You are on page 1of 23

İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

ARAŞTIRMA VE İNCELEME RESEARCH

Fahreddîn Er-Râzî'ye Göre Nazarî ve


İstidlâli Bilgi Üzerinden Kelam Karşıtlığı Yapan
“Haşvîyye”nin Tutarsızlığı
According to Fahreddin Er Razi People’s Desultoriness Who are
in Oppositon to Kalam Science by Disparaging ‘Nazarî’
(Speculative Intellect) and ‘Istidlâlî’ (Inferential) Information
İbrahim COŞKUNa ÖZET Kur’an, akla hitap eden bir kitaptır. Onda aklın kullanılmasına ve sürekli olarak düşünce ufkunun geniş-
letilmesine yönelik çağrı vardır. İlk dönemden itibaren nazil olan ayetler, düşünmeyi, araştırmayı, soru sormayı
aKelam AD, teşvik ederek nazari akla büyük değer vermiştir. Bunun doğal sonucu olarak, düşünsel alanda Müslümanlarda
kâinatı merak edip varlıkları inceleme ve araştırma gayreti oluşmuştur. Allah’ın nimetleri iki kısımdır. Bunlar-
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi
dan birincisi insana ve diğer canlılara doğrudan sunduğu nimetlerdir. Hava, su ve gıdalar gibi. İkincisi ise Al-
İlahiyat Fakültesi, Konya lah’ın nazari aklını kullanan kullarına verdiği nimetler. İletişimden ulaşıma, mutfakta kullanılan aletlerden
eğitim araçlarına kadar her geçen gün her alanda hayatımızı kolaylaştıran teknolojik araçlar gibi. O halde insa-
Geliş Tarihi/Received: 27.09.2016 nın çevresindeki varlıklardan istifade edebilmesi nazarî aklını kullanmasıyla mümkündür. Nazari akıl aynı za-
Kabul Tarihi/Accepted: 01.12.2016 manda insanın kendi nefsinde ve kâinatta işleyen ilahi yasaları görmesini ve Allah’a imanının artmasını sağlar.
İlâhî dinlerde esas olan vahiydir. Ancak vahyi anlayan, yorumlayan ve vahiyle belirlenmemiş olan konularda
Yazışma Adresi/Correspondence: kurallar koyan ise akıldır. Bu nedenle vahy ile aklın ilişkisini, yetki ve alanlarını belirleme önemli bir problem-
İbrahim COŞKUN dir. İslam düşünce tarihinin belli bir döneminden sonra bunlar arasındaki denge yeterli derecede gözetileme-
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi miş; bazen birincisi, bazen de ikincisi öne geçmiştir. Bu noktada en çok tartışılan konu nazari akıl ile elde edilen
İlahiyat Fakültesi, istidlâlî bilgi etrafında yoğunlaşmıştır. Kimi ekoller, belirledikleri yöntem gereği nazarî bilgiye gereken değeri
Kelam AD, Konya, vermedikleri gibi kelam ilmine karşı olumsuz bir tavır içerisine girmişlerdir. Fahreddin er-Râzî, akla özellikle
TÜRKİYE/TURKEY de akl-ı nazari’ye gereken değeri vermiş, istidlâlî bilgi üzerinden kelam karşıtlığı yapanların delillerini eserle-
ibrahimcoskun@hotmail.com rinde belli bir sistematik içerisinde aklî ve naklî delillerle eleştirmiştir.

Anahtar Kelimeler: Akıl; nazar; istidlâl; Fahreddin er-Razî; ilm-i kelam karşıtlığı

ABSTRACT Quran is a holy book appeal to mind. In Quran, there is invitation for always opening up horizon
and using mind. Since the very first period of coming verses of Quran, Holy book Quran set a high value on
‘akl-i nazarî’ (speculative intellect) by promoting to think, search and ask. As a natural result of this, on intel-
lectual field among Muslims there had occured an effort that promote to examine and search the universe and the
creatures. Allah (SWT)’s blessings (daily breads) consists of two parts. First of them is the blessings that Allah gives
to people directly and the other creatures like air, water, food etc. Second is the blessings Allah gives to people who
use their ‘akl-i nazarî’ (speculative intellect) like from communucation to transportation, kitchen utensils to educa-
tional instruments in every field that making our lives easier as technologic developments etc. Then, only if people
use ‘akl-i nazarî’ (their speculative intellect) they can benefit from the creatures around them. Also ‘akl-i nazarî’
(speculative intellect) provides to see human’s own nafs and divine law process on the universe and provides to
increase faith in Allah. Revelation is the basis to divine religions but mind understands, interprets the revelation
and establishes regulations on subjects that is not determined with revelation. That is why it is an important prob-
lem to determine the relationship between revelation and mind and their bailiwick. After a certain term of Islamic
Thought History, the balance between revelation and mind is not paid regard enough; sometimes revelation some-
times mind came into prominence. At this point, much debated subject centered upon ‘istidlâli’ (inferential) infor-
mation obtained from ‘akl-i nazarî’ (speculative intellect). Some ecoles because of the method they determine do
not value enough the information obtained from akl-i nazarî. Moreover they also have a bad attitude to Kalam sci-
ence. Fahreddin er Râzî value enough to mind and especially ‘akl-i nazarî’ (speculative intellect) and in his works
with mental evidences and evidences from Quran and Sunnah, in a certain systematic he criticised people who are
in opposition to Kalam science by using ‘istidlâli’ (inferential) information.

Key Words: Mind; akl-i nazarî (speculative intellect); istidlâli (inferential); Fahreddin er-Razî;
opposition to Kalam science

Journal of Islamic Research 2016;27(3):251-73

D
inî ilimlerin amacı insanı dünya ve ahret saadetine ulaştırmaktır. Her
dinde olduğu gibi İslam dininin temelini de İslâm inanç esasları oluş-
Copyright © 2016 by İslâmî Araştırmalar turmaktadır. İslam inanç esaslarını konu edinen Kelâm ilmi kişiyi

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


251
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

taklidi imandan tahkiki imana yükseltmek, bunu zındıklığa sevk eden bir ilim olarak kabul edilmiş-
gerçekleştirirken aklî ve naklî sağlam deliller or- tir. Ayrıca onlara göre kelâm, aklı nasların önüne
taya koymak, batıl ve yanlış inançlara sahip olan- geçirmiş, Kur'an delillerini zannî saymış, akıl yü-
lara doğruyu göstermek, yanlışta ısrar edenlerin rütmeye aşırı derecede güvenip aklı metafizik
delillerinin geçersizliğini ortaya koymak gibi yü- alanda tamamen yetkili görmüş, çok defa özgün
ce hedefler edinmiş bir ilim dalıdır.1 Bunun ger- düşünceler üretememiştir. Günümüzde de benzeri
çekleşmesi elbette iman sahibi kişilerde amelde görüşleri savunarak kelam ilmine karşı çıkan farklı
samimiyeti de getirecektir. isimlerle bilinen zümreler eksik değildir.3
İslam Düşünce Tarihinde İslâm âlimlerinin Kelam karşıtlığını akl-ı nazarî veya ona da-
büyük çoğunluğu böyle yüce hedefleri olan kelâmı yalı istidlâlî bilgi üzerinden yapanlar daha çok
önemli görmüş; onu öğrenip geliştirmenin farz-ı Haşvîyye olarak bilinmektedir. İslâm düşünce ta-
kifâye türünden bir yükümlülük olduğuna hük- rihi içerisinde görünümleri itibariyle akıl ve
metmiştir. Bu âlimlere göre Kelâm İslâm'ın ana onun delillerini reddeden, nasları salt lafzî/harfî
ilkelerini belirleyip temellendiren bir disiplin ol- bir bakış açısıyla anlamaya çalışan bütün zihni-
duğuna göre dinî ilimlerin aslını oluşturur, diğer yetler “Haşvîyye” olarak adlandırılmıştır. Bunlar
İslâmî ilimler ise ikinci sırada yer alır. Zira Allah- Kur’an ve Hadis-i şeriflerde düşünmeye ve istid-
'ın varlığı ve birliği, peygamberliğin ve âhiretin lâlde bulunmaya teşvik eden pek çok ayet ve ha-
gerçekliği, ibadetlerin yanı sıra diğer dinî hü- dis bulunmasına rağmen, din adına bir yöntem
kümlerin doğruluğu bilinmeden İslâm'dan bah- olarak akl-ı nazariyi küçümsemişler istidlâlî bil-
setmek mümkün değildir. Bu sebeple kelâmla uğ- giye itibar edilmemesi gerektiğini savunmuşlar-
raşmayı zararlı veya haram telakki etmek isabet- dır. Bunlar, sistematik aklî yöntemlere itiraz ede-
siz ve sübjektif bir yaklaşımdır. Kelâmın üstlen- rek sadece nasların lafzî okunuşu neticesinde or-
diği şey Kur'an'da yapılan ve peygamberlere em- taya çıkan İslâm anlayışını doğru kabul ederek,
redilen bir faaliyetten ibarettir. Bu açıdan bakıl- aklın değerini hafife almışlardır. İslâm düşünce
dığında inkârcılara karşı peygamberlerin tevhide tarihini incelediğimiz zaman “Haşvîyye”den mu-
dayalı iman esaslarını tebliğ etmeleri ve savunma- ayyen ve bağımsız bir firka olarak söz etmek pek
ları kelam âlimleri için en önemli referans kayna- mümkün gözükmemektedir.4
ğıdır.2 Bu bir anlayış ve bir yorum biçimi olarak
Böyle olmakla birlikte Kelâm ilminin aleyhin- fırkalar içerisine nüfûz etmiş bir zihniyet tarzıdır.
de farklı görüşler ileri sürenler de olmuştur. Ço- Onlarda hâkim ve genel karakter, vahiy dilinde
ğunluğunu hadisçilerin teşkil ettiği Selefiyye'ye kullanılan ve teşbih ifade eden kavramların, lafız-
mensup âlimlerle bazı sûfîler ve filozoflar, kelâma ların üzerinde aklî te’vil ve mecaza gitmeden in-
karşı olumsuz bir tavır almışlar, hem kullanılan san zihnini kelimelerin somut anlamlarında sa-
yöntem hem de deliller açısından onu eleştirmiş- bitleyen bir gelenektir. Bu dogmatik söylem
lerdir. Onlara göre kelâm Müslümanlar arasında “Haşvîyye”nin görüşleri Allah’ın sıfatlarını insan-
fikir ayrılıklarını körükleyip Müslümanların birbi- lara atfederek bir nevi karizmatik sûfî şahsiyetleri
rini tekfir etmesine yol açan, zihinlerde şüpheler ilâhlaştıran “Salimiyye” ve “Hulmüniyye” adıyla
uyandıran ve dolayısıyla insanı arzularına tâbi kılıp
3
Bkz. Yusuf Şevki Yavuz, Kelam, İSAM, Ankara, 2002, s.197; Ahmet
1
Seyyid Şerif el-Cürcanî, Kitabu’t-Tarifat, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998/1419, Erkol, Kelam İlmine Yöneltilen Eleştiriler, Diyarbakır, 2012, s. 99.
s.130-131. Seyfeddin el-Âmidî, Ğayetu’l-Meram fî İlmi’l-Kelam, Daru’l- 4
Mustafa Ünverdi, Klasik İslam Geleneğinde Taklidî İmanın Değeri, Ke-
Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2004/1424, s. 12-13. lam Araştırmaları Dergisi, 10:1 (2012), s. 233-234; Ramazan Altıntaş,
2
Fahredin er-Razî, Esraru’t-Tenzil ve Envaru’t-Te’vil, Tahk. Ahmet Hicazî Haşeviyye’nin Doğuşu ve Kelamî Görüşleri, CÜ. İlahiyat Fak. Dergisi, Cilt,
es-Sekâ, Daru’l-Ceyl, Beyrut, 1992/1412, s. 29-44. III, s. 57.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


252
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

Tasavvuf; Allah’a mekân ve yön izefe eden sinden hareketle görülmeyenin bilgisine ulaşmak
“Kerramiyye” adıyla Kelâm; haberi sıfatlarda ve üzere düşünmek demektir.7
müteşabihatla ilgili naslarda geçen lafızları insan Nazar konusunda yapılan tariflerin en yay-
biçimci bir tarzda yorumlayan “Selefiyye” ve gını Bakıllanî’ye aittir. Bakillanî’ye göre nazar,
Allah’ın imamlara hulûl ettiğini söyleyen kendisiyle ilim veya zann-ı galip elde edilmeye
“Ğulat-ı Şia”fırkaları gibi dini akımlar arasında çalışılan düşüncedir. Başka bir ifade ile nazar, in-
temsil edilmiştir. Bugün için İslâm dünyasında celenen şeyin tefekkürü sonunda oluşan kesbî
dinî metinler üzerinde akletme ve tefekkürde bilgidir. Kesbî olması bu ilmin, ilim sahibi kişiye,
bulunmayı reddeden, özellikle hadisleri anla- Allah’tan bahşedilen bir kudretle meydana gelmiş
mada metin tenkidine karşı çıkan ve geleneğe olmasıdır.8
körü körüne bağnazca sarılarak taklitçi ruhu
Fahreddin Râzî’ye göre ise nazar başka hü-
kurumlaştıran kimi tasavvufî anlayışlar ve
kümlere ulaşmak için bir takım önermeleri dü-
“Vehhdbilik”veya “Yeni Selefilik”gibi dini
zenlemektir. İstidlâl ise kendisiyle yeni bir bilgi
akımlar içerisinde zihniyet olarak varlığını sür-
veya zan elde etmek için ilmî ve zannî öncülleri
dürdüğünü söyleyebiliriz.5
düzenlemektir.9 Mesela kâinatın değişkenliğini
Biz bu makalemizde daha çok Haşvîyye’nin dikkate alarak her değişkenin mümkün varlık ol-
nazarî akıl ve istidlâlî bilgi üzerinden yürüttüğü duğu düşüncesiyle, bütünüyle kâinatın mümkün
kelam karşıtlığının tutarsızlığını temellendirme- varlıklar topluluğu olduğu sonucunun çıkarılması
ye çalışacağız. Gördüğümüz kadarı ile İslam gibi.10
düşünce tarihinde nazarî akıl ve istidlâli bilgi
‘İcî’ye göre nazar, bilinenlerden hareketle bi-
üzerinden kelam karşıtlığı yapan Haşvîyye’ye
linmeyen şeylerle ulaşmaya yarayan bir düşünce
karşı farklı eserlerinde en kapsamlı savunuyu
eylemidir. Çünkü bilgi/ma’rifet tasdiklerden iba-
Fahreddin er-Razî yapmıştır. Öyle olunca bu ko-
rettir. İstidlâl ise ancak öncüllerin sebep ve illet-
nuyu işlerken daha çok söz konusu müellifin dü-
lerin tertibiyle bir araya gelir. Nazar, başka bir
şünce ve tespitlerinden yararlanacağız.
bilgiye ulaşmak için aklın yanında olan bilgileri
NAZAR VE İSTİDLÂL KAVRAMLARI harekete geçirmesi veya başka bir bilgiye götür-
mesi için bilinen veya zannedilen bilgilerin dü-
Lugatte “nazar”bir şeyi kıyaslayarak ve takdir
zenlenmesidir.11
ederek tefekkür ve teemül etmek, göz dikip bak-
mak, korumak gözle görmek, karşı karşıya ve yüz Abdullatif el-Harputî(1842-1916)’ye göre ise
yüze gelmek, düşünmek, dikkat ve özen ile dü- kelâmî ve felsefî terim olarak nazar, nefse ait iki
şünmek anlamlarına gelmektedir.6 Bazen sadece hareketin toplamından ibarettir. Bu hareket her
teemmül ve inceleme, araştırma anlamında da hangi bir yönüyle bilinen gayeden vasıtalara gidiş
kullanılmaktadır. Nazarın sözlük anlamı kıyası da veya vasıtalardan tam anlamıyla bilinen gayeye
kapsamaktadır, fakat nazar kıyastan daha genel- varıştır. Diğer bir ifadeyle nazar, iki hareketin
dir. Kelâmî ve felsefi terim olarak nazarın genel-
7
Seyfuddin Ebu’l-Hasan el-‘Âmidî, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam, Kahire,
likle tefekkür ve i’tibar ile aynı anlama geldiği
1967, I/8; Seyyid Şerif el-Cürcanî, Şerhu’l-Mevekıf, Daru’l-Ceyl, Beyrut,
ifade edilmektedir. İtibar bizzat görülenin bilgi- 1997, I/116.
8
Kadı Ebu Bekr Muhammed el-Bakillanî,Kitabu’t-Temhid, R. Mc. Carthy
nşr., Beyrut, 1957, 8-9.
9
Faahreddin er-Râzî, Me’âlimu Usuli’d-Din, Matbaatu Haseniyye, Mısır,
1323, s. 21
5
Altıntaş, agm., s.58. 10
Fahreddin er-Râzî, el-Muhassal, ve Huve Muhassalu Efkâri’l-
6
Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Mütekaddimîn ve’l-Müteahhirîn Mine’l- Hukemâ ve’l-Mutekellimîn,
Daru’l-Fikr, Beyrut 1414/1994, V/215; Hüseyin b.Muhammed er-Rağıb Tahk., Hüseyin Atay, Mektebetu Dâru’t-Turâs, Kahire, 1411/1991, s.35.
el-İsfbehanî, el-Müfredâtfi- Ğaribi’l-Kur’an, İstanbul 1986, s. 758-759. 11
el-Cürcanî,, age, s. 121.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


