You are on page 1of 528

tem el

Çeviri Editörleri Luiz C a r l o s


Prof. Dr. Yener Aytekin
JUNQUEIRA
Doç. Dr. Seyhun Solakoğlu Jose
CARNEIRO

tıp kitabevleri
I

'
tem el

T e x t & A tla s
Luiz Carlos Junqueira, MD, PhD Jose Carneiro, MD, PhD
Professor Emeritus Professor Emeritus
Medical School Institute of Biomedical Sciences
University o f Sdo Paulo University ofSâo Paulo
S5o Paulo, Brazil Sao Paulo, Brazil
Honorary Research Associate in Biology Formerly Research Associate
Harvard University Department o f Anatomy
Boston, Massachusetts McGill University Medical School
Formerly Research Associate Montreal, Canada
University o f Chicago Medical School Formerly Visiting Associate Professor
Chicago, Illinois Deportment o f Anatomy
Honorary Member University o f Virginia Medical School
American Association o f Anatomists Charlottesville, Virginia
Emeritus Member
American Society o f Cell Biology

Çeviri Editörleri:
Prof. Dr. Yener Aytekin Doç. Dr. Seyhun Solakoğlu
Istanbul Üniversitesi İstanbul Üniversitesi
Istanbul Tıp Fakültesi İstanbul Tıp Fakültesi
Histoloji ve Embriyoloji ABD Histoloji ve Embriyoloji ABD

NOBEL TIP KITABEVLERI


© 2006
NOBEL TIP KİTABEVLERİ

Tem el H istoloji

Çeviri Editörleri: Prof. Dr. Y e n e r Aytekin, D o ç. Dr. Seyhun Solakoğlu

ISBN: 975-4 2 0 -4 6 7 -5

Basic Histology, Tenth Edition, 2003


Luiz Carlos Junqueira, MD, PhD
Jo se Carneiro, MD, PhD
ISBN: 0-07-141365-0
McGraw-Hill Companies

Bu kitabın Türkçeye çeviri hakkı McGraw-Hill Companies tarafından NOBEL TIP KİTABEVLERİ'ne verilmiştir. 5846
ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri yasası gereği herhangi bir bölümü, resmi veya yazısı, yazarların ve yayınlayıcısı-
nın yazılı izni alınmadan tekrarlanam az, basılamaz, kopyası çıkarılamaz, fotokopisi alınamaz veya kopya anlamı taşı­
yabilecek hiçbir işlem yapılamaz.

NOBEL TIP KİTABEVLERİ LTD. ŞTİ.

Merkez:
Millet Cad. No:111 Çapa-İstanbul Tel: (0212) 632 83 33 Fax: (0212) 587 02 17
Şube:
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Karşısı Cerrahpaşa-İstanbul Tel: (0212) 586 17 58
Şube:
Kadıköy Rıhtım Cad. Derya İş Merkezi No: 7 Kadıköy-İstanbul Tel: (0216) 336 60 08 Fax: (0216) 345 58 25

Ankara: MN Medikal & Nobel Tıp Kitabevi Bursa: Güneş & Nobel Tıp Kitabevi
Halk Sok. No: 5 Sıhhiye-Ankara Altıparmak Cad. Burç Pasajı, Bursa
Tel: (0312) 431 16 33 Tel/Fax: (0224) 224 60 21
Fax: (0312) 432 21 85
Adana: Nobel Tıp Kitabevi
İzmir: Güven & Nobel Tıp Kitabevi
Adnan Kahveci Bulvarı 31/C Adana
168. Sok. No: 10/1 Bornova-İzmir
Tel: (0322) 233 00 29
Tel: (0232) 339 16 96
Fax: (0322) 234 99 56
Fax: (0232) 339 17 54

İzmir: Güven & Nobel Tıp Kitabevi Samsun: Nobel Tıp Kitabevi
SSK İş Hanı P/36 Konak-izmir Ulugazi Mah. 19 Mayıs Bulvarı 16/6 Samsun
Tel: (0232) 425 27 58 Tel: (0362) 435 08 03
Fax: (0232) 483 57 02 Fax: (0362) 435 04 90

www.nabeit.ifi.cam

Sayfa Düzeni : Nobel Tıp Kitabevleri — Hande Dalsaldı


Baskı / Cilt : Nobel Matbaacılık

iv
Katkıda Bulunan Yazarlar

Luiz Carlos Junqueira, MD, PhD


Professor Emeritus
Medical School University of Sâo Paulo
Sâo Paulo, Brazil

Jose Carneiro, MD, PhD


Professor Emeritus
Institute of Biomedical Sciences University of Sâo Paulo
Sâo Paulo, Brazil

Paulo Alexandre Abrahamsohn, MD, PhD


Professor
Department of Histology and Embryology
Institute of Biomedical Sciences
University of Sâo Paulo
Sâo Paulo, Brazil
Bölüm 1: Histoloji ve Çalışma Yöntemleri; Bölüm 20: Hipofiz; Bölüm 21: Böbrek Üstü Bezleri, Langerhans
Adacıkları, Tiroid, Paratiroid ve Pineal Bez; Bölüm 22: Erkek Üreme Sistemi; ve Bölüm 23: Dişi Üreme
Sistemi

Marinilce Fagundes dos Santos, DDS, PhD


Assistant Professor
Department of Histology and Embryology
Institute of biomedical Sciences
University of Sâo Paulo
Sâo Paulo, Brazil
Bölüm 15: Sindirim Sistemi ve Bölüm 16: Sindirim Sistemi ile İlişkili Bezler

Telma Maria Tenorio Zorn, MD, PhD


Professor
Department of Histology and Embryology
Institute of Biomedical Sciences
University of Sâo Paulo
Sâo Paulo, Brazil
Bölüm 5: Bağ Dokusu ve Bölüm 11: Dolaşım Sistemi
ÇEVİRENLER

Çeviri Editörleri
Prof. Dr. Yener AYTEKİN - Doç. Dr. Seyhun SOLAKOĞLU
İstan bu l Üniversitesi, İstan bu l Tıp F akü ltesi
I-Iistoloji ve E m briyoloji ABD

Çevirenler

Dr. Bülent AfflSHALI Dr. Erdoğan GÜRSOY


İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi
Histoloji ve Em briyoloji ABD Histoloji ve Embriyoloji ABD

Dr. Oktay ARDA Dr. Şahin SIRMALI


İstanbul Üniversitesi, C eırahpaşa Tıp Fakültesi Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi
Histoloji ve Embriyoloji ABD Flistoloji ve Embriyoloji ABD

Dr. Y en er AYTEKİN Dr. Seyhun SOLAKOĞLU


İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi
Flistoloji ve Embriyoloji ABD Histoloji ve Embriyoloji ABD

Dr. Attila Dağdeviren Dr. Mustafa TAŞYÜREKLİ


Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi, Ceırahpaşa Tıp Fakültesi
Histoloji ve Embriyoloji ABD Histoloji ve Embriyoloji ABD

Dr. Yeşim UĞUR


Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Flistoloji ve Embriyoloji ABD

Çevirici isimleri, soyaclına göre alfabetik olarak yazılmıştır.


İçindekiler
Ç e v i r e n l e r ............................................................................................................................................................................................................. vii
Çeviri Editörlerinin Ö n s ö z ü .........................................................................................................................................................................xv
Ö nsöz ................................................................................................................................................................................................................... xiii

1. H İSTO LO Jİ VE ÇALIŞMA YÖN TEM LERİ ..................................................................... 1


D okuların M ik rosk o p ik İn ce le m e İçin D oku K esitlerinin O toradyografisi 7
H azırlanm ası 1 H ücre ve D ok u Kültürü 9
Işık M ikroskobu 3 H ü crenin B ö lü m lerin e Ayrılması 9
Faz Kontrast M ikroskobu v e D ifeansiyel Girişim H istokim ya ve Sitokim ya 9
M ikroskobu 4 M o lek ü ller A rasındaki Y ü k se k Çekim li
Kutuplaştırm a M ikroskobu 4 Etkileşim lerin Kullanıldığı Saptam a
K onfokal M ikroskobu 4 Y ö n tem leri 13
Fliioresan M ikroskobu 5 Doku Kesitlerinin Yorumlanmasında Karşılaşılan
Elektron M ikroskobu 6 Sorunlar 18

S IT O PLAZM A............................................................................................................................. 2 3
H ücre Farklılaşm ası 23 H ücre B ile şe n leri 23
H ücre Ekolojisi 23 H ücre isk eleti 43

HÜCRE Ç E K İR D E Ğ İ.............................................................................................................. 53
H ücre B ö lü n m esi 59 A p optoz 66
H ücre D öngü sü 60

EPİTEL D O K U S U .................................................................................................................... 6 9
Epitel H ücrelerin in Şek il v e Ö zellik leri 69 Epitel T ip leri 74
H ücre Y üzeyi Ö zelleşm e le ri 73 Epitel D ok u ların G e n e l B iy o lo jisi 83

BAĞ D O K U S U .......................................................................................................................... 95
B ağ D oku su nu n H ü creleri 95 Ara M adde 113
Lifler 106 B a ğ D o k u su n u n T ip leri 113

YAĞ D O K U S U ....................................................................................................................... 1 2 9
Ü niloküler Yağ D ok u su 129 M ültiloki'ıler Yağ D ok u su 131

7. K IK IR D A K : ................................................................................................................................ 1 3 5
Hiyalin K ıkırdak 136 Fibröz K ıkırdak 139
Elastik Kıkırdak 139 O m u rlar Arası D isk ler 139

8. K E M İ K ......................................................................................................................................1 4 1
Kem ik H ü creleri 142 K em iğin B ü y ü m esi ve Y en id en Ş ekillenm esi 151
Kem ik Matriksi 144 K em iklerin İç Y apısı 152
Periyost ve E n d osteu m 145 K em ik D o k u su n u n M etabolik Rolü 152
Kem ik Tipleri 145 E k lem ler 156
H istogenez 148
x / İÇİNDEKİLER

9. SİNİR DOKUSU VE SİN İR SİSTEM İ . . . ...................................................................161


Sinir D oku su nu n G elişim i 162 M eninksler 175
N öronlar 1Ğ3 K oroid P lek su s v e B ey in O m urilik Sıvısı 176
H ücre G övd esi 164 P eriferik Sinir Sistem i 178
D endritler 165 Sinir Lifleri 178
A ksonlar 165 Sinirler 180
M em bran P otansiyelleri 166 G ang liy o nlar 181
Sinaps İletişim i 167 O to n o m Sinir Sistem i 182
Glia H ücreleri ve N öron Etkinliği 168 Sinir D ok u su n u n D eje n era sy o n u ve
M erkezi Sinir Sistem i 171 R ejen erasy o n u 187

10. KAS DOKUSU ................................................. ...................................................................191


İskelet Kası 191 D üz Kas 207
Kalp K ası 206 Kas D ok u su n u n Y en ilen m esi 221

11. DOLAŞIM S İ S T E M İ ........................................ ...................................................................2 1 5


Belli B ir Çapın Ü zerind eki Karotis Cisim leri 224
Kan D am arları 219 Karotis Sinüsleri 225
Vaza Vazom m 220 A rteriy ovenöz A n asto m o z 225
Sinir Ağı 220 P ostk ap iler V eniiller ve K apilerler 225
Arteriyolier 220 V enler 225
Orta B o y (M üsküler) A rterler 220 Kalp 226
Büyük Elastik A rterler 222 Lenf D am ar Sistem i 230
Arterlerin D eje n era tif D eğ işik likleri 223

12. KAN H Ü C R E L E R İ........................................... ...................................................................2 3 3


Plazm anın B ileşim i 233 E ozin ofiller 239
Kan H ücrelerinin B o y a n m a sı 2 3 4 B azofiller 2 4 0
Alyuvarlar 234 Len fositler 2 4 2
Akyuvarlar 236 M onositler 243
Nötrofiller (P o lim o rf Ç ekird ekli L ökositler) 238 T ro m b o sitler 246

13. HEMAT O P O E Z ................................................. ...................................................................2 4 9


Kök H ücreleri, B ü y ü m e Faktörleri v e Farklılaşm a 249 G ra n ü lo p o ez 256
K em ik İliği 251 G ranü lositlerin olg u n laşm ası 258
Kök hü crelerin ve b aşk a d ok u ların kaynağı N ötrofil Ü retim inin K inetiği 259
olarak kem ik iliği 252 L enfositlerin v e M onositlerin O lgu nlaşm ası 260
Eritrositlerin O lgu nlaşm ası 253 T ro m bo sitlerin K aynağı 26l

14. BA Ğ IŞIK LIK SİST EM İ VE LEN FOİD ORGANLAR .............................................. 2 5 6


O rgan Transp lantasyon u 271 D alak 284
Tinuıs 273 M ukozaya Eşlik E d en Lenfoid D oku 288
Lenf D üğüm leri 278 T o n siller 289

15. SİNDİRİM K A N A L I........................................ ................................................................... 29i


Sindirim K analının G e n e l Y apısı 291 İn ce B a ğ ırsa k 307
Ağız B oşlu ğu 292 Kalın B ağ ırsak 320
Ö sofagus 299 A p end iks 322
Mide 299

ı6 . SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER . ...................................................................3 2 5


Tükürük B ezleri 325 Safra Y olları 344
P ankreas 328 Safra K e sesi 345
K araciğer 332
İÇİNDEKİLER / xi

17. SO LU m JM SİSTEM İ 349


B u a ın Boşlu ğu 350 A kciğerlerin Kan D am arları 366
Paranazal Sinüsler 353 A kciğerlerin L en f D am arları 367
N azofarinks 353 Sinirler 367
Larinks 353 Plevra 3 6 7
T rakea 354 Solu n u m H areketleri 3 6 7
Bronş Ağacı 354 Savunm a D ü z en ek leri 367

18. D E R İ ..................................... ................................................................3 6 9


Epiderm is 369 D am arlar ve D erid ek i D uyu R eseptörleri 376
D erinin B ağışıksal Etkinliği 375 Kıllar 377
D erm is 375 T ırn ak lar 379
Deri Altı D oku 376 D eri B ez leri 379

19- ÜRİNER SİSTEM 383


B ö b rek le r 387 M esane ve idrar Yolları 399

20. H İPO FİZ .................................................................................................................................. 4 0 3


H orm onlar 403 A d en o h ip o fiz 404
H ipofiz 403 N örohipofiz 408

21. B Ö B R E K ÜSTÜ BEZ LER İ, LANGERHANS ADACIKLARI, T İR O İD ,


PARA TİRO İBLER VE PİNEAL B E Z .............................................................................. 4 1 3
Böbrek Üstü Bezleri 4 1 3 Paratiroid Bezleri 4 2 8
Langerhans Adacıkları 4 2 0 Pineal Bez 4 0 8
Tiroid 423

22. ER K EK ÜREM E SİSTEM İ ............................................................................................... 4 3 1


Testis 431 Y ardım cı G enital B e z le r 443
Testis İçi G enital K an allar 442 P enis 446
G enital B oşaltım K analları 442

23. D İŞİ ÜREM E SİST EM İ ................................................................4 4 9


O varyum lar 4 4 9 D ökü ntü H ücre Sitolojisi 464
Oviclukt 456 Dış G enital O rg an lar 464
Uterus 458 M em e B ez leri 465
Vajina 63

24. GÖRME VE İŞİT M E SİSTEM LERİ 469


G örm e: Işık Alıcı Sistem 469 İşitm e: Ses A lgılam a Sistem i 482

İndeks .489
Önsöz
Temel Histoloji1nin onuncu baskısı temel bilgilerin ortaya konması ve mikroskopik anatominin yorum­
lanmasına yönelik öz ve iyi görsel materyalle desteklenmiş bir kaynak olmayı sürdürmektedir. Bu ki­
tabın yazarları biyolojik bilim alanlarında çalışanların ortak amacının, canlıdaki moleküller, hücreler,
dokular ve organlarda yapı ile işlevin nasıl bütünleştiğini kavramak olduğunu bilmektedir. Histoloji or­
ganizmadaki hücre ve dokuların biyolojisi üzerine odaklanan ve bu yüzden patoloji ve fizyopatoloji-
nin alt yapısını oluşturan bilim dalıdır. Bu baskıda da işlevleriyle canlı bir organizmanın dokumasını
oluşturan hücre ve dokuların yapısı ile ilgili kavram ve ilişkiler üzerinde durmaya devam etmekteyiz.
Temel H istolojiyi yeniden baskıya hazırlarken, okurlarımıza olası en güncel ve yaralı kaynak kita­
bı sunmayı amaçladık. Bu amacımızı iki şekilde gerçekleştirdik: ilk olarak histolojiyi ilgilendiren bilim
dallarındaki en önemli ve en son gelişmeleri anlattık, ikinci olarak da sınırlı bir zaman dilimi içinde
giderek artan bilgiyi giderek azalan bir sürede öğrenmek durumunda olan okuyucularımızın durumu­
nu göz önünde bulundurduk. Bu nedenle bu kaynak kitapta bilgileri, öğrenmeyi kolaylaştıracak şe­
kilde mümkün olduğunca öz bir biçimde sunmak için her şeyi yaptık.

KİMLER YARARLANACAK:
Bu kitap, tıp, veterinerlik ve diş hekimliği fakülteleri ile hemşirelik ve sağlık meslek yüksek okulu öğren­
cilerine yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu kitap aynı zamanda mikroskopik anatomi ve biyolojik bilimler
alanlarındaki lisans öğrencileri için kolay ulaşılır ve yararlı bir kaynak belge özelliği de taşımaktadır.

DÜZENLEME
Histoloji biliminin, sağlam bir hücre biyolojisi temeline dayanması gerektiğinden, Tem el Histoloji kita­
bının girişinde, hücrelerin ve hücre ürünlerininin yapı ve işlevleri güncel bilgilere göre doğru bir şe­
kilde açıldanmakta ve hücrenin moleküller biyolojisine kısaca değinilmektedir. Bu temelin ardından,
vücudun dört ana dokusu açıldanmakta ve bu dokuların temel işlevlerini yerine getirmek için hücre­
lerin nasıl özelleştikleri üzerinde durulmaktadır. Son olarak insan vücudunun her bir organ ve organ
sistemi ayrı bir bölüm halinde anlatılmaktadır. Burada vurgulanan temel dokuların üç boyutlu düzen­
lenişi, her organın işlevinin anlaşılmasında anahtar rolü oynamaktadır. Bu açıdan, yapı ve işlevin araş­
tırılmasında en temel yaklaşımın hücre biyolojisi olduğunu yeniden vurgulamaktayız.
Daha iyi öğrenmeyi sağlamak amacıyla, kitabımız çok sayıda ışık mikroskop fotoğrafı ve elektron
mikroskop fotoğrafı ile donatılmakta ve okuyucuya histolojik çalışmaların kıboratuvar temeli anımsa­
tılmaktadır. Bunlara ek olarak hücre, doku ve organların biçimsel ve işlevsel özelliklerini özetlerken
özellikle çok renkli şemalar, üç boyutlu çizimler ve tablolar kullanılmıştır.

BU BASKIDAKİ YENİLİKLER
• Bütün bölümler yeni bulguları ve yotumları yansıtacak şekilde yeniden gözden geçirilmiş ve özel­
likle insan histolojisi üzerinde durulmuştur.
• Mikroskopik yöntemler ve teknikler üzerine yazılan bölümde molekül, hücre ve doku araştırma­
larında kullanılan çağdaş teknolojiler açıklanmaktadır.
“ Hücre çekirdeğinin anlatıldığı bölüme genomun moleküler biyolojisi ve düzenlenişi ile ilgili yeni
bilgiler eklenmiştir.
• Bağ dokusunu anlatıldığı bölüm ara maddenin düzenlenmesi ve molekül bileşimi ile ilgili yeni bil­
gileri içermektedir.
• Hücrenin anlatıldığı bölümde öğrencinin doku düzenini anlamasına katkıda bulunmak üzere hüc­
reler arası iletişimde sinyal aktarma düzeneklerine ilişkin bilgiler sunulmaktadır.
° Nöronlar, glia hücreleri ve bunların arasındaki etkileşimler üzerine edinilen son kavramları ve bil­
gileri sunabilmek amacıyla sinir dokusu ve sinir sisteminin anlatıldığı bölüm ayrıntılı bir biçimde
yeniden yazılmıştır.
• Bağışıklık sistemiyle ilgili bölüm çağdaş bilgileri içerecek şekilde ve materyelin kolay uyarlanabilir
bir bilgi topluluğu halinde düzenlenmesi için yeniden yazılmıştır.
° Kitapta yer alan 600’den fazla şekil arasında yeni doku örneklerinden hazırlanan, her biri ilgili
yapıyı ayrıntılı olarak gösteren açıklayıcı işaretlerle bezenmiş çok sayıda renkli ışık mikroskop
fotoğrafı bulunmaktadır. Plastik reçineye gömülü örneklere ait bu yeni mikroskop fotoğrafları hüc­
re ve doku düzenlenmesini daha net olarak ortaya koymaktadır,
• Kitaptaki tüm çizimler renkli olarak yeniden çizilmiş ve metnin yararlılığını artırmak için yeni,
renkli şekiller eklenmiştir.
1

xiv / ÖNSÖZ

TEŞEKKÜR
Bu kiabın çeşitli bölümlerini gözden geçiren aşağıda isimleri bulunan öğretim üyelerine teşekkür et­
mek istiyoruz. Edna T Kimura (tiroid bezi), Nancy Amaral Rebouças Cin situ hibridizasyon), Sirlei Daff-
re (protein ayrıştırması) ve Wolfgang G. W. Zorn (kan damarları). Bağışıklık sistemi bölümü Profesör
Flavio Alvim Braga’nın yardımıyla hazırlandı. Ayrıca McGraw-Hill çalışanları, Janet Foltin, Harriet
Lebowitz, Charissa Baker, Plil GAlea, Peter Boyle ve Jim Halston’a ve aynı zamanda baskı desteği için
Mary McKeney’e şükranlarımızı sunarız.
Temel Histoloji'nin bu güne dek İtalyanca, İspanyolca, Flamanca, Endonezce, Japonca, Türkçe,
Korece, Almanca, Sırp-Hırvatça, Fransızca, Portekizce, Yunanca ve Çince çevirilerinin yayınlanmış ol­
duğunu açıklamaktan mutluluk duymaktayız.

Luiz Carlos Junqueira, MD


Jo se Carneiro, MD
Kasım, 2002

xiv
Çeviri Editörlerinin Önsözü
Temel histoloji, başarısını kanıtlamış bir kitap. İlk defa 1993 yılında, 1992’de basılan 7. Uluslararası bas­
kısından Türkçe’ye çevirisini yapmıştık. Barış Kitabevi aracılığıyla yaptığımız çeviriye, histoloji ve emb­
riyoloji anabilim dallarında Türkiye’nin birçok üniversitesinde çalışan öğretim üyeleri katkı yaptılar. Ki­
taptaki yanlışlıklar belirlendikçe düzeltildi ve yeni baskılar yapıldı. Çeviride özellikle terimlerin uygun
karşılıklarının bulunması çok önemli. Çeviri editörü olarak bu konuda giderek daha dikkatli olmamız
gerektiğini anladık. Elinizdeki baskıda elden geldiğince yanlış yapmamaya çalıştık.
Dil bilimciler, dilin ulusal bilincin güçlendirilmesinde ne denli önemli olduğunu açıklıyorlar. Biz-
ler dilimizin kirlenmesi sürecini endişeyle izliyoruz. Özellikle ‘tıp dili’ olarak yerleştirilmeye çalışılan
Osmanlıca benzetmesiyle, kuralsız ve anlam kargaşası oluşturan bir konuşma ve yazma aracı, dilini ve
ulusunu sevenleri tedirgin etmektedir. Çeviri dili bu sebeple çok önemli. Bilimin-tekniğin dışardan gel­
diği ülkemizde, çevirirken çoğunlukla okuyucuya aktarılan karşılıkların ne kadar önemli etkisi oldu­
ğunu kavrıyoruz. “Fanatizm”e kaçmadan Bedia Akarsu’nun işaret ettiği gibi “belli bir konuda çok yön­
lü ayrıntılı düşünen bir kimse, kendi yaratmamış bile olsa uğraş verdiği konunun kavramlarının karşı­
lığını mutlaka bulur. Konusuna egemense gerçekten anlamış ve içine girmişse ve ayrıca düşünce tem­
beli değilse...”
Çeviriye katılan kıymetli arkadaşlarımızın kullandıkları bazı sözcüklerde kitabın bütünlüğünü sağ­
lamak için değişiklikler de yaptık. Umarız başarıya yaklaşabilmişizdir. Geçen baskılardaki önsözde be­
lirttiğimiz gibi okuyuculardan katkılar bekliyoaız. Bu katkılar bilim dilimizin birliği bakımından çok
önemli yararlar sağlayacaktır. Bilim terimlerinin Türkçe karşılıklarının bulunarak benimsenmesi dilin
evrimiyle olanaklı. Bunu da dili kullanan bizler sağlayabiliriz. Tıp dilinde, ileri ülkelerin, özellikle de
Latince ve İngilizce’nin baskısından kaçınılamaz görünmektedir. Histoloji ve Embriyolojide kullandığı­
mız terim ve sözcüklerin değişik disiplinler içerisinde farklı kullanılması, karmaşanın önemli sebeple­
rinden biridir. Ulusal dilimizin -ana dilimizin- kendi elimizde hırpalanmasına yardım etmek, ya da uğ­
raş verdiğimiz konuda tıp dilinin gelişmesine katkıda bulunmak bizim elimizde.
Elinizdeki baskıda elden geldiğince yanlış yapmamaya çalıştık. Bu çeviri Temel Histoloji’nin
Uluslararası onuncu baskısından yapıldı. Basım ve dağıtımı Nobel Kitabevi üstlendi. Çeviri tamamen
yenilendi. Eski çeviriye yardımcı olan birçok arkadaşımız yine katılımlarını esirgemediler. Onlara editör
ve okuyucular adına teşekkür ediyoruz. Ayrıca İstanbul Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim
Dalından Dr. Cem Gazi, Dr. Gülden Kaya Tunalı, Dr. Sezgin Hacıoğlu, Dr. Umut Kasapoğlu, Dr. İsmail
Gönen, Dr. Betili Duran’a ve ayrıca Dr. Aslı Beşer’e, Nobel Tıp Kitabevi’nden Ersal Bingöl, Hande
Dalsaldı, Hakkı Çakır’a teşekkür ediyomz. Onlar bizi kolaylamasalardı biz bu işi belki de düzeye
getiremezdik.

Prof. Dr. Yener AYTEKİN


Doç. Dr. Seyhun SOLAKOĞLU
Histoloji ve Çalışma Yöntemleri 1

Histoloji (Yun. hist o, zar yu da doku + logos, bilim) vücut do­ lar ve organlar ışığın içinden geçişine olanak tanımayacak
kularını ve lıu dokuların organları oluşturacak şekilde nasıl kadar kalın olduklarından, ince ve ışığa geçirgen kesitler el­
düzenlendiğini araştıran bilimdir. Dört temel doku belirlen­ de etmek üzere çeşitli teknikler geliştirilmiştir. Bununla bir­
miştir: bunlar epitel dokusu, bağ dokusu, kas dokusu ve si­ likte, canlı hücreler, çok ince doku tabakaları ya da canlı
nir dokusudur. hayvanların saydam zarları (ör., mezenter, kurbağa larvası
Dokular, hücrelerden ve hücre dışı matı iksten oluşur. Bu kuyruğu, hamster yanak kesesi duvarı) kesit yapılmaksızın
iki bileşen önceleri ayrı yapılar olarak kabul edilmiştir. Hüc­ ışık mikroskopla doğrudan incelenebilir. Bu yapıların, uzun
re dışı matriks, bazıları yüksek düzeyde organize olan ve ko- süre ve değişik fizyolojik ve deneysel koşullarda çalışılması
lajen lifçikleri ve bazal membranlar gibi karmaşık yapılar mümkündür. Yine de çoğu zaman, dokuların incelenmeden
oluşturan çok çeşitli moleküllerden meydana gelir. Daha ön­ önce, ince dilimler halinde kesilmesi ve lam üzerine alınma­
celeri hücre dışı matriksin ana işlevinin hücrelere mekanik sı gerekir. Önceden hazırlanmış olan organ ya da dokunun
destek sağlamak, besinleri hücrelere taşımak, katabolitleri doğru bir biçimde kesilmesi için (Tablo 1-2) mikrotom adı
ve salgı ürünlerini uzaklaştırmak olduğu düşünülmekteydi. verilen aletler kullanılır.
Yapılan son çalışmalar hücre dışı matriksi hücrelerin yapma­ En iyisi, mikroskopik inceleme için lam üzerine alınan
sına karşın, matrikste bulunan moleküllerden etkilendikleri­ dokunun vücuttaki dokuyla aynı yapıyı ve moleküller bileşi­
ni ve bazen bu moleküller tarafından kontrol edildiklerini mi korumasıdır. Bu bazen mümkün olmakla birlikte -uygu­
göstermiştir. Bu yüzden, hücrelerle matriks arasında yoğun lama açısından ender olarak gerçekleştirilebilmelere ve pre-
bir etkileşim bulunmaktadır. Üstelik, matrikste bulunan bir paratın hazırlanış yönteminden ötürü hemen her zaman ha­
çok molekül hücreler tarafından tanınmakta ve hücre yüze­ zırlama kusurları (artefakt) ve bozulmalar oluşmaktadır.
yindeki reseptörlere bağlanmaktadır. Bu reseptörlerin çoğu
hücre zarını boydan boya kat eden ve sitoplazmadaki mole­ Tespit
küllere bağlanan moleküllerdir. Bu yüzden hücrelerle hücre
Kesitin kalıcı olması için dokuların tespit edilmesi
dışı matriks birlikte işlev gören ve uyaranlara ve baskılayıcı­
gerekir. Dokuların bakteriler ya da hücre içi enzim-
lara birlikte yanıt veren bir bütün oluşturur.
ierce parçalanmasını (otoliz) önlemek ve fizyolojik
Temel dokuların her biri birkaç çeşit hücreden ve tipik
yapıyı korumak için, organ parçaları deney hayva­
olarak hücrelerle hücre dışı matriks arasındaki özgül ilişki­
nının vücudundan kuralına uygun olarak alındıktan sonra,
lerden oluşur. Bu tipik ilişkiler öğrenicilerin pek çok doku
mümkün olan en kısa süre içinde, hızla ve yeterli süre bo­
alt tipini tanımasını kolaylaştırır. Merkezi sinir sistemi dışın­
yunca işleme tabi tutulmalıdır. Bu işleme, tespit (fiksasyon)
da, organların çoğu birkaç dokunun düzenli bir biçimde bir
denmektedir ve tespit işlemi, kimyasal ya da daha seyrek
araya gelmesiyle oluşur. Merkezi sinir sistemi ise neredeyse
olarak fiziksel yöntemlerle gerçekleştirilir. Kimyasal tespitte,
sadece sinir dokusundan meydana gelir. Bu dokuların hata­
dokular genellikle fiksatif adı verilen tespit edici ya da çap­
sız bir biçimde bir araya gelmesi her organın ve organizma­
raz bağlar oluşturucu maddeler içine konur. Tespit edicinin
nın bir bütün olarak işlev görmesini sağlar.
dokular içine tam olarak dağılabilmesi için belli bir süre ge­
Hücrelerin ve matriks bileşenlerinin boyutunun küçük
rekliğinden, tespitten önce dokular küçük parçalara bölü­
olması histolojiyi mikroskop kullanımına bağımlı kılmakta­
nür. Bu şekilde fiksalifin doku İçine yayılması kolaylaştırılır
dır. Kimya, fizyoloji, immünoloji ve patoloji gibi bilim dalla­
ve doku yapısının korunması garanti altına alınır. Tespit edi­
rında kaydedilen ilerlemeler ve bu bilim dalları arasındaki
ciler, damar içi geçişme yoluyla da kullanılabilir. Bu durum­
etkileşimler doku biyolojisinin daha iyi anlaşılmasında çok
da fiksatif kan damarları aracılığıyla hızlı bir biçimde doku­
önemli bir yer tutar. Bilimin herhangi bir dalında, konunun
lara ulaşacağından tespit işlemi çok daha iyi olur.
tam olarak anlaşılması için, aletleri ve yöntemleri tanımış ol­
Alışılmış ışık mikroskopisinde kullanılan en iyi tespit edi­
mak gerekir. Bu bölümde hücre ve doku çalışmalarında yay­
cilerden birisi tamponlanmış izolonik içinde %4’lük formal­
gın olarak kullanılan yöntemler ve bunların uygulama ilke­
dehit çözeltisidir. Fiksasyon işleminde yer alan yöntemlerin
leri gözden geçirilmektedir.
kimyasal nitelikleri karmaşık olup, çok iyi anlaşılamamıştır.
Bununla birlikte, formaldehit ve yaygın olarak kullanılan
MİKROSKOPİK İNCELEME İÇİN başka bir fiksatif olan glutaraldehitin doku proteinlerindeki
DOKULARIN HAZIRLANMASI amin grupları (NH2) ile reaksiyona girdiği bilinmektedir.
Dokuların incelenmesinde kullanılan en yaygın yöntem, ışık Glutaraldehit, bir dialdehit olması sayesinde çapraz bağlan­
mikroskobunun yardımıyla çalışılabilecek histolojik kesitle­ ma ile dokuyu güçlü bir biçimde tespit etmektedir.
rin hazırlanmasıdır. İşık mikroskobu altında dokular, içinden Elektron mikroskopunun sunduğu yüksek çözümleme
ışık geçecek şekilde aydınlatılarak incelenir. Genelde doku­ gücü sayesinde görebildiğimiz ince yapı düzeyindeki ayrıntı-

1
2 / BOLUM 1

Şekil 1-1. Işık mikroskobu için parafin ve


İlerletme kolu
reçine içine gömülmüş dokuların kesilme­
Blok tutucu sinde kullanılan mikrotom. Aletin sağ tara­
fında görülen kol yardımıyla çark döndürü­
Parafin blok
lür ve doku bloğunu tutan kısım, aşağı-yu-
karı doğru hareket eder. Çarkın her bir dö­
Doku nüşü, doku örneğini tutan kısmı kontrollü
bir biçimde (genellikle 1.0-10 jum arasında)
Çelik bıçak
ilerletir. Her ileri hareketten sonra, doku­
nun kesilecek olan yüzeyi bıçağın keskin
kenarı üzerinden geçerken doku kesilir.
(İzin alınarak Microm.).

ları korumak için tespitin daha büyük bir dikkatle yapılması dondurularak (kimyasal değil, fiziksel olarak) tespit edilir ve
gerekmektedir. Bu nedenle ince yapı düzeyinde alışılmış tes­ bu sırada doku, kesit alınacak kadar sertleşir. Bu iş için,
pit yöntemi olarak tamponlanmış glutaraldehit çözeltisinin ar­ dondurma mikrotomu-kriyostat (Yun. kıyas, soğuk + status,
dından, ikinci bir kez tespit için yine tamponlanmış osmiyum duran)-adı verilen cihaz geliştirilmiştir. Bu yöntem, uzun sü­
tetroksit çözeltisi kullanılır. Osmiyum tetroksitin etkisi ile lipit­ ren gömme işlemleri uygulanmaksızın, çabuk bir şekilde ke­
ler ve proteinler korunmakta ve boyanmaktadır. sit alınmasına olanak sağladığından hastanelerdeki cerrahi
uygulamalar sırasında yaygın olarak kullanılır. Çok duyarlı
Gömme enzimlerin ya da ufak moleküllerin histokimyasal olarak ça­
lışılmasında da etkilidir; çünkü dondurma işlemi pek çok
Dokular, ince kesitler alınabilmesi için katı bir or-
enzimi işlev dışı kalmaktan korur. Dokular ksilen gibi çözü­
tam içine gömülürler. Mikrotomla ince kesitler aia- cülere daldırıldığında, doku lipidleri eridiğinden, bu bileşik­
bilmek için, tespitten sonra dokuya sertlik kazandı­ lerle çalışılacak ise dondurm a kesitleri alınması önerilir.
ran gömme maddelerinin doku içine İşlemesi sağ­
lanmalıdır. Gömme maddeleri olarak parafin ve plastik reçi­ Boyama
neler kullanılır. Parafin genel olarak ışık mikroskopi, reçine­
Kesitlerin mikroskopta incelenebilmesi için genel-
ler ise hem ışık, hem de elektron mikroskopi için kullanılır.
Jikle boyanması gerekir. Birkaç aykırılık dışında,
Gömme ya da dokunun doyurulmasından (impregnas-
Çoğu doku renksizdir ve boyamadan, ışık mikros­
yon) önce, dokular genellikle iki işlemden geçirilir: Suyunu
kopta incelemenin yararı yoktur. Bu nedenle çeşit­
alma (dehidratasyon) ve şeffaflaştırma. Gömülecek parça­
li doku bileşenlerini fark edilir hale getirmenin yanında, ara­
ların suyu, ilk olarak değişik derecelerdeki etanol-su karışı­
larında karşılaştırma yapılmasını da sağlamak üzere, çeşitli
mı serilerinden (genelde %70’den %100 elanole doğru) ge­ boyama yöntemleri geliştirilmiştir. Bu işlem, doku bileşenle­
çirilerek alınır. Daha sonra etanol, gömme materyaliyle de rini az çok seçici olarak boyayan boya karışımları kullanıla­
karışabilen bir çözücü ile yer değiştirir, (Örneğin: parafin rak yapılmaktadır. Boyalar, doku bileşenlerini az çok seçici
gömme maddesi için kullanılan çözücü ksilendir). Kullanı­ boyar. Histolojik çalışmalarda kullanılan pek çok boya, asi-
lan çözücü dokuların içine işlerken dokular genellikle şeffaf­ dik ve bazik bileşikler gibi davranırlar ve dokuların iyonize
laşırlar. Doku, çözücüye doyduğunda, tipik olarak 58-60 olabilen radikalleri ile elektrostatik (tuz) bağları oluşturma
°C’deki etüvde parafin içinde bekletilir. İsının etkisiyle çözü­ eğilimindedirler. Bazik boyalarla daha kolay boyanan doku
cü buharlaşır ve onun yerine parafin dolar. İçine parafin iş­ bileşenleri bazofilik (Yun. basis, baz + p h ileo , sevmek); asit
leyen doku etüvden çıkarıldığında parafinle birlikte katılaşır. boyalara ilgisi olanlar ise asidofilik olarak adlandırılır.
Plastik reçineye gömülecek dokular da etanol ile dehidrate Bazik boyalara örnek olarak toluidin mavisi ve metilen
edilir ve ardından doku içine plastik çözücülerin işlemesi mavisi verilebilir. Hematoksilen, bazik boya şeklinde davra­
sağlanır. Doyurulma ya da gömme İşlemi esnasında bu çö­ nır; yani, bazofilik doku bileşenlerini boyar. İyonize olan ve
zücüler, çapraz bağ oluşturmak suretiyle polimerize edilen bazik boyalarla tepkimeye giren ana doku bileşenleri yapı­
ve bu şekilde sertleştirilen plastik çözeltilerle yer değiştirir­ larındaki asitler (nükleoproteinler ve glikozaminoglikanlar)
ler. Plastiğe gömme işleminde, parafine gömme için gereken sayesinde boyanır. Asit boyalar (örn. oranj G, eozin, asid
yüksek ısının dokuyu küçültücü etkisinden kaçınılmış olur fuksin) mito-kondri, salgı granülleri ve kolajen gibi asidofi­
ve bu şekilde çok daha iyi sonuçlar alınır. lik doku bileşenlerini boyar.
İçinde dokuların bulunduğu ufak bloklar mikrotomda, Tüm boyalar içinde en sık kullanılanı hematoksilen ve
çelik ya da cam bir bıçak kullanılarak 1-10 pim kalınlığında eozin (H&E) karışımıdır. Hematoksilen, hücre çekirdeğini
kesilir. Anımsayacak olursak, 1 mikrometre (l/ırn) ve diğer asidik yapıları (sitoplazmanın RNA’dan zengin kı­
= 0.001 mm = 10'6 m; 1 nanometre (1 nııı) = 0.001 sınılan ve hyalin kıkırdak matriksi gibi) maviye boyar. Buna
//m = 10‘6 mm = 10'9 m.dir. Alınan kesitler ılık su karşılık eozin sitoplazmayı kırmızıya ve kolajeni pembeye
üzerinde yüzdürülür ve boyanmak üzere lam üze­ boyar. Trikrom boyalar gibi (Mallory boyası, Mason boya­
rine alınır. sı) diğer pek çok boya, farklı histolojik işlemlerde kullanılır.
Doku kesiti hazırlamanın tamamen farklı bir başka yolu Trikrom boyalar çekirdek ve sitoplazmayı çok iyi gösterme­
da dokunun hızla dondurulmasıdır. Bu işlemde dokular nin yanında, kolajeni düz kastan ayrımsamayı sağlar. Kolaje-
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 3

ni ayrımsamada özellikle polarize ışıkta incelendiğinde iyi neyi aydınlatan bir ışık demeti oluşturacak şekilde ışık kay­
sonuç veren bir başka yöntemde p ik r o siritts kullanılır (bkz. nağından gelen ışığı toplayıp odaklar. Objektif, incelenen
Polarizasyon Mikroskopi). nesnenin aydınlatılan görüntüsünü okülere doğru büyütür ve
Doku boyaları farklı doku bileşenlerinin görünür hale ge­ izdüşümünü oluşturur. Oküler, bu görüntüyü daha da büyü­
tirilmesinde yararlı olmalarına karşın, çalışılan dokunun kim­ tür ve gözlemcinin retinası ya da bir fotoğraf plakası üzerine
yasal özelliklerinin yeterince aydınlatılmasını sağlamamakta­ düşürür. Toplam büyütme ise, objektif ve oküler mercekleri­
dır. Dokuların boyalarla boyanmasının yanında, özellikle si­ nin büyütme güçlerinin çarpımı ile elde edilir.
nir sistemi çalışmalarında daha çok, gümüş ve altın gibi me­
tallerle doyurulma (impregnasyon) sık kullanılmaktadır. Çözümleme Gücü
Tespitten ışık mikroskopta incelemeye dek gerçekleştiri­
Mikroskopta ayrıntılı net bir görüntü elde edilmesini sağla­
len tüm işlemler dokunun boyutuna, kullanılan tespit sıvısı­
yan en önemli etken, iki parçacığın ayrı nesneler olarak gö­
na ve gömme ortamına bağlı olarak 12 saat ile 2 1/2 gün ka­
rülebildiği en küçük mesafe anlamına gelen çözümleme
dar sürebilir.
gücüdür (rezoliisyon). Işık mikroskoplarının en yüksek çö­
zümleme gücü yaklaşık 0.2 pm.dir; bu özellik 1000-1500 kez
IŞIK MİKROSKOP büyütmede iyi görüntü sağlar. 0,2 pm.den daha küçük nes­
Geleneksel ışık, faz kontrast, değişimli (diferansiyel) neler (zar ya da aktin filamanı gibi) bu aletle seçilemezler.
girişim, polarizasyon, konfokal ve floresan mikros- Aynı şekilde, aralarında 0.2 pm.den daha yakın mesafe olan
kopların tümü, ışık ile doku bileşenlerinin etkileş­ iki mitokondri ya da iki Iizozom gibi nesneler de tek bir nes­
mesi remeline dayanır. Işık mikroskopta, boyalı pre- ne olarak seçilir. Görüntünün niteliği ve ayrıntılarının zen­
paratlar genelde arkadan aydınlatma ile İncelenmektedir. ginliği mikroskopun çözümleme gücüne bağlıdır. Büyütme
Mikroskop hem mekanik hem de optik bölümlerden oluşur ise, yüksek çözümleme gücüyle beraber olduğunda değer
(Şekil 1-2). Optik parçalar, üç mercek sisteminden oluşur: taşır. Bir mikroskopun çözümleme gücü, objektifinin kalite­
Kondansatör, objektif ve oküler. Kondansatör incelenen nes- sine bağlıdır. Oküler merceği, objektifin sağladığı görüntüyü
büyütür, çözümleme gücünü etkilemez. Bu nedenle farklı
büyütme gücündeki objektifler karşılaştırılırken, yüksek bü­
yütme yapabilen objektiflerin, aynı zamanda yüksek çözüm­
leme gücüne de sahip olduğunu göz önünde tutmak yerin­
de olur.
Yüksek duyarlıklı video kameralar ışık mikroskobun gü­
cünü artırır ve bilgisayara aktarılarak, görüntü analizi yap­
maya ve baskı çıkışı almaya elveren sayısal görüntülerin el­
de edilmesini olanaklı kılar.
Işık mikroskobun sınırları ışığa karşı yüksek düzeyde
duyarlı video kameraların kullanılmasıyla yeniden tanımlan­
mıştır. Okülerden doğrudan bakıldığında görülemeyecek ka­
dar küçük olan nesneler, kameralar ve görüntü iyileştirici
programlar kullanılarak video ekranında görünür hale geti­
rilebilir. Bu video sistemleri canlı hücrelerin uzun süreyle
gözlenmesinde yararlı olabilir çünkü, düşük ışık düzeyinde
görüntü alabilirler, bu şekilde yoğun ışığın oluşturacağı hüc­
re hasarı önlenmiş olur.
Video kameralarla alınan elektronik görüntüler kolaylık­
la sayısal görüntüye dönüştürülebilir ve bilgisayar program­
ları aracılığıyla deneyin gerektirdiği uyarlamalar gerçekleşti­
rilebilir. Sözgelimi, örnek doğrudan ışık mikroskop altında
incelenirken o anda seçilemeyen yapı bilgisayar üzerinden
kontrast artırma tekniği ile görünebilir hale getirilebilir. Gö­
rüntü analizi için geliştirilen yazılımlar mikroskobik yapıla­
rın ölçülmesine olanak sağlar.

FAZ KONTRAST MİKROSKOP


Bazı optik düzenlemeler boyanmamış hücrelerin
ve doku kesitlerinin incelenmesine olanak sağlar.
Boyanmamış biyolojik örnekler genellikle saydam­
dır ve biyolojik örneğin tüm bölümleri hemen aynı
Şekil 1-2. Işık mikroskobun ana bileşenlerini ve ışık kayna­ optik yoğunluğa sahip olduğundan ayrıntılı olarak görüntü­
ğı olarak kullanılan lambadan gözlemcinin gözüne gelince­ lenmesi güçtür. Ancak faz kontrast mikroskobu, geçirgen
ye kadar ışığın izlediği yolu gösteren şema. (Carl Zeiss Co. nesneden seçilebilir görüntüler elde edebilen bir mercek sis­
İzni ile) temine sahiptir (Şekil 1-3).
4 / BOLUM 1

Şekil 1-3. Kültürde çoğaltılmış olan nöral kabartı (krista) hücreleri­


nin farklı optik tekniklerle görünüşü. Hücreler boyanmamıştır ve her
üç fotoğrafta da aynı hücreler görülmektedir. Her fotoğrafta görün­
tüye uyum açısından pigmentli iki hücreye dikkat edin. A: gelenek­
sel ışık mikroskobu. B: faz kontrast mikroskobu. C: Nomarski dife-
rensiyal girişim mikroskobu. Büyük büyütme (S. Rogers’ın izniyle}.

Faz kontrast mikroskobunun temel ilkesi ışığın, farklı kır­


ma indislerine sahip hücre ve hücre dışı yapılardan geçerken,
hızını ve yönünü değiştirmesine dayanır. Bu değişiklikler, bir­
ikiriyle bağlantılı olarak, yapıların daha açık ya da daha koyu
görünmesine sebep olur. Boyanmamış hücrelerin ve doku ke­
sitlerinin gözlemlenmesinde kullanılan başka bir yol da canlı
hücre ve dokuların iiç boyutlu olarak görünmesini sağlayan
Nomarski değişimli girişim mikroskobudur (Şekil 1-3).

POLARİZASYON (KUTUPLAŞTIRMA)
MİKROSKOBU
Kutuplaştırma mikroskobu yüksek düzeyde düzen­
lenmiş moleküllerden oluşan yapıların tanınmasını
sağlar. K u tup laştıncı bir filtreden geçen normal ışık
sadece bir yönde titreşerek filtreden çıkar. Mikroskop­
taki bu filtrenin üzerine ikinci bir filtre, ana ekseni ilk filtreye

Ş ekil 1-4. Kutuplaştırma ışık mikroskobu. Sıçan mezente-


rinden alınan küçük bir parça kolajen liflerine yönelik olarak
pikrosirius yöntemiyle boyandı. Daha sonra mezenter lam
üzerine kondu ve alttan aydınlatma ile incelendi. Kutuplaş­
tırılmış ışık altında, kolajen lifleri yoğun çift kırınma sergiler
ve parlak ya da sarı görünür. Orta büyütme.
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 5

dik olacak hiçimde yerleştirildiği zaman ışık geçmez ve hu du­


rumda karanlık alan etkisi oluşur. Bununla birlikte polarize edi­
ci iki l’iltre arasına, belli bir yöne doğru yönlenmiş moleküller
(örneğin selüloz, kolajen, mikrotiibiiller, mikrofilamanlar) içe­
ren doku yapıları yerleştirilmiş ise, belli bir düzende yinelenen
moleküller yapılar, pokırizörden çıkan ışığın eksenini saptırırlar.
Sonuç olarak koyu zemin üzerinde yapılar parlak görünür (Se­
kil 1-4). Kutuplaştırılmış ışığın titreşim yönünü saptırma yetene­
ğine çift kırma denir ve bu özellik, kristalli maddeler ya da
yönlenmiş moleküller içeren maddelerde mevcuttur.

KONFOKAL MİKROSKOP
f =\ -, Konfokal mikroskop bir hücre ya da kesitin çok in-
ce bir düzlemine tam olarak odaklanabilmeyi ola-
nakli kılar. Işık mikroskoptaki odak derinliği, özel­
likle küçük büyütme objektiflerinde, oldukça uzun­
dur. Bu durum, örnek üzerinde oldukça derin bir bölgenin
net görünmesi, sonuçta 3 boyutlu bir nesnedeki görüntüle­
rin üst üste gelmesi sonucunu doğurur. Konfokal mikrosko-
pun en önemli özelliklerinden birisi, odaklanan bölgede çok
ince bir düzlemin net görünmesidir. Bu sonucu yaratan tek­
niğin dayandığı ilkeler şu şekilde sıralanır: (1.) örnek çok in­
ce bir ışık demetiyle aydınlatılır (oysa ışık mikroskopta ör­
nek üzerine geniş bir ışık demeti düşmektedir); (2) örnekten
gelen görüntü küçük bir delikten geçer. Bunun sonucunda
yalnız odaklanan düzlemdeki görüntü algılayıcıya ulaşması­
na karşın, bu düzlemin önünde ve arkasında kalan görüntü­
ler engellenir (Sekil 1-5). Odak dışında kalan nesnelerin ka­
Şekil 1-6. Konfokal mikroskobun pratik düzenlemesi. La­
rışan görüntüleri ortadan kalkar ve bu şekilde, odaktaki nes­
zer kaynağından gelen ışık, örnek üzerine düşer ve yansır.
nenin görüntüsü ışık mikroskoptakinden daha net ve yeri
Huzme ayırıcı ile yansıyan ışık deliğe ve algılayıcıya yön­
daha kesin görülebilir.
lendirilir. Odaklanılan düzlemin altında ya da üzerinde bu­
Uygulamaya dönük nedenler yüzünden, çoğu konfokal
mikroskopta aşağıda belirtilen düzenleme kullanılmaktadır
lunan örnek bileşenlerinden gelen ışık engellenir. Daha bü­
(Şekil 1-6): (1) ışık kaynağı olarak lazer kullanılır; (2) ışık yük alanları incelemek üzere örnek, lazerle taranır.
kaynağı çok küçük bir nokta halinde olduğundan, daha ge­
niş alanları gözlemlemek için örnek üzerinde hareket etıiril- indidir (tarama); (3) incelenecek olan örneğin floıesan bir
molekülle İşaretlenmesi gerekir (bu, rutin kesitlerle çalışıla-
maz anlamına gelmektedir); (4) örnekten yansıyan ışık, gö­
Olası odak rüntünün oluşturulmasında kullanılır; (5) yansıyan ışık, bu­
düzlemleri lucu tarafından yakalanır ve işaret, elektronik olarak alıcıda
As görülebilecek hale getirilir.
Her seferinde çok ince bir düzlem odaklanabildiğinden,
birkaç net düzlemi birleştirmek ve bu şekilde 3 boyutlu gö­
rüntüye dönüştürmek olasıdır. Bu özellikler, konfokal mik­
roskobu bilgisayara bağımlı bir teknik haline getirmektedir.

FLORESAN MİKROSKOP
Belli floresan maddeler uygun dalga boyundaki ışık altına
tutulduğunda daha uzun dalga boyunda ışık yayarlar. Bu
olaya floresans denir. Floresan mikroskopta doku kesitleri,
genelde yayılan ışık yelpazesinin görülebilir kısmında yer
alacak şekilde morötesi ışık altına tutulur. Floresan madde­
ler karanlık bir zemin üzerinde parlak, ışıltılı parçacıklar şek­
linde izlenir. Güçlü bir morötesi ışık kaynağının kullanıldığı
Şekil 1-5. Konfokal mikroskobun ilkesi. Bir kesit düzlemin­ bir mikroskopla araştırıcının gözlerini korumak için objektif
den gelen çok küçük bir ışık demeti iğne deliğinden geçiri­ merceklerinden sonra morötesi ışığı süzecek olan özel filtre­
lerek algılayıcıya ulaşırken, başka düzlemlerden gelen de­ ler bulunmaktadır.
metler engellenir. Bu sayede her seferinde örneğin yalnız­ Hücrelerin iri moleküllerine karşı çekiciliği olan floresan
ca çok ince bir düzlemine odaklanılır. bileşikler, floresan boyalar olarak kullanılmaktadır. Fn yay-
6 / BÖLÜM 1

Ne yazık ki, bu büyütme yalnız yalıtık molekülleri ya da par-


tikiilleri görüntülemede kullanılr. Çok ince doku kesitlerinin
ayrıntıları yaklaşık 120.000 büyütmede görülebilmektedir.
Transmisyon elektron mikroskobunun çalışması, ışığın
cam merceklerdeki sapma davranışının benzeri olan, elekt­
ron demetinin elektromanyetik alanlarda sapma ilkesine da­
yanır. Elektronlar, vakum ortamında metal (genelde tungs­
ten) bir Ulamanın (katot) yüksek derecede ısıtılmasıyla elde
edilir. Elektronlar salıverildikten sonra, katot ile anot arasın­
da yaklaşık öü-100 kV ya da daha fazla gerilime sokulur.
Anot, merkezinde ufak bir delik olan metal bir plakadır.
Elektronlar katottan anoda doğru ivme kazanarak hızlanır,
anodun merkezindeki açıklıktan geçer ve tüpün içine gire­
rek kesintisiz bir elektron akımı (demeti) oluştururlar. Bu
demet, kabaca optik mikroskopta olduğu gibi, elektrik bo­
binleri tarafından saptırılır, çünkü elektromanyetik alana gi­
ren elektronlar yön değiştirir. Bu nedenle elektron mikros­
kopların elektrik bobinlerine elektromanyetik mercek denir.
Elektron mikroskobun parçaları, optik bölümler genel­
likle üstte yer almasına karşın, optik mikroskopla çok ben­
zeşmektedir (Şekil 1-9). Birinci mercek, elektron demetini
kesit üzerine odaklayan bir kondansatörden oluşmaktadır.
Bazı elektronlar kesitteki atomlarla etkileşime girerek yolu­
na devam ederken, diğerleri etkileşmeksizin, örneğin için­
den geçer. Elektronların büyük bir bölümü büyütülmüş gö­
rüntüyü oluşturan ve daha sonra bu görüntüyü başka bir bü-
yütücü merceğe gönderen objektife ulaşır. İnsan gözü elekt­
ronlara karşı duyarlı olmadığından, görüntü son aşamada
Şekil 1-7. Kültürde çoğaltılarak akridin turuncusu ile boya­ floresan bir ekrana ya da fotoğraf plakalarına veya elektro­
nan böbrek hücrelerinin mikroskop fotoğrafı. Floresan mik­ nik kameraya düşürülür. Transmisyon elektron mikrosko­
roskopta DNA (çekirdeklerin içinde) sarı, RNA’ dan zengin bunda elde edilen görüntülerin büyük bölümü floresan ek-
sitoplazma kırmızı-turuncu renkte görünmektedir. (A. Geral-
des ve JMV Costa'nın izniyle).

Vy
I •\
gın kullanılan boya DNA ve RNA ile bileşik oluşturabilen ak­
ridin turuncusudur. Floresan mikroskopta incelendiğinde f
DNA-akridin turuncusu kompleksi sarımsı-yeşil ışık yayar­
ken, RNA-akridin turuncusu kompleksi kırmızı-turuncu ışık
yayar. Bu şekilde hücrelerin içindeki niikleik asitleri belirle­
mek ve yerlerini saptamak mümkündür (Şekil 1-7). Floresan
mikroskobun başka bir kullanım alanı da floresan maddele­
rin (flöresem izotiyosiyanat gibi) doku bileşenlerine özel
olarak bağlanacak olan belirteç moleküllerle birleştirilmesi
ve bu sayede söz konusu bileşenlerin mikroskopta saptan­
masıdır (bkz. Moleküller Arasındaki Yüksek Çekimli Etkile­
şimlere Dayalı Saptama Yöntemleri).

ELEKTRON MİKROSKOP
Hem transmisyon hem de tarama (scanning) elekt­
ron mikroskopları, elektronlarla doku bileşenleri­
nin etkileşmesi temeline dayanır.

Transmisyon Elektron Mikroskobu


Elektron mikroskobu, yüksek çözümleme gücü ile inceleme­
ye olanak veren (0.1 nm) bir görüntüleme sistemidir. Bunun­
la birlikte, uygulamada kaliteli cihazların çoğunda çözümle­
me gücü 3 nm. civarındadır. Bu çözümleme gücü, görüntü Şekil 1-8. JEM-1230 modeli elektron mikroskobun fotoğra­
ayrıntılarının -400.000 kez büyütülerek görülebilmesini sağlar. fı (JEOLA.B.D. Inc., Peabody, MA izni ile).
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 7

Bu mikroskop, örnek üzerinde bir noktadan başka bir nok­


taya sırayla hareket ettirilen (tarama) çok ince bir elektron
demeti oluşturur. Transmisyon elektron mikroskobundan
farklı olarak, elektronlar örneğin içinden geçmez (Şekil 1-
10). Elektronlar, daha önceden doku üzerine kaplanan çok
ince bir metal tabaka üzerine çarpar ve yansır ya da saçılır.
Bu elektronlar bir algılayıcı tarafından yakalanarak yükselti­
cilere ya da başka cihazlara aktarılır ve oluşturulan sinyalin
son biçimi bir televizyon monitörüne aktarılır. Oluşan gö­
rüntüler siyah beyazdır. Sonuçta çekilen fotoğraflar kolayca
anlaşılır. Çünkü, tıpkı olağan yaşamımızda olduğu gibi yu­
karıdan aydınlatma sonucu oluşan aydınlık ve gölgeli alan­
larla dolu bir görüntü elde edilir. Tarama elektron mikrosko­
bu yalnız yüzeyleri gösterir. Organların içi, dondurulmaları
ve iç yüzeylerini ortaya çıkarmak üzere kırılmalarıyla incele­
nebilir.

DOKU KESİTLERİNDE OTORADYOGRAFİ


Otoradyografi, doku kesitlerindeki biyolojik olayla­
rın radyoaktivite ile araştırılmasıdır. Otoradyografi-
de, yayılan radyasyonun fotoğraf emülsiyonları
üzerindeki etkileri ile dokulardaki radyoaktif mad­
delerin yeri belirlenir. Emülsiyondaki gümüş bromür kristal­
leri tıpkı normal fotoğrafta ışığa karşı olduğu gibi, radyoak­
tiviteyi saptayan mikro algılayıcılar işlevini görür. Çalışmanın

Şekil 1-9. Transmisyon elektron mikroskobunun mercekle­


rinin ve elektron demetinin izlediği yolun şeması. CCD,
akım yüklenmiş cihaz

rantı çarpan elektronlarla, mikroskobun tüpü içinde kalan


elektronlar arasındaki dengeye bağlı olarak oluştuğundan,
ortaya çıkan görüntü daima siyah beyazdır. Elektron mikros­
kop fotoğrafının koyu alanları elektron yoğun, açık renkli
alanlar ise elektron geçirgen olarak adlandırılır.
Elektron mikroskopta örnek ile elektronlar arasında uy­
gun bir etkileşim oluşturmak için kesitlerin çok ince (40-
90nm) olması gerekir; bu yüzden örnek ep oksi p la stik içine
gömülür. Bu şekilde hazırlanan bloklar ancak cam ya da el­
mas bıçaklarla kesilebilecek kadar sert olur. Çok ince alıntın
kesitler küçük metal ağlar üzerinde toplanır ve analiz için
mikroskobun içine konur.
Elektron mikroskopta kullanılan dondurma teknikleri
yöntemi dokuları tespit etmeye ve gömmeye gerek olmaksı­
zın incelemeyi olası kılar. Bu teknik güç olmasına karşın, or­
taya çıkan hatalar başka yöntemlerdekinden daha azdır.
Dondurulmuş dokular kesilebilir ve bunların üzerinde histo-
kimya, ya da imünohistokiıııya çalışılabilir veya dokular, zar­
larının iç yapısı incelenmek üzere dondurulduktan sonra kı­
rılabilir (dondurma-kırma).

Tarama Elektron Mikroskobu


Tarama elektron mikroskobu hücrelerin, dokuların ve or­
ganların yüzeyine ait yakıncı 3 boyutlu görüntüler oluşturur. Şekil 1-10. Taramalı elektron mikroskobunun'şeması.
8 / BÖLÜM 1

Şekil 1-11. Öldürülmeden


8 saat önce 3H fukoz en­
jeksiyonu yapılmış fare
submandibüler bezinden
hazırlanan otoradyograf-
lar. Üstte: Radyoaktif böl­
geleri belirten siyah gü­
müş granüllerini gösteren
mikrograf. En çok radyo­
aktivite salgı kanalı hücre­
lerinin granüllerinde görül­
mektedir. Büyük büyütme.
Altta: Elektron mikrosko­
bik otoradyografi için ha­
zırlanan aynı dokudaki
hücreler. Büyük büyütme­
de, çoğunlukla granüller
(G) üzerinde ve bez tüme­
ninde (L) yer alan sarmal
yapılar şeklindeki gümüş
tanecikleri (T.G. Lima ve
H.Haddad'ın izniyle).

amacına göre çok larklı moleküller (radyoaktif aminoasitler, Doku bileşenlerinde radyoaktivitenin yerini göstermek­
radyoaktif nükleotidler ve radyoaktif .şekerler) kullanılabilir. le daha fazla bilgi elde edilebilir. Yani, radyoaktif bir amino-
Bu moleküller, protein, niikleik asit ya da polisakkarit ve gli- asit kullanılıyorsa, dokudaki hangi hücrelerin proteini daha
koprotein gibi daha büyük moleküllerin sentezinde kullanıl­ fazla, hangilerinin daha az sentezlediğini belirlemek olasıdır,
dıklarından işaret olarak adlandırılırlar. Doku kesitleri hazır­ çünkü, hücrelerin üzerinde yoğunlaşan gümüş grandilerinin
lanır ve fotoğraf emülsiyonu ile kaplanır. Lamlar, ışık geçir­ sayısı ile protein sentezinin yoğunluğu doğru orantılıdır.
meyen kutularda bekletilir ve yeterince pozlama yapıldıktan Radyoaktif bir DNA işareti (ör., radyoaktif tiroidin) kullanıl­
sonra, fotoğraf banyosunda geliştirilerek incelenir. Radyas­ dığında, hangi hücrelerin (ve kaç tanesinin) bölünmeye ha­
yon alan gümüş bromiir kristalleri küçük, siyah gümüş me­ zırlandığını belirlemek olasıdır. Sözgelimi, bir hücre prote­
tal tanecikleri haline indirgenir. Radyoaktif moleküller içe­ ininin hücrenin neresinde sentezlendiğini ve salgılanıp sal­
ren yapılar bu tanecikler tarafından örtülür. Bu işlem hem gılanmadığını ve salgılanırken hangi yolu izlediğini araştır­
ışık, hem de elektron mikroskopta uygulanabilir (Sekil l- mak isteyen bir araştırmacının yapması gereken, çok sayıda
11). hayvana radyoaktif aminoasit enjekte ederek, bunları deği-
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 9

pi ölümsüzleştirilerek, bunlardan in vitro olarak sonsuza dek


çoğaltılabilen kalıcı birer hücre hattı oluşturulmuştur. Normal
dokulardan elde edilen hücrelerin büyük bir bölümü genetik
olarak programlanmış olan sınırlı bir yaşam süresine sahiptir.
Bununla birlikle, belli değişiklikler (esas olarak onkogenler-
le ilişkili; bkz., 3. Bölüm) hücrenin ölümsüzleşmesini sağla­
yabilir, bu sürece dönüşüm (transformasyon) denir. Dö­
nüşüm ve kültür teknolojisinde sağlanan başka ilerlemeler
sayesinde günümüzde çoğu hücre tipi laboratuarda sınırsız
biçimde elde edilebilmektedir. Canlı hücreler ve dokularla
gerçekleştirilen işlemlerin tümünün mikropsuz bir bölümde,
steril çözeltiler ve gereçler kullanılarak yürütülmesi gerekir.

Şekil 1-12. 3H timidin enjekte edilen bir fareden alınan doku


i KLİNİK BİLGİ
kesitlerinin otoradyografisi. A: otoradyografi çok uzun süre
pozlandığından radyoaktif çekirdekler yoğun olarak işaret­ Hücre kültürü normal hücrelerin ve kanserli hüc­
lenmiştir ve taneciklerden oluşan koyu bir bulutla kaplı ola­ relerin metabolizma çalışmalarında ve yeni ilaç­
rak görülmektedir (ok başları). Yüksek büyütme. B: Bağır­ ların geliştirilmesinde yaygın biçimde kullanılmış­
sak salgı bezlerinin tabanındaki pek çok hücre bölünmek­ tır. Bu teknik, virüsler, mikoplazma ve bazı proto-
teydi (ok başları) ancak pankreasta bölünen hücre bulunma­ zoonlar gibi yalnız hücre içinde çoğalan parazit­
maktaydı (uzun ok). Küçük büyütme. C: lenf düğümünden lere yönelik çalışmalarda da yararlı olmaktadır
alınan kesitte hücrelerin daha çok yapının germinal merkez­ (Şekil 1-13). Sitogenetik araştırmalarda, insan
lerinde bölündüğü görülmektedir (ok). Küçük büyütme. (TMT karyotiplerinin (bireyin kromozomlarının sayı ve
Zorn, M Soto-Soazo, CMR Pellegrini ve WE Stumpf’un izniyle). morfolojisinin) belirlenmesi, deri fibroblastlarının
ya da kan lenfositlerinin kısa süreli kültürü ile
gerçekleştirilir. Genetik bozukluklar olarak adlan­
şik zamanlarda öldürmektir. Deney sırasında farklı zaman dırılan çok sayıda hastalığa tanı koymak için, do­
dilimlerinde öldürülen hayvanlardan hazırlanan kesitlerin ku kültüründeki hücreler mitoz bölünme anında
otoradyografileri radyoaktif proteinlerin göçünü ortaya ko­ incelenerek, bu hastalıklarla ilişkili olduğu göste­
yacaktır. Bir organın hangi bölümünde yeni hücre sentezi­ rilmiş olan kromozom sayıları ve morfolojilerinde­
nin gerçekleştiğini ve bu hücrelerin nereye göç ettiğini araş­ ki anormallikler saptanabilmektedir. Buna ek ola­
tıracak olan bir araştırmacının yapması gereken de yine bir­ rak, hücre kültürü moleküler biyoloji ve rekombi-
çok hayvana radyoaktif timidin enjekte ettikten sonra, farklı nan DNA teknolojisinde kullanılan çağdaş teknik­
zamanlarda bu hayvanları öldürmektir. Hazırlanan kesitlerin lerin temelinde yer almaktadır.
otoradyografisi hücrelerin nerede bölündüklerini ve (eğer
öyleyse) nereye göç ettiklerini gösterecektir.

HÜCRE VE DOKU KÜLTÜRÜ HÜCRENİN BÖLÜMLERİNE AYRILMASI


Hücrelerin ve dokuların organelleri ve diğer bileşenleri hüc­
Canlı hücreler vücut dışında da çoğaltılıp, üzerinde
re parçalanması ile ayrılabilir. Bu işlem, organelleri ve hüc­
çalışılabilir. Karmaşık bir organizmada, dokular ve
re bileşenlerini çöktürme katsayılarına göre ayrıştırmak için
organlar birkaç çeşit hücreden oluşur. Bu hücreler,
merkezkaç gücünün kullanıldığı fiziksel bir yöntemdir. Bir
yüzlerce farklı molekül içeren kan plazması içinde
partiküliin çöktürme katsayısı, büyüklüğüne, şekline, yo­
yıkanmaktadır. Hücre ve doku kültürü bir molekülün tek bir
ğunluğuna ve ortamın kıvamına bağlıdır. Bu tekniklerle el­
hücre ya da doku üzerindeki etkilerini belirlemede çok ya­
de edilen organellerin saf olup olmadığı elektron mikros­
rarlı olmuştur. Aynı zamanda canlı hücrelerin davranışlarını
kopta araştırılabilir (Şekil 1-15), kimyasal bileşimleri ve işlev­
mikroskop altında doğrudan gözlemlemeye olanak tanır.
leri in vitro çalışılabilir.
Canlı hayvanda gerçekleştirilemeyen birçok deney in vitro
gerçekleştirilebilir.
Hücreler ve dokular belli bileşimlerin (tuzlar, aminoasit-
HİSTOKİMYA VE SİTOKİMYA
ler, vitaminler) çözeltisi içinde çoğaltılır ve buna sık olarak Histokimya ve sitokimya terimleri esas olarak doku kesit­
serum bileşenleri eklenir. Bir doku ya da organdan kültür ha­ lerindeki farklı maddelerin yerini saptamaya yarayan yön­
zırlanırken, ilk olarak hücrelerin mekanik olarak ya da doku­ temleri ifade etmektedir. Bu tür bir bilgiyi elde etmek için
yu enzimlerle işleyerek ayrıştırılması gerekir. Hücreler yalıtıl­ birçok yöntem kullanılmaktadır, bu işlemlerin büyük bölümü
dıktan sonra, süspansiyon halinde ya da bir Petri kutusu ve­ özgün kimyasal tepkiye ya da makromoleküller arasındaki
ya lam gibi üzerine genellikle tek tabaka halinde yayılabile­ yüksek çekimli etkileşimlere dayanmakladır. Her iki yöntem
cekleri bir zeminde çoğaltılırlar (Şekil 1-13). Bu yolla yalıtılan de çoğunlukla ışık ya da elektron mikroskobu ile özgün
hücre kültürlerine birincil hücre kültürleri denir. Normal maddelerin yerinin saptanmasını sağlayan, çözünmeyen
ve patolojik dokulardan bu şekilde yalıtılan pek çok hücre ti­ renkli ya da elektron yoğun bileşiklerin oluşmasını sağlar.
10 / BÖLÜM 1

Bununla birlikte, büyük bir protein grubu olan enzim­


leri az çok özgül biçimde göstermek üzere kullanılan birkaç
lıistokimya yöntemi bulunmaktadır. Söz konusu yöntemler­
de genellikle enzimlerin özgül kimyasal bağlarla tepkime
oluşturma sığalarından yararlanılır. Histoenzimatik yöntem­
lerin çoğu şu biçimde iş görür: (1) doku kesitleri çalışılmak
istenen enzimin alt katmanını (siibstrat) içeren bir çözeltiye
batırılır; (2) enzimin alt katmanla etkileşmesi sağlanır; (3)
yöntemin bu aşamasında ya da daha sonra, kesit üzerine be­
lirteç bileşik konur; (4) bu bileşik alt katmanın bozunnıası
ya da dönüşmesi sonucu oluşan molekülle tepkimeye girer;
(5) enzimin bulunduğu bölgenin üzerinde, çözünmez olma­
sı gereken ve renkli ya da elektron yoğun olması durumun­
da ışık ya da elektron mikroskop ile görülebilen son tepki­
me ürünü çökeltileri oluşur. Bu tür bir kesit mikroskopla in­
celendiğinde, hücreler (ya da organeller) renkli ya da elekt­
ron yoğun bir madde ile kaplı olarak görünür.
Saptanabilen bazı enzim örnekleri şu şekilde sıralanabilir:
Fosfatlar, vücutta yaygın olarak bulunan enzimlerdir.
Fosforillenmiş moleküllerde fosfat grubu ile alkol kökü ara­
sındaki bağı koparırlar. Fosfatazların renkli, çözünmez tep­
kime ürünü genellikle kurşun fosfat ya da kurşun siilfittir. En
yüksele işlevini alkali pH’da gösteren alkali fosiatazlar sapta­
nabilir (Şekil 1-17). Asit fosiatazlar sık olarak, asit fosfataz
içeren sitoplazma organelleri olan lizozomları göstermek
için kullanılır (Şekil 1-18).
Dehidrojenazlar, hidrojeni bir alt katmandan alıp, bir
başkasına aktarır. Vücutta birçok lıidıojenaz bulunmaktadır
ve bunlar, metabolik işlemlerde önemli rol üstlenirler. De­
hidrojenazlar histokiıııyasal olarak, tespit edilmemiş doku
kesitlerinin hidrojeni alıp, çözünmeyen, renkli bir bileşik ha­
linde çöküntü oluşturan bir molekül içeren katman bileşi­
ğinde inkübe edilmesiyle saptanabilecektedir. Bu yöntemle
Şekil 1-13. Doku kültüründe üretilerek, trypanosoma cruzi ile siiksinat dehidrojenazm-sitrik asit (Krebs) döngüsünde
enfekte edilen tavuk fibroblastlarmın ışık mikroskop fotoğrafı. önemli bir enzim-mitokondri içindeki yeri belirlenebilir.
Hücrelerin sınırları belirgin görünmese de çekirdekleri (N) ko­ Bir çok hücre tipinde bulunan peroksidaz, hidrojen iyon­
laylıkla seçilebilmektedir. Her hücrede pek çok trypanosom larını hidrojen perokside aktararak belli substratların oksitlen­
bulunmaktadır (oklar). Büyük büyütme (S.Yoneda'nın izniyle). mesini ve su moleküllerinin oluşmasını sağlayan bir enzimdir.
Bu yöntemde, yeterince tespit edilmiş olan doku kesitle­
ri hidrojen peroksit ve 3,3-dİaminobenzidin içeren bir çözel­
tide bekletilir. Diaminobenzidin peroksidazın varlığında ok­
side olarak, ışık ve eleklronmikroskopta peroksidaz aktivite-
İyonlar sinin bulunduğu yeri belirlememizi sağlayacak olan kahve­
Birçok iyonun (ör. demir, foslat) dokudaki yeri koyu renk, rengi, çözünmez, elektron yoğun bir çökelti oluşturur. Kan
çözünmez bir ürün oluşturan kimyasal tepkimelerin gerçek­ hücrelerindeki peroksidaz etkinliği lösemilerin tanısı açısın­
leştiği bu yöntemlerle belirlenmiştir (Şekil 1-16). dan önemlidir ve bu yöntemle saptanabilmekteclir.
Peroksidaz çok aktif olduğu ve çok kısa sürede büyük
Nükleik Asidler miktarda çözünmez çökelti oluşturduğundan, başka bileşik­
Hücre çekirdeği içindeki DNA’nın yeri ve miktarı DNA var­ lerin işaretlenmesi uygulamasında önemli bir kullanım akını
lığında kırmızı renk oluşturan Feulgen tepkimesi ile sapta­ bulmaktadır. Peroksidaz molekülleri saflaştırılabilir, yalıtıla-
nır. DNA ve RNA, doku kesitlerinin bazik bir boya ile bo­ bilir ve başka bir molekülle eşleştirilebilir. Bu bölümün ile­
yanmasıyla da analiz edilebilir. Nükleik asillerin varlığına risinde moleküllerin peroksidazla işaretlenmesi uygulamala­
bağlı bazofİÜ, kesitlerin DNAaz ya da RNAaz enzimi ile ön­ rı açıklanmaktadır.
ceden sindirime tabi tutulmasıyla ortadan kaldırılabilir.
Polisakkaritler ve Oligosakkaritler
Proteinler Vücuttaki polisakkaritler ya serbest ya da proteinlerle ve li­
Doku kesitlerinde proteinleri saptamaya dönük genel yöntem­ pitlerle birleşik halde bulunurlar. Birleşik oldukları durumda
ler bulunmasına karşın, histomyasa! yöntemler, hücre ve doku­ aşırı karmaşık farklı cinsten bir grup oluştururlar. Bunlar, şe­
lardaki özel proteinlerin yerlerinin belirlenmesine genelde ola­ kerlerde bulunan 1,2 glikol gruplarını aldehiti köklerine dö­
nak tanımazlar. Bu bölümün son kısımlarında da görüleceği gi­ nüştürmeye dayanan periyodik asicl-Schİff (PAS) tepkimesi
bi, bunun yapılabilmesi imınünlılstokimya ile olasıdır. ile gösterilebilir. Daha sonra bu kökler Schiff belirteci ile or-
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 11

Bütünlüğü bozulmamış hücre

Şekil 1-14. Hücrenin bölümlerine ayrıl­


ması işlemi, diferansiyel santrifüj ile hüc­
reyi oluşturan yapıların ayrılmasını olası
kılar. Sağdaki çizimler merkezkaçla ayır­
dıktan sonra her tüpün altında çöken
hücre organellerini göstermektedir. Mer­
kezkaç kuvveti yerçekimi kuvvetine kar­
şılık gelen g ile ifade edilmektedir. ( 1)
Doku parçası jilet ya da makas ile doğ­
ranır ve benzerleri ayıran aygıt (homoje-
nizatör) ya da ultrason ile ayrıştırılır. (2)
Ayrıştırılan doku yaklaşık 20 dakika bek­
letilir. Hücre kümeleri ve hücre dışı mat-
riksin lifleri dibe çöker (3) Üstte kalan sı­
vı 1000 g ile yaklaşık 20 dakika çevrilir.
Çekirdekler çöktürülür. (4) Üst sıvı
10000 g'de 20 dakika süreyle çevrilir.
Mitokondriler ve lizozomlar çöktürülür.
(5) Üst sıvı 105000 g’de 120 dakika sü­
reyle çevrilir. Mikrozomlar çöktürülür. (6)
Üst sıvıya önce sodyum deoksikolat ek­
lenip, daha sonra 105000 g’de 120 daki­
ka süreyle çevrilirse, mikrozomlar ayrışır
ve endoplazma retikulumu zarları ve ri-
bozomlar halinde ayrı olarak çöker. (İzin
alınarak yeniden çizim ve çoğaltım, Bloom W.
Fawcett DW: A Textbook of Histology, 9. bas­
kı, Sounders, 1968.)
12 / BOLUM 1

Şekil 1-15. Yoğunluk düzeyi


oluşturacak şekilde santrifüj-
lenerek ayrılan üç hücre kat­
manının elektron mikroskop
fotoğrafları. A: mikrozomlar-
la bulaşmış mitokondri bölü­
mü, X 13.000, B: mikrozom
katmanı, x 42,500, C: lizo-
zom katmanı, x 25.000. (Ba-
udhin’den.)

taya konur, .söz konusu belirteç kesitte, polisakkaritlerin top­


landığı bölgelerde mor ya da kırmızı renk verir.
FAS tepkimesi ile, vücutta çok yaygın ve bol olarak bulu­
nan serbest bir polisakkarit olan glikojen karaciğerde, iske­
let kasında ve biriktiği başka dokularda gösterilebilmektedir.
Glikoproteinler, küçük, dallanmış şeker zincirleriyle
(oligosakkaritler) ilişkili protein molekülleridir. Protein zin­
ciri oligosakkarit zincirinin ağırlığında ve hacminde etkin rol
oynar. Bazı glikoproteinler asit grubu içermeyip (nötral gli-

Resim 1-17. Alkali fosfataz enzimini göstermek üzere Go-


mori yöntemine göre işlem yapılan sıçan böbrek kesitinin
mikroskop fotoğrafı. Bu enzimin bulunduğu bölgeler (hücre
yüzeyi) yoğun olarak siyah boyanır (oklar). Orta büyütme.

koproteinler), FAS pozitif iken, diğerlerinde sınırlı miktarda


karboksil ya da sülfat kökleri bulunur. Hem glikojen, hem
de nötral glikoproteinler FAS pozitif olduklarından, FAS tep­
kimesinin özgüllüğünü değerlendirmek için normal kesitler­
deki boyanma ile glikojeni parçalayan bir enzimle (ör., tü­
kürük amilazı) ön işleme tabi tutulan kesitlerdeki boyanma
karşılaştırılabilir. Glikojen içeren yapılar FAS tepkimesi ile
yoğun olarak boyanır, ancak amilazla ön işlem yapıldığında
boyanma olmaz. Şekil 1-19’da FAS tepkimesi ile boyanan ya­
Şekil 1-16. Kalsiyum iyonlarını göstermek üzere histokim- pı örnekleri gösterilmektedir.
yasal işlem gerçekleştirilen kemik kesitinin mikroskop fo­ Glikozaminoglikanlar güçlü anyonik özellik gösteren,
toğrafı. Kemikleşmiş dokudaki koyu renk çökelti kalsiyum aminli monosakkaritler (amino şekerleri) içeren dallanma­
fosfatın varlığını göstermektedir. Kesitin üst bölgesinde re- mış uzun zincirli polisakkaritlerdir. Çok sayıda glikozami-
noglikan zinciri, düzgün aralıklarla bir protein özdek boyun­
tepkimeye girmemiş kıkırdak dokusu (pembe boyalı) görül­
ca dizilerek proteoglikanları oluşturur. Bağ dokusu mat-
mektedir. Orta büyütme.
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 13

Şekil 1-18. Asit fosfatazın


saptanması. Sıçan böbrek
hücresinde çekirdeğin (Ç)
üzerinde yer alan 3 adet li-
zozomu (li) gösteren elekt­
ron mikroskop fotoğrafı.
Yapılardaki koyu çökelti
asit fosfatazın bulunduğu
yerlere çökmüş olan kur­
şun fosfattır. X 25000 (E.
Katchburian’ın izniyle).

riksinin önde gelen yapılarından bazılarını proteoglikanlar MOLEKÜLLER ARASINDAKİ YÜKSEK


oluşturur (5. ve 7. Bölümlere bakınız). Glikoproteinlerin ak­
ÇEKİMLİ ETKİLEŞİMLERE DAYALI
sine, proteoglikanlardaki karbonhidrat zincirleri molekülün
esas bileşenini oluşturur. Glikozaminoglikanlar ve asidik gli-
SAPTAMA YÖNTEMLERİ
koproteinler karboksil ve sülfat gruplarının çokluğu nede­ Bir doku kesitinde bulunan özgül bir molekül, o molekül ile
niyle güçlü anyonik özelliğe sahiptir. Bu nedenle, bunlar al- özel olarak etkileşen bileşikler kullanılarak saptanabilir. Mo­
siyan mavisi boyasıyla kuvvetli tepkime verirler. lekülle etkileşecek olan bileşiklerin ışık ya da elektron mik-

Lipitler
Lipitler en iyi şekilde, lipit içinde çözünebilen boyalarla gös­
terilirler. Bu yöntemde, dondurulmuş kesitler, uygun boya­
larla doyurulmuş alkolik çözeltiler içine daldırılır. Sonra bo­
ya, alkolden hücresel lipid damlacıklarına doğru göç eder.
Bu amaçla en çok Sudan IV ve Sudan siyahı boyaları kulla­
nılır. Boya hücredeki lipit damlacıkları içinde çözülerek kır­
mızı ya da siyaha boyar. Kolesterol ve kotesterol esterleri,
fosfolipler ve glikolipidlerin belirlenmesi için kullanılan ek
yöntemler, farklı tür lipidterin hücre içine biriktiği nıetabolik
hastalıkların tanısında yararlıdır.

ims
k l in ik b il g i

Laboratuvar tamda demir için Perls reaksiyonu,


glikojen ve glikozaminglikanlar için PAS-amilaz ve
alsiyan mavisi tepkimesi gibi pek çok histokimya-
sal yöntem sık olarak kullanılır. Lipitlere yönelik
tepkimeler rutin olarak dokularda demir (hemok-
romatoz, hemosideroz, glikojen (glikojenoz), gli­
kozaminglikanlar (mukopolisakkaridoz) ve sfingo- Şekil 1-19. PAS ile boyanmış olan ince bağırsak vilusunun
lipidler (sfingolipidoz) birikimine yol açan bir has­ mikroskop fotoğrafı. Hücre yüzeyindeki fırçamsı kenar (ok­
talığı bulunan hastalardan alınan doku biyopsile­ lar) ve goblet hücrelerinin salgı ürünündeki boyanma yük­
rinde lipit reaksiyonları rutin olarak kullanılır. sek düzeydeki polisakkarid içeriği yüzünden yoğundur.
Karşıt boya hematoksilen. Büyük büyütme.
14 / BOLUM 1

Lektinler, esas olarak bitki tohumlarından türetilen pro­


teinler ya da glikoproteinlerdir ve yüksek bir çekim ve öz­
güllükle karbonhidratlara bağlanırlar. Farklı lektinler özgül
şekerlere ya da şeker kalıntı dizilerine bağlanırlar. Lektinler,
glikoproteinlere, proteoglikanlara ve glikolipitlere bağlanır­
lar ve özgül şeker kalıntı dizilerini içeren zar moleküllerini
betimlemek için yaygın olarak kullanılırlar.

İmmünohistokimya
Moleküller arasında yüksek düzeyde özgül etkileşimlerden
birisi de antijen ile antikor arasında gerçekleşir. Bu nedenle
özgül proteinlerin yerini belirlemede en büyük yararı işaret­
li antikorların kullanıldığı yöntemlerin sağladığı kanıtlanmış­
tır. Vücutta, kendi (öz) moleküllerini yabancı moleküllerden
ayırt edebilen hücreler bulunmaktadır. Vücut, yabancı mole­
küllerle— antijenlerle — karşılaştığında, bunlarla özgül ola­
rak etkileşen ve antijene bağlanan proteinler— antikorlar—
üreterek yabancı maddenin ortamda etkisiz kılınmasına yar­
dımcı olur. Antikorlar, immünglobulin olarak adlandırılan
büyük bir aileye ait proteinlerdir.
İmmünohistokimyada, belli bir proteini barındırabileceği
düşünülen doku kesiti (ya da kültürde çoğaltılmış olan hüc­
reler) bu proteinin antikorunu içeren bir çözelti içinde ku-
luçkalanır (inkübasyon). Antikor, özgül olarak bu proteine
bağlandıktan sonra, antikoru işaretlemek üzere kullanılan
bileşiğin tipine bağlı olarak, ışık ya da elektron mikroskop
ile söz konusu proteinin yeri belirlenebilir.
İmmiinhistokimya için gereken en önemli koşullardan biri­
Şekil 1-20. Başka bir moleküle karşı çekim gücü bulunan si, belirlenecek olan proteine karşı bir anlikomn bulunmasıdır.
bileşikler bir belirteçle işaretlenip, o molekülü göstermek Yani, proteinin daha önceden saflaştırılarak ayrılması, bu şekil­
için kullanılabilir. (1) A molekülü, B molekülünün bir bölü­ de antikorların üretilebilmesi gerekir. Şekil 1-21 ve 1-22’de pro­
müne karşı yüksek ve özgül bir çekim gücüne sahiptir. (2) teinlerin ayrılmasına ilişkin bazı yöntemler gösterilmektedir.
A ve B karıştırıldığında, A molekülü B molekülünün tanıdı­ POLİKLONAL VE MONOKLONAL ANTİKORLAR
ğı bölümüne tutunur. (3) A molekülü ışık ya da elektron
mikroskopta görülebilen bir belirteçle işaretlenebilir. Bu be­ Amacımızın, belli hayvan türlerinin (örneğin sıçan ya da in­
lirteç, floresan bir bileşik, peroksidaz gibi bir enzim, altın san) x proteinine karşı antikorlar üretmek olduğunu varsa­
parçacığı ya da radyoaktif bir atom olabilir. (4) İşaretlenmiş yalım. X proteini daha önce yalıtılmış ise, başka bir türe (ör.,
A molekülü ile kuluçkalanan (inkübasyon) hücrede ya da tavşan ya da keçi) enjekte edilir. Söz konusu protein bu hay­
hücre dışı matrikste B molekülü varsa, B molekülünü sap­ van için yabancı— yani antijen— olarak algılanacak kadar
tamak olasıdır. farklıysa, hayvan, bu proteine karşı antikorlar üretecektir
(ör., sıçan x ’ine karşı tavşan antikoru ya da insan x ’ine kar­
şı keçi antikoru). Bu antikorlar, hayvanın plazmasından top­
roskopu ile belirlenebilecek olan bir belirteçle işaretlenmesi lanır ve immünohistokimya için kullanılır.
gerekir (Şekil 1-20). En sık kullanılan belirteçler floresan bi­ X proteini enjekte edilen hayvanların birkaç lenfosit gru­
leşikler (floresan ya da lazer mikroskopu ile görülebilir), bu (klonu) x proteininin farklı bölgelerini tanıyabilir ve her
radyoaktif atomlar (otoradyografi ile saptanabilir), peroksi­ bölüme karşı farklı antikor üretebilir. Bu antikorlar poliklo-
daz molekülleri (hidrojen peroksit ve 3,3-diaminobenzidin nal antikorlardan oluşan bir karışım oluştururlar.
ile enzim gösterildikten sonra saptanabilir) ya da başka en­ Bununla birlikte, x proteinini hücre kültüründe yaşatılan
zimler (ilgili sübstratlarıyla saptanabilir) ve ışık ve elektron lenfositlere (aslında tümör hücrelerine tutunmuş lenfositler)
mikroskopunda görülebilen metal (genellikle altın) parça­ yönelik olarak elde etmek de olasıdır. Farklı lenfosit klonla-
cıklarıdır. Bu yöntemler genellikle şekerleri, proteinleri ve rı x proteininin birkaç bölümüne karşı farklı antikorlar üre­
nükleik asitleri saptamada kullanılır. tecektir. Her klon, x proteinine karşı farklı antikorlar ayrı
Diğer moleküllerle özgül olarak etkileşen bileşiklere örnek olarak toplanabilecek şekilde birbirinden ayrı olarak yalıtıla-
olarak falloidin, protein A, lektinler ve antikorlar gösterilebilir. bilir ve kültürde yaratılabilir. Bu antikorların her biri bir mo-
Bir mantardan (Amanita phalloides) elde edilen falloidin, noklonal antikordur. Monoklonal antikor kullanımının,
aklinle güçlü bir biçimde etkileşim gösterir ve genellikle mik- poliklonal antikor kullanımına göre bir çok avantajı bulun­
rofilamanları göstermek için floresan boyalarla işaretlenir. maktadır: söz gelimi, belirlenmek istenen proteine karşı
Staphylococcus aureus’tan elde edilen bir protein olan yüksek düzeyde özgül ve buna güçlü bir biçimde bağlana­
protein A immünglobulin molekülünün (antikor) Fc bölge­ cak monoklonal bir antikor seçilebilir. Bu yüzden, özgül ol­
sine bağlanır. Protein A bir belirteçle işaretlendiğinde im- mayan başka proteinlerin, x proteininin saptanmasını güç­
münglobulinler saptanabilir (bkz. İmmünohistokimya). leştirebilecek biçimde bağlanması engellenmiş olur.
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 15

Doğrudan immünohistokimya yönteminde, antiko­ ciye (lloresan bileşik, enzim ya da altın parçacıkları) bağlı
run (ister monoklonal, isler poliklonal) uygun bir etiketle olarak, kesit ışık mikroskobu veya elektron mikroskobu ile
işaretlenmesi gerekir. Doku kesitleri, x ’e karşı işaretlenmiş incelenir. İşaretleyici olarak peroksidaz ya da başka bir en­
antikorla kuluçkalamr, antikor özgül olarak etkileşime girer zim kullanılması durumunda doku kesiti mikroskopla ince­
ve x proteinine bağlanır. Bağlanmayan antikoru uzaklaştır­ lenmeden önce enzimin saptanması gerekir (bkz. Histokim-
mak amacıyla kesit yıkanır (Şekil 1-23). Kullanılan işaretleyi­ ya ve Sitokimya). Doku kesitinde x proteinini içeren alanlar
belirteç enzimin varlığına bağlı olarak lloresan özellik kaza­
nacak ya da üzeri altın parçacıklarıyla veya koyu renk bir
çökelti ile kaplanacaktır.
Dolaylı immünohistokimya yöntemi daha duyarlıdır
ancak daha fazla basamak içerir. Sıçanlarda bulunan bir x pro­
teinini saptamak istediğimizi varsayalım. İmmiinohistokimya-
sal reaksiyona yönelmeden önce iki işlemin gerçekleştirilme­
si gerekir: (T) öncelikle başka bir hayvan türünde (ör., tav­
şan), sıçan x proteinine karşı antikorların üretilmesi gerekir;
(2) bu işleme koşut olarak, normal (enjeksiyon yapılmamış)
bir tavşandan alınan immiinglobulinin üçüncü bir hayvan tü­
rüne (ör., koyun ya da keçi) enjekte edilmesi gerekir. Tavşan
immünglobulinleri koyun ya da keçi tarafından yabancı ola­
rak benimsenir ve bu nedenle o hayvanda antikor (anti-anti-
kor ya da anti-immünoglobulin) oluşturma niteliğine sahiptir.
Dolaylı immiinohistokimyasal saptama yönteminde ilk
olarak x proteini içerdiğine inanılan sıçan dokusu kesiti tav­
şan anti-x antikoru ile kuluçkalamr. Yıkamadan sonra doku
kesitleri tavşan antikorlarına karşı işaretlenmiş koyun ya da
keçi antikorları ile kuluçkalamr. Anti-antikorlar x proteinini
tanımış olan tavşan antikorlarını tanıyacaktır (Şekil 1-24). X
proteini, ikincil antikorda kullanılan belirtece uygun mikros­
ci
0 kobik teknik kullanılarak saplanabilir. Avidin-biyotin tekniği
gibi diğer ara moleküllerin kullanıldığı başka dolaylı yön­
temler de bulunmaktadır.

