You are on page 1of 7

İKİ SAVAŞ ARASINDA AVRUPA’NIN DURUMU VE II.

DÜNYA SAVAŞINA GİDEN


SÜREÇ

I.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa, Asya ve Afrika gibi dünyanın birçok yerinde
politik, kültürel ve sosyal anlamda büyük ve köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Savaş
sonucunda imparatorluklar yıkılmış, eski ülkeler ortadan kaldırılmış, yeni ülkeler kurulmuş,
sınırlar yeniden çizilmiş, Milletler Cemiyeti gibi uluslararası oluşturulmuş ve insanların
zihinlerinde birçok yeni ideoloji oluşmaya başlamıştır1.

Rıfat UÇAROL, iki savaş arası dönemi temelde üç başlık altında incelemektedir:

1) Barışın sürekliliğini sağlama girişimleri


2) Büyük devletlerde rejim değişikleri ve dış politikaları
3) Versay Barışının bozulması ve yeniden genel savaşa giden yol
(Uçarol, 1985)
Buna göre biz de bu çalışmada iki savaş arasındaki dönemi bu üç başlık altında
incelemeye çalışacağız.

1) Barışın sürekliliğini sağlama girişimleri

Milletler Cemiyeti: 1914 – 1918 yılları boyunca devam eden I. Dünya Savaşı, hem
yenilen devletler hem de galip devletler için pek çok açıdan büyük yıkıma uğranılan bir savaş
olmuştur. Dönemin ABD başkanı Woodrow Wilson 1918 yılında “böyle yıkıcı bir savaşın
yeniden tekrarlanmamasını teminen savaş sonrasında alınacak önlemlere ilişkin bir dizi ilke
yayınlamıştır.” (Ateş, 2014: 124). Dünya barışını sağlamak, kolektif güvenlik ve
silahsızlanma yoluyla savaşları önlemek, uluslararası çatışmaları uzlaşma ve arabuluculuk
metoduyla çözmek gibi hedefleri olan Milletler Cemiyeti 10 Ocak 1920 tarihinde Paris Barış
Konferansının bir sonucu olarak oluşturulmuştur2. Ancak ABD’nin Milletler Cemiyetine
katılmayı reddetmesi, Cemiyetin uluslararası etkinliğini yitirmesine neden olacak ve Cemiyet
bünyesinde savaşı önleyici tedbirlerin ve yaptırımların olmaması3 II. Dünya Savaşının
çıkmasını engelleyemeyecektir.

Lokarno Antlaşmaları: I. Dünya Savaşı sonunda yapılan Versay Antlaşmasına göre


Almanya Müttefik devletlere verdiği zararları ödeyecekti. “Tamirat Borcu” olarak
adlandırılan bu savaş tazminatını Almanya’nın ödeyememesinden dolayı, tamirat borçlarını
1
http://en.wikipedia.org/wiki/Aftermath_of_World_War_I
2
http://en.wikipedia.org/wiki/League_of_Nations
3
http://tr.wikipedia.org/wiki/Milletler_Cemiyeti

1
Almanya’ya ödetmek isteyen Fransa 1923 yılında Ruhr bölgesini işgal etti. Bu işgalin
akabinde Almanya’da yüksek enflasyonla beraber ekonomik kriz baş göstermeye başladı.
Dawes Planı ile Almanya’nın ödeyeceği tazminatlar bir düzene sokuldu. Bununla beraber,
Almanya’da görülen ekonomik istikrar ile Fransa Almanya ilişkileri de bir düzene girmiştir
(Armaoğlu, 1992: 157-160) ve Lokarno Antlaşmalarına giden yolu açmıştır.
Bir dizi antlaşmalardan oluşan Lokarno Antlaşmaları 1925 yılında Londra’da
imzalanmıştır. Böylece Lokarno Antlaşmalarıyla I. Dünya Savaşının Müttefik güçleriyle ve
savaş sonunda oluşan orta ve doğu Avrupa’daki devletler karasal sınırlarını güvence altına
almak istemişlerdir. Öte yandan Almanya “batı sınırlarının (Fransa ve Belçika sınırları)
sürekli olduğunu” (Uçarol, 1985: 424) teyit ederken aynı güvenceyi doğu sınırları için
vermemiştir. Lokarno Antlaşmaları, ayrıca, devletlerarasında herhangi bir uyuşmazlık çıktığı
anda bunun uzlaşmayla çözülmesini öngörüyordu. Bu antlaşmaların arkasında Almanya
Milletler Cemiyeti’ne üye olarak uluslararası işbirliğine girmiştir (Armaoğlu, 1992: 161). Bu
süreç ise Avrupa’da geçici bir olumlu havanın oluşmasına sebep olmuştur.