253
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

toplamından değil de birinci harekete bağlı ola- ilim oluşur. Nasıl göz bebeği, gözün görmek iste-
rak gerçekleşen ikinci hareketten ibarettir.12 diği nesneye gayr-i ihtiyari çevriliyorsa akıl, gö-
Sıraladığımız tanımlar içerisinde mütekad- rülmesi gereken düşünceye süratle yönelir, onu
dimûn dönem Eşa’ri kelâm anlayışını yansıtan keşfeder ve o bilgi kişide sabit bir ilim haline ge-
Bakillânî’nin tanımı, özü itibarıyla diğerlerinden lir.16Yine Râzî’ye göre nazarî bilgi, zaruri bilgi-
hayli farklıdır. Bakillânî’nin tanımında nazar ve lerdendir ve bu bilgi tevlid veya zorunsuz
fikir ayrı ayrı şeylerdir. Nazar, fikir merhalesin- (âdeten) değil; zorunlu (vucûben) olarak meyda-
den sonra gelen bir merhaledir. İlim, nazarın na gelmektedir.17
cüzlerine paralel olarak parça parça oluşur ve Râzî, yapmış olduğu “nazarî bilgi” tanımı ile
doğru nazarın her parçası ilimden bir parça ihtiva ve onu zorunlu bilgi kabul etmekle erken dönem
eder. Mesela bir insan nazar edip, istidlâl yönte- Eş’ari bilgi anlayışından uzaklaşmaya çalışmış,
mini kullansa, sonra uyusa da kendinden geçse, burhanî bilgi sistemine daha yakın olan ve akla
sonra aynı mesele kendisine sorulsa ve daha ön- daha çok güvenen Mutezilî ve Maturidî bilgi an-
ceki istidlâlini hatırlasa bu hatırlaması yeni bir layışına yönelmiştir. ‘Âmidî, ‘İcî ve Harbutî’nin
nazarî bilgi olur. Yani nazarî bilgi ile elde edilen nazari bilgi tanımlarında da görüldüğü gibi
bilgiler, akılda sabit bulunan bilgiler değildir.13 Râzî’nin kelâmî görüşleri, kendinden sonra gelen
Bakillâni’ye göre kalbin bir fiili olan nazarî bilgi- hem Eş’arî hem de Maturidî Kelâmcılar üzerinde
yi Allah yaratmış, kul da onu kesbetmiştir. Böyle hayli etkili olmuştur.
olunca nazari bilgi, delil ile medlül arasında ku-
rulan zaruri bir ilişki olmayıp, aksine bir “adet”14 BİLGİ KAYNAĞI OLARAK AKIL-NAZAR
bir cevaz ilişkisidir. Bu adetin değişmesi bozul- VE İSTİDLÂLÎ BİLGİNİN KEYFİYETİ
ması her an mümkün olduğuna göre, nazari bilgi VE BİLGİ DEĞERİ
yakinî bilgi olamaz. Onlardaki bu düşüncenin Kelâmcılar aklın yanında “havass-ı selim”e ve
temelinde “cevher-i ferd” teorisi olduğu için “haber-i sadık”ı bilginin üç temel kaynağı olarak
istidlâlî bilgi araz olarak kabul edilmektedir. kabul etmekle birlikte daha çok aklı ön plana çı-
Arazlar ardışık iki zamanda kendi başlarına var karmışlardır. Bu normal bir durumdur. Çünkü
olmayacakları için hatırlamadan kaynaklanan duyu organlarıyla elde edilen verileri düzenli bil-
bilgiler arazdırlar. Sürekli yenilenen bilgidirler.15 gi haline getiren tek vasıta akıldır. Beş duyu ile
Hem Mu’tezile âlimlerinin çoğunluğuna hem hasıl olan hisler veya müşahedeler, ilk halleriyle
de Râzî’ye göre nazarın her parçası ilimden bir bilgi değildirler. Ancak akıl tarafından değerlen-
parça ihtiva etmez. Nazar tamamlandıktan sonra dirildikten sonra, zaman dışı bir mahiyet kazanıp
aklın melekeleri tarafından değerlendirilip hıfze-
12
Abdullatif el-Harputi,Tenkihu’l-Kelam fi-Akaid-i Ehli’l-İslam, Der saa- dildikten sonra bilgi halini alırlar.18
det, İstanbul, 1330, s. 15-16.
13
Bkz., Bakillânî, age, s. 8-9. Akıl, iyiyi kötüden faydalıyı zararlıdan ayı-
14
Adet kelimesi sözlükte olağan olma, insanın bilgisinin tekerrür etmesi;
bir şeyin sürekli olarak ya sıfatının yenilenmesi ve tekerrür etmesi ile veya ran, birleşmesi gerekenleri birleştirip ayrılması
bir tek halde bulunarak devam etmesi suretiyle aynı halde bulunmasıdır. gerekenleri ayıran bir vasıtadır. Bu durumda ak-
Halk arasında falanın âdeti sesli selam vermektir, yemek ikram etmektir
gibi. Kelâmî bir kavram olarak adet ve adetullah, Aristo’nun düşüncesinde lın en önemli iki özelliği ortaya çıkmaktadır;
olduğu gibi türe ait kalıcı bir özellik değil de varlıkta gerçekleşen olayların
sürekli aynı şekilde yaratması anlamındadır. Mesela Bakillanî’ye göre bunlardan birincisi aklın bilgiler arasında bir de-
kâinatta işleyen sebep-sonuç ilişkisinden ve tabiat yasalarından
bahsedilemez. Çünkü her zaman aynı sebep aynı sonucu doğurmaz. Bir
sebebin bir etkiyi ortaya çıkarmasında gözlemleyebildiğimiz şey, sadece 16
er-Râzî, el-Muhassal, s. 35; el-Kadı Abdulcabbar, el-Muğni fi Ebvabi’t-
eşyanın halindeki değişmedir. Dolayısıyla sadece gözlemden yola çıkarak Tevhid ve’l-Adl, Kahire, 1960-1961, XII/31.
sebeblilik düşüncesi ileri sürülemez. (Bakıllanî, Kitabu’t-Temhid, s. 44.) 17
er-Râzî, el-Mahassal, s. 41.
15
Muhammed Abid el-Cabirî, Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı, Çeviri: 18
Bkz., Halife Keskin, İslam Düşüncesinde Bilgi Teorisi, Beyan Yay., İst.,
Burhan Köroğlı-Hasan Hacak-Ekrem Demirli, İstanbul, 2000, s.286. 1997, s. 87 vd.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


254
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

ğerlendirme yapabilmesi, doğruyu yanlıştan iyiyi tadır. O bütün kavrayışların ve ilimlerin kayna-
kötüden ayırabilmesi, ikincisi ise tahlil ve terkip ğını “el-Feyyaz”(Allah)’da görmektedir. Aklın el-
yolu ile neticeye ulaşmasıdır. O halde aklın iki Feyyaz ile ilişkisi, bir aracı vasıtasıyla arada bir
önemli fonksiyon vardır; bunlardan birincisi his- gerçekleşme şeklinde değildir. Eğer fıtrat bilgiyi
lerden gelen ve bedaheten ortaya çıkan bilgiler kabule hazırsa –ki sonradan oluşmuş bir engel bu-
sunmak; ikincisi de istidlâl ile bilgi üretmek. Akıl lunmuyorsa her akıl buna hazırdır- “el-Feyyaz”,
yürütme ile elde edilen bilgilerin doğrulukları insanı ömür boyu feyizlendirir/aklettirir.22 “Ölü
daima bir temele dayanmak zorundadır. Bu temel iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında
rasyonalist filozoflarda olduğu gibi Râzî’ye göre yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse karan-
bedihi zorunlu bilgileridir. Eğer bütün bilgileri- lıklar içinde kalıp, ondan hiç çıkamayacak du-
miz kesbî ve istidlâlî olsaydı, bu durumda doğru rumdaki kimse gibi olur mu?!”23
ve kesin bilgiye ulaşamazdık. Şu durumda kesbî Yukarıdaki ayeti tefsir ederken Râzî, nefsin
bilgilerimize temel teşkil edecek zorunlu apaçık akletmesinin dört merhalede gerçekleştiğini anla-
bedihi bilgiler gereklidir. Herkesin kendi varlığı tır. Bu merhaleler arasında “nazar”, üçüncü sırayı
ile ilgili olarak edindiği tecrübe, bütün bilgilerin alır.24 Birinci merhale, bütün ilimleri ve bilgileri
temeli olan zorunlu, bedihi, kazanılmamış bir kabul etmesi için her nefsin hazır, fıtraten buna
bilgidir. Bu bilgiler ancak tecrübeden doğar.19 müsait olmasıdır. Ayette geçen “ölü iken diriltti-
Kelâmda asıl önemli olan aklın istidlâl ile ğimiz” ibaresi, bu durumu ölü ile dirideki bilgi
ulaştığı bilginin geçerliliğidir. Çünkü bedihi bil- farklılığını kıyas ederek açıklamaktadır. İkinci
giler zaten mevcuttur ve her insan onları istese merhale, küllî ve bedihî ilimlerin hasıl olması
de istemese de öğrenmektedir. Allah’ın varlığı, “biz onu dirilttik” ibaresi buna işaret etmektedir.
sıfatları, peygamberlerin risaleti ve getirdiği şey- Üçüncü merhale, akl-ı nazarî ile meçhullere/yeni
lerin doğruluğu hep istidlâlî bilginin konusudur. bilgilere ulaşmak için bedihî bilgilerin terkip
Bu yönüyle nazarî bilgi kelâmda oldukça önemli edilmesi. Bu durum ayette “ona nur verdiğimiz
bir bilgi kaynağıdır. Nazar ve istidlâl ile ilgili söy- kimse” şeklinde ifade edilmektedir. Dördüncü
lediğimiz özellikler Fahreddin er-Râzî’nin bilgi merhale ise, bilginin bilfiil gelmesi hazır olması-
sisteminde daha da ön plana çıkmaktadır. Ona dır. “İnsanlar arasında onunla yürür” ifadesi buna
göre bir çocuk dünyaya geldiği esnada hiçbir bil- işaret etmektedir.25
giye sahip değildir. Öyle ki, bir çocuk dünyaya Meşşaî filozoflar aklın bu yapılanmasını
geldiği sırada annesini dahi bilmez. Böyle olmak- “heyulanî akıl”, “bilfiil akıl”, “el-akl el-müstefad”,
la birlikte akıl bilgi edinmeye kabiliyetli öğren- “el-aklü’l-fa’al” şeklinde izah ediyorlar. el-Aklu’l-
meye hazırdır.20 Fakat ondaki bu kabiliyetlerin Fa’al, Farabi ve İbn Sinaya göre bütün dış varlık-
ortaya çıkması ve yeterli olabilmesi için kendisini ların suretlerini bilfiil kendinde bulunduran akıl-
tamamlayacak başka bir şeye muhtaçtır. O da dır. O aynı zamanda eşyaya dış dünyada şekille-
varlıkların algılanması/tasavvur edilmesidir.21 Bu rini verendir. Fakat o Allah değildir. Aristo onto-
algılamayı Râzî, “feyz” nazariyesi ile açıklamak- lojisinde ise “el-Aklu’l-Faal” pasif bir ilah konu-
mundadır.
19
er-Râzî , Meâlimu Usuli’d-Din, s. 20; Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefesi
Kaynakları ve Tesirleri, Ankara ts. s.139.
20
Fahreddin er-Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir,El-Matbaatu’l-Behiyye Kahire, 22
er-Râzî, Mebahis, I/475-476; Karş. Muhammed Salih ez-
1933-1938, XX/89; Fahreddin er-Râzî, el-Mebahhisu’l-Meşrikıyye, Tahk., Zerkan,Fahreddin er-Râzî ve Arauhu’l-Kelamiyye ve’l-Felsefiyye, Daru’l-
Muhammed Mutasım Billah el-Bağdadî, Daru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, Fikr, Beyrut, ts. s. 489-490.
1990, I/488. 23
En’am, 6/122.
21
İbrahim Coşkun, Nazarî Akıl ile Allah’ın Bilinmesi, DÜİF. İlahiyat Fa- 24
Coşkun, agm., VI/1, s. 6-7.
kültesi Dergisi, Diyarbakır, ( 2004), VI/1, s. 3-4. 25
er-Râzî, et-Tefsir, XIII/171-72.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


