Professional Documents
Culture Documents
Ekim-Kasım 1987
■ Hatırlama ve Tarih
Necmi Zekâ
İskender Savaşır
Tarık Günersel
■ Şehir ve Şair
İskender Savaşır
■ Görünmeyen Şehirler
İhsan Bilgin
■ Şehirciliğin Şiarları
■ Amoslu Delikanlı
Erhan Acar
Meltem Ahıska
■ Mesed
Hür Yumer
Nurdan Gürbilek
Meltem Ahıska
Meltem Ahıska
■ Yazı ve Yoksulluk
i
Bugün genelolarak kullanılan anlamda «tarih» kavramı, Batı'da
18. yüzyılın sonlarına doilru doilmuş, yeni sayılabilecek bir kav-
ramdır(l ). Bu yeni kavramın, daha önceki tarih kavramından te·
mel farkı, tekil oldullu halde kollektif bir kavram oluşudur. Aydın
lanma felsefesi bu kavramı Batı düşünce hayatına kazandırmaz
dan önce, tarih yabancı deneyimlerin içinde toplandığı bir pota ola-
rak görülür; insanlann ibret almalan için anlatılan, insanlann
hemen hemen her şeyikanıtlamak için başvurduklan hikayelere
vErilen bir addır. Doğu'da da, vakanüvis, «tarihi olaylardan örnek
göstererek nasihat» verir(2). Cicero'nun deyişiyle, «hayatın öğret
menhdir tarih (historia magisra vitae) Dolayısıyla da, bugün ile
geçmiş, aynı tarihsel ufku paylaşır; araya tarihsel bir mesafe kon'
rrı?z. Aydır..ls rm a isf", tc>k bir bütüncü1 'Tadh bulup çıkarmıştır
oı1~ya; tarihi zamansallaştırmıştır. Olaylar bağlarnı (tarihin ger-
çekliği) ile bilgisini (tarih felsefesini) aynı kavram içinde birleş
tirerek, aşkın bir tarih kavramına ulaşmıştır. Aydınlanma böy-
Itce Tan rı 'ya ya da Doğa'ya, yani tarih dışı bir merciiye başvur
ma gerelıini de ortadan kaldırıp, tarihin yapılabilir olduğu -ge-
leceğin planlanabileceği- inancı ru yaygınlaştınr. Daha sonra özel-
likle 19. yüzyıla tümüyle egemen olan tarih kavramı -17. yüzyıl
daki fizik devrimine benzer bir «tarih devrimi. yaşanır 19. yüzyıl
da-, bir tekilleşme -çok mitosluluktan, tek mitosluluğa geçiş('l
sürecinin ürünüdür.
Bu yeni tarih kavramını mümkün kılan da, her şeyden önce Ay-
dınlanma'nın o ünlü «İnsanın mükemmeııi~i» ilkesidir(4). Bilindi-
ği gibi, Aydınlanma ile insan cözerkliği»ni ilan eder; her şeyonun
elinden çıkmadır, geleceği kuracak olan da yine kendisidir. Lu-
kacs'ın belirttiği gibi, Fransız Devrimi, tarihi ilk kez olarak bir
«kitle deneyimi» kılmıştır(a). Tarihe «epik 'bir bütünlük» kazandı
ran Fransız Devrimi ile özellikle NapoIeon döneminden önce, ta-
rihin yapılabilirliğinden pek söz edilmez. Hatta 17. yüzyılın orta·
8 Defter
sına dek , gelec({;c yone~!k tek h~klenti. hir kıyamet unu » bek-
kntiSi olabilmektedir. Aydınlanma ile birlikte, tarih artık «insan
dünyasını kendi kurar» cümlesinin bir kanıtıdır . Kant, tekil öy-
küleri (tarihleri), akılcı bir sisteme, bir dünya tarihi içine yerleş
tirme ola s ılığı üzerine düşünmektedir. t(Tarihsel bilinç _ ya da «ta-
rihsel zihniyet», aklı temel alan Batı'nın evrenselli~i için bir meş
ruluk zeminidir artık. Özellikle Hegel'den sonra, «tarihin gücü»
ne hayrandır insanlar. Bütün 19. yüzyıl siyasetinin kuramsal taba-
nı da, bir mit/ tarih ayrımına dayanır. Dolayısıyla. tarih iJe «ulu-
sı.! devlet» fikri de, sıkı sıkıya bağlıdır " birbirine(B). Burjuva top-
lumunun yükselişi ile çağdaş tarih biliminin doğuşu arasındaki
ba~ da, sık sık vurgulanmıştır.
Ama aynı zamanda Aydınlanma'nın en sorunlu alanlarından bi-
ri. idir tarih. Bir başka açıdan bakıldığında, bu kollektif, tekil kav-
ram, zamanı algılama biçimlerinin kesintiye u4ramasıyla başgös
reTEn _bellek kriziane bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır . İnsanla
rın zamanla olan ilişkileri birden doğallığını kaybetmiş, hızlanan
zaman deneyim olanağını giderek azaltmıştır, Daha doğrusu, de-
neyime daha az zaman kalmaktadır artık. (Modem dünyada dene-
yimin tümüyle ortadan kayboluşu, sonradan özellikle Benjamin'in
önemle üzerinde durduğu bir temadır,) Somut olarak, «bugün
geçmişe nasıl bağlanacaktır?» sorusuna bir cevap bulmak gerek-
mektedir, İşte bu yeni tarih kavramı, olaylar ya da nedenlerin bir-
birine eklenmesini mümkün kılacak bir üst-anlatıya (Meta-narra-
tive) duyulan ihtiyacı gidermektedir('). Düzenli, sürekli ve teleolo-
jik bir değişimi öngören bir tarih kavramıdır bu. Ama aynı za-
manda bireylerin ellerinden geçmişin, geleneksel deneyimlerin, bir
bütün içine oturmayan öykülerin kayıp gidişini (dispossesion of
Ihe pası) de gizleyen bir tarihtir ( ); bir larihsizleştirmedir aslında.
Diderc.t'nun «eskiden örnekler, şimdiyse kurallar var. sözü, bu
değişimi çek iyi özetlemekledir. Koselleck'in terimleriyle söyler-
~ek. «beklenti», «deneyim»e galebe çalmıştır.
.. Dünyadan sorumlu c. lma»nın , «tarihi yapan insan,. kimliğinin yü-
kü de, başlı başına bir sorundur( J. Artık dünyanın gidişatından so-
rumlu tutulabilecek bir Tanrı olmadı~ına göre, insan kendi kendiy-
le başbaşa kalmıştır. (Senradan Nietzsche'nin açıkça belirtecelıi gi-
bi, tarihselolmak, mutsuzluk getirmektedir('''). tl zerklil!in be-
lalarından kurtulmak için de, geçmişten bir takım cepheler, düş
manlar bulup çıkanlacaktır tabii ki. Böylece tarih (Tann 'dan son-
ra yargılanacak) «asıl sanık» i arama ve bir «öteki ben» olma sa-
natı olarak çıkar karşımıza. «Dünya tarihi», dünya mahkemesidir
bir anlamda. Marquard'a göre, örneğin 19. yüzyıl felsefesinin em-
Hatırlama ve Tarih 9
II.
Yukarda değ'indi~imiz gibi, «geçmişitin bir mücadele alanı olar~k
seçilmesi, karşı modernist konumun sadece düşünsel planda . sı
nırlı kalmayan bir çabası. «Gelenekıt kavramı da, özeu ikle tarihe
oranla daha az sorunlu ve görece daha sa~lam olduğ'u için, direniş
ve tepkilerin bütün çeşitliliğine rai!men, daha çok yei!lenen bir kav-
ram. Hatta «gelenekselcilik> olarak adlandınlabilecek, ortak bir
tavıı:dan söz etmek de pekala mümkün.
