Professional Documents
Culture Documents
Hayali Dogu - Thierry Hentsch PDF
Hayali Dogu - Thierry Hentsch PDF
Thierry Hentsch kitaba Batı’nın tam karşıt terimleriyle ifade ve sınırları belirsiz olarak
tasavvur edilen “hayali Doğu”yu sorunsallaştırarak başlıyor. “Doğu” algısının merkezine de
“Akdenizli Doğu” dediği, aslında yüzyıllardır Batı ile yoğun kültürel alışverişi olan ve Batı’ya
coğrafi olarak en yakın olan Doğu’yu yerleştiriyor. Burada sözü edilen Doğu tasavvuru yani
“öteki” sayesinde de aslında “Batı” kendi kimliğini kurma/ifade etme olanağı buluyor.
Hentsch’e göre Doğu-Batı karşıtlığının kültürel-politik anlamda tam anlamıyla
kurulduğu zaman dilimi, Aydınlanma ve Rönesans hareketlerinin beslediği 19. yüzyıl düşünce
atmosferi.
1- EFSANEVİ SINIR
2- ORTAKYAŞAM VE ÇATIŞMALAR
O halde Doğu-Batı ayrımı 11. ve 13. yüzyıllardaki Haçlı seferleri ile mi başladı?
Hentsch’in cevabı yine hayır; Katolik kilisesinin bağnazlığının arttığı bu yıllarda Akdenizli
Doğu ile Batı arasında ticaretin de etkili olduğu bağlar kurulur ve “Batı” bilim-sanat
anlamında kendini besler. Haçlı seferleri ise İslam’a en uzak coğrafyada bulunan, Akdeniz’le
doğrudan ilişkiye girmeyen kuzeybatı Avrupa’da filizlenir. Oysa aynı dönemde Bizans ile
İslam coğrafyası arasında husumetten çok karşılıklı çıkarı da içeren belirli anlamda hoşgörüye
dayalı bir ilişki mevcuttur.
Haçlı seferleri Asya-Avrupa arasında kalıcı ilişkilerin kurulduğu bir gidiş-geliş yaratsa
da, bu seferlerle birlikte taşınan masalvari söylentiler, “bir düşünce sistemi olarak, karşı
tarafın ideolojisi hakkında, genel, yapay, kendisini eğlendiren ve tatmin eden bir imaja
susamış geniş halk yığınları1” yaratır. Salaheddin Eyyübi gibi Doğu figürlerine karşı korkuyla
karışık bir hayranlık vardır ancak bu kahraman da İslam inancıyla örtüştürülmez; onun için bu
şövalye Hristiyan olmalıdır denir.
1
Thierry Hentsch, Hayali Doğu, Çev. Aysel Bora, İstanbul: Metis Yayınları, Ağustos 2008, s. 68.
İslamiyet ve Muhammed hakkında bu güne kadar taşınan birçok basmakalıp ve küçümseyici
imge oluşur. İslama karşı zaman zaman gösterilen anlayış bile onu Hristiyanlık içinde eritme
hedefi taşır. Sonuç olarak 11. ve 13. yüzyıllarda öteki olan sadece “dinsel” manada İslam
dünyasıdır; kültürel anlamda ise Bizans öteki olarak adlandırılabilir. Çünkü Arap ilmine
yönelik kuvvetli bir ilgi mevcuttur ve bu coğrafyaya yönelik dini saldırı Papalık merkezli bir
ortak düşman yaratma deneyimidir.
3- ÇATLAĞIN OLUŞUMU
15. ve 16. yüzyılla birlikte Osmanlı Devleti yükselişe geçmiş ve Türk hegemonyası
Balkanları ve Akdenizli İslamı kontrolü altına almıştır. Osmanlı bahsedilen dönemde fetihçi
politikasının sonucu olan geniş topraklarını idare etmek için enerji harcarken; Avrupa yeni
kıta ve pazarlar keşfetmeye, ekonomik-toplumsal düzeni tümden değiştirmeye dönük arayışlar
içerisine girmiştir.
