Professional Documents
Culture Documents
Hikmet Yurdu, Yıl: 9, C: 9, Sayı: 18, Temmuz – Aralık, 2016/2, ss. 195 - 212
* Makale “Myth, Symbolism and Truth” adıyla Journal of American Folklore, LXVIII 1955, 379-392 yayın-
lanmıştır.
** David Bidney, Prof. Dr. (1908-1987): Doktorasını 1932’de Yale Üniversitesi’nde tamamladı. Antropoloji ve
gerçekçi bir yaklaşıma sahip reformcular onları kolay kanan ve hurafelere inanan
kalabalıkları aldatmak için tasarlanmış kurgular olarak küçümsediler. Hristiyanlığın
erken dönemlerinde Hristiyan teologlar pagan mitlerine karşı Epikürcü argümanları
kullanmaktan hoşnutlarken, hükümdarlar ve Stoacı ve Yeni-Platoncu filozoflar Hristi-
yanlığın özel ilahî vahiy iddiasına karşı mücadele ediyorlardı. Sözgelimi Philo ve Aziz
Augustinus gibi Hristiyan ve Yahudi teologlar, Eski Ahit’teki anlatıları hem alegorik
olarak hem de gerçek olarak yorumlamaya hazırlardı, ancak aynı itibarı pagan mitlerine
karşı göstermeye istekli değillerdi. Pagan dinî metinleri o zamandan bu güne Batı’da
güvenilmez ve inanılmaz anlatılar anlamında “mitler” olarak kabul edilmelerini, geniş
çapta Hristiyan etkisine ve hoşgörüsüzlüğüne borçludur.
2 Totogorik (tautegorical): Aynı şeyi farklı kelimelerle ifade etmek. Alegorik karşıtı (çev.)
198 Mit, Sembolizm Ve Hakikat
Cassirer, Schelling‘te tüm mitolojinin özünde tanrılara ilişkin kuram ve tarih ol-
duğunu ileri sürer. Schelling’in mit felsefesi, Andrew Lang, Wilhelm Schmidt ve
Wilhelm Koppers’ın etnolojik kuramları gibi, mitolojik çok tanrıcılığı takip eden birincil
orijinal tek tanrıcılığı var sayar. Bununla beraber Cassirer, iptidai dinin nesnelerde içkin
bir büyü içeren, olağanüstü gücün bütünüyle farklılaşmamış bir sezgisine dayandığını
kabul eden Preuss, Vierkandt ve Marett’in görüşlerini kabule eğilimlidir. İlkel, mit üre-
ten (mythopoeic) zihnin, herhangi bir ön bilgi varsayan metafizik kavramlara başvur-
maksızın, emprik ve işlevsel olarak incelenmesi gerektiğini iddia eder.
Nihai olarak mitin birliği, genetik ilişkisi ve sebep arayan bir izahta değil, ruhî
gerçekliği inşa eden bilincin götürdüğü bir yön olarak gayeliliği gözeten bir anlamda
3 Ernst Cassirer, The Philosophy of Symbolic Forms II (Sembolik Formlar Felsefesi), New Haven 1955, s.
13.
Beşer kültürünün başlangıcında mit henüz diğer kültürel formlardan keskin bi-
çimde farklılaşmamıştı. Böylece dil, tıpkı mit gibi, dünyanın ve nesnenin tam bir eşitli-
ğini muhafaza eder ve ancak aşama aşama kendi ruhî formunu ve mana taşıma işlevini
kazanır. Benzer şekilde sanatta ilk zamanlarda gerçek ve ideal arasında keskin bir farklı-
laşma yoktur. Sanat da ilk olarak büyüye dayalı temsillerin içindeydi ve imge, salt este-
tik bir mana taşımıyordu. Böylece, her ne kadar iptidai kültürde köken itibariyle mit, dil
ve sanatın her biri bir diğerinin içine nüfuz etmiş olsa da, beşer ruhunun kendi yarattığı
sembollerin çeşitliliğinin ve görece otonomisinin bilincine vardığı noktaya doğru kade-
meli bir ilerleme vardır. Bilim, kültürel yaşamın diğer formlarından ayrılır; şöyle ki, bi-
lim aracılığıyla beşer zihni, duyuya dayalı izlenimlerden farklı olarak, sembolleri, “sem-
boller” olarak bilir. Ama öz-bilincin ruhî özgürlüğü, uzun soluklu eleştirel çabanın bir
sonucudur.