Hiç kuşkusuz modernizmine 3 ) de, kendine göre bjr ,gelenek tanı
mı var. Gelenek, akla, bilime karşı direnen, bağlayıcı, köstekleyi-
ci bir güç, modernizme göre; geçmişin, bugün üzerinde kurduğ'u.
kurtulunması gereken- bir otorite. Oysa -haksızlık etmek paha-
sına da olsa- hareket edebilmek için, unutmak gerekiyor" (Dün-
yanın oluşumu bile, Luther'e göre, Tanrı'nın unutkanlığına denk
gelmiş olmalı_) Türkiye'de modernizmin sundugu Batılı kimlik de,
ne kadar ulusalcı olursa olsun, ancak evrensel bir tarih, bir uygar-
lık tarihi içine oturtulabilen, öncesiz bir konum; bir bakıma «saa R
arayışı», «bu toprakları bizim kılan ruhu ta nı mak» için olduAu ka~
dar, yeni bir hayat hamlesine ( eıan vil.l) erişmek için de gerekli
görülür. Kurtuluş Savaşı da bu nedenle, yeni bir hayat hamlesi
oldu~u için, Dergahcılar tarafından desteklenir.
Bu kısa tasvir de göstermektedir ki, dergi çevresinde, alışılmış
gelenekselci tavn aşan, daha araştıncı bir yaklaşım geliştirilmel<
iste:nmektedir. Olayları, kültürel öğeleri bir zamansal bütün içinde
«:k t nfigüre edebilme» sorununa bağlı olarak, bugünün yorumlan-
ması için imkanlar araştırılmaktadır. Deneyimi «İnsanın zamana
ve geleceğ:e egemen clamayacağını bilmesi»(1 ') olarak tanımlar
sak, Bergscncuların temel kaygılarının da, deneyimlerin kaybo-
luşu olduğunu söyleyebiliriz. Kısacası, yeni deneyimlere hazırlık
lı lmayı içeren, bir deneyim tutuculuğudur asıl tavırlarını be-
lirleyen.
Ddayısıyla, çok daha köklü deneyimlerin bulundu~u sanat alanın·
da, düşünsel plandaki kadar yüzeyde kalmayan, daha anlamlı bir
direniş sözkor.usudur. Prcust'un «gayri ihtiyari hatırlama»sına ol-
dukça yt::kın bir biçimde, Hilmi Yavuz'un deyişiyle, her şeyi «gö-
rünen ve görünenin bellekte anıştırdıklaru olarak alan A. Ha·
şim -sEmbolist şair sıfatı kadar- kuşkı:'3uZ ııbelle~in şairi» sıfatı ..
nı da hakeder("). tl te yandan Y. Kemal de şiiri ,tarih ve küıtü
rün genel bir kurgusu» olarak tasarlamayı seçere I). A.Ş. Hisar ise,
görkemli «mazi hz.sreti::o ile, kendini tamamen «hatırlama sanatı:tna
adamış biridir. Ama bir yerdt;n sonra, içinde barındırdığı yeni de-
neyim vaadini pek yerine getirmeyen, zamanla abartılı ya da
sahtE bulunacak bir hatırlama edebiyatıdır bu. tl rne!!in A.Ş. Hi
r'ın yazdıklarının, tümüyle haklı olmasa da, «tıknefesçe bir geçmiş
dckUmü. ya da alaturka duyarlığın kökenlerinden biri oldu~u söy·
I€nebilmektedir(~~. Bunun başlıca nedeni de, sözk nusu estetik
çıkı~ın, savunmacı konumundan ötürü, giderek kendini belli sınır·
h::r içine çekmesi, geçmişin çok boyutluluğunu ister istemez «or-
talama bir bilinç. içinde yoketmesidir kuşkusuz. Yine de, sahte-
lik clarak algılanan, tarihin ve edebiyatın ortak « kurgusallık. bo-
yutunu vurgularnaları Dergahcılara önEmli bir ayrıcalık kazandır
mıştır .
III.
Yukarda da kısaca belirttiğimiz gibi, tarihsel bir norm olarak «iler-
kme» fikrinin egemenliği, y a ni radikal bir biçimde ileriye dönük-
lük, Yeniç2ğ'ın en önemli özelliğiyle. Yine -Koselleck'in terimleriy-
le söylersek, «deneyim alanı»nın -ve bugün yaşananların- üze-
rinde, hep bir geleceğe ait «beklentiler ufku»nun egemenli~:i söz·
kCf:usuydu. Geleceğe bir telos olarak bakıldığından, gelece~in bir
«huzursuzluk kaynağı» -öngörülemeyen bir başlangıç- olma ola-
sılığı da ortadan kalkmış oluyordu böylece(22). Geçmiş ise ancak
bir engel ya da ayıklanmış bir «kültür değerleri hazinesi» olarak
v~rdı. Dolayısıyla tarihçiden de, «unutulanın dağılışı»nı de~il, bu-
gü~ün dayandığı derin niyetleri (intention), sağlam gereklilikleri
göstermesi bekleniyordue a).
14 Defıer
ıv.
Sözü bağlarken, san olarak SO 'li yıllar Türkiye sinde, en kalın çiz~
gUeriyle de olsa, hatırlamaya dayalı bir pre spektifin muhtemel so-
nuçları ve uzantıları üzerinde durmamız gerekiyor. Hiç kuşkusuz
bir «kriz dönemi~ özelliği olması nedeniyle, önemli bir «kritik:. bo-
yutu da olan, burada sözünü ettiğimiz geçmiş ilgisi, vicdani bir
rahatsızlık ya da bir miras kavgası dışında bir anlama sahip. Aşa
ğıdaki -aslında soru biçiminde ifade edilmeleri gereken- sapta-
malar da, daha çok bu muhtemel «anlam»ı netleştirmeye yönelik.
Hatırlama pratiği, ya da daha iddialı bir ifadeyle «geçmişe ütopik
bir boyut kazandırma» çabası, her şeyden önce «aktif bir unutuş»
olan modernizmi sorgulama yollarından birisi. Bu yönde bir pra-
tiğin de, özellikle «geçmiş/gelecek ayrımı» bağlamında, ileri!gerici.
ya da Batıcı/Batı düşmanı gibi yerleşik kültürel ve politik karşıt
hkların çözü l üşüne katkıda bulunduğu kesin.
Her ne kadar, hep bir asgari müşterek, consensus vs. arama ya da
oluşturma çabası ön planda ise de, en azından kültürelolarak, çok
belirgin bir biçimde dissensus'a doğru gidildiği bir dönemde, ha-
tırlama da, her alandaki bütünsellik (bütünleştirme) fikrinin meş
ruluğunu sorgulamaya yönelik bir tavır olarak çıkıyor karşımıza.
H",tırlama ister istemez, pozitivizmin «zamanın çok-çizgililiğini, ka-
palı bir .bütünlüğe sığdırma» çabasına ya da toplumsal planda «dü-
zen içinde gelişme» arayışına(34) -özelde de «ulusal birlik», «kol-
lektif birlik» vb. ideallere- ters düşüyor.
