Professional Documents
Culture Documents
Uzun Gunlerde Oruc Carullah Bigiyef222 PDF
Uzun Gunlerde Oruc Carullah Bigiyef222 PDF
Ankara - 1975
Dilde, Fikirde, İşde Birlik şİarıyle Türk-Müslüman dünyasının kal
kınıp kuvvetlenmesine katkıda bulunabilecek gerçek dinî, asrî âlim
lerin yetiştirilmelerini bütün kalbiyle istemiş, inancı ve ameliyle de
daima bu yönü desteklemiş olan büyük insan Kırımlı İsmail Gaspı-
rah'nm aziz ruhuna..
يت٠نصئ
“ي ٠,ﻳد اﻻه.ﻳمالء٠.ر .وﻻي ٠.ﻳ دﻳﻣﺎزﻋب " ١دا ج٠ل ء٤ﻳﻜم.ﻓﺎﻟد
ا و ذ و ﻧ ﺾ٠
ل ل ل0
ﻲ ء ة ; : ١ا .ت ' ة ﻳ ت ؛ ؛ ب ء ﺗ ﺗ ﺗ ﺋ ﺗ
ﻋﺌﺎ ﻩ ﺩﺍﻧﻰ ،ﺩﻳﺶ ﺭ ﺀ ،ﻏﺎ ﺋ ﺴ ﻊ ﻛﺘﺊ< ﻓ ﻠ ﺊ ٠ ،ﻋﻠﻢ ﻭﻧﺘﺪﻳﻠﺊ« ﻏﺶ.ﺏ ﻋﻐﺮا ٠ا
ﻭ ﺍﻧ ﻠ ﺮ . ٠ﺱ ﺍﺩﻱ
K A 3 A H b.
* „yMHAt1'.؛)SneKTpo-TKnorpaij
.1 9 1 1 .
Uzun Günlerde Oruç eserinin orijinal İç kapağı
Kazanlı Müctehid Musa Carullah Bigi
٤ص!دﺋﺪ ي٠■(7اﻟﺪ ب''ﻣﻴﺘﻠﻬﺎﺑﺎ
١ي
>٠؛؛( /رد ﺻﺮ د < ،,دﺣﺗﻔتء ا' ' „ ٧
; ٠ ,ة ه ﺀ ; آﺗ ﺺ ٣ﺻ ﻊ '٠ل٠ﺀيﺀة•
ا ئ" ء ﺳ ﻠ ﻣ ﻰ ' ء ,ر ,ذ ت ٠رﺑم
— ipdﻫ ﻌ د
ح٠ءرﺣﻪ üt/i
İ
>ﻟ ﻐ ﻚ ﺀ ،ﺋﺎ ﺻﺒ ﻌﻠ ﻢ
İ ب ^ ﺋ ﻊ .
ﺃ{\?\ ' Cttرﻣﺎ
; ٠٠س( اﻟ م 0را ﺋ و ر
ؤ ٠ا \ fJ \:L .Lﻣﻲء Îİ0İس t) Gs> ' ٠ﺍ ﻷ
اى٠دﺀم ' ب U 0ث ٠خ M U C ir / ^ ı p ' i
ﺍ/ﻝ دا ب ٩٠و٠,اوك( c)-h7IاﻟﺋتyXiCt»;٠
ﻟ ﺸ ﻎ ٠ةارد ﺟﻴﺘ ﺨﻮم; . . ' ،ا ﻫ ﺜ ﻴ ﺘ ﺔ ٠ﻓ ﺬ ت 0 1
وزؤذ ؟ . -
وﺋ ت ٠ا ﻓ ﺧ ﺻ ﺎ م س ٠.د ة ر و٠ 7
) ا ،ﺟ ﻣ ﺢ ١،ء٠
;7ا 1 .ﺳم ٠٠ء
ا | ب | خ ء ب
٠ئ' ف , ٠ء ﻟ ﻣ ﺄ ,ﻣ ﻰ ﺋ د ء ﺋ ﺧ ﺿ ﺢ
> ( v-i.ﺍﻟﻲ ٠ﺕ ﻉ .ﺫﻹﻻﻧﺰﺓ ﻯ ب' :ﺗ ﻶ ا ؛ ج ! ؛ ٠ ' ،k V ,ﻳ
> <:*~-ا - .و~. - ٩- ض ﺀ د ذ .
٣ﻷ س ء ي ﻣﺮ ٠زةﺋﺛذه ر,ﻟﻣﻧﻲ ' ى
" ;;■ .ذ غ ء ﺷﺗﺗ ﻌ ث .ة
س ﺑ ﻣ ﺎ ; ا ص ء ء ا ء ر و ﺳ ﺔ٠ د ر ; .ذ ٠
' ق( ﻣﺎ ء ﺻﺋﺑﻳ ت ﻳ ﺟ ﻼ ﻓ ﻔ ﻊ; ي ،ة
ﻣ ﺑ ق ٠ﻟ ﻘ ﻐ س ٠.ﻳﻣﺔ< ف ء» د .ا ﻏﺋﻔو تءه
; . ٢ﻣ ﺤ ﺸ ﺔ ﻓ ﺪ ﺀ ﺑ ﺸﺎ ﻓ ﺪا ﺀ. . ٠إ ﻫﺄ ﺋ ﺋ ﻺ ؛ ﺑ ﺈ ى م ٩ ﻧﻜﻧ ﺳﻣﺈر
ﺲ ﺀ ﺳ ﺮ ﻕ ﺕ ﺀﻏﻠﺮ ٠ﺋ ﺔ ﻋ ﺦ •■ ،ﺍﺭﺍ ﺍ٠ﺍ ٠ﺀﺏ — .ﺩ ٠ﺍﺙ < ﻩ ؛ ﺳ > غ< ذ ﻫ ﺑ ﻠ م د ؛ '،ي؛' ا ; ء ﻻ ? ل ء ﻟ ﻲ
ص ; .ﺑ ﻰ؛ ﻫ ذ د ل ا ﺗ ﺋ ﺛ ﻣ ﺦ ٠٢ﺑ د ﻧ ﻐ د
٠ﻏﻞ د٠ن<ﺀئﺀﺣﻐﻤﺖ . ٠و:ﺀةﻏﺈرﻏﺔ ٠ﻋﻮا ٠و ٢و ﻣﺘ ﺔ ﻗﺘ ﻢ'ﻟ ﺸﺎ ٢ة « ة ا ﺷ ﻲ; ٠ب;
ﻏﻊ٠ل٠ﻛﺮر .ﺋ ﺬ ﻛ ﻞ ; ر وﺑ ﺬا راﻧﺎﻟ ﻤﺎ/أ ﺗ ﻸ ﺑ ﺎ
ﺐ ﲞ ﺮ ﺍ ﺳ ﺎ ﺅﺗ ﺮﺑ ﺪ ^ ﺳ ﺤ ﺰ ﻏ ﻥ;٠ﺭﺀ ﺵ . ﺍ
(1) cîsa bnu Meryem kitabı ile Ya’cûc, bir eser olarak gösterilmiştir. Halbuki 1S33
yılında Berlin'de bastırdığı Ya’cûc, ayrı bir eser olarak görünüyor.
( 2) Acaba, 37. kalemde görülenin ,aynı mıdır! ؟
(3) 10. kalemdeki m!? ؛
(4) 80. kalemdeki m؛?؛
(5) 26. kalemdeki mi?!
Bu eserler, ayni eserler illidir, yoksa ayrı mıdır? Kesin bir neticeye varamadım.
<6) "Islâm Tetkikleri Enstitüsü ٠ ergisi”nde merhum üstâd hakkında bir yazı yazan
Mustafa Rahmi Balaban'a göre bu arabca tercüme, Hindistan’da kalmıştır, c/1, sayfa
178, İstanbul, 1954.
Ö n s ö z ............................................ ....................... IX — X X V I
Finlandiya Mektupları .......................................... ........................ 1—.22
Uzun Günlerde Oruç: Eser, niçin ve kim için yazıldı? ........... 23
içtihadın bekası ve taklidin butlanı ...............................;............ 25
Yer yüzünde mâmuriyet ............... ......................... .......................... 37
Âdem (a.s.)’m yaradılışı hakkmdaki hadîs ve fik irler.............. 43
Havva’nın yaradılış şekli üzerinde ilim ehlinin görüşünü iptal 48
Mâmuriyetin sınırları, gecelerle gündüzlerin farkları .............. 53
Zu’l-Karneyn hakkında mülâhaza ................................................ 57
Beş vakit namaz ................................................................................. 58
Y.er yüzünde mâmuriyetin sınırı ...;............................................... 59
Tabiat ye tabiatın olaylarındaki güzelİik ........... ................. ..... 60
Seher, tan güneşi ......................... ............. ........ .............................. 61
Gece saat 12’de güneş görünüyor ............................. .................. 70
Namaz vakitleri üzerinde ihtilâf eden İslâm hukukçuları hak
kında filozof Abu’l-cÂla’ın görüşü .................. .......................... . 73
Üç zamanda, kulları namazdan yasaklamanın hikmeti .......... 75
Diyânetin menşeleri, ibâdetin esasları, ibâdetimizin kıymeti,
namaz vakitlerinde beşliğin mânası ve namaz vakitleri .......... 78
Deceâl kıss asiyle namaz vakitlerine delil göstermek .............. 85
Kur’ân nazarında akim ve fikirlerin hörmeti ve ulviyeti ....... 85
Oruç ........ .............................................. .............................................. 94
Oruç hakkında müstakil, lâkin biri mücmel diığeri de muay-
, yen iki ayrı âyetin inmesinin sebebi .......... .................... ........... 98
Ay görünmesinin mânâsı ..... .......................... ............................... 104
Serî meselelerde fikir hürriyeti .................................................... 105
Oruç âyetleri: Oruç Kur’ân’da niçin yalnız bir defa zikir kılın
mıştır? .......................... ................... ................................'..i............. 107
— Cevabı bulunmayan üç müşkülât ..... .................... ................. . 113
— Oruçta tahmin hilelerini iptal ..............................،................. 115
— îstita.at, kudret dahilinde olma konusu ..................................... 117
— Özür olan seyahat, hastalık ve meşakkat ...... ...................... 120
— Neshin dört mânâsı .... ........................................................... 129
— Şeriatlarda neshin zorunluluğu, takat Kur’ân’da onun yokluğu 132
— Âyetu’s-Seyf ...... ................................................................ . 138
— İslâm dâvetinde üç mertebe .................... ............................... 139
— Tilâveti nesh etme meselesinde ilim ehlinin görüşlerini iptal ... 14'4
Kıyas meselesi .................................. ................................................ 150
Kıyas meseleleri, delilin ve burhanın ehemmiyetleri ..... ........ , İ51
Mantıkta görülen en büyük kusur .................,........................... .. 152
— Burhanda İslâm hukukçularıyle mantıkçıların ihtilâfları ve
burhanın hakikati ..... .................................... 154
X
(1) Sayfa 21
xn önsöz
(2) Abdullah B attal - Taym as: Musa Carullah Bigi, sayfa 8, İstanbul 1958.
(3) İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, c/1. sayfa 173, İstanbul, 1954.
önsöz ؛a l i
(4) Islâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, c/1, sayfa 178. İstanbul, 1954: (Musa
Carullah . Muhammed Yaroğlu Şakir: “1917 Moskova Konferanstan Za
bıtları”, Petograd. 1917.
Önsöz XV
(5) Abdullah Battay - Taymas: Kazan Türkleri, sayfa 211, Ankara, 1966.
3 ؛V İ Önsöz
kalmış isek Rus gibi bir milleti istihdam etmiş olan Yahûdilere bir
diyeceğimiz kalmaz” diyordu..
Evet bu, merhumun ancak Ruslardan, Bolşeviklerden Türklere
pay koparmak gayesi peşinde büyük ümitlere kapılarak koştuğu bir
sırada, Rusya içinde ve ancak oradaki masum bir adamın düşünebile
ceği gibi bir tarzda beyan etmiş olduğu bir fikirdir. Mektubun tarihi,
1923’tür. Halbuki bundan 7 sene sonra ve son dakikada ölümden sıy
rılıp kaçtığı zaman bizzat kendisi de Berlin’e yerleşmiş, matbaasını
orada kurmuş, kütüphanesini de orada tesis etmişti. Mektupta beyan
edilenin aksine Berlin’de, Londra’da, Fransa ve sairede çalışanların
görüşlerinde isabetli oldukları, 1941’de, yani mektubun tarihinden
16-17 yıl sonra ortaya çıkmıştır.
Üstâd 13 Kasım 1929’da Finlandiya’da yaşayanlar arasmda Ziy
net Ahsen Böre’ye yazdığı diğer bir mektupta : “İslâm ulûmüne,
garb edebiyatma rağbeti olan öğrenciler için edebî bir medrese aç
mak yolunda sacy ediyorum” diyordu. Evet, üstadımız çalışıyordu, çır
pmıyordu.
Üstâd, A. V. PEŞEKHONOV gibi, yurdunun ve müslümanların
menfaatlerini kendisinin ancak soydaşlarının içinde yaşamakta, baba
toprakları üzerinde kalmakta buluyordu. Fakat araya ölüm tehlikesi
girince işlerin safhaları tamamiyle değişmiştir. Peşekhonov, 1917’de
Rus ihtilâlinin ılımlı sosyalist üyelerindendi. Rusya’dan kaçmayı dü
şünmedi. Bolşevik aleyhtarı idi. Rusya’da ne pahasına olursa olsun
kalmaya kararlı idi. Bolşevikler, henüz hükümlerinin başlangıcında
idüer. Bu da Rus’tu. Onu öldürmediler. Soljenitsin gibi Rusya’nm dı
şına sürdü idiler. İşte bu Rus (Neden dışarıya kaçmadim?) adlı bir
broşür bıraktı. Ana hattıyle özeti şöyledir: (Dışarıya kaçanlar, bin-6
(7) Abdullah Battal - Tayraas: “Musa Carullah Bigi”, sayfa 25, İstanbul. 1958.
(8) Romanya’da “Mecidiye öğretm en Okulu”nda hoca olmamı teklif etti
ler. O güzel, modem okulda vazife yapmayı hakikaten çok isterdim. F a
k a t içimdeki inkılâp gayesi, dünyayı gezmeyi gerektirdiğinden beni o
vazifeden alıkoydu derdi.
(9) Bizzat olayların içinde yaşamış olan Doğu Türkistan önderi saym Isa
Yusuf Alptekin Beyin ifadesine göre Musa Efendiye, ilmine hürmetle,
Rusya’da ve dışarıya sığınabilmesinde yardım edenlerden Abdurrahman
Nasreddin, Endicaniı Sabır Ahun ve Oşlu Halim Ahun’lar 1930’da bu
suçlarla tevkif edilmiş, daha sonra da öldürülmüşlerdir.
xvm Önsöz
1935 -1937 yıllaruu Mısır, İran ve Irak’ta geğirmiş tir. Kahire’de üç,
dört arabça eser yayımlamıştır. 1988’de Uzak Doğu’ya seyahatle Ja
ponya’yı ve Çin’i gezmiş, sonra ufukta savaş belirtileri görülünce bir
an önce Afganistan’da bulunmak istemiştir. Peşaver’de yolda iken
îngilizler onu tutuklayarak hapse atmışlar, bir buçuk yıl hapiste kal
mıştır. Ancak bundan sonra Bhopal hükümdarı. Muhammed Hami-
dullah onun ilmine hürmetle kendi kefaleti altında onu sarayına al
mış ve üstâd burada kaldığı müddetçe dinî eserler yazmakla meşgul
olmuştur.
Üstâd Rusya’da iken kaçırarak Berlin’de bastırdığı ve ona bü
yük önem atfettiği Islâm Milletlerine eserini hürriyetine kavuştuk
tan sonra da hiç bir dile çevirip tekrar bastırmamıştır. Üstadımızın
bu tutumu yine de Sovyetlerde kalan aile efradıma âkibetlerini dü
şünerek siyasî faaliyetten sakınması gerektiği kanaatiyle olmuştur
sanırım. ' "
Merhum, Bombay’dan bana Kahire’ye yazdığı bir mektupta ben
den süratle kendisine Mısır vizesi sağlamamı istiyordu. Arzusu ye
rine getirildi. Kahire’ye 1947’de geldi. El-Camicu’l-Huseynî civarında
mütevazi bir otele inmişti. Alıp daireme getirdim. Çök yorgundu. Ha
yatından şikâyetçi ve bıkkındı. Bir kaç gün istirahatten sonra ken
disini iyice toparlamıştı. Bir gün kahvaltıdan sonra aramızda, burada
özetini verdiğim, şu konuşma geçti. Merhum diyordu ki: “... Oğlum,
sana hayır dualarım sonsuzdur... Görüyorsun, ben artık yaşlandım:
Hem de içimde dinmeyen bir acı, sürekli bir sızı var. Ömrüm boyun
ca Türk - Müslüman kardeşlerime sevine seidüe hizmet ettim, . ؛man
ya sığındım. Türkistan’dan dolaşıp Finlandiya’ya gittim. Oradan te
lefonla Rus-Sovyet makamlarını aradım. Onlara hanımım Esma ile
telefonda görüşmek istediğimi bildirdim. Hanımımı bulup telefona ge
tirdiler. Konuşmamız esnasında Esma bana: “Musa, sem aslâ affet
meyeceğim. Altı yavruyu benim başıma bırakarak kaçtın. Dünyam
yıkıldı” dedi. Elbette zavallılara çok çektirdüer. Bu gün durumu bü-
miyorum. Yaşlıyım. Buna rağmen komünistler beni öldüreceklerse
varsınlar bu cinayeti de yapsınlar. Fakat ben kararlıyım. Döneceğim.