Cassirer’e göre mit, mitik zihin yaratıcı olduğu ve kendi objektif gerçeklik for-
munu ifade ettiği için, diğer kültürel formlardan farklıdır ve kendi hakikatine sahiptir.
Bu da onun, niçin miti düz anlamlı olarak yorumladığını ve alegorik yorumun karşısın-
da durmakta ısrarcı olduğunu gösterir; çünkü alegorik yorum miti felsefe, din ya da
tarih gibi diğer bazı kültürel hakikat formlarının düzeyine düşürmekte ve mitik ifade-
deki yegâne ve indirgenemez unsuru hesaba katmamaktadır.
Cassirer, dilin kendisini aşama aşama mitolojik bağlamdan nasıl ayırdığını ve ay-
rı bir sembolik form olarak dil nosyonunun nasıl ortaya çıktığını göstermiş oldu. Dilin
gelişiminde, dilin sembolik ya da semantik işlevinin kendi nesnesinden açık seçik ayrı-
lırken, bir kriz ya da kırılma noktası vardır. Benzer şekilde, din kendi mitik köklerinden
kopar ve kendine özgü formu olduğunu varsayar. Dinî dogma, kişi dinî anlamı objektif
temsiller bakımından ifade etme arayışında olduğunda, saf dinî anlamın varsaydığı şek-
liyle formdur. Dinî mistisizmde inancın hem mitik hem dogmatik unsurları reddedil-
miştir ve Tanrı'nın bedenlenmesi beşer bilincinde sürekli biçimde işleyen bir süreç ola-
rak anlaşılır. Bununla beraber, saf anlam ve mitik imge arasındaki çatışma, dinî bilinçte
asla gerçekten çözülmez. Sadece sanat alanında, diye devam eder Cassirer, imge ve an-
lam arasındaki karşıtlık çözülür; çünkü sadece estetik bilinçte imge bu şekilde tanınır.4
Kendisini saf tefekküre adayan estetik bilinç, nihayet sembolik ifadenin saf bir ma-
nevîleştirilmesini ve azami bir özgürlüğü elde eder.
4 Cassirer, The Philosophy of Symbolic Forms, II, New Haven 1955, s. 261.
5 Ernst Cassirer, Essay on Man (İnsan Üstüne Bir Deneme), New Haven 1944, s. 76.
202 Mit, Sembolizm Ve Hakikat
gusal niteliklerle aşılandığı söylenir. Bilimsel düşünmenin tüm çabası tabiatın öznel,
fizyonomik algısını gidermeye yönelmişken, fizyonomik tecrübeye ilişkin verinin “ant-
ropolojik değeri” değişmeden kalır. “Bilim onun nesnelliğini sınırlandırmakla birlikte
gerçekliğini bütünüyle yok edemez.” Mitik algı biliminki kadar gerçektir; çünkü her bir
beşerî tecrübe özelliğimiz gerçeklik iddiasında bulunur. Böylece, mitin, kendi sembolik
formları ve kategorileri aracılığıyla gerçekliği tasavvur ederken farklı, niteliğe dayalı bir
yol olarak kendine has bir hakikat katkısında bulunduğu söylenebilir.
Burada, mitin tabiatın bir yorumu olarak açıklayıcı bir değerinin olmadığına dik-
kat etmek önemlidir. Tabiat mitleri, şiire benzer dilleri ve fizyonomik karakterizasyonla-
rıyla, eleştiriye dayanmayan beşerî tecrübenin bir kaydını içerir ve “gerçekliğe giden
yolumuzda bir adım” teşkil eder. Mitin “hakikati” tamamen öznel ve psikolojik bir ha-
kikattir ve beşerî duyumsama niteliklerimiz bakımından gerçekliğin nasıl belirdiğini
gösterir. Bu anlamda mit, tıpkı özneye göre bütün psikolojik tecrübelerin gerçek olması
gibi, gerçektir.