Delayısıyla tarihin detotalizasyonu olarak hatırlatma, «bir dünya,
bir tarih» görüşüne, «idea1 anlamlar ve sınırsız teleolojiler»e kar-
şı, üst-a n latıların, rasyonel, evrensel değerlerin ne derece ve ne
pahasına mümkün olduğu sorusunu da gündeme getiriyor. Ama.
negatif bir süreklilik anlayışı da, er geç pozitifliğe (halihazırda
dma durumuna) düşme tehlikesini içinde taşıdığından, «kodlann
eriyip gidişi karşısında, yeniden kodlamalara kalkışmak yerine»,
belki de toplumsal varoluşumuzun zamansal yönünü, daha farklı
değerlendirme yollarını aramak, Nietzsche'nin «düşüncede göçebe-
lik» önerisini benimsemek gerekiyor(35).
Bir demistifikasyon etkinliği olarak hatırlarna, tarihin sadece bi-
!işsel (kognitif) bir alan değil, bir iktidar (deneyim) alanı olduğunu
gösteriyor bize. Böylece merkezi, fundamental bir iktidar üzerinde
odaklaşmak yerine, yerel, minimal güçler -daha doğrusu güç iliş
kileri- üzerinde durma imkanı doğuyer. «Bilen özne», «tarihi ya-
pan özne» vb. kavramlann yoğun eleştirisinden sonra, metodolojik
kesinliğini yitiren tarih de, «insanı kurmak değil, çözmek» (Levi-
Strauss) projesine katılmış oluyor.
Haı_rlama ve Tarih 19
1983, s. 23d.
16. M . Ş. Tunç: Bergson'un Felsefesi, Ya.rahcı Tek&mül'ün Onsözü, Is-
tanbul, 1947.
17. D.C. Hoy: The Criticle elrele, California, 1982. s. 59d.
18. H. Yavuz: A. Haşim: Simge ve Beııe~in Ş air! Gösteri, Cumhuri-
yetten bu yana Türk edebiyatı Kitap Eki, 1985 (?),
19. E. Işın: Istanbul 1912, Getsedan s. 2, Nisan 1987.
20. F. Ozgüven: A. Ş , Hisar: Bol!:aziçi Mektupları, Çalda, Ele,tiri, s. 2,
1982.
21. ç. Keyder: Yeni Liberalizm ve Otesi. Yenı GBndem. yıl: 3. S. 8.
t9S6.
22. J. Habermas: y.a.g.e., s. 22.
23. M. Foucault: Nietzsche, die Genealogie, die Histerle, Von der
Subvcraion das Wlssena içinde, Münehen, 1974, çev.: W. Seilter.
24. M . Horkhelmer/ T. Adorno: OI.leklll!; der Aufklaerunı. Frankfurt
a .M., 1982, s . 206.
25. Bu yazıda Marcuse üzerine söylenenlerin hemen hemen tamamı
M. Jay ile L. Zahn'ın makalelerinden alınmıştır. Bkz. M. Jay:
Anamnestle Totalization, Reflectians on Marcuse's Theory of Re-
membrance, Theor,. and Soeldy V.LL, 1982 ve L. Zahn: Die
Utopie der glUckUchen Vernunft, Grundprobleme der ,ronen Phl-
IDıophen, IV içinde, der.: J. Speck, - Göttingen, 1981.
26. K. MarxIF. Engels: Werke, ErlHnzunııband, Berlin, 1968, s. 533'
d en alıntılayan B. Lypp: Ober drei verı\chiedene Arten, Geschichte
zu schreiben, Literat ur Ma,azlD 12: Nletzsche içinde, Hambur~
1980.
27. J. Derrida: Freud and the Scene of Wrltlng, Wrlıln .. and Dlffe-
rence içinde, Chicago, 1978, çev.: A. Bass.
28. H. Marcuse: Die Permanenz der Kunıt, München, 1978, s. 70.
29. W. Benjamin: Ober den Begritf der Geschichte, llIuminaUonen
içinde, Frankfurt a.M., 1980. Metnin lUrkçes l ve metinle ilgili ay-
nntılı bir inceleme için bkz. N. Cürbllek: Br Unutuşun ::lyküsü
Akıntıya Kar,ı, ' Kitap 2, Istanbul, 1936.
30. .r. Habermas: y.r .e.e., s 25
31. Aara, cnesnede insanın bıraktılı iz.. , insanın unutulan iddir; ama
bu izin llle de _emek_ olması gerekmez. Benjamin'in bır başka la-
Olmına göre, aara cne kadar yakın olursa olsun , bir uzakhtın tek
bir kueli!!;ine görünnıesİ ı;. dir . Y ıl ni, nesne mek a n içinde yakın ol-
sa da, zaman içinde uzaktadır. Bu uzakhlın görünüvermesi, _öte_
kbnin -Adorno'nun deyişiyle, .özdeş olmayan-ın- ortaya çıkı
şıdır. Kısacası, aura _hep varolan_, oldulu kadar -henüz varolma-
yan_, da içerir. Bk-ı. M. Stoessel: A.ura, Da. Verıeı.ene Meoıcbllche .
München, 1983 .
.l 2.
T. Bahti: W. Benjamin, Diacrltica, Sonbahar 1979.
33. O. Sözer: Anlayan Tarih, [stanbul, 1981, s. 43.
34. N. Göle: Mühendisler ve IdeoloJI, çev.: E . Levi, ıstanbul 1986, s. 9
35. G. Deleuze: Göçebe Düşiince, DBn ve Duriın Felsefe, K!tap ı, Is-
tanbul, 1985, çev.: S. Akar.
36. M. Foucault: Nietzsche y.a.g .e .
K AVA F ı S' İ N VEDA ETTİGİ
İ S K E N DERİYE
İskender Savaşır
Ve dün
geçerken o eski sokaktan,
dükkanıar, yaya kaldırımı, taşlar,
duvarlar, balkonlar, pencereler,
her şeyaşkın büyüsüyle güzeıı~ti birden:
çirkin hiçbir şey kalmadı ortada.
Dönüp dolaşıp
bu şehre geleceksin sonunda. Başka birşey umma-
Bineceiıingemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükeitin demektir bütün yeryüzünde de.
Şehirler ve Medeniyet
Hint-Avrupa dillerinde olsun, Sami dillerinde olsun, 'medeniyet'
kelimesi 'şehir' anlamına gelen kelimelerden türemiş. Bu anlamda
Kavafis'in veda ettiiıi medeniyetlerden biri değil, medeniyetin ken-
disidir. Baş erdemi ölçülülük olan medeniyet.
Artık ölçülüğün ne anlama geldiiıini pek anlamıyoruz. Tarihte ya-
şayan insanlar olarak, tarihe· yaptıgımız yatınmlarla kendi hayatı
mızın sınırlarını aşabilecegimizi ummadan edemiyorllz. Kahraman-
lıklar ister istemez bizi duygulandırıyor. Oysa, hiçkimse, hayatın
f,nilillini, varlıktan da yokluğa bir adımda geçıldij!ini bilen Kava-
fislin medeni insanları kadar, derinden duymamıştır herhalde:
Kavafis'in Veda Euigi ı skenderiye 23
Fanilik Ağrısı
Ne Lestrigonlara rastlarsın
ne KikIoplara, ne azgın Poseidon'a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun dikmedikçe onları karşına.
( . .o)
(••• J
Bir sürü işim vardı dışarda görülecek
Nasıl da anlamadım duvarlar yükseldi de?
Ses soluk işitmedim çalışan işçilerden,
sezdirmeden kapadılar beni dünyanın dışına.