255
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

“el-Aklu’l-Fa’al” terimi yerine feyyaz kavra- gelince; Eş’arilerin çoğuna göre nakli deliller
mını kullanan Fahreddin er-Râzî, Salih ez- yakîn ifade etmezler. Ancak nakli delil şer’î olur-
Zerkan’ın tespitine göre, bu terimle Vacibu’l- sa kesinlik ifade eder.28 Eş’arî ekolünün önemli
vucud’u kastetmektedir. Böyle olunca onun bilgi bir temsilcisi olarak bu konuda en ayrıntılı ve en
anlayışında insani ve ilahi olmak üzere iki boyut sağlam metodu Fahreddin er-Râzî’nin getirdiğini
söz konusudur. Burada üzerinde düşünülmesi ge- görüyoruz. O muhtelif eserlerinde bu konuya ge-
reken en önemli husus şudur: Akletmede birinci nişçe yer ayırmış, ayrıntılı bir şekilde incelemiş-
ve ikinci merhaleler fıtri ve bedihi iken, üçüncü tir. Râzî, konuya iki açıdan yaklaşmaktadır. Bun-
merhale olan bedihi bilgilerin terkip edilmesi, lardan birincisi nasslardaki ibarelerin tam ve doğ-
nazarî akıl ile gerçekleşmekte ve “el-Feyyaz” ile ru anlaşılıp anlaşılamayacağı, yani lafız-mana
etkileşim içerisinde bulunmaktadır. Yukarıdaki ilişkisi; ikincisi, haberin sıhhat derecesi. Ona göre
ayette akl-ı nazari için “nur verdiğimiz kimse” söz/kelâm iki çeşittir. Birincisi maksadın doğru-
diye ifade edilmesi, son derece dinamik, yapıcı, dan salt lafızlarla anlaşıldığı sözdür. İkincide ise
oluşturucu ve sistem kurucu bir bilgi anlayışını mana, salt lafzın delaleti ile anlaşılmaz, aksine la-
çağrıştırmaktadır. fız, önce dilde konulduğu anlama işaret eder;
Ayrıca Râzî, tasavvuri ve tasdiki olmak üzere sonra da bu anlam bizi, gerçekten kast edilen an-
akıl ile ilgili bilgiyi ikiye ayırmaktadır. Onun be- lama ulaştırır. Sözün bu çeşidi temelde “kinaye”,
yan ettiği her iki ilim türünde de aklın hâkimiye- “isitare” ve “temsil” şeklinde kullanılır. Bu üç be-
ti söz konusudur. Çünkü tasavvur bir duyumla yan üslubunda anlatılmak istenen mana, lafızlarla
başlamakla birlikte, akıl tarafından duyum res- değil de istidlâl yoluyla bilinir. Başka bir ifade ile
medilmek zorundadır. Akıl bütün bilgilerin bir beyanî Arap kelâmındaki belağatın sırları ve
anlamda teminatı olmaktadır. mu’cizeliğinin delilleri, muhatabın akıl yürütme
yoluyla anlamın üretilmesi sürecine katılmasını
Söylenenler Râzî’nin bilgi kaynağı olarak
sağlamakla mümkün olur. Bu da lafzın bilinen
duyu organlarını küçümsediği anlamına gelmez.
anlamından hareket edip söz sahibinin, kastettiği
Ona göre üç bilgi kaynağının her biri alanı ile il-
anlama ulaşmaktır. Bu süreçte lafız, kastedilen
gili bilgiler vermektedir. “Allah sizi analarınızın
anlamı doğrudan verme yerine, sadece onu göste-
karnından siz hiçbir şey bilmezken çıkardı. Size
ren bir delil durumundadır.29 Bu zannedildiğinin
şükredesiniz diye kulaklar, gözler ve gönüller
aksine lafzın değerini azaltmaz, aksine lafızlar
verdi.”26Bu ayeti açıklarken Râzî, bilgi elde etme-
burada salt bir iletişim, sırf fikir taşıyan araç ya
de duyu organlarının ilk sırayı aldığını şöyle
da kap olmayıp, manayı gösteren birer ipucu ve
açıklıyor: Bizde daha önce hiç bulunmayan bedi-
delildir.30
hî bilgiler duyu organlarımız vasıtasıyla meydana
gelmektedir. Doğuşta hiçbir bilgiye sahip olma- 28
Bu konuya A.Latif el-Harputî şu açıklamayı getirmektedir: “Delil-i nak-
yan bir çocuğun bir şeyi birkaç kez görmesiyle lîler elfaz makûlesindendir. Kelimeleri hakiki manalardan başka mecazî ve
kinayî manalara dahi ihtimali ile hilafına delil-i aklî zuhur etmesi ihtimali
yine bir sesi birkaç kez işitmesiyle o görülen ve de mevcut olduğundan, Eşarîlerin ekserisi deli-i nakliyenin yakîn ifade
duyulan şeylerin mahiyeti onun hayaline edememesi, hüküm ve reyinde bulunmuşlarsa da delil-i naklî-i şer’îlerden
Şâri’in maksudu olan manalar, Şâri’den meşhud olan fiilleri ve tevatür ile
resmolunur. Diğer duyu organları için de durum menkul olan kavilleri ile taayyun ettiğinden ve delil-i nakli-i şer’îlerin
hilafına delil-i aklî zuhur etmeyeceği dahi mucize ile sabit ve zaruri olan
aynıdır.27 Şâri’in sıdkı ile meczum bulunduğundan Eş’arilerin muhakkikleri, delil-i
naklilerden şer’îleri, yakin ifade eder demişlerdir.” (el-Harputî, age., s. 24.)
Bilginin bir diğer kaynağı olan haber-i sa- 29
İbrahim Coşkun, Din –Bilim Uzlaşısı ve Kur’an’ın Aklî Mu’cizeliği, İs-
dık/naklî delil ile akıl/nazar arasındaki ilişkiye lamî Araştırmalar Dergisi, 2004, XIX/4, s. 552-553
30
Lafızdaki bu ve benzeri özelliklerden dolayı Râzî nakli delilin, delil
olabilmesi için son derece ağır, ama onun doğru anlaşmasını sağlayacak
26
Nahl, 16/78. şartlar ileri sürmektedir. Bu şartlar “el-Muhassal” adlı eserinde şöyle
27
er-Râzî, et-Tefsir, XX/89-90. sıralanmaktadır: Nakli (lafzî ) delil, ancak on meselenin vuzuha

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


256
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

Kelâmcılar akl-ı nazari ile ilgili faaliyetlerine daki sebep de böyledir. Allah’ın istidlâlî bilgi ile
salt kıyas olarak değil, istidlâl olarak isimlendirir- bilinmesi, vacip değil, Kur’an’ın akıl yürütmeyi
ler. Onlara göre delil, duyu alanı dışında olanın emretmesinden dolayıdır. Öbür taraftan Eş’arî,
bilgisine götüren şeydir. Başka bir ifadeyle delil, akıl yürütmeden sonra bilginin Allah’ın yarat-
duyu ve zaruri bilgi alanının dışındaki şeyin bil- masıyla meydana geldiğini savunur. Ona göre
gisine ulaşmayı mümkün kılan işaret ve belirti- Allah yerleşik kanunlar(âdet) ve alışkanlıklar
dir. Duyu alanı dışındaki medlüle ulaşmak için yaratır, akıl yürütme sonucunda da insan belli
emare olan delil üzerinde fikir yürütmek, kelâm- bir bilgiye ulaşabilir. Akıl yürütme, akıl yürütü-
cılar tarafından “i’tibar” diye isimlendirilmiş ve len şeyde bir sebeptir. Eş’ari’ye göre akıl yürüt-
bu i’tibar “Ey Basiret sahipleri i’tibar ediniz.”31 meden sonra Allah’ın bilgiyi yaratmaması da
ayetiyle irtibatlandırılmış, Allah’ın bilgisine mümkündür.33 Bu konuda Fahreddin Râzî bilgi-
ulaşmak için akıl yürütmeyi, yani şahit üzerinde nin Allah’ın fiili olması hususunda Eş’ari’ye uy-
düşünmeyi insan için zorunlu kabul etmişlerdir. maktadır. Ancak O, Eş’ari’nin ‘nazardan sonra
Bu bağlamda Mu’tezile Allah’ı bilme konu- Allah’ın bilgiyi yaratmaması da mümkündür’
sunda akıl yürütmenin vücubiyetini şöyle açıklı- şeklindeki görüşüne karşı çıkmakta, nazardan
yor: Delili oluşturan kişi ya da zatın, kastettiği sonra bilginin zorunlu olarak meydana geleceği
manayı gösterecek bir işaret olmak üzere delili, konusunda Mu’tezile ekolüyle aynı görüşü pay-
kasıtlı bir şekilde kurması gerekir. Âlemi yaratan laşmaktadır.34
Allah (cc), bu yaratmasıyla âlemi kendi varlığı Eş’arî mütekellimler, kesbe dayalı bir bilgi
için delil kılmayı dilemiştir. Dolayısıyla âlemin üretme yöntemi olan nazarî aklı reddetmezler,
incelenmesi - ki o tümüyle âlem, işaret ve delil- ancak şeriat ile nazarî akıl arasında takdim ve te-
dir- kişiyi medlulün varlığına yani Allah’a gö- hir yaparlar. Onların genel kanaatine göre akıllı
türmelidir. Bu düşünceden hareketle Mu’tezile, ve ergenlik çağına ulaşan kimseler için öncelikle
ortada davet eden bir peygamber olmasa da akıl vacip olan şey, âlemin sonradan yaratılmış oldu-
insanı Allah’ın bilgisine ulaştırmaya mecburdur. ğunu bilmeye, oradan da tevhide göre Allah’a
Her insan için bu vacip, hatta vaciplerin en önde iman etmeye sevk eden sahih nazardır.35 Ancak
gelenidir. Mu’tezile kelâmcıları buna tevlid kav- bu durum aklen değil şeran vaciptir. Şeriat bunu
ramıyla açıklamaktadırlar.32 emretmiştir.
Eş’ariler delil ile medlul arasında zorunlu Fahreddin Râzî mensubu olduğu Eş’arî ke-
ilişki olduğu tezini kabul etmezler. Onlara göre lamcıların yukarıdaki fikirlere katılmamaktadır.
bazı şeyler ile diğer bazı şeyler arasında zorunsuz Ona göre aklî vücûb sabit olmasaydı şer’î vücup
sebepler (les causes occasionelles) vardır. Akıl yü- da kesinlikle sabit olmazdı. Râzî bu düşüncesinin
rütme ile ilgili bilginin meydana gelmesi arasın- şöyle temellendirir:
1. Bir peygamber gelip kendisinin Allah tara-
kavuşmasından sonra kesinlik ifade eder. Onlar şöyledir: 1- Lafızlar teker fından gönderilmiş bir elçi olduğunu söyleyerek
teker bilinmeli; 2- Cümlelerdeki yapı/irab bilinmeli; 3- Sarf ilmi açısından
yanlış yapılmamalı; 4- Lafız müşterek olmamalı; 5- Lafız mecaz olmamalı; mucizeler gösterdiğinde onu dinleyenlerin ona
6- Lafız zaman ve şahıslara tahsis edilmemiş olmalı; 7- İbarede zamir iman etmeleri vacip olur. Bu durum ya alken ya
kullanılmamış olmalı; 8- Cümle içerisindeki kelimelerde takdim-tehir
yapılmamış olmalı 9- Nass, nesh edilmemiş olmalı; 10- Nassa karşı aklî bir
itirazın bulunmaması. Naklin akla tercih edilmesi halinde, aklın yerilmesi
gerekir ki, bu da naklin akla muhtaç olması bakımından naklin de 33
Kadı Abdurrahman Aduddin el-‘İcî,el-Mevakıf, Alemu’l-Kütüb, Beyrut,
yerilmesine götürür. Onun için hakiki delil aklî ve naklîden mürekkep ts., s.27
olmalıdır (er-Râzî, el-Muhassal, s. 46). 34
er-Râzî, el-Muhassal, s. 60.
31
Haşr, 59/2. 35
Ebu’l-Mealî Abdulmelik b. Abdillah b. Yusuf el-Cüveynî, eş-Şamil fi
32
Kadı Abdülcebbar, Şerhu Usuli’l-Hamse, tahk. Abdülkerim Osman, Ka- Usuli’d-Din, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1999, s. 5; er-Râzî,
hire 1965, 44-45. Muhassal.s. 47.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


257
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

da şeran vacip olmuştur. Eğer bu aklen vacip ise vücûbun kaçınılmaz olduğunu gösterir.36 Bundan
aklî vücûb sabit olmuş olur. Eğer şeran vacip ise dolayı Râzî “vucub-i aklî”nin reddedilmesini
bu batıldır. Çünkü bu şer’î hüküm ya o iddia mümkün görmemektedir. Şayet vucub-i aklî ka-
edenin bizzat kendisi olur veya başkası olur. Bi- bul edilmezse vucub-i naklî de elbette kabul edi-
rincisi batıldır; çünkü bu sözün neticesi, bir kim- lemez.37
senin benim teklifimin kabul edilmesinin vacip Râzî arkadaşlarının “vucub-i şer’î”ye delil
olduğunun delili, benim biraz önce söylediğim olarak gösterdikleri “biz resul göndermedikçe
‘benim teklifimin kabul edilmesinin vacip oldu- azap etmeyiz”38 ayetini şöyle yorumlamaktadır:
ğunu söylememdir’ demesine varıp dayanır. Bu Ayet zahirine göre yorumlanırsa, aklın insanlara
bir şeyi yine kendisiyle ispat etmek olur. Eğer o Allah tarafından gönderilmiş olan bir nevi elçi
teklifte bulunan başkası olursa bu husustaki söz, olduğu kabul edilmelidir. Hem de öyle bir elçi ki
tıpkı önceki hakkında söylenen söz gibi olur. Bu şayet o olmasaydı hiç bir peygamberin risaleti
durumda da ya devir ya da teselsül gerekir ki her yerleşemezdi. O halde akıl, temel rasûldür. O
ikisi de imkânsızdır. zaman ayetin manası ‘biz akıl elçisini gönderme-
2. Şeriat gelip bazı fiilleri farz, bazılarını da dikçe azab edici değiliz’ şeklinde olur. Ayetin
haram kıldığında farz ve haram kılmanın manası, umumiliği tahsis edilip şöyle de yorumlanabilir:
ancak o şeriatın “şunu yapmazsan; şunu da yapar- Bu ayetle ‘biz vücûbiyeti ancak şeriatla bilinebi-
san sana ceza veririm” demesinden başka bir şey len ameller hususunda şeriat gelmeden azab edici
değildir. Bu durumda o kimsenin o cezadan sa- değiliz’ manası kastedilmiştir. Genel olan ayeti
kınması ya farz olur veya olmaz. Şayet o cezadan hususi kılmak, her ne kadar zahirden vazgeçmek
sakınması farz olmazsa vücûbiyet manası kesin- ise de delil bulunduğunda buna başvurmak şart-
likle ortaya çıkmaz. Hâlbuki bu batıldır. O halde tır.39
beriki de batıldır. Eğer onun o cezadan sakınması Aklî vücûbiyet olmadan şerî vücûbiyetin
ona farz olursa bu durum, ya aklen veya naklen olamayacağına inan Râzî, akla güvenin bir neti-
farz olur. Eğer aklen farz olursa o zaman maksat cesi olarak nazar ve istidlâle dayalı ilmin bilgi de-
zaten gerçekleşmiş olur. Eğer naklen farz olursa ğeri taşıyabileceğini, bu ilmin Eş’arîlerde olduğu
bu vacib oluşun manası ancak o kimseye bir yap- gibi âdeten yani zorunsuz olarak değil, zorunlu
tırımın gerekli olması sebebiyle ortaya çıkar. Bu olarak meydana geldiğini savunur. Onu bu dü-
durumda da ilk taksim yine söz konusu olur ve şünceye götüren sebeplerden birisi de onun ne-
teselsül gerekmiş olur. densellik anlayışıdır. Ona göre bütün olaylarda
3. Ehl-i sünnet akidesine göre Allah’ın farz- ğaî sebep Allah ise de hissi sebeplerin birbirini
ların yapılmamasından dolayı vereceği cezadan
36
er-Râzî, et-Tefsir, XX/171.
vazgeçmesi mümkündür. Durum böyle olunca 37
er-Râzî, et-Tefsir, XX/172; Bkz., Coşkun, agm., VI/1, s. 16-17.
İsra, 17/15
ceza vermeden de vücûbiyetin mahiyeti ortaya
38

39
er-Râzî, et-Tefsir, XX/;173-174.Râzî tabi olduğu Eş’arî düşüncesine ters
çıkmış olur. Binaenaleyh geriye ancak şöyle de- düşmemek için yukarıdaki söyledikleriyle çelişiyor olmakla birlikte şu
sözleri ilave etmeyi ihmal etmez: “Bil ki bizim benimsediğimiz ve kabul
nilmesi kalır: “Vücûbun mahiyeti ancak ikabtan ettiğimiz fikir şudur: sadece akıl, kendisinden istifade edilen şeyi
korkmanın söz konusu olması sebebiyle ortaya yapmamızın ve kendisinden zarar görülecek şeyi de yapmamamızın bize
farz olması hususunda yeter sebeptir. Ama sırf akıl Allah’a herhangi bir
çıkar. Bu korku ise sırf akıl ile gerçekleşir. Böyle- şeyin farz olduğuna delalet etmemektedir. Bu böyledir. Zira biz faydalı
olan şeyi elde etmek, Zararlı olan şeyden kaçınmak duygusu üzere
ce vücûbun mahiyetinin ancak bu korku sebebiy- yaratılmışızdır. Böyle olunca hiç şüphesiz sadece akıl, yapmamız veya
le tahakkuk ettiği kesinlik kazanmış olur. Bu yapmamamız gerekli olan şeyler hakkında yeter bir sebep olur. Hâlbuki
Allah Teala, fayda elde etmekten ve zarardan kaçınmaktan münezzeh ve
korkunun da sırf akılla tahakkuk ettiği sabit ol- beridir. Binaenaleyh aklın, Allah hakkında herhangi bir şeyi yapmasının
veya yapmamasının farz olduğuna hükmetmesi imkânsız olur.”(er-Râzî,
dur. O halde yapılan bütün bu açıklamalar akli et-Tefsir, XX/174)