Cassirer, mitlerin nesnel açıklayıcı bir değeri olmadığını inkâr etmeksizin onu
kabul etmekte hususi bir incelik geliştirir. Mitin birliğinin, nesneden ziyade, bir işlev
birliğine bağlı bulunduğu söylenir; ancak bu işlev açıklamaya ilişkin değildir. The Myth
of The State'te o, mitin köken bakımından öncelikle duygusal olduğu ve işlevinin te-
melde pratik ve içtimaî olduğu, yani hem bir topluluğun üyeleri arasındaki birlik ve
uyum duygusunu, hem de tabiatın veya yaşamın bir uyum içinde olması hissini yayma-
ya dayandığı tezini geliştirir. Mite yönelik bu pragmatik işlev kuramı büyük oranda,
Cassirer'in sıklıkla atıf yaptığı Malinowski'nin görüşlerinden türetilmiştir.
Biz burada, Cassirer'in mit üreten zihnin psikolojik insiyakı ve yine onun mitin
sosyolojik işlevinin değerlendirilmesi görüşleri arasında bir ayrıma gitmeliyiz. Mit oluş-
turmanın ruhî insiyakı bu aktivitenin kökenini, entelektüel düşünceden ziyade beşerî
duygunun doğrudan bir ifadesi olarak açıklar. “Mitin gerçek alt katmanı düşüncenin
değil duygunun bir alt katmanıdır.”7 Din ve mit bizim için bir "duygu birliği" sağlar,
oysa sanat bir sezgi birliği sağlarken, bilim de bir düşünce birliğinden oluşur.8 Bu psiko-
lojik öncül temelinde, mit tabiatın nesnel bir açıklamasını yapmaktan ziyade, beşerî
duyguların bir rasyonalizasyonunu ve geçerliliğini sağlar. Bu bakımdan Cassirer'in ko-
numu akıl karşıtıdır (anti-intellectual); çünkü o iptidai kültürde düşüncenin işlevini tali
bir konuma indirger ve önceliği duyguya ve eyleme verir. İnsan önce eylemde bulunur,
davranışını sonradan rasyonelleştirir. Bu Cassirer'in, ayinin tarihî bakımdan mite göre
önceden geldiği varsayımının psikolojik temelidir.
Bir "duygu birliği" kavramı, daha karmaşık bir durumu ortaya çıkarmaktadır.
Şöyle ki, o öncelikle, birbirlerinden ayrı zihnî fakülteler olarak düşünüldüklerinde, mitin
ve dinin beşerî duygularda müşterek bir temele sahip olduğuna atıfta bulunur. İkincisi,
"duygu birliği" ontolojik bir anlama sahiptir ve "yaşam dayanışmasına" atıf yapar. Bu,
mitik dünyanın şaşırtıcı bir hususiyetini, her şeyin her şeye dönüşebilmesini sağlayan
"dönüşüm yasasını"9 anlaşılır hale getirir. Böylece iptidai insanın tabiata ilişkin görüşü
ne kurama dönük ne pratik, bunun yerine duyguya dönük ve “sempatik” olacaktır. İp-
tidai insan, yaşam formlarının çeşitliliğinin altında yatan temel dayanışmaya ilişkin de-
rin, doğrudan bir duyguya sahiptir. “Mitik ve dinî duygu açısından tabiat büyük bir
cemiyet, yaşam cemiyeti haline gelir.”10 Öyleyse Cassirer, mitin sosyolojik işlevi hakkın-
da konuştuğunda kozmik sempatinin metafizikî ilkesinden beşerî cemiyetteki dayanış-
ma nosyonuna geçişte bir kolaylık görmektedir. Durkheim ve Malinowski ile beraber,
mitin pragmatik işlevinin, içtimaî krizler zamanında, içtimaî dayanışmayı ve keza tabiat-
la dayanışmayı yaymak olduğunu ifade eder. Mitik düşünce özellikle ölüm olgusunu
inkâr etme ve olumsuzlama ile yaşamın kesintisiz birliği ve sürekliliğiyle ilgilidir.11
Şu durumda, zihinî bir fakülte olarak tasavvur edilen duygu birliğini, yaşamın bir
yok edilemez birliği şeklindeki metabiyolojik varsayımına dayanan birlik duygusundan
ayıracağım. Buradan, duygu birliği ifadesindeki mitin düşünceden ziyade duygu fakül-
tesinde köken bulduğu psikolojik tezini onaylamaksızın, mitik düşüncenin örtük olarak
ikinci metafizikî varsayımı gerektirdiği kuramı çıkarılabilir. Yine de Cassirer, bu ayrımı
açık biçimde yapmaz ve adeta duygu birliği ve birlik duygusu özdeşmiş gibi konuşur.