Tek gayem, hanımımın ayaklarına kapanacak, özürler dileyeceğim.
Bu düşüncelerimi ve kararımı ilk defa sana açıklıyorum. Seni çok
severim. Rica ederim, şu pasaportumu al oğlum. Bana Rusya’ya dö
nebilmesi için vize sağla. Yıkıldım bu sızılardan” diyor ve şim
şek gibi çakan o masmavi gözlerinden sessizce boncuk boncuk yaş
lar akıyordu. Ben de pek müteessirdim. Önümde saydığım, dünyaca
tanınmış bir âlim, çökmüş, fâni bir insan evladı vardı. Vatanı, dini ve
inkılâp aşkı uğurunda büyük emeller besleyerek tam bir ömür har-
Önsöz X IX
camı§ olan bir mücahidin ruhunu isyan ettiren canlı ıztırabmı yüzün
de görüyordum... Sessizce, karşılıklı ağlıyorduk...
Yine o gözlerden kalbindeki derin sızının ölçüsünü bildiren yaş
ların aktığını şöyle anlarda da gördüm. Sovyetlerde kendisinden son
ra yetişip uçak mühendisi olan oğlu Ahmet, İkinci Dünya Savaşı’nda
kendi kullandığı savaş uçâğiyle Almanlara sığınmıştı Kader arka
daşlarımın aracılığı ile Ahmed’in Almanya’daki adresini buldurup
mektuplaşmalarını sağladıydım. Üstadımız, Ahmed’inden gelen mek
tupları koynunda saklar, orada taşırdı. Müşfik bir babanın kalbinde
yanan hasretinin, coşan ve taşan sevgisinin eseridir bu.. Çıkarıp za
man zamân okuduğunda “Ahmed’im, balam” diye o hüyük üstâd, göz
yaşlarına hakim olamazdı.
Ahmed gelip babasın! görmek istiyordu. Parası yoktu. Babasın
dan yol masrafının sağlanmasını rica ediyordu. Fakat ne yazık ki
ne ben, ne de üstâd, bunun çaresini bulamadık. Baba oğulu kavuştu-
ramadım ve hatırladıkça bü güne kadar hâlâ bunun ezgisi altında ya-
şarım. . ■. ٠ ""i، \
Evet, durum müessirdi. Ben üstadımızın fikirlerine saygı gös
termekle beraber O’nun bu yaştan sonra Bolşeviklere kendi ayağıyle
gidip hakaret görmesine taraftar değildim. Öldürmeseler bile hakaret
yapacaklar ve onu bin bip yoldan istismar edeceklerdi. Kanaatimi
muhtelif zaviyelerden açıklayarak kendilerine arzettim ve nihayet:
“nasıl olsa da İstanbul'a uğrayacaksmız. Orada görüşeceğiniz bü
yüğüm Kırım önderi Gafer Kırım er ve diğer büyüklerimiz var. Bu
hususu onlarla düşünürsünüz” dedim. Fikrimi doğru buldu. İstan
bul’a yolcu ettim. Durumu, Cafer Kırımer Beyfendiye önceden bü-
dirmiştim.
di. Hep ilgilendi. Musa Efendi’yi işte bu odada, 25 Ekim 1949’da kay
bettik. Allah’ın rahmetine kavuştu.1.
(10) Birkaç yıl önce vefat eden Helsinki imamı ve üstâdımızm yakın arka
daşı ve sırdaşı Veli Ahmed Hakîm Efendi, Kazanlı hemşehrilerimiz “Fin
landiya Cemaat îslâmiyesi’’ adına merhumun 40. gecesini ihya ederken
yaptığı değerli konuşmasında Kahire’de cenaze töreninde fazla kimsele
rin bulunmamış olduğundan yakmmıştır. Evet, bu doğrudur. Fakat esas,
şu zaviyeden düşünülecektir. Cenaze namazı, farz-ı klfayedir. Asıl m at
lup olan, insanın bizzat hayatta iken amelidir. Nur içinde yatsın, Musa
Efendi hayatta iken (İhsana dünyadaki amelinden başka bir şey fayda
vermez) dfyen âyet-i kerîme ite amel etmiş, o, ameliyle, ictihadiyle ve
eserlerinin sevabıyle gitmiştir. Arkada kalan hemşehrilerimize ve hürmet
karlarına, bu teselli kâfi gelir sanırım.
önsöz' XXI
---------e O."
UZUN GÜNLERDE OR٧Ç
ÜSTADIMIZ MUSA CARü LLAHTN
“FİNLANDİYA CEMAAT İSLÂMİYESt” BAŞKANI
HAFIZ İMAM VELİ AHMED HAKİM HAZRETLERİNE
MUHTELİF TARİHLERDE YAZDIĞI MEKTUPLAR
(5) El-،؛A lâ k /2 -3 “Ey Muhammed, yaradan Allah’ının ismiyle, insanı bir kan
pıhtısından yaradamn adiyle oku.”
6 Musa Carullah Bigi
(“ )جNebiler, İslâmiyet! ihya etmek igin ilim talep ettiği halde vefat eden
kimseden ancak bir kademe üstünlerdir.” ( ٣٢ : ) اﻟﺪارى ا ﻣ ﺔ
(7) Eg-Şûra/40: “Kötülüğün cezası, onun gibi kötülüktür.”
(81 El-Bakara/237: “Affetmeniz, Allah’tan sakınmanıza daha yakındır.”
(9) El-Bakara/280: “Eger darlıkta ise kolaylık zamanına ,bırakın.”
Finlandiya Mektupları 7
ve adaletten daha fazla bir derece afdir. Buna sevindim ve nefsimi
uyardım. Bundan sonra,, ingaallah, bastıracağım 20-25 adet kitabi-
mın beyanları yine do.ğru- olur iimidi bana can, cesaret verdi. Ig e
“uyandım'.ın mânâsı budur.)
'' . ، £ E Î ١ ﺟ ﺪ و ش. ﻟﻤﻚ ﻷ٠ .ج 'ﻲ ة ﺑ٠ ﺗ ﻮ:٠ﺗ ﺠ ﺪ ل ١ ﺑ ﺐ٠ ﺗ ﻮ٠; و ﻟ ﺔ ؛-٠ﺀ
sabah saat 9’dan, öğleden sonra 5’e kadar çalışıyorum. Pek çok ki
tap okudum. Kalbim bu cihetle biraz sevinçlidir. Evvelki yüzyıllar
da yazılmış olan Hz. Osman mushaflarınm burada, en eski bir nüs
hası var. Daireden izin aldım. Bugün ve gelecek günlerde bunu baş
tan sonuna kadar okuyup mühim buluşlar çıkarırım. Kelimelerini, sû
relerini, âyetlerini, yazı usûllerini, varsa istisnalarını tamamen ya
zarım ingaallah. Kur’an hakkında pek çok eser okudum.)
(13) Yetimin ana ve babasını kaybetmesi halini Allah'a şikâyet ettiği gibi
ben de ailemi kaybetmemi Allah’a şikâyet ederim.
12 Musa Carullah Bigl
(14) Temettü gibi intifa mânâsına olan bir lafız ile yapılan nikâhtır. İslâm
hukukunda bu nikâh bâtildır.
Finlandiya Mektupları 15
rem mâtemleri ile ağırı surette ilgilenmeleri, namaz farizalarında, te
mizlik vazifelerinde fazla müsâhele ve ihmal göstermeleri, üzerimde
pek fena iz bıraktı. Mahrem mâtemlerinde gayet garip ve menfur
hallerini gördüm. Necef, küçük bir şehirdir. Her gün her gece, her
yerde, sabah akşam Hüseyin’in şehadeti hakkında acaib ve garaib
hikâyeler okuyup ağlamak ve lânet okumak, yüzlerine vurmak, gö
ğüslerini elleriyle dövmek gibi haller, . sanki dinin ibadeti ve en se-
vab rükünleri imiş gibi çocuklar, hatunlar, erler tarafından büyük
bir ehemmiyetle Ve pek büyük ihlâsla eda ediliyor. Necef ve Kerbe-
lâ’da 26 gün kadar kaldım, yeni haller gördüm. Daha pek çoklarını
görecektim, fakat Mayısın 5’inde döndüm.
Şimdiki yerim Bağdat’dadır. İmam-ı Aczam Ebû Hanîfe Haz
retlerinin kabri yanında, pek güzel bir yerdedir. j V ٢ ٢٠}JL«1)Î ’j \ j
j medresesinde gayet güzel bir odadayım. Ben Hane-
fîyim. Burası, İmam Ebû Hanîfe ravzasıdır. Kalbimde burada biraz
ikâmet etmek arzusu uyandı.)
'؛j û ،> ،
؛.£ ٠r> Cr*■٠،£■٠*؛؛ ۶ ^--;-٤٠٥ ، ٠ ٨ •؛. ،٠٠ j
:, ...٠ ٥ ٣ 4 ؛ 4 4 ١٠, ' * ١4 4
ur .4 .J '{ j f ' ü; V
٥ 'j f٠ diişu
4۵١ ۵ j î ٢C. 'a .
(1) Teklifler. İslâm dininde temyiz ve düşünme kabiliyetini haiz İnsan evlâ,
dma Allah tarafından yüklenen vecîbeler demektir.
(2) Ruhsat, İslâm hukukunda, usûlcüler deyiminde, önceden meşru, olmadığı
halde ciddî bir özürden dolayı meşru, sayılan hükme verilen şer٠î müsaa
denin hukukî ismidir. Cem٠u’l-Cewami٠, c. 1, s. 119-1201937 ؛Kahire baskısı.
(3) Cami.uT-J3uharî, 2. kitab, 29. bab / ve Sunenu’n-Nesâî, 46. kitab, 28. bab.
(4) El-Hacc Süresi/78: “Allah, dinde size zorluk kılmamıştır.”
(5) Eİ-Bakara/185: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.”
(6) Tâhâ/1: “Tâhâ, biz Kur'ân’ı sana çile çekmen için değil ancak Allah’tan
korkanlara O’nu hatırlatm a için indirdik.”
24 Musa Carullah Bigi
(7) Ebû Hanîfe H azretlerinin nazarında vâcib, kesin delil olamdığmdan do
layı farz derecesine yükselmeyen hükümdür. F ak at diğer âlimler, lügat
bakımından farz kelimesiyle vâcib kelimesi her ne kadar ayrı mânâ ta-
§ısalar da ıstılâhi bakımdan mânâ aynıdır, demektedirler. Ekseriyetin fikri
böyledir. Cem،ul-Cewami٠, c. 1, s. 88-89, 1937 Kahire baskısı.
(8) Şâri٠, lügat mânâsıyle kanun vaz’edici demek olup burada Allah mânâsına
kullanılmıştır.
(9) Âl-i îmrân/187; “Allah o zaman kendilerine kitap verilenlerden, onu in
sanlara mutlaka açıklayasmız, onu gizlemeyiniz diye, onlardan söz almıştı.
Onlar ise o sözü ardlarına attılar ve karşılığında cüz’î bir menfaat satın
aldılar. Aldıkları şey de, ne kadar kötü bir nesnedir!”
(10) El-Mâide/70: “Ey Resûl! Sana Allah’ın tarafından indirileni tebliğ et.
Eğer yapmazsan O’nun risalelerini tebliğ etmedin demektir.”
Uzun Günlerde Orus 25
٠٠A٠٥ ٠2٠> ٠.?٠->• >L،-؛-T(i٠ ۵٢١٠ a a * " ٠. ' dı.li J Aİ ؛١
#،j "٠٠٠■. ..٧٥j ٠٠i ٠٦١٠ ، ٠١ .j -:l)Lı â J 1'
*CL v ٠٠٠،•٠ A-،-Û• J
J ٠ .؛ .V .،١
،..٠_.٠١i،.. .-*■J ji; ' C ٠ ؛/ / .
٠o t:١; ، : 6 ^•'. ٠٩g؛؛v j ' 4 ٠
، .3
، ..- .• I,
. ٠j C ٠٥ ]؛--e
J..A.İ.I ؛J -t .، A .^• ^ ٠ ^ ٧ J .، .،.٠ />
v , ot'٠
> İ٢,٠
j^ V ^ ١ /^ . .* .؟؛T P
* y *
M ..d .»؛- ٠
J٥
.،.، .»١ <I.4.U&٠
J Ö؛١
Uj.
Yani “Münasebetsiz ve sizi tedirgin edecek şeyler hakkında soru
sormayınız! Beyan kılınacak olursa zahmeti size kalır. K ur’an inip
dururken sorarsanız, size beyan kılınır da teklif vâki olur. Allah,
unutup değil belki af tarîkiyle o şeyleri bıraktı, siz de bırakınız!”
Kur’ân-ı Kerîm’in sükûtu, Allah’ın affı ve insanları maslahat
cihetlerine bırakıp teklifleri çoğaltmamak hikmeti üzerine kurul
muştur. Lâkin Islâm hukukçularının gönülleri buna razı olmamıştır:
Yükümlülükleri mümkün mertebe çoğalttırmak için, tadil, kıyas ve
istihsan usûllerine başvurmuşlardır. Evet, bunları inkâr ettiğimiz
yok. §âric nazarında kıyas meşrucdur. Lâkin bu, teklifleri arttırm ak
için değil, büâkis hayat dairelerini tevsi, etmek için, hem de rah
met usûlüyle insanlara kolaylık yaratmak içindir. Fakat bizim hu
kukçularımızın çoğu, kıyası, şarkin güttüğü gâyenin tamamen hilâ
fına kullanırlar. Kilerindeki kıyas, teklif dairelerini mümkün merte
be tevsi. etmek, hayat mesleklerini mümkün mertebe daraltmak
maksadlarma hizmet eder.
Şârid Kerîm’in sükûtu, insanlara rahmet, merhamet içindir.
Müctehidlerin ictihadlarını şâricin tak rir etmesi de Ümmet-i îslâmi-
ye hakkında büyük merhamet içindir. Maslahat talep eden, hakikati
arayan her bir insanın fikrine saygı gösterilir. İnsanın hayatı böyle
fikirler üzerine teessüs edebilir. Amelde sıkılma veya çekinme yok
tur. Amel, makul bir fikir üzerine eda kılınır. Hayat yollarında dar
lık yoktur. Hayat yollan, fikirlerin ihtilâfı kadar çeşitlidir. Şâridn,
müctehidlerin içtihadına itibar etmekten maksadı işte budur. Lâkin
fakîhlerimiz bunu da nazar-ı itibara almadılar.
En büyük bir âfet olmak üzere mezheplerin birine bağlanmak
zorunluluğu, taklit farziyeti, âlem-i îslâmiyette “fakîh"lerin himrne-
sorarlar.", En-Nâzi،ât/42: "Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını
sorarlar.”. Bunlar, Sorular üzerine indirilmiş âyetlerdir. Filvaki teşri, âyet
leri, sorusuz dâ indirilmiştir.
(14) El-Mâide/104: “Ey îman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek
şeyleri sormayın. Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah
sorduğunuz şeyleri, af etmiştir. Allah bağışlayandır, halimdir.”
30 Musa Carullah B ig i
ilil
8ÖzI أئءﻷق٠ y . ﻻ ؛T s ٠٠" د سHazretlerinin yukarıdaki gu
e tm e f e 6 !!؟ § ﻏ ﻴ ﺌ ﻸ ا ! ﺀ ة ئ ﺀ جvar ikenim am larin ^rigini 4 ﺑ ﻼإ ة،
etmek elfeette haramdır. Bir insan âciz
k a h ris e muayyen mezheblerden birini taklit edemez,.'bilâkis sorar ,
ﺀ١ ة ل٤ ﺋﻸ,mesnedsiz sözleri ve rivâyetleri nakleden adamdan değil
Kur ân-ı Kegim'den ve Siinnet-i Nebeviyeden alarak hükümleri teWiğ
eden ehl-i zikirden sorar. -
len şer’î hükümlerden, birisini ihyâ edeyim diye insan eline kalem
alır ise mukallitlerden vukûu muhtemel saldırılara siper yolunda bir
kaç sayfa maksat dışında yazmak gerekiyor, işte ben de böyle bir
mecburiyet iktizasıyle bu satırları yazdım. Şimdi esas maksadı açık
lama zamanı geldi.
Maksadım, gülleleri batmayan ve günleri, uzun olan, coğrafî
iwigelerde namaz ve oruç meselelerini, hem de en ağır ve meşak-
katli durumlarda - z a n ayında, iftar hususunda, gerî.at-1 Jslâ-
miyede bulunan ruhşat-1 geriiyeyi Kur’ân-1 Kerim’in âyet-i kerime-
leriyle isbat etmektir. Bu meseleler hakkında İslâm hukuku kitap'-
larmda açık ve ؛kesin bir Cevap yoktur. Yatsı namazının farziyeti
veya sukutu, düşmesi hakkında eskidenberi karar bulmayan„ miina-
kasalar devam .edegelmiş ise 'd e oruç meselesi hakkında güzel ve
değerli bir beyan, henüz yoktu. Buna göre, beyânımı İslâm hukuku
kitaplarındaki rivâyetlere iltifatla degil, Kur’ân -1 Kerim âyetlerin-
den instinbatla, hükmü oradan, çıkarmakla yazdım.' Bunu ictihat dâ-
vâsiyle değil, bilâkis .rahmet-i İlâhiye.ve hidâyet kapılarının bütün
insanlara ilelebed açık .öluşu düşüncesiyle yazdım.