Bodin ise dünyanın gidişatına yön veren, bilimsel anlamda da lokomotif olan bir Batı’yı
tarihsel ilerlemenin merkezine koyar. Doğu ise Batı’nın ilerlemesine katkı sunabilecek bir
mirastır, değeri kalmamıştır. Avrupa’nın kuzeyinin yükselişe geçtiği bu dönemde sosyal-
tarihsel bir çatlama gerçekleşir ve Akdenizli Doğu “merkez” olma özelliğini yitirmeye başlar.
4- DOĞU’NUN UZAKLIĞI
Akdenizli Doğu 17. yüzyıl ile birlikte, kendini dünyanın merkezine yerleştiren Avrupa
tarafından her anlamda ötekinin temsili konumunu alır. “Öteki, fethedildikçe, boyun
eğdirildikçe, satıldıkça, sömürüldükçe, hatta sadece keşfedildikçe şeyleştirilir… Doğu merak,
bilgi, moda (egzotizm) ve ayıplama (despotizm) nesnesidir. Daha sonra, bir kıyaslama ve fikir
yürütme malzemesi, pencere ve ayna. Artık uygulanan baskı –var olduğu oranda- yapısal ve
entelektüel niteliklidir”3
5- MODERNLİĞİN DOĞUSU
Napolyon’un Mısır seferi ile başlangıcı işaretlenebilecek 19. yüzyılda ise Akdenizli Doğu,
Batılı devletlerin güç mücadelelerin bir nesnesi, “topun tüfeğin, sermayenin ve fantezilerin”
kurbanı haline gelir. 19. yüzyılın başında Mısır’da yaşandığı gibi, artık Akdenizli Doğu büyük
güçlerin çıkarlarıyla biçimlenmiş bir çarpışma alanına dönüşür. Ekonomik anlamdaki
sömürgecilik, mali olarak kendine bağımlı hale getirme; politik araçların yanında Batı’nın
elinde bir koz olarak belirir. Ötekilik de bir egemen olma, sömürme ve hegemonya kurma
nesnesi olur. Doğu’ya modernleşmenin zorla ithali, “özgürlük” götürme hayali; günümüzde
de türevlerini gördüğümüz gibi sömürgeciliğe kapı açar. Böylece Aydınlanma mantığı ile
emperyalizm birleşerek Batı’nın yıkıcılığını arttırır.
Öte yandan, felsefi düzeyde, Fransa’da Aydınlanma Doğu ile politik açıdan bir ötekilik
inşa ederken; sanayi toplumunun akılcılığına düşsel/ideolojik bir denge arayan Alman
romantizmi Doğu’yu Antikçağ’a götürerek Avrupa evrenselliğinin hizmetine sokar ve Batı
uygarlığının tamamlayıcısı haline getirir. Hegel’in Doğu’su Batı’nın bilincindedir ve aklın
tarihinde çocukluğu temsil eder. Bu Avrupa merkezci bakış açısıyla Doğu, insan aklının
ilerlemesinin ilk safhası konumuna indirgenir ve Batı felsefesinin nesnesi olması dışındaki
gerçekliğini kaybeder. Hegel oluşturduğu tarih felsefesiyle sanayi toplumunun kazanımlarını
güvence altına alır. Marx’a göre de “Doğu”, ya Batı evrenselliğine karışacak, onun maddi
üstünlüğüne boyun eğecek ya da yok olup gidecektir. Böylece aslında geçmiş yüzyıllarda bir
düş malzemesi olarak ilgi gören Doğu, kendi gerçekliği ve ilerleme mantığı içinde
değerlendirilence düş kırıklığı yaratır. “Doğu, modernliğimizin ürettiği o can çekişen
rüyadır.”6
4
A.g.e., s. 168.
5
A.g.e., s. 196.
6
A.g.e., s. 223.