Kellogg-Briand Paktı: 1928 yılında ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya,
Polonya, Belçika ve Çekoslovakya arasında imzalanan pakt, “savaşı ulusal politikanın bir aleti
olmaktan çıkarma yükümlülüğünü” (Sander, 2011: 38) öngörmekteydi. Ancak ileride
görüleceği gibi bu anlaşmada uluslararası politikada oluşan çatışmalara bir çözüm
getirememiştir.

Washington Denizcilik Antlaşması: Barışı korumak için yapılan girişimlerden diğer bir
tanesi ise 1922’de İngiltere, ABD, Fransa, İtalya ve uzak doğuda büyük bir olarak ortaya
çıkan Japonya arasında deniz silahlarını sınırlayan bir antlaşma imzalanmıştır. Bununla
beraber 1930 ve 1936 yıllarında Londra’da yapılan antlaşmalarla deniz silahlarının
sınırlandırılmasında gözle görülür şekilde başarıya ulaşılmıştır (Sander, 2011: 37-38).

2) Büyük devletlerde rejim değişikleri ve dış politikaları

İtalya’da Faşizm: I. Dünya Savaşı sonunda İtalya, galip devletler tarafında olmasına
rağmen, savaştan yorgun çıkmış ve savaş sonunda yapılan antlaşmalarla istediğini elde
edememişti. Bu da İtalyan kamuoyunda olumsuz bir hava esmesine ve devlet otoritesinin
zayıflamasına sebep olmuştu. Bunlara ek olarak savaş sonrasında ülkede oluşan büyük
ekonomik kriz, Benito Mussolini liderliğinde kurulan Faşist Partisinin işine yaramıştı.

2
1922’de iktidara gelen Mussolini, ülkeyi bulunduğu durumdan çıkaracağını ve eski ihtişamlı
dönemine döndüreceğini vaat etmişti (Uçarol, 1985: 427).
Aşırı “ulusçuluğu” esas alan faşist yönetim ülkede demokrasiyi kaldırarak, farklı
ırktan olan insanları zorla “italyanlaştırmaya” çalıştı (Uçarol. 1985: 427). “Roma
İmparatorluğunu” yeniden canlandırmaya çalışan Mussolini, dış politikada emperyalizme
yönelerek özellikle Akdeniz’de egemenlik kurmaya çalıştı. 1927 yılında Arnavutluk’u
koruması altına aldı ve 1936’da Habeşistan’ı işgal etti.