Rahmet-i. Ilâhiyeden ümit kesmek, §erî٠at-ı İşlâmiye nazarında
yasaktır. Ben ümit ederim ki. Allah'ın rahmetleri, kullanmn birisi-
ne veya yalnız kendisine yaklaşanlara mahsus'değildir.
٠
ا:أ ن ﺀذط: و ﺗ ﻚ٠ر'دك ٠ﺷﻊ ﻣﻦ ٠V و رؤ٠V دئ-ﺀ ذﻟﻢ١
/ك
٠ ;' ر'دﻛﺎﺗﺜﺬ;را
ا.ر د ك ﻓﻰ دﻋﺪﻓﻮﻳﻢ م
ت ﺀه٠
ﻣﺎ س ﺀ ش٠
ااذب
YERYÜZÜNDE MAMÛKtYET
واف٤ل1 ﻲﺀ
ﻗﺌﺎ ﺑ٠
ذﻟﻤﻚ ؤاص١
ئ؛ ز و ر۴ﻟﻠﺘﺎﻻدخ ﺗﻤﺬﺋﻮ
ﻗﺘﺄﺋﺌﺬ ﺛﻦ ﻭﺗﺎﺗﻨﻤﺆﻳﻮﻗﺔ ﻭ٠ ﻛﺌﺊ.. ﺅ ﺗﺲ ﺇﻯ،ﺍﺩﻳﻰ,ﺓﺫ١ ﺳ ﻰ ﺍ؛ﻗﻪ ﻣﺊ
1٠ ﻟﺘﺎﻳﻲt ﺍﺗﻌﺌﺖ ﻋﺪﺩﻧﺎ ﺑﻲU-J. ﻗﺎﻧﺜ ﻊ ﺹ ﺁﺫ؛١ ﺍﺛﺌﻮﻥ ﺃﻟﺬﺗﺘﺆ٠ﻟﺚ
ﻟﺦ
(1) Tewbe/38: “Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazışında gerçekten
aylann sajnsı onlkidir.”
40
Musa Carullah Bigi
٢؟ d j ٦f=٠.
، اؤتi وﻣﺪt ؤ٠ ﻻﺩ'ﻡy v - i i î ﻧﺜﺊ 'ﻟﻤﻮ ﺁدم ﺀﻝ;ﺍ ﺳﻮرئﺀ ﺅ٠ ةI
ﺋﻮاﻷ'ﺀ ؤﻻﻧﺰؤذ١ ذﻟﻢ'ﺋﺘ ﺆ ؤ ىأﻓﺌﺪآ. gju ﻹﺋﺌﺆ اﻟﻨﻴﻠﻤﺬث٩ﻗﻠﻰ
8 ٠ه أ ﻻ ﻟ ﺌ ﻠ ﻲ ۶ ﻟﻤﺬا'رآ؛ د ﻇ ﺊ ﻵ ا١وار٠
ﺑﻴﺄﻫﻼذ
Eli hadfein tefsirinde ilim ehli ihtilâf etmiş ise de .en giizel .tef-
sir, bu tefsir olabilir. '
٥ ﻥ:ﺀﺵ ﻡ؛ﻭﺭﺕ ﺁﻟﺮﺗﺤﺘﻢ j ü V ﺸﺎ ﺍ ﺍﻟﻠﻪ ﺣ٠ ﺇﻥ rivâyeti, bizim
tefsirimize aykırı değildir: zira.Rahman’a yapılan .izafet,, tekrim. ve
teşrif izafetidir. Kemâlde ve cemâlde insanin naziri yokluğuna göre
suret-i insaniyeye ﺗﻦ٠ ﺛﻮﺯ'ﻝ ﺁﺭﺋﺤﺖ. 'itlak 'kılınmış' ise bu mürakü ؟-
dür, olabilir.'
ﺷ ﺔ ى ؛ ﻫ ﺔ ا ﻗ ﺮ4قﺀﻟﻠﺊ ا ﺷ ﻘﺎ ﻻ ﺳ ﻖ١ﻟﻘﺖ
ﺧﻲ٠ ﺅ ﻷ ﺍﻧﺘﻘﻞ ﻣﺊ م٠ ﻳﺜﻮﻥ ﺗﻠ ﻰﻟﺘ ﻤﻠﺌﺄ ئ ﻟﻢ ﺗﺌﻘﺌﺌﻪﻏﺌﻰ ﺃﻟﻤﻸﺩﺁﻟﻠﻊ
آ١ . ﻳ ﺶ ﺀ إ د ﻳ ﻤ ﺶ
Yeryüzünde tarih mamûriyetini beyan sırasında insan nev.iıün
başlangıcına dair fikrimizi beyan münasebetiyle hatırımıza sahâbi"
lerden Ebû Hureyre (r.a.) Hazretlerinden rivâyet kihnmıg .olan =
ﺷ ﻰ٠ أﺛﻠ ق٠
ذزﻟﺮ أل٠ أ٠ءأ ﺛق١ون ذءر- ﻷودر س٠ﻧ د ق اﻟﻠﻬدآد'م و
ﻻﻥr ﺋﻰ٠ﻝ ﺡ٠ﻭﻝ-ﺍﺫ ﻭ ﺁﻟﻂ:ﻧﻰﺁﺩﺕ .hadisi geldi
imam Haceri’l-Askalani Hazretleri, “Fethu'1-Bârî’’de şöyle der =
24 ٠ ،„؛J U - J İ O . • ٠ d l b
keskin gözlerinden gayet açık bir hakikatin kaçmış olması, beni el
bette en şiddetli şekilde etkiler."
O1kadar açık bir hakikat nasıl olur da gözlerden kaçar?! Ri
vayet kelimelerine bağlanmanın ravîler hakkında sınır dışı üıancıiı
etkisiyle bu durum hâsıl olmuş olsa gerektir. Sözüm böyledir, özü-
riim de açıkladığım gibidir. Hakikati araştırıcılar karşısında özürüm
elbette makbûl olur. Sözümün kıymeti de, ümit ederim, takdir kılı
nıp belki kabul edilir. Bunlar, imân şevkiyle söylendi. îslâmiyete
ve Kur’ân-ı Kerîm’e sevgi saikiyle yazıldı.
Fikrin hürriyeti, arzunun ehemmiyeti ve maksadın da doğrulu
ğu belli iken böyle özürlere elbette ihtiyaç yoktur. Sona erecek ge
çici bir durumun tesiri altında bunları yazmaya ihtiyaç duydum.
Mamûriyet, insanlığın ortaya çıkışı, Âdem’in ve Havva’nın ya
radılışları meselelerine dair îslâmiyetin görüşünü burada az çok mü
nasebetle yazdık. Bu, fikrimizi kabul edecek olan öğrencileri, şöhret
bulan, fakat aslı esası olmayan fikir ve görüşlerden azâd ؛etmek kas-
diyle yazıldı. Konu dışı meseleleri yazmaktan maksadımız, bu idi.
Bizim İslâm kitaplarında mamûriyete dair diğer konular hakkında
esassız fikirler. yoktur. Buna göre o meseleler hakkında yazmak
mecburiyeti de yoktur. Artık konumuza ait meselelere gelelim.
MAMÜRiYETİN SINIRLARI,
GECELERLE GÜNDÜZLERİN FARKLARI
2) Nısf nehâr:
Nısf nehâr ne demektir? Her mahallin nısf nehârı, o yere ma
betle biri şarkî, diğeri de garbı olmak üzere yeri eşit iki kıtaya
taksim eden büyük bir dairedir. O daireye nısf nehâr denir. Güne
şin merkezi, o daireye vasıl olduğu “an”da tam nısf nehâr olmuş
demektir.
Yeryüzünde ufukları bir olan noktalar yok. fakat nısf nehâr-
ları aynı olan noktalar ise çoktur. Her mahallin kendisine mahsus
bir ufku vardır. Fakat yeryüzünde kendisine mahsus nısf nehârı
olan noktalar bulunmaz. Bir nısf nehâr, hesapsız nice mahallere
nişbetle nısf nehâr dairesi olabilir. Bir nısf nehârı, hesapsız ufuk
lar ikiye böler. Coğrafya ilmi buna göre yeryüzünde ıstılah! olarak
360 nısf nehâr daireleri farz kılmış ve tül hesaplarında bunlarla
yetinmiştir.
3) Muaddel nehâr:
Muaddel nehâr ne demektir? Bu, günlük hareket dairesi de
mektir. Buna istiva dairesi denir. Güneş o daireye hulul ettiği “an”.
da gecelerle gündüzlerin her yerde beraberliğine göre o daireye
“muaddel nehâr’’ adı verilmiştir.
4) Mantıkatu’l-Burûc ؛
Bu ise yıllık hareket dairesi demektir ki yer küresi bu daire
üzerinde hareket eder. Yer ile ay şu dairede birleşirlerse ay tutul
ması ya da güneş tutulması vâki olur. Buna göre, bu daireye “hu-
sûf veya küsuf dairesi” denir.
Yıl mevsimlerinin birbirine nazaran fark kaydetmeleri, gece
ve gündüzlerin ihtilâfları ile farklı olmaları, bu iki daireden, yani
günlük hareket dairesiyle yıllık hareket dairesinden çıkar.
Eğer bu iki daire bir satıh üzerinde buluşmuş olsaydı, yahut
biri diğerine muvazi olmuş olsaydı, o takdirde senede mevsimler
bulunmaz, gecelerle gündüzler de hep bir halde kalırlardı.
Hökmet-i üâhiye iktizasıyle bu iki daire kesişerek senelik ha
reket dairesinin bir yansı muaddelin kuzeyinde, diğer yarısı ise
onun güneyinde kalmıştır. Bu kesişme yirmi üç buçuk derece za
viye ile olup yıllık hareket dairesinin muaddelden en uzak noktası,
23,5 derecede bulunmuştur.
îşte bu kesişme olayı, kudret-i Uâhiyeye nişbetle gayet ufak
bir tedbirdir. Bizim bu “yer”imizde hayatın sürdürülmesine, yü
U zua Günlerde Oruç 55
. ^ ' ■ :v
BEŞ VAKİT NAMAZ
zeyindeki küçük bir ada. üzerinde, “Türnao” isimli bir nehrin ağzında
Rusya ile İsveç sınırında bulunan küçük bir şehirdir. “Türnao” nehri
nin ikinci tarafında İsveç şehirlerinden “Haaparente” adlı, küçük baş
ka bir şehir vardır. Şu iki şehirden her birini saat 12’den sonra gezdik.
Bizim için ehemmiyetleri yoktu. Döndük. İstasyon yakınlarında bir
Fin evinde istirahat ettik. Saat yedide kalkacak olan trenle “Ru
vaiemi” köyüne gittik. Köy, buradan 150 çakırım kadar bir mesa
fede idi. Saat 10 ile 11 sularında “Ruvaiemi”ye ulaştık. Musa Ke-
lîmullah isimli bir genç tüccar ile Lûtfullah Efendi Cemaleddin(of)
bizi burada karşıladılar. O gün, 11 Haziran Pazartesi günü idi.
“Ruvaiemi” bir köydür. Hem de güzel bir köydür. Orada, pa
zar var, caddeler temiz ve güzel misafirhaneleri var. Birine biz
indik. Daire geniş, temiz ve aydınlıktı. Bununla beraber ücreti an
cak bir marktı.
Akşam saat 10 sularında Musa Efendi ve Lûtfullah Efendi
Cemaleddin(of)’ler ile ,dört arkadaş olduk ve “Ruvaiemi”den üç
dört çakırım uzaktaki bir dağ başına doğru ilerledik. Seher güne
şini görmeye gidenler az değil, çoktular. Her yıl Haziranın onun
dan yirmisine kadar, batmayan güneşi görmek maksadıyle buraya
turistler gelir giderlermiş.
Küçük bir vapurla orada bulunan nehri karşı yakaya geçtik
ve bu yakada yaya yürüdük. Yol güzeldi. Dağ yolu da o kadar dik
değil, büâkis yatıktı. Dağa zahmetsiz çıktık, onu meşakkatsiz aş
tık. Zirvesine eriştik. Uzunluğu dört beş kulaçlık direk başına ga
yet büyük bir fıçı —alâmet olmak üzere olsa gerek ki— oturtulmuş
idt
Yüksek olmayan o dağın zirvesinden etrafı seyrettim. Uzak
olmayan “Ruvaiemi” köyünde bulunan büyük fabrikaların bacaları,
kilisenin çan burcu, yerle bir gibi görünüyordu. Gökyüzü açıktı.
Ufukta koyu bir bulut vardı. Saat gece onbir kırktı. Tabiatta sü
kûnet vardı. Ses, seda yoktu... Tam bir sükûnet... Tün ortası... Gü
neş ufuk üstünde ise de kuş, kurt bütün mahlukat istirahate çekil
miş gibi idüer.
Dağ zirvesinde Finlerden, turistlerden, ziyaretçilerden altmış
yetmiş kadar insan vardı.
Tün saat 12 idi. Güneş, bulut arkasında... Üst tarafı, yeni doğ
muş bir ay gibi, kızmış, kızarmış, garip bir renkte görünmekteydi.
Uzun Günlerde ٠ ru؟ 71
MEŞHUR ÜÇ z a m a n d a
KULLARI NAMAZDAN NEHYlN HlKMETl
٠ زة ﺀ و ﻧ ﻚ١ن ﺀ ؤ آ ﺋ ﺖ٠ ﻟﺜﺖr و٠ ﺛﻲ١ ﻟ ﻘ ﻮt > ن ﻗ ﺘﺎ٠ ﺣﻘﺔ١ زl ; h ; ﻓﻴﻲU
7 ٠ ﺍﻟ ﻌ ﺒ ﺠﺎ،أ;ﺟﺢ ﻣﺪﻋﺴ ﺖ 0 ﺋﻠﺪ ﺍ ﻣ ﻠ ﻨ ﻊ ﺱ٠ﺁ ﻯ
Ben hem bu hadiste, hem de ehl-i İçtihadın bu tevcihlerinde
bir nice mülâhazalar kaydettim. Ehl-İ İçtihadın tevcihleri, be'nim
nazarımda, 0 kadar.isabetli, değildir. Güneşe .İb'âdet eden âbidlerin .
secdeleri, güneşin ve tabiatın Hâlik’i olan .Allahu Rabbü’l-Âlemîn
Hazretleri’ne mii’minlerin zedelerini nasıl yasaklayabilir?'.M âni
her vakit en kuvvetli durumda olur, değil, mi?
Tabiat âbidlerinin tabiata secde ettikleri saatlerde O' tabiatın
Hâlik’ine secde etmek, mü’minlere daha..güzel olmaz mi idi? Böy-
lece orada ya İrşat,'ya da hiç olmazsa itiraz sureti bulu'nurdu.
Bana kalırsa şu üç zamanda şerT şerifin mü’minlere ibâdeti
yasaklaması tabiat âbidlerini biraz ikrar, tanıma gibi olsa gerektir.
İslâm dini ehl-i kitabı ikrar eder, tanır. Elbette tabiat âbidlerini de
ikrar eder.
Tabiat âbidleri, örnek olarak, güneşe secde ederler ise elbette
bunu, güneşin Tanrılığına inanç tesiriyle yaparlar.
"VI ﻭTabiat âbidleri-
ﻇﻸ؛ﻭ ﺷ ﻲ
nin mâbudları, filhakika Allah’tır. Tanrılığa inânç sonunda secde
ederlerse secde edilerek bu secdenin arkasından aranılan hak ve
hakikat, Allah olur. Tabiat âbidleri, nisbette, vasıtada her ne ka
dar hata etmişlerse de kasdlarında muhakkak isabet etmişlerdir.
Çünkü Allah’ı, mundmi aramaktadırlar. ,
İslâm dini, tabiat âbidlerinin kaşdlarındaki isabeti itibarla ona
hörmet edip o üç vakitteki secdeyi ta b ia t. âbidlerine tahsis etmiş
olsa gerektir.78
(9) “M ilim e yani Allah’a şiikretme borcu, aklen değil şercan yâciptir."
Bu, usölu؛l-٥ klh kaidesidir ﺟﻊ ادزاﻣﻊ ؛c.- 1-, s. 60.'Fakat M utezile 0 ﺀ-
rüşüiıde' muuhme şükretme horcu, a.klen vkciptir Merhum üstadımız,
burada M utezile görüşünü kabul etmektedir.
78 Musa Carullah Bigi
■ y t M p ﺋ ﺰأ ئ ﺀﻟ ﺆ ئ.ﺋ ﻐ ﺬﻳﻠﺘﺎ
deraistir.
Eizim hayrımıza haris, olmak cihetiyle akıllarımızı, ve. bedenle-
rimizi âciz bırakan şeylerle bizi mihnetlere koymadı. En geniş gö-
niillerimizle biz serîat -1 islâmiyeyi kabul ettik.. Şüphelere've vehim-
lere mahal kalmadı. İslâmiyet, bizim hayrımız ve'saadetim iz igin
her hususta, her vakit itina gösterir.
İslâm feylesofu Abu'1-.Alâ Hazretleri 'de “El-Lu ٠ ıiyyât”da
d e rk i: 910
(9) Tewba(129: “Ey insanlar, andolsun ki size kendi içinizden Sitantıya ug-
ramanız ona ağır gelen aziz, size düşkün, inananlara kar.51 şefkatli ve
merhametli olan bir Peygamber gelmiştir.”