Lewis Mumford
()11~!ç~:'~ın
!".',una d, ğı U Avrupa'da bir şehir, güzelliği ve zl!ngin-
liğiy!c diğcrln.inin önüne çıkmıştı. Kırmızı Siena, siyah beyaz Cc-
ra,va. gri Paı is. [fnk renk Flora:ısa karaktEristik Ortaçağ kentlto.
ri oldukları iddiasındayrlılar ve tabii ki Flcransa, 13. yüzyıldar;,
16. ~'üzyıla kadar srr:atının görkemi ve entellektüel yaşamının can-
Iıhgıyla Avrupa'daki bütün diğer şehirlerin üzerinde yükseliyor-
du. Ancak altın Venedik'in de 'özel bir ilgiyi çekmeye hakkı var-
dı. Başka hiçbir şehir, Ortaçağ kentsel strüktürünün ideal unsur-
larını daha şematik bir biçimde ortaya kayaınazdı. Yine hiçbin
r.eolitik ctöner.ıin sonlarından beri varolan, etrafı surlarla çevrili
kutuları aşacagını vaadeden yeni bir kentseloluşumun belirtile-
rini kendi iç gelişmesinde göstermiyordu. Venedik'in estetik za-
federi, şehrin tkenvmik t('mell('rinin :onkıldığı ve de biitün ~-.ır>ı
mn parçalanma:-"3 başladığı o çöküntü dönemind\.' ,vaşay;m h;in
dckülmüş sakinlerinin dışında, hiçbir zaman unutulmndı ya d~\ kü-
çük görülmedi.
Veııedik'in şehir planlamasına getirdiği yenilik hiç bir zaman ıee
rilmedi, an('ak başka şehirleree taklit edileii. İnsanlal' Venedik'in
planına dcğanın tesadüfiliği olarak baktılar, Halbuki Venedik'iı.
özg:ün1ü~ü h'k t€k doğal özelliklere dayalı ceSur bir adaptasyonlaı
di;~isinin ml"ydan3 getirdiği evrel1seJlikti. Bu nl!denl(' benim ama-
cım burada Venrdik'in planını incele:mektir, çünkü Venedik dah ..
ikriye, ' bizim ç~ğımıZ<l kadar gE:ldi. Günümüzde şehirlerin, planla-
mAnın g("l'ekli hiicT€sel ('lemanı olarak kabul edilen mahalleler \T
böl~ckl'e ayrılarak düzenlenmesi, yeni kentsel biçimin kurulması
na dogru atılmıt' temel adımlardan biridir.
Vcnt:dik MilaHzn s(.nra 5_ yüzyılda lagunlan aşarak işgalcilerden
kaçan bir grup Padualı tarafmd::ın ~;aratıım)ştır . Korunmak ıçin
Adriatik DE:nizfnin sığ suları U!Ş duvarh!rın ~'u'ini alırken, birbir-
I('riyı~ bağlantıinn s~dcce suyla kurulan bataklıklar ve adalar ara-
l'ında temizlen",n kanallardan çıkanlarla kara parçaları doldurulup
ulaşım kanalları elde Edildi. En Erken 1094 yılında bahsi geçen
gendoHar. bu ~ığ ve dar su yolları için h :knik Olari.ık mükemmel
bir uyguIClm.ıydı. Venfdikliler ana karadan gemilerll.' taşınan suya
c-k olarak, yağmur sularını tcplamak üZE:.re, sarnıçıan geliştirdi. An·
c,ık lağım suların! dcğrudan denize 2.tabilrnekle kanalizasyon prob-
Irmini kolIöda ctUl'<:ı:n l'akipl<:rinden daha kclay hallediyc.rlardı. Tuz
ve güneş ışını, suyun gdgit hareketiyle bil hkte yoğun miktarlarda
z:'lal'1ı bukt€riyi €.tkisiz hall' getirmektı:ydi.
Vt::ncdik'in merk(zir.de, San MC:!l'l'o'l1un meyva bahçelerinin yerin-
dc, antik Biıar.s KiliSHi'nin önünde San Marco Meydanı vardır. Mi-
let'tan H,nra 976'da, çar. kulesinin ilk inşa edildiği yuin yakınında,
Kutsal Tc.pn.: klar' a gid€n h~Cllar için bir han yapıldı. Bu, daha
sc.,nraki otellcr bölgesinin ba~langıcıydı. D<.ıhi.l 12. yüıyılda burası.
pazar t.;zgahlanyla dolu bir meydan ~cklini almıştı ve 1172 yılın
d~ meydan genişk tildi. Halen meydanın çevresindeki binalar, 1176'-
d;,ı San Mtrco Kilisesi'nin yeniden yapımıyla başla~'atl, 11BO'de es·
ki can kulesinin inşası, 1300'de Dukalık Sarayı'nın ve 1520'de ('ski
Maliye Vekili Binası'n~n yapımıyla süren bir gt,·lişme gösterdiler
Bunları, lS36'da Sa~.1. Sovin..J tarafından t..'ski (ll'Inellunn yerinch-
yapılan ve m(yd['.ncı~ın bir tarafını kapatan kütüphanı' binası {a·
kip etti. Aneıık, k::ı1it::dralin karşı tarafının tam:lInlanmasıyla bu-
günkü meydanı estetik bir bütün haline getiren son ilave 1aU5 \"i-
Ima kadar yapılmr;,dı. Özet olarak, me~'danın hem içindckil('J'. hC:!m
40 Defter
Şehir ve Şair
Oysa dayanıksızdır
bilirim
Tarlabaşındabir otelde
üzerime küçük bir şehvetle
Abanan o genç gövde.
GÖRÜNMEYEN ŞEHİRLER
ıhsan Bilgin
ıı-- _"
• ısouJI« : Ne .... ı on CC/1Qıaph
kcnl .ınnı d <.ı, d.:::"asa IJir büyümeye ycJ açan endüstriyel kapitaliz-
min yarattığı sorunların; mutlakiyetçi devletin büyük ölçekli mü-
dahaleleri mümkün kılan gücü ve herşeyi aklileştirebileceğini uma n
aydınlanma programı ile buluşması hazırlıyordu: 19. yüzyılda artık
şehir mekanı politik söylemin vazgeçilmez temalarından biri ha-
line gelmişti. İktisadi pratiğin içinde liberalleşen, değişim değerine
dör.üşüp dağılan şehir mekanı, politika aracılığıyla denetlenmeye,
yer.ideT: biraraya getirilmeye çalışılıyordu. Şehirler daha önceden
bL! c:ıçülef€ hiç varmamış clan karşıt uçlara çekildikçe, bir yandan
bu alanları ay rıştıran, onlara ayrı ayrı hareket imkanı sağlayan.
diğer yandan da birbirine bağlayan yeni mekanizmalar ortaya çı
kıyordu . Bu çelişkili birliktelikler yumağı çeşitlendikçe şehirlilerlp
şehirleri arasındaki mesafe büyüdü; ilişkir.in eskisi gibi sürdürü}-
me::i güçleşti.
