You are on page 1of 5

Aykut Aydeniz

aykutaydeniz@mynet.com
Farklı Zamanlardaki Benzer Politikalar
Bugünü anlamak için geçmişi iyi bilmek gerekir ki ABD şu an önemli bir güçse onu bu güç yapan
tarihi iyi tefekkür edilmelidir.

1) BAĞIMSIZLIK SAVAŞI DÖNEMİ ( 1775 – 1783 )

İngiltere ile Fransa arasında yaşanan 7 Yıl Savaşları ( 1756 – 1763 ) sırasında İngiltere bu savaşı idame
ettirebilmek için Kuzey Amerika’daki 13 kolonisine vergi koymuş fakat buna birtakım ilkelerle karşı
çıkılmıştır. Bu ilkelerin başında da, verginin ancak halkın veya temsilcilerinin rızası ile konulabileceği
ilkesi geliyordu.1 Bu vergiler savaş sırasında geri çekildi fakat İngiltere savaş sonrasında 1774’te farklı
vergiler koymaya başlayınca koloniler halkı ayaklanmaya başladı ve 13 koloni George Washington
önderliğinde bir araya gelerek 4 Temmuz 1776’da Bağımsızlık Bildirgesi’ni ilan etti. 1783 yılında
İngiltere’nin yenilmesi ile de Birleşik Devletler Paris Antlaşması ile tanındı ve dünya tarihine merhaba
dedi.
2) KITADAKİ HAKİMİYET DÖNEMİ ( 1783 – 1898 )

Amerikan dış politikası ile ilgili ilk önemli sözü ilk başkan George Washington 1796’daki ünlü veda
konuşmasında şöyle vermiştir: “ Yabancı milletlerle olan ilişkilerimizde bizim için temel kural: onlarla
ticari ilişkilerimizi mümkün olduğunca geliştirmek; fakat siyasi ilişkilerimizi asgari seviyede tutmaktır.
Bizim gerçek politikamız, dış dünyanın neresiyle olursa olsun kalıcı ittifaklardan kaçınmak olmalıdır. ” 2
Resmi olarak olmasa da Birleşik Devletler’in dış politikasına hakim olan bu anlayış, 2 Aralık 1823’te
kabul edilen Monroe Doktrinine kadar sürmüştür. Monroe Doktrini’nde Birleşik Devletler, Avrupa
siyasetine karışmamalı aynı şekilde Avrupalılar da Amerika kıtasından uzak durmalıdır; bu uyarılara
rağmen de düşmanca bir saldırı yapan karşısında Birleşik Devletleri bulacaktır gibi ifadeler içermiş ve
1941’e kadar olan Amerikan Dış Politikasının genel hatlarını vermiştir. 1861 – 1865 yılları arasında bir
iç savaş geçiren Birleşik Devletler; savaş sonrasında ülkeyi boydan boya demirağlarla ören, ulusal
pazarı birleştiren, sanayisi gelişmiş ve üretim fazlasını satmak için pazar arayan büyük bir ekonomi
olmuştur. 1867 yılında da Rusya’dan Alaska’yı satın alarak günümüzdeki sınırlarına neredeyse ulaşan
Birleşik Devletler, 1898’e kadar kıtadaki gücünü arttırmaya çalışmıştır.

3) DÜNYA SAHNESİNE AKTİF ÇIKIŞI ( 1898 – 1945 )