Cassirer, The Myth of the State'te, mitin yalnızca duyguda köken bulduğu tezini
sürdürmek istemez. O, “Mit boş bir duygu olarak tasvir edilemez, çünkü o duygunun
ifadesidir. Bir duygunun ifadesi duygunun kendisi değildir—o imgeye dönüşen histir.”12
demektedir. Mitik sembolizm, duyguların somutlaştırılmasına götürür; mit beşerî umut-
ları ve korkuları somutlaştırır ve düzenler, onları dayanıklı ve kalıcı eserler haline dö-
nüştürür. Şu halde mit, kendine özgü somut bir nitelikle birlikte duygu ve içgüdünün
sembolik bir ifadesidir ve mitik eseri hayvanî tepkilerden farklı kılan da tam da bu sem-
bolik ifadedir.
Öte yandan, insanın bir bütün olarak tabiattaki yaşama katılma ve kendisini tabi-
ata bağlı görme metabiyolojik dürtüsü, onu kendi yaşamını sürdürmesi ve mutluluğu
elde etmesi için dinî-büyü nitelikli sembolik ayinlerde kendisini doğrudan ifade etmeye
götürür. Bu ayindeki eylemler mitte "açıklanmış" ve geçerli kılınmıştır. Böylece mit,
ayindeki sembolizminin peşi sıra gelen ve onu geçerli kılıp ebedîleştiren sembolizmin
eşsiz bir formudur. Cassirer’in izahında mitin, ayine bir ön göndermede bulunmaksızın,
neden beşerî duygunun doğrudan sembolik bir ifadesi olmayabileceği kesinlikle açık
değildir. Her halükarda mit, bireylerin bilinçli bir yaratımı veya icadı değil, insandaki
duygunun kendiliğinden ifadesi ve bir bütün olarak tabiatla birlik duygusunun bir ürü-
nüdür. Mit, tam da mitik hayal gücü ve sezgiden, kendi nesnesinin gerçekliğine bir inan-
cı ima etmesi bakımından sanattan ayrılır.13 Mit üreten zihin, miti sadece bir sembolik
ifade ya da bazı bağımsız gerçekliklerin temsili olarak görmez; mitik semboller gerçek-
likle özdeştir.14 Böylece mitik gerçeklik verili olarak kabul edilir ve konu olarak eleştirel
değerlendirmenin dışındadır.
Burada, Cassirer’in öne sürdüğü görüşte örtülü olarak var olan, birbirinden farklı
iki hususu ayıracağım: İlki, mitin, nesnelerinin gerçekliği ve onun tabiatın birliğine iliş-
kin sezgilerinin hakikati ve yaşamdaki dayanışma bakımından inanca dayandığı; ikincisi
de, mitin, yaşamdaki ve cemiyetteki dayanışma ve ölüm korkusunun üstesinden gelme
bakımından inancı yayma pragmatik işlevidir. Öne sürülen ilk görüşe göre ayindeki ey-
lemler zaten yaşamın kozmik birliğinin bir sezgisini ve insanın tabiatla bir özdeşlik
duygusunu varsayar. Öte yandan, eğer mitin işlevi yaşamdaki dayanışma inancını yay-
maksa şu halde bu mitik inanç ayinden bağımsızdır ve ikinci görüş sadece mitin bir işle-
vi veya ardışığı olarak anlaşılabilir. Bana öyle geliyor ki, burada Cassirer’in çözmediği
gerçek bir sorun yatmaktadır. O, Malinowski’yle, yaşama ilişkin krizde mitin içtimai ve
pragmatik işlevini vurgulamaya ve Robertson Smith’le de ayine, mite göre öncelik ve-
rilmesi hususunda uyuşmaya eğilimlidir. O, mite pragmatik, yararcı yaklaşımının mitte
baştan bulunduğu varsayılan ancak mitin kendisinin üretmediği inanç olgusunu açıkla-
makta başarısız olduğunu göremedi. Malinowski’nin pragmacı kuramı mit kavramını,