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


258
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

etkilemesi bir vakıadır. Râzî, müteşabih ayetleri İstidlâlin Zan İçerdiği ve Kesin Bilgiye Gö-
bir imtihan vesilesi olarak değil, nazarî aklın türmediği İddiası: Haşvîlere göre istidlâl ve kıyas
gelişmesine bir fırsat olarak görür. Bunun için ile amel etmek zanna uymaktır. Zanlarına tâbi
hiçbir te’vili kabul etmeyen Haşevîyye ve oldukları için Kur'ân'ın pek çok âyetinde Allah
Selefiyye’yi eleştirir. Teâlâ kâfirleri kınamıştır. Bir şey Cenâb-ı Hakk
tarafından kınanıyorsa o şeyin mutlaka kınama-
HAŞVÎYYE’NİN AKL-I NAZARÎYE VE yı gerektiren şeylerin başında olması gerekir.
İSTİDLÂLÎ BİLGİYE YÖNELTTİĞİ Haşvîler, “Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna
ELEŞTİRİLER VE RAZÎ’NİN uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. On-
BU ELEŞTİRE VERDİĞİ CEVAPLAR lar zandan başka bir şeye uymazlar, onlar ancak
Nazar ve istidlâlî bilgiye karşı en kapsamlı eleşti- yalan söylerler.41 “ … Onlar sadece zanna ve ne-
rileri Ebu İsmail Abdullah b. Muhammed el- fislerinin aşağı hevesine uyuyorlar.”42 vb. meal-
Ensarî el-Herevî (8481/1089)’nin yönelttiğini gö- deki ayetleri delil olarak göstermişlerdir.43 On-
rüyoruz. Onun zamanına kadar kelam ilmine yö- larla göre İstidlâl/kıyas şu bakımlardan kabul edi-
nelik eleştiriler, müstakil çalışmalardan ziyade lemez:
farklı eseler içerisinde bazı başlıklar altında ele a) Kesin deliller ya aklîdir ya naklidir. Birin-
alınmıştır. Her ne kadar Mu’tezile,Cehmiyye vb ci ihtimal bâtıldır. Çünkü aklın, istidlâlî bilgi ile
düşünce akımlarına karşı reddiye tarzında bazı amel edilip edilemeyeceği hususunda hüküm
eserler yazılmışsa da müstakil olarak “Zemmü’l- vermeye gücü yoktur. Hele aklın güzel ve iyi
Kelam” (kelam eleştirisi) şeklinde yazılan ilk eser gördüğünü, güzel ve iyi; çirkin ve kötü gördüğü-
Herevî’ye aittir.40 Haşvî düşünceye mensup kişi- nü, çirkin ve kötü kabul etmeyenlere göre ikinci
lerin nazar ve istidlâlî bilgiye yönelttikleri itiraz- ihtimal de bâtıldır. Çünkü naklî delil mutevatir
ları topluca şöyle sıralayabiliriz. Onlara göre na- olur. Bu delilin lafızları da tek bir mânanın dışın-
zar ve istidlâl zan içerdiği için ilim ifade etmez, da başka bir manaya ihtimali olmaz ise ancak o
ilim ifade eden istidlâle kulun gücü yetmez, İstid- takdirde kesin delil sayılır. Eğer istidlâl/kıyas
lâle teşebbüs etmek caiz değildir, Hz. Peygamber hakkında böyle bir delil bulunsaydı, herkes kıya-
bunu emretmemiştir, bundan dolayı istidlâlde sın bir delil olduğunu kesin olarak bilirdi ve üm-
bulunmak “bid’ad”tir. Her devirde avam halk met içinde bu husustaki ihtilaf ortadan kalkmış
vardır. Rasulullah, istidlâlde bulunmaksızın veya olurdu. Binaenaleyh bu hususta ihtilaf olduğuna
inandıkları herhangi bir konuya delil getirmeksi- göre kıyasın geçerliliğine dair kesin bir delilin
zin avamın imanlarının sıhhatine hükmetmiştir. bulunmadığını anlarız.
İtikadî meselelerde istidlâlin gerekliliği hususun-
b) İstidlâlin/Kıyasın hüccet olduğuna dair
da hiçbir haber nakledilmemiştir. Eğer olsaydı
kesin bir delil bulunduğu farzedilse bile kıyas ile
fıkhî meselelerde olduğu gibi mutlaka bize ula-
amel ancak zanna uyma ile tamamlanmış olur. Bu
şırdı. Bilâkis Rasûlüllah (sav) akaid konularında
hususun izahı şu şekildedir: Kıyasa tutunmak şu
istidlâli yasaklamıştır.
iki mukaddimeye dayanır: 1) İttifak bulunan yer-
Şimdi Haşvîyye’nin ileri sürdüğü bu iddiala- de hüküm illete bağlanır. 2) Böyle bir özellik, ih-
rın detaylarını ve Fahreddin Razî başta olmak tilâf bulunan yerde de mevcuttur. Binaenaleyh
üzere kelamcıların bu iddialara verdiği cevaplara bu iki mukaddime, kesin ve açık olarak anlaşılır
geçebiliriz.
41
En’am, 6/116.
Bkz. Ebu İsmail el-Herevî, Zemmu’l-Kelam ve Ehlühu, Mektebetu
40 42
Necm, 53/23.
Gurabai’l-Eseriyye, Medine, 1998/1419; Erkol, age., s. 99. 43
Herevî, age., I/371-373.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


259
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

ise bu, doğruluğunda insanların ihtilâf etmediği kullanılan cerh, tadil, nâsih, mensuh gibi deyim-
şeylerden olmuş olur. Eğer bu mukaddimelerin ler, fıkıh kitaplarında fıkhî hükümlerin özel bir
her ikisi yahut sadece birisi zannî olur ise bu du- şekilde tertibi ile ilgili kısımlar, bablar ve bunlar-
rumda kıyasla amel etmek de ancak zanna tabî da geçen bugünkü deyimler de Sahabe’nin Hz.
olmakla gerçekleşmiş olur. Bu durumda da kıyas Peygamberden naklettikleri şeyler değildir. Hâl-
veya istidlâl ile amel etmek, zanna uymanın kı- buki onlar bu konuların asılları ve furûlarını bil-
nandığını gösteren ayetlerin hükmüne girmiş me konusunda insanların en bilginleri idiler. Bu
olur.44 konuda başvurulacak merci ve kaynak da Ashab-ı
Râzî’nin istidlâlî bilgiyi ve kıyası zan kabul Kiram’dır. Şu halde biz peygamber ve Ashabının
eden ve bu tür bilgiden uzak durulmasını isteyen istidlâl yapılması gereken konularda istidlâlde
Haşvîyye’ye karşı itirazı şöyledir: Zan, kâfirlerin bulunmadıklarını kabul etmeyiz. Kaldı ki İs-
inancı tarzında, yani bir emareye dayanmaksızın lâm’da her mücadele ve münazara yasak kılın-
kabul edilen bir inançtan ibarettir. Ama tercih mamıştır. Ancak dipsiz boş ve bilgisizce yapılan
edilen itikat, bir emareye dayanıyorsa zan olarak tartışmalar, gerçek konusunda insanı şüpheye dü-
adlandırılamaz. Yapılan bu izahla kıyası kabul şürerek, baştan çıkaran cedel yasaklanmıştır. Al-
etmeyenlerin yapmış oldukları istidlâlleri düşer.45 lah (cc) Kur’an’da “Gerçeği olmayan şeylerle ger-
çeği yok edebilmeleri için savaşıp durdular”47 “İn-
Râzî’nin iyi bir takipçisi olan Seyfeddin el-
sanlar içinde hiçbir bilgi hiçbir rehberi ve aydın-
Âmidî de Haşvîyye’nin istidlâlî bilgiye yönelttiği
latıcı hiçbir kitabı yok iken hala Allah hakkında
itirazları doğru bulmaz. O “Ebkâru’l-Efkar”da
mücadele eden kimseler vardır”48 buyurarak, ge-
şunları söylemektedir: İstidlâlî bilgi, icmalî ve
reksiz tartışmaların neler olabileceğini açıkça bi-
tafsilî olmak üzere iki kısımdır. Mütekellimler
ze bildirmiştir.49
avam için nazarî bilgiyi, icmali olarak gerekli
görmektedirler. Bu konuda tafsilî bilgiye sahip Haşvîler istidlâlin kesin bilgiye götüremeye-
olmak, âlimler için söz konusu olabilir. İslâm ceğini de şöyle temellendiremeye çalışmışlardır:
beldelerinde yeterli sayıda istidlâlî bilgi ile meş- Biz tefekkür ettiğimizde ve bu tefekkürümüzün
gul olan âlim yetiştirilmesi vaciptir. Sahabenin akabinde bir inanç meydana geldiğinde, ister za-
durumuna gelince, onlar Kur’an ayetlerinin inişi- ruri isterse nazarî olsun, bunun bir ilim olduğunu
ne tanık, imanları sade, Kitap ve sünnetin açık biliriz. Bu ilmin zarurî olması yanlıştır. Çünkü
delillerine sarılan kimselerdi. Onların zamanında insan itikadı hususunda bu itikadının ilim oldu-
ilmi tartışmaya münazaraya da ihtiyaç duyulmu- ğunu ve birin ikinin yarısı, güneşin aydınlatıcı,
yordu. Nasların anlaşılması konusunda onların ateşin de yakıcı olduğuna inancı hususunda dü-
bir problemi yoktu. Onlar dini kurallardan her- şünürse, birinciyi ikincisinden daha zayıf görür.
hangi birinin bozulmasına asla tahammül ede- Bu da birinciye zayıflığın arız olduğuna delâlet
mezlerdi. Yine onlar dini prensipleri titizce araş- eder. İkincisi de yani bu ilmin nazari olması da
tırıp aynen hayatlarına uyguluyorlardı.46 Bu du- yanlıştır. Çünkü bu ikinci fikir hususundaki söz,
rumda onların Allah’ın zat ve sıfatlarına, gerekse evvelki söz gibidir. Bu sebeple teselsül gerekir.
akıl yürütme gibi meselelerin bilinmesine ait de- Teselsül ise imkânsızdır. İnsanlardan tefekkürde
lillere yabancı kalmaları mümkün değildir. Nite- bulunup, ictihad eden ve bu tefekkürünün neti-
kim zamanımızdaki tefsir ve hadis kitaplarında cesinde kendilerinde bir inanç meydana gelen, bu

44
Herevî, age., II/185 vd.
45
Râzî, et-Tefsir, XIII/162-164. 47
Ğafir, 40/5
46
Seyfeddin el-Âmidî, Ebkâru’l-Efkâr fi Usuli’d-Din,Tahk. Amet Ferid el- 48
Lokmân,31/20
Mezdî, Beyrut 1424/2003, I/ 96, 102-106. 49
Âmidî, Ebkâr, I/103.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


260
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

inancın bir ilim olduğuna kat’î olarak hüküm ve- ra onlar, istidlâl çeşitlerinin bir kısmından ötürü,
rip de hem onun hem de başkaları için bunun bir bütün çeşitleri iptal etmişlerdir ki bu bir tena-
ilim değil de bir cehalet olduğu ortaya çıkar; kuzdur.52
böylece de o ilk inançlarından vazgeçip onu terk İstidlâlî Bilgiye İnsanın Gücünün Yetmeye-
eden âlimler gördük. Bu durumu önce müşahede ceği İddiası: Haşvîlere göre ilim ifade eden istid-
ettiğimizde, ikinci olarak meydana gelen inancın lâl, insan kudreti dahilinde değildir. Onlara göre
da böyle olması caizdir. Bu metotla, tefekkür ve tasavvurâtı elde etmek, insanın gücünü aşar. Bu
istidlâlden elde edilen herhangi bir inancın sıh- sebeple bedihî tasdikat da insanın gücü dahilinde
hatine kesinlikle hükmetmek mümkün değildir. değildir. Binaenaleyh, tasdikâtın tamamı, insan
Netice eğer biliniyorsa, onu elde etmeye çalışmak kudretinin dahilinde değildir. Tasavvurât elde
muhaldir. Çünkü hasılı tahsil imkânsızdır. Eğer etmek isteyen, eğer o tasavvurâtı biliyorsa onu
netice bilinmiyorsa, zihin ondan habersiz demek- talep etmesi imkânsız olur. Zira var olanı tahsil
tir. Habersiz olunan şeyi talep etmeye yönelmek etmek muhaldir.53
ise imkânsızdır.50
Tefekkürü icap ettiren şey ya aklî zaruret, ya
İstidlâlin ilim ifade ettiğini bilmek, ya zaruri, istidlâl veya nakildir. Birincisi batıldır, çünkü za-
ya da nazari olur; eğer zaruri olursa, aklı olan ruri olanda akıl şart koşulmamıştır; hâlbuki te-
herkesin bu ilimde müşterek olması gerekir. Hâl- fekkür ve istidlâlin vücûbu böyle değildir. Bilakis
buki durum böyle değildir. Eğer nazarî olursa, bir akıl sahibi birçok kimse tefekkür ve istidlâli hoş
şeyin cinsini o şeyin fertlerinden bir fertle ispat karşılamayarak, bunun çoğu kez sahibini bilgi-
etmek gerekir ki bu da muhaldir. Çünkü mahiyet sizliğe götürdüğünü söylemişlerdir; bu sebeple
hakkında olan münakaşa, o fert için de var de- bunlardan kaçınmak vaciptir derler. İkincisi de
mektir. Bu sebeple bir şeyi kendi nefsiyle ispat batıldır, çünkü istidlâlin vacib olduğunu bilmek
etmek lazım gelir ki bu da imkânsızdır. Çünkü nazari olduğu zaman, bu durumda istidlâlden ön-
ispata vesile olan şeyin, daha önce bilinmiş olma- ce istidlâlin farz olduğunu bilmek mümkün ol-
sı gerekir. Bir şeyin netice olması, o şeyin daha maz. Bu sebeple, bunu teklif etmek, “teklif-i mâla
önce malum olmamasını gerektirir. Bu sebeple yutak" (güç yetirilemeyen bir şeyi teklif etmek)
hem nefyin, hem de ispatın birlikte bulunması olur. İnsanın tefekkürden sonra istidlâl etmesi ise
gerekir ki, bu da imkânsızdır. Tek bir mukaddime mümkün değildir. Çünkü bunda bir fayda yoktur.
bir netice vermez; tam aksine, netice veren iki Üçüncüsü de yanlıştır, çünkü İstidlâlden önce is-
mukaddimenin tamamıdır. Ancak zihinde aynı tidlâlin vacib olduğunu bilmek imkânı yoktur.
anda iki mukaddimeyi birden hazır tutmak mu- İstidlâlden sonra fayda olmadığı için de vacip kı-
haldir. Çünkü biz kendimizi sınadığımızda, ne lınması mümkün değildir. Bu üç kısım da geçer-
vakit zihnimizi bilinen herhangi bir şeye doğru siz olunca, o zaman istidlâlin vacip olmadığı anla-
yöneltirsek o aynı vakitte zihnimizi başka bir ma- şılmış olur.54
luma doğru tevcih etmenin imkânsız olduğunu
Eş’arî’ye göre insanın istidlâle güç yetireme-
görürüz.51
yeceği iddiası doğru değildir. Zira fıkıh ilmine
Fahreddin er-Râzî’ye göre Haşvîlerin, istidlâ- (furuu’d-din) ait bazı meselelerde Rasûlullah’tan
lin ilim ifade etmeyeceğine dair ileri sürdüğü bü- (sav) nass-ı şerîf gelmemişse Ashâb-ı kirâm bun-
tün iddialar fasit ve geçersizdir. Çünkü onların ları Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde bulunan
ifade ettikleri şüpheler, zaruri değil nazaridir. Zi-
52
Râzî, et-Tefsir, II/94
50
Râzî, et-Tefsir, II/92 53
Râzî, et-Tefsir, II/96.
51
Râzî, et-Tefsir, II/92-93. 54
Râzî, et-Tefsir, II/96