(10) Kasldetu’l-Burde’nln 47. beyti: “Peygamber Efendimiz, bizi dUgUnerek
akıllann İdrâk edemeyeceği yönlerle bizi yormadı. Biz ise ne. namaza
kalktık, ne de tevehhtime kapıldık.”
Ayni eserin 116. beyti: "Ey Müslüman topluluğu, bize, kendimize
müjde.; çünkü bizim zâll olmayacak saglam bir rükünle ilgilenmemiz var.”
Uzun Günlerde Oruç
83
Kur’ân-î Kerîm’de:
4٥ ٠/-٠٠ ١ ^١ f >؛-؛١ J-..J.L( ؛j -•* ٤٠.. *٠>'• ■٠- ؛J. I،■٠j-j٠ ،İU j
4 1U r t . ^ ' j C r ' . j i /. '. “ . ؛i ٠ û ' ٠3 ı r ^ j ،
431 jl.r ؛.j.« ١_ ٠s١j V ،öı١.، j ١
gibi âyetlerde'jC"؟fiil vücûdîdir. « Y ٠٠-»-١٠) ' ٠IA * y ١،..İLJl jlTf ٠C ٠,
. . . jC ؛." L } âyetinde L. V i kelimeleriyle hasr ciheti de
'j Ö '. deki maziliği kaldırır. Belki hem önceki, hem de şimdiki
insanların bütünü, bir ümmettir mânâsına katcî gibi delâlet eder.
١^!ûj£ ٠-C؛ nun mânâsı, ihtiyaç ve zaruret kanunları hük
müyle cemiyet hayatında ömür eden insanlar, tabiatlarında, irade
lerinde, kuvvetlerinde ve fikirlerinde bulunan ayrılık, farklılık ha
sebiyle gayet tabiî olarak ihtilâf ettiler.
Sosyal bir heyette, cemiyette birleşmenin tabiatlarda ve kuv
vetlerde mevcut bulunan farkın ihtilâflara sebep olması, gün gibi
açıktır. Buradaki j da faut-tefrîciyyede bulunan illiyet ve ittisal,
birleşme mânâları da bu tefsire göre hâsıl olur.
ORUÇ
bir menfaat bulunur. Bunda asla şüphe yoktur. Lâkin hikmet-i İlâ
hiye nazarında kast kılmabilen menfaat, bedeni yormak, cana çile
çektirmek ve şehveti kırmak gibi şeylerden ibaret olam az; zira be
denin yorulmasında, ruhun tazîbinde ve insanda bulunması gereken
kuvvetlerden birinin kırılmasında insan için fayda verebilen bir mas
lahatın bulunması uzaktır.
İslâmiyet ibâdetleri, ,diğer dinlerin ibâdetleri gibi ceza olmak
tarikiyle ilzam kılman “keffâre = kefaretlerden, yahut mâbudla-
rın gazablarmı teskin ümidiyle ütizâm kılınan zahmetlerden ibaret
olsaydı, belki o takdirde bedeni yormak, ruha çile çektirmek ve
nefse şehvet kırmak gibi maslahatları İslâmiyet orucunda mülâha
za etmek mümkün olurdu. îslâmiyetin ibâdetlerinde cezadan bir
izin yokluğu teslim kılınırsa esasen öyle maslahatları İslâmiyet oru
cunda aramak, îslâmiyetin ganiyle mütenasib olmaz.
Oruçta Cahiliye Devrindeki Arablara da malûm olan ؛. ٧ C٠- f ١
L ١ J*. r> , ؛-،L. . ٠٠ 1؛...؛ eski hikmet usûlüne
X j İ\ *c -j Û
göre, tıbbî faydalar yani beden riyâzâtı kabilinden âzâların istira-
hati gibi m aslahatlar elbette bulunabilir. Lâkin geceleri gündüzlere
çevirmemek şartiyle yani Ramazanın mübarek gecelerini eğlenceler
pazan, “ye, iç!” mevsimi kılmamak, hem de sahûrlarda ihtiyat kas
eliyle gündüzün şişkinlik verecek kadar fazla yememek şartıyla olur
sa bu m aslahatlar tahakkuk eder. Yoksa Islâm âleminin ekserinde
âdetiyle bilmen oruç usûlleri ve Ramazan geceleri, insanın hem vü
cuduna hem de ahlâkına gayet fena surette tesir eder. Ramazan
gündüzlerinde oruç tutan müslümanlann ekserinde yüzler solmuş,
gönüller acıyla dolmuş ve vücutları tamamiyle ruhsuzluk basmış
gibi haller ortaya çıkar.
iyi surette devam eden oruçtan beden riyâzâtı ve âzâların isti
rahatı gibi tıbbî faydalar hâsıl olabilir ise de böyle faydalar, ibâ
detlerin hiçbirisinde aslî bir m aksat olmak sıfatiyle itibar kılına
maz. Nefsin maddeten tatminini temin gayesiyle eda kılman işler,
hiçbir vakit ibâdet olmak şerefine nail olamaz. Şercî matlublann
hiçbirisinde nefsin maddeten tatmini muteber değildir, ibâdette nef
sin maddeten tatmini, Allah’a tam teslimiyeti iptal eder. İbâdetleri
tamamiyle iptal etmiyorsa da maksat olmak sıfatiyle hiçbir ibâdet
de elbette muteber değildir. Evet, nefsanî ve ruhî tatminlerin ibâ-1
detin İçinde yaşaması ٠nu iptal ,etmez. Menâsiki eda etmek kasdiyle
çıkıp da hac mevsiminde ticaret yaparsa burada bir zarar' yoktur.
Çünkü ٥ ﺗﺚ٠ ﺗﻦ ل٠İ ف ﺟﺪﻳﺮا
m j ﺗﺎح '؛ أ٠
ج.ﻧ ﻨ ﺲ ﻣﺤﻠﻜﻢ
âyet-i kerimesi, bu bususta indirilmiştir. Burada nefsi tatminden
ibaret olan ticaret, haccin geairlerine maksat olmak sifatiyle degil,
belki vakit itibariyle 'ayni zamanda olmak Sifatiyle bir araya-gel-,
migtir. E ؛ğ er maksat ,asli olmak's'ıfatiyle olursa O' vakit diş şekliyle
hac gibi görünürse de hakikatte hac olmaz.
(4 ve 12) El-Bakara/183: “Ey İmân edenler, oruç sizden öncekilere farz kı
lındığı gibi size de sayılı günlerde farz kılınmıştır. Ümit edilir ki Allah’a
karşı gelmekten sakınırsınız.”
üzün Günlerde Öruç ؤؤ
(5) El-Bakara/185: “Bu ay, halka hidâyet olarak K uran ve hakla bâtılı bir
birinden ayırt eden açık beyanlar İnmeye başlayan Ramazan ayıdır. Siz
den bu ayı idrâk eden oruç tutsun.”
(6 ve 9 ) El-Bakara/183: Sayılı günler.” [
(7) Mücmel, hukukta usûl ıstılahında, mütekellim tarafından bir beyan ol-
: madıkça. ne kasdedildıği anlaşılmayacak derecede mânâ kapanıklığı olan'
lafız, söz demektir;, Bu kapanıklık ya lafızdaki garabetten, ya lafızdan,
başka mânâ kasdolunup maksud olan mânânın tâyin olunamamasmdan,
ya da lafız, çeşitli mânâlar arasında müşterek olup hangisinden ne kasde-
dildiği anlaşılmamasmdan ileri gelir.
İöö M usa Carullah Eigi
(s) Hadîs: “Allah, konugtugunda bir hayır söyleyip ' ecir kazanan, ya da
. 'susup selâmette, kalan bir'kişiye merhamet, eylesin.”
(9) e. notta, geçti.
(10) Muhkem, nesh ve tebdil olması ihtimalinin tamamen ,ortadan' kaldınl-
ması ile ' maksud bir mânâyı kesinlikle, apaçık olarak beyan eden bir
ayet 'demektir. د ح ا س وe. 1, s. 113.
Uzun Günlerde Orue 101
rekli oruçtan, yani arada bir gelen tünde imsâkten şiddetle nehyet-
mig olan Resûl-Ü Kerim, gündüzleri sürekli olan günlerde, ufuklar-
dan aydınlık zâil olmayan yerlerde Ramazan'!, tâyinle, elbette tek.
lif etmez.
ام.ذذ- ؛ذ
١ م٠
؟;،٠
٠.أ
٠
ا ;ﻻ
ت:5ا ك: ذ ا، , . أﻳﺎ ت
٠
عy_r م :ص
ا:ب و
âyet-i kerimesinde üç gün orue farz k ı l ı n m ı ş t ı r . ' , -
٤
—وﻣﺄ
ن م-ح!م
٠ء
ﺮﻣﻟ:ل ﺛﺑﻌﺮ ﺗﺎt i ]
٠ وﻟﻰ٠ة:ا أﻭﻧﺪﺁ در.نء اإ؛-ء م
را ا ﻗﺮ:مÛ
إا٠
(11) El.Bakara/183: '"Ey İmân edenler! Size de sizden öncekilere farz talin-
dıgı gibi, sayılı, günlerde, oru ؟farz kılınmıştır, ü m id olunur 'ki Allah’a
karşı gelmekten sakınırsınız.”
(12) Meryem/25: “Ey Meryem! Ye, 1 ؟ve gözün aydın' olsun. Eger insanlardan
birini gerçekten görecek olursan ben R a h m n 'a orug adadım. Bugün,
hiçbir insanla konuşmayacağını de.”
(13 ve '17) Al-İ -Imran/41.: “Alâmetin, üç gün insanlarla işaretten başka se-
kilde konuşmamandır.”
(14) El-Bakara/183: “Sizden öncetalere farz kihndigı gib-i...”
'(IS) El-Acrâf/141: “Musa’ya otuz gece vâde verip sonra buna on gece daha
kattık. Musa’nm Rabbinin tâyin ettigi miiddet, ta rk geceye tamamlandı...”
Uzun Günlerde Oruç 111
.kılınmış olan mlkaat, oruç İçin tâyin kılınmış m îkaat olamaz: zira
günleri, tarih usûlüyle hesapta arab. dili örfünde Zkir kılınır ise de
örf Kıır’an’da oruç zamanı gündüzlerle hesap kılınır. ﺷ ﺎ ﻣ ﺎ ﺛ ﻼ 'ﻧﻠﻢ
٠ظ ز ذآ ر أو ا ; ﺑ ﻰ ا ﺗ ﺤ ﺢ و “ ve ( ﻻ ؛ ﺗ ﻜ ﺛ م ؛ﻟ ﻚ.و دأ ل آا
17 إﻻ؛ ر ﻣﺮآ ﻟﺔام.أ اﻟﺜﺎش \;ﺗﻼﺛﺔ gibi. Buna ilâveten, o kırk
gece' Musa. (a.s.)’mn ümmetine degil .de.belki yalnız kendisine vaad
kılınmış gecelerdir. Bununla evvelki ümmetierde farz kılınmış oruç
günlerinin adedi, beyan kılınmış olamaz.
Eize evvelki ümmetlerde bulunan oruç, keyfiyeti, oruç günleri-
nin sayısı belli degil ise ﺐ ﻛC iT cümlesinden anlaşılan teşbih,
yalnız farziyyette yahut oruç bereketiyle hâsıl olan m aslahatta tes-
bih olur. Yani oruç insanlara ceza olmak İçin,' ya vücutlarına ve
'k u şe tle rin e zayıflık vermek İçin farz kılınmamıştır. Bilâkis irade-
lerine sahip olma mÇekelerini insanlara vermek maslahatı İçin farz
'.kihnm ıstir: ٠٥ ( آ ﺋ ﺬ و نX ! Q ciimlesi de'huna işarettir: zira
ittika, takva, insam 'fesattan ve beyhude .hareketierden yasaklayan,
melekeden ibarettir.
Evvelki ümmetlerin her birinde.oruç vardı. Semavi dinlerde vâ-
rit olması cihetiyle, evvelki ümmetlerin de. oruçları elbette miihhn
bir maslahat ٥ ülâhazas.ıyle m eşru kılınmıştır.
Lâkin her., din, bugünkü ,İslâmiyet dini gibi, aşırıların aşırıhk-
lan, cahillerin, ,rahiplerin ve kalenderlerin' cahilâne en kara sert-
likleri ve. şumluguyle, asıldaki sadeliğini ve tabii güzelliğini yitir-
mistir.
Böyle halin etkisiyle olsa gerektir ki evvelki dinlerde oruç,
ceza, gibi telâkki .kılınıp, ya mâbudlarm gazaplarını teskin etmek
,İçin,'ya bedenin, vücudun kuvvetlerini ve şehvetlerini kırmak ve
zayıflatmak İçin, yahut evvelki babaların başlarına gelmiş olan bü'-.
yük 'musibetin, .ya 'da elden gitmiş izzetin mâtemi olmak İçin b'ir-
kaç gün oruç, 'İbâdet veya âdet gibi itibar kıhnagelmiştir. Oruç, mâ-
budlann kahrinde, ellerinde ruhun', esaretine, yahut evham karanlık-
larmda ruhun müebbet surette mahbusiyetine alâmet gibi bir ceza
Sifatıyle insanlarm zimmetlerine yüklenmiş ağır bir yük olagelmiştir.*18
Cevabi bulunmayan ü ç lü şk ü lâ t:
Bu'faraziye, cevabi-bulunmayan, üç meseleden biri -olmak sıfatı,
ile, 22 ا:ب: ح وآ ب ' ل. ﻹ ' ﺛ ﻢ ' ﻻ: ﺗﺎﺀذور ه٠ ■ﻣﺐbaşlığı altmda “ü t -
nâme” ve ‘«ihanniima” gibi kitaplarda nakil kılınmıştır. Şu saatte
kütüphanemde “Marifetname” yoktur. Bu 'üç' meseleden diğer iki-
si de hatınmda kalmamıştır. Lâkin “Mekke’den başka yerde bütün
ciheti kıb-le olabilen yer, bulunursa esim bog olsun ”؛-sözü, en doğru
tâbirle budalalıktır.
Bana kalırsa bunun gibi bir meselede hiçbir ehemmiyet veya
ehemmiyetin kokusu bile bulunmaz. Kesin hakikatleri cahüliğiyle
inkârına ilâveten nikâh gibi mukaddes bir hakkın ismetine hama-
katıyle saldıran bayağı kişilerin kendüerine de, sözlerine de ütifat
etmeyip sözlerini iptâlle amelden düşürmek elbett egerektir.. Bu gibi
insanların ne sözlerine ne de kendilerine itibar yoktur.
Kur’ân-ı Kerîm’in böyle, haddim bilmeyen kimseler hakkında
hükmü gerçekten şudur :
> هﺀ I زام ن:ع دﺗﺔ:٠:ﻟﻰ د ر ﺀ:ﻟﻀﺄأو ﺀ٠; ٠ﻛﻢ:ب jCr ن:ﺀف
Bu âyet-i kerimede en evvel âyetin m ueiz nazmma itibar' etmek,
gerektir. S'öz, insan sözü olsaydı sözün'takiplerine belki .0 kadar
itina göstermezdik. Biz 0 takdirde İslâm feylesofu Abu'l-.Alâ Haz-
retlerinin:
H erikitarafavasf kılıp ﺍ ؛ ﺭ ﺃ >اع: _ﻟﻤﺄ ﺃﻭ' ﺫ٠ ﻣﺮ, ( ﻡ. ﺱ ان:ا ش ك
demek, ya her iki tarafa da fiil alıp " ; ت٠ او٠ ﺧ ﺬ٠ ٠ن م ر س:ف
gibi ifadeleri seçmek' 'mümkün iken, neden',' ,evvelki' tarafa
ذأ ﻟﻪ٠ا٠; ٠ ﺗ ﺪ. ن، ذش ' مifadesi, ikinci tarafa da أوه ﺀش ذ ذﺗ ﺮ وه
, cümlesi segilmiştir.289301
(28) El-Bakara)183: “iğinizden hasta olan veya yolculukta' bulunan tutama-
dıgı günlerin sayısınca diger günlerde tutar.’'’
(29) “Kardeşini istediğin gekilde anla. Burada ي ' ﺣﺎ ر:, yâ H ârl veya orada
ﺀار1' ؛: yâ Hâru diyeceğinden dolayı smava' ,tâbi tutıdurum diye
korkma / Delikanlının gâyesi, bildiğini aktarmaktır.. Oysa adamlar O’na
sihirbazsın diyorlar.”
(30) El-Bakara/183: “Sizden hasta 'Veya yolcu olanlar..:”
(31) ‘‘Sizden hastalananlar veya'yolculuğa ؟ikanlar...”, ,
(32) El-Bakara)183: “Sizden hasta olanlar...”
(33) E!-Bakara;i83: “...veya seterde olanlar...”
Uzun Gönlerde Oru؛ 117
' ﻛﺂنkelimesi, böyle 'cümlelerde hem fiillik, hem' de oluş gös- '
terir. Bu terkibin, kapsamına bilfiil sabit olan hastalık v'e orug s e-
bebiyle hâsıl.olabilecek hastalık gerçekten dahildir. Yani hastalığın
hem fiiliye« özürdür, hem de oruç hasebiyle ihtimali bir özürdür.
(34) Müteşâbih, اﻟﻢ, ﻳﺪve - saire gibi kelimede, maksut mânâma bilin-
mesinin aslmda imkânı, oknazsa 0 isme'müteşâbih denir. 1 اﻟﻄﺒﺮخ٠٠. s. 241,
ر1ذﺗﺢ اﻟﺨﻎ ٥. ولs . 116.