Almanya’da Nazi İktidarı: I. Dünya Savaşından yenik çıkan devletlerden biri olan
Almanya da, savaş sonunda savaşın etkilerini her alanda yaşamakta idi. Savaş sonrasında
Almanya topraklarının büyük bir bölümünü yitirmiş, savunma gücü azaltılmış ve galip gelen
devletler tarafından savaş faturası da Almanya’ya ödettirilmeye çalışılmıştı. Bu da ülkeyi
büyük bir çöküntünün eşiğine getirmişti. I. Dünya Savaşı sonrasında oldukça liberal bir
anlayışla kurulan “Alman Weimar Cumhuriyeti”nde oluşan yüksek enflasyon ve ekonomik
çöküntü Alman Nasyonel İşçi Partisi’ni (NAZİ) iktidara getirmiş ve 1933 yılında Adolf Hitler
başbakan olmuştu. Weimar Cumhuriyeti’nin oluşturduğu demokratik havadan yararlanan
Hitler kısa sürede diktatörlüğünü kurmuştu. Bu sürecin başarılı olmasında ülkede yaşanan
ekonomik çöküntünün yanında Hitler’in propaganda çalışmalarının da önemli etkisi vardır.
Propaganda çalışmaları sırasında, Hitler nasyonalizm, anti-semitizm ve anti-komünizme
sarılmakta, özellikle ekonominin güçlendirilmesi ve ordunun tekrar kurulması gerekliliğini
savunmaktaydı. Bu söylemler ise Alman halkı tarafından ilgi görmekte ve Hitler’in oylarını
artırmaktaydı (Uçarol, 1985: 428-429).
Adolf Hitler’in Alman dış politikasında izlediği yol Weimar Cumhuriyeti döneminde
izlenilen yoldan farklı değildir. Hitler de revizyonist bir yol izleyerek Almanya’yla I. Dünya
savaşı sonunda imzalanan Versay Antlaşmasının şartlarının değiştirmek için çalışmıştır.
Dolayısıyla Hitler’in saldırgan politikaları fark edilmemiş ve bu politikalara karşı önlem
almaya gerek görülmemiştir4.
Bununla beraber, Almanya’nın oluşturduğu tehlike potansiyeli, silahtan arındırılmış
Ren bölgesine askerlerini göndermesi ile Avrupalı Devletlerin dikkatini çekmiştir. Bu
noktadan itibaren Hitler verilen tavizlerle yetinmeyecek ve emperyalist bir tavırla
“Lebensraum: yaşam alanı”nı oluşturmak için çalışacaktır5. Daha sonra Hitler saldırgan bir

4
http://politikakademi.org/2010/11/hitler-donemi-almanyann-ds-politikas-html/
5
http://politikakademi.org/2010/11/hitler-donemi-almanyann-ds-politikas-html/

3
tavır izleyerek Avusturya’yı ilhak etmiş, Polonya’ya saldırmış ve Avrupa’nın büyük bir
bölümünü istila etmiştir6.

Sovyet Rusya: I. Dünya Savaşı başladığı sırada Rusya’da iç karışıklıklar vardı. Savaş
sırasında ise birçok yenilgiyle karşılaşması ve savaştan dolayı oluşan güçlükler var olan bu
gerginliği artırmıştı. 1917 yılında Bolşeviklerin iktidara gelmesi Rusya’nın I. Dünya
Savaşından çekilmesi ile sonuçlanmıştır. Ardından ise 1918’de Brest-Litovsk antlaşması
yapılarak, Çarlık Rusya’sının yapmış olduğu bütün gizli antlaşmalar açıklanmıştı. Bundan
sonra, Rusya’da 1921’e kadar devam edecek olan bir iç karışıklık devri olacaktır. 1921 yılında
Polonya ile Riga Antlaşmasını ve yine aynı yıl Türkiye ile bir antlaşma yapan Sovyet Rusya
komşularıyla iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Bununla beraber, Sovyet Rusya 1924 yılında
İtalya, İngiltere ve Fransa ile 1933 yılında ise ABD tarafından resmen tanınmıştır. 1924
yılında Lenin’in ölümüyle iktidara gelen Stalin ülkenin ekonomisini ve sanayisini geliştirmek
için çalıştı. Aynı zamanda görünüşte silahsızlanmayı onaylarken arka planda ise
Kızılordu’nun silahlanması için elinden geleni yaptı. Bu arada Sovyet Rusya Avrupa’da
gelişen olaylara karışmayarak bir bakıma “seyirci” kalmaya çalıştı. Çünkü faşist ve kapitalist
devletler arasında çıkan bir savaş her iki tarafı da yıpratırken Sovyet Rusya’nın dinç
kalmasına sebep olacaktı. Almanlarla II. Dünya Savaşı öncesinde de görüşerek bir anlaşma
imzaladılar (Uçarol, 1985: 429-432).