geleneksel ayinleri takip eden bir tür bilinçdışı, ya da bilinçli, kurgu olarak ima eder—ki
bu Cassirer’in kendisinin sembolik formlara evrimci yaklaşımıyla uyuşmadığı için red-
dettiği bir tezdir.15
Cassirer eşzamanlı olarak hem metafizik hem de sosyolojik bir yaklaşımı takip
etmekte bir çelişki görmez.18 Onun metafizik yaklaşımına göre mit, yaşamdaki kozmik
dayanışmanın iptidai bir sezgisine dayanır ve böylece o mitin potansiyel bir din oldu-
ğunu iddia eder. O, Durkheim ve Malinowski’nin sosyolojik yaklaşımını takip ettiği sü-
rece, mitin ayini rasyonel ve geçerli bir hale getirdiği ve beşerî umutlar ve korkuları,
özellikle ölüm korkusunu dönüşüme uğrattığını söyler.
Şu halde mitin hakikati, mite ilişkin yorumun bir işlevidir. Eğer yaşamdaki da-
yanışmanın kökenindeki sezginin hakikati ve onun altında yatan güçlerin etkileyici nite-
liği kabul edilirse, o zaman mit alegorik olarak temel bir metafizik ve dinî hakikati sem-
bolize eder. Bununla beraber, sosyolojik yaklaşım bakımından, mitin hakikati ayinin
sembolik ifadesine bağlıdır ve kozmik bir göndermede bulunmaz. Öyle anlaşılmaktadır
ki Cassirer, tüm yaşamdaki organik ve kozmik dayanışmaya ilişkin iptidai sezginin ras-
yonel geçerliliğini kabule hazır değildi. Onun yegâne alternatifleri ya mitik tecrübenin
gerçekliğinin sırf öznel hakikatini ya da mite, ayinin bir sembolizasyonu olmak bakı-
mından ikincil bir rol veren somut sosyolojik hakikati kabul etmekti. Her iki durumda
da onun mitin, dil, sanat ve bilimle mukayese edildiğinde, sembolizmin otonom bir
formu olduğu orijinal tezini savunduğunu görmek zordur.
19 W.M. Urban, Language and Reality (Dil ve Gerçeklik), London 1939, s. 592.
20 Urban, Language and Reality, s. 593.
ikili bir özelliğe sahiptir ve gerçek ve gerçek-dışıyla hakikat ve kurguyu kucaklar.21 Böy-
lece sembol, yalnızca zihnin onun gerçekliğe ilişkin bilgisini kavradığı ve ilettiği sembo-
lik formlar aracılığıyla gerçekleşse dahi, objektif gerçeklikle özdeş değildir. Öyleyse,
mitik semboller, mitik olmayan, sembolik olmayan bir gerçekliği sembolize ederler. Öte
yandan, Cassirer açısından sembol, gerçekliğin kurucusudur; sembolik gerçeklik dışında
nesnel gerçeklik veya kendinde-şey yoktur. Bundan dolayı, eğer mit ciddiye alınırsa,
düz anlamlı olarak da alınmalıdır.
Zihnin rolü, duygu ve sezgiye göre ikinci derecede kabul edilir; zihin, rasyonali-
te-altı bilinçdışı güdülerle rasyonalite-üstü mistik sezgiler arasında aracılık etmektir.
Bergson’a göre, “Tabiatın elinden henüz çıkan insan, hem zeki hem de içtimaî bir varlık-
tı; onun içtimaîliği küçük topluluklar oluşturmak için tasarlanmış, zekâsı da fert ve grup
yaşamı için dizayn edilmişti.”22 Zekânın öncelikli işlevi içtimaî dayanışmayı yayma vası-
taları bulma ve bunu kurallar ve prensipler aracılığıyla düzenlemekti. Aklın kendisi,
Kantçı idealistlerin iddia ettikleri gibi ahlakî bir zorunluluğun kaynağı değildi; ahlakî
zorunluluğun kökeni duygu ve güdüde, hayata ilişkin biyolojik zaruretlerde aranmalı-
dır.