.118 M usa C arullah Bigi
gibi' âyeti- kerimeler var' iken niçin yalnız Ebû Leheb kıssasına hay-
.ret elleriyle sarıldılar?!
Edeb ve terbiye dairelerinden'çıkıp dış cesaretlerde bıılunm'a-
...İarın'a şaşarım; zira Şâri٥i Kerim zâlim değil ise, sefih değil ise
“teklif biıııâ İâ yntaak”, '“teklif, bilmuhâl” emirlerini çıkarmış ol-,
d.uğu nasıl düşünülebilir?
Tahakkuku ve. husûlü mümkün olmayan seyleri istemek, delilik
değil midir-?'Kudreti daires'ine dâhü olmayan'fiilleri kuldan iste-
mek, zulüm değil, midir?
Ebû Lehefo'in .belki, de- umum insanların İmânları 'veya küfür-
'leri kendilerinin ellerindedir. Kendilerinin ihtiyarlarıyle küfrü, seçen
' ,-insanları imanla teklif etmek, ...teklif bilmuhâl 0-lmaz, hidâyete da-
vettir. '٤
٥داﻟﺖ'اﺗﺨﺬﻵ ﻰ" ' 'ا رآ
ﻟ: ; بﺳﺗ, âyetindeki tehdit, diğer insan-
lar-hakkında gelmiş tehdit gibidir. îmânla tekl-ifi burada, .‘.teklif
bilmuhâl),’' kılacak ,b-ir özelli.k yoktur. ' ;
'Bi'zim itikadmuza göre Şâri٠ , hakimdir. Mııhâl seyleri istemez.
Rahimdir,' insanin kudretine nisbetle ağır isleri teklif etmez. Kerim-
dir, ',zararı 0 İa.n ve ,faydası o-lmayan isleri, fiilleri yükletmez Beser
takati, üstü, amelleri te-küf etmek zulümdür ve faydası yok olan is-
leri ilzam etmek abestir.
٠ _ '
(38) H٥d(38: “Nuh’a senin kavmindgn İnanmış olanlardan başkası İmân et-
meyecek...”
(39) Yûsuf,103: “Sen ne k a d a r, ihtirasla istersen iste insanların ÇO&
U, asla
inanmayacaklardır."
(40) Tebbet./3:, "Alevli ateşe girecek, ka.vrulacaktır.”
120 M usa C arullah Bigi
ا: ﻟ ﻪ ' ! ' ا. ﻳ ﻲ. - ﺛ ﺘ ﻢ٠٠ث٠ﺀ س٠ﻟ ﻰا ﺗ ﺬ د د ﻳ ﻤ ﻮ ث: ﺀ وOrucu takatle,
yani yalnız güçlük ve 'zahmetle eda edebüenlere oruç vâcip degil.
bilâkis oruç bedelinde fidye vâcip olur.
(56) Gazve, bizzat Hazret-i Peygamberimiz’in bulunduğu veya idare ettiği sa
vaş demektir.
(57) Hadîs; Müslim/Siyam: 90, Tirmizî/Sawm: 18, Sunenu’n-Nesâl/Siyam: 49:
■ “Onlar .asîdirler, onlar .asîdirler.”
(58, 60, 62. 67, 69 ve 71) EI-Bakara/184: “Oruca zor zahmet’ve büyük güçlük
le dayananlar bir düşkünü doyuracak kadar fidye verirler.”
124 Musa Carullah Bigi
٥
٥ o ٠
ﺋ ﺔ٠V c. ﺶ ﻧ وﻻ ر'ﻳﺂâyet-i kerimesi de buna'
iyi surette delâlet eder': zira kul, Rabbi Kerimden lisa.n-1 ۵ ubûdi-
yetle tahfifi iste'rken, kendisinin herhalde itaate hazırlığını beyan
etmek, ne kadar megakkatli olur ise .de “Ya Rabbi, her emrini gü٦
ciim var.iken elbette eda ederim”.gibi sözü söylemek edeb .ubûdiyet
İktizâsıdır. Buna göre.'bu 'âyeti'kerîmenin meâli, “Son gücümüzle
'eda kılmabilen İşleri, megakkatli .olur ise de, eda ederiz.' Lâliiî yâ
Rab son gücümüzle eda kılınamaz meşakkatleri 'bize jdikleme” de-
mek olur. Kulların zaafı, Allah'ın so.nsuz merhameti, ve keremi ik ti-'
zasıyle, bu kelâmm'.mânâsı, yâ... Rab," megakkatli' igleri bize yükle-
me demek olur.
..... ﻣﺪ، ﺣﺬ١ ت٠٠ﺑ ﺪ ﺋﻳﻣوﺗو ﺍﺍ؛ﺫﺍﻟﻨﺎ ' وا ﻋﻠ ﻰ. . âyet-i kerimesinin
tefsirinde lügatin örfüne, Kur’ân-1 Kerîm’în .belâgatine, Şâric Ha-
kîm’in keremine en mü.nasîp tefsir de budur.
Kur’ân-ı Kerîm’de jC ٠
۵١ ٠ j؛ al mânâsma
<S •*-.■-١٠ y-. ۵ ، ؛٠u . âl JJ âyet-i kerîmesi Var iken ke
lâm ruhuyle terbiye kıhnmış bizim tatilcilerimiz “Kur’ân’m beyanı
beyan değil, bizim beyanımız beyandır” gibi iddiaları lisan halle-6123
(61) Âl-i ،؛îmran/73: "Ey Muhammedi Be ki: Bol nimet gerçekten Allah’ın
.elindedir, onu istediğine verir. O zengindir. O her şeyi bilir. Rahmetini
dilediğine verir. Allah büyük fazl ve ihsan sahibidir.”
(62) "Orucu tutm aya güçlükle de olsa gücü yetmeyenler, bir düşkünü do-
_. yuraeak kadar fidye verirler.” -
(63) El-En.am/71: “Ey Muhammedi Ue ki: Hidâyet gerçekten ancak Allah’ın
hidâyetidir.”
126 Musa Carullah Blgi
(64) El-Bakara/184: “Ona güçü yetenlere” mânâsındaki 'âyet “Ona gücü yet-
miyenlere...” demek olacakmış.
(65) - ( ﺯﻳﺪﻭﻥ ط؛ﻟﺖ ا و و م. ) و ﺀﻟﻰ ﺍﻻﻱ.Y ani: “Oruç tutattlnıe takatini- kaldırıp
yitirenlere...”
Uzun إGönlerde Orug 127
;ء ء
٠ .٠ ﺗﺘﺎﻣﺬ
دﻳﺔر٠ ف ﻟﻤﺬﻭﺗﺒﻢ٠ اﻗﺬ_ن ﺉâyet-i kerîmesinin terkibinde
hiçbir bağlaııtının kalmaması gerekir; zira oruca iktidar, kudret.,
hiçbir surette orucun sukutuna' ve oruç karşılığında fidyenin VİİCÛ-
buna sebep olamaz. Yani Sila tamamiyle ip.tâl edilir. Akd vaz.' yani
Allah'ın kastettiği'ile .akd hami,-yani insanların çıkarmak istedik-
leri mânâ arasında çelişki .gibi bi'r hal hâsıl olup.Kur’ân-ı Kerîm’in
belâgat-î mâneviyesine büyük .halel gelmiş olur. Bu vechin yalnız
kendisi, ciimhûrun, ekseriyet 'ulemânın S'özünü esasından İptâle kâ-
ﺃ ﺵ i p ...,
3) ن ؛ﻫ
ت ل
۶ج ﺗﺌﺐ-ﺷ ﻮا ك
kesinlikle en 'tekitli surette ifade eden âyet-i kerime ile nesh kilin-'
mamış olan 7
1/.:;ﺑد.. ﺛﻳﺗﺔ;ذه٠ ن.اﺛ ﺬ ' و ﺀشâyet-i kerimesi,,.
ﻫﺄ ﺗﺖ٠'ﺛﺐ ٠
أﻟﺛﻬﺮ٠
ﻫد ﻣﺗﺗﺛﻜم:ش دنâyet-i kerimesiyle n asıln esh
٠
(93) El-Enfâl/66: "Ey Peygamber, mü’minleri savaşa teşvik et. sizden sabırlı
yirmi kişiniz, onlarda'. İkiyüz kişiyi yener. Sizin.,yüz kişiniz münkirlerin
binini yener '؛çünkü onlar, gerçekten anlayışsız .bir .güruhtur.” ....
(94) El-Enfâl/67: “Allah, şimdi yüküntiZü hafifletti; zl'ra ؛sinizde zacfm bu--
lundugunu biliyordu. Sizin sabırlı yiiz kişiniz olursa onlardan iki yüzünü
yener ve bin kişiniz olursa. b؛٤zn؛llâh, onlardan iki binini yener. Allah,
sabredenlerle beraberdir.”
Uzun Günlerde Oruç 135
'-(3) Ayetu’s-seyf:
Seyf âyeti yani kılıg kullanma âyeti, Kur’ân-1 Kerimde, mah-
sus bir âyet değildir. Bilâkis siyasette devleti korumada, kuw eti kul-
lanmaya müsaade ...eden âyetlerin her biri' seyf âyetidir. Lâkin ilim
ehlinin çoğu, seyf âyeti olmak üzere ذذد “ ﺍ ﻷ ﻭAt-Tewbe” sûresin,
,deki 1.5 ٠ . . . / > ٠٢ . أ ﻻ ﻓ ﻲp { ذ آ1ذ diyen 5 inci âyet-i.;
kerimeyi tâyin etmişlerdir. Bana 'kalırsa, El-Bakara sûresindeki
(190) inci âyet-i kerime' üe sonra' gelmig olan dört .âyet-i kerimeyi
örnek göstermek daha iyi've daha uygundur: zira 0 beş âyet-i ke-
rimede kıhs kullanmanın mucibi, mahalli, .hikmeti, hu*ıdu, zama-
nin ve mekânın ,seyfe nisbeti, ne vakit, ne İçin ve kimin kargısında
seyfin, kılıcın zorunlu' olarak' kullanılacağı' ve adalete riayet gibi
önemli şeylerin her biri El-Bakara âyetlerinde zikir in m i ş ti r .
Herhalde âyet, seyfi tâyin 'etmek meselesi, 0 kadar mühim değil-
dir. Bilâkis seyf' âyetlerinde 'adalet've Siyaset.' vazifelerini .beyan
yolunda gelnliş çla'n 'ل.8 ن.. ﺷﺘﺘ ﺪ٠آ ﻻ ﻻا؛ﺗ ﺐ اق٤ نİ 'د وا:::٠
:و و ﻻ آ
ا٠ أ٠ﺐ ﺸ ﻴ ﺘ ﺗ٠ة ٠ ﺑ ﺘ ﺘ ﺎ ﻣ ﻮ ا ﺋ ﺬ م: : ئ ; ; ﻧ ﻰ ل ٠ ﻋ ﻲ٠و أ ﺧ ﻬ ﺐ
1.8 ٠م:وك- > ج٠ gibi İrşatları güzel mânâsıyle anlamak, en mü-
him bir farizadır.
Kuriân-1 Kerim’in mensûh âyet-i kerimelerini, büjdik zevkle
arayan ilim ehli, 'seyf âyetleriyle hesapsız.âyet-i kerîmeleri nesh et-
mişlerdir. Bunlarca af âyetleri, sabır âyetleri, İ٠raz âyetleri, 'İmhâl*1038
٠ص ذ ﻣ ﺠ ﺔ ذ آ ﻟ ﻬ ﻴ ﺜ ﺎf; ; J J l
س .; ﺷﺌﺒ ﺊ ا: ذ مi ' د ﻣ ﻮ ﻧ ﻮ ن أ ذ د >ﺳﺎﺗﻢ ٠ ﺗ ﺪ3 ' وây؛t-i ke-
rimesi de o takdirde 0 kadar münasip olmaz; zira *> وﻟﻮح.:ﻧ ﻞ ' ؛ ; ؛
ﻳ ﺒ ﺲ٠ ﻟ ﻒ٢ ' âyet-i. kerimesiyle. ؛25. . . . . . . ﺗﺘﻤﺮ٠ ذ.٠و ﺗﻤﺎل
âyet-i kerimesi, Tevrat sonunda diger bir kitabin indirilişini İnkâr
eden Yahudi’lere veya &ıma-i IBUhiyet’ten Kur’ân-1 Kerim’in nüzû-
lünü İnkâr .eden Arablara cevap olmak makamında gelmigtir. Bu
iki âyet-i kerime, bu makamda 'cevap olabilir. Lâkin bir âyetin mâ-*
( 2 1 ) اEn-Nahl/101-102: “Bir âyetin .yerini başka bir âyetle değiştirirsek - k i
Allah ne indirdiğini b i l i r - onlar Muhammed’e ancak iftira ediyorsun
derler. Bilâkis onların çoğu, bunun .Syle olmadığını bilmezler. E y .Mu-
hammed de.ki: Kur’ân’ı insanların inançlarım pekiştirmek, müslfiman-
lara .doğruluk rehberi ve mtijde olmak üzere Ruhu’l.Kudus. Cebrâll,
Rabbl’nln katindan gerçekle indirmiştir.”
(122 ve 124) En-Nahl/102: “Ey Muhammed, K urân’ı Kuhu’l-Kudus 'indirdi de.”
(123١ En-Nahl,l٠3: “Andolsun ki Muhammed’e elbette 'bir insan öğretiyor
dediklerin، biliyoruz.”
(124) 122. notta, .geçti.
(125.) En-Nahl/103: “Andolsun ki biliyoruz...”
144 Musa Carullah Bigi
KIYAS MESERESİ
ﻋﺒ ﺬﻟ ﻆ ;ا ﻋﺌ ﻲ ﺀ ﻻ . . . . . . .. ,
(6) EI-îsra'/42: “Ey Muharamed de kİ: Eğer dedikleri gibi onunla {Allah’la)
beraber başka tanrılar da bulunsaydı o takdirde hepsi Arg’m sahibi ol
maya yol ararlardı.”
(7) El-Enbiya’/22: “Eğer o ikisinde (yerle gökte) Tanrı’dan başka tanrılar
olsaydı ikisi de bozulurdu.
Uzun -Günlerde Oruç
157
ﺍ٠ ﺉ ﻧﻴ ﺺ ÇJ-
âyet-i kerîmesi, sanki ehl-i kelâm hakkında indirilmiştir. “Sîn” harfi,
istikbâli, geleceği göstermek iğindir. Bu hususu bir nice teyit etmeye
yarar. Hak ile değil felsefî görüşleriyle tekebbürleri, Kur’ân-ı Ke
rîm’in âyetlerini lâfzî delüler diye vasıflandırarak ihmalleri,
Kur’ân-ı Kerîm’de beyan kılınmış burhanlardan, rüşt yollarından
yüz çevirenlere ve felsefe namiyle zahir olan “gayy” ’؛yollarına gir
meleri, işte bu dört vasıf, kelâm ehlinin mağrurlarına bu âyet-i ke
rîmeyi harfiyyen uygular.
S) و دو م٠ع“ ه٠٠٠ﻷ ﺳﻞ ر أ٠ ﺧﻲ٠ ﺑﺑ ﻬ ذ م اﻟﻠﻪ. و دو ﺋ ﺘ ﺒ ﻢ إ٠٠ع ا ه--4-~أس
(12) El-Enfâl/23: “F akat helake mahkûm .olduklarım işittirmiş olsa bile on-
lar, yine de .yüz çevirirlerdi.”
(13) cAmme/6: “Biz yeryüzünü, beşikler.gibi kUmadık m i?”
(14) «Amme/16: “،'..ve ağaçları sarmag d۶ag bahçeler'gibi yetiştirmek İçin...”
(15) Hadd-1 ewsat, m antıkta orta terimdir.
Uzun Günlerde Orug 159
.116). .istikra', bir konuyu son tafsilâtına kadar araştırıp onun başka bir şek
linin bulunmadığı kanaatine varmaktır.
, (17) Külliyesi, genel kuralı demektir.
(18) Eşkâi-i erba.a, dört şekil mânâsınadır.
(19) Hadd-i ekber, büyük terim demektir.
(20) Lâinsan, insan değil demektir.
160 Musa Carullah Bigi
le bir edebi sus sıkarsa gâri hududu, yariya indirir. Amma .bu
zorla olur ise emed'en had, tamamiyle sâkıt olur. En-Nûr sûresinde
“ ;ح ر ﺀ ع;ر راﺷﺒﻨﺖ:إاك ﺷﺒ ﻲ ﻣ ﻦ. ;'ﻫﺎﻧﺘﺎ س٤و ﻣ ﻦ ﺳﺘ ﺰ ﺧ ﺠ ﺚ
âyet-i kerimesi, ikrah kılınmış digi kölelerden hududu iskat etmiş,
hem de isbatm ve .cezamn'. yarıya indirilmesi .sebeplerine:' İşaret et-
migtir. Iskat,, digi köleler" ü'zerinde kolaylıkla.:'etkisini'yapan ,zor
kullanma eseridn. Cezanın 'yanya indirilmesi, digi'kölelerin tabiat-
larmda yerlegmig zayıflık ve mağlûbiyet eseridir. Buna göre ceza-
nıh yarıya indirilmesi'meselesinde erkek kölelerin dig.i kölelere'il-'
hak edilmel'eri câiz değildir: zira erkek'..kölenin, sugu,' bir 'yenilgi
eseri değildir. Bilâkis .erkek köleden sâdır, olan susun fesadı ve
.kabahati, daha büyüktür.' Kölelik.'؛o suşun cezalarım hafiflete-
mez. Ederse .tegdit edebilir, ağırlaştırır.