Japonya: I. Dünya Savaşı sonucunda Japonya Uzakdoğu’nun en güçlü devleti haline


gelmişti. Savaştan sonra İngiltere, ABD’nin ve Sovyet Rusya’nın bölgede söz sahibi olmasını
istemediğinden dolayı Japonya’yla işbirliğine devam ediyordu. Ancak Japonya bir süre sonra
Çin üzerinde egemenlik kurma eğilimine girmesi ve 1930’lardan askerlerden oluşan militarist
yönetime sahip olmasından dolayı Japonya ve İngiltere arasındaki işbirliği bozulmaya başladı.
1931 yılında Japonya’nın Çin’in Mançurya bölgesine girmesine Milletler Cemiyeti’nin bir şey
yapmaması ve Çin’in içlerine kadar ilerlemesi 1932 yılında Japonya ile Çin arasında bir
savaşın yaşanmasına neden oldu. 1934 yılında Japonya ve Çin arasında bir anlaşma
yapıldıktan sonra Japonya, Rusya’nın Mançurya demiryollarındaki payını sattırdı ve böylece
Rusya’yı bölgeden uzaklaştırmış oldu. Bu durum bölgedeki dinamiklerin bozulmasına sebep
oldu. Japonya daha sonra Çin üzerine tekrar yürümeye başladı ve bu arada ABD, İngiltere ve
Sovyet Rusya ile Japonya arasındaki ilişkiler gerginleşti ve bu ülkeler Çin’e yardım etmeye
başladı (Uçarol, 1985: 431-432).
6
http://politikakademi.org/2010/11/hitler-donemi-almanyann-ds-politikas-html/

4
3) Versay Barışının bozulması ve yeniden genel savaşa giden yol

Avrupa’da ve Uzakdoğu’da Meydana gelen gelişmeler:

İtalya’nın Habeşistan’ı işgali: Hem I. Dünya Savaşı sürecinde hem de savaş


sonrasında İtalya’nın nüfusu giderek artmaya devam etmiştir. Artan nüfusun başta Amerika
olmak üzere diğer ülkelere göç etmesi bu sorunu biraz olsun rahatlatmaktaydı. Ancak savaş
sonrasında Amerika’nın göç kapılarını kapatması, İtalya hükümetini yeni çareler aramaya
sevk etti. Artan nüfusunu yeni yerlere yerleştirmek ve artan hammadde gereksinimini
sağlamak için en iyi fikir yeni sömürgelere sahip olmaktı. Ek olarak, İtalyan hükümeti
İngiltere ve Fransa’nın dikkatlerinin Almanya’da olduğundan dolayı bu ülkeler tarafından
rahatsız edilmeyeceğini düşünüyordu. Bunun üzerine İtalya 1935 yılında Habeşistan’ı işgale
başladı. Bu işgalin üzerine Milletler Cemiyeti toplanarak üyeleri tarafından İtalya’ya yaptırım
uygulanmasını istedi, Ancak ABD’nin her iki tarafa da silah satışını kesmesi üzerine İtalya
1936 yılında Habeşistan’ı tamamen işgal etti (Armaoğlu, 1992: 254-256). Bu savaşın en
önemli sonuçlarından biri ise “Nazi Almanyası ile Faşist İtalya’nın birbirine yaklaşması” ve
“sıkı bir işbirliğinin” kurulmasıdır (Berlin-Roma Mihveri) (Armaoğlu, 1992: 259).

Avusturya’nın İlhakı (Anschluss): 1934 yılında Hitler, “Anschluss”u gerçekleştirmek


için Avusturya’da Nazilerin iktidarı ele geçirmesine yardım etmiş, ancak bu girişim başarısız
olmuştu. 1937 yılında ise Berlin-Roma Mihveri oluşturulunca Avusturya üzerindeki
isteklerinin sertleştirerek bu ülke üzerinde baskı kurmuştur. Bunun üzerine 12 Mart 1938
tarihinde plebisit yapılması kararlaştırılmış, fakat bir gün önce Alman birlikleri Avusturya’yı
işgal etmiştir. Avusturya’nın ilhakı üzerine bu bölge Almanya’nın “III. Reich”in bir eyaleti
olarak ilan edilmiştir (Armaoğlu, 1992: 277-281)

İspanya İç Savaşı: Cumhuriyetçiler ve Milliyetçiler arasında başlayan iç savaş, önce


Cumhuriyetçilerin avantajlı görünmesine yol açmış. Ancak İspanyol ordusunun ve İspanya
Afrikası’nın Milliyetçilere katılmasıyla milliyetçi güçler yönetimi ele geçirmiştir. Bu savaşın
bir diğer özelliği ise Alman ve İtalyan savaş pilotlarının savaşa girerek ilk zırhlıların
İspanya’da denenmiş olmasıdır. Ayrıca savaş sonunda İtalya’nın çok istediği olmuş ve
Akdeniz’de yeni bir faşist rejim ortaya çıkmıştır (Armaoğlu, 1992: 268).