Ancak yine de şehirlerin sakinlerinden uzaklaşması, bulanıklaşma
sı, görünmemelerine alışılması öyle hemen gerçekleşmedi. Aydın
lanma mimarı Beulee, en temsili mekan resimlerini piramit, küre
gibi en .snf formlarla oluşturduğunda; Newton'a adadığı dev küre-
sel anılın (Newton Cenotaph) kabuğuyla, eski dünya ile yeni dün'
ya ara s ına aşılamaz bir sınır çektiğinde dahi, aktivitesinin ve gü-
cünün kaynağını halkın devrimci coşkusundan aldığını düşünüyor
du. 18. yüzyıl sonunda bir ileri do~u karakolu ve garnizon şehri
G örünmeyen Şehirler 57
olarak kabul edilen Berlin 19. yüzyılın ilk yarısı boyunca bir yan-
dan adım adım prestij şehri haline gelip, diğer yandan da endüs-
triyle ve onun yarattığı sorunlarla kuşatılırken, şehirin yeni kim-
liğinin oluşmasında en etkin rollerden birini Schinkel oynamış
tı. Ancak Schinkel bazı evrensel prensiplerden hareketle Berlin'e
dışarıdan müdahale eden bir şehir operatörü gibi de~il, karşısına
aldığı kısmi problemlere şehrin içinden bakarak çare arayan gele-
neksd bir mimar gibi davrandı. Eklektisizmi, aydınlanma ile ro-
mantik, klasik ile gotik, prensiplerle koşullar, öğreti ile pratik
arasındaki, döneminin gerilimlerini temsil eder. Müzeden tiyatro-
ya. şehirdışı viHasından, şehiriçi apartmanlarına kadar yaptığı bi-
nalar Berlinliler tarafından e:görüıüyorduıt . 19. yüzyılın en tanın
mış şehir cperQtörü Barc.n Hausmann. seçimle değil atamayla gelen
bir teknokrath; ~ehrin bütününün selameti adına davrandığını ne
o iddia ediyordu, ne de Parisliler böyle bir ihtimali akıllanna ge 4
tiriyerdu.
Kuşku~uz 19. yüzyıl Avrupa'sında şehirlere yabancılaşmanın işa
rE:tlerini bulmak, ena hala Eskisini andırır biçimde bağlanıldığını
göstermekten daha kolayolurdu. Ancak yine de, sadece yukarıda
ki örnekler bile, şehirlerin fiziksel varlığının 19. yüzyıl Avrupa'
sında henüz bir kültürel bağlanma aracı olmaktan çıkmadıklarını,
farklı YE:fl~rden kuşatan zıt eğilimlere rağmen izlerinin sürüle-
58 Defter
EO fLA~I~11 HIlOOEHI.AMPE
P . lkhr cns'irı An Noııveaıı ıımb.sı (1902) P . Behr~n~'in AEO için ı_sarı,dılı I_mb. (1909)
• R.Taut: cam Palas;,!) dli aoıunllşü (1914) • B.Tıwt : Cam PW'\ft iç ICfOnıqu
gıçta ~' eııi nı ,dzeı.:e nin, :---cni teknolojinin, yeni formun, yeni şehir
mc rfolujisinin avantajları alternatiflerine k a rşı savunulurken, ye·
ni mevziile r Elde Edildikçe, çağın mümkün yegane gerçekliği ola-
rak sunuldular.
Almanya modernist tasarının deney yeriyse, konut da ilgilendiği
ayrıcalıklı yapı turudür. Hem Ortaçağ şehirlerinin ölçüye gelme-
yen, ka r maşık konut dokusunun, hem de 19. yüzyıl bloğunun ye-
rine diz i konut karakte-rini önerirken iki gerekçeden yola çıkılı
yerdu; t n~aat 5.€ktörünün endüstriteş rnesi ve 19 . y üz y ıl boyunca
ha s lE:tl çe kil e n t/ ışık , h2\'a, güneş ve yeşilıoden eş itçe ' yararlanma
imkanı. Henry Ford'un kitabı 1923'de yayınlandığından ve 1924
krizi de atlatılıp kcnut yapımı yeniden hız kazandığlOdan beri,
v tom e tiv sa nay iinin ulaştığı seviye, k onut se ktör ü için d e bir he-
de:! olarak gcrülmt:ye t.aşlanmıştı . Birbirini tekrar eden paralel
ko nut dizil e.r i üretim tandını temsil ediyor, böylece fabrika şan
tiyeye taşınmış oluyordu; bir farkla ki , fa brikada bant hareketli
işçiler sa bitken, şG.ntiy€.de büyük vinçlerl e birlikte işçiler yer de-
ğiştiriyordu. Dessau'daki Törten yerleşme s inin inşaatında Gropi-
us'un direktifiyle bir Y2nd2n bölünmüş işl e ri yapmak için gereken
c rtalama süre kroncmetl'€ ile saptanırken, diğ e r y andan da her-
gün aynı açıtardan çekilEn fotoğraflarla endüstrileşmenin seviyesi
ölçülmeye çalışılıyordu. Bu şekilde ardarda s ı ra lanan dizi konut-
lar, endüstrileşmeYİ kolaylaştırmanın \'e güneşin hareketine göre
70 Defter
KAYNAKÇA,
Frampton, K; Die Arelıltektur der Moderne; Eine kritische Bau-
geschlehte; Stuttgart 1983.
Huse, Ni .. Neues Bauen_: 1918 bis 1933, Moderne Arehilektur in der
Weimarer RepubIiek, Münehen 1915.
Peysner, N; Wegberelter moderner Forrngebune von Morris bb
Grop(us; Köln 1983.
Poıener , J~ ARCH+ derıisInin 48, sa, 59, 83/ 64, 69170 (1918-1983) sayı
Iannda alırlıklı konu olarak yer alan .VarJesunsen zur Gesehichte
der Neuen Arehitektur: 1750-1933_ dizisi.
Seele, G; Die Geschiehte des Design in Deutsehland von 1870 bis heute,
Kaln 1978.
Stelngraeber, E (Derleyen); Deutsche Kunst der 20'er und 30'er Jahre,
München 1979.
Stratmann, M; Wem gehörı die WelL Kunst und Gesellschaft in der
Weimarer repubUek; Berlin 1977.
Wiek, R; Bauhaus Pedagogik; Köln 1982.
Tendenzen der 20'er Jahre, Europaeische KunstaulIstellung; Berlin
1977, (Sergi kataloAu)
Die Zukunft der Metropolen: Paris-London-New York-Berlin; Berlin
1984, (Serli katalolul.
şEHİReİLİaİN ŞİARLARI
Le Corbusier (J 925)
turunç, 1983
Erhan ACAR
AMOSLU DELlKANLI
fakat
tekneden tekneye el sallayacak kadar yakın
zamanımızı konuşmasa bile
bizi tanımışçasına
ve biraş şaşkın
dizildik dibine
flcresan gölgesiz
beton plastik
tir duvarın
80 Defter
ııçı kabartma
yepma meleklerin
kurşun kenetli
suskur. derzlerin
duvar boyuydu sayımız
soyumuz belirsiz
isimlerimiz ve çizgilerimiz
görevliler elinde listerniz
dizildik bir duvar dibine
kımıIdamayın
ba~mayın çizgilere
sEssiz izleyen
dckunmaym
parJak bronz
ışık k~fesine
Z2manın
Meltem Ahıska
M E s E D
HOr Yumer
- Neymiş o fark? ..
- Hem bilmek istiyorsunuz. Hem de bunu ö~renmek hiç umu-
runuzda değilmiş gibi davranıyorsunuz. Niçin?
- Hep öyle davranılmaz mı?
- Evet çoğu zaman. Maalesef. Ama siz, başka türlü davrana~
maz mısınız? Yani daha nazik ... Sevgiyle ...
- Nedir o sevgi dEdiğiniz .. .
- Tanım istemeyin benden.
- ~ayır ama, bir dakka, ne işe yarar?
- Böyle sorarsanlZ, hiçbir işe yaramaz demek zorunda kalınm .
- Ben böyle soruyorum.
- O zaman size bir çay söyleyelim ...
Siz içmeyecek misiniz?