Saym İslâm' hukuksalar hudut C'ezasını yariya 'indirme mese-
lesinde erkek köleleri, kadm kölelere ilhak, etmişlerse de âyet-i.' ke-
* mânâlarım mülâhaza ettikten.sonra ben.kendi .fikrimi...da-,
ila uygun buldum. İslâm hukuksularımn oy birliklerine kargı gel-,'.
mek biraz.' sert sıkıg ols'a.da. En-Nûr âyet-i kerimesine tefsir.yazmış
kalemlerin haşmetlerini', aczlerini ve.-yazışlarını gördek.bana yolastı.
Arabsası, mânâsı ve İslâm hukuku ahkâmı :cihetiyle hâlâ hal kıh-
,
namamıg bir.âyetin tefsirlerde vücûdu beni genig 'fikir meydanına
itti. Tefsirlerin hisbirisinde bulunamayan . e l .bir' faydajn. burada
öğrencilere hediye sıfatıyla yazdım.
٠
اﻟﻜﻢ:; وﺀﻻﻧﻜﺮﺀﺗﻮا تâyetinin tefsirinde mtifessirlerin gö-
rüşlerîni iptal؛
Kur’ân-I Kerim, ﺗﻴﺦ؛٠; ; ﻟ ﻨ ﺎ ز٠ أ ﻟ ﻔ ﺘ ﺔ. ; و ﺛ ﺔ ﻳ ﻜ ﺒ ﻢ■ ﻋﻖد١و ﻻ ﺳ ﻜ ﺮ ﻫ ﻮ
د ﺣ ﻬ ﺌ ﺄ اﺀ demiştir. Yani “Cariyderink, pâkligi seserlerken fahi-
şelik sevdasına zorlamayınız”.
Kur’ân-ı Kerim bundan sonra onları -zorlayan' ^ .d ile r in ceza-
İarım ve arlanm ış zavallı cariyelerin durumlarım beyan yolunda
demiştir ki: ﻣ ﺒ ﻨ ﺌ ﺜ ﻤ ﻮ و م١'٠ د: ﺳ ﺪ إ 'ا ق ' ﺑ ﻦ ذاﻓﻪ ﺛ ﻜ ﻨ ﺮ ﺑ ﺲ٠س و
ر ح ; اﺀ Bu âyet-i .kerime cariyelerin. kendilerini kinâye tarikiyle *
(24, 26 ve 37) En-N٥ı٧33: ..Kim onları buna zorlarsa bilsin ki Allah, his
şüphesiz onu değil, zorlanan kadınlan bağışlar ve 'onlara merhamet eder.”
. (25) En-N٥r/33: "Dlinya hayatinin geçici menfaatini, e ld e e tm e k lç ln . iffetli
olmak isteyen carlyelerlnlzi fuhûşa zorlamayimz.”
. (26) 24. M tta gestl.
Uzun Günlerde Grus 165
Tefsir ehlinin çoğu, cevap kıllbak uzere ,. و ﻷ ص;ﺋ ﻮا٩٠; ت ;أ٠ا ﻻ آ
ذ ا د٠: ) ﻟﻰ ' آ: ﺀ.... mânâsına gelen cümleleri .takdir etmişlerdir. Lâkin
bu mânâ, her. ne .kadar doğruysa da ٥* . . . (; وﻧ ﻮ ه أنﺀ ﺛﺮ آâyet-i
kerîmesinin nazmma dikkatle bakarsak' mânâ, buraya .uygun de-'
gildir: zira Kur’an bu âyet-i kerimede lâm tarifsiz olarak, 0^1 isim
olmadan, munsarif ve tenvinli' olarak zikr kılınmıştır. Eğer
. . . .٠ رآ ن. ع:ﺗﻮ أن؛ آل. وifâdesiyle zikir kılınmış olsaydı tefsir ehlinin
' e takdirleri doğru olabilirdi.
٥ takdirleri,, takdir bakımından doğru olur', î ’akat Kur’ân-1 Ke-'
rîm'in diğer âyet-i kerimelerden, malûm olmuş örfüne uygun olm'az;
zira Nebiy Muhterem, düşmanlarının İnk'ârda devam edeceklerini
beyan yolunda İnmiş olan ﻻ ؛ ﻛ ﺔ:ا٠٢ ﺀ،.ﻳﺘﻪ: لi ﺍ: ﺳﺎ ;ﺑﺰﺀﻟﺘﺖ٠أ 'و ' ذ و
ة ﻫ ﺔ واP ﺗ ﺶ ﺀ ﺷ ﻰ ذ:•■ ٠ ه ﺗ ﺎ٠ و؛ ﺑ ﺜ ﺘ ﺮj r - p x ? V
٠ ﻗ ﺰ د و ا ذ: ﻟ ﺨ ﺔ١""ن:اﻻع:ا م أ:ﺣﺘﺬ:: م ﻭ ب• م. . . . ١ﻳ ﺎ ؤ ﺑ ﺌ ﻮ
’ هﺀ... ا: ﻣﺎ ر ل؛: ك ; ' ﺀأ؛-:ا ﻻ: ﻗ ﺔ آ د و اإ؛"ﺀ- ﺗ ﺌ ﺮ ر ﺟ ﻮ ﻧ ﺂ٠gibi âyet-i kerimelerin
...hiçbirisinde cevap ,atılmamıştır. Kur’ân-1. Kerim, 0 cevabin zikrini
gûya iltizam kılmıştır, o cevabi hazf- etme.iddiası, bıma muhaliftir.
Bunun üzerine, 0 takdirde bu âyet-i kerime, bir yeni-mânâyı ifade
etmiş olmaz ve Kur’ân’m şanım tanzim mânâsına delâlet etmek şe-
refinden de bu âyet-i kerime mahrum olmuş olur.
٥٠ ﻳﻤﻲ:'ر ﺥ-. ﺑﻬﺘﻦﺀ٠ ن ﺀﺗﺒ ﻮ ر: ه٠ ا غ> ل. ﻫ ﺶ ﺀ ة ﻟ ﺖ- ﻣﺖ. ﺺ و ﻣ ﺲ ■ ﺗ ﻜ ﺮ ﺗ
firet etmek ve o biçarelere merhamet vaad etmek bir hayli zor imig!
Fakat, beis yok, zarar yok; zira kelâm enlinin keselerinde bir değil
birkaç cevap hazırdır. Şâric Hakim, zalime mağfiret eder ise de
miskin, biçare mazlumu mesul tutabilir. Mazlumiyet hali, sorumlu
tutulmaya kargı değildir zihniyetindedirler.
Büyük ve küçük tefsirlerde bulunan beyanların icmâli de, tafsi
li de bundan ibarettir. .
(43) Zihâr. bir kocanın karısını, thüebbeden mahremi ola. bir kadının bak
mak caiz olmayan bir uzvuna benzetmesi demektir.
Uzun Günlerde Oruç 173
Biz her hükümde böyle bir sebebin ve böyle bir maslahatın bu
lunduğunu iddia edebiliriz. Sebep, bizim görüşümüzde, hakiki se
beptir. Cemiyet hayatına kanun olur sofatiyle tedvin kılman İslâm
şeriatında biz, felsefî incelikleri ve kelâm vehimlerini itibar etmek
tekellüflerinden şeriata saygı namına kaçınırız. Hükmün illeti, hük
mün hem alâmetidir, hem de müessiridir ve hakikî sebebidir. Bunu
bizim dilimiz, örfümüz ve inancımız tahammül eder. Tesiri yalnız
Allah’ın kendisine hasretmek inancı, hiçbir surette buna kargı de
ğildir. Fakat diğer hakikatleri inkâr etmek şartıyle biz de kelâm-
cılar gibi bu inanca sıkı sıkıya bağlanabiliriz.
Hükmü icabettiren illet: 1) Ya hakikî vasıf, ya da 2) Örfî vasıf
olur. Vasf-ı hakikî, şarabın haram ؛kılınmasında sarhoşluk, ruhsatın
meşruiyetinde meşakkat ve miras hukukunda karabet gibi olur.
Örfî vasıf, velâyet baplarında ve nikâh hususlarında itibâr kılı
nan şeref gibidir; zira şeref, her mekânda ve zamanda haysiyet ka
bilinden olan hükümleri iktiza eder, illette alâmetlik cihetiylş zahir
olmak ve mazbut olmak şarttır, illiyet cihetiyle elbette bir hikmeti,
bir maslahatı ihtiva etmek zaruridir; zira illette illiyet, Şâriün vasfı
na nisbetle değil bilâkis insanın imtisaline, kabullenmesine nisbet-
ledir. inşam imtisale, kabullenmeye davet edebilen bir maslahat,
illette bulunmaz işe hüküm, abes olmuş olur. -
Bu beyandan sonra hükmün ületi, şöylece tarif edilebilir: Hük
mün illeti, maslahata, menfaate şümullü bulunmak cihetiyle hük
mün meşruiyetine sebep olan zahir, açık, mahdut ve mazbut bir
vasıftır, bir mânâdır.
٠
٠٠و ة ﻋ ﺰا ﺋﻠ ﻘﺎ ه ١
ﺗ ﻮ ﺋ ﻴ ﺜ ﻮ.ﺋﺘﻮﺗﺄ ﻗﻴﺮ ﺋﺌﻮﺗﺪ
âyet-i kerîmesinde emir kılınmış istizanın, .'izin istemenin il-
letlerine beyan yolunda sadır olmuştur. Yani girmeden önce
izin istemek, ,âdette gizlenen hallere göz atmamak,, ev. İçine bak-
mamak içindir. Kapmın kanatlan yol kapamak ve yol bağlamak ga-
yesiyle takılmış ise evin duvarlan da evin İçini örtmek İçin örîil-
.miigtiir. Örtünmek, büyük bir İhtiyac-ı zaruriye olmak. Sifatiyle in-
sanların tabiatlarında kökleşmiş-'bir zarurettir, örtünmek, bütün in-
sanların ihtiyarî rağbeti ve iradesi olmak mânâsîyle değerli b'ir ka.-
nundur. Buna göre izin alınmadan evin İçine göz atmak, kesinlikle
yasaktır. Şâri٥ Kebîr 'Nebiy Kerîm, ل:ان> ﻷ ج.س! ﺗ ﺔ. ﻻ٢
*7 ر:آﻟﺌ ﻊ .diyen" hadisiyle bu kanunu ''ifade "'kılıp, âyet-i kerîmede
itibar kılınmış olan illeti de gayet güzel sur.ette beyan etmiştir.
Evde,' 'örtünme mânâsı' vardır. Bu' mânâ itibariyle Ş âril Kebîr
Hacetleri, ؛8 ﻧ ﻞ ﻷﺛﻤﺠﻞ آ ﻟ ﺬ ذ و١ ﺷ ﻎ٠ﻻﺀ٠ ل ا٠'ج..ئ٠٤ ﻹbujmrmuglar-
dır. Buna, ilâveten hanede, dokun^azhk ve meskCnlik mânâsı da
vardır BU mânâ itibariyle olsa gerektir ki Kur’ân -1 Kerîm,
: ٥ ( م٠٠1. ن:بk ; ى٠ د ﺧ ﺘ ﻮ ى ﺀ٠اﻵ 'إ:لﺀ٠ أ > د. ﺑﺒﻪ_ا:م ﺑ ﺪ و ا ا٠ﻧ ﺎ ن ا
buyurmuştur. Yani“ meskûn h'anede hiçbir"kimse bulunmasa da, izin
verilmedikçe, 0 haneye girmeyiniz”. BU, ..örtünme cihetiyle değü
bilâkis meskUnlUkten .nagi dokunmazlık ve saygı eihetiyledir.
'.- Eğer hane meskûn değilse .o vakit İstîz'an terbiyesi-düğer. Bunu
beyan İçin Kur’ân -1 Kerîm ن ﺗ ﺌ ﺌ ﺒ ﺎ ﻧﺌﻮﺗﻊ ﺛﻤﻴﺮ1 " ﺋ ﺌ ﺎ غM a ) ”
(50) En-Nûr/29: “İçinde size emtialar bulunan boş evlere girmenizde bir sa
kınca yoktur.”
(51) 45. notta geçti.
(52) En-Nûr/29: “...Evlere girmeyiniz.”
Uzun Günlerde Orug 177
kesin, olarak külli surette kaldırmıyor ise de zannî, yani ekseri su
rette muhakkak kaldırır.
3) Şarabın haramlığına terettüp edebilecek menfaatler gibi ki
bazan ekseriyet, zanniyet tarikiyle de değil, büâkis ummak ve te
menni tarikiyle terettüp eder. İnsanın vücûdunu ve mallarım koru
mak hem de muhtemel mazarratların yollarım bağlamak maksadiyle
sarhoşluk veren şeylerin her biri, haram kılınmıştır. Fakat bu mak
satlar külli ve ekseri surette buna terettüp etmiyorsa da, hiç olmaz
sa eşitlik yoluyle elbette terettüp eder.
4) Bazan maksadın terettübü nadir olur. İslâm hukukunda
böyle bir hükmün vücûdu bize malûm değüdir. Lâkin faraziye, hi
potez hâzinelerinden buna bir örnek bulabiliriz. Farzedelim ki ni
kâh, yalnız neslin korunması gayesiyle meşru olmuştur. O takdirde
ihtiyar veya doğurmayan kadınla nikahlanmak, buna güzel bir ör
nek teşkil eder; zira nikâh, elbette caizdir, fakat maksadın teret
tübü, alelâde, nadirdir.
İslâm hukukçuları ta٠lîli bu dört suretin her biriyle caiz gör
müşlerdir. -
5) Hükmün meşruiyetine sebep olan maksat, bazan kesin ola
rak bulunmaz. İslâm hukukunda böyle bir hükmün bulunması el
bette mümkün değüdir. Bunu da İslâm hukukçularının faraziyeleri
hâzinelerinden alalım. Farzedelim ki nikâh; yalnız neslin korunması
maksadiyle meşru kılınmıştır. Nikâhları sonunda biri henüz diğeri
ni görmemiş olan karı-kocada, aynı eşlere mensup olan bir çocuğun
bulunması, âdet hükmünde elbette mümkün değüdir. İşte bu surette
eşlerin birisi çocuğuna neseb dâva ederse bu dâva dinlenir mi ve
çocuğa miras sabit olur mu?
Bü suretteki nikâh, oybirliğiyle doğrudur. Fakat maksat olan
cinsî temas yapılmamıştır. Buna göre nesebin sübûtu meselesinde
bizim İslâm hukukçuları ihtilâfa düşmüşlerdir. Hanefî mezhebinin
büyükleri, âkdin kendisini maksat menzilesine indirip nesebi isbat
etmişlerdir. Büvesüe onlarca neseb sabittir. Nesebi iddia edilen ço
cuk, babasından miras ahr demişlerdir.
Lâkin diğer ilim ehli, maksadın kesinlikle tahakkuk etmediğine
göre nesebi isbat etmezler; zira neseb, akdin eseri değil bilâkis ya
pılan cinsî temasın ürünüdür. Normal cinsî temasın bulunmadığı
yerde nesebin sübûtu meselesi düşünülemez.
Bu meseleyi “Kavaid-i Fıkhiyye” eserimizin 126. kaidesinin şer
hinde, 85. sayfada beyan etmiştik. Hükmün meşruiyetine sebep olan
lg ٠ M usa Carullah Bigi
imam Dar Kutnî Hz. leri hadis merfu olmak sıfatiyle, yani doğ
-rudan doğruya Hz. Muhammed (s.a.s.)’den gelen, dinlenen sı
:fatiyle, sahâbi Ebû Sa'lebe Hz.’lerinden
j ٠ ؛L٥ ؛Uja.. ؛؛،3 ٠Uj٠؛؛٠iü ■؛o ^»î ١j i ،؛i ؛i l i ١،”]؛؛
*66 ٠١ ç ؛-، ١٠5۵٠*s i - ؛٠ ،lü j q ،>، ؛.u A . ,>، ■~Xi
.hadîsini rivayet etmiştir
En doğru olan bu hadîslerin gayet açık delâletlerine göre şeriat
dilinde sükût kılınmış şeylerin hiçbirisinde vücûb ve haram gibi hü
. kümleri kıyas sayesinde beyan etmek caiz değüdir; çünkü Şâri
Hakîm sükût etmiş ise unutup veya gaflet kılıp değil, bilâkis af yolu
ile yani edasında veya terkinde sakınca yokluğunu bildirme tarikiyle
sükût etmiştir. Şâric Hakîm kullarına merhamet tarikiyle ve ko
laylık cihetiyle insanları vücûptan ve haramdan muaf tutmuşken
kıyas usûlleriyle insanlara zahmet vermek ve ağırlık yüklemek ta
.biatıyla reddedilir
ﺛ ﻨ ﻲ ; ا ﺷ ﻔ ﺎ ﺑ ﺴ ﺎ ش ﺗﺎ ﻻ ع: ﻛ ﺠ ﻰ ذ ﺋ ﻚ١
:.ﺗﺎل
. ﻟﻖ ﻻﻧﻴﺊ>ئ ﻳﺪق آ ﻟ ﺒ ﺌ ﺆ1 ﺀﻟﺔ;ؤﺗﺎذﺋﺘﺶ؟ ﺛﻞ٠غ٤' ةئ٠
ﺳﺎإ ﻧﺌﺎ' د غ: ﻊ ﻏ ﺆ أ ﺟ ﻏ ﻨ ﻨ ﺎ | أ ﻻ | ﺗ ﺎ ق
7-1. ﺑﺘﺄ ﻛ ﺪ ﺀ ا ﻟ ﺘ ﺒ ﺔ
٠ ٠ * ٠.
f f - *—*
(76) Nazır, tıpatıp bir benzer demektir.