Fakat rasyonel zekâ zamanla tabiatın bu “niyetini,” ferdi kendi cemiyetine ve ta-
biatına yabancılaştırmak suretiyle alt etmeye eğilim gösterir. Mit üreten tasavvurun ve
onun ürünü olan dinin işlev veya faydası, bir yandan ferdî hürriyeti ve inisiyatifi destek-
lerken, zekânın cemiyetin birbirine olan bağlılığını kırma eğilimine karşı koymaktır.
Bergson’a göre “din, zekânın eritici gücüne karşı tabiatın savunmaya yönelik bir tepki-
sidir.”23 Özelde, din ölümün kaçınılmazlığına ilişkin zihnî kavrama karşı savunmacı bir
tepkidir. Dini motive eden korku değildir; din zekâ tarafından uyarılan korkulara karşı
pozitif bir tepkidir.
Genel olarak, dini de içine alacak şekilde, mit, zekânın yıkıcı ve tasarlayıcı fiille-
rine tepki veren ve hayat dayanışmasına inancı destekleyen içgüdü ve zekânın müşterek
bir ürünüdür. İnsanoğlunun mitleri ve batıl inançları, hayatı teşvikte ve ferdi ve içinde
yaşadığı cemiyeti tehdit eden zekânın aşırılıklarına karşı koymada pozitif bir biyolojik
işleve sahiptir. Bundan ötürü şu apaçık paradoksla karşı karşıya kalırız: “Özünde zeki
olan bir varlık tabii olarak batıl inançlıdır ve zeki yaratıklar tek batıl inançlı varlıklar-
dır.”24
Bergson’un mitler hakkındaki konumu şu halde pozitif olduğu kadar negatif bir
tutum olarak nitelenebilir. Rasyonalistler gibi miti, bilinçdışı kurgu ve batıl inançla öz-
deşleştirme eğilimindedir, fakat aynı zamanda dinî kisve içindeki mitin, zekânın aşırılık-
larına karşı koyan ve hayatın sürekliliğine duyulan pozitif bir inancı destekleyen prag-
matik, biyolojik değerini de tanır. Dinî mitlerin nihai amaçları ve neticeleri sağlamdır ve
tabiatın “niyetleri”yle uyumludur ve bu manada mitin tabiatın bilgeliğini sakladığı söy-
lenebilir. Yine de mit insana hizmette tabiatın yegâne içtimai aleti değildir. Rasyonalite-
üstü sezgi ve ilahî esin aracılığıyla, insanın kendisini mitik batıl inançlardan ve durağan,
kapalı cemiyetin baskılarından özgür kılmayı ilham eden mutlak bir hakikat ve aşkın bir
ahlakilik açığa çıkar. Hakiki, dinamik bir ahlak ve din, ilkel kültürlerin karakteristiği
olan mit-yapma işlevlerine ihtiyaç duymaz.