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


261
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

nasslara ircâ ve kıyas ederek ictihadda bulun- la istidlâl, onu yapanı cehalete götürür. Binaena-
muşlardır. Bunlar, furû’un sonradan ortaya çı- leyh istidlâle teşebbüs eden kimse, çoğunlukla
kan meselelerinin hükümleri olup, sadece kendisini cehalete götüren bir işe teşebbüs etmiş
şerîatın Kur’ân ve sünnetle bilinen fer’î hüküm- demektir. Durumu böyle olan bir şey çirkindir.
lerine ircâ edilerek bilinir. Fakat usûle yani itika- Öyleyse tefekkürde bulunmak da çirkindir ve
da dair sonradan çıkan meselelerin açığa kavuştu- bid’attır. Cenâb-ı Allah çirkin olanı emretmez.
rulmasında her akıl sahibine gereken şey, onun İçimizden herhangi bir kimsenin aklının zayıflı-
hükmünü akıl, his, bedâhet gibi herkesin üstünde ğına hak ile batılın arasını ayırma hususunda ak-
ittifak ettiği aslî hükümler grubuna ircâ etmektir. lına güvenmesi caiz değildir. Biz mezhep sahihle-
Çünkü vahiy yoluyla bilinebilecek şerîat mesele- rinden her birinin, hakkın kendisinden yana, ba-
lerinin hükümleri, vahiy yoluyla gelen şerîat tılın ise hasmı tarafında olduğunu iddia ettikleri-
usûllerine; aklî ve hissî meselelerin hükmü ise ni, sonra da taassubu, cidali terk edip, insafa gel-
tek tek kendi türünden olan aslî hükümlere ircâ diklerinde söyledikleri sözleri birbiriyle çelişir
edilmelidir. Şayet Hz Peygamber döneminde bulduklarını gördük. Bu durum ise aklın bu haki-
halku’l-Kur’ân, cüz’-i ferd, tafra gibi meselelerde katleri idrakten aciz olduğuna delalet eder.57
bizzat bu lâfızlarla tartışma çıksaydı, O, kendi Haşvîlerin Hz. Peygamber ve diğer peygam-
zamanında çıkan diğer meseleleri söz konusu berlerin nazar ve istidlâli emretmediklerine dair
edip açıklığa kavuşturduğu gibi bu meseleleri de iddiaları ise şöyledir: Şayet din, istidlâl üzerine
açıklığa kavuştururdu.55 Bu durum nass varid ol- bina edilmiş olsaydı Hz. Peygamberin bir adamın
mayan ve ilk defa karşılaşılan konularda Selef Müslümanlığının doğruluğuna, ancak ona bu me-
Âlimlerinin bizim bunlara gücümüz yetmiyor di- seleleri sorduktan ve derinliğine bu delilleri bilip
yerek çözülmesi gereken problemlerden uzak bilmediğini imtihan etmesinden sonra hükmet-
durmadıklarını gösteriyor. mesi gerekirdi. Şayet Hz. Peygamber bunu yap-
Fahreddin er-Razî’ye de göre Haşvîyye’nin saydı, herkesçe bilinirdi. Böyle bir bilgi ise yay-
‘istidlâl etmek bizim kudretimiz dahilinde değil- gın değildir. Bilakis, ondan tevatürle nakledilen
dir’ görüşü etrafında ileri sürdükleri şüpheler fa- meşhur durum şudur: O, bu istidlâl şekillerinden
sittir. Çünkü onlar, bu şüpheleri çıkarıp ortaya herhangi birinin hatırına gelmediğini kesinlikle
koyma hususunda ihtiyar sahibidirler. Bu ise on- bildiği kimsenin de Müslüman olduğuna hük-
ların ‘İstidlâl etmek, bizim kudret irademiz dışın- metmişti. Bunlar, dinin geçerli olması için
dadır’ görüşlerini geçersiz kılar. Onların, ‘istidlâle istidlâlî bilgiye güvenilmemesini gösteriyor.58
dayanmak çirkindir’ şeklindeki görüşlerine dair Ebu’l Hasen el-Eş’arî de “İstihsanu’l-Havd fi
söyledikleri şüpheler de bir tezattır. Çünkü buna İlmi’l-Kelam” adlı risalesinde nazar ve istidlâlin
göre getirdikleri bu şüpheleri ileri sürmelerinin bid’at olduğuna dair Haşvîlerin ileri sürdükleri
de çirkin olması gerekir.56 iddiaları şöyle aktarıyor: Nazar ve istidlâl hidâyet
Nazar ve İstidlâlin Bid’at olduğu Allah’ın ve irşad yolu olsaydı, evvelâ Nebî (sav) olmak üzere
Peygamberlerin İstidlâli Emretmediği İddiası: O’nun Ashâbı bu hususu söz konusu ederlerdi.
Haşvîlere göre istidlâlin ilim ifade etmesi ve ku- Nebî (sav) dînî meseleler hakkında ihtiyaç duyu-
lun kudreti dahilinde olması halinde bile Allah’ın lan her ne varsa onları söylemeden ve yeterli de-
bunu kuluna emretmesi düşünülemez. Çoğunluk- recede açıklama yapmadan vefat etmiş değildir.
Allah Rasûlü, dinî meselelerde ve Müslümanları
55
Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, Risaletün fi İstihsanu’l-Havd fi İlmi’l-Kelam,
Haydarabad, 1344, s. 95. 57
Hervî, I/299-315.
56
Râzî, et-Tefsir, II/96 58
Râzî, et-Tefsir, II/95.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


262
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

Allah’a yaklaştırıp O’nun azâbından uzaklaştıra- 3. Problem edilmiş bu meselelerin cevapları-


cak hususlarda, kendisinden sonra hiç kimseye nı, Rasûlullah (sav) mutlaka biliyordu. Hiç bir
söylenecek bir söz bırakmamıştır. Zikrettiğimiz mesele yoktur ki O bunu tafsilâtıyla bilmesin.
mevzularda Rasûlüllah’tan rivayet gelmediğine Fakat her ne kadar asıllar Kur’ân ve Sünnet’te
göre anlıyoruz ki bu hususu gündeme getirmek mevcut olsa da O’nun devrinde bu meseleler
bid’at, araştırmasını yapmak da dalâlettir. Şayet hakkında konuşup konuşmamayı belirleyici bir
bunda bir hayır olaydı Nebî (sav) ve Ashâbı bu şey meydana gelmemişti. Fakat şu da var ki, şerîat
hayrı ellerinden kaçırmazlar ve gerekeni söyler- açısından dîne taallûk eden her ne vuku bulduysa,
lerdi. Eş’arî onların iddialarını aktarmaya şöyle Ashâb-ı Kirâm o hususu mutlaka konuşmuşlar,
devam ediyor: Burada sadece iki ihtimal vardır; araştırmışlar, tartışmışlar ve delillendirmişlerdir.
ya bunu bildikleri hâlde susmayı seçmişler ya da Meselâ miras hukukundan boşanma hukukuna
bu konuda bilgi sahibi deillerdi. Şayet bunu bil- kadar onların zamanında gerçekleşen pek çok me-
dikleri hâlde konuşmadılarsa, onların susmayı sele hakkında, Hz Peygamberden nass vârid ol-
tercih ettikleri gibi biz de susmayı tercih etmeli- mamıştır. Zira bunların hepsine dâir nass vârid ol-
yiz. Bu mevzua dalmaktan kaçındıkları gibi biz saydı, ihtilâf etmezlerdi ve günümüze de bu konu-
de kaçınma yolunu seçmeliyiz. Şayet bunu hiç larda hiç bir muhâlefet ulaşmazdı. Her ne kadar bu
bilmedilerse, onların yaptıkları gibi bize de lâyık meselelerde Rasûlullah’dan tek tek nass gelmemiş-
olan, bilmemektir; çünkü dîn-i mübîne dair bir se de Ashâb-ı Kirâm bunları Kur’ân-ı Kerîm ve
bilgi olsaydı, onlar bundan aslâ câhil kalmazlardı. hadîs-i şerîflerde bulunan nasslara ircâ ve kıyas
Hâsılı, her iki ihtimale göre de bu konuda ko- ederek ictihatta bulunmuşlardır. Bunlar sonradan
nuşmak bid’at, derinleşmek dalâlettir.59 ortaya çıkan furû’a dair hükümleri olup, sadece
Ebu’l-Hasen el-Eş’ariye göre bu düşünce üç şerîatin Kur’ân ve sünnetle bilinen fer’î hükümle-
açıdan yanlıştır: rine ircâ edilerek bilinir.

1. Aynı suâli onlara karşı şu şekilde uyarla- İtikada dair sonradan çıkan meselelerin açığa
mak mümkündür: Nebî (sav): “Bu hususta ko- kavuşturulmasında her akıl sahibine gereken şey,
nuşma ve araştırma yapan herkesi bid‘atçi ve sap- onun hükmünü akıl, his, bedâhet gibi herkesin
kın olarak yaftalayın” şeklinde bir söz de sarf et- üstünde ittifak ettiği aslî hükümler grubuna ircâ
memiştir. Bu hâlde sizin de Allah Rasûlü (sav) etmektir. Çünkü vahiy yoluyla bilinebilecek
tarafından söylenmemiş bu sözü söylemeniz ve şerîat meselelerinin hükümleri, vahiy yoluyla ge-
O’nun tarafından dalâletle itham edilmemiş kişiyi len şerîat usûllerine; aklî ve hissî meselelerin
dalâletle suçlamanız, bid’atçi ve sapkın olmanızı hükmü ise tek tek kendi türünden olan aslî hü-
gerektirir. kümlere ircâ edilmelidir. Aklî bilgiler vahyî bilgi-
lerle; vahyî bilgiler de aklî bilgilerle karıştırıl-
2. Nebî (sav) cisim, araz, hareket, sükûn, cüz’
mamalıdır. Şayet Hz Peygamber zamanında
ve tafra gibi konuların hiç birinde alenen konuş-
Halku’l-Kur’ân (Kur’an’ın yaratılması), cüz’-i ferd
mamış olsa dahî bunları bilmiyor değildir. Bu du-
nazariyesi (atom nazariyesi), tafra gibi meseleler-
rum Sahâbe-i Kirâmın fakih ve âlimleri için de
de bizzat bu lâfızlarla tartışma çıksaydı, O, kendi
geçerlidir. Zikri geçen bu meselelerin asılları hem
zamanında çıkan diğer meseleleri gündemine alıp
Kur’ân-ı Kerîm’de hem de Sünnet-i Nebeviye’de
açıklığa kavuşturduğu gibi bu hususları da mutla-
ayrıntılı değilse de genel olarak mevcuttur.
ka gündemine alıp açıklığa kavuştururdu. Kur’ân-
ı Kerîm’in mahlûk oluşunu reddettiği hâlde son-
radan ortaya çıkan meseleleri tartışma ve araş-
59
el-Eş’arî, age.,s.87-88.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


263
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

tırma konusu etmeyi de bid’at ve sapıklık kabul Haşvîlerin Peygamberlerin istidlâli emret-
eden kişilere bir de şöyle söylenebilir: Hz. Pey- mediklerine dair iddiaları da batıldır. Çünkü bü-
gamberden, Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk ya da tün Peygamberlerin öncelikli görevi insanları her
gayr-i mahlûk oluşuna dair hiç bir sahih hadîs türlü şirkten uzaklaştırıp tevhide göre Allah’a
gelmemiştir. Nasıl oluyor da siz onun gayr-i mah- iman etmelerini sağlamak olmuştur. Bunu yapar-
lûk olduğunu söyleyebiliyorsunuz? Cevâben: Bu- ken de insanları düşünmeye davet etmişler
nu Sahâbî ve Tâbiîden bazılar söylemiştir derler- istidlâlî deliller ileri sürmüşlerdir. Onlar aynı
se, onlara denir ki: O hâlde, Rasûlüllah tarafından zamanda ümmetlerine tefekkürü ve istidlâli em-
söylenmemiş bir sözü söyledikleri için, onların da retmişlerdir.
aynı sizin gibi bid’atçi ve sapkın mı olmaları ge- Hz. Muhammed'in İstidlâli: Son peygambe-
rekir? Sonra onlardan bir başkası dese ki: Ben bu rin, tevhide, nübüvvete ve ahirete dair delillerle
konuda susarım; Kur’ân’ın mahlûk ya da gayr-i meşgul olduğu bilinen bir husustur. Çünkü Hz
mahlûk oluşuna dair hiç bir şey söylemem. Ona Peygambere inzal olunan Kur'an bunlarla dolu-
da şöyle söylenebilir: O hâlde sen de bu konuya dur. Hz. Peygamber bütün kâfir fırkaları ile imti-
dair suskunluğun sebebiyle bid’atçı ve sapkın han edilmiştir. Bunlardan birincisi: "Bizi ancak
olursun. Çünkü Nebî (sav) Benden sonra bu tar- zaman helak eder"65 diyen Dehriyye'dir. Cenab-ı
tışmalar vuku bulursa, bu hususta susun ve hiç Hak, onların bu görüşlerini çeşitli delillerle çü-
bir şey söylemeyin yolunda bir söz sâdır olma- rütmüştür. İkincisi: irade ve ihtiyar sahibi, her
mıştır. Ve yine O, Kur’ân’ın mahlûk ya da gayr-i şeye kadir olan Zât-ı ilahiyyeyi inkâr edenlerdir.
mahlûk oluşuna dair söz sarf edenleri sapkınlık Cenab-ı Hak onların iddialarını aynı tabiat ve dış
ve küfürle itham edin diye de buyurmamıştır.60 tesirlere maruz oldukları halde birbirlerinden çok
Fahreddin er-Râzî’ye göre Haşvîlerin yuka- farklı bitki ve hayvan türlerinin yaratılması delili
rıda ifade ettikleri düşünceler ve Cenab-ı Hakk'ın ile geçersiz kılmıştır. Bu da kadir olan Allah'ın
“Bunu sana ancak bir mücadele maksadıyla getir- varlığına delâlet eder. Üçüncüsü: Allah Teâlâ’ya
diler"61 vb. mealdeki ayetlere tutunarak Allah’ın ortak koşanlardır. Ortak koşulan bu şey ya ulvi
istidlâlde bulunmayı yasakladığına iddiaları da veya süfli bir varlık olur. Ulvî olan ortağa gelince
doğru değildir. Müfessirler bu ayet ile "Onlarla, en bu, yıldızların bu âlemde müessir olduğunu söy-
güzel bir şekilde mücadele et"62 mealindeki ayeti leyen kimsenin görüşüdür. Allah Teâla bu kimse-
birlikte değerlendirmişler, batıl bir dava uğrunda lerin iddialarını Hz. İbrahim’in dilinden aktarılan
mücadele etmenin yasaklandığına hamletmişler- ifadelerle çürütmüştür: "Üzerine gece karanlığı
dir. “Bizim ayetlerimiz hususunda boş sözlere basınca bir yıldız gördü ‘işte rabbim’ dedi. Yıldız
dalmış olanları gördüğün zaman, onlardan yüz çe- batınca da ‘ben öyle batanları sevmem’ dedi."66
vir"63 ayetinde geçen “boş sözlere dalmış olanlar” Süfli olan ortağa gelince; bu, Hıristiyanların, Hz.
sözünün de istidlâlde bulunanlara yönelik olmadı- İsa'nın ilâh olduğuna, putperestlerin de putları-
ğını, “lehve’l-hadîs” türünden dünyada ve ahirette nın ilah olduğuna dair ileri sürdükleri iddiaları
hiçbir faydası bulunmayan sözlere dalanların kast çürüten ayetlerdir.
edildiğini belirtmişlerdir.64 Dördüncüsü: Nübüvvete karşı çıkanlar ki
bunlar da iki guruptur: Birincisi nübüvvetin aslı-
na karşı çıkanlar. Bunlar, Allah'ın "Allah, bir in-
60
Eş’arî, age., s. 88-89
61
Zuhruf, 43/58
62
Nahl, 16/125
63
En'am. 6/68 65
Câsiye, 45/24
64
Râzî, et-Tefsir, XIII/25. 66
En'am, 6/76.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


264
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

sanı mı peygamber olarak gönderdi."67 dediklerini geniş istidlâllerde bulunduğunu da ilave etmeli-
naklettiği kimselerdir. İkincisi nübüvveti aslında yiz.73
kabul eden, fakat Hz. Muhammed'in peygamber- Gerçek uğrunda ve gerçeği ortaya çıkarmak
liğine karşı çıkanlardır. Bunlar Yahudi ve Hıristi- amacıyla olan mücadele ve ilmi tartışmalar, İs-
yanlardır. Kur'an-ı Kerim bunlara reddiyelerle lâm’ın emrettiği konulardır, “İnsanları Rabbinin
doludur. yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla
Nübüvvetin aslına karşı çıkanlar aslında mücadeleni en güzel yol hangisi ise onunla
Kur'an'a karşı çıkmışlardır. Cenâb-ı Hak şu sözü yap,”74 ayeti bunun en güzel örneklerinden biri-
ile onların bu iddialarına cevap vermiştir: "Allah, dir. “Siz de Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınız
bir sivrisineği bir mesel olarak getirmekten çe- da hiç şüphesiz ki cehennem odunusunuz. Siz
kinmez"68. Bazen bu karşı çıkma, Allah’ın şu sö- oraya gireceksiniz.”75 Bu ayeti kerime indiğinde
zünde anlattığı gibi, başka mucizeler istemek şek- peygamber Abdullah b el-Zibra ile münazarada
linde olur: "Bize, yeryüzünden kaynak fışkırtma- bulunmuşlardır. Abdullah b. Zibra peygambere
dıkça sana asla inanmayacağız" dediler" 69 Bazen gelerek şöyle bir itirazda bulunmuştu:“-Melekler
de bu karşı çıkma Kur'an'ın parça parça nazil ol- ve Hz İsa da insanlar tarafından tapılan varlıklar-
ması sebebiyle olur ki bu, Kur'an'a bir ithamın dır, onların da azap göreceklerine inanıyor mu-
yöneltilmesini ifade eder. Cenab-ı Hak, bu karşı sunuz? Peygamber ona şöyle cevap verdi:-Seni
çıkışa şu sözü ile cevap vermiştir: "İşte biz senin kavminin lisanında bilgisiz yapan nedir? Bilmi-
kalbini onunla güçlendirmek için böyle (yap- yor musun “ma” harfi Arapça’da akıl edemeyen
tık)"70. nesneler için kullanılır.”76
Beşincisi: Haşr ve neşr hususunda tartışan Ebu Hureyre de şöyle bir hadis nakletmiştir:
kimselerdir. Allah Teâlâ haşr ve neşrin doğrulu- “Ashab’tan bir grup Hz Peygambere gelerek şöyle
ğuna, bunu inkâr edenlerin görüşlerinin geçersiz dediler:-İçimizden öyle şeyler hissediyoruz ki her
olduğuna dair çok çeşitli deliller getirmiştir. hangi birimiz bunu söylemeyi bile büyük günah
addeder. Nebi (sav):-Hakikaten öyle bir şey his-
Altıncısı: Bazen, faydasızdır diye mükellef
settiniz mi? -Evet. Nebi( sav):-Bu imanın ta ken-
tutulmaya karşı çıkanlar ki Cenâb-ı Hak bunların
disidir.”77
itirazına "İyi yaparsanız, kendiniz için iyi yapmış
olursunuz; eğer kötü davranırsanız, bu da nefsi- Abdullah b. Mes’ud’un rivayeti ise şöyledir:
nize aittir''71 sözüyle cevap vermiştir. “Peygambere vesvese soruldu, ‘o imanın halis
olanıdır’ buyurdu.”78
Bazen da gerçek olanın, bir cebr olduğu, bu-
nun ise teklifin sıhhatine ters düştüğünü söyleye- İbn Abbas da şöyle bir hadis nakleder: “Hz
rek karşı çıkanlar ki Cenâb-ı Hak bu hususa da Peygambere birisi gelerek:-İçimde öyle bir şey
"Allah yaptığından sorguya çekilmez, ama onlara hissediyorum ki onu söylemekten yanıp kömür
yaptıklarından sorulur 72 diyerek cevap vermiştir. olmayı tercih ederim, dedi. Rasulullah (sav) şöyle
Anlatılanlara Hz Peygamberin Necran Hıristi- buyurdu:-Kulun halini (iman derecesini taklit-
yanları ile derin bir tartışmaya girerek Hz İsa’nın ten) vesveseye yükselten Allah’a hamdolsun.”79
ulûhiyyetten bir pay sahibi olamayacağına dair
73
Râzî, et-Tefsir, II/90.
74
Nahl, 16/125
67
İsra, 17/94 75
Enbiya, 21/98-99.
68
Bakara, 2/26 76
Râzî, et-Tefsir, XXI/223.
69
İsra,17/90 77
Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI/106.
70
Furkan, 25/32 78
Müslim, es-Sahih, el-İman, 60; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II/456,
71
İsra,17/7 VI/106.
72
Enbiya,21/23 79
Ebu Davud, es-Sünen, el-Edeb, 109; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I/240

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


265
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

Râzî’nin, Haşvîyye’nin delil olarak ileri sür- ileri gittin"83 Bu mücadelenin, şer'i hükümlerin
düğü, “...şeytan sizden birine gelir de şunu kim tafsilatı hakkında olmayıp, aksine tevhid ve nü-
yarattı, şunu kim yarattı, nihayet Allah’ı kim ya- büvvet hakkında olduğu, bilinen bir hakikattir. O
rattı der...” hadis-i şerifi ile ilgili yorumu oldukça halde, kelâm ilminde, hakkı ortaya koymak için
dikkat çekicidir. Bu konuda Râzî’ye şöyle bir soru istidlâl yaparak mücadele etmek peygamberlerin
sorulmuştur: Acaba niçin Hz. Peygamber böyle sanatıdır.
bir vesvese durumunda açık burhanî delillerle Hz. İbrahim’in İstidlâli: Hz İbrahim’in
sonucun devir ve teselsüle varacağına, devir ve Kur’an’da anlatılan pek çok istidlâl örneği var-
teselsülün de batıl olacağına işaret etmemiş de dır.Biz burada birkaç tanesini örnek olarak suna-
Allah’a sığınmayı ve orayı terk etmeyi tavsiye cağız:
etmiştir? Râzî’nin cevabı şöyledir: Bu durum, sü-
a) Hz İbrahim’in Allah inancına ulaşırken
rekli uluyarak saldıran bir köpeğin saldırısına uğ-
yaptığı istidlâl: "İşte o, üstünü gece bürüyüp ör-
ramış kişinin durumuna benzemektedir. O bir
tünce bir yıldız görmüş. "Bu(mu)benim Rab-
taraftan asasıyla köpeğe engel olmaya çalışırken
bim?" demiş, o yıldız kaybolunca ise, "Ben böyle
bir taraftan da sahibinden köpeğin saldırısını en-
sönüp batanları (Rab diye) sevmem"84. Bu, Ke-
gellemesini istemektedir. Râzî sonra şunları ilave
lâmcıların, âlemin değişir olmasından hareketle,
ediyor: Burada burhan birinci yoldur fakat böyle
onun sonradan yaratıldığına delil getirme yolla-
bir pozisyonda bu yolu tercih etmenin bir takım
rıdır. Sonra Cenab-ı Allah, Hz. İbrahim'i bu is-
zorluklar vardır. Allah’a sığınmak ise ikinci yol-
tidlâlinden dolayı methederek, "İşte bunlar,
dur ve o daha kolaydır.80
kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz hüccetlerdi"
Peygamberimizin "Kaderden bahsedildiği 85 buyurmuştur.

zaman dilinizi tutunuz" hadisi ile bu görüşe istid-


b) Hz.İbrahim'in, babasına karşı istidlâli: Bu,
lâl etmek zayıftır. Çünkü kısmî olan yasak,
Allah'ın "Ey babacığım, niçin duymayan, görme-
umumi yasağı ifade etmez.81Âmidî, ‘Kocakarıların
yen ve senden hiçbir şeyi gideremeyen şeye tapı-
dinine uyunuz’ diye bir hadisin, hadis imamla-
yorsun?" 86 ayetinde bahsettiği istidlâldir.
rınca tespit edilmiş olmadığını da ifade etmekte-
dir.82 Bütün bu deliller ve olaylar gösteriyor ki c) Fiil ile istidlâli: Cenab-ı Allah'ın "Derken
Sahabe arasında istidlâlî gerektiren tartışmalar o, bu putları parça parça etti. Belki ona müracaat
olmuştur. Eğer istidlâl bid’ad olsaydı, onlar tara- ederler diye onlara büyük olan putu bıraktı''87
fından yapılmazdı. ayeti ile anlattığıdır.
Hz. Adem'in İstidlâli: Allah Teâlâ, Hz. d) Zamanın kralına karşı istidlâli: Bundan,
Adem'in ilmini, meleklerin ilmine üstün kılmak Allah Teala şu ayette bahseder: "(İbrahim): Be-
sureti ile onun faziletine dair delilini ortaya nim Rabbim hem diriltir hem öldürür" deyince.
koymuştur ki bu tamamen bir istidlâldir. O, "Ben de diriltir ve öldürürüm" dedi. İbrahim,
Hz. Nûh'un istidlâli: Cenâb-ı Allah, kâfirle- "Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen onu ba-
rin şu sözünü nakletmiştir: "Ey Nuh, bizimle cid- tıdan doğdur" deyince ise kâfir şaşırıp kaldı. Al-
den çok mücadele ettin ve bu mücadelende de lah zalim kavme hidayet etmez"88.

80
İbn Teymiyye Râzî’nin bu izahını tenkit ederek burhanın daha sağlam 83
Hûd, 11/32
ve daha mükemmel bir yol olmadığını, böyle durumlarda Allah’a sığınma- 84
En’am, 6/76
nın daha sağlam bir yol olduğunu savunmuştur. (İbn Teymiyye, Der’u 85
En'am, 6/83.
Tearuzi’l-Akl ve’n-Nakl, III/308. 86
Meryem, 19/42.
81
Râzî, et-Tefsir, II/96. 87
Enbiya, 21/58.
82
Âmidî, Ebkâr, I/96. 88
Bakara, 2/258.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


266
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

Hz. İbrahim Mead’ın (ahiret) gerçekliğine Bütün bunlar istidlâlî delillere yapışmanın o
dair şu istidlâlde bulunmuştur: "Hani İbrahim, masum peygamberlerin sanatı olduğuna ve onla-
‘Ey Rabbim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gös- rın bu delilleri akıllarından çıkardıkları gibi, aynı
ter’ demiş. (Allah) "Buna inanmadın mı yoksa? zamanda geçmiş temiz seleflerinden miras olarak
demiş. O da ‘İnandım, fakat kalbimin mutmain almış olduklarına da dikkat çekmektedir.
olması için...’ demişti. Allah dedi ki: Dört kuş tut, Razî’ye göre Allah Teâlâ, Kur’an’da melek-
onları kendine alıştır, sonra (kesip) her parçasını lerin de istidlâlde bulunduklarını bildirmekte-
bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. (O dir. Melekler şöyle istidlâl etmişlerdir: "O yer-
zaman) koşarak sana geleceklerdir." Bil ki şüphe- yüzünde, orada fesat çıkaracak kimseler mi ya-
siz Allah aziz ve hakîmdir."89 ratacaksın?”97 Meleklerin bu sözden maksatları
Bütün bunlar, Hz.İbrahim'in Allah’ın varlığı şudur: Bu gibi şeyleri yaratmak kabihtir. Hik-
ve birliğine dair kullandığı istidlâlî delillerdir. metli olan zat, kabih olan fiili yapmaz. Bunun
Hz. Musâ'nın İstidlâlî: O'nun nübüvvet ve üzerine Hak Teâlâ, onlara: "Ben, sizin bilmedik-
tevhid hususundaki istidlâlî, Firavun'la tartışma- lerinizi bilirim" 98 diye cevap vermiştir. Bundan
sına görülmektedir. Tevhide dar istidlâlî çoğu maksat,ben her türlü malumatı bildiğim için,
yerde, Hz. İbrahim'in delillerine dayanır. Çünkü onların yaratılması ve meydana getirilmeleri hu-
Allah Teâta Taha suresinde, bunu şöyle anlatmış- susunda sizin bilmediğiniz hikmeti de bilirim
tır: "Firavun, "O halde Musa, sizin Rabbiniz demek olabilir. Şüphe yok ki bu da karşılıklı bir
kim?" dedi. O da: "Bizim Rabbimiz her şeyi yara- delil getirmedir.
tan, sonra da doğru yolu gösterendir" dedi''90 Bu, Haşvîyye’nin istidlâlî bilginin yasaklığı husu-
Hz. İbrahim'in "O, beni yaratıp, bana hidayet sunda icma olduğuna dair iddiaları doğru olmadı-
edendir"91 sözünde zikrettiği delilin aynısıdır. Yi- ğı gibi Sahabe’nin hiçbir konuda nazar ve istidlâle
ne Şuara sûresinde Musa (a.s.):"(O) sizin ve sizden meyletmediği iddiaları ve bu konuda ileri sür-
önceki atalarınızın Rabbidir"92 demiştir. Bu, Hz. dükleri delilleri de doğru değildir. Ashab-ı Ki-
İbrahim'in: "Rabbim hem diriltir hem öldürür"93 ram, diğer sahalarda olduğu gibi iman esasları sa-
sözünün aynısıdır. Firavun, bununla yetinmeyip, hasında da bir müşkille karşılaştıklarında vahyin
ondan başka bir delil isteyince, Hz. Musa şöyle kaynağına gidiyorlar ve suallerinin cevabını Yüce
demişti: "O, doğunun ve batının Rabbidir."94 Bu peygamberden alarak huzura kavuşuyordu. Bu-
da Hz. İbrahim'in “Allah güneşi doğudan getirir, nunla beraber Hz. Peygamberin sağlığında
haydi sen onu batıdan doğdur"95 sözünün aynısı- Ashab-ı Kiramın iman konularıyla ilgili hiçbir
dır. fikri hareket içerisinde olmadığını, nazar ve istid-
Hz. Musa'nın nübüvvete dair, mucize ile is- lâlde bulunmadıklarını söylemek yerinde bir tes-
tidlâline gelince bu, onun: "Sana apaçık bir şey pit değildir. Yukarıda sunduğumuz örneklerde
getirsem de mi?!"96 sözü ile bahsettiği şeydir. Bu, görüldüğü gibi sahih rivayetler Ashabın imanı
Hz. Musa'nın doğruluğuna mucizeyi delil getir- istidlâl mertebesine yükseliş mücadelelerini ha-
mesidir. ber vermektedir. Eğer Sahabenin, kelamcıların
kullandıkları tabirleri kullanmadıkları bu doğru-
89
Bakara, 2/260.
dur. Ne var ki bundan kelam ilmini tenkit manası
90
Taha,20/49-50. çıkmaz. Nitekim Sahabe, fukâhânın tabirlerini de
91
Şuara, 26/78.
92
Şuara, 26/26. kullanmamışlardır. Bundan, fıkıh hususunda bir
93
Bakara, 2/258.
94
Şuara, 26/28.
95
Bakara, 2/258. 97
Bakara,2/30.
96
Şuara, 26/30. 98
Bakara, 2/30.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


267
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

eleştiri manası çıkmaz. Eğer onlar, istidlâli Allah ğü hadis-i şeriflerden biri de Ebu Hureyre’nin
ve Resulünden öğrenmediklerini kastediyorlarsa, rivayet ettiği şu hadistir: Peygamber (sav) şöyle
çok kötü ve tutarsız bir iddiada bulunmaktadır- buyurdu: “Şeytan sizden birine gelir de şunu kim
lar.99 yarattı, şunu kim yarattı, nihayet Allah’ı kim ya-
rattı der. Böyle bir durumla karşılaşan Allah’a sı-
HAŞVÎYYE’NİNDOĞRUDAN KELAM İLMİNE ğınsın ve orayı terk etsin.”106 Onlara göre bu ha-
YÖNELTTİĞİ ELEŞTİRİLER VE RAZÎ’NİN dis-i şerif de kelam ilmiyle meşgul olmanın caiz
BU ELEŞTİRİLERE VERDİĞİ CEVAPLAR olmadığına delalet etmektedir.
Haşvîyye nazar ve istidlâle karşı yukarıda ifade Haşvîyye’ye göre Kelâm İlmi Sahabenin bah-
ettiğimiz eleştirileri getirdiği gibi doğrudan Ke- setmediği bir ilimdir. Bu sebeple, onun bid'at ve
lam ilmine ve Kelam âlimlerine karşı da eleştiri- haram olması gerekir. Sahabenin bu hususta ko-
lerde bulunmuştu. Onlar Kelam ilmini Cedel ilmi nuşmadığı aşikârdır. Çünkü onların hiçbirinden
olarak değerlendirmişler; bu ilimle meşgul olma- bu gibi konularda istidlâle girişmiş olduğuna dair
nın caiz olmadığını Kur'an, sünnet, icma ve selef bir söz nakledilmemiştir. Bilâkis onlar bu konu-
âlimlerinin sözleriyle delillendirmeye çalışmış- larda konuşmaya dalan kimseleri şiddetle eleş-
lardır. Onların Kur’an'dan delilleri, "Bunu sana tirmişlerdir. Bu sabit olunca, kelâm ilminin bid'at
ancak bir mücadele maksadıyla getirdiler. Daha olduğu da ortaya çıkmış olur. Her bid'at ise itti-
doğrusu onlar çok cedelci bir kavimdirler"100 me- fakla haramdır.107
alindeki ayettir. Allah Teâla burada “cedel”i (tar-
Haşvîyye kendilerini haklı göstermek için
tışmayı) yermiştir. Yine Hak Teala şöyle buyur-
Selefin şu sözleri de delil getirmektedir: Malik
muştur: "Bizim ayetlerimiz hususunda boş sözlere
b.Enes şöyle demiştir: "Bit'atlerden kaçının."
dalmış olanları gördüğün zaman, onlar başka bir
Kendisine, "Ya Ebâ Abdillah, bid'atler nelerdir?"
mevzuya geçinceye kadar onlardan yüz çevir.”101
denildiğinde, "Bid'at ehli olan kimseler, Allah'ın
Cenab-ı Allah burada, Allah'ın ayetleri hususun-
isimleri, sıfatları ve kelâmı hususunda konuşan,
da boş sözlere daldıkları zaman müşriklerden yüz
Sahabe ve Tabiînin sustuğu konularda susmayan
çevirmeyi emretmiştir.
kimselerdir" cevabını vermiştir. Sufyan b.
Haşvîyye’nin delil olarak ileri sürdüğü hadis- Uyeyne'ye kelam ilmi hakkında sorulduğunda, O,
lerin başlıcaları şunlardır: "Mahlukat hakkında "Sünnete uy, bid'ati bırak" demiştir. İmam Şafii
tefekkür ediniz, fakat yaratıcının zatı hakkında ise "Kulun, şirk hariç, her türlü günaha bulaşma-
tefekkür etmeyiniz."102 "İhtiyar kadınların (saf ve sı, kelam ilminden herhangi bir şey ile Allah'ın
sağlam) dinlerine sarılın".103Hz Peygamber kader huzuruna çıkmasından daha hayırlıdır" demiş ve
konusunda münakaşa eden Sahabeyi şöyle uyar- sözüne şöyle devam etmiştir: "Bir adam, kendi
mıştır: “Sizden önceki toplumlar bu konuya ilim kitaplarını bir başkasına vasiyet etse ve bun-
dalmaları yüzünden helak oldular.”104 Yine baş- lar içinde de kelâm kitapları bulunsa, bu kelâm
ka bir sözünde Hz Peygamber: "Kaderden bah- kitapları vasiyete dahil olmaz."108
sedildiği zaman, dilinizi tutunuz."105 buyurmuş-
Haşvîyye’nin delillerinden biri de şöyledir:
tur. Haşvîyye’nin en çok delil olarak ileri sürdü-
Eğer biz kelamcıların kullandıkları aklî delilere
tutunmayı caiz görsek kelamî tartışmalar sebe-
99
Râzî, et-Tefsir, II/96-97.
100
Zuhruf,43/58 biyle kişilerin dini hassasiyetleri azalır ve pey-
101
En'am, 6/68
102
Keşfu’l-Hafa, II/70-71
103
Keşfu’l-Hafa, II/70-71 106
Müslim, es-Sahîh, el-İman, 212,215; Buharî, es-Sahîh, Bed’u’l-Halk, 11.
104
Kaynağına ulaşılamadı. 107
Râzî, et-Tefsir, II/95-96.
105
Camiu’s-Sağir, I/26. 108
Râzî, et-Tefsir, II/96.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


268
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

gamberlere iman gibi konular yara alır. Çünkü ikisi en değersiz şeylerdir. Bundan dolayı kelam
cebriyenin sözü, cebri ispat hususunda; ilminin en değerli şey olması gerekir.
Kadariyye’nin sözü de ‘eğer cebir sabit olursa Bir şeyin kıymeti bazen konusunun kıyme-
mükellefiyet de tamamen ortadan kalkar’ şek- tiyle, bazen o şeye duyulan ihtiyacın derecesiyle,
lindeki görüşleri son derece kuvvetlidir. Bu se- bazen da aklî delillerinin kuvvetiyle orantılıdır.
beple bu iki görüşün toplamından Kur’an’ın sıh- Kelâm ilmi bütün bunları kapsar. Mesela astro-
hatini zedeleme, mükellefiyet ve nübüvvet gibi nomi ilmi, konusu itibariyle tıp ilminden daha
hususlarda çok büyük bir şüphe ortaya çıkar. İş- şereflidir. Fakat insanların tıp ilmine olan ihtiyacı
te bu sebeple akli delillere sarılmanın, inkârı ve astronomiye olan ihtiyaçtan daha fazla olması
sapıklığı peşinden getirdiği sabit olmuş olur. O bakımından, tıp ilmi astronomiden daha şerefli-
zaman da kim kelam ilmine fazla dalarsa zındık- dir. Matematik ilmi ise delillerinin daha kuvvetli
laşır.109 olması bakımından, her ikisinden de şereflidir.
Râzî, kelam ilminin değerini ve önemi birkaç Kelam ilminin konuları Allah'ın varlığını delille-
yönden açıkladıktan sonra Haşvîyye’nin kelam ri, Allah’ın sıfatları, Allah’ın fiilleri vb. olunca
ilmine yönelttiği eleştirilerin tutarsızlığını şöyle şüphe yok ki bu ilim ilimlerin en şereflisi olmak-
açıklamaktadır: tadır.110 Kelam ilmi zaruri bir ihtiyaçtır; bu ihti-
İlmin değeri, konusunun değeri ile ölçülür. yaç hem din hem de dünya açısındandır. Dini ih-
Konu daha şerefli olduğunda, onun ilmi de daha tiyaç, öncelikli ihtiyaçtır. Çünkü şu yukarıda sa-
şerefli olur. Konuların en şereflisi, Allah'ın zatı yılan hususları bilen kimse büyük bir sevaba hak
ve sıfatları olduğuna göre, Onunla ilgili ilmin, kazanır ve melekler safına katılır. Bu şeyleri bil-
ilimlerin en değerlisi olması gerekir. meyen kimse ise büyük bir cezaya müstahak olur
ve şeytanların safına katılır. Dinin dünya hayatı
Dini ilimler ya usul yani Kelâm ilmidir veya
açısından gerekliliğine gelince; dünyanın düzeni
bundan başkadır. Kelam ilminin dışındaki ilimle-
ancak bir yaratıcıya, ölümden sonra dirilişe ve
rin sıhhati, kelâm ilmine dayanır. Çünkü müfes-
haşra iman etmekle intizama gireceğindendir.
sir özellikle Cenab-ı Hakk'ın kelamının manasın-
Çünkü bu iman esasları olmasaydı, âlemde tam
dan bahseder. Bu da ihtiyar sahibi ve iradesini
bir karışıklık meydana gelirdi. Bu ilimde, nesih
beyan eden bir Yaratıcının varlığına dayanır.
ve değişiklik meydana gelmez, toplumların de-
Muhaddis, Allah Resulünün sözlerinden bahse-
ğişmesiyle de bu ilim değişmez. Diğer ilimler ise
der. Bu ise Peygamberliğin varlığına dayanır.
böyle değildir. Öyleyse bu ilmin, ilimlerin en şe-
Fakîh Allah'ın hükümlerini anlatır. Bunu, tevhid
refli olması gerekir.
ve nübüvvete istinâd eder. Böylece bütün bu
ilimlerin kelâm ilmine muhtaç olduğu ortaya Bu ilmin konularını ve delillerini ihtiva eden
çıkmış olur. Görünen şu ki kelam ilmi, bu ilimle- ayetler, fıkhı konuları ihtiva eden ayetlerden da-
re muhtaç değildir. Binaenaleyh kelâm ilminin ha şereflidir. Bunun delili ise ihlâs suresi, bakara
en değerli ilim olması gerekir. suresinin son iki ayeti ve ayete'l-kürsi'nin fazileti
hakkında vârid olan haberlerdir. Hâlbuki "Sana
Bir şeyin değeri, bazen o şeyin zıddının de-
hayız halinden sorarlar..."111 "Ey iman edenler,
ğersizliği ile de ortaya çıkar. Her ne zaman bir
birbirinize borçlandığınız zaman..."112 gibi ayetle-
şeyin zıddı değersiz olursa, o şey o nispette değer-
rin fazileti hakkında herhangi bir haber varid
li olur. Kelâm ilminin zıddı, küfür ve bid'attir. Bu

110
Râzî, et-Tefsir, II/87-88.
111
Bakara, 2/222.
109
Râzî, et-Tefsir, XIII/25. 112
Bakara, 2/282.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


269
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

olmamıştır. Bu da kelâm ilminin daha faziletli ol- Hakk'ın: “en güzel bir yolla mücadele et” buyru-
duğuna delalet eder. ğundan murat, dinin fürûu hususunda mücadele
Şer'î hükümler hakkındaki ayetlerin sayısı, etmek değildir. Çünkü Hz. Peygamberin pey-
altı yüzden daha azdır. Geriye kalan ayetler ise gamberliğini inkâr eden kimse ile dinin fürûu
tevhid, nübüvvet, putperestlerin inançlarının hususunda konuşmada hiçbir fayda yoktur. Pey-
reddedilmesi ve müşriklerin çeşitleri vb konuları gamberin nübüvetini kabul eden kimse, O'na
bildirmektedir. Kıssalarla ilgili ayetlerden maksad muhalefet etmez. Böylece bu mücadelenin tevhid
dahi aynıdır. "Andolsun onların kıssalarını açık- ve nübüvvet hususunda olduğunu anlamış olduk.
lamada salim akıl sahibleri için ibret vardır"113 Bu sebeple de bu hususta mücadele, emredilmiş
ayetini dikkate aldığımızda peygamber kıssala- bu husus olur. Cenâbı Hakk'ın: "Bana uyunuz ki,
rında da Allah'ın hikmet ve kudretinin anlatıldı- Allah sizi sevsin"117. "And olsun ki sizin için Al-
ğını görürüz. Kelâm ilminin meşruiyetini belirle- lah'ın Rasulü’nde güzel bir örnek vardır" 118ayet-
yen delilerden biri de Kur’an’da İslam akaidine lerinden ötürü, Hz. Peygambere uymakla emre-
dair pek çok istidlâlî delilin mevcudiyetidir. Bü- dilmişiz. Bu sebeple bizim böylesi bir cidal yani
tün bunlar kelâm ilminin en faziletli ilim oldu- inkârcılara karşı kelam metoduyla mücadele et-
ğuna delalet eder.114 memiz gerekmektedir.

Râzî’ye göre Kelâm ilmini tahsil etmek va- Cenâb-ı Hakk'ın, "İnsanlardan, Allah hak-
ciptir. Buna akli ve nakli deliller delalet etmekte- kında ilimsiz olarak mücadele edenler vardır" 119
dir: ayeti, Allah hakkında, ilim sahibi olmaksızın mü-
cadele edenleri bir kınamadır. Bu ise ilim ile mü-
Aklî deliller: Bazı kimseleri taklit etmek, ge-
cehhez olarak mücadele etmenin kınanmış değil,
riye kalanları taklit etmekten daha evla değildir.
aksine övülmüş olmasını gerektirir. Yine Cenâb-ı
Bu da ya herkesi taklit etmenin caiz olması de-
Hak, Hz. Nûh'tan "Ey Nuh, bizimle gerçekten
mektir ki bu bizi kâfirleri de taklit etmeye zorlar.
mücadele ettin, mücadelende de çok ileri git-
Ya da ötekini değil de berikini taklit etmenin zo-
tin"120 sözüyle bu mücadeleyi nakletmiştir.
runlu olması demektir ki bu da kişiyi, ötekini de-
ğil de berikini niçin taklit ettiğini söylemeksizin, Allah Teâlâ tefekkürü emrederek şöyle bu-
bazısını değil de diğer bazılarını taklit etmekle yurmuştur: "Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmezler
mükellef olmaya mecbur kılar. Ya da taklidin asla mi?"121, "Deveye bakmazlar mı nasıl yaratılmış?"122,
caiz olmamasıdır ki istenilen şey de budur. Taklit "Biz onlara hem dünya ufaklarında hem de kendi
etmek geçersiz olunca geriye, kelam âlimlerinin öz varlıklarında ayetlerimizi göstereceğiz''123,
ileri sürdüğü istidlâl yolundan başka bir şey kal- "Görmüyorlar mı ki biz yeryüzüne gelip, onu etra-
maz.115 fından eksiltiyoruz."124. "Göklerde ve yerde ne var,
bir bakınız de!"125 ve "Göklerin ve yerin hüküm-
Âyetten deliller: Allah’ın "Hikmet ve güzel
ranlığına bakmadılar mı?"126.
öğüt ile Rabbinin yoluna davet et! Ve onlarla, en
güzel bir yolla mücadele et"116 sözüdür. Ayete ge-
çen “hikmet”ten murad, aklî delil ve hüccetlerdir.
117
Al-i İmran, 2/31.
Buna göre aklî delil ve hüccetlerle Allah'a davet 118
Ahzâb, 33/21.
119
Hacc, 22/3.
etmek, emir olunan bir iş olmuş olur. Cenâb-ı 120
Hûd, 11/32.
121
Muhammed, 47/24.
122
Gaşiye, 88/17.
113
Yusuf, 12/111. 123
Fussilet, 41/53.
114
Râzî, et-Tefsir, II/90. 124
Enbiya, 21/44.
115
Râzî, et-Tefsir, II/91. 125
Yûnus, 12/101.
116
Nahl,16/125. 126
A'raf, 7/185.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


270
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

Cenab-ı Hak, övgü sadedinde tefekkürü zik- Peygamber: "Senin develerin var mı? dedi. O,
rederek şöyle buyurmuştur: "Bunda akıl sahihleri "Evet" deyince, Hz. Peygamber (sav) "Onlar ne
için ayetler (deliller) vardır."127 "Bunda, basiret renktir?" dedi. Adam, “kızıl” cevabını verdi. Hz.
sahipleri için ibret vardır"128; “Bunda, akıl sahip- Peygamber, "gri olanları var mı?" diye sordu.
leri için ayetler (deliller) vardır"129. Yine tefek- Adam "Evet" dedi. Bunun üzerine Peygamber
kürden yüz çevirenleri kötüleyerek "Göklerde ve (sav) "Bunun sebebi ne?" deyince, adam, "belki
yerde nice ayetler (deliller) vardır ki (insanlar) onlar soya çekmiştir?" dedi. Peygamberimiz (sav)
bunlardan yüz çevirerek geçip giderler. "130; "On- de "belki o çocuk da soya çekmiştir”dedi.”138 Bu
ların kalpleri var ama onunla anlamazlar"131 bu- hadis, kelam âlimlerinin de uyguladığı delille sus-
yurmuştur. turmak ve kıyasa sarılmaktır.
Cenâb-ı Hak taklidi kötülemiş ve kâfirlerden Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Hz.
naklen: "Biz babalarımızı bir din üzerinde bul- Peygamber şöyle buyurmuştur:
duk. Biz de hakikaten onların izine uyanlarız."132. "Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır: Beni
"Aksine biz ancak babalarımızı üzerinde buldu- yalanlamaya hakkı olmadığı halde, insanoğlu be-
ğumuz şeye uyarız"133. "Aksine biz babalarımızı ni yalanladı. Beni kınamaya hakkı olmadığı hal-
böyle yaparken gördük. "134 ve "Hakikaten, eğer de, insanoğlu beni kınadı. Onun beni yalanlaması
sebat göstermeseydik, bizi az kalsın, tanrılarımız- "Allah beni, yarattığı gibi, yeniden diriltemeye-
dan saptıracaktı o."135 şeklindeki tutarsız cevapla- cektir" demesidir. Hâlbuki onu başta yaratmak,
rını bildirmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, babasının Hz. yeniden diriltmekten bana daha kolay değildir.
İbrahim’e söylediği "And olsun ki vazgeçmezsen Onun beni kınaması, "Allah çocuk edindi" deme-
seni taşlarım. Uzun bir müddet benden ayrıl sidir. Hâlbuki ben, tek ve Samed olan Allah’ım.
git"136 sözünü nakletmiştir. Ben doğmadım, doğurulmadım ve bana denk hiç
Bütün bunlar düşünmenin, delil getirmenin, kimse yoktur..."139
tefekkürün ve taklidi yermenin gerektiğine delil- Ubâde b. Sâmit (r.a.) Hz.Peygamberin şöyle
dir. Tefekkür ve istidlâle davet eden kimse, dediğini rivayet etmiştir: "Kim Allah'a kavuşmayı
Kur'an'ın ve peygamberlerin dinine uymuş olur. severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim Allah
Taklide davet eden de Kur'an'ın aksine taklitçile- ile karşılaşmayı hoş görmezse Allah’a onunla kar-
rin yolunu tutmuş olur.137 şılaşmaktan hoşlanmaz." Bunun üzerine Hz. Âişe
Hadisten Deliller: Zührî, Sa'id b. el- "Ey Allah'ın Peygamberi, biz ölmekten hoşlan-
Müseyyeb'ten, o da Ebu Hureyre'den şöyle dedi- mıyoruz. Bu. Allah ile karşılaşmaktan hoşlanma-
ğini rivayet etmiştir. Fizâre oğullarından birisi mak mıdır?" dedi. Hz. Peygamber de "Hayır. Fa-
Hz. Peygambere gelerek (hanımının başkasıyla kat mümin Allah'a kavuşmayı sever, Cenab-ı Al-
birlikte olduğunu ima ederek) "Hanımım siyah lah da mümine kavuşmayı sever. Kâfir Allah'a
bir çocuk doğurdu" dedi. Bunun üzerine Hz. kavuşmaktan hoşlanmaz. Cenabı Allah da kâfire
kavuşmaktan hoşlanmaz" buyurmuştur."140
127
Al-i İmran, 2/190. Bütün bunlar, deliller üzerinde tefekkür edip
128
Nur, 24/44.
129
Taha,20/54. düşünmenin emredilmiş olduğunu gösterir. Ke-
130
Yusuf, 12/105.
lam âlimlerinin Allah’ın varlığı ve birliğine, öl-
131
Araf, 7/179.
132
Zuhruf,43/23. dükten sonra dirilmenin ve ahiretin varlığına dair
133
Lokman, 31/21.
134
Şuara, 26/74.
135
Furkan, 25/42. 138
Buhari, Talak, 26.
136
Meryem, 19/47. 139
Buhari, Tefsir, İhlas suresi bölümü 112.
137
Râzî, et-Tefsir, II/92. 140
Buhari, Rikak, 40.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


271
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

ileri sürdükleri delillerin esas kaynağı Kur’an ve ayrı bir kıymeti vardır. Ancak bunlar arasında
sünnettir. Kur’an ve sünneti okuyan herkes bunu önem sırası ve önceliği olan ilimlerden bahsedi-
görüp bilmektedir.141 Râzî’ye göre Selef âlimleri- lebilir. Râzî, dinin temelini inanç esasları oluş-
nin kelam ilmine karşı sergiledikleri sert tavır, turduğu için sağlam bir din anlayışının gerçek-
bidat ehli olan kelamcılara karşıdır. İmam Şa- leşmesinde itikadî konuların doğru bir şekilde
fii’nin vasiyet meselesi de geçersiz bir delildir. anlatılmasının önemine dikkat çekmekte bu açı-
Birisi Allah'ın zatını, sıfatlarını, fiillerini, nebî ve dan İslam inançlarının ayrıntılı bir şekilde öğre-
peygamberlerini bilen birisine vasiyette bulun- tildiği kelam ilmini “eşrafu’l-ulûm” (ilimlerin en
duğunda, "Bu vasiyete fakih olan dahil olmaz" de- şereflisi) olarak değerlendirmektedir. Böyle
se bu esas hükümle tezat teşkil eder. Ayrıca vasi- önemli bir misyonu üstlenmiş olan Kelam Âlim-
yetler örfe dayanır.142 lerinin, başta Haşviyye olmak üzere kelam karşıt-
ları tarafından “Zındık” veya “Ehl-i Bidad” olarak
SONUÇ kabul edilmesi garip bir çelişkidir.
İlâhî dinlerde esas olan vahiydir. İman esasları, Bir düşünce sisteminde düşünmeye, araştır-
ibadet şekilleri, hayatın değişik alanlarıyla ilgili maya ve mevcut bilgileri sorgulama yönelik han-
haram-helal hükümleri ve ahlak kuralları hep gi oranda yasaklama veya kısıtlama varsa o dü-
vahiy tarafından belirlenir. Vahyi anlayan, yo- şünce sisteminde o oranda şiddet, kişilerin inanç-
rumlayan ve vahiyle belirlenmemiş olan konu- larını istismar ortamı var demektir. Birkaç yüz-
larda kurallar koyan ise akıldır. Bu nedenle vahy yıldan beri Müslüman toplumların tüketici ko-
ile aklın ilişkisini yetki ve alanlarını belirleme numunda olmaları, sahip oldukları yeraltı ve ye-
önemli bir problemdir. İslam düşünce tarihinin rüstü doğal kaynakları işletemedikleri, refah dü-
belli bir döneminden sonra bunlar arasındaki zeyinin diğer ülkelere nispetle oldukça düşük
denge gözetilememiş; bazen birincisi, bazen de olması, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, biriken
ikincisi öne geçmiştir. Bu noktada da en çok tar- problemlerin çözümü için sahte kahramanların
tışılan konu nazari akıl ile elde edilen istidlâlî üretilmesi bu bağlamda sık sık kendini mehdi ve
bilgi etrafında yoğunlaşmıştır. İslam düşünce ta- mesih ilan eden sahtekârların ortaya çıkması vb.
rihinde istidlâli bilgiye karşı en katı tutumu meselelerin farklı sebeplerinden bahsedilebilir.
Haşvîyye sergilemiştir. Onlar kendi metotlarına Anaatimizce bunların temel sebebi aklın kulla-
göre de nazar ve istidlâlin dini konularda delil nılmamasıdır. Bu gün Haşvîyye ve benzeri dü-
olamayacağını temellendirmeye çalışmışlardır. şünceye sahip olanların İslam düşüncesi üzerin-
Felsefi kelam geleneğini zirveye taşıyan deki etkileri farklı derecelerde etkisini sürdür-
Fahreddin er-Râzî, akla özellikle de akl-ı naza- mektedir. Sonuçta bir kabile dini görünümü ve-
ri’ye gereken değeri vermiş, Haşviyye’nun bu ko- ren hazır ile yetinen yeryüzünün imarına katkısı
nudaki eleştirilerini aklî ve naklî delillerle eleş- olmayan, şiddeti esas alan bu zihniyetlerden kur-
tirmiştir. tulmanın yolu Kur’an-ı Kerimin aklı kullanmaya,
İslâmî ilimler bir bütündür. Her biri ayrı bir tefekkür etmeye yönelik çağrısına kulak vermek-
ihtiyaçtan doğmuştur. Bu bakımdan her birinin le mümkündür.

141
Kur’an’ın pek çok suresinde mükellefleri ve onlardan önceki insanları,
gökyüzünü, yeryüzünü, gökten yere inen yağmuru, çeşit çeşit meyveleri
kısaca bütün varlıkları yaratan, yöneten ve varlığını sürdürenin Allah
olduğu akli burhanlar ve çok değişik iknaî delillerle ispatlanmaktadır.
Yine ayetlerde Allah’ın sıfatları, nübüvvetin gerçekliği, öldükten sonra
dirilmenin ve ahiret hayatının varlığı anlatılmadır. (Râzî, et-Tefsir, II/87.)
142
Râzî, et-Tefsir, II/93.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


272
İbrahim COŞKUN FAHREDDÎN ER-RÂZÎ'YE GÖRE NAZARÎ VE İSTİDLÂLİ BİLGİ ÜZERİNDEN KELAM KARŞITLIĞI YAPAN...

BİBLİYOGRAFYA
Abdulcabbar, el-Kadı, el-Muğni fi Ebvabi’t- Cürcanî, Seyyid Şerif, Kitabu’t-Tarifat, Darul- Râzî, Faahreddin,Me’âlimu Usuli’d-Din,
Tevhid ve’l-Adl, Kahire, 1960-1961. Fikr, Beyrut, 1998/1419. Matbaatu Haseniyye, Mısır, 1323.
Abdülcebbar, Kadı, Şerhu Usuli’l-Hamse, tahk. Cürcanî, Seyyid Şerif, Şerhu’l-Mevekıf, Daru’l- Râzî, Fahreddin, el-Mebahhisu’l-Meşrikıyye,
Abdülkerim Osman, Kahire 1965, 44-45. Ceyl, Beyrut, 1997. Tahk., Muhammed Mutasım Billah el-
Altıntaş, Ramazan, Haşeviyye’nin Doğuşu ve Cüveynî, Ebu’l-Mealî Abdulmelik b. Abdillah b. Bağdadî, Daru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut,
Kelamî Görüşleri, CÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Yusuf, eş-Şamil fi Usuli’d-Din, Daru’l- 1990, I/488.
Cilt, III. Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1999. Herevî, Ebu Râzî, Fahreddin, el-Muhassal, ve Huve
Âmidî, Seyfeddin, Ebkâru’l-Efkâr fi Usuli’d-Din, İsmail, Zemmu’l-Kelam ve Ehlühu, Muhassalu Efkâri’l-Mütekaddimîn ve’l-
Tahk. Amet ferid el-Mezdî, Beyrut Mektebetu Gurabai’l-Eseriyye, Medine, Müteahhirîn Mine’l- Hukemâ ve’l-
1424/2003, I/ 96, 102-106. 1998/1419. Mutekellimîn, Tahk., Hüseyin Atay,
Âmidî, Seyfeddin, Ğayetu’l-Meram fî İlmi’l- Erkol, Ahmet, Kelam İlmine Yöneltilen Eleştiri- Mektebetu Dâru’t-Turâs, Kahire,
ler, Diyarbakır, 2012. 1411/1991.
Kelam, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
2004/1424. Eş’arî, Ebu’l-Hasen, Risaletün fi İstihsanu’l- Râzî, Fahreddin, et-Tefsiru’l-Kebir,El-
Havd fi İlmi’l-Kelam, Haydarabad, 1344. Matbaatu’l-Behiyye Kahire, 1933-1938.
Âmidî, Seyfuddin, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam,
Kahire, 1967. Harputi Abdullatif,Tenkihu’l-Kelam fi-Akaid-i Razî, Fahredin,Esraru’t-Tenzil ve Envaru’t-
Ehli’l-İslam, Der saadet, İstanbul, 1330. Te’vil, Tahk. Ahmet Hicazî es-Sekâ,
Bakillanî, Kadı Ebu Bekr Muhammed, Kitabu’t-
Daru’l-Ceyl, Beyrut, 1992/1412.
Temhid, R. Mc. Carthy nşr., Beyrut, 1957. İbn Manzur, Cemaluddin Muhammed b.
Cabirî, Muhammed Abid, Arap-İslam Kültürü- Mükerrem, Lisanu’l-Arab, Daru’l-Fikr, Bey- Ülken, Hilmi Ziya, İslam Felsefesi Kaynakları
rut 1414/1994. ve Tesirleri, Ankara ts. s.139.
nün Akıl Yapısı, Çeviri: Burhan Köroğlı-
Hasan Hacak-Ekrem Demirli, İstanbul, İbn Teymiyye, Taiyyidin Ahmet, Der’u Tearuzi’l- Ünverdi, Mustafa, Klasik İslam Geleneğinde
2000. Akl ve’n-Nakl, M. A. Es-Suudiyye, Taklidî İmanın Değeri, Kelam Araştırmala-
1991/1411. rı Dergisi, 10:1 (2012)
Coşkun, İbrahim Coşkun, Din –Bilim Uzlaşısı
ve Kur’an’ın Aklî Mu’cizeliği, İslamî Araş- İcî, Kadı Abdurrahman Aduddin, el-Mevakıf, Yavuz, Yusuf Şevki, Kelam, İSAM, Ankara,
tırmalar Dergisi, 2004, Alemu’l-Kütüb, Beyrut, ts., s.27 2002
Coşkun, İbrahim Coşkun, Nazarî Akıl ile Al- İsfbehanî, Hüseyin b.Muhammed er-Rağıb, el- Zerkan, Muhammed Salih, Fahreddin er-Râzî
lah’ın Bilinmesi, DÜİF. İlahiyat Fakültesi Müfredâtfi- Ğaribi’l-Kur’an, İstanbul 1986. ve Arauhu’l-Kelamiyye ve’l-Felsefiyye,
Dergisi, Diyarbakır, ( 2004), VI/1 Daru’l-Fikr, Beyrut, ts. s. 489-490.
Keskin, Halife, İslam Düşüncesinde Bilgi Teori-
si, Beyan Yay., İst., 1997.

Journal of Islamic Research 2016;27(3)


273

You might also like