(77 ve 79) En-Nisa’/82: “Kendilerine güveıı veya korku hususunda bir haber
geldiğinde onu yayarlar. Halbuki o haberi Peygambere veya kendilerin
den buyruk sahibi olanlara götürselerdi onlardan sönuç çıkarmaya kaa-
dir olanlar, onu bilirlerdi.”
188 Musa C arullah Bigi
ا ش ت٣ﻗ ﺊ ا ن ؤ ﺗ ﻮ ﻛﺎ ق ﺑ ﺊ ﺑﻨ ﻲ٠
أ ﻗ ﺔ ' ﻳ ﺘ ﺬ ﺳ ﻦ ( ﻟ ﻲ٠١
78 « 'ﻟﺰﺑﺬوا ﻧﻴﺐ آ ﺋ ﻴ ﺔ ﻓﺄ ﻛﺜﻴ ﺮآ ',âyet-i. kerîmesinin sonunda ge-
tirilmigtir. Sözün zahirini, görünüşünü İşitip, mânâsı üzerinde düğüm
meden, anlamadan ve haber yayan adamların hareketlerini kötüleme
yolunda, hem de istinbat eden ilim, ehlini'övme yolunda inmiştir.
istinbat, -kelâmın yalnız .'görünüşüyle kanaat getirmeyip kelâm-
dan anlagılan hükmün illetlerini aramak, neticelerini çıkarmak ve
konuşanın maksadım kelâmın nazmına vem ânâsn a' uygun bir su-
rette bulmak demektir.
a r ؟؛ ı İ J p î ؛..i
*80 7
9
8 ٠ İJJ ١
(78) En-Nisa’/81: “Kur’ân’ı durup düşünmüyorlar m ı? Eğer o Allah’tan baş
kasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.”
(79) En-Nisa’/82: “O haberi, Peygambere veya kendilerinden buyruk sahibi
olanlara götürselerdi onlardan sonuç çıkarmaya kaadir olanlar, onu bi
lirlerdi.”
(80 ve 83) En-Nisa’/10،: “Ey Muhammed, insanlar arasında Allah’ın sana
gösterdiği gibi hükmedersin diye kitabı gerçekten biz sana hak olarak
indirdik.”
Uzun .Günlerde Oruç 189
l e m u ’n-Nebiyyin’in mânâsı:
Çocukluk, :,deyrinden. gegerek bülûğa .erigmek gerefine nail olan
insanlık aklinin bundan sonra vasilerin vesayetine ve velilerin ter-
biyesine muht.ag olmayacağım müjdeleme ve İlân yolunda kitap ve
hizmetin en büyük 'muallimi olan §âri٥ Kebir Nebiy-i İslâm Muham-
m-'ed Aleyhisselâm Hazretleri, kendisinin en son nebiyliğini Medine’-
de ilk yıllarda ' ب.... ' , ر- ؤ ﻟ ﻜ ﺔ ; ﺛ ﻸ٠٠ âyet-i
kerimesiyle İlân etmigtir. ' ا ز م,, imam .Asım’ın kıraeti gibi
üstünle veya diğer imamların, kıraetleri gibi esre üe okunursa, da
her iki surette..' ayni mânâyı ifade eder.
.insan.igin semâi ulUhiyetten ve Arg-1 izzetten, inmig .0'lan müj-
delerin eiı büyüğü, g.u İlâhî müjdedir: Aklin ehliyeti, velâyeti, vasiler
(85a) '،0. Sayfada, 3 dipnotta açıklan anlar, bu hususun apaçık teyididir.
(86). El-A.hzâb/40: “Fakat. Muhammedi Allah’ın elçisi ve peygamberlerin so-
nuncusudur.”
192 Musa Carullah Bigi
u أ ﺳ ﺄ ; آ ﺻ ﺚ ﺷ ﺆ ا ل | آ ﺷ ﺤ ﺂ | و ص ﺷ ﺚ٠٠
f j ﺃ ﻓﻰ ﻗﺰﺩﺙ ؛ ﺃ ﺩ٠ ﻩ ﺩﻡ٠ ﺋﻨ ﻲ ﺍﻣﺌﺔﺍI ﻟ ﺬ ﻋ ﻎ1' ﻟﺨﺶL ﺃ ﻱﺉ
r tp : ﺑﺜﺎ, U ﺧ ﻮ ; ا ﻳ ﻰ ﻣ ﺬ ﻷ ^ ﺷ ﻘ ﺎ ت واﻟﺆ ض ؟ ﻳ ﺘ ﺔ ﻣ ﻮا٢ل. ) ذ
(87) F utûhat Mekkiyye: “Kıyas celî, aklî doğru görüş gibidir. Biz iddiala
rımızı şer’an Cenâb-ı Hakk’ın (Al-A،raf/184) “Göklerin ve yeryüzünün
hükümranlığını, bakıp düşünmediler m i?”, (Al-Â<؛raf/183) "Arkadaşları
olan Peygamberde bir deliliğin' bulunmadığını düşünmediler m i?”
—nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu kabil âyetler çoktur— diyen âyetlerle
mükellef bulunduğumuz âklî görüşle' isbat ederiz. Cenâb-ı Hak, ilk ön
ce, aklî görüşle mevcudatın isbat edildiğini itibar etmiş ki bu da en
büyük rükündür. Daha sonra birliğini ve ülûhiyyetihi itibar etmiş ve
akıllarımızla Allah’tan başka hiçbir ilâh bulunmadığını düşünmemizi tek
lif, emir buyurmuştur. Daha sonra Resûl Aleyhisselâm’ın getirdiğini aklî
görüşle görerek tasdik etmekle memur bulunduğumuzu bildirmiştir.
Bütün bunlar, asildir. Şayet bunlardan bir rükün yıkılırsa şeriatler bo
zulur. Bunun isbat delili ise akıl görüşüdür. Cenâb-ı H ak bunları itibarla
kullarını bununla yükümlü kılmıştır.
Kıyas da aklî görüşten ibarettir. Hakikî görüş, bize ana konularda ve
büyük rükünlerde kıyası kullanmamıza izin verirken kitapta, sünnette ve
icma٠؛da bulunmayan, fakat aradığımız şey hakkında mutlaka bir flâhî
görüş olduğuna zahip olduğumuz fer<î meselelerde mi onu bize yasak
layacak ?
Doğru veya yanlış olarak ferimde veya asılda bir müctehit sıfatiyle
kıyası tesbit edeni yanıltan kimse, Cenâb-ı Hakk’a karşı çıkmış ve su-i
edepte bulunmuş demektir; zira Cenâb-ı Hak, kıyasın hükmünü tesbit
etmiştir. O, bâtıl bir şeyi tesbit etmez. Cenâb-ı Hakk’ın fikri, noksandır
Uzun Günlerde Oruç
195
(91) İstishâb, İslâm hukukunda, yokluğu maznun olmayan bir emr.l muhak
kakın bekası ile hükmetmektir. Bu demektir ki eskiden v ar olduğu ke
sinlikle bilinen ve balen devam edip etmediğinde şüphe edilen bir ko
nuda eski durumun sürdüğüne karar vermektir. Bir şeyin bulunduğa üze
re kalması asildir. Meselâ, kaybolmuş birisi, kendi hakkında hayatta
sayılır; çünkü kaybolmadan önce kaybolanın hayatı, yakînen bilinip ak
si isbatlanmadıkça geçmiş zamanda var olan hayatının bekasıyle hük-
molunur.
Uzun Günlerde Oruç 197
(95) K ıyas celî, İslâm hukukunda, asıldaki illetin feri٠de ؛vücûdu açıkça gö
rülen ve hemen zihne gelen k ıy astır, ö rn e k olarak icâre-i ademinin ce
vazı, m ahsustur. F a k a t ،a k a rla rın ؛ve sairelerin icar ve isticârının ce
vazı hakkında bir n ass yoktur. B unlar, icare-i ademiye kıyasla yapılmış
tır. İllet ؛nassın ihtiyacıdır. A sıldaki bu illet, ferkde yani m enkulün ve
gayrim enkulün icarında da görülür. K ıyas celinin karşılığı kıyas hafidir.
Sebebi gizli olup hemen zihne gelm eyen kıyastır.
(96) El-Fâtır/43: “A llah’ın yasasında aslâ b ir değişme bulamazsın. Allah’ın
yasasında bir tağ y ir de bulam azsın.”
202 Musa Carullah Bigi
Juğuna.kuvvetli 'bir delildir: zira Ş âri. K ebîr ('» د.3 ) ,ئ دﺋﺒ ﺬ و٢
B ilâkis ﻻ٠٠ ا٠ ؤ 'ﺀاﻟﺊ١ ﺋ ﻘ ﺚ٣ 5 ٠اب٠ ﻟ ﺌ ﻰT 1 أ ج ا ﺋ ﺬ ﻳ ﺌ ﺄ ﻓ ﺒ ﻞوا ؤﺗﺘﺜ ﻮ٠٠
âyetin d e.b eyan 'k ilm m ıg h izm et m aslah atıyle idi.
17 ﺪ ﺗﺺﻫﻴﺔﻉ ﺑﺊ ﺍﻱ ﺃﺧﺮ
%
kerimesi, mânâsiyle umumi olup kazası vâcip olan özürleri İhâta et-,
miş, İçine almıştır.
18 اﻟ ﺴ ﺦ ﺋﺮﻳﺊ٠ ﻻi مﺀ ﺁﺋﺌﺌ ﺖ٤ ي٠ ﻟﻘﻬﺢ١ ﻳﺮﻳﺊ âyet-i ke -
، ORUÇTA KEFARET M E E IE S
:Kefâret konusunda 4 mezhebe itiraz
-SORU: Higbir özrü yok. iken bir insan Ramazanda kasden ora
?cunu açarsa ona k e f r e t vâcip olur mu, olmaz m i
-CEVABI: Cinsi buluşma sonucu doğan kefâret, 4 mezhebin gö
rüg birliğiyle vâeiptir. Fakat,.yeme ve igme neticelerinden doğan
kefâret. imam Mâlik ve lm am E b u Hanife Hz.'lerinin içtihatlarına
-göre vâcip ise' de, imam Ahmed v'e îm am .Şâfiî Hz.'lerinin .mezhep
'.lerine gÖ.re, vâcip değildir
Bu' meselede ictihat ehlinin delillerini sıralayalım.' .'iftar' kefâ ٠
.reti hakkında Kur'ân -1 Kerim'de bir söz veya bir İşaret yoktur
.Evet, ictihat. ehlinin hepsine delil, olabüecek. Sünnet-İ Neb'eviyye
-görüş birliğiyle hadis'kitaplarında rivayet kılınmıştır ki o da şöy
kidir:
(5) H adîs: HM/10, No. 154: “... Y em in ederiz k i bunu yapmayız. Hakkım ızda
âyet inmesinden veya Peygam ber’in hakkım ızda ؛؛a rı üzerimize kalacak
bir söz söylemesinden korkarız.” ,
(6) H adîs: HM/10, No. 154: “Sen Onunla meşgulsün!”
(7) H adis: HM/10, No. 154: “Yerine b ir gün oruç tu t.”
Uzun Günlerde Oruç 219
ﺗ ﺎ ءﺛﻰل
ﺋﺎﻫﻳق٠ ﻗﺜﺌﺌﻮ 1 ﻳ ﺆا ; ﺗ ﺘ ﺎ ﻧ ﺴ ﻰjümlesi, 'hadis" değil:'
belki yukarıda 215.-sayfada Şahabî Ebu Hureyre Hz.’lerinden nakil
kılınmış hadisin mânâca kısaltılmışıdır. Bütün hadis kitaplarım baş-
larından sonlarına kadar teftiş eden adam, -.bu sözü tasdik eder.
ﻋ ﺌ ﺌ ﺒ ﺊ- ا ﺗ ﺼ ﺎ ﺗ ﻴ ﺊ. دI ﻳ ﺎ ر غ: ' ﻣ ﺔ. أ إ ة. ﻓ ﺺا ﺗ ﺘ ﻴ ﺔ بJ T ﻧ ﻰ1 ر غu ذ
? ; ﻟ ﺸ ﺐ١ردﻳﺎ ?دﻳﺌﺎ ؤ ,ذر:(؛,أﻟﺜﺎز. آاﺋﺬ: ى ؛.ؤةإ ئ
(12) Gerçekten akım olan kim se karak terin d e Zul’K am eyn gibidir k i b ir se
bep geçer geçmez yeni b ir sebep arar.
(13) “H ayır işlerine koş; zira ona koşanlar, gayretleri tak d ir edilen insan
lardır, / İnsanlar gibi yarış, aklını ve şüûrunu koruyup yükselenler gibi
yüksel.” .
(14) Âl-i .İm ran/97: “Kim Allah’ı in k âr ederse bilsin ki doğrusu Allah âlem
lerden m üstağnidir.”
(15) “F u tû h at Mekkiyye”, c, 1, s. 647: “F asılda vagl: K asden yiyip içen kim
se hakkında bazı bilginler, onlara kaza ٠ye k efa re t vâoip olur derlerken
diğer bazıları d a onlara k efâ re t yoktur derler. Ben de onlara ne kaza
düşer, ne de k efâ re t derim. O kimse orucu hiç de kaza edemez. N afile
lerden farizasını tam am lam ak ümidiyle tâtavvvvu. yani nafile orucu ço
ğaltır; çünkü bizde farizalar, vakitlere bağlıdır. Vacip olan farizanın
kasden zamanı geçirilirse onu hiç kaza edemez.”
222 Musa Carullah 'Big؛
Yani niyet olmazsa orug bulunmaz. Buna göre, orada, orug boz-
mak suçu da. bulunamaz. Suç yok iken kefâret, elbette mümkün
değildir. Mezhebin delili budur!
Bu mesele, İslâm dini usûlüne değil, bilâkis mezhep usûlüne gö
re budaklandırılmış olan ikinci derecede bir konudur. Böyle mese
leler, her mezhepte çoklukla bulunur. İslâm hukuku kitaplarında
zikir kılman meselelerin ekseri, hiç olmazsa onda dokuzu mezhep
usûllerine göre budaklandırılmış ve' ehemmiyeti yok olan iftirazî me
selelerden ibaret olur. Öyle meseleler arasmda bu mesele gibi hem
garip hem de çıkmazlı meseleler de bulunur. Bu mesele, yani niyet
etmemiş olan oruçlulara kefaretin yokluğu meselesi, hem acaiptir,
hem de müşküldür. Acaipliği ise birkaç yöndendir:
1) Kerîm-İ Mutlak Allah Rabbi’l-Alemin Hz.’lerinin hitab-!
iilühiyyeti, hormet cihetiyle insanin zajnf niyetinden de itibarsız ol-
masa gerektir. Zayıf olan niyeti bozmak kefâreti icabettirirse hi-
tâta-ı ülûhiyeti ihmal etme, Arş-ı îzzet’ten inmiş olan hitab-ı ülûhi-
yeti ihmal ayakları altına almak, kefâreti yahut cezayı daha da
fazla icap ettirmez mi?!
2) Niyeti terk etmek suçtur. Kefaretin sukutuna da sebep
olamaz. Niyet ibâdettir. H attâ ibâdetin ruhudur. Ceza olmak sıfa-
tiyle ilzam kılman kefâretin vücûbuna hiçbir surette sebep olamaz.
Ramazan gündüzünde oruç bozmak suç ise oruca niyet etmemek da
ha da büyük suçtur. İki suçun birleşmesi, cezanın sukutuna sebep
olmaz.
(17) R am azanda orug tutm am ak niyetiyle sabaha çıkıp, yiyip, içip kadınla
tem as eden kimseye o günü kaza etm ek düğer. Ona her üç mezhepte
k efâret yoktıır. F a k a t Zufer’e göre k efâret vardır; zira onun nezdinde
R am azan orucu, niyetsiz tu tu lu r k i R am azan orucunu şeraitiyle beraber
bozmuş dem ektir. Bizim fikrimizce niyetsiz oruç olmaz. Dolayısıyle oruç
tutulm am ış, netice itibariyle de orucu bozmak işi bulunm am ıştır.”
224 MuSa Carullah BJgi
(18) '« e r suuf i m u n kendi dini vardır. Benim de A llah'ın kıdemde y arattığ ı
dinim var."
. SO N SÖ Z
111§
; ﺃ, ؛ ^ ﺀ ﻩ، ﺁ ﻟ ﺌ ﺔ ﺫ ﻕ ﺀ ﺅ٠٠ﺇﺋﺬﺫﺳﺐ.٢ ' ﺅﺋﺆﻵﺃﺓ٠ ٠ ﻻﻉ٠ﺉ ﺁ
ﺑﻨ ﺊ€ ا ﻓﺘ ﻤ ﻮ١ إ ﺷ ﻴ ﺒ ﻮ آ ﻗ ﺬ م ﺀ ﺋ ﺔ ؤ¥ ﻧ ﻬ ﺞ
ﻣﺒﻘﻴﺮ٠ﺗﺬﻛﻢ ﻳﺐ٠ ﺍﺫﺍ.ﻕ ﺇﻳﺘﺎ ﻥ ﺑﻞ ﻳ ﺨ ﺆ ﻭ ﻥ ﺑ ﻼ ﻗﺎ ﺅﺍﻳﺜﺘﻘﺪﺩﻥ ﺑﻴﺪ٤ ﺙ.
îğ û
ﻳﻮﺟﻊ ﺑ ﺌ ﺸ ﺬ٠ى ﻳ ﻰ ﻻ١ ت ; ئ ﻟﻢ ﺀﺋﻊ؟د د٠U ؤ، ﺛ ﺪ ا ﺗ ﺌ ﺬ
ا5 ﺑ ﺌ ﺘ ﺆ د د ﺗ ﺄ ة ؛ ل. ٠ئ أ ﻗ ﺪ د ﺋ ﻰ ﻗ ﻼ ﻗ ﻮ ﺑ ﻰ ؛ و ه ؛ ن ﺀ ﻻ ﻗ ﻲ
e —ﺗﺎ
ﻗ ﻨ ﺎ ﺗﺖ ﻧ ﻌ ﻤ ﺜﺎ U ﺛﺪا ﺀﻣﺎ ﻟ ﻌ ﺪ ﻟ ﻘ ﻴ ﺜ ﺎ 'آ ةا.ؤ 'gibi âyet-i
kerîmelerin irgadlan olsa gerektir. -
Tahsil yoluna çıkıp da dönemeyen nice yiğitleri, öğrencilik iimit
ve emeliyle uzun.: seferlere ؛çıkmış olan nebiyleri ve en bUjriik him-
'metle.'-futûhat ve. islâh'.kasdiyle'türa y e^ ü zü n ii yormuş olan nor-
mal'b'îr kulun Kur’ân -1 Kerîm'în sûrelerinde zikredilmesi de bu mak-
satia tahakkuk etmiş ,olsa, gerektir. 'Bu sûre, -büyük camilerde her
haft'a'cem aat huzurunda Cumadan önce okunmak v e mü’mîülerin
kalplerine üm it y e .e m e l vermek miilâhazasiyle indirilmiş olsa ge-'
rek tir.'
Milletin ocu k la rın a ve öğrencilerine emel büyüklüğü v e him-
m et yüksekliği, herhalde gerektir. _ .
bugünkü dubum a B Ü Ş M İZ İN a n a se b e pl e r i
(4) “Akıllı, ahlâkında Zu’l-K arneyn gibidir. B ir sebep geçer geçmez hemen
ikinci b ir sebep daha a ra r.”
(5) El-Kehf/61: “Ben iki denizin birleştiği yere ulaşm aya, y ah u t yıllarca
yürüm eye kararlıyım .”
(6) El-Kehf/63: “Azığımızı çıkar, andolsun bu yolculuğumuzda yorgun düş
tük,”
230 Musa Carullah Bigi
kaldılar. Aile pâkhği, kadın ve kaz iffeti, jriiz perdesi gibi, en zayıf
bir tedbirle korunmak zarureti hâsıl olacak, kadar aşağı derecelere
indi, iffetin kıymeti, birkaç kuruşluk perdeden ibaret oldu..iffet, fa-
zilet olmak şerefinden çıktı. Mahbusluk ve.örtünme kuvvetiyle ilzam
kliman, hem de gayet zajnf bir bag oldu. Yüzden perdeyi sıyırmak,
haneden ayakla çıkmak ne kadar kolay ve ne :kadar normal bir. hal
ise iffeti feda etmek hareketi "de o kadar âdî, o kadar ehemmiyet-
siz ve mesuliyetsiz bir hareket olabilmek derecesine geldi...'
Kadın ve kızların yani annelerin bütün durumları, ahval-i ra-
biyeleri ve ahval-i akliyeleri, çocuklara intikal edip Islâm ehli, her
yerde her yönden geriledi, ve din inana zayıfladı. Ulûm, maarif,
sanayi ve siyaset âlemlerinde İslâm ehlinin zerce kadar ehemmi-
yeti kalmadı. Çocuklarda faaliyet ve rah yokluğu, kalp zayıflığı,, akil
kıtlığı, İslâm âleminde'erkek yokluğu, bir sebepten d o g n miitead-
dit eserler gibi, ailede kadm ve kızların yani annelerin hallerinden
ileri gelmiştir.
Bir millet, anne nüshası, örneği olur. Çocuk, .anne ve babasının
olgunluklarına ve kusurlarına, vâristir. Yalnız- ata ve ahasUun değil,
belki ailede, nesilde ..ve millette bulunan olgunhıMann en miihim-.
lerini de çocuk haiz olur.
ل0 ﺚ ﻭﺛﺚ ﻟﺘﻊ ﺍﻟ ﺸﺒ١ ن3 ﺑﺊ ﺑﺎﺋ ﺪ’ﻭﺍ ﻓﻬﺘﺎ ﻟﺌﺒ ﺪﺗﺌﺒ ﺰ ﻧ ﻠ ﺜ ﺎ.ؤ اﺛﺬ
\
(٠) .-.,/... şekilde bölüden önceki rakam sayfayı, sonrakisi de satın veya sa~
tırları gösterir.
236
— B — e—
Çar XIV/12. XV/20. XVI/42
B. .Arabi 31/13
Çimbar X3I/12
Bağdat 13/15, 16, 21, 23, 35, 36.
Çin XVIII/3
14/36. 15/12, 18, 21. 16/41.
Baki 169/23
Baltik Denizi 69/40
Basra 13/15 Deccâl 85/5. 30, 31. 92/28. 93/1, 7, 21,
Bedr Gazvesi 123/1 32, 33. 94/2, 3
Beni Zureyk 216/36 Delhi 7/26. 18/6, 7
Benares 7/5, 21. 8/13 Deylikamoğullan XII/13
Berlin XV/5. XVI/10. XVII/27, 29. Darimî 178/30
XIX/10. 2/13. 199/37. Divan Ekber 195/13, 17
Beytullah 40/31 Divan Haliz Şirazi 61/36
Bhopal XVIH/6. 17/30. 18/5. Doğu Türkistan XVII/19, 36
BigioğuUan XIX/15. Don ırmağı XII/8
Biktimur-ağı XII/15
Bolşevik XIV/7, 33, 34. XVI/23, 24,
35. XDC/19.
Bombay XV/17. XVIH/16. XXH/10. Early Man 42/15
17/26. 18/8, 30. 138/34. Ebubekir 144/21
Buhara XII/32. 14/30, 32, 33, 34, 35 Kbu Cebi 118/37
Buhar! 50/5. 96/33. 122/17, 23, 32, Ebu Daw٠d XXV/36. 85/29. 93/37
37. 129/27. 233/35 198/29. 209/9. 216/13. 218/25
Buharin XIV/34 Ebu’d-Derdâ’ 182/19
Bulûgu’l-Derftm 217/4, 12, 29 Ebu Hanife 24/26. 28/34. 162/25.
Bursa 12/11 233/35
■ Ebu Hatim Es-Sicistani 144/33
Büğülme 198/2
Ebu Hizyam 95/38
İkinci Bütün Rusya Kongresi XVI; 31 Ebu Hureyre 45/6. 46/19. 50/12, 28.
213/27. 220/4
. ٠١ C— Ebü’l-cAlâ’ 43/7. 12, 22. 46/28. 73/34,
37. 74/1. 153/25. 154/2
Ebu Reheb 118/16. 119/13, 22
، ahir 122/21, 34
Ebu Na، fm 128/31
Cafer Kırımer/19, 21 Ebu Sa/lebe 183/3
Cahiz XX/9. 6/20 Ebu Sa، d 209/10
Cami٠u Muslim 85/28. 93/37 Ed-Diwanu’l-Ekber 195/35
Camku’l-Buharî 23/23. 32/27. 44/20 El-Ahzâb 107/7, 30
EI-cAlak 5/38
Cebelu’n-Nûr 5/5. .19/32. 20/8
Ei-Acrâf 28/42. 110/35. 157/25
Cebrâil 20/26. 143/31. 189/32, 33 El-Azher 10/12, 19
Cebelu’i-Fârân 20/21 El-، Aı، kebût 35/34. 79/25. 90/27
Cebelu’l.Kamer 38/10 Kl-، Asru’l-ls١âmi 145/39
Cemile 218/16 El-Bakara 6/38, 39. 23/25. 33/35.
Cemiyet Kur’âniyye XV/32 80/33, 37. 88/34. 90/29. 91/26.
96/32, 98/32. 99/30, 33. 101/36.
Cem، u’l-Cewami<119/19 .24/30 ؛
102/31, 37. 103/37. 105/34, 35.
Cihannuma 113/4 106/31, 42. 107/13, 35. 108/29, 32.
Cizre 1623 ,21/؛ 110/5, 27, 35. 111/34, 37. 112/34,
237
35. 111/36. 116/28, 34, 36, ' 37. 28, 29. '109/28. 18ﻟﻢ/ 2 ا٠23. 187/37.
118/17, 30. 120/29, 30, 34.' 121/35, 188/21, 26, 29.-189/31. 190/31
37. 122/26. 123/32. 124/31. En-N٥r 131/31, 161/.2, 18, 33, 35.
126/32. 127/3'3.' 130/30,-.32, 31.' '165/32. 167/28, 3.3, '35. 175/30,
132/28, 32. 133/35. 135/29. 33. '176/31, 31.
'35, 37, 38. 147/27, 30, ,31. 148/28., Enes 122/14, 27
30. 149/31, 35, 36, 37. 1'50/32. Er-R٥m 8Ş/29. ,136//29. '202/28, 35.
177/34, 36. 178/31..'206/31. '2'09/ . Endicanh Sabir Ahun XVII/39
33. 209/18. 210/30. 211/30. 212/ (Asistan) Erksin Güleç XXVI/20
u. Esma Xvm/27, 29 ' ' '
El-Buhari 163/33. 175/28. 182/21. Es-Saîfât 31/37. 136/32
183/32. 313/26.. ' E Ş ra
؛- ٥ 6/37. 87/31. 88/29. 92/35.'
El-Camiu’lHuseynl XVIII/18 130/35,.'36.'181/19.'
El-Enbiya’ .81/34.156/37. Eş-Şams 79/32
E 1 - E İ 1 28/14.130/28, 30.131/29, Et-Tel١١îh 117/33. 118/39
32.. 135/37. 157/31, 34. 15.8/30. EtKrmJzî 182/30. 19.8/29
'210/28 Et-Tevvbe 82/26. 138/35, 38. 195/32
El-Fafir 201/36 EiWS b, Es-Samit 218/16
El-J,’<؛t:-، ١vî 38/ ئ Ez-Zıımer 107/36
El-En.âm .125/36. 166/31. 175./27'. — F —
181/36. 210/31 ' : Fatma X I I ll, 21. XIX)29
E l ٠٠ rkaa٥ 84/37.90/35 Fetheddin Efendi 68/2
El-Haşr 202/34 Feth-İ Mekke Gazvesi 123/1
El.Hlcr 33/28. 41/30. 166/33 Fe٠ îl-Barî 15/9
El-Hacc 23/21. 57/29,. 207/36 FeUnJGaffâr 117/31. 178/35
El-Inşkâh 121/36 Fevziye Nafiz Doğrul XK/35
El-tsrk’ 28/45. 37/31. 76/37. 130/26, . Filistin '15/22
27. 156/34 ,Finlandiya XV، '6.31.XVII116, İŞ, 21.
El-KeM 90/33. 229/6, 31, 34.: XVIII/13, 26.. XX)30. XXVI/11.
El-Iaızftmiyyat 74/1, 27. 82/24.'-'83/26. .2)5. . 3/5. 8/17, 20. 10/26.
'86/37, 38. 1'38/31,. '.'12/17, '30., 33, 38, '39. 13/3. 1.9/1,
ﺀ1-د 79/28 1İ...21/3, 7, 17. 22,/7. 61/21. 62/29.
El-Mdlde 21/37. 28/'41'., 29/37. 109/25. 61/27, 30. 67/1. 68/21
171/36. 184/25. 205/32 Finlandiya Cemaat Jslâmiyesi 1.11/6.'
El-Mercani .19/20 XX/30. XXVI/11. 1/2, 10.
El-Mlteadele 109/10, 35. 136/30. ,.Flnmarken 60/2
211/8, 39. 217/20. 218/15, 2'8 Finler 63/8, 21, 29, 32, 33,'.35,.'36,'11.
61/5, 13, 23, 21,'2.7. 65/13. 66/2,
El-Muhtasar 102/36
..10, 11, 11. .68/13. 69/1, 5, 10,'26.'
El-Mıı’mln 131/31 70/31
El-Mu’mln٥٠ .41/34. 113/35„,'', Firdevsi 8/23, 21,.28
El-Wagra 8/5, 9 Fransa XVI/10
El-Murseiat 31/39 Freud 41/10
En-Nakl 79/22., 89/30. 139/31. 140/28. 'Possllet 87/30.
111/35, 37., 113/27, 33„ ,34, 37. FutOhat Mekklyye '26/27, 29. 27/21,...
141/23 28/1. 30/.10, 17.' 31/10. 32/17.
En-Nâzî٠at .29/34 33/19. '39/20,' 26. 40/16, 27, 41/22.,
Bn-Nesâî 182/24. 198/30. 233/37 43/20. 41/17. 47/19.. 184/13, 14.
En-Neml 228/37 185/12, 29. 19.3/17. 19 ا194/13.
En-Nlsa’ 61/31. 90/32,' 33, 35. 91./27, 195/1. 221/15, 28. 226/16, 17, 21.
23ة
Gam 19/33, 37., 20/1, 2,.3, 11, 12. Irak XVIII/l. 12/8.'. 13/14, 39. 18/3.
Gölboyu Medresesi XH/23 21/21
Gülistan 81/38, 139/30 (Dr.) Işın Çetinkaya XXVI/20
(Prof. ».) Grahmann 42/18-
Grönland 59/16
،— _ ' ة - S
(Halife). Osman 11/3. 145/1, 19 Sabri Efendi XXV/4, s. XXV٠I/12,
Osman Ali XXVI/12 30,34
OsmanlI imparatorluğu XXIV/12 S a d 204/27 .
Oşta 'Halim 'Ahun XVII/39 S a d i 81/38. 139/30
(Prof. Dr.)Saadet,CagatayX X VI/16
(Prof.) Sadri Maksudi XVI/29, 36, 39
Safâ 106/24
ÖmeruT-Faruk 21/29 SalUhıJl-Buhar198/29 .50/28 .41/20 ؛
Ömer J l t f i Meymen XXH/12 Sahih Musllm 122/27. 198/29'
Seb^ 4/34. 184/26. 190/32
٠ _ ﺀ Seleme b. Sahr 216/14.'.217/29. 218/'
Paris XV/38 11, 22, 29. 219/26
Petrograd XIV/40 Selmanu’l-Farisl 10/34. 182/14
Petersburg XIII/21, 23. 19/16'. 61/22,' Semerkand 6:3/29
29, 3.0. 62/5.-65/29, 30, 31 Semmâkin 48/2, "30.
!‘،؟؛ckhonov XVlII/18, 21 Semhd 45/25, 28
Penza XII/12 Sibeweyh 146/32
Pe ؛aver XVIII/، Sibirya 63/28
'(La) Prehistoire de l’Humanite 42/19, Soljenitsln XVI/26
26 Soyyetler XIV/22, 26. XV/3. XVÜ/5.
Poblyaroy ة٦/ة " x١rcil/13, 27. X K /4
stalln XIV/13
Sunenu’tt-Nesai 7 5 /3 0 .-1 2 2 /3 2 ,'3 3 ..
..123/30. .
» a d 165/35. 166/30 Sttnnet XXHI/37
Ramazan ^111/12 Sunenu’t-Tirmlzl 75/30
»azl 168/26 Sumatra 7/22
RazJler 49/24 Suriye 12/8, 29, 3g. 15/21, 25
Rlhlmikl 66/32 Süreyya 48/1
Rlzaiddin Fahrcddin .198/25, 31.
." 233/10 ',
Kostovskoye Riyalnoye u.ilise.؛
XII/25 Şahabeddin El-Mereanî 19/36
Rostov XIII/7, 13
RostOvna-Donu XII/9 Şah Rıza Ptehlevî 8/28
Romanya XVII/32 Şam 15/19,20. 41/12. 65/29
Roneberg 65/15 Şatibiyye 145/8
Ruhu’l l m i n 189/26 Şemsu’I-Elmme Serahsi 13/29
RuhulK udus 143/31,33. 189/24 Şeriat Esasları 8/10
Ruslar 63/7, 28 Şeyh S a d î 81/5
Bus XIII/14, 22. XV/39. XVI/1, 22,. (Prof. Dr.) Şewhi Dayf 145/39
'26. .XVII/18. XX..27 Şiraz $/16, 17
Rusya XI/'l2. XIII/16, 25. XIV/17, 20, Şûra Dergisi X m /34. 233/7, 14
24, .29,' 31. Xv/l9, '27. XVI/5, 22,
25. XVH/38.. XVIH/10, 36. XIX/
28. 11-/13.' 60/1. 67/34.. 70/2. 198/38
RuvaJeml 68/27, 30, 33'. 70/8, 11,'16, Ta.blri’r-ru'yâ '41/14
28 Tâhâ 23/26. 71/35
Ruze 8/10. .19/35 Tahran 8/31. 9/8
242
209
209 94-98. 116-121.
209 4 99. 122 .
209 21 ...ecirden mahrum ...ecirleri kazanmışlardır.
kalmışlardır.
209 31 ...bir sebeptir dedi. ...bir sebeptir dedi Bunun üzerine oruç,
Bu ise lanm bozdular. Bu ise...
'2.10 24' vak 'v ak it
215 18 ...sarfetik. ' ...sarfettlk.
218 19 ••••••■• J jl ، ؛1 ؤ ﻳﻌﻮد١
220 20