Araya giren beyi savdım Mesed. Nasılsın şimdi. Daha iyi mi-
sin? Yine evde kalmak istiyorsun anladım. Allah kimseyi evsiz
barksız etmesin ama, senin orda, pencerenin önünde öylece de-
nize bakarak oturman üzüyor beni. Pencerenin önündeki yerin-
den kaldırıp götürmek istiyorum seni. Nereye istersen ... Ama çok
büyüdüm. Belki artık sevmezsin beni. Evlerimiz dağıldı. Evler
dai!ıldı.
MüNIR NURETTIN SELÇUK: ,Tereddüt.. Ağlıyorsun. Sonra:
«Kederden mi neden bilmem sararmış reng-i ruh sar ım? » Ağlıyo
ruz. Yağmur yağıyor. ışıkları yakıyoruz. Birazdan akşam ezanı
okunacak. Önümüzde bir tabakta 2, 3 karadut. .Anne, çocuğun
karşısında ağ lama! » Ağla Mesed, ağla; iyi geliyor ağ:lamak, bili-
yorum. Masumların karşısında ağlamak yatıştınr insanı. Ağla. Ağ
lamayanlardan olma. Bana da öğret.
Hadi Oskar'a gidip bana oyuncak bakalım. Hadi arka odanın
penceresinden güvercinlere dan ata1ım . Oyala beni Mesed . Oya-
lan. Sen kıpırdama ölüm. Vaktin geldi. Eller yukarı.
Bana oyalanacak malzemeyi ver. Fakat bu malzemeyle yapı
lacak yapıların kırılabilir olduğunu her halinle belli et. Iskambil
kağıdından yapılan şatolar gibi; üf1eyince yerle bir olsunlar. Ya
da yüzümü okuyup üne. Aynı şey. Dualarınla sil beni, yık. Yık.
a kadar kınlgamm ki... Bana verdiğin o ölümlü güç. a bir men-
dile sarılmış sedef rengi akide şekeri. Muska gibi...
88 Defter
BİR EKSİKLİK VAR: Bir boy delaşahm geçer. Yani insanın eli-
ni uzatınası, bir yere çarpmamak için. Uzatırken öne doğru eğil
mesi biraz. Ve başka bir elin ansızın yakalaması uzattığınız eli.
Ne tuhaf: Yine sahanlıkta, iki merdiven arasındayız Mesed.. «Biz
şöyle bir dolaşmaya iniyoruz! ... » «Kime söylüyorsun bunu? Evde
kimse yok ki!» «Olsun!»
SAAT KAÇ?: «Bilmem ... » deme keyfi. Aç mısın? «Değilim» de-
me hüznü. Ya da: «Biz burah değiliz, geçerken uğramıştık, na-
sılsınız?» Cevapları önceden bilmek ... Sevgili olmak.: Sürekli mi-
safirlik. «Sen benim küçük misafirimmişsin: Ben sana yer yata-
!iı yapmışım... Çok yorgunmuşsun... Yatıp uykuya dalmışsın ... '
Ben sana masal söylemişim; üstünü örtmüşüm senin ...• Yeniden
karşılaşmak.
MESED ... CANıM?! ... Sen bana bir soru sormuştun, ben de bil-
mem diye cevap vermiştim; hatırlıyor musun? Çocuklar sorulara
hep bilmem diye cevap verirler zaten. Cevabı sonradan uydu-
rurlar. Hatırlıyorum. Zifiri karanlık burası... Sıkı tut elimi...
Son basamağa geldik galiba ...
MESED (1897 - 1968) YALıKÖY.
PARÇALANMıŞ ZAMANIN
AKıŞıNDA
Nurdan Gürbilek
1.
II.
III.
IV.
VII.
VIII.
ıX.
X.
lan bir şeyi, bir yeri -bir zamanlar ait olduğu evi- hatırlatır».
Bu hatırlama başlangıçta Lukacs için, modern dünyanın çözdügü-
nü ·ya da kaybolan tarafımızı okumanın bir yoluydu. Modern dün-
yanın ' yarattıA:ı parçalanmışlığın imkanlarını arayan biri ' içinse,
-okuma ço~u zaman bir unutuştur. «Çoğul metin söz konusu oldu-
ğunda» der Barthes, « anlamların ' unutuluşu bir hata olarak görü-
lemez . .. olumlu bir değerdir bu; metnin scrumsuzluğunu, sistem-
lerin ço~uııuğunu (listeyi sımrladı~ımda kaçınılmaz olarak tek ve
teolojik bir anlamı yeniden oluştururum) ortaya koymanın bir yo-
ludur. Tam da unuttuğum için okuyorum».:!l ınsanları seçmedik-
leri bir mirasa bağlayan dilin zindanlarından kaçış ya da istenmi-
yen bir tarihten arınma isteği: özgürlükçü ama unutkan, demok-
ratik ama modemist bir okuma. Geçmişi bir bütün olarak iktidar-
la özdeşleştirenı eskiyenin bugünün dünyasındaki geçersizligini var~
sayan bir okuma, kültür-dışı bir sıfır noktasını varsaydığı için mo~
derni"ttir. Geçmişin haklannın temsil edilmedi~i bir demokrasiy-
seı bu dünyanın demokrasisi oluşuyla sınırlıdır. Barthes Lukacs'ın
cümlesini tersine çevirmiş gibidir: «(Yazıda) Tüm eski yazılardan,
Parı,;aıanmı~ Zamanın A~ı~ında 101
XI .
• Nasıl ateşler içinde yanan bir hasta tüm duyduklarını sayıklama
halinin abartılı imgelerine dönüştürürse» der Benjamin, «ça~ımı~
zın ruhu da geçmişin ya da uzak ruhsal dünyalann ifadelerine, on-
lan kendine maletmek ve duygusuzca kendi fantezilerinin bir par 4
NOTLAR:
ı. tOenemenln DO}fası ve Biçimi Uzerine .. , Soul and Form. 1974, s. '1
2. _Kendisi olarak OH ve {nsah DlH· Uzerine_ , Renec:tlona. s. 314-332
3. .An ve Biçim:., Soul and Form, s. 114
4. _Denemenin Doilası ve Biçimi üzerine_, a .g.e. s. 5
5. Tbe Tbeory or tbe Novel. 1971, s. 29 .. Roman Kuramı, Say Ya-
yınları, 1985 (buradaki çeviri bana ait)
6. ve yüzlerimız. kalbim, fotoiranar kadar kı.a ömB.rlB., Adam Ya-
yıncılık, 1987, s. 55
7 .• Tbe Tbeory of tbe Novel, s. 2u
8. H)'perion, Adam Yayıncılık, 1987
9. Tbe Tbeory of tbe Novel, s. II
10. _Medeniyet De~iştirmesi ve tç lnsan_, Yaşadılım Gibi, Türkiye
Kültür Enstitüsü Yayınları, 1970, s. 27
ll. Huzur, Tercüman Yayınları, s. 3S1
12. o.g.e. s. 61
13. '- Medeniyet De~iştirmesi ve tç tnsan_, B.ı.e. s. 29
14. _Tarih Felsefesi üzerine Tezler_. Akıntıya Kartı 2, 1986, s. 77
15 . • Komünist Manifesto_, -Colleded Works, 6. cUt, s. 487
16. ve yB.zlerimlz, kalblm. foioiranar kadar kııa öm8rıa, s. 55
17. The Theory of the Novel, s. 34
18. _Denemenin Do~ası ve Biçimi üzerine_, a.g.e. s . '1
19. _Burjuva Hayat Tarz.ı Ve Sanat ıçın Sanaı., 80ul and Ferm, s.51
20. The Theory of tbe Noveı , s. 85
21. _Ozlem ve Biçim_, 80uI and Form. s. 92
22. Uı.tory and Class ConıcloU8Desl, 1971, s. 27
23. _Hölderlin'ln Hyperion'u_, Goetbe and Hıa Aıe, 1968, s. 137-9
24. _Sallıklı Sanat ya da Hastalıklı Sanat., Writer and Critle, 19'10,
103-9
ıs. SiZ. 1974, s. 6
26. WrUinl ıDeıree Zero, 1967 - Bazı bölümleri Ya •• Nedır'!' (Hil Ya-
yın,
1987) içinde çevrildi.