6- TEDİRGİNLİĞİN DOĞUSU
Batı’nın bir malzeme ve nesne olarak baktığı Doğu, 20. yüzyıla girildiğinde ise,
düşünen, yara alan ve talep eden bir özne olarak Batı’nın karşısına geçer. İslam, Batı’nın
dayattığı modernizme tek ciddi ideolojik direnç noktası olarak ortada belirir. “İşgal edilen,
incelenen, ziyaret edilen, sömürülen, fantazmaları süsleyen Doğu, bir yerlerde boyun eğmez
ve baskıya gelmez olarak; gürültülü ya da sessiz ama azimli bir reddediş, Batı’nın tüm
gücüne rağmen bir türlü üstesinden gelemediği bir engel, durmadan yeniden kapanan bir kapı
olarak kaldı.”7
Bir yandan Batı, 20. yüzyılla beraber, kendisini var eden akılcılık ve evrenselliğe karşı
da bir eleştiriye girişir; dünya savaşlarının yarattığı toplumsal/ekonomik yıkım da bu akılcılık
eleştirisini perçinler. Toynbee’ye göre Batı’nın üç yanılgısı vardır: Benmerkezci yanılsama,
hiç değişmez Doğu klişesi ve büyümenin düz çizgi halinde ilerlediği yanılgısı. Tüm
modernizm/özgürlük ihracına, sömürüye ve paylaşıma rağmen, Batı’nın içerisinde eritemediği
Doğu, kendi gerçekliğinde yerli yerinde durmaktadır. Bunu pişmanlık ve korkuyla karışık bir
“sömürülen halklarla barışma” duygusu takip eder.
Hentsch noktada Batılı aydını “kendi köy evini, gerçek köylülerin yaşam biçimleriyle
pek de bağdaşmayan bir tarzda düzenleyen bir kentliye” benzetir. Bütüncül baktığımızda,
Batılı entelektüel yine Doğu’nun gerçek sesine kulak tıkar ve onda kendi duymak istediklerini
bulmaya devam eder. İslam’dan çelişkili olarak, hem modernliği tartışması ve benimsemesi;
hem de kendisi olarak, Batı akılcılığının sığınacağı bir vaha olarak kalması beklenir.
7- ÖLÜMCÜL SINIR
Kitaba (1988 basım) sonradan 1992 yılında eklenen bu son bölüm, Doğu-Batı
arasındaki, düşsel unsurlarla tamamlanmış, jeopolitik, kültürel ve bilimsel sınıra odaklanıyor.
Hentsch’e göre modern Batı’nın ortaya çıkışı ile ona karşıt bir Doğu’nun belirişi aynı tarihsel
döneme denk düşer. Temelleri Rönesans’a kadar götürülebilecek yeni bir düşünüş biçimiyle
Doğu-Batı arasına simetrik karşıtlıklardan mürekkep bir sınır çekilmiştir. Evrensel akılcılık
yazgısı gelişme ve refah olan bir özken; Doğu’ya matuf akıl dışılık tarihöncesi bir kalıntı, yok
olmaya mahkum bir biçimdir. Ama o halde, Batı’nın Irak’ta evrensel değerler adına
meşrulaştırdığı ve kendi “modern” ilkelerine taban tabana zıt olan yıkım nasıl açıklanabilir?
“Bilimsel, teknik, ekonomik, sosyal ve politik gelişmeler, sadece Batı dünyasına özgü
bir evrimle genel bir ilerleme düşüncesi altında kolektif belleğimize sökülüp atılamaz biçimde
kazındı.”9 Bu düşünce, 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı ve trajedileri ile darbe alsa da,
zihinlere bir ezber (Hentsch’in deyimiyle amentü) olarak kazındı. Batı’nın amentüsü, Doğu-
Batı arasına çizilen o “ebedi” sınır: Modernizm. Batı’nın “biz” dediği şey aslında
“modernizm” ve tüm dünyanın bu olmadığının da farkında; bu sebeple “öteki”ne de kendisi
gibi olmasını emrediyor. “İşte bizi en rahatsız eden de bu: Bilgisiyle, modern tekniğin
evrensel somutluğunu üreten bir uygarlığın, değerleriyle evrensel kabul görmemesi.”10
Hentsch’e göre ötekinin bu bitmek tükenmek bilmeyen direncine karşı “biz”de oluşan
hoşnutsuzluk üç sakat temelde kök salmış: Sahip olduğumuz tüm bilginin tarihsel olarak
Batılı olduğu inancı, Batı bilgisinin ortaya çıkardığı modern teknikle aynı evrensellikte
olduğu sanrısı ve Batılı Aklın bilginin yanında değerleri de evrenselleştirdiğine olan itikat.
9
A.g.e., s. 302.
10
A.g.e., s. 304.
bitmez tükenmez insani zenginliği içinde bakmak yerine, bir bakıma bilinçli olarak, onu bir
uygarlığı meşrulaştırma aracına indirgiyoruz.”11
11
A.g.e., s. 306.