Son olarak, yakın zamanlarda Fransız etnolog Maurice Leenhardt’ın etnoloji ça-
lışmalarına yönelik Eric Dardel’in “The Mythic”25 isimli denemesinde yaptığı yorumlara
göre, mit “gerçekliğe bir tepki” olarak anlaşılmalıdır. Dardel’e göre mit rasyonalite-
altıdır ama akılla birlikte var olur ve onu tamamlar. Mitin ne ‘doğru’ ne de ‘yanlış’ oldu-
ğu söylenebilir; o, varlıkların ortasında insanın başına gelen bu ‘ıstırap’ta mantık ufku-
muzun ötesindedir. Mitte ve mitik imge aracılığıyla; içteki duygunun canlanması, dün-
yayla karşılaşmasıyla oluşan insanî duygunun bir dışlaştırılması, ‘dıştan’ gelen etkilerin
algılanma gücü, insanı varlıkların bütününe kaynaştıran özün müşterekliği söz konusu-
dur.”26
içtimaî inançlarımız mitte zemin bulur. Bu “bazı ‘gerçeklikler’i içimizde kıpırdatan, çe-
lişkilere karşı dingin ve kayıtsız kalınmasını sağlayan heyecan verici renkliliği” açıklığa
kavuşturur. “Mit kendimizde asla görmediğimiz bir şey, dünyaya dair görüşümüzün
gizli kaynağı, adanmışlığımız, en gözde kanılarımızdır.”29
etkisi vardır. Felsefe ve dinde, Cassirer ve Urban gibi Yeni-Kantçı filozoflar ve Nicolas
Berdyaev ve Richard Niebuhr gibi teolog kişilikler, mitin olumlu değerlendirilmesinin
savunuculuğunu yaptılar. Yazınsal eleştiri alanında, Northrop Frye, Maud Bodkin ve
daha yakın zamanlarda Philip Wheelwright gibi bilim adamları, miti umumi arketipleri
sembolize etmek ve kolektif bilinçdışından meydana gelen “ilkel imgeler” olmak bakı-
mından ciddiye aldılar. Mitin olumlu değeri, aklın gerçekliği kavrama gücü veya sezgi-
den kaynaklanan esinler konusunda şüpheci olanlarla dile dayalı ve sembolik göreceli-
ğin konumunu kabul edenler ve sembollerin hakikat değerinin değil de, sadece düzen-
leyici idealler olarak bir ahlakî, şiir benzeri bir değeri olduğu görüşüne bağlı olanlar ta-
rafından ileri sürülmüştür.
Benim kendi tezim, mite ilişkin bilimsel bir çalışmanın mitin mukayeseli ve tarihî
analiziyle ilgili olması ve mitin düz anlamlı olarak yorumlanması gerektiğidir. Mit insa-
nın kültür tarihinin bir kaydı olarak ve düşünceye ilişkin umumi kalıplar oluşturma
aracı olarak etnolog ve folklorcu için olumlu bir değere sahiptir. Mit, tıpkı görkemli sa-
nat ve etkileyici edebiyat gibi, bugünün insanları için derin sembolik ve alegorik değere
sahiptir. Bunun nedeni mitin zorunlu ve aslî olarak gizil, ezoterik bir hikmete sahip ol-
ması değil, olay örgüsü veya konunun bize, güdü ve davranışın genel kalıplarını sez-
dirmesidir.
bunlardaki trajik unsur, kültürel olmayan veriye yönelik olmak üzere bilimin ve bilime
dayalı yöntemin işlevinin bilinçli bir tahditle, bilim ve değerlerin birbirinden ayrılması-
nın hiç de küçük ölçüler içinde kalmamış olması olgusudur.
Ulaştığım sonuç şudur ki, buhran dönemlerinde “soylu kurgu” (“noble fiction”)
içtimaî inancı ve dayanışmayı yaymada kendine ait dolaysız, pragmacı faydaya sahip
olabiliyorken, akla ve demokratik insanın kendisini rasyonel olarak idare etmesi yetene-
ğine duyulan inanç mite asgarî bir itimadı gerektirir. Bana göre, felsefe ve din adına “mi-
tin kaçınılmazlığı”ndan bahseden muasır filozoflar ve teologlar, keza genel anlamda
edebiyat tilmizleri, ve pragmatik içtimaî işlevinden ötürü miti küçümser tonda kabul
eden antropolog ve sosyologlar, bizzat kendi bilgi dallarında inancın altını oymakta ve
farkında olmadan insanın ve ona ait kültürün tam da bozulmasına sebep olmaktadırlar
ki onlar bu aksi halden ciddi müteessif olacaklardır. Mit bir kültürel güç olarak ciddiye
alınmalıdır; kesinlikle ciddiye alınmalıdır, çünkü o yavaş yavaş hakikatin ilerlemesine
ve beşerî zekânın gelişmesine ilişkin ilgilerin yerini alabilir. Kuralcı, eleştirel ve ilmî dü-
şünce yalnızca mitin yayılması mücadelesinin özünü-düzeltici araçlarını sağlar; ama o
bunu sadece aklın bütünlüğü içinde katı ve uzlaşmaz bir inanç elde etme şartına bağlı
kalarak yapabilir.