27. SiZ. s. 11
28 . Wrltlnı Deıree Zero, s. 23
29 . The Orlıln of German Traıle Drr.ma, 19'17, s. S3
30. _Tarih Felsefesi üzerine Tezler_, a.g.e. i, "18
31. The Oriıln ot GermaD Traılc Dram., i. 178
103
Meltem Ahıska
AŞK ÜSTÜNE
Korkulanm
daha yakın almalısınız bana
104 Defıer
TARTIŞMA
Çocuklar
hindistan cevizleri gibi
Toplaştılar
uzun da!iımk saçlı bahçeye
Bir tomurcug-un ağzında yakaladılar gün eşi
Eziyet ettiler uzun süre
Çocuklar
bilardo toplan gibi dağılacakken tam
Elimden kaçıverdi
Koşup yakaladı cam en çok sıkılan
Yumuşak, parlaktı
Dikkatle baktı
Güldü, korktu
Cevabı ya~mura bıraktı
Dostum,
nat eseri ya da bir tür müdür? Sorunun !:2.na sıkıcı geldig"ini, kar-
şıt görüşler arasındaki tartışmanın çoktan miyadını doldurduğunu
düşündü~ünü biliyorum. Eleştiri bilim de~il sanatıır : Wilde ve
Kerr'in tüm dünyaya duyurdukları bu hakikat, aslında Alman ro-
mantiklerinin zaten farkında clduğu, Yunanlıların ve Romalıların
ise el yordamıyla da olsa gerçek anlamını apaçık gördükleri bir
hakikatti. Yine de bu konudaki tartışmalar, esas sorunun özüne
yeterince inmedi; tartışmayı ısrarla sürdürmek' isteyişimin nede-
ni bu. Deneme nedir? Nasıl bir ifade biçimini amaçlar ve bu biçi-
me hangi yol ve araçlarla ulaşılır? Bu bağlamda denem~nin «iyi
yazılmış OlmaıEl gerektiği» tek başına fazla abartıldı. Denemenin,
üslup açısından edebiyatla aynı değerde olabileceği, bu yüzden de
ikisi ara s ında bir de~er farkından söz etmenin haksızlık olaca~ı
savunuldu. Ama bu ne anlama geliyor? Eleştiriyi bu anlamda bir
S2nat clarak de!!erlendirsek de, henüz onun do~ası hakkında her-
hangi bir şey söylemiş clmayız .• ıyi yazılmış herşey bir sanat ese-
ridir .• İyi yazılmış bir ilan metni ya da bir haber yazısı biT sanat
eseri midir? Bu tür eleştiri anlayışında seni o kCl.dar rahatsız eden
şeyin ne olduğunun farkındayım. Kendini herşeyin mutlak hakimi
addeden bir iradenin her türlü imkanla özgürce oynaya bilmesi
için biçimin bir kenara itilrnesi, yani anarşi. Ama ben burada eleş
tirinin bir sanat biçimi olduğunu söylerken, bir düzen (asli bir dü-
zenden çek simgesel bir düzen) adına konuşuyorum; denemeyi tüm
diğer sanat biçimlerinden bir yasa kesinliğiyle ayıran bir biçimi
olduğunu düşünüyorum. Tam da bir sanat olduğunu söyleyerek,
denemE-nin kesin bir tanımını yapmayı amaçlıyorum.
ya çıkar çıkmaz,
do!!a bilimlerindeki bir hipotez ya da bir makine
parçası gibi tüm de~erini kaybeden eleştiri yazıları vardır. Ama
biri çıkıp da -ki umarım çıkar- Shakespeare'e karşı Corneille'i
savunan bir Dramaturji YBzsa, bu Lessing'inkini değerden düşü
rür mü? Winckelmann'ın Yunan düşlerinin bizde yarattığı etkiyi,
Burckhardt ya da Pater, Rhode ya da Nietzsche de~iştirebildi mi?
«Evet. Eleştiri bir bilim olsaydı eğer ... » der Kerr. "Ama ölçüle-
meyen özellikler öyle ağır basar ki, eleştiri olsa olsa bir sanat ola-
bilir. » Bir bilim olsaydı bile -ki gelecekte bir bilime dönüşmesi
o kader uzak bir ihtimal sayılmaz- bu neyi değiştirirdi? Burada
bizi ilgilendiren, bir tanımın yerine başka bir tanımı geçirmekten
çok, bilimin hedeflerine tamamen ya da kısmen ulaşılsa d. değiş
meden kalan farklı bir şeyi tanımlamaktır. Bilim bizi içeriğiyle,
sanat ise biçimleriyle etkiler; bilim bize clguları ve onların ara·
sındaki ilişkileri gösterir, sanat ise ruhları ve kaderleri. Yollar bu-
rada ayrılır; burada ne biri diğerinin yerini alabilir ne de birin-
den di~erine gEçiş mümkündür. · Henüz farklılaşmanın yaşanmadı
ilı ilk€! ça~l.rda, bilim ve sanat (din, ahlak ve politika) yekpare
bir bütündü. Bilimin ayrışıp bağımsızlaşmasıyla birlikte, bilimi
doğuran herşey değerini kaybetti. Öte yanda birşeyancak tüm içe-
riğini biçimde erittiğinde ve böylece saf sanata dönüştü~ünde yü-
zeysellikten kurtulabilir; ama o zaman da eski bilimsel içeriği tüm
anlamını kaybeder ve tamamen unutulur.
Bur&dEn belli belirsiz ve sayısız bir dizi ince geçişle edebiyata ula-
şılır.Euripides'in Herakles'inin son sahnesini düşün; Theseus sah-
r.eye çıkıp herşeyi -Hera'nın Herakles'ten aldı~ı korkunç intika-
mı- öğrendiilinde trajedi çoktan bitmiştir. Kederli Herakles ' ile
~rk2dapnın hayat he:.kkındaki diyaloglan o zaman başlar. Burada
108 D,fte<
Her ne kadar Platon için eleştiri, birçok başka şey gibi .kendini
ifadE etmenin ironik bir yolu idiyse de, sonuçta Platon'un kendisi
de bir «eleştirmen»di. Sonrf.!ki dönemlerde eleştiri içeri~:ini ken-
dinde aradı, eleştirmenler yalnızca şiir ve sanattan söz ettiler ve
hiçbir zaman, hayatıyla onları temel sorulara ulaştıran bir Sok~
rates'leri olmadı. Ama bu tür eleştirmenleri ilk mahkum eden de
Sokrates'ti. «Şiir hakkında konuşmak» demişti Protagoras'a, «ca-
hil ve basit insanların evlerinde verdiği şölenleri hatırlatıyor ba~
na ... Bizim gibi insanlar arasındaki konuşmaların, örneRin şu an-
•
120 Defıe'
Meltem Ahıska
Kitaplan mı kastediyorsun?