1898’de İspanya Donanması yenilgiye uğratılarak, yöredeki etkisi tümüyle ortadan kaldırıldı. Filipinler,
Guam Adası, Porto Rico ve Havai topraklarını eline geçirerek ve ileride görüleceği gibi Latin Amerika
ülkeleri üzerinde büyük bir ekonomik ve siyasal nüfuz kurarak, denizaşırı ülkelere sahip sömürgeci
devlet durumuna geldi. 3 Ardından 1917’de 1.Dünya Savaşı’na katılarak erken bitmesini sağladı fakat
savaş sonrasında Başkan Wilson’un büyük uğraşlarına ( Kasım 1919, Ocak 1920 ve Mart 1920 )
rağmen senatodan Versay Antlaşması’na taraf ve Milletler Cemiyeti’ne üye olmayı başaramadı ve şu
sözleri söyledi : “Dünyanın liderliğini kazanmak için elimize bir fırsat geçmişti. Fakat bu fırsatı
kaybettik ve yakında kaybın nasıl bir trajedi olduğunu göreceğiz.” 4 Birleşik Devletler, savaş sırasında
verdiği borçları da geri alamayınca ( Finlandiya hariç ) tekrar yalnızcılık ( isolation ) politikasına geri
dönmüştür. Birleşik Devletler için bu siyaset de uzun sürmemiş ve Almanya’nın Avrupa’da,
Japonya’nın da Asya’daki yayılmasına karşılık Aralık 1941’de savaşa dahil oldu ve de 6 Ağustos
Hiroşima- 9 Ağustos 1945 Nagasaki saldırılarıyla savaşı sona erdirmede büyük rol oynamıştır.
4) SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ ( 1945 – 1991 )

Savaş bitmişti, Avrupa yorgundu ve dünya iki kutba ayrılmıştı. Birleşik Devletler yine kendi kabuğuna
çekilemezdi bu sefer çünkü Rus Komünizmi Balkanlardan Orta Doğu’ya bir çok bölgeyi tehdit
ediyordu. Bunun üzerine Başkan Truman, kendi adını verdiği doktirini açıklayarak 12 Mart 1947’de
Yunanistan’a 400, Türkiye’ye 100 milyon dolar yardım yapılmasını istedi ve Marshall Planı dahilinde 16
Avrupa Ülkesine yardım için 3 Nisan 1948’de Dış Yardım Kanununu çıkardı. Geleneksel Amerikan Dış
Politikasındaki bu radikal değişmenin başlangıcını da Truman Doktrini teşkil eder. 5 Soğuk Savaş
Döneminde bu iki kutup arasında farklı zamanlarda ve mekanlarda boşalmalar meydana gelmiştir.
Örneğin, 1950 – 1953 Kore Savaşı ki bu savaş döneminde Batı Bloğu ülkeleri 1949’da NATO’yu, Doğu
Bloğu ülkeleri de 1955’de Varşova Paktı’nı kurmuşlardır. 1961’de baş gösteren Küba Krizi ile de
Amerikan Dış Politikası iyice sert bir bakış kazanmıştır. Soğuk Savaş’ın başlarında domino teorisi ve
milli prestij, Amerikan siyasetine yön veren iki mühim unsurdu. 6 Zamanla görüldü ki milli itibar
daha öne çıktı çünkü Vietnam Savaşı’nın Amerikan halkı için acı sonuçları ve o güne kadar
yenilmemiş süper güç olmanın verdiği güven sanki kırılmış gibiydi bunun için de Hollywood’a büyük
“görev” düşüyordu. Bunun için de Rambo, Platoon ( Müfreze ) gibi filmler Amerikan halkına güç
vermeye çalışmıştır. 1988 yılından itibaren Irak – İran Savaşı’ndan sonra Amerikan donanması
Körfez’e yerleşmiş ve hemen ardından çıkan 1990 - 1991 Körfez Savaşı ile de Orta Doğu’nun yapısı
değişmeye başlamış kısa bir süre sonra da Sovyetler Birliği dağılmıştır.

5) YENİ DÜNYA DÜZENİ DÖNEMİ ( 1991 - … )

1991 yılında resmen Sovyetler Birliği’nin dağılması ile çevreleme siyasetinden ( containment policy )
sonra Amerikan Dış Politikası bir süre belirsizliğe gitmiştir bunun sonucunda Brezinski, Huntington
ve Fukuyama gibi uzmanların görüşleri alınarak yeni dönem adlandırılmaya çalışılmıştır. Amerikan
yapımı “yeni dünya düzeni” iddiasının ortaya atıldığı Soğuk Savaş sonrası dönemin yeni dış politika
eğiliminin temel söylemi “ tek yanlılık ( unilateralism ) “ olmuştur. 7 Clinton’un başkan seçilmesiyle
birlikte Birleşik Devletler tek taraflı politika izlemiş bunun sonucunda da Bosna ve Kosova’da olduğu
gibi askeri müdahalelere başvurmuştur. Her ne kadar uluslararası örgütleri ve diplomasiyi ön planda
tutsa da askeri müdahalede bulunmaktan da çekinmemiştir. 1997’de ikinci kez seçildiğinde de sert
güçten yumuşak güce (soft power) geçildiğini ilan etti böylelikle de askeri güç kullanmadan
ekonomik, kültürel ve siyasal baskı araçlarıyla hakimiyet kurma planlandı. 1998’de “ Yeni Bir Yüzyıl
İçin Ulusal Güvenlik Stratejisi “ ( White House, 1998 ) yayınlandı ve Amerikan çıkarları 3 başlıkta
toplandı. (White House, 1999:5-6) Bunlardan birincisi, “Yaşamsal Çıkarlar” yani Birleşik Devletlere
doğrudan yapılacak saldırılar ve daha çok uluslar arası pazarlardaki ekonomik çıkarlarını teşkil
ediyordu. İkincisi, “Önemli Ulusal Çıkarlar” altında Soğuk Savaş sonrası dönemde müdahale ettiği
bölgeleri kapsıyordu ve sonuncu olarak da doğal afetler, demokrasinin desteklenmesi ve insan hakları
ihlali gibi konuları içeren aynı zamanda kendisine başka ülkelere müdahalede dayanak sağlayan “İnsani
ve Diğer Çıkarlar” bulunuyordu. Clinton’dan sonra 2001 yılında başkanlığa George Bush belirsizliğin
devam ettiği zamanda gelmiştir. Hedef Soğuk Savaş döneminde komünizme karşıyken şimdi Radikal
İslam’dı. 11 Eylül terör eylemlerinden sonra Başkan Bush : “ Ya bizimlesiniz ya da bize karşı “ demiş ve
tüm dünyada teröre karşı savaş ilan etmiştir. Kendini korunmasız hisseden ve dışarıdan gelebilecek
tehditlere karşı önleyici saldırı ( preventive attack ) politikasını uygulayan Birleşik Devletler 7 Ekim
2001 tarihinde Afganistan’a özgürlük getirme adı altında ( Operation Enduring Freedom ) El Kaide
ile savaş ve Usame Bin Ladin’i yakalamak için Afganistan’ı işgal etmiştir. 20 Mart 2003’te İngiltere ile
birlikte Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu (Operation Iraqi Freedom) adı altında askeri harekâta
başlamıştır. 8 Birleşik Devletler, 11 Eylül saldırılarını çok iyi kullanmış, kendini mağdur göstererek
dünya milletlerini bu konuda sessiz bırakmıştır. Aynı zamanda kendi içinde de bir tür “travma”
geçiren Birleşik Devletler, neredeyse elli yıl önce Mc Carthy’nin komünizme karşı verdiği savaşta
Albert Einstein, Marilyn Monroe gibi Amerika’ya hizmet eden insanları haksız yere suçlamış; onlar
gibi bir çok kişiden komünist olmadıklarının ispatını istemiştir. 2005’te yönetmenliğini George
Clooney’nin yaptığı “İyi Geceler İyi Şanslar” (Good Night and Good Luck) o zamanlarda yaşananları
anlatmış ve tepki olarak da siyah beyaz çekilmiştir. Bu olayın benzerleri de 11 Eylül sonrasında basında
yer aldı ve onlardan birkaçı da şöyleydi: Adı Müslüman çağrışım yaptığı için gözaltına alınan ''Ömer''
isimli bir kişinin, aslında Musevi asıllı olduğunu ve hiçbir suçu olmadığını kanıtlayıncaya kadar 2 ay
ABD'de nezarethanede tutulması ve başında sarık olduğu için Müslüman zannedilen bir Hintli, kızgın
bir Amerikalı'nın kurşunuyla öldürüldü. 9 Bundan dolayı da Amerikan halkında Orta Doğulu ve
Müslüman insanlara karşı ırkçı ve dinsel ayrımlar başlamıştır. Amerikan İslam İlişk ileri Konseyi’nin
2002’deki raporlarına göre halk arasında İslamofobi’nin arttığı, polislerin nedensiz yere şiddet
uyguladıkları da belirtilmiştir. Artan güvenlik endişesiyle “Vatanseverlik Yasası” (Patriot Act)
çıkarılması 10 , böylece özel hayata müdahale hakkı, İç Güvenlik Bakanlığı’nın (Department of
Homeland Security) kurulması ve Birleşik Devletler ordusunun yapılanması gibi sivil ve askeri
uygulamaları devreye sokmuştur. Dünyada terörizm ve kitle imhaa silahlarını engelleme çalışmaları ve
de artan İslam karşıtlığı bir sonraki hedefin Afganistan ve petrol bölgesi Irak olacağını gösteriyordu.
Cumhuriyetçi Başkan George Bush bu uygulamaları yaparken ve Irak’a girerken Bill Clinton, Hillary
Clinton ve John Kerry gibi demokratların desteklemesinin en önemli nedeni güvenlik olsa gerek.
Şüphesiz ki bu kararların alınmasında İsrail lobisinin etkisi tartışılmaz ve zaten Birleşik Devletler de
Orta Doğu’da Arap dış unsurları desteklemiştir. Dönemin Dış İşleri Bakanı Colin Powell da : “ İsrail’in
bir düşmanını daha ortadan kaldırdık. “ demiştir. 11. 2004 Kasım’ında John Kerry’e karşı az bir fark ile
başkan seçilen George Bush için yeni dönem de pek kolay olmayacaktı. Öncelikle Afganistan’da bir
bataklığa saplanmış sonra da Irak’a “demokrasi” götürmüştü; bu tür hareketler bölgeye yarar
sağlamadığı gibi gittikçe istikrarsızlığa, etnik ve dinsel temelli bölünmelere yol açmıştır. 8 Kasım
2006’daki ara seçimlerde ağır bir yenilgi alan George Bush, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’i
görevden aldı. Irak’taki belirsizlik iç politikaya da yansıyordu ve savaş karşıtlığı gösterileri baş
gösteriyordu buna rağmen George Bush, 10 Ocak 2007’de Irak’a 20 bin kişilik ek asker gönderme
kararı aldı. Bu karar belki de bardağı taşıran son damlaydı ve ertesi yıl 4 Kasım’da yapılan seçimlerde
Birleşik Devletler’in 44. Başkanı Barack Obama olacaktı.

A) BAŞKAN OBAMA’NIN İLK DÖNEMİ ve HILLARY CLINTON

Şüphesiz ki Birleşik Devletler tarihindeki ilk Afrikalı-Amerikalı Başkan olan Barack Obama, hem
ülkesinde hem de dünyada büyük yankı uyandırdı. 1994 yılında İllinois’in eyalet senatosuna seçilerek
siyasete adım atan Barack Obama, 2004 yılında Amerikan Senatosu’na girmeyi başardı. Başkanlık
seçimi döneminde ise Hillary Clinton, John Edwards, Joe Biden, Christopher Dodd ve Bill Richardson
gibi tecrübeli siyasetçilerle yarışan B.Obama’yı bir adım öne geçiren seçim kampanyası olmuştur. Bu
süreçte öncelikle Facebook’un ortak kurucusu olan Chris Hughes ile anlaşıldı ardından örütbağ
(internet) olanakları ve sosyal medya çok iyi kullanılarak “barackobama.com” adında bir site açıldı ve
de sosyal bir ağa çevrilerek gençlere ulaşılmaya çalışıldı. İlk başta posta adreslerine sonraları da
telefonlara iletiler atılarak gençlerin dikkati çekilmeye çalışıldı. Ayrıca seçim dön eminde “Yes, we can”,
“Hope”, “We believe in change” gibi değişimi isteyen iletiler Barack Obama’yı Birleşik Devletler
Başkanı, Chris Hughes’i de 2008 yılının en iyi pazarlamacısı yaptı.

Dış İşleri Bakanlığı görevine gelen Hillary Clinton, eşinin başkanlığı döneminden de belli bir
tecrübeye ve neredeyse tüm dünya tarafından tanırırlığa sahipti. İlk olarak Birleşik Devletler’in Irak ve
Afganistan müdahaleleri nedeniyle oluşan “Amerikan Karşıtlığı” ile mücadele etti. Başkan Bush
Dönemi daha çok askeri güce dayalı bir dış politika izlerken Başkan Obama ve Hillary Clinton daha
çok diplomasi ağırlıklı davranmayı tercih ettiler. Ancak Hillary Clinton “müdahaleci olmayan” bir dış
politikayı da yalnızcılık (izolasyonist) olarak değerlendirmiş ve izolasyonizmin bir çözüm
olamayacağının üstünde durmuştur. (Inter Pres Service, 2009). Açıkçası Birleşik Devletler yeni
dönemde müttefikleriyle hareket etmek istemiştir ve Başkan Obama da Türkiye ve Mısır
ziyaretlerinde küresel sorunlara karşı işbirliğini vurgulamıştır . 2009’da TBMM’de yaptığı konuşmada
“ABD, İslam’la savaş içinde değildir asla da olmayacaktır.” 12 Özellikle Başkan Obama, Orta Doğu
Devletleri ve İslam Coğrafyası’nda ılımlı bir politika gütmeye çalışmıştır. George Bush’a göre daha
yumuşak ve barışçıl söylemler ifade eden Barack Obama, Irak’tan Amerikan askerlerini çekme sözü
vermiş ve o kuvvetler de Afganistan’a doğru kaydırılmıştır. Bakan Clinton ise özellikle Orta Doğu ve
Uzak Doğu Asya ziyaretleri ile bir sonraki dönemin temellerini atmıştır. Dış İşleri Bakanlığı sırasında
Arap Coğrafyası’nda bir “Arap Baharı” adıyla halk hareketleri yaşanmış ve Birleşik Devletler doğrudan
müdahale yerine NATO ve BM gibi birleşimler üzerinden etkinliğini sürdürmüştür. 31 Mayıs 2010
tarihinde uluslar arası sularda Mavi Marmara adlı gemiye yapılan saldırı sonucunda 9 Türk’ün
öldürülmesi Doğu Akdeniz’de suları gerginleştirmiştir. Ardından İsrail ordu sözcüsü General Avi
Benayahu devlet radyosunda operasyonun ‘uluslararası sular”da olduğunu kabul etti. 13 Birleşik
Devletler kendisi için hoş olmayan bu duruma yönelik diplomasi atağı başlattı fakat hemen sonuç
alamayacaktı. Diğer taraftan Suriye’de de tansiyon yükseliyor, Amerikan tarafından Beşer Esad’ın
meşruiyetini kaybettiğine dair açıklamalar yapılıyordu. Başkan Obama, bölgede diplomasiye son
decere önem veriyor fakat zaman zaman da sınırları çiziyordu. Daha açık belirtmek gerekirse,
Obama’nın diplomasiye dayanan politikaları yanında Amerika ve İsrail’in güvenliği söz konusu
olduğunda askeri seçeneği de hiç çekinmeden kullanacağı su götürmez bir gerçek olarak karşımıza
çıkmaktadır. 14

B) BAŞKAN OBAMA’NIN İKİNCİ DÖNEMİ ve JOHN KERRY

Şu ana kadarki Amerikan Başkanlarının %80’inin ikinci kez seçildiği gibi Başkan Obama da seçildi ve
eli bu sefer bazı konularda daha rahat olacak. Dış İşleri Bakanlığı’na John Kerry gibi Dış İlişkiler
Konseyi’nin yaklaşık otuz yıllık üyesi ve 2009’dan beri de başkanı olan deneyimli birini getirmesi dış
politika konusunda Başkan Obama’yı zorlayacağa benziyor. Senatodayken de İsrail-Türkiye ilişkilerinin
normalleşmesi üzerine çalışan John Kerry karşılığını 2013’ün mart sonunda aldı. Bu durum tabiki de
Birleşik Devletler’in işine gelirdi çünkü bölgedeki iki müttefikinin birbirleriyle husumet içinde olması
kendisine fayda sağlamazdı. John Kerry, yeni dönemde Hillary Clinton’ın temellerini attığı Uzak Doğu
Asya ve Pasifik ile daha çok ilgilenecektir. Kuzey Kore’nin nükleer tesis açma ve askeri tatbikat
yapmasıyla ilgili açıklamaları için de “bilindik söylemler” yanıtını veren John Kerry yine de tedbiri
elden bırakmayacak ve görünen o ki Birleşik Devletler’in dış politikası yeni dönemde Uzak Doğu Asya
ağırlıklı olacak.

SONUÇ

Tarihsel bir sürece sonuç koymak ne kadar doğru olur bilemiyorum ama Birleşik Devletler’in genel
dış politikası zamana ve mekana göre değişiklik gösterebilen fakat temelde Amerikan çıkarlarına sadık
bir siyaset anlayışı içerir. Amerikalı tarihçi Walter McDougall ABD’nin dış politika gelenekleriyle ilgili
çalışmasına Sergio Leone’nin ünlü filmi “İyi, Kötü, Çirkin” den yaptığı alıntı ile başlıyor. Bilindiği gibi
bu filmde, bir hazine peşinde olan ve birbirleriyle rekabet içinde olan üç ayr ı karakter bulunmaktadır.
Yazarın görüşüne göre, işte bu üç karakterin üçü de Amerikan dış politikasının farklı yüzlerini temsil
etmektedir. Yani ABD yerine göre iyi, yerine göre kötü, yerine göre de çirkin olabilmektedir.Gerçekten
de bu benzetmeden yola çıkarsak yerine göre iyi (II. Dünya Savaşı), yerine göre kötü (Vietnam) yerine
göre de çirkin (I. Körfez Savaşı) olan ABD’den başkası değildir. 15 Sonuç olarak tüm bu yaşananları
daha akl-ı selim bir çerçevede değerlendirebilmek için tarihsel bütünlüğü kaybetmeden bakılmalıdır.
Filozof Kierkegaard’ın dediği gibi “İleriye doğru yaşar ama yalnız geriye doğru düşünürüz.”
REFERANSLAR

1. Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, On Yedinci Baskı: Ocak 2010, İstanbul, s.93
2. Washington’s Farewell Address: to the People of the United States, 106th Congress, 2nd
Session, Senate Document No. 106-121, Washington 2000, s. 26
3. Oral Sander, Siyasi Tarih 1918 – 1994, On Sekizinci Baskı: Aralık 2009, Ankara, s.161
4. Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi, On Yedinci Baskı: Ocak 2010, İstanbul, s.269
5. a.g.e, s.537
6. M.Vedat Gürbüz, Vietnam Savaşı, s.89
7. Ataman, “United States of America”, s.539
8. http://www.utsam.org/images/upload/attachment/ABD'nin%20Ter%C3%B6rle%20M%C3%BCc
adele%20Politikas%C4%B1.pdf [Alıntı Tarihi: 01.05.2013]
9. http://dosyalar.hurriyet.com.tr/2001almanak/01dun.asp [Alıntı Tarihi: 01.05.2013]
10. http://epic.org/privacy/terrorism/hr3162.html [Alıntı Tarihi: 01.05.2013]
11. Ataman, “Değerler ve Çıkarlar”, s.413
12. http://www.whitehouse.gov/the_press_office/Remarks-By-President-Obama-To-The-Turkish-
Parliament [Alıntı Tarihi: 01.05.2013]
13. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/14896132.asp [Alıntı Tarihi: 01.05.2013]
14. Ayşe Bahar HURMİ, Alternatif Politika Dergisi, Cilt. 2, Sayı. 1, 56-81, Nisan 2010, s.66
15. Gültekin Sümer, “Amerikan Dış Politikasının Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü”,
Uluslararası İlişkiler, Cilt 5, Sayı 19 (Güz 2008), s. 140

You might also like