Münih Konferansı (1938): Almanya, Avusturya’yı ele geçirdikten sonra “Hayat


sahası” (Lebensraum) politikasını gerçekleştirmek için gözünü Südetler (Çekoslavakya)

5
bölgesine çevirdi. Hitler, Mussolini, Daladier (Fransa) ve Chamberlain (İngiltere)’in katıldığı
Münih Konferansı ile Südetler bölgesi dört aşamada Almanya’ya verilecekti. Bu
düzenlemeden sonra Polonya ve Macaristan’ın isteklerine boyun eğerek Çekoslavakya,
“Teschen” bölgesini Polonya’ya ve Slovakya’dan bir bölgenin de Macaristan’a verilmesini
kabul etti. Bu düzenleme, dört büyük devletin küçük bir devlete isteklerini kabul ettirdiklerini
göstermektedir. Ayrıca Alman saldırganlığının durdurulamamasını da göstermektedir.

Fransız-Alman ilişkileri ve Saar sorunu: Fransız Alman ilişkilerini Saar bölgesi ve


silahsızlanma etkilemekteydi. Versay Antlaşmasına göre 1935 yılında kamuoyuna
başvurularak çözümlenecekti. Ancak Almanya bölgenin kendisine verilmesini istiyordu.
Milletler Cemiyeti nezdindeki girişimleri sonuçsuz kalınca 1933 yılında Silahsızlanma
Konferansından ve Milletler Cemiyeti’nden çekildi. 13 Ocak 1934 tarihinde Saar bölgesinde
plebisit yapıldı ve bu bölge Almanya’ya katıldı (Uçarol, 1985: 432-433).

Anti-Kommitern Paktı: Japonya, Sibirya ve Moğolistan sınırlarında Sovyet Rusya ile


sürtüşünce Almanya ile yakınlaşmaya başladı. İki devlet 1937’de Anti-Komintern Paktını
imzaladılar. Daha sonra bu anlaşmaya İtalya, Macaristan ve İspanya da katıldı.

Danzig Sorunu ve Polonya’nın işgali: Versay Antlaşması ie Danzig serbest olarak ilan
edilmişti. 1922 yılında ise Danzig Polonya’nın gümrük sınırları içine alınmıştı. Doğuya doğru
genişleme politikası izlemeyi amaçlayan Hitler, İngiltere ve Fransa'nın herhangi bir Alman
saldırısına karşı Polanya'ya verdikleri askeri güvencenin boş olduğunu biliyordu. Bunun
sonucu 1 Eylül 1939 sabahı Alman birlikleri Polonya'yı işgale başladılar. Almanya çekilmesi
için verilen ultimatomu reddedince 3 Eylül günü önce İngiltere sonra da Fransa Almanya'ya
savaş ilan ettiler.

ABD’nin dış politikası: İki savaş arası dönemde ABD “yalnızcılık” politikası
izlemiştir. Birçok Amerikalı devlet adamı “Avrupa Devletlerinin ve özellikle eski
müttefiklerinin olduklarını” düşünüyorlar ve onlarla ne kadar az ilişkiye girerlerse o kadar
karlı olacaklarını savunuyorlardı. Ve bu politika Batı Avrupa demokrasileri bir yenilgiyle
karşı karşıya kalana dek devam edecekti (Sander , 2011: 65-68).

Kaynakça:

6
UÇAROL, Rifat, Siyasi Tarih, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1985.

SANDER, Oral, Siyasi Tarih, 1918-1994, İmge Kitabevi, 2011.

ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1990), Türkiye İşbankası Kültür
Yayınları, 1992.

ATEŞ, Davut, Uluslararası Örgütler Devletlerin Örgütlenme Mantığı, Dora Yayınları,


2014.

http://politikakademi.org/2010/11/hitler-donemi-almanyann-ds-politikas-html/

http://en.wikipedia.org/wiki/Aftermath_of_World_War_I
http://en.wikipedia.org/wiki/League_of_Nations
http://tr.wikipedia.org/wiki/Milletler_Cemiyeti

You might also like