- Bir kitabın en kötü yanı da,kapaklarla örtülü olmasıdır. Kaya-
lara, dikilitaşlara yazarken yalan söylemek daha güçtü. Gün
ışığı pek keskindi. Ama insan mağaralara, gizli kovuklara, ta-
pınaklara çekildi hemen; kendi ortamını eliyle yaratabileceği,
kendi kendine yalanlar söyleyebileceği yerlere. Kitap da bir yer6
- konusunda ne düşünüyorsun?
K a dının cir..selliği
Meltem Ahıska
Bu söyleşideki kişiler
aslen gerçek, söyleşi hayalidir.
Söyleşide David'in söyledikleri, D. H. Lawrence'ın romanları ve de-
nemelerinden aynen alınmıştır.
Söyleşide adı geçen Michel, Michel Foucault'dur.
YAZ i v e Y O K S U L L U K
,
Latife Tekin . İskender Savaşır
Latife Tekin : Bugün yazarlık da, diller bütün meslekler gibi ken-
dine özgü ayrıcalıklar, kendine özgü bir iktidar talep eden bir
konum. Bense hala kendimi yoksul bir insan olarak tarifl:yorum,
tariflem"ye çalışıyorum. Bu da bir mülkiyet duygusunu oldullu
gibi bir iktidar duygusunu da içselleştirememiş cımayı gerekti-
riyer. YaptıA:ım işten dolayı talep edilen bir ayrıcalık be!'li utan..
dınyer. üstelik benim durumumda işin katlanan bir yanı da
var: Yoksul insanlardan bahsettiğimı 0nların acı~arını anlattı
A:ım için bir ayrıcalık talep etmiş oluyorum kendimi yazar ola-
rak tarif etmekle. Onlar hakkında ve enlar Uzerine bir oto~·ite gi-
bi olmuş oluyorum.
ıskender Savaşır: Iyi hoş ama 80 sonrasında en çok reklamı ya-
pılan yazar sen cldun. En çok sen _genç yazar. olarak konuştun.
nuşuycrdum. Ama bir yandan da başka bir sürü şeyi sezmeye baş
ladım. Habire iş teklifleri, yazı teklifleri alıyordum , Basın, meşhur
kaba, yine hoyret, bana karşı bir politika ile bana yabancı bir
gelenek içinden .sürdürdüğüm, hayat diyebilece~im herşeye uzak
bir estetik faaliyet arasında bir tercih yapmak durumunda kaldım.
Ikincisini tercih etmiş oldum. Hiç değilse böylelikle bu hayal kı
rıklığı karşısında duyduğum öfkeyi, bir zamanlar gerçek oıdu~u~
na inandığım bir imkanın Bmsını diri tutabiliyorum. Daha da önem-
lisi, o asıl tarihle, yani ezilmişlerin, yoksulların tarihiyle, bilgisiyle
estetik düzeyde de olsa buluşabiliyorum. İşte bu yüzden de mese-
la bu son romammda yine oralara döndüm.
İskender Savaşır: Ama senin yoksulluğa sahip çıkma biçiminin iki
uçlu bir yanı var: Biri geçmişe, gelenekselolana gönderiyor ama
diğer yandan da dünyayı çok kesin bir biçimde ikiye ayırıyor:
Yoksullar ve diğerleri diye. Bu da alabildigine kaba ve kavramsal
bir ~yrım. bir adlandırma senin deyişinle.
Latife Tekin: Evet o iki uçlu dediğin şeyi ben de seziyorum. Ama
buna rağmen yoksulluga bir biçimde sahip çıkmak istiyorum. Se·
çeneksizlik gibi bir şey. Tabii benim yoksulluk diye -tutturmamın,
yoksuııugun benim geçmişim olması ile ilgili bir yanı var. Ama
ben aynı zamanda yoksulluk üzerine söylenmiş bir çok şeyi tersine
çevirmek istiyorum. Bunun için de gösterebileceğim tek kaynak
işte kendi hayatım, yazdıklarım, kendi geçmişim. Ancak oradan
harEketle ikna edebilirim insanları ya da kendimi. Ama tabii kim~
se benim geçmişimi paylaşmıyor. Yoksulluk, yoksulluk dediğimde in-
sanların kulaitına farklı biçimlerde çarpıyor o laf. Ama ben yine
de ortada varolan söylemi tartışmaya getirmek istiyorum. Yoksul
insan, olmayan, bir sürü şeyi olmayan insandır ya... İşte bu bir
sürü şeyi olmayan insanlar, bir sürü şeyleri olmayarak nasıl yaşı
yorlar, kendilerini bu dünyada nasıl taşıyorlar, bütün bunlar beni
çek ilgilendiriyor. Ama bunlar da hiçbir zaman yoksulluk hakkın~
da yazılıp çizilenenler, söylenenler tarafından içerilmiyor.
de tanımaya çalıştı~ım
bir şey yoksulluk. Kendi yoksulluğumun de-
ğişmez olduğunainanmaya çok fazla ihtiyacım var belki de ... Bil-
miyorum neden. Benim için yoksulluğun geçmiş clduğuna inan-
mıyerum. Anlıyor musun?
Latife Tekin: Biraz öyle galiba. Böyle temİnatlar ne işe yarar di-
yeceksin. Ama ben kendimi yoksul insanlann içinden hissetmesey·
dim ve onlarla müthiş bir duygu bağım olmasaydı, yazdığım kitap-
ları yazamazdım ki.
Latife Tekin: Çünkü işin başka bir yanı var. Dayanışma tek ba-
şına bir şey degil, bir örnek; başka bir şeyin örneği. Ben diyorum
ki, ycksul bir insan olduğumu öğrendiğimdeı belli bir yaşta bunu
hisse.ttiA:imde ve öğrendiğimde, aynı zamanda kendimi yoksul bir
insan olarak nasıl taşıyacağımı da öğrenmiştim. Mesela çocuklara
büyüyünce ne olmak istediklerini sorarlar değil mi? Bu, bütün ço-
cuklara, sorulur. Yoksul çocuklara ne olmamalan gerektiği hakkın
da bir bilgi aktarılır. Mesela benim en çok olmaktan korktuğum
şeylerden biri hırsız olmaktı. Çünkü sürekli olarak yoksul çocuk-
ların çalmasına karşı açık ya da gizli önlemler alınır. Farklı bir
psikolojidir bu. üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin, insanın
üzerinden atamayacağı bir şeydir, sana aktarılan bir bilgidir. Yok·
!'ul bir insansın ve kendi yoksullu~unuı kendine ve çevrene zarar
vermeden, kendini en iyi hissedebileceRin biçimde şöyle taşıya
tHirsin, diyen bir bilgidir. Tenine siner. Paylaşma diyoruz, dayanış
ma diyoruz, bir sürü yönü var bunun, ama en temelde çok gele-
neksel bir bilgi bu. Dayanıkhhj!ını, yokluj!a, inanılmaz yoksulluk-
lara. hep hayatın dışına itilmeye çalışılmasına raRmen varh~ını
sürdürebilmesinden alan, tuhaf ilişki biçimlerinde, tuhaf örgüt-
lülük tarzlarında ifadesini bulan bir bilgi. Benim kendimi belirli
bir yaşa kadar içinde tanıdıi!ım, kendimden geçerek, kendimden
hareketle tanıdıi!ım bir bilgi bu.
Bu noktada Latife Tekin elime iki sayfa tutuşturdu «bak işte böy-
le bir şey kasdettiğim. diye. Şimdilik Aşk lşareUeri'nin girişi ola-
rak tasarlanan sayfalarmış. Konuşma boyunca bana anlatamadığı
herşey, yoksulluk demekle neyi kasdettiği, oradan ne umdujlu, ora-
da ifadesini bulmuştu: