına boğan oyunculara karşı objektif ve oldukça eleştirel
rağı serpildiği yorumunda bulunmuşlardı. Salonun arka tarafların­
tavır içindeydiler. Seyirci, oyuncuya doğrudan müdahale etmekten
dan bağrışmalar gelmiyordu ve ayakta oyunu izlerken bir şeyler yi­
yanaydı; bunu da bir "noktalar" [pointing] sistemi ve bir "halletme"
yen insanlar yoktu artık. İzleyicinin sessizliği sanki bir oyuna git­
[settling] sistemi ile yapıyorlardı.
menin keyfini azaltmış gibiydi. İşte bu tepki, seyircinin kendiliğin­
Daha önce gördüğümüz gibi gerek Londra'nın gerekse Paris'in
denliğini ve katılımını anlamak için bir ipucudur."
e, tiyatroda
devlet lisanslı tiyatrolarının repertuvarlarında eski ve bilinen oyun­ Iım, doğrudan karışmamıza bir engel mi var? Bu temeld
Aktör, keyif ver­
lar vardı. Her oyunda seyircinin iyi bildiği ve dört gözle beklediği kendiliğindenlik bir toplumsal mevki sorunuydu.
r ya da acındır ır, fakat bir kilhya ya
anlar vardı. Bir aktör ya da aktris böyle bir "nokta"da hemen sah­ mesi için oradaydı. Bizi güldürü
nenin önüne gelir, repliğini, ortada bir yerde yüzünü kalabalığa dö­ da hizmetçi gibi denetimimiz altındadır."
aşağı statü-
nerek söylerdi. Seyirciler bu doğrudan çağrıya ya yuhlarla ve ıslık­ Ancak bu denetimli kendiliğindenliğin aktörün daha
yeterli değildir. Bu
larla yanıt verirlerdi ya da oyuncu rolünü çok iyi başardıysa, de görülmesi temelinde açıklanması tek başına
değişimlerin, aktö-
yaşları, hıçkırıklar ve ayılıp bayılmakla" karşılık vererek tekrarını tek başına alındığında, oyunculuk mesleğindeki
i değişim lerle bağlantısını
isterlerdi. Ao<nı şey yedi sekiz kez yinelenebilirdi. Bu, oyunun öy­ rü izleyenlerin toplumsal karakterindek
çok işaretlerle
küsünün dışında anlık bir "tekrar"dı. "Nokta"lar hem sahne kural­ gölgeler. Yine bu, tek başına, seyircinin simgelerden
ış biçimi arasındaki
ları gereği olması gerekenleri kesintiye uğratan uzlaşma anları inandırıcı olabilen konuşma anlayışı ile davran
konuşma, konuş- J.1L
J.lQ de. seyirciyle oyuncu arasında doğrudan birleşmenin gerçekleştiği ilişkiyi gölgelemektedir. Bir işaret sistemi olarak
cı olduğu ndan, akt.ör ve
anlardı.52 ma dili hakkındaki modem fikirlere yaban
özetiyle giriş yapa-
"Halletme" suflör ve aktör ilişkisiyle ilgiliydi. Bir aktör salıne­ seyirci açısından önemli değişimlerin kısa bir
de sözleri unuttuğunda doğal olarak aşağıya, suflöre doğru lım.
çoğu turnelere çı­
du. Izleyiciler onun bu durumunu fark ederse suflörün söyledikleri­ 17. yüzyıl ortalarında profesyonel aktörlerin
u. Halka açık düzenl i tiyatrolar da
ni duymasını engellemek için yüksek sesle yuhalar, ıslık çalardı. kan k"llmpanyalarda yer alıyord
uluk mesleği başı­
Aktörü bu yolla, çoğunlukla da toptan "hallederlerdi"." kuruluyordu -Paris'te üç tane vardı- ama oyunc
aktörün bi�likte çalış­
Söz konusu kendiliğindenlik yalnızca ayrıcalıklı seyircilere ait boşluk içindeydi, o saraydan bu saraya koşan
ve Londra'daki kent
bir ayrıcalık değildi. 1740'1arda bir dönem, Th6iltre Italien'in pan­ tığı kişiler durmadan değişiyordu; çünkü Paris
tomim dışında herhangi bir şey sahnelemesi yasaklanmıştı. Tiyatro­ ı vardı. Yeni hamiler bulmak,
tiyatrolarında yalnızca sınırlı iş olanağ
i."
nun bilinen seyircileri buna oyuncuların sessizce canlandırdığı söz­ aktörün hiç yakasını bırakmayan bir gereksinimd
da p.em trajedi
cükleri hep bir ağızdan okuyarak karşılık verdi. İngiliz seyirciler Sahne ekonomisi öyleydi ki, "aktör" aym zaman
ydı; yani.iş bulduğu
öyle gürültücü ve hassastı ki, tiyatroların çoğunun periyodik olarak oyuncusu, komedyen hem de şarkıcı· ve dansçı
Daha da önemlisi, kendine
iç donanımının değiştirilerek yeniden dekore edilmesi gerekiyordu; sarayda her ne olması isteniyorsa oydu.
ım en aza indiriyordu.
çünkü seyirciler sahnede olup bitenlere onaylayarak ya da öfkele­ yeterli tiyatro salonlarının yokluğu, yer ayrım
'da da izlenebilir­
nerek tepki gösterirken çok büyük zararlara yol açıyorlardı." Paris'te sahneye çıkan ekip, taşrada ya da Versay
Seyircilerdeki bu coşku ve kendiliğinden duygulanma kısmen di.�7
himayeye daha az
aktörlerin toplumsal statülerinden dolayı ortaya çıktı. Aktörler bu Londra'da Restorasyon, krallığa ve aristokrat
görece kısa bir sezon
dönemde bir tür hizmetkar olarak kabul ediliyordu; kötü, ahlaksız bağımlı, daha çok kendine yetebilen, her yıl
de bir avuç haminin eli­
hizmetkfulıır idiler. Müzisyenler ve aslında tüm sahne sanatçıları bu açık, halktan müdavimleri olan; ama yine
için özellikle doğruy­
kesime dahil ediliyordu. 1 8 . yüzyıl şehrinde, XIV. Louis dönemin­ ne bakan bir tiyatro ortaya çıkardı. Bu, opera
konserleri de Lond­
de Versay'da olduğu gibi, hizmetkarlarla ve onların yanında başka­ du. Enstrüman çalan müzisyenlerin halka açık
önce başlam ıştı; konserler
larıyla son derece serbestçe konuşulurdu. Kadınlar giyinik değilken ra' da, Paris ya da Roma'ya oranla daha
ve çalanlar da barda
erkek hizmetkarlardan kendilerini sakınınazlardı, çünkü hizmetkar­ bir anlamda taverna yaşamının bir parçasıydı
e görülüyorlardı."
lar gerçekten önemsenmiyordu. Gelelim tiyatroya: Salınedekiler bi­ içki tezgiihında çalışanlara paralel bir statüd
gerek saraya ait gerek se kentsel bir faali­
ze hizmet etmek için burada bulunuyorlar; şu halde neden biz de 17. yüzyıl ortalarında,
istikrarsızdı. Sıradan sanatçı
"nokta" ve "halletme" yöntemleriyle kendimizi ortaya koymaya- yet oJarak "'sahne sanatı" başıboş ve
�şağı statüde kabul ediliyor, üstün yetenekleri olan sahne yönetme­ olanağı sağlamaya özen gösteriliyordu ve soylulara ait localar gide­
ni ya haminin zevkine bağımlı oluyor ya da Londra'da onu tüm iş­ rek seyircinin ilgi odağı olmaktan çıkıyordu. Serinletici içecekler
lerin yükünü taşıyan bir çilekeş olarak gören küçük seyirci toplulu­ artık hamilerin özel bölınelerinde değil, oyun sırasında koltuklar
ğunun hizmetkfuı sayılıyordu. arasında gezinen satıcılar tarafından ikram edilmeye başlamıştı. Fu­
Tiyatro seyircileri 18. yüzyıl ortalarındaki görünümlerinden çok aye bir giriş yeri olmaktan çıkarak perde aralarında kullarulan birı
farklı bir düzenleme içindeydi. Oyun, opera veya vokal; her tür ic­ tür buluşma yeri haline geldi. Biletlerin hamiler tarafından birer ar- '
ra sırasmda seyirci davranışmm odak noktası o günün hamisi kim­ mağan gibi dağıtılması bir istisna haline gelınişti; artık biletler ti­
se oydu. Çevresindekiler onun neyi onaylayıp neyi onaylamadığına , yatro binasında satılıyordu. Bu değişiklikler hiçbir şekilde icranın
bakarak davranıyorlardı. Sanatçılar seyirci topluluğunun tamamını ,,' demokratikleşmesini getirmemişti. Hamiler, oyun başına düşen sa­
değil, yalnızca küçük bir kesimini hoşnut etme peşindeydi. Tiyatro : : yıları çok fazla artsa da halii rağbetteydi ve seyirci koltuklan mev­
1 12 ,
binalarmm tasarımı da bu mevki farklarıru yansıtıyordu. Tiyatroda · . , kilere göre ayrılmaya devam ediyordu. Olan şuydu; tiyatronun ken­
en iyi localar kraliyet mensuplarına ya da senyörlere ayrılmıştı. 17. f,,c;1isi daha ulaşılabilir hale geldi; kral ya da saraydaki soylular tara­
yüzyıl Londra tiyatrolarında da görüşü iyi yerleri az sayıda hamiye ,'fından insanlara "lütfedilen" bir eğlence olmaktan çıkıp şehrin top­
ayırırlardı, seyircilerin geri kalanı salıneyi değil, bu azınlığı daha · , lumsal yaşamının bir odağı oldu. Profesyonel oyunculuğun "rutin­
iyi görebiliyordu. leşmesi", kendiliğindenliğini yitirmesi onun ölümü anlamına gel­
18. yüzyıl başlarında, tiyatro ve seyircileri yeni bir biçim kazan­ miyordu; mesleki istikrarın getirdiği yeni koşullar tiyatroyu, ona
maya başladı. Paris ve Londra'nın belli başlı tiyatroları, yardım ' eğlencenin ötesinde işlev yüklemeye başlayan seyirci açısından da­
,
alan ve çeşitli ayrıcalıklara sahip kuruluşlar haline geldiler. Duvig­ ' ha güvenilir bir araca dönüştürmüştü.
naud 'nun sözleriyle, "tiyatro giderek bir kurum, aktör de bir bürok­ Seyirci topluluğu bir büİün olarak icra hizmeti görenlerin çalış­
rat değilse bile, en azından belli zamanda belirli miktarda duygu malarını kısmen desteklemeye başlayınca, seyirci tepkisini göste­
üreten düzenli bir işçi" haline gelmişti. B öylece başıboşluğun sonu rirken daha duyarlı olmaya başladı. 17. yüzyılda kuşkusuz, saraylı
geldi. Diğer devlet görevlileri gibi, Paris'te ve Londra'daki aktör de , seyircinin duyguları yoğun olmakla birlikte prensin ya da eğlence­
bu tiyatrolardan birinde, resmi aylık masraflarını karşılasın ya da , .yi sağlayan soylu şahsiyetin bir baş işaretiyle denetlenebiliyordu;
karşılamasın, düzenli bir iş bulma peşindeydi." upkı haminin oyuncuları denetlemesi gibi onlar da konukları olan
co:nedie Italienne ya da Comedie de la Foire gibi izinli ama li- ·. seyircilerin davranışlarını denetlerlerdi. 18. yüzyılda bu sınırlı hi­
sans sahibi olmayan tiyatrolarda, daha istikrarlı bir zeminde düzen­ maye sisteminin tedricen parçalanmasıyla seyirci de üzerindeki
_
li bir hanıiler grubunun desteğiyle, bazıları da el altından hükümet yükten kurtuldu.
yardımıyla çeşitli gruplar oluşuyordu. Londra'da ise az bir devlet • Seyirci sayısının artışıyla birlikte, aktör ve seyirci arasında yeni
desteği görmelerine karşın, hem ruhsatlı hem de geçici izinle çalı- .türde bir ilişki doğdu. Aktörün işi, satırların beceriksizce ezberden
şan tiyatrolar istikrarlı bir hale gelmişti.'• okunması olmaktan çıkıp çok çalışma gerektiren bir uğraş olınuştu.
,
Sahne oyunculuğunun istikrar kazanabilınesinin nedenlerini pek .' .Aktör salt küçük bir azınlık üzerinde etki yaratmaya değil, tiyatro­
,
uzaklarda aramamak gerekir. Ancien regirne şehrinde halk tiyatro­ ,dakilerin bütününe ulaşmaya çalışıyordu. Seyirci oyunları tanıdık­
yu Antik Atina'daki gibi görmeye başlamıştı: Az sayıda haminin ça bir özveri bekler olınuşıu; oyunun nasıl gelişeceğini bilerek, ak­
gözetiminde, onları hoşnut etmek için bir vesile değil, bir bütün törün oyunculuğunun ayrıntıları üzerinde yoğunlaşmaya başladılar.
olarak avanun bir toplantı yeriydi tiyatro. l 720'Ierden sonra inşa ' Bir eleştirmene göre, seyirciler "hikayenin akışı açısından" oyuna
edilen tiyatroların tasarımları bunun bir göstergesiydi; seyircilerin daha az ilgi gösterirken, kendi başına estetik bir deneyim olarak
yalnız sınırlı bir kesimine değil, çoğunluğuna engelsiz bir görüş "canlandırma" işiyle daha fazla ilgileniyorlardı. Bugün Kuzey İta!-
ya'da operaya giden biri bu durumu hala yakalayabilir: Önemli miyordu; çünkü onu ya da herhangi bir başka aktrisi "yalnızca rol
olan hareket değil, andır. yapan" biri olarak algılamıyorlardı. Bir oyun gerçeği "simgelemi­
18. yüzyıl ortası başkentinde, hareketin değil anların önem ka­ yordu"; oyun gerçeği kendi görenekleri aracılığıyla yaratıyordu.
zandığı gösteride, konuşulan sözcükler simgelerden değil, işaretler­ Madam Favart tam da bu nedenle sahneden kovulmaktaydı. Biri
den oluşuyordu. "Simge" modem anlamıyla, belli bir şeyin ya da kalkıp da hizmetçileri için gözyaşı dökerse işlerin sonu nereye va­
şeylerin yerine geçen bir işarettir. Simgelerden söz ederken, örne­ rırdı? Beaumarchais aynı nedenle seyircilerine karşı mücadele üs­
ğin, "gönderge"si olduğundan, ''öncel"inden söz ederiz. Örneğin, tüne mücadele vennişti. Seyircilerin hizmetçi Figaro'nun başkarak­
,.
şöyle bir kullanımda simge kendi başına gerçekliğini kolayca yitir- ter olması karşısında hayrete düşmelerinin nedeni hayali bir masal
mektedir: "Şunu söylediğinde ya da şu sözcüğü kullandığında as­ ülkesinde olmak istemeleri değildi; Figaro, ona inanmamak ellerin­
lında ne demek istiyorsun?" İşaretlerin şifresini çözme düşüncesi- den gelmediği için rahatsız ediyordu onları."
'.� nin toplumsal kökenlerinden birinin izi bir asır öncesinde, 19. yüz­ Tiyatronun tüm görevi, kendi kendine yeterli içsel bir inandın- .l.12
yıl şehrindeki görünüşlerin yorumunda yakalanabilir: Dış görünüş, cılık standardı oluşturmaktır. Bu görev ifadelerin simgeler değil
gerçek bireyi içinde gizleyen bir kılıftır." işaretler olarak görüldüğü toplumlarda daha kolay başarılmaktadır.
1 8 . yüzyıl ortasında, işaretin simgeye bu şekilde dönüşümü, ve­ Bu gibi toplumlarda "yanılsama"nın gerçekdışılık gibi bir yananla-
rili bir ifadenin ardında bir dünyanın olduğuna dair bu varsayım ar­ mı yoktur ve teatral yanılsamanın yaratımı "gerçek yaşam"ın unu­
tık yabancı olacaktı. Konuşmak, güçlü, etkili ve her şeyden önce tulması, gizlenmesi ya da ondan kaçılnıası değil, belirli bir ifade gü­
kendine yeterli, duygusal bir beyanda bulunmaktı. Konuşmanın cünü gerçekleştirmedir. Böyle bir yanılsama mılayışının bir işaret
böyle bilinçli olarak işlenmesi ya da bedensel imgelemle bilinçli toplumundaki çarpıcı bir örneği, 1750'lerin sonlarında sabnedeki
olarak oynanması hiçbir şekilde göreneklerin ürettiği şeylerden oturma yerlerinin kaldırılması üzerine Parislilerin yaptığı yorumdur.
sapmaya yol açmıyordu. Pouf au sentiment kılığındaki kadın ken­ 1759'da, seyircinin tamamının engellenmeden oyun izlemesi
dini "yapmacık" bulmuyordu, pouf kendi içinde bir ifadeydi. Ya­ için koltukların sahneden atılmasının iki ayrı anlatımı var., Birinde,
nında oturanın ayaklan dibine düşerek ölen aktör ölüydü ve şu an­ zengin bir adamın Comectie Française'e sahnedeki yerlerih gelirine
da biz bu durumun ne kadar "yersiz" olduğunu düşünsek de o bu eşit bir ödeme yaptığı söylenir. Diğerinde ise değişim Voltaire'e
olaya tepki veriyordu. O nihai sözel işareti düşünün; sabne ışıkları- , bağlanır ve eğer doğruysa, daha ilginç bir versiyondur. S,·emiramis
nın önündeki 'noktayı': Hareketin tamamen durdurulduğu bu mut­ ( 1748) gibi oyunlarda, kalabalık sahnelerde ve büyük gqsterilerde
lak an, herkesin aktöre öfkelenmesine ya da o noktada gözyaşlarını Vo!taire çok sayıda oyuncu çalıştırıyordu. 1759'daki oyunun sahne­
koyvermesine yol açıyordu, çünkü oyuncunun jesti keridi başına ta­ lenmesi sırasında bu sayı öylesine yüksekti ki, sabnedeki oturma
mamıyla inandırıcıydı. Jestin geçtiği sabneye ilişkiri bir gönderge yerlerinin kaldırılması gerekmişti. Daha sonra 1762'de Garrick de
yoktu. aynı şeyi yaptı. Sonuç, sahnedeki "yanılsama" duygusunun artması
İşaretlere ilişkin bu idrak sistemi aslında muhafazakar bir güçtü. oldu. Zamanın oyun yazarlarından Colle bakın konuyu nasıl dile
Son derece dağından ve anlık yargılar veren 1 8 . yüzyıl seyircisi da­ getiriyordu:
ha önce yapılmamış olanı yapmayı deneyen bir aktör ya da tiyatro
Ses daha iyi duyuiabiliyor ve yanılsama daha büyük. Artık ne Sezar'ı ön
yazan üzerinde çekilmez bir denetim kurabilirdi. Paris seyircisinin
sıradaki sahne kOltuklarından birinde oturan bir aptalın peruğundan çıkan
bakımsız ve paspal kılıklı bir hizmetçiyi gerçekçi bir biçimde can­ Lozları fırçalarken ne de Mithridates'i tanıdık eşin dostun t<tm ortasında
landıran Madmn Favart'ı nasıl reddettiğini anımsayalım; bunu şim­ son nefesini verirken görüyorsunuz.
di anlamlandırabiliriz: Favart'ın amacı seyircinin o sefil haline
sempati duymasını sağlamaktı; ama onların ellerinden bir şey gel- Colle ayakların sahnede görünmediği yerde "yanılsama"nın daha
•·. leştirmeyi kolaylaştıran bir işlevi daha yerine getiriyordu : O dö- ı
başarılı olduğundan söz ederken bir işaretin mükemmelleştirilmesi­
·

nemde, her iki şehirde de kahvehaneler başlıca enformasyon mer­


ni kastetmekteydi. Ayaklar yok olduğunda insanlar ölüme daha bü- ·
kezleriydi. Gazeteler burada okunurdu. 18. yüzyıl başında Lond-
yük bir hararetle inanabilirlerdi. Bunun yalnızca "bir oyun" olduğu­
:
ra'daki kahvehane sahipleri gazeteleri kendileri basıp yayımlamaya
nu ve gerçek olmadığını anımsatacak hiçbir şeyin kalmadığını söy­ başladılar ve 1729'da bu işkolu üzerinde bir tekel hakkı edinmek
lemek, Colle'in altını çizdiği anlamı gözden kaçırmak olur.'" için �aşvurdular. Belli bir teşebbüs alanında başarı olasılığırun ne
'
Çünkü dile getirilen sözcük verili bir anda gerçek olduğu, "nok­
. oldugunu bilmeye dayanan sigortacılık gibi mesleki etkinlikler kah- .
ta" daha önce olanlara ya da sonra olacaklara gönderme yapmak, . . . . vehanelerd
e gelişti; örneğin, Lloyd's of London, başlangıçta bir
sızın inanılır olduğu için, seyircinin anlık kendiliğindenliği de orta- ·
. kahvehaneydi.'"
·
ya çıkıyordu . İnsanlar her an bir davranışın ardında yatan gerçek' . . . Enfo asyon m rkezleri olarak kahvehaneler, doğallıkla sohbe-
� �
anlamı kavrama derdinden kurtulınuşlardı. "Nokta"ların mantığı da., ,
.tın. gel ştıgı_ yederdı. Kapıdan ilk kez giren biri önce bara gider, pa- 11

l!.!!. buydu: Kendiliğindenlik, yapmacıklığın ürünüydü. �asını oder ve ılk defa geldiği bir yerse, kendisine genel kurallar -şu
Şimdi de .bu konuşma sisteminin sahne ve sokak arasında ne tür. ?uvarlara tükürmek yasaktır, pencere yanında kavga edilınez vs.­
bir köprü kurduğunu görelim. . 1 8 . yüzyıl başlarında bu konuşma
·,

.
.açıklanır, sonunda keyfıne bakmak üzere yerine otururdu. Aslında
işaretleri sisteminin hüküm sür.düğü kent kurumu kahvehane i
·
,:Yif d�nen şey öteki insanlarla konuşma sorunuydu ve konuşma
Yüzyılın ortalarında, yabancıların toplandığı yeni kurumlar doğdu: t mel bır kurala tabi idi: Enformasyonun mümkün olduğunca ek­
7
Likör servisi sunan kafe ya da publar, ilk lokantalar ve gezinti park · siksız olması için, mevki ayırımları geçici olarak askıya alınıyordu.
lan. Bu yeni kurumların bazılarında kahvehanelerdeki konuşma,
Ora� oturan herkesin, tanısın tanımasın, istediği ile konuşmaya,
sistemi aynen korunurken, ötekilerde parçalanmıştı. 18. yüzyıl or-'.'.
' yetkilı olsun ya da olınasın istediği konuya katılmaya hakkı vardı.
talarını izleyerek konuşma anlayışları kahvehaneler, kafeler ve: .
' Kahvehanede konuşurken karşıdaki insanın toplumsal kökenine de­
parklardakine benzemeyen yeni tür bir toplantı yeri olan erkekler
ğinmek dahi çirkindi, çünkü sohbetin özgür akışı engellenebilirdi.'''
k-ulübü oluşmaktaydı. Demek ki kurumlar bakınıından ilk akla ge­
len, bir yandan 18. yüzyıl tiyatrosu ile biraz daha erken döneme ait : 18. yüzyıl, toplumsal mevkilerin kahvehaneler dışında son dere­
ce önem taşıdığı bir çağ oldu. Konuşma yoluyla bilgi toplamak için
toplanma yeri arasında tam bir köprü olduğu, öte yandan ise
zamanın ınsanları kendilerine bir kurgu yarattılar; toplumsal ayrım­
1750'lerde bu köprünün yerinde durduğu fakat onun yanı sıra dac . , !arın olmadığı k-ıırgusu. Bir beyefendi kahvehanede oturmaya karar
ha parçalı türden bir konuşmanın yürütüldüğü başka kurumların da!
vernıışse, toplumsal merdivende kendinden aşağı olanların sınırsız
var olduğudur. En önemlisi, tiyatro binasına yapılan dış fuayeler ve
ve özgür konuşmalarına ses çıkaramazdı. Bu durum kendi konuşma
eklentiler önemli sosyal merkezler haline geliyordu ve buralarda
kalıbım üretti.
seyirciler arasında gerçekleşen sohbet, oyun sırasındaki seyirci-.
· · ' Kahvehane ohbetlerine ilişkin Addison ve Steele'ın kaydettiği
oyuncu diyaloğundan hemen hemen farksızdı. . �
diyalogların çogu genelde yalnızca onların zihinlerinin bir ürünü
Kahvehane, l 7. yüzyıl sonlarında ve 18. yüzyıl başlarında gerek
değildir. Bunlar, insanların ortak bir zeminde katılınalarına izin ve-
Lo.ndra gerekse Paris için ortak bir buluşma yeriydi. İngiltere 'nin ·
. ren türde bir sohbetin kayıtlarıdır. İnsanlar uzun bir masanın etra­
kahve piyasasına daha fazla hakim olınasına bağlı olarak Londra'da
fında oturup, en ince ayrıntısına kadar anlatılan savaşların ya da
kahvehanelerin sayısı daha da fazlaydı. Kahvehane romantikleştiri-·
önemli şahsiyetlerin öykülerini dinlerken, anlatıcıdan, yani dar zih­
len ve aşırı idealleştirilen bir kurumdur: Neşeli, nazile konuşmalar,
nıyetli küçük memurdan, gereksiz hoşgörü sahibi saray mensubun­
tatlı anlar ve yakın dostluklar; tümü bir fıncan kahve etrafında ger- .
dan ya da zengin bir tüccarın soysuz küçük oğlundan gelen öykü­
çekleşiyordu, cin içilen yerlerin alkollü sessizliği henüz bilinmiyor­
lerı ya da tasvirleri "bir yere" k.oymak için yalınzca gözlerini ve ku-
du. Dahası, kahvehaneler, onları geçmişe dönük olarak romantik-
!aklarını kullanmak zorundadırlar. Ancak, konuşmacının karakteri­ . lama" ve "halletme" uy.arlamalarının kafelerde tecrübe edildiğini
ni bir yere koyma işi hiçbir zaman orada bulunanların birbirlerine gösteriyordu; herhangi birinin bir "nokta"ya (günlük dildeki kulla­
karşı kullandıkları sözler arasına sokulmamalıdır. Uzun aralıklarla nııru bu tarihten kalmadır) değinmek için ansızın ayağa kalkmasını,
tekrarlanan cümleler sarf edilir, herkesin daha önce en az yüz kere ayrıca cüırılelerin tekrarlanması isteminin de yadırganmadığını da
duymuş olduğu, bilinen tasvir cümlecikleri yinelenir ve içlerinden gösteriyordu. Bir konuşmacı sıkıcı bulunduğunda dinleyiciler onu
birisi "kendisini dinleyenlerden herhangi bir kişiye" ilişkin bir ima­ gürültü yaparak "hallederler", yani sustururlardı.
da bulunursa, masadakilerin yüzleri asılır. Kahvehane sohbeti, mev­ Ne ki, tüm kafeler tiyatrolarla aynı çizgide yürümedikleri gibi,
ki, soy, beğeni gibi anlam simgelerinden tamamen ayrı, aslında on­ bir işaret sistemi olarak konuşma da 1 8. yüzyıl ortalarına kadar
lara meydan okuyan, bir işaret sistemiyle anlatmanın uç örneğidir. günlük yaşam içinde bütünlüğüyle ve bozulmadan kendini koruya­
İnsanlar böylece söz konusu kahvehanelerde kendi duygularını, madı. Çok çeşitli konuşma biçimlerinin ortaya çıktığı Paris kafele-
18 kişisel geçmişlerini ya da mevkilerini ele vermeksizin sosyallikle­ . . . . 1 19
rınden en ıyı tanınanı, yıyecek şarap ve kahve suruna l"ısansı olan -

rini yaşadılar. Ses tonu, diksiyon ve giysiler dikkat çekici olabilir­


Cafö Procope idi.
di, ama bütün mesele bunları dikkate almamaktı. Konuşma sanatı, 17. yüzyıl sonunda kurulmuş olan bu kafe, 1 8. yüzyıl ortasında
her ne kadar aksine bir işleyişi olsa da, 1750'lerde mevkiye uygun Paris'teki yaklaşık üç yüz benzer kuruluştan biriydi. Burada sohbet­
giyimin taşıdığı anlamı taşıyan bir görenekti. Her ikisinde de ya­ ler herkese açıktı, yine de belli bazı gençlere ayrılmış masalar var­
bancılar kişisel durumların derinliğine inmek zorunda olmaksızın . dı. Bu genç adamların çoğu Comedie Française'de birer sahne kol­
karşılıklı ilişkiye girebiliyorlardı. tuğuna sahiptiler. Oyunları izledikten sonra Procope'a uğrayıp ko­
1750'lere gelindiğinde Londra ve Paris'te kahvehaneler düşüş nnşur, içer ve kumar oynarlardı. 1759'da sahnedeki yerleri ellerin­
sürecine girmişti. Nedeni kısmen ekonomikti. 1 8. yüzyıl başlarınd
a, den alınınca kafede bir protesto gösterisi düzenlediler: Paris'teki di­
British East India Company kahve ithalatına göre çok daha fazla
ğer kafeler eğitim düzeyi daha düşük ve renkli müşterileriyle Pro­
kar getiren çay ithalatına girişti. Çaya bağlı olarak Çin ve Hindis­
cope'tan ayrılırdı, ama çoğunda kafedeki genel sohbet konusunun
tan ticareti genişledi ve çay moda oldu. Kahvehane sahipleri
elle­ dışına çıkıp özel ilgi alanlarının peşinden giden arkadaş kümeleri­
rinde kraliyet çay lisansı olmadığından silinip gittiler."''
nin bulunması olanaklıydı."'
Kahvehaneler, 1 8 . yüzyıl başkentlerinin konaklama yerlerin
de 1 8. yüzyıl ortasında, işaretler sistemi olarak konuşma, iki taraf­
varlıklarım sürdürürken, şehre uğrayan gezginler oradakileri
"soh­ tan tehdit altındaydı. Biri kulüptü, diğeri yayalar için ayrılmış ge­
betin genel konusu üzerinde özgürce ve hiç çekinmeksizin"
konu­ zinti yeriydi. 1730'larda ve 1740'1arda kulüpler küÇük bir kesim
şurken görünce çok şaşırıyorlardı. Bu durum daha sonra Paris
ve için popüler olmuştu. 1 8 . yüzyıl kulübü çok dar bir kesimin yaşa­
Londra'daki alkollü içki içilebilen yeni yerlerde devam etti.
Kafe mına girmesine karşın, bazı ayrıntıları incelemeye değer; çünkü
ve publar yalnızca kol emeği ile geçinen müşterilerin gittiği
18. hem bu ortamın konuşma biçimleri gelecek yüzyılda yaygınlaşacak
yüzyıl mekanları olarak tanımlanırsa da aslında öyle değillerd
i. Ti­ bir olguyu haber veriyordu hem de sosyalleşme biçimleri başlan­
yatroların çevresindeki publarda ve kafelerde müşteriler
oldukça gıçta, 1 8. yüzyıl ortasında, züppelikleriyle bu sosyal oluşumu yarat­
karışıktı: Gerçekte içki içilen bu yerlerin çoğu tiyatro binalarıy
la maya mecbur kalıruş kişilere tam bir tatmin sağlamıyordu.
bağlantılı olduklarından, seyirciler için oyun öncesi ve sonrası
top­ Kulübü anlayabilmek için, varlıklı burjuvazinin ve elit kesimin
lanma yerleri olarak hizmet veriyordu. 1 8 . yüzyıl ortası
Paris ya da dilini anlamak gerekir. Bu kesim, giydikleri elbiselerde yaptıkları
Londra 'da tiyatroya gidenler bu yerlerde ya da bunların
yakınların­ gibi mahrem dil ile kamusal konuşma arasında belirli ayrımlar ya­
da hayli vakit geçirirdi. Buralarda enine boyuna sohbet edilirdi,
ko­ ratmayı denemedi. Yüzyılın başlarında geliştirilen kullanımdaki
nuşmacılar gayretliydi. Gerçekten de, döneme ilişkin anılar
"nokta- dilsel kalıplar hfüil ev toplantılarının, arkadaşlar arası iltifatların,
hatta aşk ilanlarının diliydi. Sadece özel konuşma için oluşturulan aramızda yeni sayılabilecek hiçbir şey kalmadı. Her birimiz diğeri­
ilk kuruluş erkekler kulübüydü. nin kafasında nelerin olduğunu tamamen keşfettik artık" demişti." ·
Kahvehaneler arada yiyecek de sunuyordu, ama o zaman taver­ Kahvehane ve tiyatro kafelerindeki konuşma biçimine yönelik
naların alanına tecavüz etmiş oluyorlardı. Kulüp üyeleri kafelerden daha genel bir meydan okuma da, tuhaf bir şekilde, yabancılar ara­
çok bu tavernalar ve hanlarda toplanırlardı. Başlangıçta toplanma sında gözlem yapmanın ve izlerırnenin verdiğf keyiften kaynaklan-·
amaçları birlikte yemek yemekti. Londra'da Paris'ten daha çok ku­ dı. 1 8 . yüzyıl ortasına gelindiğinde, bir sosyal etkinlik anlamında
lüp vardı. 1 8 . yüzyıl ortasında her iki şehirde de çok az sayıda ku­ s.okakta gezinmek, Paris ve Londra'da daha önce hiç olmadığı ka­
lübün kendine ait binası vardı.'•" dar önem kazanmıştı. Gezinti o zamanlar bir tür İtalyan zevkinin
Kulübün sosyal yaşamının kahvehane yaşamından farklılığı, geri gelişi olarak tanımlanıyordu; bir anlamda öyleydi de. İtal­
Boswell'in Samuel Johııson' un Yaşamı adlı yapıtında anlatılan bir ya'daki Barok şehir planlamacıları, özellikle de Roma'daki V. Six- .
J1Q olayla çarpıcı bir biçimde gösterilmiştir. Sir Joshua Reynolds, fos, şehir içinde bir anıttan, bir kiliseden, bir meydandan diğerine 1'
Turk's Head Kulübü üyelerine aktör Garrick'in o kulüpten "Orayı
1• g�zi yapabilme zevkine büyük önem vermişlerdi. Yüzyıl sonra
seviyorum. Sarurım size katılacağım" diye söz ettiğini belirtir. ·
. Londra ve Paris 'te yaşama geçirilen anıtsal şehir anlayışı, görüntü-
Johnson ise onu, "Bize katılacakmış! Buna izin vereceğimizi nere­
, .!eri izlemekten insanları izlemeye dönüştü. Gelgelelim sokakta in­
den biliyor?" diye yanıtlar. Anlaşılıyor ki, Garrick'in kulübe yakla­
iı�
??larla ilişki kurmak hiç de kolay değildi. Paris ve Londra'nın so­
şımı eski tarzda bir kahvehane yaklaşımıydı. Johnson ise bu düzey- .
' kakları, hfila 17. yüzyılda Roma'da beledıye çalışmasıyla yapılan
de dışa açıklığı reddetınekteydi.'"
·

ctüzenlemelerin aksine, dar, açık ve pislik içindeki yollardan oluşu­


18. yüzyıl ortası kulüpleri, kişisel yaşamları tatsız olanları ya da ,
yordu. Nadir olarak kaldırım vardı ve genellikle gevşekçe bitiştiril­
yabancıları dışlayarak, dinleyiciyi seçme şansı olması halinde ko- 1
miş tahta kalaslardan yapıldıkları için en fazla birkaç yıl dayanıyor-
nusmanıh
'ı:
en büyük zevki vereceği görüşüne dayanmaktaydı. Bu
·:
·

)
. :ırdı. Gündüz bile kentin en gözde semtlerinde korkunç cinayetler
anlamda kulüpler özel yaşam alanıydı. üze! sohbetin yalnızca ko-
••

1 işleniyordu; resmi polis henüz ilkel düzeydeydi.


nuşulan kişi denetlendiği zaman onaylanabileceği anlamına geli-
' Şehre yeni bir düzenleme gerekliydi. Bu, yaya yürüyüşlerini ve
yordu.70
atlı arabaların hareketlerini kolaylaştırmak amacıyla tasarlanan ka­

Kulü p sohbetleri, konuşmacının kişisel durumu ile belli bir me­ muya açık parktı. l 730'larda büyük bir ciddiyetle, yeni parkların
safenin korunduğu işaret sistemi olarak konuşmaya meydan oku­
inşasına ve bakımsız alanların parklara ve gezinti yerlerine dönüş­
yordu. Bilmek istediğiniz ilk şey ne konuşulduğu değil, kimin ko­
türülmesine başlandı.
nuştuğuydu. Bunun doğrudan sonucu da bilgi akışının parçalanma­
Yüzyılın ortalarındaki St. James Parkı başta olmak üzere, park­
sıydı. Arkadaşlaruıızla birlikte kulüpte olduğunuz zaman dünyada
ta yürüyüş yapmak ya da arabayla gezinmek çok sayıda Londralı
neler olup bittiğini öğrenebilme şansıruz kahvehane günlerinde ol­
için günlük bir alışkanlık olmuştu:
duğundan çok daha sınırlıydı.
Bu sınu-lılık, 18. yüzyıl ortasında tüm dışlayıcılıklarına karşın
Yabancı ziyaretçiler Londra parklarınd:.ı..... İngilizlcrin "özel dchası"na ait
kulüplerin neden zor bir dönem geçirdiğini açıklamaktadır. Yoğun bir şey görüyorlardı: Gariptir ama, hoşgörüyle kar�ılanan farklı sınıftan in­
toplumsallaşmanın yaşandığı bu çağda, kulüplerin sınırlamaları kı­ sanların bir arada ''gezinti" tutkularını.
sa zamanda sıkıcı olmaya başladı. Oliver Goldsmith, Turk's Head
Kulübü üyelerine 1773'te yaptığı bir uyarı ile bunu çok iyi dile ge­ Parkta kitle halinde yürüyüşler yapmak giderek daha önceleri kah­

tirmişti. Kulüp üyelerinin yirmiye çıkarılması gerektiğini savurırnuş vehanelerin sağladığı, sınıflar arasında sosyalleşmenin aracı haline

ve "Kulübü genişletmek olunılu bir çeşitlilik getirecektir, çünkü geldi. Ancak süreç içinde konuşma biçimleri değişmişti."
bu konuşma kodla-
Leopold Mozart'ın St. James Parkı'nda ajlesiyle yaptığı bir işleriyle uğraşan hizmetkfirlar kesimi içinde de
' . .
zintiyi anlatan ilginç bir mektubu var: ·' ın taklit edildiğini öne sürebilecek kanıtlarımız var
liğind enliği şimdi
; . ıs. yüzyıl tiyatrosundaki konuşmanın kendi
da tam ve düzgü n bır
.bir. anlam kazanıyor. Seyirci tiyatroda, dışarı
Knıl ve Kraliçe arabı.tlarıyla geldiler ve hepimiz çok farklı giyinmiş olma�'
rnıza karşın bizleri tanıdılar ve selamladılar; Kral özellikle camı açarak b��1 a ifade edebi liyor­
şını dışarı uzatıp gülümsedi. başı ve elleriyle bizi selamladı; özelJikle'dC ' biçimde yaşayamadığı konularda kendini açı�? .
lerde, herha ngı bırısı Turk.s Head Ku­
üsladımız Wolfgang'ı. . du.Tiyatronun dışında, 1750'
die"deki yabancı­
lübü'ndeki arkadaşlarına ya da "Cafe de la Come
Gözler önünde geçen bu karşılaşmanın özelliği, kişilerin birbiriy { lara duygularını aynı yoğunlukta gösterebilirdi,
ama St. James Par­
zdı. . . .
iletişim kurdukları sürenin yalnızca bir an olmasıydı: Kral kemı0'. ·ki'nda yürüyüş yaparken bu kesinlikle olama
rmen ı burad a ..
şoyle bır ıtı-
cıya ve onun dilhi oğluna jest yapmıştı. Saatlerce oturup sıcak kah�, yat eleşn
.. · · Belli bir okula dahil bir edebi . . 123
tıyatr o1ar dak' ı goren
. ekse 1 b'ır -
velerini yudumlayarak çene çalmamışlardı. (Tabii ki krallar böyte abilir: "Konuşmadan, bu
· .razda bulun ış se-
yapmayacaklardı, ama 1700'lerde dükler bile bunu yapmazdı.) Tıp�· söz ediyorsunuz. İleri düzeyde bir üslup edinm
. işfü'etmiş gibi hangı bır
z, ama he
kı kahvehanelerdeki kenqiliğinden sohbetler gibi; St. J ames pa:ı;? yircinin kendiliğindenliğinden söz ediyorsunu . '.
..
ıye gunluk yaşam-
kı'ndaki yürüyüşler kendiliğinden temaslardı, yalnızca artık kendi'.' sanatta kuralların ve 'yapıntı'nın [artifice] seyırc
ilme imkanı v�rdi­
Jiğindenlik anlık bir mesele haline gelmişti." . da öyle kolay hissedemeyeceği duygulan tadab .
Parisliler Tuileries' i İngilizlerin St. James Parkı 'nı kullandıkları (i! ğinin farkında değil misin iz? Tiyat royu tasvir edıyo rsunuz, ıkı şe­
.
ma, ınsanlar bırbırle­
gibi kullanıyorlardı, ama iki değişiklikle. O zamanlar gemilerin vı' ' hirdeki ! 750' lerin tiyatrosunu değil." Bu tartış
en simgeler değil, işaret-
zır vızır işlediği Seine Nehri kıyısında dizilmiş bahçelere St. Ja� riyle göreneksel çerçevede ilişkilere girerk
mes' in kır havası verilemememişti, çünkü manzaraya sık sık yük ·
ler söz konusudur düşüncesine bağlanır.
sini tarihsel koşulların
gemileri giriyordu; aynca Tuileries bir suç mekanı haline gelmişti. . Bu itiraz zekice olsa da dil ve inanç ilişki
lar bir işarete inan­
,Her ikisinde de ortak olan, ilk kez kamusal ortamda sessizlik ilke­ dışında ele alması açısından sorunludur. İnsan
ıp çağırmamaktadır­
sinin filizlenmesiydi. Artık saatlerce oturup konuşmak yoktu, yal­ dıkları her durumda bunu göstermek için bağır
nışları ile sanat ..karşı­
pızca bir gezintideydiniz ve her şeyi, herkesi geride bırakıp yürür- · lar: Comedie Française'deki 18. yüzyıl davra
o seyir cisinin davranışları
�ünüz.74 sında sessiz sakin oturan modern tiyatr
Gerek Londra gerekse Paris'te, parkta veya sokakta karşılaşan · ılık sokaktaki konuşma ve
arasında dünya kadar fark vardır. Bu farkl
. Bir iş etin yaşama
yabancılar çekinmeden birbirleriyle konuşabiliyorlardı. 1740'larda, giyim kuşam kuralları için de söz konusudur ":':
. onun ne tu den bır ışa-
hangi sınıftan olursa olsun erkeklerin zevkleri arasında, t.anımadık­ geçirilme tarzı (şamatalı ya da sessızce, vs.) �
lan bir kadına onunla konuşmak istediklerini göstermek için panto­ olduğ unu belirler. Belli bir "nok ta"nı n üzennde yogunla�.an ız­
ret
çok bir konuşma_nın sonunda
min1deki gibi şapkalarını yana devirmek vardı. Kadın arzu ederse leyici, tabii ki bir oyunun ya da daha .
bır ışaret dilını yaşaı:ıakta-
vanıtlayabilirdi. Fakat bu sokak alışverişleri hiçbir şekilde erkeğin alkışlayan seyircininkinden farklı türde .,
rndının ve ailesinin kapısını çalma hakkı olduğu anlamına gelmez­ dır. •

li; aynı şey yabancı erkekler arasındaki ilişkilerde de geçerliydi.


>okakta olan, evde olandan farklı bir boyuttaydı. Madam de Sevig­
ıe'in zamanında ise aksine, tek başına tanışma bile kişiye ötekini
m azından bir kez ziyaret etme hakkı vermekteydi. Başka bir ko­
:ulda terslense bile girişim bir iyi hal ihlali sayılmazdı. Kuşkusuz,
. 8. yüzyıl konuşma kodları orta ve yukarı tabakalara aittir, ancak ev
C. KİŞİDIŞI ALAN DUYGU YÜKLÜDÜR
Kamusal alan yalıuzca belli bir hissetme tarzı olsaydı, kamu ko­
nusundaki her analizin burada sonlanması gerekirdi, çünkü bu gör­
"Kamusal" davranış denince akla öncelikle, benlikten, benliğin .
doğrudan tarihinden, şartlarından ve ihtiyaçlarından belli bir uzak- •:
sel ve sözel ilkeler kamusal alan içinde hissetme araçlarıdır. Gelge­

lıkta gerçekleştirilen eylem gelir. İkinci olarak bu eylem, farklılık ·


lelirn, kamusal alan aynı zamanda bir coğrafyadır; başka bir alanla,
yani özel alanla bağlantısı içinde var olmaktadır. Kamusallık top­
tecrübesi ile ilgilidir. Bu tanımlama zaman ve mekanla bağlı değil­
lumdaki çok geniş bir dengenin bir parçasıdır. Ayrıca politik dav­
dir, çünkü ilkesel olarak avcı-toplayıcı bir kabileye ya da bir Orta­
··• ranışlar, haklar kavramı, ailenin düzenlenmesi ve devletin sınırları
çağ Hint şehrine uyabilir. Fakat tarihsel olarak "kamusal"ın modem ..
:.'·gibi daha geniş bir .bütünün bir parçası olarak taşıdığı anlamlar var­
anlamı bu iki inanç koduyla -manken olarak beden ve işaret olarak •

konuşma- aynı zamanda oluşmuştur. Bu inanç kodlarının her biri


. dır. Şimdiye dek insanların kamusal alanda hangi araçlarla hisleri­
·
. .. hi ifade ettikleri üzerinde yoğunlaştığımız için bu anlamlara gire-
124 kamusal bir olgunun standardına uyduğu için söz konusu kaynaşma . 12
tesadüf değildir.
\: medik. ünümüzdeki bölümde bu geniş coğrafya sorununa, etrafın-
da 18. yüzyıl toplumunun örgütlendiği kamusal ve özel olanı ayıran
Bedenin giysiler için bir manken olarak görülmesi bilinçli bir
.

sınıra bakacağız.
kamusal giyim tarzıydı. Bedene ve ihtiyaçlarına cevap veren, rahat­
·•

lık sağlayan giysiler yalnızca ev ortamı için uygun bulunuyordu.


Manken olarak beden çeşitlilik sınavından iki anlamda geçmişti; bu
giyim ilkesi sokaktan sahneye hemen hiç değişmeksizin aktarıldı ve
sokakta sanki bir oyuncak bebekle oynarcasına elbiselerle oynama
ve onları sergileme, sokağın çeşitliliğini örgütleme ve ona bir düzen
getirme aracıydı.
İşaret Olarak konuşma da kamusal olgu standartlarına uymuştu.
Bu konuşma benlikle arasında mesafe olan bir etkinlikti; sokakta
genellemeler üzerine genel bir dildi; tiyatrodaysa kişisel arzu ya da
heyecana. göre değil, yalnızca yerinde ve kabul edilen zamanda
duygulanılırdı. Bu anlamda konuşma, giysiler gibi çeşitlilik bakı­
mından iki aşamalı bir sınavdan geçmiş oldu; ilke, hem sokak ile
sahne arasında hem de sokaktaki çeşitli yabancılar arasında köprü
kurdu.
Bu iki inandırıcılık ilkesi, aynı ereklere hizmet ettiyse de bunu
birbirine zıt yollarla gerçekleştirmiştir. Görsel ilke bedenin keyfi

olar k mevki ve fantezi terimleriyle tanınmasını içerirken, sözel il-
ke yıne keyfi olarak mevkiye ilişkin belirtilerin inkarını içeriyordu.
Bununla birlikte, her iki ilkenin de ortak yanı, göreneğin ardında,
göreneğin gönderme yaptığı, "gerçek" anlam olan bir içsel gerçeain
gizlendiği görüşünün ya da simgenin reddidir. Bu nedenle, ge ek ;
görsel gerekse sözel ilke "kamusal" ifadenin bir tanımını pekiştirir­
ler ki bu tanım anti-simgeseldir.
v leiı.mekteydi. Toplum bir moleküldü; bir yanıyla kişisel ortamlara,
K am u s al v e özel aile ve arkadaşlara özellikle ve bilinçli olarak mesafeli bir ifadeden,
bir yanıyla da sözcüğün bugünkü anlamıyla "kişidışı" olan kendi­
ni-ifadeden oluşuyordu. Bu garip, benliğe ait doğal alan nosyonunu
anlamamız gerekiyor, çünkü günümüzde hii.la kaynağını ondan alan
insan hakları nosyonuna inanıyoruz.
Modem insan hakları nosyonu, doğa ve kültür arasındaki bir
karşıtlıktan türemektedir. Bir toplumun adet ve töreleri ne olursa ol­
sun, her insan, bu kültürel düzenlemeler içindeki yeri ne denli aşa­

!!'. ğıda ve dezavantajlı olursa olsun belli temel haklara sahiptir. Han-
<- gi haklardır bunlar? Kökleri 1 8 . yüzyıla uzanan iki beylik formülü-
12 7
müz var: Yaşam hakkı, özgürlük ve mutluluk arayışı; özgürlük,
eşitlik ve kardeşlik. Bunlardan yaşamı, özgürlüğü ya da eşitliği ir­
delemek, mutluluk arayışı ve kardeşliği irdelemekten daha kolay;
çünkü ikinciler, eş düzeyde temel haklar olmaktan çok birinci grup­
takilerin elde edilmesine bağlı görünüyorlar. Onları diğerlerine eşit
ağırlıkta görmeyişimizin nedeni, 18. yüzyılda gelişen ve onlara te-
mel olan varsayımı yitirmiş olmamızdır. Şöyle ki, psişenin doğal
bir itibarı vardı; psişik gereksinimlerin bu bütünlüğü aynı zaman­
da, doğa ve kültür arasında kurulan bir karşıtlıktan da geliyordu.
Kişinin duyguları incitilir, aşağılanır ve utandırılırsa, bu ona ait
mülkiyete elkoyulması ya da keyfi olarak hapse atılması gibi kişi­
nin doğal haklarının çiğnenmesi demektir. Kişi böyle bir aşağılan­
maya maruz kaldığında bu duruma neden olan toplumsal şartları
değiştirerek yarasını sarma hakkına sahiptir. Bu psişik bütünlüğün
Kamusal yaşamın maddi motivasyonları v e duygusal
ifade araçları, bir formülü mutluluk arayışı, öteki formülü de kardeşlikti. Bu psi­
modern gözlemci için kamusalın karşıtı olan özel olana
ilişkin bel­ şik haklara sahip olan birey değil doğal insandı. Tüm insanların
li nitelikleri akla getirir. Benliğe daha yakın olan bu aile ve arkadaş
­ mutluluğu ve kardeşliği isteme hakkı vardı, çünkü doğal olan kişi­
lar alanında, insanların daha çok özgün yanlarını, ayrı
kişiliklerini dışı ve birey dışıydı.
ve bireyselliklerini ifade etmekle ilgileneceklerini düşünm
ek akla İnsanların mutlu olma hakkına sahip oldukları nosyonu. modem,
uygun düşer. Ne var ki bu akla uygun beklenti, bir çarpıtma
dır; 1 8 . Batılı bir fikirdir. Çok yoksul, katı hiyerarşiye tabi olan ya da .din­
yüzyılı, geçen yüzyılda biçimlenen özel yaşam açısından
ele al­ sel inançların güçlü olduğu toplumlarda psişik tatmin kendi içinde
maktır bu. 1 9 . yüzyıl öncesinde, benliğe yakın olan alan biricik
ya bir amaç olarak çok anlamlı değildir. Kültür karşısında doğanın bu
da ayrı kişiliğin ifade edildiği bir alan olarak düşünülmüyordu.
kendine hak iddiası 1 8. yüzyılda, özellikle İngiltere, Fransa, Kuzey
Özel olan ile bireyin evliliği henüz gerçekleşmemişti. Bireyse
l du­ İtalya ve Kuzeydoğu Amerika' da biçimlenmeye başlamıştır. Her
yuma has özellikler henüz toplumsal bir biçim kazanmanuştı; karmaşık tarihsel gelişimde olduğu gibi bu iddia da gelişkin lıaliy­
çün­
kü, benliğe yakın alan doğal, evrensel insan "sempati"siyle düzen- le doğmamıştı. Atalarımız, mutluluk arayışına somut bir toplumsal
biçim vermek için, bir şekilde bu karşıtlığı ifade edebilecek imge ve lan doğayı bir tanrı, biricik maddi ifadesi aile içindeki sevgi olan
deneyimleri bulma mücadelesi verdiler. Buldukları bir yol kamusal aşkın bir fenomen olarak gönnekle birlikte, buna dayanarak doğa­
ve özel arasında ayrım yapmaktı. Büyük kentlerin coğrafyası yurt-, yı kusursuz kabul edip ilahlaştırmıyorlardı. Frank Manuel'in coş­
,
taşlarına, doğa ve kültür üzerine düşünmenin bir yolu olarak doğal kulu deyimiyle Aydınlanma, tanrılarıyla "saygıya dayalı fakat asla
olanı özel olanla, kültürü de kamusal ile özdeşleştirerek hizmet et­ kölece o!ınayan" bir ilişki içindeydi. Ortaçağ boş inançlarının aksi­
ti. Bu yurttaşlar belirli psişik oluşumları göreneksel düzenlemeler- , ne doğa insanı çaresizliğinden kurtarıp kendi gücüne umutla bağ­
le asla bozulamaz ve parçalanamaz, kamusal terimlerle ifade edile- , lanmasını sağladı. Özel/doğa ve kamusal/kültür karşıtlığı içinde ele
mez, aşkın ve yarı dinsel fenomenler olarak yorumlayarak, kendic , , alındığında bu tavır, iki alan arasındaki ilişkilerin mutlak düşman­
,
!erine bir yol belirlediler. Elbette tek yol değildi bu, fakat doğal lık o!ınaktan çok bir denetimler ve dengeler sorunu olduğu anlamı­
hakların belli bir toplumun tanıdığı sınırlı hakları aştığı, somut bir , na geliyordu. Özel alan kamusal alanı, göreneksel ve keyfi ifade
1 28
yoldu.
,
'; kodlarının bir bütün olarak kişinin gerçeklik anlayışını ne ölçüde �J
Doğa ve kültür arasındaki bu karşıtlık özel kamusal karşıtlığı , etkilediğinden yola çıkarak denetliyordu. Bu sınırların ötesinde, ki­
yoluyla somut hale geldikçe, aile de giderek doğal bir fenomen ola- , şinin bir yaşamı, kendini ifade etıne biçimi ve hiçbir göreneğin buy-
rak görülüyordu. Aile, sokak ya da tiyatro gibi bir kuruluş değil, , , ,, ruk!a yok edemeyeceği bir dizi hakları vardı. Fakat, kamusal alan
"doğanın kucağıydı". Buradaki düşünceye göre, doğal ve özel olan. • ' da özel, alan karşısında düzeltici konumundaydı; doğal insan bir
eğer birse her insanın girdiği aile ilişkileri onun doğa ile ilişkisi ola- ' , lıayvandı; bu yüzden kamusal alan, yalnız aile sevgisi kodlarına
caktır. Doğanın düzeni ancak en uyumlu zihinler tarafından tanım­ bağlı bir yaşamın ürettiği doğaya has bir eksikliği düze!tınekteydi:
lanabilir olsa gerekti, ama bu aşkın fenomen daha genel bir anlam­ Bu eksiklik yabanı!lıktı. Kültürün kusuru adaletsizlikse, doğanın
da tartışmalıydı. Çünkü aile içindeki duygusal ilişkileri tartışmak kusuru da kabalıktı.
aslında doğaya ilişkin sorunları tartışmaktı. İki alandan söz edilirken, onların molekiiller olarak düşünülme­
İşte bü yüzden aile içindeki psişik etkileşimler bugün bizim ki- ,' si gereğinin nedeni budur. Bu alanlar atbaşı giden farklı toplumsal
şidışı ya' da soyut diyeceğimiz biçimlerde ele alınıyordu. 1 8 . yüz­ ortamların ürünü, birbirini düzeltici işlevi olan insani ifade tarzla­
yılda psikoloji, belirli organların ne miktarda bedensel sıvı ürettiği­ , nydı.
,
ne bağlı olarak, karakterin her dört durumdan ya da bazı yorumlar- , İkinci uyarı dil sorunudur. Kamusal alan nasıl ki evrimleşen, za­
da yedi durumdan birinde açığa çıktığı Rönesans'taki bedensel ', ,' man içinde biçimlenen bir fenomen idiyse, özel alan da öyleydi. Ai­
"özsu" nosyonunu yerinden ediyordu. Yeni nosyon, bedenin işlev­ , le adım adım özel bir kurum olarak kabul edildi. Ailenin, dolayısıy­
sel süreçlerinden çok insan türünün işlevsel birliği ile belirlenen do­ la da sokağa alternatif olan sosyal bir ortamın keşfedilmesi, yavaş
ğal "sempatiydi". Psikoloji, fizyolojiye değil, farklı türsel davranış­ • seyreden başka bir içsel buluşa bağlıydı: Bu buluş, insan yaşamının
ların sınıflandırılması anlamına gelen doğal taksonomiye dayanı­ , ancak bir aile ortamında gelişebilen çok özel, doğal bir evresi olan
yordu. Bu sempati tüm insanlara mahsustu ve en açık şekilde doğa­ çocukluktu. Kamusal ve özel alanlardan sabit durumlar olarak söz
nın kucağında, ailede görüRi,iyordu; adı üstünde, toplumsal konum­ , etmek kolayımıza geliyor. Gerçek"te bu ikisi karmaşık evrimsel zin­
ları ne olursa olsun, insanlar doğal bir merhamet duygusunu, öteki- , cirlerdi.
!erin gereksinimlerine karşı doğal bir duyarlılığı paylaşmaktaydı.
İnsanların doğal haklarının olduğu da insan doğasının bu şekilde ta­
nımlanmasının mantıklı bir sonucuydu.
Bu özel, doğal dünyayı inceleyebilmek için iki uyarıda bulun­
mak durumundayız: İlki, bu soruna duyarlı Aydınlanma Çağı insan-
A. K A MUSAL İFADENİN S!NlRLARl VARDIR ilgisini çekiyordu. Aynı şekilde oyuncak askerler de. Oyunların, be­
beklerin ve oyuncakların böylesine paylaşılmasının en açık nedeni
Somut düzeyde görsel ve geçiş sürecinde sözel kamusal ifadenin yaşamda farklı yaşta insanlar arasındaki keskin ayırımcılığın henüz
nasıl sınırlandığını gördük. Ev kıyafeti bedenin ihtiyaçlarına, rahat­ olmamasıydı. Philippe Aries'in deyimiyle, çocuk, çok erken yaştan
lığına ve hareketlerine yanıt veriyordu. Kamu içindeki giyim tarzı itibaren "neredeyse yetişkin" olduğundan eğlenme tarzlarında da
ise bu ihtiyaçlardan bağımsız oluşturulmuştu. Evde ve kamu içinde ! !• çocuklara has bir şey olamazdı. 17. yüzyıl sonlarında ve 18. yüzyıl
konuşma özünde birbirine benzerdi, ama özel alan kişinin kiminle başlarında çocukluk ve erişkinlik arasında daha önce görülmedik
konuştuğunu denetleyebildiği yerdi; örneğin özel kulüplerin üyele- keskin sınırlarla belli türde oyunlar çocuklara ayrılırken, belli tür­
ri, katıldıkları topluluklardan, "aile ortamının benzeri" diye söz et- dekiler de yasaklanıyordu.
mekteydiler. :(
'
1 8. yüzyıl ortalarına gelindiğinde, otoriteler şans oyunlarının
,
'
30 aiderek çok özel bir yeri olan varlıkları --çocukları- ba-
Ailenin D .
ancak dünyadaki sınırsız kötülüklerin bilincinde olanlara uygun L'.L
� .
rındıran doğal bir yapı olarak algılanması kamusal ıfadeye daha olabileceğine inandıkları için bu oyunlar çocuklara yasaklanmıştı.
kapsamlı sınırlar getirdi. İnsanların iki yüzyıl önce çocukluğu keş­ 1752'de okulların açık olduğu sürede tenis ve bilardo ustalarının
fettiklerini anlamamızı Philippe Aries'in Çocukluğun Tarihi adlı bütün Fransa'da müsabaka yapmaları yasaklarımıştı, çünkü bu
yapıtına borçluyuz. Kitap, bütünüyle yeni bir alan açıyordu: tarih oyunlar sırasında büyük bahislere tutuşuluyordu. Çocukların bütün
içinde değişmeden kalan biyolojik bir biçim yerine, tarihsel bir bi­ bunlarla başa çıkamayacak kadar naif oldukları düşünülmekteydi."
çim olarak ailenin incelerunesi. Buluşları David Hunt ve John De­ 1 8 . yüzyıl boyunca, daha önceki iki yüzyılda da olduğu gibi, ço­
mos tarafından genişletilip geliştirilen Aries, 1 8 . yüzyıl ortasında cuklmfa yetişkinler şarkı söyleme ve müzik faaliyetlerine hep bir­
yetişkinlerin kendilerini çocuklarından temelde farklı yaratıklar likte katılıyorlardı. Ancak 1 8 . yüzyılın ilk döneminde yetişkinler
olarak görmeye başladıklarını ortaya koyuyordu. Çocuk artık kü­ gruplar içinde yüksek sesle okumayı yersiz ve çocuksu bulmaya
çük bir erişkin olarak görülmüyordu. Çocukluk, özel ve nazik bir başladılar. Bunun yerine, sessiz okunması koşuluyla, basılı haldeki
aşama olarak algılanırken yetişkinlik zıt bir anlamda tanımlanıyor­ halk hikayeleri bile aruk yetişkinlerin olmuştu. Sessiz okundukları
du. Ari es' in yararlandığı kanıtlar çoğunlukla orta ve yukarı kesim­ için, bu masallar küçükler için uygunsuz görülmekteydi. Yetişkin
lerden kentli insanlara ait aile kayıtlarıydı. Bunun bir nedeni vardı için konuşma, kamu içinde, bizzat kendi sözcüklerini kullanma me­
tabii; yaşam aşamalarının bu şekilde eklemlenmesi bu insanların selesiydi.'"
kamusal yaşamın sınırlarını tanımlamasına hizmet ediyordu. Koz­ Kozmopoliten davranışın yalnız yetişkinlere uygun görülmesi
mopolit merkezlerde yerleşik erişkin insanlar, karmaşıklığı, girdiği bir yanıyla, oyun nosyonlarının bu değişimi yüzündendi. Çocuk ne
kılıkları ve hepsinden önce, yabancılarla girilen rutin ilişkileriyle -mevkisini tam olarak gösterebilir ne de bedeninin imgeleriyle oy­
kamusal yaşamı yalnızca erişkinlerin dayanabileceği ve hoşlanabi­ nayabilirdi. Gerçekten de, zengin aristokrat giyimli, m�vkilerine
leceği bir yaşam olarak görmeye başladılar. uygun giyimli çoculdarı konu alan 17. yüzyıl sonlarının'tabloları,
Kamusal yaşamın erişkinlerle sınırlanmasının ilginç bir başlan­ hatta 18. yüzyıl İspanyol tabloları, 1750'lerin Londra ve Paris'inde
gıcı vardı; bu, kısmen çocuklara ve erişkinlere has oyun tarzlarının absürd bulunuyordu. Çocuklar çocuklara yakışan ve onları yetiş­
adım adım ayrılmasından doğmuştu. kinlerden tamamen ayrı bir kitle olarak yansıtan giysiler �iymeliy-
17. yüzyılın son dönemlerine kadar çocukları ve yetişkinleri eğ­
·

diler.
lendiren oyunlar arasında pek fark yoktu, yani çocuklara ait, yetiş-
kinlerin kendi ilgi alanları dışında gördükleri oyunlar çok azdı.
;
ı·
Benzer şekilde tiyatroda da, şayet büyükleriyle gelmeferine izin
'
verilmişse çocuklardan beklenen, varlıklarını belli etmeyeçek kadar
Zengin kostümlerle giydirilmiş oyuncak bebekler her yaşta insanın sessiz olmalarıydı. 17. yüzyıl sonlarının tiyatro seyircisi·çocuklar
üzerine elimizde herhangi bir çalışma yoktur, ancak Congreve ve ce aile duygusunun ne denli zayıf olduğunu ele vermektedir. Gibl
Wycherley oyunlarında çocuklar seyirci olarak bulunmuştu ve on­ ban, ilgisiz ebeveynin eline kalmış olduğundan söz eder (hakikaten
lara erişkin bir seyirci gözüyle bakılıyordu; izledikleri oyunlar göz bir teyzesi tarafından kurtarılmıştır); Talleyrand ise anne babasıyla
önünde tutulacak olursa, erişkinlerle eşit bir konumda olmaları da­ aynı evde hiç yatmamıştır. Toplum merdiveninden yukarı çıktıkça
ha da ilginçtir. bir çocuğa doğrudan verilen ana baba ilgisi ve şefkatinin, bayağılı­
Çocukların konaklama yerleri olarak hizmet veren publara ve ğın bir göstergesi sayıldığı görülür. Hem Paris hem de Londra'da,
hanlara girmelerine kesin bir yasak koyulmasa da kafeler, kulüpler orta ve yukarı orta sınıflarda çocuklar dadının elinden doğruca ko­
ve gruplar elbette yetişkinlere aitti. Addison ve Steele' in kimi anla­ leje, yani 7-12 yaş arasındakilere bakan (bakım, sürekli fiziksel ce­
tılarındaı;ı anladığımıza göre, çocuklar kahvehane konuşmalarına zalandırma şeklinde yorumlanıyordu) bir kuruluşa geçerlerdi. 18.
karıştıkl;rrında alaya alınıp azarlanırlardı. Kulüpler ise çocukların yüzyıl ortalarının önde gelen pediatristleri James Nelson ve George
IJZ
kabul edilebileceği mekanlar değildi. 18. yüzyıl ortalarının Paris ta­ Armstrong, okurlarım "çocuklarına karşı yadırgatıcı ilırnalleri ve il- Jj
vernalar! çocuklar için tehlikeli yerlerdi, çünkü ellerine bir şişe iç­ gisizlikleri" yüzünden azarlıyorlardı. Yani Swift'in çağcıllarının
ki geçebilirdi. Bu, ahlaki açıdan değil fiziksel sağlık açısından teh­ Mütevazı Bir Öneri 'yi okurken hissettiklerinin küçük bir şoktan
likeli görülüyordu. daha fazlası olduğuna şüphe yok.77
Çocukluğun özel konumuna duyulan ilginin giderek artması ka- , Bunlara karşın, çocuklara yönelik insani olmayan yaklaşımlar
musal ifadeye işte bu şekilde belirli sınırlar getirmiştir. Bu sınırla­ üzerine tartışmalar böyle yaklaşımların olup olmadığı noktasında
rın toplumda kamusal alanın erişkinlerin oyun alanı olduğunu ya da ' düğümlenir. Çocukların benzer şekilde ihmali Batı Avrupa'da da
erişkinlerin bu alan dışında oynayamayacaklarını gösterdikleri söy- · yüzyıllarca sürmüştü. 18. yüzyıl ortasında pek çok insan için ken­
lenebilir. 1750'de bir baba oğlunun oyuncak bebeğini giydirmekten dileriyle ilgili bir tartışmanın sürmesi sıkıntı verici olmaya başla-
utanmakla beraber, sokağa çıkmak için giyinirken kendisi de aynı , mıştı. Çocukların insanın elini kolunu bağladığını düşünmekten
biçimde oynamaktaydı. ' , kaynaklanan sıkıntı da, tıpkı reforrnistlerin bu düşünceyi taşıyan in­
Çocuk kamuya ait değilse, aileye ait olmasını sağlayan koşullar · sanların davranışlarından duydukları sıkıntı gibi, bizzat çocukluk
nelerdir? Aile, çocuk için kamusal yaşamın yapamayacağı neyi ya- · denen özel bir evre fikrinin gelişmesinden doğmuştu. Artık, bede-
pabiliyordu? İşte, bu sorulara yanıt aranırken insanlar aileyi "doğa­ · nin faaliyeti sonucu özel ve bağımlı bir insan türünün doğduğu gö­
nın kucağı" olarak görmeye ve yeni ifade ilkelerini keşfetmeye baş-. rülüyordu. Ona karşı duyulan korku, duygudaşlık ve şaşkınlık gibi
,
]adılar. bu bağımlılık vurgusu da yeni bir şeydi.
Politik felsefede "doğa durumu" düşüncesinin kökleri Ortaçağa
, kadar uzanır. Çocuğun savunmasızlığının giderek daha iyi algı­
B. DOÔAL İFADE lanması 18. yüzyıl başında doğa durumunun ne olduğuna ilişkin da­
KAMUSAL ALANIN DIŞINDADIR lı� somut, deneye dayalı bir arılayış doğurdu. Bu bir hipotez değil,
' • insan yaşamının gerçeğiydi.
Çocukluğun birbirini izleyen aşamalarını ve aile içindeki doğal ifa- ' , Çocuk bağımlılığının farkına varılması korunma hakları anlayı­
deye duyulan inancı anlayabilmek için, işe söz konusu döneme aiti:
jını getirdi. Bu hem Fransa'da hem de İngiltere'de 1750'lerde ve
aykırı olguları ele alarak başlamak gerekir. Turgot'nun "İnsan ço�
• J760'1arda sütarmeliği düzenleyen ve kolejlerdeki kötü muameleyi
cuklarından utanç duyar" ya da Vandermonde'in İnsanTürünü Mü-, engelleyen yasalarla yaşama geçti. Çocuğun korunması gereği şöy­
kemmelfeşıirme Araçları Üzerine Deneme adlı yazısında, "Çocuk- , · : le açıklanıyordu: Doğada savunmasız her kişi, doğum, yaşam şart­
!arım sevdiğini düşünen birinin yüzü kızarır" sözleri, iki yüzyıl ön-. ;.Jarı ve ebeveyninin eğilimleri gibi rastlantısal durumlara bakılmak-
sızın bakım ve rahat etme hakkına sahiptir. Böylelikle aile ilişkile­ rünüşleri inandırıcı kılan ifadeye taban tabana zıttı.
ri mercek altına yatırılıyordu. Doğal olgunlaşmanın aşamaları Sempati teorisi halen bilimsel olarak ele alınmamıştır, çünkü
önemsendikçe, aile içindeki her insanın da önemi artıyordu. İşte, psikologlar psişe üzerine "ilk" ya da "bilim öncesi" teorileri özgün
"yaşam hakkı"nın iki yüzyıl önceki arılamı buydu; salt var olınanın olınayan, eskimiş teoriler olarak görme eğilimindedirler. Dide­
ötesinde, değer verilme ve sevilme hakkıydı bu. Çocuğu toplumun rot'nun Encyclopedie için topladığı ve Beccaria'nın da Suçlar ve
diğer kişilerinden farklı kılan güçsüzlüğü ve savunmasızlığı onun Cezalar Hakkında için kaynak sağlayan çeşitli doğal karakter tas­
ihmal edilmesi için gerekçe olamazdı. Doğal zayıflığı ona, bu za­ virlerinin en azından iki ortak özelliği olduğu söylenebilir. Doğal
yıflığından yararlanabilecek ve çocuğu "hesaba katmayabilecek" sempatiler birtakım "istekler"i kapsamaktadır ki bu istekler bunları
ana babadan başlamak üzere, toplum karşısında haklar sağlıyordu..
hisseden kişinin gerçek ihtiyaçlarından ağır basmazlar; buna karşı-
1
Aydınlanma'nın doğa düzeni ahliiki yükümlülükler getiren bir
lık insanların istekleri "ölçülü" olduğu sürece, verimli olına, bakım,
1- düzendi. Doğa ile bakımın keşfi, bakım ihtiyacı ve bakım hakkı bir­ .. !. 5
arkadaşlık gibi aynı şeyleri arzu ederler. Olçülü istekler,. Young- -
birinden ayrılmazdı. Bakım hakkı konusundaki tartışmada çocuğun
man'in deyimiyle, "türe özgü olup, bireyin keyfine bağlı olmayan
tarafında yer alanlar için sonuçta bakım tanımı iki yönlüydü: Bun­
isteklerdir. "7''
lardan birinde, çocukta iyi bir mizaç geliştirmek üzere hoşgörülü
Bu satırlardan çıkan ilk şey, doğal davranış içinde olan kişinin
bir disiplin savunuluyordu. Mary Wollstonecraft şöyle yazar:
yalın davrandığına inanmanın mantıklı sayılmasıdır. Doğanın düze­
Mutlu olmak için buşkalarına bağımlı olunan (ve bağımlılık düşüncesinin ni karmaşıktı, hem öylesine karmaşık ki, verili herhangi bir olgu ya
oluştuğu) tek dönem çocukluk yıllarıdır. Gereksiz kısıtlamalarla bu yılla­ da toplumsal durum onu bütünüyle ifade edemezdi. Buna karşın,
rın zehir edilmesi acımasızlıktır. Şefkat kazanabilmek için şefkat gösteril­ doğanın birey üzerindeki etkisi, onda basit, karmaşık ol.mayan de­
melidir. .
neyimlere yönelik bir beğeni uyandırmaktı. Ev içinde, doğal duy­
Diğer görüşe göre ise çocuğun yetiştirilmesinde anne ve babanın gunun ifadesi anlamına gelen rahat, sade giysilere yönelik ilginin
her ikisi de rol almalıydı. Pediatrist Nelson kadınların kendi bebek­ artışını ele alalım. Geçmişe dönüp baktığımızda bu öylesine man­
lerinin bakımıyla ilgilenmelerini ve babaların da otoriteyi kolejlere tıklı geliyor ki, kültürlerin çoğunda ailenin öneminin, tam da insan­
bırakmamaları gerektiğini savunmaktaydı. Aslında, ebeveynliğin ların evde oldukları zaman giyinip kuşanmayı arzu etmelyriyle vur­
tüm çelişik duygularına karşın, l 750'lerde toplumun orta tabaka­ gulandığı kolayca unutuluyor. Yalınlığa duyulan inanç görenek dü­
sında her iki tarz da yaygınlaşıyor ve yukarı orta sınıf üyesi ana ba­ şüncesini yersiz kıldı; çünkü sempatik bir ifade, anlamı,,kişinin sı­
baların önemli bir bölümünü etkilemeye başlıyordu. Tabii, gerçek nırlandırılan türden ihtiyaçları yani doğal istekleri ile dayranışların
aristokrat eğitim hfila iki alternatif ilkeye göre yürüyordu; katı di­ ilişkisi bakımından alırken, kamusal alanda giyim ve konuşma, an­
siplin ve ana babanın ortalıkta görünmemesi.'" lamı jestlere ve işaretin kendisine yerleştirir.
Ailenin yerine getirebileceği özel görev, yani aciz olanların ba­ İkincisi, tüm insanlar etkinliklerini aynı isteklere bağlı olarak
kımı görevi artık ailenin doğal işlevi olarak görülmeye başlamıştı. ölçtükleri için, doğal sempatilerin bir kişiden ötekine farklılaşmadı­
Bakım işi aileyi sosyal düzenlemelerden uzaklaştırdı. Nelson işte ğına inanmak makul bir şeydi. Pratikte bu, kişinin doğal davranma­
bu yüzden, evlat edinme, evlilik sözleşmeleri ve dullara düşen mül­ sı durumunda göze çarpmadığı ve kendini özel, benzersiz bir şekil­
kiyet payına hiçbir gönderme yapmaksızın, ailenin işlevleri üzerine de göstermediği anlamına geliyordu. Doğal arzuların hem yalınlığı­
bir kitap yazabilınişti. Böylece bu doğal işlev billurlaşırken aile nı hem de sıradışı olmayışlarını anlatan çok uygun bir 1 8 . yüzyıl
içindeki doğal ifadeye ilişkin görüşler de ortaya çıkıyordu. Doğal deyimi vardı: tevazu.
"sempati" olarak adlandırılan bu ifade tarzı, kamusal alanda dış gö- Ailenin bakıp büyütme işlevinin doğal ifade sisteminde bir yeri
vardı. Aile ilişkilerinin ya övmek ya da yermek amacıyla "yabanıl" ler ve o zavallı kurbanların can çekişmelerini "eğlendirici" bulurdu.
olduğu ileri sürüldüğünde, bunun anlamı, aile halkası içinde, özel­ Zayıflara bakma yönünde doğal bir yükümlülük ve tüm insanlık
likle de çocukların bakımı sırasındaki duygusal taleplerin, yetişkin­ için geçerli olan psişik arzu kavramları, birtakım insanların başka­
lerin .aile dışındaki ortamlarda birbirlerine yönelttikleri taleplerden larına reva görebileceği ezaya bir doğa sınırı koydu.M0
çok daha basit olmasıydı. Anne baba olmanın zorluklarını takıntı Madenıki genelde hiyerarşinin doğal sınırlan vardı, öyleyse hi­
haline getirmiş bizimki gibi bir dönemin, çocuk büyütmenin diğer yerarşinin ritüelleri göreneklerden, icat edilen ve heınf"ıkir olunan
toplumsal sorunlardan daha az karmaşık bir şey olarak görülmesini şeylerden ibaretti. Bu davranışlar, hiyerarşi fikrinin kendisi gibi,
anlaması zordur. Ancak, anne baba olmanın psişik gereksinimleri o şeylerin düzeni içinde sabit ve mutlak olma gücünü yitirdiler. B u
dönemde öylesine mütevazı şeyler olarak görülüyordu ki aile, eriş­ düşünceden hareketle, bir sonraki mantıksal adım, doğal ifade ilke­
kinlerin doğal yalınlıklannın kendisini ifade edeceği en uygun yer lerinin görenek nosyonuna getirdiği sınırlamaları görmektir. B u
136 haline gelmişti.
adım atıldığında, özel doğal dünyanın kozmopoliten kamusal yaşa- .l
Burada, bireyin koşulları her ne olursa olsun, psişenin ve ifade­ mm kendine has dünyasına karşı bir engel olarak işlev görebilece-
nin bir bütünlüğü ve onuru vardı. B u doğal psişenin bütürılüğünden ği ilke olarak kabul edilmiş olur.
zamanla bir dizi doğal hak ortaya çıktı. Hapishaneler üzerine yaz­ Kamusal yaşamın göğüsleyemeyecekleri gerekçesiyle çocuklara
dığı kitapta Beccaria tutuklunun insanca muamele görme konusun­ yasaklanmasında bu sınırlamanın işaretlerini görmüştük. Erişkinler
da doğal haklara sahip olduğunu ileri sürüyordu; çünkü toplum arasında psişik sıkıntılara yönelik aynı sınırlama hem görsel hem de
onun suçunu affedilemez olarak tanımlasa da, bir kez hapishaneye
sözel davranışta geçerliydi. Kendi mevkiini aşan bir kıyafetle dola­
giren kişi bir çocuk kadar bağımlı oluyordu ve bu nedenle de belli
şan birisi aile fertleri tarafından ya da kendi evinde asla ayıplaııma­
ölçüde bir şefkati hak ediyordu; tamamen zayıf bırakıldığından te­
ma!ıydı. Doğaıun kucağı sayılan bu alanlarda, kişinin öteki kişiye
mel bakım görmesi onun doğal hakkıydı. Bu, iyi yürekli yetkilile­
çektirebileceği acının bir sınırı vardı. Ev ortamında terslenmek bir
rin bir ihsanı değildi. Gardiyanları onun kendileriyle benzer arzula­
hakaret olurken, sokakta hakaret sayılmıyordu. Bunlar, çok daha
rı paylaşan, kendilerinden hiç de farklı bir varlık olmadığının farkı­
önemli bir meseleyle ilintili basit örneklerdir: Mutluluk arayışı, psi­
na varmalıydılar. Toplumda işlediği bireysel suç ne olursa olsun, in­
şik bütünlük duygusuna ve "insan" olarak kendine ve başkasına
san deni_len bir hayvan olarak sahip olduğu kişidışı karakteri de
saygıya dayandığı için, kamusal görenekler dünyası bu arayışı za­
mutlaka .bir dürüstlük taşıyordu. Böylece, ortak bir doğanın tanın­
yıflatmamalıdır.
ması ve 'doğal bağımlılık teorisi belli politik hakların psişik temeli­
Buna karşılık kamusal dünya, gerçeğin eksiksiz bir tanımı ola­
ni oluşturdu.
rak mutluluk ilkesine sınırlama getirmektedir. Doğanın toplumsal
Bakıp büyütme ve doğal arzunun yalınlığı kavramlarından çıkan
durumlara in esse aşkınlığı nedeniyle görenekler alanı doğayı de­
doğal haklar, en geniş anlamda acının eşitsiz dağılımı üzerindeki sı­
ğiştirememesine karşın, kamusal kültür doğanın etkilerini uysallaş­
nırlamalardan ibaretti. Bir başka kitabımda, 1 8. yüzyılda insan onu­
tırma amacına hizmet ediyordu. Voltaire Rousseau'ya ürılü yanıtın­
ru düşüncesinin eşitlik kavramından nasıl koparıldığını ve doğal
da, insaıı denilen doğal hayvanın sahip olabileceği dört ayak üze­
onurun ancak öbür uçtaki karşıtına yani eşitsizliğe, hem de eşitsiz­
rinde yürüme zevkini çok uzun zaman önce yitirmiş olduğunu söy­
liğin özel bir türüne sınırlamalar getirdiğini göstermeye çalışmış­
lüyordu. Bu yanıt ertesi yıl bir İngiliz doktor tarafından yayunlanan
tım. Erken dönem modern Avrupa toplumundaki statülere ilişkin
hayli popüler bir bilimsel yapıtta yankısını bulmuştu. İngiliz doktor
görenekler insanları öylesine bölmüştü ki, aynı türe ait olduklarının
yapıtında, doğal insan toplumunu bir kümes dolusu mutlu, sevimli
bilincinde bile değillerdi. Kendi mevkiindekilere karşı merhametli
bir kadın olan Madam de Sevigne, vakit geçirmek için idarrıları iz- ördeğe benzetmişti: "Bakım ve sadelik tamam, fakat ne yazık ki
toplumsal zarafet neşeli vaklamalardan ibaret; doymuşlnktan gelen ·
. bireysel karaktere duyulan inanca bağlanması ile ilgili olarak, 18.
·
bir geğirme en asil söylem sayılıyor."
yüzyılda -bu sözler çok anlamlı- ilk "bireysel özgürlük şampiyon-
· 1anndan" biri olduğu düşünülen bir adamın deneyimini aktarmak
:istiyorum. Bu adamın öyküsü, ancien regime toplumunu sarsan da­
a sonraki kopuşun göstergesiydi. Bir "bireysel özgürlük şampiyo-
C. KAMUSAL VE ÖZEL,
TOPL U M UN BİR MOLEKÜLÜ GİBİDİR
'ıu" olarak kariyerinin çok kısa ömürlü olması nedeniyle doğa ve
""!tür molekülünü ne tek başına ne de uzun vadeli olarak başarıyla
Kamusal ve özel ifade tarzları birbiriyle çelişen şeyler olmakt art irbirinden koparabilmişti, fakat onun deneyimi bu kopuşun bir
{
·

çok birbirlerinin alternatifiydiler. Kamusal alanda toplumsal düze '


gün gerçekleşebileceğinin ve süreç içinde özgürlüğün kendisinin
sorunu işaretlerin yaratılmasıyla çözülürken, özel alanda bakıp bÜ · j nasıl çürüyüp bozulacağının, buna karşın kişiliğin, yeni tahakküm
!fl. yütme sorunu aşkın ilkelere bağlanarak, çözülmese bile çözülmeye . ,
koşullarında, toplumsal örgütlenmenin bir ilkesi olarak kalacağının ili
çalışıldı. Kamusal alanı yöneten itkiler istenç ve yapıntı, özel alafu ..
habercisiydi.
yönetenler ise kısıtlamalar ve yapıntının silinip gitınesiydi. Kamu­
sal alan insan yaratımıydı; özel alan ise insanlık durumuydu.
Bu dengeyi kuran kişidışılık dediğimiz şeydi; "bireysel karakter
D. MOLEKÜLÜN PARÇALANIŞI
farkları" ne kamusal ne de özel alanda toplumsal bir ilke değildi.
Bundan da ikinci bir yapı doğar: Kamusal görenekler üzerindeki
'! Clerkenwe!l' de zengin bir içki üreticisinin oğlu olan John Wilkes
yegane sınırlamalar doğal sempatilere göre tahayyül edebilebilecek
. (1727-1797) yirmili yaşlarının ilk yıllarında tipik bir Londra zam­
sınırlamalardı. Bugün, doğal hakların insan haklan olduğu klişesi
.::parasıydı. Şaşı gözleri, çıkık alnı, kalkık üst dudağıyla göze batan
bize şekilsiz olduğu kadar geniş ve genel olan bir şeyi düşündürt­ :
: bir çirkinliği olan bu adam öylesine çekici ve nükteli bir zattı ki,
mektedir. Fakat doğal haklar günlük yaşamda ilk kez anlam kazan'
kendini sefahat filemlerine kaptırdığında karşılaştığı güçlükler ya­
maya başladığında çok daha az genellik taşıyordu. Doğal düzenin
şadığı hayatın kendisinden değil; onun kendi tercihinden kaynakla­
ilkesi ölçülülüktü: Toplumdaki görenekler ancak aşırı sıkıntı ve acı'
nıyordu. Aşırı içiyordu ve zamanın en adı çıkmış kulüplerınden bı­
ya neden olduklarında denetime konu oluyorlardı.
ri olan "Cehennem Ateşi" kulübüne üyeydi. Bir Ortaçağ düzeni pa­
Öyleyse, toplumda bu doğal ölçülülük ilkesinin bağlamı dışın­
rodisi olan bu kulüp üyeleri Roma'ya özgü çılgın bir ziyafet olan
da bir hak anlayışı destek bulursa ne olacaktı? 18. yüzyılda insan­
Black Mass'la Anglikan akşam ayininin komik bir taklidini birleş­
lar özgürlük nosyonu ile oynamaya başlayınca, bu bağlamın dışın­
tiren "törenler" düzenliyorlardı. Yirmisine geldiğinde Wrlkes ken­
da kalan bir fikrin deneylerine başladılar. Bir ilke ve toplumsal iliş­ .
dinden on iki yaş büyük bir kadınla evlendi. Kadının parasından
kilerle örülmüş bir yapı olarak özgürlük ne görenek fikriyle ne de
başka bir özelliği yoktu. Bu evliliği babasını memnun etmek için
doğal sempati fikriyle kavranabilirdi. Elbette, John Locke gibi ilk
yapmıştı, ama evlilik zevk ve eğlence filemlerine engel olmamıştı.
dönem toplumsal sözleşme teorisyenleri doğal özgürlük fıkrini or- . ·
::, ' Ancak 1763'te Wilkes, kendi deyimiyle "tesadüfen" günün en kötü
taya atmıştı, ancak bu görüşün hayata geçmesi kolay değildi. Böy­
ünü olan politik kişisiydi. İnsanların kendilerini yönetecek temsil­
le bir fikir olağan toplumsal yaşama sokulursa, kamusal ve özel
cileri seçme hakkı olduğuna inanıyordu. Kadın peşinde k?şmaya
alan molekülü parçalanabilirdi. Molekül parçalanmadı, çünkü bi­ .
1760'lı yıllarda kesintisiz devam eden, hatta hapı_shanede bıle ke_n­
reysel karakter toplumsal bir ilkeyi oluşturmak üzere kullanılmı­
disine onca pahalı ve aristokrat eğlence bulan Wılkes, Londralı ış­
yordu. Ama özgürlük istemi bunu değiştirdi. Bu molekülün nasıl
çilerin ve orta sınıf emekçilerin gözünde yalnızca bir özgürlük sa­
dağıldığı, dolayısıyla özgürlük isteminin toplumsal bir ilke olarak
vunucusu değil, bu yüksek ahlaki ilkenin sembolüydü. Wilkes, çe-
lişik bir fenomendi. Kamusal politika ile bireysel karakter "farkla­ : ya çıktı. Bu iftirayı kaleme alan kişinin Wilkes oldu.ğundan şüphe- ·
rı" arasındaki kopukluğu temsil ediyordu, ama aynı zamanda da bu lenerek onu bir düelloya çağırdı. Düello anından önce, Talbot aşırı
çizgiyi ihlal ederek kamusal alanın anlamını dönüştüren ilk politik öfkeli görünerek Wilkes'i yazıyı yazdığını itiraf etmeye zorladı.
kişiliklerden biri olmuştu."' Wilkes düelloya hazırdı, ama yazıyı üstlenmedi. Düello yapıldı.
İngiltere ve Fransa'nın 1750'lere ait politik broşür ve konuşma İkisi de berbat atıcılar olduklarından sekiz metreden birbirlerini ıs­
metinlerini okuduğumuzda, modem okurlar olarak retoriğin yoğunC· kaladılar. İşte o anda Wilkes yazanın kendisi olduğunu itiraf etti.
luğu karşısında hayrete düşeriz. 1758'de yazılmış bir kitapçığı ele Her ikisinin de birbirine iltifatlar ederek yakındaki hana kırmızı şa­
alacak olursak, karşıt görüşlüler, "Şeytanın pezevenkleri, babaları- rap içmeye gitmeleri hoş bir sürpriz olmuştu."'
.
na beş kuruşluk faydası dokunmayan serseriler" diye nitelendirili­ Kamu içinde ha](aret, itibar görme, kişilerarası basit arkadaşlık
yordu. Fransa' da ise dış borçlanma konusunda bir broşürde yazarın '·ya da birliktelikten kopmuş ritüeller; tüm bu jestlerin anlamını çöz­
140 düşmanları "içinde debelendikleri gübre yığınlarının köleleri, tüy-i.
meden hem Paris hem de Londra' da 18. yüzyıl ortasında görülen H..,
!eri dökülmüş maymunlar"dı. Yine de işin garibi, bu hırçın ve kişi- .'> son derece benzer politik davranışları açıklayamayız. Egemen sı-
sel politika dili, kafelerdeki kişilik gözetmeyen konuşmalar gibi, • nıflar içindeki politik retorik alanında giyim tarzları kadar yerleşik
aynı kendini uzakta tutma amacına hizmet ediyordu. Wilkes bir ya­ olan bir jestler kodu vardı. Öteki insanları karalarken bile inızasız
nıyla buna iyi bir örnek oluşturuyordu." .·· yazılar yazma geleneğini mümkün kılan şey bu tutkunun kişisel ol­
Wilkes politikaya politik broşürler hazırlayarak girdi. 1 762'de ' . mamasıydı.
birkaç arkadaşıyla Nortlı Briton adını verdikleri bir dergi çıkarma­ Bununla beraber, North Briton 'un 45. sayısı bir geleneği ihlal
ya karar verdi. Bu dergi, Smollet'in editörlüğündeki Briıoıı'da ve' ediyordu. Kral III. George'un şahsına bir saldırı vardı ortada. Geri­
Arthur Murphy'nin editörlüğündeki Auditor'da savunulan hüküme­ ye dönerek bakıldığında45. sayı, öncekilere göre, örneğin 17. sayı­
tin politikalarına karşı muhalefetin sesi olacaktı. Bir kişinin ötekine ' ya göre, hem oldukça uysal hem de daha az saldırgan sayılırdı; fa­
yazılı basında açıkça saldırması yakışıksız sayıldığı için, zamanın· kat kraliyet çevresini öyle öfkelendirmişti ki içişleri bakanı düze­
usulüne uygun olarak tüm yazılar isimsiz yayımlanıyordu. Wil­ yinde yetkili olan Lord Halifax, North Briton 'un yazı, basım ve da­
kes 'in özellikle Samuel Johnson ve sanatçı Hogarth'a yaptığı saldı­ ğıtım kadrolarının tutuklanması için yazılı emir çıkardı. Uzun ve
rılar oldukça kişiseldi. Ama baskıya girince bilinmeyen bir elden / karmaşık bir mücadeleye girilmişti. Wilkes'i parlamentodaki koltu­
çıkmış oluyorlardı. Bunun anlamı birisini şeytanın pezevengi ol­ ğunu terk etmeye, ardından da Avrupa'ya kaçmaya zorladılar. Sür­
makla suçlayan kişinin kim olduğundan asla emin olunmamasıydı. gün dönemini dönüşümlü olarak kızının yanında ve İtalya'nın en
Britoıı ve Auditor'da olduğu gibi Norıh Briıon gazetesindeki reto­ ünlü fahişelerinden Madam Corradini'nin kolları arasında geçirdi.
riksel saldırıların ikinci bir özelliği daha vardı: Birisinin kişiliğine 1760'ların sonunda İngiltere'ye döndü, North Briton'un 45. sayısı
yapılan saldınlar o kişinin bir siyasetle, politik hiziple arasındaki için yargılandı, bir buçuk yılını hapiste geçirdi, dört kez parlamen­
kanmsal bağa ya da politika yapmadaki yeteneğine yönelik oluyor- · toya seçildiği halde her seferinde parlamento üyeleri tarafından red­
du. "Karakter ancak bakan ya da parlamento üyesinin görevlerini dedildi.. Hapisten çıktığında, duruşmalarını İngiltere'deki özgürlük
yaparken gösterdiği tembellik, kalın kafalılık ya da becerisizliklik davasıyla bir gören Londralılardan oluşan kitlesel bir hareketin li­
ile aynı anJama geldiği oranda konu edilirdi. HJ deri olmuştu."
Politik söyleme ait bu kıstaslar kesin davranış sınırlamasını be-. Bu olayları ayrıntısıyla anlatabilmek olanaksız. Ancak bunlar
raberinde getirdi. Bunların nasıl yaşama geçirildiğine ilişkin ilginç 18. yüzyıl ortalarında benlik ile mesafeli bir duruşun ifadesi olan
bir örnek, 1762'de High Steward Lordu Talbot'nun North Briton 'da kamusal retorik jestleri kavramıyla bağlantılı anlamlar taşıyordu.
kendisine çok çirkin bir saldırı yapıldığı hissine kapıldığında orta- Kendi kuşağından olan tüm diğerleri gibi Wılkes de aile görev-
kteri ölçü alınan bir adam olarak
!eri ile, özellikle bir baba olarak tek meşru çocuğu olan kızı Polly.'e . faaliyetleri değerlendirilirken kara
u değil. Wilk�s 'in. Pope'un
karşı sorumlulukları ile "zevk ve sefa peşindeki kutsal yolculuğu" görüyordu. Bu yorum tam olarak doğr _
parodısı olan, Kadın
arasında kesin bir ayrım yapmaktaydı. Karısından boşanmasının İnsan Üzerine Deneme şiirinin pornografik bır
tarafından kendisine
üzerinden dört yıl geçmiş olmasına karşın kızının eğitimine derin üzerine Deneme adlı çalışmasının. rakipleri
alaka gösteriyor ve onu yakın arkadaşı Charles Churchill dışında mentoda koltuk verilmemesi için kull:ı
� �
uıldı ı do dur üste­
:
. parla
mülk sallıplerının ezıcı çogunlu­
tüm "yoldaşlarından" uzak tutuyordu. 17. yüzyıl sonları hovardala' lik de Londra seçim bölgesinde
rından Lord Rochester' in aksine Wilkes tek meşru kızını öteki üvey c Wilkes'in ı:ıarlamento­
.• ğunca seçilmesine karşın. Bununla birlikte, .
kardeşlerınden de uzak tutmak için her önlemi aldı. Ailesini kendr .. ya seçildiği dört seçinı döneminden sonuncusu Kadın Uzer
ıne De­
.
-

m- bır kena ra bırak ılırsa,


günlük yaşamından ayrı tutma tavrıyla Wilkes tam çağının adamıy- · neme• nin en çok sözünün edildiği döne
ne" karar verdiği adam olan,
dı. Parlamentonun "seçilmesi gerektiği . 14 i
142 Aynı şekilde, cinsel kaçamaklarını da tanı anlamıyla, kamu
·
Albay Luttrell, adı Wi!kes'ten dalla
kötüye çıkmış bır zamparaydı. - -

lerinin çoğu ona daha ön­


önünde yaşıyordu. Tıpkı diğer beyefendiler için geçerli olduğu gi­ 0 zaman (176 9 ortaları) Wilkes'in rakip
edenlerdi ve genelde bunlar
bi Wilkes 'in de cinsel kaçamaklarını gizli saklı yürütmeye niyeti celeri ya da 0 sıralarda filemlerde eşlik .
­
plerinin Wilkes'ın karakterı konu
yoktu; yeter ki kadının kocası kendisiyle eşit mevkiden ve dolayı­ tarunmış kişilerdi. Şu halde, raki
gözle bakmaları gerekiyordu. Bu
sıyla hesap sorabilecek biri olmasın. Aksi halde, evli bir kadınla sunda söylenenlere yarı kör bir
u bunlara as­
ilişkiye girildiğinde ilişkiyi kocasından gizleme sorumluluğu bile · dedikoduları çıkaranlaruı kendileri de gülüp geçiyord
mindeki polit ikaya ilişk in kamu­
kadına aitti. Fallişeler!e ve sefihlerle ilişki için ise hiçbir kural söz lında. Kisi olarak Wilkes ile döne
konusu değildi. ;
sal göre ekler açısından yaşamsal
önem taşıyan bir polit ikac ı ola­

antı taraftarları arasında kuru l-


Evlilik dışı cinsel kaçamakların söylemi kamusal söylemin b�-. rak Wilkes arasındaki somut bağl
.
ka bıçımlennın pek çok özelliğini taşıyordu. İltifatlar hoş karşılanı- ·
�;�
mu
e'un.yü�ttüğü dik­
Y rdu, yeter ki iyi yapılmış ve zeka ürünü olsunlar. Söyleyen kişi­
? . es' in destekçileri arasında, George Rud
, ağırlık ikincilerden yana ol­
nın bunları ıfade etmede ne kadar istekli olduğu önemsizdi; gerçek- . katli bir incelemenin sonucuna göre
yarı vasıflı işçilere uzanan bir yan­
ten de bu cümlelerin dile getirilmesi sırasında konuşan kişinin bel- : . mak üzere zengin tüccarlardan
Wilkes tarafından ve 45. sayıda dı­
li belirsiz alaycı ses tonu onu çok dalla baştan çıkarıcı kılıyordu. Bir . daslar grubu vardı. Onlara göre,
sevgilinin bir kadına duygularını anlatabilmesi için özgün bir dili "• �
le etirilen aynca da parlamentoda
sürekli reddedilişiyle . deri�leşen
f
indi. Wilkes toplumun, , endı tem­
olması, yani iki insan arasında bir aşk dilinin oluşması düşüncesi •" sorunlar temsilin anlan1ına ilişk
da daha az ayrıcalıklı o\� üy:lerı­
henüz gelişmemişti. Belli cümleler bir ilişkiden diğerine aktarılı- : silcilerini seçme özgürlüğü olsa
ldı.
bu özgürlüğün anlamı ııet degı
yordu; asıl sorun bunların nasıl söylendiği, bir araya getirildiği ve ni savunuyordu.. Ancak 1763 'te
cesını he en hay ta
özgürlük düşü� w �
ne tür davranışlarla canlandırıldığıydı."'' Destekçileri bu öncü ve farklı
n çok, oz­
nce olarak benımseı:ıekt�
Wilkes bu kuralları en aşırı uçlara dek zorlayarak dalla yirmili geçirilmeyi bekleyen bir düşü
a
Wilk es'i iktidara geçırerek anl.amay
ya�larında zamparalıkta ünlendi. Ben Frank!in onu şöyle anlatıyor­ gürlüğün ne demek olduğunu .
mlarına uygulam;yor, po!ıtık bır
du: "Kanun dışı ve sürgün, on para etmez bir karaktersiz." Burke çalışıyorlardı. Bir ilkeyi kendi yaşa _ en­
nle bu adamın v�lıgı ve parlarrı
ise onu, "Canlı ve hoş bir adam, fakat ölçüsüz ve ilkesiz" diye nite­ ilkeyi geliştiriyorlardı. Bu nede
şeyd en ond e
rlılığı onlar ıçın her
toda bir yer edinmedeki kesin kara
liyordu. Horace Walpole'e göre "Böyle hovarda bir azize sallip ol­
duğu için Despotluk sonsuza kadar özgürlüğü kınayacaktı. ""' geliyordu. "Wilkes ve Özgürlük"
sloganı kesin bir gösterge ydı; � .
ı­
. - un
onun varlığı olmaksızın ozgurlug
Kötü ünü zaman zaman politik yaşamında aleyhine kullarulmış­ şi ile ilke özdeşleşmişti, çünkü
bir yolu yok:tU.89
tı ve bu yüzden tarihçilerin çoğu onu çağdaşları tarafından politik anlamını tasavvur edebilmenin
Bu birleşme, kişi olarak Wilkes'in her eyleminin zorunlu olarak, rişintinde bulunan az sayıdaki insandan biriydi. Yığınlar, onun dü­
simgesel ya da kamusal bir özelliği olduğu anlamına geliyordu. zene alet olduğunu ve kendilerine yeniden, bu kez daha kötü ihanet
Cinsel uçarılıklarının ya yadsınması ve destekçileri arasından daha ettiğini düşündüler. İhanetini, Londra Belediye Başkanı'nın temsil­
varlıklı kişilerin adet edindikleri gibi insan olarak çizdiği portreden cisi olarak taşıdığı yükümlülüklere ve tabi olduğu kurumsal sınırla­
silinip üstünün örtülmesi ya da kurulu düzene karşı isyanın bir sim­ malara ya da özgürlüğün bir hoşgörme edimi olduğu yolundaki
gesine dönüştürülmesi gerekliydi. Bu ikincisi, emekçi sınıftan des­ inancına değil, kişilik değiŞimine yordular.''"
tekçilerinin daha yakın olduğu bir cinsel romantizmdi. 1768'de bir l 770'lerin başlarında itibarının çok yüksek olduğu sırada kamu­
arabacı onu anlatırken hayranlıkla "Sapından peruğuna kadar öz­ sal bir kişi olarak algılanan Wilkes'in politik retoriğin dili üzerin­
gür" diyerek betimliyordu. Kişi olarak John Wilkes'in yaşamı biz­ deki. etkisi ne olmuştu? Wilkes'in faaliyetlerinin yol açtığı büyük
zat özgürlüğün simgesi haline geldiği için, tüm diğer davranışları gazete savaşlarında "Junius" imzasıyla yazan meçhul yazar başı çe-
144 gibi uçkuruna düşkünlüğü de yorumlanmak zorundaydı.
Politik bir ilkenin anlaminı karakterden hareketle yorumlama
kiyordu. Çok sade bir düsturu vardı:
�j
çabası Wilkes' e hükümet yandaşları tarafından yöneltilen suçlama­ ,·Sözümona ılımlılık şeklindeki genel ikiyüzlülüğün nedeni insanlar değil,
alınan tedbirler; düzcnbazlarca uydurulup ahmaklar arasında yaygınlaştı­
lardan çok daha anlamlıydı ve daha büyük önem taşıyordu. Bir yan­
rılan sahte bir dil. .... nazik tenkitler, toplumun şu andaki soysuzlaşmış ha­
dan bu kişiler onu kolayca suçlayabilirken, öte yandan da onun ye­ . tine hiç uygun değil.
rine parlamentoya gerçekten daha azgın cinsel hazlar peşinde koş­
m,ıkla ün salmış Luttrell gibi bir kişiyi üye olarak seçebiliyorlardı. Junius, Wilkes'i sa;vunurken son derece etkiliydi. En çok da Wil­

Wilkes'i yandaşları tarafından kurulan karakter ve politika bağ­ kes'in düşmanlarınin, özellikle Grafton Dükü'nün kişisel özellikle­
lantısı, parlamenter ikiyüzlülüğü başka bir şeye dönüştürdü: Kolek­ rine saldırırken dikkati çekiyordu. Fakat bu kişisel saldırılar bir on
tif bir harekete değil de onun savunucularından herhangi birine yö­ yıl öncesinin yazılarından, hatta Nortlı Briton'daki yazılardan fark-
nelik bir hakaret. . lı tondaydı. Politik retoriğin daha önceki biçimleri kişisel karakter
Wilkes'in mektuplarında ve konuşmalarında kendisinin, kişiliği ··özellikleriyle kamusal sorunlar ve kamusal ihtiyaçlar açısından uğ­
ile politikası arasındaki çizgiyi silmeyi düşündüğüne ilişkin pek bir raşırken, J unius tüm bu "ölçüleri" bir kenara bırakmıştı. Karakterin
ipucu yoktur. Arkadaşlarıyla konuşurken ünü konusunda, yandaşla­ kendisi politik soruna dönüşmüştü. Nasıl ki Wilkes özgürlüğün "ete
rı konusunda olduğu kadar ironik bir tavır takınıyordu. Gerçekten kemiğe bürünmüş" hali idiyse rakipleri de tiranlığın ete kemiğe bü­
de, kamusal ve özd yaşamı arasına belli bir mesafe koymaya çalı­ rünmüş halleriydi. İtibarlarının zedelenmesi adlarıyla birlikte anı­
şıyordu ve ·yandaşlarının onun kişiliğine yönelik abartılı övgüleri lan ölçülerin meşruluğunu yitirmesine yetiyordu. Böylece kamusal
hem hoşuna gidiyor hem de onu rahatsız ediyordu. bir jestin temeli çöküyordu: Gerek arkadaşlar gerekse düşmanlar
Çok büyük bir popülerlik döneminin ardından, yandaşlarının hakkındaki kamusal konuşmalar kendi başlarına bir anlam ifade et­
ona atfettiği kimlik ile kendi benliği arasındaki farklılıklar iki tara­ miyordu, yalnızca konuşmacının karakteri hakkında ipuçları veri­
fın da acı çekmesine yol açtı. Çoğu kişi için çok iyi tanıtılmış ama yordu. Kuşkusuz, Junius'un konuşmalarındaki öğeler hfila eski ka­
aynı oranda hayata geçirilememiş tutku Wilkesçiliğe ihanetti, çün­ lıpları taşıyordu; yani, kamusal iletişim için uygun görülen özenli,
kü karşı saldırıyı getiriyordu. Yandaşlarının gözünde bir Özgürlük ağdalı, herkesin aşina olduğu dili kullanıyordu. Fakat bu dil artık
simgesi olınasına.karşın, kendi yaşamını düzenlemesi için ona gi­ çok özel bir kullanıma tabi olmuştu: Acı sözler ve sövgüler yalnız
derek daha az özgürlük tanıyorlardı. Gordon Ayaklanmaları zama­ şan şöhret karalamaya yö'neltiliyordu; bu karalama başlı başına po­
nında (Londra' da Katoliklere yönelik kitlesel bir zulmün yaşandığı litik bir eylem, bir tür özgürlük savunusuydu."
dönem) Wilkes şehirde kargaşa çıkaran kalabalıkları denetleme gi- Wilkes'in düşmanı olan ve 1760'1arın sonlarında onunla retorik
savaşına giren Samuel Johnson ile Wilkes'i karşılaştırmak ilginç az kişi bu soruyu yanıtlayabilirdi. Yapabildikleri tek şey, özgürlük
olur: Johnson Sahte Alarm adlı, Wilkes hakkındaki en ünlü broşü- , neferi şahsın kişisel yaşamını özgürlüğün "simgesi" ilan etmekti.
ründe Wilkes 'ten "ölçüler" ve gerçekte yasal hakların ve ayrıcalık-, , Özgürlük şiarı molekülün yapısını parçalayan araç olduysa, kamu­
!arın soyut ilkeleri bağlamında söz etmek için elinden geleni yapı- , sal yaşama gerçek anlamda kafa tutan şey özgürlük değil, "sembo­
, lik" bir güç olarak bireysel kişilik olmuştur. Sonunda, toplumsal bir
yordu. Junius'un söylediklerini Sahte Alarm'dan alınan aşağıdaki· ,
pasajla kıyaslayın: ilke olarak bireysel kişilik düşüncesinden, politik ölçüleri ancak on­
ları savunanlar "güvenilir'', 4'inanılır", "dürüst" kişiler oldukları
Felsefenin gelişmesi ve yayılmasıyla günümüz kuşağının elde ettiği başlı�. ,.
oranda dikkate alan modem yönelim ortaya çıktı.
ca avantaj gereksiz korkulardan kurtulma ve sahte alarmlardan sakınma�
dır. Bir zamanlar, cehalet çağlarında dehşet saçan olağandışı görünümler' Wilkes sonun nasıl olacağını, izlediği politikayla göstermişti; fa­
ister düzenli ister rastlantısal olsunlar, engizisyon tarzı bir güvenlik kaygı- . kat yaşamı da o yüzyıla ait kamusal kültürün gücünü göstermekte-
146 sının ihyasL anlamına gelmez.�z dir. Wilkes'in kendisini değerlendirme biçimiyle ve her şeyden ön- 147
FIO
ce taraftarlarının uzun erinı:li desteğini almakta gösterdiği başarısız­
Bu retorik savaşının bir yorumcusu olan James Boulton'un altını ,
lıkla, bu özel ve kamusaldan oluşan yüzyıl ortası molekülün kişisel
çizdiği gibi, iki yazar arasındaki üslup farklılıkları bir yanıyla sınıf ··
temelde özgürlük taleplerine tahammül etme gücünü gösterdi.
farklılığıydı: Johnson bilinçli olarak yukarı tabakaya sesleniyordu.
Ama bu farklar bir sınıf sorununun ötesindeydi; bunlar bizzat kişi­
lik ile o günkü ideoloji arasındaki bağ ile ilgiliydi. Kurulu düzenin .
savunucuları, aynı zamanda da Wilkes'in rakipleri olan Johnson ve
onunla birlikte Edmund Burke, politik yazılarında, ötekilerin tıpkı
giysilerle sergiledikleri ve tiyatroda takındıkları tavırlara benzer.bir ·•

tavır sergiliyorlardı. Politika dili malırem yaşamdan uzaklaşmak­


taydı; Johnson'ın en küfürbaz anlarında, Wilkes'e yönelik kişisel
ve en çirkin saldırılarında bile, sorun her zaman Wilkes 'in yönetim-.
de yer almaya uygun olup olmamasıydı, asla tek başına onun karak:, ;
terini hedef almıyordu. Burke ve diğer rejim yandaşları gibi John, •

son'ın da düşünceleri gerçekten net ve açıktı; tam bir idari dil kul­
lanıyorlardı ve Wilkes'i konumlandırabilclikleri nesnel bir söylem
alanları vardı. Bu, kurumlaşmış alanın, geçmişin, bilinenin alanıy­
dı. Wilkes ve taraftarları işte bu kurumlaşmış netliğe karşı ayakla­
nıyorlardı. Onlar özgürlüğü arayan yenilikçilerdi. Ne var ki bu ye- ·
ni fıkrin anlamı, zamanın ve aşinalığın imtiyaz fikrine yüklediği ,
açıklık ve nesnellikten yoksundu; zaten mümkün de değildi bu;
Wilkesçiler bu ilkenin anlamını bir insanın davranışlarında yer et­
miş bir şey olarak görebiliyorlardı ancak.
İşte molekül böyle parçalandı. Özgürlük doğal sempati düzeni­
nin bir parçası değildi; kamusal düzen olarak görenek düşüncesine
karşı konumlandırılmıştı. Neydi o halde? Wilkes'in zamanında çok ·�
bir b31vuru noktasıdır; kamusal y31amın maddi ve ideolojik koşul­
VI ları dağılıp parçalanınca ve sonunda ancien regime'in çöküşüyle ta­
Aktör o l arak insan mamen silinince, insanın kamusal alan içinde kendisini nasıl gördü­
ğü bu b31vuru noktasına bakılarak çıkarılabilir.
Bir aktör olarak kamusal insan: İmge, çağrışınılar yapsa da ek­
siktir; çünkü esas olan, onun arkasında durup ona bir cisim kazan­
dırmaktır. Bu, duygu takdimi olarak ifade kavramına denk düşer ve
bundan da aktörün kimliği çıkar: Kamusal aktör, duygularını tak­
diııı eden insandır.
, Duyguların takdimi olarak ifade, iki bölüm önce incelediğimiz
konuşma işaretleri gibi pratikleri kapsayan genel bir ilkedir. Diye- 14
!im ki birisi bir başkasına babasının hastanedeki son günlerini anla­
tıyor. Tüm ayrıntıların olduğu gibi aktarılması bile bugün dinleyen-
:: de İnerhamet uyandırmaya yeterli olacaktır. Dakikası dakikasına
. ııktarı!an izleninıler bizim için ifade olgusu demektir. Fakat çekilen
acıların ayrıntılarıyla aktarılmasının hiç kimseye hiçbir şey ifade et­
;meyeceği bir toplum ya da bir durum düşünün. Yaşanan arıları ak­
taran kişi o arıları yalnızca canlandırmakla kalmayıp, vurgulamak
·:.üzere kimi ayrıntıları seçerek, kimilerini üstünkörü geçerek, hatta
.;yanlış aktararak yeniden biçinılendirınek zorundaydı, çünkü onları
·
'dinleyicinin kafasındaki ölüm anlayışına uygun bir biçime ve mo­
d.ele uydurmalıydı. Bu şartlarda konuşmacı ölümü dinleyicisine öy-
le ayrıntıları öne çıkararak sunar ki, arılatı ölümün merhamet uyan­
dıracak bir olay olduğu görüşüne uyar. "Merhamet" arılatılan her
ölümde farklı değildir; yaşanan her deneyime göre değişmeyen, ba-

.. ğımsız bir duygudur.


nası �ereken son bir so- •.
18. yüzyıldaki kamusal alan üzerine soru!ı Bu ifade teorisi ifade edici bireysel kişilik fikriyle bağdaşmaz.
mın ınsanları bu soruya
ru daha var. Bu alanın insanı nasıldı? Döne Gördüklerimin, yaşadıklarımın, hissettiklerimin belirli bir standar­
ıyd'.. P�ki kamusal ak­
açık bir yanıt verdiler: O bir aktör, bir icrac
tör nedir? Mesela bir babadan farkı nedir
� _
? Bu bır mlik s°.�udur
_
da uydurulması amacıyla herhangi bir fıltreden geçirilmeksizin, bi­
çimlendirilmeksizin ya da yarılış aktarı!ınaksızın olduğu gibi öykü­
imal edilınış bır s��cuJct?r· .
ve "kimlik" yararlı ama oldukça suiist _ - lendirilmesi bir şey ifade etseydi, o zaman benim yaşamımdaki
ın olmak ıstedıgı şey ile
Erik Erikson'un tanımına göre kimlik insan merhametin, sizin farklı deneyimlerinize dayanan "merhamet" an­
ma noktasıdır. Ne koşul-
uny,anın o!ınasına izin verdiği şeyin buluş
d.. layışınızla aynı biçimde ifade edilebilmesi çok zor olurdu. Duygu­
dir. Bu anlamda kimlik koşuIlar
Jar ne de istek tek basın' a belirleyici nun temsili sırasında belirli bir olayla ilgili duygularımı bana nasıl
· · t ttu"
da kişının gu Yer-
ile arzuların kesişmesiyle oluşmuş bir ortam .
� . görünüyorsa öyle anlattığımda, ifade etmiyor, sadece y31ıyorum­
·
d.ır. Bır a kt''
or olarak kamu sal insan ın iki yüzyı l öncek ı ırnge sı çok
. dur. Jestlerle ve düzenlemelerle sa\ıneyi şekillendirınemek onu da­
. .
n edilmiş olduğu ıçın gerı-
belirgin bir kimlikti; tam da açıkça beya _ ha ifade edici kılar, aksine, yaşanan genel bir deneyim kalıbına uy-
a hızmet etrnektedır. Bu
ye dönüp bakıldığında çok değerli bir amac
,.
al insan kimliği­
durulduğunda daha az "sahici" olur. Aynı şekilde, merhamet üzeri­ dem kent kültürü, ifade edici yaşantının ve kamus
iyle değerlendiril­
ne herkesin anlatacağı farklı bir öyküsü olduğundan, dolayısıyla in­ nin yerine daha kişisel, daha sahici ve tüm öğeler
ktadır.
sanların toplumsal bir bağ anlamında paylaşabildikleri ortak bir diğinde çok daha boş olan yeni bir yaşamı koyma
merhamet anlayışı olmadığından, duyguların temsili ilkesi asosyal­
dir.
A. SAÔD UYUN UN AKTÖ R İNSAN I
Bunun tersine, duyguların takdimi olarak ifade sistemi içinde,
kamusal alandaki insanın aktör -isterseniz, icracı diyelim- olarak
adamın
bir kimliği vardır. Bu kimlik onu ve ötekileri toplumsa! bir bağ ile Tom Jones'un yedinci kitabına gelindiğinde Londra genç
bu noktada Fielding,
kuşatır. Bir duygu takdimi olarak ifade aktörün işidir; bir an için, · maceralarının merkezi haline gelmiştir. İşte
lama" adlı küçük de-
romana "Dünya ve Sahne Arasında Bir Kıyas
sözcüğü geniş anlamıyla alırsak, aktörün kimliği ifadeılln bir tak- fil
ı5o dim işi kılınması üzerinde temellenir. Bir kültürde duyguların tak' , nemesini ekler. Söze şöyle başlar:
ce bugüne ��a­
dimine inanmaktan temsiline inanma yönünde bir kayma varsa; öy- .. . Dünya çoğu zaman tiyatro ile katşılaştırılmışt_ır. Bu düşün
le ki olduğu haliyle aktarılan bireysel deneyimler ifade gücü taşı- başlangıçta sadece tıy �troya �y� un olan ve du�­
·
şarak o denli genelleşti ki, .. etılmeksızın ve harfi hart �­
yor gibi görünüyorsa, o zaman kamusal insan bir işlev, yani bir yaya uyarlanan bazı sözcükler artık ayrı� go� . bır
tık
böylel ıkle ıster yalnız ca drama
kimlik yitirmiş olur. Anlamlı bir kimliği yitirdikçe, ifadeılln kendi, ne her iki tanı.fta da kullanılıyor; sayesin­
ortak dil
oyundan isterse genel olarak yaşamdan söz edelim_. bu
si giderek daha az toplumsal ılltelik kazanır. geldıler.
de, -sahne ve görüntü bizim için alışıldık hale
Teoriyi bu şekilde sıkıştırarak
,
özetledi<>im
o için ba<>ışlayın
e • ama
dileyici bir tonda devam
daha başında aktör olarak kamusal insanın fikrinin ne kadar önem­ Hemen ardından Fielding sözlerine özür
ın "harfi harfine" birbirine
li olduğunu bilmek yararlı olacaktır. Gerçekten, bu mantıksal bağ- •· eder: Okurları tabii ki sahne ve sokağ
ancien regime başkentlerinin kamusal dünyasında yaşamış . Klişelerle konuşur ve kendi­
lantılar. çevrilebilen alanlar olduğunu bilirler. .
yalnızca tıyatro sanatının ve
olanların hangi anlamda aktör-insandan söz ettiklerim anlayabilme, ' ıı.e mazeret arar. Sevgili okurlarına
rasyon'daki gi-
miz açısından gereklidir. Başlıca üç yaklaşım vardı: ,. • ·günlük yasam ın bileşiminin gerçek olduğunu, Resto
' ' 93
Birincisi zamarun kozmopolitlerinde en yaygın olan düşüncey' • dıgını anım satrnak ıster.
v

bi hayali bir "eğretileme" olma


rheatrum mundi'de yaşıyorsak ve aktörlere benziyorsak; '. k dünya" gerçekten de y�­
di: Bir 18. yüzyıl ortalarında "bir sahne olara .
İkin- . . ydi. Theatrum mundı ımgesının
yepyeni ve daha mutluluk verici bir ahHl.ka sahibiz demektir. ni giysiler içindeki eski bir klişe
-' ü eylemden ayırarak ınsan do­
cisi, Diderot gibi rol yapmayı kamusal yaşam ve doğa bağlamında klasik işlevlerinden birinin de, aktör
. olduğunu gfü'nıüştük. S�ğdu-
inceleyen yazarlara ait daha sorgulayıcı bir yaklaşımdı. Üçüncüsü ·
ğasını toplumsal eylemden koparmak
yunun aktör-insanı anlayışında, artık
de tek başına Rousseau'nun görüşüydü. Onunki, kozmopolit yaşam kişı olarak kotu eylemde bu­
melesi görmüy�rdun:uz; yalnız­
ile tiyatro arasındaki bağlantıyı irdeleyen ve onu şiddetle mahkı1m •
lunduğunuz için kötü bir insan mua _
kiyordu. Aktör-ınsanın Purıten­
eden, zamanın en büyük teorisiydi. Analizci ve eleştirmen olması­ ca davranışınızı değiştirmeniz gere
daha hafif bir ahlaki boyunduru­
nın yanı sıra kamusal düzenin sahici malırem duygular ile politik lerden ya da dindar Katoliklerden
kötülük yaptığında günaha gı-
baskı birlikteliğine dayalı bir yaşama teslim olacağını kestiren bir ğu vardır: Doğduğunda günahsızdır;
kil.hindi. Günümüzdeki duruma da çok benzeyen bu yeni durumu rer.
yordu. Denemesinde "tek bir
onaylıyordu. Bir yanıyla da kötü bir kil.hindi; yeni düzenin şehrin Fielding bunu çok iyi ortaya koyu
edeki tek bir kötü rolden daha
çökmesi ve küçük kasabanın yeniden canlanmasıyla kurulacağına kötü eylemin yaşamda, insanı sahn
rdu. Gerçekten de, şehır ve
inanıyordu. Düşünceleri, modern kent kültürü içinde kamusal dün­ fazla lanetli kılmayacağını" iddia ediyo
yanın nasıl yittiğini araştırma yolunda bir kilometre taşıdır. Bu mo-
tiyatro alanlan birbiri içine geçtikçe benzetme kitabi bir doğru olu­ B. DIDEROT'NUN ROL YAPMA PARADOKSU
yordu. Eylemlerin karakterleriyle aktörlerin karakterleri ayrıdır, öy­
le ki bir insan suçlu olan tarafa hiç öfke duymaksızın bir kusuru, Diderot, rol yapmanın paradoksu diye adlandırdığı olguyu basitçe

hatta bir kötülüğü kınayabilir. Dahası, büyük kentteki insanların şöyle özetliyordu:

kim olduğunu anlatabilmenin hiçbir kesin yolu yoktur. Dolayısıyla


İnsanl;;ır toplum içinde birinin büyük bir aktör olduğundan söz etmezler
ancak neler yaptıkları vurgulanabilir. Birisi ötekilere zarar mı veri­
�i'? B.ununla o�u � hissedebildiğini değil, hiçbir şey hissetmediği halele
yor? Öyleyse, Garrick gibi, sorun onun rolünü değiştirmesidir. Zo­ hıssedıyormuş gıbı yapmada üstün bir düzeye eriştiğini anlatmaya çalışır­
runluluktan ya da başkalarının onun geçmişi hakkında sahip olduk­ lar...
ları bilgiden dolayı büyük şehirde hiçbir görünüm ya da rol sabit ol­
Diderot, sektiler bir eylem olarak rol yapmanm en büyük kuramcı-
madığına göre, rollerini neden değiştirmesin ki?"
152 '. sıydı. Rol üzerine 16. ve 17. yüzyıl Fransız kuramlarının çoğu ak- ıs.
Eğer renelde aktör-insan, doğasıru eylemlerinden ayırarak ken-
. törün rolü oynama tarzıyla oynadığı rolün içerdikleri arasında iliş-
dini doğuştan taşıdığı günahtan arındırabilirse, 1 8 . yüzyıl sağduyu
anlayışına göre, insan hayattan daha çok tat alabilirdi. Kamusal an- ·
Id kuruyorlardı. Konuşulanların doğruluğu ile aktörün ne kadar iyi
konuşabildiği arasında bir bağ vardı. Böylece rol yapma düşüncesi-
lamda ne. doğa alanına ne de Hıristiyanlığın vicdani görevlerine
.. �i retorik başlığı altına yerleştirmek ve retorikten ahlfilc ve dinle
bağlı olmayınca, ötekilerle ilişkiden alınan keyif ve neşenin önün­
::Bağlantısı açısından söz etmek olanaklıydı. Bu formüle göre rahip-
de bir engel kalmayacaktır. O dönemin yazılarında aktör-insan iru­
:!er en büyük hatip sayılırlardı, çünkü anlattıkları şeyler mutlak doğ­
gelerinin sıklıkla kozmopolit yaşamla ilişkili görülmesinin nedeni .
ruydu. Tabii ki iyi bir Hıristiyan, rahip ve aktörü doğrudan doğruya
budur. Onların Theatrum mundi uyarlamaları, Rönesans Platoncu- ·

lan
kıyaslamayı aklından bile geçirmezdi, ama asıl neden, rahibin söy-
ve Eli;?:abcth çağı drama yazarlarında görüldüğü şekliyle, insan
. !evinin sahnede mümkün olan her şeyden doğal olarak kat kat üs-
yaşamının anlamı hakkındaki koyu kötümserliğe ya da insanlarla ·

tün olmasıydı, çünkü o ilahi hakikati dile getiriyordu."


d
tanrılar arasındaki ilişkilere göndermelerde bulurınıuyor u. Mon- ,
Diderot, rol yapma, retorik ve metnin içeriği arasındaki bağlan­
tesquieu'nün kaleminden çıkmış nefis bir İran Mektubu var. Bura­
tıyı kopardı. Paradoks'unda ritüelden ayrılmış bir drama kuramı
da kalıraman, bir gece Comedie Française'e gider ve kimin sahne­
oluşturdu; neyin canlandırılacağından bağımsız olarak canlandır­
de kimin seyirci konumunda olduğunu ayırt edemez. Herkes göste­
manın kendi içinde ve kendi başına bir sanat biçimi olduğunu ilk
ri yapmakta, rol yapmakta ve hoş vakit geçirmektedir. Arkadaşlar­
kavrayan oydu. Diderot için canlandırmanın "işaretleri" metne iliş­
la birlikte eğlence, gamsız bir hoşgörü ve zevk alma; tüm bunlar ak­
kin "işaretler" değildi. Bunu Diderot kadar iyi anlatamadım. O şöy­
tör-insanın günlük yaşamda nasıl anlaşıldığına ilişkin duygulardı.
.le yazıyor:
Fakat aktör-insan klişelerinin, tam da içerdikleri sosyallik anla­
yışı açısından, daha derin ve örtük bir ifade fikrine dayandığını an­ Aktör gerçekten aına gerçekten duygu yüklü olsaydı, aynı rolü aynı heye­
layanlar da vardı. Bunlar arasında en önde gelen Diderot'nun Rol can ve başarı ile iki kez nasıl oynardı? İlk canlandırmada çok ateşli, üçün­
Yapmamn Paradoksu adlı yapıtı, rol yapmayı daha genel, psikolo­ cüsünde i:;e bir mermer kadar soğuk ve yıpranmış olurdu.'ıı.
jik bir kurama bağlıyordu.
Kendi. gözyaşlarına inanan, rolünü duygularına bağlı kalarak yapan
ve yansıttığı duygularla araya mesafe koymayan aktör tutarlı rol ya­
pamaz. Aktör bir metni canlandırmak için o metnin içeriğine katıl­
mak zorunda olmadığı gibi, sanatına da o içerik egemen değildir.
Örneğin, büyük bir aktörün kötü bir oyunda bile çok başarılı oyun

,,
tlere ulaşma sürecinde, bir ak­
çıkarabildiğini biliriz. Bunun nedeni, canlandırılan ifadenin doğa­ . nun esas karakterine ulaşılır. Bu işare
duyacağı gibi duymamaktadır.
sında yatmaktadır: İletilecek duygular üzerinde cidden çalışmaksı- :, .tör bu duyguları ilettiği seyircilerin
Diderot çoğunlukla bu şekil­
zın, onları göstermek için muhakeme ya da muhasebe yapmaksızıiı; .;· Aktörün kendisi de duygusuz değildir.
,
aktörün jestlere ilişkin duyguları
herhangi bir ifade bir kereden fazla canlandırılamaz." de yanlış yorumlanır; halbuki,
dırdığı duygulardanJarklılaş-
Diderot'nun ortaya attığı teori salıne tekniğinin hilelerinden da, vardır ama bu jestlerin seyircide uyan
ha fazlasını içerir. Duyguların ifadesinde yapıntının doğaya üstün- ,
lüğüne işaret eder. Diderot soruyu şöyle sorar:
;:' mıştır.100
İfadelerin dayanıklı ve istikrarlı olına
,.. ·
larının yegane yolu u tur- � ••

amacı zamanın yapacagı talı­


, den tamamlayıcı jestlerdir. Bir jestin
Gerçek yaşamın bir trajedisinin neden olduğu gözyaşlarıyla, dokunaklı bir <;.
, ribatı önlemektir:
anlatımın neden olduğu gözyaşları anısındaki farkın ne olduğunu hiç dü7·
şündünüz mü? z. �<:��e size �la� htn- 155
Bana doğada akıp geçen bir andan söz ediyorsu�� .
adım oluştu rulmu ş ve surek lılıgı olan bır sanat
mış, düzenlenmi�, adım
Gerçek yaşamdaki gözyaşlarının apansız ve doğrudan geldiğini, sa­ eserinden söz ediyorum.
nat yoluyla akıtılan gözyaşlarının ise bilinçli bir tarzda, adım adım
akıtılmak durumunda olduğunu söyleyerek yanıtlar bu soruyu. Do­ , Bir isaretin özü, tekrar edilebilirliğidir. "'
ğal dünya bu yüzden aktörün dünyası karşısında üstün görünürken , Diderot'ya göre İngiliz David Garrick
iyi bir büyük aktö� mode­
,
Para_d�ks
un bır pa:a­
laşmıştı.
aslında rastlantılara daha açıktır ve çok daha kolayca yara alabilir. liydi. Onunla J 764-65 kışında karşı
inde bıraktıgı ızlenımı şu soz-
Ağlayan bir kadını düşünün, der Diderot; küçük bir yanlış hareke: jında Diderot, Garrick'i n kendisi üzer
tiyle dikkatinizi kederinden uzaklaştıran, dinlemeye hazır olmadı' • !erle anlatır:
ğınız bir anda size içini döken ya da aksanını anlamakta zorlanıp ye içinde ifadesi bir�iri
G:.ırrick perde arasından başını uzatır. �eş altı san� bundan durgu lu �·
yolunuzu değiştirdiğiniz bir kadını. İnsanların birbirlerine doğnı­ dan ılımlı bır hoşnutlug a, � �
ardına çılgınca bir coşku edere, ezılmış-
dan ve kendiliğinden tepki gösterdiği dünya, ifadenin çoğunlukla ' şaşkı nlıkta n aptallaşma ya sonra �
d . necektır. Ruhu bu d�)1-
durgunluktan şaşkı nlığa, '.
saptırıldığı, iki insan arasındaki iletişim doğallaştıkça ifade gücü­ liğe, korku ve dehşete, en sonunda da tekr�ır.başa .? de oynamış olahılu· .
le hepsını hu duzey
nün azaldığı bir dünyadır.')� guların tümünü yaşamış ve yüzüy
mi?ını
En iyi durumda, sempati ve doğal duyguların egemen olduğu
dünyada, bir duygu tam olarak ifade edilmişse bu ancak bir kereye iri de onun sanatı doğanın k�­
Diderot'ya yöneltilen beylik bir eleşt
l
mahsus olabilir."' gibi bir aktörü� de gücünun .doga
şısına koyduğu ve David Garrick . basıt k r­
Diderot daha sonra bir ifadenin bir kereden fazla nasıl suµulabi­ de büyuk oldugudu�. Bu
ötesi, neredeyse canavarımsı ölçü �
leceğini sorar ve yanıtlarken göreneksel bir işaret fikrini tanımlar. rot aktö rün tüm ugra ının dogal
şılaştırma yeterli değildir. Dide . ." �
Bir duygu, ancak o duygunun "pençesinden" kurtulmuş ve şimdi
yöneten asli biçimleri bulm aya yoneldıgıne ınanıyordu.
dünyayı
belli bir uzaklıktan onu irdeleyen kişi söz konusu duygunun özsel ı. Malzemeden ke�di . duygul,:ırını
Aktör bu biçimleri süzerek alırd
biçimini tanımlar hale geldiğinde bir kereden fazla iletilebilli. Bu
çekip alarak, hangi biçimin doğa
l duygu alanında ıç n oldugunu �
öz rastlantısal olanın çıkarılmasıdır: Uzaklardaki kocası için tasala­ doğayı temel aldıgı ıçm bu ka-
bilme gücünü kazanmıştır. Oyuncu .
nan bir kadının salınedeki görünümünden tesadüfen sert bir duruş iletişim kurabılır. Tekrar edılebılır
otik ortamda yaşayan insanlarla
çıkarılmışsa, o zaman bu sert duruş hafifçe öne eğilıneyle bertaraf i algılarına anlık bır duzen ve­
ifade biçimleri bularak onların kend .
edilebilir. Eğer yüksek sesle ve jestlerle konuşulması sarf edilen ı degıv ldır. Kışı, başkasının teslım
rir. İletisim bu işaretin paylaşım
sözlerden çok konuşmacının ses tonuna dikkatleri çekiyorsa, ses to­
nunun alçaltılması sağlanabilir. Bu türden çalışmalarla, bir duygu-
d
,olacağı uyguya uzak olmalı, onun
efendisi olmalıdır. Bu nedenle,
kalıcı, tekrar edilebilir ifade nosyonu eşitsizlik fikrini barındırır.
· tekrar Fransızcaya çevrilmişti ki, Diderot'nun okuduğu bu çeviriy­
Diderot'nun kuramında sanat ve doğa arasındaki potansiyel
· di. Le Comedien aktörün duygu durumunun, yani ruh durumunun
dostane ilişki, salıne dışı canlandırmanın analizinde önemlidir. Di- .
onun ırücünün kaynağı olduğu üzerinde duruyordu; eğer aktör so­
derot Garrick gibi az sayıdaki dfilıinin etkinliklerinden çok daha .
fazlasını açıklamayı amaçlıyordu. O bunların diğer ifade edici top­

ğuk b yaradılıştaysa, olaylara ilgisiz bir aktör olurdu. Diderot'nun
onaya attığı görüşler, onun kadar inandırıcı bir biçimde savunulma­
lumsal ilişkilerde model olarak kullarulabileceğini anlatmak iste'
sa bile, 1750' !erde yaygındı. Riccoboni'nin L' Art du Thefitre ve
mişti. Doğuştan ifade edici olan toplumsal fiiller tekrar edilebilir
Grimm'in tiyatro üzerine yazıları Diderot'nun öncelleriydi. Daha
olanlardır. Tekrar edilebilir toplumsal fiiller aktörün kendi kişiliği
. sonra bunlar Encyclopı?die'de Marmontel'in Söylev üzerine dene­
·

ile ötekilere aktardığı konuşma ya da gösterdiği giyim tarzı. arasın­


·

', mesinde bir araya getirilmişlerdi. '03


da mesafe bıraktığı fiillerdir. Benlikten belli bir uzaklıkta olan gö-
/56 rünümler bir tür hesap konusudur ve bu görünümü sunan kişi, için­
Tiyatro tarihçilerinin bir savaş olarak nitelendirdiği Duyarhlık
,, .
;o.ve Hesaphlık arasındaki tartışma ilk kez 1750'lerde ortay� çıktı. li.ı
de yer aldığı koşullara bağlı olarak konuşmasıru ve giyimini değiş­
j(,zarnanının en büyük iki kadın oyuncusu olan Madam Claıron ve
tirebilir. Diderot'nun çabası, incelikli, kişidışı iltifat olarak işaretle'
'' Madanı Dumesnil'in TMatre Boule-Rouge'daki buluşmalarında
rin ayrım gözetmeksizin herkes için tekrar edilebilir oluşunun•
unun çok hoş ve inanılmaz bir örneği yaşandı. Diderot'nun gözün-
mantığını, böylesi bir işaretin neden her zaman zevk verdiğini açık­ ·.
e Madam Clairon dişi Garrick 'ti, Madam Dumesnil ise sıradan bır
lama çabasıydı. İltifatın belirli bir konuşmacıdan ve onun dinleyici-' _
,. yuncuydu; çünkü kendi duygularına bağlı kalıyordu. iki oyuncu
sinden bağımsız kendine özgü dünyası vardır. İltifat başlı başına an'
ir rolün oluştur�lmasında duyarlılık ve onun karşısında yer alan
lamlı bir şeydir. Pouf au sentiment ve boyalı yüzler de öyle. Sınıf'
·

esaplılık üzerine tartışmaya başladılar. Madam Dumesnil, "Ro­


!ar arası başarılı konuşmanın kişidışılığı da aynı nedenselliğe daya:
iümle dopdoluydum, hissediyordum ve kendimi vererek oynadım"
·

nır: Kasıtlı olarak incelikli olduğu, kendi içinde bir dünya olduğu ·
deı:ken Madam Clairon "Hesaplılık olmaksızın nasıl rol yapılır şa­
ve konuşmasıyla seyircinin koşullarından başka her şeyi gösteren ,
bir biçim olduğu ölçüde ifade edicidir. Özetle, Diderot başarılı rol
Şıyo � �
" şeklinde ani bir çıkış yaptı. Dugazon ad aktör hemen
· iıUldı. "Amacımız dramatik sanatın var olup olmadıgıru bilmek de­
yapmaktan takdim olarak duygu teorisine geçiyordu. Bir aktörün
yarattığı duyguların bir biçimi ve kendi içlerinde anlamı vardır.

. · il... .. fakat bu saııatta kurgunun mu yoksa gerçekliğin mi egemen
. olacağuıı belirlemektir.'' Madam Clairon "Kurgu"; Madam Dumes-
·

.
·

Tıpkı matematiksel bir formülün, kim yazmış olursa olsun, kendi-. ,�-< , 1(14
, mi "Gerçeklik der.
• •

ne ait bir anlamı oluşu gibi. Bu ifadenin oluşması için insanlar do-. ,· .
' c: Varılaıı sonucun sıradanlığuıa karşın, bu tartışmanın en önemlı
ğal olmayan tarzda davranmalı ve zaman içinde tekrar edilebilmesi
•·. yanı her iki tarafın da paylaştığı bir varsayımdı. Remond de Sainte­
olanaklı uzlaşımlar ve formüller bulmalıdırlar.
. )\!bine ve Riccoboni'nin 1750'lerde Diderot ile yazışmalarından,
Geriye dönüp bakıldığında Diderot'nun görüşlerinin çağının ka- .
daha sonra 19. yüzyıla doğru Coquelin gibi aktörlerin görüşlerine
musal yaşaınuıa bir tür düşünsel destek olduğu görülür. Fakat Dide:
.·. değin tümü, Diderot'nun temel düşüncesini kabul etmişti. B� da rol
rot hiçbir şekilde çağcılı Parislilerin sözcüsü olarak yorumlanamaz. . ·
, yapma eyleminin bağımsızlığıydı; yani metinden bağımsı.::lıgı. Du­
!778 'de nihayet biten çalışması 1830'a kadar basılmadı. 1750'ler-.
"yarlılık ve hesaplılık arasındaki savaş, aktörün sarf etmesı g�r�ken
de tiyatroda Diderot'nun görüşlerini kesin bir şekilde reddederek . ,
sözc0üklerle bu duyguların uygunluğuna değil, o an ne hissettığı ko­
onun yerine doğal sempatilere önem veren yazarlar vardı. Gerçek-,
, nusundadır. Piskopos Bossuet, 17. yüzyılda ünlü bir vaazında ce­
ten de, Paradox, Remond de Sainte-Albine'e ait ünlü bir inceleme
\naatine "Nasıl olur da benim belagatımdan etkilendiğiniz halde
olan Le Comı?dieıı'e ( 1 747) bir yanıttı. Le Comı?dien kısa sürede '
John Hill tarafından İngilizceye, sonra 1769'da Sticotti tarafından · ·
gfuıahi ,,;.ınızı
Tanrı'ya itiraf etmezsiniz?" sorusun� yöneltmişti.
. · Seksen yıl sonra, "Eğer büyük bir konuşmacıysa çok ınanmış olma-
sı gerekirdi" gibi bir önenneye pek kula
k asmaksızın, belki de ha/ •. rinlikli, ne kadar içgörülü olursa olsun, korkunç bir amaca hizmet
raretli bir biçimde, cemaatini yaktığı ateş
i ne kadar kontrol ettiği v�· ediyordu. Rousseau, büyük şehrin anatomisinden, in�an]ığ ın -:-koz­
ne kadar o ateşin etkisinde olduğu üzerinde .
fılcir yürüterek Bossu,. 'mopolitenliğin zıddı olan- psikolojik anlamda sahicı ılışkılerı yal­
et' in büyük bir konuşmacı olarak nitelikle
rini tartışmak mümkiliı nızca politik tiranlık sayesinde kurabileceğini çıkarıyordu ve bu tur
olacaktı. Diderot zamanında her iki taraf
da rol yapma olgusunu se' : bir tiranlığı onaylıyordu.
küler hale getirdi, onu dışsal hakikat göst
ergelerinden kopardı. Di� Kuramını oluşturduğu sırada içinde bulunduğu şartlar yazdıkla­
derot'nun savlan seküler düşünceyi bir ifad
e teorisi olarak mantık''. rına ilişkin kimi ipuçları verebilir. 1755 ile 1757 aras'.nd� !'raı:sız fi­
sal sonucuna ulaştınyordu: Rol yapma, beli
rli bir metinden bağım' lozof d' Alembert, Cenevre kenti üzerine Encyc/opedıe d� �ır ma­
sız anlamı olan bir etkinlik idiyse, aynı zam
anda belirli bir oyuncu­ kale yazdı. D' Alembert kentte hiç tiyatro olmadığını be!ırtıyordu.
dan, onun özel duygularından,
158 gelip geçici ruh durumlarından da Cenevre'nin Kalvinist geleneklerinden haberi olan d'Aleıpbert'ı bu
159
bağımsız olması gerekirdi. . . -
Bu seküler rol fikrinin tamamlanması onu · hiç şaşırtmamıştı. Cenevrelilerin, "aktör gruplarının suslenıp pus-
şehirle bağlantılan­ lenme meraklarının, sefahat iilemleri ve başıboşlukların gençlere de
dıran Rousseau 'ya kalmıştır. .
sirayet etmesinden korktuklarını biliyordu''. Fakat kent dı� ınd� bı-
risi �!arak bu katı ve zevklerden elini eteğini çekmış şehırde tıyat­
C. ROU SSE A U ' N U N TİYATRO -ŞEH roya hoşgörüyle yaklaşılmaması için �ir neden göre�'.yord� � Hatta
RE tiyatronun yurttaşlar için iyi bile olacagını sanıyordu. Incelıgın za­
YÖN ELTT iGi SUÇ LAM A
rafetine, duyarlılığın tadına teatral etkinliklerin yardımı olmaksızın
Ne gariptir ki, kentteki kamusal yaşamın
en sadık araştırmacısı ve ' ulaşmak çok güçtür" diye yazıyordu.'"
.
en büyük yazarı, bu yaşamdan nefret ede D'Alembert'in duygulan Fielding'inkilere çok b�n;ıyord�. B u
n biriydi. Jean-Jacques. .
Rousseau kozmopolitenliğin uygarlığın ileri duygular aslen Cenevreli olan ve bırkaç yılını Parıs te ge?ırmış
bir düzeyi değil, cana­
varca bir büyüme olduğuna inanıyordu: Rou olan Rousseau'yu kızdırdı. 1758'de D'Alemberı'e Mektup u ya­
sseau tüm çağdaşların-,• .
dan daha ayrıntılı bir şekilde, adeta bir yınıladı. Bu mektup, d' Alembert'in söylemek '.stedıklerınden
kanser araştırması yaparca- · . 50.k
sına inceledi büyük şehri. İlgisi Paris üze daha fazlasına verilen bir yanıttı. Dramanın polıtik olarak sansuru­
rinde yoğunlaşıyordu. Pa- .
ris'teki yaşamın teatral niteliklerinin Avr nü haklı göstennek için, d'Alembert'in değerlerinin bir kozm�po­
upa'daki tüm başkentlere ·
yayıldığını düşünüyordu. Rousseau yaln litle aynı olduğunu göstennesi gerekmişti. Aynca'. kozmopolıt�n
ızca kendi çağının bir anla­
tıcısı ve bir ahliik yorumcusu olarak oku d "erlerin küçük bir kasabaya yayılmasıyla orada dının yıkılacagı­
kak yaşamının iç içe geçmesini kınarken
modem şehrin bütünlüklü ve derinlikli
nmamalıdır. Sahne ve so­
, bir ifade ortamı olarak �
n �e sonuçta insanların, aktörlerden "duyarlılığın tadı"nı alarak,
ille teorisini de kaleme al­ ,
derin ve dürüst bir iç yaşama sahip olmaktan çıkacaklarını be!ırt-
mıştır. • • lOt>
mıştı. .
Rousseau şehri sekiiler bir toplum olarak
betimleyen ille yazar­ Rousseau 'nun karşıtlıklarının tümü -kozmopolıt, k"uçu"k kasaba·,
dı. Bu sekülerliğin belirli bir şehir tipinden rol yapma, sahicilik; özgürlük, adil tiranlık- bir tür bozulma kura­
, yani kozmopolit baş­
kentten doğduğunu ille o gösterdi; yani "ke İnından· moeurs'ün yozlaşmasından doğar. Moeurs davranışların,
ntsel" yaşamdaki sürek­
sizlikleri görerek bir kozmopolitenlik
teorisine ilk kez o ulaştı. değerle;in ve inançların kesişmesi olarak çevrilebili� ı s . yüzyıl y�­
Kozmopoliste kamusal inanç kodlarını zarlan bu sözcüğü "değer yönlendirme", "rol tanımı gıbı . . terimlenn
güven ve oyun gibi temel
psikolojik deneyinılerle ve kent psikolojisini
bir yaratıcılık psikolo­ ve diğer sosyolojik terimlerin tam kapsayamadığı bir an]amda ��­
.
jisiyle ilk bağlantılandıran da yine oydu.
Tüm bunlar, ne kadar de- lanırlar; moeurs davranış biçiminin bütünüdür, kışının uslubud�r. 0
Rousseau 'ya göre insanlar çalışmayı, aileyi ve yurttaşlık gorev-
!erini aşan bir üslup edinirlerse, moeurs yozlaşır. İşlevsel yaşam mak onlara toplumsal ilişkiler için daha çok şans tanıyacaktı. Kafe­
bağlamının dışına çıkmak, yaşamı üretmeyen, beslemeyen zevkler lere ziyaretler, gezinti yerlerinde yürüyüşler ve benzerleri... Sosyal­
peşinde kÖşmak; bu yozlaŞmaydı. Rousseau 'yu okumanın bir yolu lik boş zamanın meyvesidir. İnsanlar daha çok ilişkiye girdikçe bir­
yozlaşmayı, bizim "bolluk" diye söz .ettiğimiz olguyla özdeşleştir­ birlerine daha bağımlı olurlar. Böylece, bizim kamusal diye adlan­
diğini göimektir. ıox ' dırdığımız sosyallik biçimlerini Rousseau toplumsal karşılıklı ba­
Bir erkeğin ya da kadının yozlaşması bu kadar kolay mıdır? . ğırn!ılık ilişkileri olarak görüyordu. Mektup'ta, insanların zorunlu­
Mekıup'un başlangıcında Rousseau bunun zor olduğunu iddia eder: :; luk bağlarını koparmış karşılıklı bağımlılık ilişkilerini ürkütücü
"Bir babanın, oğulun, kocanın ve yurttaşın yerine getirmesi gereken. < ·Olarak nitelendiriyordu.

öylesine yüce görev!eri var ki, bunlar can sıkıntısına yer bırakmaz­ ,İnsanlar bir tür benlik duygusu yüzünden başkalarına bağımlı o­
lar." Ardından hemen düzeltir, çünkü düşman, uçan zevkler, yeni · lurlar. Dış görünümlerini başkalarının gözünde onaylanacak şekil-
160 eğlenceler, kafelerin boş dedikoduları biçiminde, her yerdedir. Ça­ � de sunarlar, böylece kendilerini iyi hissederler. Lionel Trilling, Ro- �1j
lışma alışbinlığı "kendinden hoşnutsuzlukla, aylaklıkla, basit. ve usseau'nun Mekıup'taki savını şöyle özetler:
doğal olan zevklere kayıtsız kalarak" yitirilir. Bir başka deyişle, in-. .
, .....aktörün karakteristik hastalığı seyirciye de bulaşır; bu hastalık başka
san sürekli bir yozlaşma tehlikesi içindedir.'"' ' kişileri canlandırarak rol yapma sonucunda benliğin körelmesidir..... aktör
Tarihçi J ohan Huizinga, oyunu, ekonomik olandan sıyrılma ola- ·, · başkasını canlandırarak bir insan olarak kendi varlığını zayıflatır.111
rak tanımlar; bununla günlük uğraşlar, yaşamsal görevler, ödevler.
dünyasını aşan bir etkinliği kasteder. Oyun bu anlamıyla Rousse­ Boş zaman ve dinlenme durumunda erkek ve kadınlar, aktörlerin
au 'nun düşmanıdır. Oyun yozlaştırır."' 'moeurs'ünü kaparlar. Bağımsızlıklarını yitirmiş olınanın önemi
Oyun, en azından geçici bir boş zaman koşulunda vardır. Boş ·
maskelenmiştir, çünkü oynamaktadırlar: Kendilerini yitirmenin
zaman ile kötülük arasında Protestanların kurduğu ilişki, insanların< zevkine kapılmışlardır. Rousseau'nun sözleriyle,
zorunlu görevleri olmadığı zaman kötü olan doğal tutkularına tes­
.....temel amaç zevk almaktır ve insanlar eğlendiği sürece bu amaca ulaşıl­
lim oldukları düşüncesini içerir. Oyun yoluyla kendini açığa vuran · mış olur.112
doğal insan, tembel, obur, baştan çıkarıcı, hovardadır. Calvin böyle
düşünüyordu ve Cenevre onun tarafından, insana dur durak verme- · , Bulunduğu şehir için bir tiyatro önerildiğinde Rousseau'nun da kar­
yerek günah işlemesini önleyecek biçimde örgütlenmiştir. şı saflara katılması rastlantı değildi. Tiyatro, hafifmeşrep kitaplar ya
Calvin 'in mükemmel bir teokrasi örneği olarak küçük şehir fik­ da resimlerden daha tehlikeli bir sanat dalıydı, çünkü yaşam müca­
ri çok açıktı. Ekonomik açıdan yaşayabilir bir çevre, savaş zaman­ . delesi vermek zorunda olmayan kadın ve erkeklerin kötü yanlarını
larında korunma sağlayan fiziksel bir mekan, ama hiilil. nüfusun de­ .· uyandırıyordu. Benliğin yitirilmesinin aracıydı.
vamlı gözetim altında tutulabileceği kadar küçük bir yerdi bu şehir. Bu noktada büyük, kozmopolit şehir ortaya çıkar: bu şehrin ka­
Dinsel bir yaklaşımla, küçük kentin avantajı insanın doğal düşkün­ musal kültürü, benliğin yittiği yerdir.
lüğünü bastırmak için en güvenli politik araç olınasıydı. Rousseau Bütün şehirler, bir araya toplanmış çok sayıda insanın yaşadığı,
ise insanlığın doğuştan iyi olduğu düşüncesi için mücadele verirken merkezi bir pazarı ya da pazarları olan, işbölümünün ileri bir düze­
politik denetimi de meşru görüyordu. Bu nedenle onun moeurs ve ye taşındığı yerlerdir. Bunlar şehirlerin tümünde moeurs'ü etkile­
küçük şehir ilişkisine yaklaşımı Calvin'inkinden daha karmaşıktır. · yen koşullardır. Rousseau küçük şehir üzerindeki etkinin doğrudan
İnsanlar küçük şehir yaşamının katı kurallarından kurtulsalar ne­ olduğuna inanır. 1° Küçük şehir, yaşam mücadelesi veren iyi, na­
ler olurdu? diye soruyordu Rousseau. Ya da erkekler ve kadınların muslu insanların erdemlerinin meyvesini verdiği yerdir. Londra ve
gerçek anlamda boş zamanı olsaydı? Yaşamsal görevlerden kurtul-
Paris 'te ise tersine, ekonomi, aile geçmişi ve öteki maddi koşullar künlüğüylc. bUyük ihtiyaçlarla ahlllkı bozulmuş, hayal güçleri yalnızca ca­
yaşam tarzlarını dolaylı etkiler; bunlar doğrudan şehirli insanın vo­ navarlar doğuran ve yalnızca suçlan teşvik eden insanlarla dolu büyük şe­
hirde..... herkes kamusal alandaki gözlerden kolayca sakınıp gizlenerek
lonıe'sini, yani iradesini etkiler. Moeurs, bu iradenin arzularına
yalnızca iyi yanlarını sergilediği için moeurs ve onurun bir hiç olduğu bü­
bağlı olarak sonradan ortaya çıkar.' " yük şehirdc..... 11 5
B u aynın niye yapılmıştır? İki nedeni var. Birincisi, böyle bir
ara sözcüğü kullanarak Rousseau büyük şehirden özel ahlfil<i te­ İtibar; tanınmak, kabul edilınek, seçilmek. Büyük bir şehirde ün pe­
rimlerle söz etmiş olur. Rousseau modem liberalizmin şehirdeki şinde koşmak kendi içinde bir amaç olur; araçları da sııhtek1irlık,
kötü davranışların kötü toplumsal koşullardan kaynaklandığı, suç­ uzlaşılar ve kozmopolit şehirde insanların serbestçe takındıkları ta­
luların aslında kurtarılmayı bekleyen soylu bir ruha sahip olduğu vırlardır. Yine de bu araçlar şaşmaz bir biçimde hedefe götürürler,
yolundaki formülasyonlarını aşmaktadır. Büyük şehirler Rousseau çünkü kişi toplum içinde bir Yüce Güç'ün aracı olan devletin dayat-
��� için önemlidir; çünkü insan varlığının merkezini, iradesini çürütür­ tığı sabit bir "yeri" yoksa, görünümüyle oynayarak kenq0ine bir yer 10..
ler. edinmeye çalışır. Rol yapmak yoz bir şey olduğundan kişinin dış­
İkincisi, toplumsal ve ekonomik ilişkilerin büyük şehirdeki kar­ görünüşüyle oynayarak elde etmek istediği tek şey alkıştır. Rousse­
maşıklığı, herhangi bir durumda karşınızdaki kişinin ne iş yaptığın­ au'ya göre, kozmopolis dinin inanılırlığını da yıkar, çünkü kişi Yü-
dan, kaç çocuk baktığından, kısaca nasıl yaşadığından yola çıkarak ce Güç 'ün ona verdiği kimliğe boyun eğmek yerine keıidi kendine
. (
nasıl bir insan olduğunu çıkaramayacağınız arılamına gelir. Şehir­ bir yer edinebilir ve kendi kimliğini kazanabilir. Itibar peşinde koş-
deki sosyal ilişkilerin karmaşıklığı karakterlerin maddi koşullardan ma erdem arayışı ile yer değiştirir.
okunmasını güçleştirir. Aynı şekilde, kozmopolit merkezin ekono-. Birden çok Rousseau vardır. Yapıtlarının çoğu birbiriyle çelişir
mik doğası, şimdi "artık sermaye" diye nitelediğimiz fazlayı birik­ ya da farklı bakış açılan içerir. Emile' deki Rousseau rol yapma, iti­
tirir. Orası, zenginlerin boş zaman etkinlikleriyle servetlerinin tadı­ bar ve din üzerine düşünceleri açısından Mekıup'taki Rciusseau ile
nı çıkardığı, yoksulların da onları taklit ettiği yerdir. Sermayenin aynı değildir. İıiraflaı"daki Rousseau Mekıup'taki kısıtlamaları kıs­
yoğunlaşması bir avuç insanın gerçek anlamda boş zamanının ol­ men aşmıştır. Mektup 'ı.�, mantıksal sonucuna götürülmüş oldukça
ması, kalan çoğunluğun da kıskançlıkla "aylak" hale gelmesi, yani uç bir konum söz konusudur."''
maddi çıkarlarını zevk ve sefaya dayalı bir yaşam "stiline" feda et­ Buna karşın, Rousseau'nun yapıtlarında kozmopolit kamusal
meleridir. yaşam suçlaması hep görülür. Julie'den bir bölüm:
Böylelikle Rousseau büyük şehri, verili bir durumda herhangi .
bir yabancının yaşam tarzına bakarak nasıl bir insan olduğunun an­ Saatler nasıl yirn1i dört saat için kuruluyorsa, bu insanların da ertesi gün
ne düşüneceklerini öğrenebilmek için her gece toplum içine çıkmaları ge­
laşılamayacağı bir ortam olarak algılar. Onunla karşılaşabileceğiniz ,jı rckiyor. 1 17
muhtemel durumlar işlevsel bir amaç için değil de, işlev dışı sos- /:,
yalleşme, toplumsal ilişki olsun diye toplumsal ilişki bağlamındaki J Aşağıda da aynı romandan alınmış, Emst Cassirer'in, "Uydurulmuş
karşılaşmalardır. Boş zaman oyunlarına ilişkin analizini bu kavra­ hiçbir şey yok, her bir sözcük Rousseau'nun kendi Paris deneyimi­
yışa dayandırır. Boş zaman olunca, salt ilişkinin sağladığı zevk için ne ait" dediği, bir pasaj var:
insanlar daha çok ilişki kurarlar. Gerekliliğin dışında ne kadar çok
ilişki kurarlarsa o denli aktörleşirler. Hem de aktörün özel bir türü­ İnsanlar bana son derece dostça yaklaşıyorlar; binlerce nezaket gösterisi
yapıyorlar. her çeşit hizmette bulunuyorlar. Fakat ben de tam bundan şika­
ne dönüşürler: yetçiyim. Daha önce hiç görmediğiniz birisinin nasıl olur da bir anda ar­
kadaşı olabilirsiniz'? Gerçek insani ilgi, dürüst bir ruhun saf ve asil coşku­
Dinsiz ya da ilkesiz, entrikacı, aylak, tembellik ve uyuşuklukla, zevk düş- su; tüm bunlar büyük dünya geleneklerinin talep ettiği içtenliksiz nezaket
göstCrilcrinden (ve sahte görünüşlerinden) çok farklı bir dile sahiptir. 11� ğe ilişkin kurgular ve üsluplar üretir. B u uzlaşımlar kendi başına var
olur; kişinin karakteriyle hiçbir ilişkileri yoktur. Rousseau duygula­
Büyük şehir bir tiyatrodur. İlkesel olarak senaryosu da itibar arayı­ rın bu şekilde takdiminden hiç hoşlanmamaktadır; o karakterin da­
şına dayarur. Şehir insanlarının hepsi belli türde bir sanatçıdır, ak­ ha içe dönük bir biçimde gözlemlenmesinden yanadır. İşte Rousse­
tördür. Kamusal yaşamda oynarken, doğal erdemlerle bağlarını yi­ au'nun temsil ile takdim karşıtlığı üzerine görüşlerinin bir kısmı:
tirirler. Sanatçı ve büyük şehir uyum içindedir ve sonuç da ahliiki ·.

bir felakettir. "''


.....gerçek dil.lıi ..... ne şan şöhretin, talihin yolunu bilir ne de onu bulmayı
düşler; kendini hiç kimseyle kıyaslamaz; kaynaklarının tümü kendisinde­
· Ancak, bu noktada bazı soruların sorulması gerekiyor. Paris bir
dir. 121
tiyatrodur, birbirine karşı pozlar takınan erkek ve kadınların oluş­
turduğu bir toplumdur. Fakat pozlar bazen doğanın biçim bozuk- Rousseau bir el çabukluğu yapmıştır: İfade kişinin ne denli dürüst
M luklarını ya da ortamın neden olduğu yaralan iyileştirir. Rousseau ... , olduğu ile belirlenir ve dürüstlük de ne denli eşsiz olduğu ile. Kal- li
itibar peşinde koşmanın şehirlerde salgın olduğunu söylüyor. Peki vinci için dürüstlük, "Bugün ne günah işledim?"in envanterini yap-
ya insanlar övgü toplamak umuduyla büyük şeyler peşinde koşma- . :
maktır; Rousseau içinse kişinin dünyaya nasıl göründüğüne ilişkin
ya teşvik ediliyorlarsa? Emile' de, Rousseau'nun büyük şehir insan­ bilincini yitirmesidir. '"
larının mütevazı köklerini unutmalarının bir aracı olarak rol yap­
·

Böylece hoş bir paradoks ortaya çıkıyor. Aktör için sorun şöyle­
maktan söz ettiği küçümseme yüklü bir pasaj vardır, fakat işlenen ' ' .dir: Hakarete ve övgüye duyarlı olan aktör, iyi ve kötünün, erdem
günahın ağırlığı açısından bunu cinayet ya da tecavüzle bir tutmak' , ve kötülüğün belli tanımlarının olduğu bir dünyaya girer. Benzer
'
olanaksızdır. 'i:şekilde, büyük şehirdeki sorun da aşırı miktarda cemaatin olması­
Rousseau 'nun şehir eleştirisi parlak bir başlangıçtan bayağı bir / :dır. Ne türden olursa olsun cemaat değerleri çok önemlidir, çünkü
sona doğru gitmektedir; sonuçta kırsal kesimin basit ve doğrucu · :insanlar bu değerlere göre davranarak itibar kazanmaya çalışırlar.
köylüsü k.utsanır. Rousseau, argümaruru yavanlıktan ansızın ve dra-'. ' Küçük şehrin daha iyi değerleri, yaşamsal erdemleri vardır; fakat
matik bir şekilde terimlerini değiştirerek kurtarır. . Mektup'un sonlarında Rousseau küçük şehre ait ikinci bir erdem
Rousseau konuya erdem/çalışma, kötülük/boş zaman paradig- '·
daha ortaya atmıştır. Küçük şehir, daha çok yalıtlanmaya izin verir,
malarıyla girer. Büyük kent bir telaş ve acele içindedir. Cenevre'de­ 'insanların cemaatin standartlarını önemsememesine ve "yüreklerin­
ki uyuşuk ev-iş-kilise döngüsünde bulunmayan türde bir elektrik ' de ne taşıyorlarsa onu aranıalarına'' izin verir. Rousseau küçük şeh­
enerjisi vardır. Mektup'un ortalarında, yeni bir eylem ölçeği salıne­ ri şöyle özetler:
ye çıkar' Çılgınca gidip gelmeler, anlamsız eylemler büyük şehri
niteler, çünkü hayatta kalma baskısı olmayınca insan ancak çılgın- ' ..... daha orijinal ruhlar. daha yaratıcı çalışma, gerçek anlamda daha yeni
şeyler orada bulunur, çünkü insanlar daha az taklitçidir; ellerinde az sayı­
ca dönüp durur. Küçük şehirde, eylem daha ağır bir hızla yürür; bu
da model olduğu için yaptıkları her şeye kendilerinden daha çok şey katar­
da boş zamanların kişinin eylemlerindeki ve benliğindeki gerçek hır.1�:ı
doğaya yansıması demektir. '"'
Rousseau 'nun bu ani çıkışı, insani ifadenin genel biçimi üzerin­ Bir sanatın, tiyatronun yasaklanması, düşünce reformu ne kadar
de büyük şehrin yaptığı etkiyi artık gösterebildiği için yapar. Ger­ haklıysa o kadar haklıdır. Gerçekten de, eğer tiyatro gelişirse ahlak
çek yaratıcı ifade doğru bir benlik arayışındaki insanın ifadesidir; kuralları gelişemez. Cenevre gibi bir kentte tiyatro insanları davra­
bu buluş(ınu da sözcüklerle, müzik ve resimlerle ifade eder. Sanat nışlarına model aramaya ayartabilir. Cenevre'de, politik tiranlığın
yapıtları 'psikolojik bir soruşturmanın raporları gibidir. Karşılıklı göbeğinde insanların yaratıcı bir şekilde eşsiz hale gelmeleri gere­
toplumsal bağımlılık ilişkileriyle başlayan büyük şehir sanatı benli- kir. Büyük bir şehirde sansür yararsızdır; bir kere oyun üretildikten
ÜçüncU Bölüm
sonra ne tür oyunların üretildiği o kadar önemli değildir. Sahnede­
ki aktör her Parislinin özel yaşamda ulaşmayı arzu ettiği model­
{9 .
yüzyılda
1z4 kamusal y a ş a m karg aşası
dir.

O. ROUSSEAU"NUN KEHANETLERİ

Bunlar kamusal yaşam hakkındaki büyük, ürkütücü bir savın ana


hatlarıdır. Çelişkileri de, Rousseau'nun ardından giden herkesin ya'
kasına yapışan çelişkilerdir ve o büyüklüğün bir parçasıdır.. Orada,
/66 politik tiranlık ve bireysel sahicilik arayışı el ele gider. Bu Rousse­

au'nun kehanetinin özüdür ve hayata geçmiştir. Buna karşılık, in­


sanların ün kazanmaya çalışıp, başkalarına yardımseverlikle yak­
laşmaları, hatta nazik olmaları, tüm bunlar kişinin kendine özgü bir
ruh kazanamamasıyla sonuçlanır. Bu da modern inanç halini al­
maktadır.
Fakat Rousseau aynı zamanda da modern çağın çok kötü bir ka­
hini olmuştur. Belki de en çarpıcı hata onun teorisini Wilkes'in dav­
ranışıyla ve Wilkesçilikle karşılaştırdığımızda görülebilir. 1 8 . yüz­
yıl şehrinin ilk kitle hareketi olan Wilkesçiler, aralarında varlıklı
tüccarlardan parasız pulsuz kişilere kadar her mevkiden insanla,
ancien regime metropolünün kurgularını Rousseau'nun hayal et­
mediği bir şekilde altüst ettiler. Rousseau'ya göre ancak insanların
yaşadığı çevre daha fazla denetlenirse görenekler yıkılabilirdi. On­
lar içinse yıkım ancak denetimden özgür olduklarında gelişecekti.
Rousseau kamusal yaşamın sonunu ancak küçük bir kasabada dü­
şünebiliyordu; yani metropole bir alternatif tahayyül edebiliyordu .
ama onun tarihi gelişimini düşünemiyordu. Tutarlılık, politik dene­
tim, doğal insanın ihtiyaçlarıyla tiranlığın tam bir uyumu; işte onun
görüşü buydu. Geçmişe, mitsel bir geçmişe sığınmak, büyük şehir­
den çekilmekti bu. Fakat şehirdeki ancien regime'in görünüş ilke­
lerini yerle bir eden güçler tersi hedeflere yönelmişlerdi; sınırlama­
lardan kurtulmaya, büyük bir şehirde özgürlüğe. İnsanlar, bu sınır­
sız özgürlüğü kişisel deneyimin simgeselleşmesi yoluyla anlamayı
umut ediyorlardı.
Ancien regime'de doğan ve 1 880'1i yıllara kadar yaşayan yaşlı bir
Paris 'li kadına, gençliğinin şehriyle yaşlılık dönemindeki şehir ara­
sındaki fark , kamusal yaşamın 19. yüzyılda dizginsiz büyümesi ola­
' rak görünebilir. Şehir sokaklarındaki gösterilerin ardı arkası kesil­
.. miyordu: Yüz binleri Champ de Mars'a getiren Nadar'ın balonla
. yükselişini; Jardin des Plantes'a gelen bir zürafayı görmek için
:• toplanan kalabalıktan bazı insanların ezilerek öldüğünü; Jardin
Turc'da sözde konuşan Munito adlı bir köpeği bir şeyler söylemesi
için günlerce boşuna bekleyen kalabalıkları düşünebilirdi. Daha
, ciddi bir kişiyse, devrim günlerinde de benzer nitelikte görüntüleri
' yakalamış olabilirdi. Ana temalarını bir insan sirki olan kentli kala­
balıkların oluşturduğu Balzac'ın romanlarını okumuş olabilirdi.
Zihninde, 19. yüzyıl Paris sakinlerinin ateşli bir şekilde heyecan pe­ 19. yüzyıl kamusal yaşamı üzerine şu sorulara açıklık getirilme­
şinde koşmalarıyla, daha çocukken ilk devrimden önceki günlerde . lidir. İlk olarak, nüfusun ve 19. yüzyıl büyük şehir ekonomisinin
yabancılar arasındaki son derece özenli ilişkileri karşılaştırabilirdi.' yani maddi koşulların kamusal alana ne gibi etkileri vardı? İkinci­
Ona kentin artık bir kamusal kültür mekanı olmaktan çıktığı ·
, si, bireysel kişilik nasıl toplumsal bir kategoriye -dönüştü? Ancien
söylenecek olsa gülüp geçerdi. Buna karşın, büyük şehrin yeni çelı- · regime'de bile, Wılkesçi harekette olduğu gibi, bireysel kişilik so­
·
resi anılarındaki ilk izlenimlerden çok daha şaşırtıcıydı. Seyirlik şe- rununun kamusal alanı geçici olsa da oldukça derin bir şekilde sar-
1 sabildiğini hatırlayalım. 19. yüzyılda kaba bireycilik, "en uygunun
·
birde yaşayanlar kamusal alan içindeki coşku anlarının gelip geçici
olduğunu biliyorlardı. Maxime du Camp bunu açık bir şekilde şöy­ hayatta kalınası" ve yeni ekonominin buna benzer acımasız haklı­
le ifade ediyordu: "..... sanki bir çılgınlık rüzgarı insanların başını :, laştırıınlarından, toplumun birey için çalıştığına, var olduğuna ve
döndürüyor. Parislilerin coşkulan ani, bazen de muhteşem fakat kı- .• bireyi güçlendirdiğine ilişkin çok daha naif ve sorunlu görüşlere ka-
1 70 sa ömürlü." Seyir şartlan da tek yanlı olmaya başlıyordu. Nadar'ın �· dar, birey ve onun özel güçleri, arzuları, zevkleri toplumsal bir gö- JZL
balonunu izleyen yığınlar sokakta her gün yaşadıkları dışında bir rüş olarak hep kutsanır oldu. Bireysel kişiliğe olan bu inanç, kamu-
eyleme tanık oluyordu; zaten onu gösteri yapan şey de buydu. Böy- .. şal alan içindeki davranışta kendini nasıl dışavurdu ve kamusal
lesi bir başarı karşısında onun hakkında nasıl hüküm vereceklerdi? : alanda kişilik nasıl anlaşıldı? İkinci soru akla bunları getirir.
Nasıl katılacaklardı? Flaneur gösteri yaparak geçerken insanlar onu Bir diğer soru; insarılar artık kişiliği toplumsal bir kategori ka­
izlerler; yanına gidip onunla konuşmaları söz konusu değildir. Pa­ bul ettiklerine göre, kamusal alan içindeki insanın kimliğine ne ol­
.
sif seyirci, sessizdir ve hayranlık içindedir: Şehir ateşli bir coşku, du? Özellikle aktör-insan imgesine ne oldu? Burada yalnızca bir 1 8 .
içindedir, ama görünüşteki bu coşku içinde bile bir değişimin belir- · yüzyıl klişesinin kaderi ile değil, 19. yüzyılın en köklü ,değişimi
tileri ortaya çıkmaktadır.' olan , bir kamusal düzen ilkesi olarak sessiz gözlemle de ilgilenece-
'

Alışkanlıklarında bu kadar ciddi, anlık coşku ve düşlerinde bu


ğiz.
kadar taşkın bu çağı tüm karmaşıklığı ve ihtişamı ile bugün tahay- · Dördüncü ve son sorumuz şu: Bireysel kişilik, kamusal alanda
yül edebilmek oldukça güç. Ciddiyeti bir asır sonra kurtulabildiği- • ' modem mahremiyet kuralının tohumlarını nasıl attı? İlk
Ç
ü soru ge­
.
miz bir kölelik, fantezileri ise yalnızca katı görgü kurallarının "ika- ., çen yüzyılın miras aldıkları ve bozdukları ile ilgiliydi; son soru ise
mesi" olan şişirilmiş duyguların ve hayali tutkuların dünyası olarak ' bu yüzyılın res publica'mn modem arılamda yok edilişine nasıl ze­
görüyoruz. Balzac'ın girişimcilerini, Baudelaire'in şiirlerinde Paris , min hazırladığına ilişkindir.
sokaklarını arşınlayan hem muhteşem hem de ölümcül hasta olan Önümüzdeki dört bölümün her biri bu sorulardan birini ele ala­
yoğun­
flaneur'leri algılayabilmek zordur. Onlara isyan etmemize karşın, caktır. Kamusal yaşam ile maddi koşulların ilişkisi üzerinde
eko­
özellik ile kamusallık arasındaki sınırın aşınmasına karşı verdikleri laşan yedinci bölüm, nüfus, ekoloji, 19. yüzyıl başkentlerinin
İlgilidir.
mücadelenin günümüzde malıremiyete karşı verilen mücadelenin nomisi ve özellikle de şehirde yeni kamusal ekonomi ile
tohumlarını nasıl attığını anlamak da zordur. · Bireysel kişiliğin toplums al bir kategor i olarak kaydetti ği ilerle­
; Balzac' ın, kişiliği nasıl top­
Bir asır öncesinin bu ateşli ve ürkütücü kamusal dünyasını ken' meyle ilgili olan 8. bölüm, bir yazarın
başlıyor , daha
dinden önceki dönemle ilişkilendirebilınek de aynı ölçüde zordur. lumsal bir kategori olarak yorumladığını göstererek
ancien regi­ a sokak
Pasif seyirlik şehir yeniydi; bu şehir aynı zamanda da sonra kamusal alanın kişilik üzerindeki etkilerini 1 840'lard
me' de kurulmuş olan kamusal uygarlığın bir sonucuydu. Bu bir ön­ ve sahnede insanlar ın kıyafetleri yoluyla inceliyo r ve 1795'te anci­
bir yüz­
ceki kültür, burjuvazisinin onu seyirlik bir hale sokması ve nihai en regime'in beden imgesine karşı başkaldınyla, bedenin
karşılaştırarak
olarak kamusal alanı bir sosyallik biçimi olarak anlamsızlaştırması yıl sonraki Viktoryen imgelerine karşı başkaldınyı
bölüm, ka-
için var olmak zorundaydı. son buluyor. Kamusal kimlik konusunu derinleştiren 9.
musal alanın kişileştirilmesinin nasıl yeni bir konuşma ve sessizlik
belli bir olguya ait parçaların bir araya getirilmesi adım adım tüm
alanı yarattığını ve bu alanda nasıl ancak özel türde bir kişinin ka­
olanların nedenini kapsayaıı teoriye ulaştırır. Hasta, gerçekten de
musal aktör olarak kalabildiğini göstermektedir. Res puhlica nın sağaltıcı balayı sırasındaki özgün açıklamalarına benzer bir şeye
'

modern ölümüne ortam hazırlayan kamusal alanın kişileştirilmesi­


ulaşabilir;. fakat aruk hepsinin farklı, deneysel bir aıı1arnı vardır.
nin yollarını açıklayan 10. bölüm, politika üzerine olup başlıca iki
Bir kültürün tarihini yazmak bir yaşanıın tablosunu çizmeye
konuya eğiliyor: Kamusal kişilik olarak tanımlanan liderlik ve ko­
benzer bir sorundur. Sorun kendi başına açıklık değil, mekanik
lektif bir kişilik oluşturmaya yönelik bir girişim olan cemaat müca,/ '·: açıklıktır. 19. yüzyılda faal olan üç etkenin özü, her biri kamusal
delesi. Ayrıca maddi koşullarla ilgili bölümde yüzyıl boyunca görü,.! yaşanıın ayrı alaıılarını istila ettiğinde, bunu bir biçimde farklı yol­
len genel eğilimler betimlenirken son üç bölümde "posthole" yön, :• larla yapmış olmalarıdır. Kamusal alanda anlamlı görsel tezalıürler
temi izlenerek bu kamusal olguların !840'lar ve 1890'larda aldık,, . :fıkrinin mirası, tıpa tıp aynı olmasa bile, örneğin özel bir deneyim .
lZ1. !arı biçinller inceleniyor. 1
· olarak kamusal konuşmaya duyulan inanç mirasıyla benzerlik taşı- 7'
Kitabımızın başında 19. yüzyllda kamusal yaşamı dönüştüren üç : ' yordu. Aynı şekilde, kamusal yaşama ilişkin belirli bir olgudaki de­
etken kısaca ele alınınıştı: Sanayi kapitalizminin biçim verdiği iki-,· {gişinıler hiçbir zamaıı tek ve saf bir kaynaktan doğmamıştır. Sebep-
Ji bir değişim, yeni bir sekülerliğin biçim verdiği kamusal inanç ko, ) sonuç dili, sınıf dili gibi gerçek, fakat kolayca suiistimal edilebilir
şullarındaki değişim ve ancien nigime kamusal ideolojisinin tek bir .
·':yapıdadır. O olmaksızın toplum uçsuz bucaksız bir olgular okyanu-
yanının hayatta kalması sonucu kamusal davranışta ortaya çıkan
. sudur; her şey var olınaktadır, fakat hiçbir şeyin varoluş nedeni
değişim. Bu etkenlerin hepsi birlikte, maddi değişimin kamusal ya,;
:yoktur. Bu yüzden sorun ne mekanik alınalı ne de akıldışı olınalı-
şanı ve kamusal kişilik üzerindeki etkileri, kamusal insanın nedeni dır. B�n, tarihsel değişim konusunda, değişinıin etkilerini somut bi-
.
yeni bir imgesinin doğduğu ve kamusal yaşamda 19. yüzyılda ya7 . çimde göstererek bu üç etkenin karmaşıklığını aşama aşaına ortaya
şanan sarsıntıların, 20. yüzyılda kamusal olanın kendisinin yadsın-;; 0 lcoyacak sorular sormaya çalıştım ve böylece bir değişim teorisi
masını nasıl hazırladığı üzerine bir açıklama getirmektedir. Uma- ·
ôluşturdum.
rız tutarlı bir açıklamadır bu. Okur haklı olarak soracaktır: Öyle ise Kaynaklar için doğru olan, değişimlerin değerlendirilmesinde
.
sorular sorup durmak yerine neden basitçe her bölümü değişimin ·
kullanılabilecek sıkıntı göstergeleri için de doğrudur. Bireysel kişi­
bir türüne ayırıp onun davranışlar ve adetler üzerindeki etkilerinic liğin kamusal yaşama girmesinin güçlükler yaratuğına ilişkin bu
göstermiyorsun'?
dört sinyal şunlardır: Duyguların iradedışı olarak açığa vurulınasın­
Nedenler üzerine kurulınuş bir dil, şu iki yoldan biriyle işler:
. · dan korkına, özel talıayyülü uygunsuz bir biçimde kamusal durum-
Mekanik bir şekilde, yani X varsa ya da olınuşsa sonuç Y' <lir. Bir .
lara dayatına, kamusal alan içinde gizlenmek için kişinin duygula­
de tarihsel yöntemle işler ki o zaman karmaşık hale gelir. Belli bir
rını bastırma arzusu, sessizliğin özünde var olan pasifliği kaınusal
dönem boyunca değişen bir dizi somut olgu arasından, analizci par- ·.
düzenin bir ilkesi olarak benimseme çabası. Duyguların iradedışı
çaları bir araya getirerek bir değişim teorisi oluşturmaya çalışır. İki­
olarak açığa vurulmasından duyulan korku, sokakta erkeklerin ses­
si arasındaki fark için iyi bir örnek, kişinin bir terapi sırasında ya­
sizce süzdüğü bir kadın için, dinleyicilerine yalan söylemek üzere
şam hikayesini sunmasıdır. Terapide bir "sağaltıcı balayı" kısa sü­
olaıı bir politikacı için olduğundaıı daha farklı aıılam taşıyacaktır.
rede başlar; hasta, yaşamındaki nörotik semptomlara, yani Y'lerine . •
Kaynağın karmaşıklığı gibi sıkıntının karmaşıklığı da füg· temala­
yol açaıı tüm X'lerin apaçık bir tablosunu çizer. Evet apaçık: Fakat.
rına benzer.
tam da müphemlikten yoksun ve durağan bir nitelikte oluşu açıkla-. "Kentsel" sözcüğünün kullanımı ve Paris şehri üzerine giriş ba­
mayı aıllamsız kılar. Yaııi, sorıınlara takılıp kalınanın bir yolu, "So­ bı�da son birkaç şey daha eklemek istiyorum.
runumun ne olduğunu biliyorum" düşüncesidir. Terapi ilerledikçe,
• Birden fazla temanın farklı sesler tarafından sırayla sunulduğu müzik bestesi. (ç.n.)
'
oluşturarak çözüymlar­
Kent incelemelerinde "kentsel" (urban) ve "kentleşme" (urb . lışanlardan müteşekkil küçük bir çekirdek ,
kurul an bu bag yuzyılı­
ze) sözcükleri, kullanımlarının zor olmasının yanı sıra kolaylık!( .. · . Şehir
ve kasaba arasında 19. yüzyılda
şekilde silinmesine yolu
birbirlerine karıştırılırlar. "Kentsel" sözcüğü sıradan kullanımı)' da coğrafi sınırların çok daha etkili bir
erinde kamusal yaşam�
harita üzerinde bir yer ve oradaki yaşamı anlatır. "Kentleşme" ile' .. çmıştır; öyle ki, günümüz büyük şelrirl
inde, tüm toplumdakı
bu yaşamın fiziki şehir dışındaki yerlere yayılması ifade edi · adsınması, yeni bir iletişim tekno lojisi sayes

Charles Tilly, 19. yüzyıl toplumuna doğru gelindiğinde, sözcük! aynı yadsıma eşliğinde yürür.
•; ek de yalnız­
rin bu sıradan kullanımının yetersizliklerini çok iyi göstermiş ••. ·. Yeni odak noktamız 1 9 . yüzyıl başkentidir ve gider
' bölümden ilk ikisinde, Paris ve
Şehri "şehir" yapan, uluslararası ölçekte idari, mali ve yasal bir si.�, ca Paris olacaktır. Önümüzdeki dört
sal alan içinde bireysel kişili-
!emdi. 19. yüzyılda kentleşme kentsel adetlerin yayılmasından daf ondra'nın maddi bakımdan ve kamu
ştıkları konusuna ağırlık
ha fazlasını anlatıyordu; "modem", gelenek karşıtı güçlerin d · " e duyulan inanç bakımından neleri payla
_

174 . kaya ağırlık verdikçe tek ba- J;!1.


- gene1 b'ır b'ıçım
. de yayı1ması anlamına gelıyordu: Yine de yekpar verilecektir. Son iki bölümde de politi
yrı', er Benjamin, Paris için " 1 9 .
bir şey değildi kentleşme: Şehir, özellikle de büyük şehir hfilii a •işına Paris üzerinde duracağız. Walt
ayan eşsiz bir yer" diye yazı­
bir kültürdü. Şehrin kamusal yaşamına nüfuz edilebilirdi, fakat bu· :yüzyılın başkenti" ve "ele avuca sığm
başkenti yapan şey po!ıhka-
rada yayılmanın başladığı özel bir nokta vardı.' yordu. Paris'i Benjamin 'in 19. yüzyıl
alar uç noktadaydı; her yerde
Kentsel ortam, yabancıların günlük yaşamın akışı içinde birbir­ . nın kültürle ilişkisiydi. Burada çaı_ışm
li kuşakların deneyimlerin-
leriyle karşılaşabilecekleri bir ortam olarak ele alınmıştır. Yabancı, 'korku duyulan devrimci kabarışlar Paris
oynamıştı . Paris, 19. yüzyıl
lar arasındaki ilişkilerin toplumsal psikolojisine değinmiştik; 19. de olsun, anılarında olsun fiili bir rol
zilerinin yoğunlaştığı yer-
yüzyılda bu sosyal psikoloji canavarlaşan bir nüfus sorununa uygu, burjuvazisinin tüm korkularının ve fante
imlerin merkezi olan Paris,
landı. 19. yüzyılda, Güney ve Güneydoğu Avrupa'da olduğu gibi, . di. Batı Avrupa'yı süpürüp geçen geril
nı açığa çıkardı. Böylece kent
Batı Avrupa'da da kırsal kesimde çarpıcı bir altüst oluş yaşandı. • bu gerilimlerin yapısını ve sonuçları
hem büyüleyici hein de kor­
·

Kısmen kıtlıktan, kısmen kırsal mülk sahipliğinin yeni biçiminden modem New York gibi, başkaları için
r Paris'te tüm yaşamla:ını kemi­

ve tarımın kapitalistleşmesinden dolayı yığınlarca köylü ve çiftçi . kulu bir yer oldu. Sarıki Avrupalıla
yandan da gözlerini: bu hasta·
yurdunu yuvasını terk ederek Avrupa' daki şehirlere, bilinmeyen ren bir hastalık görüyorlardı, ama bir
yerleşim bölgelerine ya da Amerika, Arjantin ve Brezilya' ya gitti. dan alamıyorlardı.
Yerlerinden edilen bu insanlar, köklerinden kopmalarıyla yaşadık­
ları genel sarsıntının bir uzantısı olarak belki yabancılarla günübir­
lik ilişkiye gireceklerdi.
Böylece, 1 9 . yüzyıl kır nüfusunun, şelrir yaşamının, şehir sınır­
larının ötesinde bir anlamı olacak demekti. Bu, büyük şehirde ka­
musal davranıştaki her değişim anında bölgelere de yayılacak de­
mek değildi; aksine, topraksız kalan ve göçer olan insanlara, sürek­
li köksüzliiğüiı bir koşulu olarak görünen şelrir yaşamı artık tama­
men uzak ve yabancı gelmiyordu. Kırsal kesim de yabancılar ara­
sında yaşama sorunuyla yüz yüzeydi; bu anlamda da şehrin seyirci
sorununa yabancı değildiler, ama bu sorunu hafızalarında kalan
geçmiş geleneklerinin filtresinden geçiriyor, ya da köylüler şehre
göçmek zorunda kaldıklarında, hemşerilerinden ya da anadilini ko-
Vll 'yerleşik kalıbına göre düzenlendi; ama bu durum adım adım da ol­
S anayi kapitalizminin kamusal sa değişti. Şehre akın edenlerin de geçmişe dayanan belli kökleri
y a ş am üzerindeki etkileri vardı. Çoğu hi\la genç ve bekardı. Yüzyıl ilerledikçe ve tarımsal al­
:tüst oluş şehir dışında geniş alanlara yayıldıkça, grup daha köklü ve
birleşik aile birimi şeklini alıyordu.
19. yüzyıl ba�kentlerinin ekonomisi ancien regime 'de var olan
, apıları da kısmen genişletınekteydi. Ticaret, finans ve bürokrasi
aşkentlerin başlıca faaliyet alanı olmaya devam ediyordu. Fabri­
.
;kalar toprağa aç işletmelerdir; genellikle, eğer şehir içinde yer al­
mışlarsa, toprağın daha ucuz olduğu kenar bölgelerdedirler. Atölye-
,Jer daha çok şehir merkezine kurulan işletınelerdir; hem daha küçük
,
�ji
m de daha az mekanizedirler. 1 9 . yüzyıl başkentlerinde bu tür
erli sanayiler çoğunlukla ticaretle, hızlı ve küçük ölçekli birimler-
', e, sömürgelerden ve öteki Avrupa ülkelerinden sağlanan hammad­
'denin ileri düzeyde uzmanlaşmış yöntemlerle perakende satış mal-
1anna dönüştürülmesiyle bağlantılıydı.
Bu başkentlerin iç ekonomileri yeni bir ekonomik uğraşın doğ­
. masına yol açtı. Şehir nüfusunun böylesine artması sonucu, pera­
kende ticaret hiç olmadığı kadar karlı duruma geldi. Alıcı kitlesi,
k)asik açık hava pazarları ve küçük dükkanlar yerine satış mağaza­
arında odaklanan yeni türde bir kamusal ticaret başlattı. Bu yeni
perakende ticarette, 19. yüzyıl kamusal yaşamının tüm karmaşası
ve sorunları ortaya çıktı. Bu ticaret, kamusal alanda oluşacak deği­
şimlerin bir paradigmasıydı. Bu yeni kamusal ticareti anlayabilmek
'jçin, maddi yaşamın kendinden önce gelen şeyleri ne ölçüde büyüt­
"Kentsel devrim" ve "sanayi şehri" bir asır öncesinin değişimlerini:/ tüğünü görelim.
betimlemede kullanılan iki beylik ve yanıltıcı tanımdır. İlkinin yol
açtığı yanılgıya göre 19. yüzyılda şehirlerin gelişimi öylesine aşın- '
dır ki, daha önce var olan şehirlerle çok az ilişkilidirler. İkinci ya­
A. 1 9 . YÜZYIL KENT SAKİNİ
YENİ BİR KİŞİLİK MİYDİ?
nılgı ise, bu büyümenin, tipik olarak, kentli nüfusun dev fabrikalar- ,
daki imalatla aşina olduğu yerlerde ortaya çıktığı görüşüdür. Oysa
)9. yüzyıl başkentlerinde nüfus artışı öyle hızlıydı ki, sırf rakamla­
aslında, nüfusta en fazla büyüme, geniş ölçekli sanayiye pek sahip!
)
:' ııcelemek bile insanı hayli ilginç sonuçlara götürüyor. Nüfus bi­
olmayan büyük şehirlerde gerçekleşti. Kuşkusuz, nüfusun böylesi;
ne arttığı hiç görülmemişti. Bu nüfusun bakımı ve ekonomik açıdan
imcisi A.F. Weber'in Paris'e ilişkin rakamları şöyledir:
l

ayakta kalabilmesi için kullanılan eski yöntemler artık işlevsizle­


1 80 1 547.756
şinceye kadar abartıldılar; böylece sayısal değişimler giderek bi­
1821 7 13.966
çimsel değişimlere yol açtı. Yeni nüfus, başlarda şehir ekolojisinin ,

l-J
1841 935.261 1 801 864.845
1861 1 . 174.346 1821 1 .225.694
1881 2.269.023 1841 1 . 873.676
1896 .2.536.834 1861 2.803.989
1881 3.834.354
Bu sayıların ne anlama geldiğini belirleyebilmek için 1801 'deki 1891 4.232. 1 1 8
nüfusu 100 kabul edip sonraki artışı bu temele göre gösterelim. Bu­
na göre Paris dışındaki on iki büyük kentin, Fransa nüfusunun bü­ Her ikisi de diğer Avrupa kentlerinden çok daha büyük olmakla bir­
tününün ve Paris'in 19. yüzyıl oranlan şöyledir: likte, 18. yüzyılda Londra Paris'ten çok daha büyüktü. Kendi ulu-
sal kültürleriyle ilişkili olarak iki kentin büyüme oranlan birbirine
78 Yıl 12 kent yalandı. Aşağıda Londra'nın, 100.000'in üzerindeki öteki büyük .1Z2.
·12
Fransa Paris
1801 100 100 100 şehirlerin oranlarıyla ulusal (İngiltere ve Galler) oranlan görüyor-
1821 110 120 130 sunuz:
1841 120 154 171
1861 133 268 306 Yıl Ulus Öteki büyük kentler Londra
1881 140 354 414 1 80 1 100 100
1896 143 405 463" 1821 134 100 141
1841 178 158 216
Büyüme çok açıktır: 12 büyük kent Fransa'nın bütününden daba 1861 226 153 324
fazla gelişirken Paris tek başına bu kentlerden daba hızlı büyümüş­ 1881 292 136 443
tür.4 1891 326 166 489
Londra' nın bu yüzyıl sırasındaki gelişimi de Paris kadar çarpı­
cıydı, fakat Londra'nın nüfus tablosunu çıkarmak daha güçtür; çün­ Fransız ve İngiliz büyüme kalıplarının farklılığı taşralarındaki şe­
kü "Londra"nın kesin demografık, idari ve sosyal sınırları yoktu. hirlerin büyüme oranlarından geliyordu; Fransa' dakiler İngilte­
Önce idari bir kontluk olarak Londra, sonra bunu çevreleyen, Lond- · re'dekilerden daha fazla ve istikrarlı büyüyordu. Paris :ve Lond­
ra'yı "Büyük Londra" yapan dış halka, hatta bu halkanın ötesine ra'nın yüzyıl sürecindeki aşama aşama büyüme oranlan·'. birbirine
uzanan yerleşim alanları vardı. Bu iç içe geçmiş insan yığını, İngil­ paraleldi.''
tere 'nin diğer kentleriyle ve nüfusun bütünüyle tam olarak aynı Pa­ B u sayıların anlamını değerlendirebilmek için, o zamana kadar
ris'in Lille ve Fransa ile ilişkisi gibi ilişkiler içindeydi. 1 8 7 1 - 1901 Paris ya da Londra'mn büyüklüğüne yaklaşabilen tek Şehrin, 16
arasında Asa Briggs, "Büyük Londra'nın nüfusu taşradaki yerleşim yüzyıl önceki emperyal Roma olduğunu; ya da hiçbir kentsel yerle­
alanlarının tümünden ve bütün olarak ülke nüfusundan da daha hız. şim alanında bu denli kısa sürede böylesi bir büyümenin görülme­
11 artmıştır" diye yazıyordu.' diğini anımsamak. gerekir.
Yalnız Londra kontluğu sınırlan içinde kalırsak, 19. yüzyıldaki Bu başkentlerin neden bu denli büyüdüğü karmaşık bir konudur.
büyüme şöyle hesaplanabilir: Şurası çok açık ki, Paris ve Londra'da yüzyıla ilişkin doğum ölüm
oranları, yaşayanlardan yana bir seyir izledi. Tıp ve kamu sağlığı
* Bu oran, Paris'in yukarıdaki ham nüfus verilerinden çıkarılmış oranla pek dengeli alanındaki gelismeler veba tehdidini, yani kent nüfusunun en büyük
değildir; çünkü Paris'e 1 B52'den 1865'e kadar belirli bölgeler katılmış ve bunlar ista-
1istikçilerce tek bir yöntemle incelenmiştir. ; d
düşmanım rta an kaldırdı. Böylelikle şehirdeki ailelerde daha çok
sayıda çocuk dünyaya geldi ve ileride kendi ailelerini kurdular. Şe­ nülmelidir; kutuya tıkılan cam parçaları o kadar artar ki, bu basınç
hir nüfusu bir biçimde kendi içinden artmış olsa bile, bu artışın ana ile cam parçaları kendiliğinden kırılmaya başlarlar, fakat kutunun
kaynağı şehir dışınd<ın göç olmaya devam etti. Yüzyılın ilk yarısın­ duvarları yerinde durur. 1 850'de şehir artık hiçbir ek kabul edemez
da, bu akın hfüil. kente belli bir uzaklıktan gelen gençlerden ve bağ­ duruma gelmiştir; kutu parçalanmamıştır; ama daha geniş, aynı
lantısız kişilerden oluşuyordu. 1850'lere kadar kırsal kesimde bu­ oranda da sık hatlar boyunca yeniden şekillerırniştir. Basınç süreci
nalım ciddi anlamda başlamamıştı. Başladığı zaman, köylü aileler tekrar eder. Paris, Londra gibi şehir dışı yerleşim bölgelerine sahip
gönüllü göçmenleri tablonun dışına atınadı; yeni göç eden aileler değildi; şehrin biçimi; her zaman artan nüfusla birlikte sınırların
göç halindeki bireylerin saflarına katılıyorlardı. zorlanması yoluyla oluşuyordu.
Bu büyük rakamlara dikkatle yaklaşılınalıdır. Şehir .dışına göç Tarihi boyunca Paris' i içinde barındıran kutu onun suruydu. Sur,
de hayli büyük bir sayıya ulaşıyordu; şehirdeki nüfus sayımında şehirde farklı zamanlarda farklı amaçlara hizmet etti. 1 8. yüzyılda
180 belli bir yılda sayılanlar ertesi yıl kayboluyordu;
özellikle de kök­ surun şehre saldırılara karşı yaptığı savurırna işlevi sona erdi; ger- .1
lerinden kopmuş köylüler için geçerli olmak üzere; sanki bir dalga­ çekten de, l 770'lerde surun amacı içerideki nüfusu denetlemekti.
ya kapılıp kasabalara ve kırsal kesime çekiliyorlardı. Peter Knights Surun altmış ayrı kapısından, tümü "octroi" adı verilen bir vergiye
ve Stephan Thernstrom 'un yaptıkları bir çalışmaya göre 19. yüzyıl tabi olan şehrin malları ve imalat ürünleri geçiyordu. Bu Ferrniers
şehir gelişiminin asıl tablosunda, kısa sürede terk etmek ve yerleri Geııeraux Sııru'ydu (yani Vergi Toplayıcıları Suru). Sur şehrin
arkalarından gelen yeni bir istikrarsız göçmen yığını tarafından 1840'lara değin yasal sınırıydı. 1850'lerin sonunda Baron Hauss­
alınmak üzere büyük şehirlere sürüler halinde düzensiz bir biçimde mann şehre yasal, yönetsel ve yerleşimse! yeni bir sur inşa etıneye
akan insanların ortasında ya da altında kalıruş yerleşik şehir sakin­ başladı. Bu yeni sur fiziksel bir yapısı olmayışıyla önceki surlardan
lerinin sayısındaki belirgin düzenli artış görülecektir. ayrılıyordu.
19. yüzyılın ilk yarısında, Paris'in artan nüfusuna Ferrniers Ge­
neraux Suru dahilinde yer bulunması gerekiyordu. Var olan konut
B. ŞEHİRDE YERLEŞME alanları kısa sürede dolınuştu. Evler daha sonra kendi içlerinde ye­
niden bölündü, bu da yeterli olınayınca eski binaların üst katlarına
Şehre gelen kararlı ve kararsız göçmenler arasındaki farklar hak­ yeni katlar eklendi. Bir önceki yüzyılda boş bırakılan kamusal mey­
kında yeterince bilgiye sahip olınadığıınız için bu göçmenlerin yer­ danları anımsayacak olursanız, 19. yüzyılın başlarında bu meydan­
leşim deneyin1lerinin farklı olup olınadığını yani temel nüfus yo­ ların doldurulmadan kaldığını ve artık nüfusun üst üste yığıldığı
ğunluğu durumunu da bilemiyoruz. Chicago üzerinde yaptığım in­ · bölgelerin bu meydanları sardığını tahayyül edebilirsiniz. Amerika­
celemeye göre şehirde uzun vadeli ikamet eden orta sınıf insanları lılar, nüfus yoğunluğu 1930'1arda Aşağı Doğu yakasındaki göçmen
şehrin çevresine taşınırken daha kısa süreli ikamet eden işçiler şeh­
· topluluklarınuıkinden fazla oları bir nüfusun Central Park büyüklü­
rin içinde yaşıyordu. 19. yüzyıl Paris'ine ilişkin bir araştırma aynı ğündeki bir kent alanına sıkıştığını düşünerek bu durumu gözleri-
sonucu. verirken bir başkası vermemektedir.' nin önüne getirebilirler."
·

18. yüzyıldaki gibi 19. yüzyıl Paris ve Londra'sı da giderek ar­ Kum gibi kaynayan bu sokaklarda toplumsal sınıfların ne ölçü­
tan yoğunluk sorunlarını oldukça farklı yollarla çözmüştür; aııcieıı de birbiriyle iç içe geçtiği ve birleştiği konusunda tarihçiler arasın­
regime , deki gibi bu farklı yollar yine benzer toplumsal sonuçlar ya­ da pek çok tartışma vardır. 19. yüzyıl başlarındaki bir Paris evi ile
ratmıştır. ilgili klasik imgeye göre, evin birinci katında varlıklı bir aile, ikin­
19. yüzyılın ilk yarısında Paris'te nüfus artışının nasıl yaşandı­ ci katında saygın bir aile ve bu sırayla giderek, çatı katında da hiz­
ğını tasavvur edebilmek için cam parçalarıyla dolu bir kutu düşü- metçiler·otui:urdu. Bu imge yanıltıcıdır, fakat bunu atlamak daha da
büyük yanılgı olur. Zira kentin .Haussmann tarafından 1850 ve çeşit sergiler, dükkanlar, hatta küçük fuarlar... .
1860'1arda yeniden kuruluşu sırasında bölgeler içinde sınıfların iç Geçen yüzyılda Paris'in nüfus dağılımında ortaya çıkan mole­
içe geçmesi planlı olarak azaltılmıştı. Yüzyılın ilk yansında kişile­ külleşıne süreci ancien regime şehrinde kamusal meydan olgusuy­
re ait evlerin bölünerek tek tek dairelere dönüştürülmesi sırasında la birlikte başlamış olduğunu gördüğümüz bir süreci hızlandırmış­
kendiliğinden ortaya çıktığı kadarıyla heterojenliğe, artık mahalle tı. Şehir insanlarla doldukça, bu insanlar birbirleriyle işlevsel bağ­
ve semtleri homojen ekonomik birimlere dönüştürme çabası ile lantılarını yitirmeye başladılar. Daha fazla yabancı vardı ve daha
karşı çıkılıyordu. Yeni yapıların ya da onarılan evlerin yatırımcıla­ yalıtılmış durumdaydılar. Meydan sorunu büyüyerek mahalle ve
rı bu homojenliği akılcı bulmaktaydı, çünkü sermayelerini nasıl bir quartier sorununa dönüşmüştü.
alana koyduklarından eminlerdi. Sınıfların bir ekolojisi olarak bir Toplumsal sınıfların kentte birbirinden yalıtılması geçen yüzyıl­
quartiers ekolojisi: Bu, Haussmann'ın hem şehirdeki yurttaşlar da Londra'da da gerçekleşti, fakat bu Paris'te olduğu gibi insanla-
- IRJ
'- arasına hem de şehrin çevresine diktiği yeni surdu. rın içeride sıkışmasıyla değil, şehrin yayılıp genişlemesiyle olmuş
Paris' in yoğunluk sorunu eskisi gibi sürdü; bulduğu boşluğu tu. Şehre yeni alanlar eklendikçe inşaatçılar ekonomik bakımdan
hızla tıka basa dolduran yığınlara karşın sabit bir alan. Grands bo­ homojen grupların gereksinimlerini karşılamak için geniş yerleşim
ulevards'ın arkasında ve yeni yerler' den uzakta, ikamet amaçlı ve alanları kurdular. Paris'teki gibi, eğer mülk bir sınıfın birbirine ben-
ticari yığılma devam etmekteydi. Fakat quartier'lerin homojen bir zer üyelerine ait ise yatırım daha emin ve güvenli görünüyordu.
sınıf karakteri kazandıracak biçimde düzenlenişi bizatihi yerelcilik Burjuva konutlar söz konusu olduğunda yeni bir bölgenin inşasın-
ve kozmopolitenliğin terimlerini değiştirdi. da tek tip konutlar yapılması yöredeki mülklerin değerlerinde bir
David Pinckney, "Bir asır önce Parisliler genelde birkaç sokağın düşüş olmayacağı anlamına gelirdi. İşçi konutlarının yapımında ise
sınırları içinde yaşıyor, çalışıyor ve eğleniyorlardı" şeklinde bir alıcı konumundaki bir işçi sınıfı nüfusuna uygun seçenekler dahi­
gözlem yapmıştı. Haussmann'ın şehri yeniden düzenleyişi çok da­ linde yapılardaki homojenlik inşaat malzemeleri ve araç gerecin
ha büyük bir sürecin ifadesi ve somutlanışıydı. Bu süreç Chicago toptan alımıyla maliyetlerin düşük tutulabileceği anlamina geliyor-
şehir araştırmacısı Louis Wirth'ün şehrin "bölümlere ayrılması" di­ du.
ye adlandırdığı, meslektaşı Robert Park'ın da 19. yüzyıl boyunca Londra giderek daha geniş alanlara yayıldıkça fiziksel ayrım ve
şehirde sosyal "moleküllerin" oluşması diye açıkladığı süreçti. Bu uzaklık yoluyla bölgecilik ortaya çıktı; tıpkı Paris'te görece birbiri­
bölümler endüstriyel ekonomide giderek genişleyen işbölümünü ta­ ne yakın bölgelerde konut, yiyecek ve eğlence yeri fiyatlarının fark­
mamlıyordu. Yoğunluğu durmadan artan Paris nüfusu bir öbek lılığından dolayı bölgeciliğin ortaya çıkması gibi. Nüfusbilimciler,
toprak üzerinde homojenleşti ve öbekten öbeğe de farklılaştı.' Londra "merkezi"nin (St. James Parkı'nın üst tarafı ve hatta May­
Ancien regime Paris'inde, tabii ki yoksul ve zengin bölgeler var­ fair) ekonomik ve toplumsal anlamda bütünlüklü bir çe".re olarak
dı; ancak "zengin" bölge, çok sayıda zengin kişinin orada yaşadığı kaldığına ilişkin kanıtlar ileri sürmektedirler, ama merke>:_ anlamını
anlamına geliyordu. Yoksa, o bölgede yiyecek, içecek ve konut fi­ yitiriyordu; Londra bugünkü görüntüsünü almaya, birbipyle bağ­
yatlarının diğer bölgelere göre daha yüksek olduğu anlamına değil. lantılı bir mahalleler zinciri olmaya başlıyordu. Londra'rıın yüzöl­
Bugünün kentlisi bir yerdeki ekonominin o yer sakinlerinin "refah" çümü bir fabrikaya her gün gidip gelen Londralı işçilerin bir kısmı­
düzeyi ile uyuştuğu düşüncesine öyle alışmıştır ki 19. yüzyıl önce­ nın boş zamanlarının çoğunu yolda geçirdiklerini gösteriyordu. Bu
sindeki mahalleleri zihinlerinde gerçekte olduğu gibi canlandıra­ . durum, sonuçta, çalışma dünyasından uzakta bir yer olarak oturulan
bilmeleri çok zordur: çeşitli sınıfların aynı evde olmasa da komşu bölgeye verilen önemi arttırıyordu.
binalarda iç içe yaşamaları ve bu müşterilere hizmet verecek çeşit Endüstriyel çağın başkentlerinin endüstrileşmemiş olduklarını
•Fr.: Mahalle, semt. (ç.n.) belirtmiştik. Endüstri Fransa'da İngiltere'de olduğundan farklı an-
lama geliyordu, fakat bu farklılık her başkent için yine benzer so­ �· . ra yine akşam yemeği için dışarı çıkarken, erkek de işyerine, kulü­
nuçlar verdi. 19. yüzyıl Fransız ve Alman ekonomilerinin büyük ta­ be, belki tiyatroya ya da bir toplantıya giderdi.
rihçisi C!apham, 1848 Fransa'sının İngiltere ölçeğinde bir fabrika­ Henri Lefebvre' in adlandırdığı gibi, bu "şehir hakkı"nın bir bur­
lar sistemine sahip olduğundan kuşku duymaktadır; 1 8 15'e göre juva ayrıcalığı haline geldiğini görmek önemlidir, çünkü günümüz­
daha fazla mal ve hizmet üretiliyordu, ama büyük atölyelerde. 19. de vie du quarıier oldukça övgü toplamaktadır. Bugün vie du quar­
yüzyılın ikinci yarısında gerçek fabrikalar Paris'e belli bir uzaklık­ ıier'yi ya da yerelciliğin erdemlerini romantik!eştirenler emekçi sı­
ta geliştiler. Nedeni basitti: Paris'in içindeki, hatta yakınındaki ara­ nıfın yaşam "rengini" kafelerde ya da sokakta arayanlardır, ama bu
ziler fabrika kurmak için çok pahalıydı. Yüzölçümü daha büyük "rengin" geçen yüzyılda kent sahasırun ekonomik olarak basitleşti­
olan Londra'da arazi kıt bir mal değildi, fakat belirsiz nedenlerle, rilmesinin ürünü olduğunu unuturlar. Oldukça farklı fakat aynı öl­
fabrikalar "büyük Londra" halkası içinde gelişmelerine karşın çüde ağır zincirleri olan ancien regime şehrinin emekçi sınıf üyesi,
1 84 M
anchester ya da Birmingham'daki yoğunlukta bir fabrika ekono­ bu zincirlerin şehir içinde eğlence, heyecan ve iş aramak amacıyla lJ
misi gelişmemişti. ıu dolaşmasına engel olmadığını gördü. İyi niyetli planlamacıların bu­
Chicago kentsel araştırmalar okulu yazarları mahalleden mahal­ gün yerelciliği ve küçük ölçekli yerleşim birimlerini göklere çıkar­
leye, semtten semte hareketliliğin "kentsel" yaşantının özü olduğu­ maları yeni bir tahakküm biçiminin farkında olunınaksızın güçlen­
na inanıyorlardı. Onlara göre bir kentli yalnızca bir tek quartier'yi, dirilmesi ve bir önceki yüzyılda emekçilere empoze edilen, şehrin
bir tek bölgeyi değil, aynı anda bunların çoğunu tanıyan kişiydi. gözden çıkarılmasıdır.
Gelgelelim böyle bir deneyim geçen yüzyılın tüm kentlilerine eşit Bu yüzden "kamusal alanda olma" burjuva büyük-büyükbaba­
dağılmarılıştı; sınıfsal bir karakteri vardı. Ekonomik düzeyde
quar­ larımız için burjuva olmayanlarına göre daha anlamlı bir sorundu
tier ve mahalle yapısı homojenleştikçe, bir semtten ötekine taşın­ ve çok anlamlıydı. Yaşadıkları dertlere ilişkin bir ironidir bu: Ka­
maya yatkın insanlar daha çok onları şehrin başka yerlerine götü­ musal alımda rutin olarak daha geniş kesimlerden insan yer almış
recek karmaşık çıkarları ve bağları olanlardı; bu tür insanlar daha olsaydı bu alanda yaşanan sıkıntı daha az mı olurdu acaba?
zengin kesimdendi. . Quartier dışında geçen günlük yaşam burjuva
kent yaşantısı oluyordu. Böylelikle, kozmopolit ohnak!a burjuva sı­
nıfı üyesi olmıık birbirine yakın anlamlar kazandı. Buna karşı yerel­ C. ŞANS VE BURJ UVA YAŞAMI
ci!ikle alt .sınıf üyesi ohnak birleşti. Emekçi sınıftan Parislilerin tek
rutin seferi şehrin çalışmayan sınıflarının bulunduğu kesimine; ya Feodal bağları koparan bir toplumda kritik sınıf burjuvazidir. 18.

da öteki işçi sınıfı semtlerine ve belki de alışveriş için yeni mağa­ yüzyıl Paris ve Londra'sında ticari ve bürokratik işler anımsanma­

zalardan birine yapılıyordu. Aslında şehirdeki çeşitliliğin deneyimi . yacak denli eskiye uzanan bir yükümlülüğün yerine getirilınesi de­

olan kozmopolitenlik böylece emekçi sınıflara bir tüketim deneyi­ ğildi. 19. yüzyıl ilerledikçe, aynı kozmopolit burjuva uğraşları yep­

mi olarak geçmişti. yeni bir içerik kazandı.


Yerel işçi sınıfı ile kozmopolit orta sınıf arasındaki çelişki abar­ Londra ve Paris 'in burjuva sınıfını, çalışına temelinde, en az bir

tılmamalıdır. Şehirdeki kendi güvenli yerlerini bırakıp gitmek iste- . çalışanı olan işyeri sahiplerinden başlayarak büro işçilerini, me­
yen saygın insan sayısı oldukça azdı; özellikle orta sınıf kadınları murları, katipleri, muhasebecileri ve onların üstündeki mesleki ve
arasında yabancılardan sakınma arzusu oldukça güçlüydü. Fakat, idari tabakayı içine alan bir kesim olarak tanımlayabiliriz. Ailele­

varlıklıların karmaşık iş, eğlence ve sosyallik istekleri kendilerini riyle birlikte bu grup, 1 870'te Londra nüfusunun yüzde 35 ila yüz­
adacıklaruun sınırları dışına çıkarmaya yetiyordu. Kadın, şapkacı­ de 43'ünü, aynı yılda Paris nüfusunun da yüzde 40 ila yüzde 45'ini

sını, terzisini, kadınlar derneğini ziyaret eder, evde çaya döner, son- kapsayan şaşırtıcı derecede büyük bir gruptu. Başkentlerde, her iki
ülkenin de geri kalan kesiminde olduğundan daha fazla oranda or' ·::rekir. Aslında kısa sürede çok büyük paralar kazanmak ya da kay­
ta sınıf üyesi aile vardı; 1867' de İngiltere çapında nüfusun yüzde :betmek olanaklıydı. Sermayesi olan aileler bir ya da en fazla birkaç
23'ü orta sınıftandı.11 ' 'girişime yatırım yapma eğilimindeydiler. O nedenle kötü bir yatı-
Sanayi kapitalizminin İngiltere için Fransa'da olduğundan fark- · . rırn yüzünden düzeyli, saygın aileler mahvolabilirken, iyi bir yatı­
lı anlam taşıması gibi, "saygın" bir Londralı olma bilincinin Paris­ ;.rırnla kişi bir anda kendini yepyeni bir dünyada bulabilirdi. İyi ve
li bir "burjuva" olma bilincinden farklı çağrışımları ve yananlamla' . ;kötü bir yatırım için kurallar nelerdi? Yüzyıl öncesinin yatınmcıla-
rı vardı. Yine de, başkentler arasındaki ayrılıklar uluslar arasındaki ' ; tı karar verecekleri konular hakkında bugünkü meslektaşlarından
ayrılıklar kadar aşırı değildi. Ancien regime başkentinde olduğu gi�,. çok daha az bilgi sahibiydiler. Örneğin, çok az sayıda firma yıllık
bi kozmopolitenlik ulusal sınırları aşmıştı, fakat 19. yüzyılda böyc . kar zarar bilançosu yayımlardı. "Enformasyonun" büyük bölümü
lesi yakın ilişkilerden söz etmek kentin yalnızca bir bölümündeki · dedikodu biçimindeydi. City' .hisse senetleri piyasası, Paris'teki
R6 dünyevilikten 187
söz etmektir. Kozmopolit burjuvazi geçen yüzyılda borsa ve onun yan kuruluşları hiçbir düzenlemeye tabi değildi; öy-
uluslararası bir sınıfa ilişkin kimi özellikler edindi; sanayi ülkeleri' ' ,· le ki firmaların el değiştirdiği hayali piyasalar o dönemde fiili ola-
nin proletaryası ise bunu yapamadı. "Sofistike olma": 18. yüzyılda, ' rak işliyordu. Mal ticaretinde durum daha da kötüydü. Belli başlı
hem Fransa hem de İngiltere'de bu sözcük küçültücü anlamda kul­ ulusal yatırımlar eşit ölçüde şansa bağlıydı ve genel anlamda hiçbir
lanılırken 19. yüzyılda burjuvazi için bir övgü oldu. Sözcük artık . rasyonaliteyi izlemiyordu. Fransa' da tam anlamıyla dağbaşı dene­
dil, ulusal görenekler ve yaş gibi engellere karşın "iyi yetiştirilmiş", bilecek yerlere demiryolları döşeniyordu, çünkü bir gün oralarda
"iyi huylu" kişiler için kullanılıyordu. demir bulunacağı "zarınediliyordu". Panama Olayı gibi büyük
Bir hesaplamaya göre, 1770-1870 arasında Paris'teki çalışan · skandallar her yıl daha az çarpıcı olsa da aynı oranda sahtekarca fi­
burjuvazinin artış oranı fazla değildi, belki üçte bir oranındaydı; : yaskolarda yankı buluyordu. Dolandırıcılığın bunca anması, zihin­
Asıl değişim, ticaretini yapıp idaresini üstlendikleri şeylerdeydi; se- . lerinde endüstrinin nasıl geliştiğine ilişkin hiçbir ölçü olmayan, o
ri üretilen mallar sistemindeydi. Bu yeni sistemi yaşayanların nasıı' nedenle rasyonel bir yatırım kararının da ne olacağını bilemeyen
anladıklarını kavramak önemlidir. Kısmen eski şehre ait pek çok . yatırımcı sınıf yüzündendi.
tavrı yeni şehre taşıdıkları için onu çok iyi anlayamamışlardı. Sana­ İnsanların ardışık iyi ve kötü zamanlar arasındaki bağlantıyı dü­
yi düzenini nasıl yanlış anladıkları önemlidir, çünkü bu kamusal şünmeye başlamaları ve iş çevrimi [business cycle] diye adlandırı-
alana karşı tüm tavırları şartlandıran temel bir endüstriyel yaşam . lan bir olgunun farkına varmaları ancak 1860'ların sonlarinda ger­
görüşünü açığa çıkarır: Bu, burjuva saygınlığının şansa dayanıyor çekleşti. Peki, bu çevrime yol açan neydi? Günümüzde Marx'ın o
olduğu görüşüydü. dönemdeki yazıları sayesinde buna iyi bir açıklama getirebiliriz, fa­
Geçen yüzyılın işadamları ve bürokratlarının düzenli bir sisteme kat yüz yıl önce Marx'ı hiçbir borsa simsarı okumuyordu. İşadam­
katılma konusunda belirgin bir fıkirleri yoktu. Dahası, yeni sistemi ları iş çevrimini mistik terimlerle açıklıyorlardı. Manchesterlı bir
yönlendirdikleri için en azından kendi yaptıkları işi anladıklarını bankacı olan John Milis, iş çevriminin "aklın bilimine" dayandığı­
zannederiz, ama gerçek hiç de öyle değildir. Para kazanmanın ve na inanıyordu; 1876'da William Purdy, genç yatırımcılarırı yaşları­
büyük kuruluşları yönetmenin sım çok başarılı olanlar için.bile bir nın ilerlemesinden dolayı kendilerinde sermayenin hızla dolaşımını
gizdi. 1 860'larda ve 1870'lerde Paris ve Londra'nın büyük ölçek­ sağlayacak fiziksel gücü bulamadıkları için iş çevriminin �ar oldu­
li işletmelerinde çalışan işçiler işlerini bir kumar, bir tür şans oyu­ ğu teorisini geliştinnişti. Fransa'da da çevrimden anlaşılan daha
nu olarak betirnliyorlardı ve bunun en uygun sahnesi de borsaydı. · fazlası değildi. O dönemde kendilerini analiz etmedeki başarısızlık­
Varlıklı insanları ürküten yeni ekonomik dürtüyü anlayabilmek larının bu denli kritik bir duruma gelmesinin nedeni geçen yüzyıl­
için, o dönemde spekülasyonun ne anlama geldiğini bilmemiz ge- .. Londra'da finans merkezi olan semt. (ç.n.)
daki ekonomik değişimlerin günümüzdekilere kıyasla çok daha ani şanan biçimleriyle nüfus artışları, ekolojik değişimler, yeni sanayi
ve şiddetli olmasıydı; öyle ki, birkaç ayda endüstri ülkesi Fransa, düzenindeki dalgalanmalar son derece büyük ve etkiliydi. Şehir, o
büyüme sürecinde iken bunalıına savrulabilirdi ve durumu iyileşti­ nedenle, herkesin kafasında amaçsız, köksüz, tehditkar insan yığın­
rebilecek hiçbir şeyin işe yaramadığı bir durgunluk döneminin ar­ larıyla dolu, düzeyli bir yaşam sürdürmenin irade yerine şansa bağ­
dından ansızın açıklanması zor bir yükseliş başlardı." lı olduğu. kaçınılması gereken bir yaşam imgesi canlandırıyor ol-
Yatırım sektörlerine egemen olan açıklanması zor istikrarsızlık­ malıydı.
lar bürokrasilere de egemendi. Credit Foncier gibi dev ölçekli ope­ Var olan maddi koşullar değildi böylesi bir kavrayışı yaratan.
rasyonlar büyük ve görünüşte uzun vadeli projelere girecek ve an­ Büyük şehir yurttaşları arasında ve taşrada bir maddi düzensizlik
sızın çökecekti; işlerini sonradan, yeni personelle birlikte, başka bir bilinci vardı, ama aslında şehir yaşamından korksalar bile pek çok
kuruluş devralacaktı. Kimi Fransız tarihçiler, Fransa'nın bürokratik; insan başkente yerleşme özlemindeydi. Yüzyılın tamamı süresince,
188 tarihini yanlı bir biçimde İngiltere'ninkiyle karşılaştırarak Fran- ·· göçmenlerin çoğu, yerlerinden sökülmüş gruplar halinde değil genç J.
sa'da devletin sıkı ekonomik denetiminin bürokratlara daha fazla: ve bekar insanlar olarak kente gönüllü gelmişlerdi. Değişik türden
güvence sağladığını öne sürerler. Bu argüman taşra yaşam şartların •. '. şehirlerin, her iki ülkedeki taşra şehirlerinin sakinleri kendilerini
da geçerli olabilir, ama Londra ve Paris açısından olamaz; çünkü . cehennemin dibini boylamış gibi görme eğilimindeydiler. Bu, bir
paradoksal olarak, Fransa' da devletin merkez organları Paris'te yer · . bakıma bu taşra şehirlerinin yeni sanayi kapitalizminin temeli ol-
alırken, şehir ekonomisinin kendisi bölgelerden ya da taşradan çok: : . ınasındandı. Lille, Lyons, Manchester ve Birmingham' da fabrikalar
daha alt c!üzeyde devlet denetinıine tabi idi. Paris'in Haussmann ta,: · /vardı; bunlar Manchester'ın ekonomisini ve nüfusunu, yani yeni bir
rafından. büyük mali ve ekonomik kayıplara yol açan yeniden inşa­ ·Şehir yarattılar. Daha eski yerleşim alanlarında bölgesel toplumsal
sı taşradaki bir şehirde mümkün olamazdı; çünkü bürokrasinin ·yaşam dokusu çok nazikti ve kapitalizmin tarıına olan etkisiyle ve
ölümcül elleri sermayenin, işçilerin ve malzemenin çılgınca ve dü­ fabrikalar tarafından kolayca parçalanıyordu. George Eliot'ın
zensiz birikimine engel olurdu. Middlemarch romanında bir kasabada "büyük bir değişimin" baş-
Saygınlık şans üzerine kuruluyordu: Bu, yayılan ve yalıtılan bir 1angıcı anlatılır; Dickens'ın Little Dorriı inde de benzeri yeni mad­
·
·
'

nüfus ile birlikte gelen 19. yüzyılın ekonomik gerçeğiydi. Burjuva­ di olgular Londra içii:ı ve şehirde sürüp giden yaşamın akışı içinde
zinin değeri burada ortaya çıkar: Bu ekonomiye istikrarlı bir yuva · anlatılır. Middlemarch yerel bir kasabada olanlar, Liıtle Dorrit ise
kurmak, aileyi grup halinde katı görgü kuralları içinde bir yaşama Londra' da olanlar üzerinedir.
yönlendirmek iradeye dayanan bir eylemdi ve belli bir güç sahibi Maddi şartların büyük bir kaos duygusuna yol açmamış olması­
olmayı gerektirirdi. Bu katılık bugün boğucu görünür; belki de 19. nın, orta sınıf üyelerinin şehirde yaşamın mümkün olduğu hissine
yüzyıl görgü kurallarıru küçümsememize izin veren şey kapitalist : ··
'kapılmalarının, kozmopolit yaşanıın içinde barındırdığı tüm teröre
ekonominin görece daha düzenli bir hal alması ve bizi daha sıkı ku­ karşın anlamlı ve önemli olmasının nedeni kuşkusuz, yurttaşların
caklamasıdır. şehirde kent yaşamının ne anlama geldiği, bilinmeyenle nasıl baş
İnsanların kendi dönemlerine ilişkin bilinçleri doğrudan doğru, ·edebileceği, yabancılar karşısında nasıl davranılacağı imgelerine
ya yaşadıkları maddi şartların ürünü idiyse, 19. yüzyıl başkentleri, · ilişkin bir kültürü icat etmek zorunda olmayışlarıydı. Miras alınan
nin buıjuva yurttaşlarının sürekli bir felaket döneminde yaşadıkla- : ' bir kültür vardı. Bu kültür kamusal alandı. Kamusal alan, ancien re­
.
rına inanmaları gerekirdi. Geçmişe baktığımızda, şehrin maddi ko-; '· gime'de nasıl ki nüfustaki maddi ve sayısal değişimlere yanıt ola­
şullarının nasıl mevcut sanayi düzeninden önce var olan maddi ya-:: :İiık geliştiyse, büyük-büyükbabalarımız için de şehirdeki çok daha
pılanınanın büyütülmüş bir hali olduğunu ve temellerinin o yapıya:. büyük maddi değişimlerin ortasında düzeni korumaya yönelik bir
dayandığını görmek mümkündür. Bununla birlikte, o dönemde ya- >araç olarak var olmuştu. Büyük-büyükbabalarınuzın zamanında
devraldığı hazine tüm miraslar gibi boşa harcandı. Sonunda burju­ fiyatı yükseltmek ya da düşürmek amacıyla, her türlü hünerlerini
·vazi, geriye hiçbir şeyin kalmadığı noktaya dek, kişisel koşulların gösterirler. Ortadoğu pazar yerlerinde "bu kadar güzel" bir kilimin
belirsizlikleri ile araya belli bir mesafe konarak anlamlı bir yaşam zararına elden çıkarılması ya da satılınası karşısında yapilan elem
sürdürmeyi öngören 1 8 . yüzyıl tarzlarını bozdu. Ama bunun için ve esef gösterileri ya da heyecanlı, öfkeli bağınşmalar satış işlemi­
gerekli araçlar parçalansa bile böyle bir yaşam sürme itkisi hep nin asli parçasıdır. Paris'in 1 8 . yüzyıl et marketlerinde bir parça bif­
güçlü kaldı. Geçen yüzyılın sonundaki büyük paradoks budur: teğin fiyatını birkaç kuruş daha düşürmek için saatlerce uğraşılır­
Maddi koşullar sonunda daha da iyi tanınıp düzene kondukça, ka­ dı. ı5
musal dünya giderek daha az istikrarlı hale geldi. Pazarlık etınek ve ona ilişkin ritüeller bir kentte günlük tiyatro­
Öyleyse, kamusal yaşam bu yeni maddi koşulların ortasında, bu nun aktörü olarak kamusal insanın en alışıldık anlarıdır. Bir top­
koşullara tepki olarak, bu koşullar karşısında bir savunma olarak lumda sabit fiyatlar yoksa üretim ve dağıtım sürecinin bir ucunda,
� nasıl sürdürülmüştür? poz vermek, hile ile pozisyon elde etmek, rakibin zırhındaki çatlak- 12.L
· lan fark edebilıne yeteneği yatar. Suni bir biçimde karşılıklı sergi­
lenen oyun, alıcı ve satıcıyı sosyal olarak kaynaştırır; oyuna aktif
D. KAMUSAL EMTİA olarak katılmamak para yitirme riskine girmektir.
Boucicault'nun sabit fiyat sistemi, hiçbir rol oynamamanın ris­
Bu kamusal yaşam için, 19. yüzyıl başkentlerinde perakende ticare­ kini oldukça azaltmıştı. Onun serbest giriş nosyonu pasifliği bir
tin nasıl dönüşüme uğradığının ilgi çekici hikayesinden daha iyi bir norma dönüştürdü.
giriş olamaz. Mağazaların doğuşu her ne kadar sıradan bir olay gi­ Ancieıı regirne Paris'indeki ve 19. yüzyıl başlarındaki peraken­
bi görülse de, aslında bu, aktif bir alışveriş alanı olarak kamusal deci kuruluşlarda mağazaya girmek her ne olursa olsun bir şey sa­
alanın yerini nasıl insan yaşamında daha yoğun fakat daha az sos­ tın almak anlamına geliyordu. Etrafa bakınan müşteri dükkanın içi­
yal bir kamusal deneyime bıraktığı paradigmasının özüydü. ne değil, açık pazara aitti. Satın almaya ilişkin bu "üstü kapalı söz­
1 852' de, Aristide Boucicault, Paris 'te Bon MarcM adında kü­ leşme" tam anlamını açık fiyat sisteminin gereksindiği dramatik ça­
çük bir perakende satış mağazası açtı. Mağaza üç yeni görüş teme­
balar düşünüldüğünde kazanır. Satıcı zamanını mallan hakkında
linde kurulınuştu. Parça başına kar oranı düşük olurken, satış hac­
parlak, övücü konuşmalarla ve iflasın eşiğinde olduğu için bir ku­
mi geniş tutulacaktı. Malların fiyatları sabit olacak ve açıkça belir­
ruş bile indirim yapamayacağını anlatarak geçirecekse, sizin bu za­
tilecekti. İsteyen herkes onun mağazasına girebilecek, bir şey satın mana değeceğinizden emin olmak zorundadır. Bu oyunu sahneye
alma zorunluluğunu duymaksızın etrafa bakınabilecekti." koymak zaman alır, hızlı satış hacmini kötü etkiler. Düşük fiyat ve
Perakende satış mallarına sabit fiyat uygulanması fıkri ilk olarak. yüksek satış hacmini öngören Boucicault bu teatral davranış zorun-
Boucicault'dan çıkmamıştı. Daha önce, ! 824'te Parissot'nun Belle luluğundan kurtulmuştu."' '
Jardiniere'inde manifatura malları bu ilkeyle satılıyordu. Fakat Bo­ Boucicault ve onun taklitçileri olan Londra'da Burt, Chicago' da
ucicault bu ilkeyi tüm perakende mallarına ilk uygulayan kişiydi. Potter Palmer neden düşük kar-yüksek satış hacmi ilkesiyle satış
Sabit fiyatlar fikrinin orijinalliğinin bir ölçüsü de şu olabilir: Anci­ yapmaya başladılar? En basit yanıt, üretim sistemi ile ilgilidir. Ma­
eıı regirne'in son yıllarına kadar, perakende satış yapanların ürünle­ kine üretimi mallar elle üretilenlerden daha hızlı ve daha çok mık­
riyle ilgili sabit fiyatları belirten el ilanları dağıtmaları yasalarla en­ tarda yapılabiliyordu. Bu anlamda mağazalar fabrikalara;karşılık
gellenmişti. Daha insani bir başka ölçü de sabit fiyatların alışveriş düşüyordu. C.Wright Milis endüstriyel bürokrasi temelinde tamam­
deneyimi üzerindeki etkisidir.14 layıcı bir açıklama yapmıştır. Beyaz Yakalılar' da sabit fiyaı;.sistemi­
Perakende fiyatların dalgalandığı bir pazarda, satıcı ve alıcılar nin gerekçesini şöyle anlatır: Sürümden kazanan mağazalarda çok
sayıda eleman çalıştırılması zorunludur, o nedenle "girişimci ken­ dı. Orta sınıf ve işçi sınıfının üst kesiminin tüketim düzeyi yüksel­
disi satış yapmayacaksa sabit fiyat uygulamalıdır; memurların ya-. di. Mağazaların oıtaya çıkmasıyla, sokakta giymek amacıyla birbi­
pacağı pazarlığa güvenemez. "17 rine çok benzer ve makine yapımı olan birkaç takım elbise edinme
Fabrikanın tamamlayıcısı ve kişidışı bürokrasinin ürünü olan düşüncesi buna bir örnekti. Aynca mağazalardan özel amaçlara hiz­
mağazalar yine de bir alıcı kitlesi olmaksızın başarıya ulaşamazdı. met eden kap kacak satın almaya başladılar; çok amaçlı güveç ,ve
İşte bu noktada sahneye başkente akın eden nüfus çıktı. Fakat ko­ tava anlaşılan artık yetmiyordu.
nut yapımı ve pazarlamasına dayalı bir ekonomi bu potansiyel alı­ Alıcının yeni ve pasif rolü ile tüketimi uyaran yeni unsur arasın­
cı kitlesini giderek daha fazla bölgeselleştiriyordu. Şehirdeki eski da bir ilişki vardı. D'Avenel yeni satış mağazalarında satılan malla­
sokakların fiziksel karmaşıklığı da bu insan yığııunın bir araya gel­ rın niteliğini kısaca şöyle betimler:
mesinde bir engeldi. 19. yüzyılın başında, Paris'in dar, kıvrımlı so-
m kakları nedeniyle günümüzde yürüyerek on beş dakika tutan bir yol Üzerinde abartılı bir fiyat olan birinci sınıf mal ya da düşük fiyatla kalite­
si düşük bir mal satmak yerine satış mağazaları iyi ve kaliteli maJJarı da­
o zaman bir buçuk saat tutuyordu. Bir kişinin quarıier'inden ayrıl­
ha önce yalnızca kalitesiz ınallar için geçerli kfrr oranlarıyla satıyorlardı.
ması zaman yitirmesi demekti, ama diğer yandan mağazaların he­
defledikleri satış hacmine ulaşmaları için şehrin her yerinden müş­ Daha önceleri kalitesi düşük mallara uygulanan kar oranlarının or-
teri çekmeleri gerekiyordu. 1860'larda Paris'te grands boule­ . ta kalitede mallara uygulanması ve alıcıların da eskisinden daha
vards'ın yapımı bunu mümkün kıldı. Paris ve Londra'da birer ula­ çok mala sahip olmak için daha çok harcaması; işte fiziksel malla­
şım sisteminin kurulması bunu daha da uygulanır hale soktu. Pa­ rın "standartlaştırılması" denen şey budur. Boucicault ve Palmer gi­
ris 'te atlarla çekilen arabalar ilk kez 1838'de ulaşıma girmişti, bi zamanın önde gelen perakendecileri, insanların bu tasnif ve tarif
1850'ler en çok çoğaldıkları dönemdi. 1 855'te 36 milyon, 1 866'da } edilemeyen malları almaya yönlendirilınesinde bir sorun olduğunu
107 milyon yolcu taşıdılar. 1871 'deki büyük yangından sonra hız­ ··• biliyorlardı. Sorunu mağaza dışına taşan bir tür gösteri yaratarak
lı taşıma ve perakende ticaretin aynı şekilde bileşimi Clticago'nun ·çözmeye çalıştılar. Çağrışım yoluyla, mallara içkin olarak sahip ol­
gelişimine de damgasını vurmuştu. Bu toplu taşımacılık ne zevk madıkları bir cazibe bahşeden bir gösteriydi bu."
için yapılıyordu ne de izlenen yol sosyal sınıfları kaynaştırıyordu; Satıcının kullandığı ilk yöntem alıcının aklından geçmeyecek
işçileri işyerlerine ve mağazalara götürmek içindi.'" şekilde ürünleri yan yana dizmekti. New York'taki Bloomingdale
Seri üretim malları, bunları idare eden geniş bir bürokrasi ve bir mobilya salonuna uğrayan bir ziyaretçi 19. yüzyıl mağazalarının
alıcı kitlesi; bunların tümü de satıcıyı, daha çok kar amacıyla eski .. · neyi hedeflediğini apaçık görebilir. Döşemenin üzerinde,yüz tane
perakende ticaret modellerini terk etmeye neyin teşvik etmiş olabi-· ·
· aynı büyüklükte tencere yerine o türün yalnızca bir örneği, başka
leceği ile ilgilidir. Alıcının taraf değiştirmeye gönüllü oluşunun ne- . : model bir örnekle yan yana konmuştu. Zola, "Birbirini destekleyen
denini açıklamaz bunlar. Hepsinin ötesinde Parisli alıcının, parası­ : ve öne çıkaran farklı türden malları yığarak mağaza gücünü on kat
nı ödeme zamanı geldiğinde neden pasif bir kişi olarak kalmayı is­ <arttırmıştır" diye yazıyordu. O' Avene] de aynı noktayı vurguluyor­
tediğini de satıcının kar ediyor olması açıklayamaz. .. du: "Birbiriyle hiç benzerliği olmayan ürünler yan yana getirildi­
Önce alıcının perakende ticaretteki aktif rolünü neden isteyerek t
,ğinde sarıki birleşerek birbirlerini destekliyorlar." Bunun nedeni
terk ettiğini basit ve açık bir şekilde ortaya koyalım. Genellikle fi­ ··· 'neydi? Ürünün kullanım niteliği geçici olarak ikinci planda kalıyor­
yatlar mağazalarda, eski tip dükkfuılarda olduğundan daha ucuz de: . :du. "Uyarıcı" idi, insanlar onu satın almak istiyorlardı; çürıkü gelip
ğildi: Bazı mallarda fiyatlar düşmüştü ama bu kazanç bir başka fak-. :
geçici, beklenmedik bir şey halini almıştı; garip bir şey olmuştu."'
tör yüzünden sıfırlanıyordu; çünkü en alçakgönüllü insanlar bile . .. Uyarım birbirine benzemeyen nesnelerin yan yana getirilmesiy­
daha önce sahip olmayı hiç düşünınedikleri malları satın alıyorlar, ·,:1e gerçekleştirildi. Perakende satış yapanlar sıradan malların tam
'
ortasına yerleştirmek üzere devamlı egzotik "nouveautes" (yenilik) . ğazalarındaki parçaların kullanımını gizemleştirerek, bir elbiseye
arayışı içindeydiler. Bertrand Gil!e, yabancı malların, sömürgelerin
onu giyen Duchesse de X resmini gösterip "statü" kazandırarak ya
ihraç mallarının yararlı olduğunu söyler; bunlar normalde ticari maJ
ela bir kavanozu bir Mağribi hareminin dekoruyla mağaza vitrinine
·
değildirler. Alıcıyı mağazada ummadığını bulma düşüncesine alış';
:, yerleştirip "çekici" kılarak, perakendeciler alıcıları önce nesnelerin
tınrlar ve böylece o da aramadığı bir malı kendi iradesiyle alını{ ·nasıl ya da ne ölçüde iyi yapıldığını düşünmekten, ikinc_isi de alıcı­
olarak mağazadan çıkar. Perakende ticarette sürüm bir tür şaşırtma­
lar olarak kendi rolleri üzerine düşünmekten alıkoyuyorlardı. Her
·
ca eylemiyle başarıldı: Satın alma dürtüsü, alışılmadık olanın geçi­
. şey orada gördükleri mallardan ibaretti.
ci albenisi, nesnelerin maruz bırakıldığı mistifikasyon sonucunda ·

Peki, meta fetişizmi neden başarılı oldu? Bu soru ka;pitalizm ve


oluşuyordu." · · kamusal kültür arasındaki ilişki konusunu gündeme getiriyor. Kapi­
Bu uyanın sürecinin mantıksal bir sonucu vardı. Yüksek sürüm: .
talist düzen görüntü materyallerini sürekli sorunlu, Marx'ın deyi­
��j nesnelerin hızlı bir şekilde mağazadaki yerlerini alıp ardından kay- ·
şiyle sürekli "gizemli" bir duruma sokabilecek güce sahipti. Farz .12J..
bolmalan anlamına geliyordu. Aslında, seri üretim mallan arasında
edelim ki Boucicault yeni tür bir kavanow satışa çıkarıyordu: Bili­
kıt olan bir malın bulunabileceği yanılsamasını yaratmak; peraken­
yordu ki, yüksek sürümlü satışlarla o malın satılmasını sağlamanın
decilerin yakaladığı olgu işte buydu. Varlıkları geçici görünen ve
yolu, onun nerede nasıl işe yaradığını ve ev hanımlarının nasıl kul­
normal kullanımın dışında çağrışımlarla doğası gizlenen nesneler
lanmaları gerektiğini vurgulamak değil, vitrininde onu bir Mağribi
sunulduğunda alıcı uyarılmış oluyordu.
haremi ile kuşatarak, bu malın raflardan kısa sürede kalkacağı ve
19. yüzyılın son yirmi otuz-yılında mağaza sahipleri işletıneleri- :
koleksiyonlar için aranan bir parça olacağı izlenimini uyandırmak-
nin gösteri karakteri üzerinde oldukça sistemli yollarla çalışmaya : tı. Giyecek imalatında görüntünün çok daha basit bir yolla gizemli­
başladılar. Zemin kata dökme camdan vitrinler yerleştirildi, burala- · leştirildiğine tanık olacağız: En ucuz makine yapımı giysiler az
ra konan mallar mağazadaki sıradan değil, en sıradışı türden parça­ malzeme ile belli birkaç kalıptan kesilerek yapılanlardı. Böylece
lardı. Vitrin dekorasyonları zamanla daha da fantastik ve özenli du­ çok büyük sayılarda insan neredeyse tek tip giyinir hale geldi. Kim-
ruma geldi." .
di onlar? Artık yalnızca dış görünüşlerine bakarak onların kını ol­
Alıcının mallara kullanım değerlerinin üzerinde ve ötesinde ki­ duklarını söylemek zordur.
şisel anlamlar vermesi için uyarılmasıyla, kitlesel perakende ticare­ Ne var ki yeni ekonomi, 19. yüzyıl kent kültürüyle ilgili olarak
ti karlı duruma getiren bir düşünce tarzı geliştirildi. Ticaretteki ye­ büyük şehir insanlarının o anlaşılmaz, gizemli görünüme bürünme­
ni düşünce kodu kamusal alan anlayışında daha geniş bir değişimin yi nasıl ve neden ciddiye aldıklarını açıklamay caktır. M ğazada
� �
işaretiydi: Kişisel duygulara yatının ve pasif gözlem birleşiyordu; Duchesse de X tarafından giyilmiş on franklık bır elbıse gıydıkle­
kamusal alana çıkmak hem kişisel hem de pasif bir deneyim idi. rinde biraz daha "aristokrat" olduklarına neden inandıklarını ve
Tüketimin psikolojisi için Kari Marx'ın uygun bir terimi vardır: dökme demirden bir kavanozun Mağribi fantezilere konu olduğun­
"meta fetişizmi". Kapital' de modern kapitalizm koşullarında üretil­ da alıcısı için neden daha özel bir anlam taşıdığını da açıklamaya-
miş her nesnenin bir "toplumsal hiyeroglif' olduğunu belirtir. Bu­ caktır. Zamanın bir önemli konusu homojenliği artıran makine ya­
nunla, o nesneyi üreten işçi ile sahiplenen kişi arasındaki ilişkideki pımı nesneler idiyse, diğeri Carlyle'ın Londra'sı ve Balzac'ın P ­

eşitsizliğin gizlenebildiğini kasteder. Mallar bir gizeme, bir anlama ris'inde yaşayan insanların kişisel karakterin, özel duyguların ve bı­
ve kullanımlarıyla hiçbir ilgisi olmayan bir dizi çağrışıma sahip reyselliğin işaretleri olarak bu dış görünüşlere atfettiği önemin art·
olursa, insanların ilgi ve dikkati nesnelerin üretildiği toplumsal ko­ masıydı.
. .
şullar yerine nesnelerin bizzat kendilerine yöneltilebilirdi." Marx hayatta iken, malların statü nesneleri ya da alıcının kışı-
Boucicault ve öteki mağaza sahipleri bunu başarıyorlardı. Ma- liğinin ifadesi olarak taşıdıkları değere göre tüketildiil;i tezini sa-
vunduğu için sık sık saldırıya uğruyordu. Bugün ise bu görüşler ar­ celikli ve keyfi bir nesneydi ve toplum içindeki yeriniz ne denli yu­
tık öylesine bildik ki insanların yalnızca gereksindiği ya da kullan­ karıda olursa dış görünüşünüzle kişidışı ve incelikli kurallar teme­
dığı malları alarak, ekonomik taleplerini rasyonel olarak karşıladık­ linde o denli özgürce oynayabilirdiniz. 1 89 1 'de, seri üretim ürünü
larını savunan Marx'ın faydacı eleştirmenlerinin mantığını anla- . olsun olmasın ya da hoş olsun olmasın, doğru elbiseye sahip olmak
.

makta zorlanıyoruz. 19. yüzyıl düşüncesinin büyük ikilemi buydu: kendinizi iffetli ya da seksi hissetmenizi sağlayabilirdi, çünkü giy­
Fayda ve somut gerçek üzerindeki soyut ısrar ve pratikte psikomor­ sileriııiz sizi "ifade ediyordu." 1 860'ta, iki buçuk metre çapında
fik bir dünya kavrayışı. Nasıl ki Marx malların "alıcının kişiliğini dökme denıirden kara bir tencere satın almak için uyarılırdınız çün­
ifade ed�n bir görüntü nesnesi" halini aldığını bilinçli olarak kavra­ kü mağaza vitrininde, "Doğu'nun gizemli, baştan çıkarıcı mutfağı"
dıysa, geçici dış görünüşler de kavrayışlarından kuşku duyulan baş­ sergileniyordu. Sanayi reklamcılığı imgenin öne çıkmasına dolayı­
kaları taiafından, içsel ve durağan karakterin işaretleri olarak yo- sıyla da hem özel bir üretim tarzına hem de insan karakterinin ev­
1 96 rumlanıyordu. rensel varlığına duyulan inanca dayanan bir yön şaşrrtma eylenıiy­
John Stuart Mili "etholoji" bilimini, yani anlık davranışlardan le birlikte yürür.
kişinin karakterini okuma bilimini olumluyordu. Bu daha soma ka­ Mistifikasyon etkisine ek olarak, sanayi kapitalizminin kamusal
fatasının biçiminden ya da el yazısının eğiminden yola çıkarak ka­ alan üzerinde ikinci bir etkisi daha vardı. Kapitalizm özel yaşamın
rakterin okunmasına kadar gitti. Carlyle'ın yazdığı Sartor Resarıus, doğasını değiştirdi; yani kamusal alanın karşısında duran alanı etki­
kitabı, "ruhun amblemleri" olan giysiler üzerine bir teori sunuyor­ ledi. Bu ikinci etkinin belirtileri şehir ticaretinde, mağazaların mey­
du. Darwin psikoloji üzerine büyük bir yapıt olan İnsan ve Hayvan­ dan okuduğu küçük dükkan ve marketlerde oluşan değişimlerde de
larda Duygunun İfadesi'ni yayımladı. Bu kitap, ağlama esnasında­ saptanabilir.
ki tek tek ayrıntılara bakarak kederin ya da yüzde ortaya çıkardığı 17. yüzyılın sonlarına kadar şehrin merkezi pazarı Parisliler için
belirtilerine bakarak öfkenin arılamını tartışıyordu. Bertillon 'un tüm tarımsal ve el yapımı ürünlerin satıldığı yerdi. XIV. Louis'nin
"krirninal tip" kafatası ölçümleri gibi kriminolojik yöntemler bu ye­ ölümünden hemen önce, Les Halles daha uzmanlaşmış bir gıda pa­
ni etholoji biliminin popüler yansımalarından biriydi sadece. Fiel­ zarına dönüştü. Sanayi yüzyılının gelişiyle Les Halles foire özelli­
ding 'in dünyasının, maskelerin aktörlerin doğasını ifade etmediği · ğini yitiriyordu; ticaret geliştikçe, Ortaçağ sonlarındaki pazar etkin­
bir dünyanın sonu gelmişti; maskeler artık yüzlere dönüşüyordu. liğini kutlayan festival ve gösteriler giderek azaldı. Sanayi çağı Les
Perakende ticaret dünyasında, geçen yüzyılda kamusal alandaki Halles'ın uzmanlaşmasını tamamladı; ona yol açmadı."
değişimin ilk unsuruna ait bir işaret ve bu unsurun açıklayamayaca­ 1 9 . yüzyılda değişen, gıda ürünlerinin alım satımındaki sosyal
ğı bir sorun ortaya çıktı. Kapitalizmin kamusal yaşam üzerindeki şartlardı. l 740'1arda sıkı pazar koşulları döneminde yasalar Les
başlıca iki etkisinden biri kamusal fenomenleri gizemli kılmaktı, Halies' de satış yapanları potansiyel suçlu olarak görüyordu ve yü­
fakat bunun başarı koşulu da insanların, nesnelerin de insani vasıf­ rütebilecekleri etkinliklere önemli sınırlamalar getirilnıişti: reklam­
ları haiz olduğuna inanmalarıydı. Yoksa satıcının karı insarıların bu­ cılıkta belli biçimler yasaklanmıştı, alıcının tamir onarım için belli
na inanmaya nasıl gönüllü olduklarını açıklamıyordu. İnancı anla­ başlı hakları garantilenmişti ve satıcının satabileceği ürünler yasa
yabilmek için, oluşum halindeki yeni bir karakter fıkrini bizzat an­ ile belirlenmişti."
larnanuz gerekecek. Les Halles'de satıcıya yönelik bu sınırlamalar 19. yüzyılda kal­
Burada da, bu yeni kamusal yaşamın psişik belirtilerinden biri­ dırıldı. Kari Polanyi'nin yaptıği gibi serbest piyasadan 1 9 . yüzyılın
nin ilk kez ortaya çıkması söz konusudur: Ancien regime de ayrı tu­
' asli gerçeği olarak söz etmek satıcının yasaların üzerinde olduğu bir
tulmuş alarılardaki imgenin öne çıkması. 1750'de bir elbisenin his­ piyasadıın söz etmektir. Oysa satış işleminin kendisi aynı şekilde
settiklerinizle bir ilgisi yoktu; toplum içindeki yerinizi belirten in- "serbestleştirilnıiş" değildi. Zira mağazalarda büyük hacimli alışve-
öte yanda az sayıda
rişin ardından Les Hailes' deki perakende satışlarda sabit fiyatların kültür. Çılgın bir "comedie" olarak şehir; ama
esas olması 19. yüzyılda gerçekleşmişti." kişinin aktif rol oynadığı bir gösteri. .
. . .
.
_

içind e olduk larında gızlılıgın


Serbest fiyat temelinde ticaret 19. yüzyılda Les Halles'de tama­ İnsanlar tam anlamıyla etkileşim
sıkıntı göstergelerinden
men sona ermemişti; toptan işlemlerde devam ediyordu. Ancak bu gerekli olduğu inancı toplumdaki psişik
ularını iradedışı olarak baş­
satışlar ilk defa gizli tutulması gereken ticari faaliyet sınıfına giri­ ikincisinin anahtarını vermektedir: duyg
ktan kaçınmak. Duyguları­
yordu. Perakende alışveriş yapan "kamunun" serbest fiyatlardan kalarına göstermemek için duygulanma
yalnı zca gizli anlarda ve yerler­
haberi olsaydı sabit fiyatlara itiraz ederek sürümden kazanan pera' nız ancak sır olursa güvenliktedir, .
Ama ifadeden
kende piyasasında kaos yaratabilirdi. Demek ki, toplumsal anlam­ D
de özcrür ce karşılıkh etkileşimde bulunabilirsiniz. . '
öteki insanların sızın ne
da toptan satışı tanımlayan onun bir anlamda "özel" oluşudur: Özel böylesine korkuyla kaçınmanın kendisi,
- · izi ve ne bildiğinizi anlamak için size
. da-
alanda insanlar, yüzyıl öncesinde kamusal ticaretin temel özellikle- hlssettig - inizi ' ne istedigın . 199
98 rinden olan tutum ve ilişkilere girmekte özgürdürler." açacaktır. Kaçış ve zoraki -
ha da çok yaklaşmaya çalışmalarına yol .
r: Karşıdaki kişinin etki­
Burada da, 19. yüzyıl Paris'indeki ekonomi pratiği daha büyük samimiyetin tohumları birbirine karışmıştı
değişimleri anlamamız için bir ipucu vermektedir. "Kamusal" alan­ leşime girmek isteyeceği noktaya ulaşa

na kadar nun savunmasını
esi nedenıyle herhangı bır
da kişi satın almak, düşünmek, onaylamak istedikleri bakımından yarabilmek için bu dertli çaba gerekm
ır.
gözlem yapar, kendini ifade eder, tüm bunları bir karşılıklı etkileme duygunun ifadesi çok büyük önem kazan
·

ilişkin bu işaretler, onla­


süreci sonucunda değil, pasif, suskun ve odaklanmış bir ilgiyle ya­ Kamusal ve özel alanlardaki çelişkilere
par. Buna karşın "özel" alan ise kişinin bir başkasının etkisine açık­ rı yaşayanları, en az şimdi bizi şaşırt

tığı kadar ş şırtm.ıştı. Perak�n­
.
temel kaıdelerını, kapıtalız­
ken kendini doğrudan ifade edebileceği bir dünyadır; özel alan, kar­ de ticaret dünyası bu bulmacaların en
bakımından kamusal yaşam
şılıklı etkileşimin hüküm sürdüğü ancak gizli kalması gereken bir min gizemlileştirme ve özelleştirme
rir. Bu konulan daha yakın­
dünyadır. 19. yüzyıl sonlarında Engels özel aileden kapitalist bir eı­ üzerindeki etkileri ve sınırlarını göste
toplumsal bir kategori haline
hos'un ifadesi gibi söz eder; oysa daha net bir şeyler söylemeliydi. dan görebilmek için kişiliğin nasıl
Aile, kapitalizmin kamusal dünyasıyla paralellik taşımaz; olsa olsa geldiğini ve kamusal alana girdiğini

inceleyeceğiz. San yorum. ki
toptan satışa benzer. Her ikisinde de, kalıcı insan ilişkisinin bedeli bu çığnndan çıkm ış dünyanın bunc

a karmaşasına ve. ıddıyetıne
.
. Balzac'ın Parıs ı Marıva­
gizliliktir. · karşın kalıramanca bir şeyler de vardı
az çekici bile olsa daha çetın-
Burada da yine, kendini hemen ele vermeyen bulmacalar var. ux'nunkinden daha az uygar ve daha
dır, ama mücadele etınek gere­
19. yüzyılın gizlilik kodu son derece şaşırtıcıdır. Aile, özellikle or­ di. Modem yaşamın tohumları orada
dir.
ta sınıf ailesi, dış dünyanın sarsıntılarından tam anlamıyla sakın­ kir, henüz hiçbir şey güvencede değil
mak ve korunmak zorundaydı. Eğer ailenin, tam da insana dünya­
dan kaçıp sığırırna olanağı sağlaması sayesinde insanların kendi­
lerini ifade etmelerini sağlayan bir yer olduğu duygusu çok güçlü
olsaydı, şehrin kamusal dünyasındaki görünümlerin kişisel karakter
açısından ciddiye alınması mantıksız görünürdü. Mantıklı olan, gö­
rünümlerin psikolojik bir karakter kazanmalarının ancak ailenin sı­
nırlan içinde ya da özel toptan satış işinde mümkün olmasıdır. Fa­
kat bu mantık pratiğe geçirilmemiştir. Etkileşime dayanan ifadenin
gerçekleşme yeri olarak özel alan, ama öte yandan giyim için ve gö­
rünüşe bakarak bir yabancırun karakterinizi söyleyebileceği bir
vııı ründüğünde başladı. İkincisi bir sektiler aşkınlık öğretisiydi, ilki bir
K amusal alanda kişilik sektiler içkinlik öğretisi. Kişilik, dünyanın içkin anlamına duyulan
bu inancın bir biçimiydi.
"Kapitalizm"in tarihsel bir güç olarak düşünülmesi kolaydır;
çünkü akla üretimdeki somut eylemler ve değişimler, fiyatlar ya da
iktidar gelir. "Sekülerliği" bu biçimde tahayyül etmek kolay değil­
dir; çünkü onu toplumdaki öteki etkenlerin soyut bir ürünü olarak
kavrayabilmek güçtür. Sanıyorum, sekülerliği bağımsız bir etken
olarak göremeyişimiz tam da günümüzde inanma edimini kendi
içinde bir gerçek olarak kavrama yetersizliğimizden gelmektedir.
Bu da dinin sosyolojik gerçeklerini arılamadaki özel yetersizliği- 1ı
mizden doğmaktadır; din, Louis Dumont'un gözlemlediği gibi, ço­
ğu insan toplumunun temel varoluşundaki asal toplumsal kurum­
dur. Günümüzde tanrılar zihinlerimizden silindiği için kolaylıkla
inanç sürecinin kendisinin artık asli bir toplumsal kategori değil,
toplumsal bir ürün olduğunu düşünebiliriz. Örneğin, Levi-Stra­
uss 'u izleyenler onun düşüncenin genel yapılarına ilişkin nosyonla­
rına sarılırken, bu nosyonları doğuran bakış açısını, inanç duygusu-
.. nun farklı görünen toplumları birleştiren dilsel, ekonomik ve aileye
ilişkin yapılan ürettiğini görmezden geliyorlardı.
Kimi insanlar 1 8 . yüzyılda doğa tanrısının hali\ bir tanrı olduğu­
nu ve bu yüzden sektiler toplumdan söz etmenin 19. yüzyılda baş­
layan bir toplumdan söz etmek olduğunu iddia ediyorlardı. 1 8 . ve
19. yüzyılları sekülerleşme sürecinde iki aşama olarak görmek da-
ha doğrudur. "Doğa ve Doğanın tanrısı" kinıliği belirsiz bir ilahtı;
Yeni maddi şartların özellikle de sanayi kapitalizminin kamusal : .. ona saygı duyulabilir, ama tapamazdınız. Doğanın aşkın olmasına
alan üzerindeki etkilerini sorgularken, kişiliğin kamusal alana nasıl ) •· karşın, ona duyulan inanç ölümden sonraki imarılı yaşama götür­
girdiğine ilişkin ikinci bir soru sormak zorunda kalırız. Menfaat müyordu; yani inanç onları aşkın varJıklara dönüştürmüyordu. İyi
ilişkileri kişiliğin kamusal alana bu şekilde girmesi gerçekleşmek­ bir sekülerlik tanımı bu nedenle, "hayatta olduğumuz süre içinde,
sizin başarılı olamazdı ve menfaat ilişkileri bunun nedenlerini de her şeyin neden böyle olduğu hakkındaki inancımızdır; biz öldük­
açıklayamaz. .· ten sonra kendisi de mesele olmaktan çıkacak bir inançtır bu" şek­
Kamusal alanda kişilik kendini gösterdi, çünkü toplumun bütü­ lindedir. (Birinci bölüme bakınız.)
nünde yeni bir sektiler dünya görüşü oluştu. Bu dünya görüşü, bir : 1 8 . ve 19. yüzyıllar arasında sekülerlikte bir değişim yaşandığı
doğal olgular düzeni kurarak Doğa Düzeni'nin yerini aldı; ikinciye ,: açıktır. Değişim, bilimsel pozivitizmin ötesinde, bizzat psikoloji
inanç, bir olgu ya da olay genel bir şemaya yerleştirilebildiğinde or­ ·· alanındaki köklü değişimlerin yanı sıra Darwin'in evrim teorisini,
taya çıkıyordu. Birinciye duyulan inanç ise daha erken, yani olgu . . sanat karşısındaki tavrı, günlük kanaatleri de kucaklar. Değişimin
ya da olay kendi içinde ve kendisi olarak anlaşıldığında, gerçek gö- • ortaya çıkış nedenleri başlı başına bir kitap konusudur, fakat ben bu
değişimi kavramanın çerçevesi üzerinde duracağım. hisseden kişinin iç doğası aynıdır. Kişi göründüğü gibidir; o neden­
İnsanoğlu tanrılara olan inancını yitirse bile, inanç, temel bir le farklı dış görünüşleri olan insanlar farklı kişilerdir. Kişinin ken­
toplumsal durum olarak kalır ve inanç duyma arzusu yok olmaz. di dış görünüşü değişince benlikte de bir değişim söz konusu olur.
Bilimsel ve rasyonalist eğilimlerimizin ağır basması açısından ben­ Oıtak bir insanlığa duyulan Aydınlanma inancı zayıfladıkça, kişisel
zersiz bir çağda yaşadığımız söylenemez; yalruzca bilimin putpe­ dış görünüşlerdeki değişmeler kişiliğin kendisindeki istikrarsızlığa
restliğe karşı kullanılması açısından benzersiz bir çağdır bu çağ. Bu bağlandı.
düşmanlık Aydınlanma ile başlayıp düzenli olarak gelişti. 19. yüz­ İkincisi, kişilik doğal karakterin aksine özbilincin kontrolü altın­
yılda inanma isteği, putsuz bir dinden daha düşünümsel [reflexive] dadır. Bir bireyin doğal karakteri ile yaşadığı kontrol ilişkisi arzu­
bir duruma geçti: İnançlar giderek insanın kendisinin dolayımsız larının ılırnlılaştırılmasıydı; eğer belli bir tarzda, sade ve alçakgö­
yaşamı ve inanabileceği her şeyin bir tanımı olarak deneyimleri nüllü davranırsa kendini doğal karakteriyle aynı çizgiye taşımış
2 203
0 üzerinde odaklandı. Dolaysızlık, duyum, somutluk; işte putperest­ oluyordu. Kişilik eylem ile denetlenemez; ortam farklı görünümle-
lik yasaklandıktan sonra inanç yalnızca bu noktalarda gelişir. Daha ri zorlayabilir ve böylece benliğin istikrarını bozabilir. Kontrolün
sonra bu düşünümsel ilke 1 8 . yüzyıldaki ilk kopuşun bir adım öte­ yegane yolu kişinin ne hissettiğini devamlı formülleştirme çabası
sine gider. Tanrılar gizemini yitirince insan kendi durumunu gizem­ olabilir. Benliğin bu anlamda kontrolü daha çok geçmişe .dönük bir
lileştirir; kendi yaşamı anlam yüklüdür artık, ama ortaya çıkarılma­ biçimde olanaklıdır; kişi ne yaptığını ancak yapacağını yaptıktan
yı bekler. Anlam onda içkindir, ama kişinin, değişmeden kaldığı sonra anlar. Bilinç bu şemada her zaman duyguların ifadesini izler.
için bir biçim olarak incelenebilen bir taş ya da fosil ile hiçbir ben­ O nedenle kişilikler yalnızca insanlar arasındaki öfke, merhamet ya
zerliği yoktur. da güven duygusunun çeşitli hallerinden oluşmakla kalmaz; kişilik
İşte bu noktada kişilik içkin inanç şemasına girer. Geçen yüz­ aynı zamanda kişinin duygularını "tamir" kapasitesidir. Özlem, piş­
yılda her yaşamda somut biçim, yani tamamlanmış bir nesne olarak manlık ve nostalji 19. yüzyıl psikolojisinde özel bir yer tutar. 19.
benlik daha henüz kristalleşmeınişken, kişilik insan yaşamındaki yüzyıl burjuvası gençken, yani gerçekten yaşarken nasıl olduğunu
örtük anlam üzerine düşünme aracı haline geldi. Tıpkı, "aile"nin ta­ hatırlar her zaman. Kişisel özbilinci öteki insanların duygularıyla
rihteki sabit bir biyolojik biçim olduğunu düşünegeldiğimiz gibi, kendi duygularını karşı karşıya getirme çabasından çok, bir zaman-
duygularda, algılarda ve davranışlarda her zaman farklılıklar olma­ lar ne olursa olsunlar, bilinen ve tamamlanmış duygulan kendisinin
sı nedeniyle, kişiliğin insan ilişkilerinin sabit unsuru olduğunu dü­ kim olduğunun bir tanımı olarak alma çabasından ibarettir.
şünmek hfüil kolaydır. Tanrılar yok olunca, duyumların ve algıların Nihayet, modem kişilik belli hir andaki hissetme özgürlüğünü
dolaysızlığı daha büyük önem kazandı; fenomenler, doğrudan de­ "normal" göreneksel hissetmenin bir ilılali gibi gören doğal karak­
neyimler olarak kendi içlerinde ve kendiliklerinden gerçek görün­ ter fikrinden ayrılır: 18. yüzyıl ortalarında toplumsal görenekler
meye ba�ladılar. Ardından insanlar, bu farkları toplumsal varoluşun kendiliğindenliğin karşısına çıkarılıruyordu; Madam Favart' ı "gös­
temeli olarak görebilmek için, birbirleri ile ilgili doğrudan izlenim­ teren" [pointing] kabarık etek giymiş kadın kendiliğindenliğin bir
ler üzerinde giderek daha çok durmaya başladılar. Farklı insanların , biçimini, evinde doğal kadın giysisi içinde de başka bir biçimini
yarattığı bu dolaysız izlenimler onların "kişilikleri" olarak değer­ yansıtıyordu. Bununla birlikte kişiliğin kendiliğindenliği toplumsal
lendiriliyordu. göreneklerin karşısına yerleştirilir ve özgür ruhlu kişilerin sapkın
19. yüzyılda kişilik, doğal karaktere ilişkin Aydınlanma düşün­ görünmesine yol açar. Kendiliğindenlik ve karakterin iradedışı ola­
cesinden başlıca üç yolla ayrıldı: Öncelikle, kişiliğin kişiden kişiye rak açığa vurulması anlam bakımından örtüşüyor, fakat bir yolla
değiştiği görülürken, doğal karakter tüm insanlığın ortak dokusunu kendiliğindenlik, ne başkalarına ne de kişinin kendisine zarar veren
oluşturuyordu. Kişilikler değişir, çünkü duyguların görünüşleri ve güvenli iradedışı hisset!"edir. 19. yüzyıl psikologlan, hastaları gi-
bi kendilerini iradedışı olarak ifade eden sıradan insanların çoğun­ yalog vardır. Bir önceki bölümde kişiliğin kamusal alanda yol açtı­
lukla delii olduklarına inarurlardı ki bu, normal bulmadıkları kendi­ ğı bazı sonuçları kar açısından ele almıştık: pasiflik, bir sır olarak
liğinden hislerden duyulan korkunun bir başka biçimiydi. Aynı il­ insan ilişkileri ve dış görünüşün gizemlileştirilmesi. Yeni sektiler
keyi tersine çevirmek de olanaklıdır. Farklı oluşa ilişkin özbilinç, inanç, duygudaşlık doğuran kamusal alana kendine has bir mantık
ifadenin kendiliğindenliğini engeller. getirdi. Tannnak için, kişi kendi renklerini ve taalıbütlerini dayat­
Dış görünüşlerle yaratılan kişilik en azından kişinin geçmişiyle mamalıdır; bu, kamusal alanda olup biteni anlayabilmek amacıyla
ilişkili özbilinç tarafından kontrol edilir; kendiliğindenlik ise nor­ sessiz kalmak anlamına gelir; bilinlsel araştırınada nesnellik ve
mal-dışılığın kontrolü altındadır. Kişiliğe ilişkin bu yeni niteleme­ gözleme dayalı bir gastronomi anlamına gelir. Dikizcilik, 19. yüz­
lerin tümü geçen yüzyılda toplumu bir kişilikler koleksiyonu olarak yıl sekülerizminin mantıksal tamamlayıcısıydı.
anlayabilmek için kullanılmaya başlandı. Kişiliğin büyük şehrin Sekülerliğin sesini ve onun bu diyalogdaki yerini anlayabilmek
204 kamusal yaşamına girmesi de bu genel bağlamda gerçekleşti.
için, sarurım olanaklı en somut başlangıcı dünyayı bu terinllerle yo­
Kişiliğe ilişkin bu nitelemeler hangi ilkeden doğmuştur? Her rumlayan bir yazarla yapabiliriz. O yüzden Balzac'la başlayalım,
üçüne ait ipucu birincide saklıdır. Kişilik insandan insana değişir, çünl..ii modem şehrin her tür yeni maddi koşuluna duyarlı olan Bal- .
aynı insanda da istikrarsızdır, çünkü dış görünüşlerle itkiler arasın­ zac onları yeni kişilik kodları yoluyla yorumlamaya ça!ışrmştır.
da bir mesafe yoktur; itkiler "iç" benliğin dolaysız ifadeleridir. Ya­
ni kişilik, doğanın kendisi gibi dünyadaki her dış görünüş karşısın­
da aşkın olan doğal karakterin tersine, görünüşlere içkindir. A. BALZAC'JN TOPLUMSAL BİR İLKE OLARAK
KİŞİLİK ANLAYIŞI
Gözle görülebilen her şey birer amblemdir; gördükleriniıf"kendi başlarına
orada duramazlar; aslında orada bile değildirler: Madde yalnızca tinsel "Paris, Balzac'ın romanlarında en canlı şekilde doğrudan anlatıl­
madığı yerlerde ima edilmiştir" diye yazmıştı Henry James. Obur­
olarak ve bir düşünceyi temsil edip ona vücut vermek için· vardır. Dolayı­
sıyla, üzerinde pek durmadığınıız giysilerin tarifsiz bir önemi vardır.
luk, yalıtılmışlık ve şans; bunlar başkentlerin yeni uyarıcıları ve
Thomas Carlyle'ın Sartor Resartus adlı yapıtından alınmış olan Balzac'ın başlıca konularıydı. Balzac için neredeyse bir saplantı
yukarıdaki satırlar peruk ve pouf au sentiment çağında pek bir an­ olan bir merkezden, Paris 'ten çıkıp yayılıyorlardı. Paris servetlerin
lam taşımazdı. Zira Cariyle için giysiler "tarifsiz önem" taşıyordu; yapıldığı ve yok edildiği, yeteneklere açık ve aynı zamanda da ye­
çünkü dünyadaki dış görünüşler birer peçe değil, o giysileri taşıyan teneklerin anlaşılmaz bir biçinlde ihmal edildiği bir yerdi. Girişim­
kişinin sahici benliğine giden yolun rehberiydi." cilik insan ilişkilerinin temel tarzıydı. Sakin yargıların insanı, Sön­
Bir kişiyi gerçekten tanımak, giysiler, konuşma ve davranışlar­ müş Hayaller' deki David gibi Balzac'ın dünyasına girse de, olsa ol­
daki ayrıntılardan ibaret olan en somut düzeyde anlamakla olanak­ sa ancak girişinlci toplumun pasif bir kurbanı olabilirdi. Kibar Fa­
lıydı. Balzac'ın Paris'iııde giysi ve.konuşma tarzları artık benlikten hişeler' den alınan aşağıdaki İnlgeler, Balzac'ın yeni bir maddi dü­
uzak değildi, aksine özel duygulara ilişkin ipuçlarıydı; başka bir zenin mekanı olarak Paris üzerine tipik yaklaşımını gösteriyor:
ifadeyle "benlik", dünyadaki görünüşler karşısında artık aşkın de­
Görüyorsunuz, Paris. farklı :anıtların bağışladığı gelirlerle yaşayan Illi­
ğildi. Kişiliğin temel koşulu işte buydu. noisliler ve Huroı_ılar gibi bir yığın vahşinin fink attığı Yeni Dünya'da bir
Kişiliği toplumsal bir kategori olarak kamusal alana sokan, içsel ormana benziyor. Milyonların avcısısınız, milyonları ele geçirmek için tu­
duygularıı.1 bir rehberi olarak doğrudan görünüşlere, yani kişiliğe zaklardan, hilelerden yararlanıyorsunuz. Kimileri zengin kadın avlar, ki­
duyulan bu sektiler inanç ile sanayi kapitalizmi ekonomisinin kay­
mileriyse miras peşindedir, kimileri vicdan avındadır, kimileri de müşte­
rilerini çaresiz bırakarak :;atış yaparlar. 1-lcybcsini tıka basa doldurup dö­
naşınasıy�ı. Bu iki etken arasında o zamandan beri süregelen bir di- nenler coşkuyh.ı sclaınlanır, ağırlanır ve İlibar görürler.
B u ortamda hayatta kalabilmek için insanın hiçbir bağlantısı, veril­
ama bunun ardında bir başka yanıt gizlenmektedir."
miş hiçbir sözü olmamalıdır:
Balzac için doymak bilmez hareketlilik kültürü ile modem şehir

Yaşamdr� do�ru bir çi �gi tutturduğu. için �endisiyle gurur duyan bir kişi ya� kalıcı yükümlülüklerden, görevlerden, feodal ve geleneksel bağlar-
.
nılmazlıga guvc�en bır budaladır. Ilke dıye bir şey yoktur: Yalnızca olay� dan kurtulmuş insan psişesinin bir ifadesiydi gerçekten de. Şehirde
hır vardır, yasa talan da yoktur, kişisel çıkarlar vardır. ııı küçük rüşvetler, düşüncesiz küçük hainlikler, görünüşte önemsiz
ihmaller ahlaki mutlaklar katma çıkarıldılar: Tüm bunlara karşı ko­
Maddi şartların bu ortamdaki yaşa
mın niteliği üzerine yaptığı etki­
yabilmek için artık kral ya da Tann gibi aşkın ilkeler de yoktu. Şe-
yi dile getirmek için Balzac'm kulla
ndığı imge talih çarkıydı. Bal­
hir insan psikolojisinin tüm olabilirlikleri ile yüz yüzeydi; yani her
zac bu imgeyi, kendi toplumlarını
tasvir etmek için kullanan Röne­
bir sahnenin bir anlamı vardı, çünkü insan iradesi ve isteği dışında
sans yazarlarının dahi kabul etme
yecekleri bir şekilde kullandı.
İnsanlık Komedyası içinde bir- ?
?06 Balzac 'ta talih artık ne tannlann hiçbir ilke onu gerçekleştiremezdi.
-07
insanlarla oynadığı bir oyun, ne
birini izleyen Özel Yaşam Manzaraları, Taşra Yaşamı Manzaraları,
de Makyavelli'nin dine karşı sava
şan "Şans Kadını"ydı. Balzac
Goriot Boba'yı Kral Lear temelinde kurm Paris Ya<amından
'
Manzaralar başlıkları altında Balzac yaşam
.
dön-
uştu, fakat konuyu mo­ -
güsündeki aşamaları betimler ve insanlığın tam olarak qlgunlaştıgı
dem bir şehre taşıyan Balzac, talih
çarkı rıkrini Rönesans asaleti ve
tek yer olarak şehri anlatır. Bağımlılık ve yükümlülük t�mamen or­
haşmetiyle oturduğu tahtından indir
erek skandallar çamurunun, ka­
tadan kalkarken şehirde olgunlaşan nedir? Balzac'ın tıuna yanıtı
ba hesapların ve sahte umutların ortas
ına savurdu. Şans tanrılar ka­
tüm yapıtlarında çizmiş olduğu Paris tablolarının belki de en ünlü­
tından günlük yaşamın ayrıntıları
na inip sekülerleşince, "talih"in
südür:
kendisi de tam bir başarıyla tam
bir yenilgi arasında, çarkın dura
bi­
leceği başka hiçbir ara durum tanım
ayan, bütünsel bir değişim so­ (Paris'tc) gerçek duygular istisnadır, çıkar oyunlarıyla örselenmiş �u me­
runu haline gelir. Işte Gorioı Baba kanik dünyanın çarkları arJ.sında ezilmişlerdir. Bur.ıda erdem yerılır, . ma­
' dan bir pasaj:
sumiyet satılır. Tutkular yerlerini yıkıcı zevklere, günahlar� bıra�ıJtır;
_ bı fiya­
her şey yüceltilir, analiz edilir, alınıp satılır. Bu pazarda her şçyın
Daha dün çarkın tepesinde bir düşes iken ..... şimdi bir tefeciden para dile� :
necek denli düşmüş: Paris'te bir kadın olmak budur işte. tı vardır ve hesaplar yüzler kızarmadan apaçık gün ışığında yapl'lır. insan­
lık yalnızca iki kesimden oluşur: Aldatanlar ve aldatılanlar..... Büyükbab:.�­
Rezillik ve sınırsızlık: Şans buydu lann ölmeleri beklenmektedir; dürüstler enayidir; yüce fikirler ancak bır
artık."'
Balzac'ın kent yaşamının yeni şartla , amaç için var olan ar�\çlardır; din yalnızca yönetmek için gerek! � �ir şey­
. .
rını tasvir etme arzusu bazı dir; dir.ıyct yapmacık bir şeydir; her şey sömürül � r ve satılır; gulunç �.1-
eleştirmenlerin onu suçlamasına
yol açmıştır; tek yanlı ve kötü nıak kendini reklam etmenin ve kapıları açmanın bır yoludur: Gençler yuz
bir
anlatımcı olduğu söyleniyordu. Örne yaşınd:.\dırlar ve yaşlıları hor görürler.J2
ğin Charles Lalo:

İnsanlık Komedyası temel öğeyi; üretimi elinin tersiyle iterken, spekülas­ Böylece, Balzac'ta yolumuz, bir önceki bölümde ortaya atılan daha
yonu, yani teferruatı abartmıştır. .
genel bir soruna çıkıyor ki bu, maddi koşullar t�m�lmde şehrın
.
eleştirilmesidir. Yine de Balzac, bu koşulların bılmcmde olmanın
Tabii ki bu tür eleştiriler ciddiye alman
1ayacak kadar aptalcadır
çünkü hiç kimsenin bir ansiklopedi
da ötesine geçmiştir; onları yeni bir gözle okur. Paris Yaşamından
gibi bilgi aktarması beklene­
mez; ancak yine de önemli bir nokta
Manzaralar'm başlangıç bölümünde Paris'i "canavarların en tatlı­
ya işaret ederler: Neden Balzac
sı" olarak adlandırır; ve gerçekten de, Paris'in her tür dehşetinin
.19. yüzyıl ortalarının Paris'inde istikr
arsızlığı, şansı ve aşın deği­
tadını katar. Balzac'ta, şehri bütün iğrenç ayrıntıları içinde incele­
şimleri bu derece önemsiyordu? Bu
sorunun bariz bir yanıtı Bal­
meye duyulan büyük bir tutku buluruz; okura şehrin ne kadar ber­
zac 'ın şehir düzeninin yeni uyarıcıları
nı tarih sırasına koyduğudur;
bat olduğunu göstermekten aldığı keyfi, bu "tatlı" canavara, Parıs
yaşamına 'duyduğu samimi nefreti ortadan kaldırmayan ama onu !umsa! ilişkilerin her yanında vardır, fakat gizemlidir. Peki nedir
bastıran bir aşkı görürüz. Balzac'ı şehir zihniyetinin büyük bir an­ onu dile getirmenin çaresi? Gözlemci bunu öncelikle ancak ayrıntı­
latım ustası yapan da suçlamaları değil bu ikili bakıştır. B u bakış ları şişirerek ve abartarak simgelere dönüştürmeye güçlü bir ilgi du­
açısının temelinde Balzac'ın, kişiliğin şehirdeki başlıca toplumsal yarak gerçekleştirebilir. Fakat böyle tutkulu bir ilgi de yaşanıın ay­
kategori dlduğuna ilişkin düşüncesi vardı. Bu düşünceyi de dış gö­ rıntılarını psişik simgelerle abartma sürecini tek başına açıklaya­
rünüşlerdeki ayrıntıların analizinden !üretmekteydi. Balzac işte bu maz.
düzlemde çağdaşlarıyla ve onlar adına konuşuyordu. Bu simge yapım sürecini Peter Brooks melodram olarak adlan­
·
Balzac'ın ayrıntılara gösterdiği ilgi onun "konuları" ile değil, dırır; bunun nedeni yalııızca Balzac'ın yaşamı boyunca sahneye

"üslubu" ile ilgili bir mesele gibi görülmüştür hep; şimdi ise, bu duyduğu ilgi ve tiyatro oyunları, senaryolar (ilki Le Negre: Melod­
onun sanatının esası olarak görülüyor. Balzac'ın ayrıntılara bu öl- rame eıı Trois Acıes idi)yazmış olınası değil, onuu ayrıntıları sim­
208 çüde yönelınesi günümüzde ya "romantik gerçekçilik" ya da "me­ gelere dönüştürecek ölçüde abartma yöntemi ile melodram yazarla- 11

lodram" şeklinde yorumlanmaktadır. Bu iki yorum birbiriyle çelişik rının karakterleri biçimlendirme yönteminin aynı olınasıydı. Bu F.
değilse de kimi önemli farklılıkları vardır. Donald Fanger'ın yo­ yöntem davranış ya da duygudaki ayrıntının betiıninde kolaylıkla
rumladığı şekliyle, Balzac'ın romantik realizmi fikrine göre yazar, ve doğrudan başka bir ayrıntıya bağlanabilecek olanı sunınaktı;
kişisel günlük yaşamın ayrıntıları üzerinde yoğunlaşmaktadır; çün­ kendi başına aynntı, göndergesi olmayan işaret, bu türden betimle-
kü yeniden ayrı ayrı ve değişik açılardan ele alındıklarında bunla" . me için ölü sayılır. Okur bir olguyu ancak belli bir tipe dahil olarak,
rın her biri yalnızca bir roman kişisinin karakterini, hatta kişiliğin . bir davranışı da belli bir davranış tipine ait olarak kavramalıdır.

sayısız farklı görünümlerini değil, toplumun bütününün tablosunu · Böylelikle bir melodramdaki kötü adamı, çaresiz genç kızı ve genç

çizen gizi ortaya çıkaracaktır. Toplumun tamamı yaşanıın her bir kurtarıcısını çabucak tanıyabiliriz."
somut ve küçük dışavurumu içinde minyatür halde bulunur; yazar Ancak sahnede bağlantı öyledir ki, bireylerin karakterlerinin an­
ve okurları söz konusu gizi açığa çıkarabilmek için tüm yetenekle­ . cak genel karakter tiplerine uygun olduklarında bir anlamı vardır.
rini zorlamalı, ayrıntılara mantıksal açıdan hak ettiğinin ötesinde Balzac'ın romanlarında ise akış tersinedir. Ayrmtılar ağı öylesine
kendini vererek yaklaşmalıdırlar. Bu büyütme olmaksızın, yaşama örülmüştür ki, genel toplumsal etkenler ancak tekil örneklerde yan­
ilişkin küçük eylemlerin, küçük şeylerin herhangi bir anlamı olma­ kı bulabildiklerinde anlam kazanabilirler. Balzac'ta yöntem, Lu­
yacaktır. İnsan kişiliğindeki ve eylemlerindeki küçük ayrıntılara bu kacs'ın da belirttiği gibi günlük yaşamın sıradan uğraşlarında so'
tür yaklaşımı şu sözlerle en iyi özetleyen George Lukacs 'dır: "Bal­ mutlaşan "toplumsal etkenleri" görmemizi sağlar; bu uğraşlar bir
zac, zamanının tipik karakterlerini dev boyutlarda büyüterek betim­ kez yerleştiklerinde koparılmaları çok güçtür. Balzac'ın sanatı, bizi
lemiştir..... bunlar asla tek tek insanlarla değil, yalııızca toplumsal yalnızca tikel kapitalistlere inandırarak kapitalizme inanmamızın,
etkenlerle ilgili karakterlerdir." Ayrıntılarla ilgilenmek "gerçekçi" belli yerlerde ve zamanlarda şehirde çalışan sanatçılara ilişkin her
bir tutumdur, ona ilişkin güçlü duygular ise bir "romantiğin" duy­ ayrıntıyı göstererek "Paris'teki sanatçıyı" analiz etmemizin yolunu
gularıdır; her ikisi birleştiğinde sonuç, her sahnede her bir kişilik­ açmaktadır. Böylece, toplumsal kategoriler yalnızca onları kişilerin
ten bir bütün olarak şehrin toplumsal düzeni üzerine bir hüküm : yaşamında içkin olarak gördüğümüz zaman inandırıcı sayılırlar.
oluşturmaktır." Herkesi bu yönteme inandırması da Balzac'ı büyük bir sanatçı yap­
·

Demek.ki Balzac 'ın toplumsal bir kategori olarak kişiliğe ilişkin ; mıştır: Toplumsal yaşamın yalnızca bu terimlerle inanılabilir olaca­
fonnülü şöyledir: Kişilik, içkin ve toplumsal yaşanıın her yanında .; ğı beklentisi Balzac'ı yepyeni ve daha genel bir zihniyetin temsil­
olduğu kadar, bir giz, kendi kendini ele vermeyen bir sırdır da. Bal­ cisi kılmaktadır.
zac 'ın formülü Marx'ın madalyonunun öbür yüzüdür: Kişilik top- Gorioı Baba'nın başlangıcında çok ünlü bir sahne vardır. Bu,
Madam Vauquer'in pansiyonundaki yemek odasının ve Madam Va­ ikisi arasına, ikisini birbirine bağlayan "donuk gözlü" kadın ayrın­
uquer'in anlatıldığı bölümdür. Balzac'ın, toplumu küçük ve önem­ tısı sıkışmıştır. Bu küçük deyim, bu tarzda yerleştirilerek karakter­
siz ayrıntılara dayanan psikolojik simgelere dönüştürme yöntemini lerin her biriyle ilişkilendirilmiştir; fiziksel görünüşe ilişkin bu ay­
Mimesis adlı kitabında mükemmel bir şekilde açıklayan Erich Au­ rıntı, iki karakter tipinin birbirleriyle bağlantılı olduklarının tek so­
erbach'ın da bu sahne üzerine ünlü bir yorumu vardır. Tasvir sabah mut "karut"ıdır Meta Söz konusu fiziksel ayrıntıyı bu şekilde ko­
saat yedide odanın ve odaya sahibinden önce giren kedinin anlatı­ yarak, Balzac, benzer olmayanlar arasında bir geçiş olarak onu dil­
mıyla başlar. Ardından Madam Vauquer içeri girer. Yüzündeki her sel bir arılam yanında eğretilemeli bir arılam da kazanmaya zorla­
özellik bir eğretileme ile anlatılır; daha sorua yüzün tamamı farklı mıştır. Kendinden daha büyük bir şeyi göstermesi için şişirilmiştir.
eğretilemelerle yeniden betimlenir. Bunu giysilerinin her bir parça­ Kendini olguları gözlemlemeye adamış olan Balzac onları olgular
sının tam bir tablosunun çizilmesi izler. Sorua daha önce belirtil- iileminden böylesi işlemlerden geçirerek çekip çıkarır. Balzac'ın
;;� miş olan ve her biri karakteriyle ilgili bir özelliği yeniden biraz de­ tüm betimlemeleri gibi bu sahne de, Auerbach'ın deyi�iyle, "oku- fil
ğiştirerek ortaya koyan altı cümle gelir. Auerbach ayrıntılara duyu­ run mimetik tahayyül gücüne, benzer kişilerin ve ortamların oku-
lan bu bıkkınlık veren derin ilgiyi "şeytani" bulur; bu görme, hiç run hıİfızasında yer etıniş hatıra resimlerine yöneltilıniştir." Bu ya­
durmaksızın hissetme tutkusu, bir sabah yemek odasına girmenin o takhane üzerine verdiği ayrıntılarla Balzac bizim "Paris'te bir ya­
sıradan kadın için nasıl bir anlam taşıdığı, ilk göfuntüsü üzerinden takhane" ile ilgili bir şey okuduğumuzu düşünmemizi sağlar. Yine
tüm yaşamının özetinin çıkarılması; bu şeytanilik, Fanger'in söz et­ de bu yatakhane bireysel olanın ötesinde, tipik temsil edici bir ya­
tiği romantik gerçekçiliktir. Gözlemcinin büyük bir tutkuyla en kü­ takhane olarak çizilmemiştir. Onu "benzer kişilerle ve ortamlarla"
çük unsurlara yönelmesidir." ilişkilendiren .tüm dokular, oluştuğu sahneyi kendi iÇinde daha
Ancak Balzac her bir unsuru görebilınemizi tam olarak nasıl önemli kılıyordu. Pansiyon, Paris hapishanesinin tozlu sessizliğini;
sağlamaktadır? Auerbach, Balzac'ın her bir fiziksel ayrıntının daha korsesiyle kötü talihinin kıskacından 1..-ırı tulamayan eviı{ hanımı da
büyük başka bir olguyu ima etınesini sağladığına işaret ediyor; bu­ Madeleine'i çalıştıran kaşarlanmış fahişeyi çağrıştırıyordu. Top­
nu "sa personne explique la pension, cOmrf!e la pension implique sa lumsal dünyada var olan her şeyle doğal bir bağ içinde görünmesi
personne" (pansiyon nasıl kişiliğini anlatıyorsa, kişiliği de pansiyo­ sağlanarak ayrıntı şişiriliyor, şifreyi çözmek ve gizi kaldırmak için
nu açıklıyordu) ifadesinde olduğu gibi doğrudan ya da Balzac'ın bu can alıcı bir olguya gebe bırakılıyordu. Böylelikle görme biçimi do-
ifadeden hemen sonra pansiyonu hapishane ile karşılaştırması gibi ğal olarak gözlemciyi tüm şehri her bir parçasından anlam fışkırı­
çağrışım yoluyla yapıyor. Ya da küçük küçük olgular yan yana ko­ yormuş gibi tek başına bir dünya olan, her bir salınesi sıkıca kav­
nularak konuşturulur: "Örselenmiş, sarkık bedeni odanın ranıp keşfedilıneyi bekleyen bir comedie olarak görmeye sevk edi­
kusan duvarlarıyla uyum içindeydi." Ya da ayrıntılar genel bir tas­ yordu.3r'
vir içine sokularak ansızın taşımadıkları bir anlam kazanmaya itilir­ Şişirme ve aynı anda da minyatürleştirme; toplumun bu yolla ki­
ler: şileştirilmesi iki sonuç doğurur: algılananın istikrarsızlığını ve algı­
layanın pasifliğini.
Madam Vauquer :orluklar içinde yaşamış bütün kadınlar gibidir. Onun, fi­ Balzac'ın yapıtlarında, kostümler tüm görünüşleriyle bireysel
yatı yükseltmek için bir rezalet çıkarmak üzere olan, aynı zamanda da yaz­
kişiliğin mevcudiyetini göstermek için elverişli bir konudur. Kos­
gısını iyileştirecek her şeye hazır olan bir genelev patroniçesinin masum
ifadesiyle bakan donuk gözleri vardır. tümler yalnızca örttükleri kişinin karakterini göstermekle kalmaz;
Balzac'ın karakterleri kostümlerdeki değişiklikler sayesinde yeni
Orta yaşlı, halinden şikayetçi olan bir kadın imgesinin bir anda kişiler olduklarına inanırlar. Tılsımlı Deri'de Rastignac yeni kos­
, memnuniyetsiz bir fahişe imgesini çağrıştırmasını beklemeyiz; bu tümleriyle bir anda "metamorphose" (başkalaşmış) görünür; Sön-
müş Hayaller'de Paris'e henüz gelmiş olan Lucien, bir biçimde moleküle ait stratejik noktadan bütün hakkında konuşmaması bur­
doğru elbiseleri giyebilirse patavatsız davranmayacağını, endişeye juva kozmopolitenliğinin gerçekleşmesiydi. Onu Daumier ile karşı­
kapılmayacağını düşünür; çünkü yeni giysileri onu "güçlü kılacak­ laştırın; Daumier 'nin dayanağı belli bir kültürdü; bir yöreye has şe­
tır". Goriot Baba'da kostüm değişiklikleri bize ahliiki bir yozlaş­ hir proletaryasının kültürüydü. Kişilerinin çoğu "penceresinden
mayı haber veren araçlardır. Tamamında, Madam Vauquer'in yatılı gördüğü insanlardı". Sınıflara bakışı da aynı şekilde sabitti: İşçiyi
pansiyonunun analizinde kullanılan kavrayış ilkeleri izlenerek kos­
güııahkil.r değil, kurban olarak görme eğilinıindeydi. Toplumsal iliş­
tümlerdeki ayrıntıların analiziyle karakterlerdeki değişimler ortaya
kiler zaten bilinirler, yalınzca gösterilmeleri gerekir. Balzac için ise
konmuştur. 37
herkes bir günahkardır. İnsanın zaaflarını tüm çeşitliliğiyle anlaya­
Kostümlerin karakterlerde oluşturduğu değişinıler Balzac'ı bel­
bilınek için, topluma ait bir molekülün davranış biçimini asla top­
lumun geri kalanı için standart almaksızın, şehrin her yanını gez­
li bir temaya götürmüştür: Dış görünüşler maskedir; maskeyi yüzü-
212 ne geçiren kişi ayrı ve istikrarlı bir karakter yanılsaması içindedir,
mek gerekir. Özel bir yaşamı ancak "kendi terimleriyle" anlamak ·

fakat aslında anlık görünüşlere hapsedilıniştir. Bu, onun içinde ya­


mümkündür. Balzac'ın yaklaşımını burjuvanın şehre bakış açısı
şadığı toplum gibi genel bir temaya ilişkin Uıcelikli formülüdür: haline getiren şey, bu köksüzlük, sınırsız görelilik ve taahhüt yok­
İradedışı karakter dışavurumundan duyulan korku. İç karakter ile sunluğudur. Burjuva yazar belli inançlara ilişkin taahhütlerini erte­
görüntülerin dış, anlık ayrıntıları arasında hiçbir engel göremezsi­ ler ve kendini "görme" edimine verir. Tutku ve kendine has bir pa­
niz; bu dış görünüşler değişir, o nedenle sizdeki değişimler sizi in­ siflik: "Gözün bu gastronomisi", ileride de göreceğin1iz gibi, pusu­
ceden inceye süzen herkesin gözü önündedir. Hiçbir örtünme söz lası sanatsal algılamadan şehirdeki toplumsal grupların algılaması­
konusu değildir; her bir maske bir yüzdür. Kişiliğin içkinliği, kişi­ na doğru kayan bir sınıf kültürünü tanımlar.
liğin istikrarsızlığı, kişiliğin iradedışı açığa vurulınası: Döneminin Şimdi B alzac'ı şehirdeki yeni perakende ticaret biçin1i ile yan
bu üçlüsünü Balzac bir hapishane olarak gösteriyordu. Balzac'ın yana koyun; işte karşınızda kaba hatlarıyla 19. yüzyıl ortalarının
yapıtları üzerine o günün genel yorumlarında aslında okurların ca­ kamusal dünyası. Balzac 'ın yazılarında toplum içindeki kişiliğin al­
nını en çok sıkan şey bu örtünme sorunudur sanki. Balzac maskele­ gılanmasının belirli bir yapıya sahip olduğu gösterilir. Toplumsal
rin birer yüz olduklarını söylemekle bam teline basmıştır. ilişkiler kişisel görünüşün ayrıntılarına gömülmüştür; algılanan ki­
Görme eylemine ve bütün olarak şehre bir bağlılık olsa bile, şiliğin istikrarsızlığı, algılayan kişinin köksüz pasifliğiyle ilintilidir.
Balzac 'ta herhangi bir belirli sahneye bağlanma yoktur. Balzac, Perakende ticaret, toplum içinde kişiliğin algılanmasının bir kil.r
"gözün gastronomisi"nden, şehre ait sahneleri gözlemleme aşkın­ aracına nasıl dönüştürüldüğünü gösterir. Balzac'ın dünyasının kök­
dan söz eder. Şehirde molekülden moleküle atlar ama hiç kimse ta­ leri sektiler bir içkin anlam öğretisinde yatmaktadır; satış mağaza­
rafından bir öykücü ya da yorumcu olarak tanırnlanınaz. Şehrin bir
larının kökleriyse kitlesel üretim ve dağıtıma dayanan kapitalizm­
parçasına ait olma noktasından konuşmaz. Bunu yaparken .sanatıy­
dir.
la toplumu psikolojik simgeler biçiminde algılamaktan doğan ikin­
Şimdi, ancak vasat sanatu1 bir çağı temsil edebileceğine inanma­
ci bir sonucu, garip bir pasifliği açığa çıkarır.
nın çok kolay olduğu bir zamanda, dil.hi bir yazarın temsil niteliği
Daha önce sermayenin sınıfsal ve etnik açıdan artan parçalan­
olup olınadığı sorusunun tuzağına düşmeden, yalnızca inanılırlık
masının l:iurjuvazi ve işçiler arasında kozmopolitenlik ,açısından beklentisi ile de olsa, Balzac'ın çağdaşlarının hangi temelde onun
belli bir farklılaşma yarattığını görmüştük. Bir yerden ötekü1e ha­ dünya görüşünü paylaştığını ve hangi temellerde .onunla aynı olan
reket imkfuıı olan burjuvazi iken, daha kısıtlı ekonomik şartları ne­ algılama ve inanma arzularının burjuva izleyiciyi sanatçıdan farklı
deniyle yaşamı belli bir yerle sınırlanan da işçilerdi. Balzac'ın amaçlara yönlendirdiğini sormak uygun olur.
yazarken belli bir sahneye bağlanmaması, yazdıklarında adeta bir
B. K A MUSAL ALANDA KİŞİLİK :
YENİ BEDEN İ MGELE Rİ

Dikiş makinesi 1 825'te yapıldı. Çeşitli Ameri an v.e Avrupa fir­
malarınca üzerinde çalışılmıştı ve sonunda 1 85 1 de Sınger tarafın­
19. yüzyıl ortasındaki yirmi otuz yıl, giyim ve kostüm tarihçilerini
'.
dan patenti alındı. 1 840'1arda kol saatleri �ir ser üretim .malı oldu.
haklı olarak sıkar. Squire'ın bu döneme ilişkin yargısı kısaydı ve la­ B unu 1 820' de bir Amerikalının makinesını gelıştırınesının ardın-
dan '):sapkalar izledi. 19. yüzyıl ortalarına gelindiğinde, şehır · 1erde
net yağdırıyordu: "Kadın giyimi tarihlnin en yavan on yılı 1 840'ta ' . 3')
satılan hemen hemen tüm ayakkabıla r makine yapımıy dı.
başladı. Yavan bir sıradanlık tüm orta sınıf çağının özelliği idi." .
Ka­ üretimdeki bu değişimin Paris ve Londra giysileri üzerindeki et­
dın bedeni bundan daha kaba, erkek giyimi de bundan daha kasvet­
li olmamıştı. Bu durum söz konusu yılların önemini azaltmıyor, kisini, şehirde modayı yaymanın yeni aracından kopuk olar ".°la­ �
ta­
bii. Bu yıllarda kişilik yapılaşmış bir halde kamusal alana girdi. mak güçtür. Yüz yıl önce, Paris'te bir modanın yayılmasının ıki yo-
Bu­
lu vardı: Şehir içinde sokakta ya da halka açık bahçele_'.'de yüz yüze
2 15

. nu, giysiler aracılığıyla, sanayi üretimi güçleriyle iç içe geçerek
gerçekleştirdi. İnsanlar birbirlerinin dış görünüşünü derin

gelmek en etkilisiydi; falanca kontes giymekte oldugu ostiım e- -
. �
bir ciddi­
yetle ele alıyordu; kişilerin karakterini görünüşlerinden anlaya ri manken bebeklere giydirmek de bır başka yoldu. 1857 ye gelın­
ceklerine inanıyorlardı; ama gördükleri, giderek daha homoj
bile­ �
diğinde, bu tamamen değişti. "Moda sayfa arı" . yoluyla .gazetel�r
en ve
tek renk kostümlere bürünmüş kişilerdi. Dış görünüşten yola modayı anında yayıyordu, hem de özgün bıçımıyk tasv� ederek.
çıka­
rak kişiye ilişkin bilgi edinebilmek bu nedenle onun kostüm 1 840'lar, kitlesel olarak dağıtılan ilk büyük gazetelerın çagıydı; ga�
zetelerin tirajı, gerçekten de, pek çok alıcının ne alacağını �ılmesı
lerinin
ayrıntılarında saklı ipuçlarını bulabilmeyi gerektiriyord
u. Bedenin · · artık canlı bir satıcıya gereksinimi olmadığını gösterıyo rdu.
sokakta bu şekilde deşifre olması da salıne ve sokak arasınd ıçın . . . ..
aki köp- 1 9. yüzyılda hfila yapılıyordu, ama ışlevını yıtır-
1rüyü etkiledi. Sokak görünümüne ilişkin inanç kodlar Moda bebekleri
ı salıne üze­
rindeki görünüşlere ilişkin inançtan temelde ayrıld mişti; arkaik nesneler olarak koleksiyonlara katılan ilginç parçalar
ı. B u şekilde,
�ozmopoliten burjuvazi Balzac'ınkiyle kıyaslanabilecek biçimde olmuslardı ve artık elbise satıcıları tarafından kullanılmıyordu. Ma­
görıneye çalışıyordu, fakat onların bakış açısı sanat ve ğazal � a olanlar böylece giyim dünyasında yankısını, bu u.ştu; �
toplum ara­
sında bir kopuşa yol açtı ." satıcı ve alıcı arasındaki aktif ilişki daha pasif ve tek taraflı bır ılış-
Homojen, "tek tip" ya da "kasvetli" gibi terim kiye dönüşmüştü ." . . . ' .
;
1857'de , seri üretim ve gıysılerın yayılması alanlarındak'. b
leri kullanırken
f ikkat tmeliyiz. Yaş ve cinsiyet ayrımı olmak
. � sızın tek tip askeri .
gıysılerıne bürünmüş günümüzün modern Pekin d��" iklikler yüksek moda dünyasına sızmıştı. L. Worth, Parıs te ı
'i ile karşılaştıra­ · - ·1 n
�ak olursanız 1840'ların giysileri kolay kolay "tek tip" ya da moda salonunu bu yıl içinde açmıştı; makine yapımı, sen uretı _e
"kas­ ydı. Günüm üzde Worth gıyım
yetli" görünmeyecektir. 1 950'1erdeki Ame giysilerden yararlanan ilk modacı
rika Birleşik Devletleri ri göze çarpar. 120
�iysileri ile karşılaştırırsanız, alkışlana
cak bir stil vardı ortada. Ama ürünlerinin güzel oluşundan çok teknik kalitde
,..
m ki" e
v o "auzel Çl·
�endinden önceki dönemle, ancien yıl önce de etki yaratmıştı; çünkü vvorth. un :.ev
"

regime ya da romantik çağ ile


carşılaştırılırsa, tek tip ve kasvetli
idi. Çok sayıda yazar tawından zimleri" yeni makinelerin kolayca üretebılecegı kalıplardan oluşu­
ha-
la belirtildiği gibi nötr giyimin, yan
i başkalarından ayrı durmama yordu ve Worth bu makineleri soylu ve arıstokrat patronlarına
a, 18.
:abasının geçerli olduğu bir giyim
stilinin başlangıcıydı bu dönem. zırladlı;:ıl
a kostümler için sınırlı bir ölçüde lo1llan ıyordu
. . ı
. Sonuçt
, gıysı· erın e rt
ı yar atı -
Çağın giyimi ilci soruyu gündeme yüzyılda gerçekleştirilen sadeleştirme işlemı

.

. . getirir. İlki, giyimin nasıl ve ortada n ka tı.


ıçın nötrleştiğiydi. Ikincisi kişiliği cılarından orta sınıf taklitçilere geçmesiyle
nlamada ısrar edilmesiydi. Birinci
nötr dış görünüşlere bakarak
Worth 'ten sonra, böyle sadele ştirınenin mekan ik l
� :lf
".1<
da mo ası
.
sorunun yanıtı giyinme ve ma­ uşlerı arasın­
ıne arasında yeni bir ilişkiyi kapsıyor geçmisti. Yukarı sınıfların ve orta sınıfların dış gorun
du.

daki f klı!ıklar yeni ve daha incelikli bir alana kaydı.
"
1830'1arda ve 1840'larda kadın silueti sıkma bel ve kabarık anlamıyla Danimarkalılara özgü, yetişkinlerinkiyse "Paris moda­
kollarla tanımlanıyordu. Aşırı ince bel ancak vücudu deli gömleği sı"dır. Kötü bir tablo ama olağanüstü bir belge. Sokakta koyu renk
gibi saran bir korse ile olanaklıydı. Burjuva harumefendiler için bu giysiler içinde bir kalabalık var. Kim bunlar? Onların uğraşını, özel
cenderenin çekiciliği, soyluların sıkı korseler ve bol elbiseler giy­ statülerini, geçmişlerini nasıl keşfedebiliriz? Bunu görünüşlere ba­
dikleri geçmiş saray yıllarına ait asaletin tadını hissettirmelerinden karak yapabilmek olanaksız. Hepsi örtünmüş, gizlenmişler.
geliyordu. 1 840'a gelindiğinde, kadın bedeninin yakadan aşağısı Kozmopolit ve taşraya özgü yaşamlar arasındaki fark bu ano­
giysilerle kapatılıyordu ve etekler y_eniden ayak hizasına inmişti." ninılik zevkiyle ilgiliydi. 1840'1arda bu, orta sınıfın kozmopolit
1830'1arda erkek kostümleri romantik giyimin sarkık ve abartılı adabının göstergesi ya da taşradakilerin kentli olma arzusunun işa­
çizgilerini terk etti. 1 840'ta kravatlar süslü görünümlerinden sıyrıl­ retiydi. Söz konusu on yılda, Kıta Avrupasındaki büyük şehirler dı­
dı ve boyuna sıkıca takıldı. Erkek çizgileri bu yirmi yıl içinde sade- . şında yaşayan insanlar, aksine ve başka bir ruh haliyle, "yerli" giy­
216 leşirken giysilerinin renkleri de kasvetli bir hal aldı. Dahası, siyah silerini "Paris stili"ne karşı muhafaza etmekteydiler. Kısmen, mil­
renkte kaba bir kumaş orta ve yukarı sınıf erkeklerinin sokak giyi­ letlere gerekçesini ve haklarını bahşeden halk ve halkın ruhu gibi
minde ve emekçi sınıfın kilise ziyaretleri için "Pazar kıyafeti"nde gelişen fikirlerin etkisiyle Paris ve "yerel" moda arasında bu bilinç­
temel malzeme haline geldi." li olarak çizilmiş sınır doğdu. Halk düşüncesi Herder'in kuşağıyla
Artık elbiseler kalıplara göre makineler tarafından kesiliyordu. başladı ve Herder'in romantik çağdaşları salıneden çekilirken o ha­
Bir beyefendinin ya da harumefendinin terziye diktirecek maddi ıa yaşıyordu; halk hep kırsal ya da köylü olarak kalırken, kozmopo­
gücü olsa bile, çok zengin ya da eksantrik bir tip olınadıkça, dik­ lit şehir ise halk karşıu olarak kaldı.
tirdiği giysileri de bu makine yapırru modellere bağlı kalıyordu. Gi­ Bu yeni yerlicilik [nativism] moda fileminde olağanüstü çelişki­
yimde sıradışılık bu yıllarda giderek yadırganmaya başladı. ler yarattı. Lyon ve Birmingham gazetelerindeki erkek modası çiz­
Aslında burada, François Boucher'in deyimiyle, köklü ve kar­ gilerine bakılacak olursa, her iki ülkede de giyim zevkine ilişkin
maşık bir inancın bir göstergesi olan "beğeni muaınması"yla karşı­ taşra fikirlerinin kozmopolit fikirlerden daha renkli, daha çeşitli ve
laşıyoruz. Kamusal alan içinde insanlar ne göze çarpmayı ne de ilginç olduğu görülür. Kozmopolit, sofistike bir giyim tarzı demek
şüphe çekıneyi istiyorlardı. Neydi bunun nedeni? kişinin dış görünüşünü yumuşatarak göze çarpmamayı öğrenmesi
Moda tarihçileri göze çarpma korkusuna daha çok bildik neden­ demekti.
ler atfetm.işlerdir. Örneğin, Beau Brummell' in etkisinden dem vu­ Buradan basit bir bağlantı kurulabilir. Şehirdeki maddi yükseli­
rurlar. Comte d'Orsay gibi romantikler gösterişli bir şekilde giyinir­ şi veri alırsak, insanların kalabalığa karışarak kendilerini korumak
ken, Brul'.'mell kendini temiz, düzenli ve kusursuz bir biçimde de­ istedikleri söylenebilir. Kitlesel olarak üretilen giysiler onlara kala­
netimli olarak sunuyordu. Tıpkı burjuva hanımefendilerin bedenle­ balığa karışma olanağını verdi. Eğer hikaye burada bitseydi, doğal
rini tarih�.karışmış sarayların bon ton V ardında koşarak perişan et­ olarak makine toplumunun şehir kültürünün ifade araçlarını denet­
meleri gibi, beyefendiler de, Brummell'in 1 8 12'de moda sa!ınesin­ lediği sonucuna varılabilirdi. Eğer bu doğru olsaydı, o zaman tüm
den çekilişinden 30-40 yıl sonra, ağırbaşlı ve kasvetli giysileriyle o eski dostlar-kopuş, yabancılaşma ve benzerleri- tablodaki yerle­
zevk sahibi olduklarını düşünebiliyorlardı." rini alırdı: İnsanlar kendilerini bedenlerinden kopmuş hissedecek­
Fakat bir açıklama olarak bu yeterli değil. Örneğin, yüzyıl orta­ lerdi, çünkü bedenleri makinelerin ifadesiydi; yabancılaşma vardı,
larında ressam A.M.Hounoeus tarafından yapılınış olan ve şehirde, çünkü artık bireyselliklerini dış görünüşleri yoluyla ifade etmiyor­
ki bir sokak kalabalığını canlandıran, Kopenhag Kraliyet Güzel Sa­ lardı, vs. Bu açıklamalar öylesine bildik ki bizi rahatlatıyor; hatanın
natlar Müzesi'ndeki bir tabloyu düşünün. Çocukların giysileri tam nerede olduğunu çok kolay açıklıyor.
* Fr. Yeni moda. {ç.n.) Öte yandan, kopuş tam da öyle giyinen insanlar için söz konusu ·
değildi. İmgeler tekrenklileştikçe, giyinenin kişiliğinin gösterge
leri burada ikinci bir adım daha vardır. İncinmiştir, çürıkü artık bu sını­
olarak daha da ciddiye alındılar. Dış görünüşe ilişkin sıradan
ayrın-: fa girdiği için kendisi giysilerin bir beyefendiye ait olup olmadığı­
tıların dahi kişiliğe has önemli ipuçları taşıdıkları beklent
isi, Bal- . . nı söyleyebilmektedir. Ama arkadaşı bu kuralları bilmediğinden
zac'ın yapıtlarında yakaladığı beklenti ve giderek okurlar
ının ken­ •..
· hiçbir şey dikkatini çekmemiştir. Bu olay tersine de işler. Genç
di yaşamlarında korudukları beklentiydi. Görünüşleri
daha tekdüze adam bir fabrikaya gidip çeşitli işçilerin mevkilerini okuyamaz,
olan kozmopolitenler giyimi psikolojik simgeler olarak
kullanmaya ama arkadaşı bunu anında yapabilir. Demek ki, bu giyim tarzı sos­
taşradaki muhataplarından daha yatkındılar. Kamusal alandak
i ya­ yal bakımdan açıklayıcıdır; ihlal edilebilen bir kodu vardır.
şamlar!nın çelişkisi kendilerini bireysel ilgiden koruma
k istemele­ 1 750'de renkler, amblemler, şapkalar, pantolonlar sokaktaki
riydi ve makineler onlara bu imkanı sağlıyordu; beri
yandan kişisel herkesin bilebildiği sosyal mevkilerin işaretleriydi; bu işaretlerin
duygu durumlarına ilişkin ipuçları bulabilmek için yine
de bu şekil- şaşmaz bir endeksi olmayabilirdi, ama keyfi olsalar da açıktılar.
! 1.8 de gizlenmiş olanların dış görünüşlerini inceliyo . 219
rlardı. Kara kaba 1840'ların bu genç ınsanları yasaların yalnızca sırnna V<UU
••--f o1anla- -
kumaştan bir takım elbise nasıl olur da Marx 'ın deyimiy
le "sosyal ra açık olduğu bir dünyada yaşıyorlardı. Vil.kıf olanların okuduğu
bir hiyeroglif gibi" görünür? Bunun yanıtı, içkin kişilik
fıkirleri ile ipuçları bir tür minyatürleştirme işlemi ile yaratılıyordu.
kamusal alandaki dış görünüşlerin kitlesel üretiminin iç
içe geçtiği­ İşçiliğin ayrıntıları şimdi bir bey ya da hanımın ne kadar "efen­
ni görebilmekte yatar.
di" olduğunu gösterir. Bir paltonun düğmelerinin kapanışı, kumaşın
Sınıf ve cinsiyet burjuvaların kamusal dış görünüşte kişileşti
rdi­ kalitesi, rengi ve tonu önemlidir. Bot ve çizme derileri de başka bir
ği iki olguydu. Yabancılar dış görünüşlerin ayrıntılarını okumak
yo­ göstergedir. Kravatların bağlanma tarzı girift bir iş haline gelmiştir
luyla herhangi bir kişinin ekonomik durumunu bir "beyefe
ndi" ola­ ve bağlananın ne olduğuna bakılmaksızın, nasıl bağlandığı kişinin
rak kişisel durumuna yansıtıp yansıtmadığını belirlemek
istiyordu. emrinde çalışanlar olup olmadığını belli eder. Kol saatlerinin görü­
Yabancıların herhangi bir kadının, görünürde ne denli edepli
olursa nüşü sadeleştirildikçe, anlan takanların toplumsal konumunu ya­
olsun, "hafifmeşrepliğine" ilişkin ipuçları verip vermed
iğini belir­ pınılarında kullanılan malzeme belirtir. Tüm bu ayrıntılarda mesele
lemeye çalışmalarıyla da kamusal alanda cinsel statü kişileşti
rili­ kendinizi incelikli bir biçimde tanıtmaktır; kendisinin bir beyefen­
yordu. Hem "beyefendi" hem de "hafifmeşrep" kadının ardına
giz­ di olduğunu ilan eden kişi belli ki beyefendi değildir." ,
lenen saygın hanımefendi görsel düzeyde ancak kamusa
l fenomen­ Jokey Kulübü'ne gelen bir Rus ziyaretçi ev sahiplerinden centil­
ler kadar anlamlı olabilirdi. Beyefendi ve hafifmeşrep kadının
ka­ meni tanımlamalarını istedi: Bu, miras alınan bir unvan mıydı, bir
musal yaşam dışında, evde tamamen farklı ifadeleri vardı.
Bir be­ kast mı, yoksa bir variyet meselesi miydi? Aldığı yanıt, bir centil­
yefendi evinde, özellikle karısının ihtiyaçlarına ilgili bir
insandı. menin niteliğini, ancak kendisine söylenmeden bunu algılayacak
Dış görünüşü mesele değildi. Bir kadının ailesi içindeki
hafifmeş­ bilgisi olan kişilere belli edeceği şeklindeydi. Densiz biri olan Rus,
repliği, görünüşü ya da giyimiyle değil, davranışlarıyla
algılanabi­ hangi biçimde belli edeceğini sordu. Üyelerden birisi sanki sır ve­
lirdi.
rir gibi, bir beyefendinin giyiminin paltosunun kolundaki düğme-
Bir yabancıyla karşılaştığınızda onun beyefendi olduğunu nasıl lerden tanınabileceğini söyledi. Bir centilmen kol düğmelerini ger­
anlarsınız? 1 840'1ar Paris'inde geçen popüler bir hikaye olan La çekte kapatırdı, ama düğmelerini titizlikle kapalı tutınanın beyefen­
Diorama'da, genç bir adam aniden büyük bir mirasa konar. Hemen dice davranmak olduğunu anladıktan soma ise kollan bu gerçeğe
iyi elbiseler almaya karar verir. Üstüne başına çekidüzen verdikten dikkat çekmesin diye düğmelerini açardı.
sonra yolda ayrıcalıklı zenginliği hor gören cumhuriyetçi bir arka­ Minyatürleştirme küçük burjuvaziye ve çalışan sınıfların üst ke­
daşına rastlar. Arkadaşı ona bakarak onun ansızın zengin olduğunu simlerine kadar uzanmıştı. Şeritli yakalar ! 840'larda bir centilme­
anlayamaz, çünkü giysiler gerçekleri tam olarak göstermez. Ancak nin kullanamayacağı bir sosyal konum göstergesi haline geldi. Bo-
yunbağı gibi giyime ilişkin küçücük parçaların tam anlamıyla temiz •
ki, kaynağı unutulur. Tüm göstergelerin kişisel anlanıları var.dır:
oluşu, bir dükkan sahibinin, henüz tanıştırıldığı kişinin kendilerin­ Gözlerle yapılan küçük jestlerin kişinin iradesi dışında hafıfmeş­
den biri olup olmadığına karar vermesi için yeterli olabilirdi. replik duygularını açığa vurduğuna inanırsanız, bir piyanonun �çık-·
Hafifmeşrep ya da saygın kadın karakterleri de aynı minyatür-· ta kalınış bacaklarını kışkırtıcı bulmanız da aynı ölçüde rasyoneldir.
lqtırme ve şişirme bileşimi sayesinde okunabilirdi. Steven Marcus Körü körüne duyulan bu endişenin kökü cinsel olduğu kadar da
Yiktoryen cinselliği üzerine çalışması olan, Öteki Viktoryenler'de : kültüreldir; daha doğrusu, Viktorya çağı burjuvazisini 18. yüzyılda­
19. yüzyıl ortası fahişelerinin tıbbi ve sosyal tablosunun sıradan ki atalarından daha iffetli hale getiren şey kültürdeki değişimdir. Pi­
saygın kadınlarla olan benzerliklerini özellikle vurguladığını gös­ yano bacaklarını örtmeye kadar giden bu kültürel değişimin kökle­
termiştir. Işte Doktor Acton'ın fiziksel benzerlikler üzerine görüşü: ri de tüm dış görünüşlerin bir şey ifade ettiği, tüm fenomenlerde in-
sani anlamların içkin olduğu nosyonundadır. ,
220 Otuz beş yaşındaki bir fahişeyi, evli ve anne olan ya da moda atölyeleri­ Kişinin böyle bir kültüre karşı tek savunması örtünmekti, bun- 1j
nin aşırı. yo.��n işl�rinde yıllarca didinip durmuş kız kardeşi ile kıyaslar­ dan da kamusal alan içinde görünmeye duyulan o soğuk kadınsı
s�k, fahışclıgın dogasından gelen yıpranmanın aile yükümlülüğünden ile­
n gelen yıpranmaları aştığını çok seyrek görürüz. : . korku doğdu. Işıktan, sokaklardan, kol ve bacakların gösterilınesin­
den sakınmak bedensel görünüşün kuralıydı. Bir yazar bunu şöyl�
Hafifmeşrep kadınlar sokaktaki davranışlarıyla da kendilerini ele anlatıyordu:
vermiyorlardı. Ancak işareti okumasıru bilen bir erkeğin anlayaca­
ğı ısrarlı bir bakış, baygınca bir jest gibi küçük ipuçları verirlerdi.M•
Gençlikleı:ini geride bırakan Viktoryenlerin pek azı aydınlıkta yakından
Bu beiızerlik öteki tarafta da geçerliydi. Benzerlik bu denli çok
görü!Cbilirlerdi. Geceleri gaz lambaları ışığı altında, gün boyunca da ·yarı
kar.ı.nlıkta otururlardı. Karanlıkta soyunurlardı; zengin kadınlar kahvaltıla­
iken saygın bir kadın, bırakın düşmüş bir kadını, hafrfmeşrep bir rını yatakta yapar ve ancak kocaları işe gitmek için evden ayrıldığında
kadından kendini nasıl ayıracaktı? Güya masum ve saf saygın ka­ evin ana salonuna inerlerdi.
dın kendisini yönlendirecek olan bilgiyi nasıl elde edebilecekti? Bu
ikilemden, yanlış ve maksatlı anlaşılma korkusuyla, dış görünüşte­ 1840'lar, kukuletalı başlıkların saygın giyimin bir parçası olarak

kı ayrıntılara dikkat edilmesi ve kendini denetleme gereksinimi yeniden ortaya çıktığı dönemdi; daha sonra ise yüzü tamamen örten

doğdu; h�frfmeşrep olduğuna dair küçük işaretler veren kadın ger­ kalın peçeler orta sınıf giyiminin özelliği haline geldi."
. İnsanların kişilikleri dış görünüşlerinde aranmaya başlayınca,
çekten de�öyleydi belki de, kim bilir?
"Hafifmeşrepliğin" anlaşılmasında minyatürleştirme bizzat be­ sınıf ve cinsiyet olguları endişe edilen sorunlara dönüştü. İçkin ha-
. kikatler dünyası, dış görünüşler ile benlik arasındaki mesafenin ko­
den düzeyinde işliyordu. Gövdenin başlıca organlan kapatıldığın­
dan ve giysiler içindeki kadın bedeni çıplak bir kadın bedeni ile runduğu aııcieıı regime kamusal dünyasından çok daha yoğundur,

benzerlik. taşımadığından, dudakların hafifçe aralanması, tırnakla­ ama buna karşın çok daha büyük sorunlar yumağıdır. Bir kahvede,

rın biçimi gibi çok küçük şeyler cinselliğin işaretleri sayııniaktaydı. tiyatroda, kişinin giyiminde toplumsal mevkiye ilişkin unsurlar öy­

Dahası, kişiyi çevreleyen cansız nesneler ayrıntılarıyla öyle şeyler · lesine belirgindi ki, sahte bile olsalar, toplumsal mevkiye ilişkin

akla getirebilir ki onları gören ya da kullanan insan kişisel oİarak hiçbir soruya gerek olınuyordu. Kişi giysilerinin ilan ettiği kimse

kendinden taviz verdiği hissine kapılabilir. Bazı okurlar büyükba­ olmasa bile, ilan edilen apaçık görünüyordu. Görenek sayesinde,

balarının evindeki piyano bacaklarının örtülerini ya da yemek ma­ . kiminle konuştuğunuz konusundaki endişeniz, bir tür şifre çözme

salarının bacaklarındaki örtüleri hatırlayacaktır; nesnenin, her ne işleminin zorunlu hale geldiği Viktorya çağındakinden daha azdı.

olursa olsun, bacaklarının görünmesi uygunsuz kabul ediliyordu. Dış görunüşün ardında gizlenmiş (ya da gizlenmemiş) olan birey ile

Bu derece ahmakça bir iffet gösterisi zihni öylesine gölgeleyebilir bağ kurabilmenin aracı olarak araştırmacı bir mantık zorunludur.
Belli dış görünüşlere egemen olan kuralları, bir kravatın bağlanış Canan Doyle'un Sherlock Holmes hikayelerinden aşağıdakine ben­
ala­
tarzının "anlamını" ya da topuzlu saça bağlanan bir eşarbın anlamı.- ." zer pasajları (her ne kadar yüzyılın sonlarında olsa da) örnek
'un Baker
nı bilmiyorsanız, sokakta kiminle karşılaştığınız konusunda asla ( lım. "Bir Kimlik Davası"nda genç bir kadın Holınes
emin olamazsınız. Günümüze değin çeşitli şekillerde takıntı haline · sokağındaki dairesinden içeri girer; Holmes kadU)a şöyle bir
bakar

getirmiş olduğumuz olgular için duyulan endişe ve ayrıntılara yö­ ve:


nelik kompulsif ilgi, dış görünüşlerin simgelediği anlamlara karşı
duyulan bu endişeden doğmuştur.
"Miyop gözlerinizle, bu denli daktilo kullanmayı siz de yorucu bulmuyor
musunuz?" der.
Kendini bilinçlendirerek söz konusu görünüşleri denetleme ar­
zusu, kamusal görünüşlere içkin olan bir kişilik koduyla yakından Holmes 'in
· Her zaman olduğu gibi, hem genç kadın hem de Watson,
223
sonra
bağlantılıydı. Oysa davranış ile bilinç arasında, davranışın bilinçten bunu nasıl anlayabildiğine şaşırmışlardır. Kadın gittikten
f. önce gelmesi şeklinde özel bir ilişki vardır. Davranış iradedışı bel­ Watson:
li edilmektedir ve önceden denetlenmesi çok güçtür, çünkü minya,
tür ayrıntıları anlayabilmenin hiçbir açık seçik kuralı yoktur; yal, , ,
"Onun hakkında benim gözüme çarpmayan bunca şeyi nasıl anladınız?"
nızca sırlarına vakıf olanlar için açıktırlar ve ne bir centilınen ola, ,'
diye sorar.
rak davranmanın ne de saygın bir kadın olarak görünmenin istikrar, ,
Holmes'un ünlü yanıtı şöyledir:
lı bir kodu vardır. Modada olduğu gibi cinsellikte de, bir kez "her- ·
hangi biri" belli koşullar dizisini hiçe sayarsa artık onlar anlamsız­ ''Gözüme çıtrpmayan değil, dikkat etmediğim demelisin, Watson. Nereye
laşır. O zaman bir dizi yeni ipucu, yeni kod doğar; kişiliğin gizem- ;' bakacağını bilmediğin için önemli olan herbirşeyisürüatladın. Kol ağızlarının
lileştirilmesi mağazalardaki yeni malların gizemlileştirilmesi gibi ';
önemini, basparmak tırnaklarının ima ettiği fark §eyi ya da bir ayakka­
bı bağının � cundan sarkan önemli konulan etmeni hiçbir z�man
sürüp gider. Bu nedenle bilinç geçmişe dönük etkinlik, yaşannuş
sağlayamun1.·..ı�
olanın denetimi, G.M.S.Young'ın deyimiyle "hazırlamak"tan çok ,
onun karakterize
"çözmek" edimi haline gelir. Eğer karakter şimdiki zamanda irade- ' Bu cümle kolayca Balzac'ın da düsturu olabilirdi;
ayrıntıların çözümlen­
dışı olarak açığa vuruluyorsa, bunu denetlemek ancak onu geçmiş etme yöntemi de dış görünüşe ilişkin tek tek
e ulaşılmasına da­
zanıanda görmekle olanaklıdır. mesine, ayrıntıdan insanın bütününe ait bir imgey
n da anlaşılacağı
Bir nostalji tarihi hala yazılmamıştır, anıa bilinçle davranış ara­ , yanıyordu. Gerçekten de, o ünlü bastonlarında
,sındaki bu geçmiş zaman ilişkisi 1 8 . ve 19. yüzyıl otobiyografileri ini kendi üzerin de de cjeneınişti.
gibi, mercek altına yatırma yöntem
'
arasındaki can alıcı bir farkı açıklamaktadır. Lord Hervey'inki gibi Örneğin Madam Hanska'ya şöyle yazıyordu:
1 8 . yüzyıl anılarında, geçmiş nostaljik bir şekilde masumiyet ve te�
Son bastonumun Paris'teki b:.ıŞarısını tahmin edemezsin. Avrtipa'da yeni
vazu çağı olarak hatırlanır. 19. yüzyıl anı kitaplarında iki yeni öğe bir moda açacak neredeyse. Napoli ve Roma'da ondan söz ediliyor. Bütün
eklenir. Geçmişte kişi "gerçekten yaşar" ve eğer geçmişi anlayabi­ şık züppeler kıskançlıktan çatlıyor.
lirse şu anki yaşamındaki karmaşa azalabilir. Bu, geçmişe bakarak
Buna benzer ifadelerde ne yazık ki herhangi bir ironi yoktu."
ulaşılan hakikattir. Modem gençlik tapınması gibi psikahalitik tera'.
Yine de, Conaıi. Doyle'un romanı ile Balzac'ın, Flaubert'in ve
pi de bu Viktorya tarzı nostalji anlayışından doğar.
Thackeray 'ın eth�lojisi arasındaki fark, dış görünüşlerden yola çı­
Daha iç açıcı bir yaklaşımla, 1 9 . yüzyılda hem Paris hem de
karak karakterleri okuma biliminin ikinci gruptaki bu "ciddi yazar­
Londra'da polisiye ve gerilim romanları yaygın bir tür oldu. Dedek­
ların" hepsinde de okuma eyleminden duyulan endişenin betimlen­
tiflik, sokakta olup bitenleri anlamak için her kadın ve her erkeğin
mesiyle iç içe geçirilmesidir. İkinci gruptaki yazarlar Canan Doyle
yapması gereken şeydi. Örneğin, bizleri çocuklar gibi eğlendiren
gibi neşeyle yansıtmıyorlardı bu okumayı; aksine, karakterlerinin
dan ileri sürüldüğü üzere giysilerin felsefesi tam bir saçmalık, koca
büyük gaflar yapmalarına, alçalmalarına, itibarlarının zedelenmesı­
bir abartma, soyut bir göıüş olacaktır. Ama birinci kitabın sekizin­
ne yol açan tehlikelere, yanlışlara düşebileceklerini gösteriyorlardı.
ci bölümüne gelindiğinde bu düşünce çok daha güçlü bir biçime bü­
Sokakta fark edilmekten sakınarak yaşayan insanlar, Thacke­
rünür. Profesöre göre insanlar giysileri küçümseyerek, onlara güle­
ray' ın çok güzel ifade ettiği gibi, "şehirden bir Allah'ın kuluna bile
rek ve dış görünüşü ciddiye almayarak,
nasip olmaması gereken bir bilgiyi sorgulayıcı gözlerden esirgeme­
ye çalışıyorlardı." Onlarınki kısık lambaların, kapüşonların, kapalı en açık seçik gerçeklere gözlerini kaparlar; ahmaklık ve unutuşun hareket­
arabalar içinde seyahatin dünyasıydı. Gerçekten de, makinelerce sizliğiyle harikaların ve terörün ortasında içleri rahat yaşarlar.
üretilen gizemlileştirmenin ötesinde, dış görünüşün karakterin gös­
Eğer giysiler içsel durumların göstergeleriyse, insanlar neyi göre­
tergesi olduğu inancı insanları münıkün olduğu ölçüde gizemli ve
224 cektir?
az kırılgan olmak için kendilerini göstermemeye iti yordu. 225
Kamusal göıünüşlerde kişiliğin bir payı olduğuna ilişkin bu ye, Kendi adıma, giysiler hakkındaki bu değerlendirmelerin yüreğimizin FJS
ni anlayışın teorisini, geçtiğimiz yüzyılı aşıp günümüze kadar gel­ derinliklerine işleyerek, bize nasıl biçim verip nasıl demoralize ettiğini dü­ta
miş büyük ve güçlü yapıtlardan olduğu kadar, daha popüler yapıt­
şündüğümde, kendim ve insanlık için belli bir korkuya kapılıyorum .
lardan ve bugün artık anlamsız görünen frenoloji gibi popüler pra­
Demek ki giysiler bizdeki bozu!ınayı gösterir; ama Cariyle bir adım
tiklerden de çıkarabiliriz.
daha atar. Bozma gücü aslında kendilerindedir. Yalnızca "şeffaf'
19. yüzyıl ortalarında, "etholoji" sözcüğü, gelişkin bir düzeyde,
kıldıkları şeyler yüzünden değil, aynı zamanda yıkıcı toplumsal ko­
J.S.Mill ve öteki yazarlar tarafından, günümüzde biyologların kul­
şullarda yanlış bir dış görünüşün sizin kötü bir adam ya da kadın ol­
landıiiı
0 o
rribi hayvan davranışından yola çıkılarak hayvan genetiği-
_,
manıza yol açabilmesi yüzünden dış görünüşler çok önemlidir."
nin incelennıesi anlamında değil, "insani görünüşlerden yola çıkıla-
· Sartor Resartus'un sonuna gelindiğinde, Cariyle tutarlı bir top­
rak insan karakterini inceleme bilimi" anlamında kullanılıyordu.
lumsal eleştiri oluşturmuştur: Eğer erkekler ve kadınlar yalnızca
Bu çerçevçde giyimin anlamı Carlyle'ın, giysi "felsefesi"yle ilgili
birbirlerine, gerçekten birbirlerinin dış görünüşlerine bakarlarsa,
ilk kitap sayılabilecek Sartor Resartus adlı yapıtının konusuydu. toplumsal koşulları dönüştürmeyi düşünmeye zorlanacaklardır.
Sartoı· Resarws karmaşık, iğneleyici bir hicivdir: Cariyle, Teufelsd­ Gördüklerinden dehşete düşeceklerdir. Carlyle'ın kitapçığı, her bü­
röckh adında bir profesör yaratır; onun editörü gibi davrarur. Profe­
yük ironi gibi, son bölümünde ironik o!ınaktan çıkmıştır: Erkekler
sör kaba idealist felsefenin her türüyle ilintili tumturaklı konuşma­
ve kadınlar gönüllü olarak kör olmakla kalmayıp görüntünün ken­
lar yapar. Okur bir kez ona gülıneye hazır hale gelince, Cariyle or­
disi de ahlaki bir suçlamada bulunabilecek güçtedir; toplumun tüm
tak kamusal inancı oluşturan, örneğin düzen ve istikrarın erdemi, hastalıkları görünür haldedir.
saygı ve sevginin önemi gibi meseleleri adım adım açıklamaya gi­
· Philip Rosenberg Sartoı· Resartus'u bir türjeu d' espriı, ama mo­
rişir. Böylelikle okur kendine gülecektir. Aynca, Teufelsdröckh gi­ rali fena halde bozuk bir insanın jeu d' esprit'si olarak adlandınr.
derek deli saçması olınayan ciddi şeyler de söylemeye başlar. Bun­ Kitap, Carlyle'ın yaşamında kendinden ve her insanın taşıdığı ben­
lar kendisinin kamusal ritüel ile lekelenmemiş bir agnostisizme lik yükünden umutsuzluğa kapıldığı bir döneminde ortaya çıkmış­
duyduğu inanç gibi radikal fıkirlerdir. Okur Teufelsdröckh 'te ken­ tı; insanın içindeki arzu ağının kin dolu karanlık bir anı şimdi
_
artık
dini görmeye başlayınca aynı zamanda da karşısında felsefi bır ra­ sergiledikleri görünüşlerde son derece şeffaf ve içkin hale gelir.
dikale dönüşen yeni bir Teufelsdröckh bulur. Giysilerin, seyredilmesi katlanı!ınaz olan bir benliği açığa çıkarma­
Bu, bedene ait giysilerin ve imgelerin merkezi bir rol oynadığı, sı; Cariyle işte bu uçurum hakkında ancak ironi yardımıyla yazabi­
karmaşık bir ikna oyunudur. Kitabın başında Teufelsdröckh tarafın-
lirdi."
Bununla beraber, insanın karakterini fiziksel dış görünüşten !emek değildir. Aksine, "keder" duyulduğu zaman, organizma his­
okuma şeklindeki aynı yöntem, bilimsel araştırmaya dayalı cidd' '· settiklerini düşen gözkapaklarıyla ifade eder. Öyle ise "duygu" ne­
anlatımıyla Carlyle'ın karanlık benliğindeki giz perdesini kaldırmai ''ctir ve niçin kendini bu tür fiziksel terimlerle ifade eder?"
yı amaçlayan çok daha farklı bir kitapla, Charles Darwin'in İnsan Bu soruyu yanıtlamak için Darwin konuya daha da fiziksel yak­
ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi kitabıyla yeniden dile getiril;, . Iaşır. Yüz üzerinde, kaşlar çatıldığında ağzın kenarlarını da birlikte
miş oldu. Darwin hayvanların duyguları da kapsayan bir yaşamı ole' ' çökerten bir dizi "keder kası" betimler."
duğunu, insanlarda ve hayvanlarda duyguları ifade araçlarının ben• Bu kaslara ilişkin olarak Darwin'in iki iddiası vardır: öncelikle,
zer olduğunu ve bu benzerliğin nedenlerinin de ancak evrim ile/ bu kaslar gözleri etkileyen bir fiziksel acıya karşı kendilerini koru-
açıklanabileceğini göstermek istiyordu. İnsan duygularının hayvan7 · ·,, ınaya çalışan tüm genç canlılarda gelişmektedirler; ikincisi, büyük
!ardaki fizyolojik kökenlerini göstererek evrim analizini "değerle; aktörler tarafından kullanıldıkları nadir arılar dışında bu kaslar is­
��� rin ve bağlılıkların" evrimi alanına çekebilıneyi umuyordu." temdışı devreye girerler. Darwin'in ilk iddiası evrim teorisi açısın- l.Zl
Darwin'in yapıtında kullandığı bilimsel yöntemde dış görünüşe, . dan anlamlıdır. "Yüksek" bir yaşam biçimi farklı ortamlardaki da-
ilişkin yeni kodlar su yüzüne çıkar. Bu bilimsel yöntem etholojinin; • .. 'ha alt yaşam biçimlerine hizmet eden anatomik özellikleri yapısın-
yani, fiziksel dış görünüşe bakılarak karakterin anlaşılmasının uy-• da taşıyacaktır; organizma bu özellikleri kullanmaya devam ederse,
gulanmasını en ileri noktaya taşıdı. Darwin beden üzerinde yoğun: · onları çoğunlukla alt düzey organizmada ilk kez ortaya çıkışlarına
!aştı. Bedenin dış yüzünde duygusal bir durumla ilişkili bir görünüş · göre anlam ifade etmeyen amaçlar için kullanacaktır. Böylece atlar
oluşturan organlar, kaslar ve refleksler nelerdir? İnsanlar üzüldük' doğal ayıklanma yoluyla, gözlerini aşın güneşten korumak amacıy-
!erinde niçin ağlarlar, derin derin düşünürken kaşlar niçin çatılır, la "keder kasları" geliştirmişlerdir; bu kaslar yüksek evrim düzey­
mutlu olunca yüz kasları yayılırken, kederli olunca niçin aşağı sar- . lerinde de varlığını sürdürmüştür, çünkü yeni çevre koşullarında da
karlar? Tüm bunlar Diderot'nun aktörünün kendine sorduğu soru"c aynı fizyolojik yanıt geçerliydi. Darwin kederi kişinin varoluşunu
!ardır; Darwin ise bu ifadeyi yüksek sanat alanından çıkararak söz kaplayan bir ışık seli şeklinde anlıyordu. Ona göre bu Sofokles tar-
konusu aktörün tutarlı bir biçimde yeniden _üretmeye çabalayacağı .. zı bir eğretileme değildi; yüzeydeki görünüşlerin açıklanması yön­
doğal biçimini göstermiştir. temi, çok fazla acıya boğulma ve kahrolma duygusu için tam ve bi­
Kitabın yedinci bölümünde yaptığı keder analizinde Darwin limsel olarak ulaşılan bir başlangıç noktası sağlıyordu. ·Bir kişinin
yöntemi çarpıcı bir şekilde örneklendirir. Şu sorunu ortaya koyarak ' yüzündeki kahrolınuşluk ifadesini okuyabilınesi, eskiden gözleri
başlar: Acısı "bir şekilde yatışmış olsa da henüz dinmemiş" bir ki­ çok fazla ışığa maruz kalmış ve buna karşı anatomik bir savunma
'
şinin kederli olduğunu nasıl anlarız? Soruyu ilk elde bu kontrollü sistemi oluşturmuş bir hayvanın yaşamış olınası sayesinde mümkün
kederi doğuran etkenleri -aile içinde bir ölüm, ya da işten çıkarıl­ olur.55
nıa vb.- sınıflandırarak yanıtlamaz. Zoraki aylaklıkla ya da ölüm Bu yöntemin ilk ilkesinden ikincisi ortaya çıkar: Eğer bir duy­
sorunuyla uğraşan bir insanın toplumsal davranışını açıklamaya da gunun anatomik mantığını tespit edersek, bu duygunun gerçekten
çalışmaz. Bu olgu, aşağıdaki gibi ele alınır: yaşanması halinde niçin iradedışı bir görünüş ortaya çıkardığını an­
larız. Geçmişe bakarak, 19. yüzyılda insanların sığındıkları evler
.....dolaşım ağırlaşır, yüz solgunlaşır. kaslar gevşer, gözkapaklan düşer; dışında birbirleriyle karşılaşmaktan duydukları derin korkuyu kav­
baş sıkışan göğüse eğilir; alt çene kendi ağırlığıyla tamamen a�ağı sarkar.
Böylece tüm yüz hatları uzar; ve kötü haberler alan kişinin yüzünün "çök­ ramak kadar duyguların bu iradedışı görünüşleri de Darwin için.son
tüğü" söylenir. derece önemliydi. Argümanı sonuçlandırırken, iradedışı ifade görü­
şünü en etkili tarzda açıklar:
Darwin'in yaptığı, kederi gözkapaklarının düşmesiyle basitçe eşit-
az
..... bireyler tarafından ancak sayıda ifade hareketi..... öğrenilmiştir..... İradedışı dışavuruın ilkesi doğruysa şayet, kadınların böylesine
ifade hareketlerinin büyük çoğunluğu ve en önemlileri. gördüğümüz gibi, sarınıp sarınalandıktan soma bile kamusal alan içinde kendilerini
doğuştandır ya da mira-; alınmıştır; bireyin iradesine bağlı oldukları söyle­ gös.ternıekten ürkmeleri neden şaşırtıcı olsun ki? Herkes kendini
nemez.
ötekilerin bakışlarından koruyordu, çünkü derinlerdeki duygularla
Keder kaslarına gelince; Darwin bu kasları iradi olarak kullanabi­ ilintili sırlarının bir bakışta anlaşılınası tehlikesi vardı.
'
lenlerde bile, bu gücün genellikle miras alınmış olduğunu, bu tür Günümüzde hissetmemeye çalışan bir kişi hasta o!ınaya aday

denetim yetisinin kuşaktan kuşağa geçtiği bir aktörler ailesini ör­ görünür. Yüz yıl önce, belki de tüm bir sınıfı oluşturan insanlar .salt

nekleyerek vurgular." itkilerini ihmal etıne ya da bastırma çabası yüzünden bir psişik fe­

İnsan, ifade güçlerini alt evrimsel biçimlerden miras aldığı ölçü­ laketin kucağına düşmüştü. Ama bunu yapma nedenleri mantıklıy­

de duygularını göstermekten kendini alamaz. Uygun koşullarda ke- dı. Bu onların kamusal ve özel yaşam karmaşasıyla baş edebilme
228 tarzıydı. Bir duygu bir kez açıkça hissedilince yabancı kişilere bile:
der kasları, gözyaşı kanalları ve parmak kasları gibi, kişinin deneti­
mi dışında çalışacaktır. Darwin duygunun kaynağını ortaya çıkar­ iradedışı olarak gösteriliyorsa, o halde kendini korumanın tek yolu

mayı ve başkaları tarafından keşfedilmeye son derece duyarlı bir· ·­


hissetmekten vazgeçmektir, özellikle de cinsel duygulan bastır- '

insan imgesi yaratabilmeyi başannıştı. Kadın ya da erkek gerçekten maktır. Bedenin giyim yoluyla fiziksel anlamda deformasyonu da

duygulandığında, bu duygu kendini kişinin denetim gücünün öte­ aynı koşulların ürünüdür: Beden doğal halinden çıkarıldığında artık

sinde gösterecektir. Bu çok önemli anatomik psikoloji yapıtında, konuşamaz; kişi doğanın izlerini tamamen silerse, başkalarının gö­

dış görünüşler karakter durumlarının kesin göstergeleri olmuştur. zünde incinebilir olmaktan kurtulur. Viktorya tarzı iffet belki de

Darwin, insanın elinden, izlenimi ifadeden belli bir uzaklıkta tutma "tutkunun yadsınması adını alınış irrasyonel bir tutkuydu" (Lytton
_
gücüne sallip olduğu duygusunu almıştır. Strachey), belki de "başkalarının bastırılınasının kendini bastırarak

Darw\n'in yapıtı, evrim ilkeleri aracılığıyla duygulara ilişkin tamarnlanışıydı" (Bakunin); bu ayrıca, basit bir başkalarından ko-

yorumu· l?akımından değil, dış görünüşleri tarihin, karakterin ve all­ . 'ruruna çabasıydı; kamusal yaşamın yeni psikolojik anlamı ışığında

laki eğilimlerin göstergeleri olarak kullanmış olması bakımından gerekli olduğu düşünülen bir korunma.

çağının tjpik temsilcisidir. Tıp okullarında, suç eğiliminin kafatası · Benlikle aralarında birer mesafe olan dış görünüşlerin bu neden­

biçimiyle saptandığı Bertillon ölçümleri gibi "bilimlerde" de bu le bizleri, dış görünüşleri ve faili değil, fiili övmeye ya da yermeye

yöntem kullanıldı. Genç ·Sigmund Freud'un alanı olan frenoloji, alıştırması gerektiğine inanan Fielding'in yaklaşımından çok fark­

mantık olarak yalnızca Bertillon ölçümlerinin kafatasının içine uy' ·: lıydı bu. Carlyle'ın okurları, Darwin'in evrim teorisini kabullen­

gulanrı<asıydı: 1890'da doğal cinsel tutkunun sağ ön lopta yoğun' mek zorunda kalmayı istemedikleri gibi onun etkisiyle radikalleş­

!aştığı, öfkenin ise medulla tabanının ortasında olduğu düşünülü­ meyi de istemiyorlardı, ama bu büyük yazarların kullandığı yönte­

yordu. Hatta Freud başlangıçta id, ego ve süper egonun beynin ay­ min popüler yansımaları tıp, kriminoloji ve giyimin yanı sıra cin­

n bölümlerinde yer aldığını düşünüyordu. Beden yüzeyinde karak­ , sellik konusundaki dini vaazlarda görülüyordu.
terin, iradedışı olarak kendini göstereceği fikri en iyi ifadesini 19�­
yüzyıl ortalarının cinsel tallayyülünde bulmuştu. Yozlaşma ve za­
yıflığı.il göstergesi olan erkek mastürbasyonunun, mastürbasyonda
C. SAHNE, SOKAÔIN ARTIK ANLATMAD!Ôl
BİR HAKİKATİ DİLE GETİRİR
kullanılan elin avucunda istemdışı tüylenmeye; kadın mastürbasyo­
nunun ise aksine, pubis kıllarının dökülınesine yol açtığı düşünülü­
Kişiliğin kamusal alana tecavüzü, sahne ve sokağın düşünce kodla­
yordu.
rı arasında uzanan köprüyü kökten değiştirdi. 1830'1arın sonlarında
kamusal tercih, oyuncuların sahnedeki görilnüşlerinin sokaktaki et­ rakterleri sergiliyordu. New York'taki Uygulamalı Sanatlar Lincoln
holojik muhakemelerin hiçbirine konu olmamasından yanaydı Merkez Kütüphanesi drama koleksiyonu ise aksine, Th6atre de la
. Ka­
mu, en azından sanatta, herhangi bir kişiye bakarak kolayca Portre St. Martin'den kostümler ve onun 19. yüzyıl ortalarındaki
onun
kim olduğunu söyleyebilmeyi talep etmeye başlamıştı. prodüksiyonlarından oluşan sıradışı bir koleksiyondur. 1 3 1. ve 132.
Sahnede
inanılırlık ve gerçek görtınüşlere ilişkin bu istek öncelikle
tarihsel. gravürler, mitolojik bir oyun olan Balıklar Kr allığı 'nda karakterle­
kostümlerin aslına uygun oLması talebiyle yüzeye çıktı. rin Zefır ve Eros 'tan yüz yıl sorıra nasıl giyindiklerini gösterir.'"
1830'larda sahnedeki karakterlerin tam olarak doğru kostüml Bir balığı temsil eden her oyuncu genel olarak "balık" değil,
er
içinde ol.malan ve oyunun ait olduğu dönemi olduğu gibi yansıtm özel olarak belli türde bir balığın kafasını canlandıran bir maske ta­

sı için, çoğunlukla beceriksizce olsa bile tutl..-ulu bir çaba gösteril kıyordu. Bir kadın levrek balığı, bir erkek oyuncu da kılıçbalığıydı

yordu. Bu çaba genelde yeni sayılmazdı. Sahnelere aslına vb. Dahası, kostümler pullu bir deri ile kaplanmıştı, öyle ki karşı­
uygun
Q_ köylü kılığında çıkan ve 1761 'de gerçekten Türkiye' den ithal edil­ nızdakinin balıkları canlandıran fantastik bir tip değil, gerçekten
23 1
miş kostümler içinde bir Türk prensesini canlandıran Madam Fa­ balık olduğunu düşünüyordunuz. Gravürlerin merkezinde yer alan
vart zamanından beri hem Londra hem de Paris sahnelerinde balıklar kralı bir taç giymişti. Tacın tepesinde bir kuyruk vardı ve
aynı
eğilim söz konusuydu. Fakat 1830'larda ve daha sonraki 20-30 bu kuyruğun şekli kafası kralın başına geçirdiği maskeye temcl
yıl
içinde tarihselcilik daha önce sahip olmadığı bir güce kavuşmu olan gerçek balığın kuyruğu ile aynıydı.'"
ştu.
Kamusal al.an, tiyatronun "zorunlu yanılsama"sını -Moyr Aynı koleksiyonda, 1830 ve 1 840'ların Mercier'nin eserlerinden
Smith'in
ileride uzun uzadıya üstünde duracağımız bir deyimidir bu- hareketle sahneye konan popüler melodramı Paris' in Sırları 'nda
yarat­
mak için aslına tam uygunluk istiyordu ." giyilmiş kostümlerin resimleri de vardı. Paris' in Sırlarz'ndaki ka­
Ünlü bir 18. yüzyıl aktörünün oğlu olan Charles Kean'in rakterler dışarıdan bakan burjuvaların kolay kolay anlayamadığı
19.
yüzyıl ortalarında Shakespeare'i nasıl sahneye koyduğuna a�ağı sınıfa ait muammalar olarak sunuluyorlardı; kostümlerde or­
bakalım.
Macbeth ( 1 853), Vll!. Henry ( 1854), fil. Richard ( 1854) ve Kış ta sınıf ve işçi sınıfını carılandırabilmek için özenli bir çaba görillü­
Masalı ( 1 856) oyunlarında hem kostüm hem de sahneye konan ça­ yordu. 1 8 . yüzyıl ortası tiyatrosunun güzel hizmetçilerden ve "cıvıl
ğın dekoru bakımından tam bir yeniden kurma çabasına girilmiş cıvıl köy manzaralarından" çok uzaklardayız. Edith Dabney'in tari­
ti.
Her y�niden kurma için aylar süren araştırmalar yapıLmı hi kostümler koleksiyonu ve Lincoln Merkezi arşivleri, tam aksine,
ştı ve Ox­
ford Universitesi'nden bir hocanın da desteği alınmıştı. Hoca, orta sınıf kadınlarının sahne için hazırlanmış giysilerini hiç değiş­
bu
"soytarı işinde" adının gizli tutuLması kaydıyla Kean'in tirmeksizin ve tiyatroya uyarlanmaksızın sergiler. SaJ\nede gördü­
ödediği
dolgun ücrete razı olmuştu. ili. Richard oyununun afişinde ğünüz, gerçek kişinin kopyası gibidir. Sahne jestleri de; aynı mantı-
Kean
izleyicileri James Laver'in sözleriyle, şöyle uyarmıştı: "Oyunu . ğı izliyordu: Beden "gerçek yaşam"da yapıldığı gibi hareket ettiril­
o
zamana değin sahnelenenlerden son derece farklı bir tarihsel meliydi; melodramda bile aktöriln rolü gereği melodr\lffiatik hare­
çağın
anlatılmasına fırsat verdiği için seçmişti. Danışman tarihçilerin ketler yapması zevksizlik olarak görülüyordu !850'lerde."
ad­
larını belirtiyordu .....ve..... tüm ayrıntıların şüphe götürme Carlos Fischer gibi eleştirmenler kostümlerde gerçeğe uygunluk
z sahici­
liğine kefildi."" tutkusunu oyunların sahnelenmesinde özgürlüğün ve düş gücünün
Bu tarihselciliği kendi başına bir kostüm tarihi vakası şeklinde düşmanı görürler, ama biz şu an için estetik yargılan bir tarafa bı­
yorumlamak doğru olmaz. Alegorik ya da mitolojik oyunlar
ın kos­ rakacağız. Sahne ışıklarının bir yanında şöyle bir dışarıdan bakarak
tümlerinde de aynı ısrarla inandırıcı görünüşler aranır ol.muştu
. Le kim olduklarını "bilemeyeceğiniz" giysilere bürünmüş erkek ve ka­
C,ompte'ın 18. yüzyıl kostümleri koleksiyonu, hareket
siz beden dınlar vardı. Ama bu insanlar, mahrem "bilginin" giysilerde saklı
üzerine asılan kumaşlarla bezenmiş Zefır ve Eros gibi mitoloji
k ka- olduğuna inanıyordu. Bu insanların tiyatroda bulmaya çalıştıkları
şey ise gördükleri insanların hakiki olduğundan gerçekten kesin ic D. K İ ŞİLİK YE ÖZEL AİLE
emin olunabilecek bir dünya idi. Oyuncular gerçekten oynadıkları
rolü temsil ediyorlardı. Hiçbir hile söz konusu değildi, terslik çıka­ Kitabın giriş bölümünde hazırlık aşamasının, önceki çalışmalarım:
racak bir indirgeme eylemi görülmüyordu. Sokağın tersine, tiyatro� ilişkirı bazı sorunların su yüzüne çıkmasına yardımcı olduğunu be
da yaşan1 gizlenmiyordu; olduğu gibiydi. lirtmiştim. Bunlardan birini şimdi vurgulamak gerekiyor. Bu sorun
Bu ilginç bir durumdu. Richard Southern gibi tiyatro tarihçileri kamusal yaşam ve onun getirdiği hoşnutsuzluğun antitezi olaral
l 9. yüzyıl ortasından "yanılsama çağı" diye söz ederler. Fakat ya­ görülen 19. yüzyıl kurumu, istikrarlı burjuva ailesindeki değişinllı
nılsama dünyasında kesinlik vardı. Kozmopolit şehir fiziksel görü­ ilgili.
nüşün kesinlik taşımadığı bir dünya idi. Yani, yanılsama ortamında, 19. yüzyılda şehirde meydana gelen değişimlerin ailedeki temei
bilinçli irıcelendiğinde, kadın ve erkeklere ilişkirı hakikatlere so- değişimlerle bağını ilk kez sosyolog P.I.Sorokirı fark etti. Kentsel
232 kaktakirıden daha kolay ulaşabilirdiniz. Moyr Smith'in tüm bu ta­ büyümenin aile biçiminirı "geniş" aileden "çekirdek" aileye dönüş;
rihsel yağmanın gerekli kıldığı "zorunlu yanılsama" arayışından mesine yol açtığına inanıyordu. Geruş ailede ikiden fazla kuşak biı
söz ederken anlatmaya çalıştığı, bir oyunun inandırıcı olabilmesi aradadır ya da aynı kuşaktan olup birden fazla evli çift bir evi pay,
için yer ve zamana ilişkin bir gerçeği -oyuncuların ve izleyicilerin !aşır. Sorokin kozmopolit kültürün karmaşıklığının geniş ailenin bir
kendi yaşamlarında bulamadıkları bir gerçeği- kurması zorunlulu­ arada tutulmasını güçleştirdiğini, kendi deyimiyle, parçalanmış ge­
ğuydu. niş ailelerin "serpintisi" olan basit çekirdek ailenin hayatta kaldığı­
Aristoteles bize tiyatronun "şüpheyi gönüllü olarak ertelemeyi" nı düşünüyordu. Sorokin'in öğrencisi Talcott Parsons onun temel
gerektirdiğini söyler. l 9 yüzyıl başkentlerinin sahne kostümleri bu düşüncesini ele alıp tuhaf bir şekilde geliştirdi. Parsons'ın yazıla­
düşünceyi aştılar. Şehirde gizemliliği sona erdirmek, bir hakikati rında çekirdek aile geniş aileden çok daha "etkin" bir aile biçirill
dile getirmek için toplum sanata dayanmalıydı, aksi halde erkek ka­ haline geldi. Çekirdek aile, geruş ailenin enkazından sağ kalan şey
dın herkes o hakikate çoğunlukla hatalı bir yolla, minyatürleştiril­ olmaktan çok, büyük şehirle simgelenen, yapısını kişidışı bürokra­
miş verilerden türeterek ulaşacaklardı. Yani, izleyici ile bu sanat bi­ si, toplumsal hareketlilik ve büyük bir işbölümünün oluşturduğu
çimi arasındaki ilişki, bir bağımlılık ilişkisi olmaya başlıyordu. On­ yeni bir topluma verilen pozitif bir yanıttı. Çekirdek ailenin bu or­
ların modem başkentte kendileri için kolaylıkla yapamadıklarını ti­ tamda çok daha etkin olması beklenirdi, çünkü aile içindeki birey­
yatro onlar için yapıyordu. Bir yanda gizemlilik, yanılsama, aldat­ leri daha az bağlanmktaydı. Örneğin, uzun yıllar birlikte çalıştığı
ma ve öbqr yanda da hakikat arasındaki çizgiler 19. yüzyıl ortasın­ bir büyükbaba için iş değiştirmenin etkilerinin neler olacağını dü­
da kendine özgü .bir biçim kazandı: Hiçbir şifre çözme çabası ge­ şünmek yerine artık eşi ve çocuklarıyla yaşayan kişi ·yalnızca işin
rektirmeyen· sahici yaşam ancak sahne sanatının himayesi altında kendisini ve kişisel bakımdan avantajlarıyla dezavantajlarını tart­
ortaya çıkıyordu. mak durumundadır. Böylelikle Parsons, bireycilik, çekirdek aile ve
Böylece kişiliğin yeni şartları kamusal alandaki sahne ve sokak yeni endüstri toplumunu bir araya getirmiştir.'"
ilişkisini değiştirdi. Bu şartlar aynı şekilde kamusal ve özel alan On beş yıl önce, modern aileye ilişkin geçerli görüş buydu; bel­
ilişkisini de değiştirdi. Bunu yalnızca özel duyguların iradedışı bir li değişikler geçirmişti, kafa tutulmuştu; fakat sosyolojik çevreler­
biçimde kamusal alanda açığa çıkmasını sağlayarak değil, özel de yine de ilgi odağıydı. Asıl sorun, tarihçilerin bunun olgusal yan­
alanın en temel kurumu olan aileyi etkileyerek yaptı. lışlığını bilmeleriydi. 19. yüzyıl çekirdek ailelerindeki burjuvalar
aileyi hiçbir zaman önemli bir etkinlik aracı olarak görmedikleri gi­
bi çekirdek ailede görünmeyen bir el tarafından geniş ailedekinden
daha büyük bir etkirıliğe de itilmiyorlardı. Gerçekten de, akrabala-
sı değil, analitik bakımdan
rın desteği olmaksızın, insanlar çoğu zaman her yöne savruluyor ve Sorun, bu bakış açısının hatalı olma
diği ailenin gelişim süreciyle
o dönemde sıkça görülen ekonomik felaketlere ansızın yenik düşe- · eksikleri olmasıdır. Ortaya çıkarabil
• konuda 19. yüzyıl sonu Viyana­
biliyorlardı. ilintili durağan bir tablodur. Bu
aşağıdaki pas.aj aydınlatıcı bir
Sorokin 'in ekonomik felaketin serpintileri fikri, tarihsel kayıt' sı'ndaki bir burjuva ailesini anlatan
!arla daha çok çakışmakla beraber aile içinde yaşamın nasıl yapı­ örnektir:
landığına ilişkin bir fikir vermemekteydi. Dahası, bir biçim olarak üst sıralarındaydı. B_u fikirl�uzu- erin
çekirdek ailenin yeni ve 19. yüzyıla özgü bir kurum olmadığı gibi
yeri erdemler listesinin eneviyd
..... istikrarın
i..... Baba düze nın ve
kişinin
somut olarak vücut bulduğu yermutla önemı yal­
büyük şehre de özgü olmadığını söyleyebilecek kadar veri vardı. run güvencesiydi ve genelde, ması olmak otoritesi vardı. Yuvanın ynı
19. yüzyılda değişiyor görünen ise kentsel çekirdek ailenin işle­ yansı sınd
nızca kişinin başarısının ı ayrıntılarının gırm an ge Imi �� rdu. � zaman:
_ esı_ ızı
�� boyle ver� y en,
� sınelmey dış
viydi . . da d�t iş yaşamının can sıkıc Bu çağda yaşayanlar ıçı n � lıtla� � 235
dünyadan uzak bir sığın.aktı. .
Benim gibi hem tarih hem de sosyolojiye ilgi duyan yazarlar,
nuş. her türlü hayat gailesinden özen
le arındırılmış bır ort���a.�ogup bu­
böylece ailenin seyri ile biçimini ilişkilendirme sorunu ile karşılaş� yümenin nasıl bir şey olduğunu tasavvur etmek kolay degıldır
tılar. On beş yıl önce aile konusunda tarihsel çalışmalara ciddi bi­
ildiğinde burjuva ailenin durağan
çimde başlandığında, kısa sürede, 1 9. yüzyıl ailesi üzerindeki araş­ Yukarıdaki pasajda, bir araya getir
getiren dört unsuru italik harflerle
tırmalarımızı yönlendirecek formüle ulaştık: Çekirdek aile, toplu­ bir olusum tablosunu meydana
mun ekonomik ve demograf'ık değişimlerine katılım sağlamak için . U:
yazdı : istikrarlılığa değer biçil
mektedir, çünkü toplum istikrarsı.
n aıle bır

ıs­
ı olarak hizmet göre
değil, karşı koyabilmek için kullanılan bir araçtı. Ailenin işlevi bir dır; toplumdan çekilmenin bir arac
. B u nede nle yalıtılmıştır. Bu yalıtım
tür sığınak, barınılacak bir yer olmasıydı. Parsons 'un belirttiği gi­ tikrarlılık timsali haline gelir
olarak hayat gailelerini aile iliş­
bi bir "uyum sağlama ve bütünleşme" aracı değildi. Chicago'daki da aile üyelerini bilinçli ve gönüllü
ik ederek başarılı olur. Böyle bir
orta sınıf üyesi aileler üzerine bir çalışmam olan Şehre Karşı Aile­ kilerine sokmaktan kaçınmaya teşv
n
ır: Öncelikle, burjuva yaşamını
ler' de, çekirdek ailenin, şehirdeki geniş aileler içinde yaşayan in­ anlatım iki açıdan gerçek dışıd
varsayar, yeter ki insanlar bu eko­
sanlara göre gerçekte üretkenlik karşıtı bir noktada, mesleki açıdan ekonomisinin yönetilebileceğini
daha az istikrarlı ve dikey hareketliliğe daha az yatkın olabileceği­ zımni bir anlaşmayla arıışma arak : .?'
nomiyi herkesin kabul edeceği
nlığın şans a. bağlı oldugu bır
ni kanıtlarla göstermiştim. Kadınların durumu ile ilgilenen öteki aile ilişkileri dışında tutsunlar. Saygı .
ı
larında konuşulmak içı11 ne denl
araştırmacıların, 19. yüzyılda çekirdek ailenin işlevi konusuna yak­ çağda, para konusu yemek masa
laşımları aynıydı; çekirdek aile kadın ve çocukların aynı anda hem uygunsuz olursa olsun, ekonomi
zihinl�rde u_z � _ �
ıuıula a zdı.'._11
ış, gerı çekılmış aıle, dogal ka­
bastırılarak hem de korunarak toplumun bütününden koparıldıkla­ İkincisi ve daha önemlisi, "yalıtılm
e edildiğine dair ı
f' kirler göz önün­
rı mekandı. Juliette Mitchell ve Margaret Bensman gibi yazarların rakterin yalnızca aile içinde ifad
19: yüzy ılda
bir anlam taşıyabilirdi.
de bulundurulursa 1 8 . yüzyılda
kuramsal çalışmalarıyla özelleşmeye ilişkin Marksist nosyonlar ye­
ni bir soluk kazandı ve çocuk bakımı, evlilik sorunları, aile tahay­ ise kisiliain tüm toplumsal ilişk
ilerde içkin olduğu yönün eki �
fikir ­

�; a bu aile ancak bir rüy olabilir­ �


ler g z nünde bulundurulduğund
yülü üzerine kaleme alınmış 19. yüzyıl yazarlarının derinlemesine
incelenmesi, bu yüzyılda kabuğuna çekilme ideolojisinin giderek di. Kuşkusuz, burjuva aileler toplu
mun g�rilirıılerinden �
çmayı ıs­
_
ine inanıyorlardı . Bak alım oyle
iaha da güçlendiğini gösterdi. Tüm bu çalışmaların arkasında Ari­ terlerdi ve kuşkusuz kaçılabileceğ
!s 'in ancien regime ailesi üzerine yapıtı vardı. Bu yapıt, çekirdek mı' ?. . .
-
ileri, aile içindeki ilişkilerı belır
tilenin yepyeni bir biçim olmasını abartmasına rağmen, 19. yüzyıl­ Kamusal dünyadaki insan ilişk
k
ordu. Bu kurallar kişili.ğe ait küçü '.
la yeni bir işlev yüklenmeye hazır olduğuna da bizleri ikna ediyor­ leyen kurallara göre biçimleniy _
irdı. Bu sımgelerı n kişının karakterı
lu. 63 değişebilir ayrıntıları simgeleşt
hakkında her şeyi anlatabileceği sanılıyordu, ama bu simgelerin !ar. Kişilik görünümlerle oluşturulduğu için gevşemek tehlikelidir,
"verileri" devamlı odak dışına çıkıyor ya da kayboluyordu. İnsan­ çünkü doğada gevşemiş bir ruh haliyle sırtüstü yatmaya uygun bir
ların kişiliklerini ifade edebilecekleri yerin aile olacağı sanılıyordu, düzen yoktur. İşte, doğal sempatiye ilişkin eski teori ile kişilik ge­
fakat aile içi etkileşimin ayrıntılarını psişik simgelere dönüştürerek lişimine ilişkin yeni teori arasındaki büyük fark! Oluşturulmuş sev­
şişirmeleri halinde, insanlar arzuları ve iradeleri ters yönde hareket gi sabit görünümler ister.
etmesine rağmen istikrarsız toplumsal ilişkileri baştan sona yeniden Kişiliğe ilişkin modem düşüncenin üzerinde geliştiği şartlar
yaşayacaklardı. Kamusal alanda kargaşa duygusunu yaratan tek ba­ bunlardı; özel yaşamda ifade edilen, bu alana sokulan bir doğal ka­
şına ekonomik karışıklığın acı gerçekleri değildi. Aynı zamanda da rakterin şartları değildi. İşte bu nedenle aile içi düzen dünyadaki
bu gerçek)eri kavramanın, toplumun kendisini dev bir insan "hiye­ maddi düzensizliğe bir tepki olınaktan öte bir şeydir. Ailede düzen
roglifi" olarak ele almanın yeni şartlarıydı bu duyguyu yaratan. Ai- sağlanıa mücadelesi, toplumun işleyişine kişisel terimlerle yaklaşıl­
236 le bireyleri birbirleriyle ilişkilerine, istikrarsız görüşlerln ayrıntıla­ masını sağlayan aynı bilişsel kurallar tarafından yönetildi. Aile içi
rından bir anlam çıkarılarak anlaşılabilecek olan hiyeroglifler gözü düzen için verilen bu mücadelenin, yine de çekirdek aile biçimiyle
ile baksalardı, düşman sığınılan yere girmiş olurdu. Kişilik böyle­ özel bir yakınlığı vardır.
ce, insanların kaçınmaya çalıştıkları çığrından çıkmışlığı yeniden Çekirdek aile, aktörlerin sayısını azaltarak aile içindeki herhan­
üretirdi. gi bir bireyin oynaması gereken rollerin sayısını azaltmak suretiyle
iki
·

T.G.Hatchard'ın Çocuk Eğitiminin ve Bakıcılık Disiplininin İyi­ düzen sorununu basitleştirir. Her yetişkinin eş ve ebeveyn olarak
olına­
leştirilmesi Hakkında Düşünceler başlıklı kitabında (16. baskısı role gereksinimi vardır: Evde büyükanne ve büyükbabanın

1853 'te yapılmıştı) aile içi düzeni kurmada geçerli kurallar, aile bi­ ması halinde, çocuk onları hiçbir zaman başka birilerlnin çocukla
tek bir yetişkin sevgisi ve ye­
reylerinin ·birbirleri karşısında sergiledikleri görünümleri istikrarlı olarak görmeyecektir. Çocukta yalnız
ki davra­
kılmanın kurallarıdır. Hatchard dönemin çocukluğa özgü kuralları­ tişkin beklentisi imgesi oluşacak ve anne babalar önünde
aki davranış
mn tümünü yazmıştı: "Küçük çocuklar ortalıkta görünmeli, ama nış tarzı ile büyükanne büyükbaba ya da amca yanınd
acak­
sesleri duyulınamalıdır", "her şeyin bir yeri vardır ve her şey kendi tarzını birbirinden ayırarak seçim yapmak durumunda kalmay
ba­
tır. Bir başka deyişle, çekirdek aile
yerinde olmalıdır", "metanet yetişme çağında kazandırılır." Tüm düzgün insani görünü nılerin
esine izin verir.
bunlar kendiliğinden davranışlar karşısında alınmış önlenılerdir. sitleştirilmiş bir insan ilişkileri meselesine dönüşm
Karmaşıklık azaldıkça istikrar artar; birey ne kadar
Hatchard'a göre, çocukta sırf kendisini '�doğru düzgün takdim et­ az sorunla uğ-
me" anlay;şı oluşturularak bile onun sevgiden itaatkarlığa ve baş­ raşmak zorunda kalırsa kişiliği de o denli gelişir. .
"Moynıhan
kalarına karşı duyarlı olmaya kadar tüm duyguları geliştirilebilir. Bu tür inançlar 1960' ların siyah ailesi üzerine ünlü
çarpıcı biçimde
Fakat ana babalar da aynı kural ile bağlıydılar. Çocuğun onları sev­ Raporu"nun habercisi olan 19. yüzyıl belgelerinde
görevliler
mesi için, onun önündeki davranışlarını düzenlerneliydiler. Neleri öne çıkmıştı. 1860' !arda hem Londra hem Paris't e sosyal
r ve bu bozulına­
bekleyebileceğini bilen çocukta güven duygusu gelişirdi."' yoksulların ahli\ki bozulmalarından kaygı duyuyo
şartlarına bağlıyorlardı.
Hatchard'da eksik olan, 1 8 . yüzyıl pediatristlerlnin farkında ol­ yı yok;ulların içinde yaşadıkları aile
n, "dağıl mış yuv "
duğu, ana baba ve çocuk arasındaki doğal sempatiydi, Bunun yeri­ !860'1arda, J960'larda olduğu gibi, suçlu görüle �
ne duygular geliştiriliyordu; bu duygwlar, kişiliğin biçimlenmesiy­ idaresinin olağan sorum lusu sayılan kadınd ı. Yı­
ve çoğunlukla ev
olarak algılanan as­
le ortaya çıkar; istikrarlı bir kişiliğe sahip olmak için aile süreçleri ne J 8 60'1arda ve J960'larda dağılmış bir yuva
da terk edilmiş kadın ger­
insanların kendilerini birbirlerine karşı "doğru dürüst takdim" et­ lında geniş ailenin bir parçasıydı. Dul ya
, tey eye eld�n
melerine dayanmak zorundadır. Ana-babalar çocuklarının davranı­ çekte yalıtılmış değildi, çocukların anneden dayıya �
aya gıtmek ıçın
şına olduğu kadar kendi davranışlarına karşı da "tetikte" olmalıdır- ele geçirildiği ve kocaların bir başka yerde çalışm :
ortadan kaybolup sonra da geri döndükleri bir ağın içinde yer alı­ sürdürülmesine de düşmanca bir tutum
ıld
aldılar. Karmaş ık kişilik
anlamınd.� artık istenmeyen
yorlardı. Aile grubu, kıt aile gelirlerindeki değişimlerle baş edebil­ için bir tehdit ise toplumsal . deneyim
r; ancien regime'deki ka­
menin tek yolu olduğundan böylesine çok boyutlu bir hale gelmiş­ bir şeydir. Bunda tarihsel bir ironi vardı
karşın çok daha istikrarlıydı.
ti. Orta sınıf üyesi sosyal görevliler geniş aileyi bir tür savunma ağı musal dünya, kişidışı karmaşasına
uymanın kendisi, kamusal alan­
şeklinde algılamaktan çok ve eğer gerçekten parçalanmış bir birim Yapmacıklığın pratiği, göreneklere
katılık yaratırdı.
olsaydı emekçi sınıfın yaşam koşullarında olagelen feci değişimle­ da bir berraklık, hatta biçimsel bir
rin bir aile için ne anlama geleceğini tasavvur etmekten çok, belir· Çekirdek ailede istikr arın ne ölçüd e sağlanabildiği hakkında, 19.
listesine bakılarak bir yargıya
siz sevgiden ve o nedenle ev ortamında çocukların şevkinin kırıldı­ yüzyıl aile hekimliğinin "şikayetler"
i sinirsel gerilim ve parano-
ğından söz ediyorlardı. Belki de şevk kırılması hakikaten vardı; ulaşılabilir. Şikayetler kaygı, uzun sürel
meyecek fiziksel sıkıntılar-
ama sorun, yorumlarında çocuğun duygusal düzeyde istikrarlı ola- yak korkudan kaynaklanan, felaket dene ,
'§. bilmesinin yegane aracı olarak basit çekirdek aileyi gören bu sosyal kronik kabızlığın genel adıydı. 239
dı. "Yeşil hastalık" kadınlardaki
Cari Ludwig, bunun kaynağının
görevlilerin ekonominin yıkıcı gücünün üstünü örtmeleriydi."' Marburg Üniversitesi'nden doktor
hakim olamayarak osurma kor­
Modem toplumda kişilik gelişiminin ancak kişisel etkileşimin yemekten sonra kadınların kendine
ası olduğunu öne _ sürü'.ordu.
istikrarlı kılınmasıyla gerçekleşeceği inancını doğuran bir dizi ta­ kusuyla kalçayı sürekli gergin tutm
ı çıkmaktan, bahçelenne bile ın­
rihsel etken iş başındadır. Çekirdek aile yaşamı, söz konusu düşün­ "Beyaz hastalık" . ise evden dışar
. Bu kadınlar izlendikleri ya da
mekten korkan kadınlarda görülürdü
cenin yaşama geçirilmesinin aracı olarak oldukça uygun görünmek­
tedir. Ama dış görünüş ve davranışlara ait her ayrıntı bütün bir ki­ yabancılar tarafından gözetlendikler
i korkusuna kapılıyorlardı. Ço �
yüzlerine bir solgunluk çökerd� .
şilik durumunu simgeliyorsa, davranışlardaki ayrıntılar değiştiği az açık havaya çıktıkları için de
ıf
ud öncesi) yapıtında, kompuls
Breuer'in histeri hakkındaki (Fre
zaman kişiliğin kendisi çığnndan çıkabilir. Zaman.içinde tutarlı ka­
lan bir kişilik için derli toplu bir dış görünüş gerekir. İlksel duygu gülme gibi semptomlar ev içind
e kişinin her zaman hoş görü nme _s -�
ı verilen tepkiler olarak gost :
. e ıı ­ ;
"iyi" duygu olarak görülür. Karmaşık duygu tehdit edici duygudur ni engelleyen depresyonlara karş
ve istikrarlı kılınamaz, kim olduğunuzu gerçek anlamda bilebilmek arasında öyle sık görülen bır ıka­ �
yordu; bu tepki "saygın kadınlar
yet­
l ediliyordu. Kuşkusuz bu şıka
için, parçalan ayırt edebilmeli, öze inebilmelisiniz. Çekirdek aile­ yet"ti ki neredeyse normal kabu
ıs rapo rları
nitelikteydı; fakat teşh
nin yukarıdan aşağı doğru belirlenen ortamında çocuk kişilik özel­ lerin tıbbi analizleri fizyolojik
açla­
üyordu: Kişinin bedensel ihtiy
liklerini, kendi görünüşlerinden çeşitlilik ve karmaşıklığı kaldırarak belli bir manzara etrafında dön
dışı ve
gularına kadar, kendini istem
ve yalnızca ana babasının basit ve sabit imgelerini sevmeyi öğrene­ rından aile çevresi içindeki duy
kitaplar ında bulu­
usu. 19. yüzyıl tıp
rek geliştirecektir. Onları tutarlı olduklarında inanılır "sayabilir." yanlış olarak dışavurma kork .
es ne
anış ve ıfadeler'.n duzenlenm �
nan "şikayetler" ev içinde davr
Çocuk suçlan alanında uzmanlaşmış Frederic Demety ve Johann
Wichem'de, Lord Ashley'in Avam Kamarası'nda terk edilmiş ço­ yön elik çaba ların kanıtıdır. Bun
_ �
u şu şekild� e soyleme mumk � _
un­
-
da düzenlılıgın ve saflıgın _bır ben­
cuklar hakkında yaptığı konuşmalarda ve Londra Hastanesi'ndeki dür: Toplum, üyelerine duygular
empoze ederse, hısten ısyan et­
bir grup yeni kuşak pediatristin gözlemlerinde yankısını bulan lik sahibi olmanın bedeli olduğunu
ı haline gelir. Trollop�'un Böy
le
Hatchard'ın tavsiyesi şuydu: Çocuğu çapraşık ve çelişkili deneyim­ menin mantıklı , belki de tek arac
jlar okuyunca Korkuya ka­
lerin tehditlerinden kurtaracak toplumsal ilişkilerin oluşturulması Yaşıyoruz Artık adlı kitabındaki gibi pasa
n:
için mücadele edilmelidir. Çocukta güçlü bir kişilik yaratılmasının pılmaktan kendini alamıyor insa
tek yolu buydu."'
İnsanlar, karmaşıklığı zamana dayanıklı karakterin düşmanı ola­
in en başından beri ona karşıesız�ürkı.�stonaolmu
(Paul Montague) ilişkilerinönem el
şt�.
deg-
Bir kadın için bundan daha li ne olab ilirdi ki? Şüph
ra.k gördükleri ölçüde, bir kamusal yaşamın fikrine olduğu kadar
mcmiş yüreğini açınıştı. Başka hiçbir erkek dudaklarına dokunmamış, eli­ E. GEÇMİŞE BAŞKALDIRILAR
ni tutnıamış ya da hiçbir erkeğin onun gözlerinin içine azarlanmadan hay­
ranlıkla bcıknnısına izin vermemişti..... onu kabul ederken bütün istediği Geçen yüzyılın sonunda insanlar, bu psikolojik kültürün verdiği ki­
kendisine karşı şimdi ve gelecekte dürüst olmasıydı. mi endişe ve bıkkınlıklardan sıyrılmaya kararlıyilllar. Giyin1de, bi­
lindiği kadarıyla, Viktorya tarzı terk edilmeye 1890'1arda başladı ve
Bekaret, saflık, duygularda süreklilik, öteki erkeklere ilişkin bilgi
Büyük Savaş'tan hemen önce Paul Poiret'nin kadınlm korselerin­
ve deneyim yoksunluğu; tüm bunlar, yaşamın · ileri dönemindeki
den kurtamrnsıyla güç kazandı. Bu dalla sonra, 1920'1erde tam bir
histerik şikayetlerin kaynağıydı."
başkaldırıya dönüştü; özgürlükçü güçler sonraki otuz yıl için sava-
Histeri, aile içinde kişilik muhakemesinin işareti idiyse, Freud
şı yitirdiler ama geçtiğimiz onyılda şeffaf bluzlar, kalçaları sıkan
ve ötekilerin bunu davranışlarda özbilinç temelli terapi yoluyla gi­
pantolonlarla yine zaferlerini ilan ettiler. Böylesi bir tarih tablosu il­
dem1eye çalışmaları bir rastlantı değildir. Freud 'dan önceki konu-
240 han1 verici olmakla beraber yanıltıcıdır. Vıktoryenlerin bu kısıtlayı- l;
şarak yapılan terapilerin çoğunda amaç, basitçe belirtilerin gideril­
mesi, hasduıın "düzenli" bir yaşama döndürülmesi ve histeriler tüm cı giyim tarzlarına karşı, cinsel baskılara başkaldırının bir uzantısı F
olarak her zaman bir başkaldırı söz konusuyken, bu kısıtlamaların
ayrıntılarıyla doktora gösterilerek hastanın histerilerden sözde (ve
kaynağına ve bireysel kişiliğin kamusal alana girmesine karşı hiç­
nadir olarak) kurtarılmasıydı. Buradaki düşünce, duygularınızı bir
kere dile getirdiğinizde, artık geçtiklerini ve onlarla işinizin kalma­ bir başkaldırı olmamıştır. Giysiler hiil1i karakterin bir göstergesi sa­

dığıydı; geçmişinize iniyorlardı. Semptomlara ilişkin özbilinç dü­ yılmaktadır ve yabancı bir kişinin karakterini üzerindeki giysiler­

zenleyici bir araç olarak kabul ediliyordu; psişik derinliklere inmek den çıkarabilmek hfüii ayrın\ılar estetiğine bağlıdır. Sokak dünyası

Freud öncesi tıpta henüz bir hedef değildi. Amaç, "hiikinliyet"ti. Ai­ ile kostünılere ait sahne dünyası arasındaki bölünme genişlemeye

le içinde duyguların iradedışı açığa vurulmasından doğan gerilİl11, devam etmiştir; bu bölünme yine sahnede gördüğümüz belirli be­
densel imgelere göre değil, bu bedensel in1gelerin zihnimize yansı­
özbilinç yoluyla görünürdeki davranışın denetimini dayatıyordu.
yan anlamlarına göre olmaktadır.
Freud ve öncelieri arasındaki fark Freud 'un, histerik semptomlar
Dalla genelleştirilirse, kamusal alanda kişiliğe değil de baskıya
üzerine konuşmalarla hastalarmı dalla derinlerdeki düzensiz itkile­
karşı yapılan bir başkaldırı, başkaldırı değildir. Bir "kültür devrin1i"
ri ile yüzleştirmeyi istemesinden doğuyordu.
Modem kişilik kavran11Ilın özel ve kamusal yaşamlar arasındaki
oluşur, "karşı kültür" doğar ve yine de eski düzenin tüm kusurları,
davetsiz bir biçimde, ansızın yeni düzende yeniden ortaya çıkar.
dengeleri nasıl etkilediğini artık belirleyebilecek bir konumdayız.
Burjuva yaşamına karşı modem burjuva başkaldırılarında bu öyle
Ancien regime toplumunda kamusal yaşam ile aile yaşamı arasında
yaygın bir özelliktir ki, gözlemci genelde bir kültürel başkaldırının
belirgin bir sınır çizilmişti. Geçen yüzyılda bunun altını çizme iste­
anlamsız olduğu sonucuna varır. Bu gözlem tam da doğru sayılmaz.
ği dalla da güçlendi, fakat sınırı çizmenin araçları da giderek kar­
Mizaçlara, genel olarak kabul gören tutumlara karşı isyanlar başa­
maşıklaştı. Aydınlanma devri ailesi düzenini bir tür doğa anlayışın­
rısız olurlar; çünkü kültürel yönden yeterince radikal değildirler.
dan türetti; geçen yüzyılda aile düzeni insani irade temelinde kurul­
Kültürel başkaldırının amacı hfüa inandırıcı bir kişilik modeli yara­
du. Arzularda tevazu doğanın karakter üzerindeki iziydi; arzularm
tılmasıdır ve bu haliyle de hfüii alaşağı etmeye çabalaillğı burjuva
saflığı ise iradenin kişilik üzerindeki iziydi. Kişilik ilkesi insanların
kültürüne zincirleruniş durumdadır.
bir tablo halinde sabitleştirmeye kararlı oldukları bir alanda yani ai­
Hedef kişilik tarafından biçimlendirildiği zaman görülen bu
lede istikrarsızlık oluşturdu.
kendini yenilgiye uğratmanın iyi bir örneği, zaman dilimi olarak
19. yüzyılın ayırdığı, moda alanındaki iki başkalillıının karşılaştırıl­
masıyla ortaya çıkar. İlki ancien regime'de bedenin diline karşı bir
başkaldınydı; 1795 'te Paris 'te gerçekleşti. Amacı doğal l_(arakteri ğüslerinin biçimini tamamen belli eden
ı_Jc
, kollan ve diz altı aç elbi�
denirdi. Madam Hamelın gıbı
özgürleştirmekti; "la nature spontanee"nin kendisini kamnsal ola­ seler giyen kadınlara merveilleuse
k, ince dokunmuş:. kumaştan
rak ifade edebilmesine izin vermekti. İkincisi 1 890'lann ortaların­ cüretli kadınlar tamamen çıplak olara
e yürüyüşe çıkarlarciı. Thermi­
daydı. Viktoryen baskıcılığına ve iffet anlayışına karşıydı, fakat bir şala sarınıp kamuya ait bahçelerd
Madam Tallien, operaya yal­
amacı insanların kendi kişiliklerini kamusal alanda ifade edebilıne­ dor Parisi'nde modanın öncüsü olan
di. Louise Stuart, "bu;şeffaf giy­
lerini sağlamaktı. Bu karşılaştınnayı yaparak, modem çağlarda ki­ nızca bir kaplan derisi içinde gider
emin olabilirsiniz",' diye yazı-
şilik ile kendiliğindenliği birleştirebilmenin güçlüğünü ve benliğin silerle kombinezon giyilmediğinden
özgürleştirilmesini bir inanca dönüştürmenin anlamını kavrayabili­ yordu."' .
en tabii ki aşırı uçlan temsıl
riz. Madam Hamelin ve Madam Talli
_
ı katlarında yer alan ve daha bir ?
ediyordu. Toplumsal terazinin aşağ
"Devrimci giyim" ne anlama gelir? Paris'te Büyük Devrim.sıra­
t sında, iki zıt giyim tarzıriı belirtiyordu: Biri 1791-94 yıllarına ege­ yıl önce üniforma giyen kadınlar
� �
için bu mer eil/euse'ler eı:ıen -4·'
az aşırı bıçırnlerde, muslının
men olmuştu, öteki de 1795 'te başlayan Thermidor yıllarındakiydi. taklit edilen bir moda yarattılar. Daha
Müslin yalnızca göğüslerin biçi­
Bu tarzların ilki zamanımıza yabancı değil. Giysiler fiilen fark­ altın a bir kombinezon eklenmişti.
önemlisi, beden pozisyon değiş­
lı olsa bile, modem Çin' deki giyim ile Robespierre'in Paris'indeki mini göstermekle kalmıyor, daha
i de belli ediyordu."
giyim aynı ilkelere dayanıyordu. Giysiler toplumun eşitliğe yöneli­ tirdikçe, kol ve bacakların hareketin
en kadın ve erkekler ara­
mini simgeleyen üniformalar olmaktadır. Kasvetli bluzlar, basit ke­ Beden hareketlerini sergilemeyi istey
tlarına yapışmasını sağlama
simli pantolonlar, mücevherlerin, ziynet eşyalarının, tüm diğer süs­ sında müslin giysilerini ıslatarak vücu
e yaz kış sokaklarda salınıyor­
lemelerin ortadan kalkması sanki Paris 'te toplumsal engellerin var yöntemi oldukça yaygındı. Islak hald
zzam bir verem patlamasıydı.
olmadığını gösteriyordu. Robespierre'in Paris'i, ancien regime Pa­ lardı. Sonuç, Parisliler arasında mua
doğa adına kuru kalına çağrısı
ris 'inde görülen toplumsal mevki etiketlerine doğrudan doğruya Doktorlar sağlık ve son merci olan
"
saldırıya geçmişti; etiketler basitçe ortadan kaldırılmıştı. Beden yaptı. Çok az kişi buna kulak asmıştı. . _ ..
. . . ..

degersız suslerı, mu:ıyatur


cinsiyetinden arındırılmıştı, bedeni çekici kılabilecek fırfırlar takıl­ Parisliler, 1750 'lerin peruklanndakı
nlıkla karşılıyorlardı. Insan­
mıyordu. Bedenin nötr duruma getirilmesiyle, yurttaşlar zorla ara­ gemili ve sebzeli saç tuvaletlerini hayra
bir belirti olmadığı gibi, en
larına giren dışsal farklılıklar olmaksızın birbirleriyle ilişkiye gir­ ların kendileriyle alay ettiklerine dair
yoktu. Thermidor Paris'inde
mekte "özgür"düler. cüretli elbiselerde bile bilinçli bir ironi
oyun fikri doğdu. Bunu çarpıcı
Robespierre'in düşmesinden kısa süre sonra devrimci tarzda gi­ kendini hicvetmenin öne çıktığı bir
yim düşüncesi, çok daha kannaşık bir duruma yol açtı. Bedenin ve bir biçimde gözler önüne serenler de
merveil/euse'in erkek muadi­
ona ait özelliklerin silinmesi yerine, insanlar sokakta bedenlerini li olan incroyable'lardı.
giyinmiş bir
birbirlerine sergileyebilecek şekilde giyinmeye başladılar. Özgür­ Incroyable, sivri kısmı aşağıda koni biçiminde
ılan müslin kumaştan ya­
lük artık somut bir biçimde üniformalarla ifade edilmiyordu: Gi­ adamdı. Günlük kadın elbiselerinde kullan
yimde, artık bedene özgürce hareket olanağı sağlayan özgürlük dü­ pılınış dar pantolonların üzerinde kısa .

ceketler ve yü s�k, abartılı
lı kölelerın stılinı andıran
şüncesi egemendi. İnsanlar sokakta birbirlerinin bedenlerinin doğal yakalar, parlak renkli kravatlar ve Roma
bu kıyafeti tamamlıyordu."
ve kendiliğinden hareketlerini görmek istiyordu. 1 8 . yüzyıl evinde­ kısa kesimli ya da darmadağınık saçlar
a çıkıyordu. Incroyab­
ki pejmürde görünüş kamusal alana çıkacaktı. Bu takım bir moda parodisi olarak ortay
an adımlarla yürüyerek
Ancien regime 'de kadın bedeni, örtülmesi gereken bii manken- le'lar uzun saplı gözlükler kullanıp kırıtk
eri taklit ediyorlar­
di. Thermidor 'un ilk yılında, kadın bedeni çıplaklığın sınırına kadar ı 750'lerin model kostümcüleri olan macaroni'l
orlardı; ken�ilerine gıp-
açılmış, ten ortaya çıkmıştır. Modaya uygun, ince müslinden, gö- dı. Sokakta kendilerine gülünmesini bekliy
ta edilmesinden hoşlanıyorlardı. Bedenlerine hem kendileri hem de Sokağın kendi başına önemi arttı; şehirdeki gece boyu açık kafele­
izleyenler bir şaka olarak bakıyordu. Seyrek olarak kadın giyimi de rin birçoğu o yıl içinde açılmıştı ve pencereleri de hep sokağa bakı­
acı parodilerle sunuluyordu; sıyle du pendu ya da ii lu vicıime giyo­ yordu. Kışın da bu pencereler perdesizdi. Oysa daha önceki dönem­
tinde kesilmek üzere hazırlananların tarzında bir saç modasıydı. lerde kullanılan çok ağır perdelerle amaçlanan kafe sakinlerini so­
Bal des pendus ise giyotine uygun giyinmiş olan ya da boyunlarına kaktaki insanl<ırın bakışlarından korumaktı."
kırmızı boyalı halkalar takan kadın ve erkeklerin katıldığı popüler 1750'1erde Paris sokaklarında artık kıyafetlerdeki mevki belir­
bir eğlenceydi. 73 ten işaretlerin karakteri ele verdiği düşünülmüyordu. Artık bedenin
Bütün 'Şehirlerin tarihinde yasaklayıcı kuralların askıya alındığı kendisi bir işaret haline gelmişti. Sokakta, olduğu gibi görülebil­
zamanlar olmuştur. Kimi zamanlar, belirli ülkelerin Mardi Gras ya mek için açıkta ve zırhlardan <lflilmış olmak gerekliydi. Bedeni sa­
da karnaval günlerinde olduğu gibi, yasaklar bir gün gibi geçici sü- ran müslinlerden, kafelerin pencerelerindeki perdelere kadar örtüler
244 relerle kaldırılır. Bazen de şehir, henüz kendi düzenleyici kodlarıru ·
kaldırılmalıydı. Thermidoryen Paris sokakları maskelerin olmadığı 1:
oluşturamamış şehir merkezine yoğun göçlerin gerçekleşmesiyle, yerlerdi.
egemen kırsal toplumun koymuş olduğu yasakların birkaç yıl için Thermidoryen giyimin kimi öğeleri; müslin kombinezonlar, dö­
kaldırıldığı bir yer olabilir. Yasakların geçici olarak kaldırıldığı ya külen dalgalı redingotlar ve pantolonlar, 19. yüzyılın ilk yirmi yılı
da var olmalarına karşın pratikte etkili olamadıkları böylesi dönem­ içinde de varlığını sürdürdü. Bununla beraber bu yirmi yıl içinde
lere, Jean Duvignaud, "kentsel negatif özgürlük dönemleri" adıru beden üzerine giderek daha çeşitli elbiseler, süslemeler ve kat kat
verıniştir.14 giyimler yerleştirildi. 1795 'te Eski Yunan 'ın sadeliğine ve dolaysız­
Thermidor zamanında Paris'in toplumsal yaşamı böyle bir dö­ lığına özlem duyan sokaktaki Parisli, giysilere Latin adları verme­
nem olarak sınıflandırılabilir ve bu tür bir özgürlüğün ne gibi so­ ye başladı. Giysilerin ironik amaçlarla kullanımı nasıl ortadan kalk­
runları olduğunu da gösterir. Kişi yasaklardan bağırnsızlaştığında '\' tıysa, bu uygulama da giderek yaşamdan silindi."'
ne olmak ve ne yapmak için özgürdür? Thermidoryenler tatile gir­ Thermidor giyiminin uzun zaman önemini koruması bu tarzın
diklerini ve insanların rahat bir soluk alabilmeleri için kuralların bir ne kadar süreyle etkili olduğuyla ilintili değildi. Gerçek bir kültür
süre için askıya alındığını fark etınemişlerdi. l 795'in insanı, yeni devrimiydi bu; kültürün özünde bir devrimdi. İsteyen herkes bu
bir toplumun doğuşuna taruk olduğunun Robespierre kadar farkın­ devrimi yaşayabilirdi, sünkü devrim kişidışı temellere dayamyor­
daydı. Thermidoryenler doğayı kamusal alana taşıyabileceklerine du. Kamusal alanda bedenini sergilemek, düşünsel anlamda olduğu
inanıyorlardı. Doğa fiziksel olanı ifade ediyordu ve doğanın kamu­ gibi, kişinin devrimci olup olmadığına ilişkin öncel bir kanaate
sal alana taşınması da insanların toplumsal ilişkilerinde kendiliğin­ bağlı değildir; bu özgül eylemi gerçekleştiren kişi devrime katılmış
den davranabilecekleri anlamına geliyordu. Bir tezgiihtar kız Tal­ olur. Bir devrim bu şekilde kişidışı terimlerle algılanınca, artık ger­
!eyrand'a, "Yüzlerimiz, göğüslerimiz, kalçalarımız olmasa duygu­ çekçi bir meseleye dönüşmüş olur, çünkü pratik eylemle yaşama
larımızı denetleyemezdik diye mi düşünüyorsunuz?" sorusunu yö­ geçirilebilir.
neltmişti. Devrimin kişisel terimler içinde algılanması pratiğe geçirilmesi­
Fiziksel doğanın kamusal dünyaya ithali beraberinde kamu ala­ ni güçleştirir. Devrimde rol alabilmek için kişinin "devrimci" olma­
nında fiziksel etkinliklere yönelik büyük bir heyecan getirdi. sı gereklidir. Devrimlerin çoğu karmaşık olaylar olduğu ve devrim­
l 796'da, Paris'te altı yüzden fazla dans salonu açıldığı talırnin edi­ ci grupların da karmaşık kimlikleri olduğu için bu köklü kişilik mü­
liyor. Günün ve gecenin her saatinde insanlar genelde bezgin ve pis. dahalesi, devrimi çok büyük bir olasılıkla bir somut etkinlik mese­
kokulu bir halde buralara uğruyordu. Böylesine özgürce, devamlı lesinden çok simgesel jestler ve sadece fantezi düzeyinde yaşanan
sokakl<ırda olmak Parislilerin nadiren önüne geçtikleri bir istekti. bir değişim meselesi haline getirecektir. Aynı zorluk, var olanın de-
ğiştirilmesi yönündeki daha az aşın istekler için de söz konusudur. !er (monokl), bastonlar vb.- ve erkek halii. giysilerle sarmalanmış
· Thermidor'dan yüz yıl sonra olan budur. Kişilik bir kez kültürün durumdaydı. Erkek giysilerindeki ayrıntı zenginliği, kolalı yakalar­
koşullarını yönetir hale gelince, 1890'larda kişisel başkaldırı top­ da olduğu gibi, giyimde çoğunlukla yirmi yıl öncesinden daha sıkı
lumsal normlardan sapma meselesfue dönüştü. Giysilerle Viktoryen kalçalarını kurtarmıştı, ama be­
·· ,sınırlamalar getiriyordu. Kadınlar
iffete karşı ayaklanan çoğu insanın kendi eylemlerinden kafaları . ' denlerinin geri kalan kısmı kurtulamamıştı; korseler eskisi gibi sı­
karışmıştı ve "gerçek" isyancıların öncelikle kendilerine hiç benze' kıydı.
meyen kişiler olması gerektiğine inanıyorlardı. Gelgele!im, Thermidor ve 1890'lar arasındaki mesafenin gerçek
1890'lardan önceki yıllarda, kadın bedeni üzerindeki sınırlama' ölçütü, bu ikinci dönemde kadınların ne kadar açılabildikleri değil­
!ar yeni bir düzeye ulaşmıştı. 1870'lerde ve 1880'lerde kadın etek-. dir. Bu mesafe daha çok, ! 890'lar insanının, sınırlı da olsa bu yeni­
liklerini kabartmak için kullanılan yastık yaygınlaşmıştı; bu, bir ka- liklerle ifade ettiklerine inandıkları şeyde aranmalıdır.
46 fes ve sayısız destek gerektiriyordu. Korseler de incelmiş ve daha
.1890'lı yılların başında görülen geçici bir modanın ayrıntılarına 247
sıkılaşmıştı, öyle ki, kadın bedeni kelimenin tam anlamında hap­ inmeye değer doğrusu; yani, kadınların meme uçlarının altın ya da
sedilmişti. Başı zedeleyen torba bonelerle çirkin ayakkabılar tablo­ mücevher takılabilmesi amacıyla delinmesi. İşte, bir kadın dergisi­
yu tamamlıyordu. Erkeklerin dış görünüşü de, sınırlanmasa bile,
· ne böylesine eziyetli bir işe neden kalkıştığını açıklayan bir hanı­
aynı ölçüde zevksizdi. Geniş kareli biçimsiz pantolonlar, yerlerde
mın gönderdiği mektup:
sürünen geniş paltolar ve polo yakalar erkeklere mahcup bir görü:
Uzunca bir süre, inandırıcı bir neden yoksa acılı bir ameliy;ata niçin razı
·

nüm kazandırıyordu."
!890'larda hem Londra'da hem de Paris'te bedeni tüm bu fizik-
olmam gerektiğini anlayamamıştım. Kısa bir zaman içinde, Pek çok ha�ı­
"
mefendinin ask uğruna acıyı göze aldıkları sonucuna vardım. Mernelcrıne
sel çarpıtınalardan kurtarmak için çabalar görülüyordu. 1891 'de takı takanları� takı takmayanlara göre çok daha gelişmiş ve yuvarlak hat�
eteklerdeki yastıklar ansızın moda olmaktan çıktı ve onların yerini lı olduğunu fark ettim..... Böylece, meme uçlarımı deldirdim ve ya:atar
kalçalara sıkıca oturan etekler aldı. 1890'ların ortalarında renklilik iyileşince de takılarımı taktırdım..... Hiç rahatsızlık ya da acı vermedıkle�
gerek erkek gerekse de kadın giyiminde yeniden belirdi. Erkekle ; ;, rini söylemeliyim. Tam tersine, sürtünen ve kayan takılar içimi gıdıklıyor,
için kasvete karşı başkaldırı, bastonlar, tozluklar ve kravatlar gibi
hoş duygular uyandırıyor.il(!
ayrıntılarda yeni bir taşkınlığı beraberinde getirmişti. Londralıl
ar Kadınlar meme uçlarını neden deldirdilerse aynı nedenle kendileri­
ve Parisliler bu giysileriyle taşradaki kasabalara ya da şehir dışına
ni güya baştan çıkarıcı yapan, hışırtılı ipek iç etekler de giydiler.
gittiklerinde tuhaf karşılanıyor, kınanıyorlardı.'"
Saçlarını ondüle yaptırarak, makyaj yaparak daha cazip hale gelme­
Viktoryenlere karşı başkaldırı, yoğunluğu bakımından Bar­
ye çabaladılar. Nasıl bir cinsel mesaj iletıneyi umuyorlardı? Meme
ton 'un sert bir dille aşağıda belirttiği gibi, hiçbir zanıan Thermidor­
uçlarını deldirme, hışırtılı iç çamaşırlar ve makyaj, duyumsal çeki­
yenlerin Devrirn'e ve ancien regime'e karşı başkaldınsıyla karşı­ ciliğin, .kozmetiklerde olduğu gibi yüzü örten ya da giysilerle gizle­
laştırılamazdı:
nen hazırlıklar yoluyla kazanıldığı anlamına geliyordu. Kadını çıp­
lak olarak görmeden önce hiç kimsenin meme uçlarındaki takılar­
Paris'in özgürleşen kadın yurttaşlarının korselerini ve yüksek topuklu dan haberi olınuyordu, ipek iç etekler hışırtıları yakından duyula­
ayakkabılarını fırlatıp atmalarının üstünden yüz yıl geçti. Onların (ve ar­
dından tüm Batılı kadınların) torunları ortodok.s bir yaklaşımla bellerini bilse de görünmüyorlardı. 1840'ların koruma ve kapatma amaçlı
60 sanlime kadar sıktılar ve kürdan parmaklı ayaklarını Marie Antoinet­ giyiminin yerini, 1890'larda bedenin üzerinde; ama dışarıdan görü­
te'inkinden daha da yüksek topuklu rugan ayakkabılarına tıktılar.79 lenin altında yeni bir katınan oluşturan çekici elbiseler fikri alınış-
tı. Meme uçlarına takılan küpeler gibi serbestliğe ilişkin bir simge
Erkekler için önemli olan hiila ayrıntılardı -tek göze takılan gözlük-
hfilii gözle görülemiyor. Beş katlı iç eteğin hışırtısı, bunu duyan bir
erkeğin zihninde nasıl bir kadın bedeni imgesi çağrıştırırdı? işliyorlarmış gibi bakılıyordu. Aşağıda 1890'larda Gwen Rave­
1890'larıri' giyim tarzındaki katılığa karşı bir başkaldırının daha sa­ rat'ın kozmetiklerle ilgili bir anısı var:
de giysiler anlamına geleceğini düşünmek mantıklı olurdu; ama as­
lında bu ori yıl sırasında giysiler daha karmaşıklaşmış ve simgesel­
Bununla birlikte, şu çok kesindi ki. pek gözde olmayan hanımlar ölçülü
leşmişti. Kadınları sınırlamalardan kurtarmamıştı; giyinmek, şimdi
bir şekilde pudra kullanırlardı; fakat genç kızlar asla. Hele hele allık ya da
dudak boyası, kesinlikle. Bu yalnızca kadın oyuncular ya da "belli türde
bedene yeni, cinsel bir kat eklemekti." kadınlar" ya da en kahpesinden "gözde" hanımlar içindi."
Kadın giyiminin özgürleştirilmesindeki bu zorluk, bedeni örten
bir kat giysiyle oluşturulan bu cinselliğin yüzyılın ortasında biçim­ Orta sınıf kadınlarının, bedene seksi bir kat eklerken, bunu büyük
lenmiş olan giyim fikrini hfüil canlı tutınasından ileri geliyordu. Bu oranda gözle görünmez tarzda yapmalarının nedeni suç işliyor ol­
fikre göre giyim bireysel kişiliğin ifadesidir. ma duygusuydu. Beden konuşuyordu, ama gizlice. Kozmetikler
248 Viktoryen ildetlerine yönelik tek cesur meydan okumayclı."' 1
1890' !arda küpe takılıruş meme uçları, iç etekler ve kozmetikler
gözlemcinin yorum yapabilmek için ihtiyaç duyduğu karakter kod­ Bu dönemde, ideolojik olarak kurtuluş arayışındaki kadınlar için
larıydı. Bir örnek vermek gerekirse; 1890'.ların ortalarında, elbise­ giyim başka türlü bir simgeye dönüştü. Bu kadınlar bedenlerinin er­
sinin altındaki hışırtılı iç eteklerinin sayısı, bir kadının içinde bu­ kekleri cezbetmek için var olduğu düşüncesinden kurtulmayı ve gi­
lunduğu toplumsal duruma ne denli önem verdiğinin göstergesiydi. yinılerinin cinsel imgelerden bağımsızlaşmasıru istiyorlardı. Ne var
Hışırtı belirgin şekilde duyuluyorsa, kadının olabileceğinin en iyisi ki, bu özgürlüğü ifade etınek için seçmiş oldukları giyim erkeklerin
olmayı istediği anlaşılırdı, ama bu yolla kolayca aşırıya da kaçabi­ giyimiydi; bedenin hareketleri de erkekleşmişti. Onlarla karşılaşan­
lir ve o anki durum için fazla şuh görünerek, yanındaki kişilerin ların gözünde, bu özgürlük gösterisi, yalnızca bir gösteriydi ve
"niteliği" hakkında yarulclığıru ortaya koyardı. Bu tür incelikler ara­
·
muhtemelen de lezbiyen zevklerin ürünüydü. Kendilerini cinsel
sındaki nüansı görebilmek ve bedeni dengeleyebilmek 1840'1arda · rollerinden kurtaran kadınlarla kendilerini daha seksi kılmaya çalı­
olduğu kadar 1890'larda da sorunlu bir etkinlikti. şan kadınların fiziksel görünümleri aynı kapıya çıkıyordu: Başkala­
Meme uçlarına takılan küpeler, iç etekler ve giysilerin içine sı­ rına göre onlar yasak işler peşindeydi."'
kılan parfümler gibi gizli araçlar yoluyla seksi olma çabalan, ya­ Özetle, bu şartlardaki başkaldırı toplumda bir sapkınlık eylemi­
saklanmış belli bir karakterin göstergesiydi. Cinsel açıdan özgür ol­ ne dönüşür. Sapma, kendi başına bir anormalliktir. Kendini özgür­
mak, yukarı tabakadan bir fahişe olmak demekti. l 9 . yüzyıl boyun­ ce ifade etıne, sapma, anormallik: Kamusal ortamın kişiliği açığa

ca kozmetik kullanımı hep fahişeliği çağrıştırmıştı. 1890'larda vurmanın bir alanına dönüşmesiyle bu üç terim tamamen birbiriyle
Emilie d'Alençon ve La Belle Otero gibi ünlü horizontale'ler' bağlantılı hale gelir. Thermidor döneminde doğal beden, genelde
kremlerin ve parfümlerin kullanımında uzmandı. Daha ileride, insanların sokakta nasıl görünmeleri gerektiği hakkında verilen bir
1908'de Helena Rubenstein şunları söylüyordu: hükümdü. Çıplaklığın sınırlarında dolanmanın yaratabileceği şok,
incroyable'ların ve merveilleuse'lerin suç işliyor oldukları şeklinde
Makyaj sadece sahnede kullanılırdı ve kadın oyuncular kadınlar arasında­ ifade edilmiyordu. Oysa !890'larda bir kadının ya da Oscar Wilde
ki n1akyJj sanatına ilişkin bir şeyler bilen ve yüzlerine sürdükleri ince pud­ gibi bir erkeğin özgür olması aykırı olmasından geçiyordu. Bir ki­
ra tabakasıyla k;;lmu içine çıkmaya cesaret edebilen tek kadın grubuydu.
şilikler kültüründe özgürlük ötekiler gibi davranmamak, görünme­
Bu bir abartı. 1890'larda makyaj malzemeleri seri olarak üretilip mek meselesi haline geliyordu; insanlığın mevcut haliyle nasıl ya­
kadın dergilerinde akıllıca reklam ediliyordu. Ama şurası çok doğ­ şayabileceğinin bir imgesi olmaktan çok, özel bir durumun ifadesi
ruydu ki, çekici olabilmek için bunları kullanan kadınlara sanki suç oluyordu özgürlük.

• Fr.: Fahişe. (ç.n.) Bu türden bir başkaldırıda özbilincin rolü büyük olmalıdır; hem

:"·
de doğrudan doğruya kendiliğindenlik pahasına. Therınidoryenle­ gerçekten pişiriliyordu. Antoine'ı n
çabalan, kır�
yıl önce başlayan
.
leriydi. Kurdugu tıyatro kısa sure
.rin anılarında sokaktaki yaşamın nasıl olduğu anlatılmaktadır. bir gerçeklik arayışının son dem
hane Mallarme etrafındakı şa­
1890'lardaki asilerin arularında ise giysilerimin bana neler hissettir­ sonra kendilerine simgeci diyen Sıep
� yakınlıkları olan bir grup ressa­
diğini anlatılır. Thermidoryen erkek dış görünüşün bilincindeydi, irleri fikirleri ile tam uyuşmasa da
r, Faul Forte öncülüğünde The-
yalnızca eğlence için, sosyal bir amaçla ya da başkalarıyla birlikte mın saldırısıyla karşılaştı. Simgecile
kendisine gülmek için giyinirdi. Kişilik özbilinci ise daha kısıtlayı­ atre d'Art'ı kurdular."'
a Theatre de l'Oeuvre olarak
cıdır; fantezi oyununda giysiler üzerindeki deneyler tehlikeli olu­ Theatre d' Art -adlarını hemen sonr
nın mümkün olduğunca birbir­
yordu ya da denetimlere tabiydi, çünkü her deney deneyi yapan ki­ değiştirdiler- oyunun tüin unsurları
şi hakkında bir hükümdür. leriyle uyumlu ve özgür olmasına
'.
çalışıyordu. . 'Gerçek dünyayı",
.
Sapmaların egemen kültürü güçlendiren tuhaf bir etkisi vardır. ve bir referans noktası olarak bu
. �
dünyanın gorun l�rırıı ve yans.ı-
251
Q_ Oscar Wilde 'ın homoseksüellikle yargılanmasından önce de insan­ bir dramanın bıçımın� , sahne�m
malarını terk ettiler. Bun a karşın

benzerleriyle nasıl ılışkılendırı­


lar, fularlar ve kravatlar içindeki O. Wilde'a ilişkin yorumlarında . kostümlerle kostümlerin ışıkla ve
ona birey olarak saygı duymanın yanı sıra, bu türden zevklerin bir :m
leceiiini ıan layan bir yapısı, bir
simgesi ya da simgel�ri olduğu-
� ve
� nümler .ol�bildiğince d yumsal
beyefendinin nasıl olmaması gerektiğinin açık bir tanımı olduğu nu d şünüyorlardı. Fiziksel görü
hükmüne varıyorlardı. Kai Erikson' a göre, bazı kişileri sapkın ola­ dolayımsız olarak bu biçimi ifade
etmelıydı.
. . .
ıfadeyı akıcılaştı:ran beden­
rak belirleyen bir toplum, neyin ya da kimin sapkın olmadığını da TMatre d 'Art ile birlikte Paris liler,
pişirme gerçekçiliğinin abartılı
tanımlayabilecek araçlara artık sahiptir; sapkın kişide neyin redde­ sel görünüleri görmeye, yumurta
e
dılar. Bedenin plastikleşmesı:ıı v.
dileceğini çarpıcı bir biçimde açıkça göstererek başkalarının uydu­ despotluğundan kurtulmaya başla . ın bır
ğu normları onaylar. 1890'Jarda homojen ve tek renkli giysilere esini, ama dünyayı redd edış
bu baii!amda dünyadan özgürleşm
karşı başlayan başkaldırırun ironisi, başkaldırının her aşamasının � gördüler. Tiyatroda beden, oyu­
ilanı !maktan öte anlam taşıdığını
başkaldırmayan!arı "ilgilendirmesi" ve onlara eğer toplumdışı ol­ ığı kadar çok sayıda ifade biçim-
nun simgesel dünyasının çağrıştırd
mak istemiyorlarsa nasıl olmamaları gerektiğine ilişkin
imajlar sağlamasıydı.
somut lerine uyarlanabilirdi.
fakat bede nin bu yem
.
tahay yulu
.. .
.
..
popu-
Theatre d' Art öncüydü,
Bir kişilik kültüründ� kişisel başkaldırı üzerindeki kısıtlamala­
ler sahneye de sıçradı. Harvard Tiya
tro Koleksiyonu'nda Sar
.

rın en açık göstergesi g rek sahnedeki gerekse de izleyicilerin olduğu çok çeşıtlı rollenn fotog­
� inanç Bernhardt'ın 1890 'larda ·oynamış
kodları arasındakı ılışkılerde ortaya çıkar. Oyuncu kendini gerçek­ oyununda bir erkek halk oz�­
rafları vardır. Coppee'in Le Pa�sant
ten ıfade edebılen özgür bir insan olarak, seyircinin gözündeki tela­ kalçasmı saran bir tayı, güzel b'.r
nını canlandırırken bacaklarını ve
fi edici rolünü oynamaya daha da fazla zorlanır. Kendiliğinden ifa­ 1 840'lann k�stümcülenrım dı­
pelerin ve bol bir yelek giymişti. Ne .
de günlük yaşamda idealleştiriliyorsa da, sanat alanında realize
i türden giyinmiş bir halk ozan ınm tarıhı modelmı ne de
kebileceğ
olur. 1890'ların tiyatro kostümleri gerçek anlamda devrimciydi, yansıtıyord�. Tar�ı, gerçek ve
I 750' lerin günlük sokak giyimini
çünkü beden açısından sapma ve itaat terimlerini aşan bir ifade ola­ özgürce bırleştırılrnış bır kar­
fantastik öğelerin öylesine düşsel ve
nağr yaratıyorlardı. İzleyiciler sahne kostümlerinde kendi sokak anslar ve kaynaklar bakım'.ndan
masıydı ki, kostümünün dışsal refer
giysilerinde bulamadıkları sınırsız bir özgürlük buluyorlardı.
hiçbir anlamı yoktu. Phedre rolünde
klasik, d ö� mlü �z�n elbıseler
1 8 87'de sahne gerçekçiliğinin ünlü ismi Antoine, Paris'te TM­ bir arkeologu� betımınden çıka­
giyiyordu. Yine bu elbiseler de ne
i\tre-Libre'i kurdu. "Gerçek yaşam"ın sahne üzerinde en doğru şe­ olabilecek cınstendı. Altın pul­
bilecek ne de zamanın modasına ait
kılde canlandırılması için uğraşıyordu: Örneğin, oyunda bir karak­ ordu. Bernhardt'ın her hareke­
lardan olusan bir kemer belini sarıy
ter ocağın üzerinde yumurta ve domuz eti pişiriyorsa, yumurta ve et �
tinde elbis si yeni bir biçime giriy
ordu. Beden bir ifadeyi sergiler:
klasik kadın kahramıının bir simgesini; kostümler de kadın kahra­ naksız bir yükseklikte zıplayarak sahneden çıkmıştı. Kostümü ha­
mamn hareket eden bedeninin bir Uzantısıdır." reketinin tüm çizgilerini belirginleştiriyordu. Sanki hiçbir ağırlığı
1 840'İar insanların sokağa ait sorunları çözebilmek amacıyla ti­ yoktu, yerçekiminden etkilenmeden ve çaba sarf etmeden havada
yatroya y'öneldikleri bir dönem olduysa, yüzyılın sonları da insan­ kalabiliyor gibiydi. İzleyiciler coştular; ne var ki, kürk paltosuna

ların kendiliğindenliğin, sokağın basitçe yadsınmasından ibaret ol­ sarınmış Proust 'un, korselerine bağlanmış harumefendilerin ve bas­

mayan bir ifade özgürlüğünün imgelerini bulmak için tiyatroya yö­ tonları, kalkık yakaları, ezilmiş şapkalarıyla beyefendilerin, sokağa

neldikleri. bir dönemdi. Her iki durumda da biçimsel drama sanatı, çıktıklarında böylesi bir ifade özgürlüğünü görebilme, dahası yaşa­

izleyicinin günlük yaşam tiyatrosunda başaramadıklarını ona sunu­ yabilme şansları acaba var mıydı?"'

yordu. l 840'larda bu başarı izleyicinin gerçeğin seyircisi olması


anlamına geliyordu; onlar gerçeği yaşama geçirmiyor, seyrediyor-
252 F. ÖZET ,;
!ardı. 1900'lerde bu pasiflik daha da güçlendi. Tiyatrodaki izleyici
ifade özgürlüğünü görınektedir, ama elli yıl önceki tiyatro izleyici­
Geçen yüzyılda kişilik üç öğenin bileşiminden oluşuyordu: itkiler
si gibi kendi kavrayışının netleşmesine ilişkin bir şey görmez. Bu­
ve dış görünüş arasındaki bütünlük, duygulara yönelik özbilinç ve
nun yerine, ona alternatif bir kavrayış tarzı sunulur.
normal dışı sayılan kendiliğindenlik. Kişiliğin kökeninde yeni bir
1 900 yılında geçen bir olay bu uçuruma çarpıcı bir örnektir: Pa­
sektiler inanç yatıyordu: Aşkın doğa, içkin duyum ve gerçekliğin
ris' e Rus baletlerin gelişi. Tabii geçmişe bakarak bu topluluğun ya­
çekirdeği olan dolaysız olgu ile yer değiştirmişti.
rattığı heyecanı yeniden uyandırabilmek oldukça güç. Olağanüstü
Balzac'ın yapıtlarında, kişiliğe ilişkin bu öğeler toplumun anla­
dansçılardı; hareketleri bildik anlamda "baleyle ilgili" değildi, be­ şılabilmesini sağlayan kodlara dönüştürülmüş ve o dönemin maddi
den sanki bütünüyle ilkel duyguların hizmetindeydi. Kamunun düş­ koşullarıyla ilişkilendirilıniştir. Söz konusu yüzyılın ortalarındaki
gücüne hitap eden şey Rus baletlerin oryantal ve egzotik "atmosfe­ giyim tarzındaki kişilikle ilgili tüm bu öğeler kamusal alana teca­
ri" değil, bedenlerinin hayvani ifade yeteneğiydi. vüz ederek sanayinin üretim ve dağıtım güçleriyle bağ kurdu. Dö­
Leon Bakst'ın Rus baletler için hazırlanmış kostümleri Theil.tre nemin çekirdek ailesinde, kişisel ilişkileri istikrara kavuşturma ve
d' Art'ın yaratmayı umut ettiklerinin bir özetiydi; üstelik de daha toplumdan çekilme arzusuna karşın, kişiliğin aynı öğeleri aile sü­
esaslı ve daha inatçı olarak. Bu kostümler bir galeride ya da sergi­ reçlerini sekteye uğrattı. Yine yüzyılın ortalarında kamusal kültüre
de izlendikleri zaman ağır ve hantal görünürler. Fotoğraflarda ve karşı gelişen başkaldırılarda, kamu içinde kişisel ifadeye duyulan
Bakst'ın güzel çizimlerindeki gibi insan bedenine giydirildiğinde kompulsif ilgi gerek başkaldırının kendiliğindenliğini gerekse kap­
ise gövde ve giysiler tek bir görüntüye dönüşüyordu. Bedenin yap­ samını daraltmanın yanı sıra günlük yaşamla sahnedeki görünüm­
tığı şey ile kumaşın bedeni örtme tarzı mükemmel bir şekilde birle­ ler arasındaki uçurumu da derinleştirerek varlığını sürdürdü.
şiyordu, öyle ki dansçının her hareketinin hem kinestetik hem de Kişiliğin topluma böylece girmesi ve kamusal alanda sanayi ka­
"fotoğrafık" bir anlamı vardı.ıı<> pitalizmi ile kesişmesiyle, kamusal kültürün yeni öğelerine ilişkin
Bir anlamda, Rus baletlerin gösterisi, Thermidoryen şehrin sah­ psişik sıkıntıların tüm belirtileri doğdu: karakterin iradedışı açığa
nede hayat bulınasıydı; ama artık tiyatro salonu dışında yaşanması vurulmasından duyulan korku, kamusal ve özel imgelerin ağırlıkla­
olanaksız bir şeydi bu. Baş erkek dansçı Nijinsky'nin, bir faun'u" rını duyurmaları, savunma amacıyla duygulardan kaçınma ve gide­
canlandırdığı sahneden olağanüstü bir çıkışı vardı ki, bale tarihinde rek artan pasiflik. Bu dönemin üzerinde asılı duran bir karanlık, ge­
unutulmaz bir an olınuştu. Perdenin ardında kaybolmadan önce ola- lecekle ilgili kötü bir duygu olması hiç de şaşırtıcı bir şey değil. İn­
sanların inanabileceği gerçek doğrudan doğruya yaşayabilecekleri
* Yarı insan, y�n keçi bir tanrı. {ç.n.)
ıx
şeye dönüşünce, içkin olan konusunda bir tür dehşet duygusuna ka­
pıldılar. 19. yüz yılı n kam usal ins anl arı
Kamusal yaşamın dramı, bizi geriye, Balzac ' a götürüyor. Say­
gın bir kadın "görünürdeki ayrıntıların" kendi karakterine ilişkin
kötü ipuçları vermesinden duyduğu endişe ile giyimine özeniıken,
bankacılar beyefendiliğin gerektirdiği ipuçlarını yakalayabilmek
amacıyla birbirlerini süzerler. Atalarına kıyasla daha ciddi ve daha
az ifade edici aktörler haline geldikleri için, yarattığı kişiler miras
aldıkları kamusal bir görünüm fıkrini deforme ederken Balzac tüm
bu öğeleri aldı ve onlardan yeni bir theatrum mundi, bir comedie
54 humaine yarattı.
İşte bir ironi: Balzac'ın dünyasıyla karşılaşan modem okur, ya­
zar tarafından kararlı ve kasıtlı olarak "İşte, Paris budur, dünyanın
nasıl işlediğini gösteren bir örnek" diye düşünmeye yönlendirilir.
Balzac'ın çağdaşları da aynı kavrama araçlarını kullanmalanniı
karşın, dünyanın nasıl işlediğini anlamakta çok daha büyük güçlük­
lerle karşılaşmışlardır. 1750'lerdeki günlük yaşamda başarılmış ka­
musal ifade yaratına görevini ancak çok büyük bir sanatçı başarabi­
lirdi.
Donald Fanger, Balzac ve Dickens gibi şehir romancılarının ba­
şardıkları işi çok iyi özetlemiştir. Onun deyimiyle,

aslında ikisi de okurlarını uyarıyordu: "Önceki varsayımlar. önceki kate­


goriler artık geçerli değil; her şeyi yeni bir gözle görmeye çalışmalıyız."
Fielding'in o huzur veren kesinliği, örneğin insan doğasını konu almak ve
onu basitçe göstermek..... onlar için artık geçerli değildi. Onlarınki bili­ usal insanın kimliği ikiye
nen apaçık dünya değildi; orada Apollon hüküm sürmüyordu ve güzelliğin K.ışı'J'ı,,
ain kamusal alana girmesiyle kam
. . . . .
' ı ve
kendisi de tahtından indirilmişti.Hl! e aktif bır bıçımde ıfade etmey
o undü. Kendilerini kamu içind
b"l" . . .. " nl
d ure er çok
amı
sur
"en rdaim
0
e' i yönlendiren aktör".'insan imgesını
ıl ortalarında söz konusu ımg
· e d e pro-
azdı. Bu aktif azınlık 19 yüzy
G

ı
r haline gelmışle:dı. O�ların yan
• •

fesyonelleşmişti; vasıflı oyuncula


usal
yordu: izleyici. Bu ızleyıcı, .kam
sıra yeni bir kimlik daha oluşu
ıçın kend ını yetış tır­
rda gözle:nek
yaşama katılmaktan çok bir kena
yan ve kimliklerı e�olu rs a.
olsu n,
mişti. Duygularından emin olma . . en bu
dışında gerçekleştıgını duşun.
ifadenin tamamen kendi iradesi
izleyici, kamusal yaşamı da terk
etınedi. Ev ortamı dış nd
.
� ru.a �
k z­
goru .. şune
lı deneyıml er olaca gı
mopolit kalabalıkta insan için önem
en regime i öncelierinin aksıne, ona gore
sadık kaldı. Ama anci
'dek
bu karnusal gerçekleşim toplumsal varlığıyla değil, kişiliğiyle ilin­ lirken halkın ilgisi politikacının yaşamı üzerinde odak:larnr. Wilkes
tiliydi. Kendini buna hazırlayabilseydi, her şeyden önce kendini ka­ buna daha önce işaret etınişti; yüz yıl sonra politik kişilikler, yığın­
mu içinde sessiz kalabilmek için disipline sokabilseydi, duyguların­ lar tarafından artık politikacının itkilerinin saflığı gibi kendine has
da bir birey olarak kendisi için sağlayamadığı şeyler gerçekleşebi­ terimlerle tanımlanmakta ve politikacırnn inandığ1 şeyler onun ken­
lecekti. disine inm1ıp inanmar11a kararı verilirken giderek daha önemsiz ol­
Kamu içinde pasif olmakla beraber kamusal yaşama inanmayı maktadır.
sürdüren izleyici, geçen yüzyılın ortasındaki yeni seküler düzenin Kamusal aktör, ondan sessiz bir izleyici yığınına hükmedebilen
hfüii yaşamakta olan ancieıı regime inancıyla nasıl kesiştiğini gös­ kişi diye söz edecek olursak, bizi yarılışa sürükleyecek derecede ba­
termektedir. İçkinliğin etkileri ve içkin kişilik üzerine tüm söyle­ sit bir kişi olur. Kamusal kişilik, suskun izleyicilere kaba bir arılam­
nenlerden kamusal insanın aktif bir ifade ileticisi olmaktansa baş- da hükmetmez; izleyiciler artık onu "noktalamaz" ya da "hallet­
156
kasının ifadesine tanıklık etmesi halinde, kendisini daha rahat his­ ınez"ler. Ancak "hükmetme" teriminin bizi yarulgıya götürebilecek J
sedeceği kolayca görülebiliyor; bu tavır, 1840'ların ve 1 890'ların iki yorumu var: Suskun izleyiciler kamusal aktörde, onlara sahip ol­
giyim kuşam beğenisinde de farklı biçinılerde ortaya çıkmıştı. Böy­ sun ya da olmasın belirli özellikleri görme ve gerçekte onda bulun­
lece, kamusal yaşam inancının sürmesi bir gereklilik, izleyicinin ınayarıları hayalinde ona atfetme eğilimindedirler. Şu halde, onun
gözlem yapabileceği bir alan sağlama aracı olarak görünebilirdi. izleyicilerin duygularına egemen olduğunu söylemek tam olarak
Ancak kamusal coğrafyarun varlığının sürmesi, kişilik ile ittifaka : doğru değildir, çünkü bu izleyicilerin kendi yaşamlarındaki düş ki­
girince bambaşka şeyler yarattı. rıklıkları onlarda bir ihtiyaç doğurur ki, kamusal aktöre yansıttıkla-
Yalıtılmış bir şahsiyet olan izleyici, ötekilerle aktif olarak alış­ rı da işte bu ilitiyaçtır. Yine, hükmetme imgesi aktörsüz izleyici ol­
verişte bulunduğu zaman başaramayacağını hissettiği kişisel görev­ mayacağını ortaya koyar. Ne var ki, üzerinde durulacak tek bir ki­
leri başarmayı umuyordu. Toplumsal etkileşimlerinde duygulan şilik olmasa bile, suskun izleyici kamu içindeki varlığını korur. Öy­
karmaşıklaşmış ve istikrarsızlaşmıştı; kendini pasifleştirerek daha · leyse aktöre yansıtılan ilitiyaçlar değişime uğratılmıştır; izleyiciler
fazlasını hissedebilmeyi umuyordu. Bu beklenti, sessiz kalarak bir . ; dikizciler haline gelirler. Korunmak için birbirlerinden yalıtılmış
hoşluk hissine, bir duyumsal uyarıma erişme arzusunun ötesindey- · bir halde, sessizce hareket ederler ve yaşamın sokaklarda akıp gidi­
di. Kmnu içinde insanlar, özellikle de erkekler, en azından aile or­ şine seyirci kalırken kendilerini fantezi ve düşlerine bırakirlar. De­
tamındaki katı görgü kurallarının dışında nasıl bir yaşam olduğunu gas 'nın kafede tek başına oturan suskun insan tablo!= bu yaş=
görmeyi umuyorlardı. Akıp giden yaşamı sessizce izleyen insan, ni­ özelliklerini yakalar. Burada tohum halinde, kişilerarası yalıtım ile
hayet özgürlüğe kavuşmuştu. Böylece, kamusal bir alanın yeni birlikte olsa da kamu içinde görünür olmanın modern salınesi var­
esaslar temelinde varlığıru sürdürmesi modern yaşama temel bir an­ dır.
titez getirdi: Aile içinde somutlaşan toplumsal etkileşim tarzları, Son olarak, 19. yüzyılın kamusal aktörü karmaşık bir kişiliktir;
özgür kişisel gelişim tarzları ile savaş halindeydi. Kamusal yaşamın . çünkü, eğer bir icracı ise eserinde kişilik faktörlerinin ortaya çıkma­
bu tarzda sürmesi ironik bir şekilde kişilik ile sosyalliğin karşılıklı . sı salt kendine ilişkin anlayışı üzerindeki kültürel bir etki olmakla
olarak birbirine düşman güçler haline gelmelerine inıkiin sağladı. kalmaz. Sanatların icrasında ifade, kaçınılmaz olarak karmaşık bir
Geçen yüzyılda, kişiliğin, aktif azınlığın kamusal kimliği üze­ kişilik sorununu gündeme getirir. Diderot bu sorunu rol konusunun
rindeki etkileri kayda değer bir değişime yol açtı. Politikacılar, tıp'. · · altını çizerek ve kişiliği reddederek çözmeye çalıştı. Romantik çağ­
kı kişilikleri konusunda salınedeki aktörlerle aynı duyguyu uyandı­ da icracılar bu sorunu başka yolla çözmeye başladılar.
rıp uym1dırmadıklarına bakılmaksızın inanılır insarılar olarak görül­ Bu bölüme, Romantik icracırun içkin kişiliğin yeni koduyla kar­
meye başlandı. Politik inancın içeriği kamu içinde geri plana çeki- şılaşmasını izleyerek başlayacağız; romantik icracı bu karşılaşmay-
la kendisine kamu içinde yeni bir kimlik yaratmıştır. Daha sonra seçim hakkı vardır. Elindeki metni Shakes�eare vey a Ibs�n'in �ih­
k on�.onem. lı ol­
onun izleyici topluluğuna bakacağız. Suskun izleyicilerden oluşan nindeki bir karakterle ilintili, atlayamayacagı, anca
bu topluluk, ilk kuşağın Romantik coşkusu toplumda yok olmaya ak ele afab ılır
çüde özgür bırakabileceği bir dizi öneri olar layan bff kutsal kıtap
ya da . bır
yüz tuttuğunda bile varlığını sürdürdü. Son olarak da, kamu içinde­ ·
kez anladığında ona nasıl rol yapacağını açık Bedenın hareketle­
ki, gözleri önünde bir tek icracı bile olmayan sessiz izleyicilere, so­ olarak kullanabilir. Balede sorun daha ciddidir: bu kayıtlar ne den­
kaklardaki dikizcilere bakacağız. Bir sonraki bölümde de artık bir rini kağıt üzerine yazamazsınız; yazabilseniz de
sanatçıdan öte, bir politikacı olan kamusal kişiliğe geri döneceğiz. li kesin bir rehber olarak kullanılabilir?" ilgili bu sorun h�p var­
Bu nedenle, sahne sanatlarında metin ile
ak ne derece yeterli oldu-
dır: Bir notasyon dilinin bir ifade dili olaranır
'
A. AKTÖR
, ğu. Icracının kişı'lik takdı'mi de bun
·
a day .. Notasyonun kendıne 259
258
.

.
''has bir anlamı olduğu ölçüde oyuncu kenır,dısı . nı zorla dayatmak ıh . _ _

Fi?
Önceki bölümde, kişilik kültürünün cinsel korkuya "neden olmak� iyacını hissetmeyecektir; o bir taşıyıcı� dek bir .araçtır; sa:ıatın_ı �e­
tan'; çok onu "teşvik ettiğinden" söz etmeyi uygun bulmuştuk. Jl arılamla ızleyıcıle-
ıYerli bir beceriyle icra ederse notasyon ıçın olanı bır aracıdır o. No-
·

korkular Batı toplumunu öylesine derinden etkiler ki, hiçbir ç . · barr"lantı kurmalarına imkan sağlayacaka defterın
. ;rın
'·· . den b'ır parça.yı
bunların varoluşunun sorumluluğunu üstlenemez, yalnızca yükünü tasyonun bu gu"cu"nu··n bir sınırı vardır· Not edeb.ılecek çok az nıu-
·
.

ağırlaştırır ya da hafifletebilir. Aynı şekilde, kişilik kültürü icracı sa'., . okumanın onu dinlemekle eş olduğunu iddi a .
natçıyı kendisini özel bir insan türü gibi görmeye özendirdi, fakaf;. gelişkin dans figürler i üzer in� uzu n uzu n duş �n­
' zisyen vardır; en ıse
onu gerçekten özel bir insan haline getirmedi. Batı toplumunda b; . mekteyken, dans yapıyor olduklarını öne süre bılecek kor� ogra f
ylı �telıkte �- old
racırun çalışmasını dayandırdığı bir metin vardır ve metin sorunu · hemen hiç yoktur. Bir parçanın notasyonu dola a �ır .e��em t;'.ru­
kendisini özgün bir karakter olarak düşünmesinin kaynağıru da ba- \ ğundan notalar, işaretler ve çizgiler yalnızc� .b�şk
rındırır. 1 830'larda ve 1840'larda olanlara baktığımızda, kişilik nün rehberleri olduğundan, icracı asla kendısın ı basıt bır ayna ya
kültürü, gerek kendi gözünde gerekse ötekilerin gözünde bu inancı da tümüyle sadık bir icracı olarak düşünemez.da notasyon ve kışı ..
.

lık
öylesine güçlendirmiş ve bunu da öyle yapmıştır ki, profesyonel ic­ Müzik tarihinde, 19. yüzyılın ilk on yılın
iki ayn okulda kutup­
racı, aktif olan tek kamusal şahsiyet, başkalarının kamusal alanda karşısındaki tavırlar birbiriyle savaş haHnde . md�, bestecılerın
bıçı
güçlü duygular hissetmesini sağlayabilen tek kişi haline gelmiştir. laşmıştı. Bunun nedeni kısmen ve ironik bırıyb ilintılı. olarak 18.
Her aktör ya da müzisyenin sanatına temel aldığı bir metin var­ kağıt üzerinde bir parçanın nasıl çalınacağ ırıcı. not�yona başla-
dır ve bu metni iki yoldan biriyle kullanır. İki yol arasındaki fark, yüzyılda olduğundan çok daha fazla yönlend ba ve Contınuo sona...tla-
oyuncunun kendi çalışmasının notasyonuna· ne denli inandığında­ malarıydı. Omeg"in Bach'ın Viyola da Gamlerd
..
e güçlü çalınacagına
dır. Müzikte bu, kağıt üzerindeki müzik simgelerinin bestecinin ka­ nnda besteci müziğin nerelerde hafif, nere poy a ilişkin kaba ışa­
fasındaki müziği ne ölçüde temsil edebileceğini sormak anlamına ilişkin hiçbir işaret koymamıştı, yalnızca tem Çello ve P!yaııo �ona­
gelir. Eğer notalar, yükselme ve alçalma işaretleri, tempo işaretleri retlerle yetinmişti. Beetlıoven'in opus 69,tala a sesın azlıgı ve­
gibi simgelerin yeterli bir dil olduğuna inanıyorsanız, o zaman ic­ tı'nda ise tersine, partisyonun değişik nok ��lırınd işar etler bulunuyor­
racı olarak üzerinde yoğunlaştığınız parça sizin okuduğunuzu ses ya çokluğuna ve tempoya yönelik çok ayrı ik notasyonunun ıfade
olarak gerçekleştirir. Eğer müziğin yeterli bir biçimde notaya dökü­ du. Daha da önemlisi, besteci, klasik müz a.ma:ıy.la.'�debı terırrı­
lemeyeceğine inanıyorsanız, o zaman yapacağınız şey, kağıt üzerin­ edemeyeceğini sandığı özellikleri açıklamakqıııl lo, gıbı ışaretler su­
de neyin eksik olduğunu ortaya çıkarmaktır. Aktörün de benzer bir ler kullanıyordu. "Calmato" ve "molto tranolgunluk dönemınde da-
",Simgeler ve işaretlerle düzenlenebil.eceğine. (ç.n.) rekli kullanılmaya başlandı; Beetlıoven'in
ha da incelikli hale geldiler ve onun ölümünden sonra besteciler
Liszt'in ünlü, "Konser, benim" sözlerinde somutlaşıyordu. Sanatçı­
müzik parçasında anlatılan konu hakkında fikir vermesi için giriş
nın özgün hareketleri, notalar ya da çok güzel akan bir müzik, tüm
bölümünde bir şiirin bütününü kullanmaya başladılar. Ya da Schu­
bunlar artık yüksek vasıflı bir icracıdan çok sanatçı bir kişiliğin
marın'ın Kinderszenen adlı yapıtındaki gibi müzik bölümleri için
ürünleri olarak düşünülüyordu."'
karmaşık başlıklar attılar. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde, besteci­
Romantizmin esintisi altında tüm sanatlarda içkin sanat ve kişi­
nin yaptığı müziğinin karakterini edebi kavramlarla notaya dökme
lik arasındaki benzer bir bağ kuruldu. Raymond Williams, Kültür
çabaları ya Debussy'de olduğu gibi barok üsluplu ya da Satie'de ol­
ve Toplum adlı kitabında 1 820'lerde Romantiklerin desteğiyle yara­
duğu gibi kendini hicveden tarzdaydı.'"'
tıcı etkinlik ile ilgili sözcüklerin nasıl değiştiğini göstermiştir:
İcracılar giderek artan bu notasyon karmaşasıyla nasıl başede­
ceklerdi? Sorunu ele alış bakımından iki rakip okul ortaya çıktı. İl- ..... (bir sanatçının tanımlanışında) beceriye verilen önem giderek duyarlı­
2 60 kinde Schumarın ve Clara Wieck yer alıyordu. Onların ardından da lık üzerine kaydı; bu yer değiştirme yaratıcı . ö:gün . . dd!ti gibi sözcük- 2
)erdeki paralel değişimlerle destekleniyordu. Yeni anlayışa göre sanat- .J
. ... . ..

Orta Avrupa'da Brahms ve Joachim; bazen Bizet, daha sonra Fran­


çı da n, sanatsal ve sanatkiirca olan sözcükleri türemişti ve 19. yüzyılın
'

sa'dan da Saint-Saens, Faure ve Debussy geliyordu. Hepsi de işaret sonunda bunlar beceri ve pratikten çok yaradılışla ilgiliydi. Estetik..... yi-
ve simgeler ne denli karmaşık ve müzik dışı olursa olsun, genelde ne "özel bir tür kişiyi" belirten estet'c kol kanat gcriyordu.93
metnin müziğin nasıl olması gerektiği konusıında tek rehber oldu­
ğuna inanıyordu; müziğin dili genişletilirse, daha iyi bir dil, izlen­ Bununla beraber icracı sanatçının romantik şairden, ressamdan ya
mesi o kadar kolay olmasa da, daha bütünsel bir rehber ortaya çıka­ da deneme yazarından farklı türde bir "özel" kişi olınası gerekirdi.
caktı.'11 İcracı sanatçı, izleyicisinden dolaysız bir tepki almak zorundaydı ki
Öteki okul ISOO'lerin başlarında oluşmaya başlamıştı; icra işiy­ bu bir şairin durumundan farklıydı: Şair, herkesten yalıttlmış oldu­
le kamu içindeki kişiliklerin özel nitelikleri arasında bağlantı kur­ ğundan, imgeleri ve kafiyelerini asil bir benliğin yaratılınası olarak
maya başlayan da bu okul oldu. Müziğin, özü gereği notasyonun görebilir. İzleyicinin doğrudan mevcudiyetine ek olarak, sanatın
iletme gücünün ötesinde yer aldığını düşünen bu okul, notasyonıın beceriden benliğe Romantik dönüşümü, icracının aracıyla arasında­
giderek artan karmaşıklığına da bu olgunun bir kabulü şeklinde ki ilişkinin farklılığı yüzünden de bir piyanist için ressamdan daha
yaklaşıyordu. İcracı bu okulda temel şahsiyetti. İcracı yaratan kişiy­ farklı olınak zorundaydı. Romantik piyanist, çoğunlukla kendi ese­
di; besteci ise neredeyse onun çalıştırıcısı gibiydi. Metne sadakat, ri olınayan, izleyici karşısında yeniden hayat vermeye çalıştığı yer
okulun daha uçtaki icracıları için bir anlam taşımıyordu; çünkü ve zamandan ayrı yer ve zamanda yazılınış bir metne, onu ne denli
metnin müzik ile mutlak bir yakınlığı yoktu. Kağıt üzerindeki par­ kişiselleştirse de bağlı olmak durumundadır. Şu halde Romantik ic­
çalar Mozart'ın yaptığı müziği yansıtınıyorsa neden onlar büyük bir racı, müziği içkin bir deneyim haline getirirken, bir metni hem çal­
inançla bunları uygulasınlardı ki? O müziğe yaşam verebilmek için, mak hem de onu kendi benliği için dönüştürmek zorundadır.
deyim yerindeyse, icracının kendisi bir Mozart olınalıdır; icracı, O zamanlar yazılan değerlendirme yazılarına bakacak olursak
ışık saçan sihirli küreyi eliyle yoklayarak bir insanı yoktan var eden müziği içkinleştirmeye çalışan Romantik bir müzisyeni şöyle der­
sihirbaza benzer. Bu yüzden bu okul müziği iki şekilde ele aldı: Ön­ « ken duyacaktık: Uzatınalar, ağırlaşmalar ve rubato bir sesin çıkan!­
celilcle, müzik, dondurulmuş metinsel anlamlar yerine dolaysız an­ ' : ·ctığı anı önemli kılar; genellikle uzun satırların bedeli ritim bozuk­
lamlar içeren bir .sanat dalıydı; dolayısıyla müzik içkinlik ilkesi luğu olabilecek, disiplinli bir orkestra çalışması ve bölümler arasın­
üzerinde temellendirilmişti. İkinci olarak, icra, parçayı çalarken ic­ daki denge ve sık bileşimlere ilgi göstermek gerekecek."tir. Her gös­
racıda gelişen çok güçlü duyguların güçlü bir şekilde açığa vurul­ teride bunlar yalnızca bir metni takdim eden icracının ilgi alanına
masına bağlıydı. İcracı ile metin arasındaki yeni ilişki Franz girecektir. Apansız bir hücum, duyumsal ton, sersemletici bir akort;
bu ve benzerleri müziği hemen o anda tamamen gerçek kılan tek­ gücüne hitap ediyordu. Paganini "fikrinden" hoşlan''."' Berlioz,
niklerdi. onun müziğinden çoğu zaman dehşete kapılırdı. Söz konusu "fikir'\
Bunu yapabilen bir müzisyenin nasıl bir kişiliği olduğu düşünü­ Paganini'nin müzikteki hakikat anını icra anına dönüştürmesıydı.
lüyordu? 23 Ağustos 1 840'ta Franz Liszt, Paganini'nin ölümü üze­ Bununla birlikte içkin müzik, gergin bir deneyimdir. Icra bir anlam­
rine bir yazı kaleme aldı. Yazı şu sözlerle başlıyordu: da dinleyiciyi şok etme, ona daha önce hiç duymamış olduğu sesle­
Pag<ınini..... kamu içine çıktığında, dünya onu süper bir varlık gibi şaşkın­ ri dinletme ve onun müzik duyularına egemen olma meselesi hali­
lıkla izliyordu. Görülmemiş bir heyecan yaratıyordu. dinleyicilerin fante· ni aldı. Besteciler her türden betimleyici edebi terimleri de ekleye­
zilcri üzerinde öylesine büyülü bir etki bırakıyordu, öylesine güçlüydü ki, rek ka«ıt üzerine yazılmış notaları canlandırmaya çalışırken, Paga­
doğal bir açıklama ile tatmin olamıyorlardı. k
nini o ulundaki icracılar, izleyicilerine en olağan müziğin bile da-
62
ha önce hiç duymadıkları boyutl'.°'nı dinlete�ek konse� v dyorlar-
Bu sözler Paganini'nin kamu içinde nasıl kabul gördüğünü hiç de : 263
abartmıyordu. Macaristan'ın küçük bir kasabasında 1810'd a dı. İçkinlik ve şok duygusu: En bıldık parça bıle, Paganını nın elın- -
dün­ de yepyeni bir yapıta dönüşüyordu."'
yaya gelen bu kemancı, yalnızca burjuva izleyicilerind
en değil, iş­ B u ünlü kaba adam, müzisyenlere Schumarın'ın ünlü "bağlı kal­
çilerden de devamlı övgü topluyordu. Halk kahramanı
olan ilk mü­
zisyendi.�4 mamız gereken otorite, özgün el yazmalarıdır" düsturunu reddet­
Sıradışı bir tekniğe sahip olan Paganini müzik zevkin menin mümkün olduğunu gösterdi. Bel canto'nun teknik havaı fi­
den yok� '
sundu. Sahnede bütün yaptığı ilgiyi kendi üzerin şek gösterilerini bir orkestra enstrümanına, ope_ra düny�:nın dram
de toplamaktı. Ti' > . _
pik bir Paganini konserinde izleyiciler kemanının ve heyecanını konser salonuna taşıyabilmek mumkundu.
bii, iki ve solll1f . .
üç telinin koptuğuna ve zor bir konçertonun sonlarına Müziği içkinleştiren bir sanatçıda bulunması gereken temel kişı­
doğru artık
tüm notaları tek bir tel üzerinde çaldığına tanık olabil 'ıik özelli«i şok edici niteliğidir: Başkalarını şoka sokar, zaten ke�­
irlerdi. Onuh ,
;

mutlaka hemen oracıkta kadenzler' uydurduğunu duyarl ; , disi şok dici bir insandır. Bu güce sahip olan bir insan "hakim" kı-
ardı. Bun:,' şilik sınıfına girmez mi?
!ar öylesine karmaşık olurdu ki, asıl temayla hiçbir .
benzerliği kal�'
mazdı ; izleyiciler tam anlamıyla bir nota yağmuru Toplumda hakim kişilikten söz edildiğinde bu üç ani�� gelebı­
altında şaşkııl. '
kalırlardı. Paganini, sahne dışında kuliste beklemektens lir. hki, başkalarının kendileri için yapamadıklarını onl:ı; ıçın y�pan
e orkestra'" -_
nın bir yerinde gizlenip ansızın sahneye fırlardı kişi; bu, eski kralların yaşamlarını analiz eden Weber ın karızma
ve orkestrayı da ': .
beklenmedik şekilde durdurarak iki üç dakika sessiz nosyonuydu. Kendisi için yapamadıklarını, başkalarının da kendı­
ce seyirciyi sü: ,
. zer, ardından birdenbire çalmaya başlardı. En çok leri iÇin yapamadıklarını onlar için yapan kişi anlam':"a gelebılır;
da kendisini yu:
halamaya hazır olan rakip bir izleyici topluluğu önünd bu da Luther'in yaşamını analiz eden Erikson'ın karızma nosyo­
e konserine
başlamayı severdi, çünkü sonunda nasıl olsa hepsi nuydu. Ya da son olarak, hiikim bir kişilik, �aşkal�n�, onları� ke_'.1-
icrasından etki' ,
Ienerek onu ayakta alkışlayacaktı. Bir İngiltere turnes dileri için yapmak zorunda oldukları şeylen kendısının yapabıldıg�­
i dışında tüm
dünyada olan da buydu. Eleştirmenler ise onda bu denli ni gösteren kişi olabilir; bu kişi kamusal düşünen kişıd'.1".Doll:11 , ha­
olağanüstü
olan şeyi açıklayamıyordu. "Onun büyüklüğü biliniy kim kişi izleyicilerini duygu şokuna sürükler. Fakat ızleY.ıcıler bu
ni hayır" diyordu bir eleştirmen. İcrayı kendi içinde
or; ama nede- , ,
duygularını hiçbir şekilde tiyatrodan dışarıya ç ıJaırar
ak gu luk

. ya

bir amaç görü­ . Weber ın eski
yordu; gerçekte onun büyüklüğü izleyicilerine müzik şamlanna götüremezler. Hakim şahsıyetın gucu,
metnini unut'
turabi!mesindeydi "' kralları gibi öyle kurumlaşmıştır ki, izleyiciler onu "sıradanla�ıra­
.
Paganini kendisinin kabalığından dehşete düşen mazlar." Ne de, Erikson'ın Luther'inin din kardeşleriyle yapugı gı­
insanların düş-
bi onunla birlikte bir cemaat oluşturabilirler. Modern koşullarda, ıc­
• Bir solo kısmın sonunda sesin gösterişli bir biçimde yükselmesi. (ç.n.) racının eıkisine maruz kalanlar ı;mun kamu içinde "oluşuna" ancak
seyirci kalabilirler. Olağanüstü güçleri ona kendiliğinden duygula­ nüstü güç, olağanüstü bir teknik meselesiydi. Politika konusuna
rıru gösterme imkanı verdiği gibi, başkalarında da anlık duygular yaklaştıkça inandırıcı kamusal kişiliğin bizzat güç ile birlik alınası
yaratabilecek yeteneği vardır. Tüm karizmatik kişiler gibi, onlara bizi giderek daha çok ilgilendireceği için, biçimsel icra sanatların­
hiç benzemez; fakat aynı zamanda da duygulandırdığı her kişiden . da bunun ilk ortaya çıkışına göz atmamızda yarar var.
her zamaıi_yalıtılmış durumdadır. Bunu Liszt'in Paganini'ye övgü­ Olağanüstü bir teknik gerektiren üstün bir müzik parçasını çala­
sünde tüm çıplaklığıyla görmek olanaklıdır: bilmek için kendi kişiliğini öne çıkarma zorunluluğu, ciddi egoizm
okulunda buluşan Liszt, Berlioz ve ötekileri hocaları Paganini'den
.....böylesine h�yecan yaratabilmesine karşın, meslektaşları ile iyi ilişkiler uzaklaştırdı. Bu zorunlulukla çalışan Romantik icracıları gözleyen­
kuramıyordu. içinden geçenleri kimse bilemezdi; zengin ve mutlu yaşamı
asla bir -başkasını da mutlu kılmamıştı..... Paganini'nin tanrısı..... kendi ler arasında hiç kimse onun müziksel anlamıru Robert Schumarın
içindcki .kasvctli, kederli "bcn"indcn başkası değildi.'111 kadar iyi yakalayamamıştı, ki o da bunu kendisine çok uzak ve ola­
naksız buluyordu. "Lizst'in Etudes ünü dinlemek gerek" diye yazı- 1
'

Bu yalıtı!nıış, fakat hfil<im karakterin yarattığı kişiliğin ödevleri ne­ yordu;


lerdir? İzleyiciler açısından, hem normal dışı hem de güvenli duy­
gular yaratır. Kamusal alanda kendiliğinden duygular sergiler gibi
.
çünkü enstrüman üzerine olağanüstü zor parçalar ellerle çalınıyordu; an­
görünür ki, bu normal dışıdır. Şok taktikleri ile insanları duygulan­
cak eller onları yeniden seslendirebilirdi. Besteciyi özellikle o parçaları
dırır. Fakat bu anlık şoklar, tam da onları yaratan kişinin yalıtılmış­
çalarken görmeliydiniz; çünkü virtüözlüğün yükseldiği ve güç kazandığı
anlarda enstriimanryla hoğuşan, onu terbiye edip boyun eğmeye zorlayan
lığı nedeniyle güvenlidir. İzleyicilerin kendi güçleriyle kıyaslama­ bestecinin görüntüsü de hemen ortaya çıkıyordu..... 99

ları gereken bir duygusal deneyim yoktur ortada; o, olağanüstü bir


insandır ne de olsa. Böylece, kamusal alanda kişilik tarafından üre­ Egoizmin ciddi olan yam, aracın kendisinin inatçı oluşuydu. Müzi­
tilen kamusal kimliklerin her ikisi de ortaya çıkar: bir yanda olağa­ ğin seslerden süzülüp alınabilmesi için çok büyük çaba gerekiyor­
nüstü bir aktör, öte yanda da pasif durumları içinde kendilerini çok du. Yani, arzu edilen ham sesin üretilebilmesi çok zor olduğunda, o
rahat hisseden izleyiciler. İzleyiciler aktörden çok daha az beceriye anı ifade edici kılınak için çok büyük uğraş verilıneliydi. İfade araç­

sahiptirler; aktör onlara meydan okumaz, onları "kışkırtır". larının inatçılığına ilişkin düşünceden, doğallıkla virtüözün önemi
Bu durum, ancien rtgime izleyicisinin, dönemin aktör ve müzis­ ortaya çıktı. Bunun nedeni virtüözün öteki sanatçılardan daha iyi
yenleri üzerindeki denetiminden çok farklıydı. Orada icracıların ya­ bir sanatçı olması değildi; bu yaklaşıma göre, olsa olsa ancak çok
pabilecekleri şeyler izleyicinin gerçeği ve bilgisi ile sınırlıydı. Ma­ olağanüstü yetenekler sanatçı olabilirler; çünkü yalnız sıradışı yete­
dam Favart onları şok ettiği zaman, izleyiciler üzerindeki kostümü nekler sesi müziğe dönüştürebilirler.
değiştirtmişlerdi. Paganini'nin izleyicisi şok edilıne anında coşku Virtüözlük toplumsal bir sonuç olarak, hissedilenleri, acılan, ya
doluydu. Bu, sahne ve sokak arasında kurulan köprüden, kamusal da rüyaları asla anlamayacak olanlar üstünde hfil<imiyet kurmanın
duyum imgeleri edinmek için salıneye yeni bir bağımlılık durumu­ bir aracıydı. Virtüözlük, bu utanılacak bir sır da olsa, hep övgüleri­
na geçişin bir ölçüsüdür. Tıpa tıp aynı kostümler içinde olmak baş­ ni duymak için can atılan o değersiz kalabalıktan sorumlu olmaktı;
ka -bir şey anlatırken- bu alanda doğruyu görünümler söyler- gi­ bu nasıl ele avuca sığmaz bir aracı fiziksel anlamda zaptetıneye uğ­
yilen kostümlerin özgürce seçilmiş alınası başka anlama gelir; sa­ raşmak ise, aynı şekilde izleyiciyi sanatçının fiziksel mücadelesi
dece salınedekiler özgürce hissedebilir, ki bunların sentezine virtü­ üzerinde odaklayarak hissetmeye zorlamaktır. Günümüzde Roman­
öz icracı ulaşabilir. tik döneme özgü bu kendini şişirme karşısında gülüp geçeriz; ama
Aktif kamusal bir kişilik özel bir güce dayanırdı. Aktif kamusal yine de yalnızca olağanüstü bir icranın "canlı" bir icra olduğuna hii.­
kişilik niteliği gösteren Romantik çağ sanatçıları arasında bu olağa- ıa inandığımız doğru değil mi? Sanattan bir mücadele olarak söz et-
miyar muyuz? Dürüst, ciddi; fakat ruhsuz bir ekip oynarken
tarafından çalı­ Lemaitre 1830'lann bilinen melodramlarında bir caniy�
nan Mozart'ın Fa Majör kuvartetini bir de Budap
sü 'nden dinlediğimizde farklı bir parça dinlediğimiz
eşte Dörtlü­ Ö
sahnede teki karakterlerden herhangi biriymiş gibi
bash ve uzun
bir anlam yük­
duygusuna ka­ adımlarla, doğal bir şekilde yürüyordu. İzleyici buna
pılmıyor muyuz? Romantik icracılara ait olan, hünerin düşünd ü: Onun oyunda ne­
metni aştığı ledi ve bunun bir grand geste olduğu nu
düşüncesinin hil.la etkisi altındayız, ne var ki bizde onların
tutkula­ yi canlandırdığını biliyorlardı elbette; fakat onun, �
F d ��
rick Lema
:
rı, kendilerini böylesine ciddiye almalarında rolü olan luğunu n bu tür ayrıntılarını degıştırerek kendı
o masumiyet itre'in sahne oyuncu
yok.

yaratı ı kişiliğini gösterdiğini düşünüyorlardı d� n
!�
ıet n eki cani

İfade edebilmek ve olağanüstü yetenekli olmak: İşte ..


duşunmuyor­
.

kişiliğin rolünün derinliğinde gizlenen bi r şeyleri gösterd ıgını


kamusal alana nüfuz edebilmesinin formülü. Bu formül
sadece mü- 11 lardı. ııKı
zik icrasına özgü değildi. Tiyatroda da aynı şey geçerli semt- sah­
266
Boulevard du Crime' da -tiyatroların yoğun olduğu
267
ydi. En çar-
. .
- pıcı o1an, oze .. 1er, kamusal ıfade edicılik ve inanılır bir kişiliğin
.. 1 guç k için en iyi fır-
nelenen oyunlar Lemaitre'in oyunculuğunu görme
melodramda bir araya gelmesiydi; çünkü 1 830'lar
ın ve J 840'1ann sattı. J839'da iyi melodramlar ve romantik oyunla
r ancak emait­ �
melodram metinlerinin icracıları Marie Dorval ve hepsind elde edebılırlerdı;
en önce . re'in rol alması durumunda büyük bir başarı
Frederick Lema1tre gibi Parisli büyük oyunculardı. sanılırdı. Met-
onuıı oynadığı oyunların çok önemli oyunlar olduğu .
Bir önceki bölümde melodram yazmanın özünde "saf nmasında Fredenck
(pure] bir nin yükselişi, en çarpıcı biçimde sahneye ko_ , .
karakter tipi" oluşturulmasının yattığını görmüştük. 1830 lann en un-
Bu karakterler Lema1tre' inin de büyük ölçüde katkısının oldugu,
tekil kişilikler olmaktan çok cani, bakire, genç
sahipleri, genç sanatçılar, ölüme giden kız, zengin
kahramanlar, mü ik lü oyunu Robert Macaire'de görüldü; bu oyunda
, melodram, toplu-
kahramanın ılk ve
patronlar gibi sı­ ma karşı Romantik başkaldırı fikri ve pikaresk .
nıflamalara tıpatıp uyan ve bir bakışta tanınabilece mıydı? Gautı-
k her türden in­ en başarılı bileşimine ulaşılmıştı; yoksa ulaşılmamış
sanı örnekliyordu. Paris melodramlarının ironisi
, J830'1arda bu tür er oyunu şöyle betimliyor:
rolleri oynayan Dorval ve Lema1tre gibi oyuncuların
Rohert Macaire,
çok önemli ki­
şilikler olmalarıydı. Elde hazır bekleyen bu roller Temmuz Devrimi sonrasında dev:imci s_:ınatı� �n .? üyük
in icrası sırasında zaferiydi..... Bu oyunun bir öze�liği var ki, o da ınsanlıgın bu�u� ne ��
aktörler metinleri, basının tekrar etmekten bıkma
dığı deyimle, ken­ toplum düzenine yaptığı şiddetlı, umutsuz saldırıdır. Ro�e� �aca.�ıre ���
di "tarifi irnkiinsız kişiliklerini" anlatmanın aracı rakterindc Frecterick Lemaitre, gerçekten Shakespearevarı bır ko.mık kışı­
yı beceriyordu.
olarak kullanma­
Jik yaratmıştı; ürkütücü bir eğlen�e, uğu�s�z bi� kahkaha, �cı. bır �!ay....�
Dorval ve Lema1tre, 1827 Haziranı 'nda Goubaux
ve hepsinin üstünde de kötülük arıstokrasısıne aıt şaşırtıcı bır ıncelık, uy
'un Trente Ans

ad ı oyununda bir araya geldiklerinde melodram
. oyunc uluğunda
sallık ve zarafet.
degışıklık yapmaya başladılar. Tutku ve kriz unutuldu. Sahnelennıesi
anlarında normalde Bütün bunlara karşın oyun günümüzde
kendilerinden beklenenin aksine, gür seslerini itre yok. Gauııer gıbı bır
sonuna kadar kullan­ olanaksız, çünkü aıtık bir Frederick Lema
mak yerine doğal konuşmayı tercih ettiler. Salıne
ve oyunculuk eleştirmenin oyuncuya duyduğu baş döndü rücü ay � rai1
lık nedenı y �
mesleğinin ayrıntıları üzerinde yoğunlaşmaya, ecegı nı s yley meyız· ,
rol yapmanın ince­ le metnin kusurlarını gözden kaçırmış olabıl � �
liklerini yeni anlamıyla benimsetıneye başladılar. sayan eleştı rel bır ıfad e
Özellikle Frede­ bu Gautier 'nin orada gördüğü sanatı hiçe .
rick Lemaıtre sadece yüz hareketlerindeki bir ayrınt ün gücü ile anlamlı bır
ıyla izleyiciler­ olurdu yalnızca: Bu olağanüstü bir aktör
.
d
� nı uazzam etkiler yarntabileceğinin farkına vaı:an 19. yüzyılın ilk
buyuk oyuncusuydu. Orneğin, bir caninin klasik
metnın yaratılmasıydı. ını . . .
r gıbı coşk� lu alkışlar
salıneye çıkma bi­ Frederick Lema1tre, Liszt gibi müzisyenle
çimi, izleyiciye görünmekten korkarcasına ürkek
, küçük adımlarla aldı. Liszt'ten farklı olarak, oynadığı Paris
çok karışık :b izleyıc•
.

yürümesiydi. Salınede belirdiği anda onun kim
olduğunu bilirdiniz. 4
topluluğu barındırdığından, ken isi de halkın
içinden bı ınsan ' :
rak görüldüğünden, adeta bir halle kahramanıydı. 19. yüzyıl virtü­ 19. yüzyıl ortalarında bir oyunda ya da konserde duygularını belli
özünün icrası değerlendirilirken, onun gibi bir oyuncunun çalışma­ edenleri hor görmek giderek bir mecburiyet halini aldı. Tiyatroda
ları mutlaka dikkate alınmalıdır; çünkü yalnızca Paganini gibi ka­ . duygularına hfildm olmak orta suuf izleyiciler için emekçi sınıfla
balığı dillere destan zevksiz sanatçıların model alınmasına karşı bir aralarındaki sınırı belirlemenin bir aracıydı. 1850'1erin sonunda,
düzeltici, bir uyarı işlevini yerine getirmektedir. Paganini'nin sana­ "saygın" izleyici, suskunluk içinde duygularım denetleyebilen top­
tı abartı üzerine kurulmuştu; Lemaitre'inki ise doğallık üzerine. luluktu; daha önceki döneme ait kendiliğindenlik "ilkel" sayılıyor­
Kağıt üzerindeki müzik notalarını başka bir forma sokabilmek için du. Bedensel dış görünümde, Beau Brummel tarzı sınırlama ideali
gerekli o)an sanat ve olağanüstü beceri, aynı şekilde kamusal alan kamusal alan içinde yeni yeni gelişen saygın sessizlik anlayışına
içinde doğal davranabilmek için de gerekliydi. Virtüözlüğün özü, denk düşüyordu.""
belli bir ı.eknik numaranın uygulanmasında değil, icra anını canlı 1750'1erde oyuncu bir rolü canlandırmak için izleyicilere dön­
2 68 düğünde, bir cümle, hatta tek bir sözcük bile yuhlamalara veya al- "
kılabilme gücündeydi.
O halde kamu içindeki yegane aktif kamusal kişi olma sürecin­ kışlara neden olabilirdi. Benzer şekilde, 18. yüzyıl operasında, bel-
de, icracıların imgeleri şu unsurlardan oluşuyordu: İcra anını en li bir cümlecik ya da güzel sunulan bir partisyon izleyiciyi cümle­
önemli ana dönüştürmek için şok taktikleri kullanıyorlardı. Şok ya­ nin yinelenmesi talebiyle ayaklandırabilirdi. Metin yarıda kesilir ve
ratabilenleri izleyici güçlü buluyordu ve o nedenle 18. yüzyılın ic­ o partisyon birçok kereler yeniden çalırurdı. 1870 yılı sonunda al­
racıları gibi hizmetkar statüsünde değil, üstün bir statüde görülü­ kış ve tezahürat yeni bir biçim kazandı. Aktörler bir salınenin orta­
yorlardı. İzl�yicinin üzerine çıkan icracı aynı şekilde, metnini de sında durdurulmuyor, alkış anına dek bekleniyordu. Arya sona erin­
aşıyordu. 102 ceye kadar şarkıcı alkışlanmıyor, konserlerde de senfonilerin bö­
lümleri arasında alkışlama olmuyordu. Böylelikle, Romantik sanat­
çı kendi metnini aşsa bile, izleyicilerin tavrı ters yönde değişiyor­
B . İZLEYİCİ du.104
Bir icracı tarafından duygulandırılan kişilerin o an için kendile­
Bu icracıların tanıkları onların gücünün tatminkar bir düzeye erişti­
rini engelleyerek duygularını ifade etmekten kaçınmaları ile tiyatro
ğini görüyorlardı. Ne var ki söz konusu suskun izleyicilerin tatmin
ve konserlerdeki yeni tür sessizlik arasında bir bağlantı vardı.
oldukları söylenemezdi. Onların suskunluğu derin bir özkuşkunun
1850'1erde Paris ya da Londra'daki tiyatro izleyicileri oyunun orta­
göstergesiydi. Kamusal kişiliklerin ilk Romantik kuşağı silinip gi­
sında, akıllarına bir şey gelse, yanlarındakilerle konuşmaktan çe­
dince izleyicilerin özkuşkusu ironik bir şekilde arttı. İzleyiciyi ön­
kinmezlerdi. 1870'te ise izleyici kendi düzenini sağlıyordu. Konuş­
ce kamusal bir kişilik üzerinde odaklanmış haliyle, daha sonra da
mak artık zevksizlik ve kabalıktı. Dikkatlerin salıne üzerinde yo­
yalnızca kendi üzerinde odaklanıruş olarak ele alalım.
ğunlaştırılması ve sessizliğin teşvik edilmesi amacıyla salonlardaki
M. Pierre Veron, 1870'lerde popüler bir şehir rehberi olan Paris
S Aınuse da "İğrenç bir şey duymak ister misiniz?" diye soruyor­
ışıklar bile karaıtılmıştı. İlk uygulamalar 1850'de Charles Kean ta­
' '

rafından başlatıldı, Richard Wagner tarafından da Bayreuth'ta açık­


du La Porte St. Martin Tiyatrosu' nda:
ça yasa haline getirildi; 1 890'1ara gelindiğinde, başkentlerdeki ka­
19. yüzyılda, hem de burada, bir hainin eline düşen kadın rartılmış salonlar artık evrenseldi. ıos
suzluğu ncdcniyle_gözyaşlarını tutamayan ilkel yaratıklar oyuncunun
yaşıyor
mut­
hfilfi. Bu Karanlık ve sessiz bir salonda duygulara hfildm olmak bir disip­
dürüst küçük burjuv<.-ıların, dobra emekçilerin ağlamaklı hallerine tanık ol­ lin meselesiydi. B u disiplinin boyutlarını görebilmek oldukça
nıak istcnıiyorsanız bu tiyatroya gitmeyin ..... Bırakın yalnızlıkları ve peri­
şanlıklarıyla kendilerini eğlendirsinler. Onlar kendi çaresizlikleri önemlidir. 19. yüzyılın daha sonraki yılları içinde, izleyicinin özdi­
öyle mutlu ki! içinde siplin olgusu popüler sokak tiyatrolarına da sıçradı, fakat yasal bur-
juva tiyatrolarında, operalarda ve konser salonla
rında çok daha ö · Bu bina, 1 7 8 1 'de inşa edilen Comedie Française'e ilişkin anla­
ceden, daha etkili bir şekilde gelişmişti. Sahnede "hakar
eı"e u" 'ışları altüst etmişti. Opera binası insanları kuşatan bir perde de.ğil­
dıklarıru hisseden 1 9. yüzyıl tiyatro izleyicilerinin
ani ve aktif dış i·' dısında birbirleriyle görüşebildikleri bir yapının ön cephesı ya
vurumları olabiliyordu. Yüzyılın daha ileri dönem

.

inde "hakar .. · o ncuların ortaya çıktıkları bir yer de değildi. Bina, içinde yer
giderek istisna oldu. ıur,
•.· an insanlardan ve etkinliklerden bağımsız olarak beğenilınek üze­
Sessizlik disiplini kozmopolit bir fenomendi. Gerek
İngilt' � .:�ardı. insanların birbirlerine değil, ona ilgi duymaları. gerekir. O
re'nin gerekse Paris'in taşra salonlarında izleyiciler
her iki mer 7{ vasa iç mekanlar özellikle bu amaca hizmet eder. Bu kq.c�an sa­
deki izleyicilere göre çok daha şamatacıydı. B aşkentle
rden bur da ancak bir tek yaratık, bir şahin izleyicileri tanıyabilır veya
ra gelen sanatçılar bu durumdan hiç de hoşnut değiller ede olan bitenleri anlayabilirdi. İç yapı öylesine gösterişlidir ki
di. Hem ·

her kasabada bulunan taşra salonlarındaki emekçi sınıf ile ,


·

orta s ·: nede beliren herhangi bir görüntüyü ezer geçer.


- . 271
2 70 belirgin bir şekilde ayrılamıyordu; izleyiciler arasında hepsi karış ı .' .Paris Opera binasında, genişliğine karşın, dogal ınsan ı·1·ışkilerı -
..
.

·
olarak izliyordu gösteriyi. Paris ya da Londra'd a tiyatro izleyeni� 'için hiçbir yer aynlınamıştı. Mimarının deyimiyle, biric� ereği
geve­
.rin sahnedekilere açıkça bir karşılık vermeleri, Edmund Kean'" .,;.,·sessiz bir huşu" olan bir binanın lobisinde sohbet ve samımı
deyimiyle "taşralı gafı" sayılırdı. Veron'un az önceki satırlarda y a Garnier şöyle yazıyord u:
i elikler olmamalıydı. Binası hakkınd
alan, kaba seyirciler imgesi, hem aşağı sınıf mensuplarına hem
de
Batlı, Bordeaux ya da Lille gibi yerlere ait olan "taşralıya" iliş
km

Gözler usulca büyülenmeye başlar. bunu bir tür rüyaya dönüşen düş kur­
di.
ma izler; bir mutluluk duygusuna kapı�ırsınız.10\I
19. yüzyıl, Paris, Londra ve Avrupa'nın öteki büyük şehirlerin Bi­
­ · Böylesine uyuşturan tiyatro Richard Wagner'in Bayr�uth Opera
de yeni tiyatroların inşa edildiği dönemdi. Bu tiyatroların oturma nu gösterıyordu. Ancak,
:nası'nda altedilecek olan kötülük nosyonu
kapasiteleri 1 8. yüzyıldakileri geride bırakıyordu. Artık 2.500,
yönde gelişerek aynı şekilde,
' etmis
onun insa ' olduğu ortam ters bir
3.000 hatta 4.000 kişi bir salona doldurulabiliyordu. Büyüklükleri, / ·· insanların sessizliğe zorlanmasıyla sonuçlandı. Bayreuth Opera B.ı-
izleyicilerin sahnedekileri duyabilmek için küçük . salonlardakine kıs­
. nası'na 1 872'de başlanmış ve 1876'da bitirilmişti. Binanın dış
göre daha sessiz olmaları zorunluluğunu getiriyordu. Ne var ki, ilginin sahnede üretılen sa­
mı sade ve çıplaktı, çünkü Wagner tüm
Garnier's Opera gibi akustiği kötü olan büyük bir salonda bile
ses- · nata odaklanmasını istiyordu. İç yapı iki yönden çok çarpıcıy
dı:
sizliğin sağlanması hiç kolay değildi. Tiyatro binasının inşasındaki miş­
• öncelikle tüm oturma yerleri bir amfi-tiyatro tarzında düzenlen
mimari yaklaşım, yeni izleyici anlayışına uydurulmuştu. Gelin, ya-
': ti. İzleyicilerin her biri sahneyi engelsiz görebiliyordu; öteki izleyi­
pımı 1870'lerde tamamlanan iki farklı tiyatro binasını karşılaştıra- ·
cileri ise rahatça görebilmeleri gereksizdi; çünkü Wagner bu amaç­
hm: Paris 'ıe Garnier Operası ve Bayreuth 'ta Wagner Operası.
Bu la tiyatroya gelinmesini istemiyordu. Sahne, her şeydi.
binalarda karşıt anlayışlarla yola çıkılıp, aynı sonuca ulaşılmı
ştı.'"' Daha da radikal bir ayrımcılıkla Wagner, orkestranın yer aldıgı
_

Paris Garnier Operası modern standartlara göre bir hilkat gari-


· bölmeyi defi ve ahşap bir örtüyle izleyicilerin gözlerinden gizle­
besidir. Kendi süslemelerinin ağırlığı altında ezilen dev bir düğün
mişti. Müzik duyuluyordu, ama nasıl üretildiği asla görülınüyordu.
pastası gibi, o anda baktığınız cephesine göre Yunan, Roma, Barok
Dahası, Wagner sahnenin tepesindeki kemerin yanı sıra orkestranın
ya da Rokoko tarzını yansıtabilen, gösterişli dekorasyonuyla
koca- bulunduğu yerin üzerine, perde ile sahne arasına ikinci bir kemer
man bir yapıdır. Binanın görkemliliği neredeyse maskaralık
·

düze­ daha inşa ettirdi. Bu düzenlemelerin her ikisi de kendisinin adlan­


yindeydi. Richard Tidworth 'ün yorumuna göre, "İzleyicilerin
Ope­ dırdığı mystiche Abgrund 'ı yani "mistik körfez"i gerçekleştirmek
ra binasının kaldırımlarından salondaki koltuklarına geçmele
ri ke­ içindi. Bu konuda şunları yazmıştı:
yif vericiydi ve olasılıkla gecenin en keyifli olayıydı."'°"
İzleyic�nin gerçek yakınlığıyla apaçık gördüğü halde sahneyi oldukça İnsanlara neler hissedeceklerine ilişkin yapılan ilk açıklama,
uzak bır yer olarak düşlemesini sağlıyor, tabii bu da sahnede izledikleri . .
ıçınde yazarın sanatın içini nasıl titrettiğini anlatUğı gazete makale­
oyuncuların kocaman, insanüstü varlıklar oldukları yanılsamasına neden
oluyor.11n si ya da program notları biçimindeki sanat yazılarından oluşan "fe­
uilleton"du . Car! Schorske bu yazılarda öznel duyguların nasıl yü­
Bu tiyatroda disiplini sağlayan, sahneyi yaşamın tümü durumuna celtildiğini oldukça iyi yakalamışur:
getirme çabalarıydı. Tiyatro tasarımı, Wagner'in akıp giden opera­
larının bir parçasıydı. Her ilcisi de dinleyenleri disipline sokmanın Bi� k�l�m ustası olan fcuilleton yazarı 19. yüzyılın somut olana yönelik
begenısınc uygun olarak. birbirinden kopuk ayrıntılar ve bölümler üzcrin­
araçlarıydı. İzleyici müziği terk etmek konusunda özgür değildi,
d� ��!ışıyordu:··... �nlatıcını� ya da eleştirmenin bir sahne etkinliğine iliş­
çünkü müzik asla sona ermezdi. Aslında Wagner'in dinleyicileri ��n �zncl tepkısı, hısse�me bıçimi, söyleminin konusu üzerinde açık bir üs­
onun müziğini anlayamıyordu. Ama onun kendilerinden ne istedi­ ·tunluk kazanıyordu. Bır duygu durumunu betimlemek bir yargıyı dile ge­
2
,
� 72 ğini biliyorlardı. Bir eleştirmenin deyimiyle, "yaşamlarında opera
tirmek haline gcldi.11�
p
diye bir şey yokken sahip olamadıkları bir bakış açısını onlara ka­
Grove örneğinde olduğu gibi eleştirmen, sanki kendisi ve dirıleyici­
zandıran" kesintisiz ve sonsuz müziğe kendilerini teslim etmek zo­
ler, ellerindeki broşür olınasa anlaşılamayacak tuhaf bir gürültü
runda kalabileceklerini anlıyorlardı. Hem Bayreuth hem de Paris
karşısındalarmış gibi, müziğin nasıl aktarıldığını ve müzisyenin na­
izleyicileri yaşamdan "daha büyük" bir törene tanık olurlar. İzleyi­
sıl çaldığını betimliyordu. Ya da eleştirmen, örneğin Eduard Hans­
ciye düşen rol karşılık vermek değil, görmektir. İzleyicinin, saatler
lick gibi, hocalık yapıyordu; onun için müzik, ancak genel "estetik"
süren operalar sırasındaki sessizliği ve sakinliği sanatla temas kur­
teorisinin yardımıyla açımlanabilecek bir "sorunsaldı". Yargılama
muş olduğunun göstergesidir."'
ve "beğeni" artık bir vakıf olma sürecini gerektiriyordu. Bu üç eleş­
Bir kamusal icracının tam özgür ve aktif deneyimine, izleyiciler,
tiri biçiminin her biri bir vfilcıf oluş tarzıydı.' "
bir kendini basurma edimiyle hazırlanırlardı. İcracı onları uyarıp
Bunların tümü, yorumcuların içlerini rahatlatma tarzlarıydı. Ya­
canlandırırdı, fakat bunun için önce kendilerini pasifleştirıniş olına­
pıtları yorumlayan bu aracılar müzik alanında yaygınlaştılar, çünkü
lıydılar. Bu çok özel durumun kaynağı, izleyicilerin yakasını hiç bı­
kamusal alanda insanlar kendi yargılarını oluşturma kapasitelerine
rakmayan özkuşkuydu.
olan inançlarını yitiriyorlardı. Eski ve bildik müzik, Brahms, Wag­
İzleyici kamusal alanda kendini nasıl ifade edeceğini bilemiyor­
ner ya da Liszt'in yeni müziği ile aynı yaklaşıma tabi idi. !850'ler­
du; ifade; kendi iradesi dışında gerçekleşiyordu. Bu nedenle, tiyat­
den sonra tiyatroda da yayılan açıklayıcı program notları ile birlik­
ro ve müzikte, 19. yüzyıl ortalarında insanlar neler hissedecekleri­
te müzik ve drama "sorunlarını" çözümleyen eleştirmenler, sahne­
ni ya da neler hissetmeleri gerektiğini önceden bilmek istiyorlardı.
deki karakterlerin tarihteki asıllarına gerçekten uygun olduğundan
Ilk olarak Sir George Grove tarafından başarıyla uygulanan açıkla­
emın olmak isteyen izleyicilerin bütünleyicisiydiler. 19. yüzyıl or­
yıcı program notlarının oyunlarda ve konserlerde yaygırılaşmasının
tasının gerek tiyatro gerekse konser izleyicileri rahatsız edilmekten,
nedeni de buydu.
ayıplanmaktan, "kendilerini enayi durumuna düşürmekten" kaygı
1830'larda müzik eleştirmeni Robert Schumann'ın yazıları, he­
duyuyorlardı. Doğallıkla, yüksek bir hizmetkarlar sınıfının çabala­
nüz keşfetmiş olduğu ve arkadaşlarının da bilınelerini istediği bir
rı sayesinde eğlencenin keyfini çıkaran Voltaire dönemindeki izle­
konuyu ya da kimi ortak coşkuları bir arkadaş topluluğu içinde di­
yicilerin bu kaygıyı anlayabilmeleri olanaksızdır. Yüz yıl önce
le getiriyor gibiydi. İlk kez Grove ile biçimlenen ve yüzyıl sonuna
"kültürlü" olma kaygısı oldukça yaygındı, fakat kamusal icra sanat­
dek etkili olan müzik eleştirisinin farklı bir karakteri vardı; daha
larında bu korkular daha da derinleşmişti.'"
doğrusu aynı sonuca götüren üç farklı biçimi vardı .
Alfred Einstein, Romantik müzisyenin atladığı bir durumun aı-·
19. yüz­
nel "müzik direktörü" yoktu'
tını çizer: Bu müzisyen kamusal alandan yalıtılmış olduğunu bili-< . ]erinin çoğunun da profesyo .. lendır- .
k bir müz isye n grub unu yon
kala balı
.•· yı.l.da' kamusal alan
yordu da, bu alandakilerin de kendilerini ondan yalıtılmış hissettik-' da .
. .
·

vlendırılmeye başlandı' . B �rlıoz


Anı-
!erini gözden kaçırıyordu. Kolaylıkla "kültür düşmanı" olarak yo- ·
mek için özel bir kişi göre
gerekse
bestecinin, gerek kendısının
rumJanabilen izleyicinin yalıtımı bir anlamda rahatlatıcıydı. Rossi­ lar'ında yüzyılın başlarında
k az saygı
in ve seyirci topluluğunun ç�. .
ni 'nin de belirttiği gibi, izleyici kendisine yöneltilen tüm sert eleş-. . orkestrasındald müzisyenler
anlatır
eri ile nasıl mücadele ettıgını :
tirilerin gerçek oluşundan ciddi bir kaygı duyuyordu. ' " duyduğu çeşitli orkestra şefl
k bir hak arette orke stra şeflerı
çıka n tipi
Sokakta kimin kim olduğunu görünüşlerinden "çıkarmaya çalı­ '1820'1erdeki bir gazetede
esı ya-
kurulan bir saat tutucu" benzetm
şan" baylar ve bayanların tiyatro ve konser salonlarında doğru şey: . : için "yiyecekle ve sinirlerle
, 5
!er hissetme kaygısı taşunaJarı son derece makuldü. Bu kaygının pılmıştı. ' " . . .
üstesinden gelme araçları ile sokakta uygulanan korunma arasında . dah a ileri dön emi nde orke stralar genışleyıpk�ordınas- 7
Yüzyılın
� bir benzerlik vardı. Tepkisiz olmak, duygularını gizlemek demek,• .•.• . . .yon sorunları arttıkça orke
stra yönetimi de kabul göre
n.bır ustalı- - -
-

ük o k stra ş�fı Charles


yaralanmaz olmak ve patavatsızlığa karşı bağışıklık kazanmak de, · · ğa dönüştü. 19. yüzyılda Paris'teki ilk büy � �
tesı olına-
mektir. Karanlık görünümüyle, özkuşkunun bir göstergesi olan sus' oure ux'y du. Bir saat tutu cu olmak yerme muzık oton .
. Lam
orkest­
koyan oydu. O zamandan ben
kunluk, 1 9. yüzyıl etholojisinin karşılığıdır. ya dayanan şeflik ilkesini ilk sayıda
kull anıl an çok
şefler tarafından
Kamusal bir kişilik olarak Romantik icracı, seyirciyi "gerçekte" rayı kontrol etmek için tüm du.
stra sını kur
neye benzediği üzerine fantezi kurmaya davet ediyordu. Kendi iç.
. ' · en Lamoure ux'dur. !88 1 'de kendi orke .
ışaretı gelı.ştır
·

. lerle ça-
ki öteki şefler de benzer ılke
disiplinini kuran izleyici, ilk ve en renkli Romantik icracı kuşağı Edouard Colonne gibi Paris'te
inde t 'ı­
Colonne' a Berlioz'un gençliğ '.':
sahnelerden silinirken bile varlığını sürdürdü. Kamusal bir kişiliğin · lışıyorlardı. Lamoureux ve
fark lı dav ranı lıyo rdu. Burada sorun ..şeflıgın
fanteziye konu olması pasif izleyici ile birlikte varlığını sürdürdü. dığı şeflerden çok
lesıne
sı değil, 1890 'lard� sonra boy
Gerçekten de, kamusal kişilikleri olan insanların fanteziye konu ol� meşru bir !.."Urum olup olınama _ . . yıl
1 9. yuz
en tek bir kişiye verıl�ıgıydı.
ması kendine göre giderek daha da güçlendi ve politikleşti. Fante­ büyük kişisel ôtoritenin ned
tamamen
izleyicinin gösterdıgı saygı
zinin terimleri iki yanlıydı: Özdisiplini olan izleyici kamusal kişili­ sonlarında orkestra şeflerine
kah ram ana tapın­
ise neredeyse bir
ğe fantezi ürünü bir otorite yükler ve o kamusal benliği saran tüm farklıydı. Lamoureux olayında
n ve onun­
urunda "mahcup" olmakta
sınırları ortadan kaldırır. ma söz konusuydu. Onun huz astı an
Seb
iz" hissetmekten; Johann
Bir·özellik olarak kişilik "o.toritesi"ne ilişkin sezgisel bir nosyo­ la karşısında kendini "yeters
duygular-
şılaşmayacak oldugu turden
numuz vardır. Bu bir lider nosyonudur; başkalarının itaat etmek zo-· Bach'ın oğullarının hiç kar
runda olmaktan çok itaat etmek istedikleri bir lider. Ama suskun bir dan söz ediliyordu . • . "
stu başa-
dızlar" değildi; yanı olaganu
.. ..

izleyici, kamu içinde kendisini ifade eden kişilerde otorite görmek Bu adamlar Roinantik "yıl
rens ler gı­
anan dehalar, sihir� azlar, r.
isteyince, otorite fantezisi belli bir yol izler. Duygularını hem gös­ rılarıyla kamunun onayını kaz
oyle davra­
ıyorlardı ve ke�dilerı�� de
terebilen hem de denetleyebilen kişinin zorlu bir benliğe sahip ol­ bi değil, krallar gibi davran
gruplarını
plini kurar, çeşıtlı muzısyen
ması gerekir ve izleyicilerin gözünde kendini denetleyebilen bir in­ nılıyordu . Orkestra şefi disi
zor unlu ydu' Or­
ilmek için öz-deneıım
sandır. Kendi kendini istikrarlı kılabilmek, ilk Romantik çağda ol­ denetlerdi · onlara çaldırab .
yu. yıl
duğu gibi, şok etme gücünden çok daha büyük bir güç gerektirir. f
kestra şe ınin bir tiran gibi
davranması gerektiği düş
al karşılan ıyor
ünc
du.
esı,
Bu yem ıc-

edeyse doğ . 117
19. yüzyıl müziği bize bu fantezinin, orkestra şeflerinin kamusal · ·ncesinin aksine' ':Ssimdi ner
O
uygun bır ot?rıteydı.
• •

ini kor uya n izle yici için


dşiliklerinin değişen imgelerinde giderek güçlenmekte olduğunu racı tipi sessizliğ .
onun ka­
kişiliğine atfedilmesı gıbı,
5österiyor. 18. yüzyıl sonlarında birçok orkestranın şefi olmadığı Otoritenin kamusal kişinin
lerin i izle yenler
sınırlar da onun etkinlik
;ibi, kamuya açık konserlerin sponsorluğunu yapan müzik cemaat- musal benliğini çevreleyen
tarafından silinmekteydi. Bu konuda, örneğin Fransız kamuoyunun kamusal alanda "gerçek" kişiliğe sahip oldukları inancıyla yaşayan
1821-1858 yıllan arasında yaşamış olan kadın oyuncu Rachel ile, çoğu insanı güçsüz bıraktılar ve bu insanlar "gerçek" kişiliğe sahip
onun ölümünden dört yıl sonra Paris'te oyunculuğa başlayan Saralı bir azınlık arayışına girdiler ki; bu da ancak fantezi edinıleriyle so­
Berııhardt' a yaklaşımlarının karşılaştınlması öğreticidir. Rachel, nuçlandırılabilecek bir arayıştı. Bunun meyvelerinden birisi, top­
özellikle trajedilerde başarılıydı ve genelde övgü topluyordu. Tüm lumda "sanatçı"ya ilişkin oluşan yeni inıge idi; öteki ise politik ta­
kanmoyu onun özel yaşamını (Doktor Veron 'un kapatması olduğu­ hakkümün yeni bir biçimi olacaktır.
nu) biliyordu ve bunun namussuzluk olduğunu düşünüyordu; ama İnsanlar tiyatroda uyguladıkları pasif duygulanım kurallarını ti­
oyuncu oiarak yaşamını bir kadın olarak özel yaşamından ayırıyor­ yatro dışında da yabancıların duygusal yaşamını anlayabilmek için
du. Bir kuşak sonra, Bernhardt ve Eleonora Duse'nin kendi kanıu­ kullanıyorlardı. Pasif izleyici olarak kamusal insan kurtulmuş, öz­
oylarının gözünde hiçbir özel yaşamı yoktu. İzleyiciler karşılarında
2 76 gördükleri aktör ve aktrislere ilişkin en küçük ayrıntıları bilmek .is­
gür kılınmıştı. Evinde taşıdığı saygınlık yükünden kurtulmuştu,
hatta eylemin kendisinden kurtulmuştu. Kamusal alandaki pasif 1
tiyorlardı. Bu yaratıklar mıknatıs gibiydiler. Bir eleştirmen, "Sa­ sessizlik, bu sessizlik güçlendirilebildiği ölçüde ve bu anlamda da
ralı 'ın gerçek başarısı Saralı Bernhardt rolüydü: Kişisel mise .en sce­ bütün insanların toplumsal bağın kendisinden kopması ölçüsünde
ne·" diyordu. ı ııı bir geri çekilme aracıdır.
Saralı Bernhardt'ın izleyicileri ona hayrandı, ama ayrım yapma­ Bu nedenle, kamusal bir kişilik olarak izleyiciyi anlayabilmek
dan. Makyajı, güncel olaylara ilişkin görüşleri, kötü niyetli dediko­ için, son olarak onu tiyatro dışında, sokaklardayken anlayabilmek
duları, hepsi popüler basın tarafından sürekli didikleniyordu. İzle­ zorundayız. Zira burada onun sessizliği daha genel bir amaca hiz­
yici kendisine ait açık hiçbir ifade edici karakteri olmadığına göre, met ediyor; burada duygusal ifadeyi yorumlama kodlarının aynı za­
nasıl eleştirel olabilir? İcracı nasıl nesnelleştirilebilir, yargılanabilir, manda onu ötekilerden yalıtan kodlar olduğunu öğreniyor; burada,
doğru ve yanlışlarıyla görülebilir? Hizmetkarlar hakkında dedikodu kişisel bilinç ve duyguların peşinde koşmanın toplumsal ilişkilere
yapılan çağ artık geride kalıruştı. Gerçekten kendini ifade eden bir karşı bir savunma olduğunu, yani modern kültürün temel bir gerçe­
maske takabilmek ve duygularını sergileyebilmek nasıl olurdu? ·
ğini öğreniyor. Böylece söylemin yerini gözlem yapma ve "olayla­
Bernhardt'ın sanatının sırlarını keşfedebilmek için, yaşanuna iliş­ n zihinde tartma" edinıi alıyor.
kin ayrıntılar bir çırpıda silip süpürülür; kamusal benliği 1..-ıışatan sı­ Şinıdi, profesyonel icracı üzerinde odaklanmaktan sokaktaki ya­
nırlar artık yoktur. bancı üzerinde odaklanmaya geçişin nasıl gerçekleştiğini görelinı.
Gerek otorite fantezisinde gerekse kamusal benliğin sınırlarının Baudelaire, Constantin Guys üzerine yazdığı, "Modern Yaşamın
yok edilmesinde izleyicilerin kamusal icracıya bir kişilik atfettikle­ Ressamı" adlı makalesindejliineur karakterini inceliyordu. Bulvar­
rini görüyoruz. Bu da, sonunda izleyici ve icracı ilişkisinden çoğun­ ların insanı olanfiôneur yaşamı salt sokaktakilerin ilgisini çekmek
luğun azınlığa bağımlılığı olarak söz etmenin pek de doğru olmadı­ üzerine kuruluydu, "göze batmak" için giyinirdi. Teklifsiz bir aris­
ğını gösterir. Çoğunluğun zayıflığı, onları bir zamanlar kendilerine tokrat değil, bir boşta gezerdi. Baudelaire, fiôneur'ü ideal bir orta
hizmet eden belli sınıf insanların kişilik özelliklerini araştırmaya sınıf Parisli olarak görür. Poe, "Kalabalıkların Adanıı"nda onu ide­
sevk etti. al orta sınıf Londralı olarak ele alır. Aynı şekilde Walter Benjanıin
Başka bir ifadeyle, icracı izleyicileri kendisine bağımlı kılmadı; daha sonra ilginç olmanın nasıl bir şey olacağını düşleyen 19. yüz­
bağımlılık nosyonu, modern bir sanatçı kişiliği değil, dini bir şahsi­ yıl burjuvazisinin timsali olarak. ele alır onu."'
yeti betimlemeye elverişli karizmatik güce ilişkin geleneksel bir Bulvarlarda boy gösteren bu adanı, ilgi çekmeye çalışan bu var­
nosyondan gelmektedir. Kişiliği kamusal alana zorla sokan güçler, lık nasıl. etkili olacaktır, ötekiler ona nasıl tepki gösterecektir?
• Fr.: Sahneye koymak. (ç.n.) E.T.A. Hoffmarın'ın kaleme aldığı "Kuzenin Köşe Penceresi" adlı
öyküde buna ait bir ipucu bulabiliriz. Kuzen felçlidir, köşede
ki pen- . > ki gösterme arzusunu işin içine kanştırınaksızın
tam
'.'rru�

la uya­
cereden o büyük kent kalabalığının gelip geçişini seyrede
·

r. İlgisini, ' halde pasiflik mannksal olarak bılgı edınmen ın


;' ·nımak istiyordu. Şu
çekmeyi başaran kalabalığa kanlmak için en küçük bir
isteği yok- ;
tur. Bir ziyaretçiye, bacaklarını kullanabilen insanlara "görme
gereğiydi. . . . .
sana­ Sokaktaki kalabalıktan iki kişi arasında tıpkı bır tıyatro seyırcı-
tının ilkelerini" öğretmek istediğini söyler. Ziyaret bir ilişki
çi, kendisi de sinin toplumsal sınıfı ve sessizliği arasında olduğu gibi .
felçli olmadıkça ve hiç hareket etmeden dışarıdakileri izlemed içindeki sessizlik leri burıuvaz · tara­
ikçe . vardı. İşçilerin kamusal alan '. '.
o kalabalığı asla anlayamayacağının farkına varır. "" r bile kentli ışçının nihayet
fından durumlarından hoşnut olmasala
Fltineur işte bu şekilde değerlendirilmelidir. O yalnızca izlenir, ' 19.
boyun eğdiğinin bir işareti olarak görülürdü. Bu görüş, ilk kez
onunla konuşulamaz. Onu anlayabilmek için felçli bir ve dev­
hasta gib( yüzyılda burjuvazi tarafından işçilerin konuşma özgürlüğü
'"görme sanatı"nı öğrenmeniz gereklidir. bir yoruma dayanm aktaydı .
riıiı arasındaki . ilişki üzerine yapılan
78 Dönemin pozitivist bilim çalışmalarında da, olgularla etkileşi 1
.
erme ızın ven ıırse, ada1et 2 79
Yorum basitti. Işçilerin bir araya ge.lme
.

me
.
· ·
· -

girmek yerine olguları gözlemeye dayalı aynı kural geçerliy r ve


di. . sizlikleri tarnşırlar, planlar yaparlar, gizlice hazırlığa girişirle
Araştırmacı kendi değerlerini çalışmasına kattığı zaman,
"verileri­ devrimci komplolar çevirirlerdi. Böylece, 1838 Fransasi'ndaki ya­
ne seslendiği" zaman onu çarpınyordu. Psikolojide, konuşm
a tera­ salar yürürlüğe girdi. Bu yasalar işçiler arasındaki karı:usal tartış­
pisine ilk katılanlar, çalışmalarını kamuya, rahiplerin sunduğu
maları yasaklıyordu; ayrıca küçük işçi gruplarını� hang�. kafede .
te- · ve
selliye zıt bir şey olarak açıkladılar: Rahipler gerçekte insanı rapor edılme sı ıçın bır tur aıan sıs-
dinle,:> ' :ne zaman toplantı yaptıklarının
m zler; sık sık kendi düşüncelerini dile getirerek söze
� kanşnkJani •temi kurulmuştu. .
ıçın günah çıkarmaya gelenlerin sorunlarını anlayamazlar. araya g�lıyor­
Öğü İŞçiler, mesai sorırasında kafelerde içmek için bir .
vermeye kalkmaksızın karşısındakini pasif olarak dinleye
n psiko,. . !armış gibi davranarak kendilerini gizliyorlardı. 1840
'.
larda ışçıler
log ise hastanın sorunlarını daha iyi anlar, çünkü onların kullanılma­
sözlü ifa;;' arasında boire un litre ("bir litre şarap içmek") deyimı
<lelerini kendi konuşmalarıyla bölerek "renklendirme duyuru lan bu söz­
" ve "çarpıt-• · ya başladı. Yüksek sesle ilan edilerek iş:'erene de .
ma" girişiminde bulunmaz. na gelıyor­
ler kafede kendilerinden geçene kadar ıçeceklerı anlamı
İşte bu sessizlik ve değerlendirme fıkri psikolojik düzeyd
mizi çekiyor. Önceki yüzyılda dış görünüşleri kişiliklerin
e ilgi­ '.
du Bu şekilde bir araya gelmelerinde korkulacak bir
şey yoktu; iç­
gösterge­ ki onların seslerini keserd i.'"
si olarak görmek ile günlük yaşamda suskun bir izleyici eki kı­
olmak ara­ İngiltere'de J840'1arda işçilerin toplanma hakları üzerind
sında çok yakın bir ilişki vardı. Bu ilişki ilk elde mantık orta sınıfta ay­
sız görüne, sıtlamalar henüz Fransa' daki düzeyde değildi, fakat
bilir, çünkü kişinin dış görünüşünün onun benliğine ilişkin olarak topları­
ciddi bir nı korloılar egemendi ve Londra' da polis gayri resmi
işaret olarak alınması onun yaşamına doğrudan müdaha ordu. Oysa Paris 'te aynı şey
le, hatta salc n hakkına yönelik sınırlamaları artnny
dırı demektir. Bir de günlük yaşamda mağazalarda hiç gerek olmasa da,
geçen' tiyatro­ resmen yapılıyordu. Bu yüzden, yasal olarak .
vari alım satım ilişkilerindeki değişimleri anımsayın: aynı alkolızın
Orada da bir Paris 'te olduğu gibi Londra'da da işçi sırufı içinde
kişinin sessiz kalması ile bir tür yoğunlaşma eyleminin
bileşimi söz övgüsü, aynı topların kamuflajı geçerliydi.
konusuydu; benzer şekilde, tiyatroda, sokakta ya da politik
bir top­ 19. yüzyılda Paris, Londra ve öteki büyük kentl�r �
e çok sayıd�
lantıda yeni kişilik kodları yepyeni konuşma kodlarını
gerekli kılı- . işçinin içkiye sığındığı yadsınamaz. Gerçek �
'.'11<
1iklik ıle sahtesı
yordu. Kamusal ifade, ancak kişinin kendisine birtakım Londralıların
kısıtlama­ arasındaki sınır ne olursa olsun, orta sınıf Parıslı ıle
lar getirmesiyle anlaşılabilirdi. Bu da eylemde buluna rdukları bağ­
n azınlığa bo­ toplumsal istikrar, sessizlik ve proletarya arasında ku.
yun eğmek anlamına geliyordu; hatta daha fazlası. Sessizl böyle bir kamufl aj önemlıd ır.
ik disip­ ları göstermesi bakımından ..
lini bir arınma eylemiydi. Kişi, kendi beğenileri, geçmiş dönüştü kçe toplum sal du-
i ya da tep- Kafeler işçilerin söyleştikleri yerlere
zeni tehdit ediyordu; aynı kafeler alkolizmin söyleşiyi yok ettiği Bu durum büyük Londra kulüpleriyle sınırlı değildi. Öteki ku­
yerler ollınca da toplumsal düzenin muhafazasına hizmet ediyordu. lüplerde de sessizlik bir haktı. Fakat bu son derece farklı, Lond­
Alt sınıfların devam ettikleri pubların saygın kesimler tarafından ra'ya özgü bir olguydu; taşradan gelenler Londra kulüplerinin ses­
kınanmasına biraz önyargılı bakmak gerek. Bu kınamaların içten sizliğinden ürktüklerini söylüyorlardı. Batlı, Manchester, hatta
olduğu kuşku götürmez olsa da çoğu kafe-barların kapatılma nede­ Glasgow'daki cümbüşle "White'ın yerindeki ölüm sessizliği" ara­
ni içmenin çığrından çıkması değil, buralardaki kalabalığın ayık, sında sık sık karşılaştırmalar yapıyorlardı.'"
öfkeli ve konuşan kişiler olınasıydı. Büyük şehir kulüplerindeki neden sessizdi? Basit bir açıklaması
Alkol ve kamusal pasiflik arasındaki ilişki bir adım daha ileriye var: L<?ndra çok yorucu ve bezdiriciydi, insanlar bundan kaçmak
gitti. Brian Harrison'ın çalışmaları sayesinde 19. yüzyıl Londra­ için kulüplerine gidiyorlardı. Bu büyük ölçüde doğru olabilir, fakat
sı'nda dışarıya içki satan dükkfuılar ve içki içilebilen barların yer- .k.endi sorusunu doğurur: "Rahatlamak" niçin öteki insanlarla ko­
280 !erini belirleyen haritalar çizilebiliyordu. İşçi sınıfının yaşadığı böl­
nuşmayı kesmek anlamına geliyordu? Ne de olsa baylar sokakta .i
gelerde çok sayıda pub vardı, fakat dışarıya içki satan yerler son de­ · rastladıkları yabancılarla pek de çene çalıyor sayılınazlardı. Ger­
rece azdı. Yukarı sınıfların yaşadıkları bölgelerde ise az sayıda pub, çekten de, eğer metropol popüler mitolojinin gösterdiği gibi kişidı­
çok sayıda içki satış yeri vardı. Ofis çalışanlarının yayıldığı geniş şı, kör bir canavar olsaydı, sokaklardaki kişidışılıktan kaçabilmenin
alanda, kıyı boyunca yeni publar çoğalıyordu ve daha çok öğle ye­ tek yolunun durup dinlenmeden konuşabileceğiniz bir yer bulmak
meklerinde iş yapıyorlardı. Pub ve içkinin öğle yemeği sırasında olduğunu düşünürdünüz.
sağladığı rahatlama saygın bir durumdu; işten bir anlık uzaklaşma Bu bilmecenin anlamını bulabilınek açısından, Londra kulüple­
sayılıyordu. Oysa evden uzaklaşmak anlamında pub tersine, alçal­ rini proleterlere ait yerler olmayan Paris kafeleri ile karşılaştırmak­
tıcıydı. Harrison'ın aktardığına göre, 1830'larda, ta yarar vardır. Doğallıkla, karşılaştırma tam yerinde olınayacaktır.
Kafeler ödeme yapan herkese hizmet veriyordu; kulüpler ise seçkin
Londralı işadamları, artık evlerinde içiyordu; kamu.sal mckfinlarda değil bir kesimin hizmetindeydi. Yine de karşılaştırmakta yarar var, çün­
ııı
de özel mckfı.nlarda içmek saygınlığın göstergesi olmuştu.
kü hem kafeler hem de· kulüpler benzer sessizlik kuralları çerçeve­
Gürültülü ve cümbüşlü yerler olan pubları dışlayabilmek, yörenin sinde işlemeye başladılar. Bu kurala göre sessizlik sosyalliğe karşı
saygınlığının ölçütü olmuştu. Bu dışlama üzerine 19. yüzyıl Paris'i kamusal bir savunma hakkıydı.
hakkında Londra'ya göre çok daha az şey bilinmesine karşın "ta­ 19. yüzyıl ortalarından itibaren çeşitli bölgelerdeki kafeler so­
vernalar"· ya da daha kötüsü, şarap satılan yerlerin altındaki yerel kaklara da yayılmaya başladılar. Cafe Procope, 18. yüzyılda olağa­
"mahzenler" kentin yeniden inşasında Haussmarın'ın boy hedefle- . nüstü durumlar olmadıkça dışarıya masa ve sandalye koymazdı; ör­
rinden biriydi. Onları ortadan kaldırmak değil, burjuva bölgelerinin neğin bu, ancak Comedie Française'deki önemli bir gecenin ardın­
dışına atmak istiyordu. Sükfinet düzen demekti, çünkü sükilnet top­ dan olabilirdi. 1860'larda grands boulevards'ın Baron Haussmarın
lumsal etkileşimin yokluğuydu. tarafından inşasının ardından kafelerin sokaklara taşan mekanların­
Sükfinet, burjuva kesim içinde de benzer bir anlam taşıyordu. da gözle görülür bir artış görüldü. Grands boulevards sokak kafele­
Örneğin, Johnson zamanından başlayarak İngiliz kulüplerindeki rinin orta ve yukarı sınıflardan çeşitli müşterileri vardı. Vasıfsız ya
değişimleri ele alalım. 19. yüzyıl ortalarında insanlar kulüplere hiç da yarı vasıflı işçiler bu kafelere uğramazdı. Grands boulevards'ın
kimse tar�fından rahatsız edilmeden, sessizce otıırmak için gidiyor­ inşaatı bittikten sonraki yıllarda çok sayıda insan ilkbahar, yaz, son­
lardı. İsteflerse, tıklım tıklım dolu bir odada tam anlamıyla yalnız baharda kapı önünde, açık havada oturur, kış mevsiminde de cam
kalabilirlerdi 19. yüzyıl kulüplerinde sükfinet bir hak olınuştu.'23 bölmelerin ardında sokağı seyrederdi.
, Kafe yaşamının bulvarlar dışında yoğunlaştığı iki merkez vardı.
Bunlardan birisi Garnier'nin yeni opera binas
ının çevresiydi. Bura­ fikir doğmaktadır.
. da Grand Cafö, Care de la Paix, Cafe Angla
is ve Cafe de Paris yan Bu kamusal mahremiyete kaçış hakkından erkeklerle kadınlar
yana bulunuyordu. Oteki.
merkez ise Latin Quarter idi. En ünlüleri
eşit oranda yararlanmadılar. !890'lara gelindiğinde bile, bir kadın
Cafü Voltaire, Soleil d'Or ve François Prem
ier idi. Bulvar' da, Ope­ Paris 'te bir kafeye ya da Londra' da saygın bir lokantaya, yorumla­
ra ve Latin Quarter Cafe" yi ayakta tutan,
turistler ya da kibar fahi­ manız kalmadan tek başına gidemezdi, daha kapıdayken redde­
şelere takılan zarif kişilerden çok, oranın
müdavimleriydi. Bu müş­ dilmesi de olasıydı. Sözüm ona korunmaya muhtaç bir kadın olma­
teriler kafeleri hem kamu içinde bulunabilm
ek, hem de istedikleri sı nedeniyle kabul görmüyordu. O yıllarda bir işçinin yolda bir be­
zaman yalnız kalabilmek için kullanıyorla
rdı."' ��
yefendiye saat ya da yol sorması sorun değildi, fakat yakl�ş ı ı ki­
Degas'nın "Apsent İçen Kadın" adlı tablos . _
unda bir Left Bank si orta sınıftan bir kadınsa, davranışı bir rezalet olarak gorulurdu.
kafesinde yalnız başına oturan, gözlerini
il. görürüz. Kadın saygın bir kişidir belki, fakat
içkisine dikmiş bir kadın B ir başka deyişle "yalnız kalabalık" bir tür özelleştirilmiş özgürlük

. zx.,,
o kadardır; çevresin­ alanıydı ve ister tahakküm isterse daha çok ı"h tıyaç duyma1arı n:de- �

deki tüm insanlardan yalıtılmıştır. Leroy-Beau


lieu, Question Ouvri­ niyle olsun, erkeklerin bu alana kaçma eğilimleri daha yüksektı.
ere au X/X Siec/e adlı yapıtında orta sınıfı kaste
derek, boş vakit­ ı 9. yüzyılın dış görünüşleri anlamaya ilişkin kuralları, Rousse­
lerini Paris'te geçiren burjuvaları sorguluyor
du: "Bulvarlanınızda­ au'nun 'sehir analizinde kullandığı kuralları aşmıştı. Rousseau koz­
ki apsent içenlerle ve aylaklarla dolup taşan
dizi dizi kafeler ne işe mopolit kamuyu gözünde ancak şehirdeki her bireyi bir aktör ola­
yarıyor?" Zola'nın Nana'sında "canlı sokağ
ı izleyen büyük sessiz rak betimleyerek canlandırabiliyordu; onun Paris'inde herkes ün
yığınları" okuruz. Atget 'in çektiği St. Mich
el Bulvan'ndaki Select ne.<<inriP. koşuyordu ve kendi kendini yüceltmeye çabalıyordu. Her­
Latin kafesini gösteren fotoğraflara bakar
ız ve bir masaya ya da kesin rolünü buna değecek olanların tümü için abartarak oynadığı
ayrı ayrı masalara tek başına oturmuş dışarı
yı seyreden kişiler gö­ sapkın bir opera düşlüyordu. 19. yüzyıl başkentlerinde uy·gun teat­
rürüz. Basit bir değişim gibi görünüyor.
fede bir araya gelmiş, dinleniyor, içiyor
İlk kez çok sayıda insan ka­ �
ral biçim monolog idi. Rousseau, maskelerin birer yüz h ıne gele­
ya da bir şey okuyordu ve ceği, dış görünüşlerin de karakterlerin göstergesı olacagı bır top­
ne yazık ki görünmeyen duvarlarla birbir
lerinden ayrılmışlardı. "'' lumsal yaşam umuyordu. Bir anlamda umutlan gerçekl�ştı; 19.
1 750'de, Parisliler ve Londralılar ailele _
rini özel yaşam alanları yüzyılda maskeler yüze dönüştü, fakat sonuç toplumsal etkıleşımın
olarak görüyorlardı. Büyük dünyaya ait
davranışlar, konuşma ve gi­ zayıflamasıydı. ·

yım tarzı ev ortamında.ki mahremiyete


.

uygun düşmemeye başla­ 1890'larda Paris'te ve Londra'da yeni kurallara mükemmel bır
.

mıştı. 125 yıl sonra, büyük dünya ile evin


bu kopuşu teoride tartış­ somutluk kazandıran bir toplumsal eğlence biçimi gelişti. Kitlesel
masız bir doğru halini almıştı. Fakat bu
tarihsel klişe de pek doğru
kamusal ziyafetler kentte yaygınlaşmaya başladı. Yüzlerce hatta
görünmüyor. Sessizlik yalıtılmayı doğu
ruyor diye kamusal/özel binlerce insan bir araya toplanıyor ve çoğu da birkaç kişi dışında
ayırımı bir karşıtlar çifti şeklinde ele
alınamazdı. Salt özel bir tek
kimseyi tanımıyordu. Genellikle iki üç kişi konuşma yapar, kendi­
kişiyi gözlemeyen sessiz izleyici şimdi
yalııız kalma hakkını kulla­ lerinin ya da başkalarının kitaplarından bir şeyler okur, olmazsa ka­
·

nıp gizlenerek kendi düşüncelerinin ve düşler _ ı­


inin içinde yitip gide­ labalığı eğlendirirlerdi. Ardından tabldot yemek servısı yapılırd_
bilirdi. Sosyallik bakımından kötürümleşmiş ı karşılıklı etkı­
bu izleyicinin bilinci Bu ziyafetler, iki asır önce kahvehanelerin başlattığ
boşlukta yüzüyor, mahremiyeti yaşamak
için aile ortamından kafe­ leşim yolu olan konuşmayı sona erdirdi; özgür, rahat, fakat ınceden
lere ve kulüplere kaçıyordu. Sessizlik bu
nedenle kamusal ve özel inceye düşünülmüş konuşmayı. Kitlesel ziyafetler kamusal alana
imgelerin üzerinde yer aldı. Sessizlik, hem _
başkalarından yalıtılma­ kişisel deneyimin önemli bir alanı olarak sarılan bır toplumun sım­
yı hem de görülebilirliği olanaklı kıldı. Burad
a, daha önce görmüş gesiydi. Ancak toplumsal ilişkiler bakımından bu, toplumun anla­
olduğumuz gibi, mantıksal sonucu mode 121
rn gökdelenlere çıkan bir mını yitirmesine neden oldu.
Tüm bu nedenlerle 19. yüzyıl sonunda, izleyiciye ilişkin temel x
terimler değişmişti. Sessizlik sanatta bağımlılığın, toplum içinde ise Ko lektif kişilik
bağımsızlı)c-olarak-yalıtılmanın aracıydı. Kamusal l..iiltürün tüm
mantığı çatırdamıştı. Salıne ve sokak ilişkisi tersyüz edilmişti. Sa­
natta var olan düşsellik ve yaratıcılık kaynakları artık günlük yaşa­
mı beslemeye elverişli değildi.

Kamusal yaşam tarihinde bu kadar yol aldıktan sonra 1 9 . yüzyılın


günümüz sorunlarına nasıl temel hazırladığını sormak yararlı olabi­
lir. Günümüzde kişidışı yaşantı anlamsız ve toplumsal karmaşıklık
da baş edilemez bir tehdit gibi görünüyor. Benliğe ilişkin bir şeyler
anlatan, benliği tanımlamaya, geliştirmeye ya da değiştirmeye yar­
dımcı olan deneyim ise tersine, vazgeçilmez bir ilgi alanı haline
gelmektedir. Malırem bir toplumda, yapısal olarak ne denli kişidışı
olursa olsun, tüm toplumsal fenomenler bir anlam kazanabilmek
için kişilik sorunlarına dönüştürülür. Politik çatışmalar politik kişi­
likler oyunuyla, liderlik de başarıya göre değil "inandıncılık"la yo­
rumlanır. Kişinin ait olduğu "sıruf', sistematik bir toplumsal belir­
lenimden çok, kişisel güdü ve yetenek ürünü olarak görülür. Kar-
maşa ile yüz yüze kalan insanlar karmaşanın ortasında daha içsel, / kişiliğin kamusal yaşama girmesi her iki ilkenin de yolunu açtı.
· daha özlü bir ilkeye ulaşırlar; çünkü toplumsal gerçeklerin kişiliğin Anımsanacağı gibi, narsisizm. benliğin tatmini arayışıdır, fakat
simgelerine dönüştürülmesi ancak karmaşık olumsallık ve zorunlu� , , bu arayış aynı zamanda da bu tatminin oluşumunu engeller. Bu psi­
luk nüanslarının sahneden silinmesi durumunda başarılı olur. şik durum kültürel bir koşul tarafından yaratılmaz; her insanın ken­
19. yüzyılda kişiliğin kamusal alana girmesi bu mahrem toplu­ di karakteriyle ilintili bir olasılıktır. Kültürel gelişmeler de narsis.iz­
ma zemin hazırladı. Bunu, toplumsal etkileşimin kişiliklerin açığa . mi körükleyebilir ve narsisizmin ifadesi her çağda değişebilir. Oy­
vurulmasına yol açtığına insanları inandırarak gerçekleştirdi. Bunu le ki, bazı ortamlarda usandırıcı, bazılarında da dokunaklı ya da hep
kişiliğin algılanışını öyle bir şekilde biçimlendirerek yaptı ki, kişi­ birlikte çekilen bir ıstırap şeklinde görülıiıüştür.
liğin içeriği asla billurlaşmadı ve böylece insanları kendilerinin ve Narsisizm, psişenin beklentiye sokulan asli bir parçasına bağım­
ötekilerin, "gerçekten" nasıl olduğu konusunda ipuçları elde etmek lıdır. Bu, "aydınlanmış özçıkar" [enlightened self-interest] ya da ,
Rlı için takıntılı ve sonsuz bir arayışa itti. Yüzyıllık dönem boyunca,
teknik anlamda "ikincil ego işlevi" [secondary ego function] adıy- -87
,

toplumsal bağlar ve yükümlülükler "Ben ne hissediyorum?" sorusu la anılır. Kendi zihninde, neyi istediğine ya da istemediğine ve ne-
karşısında geriye çekilmiştir. Gerçekten de, kişiliğin geliştirilmesi yin kendi çıkarlarına hizmet edip etmeyeceğine ilişkin bir görüş ge­
görevi toplumsal eyleme yönelik görevlere aykırı hale gelmiştir. liştiren kişi, gerçekliği de belli bir şekilde sınayacaktır. Yani kendi­
Bir önceki yüzyıl ile çağımız arasındaki fark, önceki yüzyılda . sinin gerçekliğe uygunluğundan çok gerçekliğin içinde kendisi için
kişiliğin belirli görevlerinin, her şeyden önce kendiliğinden duygu­ ne bulunduğuna bakacaktır. Ekonomi jargonundaki "aydınlanmış"
ların -bu duygular aktif bir toplumsal katılım süreciyle oluşmanuş · sözcüğü bunu psikanalitik jargondan daha açık bir şekilde vermek­
da olsa- uyanmasının yalnızca kişidışı bir alanda ortaya çıktığına tedir. Belirli bir gerçeklik, bir vadık durumunu özetleme, o durum­
inanılmasıydı. Kamusal alana duyulan inancın korunması aileden daki kişinin bir ifadesi olarak yeterli olma yüküyle "aydınlanmış-
ve aileye ilişkin kurallardan kaçmaya yönelik güçlü bir arzuyla ba­ tır". Bu şekilde bir kez "aydınlanınca", kişinin kendisini somut ve
ğıntılıydı. Kişidışılığa bu sığınmayı günümüzde kınayabiliriz; çün­ ' · sınırlı ilişkiler aracılığıyla simgelemesinde olduğu gibi, .bu gerçek-
kü erkekler bunu yapabilmekte kadınlara göre dalıa fazla özgürdü. lik sistematik olarak eksik bulunınayacaktır. Aydınlanmış özçıkar
Fakat kamusal olanın kendisi zihinlerimizden ve davranışlarımız­ herhangi bir duruma ışık tutabilmeyi, onu doğru ve yanlış yüzüyle
dan silinince aile de giderek daha çok ilgi ve çaba gerektirir oldu. görebilmeyi ve sınırları belirlendiğinde sunabileceği gerçek hazları
Aile, duygusal anlamda "gerçek" ilişkilerin neye benzediğini ta­ keşfetmeyi de beraberinde getirir. Ego işlevinin en iyi tanımının bu­
rumlayabilmemizi sağlayan biricik modelimizdir. Aramızdan çok radan türetilebileceğini düşünmüşümdür hep: Bu, arzulamasını de-
zengin olanları bunun dışında sayarsak, aileden başka bildiğinıiz ğil elde etmesini öğrenmektir. Mülkiyetçilik ve buyurganlık gibi
hiçbir kozmopolit alternatif yoktur. Bu yüzden, önceki yüzyılda görünüyorsa da, nasıl elde edeceklerini öğrenmiş olanlar, odaksız
mümkün olan "dikizleme" şeklindeki aileden kaçış bütünüyle red­ arzuların narsisizmine saplanmış olanlardan daha alçakgönüllüdür-
dedilmemelidir; en azından bu kaçışı başaranlar oldu. ler.
Mahrem toplum iki ilke temelinde kuruluyor. İlkini narsisizm Şu halde, narsisizmi körükleyen bir kültürün, insanları istedikle­
olarak tanımlamıştım. Ötekini de bu bölümde yıkıcı gemeinschafı' rini elde etmekten vazgeçirmesi gerekir; kendi özçıkarlarını kavra­
adı altında tanımlayacağım. Ne yazık ki, bu toplumbilirn barbarlı­ maktan insanları uzaklaştırması, yeni bir deneyimi yargılama yete­
ğının yararlı, anrn çevrilemez bir anlamı var. Bir önceki yüzyılda neğini köreltmesi ve bu deneyimin her anının mutlak olduğu düşün­
cesini uyandırması gerekir. Önceki yüzyılda kişiliğin kamusal ala­
� .Gemeinschaft: Alm. Modern toplum karşıtı geleneksel, organik insan toplulukları
ıçın kullanılır. Community'ye cemaat dediğimizden bir karışıklık yaratmaktan na girmesi yargılardaki bu sapmi'yı başlatmıştır.
kaçınmak için sözcüğü olduğu gibi bırakıyoruz. (ç.n.) Bir önceki bölümde kamusal alan içinde sanatçının kişiliğinin
bir "metin" sorunu ile nasıl ilişkilendirildiğini görmüştük. ·Sanatçı topluma uygundur. Burada insanlar işbölümü ilkesini duygularına
dikkatini aktarılan metnin dışına vermişti. Şimdi de, bir politikacı­ uygularlar, böylelikle öteki insanlarla her karşılaşmaları kendilerini
nın ne zaman, nasıl kamusal bir kişilik olduğunu; dikkatleri bir ancak kısmen verebilecekleri bir olay olur. Tönnies gemeinschafı'm
"metin"den uzaklaştırdıkça nasıl kendi üstüne çektiğini göreceğiz. ortadan kalkmasından üzüntü duymakla beraber onun yeniden do­
Metin, dinleyicilerinin ilgi ve gereksinimlerinin toplamıdır. Kamu: ğabileceğine de ancak "sosyal bir Romantiğin" inanabileceğini dü­
sal alanda bir politikacının kişi olarak güven yaratabilmesi ölçüsün­ şünüyordu.
de, inanan kişiler kendi anlamlarını yitireceklerdir. Bir sanat kamu­ Biz şimdi Tönnies'in bahsettiği "sosyal Romantikler" olduk. Ki­
su bağlamında geçerli haliyle yargıların pasiflik ve özkuşku yoluy­ şinin başkaları karşısında kendisini açığa vurmasının, bu açığa vur­
la nasıl askıya alındığını daha önce görmüştük. Dinleyicileri sanat­ manın toplumsal şartları ne olursa olsun, kendi içinde ahlaki bir iyi·
çıyı yargılamayı değil onunla birlikte heyecan duymayı, onu yaşa- olduğuna inanırız. Kitabımızın başında anlatılan mülakatçıları
288 mayı ister. Aynı şey politik "kişilik" için de geçerlidir. Onun dinle­ anımsayın. Muhataplarının açığa vurduğu her yeni şey karşısında'
yicileri de kendilerini kaybederler. Onun kendileri için neler yapa­ kendileri de yeni şeyler açıklamazlarsa onlarla insani ve otantik bir
bileceğinden çok kim olduğu üzerinde odaklanırlar. Bu oluşumu, ilişki kuramayacaklarına inanıyorlardı. Yoksa karşılarındaki insan-1
grubun ego çıkarlarının askıya alınması olarak adlandıracağım. Pek !ara bir "nesne" gibi davranmış olurlardı ki, nesneleştirme kötü bir1
zarif bir deyim olmamakla birlikte kullanışlı bir ekonomik ve psi­ şeydi. Buradaki cemaat düşüncesi, kişilerin kendilerini ötekilere·
kanalitik bileşimdir. Bu süreç, 19. yüzyıl başkentlerinin politik ya­ açığa vurdukları zaman onları birbirine bağlayan bir dokunun olu­
şamında belirginleşmeye başlamıştı. şacağı inancından kaynaklanır. Aralarında psikolojik bir açıklık ol­
Günümüz mahrem toplumunun ikinci özelliği cemaate yaptığı mazsa, toplumsal bir bağ da olamaz. Cemaate ilişkin bu gözlem,
güçlü vurgudur. Bildik tanımına göre bir cemaat bir mahalle, harita gizlenme ediminin, maskelerin, insanların ortak yanını oluşturduğu
üzerinde bir yerdir. Bu tanımlama, 19. yüzyılda şehrin farklı yerle­ 18. yüzyıldaki "sosyal" [sociable] cemaatin tam karşıtıydı.
rinde bulunan insanların farklı yaşamlar sürmeleriyle, şehrin atomi­ Hangi türden olursa olsun bir cemaat bir dizi töre, davranış ve
ze olması yüzünden şimdi genel olarak benimsenen bir anlam içe­ öteki insanlara karşı takınılan tavırla sınırlandırılamaz. Cemaat ay­
riyor. Ancak, bu bildik tanım aşırı dar bir yaklaşımıdır da. İnsanlar nı zamanda kolektif bir kimliktir; "kim olduğumuzu" dile getirme
bir arada yaşamalarından kaynaklanmayan türden çok çeşitli cema­ biçimidir. Fakat sorunu bu noktada bırakırsak, mahalleden ulusa
at yaşarriları sürebilirler. kadar belli bir grup içindeki insanlar kendilerini bir bütün olarak
Sosyolog Ferdinand Tönnies, gemeinschaft ile gesellschaft kav- . gördükleri sürece, her toplumsal gruplaşmanın cemaat olarak gö­
ramlarıni karşılaştırarak cemaatin coğrafya dışı anlamını betimle­ rülmesi gerekir. Sorun, bu kolektif kimlik görüntülerinin nasıl oluş­
meye ça"lıştı. Gemeinschaft başkalarıyla dolaysız ve açık duygusal turulduğu ve "Biz kimiz?" sorusuna bir yanıt vermek için insanla­
ilişkilerin yaşandığı cemaattir. Tönnies cemaat düşüncesini ge­ rın hangi araçları kullandığıdır.
sellsclıaft'ın (toplumun) karşısına koyarken, aynı zaman diliminde Cemaat kimliği, en basit şekilde, savaş ya da doğal felaket gibi
var olabilen iki farklı yaşamsal durumu betimlemeyi değil, tarihsel nedenlerle bir grubun yaşamının tehdit edilmesi durumun.da oluşur.
bir zıtlık yaratınayi hedefliyordu. Gemeinschafı, ona göre, geç dö­ Bu tehdit karşısında insanlar kolektif eylem içine girerken kendile­
nem Ortaçağ'da, kapitalizm ve kentleşme öncesi dünyada ya da ge­ rini birbirlerine yakın hissettikleri gibi, onları sıkı sıkıya bağlaya­
len�ksel toplumlarda var olmuştu. Öteki insanlarla doğrudan ve · cak imgeler ararlar. Kolektif özimgeyi besleyen kolektif eylem: Bu
açık duygusal ilişkileri kapsayan gemeinschafı ancak hiyerarşik ittifak, Eski Yunan politik düşüncesindeki ideallerden 1 8. yüzyılın
toplumlarda olanaklıdır. Gesellschafı ilişkileri ise tersine, sabit sta­ kahvehane ve tiyatrolarındaki konuşmalara kadar uzanır. Karşılıklı
tülerden çok istikrarsız sınıfların ve işbölümünün olduğu modem konuşmalar insanlara bir araya gelerek bir "kamu" oluşturdukları
hissini verir. Genelde güçlü bir kamusal yaşamı olan bir toplumda­
Son yüzyıl içinde, kolektif kişilik cemaatleri oluştukça, ortak
ki "cemaat duygusu" ortak eylemin yarattığı bu birlikten ve payla­
imgeler ortak eylem için caydırıcı güç olmaya başladı. Kişiliğin
şılan bir kolektif benlik duygusundan doğar.
kendisi anti sosyal bir içerik kazandığında, kolektif kişilik de top­
Fakat kamusal yaşamın silindiği dönemlerde ortak eylem ve ko­
lum içinde grup eylemine dönüşmesi güç, hatta bizzat ona düşman
lektif kimlik arasındaki ilişki de sona erer. Sokakta birbirleriyle ko­
· bir grup kimliği haline geldi. Cemaat, kolektif eyleme değil de ko­
nuşmayanlar, grup olarak kim olduklarını bilebilirler mi? O zaman
lektif varlığa ilişkin bir fenomen haline geldi; bir istisna dışında.
kendilerini bir grup olarak görmeyeceklerini söyleyeceksiniz; oysa '.
Grubun yürütebileceği tek etkinlik arınma, başkalarına ' be�z_eı:'.�
­
geçen yüzyılın kamusal yaşam koşulları, en azından modem za-.
yenlerin" reddedilıneleri ve cezalandınlmalarıdır. Kolektif kişılıgın
manlarda bunun böyle olmadığını göstermektedir. Kafelerde tek
olusturu
' lmasında kullanılabilecek simgesel malzemelerın ıstıkrar­
sız olınaları nedeniyle, cemaatçe arınma sonsuza kadar sürer.
başına oturan sessiz insanlar, bulvarlardan kurula kurula geçerken Bu,
� hiç kimseyle konuşmayan flaneur'ler özel bir ortamda olduklarını .
ülkelerine sadık Amenkalılar, otantik Aryan1ar, " gerçek" devnmcı- .
. 29 1

ve o ortamdaki diğer insanların kendileriyle bir şeyler paylaştıkla­ ise


!er arayışıdır, Kolektif kişiliğin mantığı tasfiyedir; düşmanları
rını düşünmeye devam ediyorlardı. Artık ne giysiler ne de konuş­ açık
her tür ittifak eylemi, işbirliği ya da Birleşik Cephe'dir. Daha
malar işe yaradığından, bir kolektiflik olarak kim olduklarının res­ dolaysız ve açık duygusa l Hiş­
dile getirirsek, günümüzde insanlar
mini çizerken yararlanmak zorunda oldukları araçlar fantezi ve bırbırlerını ya­
kiler arayışına girdiklerinde, yapabildikleri tek şey
yansıtma [projection] idi. Toplumsal yaşamı kişilik durumları ve ki, orta-
ralamaktır. Bu, kişiliğin toplum içinde kendini göstermesıyle
şisel simgelerle düşündükleri için, yapmaya başladıkları şey kamu.- .. schaft'ın mantık sal sonucud ur.
ya çıkan yıkıcı gemein
sal alan içinde ancak fantezi edimleriyle yaratılabilecek ve yaşatı,. :·
Gerek ego çıkarlarının askıya alınması gerekse kolektif kişilik
labilecek ortak bir kişilik duygusu yaratmaktı. Kişilik sembolleri- ; ta­
fantezileri, retoriği işin içine sokmaları yüzünden politik ağırlık
nin gerçekte son derece istikrarsız olınaları ve kişiliği dış görünüş:'
şıdıklarından, mahrem bir toplumun tohumları diyebileceği
z �
bu
ten okuma ediminin güçlükleri göz önünde tutulursa, kolektif bir ıncele-
unsurların her birini belirli olaylar ve kişiler çerçevesınde .
grubun kişiliğini kucaklamak için kişilik terimlerinin genişletilme­ çıkarlar ının kamusa l bir kişilik ta­
mek istiyorum. Bir gruba ait ego
sinin ancak fantezi ve yansıtma yoluyla mümkün olması anlam ka, Pa­
rafından askıya alınışı, ilk ortaya çıkan örneklerinden birinde,
zanır. ki durum
ris'te 1848 devriminin başlangıcında incelendi. Buradiı
İşte bizim inceleyeceğimiz cemaat budur: Kolektif bir kişiliği, i devrinıci bir rahibin eseri ile:.karş ılaştı­
Rönesans F!oransa'sındak
ortak fanteziler tarafından üretilen kolektif bir kişiliği olan bir ce, ilkesel olarak, Dreyfu s Dava­
rıldı. Kolektif kişiliğin oluşumu,
maat. Bu, şehirde yerel yaşam anlamına gelen günlük dildeki cema­ etııinde­
sı'nda, özellikle Zola'nın "Suçluyorum" (J'Accusef) adlı'·m
at kavramından çok uzaktır; ama öyleyse bu günlük dildeki tanım
ki cemaat dilinin analiziyle incelendi.
da bizzat cemaat olgusunun derinliğini ve ciddiyetini kavramaktan
çok uzaktır. Dahası, ortak bir kişilik olarak cemaat duygusunun da­
ha önce tartıştığımız grup egosu çıkarlarıyla nasıl bir bağı olduğu­ A. 1 8 4 8 : SINIFA KARŞI
nu görmeye çalışacağız. Yansıtılan kolektif kişilik ve grup çıkarının BİREYS EL K İ Ş İLİÔİN ZAFERİ
yitmesi fenomenleri arasında dolaysız bir ilişki vardır: Fantezileşti­
rilmiş ortak bir kişilik bir grup yaşanıına ne denli egemen olursa, o Orkestra şefinin doğuşu yeni bir politika biçinıine paralel olar

ge­
a ayaklan an işçilere hll.kim olabılınek
grup kendi kolektif çıkarlarını o ölçüde daha az geliştirebilir. Bu ka­ listi. Yoğun gerilim anlarınd
ba neden sonuç ilişkisi geçen yüzyılda en ciddi ve en açık şekilde �
i n burjuvazi kimi zamanlar kamusal alan içinde kişilik kodların ı
ı-
yaratab
sıpıf savaşı politikalarında biçimlendi. kullandı. Bunu, yeni bir aracıyla yaptı; bu aracı heyecan
len, inandırıcı bir kamusal icracı ve sanat alanında burjuva izleyici­ . 1830 Devrimi genellikle bir "burjuva devrimi" diye adlandırılır.
nin doğallıkla kendisi üzerinde kurduğu sessizlik disiplinini emek­ Eğer kastedilen Paris sokaklarındaki yığınları burjuvazinin oluştur­
çi sınıf izleyicisi üzerinde de kurabilen bir otorite olan politikacıy­ duğu ya da Restorasyon hükümetine karşı anayasal mücadele yürü­
dı. Sonuç, işçilerin kendi taleplerini geçici olarak fakat çoğunlukla ten temsilcilerin burjuvalar oldukları ise, bu ifade yanıltıcı olacak­
ölümcül bir biçimde askıya almalarıydı. tır. Bu, orta sınıftan gazeteciler ve politikacıların öncülük ettiği, ar­
Burjuva politikacıdan işçiler üzerinde egemenlik kuran bir icra­ kalarından da her biri kendi derdini taşıyarak gelen Paris sokakla­
cı olarak söz etmek rahatsız edici bir sorunu gündeme getirecektir. rındaki kol emekçilerinin devrimiydi. Kitle rengarenkti; aralarında
Politikacıların kamunun bilinçli manipülatörleri ya da kendi güçle­ bulunmayanlar yalnızca aşırı zenginler ve aşırı yoksullardı. Gelge­
riyle neler yapabileceklerinin farkında olan insanlar olarak görül­ lelim, "burjuva devrimi" terimi, bir an için, çeşitlilik içeren bu top­
meleri genellikle oldukça kolaydır. Bu şekilde görülürlerse, 19. luluğun bir araya gelmesine irnkiln veren belli bir "halk" anlayışını
292 yüzyılda sınıf savaşımının tablosu burjuva zalimler ve işçi sınıfının göstermekte kullanılırsa doğru olur. '"' ;ı
ayartılmış meleklerinden oluşacaktır. Fakat geçen yüzyılın o büyük De!acroix'nın "Halka Öncülük Eden Özgürlük" adlı 1 8 3 1 tarih­
ve gerçek sınıfsal tahakküm dramı tam da burjuvazinin üzerlerinde li tablosu, "halk" denilen topluluğun en ünlü tasviridir. Barikatların
egemenlik kurarak ezdiği sınıflara bilme yöntemlerini acımasızca ardından, cesetlerin üzerinden atlayarak gelen üç kişi görülmekte­
dayatmasından ibaretti. Devrimci gerginlik dönemlerinde bu kural­ dir; tam ortada bir elinde bayrak, öteki elinde de silah olan, arkasın­
lar etkili bir pasiflik yaratmakla birlikte, bu kuralları dayatanlar dan gelenlere işaret eden klasik pozda bir kadın alegorik bir "özgür­
kendi zenginliklerine yolu açan sermaye dolaşımını ne denli anlı­ lüğü" simgeler. ''Halk" en belirgin şekilde solda, silindir şapkalı, si­
yorlar ve değerlendirebiliyorlarsa ya da aslında fiziksel dış görü­ yah paltolu bir beyefendi, sağ tarafta da elinde iki silah olan, göm­
nüşleriyle kendi kimliklerini ele verme korkularının bütün bir top­ leği bağrına kadar açık genç bir işçi olarak durmaktadır. "Halk",
lumsal psikolojinin bir parçasını oluşturduğunu ne denli anlıyorlar­ böylelikle, soyut, alegorik bir özgürlüğün yönlendirdiği iki ayn ki­
sa, bu olguyu da o kadar anlayabiliyorlardı. şilik ile temsil edilmiş oluyor. Bu, Wilkes dönemindeki sorunun;
Şubat-Haziran 1848 Devrimi bir arada ortaya çıkan iki yeni et­ yani özgürlüğün insani temsilinin, birleşik bir "halk" mitine göre
kenin altıiıı çizer. 1848, 19. yüzyılın kültürel ve sınıfsal koşulları­ çözümüydü. Ancak, bu, yaşamını sürdüremeyen bir "halk" mitiydi.
nın kesiştiği andı. Burjuva kamusal kodları olan etlıoloji, sessizlik T. J. Clark, Mutlak Burjuva adlı mükemmel kitabında bu tablonun
ve yalıtıınlhnın, insanların devrime ilişkin deneyimlerini etkileyebi­ incelemesini aşağıdaki sözleriyle sonuçlandırır:
lecek düzeyde olgunlaştığı ilk andır. Yanı sıra bu ayaklanmayı ya­
şayanların sınıf ve sınıf çelişkileri sorunlarının bilincinde oldukları
Burjuva devrimi miline ilişkin sorun da buydu. Mitsel terimler, yani bur­
juvazinin kendi kendisine anlattığı hikaye kendi çözümsüzlüğünü gösteri­
ilk devrimdi. yordu..... Yeni devrim gerçekten destansı ve evrensel olsaydı, insanın yeni
Bir göilemci eğer isterse, herhangi bir devrim ya da toplumsal bir bir tanımını yapsaydı, halk ve burjuvazi gerçek müttefik olsaydı ve halk da
harekette bir rol oynayan sınıf çıkarlarını ayırt edebilir. Doğaldır ki, temsil edilseydi o zaman burjuvazi kendisini onların ortasında dört kişiye
aktörlerin kendi sınıf çıkarlarından kendiliklerinden, açıkça söz et­
karşı bir kişi, hatta yüz kişiye karşı bir kişi. kölelerle kuşatılmış bir çiftlik
sahibi, bir sömürgeci olarak bulurdu.12\l
meleri ayn bir konudur. Sınıf bilincinin oluşmasının öyküsü, Fran­
sa' da daha önceki, sınıf kavranıının farkında olmaksızın yine de sınıf 1848 yılı sonunda bu, tek vücut "halk" imgesi inandırıcı bir devrim­
güdüsüyle eyleme geçenlerin yer aldığı 1830 Devrimi'nden 1848'e Ci cemaat oluşturmuyordu. Görsel sanatlarda, çok seyrek de olsa,
ulaşır. Kapitalist endüstriyel üretim, 1 848 'den önceki 18 yıl içinde Delacroix'nın 1 8 3 1 yılı yapımı tablosunu 1848 için bir tür kutsal
serpilmeye başlamıştı. 1848'de savaşanlar için bariz olan belirli so­ resim olarak kullanına çabaları görülmüştür. Az sayıda anonim res-
runların varlığından 1 830' da savaşanların bihaber olması doğaldı.
sam, Delacroix'nın figürlerini yeni devrimi betimlemede kullandıy­ aiıında yapılan her konuşma kendi içinde bir dünya olur; insan olan
sa da bu girişimler son derece sınırlıydı, aynca da görsel felaketler bitene ilişkin ipuçlarıyla olayların içyüzünü görmek ister, ne var ki
olmaktan ileri gidemediler. 1 848'de tıpkı !830'da olduğu gibi, li­ buna zaman yoktur. İlerideki sokakta çatışma başlamıştır ya da şe­
derlikte etkin bir rolleri olsa da, orta sınıflar giderek devrimi anla­ hirde bir konuşma yapılacaktır ya da oradan kaçılınası gereklidir.
tan betimlerden silinirler; Şubat !848'de düşmanlıklar ilk kez su Bu nedenle devrimde anlık olayların nasıl yorumlanacağının ve
yüzüne çıkarken, Daumier 1 8 3 1 imgeleminden ( 1848 tarihli Ayak­ kime inanılacağının bilinmesi büyük önem taşır. Tarih hızlandınl­
lanma' da olduğu gibi) disiplinli kol emekçileri ya da yoksullardan dıkça ve zaman askıya alındıkça, yabancıların dış görünüşlerini an­
oluşan ( 1 849 tarihli Barikatlardaki A ile 'de olduğu gibi) "halk" im­ lamlı kılan kodlar olağanüstü önem kazanmaktadır.
gelerine kaymıştır. 130 Devrimci kargaşa dönemlerinde, anlam kodlarının genellikle. et-
kili olmakla birlikte noirnal kanallarının dışına çıktıkları görülür.
95
Resim alanında olanlar, işçilerin ve onların entelektüel destekçi-

Aristokratlar olayları ansızın işçilerin gözleriyle görebilir ve rahat 2


'1. !erinin yazılarında da oldu. 1 830'da, journaux de travail işçilerin
çıkarlarının mülkiyet sahiplerininkinden farklı olduğundan söz edi­
günlerinde gözlerine çarpmayacak şeylere dikkat etmeye başlayabi­
yordu. !848'de ise onların çıkarlarının burjuva sınıfının çıkarlarıy­
lirler. Bunun tersine, ayaklanmada yer alanlar ise, toplumsal ayak­
la "uzlaşmazlığından" dem vuruyordu. "İşçi sırufı", "proletarya",
lanma anında olaylan ansızın üstlerindeki kişilerin gözüyle görme-
"menıı peuple" ve benzerlerinin anlamları birbirleriyle tutarlı değil­
ye başlayabilirler ve bu bakış da kendilerini anlamalarını engelle­
di kuşkusuz; bu terimlerin Marksist tanımları henüz hilkim olınadı-
·· yebilir. İnsan, kendi çıkarlarını -ki bu, üst grupları yok etınek de­
ğı gibi belli bir popülerlik de taşımıyordu. Fakat işçilerin onları des­
mek olabilir- anlamak için, olaylan birdenbire görünüşte kendin­
teklemek isteyen orta sınıf entelektüellerinden ilk kez kuşkulanma­
den daha emin ve eğitimli olan grupların dünya görüşüne uygun
ları 1848'e rastlar. Örneğin, L'Atelier'yi kuran işçi-yazarlar, beyaz
olarak anlamaya çalışabilir. 1 848' de olan, idrak biçimindeki bu yer
yakalı sempatizanları bu popüler gazetenin yönetiminden
hızla değişimiydi.
uzaklaştırdılar. 1 3 1
·

Alphonse de Lamartine bu yer değişiminde hayati bir rol oyna­


Demek ki, ayaklanmada her toplumsal katınandan insan olabili'
dı. Lamartine 1830'larda büyük bir romantik şair olarak tanınırdı.
yordu, fakat yalnızca işçi sınıfının olabileceği zarınedi
!iyordu. Politikaya girişi rastlantı eseri değildi. 1 830'lu yılların sonlarından
1848'in liberal burjuvası gerçekten de tam ortada yer alır.
Ancien beri ülke meseleleriyle çok yakından ilgiliydi. 1 840'!arda ondan iyi
regime 'in kalıntılarına muhalif olabilir, anayasal hükümetten, en­
bir insan olarak söz ediliyordu; ülke yönetimine burjuva kral Louis
düstrinin büyümesinden ve reformdan yana olabilir, fakat
aynı za­ Philippe'ten daha fazla layık görülüyordu. Paris'te devrim patlak
manda da savunma durumundadır. O kfilı bir asidir kfilı
isyanın he­ verdiği zaman yığınların gözündeki en önde gelen kişilil;ti.
defi; yeni bir düzenden yanadır, fakat sırf düzen olsun diye
düzen­ 22 ve 23 Şubat 1 848'de Louis Philippe'in yönetimine karşı yıl­
den yanadır.
lardır için için biriken hoşnutsuzluk ansızın devrimin patlamasına
Devrimler zamanı çarpıtırlar. Dewimleri yaşayanların
zihninde yol açtı. Herkes 1830'un muhteşem günlerini, 1789'u izl?yen yılla­
bir gecede toplumsal yapıda büyük değişimlerin kotarılab
ileceği rı anımsıyordu, ancak 1 848 Devrimi başlangıçta neredeyse kansız
düşüncesi doğar. Yüzyıllardır varolan tutum ve alışkanlıklar
bir an­ bir devrimdi. Bu devrimde sanki keyifli bir şey vardı. Marx'a göre
da terk edilir, olayların anlamı üzerinde yargıya varabilm
ek ve ya­ şubattan somaki dönem gerçek olmaktan çok "dramatikti":
şananların olağanüstü büyük değişimler mi yoksa ertesi gün
bir an­
lam ifade etıneyecek sıradan şeyler mi olduğunu kestirm
ek hemen
Bu, yanılsamalan, �iiri, düşsel içeriği ve kendine özgü diliyle halk ayak­
hemen imkansızdır. Devrim anının kargaşası insanları
bir olay ile
lann1as1111n, Şubat Devrimi'nin ta kendisiydi...
somaki arasındaki bağlantıyı koparmaya iter; her çatışma
olay
•. Mart, Nisan ve Mayıs'ta Paris'teki düzensizlik giderek tırmandı.
Haziran' da sokaklardaki kargaşayla birlikte Parisliler General Ca­ da Lanrnrtine'in tepkisi olağanüstüydü. Kalabalıktan af dilemiyor
vaignac'ın başını çektiği "düzen yanlısı güçler" tarafından şiddetle ya da onları yumuşatınaya çalışmıyordu. Tersine onlara meydan
bastırıldılar. Sahneye L Napolyon'un yeğeni çıktı. Aralık 1848'de
okuyordu. Şiirler okuyor, devrim anını yaşamanın ne demek oldu­
ulusal başkanlık seçimlerinde ezici bir zafer kazandı ve hemen ar­ ğunu kendisinin bildiğini söylüyordu. "Aptallar" diyordu onlara ve
dıııdan Fransa diktatörlüğüne oynamaya başladı."'
olan bitenden haberleri olmadığını apaçık yüzlerine söylüyordu.
Şubat günlerinin adamı olan Lamartine Mart ve Nisan' da üstün Hoşgörü göstermiyordu; onlara çok öfkelenmişti ve bunu bilsinler
durumdaydı. Haziran'da yıpranmıştı, Aralık'ta başkanlık için genç 6
istiyordu. 13
Napolyon'un aldığı 5.5 milyon oy karşısında 1 7 bin oy alabildi. La­
Durumun açıklaması şuydu: Onları aşağılayan ilk cümlesinden
martine, 1847'de çıkan Histoire des Girondins adlı yapıtında anci­ sonra Lamartine'in hayatta olmaması gerekirdi. Ama oradaki kala­
en regime' in çöküşünü insani bir olay olarak göstererek burjuva ka- balığı tüm gün boyunca ve akşam sakinleştiren işte tam da bu aşa­
196 muoyunun geniş kesimlerinde Büyük Devrirn'in anılarını canlan­
ğılama gösterisiydi. Lamartine onlarla yüıümeyi reddetmişti. La- 1
dırnıış olmasıııa karşın, başlangıçta devrimci bir komplocu değil-
martine' in biyografi yazan Whitehouse, onun meydan okumasının
di. ı:ı.ı
kalabalığın onurunu kırdığını belirtiyor. Kişi olarak Lamartine'e
Kamusal bir kişiliğin, bir insana ayaklanmış işçileri pasifize et­
"hayranlık duydular" ve pişmanlık gösterdiler. Tanıklardan Elias
me gücünü verme nedenini anlayabilmek için Şubat ayaklanmasın­
Regnault, Lamartine'in "gururlu" ve "buyurganca" davrandığını,
daki sözcüklerin önemini, Marx'ın sözleriyle "yarulsamalarını, şi­
fakat tam olarak neler söylediğini anımsamadığını söylüyordu. 137
irini ... " kavramak gerekir. Theodore Zeldin ise şöyle anlatıyor:
Lan1artine' in Şubat, Mart ve Nisan zaferleri, özgürlük, eşitlik ve
kardeşlik isteyen yığınları ayaktakımı olduklarım yüzlerine haykı­
Ansızın.'dilediğincc konuşma özgürlüğüne. polis korkusu olmaksızın kitap rarak disipline sokan bir kişinin başarısıydı. Kendisinin onlardan
yayınıl�üna, vergisiz, ihtarsız, parasız ve sansürsüz gazete çıkanna özgür­
lüğüne kavuşulmuştu. daha iyi olduğunu, çünkü "zaptetınekten ve iktidardan" söz edebil­
diğini, onlarınsa hayvanlar gibi heyecanlandıklarını, tek yapabil­
Gazete sayısında büyük bir patlama oldu. Yalnız Paris'te satışı çok diklerinin bu olduğunu söylüyordu. Onlara kendi duygularının ne
yüksek 300 gazete vardı. Kafelerde işçileri kuşatan sessizlik örtüsü denli asil ve ince olduğunu gösterince boyun eğdiler ve saygı gös­
yırtılıp atılmıştı. Lamartine'in kamu önünde konuşma yeteneğine terdiler. Onun huzuıunda kendi taleplerinden vazgeçtiler. Onun ka­
değer verilmesi sınırsız konuşmaya izin veren bir ortamda müm­ musal alan içindeki kişiliği yığınların kendi çıkarlarını dile getirme
kündü. 1.'4 girişimini engelledi. O, yığınların şefiydi.
Larnartine'in bir gününü, 24 Şubat 1848'i gözden geçirelim. Ge­ 25 Şubat'ta, bir sonraki günün olaylarıyla kamusal alan içinde­
çici hükümet gün boyunca Hotel de Ville'de toplantı yapıyordu. Bi­ ki bu gücün unsurları iyice belirginleşti: Bir politikacının bir kala­
nanın çevresi geniş bir gösteri topluluğunca sarılmıştı. B u kalaba­ balığa seslenirken hemen o ana yaptığı vurgu, onun retoriğinin üs­
lık, Paris 'in ayaktakımı değildi; her kesimden vasıflı ve vasıfsız iş­ tün bir kişiliğin ifşası olduğu duygusu, sül-Unetin empoze edilmesi,
çilerdi, çoğu da birbirini tanıyordu. Çok öfkeliydiler; iktidarın iple­ kalabalığın kendi çıkarlarından geçici olarak vazgeçmesi.
rini tutına girişiminde bulunan herkese kuşkuyla bakıyorlardı.'" Tüm devrimlerde bazı önemsiz sorunların anlık simgesel değer­
Lanıartine o gün tam yedi kere kalabalığa seslendi. Akşam oldu­ ler kazandığı anlar olur. Eski bir liderin heykeli alaşağı edilebilir,
ğunda dinleyicilerin çoğu sarhoştu; tarukların verdiği bilgiye göre geçmişteki bir savaşı yücelten bir amt yapı yıkılabilir. Şubat
eller tabancalara gitıniş, bir adam Lamartine' e balta savurmuştu. 1 848'in sonunda ise bu, bayrağın rengi sorunu olarak ortaya çıku.
Her görünüşünde kalabalık onu yuhalıyordu. Akşam olduğunda bi­ Devrimin simgesi bayrak, kızıl mı yoksa ulusun simgesi üç renk mi
risi onun başını istediklerini haykırdı. Bütün gün olduğu gibi akşam olınalıydı? Yabancı devletler harekete geçiyordu; komplolar ve kar-
şı komplolar birbirini izliyordu, ama en ateşli tartışmalar bayrağı
n di." Hiç kimse onun gerçekte ne söylediğini önemsemiyordu.
rengi üzerineydi. 29 Şubat'ta öfkeli bir işçi kalabalığı
Hotel de Vil­ önemli olan şairane ve zarif konuşmasıydı. Maskenin böyle bir ki­
le 'i yeniden kuşattı. Lamartine bir kez daha kalabalığı yatıştır
mak şinin yüzü haline geldiğini söylediğimizde, kamu içinde duyguları
üzere hükümetin sözcüsü oldu; böylece Halk temsilcileri
kırmızı üretebilmenin eylemde bulunan kişinin üstün, çünkü "otantik" bir
bir kumaşın metafizik anlamı üzerine tartışabileceklerdi.
kişiliği olduğunu gösterdiğini kastediyoruz.'" .
Fakat Lamartine onlarla doğrudan bayrak hakkında
konuşmadı. Bu şekilde, politikacı, kişiliği ideolojik olmayan bir güç olarak
Kendi duygularından söz etti; kırmızı kumaşı kanlı
bir bayrak ile kullandı; kamu içinde ilgi, saygı ve inanç uyandırabildiği ölçüde,
karşılaştırdı, sonra da gökyüzünde dalgalanan kana
bulanmış bay­ izleyicilerini gerek onun gerekse kendilerinin dünyadaki durumla­
raklarla ilgili bir şiirini okudu. Her şeyden önce,
şiirine direndikle­ rıyla ilgilenmekten alıkoyabiliyordu. Lamartine'den daha muhafa­
ri sürece, kendisinin onlarla nasıl ve neden apayrı
ve eşitsiz olaca- zakiir olmasına ve şubattan mayıs ortasına dek süren kamusal düze-
'!!. ğını anlattı. Anılarında, konuşmasını şöyle bitirdiğini 2
yazar: nin yeniden tesis edilmesi çabalarından yana olmasına karşın, Toc- 99

Bana gelince, çıkarmayı istediğiniz kararın altında benim imzam olmaya� queville'i dehşete düşüren şey de kişiliğin bu gücüydü. Tocquevil-
caktır. Bu kanlı bayrağı bana ancak ölüm kabul le şöyle yazıyordu:
gibi kesin bir şekilde onu reddetmelisiniz. ettirebilir. Sizler de benim
Hiç kimsenin [Lamartine'in] doğurduğu yoğun coşkuya benzer bir coşku
Lamartine bu sözlerini daha önce Histoire des
Girondins'te de yaz­
verebilrnisi olduğunu sanmıyorum. İnsanların taşkın bir putataparlıkla na�
mıştı ve bu satırları anımsaması zor olmadı.
sıl sevcbi diklerini bilmek için korkunun uyardığı böyle bir sevgiyi gör�
Kitapta, bu cümleler müş olmak gerekir.140
1791 'deki Jirondenlerin önde gelenlerinden
birinin ağzıyla veril­
mişti. Lamartine'in söylevleri üzerine Bartho İşbaşındaki bir Lamartine, Beşinci Cumhuriyet'te işbaşında olan
u'nun yaptığı araştır­
malar sayesinde biliyoruz ki, Lamartine çoğu De Gaulle gibiydi ya da yozlaşmış haliyle, yolsuzluk suçlamalarına
konuşmasını önceden
prova ederdi ve sıklıkla ayna karşısında çalışır karşı kendisini savunan Richard Nixon gibi. Eğer lider, dikkatleri
dı. Kendiliğinden bir
ılhamla konuşuyormuş gibi görünürdü. Gerçek kamu içinde hissedebilme kapasitesi üzerinde toplayabilirse kendi­
te dış görünüsünü
dakika dakika, tıpkı Garrick'in sesinin '
tonlarını ayarlaması gibi sine baskı yapanların taleplerini meşru olmaktan çıkarabilir. Fakat
planlıyordu."" bu tek bir biçimde anlaşılmamalıdır. 19. yüzyıldaki devrimci baş­
Söz konusu yığının pasifliğinin belirtileri kaldınlarda lider, orta sınıf örf ve iidetlerini, yani sanat karşısında
nelerdi? Düşman bir
görgü tanığı olan ve Daniel Stern adıyla yazan
aristokrat bir kadın sessizliği, tiyatro dışında ve hem de işçi sınıflarında heyecanın do­
ayrıntılı bir anlatı kaleme alır. Kalabalık Lamar
tine'in ne hedefledi­ rukta olduğu bir anda işçi sınıfı üyesi izleyicilerine empoze etmeyi
ğini anlamak için, sözcüklerinin akışına dikkat
etmek zorundaydr başarmıştı. Modern politikacılar da sınıfsal yapılan çeşitli olan iz­
çünkü onun ideolojik bir sorunu yoktu, tuttuğ
u taraf da önemli de · � leyici üzerinde aynı baskıyı uyguladılar. Dahası, süslü retorik artık
ğildi ama nasıl konuştuğu önemliydi. Dikka
tlerini verdiklerinde el­ moda değildi, ama geçmişle bugünü bağlayan da bu retoriğin kul­
de ettikleri şey çok durağandı; onun duygu
patlamaları. O günlerde lanımı ve işleviydi. Ateşli günlerin başlangıcında Laınartine'de
kalabalıklar, Stem'in anlattığına göre, onun
etkisi altına girerek gördüğümüz, sınıf çıkarları üzerinde yer alan kişilik kültürünün gü­
"aklın almayacağı bir sessizliğe" gömülüyorl cüdür. Marx, bu ·devrimci hareketin "şairane ve zarif: sözler"ini
ardı. K�ndi acılarını,
çıkarlarını unutuyorlardı. Lamartine onlara "gerçek mücadele" ile ilgisiz görerek, hafife almakla korkunç bir
bağırmadan da hissede­
bildiğini, kendi kendini denetlediğini söyled
iğinde, onların şamata­ hata yaptı. Çünkü sınıf mücadelesini yenilgiye uğratan o, şairane ve
lı ereksiz protestolarını aşağılayan bir zıtlık zarif sözlerdi.
� sergiliyordu. "Kalaba­
lıgın..... coşkusuna tek başına benzersiz Tocqueville de Lamartine'i yalnızca rejimin kuklası olarak gör-
bir belagatle boyun eğdir-
mekle ona karşı çok acımasız davrandı; Lamartine ise Dışişleri Ba­ bir rejimin bile yıkılmasına yol açabilecek şansa bağlı frrsatlan ya­
kanı gibi hizmet verdi ve modern bir tarihçi olan William Langer' a kalamaya hazırlardı. Lamartine'in söz konusu aşırı unsurları sustur­
göre, ma yeteneği kişiliğin kamu içindeki gücüne bir kanıt olurken, aynı
zamanda da bizzat o kamusal kişiliğin üzerindeki ironik sınırın l;ıir
.....dikkaf:.ılı bir gerçekçi olduğunu gösterdi..... Palmcrston'un hemen bc­ göstergesidir. Günlük düzen gerekliliği kendisini nihayet dayatınca,
niınscdiği bir barış politikası ilan etti. Gerek Britanya kamuoyu gerekse de
Dışişlcri Bakanlığı Lamartine'i övgü ile karşıladı. Besbelli ki o aklı başın­ mayıs ortasından itibaren, sokakları dolduran insanlar Lamarti­
da biriydi. ne' den çabucak bıktılar. İradelerini kişi olarak onun egemenliğine
bırakmak istemiyorlardı artık, ona olan ilgilerini yitirmişlerdi. Ma­
Fakat Paris'in devrimci yığınlarının gözünde onu popüler kılan bu
yıs sonunda ise posasını çıkarıp atınışlardı bile."'
yetenekleri değildi; izlediği dış politika aslında oldukça tepki top-
Kişiliğin grup çıkarlarını askıya alabilme gücünün kaynağına ,
300 lamış ve zayıf bulunmuştu. Devrimin ilk aylarına ilişkin olarak dik­
geri dönersek, bir kez daha 19. yüzyılda egemen olan içkinlik öğre- j
kat edilmesi gereken şey şuydu: Lamartine'in sık sık kamuoyunun
tisine, dolayımsızlık inancına ulaşırız. Kişiliğin gücü öyle bir güç­
önüne çıkµıası, onun dikkafalı dış politikasıyla yıkılan kamu deste­
tür ki, verili bir anda kamusal görünüm kazandığında, tüm geçmi­
ğinin yeniden sağlarunasına yönelik bir önlem olarak işlev görüyor­
şin ağırlığını, acılı deneyimlerin anılarını, yaşam boyu edinilen ka­
du.141
naatleri ansızın dağıtır. Bir kalabalığın bu koşullarda pasifize ola­
1830 ile 1 848 arasında görebildiğimiz bir fark da, 1848'le bir­
bilmesi için, güçlü bir kişinin görünüşü ve davranışı mutlak bir du­
likte Halk artık ortak önlemler alınarak gözetilemeyecek heterojen
rum olarak alınmalıdır. Kalabalık, kamusal şahsiyeti, eylemleri, ba­
çıkarlara sahip bir topluluk görünümü kazanmıştı. 1848 yılında,
şarılan ve ideolojisiyle sınamaktan ve ölçmekten vazgeçince bellek
burjuvazi aynı anda hem devrimdeki öncü sınıf hem de kalabalığın
yitimi ortaya çıkar. Tözün bu şekilde değerlendirilmesi, "metne"
gözünde düşmandı. Lamartine halka ilkesel olarak inanıyordu, fa­
böylesi bir ilgi gösterilmesi bir grubun ego çıkarını biçimlendirir.
kat tek tek kişiler olarak onlardan hoşnut değildi. Bir· ulusun "asa­
İçkin anlam kodları bu ego çıkarının işlerlik kazarunasına karşıdır.
letle" yönetilmesi gerektiğine inanıyordu, fakat asil insanların en
Bu kodlar modern sekülarizmin şartlarını oluşturur.
iyi şekilde bu ilkeyi hayata geçirip geçiremeyecekleri konusunda
Genellikle kalabalığın kaypak olduğu ve başlarına güçlü biri
kaçamak laflar ediyordu. "Şiir"in bir ulusu yücelttiğine inanıyordu,
geçtiğinde kolaylıkla denetim altına alınabilen bir sürü olduğu var­
bununla birlikte de haftarun altı günü 1 2'şer saatlik çalışma ile ya
sayılır. Oysa bu genel geçer varsayım doğru değildir.
da farelerin istila ettiği bir apartman ile şiirin ne ilgisi olduğundan
Yığınların denetim altına alınması, bir lidere boyun eğme tarz­
emin değildi. Bu nedenlerle, Lamartine' in sınıfından olan insanla­
ları, bir toplumda hüküm süren temel düşünce ilkelerine bağlıdır.
rın yönlendirdikleri olaylan anlamaları büyük bir sorundu. Onlar
Modern bir kalabalıkta sınıf çıkarları üzerinde egemenlik kuran ki­
sahte Cumhuriyetçiler değil, gerçekten çelişkili duygular taşıyan
şiliği anlamak için, sanıyorum, sektiler ve dinsel inançlar arasında­
kişilerdi.
ki farklara geri dönmeliyiz. Örnek olarak, Lamartine ile Rönesans
Parisli kalabalığın karşısında konuşan Lamartine halkın, işçi sı­
Floransa'sındaki devrimci bir rahip arasındaki farkları ele alalım.
nıfının devrim sırasındaki en aşırı duygularıyla yüz yüzeydi. Nisan
1484'te San Giorgio manastırında genç bir papaz oturmuş arka­
1 848 seçimlerinde Paris emekçi sınıfları orta sınıfın adaylarına oy
daşını bekliyordu. Aniden kilisenin Tarırı tarafından korkunç birce­
verdi: Yalnızca 12 sosyalist delege seçilmişti ve Blanqui, Raspail
zaya çarptırılacağı inancına kapılmıştı. Bu durumda birinin felake­
gibi önde gelen radikaller başarısız oldular. Yine de, ?ınıflar arası
te uğrayanlara öncülük etmesi gerekecekti ve manastır bahçesinde
uzlaşmazlık her yerde sürüyordu. En uzlaşmaz olanlar, sokaklarda
otururken, Savonarola, kendisinin öncü kişi olacağına ilişkin güçlü
sesi en çok duyulan ve en aktif olanlardı; onlar halkın desteklediği
bir duyguya kapıldı. On yıl içinde, Floransa' da kamuoyunun öncü
gücü oldu. !494'te kent dış güçlerin tehdid
. Floransa'nın düşmanlarıyla uğraşırken
i altındaydı. Savonarola, Bu, şiir, belagat, resim ve heykel gibi neredeyse yok ol�aya yüz t��muş li­
kentin temsilcisi ve aynı za.� beral disiplinleri yeniden yaşama döndüren hır. altın çagdır..... ve tum bun­
manda da kent duvarları içindeki ahlaki lar Floransa'da olmaktadır.
ses idi. Floransalılara o şa- ·,,
tafatlı görüntülerinden kurtulmaları, iffetli
tapları ve giysileri yakmaları çağrısında
olmayan resimleri, ki- r · • Yüz yıl sonra, Burckhardt'ın çizdiği tablonun tarihsel a�ıdan eksik
bulundu. Bu çağrıya yanıt . :
· · !eri oldu iiu görülüyor, çünkü tabloda bu vakur dunyevılıkle koklerı
verenler arasında tablolarının çoğunu alevle e
rin içine atan Botticelii '
de vardı. Ancak, Lamartine gibi Savonarola
da bir halk lideri ola­ · daha çok Ortaçağ'a uzanan karanlık duygular yan ana'.d 144 r, :· "
.
rak kariyerinin ansızın sona erdiğini, kentli Robert Lopez, Rönesans düşünürlerı arasında sureklı bır sıkın-
yığınları disipline sokan
gücünün de yitip gittiğini gördü. 143 tı"dan ve insanlığa ilişkin bir "karamsarlık"tan söz ediyor. Bu sıkın-
Aralarında dört asır olan popüler liderle tı, bunalım, yalnızca din adamları değil, Machiavelli gibi politik�­
ri karşılaştırmak suyu
02 yağ ile karışt cılar ve Leonardo ve Michelangelo gibi sanatçılar arasında da go-
ırmak gibi bir şey. Fakat bu iki kişi öylesine
benzer de­
rülüyordu. Kültürlü elit kesimin "eskataloj�' bir açlığı" old ğu � 301
neyimler geçirdiler ki aralarındaki belli bazı
farklılıklar hemen açı­
ğa çıkıyor. Her ikisi de hitabet gücüyle söylenir. Pico della Mirandola gibi rasyonalıstler bıle Kabala nın
var kendi yok bir yetkilisi olmadılar hiç.
yönettiler; hükümetin adı \ mistik isaretlerini incelemek için bir hayli zaman harcıyorlardı. Şe-
Her ikisinin de itibarı ay­
nı retoriksel duruş üzerinde temelleniyo
rdu: Onlar, öncülük ettikle­
• {
hirli kit e arasında Kilise'ye ve Ortaçağ'ın dinsel imgelemine duyu­
ri insanların namus bekçileri ve akıl hocal .. lan inanç gücünü koruyordu.'"
arıydı. İkisi de onları din­ . . .
Dinsel baö, Floransalıları bir arada tutan bırkaç egeden bırıydı.
.. _ .

lemek için toplanan kalabalığın gözüne


girmeye çalışmıyordu. Me­
sajları her zaman azarlama ve ahlaki suçlam
alarla doluydu. İkisi de
c:'
!400'lerin s nıarında Floransa büyük bir çeşitliliği içinde barındı
:
çok az kişinin birbirini tanıdığı geniş kalab rıyordu. Toskanalı olmayan, yani vatandaş !mayan pek çok kişı
alıklara uygun bir azar­ ?
.
lama diline ulaşmışlar; yani, iki hatip de, orada yaşıyordu; yerinden yurdundan edılmışler yanında sa aştan
şehirli bir kalabalığa işle- . :
yecek bir retorik dili yaratmışlardı; bu dil kilised kaçan mülteciler de vardı. Ayrıca, Toskana nüfusunun kendı ıçınde
eki kalabalığa ko­ . .
nuşma yapan bir rahibin ya da bir salond bile doğma büyüme şehirli kuşaktaki yüksek ölüm oranı, yuksek bır
a şiirini okuyan bir şairin .
diline hiç benzemez. Sonunda, düşüşleri de doğum oranı ile değil, kırsal bölgelerden şehır merkezıne akan goç
benzer şekilde oldu.
Bizim üzerinde duracağırnız fark ise, birini ile telafi ediliyordu. Annesi babası Floransalı olan Floransalıların
n haJa dini kültür
içinden konuşan bir rahip, ötekinin ise sayısı azdı.14''
dine nazik bir konu olarak ,,..
yaklaşan bir kültür içinden konuşan bir Savonarola, ortak bağı din olan bu yabancılar topluluguna sesle-

ve inançsızlık arasında değil, kamusal bir


şair olması. Ayrılık, inanç
şahsiyetin kişiliğine du­
niyordu. Kendisi de dışarıdan gelmişti. 1452'de Ferı ara da o a sı­
:
'_ rı.
yulan aşkın ve içkin inanç !ar arasındadır. nıf üyesi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmıştL ';'ırmı uç yıl
Peki, bu anlam farkWığı
yığınların kendi davranışında ne gibi bir farklıl sonra Bologna'da Dominiken manastırına gırdı. Domınikenkr ken­
ığa yol açar?
Jakob Burckhardt, İtalya' da Rönesans Uygar dilerini vaaz veren papazlar diye adlandırıyorlardı ve retorık çalış­
lığı adlı kitabında,
kitabın yayımlanışından itibaren yüz yıl masını dinsel bir aöreve dönüştürmüşlerdi. Savonarola böylece bır

bir tez ileri sürmüştü. Burckhardt, Rönesans


boyunca tartışılacak olan
şehir-devletlerini Orta­
l
tür inanç meseles olarak kendini hatip olarak yetiştirdi. Kariyeriy­

çağ'ın o düşsel insan uykusundan uyand le ilgili ]480'lerdeki birkaç sınamanın ardından, 1490'da Floran­
ırılmış ilk seküler şehirler
olarak ele alıyordu. Burckhardt 'ın analiz ?
sa'ya yerleşti, 1491 'de San Mar�o'nun aşrahibi oldu e daha son­
;
i Marsilio Ficino gibi Rö­
nesans liderlerinin düşüncelerini temel almak raki dört yıl boyunca da şehrin ahl1iki vıcdanı olarak hızmet verdı.
taydı. Ficino şöyle ya­ .
Savonarola da, Lamartine gibi açık ve özgün bir düşünür değıl-
zıyord u:
di. Felix Gilbert, Savonarola'nın entelektüel yaşamının pek çok ala­
*Dünya ve hayatın sonrasına ilişkin öğ reti. (ç.n.)
kasız kaynağın karışımıyla biçimlendiğini, teolojik dogmalarının ·daha dindar olmanız gerekir."'"
da alışılmış klişeler olduğuna işaret ediyor. İnsanların onun etrafın­ Lamartine'in dünyasında, hiçbir şey o anın ötesine geçmez. Dış
da toplaşma nedeni onlara özel bir dünya görüşü sunması değildi.'" görünüşler kendine yeterlidir, kendine göre gerçektirler; sonuçta,
Onlara verdiği, yaşamlarının ne kadar utanç verici olduğu, bunu izleyiciler bir kez disipline sokulunca, pasifleşirler. İzleyicilerin
değiştirebilmek için ne yapmaları gerektiği şeklinde çok basit bir tüm gördüğü, konuşmacının kendilerinden üstün olduğudur. Öyle
mesajdı. Savonarola'nın konuşmaları kokuşmuş lüks yaşamın en ise nasıl oluyor da ona uysalca boyun eğmeyi doğru buluyorlar?
küçük ayrıntılarını dramatize ediyordu. En çok kullandığı araç tak­ Rahip clış görünüşler dünyasını aşan bir gücün aracısı olduğu için,
litti: "Şimdi kürkler içinde olsaydım, ne kadar da gülünç olurdum." izleyicileri utandırıldıkları ve rahibi kendilerinden üstün gördükle­
Kendisini dinleyenlere bir ayna tutarak, kişi olarak kendisi üzerin­ ri o dolaysız durum içine hapsedilmiş değildirler.
de yoğunlaşmalarını sağlıyor, baktıklarında ise, onlara kendisinde Bu rahibin teşvik ettiği en ünlü eylemlerden biri, şehirdeki "şa­
304 somutlaşan günalılarının ne kadar korkunç olduğunu göstermiş olu­ tafatlı şeylerin" yakılmasıydı. 1496 ve 1497'de Savonarola artık �
yordu; bunun ardından ansızın durumu onların aleyhine çevirerek yürürlükte olmayan eski bir göreneği hortlattı. Floransalı çocukla­
yaptıkları:iıdan dolayı onları cezalandırıyor ve yaşamlarını nasıl de­ rın kapı kapı dolaşıp küfür sayılan lüks resimleri, kürkleri, giysi ve
ğiştirmeleri gerektiğini en ince ayrıntılarıyla anlatıyordu.'" kitapları toplamaları için bir gün düzenledi. Toplananlar şehirde
Savon;ırola 'nın konuşması başlaclığında dinleyicileri ona karşı merkezi bir yere yığılıyor ve çoğu o an uydurulan dualarla yakılı­
genellikle düşmanca, hatta bayağı saldırgan bir tutum takınıyorlar­ yordu. Botticelli'nin de çocukların baskıları karşısında tablolarıyla
dı. Yalnızca kiliselerde değil, kamusal meydanlarda, önceden hazır­ ateşe katkıda bulunduğu sanılıyor.'"
lık yapmaksızın, pazar yerlerinde de konuşmalar yapıyordu. La­ Thomist düşüncede, içsel tören ile dışsal tiyatro arasında bir ay­
ınartine gibi tüm dikkatleri kişi olarak kendi üzerinde toplarken on­ nın yapılır. Erkek ve kadınların, mükemmel olmayan varlıklar ol­
ları utandırıyordu ve an be an sergilediği duygularını konuşmasının dukları için dışsal törene gereksinimleri vardır. Ortak dualar, tütsü­
konusuna dönüştürüyordu. Rahip, yine de şairden iki şekilde fark­ ler ve müzik Tanrı 'nın kutsandığı iç dünyaya giden yollarclır. Dış­
lıydı. sal tiyatro "büyüleyici erdem" yerine geçer. Savonarola'nın yaptığı
Öncelikle, rahip, dinleyicilerini susturmak ve onları zaptetınek­ da dışsal tiyatro için sahneyi kiliseden şehre taşımaktı."'
ten daha fazlasını hedefliyordu. Davraruşlarıru değiştirmek için on­ Büyüyü, aşkınlığın dogmalarını, rahipler ve onların abuk sabuk­
ları eyleme teşvik ediyordu. Lamartine ise yalnızca pasifleştirmeye luklarını başından savmanın bedeli insanların büyük bir politik ko­
çalışıyordu. Rahip dinleyicilerden yanıt beklerken, şair yalnızca bo­ nuşmacı tarafından uyuşturulmaya hazır hale gelmeleridir. O ko­
yun eğdirmek peşindeydi. Bütün yer ve zaman, ortam ve niyet fark­ nuşmacının icrasının kalitesi dışında başvurulacak hiçbir standart,
lılıkları göz önünde tutulduktan sonra, rahibin niçin reform terimle­ hiçbir gerçek yoktur. Oysa rahip her zaman aşkın bir gücün temsil­
riyle, şairin de niçin feragat etme terimleriyle konuştuğu konusun­ cisi olarak rolüne bağlıdır. Tarırısal inayetin somut simgesi olabilir;
da geriye temel bir yapısal neden kalır. Bu rahip, herhangi bir rahip fakat ona sahip olduğunu asla iddia edemez. Rahip kendisine ina­
gibi, yüce bir gücün yalnızca bir aracıydı. Kamu içinde, kişiliğine nanların zihinlerini dumura uğratır, fakat onların ifade güçlerini öz­
iliştirilmiş anlamın tümü başka bir dünyadan geliyordu. Rahip ola­ gür bırakır; gerçekten de, ritüel adı altındaki tüm dramatik eylem­
rak, ne denli doğrudan merak uyandırıcı olursa olsun, görünüşü lerle onları kendisi ile Tanrı'yı paylaşmaya teşvik eder. Seküler po­
kendi başına asla bir anlam taşımıyordu. Retorik gücü her zaman litikacı, yandaşlarına somut olanın, dolaysız anın mutlak gerçekliği
kişiliğinin ötesine uzanır. Dinleyiciler ritüel eylemlerle Tarırısal inancını verir ve bunu yaparken de onların kendi ifade güçlerini ve
olana katılarak, ona kendileri üzerinde etkili olduğunu gösterirler. kendi ego çıkarlarını yıkar. Dinsel ve sektiler koşullarda insanlar iki
Bossuet'nin sözlerini anımsayın: "Belagat sizi duygulandırıyorsa farklı uyuşturucu kullanırlar: İlki kafalarını bloke eder, ikincisi ise
iradelerini.
neyi kapsadığı onlar için bir gizdir. Ledru-Rollin, bir a;kadaşına
Bir disiplinci, ister rahip ister sektiler bir
lığa ,.Siz rezilsiniz" ya da "Siz bana muht
hatip olsun, bir kalaba­ şöyle yazıyordu "M. Lamartine herkesi duygulandırmıştı/fak t o­ � �
açsınız" dediğinde "siz" nuyu ya da ne söylediğini hiç hatırlamıyorum." Ledru-Rollın m,
derken kimi kastetmektedir? Rahip insanı
n bütününü kastetmez, merkez solun bir lideri olarak, elinde 1 848 'de işçilere hitap eden
çünkü insanoğlu bütünüyle bu dramatik ilişkiy
e ya da herhangi bir saiYlam bir metin vardı. Bu, onların çıkarlarını ve taleplerini dile ge-
"
dünyevi meseleye dahil değildir. İnsanın
bir yanı, Tanrı 'nın doku­ tiren bir metindi. Gelgelelirn neden söz ettiği bile hatırlanmayan
nabildiği yanı, her zaman bu dünyadan
ve bu dünyadaki günahla­ Lamartine ile kıyaslandığında, smırlı bir ilgi uyandırıyordu.
rından uzaktır. Paradoksal biçimde, Savon
arola gibi bir rahibin si­ ı 825-1848 arasındaki yıllarda, politikacılar kendi retorikleri ve
zin rezil olduğunuzu söyleyebilmesinin ve
sizin kendinizi bağışlat­ kendi kamusal görüntüleri üzerinde salıne sanatçıları, özellikle de
manızı bekleyebilmesinin nedeni de budur
. "Siz"in bir yanıruz, ya-
� ni iradeniz ile günahlarınız arasında belli bir
mesafe vardır.
aktörler ve erkek solo şarkıcılar ile ilişkili olarak düşünmeye başla-
. " ,.
dılar. Liszt'in arkadaşı ve hayranı olan Lamartıne, Lıszt ın kamusal - 30
7
Dolayımsız mevcut olanın gerçek olduğu
modem sektiler kül­ ününü kıskanıyordu ve "Yarattığın coşku ile dünya yönetilebilirdi"
türde kalabalığa ikna edici bir şekilde "Siz
rezilsiniz" denilince, on­ diyerek hayranlığını belirtiyordu. Ledru-Rollin, aktör Frecterick Le­
lar bu rezilliklerinden nasıl kurtulabileceklerd
ir? Benliğin tamamı maitre'in kamu üzerindeki etkilerini inceledi ve taraftarlarına,
suçluluk duyar. Rezil biri olmaktan kurtul
manın tek yolu kişinin Fransa'da solun zafer kazanmasını istiyorlarsa Frecterick'in neden
kendini göstermemesi, dikkatleri üzerine çekec
ek biçimde davran­ Parisli yığınlar için bir kahraman olduğunu öğrenmeleri öğüdünü
mamasıdır. Konuşmacı, "Bana muhtaçsınız
" dediği zaman ona ina­ verdi. Geraldine Pelles, !830'larda Batı Avrupa'da kahramanlık
nırsanız, o an için kendinizi bütünüyle ona
teslim edersiniz. İnsan� sembollerinin genel bir "aktanmı"ndan bahseder. Farklı bakış açı-
!ar grup olarak ego çıkarlarını bastırmaya
karşı zayıftırlar. Duygu­ ları olan insanlar, bir zamanlar politika için duydukları coşkuyu sa-
sal eşitsizlik sorunu hatiple dinleyicileri arasın
da çok daha fazla or­ nat alanına aktarmaya başladılar. Napolyon efsanesi sönünce, Sa­
taya çıkar. Eşitsizlik ilişkide son derece mutla
k şekilde hissedildiği natçı gerçekten inanılır bir kamusal kişilik imgesiyle onun yerini al-
için zayıf kalan taraf sessizliğe gömülür.
Din adamı olmayan kesim, dı. Bu aktarım gerçekleştikten sonra politikacılar sanatçıların nele-
bilim adamları, fenomenler dünyasının
filozofları; yani, ampirik ve re katlandıkları ve nasıl davrandıklarına ilişkin kamusal inanışa gö-
dolayımsız olanı hakikatin ölçüsü halin
e getirenlerin tümü, bu po­
re kendi modellerini seçtiler, zira sözü edilen katlanma ve davranış
litik aracı farkında olmadan keskinleşti
rmiştir.
biçimi kalıramanlığın yeni bir ölçüsünü oluşturuyordu.'"
"Karizma" sözcüğü, bir kişinin "İnayet"e
mazhar olduğunu gös­ Lamartine, bu karizmatik imgelem aktarımının ardından gelen
.
terir. Bir rahip için "Inayet"in anlamı, kendisi bir ritüeli ya da
bir politikacıları temsil eden ilk şahsiyetti. Napolyo� 'dan beri Lamar­
ayini yönetirken Tanrı 'nm gücünü geçic
i olarak ona aşılamasıdır. .
'. ;
tine'in yaşadığı toplum oldukça uzun yol katetmışt . Aus erht za­ z.
Sokakların rahibi Savonarola için, bu .
anlamı bir parça değiştirip
ferinden sonra, eski bir düşmanı, Napolyon'u Sezar dan oen gorul�
onun karizmasıru dinleyicilerinde yaşam .
larını değiştirme istemi memiş "'cesareti ve girişkenliği'' nedeniyle övmüştü.. Rusya'dakı
doğuracak duygulan teşvik ederek göste
rdiğini söylemeliyiz. Ra­ bozgundan sonra da, aynı kişi onu delilik sınırlanndakı nafile çaba­
hip, kendi reform eylemlerine bir katal
onların gözünde Tanrı 'nın habercisidi
izör hizmeti gördüğü sürece �
sı nedeniyle yermişti. Napolyon 'un karakteri, yaptığı işler en. çıka­
r.
rılıyordu, oysa Lamartine'in kamunun gözleri önünde hıçbır şey
Şayet Lamartine' i karizmatik bir icrac
ı olarak adlandırmamızın yapması gerekmiyordu. Formel . sanatlardaki icra kuralları metnın
bir anlamı varsa, dinleyicilerinde, onlar
da kesinlikle bulunmayan
aşkınlığıru getirdi; politikaya uyarlarsak, bu kurallar ıcracıyı ıcra­
bir şeye kendisinin sahip olduğu duygu
sunu yaratabildiğini söyle­ k
atından ayırdı. Lamartine'in ln1şağı tarafından artık ey mlerden
memiz gerekecektir. Ama bu "şey"in
ne olduğu, ondaki "inayet"in
yola çıkılarak anlaşılamayan kişilik, kendine ait bağımsız bir statü
kazandı. Onun çağını bizim çağımızın tohumu kılan da bu kopmay­ ortak kin1liğinize ilişkin bir fikir oluşturursunuz.
dı. Şifre çözme, ayrıntı sayılacak bir davranışı bir karakter durumu­
Lamartine gibi bir konuşmacının gizli gücü, mistifikasyondan nun bütününün simgesi olarak almaktır. Tıpkı bir fular renginin, bir
yararlanmasından kaynaklanıyordu. Elinde hiçbir metin yoktu, bu bluzdaki kapatılmamış düğmelerin sayısının bir kadının cinsel ra­
sayede de herhangi bir dışsal hakikat ya da gerçeklik standardı ile hatlığım siffigeleyebilmesi gibi dış görünüşteki ve davranışlardaki
ölçülmekten sıyrılıyordu. Niyetlerinin ve duygularının niteliğini çok küçük ayrıntılar politik tavrı simgeleyebilir. Bu ayrıntılar, ide­
değiştirerek, yönetme meşruluğunun kendi başına yeterli bir teme­ olojiyi ne tür bir insanın benimsediğini gösterir gibidir. Örneğin, iş­
line dönüştürebilir ve böylece, eğer bir Goebbels olsa, normal ze­ çi sııufından bir konuşmacı çok şık giyinmişse onun kişisel görünü-
kalı çok sayıda insanı Yahudilerin hem komünist hem de uluslara­ şündeki bu aykırılığa öylesine dikkat edersiniz ki, her söylediğinin
rası bankerler olduklarına inandırabilirdi. Bunun, bir yığın insanı bir yanılsama olduğuna inanmaya başlarsınız. Bu durumda, ne an-
.I08 Jo
bir bakireq.in yaptığı doğuma inandırabilmekten daha mı az, yoksa latmak istediğini nasıl göründüğüne bakarak çözmüş olursunuz.
daha mı çok mistik olduğu tartışmaya açıktır. Benzer şifre çözümü edimleriyle politik bir topluluk anlayışı
Proleter devrimleri çağı sona erdi; Romantik icracılar çağı da. oluşturulabilir. Bir görüşü ya da ötekini benimseyen kişiler arasın­
Renk, tutku, tumturaklı sözler olmaksızın zamanımıza kalmış oları da, anlayışınıza en çok hangisinin uygun düştüğünü belirlemek için
şey, idrak yapısıdır: İnandırıcı bir kamusal olay, inandırıcı bir ey­ ayrıntıları ararsınız. Bu ayrıntılar, sizin için, çelişkinin gerçek ka­
lemle değil, inandırıcı bir kamusal kişilik tarafından yaratılır. Poli' rakterinin göstergesi olur; çelişkinin neye ilişkin olduğunu simge­
tika ve sanatın buluşmasının sahiden estetik nitelikleri yitirildikten ler. İdeolojinin, inanılır olup olmadığı bu ayrıntıya ilişkin davranış­
sonra, geriye kalan yalnızca cehaletperverlik; bir "kişilik politika­ lar yoluyla ölçülmeye başladıkça, politik mücadelenin kendisi de
sı"nın felç edici etkisidir. dalıa kişisel hale gelir. Küçük anlar ya da olaylar büyük önem taşır
görünürken, politik dil minyatürleşir; çünkü bu ayrıntılar sayesinde
kimin kavga verdiğini ve böylece kendinizin hangi tarafa ait oldu­
B . GEMEINSCH AFT ğunuzu öğrenirsiniz.
Bu yolla oluşan politik cemaat bir gemeinschafı'tır. Burada, in­
Lamartine'in deneyimi Sol için bir ders olarak okunabilir: Kişiliğe sarılar nereye ait olduklarını bilebilmek için kendilerini açığa vur­
duyulan inanç, işçi sınıfının kendisine ve çıkarlarına ilişkin anlayı­ mak üzere başkalarını ararlar ve açığa vurma edimleri neye inanıl­
şını yıkabilir. Çıkarılan ders, kişiliğin modem kültürde algılanış bi­ ması gerektiğinden çok kimin neye inandığını simgeleyen ayrıntı­
çimiyle, gerçek bir politik cemaatin düşmanı olduğudur. Ancak, bu ları kapsar. Bir benliğin açığa çıkarılması politik yaşamın gizli gün­
ders çok basit kalıyor. Lamartine tarafından kullanılan kişilik mal­ demidir ve fantezide, kimin kavga verdiğini açığa çıkaran bu ayrın­
zemeleri ve kendini ifade simgeleri politik bir mücadele içindeki tılar, kolektif bir kişiyi temsil etmek üzere şişirildiğinde, politik ce­
gruplar tarafından kolektif olarak kullarulabilir. Savaşan kamplar maat ideolojik özelliğinden sıyrılıp ahlfild bir katılığa bürünür.
kendilerini savaşan kişiler olarak görebilirler: Kamplardan birinde­ Üyeleri arasında alt düzeyde etkileşim olan, bireysel, istikrarsız
ki ya da ötekindeki insanlara benzerliğinizle kampların birine ya da kişilik fikirlerinin baskın olduğu bir toplum, fantezi aracılığıyla
ötekine ait olabilirsiniz; bu benzerliği onların davranışlarını göz­ ' muazzam ölçülerde yıkıcı kolektif kişiliklerin doğmasına zemin ha­
lemleyerek ya da kendi davranışlarınızla karşılaştırarak kuramaya­ zırlar. Kolektif kişi fantezisi şaşaalı alına eğilimindedir, çünkü çok
cağınız gibi onların ihtiyaçlarının sizin ihtiyaçlarınıza benzeyip az sayıda simgesel ayrıntı dışında ötekilerle ilgili gerçek bilgi çok
benzemediğine karar vererek de kuramazsınız. Sekizinci bölümde , sınırlıdır. Kolektif kişinin özellikleri yine aynı nedenle soyuttur.
geçen "şifre çözme" [decoding] yoluyla ötekilere benzerliğinize ve .· Kolektif kişi kolaylıkla ilgi alanı dışına çıkabilmektedir. Bu bir ya-
·
karışabilirdi. Politi­
nıyla soyutluğundan, bir yanıyla da kişiliğin algılanma tarzlarının tak davalar ve ortak inançlar ortak benliklerle
ya da devrim ci niucadelele­
algılanan kişiliği istikrarsızlığa itmesindendir. Ve son olarak, kolek­ kadaki bu cemaatler, politik kavgaların
şehird e görül düğü anla­
tif kişilik bir kere oluştuğunda, artık cemaat için kolektif eylem zor­ rin başka bir yerde değil, yalnızca büyük
tler, şehirdeki yabancılar
dur; çünkü herkes için hiç değişmeyen bir tek kaygı söz konusudur mında "kentsel" değildir. Bu politik cemaa
lama kodunun genel
ki, o da kimin bu istikrarsız, muhteşem kimliğe sahip olup, kimin arasında ortaya çıkan bir görünüşleri yorum
kents eldirler. Politika, sözcüğün
dışlanacağıdır. Böyle bir cemaat dışarıdan gelerılere düşmandır. politik dili etkilemesi anlamında,
büyü k şehirde ortaya çı­
Kolektif kişiliğin "gerçekten" kimde somutlaştığı, kimin gerçek bir ikinci anlamıyla "kentsel"dir. Yani, ilk kez
idrak tarzıdır ki, hiçbir
Amerikalı, safkan bir Aryan ya da gerçek bir devrimci olduğu ko­ kan, sonra da toplum geneline sıçrayan bir
lar özel bir yerden gel­
nusunda bir çekişme sürüp gidecektir. coğrafi etken söz konusu olmaksızın, insan
başlarlar.
Geçen yüzyılda kamusal kültürde oluşan çatlaklar bu türden yı­ miş olanların göileriyle yaşamı görmeye
,
fl. kıcı cemaat fantezilerinin oluşmasını teşvik etti. Kişiliğin kamusal
alana girmesi, bir kolektif kişinin aslında somut bir kişi gibi olma­
C. DREYFUS DAVASI : YIKICI GEMEINSCHAFT
sı gerektiği anlamına geliyordu. Bunun tersine, somut bir kişinin de
kendisini kolektiflik içinde görebilmesi gerekirdi ki, bu şemaya gö­
jik çatışmarun çifte dramı"
re, toplumsal ilişkiler kişiliğin doğasını dönüştürmez. Yüzyıl orta­ Dreyfus Davası, "soruşturma ve ideolo
lde bir casusluk öyküsü­
larında Delacroix 'nın devrimci bir cemaate öncülük eden alegorik olarak adlandırılmıştır. Soruşturma, teme
Alfre d Dreyfus, Fransa'ya kar­
"Ozgürlük"ünün artık inandırıcı olmamasının bir nedenidir bu. Ale­ dür: Bir subay olan Yahudi yüzbaşı
luk mu yapıyordu? Eğer yap­
gorik kişi, kişiliği dönüştürür. Onun yerine, tek bir birey olarak so­ şı İtalyanlar ve Almanlar adına casus
a atanlar kimlerdi ve bunu ne­
mutlaştırılabilen, fantezi ürünü bir kolektif kişi geçmelidir. Kendi­ madıysa, onun casus olduğunu ortay
asında bulgular açığa çık­
lerini bu bireyin kişiliğinde tanıyanlar doğrudan birbirleriyle ko­ den yapmışlardı? Bu öykünün her aşam
a da ortaya çıkıyordu. Da­
nuşmasalar da olur. Gerçekten de, 19. yüzyıl onlara sessizce yalnız tıkça, kanıtın anlamıyla ilintili bir çatışm
kanıtların casusluk eylemine
kalma hakları olduğunu öğretti. Yıkıcı Gemeinschaft'ın temeli bu va uzadıkça, davaya bulaşan taraflar
az ilgilenirken, bu kanıtları
şekilde atılmış oldu: Ortak eylemler yerine, öteki insanlarla bir var­ ilişkin neler söylediğiyle giderek daha
daha çok çatışan iki cemaati tanımlama
kta kullanmaya başladılar.
lık durumu olan duygusal ilişkiler paylaşılıyordu. Toplum içinde
casus hikayesi cepheleşme
cemaat, yalnızca vites boşa alındığında çalışan bir motora benzedi. Belirli bir anda yollar kesişir ve artık
ane olmaktan başka bir şey de­
Cemaat duygusunun yıkıcı etkilerini iki alanda sorgulayacağız: yoluyla cemaat oluşturmak için ceph
.
Ilki ait olmanın dili ve Ocak 1898'de Dreyfus Davası'nda olducru ğildir. Bu kesişme anı Ocak 1 898'dir."'
ır. Eğer tüm dikkatimizi
gibi ait olmayanlarla yaşanan çatışmanın dili. İkincisi ise, orta s :U İşin polisiye tarafı son derece karmaşıkt
suçuna ilişkin sorulara yol
radikallerinin meşru biçimde bir proleter cemaate ait olma diliyle Dreyfus 'u casusmuş gibi gösteren ve
ak bu öykü şöyle gelişmiş­
nasıl mücadele ettikleriyle ilgilidir. açan olay üzerinde yoğurılaştıracak olurs
Radikal politikada ya da çatışma durumunda, cemaat dili ku­ ti: 154
i ataşesine gönderilmek
rumsal ya da ideolojik meseleleri psikolojik sorunlara dönüştür­ Eylül 1 894'te Paris 'teki Alman asker
mektup bulundu. Bordereau
müştür. Çatışma halindeki ya da liderlik konumundaki insanların üzere yazılmış olduğu ileri sürülen bir
n askeri bilgi veriyordu
·

ilişki
taktıkları maskeler kişiliklerinin açığa vurulması olarak görülmeye adı verilen mektup Fransız ordusuna
kaleme alınmıştı. El yazı­
.

başlayınca bu meseleler çabucak kişinin dış görünümünü haklı çı­ ve anlaşılan bir Fransız subay tarafından
fus 'un el yazısıydı. Drey­
karma girişimlerine dönüşebiliyordu. Kişinin bir meseleye sahip sı görünüşe bakılırsa Yüzbaşı Alfred Drey
ardından askeri 9osyalarda
çıkması kendini haklı çıkarması sorunu haline geldi. Şu halde, or- fus hemen tutuklandı. Tutuklanmasının
suçunu sabitleştiren başka belgeler de beliriverdi. Alman
askeri ata­ Henry adındaki bir subay. Yüzleştirilince, Dreyfus aleyhine bu bel­
şesinin, casus kişiye gönderme yaparak İtalyan meslek geyi de, öteki belgeleri de düzenlediğini itiraf etti. 3 1 Ağustos 'ta
taşına ismi­
nin baş harfi "D" olan bir ajandan bahsettiği bir mektup
bunlar ara­ kamuoyu, Henry'nin hapishanede, yargılanmayı beklerken kendi
sıı1daydı. Dreyfus, Aralık 1894'te gizli bir askeri mahkem boğazını kestiğini, Esterhazy'nin de ortaya attığı sahte kanıtlar yü­
e karşısı­
na çıkarıldı. Suçlu bulundu. 5 Ocak 1895 'te kamuya
açık bir tenzi­ zünden yeniden mahkeme karşısına çıkmaktansa çareyi İngi!tere'ye
li rütbe merasimine sokuldu; madalyaları söküldü, kılıcı
kırıldı. Ar­ kaçmakta bulduğunu öğrendi. Ayrıca Fransız Ordusu komutanların­
kasından ömür boyu Şeytan Adası'na sürgün edildi.
Hapishanede dan General lloisdeffre istifa etmişti. Tüm bu olanlardan sonra
onunla ilişkide olacak herkese onunla asla konuşmamalar
ı emredil­ Dreyfus'un yeniden yargılanması zorunlu olmuştu. Dava 1899
di.
Ağustosu'nda, Rennes'de görüldü. Sonunda Dreyfus serbest bıra­
Mart l 896 'da Fransız askeri istihbaratının yeni komuta
3 12 Picquart, ·Alman
nı Albay kıldı ve 1906 'da rütbelerine ve itibarına yeniden kavuştu.
ataşesinin çöp kutusundan Fransız gizli ajanı olan Tek başına böyle bir casusluk öyküsünün Fransız kamuoyunu bu 1
temizlikçi kadın tarafından çalınan bazı evrakları ele
geçirdi. Bu derece etkilemiş olmasını geçmişe bakarak değerlendirmek ve an­
evraklar arasında bir petit bleu' vardı. Bu pelit bleu Albay
Ester­ layabilmek çok zor. François Mauriac, 1 965'te "Dreyfus Davası sı­
rasında küçük bir çocuktum. Ama tüm yaşamın1ı doldurmuştu" der­
hazy adında başka bir Fransız subaya yazılmıştı ve Picquar
t, Ester­
hazy'nin ajan olabileceğinden kuşkulanmaya başladı. Esterha
zy so­ ken, Leon Blum da onun modem Fransa'nın tüm sorunlarının kay­
ruşturması sonucunda el yazısına ait örnekler bulundu
. Bu yazı nağındaki "temel sorun" olduğunu düşünüyordu. 1898'den itibaren
Picquart'a tanıdık gibi geliyordu; Dreyfus'a ait olduğu
düşünülen Dava ile ilgili her yeni olay Paris 'teki ve bazı taşra şehirlerindeki
bordereau 'daki yazıyı anımsadı. Bazı araştırmalar daha yaptıktan sokak göstericilerini harekete geçirdi. 1 898'den 1900'e kadar kafe­
sonra, ağustos sonunda her iki olayda da Esterhazy'nin
ajan oldu­ lerde bir Dreyfus yandaşı ya da karşıtı yan masada Dava konusun­
ğuna ve Dreyfus'un haksız yere hapse atıldığına karar
verdi. da konuşan birilerini duyunca hemen kavgaya tutuşuyordu. 14 Şu­
1897' de, haberlerin sızması ve Dreyfus ailesinin çabaları
saye­ bat 1898'de Figaro'da yayımlanan bir karikatürde Dreyfus Dava­
sinde, Senato İkinci Başkanı Scheurer-Kestner de Dreyfus sı'ndan söz açılınca meydan kavgasına dönüşen bir aile yemeği gö­
'a yar­
dımcı olma eğilimine girdi. 1897, kesin bilinmeyen rülüyordu. Sayısız örnek bu karikatürün olayları aslına göre pek de
manevraların
ve soruşıum1ada çok az bir ilerlemenin olduğu yıldı. fazla abaıtmadığını kanıtlıyordu. 155
Bununla bir­
likte, bağlantının açıklığı ve kamuoyu baskısı Esterha Tablodaki unsurlar yalnızca dedektiflik hikayesindeki ayrıntılar
zy'nin mah­
kemeye çıkarılmasını zorunlu kılmıştı. Askeri mahke olduğu sürece, dava "Dava" değildi. Aynı şekilde, Dava'nın Fran­
mede yargı­
lanmasına, 1 0 Ocak 1898'de başlandı. 1 1 Ocak'ta,
bir gün sonra, sız toplumundaki farklı güçler arasındaki çatışmaya neden olan bir
dava sonuçlandı. Oybirliğiyle aklanmıştı. 1 2 Ocak'ta Picquar mesele olduğu söylendiğinde de, yarattığı heyecan anlaşılmaz ola­
t or­
duya ihanetten tutuklandı, daha sonra da suçlu bulund
u. 13 Ocak'ta rak kalır. İdeoloj ik çatışmanın genellikle Ordu, Kilise ve yüksek
Dreyfus ve öteki kurbanların yaşadıkları karşısında Zola, burjuvaziyi temsil eden "eski Fransa" ile çatışan üç Fransız devri­
"J'Accu­
se"ü yayımladı.
minin mirasçısı olan "yeni Fransa" arasında geçtiği söyleniyordu.
Bir bakıma, soruşturma safhası aynı yılın 1 3 Ağustosu
'nda son Komün sonrasında ve Fransa Prusya savaşından sonra da bu iki ke­
simin çatıştığı pek çok durum yaşanmıştı; fakat hiçbir zaman tutku­
buldu. 13 Ağustos gecesi hükümette görevli bir kişi
Dreyfu s'a kar­
şı kullanılan belgelerin birinde sahtekarlık yapıldı
ğını fark etti. lar, Dreyfus Davası'nda olduğu denli şiddetli bir noktaya yüksel­
Dreyfu s'a ait bir mektubun ortasından bir bölüm
bir başkasına ek­ memişti. Bu dava, söz konusu tutkuları ateşli bir savaş meydanına
lenmişti. Bunu yalnız bir kişi yapabilecek konum
daydı: Albay taşıyan çatışma üzerinde temellenmiş kolektif bir kişiliğin oluşma­
El yazısı, özel ulakla iletilen bir tür telgraf.
..
sıydı.
atlar yağ­
rdi; yüZanüze gülümseyip iltif
Eski Fransa, Dreyfus'u niçin yok etmek istemişti? İdeolojik ya- . sakınırlar. Yahudi bir muhbi 8'den ön­
sırları satan kişiydi. Ocak 189
mı Fransa'n k_'.' �

n i yenilgilerini ve Fransa-Prusya savaşını izleyen . dıran, arkanızdan da ulusal
e bir cemaat vardı ki, bu cep
heden �u­
yıllarda geçırdıgı ozgüven sarsılmasını gösterir. Çeşitli politik gö- : ceki on yılda, takım halind bun a haz ır degıl-
mel rakipleri henüz
_
ruşlere sahıp çok sayıda insan, Prusyalılarla 1 87 1 'de yapılan sava' : ruşmaya hazırdı, fakat muhte
şı Fransız subaylarının yetersiz oldukları için kaybettiklerine inanı- di. baş:
cemaat dilinin nasıl gelişmeye
Şimdi de anti Semitik sağda
·

yordu. Bu savaştaki Fransız askerleri Prusyalıların bile say aısını e gelen �ntı
ve 189 0'lı ilk yılların önd
·

kazanacak ölçüde gözü kara savaşıyordu. Bu durumda halk eni!- ··


.
; ladığını görelim. 188 0'lerin
gazetesini kuran Edo uar d Dru mont ıdı.
gının sorumluluğunu her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştıran komu­ Semili, La Libre Parole gör e Dreyfus,
hefort gibi yandaşlarına
tanlara yüklüyordu. 1880'lerin sonunda Cumhuriyet'e karşı bir co- Drumont' a ve Comte de Roc
l bir toplamıydı: Or-
ilintili fantezinin mükemme
..

up d' etat hazırlığına giren çok ünlü bir subay olan General Boulan- • . Yahudi ihanetiyle uzenbazdı. 26 -
- ·1 , b'ır d''
n degı
3 15
114 oer
a . . sızm ıştı ; açık bir düş ma
- nın yandaşlarını terk ederek metresıyle birlikte Belçika sınırını du kademelerine Dreyfus'un
re Paro/e 'de çıkan "Yüzbaşı
'

geçerek k çması da bardağı taşırmıştı. Ordunun ulusun güvenine Aralık 189 4 tarihli, La Lib yfu s'u suç mahal­
: kalede Drumont, Dre
·

ihanet ettıgı kuşkusu yaygınlaşmıştı. Ordu liderleri de bu kuşkula­ Ruhu" başlığı taşıyan bir ma
.
rın acısını ıçlerınde duyuyorlar ve kendilerini bir şekilde temize çı' linin dışına çıkarır:
ışt r, fa�a �lk .sine �arşı �u ?. işl���
karmaya can atıyorlardı. miş­
(Dreyfus] güveni kötüye kullanm � esı �ıçın, �onc ehk le bır ulke sını n ol­
1 880'lerin sonunda, dindar köylüler ve kent küçük burjuvazisi tir. Bir insanın ülkesine ihanet ede
bılm
arasında olduğu gibi eski Fransa'nın liderleri arasında da Fransa'yı ması gerekir.
Yahudilerden kurtarma kampanyası başlatıldı. Doğallıkla, Yahudi­ bu nedenle de,
bir ülkeye ait olamaz ve
ler k_1 asık günah keçisiydi, fakat sürekli bir hedef değillerdi. Bir Yahudi, özü gereği hiç
a için Fransız sırlarını satm
aniak "Yahu-
1 880 lerm sonund: Yahudilere karşı yeni bir kampanya başlatıldı, Drumont'un sözleriyle, par
_
··

bir şeydir."'"'
.
çunku _ eski Fransa nın kusurları taraftarlarınca içerideki hainlerle dilerin ellerinde olmayan i Semiderin
bir anti Semitizm dili, ant
dış gii çl_erin marifetleri olarak görülmeye başlandı. Bu kampanya­ İdeolojik düzeyde, bu tür
izlem�k üzere geliştirilmiş_
tir. ;'ah�dıler­
nın onculerının _ Makyavelci olduklarını düşünmek gereksiz; onlar geçmişteki günahlarını tem ıle bagı var:
dırır. Bu dilin başka bır dıl
b kaları a olduğu kadar kendilerine' de, denetimleri dışındaki den nefret etmek onları arın 189 5 yıllarındakı
� � anti Semitlerin 1894 ve
ugursuz guçlerın onları neden iktidarsız kıldığını açıklamak istiyor­ dır. Drumont'un ve öteki atan ir i��a­ �
udilere karşı durmaya can
lardı. yazılarında hep kaypak Yah e omegın,
rdu. Bu kendini reklam etm '
C pheleşmeyle yoğrulan bir cemaatte iki rakip taraf olması nın kişiliği dramatize ediliyo .şınde ol­
� s'un Ruhu" makalesının bıtı
gerekır. Sız ve kardeşlerinizin ancak ortak bir düşmanınız olursa Drumont'un "Yüzbaşı Dreyfu elerini
esini Dreyfu s'a ilişkin düşünc _ _
gerçek kardeşlik ruhunu hissedebilirsiniz. Fakat, Dreyfus Dava­ duğu gibidir. Drumont makal bıtırır:
ilgili düşüncelerini sıralayarak
sı 'nda rakip taraflar inişli çıkışlı bir seyir içinde gelisti. Eski Fran­ özetleyerek değil, kendisiyle
h
sa'nın güçleri uzun yıllar boyunca, dramatik bir cep eleşmede rol
Hep cesareti en kolay kırılabilen,
�n zayıf, en duygu�al insa� olm�.şu�
r [ote kı
dur.
an­
almalarını sağlayacak bir retorik geliştirmekteydiler. Fakat, karşı erdiğim cesaretı bana sızle
_ Ülkemi uyandırmak konusunda göst tehl ikes ini açığ a çıkarara k,
Yah udi
karşıya kalabıleceklerı somut, canlı bir düşman 1 898 'e kadar orta­ ti Semitlerl verdiniz ..... Kitaplarım. iştir..... Bu kita plar ı tek ba�ım�
et verm
da görünmüyordu. Bu tarihten önceki on yılda eski Fransa tabii ki sc:vrrili Fransama büyük bir hizm ı.
enin sesine itaat ettim: "Konu�!" ded
tümü de Yah dilerce çevrilen dolapların ve ihanetlerin ya diğı sis� yaz:mazdım·. Yalnızca yüce bir irad
� Konuştum.
perdesıyle ugraşmak zorunda kaldı. Ne var ki, Yahudiler do<faları
gereği, diyordu anti Semitizm doktrini, açıkça kavgaya girm kten :
Drumont için anti Semitizm onun kişisel değerinin, dürüstlüğüniin fakat onun lehine olan görüşler dağınık, yetersiz ve çelişkiliydi.
alametiydi. Ondan kendini frenlemesini ya da uzlaşmasını nasıl iste­ 1 2 Ocak'ta Dava bir sona ulaşmış görünüyordu: Esterhazy ak­
yebilirlerdi? Drumont için Dreyfus Davası, onun, yani Drumont'un lanmış, Picquart da onu suçladığı için tutuklanmıştı. E. Zola'nın
kendisi olmasııun simgesiydi."' L'Aurore 'de 13 Ocak'ta yayımlanan "J'Accuse" başlıklı yazısının
Vahşi doğada şebekler, aralarındaki yabancı şebeklerin kıçlarını önemi, söylemin terimlerini Dreyfusçuların cemaat oluşturabile­
avuçlayarak ya da onlar için yaprak ve ot toplayarak onlara dostluk cekleri bir biçimde belirleyerek, ölü doğmuş bir harekete hayat aşı­
ve güven sinyalleri verirler. !890'!arın ortalarında Paris'te, muhte­ lamasından geliyordu. Zola, "Dreyfusçular" olarak, "Biz kimiz?"
melen yalnızca simgesel anlamda benzer bir fenomen gelişmişti. sorusunu yanıtlamakta ve Dreyfus karşıtlarının imgelemine zıt olan
· Yahudi nefreti, Drumont' unki gibi nefret itiraflarına ve bu itiraflar imgeleri bulmakta başarılıydı. Bunu, kişi olarak bir Dreyfusçuyu
da kişinin Fransa'ya ilişkin en derjıı duygularııu, entrikacılar karşı- karakterize etmek üzere melodram tekniklerini kullanarak yaptı.
316
sındaki dürüstlük ve cesaretini ifade eden klişelere dönüştü. İtiraf­ Böylece, artık biri diğeri olmaksızın var olamayan iki düşman ta- 1
lar ötekilere itirafta bulunan kişinin dost ve güvenilir olduğu sinya­ raftan oluşan durağan· bir cepheleşme tamamlanmıştı.
lini veriyordu. Bu işaretlerden bir cemaat duygusu doğdu. Döneme L' Aurore'un özel baskısı çok büyük heyecan yarattı. Birkaç sa­
ilişkin anılarda, masalarda yan yana oturan insarıların imalar ve şif­ atin içinde üç yüz' bin adet satılmıştı, insanlar bir gazete alabilmek
re sözcüklerle öteki misafirlerin duygularını sezmeye çalıştıkları için birbirleririi yiyordu. Zola'nın adı her yerdeydi. Makalesi, yelli
akşam yemeği sohbetlerinden söz edilir. Bu yemekİerde, eğer ze­ enerji kazanan Dreyfusçular tarafından taşra kesimine de postalan­
min uygunsa içlerinden biri, Yahudilerden dehşete kapÜdığı itira­ mıştı. Yazdığı metni, adım adım, analiz ederek, Zola'nın cepheyi
fında bulunur, Fransa'nın içindeki düşmanlarından kurtulmasının politik tartışmadan yeni türde bir .cemaat diline nasıl taşıdığını gö­
gerekliliğim vurgulamak için yumruğunu masaya indirir. İnsanlar relim. (Metnin tamamı kitabımızın sonunda yer alıyor.)""
gözle görülür şekilde harekete geçirilmişlerdir ve bir duygu seli "]'Accuse'', Cumhuriyet'in Başkanı Felix Faure'e hitap eden bir
odayı doldurmuştur. İşte, bir bankerin sözleri: mektup niteliğindedir. Neden ona yazılmıştır? En açık nedeni, onun
devlet başkanı olmasıdır; fakat bu açık neden doğru değildir. "J'Ac­
Her şey Çok tuhaf' bir biçimde kişi.sellikten uzak. İnsan bu samimi it§aatla­ cuse"ün hedefi 1881 tarihli karalama ve iftira yasası uyarınca yaza­
rı kabullç:nir ya da sessiz kalır, sonra masadan kalkar, sigara ve konyağa
doynıu�tur, bir süredir ısrarla kendisine içini döken kişinin kim olduğuna rının tutuklanmasını sağlamaktı. Böylece, Zola'nın yalan söylediği
ili�kin h(çbir fikri de yoktur.
ıs� gerekçesiyle yargılanması, Dreyfus Davası'nın yeniden gündeme
gelmesini sağlayacaktı. Faure ne böyle bir davayı açabilir ne de
Fakat, anfrSemitizm dili geçici bir cemaat duygusu .için malzeme durdurabilirdi. Bu metnin M. Faure'e yazılmasına neden olan asıl
sağlamasına karşın duygu henüz tam inşa edilmemişti, çünkü aslın­ retorik cümlesi, onun "ülkenin en yüksek yetkilisi" olduğunu (4.
da ortada hiçbir gerçek karşılık yoktu. Dreyfus 'un suçlu olduğuna paragraf) belirten cümleydi. Fransa'nın halkını ve tüm yargıçlarını
şüpheyle bakanlar bir avuçtu ve hiçbir şekilde Dreyfus'un infazcı­ temsil ediyordu. (Halbuki yasal açıdan Başkan yargının başı sayıl­
ları gibi tahrik olmamışlardı. Bu adamı savunanların ayıu tutkuyla mıyordu, örneğin Amerika başkanı gibi sonsuz af yetkisi yoktu.)
yanıp tutuşmaları için Ocak 1 898 'e kadar beklemek gerekti. Zola'nın Faure 'ye ilk dört paragraftaki hitabı açısından bu bilgi­
Anımsayacaksınız, Ocak 1898'deki casusluk hikayesi, Ester­
lerin önemi vardır. Bu karşılıklı bir konuşmadır. Bu ilk dört parag­
hazy'nin yargılaıunasına yol açmıştı ve onun aklanmasının ardın­
ratia Zola, Faure' i uyarır ve onu bağışlar. Uyarısı çok çarpıcıdır:
dan onu suçlayan Picquart tutuklanmıştı. Bundan bir yıl önce,
Dreyfus 'un avukatları giderek basında yer almaya başlamışlardı ve Bu iğrenç Drcyfus Davası olayı adınıza-yönetiminize diyecektim- sürül­
duruşmalar Dreyfus'un durumuna çok büyük bir ilgi uyandınnıştı; mek istenen ne kura bir lekedir! (2. paragraf)
boş oluşuyla ş��kına çevi-
Fransa yirmi beş yıl önce kralları ve imparatorları halletti; kendini­ · yıda modern yorumcuyu içinin tamamen
eye başlayabılırız. B u ar-
zi bir hükümdar sanmayın, çünkü bu kendinizi eski Fransa'nın ren sonraki argümanlarına bir anlam verm. . man-
anlayışına uygun bır
uzantısı olarak gördüğünüz anlamına gelir. Bu davaya kendi kişisel gümanlar 19. yüzyıldaki kamusal kişilik
onurunuz açısından dürüstçe yaklaşın. Eşitliğin anlamı, benlikler tığa sahiptir. .
'nın Drey fus' u kını.m
5. ve ı ı . aras ında ki paragraflarda, Zola
arasında mesafe olmamasıdır. Davayı bu iki olumsal terimle izah
t. Tüm bun­
ettikten sonra, Zola'nın bağışlayıcı sözleri gelir: "Sizin gibi onurlu tongaya d uşur
. .. <>u··ne ilişkin iddiası yer alır. Çok basi
. ·· du0
bir insanın (gerçeği) bilmediğine inanıyorum." İki samimi arkadaş !arı bir kişi yapmıştır;
olarak konuşmuyorlarsa şayet Venedik'ten gelip Fransız tabiyetine (4. paragraf)
Yarbay Paty du Clam. Bütü n mesele odur.
geçen bu Emile Zola kim oluyor da Fransa Başkanı'nı bağışlı­
yordu? ir kanıtı yoktur. 5. paragrafta 112_
'_
8
Zola'nın karutı? Hukuki, somut hiçb
"Her
Zola, kendisini bu davanın neden ilgilendirdiğini de aynı terim- tırmayla bunun kanıtlanacağını söyı:;·
. bize "samimi" bir araş cakl a dır. 6. pa­
lerle açıklar. Emile Zola ne Dreyfus 'u ne herhangi bir ordu mensu­ lesinler, bula
şeyi söylemek zorunda değilim, ince r.
ce­
bunu tanır, ne de herhangi bir şekilde bu Dava'dan zarar görmekte­ un t�ng�:'� duşu . rul ebıle
ragrafta Zola, Paty du Clam'ın Dreyfus'
dir. Öyleyse neden el atmıştır? 3 . paragrafta, Zola okura kendini çıktıgını soykmenın � _r­ ete
ği ihtimali ortaya çıktığı anda sahneye
kanıt peşınde degıldır,
şöyle kabul ettirir: Öncelikle, konuşmayı "göze alacağını", "gerçe­
rı 0Jdug" unu" öne sürer. Zola hukuki, somut
ği anlatacak cesareti göstereceğini" söyler. Bir başka deyişle, bu da­ ızca kişı·ıı·k açısından yo-
·· kü bu davada doğru ya da yanlış yaln "
çun
vadaki varlığının ilk göstergesi cesur bir insan olmasıdır. Dahası:
.
'ın igrenç bırı· oJdug� " ma inan. �
rumlanacaktır. Eğer bizi Paty du Clam .
oyun oynayan kişı tabı kı ı
dırabiliyorsa, 0 zaman, Dreyfus' a
"Konuşmak görevimdir; suç ortağı olmayacağım." Suç ortağı oldu­
ğunu düşünen kimdi ki? Bu cümleler şunu ifade eder: Dava'ya ve men ardı?dan Zola onu.n ka­
Paty 'dir. Paty du Clam'ı suçlamanın h�
olaya katılan herkes gerçek bir karakter sahibi olduğunu kanıtlamış ır. O bır entrıkacı, bır ro­
rakterini süslü ifadelerle anlatmaya gırış
olur. Katılınamak ise kişisel cesaretten yoksunluktur. B u cesaret id­ kadınlarla geceyansı buluş­
mantiktir ve gizli oyunlardan, gizemli
diası kendine has bir vicdani itirafın yolunu hazırlar; Zola konuş­ du Clam'ın komplosunu�
malarından zevk alır (Paragraf 5). Paty
mayı göze almasaydı;
başarılı olınasının nedeni kurumsal

güçlerin bir .'b�n fatemelerı
ya da subay sınıfının kendini aklamak .

ıstemes� degıld!T. ayır, ne :
Gecelerim, uztıklarda bir yerde, işlemediği bir suç yüzünden en korkunç
cek kışısel guce sahıp ol
işkencelere maruz kalan suçsuz bir insanın hayaliyle karabasana dönüşür� deni Paty du Clam'ın insanları uyutabıle 0
dü. masıdır;

Bir gazeteci üslubuyla cesaretinden ve "karabasanlı gecelerinden" çünkü 0 ispiritizma ile. büyücülük ile ruhlarla ilgilenmektedir. (6. Parag�
rat)
söz edişinde önemli olan onun içtenliği değildir; önemli olan, inan­
dığı şeyleri, ne denli derin olduğuna bakmadan, izleyicilere aktar­ tamamlar. İşbaşında bir şeytan,
Karakter halkasını misıifıkasyon
ma tarzıdır. "J'A cc use de, vicdanın sesine, kendi kahramanlığına . .. raman ve onların aras ında da
.. u teşhir edecek bir kah
onun ıçyu. . zun . msı. z bır
.
"

. ay-
dikkatleri çekerek söze başlamaktadır. Bir vicdan taşıyor olmasını yargıç vardır. One
.

onu r1 u, ama Olaylardan bihaber bir


dramatize eder; bu, elbette başka bir insanın savunmasına çok tuhaf ·
e kapatan kurumsa1 sure · ç var-
rıntı olarak da bir insanı hapishaney
bir başlangıçtır, ama biçimsel açıdan Drumont'un anti Dreyfusçu
.. kanıtl an ki­
dır.
diliyle özdeştir. yazısını ıum
Kötü adamı parmağıyla gösteren Zola
Bu başlangıcın kendine özgü retorik atmosferini bir kez anlayın­ . .
. . uştu .. . o
.. d""urur
. ..rerek sur " in, "bordereau" vardır.
·· rneg
şisel ıerımlere don
ca, Zola'nın metnine mantıksal ve hukuki bir açıdan bakan çok sa-
Böylece 18. paragrafın sonundaki sözlerin mantığına ulaşıyo­
Zola konuyu nasıl ele alacaktır? "Bu belgeyi reddediyorum, tüm
ruz. Bu sözler zaınaııın bir İngiliz hukukçusu tarafından "rasyonel
gücümle" (10. Paragraf). Belgenin anlamını analizden kaçınır. Ya­
adalet adına irrasyonelliğin özü" diye adlandırıldı. Esterhazy ve
zar üstüne basa basa, "Bu belgeyi reddediyorum, tüm gücümle" di­
Picquart'ın kaderlerini Zola şöyle özetliyor:
yerek belgenin doğruluk değerini yok etmiştir. Bu paragrafta birkaç
satır ileride, Zola yeniden ortalığı kızıştırır. Belgenin konusunun ne ..... onurun kendisi denebilecek, tertemiz bir yaşam sürmüş bir insan yıkı­
olduğunu söyledikten sonra belgenin ulusal güvenlikle ilgisi olma­ mı.l uğratılırken, borç ve suç batağına batmış insanların masum olduğu ilan
dığını öne sürer: ediliyor. Bu noktaya gelen bir toplum çürümeye yüz tutmuştur. ( 1 8. pardg­
rat)
Hayır, hayır bu bir yalan, hem de iğrenç ve ahlfiksızca bir yalan; çünkü
utanmadan yalan söylüyorlar, öyle ki, kimse onları suçlayamıyor. Zola kitabi aıılaında konuşuyor: Popüler basın, Esterhazy'nin her­

320 " O" ,


kese borcu olduğunu, Picquaıt'ın ise borçsuz olduğunu geniş ölçü- f;.
bordereau, bir anda "onlar", yani düşman olur. Bordereau'nWl de malzeme yapmıştı. Bu pasaj, karakter ile yargılaınanın ve karak­
önemsiz konuları kapsadığı ve bu nedenle de "onların" muhteme­ ter katlinin ta kendisidir. Kamusal yaşaın ile kişisel yaşaın arasın­
len sahtekarca kullandığ( bir kağıt parçası olduğu söylenmiş olsa daki çizgi bir kez silindiğinde, karakter ile yargılaına politikaııın
bile, aıtık onların ürünü olmuştur ve onu gerçek ya da uydurma ola­
ilerlemesi için elde kalan tek yoldur.
rak değerlendirmek olanaksızdır, çünkü "öyle bir şekilde yalan söy­
"J'Accuse", Napolyon ve Laınartine'in kuşağı arasında gözle
lüyorlar ki kimse onları suçlayamıyor."
görülür duruma gelen retorik değişiminin bir sonucunu gösterir. Bir
Davayı kişisel ahlaka ilişkin bir drama dönüştürerek şeytana
kez karakter eylemden bağımsızlaşınca, bir kez Lamartine insanla­
karşı gelen kahraman Zola, tüm kanıt tartışmasını salt tarafların ki­
ra hiçbir eylemde öncülük etmeksizin kendini onlara bir lider ola­
şilikleriyle bağlantılı olduğu sürece önemli olan bir şey haline geti­
rak sununca, eylemin yer aldığı kaınusal dünyanın kişisel güdülen­
rir. Kanıtın psikolojik siıngeselliğinden başka, hiçbir gerçekliği
meye bağımlı kalmak dışında tüm anlaınını yitirdiği bu tersine dö­
yoktur.
nüşün yolu açılmıştı.
12. ve 22. paragraflar arasında, Esterhazy döneminden "J'Accu­ Zola, şimdi 26. paragrafta başlayan suçlaınalar listesine, yani
se"ün yay ı}rılandığı güne kadar geçen olaylar aynı şekilde ele alını­ parçanın en yüksek draınatik noktasına ulaşıyor. Bunların her biri
yor. Ordu subaylarının Esterhazy hakkında dava açılınası konusun­ "X suçludur" yerine "suçluyorum" sözleriyle başlar. Suçlaına bo­
da karar vermek zorunda oldukları kritik an, "keder dolu, psikolo­ yunca "ben" en önemli sözcüktür. Bir haksızlığa karşı konmaz ya
jik bir an" olarak verilınektedir. Kararı oldukça geç veren subayla­ da bu insanların karşılaştığı bir haksızlıktan söz edilmez. Zola böy­
ra Zola, en kişisel terimlerle saldırır; "Ve bu insanlar geceleri uyu­ le bir şeyle ilgileruneyeceğini, bunun yetkililerin işi olduğunu söy­
yabilmekteler, sevdikleri eşleri, çocukları var!" (14. paragraf) diye lemiştir. Önemli olan şudur: "Ben" onları suçluyorum. Neden dola­
yazar. Bu olağanüstü cümlenin anlamı nedir? Zola'nın davasında
yı? İşte Zola'nın isim ve suçlar listesi:
dünya yoktur, hiçbir bürokrasi ağı, güç, otorite çatışmaları ve arzu­
lar üzerinde hiçbir denetim yoktur: Var olan yalnızca benliğe ilişkin
Paty du Clam, "şeytani işçi"
mutlaklardır. Görüşlerime katılmıyorsanız nasıl insan olabilirsiniz?
Mercier, "düşüncesizlik"
Her dünyevi görünüş, her özel eylem bu mutlakların bir göstergesi Billot, "insanlığa ihanet" ve "adalete ihanet"
haline gelir. Bir insanın maskesi onun asıl karakterini ele veren ger­ Boisdeffre, "dinsel hırs"
çek bir rehberdir ve Drumont için olduğu gibi, Zola için de, bu dün­ Gonse, "dostluğun istismarı"
yevi konumların değişmesi, karşılıklı etkileşim söz konusu değildir, Pellieux, "vicdansızca soruşturma"
çünkü bir insan nasıl olur da dürüstlüğünü takas edebilir?
, her iki tarafta
saldıracağı idi. Bu kişiler
El yazısı uzmanları, "yalan ve düzmece raporlar" ·vunup ne tür kişilerin ona Zola'nın hızla yar­
resinde billurlaşmazlar.
Savaş Bakanlığı, basında "iğrenç kampanya" 'iıa, asla tek bir lider çev va dışı kalmasına
lde de kaçması onun Da
Savaş divanı, "yasayı çiğneme" gılanıp daha hızlı bir 'seki
e>· ··
D va' nın onem. ı
ı
açt ı. Ge rçe kten de, 13 Ocak 1 898'den sonra � .
yol edıyorlardı ki, hıç
lerini öylesine hızlı terk
Bunların içinde yalnız Boisdeffre'in suçu olan dinsel hırslar karakterleri sahnedeki rol elinde tutamıyordu :
p olayların denetimini .
sava� divanının suçu olan yasaların çiğnenmesi kurumsal nitelikte­ lcimse ya da hiçbir gru tı
bu isti kra rsız lık, tab anda Dreyfusçular ıle "'.'
dir. Otekilerin tümü kişisel suçlardır. Bu da "Ben suçluyorum" söi Ancak, tepedeki mez. Aksıne, ıkt
ırların kaydığını göster
zünün önemini açıklamaktadır ya da "Ben suçluyorum" retoriği Dreyfu sçuları ayıran sın nry'nın sahte ya-
sında pekişir; örneğin, He .
kullanılınca ortaya "kişisel suçlar"ın çıkmasının nedenidir. . kampın konumu halk ara ır asalet ve �en- 23
tarafından hemen yüksek �
Zola'mn "J'Accuse"ündeki sonuç bölümü ile Drumont'uı/•'. : zıları anti Dreyfu sçular - 3
, -
ü; çürıkü Dr eyfus eger suçlu degılse
�� "Yüzbaşı Dreyfus'un Ruhu" adlı yazısındaki sonuç rahatsız edici! 'dini feda eylemi ola rak gör üld
s 'un akl"ı:masın a
i urma adım adım Dreyfu
bir paralellik taşır. 28. paragrafta Zola, bizi herhangi bir kazanç ya• . '.
değildi. Aslında, soruşt
" başharfi ile bordereau
altına atılan '.rozanın
da partı peşınde olmadığı konusunda temin eder; onunki temiz bir'· · "doğru yol aldıkça; ("D . lmememış de ol-
in bir biçimde tespıt edı
tutkudur. 29. paragrafta Drumont gibi, okuyucuya nasıl kişisel ofal; kime ait oldu Q:u henüz kes olan kamplar arasın-
d aklarda mücadele içinde
. . sa) her yeni a ım, sok
·

rak harekete geçtiğini anlatır. Duygu durumu konusunda bir metin­ u.


dir elimizdeki: "Şiddetli protestom sadece ruhumun çığlığıdır." 30. · da yeni bir kitlesel eyl
em için ortam yaratıyor�
sona erdıgınde
p arasındaki açık şıddet
·-·


paragraf, yine Drumont'un yaptığı gibi, okura en son imge olarak J902'den sonra iki kam
·

'da eğitimi la'.k­


b aşma süreci yoktu. Fransa
Zola'yı sunar; Dreyfus'u ya da Fransa'yı değil. Zola karşı çıkar ve ortada yaşanan hiç ir uzl eyfus'un maJıku'."
an her iki kamp da D:
kav�aya tutuşur. Kahramanın gelecekteki iftiraya uğrayıp yargılan� leştiren Ferry Yasalan'nd du. Çu . nku dm
alma" olarak söz edıyor
ma ihtımalı karşısındaki sloganı "Bek!iyorum"dur. Zola 'nın bu ab­ edilmesine karsı bir "öç as gibi yazarlar ve
� içindeydi. Charles Maurr
lfilci metanet bildirgesi aynı zamanda Dreyfus savunmasının sonu­ adamları ordu i e ittifak am dılaı;;
plar anti Dreyfusçular' dan � � .
dur. Camelots du Roi gibi gru
ihç iler ara sında Fransızl n Nazılerle ışbırlı­
Bu makalenin günde üç yüz bin adet satılabilmesinin nedenini: Fransa dışındaki tar "'.:_J
yaralardan ve
Fransız kadın ve erkeklerinin geniş bir kesimini Dreyfus 'u savun'. de rol oyn aya n baz ı etk enlerin ordunun ald:gı '.'.skı
ğin . u kabul edılmek­
Yahudi kinınden dogdug
maya nasıl yönlendirdiğini; Zola'nın yargılanmayı, bir yıllık hapsi bu davanın neden oldu<fu kişi\ik temelin­
; t ve dağınık bir kolektif
göze alamayarak, yanında bir yığın para ve sevgilisi ile birlikte İn­ tedir. Dreyfus Davası, oyu ayan bölünme­
da, bir toplumda çaresi olm
giltere 'ye kaçması ve davanın öncüsü olarak kişisel bakımdan göz­ de bir cemaat oluştuğun
ir. zru:nan iç!nde
ilişkin klasik bir örnekt
den düşmesinin ardından bile "J'Accuse"ün yine de bu hareketin lerin ortaya çıkmasına lapnı degıştı�
değişim, rakiplerin konum
dayandığı temel metin olarak kalabilmesinin nedenini sorarsak, maddi koşullardaki hiçbir .
şey ıkt
ıkü gör ünd üğü kad arıy la, çatışmaya neden olan
Henry'nin intiharından ve sonucunda Paty du Clam'ın zorunlu ola' remez; çür .
r ve kolektıflt­
ildir, mesele dürüstlük, onu
rak aklanmasından sonra bile geniş kesimler için zorlayıcı bir bel­ taraf için de mesele değ
ge niteliğini koruyabilmesinin nedenini sorarsak, yanıt olarak, o in­ ğin kendisidir. eylemden og-
den sonra katılımcıların
.. _

sanların, Zola'nın onlara verdiği şeyi istediklerini söyleyebiliriz ki Cemaatin biçimlenmesin dini öldürm�­
kalmamıştı. Henry'nin ken
Zola'mn onlara sunduğu, Dreyfus'un özgür bırakılması aerektiifuı � renebilecekleri hiçbir şey
dünya görüşünü sarsmaz.
Olay en kısa su­
cl ai� ol­
ilişkin bir dizi mantıksal neden değil, kolektif bir mücad eye si Dreyfus düşmanlarının
mensubunun kahramanca
eylemlerinden
manın diliydi. rede, asil bir Katolik ordu harıyla Paty du
lanır. Yine Henry'nin inti
"J'Accuse"ün asıl içeriği, Yahudi Yüzbaşıyı ne tür kişilerin sa- bir yenisi şeklinde yorum
Clam'ın aklanması Dreyfusçuların kılına dokunmaz. Zola'nın
yıflatır. Kim olduğunuzu ilan etmek size benzemeyen ötekilerle
"komplo" fikrine Dreyfusçular anında sahip çıktı: Hipnotizrna us­
ilişkileri düzenlemekten daha büyük önem kazanır. Dreyfus Dava­
tası Paty du Clam, Henry 'yi bir akşam kafeye götürerek uyutmuş ve
sı cribi bir bunalımın ortaya çıkardığı büyük tutkuların ortasında,
ona sahte belgeler hazırlatmıştır.
Dreyfus Davası, dış görünüşü benliğin işaretleri olarak ele alan
La::ıartine'in Parisli yığınları soktuğu ölümüne itaat ile kıyaslana­
bilecek durağan ve ruhsuz bir dizi insan ilişkisi olmasının nedeni
kodun uç noktası, tarihsel bir mantıki aşırılık örneğidir. Maske or­
budur.
tak bir yüzü sergiler; zira cemaat var olacak, herkesin yüzü bu or­
tak yüzde tanınacaksa, maske katı ve durağan olmalıdır. Her iki ta­
rafta da, cemaatin varlığı birbirlerine sergiledikleri dış görünüşle­
D. GERÇEK RADİKAL KİMDİR?
ı;inden vazgeçmedikleri sürece olanaklıdır.
324
Bu cemaat dili önceki yüzyılda, aslında yasaklanması gereken bir 1
Sahnede, Dr. Weltschmerz'in her eyleminin onun ahlfil<i karak-
teri ile belirlendiğini bilirsiniz, sokakta da Dreyfus için gösterilen
alanda belirmeye başladı: radikal politika alanında. Bu dil burjuva
her adalet belirtisinin, Fransa'nın saygın halkına karşı Yahudilerin
radikallerinin proleter hareketlerinde yasal bir yere sahip olduklar�­
gizli oyunlarının sonucu olduğuna da inarursnuz; fakat tiyatrodaki­
nı düsünmelerine hizmeretti. Şimdi, Marksist hareketlerde kolektıf
nin aksine, dürüst olmadıkları için, zalimlerin, Yahudilerin ve onla­
rı destekleyenlerin var olma hakları bile yoktur. Dış görünüşlerin
i
kişili in özellikle neden ortaya çıkmaması gerektiği halde nasıl
olup da çıktığını görelim .
inanılırlığından kaygı duyulan bir kültürde, sahne dışındaki melod­
Olayların, kaçınılmaz olarak olmasa bile mantıksal olarak top­
ramlar ke:ndinize ancak düşmanlarınızı yok ederseniz inanabilece­
lumsal koşulları izlediği şeklindeki bir tarih görüşü 19. yüzyılın,
ğinizi ileri süren kaçınılmaz mantığı taşır. Eğer onlar kendilerine
günümüzde hfüa yerini koruyan belki en büyük mırasıdır. Bu fikir,
inanabiliyorlarsa, siz kendi dış görünüşünüze ilişkin inancınızı na­
ulusların "kaderleri" olduğunu düşleyenleri, 19. yüzyıl anarşıstlerı­
sıl koruyabilirsiniz? Ya bir cemaat içindeki üyeliğinize? Her eylem
nin çoğu, Saint-Simon'un kimi yandaşları, toplumsal Darwincilerin
kişiliğe ilişkin bir simge ise; Dreyfus taraftarı ya da karşıtı olmanın
büyük bölümü ve Marx'ı izleyenler tarafınd'.'11 paylaşüıyordu.
önemi burada yatıyorsa, kendi simgesini taşımayanlar sahici değil­ . .
Marksist tarihsel diyalektikten söz etmek, her bın bır onceki aşama­
dirler, yalancı ve düzenbazclırlar ve bu nedenle de yok edilmelidir­
lardaki çelişkiler sonucunda doğmuş olan deneyim aşamalarından
ler. Sahne melodramlarırun bir sonucu yoktur; karakterlerinde her­
söz etmektir. Bu görüş ile o kadar içli dışlı olduk ki, soru ve cevap­
hangi bir değişimi teşvik etmez; fakat politik melodramda bir tek
lardan oluşmuş bir dini risale gibi ezberden anlatılabilir: B� .tez
sonuç vardır ki, o da kişinin kendi dış görünüşünü istikrara kavuş­
kendi antitezine dönüşür; bu antitez içinde aynı durumlar ve kişiler
turmasının l5iricik yolunun düşmanlarını yok etmek olduğunu öne
yeni bir ışık altında görülür; ve bu antitez yine ya bir devrim süre­
sürmektir. Kolektif bir kişiliğin mantığı tasfiyedir.
ci sonucu bir senteze ya da maddi ve entelektüel yemden oluşumun
Ortak bir kişilik ile cemaat duygusunun bu özdeşleştirilişinden
sonu gelmez devinimi içinde, yeni bir antiteze, bir anti-antiteze ula-
yola çıkarsak, müzakere, bürokrasi ve idari ilişkilere ilişkin dili ta­
şarak dönüşüme uğrar.
man1en farklı bir alan olarak görmek gayet doğaldır. Bu yüzden
İronik bir şekilde, bu soru cevap kitabıru ezberden ogrendik en
. .. v •

yüzyılımızın başında bir cemaat yaşamı ile devlet yaşamının farklı
sonra ondan kuşkulanmaya yol açan olaylara da tanık olduk. Dun­
türde olduğunu düşünmenin mantığı gelişti. �
yanın yarısından fazlası şu ya da bu şekilde Marx'ın öğretil rine
Cemaat kendi başına önemsenmeye değer ise, ters işleyen bir
bağlı hükümetlerce yönetiliyor; gelgelelim bu hükümetlerın yonet­
domino kuramı ile yönetilir. Müzakere, cemaat için büyük bir teh­
tiği toplumlar, Fourier ve Saint-Simon'la birlikte, Marx'ın mantık,
dittir: Konumları değiştirir ve düzenler, böylece cemaat ruhunu za-
sal olarak devrime hazır buldukları toplumlarla taban tabana zıttır.
Sömürgeleştirilmişlerdir ya da henüz endüstriyel bakımdan geliş­ kişiliğini inanç ya da toplumsal eylem aracılığıyla simgelemekten
memişlerdir, hatta bazı açılardan, Marx'ın doğrudan toplumsal ya­ uzak olması gerekir. Rousseau kamu içindeki insanın ne kadar düş­
pılanışından tarihsel bir gelişme mantığı çıkardığı Avrupa'ya özgü manıysa, Marx da o kadar ateşli taraftandır.
durumların dışında kalırlar. · Gelgelelim hepimizin çok iyi bildiği ve kendisine Marksist di­
Tek başına hiçbir kuşak, kesinlikle hiçbir kitap, bu yerinden yen bir yaratık var ve o, bu esneklikten nefret ediyor. Kimi zaman
edilmiş kaderin paradoksunu açıklayamaz. Yine de, kitabımızda şu bir "ideolog", kimi zaman da "dogmatik" deniyor bu kişiye. Bun­
ana kadar izi sürülen kentsel kültür döngüsü bu paradoksun en azın­ lar, radikal bir hareketi sadece en kötü yandaşlarının karakter yapı­
dan bir boyutuna ışık tutabilir: Psikolojik deformasyon kültürü, ra­ sı ile tanımlama bakımından uygun sayılabilecek etiketlerdir. O, da­
dikal, diyalektik değişimlere bağlananlar üzerinde etkilidir, öyle ki, ha doğru ve dar anlamda, orta sınıftan gelen bir kişidir; insani ne­
tarih teorinin gözleri önünde akıp giderken savunma durumuna ge- denlerle ve geçmişe ya da kendi geçmişine duyduğu öfke sonucun-
2
� çerler: da, bir radikal olan orta sınıf üyesidir. Toplumda adalet ve hak ara- 3 7
Marx tüm yazılarında, insanları yeni olayların etkisi altında yışlarını işçi sınıfı ile özdeşleştirerek radikal olur. Ezilenlerin ateş-
inançlarını yeniden belirlemeye iten diyalektik tarihsel güçlerden li taraftarı oluş nedenleri örneğe göre değişse de, işçi sınıfı ile iliş­
bahseder. Maddi koşulların bilinci belirlediği sloganı kolayca vul­ kisindeki sorun hep aynı kalır: Onların hareketinin nasıl meşru bir
garize edilmiştir ve hfila edilmektedir. Marx bununla olsa olsa, top- . parçası olmaktadır? Bu kişi, kendi eğitimi, görgüsü ve mülkiyet an­
lumdaki her yeni maddi durumun inançların yeniden belirlenmesi­ layışıyla ezilenler cemaati içindeki varlığını nasıl meşru kılar?
ni getirdiğini, bunun tek nedeninin de dünyanın bu inançları değiş­
Marx ve Engels onu tanıyordu, çünkü sorunları ortaklı. Kendisi­
meye zorlaması olduğunu kastediyordu.
ni bir radikal olarak meşru kılma sorununu, içinden türediği burju­
Kişinin kendi inançlarım yeniden belirlemesinin psikolojik ba­
va kültüründeki dış görünüş kodları aracılığıyla çözdü. Aldığı her
kımdan karşılığı nedir? Ya diyalektik düşünmesinin? Bir inanç onu
konum, tartıştığı her konu, bir devrimci olarak kendi kimliğinin
savunan kişi için çok derin ve yoğun biçimde kişisel ise, kişinin
ağırlığı altında eziliyordu. "Doğru" strateji tartışması onun gözün­
inandığı şey onun kimliğini belirleyecek duruma geldiyse, o zaman
de hemen karakterle ilgili bir çatışma halini alıyordu: Kim "gerçek"
inançlardaki herhangi bir değişim benliğinde çok büyük altüst oluş­
devrimciydi? Hangi devrimci taktiklerin doğru olduğu . tartışması­
ları gerektirir. Öyleyse, inanç ne denli kişisel ve benlikle ilişkiliyse,
nın ortasında asıl tartışılan, kimin meşru bir radikal olduğuydu.
değiştirilmesi de o denli güçleşir.
Yanlış strateji savunan, yanlış fraksiyona katılan ve yanlış bir çizgi
Bu yüzden diyalektik bilinç neredeyse olanaksız bir insani güç izleyen rakiplerinin radikallikle ilgileri olamazdı. Ideolojik "yanlış­
gerektirir. Dünyaya ve dünyadaki adaletsizliklere ilişkin tutkulu bir ları" nedeniyle radikal cemaate ait değillerdi.
ilgi duyan bir ideoloji var ortada; ama bu ideoloji, tarihsel durum Radikalin meşruluğuna ilişkin sorular 1848'den so�a işçi sını­
değiştiği zaman tüm bu taahhütlerin doğasının askıya alınmasını, fının radikal cemaatlerinden üyelerin kendileri tarafıncjan sorulu­
yeniden düşünülmesini ve düzenlenmesini talep etmektedir. İnanç yordu. 1848 Devrimi'nde, L'Ate/ier gibi işçi sınıfı gruplarının bu
hem şiddetle savunulacak hem de aynı zamanda benlikten belli bir orta sınıf devrimcilerine kendi kavgalarında bir yer verıpeyi yadsı­
uzaklıkta tutulacaktır ki, kişisel bir kayıp ya da mahremiyetin teh­ maları sürecinin nasıl geliştiğini görmüştük. İngiltere'de 1850'ler­
likeye atılması duygusuna kapılınmaksızın değiştirilebilsin. de, adına ve çıkarına devrim yapılacak işçi sınıfının yanında yer
Konuyu bu şekilde koyduğumuzda Marx'ın diyalektik imgele­ alıp yardım etmeye gelen burjuva entelektüellerine karşı aynı düş­
minin şehir yaşamı terimleri içinde incelediğimiz bir kavrama çok manlık gözlemlenebiliyordu. Gerçekten de, devrimci kadrolar için­
yakın olduğunu görürüz: Kamusal davranış kavramı. Kişinin kav­ deki sınıf uzlaşmazlığı, 19. yüzyıl radikal politikasının yazılmamış
rayışının diyalektik olabilmesi için dışarıda, kamu içinde olması ve olan çok önemli tarihidir.
Bu sekter tutku doğrudan doğruya içkin sektiler kişilik kodları­ ..... bir anlamda Fransa'nın koşullarıyla ilgisi olmadığı gibi, onu değişen
nın bir ürünüdür. İnandırıcı bir dış görünüş kişiliğin açığa vuruldu­ zaınana uyarlamak için de çok az çaba gösteriliyordu. Fransa'da ücretler
epeyce arttığı sırada bile ücretlerin düşmek zorunda olduğunu söylüyorlar­
ğu bir dış görünüştür; fakat burada, zorunluluktan dolayı, yerinden
. dı . . ... Teoriye yaptıkları vurgu atıl dogmaların durmaksızın yinelenmesi
edilmiş bir kişilik söz konusudur. Onun yerinden edilmişliği ve geç­ haline dönüşüp yozlaşmıştı.
mişi, yoldaş olarak yanlarında yer almak istediği insanların onu an­
cak bir yabancı olarak algılamalarına yol açar. O zaman başvurdu­ Guesde, inançtaki diyalektik değişimler fıkrini altüst ederek kendi­
ğu gruba ait olma koşulları ise inançlarının gücü sayesinde onu ye­ sini Marksçı bir devrimci olarak meşru kılan bir liderin ta kendisiy-
ır.o
ni bir insan olarak tanımlar. Maskesi değişken değil, sabit olmalıdır di.
ki, kendine inanabilsin. Radikal zekasını bağnazca hırslara dönüş­ Yüzyılımızın başlarında, Fransa' da solun iki tür ihaneti görülür.
türse bile, bunu "otoriter" bir kişiliği olduğu için değil; -gerçi bazı İlki, Clemenceau'nun 1 906-1909 arasındaki yönetiminde kendini
328 durumlarda bu da geçerli olabilir- yabancı bir cemaat içinde kendi­ gösterir; iktidardaki oportünistlere karşı olan radikal, kendisi ik- l
sini meşrulaştırmak istediği için yapar. Ait olabilmek için aldığı ko­ tidar olunca radikal inançlarını ve eski yandaşlarını terk eder. Gues­
numlan kendi toplamı ve özü haline getirmelidir; bu konumlar de'nin ihaneti ise başka türlüydü. Onun örneğinde, kişinin devrim-
onun açığa vurduklandır; "devrimci" olmaktan çok �'devrimci ola­ ci olmaya yönelik derin tutkusu yüzünden devrime ihanet etmesi
bilme arzusunun" ağırlığını taşırlar. Modem ideolog aldığı her tav­ söz konusuydu. İnandırıcı bir devrimci olmak, bu kişisel konumu
rı müzakere kabul etmez bir şey olarak görmektedir; çünkü. hepsi de meşrulaştırmak, yüzyılın sonunda diyalektik ideali terk etme mese­
onun gerçekten göründüğü gibi olup olmadığı, ezilen yığınlar için­ lesi haline gelmiştir.
de meşıu,bir yeri olup olmadığı gibi zor sorular etrafında dolanır. Politik görüşlerini, toplumsal koşulları sürekli yeniden yorum­
Bu tipjn ortaya çıkması Birinci Entemasyonal'e kadar uzarur. lamaya yönelten bir grubun, diyelim ki, belli bir ülkedeki sendikal
İkinci' de artık en büyük güç odur. 19. yüzyıl Fransası'nda bu tipin örgütlenme konusunda mutlak bir konum benimsemiş olmaları,
yarattığı sorun Jules Guesde'nin yaşamında tam olarak gözler önü­ yine diyelim ki, bir Yeni Kudüs'e inananların dogmatikliğinden
ne serilmişti. Guesde, 1880'lerin sonunda, Fransa' da, Marksist gö­ daha çok yıkıcılık içerir; çünkü doğruluğu çok daha kolayca sor­
rüşleri sosyalist harekete zorla sokan kişiydi. Tam bir küçük burju­ gulanabilir. Kamusal davranış ile kişisel ihtiyaç arasındaki
va taşra entelektüeliydi. Babas.ı öğretmendi. Bir genç olarak; kendi mesafenin kapanmasının maddeci bir devrimci için taşıdığı anlam,
kendinden kuşkulanma, gönüllü yoksulluk ve tutuklanma dönemle­ bir Püriten 'e göre çok daha büyüktür. Eylemin biricik nedeninin
rinin hepsi "işçilerin dürüstlüğüne gıpta etmesinin" sonucuydu. yitirilmesi anlamına gelir bu.
Marksist kuramın bir uyarlamasını alıp, katı bir şekilde Fransız ya­ Stalinizmin tehlikelerine duyarlı olan biri buna şiddetle karşı çı­
şamına uygulamaya çalıştı ki, bu başlangıçta işbirliği yapmış olsa­ kabilir ve kişisel ihtiyaçların kamusal sorunlar bağlamında değer­
lar da Marx'ı rahatsız etmiş bir uyarlamaydı. Marksizmin bu basit, lendirilmemesinin, sonunda "devrimin ihtiyaçlarının" toplumu in­
değişmez uyarlaması ile Guesde radikal bir lider olarak konumunu sanlıktan çıkardığı çorak bir dünyaya yol açabileceğini söyleyebi­
meşrulaştırdı. Gerçek bir işçi olan Jean Dormoy'le girdiği liderlik lir. Ama ben başka bir şeyin peşindeyim. 19. yüzyıl politikasının
mücadelesini kazandı. Jean Dormoy onun kadar radikal, ama daha trajedisi, ki gerçekte de bir trajedi söz konusudur, şudur: Kültürel
esnek bir kafa yapısı olan bir çelik işçisiydi. Dormoy, Fransız eko­ güçler başkaldırmış olanları tutsak etmiş olduğu gibi, mevcut eko­
nomisinde 1880'lerde ortaya çıkan değişimlerden dolayı kafasının nomik düzeni savunanları da tutsak etmiş, bunu da politik araçlar
karıştığını açıkladığı zaman Guesde çok sağlam duruyordu ve "da­ kullanarak yürütülen vahşi bir kendini suçlama kampanyası yoluy­
ha yiğit olduğundan daha sahici bir devrimci" olduğunu ileri sürü­ la yapıruştır. Bu kültür, radikalleri insanlıktan çıkarabiliyordu. Da­
yordu. 1898'de Guesde'in çevresinde toparlamakta olan hareketin hası, politik aydınlar arasında giderek artan bir bilinç felci görülü-
Dördüncü Bölüm
yordu; bu felç, kozmopolit kültürdeki yıkıcı eğilimlerden kaynakla, .
Mahrem toplu m
nıyordu; sanıldığı gibi devrimci dogmaların mutlakçı niteliklerin-!.
den değil.
1 9 . yüzyıl başkentlerinin kültürü, değişime karşı güçlü bir silah .

geliştirdi. Maske yüz haline gelince, dış görünüşler kişiliğin göster­


gelerine dönüşünce, insanın benliği ile arasındaki mesafe kapandı.
Göründükleri gibi olunca, insanların özgürlüğü olabilir mi? İnsanın
"benliği" ile arasındaki mesafeye bağlı olan özeleştiri ve değişme·
edimlerini nasıl gerçekleştirebilirler? İnanç aşırı bir yük altına gir­
miştir. Burjuva kentli yaşam kültürü çok sayıda radikalin özgürlü- ·
330 ğünü baltaladı. Bu kültür, insanları retoriksel konumlan ve kamu
içinde ifade ettikleri fikirlerinin kendilerinin psikolojik olarak açı- .
ğa vurulması olduğunu düşünmeye alıştırarak, diyalektik ideoloji- ,
nin diyalektiğini çaldı. Solda yer alanlar, maddi koşulların değişti- ·
rilmesini savunurken kendilerini giderek kişisel "dürüstlük", "bağ-,
!ılık" ve "sahiciliği" savunma konumunda buldular. Radikal bir ce­
maate, bir Hareket'e ait olmak adına diyalektiği gözden çıkardılar. ·
İşte yine Dreyfus Davası'nı tipik kılan aynı içe dönük dile ulaştık;
kendini bir gruba bağlı hissetmek uğruna katılık ve cemaat uğruna ..
tarihteki uygunsuzlukların savunulması.
Kardeşlik üzerine kurulu cemaati yıkmak bir tarafa, 1 9. yüzyıl
kozmopolit kültürü cemaatin olduğundan çok değerli görünmesini
sağladı. Günümüz klişelerinde şehirler içi boş kişidışılığın en uç ör­
nekleridir. Aslında, modern şehirdeki güçlü ve kişidışı bir kültürün
eksikliği, insanlar arasında fantezi yüklü malırem açılmalara yöne­
lik şiddetli bir arzu yarattı. Ruhsuz ve kötü kalabalık miti gibi, ce­
maatin yokluğu mitleri, insanları yaratılmış ortak bir benliğe göre
cemaat arayışı için dürtükleme işlevi görüyor. İçi boş kişidışılık mi­
ti, popüler biçimleriyle, bir toplumun sağduyusu haline geldikçe,
aynı olmak zorunda olmaksızın insanların birlikte hareket edebile­
cekleri anlamına gelen, kentselliğin özünü tahrip etmekte kendile­
rini ahliiki bakımdan haklı görürler.
XI
K a m u s al kültürün sonu

Geçmişi betimlemenin bir yolu değerli bulunan bir yaşam tarzının


iniş çıkışlarına ilişkin imgeleri kullanmaktır. Bu imgeler doğallıkla
bir pişmanlık yaratır, pişmanlık ise tehlikeli bir duyarlıktır. Geçmi­
şe yönelik bir duygudaşlığa ve belli bir kavrayışa yol açan pişman­
lık bugünden vazgeçmemize ve dolayısıyla günümüzün kötülükle­
rini de belli ölçüde kabullenmemize yol açıyor. Seküler kamusal
kültüre ilişkin bu yükseliş ve çöküş tablosunu pişmanlık yaratmak
için çizmedim; amacım modem yaşamın, insani görüntüsüne karşın
aslında tehlikeli olan inançları, özlemleri ve mitleri üzerine bir
perspektif oluşturmaktı.
Günümüzde etkin olan görüş, kişiler arasındaki yakınlığın ahla­
ki bir değer olduğudur. Yine günümüzün en önemli özlemi başkala-
�yla yakınlaşma ve samimi deneyimlerle bireysel kişiliğin gelişti- ·
suskun izleyici tavrıyla yaklaşabiliriz, ama onlara meydan okuma­
rılmesıdır. Günümüzün miti ise toplumdaki kötülüklerin tümünün nın, onların içinde yer alınamızın, kişiliğimizin gelişmesi pahasına
kişidışılığa, yabancılaşmaya ve soğukluğa ilişkin kötülükler olarak olacağı düşünülür. Kişiliğin günümüzdeki gelişimi bir mülteci kişi­
anlaşılabileceğini varsayar. Bu üçünün toplamı bir mahremiyet ide­ liğinin gelişmesinden başka bir şey değildir. Saldırgan davraruşa
�lojisidir: Her türden toplumsal ilişki her bir kişinin içsel psikolo­ karsı temeldeki ikircimli tutumumuz bu mülteci zihniyetinden kay-
'
Jık kaygılarına ne denli yaklaşırsa o denli gerçektir, inandırıcıdır ve naklanır: İnsan ilişkilerinde saldırgarılık bir zorunluluk olabilir,
eyiz.
sahicidir. Bu ideoloji, politik kategorileri psikolojik kategorilere . ama biz onu nefret uyandıran bir kişisel özellik olarak görmekt
dönüştürür. Mahremiyet ideolojisi tanrısız bir toplumun insancıl bir kişilik gelişir? Böyle bir kişilik, gü-
• · Ya mahrem ilişkilerle ne tür
maneviyatını tanımlar: İçtenliktir, sıcaklıktır bizim tanrımız. belki, ama beklenti ­
Ka­ ven, samimiyet ve rahatlık deneyimiyle değil
bir
musal kültürün yükseliş ve çöküş tarihi bu insancıl maneviyatı
en siyle biçimlenecektir. Kişilik nasıl adaletsizlik üz�rine kurulu 3,
� azından sorgulamayı gerektiriyor. ın karşı- ·'5
dünyada hareket edebilecek kadar güçlü olabilir? Insanlar
şeyler pay­
Ahlaki bir değer olarak kişiler arasındaki yakınlığa duyulan · sına, öteki insanlara güvenmeyi, açık olınayı, onlarla bir
inanç kapitalizm ve sektiler inancın geçen yüzyılda ürettiği derin yı, toplums al durum­
laşmayı ve onları manipüle etmekten kaçınma
çıkarlar için
sarsıntının sonucudur. Bu sarsıntı nedeniyle insanlar kişidışı du­ lar karşısında saldırganlıktan ya da bu şartları kişisel
duygu­
rumlarda, nesnelerde ve toplumun kendisinin nesnel koşullarında kullanmaktan kaçınmayı öğrendikleri ölçüde "daha zengin"
kişisel anlamlar aradılar. Dünya psikomorfıkleştikçe gizemlileş­ kişiliklerinin "gelişec eği" hükmün ü getir­
lar besleyebilecekleri ve
mekteydi; aradıkları anlamları bulamadılar. Bu yüzden de toplum­ ne katı bir dünyad a yumuşa k
mek gerçekten insanca mıdır? Böylesi
a insanı pençe­
sal yaşamdan kaçarak özel yaşam alanlarında ve özellikle de aile benlikler oluşturmak insanca mıdır? Geçen yüzyıld
, insan irade­
içinde kişiliğin algılanışında belli bir düzen ilkesi elde etmeye
ça­ sine alan o büyük kamusal yaşam korkusunun sonucu
lıştılar. Böylece geçmiş, insanlar arasındaki açık yakınlaşma arzu­ sine ilişkin kavrayışın günümü zdeki zayıflığıdır.
ola­
sunun derinlerinde gizli bir istikrar arzusu inşa etti. Vföorya döne­ Son olarak, kamusal yaşamın tarihi, toplumsal bir kötülük
Wilkesç ha­
i
minin acımasız cinsel yasaklarına isyan etmiş olmamıza karşın, rak kişidışılık etrafında inşa edilen mitleri sorguluyor.
bozulmayla
başkalarıyla kurduğumuz yakın ilişkilere güvenlik, huzur ve kalıcı­ reketin yol açtığı kamusal ve özel alan dengesindeki
��
ı a yönelik gizli arzuların ağırlığını yüklemeye devam ediyoruz
. başlayarak, Lamartine'in Paris proletaryası üzerinde kurduğ u dene­
_
Ilışkıler deyimiy le) insanın ölçü­
bu yüklere dayanamadığı zaman da açıkça dile getirilme­ timde tam anlamıyla sergilenen (Junius 'un
tirme
miş beklentilerde değil, ilişkilerde bir kusur olduğu sonucunu
çıka­ lerden daha önemli olduğu mitolojisi, gerçekte politik pasifleş
ilişki­
rıyoruz. Başkalarına yakınlık duyma çoğunlukla arıları sınaman
uz­ için bir reçete haline geliyor. Kişidışılık insani kaybın, insan
� ? �
da s nra ge şir; iüşki böylece hem yakın hem de kapalı olur. Eğer
. lerinin toptan yok oluşunun tanımını yapıyor gibi görünm
ektedır.
degışırse, degışmesı gerekli olursa, bir tür ihanete uğramışlık yle eşitlenm esi, kaybı
duy­ Ama tam da kişidışılığın, boşluğun kendisi
gusu ortaya çıkar. Istikrar beklentisiyle yüklü bir yakınlık zaten alanı için-
çok yaratan etkendir. Boşluk korkusuna yarut olarak, politik
algılı­
zor olan duygusal iletişimi daha da zorlaştırır. Bu şartlarda
mahre­ • de kişiliğin çok güçlü bir şekilde ilan edildiği bir alan olarak
miyet gerçekten bir erdem olabilir mi? da onlara yaptığı işler yerine, tüketilm ek
yor insanlar. Tabii sonra
Öteki insanlarla yakın ilişkilere girerek kişinin kendi kişiliğin açan birinin pasif izleyicil eri
. i üzere niyetlerini anlatan, duygularını
kolektif bir
gelıştirme özleminin de benzer bir gizli gündemi vardır. Geçen
yüz­ durumuna geliyorlar. Ya da insanlar, politik alanı ortak,
olarak gör­
yılda kamusal kültürde yaşanan kriz bize toplum içinde insanlık
du­ kişiliğin paylaşılması yoluyla birbirlerine açılma fırsatı
k duy-
rumunun özündeki zorluklar, sınırlamalar ve acımasızlıkları
karşı dükçe, toplumsal koşulların değiştirilmesi için kendi kardeşli
konulmaz şeyler olarak düşünmeyi öğretti. Onlara bir tür pasif uzaklaşı yorlar. Cemaati n varlığını n
ve gularını kullanmaktan giderek
sürdüıiilmesi kendi içinde bir amaç oluyor. Cemaate ait olmayanla­ de daha sahici, dolaysız ve açık olmaya çalışarak bu baskıdan "öz­
rın temizlenmesi cemaatin işidir artık. Toplumsal ilişkilerdeki kişi­ gürleşmeye" çabalıyoruz, görünüşteki bu özgürleşme Viktoryenle­
dışılığı silmeye yönelik insancıl arzudan, müzakereyi reddetme ve rin duygusal düzen yaratınaya yönelik baskıcı çabalarında hissettik­
yabancıları sürekli temizleme gerekçeleri doğar. Bu kişidışılık miti lerine yakın sıkıntılar doğurduğunda da kafamız karışıyor. Yıne, in­
aynı ölçüde de özyıkıcıdır. Ortak çıkarların gözetilmesi ortak bir sanlar arası iletişimde herhangi bir engel olması gerektiğini yadsı­
kimlik arayışı içinde tahrip edilir. yoruz. 20. yüzyıl iletişim teknolojisinin tüm mantığı bu ifade açık­
Kamusal bir yaşamın yokluğunda, insancıl oldukları varsayılan lığına teslim edilmiştir. İletişim kolaylığı fıkrini kutsasak bile,
bu ideallerin hükmü geçerlidir. Kuşkusuz, bu hastalıklı görüşler ka­ "medyanın" izleyiciler safında çok daha fazla pasiflik doğurması
musalın tükenmesiyle belirmemişti; bizzat kamusal yaşamın buna­ karşısında şaşırıp kalıyoruz. İzleyicinin pasif olduğu şartlar altında
lımı geçen yüzyılda onlara hayat vermişti. 19. yüzyıl kamusal kül- kişiliğin, özellikle de politik yaşam açısından, giderek havada bir
336 türünün Aydınlanma devri kamusal kültürü ile bağlı olması gibi, konu durumuna gelmesine şaşırıyoruz. Mutlak iletişime olan inan- 1);
günümü Z'cteki kamusallığa inançsızlık da 19. yüzyılda bu alanın içi­ cınuzla kitle iletişim araçlarından duyduğumuz korku arasında ilgi
ne girdiği karmaşa ile bağlantılıdır. Bağlantı, iki yanlıdır. kurmuyoruz, çünkü bir zamanlar kamusal bir kültür oluşturmuş
Kamusal yaşamın sona ermesinden söz etınek, öncelikle geçen olan temel doğruyu yadsıyoruz. Aktif ifade insani çaba gerektirir ve
yüzyılın kültüründeki bir çelişkiden kaynaklanan bir sonuçtan söz bu çaba ancak insanların birbirlerine ifade. ettikleri şeyleri sınırla­
etmektir. Kamu içinde kişilik, terimlerdeki bir çelişkiydi; en sonun­ dıkları ölçüde başarılı olabilir. Aym şekilde salt fiziksel terimlerle,
da da kişisel, kamusal terimini yok etti. Örneğin, ister aktör ister şehir içindeki fiziksel harekete konan tüm sınırlamaları yadsırız; ki­
politikacı olsun, aktif biçimde duygularını kamusal alanda sergile­ şinin qu mutlak hareketini kolaylaştırsın diye bir ulaşım teknolojisi
yebilen kişilerin özel ve üstün kişilikli olduklarını düşünmek man­ icat ederiz; sonra da, şehrin bir organizma olarak yaşamının feci bir
tıklı hale geldi. Bu kişiler karşılıklı ilişki kurmuyorlar, karşısına biçimde sona ermesi karşısında şaşarız. Viktoryenler, sınırsız ben­
çıktıkları seyirciyi denetliyorlardı. Seyirci onları değerlendirme ko­ lik fikri ile mücadele ettiler; bu düşünce kamusal ve özel alan kar­
nusunda kendine duyduğu güveni giderek kaybetti; artık bir tanık­ maşasının yol açtığı hoşnutsuzluğun özüydü. Benlik üzerindeki sı­
tan çok birer izleyici.haline geldi. Böylece seyirci, kendine ilişkin nırlamaları çok çeşitli yollarla hemen yadsıyoruz. Ne var ki, yadsı­
olarak aktif bir güç, bir "kamu" olma anlayışını yitirdi. Keza insan­ mak ortadan kaldırmak anlamına gelmiyor; aslında göğüslenme­
ların duygularını başkalarına iradedışı açığa vurmakla korkutulma­ dikleri için sorunlar daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Geçmi­
!arıyla, kamusal alandaki kişilik, kamusalı yıktı. Sonuç, ötekilerle şin kalıtı olan çelişkiler yoluyla ve geçmişi yadsıyarak 19. yüzyılın
temastan daha çok kaçınma, suskunluğa sığınma ve hatta duygula­ kültürel terimleri içine hapsolduk. Sonuç olarak, kamusal yaşama
rını belli etme kaygısıyla hiçbir şey hissetınemekti. Böylece, ifade ilişkin inancın son bulması, 19. yüzyıl burjuva kültürü ile bir kopuş
şartları bir maskenin takdiminden, kişinin dünyada taktığı maskesi değil, aksine o kültürün şartlarının öne çıkarılmasıdır.
altındaki kişiliğinin yani yüzünün ortaya serilmesine doğru kaydık­ Mahrem bir toplum yapısı iki yanlıdır. Narsisizm toplumsal iliş­
ça, kamu içinde ifade edici olmayı isteyen insanlar kamusal alaru kilerde etkilidir ve kişinin duygularım öteki insanlara açığa vurma
boşalttı. Ş
deneyimi yıkıcı hale gelmi tir. Bu yapısal özelliklerin 19. yüzyıl ile
Kamusal yaşamın sonundan söz etınek, ikinci olarak, bir yadsı­ de bağları vardır. Narsisizmin bir toplumda seferber edilebilmesi,
madan söz etmektir. Kamusal davranış ve kişilik karmaşası keskin­ insanların duygu ve güdülerin ele gelmeyen tonları üzerinde odak­
leştikçe, Viktoryen dünyanın kendine dayattığı baskıcılığın da bir laşmaları için grup egosuna uygun bir anlayışın askıya alınması ge­
değer ya da aslında bir asalet olduğunu yadsıyoruz. Ama yine de reklidir. B u grup egosu bir anlamda, insanların o arıki duygusal iz­
kendimizi, kişilik koşullarını derinleştirerek, karşılıklı ilişkilerimiz- lenimleri ne olursa olsun, gereksindikleri, istedikleri ve talep ettik-
!eri şeyleri kapsar. Bu grup egosuna ilişkin bir anlayışı silmeye yö­
·. lepleri ile ancak mahrem psişik deneyimlerin aykırı tarzları yoluy-
nelik adrmlar geçen yüzyılda atılmıştı. 1848 Devrimi, bir kişilik
•. la bir insan olarak geliştiğimiz inancı arasındaki savaşın.ortasında
kültürünün, o zamanlar sınıf çıkan biçiminde ifade edilen bu grup: .·.•.
kalıyoruz. Sosyologlar bu savaş durumu için istemeyerek bir dil ya­
egosu çıkarları üzerinde kurduğu hilk:imiyetin ilk kez ortaya çıkışıy' :·
rktWar. Toplum içindeki yaşamdan bir tür araçsal görevler mesele-
dı. Yıkıcı gemeinschaft'ırı doğması için insanların duygularını bir­ .. si olarak söz ediyorlar; okula, işe gideriz, grev yaparız, toplantılara
birlerine belli ettikleri zaman bunu duygusal bir bağ kurmak için
, gideriz; çünkü bunlar yapılmalıdır. Bu işlere fazla zilınimiZi yorma­
yaptıklarına inanmaları gerekir. Bu bağ karşılıklı ifşa yoluyla kur-.
maya çalışırız; bunlar sıcak duygular için "uygunsuz" vasıtalardır;
duklan kolektif bir kişilikten ibarettir. Kolektif bir kişiliği paylaşa­
, onların içindeki yaşantımızı bir "araç" durumuna getiririz; duygu-
rak bir cemaat olma fantezisinin tohumlan da 19. yüzyıl kültürü
sal bağlılık gösterdiğimiz bir gerçeklik değil, yalnızca bir araçtır
şartlarında ekilmiştir. O halde şimdi sorumuz şudur: Temellerine
' yaşam. Bu araçsal dünyanın karşısına sosyologlar, duygusal, bütün­
�� kafa tutmasak bile, etkilerini yadsıdığımız bir kültürün, geçmişin 9
33
lükçü [ho!istic] ve tümleyici [integrative] deneyimleri koyuyorlar.
kölesi olmanın yaşamımız üzerindeki etkisi nedir?
Bu jargonun terimleri önemli; çünkü belli bir zihniyeti , bir inancı
Bunu en açık şekilde, mahrem toplum yapılarının her birinin 19.
ediyorlar. Bu inanca göre, insanlar gerçekten hissedebildik­
· temsil
yüzyıldaki köklerinden nasıl geliştiğini görerek yanıtlayabiliriz.
leri (duygusal ), içinde bulundukları şimdiki ana duyarlı oldukları
Ego çıkarlarının askıya alınması, toplumsal etkileşimleri bir güdü­
· (bütünlükçü), kendilerini tam olarak açığa vurdukları (tümleyici)
Jenirn takıntısı üzerine yoğunlaştırarak, narsistçe özümlemenin sis­
zaman; özetle bağlanmı ş oldukları zaman, genelde dünyadaki ha­
tematik bir teşvikine dönüştü. Benlik artık bir aktör ya da yapıcı in- .
yatta kalma, mücadele etme ve yükümlülük altına girme deneyim­
sana ilgi duymaz; o niyetlerden ve olabilirliklerden ibaret bir ben- .
lerine zıt olan deneyimler yaşarlar. Doğal olarak, sosyologların
liktir. Mahrem toplum, Fielding'in övgü ve yerginin aktörlere değil
bahsettiği bu duygusal yaşam salıneleri mahrem sahnelerdir: Aile,
eylemlere yapılabileceği düsturunu tamamen tersine çevirdi. Artık
yakın çevre, arkadaşlar arasında geçirilen bir yaşam.
önemli olan ne yaptığınız değil, yaptıklarınız hakkında ne hissetti­
Narsisizm ve yıkıcı gemeinschaft'ın bu savaşı araçsal ve duygu­
ğinizdi. Kolektif kişilik özelliklerinin ortak hale gelmesi, bu kişili­
sal toplumsal ilişkilere bir biçim vererek örgütlediğini görmek şart­
ği paylaşabilen cemaat daraldıkça sistemli bir şekilde yıkıcı bir sü­ ·. tır. Fakat bu savaşın niteliğine, iki soru sorarak ve sorgulamamızı
rece dönüştü. Dreyfus Davası'nda ulusal düzeyde bir cemaat hissi­
bu soruların yanıtlan etrafında düzenleyerek somutluk kazandırabi­
nin oluşumunu gördük; çağdaş toplumlarda aynı cemaat oluşumu
liriz. Toplumsal gerçekliğin bütünüyle psikolojik terimlerle ölçül­
artık yerelcilikle bağlantılıdır. Modern toplumu avucunun içine
mesinden toplum nasıl zarar görüyor? Medeniyeti ondan çalınır.
alan bu kişidışılık korkusu, insanların cemaati giderek daha küçük
Anlamlı bir kişidışı yaşamdan uzaklaşan benlik nasıl zarar görü­
bir ölçekte tahayyül etmesine neden olur. Benlik niyetlere indirgen­
yor? Tüm insanları potansiyel olarak sahip oldukları ancak gerçek­
mişse, bu benliğin ortak paylaşımı da sınıf, politika ya da tarz bakı'
leşmeleri için benlik ile belli uzaklıkta bir ortama gerek duyan bır
mından farklı olanların dışlanmasına varır. Yerelcilik ve güdülenim
kısım yaratıcı güçlerini, oyun güçlerini, ifade etmekten yoksun
içinde özümleme: Bunlar, geçmişin bunalımları üzerinde inşa edil­
kalır. Böylece malırem toplum, bireyi sanattan mahrum bir aktör
miş bir kültürün yapılandır. Bunlar, aileyi, okulu ve çevreyi düzen­
yapar. Güdülenim üzerine narsistçe odaklanma ve cemaat, duygula­
ler; şehri ve devleti düzensizleştirirler.
rının yerelleşmesi bu sorunların her birine bir biçim verir.
Bu iki yapının izini sürmek entelektüel açıdan anlaşılır bir tablo
Modern yaşamda bir züppe ya da gerici gibi görünmeksizin me­
ortaya çıkaracak olsa bile, hüküm süren malıremiyetin modern top­
deniyetten söz etmek oldukça zordur. Bu terimin en eski anlamı
lumda yarattığı sarsıntıyı aktarabilmek için sanının yetersiz kala­
"medeniyeti" yurttaşlık görevleriyle ilişkilendirir; bugüneise "me­
caktır. Çoğunlukla kendi bilgimiz hilafına, toplumsal varoluşun ta-
deniyet" ya da Cos-d 'Estoumel şarabının hangi yıl şişelendiğini
bilmek ya da şamatalı ve yakışıksız politik gösterilerden kaçınmak
germek için ihtiyaç duyan ve başkalarına kendi itiraflarıru boca
anlamına gelir. Medeniyeti bu modası geçmiş anlamından kurtar­
edecekleri birer kulak olma sıfatları ötesinde pek az ilgi duyan şu
mak ve onu kanmsal yaşam çerçevesine sokabilmek için bu sözcü­
bildiğimiz "arkadaşlardır". Ya da entelektüel ve okur yazar kesimin
ğü şu şekilde tanımlayacağım: Medeniyet, insanları birbirinden ko­
yaşamında aynı medeniyetsizliğin örneklerini düşünebiliriz; örne­
rumakla beraber, birini diğerinin eşliğinden hoşnut bırakan etkin-.
ğin otobiyografi ve biyografiler: Sarıki o kişinin sırlarıru öğrenırsek
liktir. Maske takmak medeniyetin esasıdır. Maskeler, takanın gücü,
yaşamını, yazılarını ya da eylemlerini daha iyi arılayacakmışız gıbı
hastalığı ve kişisel duygularına bağlı olınaksızın katıksız toplum­
bir kanıyla, söz konusu kişinin cinsel zevkleri, paraya düşkünlükl ­
sallaşabilmeye izin verirler. Medeniyetin ereği, başkalarıru kendile­ �
ri ve karakter zayıflıklarıyla ilintili tüm ayrıntıları takıntılı bır bı­
rinin yükü altında ezilmekten korumaktır. Dindar bir kişi eğer insa­
çimde açıklarlar. Ancak medeniyetsizlik modem toplumun kendi
nın dürtülerine göre yaşamasının günah olduğuna inanıyorsa ya da
bünyesi içinde de gelişmiştir. Medeniyetsizliğin iki tür yapısı bızı
340 bir başkası Freud'u ciddiye alıp insanın dürtüsel yaşamasının bir iç­
ilgilendiriyor.
savaşım olduğuna inanıyorsa, o zaman benin maskelenmesi ve öte­
Bunların birisi modem politik liderlikteki, özellikle de karizma­
ki insanların da bir kişinin içsel yükünü taşımaktan kurtarılınaları
tik liderlerin yaptıkları işlerdeki medeniyetsizliktir. Modem kariz­
elbette iyi bir şeydir. Fakat doğuştan gelen insan doğasına ilişkin
matik lider kendi duyguları ve itkileri ile izleyicilerininki arasında­
hiçbir varsayım ya da inanca başvurulmasa bile, bundan bir buçuk
ki uzaklığı tamamen yok eder ve böylece, izleyicilerini kendi güdü­
asır önce ortaya çıkan kişilik kültürü nezakete aynı önemi ve önce­
lenimleri üzerinde odaklandırarak kendisini edimleriyle ölçmeleri­
liği verirdi.
ni önler. Politikacı ve taraftarları arasındaki bu ilişki, 19. yüzyıl or­
"Şehir" ve "medeniyet" ["city" ve "civility") etimolojik olarak
talarında bir sınıfın başka bir sınıfın lideri tarafından denetlenme­
orı<ık bir kökene sahiptir.' Medeniyet başkalarına yabancıymış gibi
siyle ortaya çıktı. Liderin temsil ettiği insanlar tarafından yargılan­
davranmak ve bu toplumsal uzaklığa uyan bir toplumsal bağ doku­
maktan korunmak zorunda olduğu şimdi ise bu ilişki yeni bir sınıf­
maktır. Şehir yabancılarla karşılaşmanın kuvvetle muhtemel oldu­
sal durumun ihİiyaçlarına denk düşüyor. Elektronik medya, liderin
ğu, insani yerleşim alanıdır. Bir şehrin kamusal coğrafyası kurum­
kişisel yaşamını aşırı derecede sergileyerek ve işi gereği yaptığı ça­
laştırılmış medeniyettir. İnsanların arttk medeni davranabilınek için
lışmalarını gölgede bırakarak bu sapmada can alıcı bir r l Y uyor.
toplumsal koşullarda muazzam bir dönüşümü ya da geçmişe tılsım­ . ? ? �
Bu modem karizmatik şahsiyetin sergilediği medenıyetsızlik ızleyı­
lı bir geri dönüşü beklediklerini sanmıyorum. Dini ritüellerin ya da
cilerinin, onun iktidara geldiği zaman neler yapabileceğini anlama­
ajkın inançların var olmadığı bir dünyada hazır maskeler yoktur.
sı için onu bir kişi olarak anlamaya mecbur bırakılınalarından gel­
Maskeler, onları takacak olanlar tarafından başkalarıyla yaşama zo­
mektedir; ve kişiliğin kendisi öyle bir şeydir ki izleyiciler onu an­
runluluklarından değil, buna gönüllü olmaları nedeniyle deneme­
lamada asla başarılı olamazlar. Bir toplumun, yurttaşlarına bir lide­
yanılma yöntemiyle yaratılınalıdır. Bu türden davranış biçimlendik-
rin kendi güdülenimlerini dramatize edebildiği için inanılır olduğu
çe şehir zilıniyeti ve sevgisi de canlanacaktır. .
duygusunu aşılaması medeniyetsizliktir. Bu arılamda liderlik, bir
Medeniyetsizlikten söz etınek medeniyetin tersinden söz etınek­
ayartma biçimidir. İnsanlar, sarıki olayların gidişatını değiştirecek­
tir. Kendisini başkalarına yüklemektir medeniyetsizlik; bu kişilik
miş izlenimi veren öfkeli politikacıların seçiminde rol aldıklarında
yükünün neden olduğu şey, toplumsallaşma yetisindeki düşüştür.
tahakküm yapılar; özellikle yerli yerinde kalır. Bu politikacılar, ki­
Bu anlamda medeniyetten nasibini almamış bireyler gelir aklımıza:
şilik simyası aracılığıyla, öfkeli itkileri eyleme dönüştürmekten
Bunlar başkalarına kendi yaşamlarının günlük sıkıntılarına göğüs
kurtulurlar.
" Türkçe'ye Arapça'dan geçmiş olan "Medenin, "Medeniyetn kelimeleri de Medine'den Bizi ilailendiren
,,
ikinci tür medeniyetsizlik, modem cemaat ya-
(şehir) türetilmiştir. (ç.n.)
şamındaki kardeşliğin saptırılmasıdır. Kolektif kişilikle oluşturul-
'.11
muş bir ce aatin alanı daraldıkça, kardeşlik duygu
su giderek yıki- .. şartların varlığı halinde toplum içinde gerçekleşir. Basit
bir önerme
cı hale gelır. Dışarlıklılar, tanınmayanlar ve farklı düşünülebi-
olanlar kaçınıla- · ileri sürmek için fazla çapraşık bir yöntem izlediğimiz
_'.11"
cak Y atıklar olurlar. Cemaatin paylaştığı kişilik
özellikleri hiç ol­ lir, ne var ki bu gereklidir; çünkü "yaratıcılığa" ilişkin
psikolojik in­
n_ı :
adıgı kada dışlayıcı olur; paylaşma edimi gidere
k kimin cemaate celemelerin çoğu öylesine genelle ştirilmi ş terimle rle yürütüldüğü
aıt olup kınım olamayacağına ilişkin kararlarda tarihin deki özgül deney.im­
merkezileşir. Mo­ için, özgül yaratıcı çalışmayı bir yaşam
_
dern çaglar ara davran ışa ılış-
da etnik köken, quartier ya da bölge temelli yeni lerle bağlantılandırmak çok zordur. Oyun, çocukl
tür ko­
lektif imgeler adına sınıfsal dayanışmanın terk ek, onları rol
edilmesi, kardeslik . kin görenekleri inandırıcı biçimde görmeyi öğreter

b ğlarındaki daralmanın bir işaretidir. Kardeşlik, : ıyla arala­
bölgesel h ka� yapmaya hazırlar. Görenekler benliğin doğrudan arzular

ı mde yer almayanların reddiyle seçilmiş bir grup kuralla rıdır. Çocukl ar görenek-
insan için hisse- rında belli bir mesafe olan davranış
,4 �ılen duygudaşlığa döniişmiiştür. Bu redded niteliğ ini ince­
2 iş, dış lere inanmayı öğrendikleri zaman, bu görene klerin
çalışma 343
_ dünyad an özerk­
- !ık ıçın talepler yaratır; bu dış dünyanın değişm
esini talep etmekten leme, değiştirme ve geliştirme yoluyla ifade üzerin
de n\ tel
çok o dunya tarafından yalnız bırakılma talebid
ir. Gelgelelim, ne yapmaya hazır duruma gelirler. . ·

r
.

Ço au toplumda, yetişkinler bu oyun güçlermı dms.el rıtuelle


. . ..

kadar mahremleşirse, o ölçüde daha az sosyalleşebil


mektedir. "Dı­
şarlıklıların" dışlanmasıyla siiren bu kardeşlik süreci
asla sona er- . ğı
aracılı yla hayata geçirir ve geliştirirler. Ritüel
, benliğ in ifadesi

_
'.
mez, çiinkü 'biz"e ilişkin kolektif imge asla sağlam
laşıp pekişmez.
.
değildir Ritüel, anlamı doğrudan toplumsal yaşam
ın ötesine geçen
:� :
Gerç ten a t olan msan birimleri giderek küçüldüğü
için bu kar­ ve tanrıların ezeli hakikatleriyle bağlantılı olan
ifade eylemine ka­
deşlıgm yegane mantığı parçalanma ve iç böliinmedir. al davranışları dinsel
Kardeşliğin, · tılmaktır. 18. yüzyıl kozmopolitle rinin kamus
kardeş katlıne yol açan bir uyarlamasıdır bu. olmad ığım göstermek­
ritüelin insanların rol yapmaları için tek yol
� an sosyal ni­
. .
Psiş ve toplum arasındaki savaşın ikinci cephesi bireyin
kendi tedir; şişinme, iğneleme, mübalağa insanların doğrud
R:
ıçındedır. o!ünii oynaması için kendisine hiçbir kişidış
ı alan bıra­ yetlerle birbirlerine rol yapabileceklerinin göster
geleridir. Ancak,
kıl n_ı�
yan bır toplumda, kişi rol yapma ve oyun oynama kapasit koyara k yapma cık ıfadelerle
esi­ bunu benlik ile araya belli bir mesafe
_
nı yıtırır olmaya çalışır­
. yaparlar; kendilerini ifade etmezler fakat ifade edici
Klasik theatrum mundi geleneği toplumu tiyatro zü insanların
. ile, giinlük lar. Kişilik sorunlarının toplumsal ilişkilere tecavü

edımlerı d rol yapma ile eşleştiriyordu. Bu gelene da zorlaştıran bır
k toplumsal ya­ oyun güçlerinden yararlanmalarını giderek daha
ş �n_ı
ı estetik terımlerle ifade ederken tüm insanları oyuncu da gelişen bu tecavüz, başkala­
olarak gücü harekete geçirir. Geçen yüzyıl
.
goruyo rdu, çünkii tüm insanlar rol yapabilirlerdi. Bu imgele un ağırlığını yük­
min so­ rına yönelik bir ifade jestine özbilinçli bir kuşkun
runu tarıhsel olmamasıdır. 19. yüzyıl kamusal kültiir kişidışı du­
tarihi, baştan ledi: Gösterdiğim gerçekten ben miyim? Benlik sanki,
�ona kendı ıfade güçlerine olan inançlarını giderek
yitiren, sıradan rumlarda benliğin denetim gücünü n ötesind e varlık buluyordu.
msanların günlük yaşamda yapamadıklarını yapabi aya yüz tutmuş tu.
len ve kamusal Benlik ile aramızdaki mesafe kapanm
alan içinde inandıncı duygularını açıkça ve özgürc bir benlik
e ifade eden kişi Kamusal alana duyulan inanç son bulduğuna göre,
olarak oyuncuyu yücelten insanların tarihiydi. nlerin oyun
mesafesi duyusunun zayıflaması, dolayısıyla da yetişki
ir. Fakat bu
Bunlru:a karşın, klasik theatrum mundi imgeleminde
belirleyici oynamalarının güçlüğü bir adım daha ileri gitınişt
olan estetik yaşam olarak toplumsal yaşam vizyonu çevresiyle, toplum daki konum una ilişkin
nda doğru bir önemli. bir adımdır. Kişi,
� ;
a� ardır. Toplumsal ilişkiler, ortak bir kökten geldikl
eri için este­ olgularla, başkalarının gözündeki görünü müyle oynam ayı tahayyül
tık ılışbler olabılırler. Bu ortak köken, çocukluk dönem na getiren esas
. indeki oyun . edemez, çünkü bu koşullar artık kendisini meyda
deneyımlerınde yatmaktadır. Oyun, sanat değildir; tlerinde orta sınıf
fakat belirli bir şeylerdir. 19. yüzyılın sonundaki işçi sınıfı hareke
estetik etkinlik için belirli bir hazırlıktır. Bu estetik mesafe sine sahip olmam aktan gelen
etkinlik, belirli ideologlarının sorunları benlik
bir zorl�ktan doğuyordu; bu tür orta sınıf radikalleri, fikirlerinde Mahrem bir toplumun insanlar arasındaki medeniyetsiz davra­
olabilecek değişmeler yüzünden kendilerinin de değişebileceklerin­ nışları nasıl körüklediğini ve bireyde oyun hissini nasıl kırdığını in­
den ya da meşruluklarını yitirebileceklerinden çekindikleri için ko­ celedikten sonra, kitabımızı şu soruyla bitirmek istiyorum: Mahre­
numları konusunda katı bir tavır benimsemeye yatkındılar. Oynaya­ miyet ıı·angi anlamda despotluktur? Faşist devlet, mahrem despot­
mıyorlardı. luğun bir biçimidir; geçim zorlukları, çocukların bakımı, çirrılerin
Oyun oynama yeteneğini yitirınek, dünyevi koşulların şekil ve­ sulanması da öteki biçimidir. Fakat bunların hiçbiri kamusal bir ya­
rilebilir şeyler olduğu anlayışını yitirmektir. Toplumsal yaşamla oy­ şamdan yoksun bir kültürü sorgulamak için uygun değildir.
nayabilmek, mahrem arzulardan, ihtiyaçtan ve kimlikten belli bir
uzaklıkta, ayrı olan toplumsal bir boyutun varlığına dayaıur. Mo­
dern insan için, ·sanattan mahrum bir aktör olmak, insanların evde
344 oda müziği dinlemek yerine plak dinlemeyi yeğlemeleri olgusun­
dan çok daha ciddi bir sorundur. İfade yetisi temel bir düzeyde ke­
silmiştir; çünkü kişi, ifadenin sahiciliği sorunu ile etkili ifade soru­
nunu birleştirmek üzere, dış görünüşünü kim olduğunun temsilcisi
kılmaya çalışmaktadır. Bu şartlar altında her şey güdülemeye dönü­
şür: Hissettiğim gerçekten bu mu? Gerçekten bunu mu kastediyo­
rum? Neysem o oluyor muyum? Güclülenlınlerin berıliği mahrem
topluma, insanların duyguların nesnel, biçimlendirilmiş işaretler
olarak takdimiyle oynamakta kendilerini özgür hissetınelerini en­
gellemek için müdahale eder. İfade, sahici duyguya bağımlı kılın­
mıştır, ne var ki burada insan daima kendi duygularında sahici ola­
nın ne olduğunu hiçbir zaman billurlaştıramamak gibi narsistçe bir
soruna saplanmıştır.
Modem insanın sanatsız bir aktör olması narsisizmi oyunun kar­
şısına koyar. Çalışmamızın sonuç bölümünde, bu karşıtlığı sınıfsal
bakımdan ele almaya çalışacağız. Toplumsal sınıf insan nitelikleri­
nin ve yeteneklerinin bir ürünü olarak görüldüğü sürece, sınıf ko­
şullarını değiştirmımin kavranabilmesi çok zordur; bu koşullar ken­
diliklerinden değişeceklerdir. Bunun yerine, özellikle de proleter ya
da burjuva olmayan ama ikisi arasında olanlar, içlerindeki kendile­
rini böyle tanınılanamaz ve kinıliği belirsiz bir konuma getiren o
şeyin ne olduğunu sorma eğilimindedirler. Kendine ait kuralları,
hem de değiştirilebilir olan kurallarıyla toplumsal bir durum olan
sınıf kavrayışı yitirilmiştir. Kişinin "yetenekleri" onun durduğu ye­
ri belirler:.,Sınıfsal gerçeklerle oynamak zorlaşır; çünkü kişi, benli­
ğin içsel doğasına çok yakın olan gerçeklerle oynuyor görünecek­
tir.
Xll
Ka riz m a me den iye tte n kop du. Rahip kutsal sözcükleri mırıldandığı zaman, "Tanrı 'nın inayeti"
uyo r
ile dolardı. Böylece kişi olarak durumu ne olursa olsun yerine ge­
tirdiği ritüeller anlamlı kılınırdı. Karizma öğretisi ağırlıklı olarak
medenileşmişti; insana özgü zayıflıklara hoşgörü ile yaklaşırken,
aynı zamanda da dinsel hakikatin üstünlüğünü ilan ediyordu.
Karizma dinsel anlamını yitirirken, medeni bir güç olmaktan da
çıktı. Seküler bir toplumda "karizma" güçlü bir lidere atfedilince li­
derin gücünün kaynağı dinsel bir toplumda olduğundan daha gi­
.zemli olur. Güçlü bir kişiliği güçlü kılan nedir? Geçen yüzyılın ki­
şilik kültürü bu soruyu kişinin ne yaptığı değil, ne hissettiği üzerin-
de odaklanarak yanıtladı. Güdüler iyi ya da kötü olabilir kuşkusuz, .ı47
fakat geçen yüzyılda insanlar artık onları bu şekilde gönfı,üyorlardı.
Kişinin içsel itkilerinin ifşası heyecan vermeye başlamıştı. Kişi, ka­
musal alan içinde kendini açığa vurabiliyor, ama bun\). karşın da
kendini açığa vurma sürecini denetleyebiliyorsa, heyec� verici bir
insan olarak görülüyordu. Onun güçlü olduğunu hissediyordunuz,
fakat nedenini açıklayamıyordunuz. Bu seküler karizmadır: Psişik
bir striptiz. İfşa olayının kendisiydi heyecan yaratan, yoksa ifşa edi-
len açık ya da somut bir şey yoktu. Güçlü bir kişiliğin tılsunı altın­
dakiler pasifleşirler, etkilenerek duygulandıkça kendi gereksinimle-
rini unuturlar. Karizmatik lider böylece izleyicilerini Kİlise'nin da-
ha eski, incelikli tılsımı altında olduğundan daha iyi ve gizemli bir
şekilde denetlemeye başladı.
!930'1arda yaşamış olup, hem sol kanadı hem de faşist politika­
!
M:den yet ' kişinin başkalarına
. yük olmamasıdır. "Karizma"nı
n Ka­
cıları gözlemlemiş herhangi bir kişi bu tür sektiler bir karizmatik ki­
tolık ogretıdeki en eski kullanım şiliğin medeniyetsizliğine ilişkin sezgisel bir anlayışa sahiptir. Ama
larından biri, bu medeniyeti
dinsel bu sezgisel anlayış yanıltıcı olabilir. Böyle bir anlayış karizmatik
terımlerle tanımlar. Rahipler
kötü ahlaklı ya da zayıf insa
nlar olabi­
..
lırlerdı; gerçek dogmalardan kişinin demagog ile aynı kişi olduğunu ima eder; demagogun kişi­
habersiz olabilirlerdi,· kimı· zam
an din
se1 gorev1erın · ı· yerine rretirmek
. . eı
ya da kuşkucu olabılırlerdı.
, .
isteyebilir, kimı zaman da k
_

aygısız
liği öyle güçlüdür ki izleyicilerini şiddete yönlendirebilir; kendileri
şiddet uygulamasa bile lider ve yakın çevresi uyguladığında hoşgö­
Rahip olarak güçleri ne tü'r .

kişı1er o1-
dukiarına ya da b llı. bır .
anda kendilerini nasıl hissettik rürler. Bu sezgisel fikirde yanıltıcı olan, ortada şiddet yanlısı bir de­
� lerine bağlı
1.'aydı cemaatlerının Tanrı ile magog yoksa politikadaki karizma gücünün de uykuya yatacağına
� : düşünsel, duygusal bir bağ

.
:
ıçın kilıseye geldıklerınde rahi
bin kendini iyı· hissetmeme .
kunnak
sı ya da
.
bizi inandırmasıdır. Aslında liderin karizmatik olması için hiçbir
"fkerı oluşu yuz
o . .. olağanüstü, şeytanca ya da kahramanca niteliği olması gerekmez.
� .
unden Tanrı ile iletişim kur
elerı durumunda rahipler onla
amayacaklarını öğren-
rı ağır bir yük altına sokmuş
olacak­
Sıcak, sade ve tatlı olabilir, görmüş geçirmiş ve ince düşünceli ola­
ardı. "Karızma" öğretisi bir bilir. Fakat insanları kendi zevkleri, eşinin kamu içinde giyim tarzı,
anlamda bu sorun etrafında dola
nıyor- köpeklere olan sevgisi üzerinde odaklandırabilirse, onları şeytani
teorilerini. Bu teoriler, özellikle modern bir sınıfın, küçük burjuva,
bir kişi kadar kendine bağlayabilir ve gözlerini kör edebilir. Sıradan
zinin geçirdiği karizmatik politika deneyimi üzerinde bir perspektif
bir aile ile bir akşam yemeği yiyerek kamtıoyunda muazzam bir il­
sağlar. Bu karizmanın elektronik teknolojisi ile ilişkisine bakmamız
gi uyandırabilecek, bir gün sonra da ülkedeki işçileri yıkıma uğra­
gerekir. Son olarak, seküler karizmayı anlayabilmek için, kitabı­
tan bir yasayı yürürlüğe koyacaktır; akşam yemeği haberinin heye­
mızdaki tarihsel incelemelerin teması olan, sokak ve sahne arasın­
canı içinde asıl eylemi gözden kaçırılarak geçiştirilmiş olacaktır.
daki kıyaslamaya bakmamız yararlı olacaktır. Modern karizmatik
Ünlü bir komedyen ile golf oynayacaktır ve milyonlarca yurttaşın
politikacı bir rock yıldızı ya da opera primadonnası mıdır?
emeklilik maaşından kesinti yapmış olması da gözden kaçırılacak­
tır. Karizma, geçen yüzyılda başlatılan kişilik politikasından doğan,
günlük politik yaşamı istikrarlı kılmaya yönelik güçtür. Karizmatik
A. KARİZMA KURAMLARI
lider politikanın, sorunlu meselelerden, ideolojinin bölücü sorunla-
.ı4s rından kaçınarak sakin bir seyir izleyebilmesini sağlayan bir faildir.
Politikacıların kendi özel yaşamlarının çok önemsi:ı; ayrıntılarıyla
Anlamak zorunda olduğumuz seküler karizma biçimi işte budur.
yarattıkları heyecanda tehlikeli bir şeyler olduğu anlayışı formel
Dramatik değildir, aşırı da değildir; ama bu haliyle neredeyse müs­
karizma çalışmalarının doğumuna yol açtı. Kişiliğin bu gücünden
tehcen bir şeydir.
duyulan korku, "karizma" terimini soyutlayan ve toplumsal köken­
Willy Brandt gibi başarılı bir politikacı somut ideolojik taahhüt­
lerinin çözümlemesini yapan ilk sosyofog olan Max Weber'in dü­
lerde bulunma talihsizliğine uğramışsa, kişisel görüşleri ve tavırla­
şüncesini etkisi altına almıştı. Weber karizma konusuna Ekono"! i ve
rı astları tarafından öylesine biçimlendirilecektir ki, televizyonda '.
Toplum adlı başyapıtını yazmakta olduğu 1899- 1 9 1 9 arasında o yıl­
.
ve basında etkilerini ve dolayısıyla tehditkar niteliklerini yitirecek­
larda ağırlık vermişti. Kitap ilerledikçe, üçüncü bölümünün gırışın­
lerdir. Astları ise onun ne kadar iyi, dürüst bir insan olduğunu gös­
de eksiksiz bir kuram oluşturana dek Weber, karizma fikrini tekrar
termek peşindedirler. Kendisi eğer iyiyse, savunduğu şeyler de iyi
tekrar tanınılayarak olgunlaştırdı.
olmalıdır. Modern politikada, "Bilmeniz gereken yalnızca inancım
"Karizma" terimi, Freud'un 1930'larda yazmış olduğu Bir Ya­
ve gerçekleştireceğim programlardır, özel yaşamım sizi ilgilendir­
nılsamanın Geleceği adlı yapıtında yer almadığı gibi Freud, We­
mez" görüşünde ısrar etınek, intihardır. İntihardan kaçınmak için,
ber'in yapıtına gönderme de yapmaz. Freud'un karizma ile ilgilen­
katıksız bir p�litik irade taşıdığı görüntüsü vermekteki zaafları yen­
mediğini söylemek yine de aptalca bir ukalalık olur. Freud'un ana
mek gerekir. Politik görüşlerden güdülenime doğru 'bu sapma nasıl konusu Weber'ioki ile aynıdır: Herhangi bir kişi, nasıl olur da ka­
başarılmaktadır? Giscard ya da Kennedy'nin inceliği, Enoch Po­
lıtsal bir hak ile ya da bir bürokrasi içinde yükselerek değil de, ki­
well'ın hırsı ve Brandt'ın nezaketi örneklerinde olduğu gibi, dikka­
şilik gücüyle muktedir olabilir ve meşru bir yönetici olarak görüne­
timizi liderin itkilerine verdiğimizde, politikacı bu itkilere göre
bilir?
kendiliğinden davrandığı, ama kendi kontrolünü de kaybetınediği
Weber ve Freud, politik iktidar anlamında kişilik gücünün çö­
görüntüsü veren makul bir lider olur. Bu kontrollü kendiliğindenlik
zümlemesini yaparken, 19. yüzyılın ortalarında biçimlenen heyecan
başarıldığı zaman itkiler gerçek görünür. Bu nedenle politikacı ina­
yaratabilen [electrifying] kişiliğin tarih boyunca görülen karizmatik
nabildiğiniz bir kişi olur. Günlük yaşamda itki ve denetim çelişkili _
kişinin modeli olduğunu varsaydılar. Heyecan yaratabılen kışılik,
görünür. Söz konusu çelişki, geçen yüzyıldaki duyguların iradedışı,
böyle olmayı kendi üzerine bir giz perdesi örterek başarır. Freud ve
denetlenmeyen ifadesi inancından türemiştir. Böylelikle politikacı
Weber'in karizmatik kişinin ördüğünü düşündükleri bu "yanılsa­
işgal ettiği mevkide hiçbir iş yapmasa bile aktif görünebilir.
ma" ikisinin de paylaştığı derin bir kuşkudan kaynaklanır. Ne Fre­
Uyuşturucu karizmayı incelemenin en iyi yolu, bu yüzyılda et­
ud ne de .Weber, Tanrı'nın gerçekte inayetini dünyaya bağışladığına
kili olan iki teoriyi de ele alarak işe başlamaktır; Weber ve Freud'un
inanıyorlardı. Bu nedenl
e, herhangi bir kişi aşk
:
. ı. ya Ç �� ğı zaman, onun kişisel
ın bir fail olarak or
gücü ancak dünyevi güç
� Weber düzensizlik anlarını gelip geçici görmesine karşın Freud,
� n evı ı tıya
� � ? _ çla
rla desteklenen bir yan
lerle �1 Bir Yanılsamanın Geleceği adlı yapıtında düzensizliği insan yığın­
ılsama olabilirdi. Yani,
ikısı de bır toplumdaki h,. arının sürekli yöneldikleri doğa durumu olarak görür. Freud bunu
aşkın inançlara kafa tutu
b
� lI
_ !aJ1çlan ınsanlann inanm
yordu; her ikisi
alannı sağlayacak seküle
cf · etkili bir dille şöyfo aktarıyordu:
·

donuştiırmenın yolunu arıy


ordu.
r ihtiyaçlar � ',
. .....kitleler tembel ve hiç de Zeki değiller, içgüdüsel feragatten hiç hoşlan­

K şk suz, dinsel bir top
� lumu çözümleyebilmek . mıyorlar, feragatin kaçınılmazlığına t<ırtı�ma yoluyla da ikna olmuyorl��r
Tanrı ya ınanması gerekm için kişinin ,
ez. Freud da, We ber de ve bireyler kural tanımazlıklarının etkili olması için birbirlerini desteklı­
dini kendi terim- .
lerıyle ele almak isteme yorlar.
diklednden, ikisi de ken
di yarattıkları ya- '
nılsamalara kurban düş
tüler. !kisinin de yanılsa
' .
50 şının tebasının duygu ları
- ması karı"zmatik k"- l. ' '.Rasyonel bir insan, çatışan ihtiyaçları olan kadın ve erkekleri bir
:
.' arada ya�amanın tek yolunun kendini yadsıma ve feragat oldugunu 35 1
nı güçlü bir biçimde den
etlediği ve ateşli
tutkularla beslenen bır _ tah
akküm yetisi oldugu
gerı ordu. Dinsel inayet
" na inanma!arın an d · ·• •. 1 bilir. Kitlelerin kendi başlarına göremedikleri de budur.' .
� in hakikatle ilgili bir yan
ılsama olması ne� Bu nedenle kitleler bir azınlık ya da tek bir lider tarafından yö­
denı le, karizmatik kişi
� toplumda "irrasyonel" ola
nla temas haiin­ netilmeye ihtiyaç duyar:
deydı. Buna dayan ak,
3'." her ikisi de vahim bir dış
lama yaptı: Toplu: '
n ras nel ve rutın alanın
�� �? da karizmatik bir kişi için Kitleler ancak lider olarak kabul ettikleri ve bir örnek oluşturan bireylerin
yuk ıste . duyduğu bü­
gı dışarıda bıraktı. Ikisi etkisiyle kültürün varlığını sağlayan çalışmaya ve feragatte bulunmaya ra­
. . . de, düzeni sag "layarak ya da gu
yıtırerek rutınleşen kar ··cu
··nu·· zı edilebilirler.
izmanın büyük iktidarını
tahayyül edebili-
yorlardı; ama karizmanı
n, duyguları derinleştirme
kten çok sığlaştı­ . Artık sorun, liderin onları tutkularından vazgeçmeye nasıl "ikna"
r n ve ge elde rasyonel,
�. � tıkır tıkır işleyen bir dün
guç oldugunu düşünmem
yanın yağı olan bir • ettiğidir. İşte bu noktada Freud işin içine karizmatik yanılsamayı
işlerdi.
. sokuyor.'
Freud ve Weber'in karizm
·

ayı sığlaştırıcı bir güç ola


_
lerı, çıkış noktaları göz rak gör me ­ Feragat dinin işidir. Din, toplumdaki adaletin ve yaşama ilişkin
önüne alındığında, belki
de iıııkfuısızdı. İki­ yasaların insanüstü bir kaynaktan doğduğu ve bu nedenle insan ak­
sı de karızmanın düzens
izlik ve stres durumları
. ler. An nda ortaya çıktığını lını aştığı, insan tarafından sorgulanamayacağı inancını yaratır. Do­
soy cak, "düzensizliğin " öze
l anlamı konusunda anl
� asa
. maz- ğa olaylarından gelen korkunun yerini tanrıların gazabı alır. Fakat
tarırıların dünyadaki varlığı dolaysız hissedilmelidir. Onlar ancak
. �
Weber 'in kafasınd i düz
ensizlik, çözülemeyen gru
p çelişkisiy­ kendilerini liderler, sıradışı kişiler yoluyla somutlaştırırlarsa inandı­
dı. Bu sıralarda Weber, ınsa
nların bir kişinin tanrı gib
i muktedir ol­ rıcı olabilirler. Liderin sahip olduğu "inayet" ona yığınlar üzerinde
duğu duygusuna kapıldıklar
ını düşünüyordu. Bu kişi,
. böylece, baş­ bir duygu gücü bahşeder. İnsanlardan kötü tutkularından vazgeç­
kala ının ust sınden gelemediği meseleleri çözmek
: � üzere gerekli melerini, tek başına boyun eğmelerini değil de iyilikte bulunmala­
otorıteye sahıp oluyordu. We
ber'in üstiınde durduğu nok
ta, insan­ rıru yalnızca inayet sahibi liderler isteyebilirler.
ların neden liderin seçilme
ye aday olmasını sağlayan
kişilik unsur­ Freud'a göre, şu halde toplumda her zaman karizmatik liderler
larına değil de karizmatik
bir şahsiyete inanma ihtiyac
ı duydukla­ var olmalıdır; çünkü onlar olmazsa kitleler toplumu kaosa sürükle­
rıydı. Weber 'in, karizmatik
şahsiyetlere karşı ihtiyat
lı olmasının meye her an hazırdırlar. Weber'e göre ise bu tür liderler yalnızca is­
mantıksal kaynağı buydu;
çünkü karizmatik kişilerin
!
lumsa yaşamda insanların
rasyonel olarak çözme um
varlığı, top­
udunu yitir­
tisnai durumlarda ortaya çıkarlar, çünkü toplum yalnız belirli za­

dıklerı çalkantıların gösterg manlarda çözemeyeceğini sandığı bir düzensizliğe saplanır ve Yu­
, esiydi. '
karı' dan yardım umar. İki teori arasındaki bu farktan derin bir ayrı-
!ık ortaya çıkıyor: Freud, karizmatik şahsiyetin düzeni oluşturan !ar kendisinin kişiliği ile ilişkilendirilmiş olan coşkunun bir yankı­
duygusal'bir lider olduğuna inanır. Weber 'e göre ise karizmatik li­ sıru kazanır. İşte ancak, düşmüş insandan mevkiye geçilen bu nok­
der bir kere sahneye çıkarsa, kaosu daha da derinleştirir. Weber'in tada, karizmanın istikrar sağlayıcı bir güç olduğu düşünülebilir; in­
İsa' sı anarşiktir. Örneğin, tüm grup çelişkilerini çok yüksek bir sim­ sanlar, büyük bir insanın bir zamanlar o mevkiyi doldurduğunu
gesel düzeye, aydınlatılmış olan ve olmayan gruplar arasındaki bir anırnsayacaldarı için mevki bazı duygular yaratır ve böylelikle bel­
mücadeleye yükseltir. Bu sıcak ortamda, karizmatik liderin taraftar­ li bir meşruluk kazanır. Ne var ki, bu "ölümden sonraki" karizma,
ları her an onun aleyhine dönebilirler: lideri daha önce sarıp sarmalayan tutkunun zayıf bir yankısıdır ve
lider daha hayattayken, karizmanın gücü bozucu ve anarşiktir.
Karizmatik otorite doğallıkla istikrarsızdır. Karizma sahibi karizmasını yi­ Freud, toplum düzeni ile yanılsama ilişkisine Weber 'de olmayan
tirebilir. "Tanrısı tarafından terk edildiği" duygusuna kapılabilir..... Taraf­
tarları "güçlerinin onu bıraktığını" sanabilirler. Ardından misyonu son bu­ bir tarzda bakar. Freud 'a göre:
35
F2
lur ve yeni bir karizmatik kişinin ortaya çıkması umut edilir.4
Bir inancın güdüleniminde önde gelen faktör istek gerçekleştirimi oldu-
Karizma neden kaçınılmaz bir şekilde tökezler? Bu soruyu yanıtlar­
ğunda ve bu inançla gerçeklik arasında ilişkiler, tıpkı yanılsamanın kendi­
sinde olduğu gibi dikkate alınmadığında o inanca yanılsama deriz.
ken Weber yine yanılsama imgesine başvurur. Karizmatik liderin
taraftarları onun kendilerine "refah getirmesini" umarlar. O ise ni­ Kitleler içgüdüsel tutkul arının engellenmesini istemediklerine göre,
yetlerini refahı sağlayacak eylemlere dönüştüremez, çünkü onun karizmatik liderin onlar adına bir düzen arzusunu harekete geçire­
yarattığı hava aslında yalnızca ortak bir yanılsamadır; bu nedenle, rek yanılsama yoluyla gerçekleştirdiği istek nedir?'
başarısızlığa ve bir sahtekar olarak dışlanmaya malıkı1mdur. Weber, Freud bu soruyu sanki günümüzün tüm psikanaliz klişelerini tek
bununla ilgili bir örnek olarak, sel baskınlarında tanrılara yakaran bir klişede toparlayarak yanıtlar. Her çocuk, gelişiminin bir nokta­
Çinli imparatorun öyküsünü anlatır. Sel sona ermeyince taraftarları sınd� sevilen ilk ebeveyn olan anne yerine babayı koyar. Çocuk, bu
onu kendilerinden farksız bir kişi olarak görürler ve iktidarı gasp et­ yer değiştirme konusunda çelişik duygularla doludur; babasını ne
miş bir sahtekar olduğu için cezalandırırlar. kadar özler ve ona hayranlık duyarsa o kadar da ondan korkar. Ba­
Bu, karizmatik yanılsamanın iç çelişkisidir; fakat Weber ekono­ basını hfila tehlikeli ve dışarıdan biri, çocukla anne arasına zorla gi­
mik rasyonalitenin yasalarının da karizmayı çelmelediğini öne sü­ ren kişi olarak düşünür. Çocuk, bir yetişkin olup aile dışındaki düŞ­
rer: man dünyaya adım attığı zaman babasında bulduğu bu özellikleri
yeniden keşfeder;
Her karizma, ekonomik rasyonalite tanımayan çalkantıl<.1rla dolu, duygu­
s�ıl bir yaşamdan, maddi çıkarların ağırlığı altında boğularak ağır ağır ölü­ korku duyduğu, öfkesini yatıştırmaya çalıştığı; ama öte yandan da kendi­
ıne doğru yol alır, var olduğu her saat onu bu sona daha da yaklaştırır. sini koruma görevini ellerine verdiği tanrılar yardtır kendine.
Toplum, "günlük çalışmanın rutin kanallarına geri akınca", insanlar Bu yanılsama karizmatiktir: Babaya duyulan sevgi ile karışık kor­
kendi islerine ilahi bir müdahale olsun istemezler. Weber'in savun-
' ku, liderin gerçekleştirdiği istektir. Din, babalığın toplumsal örgüt­
duğu görüş, can sıkıntısı ve tekdüzelik ruhunun karizmatik lidere lenişidir.7
olan isteği yok ettiğidir. Karizma insanları dünyevi görevlerden Bu tür yineleme ve yeniden keşfetme görüşleri öylesine tanındı
kurtaracak ,bir frıntezi olarak ortaya çıkmaz.' ki, Freud 'un yapıtının gücü çoğunlukla gölgede kaldı. Dinsel sim­
Weber argümanını şöyle sürdürüyor: Karizmatik bir lider yıkıl­ . gelerin çok derin bir biçimde kabul mü gördüğü, yoksa yalnızca
dığı zaman karizma fenomeninin kendisi yok olmaz, "rutinleşir", kimsenin pek kulak asmadığı mükemmel kurgular olarak var olma­
yani karizı 1atik liderin bulunduğu konum ya da mevki, bir zaman- larına izin mi verildiği, yoksa açıktan açığa mahkum mu edildiğine
'
.
bakmaksızın, Freud, her toplumda tanrılara inancın olduğuna inan-:>
.. Her iki yazar da karizmanın Dionysosçu olduğunu düşler, oysa
mamızı ister. II. Philip'in İspanya'sı, Kennedy'nin Amerik ·
a'sı;, , sektiler bir toplumda, karizma çok ' daha uysal ve daha sapkın bir
Mao'nun Çin'i, bunların tümü dini toplumlardır, hem de aynı tarz':''
şeydir. Modem karizma, devletin değişi'.11e yönelik talepler doğura­
da. Üçünde de çocuksu bir yer değiştirme hüküm sürer. Her üçün' ;;i ,bilecek kişidışı yargı yetisine karşı iyi bır savunma sılahıdır. Bu sa­
de de karizmatik liderler vardır. Weber, karizmayı tarihsel bir
ola { vunma iktidarın liderlerin güdülenimlerini öne çıkararak gizlenme-
olarak ele almamızı isterken Freud ona yapısal ve işlevsel bir değiş-!
mez olarak bakmamızı ister. Freud için karizmatik devletin başan-i

: si yolu la yapılır; böylece, devlete ait günlük işlerin sürmesi sağla-
.
' nır. Karizmanın ilkömeksel anı insanların öfkeli bir tanrı yaratma­
sı, liderin refah devleti sözü değil, çocuklukta olduğu gibi yeniden' et­
.;, larına neden olan bir mahşer ya da insanların bir baba-tanrı icat
psikolojik olarak bağımlı olına şansı vermesidir. de­
tikleri bir fera"'at ritüeli değildir. Tanrılar öldüğünde, kariz�atik
5
!j-
Onuncu bölümde irdelenen Savonarola'nın Floransalılar La-
, ;
neyimin ilk ö nek anı, politikasından hoşlanılm asa da, "çekici" bir
35

martine'in de Parisliler üzerinde kurduğu disiplin arasındaki k ıt-·
•. politikacı için oy verme anıdır.
. . .
·;
!ık, bu global yaklaşımların her birinde karanlıkta kalan unsurlan ,'
Sektiler karizma, Dionysosçu deneyımden oylesıne uzaktır kı,
.. --

akla getirir. Aşkın ya da içkin değerlere olan inanç, liderin toplum- ·


.. • tümüyle kendisine ait bir kriz durumu yaratabilir. Yakın dönemd
e,
da yarattığı düzen açısından büyük farklara yol açar. Savonarola'yi •.
. televizyondaki biçimiyle karizma, kitleleri toplumsal soruµl�a du-
izleyenler ona "bağımlı"ydılar, bu doğru, fakat onların bağınılı .
lığı-\ yarlı olmaktan alıkoyar. Kişi kendini Başkanın sırad.an bır aıle ıle
golf oynamasına ya da akşam yemeği yemesine öylesı�d <,aptırır b,
nın sonucunda eylem vardı; eylemin teatral bir biçimi vardı.
Ona,<
boyun eğerken, pasifleşmediler. Aşkın anlam terimlerinin egemen:
: ancak sorunlar rasyonel olarak çözümlerırne şansını yıtırıp de krız
olduğu bir kültürde "feragat", kötü ya da yıkıcı davranıştan vazgeç­
noktasına ulaştığında onların farkına varır. İstikrar sağlayıcı birim­
mekten öte, seküler dünyanın sefaletini ve pisliğini aşan değerler
le ler olarak işgören modem toplumun kurumlarını, toplumsal sorun­
uyumlu olan yeni tarzlarla davranmak demektir. Aynca, Savonar
o': . lan eninde sonunda rasyonel kontrolün hudutları dışına koyan ku­
la'nın manevi baba olarak rolü bir efendininki gibi değildi. O
yal' ' romlar olarak tahayyül etmek zordur. Ama karizma, bü�okrasi gibi,
nızca dünya dışında bir Güç'ün aracıydı , bu yüzden yönettiği insan-,
tam da böyle bir kurumdur. Dikkatleri politikadan politikacılara çe­
!ar üzerindeki egemenliği de tam değildi.
ken sektiler karizma, insanları dünyanın bir yerinde savaş çıkması,
Weber'i n kuramı, ne Savonarola'nın tebaasına enerji verebilme ;
oı ıar
· petrolün tükerırnesi, şehir bütçesinin açık vermesi gibi tats:z . �
nedenini ne de Lamartine'in tebaasını pasifleştirebilme nedenini
için kaygılanmaktan kurtarır; tıpb bu sorunların her bın�. uz­
açıklayabiliyor. Rahip ve şair, her ikisi de karizmaları sayesinde yı­
man" birimler ve bakanlıkların eline bırakılınasının, onları zıhinler­
ğın disiplinini kurabildiler, fakat bunlar zıt türde iki disiplindi. Gö­
den uzaklaştırması gibi. Ancak savaş bir felakete dönüştüğünde, şe­
rünüşte dinden söz etmesine karşın Freud'un karizmatik lider mo­
hir çöktüğünde, benzin alınamayacak kadar pahalılaştığ1'.'da, yani
deli, tam olarak Lamartine tarafından somutlaştırılan sektiler kariz­
rasyonel yaklaşım için artık çok geç olduğunda akla gelebılır bu so-
ma biçimindedir. Dışsal hakikat standartlarına bakmaksızın bağım­
runlar.
lılık, utanç yüzünden bağımlılık, pasiflik üreten bağımlılık; dinsel
Sanıyorum bu, karizma kuramlarındaki gerçek karışıklığın'. Fre-
baba örneğine ilişkin tüm bu göstergeler sektiler karizmatik kişili­ ka­
ud ve Weber' de olduğu gibi, düzensizliğe bir karşılık olarak bır
ğin göstergeleridir. Yine de, böyle bir kişiliğe inanmanın etkisi, kö­ or. Modem karizma düzendir, hatta
rizma fikrinde yattığını gösteriy
tücül ve anarşik tutkuları dizginlemek ve bir yöne akıtmak değildi.
huzurlu bir düzendir; ve bu haliyle krizler yaratır. Tüm gerçek top­
Adaletsizliğe, sınıf çıkarlarının temsil edilmesine yönelik karşı çı­
lumsa! kuramlar gibi, karizma üzerine yazan bu iki yazarın görüş­
kışları ele alıp ilgiyi baba-liderin itkisel yaşamına doğru saptırarak �
leri de eleştiriye ve yeniden formülleştirilmeye çıkarılan ir davet­
onları sıradanlaştırmaktır.
tir. Karizmatik kişiliği tutku ve yanılsama ile özdeşleştırerek ve
bunları rasyonelliğin karşısına koyarak bizlere gösterdikleri, rasyo­ eski topluma karşı yaptığı saldırılarla talırik ederek kendine bir ka-'
nelliğin kendisine ilişkin belli bir yanılsamadır. Yanılsama, rasyo­ riyer yapar. Amerikan tarzı bazı tezahürlerinde popülist emareler
nelliğin, düzensizlik üretiminin antitezi olduğunıın düşünülmesidir. göstermesine karşın bunu bir ideolog olarak yapmamaktadır. Onun­
Sektiler karizma rasyoneldir; dolayımsız, içkin, ampirik düşünce ile ki, yeni bir düzen taahhüdü değil, daha çok var olan düzene karşı
yönetilen · ve doğrudan tecrübe edilemeyen her şeyi varsayımsal, tam bir kırgınlık, hatta hınç'tır. Gönlünde yatan ise statü politikası,
mistik ya da "modem öncesi" sayarak reddeden bir kültürde, poli­ asaleti horgörme, adaleti okullardan dışlama politikasıdır. Hitap et­
tika· üzerinde düşünmenin rasyonel bir yoludur. Bir politikacının tiği sınıf, ayrıcalıkları olanlara nefret duysa da, onun ayrıcalığın
duygularını dolaysız biçimde hissedebilirsiniz; ama politik uygula­ kendisini ortadan kaldırmaya ilişkin hiçbir fikri yoktur. Düzeni to-
malarının gelecekteki sonuçlarını dolaysız hissedemezsiniz. Bunun pa tutarak, duvarlarında herkesin tek başına sığabileceği bir yarık
için, kendinizi gerçeklikle doğrudan "bağ kurmak"tan geri çekip, açmayı umarlar. Hınç, küçük burjuvazinin toplumda tuttuğu yeri iş­
356 buradan ve şimdi yaşanan andan belli uzaklıkta bir gerçeklik, ben­ gal etmesinin nedenini açıklayan bir yarı doğru, yarı yanılsama üze- 35
likten belli bir uzaklıkta bir gerçeklik düşlemeniz gerekir. Haklı bir rinde temellenir. Çünkü içeriden küçük ve kibirli bir grup, güç ve
öfke ile dolu olan bir politikacı size kamusal ödeneklerden "refah ayrıcalıkların iplerini ellerinde tutar; onlar yani küçük burjuvalar,
dolandırıcılarını" çıkaracağını söylerse, refah yardımlarına muhtaç hiçbir yere giremezler; buna karşın her nasılsa hayattaki iyi şeyleri
hale gelebileceğiniz bir dahaki krizde başınıza nelerin gelebileceği­ haksızca istif edenler, küçük esnaf, kitapçı, ayakkabıcıyla yüz yüze
ni düşünıneı:ıiz gerekir. Faşist rejim sırasında on yıl hapiste kalnuş geldikleri zaman -eğer gelirlerse- onları utandırırlar. Duyulan bu
bir kişi, dışarı çıktıktan sonra iktidarı ele geçirmeye hazırsa ve pro­ hınçla, eşitlik arayışına ilişkin hiçbir şey yoktur; statünün açtığı ya­
leter diktatörlüğünde tiranlık olmayacağını, çünkü her şeyin halkın ralar nedeniyle acı çeken insanları şans eseri bir kopuş ya da rast­
çıkarına olacağını ilan ediyorsa, onun faşistlere karşı inançları uğ­ lantısal bir değişkenlik sonucunda kişisel olarak kurtulabilecekleri
runa nasıl cesurca direndiğini değil, dile getirdiği görüşlerini ger­ umuduyla yönlendirmek üzere utanç ve kıskançlık birleşmektedir.
çekleştirirse neler olacağını düşünıneniz gerekir. Burnu havada ve İşte politikacı, bu utanç ve kıskançlık üzerine oynar.
hırslı bir sahtekarın yerine, sıcak ve dost canlısı ama aynı ölçüde de Hınç 'tan tuhaf bir komplo teorisi türemektedir: Toplumun en te­
muhafazakar bir kişi geçerse, kendinizi söz konusu andan koparıp pesi ve en alt sıralarındakiler, ortadakileri yıkmak için gizli bir an­
işleyişte önemli bir değişikliğin olup olmadığına bakmanız gerekir. laşma içindedirler. Senatör McCarthy, komünist-anarşistlere arka
Bu eylemlerin tümü, dolaysız gerçekliğin belli ölçüde askıya alın­ çıkıyor diye Amerika'nın yerleşik kurumlarına saldırmıştı; Spiro
masını gerektirir; zilinin belli bir oyıınunu ve belli türde politik bir Agnew, siyah protestonun sponsoru oldukları gerekçesiyle "içleri
fanteziyi içerirler. Rasyonelliğin kendisi görebildikleriniz ve hisse­ paralanan" zengin Amerikan banliyölerine saldırmıştı. II. Dünya
debildiklerinize ilişkin ampirik doğru ile ölçüldüğünde, günlük ya­ Savaşı sonrası Fransız anti Semitizmi, kuşatılmış küçük burjuvazi­
şamda bunlar irrasyonelliğin birer biçimidirler. yi yıkma amacıyla tepeden ve aşağıdan yürütülen komplo anlayışı­
nın tam bir örneğidir. Aşırı yüksek faiz uygulayan bankacı, Ortada­
. ğu emperyalisti Yahudi ile komünist-suikastçı, dışarlıklı ve iyi Ka­
B. KARİZMA V E HINÇ* tolik ailelerini zaafa düşürmeyi kafasına koymuş cani Yahudi imge­
si, hatta, Orleans 'taki son anti Semitizm dalgasıyla Hıristiyan aile­
Bu şartlan:la sektiler karizma, belli türde bir politikacının belli bir
lerin çocuklarını öldürmeyi aklına koymuş cani Yahudi imgesi kay­
sınıfın üyeleriyle baş etmekte yararlandığı bir şeydir. Mütevazı bir
naşıyor.
kökeni olan bu politikacı kamuoyunu düzene, yerleşik güçlere ve
Tarihsel araştırmalarda, hınç politikasını tarihteki değişmez bir
• (Fr.) Ressentiment. (ç.n.) güç olarak görmek moda oldu. Eğer orta sınıflar aralıksız yükseli-
yor gibi görünüyorsa, ekonomik ve
politik haklar için gürültü ko: '
mezliğinin olupbiteni açıklayabilmek için insanları bu miti icat et­
· pardıklarında statülerin aşağılanması karşısında
gerçekten kaygıya ; meye zorladığı söylenebilir. Ayrıca bu ülkeler imalattan kişisel me­
kapılan eski düzeni öfkelendiriyor olma
lıdırlar. Hınç politikasının ·.
.ziyet ve hizmet ekonomisine doğru yol aldıkça, toplumsal konu
toptan bir şekilde geriye, tarihe ihracının ı_n�
yarattığı sorun, becerik: ' la bağlantılı olarak kişisel meziyet meselesi de güç kazanır. Her ıki
sizce bir odak kaybından çok daha fazla
sıdır; statü düşüklüğünün durumda da, hınç kendi zamanımıza özgüdür; insanlık tarihinin bü­
yarattığı kırgınlık insanlığın evrensel .
bir vasfı olabilir, fakat hınç
.tününe ihraç edilemeyecek bir şeydir.
yalnızca gelişmiş sanayi toplumuna
has modern iki özellik taşır.
Hınç'ın ikinci bir modern özelliği kent karşıtı önyargısıdır.
Ilki, küçük burjuvazinin kişilerin oluşt
urduğu bu düzeni kişidışı 1920'lerde Alman küçük burjuvalar arasında hınç üzerine yapılan
bir ekonomi içinde icat etmeye zorlanmas
ıdır. İktidar çokuluslu şir­ bir araştırmada, sıradan insana karşı tepedekiler ve aşağıdakilerin
ketlerde olduğu gibi bürokratikleşince,
herhangi bir eylemden dola' ·
58 bir komplo içinde olduğu hissi ile bu kötülüklerin kaynağının bü-
- yı b'ır b'ıreyın
. sorumlu1ugun
v u saptamak zorlaşır. Gelişmiş kapit
a" yük şehir olduğu hissi arasında karşılıklı bir ilişki olduğu gösteril- 359
lizmde güç görünmez olur; örgütler kend
i yönetim yapılarının kar� miştir. Amerikan hıncının kent karşıtı karakteri özellikle telaffuz
maşıklığı sayesinde hesap vermekten
·

kaçarlar. Şimdi, gelişkin bir edilmektedir; sözgelirni yakın dönemin bir başkan yardımcısı,
çözümleme, aslında bu yönetim düzen .
inin tepesinde küçük bir grup
"Eğer New York City denize açılıp gitseydi, Amerika saygı insan­
insanın iş görmekte olduğunu ve bu insan . � .
ların kişisel olarak muaz­ lar için daha 'sağlıklı' bir yer olacaktı" sözleriyle kendısını dınl ­
zam bir güç kullandığını gösterebilir. �
Fakat, hınçtan doğan öfkeyi . yen bir grup asker emeklisinden bol alkış alınıştı. Kent karşıtlıgı
büyüten şey güce ilişkin bu görüş değil
dir. mantıksal olarak komplo kuramından gelir; bir araya gelip komplo
Kişilerin oluşturduğu düzen, daha çok
soyut, gözle görünmez kurmak için, düzenin, hiç kimsenin öteki hakkında fazla'bir şey bil­
bir insanlar sınıfının haksız araçlarla aşağı
daki dünyayı dışlama ko­ mediği bir yere, gizlerin ve yabancıların bulunduğu bir :rere ihtiya-
nusunda uzlaştıkları düşüncesidir ve "hak
sız" terimi bu mitin anah­
cı vardır. Şehir, mit için mükemmel bir yerdir.
tarıdır. Bir bürokraside sosyal mevki ;
meziyetle belirlenmelidir; 18.
Gelgelelim, hınç dalgasına binen bir politikacı kaçıı ılmaz ola­
yüzyıl sonlarında dile getirilen yeten ;
ekle kazanılan kariyer nosyo­
rak kendine yönelen bir tehdit ile karşı karşıya kalır. Hıncı ne den­
nu, burada en önemli anlamını kazan
mıştır. Fakat, tepedekiler ara­
li iyi örgütlerse, o denli güçlü, zengin ve etkili olur. Peki sonra ha­
sında yeteneksizler vardır; bunlar arala
rında birleşirler, yetenekli
rekete geçirdiği insanları nasıl muhafaza edecektir? Salt güç kazan­
insanları dışlarlar ve böylece varlıklarını
sürdürürler. Demek ki, mış olmakla, çizgiyi aşmış ve kendisini düzene karşı kçyması için
eğer aşağıdan biri iseniz, statü eksikliğini
z sizin suçunuz değildir; bir mevkiye getirmiş olanlara ihanet etmiş olmuyor mu? Işte, ken­
onlar size ait olanı sizden çekip almış
lardır. Mitin, kendi kendine disi de artık, onu destekleyenlerin hınç duydukları sistemin bir par­
hizmet eden bu özelliği hınç duygusunu
bütünüyle tanımlamaz. Ki­
çasıdır.
şiler düzeninin geliştirmiş olduğu şey,
bir tür kendine güven tarzı­ Politikacı, "inandırıcılığına" yönelen bu tehdit ile seküler an­
dır; onların kendileri için üzülmeye, görün
ür değerleri için kaygı­ lamda karizmatik bir şahsiyet haline gelerek başa çıkabilir. Bu sta­
lanmaya ihtiyaçları yoktur, oysa küçü
k adam her zaman yolunu tü öfkesinin başarılı pratikçisi, aslında sürekli olarak insanların il­
zorla açması gerektiği duygusunun ağırlı
ğı altında ezilir. Münasip, gisini kendi politik eylemlerinden ve tutumlarından uzaklaştırıp
yani meziyete dayalı hiyerarşinin bozu
lmuş olduğu hissini ve fazla
kendisinin ahlfild niyetleri içinde massetmelidir. Böylece var olan
zorladığı korkusunu içeren statü endiş
esinin, Fransız, İngiliz ve
isleyiş huzur içinde uyumaya devam edecektir; çünkü onun düzene
Amerikan meslek yapılanmasında aşağı
benzer şekilde ve güçlü olarak hissedildiğ
beyaz yakalılar sektöründe
karşı öfkesi, gücüne dayanarak yaptıklarıyla değil, itkileri ve güdü­
i biliniyor. leri ile algılanır. Hınç'ın politik lideri yönetim içinde daha yüksek­
Gelişmiş kapitalist ülkelerde fiili iktida
rın giderek artan görün- lere tırmanmaya kararlıysa geçen yüzyıl ortalarında biçimlenen ki-
şiliğe ilişkin tüm yaklaşımlardan ders almalıdır. şarabileceği bir iştir. Nixon kamuoyunun ilgisini itkisel yaşamı üze­
Hınç'ın gücünü kullanmaya çalışan politik bir aktör olarak Ni­ rinde odaklandırarak uyuşturma işini yürüttü ve dikkatleri özellikle
xon incelenmeye değer bir şahsiyettir. İlk politik mücadelelerinden de itkilerini apaçık sergileyebildiği gerçeğine çekti. Bu, onun ger­
itibaren kendisini sürekli düzene karşı bir savaşçı olarak gösterdi ki, çek adına orada olduğu anlamına geliyordu. Duygularının basma­
söz konusu düzen, komünistler ve vatan hainleriyle ortaklık için­ kalıp olması önemsizdi. Aslında basmakalıplık reçetenin bir bölü­
deydi. Alger Hiss'e karşı giriştiği kavga, Doğu Kıyısı'nda Hiss'i müydü; kamuoyunu politikacının eylemlerinden psikolojik motifle­
güya kanatları altına alan eski tüfeklere karşıydı. Helen Gahagan rine yöneltmek ancak kendiliğinden sıradanlık üstünde durarak ola­
Douglas 'a karşı Kongre'ye seçilmek için yürüttüğü kampanya, ko­ naklıydı. Checkers Söylevi Lamartine'in Parisli işçiler karşısında
münistlere "yumuşak" davranan sosyete üyesi bir züppeye yönelik­ gerçekleştirdiği Şubat söylevleri kadar büyük bir politik pasifleştir­
ti. me edin1iydi. Tek farkı; romantik sanatçı "kamusal şiir" adını ver­
360
Gelgelelim Nixon işbaşına geçtikten çok kısa bir süre sonra, ba- diği kendi hissetme kapasitesinden bir sİn1ge oluşturmasına karşı­
şarılı küçük burjuva lider sorunu ortaya çıktı. Nixon'ın kendi ikti­ lık, aynı retorik tavır Nixon 'da yalın bir psikolojik ifşa görünümün­
darına ilişkin sorunla ilk karşılaşması 1952'deki kampanya skanda­ deydi. Checkers Söylevi'nden aldığı yanıt, Nixon' a yaklaşık yirmi

lıyla su yüzüne çıktı. Zengin işadamları, politik amaçlar için ku la­ beş yıl hizmet edecek bir ders verdi: Hınç'tan yararlanılabilir ve ka­
nılmak üzere gizli bir "rüşvet fonundan" para vermişlerdi. Bu tür ·muoyu politikacının kişisel gücünü ve zenginliğini incelemekten
gizli fonlar, büyükşehir aygıtının işlerliği bakımından her Amerika­ saptırılabilir; yeter ki yabancıların önünde duygularını apaçık gös­
lının yakından tanıdığı bir şeydir. Gerçekten de, 1940'ların sonla­ terebilsin.
rında su yüzüne çıkan şehir politikacılarıyla ilgili bu tür skandallar Güdülere odaklanma tüm politikacılara açık bir tekııiktir ve el­
ya hafife alınıyor ya da üstü kolayca örtülüyordu. Ne var ki gerçek­ bette mevcut tek retorik yaklaşım da bu değildir; ama hınçtan ya­
te dolar olarak küçük bir miktar olan Nixon'ın aldığı gizli para bü­ rarlanma girişiminde bulunan kişi için başarının zorunlu şarudır.
yük bir sorun oldu. Düzeni ele alan bu yasa ve düzen politikacısı­ Yoksa onu o makama yerleştiren kamuoyu, düşmanlarından biri
nın tavrı, kişisel ve kindar denebilecek kadar ahlakçıydı: Her şeyi olarak daha sonra ona karşı cephe alacaktır. Sektiler karizmanın
temizleyecek ve cinayetten paçayı sıyıranları disiplini altına alacak­ ciddiyeti, politikacının söz konusu saptırma anlarına en az izleyici­
tı. Ansızın bambaşka bir politikacı olınakla suçlanmıştı. leri kadar "inanmasından" gelir.
1952'deki tehdit karşısında Nixon 'ın başarılı olan çözümü, hın­ Talleyrand ile sözgelimi Nixon arasındaki fark, Talleyrand'ın sı­
cı. kışkırtarak güç kazanan tüm politik şahsiyetlerin başvurmaları rasıyla Autun Piskoposu, devrin1ci güç simsarı, Napolyoncu bakan,
gereken çözümdür. Ünlü'"Checkers Söylevi"nde Nixon kamuoyu­ Napolyon karşıtı bakan, X. Charles'ın yaltakçısı, Burjuva Lo­
nun ilgisini duruma ilişkin olgulardan kendi mahrem güdülerine, uis'nin uşağı olınak gibi oynadığı rollerin her biri ile kendisi arasın­
düşüncelerinin niteliğine ve iyi niyetlerine kaydırdı. Milyonlarca da açık ve alaycı bir mesafe koymasına karşın, Nixon'ın canlandır­
televizyon izleyicisinin karşısında ağladı, fakat denetimini yitirmiş dığı role gerçekten inanmasıydı. Bu inanç, temel fıkir olan seküler­
görünmemek için ağlamayı fazla uzatmadı. Gerçekten hissedebildi­ likten kaynaklanır. Modern hınç politikacısı tek başına kamuoyunu
ğini gösterecek kadar ağladı; o gerçek ve inanılabilir bir kişiydi. saptırmak için görüntü yaratmakta uzman kişi olarak görülemez.
Karısının "devlet malı kumaştan" yapılmış mantosundan söz etti. Onun erdem maskeleri onun için gerçektir; iyi niyet ve güçlü duy­
Kamuya kendi köpeği Checkers'ı sevdiği gibi tüm köpekleri seven gularını dile getiren açıklamaları, bu açıklamalara pratikte bağlı
bir insan olduğunu söyledi. O iyi bir insandı ve bu yüzden insanlar kalmasa da ya da kendisini bu mevkiye getiren öfkeli esnaf ve za­
artık parayı düşünmemeliydi. naatkiirııı ihtiyaçlarını dikkate almasa da, onu aklamaktadır. Ameri­
Bellek yitiminin etkin kılınması seküler karizmanın kolayca ba- ka Birleşik Devletleri'nde Watergate skandalını bu denli ilgi çekici
�� an, B şkan 'ın kam önünde yala
� n söylemesi değil, olaylarla ilin:

tılı her bır yalanın kışısel onu ·•· se modern hınç için geçerli olan şey, eylem ile kişisel itki arasında­
runa ve iyi niyetine ilişkin bey
k'UŞ�tılmış olması ve bu beyanla
anlar!� . · ki parçalanma ve ayrıca liderin dinleyicilerinin gözündeki kişisel it­
ra Başkan'ın kendisinin de gerç
. ek' kiden doğan meşruluğudur.
ten ınanmasıydı. Bu ıtıra flar onu yalan söylediği gerçeğiy
mekt : ,�
.
alıkoydu; oyle kı yaklaşık bir
le yüzleş­
yıl kadar duygusal "hasıraltı '
Kültürel sürekliliği açıklayabilmek için, bir konuşmacının so­

�tme ışlemını başarıyla yerine • kaktaki yabancılardan oluşan bir kalabalığa yaklaşımını belirleyen
..

. getirdiler. Peron'un Buenos Aire


lı bır ızleyici kitlesine Arjant s' · 19. yücyıl şartlarını elektronik medyanın nasıl ele aldığını ve bu
in'den beş milyon dolar çıka '
rmakla şartların bundan böyle kentsel kümelerle sınırlı olmayıp nasıl ulu­
suçlanmı olduğunu söylediğ
� i ünlü salıneyi ele alalım. Ans
ızın şeh' sal ve uluslararası ilişkilerde egemen olduğunu anlamamız gereki­
rın ışçıler e püyük sevgisinden
� , zaman zaman Pampalara çıkm
tan duydugu coşkudan ve "Arj ak­ yor.
52 ..
antin ülküsü"ne olan bag "Jı!ıg"ından
- soz etmeye başlayıp ardında
n da gözyaşlarına boğulur. O
önemsiz · ·
� �
beş ılyon olar mesele ini yen
8. iden ortaya atmanın lüzumu
yoktu · C. ELEKTRON İ K MEDYA
artık, fakat ote yandan gozyaşları
gerçekti. . GEÇMİŞİN SESSİZLI G İ N İ PEKİŞTİRİR

Genel olarak, ir kişilik politika
sı, eylem dünyası ile ilişkili ol-
'
mayan nıyetlerın ıfşasını kap
sar. Bir hınç politikacısının kari Medya sektiler kari.zmayı teşvik eder; ama daha geniş bir bağlam
zması
karmaşıklık anlamında bir adım
daha ilerdedir; zorunlu olarak içinde. Medyanın bizim çalışmamızın temel konusu ile yani kamu­
ya lsa a yaratır; yani politika bir
?! ın cının günden güne artan gücü
itira f sal yaşamın yükselişi ve çöküşü ile özel bir ilişkisi vardir. Elektro­
ettıgı gu d . lede gölgelenmektedi
_ . � r, fakat bu yanılsama etkisini nik iletişim kamusal yaşam fıkrine son verilmesini sağlayan araç­
din­
leyıcılerı uzerınde olduğu kad
ar kendi üzerinde de gösterm lardan biridir. Medya, toplumsal grupların birbirlerine ilişkin bilgi
ekted'ır.
.. .
'
k'. . .
Nıxon, şısel gücüne ilişk
in gerçekleri gizlemek için kull
anılan

birikimlerini olağanüstü arttırırken, fiili bağ kurmayı gereksizleştir­


��ç ımgelerı aç�sı? dan Poujade'in, Peron'un ve Wallace di. Radyo, özellikle de televizyon, mahrem araçlardrr. .Onları ço­
gibi Ame­
rıkal Ia ın temsılcısıydı. _
� ı: _ Güç mücadeleleri, aşağılama ğunlukla evde izlersiniz. Barlardaki televizyonlar kuşkusuz, fonu
sava şımları­
na donuşur .
. Bır yanda düzene karşı olan . oluşturan dekordur ve hep birlikte izleyen insanlar izledikleri hak­
. 1 ve yaptıklarını de" gil, gu
d"I
u enı _n erını dramatıkleştiren
· · ._
·

ı birisi var; düzeni aşağılıyor, kında doğallıkla konuşurlar. Fakat televizyon izlemede Ve özellikle
her za-
man bır dekor v gösteriş ardı
. . � _ na gizlendiği için kendi duygula dikkatini televizyona vermede yaygın olan tarz televizyonu kendi

bo boş bırı- Obur y da ıse
� _ � bu mitsel düzen küçük insana başımıza ya da ailemizle izlememizdir. "Medya" kamusallığın iki
karşı
aşagılayıcı bı_r tavır ıçıııde, faka
t bu düzen kişileri aslında bu özgü ilkesi olan çeşitlilik deneyimine ve toplumun mahrem halkadan
­
venı hak etmıyorlar; dahası, her
nasılsa, tüm toplumu bölmek belli bir uzaklığı olan bir bölgesinde yaşanan deneyime aykrrıdır.
iste­
yen ayaktakımı ile birlikte bir
komplo peşindeler. Bunu söy!erken, formülün kendine yeterli oluşundan rahatsızlık du­
19. yüzyılın işçilerle "ikna edic
i şekilde konusabilen" muhafa­ yuyorum. Çünkü kamusal yaşamdan çekilmeye ilişkin itkiler bu
zakar politikacısı, izleyicilerine
görgü kurallarırun ağırlığını hiss

bir an için bile Isa orta sınıf
ın
aletlerin ortaya çıkışından çok önce başlamıştı; teknolojinin bir ca­
ettiren bir kişiydi; işçi 'sınıfına navar olduğu şeklindeki alışılmış senaryodan yola çıkıp bunların da
duy­
gularınızın ne kadar mukemm
el olduğunu gösterin, bakın nası cehennem aygıtlitrı olduğunu söylemek doğru değildir. Bunlar, in­
l say­
gılı lacaklar Statü peşindeki
°. : modern girişimcinin, izleyicile sanların ilıtiyaçlarını karşılamak için yine insanlarca bulunmuş alet­
rine
gorgu dersten ver 1esin gere
? : k yoktur; onlara girişimcinin lerdir. Elektronik medyanın karşıladığı ihtiyaçlar, geçen 150 yıl bo­
duygu­
larının ne kadar ıyı oldugunu
gösterme tekniği unutmaların yunca oluşmuş, kendini bir kişi olarak daha fazla bilınek ve hisse­
a hizmet
eder. Gerek 1 9. yüzyılın muh
afazakar yığınlarının denetim debilmek için toplumsal etkileşimlerden çekilme yönündeki kültü-
i gerek-
re! itkilerdir. Bu aygıtlar, toplumsal etkileşimle kişisel deneyim ara­ ya, geçen yüzyılda tiyatrolarda ve konser salonlarında biçimlenme­
sındaki savaşımın silahlarından biridir. ye başlayan kalabalık halinde sessiz kalma tarzlarını pekiştirir;
Öncelikle elektronik medyanın en başta ele aldığımız boş kamu­ E.T.A.Hoffınann'ın şehrin sokaklarında gözlediği, zahiri bir seyir­
sal alan paradoksunu yani yalıtım ve görülebilirlik paradoksunu ne ci, pasif bir tanık fikrini güçlendirir.
şekilde somutlaştırdığını görelim. Hiçbir izleyici televizyondaki politik süreci; seyreden, aracı ola­
Kitlesel medya, toplumda olupbitenler üzerine insanların sahip rak politikacı, başka seyredenden oluşan bir üçlü olarak algılamaz.
olduğu bilgiyi sonsuza dek arttırır ve onların bu bilgiyi politik ey­ İlişki ikilidir ve politikacının dış görünüşü, yarattığı izlenim, mas­
leme dönüştürmelerini de sonsuza dek engeller. Televizyonunuza kenin niteliği seyredenin ilgi odağıdır. Her ikisi de televizyonda bir
yanıt verme olanağınız yoktur. Yalnızca onu kapatabilirsiniz. An­ politikacıyı izleyen New York'taki bir kişi, Alabama'daki başka bir
cak, huysuz ve garip biriyseniz hemen arkadaşlarınızı telefonla ara- kişiye ilişkin nasıl daha fazla bilgi sahibi olabilir ki? Böylece poli­
364 yıp televizyonda iğrenç bir politikacının konuştuğunu söyleyebilir tik kampanya çalışanları, politik komitelerin, seçmen kayıtlarının 1!
ve televizyonlarını kapatmaları için onları da zorlayabilirsiniz; ver­ ve benzerlerinin örgütlenmesinde televizyonun zayıf bir araç oldu­
diğiniz her karşılık gözle görülmez bir eylemdir. ğunu; etki alanı dar olsa da, kişisel örgütlenmelerden daha iyi so­
18. yüzyıl ortasının parlamento konuşmalarında, tiyatrodaki gi­ nuçlar alındığını anladılar.
bi, başarılı bir ifade, anlamlı bir cümle, izleyiciler tarafından "nok­ Elektronik medya içinde yapılandırılan ikili ilişkiden ve pasiflik
talanırdı"; yani istek üzerine tekrar edilebilirdi. Bu nedenle, İngiliz mantığından görünürlük ve yalıtılmışlık paradoksu doğar. B u para­
parlamento konuşmaları onları kayıtlardan okuyacak olan bir mo­ doksun terimleri modem yapı teknolojisiyle karşılaştınlabilir: Kişi
dern okurun tahmin edebileceğinden çok daha uzun sürerdi. Politik daha çok şey görür ve daha az karşılıklı ilişkiye girer.
icranın modern koşullarında aynı etkiyi uyandırabilmek için, yerel İletişimde var olan bu paradoksun ilk sonucu yayındaki politika­
istasyonunuza telefon edip böyle bir cümlenin yinelenmesini rica cının izleyicilerine karşı çok özel eşitlik şartlarıyla yaklaşması ge­
etmeniz gerekirdi. Konuşmasının sonunda bir mucize sonucu talih­ reğidir. 20 milyon insan bir kişiyi televizyonda konuşma yaparken
siz politikacınız, tüm tekrar isteklerini alacak ve onları alt alta sıra­ izleyince, konuşmacı, onların tümüne tek bir kategoriye ait olarak,
layarak bir tür anında referandum gibi, 4. paragrafın tekrarı için yuıttaş olarak davranmak durumundadır. Herhangi bir endüstri ül­
30.000 telefon aldığını, konuşmanın sonlarındaki ulusal onur kısmı kesinde, sınıf ve etnik gruplar mozaiği öylesine zengindir ki, tele­
için de 1 3:000 telefon aldığını söyleyecekti. Ama zaman sınırlama­ vizyondaki politikacı bu çeşitli grupların tümüne en yalın terimler­
sı yüzünden yalnızca ilk iki paragrafı yineleyebilecekti. Düş kırık­ le seslenecektir. "Otuz yaşın altındakilere şuııu söylemek istiyo­
lığına uğrattığı 1 3.000 kişiye de birkaç söz edemez miydi? Onların rum... " gibi. Ancak, iyi bir izlenim bırakmak istiyorsa, açık ve so­
bu meseleye ne kadar öneni verdiklerini iyi bilirdi ... mut olmalıdır; izleyici topluluğuııun büyüklüğü ise tersine soyut te­
Radyo ve televizyon izleyicinin müdahalesine izin vermez; ya­ rimlerle konuşması gerektiği anlamını taşır. Medya uzmanları bu­
yın sürerken politikacıya tepki gösterecek olursanız, onun bir son­ nun sonucunda aşırı özele inme tehlikesinden söz ediyorlar. Fakat
raki cümlesini kaçırabilirsiniz. Size onun bir şeyler anlatabilmesi aslında bunun bir tehlikesi yoktur. Bu şartlardaki eşitlik, politikacı­
için sessiz olmakzorundasınız. Olası tek yanıt verme yolu, bir yo­ yı programlarında somut ve özgün olmamaya teşvik eder. Bu da po­
rumrnnun yinelenecek ve tartışılabilecek olanları seçmesidir. Yo­ litikacının zaten hazır olduğu bir şeydir. İzleyicilerine eşit davran­
rumcu, geçen yüzyılın sessiz izleyicileri için, seyirci kaldıkları et­ ması, ideolojik sorunlardan kaçınma aracına dönüşür ve herkesi gi­
kinlikleri yorumlayan eleştirmenin işlevini tam olarak üstlenir, fa­ derek politikacının kişiliğine herkesçe değerlendirilebilen ve payla­
kat yorumcunun daha eksiksiz bir denetimi vardır; çünkü anında şılabilen bir şey olarak güdülerinin kavranmasına yöneltir. Yayın­
müdahale eder. Pasiflik bu teknolojinin "mantığıdır". Kitlesel med- larda politik kişiliklere bu ölçüde dönüklük, sanki birkaç yönetıne-
nin kaprisiymiş ve medya kendi "soru zen­
mluluğunun" farkında olan güçlü bir nefret iç içe geçmişti; bunıaı; d:şarlıklılar, Hükümet,
"ciddi" bir medya olsa ortadan kaldırılab ­
ilecek bir seçenekmiş gibi;' gin Kuzeylilerdi; bu yelpaze öyle genıştı ki, net tespıtler �apılamı
lci
tle�el medyaya sürekli, yayına aldıkları
politikacıların kişilikleri' yordu. Bu nedenle, haberler, bir kişi üzerind e od�lan dıgı zam
ı:'.
1,
uzerınde çok fazla yoğunlaştıkları için ı açıga
saldınlmaktadır. Bu tür yo· bir kısır döngüy e düşülm üş oluyord u: Hıncın gızlı katların
rumlar yapısal sınırlamaları ve iletişimin
bu biçimlerinin doğasında . çıkarmak için Wallace 'ın kendisinin kişisel geçnüşi, g dülenirn � i ve
var olan güdülenim üzerinde "yoğunlaş
·

ma" olma gereğini gözden , fıılı dırenış açısında n,


duygulan anlaşılmaya çalışılıyordu. Medya
kaçırırlar. polıtı­
protestonun anlamsız olduğunu giderek gözde� ��?ırıyordu;
TV haberciliğinin "kompulsi:f' bir biçim , _
çozulm esı ge­
de kişiselliği öne çıkar­ : . kacı bir il o-i aktarımında başarılı oldu; öyle kı kişilıgı

dıgı, her zaman polıti_kacının özel yaşam


!
5 ası ya nızca bir komp lsiyonun
ını ilgi odağı yaptığı ideli, k
. reken bir od haline geldi. Hem de o kişiliğin eylemd
e bulunm a gü­

6 � gerçek doğası kabul edildiği ölçü,


'cüne hiç başvurmaksızın. Gerçekteı;ı de, onun niyetlerini toplum
da-
3 7
- de dogrudur. Kompulsıyon hır yadsımadır
, ama benzer şekilde yad, esi diye yoruml ayan medya , ne 6
. ki gizli güçlerin ete kemiğe bürünm
sınmayan kişilere ya da kişiliklere yönelik
abartılı bir ilgi üreten bir yaptığına bakmaksızın , dinlemeye değer bir insan 01":1"
aı;:�nu meş�
yadsıma. Izleyicinin yanıtlama olanağının _ _ _ sımgesel
elektronik medya tara­ rulaştırınayı başardı. Bu şekilde, bir hınç �ırışımcısının
fında' bütünüyle baskı altında tutulması hiçbir zaman sonuçla­
: kişiliğe duyulan ilginin protestosu başkalaşorıldı; böylec e niyetle ri
anog , ım oluşt
rur. Loş bir odada ak zorunda
� � , sessiz sedasız, gerçek insanları rıyla, etkililiğiyle ve hatta ahliika uygunluğuyla sınanm
ızlersınız; bu sızden düş gücünüzü kullan
manızı bekleyen bir ro­ kalmadı. . .
man ya da bir eğlence değildir. Politikanın ilgısı
gerçekleri son derece sı­ Elektronik medya tarafından geliştirilen kompulsif kişilik
kıcıd r; komiteler, bürokratlarla şiddetli
� tartışmalar ve benzerleri, ile başarılı bir hınç politikacısının saptıı;".1a gereksi�
irni irbirin�
.

Bu agız dalaşlarını anlama sorunu izleyiciden şoyle soyluyor.
aktif yorumlama ta­ denk düşüyor. Bir medya danışmanı, polıtikacılara _
lepleri yaratacaktır. Aradığınız gerçek yaşam r, şu kışı­
dır; olayların oluşma­ "Wallace gibi tipleriniz medyanın iyi iş görmesini sağlıyo
sında rol oynayanın "nasıl bir kişi" olduğ Bu sözlerden,
unu bilmek istersiniz. Te­ dışı ve yapay görünümlü liberallerden çok daha iyi."
levizyon, politikacının neler hissettiği üzeri şey .çıkaraca­
nde odaklanıp sizin tep­ medya danışmanının söylemek istediğinden daha çok
ki göstermeniz yönünde hiçbir talepte bulun tekno _ ol_ � tesıs
loJik
mayarak bu tabloyu si­ ğız, doğallıkla. Ne var ki, sektiler karizm anın �
ze sağlayacaktır. _ de polıtik_ acı
edilmesi ile hınç politikacısı arasındaki mutlu evhlık
İcracıların kişiliklerine yönelik kompulsif
ilgi, sessizliğin saygın açısından umulmadık bir yıkım ile son bulabilir. , . .
da_vranışın kuralı haline geldiği tiyatro ve konse , herhangı bır za­
rlere giden yığınlar­ Tüm referanslar güdüleninıle ilgili olduğundan
ca kentli izleyici arasında, 19. yüzyılda gelişti. Modern
medya, bu yıflık, bir suç ya da ahliiki bir kusur, polit k�cının'. yaşamını tümüy­
ilgiyi bir sınıfın, burjuva sınıfının, alanından çıkarıp ,
toplumsal
_
le kuşkuya düşürür. Nixon belki de kendısını u şekild ? e çarmıha ge­
mevkilerinden bağımsız olarak, tüm izleyenler için bir teknolo ıçın dıyeli m ki, o Rus­
jik ren liderlerin en iyi örneğidir. Sırf tartışmak
sonuç durumuna getirdi. Algılayandan hiçbir talepte bulunın bir lider olsaydı, o
ayan ya ile nükleer savaş ihtimalini ortadan kald�an
bir ınedyada, kişiliğin algılanması eşitlik mantığı gereğid
ir. zaman, birkaç milyon dolar rüşvet yemesıne,
yasal o mayan bır � _

Oyleyse şu çok açıktır ki, bir kez güç elde ettiğinde hınç _
esıne _
ızın verılme-
politi­ "asp yapmasına ve kamuya 10-12 yalan söylem
kacısının dikkate alması gereken savunma zırhı için elektron
medya pekaJii uygundur. Karına bir okulun kapısında durarak
ik ;
. ecek miydi? Ama bu, Nixon'ın kendisinin daha önce hıç kulhın­

öfkesı yo uyla tum
siyah madığı gerçekçi bir ölçü olurdu. Düzene olan _ _
çocukların girmesini engellemeye çalışan George Wallac Nıxon , kendısı yonetıcı
e'ın tele­ yaşamı boyunca meşruiyet peşinde koşan
vizyondaki o meşhur görüntüsünü düşünün. Siyahlara karşı üyle farklı ve ken­
direni­ olduğu zaman, kamunun kendisini bir anda bütü�
şin simgesi Wallace ile, her zaman "zenci severler"e duyulan erden daha ger-
daha di politik rakiplerini yargılarken kullandıkları terıml
çekçi terimlerle yargılayacağını zannetti. noirs' ya da Yahudiler, varoşlardaki beyaz okullarında siyahlar.
Hınç politikacısına gerekli olan ve medya tiırafından güçlendiri­ Seküler karizmadan modem toplumda, toptan, bir sığlaştırıcı
len güdülenim içinde özümlenme, bu şahsiyetlerin imtiyaz alanları güç olarak söz etınek, karizmatik lidere duyulan açlığın kendisinin
için tek gerçek tehlikeyi oluşturur; devamlı olarak gayrimeşru du­ zayıf ve önemsiz bir istek olduğu anlamına gelmez. Tersine, verili
ruma düşme tehlikesi içindedirler; çünkü yaşamlarının bir alanında­ modern kişilik terimleriyle inanılır bir kahraman arayışıdır, bu;
ki başarısızlıkları kişiliklerinin baştan aşağı kötü oluşunun göster­ Kahramana Tapınma Yüzyılı adlı yapıtında Eric Bentley, 19. yüzyıl
gesi sayılır. Nasıl ki kişilik politikası, kamusal ilginin kişisel karak­
ortalarında ortaya çıkan inandırıcı kalıramanlara duyulan açlığı çö­
teri etkili kamusal eylem bazında ölçmekten saptırılmasıysa, ka­
zümlemiştir ve modern toplumun göstergelerinden birirıin de bu
rakterin tüm unsurları herhangi bir gerçek referans olmaksızın sim­
toplumda kalırammılar bulma uğraşının sürekli düş kırıklığına yol
geselleşince, her kusur ansızın özyıkımın bir aracı durumuna gele-
açan bir uğraş olduğu sonucunu çıkarmıştır. Bu arayışın sonuç ver­
368
bilir.
memesinin bir nedeni, modern toplumdaki kişidışı kamusal yaşa- �
Yine, eğer politikacıyı yalnızca suçüstü yakalanan bir numaracı
mın çökmesidir: Kahramanın albenisinin kaynağı güdüleri olunca
olarak algılarsak bu fenomenin etkisi yitip gider. Çünkü politikacı
kalıramanlığın içeriği önemsizleşti.
her görünüm anının bir gerçek olduğuna inanır; taktığı her maske
Politik söylemin içeriğinin daralması kendi başına önemlidir,
gerçek karakterinin bir işareti olduğu için, önemsiz sorunlarla hızlı
ama aynı zamanda da kişiliği temelinde varlığını sürdüren bir poli­
bir şekilde kuşatılabilir; politikacı yıpranmaya başlayana dek bunun
tikacı ile kamusal bir kişilik olarak algılanan bir sanatçı arasındaki
farkında olmayan kamuoyunun gözünde bu sorunlar büyük buna­
önemli bir ayrımı belirler.
lımlara dönüşebilir. 1 973'te İngiltere' de "toprak skandalları" adıy­
la bilinen şey, uzaktan ve tali olarak başbakanın çalışmaları üzerin­
de etkili olan olayların yol açtığı bu bütüncül tehdit duygusunun D. STAR Sİ STEMİ
klasik bir örneğinden ibarettir.
Genel ·bir kural olarak, insanlar sorunların üstesinden gelmeleri Ancien regime'de sahne üzerinde inandırıcı olanla günlük yaşamda
beklenen liderlerin kişiliklerini daha çok önemsedikçe, içkin mezi­ inandırıcı olan arasında bir köprü vardı. Kamusal bir şahsiyetin ki­
·
yetleri ve .tehlikeleri yüzünden kamuoyunu giderek çok daha az so­ şilik terimleriyle algılanmasının, sahne ve sokak arasında kurulan
runun haı:ekete geçirdiği söylenebilir. Politik ilginin genelde daral­ yeni tür bir köprü olduğu smulabilir. Gerçekten de televizyonun po­
ması mantıksal olarak, II. Dünya Savaşı'ndan sonraki hıncın belir­ litika üzerindeki etkisi, genellikle politikacının sanki bir aktörmüş
gin daralmasına yol açmıştır. gibi davranma zorunluluğu bağlamında incelenir. B u klişe bir an­
1930'lardaki politik söylemin bütünüyle yaralanmış gurur diline lamda doğru iken bir başka açıdan da önemli yanlışlara yol açabil­
dönüşümünün tersine, savaş sonrası hınç politikacıları giderek ken­ mektedir.
di kullanımlarına uygun daha az sorun bulabiliyorlardı. Dalgalan- · Bir kişilik olarak politikacıda inandırıcı olan özellikler, güdüle­
makta olan devlet tahvilleri, enerji sorunları, ticaret açıkları, kamu ri, duyguları ve "dürüstlüğüdür". Tüm bunlarla, politikacının sahip
sağlığı ya da güvenliği krize dönüşmeden somut olarak kolayca al­ olduğu güçle neler yapacağı ile ilgilenmeme pahasına ilgilenilir.
gılanmıyorsa, aynı zamanda bunların, toplumdaki dürüst kişilere Politikanın içeriği böylece politikada yer alan kişiliğin algılanma­
acı çektirmek için ayaktakımı ile ortaklığa giren adaletsiz kişilerin sıyla daralır. Söz konusu içerik daralması güçlü bir kişilik olarak
bir komplosu olmadıkları da doğrudur. Artık hınç politikacıları için benimsenen bir sanatçının icrasında ortaya çıkmaz. Mick Jagger ve
kullanılabilir manevra alanı neredeyse bütünüyle dışarıdakilere kar­ Bruce Springsteen sahnede hipnotik kişilikler yansıtırlar, fakat bu
şı içeridekilerden ibarettir: İngiltere' de Asyalılar, Fransa' da pieds
• Fr.: Kara kafalılar. (ç.n.)
onların çok iyi rockçı oldukları gerçeğini
değiştirmez. Benzer şekil­ 800 klasik piyanist ve "sözünü etmeye değer" beş konser salonu
de Casals'ın büyük bir insan olarak algıla
nması, onun bir çello sa­ �
var. Bir yıl içinde 800 piyanistten 30-35'i bu salonl rda solo yapar­
natçısı olmasını engellememiştir. Geçe
n yüzyılda beliren icracı ve �
lar. Otuzunun içinden en az yansı öyle tanınmıştır ki, er yıl s n
.
­� �
sanatçı sorununu metin bağlamında incele
rken, meselenin müziğin, n
ye çıkar. Her yıl New York'ta yaklaşık 1 5 yeni pıy�ı�t salon ıç'.
dramanın ya da dansın "içeriği" pahasına
kişilik meselesi olmadığı­ kendileri ödeme yaparak konser verirler. Onlar ıçın Carnegıe
nı görmüştük. Icracının, bir kişilik olara
k icracının do!iru çok
. o dan eseri Hail' deki Resital Salonu gibi küçük bir salonu doldurmak bile
yazılı metm karşısında öncelik kazan
drama ya da müzik üretilmektedir. Oysa
dığında farklı türden bir dans �
güçtür. Akıllı piyanistler arkadaşlarının arkadaşlarına e ildiği � tüm

diyeti politik içeriği "saf dışı bırakır".


politikada kişiliğin mevcu '. akrabalarına parasız bilet dağıtırlar. Times'd a bu yem pıyanıst lere
yo­
bir paragraf ayrılır ve "umut verici" ya da "başarılı" şeklinde
Kişilik politikasının gelişmesi bu yüzde
370
olur,
. n etik temellerde suçla- rumlar yapılır. Ardından da yeniden adlan sanlan duyulmaz
371
. . .
F24
nabil ır. B u, ınsanları toplum ıçınd e ne elde edebileceklerini ya da
karanlığa gömülürler.' . .
neyi değiştirebileceklerini düşünınekten ·;
uzaklaştıran medeniyetsiz Genç piyanistin böyle bir konserle kendini göstermes.ı gereh'.

b ayartmadır. S natçı kişiliğine ilişkin
� benzer bir etik yargı yanlış
öncelikle bir gazete eleştirmeninin, sonra da dergı ekştırm
nının �
bır yargı olurdu. Icra edilen bir sanatın içeriğ
i, onu icra eden bir ki­ "umut verici" ve "başarılı" değerlendirmeler inin önemlı bır aJ Sın �
şiliğin kavranılmasına bakılarak önemsizleş e
tirilemez. Modem sah­ ilgisini çekmesini umut etmelidir. Çünkü ancak bir ajans sayesınd
ne ve sokak arasındaki kesintinin kayna
ğı bu süreksizliktedir. Bu başka kentlerle bağlantı kurup organizasyonlar yapı:ıası ;e
_'."°
ıu ele­
her iki alanda da ifadenin özünde oluşan bir saglaya ­
kopmadır. re devam etmesi olanaklıdır. Turnele r ona çok az bır gelır
Bununla beraber, toplumsal yapı bakımından icra edebi­
bugün politika ile caktır fakat daha önemlisi ka:rrıu içinde sanatını sürekli
sanat arasında bir bağ vardır; doğrudan
doğruya kişilik kültürü ile lı
lece ir. Ne yazık ki çok az şansı vardır. New York'taki k
?
nser sa

yaratılan bir bağ. B ağlantı her iki aland ben
aki star sisteminin yol açtı­ tadır, 1950 den
]onlarının sayısı 1920'den beri süreklı azalmak
ğı sonuçlarda yatınaktadır.
gazetelerin de sayısı hiç durmadan azalmaktadır; gazete
lerde ye ı �
Her çağda ünlü, ünsüz icracılar gelip geçm .
ku­
iş, insanlar hep birin­ sanatçıların konserlerinin yorumuna ayrılan yerler de gıderek
cileri görmek istemişlerdir. "Star sistem ı­
i" ün ile ünsüzlük arasında­ ve onlar da az say
çülmektedir. Ayrıca, artık daha az ajans vardır . .
ki mesafeyi en üst düzeye çıkaracak karlar
a dayanır; öyle ki, insan­ ıyı muzık
da ünlü isim üzerinden para kazanırlar. Dahası, şehirde
lar karşılarında meşhur bir kişi göremeyinc
e canlı bir gösteriyi iz­ olarak artması aslıtıda önem­
dinlemeye gelenlerin sayısının toplam
leme arzularını yitirirler. 20. yüzyıl boyun salon­
ca ciddi müzisyen ve ak­ v bu
li salon ve sanatevlerinde bilet satışlarının artmasından �
törler, kamunun ünlü olmayan kişileri canlı
olarak izleme ve dinle­ ların genişletilmesindendir. Yoksa Columbia Üniversi
es 'ndeki : �
me isteğini giderek azaltan koşullara lanet
okudular; protestolar ve önemsiz salonlarda seyırcı sayısı
MacMillan Tiyatrosu gibi daha
protestoların doğurduğu alternatif medy
a büyük oranda başarısız
·

genel olarak azalmaktadır.


oldu. Gerçekten de 1960' larda rock müziğ nin
in burjuva kültürünün tö­ Star sisteminin temel ilkesi, müzik "merkezinde" izleyici
relerine sözümona bir meydan okuyuş anlam şöhreti ara­
ında yükselişiyle, star herhan ai bir canlı müzik dinleme isteği ile müzisy enin
sistemi ücretlerin demir yasası oldu. Star sistem
nı anlayabilmek için, onu en az isteye
inin nasıl çalıştığı­ �
sında d irrudan bir bağlantı olmasıdır. Turnelere çıkan
müzisyenler
nler üzerinde yoğunlaşacağız. �
bu bağla tıdan yararlanan azınlıktır. New York 'un, bu
ilkenin işle ­ �
Rock müzisyenlerine oranla bu sistem _ gerekır.
in ayartmalarına karşı daha
lik aücü açısında n, Paris ile Londra arasında bır yer alması
"özgürleşmiş" olan, ne var ki, tüm çabal
ekonomik ağına takılan genç konser piyan
arına karşın star sisteminin ;
Tü Avrupa başkentleri içinde, hevesli piyanis t ya da kemanc ının,
istlerini ele alacağız. daha önem­
bedelini kendi karşılasa bile, basında tanıtılabileceği ve
Tahminlere göre, New York 'ta konser kariy bulmak-
eri yapmaya çalışan lisi, izleyicilerin ilgisini çekebileceği iyi bir konser salonu
ta en çok zorlanacağı yer Paris'tir. En az sorun Londra'da çıkar; yi­ Berlin'de de izleyici karşısına çıkıyorlardı. Sonuçta kitlesel düzey­
ne de bir Londra salonunda konser vermek, Hull ya da Leeds'in ön­ de konser izleyicisine karşın, çalışan piyanistler giderek azaldı. Bu,
de gelen salonlarından daha masraflı olduğu için müzisyene çok New York piyanistlerinin günümüzdeki durumlarının rüşeym hali­
ağır gelecektir. Long Beach, Leeds ya da Lyons 'ta 1.500 kişilik bir dir.
seyirci topluluğu sosyoekonomik açıdan büyük bir çeşitlilik göste­ Yeni icra kodunun özü, eşitsizliği arttırmasıydı: Eğer 500 kişi­
rirken, New York, Paris, Londra'daki izleyiciler sınıfsal açıdan da­ nin hepsi ünlüyse, hiç kimse ünlü değildir ve bu durumda öne çı­
ha homojen olup "sürekli gelenlerden" oluşmaktadır. Sistem öyle kan, tanınan bir kişiliği bulabilmek için en azından 490'ının arka
bir işler ki taşra bayileri ve menejeder onları müzik merkezlerine plana itilmesi gerekir. Bu iyi niyetli bir ihmal değildir. 490 kişi en
kanalize ederler. Batı Avrupa' da (Güney Almanya dışında) Ameri­ az diğer 1 O kişinin ödüllendirilmesi ölçüsünde somut olarak ödül­
ka' da da olduğu gibi giderek daha fazla hevesli müzisyen, kendile- süz bırakılıualıdır; az sayıda kişi, kabullenme kadar yadsıma yoluy­
2
3 7 rini hoş karşılayan bir kamuya devamlı konser verme fırsatlarını el­ la da tanınmış bireyler olarak öne çıkarılacaktır.
de edebildikleri küçük kasabalara yerleşmekten vazgeçmektedir. Büyük başkentlerin kamuoyu, icra yeteneğinin üstünlüğüyle
Bunun yerine kavrayışlı bir kamu karşısında daha az konser fırsatı kendini gösteren bir sanatçıyı gördüklerini düşünüyorlardı. Halbu­
bulabilecekleri, ama uzun vadede şansları yardım ederse şöhreti ya­ ki o, tepki verdikleri, para ödedikleri, hep ilgi gösterdikleri ve meş­
kalayabilecekleri başkentlere yerleşirler. hur yaptıkları insandı. Yüz yıl önce gelişmeye başlayan sorunlar,
Konser piyanistleri için metropoliten izleyiciye ulaşabilmede en insanlarda salt zevk için müzik dinleme isteğini azalttı. İcracının
büyük zorluk, geçen yüzyılda biçimlenen bir inancın dolaysız sonu­ olağanüstü kalitesi, müzik dinlemeye gitmenin önşartı oldu. Viya­
cunda, yani sanatçının olağanüstü, insanları heyecana boğan bir ki­ nalı, Parisli ve daha az bir düzeyde de Londralı izleyicilerin müzik
şilik olduğuna inanılmasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Piyanistin sanatına yaklaşımlarında özde bir değişim kendini gösterdi.
deneyimi; aynı şekilde öteki bireysel icracılar için de öğretici bir kı­ Paganini'nin kendisinden daha iyi müzisyenler üzerindeki etki­
lavuzdur. ) 8. yüzyılın sonlarında, piyanist, hamisini ya da hamile­ sini incelerken onun çalmaya ilişkin fıkirlerinin bencillikle elde
rini yitirdiği zaman müzik başkentlerinde yolunu çizebilmek için edilen ödülleri aşan bir çekiciliği olduğunun altını çizmiştik. Bu çe­
bir tür girişimci olmak zorunda kalmıştı. Orkestra üyesi olmak gibi kicilik, müziğin, büyük bir sanatçının elinde, anlık ve dolaysız bir
çok az sayıda bürokratik fırsat vardı ve oda müziği icralarında üc­ hal alması, müziğin birtakım işaretlerin okunmasından çok bir de­
retlerin bölünmesi, bu yolla geçinmeyi de çoğu insan için imkansız neyime, neredeyse bir şoka dönüşmesiydi. İşte bu, içkin bir feno­
kılıyordu. men olarak müzik fikridir.
Bu durumda saray ya da şatolardaki hamilerini yitiren yığınla Yüzyılımızda bu düşünce şöyle olgunlaştı: İcra harikulade ol­
piyanist. çalışmakta giderek daha çok zorlandı. Avusturya'daki du­ madıkça, bir müzik olgusundan söz edilemez. Müzik dinlemeye yö­
rum istatistiksel olarak en belirginidir. 1830 ile 1 870 arasında, orta­ nelik ilgilerini giderek yitiren büyük şehir izleyicilerinin arkasında­
lama Viyanalı piyano resitali izleyicilerinin sayısı yüzde 35 artarak ki icra ilkesi budur. Bu ilke, solo konser veren herkes üzerinde da­
mevcut salonları dolup taşırdı, fakat piyano konserlerinin sayısında yanılmaz baskı kurar. İcraları "olağanüstü" statüsüne erişmedikçe
hissedilir bir düşüş görüldü. Bir tahmine göre, tam gün çalarak ya­ hiçbir şey ifade etmeyecektir. Genç piyanistlerin "harika çocuk"
şamlarını kazanan müzisyenlerin oranında bu yıllarda yan yarıya olarak gösterilmek için kıvranmalarını gözlemleyen anlayışlı bir iz­
düşüş oldu. Bu işsizliğe katkıda bulunan birden fazla etken olmak­ leyici sonunda, meselenin kişisel ilerlemenin ötesinde bir şey oldu­
la beraber, hepsinin üzerinde olanı, müziğe gösterilen kamusal ilgi­ ğu sonucuna varmak zorundadır. Bu, ya hep ya hiç oyunu tarzında­
nin Viyana çapında tanınmış sanatçılardan uluslararası şöhretler ki başarı ekonomisine, çok özel olana dek bir hiç olduğu anlayışı
olan pi,-anistlere doğru kaymasıydı. Bu piyanistler Paris, Londra ve eşlik eder.
İcranın elektronik kaydı bir anlamda star sisteminin mantığını icar en az sayıda icracıya yatının yapılarak üretilir; bunlar "star-
müzik başkentlerinin ötesine taşıdı. Az sayıda solocunun repertıı, lar"dır. Starlar ancak sanatlarını gösteren çoğunluğun elenmesi sa­
varlarını kayıt etme şansını elde etmelerini kastetmiyorum; elektro' ;
yesinde var olur. Politika ile bir paralellik kuracak olursak, politik
nik kayıt, sorunu çok daha esastan derinleştirmiştir.
.

sistem şu ilkelere dayanarak işleyecektir. Birincisi, politik adayla-


rın seçiminde büyük etkisi olan güç simsarları politik bir örgüt ya
Canlı icranın özü icracının hata yapsa da gösterisini kesmeyip
devanı etmesidir. Ancak büyük bir kamusal itibar görenler bir par­
da aygıt kurma üzerinde değil, az sayıda politikacının öne çıkarıl­
çanın ortasında durup yeniden başlayabilirler. Yoksa bu bağışlan'
ması üzerinde yoğurılaştıkları zaman, sahne gerisi politik güç en
maz bir günahtır. Gelgelelim, kayıtlar çok seyrek olarak tüm bir
yüksek düzeyine erişecektir. Politik sponsor (şirket, kişi ya da çıkar
parçanın baştan sona okunınası tarzında yapılır. Kısa bölümler laİ, grupları) başarılı bir modem yönetmerıle aynı mahsulü biçer. Spon­
. yıt edilir, kayıt tekrarlanır, sanatçının yaru sıra teknisyenler tarafın­
sorların tüm çabaları, dağıtım sisteminin kendisini yani partiyi inşa
etmek ve denetlemek yerine, dağıtıma elverişli ve pazarlanabilir bir 175
'j_ dan yayına hazırlarur, yani her kayıt işlemi mükemmel ayrıntılar'
dan oluşturulmuş bir kolajdır. Çoğu müzisyen bu nedenle bir parça­
aday olan bir "ürün"de yoğunlaşır. Aynı şekilde, taşra salonlarını ve
yı baştan sona çalma cesaretlerini ve yoğunlaşma yeteneklerini
' bilet satış yerlerini işletenlerin icra sanatlarından az bir kar elde et­
kaybettiğine inanmaktadır. Fakat eğer bir kayıptan söz edilebilirse,
melerine de karışılmaz. Politik sistem bir star sistemi gibi işlediği
bu kayıp özel bir durumdur; Glenn Gould gibi artık yalnız kayıt ya­
zaman ikinci özellik, adayların kendilerinin en az şekilde kamu kar­
pan bir icracı bu yüzden suçlanamaz. Kayıtta asıl sorun, daha çok
şısına çıkarılarak en fazla gücün sağlanmasıdır. Yani ne kadar çok
mükemmellik istenmesidir.
sayıda insanın karşısına ne kadar seyrek çıkarlarsa , o kadar fazla
Bu elektronik araçlarla dinleyiciye canlı programlarda ancak bir çekici olacaklardır. Van Clibum Paris'te üst üste dört gece çalsaydı,
avuç müzisyenin başarabileceği standartları sağlamak olanaklıdır. . toplam karı yalnızca bir gece sahneye çıkması durumunda kazana­
Kayıt endüstrisinde para kazanma ekonomisi canlı müzikte oldu­ cağından daha az olurdu; daha seyrek ve istisnai bir olay olursa, az
ğundan çok daha çetin olduğu için yalnızca konserleriyle adını du­ sayıda insan, satın alacağı yerler için yüksek bedeller ödemeye ha-
yurma şansını elde edebilmiş sanatçılardan çok az bir kısmı sonun­ zır olacaktır. Benzer şekilde, aday kamu ile ne kadar az bağ kurar-
da kayıt yaptırabileceklerdir. Bir kayıt stüdyosunda, belki de en iyi­ sa görüntüsü o denli özel bir durum oluşturacak ve daha "çekici"
sinin de iyisi olan, bitmiş bir müzik parçasını sonuna kadar çalma olacaktır. Politik strateji uzmanları bir politikacının karşılaşabilece-
şansını elde edebilir ki, konserlerinde bile buna eşit bir düzeyi çok ği "yüzgöz olma" [overexposure] sorununu değerlendirirken böyle
seyrek tutturabilirler. Böylece kulaklar, evde, çok sıradan koşullar­ bir meseleye değinirler. Son olarak, sanat alanında ve politikada
da, saç fırçalarken ya da bulmaca çözerken, alabildiğine kaliteli bir star sistemi arasında bir paralellik, ilk iki ilkenin birleştirilmesiyle
müzik dinlemeye alışıyor. Bu çok tuhaf bir durum: Bir Paganini'nin eşitsizliğin en üst düzeye çıkarılması arılamına gelmektedir. Sistem
icra standartları, dinleyicinin olağanüstü bir müzik dinlediğini gös­ sıfır toplamlı bir intikam oyununa dönüşür. Politik bir kişinin ken-
teren herhangi bir dikkati ya da çabası olmaksızın pekiştirilmekte­ di kişiliğine ilgi çekmeyi başararak kazandığı güç, nasıl bir güç
dir. Modem elektroniğin kolaj gücü sayesinde, harikulade icralar, olursa olsun, kamunun öteki politikacılara gösterdiği ilgiyi azalta­
bir fon parçası olarak mahrem rutin içinde özümlenir. Bu şekilde, caktır, böylece onların güç kazanmalarını da engelleyecektir.
harikulade icra sistemi güçlendiriliyor; yapılan kayıtlar, konser sa­ Bu iki sistemin paralelliği ölçüsünde insanların dış görünüşünü
lonuna gidip dikkatini toplamaya çalışan dinleyiciyi sıradışı bir ic­ belirleyen ciddiyet l 840'lardan başlayarak sapkın bir gerçekleşme
ra ile şok etmesi için icracıdan yeni taleplerde bulunuyor; çünkü noktasına erişmiştir. 19. yüzyıl kültürünün özü olan Mili' in bilimi,
dinleyici aı1ık en gelişmişin standartlarını çok iyi tanıyor. 20. yüzyıl politik yaşamının gidişatına ölü bir el uzatm ııktadır. Bu
Özetle, sanat alanında star sistemi iki ilkeye dayanır. Maksimum el çok güçlüdür çünkü bir politikacıyı inanılır ve heyecan verici kı-
lan kuralların çoğu onun etkisi altında kalanların bilincinden giz­ xııı
lenmiştir. Cemaat m e de n i yetten k o p u y o r
Karizma bir güçten düşürme eylemidir; yani sektiler bir kültür­
de "inayet lütfunun" ne hale dönüşeceğini göstermektedir. Politik
yaşamda, bu karizmatik kişiler ne devler ne şeytanlardır; ne We­
ber 'in antik kralları ne de Freud 'un çocuklarının ·zaptedilınez tutku­
larını yatıştıran babasıdır. Artık öteki küçük insanların kalıramanı
olan küçük bir insandır o. O bir stardır; titizlikle ambalajlanmıştır,
pek ortalarda görülmez ve hislerini hiç sakınmadan açığa vurur;
belli bir alanda hii.kimiyeti elinde tutar ve o alanda çözümsüz bir
6
37 krize dönüşmeden hiçbir şey değişmez.

Camillo Sitte'nin yüzyıl önceki çalışmasından beri şehir planlama­


cıları, toplumsa! bir hedef olarak kendilerine şehir içinde cemaat sa­
hasının inşasını ya da korunmasını seçtiler. Sitte, Baron Hauss­
man'ın Paris üzerindeki çok geniş ölçekli planlamasına karşı çıkan
ilk kuşak kentçilerin öncüsüydü. Sitte, şehirlerin Pre-Raphaelit sa­
natçısıydı ve ancak kent yaşamının ölçeği ve işlevlerinde geç dö­
nem Ortaçağ'ın yalınlığına geri dönüş olduğu zaman insanların,
şehri değerli bir ortam durumuna getiren karşılıklı dayanışma ve
dolaysız ilişkileri tadabileceklerini savunuyordu. Bugün Ortaçağ
şehrinin bu şekilde idealize edilmesini kaçışcı bir romans olarak
gözardı edebiliriz. Yine de, ilk dönem Pre-Raphaelit kent vizyonu­
na ilişkin esasların modern kentçilerin tahayyüllerinde ağır basmış
mantık­
olm�sı son derece ilginçtir. Ya da küçük ölçekli cemaatler,
daha ön- .··•· [ar kötüdür, çünkü her insan birbiri için bilinmeyendir. Saf
. ce hıç olmadığı kadar güçlü bir ideale dönüşmüştü rme
r. Sitte ya da sal açıdan olmasa da duygusal terimler açısından, bu dönüştü
cemaat ·
onun benzeri olan Ingiltere' deki "bahçeşehir" taraftarları ınek, insanlar arasınd a­
bir kere yapılınca artık bilinmeyeni yenebil
�� �
il ş ilerinin iy t sa lanmış bir şehir içinde kendini göst
. � ı: �
receğini ki farklılıkları silebilmek, bir yanıyla kapitalizmin temel hastalığ
ı­
duşunurken, gunumuz planlamacıları genelde şehrin bir
bütün ola­ nı yenebilınek gibidir. Bu yabancılığı yok edebilmek için,
insani
ı­
/
rak layıkıyla planlanacağı umudunu yitirmiştir, çünkü kendi ve yerelleştirmey e çalışırs
bilgi­ deneyim ölçeğini malıremleştirmeye
kılarsı nız.
lerının sınırlarının ve politik nüfuz sahibi olmadıkların
ın farkında­ nız; yani yerleştiğiniz bölgeyi manevi bakımdan kutsal
.'. .�

d rfar. B na arşın, emaat düzeyinde çalışmayı kutsallaştırar
� ak Bu, gettonun yüceltilmesidir.
surdurmuşl?rdır; şehrın bütününün biçimlenişinde baskın
olan pa- Bu yüceltmede yitip giden, insanların ancak bilinmeyenle karşı
.
78 r sal v polıtık çıkarların tüm�ne k şı yürütü
� � � len bir çalışmadır bu. karşıya kalarak olgunlaşabilecekleri fikridir. Yabancı nesnel
er ve
- Sıtte ' ın kuşagı v cemaat tleri al- 3 79
� . ı şehırle bır arada algılıyordu; günümüz kişiler aşina olduğumuz fikirleri ve kabul ettiğimiz hakika
bir iş­
kentçılerı cemaati şehre karşı olarak algılıyor. tüst edebilir; aşina olunmayan alan insan yaşamında pozitif
Onuncu bölümde, toprak esasına dayanmayan cemaat aktır. Getto-
fikrinin leve hizmet eder. İşlevi insanı risklere girmeye alıştırm
nasıl doğduğunu ve 19. yüzyıldaki kişilik kültürünün bu cemaat na duyula n sevgi kişiyi algılarını,
an­ . ya, özellikle de orta sınıf gettosu
layışları üzerindeki etkilerini incelemiştik. Şimdi ise kolekti inin en değerl isi olan
f bir ki­ bilgisini zenginleştirme, tüm insanlık dersler
e şansın dan
şilik olarak cemaatçi ile modem şehirde cemaatin yerleştiği
toprak . yaşamının kurulu düzenini sorgulama yetisini edinm
parçası -quartier- arasındaki ilişki üzerinde duraca<>ız. yoksun bırakır.
Si�te'ni kuşağı ile bizim kuşağımız arasındaki ağ, şehirde
b Kapitalist sistem insanı, tabii ki çalışmasının ürününde�
koparır.
� ya­
hangı yöntem ­
��ndıgı .halıyle, toprak esasına dayalı bir cemaat içindeki yüz yüze Ne ki, tüm diğer başka sistemler gibi bu sistemin de
. rın e kalmayıp,
ılışkıle
.
son derece önemli görünmesini sağlayan kişidışılık hak­ lerle yalnızca taraftarlarının düşüncelerini denetlemekl
kı dakı bır varsayımdan ibarettir. Bu, kişidışılığın, sanayi kapital ül gücün ü biçimlen-
� iz­ do2:ıırdu2:ıı kötülüklere isyan edenlerin tahayy
mının tum . kötülük
lerinin toplamı, sonucu, somut etkisi oldu<>u var­ ili t
dir <>in görebilmek önenılidir. Çoğunlukla, toplum
sal bir sistemle
'. ık
�ayımıdır. K şidışılığın kapitalizmin hastalıklarını açığa ç ardığı
°
ilgilı olar� "apaçık yanlış" olan ortadadır; çünkü
yapılan eleştiri
ınancı genellıkle kamusal alanda olduğu kadar kent planlam d?ğer bir z:'::�r
acılan çok yerindedir ve bir bütün olarak sisteme kayd� .
arasında da yaygın olduğundan, bu görüşü bazı ayrıntılarıyla lıst kentçılıgın
göz­ vermez. Şu halde, teritoryal cemaatin, kişidışı kapıta
tam .bır uyum
den geçırmek gerekir; zira garip bir sonuca yol açmaktadır. kötülüklerine karşı yüceltilınesi sistemin bütünüyle
Y ­
.
Hepimizin bildiği gibi, sanayi kapitalizmi çalışan insanı yaptığı
içindedir; çünkü dünyanın gidişatına toptan bir �
eydan �kuyuş �
ışten ayırmaktadır, çünkü insanın emeğini kontrol etmek yerine gını getırmektedır.
sat­ rine, dış dünyaya karşı yerel bir savunma mantı
ması gerekir. Bu nedenle, kapitalizmin temel sorununun, yabanc aya" oturdu ğun­
ı­ Bir cemaat bu koşullarda bir şehir meclisi ile "kavg
laşma, duygudışı etkinlik gibi çeşitli biçimlerde adlandırılan bir yalnız bırakılm�­
da, o politik sürecin kendisini değiştirmeyi değil,
istemektedır.
kopma olduğunu biliyoruz; bölünme, ayrılma, yalıtımın da bu kö­ yı, politik sürecin dışında tutulup ondan korunmayı
tülüğü ifade eden imgeler olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, insanla­ bir direniş olarak
Bu da, modem kapitalizmin kötülüklerine karşı
rın aralarına mesafe koyan herhangi bir durum doğrudan kapitali ze ol�u� :Uhaf bır
st başlayan cemaatin duygusal mantığ�ı� de.politi
ayrıştı' a güçlerinden kaynaklanmıyorsa onları pekiştiriyor olma­ oldugu gıbı kalır,
geri çekilişle son bulmasının nedenıdır; sıstem
� '.?1
� �
lıdır. ı ı meyen fikri apitalizmin bir problemi biçimine dönüştü
­ ama belki kendi çöplüğümüz de bize bırakılmıştı r.
cımasız
rulebılır, ınsanın yaptıgı ışten kopuk olunca çevresindeki kişilerden Ama, çok fazla idealistçe düşündüğüm söylenebifü: f':
de kopması gibi. Bunun ilk örneği kalabalıklar olacaktır; kalabalık- erdemdır. Ozellıkle
bir dünyada tek başına hayatta kalmak bile bır
büyük şehrin kamusal dünyası böylesine boş ve barınılınazken, in­ A. BİR CEMAAT ÇEVRESİNDE
sanlar ancak kendi yerel cemaatlerini savunabiliyorlarsa, bunu ne­ KURULAN BARİKATLAR
den eleştirelim ki? İleriki sayfalarda yapmak istediğim, tek seçene­
ğimizin bu koca dünyayı yaşanabilir kılınanuz olduğunu göster­ Farkında olmasalar da insanların bir parçası oldukları radikal cema­
mektir. Nedeni şu: Modem dönemde gelişen kişilik şartlarında, at örgütçülerinden oluşan büyük toplum, ilgisini iki yolla küçük öl­
mahrem bir cemaat toprağında öteki insanların kişilikleriyle ilgili çekli cemaat yaşamı üzerinde odaklandınnıştır. Bunu önce pratik
deneyimler kendi başına yıkıcı bir süreçtir. Modem cemaat, ölü, olarak, sonra da ideolojik olarak yapmıştır.
düşmanca bir dünyada kardeşlik kurmayı içerir gibi görünmektedir, Baron Haussmann'ın geçen yüzyıldaki gayrimenkul üzerine gö­
ama aslında çoğunlukla bir kardeş katli deneyimidir. Dahası, bir ce­ rüşleri homojenleştirmeye dayanıyordu. Şehirde oluşturulacak yeni
maatteki yüz yüze ilişkileri yönlendiren kişilik şartlan, insanların bölgeler tek bir sınıfa ayrılınalı ve eski şehir merkezinde de zengin­
380 lerle yoksullar birbirlerinden yalıtılınalıydı. Bu, "tek işlevli" kent ,
hiç tanımadıkları bir alanda ortaya çıkabilecek sarsıntıları yaşama
isteklerini muhtemelen yok edecektir. Bu sarsıntılar bir insana, her gelişiminin başlangıcıydı. Şehirdeki her bir yerin özel bir görevi
medeni insanın sahip olması gereken inançlarının tecrübe edilebi­ vardır ve şehrin kendisi de atomlara ayrılınıştır. 1950'lerin Ameri­
lirliği duygusunu vermesi bakımından gereklidir. Gettolardan olu­ kan orta sınıf banliyölerinde tek işlevli planlama en uç örneğine
şan bir şbhrin yıkılması hem politik hem de psikolojik bir zorunlu­ ulaştı; bloklar halinde muazzam sayıda ev inşa edildi; bu evlerde
luktur. oturan ailelere hizmet amacıyla başka yerlerde bir "cemaat merke­
Konuyu bu denli güçlü bir biçimde vurgulamamın nedeni belki zi", bir "eğitim parkı", bir alışveriş merkezi, bir hastane kampusu
de beniıri ve Yeni Sol'daki yazarların çoğunun geçen on yılda bü­ ve benzerleri kuruldu. Dünyanın öteki bölgelerindeki geniş ölçek
yük bir hataya düşerek, yerel cemaatin yeniden inşasının politik planlamacıları banliyölere has bu boş, zevksiz tarzı taklit ederek
olarak büyük toplumu yeniden kurmakta başlangıç noktası olduğu­ benzer evler yapmakta gecikmediler. Brezilya'daki yeni Brasilia
na inanmamızdı. Bu yaptığımıza "deneysel yanılgı" denebilirdi: şehri, Levittown, Pennsylvania ve Londra'daki Euston Center gibi
Eğer dolaysız deneyinıler içinde, düşünceler ve davranışlar radikal yerleşim bölgelerinde tek alan, tek işlev ilkesinin geçerli olduğu
değişimlere uğruyorsa, bu yolla değişen insanlar da başkalarına ışık planlamanın sonuçlarını bulursunuz. Brasilia'ı:la bu ayrım, binadan
tutıip onları değiştirerek, zamanla bu deneyimi kolektifleştirecek­ binaya şeklinde, Levittown'da bölgeden bölgeye, Euston Center'da
lerdi. ise ufuk çizgisinden ufuk çizgisine uzanır.
Günümüzde, kişinin içindeki değişimlerin kişiler arasında da Bilinen bir niceliğe yapılan tek ve tutarlı bir yatırım olduğu için,
değişime yol açacağına duyulan bu inancın tepeden bakan ve üst­ söz konusu planlamanın uygulanması karlı olabilse de, aslında kul­
sınıfsal karakteri rahatsız edecek kadar açıktır. Hatta yeni mahrem lanımı hiç pratik değildir. Bir kere; yerel bir sahanın işlevsel ihti­
yaşam biçimleri paylaşan bir cemaat inşa etmek fikrini ilk ortaya yaçları tarihsel olarak değişirse, alan bunu karşılayamaz; o alan an­
atan ya da sürdüren ezilen kesim olsaydı bile sanırım sonuçta aynı cak asli amacı için kullanılabilir ya da terk edilebilir ya da yıkılıp
ölü doğumları görecektik. Çünkü dünyaya karşı bir cemaat kurma yeniden yapılabilir. Brasilia'nın bu anlamda karşılaştığı güçlükler
nosyonunda yanlış olan, mahrem yaşam koşullarının gerçekten in­ çok iyi bilinir, ama oradaki sürecin başarısız olan tek işlevli planla­
sanların duyguların paylaşımına dayanan yeni bir tür sosyallik ya­ rının yanı sıra çok daha geniş boyutları vardır. Örneğin, her sınıf ve
ratmalarına izin vereceğini varsaymasıdır. ırk için yaşamak ve çalışmak üzere ayrı alanları olan bir atomlar
şehrinde gerek eğitim gerekse de dinlence alanlarında ırksal ya da
sınıfsal bütünleşme teşebbüslerinin ne ifade ettiğini bir düşünün:
Gruplar arası muhtemel uzlaşmalarda yaşanan fiili durum yerinden
uzaklaştırma ve yerine tecavüz etme olmak durumundadır. Irkçı ve gelmesidir. Çünkü modem kent gelişimine ilişkin koşull'\I", cemaat
'üst düzeyde sınıf ayrımcılığının yaşandığı toplumlarda bu kesimle- · bağlantılarının kendisini şehrin toplumsal ölümüne bir yatutmış gi­
rin karıştırılmasının iyi sonuç verip vermeyeceği de oldukça tartış­ bi göstermektedir. Kent gelişiminin bu kalıplan şehri yeni bir imaj­
maya açıktır; önemli olan, tek işlevli, tek alanlı bir şehir haritasının la yeniden kurmaya yönelik bir istek uyandırmamıştır: Verilen ya­
tüm bu sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getireceğidir. nıt, "alternatifler" yani kaçış olmuştur.
Şehrin atomlarına ayrılması kamusal alanın olmazsa olmaz bile­ Kamusal yaşamın 19. yüzyıl tarihinden biliyoruz ki, bu alanda
şenine pratik bir son verdi: Tek bir toprak parçasına o parça üzerin' · yaşanan düşüş karşıtı olan, psikolojik alandaki çelişkili ve sancılı
de yaşamı karmaşıklaştıracak işlevler yüklenmesi. Amerikalı kent­ gelişimle atbaşı gidiyordu. Birinin düşüşüne yol açan etkenler, öte­
leşme uzmanı Howard Saalmon, Haussmann'ın başlattığı planlama kinin yükselişini teşvik etti. Şehirlerde cemaat oluşturma çabaları,
girişimlerinin kentsel görüntüye son verdiğini yazmıştı: Yani çalış- psikolojik değerleri toplumsal ilişkilere aktarma çabalarıdır. Bu ne-
� ma, çocuk bakımı, yetişkinlerin sosyal faaliyetleri ve ev içinde ve denle kişidışı ve psikolojik yaşamın dengesizliğinin cemaat ilişki- .lR,c
_

çevresinde kişidışı karşılaşmalardan oluşan zorunluluklar örgüsü­ !erinde nelere yol açtığını ölçmek için cemaat yaşamı arayışının bir
ne. Saalmon 'un kafasından geçen ise, ikametgfilıların, dükkfuıların mecburiyet haline gelmesi gerçeğinin ötesine, insanların aynı top-
ve ofislerin aynı binada yer aldığı endüstri öncesi kentsel haneydi; · rak parçasını paylaştıkları kişilerle yüz yüze, açık ve yakın ilişkile-
ama büyük şehre ilişkin sitemleri de yerindeydi. Buradaki çok iş­ re nasıl özlem duyduklarına bakmalıyız.
Ievliliğin yıkılması ve alanların kullanımının onları kullananlar de' Büyük toplum bu özlemleri pratik olduğu kadar ideolojik bir
ğişse bile değişmemek üzere tasarlanması yalnızca başlangıç yatı­ yolla da biçimlendirmiştir. Bunu kalabalık imgeleri yoluyla yap­
rımı açısından rasyoneldir. mıştır. Çünkü bu imgeler, insanların zihinlerinde cemaat imgesin­
Kamusal alanın bu şekilde yıkıma uğratılmasında hesaplanması den ayrılmaya başlamıştır; aslında cemaat ve kalabalık artık birbi­
gereken nihai bedelin bir parçasını, yine kendisinin yarattığı cema­
rine zıt görülmektedir. Kalabalığın içindeki burjuva, geçen yüzyıl­
ate yapılan paradoksal vurgu oluşturur. Zira, kentin atomlara ayrıl­
da kendi çevresinde bir sessizlik zırhı geliştirdi. Bunu korktuğu için
ması, diyelim ki, anne ve babaların çalışırlarken, oyun oynayan ço­ yaptı. Bu korku, bir ölçüde sınıf sorunuydu, ama yalnızca o da de­
cuklarını izlemelerini de güçleştirse bile, insan ilişkileri kurma aç­ ğildi. Ne bekleyeceğini bilememek, kamu içinde bir saygısızlıkla
lığı duyulmasına yol açan da yine aynı boşluktur. Amerikan banli­ '
. karşılaşma kaygısı, kamusal ortamda olduğu zamanlarda kendisini
yölerinde bu açlık gönüllü birliktelikler oluşturularak giderilir; or­ sessizlik aracılığıyla yalıtmaya çalışmasına yol açtı. Ancien regi­
tak bir görevin yerine getirilmesi ya da eşsiz bir deneyime girişmek me'deki, kendisi gibi kalabalık yaşam kaygısını çok iyi bilen mu­
adı altında insanlar, cemaatlerinin planlamacıları tarafından başları­ adili gibi kamu içinde sosyalliğini denetlemeye ve düzenlemeye
na sanlan coğrafyanın belalarını defetme şansına kavuşurlar. Bu kalkmadı; tersine silmeye çalıştı, öyle ki sokaktaki burjuva, bir ka­
yüzden, banliyölerde araştırmacılara dinsiz olduğunu söyleyen in­ labalığın içindeydi, ama kalabalıktan biri değildi.
sanlar arasında çok sayıda kilise müdavimi bulunmaktadır. Bu yüz­ Günümüzde yaygın olan kalabalık imgelemi ise bir anlamda 19.
den, IL Dünya Savaşı sonrasındaki bebek patlaması sona ermişken, yüzyıla ait yalıtım fikrinin bir uzantısıdır. Lyn Lofland ve Erving
artık yetişkin çocuklara sahip ana babaların büyük çoğunluğu okul Js.
Goffman 'ın yapıtları, örneğin, tüm ayrıntılarıyla kalabalı sokakta­
aile birliklerindeki üyeliklerini hfilil. sürdürmektedirler. Amerikan
ki yabancıların birbirlerine güvende olduklarının küçük ipuçlarını
kentleşme uzmanları arasında, banliyölerin "gerçek" cemaatler vermek için başvurdukları ritüellerin aynı zamanda nas.ıl onların
olup olmadığına ilişkin uzun ve sonu gelmez bir tartışma yirmi yıl­ yalıtlanmalarına yol açan bir araç olduğunu incelemiştir: Bir yaban­
dır süregelmektedir. Böyle bir sorunun ortaya atılmasında asıl cıya güvenli olduğunuzu anlatabilmek için gözünüzü dikip bakmak
önemli olan nokta cemaatin insanların zihinlerinde bir sorun haline yerine bakışlarınızı yere indirirsiniz; yaya olarak birbirinizin geçiş
yolunu açık bırakaıak yol verirsiniz; bir yabancıyla konuşmanız lojisinin", insanın tek başına bir yaratık olarak mı, yoksa toplumsal
gerekiyorsa, "affedersiniz" diye söze başlarsınız vb. Bu davranış bir grubun bir parçası olarak mı ele alınmasına bağlı olduğu üzeri­
tarzı spor olaylaıındaki gevşemiş kalabalıkta ve politik mitinglerde neydi. Kalabalık, normalde öteki insanlara karşı sergilediği tavrın
bile gözlemlenebilir. aksine üyelerindeki kendiliğinden şiddet ve zorbalığın dizginlerini
Fakat, bir başka açıdan da modern kalabalığın imgeleri 19. yüz­ bırakıyordu. Le Bon görüşleri için hiçbir bilimsel dayanak öne sür­
yıldaki korkuyu öylesine genişletmiştir ki, kalabalıklara ilişkin dü­ müyordu, ama hayvanlar üzerinde deney yapan benzer yaklaşımla­
şünce ve yaklaşımlarda bütünüyle yeni bir ilke ortaya çıkmıştır. Bu­ ra sahip başka bir grup insanın bilimsellik iddiası vardı. Farelerden
na göre kalabalık, insanın en hayasız tutkularının kendiliğinden ifa­ yararlanan bu deneyciler, farelerde, laboratuvarda kalabalık halinde
de edildiği tarzdır; kalabalık iplerinden kurtulmuş bir hayvan-in­ bir arada bulundukları zaman bir "davranış çöküntüsü" gözlemlen­
sandır. Biı kalabalık imgesi açık sınıfsal bir karakter içerir: Kalaba- diğini söylüyorlardı. Her bir fare kendi bölgesini dışarıdan gelenle­
384 lık içinde' aktif olarak duygularını ifade edenler genellikle lümpen re karşı vahşice koruyordu, müthiş kötüleşiyorlardı; kalabalık, bir .
pro!eıarya, alt sınıflar ya da tehlikeli toplumsal uyumsuzlar olarak tür psikotik çılgınlığı teşvik ediyordu. Hayvanların davranışların­
görülürler. 1960'lann sonlarında Paris'teki kent ayaklanmalarında, dan insan davranışına ilişkin bir sonuç çıkarılabilsin ya da çıkarıla­
aynı yıllaıda Amerikan şehirlerindeki ayaklanmalarda olduğu gibi, masın, bu bilimsel iddialar giderek bir saçmalığa dönüşür. Gün
muhafazakar basın ve onun izleyicileri, "kötü" öğrencileri ve "kö­ içinde psikotik olmalarına karşın, bu fareler gece birbirlerine soku­
tü" siyahlan kalabalıkları talırik edenler şeklinde betimliyordu ve larak uyurlar; ötekilere sokulamayıp ortalıkta dolaşanların ise ciddi
ilk örnekte, Figaro'nun deyimiyle, bunlar, "dağılmış yuvalardan ve uykusuzluk sorunları vardır. Öteki hayvanların çok azı kalabalığa
sefaletten" gelenlerdi, ikinci örnekte ise Başkan Yardırncısı'nın de­ aynı biçimde tepki verir; kafes fareleri kalabalığa normal ortamla­
yimiyle, "ayyaş serserilerden başka bir şey değillerdi". Böylece rında olduğu gibi tepki vermezler; çünkü kalabalık onlar için aşina
aşağıdan gelen tehlike ile kalabalığın sesinden gelen tehlike birle­ bir şeydir. Kalabalık hakkındaki "bilimsel" teoride önemli olan şey
şir; fakat bu birleşme kendi başına, bir kalabalığı bir canavaıa dö­ kusurları değil, araştırmacıları çok özel bir durumu, kalabalıkların
nüştüren ipinden kurtulmuş kendiliğinden duygulara karşı duyulan psikolojik kötü eğilimleri gibi genel bir metafor getirmeye iten kül­
korkuyu tam anlamıyla açıklayamayacaktır. Bu korkuları dile geti­ türel varsayımlardır. Üstü örtülü biçimde onaylanan, az sayıda bi­
ren saygın insanlar yalnızca daha başına buyruk olan yoksul kötü reysel ilişkiye yer veren, sınırları açıkça belirlenmiş, yalın bir me­
siyahlaıdan ırkçı bir şekilde söz etmiyorlar; Amerikan ayaklanma­ kanın düzeni ve disiplini sağladığıdır.
larının ilk ortaya çıktığı zamanlarda, araştırmacılar, sıklıkla ayakıa­ Modern kalabalık imgelerinin modern cemaat fikirlerine ilişkin
kımını yeren ve yergilerini bir kalabalığın içinde herkesin kontrolü- · sonuçları vardır. Daha yalın bir ortamda düzen kurulabilir, çünkü
nü yitirebileceği yorumuyla bitiren insanlarla karşılaşmışlardı. Bu bireyler öteki bireyleri ve her birey de kendi yerini bilir. Gürültü pa­
durumda kalabalık, kötücül bir sınıfın kendini ifade etme aıacı ol­ tırtı kopardığınızda komşularınız sizi tanır ve bilirler, ama bir kala­
duğu kadaı kötücül bir kendiliğindenliğin nedenidir. balık içinde hiç kimse sizi tanımaz. Bir başka deyişle, cemaatin bir
Sosyal bilimler alanındaki yapıtlar, kendiliğinden kalabalıkların tür gözetim işlevi vardır. Fakat o cemaat aynı zamanda insanların
şiddetine kaışı duyulan korkunun popüler duygulardan daha derin birbirlerine açık ve özgür oldukları bir yer nasıl olabilir? Modem
ama yine de aynı çerçevedeki örneklerini sunmaktadırlar. Sosyal cemaat yaşamında insaıiların aynı anda hem duygusal olarak açık
psikoloji disiplini Gustave Le Bon'un yapıtlarına kadar uzanır; oldukları hem de birbirlerini kontrol etmeye çalıştıkları özel rolleri
Gustave Le Bon yüzyılın başlarında, kalabalıkların bireylerin duy­ yaratan çelişki tam olarak budur. Bu çelişkinin sonucu, yerel cema­
gularında neden olduğu sıradan ve dürüst yurttaşı bir canavara çe­ at yaşamının görünüşte düşmanca bir ortamda bir tür kardeşlik gi­
viren dönüşümleri ele alıyordu. Başlıca örneği de bir insan "psiko- rişimi iken, çoğunlukla kardeş katline dönüşmesidir.
Kardeş katlinin iki anlamı vardır. İlk ve dolay
sız anlamı kardeş;,, • Forest Hills, Queens beldesi sınırları içinde, çoğunluğuYahudi­
!erin birbirine düşmeleridir. Birbirine açılırl
ar, bu özaçılırn temelin;;. . lerden oluşan bir orta sınıf kesimidir. Birkaç yıl önce bir New York
de karşılıklı beklentileri vardır ve ikisi de
birbirini eksik bulur. Kar- ; Belediyesi konut projesinin bu bölgede gerçekleştirilmesi planlan­
deş katli ikinci olarak, bu zihniyetin dünya
ya yönelmesidir. Biz bir dı; bölge siyah ailelerin akınına uğrama. tehdidi altında kalmıştı.
cemaatiz; gerçeğiz; dış dünya bizim kim
olduğumuzu bilerek bize Şansımız var ki, arabulucu Mario Cuomo 'nun tuttuğu günceler sa­
. ·

tepki vermiyor; bu nedenle dış dünyada


yanlış gidetı bir şeyler var; yesinde, söz konusu konutlandırma tartışması boyunca yurttaşların
bizi atlıyor; öyle ise bizim de onunla bir ilgim
iz olamaz. Aslında bu .her adımda bu olaya gösterdikleri tepkileri izleme olanağımız var.
süreçler aynı açılma, düş kmklığı ve kapan
ma ritmiyle işler. . Forest Hills tartışmasının tarihi, civardaki bir cemaat olan Corona
Önceki yüzyılda bu cemaat ritmi duyulmaya
başlandığı zaman­ cemaatinde basladı. !960'ların ortalarında, bu İtalyan işçi sınıfı kö-

larda sanki hfila çok geniş bir salondaym -
ış gibi y,ınkı yapıyordu.
} Dreyfus Davası'ndaki çatışmaları, kimin
gerçekten radikal soldan
kenli semtte, belediyeye karşı sert bir mücadele verildi. ünce düşük
gelirlilere hitap eden konut projesinin gerçekleştirilmesini önlemek 38'­
olduğu kavgasını, hfüil gündemdeki büyük
sorunlar yönlendiriyor­ için, daha sonra da belediyenin yapılmasını önerdiği bir okulun bo­
du. Bir gemeinschaft cemaati mantığı onu
zamanla kendi şartlan yutlarının küçültülmesi için. Uzun vadede Corona sakinleri, avu­
içinde daha da yerel olmaya itecektir. Son
elli yılda olan budur. Ce­ katları Cuomo ile belediyeyi orijinal planlarından vazgeçmeye zor­
maat hem toplumdan duygusal bir geri çekilm
e hem de şehir için­ ladı.
de toprak esaslı bir barikat oldu. Psişe ile
toplum arasındaki savaş Forest Hills halkı bu mücadeleye pek sokulmadı. "O," yani yok-
durumu, bir öncekini, kamu ile özel arasın
daki davraruş dengesini sul siyah ve kültürü, kendi başlarına bela kesilecek gibi görünmü­
yerinden ederek, gerçek bir coğrafi ağırlı
k kazandı. Yeni coğrafya, yordu. Onlar iyi eğitim görmüş liberal seçmenler ve medeni haklar
kentsel olana karşı cemaatle ilgili olanı; kişidı
şı boşluk alanına kar­ hareketinden medet uman türden yurttaşlardı. Ama bir gün "o" Fo­
şı da sıcak duygular alanını kapsar.
rest Hills'in de kapısını çaldı; müstakil evlerin ve küçük apartman­
ların bulunduğu bölgelerinin tam orıasında, yirmi dört katlı üç kule
içine, 840 adet düşük gelirli konutu sığdınlacaktı.
.
B . İÇERİDEN YÜKSELTİLEN BARİ KATLAR
:
işte şimdi, orta sınıf Yahudiler de işçi sınıfı kökenli talyanların

Böyle bir sürecin gerçekleşmesini başla karşılaştığı şeyle karşılaşıyordu. Belediye toplantıları bır komedıy­
ngıçta hiç kimsenin isteme­
diği bir çevrede, dış dünyadan bu geri çekili di; örneğin birinde, orada bulunamayan bir kurul üyesi, oyunu kul­
şin bir örneğine göz at­
mak bilgilendirici olacaktır. Aklıma New lanmak üzere yerine bir temsilci ile okunmak üzere cemaatin orta­
York 'taki Forest Hills tar­
tışması geliyor ki bunu şehir dışında bilen ya getirdiği meselelere ilişkin "tepkilerini" özetleyen bir bildirisini
çok azdır, fakat içindeki­
ler için müthiş yıkıcı olmuştur. Forest Hills göndermişti. Bu davranış, Corona'yı olduğu kadar, Forest Hills'i
'te bir cemaat grubu yal­
nız politik hedefler için birleştiler ve gider de, politikacıların ve onların kurduğu komisyonların, durumdan : ­ :
ek kendi içlerine kapan­ _
dılar. Cemaattekiler arasındaki ilişkiler ki!enen çevre halkının ne düşündüğünü hiç mi hiç önemsemedıgı­
şehirde olup bitenlerle uğ­
raşmaktan daha önemli olmaya başladı. ne ikna etmişti.
Forest Hills davasının bir
açıdan Dreyfus Davası ile doğrudan bir Forest Hills halkı için, belediyenin onların itirazlarının meşrulu­
ilişkisi var; çünkü her iki­
sinde de cemaat aşama aşama, bakımı ğunu kabul etmesi çok önemliydi. Bağnaz ırkçılar olmadıklarını;
ve büyütülmesi cemaat için­
deki insanların başlıca uğraşı haline gelen ama kenar mahalle insanlarının suç oranının yüksek oldu�unu, ço­
kolektif bir kişilik çevre­
sinde biçimlendi. Ama bu modern cema /
cukları için kaygı duyduklarını ve semtlerinin fiziksel o arak yok
at mücadelesi, aynı zaman­
d� da şehrin atomlarına ayrılışının topla edileceğini ısrarla anlattılar.
m etkisini gösterir.
Forest Hills halkının olaya ilgisi arttıkça, belediyenin cemaat
danışma. mekanizması, Değerlendirme Kurulu ve benzerleri, bölge kete geçirdi, çünkü orta sınıftan siyahların çoğu, çevrelerinde refah
sakinlerinin şikayetlerine kulak asmaksızın, canla başla projeyi ta­ devletinin eline bakan komşularının olması yönünde bir istek taşı­
mamlamaya çalıştılar. Sonunda yasal formaliteler bitirildi ve inşaat mıyorlardı. Forest Hills grubu bunun farkındaydı ve kendi durum­
başladı. Semt sakinleri geri kalan tek çareye, medyaya başvurdular. larının desteklenmesi için, yardımlarla yaşayanlara karşı işçi sınıfı
Kamusal gösteriler yaptılar; Belediye Başkanı Lindsay'ı Demokrat üyesi siyalılardan yararlanmaktan geri kalmıyordu. Fakat projeyi
Parti başkan adaylığı için kampanya yürüttüğü Florida'ya kadar iz­
· aktif olarak destekleyenler, özellikle de yukarı sınıftan siyahlar ve
leyip konvoyunu taciz ettiler ve televizyon kameralarının çekim beyazlar, bunu, cemaatin her şeyi eline yüzüne bulaştıran belediye
alanına girmeye çalıştılar. yönetimine karşı duyduğu öfkeyi pekiştirecek şekilde yaptılar.
Bu kamusal kampanya Belediye Meclisi'ni ürküttü. Şehir ile 14 Haziran 1972'de, projeden yana olan şehir gruplarının ortak
semt arasındaki çelişki giderek içinden çıkılınaz hale gelince, Baş- sözcüsü ile yaptığı bir konuşmada, Cuomo şunu kaydetti: "Bunlar
388
kan Lindsay, Mario Cuomo 'yu bilirkişi ve bağımsız yargıç olarak cemaat sakinlerinden olmadıkları ve doğrudan etkilenmedikleri için l
atadı. Cuomo, insanların neler söylediklerini, nasıl davrandıklarını ..... bu gruplar için meseleye ulvi 'ahlil.k ilke.leri' temelinde yaklaş­
mümkün.' olduğunca kesin bir şekilde belirlemeye çalıştı. Belki de mak çok daha kolaydır." Projeyi destekleyenlerin, aşağı sınıftan iş­
en değerli olan da böylece elde edilen kayıtlardı, çünkü olup biten­ galcileri tanımadan olayı ahlil.k temelinde değerlendirenlerden oluş­
lere ilişkin herhangi bir teoriden bağımsız ve doğrudan bir yöntem­ tuğu anlaşılıyordu; onlar ne derse desin, söyledikleri yalandı; çün­
di bu.' kü buradaki görüntünün gerçeklikle ilişkisi bariz şekilde aldatıcıy­
Cuomo'nun yaptığı bir anlamda basitti. Gözlemlerde bulundu, dı. Böylelikle, acılar içindeki cemaat kendisini bir ahlil.k adası ola­
konuştu, tartıştı; Forest Hills'in lehine bir uzlaşma sağladı. Uzlaş­ rak görmeye başladı. Cuomo'nun Forest Hills Yahudilerinde gördü­
ma, Başkan tarafından ve ardından da sorumlu hükümet organı ğü, 1890'1arın Paris'ini gözlemleyenlerin Drumont gibi anti Semit­
olan Değerlendirme Kurulu' nca gönülsüz de olsa benimsendi. Ama ler arasında gördükleri şeydi: Tüm dünya çürüyüp körleşiyor ve
bu pratik kazanımlar o zaman cemaat için önemli bir şey olmaktan önemli olan yalnızca bizleriz. "'
çıktı. Tıpkı Dreyfus savaşçılarının olayın boyutlarını politik bir dra­ Oysa çatışmanın başlangıç safhalarında yaşanan "kimse bizi an­
ma olmaktan çıkarıp cemaat uğruna kavgaya tutuşmaya çevirmele­ lamıyor" gibi duygular genellikle bilinçli olarak abartılıp manipüle
ri gibi; bu ırksal-sınıfsal anlaşmazlık içindeki insanlar da o çizgiyi edilen görünüşler takuımaktan ibaretti. Başlangıçta cemaat içinde­
aştılar ve başlayan yeni dönemde normal politik kanallardan elde ki insanlar belli bir hedef düşünmekteydi; projeye son verebilmek.
edilen sonuçlar onlara anlamsız gelıneye başladı. Cemaat her üye­ Ahlil.ki bir öfke duyma rolünü oynayarak belediyenin belirli ödün­
sinin faziletinin amansız bir savunucusu oldu. Politikacılara ve bü­ ler vermesi için uğraşıyorlardı.
rokrasiye aldırmadan meşruiyetlerini iddia ettiler; cemaatin yasal 12 Temmuz 1 972'de, Cuomo, Forest Hills liderlerinden Birbach
olarak vazgeçilmez haklan olduğunu savunmuyorlardı ama sanki ile bir toplantı yaptı; Birbach projenin kendi taleplerine uygun ola­
acı çekmenin ne olduğunu yalnızca cemaat insanları, Forest Hills rak değiştirilmemesi durumunda kendi evini de bir siyaha satacağı­
Yahudileri bilirmiş, yine yalnız onlar kamusal konutlandırmanın nı, ardından da beyazların yığınsal olarak göç etmelerini sağlayaca­
manevi değerini takdir edermiş gibi davranıyorlardı; cemaat insan­ ğını, "tüm cemaati altüst edeceğini" ilan etti. Cuomo korktu mu?
larına direnmek ahlil.k dışı ve muhtemelen anti Semitik bir davra­ Pek sayıln1az, çünkü öfkeyle konuşan Birbach'ın aslında söyledik­
nıştı. lerini kastetmediğini biliyordu. "Nasıl tavır alacaklarını dikkatle
Sosyal yardımlarla yaşayanlara atılan çamurun, ırksal temelleri planlamışlar," diye yazdı. "Birbach kavgaya sık1 başlayacaktı.""
kadar güçlü sınıfsal temelleri de vardır. Bu yüzden New York'taki 14 Eylül'de Cuomo "kum torbalan dizme" hilesinin nasıl işledi-·
Forest Hills konut projesi s'iyah cemaat içinden çok az kişiyi hare- ğini kaydeder. Cemaatten bir grup, öncelikle Belediye Başkanı'nın
bu işin başını çekmesi durumunda bir ödün vermeye yanaşacakla• gelmeleridir. Bunun nedeni, insanların, modern toplumu yönetıne­
nna dair Başkan'a söz vermişti. Hemen ardından da, gizlice, Baş' ye başlayan kişilik şartlan yoluyla dış görünüşlerin mutlak gerçek
kan 'ın yer aldığı kurulda bulunan öteki üyelerin bu ödün aleyhine · olduğuna inanma eğilimleridir. Bir grup insan politik amaçlarla bir
oy vermeleri sağlanarak Başkan oyuna getirilmiş . olacaktı. Kimse­ . araya gelince kendilerine ortak duruş noktalan tayin edıfrler ve ta­
nin desteklemediği bir şeyi destekleyecek ve dışlanmış olacaktı. yin ettikleri o duruş temelinde davranmaya başlayarak giderek o
Cuomo'nun bundan çıkardığı sonuca göre, "bu klasik bir tezgfilııı, . . durusa inanırlar, onu takıntı yaparlar ve savunurlar. Bu duruş, güç
·
' .
ama o zaman aktif olarak bu politik oyuna katılan herkes, bu tü� oyununda elde edilen yeni bir konum değil, kim olduklı\r:ının ger-
taktikleri kaçınılmaz değilse bile izin verilebilir görüyordu." Cuc çek bir tanımına doğru atılan bir adımdır. New York Bel�diyesi gi-
omo bu söylediklerine şöyle bir açıklama getirir: "Böylesi bir cin­ bi güçlü bir kuruma meydan okuyan güçsüz gruplar için, başlangıç-
fikirlilik umut kırıcı olsa da bunun başka türlü de olabileceğine ta kullanabilecekleri tek maske ahlaki maskedir. Tabii ki, bu ahlaki
3
2 inanmak giderek naiflik gibi görünür.'"' öfke çığlıklarını samimiyetsiz olarak değerlendirmek doğru olmaz; 91
Bu oyunlar eğer salt hile ve aldatmaca meselesi olarak kalsaydı, önemli olan bu değil. Bu temelde kavgaya tutuşan çoğu cemaat gru-
bir gözlemci, bilirkişinin de naifliğini yitirdiği sonucunu rahatlıkla bu kendi hakiki ahlii.ki öfkelerini kendilerini meşru kılma yolu ola-
çıkarırdı. Hile ve aidatına politik cephanenin klasik silahlandır. rak kullanırlar. Burada olan şey, modern toplumda egemen olan
Gerçekten de, siyaset bilimcisi Norton Long tarafından geliştirilen inanç kodlarının onları giderek bu öfkenin asla ödün verilemeye­
kentsel yapıya ilişkin çağdaş bir teoride, bu tür oyunlar olmaksızın cek, hatta gerçek eylemlerle dahi dinmeyecek kadar değerli olduğu-
kent dokusunun parçalanacağı öne sürülmektedir. Norton Long, na inandırmasıdır, çünkü artık kolektif bir kişi olarak onların kim
Oyunların Ekolojisi Olarak Şehir adlı yapıtında şöyle yazıyor: �lduklarının bir tanımı haline gelmiştir. Bu noktada, psikoloji, po­
"Oyunlar ve oyunculan istedikleri sonuçlara ulaşabilmek için ke-. litikayı yerinden eder.
netlenirler; teritoryal sistem doymuş ve düzen sağlanmıştır." Long, Bu olgu için retorik yoluyla yönetim, ideolojik bunama gibi pek
bu sözleriyle, Birbach gibi oyuncuların kendi hilelerinin iyi ve ya' çok başka isimler de var ve bu isimler daha çok grupların meşru ta­
rarlı olduğunun bilincinde olduğunu kastetmiyor; kastettiği Hob­ leplerini yerin dibine batırmak isteyenler tarafından kullanılan yer­
bes 'un bir zamanlar yazmış olduğu gibi, kendi çıkarını düşünme­ gilerdir. Bu süreçte kötü olan politik talepler değil, kişiliğin kültü­
nin, insanları kişisel arzularının ötesinde yatanlara karşı körleştirdi­ rel şartlarının iddialı bir grubu ele geçirip, kendisini giderek duygu­
ğidir. Long'un oyunların ekolojisi kavramı bu gayri resmi hilelerin sal bir kolektiflik olarak görmesine yol açmasıdır. Tam o noktada
şehir içinde bir güç dengesi yarattığını öne sürer. Long, şehri çatış­ dünyaya bakan çehre sertleşir ve cemaat çok daha yıkıcı bir iç işle­
maların ürettiği bir denge durumu olarak görür; şehir kavramı Loc­ yişe sürüklenir.
ke 'un genelde topluma bakışına benzer. Long, şehir sakinlerinin sı­ Forest Hills olayında değişim üç aylık bir süreyi kapsadı. Eylül
nırlı alanlar içinde "rasyonel olduklarını ve bu alanlara ilişkin he­ ortalarında, günce yazarının sözleriyle, insanlar "daha önceleri ina­
deflere ulaşmaya çalışarak toplumsal bakımdan işlevsel hedefleri nıyor gibi yaptıkları şeylere gerçekten inanmaya" başlıyorlardı.
başardıklarını" söylemektedir." Dreyfus Davası 'nın tersine, katalizör olarak hizmet eden tek bir
Bu tür teoriler bir cemaat içindeki rol yapmayı cemaat dışında­ olay ya da küçük küçük olaylar söz konusu değildi. Aynı öfkeyi
ki mevcut güçlerle ilişkisi bağlamında tanımlar. Ahlfil<i tavırlar, uz­ paylaşmaları giderek daha çok insanı ister istemez, bu sergileme
laşmazlık maskeleri ve benzerleri cemaatin bu dünyadaki amaçları­ olayının birbirleriyle bir tür birlik içinde olduklarının göstergesi
na ulaşmada ne kadar uygun olduğunu anlamaya yararlar. Bununla olarak düşünmeye alıştırmıştı. Aynı öfkeyi paylaşmak cemaat için­
birlikte, modern cemaat rollerine özgü olan şey, yalnızca güç aracı de konuşmanın bir yolu haline gelmişti ve bu duyguyu paylaşma-
olduğu sanılan maskelerin, kendi içlerinde birer amaç durumuna yan herkes şüpheli kişiydi.
·
Konuyla ilgili olarak iki ayrı çift, Gordonlar ve Sternler 13 Ha­ özelliklerinin iyileştirilmesidir.
ziran' da onu görmeye geldiler. Emekli bir öğretmen olan Gordon New York'un çoğu kesimleri gibi Forest Hills de oradaki insan­
ders notları elinde, tam takım hazır gelmişti. "Başlangıçta tam pro­ ların Yahudi olmaları ve bunun geçmişte de böyle olmuş olması ne,
fesyonel gibi soğukkanlılıkla konuşmaya çalışıyordu, ama çok geç­ deniyle bir Yahudi bölgesidir. İbranice artık hiç duyulmuyor ve İb­
meden kendi korkularına yenildi ve sonunda bana bağırıp çağırma­ ranice gazeteler de giderek yok oldu. Birkaç kosher kasabı olabilir,
ya başladı." Cuomo şöyle aktarıyor: "Onun karşısında şeytanın çünkü kosher sığır etleri hiili\ kentte bulunabilecek en taze et olma
avukatı rolünü oynamak mümkün değildi; kendi konumuna ters dü­ · özelliğini korumaktadır, ama böylesi dükki\nların sayısı çok azdır.

şen herhangi bir soru sormak şeytanın ta kendisi olmak demekti ..... Elli yaşın altında çok az Yahudi kendi ana dilinde bir cümle konu­
Sözlerini sesinin en üst perdesiyle sona erdirdi: 'Karıma saldırıp ır­ şabilir ya da yazabilir; ama dualar ezberden okunur. Daha yaşlı
zına geçecekler ve sen kalkmış bana makul olmamı söylüyor- New York Yahudileri arasında birkaç yıl öncesine kadar, kalıplaş­
3 92 sun! "'14 mış Yahudi tiplemesinin aksine davranmak için büyük çabalar gös- l
Cuomo, Haziran'da, bu ortak hassasiyetin çerçevesini oluştura­ teriliyordu; yüksek sesle konuşmamak, "klancı" görünmemek, işte
cak etıük şartlara da bir göz attı. 1 9 Haziran' da, cemaat kadınlarını ya da olnılda saldırganca davranmamak gibi bunların tümü de ka­
temsilen bir delege Cuomo'yu ziyaret etti. Bilinen tekdüze konuy­ lıplaşmış tiplemelerin ne denli ciddiye alındığını gösterir. İbranice
la söze başladılar: "Emek vermeyenler pahalı apartmanlarda otur­ bir kelime olan yenta, hem saldırganca kaba hem de budala bir in­
mayı hak etmezler." Fakat sonraki çıkarımları daha çarpıcıydı. Cu­ .�. �'. san anlamındaydı; şimdi yirmili yaşlarında olan Yahudiler arasında
lr i
omo 'ya onların "Yahudi karşıtı bir başkan tarafından kendilerine ise bu sözcük "Yahudi gibi" davrananlara yakıştırılmaktadır. Etnik-.
karşı bir fesadın içine sokulduklarını; Coronalı İtalyanlara siyahla­ likteki bu sterilizasyon yukarı doğru bir hareketliliğe sahip olsun
5,
rı defettikleri için çok kızdıklarını" söylediler. Bir kez daha, Yahu­ olmasın, Amerika'daki etnik grupların çoğunun yaşadığı bir du-
dilerin toplum kurbanı oldukları duygusuna kapılmışlardı." rumdur. Dil, beslenme tarzı, aile içi saygı görenekleri; bunların tü­
Yahudi paranoyası mı? Etnik yalıtım mı? Sorun, bunların ne an­ mü, doğrudan utanç verici değilse bile, ikircikli duygular uyandırır.
lama geldiğidir. Göç sırasında Avrupalı ve Asyalı göçmenlerin çoğu çok dindar
İnsanların yaşamlarının etnik boyutları, bir kolektif kişilii!;in köylüler ve çiftçiler olduğundan, yitirilen temel deneyim dinsel idi.
yansıtıldığı cemaat süreçlerine karşı özel olarak duyarlıdır. Geçmiş­ Etnik bir grup şimdi kendisi hakkında yeni bir bilince ulaştığında,
te etnik kesimlerin ihtiyaçlarına gözlerini kapatan bir dünyaya çev­ ii.detler yeniden canlandırılabilir; fakat ortak ruh yok olmuştur. Bu
rilen bir öfke maskesi katı bir maskeye dönüşür ve dayanışma ve inancı saran adetlerden oluşan dış kabuk, öteki insanlarla kurulan
ihanet sorunları acı bir biçimde birbirine karıştırılır. Batı Avrupalı çok özel ve sıcak bir ilişki ve birliktelik hissini tanımlayabilmek
ve Amerikan kentli topluluklarda etnik kökenin, grup yaşamına iliş­ için yenilenmiştir. Amerika'da insanlar, Yahudiler, İtalyanlar ve Ja­
.kin sınıfsal ilkelerden daha yeni ve "anlamlı" bir ilke olarak keşfe­ ponlar olarak aslında geçmişin töre ve ii.detlerinin kaynaklandığı
dilmekte olduğu bir gerçektir. Burjuva kesiminin dış dünyaya karşı "aynı iç bakışı" yani dinsel inancı paylaşmazken, "aynı dış bakışı"
etnik isyanları bu dünya ile daha kolayca bütünleşebilmektedir; ka­ paylaştıkları için kendilerini birbirlerine yakın hissederler.
tılan insanlar da öfkeli, acımasız ve tutarlı olurlar; sistem önceki gi­ Bu "dış bakış" ve algı ortaklığı, bu cemaat duygusu nasıl hare­
bi sürer. Etnik kökenin modern cemaat rolleri için bu denli mükem­ kete geçirilecektir? En basit yolu, dışarıdan gelen saldırılara diren­
mel bir araç olmasının nedeni, etnik kökenin politik, dernografık ve mektir; gerçekten de, bir gruba yapılan saldın, grubun zilıninde
hepsinden önce dinsel çözümlerin iyileştiremediği bir şey ile; yaşa­ onun kültürüne yapılan bir saldırıya dönüştüğünde, insanlar yalnız­
mın duygusal anlamda iyileştirilmesi ile ilgili olmasıdır. Burjuva ca birbirlerine güvenebileceklerine inanırlar. Saldın altındaki etnik
tipi etıüklik, kültürün kendisinin değil, yitik bir kültürün kişilik bir cemaat neleri paylaşır? Forest Hills'tekiler, Yahudi olmaktan
utanmayın, ayağa kalkın,
kendinizi koruyun ve öfk
eli olun d"ıyor- .:
· ·rı··
!ardı. Fakat etnık bir kim Cemaat doğallıkla iktidar araçların;ı, komisyonlara, resmi oturum­
bu k01ektı"f kişı
liği paylaşmak bir du
. . , bu öfkeli Yahudi
uyu
'
. pay1aşmaks . a : lara vb karşı duruma geldi; dünyaya onlann sahteliklerini ve ahlii­
e ı·ı oımazsa v : .
o1amaz mı? Bu saçma bir
kimdir?
· o··fk ıah udı ·
.
ki açıdan sahici olmadıklarını göstererek bu mekanizmaliırı parça­
.
dokunmadan etnık kabuğu
tekrara düşmek olur. İna
yeniden canlandırmak dur
ncın m rkezine � lamayı umuyordu. Onların sahteliğine inandıktan sonra, cemaatin
umunda, ın- . onlarla yürütebileceği hiçbir şey olamazdı; aksi halde bu onların
sanlann pay1aşınak zorund
a oldukları şey, öteki insa
na ilişkin bir varlık nedenleriyle uzla�mak anlamına gelirdi Forest Hills davası­
şey duyma arzularıdır. Bu
şartlarda cemaat, inanmada .
lık du um dur
� � :

endisini yaln ızca içsel tutkular ve
n çok bir var-
dışs.al geri çe­
• nın ironik sonucu, bürokratik yetersizliğin projeyi uzun zaman işle­
mez hale getirmesi ve Forest Hills halkının cemaat dışından biri
ki 1me ı1e surdurur.
,
94
Demek ld'Cuomo'nun, daha işin baş
ında, olaylara ilişkin çar­
olarak hiç güvenemedikleri belediyenin atadığı arabulu,cu Mario
Cuomo'nun, onların çıkarlarının en etkili sözcüsü durumuna gel-
- pıtmalan duzeltmeye
çalıştığı zaman Forest Hil
ls kadın1annın li- . 9
3 5
'.· � . . d.ı. 17

derı r ve erkek erı gibi, mesıy



kın ın mayı, soyledikle

etnik bir tehdidin kokusu
rını bile dinlenmedikleri
nu alarak "b a- � Cemaat içi dayanışmayı korumak için politikanın dolambaçlı
"ni not etmi ol­ yollarından kaçınılması halinde, dayanışma ile ihanet arasındaki
�ası hıç de şaşırtıcı değildir. Eğer Cuomo ile görüş
bır grup olsalardı, Yahudil
er olarak saldırı altında olm
alışverişine çık
.
� çizgi kaçınılmaz olarak karışacaktır Bu tikel cemaatte, bir kişinin
.
aları sayesın- herhangi bir ödün verilmesine karşı çıkması, onun Yahudi olmak- ·
de b"ırb"ırı eru1e bağlılık,
· kar deş lik,
an
� birlik ve saflık duygularınd tan utanmadığı şeklinde anlaşılıyordu. O dönemde cemaate yaptı­
dogan o ana ılışkin . güçlerini kaybed
erlerdi. ğım ziyaretlerde, sık sık İsrail' den yana olmakla yerel konut proje­
Cuom , z ı Eylül' de katıldı
� ğı bir toplantıyı anlatırken, siyle ilgili hiçbir ödüne yanaşmamanın aynı şey olduğunu söyleyen
laşmanın ıyı. bır . betımle bu katı­
mesini yapar: insanların konuşmalanna tanık oldum. Toplantılar sırasında insan­
Forest Hills cemaati, son birkaç aydır olduouu ı:::ırrı"b·ı, şımdı lar devamiı acımasızlık ve kararlılık sınavlarına tabi tutuluyordu ve
.
!arının sehrin ileri gel 1 . . d
" . de başlıca sılah- konut inşasından yana eğilim gösterenler al1lfild bakımdan tehlikeli
ve ka�u�llenme beklem:�: ��i;���� =t�:�����ğ�n ;.��� �? ho�görü ce t
nçlerini abartıyorlar. Vue ız��;'r:��:ta �nu
derecede bozulmuş bulunuyordu. Gerçekten de, Yahudi Savunma
yapabı/n1ck için güçlerini ve:;1�dire
men yapm.._cu..·ık olan şey.
Birliği (bir militan grup) bu "ödün vericilerden" birinin işyerinin
kendi kendini iletip besl s
n1a .'c:err
,
,.., elonu
:t eııe '' ..şur.

" o··
un, .nerek bagTırıp çag"ıraneniryu··zvek·ı"
sonıın'la' ya
u . n l ıa�-
s
.l
camına "Bir Daha Asla!" sözlerini karalamışlardı; bu, konut yapı­
·
tepı
·sakın ı, c./aJ1a o11ce
Uilf
.
c.ıen sadece inan1yor ,.,
- Rore mından yana tavır takınmakla, hiç direnmeksizin Nazi ölüm kamp­
oihi ,.,
oörun
st Hılls
� ·· d""k/
ll eı.ı· şeylere arn
· k ınaM

nıynrlardı.11• �
.
larına gitmenin özde aynı olduğu anlamına geliyordu.
Bu şirin, sessiz cemaat kendisini bir Yahudi gettosuna dönüştür­
Eylül sonlarında, duygud dü, kendi duvarlarını ördü. Üyeleri ahlaki öfke piyasasında bir tez­
aşlık içinde daha sıkı birl
ik olduk!
��
Forest Hills sakinleri, For d ,
est Hills dışındaki dünyay ' gah kapmış gibi davranıyorlardı Cemaat içindeki çatışmanın içeri­
a teve ıe .
Y�aşıyordu. "Bir mucize ği hiçbir şekilde Guesde ve onun partizanları arasında incelediği­
bekleyin" diyorlardı; geç
miş eylem1er'·"
temıze çıkacağı ve "hiçbir miz ideolojik çatışma konularıyla benzerlik taşımıyor. Fakat bir ta­
proje"nin kabul edilmeyec :
eg"ı· bır
" mucı-
u ı ı·ktidar mekanizmal
ze- Bu arada da, fi·ı· vır almanın giderek katı, simgesel bir kolektif benlik edinmeye dö­
nn . Bir 'sehır
· de gerçek guç .
.. , bır
arının iplig
.. alışverış
tur . me
" ini pazara çıka-
selesi 'olduğuna gö-
nüşmesi şeklindeki süreç aynıdır. 1 960'ların, orta sınıfa meydan
.. um
.. ette .
�. � .
r huk . önerile
n gelen fııli okuyan siyal1 cemaat hareketleri, yakın yer ve zamanlarda benzer
�: r cemaate kokuşmuş ve .
nuy rdu çünkü bunlar kir]"ı o. u
? yal nızca kıs mi ödünlerdi Cemaatin d : duvarların örülmesiyle sonuçlandı, çünkü uzun erimli planlarda ya

yebılecegı tek gerçek güç
, bütünüyle tatmin olmakt .
ı -her e �� da taktiklerde anlaşmazlığa düşen fraksiyonlann her biri. kendisini

��
Z kere edılemez bır tale ­
f ptir- ve böyle bir tatn1ine "halkın" meşru sesi olarak görmeye başlamıştı Dışarlıklılar, beyaz­
asla ul ı maz. .
lar gibi öteki siyal11ar da uzak durmalıydılar.
C. CEMAAT İN İNSANİ BEDELLERİ Cemaat içi dayanışma uğruna verilen mücadelenin toplumdaki
genel politik yapılar açısından istikrar sağlayıcı bir işlev gördüğü­
Antropologlar toprak esasına dayalı, cemaat içi katılaşma için
ya­ nü kavrrunak için her an her yerde komplolar hazırlandığına inanan
lancı-türkşim (pseudo-speciation) terimini kullanıyorlar. B u
terim­ bir kişi olmak gerekmiyor. Tıpkı karizmatik deneyimin insanları,
le, bir kabilenin gerçekten insani olan tek insan topluluğuymuş söz konusu politik yapılarla uğraşmaktan alıkoyması gibi, cemaat
gi­
bi davranması kastediliyor. Öteki kabileler onlar kadar insan değil­ oluşturma çabaları da dikkatleri bu yapılardan başka yönlere çeki­
dir; ya da' hiç insru1 değildir. Eğer modern cemaat süreçleri basitçe yor. Kardeş katli fırtınaları ve gerilimleri sistemin sürdürülmesine
bu antropolojik çerçevede değerlendiriliyor olsaydı, sürecin esasına hizmet ediyor. Burada da, karizmatik deneyimde olduğu gibi, top­
ilişkin bir şeylerin yitirilmesi kaçınılmazdı. Bu hoşgörüsüzlüğün lumdaki kişisel hırsların toplum düzenini bozmakla karıştırılması
giderek büyümesi aşırı gururun, küstalllığın ve grup içi özgüven
in son derece kolaydır. Aslında olmlar tan1 tersidir; insruılar cemaat
3 96 ürünü değildir. Bu, cemaatin ancak
sürekli bir duygu körüklenme­ hırslarına kapıldıkça toplumsal düzenin temel kurumlarına dokun- '
siyle var olduğu, çok dalla kırılgan ve özkuşkucu bir süreçtir.
Bu maz olurlar. Karizmatik liderlikte olsun, cemaat duygularının teme­
histerinin nedeni ise insanın doğuştan gelen yıkıcılığının·dayanışma
linin oluşturulmasında olsun, politikada kişisel güdülenim mesele­
eyleminde iplerinden boşalması meselesi olmayıp, kültürel şartların
lerinden baştan çıkarma olarak söz etmek, bir eğretilemeden değil
zorlama ve dürtme olmaksızın gerçek toplumsal bağların son dere­
sistematik bir yapısal olgudan söz etmektir. Bir cemaat olmak için
ce yapay görünmesine yol açar hale gelmiş olması meselesidir.
mücadele veren insanlar, birbirlerinin duygularıyla dalla önce hiç
Atomlarına ayrılmış toplumsal alanlardan oluşmuş bir toplumda olmadığı kadar içli dışlı oldukça, "yerel katılım" ve "yerel müdalla­
insanlar hep birbirlerinden kopmaktan korkarlar. Bu kültürün in­ le"ye ne kadar istekliyseler, iktidar kurumlarına, kafa tutmayı bıra­
sanlara öteki insruılarla "bağ kurabilmeleri" için sunduğu materyal
­ kın, onları anlrunaktan bile o kadar uzaklaşırlar.
ler içgüdülere ve niyetlere ilişkin istikrarsız simgelerdir. Simgelerin Çoğu kişi tarafından ilerici görülen yerleşim yeri plmlrunaların­
karakterlerinin sorun teşkil etmesi nedeniyle, onları l..-ullananların da özel türde bir ademi merkeziyetçilik hedeflenmiştir. Yerel birim­
bir yandan da devrunlı onların gücünü sınrunak zorunda kalmaları ler, ballçeli bmliyö evleri, kasaba ya da semt meclisleri oluşturul­
kaçınılmazdır. Nereye kadar gidebilirsiniz, ne ölçüde bir cemaat muştur; kağıt üzerinde yerel denetim güçleri amaçlanmaktadır, fa­
duygusu taşıyabilirsiniz? İnsanlar gerçek duyguları uçlardaki duy­
kat aslında tüm bu yerel kuruluşlar hiçbir gerçek güce sa'!ıip değil­
gularla eşitlemek zorunda kalacaklardır. Akıl Çağı'nda, insruılar
dir. Karşılıklı bağımlılığı had safuaya erişmiş bir ekonomide yerel
kendilerini modern bir oyun salonunda ya da barda utanç verici bu­ sorunlarda yerel kararlar bir yanılsamadır. İyi niyetli ademi merke­
lunabilecek duygusal gösterilere verdiler. Oysa kim olursanız olun ziyet çabaları, Forest Hills bunalımındaki kadar aşın uçlarda olma­
bir tiyatroda ağlrunanın kendi içinde özel bir anlamı vardı. Modern sa da yapısal açıdan bunaltıcı bir benzerlik taşıyan cemaat ritiınle­
bir kardeşlik grubunda yaşanan duygular, esas olarak sizin ne ri doğurur. Cemaat içinde herhangi bir şeyi değiştirebilecek güce
tür
bir insru1 olduğunuzun ve kardeşinizin kim olduğunun ilanıdır. sallip olduklarını düşünen insmların, cemaatin gerçek sözcüsünün
Böylece çarpıcı duygu gösterileri, öteki insanlar nezdinde, kim olduğu konusunda şiddetli mücadelelere girdikleri bu yerel
sizin
"gerçek" olduğunuzun işaretleri haline gelir ve sizi de havaya kavgalara her kent planlrunacısı tanık olacaktır. Söz konusu müca­
so­
kup ateşleyerek "gerçek" olduğunuza inmdırır.
deleler insanları cemaat içi kimlik, dayanışma, egemenlik konula­
Şimdi kent planlamacılarının, bir bütün olarak şehirde anlrunlı rında öylesine meşgul eder ki, gerçek güç müzakerelerinin yapıla­
krunusal alanlar ve krunusal yaşamı yeniden canlmdırmak yerine,
cağı an gelip çattığında ve cemaatin yüzünü, gerçek gücün sallibi
şehir içinde yerel düzeyde bir cemaat duygusu oluşturnıaktan
dem olan dalla geniş şehir yapılarına ve devlete çevirmesi gerektiğinde
vururken, pervasızca oynadıkları ateşe bir bakalrm.
cemaat kendi içine o denli dalmıştır ki, dışarıya karşı sağırlaşmıştır,
tükenmiştir ya da parçalanmıştır. lu açılmıştır. insanların yeni itkileri olursa, cemaat çatırdar; artık
. Kişidışılıktan ürken bir toplum, doğası gereği dar görüşlü kolek­ aynı duyguları paylaşmayacaklardır; değişen kişi cemaate "ihanet
tif yaşam fantezileri geliştirir. "Kim olduğumuz" meselesi ileri dü­
etıniş" . olur; bireysel sapmalar büt!inlüklerinin gücünü tehdit et­
zeyde seçici bir tahayyül eylemi olur: Kişinin yakın çevresi, işye­
mektedir; işte bu nedenlerle insanların izlenmeleri ve sınanmaları
rindeki çalışma arkadaşları , ailesi. Kişinin tanımadığı insanlarla,
gereklidir. Birbiriyle bu denli çelişik şeylermiş gibi görünen güven­
yabancı; ama onun etnik çıkarlarını, aile problemlerini ya da dinini
sizlik ve dayanışma birleşmiştir. Cemaat dışı dünyanın yokluğu, ce­
paylaşabilecek insanlarla özdeşleşmesi zorlaşır. Kişidışı sınıfsal
maati yanlış anlaması ya da onu umursamaması aynı şekilde yo­
bağlar gibi, kişidışı etnik bağlar gerçek bağlar değildir; kişi onlarla
rumlanır. Kardeşlik duyguları doğrudan ve çok güçlü bir. şekilde
ilişkisini tanımlarken "biz" diyebileceği insanları kişi olarak tanı­
hissedildiğine göre, ötekiler bizi nasıl anlayamıyorlar ve neden bi­
mak zorunda olduğunu hisseder. Tahayyül ne kadar yerel kalırsa, şu
ze karşılık vermiyorlar? Dünya güçlü arzular karşısında neden bo-
.
l türden bir psikolojik mantığın yürütüldüğü toplumsal çıkar ve so­ yun eğmiyor?. Bu soruların tek yanıtı cemaat dışı d.unyanın,.ıçerı"de- l99
. · -
-

runların sayısı da o denli artar: Bu işe karışmayacağız, bunun bize


"ki yaşamdan daha az gerçek, daha az sahici olduğudur. Bu yanıtın
zarar vermesine izin vermeyeceğiz. Bu ilgisizlik değildir; reddet­
sonucu da dışarıya bir meydan okuma olmayıp, onu reddetınektir;
medir, ortak benliğin izin verebileceği bir deneyim alanının iradi
"anlayabilenlerle" sürekli birbirini sınamaya dayanan bir paylaşım
olarak daraltılmasıdır. Bu yerelleşmeyi dar politik terimlerle düşün­
ilişkisi kurmak için dışarıya sırtını dönmektir. Bu, sek!ilercbir top­
mek olgunun kimi unsurlarını görmemek olur; mesele, en başta ki­
luma özgü sekterliktir. Başkalarıyla bir şeyler paylaşmanın dola­
şinin riske girmeye ne ölçüde gön!illü olduğudur. Başkalarıyla pay­
yımsız deneyimlerini toplumsal bir ilkeye dönüştürmenin sonucu­
laşabileceği bir benlik duygusu ne denli yerelse riske girmeyi o dur. Ne yazık ki, toplumdaki geniş ölçekli güçler psikolojik olarak
denli az göze alır.
belli bir mesafede tutulabilirler, fakat bu nedenle ortadan kalkmaz-
Dar bir çevrenin dışındaki gerçekliğe ilgi duymayı, bulaşmayı lar.
ya da o gerçeklikten yararlanmayı reddetmek bir bakıma, bilinme­ Son olarak, modem gemeinschaft eylemden "daha büyük" olan
yene duyulan basit bir korku anlamında evrensel insani bir arzudur. bir hissetıne durumudur. Cemaatin üstlendiği tek eylem, cemaatin
İtkilerin paylaşılması ile oluşan cemaat, klostrofobiyi bir etik ilke­ duygusal gözetimidir; ötekilerle aynı duyguları taşımadıkları için
ye dönüştürerek bilinmeyene duyulan korkunun körüklenmesi şek­ oraya ait olmayanları çıkararak cemaati arılaştırmaktır. Cemaat içe­
linde özel bir role sahiptir. ri alıp özümleyemez, dışarıya doğru genişleyemez; çünkü o zaman
Gemeinschaft terimi, başlangıçta duyguların öteki insanlara tam arılığını yitirir. Böylece kolektif kişilikle sosyalliğin özü, yani de­
olarak açılması demekti; tarih içinde de aynı zamanda insani cema­ ğiş tokuş karşı karşıya konur ve psikolojik bir cemaat toplumsalın
at anlamını edinmiştir. Bu ikisi bir arada alınınca, gemeinschaft, karmaşıklığı ile savaşa girer.
içinde kısmi, mekanik, duygusal düzeyde ilgisiz kişilerin var oldu­ Kent planlamacılarının, muhafazakar yazarların farkına vardık­
,ğu grupların tam aksine, apaçık duygusal ilişkilerin olanaklı oldu­ ları ama yanlış yorumladıkları, önemli bir gerçeği öğrenmeleri ge­
ğu özel bir toplumsal grup demektir. Her cemaat, belirttiğimiz gibi rekiyor. O da şudur; insanlar ancak birbirlerine karşı korunabildik­
belli ölçüde fantezi üzerine kurulur. Modem gemeinschaft cema­ leri ölçüde sosyalleşebilirler; engeller, sınırlar, kişidışılığın gereği
atinde ayırt edici olan, insanların paylaştığı fantezinin, aynı itkiler­ olan karşılıklı mesafe olmaksızın insanlar yıkıcıdırlar. Bu, "insan
le yaşadıkları, aynı güdülenim yapılarına sahip oldukları fantezisi doğası"nın kötü oluşundan ileri gelmemektedir; böyle bir iddia mu­
olmasıdır. Örneğin, Forest Hills'te öfkeli davranmak, Yahudi ol­ hafazakar bir yanılgıya düşmek olur. Bunun nedeni insanların mah­
maktan gurur duyduğunuzu gösterirdi. rem ilişkilerini toplumsal ilişkilerinin temeli olarak loıllanmaları
1 İtki ile kolektif yaşam artık birleştiğine göre, kardeş katlinin yo- durumunda, modem kapitalizm .ve sekülerizmin yeşerttiği k!iltürün
etkisinin kardeş katlini mantıklı kılmasındandır. xıv
Artık yerleşim yeri planlamasında asıl mesele ne yapılması ge­ S an a tından mahrum e d i l e n aktör
rektiği değil, neden kaçınılması gerektiğidir. Sosyal psikoloji labo­
ratuvarlarından yükselen alarmlara karşın, insanoğlu, kalabalık ko­
şullarda grup yaşamı sürebilmek için potansiyel olarak gerçek bir
dehaya sahiptir. Meydanları planlama sanatı bir giz değildir; yüz­
yıllar boyunca alaylı mimarlar tarafından başarıyla uygulanmıştır.
Tarihsel açıdan, Batılı burjuva toplumunu kasıp kavuran ölü kamu­
sal yaşam ve sapkın komünal yaşam bir tür anomalidir. Asıl soru,
bize özgü bu hastalığın belirtilerini nasıl tanıyabileceğimizdir. Bu
4oo belirtiler, insani ölçülerin ve sağlıklı bir cemaatin ne olduğuna iliş­

kin günümüz nosyonlarının yanında, yanlış olarak sorgusuz sualsiz


ahliiki bir kötülük olarak gördüğümüz kişidışılık kavramıdır. Kısa­
ca, yerleşim yeri planlamasıyla yaşam kalitesi daha fazla mahremi­
yet sağlanarak yükseltilmeye çalışılınca, planlamacının insanlık an­
layışı, kaçınması gereken kısırlığın ta kendisini yaratacaktır.

'i;

Bu bölüme kamusal yaşam analizini sistematik bir şekilde ifade so­


runuyla ilişkilendirerek girmek istiyorum. "Sanat" ve "toplum" bir
arada ele alındığında, tartışmalar genellikle sanatçının yapıtını etki­
leyen toplumsal şartlar ya da bu şartların sanatçının yapıtında nasıl
üade edildiği üzerinde yoğunlaşır. Toplumun içinde bir sanatı, top­
lumsal süreçlerin kendilerine içkin olan estetik yapıtı tahayyül et­
mek oldukça güçtür.
Klasik ıheaırum mundi ideali estetik ve toplumsal gerçekliğin
bir birliğini yansıtmaya çalışıyordu. Toplum bir tiyatrodur ve tüm
insanlar da aktör. Bir ideal olarak, bu bakış açısı anlamsız değildir.
Nico!as Evreinoff'unYaşamda Tiyatro (1927) adlı yapıtında, theat­
rum mundi şu terimlerle savunulur:
herhangi bir .... .insan etkinliğini inceleyin ..... Göreceksiniz ki kraliar, dev­ gusal ilişkiler ile böylesi bir ihtiyaç duymayacakları duygusal iliş­
let rıdamları, politikacılar, askerler, bankacılar, işadamları, rahipler, dok­ kiler arasındadır. Duyguyu takdim işi bir aktörün yaptığı işle ilişki­
torlar. hepsi de günlük hayatlarında teatralliğe ayak uydurur, saygı duyar­ lidir; bu, bir kez şekil verilince, bir anlam kazanacak olan bir duy-
lar ve sahnede egemen olan ilkelere uyarlar.
gu tonunun ya da durumunun öteki kişiye açıklanmasıdır. Bu duy-
Toplumsal Gerçekliğin Draması 'nda ( 1975) Stanford Lyman ve gu uzlaşımsal bir biçim kazanıruş olduğundan tekrar tekrar ifade
Marvin Scott modem politikanın incelemesine şu sözlerle giriş ya­ edilebilir; burada model, her gece aynı başarıyla oyununu sergile­
parlar: meyi öğrenen profesyonel aktördür. Ama bir kişilik tahkikatında
aktörün gücü öyle kolayca yakalanabilen bir şey değildir. Çünkü bu
Tüm yaşam tiyatrodur; politik yaşam da öyle. Tiyatroyla yönetim de "ti­ tahkikat, bir yaşamda özgül ve eşsiz olan şeye ilişkindir; bir andan
yatrokrasi" diye adlandırılabilir.1x
ötekine anlam değişir ve kişinin enerjileri, hissettiklerini ötekilerin
; Bu idealde sorun, zamanın dışında kalmasıdır. 1 8 . yüzyıl ortasında, gözünde açık seçik kılmak ve onlara duyurmak yerine, hissettikle- 403
tiyatro estetiğinin günlük yaşamdaki davranışlarla iç içe geçtiği rinin neler olduğunu bulmaya yönelir.
toplumsal bir yaşam gerçekten var oldu. Ne var ki, günlük yaşam­ Rol yapma sanatından mahrum edilen aktör, toplumda kamusal
daki bu estetik boyut giderek silindi. Onun yerini öyle bir toplum ifade koşullarının son derece aşınmış olması durumunda ortaya çı­
aldı ki, bu toplumda günlük yaşamda başarılması güç ya da olanak­ kar. Öylesine aşınmıştır ki, artık tiyatro ile toplumu, Fielding'in de­
sız olan ifade görevlerini formel sanat yerine getiriyordu. Theatrum yimiyle, "ayrılmaz bir biçinıde" iç içe geçmiş olarak düşünmek ola­
mundi imgesi toplumda neyin bir ifade potansiyeli taşıdığını gös­ naksızdır. Bu aktör, insan doğasının yaşanmasının yerini yaşam bo­
terir; kamusal yaşamın erozyonu da, aslında modern toplumda bu yu benlik arayışının almasıyla ortaya çıkar.
potansiyelin ne hale geldiğini gösterir: Modern toplumda insanlar Ancak, bu tipi böylesine geniş tarihsel terimlerle tanımlamak
bir sanatı olmayan aktörler haline gelmiştir. Toplum ve toplumsal yanılucı olur. Günlük yaşamdaki bu sanatsız kalma olgusunun çok
ilişkiler soyut olarak dramatik terimlerle tahayyül edilmeye devam gerilerde kaldığı, bugün ise bunun sonuçlarını yaşıyor olmamıza
edebilir, fakat insanlar artık icracı değillerdir. karşın söz konusu sürece ilişkin hiçbir şey bilmediğimizi ima etmek
Kaniusal kimlikte oluşan tüm bu değişimleri ifadenin anlamın­ olur bu. Aslında, insanların günümüzdeki yaşam döngüsü içinde,
daki değişimler izledi. Kamusal dünyada ifaçle, duygularını takdinı bu kayıp kendini minyatür de olsa gösterir. Çocuklukta gelişen rol
eden kişi kim olursa olsun, duygu durumlarının ve tonlarının içkin yapma yeteneği yetişkinlerin kültürel koşullarında silinir. Yetiş­
anlamlarıyla takdimidir; mahrem toplumda duygu durumlarının mekte olan insan, yetişkin kültürünü oluşturan endişe ve inançların
temsil edilmesi ise bir duygunun içeriğini o duyguyu yansıtan kişi­ içine sürüklendikçe çocuklukta edindiği bu gücü yitirir.
ye bağlı kılar. Duyguların takdimi kişidışıdır; tıpkı ölen kişi kim Oyun ve yetişkinlikte oyunun ne olduğu sorunu önemlidir, çün­
olursa olsun ölümün bir anlamı olmasında olduğu gibi. Kişinin ken­ kü modern çağlarda kendine özgü bir kültürel evrimi vardır. Bir
disinde olanları bir başkasına aktarması özel bir durumdur; karşı­ toplum için ritüel olan ya da ritüelleştirilıniş jestlere güven duyma­
sındakine ailedeki bir ölüm olayını anlatırken, anlattığı hikaye din­ mak ve formel davranışı sahici bulmamak seyrek rastlanır bir du­
leyeni ne denli etkilerse, olay onun için de o denli tesirli olmaya rumdur. Çocukluk dönemindeki oyun enerjileri toplumların çoğun­
başlar. İnsan doğası inancından insan doğaları inancına doğru, yani da ritüel olarak ve çoğunlukla dinin hizmetinde güçlendirilmekte ve
doğal karakter fikrinden kişilik fikrine doğru gidilmiştir. sürdürülmektedir. Seküler, gelişmiş kapitalist toplumda bu enerjile­
Duyguların takdimi ile temsili arasındaki farklılıklar, kendi baş­ re ihtiyaç duyulmadığı gibi karşı süreçler işbaşındadır.
larına, ifade edilenle edilemeyen farkı değildir. Bu farklılıklar daha "Oyunculuk" [playacting], "oynama" [playing] ve "oyun"
çok insanların özel bir sanatın gücüne ihtiyaç duyabilecekleri duy- [play] ortak bir dilsel kökenden gelir ki, bu bir rastlantı değildir.
Ancak, bunları ayrı tutabilmek önemlidir; çocukluk dönemi oyun­ A. OYUN, K A M U S A L İFADEYİ
ları belli türde bir yetişkin estetik çalışmaya ön hazırlıktır, fakat yi­ SAGLAYAN ENERJİDİR
ne de bu çalışma ile aynı şey değildir. Oyunun kültürel anlanuyla,
günümüzde oyunun devrimci bir ilke olarak göklere çıkarılmasını Oyun hakkındaki geniş literatürde başlıca iki okul vardır. Bunlar­

ayırmak da eşit ölçüde önem taşıyor. Günümüzün bu yaklaşımı dan birisi oyunu bilme faaliyetinin bir biçimi olarak değerlendirir;

oyunu kendiliğindenlik ile özdeşleştirir ki, bu yanlıştır. Oyunda sü � çocukların oyunlarında nasıl simgeler ürettiklerini ve yaşları büyü­

regelen estetik eğitim unsuru, çocuğun, sonradan uydurulan kural­ dükçe bu simgelerin giderek nasıl karmaşık bir hale geldiğini ince­

larla biçimlendiğinde, kişidışı davranışın ifade gücüne inanmaya ler. Öteki okul ise oyunu davranış olarak ele alır ve simgelerin olu­

alıştırılmasına bağlıdır. Çocuk için oyun, kendini olduğu gibi ifade şumuyla ilgilenmeyip daha çok çocukların birlikte oynadıkları
oyunl:ır sırasında işbirliğini nasıl öğrendikleri, saldırganlığı nasıl
4
etmenin antitezidir.
40 ifade ettikleri ve yenilgi karşısında ne denli hoşgörülü olabildikle- ±
Çocukluk dönemine ilişkin oyun ile günümüzde onu giderek za-
yıflatan yetişkin kültürü arasındaki ilişki, iki psişik ilke arasında riyle ilgilenmektedir.

görülen bir çatışma biçiminde anlaşılabilir. Bunlardan bir tanesi ço­ Bilme kampında yer alanlar yaratıcı çalışmayla oyun arasındaki

cukları, kurallarla belirlenen kişidışı bir durum için güçlü duygular ilişki üzerinde duruyorlar, fakat bu girişimleri iki bakımdan sıkıntı­

beslemeye ve söz konusu durum içinde ifadeyi, daha çok haz ver­ ya düşer. Birincisi, çoğu yazarın oyunu ve "yaratıcı fiil''i neredey­

mesi ve başkalarıyla sosyal ilişkilerini arttırması için o kuralların se eşanlamlı olarak tanımlamış olmasıdır; ateşli Freud yandaşları

yeniden oluşturulması ve mükemmelleştirilmesi olarak görmeye bunu, böylesi duyguların taklidini öne çıkaran hocalarını izleyerek
yapmışlardır:
yönlendiren ilkedir. Bu, oyundur. Yetişkinleri, kendi eylemlerine ve
ilişki kurdukları kişilere ait güdüleri büyük bir tutkuyla ortaya çı­ Yarutıcı yazarın yaptığı, oyun oynayan çocuğunkiyle aynıdır. O, çok cidM
karmaya yönlendiren yetişkin kültürüne hakim olan ilke ile çelişir. diye aldığı bir fantezi dünyası, yani gerçeklikten çok keskin bir biçimde
Bu içsel nedenlerin ve sahici dürtülerin keşfi, insanlar soyut kural­ ayırdığı. ama büyük miktarda duygu yüklediği bir dünya yaratır.....
larla daha az engellendikçe ya da kendilerini "klişelerle", "basma­
kalıp duygularla" ya da öteki göreneksel işaretlerle ifade etmeye Freud'u şu sonuca iten bir hükümdü bu:

daha az zorlandıkça, özgürleştirici bir şey olarak görülecektir. Bu


Oyunun zıddı ciddi olan değil, gerçek olandır.19
soruşturmanın ciddiyetini gösteren şey bizzat böyle bir işe girişme­
nin güçlüğünden bellidir; meşruluğu verdiği zevkten değil acıdan Oyun konusundaki araştırmalarıyla Freud'un bu oyun-yaratıcılık
gelir ve ortaya çıkardığı sonuç (çoğunlukla sıradan arkadaşlıkları ile gerçekliği karşı karşıya koyuşunu sorgulama noktasına gelenler
feda etm·e pahasına) yüzeysel sosyallikten "daha derin" bir yaşama argümanlarını genelde, zıt değilse, eş anlamlı terimlerle ifade eder­
çekilmedir. Yetişkin kültürüne egemen olan bu psişik ilke narsi­ ler. Oyun ve yaratıcılıktan, "gerçeklik üzerinde değil içinde iş gör­
sizmdir. me", tümdengelirn mantığının tikel süreçleriyle çıkarılamayan
Sanatsız aktörün nasıl ortaya çıktığını araştırırken böylece, artık mantıksal bağlantıları çıkarma süreci vb. olarak söz edilir. Fakat
kültür tarafından seferber edilen ve insanın büyüyüp "gerçeklik"le oyun ve yaratıcılığın birbiriyle yer değiştirilebilecek denli durağan
tanışmad<ın önce, oyun gücünü yenilgiye uğratan narsisizm güçleri olduğu söylenir. Bu durumda, piyanonun siyah tuşlarına rastgele
ile oyun arasında oluşan bir çelişki imgesine ulaşıyoruz. basan ve seslerin beş perdeli bir gam oluşturduğunu ansızın keşfe­
den bir çocukla, bir yaz günü parmaklarıyla egzersiz yaparken, çağ­
cıllarının daha önce hiç farkına varmadıkları beş perdeli bir gam ·

imkanını keşfeden Debussy arasındaki özgül nitel farkları ayırt et-


mek güçleşmektedir. İki etkinliğin benzer türde olduğunu ileri sür, .· yalıtılmış ve sınırlı bir etkinliktir, yani onu öteki etkinliklerden ayı­
mek, onların "temelde" aynı oldukları tuzağına düşmeye neden ola- < ran özel mekanları ve zaman dilimleri vardır."
bilir, bu yüzden de her iki alanda da temel bir niteliğin üstü örtül­ Yukarıda belirtilen üç durumdan ikincisi, çıkar gözetmeyen bir
­
müş olur: Yargıda bulunma. Debussy "temelde" bir çocuk ile aynı etkinlik olarak oyun, benlik mesafes i ile ilintilidir. Çıkar gözetme
arı
tarzda oyun oynuyorsa, beş perdeli gam deneylerine ilişkin yargısı' mek ilgisizlik anlamına gelmez. Spor yapan çocukların sıkıldıkl
çıkar gözetme meyi anlık isteklerden
nın niteliği yok edilmiş olur; o halde, bunu "herhangi bir çocuk da hemen hiç görülmez. Huizinga
ıştır. Bu uzak
yapabilirdi". Oysa mesele, bunu hiçbir çocuğun yapamayacak ol­ ya da doyumlardan uzak durmak anlamında kullanm
Çı­
masıdır. durma sayesinde insanlar birlikte oyun oynayabilmektedirler.
, yaşam döngüsü nde çocukla rın birbir­
Oyun araştırmalarında bilme okulu bağlamında bir sorun da karsız oyun olgusu, nitekim
son
leriyle formel oyunlar oynamalarından çok daha önce, ilk yılın
407
"yaratıcılık" terimidir. Arthur Koestler gibi, yaratıcılık olarak ad-
-
1. landınlabilecek genel bir biyolojik eğilim olduğunu söyleyip yine, aylarında ortaya çıkar.
i
onun yaptığı gibi, "bilimsel buluş, sanatsal özgünlük ve komik Jean Piaget'ye göre çıkar gözetmeyen ya da benlik mesafel
başlar; yani, birin­
esinlenme"yi kaynaştıran bir birlikçi süreçten bahsedilebileceği te­ oyun, yaşamın üçüncü sensorimotor aşamasında
kar­
orik bir hat izlemek insana çekici geliyor. Sorun, sanatçıların en ci yılın sonunda. Buna çok iyi bir örnek de verir: Küçük kızının
, yukardan sallanan oyuncak larına
azından, "yaratıcı olmayışlarıdır". Sanatçılar özgül bir araçla, özgül yolasının başında onu izlerken
gidi­
bir çalışma yaparlar. Çoğunlukla, yaratıcılık ve oyun ilişkisini 1.-u­ yansıyan ışık demetine elleriyle uzanışını, ışık demetinin yitip
ran teoriler, bir sanatçının yaptığında orijinal olanın ne olduğu ve p
şini ve yerine yeni bir ışık demetinin gelişini, az sonra e erini
ye­
an çocuğun nasıl da mutlt{ olduğun u
bu yapıtın çocukların oyunlarında elde ettiği sonuçlarla nasıl ben­ niden uzatışını; tüm bunlard .
zerlik gösterdiğini açıklıyor açıklamasına da, sanatçırun eserinde gözler."
zevk veren
bu sonuca hangi adımlarla ulaşıldığını ve bu sürecin oyun oynayan Bebeklerin sadece doymak bilmez arzuları olsaydı,
daha başka hiçbir ş�y yapma­
çocuğun içsel aktiviteleriyle ilişkisini açıklamıyorlar.'° bir örnek yakaladığı anda bebek bir
ri hareket
Oyun ve yaratıcı çalışmaya ilişkin teori geliştirmek önemlidir; yıp zevki sürdürmeye çalışırdı. Ya da etrafındaki nesnele
ası nede­
fakat bu çabanın bir odağı olmalıdır. Sonuçların niteliği hakkında ettirmeyi ·sürdürdüğünde ona zevk veren örneğin kaybolm
ılmazsa , sürekli keyif alma
bir farklılık duygusunu korumak için, oyun faaliyetleri yaratıcı fa­ niyle ağlardı. Böyle bir kayıpla karşılaş
aliyetlere hazırlık olarak görülmelidir. o,,;ındaki özgül eylemle ya­ durumu ertelenir ve bebeğin hareketini elde ettiği doyum
dan daha
ı biçimde
ratıcı çalışmanın özgül biçimleri arasında bağ 1.-urulmalıdır. Bu yak­ karmaşık bir şey yönetir. Oluşturulduktan sonra istikrarl
sahiplen işi gev­
laşım bir bilme faaliyeti olarak görülen oyun ile davranış olarak gö­ muhafaza edilen örnek durum anlamında benliğin
en bir ör­
rülen oyun arasındaki mesafeyi kapatacaktır. Ernst Kris'in hoş ifa­ şer ve bebek yeni bir örnek, ona zevk veren ya da vermey
arda yaka­
desiyle, özgül oyun edimleri ile özgül sanat eylemleri arasındaki nek duruma geçme riskini üstlenir. Piaget, bu tür duruml
21 ı zaman, bebekle rin ilk
ilişki, bir "kimlik" meselesinden çok bir "ecdat" meselesidir. ladıkları yeni örneklerden hoşlanmadıklar
denedikleri­
Çocuk oyununda arayacağımız icranın ecdadı, çocukların benlik örneği yeniden oluşturmak yerine üçüncü bir alternatif
a
mesafesine ilişkin öğrendikleridir; özellikle, benlik mesafesirıin ço­ ni gözlemlemiştir. Bu çabalar da oyundur. Oyunda bebek, alıkoym
Bu anlamd a da, benlik
cukların oynarken uydukları kuralların niteliği üzerinde çalışmala­ arzusuyla arasına bir mesafe koymaktadır.
rına nasıl katkıda bulunduğudur. Johan Huizinga, Homo Ludens mesafeli faaliyette bulunmaktadır.
aya başla­
adlı oyun incelemesinde oyunun üç veçhesini tanımlar. Oyun, ön­ Benlik mesafesi çocukların birbirleriyle oyun oynam
çocukla rın üzerinde anlaşıp
celikle tam bir gönüllü etkinliktir. Daha sonra, Huizinga'nın adlan­ dıkları noktada yeniden gelişir. Oyun,
gelerek
dı:rmasıyla "çıkar gözetmeyen" bir etkinliktir. Son olarak da oyun bilinçli olarak benimsedikleri eylem ilkeleriyle bir araya
gerçekleştirdikleri bir etkinlik şeklinde tanımlanabilir. Oyunun top­ B u kurallar iki nedenle benlik mesafesi edimleridir. Birincisi,
lumsal bir sözleşme olarak ortaya çıkması çocukların içinde yaşa­ başkaları karşısında üstünlük ertelenmiştir. Oyunculardan birinin
dıkli:ırı farklı kültürlere de bağlı olarak, farklı yaş dönemlerine rast­ hile yaptığı anlaşılınca çocukların nasıl öfkelendikleri buna çarpıcı
lar; ama dört yaşına gelen çocuklar, tüm kültürlerde, bu tür sözleş­ bir örnektir. Çocuklardan biri, öteki çocuklara karşı, kurallara bağ­
meler yaparlar. lı kalarak sağlayabileceğinden daha fazla bir üstünlük sağladığı za­
Şimdi de dört buçuk, beş ve altı yaş çocuklarının misket oyun­ man oyun her oyuncu açısından bozulmuş görünür. Böylece, her ne
ları sırasında benlik mesafesinin nasıl yaşama geçirildiğini görelim. kadar oyunun oynanına gerekçesi üstünlük sağlamak ise de bir ço­
(Bu gözlemler, yazarın birkaç yıl önce Chicago Üniversitesi Sosyal cuk oyunundaki ortak kurallar, çocuğun ötekilere üstün gelmesiyle
Psikoloji Laboratuvarı 'nda yapmış olduğu çalışmadan elde edil­ alacağı zevki belli bir mesafede tutar.
miştir.) Misket oyununda amaç öteki oyuncuların tüm misketlerini Kuralların benlik mesafesi fiillerine dönüştüğü ikinci durum,
4118 ele geçirmektir ya da başka tür kurallar geçerliyse,
öteki oyuncula­ oyuncular arasındaki beceri eşitsizliklerinin denetimiyle ilgilidir. �
rın tüm misketlerini oyun alanı dışına atmaktır. Yetişkin gözlemci­ Örneğin, misket çok uzak bir noktada duruyorsa, misketi düz atıp
nin oyunun kurallarını basitleştirme girişimi çocukların direnişiyle hedefi vurabilmek için güçlü kaslara ihtiyaç vardır. Dört yaşında bir
karşılaşır. Yapmak istedikleri, tam tersine oyunun kurallarını daha çocuk, burada altı yaşındakine göre fiziksel dezavantaja sahiptir.
da karmaşıklaştırmaktır. Eğer oyun amaca giden yolda yalnızca bir Küçük çocuklarla uzak mesafeli misket oynanması istenen daha bü­
araç olsaydı, davranışlarının bir anlamı olmazdı. Kazanmak, çocuk­ yük yaştaki çocuklar küçüklerin ilk elde elenınemeleri için hemen
ların oynamasında bir nedendir, fakat oyunun kendisi için değildir; kuralları değiştirmeye karar verirler. Yaşı büyük olanlar bir "handi­
kuralların çocukların istediği biçimde karmaşıklaştırılması kazana­ kap" icat ederek oyuncular arasında eşitliği sağlarlar ve oyun da
nı belli edecek sonu mümkün olduğunca geciktirir. uzatılmış olur. İşte, bir kez daha kurallar çocukları kendilerini doğ­
Çocuklar için salt oyun olsun diye oynamaktan zevk duymaları rudan öne sürmekten ve ilk elde üstünlük sağlamaktan alıkoymuş­
anlamında "serbest" oyunun olamayacağı da doğrudur. Çoğu Batı­ tur. Benlik mesafesi burada da oyunun yapısını belirlemektedir.
lı oyunlarında olduğu gibi mutlaka bir son, kazanmaya ilişkin bir Oyun oynanırken, kuralların yumuşaklığı toplumsal bir bağ
kural ve Çin oyunlarındaki gibi oyunu bitiren bir kural olmalıdır. oluşturur. Çocuk yuvasında altı yaşındaki çocuk dört yaşındaki baş­
Huizinga'nın sınırlı ve "yalıtılmış" bir şey olarak oyun tanımı akla ka bir çocuğun elindeki oyuncağı almak istediğinde onun kafasına
geliyor; özel bir zaman ya da son duyusu, bu etkinliği oyun dışı vuruyor ve zorbalıkla istediğini alıyordu. Onunla uzak mesafe mis­
davranışt"'!' ayırır. Modern Amerikan ortamında çocuklar açısından ket oynamak istediği zaman da ona karşı ezici bir zafer isteği taşı­
misket oyiınunda oyun edimini meşru kılan şey kazanmaktır. Oysa masına karşın, aralarındaki güç farkını ortadan kaldıran bir durum
oyun sırasındaki özel edimler hep kazanmayı ve oyunun sonunu ge­ "uyduruyordu". Oynamak, benlikten özgürleşmeyi gerektirir; ne
ciktirmeye yöneliktir. Çocukların bu geciktirmeyi gerçekleştirme var ki bu özgürlük ancak oyuncular arasında daha başlangıçta güç
ve oyun durumunu muhafaza etme araçları oyunun kurallarıdır. eşitliği kurgusunu tesis edecek kurallarla yaratılabilir.
Misket oyunu , görüldüğü gibi karmaşık bir meseledir. Ancak Bebek ve çocuk oyunu, farklı araçlarla aynı sonuca ulaşır. Be­
kurallar koyarak, çocuklar dışarıdaki oyun dışı dünyadan kurtulur­ bek, beşiğinin üzerinde oluşan şekillere uzanıp onları dağıtarak, ya­
lar. Kurallar ne kadar karmaşıklaşırsa, çocuklar o kadar uzun süre ni süregiden bir zevk anını erteleyerek benlik mesafesine ulaşır. Al­
özgür olurlar. Fakat sonsuz bir durum olarak özgürlük çocukların tı yaşındaki bir çocuk ise öteki çocuklarla oynarken, ilk anda onlar
hedeflediği ş,ey değildir; misket oyunu kuralları genellikle başlan­ karşısındaki üstünlüğünü geciktiren ve ortak güçlerin kurgusal bir
gıçta karışık olur, ama gösterişli bir ara dönemden sonra daima çok cemaatini yaratan örnek durumlar oluşturarak benlik mesafesine
açık sonlandırıcı vuruşlar belirlenmiştir. ulaşır.
Tamamlanmamış fiziksel ve duygusal gelişimleri nedeniyle sağ­
ço-·' ilerideki yaşamında bunu yitirir; çünkü oyuna devam eıınesini
cukların kapıldığı hayal kırıklığı [frustration] ile çocuk nin yaşam ında var­
oyunlati; layacak bu dengeli, sofistik şartlar çok az yetişki
·

aras' d ne gibi bir ilişki var? Bebekler için, çevre ile her karşı!zj e­
n. � _ , dır. Oyun oynama fikrinde birleştikleri zaman çocuk!� benım�
m� buyuk rıskler ın
le yüklüdür; daha önce hiç yapmamış olduğu şey: ·• dikleri sosyal anlaşma risk, hayal kırıklığı ve doyum saglam�ın :
len yapacaktır ve bunların kendisini yaralama ya da eğlend larını, ılgilerı nı
inne celikli bir karışımını içerir. Çocuklar hayal kırıklık
olasılıklarından habersizdir. Oyun davranışı hayal kırıklığına uğra-
·. durumun kendisi üzerinde yoğunlaştırarak, oyunun kurallarını ger­
ma korkusunun riske girme isteği tarafından yenilgiye uğratıl misket
dığı çeğin kendisi gibi görerek hafifletirler. Örneğin, bir çocuk _
noktadır. Fakat riske girme de kolayca yenilgiye uğratılabilir.
Pi­ oyununda devamlı kaybediyorsa, yaşadığı üzüntü başk �
bır oyu�
aget' nin çocuğu yukarıdan sallanan renkli oyuncaklarını döndür ' lı-
ür­ oynamayı önermesiyle hafiflemez. Oysa oyunun ıı:nacı gerçek
ken rastlantıyla güneş ışığı tam gözüne gelseydi, canı yanaca ı,
IO
k ve ,. - in" verdig·i hayal kırıklığı hissinden kaçmayı saglamak .olsayd 4 1 1
g
bebek o an için oyuncakların ipini elinden bırakacaktı. Konuş yerme , h er- -
ulabi- . · bunu önermek yapılacak en mantıklı şey olurdu. Bunun

lece düzeyde bir dile kavuşmak, önceden bilinmeyen deneyi
. nıle­ kesin kazanma şansının eşit olması için öteki oyuncularla
oyunu n
rın rıskinı azaltmada kritik bir dönemdir; çünkü bebek artık de anlaşm a zemin i arayac aktır. Bu
dene­ kurallarının değiştirilmesi yönün
me-yanılma yöntemine ya da anne babalarca getirilen açıklan a soyut b�_ r
ması anlaşma arayışı sırasında, her oyuncu kuralların oldukç
güç yasaklamalara güvenmek yerine öteki insanlardan bu kırıklıgı
risklere düzeyde tartışıldığı geçici _bir erteleme içine girer. Hayal
ilişkin bilgiler edinebilir. Buna karşın, 4-6 yaş grubu oyunları "duruma
riske hissi benlik mesafesini ve Lionel Festinger'in deyimiyle,
girme niteliğini korumaktadır. Dört yaşındaki bir çocuk körükler."
normal
şartlarda altı yaşındaki çocuğun yapabileceği ve yap'mak isteyec " ığı"
ba<>lıl
� e tetik­
eği Oyunun kurallarının niteliği üzerinde yapılan ç ışma, �
şeyl:rden uzak tutulacaktır. Oysa, oyunda, onunla eşit olma ve n bir uzlaş ımın ıfad edıcı nı­
baş­ öncesi çalışmadır. Bu çalışma, varıla �
ka bır koşulda tanıyamayacağı bir sosyal durumu keşfetme ara·ın anma sı­
şansına teliği üzerinde durur ve bir çocuğa uzlaşılan bu kurall
sahiptir.
nı öğretir. Onu belli türde bir estetik çalışmaya� .ı�ra

e meY,e hazır­
Riske girme sorunu önemlicfu, çünkü çocukların oyun sırasın ettıgı ıçerıg e y�n�ltme­
da lar; çünh.ii çocuk kendini bir "metnin" ifade ,
öğrendikleri benlik mesafesinin yeni bir karmaşık boyutunu
anla­ �
yi öğrenir. Oyun çocuğa, hemen o an ?yuma _ulaş��
ıs ;.
egını _erte­
mamızı sağlayacak bir araçtır. Oyun üzerine Freudçu yapıtların _ zaman, ıfade
bü­ lediği ve bunun yerine kuralların içerıgıyle ılgılendıgı _ _ ka­
yük bölümü oyundan alınan zevki çocukların "gerçek" dünya ülasyo n yetenegı
da ya­ ettiği şeyler üzerinde bir denetleme ve manip
şadıkları hayal kırıklığı duygusunun ve sınırlamaların karşıtı cı hesabın­
olarak zanmayı öğretir. Oyun sırasındaki anlık bir zevk ya da �
görmektedirler. Aslında oyundaki risk endişe yaratmaktadı _ eylemler
r ve sü­ dan ne denli uzaklaşırsa, bir durumun denetırnıne ılışkin
rekli yenilen çocuklar için de hayal kırıklığıdır oyun. Fakat cü kulağ ı" ge liştirm ek­
sonuç­ de 0 denli gösterişli olur. Müzisyenler "üçün _
ta çocuklar yıne_ de, Freud'un deyimiyle yetıyı kazan ­
"sanki gerçeğe geri çağn­ ten söz ederler. Bu bir kendini duyma yetisidir ki bu
lıyorlarmış gibi" oyunu _bırakmazlar. Hayal kırıklıkları onları sıııız;
oyu­ dıihnızda pratik yaparken aynı kalıpları üst üste tekrarlamaz
na daha da fazla çeker. Ozellikle bu özel alanda benlikle
mesafe olduğu için, hayal kırıklığı yüzünden çekilme, hayal
arada bir �
bu kişinin kendisi ile eylemleri arasına benlik mesaf esi koyrı: asıdır
ve bşı bır
kırık­ ki, sanki bir başkasının icrasını duyuyormuş gibi olur
_
lıgının yarattığı tepkisizlik sendromları ortaya çıkmaz.
çizginin neyi yansıtmasını bekli�orsa onu yansıtana :.k � � ? � çı g ı
Bir duruma ilişkin hayal kırıklığını, o durumla ilgili gelism oyun , uçunc u ku­
elere adım adım veniden biçimlendırır. Çocuklukta

sürek i ilgiyi v o d rumdan belli bir zevk almayı yalnız
� � �
ca ldukça lak" inancU:ın ve ilk deneyimlerinin geliştirilmesiyle,
yetişkinlik
sofistike yetışkınlerın aynı anda yaşayabileceklerini sanırız arı eylemı
. Çocuk­ dönemi estetik çalışmasına bir hazırlıktır. Oyun kurall
lar da oyun sırasında bu karmaşıklığı yaşarlar, fakat çoğu onu nitelik sel de-
yetişkin nesnelleştirmek, ona belli bir mesafe koymak ve
ğişiıne uğratmak için ilk şanstır. ğını öğrenirler. Örneğin, bir labirent oyununda normal olarak bir­
Oyun, "üçüncü kulak" inancını geliştirmenin yanında, bir başka birlerine karşı saldırgan tutum içinde olan çocuklar oyunu değiştir­
şekilde de icraya hazırlar. Çocukları, ifadenin yinelenebileceği fik­ meleri gerektiği anda birden aralarında rekabet yokmuş gibi birbir­
rine alıştırır. Laboratuvar ortamında çocuklara oynadıkları oyundan lerine .yakınlaştılar. Sosyalleşme yeteneği ve kural oluşturma ara­
söz etmeleri istenip oyunun "başıboş ortalıkta gezinmekten" ne gi­ sındaki ilişki, altı yaşındaki çocuk ile dört yaşındakinin aralarında
bi farkları olduğu sorulunca, alacağınız tek yanıt "bir oyunda, her oyun oynarken de ortaya çıkar; altı yaşındaki çocuk oyunu eşit ko­
şeye yeniden başlamak zorunluğu yoktur" olacaktır. Bence bu söz­ şullarda oynayabilmeleri için kendine uygun bir "handikap" icat
leriyle, oyunlarını oynarken yinelenebilir nitelikte etkinliklerin var eder.
olduğunu anlatıyorlar, oysa ortalıkta başıboş gezinirken birbirleriy­ Davranış bilimcilerinin iddia ettikleri gibi, oyun, çocuğun çevre
le her türlü deneme-yanılma ilişkisini yaşamaları gerekmektedir ile baş edebilmedeki genel güçsüzlüğüne bağlı olarak, onun dünya­
4 12 (altı yaşındakiler için hangi oyuncakların ya da eşyaların kimin de­ daki hayal kırıklıklarına bir yanıttır: Çocuk oyunda denetlenen bir -'
netimi altında olduğu çoğunlukla bir deneme-yanılma sorunudur). çevre yaratır. Fakat bu çevre ancak kurallara uymak için kendinden
Oyunun o an ortaya çıkan bir anlamı vardır, çünkü belli kuralları bir özveride bulunarak yaşatılabilmektedir. Çocuklardan biri kendi­
vardır. Bununla birlikte, bir iki hafta içinde kuralları değişime uğ­ liğinden, diyelim ki, kolay bir hedef koyarak, kendisine doğrudan
ramış oyunlarda en son belirlenen kurallara "viikıf olan" çocuklar, bir doyum sağlaması için, kuralları değiştirirse oyunu bozar. Oyun­
aralarına yeni katılan çocuklara kuralların geçirdiği değişimlerin ta­ da çocuk, böylelikle, genelleştirilmiş hayal kırıklığı hissinin yerine,
rihini aktardıktan sonra onları oyuna başlatınaktadırlar; böylece ye­ bu hissin daha sınırlı ve belirli bir biçimini, geciktirmeyi koyar ki
ni gelenler geçerli olan kuralların neyi ifade ettiğini bilirler; kural­ bu da oyunun yapısını belirler ve oyuna iç gerilimini, yani "dra­
lar mutlak veriler değil sonradan üretilmiş olduklarından, çocuklar ma"sını sağlar. Gerilimin kendisi oyunda çocuğun ilgisini canlı tu­
üretimin nasıl olduğunu açıklayarak birbirleriyle sosyal ilişkiler ge­ tar, besler.
liştirirler. Bu bir kere olduğunda artık kural yinelenebilir. Çocukluk dönemi oyununun içeriği ironik bir şekilde yetişkin
Diderot'nun ifade teorisinde iki iddia öne sürülür: - İlki, estetik oyunlarından çok daha radikal bir soyutluk taşır. Çocuk oyun oy­
ifadeler yinelenebilir ifadelerdir; ikincisi, birey, Üzerlerinde çalışa­ narken oyun alanı dışındaki dünyaya kapılarını kapatır; Huizin­
bilmesi, dµzeltebilmesi ve geliştirebilmesi için ifadeleriyle araya ga'nın deyimiyle, onu "yalıtır." Çocukların oyunda oyuncaklarını
yeterli bir .ımesafe koyar. Bu estetik çalışmanın kökeni, çocukluk ve diğer nesneleri olduğundan başka şeyler gibi görmelerinin nede­
dönemi oyunlarında benlik mesafesinin öğrenilmesinde yatar. Ben­ ni budur. Oyun oynayan bir yetişkinin ise oyunda alternatif bir dün­
lik mesafesi oyunları yoluyla çocuk kuralları yineleyerek işletebile­ yada gibi davranması gerekmez; oyun dışı dünyada var olan aynı
ceğini ve lturalların değiştirilemez doğrular olmayıp, kendi deneti­ simgeler ve anlamlar kalabilir, yalnızca yeniden tanımlanmaya ko­
mi altındaki uzlaşımlar olduğunu öğrenir. Duyguların takdiminin nu olurlar. Örneğin, kahvehanede kullanılan özenli konuşma kalıp­
kökleri aileden öğrenilenlerde değil, oynanan oyunlardadır. Anne­ ları daha farklı toplumsal ortamlardaki konuşma kalıplarına alterna­
babalar kurallara uymayı öğretirler; oyun ise 1.-uralların biçimlendi­ tif olmaktan çok.eşit mevkilerde olmayan insanlar arasındaki söy­
rilebilir olduğunu ve ifadenin kurallar koyulduğu ya da değiştirildi­ lemin serbestçe akışma zemin sağlamak gibi özel bir amaca hizmet
ği zaman ortaya çıktığını öğretir. Dolaysız haz, dolaysız alıkoyma ediyordu. Sonuç toplumsal bir kurguydu; insanlar, o an için, arala­
ve doiaysız üstünlük askıya alınmıştır. rındaki farklılıklar hiç yokmuş "gibi" davranıyorlardı.
Benlik mesafesi ifadeye ilişkin belirli bir tavır oluşturur; aynı Beşinci bölümde görmüş olduğumuz gibi, ancien regime'de ço­
şekilde öt,eki insanlara yönelik de belirli bir tavır oluşturur. Çocuk­ cuğun oyun dünyası yetişkinlerin oyun dünyasından ayrılmaya baş­
lar oyunda birliktelik ilişkisinin kuralları birlikte koymaya dayandı- lamıştı. Elinde oyuncaklarıyla çocuk, artık kendine has oyunları
olan yetişkin insandan ayrılmıştı. Rol yapmaya ve duygul
arın tak­ lir. Bilinçdışı teorisinin orijinali Freud'a ait değildi; bu düşünce da­
dimine ilişkin ancien reginıe ilkeleri yetişkin toplum
içinde giderek ha gerilere, Herakleitos' a kadar gider. Orijinal olan, onun, bilinçdı­
yok oldu; yaşam döngüsü içinde yeni bir ritm doğdu.
Çocuk yetiş­ şı. psişik süreçler teorisini bir yanda bastırmaya öte yanda da cinsel­
kin kültürünün ciddi işlerine bulaştıkça, çocukluktan
yetişkinliğe liğe bağlamasıydı. Freud bilinç yokluğunun iki boyutlu psişik bir
geçiş, oyun alışkanlığının yitirilmesine dönüştü. Huizin
ga 'nın altı­ fenomen olduğunu, günlük yaşamda elde edilemeyen şeyleri bir tür
nı çizdiği gibi, yetişkin dönemimizde başkalarını oyun oynark
en iz­ bastırma yöntemi olduğunu ve yaşamın, var olmak için bilinçli bir
lemeyi "gevşetici" buluruz, spora tutkun da olabiliriz,
fakat bu tür eklemlenmeye ihtiyacı olmayan bir biçimi (libidinal enerji) olduğu­
gevşemeleri büyük ciddiyet taşıyan "gerçekliğin" uzağın
da duran nu görebilen ilk kişiydi.
bir dünyada yaşarız. Gerçeklikte oyun duygusunun yitirilm
esi, bu Yüzyılımızda, psikanalizin kuruluşunda temel alınan klinik ve­
bölümün başında Freud'u n ifadeleriyle de somutlaştınldı<>
bı gibi, bir riler giderek azalmıştır. Histeriler ve histerik oluşumlar elbette hilla
4 kayıp ya da daha kesin
- . 41'
olarak bastırmadır; çocukluktaki sosyalleşe- görülmektedir, n e. var ki artık sıkıntı semptom1arı arasında on
.. de ge- -·

bilme ve aynı zamanda da ifadenin niteliğiyle ilgilene


bilme güçle­ len bir sınıfı.oluşturmuyorlar. "Şikayetlerin" artık rutin şekilde gel­
rinin bastırılmasıdır.
meyişinin basit bir yorumu geçen yüzyılın cinsel korkularının ve
Çocuğun içine itildiği kültür bu meziyeti nasıl baskı
altına al­ bilgisizliğinin artık etkisini yitirdiğidir. Bu, bir nokta dışında olduk-
maktadır? Kişidışı bir alanın tarihsel kaybı, oyun güçleri
yle baş ça esinlendirici bir açıklamadır; cinsel korkular hilla ortadan kalk­
edebilmek için ne tür psişik güçleri seferber eder?
mamıştır, kısmen "karakter bozuklukları" olarak adlandırılan yeni
biçimlere bürünmüşlerdir. Bununla anlatılmak istenen, söz konusu
kişiyi acı çeken, sıkıntısını somut bir simgeye dönüştüren bir kişi
B. NARSİSİZM B U ENERJİYİ ZAYIFLATIR olarak açıkça belli eden bir davranışla ·kendini göstermeyen psişik
sıkıntıdır. Sıkıntı kelimenin tam anlamıyla biçimsizlik halidir: Bir
Histeri, 19. yüzyılda ruh doktorlarının karşılaştıkları en
yaygın so­ bağlantısızlık ya da dağılma, eylemlilikten kopma duygusıı ki bu­
rundu. Histerinin yaygın ve hafif olan biçimi, insanla
rın, özellikle . nun aşırısı şizofrenik dili doğurur; rutin tarzında ise eylemliliğin
de burjuva kadınlarının bastırmayı başaramadıkları gerilim
lerinin tam ortasında bir anlamsızlık hissi vardır. Boşlukta olma, hissede­
fiziksel dışavurumu ohm çeşitli "şikayetler"den oluşuyo
rdu. Bu si­ meme durumu mekanik bastırma nosyonlarıyla kolay kolay kavra­
nirsel düzensizliklerin varlık nedeni Viktoryen cinsel
iffetinin de namaz. Semptomolojideki bu değişim psikanalitik düşün�yi yeni
ötesinde bir şeydir; bu dönemin kültürel ortamında aile
içindeki du­ bir tanı dili bulmaya ve psikanalizin ilk yıllarında üzerinde durul­
rağan görünümlerin korunması yönünde büyük bir
görmekteyiz; öyle ki, kaos içindeki toplumda ailenin
baskı olduğunu mayan teri ;rueri genişletmeye zorladı; çünkü o zamanki sıkıntı ile
kendisi başlı ilgili geçerli klinik deneyimler bunların eklemlenmesini talep etmi­
başına bir düzen ilkesiydi. Bu görünümler düzenlemesin
in karşısın­ yordu.
da ise duyguların iradedışı dışavurulmasına dair korku
ve inanç yer Bağlantısızlık ve boşluk hissi gibi karakter bozukluklarında bel­
alıyordu. Özetle, histerik düzensizlikler, kamusal
ve özel yaşam li bir yaklaşım sağlamak için bir grup psikanalist daha önceki teori­
arasındaki farklılıklardaki ve her ikisinin istikrarındaki,
bir krizin, de ikincil önemde rolü olan narsisizm nosyonlarını genişletmeye
evet abartmıyorum bir krizin, semptomlarıydı.
çalıştılar. Freud'un 19 14'te konuyu ilk kez resmi olarak ele alışı er­
Psikanalitik teorinin temelleri bu histerik semptomların
incele­ ken dönem çalışmalarının ilginç bir bölümünü kapsamaktadır. Bu
mesine dayandırılıyordu ve mantıken de öyle olmalı
ydı. Gizli, ira­ çalışma Freud'un Jung'la yürüttüğü· tartışma çerçevesinde kaleme
dedışı ve denetim dışı olana uzanan bir teori, doğall
ıkla bir denetim alınmış ve Jungcu teorinin ilksel süreçteki arketipik imgelerine kar­
ve düzen yüzeyinin altından püsküren klinik verilerle işe
başlayabi- şı narsisizm teorisinin bir silah olarak kullanıldığı gizli bir gündem-
le sınırlı kalan Freud bu imgelerin var olamayacağını göstermek is­ ne ölçüde uygun düştüğü ile ilgilidir. Narsisizm üzerine yazılanla­
temiştir." rın büyük bölümü sosyolojik betimlemelerdir; fakat bunların yazar­
Narsisizme ilişkin yeni yaklaşımın ne olduğu üzerine bir fikri­ ları bu olgunun ayrımında olmaksızın sanki sadece psişik yaşamın
miz olması bakımından, daha gerilere, ona temel oluşturan eski mi­ daha önce yeterince ele alınmamış olan bir boyutunu meydana çı­
te dönmemizde yarar var. Narkissos bir su birikintisi üzerine eğil­ karıp. açıklıyorlarmış gibi yazarlar.
diğinde suya yansıyan görüntüsünün güzelliği ile kendinden geçer. "Büyüklenmeci benliğin" dünyadaki "nesnelerle" (bununla kas­
Ona dikkatli olmasını söylerler, ama o hiç kimseye ve hiçbir şeye tettiği hem kişiler hem de fiziksel nesnelerdir) ilişkisi üzerine yü­
aldırış etmez. Bir gün kendi imgesini okşamak için iyice eğilir ve rüttüğü tartışmada Kohut, böyle bir kişilik yapısının benliği, "yetiş­
düşüp boğulur. B u mit, kendini sevmenin kötülüklerinden daha baş­ kin birinin başkalarıyla ilişkisi ve başkaları üzerindeki denetimin­
ka bir anlam taşıyor; bu, yansıtmanın, bir gerçeklik olduğu halde den çok, kendi bedeni ve aklı üzerinde olmasını beklediği deneti­
4 1 6 benlik imgeleri yoluyla kavranabilen dünyaya tepki verilmesinin
me" göre dünyayı görmeye yönlendireceğini öne sürer. Sonuç, ben- 7'
tehlikesidir. Narkissos mitinin iki yanlı bir anlamı var: Kendine dö­ !iğe göre dünya yorumunun insanı "genellikle böylesi narsislik
nüklüğü kendinin ne olduğuna ve ne olmadığına ilişkin bilgi edin­ 'aşk'ın nesnesinin, öznenin beklentileri ve talepleri karşısında ezil­
mesini engellemektedir; bu kendine dönüklük kendine dönen kişiyi diği ve köleleştiği sonucuna götürdüğüdür". Büyüklenıneci benli­
de yok etmektedir. Sudaki yansımasını gören Narkissos suyun öte­ ğin nesnelerle olan bu aynı ilişkisinin bir başka boyutu terapide
ki olduğunu ve kendinin dışında olduğunu unutur, onun tehlikeleri­ "ayna" aktarımı ve daha genel olarak da Öteki'nin, benliğin bir ay­
ni göremez. nası olduğu bir gerçeklik anlayışı halini alır."'
Bir karakter bozukluğu olarak narsisizm güçlü bir benlik sevgi­ Bu şartlarda biçimlenen benlik, bizi hep ilgilendirmiş olan kişi­
sinin tam zıttıdır. Kendine kapanma doyum sağlamaz, benliğe zarar lik ve kültür tarihine uyum göstermeye başlar; bu, öyle bir benlik­
verir; benlik ile öteki arasındaki sınırın silinmesi yeni ve "başka" tir ki, onun için anlamın sınırlan ancak aynanın yansıttıkları ölçü­
olan hiçbir şeyin hiçbir zaman benliğe girememesi anlamına gelir; sünde genişleyebilir; yansıtmada tereddüt ve duraksama olur da ki­
benlik sillnip süpürülmüştür ve kişinin ötekinde kendini gördüğünü şidışı ilişkiler başlarsa anlam da yok olur. Bu uyum ikinci bir yolla
ğ
düşündü ü an' a kadar dönüşüme uğramıştır, ardından da anlamsız giderek güçlenir. Narsisizm üzerine klinik veri analizlerinin büyük
hale gelmiştir. Narsisizmin klinik profilinin aktif bir etkinlik olma­ bölümü eylemlilik ile itki arasındaki bölünıne üzerinde odaklan­
yıp pasif bir davranış şekli olmasının nedeni budur. İlişkiler kadar, mıştır. "Gerçek duygularım nelerdir?" sorusu, bu kişilik profilinde,
sınırlar, limitler ve zaman biçimleri de silinir. Narsis kişi deneyim­ kendini giderek ayırır ve "Ne yapıyorum?" sorusunu hükümsüz kı­
lere aç değildir, deneyime açtır. O deneyimde hep kendi kendisinin lar. Otto Kernberg tarafından derlenen tanı profili, eyleme negatif
bir ifadesinin ya da yansımasının peşinden koşar, her bir özel iliş­ bir değer verilen ve duygu tonlarının çok önemli olduğu bir kişilik
kiyi ya da anı değerden düşürür, çünkü kendisinin kim olduğu so­ türünü betimler. Başkalarının güdülerinin sorgulanması benzer şe­
rusuna asla yeterli yanıtı alamayacaktır. Narkissos miti tam olarak kilde onların eylemlerinin değerli bulunınamasını getirir; çünkü
şunu yakalar: Kişi benliğinde boğulur; bu entropik bir durumdur. önemli olan onların ne yaptığı değil, fakat onlar şunu ya da bunu
Narsisizm fikrine yeni anlamlar kazandırma çabası en fazla He­ yaparken neler hissettiklerine ilişkin kişinin fantezileridir. Gerçek
inz Kohut'un yazılarında görülür. Heinz Kohut'un, narsislik karak­ böylece "gayrimeşrulaştırılmaktadır" ve sonuç olarak, başkalarını
ter bozukluğunun giderek daha fazla öne çıkması gibi bir fenomeni fantezi güdülere göre algılarken, kişinin onlarla yaşadığı gerçek
tanımlamak için yeni bir dil bulma uğraşının böylesine ufuk açıcı ilişkiler duygusuz ya da renksiz olur."
olması, geniş toplumsal süreçlerin işin içine ne ölçüde katıldığı ve B u da bize hiç yabancı değildir. Bu, güdülenim olarak Ben'dir;
uzun etimli kültürel evrimin sonuçlarını açıklamada bir dil olarak eylemleriyle değil itkileriyle ölçülen bir benlik, geçen yüzyıl orta-
sında sınıf mücadelesinin bir anında politik biçimiyle belirmeye onun terinılerini karmakarışık yapmak istiyorum, çünkü analistin
başladı ve şimdi de politik meşruluğun çok daha genel bir kaidesi toplumsal ve tarihsel gerçeklik anlayışı yeterli değildir. Modem
olarak hizmet ediyor. Ortak eylemliliğin ardına düşmek yerine itki­ toplumsal yaşamda yetişkinlerin toplum normlarına uygun davra­
lerin paylaşılması, yüzyılın sonlarında kendine özgü bir cemaat an­ nabilmeleri için narsis olınalan gerekir. Çünkü gerçeklik öylesine
layışı geliştirmeye başladı ve şimdi de, kişi ancak benliğin aynasın­ yapılanmıştır ki, ancak onun yapılan içinde davranıp çalışan insan­
da yansıdığı oranda paylaşabildiğinden, artık cemaatin yerelleşme- ların toplumsal yapıları benliğin aynaları olarak görmeleri ve bu ya­
pıları kişiliklerden bağımsız anlamları olan biçimler şeklinde ince­
·

sine bağlı hale gelmiştir.


Bununla birlikte, psikanalilik açıklamalarda bizzat "gerçekli­ lemekten vazgeçmeleri ölçüsünde düzen, istikrar ve ödül ortaya çı­
ğin" narsis normlara tabi olması durumunda neler olduğu sorulmu­ kar.
yor. Bu toplumdaki inanç kaidelerine göre, toplumsal gerçeklikleri Narsislik kaygı ve sıkıntının toplumsal kurumlarca yaratılması
benliğin imgesine ayna tuttuklarında anlamlı bulmak, mantıklı bir genel bir süreç olarak iki çizgide gelişir. Öncelikle kişinin kururiı 4 /9
"gerçeklik" görüşü sayılmaktadır. Narsis karakter bozukluklarında­ içindeki eylemleriyle kurumun onun doğuştan sahip olduğu yete­
ki klinik artış veri alınırsa, analistlerin, şimdi narsisizmi algılayabi­ nekler, karakter gücü ve benzerlerine ilişkin, değer yargılan arasın­
liyor olmaları yanında, benliğin içinde hareket etmekte olduğu top­ daki sınırlar silinir. Yaptığı şeyleri ne tür insan olduğunu göstermek
lumun, bu semptomların öne çıkmasını körükleyip körüklemediği­ için yapıyor göründüğünden, kişinin benlikten belli bir uzaklığı
ni sormamaları şaşırtıcıdır. (Bu sözlerimi dengelemek için psikana­ olan eylemlere inanması güçleştirilınektedir. Narsisizmin seferber
lizin kendine özgü tanımlarına o kadar bağımlı olmayan D.W.Win­ edildiği ikinci durum, benliğin doğuştan niteliklerine odaklanmanın
nicott gibi psikologların bu türden sorulan sormakta daha istekli ol­ başarılan belirli eylemlerden çok eylem potansiyellerine dönük ol­
duklarını belirtıneliyim.)'" masıyla ortaya çıkıyor. Yani, değer yargıları, kişinin şu anda yap­
Nasıl ki geçen yüzyılda kamusal ve özel yaşam krizine düşen bir makta olduğu ya da şu ana kadar yapmış olduğu şeylere gqre değil,
kültür toplumsal ilişkilerde histeriyi seferber etınişse, şimdi de ka­ neler vaat ettiğine göre oluşturuluyor. Bu şekilde yargılanan kişi,
musal olana güven duymayan ve gerçekliğin anlamının bir ölçüsü bunu ciddiye alınası ölçüsünde, yalnız kendisiyle ilgilenecek ve
olarak mahrem duygunun yön verdiği bir kültür, toplumsal ilişkiler­ dünyayı nesneleri farklılaştırmama [non-differentation of objects]
de narsisizmi seferber etmektedir. Sınıf, etniklik ve güç kullanımı ve gerçekleştirilmemiş eylem içinde özümleme açısından yorumla­
gibi sorunlar bu ölçüye uymadığı zaman, yani ayna olına işlevini yacaktır: Bunlar analistin bireysel bir karakter bozukluğu olarak
yitirdikleri zaman, ilgi uyandırmazlar ya da tutku yaratınazlar. Ger­ görme eğiliminde olacağı özelliklerdir.
çekliğin narsislik bir uyarlamasının sonucu, yetişkinlerin ifade güç­ Söz konusu toplumsal nornıların bir örneği olarak, şimdi de sı­
lerinin azalmasıdır. Yetişkinler gerçeklikle oynayamazlar, çünkü nıfsal alanda, özellikle de 20. yüzyılın teknolojik bürokr��ilerinde
onlar için gerçeklik ancak bir biçimde mahrem ihtiyaçların aynası yeni bir orta sınıfın belirmesi sürecinde narsislik kaygının 'nasıl kö­
olmayı vaat edebildiği sürece önemlidir. Çocukluk döneminde rüklendiğini daha yakından görelim.
oyun deneyimiyle benlik mesafesinin ve neyin aynı anda hem ifa­
de hem de sosyalleşmeye elverişli olduğunun öğrenilmesi, yetişkin­
likte zıt bir psişik ilkenin kültürel canlandırılmasıyla aşırı düzeyde
C. NARSİSİZMİN SEFERBER EDİLMESİ VE
güç kazanır.
YENİ BİR SINIFIN DOÔUŞU
Klasik analist için bu, terimlerinin karmakarışık edilınesidir
20. yüzyıl, kol emeğine dayanmayan, bürokratik emek çağı olarak
adeta; yetişkinlik ve benlik mesafeli bilgi ona çocukluğun arkaik
anılır. Endüstrileşmiş ülkelerin çoğunda kol emeğinin endüstriyel
narsistik enerjilerinin aşılması olarak görünecektir. Ben de tam
işgücü içindeki yüzdelerinin düştüğü doğrudur. Bürokratik yapının dikleri gibi oynayamayacakları, kendilerinden bir parçadır. Narsi­
alt kademelerinde beyaz yakalıların çalışmalarının yaygınlaştığı da sizmin bir kurum tarafından seferber edilınesi ifade edici oyun, ya­
doğrudur. Kol emeğinin ortadan kalkması şeklinde görülen şey, ni eylemleri yöneten kişidışı kuralların değiştirilınesi ve yeniden
gerçekte kol emeğinin sekreterlik, dosyalama ya da benzeri hizmet- . oluşturulması unsurunu güçten düşürmeyi başanruştır.
Jere dönüşümüdür. Benlik ile çalışma arasındaki sınırlar her şeyden önce şirket için­
Kimi yazarlar bu değişimi burjuva sınıfların orta sınıflara, clas­ deki yer değiştirme kalıpları tarafından silinir. Beyaz yakalıların iş­
ses moyennes'e dönüşümü şeklinde tasvir ediyorlar. Aynı sınıf için­ lerinin yaygınlaşması ve hızla çoğalması işlevsel zorunluluktan çok
de muhasebecide!) bankacıya kadar uzanan yelpazeden ton farklı­ yeni terfi, tenzil kanalları yaratma ve sahneye çıkan bir organizma
lıkları olarak söz edilemeyeceğinin altını çizerken, bürolardaki ida­ olarak beyaz yakalılar bürokrasisi için iş yaratmayla yakından bağ­
ri kadrolarla rutin işleri yürüten kadrolar arasındaki uçurumun bü- lantılıdır. Bürokratik genişlemenin kendi iç mantığının temelinde,
420 yüdüğünü belirtiyorlar. Beyaz yakalılar dünyasını kendi iç proletar­ yeni işin eskisiyle ilişkisinin olmaması ya da eskisine benzememe- '
yası, zanaatkil.rı, küçük burjuvazisi ve idari sınıfı ile düşünmek ge­ si yatar; böylelikle, terfi etme, iyi başardığınız bir iş için maddi ola­
rektiğini söylüyorlar.'" rak ödüllendirilmeniz değil, işin fiilen yerine getirilmesini bırakıp o
Beyaz yakalılar dünyasındaki bu işbölüınü ile yeni bir sınıf or­ işi yapanların başına geçmek demektir. Tenzil ise önceden yaptığı­
taya çıktı. Bu sınıf, yarı teknik, yan gündelik işler yapanlardan olu­ nız bir işi daha iyi bir şekilde :r:apana kadar o işte kalmanız değil,
şuyor: bilgisayar programcıları, mali analistler, borsalarda denetçi­ her şeye yeniden başlayacağınız yepyeni bir işte çalışmaya koyul­
lik, simsarlık yapan alt kademede çalışanlar ve benzerleri. Ne ken­ ınanızdır. Teknolojik yeniliklerin bürokratik genişlemeyle ilginç bir
di becerilerini kendileri için kullanabilen ne de sokaktaki herkesin ilişkisi vardır. Örneğin, bir Amerikan şehrinde hastane kayıtlarının
yapabileceği türden işleri yerine getiren özel bir kategori olan clas­ bilgisayara geçirilmesi üzerine yürütülen bir çalışına, bilgisayarla­
ses moyennes üyelerinin hiçbir grup kimliği olınadığı gibi, kendile­ ra geçişin hastanede kesilen ve ödenen faturalardaki verimliliği sü­
rini betinlleyebilecekleri bir sınıf kültürüne de sahip değiller. Onlar, rekli düşürdüğünü ortaya çıkarmıştır. Bilgisayarların yerleştirilme­
yeni gelenler [arrivals] sınıfıdır. Aynı zamanda da, Kuzey Amerika leri ve işletilmeleri öyle pahalıya patlamıştır ki, bunların bakımı ve
ve Batı Avrupa' da işgücünün en hızlı genişleyen kesimidir.'" gözetimi için yeni kadro oluşturulınuş, dolayısıyla hastanenin bü­
Bu sınıfın üyeleri, büyük ölçüde kişiliklerinin de kurumsal bir yük bir fon arttırma kampanyasına girmesi gerekmiş, büyük mik­
tanımı olan, işlerinin kurumsal tanımına tabidirler. Bu kurumsal sü­ tarlarda yeni bağışlar toplanmış ve en sonunda da hastaneye yeni
reç karşısında aynı ölçüde güçlü olan çok az geleneğe, ya da zana­ bir ek bina yapılması zorunlu olmuştur. Bürokrasi için yapılan har­
at standardına sahiptirler; bu yeni gelenler sınıfı kendileri ile ilgili camalar bir bütün olarak arttıkça artarken, beyaz yakalıların alanı­
bu kurumsal tanİınları geçerli kabul ederek, sınıfsal koşullarla kişi­ nın genişlemesi ve yeni alt birimlere ayrılması yetkililerin bilgisa­
liğin böylesi sıkı ittifak içinde olduğu bir durumda anlam ve savun­ yar sayesinde hastanenin "modernize edildiğine" inanmalarını sağ­
ma modellerini oluşturmaya çalışırlar. Şirketler beyaz yakalı teknik lıyordu. Keynes' in yanın yüzyıl öncesinde kestirmiş olduğu gibi,
işçilerine, narsislik özümlemenin her iki normu da ortaya çıkacak modern bürokrasinin özünde yatan şey, sermayenin, personelin ya
şekilde davranırlar; benlik ile dünya arasındaki sınırlar silinir; çün­ da çıktının arttırılmasına gidilmeksizin düzenli kar getiren istikrar­
kü işteki konumlan kişisel gücün bir aynasıdır; bununla beraber, lı, dengeli bir sistemin işletmecileri için ürkütücü olabilmesi ve top­
söz konusu gücün doğası eylemde değil, potansiyelde yatar. Yaşam­ lum geneli tarafından da "ölü" bir faaliyet olarak görülınesidir.31
larında narsisizmin bu şekilde seferber edilmesi sonucu, teknik İşlevsel zorunluluk söz konusu değilken salt büyüme amacıyla
emekçilerin, içinde yer aldıkları sınıfa hükmeden disiplin ve tahak­ bürokratik genişlemenin bu sınıf üzerinde özel bir etkisi olınuştur.
küm kurallarına karşı koyma yetenekleri yok olınuştur. Sınıf, iste- Yaptıkları işlerden teknik beceriler kazanmışlardır, fakat profesyo-
ne! becerileri yoktur; bu tür beceriler öyle özel ya
da az bulunmak­ �ındaki mesafenin silinmesini nasıl algılar? 1 946'dald ünlü maka­
tadır ki, işletmenin iç yapısı yeni alt birimlere ayrıld
ıkça ve geniş­ lesiyle C.Wright Milis bu soruyu yanıtlamaya soyunan ilk kişiydi.
ledikçe işletme içinde yer değiştirmeye karşı
direnebilirler. Buna "Orta Büyüklükteki Şehirlerde Orta Sınıflar" adlı makalesinde, in­
karşın, her kalıba girebilmeye müsait bir çalışm
a tarzları vardır. Her sanların sınıfsal olguları kişiliklerine bağladıkça, sınıfsal adaletsiz­
yer değiştirmelerinde yeni beceriler kazanarak
işletme içinde gö­ likler karşısında politik olarak daha az harekete geçtiklerini, hatta
revden göreve koşarlar ya da resmi olarak bir
konumları vardır, fa­ daha az öfkelendiklerini öne sürüyordu. Analizi özellikle bürokra­
kat bu konuma ait işin muhtevası, işletme yapıs
ı ayrıntılandırıldık­ tik emekçiler ve öteki orta düzey çalışanlar üzerinde odaklanıyordu
ça değişir. Programcı ansızın kendini, aynı maki
nesinde çalışsa da, ve eğitim, iş, hatta gelirin kişiliğin öğeleri olarak görülmesiyle in­
aslında bir tür defter tutma işi yapar bulabilir;
ya da büroya yeni bir sanların eğitinllerinde ya da işlerinde farkına vardıkları haksızlıkla-
bilgisayar getirilebilir ve orada bulunan kişi yeni
dilde programla­ ra isyan etmelerinin de güçleştiğini gözlemliyordu. Mills 'e göre, sı-
42"
mayı bilmediği için üstleri ona basım işini vereb _

ilirler ki bu iş, ma­ nıf olgusu kişiliğin süzgecinden geçince, ortaya çıkan şey, insanla-
kinenin çalışmasını sağlayan işlerin aşamasıyla
değil, sonuçların nn "birbirleriyle geçinmelerine" ilişkin problemlerdi. Sınıf sorunla-
derlenmesi aşamasıyla ilgilidir. Ya da satış bölüm
ünde teknik mal­ rı insanlarla ilgili bilınecelere dönüştü. Mills, özellikle insanları ör­
lar satışıyla görevli bir kişi, yeni türde bir mal
geldiğinde daha ön­ gütsel ve kişidışı hedefler gözetmekten caydıran şeyin eylemlerin
ceden o malı tanımadığı için işletmenin başka bir
bölümüne kaydı­ tam orta yerinde, başkalarının ne hissettikleri, dürtülerinin ne oldu-
rılabilir."
ğu konularına gömülmeleri olduğunu fark etmişti."
Bu işlemler sonucunda bürokrasi içindeki konu
munu koruma Savaş sonrası dönemin emek örgütçüleri, bürokrasilerdeki aşağı
yeteneği belli bir işi ne kadar iyi becerebildiğiyle
değil, kimilerini orta mevkileri, örgütlenmesi en güç kesim; nakit para, yarar ve kar­
henüz daha öğrenmemiş olduğu pek çok iş becer
isine sahip oiınay­ şılıklı yardımlaşma meselelerinden örgüt içindeki kişisel "staW"
Ia ilgilidir. Her işi yapma becerisine vurgu aynı
zamanda bir insan meselelerine en kolay sapabilen kesinl olarak betimlemişlerdir. Ilk
olarak kişiler arası işbirliği, duygudaşlık ve
alışveriş becerileri ya­ akla o <>elen kesinl olan sekreterlerin durumunda olduğu gibi, kol
nında işçinin "doğuştan" gelen yeteneğine de .
yapılan bir vurgudur. emeğine dayanan iş gruplarına kıyasla çok daha kötü koşullardald
Ironik bir şekilde, kişinin yeri uzmanlık becer
isine (sözcüğü en ge­ işlere katlanmaya gönüllü olanlar hep vardır; çünkü bu alt düzeyde­
nış anlamıyla kullanıyoruz) ne denli az bağlı hale
gelirse yetenek ve ki beyaz yakalılara ait işler "saygın"dırlar, saygın oldukları için de
sosyalliğine de o denli değer biçilir.
"kişisel"dirler. B-ir İngiliz işçi kesimi örgütçüsünün sözleriyle,
İster devlet sektöründe isterse özel teşebbüste
olsun, geniş bü- · "saygın bir kişi oiınayı saygın işin ölçüsü görmek büro emekçileri­
rokrasilerde mevki değişimlerini reddetmek
bir intihar sayılır. Bu, nin yaşamlarını kurumsal terimlerle değerlendirmek isteıııemeleri­
dşinin inisiyatifsiz olduğunu, daha da kötüsü
"katılımcı" olmadı<>ı- o
ne yol açıyor." Bunun yerini, grup çıkarlarını gözetmekte.isteksiz­
lt gösterir. "Değerli" bir eleman nasıl
ki bir dizi işin icrasında ye- lik, ancak örgütleyenin yoğun çabalarıyla kırılabilen bir kişisel ya­
:eneklilik gösteren işçi demekse, ekibin bir parça
sı olmak, katılım­ lıtlanma anlayışı alıyor.
;ı ve uysal olmak da bürokratik yapı için değe
rli olan uygun kişile­ Yeni sınıflar üzerine yazan yazarlar arasında, insanlarlJl toplum­
sal konumlarının benliklerinin aynası olduğuna inanmasına "yanlış
'afası beceriler taşımak demektir. "Esneklik" bu
değere takılan po­
:itif isimdir; ve işbaşındald kişinin işlevsel
olarak kendi maddi ko­ bilinç" olarak yaklaşmak kanıksanır oldu. Belki de kişinin değişken
•ulları ile arasında hiçbir mesafenin kalmamış
. olduğu anlamına ge­ ve istikrarsız işinin kişiliğinin ifadesi olduğu fikri belli bir bürokra­
ır. Insan olarak doğası, yani "potansiyeli"
göz önünde tutularak tik işleyişin yarattığı bilinçtir; yani bu işleyişin bizzat işçinin bilin­
'argılanmaktadır.
cinde yansımasıdır. İş içindeki konumun sabit olmayan hiçbir şeyi
pu şekilde değerlendirilen bir kişi, kişilik ve
sınıfsal konum ara- yansıtmayan bir ayna olan benliğin aynası olduğuna ilişkin bu im-
ge sınıf sisteminden çıkan narsislik duygunun vardığı ilk sonuçtur. ler ve itkilerin benliğidir; aktif benliktir. Ne ki, toplum içinde aktif
Fakat, benlik ile mevki arasındaki mesafenin silinmesi, tek başı­ değildir; orada pasif "bana" vardır. Bu savunma, insanları Milis ve
na, bu karakter bozukluğunda kendini gösteren dağılma hissinin işçi sınıfı örgütçülerinin yukarıdaki satırlarda duygusuz olarak �te­
özel bir işareti olan duyguyu, yani kişinin eylemlerinde asla kendi­ ledikleri şekilde davranmaya hazırlar. Bu bölünmede, endüstrıyel
ni bulamadığı duygusunu ve ilişkilerdeki pasifliği yaratamazdı. İşin psikologların "kayıtsız işçi"yi tahlil ederken yaptıkları karakter bo­
tuhafı, teknolojik classes moyennes içinde, bu pasiflik; işlerinin ba­ zukluğu edebiyatında açıkladıkları gibi, uyum bozukluğu ya da
şındayken kendilerini gösteren çıplak ışık karşısında kendileri için nonnal olmayan bir şey yoktur. Mantığı insanların kendi kendine
psikolojik bir zırh yaratmaya çabaladıkları zaman ortaya çıkar. Di­ yetme sorunlarıyla meşgul etmek olan bir toplumda hissedebilme­
li manipüle ederek direnirler ki bu dil, büyük firmaların hizmet sek­ nin mantıklı bir yoludur; çalışma ve öteki toplumsal eşitsizlik so­
töründe çalışan kol emekçilerinin yanı sıra bizzat beyaz yakalı bü- runları bu imge etrafında yapılanır.
424 rokratlar üzerinde yapılan incelemelerde görülen, işbaşındaki ben­ Sınıfsal mevkinin kişidışı ya da dayatılmış göründüğü toplum- -'
liği betimiemede kullanılan bir modeldir. İşbaşındaki benlik "Ben" !arda tanımlanamaz bir mevkide olmak kişisel bir utanç kaynağı de­
[I] ve "Bana" [me] olarak ikiye bölünür. Birinci tekil şahıs "Ben", ğildir; kişinin bir işçi olarak işgal ettiği mevkiin iyileştirilmesi ko­
yani aktif benlik kurumun yargıladığı benlik değildir; "Ben'', emek­ laylıkla, bir sınıf olarak, öteki kişilerin de konumlannı iyileştirmek­
çinin güdülerinin, duygularının ve itkilerinin benliğidir. Paradoksal le bağlantılı görülebilir. Oysa sınıf kişisel yeteneklerin yansıması
olarak, başarı gösteren ve ödüllendirilen benlik, başa gelen, "bana" olursa, özsaygının mantığı yukan doğru hareketliliktir; hareketli
olan olaylarla ilintili olarak, pasif dil ile betimlenir. Onlan başaran olamamak, kurumsal olasılıkların buna engel olduğu bilinse bile,
"Ben" değildir.34 bir şekilde o kişinin kişiliğini ve kişisel yeteneklerini geliştirmede­
Böylece,, Amerika'da bu tür emekçiler üzerine yapılan bir ince­ ki başarısızlığına bağlı görünür. Böylelikle sınıfsal mevki kaygısı
lemeye göl"e, işçiler terfi olayından "onlar"ın "bana" verdikleri bir ve özellikle de bir sınıftan ötekine sıçrama kaygısı, gerçek ve geliş­
şey olarak,' soyut bir biçimde söz ederler; "Ben X ve Y'yi yaptım" miş bir kişilik için yeterli olma konusunda duyulan kaygı ile birle­
ve bir terfiyi "hak ettim"şeklinde konuştuklan çok seyrek duyulur. şir. Böyle bir düşünceniı1 var olması durumunda benzer mevkide
Orta düzey işlerde çalışan emekçiler işlerinden söz ederken "Ben" olan başkalarıyla özdeşleşmek güçtür; genelde soyut bir kişi ortak
öznesini kullandığında öteki emekçilere ilişkin kardeşçe ilişkilere çıkarları kabullenebilir, fakat çıkarların karşılıklı benimsenmesiyle
ve duygulara açıktır. İşin muhtevası dışında, aktif bir "Ben" mev­ bu çıkarlar için harekete geçen grup arasına bir kişisel yeterlilik kı­
cuttur; işin muhtevası içinde ise, pasif bir "bana" benliği sarar. yaslaması girer. Kişi gerçekten kendi yeteneklerini kullansaydı o
Pasif davranış işlevsel bir amaca hizmet eder. Kişi ve işçiyi eşit­ zaman başkalarıyla birlikte girdiği kişidışı eylenılerle "kendini kü­
leyen maddi bir durumda biz herhangi bir şeye yol açmamışız da o çültmek" durumunda kalmazdı. Buna karşın, kişinin yetenekleri
başımıza gelmiş gibi davranmak korunmacılıktır. Buna karşın, ak­ hiçbir zaman somutlaşmaz ve açığa vurulmaz.
tif "Ben"in yargılanan, ödüllendirilen ya da eleştirilen aktörden ko­ Teknik işçiler, benlik ile toplumsal sınıfın iç içe geçtiğine inanı­
parılmasındaki güçlük, işin kendisinin kişinin yeteneklerinin kulla­ lan bir kültür içinde yaşıyorlar; çünkü herhangi bir kurum içindeki
nılmasının bir sonucu olması durumunda, kişinin şöyle bir çelişki­ yaşan1 ancak benliği yansıttığı ölçüde bir anlam taşıyor. Bilgisayar
ye düşmesidir: Bir yanda mevki kişiliğin bir ürünü olur; öte yanda programcıları üzerine Fransa' da yapılan bir inceleme bunun için
ise kişi işyerindeki deneyinılerini sanki orada kişiliği bürokratik iş­ açık bir formül getirir; insanlar kurumda "yabancılaşmayı" değil
lerliğin pasif bir alıcısıymış gibi görerek kendini korur. kurumla "zoraki bağlanmayı" yaşarlar, öyle ki işletmeye ait en sı­
Benliğin "Ben" ve "bana" şeklinde bölünmesi, kökeni genel radan etkinlik bile onların içtenlikle paylaştıkları çıkarlar haline ge­
inanç kültüründe yatan şartlardan gelmektedir. Gerçek benlik güdü- lir. Sonuç, insanların toplum içinde sahip oldukları özsaygının de-
rinden sarsılmasıdır. Açıkça dışlarunazlar, ama açıkça kabul de edil­ sisizmin klinik profili içind �
?lmadı­
ğini bilen egoist bir kişinin nar teorı­
. Bu paradoks, yıne de analıtik
mezler; gerçekte berıliğe yönelik tutarlı hiçbir sınır getirmeyen bir " ının daha önce altını çizmiştik r; A h/d­
gerçeklik içinde geçerlik kazanabilmek için durmaksızın kendileri­ !ın benzersiz bir buluşu değildir.
Çünkü Weber'in
klasik yapıtında kullandıg
Pro ı
ı
stan
form
. .
ulu n
kı ve Kapitalizmin Ruhu adlı
ni sınarlar. Her kalıba girebilen bu benliğin inanılırlığı nedeniyle,
her kalıba girebilen teknolojik emekçilerden oluşan yeni bir sınıfın aynısıdır; Weber, egoizm ile "dü
'.
nyevi çil�ciliği ' karş� k!lfş.ıy.� :
g tır­
muyle
cilik analizı ile şımdikı gorunu
yaratılması mümkün hale gelir. Fakat aynı şekilde, benliğin ve miştir. .Weber'in dünyevi çile par alel lik oyl esıne
omen arasındaki
mevkinin birbirini yansıtan imgeler olduğuna inanılması, iktidar "yeni" olan bir psikiyatrik fen tlu bır ımg e­
ca tesadüf esen mı, mu
sisteminin ihtiyaçlarının mekanik bir türevi değildir. Üçüncü bö­ güçlü ki, bu benzerliğin yalnız , bu ar-
ünmeye zorlanıyoruz. Yoks� �
lümde analiz ettiğimiz makine üretimi ve emtiaya "fetiş" olarak . sel rastlantı mı olduğunu düş etk enl er bır şek ilde
l
inanma isteği arasında var olan ilişkiyi, her kalıba giren işçilere
.
SiSt kendine dönükltig " ü ortaya çıkaran kül rüre . . ? 427
i mı d ır.

nın canlandırılmı ş hal


olan kurumsal ihtiyaç ile emekçilerin her kalıba giren bir benliğe yeni şartlarda Protestan ahliikı e
görüşlerı arasında en tanınan �
duydukları inanç arasında da görüyoruz. Bunlar tek bir kültürel sü­ Protestan ahlakı, Weber 'in rüm um lulu gu
usu yanlış anlaşılmanın sor
recin iki boyutudur. ikisi birlikte, çalışmadaki pasifliğin belirtileri­ en yanlış anlaşılandır. Söz kon ırınenın
ni ortaya çıkarırlar; narsisizmin psişik enerjilerini harekete geçiren disine de aittir. Pek çok �leşt
okurlarına olduğu kadar ken zaman za­
derece karınaşıktıı; öyle kı
dikkat çektiği gibi, dili son

de bir inanç kültürüyle birleşmiş haldeki bu sınıf yapısıdır. zam an zaman


kapitalizmin kökenı ike n,
.

Narsisizmin enerjileriyle oyun enerjilerinin çelişik olduğundan man Protestanlık onun için ihs el kayıtlar­
çek bir tarib mi, yoksa tar
söz ettik. Oyun kavramının "zoraki bağlanma" fenomeni ile dolay­ da değildir; çalışmasının ger utlama�ı I!lı
fikirlerin entelekrüel bır soy
sız bir ilgisi vardır. Bu pasif durumdaki insanlar işletmenin kuralla­ dan alınan belli başlı genel ışmayı bır tur
arsızdır. Fakat eğer bu çal
rına karşı koymayı ya da onlarla oynamayı düşünmezler; işletme, olduaunu belirlemekte kar lıyız yap'.t
ak okursak, ki kanımca ok�ma ;.
yeteneklerini kullanarak içinde yol almaları gereken mutlak ve sta­ ahl la ilgili hikaye olarak
inin güc ünü kaz anır . Ne dıı : W � ber ın m'.­
tik bir gerçekliktir. Mesele, işletme yapısından hoşlanıp hoşlanma­ en iyi ve en ateşli bölümler .
in (Ka toliklik ) yitirilmesi ve kapıtalızmın yükselı­
dıkları değil, onu veri olarak benimsemeleridir. Benimsedikleri öl­ ti? Ritüel bir din ak amacıyla
gider: Benliği geçerlı kılm
çüde de onun kurallarını "sorunsallaştıramazlar." Halbuki oyunda şi genel bir sonuca doğru ut yaşantılar­
"dünyevi çileciliktir": Som "
başarısızlık halinde yapılan budur. doyumun yadsınması. Bu ı ldu gum.:' gos.te­
k, insan, getçek bır kiş �
Oyun, kuralların niteliği üzerinde çalışma zevki verir. Narsisizm dan zevk almayı yadsıyara . gos­
ma yı ertele yeb ilm e yet eneği, güçfü b �. ılıgın kış
ise aksine çileci [ascetic] bir etkinliktir. Bunun neden böyle olduğu­ riyor. Haz duy . zevklerın-
m anlamak ve çileciliğin etkisi altındaki kişilerin ifade güçlerini
imlerle, bu, kendını rıtuel
ter"rresi sayılıyor. Protestan ter e, �arasını baş­
arın afıf dır, kapitalist terırnlerl
1asıl aşındırdığını görebilmek için, kavramı psikiyatristlerin elin­ d en arın dırma , gün ahl . . . . b edense!
!en çekip alarak yeniden toplumsal ve tarihsel ortam içine yerleş- na ait bir işle tm ede kul lanma yoluyla kendısı. ıçın
kaları rıtu�l Y,a da har­
Dünyevi çilecilik böylece
irmemiz gerekiyor. haz duymayı yadsımadır.
·

ukleşmı�­
etmektedir. Itki daha ıçe do�
cama yoluyla sosyalliği yok kıl re e �ur
yasaklamak, kendine ve öte � � .
tir. Kendine dünyevi zevki
bildirimde bulunmaktır. We
ber çıle� ı�ın �
D. NARSİSiZM MODERN ÇAGLAR!N
PROTESTAN AHLAKJD!R
biri olduğuna ilişkin bir
ethosun doğasına ulaşıy ; o �
. Çe ıldıgı ın­
doğasına değil, sektiler bir �1'.lıı
p b�kalarının
dini cezalandffan bır.
zivada Tanrı huzurunda ken olma�ı tu­
lünyada saldırgan bir tutumla zevk peşinde koşan, sahip oldukla­ ünmez; onunki, benlıgın yok
ından ve kendisinden hoşnut olan, istediğini nasıl elde edebilece-
gözündeki görünümünü düş
çile cilikti r. We ber'in C.alvin'i ya da Be
n Fr �n ı bu
rün den bir
dünyada kişi olarak bir değerleri olduğunu göstermek isteyen çile­
cilerdir. çalışan birer özyadsımadır. Günümüzde egemen olan cinsellik
Çilecilik ve narsisizmin pek çok ortak yanı var: Her ikisinde de anlayışı ve görünüşte daha liberal çağımız ise aksine gerçekte ben­
"Ne hissediyorum?" takıntısı vardır. Her ikisinde de öteki liğin önceliğine ilişkin bir iddia olan zevklerin sürekli yadsınması­
di hissettiklerine ilişkin denetimleri ve dürtülerini göstermeklere ken­ na varmaktadır. Kadınların orgazm olamama korkusu ya da erkek­
liğin bir değeri olduğunu göstermektir. Yine, ikisi için de kişinin, ben­ lerin yeterince boşalma sağlayamama korkusunun, 1.960'ların son­
netimi dışında dünyevi deneyime katılmak değil, benliğin dünyaya de­ larında New York'ta yürütülen bir çalışmaya göre, kişının partnerı­
yansıınası söz konusudur. ni tatmin edememe endişesi ile pek fazla ilgisi yoktur. Daha fazla
Weber'in neden bir Protestan ahlfilcı fikrini geliştirdiğini soracak orgazm ve boşalım olsun diye cinsel davranış değiştirilirse, ne ka­
olursak, olası yanıtlardan biri bunun Weber'in, sekülerizm ve kapi- darırun yeterli olacağı hakkındaki beklenti düzeyi de buna koşut
1.:/.li talizmin psişe üzerindeki bileşik sonuç olarak yükseltilir; bu durumda kişi hfilii. cinsel davranışının gerçek­
larını gösterme
duğudur; bu iki etkeni seçmiş olması da rastlantı değilyönte mi ol­
dir. Bunlar
ten "tatmin edici" ve "anlamlı", vs. olması için gereken "yeterlilik" �
benlik dışındaki deneyimlere duyulan inancın aşınmasına düzeyine ulaşamaz. Kohut'un narsisizmin ezici talepleri olarak be­
olurlar. İki,etken birleşerek, saldırgan, kendine güvenen bir güçnede n
ola­
timledi�ii. Weber'in zihninde ise çilecilik olarak biçimlenen şey bu
rak benliği yok etmekle kalmamış, değerini takıntısal tür bir �zyadsırna idi. Kişi gerçekleşmemiş olduğundan, enerjileri
nesnesi haline getirmişlerdir. Her ikisi birlikte kamusalendiş enin
yaşam ı
kendisi üzerinde odaklanır.
aşındınnışlardır. Modem toplumda seferber edilmiş olan narsisizmin çileci ka­
Weber' in seçtiği çileci dürtüler, kendini haklılaştırma gayesi ta­ rakteri, klinik literatÜrde ortaya çıkan iki duygu durumuyla sonuç-
şıyan çileci davranış, narsis enerjilerin nasıl kişilerarası dene lanır. Biri kapanma korkusu, öteki de boşluk. . edicı
. . olma­
dönüştürülebileceğinin anlaşılmasında önemli verilerdir. Narsisyime itki
Beklentilerin, mevcut davranış biçiminin asla tatının
çileci kendini haklılaştırmaya göre formüle edilerek toplumsallaşır. masını sağlayacak birime sürekli yükselmesi bir "kapanma" yoklu­
Kişinin işinde yeteneklerini gösterme arzusu taşıması gibi, bu ken­ cru docrurur. Bir hedefe ulaşma duygusundan kaçınılır, çünkü o za­
dini haklılaştırma itkilerinin sonucu, başkalarından uzak ::ıan deneyimler nesneleşmiş olur; belli bir şekil, bir bi?im alacak
hatta ilgiyi benlikten uzaklaştıracak bir eylem türü olduğundan durmak, ve böylece kişiden bağımsız varlık bulacaktır. Sınırsızlıgı �aşamak
kalarıyla birlikte yürütülen faaliyetlere katılmamaktır. Bu çekilbaş­ me­
için, kişi çileciliğin bir biçimini yaşamalıdır ya da Weber ın, Cal­
nin sonucu da, bizzat eylem fikrinin, yaşanıın bir dizi uzlaşılarda vin'in dindarca ritüellere karşı duyduğu korku hakkında yazarken
ibaret olduğu kavrayışının son bulmasıdır. n belirttiği gibi, somutlaştırılmış gerçeklik kuşku uyan�ırmalıdır.
y,uulma olasılığı en yüksek kılavuz olan sağduyu, bizlere ken­ Benlik ancak sürekliyse gerçektir; yine ancak sürekli ozyadsıma
dine dönüklükle çileciliğin birbirine karşıt olduklarını ile sür�kli kılınır. Kapanma gerçekleştiği zaman deneyimler benlik­
den nerede iç içe geçtikleri üzerine somut örnekler vermsöyle ek
diğin­
yarar
ten kopar ve bu durumdaki kişi bir kaybolma tehdidi altında gibi­
olabilir. Geçen yüzyılın erotik korkuları çileciliğin en yüksek nok­lı dir. Narsistik bir itkinin niteliği, sürekli öznel bir durum olması ge­
tası olsa gerek. Ne var ki, bir kadının iffetliliğinden dolayı gizli bir rekliliğidir.
' gurur duyduğunu, bekaretini "kendisi için reklam" şekli Çileciliğin rol oynadığı narsisizmin ikinci özelliği boşluktur.
ğünü düşünmek de büyük bir yanılgı olurdu. 19. yüzyıl eroti nde gördü­ "Keşke hissedebilseydim" formülasyonunda özyadsıma ve �endın.e
terimlerle betimlenseydi, tehlikeli görünen tüm cinsel kork zmi bu dönüklük sapkın bir gerçekleşmeye ulaşırlar. Hıssedemedıg":" bır
kendinden iğrenme sona ererdi. Bu terimler aynı zamanda Webeular, şey gerçek değildir; fakat hiçbir şey de hissedemiyorum. Benlik dı­
dünyevi çileciliğini açıklar; \ıunlar ilgiyi benlik üzerine çekmr'in eye
şı alanda gerçek olabilecek herhangi bir şeyin var�ğına k".:şı sav�n­
ma mükemmel hale getirilmiştir; çünkü boş olduguma gore benım
i insan­
haline gelir; bu arayışı ötek
çıkarabilmek, kendini arayışı
1ışımda hiçbir şey canlı değildir. Terapi sırasında hasta ilgisini top­
için özen gösterildiği de söyl �
nemez.
layamadığı için kendisini suçlar, fakat görünürde müthiş bir ken­ ların gözünde anlamlı kılmak
le an­
olduğu söylenirse bunu kesınlik
linden iğrenme taşıyan bu suçlama gerçekte dışarıya yöneltilmek­ Onlara kişinin arayış içinde
:edir. Asıl formül, hiçbir şeyin benim hissetmemi sağlamaya yetme­ lamak durumundadırlar.
n
temsil edilmesi inancının, geçe
Üçüncü bölümde duyguların
ıeceğidir. Boşluk peçesi altında, ben istemedikçe hiçbir şey benim
ıissetmemi sağlayamaz şeklindeki daha da çocuksu bir şikayet ya­ yüzyılda duyguların iradedışı
dışavurulması fıkrıyle nasıl bag
"
'.
a ntılı

ar. Aynca, her zaman çok arzuladıklarını sandıklan bir şey olan bir hale geldiğini görmüştük.
Dar ."
win 'in kuralı ı anımsayın: .
Kışı ne
ın ırade
i gösterir. Narsısızm, karakter
dşi ya da bir etkinlik karşısında boş kalmaktan gerçekten acı çe­ yaparsa yapsın hissettiklerin
rına taşımaktadır.
e edilmesi fıkrini mantıki uçla
'enlerin karakterlerinde ise, öteki insanların ya da olduğu haliyle ' ifad
dısı
un
seferber edildiği ölçüde. oyun
özetle, bir toplumda narsisizm 431
1
:eylerin asla yeterince iyi olamayacaklarına ilişkin itiraf edilmeyen,
.
. il ..
' B oy- -
ted . ır.
ifade ilkesı güç endır mek
�izli bir inanç yatar. ifade ilkesine tamamen zıt bir
si tabii
göreneklerin kuşkulu görünme
Narsisizmin çileci nitelikleri bu psişik durumu belirli ifade tür­ le bir toplumda meziyetin ve
yıkımını
·

n manttğı �!tür araçlarının


erine karşıt kılmada önemli unsurlardır. Bir kişinin neler hissettiği­ ki doğaldır. Böyle bir toplumu
llerı n orta dan kal­
nlar arasındaki enge
Li başkalarına ifadesi aynı zamanda hem çok önemli hem de çok şe­ getirecektir. Bu yıkımı insa
adın a gerçek­
ine yakınlaşttnlmalan
:ilsiz görünür; ifadeye şekil ve nesnellik kazandırmak ifade edilen dırılması, insanların birbirler
m yapılarının
ancak toplumdaki tahakkü
luygulardan sahiciliklerinin çalınmasıymış gibi görünür. Yani, nar­ leştirecektir, fakat sonuçta
aktır.
iden inşasında başarılı olac
isizm duyguların şekillendirilmiş takdiminden çok, duyguların psikolojik terimler içinde yen
>aşkalarına temsil edilmesi olarak adlandırdığımız iletişim biçimi
;in gereken psikolojik akıl yürütmedir. Narsisizm, kişinin bir şey
issetmesi durumunda o duyguların mutlak açıklanması gerektiği
anılsamasını yaratır; çünkü her şey bir yana, "içerisi" mutlak bir
erçekliktir. Duyma biçimi, yalnızca duyma itkisinin türevidir.
İtkilerin somutlaşmasından ve işaretler üretmekten korkan kişi,
aşamındaki ifadeleri öyle kurar ki kendinde var olanı başkaları
arşısında temsi! etmekten acizdir ve bu başarısızlığı için de baş­
.
alannı suçlar. Otelci insanlar onun bir şeyler hissetmekte olduğunu
ılayabilirler, buna karşın, duygularını somutlaştırma korkusu
tekilerin onun ne hissettiğinin farkına varamayacakları anlamını
:şır. Duygusal açıklığın bir tehdit unsuru oluşturması nedeniyle
ırsis durumlarda duygusal belirsizlik ortaya çıkar. Fakat somutlaş­
rmayı reddeden kişi için, istese de anlatamadığı bu itki hakikidir.
aşkalarına kendinden söz etme itkisi gerçekse ve çok güçlü ise,
ıların buna yanıt vermemeleri kendileriyle ilgili bir sorun olarak
;�
irülmelidir: Bir kişi içten davranıyor, onlarsa anlam y rlar, onun
ivenini boşa çıkarıyor ve onun ihtiyaçları karşısında yetersiz
ılıyorlar. Böylelikle kişinin itkilerinin güvenilir yegane gerçeklik
duğu inancı güçlendiriliyor. Kişinin ne hissettiğini ortaya
S onuç : suçlardan birini farkında olmadan işleyebileceğine ilişkin korkula­
Mahre miyeti n desp otlukla rı rı kapsar. Madam Bovar:; malırem despotluğun ilk türünün bir sim­
gesidir; yanlış yolda giden ana babasını gizli polise teslim eden Sta­
linist küçük komünist efsanesi de ikinci tür için iyi bir simgedir.
Bu imgelerin her ikisi de aslında yetersiz kalıyor. Ev içi yüküm­
lülükler, günümüzde çok sayıda insanı canından bezdiren klostrofo­
binin tanımlanmasında eksik kalıyor. Faşist gözetleme de yanlış yo­
rumlanmaya açıktır; faşizm yokken malırem politik denetimlerin
hafifletildiğini düşünmek kolay görünür, oysa gerçekte biçim de­
ğiştirirler. İmgelerin her ikisinin de yetersiz kalmalarının nedeni
ikisinin de zorbalığa dayanan despotluklar oluşundandır. Fakat des- '
'
potluğun kendisi, kendini belli etmeyecek incelikte olabilir.
Politik düşüncede "despotluk" sözcüğünün en eski kullanımla­
rından biri de egemenlikle eşanlamlıydı. Tüm meselelerde bir tek
ortak ve egemen ilkeye ya da kişiye gönderme yapılıyorsa, toplum
yaşamında o ilke ya da kişinin despotluğu söz konusudur. Alışkan­
lıkların ve eylemlerin tek bir egemen otorite kaynağından yönetimi­
nin mutlaka zorba bir baskı rejinıinden doğması gerekınez; bir
ayartrnayla da gerçekleşebilir, böylece insanlar kendilerinin üstün­
de olan tek bir otorite tarafından yönetilmeyi isteyebilirler. Bu
ayartmanın bir tek despot kişiyle olması da şart değildir. Herhangi
bir kurum tek başına bir otorite olarak yönetebilir; bir inanç da ger­
çekliğin tek standardı olabilir.
Malıremiyet bu sonuncu türün gündelik hayattaki despotluğu­
dur. Zorlama olmaksızın, karmaşık toplumsal gerçekliği ölçmede
Mahrem despotluklarla ilintili olarak ilk akla gelen iki imge vardır. tek bir doğruluk standardına inanılmasıdır. Yani toplumun psikolo­
Çocuklar, evin banka borçları, eş ile münakaşalar, veterinere, diş jik terimlerle ölçülmesidir. Bu ayartıcı despotluk ne ölçüde başarılı
hekimine gitmeler, her sabah aynı saatte kalkıp aynı trene yetişme­ olursa, toplumun kendisi de o ölçüde bozulur. Bu kitapta, entelek­
ler, eve dönüşler, günde iki tek martini ile sekiz sigara sınırını aş­ tüel açıdan kurumları ve olayları ancak ve ancak kişiliklerin sergi­
mamakla ve faturalar için duyulan kaygılarla sırnrlı bir yaşam bun­ lerunesiyle anlamakta olduğumuzu söylemeye çalışmadım, kaldı ki
ların ilkidir. Ev içindeki rutinlerin listesi çok geçmeden malırem böyle olmadığı apaçıktır; aksine ancak içlerinde faaliyet yürüten ve
despotluğun bir imgesini üretir; bu klostrofobidir. Malırem despot­ somutlayan kişilikleri ayırt edebilirsek bu kurumların ve olayların
luk, kişinin tüm etkinliklerinin, arkadaşlarının ve düşüncelerinin farkına vardığımızı anlatmaya çalışum.
hükümet denetiminden geçirildiği bir tür politik felaket anlamına Malıremiyet bir görüş biçimi ve insan ilişkilerinde bir beklenti­
da gelir. Bu mahrem baskı, hemen hapse girmesine yol açabilecek dir. İnsani deneyimin yerelleştirilınesidir; öyle ki, yaşamın dolaysız
görüşlerine ihanet etmesine, çocuklarının okulda boşboğazlık ede­ şartlarına yakın olan, en yüce olandır. Bu yerelleşme ne denli hü­
bileceklerine ve devletin devamlı listesini kabarttığı devlete karşı küm sürerse, insanlar da içtenliğin ve karşılıklı açıklığın karşısına
:ıkan görenek, tavır, jest engellerini yıkmak için o
kadar çok çalı­ Bugün içinde yaşadığımız toplum bu tarihin sonuçlarına katlan­
ır,· birbirlerine o denli çok baskı yaparlar. Beklentileri
ilişkilerin maktadır; yani, toplumsal anlamların birey olarak insanların duygu­
·akınlaştıkça sıcaklaşmasıdır; insanların malırem bağları
n önüne larıyla yaratıldığı inancıyla res publica'nın silinmesinin. Bu deği­
ıkan engellerden kurtulma çabalarıyla bulmak istedikl
eri yoğun şim toplumsal yaşamın iki alanını bizim açımızdan karanlıkta bı­
•ir sosyalliktir. Ne var ki, bu beklenti eylem tarafından
yenilgiye raktı. Bunların iiki iktidar alanı, ikincisi de içinde yaşadığımız yer-
ığratılmalctadır. İnsanlar birbirlerine yakınlaştıkça sosyall
iklerini leşim alanı. .
itiriyorlar, ilişkilerinde de daha sancılı ve kardeş katline .
daha eği­ İktidarın ulusal ve uluslararası çıkarlar, sınıf ve etnik grup oyun-
ımli oluyorlar.
ları bölcrelerarası ya da dini çelişkiler sorunu olduğıınu aiılıyoruz.
Muhafazakarl ar mahremiyet deneyiminin insanların
.işkiden beklentilerini boşa çıkardığını öne sürerler; çünkü
mahrem k ; anlayışa göre hareket etmiyoruz. Bu kişilik kültüı'ii inanç-
Fa at b
"in�an ları kontrol ettiği ölçüde, inanılır, dürüst ve özdenetirnli adayları se­
oğası" kendi içinde öylesine hastalıklı ve yıkıcıdır ki, insanlar 435·
bir­ çiyoruz. Bu kişilikler geniş bir yelpazenin çıkarlarına hitap edebi-
irlerine açıldıklarında gösterdikleri şey, deneyimlerin
in daha az · lirler, bize göre. Sınıf politikası sınıfın kendisiyle birlikte zayıfla­
uygu yüklü biçimlerinde güvenle gizlenen özel küçük korkula
rdır. mıştır, özellikle yüzyılımızda oluşmakta �l".11 yeni sınıflar ar�ında
enim düşünceme göre, mahrem ilişkinin sosyalliğe yenik düşme­ _
sınıf politikası daha çok doğuştan gelen kışısel yeten�kle:ın �fadesı
. insan doğasına ilişkin terimlerin, "kişilik" diye adlandı
rdığımız o olarak görünür olmuştur. Malıremiyet geliştikçe güç ılışkilen dene­
ireysel, istikrarsız ve kendine dönük fenomene dönüştüğü
hsel sürecin sonucudur.
uzun ta­ �
yimi daha insani bir anlam kazansa da, hatt� gerçek ikti � yapıla­
rı daha da uluslararası bir sisteme doğru gelışse de yerelcılik ve ye­
Bu tarih, toplumu ayakta tutan nazik bir dengenin
seküler ve ka­ rel özerki.il< yaygınlaşan bir inanç haline geliyor. Cemaat, kişidışılı­
italist varoluşun ilk dalgalarında yitirilişinin tarihid
ir. Bu denge,
ğı artık en büyük günahı olarak görülen topluma karşı büyük bir �i­
amusal yaşam ile özel yaşam arasındaki denge
ydi; insanların tut­
lah oluyor. Fakat istikrara uluslararası ölçekli ekonomik denetım
unun bir türünü besledikleri kişidışı bir alan
ile, tutkunun başka bir
yapıları aracılığıyla adım adım ulaşan endüstrileşmiş Batı ya da
lrünü besledikleri kişisel bir alan arasındaki _
dengeydi. Bu toplum
benzeri bir toplumda, iktidara dayalı bir cemaat yalnızca bır yanıl­
ığrafyasına doğal bir insan karakteri fıkrind
e temellenen insan do­
sama olabilir. özetle, dolaysız insan ilişkilerine malırem bir düzey­
ısı imgesi egemendi; bu karakter yaşam boyu
edinilen deneyim­
de inanınamız, iktidarın gerçeklerine ilişkin anlayışımızı kendi po­
rden doğmayıp, bu deneyimlerde ifade ediliy
ordu. Doğaya a.itti ve
litik davranısımız için bir rehbere dönüştürmemize engel oldu. So­
sanda yansıtılıyordu. Hem sekülerlik hem
izyıl içinde farklı biçimlere ulaşınca, bu aşkın
de kapitalizm geçen
nuçta tah akk'üm ve eşitsizlik güçleri t�hdit bile ��ilmede? duruy�r:
doğa fikri giderek
Gerçek insan ilişkilerinin kişiliklerın ötekı kışıliklere ıfşa edılışı
ilamını yitirdi. İnsanlar kendi karakterlerinin
yazarları olduklan­
ı, yaşamlarındaki her olayın kendilerini
olduğu inancı, ikinci olarak, şehrin amaçlarına ilişkin anlayışı�ızı
tanımlamak bakımından
r anlamı olduğuna ve fakat yaşamlarının çarpıttı. Şehir, kişidışı yaşamın aracıdır; içinde toplumsal deneyım­
istikrarsızlıklarının ve
ler olarak çeşitli ve anlaşılmaz kişilerin, çıkarların ve zevklerın
lişkilerinin bu anlamın ne olduğunu söylebilmele
rini çok güçleş­
mevcut olduğu bir kalıptır. Kişidışılık korkusu bu kalıbı kırıyor.
diğine inanmak durumunda kaldılar. Bunu
nla birlikte, insanların
Güzel, bakımlı bahçelerinde oturan insanlar Londra ya da New
ıi!ik sorunlarına duydukları ilgi h.iç olmad
ığı kadar gelişti. Gi­
York'tan ürktüklerini söylüyorlar burada; Highgate ya da Scarsda­
mli, tehlikeli bir güç olan benlik, adım adım
toplumsal ilişkileri
le'da herkes komşusunu tanıyor; doğru, pek hareket yok fakat hiç
ıımlamaya başladı. Toplumsal bir ilke oldu.
Bu noktada da, kişi­
olmazsa güvenli, huzurlu bir yaşam var. Bu, ilkel kabile düze.nine
;ı anlamlan kapsayan kamusal alan ve kişidı
şı eylem zayıflama­
creri dönüştür. "Kentli" ve "medeni" sözcükleri artık çok dar bır sı-
o
başladı.
nıfın artık seyrek yaşanan deneyimlerını çagnştırıyor ve zuppece
, • M '"
sızlanma izleri taşıyor. Medeni varoluş nosyonunu kişidışı yaşama Dipnotlar ve kaynakça
duyulan korku, mahrem ilişkilere biçilen büyük değer oluşturmak­
tadır; ki bu, yaşamsal çeşitlilikten dolayı insanların kendilerini ra­
hat hissettikleri ve gerçekten tüm ihtiyaçlarını karşılayabildikleri
bir varoluştur ve yalnızca zengin ve hali vakti yerinde olanlar için
var olan bir fırsattır. Bu anlamda, mahrem ilişkiler içine hapsolma
medenileşmemiş bir toplumun göstergesidir.
Mahr�miyetin bu iki despotluğunun, gerçekliğin ve kişidışı ya­
şamın değerinin bu iki yadsınma tarzının hem ortak hem aykırı bir
yanı vardır. İlk olarak 19. yüzyılda tuzlanan ve günümüzde bir Kaynakça i l e ilgili notlar belli konuları, özellikle d e tarihsel içerikli konuları araştıran öğren�

436 inanca dönüşen şehrin yenilenmesi, yerellik zincirlerinin fırlatılıp


cilcrin yararlanması için dlizenlcnmiştir. Orada adı geçen kitaplar kitapçılarda bulunabilece­
ği için 1 . Bölüm'de not verilmemiştir; 4. Bölümde de tartışılan konuların özel kaynaklara da- ·

atılması aynı zamanda bir politik davranış ilkesinin de yenilenme­ yundığı yerler dışında çok az dipnot verilmiştir. Kendi başına "Darwinci teori" ya da bir
"Frcudçu yaklaşım" anlamsız olduğundan, başka bir yazarın teorisindeki argümanı çözüm­
sidir. İnsanlar toplum içinde çıkarlarının peşine saldırganca düşebil­ lerken her bir fikir için özgUl pa..'>ajlan aldım.
meyi öğrendikleri ölçüde kişidışı hareket edebilmeyi de öğrenmiş
oluyorlar. Şehir, bu eylemin ve öteki kişilerle onların birer kişi ol­ İKİNCİ BÖLÜM
duklarını bilme zorunluluğunu duymadan bir araya gelmenin an­
l. Bu iki ancieıı rJgime şehriyle ilgili iyi bir tartışma için bkz. Femand Br.ıudcl, Capi­
tali.�m and Moıeria/ Life (New York: Harper & Row, 1973), s. 430.
lamlı olduğu forumun öğretmeni olmak durumundadır. Bunun saç­
ma bir rüya olduğunu sanmıyorum; şehir, hemen tüm uygarlık tari­ 2. A.g.y., s. 4 3 1 .

hi sürecinde aktif toplumsal yaşamın, çıkar oyunları ve çelişkileri­ 3. Louis Chevalier. Lahoring Clai!·se.� and Dangerous Classes. İng. çev. Frank Jellinek

nin, insani irnkfuı deneyiminin odağı olarak hizmet etmiştir. Ne ya­


(Ncw York: Howard Fertig, 1 973), s. 176; Alfrcd Cobban, A History of Modern France (3.
basım. Londr.ı: Penguin. 1963), l, 48; Picrrc Goubert. "Reccnt Theorics <ınd Research in
zık ki bu uygar irnkfuı günümüzde uykuya yatmıştır. Frcnch Popu\ation Betwcen 1500 and 1700," D.V. Gla.-ıs and D.E.C. Everslcy, (der.) Popu/a­
t/on in Histmy (Chicago: Aldine, 1965), s. 473.
4. Bkz. H. J, Habakkuk, "English Population in the 1 8th Century," Economı'c Hi.\'tory
Review, 2. dizi, VI ( l953), 1 1 7 ; Robcrt Mandrou, La France aııx XVI/ et XV/11 Siectes (Pa­
ris: Prcsses Univcrsitaires de France. 1967). :;, 130; Comte de Buffon'dan akmran, Chev:.tli­
er. a.g.y. , s. 178.
5. Bkz. E.A. Wrigley. "A Simple Model of London's lmportance in Changing English
Socicty and Economy. 1650-1750," Pa,,·t and Prescııt. No. 37. s. 44; C.T. Smith, harita The
Geo,r:;raphical Journa/'da, Haziran 1 9 5 1 , s. 206.
6. Louis Henry. "Thc Population of Fr.ınce in the 18th Century," Glass <ınd Evcrslcy
içinde. a.g.y.• :;, 434.
7. Danicl Dcfoc. A Tom· Througlı rhe Whole !sland of Great Britain (Londra: Penguin,
1971; ilk ba.-ıım 1724). s. 308.
8. S. Giedion, Sptu:e, Time and Archiıecture (C:.unbridgc: Harvard University Prc.-ıs, 4.
b:L'i. 1963), S. 141 42.
9. Ancak. Haussmann, sonraki yüzyıl içinde bu geniş boşlukların kural tanımaz kalaba­
lıklar taı-.ıfından çabucak doldurulacağını fark etti, bu yüzden de 18. yüzyıldaki kalabalık
karşıtı pl:ınlama 19. yüzyılda i:;yankfir oluşumlara zemin hazırlay<ın bir yaklaşım olar.ık gö­
rüldi.i,
10. Paul Zuckcr, Towrı and Sqııare: Franı ıhe Agora to Vil/age Green (Ncw York: Co-
lumbia University Preı>s, 1959).
1 1 . E.A. Gutkind. Urhan Develo11nıent in France (Ncw York: Free Press, 1 970). s. 252.
12. Giedion, a.g.y., s. 619.
1 3 . A.g.y., s. 620.
14. E.A. Gutkind, Urharı Deve/opment in Western Europe: The Netlıerlands and Great a.g.y.• s. 148-49.
1ritµi11 (New York: Free Pres.'i, 1971), s. 259. 40. Burris-Mcyer, a.,ı:.y., s. 328.
15. Defoe, a.,ı.:.y.. s. 287. 4 1 . Maggie Angeloglou, A History of Makeup (Londra: Studio Visb., 1970), s. 73-74.
16. A.g.y., s. 295; aynca Raymond Williams, The Coımtryand the City (New York: Ox­ 42. A.g.y., s. 79. 84; Lucy Barton, Historic: Cosıumefor the Stage (Boston: W.A. Baker.
'ord University Press, 1973), özellikle pastoral k�ıtı bölümler. 1 935), s. 333; Burris-Meyer, a.g.y.. s. 328'.
17. Christopher Hill, Refnrnwtion ıo lndustrial Brüain (Baltimore: Penguin, 1969), s. 43. Wilcox, The Mnde i11 Footwear (New York: Scribner's, 1948}, BI. 15 için
·
çizelgeler
!26. sayfa.'\ı.
18. Jeffry Kaplow, The Name.\' of Kings (Ncw York: Basic Books, 1972), s. 7. 44. Wilcox. Tlie Mode in Hats and Headdress, s. 145; Iris Brooke, Western European
19. Kari Polanyi, The Great TranJfornıatio11 (Boston: Beacon Press, 1964), sonuç. [Bıi- Costumes, 17tlı ıo Mid-19th Centuries, and fıs Relation to the Theaıre (Londr.ı: Gcorge Har­
•ı'ik Döm'işiim, çev. A.Buğnı., Alan Y., 1986] r.ıp & Co. Ltd., 1940}, s. 76.
20. Bkz. Jane Jucobs, The Econonıy ofCities (New York: Random House, 1969). 45. James Lavcr, Drama, fıs Costunıe and Decnr (Londra: The Studio Ltd., 1951), s.
2 1 . Kaplow, u.g.y., s. 36. 154: Brooke, a.g.y., s. 74.
22. Williams, a.g.y., s. 147; 19. yüzyılda bu artığı meydana getiren şey hakkında drıha 46. Libr.ıry for the Perfonning Art.'i, Lincoln Center, New York. Research Division, Le�
;ene! bir teori için bkz. H.J. Hrıbakkuk, American and British Technology in ıhe /9th Cen­ comptc Fol der in 1 8th Cenlury Costume scction, plates 77 ve l 04; plate 78.
ııry· (Cambridge: Cambridge University Press, 1962) 47. Laver, Drama, s. 155. 439
23. J.H.. Plumb, The Origins of Potiıical Sıability: Eng/and 1675-1725 (Boston: Hough­ 48. John Lough, Paris Theaıre Audiences in the 17th and /8th Cenıuries (Londra: Ox­
)n Mifnin, 1 967}. çeşitli yerlerde. Özel değişiklikler için bak. Alfred Franklin, L.a Vie Pri­ fo.rd Univcrsity Press, 1957), s. 172; Charles Beccher Hogan, The Landon Stage, 1776-1800
Ee d'Autrefois (Faris: Plon. 1887), 1, 259�82. (Carbondale, rıı.: University of Southem Illinois Press, 1968), s. ccx: Alfred H�t.ıge, Sha­
24. Bkz. S:ıint�Simon, Memoirs (Paris: Bostan, 1899). H. Baudrillart, Histoire dıı Luxe kespelfre's Audience, (New York: Columbia University Press. 1941}, 81. 2.
'ril'i et Puhlic (Paris: Hachette, 1880), C. I, s. 194-95 içinde çok ilginç sahne sözleri vardır. 49. Frederick C. Green, Eighteenth-cennıry France (New York: Ungar, 1�64), s. 169;
•ync-.ı Pepys'in günlüklerinde ark:ıdaşl:ınn içerken şerefe kadeh kaldırma anlarını anlatan Lough. a.g.y., s. 180�84, 226; George W. Stone, Jr.• The London Stage, 1747-1 776 (Carbon­
ölilmlere bkz. dale, ili.: Univcrsity of Southem lllinois Press, 1968), a.g.y., s. cxci; Lough, a..ı:.y., s. 177.
25. W.H. Lewis. The Splendid Century (New York: Morrow, 1971). s. 41 -48. 50. Stone. a.g.y., s. cxci; Louigh, a.g.y.• s. 229�30. Aynca bkz. Mannontel, Oeuvres (Pa�
26. Lord Chesterfield, Letters (Londra: Dent-Dutcon, 1969 ilk baskı 1774), s. 80; Volta­ ris, 1 8 1 9-20), JV, 863.
·e'in meklUplarındaki komplimanlarla ilginç par.ılellikler vardır, aynı sözcüklerle çok fark­ 5 1 . Phyllis Hartnoll, The Concise History o/Theatre (New York: Abrams, rurihsiz.), s.
insanlar:.ı hitap edilmiştir, bazı yanıtlar tıpa tıp aynıdır; öyle ki komplimanlann kişidışı olu� 154; Hogan'dan aktaran, a.g.y., s. cxcı.
� "nezaketlerini" hiçbir şekilde azaltmrız. 52. Hogan. a.g.y.• s. cxiii.
27, Marivaux, La Vie de Marian11e, in Romans, REcits, Conres et Nouvelles, texte pr6- 53. John Bcmard, Retrospections of the Stage (Londr.ı: Colbum and Bentley. 1830), IJ,
�nte et prCface par Marcel Arland (Tours: Bibliotheque de la PIGi:ıdc, 1949), s. 247-48. s. 74-75.
28. Chesterfield, a.g.y., .80. 54. Greenc, a.g.y., s. 173; Stone, a.g.y.. s. clxxxiv.
29. A.g.y.• s. 32. 55. Bak. W.H. Lewis, The Splendid Centııry (New York: Anchor, 1957}; Hartnoll, a.g.y..
.
30. A,g.y.. s. 34. s. 156.
3 1 . Ecats�GenCr.ıux [Frans;;ı'da Devrim öncesi dönemde toplumsal zümrelerin temsilci� 56. Jcan Duvignaud, L'Acreur (Paris: Gallimard, 1965), s. 68-69.
ırindcn oluşM genci meclis. Meclis soyluların, ruhbanın ve bunlar dışındaki hak katmanla­ 57. A.g.y., s. 69-70.
nın (tiers Ctrıt) temsilcilerini kapsıyordu.-ç.n.) 1789'drı toplandığında. meclis başkanı, eski 58. Henry Rrıynor, A Socı'al Hfa·ım·y of Music (New Yorlc: Schocken, 1972), s. 246, 252.
,ı.salar:.ı drıyanar.ık tiers eı:ıt üyelerinin mücevher. yüzük, kurdele veya prırlak renkli başka 259.
csesuvarlar tı.kmalarına izin verilmediğini ilan etmişti. Mirabeau buna öfkelenip parlrık ko­ 59. Duvignaud, a.g.y., s. 74.
JŞm:ıJann<lan birini yapmıştı. Bkz. R. Broby-Johansen, Body and Ciothes; An l/lusırated 60. A.g.y.• s. 75: ·ayrıtronun profesyonelleşmesi üzerine ayrıca bkz. Richard Southem,
istmy of Cosıunıe (New York: Rcinhold. 1 968), "18th Century." The Seven Ages ofTheatre (New York: Hill & Wang, 1963), Southem bunun Fr.ınsa'dan ön­
32. Mükemmel bir özet için. bkz. Jumes Laver, A Conch;e History of Cosıume and Fas� ce İngiltere'de olduğunu belirtir, anc-.ık Duvignaud kadar özgün değildir,
'1J11 (New York: Abr:.uns, in.. tarihsiz), 6 l . Bu simge anlayışı Cassirer ve Chomsky gibi farklı dil filozoflarını birleştirir.
33. Geoffrcy Squire, Dress t111d Society, 1560�!970 (New York: Viking. 1974}, s. 110. 62. Bu bağlamda Ma.<ısillon üzerine bir tartışma için, bkz. R. Fargher, life and letters in
34. Br.ıudel, u.g.y., s. 236. France: The /8th Century (New York: Scribncr's, 1970), s. 19.
35. Fr.ınçois Boucher, 20.000 Years ofFashion (New York: Abr.ıms, tarihsiz), s. 318-19. 63. Green. a.g.y., s. 166; H:.utnoll, a.g.y., s. 154-55; Coıte, Diaıy'den a.ktar.ın, Green,
36. Max von Boehn, Do/Is, İng. çev. Josephine Nicoll (New York: Dover. 1972), s. 134- a.g.y., s. 166-67'de.
1. 64. Aytoun Ellis. The .Penny Universitiel' (Londr.ı: Secker and Warburg, 1956), s. 223:
37, Nor.ıh Wrıugh, The Cııt ofWomen's Clothes, 1600-1930 (New York: Theatre Art'i Bo­ şehirdeki kahveh:.ınelcrin �ane bir anlatımı için, BI. 9'a bkz.
65. Lewis A. Coser, Men of/deas (New York: Free Press, 1965)•. s. 19; R.J. Mitchell an<l
M.D.R. Leys, A Histnıy nf London Life (Londr.ı: Longmans, Green & Co., tarihsiz}. s. 176-
:..'i, 1968), s. l 23.
38. Johan Huizingrı'dan y:ıpılan :.ılıntılar için bkz., Homo Ludens (Bostan: Beacon Press,
155). s. 2 ı l . [Homo Lııdens, çcv. M.A. Kılıçbay, Aynntı Y.• 1995]. Elizabeth Burris-t-.1eyer, 79.

ıi.� Is Faslıion (New York: Harper, 1943), s. 328: R. Turner Wilcox, The Mode in flats and 66. Ellis, a.g.y., s. 238.
-:addres.� (Ncw York: Scribncr's, 1 959). s. 145-46, 67. Je:ın Mour:.t ve Paul Louvet, "Le Cafe Procope," Rel'ue Hehdomadaire, Annee 38,
39, Le,'\ter and Kerr, Historic Costumı: (Peoria. 111.: Chas. A. Bennett, 1 967), s, 147�48; Tome il, s. 3 1 6-48, bu krıfeye dair en ciddi çrılışmrıdır.

68. H nry B. Whcatley. f!ONW'lh's london (New York: Buttan and Co., 1909), s. 301: rot (New York: Oxford Univcrsity Press. 1972). s. 414-16; Felix Vexler. St11dies iıı Diderot
's

A.S. Turberville. John.uuı'.� Erıgland (Oxford: Clarendon Press, 1933), 1. 180-81. E.wlıetic Natııralism (New York: doktor.ı. tezi, Columbia University, 1922).
69. Ja�cs Boswell. li[c of Sanıuel Johtıson, aktar.ın Ellis, a.g.y.. s. 229. 96. Diderol, Paradox. s. 14,
70. Coser, a.g.y., s.24: Wheatley, a.g.y. . s. 272. 97. A.g.y.. s. 25.
7 1 . Aktaran Ellis. a.g.y.. s. 230. 98. Aklanın a.g.y., s. 20: a.g.y.• s. 23.
72. T�rbcrvillc. a"�.y., s. 1 82. 99. A.g.y. . s. 25.
73. En:ıi!y Andel'!'on (der. ve lng. çev,), Leuers of WA. Mozarı and !Jis Family, C. I 100. A.g.y. . s. 15.
(Londra: Macmillan and Co.. 1938). 1 0 1 . Aktaran a..�.y.. s, 25.
74. Louvre'daki lnstitut de Chalcographie koleksiyonundan bir tablo Seine ve Tuileri­ 102. A.g.v.. s. 32-33. italikler bize aiıtir.
103. T. Cole ve H. Chinoy. Ac:tors on Actiııg (gözden geçirilmiş ba,.kı; New
cs'dcki iş yoğunluğunu çok güzel anlatır. Bahçeler nehirden duğılan Lr.ıfiğin geçiş ve düzen­ York:

leniş nokıalarıdır. Crown. 1 970), s, 1 60-61.


J 04. Diderot, a.g.v.. s. 52; K. Mantzius. A History ofTheatrical Art in Ancient
75. Philippe AriCs, Cenıııries of Childhood. İng. çev. Robert Baldick (New York: Vinıa­ arıd Mo­
ge Books. 1 965). s. 87-88. denı Tinu:s (Londra: Duckwortlı & Co., 1903-21). V. 277-78.
ziya­
76. A.g.y.. s. 97-98. 105. Tarih sır.ısı şöyledir: D'Alembert Cenevre dışındaki malik5.nesinde Voltaire'i
440
ve Rouss�au'nun
77. Bkz. Bogna Lorcnce, "ParenL-; und Childrcn in J8th Century Europe," History of ret eder: Vo\tairc malikfmeye l755'de taşmmıştı: makale 1757'de yaz.ılır
-- Clıildhood Qııarter!y, il. No. ı ( 1 974). 1-30; yanıtı 1758'dc gelir. Rousscuu. Politics aııd the Arts: The Letter to M.
d'Alemhert, lng. çev.
the Art.\' 'Mektup'un
78. Aktı.tran a.g.y.• s. 23. A. B\oom (fthaca: Comcıı University Prcss, 1968), s. xv. Politics and
referans gösterilecek­
79. 8u yüzden Aydınlanma psikoloji teorisini en iyi anlayanlar felsefe tarihçileridir. Bu İngilizce çevirisi için benimsenen başlıktır: bundan böyle doğru başlık
ikili kanıkteristikler için. bkz:.. öm., Cari Becker, The Heavenly City ofthe 18th Centm)' Phi­ tir: Letter w M. d'Alcmhert. Alıntı d' A!embert'ten a.g.y., s. 4.
ilk elden
losophers (Ncw Haven: Yale University Press. 1932), s. 63-70; bkz. Arthur Wilson, Dideroı 106. Cencvre'nin ::ıhtaki ve dinsel ya.�amı hakkında d' Alembcrt'in anlatımınt
dine ilişkin değe�Jer h:.ık�
(Ncw York: Oxfor<l Univcrsity Press. 1972), Becker'in y..ıklaşımma bir örnek olar.ık, s. 250- çürütürken Rousse:.ıu'nun, şehirde sürdlirülecek militun çileci bir
5 ı (Lan<lois'ye mektup). Ernst Cassirer, The Philo.\'oplıy ofıhe E11lightetıme111 (Bo�ton: Be­ kında kendisiyle tartışm;ıkta olduğuna .inann1ak için nedenler çoktur. Bkz:. Emst Ca. ::
,.sıı r, The
.
York: Columbm Unı­
acon. 1955). s. 105-8. 1 23. Ques·tion ofJean .la!.'qııes Roııssl'ctll. lng. çev. ve der. Pcter Gay (New
80. Richard Scnnett ve Jonathan Cobb. The liidden lnjuries of Class (New York: Knopf, s. Rousscau'n un dinsel düşünceler ini içerir.
versity Press. 1954), 73-76,
3.
1972). s. 251-56. 1 07. Bkz. "Tr.ı.nı;lator·s Noıes," Rousseau, a.g.y., s. 149, not
8 1 . Buşlıca biyogralileri, Geor.;e Rudc, Wil/.:e,\' and liherty (Oxford: Oxford Univel'!'ity 108. A.g.y.• s. xxx, 16.
Press. 1962): Raymond Posıgate, "Tluıt Devi/ Wi/kes" (Londra: Con.,.table, 1 930): William 1 09. A.g.y.• s. 16.
Treloar. Wilke.,· and rhe Ciry {Lon<lr.ı: Murr..ıy. 1917)'dir. Ayrıca güzel bir anlatım için bkz. 1 10. Joh:.ın Huizinga. Homo ludens (Bostan: Beaeon, l 955), s.
1, 6, 8-9.
Peter Quennell, The Profane Virrııes (New York: Viking, 1945), ı>. 173-220. 1 1 1 . Lionel Trilling. Sincerity and Aııtlıeııticiry (Cambridge. Ma.\s.:
Harvard University
82. Bkz. Joseph Grcgo. A Hi.ı·tory of Parlkınwııtary Electiorıs and Electioneering /rom Press. 1972). s. 64.
the Sıuorts trı Qııeen Victorio (Londra: Chatto and Windus. 1892). Bl. VI, "John Wilkes as l 12. Rousscau. a.g.y. . s. 18.
t 13. Bu tanı da <l'Alembert'in makalesindeki görüştür. Son beş parı.ıgrafta
Popular Rcpresentaıive," dini ele alış

83. Qucnne!I, a.g.y.. s. 1 8 1 -82. biçimi iyi bir örnektir. Rousseau, a.g.y.. s. 147-48'de ek olar.ık verilmi�tir.
84. Wilkes Posıgate'<le yeniden basılan bir mektupta bu düelloyu anlatır, a.g.y., s. 45-50. 1 14. A.g.y., s. 58.
85. Rude, a.g.y.• s. 17-73 en kavrnyışlı anlatımdır; Trc/oar. a.g.y.. s. SI-79, biraz naif ot­
Wm n:.ı.<>ilıaıleri maksatlı olmadığı gibi, itiraflar' da kaydedılcn
1 15. A.g.y.. s. 58-59. .
Enıi/e'deki oluylar
.

ma.�ına rağmen konuyla ilgili temel materyalleri verir. 1 1 6.


.. düzenlenme miştir.
86. Quennetl, a.g.y.. s. 177: ayrıca Steme'nin cinsel ilişki görüşü için. bak. a.g.y., s. 169- da "fayda temelli resmi bir merkezi plana göre
J 17. Aktı.ır.m M. Bcmıtm. The Poliıic.� ofAuıhenticiıy (New York: Atheneum,
1970), s.
70: Fransa için. özellikle bkz:. J.J. Servais and J.P. Laurend, Histoire et Dos·sier de la Prosti­
tııtion (Paris: Editions Planete. 1 965). 1 1 6.
87. A ..�.y.. s. xiii-xiv. 1 1 8. Cassirer, Qııestioıı, s. 43: Rousseau. a.g.y.
88. Postgate, a.g.y., s. 150-68. ı \9. Bcnnan. a.g.y .. s. t 14-15: Bennan'ın işaret ettiği gibi yaratılmış bir anlam olar.ık
89. Rude. a.g.y.. s. 866-89; Postgate, a.g.y., s. 1 41-42; Bemard Bailyn. ldeological Ori­ şöhret likri Monıes4uieu ile başlamıştır. Rousscau'nun yeni, duha olumsuz bir anlam imge­
NİIM' of tlıe American Revolutioıı ile karşılaştırın (Cambridge: Harvard University Press, si vardır.
1 967). 120. Rousscau, a.g.y.• s. 59-61.
90. Postgatc. a.,ı:.y.. s.251-5R. iyi bir anlatımdır. 1 2 1 . A.g.y.. s. 60.
9 1 . J:.unes Boulton, Tlıe Umguage of Poliıic.ı· (Londra: Routledge & Kegan Pauı, 1 963), 122.A .g.y.
s. 24. 123. 11.g.y.
92. Bou!ton, a.g.y.. s. 36. 124. A.g.y., s. 65-75.
93. Hen�y Ficlding, Tom Jorıes (Londra: Penguin, 1966: I. basım 1749), s. 299. [T<mı .lo­
ııe.ı', çev. M. Urgan, İletişim Y.,1 990]
94. A .g.,;�. s. 302.
95. Lee Str..L-;berg. "An lntroduction to Diderot." Denis Diderot, The Paradox ofActİllf.:,
İng. çcv. W. �. PoJlack (New York: Hill & Wang, 1957) içinde s.x; Arthur M. Wilson, Dide-
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 28. Tiıom:.ıs Cariyle. Sartor Resartus. English Prose of rhe Victorian Era içinde yeniden
94.
basıldı. Harrold ve Templcman, der. (Oxford: Oxford University Press, 1938), s.
1 . Joanna Richardson, la Vie Pari.tien11e. 1852-1870 (New York: Viking, 1971). s. 766- 29. Henry Janıes'den aktaran Donald Fanger. Dosıoevs/...)' and Ronıantic Realisnı (Chi·
77. alınb i çin �kz.
ca..o: University of Chicago Press, 1967), p. 30; HonorC (de) Balzac'dan . _
2. Maximc du Carnp., a.g.y., s. 77.
İ
Sp endeur.\' er Mi.�eres des Cııurrisanes (Paris: Edition de B6guin, 1947-53).
s. 137. lngılızee
3. Bkz. Churles Til!y, Atı Urbaıı Wor/d (Bostan: Little, Brown & Co., 1974). çevirisi için hem Fanger, a.g.y., s. 42, hem de V.S. Pritchett, Ba/;:ac (New York: Knopf,
4. Bu iki tablo Adna Ferrin Weber. The Growrh of Cities in the /9tlı Century (Ithaca.
il. 8�4'ten
1 973). s. l6S 'ten yararlanılmıştır.
N.Y.: Comell University Press. 1963; İlk ba.;kı 1899), /'i, 73. Alternatif veri: Louis Cheva1ier, 30. Honorı! (de) Bulzac, pt)re Goriot (Paris: :Editions du PIC\'ade, t:ıri�siz),
la Fornıation de la Population Parisienne atı XIX Siecle (Paris: lnstitut National d':Etudes alıntı. İngilizce tercümc.�i Petcr Brooks, •'Melodrama" (elyazması), s. 44.
fGoriot Baha. çev.
Dt!mogr.ıphiques, Cahier No. 10, 1950), s. 284. N.Altınova, Remzi K.,1 986]
5. Alınular için bkz. Asa Briggs, Victoria11 Citie.r (New York: Htlrper & Row, 1 963), s. 3 1 . Aktanm. Charles Lalo, L'Art et la Vie (Puris, 1947), Ill, 86. ·.

XV, 1 10.
324. 32. HonorC (de) Balzac, Scenes de la Vie Parisiemıe (Paris: Edition de BCguin),
6, A.F. Weber. a.g.y. . s. 46.
ingilizce tercümesi, Fanger, a.g.y.. s. 37-38.
33. Yorum için bkz. F:ınger, a.g.y., s. 28-64. Lukacs'dan alıntı ıçın bkz. s. 1 7
. .
7. Richtird Sennett, Funıilies A,c:ainst the City, Joint Center far Urban Studies·of Harvurd
?_ and M.I.T. için veri kayıtlarında, "sınıf ve ikamet süresi" karşılaştınnası. 34. Yorum için bkz. Brooks. Melodrama, s.. 1-64. 443
literaıure. ing.
8. David H. Pinkney, Napoleon ili and the Rehuilding of Paris (Princeton: Princeton 35. Erich Auerbach. Mimesis: The Representaıion of Rea!ity in Wesrern
University Press, 1958), s. 6-9. çev. Willard R . Tr.ı..�k (Princeton: Princeton University Press, 1968), s. 469.
9. Aktaran a.g.y.. s. 17; Wirth için bkz. Louis Wirth, "Urb:.ınism asa Way of Life," Cla,f­ 36. Balzac, a.�.y.. s. 470'ten alıntı; Auerbach, s. 471 'den alıntı. ,

sic Essays mı the Cıılıure of Ciıı'es (Ncw York: Appleton-Centuıy-Crofrn, 1969) içinde, der. (Clyazma.�ı). s.
37. Rebecea Foıkn1an Mazieres, "Le VCtement et la Mode chez Balzac"
Richard Sennett, s. 143-64; Park için bkz. Robert Park, "The City...." a.g.y., s. 9 1 - 1 30. 3.
10. J.H. Clapham, Ecoııonıic Deve/opment of F..,rance and Germany, /815-1914 (4. ba­ 38. Squire'den aktaran . a.g.y.. s. 159.
. .
sım: Londr:.ı: Cambridge University Pre.ss, 1968), s. 70-71 . 39. Boucher. a.g.y.. s. 408; Burris-Meyer, a.g.y., s. 273; Wılcox, The Mode ın Hars and
.

1 1 . Bkz Richard Sennett. Families Againsı ıhe City (Cambridge, Mass.: Harvard Univer­ Headdres.f, s. 213� Wilcox, The Mode Jn Footwear, s. 1 3 1 .
sity Press, 1970), "orta sınır· tanımının sorunlarının tam bir ıartışma.�ı için bkz. 5 ve ı ı . bö­ 40. Bkz. Boehn, a.g.y., s. 1 0 v e l 1 .
lümler. Roy Lewis and An�us Maude, The English Mı'ddle C/asses (Londr.ı: Phoenix House, 4 1 . Boucher,'(ı,g.y. . s . 385-86. . .
42. Burriı;-Meyer, a.g.y., s. 1 39; Faiıfax Proudfıt Walkup, Dre.uıryg rhe
1949). Kısım I. Bölüm. 3. lngiltere'nin. farklı ortamlarında orta sınıfların gücü hakkında ni­ Parı: A Hısuıry
!\. 244.
cel verilere dayanmasa da mükemmel bir ı.artışma içerir. 1867 verileri için, bkz. J, Burnett, of Cosıımıe fm· the Theatre (�eW York: Appleton·Centuıy-Groft�. 1938),
P/enry and Wmıt (Londra: Pelican. l 968), s. 77. 43. Barton, a.!(.y.. s. 424, 445.
12. S.G. Checkland, The Rı'se of lndustrial Society in England, 1815-1885 (New York: 44. Angcloglou, a.g.y., s. 89.
St M<.ırtin's Press. 1966). s. 425-26. 45. Barton. a.g.y.. s. 425. 444, 395; Burris.-Meyer. a.g.y., s. 273.
13. H. Pasdermadji:m, Tlıe Departnıent Store: /ts Origins, Evo/ttıion, and Economics House. 1964). s.
46. Aktar.m Steven Marcm:. The Other Victorians (New York: Random
(Londr.ı: Newman, 1954), s. 3-4.
5-6
14. Bcrtr.tnd Gille, "Recherches sur l"Origines des Grands Magasins Parisien.�."
ile de France (Paı:h>. 1955), Yii, 260-6 1 içinde; Martin Sainl-Leon, Le Petit Comnıerce
� Parı's et 47. Angeloglou. a.g.y.. s. 96. .
Doubleday.
Fran­ 48. A. Conan Doyle, The Complere Sherlock Holme.� (Garden Cıry. N.Y.,:
çai.� (Paris, 1 9 1 l ). s. 520-21 .
1 930), '· 96
49. Balzac'dan aktaran Pritchett, a.R·Y·· s. 166'dan alıntı.
15. Bkz. Clifford Gecrtz, Pedd/ers and Princes (Chicago: University of Chicago
Prcss, . .
1963), passim. genışletıl·
50. Carlyle'd<.ın aktar.ın. a.g.y•• s. 89; sonraki tema 1. Kitap'ın 10. Bölümünde
16. Pasdennadjian, a.g.y., s. 4, 12.
miştir. . .
17. C. Wright Milis, White Col/a; (New York: Oxford Universiıy Press, 1957), Unıver!tıty Press,
5 ı . Philip Rosenberg, The Seı>enth Hero (Cambridge, Mass.: Harvard
.

s. 178.
18. Pasdcnnadji�ın. u.g.y., s. 2. not 4; Sennett, Ft1milies Against the City, BI. 2.
1974). s. 46'dan alıntı. Bu yazarın müthiş ı.artışma.�ı için b �
. s. 45-55.
of Emotıo11 iti
.. . . .
19. G. D'Avencl , Les Grand Mag.ı.�ins," Revue des Deıtx Mondes, Temmuz
15, 1894. 52. Bu çözümlemede kullanılan busım, Charles Darwın, The E.xpresswn
20. Emile Zola'dan aktaran Pasdermadjiaıı, a.g.y., s. 12. Mmı arıd Aninıals. Cilt X, The Works (l[ Charles Darwin (New York:
Appleton, 1&96: AMS
2 ı. Gillc, a.g.y., s. 252-53.
tar.ıfından yeniden ba.�ıldı).
22. Pa.-.dennadjian, a.g.y.• s. 32.
53. A.g.y.. s. 178.
54. A.g.y.. s. 179-83.
23. Kari M:ırx, Capital, İng. çev. Sanıuel Moore ve Edward Aveling (New York:
Modem
Libr.ııy; ilk bask.J 1906), s. 82-85 /Kapira/ 1-//-111, çev. A.Bilgi, Sol Y., 1986, 1990,
1992J 55. A.g.y.. s. 188-89.
24. Charlcı; Fegdal, Chose.ı· et Ge11s de,ı· Hal/es (Paris: Athena. 1 922). s. 2 1 1 56. A.g.y.. s. 353'tcn alıntı; son nokta s. l 83-84'te tartışılmaktadır.
-20; M. Ba­
urit. les Hal/es de Paris dcl.ı' Romanl' it Nos Jmırs {Paris: M. Baurit, 1 956), 57. Lrıver. Drama. s. 155; Smith in Souther. a.g.y., s. 257'den alıntı.
s. 46-48.
25. Jean Martineau, Les Hal/es de Paris dt}.� Origine.ı· ô 1789 (Paris: Mondaresticr,
tarih­ 58. Lavcr. Drama, s. 209.
siz.). s. 214-15. la Porte St-Mar-
59. Galerie Dranıatique, klişeler New York Public Library. ThCiltre de
26. Pııul Maymırd, Les Modes de Venle des Frııiıs et li!gıınıes aux !-fal/es
Cenrrales de tin bölümü, wıa bölüm. 1 3 1 . ve 132. klişelerden alınmıştır.
Parİl' (Paris: Sirez, 1942), s. 35. 60. Alan Davidson'ın Medirerranean Seafood (Londr.ı: Penguin, 1972) kiı.abının Caı.a­
27. Fegdal. a.g.y.. s. 123; Martineau, a.g.y., s. 242-43. ıogııc of Fish bölümündeki çizimlerle karşılaştırılar.ık oluşturuldu.
6 ! . Galerie Dranurtique. platcs 37, 38. 4 !; Dabney, a.g.y., s. 39; bkz. "Costume::;: Eng­ rini eklemiştir.
lish Clippings:· Envclopc C. ıhc Library for the Pcrforming Arts. Llncoln Center'dc melod� 9 1 . Bkz.. örneğin, Alfrcd Einstein. Music in the Romantic Era (Ncw York: Norton,
r-.unatik harCkctlcrlc ilgili çizimler.: Carlos Fiseher'dcn aktaran Laver. Drama, s. 155. 1947), s. 124'tc ki Mendel:;sohn t.artışma.�ı.
62. P.I. Sorokin. Cultural wıd Social Mobiliıy (Glcncoe, ili.: Frec Press, 1959). s. 270: 92. Liszt'ten ;,ıktar.ın Eleanor Percnyi. Lis=t: The Artist as Romantic Hero (Boston: At·
Talcolt Parsons ve E.F. Bales. Fanıily (Glencoe. Itl.: Frcc Prcss, 1954) ve Parson'un aile ko� lantic Month!y Press. Little, Brown & Co.. 1974). s. 49.
nusundaki yazılarının bibliyognı.fyası için bkz. Scnnctt. Familü:s Against the City. 93. Aktaran, Ruymond Williams. Cu/ture and Society, 1780�1950 (New York: Harper &
63. Sennett, Fami/ie.\' A,ı:ain.l't the City; Julict Mitchell, Wnman's esı(ıte (New York: Row, 1966). ı;, 44.
Panıheon, 1971); Aries a.,r:.y., sonuç. 94. Franz Liszt alıntısı için bkz. "Paganini." Gazelte Musicale. Paris. 23 Ağustos, J 830,
64. AJJ;m Janik ve Stephen Toulmin. 'tVittgen�·teı'n's Vıenna (New York: Simon and 95. Bu antiklerin eleşlircl olm<L�a da. en eksiksiz anlatımı Renee de Saussine'in, Paga·
Schu:;ter. 1973). :;. 42-43. 11i11i biyogrnlisindc bulunur. ()'Jew York: McGraw-Hil!, 1954), s. 20.
65. T.G. Hatchard, !-lı'lıt.�for ıhe lmprow:n1ent ofEarly Education and Nw:�ery Discipli­ 96. Bkz. Waıter Beckett. Li:r:.t {New York: Farr..ır, Str..ıus. und Cudahy, 1956), s. 10.
ne (Londnı., 1853). çeşitli yerlerde, 97. Robcrt Schuın;,ınn'dnn aktar.ın Cari Dori:.ın, Tlıe Hisıory of Music in Peıformarıce
66. Danicl Patriek Moynihan, Report on the American Negro Family (Washington, D.C.: (Ncw York: Norron. 197 l ). s. 224.
U.S. Dept. of Labor. 1965). çeşitli yerlerde. 98. Liszt'dcn akwnın Bcckett. a.g.y.• s. 10.
444 99. Robert Schumann. Oıı Music and Mııl·ician:;, lng. çcv. Pau[ Rosenfe!d (New York, .
.
67. Joseph Hawes, Childre11 in Urhan Society (New York: Oxford University Press,
-- 1971), çcşitli yerlerde. 1946), s. 150.
,
68. Anthony Trollope. The Way We Live Now (Londr.c Oxford Univcrsity Press, 1957; 1 00. Robcrt Baldick. The Life and Times ofFrtdirick Lenıaltre (Fair Lawn, N.J.: Essen­
ilk defa 1 874-1875 yıllarında tefrika olarak ba.<>ıldı), s. 391. lial Books. Oxford University Prcss, 1 959). özellikle s,' 52-54.
69. Burris-Mcyer, u.g.y., s. 91: Squire, a:g.y.• s. J 35'ıen alıntı. 1 0 1 . Gautier'den aktaran a.ı.:.y.• s. 1 4 1 .
70. Bu yorum Squire. s. t35'teki yorumdan farklıdır. 102. Bkz. Emest Newm:.ın. Tlıe Man Liszt (New York: Ca,<;.sell, 1934), s . 283; Saehcve­
7 1 . 1790'tla Fransa'daki en soı';\uk kışlardan biri yaşandığı için bu davranış bir hayli sı- rell Sitwcll, Li.l'zı (New York: Dover. 1967). s. 136.
rndışıdır, 1 03. Pierre VCron. Pari.ı· S'Anııı.ı·e (Paris: Lcvey FrCres, 1 874), s. 36.
72. Boucher, a.g.y., s. 343: Wi!cox, The Mode in Hats ond Headdn:ss, ::;, 1 88-89. 104. Hogan. a,g,y.. s. xcii. Kısıtltınmış alkışa tarih koymak zordur. Bazı �ehirlerde fark�
73. A.g ..\',. s. 1 89. lı mtiziğe farkl ı ;.ılkış tutulurdu. Mesela ı 870'ler Viyan:ısı'nda bir senfoninin bölümleri anı­
74. Jean Duvignaud. Sm.:iolo,ıJe dıı Th<!ôıre (Paris: Presses Universituires de Fnmcc, sında alkışlamak ı;örgüsüzlük iken. bir konçertonun bölümleri arasında alkış;,ı izin verilirdi.
1965). '· 238. !05. Grcen. a.g.y.. s. ı 68; Simon Tıdworth. Thearres: An Archiıectural and Cultural Jlfa-
75. Burris-Meyer, a.g.y., s. 90. tory (New York: Praeger, 1973). s. 173.
76. Boucher, a.g.y .. s. 343-44. 1 06. Bkz. örneğin, Duvignaud. L'Acteıır. J 9 l 3 'te Le Sacr<! du Printemps üzerinde kopan
77. Barton, a.g.y.. s. 46 !; Eterrwl Masq11erade (New York Public Library Collcction, ta­ fırtına son noktaya iyi bir örnektir. G:.ırrick'in zamanında bu özel olay, sır.ıdan bir iş gibi gö­
rihsiz). s, 230: Borton, a.g.y., s. 343-44. rülebilirdi.
7R. Nevil Truman Pitman, Hisıoric Co.\'/unıing (Londra: A.I. Pitman &. Sons, 1967), s. 107. S. Joseph, Tlıe Sıoty of tlıe Playhouse in England (Londr.ı: Barric & Rockcliff.
109: Broby�Johanscn. a.g.y.. s. 195. 1 963), B. 7.
79. Aktar.ın Barton. a.g.y.. s. 498. 108. Tidworth. a.g.y.. s. 158,
80. Aktaran Angelog!ou. a.g.y., s. 103. 109. Gan1ier'den aktaran a.g.y. . s. 1 6 1 .
8 1 . Ell'rııal Masquerade. s. 209: Wilcox. The Modf.! in Hats a11d Headdress, s. 266. 1 1 0. Richard Wag:ııer'den tıkttlrtın a.g.y.. s . 172.
82. Hclcna Rubenı;tein'dan aktar.ın Angcloglou, a.g.y., :;. 107 Gwen Ravenıt, Period Pi� 1 l 1 . Bkz. Jacqucs Barzun. Darwiıı. Murx, Wa,�ner (Garden City, N.Y.: Doubleday.
ece (Londnı: Faber tınd Faber. 1 952). 105. Bu anı, söz konusu alanın şahane bir anlatımıdır. 1 958): birkaç yerde müzikal lmtalar ı;,ışısa da Wagncr'in niyetlerini en iyi anlatan kitaptır bu.
83. Broby-Johansen, a"ı:.y.• s. 200. 1 12. Cari Sehoı'Skc. "Politics and Psyche in Fin-de-SiCcle Vienna." America11 Historical
84. Laver. Concfae Hi.wory of Fashimı. s. 216. Reı·iew, Temmuz 1 9 6 1 . s. 935.
85. Bunlar Cornelia Otis Skinncr'in Bemhart konusundaki kit.ıhı Madame Satah 1 1 3. Arthur Young. The Coııcerı Tradiıhm (New York: Ray. 1965), s. 2 1 1 , 203.
{0.ımbridgc, Ma.<>s.: Rivcrside Prcss, l 967fda kötü bir biçimde bıısılmışlardır. Orijinal klişe­ 1 1 4. 18. yüzyıl progr..ım duyurusu için bkz. Hogan, a.g.y•• s. lxxv.
ler Hurvard Thc:.ıtre Collection. Harvard College Library'de. 1 1 5. Einstein, a.g.y.. s. 37-40,
,
86. Yakın dönemlerde Bakst kostümlerinin bir müzayedesi bahar 1 972 'de Londr..ı'da ya­ 1 1 6. Hoş bir örnek için bkz. Hecıor Berlioz. Memoirs, Ing. çev. David Caims (New
pı idi; burada giysiler çok güzel sC fgilcn;işti� ama şimdi, ne yazık ki, özel koleksiyonlara da­ York: Knopf. 1969), s. 230�3 1 .
ı';\ıldı!ar. Boris Kotchno. Diaghilev and t/ıe Ballets, Rus.ws, İng. çev. Adrienne Foulke (New
York: Harper & Row. 1970): The DraYı'İnJ;S of L<!on Bak.\'/ (New York: Dover Publications,
1 1 7. Young. a.g.y.. s. 236-48.
[ 18. Richardson. a.g.y.• s. 142.
1972). 1 1 9. Bkz. Walter Benjmnin. /llunıinations, der. Hannah Arendt (Ncw York: Schoeken
87. Richard Buckle. Nijin,\·ky (New York: Siman and Schustcr, 1971). Books. 1969). "Baudclttire."
8X. Akt:tr..ın F;ınger. a.g.y., s. 261 -62. 120. ı\.g.y.• s. !73.
89. Bu kanlılar geniş olarak David B:.ımett, The Peifnrnw11ce ofMusic (New York: Uni­ 1 2 1 . Caceres. a.g.y.. s. 173.
vcrsc, l 972)'de·tartışılmışlır. 122. Brian Harrison'un H.J. Dyos ve Michael Wolff (der.), Tlıe Victorı'an City. C. 1 (Bas­
90. Okur.ı'Baeh ve Beethoven'ın Peten; baskılan öneriliyor ki ikisi de Urrexr'e yakın­ ton: Routledgc & Keg:ın Ptıul. 1973) içindeki "Pubs" adlı yazısı pub yaşamının en iyi gün·
dır: lnternatiomıl ya da Schirmer gibi basımlarda modem editörler çok sayıda kendi işaretle- cel anJutımını verir. Brian H:.uTison. Drink and ıhe Victorians (Londra: Fı:tbcr and Faber.
971). s. 45. 147. Fc:lix Gilbert, "The Vencti<ın Constitution in Florentinc Poliıical Thought," Nicolui
123. John Woode, C!ııb,\' (Londru: 1900), çeşitli yerlerde. Rubinstein, der.. Florerıtine S//.ıdies (Londra: Faber und Faber, 1968) içinde, s. 478.
124, A.g.y. 148. Pa.o;quale Villari, The Life and Tımes o/ Girolumo Savanarola, İng. çeV. L. Yillari
125. Richurdson. a.,ı:.y.• s. 128; bkz I>..ıvid H. Pinkney, Napoleon il/ t1nd ıhe Rehuilding (Londr.t: T. Fisher Unwin, 1 888), J, 106,
f Paris (Princcton: Princeton Universlty Pres.-:, 1958). ::. 73'ıeki harita; Raymond Rudorff, 149. Bkz. G. Savanurola, Prediche sopra Eıechiele, der. R. Ridolfi, C. 1 (Roma, 1 955).
'he Belle Ep(}qııe: Parı',t in t/u.' Nitıeties (New York: Saturday Rcview Prcss, 1 973), s. 32, 1 50. Bıı gösteri düny.ı.<:ının şahane bir anlatımı için bkı.. Rnlph Roedcr. The Marı of the
49-50. Renaissance.
126. Leroy·Bcaulieu, La Q11estio11 Oııvriere au XİX SiCcfe'dcn akuıran Richardson, 1 5 1 . Savanarola. a.K.y.. s. 1 68.
.g.y.• s. 88; oturup edebiynl ndamlunnı seyreden insanların ve bundan gocunmayan edebi· ı 52. Bkz. Geraldinc Pelles. Art, Artist and Sol'iety (Englewood Cliffs. N.J.: Prentice�
tttçıların güzel bir nnlatımı için bkz. Henri d' Almer..ıs. "La LittCr.ıture au Cafö sous le Se· Htıll. 1963).
)nd Empire," Les Oeııvres Lihre.ç, No. 135 (Eylül 1 932). J 53. Roderick Kedward, The Dreyfııs A/fair {Londra: Longmans, Green. 19ı;59), s. 8.
154. Olayın bu kısmının en yalın anlatım için bkz. Douglus Johnson, Fronce and
127. Roger Sh<tıtuck. The Banqueı Years, BI. 1. the
Bu
128. Kalabalıktaki çeşitlilik konusunda bkz. Ernest Labroussc. Le Mouvement Ouvrier Drcyftıs Af!air (New York: Walker, 1967); aynca bkz. Guy Chapmı:m, The Dre;fııs Affair.
' fes ldt!es S(Jciales an Frtttıce de 1815 d la Fin du XIX Siecle (Paris, 1 948), s. 90� David konuda yazılanlar, kt.işkusuz. çok fazla. Oluya bizzat karışmış olma�ın:.ı ragmenJoseph
Re­
ve 447
inckney. The French Reı•nlutiorı of 1830 (Princeron: Princeton Univcn;ity Prcss. 1 972), s. in:.ıch'm muuzzurı1 çalışm11sı hfilii remel kaynaktır. Buradaki anlatım Johnson, Chapman
52-58. . Kcdward'den alınmıştır.

129. T.J. Clark, The Ahsnlııte Bourgeois (Greenwich, Conn.: Ncw York Gnıphic Sociefy, 155. Mauriac'den akıar.ın a..r;.y., önsöz; beJki de, olayın ha.'<s<.ı.�iyetini korurken ü�t orta
�73). s, 19. sınıf ıutumunu y:ınsıtan, tar:.tflı da olsa, en ilginç çalışma Murcel Proust'un Jean Sante­
130. A.g.y•• s. 9-30. uil'üdilr.
1 3 1 . Priscilla Robert<:on, The Revnlıııions of 1848: A Social Histnry (Princeton: Prince­ 156. Edou;ırd Drumont, "L. Ame de Capt Dreyfus." La Lihre Parole, 26 Ar.ılık 1894:
m Universiry Press, !967), s. 1 9-23. kısaltılmış bir çevirisi için bkz. Louis Snydcr, The Dre;fus Case (New Bnmswick. N.J.: Rut­
132. Aktar:.ın Georges Duvcau. 1848: The Making ofa Revnlution, İng. çev. Anne Car­ gen; University Prcss, 1 973), s. 96.
r (New York: Panthcon. 1967), s. xix; aynca bkz. Kari Marx, The 18th Bnımaire ofLouiJ 157. A.g.y.
mwparte; çevirmeni belli değil (New York: Internation:.ıl Publishers, 1 963), s. 2 1 . [Louis 15R. ArsCnnc de Marloque. Mtmnires (Paris: özel basım, ıarihsiz), BibliothCque Nati-
rmapart'ın 18 Brumaire' l, çc:v. S. Belli, Sol Y.. 1 9901 onulc, İng. çev. R.S.
133. Şekiller, Duveau, a.g.y., s. xxi'dc. 159. Johnson. a.g.y.. s. 1 1 9: ti.im metin bu kitapta mevcut olduğu ve tüm alıntılar belli
134. Theodorc Zeldin. France 1848-1945 (Oxford: Clarendon Press, 1973), s. 484. par.tgr.ıflar.ı gönderme yaptığı için, alıntılar tek tek verilmemiştir.
135, Duvcau. a,g,y., s. 33-52. 1 60. Aktarnn Zeldin. a.g.y., s. 750-5 I.
136. H.R. Whitehouse, TheLife ofLamarıine (Bostan: Houghton Mifflin, 1 9 1 8), ll, 240.
J 37. Elias Regnault, Hlstoire dır Gouvernemenı Provisoire (Paris, tarihsiz), s. 130. (Ki-
p özel olar.ık bao;ılmıştır; mevcut kopyal:tr, Pnris'rcki the BibliothCque Nationale. Paris, ve DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ew York Public LibnLry'de.)
138. L:unartine. M,�molres Po/iliqııes (Patis. tarihsiz), il, 373'ten aktaran L. Barthou, ı. Max Wcber, Econrmıy and Sodety. der. Guenther Roth ve Claus Wıttich (New York:
ımartine Orclleur (Paris: Hachettc. 1 926). s. 305-09. Bedminster Pres::. 1968), 111. 1 1 12.
139. Bkz. Whitehouse. a,g.y., s. 242-45; Regnault'den aktar.ı.n a.g.y.• s. 130; Whiteho· 2. Sigmund Frcud. The Fııtııre ofan J!lu.�iorı (New York: Anchor, 1957), s. 7. IBir Yanıl-
c:, a.g.y.. s. 241; Alexis de Tocqueville, Recol/ections. ing. çev. Stuart de Maıros (Londra: wmw11111 Geh·ce.�i, çev. M.Z. Kars, Kaynak Y.• l 985].
.•

:ırvill Press. 1 948). s. 126. 3. A.g.y.


l 40. A.g.y., s. 124. 4. Webcr. a.g.y., s. 1 1 14.
1 4 1 . Willi:1m L:mger. Political tmd Sncı'al Upheaval, 1832-1852 (New York. Harper & 5. A.,t:".y., s. l 120-2 1.
)W, J 969), S. 337-38. 6. Freud. a.g.y., s. 54.
142. A.g.y., 343-44. 7. A.g.y.. s. 40.
.
143. Don:tlll Wcinsıein, Savanarnla atıd F/nrcnce (Princcton Univcrsity Press, 1 970). s. 8. Bu sistemin daha detaylı bir incelemesi için, bkz. Richard Scnnett, .TheArtist und the
...75, University," Deadalus (Güz 1 974).
Cu·
144. Marsilio Ficino'd:m aktur.m Ferdinand Schevill, Medieval and RenaissarıCl' Floren· 9. Jimıny Breslin'in önsözii ve Richard Sennett'in sonuç ytıZısıyla ba.�ııffiıştır. Mario
� ilk b:L�kı A Histm')' of Florent·c (New York: Harper Torchbook, 1936 ve 1 963). fi, 416:
·

omo. Frırcst Hi/ls Dı'ary. (Ncw York: Rnndom House, 1 974). İzleyen çözümlemeler o kitnp­
ıcelli'den aktar..ın cı.,ı:.y.. taki sonuç yazısından çıkanlmıştır.
..
145. Robcrt S. Lopez. H:ırd Timcs and the lnvcsrmcnt in Culture," The Re11aissa11ce, 10. A.g,y.. s. 6 1 .
r ES.\'tl)'.�. {der.) Wallace Ferguson (Ncw York: Harper Torchbook, 1954) içinde, s. 45; Eu· J 1. A.g.y• • s. l 03.
nio G:ırin. La Culıw·a Filo.wifı'ca del Rirıa.w:imenıo ltaliano (Florence, l 961 ), çeşilli yer· 12. A ..�.,1·.. s. 1 28-29.
'de: Richard Trexler, "FJorentine Rcligious Expericnce: The Sacrcd lmage," Stııdies in the 1 3 . Norıon Long. "The Local Community us an Ecology of Games,"' der. Edward Ban­
naissauce, xıx ( 1972). 440-41. fictcl, Uthan Gnw:rrımenı (Yeni baskı: New York: Free Prcss, l 969). s. 469.
.
146. Richard Sennctt, "Thc Demognıphie Hisıory of Rcnaiss.ınce Ftorencc . (h<ızırhk 14. Cuomo, a.g.y.. s. 56.
una.-:ınd:ıki m:ık;ıle). 15. A.g.y.. s. 67.
16. A .,ı.;.y. , :>. 1 34.
17. 1\.g.y.• s. 147-49. Ek
18. Evrcinoff'dan aktaranlar Stanford Lyman ve Marvin Scott. The Drama ofSocia/ Re­
ality (Ncw York: Oxford Univcrsiıy Prcss, 1975). s. 1 1 2 bu iki yazardan yapılan doğrudan
alıntılar s. 1 1 l 'de.
19. Siı;mund Freud. "Crcative Writers and Day-Drcaming," The Sıandard Edition ofılıe
Psyl'fıofrıgiı'al Work.1' ofSigmııııd Freııd. IX (Londr.ı: Hogarth. 1959). 144.
20. Bkzi Arthur Kocst!er. Tlıe Acı ofCreatio11 {New York: Macmillan, 1 964), çeşitli yer­
lerde.
2 ! . Bk.ii Ernst Kris, P.\)'Ôıoaııa!yıı'c Exploratioııs in Art (Ncw York: Schocken, 1964),
çocuk oyunlİnda karik:ıtürün p:;işik ecdadıyla ilgili bir taruşma için için özellikle bkz. s. 173-
203.
22. Huizinga, a.g.y.. s. 7-9.
23. Jc:ın Phıgct, Play. Dreanı.\". and /mitatiotı itı Childhood (Londnı: Heincmann. 195 ! ) ,
448 çeşitli yerlerde, özel likle Bl. ı.
24. P:-;ikolog, oyundaki hayal kırıklığının bu analizinin Fcstinger'in idrak uyuşmazlığın­
daki durum takviyesi fikrine yakın olduğunu anlayacakllr. Bkz. Lcon Festinger, A Theol)' of
Cogııirfre Dissrmaııce (St:mford, Calif.: Stanford Univcrsity Press, 1957); also "The Psycho­
logical Effccts of Jnsufticient Reward:;," America11 P.ıychofogi.\'f, 1961, C. 16, No. 1 . s. 1 - 1 l .
25. Sigmund Freutl. Oıı Narci.�sisnı (Londra: Hogarth, 1957; ilk baskı 1 9 14).
26. Hcinz Kohut. Tlll' Analysfa of thf! St!lf (New York: lntemational Univcrsities Press,
1971), '· 33-34.
27. Olto Kernberg. "Structur.ıl Derivatives ofObject Relationshi ps," /nternational .lour-
11al of P.ı)'ciıoaıwly.ı·is. C. 47. 1 966, s. 236-53; Kcmberg, "Factors in thc Psychoanalytic Trc­
aımcnı of Narcissisıic Pcrsoımlities." Joıır11a! of the American Psychoaıurlyıic Association,
1970. C. 18. No, 1, s. 5 1 -85; Kohut. a.g.y., s. 22-23.
28. D.W. Winnicott. "Tnınsiıiontıl Objecto; and Transilional Phcnomena," lnternatimwl
Jmırııal rıf Psyc/uı(lııalysİ.I'. 1 953. C. 34, :;, 89-97.
29. B'u görü� D<.micl Bel! (The Conıiııg of Pm,:t-lndustrial Socieıy) ve A!ain Tour:.Unc (la
Prodııcıioıı de la Soch'rO gibi farklı yazarlarda ya da Andre Gorz ve Scrgc Mallct gibi fark­
lı stratcji:-;tlcrde görUlür.
30. Amerika Bir!e�ik Dcvlctlcri 'ndc, kendilerini işçi sınıfından çıkmış, ancak bilrokralik
kayıtlard<.l hillD. işçi kalan kişiler olarak gören mavi yakalı i�çi gruplarına sıklıkla rastlanır. Bu
konuda özellikle Bl:ıuncr'in teknolojik işçilerle ilgili çalışmasına bkz.: Robert Blauncr, Ali­
eııatirm aud Frcedrını: The Fac:loı)' and lts lndusıry (Chicago: Univcrsy of Chicago Press.
1 967).
3 1 . Jane Yeline. "Buremıcratic lmpenıtivc:; for ln:;titutiontıl Growı.h: A Ca.-;e Study" {cl­
y;.ızması).
32. "Çok yönlü çalışma" terimi R.J. Lifton·ın "Protean Man," Partisa11 Revfow, C. 35.
No. 1 (Kış. 1 968). s. ı 3-27'den alınmıştır. Çok yönlü ç.ılışmanın en iyi anlatımı Mil!:-;,
a.g.y.'de; bu Wr çalışmanın getirdiği eğitsel/teknolojik beceri sorunu en iyi çözümlcme.�i için
bkz. Chrislophcr Jcncks ve David Ricsman, Thl! Academic Revolııtion (Garden City, N. Y.:
Doublcday, 1961-i).
33. C. Wrig:ht Mili:;. "The Middlc Clas:-;cs in Middle-Sizcd Citics," Aml!rican Sociologi­
ca! Neview, C. il. No. 5 (Ekim 1946), s. 520-29.
34. Bkz. Scnnctt ve Cobb, a.g.y., s. 1 93�97.
" S u ç ! uyorum ! '"
S ayın Cumhurbaşkanı M . Felix Faure ' a Açık Mektup

Sayın Başkan,
Daha önce beni kabul etmiş olma inceliğinizden dolayı size te­
şekkür borçluyum. Onurunuzun ve şu ana dek hep yükselen başarı­
nızın bir daha hiç silinmeyecek, utanç verici bir leke tehdidi ile
'
karşı karşıya olduğunu söylememe izin verin.
En alçakça iftiralardan alnınızın akıyla çıkarak gönüllerde taht
kurdunuz. Rusya ile yapılan ittifakın Fransa'da yarattığı bayram
havasına öncülük etmekten mutlu görünüyorsunuz ve emek, haki­
kat ve özgürlük yüzyılı olan büyük yüzyılımızı taçlandıracak Ev­
rensel Sergi'nin görkemli zaferine başkanlık etmeye hazırlanıyor-

* L'Aurore, 1 3 Ocak 1 898. Emile Zata Oavasr adlı kitaptan. (New York: Benjamin R.
Tucker, 1 898), s. 3·14.
sunuz. Fakat, bu iğrenç Dreyfus olayı adınıza, -yönetiminize diye­
Bordereau bir süredir, genel felç nedeniyle ölen İstihbarat Daire
Başkanı Albay Sandherr'in elinde bulunuyordu. Elbette, bugün ol·
cekfün- sürülmek istenen ne kara bir lekedir! Adalete ve gerçeğe
son bır darbe daha vurularak, bir savaş konseyi emirlere uyduğu ge­
duğu gibi o zanrnn da belgeler kaybolınuş, "uçmuştu". Bordere·
rekçesiyle Esterhazy'i suçsuz bulma cesaretini gösterdi. Sonunda
au 'nun yazan araştırılırken, a priori olarak bu kişinin ancak Genel·
bu da yapıldı! Fransa'nın alnına bir leke sürüldü; bu toplumsal ci­
kurmay'dan ve bir topçu subayı olabileceği sonucuna varıldı; bor·
dereau'nun ne denli yüzeysel incelendiğinin göstergesi olan ikili
nayetin sizin yönetiminiz altında işlendiği tarihe geçecektir.
bir yanılgıydı bu; çünkü yapılacak etraflı bir inceleme ile söz konu·
Onlar her şeye cesaret edebildiklerine göre, ben de edeceğim.
su kişinin Kara Kuvvetleri'nden bir subay olduğu kanıtlanır. Onlaı
Mahkeme olayı tüm açıklığıyla ve eksiksiz olarak ortaya koymaz­
araştırmalarını kendi çatıları altında yaptılar; yazıları incelediler;
sa, daha önceden söz verdiğim gibi, gerçeği söyleyeceğim. Konuş­
sarıki bir tür aile içi sorunmuş gibi. Karargfilıta baskına uğratılacak­
mak görevimdir; suç ortağı olmayacağım. Yoksa, gecelerim, uzak-
452 !arda bir yerde, işlemediği bir suç yüzünden en korkunç işkencele­
. tı bu hain ve oradan defedilecekti. Bir kısmı bilinen bir öyküyü yi­
nelemek istemiyorum. Dreyfus 'tan kuşkulanıldığı anda Binbaşı
re maruz kalan suçsuz bir insanın hayaliyle karabasana dönüşecek.
Paty du C!am sahneye çıktı. O andan itibaren Dreyfus'u keşfedeıı
Ve,. Sayın Başkanım, size bu gerçeği isyan halindeki dürüst bir
)3inbaşı C!am olınuştur. Dava onun davası olınuştur, haini şaşırtıp
insan olarak tüm gücümle haykıracağım. Sizin gibi onurlu bir insa­
yenilgiye uğratmak ve itiraflara zorlamak için elinden geleni yap­
nın bu gerçeği bilmediğine inanıyorum. Öyleyse, gerçek suçlular
mıştır. Kuşkusuz ki, istihbaratı hiç yeterli görünmeyen General
çetesini fükenin en yüce makamı olan size değilse, kime anlatabi­
Mercier, kendini kilise işlerine kaptırmış olan Genelkurmay Başka­
lirdim?
m General Boisdeffre ve vicdanını susturarak birçok olaya karışan
Önce,, Dreyfus'un yargılanması ve suçlu bulunmasina ilişkin
Genelkurmay Başkan Yaı·dımcısı General Gonse da işin içindedir,
gerçeği gpzden geçirelim.
Ama bunların hepsiııi yöneten, suyun başını tutan ve hipnotizma
Her şey baştan sona, uğursuz bir adamın başının altından çık­
ederek onları uyutan Binbaşı Paty du Clam'dır. Binbaşı ispiritiz·
mıştır; o zamanlar binbaşı olan Yarbay Paty du Clam. Tüm Dreyfus
mayla, büyücülük ve ruhlarla ilgilenmektedir. Talihsiz Dreyfus üze­
olayına o neden olınuştur. Dürüst bir araştırma ile eylemleri ve so­
rinde bu adamın ne gibi deneyler yaptığı, onu hangi tuzaklara dü­
rumlulukları açıklanmadıkça bunun anlaşılması mümkün değildir.
şürmeye çalıştığı, hangi çılgın soruşturmalara tabi tuttuğu, baştar
Anlaşılması güç, delişmen bir zihniyeti olan bu adam, okuduğu
sona işkenceye dayanan canavarca fantezilerini ona nasıl uyguladı­
günlük gazete tefrikalarından etkilenerek çalınmış belgelerden
isimsiz mektuplardan, gizli buluşmalardan, geceleri çarpıcı dediko : ğını kimse bilemez.
Ah! İşin başında olup bitenleri gerçek ayrıntılarıyla bilenler ka­
dular yaymaya çalışan gizemli kadırılardan hoşlanır. Dreyfus 'a bor­
bus geçirdiklerini sanırlar. Binbaşı Paty du C!am, Dreyfus'u tutuk­
dereau 'yu dikte etme fıkri ona aittir. Bordereau'yu aynalarla kap­
layıp hücreye kapatıyor. Hiç zaman yitirmeden koşup Bayan Drey­
bnmış bir odada incelemeyi hayal eden de odur. Binbaşı Forzinet­
. fus' a bir şey söylememesi için gözdağı veriyor; yoksa kocasının işi
ıı onun elinde fenerle uyumakta olan sanığın yanına girmek için
. . bitıniş olacaktır. Bu arada Dreyfus yırtınıyor, masumiyetini haykı­
ızın venlmesini istediğinden söz etti. Aslında amacı sanığın yüzüne
nyor. Ardından sorgulaına, bir onbeşinci yüzyıl tarihçesi gibi, biı
ansızın ışık tutarak uyku sersemliğiyle suçunu itiraf etmesini sağla­
giz perdesi altında, ilkel yöntemlerle yapılıyor. Bunların tümü de
. maktı. Her şeyi anlatınam gerekmez; eğer biraz araştırılırsa her şey
tek bir çocuksu kaıuıa dayandınlıyor, o da yalnızca bayağı bir iha­
açığa kavuşturulacaktır. Yalnızca şunu açıklamalıyım: Dreyfus ola­
net değil, utanmasızca bir dolandırıcılık olan şu bordereau saçma­
yını malıkemeye götürmekle görevli bir askeri savcı olan Binbaşı
sı. Saçma, çünkü verildiği öne sürülen sırların hemen tümü değer­
Paty du Clam, tarih ve sorumluluk sırasına göre, işlenen korkunç
siz şeylerdi. Bu konuda eğer ısrar· ediyorsaın, bunun nedeni daha
adlı hatanın en önde gelen suçlusudur.
eride bu yumurtadan, Fransa'nın hasta düşmesine yol
açacak olan nı öğreniyoruz. Aralarından biri, Bay Gobert, istenilen karara var­
Drkunç adaletsizlik, gerçek bir suç çıkacak olmasındandı
r. Adli ya­ madı crı için askeri tarzda azarlanmış. Bir de Dreyfus'a karşı tanık­
tlgının nasıl gerçekleştiğini, Binbaşı Paty du Clam 'ın tezgii.h
111 buna nasıl yardımcı olduğunu, Genera
lan- lığa ;elen 23 subay vardı. Onların sorgusuna iliŞkin bir bilgimiz
l Mercier'nin, General yok. Hiç değilse tümünün de aleyhte tanıklık etmediğinden emi�iz
oisdeffre ve General Gonse'un nasıl aldanabildiklerini,
bu hatanın ve bunların Genelkurmay mensupları olduklarının altını çızmehyız.
ırumluluğunu adım adım nasıl üstlendiklerini, sonraki aşamad
a bu Bu bir aile davasıdır; orada hepsi kendi evlerindedirler ve unutul­
ınılgıyı tartışma götürmez kutsal bir gerçek olarak kabul
ettirmek mamalıdır ki, bu davayı Genelkurmay istemiştir, sanığı suçlu bul­
ffeğine nasıl inandıklarını tüm ayrıntılarıyla göstermek isterdim
. mustur, şimdi de ikinci kez cezalandırmaktadır.

-�1
mi, bilşlangıçta savsaklama ve kavrayış noksarılığında
n başka bir
y yoktu . En kötüsü, çevrelerinin dinsel tutkularına ve mesle
E vet, eldeki tek kanıt bordereau'ydu ve bilirkişiler de onunla il-
ki ön­ gili fikir birliğine varamamışlardı. Konsey oturumunda yargıçların
trgılara yenik düşmüşlerdi. İşin yürümesi için budala 5
lıklara ses çı­ ister istemez beraat vereceklerinden söz edilir. Bu nedenle, umutsuz 4 5
trmıyorlardı.
· bir inatla, hüküm giydirmeyi haklı çıkaracak gizli, karşı koyulmaz
Sonunda Dreyfus savaş konseyinin huzuruna çıkarıldı.
Kayıtsız bir belge ortaya atılıyor. Ama bu belge açıkça gösterilmi'.?r. Bu her
rtsız gizlilik talep edildi. Bir hain, sının düşmana açarak
Alman seyi meşru kılan, önünde eğileceğimiz, görünmez ve bılınmez hır
ıparatoru'nun Notre Dame' a girmesini sağlayacaktı da
etkili sessizlik ve gizlilik önlemler.i alamayacaklardı.
onlar da­ �anrı. Bu belgeyi tüm gücümle reddediyorum. Belki de küçük ka­
Olacak iş dınların söz konusu olduğu ve bir yerinde herhangi bir D ... .'den ya
ğil! Fransız ulusu şaşkınlık içindeydi. Korkunç şeyler
fısıldaşılı­ da karısı için çok düşük bir bedel ödendiğini düşünen bir eşten söz
r, tarih adına iğrenç ihanetler ağızlarda dolaşıyor ve ulus
çaresiz, edilen bir belge! Hani, ulusal savunma çıkarlarını zedeleyen, gele­
yun eğiyor. Öyle ağır bir ceza da yok. Suçlunun rütbesi
nin kamu cekte bir savaşa yol açabilecek belge nerede? Hayır, hayır, bu bir
ünde sökülüşü alkışlanacaktır, pişmanlık içinde bu lekeyi
taşıya­ yalan, hem de iğrenç ve ahlaksızca bir yalan; çünkü dokunulmazlık
� yaşaması istenecektir. Peki. Avrupa
'yı ateşe atabilecek denli zırhı altında yalan söylüyorlar, öyle ki kimse onları suçlayamıyor.
llikeli olan ve söylenemeyen, karardıkta bırakılan şeyler
gerçek Fransa'yı ayaklandırıyorlar, sonra da meşru duygu selinin ardına
ydi? Hayır! Bütün kurgu yalnızca Binbaşı Paty du Clam'ı
n çılgın gizleniyorlar. Yürekleri sızlatarak, kafaları karıştırarak ağızlan .ka­
val gücüne dayanıyordu. Her şey en gülünç türden günlük
gaze­ patıyorlar! Daha büyük bir yurttaşlık suçu olabilir mi?
tefrikalarını gizlemek içindi. Bunu anlamak için yalnızc
a savaş Bunlar, Sayın Başkan, adli bir hatanın nasıl yapıldığım gösteren
lseyi huzurunda okunan iddianameyi incelemek yeterli
dir. olgulardır. Manevi kanıtlar, zengin bir adam olarak Dreyfus 'un du­
Ah! Böylesi bomboş bir iddianameyle bir insanın suçl
�abilme­ rumu, bir saik yokluğu, ardı arkası kesilmeyen bir masumiyet çığ­
'ir adaletsizlik abidesidir. Dürüst bir insanın bu suçlam
ayı, Şey­ crı• onun Binbaşı Paty du Clam'ın sıradışı hayal gücünün, dini or-
Jıo
Adası'nda ödenen ölçüsüz bedeli düşünerek, çileden çıkmad '
an tamın ve çağımızın yüz karası "Yahudi avının" kurbanı oıgugu ger-

isyan etmeden kabullenebilmesi olanaksızdır. Dreyfus 'un


birden çeğini aydınlatmaktadır.
la dil bilmesi suçtur; evindeki aramada tehlikeli bir belgen . :· . .
in bu­ Şimdi de sıra Esterhazy olayında. Aradan üç yıl geçtı;:.derın hır
amamış olması suçtur; arada bir doğduğu ülkeye gitmes
i de suç­ vicdan rahatsızlığı içinde çoğu kişi kaygı duyarak araştırdılar, so­
Çalışkan olması, öğrenmeye istekli olması suçtur. Kafası
nın ka­ nunda Dreyfus 'un suçsuz olduğu kanısına vardılar.
nası suçtur, karışmaması da suçtur. Ya iddianamedeki
ayakları Bay Scheurer-Kestner'in önce kuşkulanıp daha sonra kesin yar
e basmayan biçimsel iddialar! Suçlamanın :
on dört ana başlıktan gılara ulaşmasının tarihçesini vermeyeceğim. Fakat Kestner kendı
�tuğu söylenmişti, oysa bordereau maddesinden başka
bir şey arastırmasını sürdürürken Genelkurmay' da da bazı şeyler oluyordu.
amıyoruz. Dahası, bilirkişilerin de birbirleriyle anlaşam
adıkları- �
Al ay Sandherr ölmüştü, onun yerine İstihbarat Dairesi 'nin başına
Albay Picquart getirilmişti. Picquart görev başındayken eline bir tınaya bakarak, yaptıklarının ne kadar akılsızca olduğunu söylüyor·
mektup-telgraf geçer. Bu mektup yabancı bir gücün ajanı tarafından du. Daha sonraları Bay Scheurer-Kestner de General Billot'ya aynı
Binbaşı Esterhazy'e gönderilmiştir. Picquart soruşturma açmak zo­ şeyleri söylüyor ve sorunun toplumsal bir yıkıma neden olacak dü·
rundaydı. Besbelli ki, daha önce üstlerinin emri dışında hiçbir za­ zeye getirilmemesi için ona bir vatansever olarak yalvarıyordu. Ne
man bir eylemde bulunmamıştır. Bu nedenle kuşkularuu üstlerine, var ki bir kez suç işlenmişti ve Genelkurmay suçunu itiraf edemi·
yani General Gonse'a, General Boisdeffre'e ve General Mercier'in yordu. Böylece Albay Picquart başka bir göreve atanarak mümkün
yerine Savaş Bakan!ığı'na getirilen General Billot'ya iletir. Çok sö­ olduğu kadar uzağa, Tunus'a gönderildi. Böylece, ona Mores Mar·
zü edilen ünlü Picquart belgeleri, Billot belgelerinden başkası de­ kisi'nin öldürüldüğü bölgede görev verilerek hir gün kendisinin de
ğildir; demek istediğim, bir astın Bakanı için toplamış olduğu bu görevi sırasında mutlaka kılıçtan geçirileceği ve yiğitliğinden dola­
belgeleri ihtiva eden bu dosyanın bugün de Savaş Bakanlığı'nda yı onurlandırılacağı bile hesaplandı. Şerefine hiçbir leke sürülme­
456 bulunması gerekir. Araştırmalar 1896 yılının Mayıs ayından Eylül mişti. General Gonse onunla dostça mektuplaşıyordu. Açığa vurul­
ayına dek sürdü. General Gonse, Esterhazy'nin suçlu olduğuna ması felaket olacak sırlar saklı tutularak tabii ki.
inanmıştı. General Boisdeffre ile General Billot da bordereau'daki Paris 'te gerçek karşı konulmaz bir güçle yol alıyordu ve bekle­
el yazısının Esterhazy' nin yazısı olduğundan kuşku duymuyorlardı. nen fırtına koptu. Bay Mathieu Dreyfus, Binbaşı Esterhazy'i borde­
Albay Picquart'ın soruşturması bu gerçeğin ortaya çıkarılmasıyla reau'nun gerçek yazarı olarak suçladı. O sırada Bay Scheurer-Kest­
sonuçlanmıştır. Doğallıkla, bu durum büyük bir çalkantı yaratınış­ ner davanın yeniden incelenmesi konusunda Adalet Bakanı'na di­
tı, çünkü Esterhazy suçlu bulunursa Dreyfus davasının yeniden in­ lekçe vermek üzereydi. İşte o günlerde Binbaşı Esterhazy ortaya
celenmesi kaçınılmaz olacaktı. Oysa Genelkurmay Başkanlığı bu­ çıktı. İlk önce çılgın gibiydi. Kendini yok etıneye ya da kaçmaya
nu hiçbir" şekilde istemiyordu. hazırdı. Ama ansızın kafa ıutınaya başlar, Paris'i şaşkına çevirir.
Daha sonra acı veren psikolojik bir dönem yaşanmış olmalı. Demek ki yardımına koşanlar olmuştur. Ona döndürülen dolapları
Dikkatinizi çekerim ki General Billot uzlaşmada yoknı; meseleye ve düşmanlarını bildiren imzasız bir mektup gönderilmiştir. Hatta
yeni bulaşmıştı. Gerçeği ortaya çıkarabilirdi. Ne yazık ki kamu­ bir gece gizemli bir kadın kendisine Genelkurmay' dan çalınmış bi.ı
oyundan ve elbette General Boisdeffre, General Gonse gibi mesai belge verme zahmetine katlanmıştır. Onu kurtarabilecek olan bel­
arkadaşlarına, ve· tabii astlarına ihanet etınekten korktuğu için bunu gedir bu. Ve burada yine Yarbay Paty du Clam'ın parmağını gördü­
göze alamadı. Sonra, vicdanı ile ordunun çıkarı olarak gördüğü şey ğün1ü söylemeliyim. Onun hayal gücünün ürettiği çareler hemen
arasında bir dakikalık bir çatışma oldu. İşte, bu dakika geçtiğinde, belli oluyor. Dreyfus'un suçlanması Yarbay Clam'ın eseriydi ve
her şey bitınişti. Artık işin içine karışnuş, uzlaşmıştı. Bunu yaparak şimdi bu eser tehlikedeyken hiçbir şey yapmadan duramazdı; do­
öteki kişilerin suçunu üstüne alnuş, onlar kadar, hatta onlardan da­ ğallıkla yapıtını savunmalıydı. Davanın yeniden incelenmesi de ne
ha fazla suçlu duruma düşmüştü. Çünkü adaleti gerçekleştirebilme demekti? Şeytan Adası'nda trajik bir biçimde son bulan o olağanüs­
gücüne sahip iken, bunu yapmamıştı. Her şey çok açık! General tü tefrikanın yıkılışına izin mi verecekti? Asla! Bundan sonra Albay
Bi!lot, General Gonse ve General_ Boisdeffre Dreyfus'un suçsuz ol­ Picquart ile Ym-bay Paty du Clam arasında düello başlayacaktır. Bi­
duğunu bir yıldan beri biliyorlar. Buna karşın gerçeği gizliyorlar. risi açıkça, öteki maskeli olarak meydan okuyacaktır. Çok geçme­
Geceleri rahat uyuyabiliyorlar ve çok sevdikleri karıları ve çocuk­ den her ikisini de sivil mahkemenin karşısında göreceğiz. Aslında,
ları var! tüm bu olanlar Genelkurmay'ın kendini savunmasından, işlediği
Albay Picquart dürüst bir insan olarak görevini yerine getirmiş­ suçu, her saat iğrençliği büyüyen suçu itiraf etınekten kaçınmasın­
ti. Üstleri karşısında adalet adına direniyordu. Hatta onlara yalvarı­ dan başka bir şey değildi.
yordu; yaklaşan ve gerçek öğrenildiği zaman kopacak korkunç fır- Herkes Binbaşı Esterhazy'i kimin koruduğunu merak ediyordu.
ınu koruyan, en başta, her türlü numarayı çevire
n, ama komik yön­ olarak onu biz aklayamayız. Çünkü biliyoruz ki Esterhazy' i suçlu
mleriyle her şeyi yüzüne gözüne bulaşt
ıran Yarbay Paty du bulmak, Dreyfus'u aklamaktır." Savaş konseyi bu saplantıdan asla
lam 'dı. Sonra General Boisdeffre, General :
Gonse ve özellikle de kurlu lamazdı.
eneral Billot. Dreyfus 'un suçsuzluğunun kabul
edilmemesi gerek­ Bu kişiler sonsuza dek savaş konseylerimizin kamburu olarak
ydi ki, Binbaşı aklansın. Dreyfus aklanırsa,
Savaş Bakanlığı su­ kalacak ve bundan böyle bu konseylerin kararlarını her zaman kuş-
ıyları halkın nefreti altında ezilirdi. Ve bu şaşılac
ak durumun ga­ ku altında bırakacak haksız bir karar vermişlerdir. İlk savaş konse-
p sonucu, görevini yerine getirmeye çalışan tek
dürüst insan olan yi kavrayış noksanlığı göstermiştir. İkincisi "zorunlu" olarak ağır
!bay Picquart'ın kurban edilmesi, hor görülm
esi, cezalandırılma­ suç işlemiştir. Yineliyorum: İkincisinin özrü, daha önceki ll\ahkeme
ydı. Ey adalet! Yüreğimizi ne büyük bir umuts
uzluk sarıyor! Es­ kararının dokunulmazlığını açıklamasıydı ve astlar bunun tersini
rhazy 'i mahvetmek için telgraf kağıdını onun
uydurduğunu, dola­ öne süremezlerdi. Ordunun şerefınden söz ediliyor, onu sevmemiz,
saymamız isteniyor. Ah! Evet, elbette! Bir tehlike karşısında Fran- 459
sıyla bir sahtekar olduğunu söyleyecek kadar ,
ileri gittiler. Fakat
ınn aşkına, neden? Ne amaçla? Bir tek
neden gösterin. Onu da mı · sız toprağını savunacak olan orduyu tabii ki sevip sayıyoruz. Ordu
ıhudiler satın almıştı? Hikayenin ilginç yanı,
onun bir Yahudi bütün halktır ve böyle bir ordu için saygı ve sevgiden başka bir şey
ışmanı olmasıdır. Ne alçak bir görünüm! Tertem
iz yaşamıyla bir gelmez elimizden. Ama sorun ordu değildir. Onun şerefini ve say­
;an yıkıma uğratılırken, borçlar ve suçlara batmış
insanların ma­ gınlığını düşündüğümüz için adalet istiyoruz. Burada asıl sorun kı­
miyet ilanl(l.J"ı. Bu noktaya gelen bir toplum çürüm
eye yüz tut­ lıçtır, belki de yarın bir gün başımıza efendi kesilecek olan kılıç! Bu
lŞtur.
kılıcın kabzasını ikiyüzlüce öpmek mi? Asla!
İşte, Esterhazy olayı budur, Sayın Başkan; ortada
aklanan bir Şunu da kanıtladım: Dreyfus davası subayların, muvazzafların
çlu var. Neredeyse iki aydan beri bu maharetle
kotarılan işi saati davasıdır. Genelkurmay'dan bir subay, yine Genelkurmay'daki ar­
Hine izleyebiliyoruz. Günün birinde dehşetli anları
uzun uzun ya­ kadaşları tarafından ihbar ediliyor ve Genelkurmay ileri gelenleri­
acak olan bir öyküyü özetliyorum. General Pellieu
x ve Binbaşı nin baskısıyla cezalandırılıyor. Tekrar ediyorum, tüm personel suç­
ıvary'nin yaptıkları acımasız soruşturmalardan
alçaklar yücele­ lu duruma düşmeksizin Dreyfus'un suçsuz çıkması olanaksızdır.
;, masumlar da lekelenmiş olarak çıktılar. Sonra
da savaş konse­ Bu yüzden, subay takımı akla gelen her türlü çareye başvurarak; ba­
toplantıya çağrıldı.
sın kampanyalarıyla, bildirilerle, nüfuzlarını kullanarak Esterhazy 'i
' Bir savaş konseyinin yaptığını öteki savaş konsey
inin bozabile­ Dreyfus 'u ikinci kere mahvetmek pahasına korumuşlardır. Cumhu­
ıi nasıl umulmuştu?
riyet hükümeti, General Billot'nun bile düzenbaz çetesi diye adlan­
'Yargıçların her zaman olası seçimlerinden hiç
söz etmiyorum. dırdı<iı bu kimseleri temizlese ne güzel olurdu! Her şeyi baştan ba­
ker!erin kanına işleyen üstün disiplin ideali onların
adaleti yeri­ �
sa d zeltmeyi ve yenilemeyi göze alacak olan gerçekten güçlü,
getirme gücünü yok etmeye yetmez mi? Disiplin,
vaş Bakanı, büyük şef, ulusun temsilcilerinin
itaat etmektir. �Ilı, vatansever bakan nerede? Ulusal savunmanın kimlerin elin­
alkışları arasında de olduğunu bildikleri için büyük kaygılar duyan nice kişi tanıyo­
k açık verilmiş bir mahkeme kararırun mutlak
otoritesini teyit rum. Ülkenin alınyazısı üzerine karar verilen o kutsal sığınak ne
�rken, bir savaş konseyinden onu resmi olarak yalanl
aması bek­ aşağılık oyunların, dedikoduların yuvası olmuştur! Dreyfus dava­
ebilir mi? Hiyerarşik olarak bu olanaksızdır. Gener
al Billot, yap­ �
sıyla orduya tutulan ışık altında gördüklerimiz, bu talihs , bu "Pis
: açıklama ile yargıçlara telkinde bulunmuştur. Onlar
da ateşe atı­ Yahudi" sözü ile kurban edilen insan bizi dehşete düşürüyor. O say­
asına, düşünmeden karar vermişlerdir. Şu düşün
ceye dayanıyor­ gınlıktan uzak ve yalancı devletin varlık nedeni bahaneşi. ardm ct.
a
"Bir savaş kouseyi, ihanet suçundan dolayı Dreyfu
s'a hüküm nasıl da çılgınlığın ve ahmaklığ ın bir karışımı, sıradan po )
ısıye du­
diimiştir, öyleyse Dreyfus suçludur. Şimdi, bir
savaş konseyi menler, engizisyona yakışir despotça gelenekler dönüp duruyor ve
postal!ru:ı ulusun ensesinde olan bir avuç altın kordonlu subayın
z�vkı ıçın gerçek ve adalet çığlıkları nasıl da gerisin geri ülkenin cesur iki kurban işte size. Yarbay Picquart'ın davasında şu şerefsiz­
liği bile görüyoruz: Bir Fransız mahkemesi, bir tanığın kamu önün­
agzına tıkılıyor!
Suçlarından biri de kirli basının desteğini kabul ederek Paris 'te­ de savcı tarafından suçlanmasının ardından, bu tanık açıklama yap­
k.i tüm düzenbazların kendilerini alkışlamasına izin vermeleriydi. mak ve kendini savunmak isteyince duruşmayı gizli sürdürmüştür.
Oyle kı,. şımdı düzenbazların Bu, kamu vicdanını ayaklandıracak nitelikte çok ağır bir suçtur. Ne
hak ve dürüstlüğün ayaklar altına alın­
masıyla pervasız zaferine tanık oluyoruz. Bu büyük yanılgıyı sür­ yazık ki, askeri mahkemelerin adalet konusunda tuhaf düşünceleri
dürmek için tüm dünya karşısında alçakça bir oyun sergilerken, vardır.
Fransa'yı ferah, özgür ve adil ulusların başında görmek isteyenleri İşte, yalın ve korkunç gerçek budur, Sayın Başkan. Bu başkan­
Fransa'ya mesele çıkarmakla suçlamak da suçtur. Kamuoyunu şa- lığınız adına bir leke olarak kalacaktır. Bu davada hiçbir yetkinizin
460 bulunmadığı, çevrenizin ve anayasanın tutsağı olduğunuz kanısın­
şırtmak, �ılgınlık noktasına sürükledikleri bu kamuoyuna bir ölüm
fermanı imzalatmak ağır bir suçtur. Sıradan ve mütevazı insanları da değilim. Hiç değilse bir insanlık ödeviniz vardır. Bunu düşüne­
zehirlemek, gericilik ve hoşgörüsüzlüğü Yahudi düşmanlığına sığı­ cek ve yerine getireceksiniz. Bu davanın zaferle sonuçlanacağından
narıık köıyklemek daha da ağır bir suçtur. Eğer bu hastalık iyileşti­ asla kuşkum yok. Şimdi daha büyük bir kesinlikle yineliyorum:
rılmezse ınsan haklarının özgürlükçü büyük Fransası yıkılacaktır. Gerçek ilerliyor ve hiçbir şey onu durduramayacaktır. Herkesin du­
Vatanseverliği kin ve düşmanlık için sömürmek bir cinayettir. Son rumu bugün açıkça belli olduğuna göre dava ancak bugün başla­

olarak, tüm insanlık bilimi geleceğin hakikat ve adalet tapınağını mıştır. Bir yanda gerçeğin aydınlanmasını istemeyen suçlular, öte
yanda da gerçeğin ortaya çıkması için yaşanılarını feda etmeye ha­
oluşturmaya çalışırken, kılıcı çağdaş Tarırı kabul etmek de büyük
zır adaletperverler. Daha önce söyledim, şimdi de söylüyorum: Ger­
bir cinayettir.
çeği toprağa gömerseniz, orada birikir ve öylesine güçlenir ki, pat­
Derin bir tutkuyla arzuladığımız gerçeğin ve adaletin hiçe sayıl­
ladığı anda kendisiyle birlikte her şeyi havaya uçurur. Yaklaşmakta
dığını, ayaklar altına alındığını ve karanlıkta bırakıldığını görmek
olan felaketin sonuçlarına hazır olup o!ınadıklarını göreceğiz.
ne büyük bir yıkımdır! Bay Scheuner-Kestner'in ruhunda bir çö­
Mektubum çok uzadı, Sayın Başkan; bir sonuca varmak gereki­
küntü olabileceğinden kuşkulanıyorum. Sanıyorum ki, sonunda
yor.
Bay Kestner senatodaki gensoru sırasında bir devrimci gibi davra­
nıp içini dökmediği, her şeyi yıkmadığı için pişman olacaktır. O bü­ Yarbay Paty du Clam'ı adli hatanın şeytani işçisi olarak suçluyo­
rum. Sonra da uğursuz eserini, üç yıldan beri en şaşırtıcı ve baştan
yük ve dürüst insan, doğruluk içinde geçen yaşamının insanı olarak
sona suç olan dalaverelere başvurarak savunmakla suçluyorum onu.
kalmıştır. Gerçeğin kendi kendine yeterli olduğuna, özellikle her
General Mercier'yi, düşüncesizliği yüzünden, çağımızın en bü­
şeyin gün gibi açık göründüğü bir sırada başka türlü düşünüleme­
yük haksızlığında suç ortağı olmakla suçluyorum.
yeceğine inanmıştır. Yakında güneş parlayacağına göre, ne diye her
General Billot'yu, Dreyfus'un masumiyetine ilişkin elindeki ke­
şeyi tersyüz etsindi? İşte bu güven dolu serinkanlılığı yüzündendir
sin kanıtları saklamakla, şerefleri tehlikeye düşen subayları siyasal
ki, Kestner korkunç biçimde cezalanmıştır. Aynı şeyi Albay Picqu­
bir amaçla kurtarmak için, insanlığa ve adalete karşı ihanetle suçlu­
art ıçın de söyleyebiliriz. O ki, ağırbaşlılığı ve yüksek onuru uğru­
yorum.
na General Gonse'un mektuplarını yayımlamak istememiştir. üst­
General Boisdeffre'i ve General Gonse'u aynı suçun ortakları
lerinin kendisine çamur attığı, en umulmadık ve en onur kırıcı bi­
olarak suçluyorum. Birisi, hiç kuşkusuz dinsel hırsı yüzünden, öte­
çimde mahkemeye verdikleri zaman bile gösterdiği titizlik ve disip­
ki ise belki, ordu personelini dokunulmaz sayacak kadar mesleğe
lın aşkı onu daha da değerli kılmak-tadır. Şeytan boş durmayıp kö­
bağlılığından, suça ortak olmuşlardır.
tülükler peşinde koşarken, işleri Tanrı 'ya bırakan temiz yürekli ve
General Pellieux ile Binbaşı Ravary'yi, vicdansızca soruşturma
yapmakla suçluyorum; yani soruşturma acımasızca taraf tutular
ak D izi n
yapılmıştır; ki, ikincinin raporu, naif bir küstahlığın muhteşem
bir
abidesi olarak elimizdedir.
Üç yazı uzınaıu, Belhomme, Varinard ve Couard'ı uydurm
a ve
füzmece raporlar düzenlemekle suçluyorum. Yapılacak tıbbi
mu­
wene sonunda bu kişilerin görme ve zihin özürlü oldukları saptan-
11azsa suçlanıadan kurtulamazlar.
Savaş dairesi subaylarını, basında özel!ikle L'Eclair [Şimşe
k] ve
c'Echo de Paris [Paris'in Yankısı] gazetelerinde, kamuoyunu
şa­
prtmak ve işledikleri suçu örtbas etınek için iğrenç bir kampa
nya
;ürütınekle suçluyorum.
J750'1er 66, 67 aktörler ailesi 228
Son olarak, Birinci Savaş Konseyi 'ni, gizli kalaı1 bir belgeye 1830 Devrimi 292, 293. 294. 300 ahın fikri 29
da­ J840'1ar ve 1890'lar 66, 67 Alcmbert, Jean d' &cyclopı!die 159
ıaılarak bir sanığa hüküm giydirdiği için hukuku çiğnemekle
suç­ 1848 Devrimi 44, 291, 292�297, 300, 307, 327. Alençon, Emilie d' 248
uyorum. İkinci Savaş Konseyi'ni de yukarıdan gelen emre 33R algılayan ve algılanan 40
uyarak, J 960'1arkuşağı 5 1 alışveriş merkezi 381
ıir suçluyu, suçunu bile bile aklayarak ağır adli suç işleme ulkışlama 269
kle, böy­ A
ü la vicrime 244
alkolizm Z79. 280
ece Birinci Konsey' in yasaya aykırı davranışını örtbas Alnıany.o. 90
etınekle
ıuçluyoruııı. a priori 39, 40, 46 ıımblemler 219
Acton, Doktor 220 Amerika 174, 354. 424
Bu suçlamalarda bulunurken, 29 Temmuz 1 88 1 gürılü basın açık hava p:ızarlan 86 Amerikalılıır 291
ya­ Amerikan uyaklanmal.o.n 384
;asının 30. ve 3 1 . maddelerine karşı gelindiğini, bu yasanı Addi�on 132
n iftira Addiı;on ve Steele 1 1 7 Amerikan banliyöleri 382
ıuçlarına ceza belirlediğini bilmiyor değilim. İsteyerek ademi merkeziyetçHik 397 Amerikan kentleri 79
kendimi adil ıir.ınlık 159 Amerikan toplumu 1 8
ehlikeye atıyorum. Adomo, Tiıeodor 53, Salıiciliifin Dili 50 Amour dans l'EglC 106
Agnew, Spiro 357
Suçladığım kişilere gelince, onları tanımıyorum ve hiç :ımpirik 67, 68
görme­
ancien regime 32,35, 36, 38,41 , 42,46,66, 73,
ahlfik dışı [immor.ıl] 41 ana babalar 133. 134, 136, 236, 237, 353
lim. Onlara karşı hiçbir kinim yok. Onlar benim için toplum ah11lk ihlalleri 4 1
a kö­ nhlük kunı.llan !65 74, 89. 98, 107, J J2. 139, 149, 150. 166, 169,
!ilük eden kişilerdir. Benim burada yaptığım, gerçeğin
ortaya çık­ :ıhl:'.ikçılar 50 110. 111. 112. 111. ıso. 182. 183. 185, ıs6.

ııasını ve adaletin gerçekleşmesini hızlandırmak için ahUiki kaygılıır 57 189, J90, 1 9 J , 196,214.221. 234. 239,240.
devrimci bir ahlüki kıstas 37 241. 242, 246. 255, 256, 264, 294, 296, 369.
raca başvumıaktaı1 başka bir şey değildir. :,ıhlliki maske 391 383, 413. 414
ııhlfiki mutlaklar 207 anonnallik 249
Bir tek tutkum var: Bunca acılar çeken ve mutluluğu hak
eden aile 16, 35, 37. 38, 4 1 , 53, 87. 128. 129. 132, !33, ıınıi Semitizm 314, 315, 316, 357, 388, 389
ısarılık adına duyduğum aydırılık tutk'Usu. Coşkulu protes 135, 136, 159, 188, 198. 202, 232-238. 2.'i6, ıınfı-slmgesel 124
tom yü­ 282, 286. 334, 338, 339. 398. 414 Antoine 250, 251
�ğiınden kopan bir çığlıktu·. Cesaretleri varsa beni ağır aile baSl:ın 88 .o.nıropoloji 6 1
ceza mah­ aile dUzeni 240 ar.ıç mesajdır 61
emesine çıkarsınlar ve herkesin önünde soruşturma
açılsın ! aile ı;ruplan 79 araçsal dUnya 339
Bekliyorum. aile ilişkileri 134 1.1.raştınnııcı 68 ,
aile ortamının benzeri 130 Ari�. Philippc 1 3 1 . 234, Çocukfıığim Tarihi 130
Sayın Başkan, derin saygılarımı kabulünüz umuduyla. ııile yaşamı 240 annma291
Akıl ÇııSı 396 . aristokraı 75, 102
aktifbenlik 425 Aristoıeles 232
:ıktör 96, ı ı ı , ıso. 153-157, 159, ı 6 t , 1 62, 165. Arjantin 174, 362
E M İ LE Z O L A 258, 264, 267. 401, 403 nrkadaşlık 16. 339, 398

Amold, Matthcw 60
aktör ve mUzisyenler 46 Ann.�trong, Gcorge 133
aktör ve seyirci ! ı I , l 13
aktör ve yabancı 65 artık sennaye 162
aktör-in:ı:ın 67, 150. 1 5 1 . 152, 171, 255 Aryanlar 29 l
aktörler 95. 109, 1 10, 269, 307, 402 arzu 27, 240
A�hlcy. Lord 238 Bayreuth'ta Wagner Oper..ısı 270 bircyııel özgürlük şanıpiyonl:ın 139 burjuva kU!tUrU 330, 337
askeri yas:ılar 17 Beııumarchais, Pierre de 106, l ı 5 bireysel sahicilik dili 50, 166 burjuva sınıtlan 420
<ı:fırı ıniktıırda cemauı 165 bebekler 407, 409, 410 bireysellik 217 burjuva cipi etniklik 392

Birlı:şik Cephe 29 ı
aşkınlık 39 Bcccaria. Cemre 137, Suçlar ı•c Cc=alar Hukkıııda Birinci Entema."yomıl 32X burjuvıı toplumu 36

burjuvazi :!O, 33. 40, 41, 66, 73, 74, 75, 86, 97,
Atgeı. Eug�ne 282 burjuva yaşam tarzı 46, 241
bedcn 23,6J, 64. 96, 99, JOO, 103, !06. 1 14, 17 1.
135
utlar!ıı çekilen ımıbular 192 Binninghımı 184. l 89, 217
atomlarına ayrılmış toplumsal nl:ın 396 226, 228, 229, 2 31, 243-245, 249, 251, 252 biyogmfılcr 341 !70, 175. 185, 188, 190. 212. 231. 279. 282
Auerbach. Erich 32. 33. 2 1 1 . Mime.ı·is 210 bedenin dili 24( biz ve onlar 76 burjuvazinin geli�mcsi 85
Augustus gağ.ı 15. 17, 74 bedenin imgeleri 67 Bizet, Georgc.'> 260 burjuvazinin yUk."eli�i 75
uvcılık ve toplayıcılık :'i l bedenin ne.'>rlelcştiri!mesi 102 Bluck Mııss 139 Burke, Edmund 142, 146
Avenel. G . d ' 193 bedensel jc.'>tlcr 43 Blıın4ui. Auguste 300 Burt 191
ııvukatlar 97 bedensel öz.�u 128 Bloomingdale's 193 Butler, Alban; Serman:; 32
Avusturya 372 Bt:dford, W, Russetı 83 Bloomsbury 83 buyurganlık 287
ııyukkabılur 215 Beethoven, Luding van apııs 69, Çello, Piyano Blum, U!on 3 1 3 bürokmsi 73. 192. 422
Aydınlunm:ı 37, 128, 129, !34, 202, 203, 336 Sonatı 259 bluzlar 241 bUrokr..ıtik emek 419

464 BoisddTre, Gener.ıl 3 D. 321, 322, 453, 454. 456.


Aydınluıım:ı ııi!csi 240 beğeni muamması 2 1 6 /ıoire 1111 liıre (bir litre şar..ıp içmek) 279 bUrokr..ıtik emekçiler 423
ııydın!:mmış O;o:çıkar 287 bel CU/11() 263 bürokr..ıtik genişleme 42 ı
-- uyluk 162 belugat 304 458.461 bürokratik yapı 420
:ıyn:ı ııktıınmı 417 Bcllıomme 462 bolluk ! 60 bUrokr..ıtlar 188

lmıı to11 (yeni mocl<ı) 2 16


ayrıc;ılıklı 32 Belle. Jardiniere 190 Bon Marche l 90 bUtUnlilkçü [holisticJ 339
ben ve bana 424 büyilcüfllk 453
B Benjamin. Walter 175. 277 Bordeaux 270 bUyilk burjuva !02
baba-lider 354 benler 103 hrırdcreau 31 l , 3 1 2, 319, 320. 323, 452-457 bUyilk �ehir 162, !64, 166, 174-176. 189, 195. 380
B:ıclı, Johann St:bustiun 275, Viyola dıı Gamhrı, benliğin ifşası 20, 25 bon;a 186, 187 bUyilk �chir ekonomisi 17 l
Crıııtiııun 259 benlik 17. 124, 141. 1 6 1 , 164,203,204,229.285, Bo!>suet, Piskopos 157. 15X. 304 bUyUklenmeci benlik 417

Boswe!l. J:ımc.'> Samuel Jııluısmı'ım Ytışumı 120


bağımlılık ilişkileri 1 6 1 , 164 287, 326, 330, 338, 339, 343, 403, 416-418, Bosıon 79 bUyüme 77
bağımlılık ııoııyonu 276 420, 421, 423-426. 428, 429, 434
tıağlmıtısızlık 415 benlik mıı.">kelcri 31 bo� zaman 160, 162 C-Ç
tıahçc�chir .178 benlik me.wfc.'>i 407, 408, 409, 410, 4 11, 4 12 bo� ı.am:ııı ve kötülUk 160 Cafe Anglais 282
Oakst. U!on 252 benlik s,ııplantısı 49 boşluk 429. 429, 430 Cafe de !a ComCdie 123
Bııkuniıı, Mikhııi! 229 benlik sorunları 26 boşluk hissi 415 OıfC de la Pııix 282
lıul ,ıe.ı· f!l'!/l/11s 244 benlik takıntısı 47 Botticelli. Sall(!ro 302, 305 Oıt'C de Paris 282
h;ıle J 08, 259 Bcnsman, Margarct 234 Boucher. Fmnçois 216 OıfC Procope 119, 28 1
Bolık!ur Krul/ıj.iı 23 ı Bentley, Eric Kulırunıa11a Tap111mu Yü=>•ılı 369 Boucic:ıult.Aristide 190. 191, 193. 194. 195 Cafe Volt.ıire 282
Bulı.ac 46, 64, !69, !70, 1 71 , 195, 199, 204, 205, Berlmardt. Samlı 251 Boulangcr, Genemi 3 1 4 Calmato 259
207, 208, 2ıu, 2 1 1 , 213, 218, 223, 253, 254. Bcrlin 373 Boulcvard d u Crtmc 267 Calvin,John 160, 165, 427, 429
Grırior Bafıu 206. 209, 212 Berlioz. Hector 263. 265, Amlar 275 Boulton, James 146 Camelotıı du, Roi 323
Balzııc, ı:;rırirıt Baha, İnswıltk Komedyu,fı 57, 206, Bcmlıardt, Sar.ıh 276 bölgecilik 183 can sıkıntısı 352
207, O;d Yoşunı Maıı:araları, Taşrıı Yaşamı
,
Bernini, Giovanni 8 1 , 83 Bmlıms, Johanne.� 260, 273 can1andmn:ı l 13, 153
Man:ıırıılurı, Puris Yaşammdan Man:aralar Bertillon ölçUmleri 43, 228 Bnmdt, Wil!y 348 canlı icr.ı 374
207. Kı'/Jcır Fulıı'şe!ı-r 205. Lı! Nl!Kre: Ml!lodrame
en Trois Acırs 209, Sömııiiş Hayaller 42, 212.
Bcrtillon, Alphonse 196 Br..ı.o.;ili.ı 381 canlı müzik 371
be.�teciler 260, 263 Breucr, Dr. Joscf 239 CapcTown 75
Tılsımlı Deri 2! 1 beyıız hı:ıstı:ılık 239 Brezilya 174. 381 Cariyle, Thomas 195, 224, 226, 229, Sartor
ffiın!iyökr 382 beyaz yaka!ılar420. 421. 423, 424 Brigg..,;.Astı 178 Rt:S(lf/US 196. 204, 225
bıırok �hir 121 beyefendi 218. 219 British Eıı..,;t lndia Company l ı R Camcgic Hall'dcki Rc.�itaı Salonu 37!
Barry, Sprnnger !04 beylik 92 Briwıı 140 Casa\s, Pablo 370
Bartlıou. L. 298 bilgisayar progr..ımcılı:ın 425 Brooks, Petcr 209 Cassirer. Emst 163
B:ırton, Lucy 246 bilgisayarlar 42l Brummell. Ikau 216. 269 Cclıt:nncm Atc�i kulübü 139
haııkı ve korku 20 bilim 202 Budapı:şte DörtlUsü 266 cemaat 26. 172, 288, 290, 291, 310, 323, 324.
basmakalıp duygular 404 bilim öncesi 57 Buffon, Gı:orı;e 78 :'130, 335, 336, 338, 342, 377-380. 382, 383.
OO�kuldın 241. 249 bilinç 203 buluşma alanı 84 386, 388-392, 395. 397-400. 418, 435
ba.�tun çıkanıııı 2 ı bilinçdışı 43. 415 Bunshuft, Got'don 27 cemaat dili 291 , 310, 315, 325

Butr Avrupa ı s
Ballı. Englund 270. 28! bilinmeyen 378, 379, 398 Burckhanlt. Jakob 60. 303, ;ıafyıı'da Rii11c:ı:a11s ccmaut ili�kileri 17
Billot, Gcner..ıl 321, 456. 457, 458, 459, 461 Uygarlı.if.ı 302 cemaat merkezi 381
Butılı burjuvu toplumu 400 bir sahne olar.ık dUnya 151 burjuva 34, 44, l 85, ı 8Cı, 292. 294, 344, 366, 383 Cenevre 159, 160. !64, l65
Barılı oyuııl:ır 408 Birb:ıch, Jerry 389, 390 burjuva aile 2.�5. 25. 37, 233 centilmen 219
Bııudelaire, 57. 170, "Modem YU1Jamm Resı;..ımı" birey 127, 435 burjuva devrimi 293 Cenır.ıl Park 181
d111nıbrclwıs 88
burjuva kent ya�antısı ! 84
277 bireycilik 18, 1 7 1 , 233 burjuva cntelt:ktüellcri 327
bayr.ık 297 bireysel karakter fark lan l 38 Champ de Man; 169
B:ıyreutlı Oper:ı Bimısı 269, 271. 272 bireysel ki�ilik 147, 149, 171 burjuva kozmopolitenliğ.i 213 Charles, II. 90
clıt.'nıisı: dı: la rı:iııı:
Clıecken; Söylevi 361
çocuklıır 130-133. 137, 236-238, 343, 405, 409, dikiş m:ıkinesi 2 1 5 Dreyfusçular 317. 323, 324
101
41 1-413 dikizciler 2.'i7, 258 Dnımont 316, 320, 389
Chestcrfie!d 100
çocukluk 129. 134,403.404 , 4 1 4 Drumonı, Edouard 315. "Yüzb:ışı Drcyfus'un
Che.�terfield, Lord 92, 93 dikizcilik 205
çözillme40
Dııdıcs:ı:e de X 195
dikizleme 286 Ruhu" 322

Chic:ıgo 68. 180, 182, 1 9 1 , 192, 234


ehi ya da ı;amm:ı ölçümleri 67
D diksiyon 1 1 8
dil sürçmeleri 43 Dume.�nil, Mııdam 157
Chicago Kentsel Atrujtmnalar Okulu 184 Dııbney. Edith 231
dil ve in:ınç 123 Dumonı. Louis 201
Clıic:ıgo Ünivcn:iıesi Sosyal Psikoloji dadı 133
din 20 ı. 302. 303, 305, 350, 351. 353. 354, 393, duruma özgü davı-.ınış 57
Labor.ıtuvarı 408 dağılmış yuva 237
403 Duse, Eleonor.ı 276

c:in•..el baskı 2 1 , 241


Chıırchill, Clıarle.� 142 dans figürleri 259
din :ıd:ımforı 303 Ouvignaud. Jean ı 12, 244
dan.� salonu 244 Duy.ırhl ık ve Hesaplılık 157
cinsel ifade 20 dini ıoplumlar 354
Darwin 43. 201. 228, 229, 431 duygu 39, 65, 93, 227, 229
cinsel ilişki 23 dinin inanıl ırlığı 163
Darwin. İn:ı:an ı•e Hayı•anlarda Du_v.ı:unun İfadesi duygu teorisi 156
:in.�eı korkular 415. 428 dinleme tıırzı 63
196. 226 duygudışı etkinlik 378
:in.�el me."<lj 247 clin.�cl inançlar 1 9
D:ırwinciler 325
Dionysos 109 duyguların s:ıhicili&i 53
:insel özgürlük 22 Daumier 2 1 3
Dionysosçu 355 duyguların takdimi 149, 150, 402, 412, 4 1 4
:insel statü 2 ı 8

davmnış 64, 204. 405


Daumier. Ayuklanmll, Barikaılarduki Aile 294 duyguların temsili 402
�in.�ellik 20. 2 1 , 26, 222, 229, 429 disiplin 134
dış bakış 393 duyguların:ı h5.kim olmak 269
:in.�i.Yet 242 dııvl"'.ınış biçiminin bütünü 159
dış fuayeler 1 1 6 duyı;unun kayna�ı 228
:::iıy ile Westminster 8 l
davr.ımş çöküntüsü 385 duygusal 107, 1 14, 339
:ity, bkz: şehir dış görünüm 98, 269. 3 1 O
davr.ınış ile bilinç 222 duygusal ilişki 52
:'Jairon. M:ıdam l 57 dış görünüş 97, ıoo. ıo5. ı 14, 163, 195, 196, 203-
davr.ınışlıır 76. 238, 309 duyguyu takdim 403
205. 212, 214, 2lR. 221 , 222. 224. 226, 228,
:::ıam, Paty clu 319, 321. 323. 324, 452-455. 457, dayanışma ve ihanet 395 dünya ı;örilşleri 56
330, 344, 375. 391
229. 23R, 253. 278, 283, 290, 309. 324. 328.
458. 461 De G:ıu!le 299 dilnyevi çi leci lik 427
:ı:ıph:ım,J.H. 184
Debus.�y 260, 405, 406 dünyevilik 303
:ı:ırk, T.J. M111luk Bıırjm•u 293 dışarlıklı 75, 79, 342
·ltıs.w.-s nwyenııe.v 420, 424
dedektitlik 222
düşük k!ir-yüksek satış ı 9 1
dedikodu 9 1 . 92, J 87
dışavunrnı korkusu 239

84
dışsal tiyatro 305 dOşünUmsel 202
�lemenceau. Georı;es 329 Defoe 79.
diyalektik 330 düzen 60, 96, 97. 99, 106, 385, 4 1 9
;ıerkenwe/I 139 Degas 257
diyalektik bilinç 326 dUzen.�iz 96, 350. 351, 355. 356
;libum, Van 375
Degas, "Apsent lçen Kadın" 282
;oııt:, Ch:ırles 1 1 5, 1 1 6 diyatro 221
değer 55, 56 E
:oıonne. Edouard 275 dogmatik 327
değer yargılan 419 Ea.�t India Company 87
mııEdie 57, 199, 2 ı 1 doğa 20 I , 244
değer yönlendirme l 59 ecdaı 406
:omt:die de la Foire l 1 2 doğa durumu 133

ı 15,
değerler sistemi 56 efendi 2 1 9
doğa dtlzcni 38. 39, 134. 200
:omt:die Fr.mçaise !08. !09. 1 ! 9 , 152. 271, değişim 40
doğa ve kUltUr 127, 128 ego çıkan 3 0 1 , 306
281 dcği�im teorisi 172, 173
doğa ve kültür molekUIU 139 egoizm 427
omEdie Jııımaiııe 254 Del:ıcroix 294. 3 1 0
doğ:ı l :ıl:ın l27 eğitim pıırkı 381
�omt:die Ita!ienne ı 1 2
Delacroix, Halka Önt.:ıilıik Etlen Ö:giirlıik 293 Einstein, Alfrcd 273
'Jmnıt.'ditı ıft.'ll'llr/e 107 doğal hıık l 36, ! 38
demııgog 347 cloğ:ıl ifade 137 ekoloji 171
'omm Doyle. Slıerlor'k Holnws 223 Demet, Frcderic 238
doğııl k:ır.ıktcr 202, 203, 204, 237, 242, 402 ekonomi 53
·ongrevc, W. 132
demogr.ıf 84
demiryoll:ın 187
oppee, Le 1'11.rsmu 251 doğal uıçııııııük ı 38 ekonomik kan.şıklık 236
doğal özgUrlük !38 el emeği 87
oriolanus 63 demogr.ıfık 85
doğul senıp:ıti 128, 138. 237 el ııanatlan 6 1
oramı cemuaıi 387 Demos, John 130
doğ:ıl senıp:ııi dUzeni 146 elbiseler 2 1 6
ouard 462 dengeli hareketler 58
doğal sempatiler 156 Elioı, Georgc Middlenuırdı 189
ıtıp d'eı111 3 1 4 despotluk 345, 433, 436
doğııl taksonomi 128 dit kesim ı l 9
ovenı Gıırclen 83, 86, !08 devlet 324, 338. 355
Oominikenler 303 EH:z:ıbeth ç:ığı 152
r&!iı Foncier 188 devletle ilişkiler 1 6
Donnoy, Jeıın 328 emekçi sınıf 270
tıomo. Mario 387-390, 392, 394, 395 devrim 40, 295, 300
Dorv:ıl, Maric 266 en uygunun h:ıyatta ka!mıı.�ı 1 7 1
Jışma 159, 160 devrimci 245, 327, 328, 329
Douglas 360 endüstri ı 83, 187
,y l l K
devrimci dogmalıır 330 endüstriyel bUrokr.ısi 1 9 ı
doyum 41 ı
Doyle, A. Con:ın, Slwrlock flolmes 223

vrc 338
kirdek ııi!e 233, 234, '237, 238. 239, 253 devrimci giyim 242 endilsıriyel kapiıalizm 66
doyum ıır.ıyışı 25
devrimci milcııdeleler 3 1 ı Engels, F. l 98
<ıır gözeımcycn 406, 407 devrimler 36, 294, 297 entelektüel dUrilstlük 68
drıınwıis per.wnac 45
ıeci l:ısceıic] 426, 428 dönllm nokıusı 40
Dickens 254 entropik 2 1
n 242, 354
Dickens. Liule Dorriı 189
erdemiçalışma ı 64
Dreyfus Davası 291, 310, 3 l 1 , 313, 314, 316, 317, erdem ve kötiJIUk 165
n oyunlıın 408
Diderot 156. 157, 158, 226, 257, 412, Pıırudok.r 324, 325. 330, 338. 386, 39 ı
ı!uklık 242
155. Encydnpedie 135. 157, Rol Yapmamıı Dreyfus, Alfred 3 1 1-316, 318, 319, 322, 388, 452, Erik.�on, Erik 148. 263
cuğun sııvunmasızhğı 133
Parlldok.wı 152
eri�kin!ik ı 3 l
453. 454. 455, 456, 458. 459 Erikson, Kai 250
cuk oyunu 409, 410, 413 Oidcroı 86, 150, 153, 154, 155
Dreyfus. Mathicu 457
erkek giysilı!ri 247 fi:ı.:iksel aşk 20, 2 1 . 23 Gilbcrt. Felix 303 H
erkck!er kulUbil 1 1 6, 120 fiziksel ıerimlcr!c ifode 227 Gi!Je. Bertnınd !94 Habukkuk, H.J. 77
Eros 2J j1{Jne11r 170. 277. 278, 290 girişimcilik 205 Habennas, Jurgı:n 53
hafifrne:ırep 218. 220, 22 ı
erotik 25, 42R Flaubert, G. 223. Mudamc Boı•ury 433 Giscur<l 348
erotik yaşam 2 1 Flor.ınsıı 301, 302, 303 giyim 35. 43, 9X. 99, 135, 214. 218, 221, 229. hükim karuktı:r 264
erotLt.ın 20. 23 fuire 197
IO 1
241. 245, 2.47, 248, 249. 256 hlikim kişilik 263
e,"kaıulojik 303 Forest Hillıı 386-389. 393-395. 397 giyim ko<ll:m Halifax, Lord 141
eski düzen 74, bk:ı.:. ancien regimc Forte, P..ıul 251 giyim kuşum 3(ı halk 16. 293, 294
esnur loncal:ırı 87, 99 Forzinetti 452 giyim turzı 130, 1 4 1 . 156, 214. 219, 242, 253 halk sanutı 6 1
E."ıerh:ızy, Biııbuşı 312, 313, 3 16, 317, 320, 321, Fourier, C. 325 giyinıdı: seri üretim 37 halkın ar.ısın'J kanşmak 32
452. 455, 456. 457. 458, 459 Fnınçois Prcmier 282 giyimde sırudışılık 2 1 6 Hali. E. Clırımicle 32
c,-.ıctik 26 l Fr.ınkfurt Okulu 53. 54
ı ıs, 13 ı . 197, 204. 215, 217, 224.
giysi felserc.�i 224, 225 lıalletme 109, l lO, 1 19 , 257
estetik etkinlik .142 Fr'Jnklin . 8 . 1 42 , 427 giysiler 63, Hamclin, Madıım 243
e;:it!ik 136 Fr
.msa
• 90. 127. 140, 178, 179, 183. 184, 186, 187, 225, 290 humi i l i , 1 1 2, 1 1 3
eşitlik koşutı:ırı 32 188, 279. 292, 313. 314, 316, 3 !8, 322, 323. gizlilik !98. 199 Hamlet 104

4()�
eşitlik ve k:ırck:--ılik 127 324, 328. 329 Glu.�ı;ow 281 hanlar 120, J 32
etekler !03, 216, 246 Fr.ın.�a'da pieds noirs 368 Goebbels 308
' Han.�lick, Eduard 273
-- ctho!oji 196, 224, 226, 230. 274, 292 Fransa-Prusya sav'JŞJ 3 1 4 Goffman, Erving 58, 59, 383 hapishane 136, 2 1 2
('//uı,� 198 frenoloji 43, 224, 228 Gold�mith, Oliver 120 H:ırbnı;c. A . J 08

355, 376, 405, 410, 414, 415. 416, Bir


etnik bir kimlik 394 Freud, S. 22. 57, 228, 240. 340, 348, 350, 352- Gonse 321 Hardouin-Mansard, J. 83
etnik gruplar 393 Gonse, Genemi 321, 453-458. 460. 461 harekı:t 29, 30, 63
etnik köken 342, 392 Yunıl.wnıamn Gcleccj.fi 349, 351 Gor<lon Ay.ıklannıaları 144

Harvard Tiyatro Kolek.�iyonu 25 ı


Hıırrison, Brian 280
ı:ınik önyargrhır 79 Frondc 90 Goubııux. Tn•rııc Am· 266
etnik şehir 75 fuurlar 86 Goubcn, Pierre 77
Hutch::ır<l, T.G. 238. Çocuk Ejfitinıi11in ve Bakıcılı)
hastane kampusu 381
etniklik 4 ! 8 fuaye 1 1 3
ıım
Gould, Glenn 374

ıxı.
Euston Cerııer 3 8 ! filg 173 göç eden ailclı:r Disipli11İlıi11 İyileştirilmesi Hakk111du Dii�iinceld
ev 182. 255 göçler 78 236
ev kıyafeti 130 G ı;öçmenler 79, 1 80, 189 Haussmann, Baron 1 8 1 , 182, 188, 280, 281. 377,
ev-iş-kilise 164 Gabrie!, Jacques Ange 8 1 göğüskr 103, 243 38!, 382
evlilik 2 1 Gah'Jgun, Helen 360 gönüllü etkinlik 406 huyal kırıklığı [frustr.ıtionj 410, 4 1 ! , 4 1 3
evlilik dışı cinsel kaçıımak!ur 142 Galler 179 görenek 59.60, !24, 135. !36, 137, 146, 166.203, Hegcl 53
evlilik dışı ilişkiler 38, 42 Gumier, C. 271. 282 239, 343, 434 Hı:nry, HJ. 313, 322, 323, 324
Evrcinoff, Nicolas Yaşcmıda Tiyarro 401 Gamier's OpCr.ı 270 ı;örı;U kur.ıllan 3 J , 89, 170, l R8, 256 Henry, Louis 78
evrim teorisi 201. 227, 229 Garrick. Duvid 104. 1 1 5, 152, 155. 156, 298 gönne sanatının ilkeleri 278 Herukleitos 4 1 5
eylem 2fı. 32.9, 362, 363, 4 ! 9 gastronomi 205 görünilrliiğiln ortasındu y:ılıtıhm�lık 28 Herder, J . 2 1 7
eylemlilik i l e itki 417 Gautiı:r, T. 267 görünilrlük 365 Hervey, Lord 222
gazete 1 1 7,215. 296, 371
ı 04.
görüntırlilk ve yalıtım 3 1 . 46 heyecan y-.ır.ıtabilen [electrifyinı;] kişilik 349
F geçirgen duvar 30 gövde !05 Highgu!e 435
fabrikıılar 184. 189, 1 9 1 . !92 gelişmiş kupit:ılizm 358 göze buınıuk 277 Hiıt. John 156
Faııger. Donuld 208, 254 xemein.rc/ıu/t 286, 288. 289, 308, 309, 310, 338, gö:ı.:ı:ıim 30

hınç politikacısı 368


hınç 356-363, 366, 367
fan1e:ı.:i 290 339, 386, 398. 399 gözün gıı:;tronoınisi 46, 2!2, 2 1 3

genç konser piyanistleri 370. 37 ı


farklı olanlar 342 gemicilik 99 Grund Cafı! 282 hipnotizma 324
fars 108 ,t:rımd ge,tıe 267 Hıristiyanlık 16.56. 152
faşisı devlet 345 geni� aile 233, 238 grand.f hrıuleı•uı"ds 182, 192, 28 J Hiss. Alger 360
fa�izm 433 gerçek un!um 1 16 Grus, Mardi 244 histı:ri 239, 240, 396, 414, 415. 4 1 8
faun 252 gerçek devrimci 29 J grev 339 hiyerarşi 85, 137, 288
F:ıure. Fı!lix 260. 317, 451 gerçek dünya 251 Griffith, Tulbot 77
Fııvuf1. Mad:ım !05, 1 1 4, ı 15. 203. 230, 264
hiyeroglifler 236
gerçek ili�kiler 286 Grimrn, F. 157 hizmetkfirlar 97, 105, 123. 276
fcodııl ayrıcalık 73, 74 gı..-rçek y:ış'Jm 1 15, 250 Grovı:::. Gcorge 272, 273
E.T.A 365
Hobbe.�. T. 390

Fcrnıh'r.ı· c,;11trmrx Suru J 8 ı


fcr.ıgat 351. 354 gerçekdışılık 1 1 5 grup ego5u 290, 337, 338 Hoffmann.
gerçeklik 157, 4 1 7 , 4 1 8 Gucı><le. Julcs 328. 329, 395 Hoffmann, E.T.A. "Kuzenin Köşe Pencerc.�i" 277
r-crry Yasulurı 323 geri 79 Guys, Constuntin 277 Hogan. C.B. !08
Fesıinger, Liorıe! 4 1 1 geri çekilerek savunma 47 güç kullanımı 4 1 8 Hogarth, W. 140
festivul ve gösterik:r 197 geselbdu.ıfr 288 gilç nıücuddc!cri 362 homojen 214, 250
feuilleıoıı 273 getto 379, 380 günlük y:ışam 95 Hordouin-Mansard, 8 1 , 82
Ficino, Marsilio 302 gc:ı.:inti 1 2 1 gün!Uk y:ışam ıiyaırosu 252 lıori:anrulc (fııhişe) 248
ridding. Heııry 95, 159, 196, 229. 254. 338, 403, gezinti park!un 1 16 gUveııilir 17, 44
7imı Jımc.� 1 5 1
Horkheimer. Max 53
gezinti yerleri 1 6 1 güvensizlik vı;:: dayanışma 399 Hotel de Ville 296, 298

Fiseher. Curlos 231


Figum 384 Gibbon, E . 133
Hounoeus. A.M. 2 1 6
Giedion, S. 28
Howcll, Mekıupfar 33
nga. Johan 102, 160. 407. 408. 4 1 3 , 4 14.
no Llıdeııs 406
incroyah!e 243, 249
lngilıere 90, 127, 140, 1 4 1 , 178. 179, 183, 184,
ı K kamusal ve özel alan 199, 232
kamusal ve özel imgelem 46
kamusal ve özel y.ı:;:ım 229, 4 14
DaVid 130 K:ıbala 303
186, 188. 270, 279, 378
etme 257 ka<lenzler 262
lngiltere'de Asy-.ılılar 368 k:ımus:ıl yaşam 15, l6 19, 35,39, 59.·60, 130,
İ
kadın bedeni 220. 242, 246
lngi1tere'dc;: toprak skandalları 368 131, 149. ı64, 166. 69. 1 1 1 . 113. 190. 229.
kadın giyimi 214, 248
in:ı:ı.n ahl5kı 58 238, 240. 255. 256, 290, 336. 363. 383, 402
, H. 259 kafe1cr 83. 1 16, 1 1 9, 132. 160. 1 6 1 , 1 85, 245, 279,
insan davmnı�ı 58 kıımusal ziyafeıler 283
63 280, 281. 282, 283, 290
İn.'>an doğ:ı.<;1 57, 399, 402, 403, 434 kamuı:al/killtilr 129
259, 260, 268, 276, 307, 370 Kafka 89
insan hakları 127. 138 kamusal/özel 282
s:matçı 261 kahve 1 1 8, 221
ins:ın ilişkileri 22, 41, 202, 205. 235, 271, 435 kıİmus:ı.llığa inanç.�ızlık 336
kler 247. 248 kahvehane sohbetleri 117, 1 1 8
insan onuru 136 k:ımuy.ı çıkan 33
dış 40 kahvehanel�r 34, l 16, 117. 1 1 8, 120. 1 2 1 . 1 22,
insan yar-.ıtımı 138
kamuya çıkmak 32
ıelim!i bir toplum 5 1 132. 289, 4 1 3
insanlık durumu 58, 138 kanaatler 55
liler v e dışarlık!ıl:ır 76 ir.ıde 27. 162. 189 kalabalık 3 0 1 , 378, 383, 384. 385
ş ki�idışıhk 330 k:ımt67, 6&
ir.ıdedışı 43, 45. 46, 173, 199, 203, 204, Kalvinist 159
212. 222. k:ıpanm:ı korkusu 429
79 kumu 32, 33, 34. 4 l , 52, 53, 256, 289, 336
227, 228, 240, 253, 4 1 4
inanç 202 kapitalist 32, 434
irndedışı dış:ıvurum 229 kamu :ıl:ını 96
kişilik 256 k:ıpir:ılist metropol 41
irrnsyonel 350, 356 k:ımu düzeni 37
ik 39 k:ı.piıali�t toplum 403
. kamu yaşamı 1 8
ispanya 354 kapiıalizm 19. 36, 38, 201, 213, 288, 334, 378,
ören 305 kamu yaşamının a.şınm:ı:ıı 20
ispiritizma 319, 453
379, 427. 428
ıelimlilik 1 8 kamu, kadınlttr ve erkekler 4 1
istekler 135 k:ıpiııılizm ve kamusal killıür 195
;) v e süper ego 228 kamuoyu yoklam:ıl:ın 55
istenç ve yapıntı 138
'!.! 327. 328
kapitalizm ve modemizm 4 1
kamusal 32. 33, 124. 1 6 1 , 336
iş 339 kapit.ılizm ve sekillerlik 46
�i 55, 56. 309, 326, 334 kamu!illl aktör 148, 149, 257
iş çevrimi 187

kar:ıkıer 26. 43, 45, 46. 58, 59, 9 1 , 103, 106, 128,
Kaplow, J. 88

5'.4. 62. 65, 66. ı ıs.


S5 kamu:;:ı.l al:m 17, 22, 27. 29. 30. 3 1 , 33. 37, 66,
işareı ı 14, 1 ıs, l 16. ı 18. 123, 135. 138,
i:ı: dengesi 85
136. 149, 150, 154. ı56. 125. 129, 135. !38, 170, 1 7 1 . 189. 194. 198,
153, 155 140. 144, 145, 165, 196, 208, 209. 2 1 1 . 214,
1 257, 266, 272. 344. 401-404, 204. 230. 233, 255, 264, 268. 272, 286, 287'
4\2, 414, 418 işbaşındaki benlik 424
ır:ıçlarınııı nesnelliği 66 226, 228, 241' 245, 248, 309. 321, 324
işböltlmU 182, 288, 289. 420 378, 382. 434
kamu:;:ı.I alanda olma ! 85
�ili 259 kar.ıkter bozukluğu 416, 415, 418, 419, 424
işçi sınıfı 231, 280, 294, 299, 300. 308,
!tme 50, 60 . 3'1:7, 343, kar.ıkter ve politika 144
362 kamus:ıl alanda sc.�siz kalma 4(ı
kar.ıkıeri örtme 103
l:ıreketlcri 228
66. 76, 256, 340
k:ımusal bir kişilik 274, 2n
işçi sınıfı semtleri 184 karakterin okunması 196
lzgürtilğil 252 kamusal coğr.ıfy-.ı 62. 64, 65,
işçiler 97. 212, 279. 292, 294 kar.ıkter1er 104, 162, 212, 224·
arzı 1 9 kamusal davnımş 46, 124, 326, 329, 336
lt:ıly-.ı 90
işgücU 420 kıır.ıkıerleri okuma 223
eorisi 1 9 , 149, 4 1 2 kamu:;:ı.1 deneyim 42, 74
ı r 155 k:ı.r:ı.mımrlık 303
lt:ıly-.ınlar 392. 393 kamusal dilzen 36

kardeş kı;ııli 385. 386, 397, 398, 400


karartılmış s.alonlar 269
in kendiliğindenliği 204 kamusal ekonomi 171
itibar 163, 164
z y-.ı lmzhk 52 k:ımusal görünilşlcr 224
itki 253, 398, 399, 425 kardeşlik 342, 380, 385. 396, 399
12, 428 kamusal icr.ıcı 272, 292
iyi huylu 186 karizm:ı 263. 306, 346-349, 353, 355, 376
?4, 26 kamusal ifade 19, 254, 278
iyi ve köıü l 65
ıız içtenlik 93 karizmatik 44, 264, 276, 341. 350, 352
iyi yetiştirilmiş 186 k:ımusal ifade sistemi 44
ego işlevi 2R7 karizmaıik liderler 351, 354. 397
izleyici 255, 256, 257, 264, 268. 269. 270, kamusal ifade teorileri 67
alanı 435 272. kı;ırizmatik y:ımlsama 351
274. 276, 277, 336. 337, 341. 373 kamusal iletişim 145
ka�ı kUltUr241
ıı Cite R.'i
kurumları 397 kamusal ilişkiler 19, 49
izleyicinin yalıtımı 274
kıı.sveıli 214, 216, 264
ı tektıoloji:.:i 337
J kamusal inanç 172
Katolik 1 5 1 . 427
kamusıı\ ins:ın 148. 256, 277
r 2 1 . 22. 23. 24, 25, 35. 92
J:ıcobs. J:ıne Şdıirleriıı Ekımonıisi 87 kayıı endilsırisi 374
Jagger, Mick 369 kamusal ins:ınm kiınliği 255
ı l . 92. 142. 156 Kean, Charles 230, 269
James. Henry 205 kamusal kimlik 264, 402
,224 Kean, Edmund 270
Japonlar 393 kamusal kişilik 172, 172, 257. 265, 307, 308, 3 1 9

ı 69
aşkınhi;ı 137 keder 226, 227
Jardin des Pl:ıntes kumus:ıl konu�m:ı 1 1 9, 173
keder ka.'>lan 227. 228
eylemle ilişkisi 56 kamusal killtUr 137, 253, 284, 333, 334
Jardin Turc r 69
kederli 264
kıır.ıllarmdaki :ıUreklilik 62 kamusal mahremiyet 283
jc.�t 45, 63, 64, 65, 135. 149, 155, 220, 221. 434 Kemb\e, John 104
5, 38, 39. 42. 54, 56, 57, 202, 326. 330, kamusa! olay 308
jestler kodu 1 4 [ kendiliğinden kalabalıklar 384
jeıı d' esprit 225 kamusal p:ı.�itlik 280
kendiliğindenlik 107. 1 10, l l l . 113, 1 1 6 , 203,
odları 95. 96, 250 lmmusaJ roller 49, 54, 66
Joachim, J, 260
� davr.ını� ko<lhırı 55, 66
242, 250, 252. 253. 269, 404
kamu:;:ı.I sorunlar 1 8
Johnson, Samuel 140, 146, 280 kendine dönüklük 26, 27
cı 76 kamusal şahsiyetler 45
Jone.'>, Jnigo 83
ı •
kendini ifşa 50
44 kamusal �iir361
jouruaux de raı uil 294 kendini özgUrce ifade etme 249
76, 20! kamusal terimler l28
Jung, C. 4 1 5 Kennedy, J,F. 348
06. 351 kamusal ticaret 177
Jtfu 376
Junius 335 kent ayaklanmaları 384
kamusal ve göreneksel 107
kent ekonomisi 87
kamuı-ı�ı1 ve özel 36. !26. 128. 138
z..:17, 246, 270, 279-281 , 283. 371, 372, 381, 4
40
kent kıırşıtı önyargı 359 kol emeği 419. 420 kültUr devrimi 241, 245
kent k!Jltilril kol saatleri 2 1 5 , 2 1 9 kühür dUşnımıı 274 Londrıı. Bloom.�bury. Brunswick Cemre 28, 29
kenı pazarı 34, 86 kolektif benlik 290. 395 kültOrd zihniyetler 56 Loııs Beuch 372
kcııı pl:mlamacıları 396. 399 kolektif kişi 309. 324 külıOr!ü o!ına kaygısı 273 Long, Norton Oyım/(lrm Eko/ojil'i Oturak Şelıir
keııt sokakları'30 kolektif kişilik 3 1 O, 32.'i, 338, 34 ! , 399 kilpeler 247 390
keıııin atomlaru ayrılması 382 kolektif kişilik cem:ıaıleri 29 ı Lopez. Robcrt 303
kentin maddi koşulları 67 kolektif yaşam 398 L Louis, XIV. 8 1 . 90. 105, 1 10
kcnıleı;me 174
Ludwig. Cari 239
komplo 324. 359 l'Atelil:r 294, 327 Louis. XV. 90, 103
kentli 435 komplo teorisi 357 l'Edıo dt! Pcıris fP;ıris'iıı Yankısı) 462
kentli k!J!tür 3 2 kompul�if 367 L' Edair IŞim�ekl 462 Lukacs, George 208, 209
kcnL�d 173, 174. 3 1 1
fu coıır et tu ı·iffe 86
kompulsif ilgi 366 lu Bı:llt! Prmlc 102 Lııther 263
kcntscl devrim ı 76
la Diorwııu 2 1 8
konser salonu 274, 371 IOmpen proletarya 384
kentsel mckıinlar 82
fu 11uıure spm11ı111ie 242
konuşma 35,43, 63.64,96, 107. l l l . 1 1 6, 1 17, Lymıın. Stanford ve Scott, Mıırvin Toplumsal
kentsel negatif özgürltlk dönemleri 244 1 1 8, 1 19, 123. 124. !30, !35, 156. 204, 283 Gerçek/ijfi11 Dramu.w 402
kentsel sanayi devrimi 41
fu l'ille 33, 66 F.
konuşma biçimleri 1 2 1 Lıı Porte St. Martin Tiy-.ıtrosu 268 Lyon 2 ! 7

472
Kcmberg. Olto 4 1 7 konuşma işaretleri 149 Lyons. 189, 372
Kcyncs,J.M. 421 konuşma kodları 122 Lacy. Matmazel 105
-- kılık kıyufct kanunu 97. 98 konuşma modelleri 67 ludy's Muga:iııe 101 M
kılıksız 79
N. 206, 303
konuşmak 1 14 Lalo, Chıırles 206 nıaC'1rmıi 243
kilise 303 konuşmalar 290 Lıımartine, A. de 295, 297-308, 32!, 325, 335, Machiavelli,
kimliğe bürünme 98 Kopcnhag Kraliyet Gtlzel Samı.tlar M!lzesi 2 1 6 354, 361. Hi,wrıire dı;s Giırmdin.r 296. 298, MacMillan Tiyatrosu 371
kimlik 75, 76. 107. 148, 258, 406 koreogr.ıfi 2.'i9 Lamoureux. Charles 275 maddi koşullar 190, 326
kimliklerinden emin olma 75 korseler 241 Lıınger. Wil!iam 300 mııddi yaşam koşulları 96
kısıtlam::ılar 138 korunma haklan 133 Latin Qmıncr 282 mağ.azalar ! 9 1 , 192, 193, 197, 278
ki�idı.�ı !27. 128. 285, 286. 402. 404, 436 ko,ı·Ju:r 393 Lııver, Janıes 106, 230 mahalle 182, !84
ki�idışı kamusal ya!jllm 369 kosıilm 45, 106. 214. 252 Le Bon. Gııstave 384, 385 mııhrem 337
ki�idışı kat".ıkter 136 kostUmler 98� 1 0 1 . 104, 2 1 l , 2L2. 230, 23l, 251, Le Conıpte 230 mahrem alan 20, 52
ki�idışı şeyler 40 264 le PCre de Familfı; 86 mahrem bir toplum 345
kişidışılık 138. 281, 330. 334. 335, 336. 338, 378, kozmetikler 248, 249 le pu!Jlic 32 mahrem despotluk 432. 433
398, 400, 435 mahrem dil 1 1 9
Leccb.
kozmopolis 34, 35. 60 Ledru-Rolliıı.A. 307
kişiliğin doğası 3 1 0 kozmopolit 33. 37, 64. 93. 98, 107. 158. 184, 185. E. 372 mahrem ilişkiler 19, 24, 27. 60, 399, 436
ki�iliğin içkinliği 2 1 2
IO(ı
186, 217, 233. 270. 286 Leli!bvre. Henri 185 mahrem ili�kiler alam 3 1
ki�i!iğiıı irndedışı açığa vurulması 2 ı 2 kozmopolit burjuvazi 186 Lekaln muhrcm toplum 286, 338, 339
kişiliğin istikr.m;ız!ığı 2 1 2 kozmopolit kamu 283 Lem:ıitre. F. 266, 267. 268, 307 mahrem ve doğal 107
ki�iliğiıı kamusal alana girmesi 286 kozmopolit k!Jlltir 330
Oıtı•rii!re au XIX Sii!cle
Leonardo daVinci 303 mahremiyet 17, 18, 22, 37. 47, 52. 282. 334, 345
kişilik 43, 107. 1 7 1 , 2()()..205, 208. 222, 236-239. kozmopolit şeJıi r 1 6 1 , 163, 217, 232 Leroy-Beaulicu, Q1teJ'fia11 433-436
246, 253, 2..'i5, 256, 266. 276. 290, 299. 301. kozmopoliı yaşam 150, 152, 189 282 mahremiyet ideolojisi 334
307, 328. 335. 370. 391, 402. 403. 417, 422. kozmopo!iten 159 Le.� Halle.� 197, !98 mııhremiye:ı mübadelesi 24
434 kozmopoliten burjuvazi 2 1 4 Lesıer !03 muhzenler 280
kişilik anıyışı 1 9 kozmopolitenler 2 1 2 . 2 1 8 , 343 Levi-Stntuss. C. 20 l makine toplumu 2 l 7
ki�ilik kUlt!Jrü 258. 340 makineler 37
Lewis. W.M. 9 l
kölelik 20, 170 Levinown 38 l
Jdşilik olu�umu 42 kötülük/boş z:ıman 164 maky-.ıj 248
kişilik otoritesi 274 köylO ve çiftçi J 74 libidinu! enerji 4 1 5 Mallarm�. Stt:phane 251
kişilik politikası 362. 368, 370 köylUter 180 lihre Par11fe La 3 1 5 Malory, T. 32
kişiliksizle:ıme 54 krav:ıtlar 216, 219, 222 lider 274, 299, 3 0 1 . 302. 329. 3 4 1 . 351, 353 Manche.�ter 184, 189. 281
kişinin üslubu 159 kriminal tip 196 liderlik 172. 285. 328 mıınken bebekler 2 1 5
ki�isc! 32 kriminoloji 43 Lille 178, 189, 270 manken olar.ık beden 124
ki.�iscl duygular 18 Kris, Emst 406 liman kentleri 85 Mımn, 11ıoma.� 25, 57
k'ı�i�e! dllıilstlük 330 kukuletalı başlıkl:ır221 Lind�ııy, J,V. 388 Maııııel. Fr.ınk 129
kişisel içıcnlik dili 50 kulUp!er 1 1 9, 120. 130, 132, 280, 281 Liszt. Fr.mz 260, 262, 264, 265, 267. 273, 307, Marcus, Sıeven Öteki Viktaryenler 220
Marivaux, P. d 64, 199, la Vie de Maricmne 92.
iUd 363 79, le PoyJ·a11 Pan•e11u 79
kişisel ilişkiler 20 kumpanyalur 1 1 1 Etııdes 265
kişisel kuml!ar 60. 408. 409, 4 1 J , 412, 4 1 3 Uoyd's of London l 1 7
kişisel kar.ıkter 198 kurban edilme dili 53 Locke. Jolın 138. 390 Mark.�ist 327, 328, 329
kişisel ve kamusal yaşam tanlan 3 ı kurgu 157 Lot1aııd, Lyn 38.1 Mark�isı hareketler 325
klıuıcı 393 kuşkulu 79 lokanıa J 16. 283 M:ırk�isr oıtodoksi 53
klişeler 404 Kuzey lııılyn 127 lonca 88 Marksist tarihsel diyalektik 325
klo.�ırofobi 432. 433 Marksizm 328
ı ı ı.
Kuzeydo�u Amerika 127 Londnı 77, 8 1 , 83-93, 97. 100, 103, 106, 107, 108,
Kniı;lıts, Peter 180 ı 12, ı 16-ı ıs. 120. 122. 133. 139, ı 4 ı . Mıırmonte!, J. 157
Koesller, Arthur 406
küçUk burjuvalar 219, 328, 357, 358 109.
küçOk kaı;aba 150, 159 143. 144. 1 5 1 . ! 6 1 . 175. 178-181, 1 83, 1 85, Manin ve Boquet 105
Kohuı. Heinz4J6. 417. 429 k!Jçük şehir 160, 1 6 1 , 164, 165 IR6, 188, 189, 1 9 1 . 192, 195, 215, 222, 230. Marx ve Engels 327
'arx, K. 25, 38, 53, 187, 196, 208. 218, 295, 296, modern çağ ı 6 nokta 1 1 4. ı 16, 123 özel/doi;'ll 129
299, 326. 327. 328, Kupiıal 194 özell�me 42, 53
ıı.�ke 57. 97, 103. 196. 212. 2s3, 289. 299, 3 ıo.
modem kalnbnhk 385 nokwlama l l 9, 257. 364
modem kapit.tlizm 399 noktalar 109, 1 10 özgllrlt!Şme 337
324. 328. 330, 336, 340, 390 modem karizma 355 Norılı Briımı 140, 1 4 1 , 145 özgllrlllk 127, 138. 145, 146, 147. 159, 249
:ısıürbasyon 228 modem kent klll\Urii 150 not.tsyon 258. 259, 260 özı;Urlilk alanı 4 1
auri:ıc. Fr.ınçois 3 1 3 modem kişilik 240 ıırım•f!cııl!Es (yenilik) 194 özgUrlUk ve :ıdalet 56
aurr.ıs, Charle.� 323 mod�m psikoloji 1 8 nllfus 78. 1 7 1 . 174. 176, 177, 180, 183. 185, 1 88 özgilrlilk ve mutluluk ar.ıyışı 127
mc:ime du Camp 170 modem toplum 19, 402 nUfus artışı 80 özkuşku 288
ayfoir 183 modem ulaşım teknolojisi 30 nüfus olu�umu 79 özne ve nesne 40
cC:ırthy, J, 357 öznellik 50
eçhul 75, 84, 88
modem Yaşam 333
nwe11rs 160, 1 6 1 , 162, 163 0-Ö
eçhul kişiler76 Moli�rc 104 oburluk 205 p
m·rroi 1 81
eçhul yığınlar 79. 80. 92 molto tranquil/o 259 Pa�nini, N. 262. 263. 264, 265, 268. 373, 374
::deni 435, 436 monoloı; 283 ofis planlanrncılan 30. 3 1 P..ılmer. Potter 1 9 1 . 193
!deniyet 339, 340, 346
:deniyetsizlik 340. 341
Moıısicur /'avncat 9 1 okul 338, 339 Pıın:ım:ı Olayı 187
pmıtolonlar 103, 219, 24 1 , 245, 246
P..ıris s ı -84. 86-92, 97, 99. ıoı, ıos.109, ı ı ı, 475
Monsieur le Marqui$ 9 1 olay örgllsü 58
edine 340 Montcsquieu, İran Mekwhu 152 oper.ı 107. 1 1 1. 1 !2, 1 14, 269-272.282,283
!dya 6 1 , 337, 341, 363-367. 370 nımteurs 1 l2. 1 14, 1 16, l lS-120, 122. 133. 1 4 1 , 158,
·
159 orke.�ır.t şelleri 274, 275
�krup 164 Moynihan Raporu 237 Or:;:ıy. Comıe A. ı.1 ' 2 1 6 162-164. 169, 170, 173, 175, 17�. 17S..1 8 1 . 183-
:l0<lranı 208, 209, 266. 324 Mozart 260 Orta Bllyilklllkteki Şehirlerde Orta Sınıflar 423 188, 190-192. 195, 198, 199. 204-207. 2 ( 1 , 212.
:1111 peuple 294 215, 217, 218, 222, 230. 237. 242. 244-246,
2.'iO. 251. 254, 266, 267, 270, 272, 275, 276,
Mozart, Fa Majör kııl'ltrff!Iİ 266 orta sınıf ailesi 198

!rcier. Puris'in Sırları 23 ı


!rcier, Gcner.ıl 321, 453. 454, 456, 461 Moz:ırt, Leopold J22 ortn smıllar 74, 75. 186, 231, 270, 294, 327, 357.
muha.">ebeci!er 97 280, 281, 283, 293, 295. 296, 30Q; 316, 371.
362, 420
ırhameı 149, 150 Munito 169 Ortaçuğ. Benare'si 74 372, 384, 389
ırkantil 86 Murphy, Arthur 140 Ortaçağ şehri 377 Paris moda.� ı 2 1 7
Otero, La Belle 248
ırkanıil işgücll 87 .
P.tris stili 2 1 7
muteber bir fikir 56
ırknntil me.�lck 99 .
P.ıris ve Londr.ı 73. 75. 78, 80, 93, 95. 1 2 1
mutluluk 137 Otlıello 104
llkanr'ılist burjuV'.tZi 75, 76 mülkiyeıçilik 287 otobiyografi 341 P..tris'e Rus baletlerin gelişi 252
'r.•eil/eıı.w� 243, 249 P..tris'ıe Gamicr Operası 270
J 90
mUlteci kişilik 335 otomobil 29, 30
��llfo 92 mUslin giysiler 243 .
P.tris.�ot
otorite 275. 276, 292, 350, 433
��!eki yer 88 mllsfin kombinezonlar 245 otoriter 328 Pnrk, Robert 182, 242
ışnı 17 müzakere 324 oynanın [pluyinı;l 403 parklar 34, 83, l 2 1
1 n fetişizmi 38, 42. 194, 195 müzakereyi reddetme 336 oyun lplay] 403
. r.ıons, 1'.ılcott 233
P.t
ıamorplm.ı·f! 21 J müziğin dili 260 oyun 49. ı 12. 1 1 5. ı 16, 160, 165. 342-344. 403- pasif256
tin 259, 288. 308, 4 l 1 mUzik 260. 271-273, 370-374 410, 412. 41 3 pıısif davr.tnı� 424
tnin aşkınlığı 307 mllzik direktöril 275 pasif izleyiciler 335
oyun d:ıvr.ınışı 41 O
ıtropol 166, 281 mllzik oıorite.�i 275 pasif se.�sizlik 277
oyun ıarzları 130
:tropolit:m Opcr.ı House 108
vki 90. 97, 99, 1 0 1 , ı 12, 424, 426
mllzisyenler ı 10, 285, 4 1 J oyun ve yaratıcılığı 405 Pa.�ifik 364
nıysticlıf! Ahgrund 27 J oyun. poz ve rol 59 pasiflik 212. 253. 279, 288, 298. 337
vkilerin mir.ıs bınıkılııbilmesi 88 pasıor.ılizm 107
ydan 8 1 , 82, 83. 84, 88, ı s ı , 183. 400
oyuncak askerler ! 3 1
N oyuncak bebekler 100, 1 0 1 , 130 pazar l97
t:helangelo, B. 303
tı, John Sıunrt ı 96, 224, 375
Nadar 169. 170 oyuncu 250, 269, 342 pazar kıyafeti 2 1 6
Nııpolyon, 1. 321 oyuncu ile seyirci 109 p:ızar yerleri 1 9 1
lls. C.Wright 423, 425, Bt•ya:: Yakalılar 1 9 1 Napo!yon, 111. 307 oyunculuk lplayacıinı;] 1 1 1 , 403 pnza.rlık eımck 1 9 1
lls. John 187 Narkis.�os 4 1 6 oyunculuk s:ınatı 57 peçeler22l
narlıır 27 narsisizm 22, 23. 25, 50, 5 1 , 286, 287, 337, 344, pedi:ıtrb'tler 236, 238
oyunlur 267
ıy:ıııırleşıimıe 219, 220. 232 404. 4 1 5-42 1 , 426-43 1 oyunun kumllurı 4 1 ı pejmıirde 242
11ndola, Pico ddla 303 n:ırsisrik kar.ıkter bozukluklan 22 Pekin 2 1 4
oyunun zıddı 405
e cm schıf! 276 Nelson, Jnmc.� 133 Pelle.�. Ger.ıldine 307
ölll bmusul a!:ııılur 3 1
ket oyunu 408. 4 t 1 ne.�neleri farldılaştırma 4 1 9 Pellieux, Gener.tl 321, 458, 461
ölll kamusal yıı�arn 400
ıifika.�yon 197. 308, 3 1 9 ne.�nel�tirme 289 örıUnmck 221 Pcnıısylvania 38!
chell, Juliette 234 per.ıkende ticııret 190, 192, 194, 196, 198, 199.
ıoo. r o ı . 106. 2 1 5.211. 222. 241, 243,247
nesnellik 205 öteki yönelimli toplum 5!
J:ı New York 75, 79, 89, 175, 193, 231, 370-373, IHeki-yönelim!ilik lR 213

lıı ı:ırihçileri 216


la siıyfaları 2 1 5 386-388, 391, 393, 429, 435 övgillcr 90, 9 1 pernkendeci!er 195
New York City 359 perdeler 245
New York, Pnrk Avenue, Lever House ı:J, 28, 29
özbiliııç 203, 204, 240, 249, 250, 253
lem !74 Peron, J. 362
özel 32, 53
özel ulun 41 , 138, ı 98
lem aile 233 nezaket 3 1 , 92 peruk 102, 103, 204, 243
lem' bUrokr.ısi 421 Nijinsky. W. 252 peıiı Jıleıı 3 1 2
özel nıe�leler 9J
lenı cem:ıat 34!, 380, 385, 396 . Peıronius, Stıtyricon 56
Nixon, .Checker:; Söylevi" 360 özel y:ışanı ıs. ı6. 17, 35. 282. 334
lı.ını ccma:ır rolleri 390 Nixon, R. 299, 3(ı0, 361, 362, 367 plıfdre 251
öze! ya�aın :ıl:ıııı 40
'
Piagt!I, Jean 407. 3 1 0 psikoz 22 romantik çağ 264 s:ınayi şehri 176
Piıızıa Ohliqua:8 J psişe 17, 136, 207 Sandherr, Albay 453, 455
Pic,ıuurt. Albaj 312. 316. 317, 321, 456-458, 460.
romıuıtik gerçekçilik 208, 2 1 0
psişe ile toplum 386 romantik icr.ıcı 257. 265, 266. 274 sansür 165
461 psişik arzu J 37 romantik icr.ıcılar çağı 308 sapkın komUnal yaş:ım 400
pikare;k 267 psişik belirtileri 196 romantik müzisyen 273 sapkınlık 249, 250
Pinckney, Daviil 182 psiııik haklar 127 romantik san:ııçı 269 sapma 249, 250
piyanist 37 l, 372, 373 psişik illetler 52 ronıııııtik yıldızlar 275 saray ı 1 1
piyano bacakl:ırı 220, 22 l psişik simgeler 209 romantizm 26 ı suruy egemenliği 9 1
piya.."a nıilOO<lelcsi 25 psişik t.ıtmin 127 Roscııberg. Philip 225 sanıy toplumu 92
Place de hı Concorde 8 1 psişik yw;am 16, 17 sanıy ve kent 33
Pluce de." invalide." 8 ı 90
Rossini, G. 274
publar 116. 132, 280 Rousseau.JJ. 95. 137. 150. 158. 1 59. 160. 162. saray ynşamı
Placc de." Victoircs 8 1 Purdy. William 187 Sarınr Resıırııı,ı· 224
164, İıirı!flıır, Jıı/ir
166, 283, 327, D'Ah•ıııfıerl'r M(•ktııp !59, Emile
Pince Veııdome 8 ı putperestlik 202 Surtre, J.P. 50
Plmon. 64, Yıısufar 56
163, 163, Mekıııp '161. 163,
Püriten 26, 90, ı s ı , 329 165 satıcı ve alıcı 2 1 5
Plessner. Helmut 53 Rönesans ! 28, 206. 301. 303 Satie, E . 260
Poc. E.A. "Kalabalıkların Adamı" 277 Q-R saıış muğazalan 177. 2 1 3
476
. Rllnc.�ans Platoncuları 152
Poiret, Pauf 241 quarıier l83, 184, 192, 342, 378 Rönesans �ehir-devleıleri 302 Savonarola, G . 3 0 l , 302, 303, 304, 306, 354
-- Po!anyi, K:ırl 197 quarlierJ' 182 Rönesans: Flor.ınsa 291 savunma mekanizmalan 45
poli."iye ve gerilim romanları 222 R:ıchel 276 rııbato 261 saygın aileler 187
politik hroşllr ve konuşma metinleri 140 nıdikal 327. 328, 329, 330 saygın SC."-�izlik 269
ı
Rubenstein. Hdcna 248
ımlitik cemuut 309. 31 r.ıdikal özndlik çağı 40 Rude, GetJrge 143 saygınlık 25, 188
politik çaıışnıalar 285 r.ıdikal politika 325. 327 ruhlar 453 Scursdale 435
politik <lavrnmşlar 141 rudyo 363, 304, 305, 306. 354 rutin 352 Seheurer-Kestner, A. 455, 457, 460, 3 1 2
·politik dil 30<). 3 1 1 r.ıhipler 153, 278, 346 Schorske. Cari 273
politik ki�ilik 140. 288 R:ı."p:ıil. F. 300 S-Ş Schumann, Robert 260, 263, 265. 272.
politik liderlik 341 rusyonel toplum 1 7 Saalmon, How.ırd 382 Kiııdcrs:cnen 260
politik nıc!odruın 324 Ravnry, Binbaşı 458, 461 sııbit fiyatlar 190, 1 9 1 . 192. 198 Seinc 85
politik p:ısifl�tinnc 335 Raver.ıtoGwCn 249 seküler 32, 38, 42, 60. 158, 172, 200, 201, 204,
205. 2CXl. 213. 253, 256, 305. 306, 328. 333,
suç 103. 247
politik sponsor 375 redingotlar 245 �uç moda�ı l 02
politik ıahakkllm 277 RCgence dünemi 99 saf !pure] bir kamkter tipi 266 334, 347, 350, 354. 355. 359, 376, 399, 403,
politik tintnltk 159, 166 Regnault, Elia." 297 suh\eilik 44, 159 427, 434
politik uygulama 16 reklamcılık 197
renkler 2 1 9
sulıicilik dili 26 seküler a�kmhk 201
politik y�:ım 402 sektiler içkinlik 201
sekülcr karizma 348, 349. 354, 355, 356, 360,
sahne 230, 271, 272
politika 265, 308. 3 1 1 res puhliı:ıı 16, 1 7 1 , 172, 435
36 ı ' 363, 367. 369
sahne kostilmleri 104, 105
politika dili 146 Restorasyon 95 sahne oyunculuğu J 1 2
politika ile s:ınat 370 retorik 153, 299, 302, 321 sahne sanatçılurı ı 10 sekU!er şehirler 302
politikacı 256. 257. 288, 292, 299, 307, 356, 362. rezalet 4 1 sahne sanatlnrı 6 ı . ı l ı . 259 sekU!crizm 36, 39, 205, 301. 399, 428
364. 366, 369, 375. 349 Riccoboni, L'Art rlu ThCtıırc 157 sahne ve gürünlil J 51 selamlaşma 90, 91. 92
Pope. A, İıı.wm Ü::ı:ri11ı: Deneme 143 Riche!ieu, Cardinal 77
Riesımm. I>.ıvid Yulm:: Kulubulık J 8, 5 1
SClect Lacin 282
:mhııe ve sokuk 60, 62, 64, 95, 98. 106, 1 ı 6, 1 5 1 .
."1.lhııe ve oyunculuk 266
prı.wfwlc 172 semboller 65
p11.wlwliıı1: 67 nhtnn ve antrepo 85 158. 214. 229, 232. 284. 369. 370 scmpaıi 134. 135, 154
pmif ııır .�cıııimı:ııı 102, 103. 106. J 14, 156, 204 risk 4 1 1 sahneler 58 semptonıoloji 4 1 5
Pouj:ıdc 362 riske girme 410 Sıılııı: Alarm J 46 semt 182
Powdl. Enoch 348 ritücl 343, 403 Sainıe-Albinc. RCnıond de 157, Lı: Cıınıı!diı:n 156 Sennett, R., Şclırc Karşı Aileler, 68. 234.
pozitivist bilim 278
pozivitizm 20 t
Rohert Macuire 267 Saiııt-SııCnı;, C. 260 Dii:e11.vi;;liifbr Yunırlıırı 69, Sınıfın Gi:li Yarala
Robe.�pierre. M. 244 Suiııt-Simon 9 1 , 325 69
Pre-Raplı:ıelit 377 Rochefort. Comte de 3 1 5
se.-: tonu ı 1 8
seri üretim ma!lun 192
Rochestcr, Lord 142
S:ın Giorı;io 301
proletarya 186. 294 San Mıırco 303
proleter 344 rock 370 sc.-:siz 365
ıoı
sunaı 49. 60, 61. 65, 265, 268, 284. 308. 342
proleter devrimleri �ğı 308 rol 54, 57, sanat kamusu 288 sessiz izleyici 258, 282
Protc.-:tan ahlı1kı 26. 427, 428 rol tanımı 159 156 sessizlik 46, 47, 270, 282. 284, 306. 383
51
sanat ve doi;:a
Protc.�ıan kühUrü rol yapma 158, 159, 163, 266, 342, 414 sanat ve toplum 40 ! se."-�izlik disiplini 278. 292
Protestanlar 160 rol yapma s:ııuttı 403 :mnut yapıtları l 64 SCviı;ne, Madam de 122, 136
Prnust, M. 2,'i3 rol yapmanın par.ıdok."u 153
seyirci 62, 63, 64, 65, 66, 76, 85. 89. 96, 97, 109
sanatçı 26 l, 277. 287. 288, 307, 406 SCviı;ne, Mudam de 93
psikamılitik 43. 4 1 4 roller 49, 54, 55, 56, 58, 59. 152 sıın:ııın y;ı,�umı yansıtınası 104
psik:ına!iz 1 8 . 4 1 5 Roma 83. i l i , 1 2 1 , 139, 179
ı 10
sanatkürca 26 l ! 1 2 , ! 13. 1 15. 250. 336
psikolog 278 Roma impar.ııorluğu 1 5 sanııtsal 26 ı seyirciyle oyuncu
psikoloji 25. 39,.) 28, 20 ı . 278 Romalılar 1 5 , 1 6 , 1 7 .seyirlik 170
Vfl/. Heııry, /lf,
samıttan mahrum L;ir aktör 339
psikolojik imgelem 44 romantik 1 9 , 107 ı;anayi kapitalizmi 36-38, 40, 172, 186, !89, 200, Shakespeıırc 109, 259, Macheılı,
psikolojik sinıgelcr 2 1 0 romantik başkaldm 267 204, 253, 378 Ridıurd, Kı�· Masalı 230, Kral Lcar206
gortııcıhk ı 17 St.James Parkı 1 2 1 , 122, 123. 183 Tulleyr:md. C. cle 133.361 Demokr1Jsi 52, Anılıır 42
kıntı 303 St, Laurent ve St. Gcmıain fuar!an 107 T:ıl!ieıı, Madam 243 toplantı 279
mge 23. 1 !4, 1 1 5 St. Michel Bulvıın 282 ıanım:ı 76 ıoplu tıışım:ıcıhk 192

toplumbilimciler 54
mgeci 25! St.-Ginnain-de;-Pres 82 tanınm:ıyıınhır 342 ıoplum 17, 56.57,59, 173,401
mgelcr 123. 396, 405 Sralinist kilçilk komUnist 433 tamfsızl:ıştırılma 59
inger. 1. 2 1 5 Stalinizm 329 tasfiye 291 toplumsal değerler 56
nıf 1 7 , 74. 285, 288, 292. 344, 4 1 8 , 420, 424, star 376 taşra 2 1 8 toplumsal düzenin oluşumu 42
42.'i, 426 star sistemi 370, 374, 375 t:ışmlı64 toplumsal eıkenler 209
nıf bilinci 292 statü 358 t:ışr..ıh ı;afı 270 toplums:ıl eylem 26, 27
nıfkimliği R6 Steelt:, Sir R. 32, 132 ı:ışmy:ı özgll 2 ! 7 toplumsııl forkl:ır 37
mfkilltilrü 213, 420 Stem, Daoiel 298 Taılcr 32 toplumsal hiyemrşi 97
nıf milcadcle.�i 299. 41 R Sticoııi 156 tuvem:ılar 120. 280 toplumsal hiyeroglif 194

ıl teaır.ıllik (ıO. 402


nıf politikası 435 Strachey. Lytton 229 tavır 434 toplums:ıl ifode 62

162, 236, 233. 3 ı o. 342, 399


nıt' sava�ı 45, 290 stres 350 toplumsal ilişkiler 21. 22. 26, 3 1 , 36, 46, 6 1 , 1 6 1 ,


nıt' uzla�mazlığı 327 Stuart, Louise 243 tek i�tevli kent 38 l
nıfvc cinsiyet 218, 221 ;:,.·ty/e dupendıı 244 ıck rı:nk 2 1 8 toplumsal katılımın ıızıılması 26
nıflıı� ar.ısında sosyall�me 121 suçlular ı 62 ıek renkli giysiler 250 ıoplumsal koşullar49
nırsııı deği�im 75 sunör ve aktör l 1 0 tek tip 2 1 4 toplumsal kumll:ın ihlııl 2 1

ı
nıfaııl konum 422 sui 1:eneri.I' 1 8 tek tip giyim 195 toplumsal merkezler 48
nıfsal mevki 42.'i suskun izleyici 268 tekdüzelik 352 toplumsal mevki 221

ı ıo
nır:.:ız benlik 337 suskunluk 269, 274 teknik işçilcr 425 toplumsa! uyumsuzlıır 384
itte, Caıni!lo 377, 378 sus 102 ıekr:ır toplumsal yru;am 18. 344

1
,

ixıus, V. 1 2 1 sUsleıne 96 tcl:mr eclilı:bi!ir toplumsal fiiller 156 toplumun anlamını yiıinnesi 283
yah cem:ı:tı lııırı:keıleri 395 sUslenme 43, 103 televizyon 363. 364, 36.'i', 3(ı9 topt:ın .�atış 198
mith, C.T. 7X siltannclik 133 temsil ite tııkdiın 165 tozluklar 103
Swift. J. 32, Mıiteı·a:ı Bir Öneri 133
şııir 26 ı. 304, 354
mith, Moyr 230. 232 teokrasi 160 Tönnies, Fcrdinand 288, 289
>fistike olma 1 R6 tempi 172. 240 Trilling, Lionel 5 1 , 52, 1 6 1 , İçteıllik ve Sahicilik

Thacker:ıy, W. 4 1 . 223. 224


ofokle; 227
k
şair..ıne 299 tevazu 135 50
Trollope. A. Büylı: Yaşıyrıru:. Arfl 239
90,
>ğukluk 334 şans iRS. 189, 205, 206
>kak 34. 82. 89, 97- 1 0 1 , 124, 12R. 185, 232. 242. şans oyunları 1 3 ! 111ıımcs 85 Tuileries 122
245. 274, 278. 279 şapk:ıl<1r l 02, 2 1 5 , 2 ı 9 TiıClltre d'Art 25 l , 252 Turgot,A. 132
>kak giyimi !04, !06. 251 şehir 16. 27, 34, 60. 62.63, 75, 79. 80, 158, 164, TiıCıitre de l 'Oeuvre 25 l Turk'ı; He:ıd Kutilbll 120. 123

378, 38 ı' 390, 435. 436


>kak tiyatroları 269 174, 199. 206, 207. 212, 330, 338, 340. 359, TiıCUtre de la Portre St. Manin 231 ıutuk!unun insanca muamele görme.�i 136
>k:ık ve sahne 104, 1 7 1 . 349 ThCüıre Jıalien 107, ı ıo tUccıırl:ır 97
>kaktıı gezinmek 121 şehir hakkı 185 Theütre-Libre 2.'iO tümleyici [integrativef 339
ıl 308 şehir killtilrü 2 1 7 ılıı:/Jfl'lllll mımdi 56- 59, 64, 95, 96, l 50-1 52, 254, Türkiye 230
TV haberciliği 366
W. 88
olcil cror 282 şehir prolet:ıryası 2 1 3 342. 40 ı ' 402
oınbıın. şehir romancıları 254 Thennidor 242, 244, 246, 247, 249
orokin, P.I. 233. 234 U-Ü
ısyal !soı:iub!el cemaat 289
ı.�yal bir hiyeroglif 2 1 8
şehir ve kasaba 175
şehrin atomlarına :ıynlışı 386
şehrin çökmesi 150
�'
'
'
111cnnidoryen P...ıris245
Thcnnidoryenl<.!r 250. 252
Tiıemstrom, Stcp!ıaıı ı 80
Uluslarur..ı.�ı Okul 27, 28
unvanlar 9 1
osy:ıl D:ırwinciler 42 şehrin eleştirilme.�i 207 Tiıomisı 305 uşuklar 88
ısy:ıl geleneklcr 1 7 şcyler ve insan!ıır 38 1idwonh, Richurd 270 uyanm 193, 194
>sy:ıl ili�kilcr 412 şifre çözme {deeoding] 30R, 309 Tilly, Char!es 174 Uygulamalı Sanatlar Lincoln Merkez Kütüphanesi
)Syıtl psikoloji 384, 400 şiir 295, 297, 298, 300 Timı:.ı· 371 231
>syul roımıntikler 289 şişirme 220 tiyatro 59, 60, 63, 76, 83. 95, 104, 105. 107, 108. uygun 76

�,:
>.�y:ıli.�t hareket 40. 328 şizofrenik dil 4 1 5 1 1 0- 1 1 3, 1 1 5, 1 1 6, 1 19. 123, 124. !2R, 13l. 150. uzl:ışmı 96
ısyalist!er 40 şok etme 274
'
1 5 1 . !56, 157, 1 6 ! , 165, 230-232,2.'i l , 263, üçüncil kul:ık 4 ! 1 , 4 ı 2

1
>syallc�me 3 1 , 93, 96, !62, 413, 4 1 4 şok ıııktikleri 268 266, 269. 270, 272, 273, 274, 277, 278. 279, Un ile ünsUzlllk 370
>s)"..ıllik ! 6 1 , 170, 256, 3RO, 399. 404, 427. 434 289, 299. 342, 401. 402 Uniformalar 242
T Us!up 160
tiyatro kafc!eri 12 ı
>syopsikolojik bir dil 5 1 ıiyıııro izleyicileri 33
ouıhampıon 83 tabldot yemek 283
outhem, Richard 232 tııhııkküm 435 tiyatro kosıüınJ..,ri 2.'i'O V-W
Vandennonde, A. İnsan Tıiriiııii
ı 12
ıyııın 79 t..ıhayytll gücü 65 tiy:ıtro sahne.�i 56, 57, 64
foımiş lla.wıller 2Q'i takdim 236 tiyatro seyircilt:ri Mıikenımı:lleşıirmı: Araı;ları O:.ı:rinı: Dı:nı:me

66
lz96 t..ıkdimden temsile 66 tiy:ııro v e operJ salonları 34 132

ı 19
)zel kumusıı! ifade l 30 ı:ıklit76 ıiy:ırro ve toplum Varinard 462
varlıklı burjuvazi
Ta!boı, W. 141
ıt:killasyon 186 1'.ılbot, Lord Wı!!iıım 140 ıiy:ıtroı.l:ı kostüın)er45
priııg..�ıeen. Bruce 369 verem 243
5
tiyatrokmsi 402
.ruirc, G . 9 9 , 2 1 4 ııı!ilı 206 Tocı.ıueviııe;Aleıds de 3, 73. 299, Amerik1J'da veron. M. Pierrı: Pari.r S'Amııse 268
Vcr:;ay 8 1 , 82, 90. 9 1 . l J O yansıtma 290
ı•ie Ju qıııırıiı:r 185 yapıntı 123. 154

yar.ırrcı mı 405, 406


Viktorya ç:ıı'):ı 20. 42. 43, 45, 221, 334 yapmacıklık 107. 1 1 6 , 239
Vıktorya tarzı 222, 241
ViktoryJ t�ırzı iffet 220, 229, 414 ymmklar 244
Viktorycn 21, 171. 242, 246, 249, 336, 337 yaşam hakkı 127, 1 34
vinüöz!ük 265, 268 ya�ama öykıııeri ı 8

Vıymı:ı ı r.o. 235. 372


vitrin 194, !95 yııtırım 1 87

ı•o/oıııl!
yatırımcı sınıf 187
! 62 yatışunlmıı 59
Vohairc, 92, 1 1 5, 137, 273, Sl!nıirıınıi.I' 1 1 5 yelekler 102
Waı;ner, Rit:hurd 269, 271, 272 yeni gelenler [arrivalsj :;nııfı 420
\.V:ıllace, Gcorı:;c 362, 366, 367 Yeni Gine 74
Walpolc. Hor.ıcı: !42 yeni ı:ınıtlar 423

Wcbcr, A.F. l TI
Watergate 361 Yeni Sol 380

480 Wı;:bcr, M;ıx. 25, 263, 348, 350. 351, 352, 353,
yem(t 393
yerel katılım 397

Pmıc,1·11111 Alılıikı ııc Kııt>itali::miu Rıılıır 427


355. 376. 428,429, Ekonomi ı•e Toplum 349, yerel mııdahale 397
yerel özerklik 435
Wıdt:;chmcrz. Dr. 324 yerelcilik 435
Whig yada Tory 103 yerleşim alanı 435
Wlıiııdıoı.ısc, H.R. 297 yerlicilik (nativi311lj 2 1 7
Wıclıem. Johann 238 yeşil ha.�ıalık 239
Wieck. C!:ıra 2(ı0 yetişkin 130, 132. 273, 343, 403, 410, 4 1 1 , 414,
Wilde, O�cıır 249, 250 4[8,419
Wi!kcs ve ôzµOrlük sloganı 143 yetişkin kllltıır!l 404

yıkıcı gcmdruchaft 2 9 ı
Wılkcs,J. 139. 140. 1 4 1 , 142, 144. 145, 146, 147, yetişkin oyıınlan 4 1 3
166. 257, 293, Kııdııı Ü:eriıu: Dcnı•me 143

Raynıoncl Kıiltıir ı•e Toplum 261


Wilke."Çi 166. 1 7 1 , 335 yıldız kişilikler63

Wınnicott. D.W. 4 1 8 222


Wılliaıns, yok.�ullann ahlilki bozu!mulan 237
Young, G.M.S.
Winh, Loı.ıis !82 Youngman ı 35

Wortlı L.2 15
Wo!!:;ıonecruft, Mary 134 yukarıdakiler ve aşağıdakiler 76
yurttaşlık 159. 339
Wren. Chrisıoplıer 83 yllz 103, 2 1 2. 227.330
Wriglcy. E.A. 78 yOzgöz olma [overcxpoı;urej 375
Wycherley. W. 132
z
y Zefir ve Ero:; 230, 231
yabancı 75, 87, 88, 89. 383, 384 Zc!din, Theodore 296
y:ıb:ıııcı akını 79 Zora, E. 193. 3 1 8-324, "Suçluyorum" ()'At:c:ııse{)
y:ıb:ıncıl:ır 37, 4 1 , 42, 46, 49, 60. 62, 75, 76, 84, 291, J'At.·cuse 312, 317, 318, 320-322, Nana
94. !06. ı 16, 124. 174, 189, 218, 340. 359 282

IJ(ı
y:ıbancıt:ı�ma 40, 54, 217, 334, 378 'zornki bağlanma 426
yalr.ınıl 129, zorunlu yanılsama 230, 232
Yahudi avı 455 Zucker, Amold 82
Y:ıhudi!er 314-316, 323. 324, 357, 369, 387-389,
392-395, 398, 458.,459, 4(ı0
yakın çcvre-339, 398
yııkm ilişkileri 3 !
y:ıkmlık 334
yalancHür!c.şim (p,w:ııdo-.ı'f>cdatiorı) 396
yalınlık !35, 136
yıılıtılmı�lık 205, 256. 282, 284, 292, 365. 408
yalılıın 30. 235. 378, 383
yaruını ve görülebilirlik 3(ı4
yalnız kalabalık 283
yanılsam;ı 1 J 5, 352, 353, 356, 362
yanılsama çıığı 232
y:ınlış bilinç 423

You might also like