> | k l in ik b il g i

İmmünositokimya, hücre biyolojisindeki araştır­


malara ve tıbbi tanı yöntemlerinin geliştirilmesine
somut olarak katkıda bulunmaktadır Şekil 1-
25 ’ten 1-28'e dek molekülleri immünohistokimya-
sal olarak saptama yöntemlerine ilişkin örnekler
gösterilmektedir. Tablo 1-1’de klinik uygulamada
kullanılan immünositokimyasal yöntemlerin bazı
alışılmış uygulamaları gösterilmektedir.

Şekil 1-21. Protein yalıtma yöntemleri olan ultrasantrifüj (A) ve kromatog-


rafi (B). A: Homojenize edilen hücrelerden ya da dokulardan elde edilen
protein karışımı birkaç saat boyunca yüsek hızda çevrilir. Proteinler mole­
küllerin büyüklüğüne ve yoğunluğuna bağlı olarak birkaç banda ayrılır. Ult­
rasantrifüj medyumu süzülerek daha sonra analiz edilebilecek biçimde
farklı proteinleri içeren birkaç fraksiyon halinde toplanır. B: Homojenize
edilen hücrelerden ya da dokulardan elde edilen protein karışımını içeren
çözelti, farklı kimyasal özelliklere sahip parçacıklarla dolu olan bir kolon
içine konur. Sözgelimi bu parçacıklar farklı elektrostatik yüklere (proteinle­
ri yüklerine göre çeken) ya da farklı boyda gözeneklere (farklı boy mole­
külleri geçiren elek işlevi gören) sahip olabilir. Proteinlerin sütundan geçi­
şi sırasında parçacıklarla etkileşimlerine göre hareketleri yavaşlar. Akış ta­
mamlandığında, farklı protein grupları ayrı olarak toplanabilir.
16 / BÖLÜM 1

In Situ Hidridizasyon Teknikleri maktadır. Hibridizasyon, tamamlayıcı olması durumunda


birbirini tanıyan iki niikleik asit dizisini (DNA ile DNA, RNA
Modern hücre biyolojisinde uğraşılan temel işi, moleküller
ile RNA ya da RNA ile DNA) arasında bağlantı oluşturulma­
düzeyde hücrelerin işlevlerini anlamak oluşturmaktadır. Bu
sıdır. Niikleik asit dizilimleri arasındaki benzerlik ne denli
amaca ulaşmak için, DNA’dan proteine bilgi akışı işlemine
fazlaysa, tamamlayıcı dizilerden çift sıralı “hibrid” molekül­
katılan moleküllerin analizine olanak tanıyan tekniklere ge­
lerin oluşması o denli kolaydır. Bu durumda hibridizasyon-
reksinim vardır. Bu tekniklerin çoğu hibridizasyona dayan­
la, özgül DNA ve RNA dizilerini saptamak olasıdır.

İN SiTU HİBRİDİZASYON

Söz konusu teknik hücrelere ve doku kesitlerine, yaymalara


A ya da mitozda dağılmış kromozomlara doğrudan uygulandı­
ğında, in situ hibridizasyon adını alır. Bu teknik hücrede öz-

Tablo 1-3. Hastalıkların immünohistokimyasal yöntemlerle


tanısı ve sağaltımı açısından önem taşıyan ve yaygın olarak
kullanılan proteinlerden (antijenler) bazıları.

A ntijenler Tam

Ara filam an proteinleri

Sitokeratinler Epitel kökenli tümörler:


Glial fibriler asit proteini Glıa hücreli bazı tümörler
Vimentin Bağ dokusu tümörleri
Desmin Kas tümörleri

Diğer proteinler

Protein ve Protein ya da polipeptid


polipeptid hormonlar hormon üreten tümörler

Karsinoembriyonik antijen (CEA) Salgı bezi tümörleri, esas


olarak sindirim sistemi ve
meme tümörleri

Prostata özgü antijen Prostat bezi tümörleri

B Steroid hormon reseptörleri Meme kanal epiteli


tümörleri
O
Virüsler tarafından yapılan Özgül virüs enfeksiyonları
antijenler

Şekil 1-22. Jel elektroforezi: Protein ayırma yöntemidir. A:


Proteinlerin ayrılması. (1) Homojenize edilen hücrelerden
ya da dokulardan protein karışımları elde edilir. Protein alt
f birimlerini açmak ve birbirinden ayırmak için genellikle güç­
lü bir deterjan (sodyum dodesil sülfat) ve merkaptoetanol
M ™ “ ile işlem yapılır. (2) Örnekler elektriksel alan oluşturulan
---- ► poliakrilamid jel havuzlarına konur. Proteinler boyutlarına
OD «=* czd
ve şekillerine göre jel içinde hareket eder. (3) Jel üzerine,
diğer proteinlerin molekül kütlesini belirlemek üzere olarak
^_________ J molekül ağırlığı bilinen (referans) proteinlerden oluşan bir
Jel X-ışmı filmi karışım eklenir. B: Proteinlerin saptanması ve belirlenme­
si. (1) Boyama. Tüm proteinler aynı renk boyanır. Renk yo­
O ğunluğu protein derişimi ile doğru orantılıdır. (2) Otorad-
yografi. Radyoaktif proteinler otoradyografi ile saptanabilir.
Jel üzerine belli bir süreyle röntgen filmi konur ve sonra bu
film banyo edilir. Radyoaktif proteinler film üzerinde koyu
renk bandlar biçiminde görünecektir. (3) İmmün işaretle­
me. Proteinler jelden, nitroselüloz bir zar üzerine aktarıla­
Nitroselüloz bilir. Bu zar, örnekte bulunabilecek antijenlere karşı oluştu­
zar rulan antikor ile inkübe edilir.
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 17

Şekil 1-23. Doğrudan immünhistokimya yöntemi. (1) İmmünglobulin molekülü (Ig). (2) Poliklonal antikor üretilmesi. Sıçan­
dan elde edilen x proteini tavşana enjekte edilir. X proteinine karşı bir miktar tavşan Ig’si oluşturulur. (3) Antikorun işaret­
lenmesi. Tavşan Ig'leri bir belirteçle işaretlenir. (4) immünhistokimya tepkimesi. Tavşan Ig’leri x proteinini farklı bölümleri­
ni tanır ve buralara bağlanır.

gül bir DNA dizisi (bir gen ya da genin bir bölümü) bulun­ İn situ hibridizasyonda, doku kesiti, kültürde çoğaltılan
ması durumunda, özgül bir genin okunduğu hücrelerin han­ hücreler, yaymalar ya da mitoz sırasında patlatılmış olan
gileri olduğunu belirlemek ya da özgül bir kromozomda bu­ hücrelerin kromozomlarının ısıtılarak çift sıralı DNA’larının
lunan bir genin yerini saptamak için idealdir. İlk olarak hüc­ ayrılması gerekir. Daha sonra örneğin üzerine hibriclizasyon
re içindeki DNA’nın ısı ya da doğasını bozucu maddeler kul­ için gereken süre boyunca probu içeren çözelti konur. Pro­
lanılarak denatüre edilip, iki DNA iplikçiğinin birbirinden bun fazlası yıkandıktan sonra, taşıdığı işaret aracılığıyla tu­
ayrılması gerekir. Daha sonra bu iplikçikler, tek iplik üzerin­ tunmuş olan probun yeri belirlenir (Şekil 1-29).
de belirlenmek istenen dizinin karşılığını taşıyan DNA ya da Hibridizasyon, katı ortamlarda saflaştırılmış DNA ya da
RNA ile de gerçekleştirilebilir. Niikleik asit karışımları ağar
RNA parçacığı ile “hibridleştirilmeye" hazır hale gelir. Bu di­
jeli ya da poliakrilamid jeli içinde elektrolorezle ayrılır. Poli-
ziye prob adı verilir. Prob, klonlanarak, hedef diziyi PCR ile
akrilamid jeli daha yüksek düzeyde çözümlemeye olanak ta­
çoğaltarak ya da istenen dizi kısaysa sentezleyerek elde edi­
nır. Eiektroforezden sonra, farklı boylardaki nükleik asit mo­
lebilir. Probun, genellikle radyoaktif bir izotop (otoradyog-
lekülleri naylon ya da nitroselüloz yaprağına aktarılır: kapi-
rafi ile saptanabilir) ya da immiinohiztokimya ile belirlene­
ler etkiyle, jel ile zar arasından naylon ya da nitroselüloz
bilen değiştirilmiş bir nükleotid (digoksigenin) gibi bir işa­
yaprağına yeğin bir biçimde tutunacak olan nükleik asit mo­
retleyici ile işaretlenmesi gerekir. leküllerini taşıyan bir tampon geçirilir. Nükleik asitler bu

Şekil 1-24. Dolaylı immünhistokimya yöntemi. (1) Birincil poliklonal antikorun üretilmesi. Sıçandan elde edilen x proteini
tavşana enjekte edilir. X proteinine karşı bir miktar tavşan Ig’si oluşturulur. (2) İkincil antikorun oluşturulması. Bağışık ol­
mayan bir tavşandan alınan Ig’ler keçiye enjekte edilir. Tavşan Ig’lerine karşı keçi Ig’leri oluşturulur. Daha sonra keçi Ig’le­
ri yalıtılır ve bir belirteçle işaretlenir. (3) İmmünhistokimya tepkime’nin ilk basamağı. Tavşan Ig’leri x proteinini farklı bölüm­
lerini tanır ve buralara bağlanır.
18 / BÖLÜM 1

Şekil 1-25. in vitro çoğaltılan


fare desidua hücresinin mik­
roskop fotoğrafı. Ara filaman-
ları oluşturan desmin proteini
dolaylı immünfloresan tekni­
ğiyle saptanmıştır. Sitoplaz-
manın büyük bölümünü flo-
resan ara filamanlardan olu­
şan bir ağ kaplamaktadır.
Çekirdek (Ç) mavi boyan­
mıştır. Yüksek büyütme. (İzin
alınarak, Fabiano G. Costa)

yapraklar üzerinde ayrıntılı olarak analiz edilebilir. Bu DNA


saptama tekniğine Southern belirtimi adı verilir. RNA elekt-
roforezi gerçekleştirildiğinde, teknik Northern belirtimi adı­
nı alır.
Hibridizasyon teknikleri yüksek düzeyde duyarlıdır ve
araştırma, klinik tanı ve adli tıp alanında rutin olarak kulla­
nılmaktadır.

DOKU KESİTLERİNİN YORUMLANMASINDA


KARŞILAŞILAN SORUNLAR
Doku Takibine Bağlı Görüntü Bozuklukları ve
Kusurlar
Mikroskop preparatlarında, boyanmış doku kesitlerinin çalı­
şılması ve yorumlanması sırasında incelenen örneğin, esas
olarak tespit ile başlayıp, boyama ile sona eren bir dizi iş­
lemden sonra elde edilen en son ürün olduğu unutulmama­
lıdır. Doku takibi işleminin bir çok basamağı dokuların gö­
rünümünü bozarak canlı haidekinden daha farklı görünüm
oluşmasına neden olabilir. Bu bozulmaya yol açan nedenler­
den biri tespit edici, etanol ve parafine gömme için gereken
ısıtma işlemine bağlı büzülmedir. Doku örnekleri reçineye
gömüldüğünde bu olumsuzluklar azaltılabilir.
Bu uygulamaların bir sonucu olarak çoğu kez yapay ola­
rak hücreler ve diğer doku bileşenleri arasında boşluklar or­
taya çıkar. Yapay boşluklarını oluşturan başka bir neden de
tespit maddesinin doku İçinde düzgün biçimde tespit ede­
mediği moleküllerin kaybolması ya da su alıcı ve saydamlaş­
tırıcı sıvılar tarafından bulunduğu yerden uzaklaştırılmasıdır.
Kesitlerin doku takibi işlemleri sırasında yapay olarak or­
Şekil 1-26. Makrofajlardaki ve Paneth hücrelerindeki lizo-
taya çıkan tüm bu boşluklara ve diğer bozuk görüntülere ar-
zomları göstermek amacıyla lizozim enzimine karşı antikor
tefakt (kusur) denir. Başka kusurlar arasında kesitin katlan­
uygulanmış olan ince bağırsak kesitinin mikroskop fotoğra­
ması (kılcal kan damarı ile karıştırılabilir), boya çökeltileri
fı. Kahverengi renk ikincil antikora bağlanmış olan peroksi-
(sitoplazmik graniillerle karıştırılabilir) ve başkaları sayılabi­
dazı göstermek üzere gerçekleştirilen tepkimeden kaynak­
lir. Öğrencilerin, kesitlerde kusur olabileceğini bilmeleri ve
bunları yanılmaksızın tanımaları gerekir.
lanmaktadır. Çekirdeklere hematoksilen ile karşıt boyama
yapılmıştır. Orta büyütme.
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 19

Şekil 1-27. Karsinoembriyonik antijen başta meme ve


bağırsaklarda ortaya çıkanlar olmak üzere bazı kötü huy­
lu tümörlerde bulunan bir proteindir. Bu mikroskop fotoğ­
rafında kalın bağırsak adenokarsinomu kesitinde immün-
histokimya ile gösterilen karsinoembriyonik antijen görül­
mektedir. Antikor, peroksidazla işaretlenerek, hematok-
silen ile karşıt boyama yapılmıştır. Orta büyütme.

Şekil 1-28. Antiamilaz anti­


koru ile kuluçkalamada, al­
tın parçacıklarıyla birleştiril­
miş protein A ile boyanmış
olan pankreas asinüs hüc­
resi kesitini gösteren elekt­
ron mikroskop fotoğrafı.
Protein A’nın antikor mole­
küllerine karşı ilgisi yüksek­
tir. Altın parçacıkları olgun
salgı granüllerinin üzerinde
çok küçük siyah noktalar
şeklinde görülmekte ve
Golgi kompleksi üzerinde
granüller oluşturmaktadır.
(İzin alınarak, M Benayan)
20 / BÖLÜM 1

Dokunun Bütünlüğü Bir organın üç boyutlu yapısını anlayabilmek için deği­


şik düzlemlerde alınmış kesitlerle çalışmak gerekir. Karma­
Histolojik kesitlerin çalışılması sırasında karşılaşılan başka
şık bir organın yapısının anlaşılabilmesi, bazen seri kesitler
bir güçlük de tüm doku bileşenlerinin sadece tek bir lam
üzerinde çalışmayı ve bunların 3 boyutlu olarak bir araya
üzerinde farklı olarak boyanmasının mümkün olmamasıdır.
getirmeyi gerektirir.
Işık mikroskopta incelenen hücrelerin çekirdeklerini, mito-
kondrilerini, Iizozomlarım ve peroksizomlarım, hücreleri
çevreleyen bazal membranın yanı sıra kolajen, elastik ve re-
tiküler lifleri görmek neredeyse olanaksızdır. Herhangi bir
dokunun tüm bileşimi ve yapısı hakkında genel bir fikir el­
de edinmeden önce, her biri farklı yöntemle boyanmış bir­
kaç preparatm incelenmesi gerekmektedir. Öte yandan,
transmisyon elektron mikroskobu hücreyi tüm organelleriy-
le, inklüzyonlarıyla ve çevresindeki hücre dışı matriks bile­
şenleriyle gözlemleyebilmemizi sağlar.

İki boyutlu ve üç boyutlu yapı


Üç boyutlu bir yapı çok ince kesildiğinde, kesitler en ve boy
olarak yalnızca iki boyuta sahip gibi gözlenir. Bu durum, ke­
site bakan kişinin dokuda küre şeklindeki bir yapının kesit­
te daire, tüp yapısının ise halka şeklinde göründüğünü an­
lamaması durumunda yanıltıcı olur (Şekil 1-30). Mikroskop­
ta bir kesit incelenirken, pek çok yapı kesitten daha kalın ol­
duğundan, kesitin arkasında ya da önünde bir şeylerin göz­
den kaçabileceği düşünülmelidir. Aynı zamanda, bir doku­
nun içindeki yapıların gelişigüzel kesildiğini de unutmamak
gerekir.

Şekil 1-30. İnce kesitte 3 boyutlu farklı yapıların görünü­


Şekil 1-29. İn situ hibridizasyon uygulanmış olan iyi huylu mü. A: içi boşluklu bir küre ya da tüpten geçen farklı kesit­
epiteliyal tümör (kondilom) kesiti. Kahverengi bölgeler in­ ler. B: Sarmal şeklini taşıyan tek bir tüpten geçen kesit çok
san papiloma virüsü DNA’sının bulunduğu yerlere karşılık sayıda ayrı tüp gibi görünebilir. C: İçi dolu bir küreden (üst­
gelmektedir. Karşıt boyama hematoksilenle yapılmıştır. Or­ te) ve içi dolu bir silindirden (altta) geçen kesitler.
ta büyütme. (JE Levi'den izinle).
HİSTOLOJİ VE ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ / 21

KAYNAKLAR
Alberts B et al: Molecular Biology o f the Cell, 3rd ed. Garland, 1994. M eek GA: Practical Electron Microscopy f i r Biologists. Wiley, 1 976.
Bancroft JD , Stevens A: Theory and Practice o f Histological Techniques, 2nd ed. Pease A G E: Histochemistry: Theoretical and Applied, 4 th ed. Churchill Living­
Churchill Livingstone, 1990. stone, 1980.
Cuello A CC: Immunocytochemistry. Wiley, 1983. Rochow T G , Tucker PA: Introduction to Microscopy by Means o f Light, Elec­
Darnell J, Lodish H, Baltimore D : Molecular Cell Biology, 2nd ed. Scientific trons, X Rays, or Acoustics. Plenum Press, 1 994.
American Books, 1990. Rogers AW: Techniques o f Autoradiography, 3rd ed. Elsevier, 1 979.
Hayac MA: Stains and Cytochemical Methods. Plenum, 1993. Rubbi C P : Light Microscopy. Essential Data. Wiley, 1994.
James J: Light Microscopic Techniques in Biology and Medicine. Martinus Spencer M : Fundamentals o f Light Microscopy. Cambridge Univ Press, 1982.
Nijhoff, 1976. Stoward PJ, Polak J M (editors): Histochemistry: The Widening Horizons o f Its
Junqueira LC U et al: Differential staining o f collagen types I, II and III by Applications in Biological Sciences. Wiley, 1 981.
Sirius Red and polarization microscopy. Arch Histol Jpn 1 9 7 8 ;4 1:267.
Sitoplazma

Hücreler tüm canlı organizmaların yapısal birimleridir. Te­ Vücutta, temel hücresel işlevleri gerçekleştiren özelleş­
melde iki larklı tip hücre vardır; ancak, bunlar arasındaki miş hücreler Tablo 2-1’de gösterilmiştir.
birçok biyokimyasal benzerlik, kimi araştırmacıları, bir gru­
bun diğer gruptan geliştiği yargısına yöneltmiştir. HÜCRE EKOLOJİSİ
Prokaryotik hücre (Yun. p ro, önce + kcıtyon, çekirdek)
Vücut, çevresel değişikliklere (ör; normal ve patolojik koşul­
yalnızca bakterilerde bulunur. Bu hücreler küçüktür (1-5 pm
lar) ayak uydurma konusunda oldukça deneyimli olduğu
uzunluğunda), tipik olarak plazmalemmanın dışında bir
için; aynı hücre tipi, farklı bölgelerde ve farklı durumlarda,
hücre duvarı bulunur ve genetik materyali (DNA) hücrenin
farklı özellik ve davranışlar gösterebilir. Böylece, makrofaj-
diğer elemanlardan ayıran bir çekirdek zarları yoktur. Bun­
lar ve nötrofiller (her ikisi de fagositik savunma hücreleri­
dan başka, prokaryotların DNA’larına bağlı histonları (spesi­
dir), oksijensiz ve iltihaplı alanlarda oksidatif metabolizma­
fik bazik proteinler) da bulunmaz ve genellikle membranlı
dan glikolize kadar farklı işlevleri gerçekleştirebilirler. Yapı­
organellere de sahip değillerdir.
sal olarak benzer görünen hücreler, işaret molekülleri (hor­
Bunun aksine, ökaryotik (Yun. eıı, iyi, gerçek + karyon,
monlar ve hücre dışı matriks makromolekülleri gibi) için
çekirdek) hücreler daha büyüktür ve bir zar ile çevrilmiş ay­
farklı reseptörlere sahip olduklarından, farklı reaksiyonlar
rı bir çekirdeğe sahiptir (Şekil 2-1). Histonlar genetik mater­
verebilirler. Ya da; kimi hücreler (meme fibroblastları ve ute­
yale bağlıdır ve sitoplazmada membranla çevrelenmiş çok
rus düz kas hücreleri gibi) farklı hücreler oldukları halde, sa­
sayıda organel bulunur. Bu kitapla, hemen hemen tümüyle
hip oldukları reseptörler nedeniyle dişi seks hormonlarına
ökaryotik hücreler anlatılmaktadır.
karşı aynı duyarlılığı gösterirler.

HÜCRESEL FARKLILAŞMA HÜCRE BİLEŞENLERİ


İnsan organizması yaklaşık 200 farklı hücre tipinden oluş­
Hücre, iki temel bölümden oluşmuştur: sitoplazma (Yun.
muştur. Bu hücrelerin tümü, zigot denilen ve oosit ile sper­
kytos, hücre + p la sm a , şekillenmiş şey) ve çekirdek (Lat.
min döllenmesiyle oluşmuş tek bir hücreden türemiştir. Zi­
mix, fındık). Sitoplazma bileşenleri, hematoksilen ve eozin
gotun ilk hücre bölünmesi sonucunda, bir erişkinin tümünü
boyasıyla hazırlanmış preparatlarda; genellikle, belirgin ola­
yapabilme yeteneğinde olan ve blastomer denilen hücreler
rak ayırd edilemezler. Buna karşın, çekirdek yoğun olarak
oluşur. Hücre farklılanması denilen bu işlem sırasında,
koyu mavi ya da siyah boyanmış olarak gözükür.
hücre özgül proteinler sentezler, şeklini değiştirir ve belli iş­
levlerde oldukça etkili olmaya başlar. Örneğin; kas hücresi
öncüleri, uzayarak miyofibril proteinlerini (aktin, miyozin)
Sitoplazma
sentezleyen ve biriktiren iğ biçiminde bir hücre şeklini alır­ Sitoplazmayı hücre dışındaki çevreden ayıran hücrenin en
lar. Bu değişimin sonucunda ortaya çıkan hücre, kimyasal dış bileşeni plazma membranı (plazmalemma)’dır. Plaz­
enerjiyi kasılma gücüne etkili bir şekilde dönüştürür. ma membranı (zarı) hücreyi dıştan sınırlamış olsa bile, hüc-

| Hidrofilik
Temel fosfolipid
j bölüm
grubu
İndirgenmiş Fosfolipidlerin
osmiyum fosfat grubu
çökeltisi 1 Hidrofobik
Yağ asitleri zinciri
J bölüm
oü o o o Kolesterol
o o o
nm nm nm nm

Şekil 2-1. Hücre membranının ince yapısı ve moleküler (sağ) organizasyonu. Soldaki koyu çiz­
giler, elektron mikroskobunda görülen iki yoğun tabakayı göstermektedir; bu görüntünün nedeni,
osmiyumun fosfolipit moleküllerinin hidrofilik bölümünde çökelmesidir.

23
24 / BÖLÜM 2

Tablo 2-1. Bazı özelleşmiş hücrelerdeki hücresel işlevler. tabakalı görünmesinin nedeni, indirgenen osmiyumun, lipit
tabakasının her iki tarafında bulunan hidrofilik gruplarda çö­
İşlev Ö zelleşm iş Hücre(ler) kelmesidir.
Hareket Kas hücresi Fosfatidilkolin (lesitin) ve fosfatidiletanolamin (sefalin)
gibi membran fosfolipitleri; elektriksel olarak yüklü (hidrofi­
Enzimlerin sentezi ve Pankreas asinüs hücreleri
lik) bir baş bölümü ile buna bağlanmış nonpolar (hidrofo-
salgılanması
bik) iki uzun hidrokarbon zincirinden oluşmuşlardır. Koles­
Müköz maddelerin sentezi Müköz bez hücreleri terol de hücre zarının bir bileşenidir. Zar İçindeki lipitlerin
ve salgılanması en kararlı oldukları durum, hidrofobik (nonpolar) zincirleri
Steroidlerin sentezi ve Adrenal bez, testis ve zarın merkezine, hidrofilik (yüklü) baş bölümleri ise dışa
salgılanması ovaryumun kimi hücreleri doğru olacak şekilde oluşturdukları çift tabaka düzenidir
(Şekil 2-1). Kolesterol, sıkıca paketlenmiş olan uzun fosfoli­
İyon taşınması Böbrek ve tükürük bezi
pit zincirlerini kırar; bu bozulma, zarı daha akışkan yapar.
kanallarının hücreleri
Hücre, kolesterol miktarı aracılığıyla zar akışkanlığını kont­
Hücre içi sindirim Makrofajlar ve kimi rol eder. İki tabakanın her birindeki lipit yapısı farklıdır. Ör­
akyuvarlar neğin; eritrositlerde fosfatidilkolin ve sfingomiyelin ölçüsü
Fiziksel ve kimyasal Duysal hücreler zarın dış yarımında, fosfatidilserin ve fosfatidiletanolamin
uyarıların sinirsel miktarı ise iç yarımında daha çoktur. Glikolipitler denilen ve
uyarılara dönüşümü oligasakkarit zincirlerine sahip olan kimi lipitler, hücre zarın­
dan dışarı uzanarak lipitlerdeki asimetrik yapıya katkıda bu­
Metabolit emilimi Bağırsak hücreleri
lunurlar (Şekil 2-3A ve 2-)).
Zarların başlıca moleküller bileşeni olan proteinler (plaz­
ma zarında yaklaşık %50 ağırlık/ağırlık) iki gruba ayrılabilir­
ler. Bunlar; doğrudan lipit tabakası içinde gömülü olan in­
tegral proteinler ve zar yüzeyine gevşek olarak bağlanmış
renin içi ile dışardaki makromoleküller arasında bir geçişim periferik (çevresel) proteinlerdir. Gevşek olarak bağla­
vardır. Plazma membranı, integrinier denilen proteinler nan periferik proteinler tuz çözeltileri ile hücre zarlarından
içerir. İntegrinier, sitoplazmik iskelet flamentlerine ve hücre kolayca çıkartabilirler, integral proteinler ise ancak deter­
dışı moleküllere bağlıdır. Bu bağlantılar yoluyla, sitoplazına janların kullanıldığı daha etkili yöntemlerle çıkartabilirler.
ile hücre dışı matriks arasında, her iki yönde, sürekli bir alış­ Kimi integral proteinler zarı bir taraftan diğer tarafa bir ya da
veriş sağlanır. Sitoplazmanın kendisi bir sitozol ya da mat- birkaç kez geçer. Bu nedenle de bunlara; bir geçişli ya da
riksten oluşmuştur. Sitozola gömülü durumda; organeller, çok geçişli transm em bran proteinleri (zarı kateden pro­
hücre iskeleti (sitoskeleton) ile karbonhidrat, lipit ve pig­ teinler) denir (Şekil 2-4).
ment kalıntıları bulunur.
Ökaryotik hücrelerin sitoplazması, zarlar tarafından bir­
birinden kesin bir şekilde ayrılmış, iyon ve moleküllerin
hücre içi trafiğini düzenleyen, çok sayıda bölmelere ayrılır.
Bu bölmeler, enzimleri ve ilgili maddeleri yoğunlaştırarak,
hücrenin etkinliğini artırırlar.

Plazma membranı (zarı)


Tüm ökaryotik hücreler, fosfolipitler, kolesterol, proteinler
ve oligosakkarit zincirlerinden (fosfolipit ve protein mole­
küllerine kova lent bağlarla bağlı) oluşmuş sınırlayıcı zarlarla
çevrilmiştir. Hücre ya da plazma zarı, belli maddelerin hüc­
re içine ve dışına geçişini düzenleyen seçici bir engel olarak
işlev görür ve özgül moleküllerin taşınmasını kolaylaştırır.
Hücre membranının önemli bir rolü de, hücre dışındaki sı­
vıdan farklı olan hücre İçi ortamı sabit tutmaktır. Zarlar aynı
zamanda, çok sayıda özgün tanıma ve düzenleme işlevini de
(daha sonra tartışılacaktır) yürüterek, hücrenin çevresiyle
ilişkisi yönünden önemli bir rol üstlenirler.
Zarların kalınlığı 7.5-10 nııı arasında değişir ve bu ne­
denle yalnızca elektron mikroskobunda görülebilirler. Elekt­
ron mikroskobik fotoğraflar, pkızmalemmanın -ve bunun gi­
bi hemen hemen tüm diğer organel zarlarının- osmiyum tet-
roksitle tespit edildikten sonra üç tabakalı bir yapı gösterdi­ Ş e k il2-2. Bir epitel hücresinin yüzey kesitinin elektron mik­
ğini ortaya koymaktadır (Şekil 2-1). Tüm zarlar bu görünüm­ roskop fotoğrafında, ünit membranın (birim zar) dışta iki ko­
de oldukları için, bu üç tabakalı yapıya ünit membran yu ve içte bir açık bant şeklindeki görüntüsü. Zar yüzeyin­
(birim zar) (Şekil 2-2) denir. Elektron mikroskobunda üç de görülen tanecikli yapı, glikokaliks’dir. X 100 000.
SİTOPLAZMA / 25

A Lipit ve proteinlere bağlı karbonhidrat zincirleri

Giikolipitin Glikoproteinin
zinciri

Dış kenar proteini


Transmembran protein
Lipit

Şekil 2-3. A: Zar yapısının sıvı mozaik modeli. Zar çift fosfolipit tabakasından oluşmuştur. Bu tabakaya pro­
teinler ya gömülmüşlerdir (tamamlayıcı proteinler) ya da sitoplazmik yüzeye tutunmuşlardır (dış kenar prote­
inleri). Tamamlayıcı zar proteinleri lipit tabakaya sıkı bir şekilde gömülmüşlerdir. Bu proteinlerin kimileri, lipit
tabakasını boydan boya geçerken (transmembran proteinleri), kimileri lipit çift tabakanın ya iç ya da dış yap­
rağına gömülmüştür. Tamamlayıcı zar proteinlerinde noktalı çizgi alanları; hidrofobik amino asitlerin, zarın
hidrofobik bölümleriyle etkileşime girdikleri yerlerdir. Birçok protein ve lipit, dış tarafta oligosakkarit zincirleri­
ne sahiptir. B: Bir hücre dondurulup kırıldığında (kryofraktür), zar yarıklanması olur. Zar partiküllerinin (1) ço­
ğu, zarın sitoplazmaya komşu yarımına (zarın P ya da protoplazmik yüzü) bağlı kalmış proteinler ya da pro­
tein kümeleridir. Daha az sayıda partikül zarın dış yarımına (E ya da hücre dışı yüz) bağlı olarak bulunur. Her
protein partikülünün yüzeylerden birinde yaptığı çıkıntıya denk gelen, karşı yüzeyde bir çöküntü (2) görülür.
Zar fosfolipitlerinin yağ asidi kuyruklarının uç uca geldiği yer zayıf bir bölge oluşturduğundan, zarın yarılma­
sı bu çizgi boyunca olur. Bu bölgenin zayıf olmasının nedeni; yağ asidi kuyruklarının uç uca gelmesini sağ­
layan, yalnızca zayıf bir sudan kaçan etkileşimdir. (Krstfc RV: Ultrastructure o f the Mammalian Cell. Spinger-Verlag,
1979'dan izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)

Donciurnva-kırma yöntemiyle yapılan elektron mikrosko­ nın her iki yüzeyindeki dağılımı farklıdır. Bu nedenle, hüc­
bik çalışmalar, birçok tamamlayıcı proteinin lipit molekülle­ redeki tüm zarlar asimetriktir.
ri arasına yerleşmiş küremsi moleküller şeklinde dağıldığını Çift tabakalı lipit içinde proteinlerin integrasyonu; başlı­
göstermiştir (Şekil 2-3B). Bu proteinlerin kimileri çift tabaka­ ca, lipitler ile tamamlayıcı proteinlerin dış kabuğundaki
lı lipit içine kısmen gömülmüşlerdir; bu nedenle ya iç ya da nonpolar amino asitler arasındaki hidrofobik etkileşim so­
dış yüzeyde çıkıntı yaparlar. Diğer proteinler ise iki lipit ta­ nucu sağlanır. Kimi integral proteinler bulundukları yere
bakasını da boydan boya geçecek kadar büyüktürler ve her çok sıkı bir şekilde bağlanmamıştır ve hücre membranında
iki yüzeyde de çıkıntı oluştururlar (transmembran proteinle­ hareket edebilir (Şekil 2-5). Ancak, lipitlerin tersine, memb­
ri). Glikoprotein ve glikolipitlerin karbonhidrat bölümleri, ra n proteinlerinin çoğunun yanlara doğru yayılması, kendi­
plazma zarının dış yüzeyinden uzanırlar; bunlar, reseptör lerine bağlı olan hücre iskeleti elemanları nedeniyle sınırlı­
(alm aç) denilen özgül moleküllerin önemli bir bileşenidir­ dır. Epitel hücrelerinin çoğunda, sıkı bağlantılar (Bölüm -ı’e
ler. Reseptörler, hücrelerin yapışması, hücre tanınması ve bakınız) tamamlayıcı proteinlerinin yanlara doğru yayılma­
protein hormonlara yanıt verme gibi önemli etkileşimlere sını ve halta dış yaprağın zar lipitlerinin de yayılmasını en­
katılırlar. Lipitlerde olduğu gibi, proteinlerin de hücre zarı­ geller.
26 / BÖLÜM 2

Glikolipitin şeker zinciri Glikoproteinin şeker zinciri

Şekil 2-4. Plazma membranının


moleküler yapısının şematik çi­
zimi. Bir geçişli ve çok geçişli
(transmembran) proteinlerine
H ü c re d ışı o rtam dikkat ediniz. Şekilde kenar pro­
teinler membranın dış yüzeyin­
de gösterilmiştir; ancak, bu pro­
teinler, Şekil 2-3’de gösterildiği
gibi, başlıca sitoplazmik yüzde
bulunurlar. (Junqueira LC, Came-
iro J: Biologia Celular e Molecular,
6th ed. Editora Guanabara,
S ito zo l 1997'den izinli alınmış, değiştirilmiş
ve yeniden çizilmiştir.)
Hücre zarı

Zar geçen protein Zar geçen protein

Zar proteinlerinin mozaik şeklindeki düzenlenişi, çift


katlı lipit tabakasının sıvı özelliği ile birlikte, membran yapı­
sının Şekil 2-3A’da gösterilen sıvı mozaik modeli’nin teme­
lini oluşturur. Zar proteinleri granüllıı endoplaznıa retikulu-
munda sentezlenir; molekülleri Golgi kompleksinde olgun­
laştırılır ve veziküller içinde hücre yüzeyine taşınırlar (Şekil
2- 6 ).
Elektron mikroskobunda hücrenin dış yüzeyinde gliko-
kaliks denilen, karbonhidrattan zengin tüysü bir bölge bu­
lunur. Bu tabaka, membran lipit ve proteinlerine bağlı kar­
bonhidrat zincirleri ile hücreden salgılanan glikoproteinler
ve proteglikanlardan oluşmuştur. Glikokaliks, hücrenin ta­
nınması ile hücrenin başka hücrelere ya da hücre dışı mole­
küllere tutunmasında rol oynar. Plazma zarı hücre ile çevre­
si arasında karşılıklı madde alışverişinin yapıldığı yerdir.
Na+, K+ ve Ca-+ gibi kimi iyonlar, tamamlayıcı zar proteinle­
ri sayesinde, adenozin trifosfat (ATP)’ın yıkımıyla sağlanan
enerjiyi kullanarak, hücre membranı boyunca taşınırlar.
Maddelerin kütlesel taşınması da plazma zarı aracılığı ile
olur. Maddelerin kütle şeklinde hücre içine alınışı eııdosi-
toz (Yun. enclon, içinden + kytos) olarak bilinir. Buna karşı­
lık, maddenin aynı kütle şeklinde dışarıya salınmasına ekzo-
sitoz denir. Bununla beraber, moleküler düzeyde ekzositoz
ve endositoz, farklı protein moleküllerini kullanan farklı
olaylardır.

Şekil 2-5. Deney, proteinlerin hücre içindeki akışkan doğasını göster­


mektedir. Plazmalemma, içine proteinlerin gömülü olduğu iki paralel çiz­
❖ gi (lipit bölümlerine denk gelen) şeklinde gösterilmiştir. Bu deneyde, do­
ku kültüründen elde edilmiş iki tip hücre (biri flüoresan işaretli [sağ] öbü­
rü değil), Sendai virüsünün etkisiyle birleştirilmiştir (A -> B). Membranla-
rın birleşmesinden hemen sonra, işaretli hücrenin flüoresan işaretleyici­
leri, birleştiği hücrenin tüm yüzeyine yayılır (C). Bununla beraber, birçok
hücrede zargeçen proteinlerin çoğu, hücre iskeletine bağlı olarak yerle­
rinde sabit kalırlar.
SITOPLAZMA / 27

Ş ekil 2-6. Hücre zarının proteinleri granüllü endoplazma retikulumunda sentezlenir ve veziküller içinde Golgi kompleksi­
ne taşınır. Burada gerekiyorsa değiştirilir ve hücre zarına taşınır. Bu örnek, zarın bir tamamlayıcı proteini olan glikoprote-
inin sentezini ve taşınmasını göstermektedir. (Junqueira LC, Carneiro J: Biologia Celular e Molecular, 6th ed. Editora Guanabara,
1997‘den izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)

SiVl-FAZ PİNOSİTOZ gül bölgelerde toplanarak kaplı çukurlar denilen bölgeleri


Sıvı-faz pinositozda, hücre zarında küçük bir icekıvrım olu­ oluştururlar. Ligant (reseptöre karşı büyük bir birleşme eğili­
şur ve bu içekıvrılma hücre dışı sıvıyı ve içindeki eriyikleri mi olan moleküD’ın reseptörüne bağlanması, yayılmış durum­
içine alır. Pinositotik veziküller (yaklaşık 80 nm çapında), da bulunan reseptörlerin kaplı veziküllerde toplanmasına ne­
hücre yüzeyinden koparak ayrılırlar (Şekil 4-24) ve genellik­ den olur (Şekil 2-7). Zarın sitoplazmik yüzeyindeki kılıflaşma
le lizozomlarla birleşirler (bu bölümün daha sonraki lizo- birkaç polipeptitden oluşmuştur, bunların en önemlilerinden
zomlar alt bölümüne bakınız). Bununla beraber, kapillerleri birisi de kialrin dir. Kaplı çukur, sitoplazmaya doğru çöker ve
döşeyen hücrelerde (endotel hücreleri) pinositotik vezikül­ hücre zarından koparak ayrılır ve ligant ile reseptörü hücre
ler, oluştukları yüzeyden ayrıldıktan sonra, karşı yüzeye do­ içine taşıyan kaplı vezikiilü oluşturur.
ğu hareket edebilirler. Burada plazma membranıyla birleşir Daha sonra, kaplı veziki'ıl klatrin kılıfını kaybeder endo-
ve içeriklerini hücre yüzeyine salarlar; böylece, maddelerin zom (Şekil 2-7) ile birleşir. Endozom, sitozolde yerleşik hüc­
kütle halinde hücre boyunca taşınması sağlanmış olur (Şekil re yüzeyine yakın (genç endozom) ya da sitoplazmanın de­
11-4). rinlerinde (yaşlı endozom) bulunan vezikül ve tübiil sistemi­
dir. Bunlar birlikte endozomal kom partıman’ı oluşturur­
R e s e p t ö r A r a c il i E n d o s İt o z lar. Genç ve yaşlı endozomların ayrı bölmeler mi olduğu;
Hücre yüzeyinde, düşük yoğunluklu lipoproteinler ve prote­ yoksa, birinin diğerinin öncüsü mü olduğu hala soru işare­
in hormonlar gibi birçok madde için reseptörler vardır. Re­ tidir. Tüm endozomların zarında, endozomun içinin asidite-
septörler aslında tüm yüzeye yayılmış durumdadır; ancak, öz­ sini sağlayacak, ATP-güdülü H+ pompası bulunur. Klatrin
28 / BÖLÜM 2

Sözcük anlamı “hücrenin yemesi” olan fagositoz, “hücre­


nin içmesi" anlamına gelen pinositoza benzetilebilir. Makro-
faj ve polimorfonüklear lökosit gibi belli hücre tipleri; ya­
bancı bakteri, protozoa, mantar, haraplanmış hücre ve hüc­
re dışı gereksiz maddeleri alıp, yok etmek için özelleşmiş
hücrelerdir. Örneğin; bir bakteri makrofajın yüzeyi ile temas
ettikten sonra makrofajın sitoplazmik uzantıları bakteriyi tü­
müyle sarmalar. Bu uzantıların kenarları kaynaştığında, bak­
teri hücre içi fagozoma hapsedilmiş olur.
Ekzositoz, membranla çevrili bir yapının plazma memb-
ranı ile kaynaşmasını ve içeriğini, plazma membranının bü­
tünlüğü bozulmaksızın, hücre dışı aralığa boşaltmasıyla so­
nuçlanan işlemi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Ek-
zokrin pankreas ve tükrük bezlerinde olduğu gibi, salgı ya­
pıcı hücrelerde biriktirilen ürünlerin boşaltımı bu işlemin ti­
pik bir örneğidir (Şekil 4-26). Ekzositozda membranların
kaynaşması karmaşık bir olaydır. Hücre membranları yüksek
yoğunlukta negatif yüklü (fosfolipitlerin fosfat rezidüleri) ol­
duğundan, birbirlerine çok yakınlaşan membranla çevrili ya­
pılar birleşmezler; hatta, birleşmeyi kolaylaştıracak özgül bir
etkileşim olmadıkça birbirlerini iterler. Bu nedenle, ekzosi­
tozda çok sayıda özgül protein aracılık yapar. Bu işlemi ge­
nellikle, Ca2+ düzenler. Örneğin; sitozolde Ca2+ miktarının
artması, ekzositozu tetikler.
Endositoz sırasında, hücre zarının bu bölümü endosito-
tik vezikül oluşturur; ekzositoz sırasında ise membran hüc­
re yüzeyine geri döner. Bu olaya m embran trafiği denir
(Şekil 2-7 ve 2-8). Birçok sistemde, zarlar korunur ve endo-
sitozun tekrarlanan döngüsünde birkaç kez yeniden kullanı­
lırlar.

Sinyallerin (İşaretlerin) Alınması


Çok hücreli organizmalarda hücreler; doku içindeki gelişmele­
rini düzenlemek, büyümeleri ile bölünmelerini kontrol etmek
ve işlevlerini sürdürmek için birbirleriyle haberleşmek zorun­
dadırlar. Birçok hücre; komşu hücreyle birleşen, iyon ve kü­
Şekil 2-7. Endositik yol ve zar trafiğinin şematik gösteril­ çük moleküllerin karşılıklı alışverişine izin veren haberleşme
mesi. Hormon ya da büyüme faktörleri gibi ligantlar, özgül bağlantıları kurar (4. Bölüme bakınız). İşaretler, aralıklı bağlan­
yüzey reseptörlerine bağlandıktan sonra, klatrin ve diğer tı da denilen bu kanallardan, hücre dışı sıvıyla temas etmeden
proteinlerin kapladığı pinositotik veziküllerin içine alınırlar. doğaldan hücreden hücreye geçer. Bunun olmadığı durumlar­
Kaplayan moleküllerin ayrılmasından sonra pinositotik ve- da; hücre, diğer hücreleri doğaldan fiziksel temasla etkileyen,
zikül endozomal bölmeyle birleşir. Bu bölmenin düşük membaına bağlı işaret moleküllerini kullanır.
Hücre dışı işaret molekülleri ya da haberciler, hücreler
pH’sı, ligantın reseptöründen ayrılmasına neden olur. Re-
arasında üç tip haberleşmeye aracılık ederler. Endokrin
septörlü zar yeniden kullanılmak üzere hücre yüzeyine ge­
işarette, hormonlar kanla tüm vücuttaki hedef dokulara ta­
ri döner ve ligantlar da lizozomlara taşınırlar. Tüm bu vezi-
şınırlar; parakrin işarette, kimyasal aracılar hızla metaboli­
kül hareketini sağlayan, motor proteinlere sahip hücre iske­
ze olduklarından yalnızca yakın çevredeki hücrelere etki
letidir. ederler; sinaptik işarette ise, nörotransmiterler yalnızca si-
naps denilen özel temas bölgeleri üzerinden komşu sinir
hücrelerini etkilerler (9. Bölüme bakınız). Kimi durumda;
parakrin sinyal, haberci molekülü üreten aynı hücre tipi üze­
molekülleri kaplı veziküllerden ayrılırlar ve yeni kaplı çu­ rine etki eder. Bu olaya otokrin işaret denir. Vücuttaki her
kurların oluşumuna katılmak için hücre zarına geri dönerler. hücre tipi, önceden özel bir şekilde programlanmış ve ken­
Endozomlara geçen moleküller birden çok yol izleyebi­ disine gelen işaretlere farklı şekilde yanıt verme yeteneğin­
lirler (Şekil 2-7). Endozomun asidik pH’sı tarafından ligant- de olan reseptör proteinleri içerir (Şekil 2-9).
İşaret moleküllerinin sudaki eriyebilirlikleri de farklıdır.
lanndan ayrılmış olan reseptörler, yeniden kullanılmak için
Steroid ve tiroid hormonları gibi küçük hidrofobik işaret
hücre membranına dönebilirler. Örneğin; düşük yoğunluklu
molekülleri, hedef hücrenin plazma membranını difiizyon-
lipoprotein reseptörler (Şekil 2-8) birçok defa yeniden kul­
la geçerler ve hücre içindeki reseptör proteinlerini etkinleşti-
lanılırlar. Ligantlar genellikle yaşlı endozomlara taşınırlar.
rirler. Bunun aksine, nörotransmiterler, çoğu hormonlar, ye­
Bununla beraber, kimi ligantlar, yeniden kullanılmak için,
rel kimyasal aracılar gibi hidrofilik haberleşme molekül­
hücre dışı ortama dönerler. Demir-taşıyan protein olan trans­
leri, hedef hücrelerin yüzeyindeki reseptör proteinlerini et-
ferin, bu olaya bir örnektir.
kinleştirirler. Hücre zarında yer alan bu reseptörler; haberi,
SİTOPLAZMA / 29

QYL-<1_0 DYL reseptörleri

v Zm I vv
a Kaplı çukur
(başlıca klatrin) |

Kaplı proteinler hücre Kaplı vezikül


yüzeyine geri döner

Şekil 2-8. Düşük-yoğunluklu lipoproteinlerin (DYL) içeriye alınması, vücut sıvılarındaki DYL mik­
tarını azaltmak açısından önemlidir. Kolesterolden zengin olan DYL, hücre membranındaki re­
septörlere çok yüksek bir afiniteyle bağlanır. Bu bağlanma, kaplı çukurlardan pinositotik vezikül
oluşumunu aktive eder. Daha sonra, bu veziküller plazmalemmanın iç yüzeyine dönecek olan
kaplarını kaybederler ve kapsız vezikül endozomla birleşir. Sonraki evrede; DYL, hücre tarafın­
dan kullanılması için, sindirilmek ve bileşenlerine ayrılmak üzere lizozomlara taşınır.

varacağı en son noktaya (ya sitoplazma ya da çekirdek) ilet­ Hücre İçi Reseptörler Aracılı İşaretleşme
mek için, bir dizi hücre içi aracıya aktarırlar. Çok sayıda hüc­
reler arası hidrofilik haberci, işareti reseptörden hücrenin ge­
ri kalan tümüne aktarabilmek için membran proteinlerine ge­
rek duyar. Bunlar içinde en iyi bilineni, guanin nükleotidine
bağlandığı için, G proteinleri denilen proteinlerdir. Birincil
haberci (hormon, nörotransmitter, parakrin işaret) reseptöre
bağlandığında, reseptörün yapısında, bu duruma uyum sağ­
layacak yönde, bir değişiklik olur ve değişime uğrayan re­
septör, G protein-guanozin difosfat kompleksini etkinleştirir
(Şekil 2-10). Guanozin difosfat, guanozin trifosfat ile yer de­
ğiştirir; bu değişim sonucunda, G proteininin a alt birimi ser­
bestleşir. a alt birimi de efektör denilen membrana bağlı di­
ğer aracılar üzerine etki eder. Genellikle, etkisi İşlevsiz öncül
molekülü işlevli ikincil haberciye dönüştüren bir enzimdir.
İkincil haberci, tüm sitoplazmaya yayılabilir ve işareti hücre
membranının ötesine taşır; böylece, hücre davranışında deği­
şime neden olacak bir dizi moleküler etkilenme başlatır. Ör­
neğin; Tablo 2-2’de verilen örnekler çeşitli dokularda bulu­
nan G proteinlerinin farklılığını ve önemli hücre işlevlerini
düzenlemedeki rollerini göstermektedir.

KLİNİK BİLGİ

Hatalı reseptörlere bağlı olarak ortaya çıkan bir­ Şekil 2-9. Hücreler kimyasal işaretlere sahip oldukları re­
çok hastalık gösterilmiştir. Örneğin; yalancı- hipo- septörlere göre yanıt verirler. Bu şematik çizimde, farklı re­
paratirodizm ve bir tür cüceliğin nedeni, paratiro- septöre sahip üç hücre gösterilmiştir. Hücre dışı çevre ise
id ve büyüme hormonu reseptörlerinin işlev gör­ uygun reseptör ile etkileşecek olan çok sayıda ligant içer­
memesidir. Her iki durumda da bezler gerekti hor­ mektedir. Hücre dışı çevrede molekül kalabalığı vardır; an­
monu ürettikleri halde, normal reseptörleri olma­ cak, reseptör ile ligant arasında bir etkileşimin olabilmesi
dığından hedef hücreler normal yanıt vermezler. için, her ikisinin de birbirlerini tamamlayıcı yapıya sahip ve
aralarında büyük bir çekimin olması gerektiği düşünülmek­
tedir.
30 / BOLUM 2

t > —
(1) Alfa (a), beta (P) ve gamma (y) alt (2) Bir hormon ya da başka bir birincil
birimlerinden oluşan G proteinleri, haberci reseptöre bağlandığında;
dinlenme durumunda guanozin di- reseptör, G proteinin GDF’sinin, G
fosfat (GDF) nükleotidine bağlıdır proteini etkili kılacak olan guano-
zin trifosfat (GTF) nukleotidi ile yer
ve reseptörle bir teması yoktur. değiştirmesine neden olur.

Şekil 2-10. G proteinlerin efek-


törleri açma-kapama durumuna
(4) Birkaç saniye sonra, a alt (3) G protein bileşenlerine ayrılır; bun­ nasıl getirdiği gösterilmektedir.
birimi GTF'yi GDF’ye dö­ dan sonra, GTF’ye bağlı a alt birimi (Linder M, Gilman AG: G prote­
nüştürür ve böylece kendi membran boyunca yayılır ve bir efek-
kendini etkisizleştirir. Daha ins. Sci Am 1992;267:56’dan izinli
sonra, a alt birimi p-(komp- töre bağlanarak onu etkinleştirir. Düğ­ alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çi­
leksiyle yineden birleşir. me açılmıştır. zilmiştir.)

Steroid hormonlar, küçük hidrofobik (yağda eriyen) mole­ Bu organeller, sitoplazmada var olan metabolitlerin kim­
küllerdir ve plazmadaki taşıyıcı moleküllere geri dönüşümlü yasal enerjisini, hücrenin kolayca kullanabileceği enerjiye
olarak bağlanarak kan içinde taşınırlar. Taşıyıcı proteinlerin­ dönüştürürler. Bu enerjinin %50’si, ATP moleküllerinde yük­
den ayrıldıktan sonra, hedef hücrenin plazma membranının sek enerjili fosfat bağlan şeklinde depolanır. Geri kalan
lipitlerini geçerler ve sitoplazma ya da çekirdekteki özgül %50’sinden elde edilen ısı, vücut sıcaklığını sürdürmek için
steroid hormon reseptör proteinlerine geri dönüşümlü ola­ kullanılır. Hücrenin ozmotik, mekanik, elektiriksel ya da
rak bağlanırlar. Hormonun bağlanması reseptörü etkinleşti­ kimyasal bir iş yapması gerektiğinde, ihtiyaç duyulan enerji,
rerek, onun özgül DNA dizisine yüksek bir çekimle bağlan­ ATPaz enziminin aktivitesiyle ATP tarafından salınır.
masını sağlar. Yüksek afiniteli bu bağlanma; genellikle, öz­ Elektron mikroskobunda, mitokondrinin tipik bir yapıya
gül genlerin yaptıkları transkripsiyon miktarını artırır. Her bir sahip olduğu görülür (Şekil 2-12 ve 2-13A). Dış ve iç mito-
steroid hormon, homolog reseptör protein ailesinin farklı bir kondriyal zardan oluşmuştur. İç zar, mitokondrinin içine
üyesi tarafından tanınır. Tiroid hormonları, hücre içi resep­ doğru, krista denilen uzantılar yapar. Bu zarlar iki kompar­
törler üzerine etki eden değişmiş yağtutan amino asitlerdir. tımanı çevreler. İki zar arasındaki kompartımana, inter-
membran aralık denir. İç zar, interkrista aralığı ya da mat-
riks aralığı denilen diğer kompartımanı çevreler. Mitokoncl-
Mitokondri
riyal zarlar, diğer hücre zarları ile karşılaştırıldığında, çok
Mitokondrilerin (Yun. mitos, iplik + cbonclros, graniti), uzun­ fazla protein molekülü içerirler. Mitokondrilerin çoğu, yassı
luğu 10 mm’den fazla, genişliği 0.5-1 mm olabilen ipliksi ya ve raf şeklinde kristalara sahipken (Şekil 2-12 ve 2-13A), ste­
da küresel organellerdir (Şekil 2-11). Hücrenin enerji tüketi­ roid salgılayan hücreler (ör; siirrenal bezi, Bölüm 4’e bakı­
minin daha fazla olduğu bölgelerinde; örneğin, titrek tüylü nız) genellikle tiibüler kristalar içerirler (Şekil 4-37). Krista-
hücrelerin üst yüzünde (Şekil 17-3), spermlerin orta parça­ lar, mitokondrilerin iç yüzeyini çoğaltırlar, enzim ve oksida-
sında (Şekil 22-9) ya da iyon transferi yapan hücrelerin ba­ tif fosforilasyon ile elektron transport sisteminin diğer bile­
zal yüzünde (Şekil 4-24) toplanma eğilimindedirler. şenlerini içerirler. Adenozin difosfat (ADP)’ı ATP’ye fosforla-
SITOPLAZMA / 31

Tablo 2-2. G Proteinlerin aracılık ettiği fizyolojik etkilere örnekler.

Uyarı Etkilenen Hücre Tipi G Protein Efektör Etki

Epinefrin, glukagon Karaciğer hücreleri Gs Adenil siklaz Glikojeni yıkar


Epinefrin, glukagon Yağ hücreleri Gs Adenil siklaz Yağı yıkar

Luteinizan hormon Ovaryum folikülleri Gs Adenil siklaz Östrojen ve projesteron


sentezini artırır

Antidiüretik hormon Böbrek hücreleri Gs Adenil siklaz Böbrekte suyun geri emilimi

Asetilkolin Kalp kası hücreleri Gj Potasyum kanalı Kalp vurumunun yavaşlatılması


ve pompalama gücünün azaltılması

Enkefalinler, Beyin nöronları Gj/Go Kalsiyum ve potasyum Nöronların elektiriksel etkinliğinin


endorfinler, opioidler kanalları, adenil siklaz değişmesi

Anjiotensin Kan damarlarındaki Gq Fosfolipaz C Kas kasılması; kan basıncının


düz kas hücreleri yükselmesi

Kokular Burundaki nöroepitelyal Golf Adenil siklaz Kokuların algılanması


hücreler

Işık Retinadaki koni ve Gt Siklik GMF Görsel işaretlerin algılanması


basil hücreleri fosfodiesteraz

Feromon Hamur mayası GPA1 Bilinmiyor Hücrelerin çoğalması

Linder M, Gilman AG: G proteins. Sci Am 1992;267:56.’dan izinli alınmıştır.

yan sistem, silindirik bir sapla iç membrana bağlanmış olan yalnızca küçük bir bölümü yerel olarak üretilir. Mitokondri­
küresel yapılarda yerleşiktir (Şekil 2-12), Küresel yapılar, yal proteinlerin büyük bir bölümünün kodu çekirdek
ATP sentetaz (ADP ve inorganik fosfat ile enerji varlığında DNA’sında hazırlanır ve sitozoldekİ poliribozomlarda sen­
ATP yapar) etkinliği gösteren protein bileşikleridir. Kemİoz- tezlenir. Bu proteinler, mitokondriye gideceklerinin işaretini
motik teori, ATI3 sentezinin bu küresel birimden proton ge­ taşıyan kısa bir aminoasit dizisine sahiptir ve enerji gerekti­
çişiyle olduğunu desteklemektedir (Şekil 2-14). ren bir mekanizmayla mitokondriye taşınır.
Mİtokondri sayısı ve her bir mitokondrideki krista sayısı, bu­ Karbonhidrat ve yağların yıkımı sitoplazmik matrikste
lunduğu hücrenin enerji etkinliğiyle ilgilidir. Bu nedenle, yük­ başlar. Mİtokondri dışındaki bu metabolik yolun son ürünü,
sek enerji metabolizmasına sahip hücreler (ör; kalp kası hücre­ daha sonra mitokondriye girecek olan, asetil koenzim A’dır.
leri, böbreklerin kimi tübiillerinin hücreleri) fazla miktarda, sıkı­ Mİtokondri içinde asetil koenzim A, okzaloasetat ile birleşir
ca paketlenmiş çok sayıda kristali, mitokondriye sahiptirler. Dii- ve böylece sitrik asit oluşur. Sitrik asit siklusıında, çok sayı­
şiik enerji metabolizmasına sahip hücrelerde ise az sayıda mito- da dekarboksilasyon reaksiyonları sonucunda, CO-, üretilir
kondri bulunur ve bu mitokondrilerin kristaları kısadır.
ve dehidrogenaz tarafından katalize edilen özgül reaksiyon­
Kristalar arasında amorf bir matriks vardır. Proteinden
lar sonucunda da 4 çift H+ iyonu açığa çıkar. H+ iyonları,
zengin olan matriks, sirküler DNA molekülü ve üç çeşit RNA
okijen ile reaksiyona girip H0O yaparlar. Mitokondrinin iç
içerir. Birçok hücrenin mitokondriyal matriksinde, Ca+2’den
membranında bulunan elektron transport sistemi, sitok-
zengin yuvarlak ve elektron yoğun grandiler bulunur. Bu
rom cı, b ve c ile koenzim Q ve sitokrom oksidazın etkin­
katyonun mitokondrideki işlevi tam olarak anlaşılmamışsa
leşmesiyle, ATP’den ADP ve inorganik fosfat oluşturarak, bu
da, mitokondrideki kimi enzimlerin etkinliğini düzenlemede
sistemin üç noktasında tutulmuş olan enerjiyi açığa çıkartır.
önemli olabilir; bir başka işlevsel rolü, Ca+2’nin sitozolik
Aerobik koşullarda; mitokondri dışındaki glikoliz, sitrik asit
konsantrasyonunu düşük tutmaktır. Mİtokondri, Ca+2’nin si-
siklusu ve elektron transport sistemi birlikte, bir glikoz mo­
tozoldaki konsantrasyonu yüksek olduğunda onu pompalar.
Matriks aralığında, sitrik asit (Krebs) döngüsü ve yağ asiti lekülü başına 36 molekül ATI3 verir. Bu, yalnızca glikolitik
b-oksidasyonu enzimleri bulunur. yolun kullanılabildiği anaerobik koşuldan 18 kat daha fazla
Mitokondriyal matriksten yalıtılan DNA çift sarmallıdır ve enerji sağlanması elemektir.
bakteri kromozomlarına çok benzer. Bu çift sarmal mito- Mitoz sırasında, her bir oğul hücre ana hücredeki mito-
kondride sentezlenir; çiftleşmesi (dublikasyon), çekirdeğin kondrillerin yaklaşık yarısını alır. Oğul hücrelerde yeni mito­
DNA kopyalanmasından (replikasyon) bağımsız olarak ger­ kondri oluşumu, varolan mitokondrilerin büyümesi ve son­
çekleşir. Mİtokondri üç tip RNA içerir: ribozomal RNA ra kendi kendine mitozla bölünmesi sonucu oluşur.
(rRNA), haberci (messenger) RNA (mRNA) ve taşıyıcı (trans­ Aslında, mitokondrilerin kimi özelliklerinin bakterilerin-
fer) RNA (tRNA). Mitokondriyal ribozomlar, sitozolik ribo- kiyle çok benzer olması; mitokondrilerin evrimin bir döne­
zomlardan daha küçüktür ve bakteri ribozomlarına benzer­ minde, aerobik bir prokaryot olarak bir ökaryot konakçı
ler. Mitokondride protein sentezi olur; ancak, mitokondriyal hücrenin içinde endosimbiyotik bir yaşama uyum sağladığı
DNA az miktarda olduğu için, mitokondriyal proteinlerin hipotezinin geliştirilmesine yol açmıştır.
32 / BÖLÜM 2

KLİNİK BİLGİ

Mitokondriyal yetmezliğe bağlı çok sayıda hasta­


lık tanımlanmıştır ve bunların çoğu kas yetmezli­
ği ile karakterizedir. İskelet kası lifleri, enerji me­
tabolizmalarının çok yüksek olması nedeniyle,
mitokondriyal defektlere karşı çok duyarlıdırlar.
Bu hastalık tipik olarak üst göz kapağının düş­
mesiyle başlar, yutma zorluğu ve ekstremitelerde
güç kaybıyla devam eder. Bunların nedeni, mito-
kondriler ya da hücre çekirdeğindeki DNA mutas-
yonlan ya da kusurları olabilir. Zigotun içine sper­
me ait mitokondriler giremez (girse bile bu çok az
sayıdadır); bu nedenle, mitokondriyal kalıtım an­
neden gelir. Çekirdek DNA’sı kusurlarında, kalı­ Şekil 2-12. Matriks aralığına girmiş kristaiarıyla bir mito-
tım ya anneden ya babadan ya da her ikisinden kondrinin üç boyutlu çizimi. Bir zarlar arası aralığı çevrele­
olabilir. Genelde, bu hastalıkta mitokondri morfo­ yen 2 zarın mitokondrinin duvarını oluşturduğuna dikkat
lojik değişiklik gösterir (Şekil 2-13B). ediniz. Kristalar, ATP yapımına katılan küremsi birimlerle
döşeli.

Ribozomlar
Ribozomlar, 20 X 30 nm boyutlarında küçük elektron yoğun
partiküllerdir. Bunlar 4 tip rRNA’dan ve yaklaşık 80 farklı
proteinden oluşurlar. Ribozomlar iki sınıfa ayrılır; bunlardan
birisi prokaryot, kloropkıst ve mitokondride diğeri ise ökar-
yotik hücrelerde bulunur. Her iki sınıf ribozom da iki farklı
büyüklükte alt birimden oluşmuştur.
Ökaryotik hücrelerde, her iki alt birimin de RNA mole­
külleri çekirdekte sentezlenir. Çok sayıdaki protein molekül­
leri ise sitoplazmada sentezlenir ve çekirdeğe girerek
rRNA’tara bağlanırlar. Alt birimler çekirdek gözenekleri yo­
luyla çekirdekten ayrılıp sitoplazmaya geçerler ve protein
sentezine katılırlar.
Ribozomlar, rRNA’da polianyon gibi davranan çok sayı­
da fosfat grubu bulunması nedeniyle yoğun olarak bazofilik
görünürler. Bu nedenle, sitoplazmada ribozomların bol bu­
lunduğu bölgeler, metilen ve toluidin mavisi gibi bazik bo­
yalarla yoğun boyanırlar. Bu bazofilik alanlar hematoksilen
ile de boyanır.
Ribozomlar (Şekil 2-15A), poliribozom (polizom) lan
yapmak üzere mRNA şeridi ile birbirlerine tutunurlar. mRNA
tarafından taşınan mesaj, hücre tarafından sentezlenecek
olan proteinin amino asit dizisinin kodunu taşır. Ribozomlar,
protein sentezi sırasında bu mesajın çözülmesi ya da çeviıil-
mesinde kritik bir rol oynarlar. Hücre içinde kullanılmak için
üretilmiş ve sitozol içinde kalmasına karar verilmiş protein­
ler (ör; olgunlaşmamış eritrosit içindeki hemoglobin), sitop-
lazma içinde ayrı kümeler halinde bulunan poliribozomlarda
sentezlenirler. Endoplazmik retikulumun membranına, bü­
yük alt birimleriyle, tutunmuş olan poliribozonılar, retikulu­
mun sisternalarında yalıtılacak olan proteinlerin kodunu ta­
şıyan mRNA’ları çevirirler (Şekil 2-15B). Bu proteinler salgı­
lanabilir (ör; pankreatik ve tiikriik enzimleri) ya da hücre
Şekil 2-11. Midenin döşeyici epitelinin mikrofotoğrafı. Bü­ içinde depolanabilirler (ör; lizozomların enzimleri, akyuvar
yük hücrelerin sitoplazmalarında çok sayıda yuvarlak ve [lökosit] granüllerinin proteinleri). Ayrıca, plazma membranı-
uzamış mitokondriler görülmekte. Merkezî yerleşik çekir­ nın integral proteinleri de endoplazma retikulumu membra-
dekler de açıkça görülmekte. Büyük büyütme. nına tutunmuş polizomlarda sentezlenirler (Şekil 2-6).
SITOPLAZMA / 33

Ş e kil 2-13. Mitokondrinin


yapısal değişkenliği. A: Sı­
çan pankreası kesitinin
elektron mikrografı. Ortada,
kristası (C) ve matriksi (M)
ile bir mitokondri görülmek­
te. Ayrıca, sitoplazmik yüze­
yinde ribozomlar bulunan
granüllü endoplazma retiku-
lumu (GER) un çok sayıda
sisternaları da görülmekte.
X50,000. B: Mitokondriyal
miyopatili bir hastanın çizgi­
li kasının elektron mikros­
kop resmi. Önemli derece­
de değişikliğe uğramış mito­
kondri matriksinde belirgin
şişkinlikler görülmekte.

Dış mitokondri membranı

Küremsi birim proton akışından


sağlanan enerjiyi kullanarak
ATP sentezler

Şekil 2-14. Mitokondride enerji uyumunun kemiozmotik teorisi. Orta: Protonların akışı matriksten iç zarlar arasına doğru­
dur. Bu akış, enerji gerektirir ve enerji iç zarda yerleşik olan elektron transport sistemden sağlanır. Sol: Proton akışından
kaynaklanan enerjinin yarısıyla ATP üretilir, geri kalanı ısı olarak açığa çıkar. Sağ: Multiloküler yağ dokusunda bulunan
termojenin proteini, proton akışı için bir geçit oluşturur. Enerjiyi ısı olarak dağıtan bu akış, ATP üretmez (Bölüm 6'ya ba­
kın).
34 / BÖLÜM 2

A Proteinleri sitoplazmada kalacak olan B Bağlı ribozomlarda, protein sentezi ve


serbest poliribozomlar endoplazma retikulumu içinde yalıtımı

Ş e k il2-15. (A) Sitoplazmada bulunan serbest poliribozomlarda (endoplazma retikulumuna bağlı olmayan)
protein (burada spiral şeklinde gösterilmiştir) sentezinin şematik çizimi. B’de endoplazma retikulumu için­
de yalıtılmış proteinler gösterilmiştir. Bu proteinler en sonunda sitoplazmadan dışarıya verileceklerdir (ih­
raç proteinleri). Poliribozomlar, granüler endoplazma retikulumu membranına tutunmakla kalmazlar; aynı
zamanda, ürettikleri proteini zardan içeriye sokarlar. Bu yolla, sitoplazmada İstenmeyen bir etki gösterebi­
lecek proteinler (özellikle ribonukleaz ve proteaz gibi enzimler), sitoplazmadan ayrı tutulurlar.

Endoplazma Retikulumu
Ökaryotik hücrelerin sitoplazmasmcla; sistem a (sarnıç) deni­
len bir boşluğu çevreleyen kesintisiz bir zar tarafından oluştu­
rulmuş, birbirleriyle bağlantılı kanal ve keselerin yaptığı anas-
tomozlaşan bir ağ bulunur. Kesitlerde, sistemalar birbirlerin­
den aynymış gibi görünürler; aslında, hücrenin tümü yüksek
çözümlü mikroskoplarda incelendiğinde, sistemalann kesinti­
siz olduğu görülür. Bu membran sistemine endoplazma retiku­
lumu (Şekil 2-16) denir. Bu zar sisteminin sitozolik tarafının
birçok bölümü, protein moleküllerini sentezleyen poliribo­
zomlar tarafından örtülmüştür. Bu poliribozomlar sentezledik-
leri proteini sistemalar içinde enjekte ederler. Bu durum, en­
doplazma retikulumunun granüllü ve granûlsüz olmak üze­
re ikiye aynlmasma neden olur.

G r an üllü E n d o p l a z m a R e t İk u l u m u

Granüllü endoplazma retikulumu (GER); pankreas asinus


hücreleri (sindirim enzimleri), fibroblasdar (kollajen) ve
plazma hücreleri (immünglobülinler) gibi protein salgılamak
için özelleşmiş hücrelerde fazla miktarda bulunur. GER, ke­
semsi ve raf benzeri yassılaşmış sisternalardan oluşur (Şekil
2-13). Sisternalan, çekirdeğin dış zarıyla devam eden bir zar
çevreler. Zann sitozolik tarafında poliribozomlar bulunduğu
için “granüllü endoplazma retikulumu” denir (Şekil 2-16 ve
Ş ekil 2-16. Endoplazma retikulumu, birbirleriyle bağlantılı
2-17). Polİribozomlann bulunuşu, bu organelin ışık mikros­
kanal ve keselerin kesintisiz bir zar oluşturduğu, ağızlaşan
kobunda bazofilik boyanmış alanlar olarak görülmesine ne­
(anastomoz) bir ağdır. Granûlsüz endoplazma retikulumda
den olur.
(ön tarafta) ribozomların olmadığına dikkat ediniz. Küçük
GER’in esas işlevi, proteinleri sitozole ulaşmadan yalıt­
maktır. Buna ek olarak, glikoproteinlerin merkezi glikozlan- koyu noktalar granüllü endoplazma retikulumunda (arka ta­
ması, fosfolipitlerin sentezi, çok zincirli proteinlerin birleşti­ rafta) bulunur. Granüllü retikulum sistemaları yassı kese
rilmesi ve yeni yapılmış polipeptitlerin belli translasyon (çe­ şeklindeyken, granülsüz retikulumun sistemaları tüp şek­
viri) sonrası değişiklikleri de işlevleri arasındadır. lindedir.
SITOPLAZMA / 35

külünden oluşmuş bir bileşikle etkileşime girer. SRP,


SRP-poliribozom bileşiği GER’in zarlarında bulunan ve ke­
netlenme proteini (docking protein) denilen reseptöre
bağlanana kadar, polipeptit büyümesini durdurur. Kenetlen­
me proteinine bağlanınca, SRP poliribozomdan ayrılır; böy-
lece, çevirim (translasyon) devam eder (Şekil 2-18).
Polipeptit zinciri GER lümenine girince, GER’in iç yüze­
yinde yerleşik işaret peptidaz adlı özgül bir enzim, işaret di­
zisini ayırır. Protein yapımı devam eder ve bununla birlikte
sisterna içi ikincil ve üçüncül yapısal değişiklikler olur; ayrı­
ca, hidroksilleme, glikozkıma, sülfatlama, fosforluma gibi çe­
virim sonrası belli değişiklikler gerçekleşir.
GER’de sentezlenen protein çeşitli yerlere gidebilir: hüc­
re içinde depolanabilir (ör; lizozomlarda ve lökositlerin öz­
gül granüllerinde), hücre dışına verilecek proteinler hücre
içinde geçici olarak depolanabilir (ör; pankreas ve kimi en­
Şekil 2-17. Granüllü endoplazma retikulumun küçük bir dokrin hücreler) ve diğer zarların bir bileşeni olarak kullanı­
bölümünün şematik çizimi. Sisternalarımn şekli ve poli- labilir (ör; integral proteinler). Şekil 2-19’da sentezledikler
zomların parçası olan çok sayıda ribozom gösterilmiştir. proteini verdikleri yerler açıkça farklı olan çeşitli hücre tip­
Elektron mikroskop kesitlerde birbirlerinden ayrıymış gibi leri gösterilmiştir.
görünen sisternaların; aslında, sitoplazmada kesintisiz tü­
neller oluşturduğu unutulmamalıdır. G r an ü lsü z/D üz E n d o p l a z m a R e t İk u l u m u

Granülsüz/düz endoplazma retikulumu (SER) da hüce içinde


membranlı bir ağ yapısı oluşturur; bununla beraber, ince ya­
Tüm proteinlerin sentezi endoplazma retikulumuna bağ­ pısı iki yönden GER’den farklılık gösterir. Birincisi, SER’de,
lı olmayan poliribozomlarda başlar. Endoplazma retikulumu GER’in karakteristiği olan poliribozomlar bulunmaz. Bu ne­
İçinde tutulacak olan proteinlerin mRNA’sı, 5’ucunda ek bir denle; SER membranları granüler değil, düz görünür. İkinci­
baz dizisi içerir. Bu baz dizisi, işaret dizisi denilen ve çoğu si, sisternaları daha tubülerdir; ayrıca, sisternaların görünüşü
hidrofobik olan yaklaşık 20-25 amino asiti kotlar. Çevirim sı­ yassı ve üst üste dizilmiş raflar gibi değildir, birbiriyle bağlan­
rasında; işaret dizisi, işaret tanıyan partikül (SRP) denilen tılı değişik şekil ve büyüklükte kanallar şeklinde görünürler
ve 6 tane henüz tanımlanmamış poüpeptit ile 7S RNA mole­ (Şekil 2-16 ve 4-37). SER, GER ile devam eder (Şekil 2-16).

SRP ribozomu
SRP işaret GER’deki kenetlenme Çevirim SRP

Şekil 2-18. Proteinlerin granüllü endoplazma retikulumu (GER) zarından taşınması. Ribozomlar
mRNA’ya bağlanırlar ve başlangıçta işaret peptidi işaret tanıyan partiküle (SRP) bağlanır. Ribozomlar,
SRP ve ribozomal reseptörler aracılığıyla GER’e bağlanırlar. Daha sonra, işaret peptit sinyal peptidaz
tarafından çıkartılır (şekilde gösterilmemiştir). Bu etkileşim, proteinlerin GER içine gireceği bir gözenek
açılmasına neden olur.
36 / BOLUM 2

Şekil 2-19. Serbest poliribozomlarında protein sen-


tezleyen (ancak salgılamayan) bir hücrenin ince ya­
pısı (A); protein sentezleyen, ayıran ve organellerin-
de depolayan bir hücre (B); protein sentezleyen, ayı­
ran ve doğrudan dışarıya veren bir hücre (C); prote­
in sentezleyen, ayıran, çekirdek üstü granüllerde de­
polayan ve dışarıya veren bir hücre (D).

C Plazma hücresi

SER, çeşitli özelleşmiş işlevleri yerine getirir. Steroid .sen­ (Şekil 4-30) gibi ileri düzeyde kutuplaşmış hücrelerde, Gol­
tezleyen hücrelerde (ör; sürrenal korteks hücreleri), sitoplaz- gi kompleksi tipik olarak, çekirdek ile üst plazma membra-
manın büyük bir bölümünü SER doldurur ve steroid sentezi nı arasında yerleşmiştir.
için gerekli olan enzimlerin kimilerini içerir (Şekil 4-7). SER
karaciğer hücrelerinde bol miktarda bulunur. Bu hücrelerde­
ki SER, oksitleme, sınıflama ve metilleme işlevlerini gerçek­
leştirir. Bu işlevlerle, karaciğer belli hormonları ayrıştırır; al­
kol ve barbitüratlar gibi zararlı maddeleri yansıziaştırır. SER’in
başka bir önemli işlevi, tüm hücre membranİarı için fosfoli-
pit sentezlemektir. Fosfolipit molekülleri SER’den diğer
membranlara: (1) SER’den ayrılan ve motor proteinlerin etki­
siyle sitoskeletal elementler boyunca hareket eden veziktil-
lerle, (2) GER ile doğrudan iletişimle ya da (3) taşıyıcı prote­
inlerle taşınırlar (Şekil 2-20). SER glükoz-6-fosfataz enzimi
içerir. Bu enzim, karaciğer hücrelerinde glikojenden elde
edilen glikozun kullanılmasıyla ilgilidir. Bu enzimin GER’de
de bulunması, endoplazma retikulumunun her iki tipinin isş-
levlerinin kesin sınırlarla ayrılmadığının bir göstergesidir. SER
kas hücresinde kasılma olayına katılır ve buradaki özelleşmiş
SER’e sarkoplazmik retikulum denir. Sarkoplazmik retiku-
lum, kalsiyum iyonlarını sisternasında tutarak ve sitoplazma-
ya vererek kas kasılmasını düzenler (Bölüm 10’a bakınız). SER membranı Sitozol Fosfolipitden yoksul
(fosfolipitden varsıl) membran
Golgi Kompleksi (Golgi Apareyi)
Golgi kompleksi, hücrenin sentezlediği ürünlerin; Şekil 2-20. F osfolipit taşıyan am fip atik proteinin şem a tik ç i­
çevirim sonrası değişikliklerini tamamlar, paketler zim i. F osfolipit m olekülleri, lipitden varsıl m em branlardan
ve gideceği yere göre adresler. Bu organel granül- (SER) lipitden yoksu l m e m b ran lara taşınır. (Junqueira LC,
siiz zarla çevrilmiş sisternalardan oluşmuştur (Şe­ Carneiro J: Biologia Celular e Molecular, 6th ed. Editora Guanaba-
kil 2-21, 2-22 ve 2-23). Mukus salgılayan goblet hücreleri ra, 1997’den izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)
SİTOPLAZMA / 37

trans (m a tü r) y ü z inleri, daha ileri işlemler için Golgi kompleksine taşırlar. Bu


noktaya yakın Golgi sisternalarına; oluşan, dışbükey ya da
cis yüz denir. Bu yüzün karşı tarafında, büyük Golgi vakuol-
lerinin biriktiği; olgun, içbükey ya da trcıns yüz bulunur (Şe­
kil 2 -2 1). Bu vakuollere yoğunlaştırıcı vakuoller de denir.
Bu yapılar, tomurcuklanmayla Golgi sisternalarından ay­
rılarak, proteinleri çeşitli yerlere taşıyacak olan vezikülleri
oluştururlar. Sitokimyasal yöntemler ve elektron mikrosko­
buyla; Golgi sisternalarının farklı cis-lran s düzeylerinde
farklı enzimler içerdiği ve Golgi kompleksinin, glikozlatna,
sülfatlama, fosforlama ile sınırlı protein proteolizinde önem­
li olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, Golgi kompleksi salgı ürünü­
nün paketlemesi, yoğunlaştırılması ve depolanmasını başla­
tır. Şekil 2-23’de, ürünün Golgi kompleksi boyunca geçişini
açıklamada, günümüzde kabul gören kavramların genel gö­
rünüşü şematize edilmiştir.
Şekil 2-21. Golgi kompleksinin üç boyutlu görünümü. Taşı­
yıcı veziküllerin Golgi’nin cis yüzüyle birleşmesiyle; karma­ Lİzozomiar
şık, granüllü endoplazma retikulumu (GER) da yapılan bir­ Lİzozomlar hücre içi sindirimin ve hücre bileşen­
çok tipte molekülü alır. Bu moleküller, Golgi’deki işlemler­ lerinin döngüsünün yapıldığı yerlerdir. Lİzozomlar
den sonra, Golgi'nin trans yüzünden daha büyük veziküller (Yun. lysis, eriyik + s o m a , cisim), çok sayıda
şeklinde salınırlar. Bu veziküller; salgı vezikülü, lizozom ya (40’taıı fazla) ve çeşitte hidrolitik enzim içeren,
da sitoplazmanın diğer bileşenleri olabilirler. zarla çevrili veziküllerdir (Şekil 2-24, 2-25 ve 2-26). Bu en­
zimlerin temel görevi, hücre içi sindirimdir. Lİzozomlar,
özellikle fagositoz yapan hücrelerde (ör; makrofajlar, nötro-
Çoğu hücrede, Golgi’nin yapısında ve işlevinde bir ku­ filik lökositler) bol miktarda bulunurlar. Lizozomların yapısı
tuplaşma vardır. Golgi kompleksinin yakınında, kimi zaman ve etkinliği hücre tipine göre değişmekle birlikte; enzimle­
GER’den koparak ayrılmış küçük veziküller (taşıyıcı vezikül­ rin çoğunu, asit fosfataz, ribonükleaz, deoksiriboniikleaz,
ler) görülebilir. Taşıyıcı veziküller, yeni sentezlenmiş prote­ proteazlar, sülfatazlar, lipazlar ve [3-glikuronidaz oluşturur.

Şekil 2-22. Müköz bir hücre­


nin Golgi kompleksinin elekt­
ron mikroskop fotoğrafı. Sa­ GER
ğında okla gösterilen ve gra-
nüler materyal içeren, bir gra­
nüllü endoplazma retikulumu
sisternasıdır. Ona yakın olan,
bu ürünü içeren küçük vezi­
küllerdir ve burası aygıtın cis SER
yüzüdür. Ortadakiler, Golgi
aygıtının yassılaşmış raf şek­
lindeki sisternalarıdır. Sister-
naların uçlarından uzanan
genişlemeler görülebilir. Bu
Hücre
genişlemeler, sistemalardan zarı
ayrılıp birbirleriyle birleşerek
salgı grandilerini (1, 2 ve 3)
yaparlar. Burası trans yüzü­ Hücre
dür. İki komşu hücrenin plaz­ zarı
ma zarına yakın, endoplazma
retikulumu granülsüz (SER) trans
ve granüllü (GER) bölümleri yüzü
görülmekte. X30,000. K ü ç ü k
ş e k il: Gümüşleme yapılmış 1
gm kalınlığındaki bir kesitte,
epididimis hücresindeki Golgi
aygıtı. X1200.
38 / BOLUM 2

Zar Salgılama

Salgı granülü

Lizozom

trans Golgi
ağı

Taşıyıcı
veziküller

cis Golgi
ağı

GER’den Golgi’ye
taşıma yapan vezikül

Poliribozom

Şekil 2-23. Proteinlerin Golgi kompleksi boyunca ilerlemesi ve düzenlenmesi sırasında oluşan başlıca olaylar şe­
matik olarak gösterilmiştir. Solda numaralandırılmış olanlar, işaret edilen bölmede gelişen başlıca moleküler olay­
lardır. Lizozomal enzimlerin işaretlenmesinin, cis Golgi ağının başlangıcında başladığına dikkat ediniz, trans Gol­
gi ağında, glikoproteinler gidecekleri yeri belirleyen özgül reseptörlerle karışım oluştururlar. Çizimin sol tarafında,
zar akışının Golgi’den endoplazma retikuluma geri dönüşü gösterilmiştir (Junqueira LC, Carneiro J: Biologia Celulare
Molecular, 6th ed. Editora Guanabara, 1997'den izinli alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.)
SITOPLAZMA / 39

değişikliğe uğrar ve lizozom olarak paketlenirler. Bu enzim­


ler; fosfolransferaz ile 6' pozisyonunda fosforlanmış bir ya
da birkaç mannoz kalıntısıyla kendisine tutunmuş oligosak-
karitlere sahiptir. GER ve Golgi kompleksinde mannoz
6-fosfat içeren proteinler için reseptörler vardır. Bu reseptör­
ler, bu proteinlerin ana salgılanma yolundan ayrılarak lizo­
zomlar içinde izole edilmesini sağlarlar.
Bir sindirim olayına karışmamış lizozomlara birincil li­
zozomlar denir.
Lizozomlar, hücrenin çevresinden içerisine aldığı mater­
yalleri sindirebilirler. Materyal, fagozom ya da fagositik va-
kuol içerisine alınır (Şekil 2-27); daha sonra primer lizozom­
lar fagozomun zarıyla birleşir ve hidrolitik enzimlerini valcu-
ole boşaltırlar. Sindirim devam eder ve bu bileşik yapıya
ikincil/sekonder lizozom denir.
Sekonder lizozomlar genellikle 0.2-2 pm çapmdadırlar
ve çok çeşitli maddeleri sindirdikleri için, elektron mikros­
kobunda düzensiz görünürler.
Sekonder lizozomun içeriği sindirildikten sonra, besin
maddeleri geçişme ile lizozomu sınırlayan zarı geçerek sito-
zola ulaşır. Sindirilemeyen bileşikler vakuol içinde kalır ve
bunlara artık cisimler denir (Şekil 2-27 ve 2-28). Kimi uzun
ömürlü hücrelerde (ör; nöronlar, kalp kası), fazlaca miktar­
da artık cisim birikir ve bunlara lipofuskin ya da yaşlılık
pigmenti denir.
Lizozomların başka bir etkinliği sitoplazmik organellerin
döngüsüyle ilgilidir. Belli koşullar altında, bir membran or-
ganelleri ya da sitoplazmanın bir bölümünü çevreleyebilir.
Primer lizozomlar bu yapıyla birleşir ve çevrili olan sitoplaz-
manın sindirimini başlatırlar. Bu olayın sonucunda oluşan
sekonder lizozoma otofagozom (Yun. dittos, kendi + p h a -
gein, yemek + som a) denir ve içeriğinin hücre içi kökenli ol­
duğunu belirler. Otofagozomlarla hücre içi sindirim, salgı
hücrelerinde de salgı ürünü aşırı miktarda biriktiğinde, gö­
Ş ekil 2-24. Lümeni ortada uzun bir yarık şeklinde görülen rülür. Lizozomal hidrolizin sindirilmiş ürünleri, sitoplazmada
bir böbrek tübülünün mikroskop fotoğrafı. Çok sayıdaki ko­ tekrar kullanılması için hücre tarafından yineden devreye
yu boyalı sitoplazmik granüller lizozomlardır (L), böbrek sokulur.
hücrelerinde bol miktarda organel bulunur. Kimilerinde çe­
kirdekçiğin de ayırt edildiği hücre çekirdeği (N), fotoğrafta
koyu boyalı bir cisim şeklinde görülmekte. Toluidin mavisi
boyası. Büyük büyütme. k l in ik b il g i

Kimi olgularda, primer lizozom içeriğini hücre dı­


Bu listeden de görülebileceği gibi, lizozomlar birçok biyolo­ şına salar ve enzimleri hücre dışı ortamda etki
jik iri molekülü parçalayabilecek yetenektedir. Lizozomal gösterir. Bunun bir örneği; normal kemik dokusu
enzimlerin en iyi etkinlik gösterebileceği ortam, asidik oluşumunda; osteoklastların kollajenaz sentezle-
pH’dır. mesi ve salmasıyla kemik matriksin yıkımıdır (8.
Lizozomlar genellikle yuvarlaktır ve çaplan 0.05-0.5 pm Bölüme bakınız). Lizozomal enzimlerin hücre dı­
dir. Elektron mikroskobunda, birbiçimli graniiler ve elektron şı ortamda etki göstermesi, iltihap ya da incinme­
yoğun bir şekilde görünürler. Makrofajlar ve nötrofilik löko- ye yanıtta da önemli rol oynar. Lizozom etkinli­
sitler gibi çok az hücrede, primer lizozomların çapı 0.5 ğiyle ilgili olası çeşitli yollar, Şekil 2-27’de şema­
pm’tlan daha büyüktür ve bu nedenle ışık mikrokobuyla bi­ tik olarak gösterilmiştir.
le görülebilirler.
Çevreleyici zar, çözücü enzimleri sitoplazmadan ayıra­
rak, lizozomal enzimlerin sitoplazma bileşenlerine saldırıp
sindirmesini engeller. Lizozomal enzimler pratik olarak sito- Lizozomlar, insan vücudundaki çeşitli maddelerin meta­
zol pH’ında (-7 .2 ) etkisizdir. Bu da, lizozomal enzim sızıntı­ bolizmasında önemli bir rol oynarlar; bu nedenle, lizozomal
sına karşı ek bir koruma sağlar. enzim yetmezliği birçok hastalığın nedeni olarak görülür.
Lizozomal enzimler, GER’de sentezlenip izole edilirler ve Meta kromatik lökodistrofide, lizozomal sülfatazlar bulunma­
daha sonra Golgi kompleksine taşınırlar. Burada, enzimler dığı için sülfatlı serebrositlerin hücre içi birikimi söz konu-
40 / BOLUM 2

Şekil 2-25. Bir makrofajın


elektron mikrografı. Çok
sayıda sitoplazmik uzantı­
ya dikkat ediniz (oklar).
Merkezde, Golgi sisterna-
ları (G) tarafından çevril­
miş bir sentriyol (C) görül­
mekte. Sekonder lizozom-
lar çok sayıdadır (L).
X15,000.

sudur. Bu hastalıkların çoğunda, özgül bir lizozomal enzim birikerek, hücrenin normal işlevini olumsuz etkiler. Etkile­
yoktur ya da etkin değildir ve belli moleküller (ör; glikojen, nen hücre tipindeki bu çeşitlilik, lizozomal hastalıklarda gö­
serebrositler, gangliyositler, sfingomiyelin, glikozaminogli- rülen klinik işaretlerin çeşitliliğini açıklar (Tablo 2-3).
kanlar) «indirilememiştir. Sonuçta, bu maddeler hücre içinde Klinik olarak, kusurlu fiziksel gelişme ve zeka geriliği ile
tanımlanan ve normalde Golgi kompleksinde bulunması ge­
reken fosforlayıcı bir enzimin olmaması nedeniyle ortaya çı­
kan l-hücre hastalığının (inklüzyon hücre hastalığı), kalıtsal
Tablo 2-3. Farklı hücre tiplerinde lizozomal enzim yetmezliği olması nadirdir. GEK’den gelen lizozomal enzimler, Golgi
ve sindirilmemiş madde birikimi nedeniyle görülen hastalıklara
kompleksinde fosforla namaz. Fosforlanmannş protein mole­
örnekler.
külleri lizozomları yapmak üzere ayrılmak yerine, genel sal­
Hastalık Hatalı Enzim Etkilenen Temel gılama yolunu izlerler. Bu hastaların lizozomları bostur, ama
Organlar kanlarında salgılanan lizozomal enzimler bulunur. Bu hasta­
ların hücrelerinde, normal hücresel metabolizmayı olumsuz
Hurler a L-iduronidaz İskelet ve
etkileyen büyük inklüzyon grandileri görülür.
sinir sistemi

Sanfilippo Heparan sülfat İskelet ve Proteazomlar


A Sendromu sülfamidaz sinir sistemi
Ubikuitin bağlanarak yıkım için hedeflenmiş prote­
Tay-Sachs Hekzaminidaz-A Sinir sistemi inleri sindiren çoklu proteaz bileşikleridir. Fazla en­
Gaucher b D-glikozidaz Karaciğer ve dalak zim ve normal işlevini yaptıktan sonra artık gerek­
siz olan ya da hatalı kıvrılmış proteinlerin uzaklaş­
l-hücresi hastalığı Fosfotransferaz iskelet ve tırılmasına, proteinin ayrıştırılması denir ve bu temel olaylar­
sinir sistemi
dan biridir. Virüs tarafından kodlanmış proteinler de yıkılır.
42 / BÖLÜM 2

Artık cisim

Lipofuskin granülü,
kısmen sindirilmiş
f j f f i materyal
\\*v£j

Şekil 2-27. Lizozomların işlevle­


riyle ilgili güncel kavramlar. En­
zimlerin sentezi, granüler endop-
lazma retikulumu (GER), paket­
Hidrolitik lenmesi Golgi kompleksinde olur.
enzimlerin Bakterilerin yok edildiği heterofa-
salgılanması
gozomlar ile GER ve mitokondri-
(ör; osteoklastlar
nin sindirildiği otofagozomlara
tarafından)
dikkat ediniz. Heterofagozomlar
ve otofagozomlar sekonder lizo-
zomlardır. Sindirimlerinden geri­
ye kalanlar hücre dışına atılabilir;
ancak, kimi zaman sekonder li-
zozom sindirilmemiş moleküllerin
kalıntılarından oluşan bir artık ci­
sim yaratabilir. Osteoklast gibi ki­
mi hücreler, lizozomal enzimleri
hücreler arası çevreye salgılar­
lar. Nu, çekirdekçik.

Şekil 2-28. Otofagozomların


görüldüğü pankreas asinus
hücresinin kesiti. Üst sağ:
Bir zarla sitoplazmadan ay­
rılmış iki granüllü endoplaz-
ma retikulumu bölümü. Orta:
Mitokondri (ok) ve granüllü
endoplazma retikulum içe­
ren bir otofagozom. Sol: sin-
dirilememiş materyali içeren
bir artık cisim. Ok başı, kaplı
vezikül kümesini göstermek­
te.
SİTOPLAZMA / 41

Peroksizomlar ya da Mikrocisimler
Peroksizomlar (peroksit + s o m cıjçapı 0.5-1.2 ptn arasında de­
ğişen, küre biçimli ve membranla çevrilmiş organellerdir (Şe­
kil 2-39). Bunlarda mitokondrilergibi oksijen kullanırlar; an­
cak, ATP üretmezler ve hücresel metabolizmaya doğrudan
katılmazlar. Peroksizomlar, özgül organik maddelerden hid­
rojeni çıkartarak, onları okside ederler. Çıkarılan hidrojen,
moleküller oksijene ( 0 2) taşınır. Bunun sonucunda, hücre
İçin çok zararlı bir madde olan hidrojen peroksit (H20 2) olu­
şur. Bununla beraber, H2Ö 2 peroksizomda bulunan katalaz
enzimi tarafından elimine edilir. Katalaz H20 2’nin hidrojen
atomlarını çeşitli bileşiklere transfer eder ve ayrıca, l UCU’yi
II2Ö ve 0 2’ye ayrıştırır (2H20 2 —> 2I UO + 0 2). Katalaz, kli­
nik olarak da olumsuz etkilere sahiptir: Özellikle karaciğer ve
böbrek peroksizomlar], çeşitli toksik molekülleri ve ilaçları
indirger. Örneğin; sindirilen etil alkolün %50’si, karaciğer ve
böbrek peroksizomları tarafından, asetaldehide indirgenir.
Karaciğer ve böbrek peroksizomlarının enzim içeriği, diğer
organlardaki peroksizomların enzim içeriğinden oldukça
farklıdır. Homojen ıııairikslerinde, D- ve L-amino oksidaz, ka­
talaz ve hidıoksiasit oksidaz bulunur. İnsan hariç kimi türler­
de, üırat oksidazdan oluşmuş bir kristalin nüıkleotid bulunur.
Peroksizomlar lipit metabolizmasıyla ilgili enzimler içe­
rirler. Böylece, uzun zincirli yağ asitlerinin (18 karbonlu ve
daha uzun) /Toksidasyonu, mitokondriyal karşılığından
farklı olan peroksizomal enzimler tarafından gerçekleştirilir.
Safra asitleri ve kolesterol oluşmasına yol açan belli reaksi­
yonlar da, oldukça saflaştırılmış peroksizom fraksiyonların­
da yerleşiktir.
Şekil 2-26. Elektron mikrografta, çok sayıda mitokondri ile Peroksizomal enzimler, serbest sitozolik poliribozomlar-
çevrilmiş 4 koyu sekonder lizozom görülmekte. da sentezlenirler ve karboksil uçlarında içine alma işareti gi­
bi işlev gören küçük bir aminoasit dizisi bulunur. Bu işarete
sahip olan proteinler, peroksizomların zarında yerleşik re­
septörler tarafından tanınır ve organel içine alınırlar. Perok­
sizom sığa olarak büyür ve henüz tam olarak bilinmeyen bir
düzenekle ikiye bölünür.
Proteazomlar, birincil olarak doğrudan protein molekülleriy­
le İlgili işlev görürken; lizozomlar genel olarak hücre içinde­
ki maddeleri ya da bir organel ve vezikülün tümünü sindi­
rirler. k l in ik b il g i
Proteazom, 4 çemberli fıçı şeklinde merkezî bir bölüme
sahiptir. Bu bölümün her iki ucunda, ATPaz içeren ve ken­
Bu organel, birçok metabolik yolla ilgili olduğu için;
disine bağlı olan ubikuitin molekülüyle proteinleri tanıyan
çok sayıda yetmezliğin nedeni, kusurlu peroksizo­
bir düzenleyici parçacık bulunur. Ubikuitin, tüm hücrelerde
mal proteinlerdir. Olasılıkla, en yaygın peroksizo­
bulunan, evrim sırasında çok iyi korunmuş -bakterilerden
insana kadar hemen hemen aynı yapıya sahip, küçük (76
mal yetmezlik, X-kromozomuna bağlı adrenolöko-
aminoasitli) bir proteindir. Ubikuitin, proteinleri yıkılmak distrofi dir. Bu yetmezliğin nedeni, çok uzun zincir­
için şu şekilde hedefler (işaretler): Bir ubikuitin molekülü, li yağ asitlerini [3-oksidasyon için peroksizoma ta­
ayrıştırılacak proteinde lizin kalıntısına bağlanır. Sonra, diğer şıyan integral membran proteinlerinin defektli ol­
ubikuitin molekülleri birinciye bağlanır; bileşik düzenleyici masıdır. Bu yağ asitlerinin vücut sıvılarında birik­
parçacık tarafından tanınır; protein kıvrımı ATP'den enerji mesi, sinir dokusunda miyelin kılıfların haraplan-
kullanarak ATPaz tarafından açılır; protein merkezî parçacı­ masına ve sonuçta, ciddi nörolojik semptomlara
ğın içine taşınarak yerleştirilir ve burada, her birinde yakla­ neden olur. Peroksizomal enzimlerdeki yetmezlik;
şık 8 aminoasit bulunan peptitlere parçalanır. Bu peptitler, ciddi kas bozulması, karaciğer ve böbrek lezyon-
henüz bilinmeyen bir işlemle sitozole taşınır. Ubikuitin, ye­ ları ile sentral ve periferik sinir sisteminde organi­
niden kullanılmak üzere düzenleyici parçacık tarafından ser­ zasyon bozukluklarıyla karakterize ölümcül Zell­
best bırakılır. weger sendromuna neden olur. Elektron mikros­
8 aminoasitli peptitler, sitozol enzimleri tarafından aıııi- kobunda, bu hastaların karaciğer ve böbrek hüc­
noasitlere parçalanabilir ya da başka bir işte (ör; kimi hüc­ relerindeki peroksizomların boş olduğu görülür.
relerde immün yanıta katılmak) kullanılabilirler.
SITOPLAZMA / 43

âmâ

M m

Ş ekil 2-29. Sıçan pankreas


asiner hücrelerinin elektron
mikroskop fotoğrafı. Çok sa­
yıda olgun salgı granülünün
(S), yoğun vakuollerle (C) ve
Golgi kompleksiyle (G) ilişki­
si görülmekte. X18,900

Salgı Vezikülleri ya da Granülleri kenlik gösterir ve birkaç mikrometreye ulaşabilir. Nadiren,


bir ya da daha çok tiibiilü birbirine bağlayan kollar ya da
Salgı vezikülleri; metabolik, hormonal ya da nöral bir İşaret
köprüler bulunur (Şekil 2-3-î).
(düzenlenmiş salgılama) gelmedikçe ürünü salmayan, depo­
Bir mikrotübüliin alt birimleri, a ve [3 tübülin molekül­
layan hücrelerde bulunur. Bu veziküller bir membranla çev­
lerinden oluşmuş bir heteıodimerdir. Bu moleküllerin ami-
rilidirler ve salgı ürününün yoğun bir şeklini gösterirler (Şe­
kil 2-29). Kimi salgı vezikiillerinin içeriği, GER’in sisiernala- noasit bileşimleri birbirine çok yakındır ve her birinin mole­
rında olduğundan 200 kez daha yoğundur. Sindirim enzim­ küller kütlesi yaklaşık 50 kDa kadardır.
lerini içeren salgı vezikiillerine zimojen granüller denir. Uygun koşullar altında (in vivo ya da in vitro), tübülin
alt birimleri mikrotübülleri yapmak için tekrarlayan kümeler
oluşturur. Özel boyama yöntemleri kullanıldığında, tübülin
HÜCRE İSKELETİ
lıetorodimerleri spiral şeklinde dizilmiştir. Tamamlanmış bir
Sİtoplazmik iskelet; mikrotübüller, aktin filamanları (mikro- spiral dönüşte toplam 13 birim bulunur (Şekil 2-3-i).
niamanlar) ve ara fîlamanların oluşturduğu karmaşık bir ağ­ In vivo, tübıilinlerin mikrotübülleri yapmak için dizilme­
dır. Bu yapısal proteinler hücrenin şekillenmesini sağlar ve si, tümüne mikrotübül organizasyon merkezleri denilen
organeller İle hücre içi vezikiillerin hareketinde önemli bir çeşitli yapılar tarafından yönlendirilir. Bu yapılar; siller, bazal
rol oynar. Hiicre iskeleti hücrenin tümüyle hareket etmesine cisimler ve sentrozomlardır. Mikrotübül büyümesi, var olan
de katılır. mikrotübiilün bir ucundan alt birimlerin polimerizasyonuyla
daha hızlı olur. Bu uç pozitif (+), diğeri ise negatif (-) uç ola­
Mikrotübüller rak bilinir. Tübülin düzenlenmesi, Ca2+ ve mikrotiibiile bağ­
Ökaryotik hücrelerin sitopkızmik matriksi içindeki tübüler lı proieinler (MAPs) in kontrolü altındadır. Mikrotübül karar­
yapılara mikrotübüller (Şekil 2-30, 2-31 ve 2-32) denir. Mik­ lılığı değişkendir; örneğin, titrek tüylerin mikrotübülleri ka­
rotübüller sil (Şekil 2-33) ve flagellum denilen sitopkızmik rarlıyken, mitoz mekiğinin mikrotübüllerinin kararlılığı kısa
uzantıların içinde de bulunurlar. Çapı 24 nm’dir. 5 nm sürelidir. Antİmitotik bir alkaloid olan kolşisin özgü! olarak
kalınlığında yoğun bir duvarı vardır ve merkezinde l-ı nm tübiiline bağlanır ve tübiilin-kolşisin bileşiği mikrotiibiile
genişliğinde bir boşluk bulunur. Mİkrotübüllerin boyu değiş­ bağlandığında, onun artı (+) ucuna daha fazla tübülin bağ-
44 / BOLUM 2

Ummasını engeller. Mİtotik mikrolübüller, eksi (-) uçlarında munu hızlandıran ve aynı zamanda kararlı kılan, taksol’dür.
dizilimin çözülmesinin devam etmesiyle yıkılır ve ayrılan Tüm sitozolik tübiilinler kararlı mikrotübCillerde kullanılır ve
tübülin birimlerinin yerini yenisi almaz. Mitotik mikrotübiil- tübülinin mitoz mekiğinin yapımına katılmasına izin veril­
lerle etkileşime giren bir başka alkaloid, mikrotiibiil oluşu­ mez. Bir başka alkaloid olan vinblastin, oluşmuş mikro-
tiibCilün tekrarlayan kümelerini çözer ve ikinci basamakta,
parakristalin düzeni oluşturmak üzere tübüliııleri toplar.

! k l in ik b il g i
I

Antimitotik alkaloidler hücre biyolojisinde (ör; kol-


şisin kromozomların metafaz evresinde tutulma­
sında ve karyotiplerin hazırlanmasında kullanılır)
ve kanser ilaç sağaltımında (kemoterapisi) (ör;
vinblastin, vinkristin ve taksol tümörlerde hücre
çoğalmasını durdurmada kullanılırlar) yararlı
araçlardır. Tümör hücreleri hızlı çoğaldıkları için,
antimitotik ilaçlardan normal hücrelere oranla da­
ha çok etkilenirler. Bununla beraber, kemoterapi
birçok istenmeyen yan etkiye sahiptir. Örneğin;
kimi normal kan yapıcı hücreler ve sindirim kana­
lını döşeyen hücreler de hızlı çoğalırlar ve ilaç
sağaltımından olumsuz etkilenirler.

Sitoplazmik mikrolübüller, hücre şeklinin gelişmesi ve


sürdürülmesinde önemli bir rol oynayan katı yapılardır. Ge­
nellikle, hem hücresel bakışımsızlık (asimetri) geliştirilme­
sinde ve hem de oluşturulmuş bu bakışımsızlığın sürdürül­
mesinde etkili olabilmek için doğru bir yönlenme içindedir­
ler. Mikrotiibüllerin bozulmasına neden olacak bir işlem,
hücresel bakışımsızlığın da bozulmasına neden olur.
Mikrolübüller, organel ve veziküllerin hücre içi taşınma­
sına da katılırlar. Nöronlarda aksoplazmik taşıma, pigment
hücrelerinde melanin taşınması, mitoz mekiğiyle kromozom
taşınması ve çeşitli hücre kompartımanları arasında vezikiil
hareketi, bunun örnekleridir. Bu örneklerin her birinde ha­
reket karmaşık mikrotübül ağının bulunmasıyla ilgilidir ve
mikrotiibüllerin bozulması bu hareketlerin durmasına neden
olur. Mikrotiibüllerin kılavuzluk ettiği taşıma; molekül ile ve-
ziküllerin hareketinde enerji kullanan ve m otor proteinler
denilen özgiil proteinlerin kontrolü altındadır.
Mikrotübüller; sentrioller, bazal cisimler, siller ve flagel­
lum gibi çok sayıda kompleks sitoplazmik bileşenin temel
yapısını oluşturur. Sentriyoller silindirik yapılardır (0.15 pm
çapında ve 0.3-0.5 pm uzunluğunda), başlıca kısa ve olduk­
ça düzenli mikrotiibiillerden oluşmuşlardır (Şekil 2-3-1). Her
sentriyol triplet (üçlü) şeklinde düzenlenmiş 9 set ıııikro-
tübül’den oluşmuştur. Mikrotiibiil üçlüleri birbirine çok ya­
kındır ve bitişik oldukları yerlerde aynı duvarı paylaşırlar.
Protofilaman
Bölünmeyen hücrelerde çekirdeğe yakın konumda, bir çift
sentriyolden oluşmuş ve etrafı graniiler bir materyalle çevri­
Şekil 2-30. Bir mikrotübülün moleküler organizasyonu. Bu
li, sentrozom (Şekil 2-35) bulunur. Her bir çiftte, sentriyol-
polarize yapıda, tübülin molekülünün iki alt birimi (a ve (3)
lerin uzun ekseni birbirlerine dik konumdadır. Hücre bölün­
birbirini izler. Tübülin molekülleri, çizimin üst tarafındaki
mesinden önce, daha özgül olarak inieıfazın S evresinde,
enine kesitte görüldüğü gibi, 13 protofilaman yapacak şe­
her sentrozom eşini yapar; böylece, her sentrozom iki çift
kilde düzenlenir.
sentriyole sahip olur. Mitoz sırasında sentrozomlar ikiye bö-
SİTOPLAZMA / 45

Şekil 2-31. Fibroblast sitop-


lazmasının elektron mikrog-
rafı. Mikrofilamanlara (MF)
ve mikrotübüllere (MT) dik­
kat ediniz. X60.000. (E
Katchbııriarı'm izniyle.)

lüniirler, hücrenin karşı kutuplarına hareket ederler ve mitoz


mekiğinin mikrotübiillerinin organizasyon merkezi olmaya
başlarlar.
Titrek tüy ve flagellum (kam çı), hücre membranıyla
çevrili, merkezlerinde oldukça düzenli mikrotübiiller bulu­
nan hareketli uzantılardır. Titrek tüylü hücreler tipik olarak,
her biri yaklaşık 2-3 pırı uzunluğunda olan çok sayıda titrek
tüye sahiptirler. Flagellumlu hücreler, uzunluğu 100 pm’ye
varan yalnızca bir kamçıya sahiptirler. İnsanda sperm, kam­
çısı olan tek hücredir. Titrek tüyün ana işlevi, sıvıyı hücre ki­
llimin yüzeyinden siipürmektir. Titrek tüy ve flagellum esas­
ta aynı düzene sahiptirler.
Bu düzen, 2 merkezi mikrotübiilü çevreleyen 9 çift mik-
rolübüiden oluşur. Bu mikrotübiil demeti, aksonem (Yun.
ax on , eksen + nem a, iplik) denilen 9 + 2 düzenine sahip­
tir. 9 peri ferik çiftin her biri aynı duvarı paylaşır (Şekil 2-34).
Merkez çiftteki mikrotübiiller bir merkezi kılıf ile çevrilidir­
ler. Bitişik çevredeki çiftler birbirine neksin denilen protein
köprülerle, merkez kılıfa da ışınsal uzantılar ile bağlanmış­
lardır. Her çiftteki mikrotübiiller A ve B olarak isimlendirilir­
ler. A, 13 heterodimerli tam bir mikrotiibül iken; B, yalnızca
10 heterodimerlidir (enine kesit). A mikrotübüliinün yüze­
yinden, ATPaz etkinliği gösteren dinein proteininden yapıl­
mış bir çift kol uzanır.
Her titrek tüyün ve kamçının tabanında, temelde sentri-
yole çok benzeyen ve aksonemin kurgusunu kontrol eden
bazal cisim bulunur.

t â 0
i KLİNİKBİLGİ

Titrek tüy ve flagellumdaki proteinlerde çeşitli de­


ğişinimler tanımlanmıştır. Bu değişinimler, işaret­
leri immotil sperm, erkek infertilitesi ve kronik
respiratuvar enfeksiyon (siller hareketsiz oldukla­
rı için solunum yollarını temizleyemez) olan,
hareketsiz titre k tüy sendromundan sorumlu­ Şekil 2-32. Işığa duyarlı retina hücresi kesitinin elektron
dur. mikrografı. Enine kesilmiş mikrotübüllerin (oklar) birikimine
dikkat ediniz. Yaklaşık X80,000.
46 / BOLUM 2

Şekil 2-33. Solunum yolla­


rının iç yüzeyini döşeyen
epitelin fotomikrografı. Bu
epitelin birçok hücresinin
üst yüzünde (lümene ba­
kan serbest yüz) çok sayı­
da titrek tüy bulunur. N,
hücre çekirdeği; M, bu pre-
paratta koyu görünen si-
toplazmik mukus salgısı.
HE boyası. Büyük büyüt­
me.

Aktin Filamanları Ara Filamanlar


Kas hücresindeki kasılma, birincil olarak aktin ve miyozin İnce yapı ve immünohistokimyasal araştırmalar, ökaryotik
adlı iki proteinin etkileşimi sonucu gerçekleşir. Aktin kas hücrelerde üçüncü bir esas ipliksi yapının varlığını göster­
hücresinde ince (5-7 nm çapında) bir filaman şeklinde bulu­ miştir. Hücre, ince (aktin) ve kalın (miyozin) filamantlardan
nur. Bu filaman, ikili sarmal şeklinde düzenlenmiş kiiremsi başka, ara büyüklükte (ortalama çapı 10-12 nm) olan bir
alt birimlerden oluşmuştur (Şekil 2-36). Yapısal ve biyokim­ grup filaman daha içerir. (Şekil 2-37 ve Tablo 2-4). Ara
yasal çalışmalar, çeşitli aktin tiplerinin olduğunu ve bu pro­ filamanları yapan çok sayıda protein hem ayrılmış ve hem
teinin tüm hücrelerde bulunduğunu göstermiştir. de hücre içindeki yerleşimi immünohistokimyasal olarak
Mikrofilamanlar hücre içinde çeşitli şekillerde organize gösterilmiştir.
olabilirler. (1) İskelet kasında, kalın (16 nm) miyozin Keratinler (Yun. kercıs, boynuz) epitelde bulunan yak­
filamanlarıyla birlikte bir kristal öncüsü yapı oluştururlar. (2) laşık 20 protein içeren bir ailedir. Bir gen ailesi tarafından
Çoğu hücrede, mikrofilamanlar plazmalemmanın hemen al­ kotlanırlar ve farklı kimyasal ve immünolojik özelliklere sa-
tında hücre korteksi denilen ince bir kılıf oluştururlar. Bu
filamanlar; endositoz, ekzositoz ve hücre hareketi gibi zar
etkinlikleriyle ilgili gibi görünürler. (3) Mikrofilamanlar, çe­
şitli sitoplazmik organeller, veziküller ve grandilerle çok ya­
kın ilişkidedirler. Fİlamanların, sitoplazmik bileşenlerin hare­ Tablo 2-4. Ökaryotik hücrelerde bulunan ara filamanlara
ketinde ve kaydırılmasında (sitoplazma akışı) önemli rol oy­ örnekler.
nadığına inanılmaktadır. (4) Mikrofilamanlar miyozinle bir­ Filaman tipi Hücre tipi Örnekler
likte mitotik hücrede bir kese kaytanı gibi büzülmeye neden
olarak yarıklanmayı başlatırlar. (5) Çoğu hücrede, sitoplaz­ Keratinler Epitel Hem keratinize olan
ma içinde, mikrofilamanlar dağınıktır ve organize olmamış ve hem de keratinize
olmayan epitel
bir düzende görünürler (Şekil 2-31).
Aklin filamanlar kas hücrelerinde yapısal olarak kararlı Vimentin Mezenkim Fibroblastlar,
iseler de, diğer hücrelerde kolayca ayrılır ve tekrar bir araya hücreleri kondroblastlar,
gelirler. Aktin filamanların polimerizasyonu, Ca2+ ve siklik makrofajlar,
AMP düzeylerindeki hassas değişikliklerin doğrudan kontro­ endotel hücreleri,
damar düz kas hücreleri
lü altındadır. Çeşitli hücrelerde çok sayıda aktin bağlayan
protein gösterilmiştir ve günümüzde birçok çalışma, bu pro­ Desmin Kas Çizgili ve düz
teinlerin aktin filamentin, tekrarlanan yapısal birimlerin bir­ kas (damar düz
leşme evresini ve yan birikimini nasıl düzenlediği konusuna kası hariç)
odaklanmıştır. Hücre aktininin yaklaşık yarısının nıikro- Glial fibriller Glial hücreler Astrositler
fikıman seklinde olması, aklin filamentin önemini açıklar. asidik proteinler
Olasılıkla, aktin filamanla ilgili etkinliklerin çoğu, miyo­
Nörofilamanlar Nöronlar Sinir hücresi gövdesi
zinle aletinin etkileşimi sonucu olur. (Kalın miyozin filamen­
ve uzantıları
tin yapısı ve işlevi kas dokusunda anlatılmıştır.)
SİTOPLAZMA / 47

A Mikrotübül aTübülin----- Ç)
p Tübülin----- ö
24 nm
ı---------------- 1

„ , Tübülin dimerleri
Bo''unakes" (heterodimerler)
(Boyanmamış alt birimler)

Yukarıda yapısal
özellikleri gösterilen
mikrotübüllerin
elektron mikroskop
fotoğrafı

Protein
bağları
B Sil
Paylaşılmış

Merkezi Işınsal
kılıf uzantılar

Aksonem (9 + 2 düzeninde)

Şekil 2-34. Mikrotübül, sil ve sentriolün şematik çizimi. A: Mikrotübüllerin, tannik asitli gluta-
raldehitte fikse edildikten sonra elektron mikroskobunda görünüşü. Boyanmayan tübülin alt
birimleri yoğun tannik asit tarafından görünür duruma gelmiştir. Tübülün enine kesitinde, sar­
mal şeklinde düzenlenmiş dinlerlerin 13 alt biriminin oluşturduğu halka görülmekte. Mikro-
tübülün boyunun uzaması ya da kısalması, tübülin alt birimlerinin eklenmesi ya da çıkartıl­
masıyla gerçekleşir. B: Bir titrek tüyün enine kesitinde aksonem denilen merkezî mikrotübül-
ler görülmekte. Aksonem, 9 mikrotübül çifti tarafından çevrelenmiş 2 sentral mikrotübülden
oluşmuştur. Çiftlerde, A mikrotübülü tamdır ve 13 alt birimden oluşmuştur, B mikrotübülü ise
2 ya da 3 heterodimeri A ile paylaşır. Dinein kolları ATP ile aktive edildiğinde karşısındaki
tübüle bağlanır ve çiftlerin birbirine karşı kaymalarını sağlar. C: Sentriyoller, birbirine bağla­
narak araba tekerleği şeklinde düzenlenmiş 9 mikrotübül üçlüsünden oluşur. Üçlüde A mik­
rotübülü tam ve 13 alt birimden oluşurken, B ve C tübülin alt birimlerini paylaşırlar. Normal
koşullar altında, bu organel birbirine dik açıyla yerleşmiş bir çift olarak bulunur.
48 / BÖLÜM 2

Sitoplazmik Birikintiler
Bunlar genelde sitoplazmanın geçici bileşenleridir, başlıca
birikmiş metabolitler ya da diğer maddelerden oluşmuşlar­
dır. Birikmiş moleküller çeşitli şekillerde olabilir. Bunlardan
birisi, yağ dokusu, sürrenal korteks hücreleri ve karaciğer
hücrelerinde görülen lipit damlacıklarıdır (Sekil 2-38). Kar­
bonhidrat birikimi de birçok hücrede glikojen şeklinde gö­
rülür. Kurşun tuzlarıyla yapılan boyamada glikojen elektron
yoğun birikimler şeklinde görülür (Şekil 2-39). Proteinler
bez hücrelerinde salgı granülleri ya da salgı vezikülleri
içinde depolanırlar (Sekil 2-29). Bu proteinler uyarı altında
tekrarlayarak olarak hücreler arası ortama salınırlar.
Hücre içinde renkli maddelerin birikintileri -pigm ent­
ler- de bulunur (Şekil 2-İ0). Hücre tarafından sentezlenebi-
Iirler (ör; derideki melanositler) ya da vücudun dışından ge­
lebilirler (ör; karoten). En yaygın görülen pigmentlerden bi­
risi de, sarımsı kahverengi lipofuskin pigmentidir. Lipofııs-
kin özellikle larklılanmasını tümüyle tamamlamış hücrelerde
bulunur ve yaşla birlikte arlar. Kimyasal yapısı karmaşıktır.
Lipofuskin grandilerinin sekonder lizozomlardan geliştiğine
ve sindirilemeyen maddelerin birikintileri olduğuna inanıl­
maktadır. Geniş bir alana yayılmış bir pigment olan mela­
nin, epidermis ve retinanın pigment tabakasında oldukça
Şekil 2-35. Birbirine dik yerleşmiş bir çift sentriyoiü ve on­
fazla bulunur ve yoğun hücre içi membranla çevrili grandi­
ları çevreleyen tanecikli protein malzeme ile birlikte bir
ler şeklindedir.
sentrozomun şematik şekli. Her bir sentriyol, her demetin­
de 3 mikrotübül bulunan 9 mikrotübül demetinden oluş­
muştur.

CD
hiplirler. Keratinin çeşitliliği bu proteinin; epidermis, tırnak, cP <90
toynak, boynuz, tüy, pullarda oynadığı değişik görevlerle ve
benzer şekilde hayvanlarda aşınma, su ve ısı kaybından ko­
rumayla ilgilidir.
Vimentin mezenşim (mezenşim embriyonik bir doku­
dur) kökenli hücrelerin tipik filamanlarıdır. Vimentin tek bir CD
CD CD
proteindir (56-58 kDa) ve desmin ya da glial fibriller asidik
cP & 9b
protein ile kopolimerize olabilir.
Desmin (skeletin) düz kas ile iskelet ve kalp kasının Z Sb
diskinde bulunur (53-55 kDa).
Glial filamanlar (glial fibriller asidik protein) astro-
sitlerin tipik yapısıdır; ancak, nöron, kas, mezenşim hücre­
leri ya da epilelde bulunmaz (51 kDa). CD cD
Nörofilamanlar en az 3 yüksek molekül ağırlıklı poli-
peptitden (68, 1-iÜ ve 210 kDa) oluşur. Ara filaman protein­ cP (90
leri farklı kimyasal yapıdadır ve hücresel işlevlerde farklı rol­
lere sahiptir.

9}J\b &^
KLİNİK BİLGİ
* g o ~
Tümörlerde özgül tip ara filamanların bulunuşu,
tümörün hangi hücreden kökenlendiğini bilmemi­ Şekil 2-36. Sitozolik aktin filamanları. Aktin dimerleri artı
zi sağlar; bu bilgi, tanı ve sağaltımda önemlidir (+) ucundan eklenir ve eksi (-) ucundan çıkartılır. Böylece
(Tablo 1-1’e bakınız). Ara filaman proteinleri rutin aktin etkin olarak uzar ya da kısalır ve böylece hücrenin
bir işlem olan immünositokimyasal yöntemlerle gereksinimi sağlanmış olur. (Junqueira LC, Carneiro J; Bioio-
gösterilebilir. gia Celular e Molecular, 6th ed. Editora Guanabara, 1997’den izin­
li alınmış, değiştirilmiş ve yeniden çizilmiştir.}
SITOPLAZMA / 49

Ş ekil 2-37. Deri epitel hücresinin elektron mikroskop


fotoğrafında desmozomlara bağlı keratin ara filamanları
görülmekte.

Ş e k il2-38. Böbrek üstü bezi kesitinde lipit damlacıkları (L)


ve çok sayıda anormal mitokondri (M) görülmekte.
X19,000.

Sitozol sıvı) organeller ayrıldıktan sonra geriye kalana, sitozol de­


nir. Sitozol hücrenin toplam oylumunun yaklaşık yarısını
Eskiden, belirgin organeller ve birikintiler arasında bulunan
oluşturur. Hücrenin homojenize edilmesi sonucunda, ince
sitoplazmanın belli bir şeklinin olmadığına inanılıyordu. Bu
bir mikrotübüler kafes ayrılır. Bu kafes, yapısal sitozoliin
inanış, tanımlanmış zarla çevrili organelleri içeren bölüntü­
bileşeni olan; aktin mikrofilamanlar, mikrotübüller, ara
leri elde etmek için, karışımın karıştırılması ve ayrılması yön­
filamanlar, enzimler ve diğer erimiş maddeleri bir araya ge­
temleri kullanılmaya başladığında yıkıldı. Bu yöntemler kul­
tirir. Sitozol, organellerin hücre içi hareketini düzenler ve si-
lanıldığında elde edilen siipernatantdan (yüzeyde kalan üst
50 / BOLÜM 2

Şekil 2-39. Bir karaciğer


hücresinin elektron mik­
roskop fotoğrafında, elek­
tron yoğun parçacıklar
şeklinde kümelenmiş gli­
kojen birikintileri görül­
mekte (oklar) İçersinde
koyu bir merkezî bölüm
bulunan yapılar peroksi-
zomlardır. Mitokondrile-
ronlar (M) da görülmekte.
X30,000.

Ş e k il 2-40. Hem suda


hem karada yaşayan bir
canlının karaciğer kesitin­
de, sitoplazmada pig­
ment birikintileri (PD), bir
makrofaj (M), hepatositler
(H) ve bir nötrofil lökosit
(N) görülmekte. Bu reçin­
eye gömülmüş materyal­
de hepatosit sitoplazma-
sında, mitokondri (soluk
kırmızı) ve lizozom (mavi)
görmek de olası. Bu yapı­
ların tümü, yalnızca reçi­
neye gömülmüş prepa-
ratlarda görülebilir. Giem-
sa boyası. Orta büyütme.
SİTOPLAZMA / 51
İ

Tablo 2-5. Hücre bileşenlerindeki değişikliklerin neden olduğu kimi insan ve hayvan hastalıkları.

Etkilenen Hücre /
Bileşeni Hastalık M oleküler Defekt Morfolojik Değişiklik Klinik Belirti

Mitokondri Mitokondriyal Oksidatif fosforilasyonda Kas mitokondrilerinip Hipertiroidi olmadığı halde


sitopati defekt büyüklük ve sayısında artış yüksek bazal metabolizma

Mikrotübül Hareketsiz titrek Sil ve flâgellumda Çift mikrotübüllerde kolların Erkek sterilitesi ve kronik
tüy sendromu dinein bulunmayışı yokluğu solunum yolu enfeksiyonuyla
birlikte hareketsiz sil ve flâgellum

Fare (Acomys) Pankreas b hücrelerinde (î-hücrelerinde mikrotübül Kan şekerinin artması


diyabeti tübülin azalması azalması (diyabet)

Lizozom Metakromatik Lizozomal sülfataz Dokuda lipit birikimi


lökodistrofi yokluğu (serebrosit) Motor ve mental bozulma

Hurler hastalığı Lizozomal a -L - Dokuda dermatan sülfat Büyüme ve mental gerilik


iduronidaz yokluğu birikimi

Golgi kompleksi l-hücresi Fosfotransferaz Birçok hücrede inklüzyon Fizikomotor gerilik, kemik
hastalığı yetmezliği partiküllerinin depolanması anormallikleri

lopUızmanın kıvamının açıklanmasını sağlar. Eriyebilen KAYNAKLAR


(membrankı çevrili olmayan) enzimler maddelerin rastgele Afzdiııs BA, Eliassun R: Flagellar mutants in man: on the heterogeneity o f
birleşmesi yerine, glikolitik yolda olduğu gibi, düzenli bir sı­ the im m otile-cilia syndrome. J Ultrastruct Res 1 9 7 9 :6 9 :4 3 .
ra izleyecek şekilde düzenlenmiş olduklarında daha etkili Aridor M , Balch W E : Integration o f endoplasmic reticulum signaling in health
olurlar. Sitozol bu düzenek için bir ağ oluşturur; ayrıca, bü­ and disease. Nat Med 1 9 9 9 :5 :7 4 5 .

yük moleküller için yapı blokları üreten, enerji elde etmek Barrit G J: Com munication W ithin A nim al Cells. Oxford Univ Press, 1992.
için küçük molekülleri parçalayan binlerce enzim içerir. Si- Becker W M et al: The World o f the Cell, 4th ed. Benjamin/Cummings, 2 0 0 0 .
Bretscher M S: T h e molecules o f the cell membrane. Sci Am 1 9 8 5 :2 5 3 :1 0 0 .
tozolda protein sentezlemek için gerkeli tüm araçlar (rRNA,
Brinkley B R : M icrotubule organizing centers. Annu Rev C ell Biol 1 9 8 5 :1 :1 4 5 .
mRNA, tRNA, enzimler ve diğer faktörler) bulunur.
Brown M S et al: Recycling receptors: the round-trip itinerary o f migrant mem­
brane proteins. Cell 1 9 8 3 :3 2 :6 6 3 .
Cooper, G M : The Cell: A M olecular Approach. ASM Press/Sinauer Associates,
Inc., 1997.
Özgül Hücre Bileşenleri ve Hastalıkları D eDuvc C: A G uided Tour o f the Living Cell. Freeman, 1984.
DeDuve C: M icrobodies in the living cell. Sci Am 1 9 8 3 :2 4 8 :7 4 .
Dustin P: M icrotubules, 2nd ed. Springer-Verlag, 1984.
Farquhar M G : Progress in unraveling pathways o f Golgi traffic. Annu Rev
Cell Biol 1 9 8 5 :1 :4 4 7 .
KLİNİK BİLGİ Fawcett D : The Cell, 2nd ed. Saunders, 1981.
Krsric RV: Ultrastructure o f the M am m alian Cell. Springer-Verlag, 1979.
Birçok hastalık, özgül hücre bileşenlerindeki mo- Mitchison T J , Cram er LP: Actin-based cell motility and cell locom otion. Cell
leküler değişiklikler sonucu ortaya çıkar. Bu has­ 1 9 9 6 :8 4 :3 7 1 .
O sborn M , W eber K: Intermediate Filaments: cell-type-specific markers in dif­
talıkların çoğunda, ışık ya da elektron mikrosko-
ferentiation and pathology. Cell 1 9 8 2 :3 1 :3 0 3 .
pik olarak ya da sitokimyasal yöntemlerle yapısal Pfeifer SR , Rothm an J E : Biosynthetic protein transport and sorting in the en­
değişiklikler saptanır. Tablo 2-5’de, birçok hücre doplasmic reticulum. Annu Rev Biochem 1 9 8 7 :5 6 :8 2 9 .
bileşeninin biyopatolojideki önemini anlamak Rothman J: T h e compartmental organization o f the Golgi apparatus. Sci Am
için, kimi hastalıklar ve önemi verilmiştir. 1 9 8 5 :2 5 3 :7 4 .
Simons K, Ikonen E: How cells handle cholesterol. Science 2 0 0 0 :2 9 0 :1 7 2 1 .
Tzagoloff A: M itochondria. Plenum, 1982.
Weber K, Osborn M : T h e molecules o f the cell matrix. Sci Am 1 9 8 5 :2 5 3 :1 1 0 .
I

Hücre Çekirdeği

Çekirdek, bir hücrenin tüm yapılarının ve etkinliklerinin nükleer sisterna (çekirdek çevresi sarnıç) (Şekil 3-2 ve 3-4)
kromozomun DNA’sında kodlanmış olduğu mavi boyalı bir denilen dar bir (40-70 nm) aralık bulunur. Bu bir çift zar ve
yapıdır. Ayrıca, DNA’sını kopya ederek 3 tip RNA’yı -ribozo- aralık birlikte çekirdek kılıfını oluştururlar. Çekirdek kılıfının
mal (rRNA), haberci ve transfer- sentezleyecek ve işleyecek iç zarına sıkıca bağlanmış ve onun kararlılığına yardımcı olan
moleküler düzeneklere de sahiptir. Mitokondri küçük bir protein yapıya fibröz lamina (Şekil 3-4) denir. Fibröz lami­
DNA genomuna sahiptir ve kendi kullanımı için RNA’lar üre­ na, lamin A, B ve C denilen 3 temel proteinden oluşmuştur.
tir; ancak, genomu o kadar küçüktür ki, üretilen RNA mito- Bölünmeyen hücrelerde kromozomlar fibröz lamina ile bağ­
konclrinin kendi gereksinimine bile yetmez. Ayrıca, çekirdek lantılıdır (Şekil 3-5). Bağlantının düzeni aynı dokudaki hüc­
protein üretmez. Çekirdeğin etkinliği için gerekli olan çok reler arasında fazla değişmez; bu da, kromozomların çekir­
sayıda protein molekülü sitoplazmadan alınır. dek içindeki yerleşiminin belirli olduğu görüşünü destekler.
Çekirdek genellikle yuvarlak ya da uzamış bir yapı ola­ Dış zara poliribozomların bağlı olması, çekirdek kılıfının en-
rak hücrenin merkezinde görülür (Şekil 3-1). Ana bileşenle­ doplâzma retikulumu bir parçası olduğunu gösterir. Çekir­
ri; çekirdek kılıfı, kromatin (Şekil 3-2 ve 3-3), çekirdek­ dek kılıfına bağlı olan poliribozomlarda sentezlenen protein,
çik ve çekirdek matriksi’dir. Çekirdeğin büyüklüğü ve geçici olarak perinükleer sisternada izole edilir. Çekirdek kı­
morfolojik özellikleri, normal özgül dokularda genellikle ay­ lıfının iç ve dış zarının birleştiği yerlerde çekirdek gözeneği
nı biçimdedir. Bunun aksine, kanser hücrelerinde çekirdek ya da nükleer gözenek denilen, çekirdek ve sitoplazma
düzensiz şekillidir, büyüklüğü değişkendir ve kromatin dü­ arasında kontrollü geçiş sağlayan bir aralık bulunur (Şekil
zensizdir.
3-6 ve 3-7). Gözenekler açık değildir, 100’den çok protein­
den oluşmuş sekiz köşeli oktogonal bir gözenek kompleksi
Çekirdek Kılıfı bulunur (Şekil 3-8). Çekirdek kılıfı her boyuttaki iyon ve mo­
Elektron mikroskobunda çekirdeği 2 paralel iinit (tek tip ya leküle geçirgen olmadığı için, çekirdek ve sitoplazma arasın­
da birim) zarın çevrelediği görülür. İkisinin arasında peri- daki madde alışverişi yalnızca nükleer gözeneklerden olur.

Şekil 3-1. Karaciğer hücre­


leri (hepatositler). Çok sayı­
da koyu boyanmış çekirdek
görülmekte. Kromatinin yü­
zeye yoğunlaşması nede­
niyle belirgin olarak görülen
çekirdek zarına dikkat edin.
Çekirdek içinde, hücrenin
yoğun bir şekilde protein
sentezlediğine işaret eden,
çok sayıda çekirdekçik gö­
rülmekte. Bir hepatosit 2 çe­
kirdekçik içerir. Pararozani-
lin-toluidin mavisi (PT) bo­
yası. Orta büyütme.

53
54 / BOLUM 3

Çekirdek Çekirdekçik

Şekil 3-3. Hücre çekirdeğinin üç boyutlu çizimi. Çekirdek


gözeneklerinin dağılımı, heterokromatin (koyu bölgeler), ök­
romatin (açık bölgeler) ve çekirdekçik gösterilmiş. Gözenek­
lerin olduğu yerde kromatin bulunmadığına dikkat edin. Gö­
zeneklerin sayısı hücreden hücreye büyük ölçüde değişir.

Şekil 3-2. Hücre çekirdeğinin şematik çizimi. Çekirdek kılı­ Çapı 9 nnı olan iyon ve moleküller nukler gözenekler­
fı, endoplazma retikulumu çekirdek çevresi sarnıcını çevre­ den enerjiye gerek olmadan serbestçe geçebilir. Ancak, 9
leyen 2 zardan oluşmuştur. İki zar birleşerek çekirdek gö­ nm'den büyük olan molekül ve molekül bileşikleri aktif bir
zeneklerini oluşturur. Ribozomlar dış çekirdek zarına tutun­ yöntemle taşınırlar. Bu yöntem, adenozin trifbsfattan (AİT)
muşlardır. Heterokromatin kümeleri çekirdek tabakasına enerji kullanan reseptörler aracılığıyla olur ve 2 evreden olu­
bağlanmışken, ökromatin (ÖK) çekirdeğin iç tarafında da­ şur. Birinci evrede, bir ya da çok sayıda çekirdek işareti böl­
ğılmıştır. Çekirdekçikte, bağlı kromatin (oklar), hetero kro­ gesine sahip proteinler, özgül sitozol proteinlerine bağlan­
matin (Hk), pars granüloza (G) ve pars fibrozaya (F) dikkat maya başlayarak, bir bileşik oluştururlar. Bu bileşik enerjiye
edin. gerek olmadan, geçici olarak çekirdek gözeneği kompleksi-

lim

■VVKffrfîi.

Şekil 3-4. Çekirdeğin elektron


mikroskop fotoğrafında, hete­
rokromatin (HK) ve ökromatin
(ÖK) gösterilmiş. Oklar çekir­
dekçik (Ç) etrafındaki çekir­
dekçiğe bağlı kromatini, ok
başları ise perinükleer sister-
nayı işaret etmekte. Sisterna-
K * •'v*-' nın altındaki heterokromatin
/ a i* tabakasıdır. Işık mikroskobun­
- j ' da da görülen bu tabakaya
ran.
çekirdek zarı denir. X26,000.
HÜCRE ÇEKİRDEĞİ / 55

Şekil 3-5. Çizimde çekirdek tabakasının yapısı, yerleşimi


ve kromozomlarla ilişkisi gösterilmiştir. Çizimde ayrıca,
çekirdek gözeneğinin karmaşık sekizgen düzenlenmiş 2
protein halkasından oluştuğu da gösterilmiştir. Sitoplaz-
mik halkadan çıkan uzun filamentler sitozole geçerler.
Çekirdek içi halkadan çıkan filamanlar ise sepet şeklinde
bir yapı oluştururlar. Çekirdek gözeneğinde merkezi bir
silindirik granülün bulunduğu tüm araştırmacılarca kabul
edilmemektedir.

Çekirdek

Şekil 3-6. Çekirdeğin elekt­


ron mikroskop fotoğrafında
2 zardan oluşmuş kılıfı ve
çekirdek gözenekleri (ok­
lar) görülmekte. Üstteki iki
fotoğraf enine; alttaki ise
teğet kesittir. Kromatin, sık
olarak çekirdek kılıfın altın­
da yoğunlaşmıştır. Göze­
neklerin olduğu alanlarda
böylesi bir yoğunlaşma
yoktur. X80.000.
56 / BOLUM 3

Ş e k il3-7. Sıçan bağırsak


hücresinin dondıırup-kır-
ma (kriyofraktür) yönte­
minden sonraki elektron
mikroskop fotoğrafında
çekirdek kılıfının iki bile­
şeni ve çekirdek göze­
nekleri görülmekte. (İzin
alınarak, P Pinto da Silva.)

ne tutunur. İkinci evrede, çekirdek sinyali taşıyan proteinler, ğunluğunun şiddetine göre, hem ışık ve hem de elektron mik­
ATP’den elde edilen enerjiyle çekirdeğe taşınır ve sitozolik roskobunda 2 tip kromatin ayırt edilir (.Sekil 3-2 ve 3-4). Elekt­
proteinler sitoplazmada kalır. Olasılıkla, ATP enerjisinden en ron mikroskobunda elektron yoğun ve kaba graniiller, ışık
azından bir bölümü; gözeneklerin, büyük moleküllerin ge­ mikroskobunda ise bazofilik kümeler şeklinde görülen lıete-
çebileceği kadar açılmasında kullanılır. Bazı ribozomların alt rokromatin (Yun. heteros, diğer + ebru m a, renk). Ökroma-
birimleri kadar büyük olan molekül ya da molekül bileşik­ tin, kromozomun daha az kıvrım yapan bölümüdür. Elektron
lerinin, çekirdekten sitoplazmaya geçiş mekanizmasıyla ilgi­ mikroskobunda ince graniiler bir yapıda, ışık mikroskobunda
li bilgiler çok azdır. ise açık bazofilik boyanmış alanlar şeklinde görülür. Heıerok-
romalinin ökıomatine oranı; doku kesitlerinde ışık ve elektron
Kromatin mikroskopik olarak, çekirdeğin koyu ya da açık boyanmasına
neden olur. Kromatinin, dolayısıyla çekirdeğin açık ya da ko­
Kromatin aslında; bölünmeyen çekirdekte bulunan ve farklı
yu boyanması, sık olarak ışık mikroskopik olarak farklı doku
yoğunlukta kıvrımlar yapan kromozomdur. Kromozom yo-
ve hücre tiplerinin ayırt edilmesinde kullanılır.
Kromatin, başlıca sarmal yapan DNA şeritleri ile bu sar­
malın bağlandığı temel proteinlerden (histonlar) oluşmuştur.
Yapısı Şekil 3-5’de şematik olarak gösterilmiştir. Kromatinin
temel yapısal birimi niikleozomdur (Şekil 3-9). Nükleozomun
merkezinde; H2A, H2B, 1-13 ve H4 histonlarından birer çift ol­
mak üzere, 4 tip fusion bulunur ve bu histonlar 166 DNA baz
çifti tarafından sarılmıştır. Kırksekiz baz çiftinden oluşmuş
DNA şeridi ise komşu nükleozomları birbirine bağlar ve bu
bölüme başka tip histon (İTİ ya da H5) bağlanmıştır. Kroma­
tinin bu düzenlenişi “boncuk dizisi” olarak tanımlanır. Kro­
matine bağlı olarak histon olmayan proteinler de bulunur; fa­
kat, bunların düzenlenişi tam olarak anlaşılamamıştır.
Kromatinin bir üst düzeni, 30 nm’lik bir liftir (Şekil 3-10).
Bu yapıda, nükleozomlar bir eksen etrafında spiral şeklinde
kıvrılırlar. 30 nm’lik kromatin lifini yapmak için, her dönüşte 6
nüldeozom bulunur. Özellikle, mitoz ve mayoz sırasında kro­
matinin yoğunlaşması için kıvrım sayısı artar.
Çekirdeğin kromatin düzeninin, hücre etkinliğini yansıttı­
Şekil 3-8. İki çekirdek gözeneğinin basit çizimi. Bu model­ ğı kabul edilmektedir. Genelde, soluk boyalı bir çekirdeğe sa­
de, çekirdek bölümünün sonu bir halka şeklinde ve kesinti­ hip hücreler, koyu boyalı çekirdeğe sahip hücrelerden daha
siz bir yapı olarak gösterilmiştir. aktiftir. Soluk boyalı çekirdek (heterokromatini az), genetik
HÜCRE ÇEKİRDEĞİ / 57

Kromozom çalışmaları; hücre bölünmesine neden ol­


Sekiz histon molekülünün özü: H1 histon mak, mitoz bölünmenin metafaz evresinde durdurulması ve
hücre parçalanmasının sağlanması konularında yeni yön­
temlerin geliştirilmesiyle, oldukça ilerlemiştir. Mitoz, hücre
kültüründe, fitohemaglıitinin ile uyarılabilir ve kolşisin ile
metafaz evresinde durdurulabilir. Hücreler, şişmelerine ne­
den olacak hipotonik bir sıvıya konduklarında şişme tamam­
landıktan sonra, bir lâm ve lamel arasında ezilerek hücre za­
rının yırtılması sağlanabilir.
Bir insan hücresinden elde edilen kromozomların bo­
yandıktan sonraki görünümü Şekil 3-12’de gösterilmiştir. X
ve Y kromozomlarına ek olarak geri kalanlar, büyüklükleri­
ne ve yapısal özelliklerine göre, sırasıyla 22 çift halinde
gruplandırılmıştır.

XXXXX I 2 nm
Şekil 3-9. Nükleozomun şematik çizimi. Yapının merkezin­
de, her tipinden 2 kopya olmak üzere, 4 tip histon (H2A,
H2B, H3 ve H4) ve bulunur. Bir molekül H1 ya da H5, DNA 11 nm
filamanmm dışına yerleşmiştir.

bilginin kopyalanması için daha çok DNA yüzeyine sahiptir.


Koyu boyalı çekirdek (heterokromatini çok), kromatini sıkı
bir şekilde paketlendiği için daha az DNA yüzeyine sahiptir. -Trr
Memeli hücre çekirdeğinde yapılan ayrıntılı çalışmalar, 30 nm
bir heterokromatin kütlesinin dişilerde bulunduğunu; ancak,
erkeklerin tümünde bulunmadığını göstermiştir. Bu kroma­ j;k.
tin kümesine seks kromatini denir ve dişi hücrelerinde bu­
lunan iki tane X kromozomundan birisidir. Seks kromatinini
oluşturan bu X kromozomu, yoğun bir şekilde sarmal yapar
ve mikroskopta görülebilir, diğer X kromozomu ise sarmal ■ar
yapmamıştır ve mikroskopta görülemez. Kanıtlar, seks kro­
matininin genetik olarak inaktif olduğunu göstermektedir. 300 nm
Erkeklerde bir X ve bir Y kromozomu vardır. X kromozomu
-iL
sarmal yapmadığı için, erkeklerde seks kromatini görülmez.
İnsan epitel hücrelerinde, seks kromatini çekirdek kılıfına
tutunmuş küçük bir graniil şeklinde görülür. Genellikle, ya­
nağın içini döşeyen hücreler seks kromatini çalışmalarında
kullanılırlar. Ayrıca, kan yaymaları da bu iş için kullanılır.
Seks kromatini, nötrofil lökositlerin çekirdeğine tutunmuş
davul tokmağı şeklinde bir yapı olarak görülür (Şekil 3-11).

i .. . .
> | k l in ik b il g i

Seks kromatini çalışmaları; hermafroditizm ve


psödohermafroditizm’de olduğu gibi, kişinin dış
genital organlarından cinsiyetinin saptanamadığı
durumlarda, hastanın genetik cinsiyetinin belir­ Şekil 3-10. Kromatinin paketlenmesinin metafaz kromozo­
lenmesini sağlar. Seks kromatini, seks kromo­ munda olduğuna inanılmaktadır. Yukardan başlayarak; 2 nm’-
zomlarından kaynaklanan diğer anomalilerin lik DNA ikili sarmalı görülmekte. Sonrakinde, DNA’nın histon-
saptanmasında da yardımcıdır. Örneğin; testis lara bağlanarak 11 nm’lik filamanı yaptığı ve bu filamanın da
anomalileri, azoospermi (sperm yokluğu) ve XXY sarmal yaparak 30 nm'lik filamanı oluşturması gösterilmekte­
kromozomuna bağtı diğer belirtilerle ortaya çı­ dir. Daha ileri yoğunlaşmada, çapları 300 nm ve 700 nm olan
kan, Klinefelter sendromunda olduğu gibi. filamanlar oluşmaktadır. Son çizimde ise, DNA’nın maksimum
paketlendiği metafaz kromozomu gösterilmektedir.
58 / BOLUM 3

Yanak epiteli Çekirdeği çok


I KLİNİK BİLGİ

Bir kişiye ait kromozom sayısı ve kromozom


özelliklerine karyotip denir (Şekil 3-12). Karyotip
değerlendirmesi; tümör, lösemi ve çeşitli genetik
hastalıklara bağlı kromozom değişikliklerini orta­
ya koyar.
Kromozomların enine bantlanmasını ve bu
Seks kromatini
bantların farklı renklerde boyanmasını sağlayan
tekniklerin gelişmesiyle, her bir kromozomun daha Şekil 3-11. Bir kadının ağız (yanak) epitelindeki ve çok şe­
hassas tanımlanması ve gen delesyonları (gen­ killi çekirdeği (polimorf çekirdekli) lökositindeki seks kroma­
den bir parça eksilmesi) ile translokasyonlarının tininin morfolojik özellikleri. Epitelde seks kromatini çekir­
(yer değiştirmeler) daha hassas saptanması müm­ dek kılıfına bağlı, küçük ve yoğun bir granül şeklinde görü­
kün olmuştur. Bu teknikler temelde, önce kromo­ lür. Lökositte davul tokmağı şeklindedir.
zomlara tuz ya da enzim çözeltileri uygulaması;
daha sonra, floresan boyalarla ya da Giemsa kan
boyama tekniğiyle boyanmasından oluşur. In situ
hibridizasyon teknikleriyle de, kromozomlardaki dekçikteld rRNA’lara bağlanmaya başlarlar; daha sonra, ribo-
DNA dizilerinin (genler) yerleşimi gösterilebilir. zom alt birimleri sitoplazmaya göç ederler. Şıklıkla çekirdek­
çiğe bağlı bulunan heterokromalinin (çekirdekçiğe bağlı
kromatin) işlevsel önemi henüz bilinmemektedir. rRNA'lar,
çekirdekle sentezlenir ve değiştirilir. Çekirdekçikle ise pro­
Çekirdekçik teinler eklenir ve küçük ve büyük ribozomal alt birimler
seklinde organize olurlar. Alt birimler çekirdek gözenekle­
Çekirdekçik, rRNA ve proteinden zengin, çapı 1 mm’den da­
rinden geçerek sitoplazmaya göç ederler.
lla büyük olan küremsi bir yapıdır (Şekil 3-13). Hematoksi-
len ve eozin ile genellikle bazofilik boyanır. Elektron mik­
roskobunda 3 farklı bileşenden oluştuğu görülür: (1) Çekir­
dekçik düzenleyici DNA. Bir ya da daha çok sayıda soluk
k l in ik b il g i
boyalı olarak görülen bu bölgeler (Şekil 3-1-1), rRNA kodla­
yan baz dizilerinden oluşmuştur. İnsan genomunda, 5 çift
kromozomda çekirdekçik düzenleyicisi bulunur. (2) Pars Büyük çekirdekçik; bölünmekte olan embriyonik
libroza. Çekirdekçik düzenleyicileri çok yakın yerleşiktir ve hücreler ile etkin olarak protein sentezleyen ve
başlıca rRNA genlerinin kopyalanmasını (transkript) yapan, hızla büyüyen kötü huylu tümörlerin hücrelerinde
5-10 nın büyüklüğünde, sıkıca paketlenmiş ribonukleopro- görülür. Çekirdekçik hücre bölünmesinin profaz
tein liderinden oluşur. (3) Pars granüloza. 15-20 nm bü­ evresinde kaybolur ve mitozun telofaz evresinde
yüklüğündeki grandilerden (olgunlaşan ribozomlar; bkz. Şe­ yineden görülür.
kil 3-1-1) oluşur. Sitoplazmada sentezlenen proteinler, cekir-

V. f
U ,<r- « t
v - t/ g
H n
£ -a-» t tf
* 4
‘•y
rl u
fe* M ı u !*W
k t i M
1 2 3 4 5

. V \l 'T ft» t -1
İH * .
V» t-.’ ry a C7 TJ
«J Cf t'
f î â ► m M b-
Ö P M M *• > • +)
p $ M
i ■> I
t j U 1 1 Şekil 3-12. Bantlama tekniği ile
hazırlanmış insan karyotipi.
6 7 8 9 10 1 1 12 K
Her kromozom belli bir bant dü­
*1 *~ı zenine sahiptir; böylece, tanın­
H H r— İŞ £
** Kt
ması ve bantlanma düzeni ile
genetik anomaliler arasındaki
13 14 15 16 17 18
bağlantının kurulması kolayla­
* F-
şır. Kromozomlar, morfolojik
A fİA “ r
t\
tJ özelliklerine göre numaralan­
19 20 21 22 Y mış çiftler halinde gruplanır.
HÜCRE ÇEKİRDEĞİ / 59

Şekil 3-13. İki adet birincil


oosit fotoğrafı. Her ikisi de
soluk boyalı sitoplazmaya ve
yuvarlak, koyu boyalı çekir­
değe sahip. Her iki çekirdek­
te de, çok koyu boyanmış çe­
kirdekçik açıkça görülmekte.
Kromozomlar da yoğunlaş­
mış olduklarından görülebili-
yorlar. Primer oositler, birinci
mayoz bölünmede bekleyen
hücrelerdir. Mayoz ovulas-
yondan (oositin ovaryumdan
dışarıya atılması; Bkz. 23.
Bölüm) hemen önce tamam­
lanır.

Çekirdek Matriksi liğiyle hücrenin orta kuşak düzlemine göç eder ve burada
her biri boyuna yarılarak, yavru kromatid denilen 2 kromo­
Çekirdek matriksi, çekirdek içinde kromatin ve çekirdekçik
zom oluşturur. Kromalidler mitoz mekiğinin mikrotubülleri-
arasındaki boşlukları doldurur. Başlıca, proteinlerden (kimileri
ne, kinctokor (Yun. kiııetos, hareket etme + cfoonı, merke­
enzimatik etkinlikte), metaboliller ve iyonlardan oluşur. Niik-
zî bölge) denilen bölümleriyle tutunurlar (Şekil 3-1H ve
leik asitleri ve diğer eriyen bileşenleri çıkartıldığında geriye ke­
sintisiz ipliksi bir yapı kalır; buna, çekirdek iskeleti (nukleos-
keleton) denir. Çekirdek kılıfının l'ibröz laminası, nükleer mat-
riksin bir bölümüdür. Nukleoskelelon olasılıkla, DNA ilmekle­
rinin bağlandığı protein bazlarının oluşumuna katılır.

HÜCRE BÖLÜNMESİ
Hücre bölünmesi ya da mitoz (Yun. mitos, İplik) ışık mikros­
kobuyla görülebilir. Bu olay sırasında, ana hücre bölünür ve
yavru hücrelerin her biri, ana hücreninkiyle aynı olan bir
kromozom takımı taşır. Temelde, kromozomların boyuna
çiftlenmesi gerçekleşir ve boyuna eslenen kromozomlar
yavru hücrelere eşit olarak dağılır. İki m itoz arasındaki evre­
ye interfaz denir. Bu evrede çekirdek mikroskopik olarak
normal görülür. Mitoz süreci, üzerinde çalışmayı kolaylaştır­
mak için alt evrelere ayrılır (Şekil 3-15, 3-16 ve 3-17).
Profaz evresi, kromatinin (sarmal yapmamış kromo­
zom) yavaş yavaş sarmal yapmaya başlamasıyla özellik ka­
zanır. Sarmallaşmanın sonunda; çok sayıda, çubuk ya da saç
tokası şeklinde (sarmal yapmış kromozomlar) ve koyu bo­
yanan cisimler oluşur. Profazın sonunda, çekirdek kılıfı nük­
leer kimin proteinlerinin fosforlanması (PO.,^ eklenmesi) so­
nucu parçalanır. Parçalar veziküller şeklinde sitoplazmaya
dağılır. Sentrozomlar, sentriyolleri ile birlikte hücrenin ku­
tuplarına göç ederler. Sentrozom ve sentriyollerin eşlenme­
si, mitozdan önce interfaz evresinde baslar. Sentrozom gö­ Şekil 3-14. Çekirdekçiğin elektron mikroskop fotoğrafı. Çe­
çüyle birlikte, iki sentrozom arasında mitoz mekiğinin mik- kirdekçik düzenleyici DNA (ÇD), pars fibroza (PF), pars
rotübülleri görülmeye başlar ve çekirdekçik parçalanır. granüloza (PG), çekirdekçiğe bağlı kromatin (ÇBK), çekir­
Metafaz evresinde, kromozomlar mikrotübüllerin etkin­ dek kılıfı (ÇK) ve sitoplazma (S) gösterilmiş.
60 / BÖLÜM 3

P re p ro fa z Profaz M e ta fa z

Mitoz mekiği

Kromozomların çekirdek Kromozomların belirginleşmesi, Kromozomların orta kuşak düzleminde


içi yoğunlaşması______ mitoz mekiğinin oluşmaya baş­ düzenlenmesi, mekik oluşumunun
laması, çekirdek kılıfının yırtılması tamamlanması, çekirdek kılıfı ve
çekirdekçiğin kaybolması

T elo fa z

r -\ r
Çekirdeğin şekillenmesi, çekir­ Kromozomların kutuplarda toplan­ Kromozomların
dek kılıfı ve çekirdekçik oluşu­ ması, hücre ayrılmasının başlama- boyuna yarılması
mu, hücre bölünmesinin bitimi . sı, yarıklanma oluğunun oluşması ve kutuplara göçü
Y -

Şekil 3-15. Mitozun evreleri.

3-19). Kinetekor, her kromatidde sentrom ere (Yun. kent- HÜCRE DÖNGÜSÜ
ron, merkez + som a, parça) çok yakın yerleşik, elektron yo­
Hücre bölünmesi ya da mitoz, hücre bölünme döngüsünün
ğun, DNA-protein plağıdır.
ışık mikroskobuyla bile belirgin olarak görülebilen bölümü­
Anafaz evresinde yavru kromatidler birbirlerinden ayrı­
lırlar ve mikrotubüller tarafından çekilerek karşı kutuplara dür; ancak, hücre çoğalmasında çok önemli rolü olan süre­
göç ederler. Bu olay sırasında, kromatidin ortasında bulunan cin diğer bölümü kolayca görülmez. Bu sürecin en önemli
sentromer de merkezden uzaklaşır ve kromozomun geri ka­ olaylarından biri DNA kopyalanmasıdır (replikasyon). DNA
lanını çeker. Sentromer mitoz kromozomunun büzülmüş kopyalanması, hücre içinde radyoaktif işaretli DNA öncüle­
bölgesinde bulunur ve anafaz başlayana kadar iki yavru kro- rinin (ör; 3H-timidin) gösterilmesi ve bunların biyokimyasal
matidi birarada tutar. ve otoradvografik yöntemlerle izlenmesiyle çözümlenebilir.
Telofaz evresi yavru hücrelerde çekirdeğin yeniden gö­ DNA kopyalaması interfaz sırasında olur ve gerçekleşen
rülmesiyle karakterizedir. Kromozomlar yarı dağınık durum­ olaylar mikroskopla görülemez. Mitoz ve interfazdaki bu de­
larına dönerler. Çekirdekçik, kromatin ve çekirdek kılıfı yi­ ğişimlere, hücre döngüsü denir ve hücre yenilenmesiyle
neden görünür. Bu nükleer değişiklikler olurken, ana hücre­ birlikte tüm dokularda görülür. Hücre döngüsü ikiye bölüne­
nin ekvator düzleminde bir büzülme başlar ve sitoplazma ile bilir: daha önce tanımlanan 4 evreden (profaz, metafaz, ana­
organelleri tümüyle ikiye ayrılana kadar devam eder. Bu bü­
faz ve telofaz) oluşan mitoz ve interfaz (Şekil 3-20 ve 3-21).
zülme, hücre zarının hemen altında bir kemer gibi yerleş­
İnterfaz da 3 evreye ayrılır: G! (sentez öncesi), S (DNA
miş, miyozin ile birlikte aktin mikrofilamanları tarafından
sentezi) ve G2 (DNA eşlenmesi sonrası). Bu evrelerin sıra­
gerçekleştirilir.
sı ve yaklaşık süreleri, Şekil 3-20 ve 3-21’de gösterilmiştir.
Dokuların çoğunda, hücre bölünmesi ve hücre ölümü
sürekli olduğu için, sabit bir hücre yenilenmesi söz konusu­ S evresi, DNA sentezi ve sentriollerden sentrozom eşlenm e­
dur. Sinir dokusu ve kalp kası hücreleri bunun dışındadır. sinin başlamasıyla özellik kazanır. G] evresinde yoğun bir
Çünkü, bu hücreler doğumdan sonra çoğalmazlar; bu ne­ şekilde RNA ve protein sentezi olur. Bu proteinler arasın­
denle, bu dokular yenilenemezler. Hücrelerin yenilenme da; hücre döngüsünü kontrol eden, hücre hacmini (mitoz-
oranı dokudan dokuya çok değişir. Sindirim kanalı epiteli ile dan sonra yarıya inmiştir) normal büyüklüğüne ulaştıran
epidermiste hızlı, pankreas ve tiroitte yavaştır. proteinler bulunur. Sürekli olarak bölünmeyen hücrelerde,
HÜCRE ÇEKİRDEĞİ / 61

_ İl__ “ ~~•

Ş e k il3-16. Hücre kültüründe hücre bölünmesi. Pikrosirius-hematoksilen boyası. Orta büyütme. A: İnterfaz çekirdeği. Her
çekirdeğin içindeki kromatin ve çekirdekçiğe dikkat ediniz. B: Profaz. Belirgin bir çekirdek kılıfı ve çekirdekçik yok, yoğun­
laşmış kromozomlar görülmekte. C: Metafaz. Kromozomlar hücrenin orta kuşak düzlemine yerleşmiş. D: Geç anafaz. Kro­
mozomlar, DNA'nın yavru hücreler arasında eşit dağılmasını sağlamak için, her iki hücre kutbuna yerleşmiş.
62 / BÖLÜM 3

Şekil 3-17. Kültürü yapılmış hücrelerin konfokal lazer taramalı mikroskopla elde edilmiş
fotoğrafları. Bir interfaz çekirdeği ile mitozun değişik evrelerine ait çok sayıda çekirdek
görülmekte. DNA kırmızı, sitoplazmadaki mikrotübüller mavi boyanmış. Orta büyütme.
A: İnterfaz. Bölünmeyen bir hücre. B: Profaz. Çekirdeğin üst tarafındaki mavi yapı sent-
rozomdur. Kromozomların yoğunlaşması nedeniyle fark edilebilir olduklarına dikkat edi­
niz. Sitoplazma, mitozdaki hücrenin tipik şekli olan, yuvarlaklaşmaya başlamıştır. C:
Metafaz. Kromozomlar ekvator düzleminde düzenlenir. D: Anafaz. Kromozomlar, mikro-
tubüller aracılığıyla, hücre kutuplarına çekilir. E: Erken telofaz. İki kromozom seti, iki
yavru hücreyi yapmak üzere hücre kutuplarına varır. Her yavru hücrede, ana hücrede-
kinin aynısı olan kromozomlar bulunur. F: Telofaz. Sitoplazma, ekvator düzlemindeki bir
büzülmeyle birlikte, bölünmeye başlar. Yavru hücrelerin, ana hücreden daha yuvarlak
ve küçük olduğuna dikkat ediniz. Daha sonra büyüyecek ve uzamaya başlayacaklardır.
(İzin alınarak, R Manelli-Oliveira, R Cabado ve G Machado-Santelli).

hücre döngüsü etkinlikleri geçici ya da kalıcı olarak askıya Hücre döngüsü, siklus süresince ilerlemeyi baskılayan
alınabilir. Bu hücreler (ör; kas, sinir), G() evresinde olarak çeşitli sinyaller tarafından da kontrol edilir. DNA hasarı, hüc­
kabul edilirler. re döngüsünü yalnızca G2 değil, G j kontrol noktasında da
Memeli hücre siklusunun düzenlenmesi oldukça karma­ durdurur (Şekil 3-21). Gj kontrol noktasındaki durdurma,
şık bir olaydır. Hücre kültüründe, kültür ortamı serumdan hücre S evresine girmeden önce hasarın tamirine olanak sağ­
yoksun bırakılırsa, hücreler çoğalmayı durdurup G0 evresi­ lar. Bu olmazsa, hasarlı DNA eşlenmiş edilmiş olur. Memeli
ne girerler. Serum tarafından sağlanan temel bileşen; büyü­ hücrelerinde, G | kontrol noktasında durdurma, p53 denilen
me faktörü denilen ve çok az miktarda gerekli olan, olduk­ protein aracılığı ile gerçekleşir. p53 proteinini kodlayan gen;
genelikle, insan kanserlerinde değişmeye (mutasyona) uğra­
ça özelleşmiş bir proteindir.
mıştır. Bunun sonucunda, hücrenin hasarlı DNA’yı tamir et­
me yeteneği azalır. Hasarlı DNA’nın kalıtımla yavru hücrele­
re geçmesi, değişmelerin hızla çoğalmasına ve genomun ka­
rarsızlığına; bu da, kanser gelişmesine neden olur.
G2 evresinde gelişen olaylar; mitoz sırasında kullanılacak
enerjinin biriktirilmesi, mitotik mikrotiibüllere katılacak olan
KLİNİK BİLGİ
tübülin sentezi ve kromozomal lıiston olmayan proteinlerin
sentezidir. G2 evresinde de bir kontrol noktası vardır. Hücre,
Kimi büyüme faktörleri tıpta kullanılmaktadır. Ke­ bu kontrol noktasında hatalı sentezlenmiş olan tüm DNA’ları
mik iliğindeki eritrositlerin çoğalmasını, farklılan- düzeltilene kadar bekler. G2 evresinde MPF (olgunlaşma baş­
masını ve yaşamını sürdürmesini sağlayan erit- latan faktör) adlı bir protein bileşiği birikmeye başlar. Bu bile­
ropoietin, buna bir örnektir. şik, mitozun başlamasına, kromozomların yoğunlaşmasına, çe­
kirdek kılıfının yırtılmasına ve mitozla ilgili diğer olayların ger­
çekleşmesine neden olur.
HÜCRE ÇEKİRDEĞİ / 63

"

Şekil 3-18. Metafaz evresindeki bir horoz spermatositi-


nin elektron mikroskop fotoğrafı. Şekilde her bir kutupta
iki sentriyol, mikrotubüllerin oluşturduğu mitoz mekiği ve
ekvator düzlemindeki kromozomlar görülmekte. Oklar
mikrotubüllerin sentromerlere sokuluşunu göstermekte­
dir. 19,000 büyütmeden küçültülerek basılmıştır, (izin alı­
narak R Mcintosh).

Şekil 3-19. Hücre kültü­


ründe metafaz evresindeki
bir insan akciğer hücresi­
nin elektron mikroskop
resmi. Yoğun boyanmış
kromozomlarda mikrotü-
büllerin sentromere soku­
luşuna (oklar) dikkat edi­
niz. 50,000 büyütmeden
küçültülerek basılmıştır.
(İzin alınarak, R Mcintosh).
64 / BOLUM 3

Prof az
(± 1 saat)
Ş ekil 3-20. Kemik doku­
sunda hücre siklusunun
evreleri. G-ı evresinin (pre-
sentez) süresi, çok sayıda
faktöre bağlı olarak (bu do­
kuda hücre bölünmesinin
sıklığı) değişkenlik gösterir.
Kemik dokusunda; G-j 25
saat, S evresi (DNA sente­
zi) yaklaşık 8 saat, G2 ve
mitoz birlikte 2.5-3 saat sü­
rer. (Belirtilen süreler RW Yo-
ungtan alınmıştır.)

KLİNİK BİLGİ

Hızla yenilenen dokularda (ör., bağırsak epiteli)


mitoz evresinde çok sayıda hücre görülürken,
yavaş yenilenen dokularda bu duruma rastlan­
maz. Tümörlerde, mitoz şekillerinin sayısı artar
ve anormal mitoz görülür. Bu, kötü huylu (malin)
tümörleri iyi huylu (benin) tümörlerden ayırt et­
mede önemli bir ölçüttür. Organizma; mitozu ge­
rektiğinde baskılayıp gerektiğinde uyararak hüc­
re çoğalmasını kontrol altında tutan oldukça has­
sas bir düzenleyici sisteme sahiptir. Normal hüc­
re bölünmesi ve farklılanması, protoonkogen
denilen bir grup gen tarafından kontrol edilir. Bu
genlerin yapısındaki bir değişiklik ya da etkin du­
ruma geçmeleri, tümör oluşumunu başlatır. De­
ğişmiş protoonkogenler, tümör oluşturan virüsler­
de de bulunur ve olasılıkla hücrelerden gelişmiş­
lerdir. DNA dizisindeki bir değişiklik (mutasyon),
gen sayısındaki bir artış (gen amplifikasyonu) ya
da etkin durumdaki bir başlatıcı bölgeye yakın
konumda yeniden yerleşen genlerde yeni bir dü­
zenlenişin olması; değişmiş onkogen etkinliğini
Şekil 3-21. Hücre döngüsünün 4 evresi. G-ı evresinde hüc­ uyarabilir. Değişmiş onkogenler, çeşitli tümör ve
re ya siklusa devam eder ya da G0 denilen durağan evre­ hematolojik neoplazilerde görülmüştür. Çeşitli
ye girer. Birçok hücre bu evreden döngüye geri dönebilir; hücre tiplerinde mitozu uyaran proteinler; epitel
ancak, kimileri uzun süre hatta tüm yaşamları boyunca bu büyüme faktörü, fibroblast büyüme faktörü ve
evrede kalabilir. G-ı evresindeki kontrol ya da sınırlama eritrosit öncüleri büyüme faktörüdür (eritropoie-
noktası (R), koşulların hücre için uygun olmadığı durumlar­ tin). Listedeki bu tip proteinlerin sayısı giderek
da döngüyü durdurur. Hücre bu kontrol noktasını geçtikten artmaktadır (Bkz, 13. bölüm).
sonra, sentez (S) evresine, G2 evresine (G2 evresinde baş­ Hücre çoğalması, oldukça duyarlı mekaniz­
ka bir kontrol noktasında -burada gösterilmemiştir- durdu­ malar tarafından düzenlenir. Bu mekanizmalar;
rulmadıkça) iki yavru hücrenin oluşacağı mitoz (M) evresi­ organizmanın gereksinimine göre, mitozu uyara­
ne devam eder. bilir ya da baskılayabilirler. Birçok faktör (ör; kim-
I

HÜCRE ÇEKİRDEĞİ / 65

Şekil 3-22. Kötü huylu epiteii-


yal deri tümörü (yassı hücreli
karsinom). Mitoz evresindeki
hücrelerin çokluğu ve çekirdek
yapısındaki değişiklik kötü huy
işaretleridir. PT boyası. Orta
büyütme.

yasal maddeler, belli tip radyasyon, viral enfeksi­ oplazma, düzensiz hücre çoğalmasının oluştur­
yonlar) kontrollü büyümenin normal düzenini sağ­ duğu anormal doku kütlesi olarak tanımlanabilir.
layan düzenekleri atlayarak, DNA hasarına, mu- Neopiazmaiar, kötü ya da iyi huylu olabilirler. İyi
tasyona ve anormal hücre çoğalmasına; bunun huylu olanlar yavaş büyürler ve yayılmacı (inva-
sonucunda, tümör oluşumuna neden olabilir. ziv) değillerdir; kötü huylu olanlar ise; hızlı büyür­
Tüm ör terimi başlangıçta, vücutta yangı ya ler ve diğer doku ve organları istilâ etme kapasi­
da anormal hücre çoğalması sonucu oluşan ye­ teleri oldukça yüksektir. Kanser tüm kötü huylu
rel bir şişkinliği tanımlamak için kullanılırdı. Şim­ tümörler için yaygın olarak kullanılan bir terimdir
di ise, sinonim olarak neoplâzma (Yun. neos, (Şekil 3-22 ve 3-23).
yeni + plasma, oluşan şey) kullanılmaktadır. Ne-

Şekil 3-23. Hızlı büyüyen kötü


huylu epiteliyal deri tümöründe
mitoz evresindeki hücre sayı­
sında artış ve çekirdek yapı­
sındaki büyük değişiklik görül­
mekte. PT boyası. Orta büyüt­
me.
66 / BÖLÜM 3

APOPTOZ Apoptoz ilk clela, gelişen embriyoda keşfedilmiştir. Emb­


riyonun şekillenmesi (morfogenez) için programlı hücre
Hücre çoğalmasının, yenilenme ve büyüme için önemli bir
ölümü temel bir olaydır. Daha sonraki araştırmacılar, apop-
fizyolojik olay olduğu açıktır. Vücut işlevleri ve sağlık için en
tozun normal erişkin dokularında da yaygın bir olay oldu­
az hücre çoğalması kadar önemli olan bir başka olay; apop-
ğunu göstermişlerdir.
toz denilen programlı hücre ölümüdür. Birkaç apoptoz ör­
Apoptozda, hücre ve çekirdeği, hacmini küçülterek yo­
neği, ne kadar önemli olduğunu gösterir.
ğunlaşmaya başlar. Bu evrede apoptotik hücrenin çekirdeği,
Timustan gelişen T lenfositlerin çoğu, vücut bileşenleri­
ışık mikroskobunda bile görülebilecek şekilde koyu boyanır
ne saldırma ve haraplama yeteneğine sahiptirler; bunlar, kan
(piknotik çekirdek) (Şekil 3-25). Sonra, kromatin DNA endo-
dolaşımına girerlerse, çok ciddi harabiyete neden olabilirler.
nukleaz tarafından parçalara ayrılır. Apoptoz sırasında sitop-
Timusun içinde, T lenfositler kromozomlarında kodlanmış
laznıik büyük veziküller (kabarcıklar) oluşur ve bunlar hüc­
olan apoptotik programı etkinleştirecek sinyaller alırlar. Bu
re yüzeyinden ayrılırlar (Şekil 3-25). Bu ayrılmış parçalar
T lenfositler, timustan ayrılmadan önce apoptozla yıkıma uğ­
plâzma zarı ile çevrilidir; böylece, tüm hücre kalıntıları, baş­
rarlar (14. Bölüme bakınız).
lıca makrofajlar tarafından kolayca yutulurlar ya da fagosite
edilirler. Bununla beraber, apoptotik parçalar makrofajda
yangı olayını başlatacak moleküller üretilmesine neden ol­
mazlar (aşağıya bakınız).

k l in ik b il g i KLİNİK BİLGİ

Vücuttaki hücrelerin çoğu, DNA’larında büyük bir Hücrenin kazara ölümüne nekroz denir ve pato­
değişiklik olduğunda apoptoz programlarını etkin- lojik bir olaydır. Mikroorganizmalar, virüsler, kim­
leştirebilirlerler. Örneğin; bir tümör görülmeden yasallar ve diğer zararlı ajanlar nekroza neden
hemen önce, DNAda çok sayıda mutasyon birik­
olabilirler. Nekrotik hücre şişer, organellerinin
mişse program etkinleşebilir. Bu yolla, DNA’da
hacmi artar ve sonuçta; patlayarak içeriğini hüc­
mutasyonların birikmesi sonucu gelişebilecek kö­
re dışı aralığa boşaltır. Makrofajlar nekrotik hüc­
tü huylu hücrelerin çoğalması apoptozla engel­
renin kalıntılarını fagositozla yutarlar ve diğer im-
lenmiş olur. Kötü huylu hücrelerin, bir klon oluş­
turması ve tümör geliştirmesi için, apoptotik süre­ mün hücrelerin yangıyı başlatmasına yol açacak
ci kontrol eden genleri de etkinleştirmeleri gerekir. olan moleküller salgılarlar.

Şekil 3-24. Laktasyonu 5


gün önce kesilmiş bir me­
melinin meme bezinin kesi­
ti. Epitel hücrelerinde atro-
fiye ve alveol lümenindeki
genişlemeye dikkat ediniz.
Lümen içerisinde, apoptoz
sonucu oluşmuş ve çekir­
dekleri değişikliğe uğramış
çok sayıda hücre parçası
görülmekte. PT boyası. Or­
ta büyütme.
HÜCRE ÇEKİRDEĞİ / 67

Ş ekil 3-25. Apoptozdaki


bir hücrenin elektron mik­
roskop fotoğrafı. Sitoplaz-
ma parçalanma sürecin­
de. Parçalanma sonucu
oluşan kabarcıklarda plaz­
ma zarı korunmuş durum­
da. Bu kabarcıklar makro-
fajlar tarafından fagosite
edilirler; ancak, bunun so­
nucunda yangısal cevap
gelişmez. Hiçbir sitoplaz-
mik madde hücre dışı ara­
lığa verilmez.

KAYNAKLAR
Cooper G M : The Cell: A M olecular Approach. ASM Press/Sinauer Associates, Kornberg R D , Klug A: T h e nudeosom e. Sci Am 1 9 8 1 ;2 4 4 :5 2 .
İne., 1997. Krstlc RV: U ltrastructure o f the M am m alian Cell. Springer-Verlag, 1979.
Doye V, H urt E: From mıcleoporins to nuclear pore complexes. Curr Opin Lloyd D et al: The Cell D ivision Cycle. Academic Press, 1982.
Cell Biol 1 9 9 7 :9 :4 0 1 .
Melese T, X ue Z : T h e nucleolus: an organelle formed by the act o f building
Duke R C et al: Cell suicide in health and disease. Sci Am 1 9 9 6 ;2 7 5 (6 ):4 8 . a ribosome. Curr O pin Cell Biol 1 9 9 5 :7 :3 1 9 .
Fawcett D : The Cell, 2nd ed. Saunders, 1981. Trent R J: M olecular M edicine. An Introductory Text fo r Students. Churchill
Goodman SR : M edical Cell Biology. Lippincott, 1994. Livingstone, 1993.
Jordan E G , Cullis CA (editors): The Nucleolus. Cambridge Univ Press, 1982. Watson J D eta l: Recombinant D N A, 2nd ed. Scientific American Books, 1992.
Epitel Dokusu

Karmaşıklığına karşın insan vücudu yalnızca 4 temel doku­ emilim (örn. bağırsaklar), salgılama (örn. bezlerin epitel
dan meydana gelir. Bunlar, epitel, bağ, kas ve sinir dokula­ hücreleri) duyu algılama (örn. nöroepitel) ve kasılma (örn.
rıdır. Hücrelerin ve hücre dışı matriks moleküllerinin oluş­ miyoepitel hücreleri) yönündedir. Epitel hücreleri vücudun
turduğu bu dokular yalıtılmış alt birimler olarak değil, birbi- dış ve iç tüm yüzeylerini örttüğünden, vücuda giren ve çı­
riyle ilişkili durumda ve değişik oranlarda vücudun çeşitli kan her şey, epitel yaprağından geçmek zorundadır.
organ ve sistemlerini oluştururlar. Bu ana doku tiplerinin
temel özellikleri Tablo 4-1 gösterilmektedir. Kan ve lenf gi­
bi vücut sıvılarında serbest halde bulunan hücreler de işlev­ EPİTEL HÜCRELERİNİN BİÇİM VE
sel açıdan büyük öneme sahiptir.
ÖZELLİKLERİ
Bağ dokusu, kendi hücreleri tarafından üretilen hücreler
arası maddenin bolluğu ile özellik kazanır; kas dokusu özel­ Epitel hücrelerinin biçimleri ve boyutları yüksek prizmatik-
leşmiş kasılma işlevine sahip olan uzamış hücrelerden mey­ ten, kübiğe ve yassı epitele dek değişir. Bunların sık gö­
dana gelir ve sinir dokusu hücre gövdesinden çıkan, sinir rülen çok yüzeyli biçimleri, hücre tabakaları ya da kitleleri
uyartılarını taşımak, yaymak, iletmekle görevli uzantılara sa­ halinde bir araya gelmeleri sonucu oluşur. Buna benzer du­
hip hücrelerden oluşur. Organlar kendisine özgü ana işlev­ rum, çok sayıda şişirilmiş balonun dar bir alana sıkıştırılma­
leri yürütmekten sorumlu hücrelerin oluşturduğu parenkim sı durumunda da gözlenebilir. Epitel hücre çekirdeklerinin
ve destek dokusu olan strom a bölümlerine ayrılabilir. Be­ görünümü yuvarlak, uzun ya da oval gibi farklı biçimlerde
yin ve omurilik dışında, stroma bağ dokusundan oluşur. olabilir. Çekirdeğin şekli genelde, az çok hücre şekline uyar,
Epitel dokuları sıkıca bir araya gelmiş çok yüzeyli hüc­ bundan ötürü kübik hücreler yuvarlak çekirdekli, yassı hüc­
reler ve çok az miktarda hücreler arası maddeden oluşur. Bu reler yassılmış oval çekirdeklidir. Çekirdeğin uzun ekseni
hücreler arasındaki bağlantı güçlüclür ve vücut yüzeyini ör­ her zaman hücrenin ana eksenine koşuttur.
ten ve boşluklarını döşeyen hücre tabakaları oluştururlar. Hücreler arasındaki sınır ışık mikroskobu ile genellikle
Epitel (Yun. epi, üst + thele, meme başı) dokusunun ayırt edilemediğinden hücrelerin sayısı ve şekli hakkında
başlıca işlevleri yüzeyleri örtmek ve döşemek (örn. deri), ipucu vermesi açısından hücre çekirdeği şekli önem taşır.
Çekirdek şekli, epitel sınıflanması açısından başlıca morfolo­
jik ölçütü oluşturan tabakalar halinde düzenlenip düzenlen­
mediğini ayırtetmek açısından da değerlidir.
Tablo 4-1. Dört ana doku tipinin temel özellikleri

Hücre Dışı Bazal Lamina ve Bazal membranlar


Doku Hücreleri Matriksi İşlevleri Bütün epitel hücreleri, altlarında bulunan bağ dokusu ile
Sinir Çatallaşan Yok Sinir ilişkilidir, bunların alt yüzeyindeki, yaprağa benzer hücre dı­
uzantılara uyartılarının şı yapı, bazal lamina olarak isimlendirilir. Bu yapı yalnızca
sahip aktarılması elektron mikroskobu ile görülebilir. İnce lifçiklerin oluştur­
duğu ince bir ağdan meydana gelen, 20-100 nm kalınlığın­
Epitel Bir araya Az Vücut
da yoğun bir tabaka (lamina densa) olarak belirir. Lamina
toplanmış boşluklarının
çok yüzlü örtülmesi,
densanın yanışını bazal laminadaki yoğun tabakanın tek ya
hücreler bez salgısı da her iki yanında elektron geçirgen tabakalar bulunabilir,
Bunlar lamina rara ya da lamina lusida olarak isimlendi­
Kas Uzun Orta Hareket rilir. Bazal laminanın ana bileşenleri tip IV kolaj en ile lami­
kasılabilir düzeyde
nin denen bir glikoprotein ve proteoglikandır (ör., perla-
hücreler
kan adı verilen heparan sülfat proteoglikanı). Bazal lamina,
Bağ Sabit ve Çok Destek ve altındaki bağ dokusuna kolajenin özel bir tipi olan (tip VII)
hareketli koruma tutturucu liflerle ve yüzeysel dermişin elastik bileşenlerin­
birkaç tip den olan mikro lifçik demetleri ile tutunur (Şekil 4-1 ve
hücre
4-2).

69
70 / BÖLÜM 4

Şekil 4-1. A: İnsan derisi­


nin, epitel-bağ dokusu bir­
leşme hattındaki hemides-
mozomları (H) gösteren ke­
siti. Tutturucu lifler (oklar)
belirgin biçimde bazal lami-
naya (BL) girer. Bu liflerin ti­
pik biçimde düzensiz aralık­
larla yerleşmiş olması onla­
rı kolajen liflerden ayırır. x
54.000 (İzin alınarak FM Gu­
erra Rodrigo'nun izniyle) B:
Bazal lamina (BL) ve hemi-
desmozomları (oklar) gös­
teren deri kesiti. Bu, bazal
lamina ve retiküler lamina-
nın oluşturduğu bazal
membran için tipik bir ör­
nektir (fotoğrafta bazal lami-
nanın sağında). x 80.000.

Bazal lamina yalnızca epitelli dokularda değil, aynı za­ bilir, büyüme faktörlerine bağlanarak hücre çoğalmasını ve
manda bağ dokusu ile temas eden diğer hücre tiplerinde de farklılaşmasını düzenleyebilir, hücre metabolizmasını etkile­
bulunur. Kas, yağ ve Schwann hücrelerinin çevresindeki ba­ yebilir, komşu plazma zarındaki proteinleri düzenleyebilir
zal laminalar, bağ dokusu ile diğer dokular arasında makro- (sinyal aktarımını etkileyerek) ve hücre göçü için yol oluş­
moleküllerin değiş tokuş edilmesini kısıtlayan ya da düzen­ turabilir. Bazal lamina görünüşe göre, sinirinden ayrılan kas
leyen bir engel oluşturur. Bazal lamina, akciğer alveolleri ve liflerinin yeniden sinire kavuşturulması gibi belli hücreler
böbrek glomerüliinde olduğu gibi komşu epitel tabakaları arasındaki etkileşimler için gerekli bilgileri de İçermektedir.
arasında da bulunur (Şekil 4-2 A). Buralarda, her iki epitel Yeni nöromüsküler bağlantıların kurulması için kas hücrele­
hücre tabakasına ait bazal laminalann kaynaşması sonucu ri etrafında bazal laminanın bulunması gerekir.
bazal lamina daha kalındır. Bazal m em bran terimi, epitel altında, böbrek glomerül-
Bazal laminanın bileşenleri, epitel, kas, yağ ve Schwann leri (Şekil 4-3) ve akciğer alveollerincle ışık mikroskobu ile
hücreleri tarafından salgılanır. Bazı durumlarda retiküler lif­ periyodik asit-Schiff (PAS) pozitif olarak görülebilen tabaka­
ler bazal lamina ile sıkı bir ilişki içinde olan ve retiküler la­ yı betimlemek için kullanılır. Bazal membran genellikle 2
mına adı verilen bir tabaka oluştururlar (Şekil 4-1B ve 4- bazal laminanın kaynaşması (Şekil 4-2A) ya da bir bazal la­
2B). Bu retiküler lifler bağ dokusu hücreleri tarafından üre­ mina ile bir retiküler laminanın birleşmesi (Şekil 4-213) ile
tilir. oluşur ve bu yüzden daha kalındır. 13u terimlerin kullanılma­
Bazal laminanın birçok işlevi bulunur. Basit yapısal des­ sı konusunda bütün araştırmacılar fikir birliği içinde değildir,
tek ve süziilmenin yanında, hücre kutuplaşmasını etkileye­ söz konusu terimlerin çoğu kez keyfi kullanılması kanşıklı-

Hemi----------- v
desmozom .O O O
Lamina densa İ l * ' 1I * )_____ J
Bazal
lamina
Tutturucu Mikrolifçikler
lifçik
Lamina lusida Retiküler lamina

Şekil 4-2. Bazal membranın iki tipi. A: Bu tip bazal membranın kalın olması biri epitel ve diğeri endotel hüc­
re tabakasınca oluşturulan iki bazal laminanın böbrek glomerülünde (burada gösterilen) ve akciğer alveoile-
rinde olduğu gibi kaynaşmasına bağlıdır. Bunlar kalın, merkezi bir lamina densa (koyu renkli hat) ile her iki
yanındaki lamina lusidadan (lamina rara; açık renkli hat) oluşmaktadır. B: Epitel ve bağ dokularını birbirin­
den ayıran ve bağlayan daha yaygın bazal membran tipi, bazal ve retiküler laminaların bir araya gelmesi ile
oluşur. Tıp VII kolajenden oluşan ve bazal laminayı, altındaki kolajene bağlayan tutturucu lifler görülmektedir.
EPITEL DOKUSU / 71

Hücrelerarası makromolekiil ve iyonların yapıştırıcı etki­


sine ek olarak, çoğu epitel hücresinin yan yüzey zarları,
hücreler arası bağlantı yapılarını oluşturan çeşitli özelleş­
meler gösterir. Bu bağlantılar yalnızca yapışma bölgeleri ola­
rak görev yapmakla kalmaz, aynı zamanda hücrelerarası ara­
lıktan madde geçişini önler ve komşu hücreler arasında ile­
tişim düzeneğini oluşturur. Bazı epitellerde çeşitli bağlantılar
çoğu kez hücrenin tepesinden tabanına doğru belirli bir dü­
zen içinde bulunurlar.
Bağlantıların en tepede olanı sıkı bağlantılar ya da zo-
nulae okludens’tir (tekili zonula okludens). Latince ter­
minoloji, bağlantının geometrisi hakkında önemli bilgiler ve­
rir. “Zonula”, gerçekte bağlantının bir bant şeklinde hücreyi
tamamen sardığını ifade ederken oklu den s, zarların hücrele­
rarası alanı kapatacak şekilde kaynaşmış olduğunu belirtir.
Uygun biçimde boyanmış ince kesitler elektron mikroskop­
ta İncelendiğinde komşu zarların bitişik dış yapraklarının
birbirine kaynaşmış olduğu görülür ve bu da o bölgede beş
tabakalı bir görünüme sebep olur. İncelenen epitelin türüne
bağlı olarak bir ya da daha fazla kaynaşma yeri gözlenebilir
(Şekil 4-4 ve -i-5). Dondurma kırma yöntemi ile kesit alın­
dıktan sonra aynı bölgeden hazırlanan (Şekil -i-6) olağan in­
ce kesitlerde İzlenen kaynaşma bölgelerinde, ağa benzer bir

Mikroviluslar

Zonula
okludens

Zonula
Ş ekil 4-3. Glomerül ve tübül bazal membranlarının (oklar) adherens
tip IV kolajenini gösteren böbrek kesiti. Glomerüllerdeki ba­
zal membran destek işlevinin yanında, önemli bir süzgeç
görevi de görür. Pikrosirius-hematoksilen (PSH) boyası.
Orta büyütme.
Aralık
bağlantıları

Zar
ğıı neden olmaktadır. Bu kitapta b a z a l tam im i terimi genel­ katlanmaları
likle elektron mikroskop ile görülen lamina densa ve deği­
şebilen oranda bulunan lamina rara yapılarını ifade etmek­
tedir. Işık mikroskobu ile görülen daha kalın yapıları ifade
etmek için b a z a l m em bra n terimi kullanılmaktadır.

Hücreler arası Bağlantılar


Şekil 4-4. Epitel hücreleri arasındaki bağlantıda yer alan
Zarla ilişkili çeşitli yapılar, hücreler arasındaki tu-
ana yapılar. Çizim İnce bağırsak epitelindeki 3 hücreyi gös­
tunma ve iletişime katkıda bulunur. Epitel hiicrele-
termektedir. Zarın iç yüzeyini göstermek üzere ortadaki
ri birbirlerine sıkıca yapışmış durumdadır, onları
ayırmak için oldukça büyük bir mekanik güç gere­
hücrenin içeriği boşaltılmıştır. Zonula okludens ve adhe­
kir. Hücreler arası yapışma özelliği daha çok çekme kuvve­ rens hücre tepesi çevresinde kesintisiz bir bant oluşturur­
tine ve basınca maruz kalan epitelli dokularda (örn. deri) ken, desmozom ve aralık bağlantılarının noktaya benzer
belirgindir. Tutunma, kısmen plazma zarının kadherin adı plaklar oluşturdukları gözlenir. Karşılıklı gelen zarların dış
verilen zarı kaleden (transmembran) glikoproteinler ailesin­ laminalarınm birbirlerine kaynadığı bölgelerdeki çoklu kat­
den kaynaklanır. Kadherİnler ortamda kalsiyum bulunmadı­ lanmalar zonula okiudensi oluşturur. (İzin alınarak yeniden
ğında yapışkanlıklarını yitirirler. çizim ve çoğaltma, Krstic RV Ultrastructure of the Mamma­
lian Cell. Springer, Verlag, 1979).
72 / BÖLÜM 4

yapı oluşturacak şekilde katlanma ve kıvrılmalar izlenir. Ka­ tabandan tepeye) madde akışını engelleyecek şekilde ol­
bartı ve olukların sayısı ya da kaynaşma yerleri epitelin sıvı dukça sıkı bir tutunma meydana getirmektedir (Şekil 4-25).
geçirgenliği ile yakından ilgilidir. Bir ya da çok az sayıda Birçok epitelde karşılaşılan ikinci bağlantı tipi zonula
bağlantı kompleksine sahip epitelin (örn., böbrek proksimal adherens'dir (Şekil 4-4 ve 4-5). Bu bağlantı, hücreyi çepe­
tübülii) su ve eriyik geçirgenliği, çok sayıda bağlantı komp­ çevre sarar ve hücrenin komşusuna yapışmasını sağlar. Bu
leksine sahip epitelden (örn. idrar kesesi) daha fazladır. Do­ bağlantının önemli bir özelliği, bağlantı bölgesindeki zarla­
layısıyla sıkı bağlantının esas işlevi epitel hücreleri arasından rın sitoplazmaya bakan yüzünde bulunan yoğun plakların
(parasellüler yol) her iki yöne doğru (tepeden tabana ya da içine girmiş olan çok sayıdaki aletin fİlamanıdır. Filamanlar,
aletin filamanlarından, ara filamanlardan ve spektrinden olu­
şan bir ağ olan term inal ağdan kaynaklanır.
Aralık bağlantıları (Gap Junction) ya da neksus, epi-
tel hücrelerinin çoğunda yan yüzey zarları boyunca hemen
her yerde bulunabilir. Aralık bağlantıları neredeyse tüm me­
meli dokularında bulunur. Olağan elektron mikroskop fo­
toğraflarında komşu hücre zarlarının çok yakın (2 nnı) ko­
numda bulunması ile nitelik kazanır (Şekil 4-7A ve C). Don­
durup kırma işleminin ardından plazma zarındaki zar içi
parçacıklar dairesel yamalar halinde kümeler oluşturur (Şe­
kil 4-7 B).
Aralık bağlantısının koneksin adı verilen protein birimle­
ri, merkezlerinde yaklaşık 1.5 nnı çapında hidrofilik bir delik
içeren altıgenler oluşturur. Bu birim, konekson olarak ta­
nımlanır ve komşu hücre zarlarındaki koneksonlar, iki hücre
arasında hidrofilik kanal oluşturacak şekilde karşı karşıya ge­
lirler (Şekil 4-7A). Moleküller klonlama çalışmalarında konelc-
sinlerin farklı biçimlerde dağılmış ve farklı fizyolojik özellik­
lere sahip kanallar oluşturan akraba proteinler ailesi olduğu
gösterilmiştir. Aralık bağlantıları, hücreler arasında, molekül
ağırlığı 1500'ün altındaki moleküllerin alışverişine izin verir.
Ayrıca, bazı hormonlar, döngüse! AMP ve GMP ve iyonlar gi­
bi işaret molekülleri, aralık bağlantıları üzerinden dolaşabilir
ve pek çok dokuda hücrelerin bağımsız birimler şeklinde de­
ğil, eşgüdümlü hareket etmelerini sağlar, Bunun tipik bir ör­
neği kalp kası hücreleridir, buradaki aralık bağlantıları büyük
ölçüde kalbin düzenli olarak atmasından sorumludur.
Daha önce yalıtılan hücreler arasında aralık bağlantıları
süratle oluşturulabilir. Metabolik engelleyiciler - özellikle ok-
sidatif fosforillenmeyi durduranlar- bağlantıların oluşmasını
engeller ya da hücreler arasında varolan bağlantıları çözer.
Bununla birlikte protein sentezi olmadığında da yeni bağlan­
tılar oluşabilmektedir. Bu durumda koneksinler plazma zarın­
da dağınık halde bulunan alt birimlerden meydana gelir.
Son bağlantı tipi desmozom (Yun. Desmos, bant, + so­
ma, gövde) ya da maküla adherenstir (Şekil 4-4 ve 4-5).
Desmozom hücre yüzeyinde disk şeklindeki karmaşık bir
yapıdır, komşu hücrenin yüzeyinde buna özdeş bir yapı ile
bağlantı kurar. Bu bölgede hücre zarları oldukça düzdür ve
genellikle birbirleri arasındaki uzaklık (>30 nm) olağan me­
safe olan 2ü nm'den fazladır. Her iki hücre zarının sitozol ta­
rafında, zardan kısa bir mesafe uzakta en az 12 proteinden
oluşan dairesel bir plaka şeklinde tutunma plağı olarak
isimlendirilen yapı bulunur. Epitel hücrelerinde ara keratin
filamanları tutunma plağı içine girer ya da u dönüşlerle kıv­
rılarak sitoplazmaya geri dönerler. Hücre iskeletinin ara fila-
manları çok dayanıklı olduğundan, desmozomlar hücreler
arasında sağlam bağlantılar oluşturur. Epitel oluşturmayan
hücrelerde desmozomlara tutunan ara filamanlar keratin de­
Şekil 4-5. Kalın bağırsak epitel hücrelerinin elektron mikros­ ğil, desmin ya da vimentin gibi başka proteinlerdir. Kadlıe-
kop fotoğrafında, zonula okludens (ZO), zonula adherens rin ailesinden proteinler de desmozomların oluşturduğu
(ZA) ve desmozomu (D) görülen bir bağlantı kompleksi. Ay­ bağlantıya katılır. Bu tutunma, ortamdaki Ca+2 uzaklaştırıldı­
rıca bir mikrovillus da (MV) görülmektedir. x 80,000. ğında sona erer.
EPİTEL DOKUSU / 73

Şekil 4-6. İnce bağırsak epi-


tel hücresinin dondurup kır­
ma işleminden sonraki elekt­
ron mikroskop fotoğrafı. Üst
bölümde mikroviluslar enine
kırılmıştır; alt bölümde kırık
hattı, bağırsak epitel hücre­
sinin sitoplazmasından geç­
mektedir. Aslında plazma
zarlarının lipit (orta) tabaka­
sında yer alan oluklar, bitişik
iki hücrenin, zonula oklu-
densler ile tutunduğunu orta­
ya koymaktadır.

Epitel hücreleriyle bazal laminanın temas ettiği yüzeyde emilirn yapan hücrelerde düzgün olarak sıralanmış yüzlerce
çoğunlukla hemidesmosomlar (Yun. herni-yctnnı + cles- mikrovilus (Yun. m ikros, küçük + L. vilıts saç demeti) bulu­
nıos-banl, som a -g öv d e) gözlenir. Morfolojik olarak bu yapı­ nur (Şekil 4-8 ve 4-9). Her bir mikrovilusun boyu yaklaşık 1
lar, epitel hücresinin plazma zarı üzerinde bir yarı desmo- fini, eni 0.08 pın'dir. Emici hücrelerdeki glikokaliks, çoğu
zom seklinde izlenir ve epitel hücrelerin hemen alttaki bazal başka hiicredekinden daha kalındır. Mikroviluslardan ve gli-
laminaya tutunmasını sağlar (Şekil 4-1B). Bununla birlikte, kokaliksten oluşan kompleks ışık mikroskobunda kolayca
desmozomlardaki tutunma plakları kadherin içerirken, hemi- görülür ve fırçamsı ya da çizgili kenar olarak isimlendirilir.
desmozomlardaki plaklar hücre dışı makromolekiiller olan Mikrovilıısların içinde birbirine ve çevresindeki plazma
laminin ve tip IV kolajen için reseptör bölgeleri oluşturan zarına başka proteinlerle bağlanmış olan aklin filaman kü­
transmembran proteinleri olan integrinlerden oluşmaktadır. meleri bulunur (Şekil 4-9).
İşlevsel açıdan bakıldığında hücreler arasındaki bağlan­
tılar, tutturucu bağlantılar (zonulae adherensler, hemides­ Stereosilyumlar
mosomlar ve desmosomlaı ), geçirgen olmayan bağlantı­
Stereosilyıımlar, epidiclim ve dııkttıs deferens hücrelerinin
lar (zonula okludensler) ve iletişim sağlayan bağlantdar
uzun ve hareketsiz olan çıkıntıları olup esasen uzun ve dal­
(aralık bağlantısı) biçiminde sınıflandırılabilir.
lanmış mikroviluslarclir, bunlar gerçek titrek tüyler (silyum-
larla) ile karıştırılmamalıdır. Stereosilyumlar hücre yüzeyini
HÜCRE YÜZEYİ ÖZELLEŞMELERİ
artırarak moleküllerin hücre içine girişini ve hücreden çıkı­
Bazı epitel hücrelerinin serbest yüzeylerinde hücre yüzey şını kolaylaştırır.
alanını artırmaya ya da yabancı parçacıkları uzaklaştırmaya
yönelik özelleşmeler bulunur. Titrek Tüyler ve Kamçılar
Titrek tüyler epitel hücrelerinin yüzeyinden uzanan, boyu 5-
Mikroviluslar 10 pm ve çapı 0.2 pm olan hareketli yapılardır, Hücre zarı
Elektron mikroskopta incelendiğinde bazı dokular­ ile çevrilidir ve çevresinde 9 mikrotübül çifti bulunan mer­
daki hücrelerin çoğunun tepeye bakan yüzeyinde kezi bir çift mikrotübül içerir. Periferik çiftlerin mikrotübül-
sitoplazma uzantılarına sahip oldukları görülür. Bu leri birbirine bağlanır (Şekil 4-10).
uzantılar kısa ya da uzun, parmağa benzer çıkıntı­ Titrek tüyler, apikal kutupta hücre zarının hemen altında
lar ya da birbirini takip eden kıvrıntılı katlanmalar biçiminde bulunan, elektron yoğun yapılı bazal cisimciklere tutunur
izlenir. Bunlar az ya da çok sayıda olabilir. İnce bağırsağı dö­ (Şekil 4-10). Bazal cisimcikler sentriyollerle özdeş yapıya sa­
şeyen epitel ya da böbreğin proksimal tübiil hücreleri gibi hiptir (bkz. 2. Bölüm).
74 / BOLUM 4

A B

Şekil 4-7. A: Bir aralık bağlantısı modelinde (çapraz görü­


nüm) hücreler arası alana madde kaybı olmaksızın besin
maddeleri ve uyarı alışverişine izin veren yapısal bileşen­
ler tanımlanmaktadır. İlişkiyi sağlayan borular baş başa
vermiş parçacık çiftlerinden oluşur; bunlar her bir hücre
zarının çift sıralı lipit tabakası boyunca uzanan halter şek­
lindeki 6 adet protein alt biriminden ibarettir. Silindirik köp­
rülerin içinden geçen kanalın çapı 1,5 nm'dir, bu çap, için­
den geçebilecek moleküllerin büyüklüğünü sınırlar. Hücre­
ler arası alanda sıvılar ve onları izleyen maddeler protein
köprülerinin etrafından akarak aralık bağlantısından geçe­
bilirler. (izin alınarak yeniden çoğaltılma Staehelin LA, Hull BE
Junctions between living cells. Sci Am (May) 1978;238: 41). B:
Dondurup kırma preparatında aralık bağlantısı görünümü.
Zar içi protein parçacıklarının plak gibi kümelenmesi şek­
linde görülmektedir. x 45.000 (izin alınarak, P Pinto da Silva)
C: 2 sıçan karaciğer hücresi arasında aralık bağlantısı.
Bağlantıda iki komşu zar 2 nm genişliğinde elektron yoğun
bir boşluk ya da aralık ile ayrılmaktadır. x 193.000 (İzin alı­
narak, MC Williams).

Canlı organizmalarda titrek tüyler hızla ileri-geri hareket şın örtücü olan epitel de vardır (örn. midenin yüzey epite­
etler. Titrek tüylerin hareketi çoğunlukla sıvı ya da parçacık li) ya da örtücü hücreler arasına dağılmış bez hücreleri de
içeren maddelerin titrek tüylü epitel üzerinden bir yöne bulunur (örn. ince bağırsak ya da soluk borusundaki ıııu-
doğru akış düzenini sağlar. Titrek tüylerin hareketi için kul­ kus hücreleri).
lanılan enerjinin kaynağı ATE'dir.
Soluk borusundaki titrek tüylü bir hücrenin yaklaşık Örtü Epiteli
250 titrek tüye sahip olduğu tahmin edilmektedir. Kamçı, in­
Örtü epiteli, hücreleri tabaka halinde vücudun dış yüzeyini
sanda yalnızca spermatozoonlarda bulunur, Titrek tüylere
örten ya da iç boşlukları döşeyen dokulardır. Morfolojik ola­
benzer yapıdadır, ancak çok daha uzundur ve çoğunlukla
rak hücre kat sayısına ve yüzey katmanındaki hücrelerin
her hücrede bir tane olmak üzere sınırlı sayıdadır.
şekline göre sınıflandırılır (Tablo 4-2 ). Tek katlı epitel (ba­
sit epitel) yalnızca tek hücre tabakasına sahiptir (.Şekil 4-11),
EPİTEL TİPLERİ Çok katlı epitelde ise birden daha fazla hücre tabakası bu­
Epitel geleneksel olarak yapı ve işlevine göre 2 ana gruba lunur. (Şekil 4-12).
ayrılır: örtü epiteli ve bez epiteli. 13u mutlak olmayan bir Tek katlı epitel hücre şekline göre yassı, kübik ya da
ayırımdır, çünkü bütün hücreleri mııkus salgılamasına kar- prizmatiktir (Şekil 4 -13 ile 4 -16 arası). Kan damarlarını dü-
EPİTEL DOKUSU / 75

Terminal aq Mikroviluslar Hücre örtüsü

Ş ekil 4-8. Bağırsak epitel


hücresinin tepe bölgesinin
elektron mikroskop fotoğrafı.
Başlıca aktin mikrofilamanla-
rını içeren yatay ağ yapısın­
dan oluşan terminal ağ gö­
rülmektedir. Mikrovilusların
çekirdeğini oluşturan düşey
mikrofilamanlar açıkça gö­
mülmektedir. Hücre dışı bir
hücre kılıfı (glikokaliks) mik-
rovilusların plazma zarına
tutunur. x 45.000.

Mikroviluslar Mikrofilamanlar

Şekil 4-9. Bağırsağı döşeyen hücrelerden birinin tepe böl­


gesinden alınan kesitin elektron mikroskop fotoğrafında
mikrovilusların enine kesitleri görülmektedir. Bunların iç kı­
sımlarında enine kesilmiş mikrofilamanlar dikkati çekmek­
tedir. Çevresindeki birim zar açıkça görülebilir ve o da gli­
kokaliks ya da hücre kılıfı tabakası ile örtülüdür. x 80.000. Hücre kılıfı
76 / BOLUM 4

Şekil 4-10. Titrek tüylü epitel


hücrelerinin tepe bölgesinin
elektron mikroskop fotoğrafı.
Titrek tüylerin uzamına kesiti
görülmektedir. Solda, ok
başları aksonemin merkezi
ve çevresel mikrotübüllerini
göstermektedir. Sağdaki ok
başı titrek tüyleri çevreleyen
plazma zarını göstermekte­
dir. Her bir titrek tüy, kendisi­
ni oluşturan bir bazal cisimci­
ğe (B) sahiptir. Şekilde mik-
roviluslar (MV) da görülmek­
tedir. Her bir titrek tüyde mik-
rotübüllerin 9+2 düzeni göze
çarpmaktadır. x 80.000. (İzin
alınarak yeniden çoğaltma Jun-
qeira LCU, Salles LMM. Ultra-
Estrutura e Funçao Celular. Ed-
gard Blucher, 1975.)

Tablo 4-2. İnsan vücudundaki örtü epiteli tipleri.

Hücre Tabakalarının Sayısı Hücre Şekli Dağılım Örnekleri İşlevi

Basit (tek katlı) Yassı Damarların iç yüzeyi İç organların (mezotel)


(Endotel) İç boşlukların hareketini kolaylaştırma,
seröz örtüsü: perikard, pinositoz ile aktif aktarım
plevra, periton (Mezotel) (mezotel ve endotel)

Kübik Ovaryum örtüsü, tiroid epiteli Örtme, salgılama

Prizmatik Bağısak ve safra kesesini Koruma, kayganlaştırma,


döşeyen örtü emme, salgılama

Yalancı çok katlı (hücrelerin çekirdekleri farklı düzeylerde, bütün Trakea, bronşlar ve burun Koruma, salgılama,
hücreler yüzeye erişmez fakat hepsi bazal laminaya tutunur) boşluğunu döşeyen örtü Titrek tüyler aracılığıyla
mukusun yakaladığı
parçacıkları hava yollarından
dışarıya taşıma

Çok katlı (iki veya daha fazla kat) Yassı keratinleşmiş Epidermis Koruma, su kaybını önleme
(Kuru)

Yassı keratinleşmemiş Ağız, özofagus, larinks, Koruma, salgılama, su


(ıslak) vajina, anal kanal kaybını önleme

Kübik Ter bezleri, ovaryumun Koruma, salgılama.


gelişen follikülleri

Değişici İdrar torbası, üreterler, renal Koruma, basınç karşısında


kaliksler gerilme, esneme

Prizmatik Konjunktiva Koruma


EPITEL DOKUSU / 77

A Tek katlı yassı epitel B Tek katlı kübik epitel

Epitel Epitel

Bazal membran Bazal membran

Lamina propriya Lamina propriya

Kılcal damarlar

C Tek katlı prizmatik titrek tüylü epitel

Titrek tüy
Cilia
Epitel

Bazal membran Şekil 4-11. Tek katlı epitel dokusu çizimleri. A: Tek
katlı yassı epitel, B: Tek katlı kübik epitel, C: Tek kat­
Lamina propriya lı prizmatik titrek tüylü epitel. Hepsi hemen alttaki
bağ dokusundan bir bazal membranla ayrılır. C'deki
çizimde ışık mikroskopunda, bağlantı kompleksinin
Kılcal damarlar zonula okludens ve zonula adherensine karşılık ge­
len terminal çubuklar görülmektedir.

A Çok katlı yassı epitel B Değişici epitel


Epitel
Epitel
Yüzey epiteli
(kenar hücreleri)

Bazal membran Bazal epitel

Lamina propriya Bazal membran

Lamina propriya

C Yalancı çok katlı titrek tüylü epitel

Titrek tüyler

Terminal çubuklar

Epitel hücresi

Goblet hücreleri
Şekil 4-12. Çok katlı ve yalancı çok katlı epitel dokusu­
Bazal hücre
nun şekilleri. A: Çok katlı yassı epitel. B: Değişici epitel.
Bazal membran C: Yalancı çok katlı titrek tüylü epitel. Mukus salgılayıcı
Goblet hücreleri titrek tüy tabakasının üzerinde kesintisiz
Lamina propriya bir müköz tabaka meydana getirir.
78 / BOLUM 4

miş epitel, yüzeyinde çekirdeklerini korumuş canlı hücrele­


rin oluşturduğu yassılaşmış bir tabaka ile özellik kazanır. Bu
epitelin keratinleşmiş türünde ise bu durum gözlenmez, yü­
zeydeki hücreler ölüdür ve çekirdekler görülmez.
Çok kadı prizmatik epitel seyrektir, İnsan vücudunda
yalnızca gözün konjunktivası ve büyük bezlerin boşaltım ka­
nalları gibi sınırlı alanlarda bulunur.
Değişici epitel, idrar kesesi, üreler ve üretranm üst kıs­
mını döşer. Yüzeyinde ne yassı ne de prizmatik olmayan,
kubbe gibi şişkin hücrelerin varlığı ile özellik kazanır (Şekil
4-18 ve 4-19). Hücrelerin şekilleri idrar kesesinin dolmasına
bağlı olarak değişir. Bu epitel, 19. Bölümde ayrıntılı olarak
anlatılmaktadır.
Yalancı çok katlı epitel bu ismi çekirdeklerin değişik
seviyelerde yer alması nedeniyle alır. Bütün hücreler bazal
laminaya tutunmalarına karşın bazıları yüzeye erişemez. Bu
dokunun en iyi bilinen örneği solunum yollarında bulunan
yalancı çok katlı titrek tüylü prizmatik epiteldir (Şekil 4-12).
Epitelin iki başka tipinden de kısaca söz etmek gerekir.
Nöroepitel hücreleri, duyu alımı için özelleşmiş epitel kö­
kenli hücrelerdir (örn. tat tomurcuklarının hücreleri). Miyo-
epitel hücreleri, miyozin ve çok sayıda aletin mikrofilama-
nı içeren dallanmış hücrelerdir. Bunlar kasılma için özelleş-

Şekil 4-13. Bir verıin kesiti. Tüm kan damarları endotel (ok
başları) adı verilen tek katlı yassı bir epitelle örtülüdür. Ven
duvarındaki düz kas hücreleri oklarla gösterilmektedir. Pa-
rarozanilin-toludin mavisi <PT) boyası. Orta büyütme.

şeyen endotel ve plevra ve periton gibi belli vücut boşluk­


larını döşeyen mezotel tek katlı yassı epitele örnek oluştu­
rur (Şekil -i—13 ve 4—14).
Kiibik epitel için ovaryumun yüzey epiteli ve prizmatik
epitel için ince bağırsağı döşeyen epitel örnek verilebilir.
Çok katlı epitel, en iist tabakasındaki hücre şekline göre
sınıflandırılır.
Çok katlı epitel (Şekil 4-17, 4-18 ve 4-19) yüzeyindeki
hücrelerin şekline göre yassı, kübik, prizmatik ve değişi­
ci olarak sınıflandırılır. Ayrı bir grup oluşturan yalancı çok
katlı epitel ileride anlatılmaktadır.
Çok katlı yassı keratinleşmiş epitel esas olarak deri­
de bulunur. Hücreleri çok sayıda tabaka oluşturur, alttaki
dokuya yakın olan hücreler genellikle kübik ya da prizma-
tiktir. Yüzeye yaklaştıkça hücreler düzensiz şekil alır ve git­
tikçe yassılaşarak ince ve yassı hale geçerler (ayrıntılı bilgi
için İH. Bölüme bakınız).
Çok katlı yassı keratinleşmemiş epitel (Şekil 4 -1 7 ) Şekil 4-14. Peritonu örten tek katlı yassı epitel (mezotel).
yüzeyi kuru olan derinin aksine ıslak boşlukları (örn. ağız, Bazı kılcal kan damarları oklarla gösterilmektedir. PT boya­
yemek borusu, vajina) döşer. Çok katlı yassı keratinleşme­ sı. Orta büyütme.
EPITEL DOKUSU / 79

Ş ekil 4-15. Böbrek toplayıcı tübüllerinin tek katlı kübik


epiteli. Bu tübüllerdeki hücreler antidiüretik hormona du-
yarlıdır ve glomerül süzüntüsünden su emilimini kontrol
ederek idrar yoğunluğunu değiştirir, böylece vücuttaki su
miktarının korunmasına yardım eder. PT boyası. Orta
büyütme.

Ş ekil 4-16. Uterus boşlu­


ğunu örten tek katlı priz-
matik epitel. Epitelin lami­
na propriadaki gevşek bağ
dokusu üzerine oturduğu
dikkati çekmektedir. Epitel
ve lamina propria mukoza­
yı oluşturmaktadır. HE bo­
yası. Orta büyütme.
80 / BOLUM 4

oluşur, çok hücreli bezler ise hücre gruplarından meydana ge­


lir. Tek hücreli beze örnek ince bağırsak epitelinde (Şekil
-1- 20 ) ya da solunum yollarında yer alan goblet hücresidir.
Bununla birlikte bez terimi, tükürük bezi ve pankreasta oldu­
ğu gibi çoğunlukla bez epiteli hücrelerinin büyük ve karmaşık
kümeler halinde düzenlenmiş Ssekli için kullanılır.
Bezler daima örtücü epitelden, hücre çoğalması ve altın­
daki bağ doku içine göçü ile bunu takip eden değişimlerden
sonra ortaya çıkar (Şekil 4 -21). Dış salgı (eksokrin) (Yun.
e x o, dış, + krin ein , ayırmak) kökenini aldığı yüzey epiteli ile
bağlantılarını sürdüren bezlerdir. Bıı bağlantı, bezin salgıla­
rının kanallardan geçerek yüzeye eriştiği, epitel hücreleriyle
döşeli tübiiler kanal yapısı şeklinde karşımıza çıkar. İç salgı
bezleri (endokrin) (Yun. en don , içinde k rin ein ) gelişim es­
nasında köken aldıkları yüzey ile bağlantıları kesilmiş olan
bezlerdir. Bundan dolayı bu bezler kanalsızdır ve kanal sis­
teminden farklı olarak bunların salgıları kan akımı tarafından
toplanarak etki edeceği alana taşınır.
Hücre gruplamasına göre endokrin bezlerin iki tipi ayırt

Şekil 4-17. Yemek borusunun çok katlı yassı keratinleşme-


miş epiteli. PT boyası. Orta büyütme.

mistir, başlıca meme, ter ve tükürük bezlerinin «sinüslerinde


bulunur.

Bez Epiteli
Bez epiteli, salgı üretmek üzere özelleşmiş hücrelerin oluş­
turduğu dokulardır. Salgılanacak olan moleküller genellikle
hücre içinde salgı granülü adı verilen zarla çevrili, küçük
keseciklerde depolanır.
Bez epiteli hücreleri, proteinleri (örn., pankreas), lipitle­
ri (örn., adrenal ve yağ bezleri), ya da karbonhidrat ve pro­
tein bileşimlerini (örn., tükürük bezleri) sentezleyebilir, de­
polayabilir ve salgılayabilir. Meme bezleri her üç maddeyi
de salgılar. Daha seyrek görülen bazı bez hücreleri düşük
sentez aktivitesine sahiptir (örn., ter bezleri) ve bunlarda sal­
gının çoğu kandan, bezin lümenine aktarılan maddelerden
oluşur.

Bez Epitelinin Tipleri Ş ekil 4-18. İdrar torbasının çok katlı değişici epiteli (yuka­
Vücudun bezlerini oluşturan epitel, çeşitli ölçütlere göre sınıf­ rıda) ve birkaç fibroblastın görüldüğü lamina proprianın
landırılabilir. Tek hücreli bezler yalıtılmış bez hücrelerinden bağ dokusu (aşağıda). PT boyası. Orta büyütme.
EPİTEL DOKUSU / 81

Şekil 4-19. Üretranın çok


katlı değişici epiteli. Epitel-
le alttaki gevşek bağ doku­
sunun arasında yer alan
bazal membran oklarla
gösterilmektedir. PSH bo­
yası. Orta büyütme.

Şekil 4-20. Hücre dışı boşluğa mukus salgılayan goblet


hücrelerini gösteren kalın bağırsak kesiti.
82 / BÖLÜM 4

Hücre çoğalması ve alttaki


bağ dokusu içine doğru
hareketi

Bazal lamina -
Bağ dokusu

Dış salgı bezi İç salgı bezini oluşturan Kovuklu iç salgı


oluşumu hücre kordonları bezi oluşumu

t - Kanal Kanal hücrelerinin


ortadan kalkması

Kılcal
damarlar

Salgılayıcı
kısım
Salgılayıcı
kısım

Şekil 4-21. Örtücü epitelden bezlerin oluşması. Epitel hücreleri çoğalır ve bağ dokusu içine gi­
rerler. Bunlar yüzey ile bağlantılarını koruyabilir ya da sürdürmeyebilir. Bağlantı sürdürülürse
dış salgı bezleri meydana gelir, korunmazsa iç salgı bezleri oluşur. Bu bezlerin hücreleri kor­
donlar ya da kovuklar şeklinde düzenlenir. Kovukların lümenlerinde çok miktarda salgı birikir,
kordonların hücreleri ise az miktarda salgıyı sitoplazmaları içinde tutarlar. (İzin alınarak yeni­
den çizim ve çoğaltma, Ham AV Histology 6th ed. Lipincott 1969.)

edilebilir. Birinci tipte, kümelenen hücreler ağızlanan kor­ tubııloasiner olabilir (Şekil 4-22). Bazı organlar hem endok­
donlar şeklinde, genişlemiş kan kapilleri arasına dağılmıştır rin hem de eksokrin işleve sahiptir ve bir hücre tipi her iki
(örn. böbrek üstü bezi, paratiroid, hipofiz ön lobu; bkz. Şe­ yönde fonksiyon görebilir. Örn. karaciğerde hücreler kanal
kil 4-21). İkinci tip hücreler, hiicresiz materyal ile dolu olan sistemi içine safra salgılarken aynı zamanda bazı başka
follikül ya da vezikülleri döşer (örn. tiroit bezi; Şekil 4-14). ürünlerini de kana verirler. Başka organlarda bir kısım hüc­
Eksokrin bezler salgı yapımından sorumlu bir salgı yapı­ reler eksokrin işlev için özelleşmiştir, bazıları ise yalnızca
cı kısma ve salgıyı bezin dışına taşıyan kanallara (Şekil 4 -2 2 ) endokrin salgı ile ilgilidir, örn. pankreasta, asiner hücreler
sahiptirler. Basit bezler yalnızca bir tane dallanmamış kana­ sindirim enzimlerini ince bağırsak tümenine salgılarken,
la sahip iken bileşik bezler defalarca dallanmış olan kanal­ adacık hücreleri insiilin ve glııkagonu kana salgılar.
lara (çatallanmış kanallar) sahiptir. Bezler, salgı yapıcı kıs­ Salgı ürününün hücreyi terk etme biçimine göre bezler
mındaki hücresel organizasyona göre de ayrıca sınıflandırı­ m erokrin (Yun. nıeros + krinein, ayrılmak) ya da holokrin
lır. Basit bezler tübüler, kıvrıntılı tiibüler, dallanmış tiibüler (Yun. halos, tüm + k rin ein ) olarak sınıflandırılabilir. Merok­
ya da asiner olabilir. Bileşik bezler ise tübüler, asiner ya da rin bezlerde (örn pankreas) salgı grandileri ekzositoz yoluy-
EPITEL DOKUSU / 83

la hücreyi terk eder ve hücresel materyal dışında kayıp ol­ lamina propriyanın temas yüzeyindeki düzensizlikler, papil­
maz. Holokrin bezlerde (örn. derideki yağ bezleri) salgı ürü­ lae (Lat., papııhı'nm küçüğü, meme başı, tekil, papilla) ola­
nü hücrenin bütünü olarak atılır. Bu işlemde salgı dolu hüc­ rak İsimlendirilen oluşumları meydana getirir. Bunlar çoğun­
renin yıkımı söz konusudur. Ara tipte, yani apokrin (Yun. lukla deri ve dil gibi dış etkilere açık epiteliyal dokularda
cipo, uzaklaşmak + krin ein ) bezde salgı ürünü üst sitoplaz- oluşur.
manın bir kısmı ile birlikte atılır.
Çok hücreli bezler genellikle bağ dokusundan oluşan bir Polarite (Kutupluluk)
kapsül ile sarılıdır ve bağ dokusundan oluşan bölmeler or­
Epitelin önemli bir özelliği onun kutupluluğu, yani bir ser­
ganı lopçuklara ayırır. Lopçuklar da daha küçük bölümlere
best ya da üst yüzeyi ve bir de bazal laminaya oturan taban
ayrılır, bu şekilde bağ dokusu bez yapısını ayırır ve ayrılan
yüzeyi olmasıdır. Normalde kan damarlarının epitele girme­
bölümleri birbirine bağlar. Kan damarları ve sinirler de be­
mesi yüzünden bütün besinlerin, lamina propriyanın altında
zin içine girer ve dallanır.
bulunan kılcal damarlardan çıkarak epitele geçmesi gerekir.
Bu besinler ve epitel hücresi ürünlerinin öncülleri bazal la-
EPİTEL DOKULARININ GENEL BİYOLOJİSİ minadan difüzyonla geçerek epitel hücrelerinin taban ve
Vücut boşluklarını döşeyen örtü epitelinin altında bir bağ yan yüzeylerinden, genellikle de enerji gerektiren bir işlem­
dokusu tabakası olan lamina propriya, bazal lamina ile bir­ le hücre içine alınır. Epitel hücrelerinin işlevlerini etkileyen
likte epitele tutunur. Lamina propriya epiteli desteklemekle kimyasal ulakların (örn. hormonlar, nörotransmiterler) re­
kalmayıp, komşu dokulara tutunmasını da sağlar. Epitel ve septörleri de taban ve yan zarda toplanırlar. Emici epitel

Şekil 4-22. Dış salgı bezlerinin başlıca tipleri. Bezin, salgı hücreleri içeren kısım­
ları siyah olarak gösterilmiştir, diğer bğlümler kanalları göstermektedir. Bileşik bezler dal­
lanmış kanallara sahiptir.
84 / BÖLÜM 4

mitoz, bazal laminaya en yakın kök hücrelerin bulunduğu


germinal tabakada meydana gelir.

Metaplazi

KLİNİK BİLGİ

Belirli normal dışı koşullar altında, bir epitel tipi


değişime uğrayarak başka bir epitel tipine dönü­
şür. Bu durum m etaplazi olarak adlandırılır (Yun.
metaplasis, dönüşüm). Aşağıdaki örnekler bu
değişimi açıklamaktadır.
Aşırı sigara içen tiryakilerde bronşları döşe­
yen yalancı çok katlı titrek tüylü epitel, çok katlı
yassı epitele dönüşebilir.
Uzun süreli A vitamini eksikliği olan kişilerde,
bronş ve idrar kesesinin bulunan epitel tiplerinin
yerini giderek çok katlı yassı epitel alır.
Metaplazi, epitel dokusuna özgü değildir, bağ
dokusunda da oluşabilir. Metaplazi geri dönüşlüdür.

OjlBBSL •» cUf
Salgı Etkinliğinin Kontrolü
Bezler genellikle sinir ve endokrin denetime karsı duvarlıdır.
Bununla birlikte, bir denetim biçimi çoğu kez diğerinden
daha baskındır. Örneğin, pankreasın eksokrin salgısı esas
olarak sekretin ve kolesistokinin (Yun. Chole, safra, + kys-
tis, kese, + kincin, kıpırdamak) hormonlarının oluşturduğu
uyartıya bağlıdır. Bunun aksine, tükürük bezleri temel ola­
rak sinirsel denetim altında çalışır.
Ş ekil 4-23. Meme bezinin salgı bölümü kesiti; apokrin sal­ Bezlerin sinirsel ve endokrin kontrolü kimyasal haber­
gı, özelliğini sitoplazmanın bir bölümünün salgılanan ürün­ ciler olarak adlandırılan kimyasal bileşiklerin etkisi ile ger­
le birlikte atılmasından alır (oklar). PSH Boyası. Orta bü­ çekleşir.
yütme.
İyonları Taşıyan Hücreler
Bütün hücreler enerji kaynağı olarak ATP’yi kullanarak, de­
hücrelerinde lepo-zarı yapısında zara bütünleşik proteinlerin rişime ve elektriksel güç sabitine karşı belirli iyonları taşıma
yanı sıra emilecek okın moleküllerin sindirilmesini tamamla­ yeteneğine sahiptirler. Düşük derişimde oluşan edilgin yayı­
yan disakkaritler ve peptidazlar gibi enzimler de bulunur. Sı­ lımdan (pasif difiizyon) ayırmak için bu olaya etkin taşıma
kı bağlantılar, çeşitli hücre zarı bölgelerindeki esas zar pro­ denir. Memelilerde sodyum iyonunun (Na+) hücre dışı sıvı­
teinlerinin birbirine karışmasını önlemeye yardımcı olur. daki derişimi l it) mrnol/L iken, hücre içi sıvıdaki derişimi
5-15 mmol/L'dir. Buna ek olarak hücrelerin iç kısmının
Sinir dağılımı elektriksel yükü hücre dışı ortama göre eksidir. Bu koşullar
Epitel dokularının çoğu, lamina propriyadaki sinir birleşme­ altında artı yüklü sodyum iyonu hem elektrikse! hem de de­
lerinden zengin duyusal sinir uçları alırlar. Hepimiz gözün rişim sabitine doğru yayılma eğilimindedir. Hücre Mg+“ ara­
ön yüzünü örten korneanın çok duyarlı olduğunu biliriz. Bu cılığıyla Na+/K+ ATPazı (sodyum pompası) etkinleştirip,
duyarlılık, çok sayıdaki duysal sinir lifinin kornea epitelinin enerjinin depolandığı ATP'yi kullanarak Na+ıu aktif şekilde
hücreleri arasına dallar uzatmış olmasından kaynaklanmak­ hücre dışına atar, bu sayede düşük olması gereken hücre içi
tadır. sodyum derişimi korunur. Bazı epitel hücreleri (örn. böbrek
proksimal ve distal tiibülleri, tükürük bezlerinin çizgili kanal­
ları) sodyumu epitel hücresinin tepesinden tabanına taşımak
Epitel Hücrelerinin Yenilenmesi
üzere bu düzeneği kullanır; bu durum hücre boyu tasıma
Epitel dokuları hücrelerinin, miloz aktivitesi ile sürekli ola­ olarak adlandırılır.
rak yenilendiği dayanıksız yapılardır. Bu yenilenme hızı de­ Proksimal tübül hücresinin tepe (apikal) yüzeyi Na+u
ğişkendir. Her hafta yenilenen incebağırsak epiteli gibi do­ serbest geçirir. Elektriksel ve ozmolik dengeyi sağlamak
kularda hızlı ya da karaciğer ve pankreasta olduğu gibi ya­ üzere ekimolar miktarda kloriir ve su, Na+ iyonunu takip
vaş olabilir. Çok katlı ve yalancı çok katlı epitel dokularında ederek hücre içine girer. Bu hücrelerin taban yüzeylerinde
I

EPİTEL DOKUSU / 85

Lizozomlar tarafından relerinde zıt yönlere (örn. tepeden tabana, tabandan tepeye)
protein sindirimi olabilir. Bağırsakta, böbreğin proksimal toplayıcı tiibüllerin-
de, tükürük bezlerinin çizgili kanallarında, safra kesesinde,
v.b. akını, hücrenin tepesinden taban bölümüne doğrudur.
Koroid pleksus ve siliyer cisim gibi diğer epitelyal tabakalar­
da akis zıt yöndedir. Her iki durumda da sıkı bağlantılar
hücrenin tepe kısmını kapatarak iç ve dış doku bölmelerini
oluşturur (Şekil i-25>.

Pinositozla Taşıma Yapan Hücreler


Vücudun çeşitli hücrelerinde plazma zarının yüzeyinde olu­
şan çok sayıda pinositoz keseciği, büyük moleküllerin plaz­
ma zarından geçirilerek taşınmasını sağlar. Bu etkinlik, kan
damarlarını (endotel) ya da vücut boşluklarını (mezotel) dö­
şeyen tek katlı yassı epitelde belirgin olarak gözlenir. Bu
hücreler, hücre yüzeyinde ve sitoplazma içinde bol miktar­
da bulunan pinositoz kesecikleri dışında az sayıda organele
sahiptir. Bu gözlemlerin yanında elektron yoğun koloidal
parçacıkların (örn. ferritin, koloidal altın, toryum) enjeksiyo­
nunun ardından elektron mikroskobik inceleme bulguları,
keseciklerin, enjekte edilen maddeyi hücre içinden her iki
yöne de taşıdığını ortaya koymaktadır.
Na+

Seröz Hücreler
Şekil 4-24. Böbreğin proksimal toplayıcı tübül hücrelerinin
Pankreasın asiner hücreleri ve goblet hücreleri, salgıladıkla­
ince yapısı. Hücre zarının taban girintileri uzun mitokondri-
rı ürünlerinin moleküller yapısı ve yoğunluğundan ötürü sı­
yumlarla dolu bölgelerin sınırını oluşturur. Bu tipik düzen
rasıyla seröz ve miiköz hücreler olarak tanımlanan hücrele­
iyon aktarımı yapan hücrelerde bulunur. Komşu hücrelerin
re tipik örnek oluştururlar. Bunlar ortada yuvarlak bir çekir­
katlanmaları bu hücredekilerle kenetlenme yapar. Şeklin
deği bulunan, belirgin kutupsallık sergileyen çok yüzeyli ya
sol üstünde pinositoz ile emilen ve lizozomlarla sindirilen
da piramid şeklindeki hücrelerdir. Seröz hücrenin tabanına
protein gösterilmektedir. Sodyum iyonlarının böbrek epitel
yakın bölgede yoğun, birbirine koşut sıralar halinde, poliri-
hücrelerin tepe zarları boyunca difüzyonu pasif olarak ger­
bozomlarla kaplı kaba endoplazma retikulumu sarnıçları
çekleşir. Bu iyonlar daha sonra hücrenin yan ve taban zar­
toplandığından, yoğun bazofili izlenir (Şekil 4-26). Tepe böl­
larında bulunan Na+ / K+ -ATPaz ile aktif olarak hücre dışı­ gesinde iyi gelişmiş bir Golgi yapısı ve çok sayıda yuvarlak,
na taşınırlar. Bu "sodyum pompası" için gereken enerji çev­ proteinden zengin, zara tutunan ve salgı grandileri adını alan
redeki mitokondrilerden sağlanır. Bu, birden fazla görevi kesecik bulunur. Sindİrici enzimler üreten hücrelerde (ör.
olan hücreye örnektir, hücre protein sindirimi görevinin ya­ Pankreasın asiner hücreleri) bu keseciklere zimojen gra­
nı sıra iyon aktarımı da yapar. ndiler denir (Şekil -t-26, 4-27 ve 4-28). Golgi sarnıçlarından
zara bağlı büyük; ham salgı grandileri oluşur (Şekil 4-28).
Suyu çekildikçe, daha koyulaşarak hücre salgılayıncaya dek
biriken olgun salgı grandilerini oluştururlar. Hücreler salgı
ürünlerini salıverdiklerinde salgı grandilerinin zarları hücre
çok sayıda kıvrım bulunur (Şekil -i—24); elektron mikroskop­ zarına tutunur ve graniti içeriği eksositoz adı verilen bir iş­
lemle hücre dışına boşaltılır. Zarların lipit tabakaları aynı
la taban plazma zarında çok sayıda uzun girintiler görülür.
elektrik yüküne sahip olduğundan birbirini iter. Bu yüzden,
Buna ek olarak komşu hücreler arasında taban uzantıları
aracılığıyla kenetlenme mevcuttur. Mg+,un etkin kıldığı Na+ hücre zarlarının kaynaşması proteinler tarafından kolaylaştı­
/ K+ -ATP’azın taban plazma zarının girintilerinde yer aldığı, rılıp, denetlenen oldukça karmaşık bir işlemdir. Diğer sitop­
lazma yapılarında olduğu gibi salgı grandilerinin hareketi de
aynı zamanda yan zarlarda da bulunduğu gösterilmiştir. Bu
girintiler arasında Na+'un hücre tabanından aktif olarak atılı­ hücre iskeletinin ve sitozoldeki motor proteinlerin etkisi al­
şı için gerekli enerjiyi (ATI5) sağlayan dikey yönde dizilmiş tında gerçekleşir. Işık mikroskopta, seröz salgı yapan hücre­
lerin sitoplazmasınm taban bölümünde büyük bölümü kaba
mitokondı iler yer alır. Klor ve su yeniden edilgin olarak sod­
endoplazma retikulumuna tutunan çok sayıda ribozom yü­
yumu izler. Bu yüzden sodyum dolaşıma geri döner ve id­
rarda çok miktarda sodyum yitirilmez. zünden, belirgin bazofili izlenir (Şekil d—29). Sİtoplazmanm
tepe bölümü açık renk boyanan salgı kesecikleriyle doludur.
İyon taşınmasında sıkı bağlantılar önemli rol oynar.
İyonlara, suya ve iri moleküllere karşı nispeten geçirgen ol­
mayışı nedeniyle, epitelden geçen maddelerin geriye d ifüz­ Mukus salgılayan hücreler
yonunu önler. Aksi durumda çok büyük oranda enerji yiti­ Üzerinde en çok çalışılan mukus salgı hücresi, bağırsaklar­
rilmesi söz konusudur. daki g o b le t hücresidir. Bu hücrenin İçinde, müsin adı veri­
İyon taşınması ve onu izleyen sıvı akışı çeşitli epitel hüc- len güçlü su sever glikoproteinleri içeren açık renk boyalı
86 / BOLUM 4

Bazal lamina

Kılcal kan
damarı endoteli

Şekil 4-25. İyon ve sıvı aktarımı, ilgili olduğu dokuya bağlı olarak farklı yönlerde gerçekleşebilir. A: Taşı­
ma yönü safra kesesi ve bağırsakta olduğu gibi lümenden kan damarına doğrudur, Bu işlem emilim ola­
rak adlandırılır. B: Aktarım koroid pleksusta, siliyer cisimde ve ter bezinde olduğu gibi aksi yöndedir. Bu
işleme salgılama denir. Taşıma işlemlerinde hücreler arası boşluğun kullanıldığına ve tıkayıcı bağlantıla­
rın bölme oluşturarak, iyon dağılımı üzerindeki kontrolün devamlılığını sağladığına dikkat edin.

çok sayıda graniil bulunur. Salgı grandileri hücrenin tepe aktivitesi gösterme yeteneğine sahiptir. Bu özelliklerin baş harf­
bölümünü büyük ölçüde doldurur ve çekirdek genellikle lerinin birleştirilmesiyle bu grubun bilinen adı APUD (amine
hücre tabanında yer alır. Bu bölgede kaba endoplazma reti- precursor uptake and decarboxylation) ortaya çıkar. Bu hücre­
kulunuı fazladır (Şekil 4-30 ve 4-31). Çekirdeğin hemen üze­ lerin bazılarının gümüş tuzları ile boyanması nedeniyle argen-
rinde yer alan Golgi yapısı başka hücrelere göre çok daha tafin ve argirofil hücreler olarak da adlandırılırlar.
iyi gelişmiştir ve bu durum hücrenin işlevindeki önemini Bu hücrelerin tümü amin öncüllerini toplamadıkları için
göstermektedir. Otoradyografi çalışmalarından elde edilen APUD adı büyük ölçüde yerini DNES'ye (difüz nöroendok­
veriler, bu hücrede proteinlerin kaba endoplazma retikulu- rin sistem) bırakmıştır. DNES hücreleri, immünohistokimya-
munun yoğun olduğu hücre tabanında sentezlendiğini dü­ sal yöntemlerle ya da özgül aminler için kullanılan diğer his-
şündürmektedir. Özdek protein monosakaritleri endoplaz­ tokimyasal tekniklerle tanınabilir ve yeri saptanabilir. DNES
ma retikulumu ve Golgi aygıtında bulunan enzimler olan hücreleri organizmada yaygın olarak dağılır ve bu hücrele­
gükoziltransferazlar tarafından eklenir. Müsinler hücreden rin solunum ve sindirim sistemlerinde, tiroid, hipofiz ve
sahverikliğinde, aşırı derecede su çeker ve kıvamlı, elastik, prostatta yer alan yaklaşık 35 tipi saptanmıştır. Bazı DNES
koruyucu kaygan bir pelte biçimindeki mukusu oluşturur. hücreleri parakrin hücrelerdir, çünkü bunlar bazı kimya­
Bağırsaklardaki goblet hücreleri (Şekil 4 -3 2 ) müsin gli- sal işaretler üreterek bunları çevrelerindeki hücre dışı sıvı
koproteinlerini sentezleyen birkaç hücre tipinden yalnızca içine verirler, bu sinyaller damar sistemine geçmeksizin
birisidir. Diğerleri, midede, tükürük bezlerinde, sulunum komşu hücrelerinin işlevini düzenler. DNES hücrelerinde
yollarında ve üreme sisteminin iletici yollarında bulunur. Söz üretilen çoğu polipeptid hormon ve aminler sinir sistemin­
konusu miiköz hücreler, morfolojik özellikleri ve salgılarının deki kimyasal aracılar olarak da hareket ederler. Polipeptid
kimyasal bileşimi açısından büyük çeşitlilik sergiler. Örne­ salgılayın hücreler genellikle taban kutuplarına yerleşmiş
ğin, tükürük bezlerindeki mukus salgılayan hücreler farklı olan 100-400 nm çapındaki grandilerle ayırt edilirler (Şekil 4-
yapıya sahiptir (Şekil 4-3 3 ) ve çoğunlukla aynı asiniis için­ 35).
de seröz salgı yapan hücrelerle birlikte bulunur (Şekil 4-34).

Dlfüz (Yaygın) Nöroendokrin Sistem (DNES)


Sindirim sistemine ilişkin ilk çalışmalar, bu sistemde endokrin k l in ik b il g i
olmayan hücrelerin arasında dağılmış halde endokrin hücrele­
rin bulunduğunu göstermiştir. Bu endokrin hücrelerin sitoplaz- Apudoma, DNES'in polipeptid salgılayan hücre­
malarında ya polipeptid hormonlarını, ya da biyojenik aminler lerinden türeyen tümörlerdir. Klinik belirtiler, içer­
olan epinefrin, norepinefrin ya da 5-hidroksitriptamin (seroto­ dikleri özel hormonun aşırı salgılanması sonucu
nin) bulunur. Bazı durumlarda, birden fazla bileşik aynı hücre­ ortaya çıkar. Tanı, genellikle bu tümörden alınan
de bulunur. Bu hücrelerin tümü olmasa da büyük bir çoğunlu­ biyopsi örneklerinin kesitlerinde immünohisto-
ğu amin öncüllerini biriktirebilme ve amino asit dekarboksilaz kimyasal yöntemlerin uygulanmasıyla doğrulanır.
EPITEL DOKUSU / 87

Miyoepite! Hücreleri kutbu arasında yer alırlar. Buna ek olarak birbirlerine ve


Bazı eksokrin bezler (örn. ter, gözyaşı, tükürük, meme) epitel hücrelerine aralık bağlantıları ve desmozomlarla tu­
yıldız ya da iğ şekilli miyoepitel hücreleri içerirler (Şekil 4- tunurlar. Sitoplazma miyozinin yanı sıra, çok sayıda aktin
36). Bu hücreler bez asinüslerini, ahtapotun yuvarlak kaya mikrofilamanları da içerir. Miyoepitel hücreleri, keratin ai­
parçasını sardığı şekilde sarar. Kanallar boyunca ise, daha lesinden ara filamanlara sahiptir, bu da onların epitel kö­
çok, uzamına düzenlenme gösterirler. Miyoepitel hücrele­ kenli olduklarını kanıtlar. Miyoepitel hücrelerinin görevi
ri, bazal lamina ile salgı ya da kanal hücrelerinin taban bezin salgı yapıcı ya da salgı iletici kısımlarının çeperinde

> Birkaç dakika

r Yaklaşık 1 saat

Birkaç
dakika

r: ;V:‘ :: .,
Epitel bazal laminası Epitel bazal laminası

- 7 ) ---------------- 7J---------- ------- 75----------^ n i y e l e r


O 0
S I.
fe n ttim

Kılcal damar lümeni


Amino asitler

Şekil 4-26. Seröz bir hücrenin (pankreas asinüsü hücresi) çizimi. Çok sayıdaki bazal, kaba endop-
lazma retikulumu ile belirgin kutupluluk görülmektedir. Golgi kompleksi ve zimojen granülfer çekir­
dek üstü bölgede yer almaktadır. Salgılama süreci metinde anlatılmıştır. Sağdaki ölçek her bir ba­
samak için gerekli olan yaklaşık süreyi göstermektedir.
88 / BOLUM 4

Şekil 4-27. Kurbağaya ait iki


pankreas asinüs hücresinin
elektron mikroskop fotoğrafı.
Çekirdek, mitokondriler, Golgi
kompleksi, yoğunlaşmanın çe­
şitli basamağında salgı (zimo-
jen) granülleri ve kaba endop-
lazma retikulumu gözlenmek­
tedir. x 13,000 (İzin alınarak,
KR. Porter.)

Şekil 4-28. Pankreas asinüs hücresinin bir kısmını


gösteren elektron mikroskop fotoğrafında Golgi komp­
leksinden (G) az miktarda salgı ürünü (ok) aldığı tah­
min edilen, yoğunlaşmakta olan vakuol (Y) görülmekte­
dir. M, mitokondriyum; GER kaba endoplazma retikulu­
mu; S, yoğunlaşmış olgun salgı (zimojen) granülü. x
40,000.
EPİTEL DOKUSU / 89

progestojenleıe çevirmek için gerekli olan enzimlere de


sahiptir.
3. Yuvarlak ya da uzun şekilli olan mitokondriler, diğer
epitelyal hücrelerin miiokondıilerinde yaygın olarak bu­
lunan lameller ya da raf benzeri kristalann aksine genel­
likle tübüler tipte kıistalara sahiptir. Hücre işlevi için
enerji üretiminin esas yeri olmasının yanında bu organel-
ler gerekli enzimatik donanıma da sahiptirler, bu enzi-
matik donanım yalnızca kolesterol yan zincirini ayırmak
ve pregnenolon üretimini yapmakla kalmayıp, sonuçta
steroid hormonun oluştuğu bir dizi tepkimeye de katılır­
lar. Graniilsüz endoplazma retikulumu ve mitokondriler
arasındaki yakın işbirliği sonucu steroid sentezi işlemi
gerçekleşir, bu durum hücre içi organeller arasındaki iş­
birliğine çarpıcı bir örnek oluşturur (Şekil 21 - 1 ). Aynı za­
manda bu durum steroid salgılayıcı hücrelerde bu iki or-
ganel arasında gözlenen sıkı yapısal ilişkiyi de açıklar.

-~60 dakika

Şekil 4-29. Pankreasta asinüs içinde yığılmış seröz salgı


hücreleri. Hücrelerde RNA'nın yoğun olduğu bazofilik ta­
ban bölgesi ve salgı keseciklerinin bulunduğu açık renk bo­
yanan tepe kısmı dikkati çekmektedir. PT boyası. Orta bü­
yütme.
-~30 dakika

kasılmak ve böylece salgı ürününün dışarıya doğru itilme­


sine yardımcı olmaktır.

Steroid Salgılayıcı Hücreler -Saniyeler


Steroid salgılayan hücreler vücudun çeşitli organlarında
(örn. teslisler, ovaryumlar, böbrek üstü bezleri) bulunurlar.
Bunlar steroidieri hormonal aktivite olarak salgılayan ve
sentezleyen özelleşmiş endokrin hücrelerdir. Aşağıdaki özel­
likleri sergiler (Şekiller 4-27 ve ı-28): monosakkaridler ve sülfat
1. Bunlar çekirdeği merkezde, çok yüzeyli ya da yuvarlak
eozinofilik hücrelerdir ve siloplazmalarında değişebilen Şekil 4-30. Mukus salgılayan bağırsak goblet hücresinin çi-
miktarlarda lipit damlacıkları bulunur. ziminde, mitokondriyumlar ve kaba endoplazma retikulu-
2. Steroid-salgılayıcı hücrelerin sitt»plazmaları cok miktarda munun (RER) yer aldığı tipik, daralmış hücre tabanı görül­
granülsiiz endoplazma retikulumu içerir, bunlar ağızla­ mektedir. Glikoprotein kompleksinin bir parçası olan prote­
şan lübüller şeklindedirler. Granülsiiz endoplazma reti­ inin sentezi endoplazma retikulumunda gerçekleşir. Geliş­
kulumu asetattan ve diğer bileşiklerden kolestrol sentez- miş Golgi kompleksi çekirdek üstü bölgede yer alır. (İzin alı­
lemekte kullanılan enzimleri içermesinin yanı sıra, mito- narak yeniden çizim Gordon ve çoğaltma Ham AW. Histo­
kondrilerde üretilen pregnenolonu androjen, östrojen ve logy 6th ed. Lippincott, 1969.)
90 / BÖLÜM 4

Şekil 4-31. İnce bağırsaktaki bir goblet hücresinin elektron mikroskop fotoğrafı. Kaba en-
doplazma retikulumu (R) esas olarak hücrenin taban kısmında yer alırken, hücre tepesi
açık renk salgı granülleri (SG) ile doludur. Golgi kompleksi (G) çekirdeğin hemen üstünde
bulunur. Tipik prizmatik emici hücreler, mikroviluslu (M) kenarları ile Goblet hücresine kom­
şu olarak yer almaktadır. (İzin alınarak yeniden çoğaltma Junqueira LCU, Salles LMM. Ult-
ra-Estrutura e Funçao Celular, Edgard Blucher, 1975.)

Villusun
özdeği
Goblet
.
hücresi

Fırçamsı
kenar

Şekil 4-32. Bazı polisakaridleri saptamada kullanılan bir işlem olan PAS tekniğiyle boyan­
mış bağırsak villusları. Goblet hücrelerinin ve mikrovilusların oluşturduğu fırçamsı kenarın
pozitif tepkime verdiği görülmekte. Hematoksilen ile karşıt boyama. Orta büyütme.
EPİTEL DOKUSU / 91

Şekil 4-33. Yemek borusunda mukus salgılayan bezin tipik


düzensiz, saydam sitoplazmalı ve çekirdeği tabanda yer
alan hücreleri. Salgı kanalını gevşek bağ dokusu sarar.

Şekil 4-34. Bileşik tubııloasiner bezde yer alan 2 salgı epi-


teli tipinin görüldüğü çene altı tükürük bezi. Açık renkli hüc­
reler müköz, koyu renkli hücreler ise serözdür. PT boyası.
Orta büyütme.
92 / BÖLÜM 4

Şekil 4-35. S in d irim s is te m in d e k i y a y g ın n ö ro e n d o k rin s is ­


te m h ü c re s in in e le k tro n m ik ro s k o p fo to ğ ra fı. S a lg ı g ra n ü lle -
rin in , h ü c re n in b a z a l b ö lg e s in d e b irik tiğ i d ik k a t ç e k m e k te ­
dir. F o to ğ ra fın ü s t b ö lü m ü n d e g ö rü le n G o lg i k o m p le k s in d e
ba zı s a lg ı g ra n ü lle ri iz le n m e k te d ir, bu b ö lg e s ö z k o n u s u
g ra n ü lle rin ilk o lu ş tu ğ u y e rd ir. O k b a z a l la m in a y ı g ö s te r­
m e k te d ir.

Epitel Hücresinden Gelişen Tümörler

KLİNİK b il g i

Pek çok epitel hücre tipinden hem iyi huylu hem


de kötü huylu tümörler ortaya çıkar. Karsinom
(Yun. k a rk in o s , kanser + o m a , tümör) epitel kö­
kenli kötü huylu bir tümördür. Bez epiteli doku­
sunda gelişen kötü huylu tümörlere genellikle
adenokarsinomlar denir (Yun. a d e n o s , bez +
karkinos), bunlar erişkinlerde en yaygın olan tü­
mörlerdir 10 yaşına kadar çocuklarda tümörlerin
çoğu giderek azalan görülme sıklığı sırasına gö­
re hematopoietik organlardan, sinir dokularından,
bağ dokularından ve epitel dokularından gelişir.
Karsinomlar, özgül morfolojik özellikleri ve
davranışları (örn. özgül sitokeratin, müsin ve hor­
mon üretimi) yansıtan farklılaşmış hücrelerden
oluşur Farklılaşmamış karsinomlara, yalnızca
morfolojik yöntemlerle tanı koymak çoğu zaman
zordur Bu karsinomların genellikle sitokeratin
içermesi yüzünden immünohistokimya ile prote­
inlerinin saptanması yalnızca kesin tanı konma­
sına yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda sa­
ğaltıma da yardımcı olur.

Şekil 4-36. T ü k ü rü k b e z in in e le k tro n m ik ro s k o p fo to ğ ra fın ­


d a s o l ü s tte s a lg ı h ü c re le ri, sa ğ a ltta ise s a lg ı a s in ü s ü n ü
s a ra n m iy o e p ite l h ü c re s i g ö rü lm e k te d ir. M iy o e p ite l h ü c re s i­
n in k a s ılm a s ı a s in ü s ü s ık ış tırır v e s a lg ıla n a n ü rü n le rin d ı­
şa rı a tılm a s ın a y a rd ım e d e r.
EPITEL DOKUSU / 93

Şekil 4-37. Steroid salgılayıcı hücre ince


yapısının varsayıma dayalı çizimi. Çok
miktarda düz endoplazma retikulumu
(SER), lipid damlacıkları, Golgi kompleksi
ve lizozomlar görülmektedir. Çok sayıda
mitokondride esas olarak tübüler kristalar
bulunur. Bunlar yalnızca hücre işlevi için
gerekli enerjiyi üretmekle kalmaz aynı za­
manda steorid hormon sentezinde de rol
oynar. Çizimde kaba endoplazma retiku­
lumu (GER) da gösterilmiştir.

KAYNAKLAR
Balda M S, M atter K: Transmembrane proteins o f tight junctions. C'cl! Dev Jamieson ID , Pal.ule, G E : Intracellular transport o f secretory protein in the
Biol 2 0 0 0 :1 1 :2 8 1 . pancreatic exocrine cell. 4. Metabolic requirements. J Cell Biol
Bertram JS : Cellular com m unications via gap junctions. Sci & Med 1 9 6 8 :3 9 :5 8 9 ,
2 0 0 0 :7 (2 ): 18. Ketalides NA: Biology and Chemistry o f Basement Membranes. Academic Press,
Darnell J et al: Molecular Cell Dialog)', 2nd ed. Scientific American Books, 1978.
1990. Krstic RV: Illustrated Encyclopedia o f Human Histology. Springer-Verlag, 1984.
Farquhar M G , Palade G E : Junctional complexes in various epithelia. | Cell Mooseker M S: Organization, chemistry, and assembly ol the cytoskeletal
Biol 1 9 6 3 :1 7 :3 7 5 . apparatus o f the intestinal brush border. Annu Rev Cell Biol 1985;
Fawcett D: The Cell, 2nd ed. Saunders, 1981. 1:2(>9.

Hall PF: Cellular organization for steroidogenesis. Ini Rev Cytol 198‘i;8 6 :5 3 . Simons K, Fuller SD : Cell surface polarity in epithelia. Annu Rev Cell Biol
1 9 8 5 :1 :2 4 3 .
Hertzberg EL et al: Gap junctional com m unication. Anno Rev Plm io l
1 9 8 1 :4 3 :4 7 9 . Staehelin LA, Hull BE: Junctions between living cells. Sci Am 1978:2 3 8 :4 1 .

I lull BE, Staehelin LA: T h e terminal web: a reevaluation of its structure and
function. J Cell Biol 1 9 7 9 :8 1 :6 7 .
Bağ Dokusu

Bağ dokuları vücut şeklinin verilmesinden ve bakımın­ dokusu içinde kalır; lökositler gibi başka bazı hücreler ise
dan sorumludur. Bağ dokuları mekanik bir işlev üstlenerek diğer bölgelerden gelir ve geçici yerleşim gösterebilir (Şekil
hücre ve organları birbirine bağlamaya yarayan bir matriks 5-1). Bağ dokusunda bulunan hücre tipleri şu şekilde sırala­
oluştururlar ve sonuçta vücuda destek sağlarlar. nabilir: fibroblastlar, makrofajkır, mast hücreleri, plazma
Bağ dokusunun yapısı hücreler, lifler ve ara madde ol­ hücreleri yağ hücreleri ve lökositler. Bu hücrelerin değişik
mak üzere 3 bileşenden oluşmaktadır. Esas olarak hücrele­ işlervleri Tablo 5-1 'de özetlenmektedir.
rin oluşturduğu diğer doku tiplerinden (epitel, kas ve sinir)
farklı olarak bağ dokusunun ana bileşeni hücre dışı mad­ Fibroblastlar
dedir. Hücre dışı madde, protein lifleri (kolajen, retiküler
Fibroblastlar kolajen, elastin, glikozaminoglikan-
ve elastik), şekilsiz bir temel madde ve doku sıvısının
kır, proleoglikanlar ve çok yönlü yapıştırıcı glikop-
farklı bileşimlerden oluşur. Temel madde, hücrelerin yüze­
roteinleri sentezler. Fibroblastlar bağ dokularında
yindeki reseptör proteinlerine <integrinler) ve diğer mat­
en fazla bulunan hücredir (Şekil 5-2) ve hücre dı­
riks bileşenlerine bağlanarak matriksin dayanıklılığı ve sert­
şı matriks bileşenlerinin sentezlenmesinclen sorumludur.
liğine katkıda bulunan anyonik makromoleküller (glikoza-
Bun hücrelerde etkinlik açısından, aktif ve sessiz olmak
minoglikanlar ve proteoglikanlar) ve çoklu yapışkan glikop-
üzere iki evre gözlenir. Yoğun sentez evresindeki hücreler,
roteinlerden (laminin, fibronektin ve başkaları) oluşan yük­
daha önce sentezlediği matriks içerisinde dağılmış olarak
sek düzeyde su sever (hidrofilik) akışkan bir komplekstir.
bulunan durgun fibroblastlardan morfolojik olarak ayrılır.
Bağ dokusu molekülleri, yapısal işlevlerinin yanında, hücre
Bazı histologlar fibroblast terimini aktif hücreyi ifade et­
çoğalmasını ve farklılaşmasını kontrol eden hormonlara yö­
mek için kullanıp, durgun hücreyi fîbrosit olarak adlandı­
nelik bir depo oluşturmak gibi, başka önemli biyolojik işlev­
rırlar.
leri de gerçekleştirir.
Aktif fibrobiastm bol ve düzensiz dallanmış bir sitoplaz-
Bağ dokusu matriksi hücrelerle kan arasında besin ve
ıııası vardır. Ovoid, büyük ve mat boyanan ince kromatin-
metabolik atıkların değiş tokuşunu sağlayan bir ortam ola­
li ve belirgin çekirdekçik barındıran bir çekirdeği bulunur.
rak da işlev görür.
Sitoplazma kaba entioplazma retikulumu yönünden zen­
Vücuttaki bağ dokusu tiplerinin çok fazla oluşu, bağ do­
gindir ve Golgi kompleksi iyi gelişmiştir (Şekil 5-3, 5-4 ve
kusunun yapısal, işlevsel ve patolojik farklılıklarından so­
5-5).
rumlu olan 3 bileşeninin (hücreler, üfler ve ara madde) ka­
Sessiz fibroblast ya da başka bir deyişle fibrosit (Şekil 5-
rışımlarında ve ölçüsündeki farklılıkları yansıtmakladır. Ağır­
3), aktif fibroblasttan daha küçüktür ve çoğunlukla iğ şeklin­
lıklı olarak kolajenden oluşan lifler tendonkırı, aponevrozla-
dedir. Uzantılarının sayısı fibroblasttan daha azdır; çekirdek­
rı, organ kapsüllerini ve merkezi sinir sistemini saran zarları
leri daha küçük, daha koyu renkli ve uzuncadır; sitoplazma-
(meninksler) meydana getirir. Çeşitli organların içyapısın- sı asidofiliktir; az miktarda RER bulunur.
daki trabekülleri ve duvarları da oluşturarak, stromanın ya Fibroblastlar kolajen, retiküler ve elastik lifleri oluşturan
da başka deyişle organların destek dokusunun en sağlam bi­ kolajen ve elastin ile amorf hücreler arası maddenin gliko-
leşenini ortaya çıkarır. zaminoglikanlarını ve glikoproteinlerini sentezler. Fibrob­
Bağ dokuları, uzun şekilli mezenkim hücreleri tarafından lastlar, hücre büyümesini ve farklılaşmasını etkileyen büyü­
oluşturulan embriyonik bir doku olan mezenkimden kö­ me faktörlerinin üretiminde de rol oynarlar. Erişkin bireyler­
ken alır. Mezenkim hücreleri oval bir çekirdek, belirgin de, bağ dokularındaki fibroblastlar ender olarak bölünürler;
bir çekirdekçik ve dağınık kromatin ile tanınır. Bu hücrele­ bununla birlikte mitozlar, sadece organizma ek fibroblasta
rin çok sayıda, ince sitoplazmik uzantısı bulunur ve az sayı­ gereksinim duyduğunda gözlenir.
da lif içeren bol ve ağdalı (viskoz) bir ara madde içine gö­
mülü durumda izlenirler. Mezenkim dokusunun büyük bir
bölümü embriyonun orta tabakası olan mezodermden geli­
şir. Mezoderm hücreleri bulundukları yerden çevreye doğru
göç ederek gelişmekte olan organlara yerleşirler. Bu hücre­ i KLİNİK BİLGİ
ler, tüm bağ dokusu hücre tiplerinin kökenini oluşturmanın
yanında, kan hücreleri, endotel hücreleri ve düz kas hücre­
Bağ dokusunun yenileme yeteneği dokular yan­
leri gibi başka yapıları da meydana getirir.
gı ya da vuruklara bağlı zedelenme sonucu ha­
sar gördüğünde belirgin olarak izlenir. Hücreleri
BAĞ DOKUSUNUN HÜCRELERİ bölünmeyen bir doku (ör. kalp kası) zedelenme­
Bağ dokusuna ait bazı hücreler yerel olarak çoğalır ve bağ sinin ardından ortaya çıkan boşlukları yara iyileş-

95
96 / BOLUM 5

B -le n fo sit T -L e n fo sit

L a n g e rh a n s hücresi
i M ikro glia

F ib ro b la st

Can ç i f t l i

A d ip o sit
(Yağ hücresi)

Şekil 5-1. Bağ dokusunun birden fazla hücreye değişebilir embriyonal mezenkim hücresinden türeyen hücre hattını gös­
teren basitleştirilmiş çizim. Kesikli çizgiler belirtilen örnekler arasında yer alan hücre tiplerini göstermektedir. Çizimler ger­
çek boyuta oranlı değildir; ör., yağ hücresi, megakaryosit ve osteoklast hücreleri çizimdeki diğer hücrelerden belirgin ola­
rak daha büyüktür.
BAG DOKUSU / 97

Tablo 5-1. Bağ dokusu hücrelerinin işlevleri

Hücre Tipi Ürünü ya da etkinliği İşlevi

Fibroblast, kondroblast, Liflerin ve ara maddenin üretimi Yapısal


osteoblast, odontoblast

Plazma hücresi Antikorların üretimi Bağışıksal (savunma)

Lenfosit (birkaç tip) Bağışısal olarak yeterli hücrelerin üretimi Bağışıksal (savunma)

Eozinofilik lökosit Allerjik ve damar etkin tepkimelere katılım, Bağışıksal (savunma)


mast hücresi etkinliklerinin ve yangısal
işlemin düzenlenmesi

Nötrofilik lökosit Yabancı maddelerin, bakterilerin fagositozu Savunma

Makrofaj Sitokinlerin ve başka moleküllerin Savunma


salgılanması, yabancı maddelerin ve
bakterilerin fagositozu, antijenin işlenmesi
ve başka hücrelere sunulması

Mast hücresi ve bazofilik Farmakolojik olarak etkin moleküllerin Savunma (allerjik tepkimelere katılım)
lökosit (ör., histamin) salıverilmesi

Adipöz hücre (yağ hücresi) Nötral yağların depolanması Enerji deposu, ısı üretimi

me dokusu doldurur. Ameliyat kesilerinin iyileş­ roblastların hem de düz kas hücresinin özelliğini
mesi, bağ dokusunun yenileme yeteneğine bağ­ gösteren bir hücre olan m iyo fibro blast ortaya
lıdır. Onarımda esas olarak fibroblastlar rol üstle­ çıkar. Bu hücreler morfolojik açıdan fibroblast
nir. özelliklerine sahiptir ancak yüksek miktarlarda
Yara iyileşmesinde olduğu gibi uygun biçim­ aktin ve miyozin mikrofilamanları içerir. Doku ha­
de uyarıldığında, fibrosit, fibroblast haline dönü­ sarından sonra yaraların kapanmasından bu
şür ve sentez etkinliği aktifleşir. Bu gibi durumlar­ hücrelerin aktivitesi sorumludur, bu işlevin adına
da hücre, şeklini değiştirerek fibroblast görünü­ yara kontraksiyonu denir.
mü kazanır. Yara iyileşmesi sırasında hem fib-

Makrofajlar ve Mononükleer Fagosit Sistemi


Makrofajlar ilk olarak fagositoz yetenekleriyle ile keşfedilmiş
ve ortaya konmuştur. Bu hücrelerin morfolojik özellikleri iş­
levsel etkinliklerine ve yerleştikleri dokulara uygun olarak
çok çeşitlilik gösterir.
Tripan mavisi ya da Çini mürekkebi gibi yaşamla bağda­
şır boyalar hayvana enjekte edildiğinde söz konusu hücre­
ler bu boylan tutarak sitoplazmaları içinde biriktirirler ve
bunlar ışık mikroskobu ile graniiller ve vakuoller şeklinde
görülür (Şekil 5-6).
Elektron mikroskopla aktif pinositotik ve lagositik akti-
vitelerinin morfolojik karşılığı olan girintili, çıkıntılı ve çen­
tikli düzensiz yüzeyleri ile ayrımsanır. Genellikle iyi gelişmiş
bir Golgi kompleksi, çok sayıda lizozom ve belirgin kaba
endoplazma retikulumu bulunur (Sekil 5-7 ve 5-8).
Makrofajlar kökenini kemik iliğinden alan ve bölünerek
dolaşımdaki ınonositleri oluşturan öncül hücrelerden alır
(Yun. m onos, tek + kytos, hücre). İkinci aşamada bu hücre­
ler veniillerin ve kapilerlerin duvarlarını aşarak, içinde ol­
gunlaşıp makrofaj özelliklerini kazanacak oldukları bağ
dokusuna göç ederler. Bu yüzden monositler ve makrofajlar
olgunlaşmalarının farklı aşamalarında olan aynı hücrelerdir.
Şekil 5-2. Sıçan derisi kesiti. Bağ dokusu tabakasında
Doku makrofajları gittikleri bölgede çoğalabilirler ve kendi­
(dermiş), uzun şekilli hücreler olan birkaç fibroblast (F) gö­
leri gibi birçok hücre oluştururlar.
rülmektedir. H-E boyası. Orta büyütme.
Vücutta bir çok organa dağılmış olan makrofajlar m ono­
nükleer (tek çekirdekli) fagosit sistemi oluştururlar
98 / BOLUM 5

Şekil 5-3. Sessiz fibroblastlar


ince sitoplazma uzantılarına
ve koyulaşmış kromatine sa­
hip uzun şekilli hücrelerdir.
Pararozanilin-toluidin mavisi
(PT) boyası. Orta büyütme.

Fibrositler

'

Şekil 5-4. Aktif (sol) ve sessiz (sağ) fibrob­


lastlar. Her hücrenin dış morfolojik özellik­
leri ve ince yapısı gösterilmektedir. Aktif
olarak sentez yapan fibroblastlar mito-
kondri, lipid damlacıkları, Golgi kompleksi
ve kaba endoplazma retikulumu açısından
sessiz fibroblastlara (fibrositler) göre daha
zengindir.
BAG DOKUSU / 99

çekirdekli dev hücreleri oluşturmak üzere birkaç


tanesi birleşebilir. Her iki hücre tipi de yalnızca pa­
tolojik koşullarda ortaya çıkarlar (Şekil 5-9).
Makrofajlar savunma elemanları olarak dav­
ranır. Hücre artıklarını, hücre dışı matriksin anor­
mal bileşenlerini, neoplazik hücreleri, bakterileri
ve organizmaya giren yararsız elemanları yutar.
Makrofajlar aynı zamanda, antijenlerin kıs­
men sindirilmesi ve başka hücrelere sunulması
işlemine katılan antijen sunan hücrelerdir (Bkz.
14. Bölüm). Antijen işleyen hücrelerin tipik örne­
ğ i deri epidermisindeki, Langerhans hücresi ola­
rak adlandırılan makrofajlardır (Bkz. 18. Bölüm).
Makrofajlar, esas antijen sunan hücreler olmala­
rına karşın, belli koşullarda fibroblastlar, endotel
hücreleri, astrositler, ve tiroid epitel hücreleri gibi
başka pek çok hücre de bu işlevi gerçekleştirebi­
lir. Makrofajlar, bakterilerin, virüslerin, protozoon-
ların, mantarların ve metazoonların (ör. parazit
solucanlar) oluşturduğu enfeksiyonlara karşı
hücresel dirençte; tümörlere karşı hücresel di­
rençte; ve karaciğer dışı safra yapımında, demir
ve yağ metabolizmasında ve yaşlanan alyuvarla­
rın parçalanmasında da görev alır.
Makrofajlar enfeksiyon ya da yabancı mad­
delerin enjeksiyonu ile uyarıldıklarında, morfolojik
özelliklerini ve metabolizmalarını değiştirir. Bu
aşamadan sonra etkinleşmiş (aktive) m akrofaj­
lar olarak adlandırılırlar ve etkin olmadıkları dö­
nemde taşımadıkları özellikler edinirler. Etkinleş-

Şekil 5-5. Tıkız bağ dokusunda birkaç yassı fibroblastın


bölümlerini gösteren elektron mikroskop fotoğrafı. Mito-
kondriyumların, kaba endoplazma retikuiumunun ve vesi-
küllerin çok sayıda olması bu hücreleri, daha az aktif olan
fibrositlerden ayırır. Fibroblastların arasında çok sayıda ko-
lajen (C) lifçiği katları yer alır. x30,000.

(Tablo 5-2). Bunların yaşam süresi uzundur ve dokularda


aylarca yaşayabilirler. Makrofajlar vücudun belirli bölgelerin­
de özel isimlerle anılır; örnek olarak, karaciğerdeki Kupffer
hücreleri, merkezi sinir sistemindeki mikroglia hücreleri, de­
rideki Langerhans hücreleri ve kemik dokusundaki osteok-
lastlar sayılabilir. Monositten makrofaja dönüşme sürecinde,
protein sentezi ve hücre boyutu artar. Golgi kompleksinde
ve lizozomların, mikrotübüllerin ve mikrofilamanların sayı­
sında belirgin bir artış gözlenir. Makrofajın boyutu 10-30 pırı
arasındadır genellikle merkezden uzakta yer alan oval ya da
böbrek şekilli bir çekirdeği bulunur.

% i ., . .
™ j KLİNİK b il g i
Şekil 5-6. Vital bir boya olan tripan mavisi enjekte edilen
Yeterli düzeyde uyarıları makrofajların boyutları
sıçanın pankreas kesiti. Üç makrofajın (oklar) boyayı içle­
büyüyebilir ve kümeler oluşturarak e pite lio id
rine aldıkları ve granülier halinde topladıkları görülmekte­
hücreleri (epitel hücrelerine benzemeleri yüzün­
dir. H-E boyası. Küçük büyütme.
den bu isim verilir) meydana getirirler ya da çok
100 / BÖLÜM 5

Şekil 5-7. Bir makrofajın


elektron mikroskop fotoğra­
fı. İkincil lizozomlar (L), çe­
kirdek (Ç) ve çekirdekçik
(Çk) görülüyor. Oklar fago-
sitik vakuolleri göstermek­
tedir.

miş makrofajlar, fagositoz ve hücre içi sindirim ye­ men sonra makrofajlar tarafından parçalanır.
teneklerindeki artmanın yanında, yüksek düzeyde Makrofajlar aynı zamanda, savunma ve onarım
metabolik ve lizozomal enzim aktivitesi sergilerler. işlevlerine katılan enzimler, (ör. kolajenaz) ve si-
Fizyolojik gerileme işlemi sırasında hücre ar­ tokinler dahil, oldukça fazla nicelik ve çeşitlilik
tıklarının ve hasar gören hücre dışı bileşenlerin gösteren maddeleri yapan salgı hücreleridir ve
ortadan kaldırılmasında da makrofajların önemli tümör hücrelerinin öldürülmesi konusunda yük­
rolü vardır. Sözgelimi gebelik sırasında boyutu sek bir yetenek sergilerler.
büyüyen uterusun bazı dokuları doğumdan he­

Şekil 5-8. Bir tümör yakı­


nında birkaç makrofaj ve 2
eozinofili gösteren elektron
mikroskop fotoğrafı. Bu şe­
kilde dokunun tümöre karşı
gösterdiği tepkide makro-
fajların rolü gösterilmekte­
dir.
BAG DOKUSU / 101

Tablo 5-2. M ononükleer fakositik sistem hücrelerinin dağılımı ve işlevleri

Hücre Tipi Yeri Ana İşlevi

Monosit Kan Makrofajların öncülü

Makrofaj Bağ dokusu, Sitokinlerin, kemotaktik faktörlerin ve yangı sürecine


lenf organları, akciğerler, kemik iliği katılan başka birkaç molekülün üretilmesi (savunma),
antijenin işlenmesi ve sunulması

Kupper hücresi Karaciğer Makrofajla aynı

Mikroglia hücresi Merkezi sinir sisteminin sinir dokusu Makrofajla aynı

Langerhans hücresi Deri Antijenin işlenmesi ve sunulması

Dendritik hücre Lenf düğümleri Antijenin işlenmesi ve sunulması

Osteoklast Kan (makrofajların birleşmesi) Kemiğin sindirilmesi

Çok çekirdekli dev hücre Bağ dokusu (birkaç makrofajın birleşmesi) Yabancı cisimlerin ayrıştırılması ve sindirilmesi

Mast Hücreleri
Mast hücreleri şekli oval ile yuvarlak arası, çapı 20-30 |im,
Kas hücresi
siioplazması bazofilik salgı grandileriyle dolu olan bağ do­
kusu hücreleridir. Nispeten daha küçük ve küre biçimli çe ­
kirdek ortada yer alır ve çoğunlukla sitoplazma grandileri ta­
rafından örtülür (Şekil 5-10).

Şekil 5-10. Sıçan dilinin kesiti. Bağ dokusu İçinde kas hüc­
relerini ve kan damarlarını kuşatan birkaç mast hücresi gö­
rülmektedir. PT boyası. Orta büyütme.

Salgı grandileri 0.3-2.ü pırı çapındadır. Bunların içi hete­


rojen görünümlüdür ve histamin, proteoglikanlar gibi aracı
ün oluşumları içeren, yumağa benzer belirgin bir iç yapıya
sahiptir (Şekil 5 -İ l). Mast hücrelerinin esas işlevi, yangısal
yanıtta kullanılacak olan kimyasal aracıları depolamaktır.
Mast hücresi grandileri glikozaminoglikanların içeriğinde
bulunan asit köklerinin çok sayıda olması yüzünden metak-
romatiktir. Metakroınazi, belli moleküllerin bazı bazik ani­
lin boyaların (ör, toluidin mavisi) rengini değiştirme özelliği­
dir. Metakromatik moleküller içeren bir yapı uygulanan bo­
Şekil 5-9. Sıçan derisinde makrofajiar tarafından kuşatılan yanın renginden (mavi) farklı bir renk (morlarınızı) alır. Mast
çok hücreli dev hücreleri gösteren kesit. H-E boyası. hücresi grandilerinin diğer bileşenleri, enllamasyonda önem
102 / BÖLÜM 5

Ş ekil 5-11. İnsan mast hüc­


resinin elektron mikroskop
fotoğrafı. Granüller (G) he­
parin ve histamin içerir. Gra-
nüllerin içinde tipik rulo ben­
zeri yapılar görülmektedir.
M, mitokondriyum; K, kola-
jen lifçikleri; E, elastik lifçik;
Ç, çekirdek. x14,700. İç şe­
kil: Yüksek büyütme mast
hücresi granülünün görünü­
mü. x44,600 (MC Williams'in
izniyle).

kazanan damar geçirgenliği artışını sağlayan histamin, nötral yonlar ortaya çıkar. Bu reaksiyonlar daha önce
proteazlar ve anaflaksinin eozinofil kemotaktik faktörüdür aynı ya da çok benzer bir antijenle karşılaşmış ve
(ECFA). Mast hücreleri lükotrienleri (C4, D4, E4), ya da ana- duyarlılaşmtş bir bünyeye girdikten birkaç dakika
filaksinin yavaş etkiyen maddesini (SRSA) de salgılar, ancak sonra başlar. Aşırı duyarlılık reaksiyonuna ait çok
bu maddeler hücre içinde depolanmaz. Bunlar daha çok sayıda örnek bulunmaktadır: Çarpıcı bir örneği,
hücre zarı fosfolipidlerinden sentezlenir ve fibroblastlarla et­ potansiyel olarak ölümcül bir durum olan anafi-
kileşim gibi uygun bir uyartının hemen ardından salıverilir. laktik şo k oluşturmaktadır. Anafiltaksi gelişimi şu
Mast hücreleri tarafından yapılan moleküller parakrin salgı sırayı takip eder: Bir bireyin arı zehiri (alerjen) gi­
ile yerel etki gösterir. bi bir antijenle ilk karşılaşması sonucunda plazma
Aynı morfolojiye sahip olmalarına karşın, bağ dokuların­ hücreleri tarafından IgE sınıfı immünglobülinler
daki mast hücrelerinin en az iki grubu vardır. Tiplerden bi­ (antikorlar) üretilir. IgE, mast hücrelerinin yüzeyi­
risi, deri ve periton boşluğunda bulunan bağ dokusu mast ne sıkı bir şekilde bağlanır. Antijenle ikinci kez
hücresidir. Diğeri ise bağırsak mukozasında ve akciğerler­ karşılaşıldığında, antijen mast hücresi üzerindeki
de bulunan mukozal mast hücresidir. Söz konusu iki hüc­ IgE’y e bağlanır. Bu olay mast hücresindeki gra­
re grubunun grantil içerikleri de farklılık göstermektedir. ndilerin salıverilme düzeneğini tetikler ve hista­
Mast hücreleri, kemik iliğindeki öncül hücrelerden kö­ min, heparin, lökotrienler ve ECFA hücre dışına
ken alır. Bu öncül hücreler, kanda dolaşır, veniillerin ve ka- bırakılır (Şekil 5-12). Mast hücrelerinin degranü-
pilerlerin duvarlarını aşar ve çoğalarak iarklıalaşacak okluk­
lasyonu 14. Bölümde anlatılan bağışıksal reaksi­
ları dokulara girer. Pek çok yönden bazofil lökositlere ben­
yonda yer alan kompleman moleküllerinin etkisi­
zemelerine karşın, kök hücreleri ayrıdır.
ne bağlı olarak da gerçekleşmektedir.
Mast hücrelerinin yüzeyinde plazma hücreleri tarafından
Histamin düz kasların (özellikle bronşiyoller-
üretilen bir immiinoglobulin tipi olan IgE’ye özgü reseptör­
dekilerin) kasılmasına neden olur ve kan damar­
ler bulunmaktadır. Çok sayıda IgE molekülü mast hücreleri­
larında (özelikle postkapiler venüİlerde) genişle­
nin ve kandaki bazofillerin yüzeyine bağlanır; pek azı plaz­
me ve geçirgenlik artışına neden olur. Ortama bı­
mada kalır.
rakılan histamin salıverildikten hemen sonra etki­
sizleşir. Lökotrienler düz kasta yavaş kasılmalar
yapar ve ECFA kandaki eozinofilleri kendine çe­
ker. Heparin bir kan pıhtılaşma engelleyicisidir,
^ I . . . ancak anafilaktik şok esnasında insanlarda kan
^ | k l in ik b il g i
pıhtılaşması normal kalır. Mast hücreleri insan
vücudunda çok yaygın olarak bulunur. Özellikle
Mast hücreleri içinde depolanmış kimyasal aracı­
dermişte, sindirim ve solunum yollarında boldur.
ların salıverilmesi sonucu ani gelişen aşırı du­
yarlılık reaksiyonları adı verilen alerjik reaksi­
BAG DOKUSU / 103

Şekil 5-12. Mast hücresinin salgısı. 1: IgE molekülleri yüzey reseptörlerine bağlanır. 2: Antijenle (ör., arı zehiri)
ikinci kez karşılaşıldığında, yüzey reseptörlerine bağlı IgE molekülleri antijen tarafından karşılıklı olarak birbirine
tutturulur. Bu durum adenilat siklazı etkinleştirir ve sonuçta belli proteinler fosforillenir. 3: Aynı anda, Ca2+ hücre
içine girer. 4: Bu olaylar özgül granüllerin hücre iç zarına kaynaşmasına içeriklerini dışarıya boşaltmalarına ne­
den olur. 5: Bunlara ek olarak, fosfolipazlar hücre zarı fosfolipidleri üzerine etkiyerek lökotrienlerin üretilmesine
yola açar. Hücre zarındaki bu dışa çevrilme işlemi hücreye zarar vermez, hücre yaşamını sürdürür ve yeni gra­
ndiler sentezlenir. ECF-A, anafilaksinin eozinofil kemotaktik faktörü.

Plazma Hücreleri sine yol açan tek bir antijene özgüdür ve benzer
epitoplara sahip moleküllerle özgül olarak etkile­
Plazma hücreleri büyük ve oval biçimli hücreler olup, gra-
şir (Bkz. 14. Bölüm). Antikor antijen tepkisinin so­
nüllii endoplazma retikulumıı bakımından zengin olıışu ne­
nuçları değişkendir. Tepkimenin, antijenlerin ne­
deniyle bazofilik sitoplazıuaya sahiptir. (Şekil 5-13, 5-14 ve
den olduğu zararlı etkileri ortadan kaldırma yete­
5-15). Çekirdek yakınındaki Golgi kompleksi ve semboller
neği önemlidir. Toksin özelliği taşıyan bir antijen
normal histolojik preparatkırda soluk boyanan bir bölge
(ör. tetanoz, difteri) kendisine karşı oluşturulan
oluşturur.
antikorla birleştiğinde zararlı etki oluşturma özel­
Plazma hücrelerinin çekirdeği küre şeklindedir ve mer­
liğini yitirebilir.
kez bölgenin dışında yerleşmiştir. Çekirdek içinde bütüncül,
kaba heterokromatin, yaklaşık eşit büyüklüklerde açık ve
koyu sahalar şeklinde yan yana dizilim gösterir. Bu dizilme
şekli bir saatin kadranını andırır, heterokromatin kümeleri
Yağ Hücreleri
kadrandaki numaralara karşılık gelmektedir. Kısacası, plaz­
ma hücresi çekirdeği genelde saat kadranına benzer görünü­ Yağ hücreleri (adipositler; Lal. cıcleps, yağ + Yun. ky(os) nöt-
müyle tanınır. Bağ dokularında az sayıda plazma hücresi bu­ ral yağların depolanması ya da ısı üretilmesi için özelleşen
lunur. Ortalama yaşamları 10-20 gün gibi kısa bir süredir. bağ dokusu hücreleridir. Çoğunlukla yağ hücreleri olarak
adlandırılan bu hücreler ayrıntılı olarak 6. Bölümde anlatıl­
mıştır.

KLİNİK BİLGİ Lökositler


Normal bağ dokusunda diapedez ile kandan göç
Plazma hücreleri B lenfositlerden türer ve anti­ eden lökositler bulunur. Lökositler (Yun. leukos,
korların sentezinden sorumludur. Antikorlar, vü­ nm * cık + kytos) ya da akyuvarlar bağ dokusunun gez­
cuda giren antijenlere karşılık olarak üretilen öz­ gin hücreleridir. Kapilerlerin ve postkapiler veniil-
gül bağışıksa! globulinlerdir. Her antikor üretilme­ lerin duvarlarını aşarak kandan bağ dokusuna geçerler. Bu
104 / BÖLÜM 5

Şekil 5-13. Kronik yangılı ba­


ğırsak villusunun bir bölümü.
Plazma hücreleri boylan ve
yoğun bazofilik sitoplazmaları
(granüllü endoplazma retiku-
lumu) ile ayrımsanmakta ve
antikor sentezlemektedir. Bü­
yük Golgi kompleksinde (ok­
lar) antikorların (glikoprotein-
ler) son glikozillenmesi ger­
çekleşir. Plazma hücreleri ba­
ğışıklık yanıtında önemli olan
antikorları üretir. PT boyası.
Orta büyütme.

işlem yangılanma sırasında büyük ölçüde artar (Şekil 5-16). sinci ana belirti olarak işlev kaybı (functio laesa) eklenmiş­
Yangılanma, çoğu olguda patojen bakteriler ya da tırmalayı­ tir.
cı kimyasallar olmak üzere yabancı maddelere karşı oluşan Yangılanma, yangıya özgü olaylardan bazılarını, sözgeli­
damarsal ve hücresel bir tepkidir. Yangılanmanın bilinen mi kan akımı ve damar geçirgenliği artışını, kemotak-
belirlileri ilk kez Celsus tarafından (İ.S. birinci yüzyıl) ağrılı siyi ve fagositozu başlatan farklı kaynaklı (esas olarak hüc­
ve sıcak kızarıldık ve şişme (rubor et tumor cum calore et reler ve kan plazma proteinleri) değişik maddeler olan kim­
dolore) biçiminde tanımlanmıştır. Çok sonraları bunlara be­ yasal aracıların yerel olarak salıverilmesiyle baslar.

Şekil 5-14. Plazma hücresinin ince yapısı.


Hücrede immünglobulinler (antikorlar) içeren
geniş sarnıçlarıyla iyi gelişmiş bir granüllü
endoplazma retikulumu bulunur. Plazma
hücrelerinde salgılanan proteinler salgı gra­
ndileri şeklinde toplanmaz. Çk, çekirdekçik.
(Yeniden çizim ve basım, izinle, Ham AW: Histo­
logy, 6th ed. Lippincott, 1969.)
BAG DOKUSU / 105

Şekil 5-15. Çok miktarda kaba


endoplazma retikuiumu bulu­
nan bir plazma hücresinin
elektron mikroskop fotoğrafı.
Endoplazma retikuiumu sar­
nıçlarının (R) çoğu genişlemiş
durumdadır. Çekirdeğin (Ç) ya­
nında Golgi kompleksinin (G)
dört ayrı görünüşü görülmekte­
dir. M, mitokondriyumlar. (İzin
alınarak, P. Abrahamsohn)

lik (ödem), kızarıklık ve sıcaklıktan, kan akımın­


KLİNİK BİLGİ daki artış sorumludur. Ağrı ise esas olarak, kim­
yasal aracıların sinir uçları üzerindeki etkisine
Mast hücrelerinden ve bazofii lökositlerden salı­ bağlıdır. Kem otaksi (Yun. Chemeia, birleşim, +
verilen histamin gibi damar etkin maddeler da­ taxis, düzenli toplanma), özgün hücre tiplerinin
mar geçirgenliğinde artmaya yol açar. Yerel şiş­ bazı moleküller tarafından ortama çekilmesi ola-

Ş ekil 5-16. Yangılı bir bağır­


sağın lamina propria kesiti.
Yangıya, nematod parazitozu
yol açmıştır. Bir araya topla­
nan eozinofiller ve plazma
hücreleri esas olarak bağ do­
kusunda işlev görerek yangı-
sal süreci ayarlar. Giemsa
boyası. Düşük büyütme.
106 / BÖLÜM 5

yıdır ve bu olay çok sayıda özgül hücre tipinin T u t t u r u c u L îf ç İk K o l a j e n l e r İ


yangı bölgelerine göç etmesinden sorumludur. Tutturucu kolajen, kolajen liflerini bazal laminaya bağlayan
Kemotaksi sonucunda, lökositler diapedez ile ve- tip VII kolajendir.
nüllerin ve kapilerlerin duvarlarını aşarak yangılı Eskiden fibroblastlar, kondroblastlar, osteoblastlar ve
bölgelere yerleşirler. odontoblastlarla sınırlı olduğuna inanılan kolajen sentezi­
nin lxı proteini üreten pek çok hücre tipinde yaygın gerçek­
leştiği bugün bilinen bir gerçektir. Kolajeni oluşturan esas
Vücudun çeşitli bölmelerinde (kan, lenf, bağ dokuları, aminoasitler glisin (%33,5), prolin (%12) ve hidroksiprolindir
lenfatik organlar) sürekli dolaşan lenfositler hariç, lökositler (%10). Kolajenin yapısında, bu proteine özgü hidroksipro-
bağ dokusuna yerleştikten sonra tekrar kana dönmezler. Lö- lin ve hidroksilizin olmak üzere iki amino asit bulunur.
kositlerin işlevleri ve yapısına ilişkin ayrıntılı bir çözümleme Kolajen lifçiklerini meydana getirmek üzere polimerize
12. bölümde yer almaktadır. olan protein birimi, boyu 280 nnı, eni 1.5 nııı olan ve tro-
pokolajen ismini alan uzun bir moleküldür. Tropokolajen
LİFLER üçlü bir sarmal halinde örülmüş üç polipeptid zinciri altbiri-
minden oluşur (Şekil 5-5). Kolajenin değişik tiplerinin orta­
Bağ dokusunun liflerini uzun yapılar biçiminde
ya çıkmasından bu polipeptid zincirlerinin kimyasal yapısın­
"sîsçd a polimerleşmiş (zincir oluşturan) proteinler oluştu­
daki farklılıklar sorumludur.
k ta rur. Bağ dokusunun üç ana lif tipi kolajen, reti-
Tip 1, II, III kolajenlerde tropokolajen molekülleri mikro-
küler ve elastik [illerdir. Kolajen ve retiküler lifle­
lifçik alt birimleri halinde kümelenerek lifçikleri meydana ge­
ri kolajen proteini, elastik lifleri ise esas olarak elastin pro­
tirmek üzere paketlenirler. Bu birimlerin paketlenmesi ve bir­
teini oluşturur. Bu lifler farklı tip bağ dokuları arasına eşit ol­
leşmesinde hidrojen bağları ve hidrofobik etkileşimler önem­
mayan şekilde dağılmıştır. Aslında kolajen ve retiküler [iller­
lidir. Bir sonraki adımda bu yapı lizil oksidaz enzimi etkinliği
den oluşan kolajen sistemi ve elastik, elaunin ve oksitalan ile kolaylaştırılan kovalent çapraz bağlarla güçlendirilir.
liflerden oluşan elastik sistem olmak üzere iki lif sistemi bu­ Kolajen lifçikleri, çaplan değişken (20-90 nnı arasında
lunur. Çoğu kez baskın olan lif tipi dokuya özgü niteliklerin değişir), boyları birkaç mikrometre olabilen ince uzun yapı­
oluşturulmasından sorumludur. lardır. Tipik olarak, aralıkları 64 nm olan enine çizgilenme-
Kolajenler evrim sürecinde birkaç (esas olarak ler gösterir (Şekil 5-18). Kolajen lifçiklerinin enine çizgilen-
yapısal) işlevi yerine getirmek üzere seçilmiş pro- ıueleri alt birimi oluşturan tropokolajen moleküllerinin üst
\ t a teinlerden oluşan bir ailedir. Çok hücreli organiz­ üste düzenlenmesi ile oluşur (Şekil 5-19). Koyu bantlar
maların evrimi sırasında, çevre etkilerine ve işlev­ elektron mikroskop araştırmalarında kullanılan kurşunlu bo­
sel gereksinimlere göre kıvamı, esnekliği ve dayanıklılığı de­ yayı daha iyi tutarlar, çünkü bunlarda açık bantlara göre sa­
ğişik derecelerde olan bir yapısal proteinler ailesi gelişmiş­ yıca daha fazla bulunan serbest kimyasal gruplar kurşun çö ­
tir. Bu proteinler topluca kolajen olarak adlandırılır ve be­ zeltisi ile daha yoğun reaksiyona girerler. Tip I ve III kola-
lirgin olarak deri, kemik, kıkırdak, düz kas ve bazal lamina- jeııde bu lifçikler, lifleri oluşturacak şekilde bir araya gelir.
da çeşitli tipleri bulunur. Tip l kokıjende lifler, demetler oluşturacak şekilde birleşir
Kolajen, insan vücudunda en bol bulunan proteindir, (Şekil 5-19). Tip II kolajen (kıkırdakta bulunur) lifçikler şek­
kuru ağırlığın % 30’unu oluşturur. Omurgalıların kolajenleri linde oluşur ancak lif ya da demet meydana getirmezler (Şe­
birkaç hücre tipi tarafından üretilir ve bunlar, moleküller bi­ kil 5-20). Tip IV kolajen bazal laminada bulunur, lifçik ya da
leşimleri, morfolojik özellikleri, dağılımları, işlevleri ve pato­ lif oluşturmaz. Moleküler yapılanması yüzünden tip IV kola­
lojileri ile birbirlerinden ayrılır. (Tablo 5-3). Kolajenler yapı jen kümes teli yapısı gösterir.
ve işlevlerine göre aşağıdaki gruplara ayrılır.
Tip I Kolajenin Biyosentezi
U z u n Lİ f ç İk l e r O l u ş t u r a n K o l a j e n l e r
Tip I kolajen vücutta yaygın dağılım gösterdiğinden, sentezi
Uzun lifçik oluşturan kolajen molekülleri elektron mikros­
üzerinde ayrıntılı araştırmalar yapılmıştır. Kolajen sentezi Şe­
kopla net olarak görülebilen lifçikler halinde bir araya gelir
kil 5-21’cle özetlenen biçimde birkaç basamakta gerçekleşir:
(Şekil 5-17). Bunlar, tip I, II, III, V ve XI kolajendir. Tip I ko­
1. Polipeptid a zincirleri kaba endoplazma retikulumu zar­
lajen miktarı ve dağılımı en fazla olan tiptir. Dokularda kla­
larına bağlı poliribozomkır üzerinde bir araya getirilir ve
sik olarak kolajen lifler olarak adlandırılan ve kemik, den­
endoplazma retikulumu sarnıçları içine preprokolajen
tin, tendon, organ kapsülleri ve dermiş gibi yapıları oluştu­
molekülleri halinde aktarılırlar. Sinyal peptidi kırpılarak
ran bieşenler halinde bulunur.
ayrılır ve bu şekilde prokolajen oluşturulur.
LiFÇİKLE İLİŞKİLİ KOLAJENLER
2. Prolin ve lizin polipeptid zincirlerinin yapısına katıldıktan
sonra bu aminoasitler hidroksilleşir. Hidroksilleşme, peptid
Lifçikle ilişkili kolajenler, kolajen lifçiklerini birbirine ve hüc­
zinciri belirli en az uzunluğa ulaştıktan sonra ve henüz ri-
re dışı matriksin başka bileşenlerine bağlayan kısa yapılar­
bozomlara bağlı iken başlar. Burada rol alan 2 enzim pep-
dır. Bunlar tip IX, XII ve XIV kolajenlerdir. tidil prolin hidroksilaz ve peptidil lizin hidroksilazdır.
Ağ O l u ş t u r a n Ko la je n le r
3- Hidroksilizin, hidroksilleştirildikten sonra glikozille.ştiri-
lir. Değişik kolajen tiplerinde hidroksilizine galaktoz ya
Ağ oluşturan kolajen, molekülleri bazal laminanın yapısal
da glikozilgakıktoz şeklinde bağlı değişik miktarlarda
bileşenini oluşturan bir ağ şeklinde toplanmış olan tip IV ko­
karbonhidrat bulunur.
lajendir.
4 . Her a zinciri, hem amino ve hem de karboksil uçlarında
kayıt peptidleri adı verilen fazladan peptid uzantılarıy-
BAG DOKUSU / 107

Tablo 5-3. Kolajen tipleri

Molekül Işık M ikroskop Bulunduğu


Tipi Bileşimi Yapısı Ö zellikleri Dokular Ana İşlevi

L ifçik o lu ş tu ra n kolajen

I [a1 (l)]2 [a2 (1)j 300 nm boyunda molekül, Kalın, pikrosirius ile Deri, tendon, Gerilmeye karşı
67 nm kalınlığında şeritli lifçikler yüksek düzeyde çift kemik dentin direnç
kırıcı, argirofil olmayan
lifler
II [od (lOJa 300 nm boyunda molekül, Gevşek lifçik toplu­ Kıkırdak, Basınca karşı
67 nm kalınlığında şeritli lifçikler lukları, çift kırıcı camsı cisim direnç
III [od (Hl)]3 67 nm kalınlığında şeritli lifçikler İnce, zayıf çift kırıcı, Deri, kas, kan Genleşebilen
argirofil lifler damarları, genelde organlarda ya­
tip I ile birlikte pının korunması
V [od (V)]3 390 nm boyunda, N-ucunda Çoğunlukla tip I ile Fetal dokular, deri, Tip I kolajenin
globüler bölge birlikte lif oluşturur kemik, plasenta, işlevine katılma
bağırsak dokularının
büyük bölümü
XI [a1 (XI)] [a2 (XI)] 300 nm boyunda molekül Küçük lifler Kıkırdak Tip II kolajen
[oc3 (XI)] işlevine katılma
L ifç ik lere l ilişkili kolajen

IX [a1 (IX)] [a2 (IX)] 200 nm boyunda molekül Görünmez, Kıkırdak, camsı Glikozaminogli-
[a3 (IX)] immünohistokimya cisim kanları bağlama
ile saptanır. tip II kolajenle
ilişkili
XII [od (Xll)]3 N ucu bölgesi büyük; Görünmez, immüno­ Embriyo tendonu Tip I kolajenle
haç şeklinde molekül histokimya ile saptanır. ve derisi etkileşme
XIV [od (XIV)]3 N ucu bölgesi büyük; Görünmez, immüno­ Fetus derisi ve
haç şeklinde molekül histokimya ile saptanır. tendonu
T u ttu rcu lifç ik le r o lu ş tu ra n k o la je n

VII [od (XIV)]3 450 nm boyunda her iki Görünmez, immüno­ Epitel Derinin epitel
ucunda globüler bölge histokimya ile saptanır. bazal laminasını
alttaki stromaya
tutturma
Ağ o lu ş tu ra n k o la je n

IV [a1 (Vll)]2 iki boyutlu ağ Görünmez, immüno­ Tüm bazal Kırılgan doku­
[o1 OV)] histokimya ile saptanır. membranlar ları destekleme,
süzme

la semerlenirler. Kayıt pepliclleri muhtemelen uygun al­ 6. Kolajen lifçikleri lifleri oluşturmak üzere kendiliğinden
fa zincirlerinin ( a l ve a 2 ) düzgün bir üçlü sarmal halin­ birleşir. Tropokolajenin lifçikleri oluşturmasında ve lif-
de bir araya gelmesini sağlar. Ayrıca, başka peptidler de çiklerden liflerin oluşturulmasında proleoglikanlar ve ya­
bu işlem sonucunda ortaya çıkan prokolajen molekü­ pısal glikoproteinler önemli bir rol oynar.
lünü çözünür hale getirir ve hücre içinde erkenden top­ 7 . Tropokolajen molekülleri arasında kovalen bağların
lanarak kolajen [ipçikleri halinde çökelmesini önler. Pro­ oluşmasıyla lifçik yapısı güçlendirilir. Bu işleme hücre dı­
kolajen bu haliyle hücre dışına aktarılır. şında da etki gösteren bir enzim olan lizil oksidaz ara­
5. Hücre dışında prokolajen peptidazlar adı verilen özel cı olur.
proteazlar kayıt peplidlerini ortadan kaldırır. Bu değişti­
rilmiş protein tropokolajen olarak adlandırılır ve poli- Diğer lifçik kolajenleri de çok az farklılık bulunsa da, bü­
merik kolajen lifçikleri halinde toplanabilirle yeteneğine yük olasılıkla tip I kolajen için açıklanan kalıba göre sentez-
sahiptir. Hidroksiprolin kalıntıları polipeptid zincirleri lenir.
arasında hidrojen bağları meydana getirerek üçlü tropo­ Kolajen sentezi kapsamında orijinal prokolajen polipep-
kolajen sarmalının dayanıklılığına yardımcı olur. tidi üzerinde translasyon sonrası kendine özgü bir dizi biyo-
108 / BÖLÜM 5

Ş ekil 5-17. Elektron mik­


roskop fotoğrafında insan
kolajen lifçiklerinin enine
ve uzamına kesitleri. Her
lifçik düzenli bir dönüşümle
dizilen koyu ve açık bant­
lardan oluşur ve bunlar eni­
ne çizgiler oluşturur. Ara
madde lifçikleri çepeçevre
sarar. x100,000.

leşmesine ve işlevlerinin bozulmasına neden olur.


KLİNİK BİLGİ Keloid derinin yara iyileştirilmiş kısmında oluşan
anormal miktarda kolajen tarafından oluşturulan
Kolajen sentezi pek çok genin okunmasına ve yerel bir kabarıklıktır. Özelikle Afrika kökenli birey­
çevrilme sonrası birçok olaya bağlıdır. Bu neden­ lerde sık görülen keloidler şekil bozuklukları olu-
le yetersiz ya da anormal kolajen sentezi ile doğ­ şabilmelerinin yanında, cerrahi olarak çıkarılma­
rudan ilgili çok sayıda patolojik durumun bulun­ ları hemen her zaman tekrarlanma ile sonuçlandı­
ması şaşırtıcı değildir. ğından, başağrıtan bir klinik sorun olabilir.
oc1 (!) ya da a2 (I) genleri osteogenesis im- C vitamini eksikliği bağ dokusunun bozunma-
perfektaya yol açar. Osteogenesis imperfekta ol­ sıyla özellik kazanan bir hastalık olan skorbüte
gularının çoğunun nedeni cc1 geninin tümünde yol açar. Fibroblastlar, C vitamini eksikliğinde ha­
ya da bir bölümünde ortaya çıkan delesyonlardır. talı kolajen sentezler ve hatalı lifler yenilenemez.
Bununla birlikte bir aminoasit değişikliği bile, Bu işlem özellikle kolajen yenilenmesinin daha
özellikle de glisin ile ilgili mutasyonlar bu hastalı­ hızlı olduğu bölgelerde ön planda olmak üzere
ğın ortaya çıkması için yeterlidir. Kolajen üçlü bağ dokusunda genel bir bozulmaya yol açar.
sarmalının oluşabilmesi için her üç aminoasitten Dişleri yuvalarında tutan periodontal bağdaki ko­
birinin glisin olması gerekir. lajen yenilenmesi oldukça hızlıdır; sonuçta bu
Bu bozukluklara ek olarak, kolajenin aşırı bi­ bağ skorbütten belirgin biçimde etkilenir. Askor-
rikmesine bağlı birkaç hastalık bulunmaktadır. bik asit normal kolajen sentezi için çok önemli
İlerleyici sistem ik sklerozda hemen hemen tüm olan prolin hidroksilazın bir kofaktörüdür. Tablo
organlarda aşırı bir kolajen birikimi görülür (fibro- 5-4'de kolajen biyosentezibozukluğuna bağlı bo­
zis). Bu, özellikle deri, sindirim kanalı, kaslar ve zukluklara ait örnekler görülmektedir.
böbreklerde ortaya çıkarak ilgili organların sert­

8.6 nm

Şekil 5-18. Kolajenin en fazla bulunan tipi olan tip I kolajende, her molekül (tropokolajen) her birinin
molekül kütlesi 100 kDa olan ve hidrojen bağları ve hidrofob etkileşimlerle tutunarak sağa sarmal
oluşturan, iki a1 ve bir a2 peptid sincirinden oluşur. Sarmalın her bir turu 8,6 nm boyundadır. Her tro­
pokolajen molekülünün boyu 280 nm, eni ise 1,5 nm’dir.
BAG DOKUSU / 109

Şekil 5-19. Kolajen molekül­


Boşluklu b ö lü m -| Örtüşen bölge
lerinin (tropokolajen), lifçikle-
rinin, liflerinin ve demetleri­ ^.Tropokolajen
nin şematik çizimi. Her biri­
nin uzunluğu 280 nm olan
çubuk şeklindeki tropokola­
jen alt birimleri basamaklar Kolajen lif
demeti
biçiminde üst üste gelmekte­
dir (1). Bu düzenleme, ardı­
Kolajen lifi
şık olarak yinelenen kovuklu
ve üst üste binen bölümleri A -
oluşturarak (2), elektron mik­
roskopta kolajen lifçiğine öz­
gü 64 nm’lik açık ve koyu
0 I 1 -1 i.
bantları ortaya çıkarır (3).
Lifçikler (4), kolajen lifleri .T
ı Kolajen lifçiği
olarak adlandırılan demetleri
oluşturmak üzere toplanır Boşluklu bölüm İ-7 Örtüşen bölge (Tropokolajen
(5). Tip III kolajen genelde uzunluğun yaklaşık % 10’u)
demetler oluşturmaz. 64 nm

kimyasal değişiklik gerçekleşir. Bütün bu değişiklikler nor­


mal olgun kolajenin işlevinde ve yapısında çok büyük bir
öneme sahiptir. Kolayen biyosentezinde çok sayıda basa­
mak bulunması nedeniyle, işlemin enzim hataları ya da has­
talıklar taralından kesintiye uğradığı birçok nokta bulunur.
Kolajen yenilenmesi genelde çok yavaş süren bir işlem­
dir. Tendonlar ve bağlar gibi bazı organlarda kolajen çok du­
rağan iken, periodontal bağ dokusu gibi organlarda kolaje­
nin yenilenme hızı çok yüksektir. Kolajenin yenilenmesi için
öncelikle parçalanması gerekir. Parçalanma işlemini kolaje-
nazlar adı verilen özgül enzimler başlatır. Bu enzimler ko­
lajen molekülünü ikiye böler ve ardından özgül olmayan
proteazlar (proteinleri parçalayan enzimler) bölünen kısım­
ları parçalar.

Tip I kolajen Lifleri


Tip I kolajenden oluşan kolajen lifleri bağ dokusunda sayı­
ca en fazla bulunan lif tipidir. Taze kolajen lifleri renksiz di­
ziler oluşturmalarına karşın, sayıları çok fazla olduğunda,
bulundukları dokuya (ör., tendonlar, aponevrozlar) beyaz
renk verirler.
Kolajen liflerindeki uzun tropokolajen moleküllerinin
yönelimi ışığı çift kırıcı özelliğini verir. Kolajen içeren lifler
kolajen moleküllerine koşut seyreden ışınsal dizilime göre

Şekil 5-20. Hyalin kıkırdak matriksinde yaygın ara madde


içine dağılmış ince tip II kolajen lifçiklerini gösteren elektron
mikroskop fotoğrafı. Lifçiklerdeki enine çizgiler kolajenin
kondroitin sülfatla etkileşimi yüzünden belirgin biçimde se-
çilememektedir. Ortada bir kondrosit parçası yer almakta­
dır. Bu lifçiklerin görünümü ile fibröz kıkırdaktaki liflerin gö­
rünümünü karşılaştırınız (Bkz. 7. Bölüm Şekil 7-8).
110 / BOLUM 5

[Her tip a zincir için mRNA oluşumu

Kayıt peptidli preprokolajen a zincirlerinin


sentezi. İşaret peptidlerinin kırpılması

Endoplazma retikulumunda özgül prolil ve lizil


köklerinin hidroksillenmesi

Özgül hidroksilizil köklerine çözünür galaktozil


ve glukozil bağlanması

Prokolajen moleküllerinin bir araya toplanması


(üçlü sarmal)

Kayıt peptidleri

Aktarma Çözülebilir prokolajenin Golgi kompleksine


0 kesecikleri
I aktarılması
I
/ .
-
I Golgi-
Çözülebilir prokolajenin salgı vezikülleri halinde
paketlenmesi
_Yyv |
it—- Centrioles
. ,'^_A
4.ft* ' , l^ Salgı ------ Mikrotübüller ve mikroiifçikler tarafından
/ kesecikleri desteklenen salgı veziküllerinin çözülebilir
V prokolajen moleküllerini hücre yüzeyine aktarması
H ücre dışı
ortam

Prokolajen moleküllerinin hücre dışına boşaltılması.


> ; t Prokolajen peptidazlar sarmal oluşturmayan kayıt
,v Prokolajen Prokolajen peptidlerinin büyük bölümünü kırparak,
peptidazlar peptidazlar prokoiajeni, çözülemeyen tropokolajene dönüştürür
ve tropokolajen de kolajen lifçiklerini oluşturmak
üzere bir araya toplanır.

Tropokolajen
ıf Mikrotübûl ışınları

Lizil oksidaz enzimi tarafından tropokolajen


molekülleri arasında karşılıklı oluşturulan
kovalan bağlarla lifçik yapısı güçlendirilir.

Şekil 5-21. Kolajen sentezi. Üçlü sarmalın bir araya gelmesi, hidroksillenmesi ve glikozillenmesi, 3 zin­
cirin granüllü endoplazma retikulumu (GER) zarını geçmesiyle başlayan ve eş zamanlı olarak gerçek­
leşen işlemlerdir. Kolajen sentezi birden fazla genin ifadesine ve post translasyonel olaya bağlı oldu­
ğundan, çok sayıda kolajen hastalığı tanımlanmıştır.

bağlanan uzun moleküllere sahip asit nitelikli bir boyayla Kolajen lifleri, vücudun pek çok bölümünde birbirine
(ör., Sİrİus kırmızısı) boyandığında, kolajenin normal ışığı koşut olarak düzenlenerek kolajen demetlerini oluşturur
çift kırıcılığı belirgin biçimde artar ve güçlü bir sarı renk (Şekil 5-23). Kolajen demetleri uzun ve büklümlü olduğun­
oluşturur (Şekil 5-22). Işığı çift kırıcılık artışı, yalnızca kola­ dan, morfolojik özellikleri histolojik kesitlerden çok, yayma
jen gibi molekülleri düzenli yönelime sahip yapılarda ortaya preparatlarda daha iyi incelenebilir. (Şekil 5-24). Bu amaçla
çıkması nedeniyle, kolajenin saptanması için özgül bir yön­ çoğu kez mezenter kullanılır; bu yapı lam üzerine yayıldı­
tem olarak kullanım alanı bulur. ğında, ışığı geçirecek kadar ince olduğundan boyanarak
BAG DOKUSU / 111

Tablo 5-4. Kolajen sentezindeki kusurlardan ileri gelen klinik Retiküler Lifler
hastalıklara ait örnekler
Retikiiler lifler esas olarak tip III kolajenden olu­
Hastalık Kusur Semptomlar şur. Retiküler lifler, çapı 0,5-2 pin olan ince lifler­
dir ve belli organlarda yaygın bir ağ oluştururlar.
Ehlers Danlos Tip lll’ün hatalı trans­ Aort ve/veya bağırsak
Hematoksilen-eozin (HE) preparatlarında görüle­
Tip IV kripsiyonu veya yırtılması
translasyonu mez ancak, gümüş tuzlarıyla siyaha boyanarak kolayca gö­
rülebilir. Gümüş tuzlarına karşı sergilediği eğilim yüzünden
Ehlers Danlos Lizinin hatalı Derinin esnekliğinin bu lifler a rg iro filik (Yun. argyros, g ü m fis + p b ilein = sev­
Tip VI hidroksillenmesi azalması, göz küresi m ek) olarak adlandırılırlar (Şekil 5-25).
yırtılması
Retiküler lifler aynı zamanda PAS pozitiftirler. Hem PAS
Ehlers Danlos Prokolagen peptidaz Eklemlerin pozitif ve hem de argirofilik özellikleri bu liflerin yapısında­
Tip VII aktivitesinde azalma hareketliliğinde artış, ki glikoprotein içeriğinin yüksek miktarda olmasıyla açıklan­
habitüel çıkıklar madadır. Kolajen liflerde %1 olan heksoziarın oranı retikü­
Skorbüt C vitamini (prolin Dişeti ülserleşmesi, ler liflerde % 6-1’dir. İmmünohistokimyasal ve histokimyasal
hidroksilaz kofaktörü) kanaması kanıtlar retiküler liflerin (tip I kolajenden yapılmış kolajen
eksikliği liflerin aksine) diğer tip kolajenler, glikoproteinler ve prote-
oglikanlarla birlikte, esas olarak tip III kolajenden meydana
Osteogenezis Tip 1kolajen genlerinde Kendilğinden kırıklar,
geldiğini göstermiştir. Retiküler lifler gevşek olarak paket­
imperfakta bir nükleotidin kalp yetersizliği
değişmesi lenmiş bol miktarda küçük, muhtemelen proteoglikan ve
glikoprotein içeren, lifçikler arası köprülerle bir araya top­
lanmış ince (ortalama 35nm) lifçikten oluşur (Şekil 5-26).
Retiküler lifler, çaplarının küçük olmasından ötürü, Sirius
kırmızısı ile boyanarak polarize mikroskopta bakıldığında,
doğrudan ışık mikroskop ile incelenebilir. Mezenter, orta yeşil renk sergiler.
kısmındaki bağ dokusunun iki yüzeyi tek katlı yassı epitelle Retiküler lifler özellikle düz kas, endonöryum ve hema-
(mezotel) örtülü bir yapıdır. Yayma preparatlardaki kolajen topoetik (ya da hemopoetik) organların iskeletlerinde (ör.,
lifler çapları 1 ile 2ü pm, boyu belirsiz olan uzun ve kıvrım­ dalak, lenf düğümü, kırmızı kemik iliği) bol miktarda bulu­
lı silindirik yapılar şeklinde görülür. nur ve parenkimal organların (ör., karaciğer, endokrin bez­
Işık mikroskopta, kolajen lifleri asidofildir; eozinle pem­ ler) hücreleri etrafında bir ağ oluşturur. Retiküler liflerin çap­
be, mallory üçlü boyasıyla yeşil ve Sirius kırmızısıyla kırmı­ larının küçük ve dağılımlarının gevşek olması atardamarlar,
zı boyanır. dalak, karaciğer uterus ve ince bağırsak kas tabakası gibi şe­
kil ve hacim değişikliğine uğrayan organlarda esnek bir ağ
oluşturmaktadır.

Tunika medya

Şekil 5-22. Pikro-sirius ile bo­


yanarak polarize ışıkta incele­
nen müsküler arter kesiti. Üst­ Tunika adventisya
teki tunika medya (müsküler
tabaka) esas olarak tip III ko­
lajenden oluşan retiküler lifler
içermektedir. Alt tabaka (tuni­
ka adventisya) tip I kolajen­
den oluşan kalın lifler ve de­
metler içerir. Tip III kolajen
hastalıkları arter duvarının Yag dokusu
yırtılmasıyla sonuçlanabilir.
Orta büyütme.
112 / BOLUM 5

gereksinimlerine uygun olan değişken işlevsel özelliklere sa­


hip bir lif ailesi oluşturur.
i KLİNİK BİLGİ
Proelastin, bağ dokusundaki fibıoblastlar ve kan damar­
larındaki düz kas hücreleri tarafından sentezlenen küre bi­
Kolajen tip III eksikliğine bağlı bir hastalık olan
çimli (molekül kütlesi 70 kDa) bir moleküldür. Proelastin
Ehlers Danlos tip IV (Tablo 5-4), retiküler liflerden
polimerleşeıek, olgun liderde daha fazla miktarda bulunan
zengin yapılar olan arterlerde ve bağırsaklarda
ve şekilsiz kauçuğa benzeyen bir glikoprotein olan elastini
yırtılmalar ile özellik kazanır. oluşturur. Elastin kaynamaya, asil ve alkali ile işleme ve ola­
ğan proteazlarla sindirime karşı dayanıklıdır. Pankreatik
elastaz ile kolayca hidrolize edilir.
Elastinin aminoasit bileşimi kolajene benzer, çünkü her
Elastik Lif Sistemi ikisi de glisin ve prolinden zengindir. Elastin desmozin ve
Elastik lif sistemi 3 tip liften (oksitalan, elaunin ve elastik) izodesmozin olmak üzere 4 lizin kökü arasında kovalen tep­
oluşur. Elastik lif sisteminin yapıları pespese 3 evrede ger­ kime ile oluşturulan, olağandan farklı iki aminoasit içerir. Bu
çekleşir (Şekil 5-27 ve 5-28). Birinci evrede fibrilin adı veri­ tepkimeler elastinle etkin bir biçimde karşılıklı bağ oluşturur
len büyük moleküllü başta olmak üzere, çeşitli glikoprotein- ve söz konusu proteinin kauçuk benzeri niteliğini bu bağla­
lerin oluşturduğu 10 nm'lik mikro lifçik demetlerinden olu­ rın oluşturduğu düşünülür. Elastik liderin esnekliği kauçuk­
şan bir lif olan oksitalan ortaya çıkar. Fibrilin elastinin top­ tan 5 kat daha fazladır. Şekil 5-29 elastinin esnekliğini gös­
lanması için gereken katlanma ile ilişkili bir proteinler aile­ teren bir model görülmektedir.
sidir. Hatalı fibrilin, parçalı elastik lifçiklerin oluşmasına yol Elastin bazı kan damarlarının duvarında pencereli zarlar
açar. Oksitalan (Yun. oxys, ince) lifler gözün zonula liflerin­ (elastik lamina) olarak lifsel olmayan biçimde bulunur.
de ve dermişin elastik sistemi bazal kıminaya bağladığı böl­
gede bulunabilir. Oluşumun ikinci aşamasında oksitalan
mikro lifçiklerinin arasına elastin proteininin düzensiz olarak ^ i
birikerek elaunin (Yun. ekıunem, yönlendirmek) liflerini ^ i KLİNİK BİLGİ
;
oluşturduğu görülür. Bu yapılar dermişteki ter bezlerinin
çevresinde bulunur. Üçüncü aşamada elastin, lif demetleri­ Fibrilin genindeki mutasyonlar Marfan sendro-
nin ortasını dolduruncaya dek artarak birikir ve daha sonra muna yola açar. Bu hastalık elastik liften zengin
bunları ince bir mikro lifçik kılıf sarar. Bu şekilde oluşan dokuların dayanıksızlığı ile özellik kazanır. Bü­
elastik lifler, elastik lif sisteminin en yaygın bileşenidir. yük arterler elastik sistem bileşenlerinden yana
Oksitalan lider elastik değildir ve çekme güçlerine karşı zengin ve aort içindeki kan basıncı yüksek oldu­
oldukça dayanıklıdır. Oysa elastin proteininden zengin olan ğu için hastalarda yaşamı tehlikeye sokan bir du­
elastik lifler, gerilme karşısında kolaylıkla esnerler. Elastik lif rum olan aort yırtılması görülür.
sistemi, farklı oranlarda mikro lifçik ve elastin ile yerel doku

Kollajen

j ' t 0

Şekil 5-23. İnsan dermi­


şinde, kalın kolajen demet­
leri, fibroblast çekirdekleri
(ok başları) ve birkaç kü­
Fibroblast çük kan damarı (kd) içeren
tıkız düzenli bağ dokusu.
çekirdeği H-E boyası. Orta büyütme.
BAG DOKUSU / 113

ARA M ADDE mı renksiz ve saydamdır. Bağ dokusunun hücreleriyle lifle­


rinin arasındaki boşluğu doldurur ve kıvamlı olduğundan
Hücreler arası ara madde, yüksek oranda su içe­ kayclırıcı ve dışarıdan gelen saldırganlara karşı engel görevi
ren, glikozaminoglikanlar, proteoglikanlar ve çok­ görür. Histolojik analiz için uygun biçimde tespit edildiğin­
lu yapışkan glikoproteinlerden oluşan karmaşık bir de, bileşenleri doku içinde granüllü bir madde biçiminde
karışımdır. Ara maddenin karmaşık molekül karışı­ çöker. Bu haliyle elektron mikroskopta elektron yoğun fila-

Şekil 5-24. A: Pikrosirius boyası ile kırmızı boyanan anastomoz yapmamış kolajen lifleri­
nin bulunduğu genç sıçan mezenteri preparatı; orsein boyasıyla boyanan elastik lifler ise,
anastomoz yapan, ince, koyu renkli lifler halinde görülmektedir. Kolajen lifler mezenterin
yapısal desteğini, elastik lifler ise esnekliğini sağlar. Otra büyütme. B: Aynı preparatın po­
larize mikroskop altındaki görüntüsü. Değişken kalınlıktaki kolajen demetleri görülmekte­
dir. Üst üste gelen bölgelerde kolajen demetleri koyu renklidir. Orta büyütme.
114 / BOLUM 5

Ş ekil 5-25. Bübrek üstü


bezi korteksi kesitinde reti-
küler lifleri göstermek üze­
î * y j( A \» t|İ re gümüş boyası yapılmış­
tır. Tip III kolajenden olu­
rn İ M İ şan bu liflerin meydana
getirdiği ağı daha iyi gös­
■v\ 7 ^ . * "
termek için, kesit kalın
ıJİL * ' alınmıştır. Çekirdekler si­
yah, sitoplazma boyanma­
mıştır. Orta büyütme.

Ş ekil 5-26. Retiküler (solda) ve kolajen (sağda) liflerin enine kesitinin görüldüğü elektron mikroskop fo­
toğrafı. Retiküler lifçiklerin (R) çapı kolajen liflerdeki kolajen lifçiklerin çapından çok daha azdır (C; bkz.
iç şekildeki histogram); ayrıca, retiküler lifleri oluşturan lifçiklerin yüzeyinde olağan kolajen lifçiklerinde
bulunmayan, yoğun bir granüler görüntü bulunmaktadır (sağda). x70,000.
BAG DOKUSU / 115

Ş e kil 5-27. Derinin, seçici


olarak elastik liflere yönelik
olarak boyanmış olan dermis
bölümü. Soluk kırmızı kolajen
lifleri ile birlikte koyu renkli
elastik lifler dağınık durumda
izlenmektedir. Elastik lifler de­
rinin elstikliğinden sorumlu­
dur. Orta büyütme.

manlar ya da granüller halinde görülür (Şekil 5-30 ve 5-31). karbonhidrat kökünde çok miktarda hidroksil, karboksil ve
Ara madde esas olarak 3 bileşenden oluşur: glikozaminog- sülfat grubu bulunduğundan, glikozaminoglikanlar yoğun
likanlar, proteoglikanlar ve çoklu yapışkan glikoprote- su sever özellik gösterirler ve polianyonlar olarak davranır­
inler. lar. Hyaluronik asit dışındaki tüm olgun glikozaminoglikan­
Glikozammoglikanlar (ilk zamanlarda asit mukopoli- lar bir miktar sülfat içerir. Proteoglikanların karbonhidrat kıs­
sakkaridler olarak adlandırılırdı) genellikle bir üronik asit mı bu makromoleküliin ağırlığının %80-90’ını oluşturur. Pro­
ve bir heksozaminden meydana gelmiş, yinelenen disakka- teoglikanlar, bu özellikleri yüzünden çok sayıda katyona
rid birimlerin oluşturduğu doğrusal polisakkaridlerdir. Hek- (genellikle sodyuma) elektrostatik (iyonik) bağlarla bağlana­
sozamin yapısı glukozamin ya da galaktozamin olabilir ve bilir. Proteoglikanlar yoğun su içeren yapılardır ve molekü­
üronik asit yapısı da glukuronik ya da iduronik asittir. lün çevresinde kalın bir tabaka halinde çözelti suyu bulunur.
Hyaluronik asit dışında, bu doğrusal zincirler bir protein öz- Suya tam doyduğunda, proteoglikanlar susuz durumlarında-
değe kovalen bağlarla bağlanarak (Şekil 5-32), bir proteog- kinden çok daha büyük hacim (alan) kaplar ve hayli kıvam­
likan molekülünü oluşturur. Çoğu glikozaminoglikanın lı olur.

A. Oksitalan B„ Elaunin C. Elastik lifler

Şekil 5-28. Gelişmekte olan elastik liflerin elektron mikroskop fotoğrafları. A: Oluşumun ilk evrelerinde lifler çok sayıda
küçük glikoprotein mikrolifçikleri içerir. B: Gelişim sürdükçe, mikrolifçiklerin arasına amorf elastin kümeleri yerleşir. C:
Amorf elastin giderek artar, en sonunda elastik lifte, mikrolifçiklerle sınırlı bir bölgenin ortasını doldurur. Enine kesitleri gö­
rülen kolajen lifçikleri dikkati çekmektedir. (GS Montes’in izniyle.)
116 / BÖLÜM 5

yapının tel sapını protein öz, buna tutunan fırça tellerini ise
glikozaminoglikanlar oluşturmaktadır (Şekil 5-32). Kıkırdak­
ta, proteoglikan moleküllerinin hyaluronik asil zincirine tu­
tunarak büyük molekülleri-proteoglikan kümelerini oluştur­
dukları gösterilmiştir. Proteoglikanların asidik grupları bu
moleküllerin kolajenin bazik aminoasit köklerine tutunması­
nı sağlar. Proteoglikanlar farklı özellikleriyle birbirinden ay­
Gerilmiş Gevşemiş rılır ve hücre yüzeyi ve hücre dışı matriks makromolekülle-
ri ailesi oluştururlar. Matriks, birkaç farklı tip öz proteini içe­
Tek elastin molekülü rebilir ve her biri farklı boy, bileşim ve sayıda değişik gliko­
Çapraz bağ zaminoglikanlar banndırabilir. En önemli hücre dışı matriks
proteoglikanlarından birisi, kıkırdakta baskın olan “agre-
kan”dır. Agrekanda birkaç proteoglikan molekülü (kondro-
itin sülfat zincirleri içeren) kovalen olmayan bağlarla prote­
ininden hyaluronik asit molekülüne bağlanır. Hücre yüzey
proteoglikanları, başta epitelyum hücreleri olmak üzere bir­
çok hücre tipinin yüzeyine bağlıdır. Bunlara örnek olarak
Şekil 5-29. Elastin molekülleri kovalen bağlarla bağlana­
sindekan ve fibroglikan sayılabilir. Hücre yüzey proteog-
rak, yaygın bir ağ oluşturur. Ağdaki her elastin molekülü ge­
Iikanlarının proteini plazma zarını boydan boya kat ederek,
lişigüzel bir sarmal halinde genleşip, küçülebileceği için,
hücrenin sitozolüne kısa bir uzantı yapar. Öz proteinin hüc­
tüm ağ lastik bir bant gibi esneyip, toplanabilir. (İzinle yeni­
re dışı uzantısına glikozaminoglikanlann heparan sülfat ya
den basım: Alberts B ve ark: Molecular Biology of the Cell. Gar­
land, 1983.) da kondroitin sülfat zincirleri bağlanır (Şekil 5-33).
Hücre dışı ve yüzey proteoglikanları hücre dışı matriksin
yapısal bileşenini oluşturmalannın ve hücreleri matrikse tut­
turmalarının yanında, birçok protein yapılı büyüme faktörü­
nü de (ör., TGF-P, fibroblast dönüştürücü büyüme faktörü)
Proteoglikanlar, 4 ana glikozaminoglikan olan derm a­ bağlamaktadır.
tan sülfat, kondroitm sülfatlar, keratan sülfat ve hepa­ Proteoglikanların sentezi kaba endoplazma retikulumun-
ran sülfatla ilişkili bir protein özden oluşur. Tablo 5-5’te gli- da (RER) molekülün protein kökünün sentezlenmesiyle baş­
kozaminoglikanların ve proteoglikanların kimyasal bileşimi lar. Glikozillenme kaba endoplazma retikulumunda başlar
ve dokudaki dağılımı görülmektedir. Proteoglikan, şişe te­ ve aynı zamanda sülfatlamanın da gerçekleştirildiği Golgi
mizleme fırçasına benzetilebilecek 3 boyutlu bir yapıdır. Bu kompleksinde tamamlanır (Bkz., 2. bölüm).

Şekil 5-30. Bağ dokusu mat-


riksinin yapısal düzenini gös­
teren elektron mikroskop fo­
toğrafı. Kolajen (K) ve elastik
(E) liflerin arasındaki boşluk­
ları dolduran, fibroblastları
ve uzantılarını (F) saran ara
madde, küçük granüller ha­
linde görülen bir maddedir.
Ara maddenin granüllü özel­
liği glutaraldehit-tannik asit
tespit işleminin sonucu orta­
ya çıkan bir yöntem hatası­
dır. x100,000.
BAG DOKUSU / 117

Bağ dokusndan birkaç glikoprotein ayrılmıştır ve bunlar


birbirine komşu erişkin ve embriyonal hücreler arasındaki
etkileşimin yanı sıra, hücrelerin sübstratlarına tutunmasında
da önemli rol oynar. Fibronektin (Lal. Film i, lif, + nexus,
ara abğlantı) fibroblastlar ve bazı epitelyum hücreleri tarafın­
dan sentezlenen bir glikoproteindir. Kütlesi 222-240 kDa
olan bu molekülde hücreler, kolajen ve glikozaminoglikan-
kıra yönelik bağlanma bölgeleri bulunur. Bu bölgelerle etki­
leşim, normal hücre tutunması ve göçünün düzenlenmesine
katkıda bulunur (Şekil 5-34 ve 5-35). Laminin, epitel hüc­
relerinin lamininden zengin bir yapı olan bazal laminaya tu­
tunmasında görev alan büyük bir glikoproteindir (Şekil 5-34
ve 5-36).

Ş ekil 5-31. Fare endometriyumunun Safranin O varlığında


tespit edildikten sonraki hücre dışı matriksi. Hücreler arası
boşlukları proteoglikanlardan oluşan bir ağ doldurur. Prote-
oglikan moleküllerinden bazıları hücre yüzeyi ile yakın te­
mas halindedir (oklar). Orta büyütme. (C. Greca ve T. Zorn’un
izniyle.)

KLİNİK BİLGİ

Proteoglikanlarırı bozunması işlemini birkaç hüc­


re tipi gerçekleştirir ve bu işlem lizozomal enzim­
lerin varlığına bağlıdır. Lizozomal enzimlerin gli-
kozaminoglikanları parçalamasının engellendiği
ve bunun sonucunda dokuda bu bileşiklerin birik­
tiği bazı hastalıklar tanımlanmıştır. İnsanlarda
Hurler sendromu, Hunter sendromu, Sanfilippo
sendromu ve Morquio sendromu gibi hastalıklar­
da nedenin lizozomlardaki özgül hidrolazların bu­
lunmaması olduğu belirlenmiştir.
Hücreler arası madde oldukça kıvamlı oldu­
ğundan, bakterilerin ve başka mikroorganizmala­
rın girişine engel oluşturur. Hyaluronik asit ve di­
ğer glikozaminoglikanları hidrolize eden bir en­
zim olan hyaluronidazı üreten bakterilerin yayıl­ Şekil 5-32. Proteoglikanların ve glikoproteinlerin molekül
ma yeteneği, bağ dokusundaki ara maddenin kı- yapısı. A: Proteoglikanlar glikozaminoglikan (GAG) mole­
vamlılığını azalttıkları için oldukça yüksektir. küllerinin kovalen bağlarla bağlanacağı bir öz protein (çi­
zimdeki dikey çubuk) içerir. Bir GAG bileşenlerinden biri
amino grup şekeri, diğeri de üronik asit olmak üzere yine­
lenen disakaridlerden oluşan dallanmamış bir polisakarid-
Çoklu yapışkan glikoproteinler karbonhidratların dir. Proteoglikanlar, glikoproteinlerden daha fazla karbon­
bağlanacağı bir protein kökü içerirler. Proteoglikanların ak­ hidrat içerir. B: Glikoproteinler globüler protein molekülle­
sine, protein kökü genellikle belirgindir ve bu moleküller yi­ ridir ve bunlara dallı monosakaarid zincirleri kovalent bağ­
nelenen hekzozaminli disakaridlerin oluşturduğu doğrusal larla tutunur. (İzinle yeniden basım: Junqueira LCU, Carneiro J:
polidakaridlerden oluşmanıaktadır. Bunun yerine, glikopro- Biologia Celular e Molecular, 7a ed. Editora Guanabara Koogan.
teinlerin karbonhidrat kökü genelde dallı bir yapıdır. Rio de Janeiro, 2000.)
118 / BÖLÜM 5

Tablo 5-5. Glikozaminoglikanların bağ dokusundaki bileşimi, dağılımı ve kolajen lifleriyle etkileşimler

Tekrarlayan Disakkaridler

Kolajenle Elektrostatik
G likozam inoglikan Heksuronik Asid Heksozam in Dağılım Etkileşim

Hyaluronik asid D-glukoronik asid D-glukozamin Göbek bağı sinovya sıvısı,


vitreum sıvısı, kıkırdak

Kondroitin 4 sülfat D-glukuronik asid D-galaktozamin Kıkırdak, kemik, kornea, Esas olarak tip II kolajen ile
deri, notokord, aort yüksek düzeyde etkileşim
Kondroitin 6 sülfat D-glukuronik asid D-galaktozamin Kıkırdak, göbek bağı, deri, Esas olarak tip II kolajen ile
aort (media) yüksek düzeyde etkileşim
Dermatan sülfat L-idüronik asit veya D-galaktozamin Deri, tendon, aort Esas olarak tip I kolajen ile
o-glukuronikasid (adventisya) düşük düzeyde etkileşim
Heparan sülfat D-glukuronik asid veya D-galaktozamin Aort, akciğer, karaciğer Esas olarak tip III ve tip IV
L-iduronik asid bazal lamina kolajen ile orta düzeyde
etkileşim

Keratan sülfat (kornea) D-galaktoz D-galaktozamin Kornea Yok

Keratan sülfat (iskelet) D-galaktoz D-glukozamin Kıkırdak, nükleus Yok


pulposus annulus fibrosus

Hücreler, hücre dışı matriks bileşenleriyle kolajene, fib- kalmaksızın çevrelerini yoklamalarını olanaklı kılar. İntegrin-
ronektine ve lanıinine bağlanan hücre yüzey molekülleri lerin, başta aklin mikrofilamanları olmak üzere hücre iskele­
(ınatriks reseptörleri) aracılığıyla etkileşir, Bıı reseptörler tiyle etkileşmesi gerekir. İnlegrİnierle hücre dışı madiksin ve
hücre zarını kat eden bağlaç proteinleri ailesinden integrin- hücre iskeleti elemanlarının etkileşimini paksilin, vinkülin
lerdir. (Şekil 5-37 ve 5-38). İntegrinler, hücre dışı matriks ve talin gibi birkaç hücre İçi protein düzenler. İntegrinlerin
içindeki ligandlarma nispeten düşük ilgi ile bağlanır ve böy- düzenlediği hücre dışı matriks ile hücre iskeleti arasındaki
lece hücrelerin, bağı koparmaksızın ya da bu bağa yapışıp etkileşimler iki yönlü işler ve hem dokulardaki hücrelerin,
hem de hücre dışı matriksin düzenlenmesinde önemli rol
oynar (Şekil 5-37).

KLİNİK BİLGİ

Hem embriyo gelişiminde, hem de kanser hücre­


lerinin başka dokulara yayılma yeteneğindeki ar­
tışta fibronektinin ve Iamininin rolü üzerinde du­
rulmuştur. Fibronektini etkisizleşen farelerin
embriyogenez sürecinin başında ölmesi fibro­
nektinin önemini vurgulamaktadır.

Bağ dokusunda, ara maddeye ek olarak, iyon ve dağı­


labilir madde içeriği olarak kandaki plazmaya benzeyen
çok az miktarda sıvı - doku sıvısı olarak adlandırılır - bu­
lunur. Doku sıvısı, az bir oranda, kanın hidrostatik basıncıy­
la clamar duvarlarından geçen düşük molekül ağırlıklı plaz­
ma proteinleri içerir. Plazma proteinleri, bağ dokusunun az
Şekil 5-33. Hücre yüzey proteoglikam olan sindekanın şe­
bir bölümünü oluşturmasına karşın, yaygın dağılımı yüzün­
matik çizimi. Öz protein plazma zarını katederek sitoplaz-
den, vücuttaki plazma proteinlerinin üçte birinin bağ doku­
mik bölümünü hücre içine uzatır. Sindekan proteoglikanla- sunun hücreler arası matriksinde depolandığı hesaplanmış­
rında 3 heparan sülfat zinciri ve bazen kondroitin sülfat bu­ tır.
lunur.
BAG DOKUSU / 119

A F ib ro n e k tin İkizi ^SK3


k l in ik b il g i

Ödem hücre dışı boşluklarda su birikmesi sonu­


cunda oluşur. Bağ dokusunun hücrelerarası
maddesi içindeki su, kandan dokunun hücrelera­
rası bölgesine kapiler duvarlardan geçerek gelir.
Kapiler duvarı makromoleküllere karşı az geçir­
gen olmasına karşın düşük molekül ağırlıklı pro­
teinler, su ve küçük moleküllerin geçmesine ola­
nak verir.

Kan, bağ dokularına hücrelerin gereksinim duyduğu çe­


şitli besin maddelerini getirir ve metabolik atık ürünleri arı­
tan ve dışarı atan karaciğer, böbrekler gibi organlara götürür.
Kapiler içinde bulunan suya etki eden iki kuvvet vardır:
Suyun kapiler duvarlardan geçmesini sağlayan, kalbin pom­
palayın etkisine bağlı kanın hidrostatik basıncı; ve kanı tek­
rar kapilerlere döndüren kan plazmasının kolloid osmotik
basıncı (Şekil 5-39). Osmotik basınç esas olarak plazma pro­
teinlerinden kaynaklanır. Kapiler duvarlardan kolayca geçen

Şekil 5-34. A : Fibronektinin yapısı. S -S gruplarıyla bağlı


bir ikiz (dimer) olan fibronektin tip I kolajene, heparan sül­
fata, başka proteoglikanlara ve hücre yüzey reseptörlerine
bağlanan dizi halinde kıvrılmış bölgelerden oluşur. B: Haç
şeklinde iç içe geçmiş 3 polipeptid tarafından oluşturulan
lamininin yapısı. Şekilde, molekül üzerindeki hücre yüzey
reseptörlerine ve bazal laminanın bileşenleri olan tip IV ko­
lajene ve heparan sülfata karşı yüksek ilgisi olan bölgeler
gösterilmektedir. Bu yüzden laminin, hücrelerin bazal lami-
naya tutunmasını aracılık eder. (İzinle yeniden basım: Junqu-
eira LCU, Carneiro J: Bioiogia Celular e Molecular, 7a ed. Editora Şekil 5-35. Fare endometriyumunun enine kesiti. Immüno-
Guanabara Koogan. Rio de Janeiro, 2000.) histokimyasal boyama endometriyum stromasındaki fibro­
nektinin dağılımını göstermektedir. Orta büyütme. (D. Tenö-
rio and T. Zorn’un izniyle.)
120 / BÖLÜM 5

Şekil 5-36. Dil enine kesiti.


Immünohistokimyasal boya­
ma epitel tabakasında, kapiler
kan damarlarında, sinir liflerin­
de ve çizgili kasta laminin ba­
zal membranlarmın dağılımını
göstermektedir.

Hücre dışı matriks


bağlanma bölgesi iyon ve düşük molekül ağırlıklı bileşiklerin derişimleri, bu­
radaki kan damarlarının İçinde ve dışında aşağı yukarı aynı
olduğundan, bunların uyguladıkları osmotik basınçlar kapi-
lerlerin her iki tarafında eşittir ve birbirlerini dengeler. Buna
karşılık kapiler duvarlarından geçemeyen protein makromo-
leküllerin oluşturduğu kolloidal osmotik basınç, dışarıdaki
basınç tarafından dengelenemez ve suyu tekrar kan damarı
içine çekmek ister.
Normal olarak su, kapilerin arteriyel ucundaki çevre do­
kulara kapiler duvarlardan geçer. Bunun nedeni buradaki
hidrostatik basıncın kolloidal osmotik basınçtan daha yük­
sek olmasıdır. Buna karşılık hidrostatik basınç venöz uca
doğru kapiler boyunca azalır. Kapilerlerden suyun geçmesi
sonucu, protein derişimindeki sürekli artış yüzünden bura­
daki hidrostatik basınç düşerken, osmotik basınç yükselir.
Protein derişimindeki bu artış ve hidrostatik basınçtaki dü­
şüş sonucunda osmotik basınç kapilerin venöz ucundaki
hidrostatik basınçtan daha fazla olur ve su tekrar kapilere
geri çekilir (Şekil 5-39).
Geri dönen su miktarı kapilerlerden dışarıya çıkan sudan
daha azdır. Bağ dokusu içinde kalan su lenfatik damarlarla
kana geri döner. En küçük lenf damarları bağ dokularında
kör bir uç şeklinde doğan lenfatik kapilerlerdir. Lenfatik da­
marlar boynun tabanında venlere boşalır (Bkz., Bölüm 11).
Bağ dokusunun hücreler arası maddesine giren ve çıkan
su arasındaki mevcut denge nedeniyle dokularda çok az ser­
best su bulunur.
Bazı patolojik durumlarda doku sıvısı önemli ölçüde ar­
Şekil 5-37. Integrin hücre yüzeyi matriks reseptörü. İnteg- tarak ö d e m e neden olur. Bu durum, doku kesitlerinde sı­
rin, matriks proteinine ve hücre içi aktin iskeletine (alfa ak­ vı artışı nedeniyle bağ dokusu bileşenleri arasındaki geniş­
linin aracılığıyla) bağlanarak membran aşan bir bağlantı iş­ lemiş boşluklar şeklinde izlenir. Makroskopik olarak ödem,
levi görür. Molekül, alfa ve beta zincirleri bulunan bir hete- o bölgelere basınç uygulandığında kolaylıkla oluşan ve ya­
rodimerdir. Baş kısmı hücre yüzeyinden dışarıya doğru, vaş kaybolan çukurluk ile özellik kazanır (gode bırakan
hücre dışı matriks içine 20 pm’ye dek uzanabilir. ödem).
BAG DOKUSU / 121

Ödem, venöz tıkanıklık ya da venöz kan akışındaki bir


azalmanın sonucunda (ör., konjestif kalp yetersizliği) mey­
dana gelebilir. Bu durum, parazit ya da tümör hücre tıkaçla­
rına bağlı olarak lenf damarlarının tıkanması ya da kronik
açlık sonucunda ortaya çıkar; protein yetersizliği, plazma
proteinlerinin azalmasına ve kolloidal osmotik basınçta düş­
meye neden olur. Büylece su bağ dokusunda toplanır ve ka-
pilerlere tekrar geri döndürülemez.
Ödemin olası bir başka nedeni de, vücut içerisinde üre­
tilen (histamin gibi) belirli maddelerin salıverilmesi ya da
mekanik ya da kimyasal yaralanmalar sonucu kan kapiler
endotelinin geçirgenliğindeki artmadır.

BAĞ DOKUSUNUN TİPLERİ


Buraya kadar anlatılan lifler, hücreler ve temel madde ana
bileşenlerinden oluşan birkaç tip bağ dokusu bulunur. Çe­
şitli tiplere verilen isimler ya doku içinde etkin bileşeni ya
da dokunun yapısal özelliğini ifade etmektedir. .Şekil 5-40’ta
bağ dokusunun ana tipleri görülmekledir.

Şekil 5-38. Fare endometriyumundaki integrin a2’nin flore- Esas Bağ Dokusu
san mikroskop fotoğrafı. İntegrin ct2 (yeşil) uterus bez epi-
Gevşek ve tıkız bağ dokuları olmak üzere iki tür esas bağ
teli hücrelerinin sitoplazmasında görülmektedir. Çekirdek­
dokusu vardır (Şekil 5-41).
ler (kırmızı) floresan propidyum iyodür ile boyanmıştır. Or­
Gevşek bağ dokusu normalde basınca ve ha­
ta büyütme. (F. Costa ve P. Abrahamsohn’un izniyle.)
fif sürtünmeye maruz kalan yapıları destekler. Bağ
dokusunun çok yaygın bir tipidir; kas hücre grup­
larının arasındaki boşlukları doldurur, epitel doku-

Şekil 5-39. Bağ dokusu içindeki sıvı hareketi. Kan kapilerlerinin arter ucundan ven ucuna doğru (çizimin üst bö­
lümü) hidrostatik basınçta azalma ve ozmotik basınçta artma söz konusudur. Sıvı arter uçtan kapileri terk eder
ve venöz uçtan kana geri döner. Sıvının bir bölümü lenf kapilerleri aracılığıyla uzaklaştırılır.
122 / BOLUM 5

metlerine ve bu demetlerin arasına giren az miktarda hücre­


Gevşek (areolar)
ler arası şekilsiz maddeye sahiptirler. Fibrositlerin, liflere pa­
Esas ralel uzayan çekirdekleri ve kolajen demetlerini sarmalayan
I Düzenli
bağ dokusu Tıkız kıvrımlı sitoplazma uzantıları vardır. Bu fibrositlerin sitoplaz-
[_Düzensiz ması, hem seyrek olması, hem de liflerle aynı renge boyan­
ması yüzünden hematoksilen ve eozin boyası ile zor seçile­
Yağ dokusu bilir (Şekil 5-45, 5-46 ve 5-47).
(Bölüm 6) Tendonların kolajen demetleri (birincil demetler) daha
büyük demetler (ikincil demetler) halinde bir araya gelir­
Bağ Elastik doku ler ve her ikisi de kan damarları ve sinirler bulunan gevşek
Özelleşmiş
dokusu Hemopoetik bağ dokusu ile sarılır. Dış görünüşü ile tendon tıkız bağ do­
bağ dokusu
(lenfatik ve kusu kılıfı ile çevrilmiştir. Bazı tendonlarda bu kılıf, mezen-
myeloid) doku kim kökenli tek katlı yassı hücrelerle örtülü iki katmandan
(Bölüm 13) oluşur. Katmanlardan biri tendona tutunurken, diğeri kom­
. Müköz doku şu yapıları örtmektedir. İki kat arasında kıvamlı bir sıvı içe­
ren (sinovyal eklem sıvısına benzer) bir boşluk oluşur. Bu sı­
vı su, proteinler, glikozaminoglikanlar, glikoproteinier ve
Destek f Kıkırdak (Bölüm 7)
iyonları içerir ve tendonun kılıfı içerisinde rahatça kayması­
bağ dokusu
Kemik (Bölüm 8) nı sağlayan bir kayganlaştırıcı olarak görev yapar.
Elastik Doku
Ş e k il5-40. İlgili bölümlerde anlatılan, bağ dokusunun esas
hücrelerini sınıflandıran basitleştirilmiş şema.

sunu destekler ve lenf ve kan damarlarını kılıf biçiminde sa­


ran bir tabaka oluşturur. Gevşek bağ dokusu dermişin papil-
ler katında, hipodermiste, periton ve plevra boşluklarının se-
roza örtüsünde, bezlerde ve epitelyum hücrelerini destekle­
yen mukoza zarlarında (içi boş organları döşeyen ıslak
me mb ra n Ia r) bulunu r.
Gevşek bağ dokusu, esas bağ dokusu tiplerinin tüm ana
bileşenlerini barındırır. (Şekil 5-42A). Bu dokuda baskın bi­
leşen bulunmaz. En çok bulunan hücreler fibroblastlar ve
makrofajlardır, ancak tüm diğer bağ dokusu hücreleri de
mevcuttur. Bu dokuda orta miktarda kolajen, elastik ve reti-
kıiler lif bulunur. Gevşek bağ dokusu, dayanıksız bir yapıya
sahiptir, esnektir, damardan zengindir, gerilmeye karşı çok
dayanıklı değildir.
*5=5^ Tıkız bağ dokusu, direnç ve koruma sağlama-
ya uyarlanmıştır. Gevşek bağ dokusunda bulunan
ana bileşenlerden oluşur, ancak bariz kolajen lif
fazlalığı gösterir ve daha az hücre İçerir (Şekil 5-
43, 5-44 ve 5-45). Tıkız bağ dokusu daha az esnektir ve ge­
rilmeye diğer gevşek bağ dokusu tiplerine göre daha çok
dayanıklıdır. Belirli bir düzenleme olmadan kolajen lifler de­
metler halinde dizildiğinde tıkız düzensiz bağ dokuları ismi­
ni alırlar (Şekil 5-44). Kolajen lifler, bu doku içinde 3 boyut­
lu bir ağ oluşturarak, her yönden gelecek gerilmeye karşı di­
renç sağlar. Bu tip dokuya dermis gibi bölgelerde rastlanır.
Tıkız düzenli bağ dokularının kolajen demetleri belli bir
modele göre düzenlenmiştir. Bu dokunun kolajen lifleri ay­
nı yönde uygulanan uzun süreli gerilmeye karşı bir tepki Şekil 5-41. Bir lezyonun onarım sürecinde hazırlanan sı­
olarak oluşur, bu nedenle çekme güçlerine karşı büyük di­ çan deri kesiti. Epitelyum altındaki bağ dokusu (dermis)
renç gösterirler.
lezyonun oluşumundan kısa bir süre sonra ortaya çıkan
Tıkız düzenli bağ dokularının en yaygın örneğini ten-
gevşek bağ dokusudur. Bu bölgede çoğ fibroblast olan
donlar oluşturur. Bu, uzamış silindirik yapılar, çizgili kasları
hücreler yoğundur. Dermişin en alt kısmında çoksayıda,
kemiğe bağlar, renkleri beyazdır ve içlerindeki zengin kola­
gelişigüzel dağılmış, kalın kolajen lifleri, az ara madde ve
jen lif miktarının fazla olmasından ölürü çekildiklerinde uza­
birkaç hücre içeren tıkız düzensiz bağ dokusu bulunur. H-
tılamazlar. Birbirine paralel sıkıca paketlenmiş kolajen de­
E boyası. Orta büyütme.
BAG DOKUSU / 123

Ş ekil 5-42. Gevşek bağ dokusu kesiti. Çok sayıda fibroblast çekirdeği düzensiz kollajen lif­
leri arasına serpiştirilmiş görülmektedir. Küçük kan damarları oklarla gösterilmiştir. H-E bo­
yası. Orta büyütme.

Şekil 5-43. Olgunlaşmamış düzensiz tıkız kolajen dokunun kesiti. Şekilde ince sitoplazma
uzantılı (ok başları) çok sayıda fibroblast (ok) görülmektedir. Kolajen lifler bu hücreleri sı­
kıştırdığında, sitoplazma uzantılarının görünümü kesitin konumuna göre değişir; kesit hüc­
re yüzeyine koşut olduğunda, sitoplazma parçaları görülebilir. PT boyası. Orta büyütme.
124 / BOLUM 5

Şekil 5-44. İçinde gelişigüzel düzen sergileyen çok sayıda


kolajen lif demeti bulunan tıkız düzensiz bağ dokusu. H-E
boyası. Orta büyütme.

Şekil 5-45. Düzenli tıkız bağ dokusunun (tendon) uzamı­


na kesiti. Kolajen lif demetleri uzun fibroblastların arasın­
daki boşluğu doldurur. H-E boyası. Orta büyütme.
BAG DOKUSU / 125

Elastik doku kalın, paralel, elastik lif demetlerinden oluşur. Çok kırılgan olan retiküler doku, hücreleri des­
Lifler arasındaki boşluk ince koiajen lifler ve yassı fibroblast- tekleyen 3 boyutlu ağlar oluşturur. Retiküler doku,
lar tarafından doldurulur. Bu dokudaki elastik liflerin bollu­ retiküler hücreler olarak adlandırılan özelleşmiş
ğu tipik sarı rengi ve büyük esnekliği sağlar. Elastik doku sık fibroblastlarla birlikte bulunan retiküler lifler içe­
görülmemekle beraber omurganın sarı bağlarında ve penisin ren bir gevşek bağ dokusudur (Şekil 5-48). Retiküler doku
aşıcı bağında bulunur. hematopoetik ve lenfoid organlarda (kemik iliği, lenf clü-

Şekil 5-46. Tendondan alınmış düzenli tıkız bağ dokusu kesiti. A: Birbirine koşut, kalın ko-
lajen lifleri fibroblastlar arasındaki hücreler arası boşluğu doldurur. Düşük büyütme. B:
Genç bir hayvana ait tendon kesitinin daha yüksek büyütmesi. Belirgin Golgi bölgeleri ve
RNA’dan zengin koyu sitoplazması ile aktif fibroblastlar görülmektedir. PT boyası.
126 / BOLUM 5

tem hücreleri de trabekiiller boyunca stratejik biçimde dağı­


lır. Bu hücreler, maddelerin sinüs benzeri boşluklar içindeki
yavaş akışını izler ve fagositozla istilacıları ortadan kaldırır.

Şekil 5-47. Düzenli tıkız bağ dokusunda yer alan bir fibro-
sitin elektron mikroskop fotoğrafı. Fibrositlerin az görünen
sitoplazması, kolajen lifleri arasına uzanan çok sayıda ince
uzantı şeklinde bölünmüş durumdadır. x25,000.

ğümcııkleri ve düğümleri ve dalak) özel bir ortam oluşturan


mimari iskeleti oluşturur. Retiküler hücreler bu İskelet bo­
yunca dağılır ve sitoplazma uzantılarıyla kısmen retiküler lif­ Şekil 5-48. Retiküler bağ dokusunda yalnızca birbirine tu­
leri ve ara maddeyi örter. Bunun sonucunda ortaya çıkan tunmuş hücrelerin ve liflerin görünümü (serbest hücreler
hücreyle döşeli trabekiil sistemi, içinde hücrelerin ve sıvıla­ gösterilmemiştir). Retiküler lifler, retiküler hücrelerin sitop-
rın kolayca hareket edebileceği süngersi bir yapı oluşturur. lazması ile sarılmıştır; ancak lifler, hücre dışındadır ve hüc­
Retiküler hücrelere ek olarak mononükleer fagositik sis­ re zarı ile sitoplazmadan ayrılır. Sinüse benzer boşluklarda
hücreler ve organların doku sıvıları serbest bir biçimde do-
laşabilmektedir.

Ş e kil 5-49. Embriyonun


müköz dokusunda bulunan
fibroblastlar esas olarak
ara madde moleküllerinden
oluşan çok gevşek hücre
dışı matriks içinde yer alır.
H-E boyası. Orta büyütme.
BAG DOKUSU / 127

Müköz doku esas olarak gölsek bağında bulu­ Junqueira LC U et al: Picrosirius staining plus polarization microscopy, a
nur. Mü köz dokuda esasen hiyaluronik asitten olu­ specific method for collagen detection in tissue sections. Histochem J
1 9 7 9 :1 1 :4 4 7 .
şan bol miktarda şekilsiz ara madde bulunur (Şe­
Junqueira LC U , M ontes G S: Biology o f collagen proteoglycan interaction.
kil 5-49). Az sayıda lif bulunan jöleye benzer bir
Arch Histol Jp n 1 9 8 3 :6 :5 8 9 .
dokudur. Bu dokunun hücreleri esas olarak fibroblastlardır.
Kefalides NA et al: Biochem istry and metabolism o f basement membranes.
Müköz doku, göbek bağının W harton peltesi olarak anılan Int Rev Cyrol 1 9 7 9 :1 :1 6 7 .
esas bileşenidir. Bu doku, genç diş pulpasmda da bulunur. Krstfc RV: Illustrated Encyclopedia o f Human Histology. Springer-Verlag, 1984.
Mathews M B : Connective Tissue, Macromolecular Structure and Evolution.
KAYNAKLAR Springer-Verlag, 1975.
Mercalafe D D et al: Mast cells. Physiol Rev 1 9 9 7 :7 7 :1 0 3 3 .
Deyi Z, Adam M : Connective Tissue Research: Chemistry, Biology and Physiology. Montes G S et al: Collagen distribution in cissues. In: Ultrastructure o f the Con­
Liss, 1981. nective Tissue Matrix. Ruggicri A, M otta PM (editors). Martinus NijhofF,
Gay S, Miller EJ: Collagen in the Physiology and Pathology o f Connective Tissue. 1984.
Gustav Fischer, 1978. Montes G S, Junqueira L C U : T h e use o f the picrosirius-polarization method
Grcca CP ec ai: Uitrastructural cytochemical characterization o f collagen- for the study o f biopathology o f collagen. Mem Inst Oswaldo Cruz.
associated proteoglycans in the endometrium o f mice. Anat Rec 1 9 9 1 :8 6 (suppl):I.
2 0 0 0 :2 5 9 :4 1 3 . Prockop D J et al: T h e biosynthesis o f collagen and its disorders. N Engl J
Hay ED (editor): Cell Biology o f Extracellular Matrix, 2nd ed. Plenum, 1991. Med 1 9 7 9 :3 0 1 :7 7 .

Hogaboam C , Kunkel SL ec al: Novel role o f cransmembrane S C F for mast Sandberg LB et al: Elastin structure, biosynthesis, and relation to disease state.
cell activation and eotaxin production İn mast cell-fibroblast interaction. N Engl J Med 1 9 8 1 :3 0 4 :5 6 6 .
J Immunol 1 9 9 8 :1 6 0 :6 1 6 6 . Van Forth R (editor): Mononuclear Phagocytes: Functional Aspects. 2 vols. Mar­
Jamur M C , Grodzki A C G et al: Im m unom agnetic isolation o f rat bone tinus NijhofF, 1980.
marrow derived and peritoneal mast cells. J Histochem Cytocltem Yamada K M , Miyam oto S: lntegrin transmembrane signaling and cytoskele-
1997:45:1715. tal control. Curr O pin Cell Biol 1 9 9 5 :1 4 3 :2 3 2 3 .
Yağ Dokusu 6

Yağ dokusu yağ hücrelerinin (Latince, adeps, yağ) (adipo- luğunu belirleyicidir.
sit) sayıca üstün olduğu özel bir bağ dokusudur. Bu hücre­ Yeni doğan bebek vücudundaki sarı yağ dokusu aynı
ler tek başlarına veya küçük öbekler halinde bağ dokusu kalınlıktadır. Bebek geliştikçe, bu yağ dokusu vücudun bazı
içinde bulunabilir, çoğunluğu büyük kümeler halinde, bütün bölgelerinde kaybolmaya ve diğer bölgelerinde de artmama
vücuda yayılmış yağ dokusunu meydana getirir. Yağ doku­ eğilimi göstermeye başlar. Cinsiyet hormonları ve adreno-
su, bir anlamda vücuttaki organların en büyüklerinden biri­ kortikal hormonlar vücuttaki yağ dağılımını kısmen ayarla­
sidir. Normal ağırlıktaki erkeklerde, yağ dokusu vücut ağır­ yarak erkek ve dişi vücut hatlarının oluşmasından büyük öl­
lığının %15-20'sini, normal ağırlıktaki kadınlarda da vücut çüde sorumludurlar.
ağırlığının %20-25'ini temsil eder. Üniloküler yağ hücreleri tek baslarına iken küre şeklin­
Yağ dokusu vücudun en büyük enerji (trigliseritler halin­ dedir ancak, yağ dokusu içinde sıkı sıkıya bir araya gelmiş
de) deposudur. Enerji depolayan (glikojen olarak) diğer or­ çok yüzlü halde görülürler. Her hücrenin çapı 50-150 pırı
ganlar karaciğer ve kastır. Yemek yemek aralıklı bir etkinlik arasındadır. Alışılmış histolojik uygulamalarda kullanılan
olduğuna göre ve glikojen sağlanması da sınırlı olacağından, alkol ve tolüen lipit damlacıklarını ortadan kaldırır. Bu tür
yemekler arasındaki sürelerde yedekte, büyük bir kalori de­ hazırlanan kesitlerde yağ hücreleri ince siloplazmadan olu­
posunun bulunması şarttır. Trigliseıitlerin glikojenden daha şan bir yüzüğün lipit damlacığı eritildikten sonra geride ka­
düsiik yoğunlukta olmaları ve daha yüksek kalori değerleri­ lan boşluğunu sarmış gibi görülürler. Bu nedenle hücrele­
ne sahip olmaları (trigliserit değerleri için 9.3 kcal/g karbon­ rin çekirdekleri yassı ve merkez dışındadır (Sekil 6-1 ). De­
hidratlar için 4 1 kcal/g), yağ dokusuna çok hızlı ve verimli polanmış trigliseritler (nötral yağlar) ortadan kaldırıldıktan
olarak çalışan bir depo olmasını sağlar. Devamlı olarak çev­ sonra geride kalan sitoplazma kopup çökebilir. Bu olay
rilir ve gerek sinirsel gerekse hormonsal uyarılara hassastır. yağ dokusunun gerçek yapısını bozar.
Deri altı yağ dokusu tabakaları vücut yüzeylerinin şekillen­ Sitoplazmanın en kalın kısmı nüveyi sarar ayrıca Golgi
mesine yardım eder, oysa taban ve avuç içlerinde basta ol­ kompleksini, mitokondrileri, az gelişmiş graniillü endoplaz-
mak üzere, sarsıntı emici, yumuşak, koruyucu tabakalar ha­ ma retikulum sisternalarını ve serbest poliribozomları içerir.
linde yerleşmişlerdir. Yağ zayıf bir ısı iletkeni olduğu için, Lipit damlacığını saran sitoplazıuada düz endoplazma reti­
vücudun ısı yalıtımına katkısı vardır. Yağ dokusu diğer do­ kulum sisternaları ve çok sayıda pinositotik vezikiil vardır,
kular arasındaki boşlukları doldurur ve bazı organların yer­ i ler yağ hücresinde ışık mikroskobu ile görülen bir büyük
lerinde kalmalarını sağlar. Kısa bir süre önce, yağ dokusu­ lipit damlacığına İlave olarak çok küçük lipit damlacıkları-
nun uzaktaki organları etkileyen, kanla taşındığı tahmin edi­ tıında varlığı elektron mikroskobu çalışmaları ile ortaya kon­
len çeşitli tip molekülleri salgıladığı görülmüştür. Bilinen muştur. Küçük lipit damlacıklarının etrafında zar yoktur fa­
farklı yerleşim, yapı, renk ve patolojik nitelik gösteren, iki kat, bolca vimentin ara filamanlar ile çevrelenmişlerdir. Her
tip yağ dokusu vardır. Sarı yağ dokusu (yaygın veya üni- yağ hücresinin etrafında bazal lamina vardır.
loküler yağ doku) (tek boşluğu olan hücrelerden yapılı Sarı yağ dokusu zengin kan yatağı ve sinirleri içeren bir
yağ dokusu), tamamen geliştiklerinde, siloplazmalarının or­ bağ dokusu ile tam olmayan bölülümlere ayrılmıştır. Her yağ
tasında, büyük, sarı bir yağ damlası içeren hücrelerden ya­ hücresi ağ yapmış ince retikiiler lifler tarafından desteklen­
pılmıştır. Kahverengi yağ dokusu (veya multiloküler yağ miştir ve birbirlerine bağlanmıştır.
doku) çok sayıda yağ damlası ve bol miktarda kahverengi Kesitlerde kan damarları her zaman belirgin olmamasına
mitokondri içeren hücrelerden yapılmıştır. Her iki tip yağ rağmen, yağ dokusu bolca damarlanmıştır. Eğer yağ hücre­
dokusu da zengin kan dolaşımına sahiptir. lerinin sitoplazmaları dikkate alınacak olursa, yağ dokusun­
da kan hacminin siloplazmaya olan oranı çizgili kasınkinden
SARİ YAĞ DOKUSU fazladır.

Sarı yağ dokusunun rengi, genellikle hücrelerin yağ damla­


cıklarında çözünen karotenoidlerin varlığına bağlı olarak,
beyazdan koyu sarıya kadar değişebilir. Yetişkinlerde görü­ Lipitlerin Depolanması ve Serbestleşmesi
len yağ dokusunun hemen hemen hepsi bu türdendir. İn­ Sarı yağ dokusu organizma için büyük bir enerji deposudur.
sanda gözkapaklarının, penisin, skrolumun ve kulak meme­ Yağ hücrelerinde depolanan başlıca lipit trigliseritler, yani
si hariç kulak kepçesinin dışında vücudun her yerinde bu­ yağ asitlerinin ve gliserolün esterleridir. Bu hücrelerin depo­
lunur. Yaş ve cinsiyet yağ dokusunun dağılımını ve yoğun­ ladıkları yağ asitlerinin kaynağı besinle alınan yağların “silo-

129
130 / BÖLÜM 6

la yağ hücrelerine girer. Bu işle gerek aktif taşımacılık gerek­


se serbest diluzyon ilgilidir. Belki de yağ hücrelerinin yüzey­
lerinde görülen çok sayıdaki pinositoz veziküllerinin bu işle
hiç ilgileri yoktur. Yağ asitleri endotelden yağ hücrelerine
doğru aşağıda sıralanan tabakaları geçerler: (1) Kapiler en-
dotel hücresi (2) Kapiler bazal kurunası (3) Bağ dokusu te­
mel maddesi (bağ dokusu matrisi) (4) Yağ hücresinin bazal
laminası ve (5) Yağ hücresinin zarı. Yağ asitlerinin sitoplaz-
mayı aşarak lipit damlacığı içine geçişleri net olarak anlaşıl­
mamıştır fakat bazı özel taşıyıcı proteinler aracılığıyla olabi­
lir (Şekil 6-2). Yağ asitleri yağ hücresi içinde glikoz metabo­
lizmasının bir ara ürünü olan gliserol fosfat ile birleşerek
trigliseriı moleküllerini meydana getirirler. Bunlar sonradan
trigliserit damlacığı içine yığılırlar. Mitokondriler ve düz en-
doplazma retikulumu lipit alımı ve depolanması sırasında
aktif olan hücre organelleridir.
Yağ hücreleri insülinin hızlandırdığı bir süreçle glikoz­
dan yağ asitlerinin sentezini yapabilirler. İnsülin ayrıca gli­
kozun yağ hücreleri içine alınışını ve lipoprotein lipaz sen­
tezini de hızlandırır.
Depolanmış lipitler vücut sıvıları ve nörolojik mekaniz­
malar ile dolaşıma yeniden katılırlar. Sonuçta yağ asitleri ve
gliserol kan içine serbest halde bırakılır. Doku norepinefrin
ile uyarıldığında horm ona duyarlı lipaz adındaki bir en­
zim adenilat siklaz ile harekete geçirilir. Norepinefrin yağ
dokusunda mevcut olan postganglionik sempatik sinir son­
larından serbest bırakılır. Harekete geçen enzim genellikle
lipit damlacığı yüzeyinde bulunan trigliserit moleküllerini
parçalar. Suda eriyemeyen yağ asitleri diğer dokulara serum
albümini eşliğinde taşınır, oysa suda çözünebilen gliserol
serbest kalır ve karaciğer tarafından tutulur.
Yağ dokusu metabolizmasının çeşitli dönemlerinde bü­
yüme hormonu, glikokortikoidler, prolaktin, kortikotropin,
Şekil 6-1. Bir genç memelinin sarı yağ dokusunun mikros­ insülin ve tiroit hormonlarının da etkin rol oynar.
kop fotoğrafı. Oklar yağ hücrelerinin hücre zarına sıkıştırıl­ Yağ dokusu salgı yapan bir organ gibi de çalışır. Kan ile
mış nüvelerini gösteriyor. Çoğu hücre sitoplazmasında tek taşınan veya yağ dokusu hücrelernin etrafındaki kapilerlerin
bir yağ damlacığı olmasına karşın bazı hücrelerde (yıldız endoteline bağlı durumdaki (örneğin, lipoprotein lipaz) bir­
işareti) farklılaşmanın henüz tamamlanmamış olduğunu kaç molekülün sentezini yapar. Yağ dokusu hücrelerinin
gösteren küçük yağ damlacıklarına dikkat edin. Pararoza- yaptığı maddeler arasında 164 amino asitten oluşan leptin
nilin—toluidin mavi (PT) boyası. Orta Büyütme. en çok araştırılmış olanıdır. Beyin ve diğer dokulardaki bazı
hücrelerin leptin için reseptörleri vardır. Bu molekülün vü­
cuttaki yağ dokusu ölçüsü ve beslenmenin ayarlanmasında
katkısı vardır. Genellikle hipotalamusu etkileyerek iştahı
mikron” trigliseritler halinde yağ hücrelerine taşınması, kara­ azaltır ve enerji tüketimini çoğaltır.
ciğerde sentezlenip çok düşük yoğunluktaki lipoprotein- Otonom sinir sisteminin sempatik bölümü gerek sarı ge­
ler(ÇDYL) olarak yağ dokusuna getirilmeleri ve yağ hücre­ rekse kahverengi yağ dokusuna yoğun olarak dağılmıştır.
leri içinde glikozdan serbest yağ asitleri ve gliserol sentezi­ Sarı yağ dokusundaki sinir sonlanmaları sadece kan damar­
nin yapılması ile gerçekleştirilir. larının duvarlarında bulunur, yağ hücrelerine kadar ulaşmaz­
Şİlomikronlar (Yunanca, chylos, özsu, + m icros, kü­ lar. Sinirsel uyarı taşıyıcı norepinefrinin serbest bırakılması
çük) bağırsak epitel hücrelerinde yapılan çapları 3 pm kadar yukarıda açıklanan hormona duyarlı lipazı harekete geçirir.
olabilen ve kan ile mezenterik lenf sıvılarında taşınan parça­ Bu sinir sonlanmaları yağların serbestleştirilmesinde önemli
cıklardır. Merkezlerinde trigliseritlerden ve az miktarda ko­ rol oynar.
lesterol eslerlerinden oluşmuş bir öz, etrafında dengeleyici Lipitler organizmanın gereksinimlerini karşılayabilmek
tek tabakalı apolipoproteinler, kolesterol ve fosfolipitlerden için vücudun her yerinden aynı miktarlarda orantılı olarak
ibarettir. ÇDYL yüzey tabakalarındaki lipit şilomikronlarınki- harekat ettirilmezler. İlk olarak deri altındaki, mezenterler-
ne göre daha fazladır çünkü, bunlar daha küçüktürler, yü­ deki ve periton arkasındaki yığılımlar çözülür, eller, ayaklar
zeylerinde farklı apolipoproteiler vardır ve trigliseritlere na­ ve göz çukurunun arkasındaki yumuşak koruyucu tabakalar
zaran daha fazla kolesterol esterleri vardır. Şaylomikronlar uzun süren açlıklara dayanır. Bu tür uzun süreli açlıklarda
ve ÇDYL yağ dokusu hücrelerince yapılan lipoprotein lipaz sarı yağ dokusu neredeyse tüm yağını kaybeder ve içlerin­
enzimi ile yağ dokusunun kapilerlerinin iç yüzeylerinde hid­ de çok azalmış lipit damlacıkları olan çok yüzlü veya mekik
rolize olurlar. Serbest yağ asitleri henüz anlaşılmamış bir yol­ şeklindeki hücrelerden ibaret hale gelir.
YAG DOKUSU / 131

Yağ hücresi Kapiler


Norepinefrin -----------
içeren sinir sonlanması /
Serbest yağ asitlerini
taşıyan aibümin
Albümin

Gliserol

Hormona duyarlı
lipaz Çekirdek
Gliserol fosfat

Trigliserit damlacığı Lipoprotein lipaz


(depolama)

Trigliserit Serbest yağ asitleri

Ş ekil 6-2. Yağ hücrelerinin yağ depolama ve salgılama yöntemi. Trigliseritier ince bağırsaklardan ve kara­
ciğerden şilomikronlar ve çok düşük yoğunluktaki lipoproteinlerle (ÇDYL) kan içinde taşınırlar. Bu lipopro-
teinler yağ dokusu kapilerleri içinde lipoprotein lipaz ile kısmen parçalanarak serbest yağ asitleri ve gliserol
olarak serbest hale gelirler. Serbest yağ asitleri kapilerlerden yağ hücresinin içine yayılır, burada yeniden
esterlenip gliserol fosfatı oluşturarak trigliseri meydana getirir. Sonuçta ortaya çıkan trigliseritier gereksini-
iinceye kadar damlacığın içinde depolanırlar. Sinir sonlanmalarındaki norepinefrin AMP (cAMP) döngü sis­
temini uyararak hormona duyarlı lipazı harekete geçirir. Hormona hassas lipaz depolanmış trigliseritleri hid­
rolize ederek serbest yağ asitleri ve gliserolü meydana getirir. Bu maddeler kan kapilerlerine yayılarak, bu­
rada albuminin suyu sevmeyen bölümüne bağlanarak enerji kaynağı olarak kullanılmak üzere vücudun di­
ğer bölgelerine taşınır.

KLİNİK BİLGİ nemde sayıca artması İleride kişiyi hiperplastik obositeye


yatkın kılabilir.
Yetişkinlerde Görülen aşırı şişmanlık (obesite) sa­
rı yağ dokusu hücrelerine aşırı yağ yığılması so­ KAHVERENGİ (MÜLTİLOKÜLER)
nucu çok büyük hale gelmelerinden kaynaklana­ YAĞ DOKUSU
bilir (hipertrofik obesite). Yağ hücre sayılarının Mültiloküler yağ dokusuna çok sayıda kan kapilerleri ve
çoğalması hiperplastik obesiteye sebep olur. renkli sitokromları olan bolca mitokondri içermesi nedeniy­
le kahverengi yağ dokusu da denir. Kahverengi yağ doku­
su vücudun her yerinde bulunan sarı yağ dokusuna oranla
Sarı (Üniloküler) Yağ Dokusunun Histogenezi daha sınırlı dağılım gösterir (kış uykusuna yatan hayvanlar­
Yağ dokusu hücreleri mezenkimden kaynaklanan lipob- da daha çok bulunduğundan bir zamanlar "kış uykusuna
lasclardan gelişir. Bu hücreler fibroblascları andırırlar ama si- yatıran bez” olarak da adlandırılmaktaydı).
toplazmalarında yağ depolayabilirler. Başlangıçta lipit dam­ Sıçanlarda ve diğer birkaç memelide genellikle omuz et­
lacıkları birbirlerinden ayrıdır, ancak kısa bir süre sonra bir­ rafında bulunur. İnsan embriyosunda ve yeni doğan bebek­
leşirler ve sarı yağ dokusu hücreleri için tipik olan tek bü­ lerde birkaç yerde rastlanan bu doku doğum sonrasında bu
yük damlacığı meydana getirir. (Şekil 6-3). bölgelerde kalır (Şekil 6-ri). İnsanlarda çoğunlukla doğum
İnsan, gebelik sürecinin 30. haftasında yağ depolamaya sonrasındaki ilk aylarda ısı oluşturarak yeni doğan bebeği
başlar ve yağ depoları ile birlikte doğan az sayıda memeli­ soğuğa karşı koruduğu için önem kazanır. Yetişkin çağa
den birisidir. Doğumdan sonra, genellikle farklılaşmamış doğru büyük bölümü giderek azalır.
mezenkim hücrelerinin bulunduğu küçük damarların etra­ Sarı yağ dokusu hücrelerine oranla, kahverengi yağ do­
fında yeni yağ hücrelerinin gelişimi sıkça görülür. kusunun hücreleri çok kenarlı ve küçüktür. Sitoplazmalarm-
Gebelik sonrası sınırlı bir süre için beslenme ve diğer et­ da çok miktarda ve çeşitli boyutlarda lipit damlacığı (Şekil
kenler yağ hücrelerinin sayıca artışına neden olabilir ancak, 6 -5 ve 6 -6 ), yuvarlak, merkezde yerleşmiş çekirdek ve bol­
bu süreç sonunda hücre sayısında bir artış görülmez. Bu ca uzun kristali mitokondri vardır.
hücreler sadece gereğinden fazla kalorili beslenilirse (obur­ Kahverengi yağ dokusu, kan kapilerlerinin eşlik ettiği
luk) lipit yığılanlarını artırırlar. Yağ hücrelerinin erken dö­ hücrelerinin büyük ölçüde epiteli andıracak tarzda sıkıca bir
132 / BOLUM 6

araya gelerek kitleler oluşturduğu bir endokrin bez gibidir.


Bu yağ dokusu sarı yağ dokusuna göre bağ dokusu ile da­
ha belirgin bölmelere ayrılmıştır. Sempatik sinir sistemi bu
dokunun hücrelerini sarmıştır.

Kahverengi Yağ Dokusu Hücrelerinin Görevi


Kahverengi yağ dokusu hücrelerinin ana görevi
ısı meydana getirmektir. Bu dokunun fizyolojisi
en İyi kış uykusuna yatan hayvanlarda anlaşılmış­
tır.
Soğuk ortamla karşı karşıya kalan kış uykusundan çık­
mak üzere olan hayvanlarda veya yeni doğan memelilerde
(insan dahil) norepinefrin sinir uyarıları ile dokunun içine
salıverilir. Bu sinirsel uyarı taşıyıcı, hücredeki hormona du­
yarlı lipazı harekete geçirerek trigliseritlerin yağ asitlerine ve
gliserole hidrolize olmalarını sağlar. Serbest kalan yağ asitle­
ri metabolize olurken oksijen tüketimi de artarak kahveren­
gi yağ dokusunun sıcaklığını yükseltir böylece doku içinden
geçen kan ısınmaya başlar. Isı üretimi artar çünkü, bu doku­
nun hücrelerindeki mitokondriyumların iç zarlarında ter-
mojenin adı verilen zarı geçen bir protein vardır. Termoje-
nin, mitokondri zarları arasına önceden taşınmış protonların
ATP sentetaz sisteminden geçmeksizin geri akışlarını sağlar.
Şekil 6-3. Yağ hücrelerinin gelişimi. Farklılaşmamış me- Bu sebeple, proton akışından doğan enerji ATP sentezi İçin
zenkim hücreleri yağ depolayan lipoblastlara dönüşerek kullanılmaz ama ısı olarak harcanır. Isıtılmış kan dolaşarak
gelişmiş yağ dokusu hücrelerini açığa çıkarır. Vücut tara­ vücudu ısıtır ve yağ dokusunda metabolize olmamış yağ
fından çok miktarda lipit seferber edildiğinde, yetişkin yağ asitlerini taşır. Diğer organlar bu yağ asitlerini kullanırlar.
hücreleri lipoblast haline geri dönerler. Farklılaşmamış me-
zenkim hücreleri fibroblastların da dahil olduğu çeşitli hüc­ Kahverengi Yağ Dokusunun Histogenezi
releri oluşturur. Burada gösterilen yetişkin yağ hücresi gös­ Kahverengi yağ dokusu sarı yağ dokusundan farklı olarak
terilen diğer hücrelere nazaran daha büyüktür. gelişir. Bu dokuyu oluşturan mezenkimal hücreleri yağı de-

Şekil 6-4. Yağ dokusu dağılımı. Yeni doğan insanda kah­


verengi yağ dokusu vücut ağırlığının % 2-5’ini kapsar ve
görülen bölgelere dağılmıştır. Siyah bölgeler kahverengi
yağ dokusunun tek başına; gölgeli bölgeler sarı yağ doku­
su ile karışık olarak yerleştiği bölgeleri göstermektedir. (İzin
alınarak, kısmen değiştirilerek yeniden çizim. Merklin RJ: Growth
and distribution of human fetal brown fat. Anat Rec 1974;178:637.)
YAG DOKUSU / 133

Şekil 6-6. Kahverengi yağ dokusu. Merkezde yerleşik çe­


kirdeğe, yağ damlacıklarına ve çok sayıda mitokondriye
dikkat edin. Alt sağda bir sempatik sinir sonlanması göste­
rilmiştir.

KAYNAKLAR
Angel A et al (editors): The Adipocyte and Obesity: Cellular and Molecular
Mechanisms. Raven Press, 1983.
Forbes G B : T h e companionship o f lean and fat. Basic Life Sci 1 9 9 3 :6 0 :1 .
Matarese G : Leptin and the immune system: how nutritional status influences
the im m une response. Eur Cytokine Nenv 2 0 0 0 ;1 1 :7 .
Matson CA et al: Leptin and regulation o f body adiposity. Diabetes Rev
1 9 9 9 :4 :4 8 8 .
Napolitano L: T h e differentiation o f white adipose cells: an electron m icro­
scope study. J Cell Biol 1 9 6 3 :8 :6 6 3 .
Nedergaard J , Lindberg O : T h e brown fat cell. Int Rev Cytol 1 9 8 2 :4 :3 1 0 .
Schubring C et al: Leptin, the ob gene product, in female health and disease.
Eur J O bstet Gynecol Reprod Biol 2 0 0 0 ;8 8 :1 2 1 .

Şekil 6-5. Tipik özelliklere sahip merkezi yuvarlak çekir­


dekleri ve yağ damlacıkları ile kahverengi yağ dokusunun
mikroskobik fotoğrafı (alt kısım). Karşılaştırma için fotoğra­
fın üst bölümünde sarı yağ dokusu gösterilmektedir. PT bo­
yası. Orta büyütme.

polamadan önce epiteli andırırlar (endokrin bez gibi). G ö­


rünüşe bakılırsa, doğum sonrasında kahverengi yağ dokusu
gelinmemekte ve herhangi bir yağ dokusu diğerine değiş-
memektedir.

Yağ Dokusu Tümörleri

i KLİNİK BİLGİ

Sarı yağ dokusu hücreleri çok sık rastlanan selim


bir tümör olan lipomları meydana getirebilir. Yağ
hücresi kaynaklı kanserler (liposarkomlar) insan­
da nadir olarak görülür.
Kıkırdak 7

Kıkırdak, glikozaminoglikanlar ve proteoglikanlar Perikondriyum, kıkırdağın büyük bir bölümünü saran,


ile zenginleştirilmiş kolajen ve elastik lifler ile bir­ kıkırdak ile kıkırdağın desteklediği doku arasında ara yüz
birlerini etkileyen makromoleküllerle özellik kaza­ meydana getiren yoğun bağ dokusu tabakasıdır (Şekil 7 -2
nır. Bölgesel biyomekanik gereksinimler doğrultu­ ve 7—4). Perikondriyum damarsız kıkırdağa damar desteği
sunda oluşan farklı matriks elemanları 3 çeşit kıkırdağın or­ sağlar ve ayrıca sinirler ve lenf damarlarını da barındırır. Ha­
taya çıkmasına sebep olur. reketli eklemlerin eklem yüzeylerini saran eklem kıkırdağın-
Kıkırdak, hücreler etrafında oluşan matriksinin sağlamlı­
ğı ile işlevsel gerilimleri kalıcı biçim bozuklukları oluşmak­
sızın göğüsleyen, bağ dokusunun özel bir şeklidir. Kıkırda­
ğın bir diğer görevi de yumuşak dokuyu desteklemektir. Kı­
kırdağın düzgün yüzeyli, dirençli ve esnek oluşu, eklemler­
de oluşan darbeleri emer ve kaygan yüzeyleri ile kemik ha­
reketlerini kolaylaştırır. Kıkırdak ayrıca, gerek doğum önce­
si gerekse doğum sonrası uzun kemiklerin gelişmeleri ve
büyümelerini koşullar.
Kıkırdak kondrosit (Yunanca cbonclros, kıkırdak, +
kytos, hücre) adı verilen hücrelerden ve hücreler dışında­
ki lifler ile temel maddeden yapılmış kapsamlı bir matriks-
ten meydana gelir. Kondrositler matriksi sentezler ve salgı­
larlar ve matriks içindeki lakuna adı verilen çukurcuklarda
yerleşirler. Kolajen, hiyaluronik asil, proteoglikanlar ve az
miktarda birkaç gükoprotein kıkırdak türlerinin matrikslerin-
de bulunan belli başlı makromoleküllerdir. Büyük çapta es­
nekliği ile tanınan elastik kıkırdak matriksinde, önemli mik­
tarda elastin proteini vardır.
Kolajen ve elastin esnek olduğundan, kıkırdağın sağlam,
peltemsi kıvamı kolajen lifler ile glikozaminoglikan yan zin­
cirleri arasındaki elektrostatik bağlara dayanır. Ayrıca bu
bağlanma, suyun merkezdeki proteoglikan proteinlerinden
uzanan eksi yüklü glikozaminoglikan zincirlerine tutunması
ile de (çözücü su) ilgilidir.
Çeşitli işlevsel gereksinimler ile, her biri değişik matriks
içeriğine sahip, 3 tür kıkırdak gelişmiştir. En yaygın tür olan
hiyalin kıkırdağın, matriksine hakim kolajen, tip II kola-
jendir (Şekil 7-1). Daha esnek ve bükiilgen elastik kıkır­
dak matriksinde tip D kolajene ek olarak bol miktarda
elastik lif vardır. Yoğun kaba tip I kolajen lif ağına sahip
matriksi ile tanınan fibröz kıkırdak, kuvvet etkisindeki vü­
cut bölgelerinde bulunur.
Her 3 türde de, kıkırdak kan damarı içermez ve komşu
bağ dokusunun (perikonclriyum) kapilerlerinden veya ek­
lem boşluğundaki sinoviyal sıvıdan difüzyonla beslenir. Ba­
zı durumlarda kan damarları diğer dokuları beslemek için Şekil 7-1. Hiyalin kıkırdağın mikroskop fotoğrafı. Önce pa-
kıkırdağın içinden geçerler, fakat bu damarlar kıkırdağı bes­ painle matriks sindirilerek, kümeler oluşturan tip II kolajen
lemezler. Damarsız dokuların hücrelerinde olduğu gibi, lifçiklerin çeşitli yerleşim şekilleri daha iyi görüntülenmiştir.
kondrositler düşük metabolik işlev gösterirler. Kıkırdakta Bu kümeler siyah bölgeler olarak ortaya çıkar. Pikrosirius
lenfatik damarlar ve sinirler yoktur. boyası - polarize ışık. Orta büyütme.

135
136 / BOLUM 7

da perikondriyum yoktur. Burada oksijen ve Besin maddele­


ri d ifüzyon la sinoviyal sıvıdan sağlanır.

HİYALİN KIKIRDAK
Hiyalin kıkırdak (Şekil 7 -2 ) en yaygın olan ve 3 tür kıkırdak
arasında en iyi incelenmiş olanıdır. Taze hiyalin kıkırdak yarı
saydam mavimsi-beyaz renktedir. Embriyoda zamanla yerini
kemik alıncaya kadar geçici iskelet olarak görev yapar.
Yetişkin memelilerde hiyalin kıkırdak; hareketli eklemle­
rin eklem yüzeylerinde, büyük solunum yollarının duvarla­
rında (burun, gırtlak, soluk borusu, bronşlar), kaburgaların
sternuma eklem yaptıkları ventral uçlarında ve uzun kemik
boylarının uzamasından sorumlu epifiz plakalarında yer
alır (8. bölüme bakın).

Matriks
Hiyalin kıkırdağın kuru ağırlığının %-ı()’ı proteoglikan ve ya­ Şekil 7.3. Kıkırdak matriksindeki kolajen moleküllerinin ku­
pısal glikoprotein içeren, su ile karışık pelte içine gömülü ruluşunu gösteren şema. Bağlantı proteinleri, çizgi gibi
olan hiyoluronik asit moleküllerini proteoglikanın merkezin­
deki proteine kovalen olmayan biçimde bağlar. Proteogli-
kanın kondriotin sülfattan oluşan yan zincirleri kolajen lif-
çiklerini elektrostatik olarak bağlayarak çapraz bağlantılı
matriksi meydana getirir. Oval halka, büyütülmüş resim bö­
lümünü gösteriyor.

kolajenden meydana gelmiştir. Alışılagelmiş histolojik prepa-


ratlarda, kolajen iki nedenden ötürü görülemez: I- Kolajen
lil'çikleri ışık mikroskobu ile görülemeyecek kadar küçüktür,
2- l.ilçiklerin ışığı kırına ölçüleri, içinde gömülü oldukları te­
mel maddenin ışığı kırma ölçüleri ile hemen hemen aynıdır.
Hiyalin kıkırdak öncelikle tip II kolajen içerir (Sekil 7-1).
Bununla birlikte çoğu kez az miktarda IX, X, XI ve diğer ko­
lajen tiplerine de rastlanır.
Kıkırdak proteoglikankırı merkezdeki proteinlere kova­
len olarak bağlanmış kondroitin -i-siilfat, kondroitin 6-süIfat
ve keratan sülfat içerir. Proleoglikanların 200 kadarı hiyalu-
ronik asitin uzun moleküllerine kovalen olmaksızın bağlanır
ve kolajen liflerle etkileşen proteoglikan kümelerini mey­
dana getirir. Bu kümelerin uzunluğu ı pm kadar olabilir.
Broteoglikanlar yapısal olarak sise temizliğinde kullanılan
fırçaları andırırlar.
Negatif yüklü glikozaminoglikanlara bağlanmış çok'm ik­
tardaki çözücü su, darbeleri emici veya biyomekanik bir yay
gibi davranır. Bunun özellikle eklem kıkırdağında eok bü­
yük işlevsel önemi vardır.
Tip II kolajen ve proteoglikuna ek olarak, kıkırdak matrik-
sinin önemli bir kısmı olan kondronektin, özellikle glikoza­
minoglikanlara ve tip II kolajen liflerine bağlanır. Kondrositle-
ri kıkırdak matriksine bağlayan bu molekül, yapısal birglikop-
roteindir. Her kondrositin etrafını saran kıkırdak matriksi gli-
koaminoglikanlardan zengin ve kolajenden yoksuldur. Teri-
toryal matriks (kapsül matriksi) adı verilen bu çeper kuşağı,
matriksin diğer bölgelerinden farklı boyanır.
Şekil 7-2. Hiyalin kıkırdağın mikroskop fotoğrafı. Kıkırdak
hücreleri matriks çukurcuklarında yer alır ve pek çoğu izo- Perikondriyum
gen gruplar içinde görülür. Şeklin üst ve alt kısımları pem­
Eklem kıkırdakları dışında tüm hiyalin kıkırdaklar perikond­
beye boyanmış olarak perikondriyumu göstermektedir. Pe-
riyum adı verilen tıkız bağ dokusu tabakası ile kuşatılmıştır.
rikondriyumdan içerilere doğru hücrelerin giderek farklılaş­ Perikondriyum kıkırdağın büyüyebilmesi ve bakımı için ge­
tığı dikkati çekmektedir. H&E boyası. Küçük büyütme. reklidir. Kolajen tip I liflerinden zengindir ve pek çok l'ibrob-
KIKIRDAK / 137

Perikondriyumdaki
fibroblast

Perikondriyum

Kondroblast

Kıkırdak

Şekil 7-4. Perikondriyum ve hiyalin kıkırdak ara­ İnterteritoryal


sındaki geçişin şeması. Perikondriyumun hücre­ matriks
leri kondrosit haline gelirken, düzensiz yüzeyleri
ile yuvarlak şekil kazanır. Kıkırdak matriksi (inter-
teritoryal alan), kıkırdak hücrelerinin dış sınır çiz­
gisi etrafında kalan matriksin haricinde, pek çok Kondrosit
ince kolajen lifçiği içerir. Kondrositlerin sınır çiz­
gisi etrafında kalan matrikslerinin büyük bölümü­
Teritoryal
nü glikozaminoglikanlar oluşturur. Bu bölgeye te-
matriks
ritoryal alan veya kapsül matriksi denir.

last içerir. Perikondriyumun iç tabakasındaki hücreler lib- sı <S'e kadar çıkabilen izogen gruplar denen (Yunanca, isos,
roblastları andırsa da bunlar kondroblastlardır ve kolayca eşit, ± fjcııos, aile) hücre gruplarını meydana getirirler.
farklılaşarak kondrosit olurlar. Alışılagelmiş histolojik uygulamalar sırasında kıkırdak
hücreleri ve matriks su kaybeder, kondrositler düzensiz ha­
le gelir ve kapsülden ayrılarak, merkeze doğru büzülürler.
Kondrositler
Canlı dokuda ve uygun hazırlanmış parçalarda kondrositler
Hiyalin kıkırdağın çevresindeki gene kıkırdak hücreleri oval lakünaların içini tamamen doldururlar (Şekil 7-5 ).
biçimdedir ve uzun eksenleri yüzeye koşut olarak yerleşmiş­ Kondrositler kolajen ve diğer matriks moleküllerini sen­
tir. İçerilere doğru yuvarlak hale gelirler ve bölünerek sayı­ tezler.

Şekil 7-5. Genç bir hayvanın


fibröz kıkırdağının elektron
mikroskop fotoğrafı. Lakünala-
rı içinde 3 kıkırdak hücresi gö­
rülmektedir. Granüllü endop-
lazma retikulumunun çokluğu­
na dikkat edin. Kondrositler kı­
kırdak matriksini sentezler.
Farklı konumlarla kesilmiş in­
ce kolajen lifler, kondrositler
etrafında dikkati çekmektedir
x3750.
138 / BÖLÜM 7

Kapilerlerin bulunmaması nedeniyle kıkırdak hücreleri geri çekerek yuvarlak hale gelmeleri ve hızla çoğalarak
düşük oksijen basıncında solurlar. Hiyalin kıkırdak hücreleri kondroblastlardan oluşan mezenkim yoğunlaşmalarını oluş­
son iiriin olan laktik asiti meydana getirebilmek için glikozu turmalarıdır. Mezenkim hücrelerinden farklılaşarak artık
daha çok oksijensiz glikoliz yoluyla metabolize ederler. Kan­ kondroblast denen bu hücrelerin bazofilik sitoplazmaları
daki besin maddeleri daha derinlerde yer alan kıkırdak hüc­ ribozomlardan zengindir. Matriksin sentezlenip yığılısı kond-
relerine gidebilmek için perikondriyumıı geçer. Kıkırdağa roblastları birbirlerinden uzaklaştırır. Gelişim sürecinde kı­
suda çözünmüş maddelerin taşınma şekli, aralıklarla kıkırda­ kırdak farklılaşması merkezden çevreye doğru olduğu için,
ğın sıkıştırılmasından sonra serbest bırakılması sonucu orta­ merkezdeki hücreler kondrosit niteliğine sahipken, çevrede­
ya çıkan pompalama işlemleri ile oluşan difüzyonclur. Bu ne­ kiler tipik kondroblasttır. Yüzeydeki mezenkim de peri-
denle, kıkırdağın ulaşabileceği en fazla kalınlık sınırlı kalır. Icondriyuma dönüştir.
Kondrosillerin işlevi hormon dengesinin tam olmasına
bağlıdır. Büyüme hormonu, tiroksin ve testosteron, sülfath
glikozaminoglikanların sentezini hızlandırır ve kortizon, hid- Büyüme
rokortizon ve östracliol yavaşlatır. Kıkırdak büyümesi daha
Kıkırdak büyümesi mevcut kondrositlerin bölünerek çoğal­
çok hipofizin büyüme hormonu olan som atotropin’e bağ­
maları (intertisyel büyüme) ve perikondriyumdaki hücre­
lıdır. Bu hormon doğrudan doğruya kıkırdak hücrelerini et­
lerin farklılaşmasıyla (apozisyonel büyüme) 2 şeklide
kilemez, ancak karaciğerde somatomedin C nin sentezini
olur. Apozisyonel büyümeye göre intertisyel büyümenin
başlatır. Somatomedin C de kıkırdak hücrelerini etkileyerek
rolü daha azdır. İntertisyel büyüme sadece kıkırdak oluşu­
büyümelerini uyarır.
munun erken dönemlerinde matriksi içeriden genişleterek
doku kitlesini artırır. İntertisyel büyüme uzun kemiklerin
epifiz plakalarında ve eklem kıkırdağında da görülür. İnter-
k l in ik b il g i tisyel büyüme, uzun kemiklerin boylarının uzaması için
epifiz plakalarında ve kıkırdaktan oluşan kemik modelin
yapılabilmesi için de endokondral kemikleşmede önemli
Kıkırdak hücreleri selim (kondrom ) veya habis
rol üstlenir. Perikondriyum olmadığı için eklem kıkırdağı­
(kondrosarkom ) tümörlerini oluşturabilir.
nın eklem yüzeyine yakın yerlerinde zamanla yıpranan
hücreler ve matriksin yenilenebilmesi apozisyonla gerçek­
leşmez, yenilenme elbet içten sağlanmalıdır. Vücudun baş­
ka yerlerindeki kıkırdak, çapraz bağlantılar yapan matıiks
Histogenez molekülleri ile giderek sertleşir, burada İntertisyel büyüme­
Kıkırdak mezenkimden meydana gelir. (Şekil 7-6). Gözlem­ den daha az söz edilir. Bu durumda kıkırdak sadece apo­
lenen ilk değişiklikler, mezenkim hücrelerinin uzantılarını zisyonla çevresel olarak büyür. Perikondriyumdaki kond-

Şekil 7-6. Hiyalin kıkırdağın histogenezi. A: Her tür kıkırdak için başlangıç dokusu mezenkimdir. B: Me­
zenkim hücrelerinin bölünerek çoğalmaları hücrelerden zengin bir doku oluşturur. C: Çok miktarda matriks
oluşumuyla kondroblastlar birbirlerinden uzaklaşır. D: Kıkırdak hücrelerinin bölünmesi ile birlikte izogen
gruplar meydana gelir. Her birinin etrafı teritoryal matriks (kapsülün matriksi) yoğunlaşması ile kuşatılır.
KIKIRDAK / 139

roblastlar çoğalarak etraflarını matriksle sardıklarında koşut olarak konum alırlar. Buna göre liflerin çevreye uyu­
kondrosit haline gelirler ve mevcut kıkırdağa katılırlar (Şe­ mu, fibröz kıkırdak üzerinde etki eden güçlere dayanmakta­
kil 7 -2 ve 7 -4 ). dır. Fibröz kıkırdakta tanımlanabilecek herhangi bir peri-
kondriyum yoktur.
Dejeneratif Değişiklikler
OMURLAR ARASI (İNTERVERTEBRAL)
DİSKLER
Her intervertebral disk iki omur arasında yerleşmiş ve bağ­
KLİNİK BİLGİ lar ile omurlara tutunmuştur. Diskin annulus fibrosus ve
nükleus pulposııs olmak üzere 2 elemanı vardır, interverteb­
Diğer dokuların aksine, dejeneratif yaşlanma sü­ ral diskler, omur hareketleri sırasında komşu omurlar arasın­
reci hiyalin kıkırdağı daha kolay etkiler. Matriksin da oluşan aşındırıcı güçlere kaygan yastık işlevi görerek en­
kireçlenmesi, öncelikle kondrositlerin boyut ve gel olan yapılardır. Nükleus pulposus karşılıklı iki omurun
hacimlerinin büyümesini takiben ölmeleri, bazı çarpışma sırasında oluşan aşındırıcı güçlerine engel olur.
kıkırdaklarda görülen normal işleyiş tarzıdır. Sık Annulus fibrozus yoğun bağ dokusundan oluşmuş bir
olarak yaşlanmış kıkırdakta görülen asbestiform dış tabakaya sahiptir, fakat daha çok kolajen demetlerinin
dejenerasyon, lokal, kalın anormal kolajen lifçik- komşu tabakalarda ortogonal (sıralamada düz, tersine dön­
lerin meydana gelmesiyle özellik kazanır. müş) olarak yerleştiği, üst üste binen yapraklardan oluşan

Kıkırdak Dokusunun Yetersiz Rejenerasyonu


Küçük çocuklar dışında, hasara uğrayan kıkırdağın yenilen­
mesi güç gerçekleşir. Perikondriyum hasara uğramış alan içi­
ne girerek yeni kıkırdağı güçlükle ve çoğu zaman eksik ola­
rak yapar. Yaygın hasara uğramış bölgelerde -v e seyrek te
olsa küçük bölgelerde- perikondriyum yeni kıkırdağı mey­
dana getireceğine yoğun bağ dokusundan oluşan nedbe
(yara iyileşme) dokusunu yapar.

ELASTİK KIKIRDAK
Elastik kıkırdak, kulak kepçesinde, dış kulak kanalı duvarın­
da, östaki borusunda, epiglotta ve gırtlağın küneiform kıkır­
dağında bulunur.
Elastik kıkırdak tip II kolajen liflerine ilave olarak, balık
ağı gibi ince çok sayıda elastik lifçik bulundurması dışında,
hiyalin kıkırdağa birebir benzer. Taze elastik kıkırdak, elas­
tik liflerdeki elastin nedeniyle sarımtırak renktedir.
Çoğu zaman elastik kıkırdak, giderek hiyalin kıkırdağa
dönüşür. Hiyalin kıkırdakta olduğu gibi, elastik kıkırdakta
da perikondriyum vardır.

FİBRÖZ KIKIRDAK
Fibröz kıkırdak tıkız bağ dokusu ile hiyalin kıkırdak arası bir
dokudur. Omurlar arasındaki disklerde, belirli bağların kikir-
dağımsı kemik yüzeylerine bağlandıkları yerlerde ve pubis
simfizinde bulunur. Fibröz kıkırdak her zaman tıkız bağ do­
kusu ile ilişkidedir.
Fibröz kıkırdak ya tek başına veya izogen gruplar halin­
de, genellikle birbirlerinden kaba tip I kolajen lifler ile ayrıl­
mış, uzun sıralar halinde dizilmiş, kıkırdak hücrelerini içerir.
Fibröz kıkırdak matriksi tip I kolajenden zengin olduğu için
asidofildir.
Fibröz kıkırdakta, pek çok kolajen lif ya kıkırdak hücre Şekil 7-7. Elastik liflerin boyandığı elastik kıkırdak matrik-
grupları arasında düzensiz demetler meydana getirir veya kı­ sinin mikroskop fotoğrafı. Hücreler boyanmamıştır. Kulak
kırdak hücre sütunlarına paralel olarak aynı hizadadırlar. kepçesi, epiglot bu esnek kıkırdağın bulunduğu yerler ara­
Kolajen demetleri etki altında kaldığı güçlerin doğrultusuna sındadır. Rezorsin boyası. Orta büyütme.
140 / BOLUM 7

II kolajen lifçiklerinden yana zengin yapışkan bir matriks içi­


ne gömülmüş az sayıda yuvarlak hücre içerir. Çocuklarda
niikleus pulposus büyüktür, lakal yaş ilerledikçe giderek kü­
çülür ve kısmen fibröz kıkırdak şeklinde değişime uğrar.

Omurlar Arası Disk Fıtığı

-r-

KLİNİK BİLGİ

Genellikle daha az kolajen demetin bulunduğu


arka bölgede gerçekleşen annulus fibrozus yırtıl­
ması, nükleus pulposusun dışarı çıkmasına ve
ardından disk yassılmasına sebep olur. Sonuçta,
çoğu zaman disk yer değiştirir veya vertebraların
arasındaki yerinden kayar, eğer omuriliğe doğru
giderse, sinirlere baskı oluşturarak ciddi ağrı ve
nörolojik bozukluklara sebep olur. Kaymış diske
eşlik eden ağrı sıkışan sinir liflerinin dağıldığı
bölgelerde de algılanabilir.

KAYNAKLAR
Chakrabarti B, Park JW : Glycosaminoglycans: structure anti interaction. C R C
C rit Rev Biochem 1 9 8 0 ;8 :2 2 5 .
Eyre D R , M uir H: T h e distribution o f different molecular species o f collagen
in fibrous, elastic and hyaline cartilages o f the pig. Biochem J
1 9 7 5 :5 1 :5 9 5 .
Hall BK (editor): Cartilage, Vol 1: Structure, Function, and Biochemistry. Aca­
demic Press, 1983.
Şekil 7-8. Kolajen liflerle birbirlerinden ayrılmış kondrosit-
Jasin, H E: Structure and function o f the articular cartilage surface. Scand J
lerin oluşturduğu sıralara dikkat edin. Fibröz kıkırdak ço­ Rheumatol 1 9 9 5 :1 0 1 :5 1 .
ğunlukla tendonların epifiz kıkırdağına girdiği yerlerde bu­ Junqueira L C U et al: Q uantitation o f collagen-proteoglycan interaction in tis­
lunur. Pikrosirius-hematoksilen boyası. Orta büyütme. sue sections. Connect Tissue Res 1 9 8 0 :7 :9 1 .
Perka C et al: Matrix-mixed culture: new methodology for chondrocyte cul­
ture and preparation o f cartilage transplants. J Biomed M ater Res
2 0 0 0 ;4 9 :3 0 5 .
fibröz kıkırdaktan meydana gelmiştir. Komşu tabakalarda 90
Reddy AH (editor): Extracellular M atrix Stnicture and Functions. Liss, 1985.
derecelik açı ile yerleşmiş tip I kolajen lifleri olan çok sayıda
Stockwell RA: Biology o f Cartilage Cells. Cambridge Univ Press, 1979.
yaprak, meydana gelen baskılara karşı omurlara olağanüstü
Zam brano N Z et al: Collagen arrangement in cartilages. Acta Anat
direnç kazandırır. 1 9 8 2 :1 1 3 :2 6 .
Niikleus pulposus, annulus fibrozusun ortasındadır.
Embriyonun notokordundan türer ve lıiyaluronik asit ve tip
Kemik

Yetişkin iskeletinin ana yapısını oluşturan kemik dokusu,


yumuşak yapıları destekler, kafatasının üst kısmı ve göğüs
kafesi boşluklarında olduğu gibi, hayati önem taşıyan organ­
ları korur ve kan hücrelerini yapan kemik iliğini barındırır.
Kemik ayrıca kalsiyum, fosfat ve diğer iyonlara ait bir depo
olarak iş görür ve bu önemli iyonların vücut sıvılarındaki de-
rişimlerini sabit tutabilmek için, kontrollü olarak salıverilme­
sini ya da tutulmasını sağlar.
Buna ek olarak kemikler, iskelet kası kasılmaları ile olu­
şan kuvvetleri çoğaltarak, bunları vücut hareketlerine dö­
nüştüren bir kaldıraç sistemi oluştururlar. Bu mineralleşmiş
doku, iskelete mekanik ve metabolik işlevler yükler.
Kemik; hücreler arası kireçlenmiş materyal olan kemik
matriksive 3 tür hücreden; matriks (Şekil 8 -1 ) içinde lakü-
na adı verilen boşluklarda bulunan osteositler (Yunanca.
osteon, kemik, + kytos, hücre), matriksin organik kısımlarının
sentezini yapan osteoblastlar (osteon + Yunanca, blastos,
tohum), kemik erilerek emilmesi ve yeniden modellenmesi
ile ilgili, çok çekirdekli dev hücreler olan osteoklastlardan
(osteon + Yunanca, Ucıstos, kırılmış), yapılı özel bir bağ do­
kusudur.
Metabolitler kemiğin kireçlenmiş matriksinden sızarak
geçemeyeceklerine göre osteositler ve kan kapilerleri arasın­
daki değişim ince silindirik boşluklar halinde matriksi delen

Şekil 8-2. Öğütülerek çok inceltilmiş kuru kemiğin mikros­


kobik fotoğrafı. Hava ile dolu, ışığın yönünü değiştirerek
karanlık görünen Lakuna ve kanalcıklar, birbirleri arşındaki
ilişkileri ve kan damarlarından alınan besin madde akışını
gösteriyor. Orta büyütme.

kanalcıklara (kanaliküli) (Latince, ccınalis, kanal) bağlıdır.


(Şekil 8 -2 ).
Şekil 8-1. Sitoplazma uzantıları ile birlikte, kemik matriksi- Bütün kemiklerin iç ve dış yüzeyleri, kemik yapan ve ta­
nin sardığı bir osteositi gösteren kemik doku kesiti. Hücre mir eden hücreleri içeren, iç yüzeylerde endosteum, dış
çekirdeği ile sitoplâzmanın ince yapısı, düşük seviyeli pro­ yüzeylerde periyost’un oluşturduğu, doku tabakaları ile ör­
tein sentezi ile uyumlu. tülüdür.

141
142 / BÖLÜM 8

Sertliği nedeni ile kemik mikrotom ile zor kesilir ve in­ Osteositler
celenmesinde mutlaka özel teknikler kullanılmalıdır. Hücre­
Osteoblastlardan türeyen Osteositler matriksin kanalcıkları
ler ve organik matriksin incelenebilmesini mümkün kılan
(Latince Lamellae, laminanın minicik hali) arasındaki boş­
alışılagelmiş bir teknik, standart tespit eriyikleri ile korun­
luklarda (lakıina) (Şekil 8 -3 ) bulunurlar. Her boşluk (lakü-
muş kemiğin kalsiyumunun ortadan kaldırılmasına dayalıdır.
na) içinde 1 osteosit bulunur. İnce silindirik matriks kanal­
Kalsiyum tutan bir madde içeren sıvılar içine daldırarak (ör­
cıkları, osteosit uzantılarını barındırır. Komşu hücre uzantıla­
neğin: etilenediaminatetraasetik asit [EDTA]). mineral orta­
rı hücreler arası bağlantılarla, birbirleri ile ilişkiyi sağlar ve
dan kaldırılır. Kalsiyumu ortadan kaldırılan doku sonra göm­
bu yapılar aracılığı ile moleküller hücreden hücreye geçer.
me ortamına alınır, kesilir ve boyanır.
Osteositler ile kan damarları arasındaki bazı moleküler deği­
şim, ostesitler (ve uzantıları) ile kemik matriksi arasında bu­
KEMİK HÜCRELERİ lunan az miktardaki hücreler arası madde aracılığı ile de ya­
Osteoblastlar pılır. Bu değişim yaklaşık 15 hücre zincirini besler.
Osteoblastlar ile karşılaştırıldığında, yassı, badem şeklin­
Osteoblastlar kemik matriksinin organik kısımlarının üretil­
deki osteositler epeyce azalmış granüllü endoplazma retiku-
mesinden (Tip I kolajen, proteogılikanlar, ve gılikoprotein-
lumu, (Şekil 8 -1 ) Golgi ve daha koyulaşmış kromatin sergi­
ler) sorumludurlar. Kemik inorganik kısımlarının çökebilme­
lerler. Bu hücreler aktif olarak kemik matriksinin bakımın­
si, yaşayabilecek durumda olan osteoblastların varlığına
dan sorumludurlar ve ölümlerini takiben matriks erimesi gö­
bağlıdır. Osteoblastlar özellikle kemik yüzeylerinde, yan ya­
rülür.
na, tek katlı epiteli andıracak şekilde bulunurlar (Şekil 8-3).
Aktif olarak matriks sentezi ile uğraşırken osteoblastlar kü­
bik şekilden prizmatiğe kadar değişik şekle ve bazofilik si-
toplazmaya sahiptirler. Üretim işlevleri azalmaya başladığın­
da, yassılaşırlar ve sitoplazmadaki bazofilik özellik azalma­
> ; k l in ik b il g i
ya başlar. i

Bazı osteoblastlar gittikçe yeni meydana gelmiş matriks


ile kuşatılarak osteosit haline gelirler. Bu işlem sırasında la- Flöresem an tibiy otik tet ras iki in, h e n ü z m i ttercil ize
küna adı verilen boşluklar oluşur. Lakünaların içinde oste­ olm u ş k em ik m atriksi için ç o k çekicidir. Bit etkile­
osit ve uzantıları, bunlarla birlikte giden az miktarda kireç­ şim e d ay alı, k em ik ap ozisy on b ız ıra ölçm ek için
lenmemiş matriks vardır. b ir y ön tem geliştirilmiştir. Bu y ön tem k em ik bü yü ­
Matriksin sentezi esnasında osteoblastlar, aktif protein m esi ve h asta lık la rın ın tan ısın d a ö n em li b ir p a r a ­
sentezi yapıp salgılayan hücrelerin ince yapısına sahiptir. m etreyi oluşturur. Tetrasiklin h a sta la ra 5 g ü n a r a
Osteoblastlar kutuplaşmış hücrelerdir. Matriks elemanları ile 2 k e z uygulanılır. S on ra k em ik biyopsisi y a p ılır
daha eski kemik matriksi ile teması olan hücre yüzeylerin­ ve kesitler flöresem m ikroskop ile incelenir. 2 flo re-
den salgılanarak osteoid adı verilen yeni ancak henüz ki­ sa n ta b a k a a r a s ın d a k i m esa fe k em ik apozisyon u
reçlenmemiş matriks tabakasını osteoblastlar ile daha önce ile orantılıdır. B u m etot m in eralizasy on u n z a y ıf­
meydana gelmiş kemik arasında oluşturur (Şekil 8 -3 ). Bu lad ığ ı o s t e o m a l a z i d e , osteoklast işlevlerinin a rt­
yöntem, kemik apozisyonu (m evcut kemik dokusu üze­ m ası so n u cu k em ik m atriksi ve J'ibröz y o z la ş m a ­
rine depolanma) henüz meydana gelmiş matriks üzerine nın m e y d a n a g eld iğ i o s t e i t i s f i b r o z a s i s t i k a m n
kalsiyum tuzlarının tortulanmasının ardından tamamlanır. ta n ısın d a ön em lidir.

Osteoklast Mezenkim Henüz meydana gelmiş


Osteoblast Kemik matriksi matr'ks (osteoid)

Şekil 8-3. Zar içinde kemikleşme sırasın­


da ortaya çıkan olaylar. Osteoblastlar
hücreleri hapseden kıyı şeridi gibi bir mat­
riks yaparak kolajen sentezler. Bu oluşur­
ken osteoblastlar giderek farlılaşıp oste­
osit haline gelir. Çizimin alt kısmı, bir oste-
oblastın yeni meydana gelen kemik matri­
si içinde hapsolduğunu göstermekte.
KEMİK / 143

Osteoklastlar
Osteoklastlar çok büyük, dallanmış, hareket edebilen hücre­
lerdir. Genişlemiş hücre gövdesinde (Şekil 8—i) 5 ila 50 (ve­
ya daha fazla) çekirdeği vardır. Osteoklastlar, kemiğin eritile­
rek emildiği yerlerinde Howship laküııası adı verilen, en­
zimler ile oyulmuş, çukurlara yayılırlar. Osteoklastlar kemik
iliğinden elde edilen hücrelerin kaynaşması ile ortaya çıkar­
lar.
Aktif osteoklastlarda, kemik matriksine bakan yüzey, dü­
zensiz çoğu kez tekrar bölünen uzantılı kıvrımlar ile düzensiz
katlanarak büzgülü kenarı meydana getirir. Büzgülü kenarı,
hücre organlarını içermeyen, aktin filamanlarından zengin bir
sitoplazma kuşağı -saydam kuşak- çevreler. Bu kuşak oste-
oklastların kemik matriksine yapıştığı yerdir ve kemik erime­
sinin meydana geldiği mikro çevreyi yaratır.
Osteoklastlar bölgesel kolajen sindirimini ve kalsiyum
tuz kristallerinin eritilerek emilmesini başlatan kolajenaz ve
diğer enzimleri salgılarlar ve protonları hücre altındaki cebe
pompalar (yukarıda bahsedilen mikro çevreye). Osteoklast
işlevi sitokinler (yerel arabuluculuk rolünü yapan küçük sin­
yal proteinleri) ve hormonlar ile kontrol edilir. Osteoklastla-

Ş ekil 8-4. Kemik dokusunu sindiren 3 osteoklast (oklar)


Osteoklast birden çok çekirdeği ve kemik matriksine karşı
büzgülü sınırı olan büyük bir hücredir. Kemik aşınmasının
meydana geldiği saydam bölmeye dikkat edin. Bu bölge
osteoklast zarında yer alan proton pompası ile asitlenmek-
te. Burası kalsiyumun ortadan kaldırılıp, matriks sindirimi­
nin yapıldığı yerdir ve hücre dışı dev bir lizozoma benzeti­
lebilir. Kireçlenmiş epifiz kıkırdağın aşınmış kısımlarındaki
kondroklastlar şeklen osteoklastlara benzerler.

Ş ekil 8-5. Kemiğin eritilerek emili-


şi. Golgide paketlenmiş lizozom en­
zimleri ve üretilmiş hidrojen iyonla­
rı, kemik matriksi ile osteoklast’ın
saydam kuşağı arasında hapsedil­
miş mikro ortam içine serbest bıra­
kılır. Hapsedilmiş bu boşluğun asit-
lenmesi kalsiyum fosfatın kemikten
ayrılmasını kolaylaştırır ve lizozom
hidroliz aktivitesi için en uygun
pH’yı oluşturur. Böylece kemik mat­
risi ortadan kaldırılır ve eritilerek
emilen kemik ürünleri osteoklastla-
rın sitoplazmaları içine alınır, belki
de daha öte sindirilir ve kan kapiler-
lerine nakledilir.
144 / BÖLÜM 8

rın tiroitten salgılanan bir hormon olan kalsitonin için resep­


törleri vardır, ancak paratiroit hormonu reseptörlerine sahip KLİNİK BİLGİ
değildirler. Bununla birlikte, osteoblasllarda paratiroit hor­
mon reseptörü vardır ve bu hormon ile uyarıldıklarında os- Yoğun, ağır kemikler ("mermer kemikler") ile ayırt
teokkıst uyarıcı faktör denen sitokini üretirler.
edilen özellikte bir genetik hastalık olan oste-
Büzgülü-kenarlar osteoklastların aktivitesi ile ilgilidir.
opetrosisde, osteociastlar dalgalı kenarlardan
yoksundur ve kemik eritilip emilmesi kusurludur.
KEMİK MATRİKSİ
İnorganik madde kemik matriksinin kuru ağırlığının %50 si­
ni oluşturur. Özellikle kalsiyum ve fosfor boldur, ancak bi­
karbonat, sitrat, magnezyum, potasyum ve sodyum da bulu­ siklikler gösterir ve kaya minerallerindeki hidroksiapatit
nur. X-isin difraksiyon çalışmaları kalsiyum ve fosfor kristalleri ile özdeş değildir. Önemli miktarlarda şekilsiz
Cai()(l, 0.j)f)(O H )2 bileşiminde, hidroksiapatit kristallerinin (kristal olmayan) kalsiyum fosfat da mevcuttur. Elektron
oluştuğunu göstermektedir. Bununla birlikte bu kristaller ek­ mikroskop şekillerinde, kemiğin hidroksiapatit kristalleri ko-

iç dairesel
lameller

Periyost

Şekil 8-6. Kemiğe ait lamelleri gösteren uzun kemik diyafiz duvarının şematik çizimi: Havers sistemi, dış
ve iç dairesel lameller. Ara (intertisyel) lameller için şekil (8-10 bakın). Sol taraftaki çıkıntı yapmış Havers
sistemi, her lamel içindeki kolajen liflerin yerel uyumunu göstermekte. Sağ tarafta ise lamellerin, merkezde­
ki kılcal kan damarı gösterilmiş (küçük sinirler de var) ve uzantıları ile birlikte çok sayıda osteositi gösteren
bir Havers sistemi.
KEMİK / 145

J v Süngerimsi
Kompak
kemik
7ı t kemik

Ş ekil 8-7. A: Kortikal kompak kemiği ve süngerimsi kemiğin tra-


beküler kafes yapısını gösteren kalın kemik kesiti (DW Fawcett’in
izni ile). B: Tipik, gelişigüzel kolajen lif dağılımı sergileyen sünge­
rimsi kemik kesiti. Pikrosirus boyası-polarize ışık (PSP). Küçük
büyütme.

lajen lilçiklerin yanına yatmış tabakalar halinde, ancak etraf­ Periyost kolajen lif ve fibroblastlardan oluşan dış taba­
ları ara madde ile sarılı halde görülürler. Hidroksiapatit kris­ kaya sahiptir (.'şekil 8-6 ). Periyost un kolajen lif demetlerin­
tallerinin yüzeyindeki İyonlar su ile karışıktır ve kristalin et­ den oluşan, Sharpey lifleri, matriks içine girerek peryostu
rafında su ve iyon tabakası oluşturur. Bu tabaka, yani, hid- kemiğe bağlar. Peryostun İçteki, hücreden daha zengin taba­
ratasyon kabuğu, kristaller ile vücut sıvıları arasındaki iyon kası, fibroblastlara benzeyen, bölünüp farklılaşarak osteob-
değişimini kolaylaştırır. lastları meydana getirme potansiyeline sahip, osteoproge-
Matrİksin organik maddesi Tip I kolajen ve proteoglikan nitor hücrelerden oluşmaktadır. Otoradyografik çalışmalar
agregasyonları İle birkaç özel yapısal glikoproteini içeren te­ bu hücrelerin, 3H-Timidini aldıkları, daha sonra da bu mad­
mel maddedir. Kemik glikoproteinleri, matriks kalsil’iksyo- deye osteoblastlarda rastlandığını, kanıtlamaktadır. Osteop-
nunun başlatılmasından sorumlu olabilir. Tip l kolajen içe­ rogenitor hücreler kemik büyümesinde ve onanırımda
ren diğer dokular normal olarak kireçlenmezler ve bu gli­ önemli rol oynarlar.
koproteinleri de içermezler. Çok miktardaki kolajen içeriği Endosteum (Şekil 8 -6 ) kemik içindeki bütün boşlukla­
nedeni ile, kalsiyumu ortadan kaldırılmış kemik matriksi, rı astarlar ve tek tabaka halinde yassılaşmış osteopıogenitor
kolajen boyalarını yoğun olarak tutarlar. hücreler ile çok az miktardaki bağ dokusundan oluşur.
Minerallerin kolajen liflerle ilişkisi, kemik dokusunun Peryostun ve endosteumıın, kemiksi dokunun beslen­
sertliği ve direncinden sorumludur. Kemiğin kalsiyumu orta­ mesi ve devamlı olarak yeni osteoblast sağlayıp, kemik bü­
dan kaldırıldığında, şeklini korur, ancak tendon kadar esnek yüme ve onarımı için önlem alması ana işlevleridir.
bir hale gelir. Çoğu kolajenden oluşan matriksin organik kı­
sımları çıkarıldığında, kemik yine orijinal şeklini korur, ama KEMİK TÜRLERİ
kırılgan hale gelir, dokunulduğunda kırılır ve ufalanır.
Çıplak gözle kemik kesitlerine bakıldığında, bosluk İçerme­
yen yoğun alanlar kompak kemik ve çok sayıda birbirine
PERİYOST VE ENDOSTEUM açılan boşluklar süngerimsi kemik görülür (Şekil 8-7).
Kemiğin iç ve dış yüzeyleri, periyost ve endosteum diye ad­ Ancak mikroskop altında, gerek kompakt kemik gerekse
landırılan, tabakalar halinde, kemik yapan hücreler ve bağ süngerimsi kemiğin boşluklarını ayıran kemik bölmelerinin
dokusu ile örtülüdür. histolojik yapısı temelde aynıdır.
146 / BÖLÜM 8

Havers Kanalcık Laküna Sement Uzun kemiklerde, epiilz olarak adlandırılan küremsi
uç kısımlar, ince bir tabaka kompak kemik ile örtülü sünge­
ri m.si kemik den oluşur. Diyaliz (Yunanca, ciictphysis, arasın­
da büyüyen), silindirik kısımdır, hemen hemen tamamı, ke­
mik iliği boşluğuna bakan iç yüzeylerinde az miktarda sün-
gerimsi kemik içeren, kompak kemikten oluşur. Kısa kemik­
ler, genellikle etrafı kompak kemik ile çevrelenmiş sünge-
rimsi kemik merkezine sahiptirler. Kafatasının üst kısımları­
nı oluşturan düz kemikler, plaka adı verilen 2 tabaka kom­
pak kemik, diploe adı verilen süngerimsi kemik tabakası ile
birbirlerinden ayrılmıştır.
Mikroskobik olarak 2 tür kemik vardır: Birincil, ol­
gunlaşmamış veya örgü kemik ile ikincil, yetişkin veya
lamelli kemik. Birincil kemik, embriyonun gelişiminde ve
kırık iyileşmesi ve diğer onarım aşamalarında beliren ilk ke­
mik dokusudur. İkincil kemiğin düzgün lameller halinde dü­
zenlenmiş kolajeninin aksine rasgele dağılmış ince kolajen
lifleri vardır.

Birincil Kemik Dokusu


Genellikle birincil kemik dokusu geçicidir ve yetişkinlerde
vücutta birkaç yer, örneğin kafatası düz kemik eklemlerinin
Şekil 8-8. İki osteosit ve Havers sisteminin şematik çizimi. civarı, diş sökellerinde (alveol) ve bazı tendonların kemiğe
Komşu kanalcıkların kolajen lifleri farklı açılarla kesilmiş. girdiği yerler dışında, ikincil kemik dokusu ile değiştirilir.
Lakünalar ile Havers kanalları arşındaki iletişimi sağlayan Kolajen liflerinin düzensiz sıralanışına ilave olarak, daha
çok sayıda kanalcığa dikkat edin. Basitleştirilmiş bu şema­ az mineral içerik (X ışınları daha kolay geçer) ve ikincil ke­
da belli olmamasına rağmen, her lamel çok sayıda paralel miğe nazaran daha fazla osteosit içermesi, birincil kemik do­
sıralanmış kolajen liften oluşur. Komşu lamellerde, kolajen kusunun diğer özelliklerindendir.
lifler farklı yönlerde sıralanmışlardır. Hafif olmasına rağ­
men çok sayıdaki kanalcığın farklı yönlerdeki lifleri, kemiğe İkincil Kemik Dokusu
büyük güç sağlar. (İzin alınarak yeniden çizim: Leeson IS, Le- İkincil kemik genellikle yetişkinlerde bulunur. Tipik olarak,
eson CR: Histoloji 2. baskı, Saunders, 1970.) ikincil kemik dokusu, kanalcıklar içindeki kolajen liflerin (3-
7 pm kalınlığında), birbirlerine paralel olarak veya bir damar

Şekil 8-9. Kolajen liflerin bir­


birlerine paralel olabilecekleri
(solda) ya da osteon (Havers)
sistemini oluşturabilmek için
sinir-damar (nöro-vasküler)
kanalları etrafında dairesel
olarak düzenlenebildikleri ia-
melli (ikincil) kemik (resmin
çoğunluğunda olduğu gibi).
Pek çok Havers sisteminin
arasında, ara (intertisyel) la­
meller. PSP boyası. Küçük
büyütme.
KEMİK / 147

Ara lameller
(intertisyel lameller)

Şekil 8-10. Diyafiz kemiğinin yeniden


modellenişini gösteren, Havers siste­
minin 3 kuşağını, bunların ara lamelle­
rin (intertisyal) oluşturulmasındaki peş
peşe katkılarını gösteren şematik çi­
zim. Yeniden modellenme özellikle
büyüme sırasında kemik uyumundan
Birinci nesil İkinci nesil Üçüncü nesil
sorumlu aralıksız bir yöntemdir.
Havers sistemi Havers sistemi Havers sistemi

kanalı etrafında dairesel olarak düzenlendiklerini gösterir.


Kan damarlarını, sinirleri ve gevşek bağ dokusunu içeren bir
kanalın etrafını saran dairesel kemik kanalcıklarından oluşan
tüm komplekse (karmaşık sisteme) Havers sistemi veya
osteon adı verilir (Şekil 8 -6 ve 8 -8 ). Osteosit içeren laküna-
lar, lamellerin arasında ve nadiren içlerinde bulunur. Her la­
melde, kolajen lifler birbirlerine paraleldir. Her Havers siste­
mini çevreleyen, amorf madde çökeltisinden oluşan, içinde
az miktarda kolajen lif içeren minerallenmiş matrikse, yapış­
tırıcı madde (sem ent) adı verilir.
Kompak kemik lamelcikleri (örneğin, uzun kemiklerin
diyalizleri), Havers sistemi, dış dairesel lamelcikler, iç
dairesel lamelcikler ve ara (intertisyel) lamelciklerden
ibaret tipik bir düzen gösterir.
İç dairesel lameller kemik iliği boşluğunun etrafında ve
dış dairesel lamelcikler hemen periyosttun altında yer alırlar.
Dıştaki lameller içtekilerden daha fazladır.
İki dairesel sistem arasında, pek çok Havers sistemi, üç­
genimsi veya düzensiz şekillenmiş paralel lamelciklerden
oluşan ara lameller (intertisyal) olarak adlandırılan grup­
lar vardır. Bu yapılar kemik büyüme ve yeniden modellen­
me sürecinde, yıkılmış Havers sistemlerinin lamelciklerindan
arda kalanlardır (Şekil 8-10).
Her Havers sistemi uzun, sık dallanan, diyalizin uzun ek­
senine paralel bir silindirdir. Etrafı -i-20 dairesel lamelcik İle
sarılı merkezi kanaldan meydana gelir (Şekil 8-11). Endos­
teum ile örtülü her kanalda, kan damarları, sinirler ve gev­
şek bağ dokusu vardır. Havers kanalları kemik iliği boşluğu,
periyost ve birbirleri arasında, enine veya çapraz Volkmann
kanalları ile ilişkilidir (Şekil 8-6 ). Volkmann kanalları daire­
sel lamel İçermez bunun yerine lamelleri deler. Kemik do­
kusu içinde bulunan tüm damar kanalları, önceden var olan
kan damarları etrafına matriksin oluşumu ile ortaya çıkarlar.
Havers sistemi polarize ışık ile incelendiğinde, parlak
anizotropik tabakaların, karanlık izotropik tabakalar ile peş
peşe birbirlerini izledikleri görülür. Kolajen liflerin boylarına Ş ekil8-11. Havers sistemi veya osteonun kesiti. Kolajen lif
dik açıda polarize ışık ile bakıldığında, kolajen lifler anizot- yönlerinin birbirlerini sıra ile takip etmesinden oluşan par­
ropiktirler. Birbirlerini sıra ile izleyen parlak ve karanlık ta­ lak ve karanlık dairelerin sıralanışına dikkat edin. Kolajen
bakalar, lamelciklerdeld kollajenin yönünü değiştirmesinden lifler uzamına kesildiklerinde parlak, enine kesildiklerinde
kaynaklanır. Her lamelde, lifler birbirlerine paraleldir ve sar­ karanlık gözükürler. Osteonun merkezinde bir kanal vardır.
mal halinde seyrederler. Bununla birlikle, sarmalın eğimi de- PSP boyası. Orta büyütme.
148 / BÖLÜM 8

ğişik lameller için farklıdır, böylece herhangi bir noktada, sonuçta bazı osteoblastlar kireçlenmiş matriks ile kuşatılarak
komşu lamelciklerin lifleri birbirleri ile aşağı yukarı dik açı­ osteosit olur. (Şekil 8-12). Gelişen bu kemik adacıkları kıl­
larda kesişirler (Şekil 8-6). cal kan damarları, kemik iliği hücreleri ve farklılaşmamış
Kemik dokusu sürekli yeniden modellendiği için, Havers hücreleri içeren uzamış boşlukların duvarlarını oluşturur.
kanallarının çapları büyük değişkenlik gösterir. Her sistem Böyle birkaç grup kemikleşme merkezinde hemen hemen
ardı ardına, çevreden içeriye doğru lamellerin tortulanması aynı zamanlarda ortaya çıkar, bunların duvarları kaynaştığın­
ile meydana gelir, böylece henüz oluşmaya başlamış sistem­ da kemik süngerimsi yapıya kavuşur. Büyüyen kan damar­
lerin kanalları daha büyüktür. Yetişkin Havers sistemlerinde, ları ve ek farklılaşmamış mezenkim hücreleri, kemik duvar­
merkezdeki kanala en yakın lamel, en yeni oluşmuş olandır. ları arasında kalan bağ dokusu içine girerek kemik iliği hüc­
relerini ortaya çıkarır.
Kemikleşme merkezleri ışınsal (radyal) olarak büyür ve
HİSTOGENEZ sonunda birbirleri ile kaynaşarak asıl bağ dokusunun yerini
Kemik 2 yolla şekillenir: osteoblastların salgıladık­ alır. Örneğin, yeni doğan bebeklerin bıngıldakları (fontanel-
ları matrikse doğrudan minerallerin çökmesi ile, - leri) henüz kemikleşmemiş bir kısım bağ dokusuna karşılık
zar içinde kem ikleşm e (İntram em branöz gelen, kafatasının yumuşak bölgeleridir.
kemikleşme) - veya önceden mevcut kıkırdak Kafatasının üst kısmını oluşturan düz kemiklerin gerek iç
matriks üzerine tortulanarak, - kıkırdak içinde kemikleş­ ve gerekse dış yüzeylerinde kemik eritilip emilen bölgeleri­
me (endokondral kemikleşme). nin üzerine kemik yapımının belirgin üstünlüğü vardır. Böy­
Her iki yolda da, meydana çıkan ilk kemik, birincil veya lece 2 tabaka kopmak kemik (İç ve dış plakalar) belirirken
örgü kemiktir. Birincil kemik geçici bir dokudur ve kısa sü­ merkezdeki kısım (diploe) süngerimsi özelliğini korur.
rede tam lameller, veya ikincil kemikle yer değiştirir. Kemik Bağ dokusu tabakasının kemikleşmeyen kısımları zar
büyümesi esnasında, birincil kemik alanları, rezorbstyon içinde gelişen kemiğin iç ve dış zarlarını (endosteum ve pe-
(eritilip emilen) alanlar ve ikincil kemik sahaları yan yana riyost) yapar.
görülürler. Bu kemik yapımı ve ortadan kaldırılış (yeniden
modellenme) bileşimi, büyüyen kemiklerin yanısıra yetiş- Endokondral (Kıkırdak İçi) Kemikleşme
kininkilerde de hayat boyu meydana gelir ama yetişkinler­
Endokondral (Yunanca, eıulon, içeride, + cbonclros, kıkır­
deki değişim hızı epeyce yavaştır.
dak) kemikleşme meydana getirilecek kemiğin şeklini andı­
ran küçük bir hiyalin kıkırdak model içinde meydana gelir.
Zar içinde kemikleşme Bu tür kemikleşme (Şekil 8 -1 3 ve 8 -1 4 ) daha çok kısa ve
(İntramembranöz kemikleşme) uzun kemiklerin meydana getirilmelerinden sorumludur.
Zar içinde kemikleşme, çoğu yassı kemiğin kaynağıdır, böy­ Bir uzun kemiğin endokondral kemikleşme ile meydana
le adlandırılmıştır, çünkü mezenkim dokusu yoğunlaşması gelişinde şu olaylar birbirini izler. Başlangıçta ilk beliren ke­
içinde yer alır. Kafatasının frontal ve pariyatal kemikleri ya­ mik dokusu kıkırdak modelin orta kısmını saran içi boş ke­
nı sıra - oksipital, temporal mandibula ve maksilla kemikle­ mik silindiridir. Kemik halkası adı verilen bu yapı, o böl­
rin - bazı kısmaları zar içinde kemikleşme ile oluşur. Bu gedeki perikondriumun içinde zar içi kemikleşme ile mey­
yöntemin, kısa kemiklerin büyümesinde ve kemik kalınlaş­ dana getirilir. Bir sonraki aşamada, bu bölgedeki kıkırdak,
masında da katkısı vardadır. hücre büyümesi (hipertrofi) ve matriks kireçlenmesi gibi
Mezenkimal doku yoğunlaşması tabakasında, başlangıç programlanmış hücre ölümleri ile yıkım sürecine girer, so­
noktasına birincil kemikleşme merkezi denir. Yöntem, nuçta kireçlenmiş kıkırdak matriksinden oluşan 3 boyutlu
bir grup hücrenin osteoblasta dönüşmesi ile başlar. Osteob- yapı açığa çıkar (Şekil 8-15). Bu süreç, kıkırdak modelin
lastlar kemik matriksini yaparlar ve bunu kireçlenme izler, merkezinde (diyafiz) bir süre önce osteoklastlar tarafından

Şekil 8-12. Zar içi kemikleşmenin başlangıcı. Mezen­


Mezenkim Kemik blasteması Osteoblast Birincil kemik kim hücreleri yuvarlak hale gelerek, birincil kemiği ya­
dokusu pacak osteoblastların farklılaştığı blastemayı oluşturur.
KEMİK / 149

Endokondral
kemikleşme

Zar İçinde Kireçlenmiş kıkırdak


kemikleşme matriks

İkincil
kemikleşme

Epifiz
kıkırdağının
kaybolması

Kompak
kemik

Süngerimsi
kemik

Olgun kemik

Şekil 8-13. Hiyalin kıkırdak model üzerinde bir uzun kemiğin meydana gelişi. Hiyalin kıkırdak noktalı, ki­
reçlenmiş kıkırdak siyah ve kemik yatay çizgilerle gösterilmiştir. Orta sıradaki beş küçük çizim, üst sırada
gösterilen şekillerin ortalarından geçen kesitleri gösteriyor. Kemik halkası, birincil ve ikincil kemikleşme mer­
kezlerinin meydana gelişlerine dikkat edin. Aynı kemik epifiz kıkırdağın ortadan kalkması ile epifiz - diyafiz
kaynaşması, farklı zamanlarda olur. (Bloom W, Fawcett DW: A Textbook of Histology 9. baskı Saunders, 1968. den
İzin ile yeniden çizilmiş ve oluşturulmuştur.)
150 / BOLUM 8

ğı. Epifiz kıkırdağı kemiğin uzunlamasına büyümesinden so­


rumludur ve yetişkinlerde ortadan kalkar. Bu nedenle kemik
büyümesi yetişkinde sona erer.
Epifizlerin kapanışları her kemiğe uygun kronolojik bir
sırayı takip eder ve aşağı yukarı 20. yaslarda tamamlanır.
Büyüyen iskeletin röntgen fotoğrafları ile hangi epifizlerin
açık hangilerinin kapalı olduğunu işaret ederek, bir gencin
“kemik yası”nı tayin etmek mümkündür. Epifizlerin kapan­
ması ile kemiklerin uzunlamasına büyümesi olanaksız hale
gelse de, genişleme süregelebilir.
Epifiz kıkırdağı 5 kuşağa bölünmüştür, kemiğin epifiz
tarafından başlayarak: (1) Dinlenme kuşağı, hücrelerinde
yapısal değişiklikler olmayan hiyalin kıkırdakdan meydana
gelir. (2) Çoğalma kuşağında, kondrositler hızla bölünür
ve kemiğin uzun eksenine koşut sütunlar halinde yığılırlar.
(3) Hipertrofik (h ü cre) kıkırdak kuşağı sitoplazmaların-
da glikojen birikmiş büyük kondrositlerİ içerir. Kondrositler
arasındaki eritilerek emilmiş matriks ince bir duvar haline

Eklem kıkırdağı

Epifiz "

Şekil 8-14. Endokondral kemikleşmeyi gösteren epifiz pla­


kasının bir kısmı. Kireçlenmiş kıkırdak matriks kalıntıları
(koyu pembe), açık boyalı kemik dokusu ile kaplanmış ola­ Epifiz
rak görülüyor, Yeni şekillenmiş bu kemik, osteoblastlar ile kıkırdağı
çevrilidir. Kemiksi matriks içinde kalan bazı osteoblastlar
osteosit haline dönüşürler (ok başı). Pararosanilin-toluidin
mavisi ile boyanmış. (PT). Orta büyütme. Diyafiz

kemik halkasında açılan delikten, kan damarlarının içeri gir­ Birincil


diği bölgeden, osteoprogenitor hücrelerine taşıyarak başlar. kemikleşme
Daha sonra, osteoblastlar kireçlenmiş kemik matriksine ya­
merkezi
(kemik iliği
pışırlar ve devamlı birincil kemik tabakalarını yaparak kıkır-
boşluğu)
da^ımsı kireçlenmiş matriksi sararlar. Bu aşamada, kireçlen­
miş kıkırdak bazofilik görünür. Birincil kemik ise eozinofi-
liktir. Bu şekilde birincil kemikleşme merkezi ortaya çı­
kar (Şekil 8-13). Sonra ikincil kemikleşme merkezleri kı­
kırdak modelin uçlarındaki şişkinliklerde (epifizler) ortaya
çıkar. Bunların genişlemesi ve yeniden biçimlenmesi esna­
sında, birincil ve ikincil kemikleşme merkezleri giderek ke­ Şekil 8-15. Epifiz plağı sahasında kemiğin 3 boyutlu şekli­
mik iliği ile dolan boşluklar yaratır. ni gösteren şematik çizimler. Hiyalin kıkırdak noktalı; kireç­
İkincil kemikleşme merkezlerinde, kıkırdak 2 bölgede lenmiş kıkırdak siyah ve kemik dokusu sarı paralel çizgili
kalır: yaşam boyu kalıcı olan ve uzunlamasına büyümede olarak gösterilmiştir. Üsteki çizimde gösterilen bölge, altta
katkısı olmayan eklem kıkırdağı ve her iki epifizi cliyafize 3 boyutlu olarak çizilmiştir. (İzin alınarak yeniden çizim: Ham
bağlayan epifiz plağı olarak da adlandırılan epifiz kıkırda­ AW: Histology 6. baskı. Lippincott, 1969.)
KEMİK / 151

Dinlenme
kuşağı

Hücre
çoğalması
(üreme)
kuşağı

Hipertrofik
hücre
kuşağı

Kireçlenmiş
kıkırdak
Şekil 8-16. Epifiz plağının 5 kuşağını, kı­ kuşağı
kırdak içinde gerçekleşen değişiklikleri ve
Kemikleşme
kemiğin oluşumunu gösteren mikroskop fo­
kuşağı
toğrafı. PT ile boyanmış. Küçük büyütme.

gelmiştir. (4) Kireçlenmiş kıkırdak kuşağındaki kondro- Kireçlenmenin işleyişi


sit ölümleri ile eş zamanlı olarak, kıkırdak matriksinin ince
duvarları hidroksiapatit birikmesi ile kireçlenir (Şekil 8 -15 Henüz, kemik matriks üzerine kalsiyum foslat tortulanması
ve 8-16). (5) Kemikleşme kuşağında endokondral kemik sırasında cereyan eden olayları anlatan, genel kabul görmüş
dokusu belirir. Kan kapilerleri ve periyosttan köken alan herhangi bir varsayım mevcut değildir.
hücrelerin mitoz bölünmeleri ile ortaya çıkan osteopıogeni- Kalsiyum tuzlarının kolajen fibrillerin üzerine çökmeye
tor hücreler kondrositlerden geriye kalan oyukları doldurur. başlaması ile kireçlenmenin meydana geldiği bilinmektedir.
Osteoprogenitör hücreler, kesintili bir tabaka halinde kireç­ Belkide kalsitim tuzlarının yığılımı, osteoblastların hücre içi
lenmiş kıkırdak matriksin duvarcıldarı üzerine dağılarak os- keseciklerinde bu maddeyi depolama yetenekleri ve gerek­
teoblastları meydana getirir. Eninde sonunda, osteoblastlar tiğinde bu kesecikleri hücre dışı ortama (matriks vesikülleri)
3 boyutlu kireçlenmiş kıkırdak matriks üzerine kemik mat- salıvermeleri ile hızlanclırılmaktadır.
riksini tortular. (Şekil 8 -1 7 den 8-20). Kireçlenmeye, bilinmeyen bir yolla osteoblastlar tarafın­
Özel olarak, uzun kemiğin boyunun büyümesi, epifize dan üretilen ve kemikleşme yerlerinde mevcut alkali fosfa-
komşu epifiz plağındaki kondrositlerin çoğalmaları ile mey­ taz yardım etmektedir.
dana gelir. Aynı zamanda plakanın diyafize bakan tarafında­
ki kondrositler irileşerek; matriksleri kireçlenir ve hücreler
ölür. Osteoblastlar birincil kemiği, kireçlenmiş kıkırdak mat­ KEMİK BÜYÜMESİ VE YENİDEN
riks üzerine döşer. Karşılıklı gerçekleşen bu iki olayın (hüc­ MODELLENME
re çoğalması ve ölümü) oranları tahminen eşit olduğundan,
Kemik büyümesi genel olarak önceden meydana getirilmiş
epifiz plağının kalınlığı değişmez. Bunun yerine, diyafizin
dokunun eritilerek yıkılması ve eş zamanlı olarak yeni kemi­
ortasından uzaklaşarak yerini değiştirerek, kemiğin uzunla­
ğin döşenmesi ile ilişkilidir. Bu yöntem kemik büyürken
masına büyümesine sebep olur.
şeklinin korunmasına olanak sağlar. Yeniden kemik model-
152 / BÖLÜM 8

lenmesi (kemik döngüsü) oranı çocuklarda, yetişkinlerde Kırık İyileşmesi


görülenin 200 katı daha hızlı olabilir. Yetişkinlerdeki yeni­
den modellerime iskeletin birçok yerinde eşzamanlı olarak
gerçeklesen devingen fizyolojik bir yöntemdir, kemik büyü­ %
mesi ile benzerliği yoktur. i k l in ik b il g i
Kafatasının üst kısmını oluşturan kemikler aralarındaki
eklemlerdeki ve dış yüzeylerindeki periyost tarafından mey­ Kemik kırıldığında, kemik matriksi yıkılır ve kırığa
dana getirilen kemik dokusu ile büyürler. Aynı zamanda iç bitişik kemik hücreleri ölür. Hasara uğrayan kan
yüzeylerinde de erime olur. Kemik son derece biçimlenebi- damarları bölgesel kanamaya yol açar ve kan
len bir doku olduğundan, beynin büyümesine cevap verir pıhtısını meydana getirir.
ve kafatasının yeterli büyüklükte şekillenmesini sağlar. Eğer İyileşme sürecinde kan pıhtısı, hücreler ve
beyin tamamen gelişmez ise kafatası küçük kalacak; anor­ hasarlanmış kemik matriksi makrofajlar tarafın­
mal beyin omurilik sıvısı (BO S) birikimi ve beyin karıncıkla­ dan ortadan kaldırılır. Kırık etrafındaki periyost
rının genişlemesi ile nitelenen hidrosefali hastalığında ise ve endosteum hızlı ve yoğun hücre çoğalması ile
normalden daha büyük olacaktır. yanıt vererek kırığı saran bir doku hazırlar ve kı­
rığın uçları arasına göçer. (Şekil 8-21).
Daha sonra endokondra! ve zar içinde kemik­
leşme yoluyla birincil kemik meydana gelir. Birin­
cil kemikten oluşmuş düzensiz şeritler, geçici
olarak kırık uçlarını birleştirerek hızlı bir biçimde
kem ik kallusunu oluşturur (Şekil 8-21).
Kemik onarımı sürecinde ve hastanın giderek
daha fazla hareket etmesi sırasında, kemik üze­
rine uygulanan kuvvetler, kemik kallusunun yeni­
den modellenmesine yarar. Eğer bu kuvvetler
kemik büyümesi sırasında gerçekleşenler ile ay­
nı ise kemiğin yapısını etkileyecektir. Kallusun bi­
rincil kemik dokusu kademeli biçimde eritilip emi­
lerek ikincil doku ile yenilenecek, kemiğin yeni­
den modellenmesi ile ilk yapısına yeniden kavu­
şacaktır. Kemik dokusu diğer bağ dokularından
farklı olarak, nedbe dokusu meydana getirmeden
iyileşir.

KEMİKLERİN İÇ YAPISI
Kemik, sertliğine rağmen, karşılaştığı çeşitli kuvvetler doğ­
rultusunda içyapısını değiştirebilme yeteneğine sahiptir. Ör­
neğin dişlere, ortodontik aygıtlar ile uygulanan yan kuvvet­
ler, çene kemikleri içindeki yönlerini değiştirebilir. Çekme­
nin uygulandığı tarafla kemik yapılır ve basıncın uygulandı­
ğı yerlerde de erime görülür. Böylece, alveol kemiği yeniden
modelleniıken dişler de çene kemiği içinde hareket ederler.

KEMİĞİN YAŞAMSAL/METABOLİK ROLÜ


İskelet vücuttaki kalsiyumunun %99'unu içerir. Kan ve ke­
mik arasında devamlı olarak kalsiyum değişimi yapıldığı
için, dokular ve kan arasındaki kalsiyum yoğunluğu tam
olarak dengededir.
Kemik kalsiyumu iki yolla çekilir, biri yavaş diğeri hızlı­
Şekil 8-17. Kıkırdak içinde oluşan kemikleşmenin ayrıntı­
dır. Birincisi iyonların hidroksiapatit kristallerinden hücreler
larını gösteren epifiz plağının büyük büyütmesi. Kıkırdak
arası sıvıya basit nakli ki, sırasıyla kalsiyum buradan kana
matriks (pembe) kısa bir süre önce şekillenmiş kemik do­
geçer. Bu saf fiziksel mekanizma genellikle siingerimsi ke­
kusu ile örtülüdür (kırmızı). Yeni kemiğin oluşturduğu boş­
mik için geçerlidir. Olgun kemikte bile, daha genç, hafifçe
lukları kemik iliği ve yağ hücreleri doldurur. Pikrosirius-he-
kireçlenmiş lamelcikler (devamlı yeniden modellenmeden
matoksilen (PSH) ile boyanmış. Orta büyütme.
KEMİK / 153

Şekil 8-18. Endokondral ke­


mikleşmenin ışık mikroskop
fotoğrafı. Üst kısımda glikop-
rotein (kolajen) sentezi yapan
hücrelerde görülen bir özellik
olan, sitoplazmanın yoğun ba-
zofilik özelliği, bir sıra halinde
yerleşmiş osteoblastlarda gö­
rülmektedir. Kemik matriks
içinde yerleşmiş osteoblasta
dikkat edin (ok). Osteoblast
tabakası ile kireçlenmiş kemik
matriksi arasında osteoid adı
verilen kireçlenmemiş pembe
kemik alanı bulunur. PT boya­
sı. Orta büyütme.

Kemik |
*
matriksi ).
A i*

Şekil 8-19. Endokondral kemikleşme kesiti. Tip I kolajen-


den zengin kemiksi matriksi, kesin ve belirgin pikrosirus-
hematoksilen ile boyanmış. Kolajen içeren kıkırdağımsı
matriks, çok fazla kondroitin sülfat içerdiğinden, hematok-
silen ile maviye boyanmaktadır. Orta büyütme.
154 / BOLUM 8

Kemik

Cıkırdak matriksinde
lereceli azalma ve
;emik dokusunda artm;

Şekil 8-20. Bir uzun kemiğin epifiz plağını ve henüz şekil­


lenmiş kemik dokusunu gösteren uç kısmı. PSP boyası.
Küçük büyütme.

Periyost Periyostal hücre çoğalması Kemik Yeni meydana gelmiş birincil kemik

İyileşmiş kemik {ikincil kemik)

Şekil 8-21. Periyosttan ve endosteumdan hücre çoğalması ile yeni bir kemik dokusunun oluşumu sayesinde kırık bir ke­
miğin onarılması.
KEMİK / 155

ötürü), kalsiyumu kolaylıkla alır ve verir. Bu lamellerin kan­ nitelenen osteomalazinin (o s te o n + Yunanca
daki kalsiyum derişiminin korunmasındaki rolleri, daha çok yumuşaklık), başlamasına sebep olur.
m a la k ia ,
destek ve koruma görevi üstlenen, oldukça eski, fazlası ile Osteomalazide, kemik matriksi birimine düşen
kireçlenmiş lamelciklerden daha önemlidir. kalsiyum miktarında azalma vardır. Osteoporoz
Kan kalsiyum düzeylerinin denetimindeki ikinci meka­ kemik erimesi ve emiliminin kemik yapımını geç­
nizma hormonların kemik üzerindeki etkilerine bağlıdır. Pa- tiği, iskelet yenilenme döngüsü dengesizliğidir,
ratiroit horm onu kemik matriksinin osteoklastlar tarafın­ sıklıkla kımtldayamaz duruma gelen hastalarda
dan eritilerek emilmesini teşvik eder, bu nedenle kalsiyum ve menopoz sonrası kadınlarda görülür.
serbest bırakılır. Bu hormon öncelikle osteoblast reseptörle­
rini etkiler. Harekete geçen osteoblastlar kemik yapımını dur­ Kemik Dokusuna Etki Eden Hormonlar
durur ve osteoklast uyarıcı faktörü salgılamaya başlarlar. Paratiroit ve kalsitonin hormonlarına ek olarak, di­
Bir diğer hormon, kalsitonin, büyük ölçüde tiroit parafo- ğer bazı hormonlar da kemik dokusu üzerine etki
liküler hücrelerinde senlezlenir, matriksin eritilip emilmesi­ eder. Hipofizin ön lobu, somatomedin üretimi için
ne ket vurur (engel olur). Kalsitoninin osteoklast işlevlerini karaciğeri uyaran, büyüme hormonunu sentezler.
engelleyici etkisi vardır. Bu, sırası ile özellikle epifiz plağı üzerinde olan
kapsamlı büyümeyi etkiler. Bu nedenle, büyüme
hormonu eksikliği, büyüme çağında h ipofiz cü­
celiğine, bu hormonun fazlalığı ise uzun kemikle­
ij KLİNİK BİLGİ rin gereğinden fazla uzaması sonucu aşırı büyü­
meye (deviiğe) sebep olur. Yetişkin kemikler,
Dokulardaki ve kandaki kalsiyum derişiminin epifiz kıkırdağı yokluğu nedeni ile artan somato-
sabit tutulması gerektiğinden kalsiyum beslen­ medinler ile uyarıldıklarında uzunluklarını arttıra­
me bozukluğu kemiklerin kalsiyum kaybetmesi­ mazlar, ancak periyostsal büyüme ile enleri artar.
ne sebep olur ve kalsiyum kaybetmiş kemikler Yetişkinlerde, büyüme hormonu artışı, kemiklerin
kırılgan ve x ışınlarına daha geçirgen hale gelir­ genellikle uzun olanların çok kalın olduğu akro-
ler. m egali hastalığına sebep olur.
Aşırı paratiroit hormonu üretimi (hiperparati- Cinsiyet hormonları, gerek erkek (androjen-
roidizm) kemiğin kalsiyum kaybetmesine neden ler) gerekse dişi (östrojenler), kemikleri karmaşık
olur, sonuçta osteoklastların işlevleri kemiğin yo­ olarak etkilerler ve genel olarak kemik yapımını
ğun olarak eritilip emilmesine sebep olur, kan uyarıcıdırlar. Kemikleşme merkezlerinin ortaya
Ca+2 and P043 düzeyleri yükselir ve çeşitli organ­ çıkması ve gelişme zamanlarını etkilerler ve epi-
larda özellikle böbreklerde ve arter duvarlarında fizlerin kapanmalarını hızlandırırlar.
anormal kalsiyum çökelmesi olur. Cinsiyet hormonları üreten tümörlerin sebep
Bunun aksi, osteoklast işlevinin bozularak, olduğu erken cinsel olgunlukta, epifiz kıkırdağı­
kemiklerin aşırı büyümesine, kalınlaşmasına ve nın yerini süratli olarak kemik alacağından vücut
sertleşmesine neden olan osteopetrosis (Latin­ büyümesi gecikir. Cinsiyet bezlerinin anormal
ce. p e tra , taş) rahatsızlığında meydana gelir. Bu gelişimlerinin sebep olduğu hormon bozuklukla­
hastalık, kemik iliği boşluklarının yok olmasına, rında, epifiz kıkırdağı daha uzun bir süre işlevsel
kan hücreleri yapımını baskılanmasmı takiben kalarak, uzun boyluluğa sebep olur. Kretinizim
kansızlığa ve hatta ölüme sebep olacak iltihap­ de olduğu gibi, çocuklardaki tiroit hormonu bo­
lanmalara neden olur. zuklukları, cücelikle ilişkilidir. Bulunan yeni ka­
nıtlar, ergin sıçanlarda merkezi sinir sisteminin,
Beslenme Bozukluklarının Kemik Dokusu yeniden kemik modellemesinde kemik yapımının
Üzerine Etkileri düzenlenmesine katıldığını göstermektedir. Bu
Özellikle büyüme esnasında kemik beslenme et­ düzenleyici işleyiş, yağ dokusu tarafından üreti­
kenlerine duyarlıdır. Kalsiyum yetersizliği organik len leptin hormonuna gereksim duyar ve belki de
kemik matriksinin eksik kireçlenmesine sebep bu şekilde, anormal şişman insanların daha yük­
olur, bu ya beslenme biçiminde kalsiyum bulun­ sek kalsiyum derişimi içeren kemiklerindeki kitle
mamasından, ya da ince bağırsaklar tarafından artışı açıklanabilir.
Ca2+ ve P043' emilimi için önemli Steroid hormon
D eksikliğinden olur. Kemik Tümörleri
Çocuklardaki kalsiyum eksikliği kemik matrik­ Kemik tümörleri ender olmalarına karşın (tüm
sinin normal olarak kireçlenemediği ve vücut ağır­ kanser ölümlerinin %0.5’i), kemik hücreleri nor­
lığının normal baskıları ve kas işlevleri karşısında mal kontrolün dışına çıkıp çoğalarak iyi huylu (ör­
epifiz plakaların biçimlerinin bozulduğu raşitizm neğin osteoblastom a, osteoklastom a) veya
hastalığına sebep olur. Dolayısı ile bu seviyede kötü huylu tümörlere (örneğin osteosarkoma)
kemikleşme engellenir ve kemikler sadece yavaş sebep olabilir. Osteosarkomalar pleomorfik (Yu­
büyümekle kalmaz ayrıca şekli de bozulur. nanca p le io n , daha çok, + m o rp h e , şekil) (çeşitli
Kalsiyum eksikliği yetişkinlerde, yeni oluşmuş şekillerde) ve aktif hücre bölünmesi gösteren os-
kemiğin yetersiz kireçlenmesi ve kireçlenmiş mat- teoblastları osteoid içinde gösterirler. Bu saldır­
riks kalsiyumunun kısmen ortadan kaldırılması ile gan kanser vakalarının çoğu, henüz erginliğe gir-
156 / BOLUM 8

EKLEMLER
P e riyo sl Eklemler, kemiklerin bağ dokusu taralından örtii-
İtip, sarılarak, kemiklerin bir arada tutulduğu ve
aralarındaki hareket türü ve derecesinin tayin edil­
diği bölgelerdir. Eklemler, serbest kemik hareket­
S in o viya zarı lerine izin veren diartroz ve çok sınırlı veya hiç hareketin
olmadığı sinartrozlar (Yunanca, syn, birlikle, + arthrosis,
K ap sülün fibrö z
eklem), olarak sınıflandırılabilirler. Kemik yüzeylerini birbi­
tab akası
rine bağlayan doku türüne göre, 3 tiir sinartroz vardır: si-
Eklem bo şlu ğu nostoz, sînkondroz ve sindezmoz.
Eklem kıkırdağı Sinostozlarda (syn + osteon + Yunanca, osis, durum), ke­
mikler kemik dokusu ile birbirlerine bağlıdırlar ve hiç hare­
S ü n g e rim si kem ik ket olmaz. Yaşlı yetişkinlerde, bu tür sinartrozlar kafatası ke­
miklerini birbirlerine bağlar, çocuklar ve genç erginlerde ise
K om p ak kem ik bu bağlantı yoğun bağ dokusu ile olur.
Sinkonclrozlar (syn + ch ou d ros), hiyalin kıkırdak ile bir­
birlerine bağlanmış eklemlerdir. Büyüyen kemiklerdeki epi-
K em ik iliği b o şlu ğu
fiz plakalar buna bir örnektir ve yetişkin insanda, sinkond-
roz, birinci kaburgayı sternuma bağlar.
Sinkonclrozcla olduğu gibi, sindezmoz da belirli ölçüde
Şekil 8-22. D ia rtro z u n ş e m a tik ç iz im i. K a p s ü l 2 k ıs ım d a n
harekete izin verir. Kemikler birbirlerine tıkız bağ dokusun­
m e y d a n a g e lm iş tir: d ış fib rö z ta b a k a v e k ık ırd a ğ ım s ı b ö lg e ­
dan yapılı, kemikler arası bağlar ile bağlanmıştır (örneğin,
le r (m a v i) d ış ın d a , e k le m b o ş lu ğ u n u d ö ş e y e n s in o v iy a l ta ­
pubis sinfizİ).
b a k a (s in o v iy a l z a r)
Diartrozlar (Şekil 8 -2 2 ve 8 -2 3 ) genellikle uzun kemik­
leri birbirlerine bağlayan ve dirsek, diz gibi büyük hareket
açıklığına sahip eklemlerdir. Diartrozlarda, ligamanlar ve
bağ dokusu kapsülü kemik uçlarındaki teması sağlarlar.
Kapsül renksiz, saydam, yapışkan bir sıvı olan sinoviyal sı­
me çağında olanlarda ve yetişkinlerde görülür. vıyı içeren eklem boşluğunu çepeçevre sarar. Sinoviya sıvısı
Femurun alt ucu, tibianın üst kısmı ve humeru- sinoviyal tabakanın hücreleri tarafından üretilen, yoğun hi-
sun üstü en sık rastlanan bölgelerdir. Kemik hüc­ yaluronik asit içeren bir kan diyaliz sıvısıdır. Hiyalin kıkırdak
relerinden kaynaklanan tümörlerin yanı sıra, is­ ile örtülü yüzeylerin birbirleri üzerinde kayabilmesi (Şekil
kelet diğer organlardan kaynaklanan kanserlerin 8 -22), perikondriyımum olmaması ve yağlayıcı sinoviyal sı­
de metastaz yaptığı yerdir. En sık görülen kemik vı ile kolaylaştırılmıştır.
metastazları, meme, akciğer, prostat, böbrek ve Eklem yüzeyi kıkırdağının kolajen lifleri, gotik kemer ya­
tiroit tümörleridir. pıları gibi, bu dokuda meydana gelen kuvvetleri dağılabil­
mek için uygun düzenlemeyle yerleşmişlerdir (Şekil 8-24).

Endokondra!
Sinoviya
kemikleşme zan
Eklem
kıkırdc

Şekil 8-23. D ia rtro z u n ış ık m ik ­


ro s k o p fo to ğ ra fı. K o b a y ın d iz
k e s iti. B o y a : P S H . D ü ş ü k b ü ­
Kapsül y ü tm e .
KEMİK / 157

kadan oluşmuştur, dış fibröz tabaka ve iç sinoviyal taba­


ka (Şekil 8-26).
Sinoviyal tabaka iki tür hücreden meydana gelmiştir. Bi­
ri fibroblastları andırır ve diğeri makrofaj görünüş ve davra-
nışındadır. Fibröz tabaka yoğun bağ dokusundan yapılıdır.

KLİNİK BİLGİ

Şişmanlık eklem kıkırdağında önemli derecede


zorlamaya sebep olarak, yıkım hızını artırır. Ek­
lem sorunları aşırı şişman bireylerde çok sık gö­
rülür.

Şekil 8-24. D ia rtro z u n e k le m y ü z e y le ri p e rik o n d riy u m iç e r­


m e y e n h iy a lin k ık ırd a k ile ö rtü lü d ü r. Ü s te k i ç iz im bu k ık ır­
d a k ta , k o la je n lifle rin ö n c e d ik v e s o n ra g ittik ç e k ıv rıla ra k
k ık ırd a k y ü z e y in e k o ş u t u z a n d ık la rın ı g ö s te rm e k te d ir. D e ­
rin d e y e rle ş m iş k o n d ro s itle r to p a rla k ç a d ır v e d ik s ıra la r h a ­
lin d e y e rle ş m iş le rd ir. Y ü z e y d e y e r a la n k o n d ro s itle r y a s s ı­
la ş m ış la r; g ru p la r h a lin d e d iz ilm e m iş tir. S o l a ltta k i ç iz im 3
b o y u tlu o la ra k e k le m k ık ırd a ğ ın ın k o la je n lif y e rle ş im in i
g ö s te rm e k te d ir.

Dirençli eklem kıkırdağı da verimli olarak pek çok ekle­


min uğradığı orta derecedeki mekanik baskıları emer. B en ­
z e r b ir işleyiş tarzı om u rilik k em ikleri a r a s ın d a k i disklerd e
d e y ö r iilü r (Şekil 8-25). Protoglikan molekülleri, tek basları­
na kalmış olarak veya bir şebeke içinde toplanarak, çok mik­
tarda su içerir. Oldukça fazla dallanmış suya haris glikozaıni-
nogılikanlardan zengin bu matriks elemanları, biyomekanik
yay gibi görev yaparlar. Basınç uygulandığında, kıkırdaktaki
su sinoviya sıvısı içine itilir. Su atıldığında, kıkırdak direnci
için bir başka işleyişin katkısı olur. Bu glikozaminoglikan
moleküllerinin iki taraflı elektrostatik negatif yüklü karboksil
ve sülfat gruplarının geri tepkisidir. Bu şarjlar ayrıca glikosa-
minogılikan dallarını ayırmaktan sorumludur ve böylece su­
yun oturması gereken boşluklar meydana getirilmiş olur. Ba­
sınç serbest bırakıldığında, su glikosaminogılikan dalları ar­
Şekil 8-25. B ir ö z e l tü r e k le m ö rn e ğ i. O rta d a , o m u rla r a ra ­
şına geri çekilir. Bu su hareketleri eklemin kullanılışı ile mey­
sı d is k in , n ü k le u s p u lp o z u s u n u s a ra n , fib rö z k ık ırd a k ta n
dana gelir. Bunlar kıkırdağın beslenmesi ve O ,, CO, ve di­
o lu ş m u ş d a ire s e l ta b a k a la rın ı (a n u lu s fib ro z u s ) g ö s te re n s ı­
ğer moleküllerin sinoviyal sıvı ve eklem kıkırdağı arasındaki
ç a n k u y ru ğ u n u n k e s iti. N ü k le u s p u lp o z u s o ld u k ç a y a p ış k a n
değişimlerini kolaylaştırmak için gereklidir.
h ü c re le r a ra s ı m a trik s iç in e d a ld ırılm ış , n o to k o rd d a n a rtık
Diartroz kapsülünün yapısı (Şekil 8 -2 2 ) eklemin cinsine
h ü c re le rd e n m e y d a n a g e lir. P S H b o y a s ı. K ü ç ü k b ü y ü tm e .
göre değişir. Bununla birlikte genel olarak bu kapsül 2 taba­
158 / BOLUM 8

Şekil 8-26. H ü c re le ri e p ite l g ib i d ü z e n le n m iş s in o v iy a l z a rın h is to lo jik y a p ıs ı. S ın ırla y ıc ı h ü c re le r ile a ltla ­


rın d a k i b a ğ d o k u s u a ra s ın d a b a z a l la m in a y o k tu r. B u d o k u k ılc a l ka n d a m a rla rın d a n z e n g in d ir ve d e ğ iş k e n
s a y ıd a y a ğ h ü c re s i iç e rir (a d ip ö z h ü c re ) (İzin alınarak yeniden çizim: Cossermelli W: Reumatologia Basica, Sarvi-
er, 1971.)
KEMİK / 159

M a kro fa ja
b e n ze ye n hücre

A ra m ad de

F ib ro b la sta
b e n ze ye n hü cre

P e n cere li kılcal
kan da m arı

K olajen lifçikleri

F ib ro b la st

Şekil 8-27. S in o v iy a l z a r in c e y a p ıs ın ın ş e m a s ı. 2 tü r ö rtü c ü h ü c re a z m ik ta r b a ğ d o k u s u ile b irb irle rin d e n


a y rılm ış tır. S ın ırla y ıc ı h ü c re le ri b a ğ d o k u s u n d a n a y ıra n h e rh a n g i b ir b a z a l la m in a g ö rü lm e m e k te d ir. K ılca l
k a n d a m a rla rı, k a n v e s in o v iy a s ıv ıs ı a ra s ın d a m a d d e d e ğ iş im in i k o la y la ş tıra n , p e n c e re li tip te d ir.

KAYNAKLAR
Demers C, Handy R C : Bone morphogenetic proteins. Sci & Med 1 9 9 9 ;6 (6 ):8 . Mundy G R et al: T h e effects o f cytokines and growth factors on osteoblastic
Ducy P ei al: T h e osteoblast: a sophisticated fibroblast under central surveil­ cells. Bone !9 9 5 ;1 7 :7 1 S ,
lance. Science 2 0 0 0 :2 8 9 :1 4 2 1 . Roach H I, Clark N M : Physiological cell death o f chondrocytes in vivo is not
Ducy P et al: Lcptin inhibits bone formation through a hypothalamic relay: confined to apoptosis. New observations on the mammalian growth
a centra! control o f bone mass. Cel! 2 0 0 0 :1 0 0 :1 9 7 . plate. J Bone Join t Surg Br 2 0 0 0 ;8 2 :6 0 1 .

Ghadially FN: Fine Structure o f Synovial Joints. Butterworth, 1983. Ross PD et al: Bone mass and beyond: risk factors for fractures. Calcified T is­
sue International 1 9 9 3 ;5 3 :S 1 3 4 .
Gunness M, H ock JM : Anabolic effect o f parathyroid hormone on cancellous
and cortical bone histology. Bone 1 9 9 3 :1 4 :2 7 7 . Teltelbatim SL: Bone resorption by osteoclasts. Science 2 0 0 0 :2 8 9 :1 5 0 4 .
LevickJR: Synovial fluid hydraulics. Sci & Med 1 9 9 6 :3 (5 ):5 2 . Urist M R : Fundamental and Clinical Hone Physiology. Lippincotr, 1980.
!
Sinir Dokusu ve Sinir Sistemi 9

İnsan sinir sistemi insan vücudunun en karmaşık yapısıdır yönelik eşgüdümlü İşlemler grubudur. Bir dizi elementer
ve 100 milyondan fazla sinir hücresinin (n öron ) oluşturdu­ devre daha üst düzenlenme gösteren sistemleri ve bunlar
ğu bir iletişim ağından kuruludur. Her nöron diğer nöronlar­ daha da üst düzenlenişe sahip sistemleri oluşturmak üzere
la ortalama olarak en az bin bağlantıya sahiptir, bu yapı ile­ bir araya gelebilir.
tişim için çok karmaşık bir sistem oluşturur. Sinir dokusu, bütünleşik bir iletişim ağı halinde vücuda
Nöronlar devreler şeklinde gruplar oluşturur. Elektrik dağılmıştır. Anatomik olarak sinir sistemi, beyin ve omurilik­
devrelerinde olduğu gibi, nöron devreler de farklı boyutlar­ ten oluşan merkezi sinir sistemi ile sinir lifleri ve küçük
da ve karmaşıklıkta sistemler oluşturan yüksek düzeyde öz­ sinir hücre kümeleri olan sinir gangliyonlarmdan oluşan
gül birimlerin birleşiminden oluşur. Nöron devresi tek ola­ çevresel sinir sistemine ayrılır (Şekil 9-1 )•
bilmesine karşın, çoğu durumda bir işlev yürütmek üzere et­ Yapısal olarak sinir dokusu 2 hücre tipi içerir: Uzun sinir
kileşen iki ya da daha fazla devrenin bileşimi şeklinde kar­ lifleri içeren sinir hücreleri ya da nöronlar ile nöronları ko­
şımıza çıkar. Sinirsel bir İşlev, belli bir sonuç oluşturmaya ruyan ve destekleyen, nöron etkinliğine katılan, nöron beslen-

SİNİR SİSTEMİ
Çevresel Merkezi Çevresel
sinir sistemi sinir sistemi sinir sistemi
Getirici Götürücü
nöronlar nöronlar

Şekil 9-1. Merkezi ve çevresel sinir sisteminin genel işlevsel düzenlenişi.

161
162 / BÖLÜM 9

Sinir sistemi bilgiyi yaratıp, analiz edip, tanımlayıp, bir­


leştirerek iki ana işlevi yerine getirir: İçerlikli koşulların (söz­
gelimi kan basıncı, 0 2 ve C 0 2 içeriği, pH, kan glikoz düzey­
leri ve hormon düzeyleri) durağan kılınması ve davranış ka­
lıplarının (sözgelimi beslenme, üreme, savunma, başka can­
lılarla etkileşimi) oluşturulması.

SİNİR DOKUSUNUN GELİŞMESİ


Sinir dokuları, altındaki notokord tarafından büyüme ve
farklılaşmaya yönelik olarak harekete geçirilen embriyonal
ektodermden gelişir. Önce nöral plak şekillenir; daha sonra
plağın kenarları kalınlaşır nöral oluk oluşur. Yarığın kenarla-

Piramidal hücre Purkinje hücre Optik bölge


(Beyin korteksi) (Beyincik) nöronu

Şekil 9-2. M o to r n ö ro n u n . M iy e lin k ılıf ç e v re s e l s in ir s is te ­


m in d e S c h w a n n h ü c re le ri, m e rk e z i s in ir s is te m in d e o lig o -
d e n d ro s itle r ta ra fın d a n o lu ş tu ru lu r. S in ir h ü c re g ö v d e s i g e ­
n e ld e o la ğ a n ü s tü b ü y ü k , ç e k ird e ğ i ö k ro m a tik v e ç e k ird e k ç i­
ği iyi g e liş m iş o la ra k izlenir. P e rik a ry o n d a v e d e n d ritle rin g e ­
niş k ıs ım la rın d a N is s l c is im c ik le ri b u lu n u r. S a ğ ü s tte b a ş k a
b ir n ö ro n d a n g e le n b ir a kso n g ö rü lü y o r. B u a k s o n u n , biri n ö ­
ro n la s in a p s o lu ş tu ra n 3 so n d ü ğ m e c iğ i va rd ır. S in ir u y a rtıs ı­
nı ç iz g ili is k e le t kası lifle rin e ile te n 3 m o to r s o n p la ğ a d ik k a t
e d in . O k la r s in ir u y a rtıs ın ın g id iş y ö n ü n ü g ö s te rm e k te d ir.

mesi ve merkezi sinir sisteminin savunmasını sağlayan glia


h ü creleri, ya da n ö ro g lia (Yun. neuron, sinir. + glia, tutkal).
Sinir dokusu ile ilgili çalışmalar nöronları ve glia hücrele­
rini saptamaya yönelik belirteçlerin ve nöron devrelerinin da­
ha doğru olarak çalışılmasını olanaklı kılan geriye doğru
akan moleküllerin kullanımı ile son yıllarda hızla ilerlemiştir.
Nöronlar çevresel değişikliklere (uyarılara), zarlarının iç
ve dış yüzeyleri arasında bulunan elektriksel potansiyel fark­
larını değiştirerek tepki gösterirler. Bu özelliğe sahip olan
hücreler (nöronlar, kas hücreleri, bazı bez hücreleri gibi),
uyanlabilir ya da irkilebilir olarak adlandırılırlar. Nöron­
lar ya uyarının alındığı noktayla sınırlı kalan ya da zarlar ara­ Ş ekil 9-3. N ö ro n tip le ri ş e m a tik o la ra k g ö rü lü y o r. N ö ro n la ­
cılığıyla nöronların her tarafına yayılabilen elektriksel potan­ rın m o rfo lo jik ö z e llik le ri ç o k k a rm a ş ık tır. B u ra d a g ö rü le n
siyelin değiştirilmesi ile uyarılara anında yanıt verebilir. Ak­ tü m n ö ro n la r, s in ir d o k u s u n d a o l-d u k ç a a z s a y ıd a o la n y a ­
siyon potansiyeli ya da sinir uyartısı denilen bu yayılma, la n cı ç o k k u tu p lu v e ç ift k u tu p lu n ö ro n la r h a riç ç o k k u tu p lu
bilgiyi diğer nöronlara, kaslara ve bezlere aktarır. ş e k ild e d irle r.
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 163

rı birbirine doğru büyür ve sonuçta birleşerek nöra! tüpü ya­ lanmıştır ve uç dallanmayı meydana getirir. Bu uç dallan­
par. Bu yapı, nöronları, glia hücrelerini, ependim hücreleri­ ma kısımlarındaki her bir dal, bir sonraki hücre üzerinde son
ni ve koroid pleksusun epitel hücrelerini kapsayan tüm mer­ düğme adı verilen genişlemeler şeklinde biter ve başka nö­
kezi sinir sistemini oluşturur. ronlarla ya da nöron olmayan hücrelerle etkileşen sinapsı
Nöral oluğun yan kısımlarındaki nöral kristayı yapan oluşturur. Sinapslar, bilgiyi zincirdeki son hücreye aktarır.
bir grup hücre toplu şekilde göç ederek bir takım diğer ya­ Nöronlar ve uzantıları, boyut ve şekil olarak son derece
pıların yanında çevresel sinir sisteminin büyük bir bölümünü değişkendir (Şekil 9 -3 ). Perikaryonlar küre şeklinde, oval ya
oluşturur. Nöral kristadan köken alan yapılar şunlardır; 1. da köşeli olabilir, bazılarının çapı, çıplak gözle görülebilecek
Böbrek üstü bezi medüllasının kromafin hücreleri (bkz Bö­ bir büyüklük olan 150 nm'ye ulaşabilir. Diğerleri küçük hüc­
lüm 21), 2. Deri ve derialtı dokularındaki melanositler (bkz relerdir; örneğin beyincikteki granül hücrelerinin perikar-
Bölüm lS), 3- Odontoblastlar (bkz Bölüm 15), 4. Piamater ve yonlarının çapı yalnızca 4—5 nm'dir.
araknoid hücreleri, 5. Kafa ve omurilik duyu gangliyonlarının Uzantılarının şekil ve büyüklüğüne göre nöronların ço ­
duyu nöronları, 6. Sempatik ve parasempatik gangliyonların ğu aşağıdaki kategorilere ayrılır; (Şekil 9-3 ve 9-4) Çok ku­
gangliyon sonrası nöronları, 7. Çevresel aksonların Schwann tuplu nöronların ikiden fazla uzantısı vardır. Bunlardan bi­
hücreleri, 8. Çevresel gangliyonların uydu hücreleri. ri akson, diğeri dendritlerdir. Çift kutuplu nöronlarda bir
dendrit ve bir akson bulunur. Yalancı tek kutuplu nöron ­
NÖRONLAR lar tek bir uzantıya sahiptir. Uzantı perikaryondan çıktıktan
kısa bir süre sonra (T) şeklini alır, bir dal çevresel uca uza­
Sinir hücreleri ya da nöronlar, karmaşık yapısal
nır, diğeri merkezi sinir sistemine gider (Şekil 9-4). Yalancı
özellik gösteren bağımsız anatomik ve işlevsel bi-
çok kutuplu hücrelerde dendritler tarafından alınan uyarı,
rimlerdir. Uyarıları almak, iletmek ve ilerletmek,
perikaryona uğramadan doğrudan aksona iletilir.
belli hücresel etkileri başlatmak, nörotransmiterleri
Olgunlaşma süreci sırasında yalancı çok kutuplu nöron­
ve diğer bilgisel molekülleri salgılamaktan sorumludur.
lardaki merkezi (akson) ve çevresel (dendrit) lifler kaynaşa­
Nöronların çoğu 3 bölümden oluşur: (Şekil 9-2) Dend-
rak tek bir lif haline gelirler. Bu nöronlarda çevresel liflere
ritler, uyarıyı çevreden, duyu epitel hücrelerinden diğer nö­
göç eden nörotransmiterler dahil olmak üzere pek çok mo­
ronlardan almak üzere özelleşmiş çok sayıda uzantılardır.
lekül sentezlenmesine karşın hücre gövdesinin uyartı ileti­
Hücre gövdesi ya da perikaryon (Yun. p e n , çevre + kat­
sinde görev almadığı düşünülmektedir.
yon çekirdek), tüm hücrenin beslenmeyle ilgili merkezidir
Vücuttaki nöronların büyük kısmı çok kutupludur. Çift
ve uyarıyı alır. Akson ise (Yunanca anlamı eksen) tek bir
kutuplu nöronlar, retina ve koku mukozasında, ayrıca kok-
uzantıdır, sinir uyartısını diğer hücrelere (sinir hücresi, kas
lea ve vestibiil gangiiyonlarında da bulunur. Yalancı çok ku­
ve bez hücreleri) yaymak ve iletmek üzere özelleşmiştir. Ak­
tuplu nöronlar omurilik sinirlerinin arka köklerinde yerleş­
sonlar, başka nöronlardan da bilgi alabilir ve bu bilgi esas
miş duyu gangliyonları olan omurilik gangliyonlarda ve ka­
olarak aksiyon potansiyellerinin başka nöronlara aktarımını
fa gangiiyonlarında bulunur.
değiştirir. Aksonun gövdeden uzak bölümü çoğunlukla dal-

Başlıca nöron tipleri

Çift kutuplu Çok kutuplu Yalancı çok kutuplu


Dendritler

Ş ekil 9-4. Üç ana nöron tipinin morfo­


lojik özelliklerine göre basitleştirilmiş
görünümleri.
164 / BOLUM 9

Nöronlar, işlevsel rollerine göre de sınıflandırılır. Motor Merkezi sinir sisteminde, sinir hücre gövdeleri yalnızca
(götürücü) nöronlar; kas lifi, eksokrin ve endokrin bezler gri maddede bulunur. Ak madde nöron uzantılarını içerir,
gibi organları kontrol eder. Duysal (getirici) nöronlar; ancak perikaryon içermez. Çevresel sinir sisteminde, peri-
çevreden ve vücuttan gelen duysal uyarıları alır. Ara nöron­ karyonlar gangliyonlarda ve bazı duyu bölgelerinde (örn.,
lar; retinada olduğu gibi karmaşık işlevsel zincirler oluştura­ koku mukozasında) bulunur.
rak diğer nöronlarla bağlantı kurar.
Memeli evrimi sırasında ara nöronların sayısı ve karma­ HÜCRE GÖVDESİ
şıklığı büyük ölçüde artmıştır. Sinir sisteminin ileri düzeyde
Perikaryon olarak ta adlandırılan hücre gövdesi, nöronun
gelişmiş işlevlerini basit nöron devrelerinin görmesi olası de­
çekirdek ve çevresindeki sitoplazmasını kapsayan bölümdür
ğildir, tersine birçok nöronun iç içe geçmiş işlevinden olu­
(Şekil 9-2). Algılama yetenekleri bulunmasına karşın esas
şan karmaşık etkileşimlere bağlıdır.
olarak beslenmeyle ilgili bir merkezdir. Birçok nöronun pe-

Sinaps

Glia

Cisimciği

Şekil 9-5. B ir n ö ro n u n in ce y a p ıs ı. S in ir h ü c re y ü z e y i d iğ e r s in ir h ü c re le rin in s in a p s u ç la rıy la y a d a g lia h ü c re le rin in u z a n ­


tıla rıy la ta m a m e n ö rtü lü d ü r. S in a p s b ö lg e le rin d e s in ir h ü c re za rı k a lın d ır v e s in a p s s o n ra s ı z a r a d ın ı alır. A k s o n te p e s i
(ş e k lin a ltın d a ) o la ra k a d la n d ırıla n n ö ro n u z a n tıla rı rib o z o m iç e rm e z . D iğ e r u z a n tıla r bu h ü c re n in d e n d ritle rid ir.
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 165

rikaryonu diğer sinir hücreleri tarafından üretilen uyarıcı ve leksi hücre gövdesinde yer alan çekirdek çevresinde sıra­
engelleyici uyartıları aktaran çok sayıda sinir ucu alır. lanmış, birbirine koşut çok sayıda düz sarnıç içerir (Şekil
Birçok sinir hücresi yuvarlak, olağanüstü büyük, ökro- 9-5 ). Nöronlarda, özellikle de akson uçlarında çok sayıda
matik (açık renk boyanan) belirgin bir çekirdekçiğe sahip mitokondri bulunur. Bunlar, tüm hücre gövdesinin sitoplaz-
bir çekirdek taşır. İki çekirdekli sinir hücreleri sempatik ve ması içine dağılmıştır.
duysal gangliyonlarda görülür. Kromatin ince taneciklidir, Nörofilamanlar adı verilen 10 nm çapındaki ara fila-
bu da hücrelerin yoğun sentez aktivitesini yansıtır. manlar perikaryonda ve hücre uzantılarında bol miktarda
Hücre gövdesi (Şekil 9 -5 ), birbirine koşut sarnıç küme­ bulunur. Nörofilamanlar, belli tespit maddelerinin etkisi ile
leri şeklinde düzenlenmiş, oldukça gelişmiş kaba encloplaz- gruplar yaparlar ve gümüşle doyurulduğunda ışık mikrosko­
ma retikulumu içerir. Sitoplazmada sarnıçlar arasında bulu­ bu ile görülebilen sinirlifçikleri oluşturur. Sinir hücreleri
nan çok sayıda poliribozom, bu hücrelerin hem yapısal, içinde ara sıra lizozomlarca sindirilmiş madde kalıntısı olan
hem de taşıyıcı proteinleri sentezlediğini düşündürmekte­ lipofuskin gibi pigment içeriği de görülür.
dir. Uygun boyalar kullanıldığında, kaba endoplazma reti­
kulumu ve serbest ribozomkır ışık mikroskobu altında NissI DENDRİTLER
cisim cikleri denen bazofilik granüllü alanlar şeklinde görü­
Dendritler (Yun. clenclron, ağaç) genellikle kısadır ve bir
lür (Şekil 9-2 ve 9-6). Nissl cisimciklerinin sayısı nöron ti­
ağacın dalları gibi çatallanır (Şekil 9-4). Dendritler çok sayı­
pine ve işlev duruma göre değişir. Motor nöron gibi büyük
da sinaps alır ve nöronlarda sinyalin alındığı ve işlendiği
sinir hücrelerinde sayıca fazladır (Şekil 9-6 ). Golgi komp-
bölgelerdir. Birçok sinir hücresi, hücrenin almaç alanını artı­
ran birkaç dendrite sahiptir. Dendritlerin dallanması nöro­
nun diğer sinir hücrelerinden çok sayıda akson ucu alması­
nı ve bütünleştirmesini olası kılar. 200.000 üzerindeki akson
sonlanmasının, beyincikte bulunan Purkinje hücrelerinin
dendritleri ile işlevsel bağlantı kurdukları tahmin edilmekte­
dir (Şekil 9-3). Bu sayı başka sinir hücrelerinde daha yük­
sek olabilir. Tek dendritli çift kutuplu nöronlar enderdir ve
yalnızca özel yerlerde bulunur. Baştan uca kadar sabit bir
çapı koruyan aksonlardan farklı olarak dendritler dallara ay­
rıldıkça incelirler. Dendritin nöron gövdesine yakın olan ta­
ban bölümündeki sitoplazmanın bileşimi perikaryondakine
benzer; bununla birlikte dendritlerde Golgi kompleksi yok­
tur. Nöronlara tutunan sinapsların çoğu, mantar biçimli
(dendrit gövdesine ince bir boyunla bağlanan geniş bir baş),
boyu 1-3 pırı ve çapı 1 pın’den küçük yapılar olan dendrit
dikenlerinde yer alır. Bu dikenler birbirleriyle ilintili işlevler
sergiler ve çok fazla olabilir, insan beyin korteksinde İO1'*
kadar olabilecekleri hesaplanmaktadır. Dendrit dikenleri nö­
rona ulaşan sinaps sinyallerinin işlendiği ilk bölgedir. İşleme
aygıtı sinaps sonrası zarın sitozole bakan yüzeyine tutunmuş
olan protein komplekslerinde yer almaktadır. Bunlar elekt­
ron mikroskopta görülebilir ve işlevi ortaya çıkarılmadan
çok önce sinaps sonrası zarı adını almıştır. Dendrit dikenle­
ri uyum, öğrenme ve bellek işlevlerinin alt yapısını oluştu­
ran şekil değişikliklerine katılır. Hücre iskeleti proteini olan
aletine bağlı olarak sinapsların oluşması ve erişkinlerde işlev­
sel uyum ile ilişkili morfolojik değişmeler sergileyebilen de­
vingen yapılardır.

AKSONLAR
Nöronların çoğu tek bir aksona sahiptir; çok az bir kısmın­
da hiç akson bulunmaz. Akson, nöronun tipine göre deği­
şen uzunluk ve çapta silindirik bir yapıdır. Bazı nöronlarda
kısa aksonlar bulunmasına karşın aksonlar çoğunlukla çok
uzun yapılardır. Örneğin, ayak kaslarına uzanan omuriliğin
Şekil 9-6. O m u rilik te ç o k b ü y ü k b ir h ü c re ş e k lin d e iz le n e n motor hücrelerinin aksonlarının boyu 100 cm'ye ulaşır.
m o to r n ö ro n . S ito p la z m a d a ç o k s a y ıd a N is s l c is im c iğ i b u ­ Tüm aksonlar, çoğunlukla perikaryonda oluşan akson te­
lu n m a k ta d ır. B ü y ü k h ü c re u z a n tıs ı b ir d e n d rittir. B ü y ü k , y u ­ pesi denilen, kısa piramid şekilli bir bölgeden çıkar (Şekil
v a rla k , b o y a n m ış d u ru m d a k i h ü c re ç e k ird e ğ i v e o rta s ın d a 9 -5 ). Aksonun plazma zarına aksolemma (Yun. a k so n +
k o y u re n k li ç e k ird e k ç ik g ö rü lm e k te d ir. P a ra ro z a n ilin -to lu d in eilem cı, kılıf) denir. İçeriği ise aksoplazma olarak adlandı­
m a v is i (P T ) b o y a s ı. O rta b ü y ü tm e . rılır.
166 / BÖLÜM 9

Miyelinli aksona sahip olan nöronlarda, akson tepesi ve İleriye akım ile eş zamanlı olarak, endositozla alınan
miyelinleşmenin başladığı nokta arasındaki bölüme başlan­ maddeleri (virüsler ve toksinler dahil) kapsamak üzere pek
gıç parçası denir. Bu İsim, nörona gelen etkinleştirici ve en­ çok molekülü taşıyan karşıt yönde bir akım da bulunmakta­
gelleyici değişik uyarıların cebirsel toplamının gerçekleştiği, dır. Bu işlem nörolojide akson uçlarının bulunduğu bölgele­
bir aksiyon potansiyeli ya da sinir uyartısı üretilip, üretilme- re peroksidaz ya da başka bir işaretleyici enjekte edilip bel­
mesine karar verilen kısımdır. Bu ilk parçada birkaç tip iyon li zaman dilimlerindeki yayılımları izlenerek gerçekleştirilen,
kanalı yer alır. Bu kanallar aksiyon potansiyelini oluşturan nöron yolaklarını belirleme çalışmalarında kullanılır.
elektriksel potansiyel farkının üretilmesinde önemlidir. Akson akımı ile ilintili motor proteinler arasında mikro-
Dendritlerin tersine, aksonların çapı sabittir ve çok dallan­ tübüllerde bulunan, ATPaz aktivitesi sergileyen bir protein
mazlar. Çoğu kez, akson sinir hücre gövdesinden ayrıldıktan olan dinein (geriye akımla ilintili); veziküllere bağlandığın­
hemen sonra sinir hücre gövdesinin bulunduğu alana dönen da aksondaki ileriye akımı uyaran mikrotübiilün aktive etti­
bir dal verir. Bu dallar, yan bağlantı dalları olarak adlandı­ ği bir ATPaz olan kinezin yer almaktadır.
rılır (Şekil 9-2). Akson sitoplazması (aksoplazma) birkaç mi-
tokondri, mikrotübül, nörofilaman ve grantilsüz endoplazma
ZAR POTANSİYELLERİ
retikulumu sarnıçlarını içerir. Poliribozomların ve graniillü
endoplazma retikulumunun olmaması aksonun gereksinim­ Sinir hücrelerinin zarlarında iyonları sitoplazma içine ve dışı­
lerini karşılama konusunda perikaryona bağlı olduğunu gös­ na taşıyan pompa ve kanal işlevine sahip moleküller bulunur.
terir. Eğer akson kesilecek olursa kesiğin çevresel bölümü Akson zarı ya da başka bir deyişle aksonu saran zar Na+ iyo­
bozunur ve ölür. nunu aksoplazma dışına pompalayarak hücre içi sodyum de-
Akson boyunca küçük ve büyük moleküller hızlı bir bi­ rişimini hücre dışı derişimin onda biri düzeyinde tutar. Bunun
çimde iki yönlü olarak aktarılmaktadır. aksine, hücre içi K+ derişimi, hücre dışındaki derişiminclen
Büyük moleküller ve organeller hücre gövdesinde sen- kat kat fazladır. Bu yüzden, akson zarının içi ile dışı arasın­
tezlenirler ve aralıksız bir biçimde akson boyunca ileriye dan iç kısım -65 mV daha negatif olacak şekilde potansiyel
akım ile aksondan uçlara aktarılırlar. farkı bulunmaktadır. Buna dinlenmedeki zar potansiyeli de­
İleriye akım üç ayrı hızla gerçekleşmektedir. Yavaş akım nir. Nöron uyarıldığında, iyon kanalları açılır ve hücre dışı
(günde birkaç mm) proteinleri ve mikrofilamanları aktarır. sodyum (hücre dışındaki derişimi sitoplazmadaki derişimden
Orta hızlı bir akım mitokondrileri, yüksek hızlı akım (100 çok daha yüksektir) aniden hücre içine girerek dinlenme po­
kez daha hızlı) ise sinirsel aktarım sırasında akson ucunda tansiyelini -65 mV’den +30 mV’ye yükselecek şekilde değişti­
gereksimin duyulan veziküller içindeki maddeleri aktarır. rir. Hücre içi ortam, dış çevreye göre pozitif olarak aksiyon

Sinaps öncesi ucu

Şekil 9-7. S in a p s ın iki b ö lü m ü n ü n te m e l


iş le v s e l ö z e llik le ri: B u n la r s in a p s ö n c e s i
a k s o n u cu ve d e v re y i o lu ş tu ra n b ir s o n ­
ra k i n ö ro n u n s in a p s s o n ra s ı b ö lg e s id ir.
R a k a m la r e tk in lik s ıra s ın d a g e rç e k le ş e n
o la y la rın s ıra s ın ı g ö s te rm e k te d ir. S E R ,
d ü z e n d o p la z m a re tik u lu m u .
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 167

Sinaps tipleri

Şekil 9-8. Sinaps tipleri. Akson sonlan-


maları genelde sinir uyarısını bir dend­
rite ya da sinir hücre gövdesine aktarır,
daha seyrek olarak da bir başka akson­
la sinaps yapar (izin alınarak yeniden çi­
zim, Cormack DH: Essential Histology Lip-
pincott, 1993). dendrit

potansiyeli ya da sinir uyartısının başlamasını tayin eder. Bu­ ya ikinci ulak tepkimelerini başlatan kimyasal maddelerdir.
nunla birlikte, +30 mV’lik potansiyel sodyum kanallarını ka­ Nöromodiilatörler sinapslar üzerine doğrudan etki gösterme­
patır ve akson zarı yeniden bu iyona karşı geçirgenliğini yiti­ yen, ancak sinaps uyarısına ya da engellenmesine karşı nöron
rir. Aksonlarda birkaç milisaniye içinde potasyum kanalları­ duyarlılığını değiştiren kimyasal ulaklardır. Nöromodiilatörler-
nın açılması iyonlarla ilgili bu durumda değişiklik oluşturur. lerden bazıları sinir dokusunda üretilen nöropeptidler ya da
Hücre içi potasyum derişiminin yükselmesi sonucu potasyum steroidlerdir, diğerleri ise dolaşımdaki steroidlerdir. Sinaps ya­
iyonu diftizyonla aksonu terk eder ve zar potansiyeli -65 pısı, işareti alan bir akson ucundan (sinaps öncesi ucu); yeni
mV’ye döner. Bu olayların süresi çok kısadır (yaklaşık 5 ms) bir impulsun üretildiği bir başka hücrenin yüzeyindeki bir böl­
ve çok sınırlı bir zar bölgesinde gerçekleşir. Bununla birlikte, geden (sinaps sonrası ucu); ve sinaps yarığı denen ince bir
aksiyon potansiyeli zarda ilerler; yani elektriksel düzensizlik hücreler arası boşluktan ibarettir (Şekil 9-7). Akson, hücre ve
komşu sodyum kanallarını ve ardından da potasyum kanalla­ gövdesiyle sinaps yaptığında aksosomatik sinaps; dendritle
rını açar. Bu yolla aksiyon potansiyeli akson boyunca yüksek sinaps yaptığında aksodendritik sinaps; ya da bir aksonla si­
bir hızla ilerler. Aksiyon potansiyeli sinir ucuna ulaştığında, naps yaptığında aksoaksonik sinaps adını alır (Şekil 9-8).
ya başka bir nöronu ya da kas veya salgı bezi hücresi gibi nö­ Sinapslann büyük bir bölümü kimyasal sinapslar olma­
ron olmayan hücreyi uyaran ya da engelleyen, depolanmış sına ve kimyasal ulaklar kullanmalarına karşın az sayıda si­
durumdaki nörotransmiterin boşaltılmasına yol açar. naps, uyarıyı sinaps öncesi ve sinaps sonrası zarlar arasında
yer alan aralık bağlantıları aracılığıyla aktarır, yani nöron işa­
retlerini doğrudan iletir. Bunlara elektriksel sinapslar denir.
Sinaps öncesi ucu her zaman için nörotransmiterleri ta­
şıyan sinaps kesecikleri ve çok sayıda mitokondri içerir (Şe­
|ı KLİNİK BİLGİ kil 9 -7 ve 9-9).
I Nörotransmiterler genelde hücre gövdesinde sentezlenir;
daha sonra sinapsın sinaps öncesi bölümünde kesecikler için­
Yerel anestezikler sodyum kanallarına bağlana­ de depolanırlar. Sinir impulsunun iletilmesi sırasında, eksositoz
rak sodyum taşınmasını ve bunun sonucunda si­ yoluyla sinaps yarığına boşaltılır. Sinaps veziküllerinin eksosi-
nir uyarılmasından sorumlu aksiyon potansiyelini tozu sonucu sinaps öncesi bölgede toplanan fazla zar endosi-
engelleyen su sevmez moleküllerdir. tozla yeniden kazanılır. Yeniden kazanılan zar, sinaps öncesi
bölmedeki düz endoplazma retikulumu ile birleşir ve yeni
sinaps keseciklerinin yapılmasında kullanılır (Şekil 9-7). Bazı
nörotransmiterler akson üzerinden taşınarak getirilen enzimler
ve öncüller kullanılarak sinaps öncesi bölmede sentezlenir.
SİNAPS İLETİŞİMİ
Tanımlanan ilk nörotransmiterler asetilkolin ve norepi-
Sinaps (Yun. synapsis, birlik) sinir uyartılarılan- nefrindir. Norepinefin salıveren bir akson ucuna ait elektron
11111 te^ y^niü aktarımdan sorumludur. Sinapslar mikroskop fotoğrafı Şekil 9-10'da gösterilmektedir. Nörot-
nöronların kendi aralarındaki ya da nöronlarla diğer ransmiterlerin büyük bölümü aminler, aminoasitler ya da
efektör hücreler (kas ve bez hücreleri) arasındaki te­ küçük peptidlerdir (nöropeptidler). Nitrik oksid gibi inorga­
mas bölgeleridir. Sinapsın işlevi sinaps öncesi hücreden gelen nik maddelerin de nörotransmiter olarak davrandığı gösteril­
elektrik işaretini (uyartı) sinaps sonrası hücrede etkili olacak miştir. Nörotransmiter olarak davranan çok sayıda peplid
olan kimyasal işarete çevirmektir. Sinapslann büyük bölümü vücudun başka yerlerinde de kullanılır, buna örnek olarak
işaretleşme işlemi sırasında akson uçlarında nörotransmiterler sindirim kanalındaki hormonlar verilebilir. Nöropeptidler,
salgılayarak uyartıyı iletirler. Nörotransmiterler bir almaç pro­ ağrı, haz, açlık, susuzluk ve cinsellik gibi duyguların ve gü­
teiniyle birleştiğinde iyon kanallarını açan ya da kapayan ve­ dülerin düzenlenmesinde önemlidir (Şekil 9 -11).
168 / BOLUM 9

Şekil 9-9. D o n d u ru p -k ırm a y ö n ­


te m iy le h a z ırla n a n ö rn e k te si-
n a p s ın e le k tro n m ik ro s k o p fo ­
to ğ ra fı. Akson ucundaki m ito -
k o n d riy u m u n (M ) ç e v re s in d e si-
n a p s k e s e c ik le ri g ö rü lm e k te d ir.
x 2 5 ,0 0 0 (İzin alınarak yeniden ba­
sım, Heuser JE, Salpeter SR, Orga­
nization of acetylcholine receptors
in quick-frozen, deep-etched and
rotary-replicated Torpedo postsy-
naptic membrane. J.Cell Biol 1979;
82; 150).

Kimyasal Sinaps Aktarımındaki


Olayların Sırası
Bu olaylar Şekil 9-7'de gösterilmekledir. Hücre zarı boyunca
hızlı bir biçimde (milisaniyeler içinde) yayılan sinir uyartıla­
rı, hücre zarı boyunca giderek artırılan, patlama şeklindeki
elektriksel aktiviteyi (depolarizasyonu) başlatır. Bu uyartı si­
naps öncesi bölgedeki kalsiyum kanallarını kısa bir süre için
açar, bu da sinaps vezikülerinin eksositozunu tetikleyen kal­
siyum girişini başlatır. Eksositoz bölgelerinde salgılanan nö-
rotransmiterler sinaps sonrası zarında bulunan almaçlarla re­
aksiyona girerek geçici bir elektriksel aktivite (depolarizas-
yon) başlatırlar. Sinaps sonrası hücre zarında uyartı başlatan
aktiviteleri nedeniyle bu sinapslara uyarıcı sinapslar adı
verilir. Bazı sinapslarda, nörotransmiter-almaç etkileşimi si­
nir uyartısı geçişi olmaksızın zıt yönde bir etki göstererek hi-
perpolarizasyon başlatır. Bunlara engelleyici sinapslar adı
verilir. Yani sinapslar uyartı aktarımını harekete geçirebilir ya
da engelleyebilir ve bu şekilde sinir etkinliğini düzenleyebi­
lirler (Şekil 9-12).
Nörotransmiterler kullanıldıktan sonra enzimatik parçalan­
ma, difuzyon ya da sinaps öncesi zar üzerindeki özgün al­
maçlar tarafından düzenlenen endositoz yoluyla çabucak or­
tamdan uzaklaştırılırlar. Bu olay işlev açısından önemlidir,
çünkü bu şekilde sinaps sonrası nöronun istenmeyen biçim­
de uyarılması önlenmiş olur.

GLİA HÜCRELERİ VE NÖRON ETKİNLİĞİ


Şekil 9-10. A d re n e rjik s in ir u c u . B u ra d a y a k la ş ık 5 0 n m ç a ­
Glia hücrelerinin sayısı memelilerin beyninde nöronlardan on
p ın d a e le k tro n y o ğ u n ö z e s a h ip , n o re p in e frin iç e re n , ko yu
kat daha fazladır; nöron aralıklarında yerleşerek hem sinir hüc­
v e z ik ü lle r g ö rü lm e k te d ir. X 40.000 (İzin alınarak A. Machado).
resinin gövdesini, hem de akson ve dendrit uzantılarını sanır.
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 169

P maddesi (A rç )(P ro )(L ^ ^ Ağrı?

Anjiyotensin II (A sp)(A rg )^^ Susama?

Luteinizan-hormon-
salgılatıcı hormon @ @ (T r|^ ^ Seks?
(LHRH)

Kolesitokinin-8 (A s p )(T y r)(f^ ^ Acıkma?

|i-endorfin Keyif?

Şekil 9-11. B a zı n ö ro p e p tid le rin a m in o a s it d iz ilim i v e m u h te m e le n e tk ili o ld u k la rı d u y u v e d ü rtü le r. (İzin alınarak yeniden ba­
sım Alberts B ve ark; Molecular Biology of the Cell 2. baskı. Garland Press, 1993.)

Sinir dokusunun hücreler arası maddesi çok azdır, giia Astrositler, destekleme işlevine ek olarak nöronların iyo­
hücreleri (Tablo 9 -1 ) nöron etkinliği İçin gereken uygun nik ve kimyasal ortamını kontrol eder. Bazı astrositlerde en-
mikro çevreyi sağlar. dotel hücresine tutunan geniş uçlu bir uzantı bulunur. Bu
uç-ayaklar aracılığıyla astrositlerin molekülleri ve iyonları
Oligodendrositler kandan nöronlara taşıdıklarına inanılmaktadır. Genişlemiş
uzantılar merkezi sinir sisteminin dış yüzeyinde de bulunur,
Oligodendrosİtler (Yun. oligos, küçük + clenclron + by tos)
merkezi sinir sistemindeki nöronların elekuiksel yalıtımını
sağlayan miydin kılıfı yaparlar (Şekil 9-13 ve 9-H ). Bu hüc­
relerin, aksonların etrafına sarılan uzantıları bulunmaktadır
ve bu uzantılar Şekil 9-15'te gösterildiği gibi miyelin kılıfı
oluşturur.

Schwann Hücreleri
Bu hücreler oligodendrositlerle aynı işleve sahiptir, ancak
çevresel sinir sistemindeki aksonların etrafında yer alırlar.
Bir Schwann hücresi bir aksonun çevresinde miyelin oluştu­
rur, oysa oligodendrositlerin birden fazla nöron ve bunların
uzantıları etrafında kılıf oluşturacak şekilde dallar verme ye­
teneği bulunmaktadır. Şekil 9-27’de Schwann hücre zarının,
aksonun etrafını nasıl sardığı gösterilmektedir.

Astrositler
Astrositler (Yun. astron, yıldız + kytos) çok sayıdaki uzantı­
ları nedeni ile yıldız şeklinde İzlenen hücrelerdir. Bu hücre­
lerin, yapılarını güçlendiren glial fibriler asit proteininden
yapılmış ara filamanları bulunur. Astrositler nöronları kılcal
kan damarlarına ve pia ma tere (merkezi sinir sistemini örten
ince bir bağ dokusu; aşağıya bakınız) bağlar. Az sayıda,
uzun uzantılara sahip astrositlere fibröz astrositler denir ve
bunlar ak madde içinde yer alır; çok sayıda kısa dallar ve­
ren uzantılara sahip olan protoplazmik astrositler gri Şekil 9-12. B ir m o to r n ö ro n d a k i u y a rıc ı v e e n g e lle y ic i si-
madde içinde yer almaktadır (Şekil 9 -1 3 , 9-1-1 ve 9-16). Ast­ n a p s ö rn e k le ri (G a n o n g W F : Review of Medical Physido-
rositler, glia hücreleri İçinde sayısı en fazla olanıdır; morfo­ logy. 1 5 'in c i b a s k ı. A p p le to n & L a n g e , 1 9 9 T d e n iz in li y e n i­
lojik ve işlevsel açıdan kendine özgü farklılıklar sergiler. d e n ç iz im .)
170 / BOLUM 9

Tablo 9-1. Nöroglia hücrelerinin kökeni ve ana işlevleri.

Glia Hücre Tipi Kökeni Yeri Temel İşlevleri

Oligodendrosit Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Miyelin yapımı, elektrik yalıtımı

Schwann hücresi Nöral tüp Çevresel sinirler Miyelin yapımı, elektrik yalıtımı

Astrosit Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Yapısal destek, onarım işlemleri,
Kan-beyin engeli, metabolik değiş tokuş
Ependim hücresi Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Merkezi sinir sisteminin boşluklarının döşenmesi

Mikroglia Kemik iliği Merkezi sinir sistemi Makrofaj aktivitesi

burada kesintisiz bir tabaka oluşturur. Ayrıca merkezi sinir renerjik almaçları, aminoasit almaçlarını (sözgelimi gama
sistemi hasar gördüğünde astrositler çoğalarak hücresel ya­ aminobütirik asit [GABA]) ve pepticl almaçlarını (natriüretik
ra iyileşme dokusu oluştururlar. peptid, anjiyotensin II, endotelinler, vazoaktif intestinal pep-
Astrositler merkezi sinir sisteminin (MSS) pek çok işlevi­ tid ve tirotropin salgılatıcı hormon dahil) bulundururlar. Bu
nin düzenlenmesinde de rol oynarlar. Astrositler in vitro ad- ve başka almaçların astrositler iize-rinde bulunması astrosİ-
te, pek çok uyartıya yanıt verme özelliği kazandırır.
Astrositler nöronun canlılığı ve aktivitesini de etkileyebi­
lir ve bunu sadece hücre dışı ortamdaki etkenleri düzenle­
yerek değil, metabolik siibstratları ve sinir etkin molekülleri
salgılayarak ta gerçekleştirir. Sinir etkin moleküller arasında
anjiyotensinojen ailesindeki peptidler, vazoaktif endotelin­
ler, opioid prekürsörleri (enkefalinler) ve potansiyel olarak
sinir besleyici somatostatin yer almaktadır. Öte yandan ast­
rositlerin enerjisi fazla bileşikleri kandan alarak nöronlara
aktardıklarına, hatta glikoz ve laktati metabolize ederek nö­
ronlara verdiklerine ilişkin bazı bulgular mevcuttur.
Son olarak astrositler birbirleriyle aralık bağlantıları ara­
cılığıyla doğrudan temas etmektedir ve bu şekilde bilgi uzak
mesafeler arasında bir noktadan bir başka noktaya akabil-
mektedir. Örneğin, astrositler aralık bağlantıları ve çeşitli si-
tokinlerin salgılanması sayesinde hem normal, hem de anor­
mal koşullarda miyelin yenilenmesini etkilemek üzere oligo-
dendrositlerle etkileşebilmektedir.

Ependim Hücreleri
Bu hücreler, beyin ventriküllerini ve omurilik orta kanalını
döşeyen alçak prizmatik epitel hücreleridir. Bazı yerlerde
ependim hücreleri beyin omurilik sıvısının hareketini kolay­
laştıracak olan titrek tüylere sahiptir.

Mikroglia
Mikroglia (Yun. m icros, küçük, + glicı) kısa uzantılara sahip,
uzun, küçük hücrelerdir. Rutin hematoksilen eozin (HE) pre-
paratlarında, diğer glia hücrelerinin küre şeklindeki çekir­
deklerinin aksine yoğun ve uzun şekilli çekirdekleriyle tanı­
nabilirler. Mikroglia, sinir dokusunda tek çekirdekli fagositik
sistem kapsamına giren fagositik hücrelerdir ve kemik iliğin­
deki öncül hücrelerden köken alırlar. Erişkin MSS'de infia-
masyon ve onarımda görev alırlar ve nötral proteazlar ve ok-
sidatif radikaller üreterek bunları salgılarlar. Mikroglia hücre­
leri etkinleştiklerinde, uzantılarını geri çeker makrofajların
morfolojik görünümüne bürünerek, fagositik ve antijen su­
Şekil 9-13. M e ta l d o y u rm a te k n iğ i ile b o y a n m ış n ö ro g lia nan hücreler olarak davranırlar (bkz. 14. Bölüm). Bağışıklığı
h ü c re le rin in ş e m a s ı. Y a ln ız c a a s tro s itle rin d a m a r d u v a rın ı düzenleyici bir dizi sitokin salgılarlar ve merkezi sinir sistemi
ö rte n u ç -a y a k la rı g ö rü lm e k te d ir. lezyonlarının yol açtığı hücresel artıkları uzaklaştırırlar.
SINIR DOKUSU VE SINIR SİSTEMİ / 171

Ş ekil 9-14. Beyin kodeksin­


deki glia hücrelerinin (Golgi
boyası ile hazırlanan preparat-
ta) ışık mikroskop fotoğraf gö­
rüntüsü. A: Kan damarlarını
(KD) gösteren fibröz astrosit-
ler x10 00 B: Beyin yüzeyini
(ok) gösteren protoplazmik
astrositler. x1900. C: Mikroglia
hücreleri x1700 D: Oligodend-
rositler x1900. (İzin alınarak E.
Cowan WM. The Nervous Tissue.
In: Histology: Cell and Tissue Bi­
ology 5th ed. Weiss L. (editor) El­
sevier 1983.)

tümör nekroz faktörü-alfa gibi bir dizi sitokin mik­


KLİNİK BİLGİ roglia içinde HIV-1 replikasyonunu aktive eder ve
kolaylaştırır.

Mültipl sklerozda miyelin kılıf bilinmeyen bir dü­


zenekle, ağır nörolojik sonuçlar doğuracak şekil­
de hasar görür. Bu hastalıkta, mikroglia, almaç
tarafından düzenlenen fagositoz ve lizozomal et­
kinlikle miyelin artıklarını fagosite ederek parça­ MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ
lar. Buna ek olarak MSS'nin HIV-1 enfeksiyonu MSS beyin, beyincik ve omurilikten ibarettir. Gerçek anlam­
AIDS demansı kompleksine yol açar. Çok sayıda da bağ dokusu bulunmaz ve bu nedenle göreceli olarak yu­
deneysel bulgu mikroglianın HIV-1 tarafından muşak ve pelte kıvamında bir organdır.
enfekte edildiğini göstermektedir. İnterlökin-1 ve
172 / BOLUM 9

Ş ekil 9-15. M e rk e z i s in ir s is te m in in m iy e lin kılıfı. A y n ı o li-


g o d e n d ro s it 3 - 5 0 k a d a r s in ir lifin in m iy e lin k ılıfın ı o lu ş tu r­
m a k ta d ır. M e rk e z i s in ir s is te m in d e R a n v ie r b o ğ u m la rı b a ­
z e n d iğ e r h ü c re le rin u z a n tıla rıy la ö rtü lü r y o k s a o ld u k ç a
fa z la h ü c re d ış ı a ra lık (H D A ) v a rd ır. A k s o le m m a o lig o d e n d -
ro s itin h ü c re z a rı ile te m a s e ttiğ i y e rd e k a lın la ş m a g ö s te rir.
Bu d u ru m m iy e lin k ılıf ile a k s o n a ra s ın d a k i a k s o n ç e v re s i
a ra lığ ın a m a d d e d ifü z y o n u n u k ıs ıtla r. S o l ü s tte : b ir o lig o -
d e n d ro s it h ü c re s in in y ü z e y g ö rü n ü m ü , S it, g lia h ü c re s in in
s ito p la z m a s ı, A , a k s o n (İzin alınarak yeniden çizim ve basım
Bunge ve ark: J. Biophys Biochem Cytol 1961 ;10:67).

Kan daman

Şekil 9-16. R io H o rte g a g ü ­


m ü ş b o y a s ı ile h a z ırla n a n b e ­
yin k e s itin d e u z a n tıla rı k a n d a ­
m a rla rın ın y ü z e y in d e s o n la n a n
fib rö z a s tro s itle r. O rta b ü y ü tm e .
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 173

Kesit alındığında beyin, beyincik ve omurilikte beyaz (ak


madde) ve gri (gri madde) bölgeler görülür. Bu farklılığı, mi-
yelinin MSS'deki dağılımının farklı olması yaratır. Ak madde­
nin ana bileşeni miyelinii aksonlar ve miydin yapan oligo-
dendrositlerdir. Ak maddede nöron hücre gövdesi bulun­
maz.
Gri maddede nöron hücre gövdeleri, dendritler ve ak­
sonlarla, glia hücrelerinin başlangıç bölümündeki miyelinsiz
kısımları bulunur. Burası sinapsların oluşturulduğu bölgedir.
(Şekil 9-18, 9-19 ve 9-20). Gri madde beynin ve beyinciğin
yüzeyinde belirgin olup, beyin ve beyincik korteksini oluş­
tururken beyaz madde daha merkezi bölgelerde bulunur,
Nöron hücre gövdelerinin oluşturduğu topluluklar beyaz
maddeye gömülü olan ve çekirdekler olarak adlandırılan
adalar oluşturur. Beyin korteksinde gri madde, farktı boy ve
şekillerde hücrelerden oluşan altı tabaka oluşturur. Beyin
korteksindeki bazı bölgelerde bulunan nöronlar getirici
(duysal) uyarılara yöneliktir; başka bölgelerde götürücü
(motor) nöronlar istemli hareketleri kontrol eden motor uya­
rıları oluşturur. Beyin korteksindeki hücreler duysal bölge-

Şekil 9-18. P İra m id ş e k illi u z a n tıla rı b u lu n a n ç o k s a y ıd a


n ö ro n u n v e a z s a y ıd a g lia h ü c re s in in g ö rü ld ü ğ ü g ü m ü ş b o ­
y a s ı y a p ılm ış b e y in k o d e k s i k e s iti. O d a b ü y ü tm e .

nin bütünleştirilmesi ve istemli motor yanıtların başlatılması


ile ilişkilidir.
Beyincik korteksinde üç tabaka bulunur. (Şekil 9-19 ve
9-20): Dışta moleküller tabaka, ortada büyük Purkinje hücre­
lerinden oluşan bir tabaka ve içte grantiler tabaka. Purkinje
hücrelerinin hücre gövdesi belirgindir ve dendritleri yelpaze
görüntüsü oluşturacak şekilde çok gelişmiştir. (Şekil 9-3). Bu
dendritler büyük ölçüde moleküller tabakayı doldurur ve bu
tabakada çekirdeklerin seyrek olmasının nedeni de budur.
Grantiler tabaka çok küçük nöronlardan oluşmuştur (vücut­
taki en küçük hücreler), bunlar hücre yoğunluğu daha az
olan moleküler tabakanın aksine daha derli toplu bir düzen­
leniş gösterirler (Şekil 9-18).
Omuriliğin enine kesitlerinde ak madde çevrede, gri
madde ise H harfini andıracak şekilde merkezde yer alır (Şe­
kil 9-19). Bu H harfinin yatay çizgisinde bir açıklık vardır, bu­
rası merkez kanalıdır, bu yapı embriyonal nöral tüp lümeni-
Ş ekil 9-17. O m u riliğ in g ri m a d d e (a ş a ğ ıd a ) ile a k m a d d e nin kalıntısıdır. Bu kanalı ependim hücreleri döşer. H harfi­
(y u k a rıd a ) g e ç iş in d e k i e n in e k e s iti. G ri m a d d e d e s in ir h ü c ­ nin bacaklarında yer alan gri madde ön boynuzları oluşturur.
re g ö v d e le rin in v e ç o k s a y ıd a h ü c re u z a n tıs ın ın v a rlığ ı d ik ­ Bunlar spinal sinirlerin ventral köklerini yapan aksonlara sa­
k a ti ç e k e rk e n , a k m a d d e e s a s o la ra k m iy e lin k ılıfı h is to lo jik hip olan motor nöronları içerir. Gri madde aynı zamanda ar­
iş le m le r s ıra s ın d a e rim iş o la n s in ir lifle rin d e n o lu ş m a k ta d ır. ka boynuzları da (ITnin kolları) oluşturur, burası spinal gang-
P T b o y a m a s ı. O rta b ü y ü tm e . liyonlardaki nöronlardan (dorsal kökler) duysal lifleri alır.
174 / BÖLÜM 9

Moleküler tabaka.'
'‘Purkinje hücre
1 tabakası

m •
%

tabaka

Granüler*
Ş ekil 9-19. Beyinciğin ışık mikroskop fotoğrafı. Kullanılan
tabaka f, boyama yöntemi (HE) Şekil 9-3’te görülen Purkinje hücrele­
rinin olağanüstü fazla dallanma özelliğini tam olarak ortaya
koymamaktadır. Küçük büyütme.

Moleküler
tabaka

Purkinje hücresi

Ş ekil 9-20. Belirgin Purkinje


hücrelerinin bulunduğu beyin­
cik kesiti. Bir Purkinje hücre­
sinde yoğun dendrit dallanma­
sının bir bölümü görülmekte­
iranüler tabaka dir. HE boyası. Orta büyütme.
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 175

Glia hücresi Sinir

Şekil 9-21. O m u riliğ in e n in e k e s iti.

Omurilikteki, özellikle de büyük motor nöronların bu­


lunduğu ön boynuzlardaki nöronlar büyük ve çok kutuplu­
dur (Şekil 9-22 ve 9-23).

MENİNKSIER (BEYİN ZARLARI)


Merkezi sinir sistemini kafatası ve omurga ile korur. Aynı za­
manda meninks denen bağ dokusu zarları ile sarılmış du­
rumdadır (Şekil 9-24). En dış tabakadan başlamak üzere
meninksler dura mater, araknoid ve pia mater şeklinde taba-
kalaşır. Araknoid ve pia mater, birbirine bitişiktir ve genel­
likle pia-araknoid adı verilen tek bir zar olarak kabul edilir.

Dura Mater
Dura mater dıştaki katmandır (meninks), tıkız bağ dokusun­
dan oluşur ve kafatasının periosteumu ile devam eder.
Omuriliği saran dura mater, omurganın periosteumundan
epidural boşluk ile ayrılır, burası ince duvarlı venler, gevşek
bağ dokusu ve yağ dokusu içerir.
Dura mater her zaman için ince bir dura altı aralıkla
araknoidden ayrılır. Dura materin iç yüzeyi, omuriliğin dış
yüzeyinde olduğu gibi mezenkim kökenli tek katlı yassı epi-
telle örtülüdür.

Araknoid
Araknoidin (Yun. a ra ch ııo eid es, örümcek ağına benzer) iki
bileşeni vardır. Biri dura materle temas halindeki tabaka, di­
ğeri ise pia mater ile bu tabakayı birbirine tutturan trabekül
sistemidir. Tnıbeküller arasındaki boşluklar beyin omurilik
sıvısı ile dolu olan ve dura altı aralıktan tamamen ayrı olan
araknoid altı aralığı yapar. Bu aralık merkezi sinir sistemi­
ni travmadan koruyan hidrolik bir yastık oluşturur. Arakno­
id altı aralık beynin ventrikülleri ile bağlantılıdır. Ş ekil 9-22. O m u rilik g ri m a d d e s in in k e s itin d e b a z o filik g ö v ­
Araknoid, içinde kan damarı bulunmayan bağ dokusun­ d e le riy le (N is s l c is im c ik le ri) b irk a ç m o to r n ö ro n g ö rü lm e k ­
dan oluşur. Yüzeyi, dura mated örtenle aynı tip tek katlı yas­ te d ir. B a zı ç e k ird e k le rd e ç e k ird e k ç ik le r g ö rü lm e k te . S in ir
sı epitelle örtülüdür. Omurilikteki araknoidin trabekül sayısı h ü c re le rin in ç e v re s in d e n ö ro n v e g lia u z a n tıla rın d a n b ir ağ
daha az olduğundan pia materden daha kolay ayrımlanabilir. b u lu n m a k ta d ır. P T b o y a m a s ı. O rta b ü y ü tm e .
176 / BOLÜM 9

Kan damarları pia mater ile örtülü tüneller boyunca mer­


kezi sinir sistemine girerler, bu tünellere damar çevresi
aralığı denir. Kan damarları kılcal haline dönüşmeden önce
pia mater kaybolur. Merkezi sinir sistemindeki kılcal kan da­
marları genişlemiş nöroglia hücre uzantıları ile tamamen ör­
tülmüş durumdadır (Şekil 9-24).

Kan-Beyin Engeli
Kan-beyin engeli antibiyotikler, kimyasal ve bakteriye! zehir­
li maddeler gibi kimi maddelerin kandan sinir dokusuna
geçmesini önleyen işlevsel bir barikat oluşturur.
Kan-beyin engelini, sinir dokusundaki kılcal kan damar­
larında görülen bir özellik olan azalmış geçirgenlik oluştu­
rur. Süz konusu engelin ana yapısal bileşenini, bu kılcal kan
damarlarının endotel hücreleri arasındaki devamlılığı sağla­
yan tıkayıcı bağlantılar oluşturur. Bu endotel hücrelerinin si-
toplazınasında başka pek çok yerdeki hücrelerde bulunan
pencereler yer almamakta ve çok az sayıda pinositoz kese­
ciği gözlenmektedir. Kılcal kan damarlarını saran nöroglia
uzantıları kısmen düşük geçirgenlikten sorumludur.

KOROİD PLEKSUS VE
BEYİN OMURİLİK SIVISI
Koroid pleksus ventriküllerin iç kısmına sokulan pia mate-
rin, genişlemiş pencerelere sahip kılcal kan damarlarından
zengin girintili çıkıntılı katlanmalarından oluşur. Üçüncü ve
dördüncü ventriküllerin tavanında ve yan ventrikül duvarla­
rının bir bölümünde bulunur.
Koroid pleksus pia materin gevşek bağ dokusundan olu­
şur, tek katlı kübik ya da alçak prizmatik epitelle örtülüdür
(Şekil 9-25). Bu hücreler iyon taşıyıcı hücrelerin özellikleri­
Şekil 9-23. Omurilik gri maddesinin kesiti. Nöron ve glia ne sahiptir (bkz. 4. Bölüm).
uzantılarından oluşan ağ belirgin olarak izlenebilmektedir. Koroid pleksusun ana işlevi çok az miktarda katı madde
Küçük çekirdekler glia hücrelerine aittir. Bu hücrelerin sayı­ içeren ve ventriküllcri, omurilik merkez kanalını, araknoid
sının nöronlardan daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. altı aralığı ve damar çevresi aralığını tamamen dolduran be­
HE boyası. Orta büyütme. yin omurilik sıvısını yapmaktır. Merkezi sinir sistemi metabo­
lizmasında da önemlidir ve mekanik darbelere karşı koruyu­
cu bir araç olarak iş görür.
Beyin omurilik sıvısı berrak, yoğunluğu düşük (1004-1008
g/ml) ve protein içeriği çok az olan bir sıvıdır. Mililitrede birkaç
Bazı bölümlerde araknoid dura mater içindeki venöz si­ döküntü epitel hücresi ve 2-5 lenfosit bulunur. Beyin omurilik
nüslerde sonlanan kıvrımlaşmalar oluşturacak şekilde dura sıvısı araknoid altı aralığa girdiği noktadan itibaren ventriküller
materi delerek geçer. Bu kıvrımlaşmalar venlerin endotel içinde dolaşır. Burada araknoid viluslar beyin omurilik sıvısının
hücreleri ile örtülür ve araknoid villuslar adını alır. İşlev­ venöz dolaşıma geri emiliminde ana yolu oluşturur (sinir doku­
leri beyin omurilik sıvısını, venöz sinüslerde bulunan kana sunda lenf damarları bulunmamaktadır).
geri çekmektir.

Pia Mater
Pia mater, çok sayıda kan damarı içeren gevşek bir bağ do­ k l in ik b il g i
kusudur. Sinir dokusuna oldukça yakın yerleşmesine karşın
sinir hücreleri ya da sinir lifleri ile temas etmez. Pia mater ile
nöral elemanlar arasında pia materi sıkıca tutturan ve Beyin omurilik sıvısının emiliminde bir azalma ya
MSS'nin periferinde, MSS ile beyin omurilik sıvısını birbirin­ da ventriküllerden dışarı çıkışta bir engelleme ol­
den ayıran nörogliaların uzantılarından oluşan fiziksel bir ta­ duğunda hidrosefali (Yun. hydro, su, + kephale,
baka yer alır (Şekil 9-24). baş) olarak bilinen durum oluşur, bu durumda
Pia mater merkezi sinir sisteminin yüzeyindeki tüm girin­ baş sürekli olarak büyür ve bunu zeka geriliği ve
ti çıkıntıları takip eder ve kan damarları boyunca bir ölçüde kas güçsüzlüğü izler.
yüzeyden içeri uzanır. Pia materi mezenkim kökenli yassı
hücreler örter.
SINIR DOKUSU VE SINIR SİSTEMİ / 177

Pia mater Kılca! kan damarları

Dura altı boşluk

j- Dura mater

Araknoid

* Araknoid altı
boşluk

Astrosit

Kılcal kan
damarı

Ş ekil 9-24. Meninkslerin yapısı, üst üste pia mater, araknoid ve dura mater görülmektedir. Astrositler,
nöronların çevresinde üç boyutlu bir ağ oluşturur (gösterilmemekte). Astrosit uzantılarının, kan-beyin
engeline katkıda bulunan ve kan damarlarını saran kesintisiz bir tabaka oluşturduğu dikkati çekmekte­
dir. (İzin alınarak yeniden çoğaltım, Krstic RV: Microscopic Human Anatomy, Springer Verlag, 1991.)
178 / BÖLÜM 9

Ş ekil 9-25. Koroid pleksus ke­


siti. Koroid pleksusun ortasın­
da kılcal kan damarlarından
(KD) zengin gevşek bağ doku­
su özdek, yüzeyinde ise tek
katlı kübik epitel (ok başı) bulu­
nur. HE boyası. Orta büyütme.

ÇEVRESEL SİNİR SİSTEMİ Erişkindeki sinir dokusunda bulunan aksonların büyük bir
bölümünü kılıf hücresinin yaptığı tek ya da birden fazla kat
Çevresel sinir sisteminin (PSS) ana bileşenleri sinirler,
örter. Kılıfı yapan hücre çevresel sinir liflerinde Schwann
gangliyonlar ve sinir uçlandır. Sinirler, bağ dokusu kılıf­
hücresi, merkezi sinir sisteminde ise oligodendrosittir.
ları ile sarılmış sinir lifi demetleridir.
Küçük çaplı aksonlar genelde miyelinsiz sinir lifleridir
(Şekil 9-26, 9-28 ve 9-29). Aksonlar kalınlaştıkça kılıf hücre­
SİNİR LİFLERİ si giderek daha fazla sayıda kat yapar ve miyelin kılıfları
Sinir lifleri ektoderm kökenli hücrelerden türeyen özel bir oluşturur. Bu liflere miyelinli sinir lifleri adı verilir (Şekil 9-
kılıfla sarılmış aksonlardan oluşur. Sinir liflerinin oluşturdu­ 27, 9-28 ve 9-29).
ğu gruplar beyine, omuriliğe ve çevresel sinirlere ait yolları
oluşturur. Sinir lifleri merkezi ya da çevresel sinir sisteminde Miyelinli Lifler
yer almasına göre kendilerini saran kılıf açısından farklılık­
Çevresel sinir sistemindeki miyelinli liflerde Schwann hücre­
lar sergilerler.
sinin plazma zarı akson etrafında dönerek, onu sarar (Şekil

Schwann hücresi
çekirdeği

Mezakson

Ş ekil 9-26. Üstte: Yalıtık aksonları bir Schwann


hücresi ile sarılan ve her aksonun kendi mezakso-
Schwann hücresi nu bulunduğu miyelinsiz sinir lifinin en sık karşıla­
sitoplazması şılan tipi. Altta: Bazen, çok ince bir çok akson
Schwann hücresi tarafından sarılır. Bu gibi durum­
Schwann hücresi larda birkaç akson için tek bir mezaksonun bulun­
çekirdeği ması söz konusudur.
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 179

Mezakson

Ş ekil 9-27. Çevresel sinir liflerinde miye-


lin oluşumunun ardışık dört evresi. mezakson

9-27, 9-28 ve 9-30). Kılıfı yapan hücrenin zar katmanları bir­ daha yüksektir. Miyelin kılıfta, izlediği yol boyunca Ranvi-
leşir ve içindeki lipit bileşeni standart histolojik işlemlerde er boğumları denilen boşluklar bulunur (Şekil 9-28 ve 9-
kısmen kaybolabilen beyazımsı bir lipoprotein kompleksi 31); bunlar, akson boyunca komşu Schwann hücrelerinin
olan miyelini oluşturur. arasındaki boşluklardır. Schwann hücrelerinin iç içe geçmiş
Miyelin çok sayıda değişmiş hücre zarı tabakasından olan uzantıları kısmen bu boğumu örter. İki boğum arasın­
oluşur. Bu zarların lipit oranı diğer hücre zarlarındakinden daki mesafe boğum arası adını alır ve burasını bir

Ş ekil 9-28. Miyelinli (A) ve miyelinsiz (B) sinir lifleri­


nin ince yapısı. (1) Schwann hücresinin çekirdeği ve
sitoplazması, (2) Akson, (3) Mikrotübül, (4) Nörofila-
man (5) Miyelin kılıf, (6) Mezakson, (7) Ranvier boğu­
mu, (8) Ranvier boğumundaki Schwann hücre girinti­
leri, (9) Miyelinsiz bir aksonun yandan görünüşü. (10)
Bazal lamina. (İzin alınarak ve çok az değiştirilerek
yeniden basım, Krstic RV: Ultrastructure of the Mam­
malian Cell. Springer-Verlag, 1979.)
180 / BÖLÜM 9

Ş ekil 9-29. Miyelinli (M) ve mi-


yelinsiz (U) lifleri içeren çevre­
sel bir sinir lifinin elektron mik­
roskop fotoğrafı. Endonöryuma
ait enine kesitte retiküler lifler
(RL) gözleniyor. Şeklin merke­
zine yakın bir Schwann hücre
çekirdeği (S), perinöral hücre­
ler (P [çekirdek üzerinde] oklar)
görülmektedir. Bunlar sinir do­
kusuna madde girişini kontrol
eden bir engel oluşturur x
30.000. İç şekil: Aksondan bir
bölüm, enine kesitte çok sayıda
mikrotübül ve nörofilaman göz­
lenmektedir x 60.000.

Schwann hücresi oluşturur. Boğum arası mesafe 1-2 mm lıfla örtülmemiştir. Beyinde ve omurilikte akson uzantıları di­
arasında değişir. ğer nöron ve glia uzantıları arasında serbestçe uzanmaktadır.
Merkezi sinir sisteminde Schwann hücresi bulunmaz;
buradaki miyelin kılıfı oligodendrositlerin uzantıları oluştu­ SİNİRLER
rur. Oligodendrositler Schwann hücrelerinden daha farklıdır,
Çevresel sinir sisteminde, sinir lifleri sinirleri oluşturmak
çünkü tek bir hücre birkaç akson parçasını saracak şekilde
üzere demetler halinde gruplar oluşturur. Az sayıda miyelin­
farklı dallar uzatabilir (Şekil 9-15).
siz liften oluşan çok ince sinirler hariç sinirler, miyelin ve
kolajen içeriği nedeniyle beyaz, homojen, parlak bir görü­
Miyelinsiz Lifler nüm sergiler.
Hem merkezi hem de çevresel sinir sistemlerindeki aksonla­ Sinirler (Şekil 9 -3 2 ile 9 -36 arası) dıştan, epinöryum adı
rın tümünde miyelin kılıf bulunmaz. Çevresel sinir sistemin­ verilen ve tıkız bağ dokusundan oluşan fibröz bir örtü ile sa­
de tüm miyelinsiz aksonlar Schwann hücrelerinin yaptığı ba­ rılmış durumdadır, epinöryum aynı zamanda sinir lifi demet­
sit yarıklar içinde yer almaktadır (Şekil 9-26). Miyelinli ak­ leri arasındaki boşluğu da doldurur. Her demet, yassılaşmış,
sonlarla olan ilişkisinden farklı olarak her bir Schwann hüc­ epitele benzer hücrelerin yaptığı tabakalardan oluşan ve pe-
resi çok sayıda miyelinsiz aksonu içine alabilir. Miyelinsiz si­ rinöryum adını alan bir yaprak ile sarılmıştır. Perinöryum
nir liflerinde Ranvier boğumu bulunmaz, çünkü Schwann yaprağındaki her tabakada bulunan hücreler kenarlarından
hücreleri kesintisiz bir kılıf oluşturacak şekilde birleşmiştir. sıkı bağlantılarla birbirlerine tutunmuştur. Bu şekildeki dü­
Çevresel sinir sisteminden farklı olarak, merkezi sinir sis­ zenleniş perinöryumu, pek çok makromolekülün geçmesini
teminde miyelinsiz aksonların sayısı fazladır, bu aksonlar kı­ önleyen bir engel haline getirir ve bu yapıya, sinir liflerini
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 181

dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı koruma gibi önemli bir minden gelen uyarıları, bu merkezlerin yönettiği efektör or­
işlev yürütür. Perinöryum kılıfının içinde Schwann hücresi ganlara taşır. Yalnızca duysal liflere sahip sinirlere duysal si­
tarafından sarılmış aksonlar ve bunlara ait gelişmekte olan nirler denir; yalnızca uyarıları efektöre taşıyan liflerden olu­
bağ dokusu, yani endonöryum yer alır (Şekil 9-33). Endo- şan sinirlere ise m otor sinirler adı verilir. Çoğu sinirde hem
nöryurn, Schwann hücrelerinin yaptığı retiküler liflerden duysal hem de motor lifler bulunur, bunlara karışık sinir­
oluşan ince bir tabakadan oluşur. ler denir; bu sinirlerde hem miyelinli, hem de miyelinsiz ak­
Sinirler, beyin ve omurilik merkezleri ile duyu organları sonlar yer alır (Şekil 9-29).
ve efektör organlar (kaslar, bezler, vb.) arasında iletişim ku­
rar. Merkezi sinir siteminden gelen ve merkezi sinir sistemi­ GANGLİYONLAR
ne giden getirici ve götürücü liflere sahiptir. Getirici lifler Ganglİyonlar bağ dokusu tarafından desteklenen nöron hüc­
vücudun iç bölgelerinden ve çevreden gelen bilgiyi merke­ re gövdeleriyle glia hücrelerini içeren oval yapılardır. Sinir
zi sinir sistemine taşır. Götürücü lifler merkezi sinir siste­ uyarılarının aktarımında dağıtım İstasyonu olarak iş gördiik-

Schwann
hücresi
sitoplazması

Miyelin

Mezakson

a ra l

Ş ekil 9-30. Miyelinli bir sinir l i ­


finin elektron mikroskop fotoğ­
rafları Üst Şekil: x 20.000 Alt mam
Şekil: x 80.000. Dış mezakson
182 / BOLUM 9

Ş ekil 9-31. Ortadaki çizim ışık mikroskobunda miyelinii


bir çevresel sinir lifini göstermektedir. Bu uzantı,
Schwann hücrelerinin sitoplazması ve miyelin kılıfıyla sa­
rılan bir aksondur. Bir Schwann hücre çekirdeği Schmidt
Lanterman yarıkları ve Ranvier boğumu gösterilmektedir.
Miyelin oluşumu sırasında Schwann hücresi sitoplazma-
sının çevreye doğru yer değiştirmeyen kısmı bu yarıkları
oluşturur. Alttaki çizimde bir Ranvier boğumunun ince
yapısı görünmektedir. Schwann hücresi sitoplazmasmın
(SH) dış yaprağının gevşek biçimde kenetlenmiş uzantı­
ları ve aksolemmanın sıkı teması dikkati çekmektedir. Bu
temas aksolemma ile Schwann hücre zarı arasındaki ak­
son çevresi aralığın dışına ve içine madde hareketini kı­
sıtlayan seçici bir engel şeklinde davranır. Bazal lamina
Schwann hücresi etrafında kesintisizdir. Sinir lifleri, çev­
resel sinir liflerinin endonöral kılıfını oluşturan retiküler lif­
lerden zengin bir bağ dokusu tabakasıyla çevrilidir.

lerinden, her gangliyona bir sinir girerken bir başkası çıkar. özellikle de intramural gangliyonları oluşturdukları sindirim
Sinir uyarısının yönü gangliyonun duysal ya da otonom ol­ kanalında yer alır. Bu gangliyonlarda bağ dokusundan olu­
masını belirler. şan kapsüller bulunmaz ve hücreleri, içinde bulundukları
organın stroması tarafından desteklenir.
Duysal Gangliyonlar Otonom gangliyonlarda genellikle çok kutuplu nöronlar
Duysal gangliyonlar merkezi sinir sistemine giden getirici bulunur. Kraniyospinal gangliyonlarda olduğu gibi otonom
uyarıları alırlar. İki tip duysal gangliyon vardır. Bazıları kafa gangliyonlarda da ince Nissl cisimcikleri bulunan nöronal
sinirleriyle ilişkilidir (kafa gangliyonları); diğerleri omurilik perikaryonlar yer almaktadır.
sinirlerinin dorsal kökü ile ilişkilidir ve bunlara da omuri­ Otonom gangliyonların nöronları çoğunlukla uydu hüc­
lik gangliyonları denir. Omurilik gangliyonları oldukça be­ relerin oluşturduğu bir tabaka ile sarılı durumdadır, intramu­
lirgin, küçük Nissl cisimcikleri içeren ve çevresinde, uydu ral gangliyonlarda, her nöronun etrafında yalnızca birkaç
hücreleri olarak adlandırılan çok sayıda, küçük glia hücre­ uydu hücresi görülür.
si bulunan, iri nöron hücre gövdelerinden oluşur (Şekil
9-37). OTONOM SİNİR SİSTEMİ
Gangliyon hücrelerini, bağ dokusundan oluşan bir iske­ Otonom (Yun. autos, kendi başına + ııonıos, kural) sinir siste­
let ve kapsül destekler. Bu gangliyonların nöronları yalancı mi düz kasların kontrolü, bazı bezlerin salgı yapması ve kalp
çok kutupludur ve bilgiyi bir gangliyonun sinir ucundan, ye­
ritminin düzenlenmesi ile ilişkilidir. İşlevi sabit bir iç ortamın
rel nöronlarla kurulan sinapslar aracılığı ile omuriliğin gri
(homeostaz) devamlılığını sağlamak üzere vücudun belli et­
maddesine gönderir.
kinliklerinde düzenlemeler yapmaktadır. Otonom sinir sistemi
tanım olarak motor bir sistem olmasına karşın, organizmanın
Otonom Gangliyonlar iç bölgelerinden gelen duyuları alan lifler eşlik eder.
Otonom gangliyonlar otonom sinirlerde ampul şeklindeki “Otonom” terimi doğru değildir - çok yaygın kullanıl­
genişlemeler olarak görülür. Bazıları belli organların içinde, masına karşın - çünkü otonom sinir sisteminin işlevlerinin
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 183

Şekil 9-32. Bir sinir ve refleks yayının şeması. Bu örnekte deride başlayan duysal uyarılar, dorsal kök gangli-
yonu yoluyla omuriliğe geçer. Daha sonra duysal uyartı, iskelet kasına ait motor nöronu harekete geçirir. Bu
refleksin çalışmasına sıcak bir yüzeyden elin geri çekilmesi ve diz tendon refleksi örnek verilebilir. (İzin alınarak
ve çok az değiştirilerek yeniden basım Ham AW: Histology, 6th ed. Lippincott, 1969.)

Ş ekil 9-33. Bir sinir enine kesitinin elektron mikroskop fo­


toğrafında epinöryum, perinöryum, endonöryum görülü­
yor. Epinöryum fibroblast (ok) ve kolajen liflerden (kol)
zengin, tıkız bir bağ dokusudur. Perinöryum, makromole-
küllerin sinire girişine engel oluşturan, birbirine sıkıca
bağlanmış birkaç tabaka yassı hücreden oluşmuştur. En­
donöryum, Schwann hücresi tarafından (SH) sentezle-
nen ve başlıca retiküler liflerden (RL) oluşan bağ dokusu­
dur, x1200.
184 / BÖLÜM 9

Şekil 9-34. Epinöryum, perinör-


yum ve endonöryumun görüldü­
ğü kalın bir sinirin kesiti, her ak­
sonu saran miyelin kılıf histolojik
tekniğe bağlı olarak kısmen orta­
dan kalkmıştır. PT boyaması.
Orta büyütme.

büyük bir bölümü tamamen otonom değildir; bu işlevler cirin ilk nöronu merkezi sinir sisteminde yer alır. Aksonu
merkezi sinir sisteminde düzenlenir ve sıralanır. Otonom si­ çevresel otonom sistemini gangliyonunda bulunan ve zinci­
nir sistemi kavramı esasen işlevseldir. Anatomik olarak mer­ rin ikinci nöronunu oluşturan çok kutuplu nöronla sinaps
kezi sinir sisteminde yer alan sinir hücresi topluluklarından yapar. Birinci nöronun sinir liflerine (aksonlar) gangliyon
oluşur ve sinir gangliyonları bu liflerin yollan üzerinde yer­ öncesi lifler denir; ikinci nöronun efektör organlara -kas ya
leşir. Otonom terimi viseral işlevlerle ilgili bütün sinir ela­ da bez- uzanan aksonlarına ise gangliyon sonrası lifler
manlarını kapsar. Aslında “otonom" olarak tanımlanan işlev­ adı verilir. Bütün gangliyon öncesi uçlarda bulunan sinaps
ler, en az kas kasılmalarını tetikleyen motor nöronlarda ol­ vezikülleri içindeki kimyasal düzenleyici asetilkolindir, bu
duğu kadar merkezi sinir sistemine bağımlı olarak gerçek­ madde sinir uyanları ile uçlardan salgılanır.
leşmektedir. Adrenal mediilla (böbrek üstü bezi meclüllası) gangliyon
Otonom sinir sistemi iki - nöronlu bir ağdır. Otonom zin­ öncesi lifleri alan tek organdır, çünkü hücrelerin büyük bir

Şekil 9-35. Kolajen yapılarını


göstermek üzere boyanan kalın
bir sinirin enine kesiti, pikrosiri-
us-polarize ışık boyası. Orta
büyütme.
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 185

Ş ekil 9-36. ince bir dış örtüye


sahip iki küçük sinirin enine ke­
siti. schwann hücre çekirdekleri
(ok başları) ve aksonlar (oklar)
dikkati çekmektedir. PT boya­
ması. Orta büyütme.

Ş ekil 9-37. Gümüşle doyurulmuş yalancı tek kutuplu nöron­


lardan oluşan duysal gangliyon. Orta büyütme.
186 / BOLUM 9

bölümü beze göç ettikten sonra gangliyon hücresi yönünde Sempatik Sistem
değil bez hücresi olarak farklılaşır.
Sempatik sistemin çekirdekleri (sinir hücresi gövdelerinin
Otonom sinir sistemi hem anatomik, hem de işlevsel ola­
bir araya gelmesi ile oluşur) omuriliğin torasik ve lomber
rak birbirinden farklı iki bölümden oluşur; bunlar sempatik
parçalarında yer alır. Bu yüzden sempatik sistem, otonom si­
sistem ve parasempatik sistemdir (Şekil 9-38). Asetiikolin sa­
nir sisteminin torakolom ber bölümü olarak da anılır. Bu
lıveren sinir lifleri kolinerjik lifler olarak adlandırılır. Koliner-
nöronların aksonları - gangliyon öncesi lifler - merkezi sinir
jik lifler arasında, tüm gangliyon öncesi otonom lifler (hem
sistemini ventral kökler ve torasik ve lomber sinirlerin beyaz
sempatik, hem parasempatik) ve düz kaslara, kalbe ve ek-
bağlantı dallan aracılığıyla terk eder. Sempatik sisteme ait
sokrin bezlere giden gangliyon sonrası parasempatik lifler
ganglion sonrası liflerin kimyasal düzenleyicisi norepinef-
bulunur (Şekil 9-38).

Şekil 9-38. Götürücü otonom yolların şeması. Düz çizgiler gangliyon öncesi nöronları, kesintili çizgiler gangliyon sonrası
nöronları göstermektedir. Kalın çizgiler parasempatik lifler, ince çizgiler sempatik liflerdir (İzin alınarak ve çok az değiştirilerek
yeniden basım Youmans W: Fundamentals of Human Physiohgy, 2nd ed. Year Book 1962.)
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 187

rindir, bu madde böbrek üstü bezi medüllası tarafından da releri mitozla bölünme yeteneğine sahiptir. Bir
üretilir. Norepinefrin salıveren sinir liflerine adrenerjik (no- hastalık ya da hasar sonucu yitirilen sinir hücre­
repinefrin için kullanılan başka bir terim olan noradrenalin- lerinin merkezi sinir sisteminde bıraktığı boşluk­
den türetilen bir terim) lifler denir. Adrenerjik lifler, ter bez­ lar nöroglia tarafından doldurulur.
lerine ve iskelet kasının kan damarlarına dağılır. Adrenal Sinirler vücuda yaygın biçimde dağıldıkları
medülla hücreleri ganglion öncesi sempatik uyarıya yanıt için, sık olarak hasar görürler. Bir sinir aksonu
olarak epinefrin ve norepinefrin salgılar. kesildiğinde önce bozunma değişiklikleri, ardın­
dan onarım fazı izlenir.
Parasempatik Sistem Yaralı bir sinir lifinde sinir gövdesine yakın
Parasempatik sistemin çekirdekleri medülla ve orta beyin ile parçada (aksonun beri parçası) oluşan değişiklik­
omuriliğin sakral bölümünde yer almaktadır. Bu nöronların leri fark etmek, uzak parçadakileri (aksonun öte
gangliyon öncesi lifleri MMS’yi dört kafa siniri (III, VII, IX, parçası) saptamaktan daha önemlidir. Yakın par­
X) ve ikinci, üçüncü ve dördüncü sakral omurilik sinirleri ile ça trofik merkezle (perikaryon) bağlantısını sür­
terk eder. Bu nedenle parasempatik sisteme otonom siste­ dürür ve çoğunlukla onarılır. Sinir hücresinin göv­
min kraniyosakral bölümü de denmektedir. desinden ayrılan öte parça bozunur (Şekil 9-39).
Parasempatik dizinin ikinci nöronu sempatik sistemcle- Akson yaralanması perikaryonda bazı deği­
kinclen daha küçük gangliyonlarda bulunur; her zaman için şikliklere yol açar: Bunlar arasında krom atoliz,
efektör organların içinde ya da yanında yer alır. Bu nöron­ yani sitoplazmadaki bazofilliğin azalması ile so­
lar genelde organların duvarlarında (ör. mide, bağırsaklar) nuçlanan Nissi maddesinin dağılması; perikaryon
bulunur, bu organlarda gangliyon öncesi lifler organlara gi­ hacminde artış; çekirdeğin perikaryonda kenara
rer ve orada zincirdeki ikinci nöronla sinaps oluşturur. çekilmesi yer almaktadır. Aksonun beri parçası­
Parasempatik sistemin gangliyon öncesi ve gangliyon nın yaraya yakın bölümü kısa bir mesafede bozu­
sonrası sinir uçlardan salıverilen kimyasal düzenleyici olan nur, ancak artıklar makrofajlar tarafından temizle­
asetilkolin, asetilkolinesteraz tarafından hızlı bir biçimde nir temizlenmez büyüme başlar. Makrofajlar,
etkisiz hale getirilir - parasempatik uyarının sempatik uyarı­ Schwann hücrelerini sinir büyümesini kolaylaştırı­
dan daha farklı ve daha yerel etki göstermesinin nedenlerin­ cı maddeler salgılamaya iten interlökin-1’i üretir.
den birisi de budur. Hasarın öte tarafında kalan sinir uzantısında hem
akson (trofik merkezinden ayrılmış) hem de miye-
Dağılımı lin kılıf tamamen bozunur ve artıkları, bağ dokusu
Otonom sinir sistemi tarafından sinir dağıtılan organların bü­ ve nöron çevresindeki kılıflar dışında makrofajlar
yük bir bölümü hem sempatik, hem de parasempatik lifleri tarafından temizlenir. Bu olumsuz değişiklikler
alır (Şekil 9-38). Genellikle organlarda bir sistem uyarıcı, di­ gerçekleşirken, Schwann hücreleri kalan bağ do­
ğeri engelleyici etki gösterir. kusu yaprağı içinde çoğalarak sert hücre sütunla­
rı oluşturur. Schwann hücrelerinin oluşturduğu bu
diziler onarım fazı sırasında gerçekleşen akson
uzamasına yol gösterici işlev üstlenir.
SİNİR DOKUSUNUN BOZULMASI
Gerileyici değişikliklerden sonra aksonun be­
VE ONARILMASI ri parçası büyür ve dallanarak, Schwann hücrele­
rinin oluşturduğu sütunlar doğrultusunda ilerle­
yen birkaç filaman oluşturur. Yalnızca bu sütun­
ı lara girebilen lifler büyümeye devam ederek
İ KLİNİK BİLGİ efektör organa ulaşabilir (Şekil 9-39).
Öte ve beri parçalar arasında çok geniş bir
Erişkin kuşların beyninde bulunan nöronların bö­ boşluk olduğunda ya da öte parça toptan yok ol­
lünebildiği gösterilmesine karşın, memelilerdeki duğunda (kol ya da bacağın kesilmesi durumun­
nöronlar genellikle bölünmez ve hasarı kalıcı ka­ da), yeni büyüyen sinir lifleri bir kabarıklık, ya da
yıp anlamına gelir. Merkezi sinir sistemindeki nö­ nörom oluşturabilir, bu yapı kendiliğinden oluşan
ron uzantıları çok dar sınırlar içinde perikaryonla- ağrı kaynağı olabilir (Şekil 9-33).
rmın sentez aktivitesi aracılığı ile büyüyerek, ye­ Onanmın işlevsel açıdan etkin olması için lif­
nilenebilir. Çevresel sinir lifleri de perikaryonları lerin ve Schwann hücrelerinin oluşturduğu sütun­
hasar görmediği sürece yenilenebilir. ların doğru yere yönelmesi gerekir. Yine de yeni­
Sinir hücresinin ölümü perikaryon ile buna ait lenen her lif birkaç uzantı oluşturduğundan ve
uzantılarla sınırlıdır. Tek bir bağlantısı olanlar dı­ her bir Schwann hücresi sütunu yenilenen birkaç
şında, ölü nörona işlevsel olarak bağlı olan nöron­ liften uzantı aldığından, onarılma olasılığı yük­
lar ölmez. Tek bir bağlantısı olan nöronlarda ise sektir. Bununla birlikte hasar görmüş karışık bir
yalıtık nöron transnöronal bozunmaya uğrar. sinirde, yenilenen duysal lifler, motor liflerin bu­
Sinir hücrelerinin aksine merkezi sinir siste­ lunduğu motor son plağa bağlı sütunlara doğru
minin nöroglia hücreleri ve çevresel sinir sistemi­ büyüdüğünde kasın işlevi geri dönmeyecektir.
nin Schwann hücreleri ile gangliyonun uydu hüc­
188 / BÖLÜM 9

E Beş-altı
ay

Ş ekil 9-39. Zedelenen bir sinirde oluşan temel


değişiklikler. A: Normal sinir lifinin perikaryonu ve
efektör (çizgili iskelet kası) hücresi. Sinir hücresi
çekirdeğinin konumuna ve Nissl maddesinin da­
ğılımına dikkat ediniz. B: Lif zedelendiğinde, sinir
hücresinin çekirdeği hücre çeperine doğru yer
değiştirir ve Nissl cisimciklerinin sayısı büyük öl­
çüde azalır. Hasarın ötesinde kalan sinir lifi miye-
lin kılıfı boyunca bozunur. Artıklar, makrofajlar ta­
rafından fagosite edilir. C: Kas lifinde belirgin si­
nir yokluğu atrofisi görülür. Schwann hücreleri
çoğalarak, içine yeni oluşan aksonun sokulduğu
bütüncül bir kordon oluşturur. Akson günde 0,5-3
mm hızla büyür. D: burada sinir onarımı başarılı
olmuştur. Kas lifinin de onarıldığına ve sinir uya­
rısı almakta olduğuan dikkat ediniz. E: Akson,
Schwann hücrelerinin oluşturduğu kordona gire­
mezse, büyümesi düzenli gerçekleşmez. (İzin alı­
narak yeniden çizim ve basım, Willis RA, Willis AF: The
principles of Pathology and bacteriology, 3rd ed. Butter-
worth, 1972.)

Nöronların Değişebilirliği Sinir Sisteminin Tümörleri


Genel durağanlığına karşın sinir sistemi erişkinlerde bir ölçü­
ye kadar değişebilme özelliği sergiler. Değişebilirlik düzeyi
embriyo gelişimi sırasında çok yüksektir. Fazladan oluşan si­ k l in ik b il g i
nir hücreleri ve başka nöronlarla doğru sinapslar oluşturama-
yan hücreler ortadan kaldırılır. Erişkin memelilerde gerçek­
leştirilen çalışmalarda hasar ertesinde nöron devrelerinin nö­
Aslında sinir dokusunun bütün hücrelerinden tü­
ron uzantılarının büyümesiyle yeniden düzenlenebildiği ve
mör oluşur. Yani, glia hücrelerinden gliomlar, ol­
hasar sonucu yitirilen sinapsların yerine yenilerini oluştura-
gunlaşmamış sinir hücrelerinden m edülloblas-
bildiği gösterilmiştir. Dolayısıyla, bir ölçüde işlevsel iyileşme
tomlar, Schwann hücrelerinden schw annom lar
sağlayan yeni sinapslar oluşturulur. Sinir dokusunun bu özel­
liği nöron değişebilirliği olarak adlandırılır. Sinir sisteminde­ oluşur. Olgun nöronlar bölünmediğinden, bunlar
ki yenilenme işlemi nöronlar, glia hücreleri, Schwann hücre­ tümör oluşturmazlar.
leri ve hedef hücreler tarafından üretilen birkaç büyüme fak­
törü tarafından denetlenir. Bu büyüme faktörleri nörotropin-
ler olarak adlandırılan molekül ailesini meydana getirir.

Sinir Kök Hücreleri KAYNAKLAR


Erişkin organlarındaki bazı dokularda sürekli ya da hasara ya­
Bothwell M : Functional interactions o f neurotrophins and neurotrophin
nıt olarak yeni hücreler oluşturabilen bir kök hücre gaıbu bu­ receptors. Annu Rev Neurosci 1 9 9 5 :1 8 :2 2 3 .
lunur. Bu hücre grubu dokularda sabit kalır: hücre bölündük­ Clarke D L et al: Generalized potential o f adult neural stem cells. Science
ten sonra, kardeş hücrelerden yalnızca bir bölümü farklılaşır­ 2 0 0 0 :2 8 8 :1 6 6 0 .
ken, bazıları kök hücre olarak kalmaya devam eder; böylece Com pagnone NA, M ellon S H : Neurosteroids: biosynthesis and function of
kök hücre havuzu sabit tutulur. Sinir hücreleri, kaza ya da has­ these novel neuromodulators. From Neuroendocrinol 2 0 0 0 ;2 1 :1 .
talık sonucu yitirilen nöronların yerine yenilerini oluşturmak Gage FH : M am m alian neural stem cell. Science 2 0 0 0 ;2 8 7 :l4 3 3 .
üzere bölünmediğinden, sinir kök hücreleri konusu yoğun ola­ Giulian D , Carpuz M : Neuroglial secretion products and their im pact on the
nervous system. Adv Neurology 1 9 9 3 :5 9 :3 1 5 .
rak araştırılmaktadır. Sinir kök hücresi havuzu doğru uyarılarla,
Halpain S: Actin and the agile spine: how and why do dendritic spines dancer
yitirilen nöronların yenilenmesini sağlayacak önemli bir yedek
Trends Neurosci 2 0 0 0 ;2 3 { 4 ) :l 4 l .
oluşturabilir. Erişkin memeli beyninin ve omuriliğinin bazı böl­
Hâusser M et al: Diversity and dynamics o f dendritic signaling, Science
gelerinde astrositleri, nöronları ve oligodendrositleri oluşturabi­ 2 0 0 0 :2 9 0 :7 3 9 .
len kimi bölgeler bulunmaktadır. Son yıllarda, sinir kök hücre­ Hcuser J E , Reese T S : Structural changes after transmitter release at the frog
lerinin sinir dokusuyla ilişkili olmayan hücreleri bile oluşturabi­ neuromuscular junction, J Cell Biol 1 9 8 1 ;8 8 :5 6 4 .
leceği gösterilmiştir. Bu gözlem, sinir kök hücrelerinin büyük Kahn M A, de Vellis J: Growth factors in the C N S and their effects on oligo-
bir farklılaşma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. dendroglia. Prog Brain Res 1 9 9 5 :1 0 5 :1 4 5 .
SİNİR DOKUSU VE SİNİR SİSTEMİ / 189

Kempermann G , Gage FH : New nerve cells for the adult brain. Sci Am Reichardt LF, Kelly R B : A molecular description o f nerve terminal function.
1 9 9 9 :2 8 0 :3 8 . Annu Rev Biochem 1 9 8 3 :5 2 :8 7 1 .
Kennedy M B : Signal-processing machines at the postsynaptic density. Science Rodgers R J et al: Animal models o f anxiety: an ethological perspective. Braz
2 0 0 0 ;2 9 0 :7 5 0 . J Med Biol Res 1 9 9 7 :3 0 :2 8 9 .
Lancaster IC Jr: N itric oxide in cells. Am Sci 1 9 9 2 ;8 0 :2 4 8 . SafFell J L et al: Axonal growth mediated by cell adhesion molecules requires
Matus A: Actin-based plasticity in dendritic spines. Science 2 0 0 0 :2 9 0 :7 5 4 . activation o f fibroblast growth factor receptors. Biochem Soc Trans
1 9 9 5 :2 3 :4 6 9 .
McKay R: Stem cells and the cellular organization o f the brain. J Neurosci
Res 2 0 0 0 :5 9 :2 9 8 . Sears TA (editor): Neuronal-Glial Cell Interrelationships. Springer-Verlag, 1982.

Momma S et al: G et to know your stem cells. Curr O pin Neurobiol T hoenen H: Neurotrophins and neuronal plasticity. Science 1 9 9 5 :2 7 0 :5 9 3 .
2 0 0 0 :1 0 :4 5 . Tsutsui K et al: Novel brain function: biosynthesis and actions o f neurosteroids
Morell P, N orton W T : Myelin. Sci Am 1 9 8 0 ;2 4 2 :8 8 . in neurons. Neurosci Res 2 0 0 0 :3 6 :2 6 1 .

Murphy S (editor): Astrocytes: Pharmacology and Function. Academic Press, Waxman SG : T h e neuron as a dynamic electrogenic machine: modulation o f
1993. sodium-channel expression as a basis for functional plasticity in neu­
rons. Philos Trans R Soc London B Biol Sci 2 0 0 0 :3 5 5 :1 9 9 .
Patterson PH : Cytokines in Alzheimers disease and multiple sclerosis. Curr
Opin Neurobiol 1 9 9 5 :5 :6 4 2 . ZigovaT, Sanberg PR: Neural stem cell for brain repair. Sci & Med 1 9 9 9 ;6 :1 8.
Kas Dokusu 1 0

Kas dokusu kasılabilir proteinler içeren farklılaş­ pılar olan interkalar disklerle birbirlerine bağlanırlar. Kalp
mış hücrelerden oluşur. Bu proteinlerin biyolojik kası istemsiz, güçlü ve ritmik kasılır. Düz kas, ışık mikrosko­
yapısı belli başlı organlarda ve bir bütün olarak bunda çizgilerime göstermeyen iğ biçimli hücre grupların­
vücutta, hareketi sağlayacak hücresel kasılma için dan meydana gelir, bunların kasılması yavaştır ve istem dışı
gerekli olan güçleri oluşturur. Kas hücrelerinin çoğu mezo­ çalışır.
dermden kökenlenir ve miyofibriler proteinlerin senteziyle Kas hücrelerinin bazı organelleri diğer hücrelerdeki kar­
eş zamanlı olarak gerçekleşen aşamalı bir uzama süreciyle şılıklarından farklı isimlere sahiptir. Kas hücre sitoplazması
farklılaşır. (kas lifçikleri dışında) sarkoplazma, (Yun. sarkos, et + p la s ­
Morfolojik ve fonksiyonel özelliklerine göre memelilerde m a, nesne), düz endoplazma retikulumu sarkoplazma re-
üç tip kas dokusu tanımlanabilir (Şekil 10-1). Kas dokusu­ tikulumu olarak adlandırılır. Sarkolemma (Yun. sa rk o s +
nun her bir tipi onun fizyolojik görevine uygun bir yapıya lem m a, örtü) hücre zarı ya da plazmalemmadır.
sahiptir. İskelet kası enine çizgilerime gösteren çok çekir­
dekli, silindirik, çok uzun demetlerden oluşur. Kasılmaları, İSKELET KAS!
hızlı, kuvvetli ve genellikle istemlidir. Buna, moleküler yapı­
İskelet kası demetler halinde uzayan, çok uzun (30 cm ’nin
ların birbirleri üzerinde kaymalarına olanak veren, kalın mi-
üzerinde) silindirik, 10-100 /n m çapında çok çekirdekli hüc­
yozin filamanları ve ince aletin filamanlarının karşılıklı hare­
relerin oluşturduğu kas liflerinden oluşur. Çok çekirdeklilik,
keti neden olur. Kayma için gerekli olan güçler aklini miyo-
embriyonik tek çekirdekli miyoblastların (kas hücresi öncü­
zine bağlayan köprülerdeki zayıf etkileşimlerle oluşturulur.
lü) birleşmesi sonucunda meydana gelir. Oval çekirdekler
Kalp kası da enine çizgilenmeler gösterir ve birbirine para­
genellikle perifercle, hücre zarının hemen altında bulunur.
lel uzanan dallanmış özel hücrelerden meydana gelir. Uç
Bu tipik çekirdek yerleşimi iskelet kasını, çekirdekleri mer­
uca geldikleri bölgelerde, sadece kalp kasında bulunan ya­
kezde yer alan kalp ve düz kastan ayırmaya yarar.

Kas tipleri İşlevi


İskelet kası Çekirdekler
Güçlü, hızlı,
süreksiz
istemli
kasılma

Şekil 10-1. Üç kas tipinin yapısı.


Güçlü, hızlı
Sağdaki çizimlerde bu kasların eni­
sürekli
ne kesitleri gösterilmektedir. İskelet
istemsiz
kası büyük, uzun, çok çekirdekli lif­
kasılma
lerden oluşur. Kalp kası liflerini bir­
birlerine interkalar disklerle uzunla­
masına tutunan, düzensiz dallar /
Enine Kesitler
oluşturan hücreler oluşturur. Düz
Zayıf, yavaş
kas, iğ biçimli hücre kümelerinden istemsiz
oluşur. Hücrelerin bir araya geliş yo­ kasılma
ğunluğu ara bağ dokusunun miktarı­
na bağlıdır.

191
192 / BÖLÜM 10

İskelet Kasının Düzenlenişi


KLİNİK BİLGİ
Değişik tiplerdeki kasları oluşturan kas lifi kütleleri gelişigü­
zel değil, düzenli demetler halinde dizilirler ve epimisyum
İskelet kası liflerinin çaplarındaki çeşitlilik yaş, (Yun. epi, üst + ınys, kas) adı verilen tıkız bağ dokusu bir kı­
cinsiyet, beslenme durumu ve bireyin fiziksel eği­ lıf ile dıştan tümüyle sarılırlar. (Şekil 10-2, 10-3 ve 10-4). Epi-
timine bağlıdır. Egzersizin kas yapısını geliştirdi­ misyumdan içeriye doğru ince bağ dokusu bölmeleri uzana­
ği ve yağ depolarını azalttığı konusunda ortak rak bir kasın içindeki lif demetlerini sarar. Kas liflerinden
görüş bulunmaktadır. Kasta bu artma yeni miyo- oluşan her bir demetin etrafındaki bağ dokusuna perimis-
kas lifçiklerinin oluşumu ve her bir kas lifinin ça­ yum (Yun. peri, çevre + mys, kas) denir. Her kas lifi ise ba­
pının artmasına bağlıdır. Özelliğini hücre hacmi­ zal lamina ve retikiiler liflerden oluşmuş ince bir bağ doku­
nin artışından alan bu olaya h ip e rtro fi denir su tabakası olan endomisyum (Yun. enclorı içinde, + nıys)
(Yun. hyper, aşırı + trophe, beslenme). Hücre sa­ ile sarılıdır.
yısındaki artışa bağlı doku büyümesine hiperpla- Bağ dokusunun en önemli ödevlerinden biri, kasılan kas
zi denir. (Hyper, + Yun. plasis, şekillenme). Hi- hücrelerinin oluşturduğu güçleri mekanik olarak iletmektir.
perplazi, mitoz bölünme özelliğini kaybetmemiş Çünkü çoğu kez kas hücreleri tek başına kasın bir ucundan
olan düz kasta görülmesine karşın, gerek iskelet diğer ucuna uzanmaz.
kasında, gerekse kalp kasında izlenmez. Hem hi- Kan damarları kasa bağ dokusunun oluşturduğu bölme­
perplazi, hem de hipertrofi, gebelik sırasında ute- ler içinde girer ve kas lifleri arasında, onlara koşut olarak zen­
rusta olduğu gibi birçok organda sık ortaya çıkar. gin bir kılcal damar ağı oluşturur. Kılcal damarların endoteli
kesintisiz tiptedir ve bağ dokusunda lenfatikler de bulunur.
Bazı kaslar kas tendon bileşkesinin oluştuğu uçlarda or­
tadan kalkar. Elektron mikroskobik bulgulara göre bu geçiş

Sarkolemma
sınırı)

Kas lifçikleri Kas lifi {Kasılma)


(Kasılma)
Perimisyum
(Kas lifi
Kılcal damar (Beslenme) demetlerini içerir)
Epimisyum
Endomisyum (Kası sarar)
(Kas liflerini
birbirinden Kılcal damarl
(Beslenme) ,

Şekil 10-2. İskelet kasının yapısı ve işlevi. Sağdaki çizimde geniş bir segmentte kasın ayrıntıları
görünmektedir. Renkli çizgiler endomisyum, perimisyum ve epimisyumdur.
KAS DOKUSU / 193

Ş ekil 10-3. İskelet kasının enine kesitinde tip I ve tip III kolajen ile hücre çekirdekleri gö­
rülmektedir. Endomisyum ok başlarıyla, perimisyum oklarla gösterilmektedir. Solda epimis-
yumun bir bölümü yer almaktadır. Pikrosirius-hematoksilen boyası. Yüksek büyütme.

Şekil 10-4. İskelet kasının, endomisyumda bulunan bir protein bileşeni olan laminine yö­
nelik immünhistokimya boyası yapılmış kesiti. Laminin kahverengi gölgeler halinde izlen­
mektedir. Sağ üst köşede küçük bir sinirin hafif çapraz kesiti bulunmaktadır. Sinir liflerinin
çevresinde de laminin bulunur.
194 / BOLUM 10

Ş ekil 10-5. İskelet kasının


uzamına kesiti. Doku alın­
madan önce kan damarla­
rına plastik madde veril­
miştir. Kas lifleri çevresin­
deki çok yoğun kılcal kan
damarları görülmektedir.
Giemsa boyası. Polarize
ışık altında düşük büyüt­
me.

Şekil 10-6. İskelet kasının uzamına (altta) ve enine (üst­


te) kesiti. Özellikle enine kesitte, hücrenin kenarında,
hücre zarının hemen altında çekirdekler görülebilir. H-E
boyası. Orta büyütme.
KAS DOKUSU / 195

Şekil 10-7. İskelet kasının


uzamına kesiti. Solda kola-
jen liflerinin kasa girişi açık
olarak görülmektedir. Pikro-
sirius-polarize ışık (PSP)
boyası. Orta büyütme.

bölgesinde tendonun kolajen liflerinin, kas liflerinin pkızma- rak gözlenen bantlar A bandı (anizotrop) olarak isimlendi­
lemmasındaki karmaşık kadanaların içine gömüldükleri gö­ rir; açık gözüken bantlar ise I bantları (izotrop, yani pola­
rülür. rize ışık altında değişmeyen) olarak adlandırılır. Elektron
mikroskopta her I bandının Z çizgisi denilen enine koyu bir
çizgiyle ikiye ayrıldığı gözlenir. Kasılabilir yapının yinelenen
İskelet Kası Liflerinin Düzenlenişi
en küçük parçası olan sarkom er (Yun. sa rk o s + m ere, bö­
Işık mikroskobunda gözlendiği gibi, uzamına kesiti alınan lüm) bir Z çizgisinden diğer Z çizgisine uzanan kısımdır (Şe­
kas lifleri açık ve koyu bantlar halinde ardışık sıralanan eni­ kil 10-10 ve 10-11) ve dinlenme halindeki kasta yaklaşık 2.5
ne çizgilenmeler gösterir (Şekil 10-6’dan 10-9’a). Koyu ola­ pm. uzunluğundadır.

Ş ekil 10-8. İskelet kası lif­


lerinin uzamına kesiti. Ko­
yu renkli A bantları ve orta­
sında Z çizgileri bulunan
açık renkli I bantları görül­
mekte. Giemsa boyası. Bü­
yük büyütme.
196 / BOLUM 10

Şekil 10-9. İskelet kasının


uzamına kesiti. Kas hücre­
lerindeki çizgilenme ve orta
düzeyde kolajen (sarı) mik­
tarı görülmektedir. PSP bo­
yası. Büyük büyütme.

Şekil 10-10. İribaş (kurbağa


larvası) iskelet kasının elekt­
ron mikroskop fotoğrafı. A, I,
H bantları ve Z çizgisiyle sar-
komer yapısı görülmektedir.
Sarkomerdeki kalın ve ince
filamanlar şeklin alt bölü­
münde şematik olarak gös­
terilmektedir. Burada da gö­
rüldüğü gibi, hem suda, hem
karada yaşar (amfibi) canlı­
ların kaslarındaki triadlar her
sarkomehn Z çizgisi hizasın­
da yer almaktadır. Memelile­
rin kaslarında ise her sarko-
merde A-l bantlarının kesi­
şim hizasında yer alan karşı­
lıklı 2 adet triad bulunur (bkz.
Şekil 10-16). X 35 .0 0 0 . (KR
Porter’in izniyle.)
KAS DOKUSU / 197

Şekil 10-11. S a rko m erd eki kalın ve ince fila m an ların yapısı ve konum u. Bu bileşe nlerin m olekül ya­
pısı sağ da gö sterilm e ktedir. (Çizim, Sylvia Colard Kene. Alıntı, izin alınarak, Fawcett DW A Textbook of His­
tology 9th ed. Saunders. 1968.)
198 / BOLUM 10

Ş ekil 10-12. İskelet kası


kas lifçiklerinin enine kesi­
tinde Şekil 10-11’de göste­
rilen özelliklerden bazıları
seçilmektedir. I, I bandı; A,
A bandı; H, H bandı; Z, Z
çizgisi x36,000.

Kas lifinin sarkoplazması kas lifçiği adı verilen uzun, si- komşu kalın filamanlar arasında yan bağlantıların bulundu­
lindirik, fılamanlı demetlerle doludur. 1-2 pm çapında olan ğu bölgedir. (Şekil 10-11). M çizgisinin esas proteini kreatin
ve kas lifinin uzun eksenine koşut olarak uzanan kas lifçik- kinaz’dır. Kreatin kinaz, bir fosfat grubunun fosfokreatinden
leri ucuca zincir biçiminde düzenlenmiş sarkomerlerden (fosfat grupları şeklindeki yüksek enerji deposu) ADP’ye ak­
oluşur (Şekil 10-10 ve 10-11). Bitişik kas lifçiklerindeki sar- tarımında kolaylaştırıcı görevi görür. Böylece kasın kasılma­
komerlerin kenarlara yerleşik tutunma düzeni tüm kas lifinin sı için gerekli ATI3 sağlanır.
enine çizgilenmeler gösteren karakteristik bir yapı gösterme­ İnce ve kalın filamanlar A bandında üst üsle binerler. Bu
sine neden olur. bölgenin enine kesitinde, her kalın Elamanı bir altıgen oluş­
Elektron mikroskobik çalışmalar aslında sarkomerin bu turacak şekilde 6 ince Elaman kuşatır (Şekil 10-10 ve 10-11).
düzeninin kalın ve ince olmak üzere 2 tip Ulamanın, kas lif­ Çizgili kas Elamanları birkaç protein içerir; başlıca -i pro­
çiklerinin uzun eksenine koşut olarak simetrik dizilimiyle tein aklin, tropomyozin, troponin ve miyozindir. İlk üçü in­
meydana geldiğini göstermiştir (Şekil 10-10 ve 10-11). Kalın ce Elamanları oluştururken, miyozin kalın Elamanı yapar.
filamanların boyu 1,6 pm, eni 15 nm’dir; sarkomerin orta bö­ Aletin ve miyozin çizgili kasın toplam proteininin %55’ini
lümünde, A bandını oluştururlar. İnce filamanlar, kalın fila- oluşturur.
manlar arasında bir uçları Z çizgisine tutunmuş şekilde, on­ AJktin çift sarmal şekilde birbiri etrafına dolanmış 5,6 nm
lara koşut olarak uzanır. (Şekil 10-10 ve 10-11). İnce Elaman­ çapında 2 sıra globiiler monomerden (G aklin) oluşan uzun
ların boyu 1,0 pm, eni 8 nm’dir. Bu düzenleniş sonucunda i Elaman oluşturan polimerlerden (E aktin) ibarettir (Şekil 10-
bandları, ince filamanların kalın filamanların üzerine gelme­ 11). G-Aktin moleküllerinin önemli bir özelliği de yapısal
yen kısımlarından meydana gelir. A bandı ise, esas olarak asimetri göstermesidir. G-Aktin molekülleri F-aktini oluştur­
kalın ve ince Elamanlarla kalın Elamanların üst üste gelen mak üzere polimerize olduğunda, belirgin kutupsallık gös­
kısımlarından oluşur. A bandının ortasında II bandı olarak teren filamanlar oluşturarak arkadan öne bükülürler (Şekil
İsimlendirilen daha açık bir alan vardır. Burası sadece miyo- 10-13). Her bir G-aktin monomeri miyozin için bağlanma
zin molekülünün çubuk benzeri kısımlarından oluşmuş bir bölgesi içerir (Şekil 10-1-1). Z çizgisi üzerinde dik açıyla tu­
alana karşılık gelir. M bandı M çizgisiyle ikiye ayrılır. Burası tunan aktin Elamanları çizginin her iki tarafında karşıt ku-
KAS DOKUSU / 199

İnce filamanı oluşturan bileşenler dağılmış durumda

Şekil 10-13. Şematik çizimde, ince filamanın 3 ana prote­


ini olan aktin, tropomiyozin ve troponinin üç boyutlu düz­
lemdeki ilişkisi görülmektedir. Şeklin üst kısmında bileşen­
ler tek, alt kısmında ise zincirleşmiş şekilde izlenmektedir.
Globüler aktin molekülleri tek bir yöne doğru kutuplaşır ve
zincirleşir. Her tropomiyozin molekülü yedi tane aktin mole­
külünün üzerinde uzanır. Tnl, TnC, TnT troponinin alt birim­
leridir.

Şekil 10-14. Troponinin TnC birimine Ca+2’un bağlanmasıyla aktin


üzerindeki miyozin bağlayıcı bölüm açığa çıkar ve kas kasılması
başlar. İkinci basamakta, miyozin başı aktine bağlanır ve ATP
ADP’ye parçalanır, üretilen enerji miyozin başının hareketini sağlar.
Miyozindeki bu değişiklik sonucu ince filaman bantları kalın filaman
üzerinde kayar. Tek bir kasılma sırasında birçok kez yinelenen bu
olay aktin ve miyozinin üst üste binmesini sağlar ve tüm kas lifinin kı­
salmasıyla sonuçlanır (İzin alınarak basım, Ganong WF: Review of Medi­
cal Physiology, 14th ed. Appleton & Lange, 1989).
200 / BÖLÜM 10

tupsallık gösterir (Şekil 10-11). Z çizgisinin ana bileşeni olan lamanlar arasında karşılıklı köprülerin bulunduğu görülür.
a-aktinin proteininin, aklin filamanlarına bu bölgede tutun­ Hu köprüler miyozin molekülünün baş kısmından ve çubu­
duğu düşünülmektedir. a-Aktinin ve desminin (bir ara fila­ ğa benzeyen parçasının kısa bir bölümünden meydana ge­
nlan proteini) komşu sarkomerleri birbirine bağladığına ve lir. Hu köprüler kimyasal enerjiyi doğrudan mekanik enerji­
bu şekilde bu kas lil'çiklerini belli bir düzen içinde tuttuğu­ ye çevirmede rol üstlenir (Sekil 10-1 -i).
na inanılır.
Tropomiyozin 2 polipeptid zincir içeren -i() nm uzun­
luğunda ince uzun bir moleküldür. Hu moleküller birbirine Sarkoplazma Retikulumu ve Enine
dolanmış iki aklin uzantısı arasındaki oluğun dıs kenarları
Tübül Sistemi
boyunca aktiniti alt birimleri üzerinde lilamanlar oluşturarak
bastan sona kadar uzanan moleküllerdir (Şekil 10-13). Sarkoplazma relikulum zarının depokırizasyonu kas hücresi­
Troponin, tropomiyozine giiclü bir şekilde tutunan nin yüzeyindeki özelleşmiş kas-sinir bağlantısında başlar ve
TnT, kalsiyum iyonlarını bağlayan TnC ve aktin-miyozin Ca+- iyonlarının salıverilmesi ile sonuçlanır. İçerideki sar­
ilişkisini bozan Tnl olmak üzere 3 alı birimden oluşan bir koplazma retikulumu sarnıçlarından Ca+~'un salıverilmesini
komplekstir. Bir troponin kompleksi her tropomvozin mole­ etkilemek için depolarizasyon sinyallerinin tüm hücre bo­
külü üzerinde belirli bir noktaya tutunur (Sekil 10-13). yunca dalga halinde ilerlemesi gerekir. Periferik kas lifçikle-
İnce lilamanlarda, her bir tropomiyozin molekülü yedi ri merkezde yerleşik kas lifciklerinden daha önce kasılır. Dü­
tane G-Akıin molekülüne uzanır ve bunun yüzeyine bir tro­ zenli bir kasılmanın sağlanması için, iskelet kası enine (T)
ponin kompleksi tutunur (Sekil 10-13). tiibüUere sahiptir (Şekil 10-15). Sarkolemmanın parmağa
Miyozin çok daha büyük bir komplekstir. (MA-500.000). benzeyen bu girintileri kompleks bir tübül ağı meydana ge­
Mİyozin, birbirine eş iki ağır zincir ve İki çift hafif zincire ay- tirir ve kas lifçikleri içindeki her sarkomerin A-l bantlarının
rıstırıhıbilir. Miyozinin ağır zincirleri birbirine sarmalanmış iki sınırlarını kuşatır (Şekil 10-16 ve 10-17).
ağır zincirden meydana gelen ince, çubuğa benzer molekül­ Sarkoplazma retikulumunun T lübüle komşu karşılıklı
lerdir (150 nm uzunluğunda 2-3 nm kalınlığında). Her ağır iki kenarı genişleyerek terminal sarnıçları yaparlar. T tübül
zincirin bir ucundaki küçük globüler uzantılar, ATP bağlama­ ile birlikte iki yandaki sarkoplazma retikulumu bölümünden
nın yanışını ATP’yi hidrolize edecek enzimatik kapasiteye sa­ oluşan bu özelleşmiş komplekse triad denir (Sekil 10-10, 10-
hip basları oluşturur ve aklin bağlama özelliği sergiler. Hu ı 16, 10-17). Triadda sarkolemmanın oluşturduğu T tübüllerin
hafif zincir bas ile ilişkilidir (Sekil 10-11). Her bir kalın Ula­ depokırizasyonu, sarkoplazma retikulumu membramna ak­
mandaki yüzlerce miyozin molekülü çomağa benzer kısım­ tarılır.
ları üst üste gelecek ve globüler başları bir diğerinin ucuna Yukarıda anlatıldığı gibi ortamda Ca-+ iyonları varsa kas
yönelecek şekilde düzenleniş gösterir (Şekil 10-11). kasılır, bulunmadığında gevşer. Sarkoplazma retikulumu hızlı
Çizgili kasın ince kesitlerinde kas lifleri ince ve kalın fi- kasılma ve gevşeme döngüleri için gerekli olan kalsiyum akı-

'■::••;•.V. i : .v-'.T-'
* . : HıjyV%•••
•i'ASk'v/,ç*ö3ç;.ş ?;•'.*/îf.tl

idvWv-vfYv’ • iV jt Z . V . ilt r ii
■ -Skv.' :

T -
Şekil 10-15. Balık kası eni­
m m i ip,- ne kesitinin elektron mik­
feîi'S roskop fotoğrafı. Hücreler
arası boşluğu sınırlayan iki
-'-y Vr 1.
). V- hücrenin yüzeyi gözleniyor.
'» Z 'ifV u .' V.
5 -/ ./A . ç Sarkolemma girintileri T sis­
: ' 7
2- teminin tübüllerini (oklar)
oluşturur. Sol altta sitoplaz-

ws.
' vk’/V:.,.;

V
IfflBmtvlBaaSlE a
: •
ma içinde görülen koyu ka­
ba granüller, glikojen parti-
külleridir. A bandından ge­
çen kesitte kalın ve ince fi-
lamanlar sağ üstte görül­
mektedir. Sol alttaki I bandı
kesitinde sadece ince fila-
ı . - • .» V ı. \ manlar izleniyor x 60.000.
(İzin alınarak, K.R.Porter.)
m m m
KAS DOKUSU / 201

Şekil 10-16. Maymun iske­


let kasının enine kesitinin
elektron mikroskop fotoğra­
fı. Komşu kas lifçikleri ara­
sında mitokondriyumlar (M)
görülmektedir. Ok başları
bu kasta, her bir sarkomer
için 2 tane olmak üzere, A-l
bantlarının iki yanlı birleşim
hizasında bulunan triadları
göstermektedir. A, A bandı;
I, I bandı; Z, Z çizgisi x
4 0 ,0 0 0 . (Alıntı, Junqueira
LCU, Salles LMM’nin izni ile
Ultra-Estruture e Funçao Cel­
lular. Edgard Blücher, 1975.)

sim düzenler. Sarkopkızma retikulıımu sistemi her bir kas lif- pomiyozin molekülünü aklin sarmalı oluğunun İçine doğru
çiğini kuşatan düz endoplazma retikulıımu sarnıçlarının mey­ iter (Sekil 10-14). Bu, globüler aklin bileşenleri üzerindeki
dana getirdiği dallı bir ağdan ibarettir. Sarkopkızma retikulu- miyozin bağlayan bölgeyi açığa çıkarır, böylece aklin, miyo­
mu zarının sinirler aracılığı ile depolarizasyonunun ardından, zin molekülünün başı ile birleşmek üzere serbest kalır.
sarkopkızma retikulıımu içinde yoğunlaşmış Ca~+ iyonları ka­ Kalsiyum iyonlarının TnC birimine bağlanması, miyozin-
lın ve ince filamankırın üst üsle bulunduğu bölüme pasif ola­ ATP’nin aktif komplekse dönüştüğü döneme karşılık gelir.
rak bırakılır ve burada troponiııe bağlanıp aklin ve miyozin Miyozin bası ve ince Ulamanın G-aktin ak birimi arasındaki
arasında köpriilesmeye neden olur. Hücre zarı depolarizasyo- bağlanmanın sonucu olarak ATP, ADP ve Pi'ye dönüşerek
nu sona erdiğinde, sarkopkızma retikulıımu Ca-+ deposu ola­ enerji açığa çıkar. Bu akıivite miyozin başının ve çubuk ben­
rak davranarak Ca+-'u aktif transportkı sarnıçlara geri gönde­ zeri bölümün bir parçasının (bükülme bölgesi) bükülerek
rir ve bu da kasılma işleminin sona ermesiyle sonuçlanır. biçim değiştirmesine sebep olur (Şekil 10-1-i). Aktiniti miyo-
zine bağlı olması nedeniyle miyozin basının harekeli aklini
Kasılma Düzeneği miyozin üzerinde çeker. Sonuç olarak ince filaman A bandı
Dinlenme halindeki sarkomerler kısmen üst üste binmiş ka­ içine ileri itilir.
lın ve ince lîlamankırdan oluşmaktadır. Kasılma sırasında Çok sayıda miyozin basının kalın Ulamandan uzanması­
hem ince hem de kalın l'ilamanlar kendine özgii boylarını na karşın kasılma anında az sayıda bas, mevcut aklin bağla­
korurlar. Kasılma bu filamanlardaki kısalmaya bağlı olmadı­ yan kısımlarla karsı karşıya gelir. Bağlı miyozin başları akli­
ğı için filamankırın üst iiste binme ölçüsünün artmasına bağ­ ni hareket ettirirken, yeni aktin-miyozin bağlantılarının kar­
lanabilir. Kas kasılmasında kayan filaman hipotezi yaygın sı karsıya gelmesini de sağlar. Eski aktin-miyozin bağlantıla­
olarak benimsenmiştir. rı, yalnızca miyozin yeni bir ATP molekülü bağladıktan son­
Aşağıda, kasılma döngüsü sırasında aklin ve miyozin fi- ra çözülür. Bu işlem aynı zamanda miyozin başını serbest­
lamankırı arasındaki etkileşim kısaca tanımlanmaktadır. Din­ leştirir ve onu başka bir kasılma döngüsüne hazırlar. Eğer
lenme sırasında ATI1 miyozin başındaki ATP-az kısmına bağ­ ortamda hiç ATP yoksa, aktin-miyozin kompleksi durağan
lanır. Ancak hidroliz hızı çok yavaştır. Miyozinİn ATP’yi hız­ hale geçer. Bu durum, ölümden sonra ortaya çıkan asın kas
lı olarak parçalayarak enerjinin ortaya çıkmasını sağlamak sertliğine (ö lü sertliği - rigor mortis) neden olur. Tek bir kas
için bir kofaktör olarak aklinin varlığına gereksinimi vardır. kasılması yüzlerce bağlantının kurulma ve koparılma döngü­
Dinlenme durumundaki kasta miyozin aklin ile bağlantı ku­ leri sonucu ortaya çıkar. İnce ve kalın filamankırın tam ola­
ramaz, çünkü aklin molekülleri üzerinde miyozin başlarının rak üst üste binmesiyle oluşan kasılma aktivitesi Ca~+ iyon­
bağlanması için uygun olan kısımlar F-aktin filamanı üzerin­ larının troponinden ayrılmasına ve iroponin-tropomiyozin
deki iroponin-tropomiyozin kompleksleriyle örtülmüş du­ karmasının miyozin bağlayan kısımları tekrar örtmesine ka­
rumdadır (Şekil lO-l-ı üstte). Cai+ iyon derişimi yeterince dar devam eder.
yüksek olduğunda bunlar iroponinin TnC alt birimine bağ­ Kasılma sırasında ince l'ilamanlar A bandına girdikçe I
lanırlar. Üç troponin alt biriminin konumları değişir ve tro- bandının boyu kısalır. İnce l'ilamanlar kalın filamanlarla ta-
202 / BOLUM 10

Kas lifçikleri

T tübülü

T tübülü

Triad

Sarkoplazma
retikulumu

-— Sarkoplazma
retikulumu

T tübülü

Retiküler
lifler

Şekil 10-17. Memeli iskelet kasının bir parçası. Kısmen kesiti görünen sarkolemma ve diğer kas
lifi elemanları: T sisteminin girintileri her sarkomerde 2 adet olmak üzere, A ve I bantları arasında­
ki geçiş hizasında gözlenir. Sarkoplazma retikulumunun terminal sarnıçları ile ilişkisi triadları oluş­
turur. Kas lifçikleri arasında çok sayıda mitokondri bulunur. Kas lifçiklerinin kesit yüzeyinde ince ve
kalın filamanlar görünmektedir. Sarkolemmayı bir bazal lamina ve retiküler lifler sarar. (Alıntı, Krstic
RV’nin izniyle Ultrastructure of the Mammalian Cell. Springer Verlag 1979.)
KAS DOKUSU / 203

maınen örtüştüğünde H bandının (A bandının yalnızca kalın ları) İçerir. Akson ve kas arasında sinaps yarığı denilen bir
Okunanları içeren kısmı) eni kısalır. Sonuçta her sarkomer ve boşluk vardır. Bu boşluğun içinde şekilsiz bir bazal lamina
buna bağlı olarak tiim hücre (lif) büyük oranda kısalır (Şe­ matriksi bulunur. Kas sinir bağlantısında, sarkolemma deri­
kil 10-18). ne uzanan bağlantı kıvrımları şeklinde katlanmalar yapar.
Sarkolemma katlanmalarının altında çok sayıda çekirdek,
Sinir bağlantısı mitokondri, ribozomlar ve glikojen granülleri bulunur.
Miyelinli motor sinirler perimisyuma ait bağ dokusu içinde Motor son plak uyarıldığı zaman akson terminalinden
dallanır ve sonlandıkları bölgede çok sayıda ince dal oluştu- asetilkolin salıverilir, yarık boyunca dağılır ve bağlantı kıv­
rur. Sinir bağlantısı bölgesindeki sinir, miyelin kılıfını yitirir rımlarının sarkolemması üzerindeki asetil kolin reseptörleri­
ve kas hücresi yüzeyine oturan geniş bir uç oluşturur. Bu ya­ ne tutunur. Transmiterİerin bağlanması sarkolemmayı sod­
pı m otor son plak ya da miyonöral bağlantı olarak isim­ yuma geçirgen hale getirir. Bu da zar depolarizasyonu ile
lendirilir (Şekil 10-18). Bu bölgede akson Schwann hücrele­ sonuçlanır. Sinaps yarığının bazal laminasına tutunan koii-
rine ait ince bir sitoplazma tabakası tarafından sarılır. Akso­ nesteraz enzimi asetilkolin! hidrolize eder. Transmitterin sar-
nun ucunda çok sayıda mitokondri ve sinaps keseleri bulu­ kolemmadaki reseptörlerle uzun süre temas etmesinin ön­
nur. Bu keseler asetilkolin nörotransmiteri (sinir aktargaç- lenmesi açısından asetilkolinin parçalanması gerekir.

H T H H I H
S S
Kasılmış Gevşemiş

Şekil 10-18. Motor son plağın ince yapısı ve kasın kasılma mekanizması. Sağ üstte, küçük bir sinirin dal­
lanmasıyla oluşan her bir kas lifi için oluşan motor son plağın dalları gösterilmektedir. Ortadaki çizimde ol­
dukça geniş motor son plak bağlantılarından birinin yapısı yer almaktadır. Sinaps kesecikleri içeren akson
ucu tomurcuğu gözleniyor. Kas hücre zarının bağlantı katlanmaları olarak adlandırılan bölgesi, girintili çı­
kıntılı akson tomurcuğu ile örtülür. Akson miyelin kılıfını yitirir, genişler ve kas lifiyle düzensiz ve sıkı bir bağ­
lantı kurar. Son plağın sinaps keseciklerinden asetilkolin salıverilmesi ile kas kasılması başlar. Nörotrans-
mitter sarkolemmanın geçirgenliğinde artışa neden olur. Bu, hücre içine doğru girintiler uzatan sarkolem-
manın (bu girintilerin tümü T sistemini oluşturmaktadır) kalan bölümüne yayılır ve sarkoplazma retikulumu-
na aktarılır. İnce filamaniar kalın filamanlar arasında kayar ve Z çizgileri arasındaki mesafe azalarak, A
bantları dışında, tüm bantların boyutunda bir azalma oluşturur. H, H bandı; S, sarkomer.
204 / BÖLÜM 10

Motor son plakta başlayan depolarizasyon kas hücresi­ nu sağlar ve yürüme gibi motor aktivitelere katılan antago­
nin yüzeyi boyunca ve enine tübiil sistemi aracılığıyla lifin nist kas gruplarının aktivitesini düzenler.
derinliklerine doğru yayılır. Her triadda. depolarizasyon sin­ Tendonlarda ise kas liflerinin tendona tutunduğu bölge­
yali sarkoplazma retikulumuna geçer ve sonuçta kasılına nin yakınında bağ dokusu kılıfı çok sayıda kalın kollajen lif
döngüsünü başlatan Ca2+ serbestlenmesi ile sonuçlanır. De­ demetini sarar. Bu demetler miyotendinöz bağlantıyı oluştu­
polarizasyon sona erdiğinde Ca2+ aktif olarak sarkoplazma ran kollajen lifler olarak devam eder. Duysal sinirler bağ do­
retikulumıı sarnıçlarına geri alınır ve kas gevşer. kusu kapsülüne girer. Bu yapılar tendonlardakİ gerilme de­
ğişikliklerini algılayarak proprioseptör görevini üstlenir ve
bunlara Golgi tendon organları adı verilir (Şekil 10-20).
Bu yapılar gerilme artışına duyarlı oldukları için, değişik
k l in ik b il g i düzeylerde kas gücü gerektiren hareketleri gerçekleştirmede
harcanacak güç miktarını kontrol eder.
M iyastenia gravis, sinir kas bağlantısında sar-
kolemma içindeki işlevsel yönden aktif asetilkolin Enerji Üretim Sistemi
reseptörlerinin sayıca azalmasının neden oldu­ İskelet kası hücreleri, kimyasal enerji ile aralıklı olarak ger­
ğu, ilerleyici kas güçsüzlüğü ile kendini gösteren çekleştirilen yoğun mekanik ise yüksek derecede uyum gös-
otoimmün bir hastalıktır. Bu azalma dolaşımdaki
antikorların bağlantı kıvamlarındaki asetil kolin
reseptörlerine bağlanarak, normal kas sinir ilişki­
sini inhibe etmesine bağlıdır. Vücut bu durumu
düzeltmeye kalkıştığında, etkilenmiş reseptörleri
içeren zar parçaları hücre içine alınır, lizozomlar
tarafından sindirilir ve yerine yeni reseptörler ko­
nur. Ancak yeni reseptörler de aynı antikorlar ta­
rafından asetil koline yanıt veremez hale getirilir
ve hastalık ilerlemeye devam eder.

Tek bir sinir lifi (akson) bir kas lifini uyarabilir ya da


dallanarak 160 ya da daha fazla sayıda kas lifinin uyarılma­
sını sağlayabilir. Birden fazla uyarımın gerçekleştirildiği du­
rumlarda, bir sinir lifi ve onun uyardığı tüm kaslara motor
birim adı verilir. Çizgili kas lifleri aşamalı kasılmazlar. Ya tü­
mü kasılır ya da hiç kasılmazlar (hep ya da hiç kuralı). Ka­
sılmanın gücünü değiştirmek için bir kas demeti içindeki lif­
lerin tümünün aynı anda kasılmamaları gerekir. Kaslar mo­
tor birimlere ayrıldıkları için tek motor aksonun uyarımı bu
akson tarafından uyarılan kas liflerinin sayısıyla orantılı bir
gerilme yaratır. Motor birimlerin sayısı ve her birimin boyu­
tunun değişken olması kasın kasılma gücünü kontrol eder.
Bir kasın duyarlı hareket oluşturma yeteneği, o kasın motor
birimlerinin boyutuna bağlıdır. Örneğin, göz kaslarının iyi
kontrol edilmesi gerektiğinden bu kasların her lifi farklı bir
sinirden bağlantı alır. Kol ve bacak kasları gibi daha kaba
hareketleri gerçekleştiren büyük kaslarda, tek bir sinir lifi
100’den fazla kas lifini uyarır.

Kas İğcikleri ve Golgi Tendon Organı


İnsandaki bütün çizgili kaslarda kas iğciği adı verilen kap-
süllü proprioseptörler (Lal. propriııs, kendine ait + ccıpio, al­
mak) bulunur (Şekil 10-19). Bu yapılar içi sıvı dolu bir boş­ Şekil 10-19. İntrafüzal liflerle (yapısı değişmiş kas lifleri) si-
luğu saran bağ dokusu kapsülünden ibarettir. Bu sıvı dolu naps yapan aferent ve eferent sinir liflerinin görüldüğü kas
alanın içinde az sayıda uzun ve kalın kas lifi ile bir miktar iğciği. İntrafüzal lifler üzerindeki karmaşık sinir uçları dikka­
kısa ve ince lif bulunur. Bunlara topluca intrafüzal lifler ti çekmektedir. Bu çizimde biri küçük çaplı, diğeri çekirdek­
denir. Kas iğciğinin içine birkaç duysal sinir lifi girer ve bu­ lerle dolu, genişlemiş olmak üzere iki tip intrafüzal lif göste­
rada ekstrafüzal kas liflerindeki uzunluk (gerilme) değişimi­ rilmektedir. Kas iğcikleri bedenin duruşunun sinirsel kontro­
ni tespit ederek bu bilgileri omuriliğe iletir. Omurilik te de­ lünde rol üstlenir ve karşıt etkili kasların hareketinin eşgü­
ğişken karmaşıklıktaki refleksler etkinleşerek vücut durusu­ dümlü olmasını sağlar.
KAS DOKUSU / 205

lif tiplerinin karışımından oluşur.


Kasın, kırmızı, beyaz ya da ara lif tiplerine farklılaşması­
nı sinir dağılımı kontrol eder. Kırmızı ve beyaz liflerin sinir­
lerinin kesilerek çapraz olarak ucuca getirilip İyileşmeye bı­
rakıldığı deneylerde kas lifleri morfolojik ve fizyolojik du­
rumlarını onları uyaran sinire göre değiştirirler. Kasın dener-
vasyonu (sinirlerini yitirmesi) lif atrofisine ve felce yol aça­
caktır.

Sarkoplazmanın Diğer Elemanları


G lik o jen , sarkoplazmada kaba grandiler şeklinde bol olarak
Şekil 10-20. Golgi tendon organının çizimi. Bu yapı, tendon-
bulunur (Şekil 10-15). Kas kasılması sırasında hareketi sağ­
lar arasındaki gerginlik farklılıkları hakkında bilgi toplar ve
layacak enerjiyi depolamaya yardımcı olurlar.
verileri merkezi sinir sistemine gönderir. Merkezi sinir siste­
Sitoplazmanın başka bir bileşeni de, bazı kaslarda koyu
mi bu verileri işler ve hassas kas kasılmalarını düzenler.
kırmızı rengin asıl sorumlusu olan hemoglobine benzer ok­
sijen bağlayan bir protein olan m iy og lob in d ir. Miyoglobin
bu tip liflerde yüksek düzeyde oksidatif fosforilasyon için
tender. Bu aktivite dalgaları ile baş edebilmeleri için enerji gerekli olan oksijeni depolayan bir pigmenttir. Bu nedenle
depolamaları gerekir. Gerekli enerjinin çoğu, her ikisi de de derin suda yaşayan memelilerin (örn., fok, balina) kasla­
enerjiden zengin fosfat bileşikleri olan fosfokreatin ve ATI3 rında büyük miktarlarda miyoglobin bulunur. Akıivitesini
şeklinde depolanır. Kimyasal enerji aynı zamanda kas ağırlı­ uzun süre korumak zorunda olan kaslar genelde kırmızıdır
ğının yaklaşık % 0,5-1’ini oluşturan glikojen depolarında ve yüksek yoğunlukta miyoglobin içerir.
mevcuttur. Kas dokusu fosfokreatin ve ATİ3 şeklinde depo­ Olgun kas hücreleri bu dokularda gözlenen düşük sevi­
lanan enerjiyi, glikoz ve yağ asitlerini yıkarak üretir. Yağ asit­ yedeki protein sentezine uygun olarak, az miktarda graniil-
leri mitokondriyum matriksinde bulunan jî-oksidasyon en­ lii endoplazma retikulumu ve ribozomlar barındırır.
zimleri ile asetata parçalanır. Asetatın sitrik asit döngüsü yo­
luyla okside olmasıyla ATİ3 şeklinde depolanan enerji orta­
ya çıkar. İskelet kası kısa süreli egzersizde glikozu (esas ola­
rak kastaki glikojen depolarından elde edilir) hızlı bir şekil­
de laktata metabolize ederler; bu da toparlanma dönemi sı­
rasında giderilen bir oksijen açığına neden olur. Bu tür eg­
zersizlerde oluşan laktat, kramplara ya da İskelet kası ağrıla­
rına neden olur.
Morfolojik, histokimyasal ve işlevsel durumlarına göre is­
kelet kası lifleri tip I (yavaş) ve tip II (hızlı) lifler şeklinde sı-
nıllandırılabilir. Tip I lifle r miyoglobin içeren sarkoplazma
açısından zengindir (koyu kırmızı renkten sorumlu, aşağıya
bakınız). Sürekli kasılma ile ilişkilidir ve enerjilerini yağ asit­
lerinin oksidatif fosforilasyonıından alırlar. Tip II lifle r hız­
lı, sürekli olmayan kasılma ile ilişkilidir. Bunlar daha az mi­
yoglobin içerirler (açık kırmızı renklidir). Tip 11 lifler de ak-
tivitelerine ve kimyasal özelliklerine (esas olarak içerdikleri
aktomiyozin-ATPaz’ın dayanıklılığına) göre tip HA, tip IIB ve
tip 11C şeklinde gruplara ayrılabilirler. Bu lifler arasında
uyartıyı en hızlı ileten grup tip lIB'clir ve bu lifler enerji kay­
nağı olarak glikolize diğer liflerden daha fazla bağımlıdır.
Kas liflerinin sınıflandırılması kas hastalıklarının, ya da mi-
yopatilerin (Yun. mys + p a th o s, dertli olmak) tanısı açısından
klinik önem taşır. İnsanlarda İskelet kasları çoğu kez farklı

Şekil 10-21. Çizgili iskelet kası liflerinin yoğun bulunduğu


bir organ olan dilin kesiti. Bu lifler, miyoglobini göstermek
amacıyla immünohistokimya boyaması yapıldığından kah­
verengi görülmektedir. Kas liflerinin arasında ve üzerinde
bulunan açık renkli bölgelerde bağ dokusu bulunur. Kesitin
daha üst bölümünde, çok katlı yassı keratinleşmiş epitel
seçilebilmektedir. Çekirdekler hematoksilenle boyanmıştır.
Küçük büyütme.
206 / BÖLÜM 10

Şekil 10-22. Merkezdeki çekirdekleri, enine çizgileri ve interkalar diskleri gösteren kalp kası kesiti
çizimi.

KALP KASI yüzeylerde bulunan oldukça kompleks bağlantılardır (Şekil


10-24, 10-25 ve 10-26). Bağlantılar düz bir hat şeklinde ya da
Embriyonun gelişimi sırasında ilkel kalp tüpünün splanknik
basamak biçiminde gözlenebilir. Basamaksı bağlantılarda 2
mezoderm hücreleri zincire benzer sıralar halinde dizilirler.
bölge ayırt edilebilir; enine bölüm lideri dik açı ile keser­
Kalp hücreleri, iskelet kasındaki birleşik hücreler gibi kay­
ken, yan bölüm miyofilamanlara koşut uzanır. Disklerde
naşmak yerine, uzantıları arasında kompleks bağlantılar
başlıca 3 bağlantı yapısı vardır. Fasya adherens, diskin eni­
oluştururlar. Zincirdeki hücreler çoğunlukla dallanır ve kom­
ne bölümlerindeki hücre zarı özelleşmeleri olup, terminal
şu zincirdeki hücrelere tutunurlar. Bu şekilde kalp, sıkı bir sarkomerlerin aklin filamanları için tutunma bölgesi işlevi
örgü demeti halinde düzenlenmiş olan hücrelerden oluşur, görürler. Bunlar aslında, yarı-Z bantlarına karşılık gelir. Ma-
böylece kalp karıncıkları derinlemesine etkileyen tipik kasıl­ küla adlıerensler (desmozomlar) sabit kasılma aktivitesi sı­
ma dalgasının oluşması sağlanır. rasında kalp kası hücrelerini, ayrılmayacak biçimde birbirle­
Olgun kalp kası hücrelerinin çapı yaklaşık 15 pm, boyu rine bağlarlar. Diskin lateral bölümünde yer alan aralık bağ­
ise 85-100 pm’dir. Bunlar iskelet kasında olduğu gibi enine lantıları (neksus) komşu hücreler arasında iyon bütünlüğü­
çizgiler şeklinde bantlaşma gösterir. Çok çekirdekli iskelet nü sağlar (Şekil 10-26). İyon eşleşmesi, tek tek hücrelerden
kasının tersine her kalp kası hücresinin yalnız 1 ya da 2 ta­ oluşan bu zincirin bir bütün olarak davranmasını koşullaya-
ne, merkezde yerleşmiş, soluk boyanan çekirdeği vardır. Kas rak, kasılma sinyalinin hücreden hücreye bir dalga halinde
hücrelerini, zengin bir kapiler ağ içeren endonıisyuma ait in­ yayılmasını sağlaması açısından önemlidir.
ce bir bağ dokusu kılıfı sarar. Aslında, kalp kası hücrelerindeki kasılma proteinlerinin
Kalp kasını diğerlerinden ayıran tek tipik özellik kalp yapısı ve işlevi, iskelet kasındaki gibidir. Ancak T tübiil sis­
hücrelerinin oluşturduğu, zincirleri düzensiz aralıklarla ke­ temi ve sarkoplazma retikulumu, kalp kası hücrelerinde çok
sen koyu boyanmış enlemesine çizgilerin bulunmasıdır. (Şe­ düzenli değildir. 1' tübülleri kalp karıncığı kaslarında iskelet
kil 10-22 ve 10-23). Bunlar interkalar diskler olarak bili­ kasındakinden daha fazla ve daha büyüktür. Kalp kasının T
nen, birbirine komşu kalp kası hücreleri arasındaki bitişik tübülleri memeli iskelet kasındaki gibi A-I bağlantısında de-
KAS DOKUSU / 207

yan hücreler içinde çok rastlanan lipofuskin pigment grandi­


leri (yaşlılık grandileri) kalp kası hücrelerinin çekirdek
kutuplarının yakınında bulunur.
Kalp kulakçığı kaslarıyla, kalp karıncığı kasları arasında
yapısal açıdan bazı farklar vardır. Kalp kasının her iki tipin­
de de miyofilamanların düzenlenişi birbirinin aynıdır. Ancak
kalp kulakçığındaki kaslarda T tübiillerinin sayısı dikkati çe­
kecek kadar azdır ve hücreler daha küçüktür. Kalp kası çe ­
kirdeğinin her iki kutbunda, her biri yaklaşık 0.2-0.3 pm ça­
pında, zarla sarılı ve bu bölgedeki Golgi kompleksi ile bağ­
lantılı grandiler bulunur. Bu graniiller (Şekil 10-28) sağ kalp
kulakçığındaki kas hücrelerinde daha fazladır (yaklaşık
6ü0/hücre), ancak sol kalp kulakçığı, kalp karıncıkları ve vü­
cudun başka değişik yerlerinde de bulunurlar. Kalp kulakçı­
ğındaki bu grandiler atrial natriüretik faktör olarak bili­
nen polipeptid bir hormonun, molekül ağırlığı yüksek öncü­
lünü içerir. Bu hormon sodyum ve su tutulmasına neden
olan aldesteron ve antidiüretik hormonun böbrekler üzerin­
deki etkilerine karşıt yönde etki gösterir.
Kalbin zengin otonom sinir sistemi ve dizemli (ritmik)
uyartı oluşturan ve bunları ileten yapılarına 11. bölümde de­
ğinilmektedir.

DÜZ KAS
Düz kaslar her biri bir bazal lamina ve retiküler lif ağı ile ku­
şatılmış (Şekil 10-29), çizgilerime göstermeyen, uzunlaması­
na hücrelerden oluşmaktadır (Şekil 10-30, 10-31 ve 10-32).
Bazal lamina ve retiküler lif ağı her bir düz kas lifinin oluş­
turduğu gücün toplu bir harekete, örneğin, bağırsaklardaki
peristaltik hareketlere dönüşmesinde rol oynar.
Düz kas hücreleri iğ şeklindedir; yani, en geniş yeri or­
talarıdır ve uca doğru incelirler. Boyları, küçük kan damar­
Şekil 10-23. Kalp kasının ışık mikroskop fotoğrafı. Enine larında 20 pm ile gebedeki uterus damarında 500 pm’ye dek
çizgiler ve interkalar diskler dikkati çekmektedir. Pararoza- değişebilir. Gebelik sırasında uterus düz kas hücreleri gerek
nilin-toluidin mavisi (PT) boyası. Büyük büyütme. boy, gerekse sayı olarak belirgin bir artış gösterir. İ ler bir
hücre en geniş bölümü olan orta kısmında merkezi yerle­
şimli tek bir çekirdeğe sahiptir. Sıkı bir şekilde bir hücrenin
ince kısmı diğer hücrenin geniş kısmıyla komşuluk yapar.
Bu düzenleniş nedeniyle enine kesitte, yalnızca geniş çaplı
olan yerleri çekirdek içeren bir dizi değişik çaplı kas hücre­
ğil Z bandı hizasında yer alır. Sarkoplazma retikulumu çok si görülür (Şekil 10-29). Düz kas kasıldığı zaman hücre ke­
iyi gelişmemiştir ve miyofilamanlar boyunca gelişigüzel ya­ narları katlanır ve çekirdek tirbuşon görünümü alır (Şekil 10-
yılırlar. Sonuç olarak kalp kasında birbirinden ayrı kas lifçi- 33).
ği demetleri bulunmaz. Mitokondri, poliribozomlar, kaba endoplazma retikulu-
Kalp kası hücrelerinde triadlara sık olarak rastlanmaz. mu sisternaları ve Golgi kompleksi çekirdek kutuplarında
Çünkü T tübülleri sadece sarkoplazma retikulumu sarnıcının yoğunlaşmıştır. Hücre yüzeyine yakın bölgelerde sıkça pino-
tek yanlı genişlemesi ile birlikte izlenir. Yani kalp kası bir T sitoz vezikiilleri bulunur (Şekil 10-32).
tübülii ve bir sarkoplazma retikulumu sarnıcından oluşan Çizgili kasın sarkoplazma retikulumuna benzer kapalı
d iyad lar İle özellik kazanmaktadır. bir zar sistemi oluşturan iyi gelişmemiş bir sarkoplazma
Kalp kası hücreleri çok sayıda mitokondri içerir. Bunlar retikulumu bulunur. Düz kas hücrelerinde T tübülii yok­
sitoplazma hacminin %40’mdan fazlasını doldurur (Şekil 10- tur.
19). Bu durum, kalp kasının sürekli biçimde oksidatif meta­ Düz kasın tipik kasılma aktivilesi aktin ve miyozin fila-
bolizmaya duyduğu gereksinimi yansıtmaktadır. Karşılaştır­ manlarının yapısına ve organizasyonuna bağlıdır. Bunlar is­
ma açısından, iskelet kasında bu oran yalnızca %2’dir. Kal­ kelet kasında olduğu gibi açtk-koyu görünüm sergilemez.
bin ana yakıtı olan yağ asitleri lipoproteinlerle kalp kası hüc­ Düz kas hücrelerinin miyofilamanları hücre boyunca çapraz
relerine taşınır. Yağ asitleri, kalp kası hücrelerinde gözlenen kesişmeler yapan, kafese benzer bir ağ oluştururlar. Bu
çok sayıda lipit damlası içinde trigliseridler halinde depola­ lıantlar 5-7 nm kalınlığında tropomiyoz.İn ve aktin filamanla-
nır. Çok az miktarda glikojen de bulunur ve bunlar stres du­ rından ve 12-16 nm kalınlığında miyozin filamanlarından
rumunda enerji üretimi için glikoza yıkılabilirler. Uzun yaşa­ oluşur. Yapısal ve biyokimyasal çalışmalar düz kaslardaki
208 / BOLUM 10

Şekil 10-24. Kalp kasına


ait iki hücrenin uzamına
kesilmiş bölümleri. İnterka-
lar diskin enine görülen kı­
sımlarında fasya adherens
ve çok sayıda desmozom
izlenmektedir. Uzamına iz­
lenen bölümler (ok) gap
junctionları içerir. Bu hüc­
relerde çok sayıda mito-
kondri bulunur (M). İki hüc­
re arasında retiküler lifler
yer almaktadır. x 18.000.
(Junqueira LCU, Salles LMM:
Ultra-Estrutura e Funçao Ce-
lular. Ed-gard Blücher'den
Retiküler Interkalar izinle çoğaltılmıştır, 1975.)
lifler disk

aletin ve miyozinin çizgili kaslardakine benzer şekilde kayan sılma derecesini etkiler. Kasılma ya da gevşeme döngüsel
filanlan düzeneği ile kasıldığını göstermiştir. AMP (cAMP) üzerinden hormonlarla düzenlenir. cAMP sevi­
Düz kas hücrelerinde kasılmanın başlatılması için hücre yeleri arttığında, miyozin hafif-zincir kinazı aktive edilir, mi­
içine Ca+“ girişi gerekir. Düz kastaki miyozinin hafif zinciri yozin fosfoıillenir ve hücreler kasılır. cAMP'deki azalma kar­
fosl'orillendiğinde sadece aklinle karşılıklı etkileşimde bulu­ şıt etki gösterir, kasılma azalır. Sinirsel olmayan kontrolün
nur. Hu nedenden ötürü ve troponin bulunmaması yüzün­ başka bir örneği seks hormonlarının uterus düz kasları üze­
den düz kaslarda kasılma mekanizması iskelet ve kalp ka­ rindeki etkisidir. Östrojenler cAMP’yi artırır, miyozinin fosfo-
sından farklılık gösterir. Düz kaslarda Ca-+ yine kas olmayan rilasyonunu uyarır ve uterus kaslarını kasar. Progesteron
hücrelerin kasılmasında yer alan bir Ca2+ bağlayıcı bir pro­ karşıt yönde etki gösterir. cAMP’yi azaltır, miyozinin tiefos-
tein olan kalmodülin ile birleşir. Ca2+-kalmodiilİn komp­ forilasyonunu başlatır ve uterus kası gevşer.
leksi, miyozin hafif-zincir kinaztnı aktive eder. Hu miyozinin Düz kas hücrelerinin sitoplazmasım boydan boya kale­
fosforilasyonundan sorumlu olan enzimdir. den 10 nm’lik ara filamanlar düzenli bir dizilimine sahiptir.
Kalsiyumdan başka faktörler de miyozinin hafif-zincir Desmin (skeletin) tüm düz kaslardaki ara filamanların ana
akıivitesi üzerine etkilidir ve bunlar düz kas hücrelerinin ka­ proteini olarak tanımlanmıştır. Damar düz kaslarında ek bir
KAS DOKUSU / 209

Mitokondriler
Şekil 10-25. Kalp kasının in-
terkalar disk bölgesindeki ince
yapısı. Enine kesit bölgesinde
hücrelerin teması girintilerle
tamamlanır; uzamına düzlem­
de (UD) ise temas yüzeyi düz­
Sarkoplazma
dür. (Marshall JM. The heart, İn:
retikulumu
Medical Physiology, 13th ed, Vol
2, Mountcastle VB [editor]. Mosby,
1974’den izinle yeniden basılmış­ interkalar disk;
tır. Fawcett DW, McNutt NS: J Celi gap junction bölgesi
Biol 1969;42:1 sonuçlarına göre,
Roche R Lindner E: Zellforsch İnterkalar disk;
Mikrosk, Anat 1955;43:104'den tutturucu bağlantı
değiştirilerek.) bölgesi

yapı da vim cntindir. Diiz kaslarda iki tip yoğu n c isim göz­ bulunmaz. Çoğunlukla otonom sinir aksonları endomisyuma
lenir (Şekil 10-33). Birisi zara bağlı, diğeri ise sitoplazmiktir. ait bağ dokusunda bir dizi genişleme ile son bulur.
Her ikisi de ot-aktinin içerir ve bu açıdan çizgili kasların Z Genelde düz kaslar viseral boşluklu organların, örneğin
bantlarına benzer. İnce ve ara filatnanların her ikisi de kasıl­ bağırsakların, uterusun ve üreterlerin duvarlarında geniş taba­
ma gücünü bitişik düz kas hücrelerine ve bu hücrelerin çev­ kalar halinde bulunur. Hücrelerde çok sayıda aralık bağlantı­
resindeki retikiiler lif ağına aktaran yoğun cisimlerin içine sı (gap junction) vardır ve sinir desteği bakımından nispeten
sokulurlar. zayıftırlar. Bunlann kasları toplu (sinsisyal) biçimde işlev gö­
Bir düz kas demetinde sinir dağılımının derecesi kasın rürler ve viseral düz kaslar olarak adlandırılırlar. Bunun ak­
işlevine ve büyüklüğüne bağlıdır. Düz kaslar otonom sinir sine, çok birimli düz kaslar zengin bir sinir ağına sahiptir ve
sisteminin sempatik ve parasempatik sinirleri ile uyarılır. İs­ böylece gözün irisinde olduğu gibi kasılmaların derecesi çok
kelet kaslarındaki nöromüsküler bağlantılar düz kaslarda kesin bir biçimde düzenlenebilir.

Maküla
Zonula adherens

Şekil 10-26. Diskus interkalarisi oluşturan bağlantı özelleşmele­


ri. Diskin enine bölümlerindeki fasya (ya da zonula) adherensler
(A), uçlardaki sarkomerlerin aktin filamanlarım plazma zarına tut­
turur. Makula adheresler yada desmozomlar (B), diskin enine bö­
lümünde bulunur ve hücreleri birbirine bağlayarak kasılma dön­
güleri sırasında ayrılmalarını önler. (C), Diskin uzamına bölü­
münde - baskıya en az maruz kalan bölgesi bulunan aralık bağ­
lantıları, hücreleri iyon içeriği açısından eşleştirir ve kasılma de- Aralık
polarizasyonunun yayılmasını sağlar. bağlantısı
210 / BOLUM 10

Şekil 10-27. Kalp kası uzamına kesitinin elektron mikroskop fotoğrafı. Çizgilenme düzeni­
ne, kas lifçiklerinin değişmeli durumuna ve kristaları bol mitokondriler dikkat çekmektedir.
Fotoğrafta kalsiyum depolama yönünde özelleşmiş düz endoplazma retikulumu olan sar-
koplazma retikulumu (SR) izlenmektedir. x 30.000.

’f t ' / A-'

mm*

Ş ekil 10-28. Çekirdek kutbunda toplanmış natriüretik


granüllerin görüldüğü kalp kulakçığındaki kas hücresinin
&mrn elektron mikroskop fotoğrafı, (izin alınarak J.C.Nogueira).
KAS DOKUSU / 211

Ş ekil 10-29. Düz kas hüc­


relerinin uzamına (üstte)
ve enine (altta) kesitlerini
gösteren ışık mikroskop
fotoğrafları. Çekirdeklerin
merkezde olduğu görül­
mektedir. Çoğu hücrede
çekirdekler kesite girmez.
PT boyası. Orta büyütme.

Düz kaslar genellikle sinir uyartısı olmaksızın kendiliğin­ Kalp kasının çocukluk çağının ilk dönemlerinden sonra
den aktive olabilir. Bu yüzden sinirleri iskelet kasında oldu­ gerçek anlamda bir yenilenme kapasitesi yoktur. Hasar gö­
ğu gibi kasılmayı başlatmaktan çok düzenleme işlevi görür. ren ya da yıkım geçiren bölümün yerini bağ dokusunun mi-
Düz kaslar, aktiviteyi uyarıcı ve baskılayıcı olmak üzere bir­ yokard nedbeleri oluşturan bağ dokusu artışı alır.
birinin antagonisti olarak işlev gören hem adrenerjik vehem İskelet kasında, çekirdeklerin mitoz yeteneği bulunma­
de kolinerjik sinir sonlanmaları alırlar. Bazı organlarda, koli- masına karşın, doku sınırlı ölçüde onarılabilir. Onarıcı hüc­
nerjik sonlanmalar harekete geçirirken adrenerjik sinirler relerin kaynağının uydu (s a te llit) hücreler olduğuna inanıl­
baskılar; başkalarında ise tersi söz konusudur. maktadır. Bunlar, her bir olgun kas lifi etrafındaki bazal la­
Kasılma aktivitesine ek olarak, düz kas hücreleri normal­ mina altında yer alan iğ şeklinde tek çekirdekli hücrelerdir.
de fibroblastların işleviyle ilişkili hücre dışı ürünler olan kol- Kas liflerinin yüzeyine çok yakın olduklarından yalnızca
elektron mikroskop ile görülebilirler. Bunların, kasın farklı­
lajen, elastin ve proteoglikanları da sentezlerler.
laşmasından sonra burada kalan inaktif miyoblastlar olduk­
ları kabul edilir. Zedelenmeden ya da bazı başka uyartılar­
KAS DOKUSUNUN YENİLENMESİ dan sonra sessiz duran normal uydu hücreler harekete ge­
Erişkinlerdeki 3 kas tipi hasardan sonra yenilenme konusun­ çebilir, çoğalabilir ve yeni iskelet kası liflerine dönüşebilirler.
da farklı özellikler gösterir. Uydu hücrelerin benzer bir aktivitesi de yoğun egzersizden

Şekil 10-30. Bir düz kas parçasının çizimi. Bütün hücreler retiküler lif­
lerden oluşan bir ağ ile sarılır. Enine kesitte, bu hücreler değişik çap­
larda izlenir.
212 / BOLUM 10

Şekil 10-31. Retiküler lifleri boyamak için gümüşle bo­


yanmış düz kasın enine kesiti. Retiküler lifler bu yöntem­
le boyanmayan kas hücrelerinin çevresini ağ biçiminde
sarmaktadır x 300.

Ş e kil 10-32. Düz kasın


enine kesitine ait elektron
mikroskop fotoğrafı. Kesit­
teki hücreler değişik çap­
larda görülür ve yüzeyin
hemen altında çok sayıda
vezikül bulunur. Kalın ve
ince filamanlar kas lifçikleri
şeklinde düzenlenmemiştir
ve mitokondri (M) sayısı
azdır. Retiküler lifler ve
hücreler arasında küçük
miyelinsiz sinirler (N) dik­
kat çekmektedir. x 6650.
KAS DOKUSU / 213

Gevşemiş düz kas hücresi

Kasılmış düz kas hücresi

Şekil 10-33. Gevşemiş ve kasılmış durumdaki düz kas


hücreleri. Hücre yüzeyinde ve sitoplazma içinde bulunan
yoğun cisimlere, sitoplazmik filamanlar tutunur. Bu fila-
manların kasılması sonucu, hücrenin boyu kısalır ve tüm
kas bu şekilde kasılmaya başlar. Kasılma sırasında hüc­
re çekirdeğinin şekli bozulur.

sonra hücrelerin kendi ana hücreleriyle birleşerek kas kitle­ Düz kas etkin bir yenilenme sığasına sahiptir. Yaralan­
sini artırma işlevidir. Bununla birlikte majör kas incinmesi ya manın ardından tek çekirdekli canlı düz kas hücreleri ve kan
da dejenerasyonun ardından iskelet kasının yenilenme sığa­ damarlarının çevresindeki perisitler (bkz. 11. Bölüm) mitoz-
sı çok sınırlıdır. la çoğalarak zedelenmiş dokunun yenilenmesini sağlar.

KAYNAKLAR
Campion D R: T h e muscle satellite cell: a review. In t Rev Cytol 1 9 8 4 :8 7 :2 2 5 . Huxley H E: M olecular basis o f contraction in cross-striated muscles and rel­
Cantin M, Genest J: T h e heart as an endocrine gland. Sci Am 1 9 8 6 :2 5 4 :7 6 . evance to m odle mechanisms in other cells. In Stracher A (editor): Muscle

Cohen C: T he protein switch o f muscle contraction. Sci Am 1 9 7 5 :2 3 3 :3 6 .


and Nonmuscle M otility, Vol 1. Academic Press, 1983.
Vierck J et al: Satellite cell regulation following myotrauma caused by resistance
Grounds M D : Age-associated changes in the response o f skeletal muscle cells
exercise. Cell Biol Inti 2 0 0 0 :2 4 :2 6 3 .
to exercise and regeneration. Ann N Y Acad Sci 1 9 9 8 :8 5 4 :7 8 .
Dolaşım Sistemi ıı

Dolasım sistemi kan ve lenf damar sistemini kapsamakladır. ni oluşturan bileşenlerin tümünün iç yüzeyi endotel adı ve­
Kan damar sistemi aşağıdaki yapılardan oluşur: rilen, tek katlı yassı epitel ile döşelidir.
Kalp, işlevi kanı pompalamak olan bir organdır. Dolaşım sistemi tipik olarak, çapı 0.1 mm’den daha ge­
Arterler, dallandıkça çapı küçülen götürücü damarlardır niş olan büyük damar ağı (büyük arteriyoller, müskiiler ve
ve işlevi dokulara kan, oksijen ve besin sağlamaktır. elastik arterler ve müskiiler venler) ve yalnız mikroskopla
Kapilerler, (kılcal kan damarları) dokularla kan damar­ görülebilen damarlar olan küçük damar ağı (arteriyoller, ka-
ları arasındaki alışverişin gerçekleştiği yerdir ve birbiriyle pillerler ve postkapiler veniiller) biçiminde bölümlere ayrılır
çok sayıda anastomoz yapan yaygın ince tübiiilerden oluşan (Şekil 11-1). Küçük damar ağı, normal koşullarda ve yangı-
karmaşık bir ağ oluşturur. sal süreçlerde kan ile çevre dokular arasındaki değiştokuşun
Venler, kapilerlerin daha büyük kanallardan oluşan bir
gerçekleştiği bölge olması açısından özellikle önemlidir.
sisteme dönüşmesiyle ortaya çıkar. Bu kanallar kanı tekrar
Kılcal kan damarları, kan ile çevre dokular ara­
pompalanmak üzere getirdikleri organ olan kalbe yaklaştık­
sındaki metabolik değiştokuşun farklı düzeylerde
ça genişlerler.
gerçekleşmesini olası kılacak yapısal değişiklikler
Lenf damar sistemi lenfatik kapilerlerde kör uçlu tii-
sergilerler. Kapilerler bir tüp biçiminde kıvrılmış
biiller şeklinde başlar, çapkın giderek genişleyen anasto-
mozkışan damarlar oluştururlar; bunlar kalbe açılan büyük endotel hücrelerinin oluşturduğu tek bir tabakadan ibarettir.
venlere dökülerek kan damar sisteminde sonlamdan Lenfa­ Kapilerlerin ortalama çapı 7 ile 9 mm arasında değişmekte
tik sistemin görevlerinden biri dokular arası sıvıları kan do­ olup, uzunlukları genelde 50 mın’yi geçmez. İnsan vücu­
laşımına tekrar döndürmektir. Kan ve lenf damar sistemleri­ dundaki kapilerlerin toplam uzunluğu 96.000 km ( 60.000

Şekil 11-1. Mikro damar ağın­


daki küçük damarlar (arteriyol­
ler ve venuller) ve çevresinde­
ki bağ dokusu bileşenleri. Ok
başları fibroblastları göster­
mektedir. HE boyası. Küçük
büyütme.

215
216 / BOLUM 11

Bazal lamina
k l in ik b il g i

Kan damarlarının endotel hücreleri arasındaki


bağlantıların en gevşek olduğu bölüm venüllere
ait endotel hücreleri arasında bulunan bağlantı­
lardır. Burada, yangı yanıtı sırasında tipik olarak
dolaşım sisteminden sıvı kaybı ödeme yol açar.

Kapilerler ile postkapiler venüller boyunca değişik yer­


Şekil 11-2. Duvarında pencere (fenestra) bulunan bir kapi- lerde endotel hücrelerinin etrafını kısmen saran uzun sitop-
lerin üç boyutlu resmi. Bu örnekteki enine kesitte, kapiler lazmik uzantılara sahip mezenkim kökenli hücreler bulunur.
duvarını iki endotel hücresi oluşturmaktadır. Endotel hücre­ Bu hücrelere perisit (Yun. Peri, çevre, + kytos, hü cre) adı
verilir. Perisitler kendi bazal laminaları ile kuşatılmıştır ve bu
lerinin çevresinde bazal lamina görülmektedir.
bazal lamina endotelin bazal laminası ile birleşebilir. Perisit-
lerde miyozin, aletin ve tropomiyozin bulunması büyük öl­
çüde, söz konusu hücrelerin kasılma işlevi bulunduğunu dü­
mil) olarak hesaplanmıştır. Enine kesildiğinde, duvarlarında şündürmektedir. Doku yaralanmalarından sonra, perisitler
1-3 hücreye ait kısımlar görülür. Çoğunlukla bu hücrelerin yeni kan damarları ve bağ dokusu hücreleri oluşturmak üze­
dış yüzeyleri endotel tarafından yapılan bir bazal lamina re sayıca çoğalıp, farklılaşarak onarım sürecine katılır.
üzerine oturur. Kan kapilerleri endotel tabakasının ve bazal laminanın
Genelde endotel hücreleri çok köşelidir ve kanın akış yö­ sürekliliğine göre 4 tip olarak gruplandırılabilir.
nünde uzunlamasına yerleşmiştir. Çekirdek yüzünden hiicre- 1. Sürekli ya da somatik kapilerler (Şekil 11-4) duvarla­
kapiler liimenine doğru bombeieşmiş durumdadır. Sitoplaz- rında pencere (fenestra) bulunmaması ile özellik kaza­
masında küçük bir Golgi kompleksi, nıiıokondriler, serbest nır. Bu tip kılcal kan damarları, her çeşit kas dokusunda,
ribozomlar ve birkaç kaba endoplazma retikulumu olmak bağ dokusunda, ekzokrin bezlerde ve sinir dokusunda
üzere az sayıda organel bulunur (Şekil 11-3). Endotel hücre­ bulunur. Sinir sistemi dışındaki yapıların bazı bölgelerin­
lerinin büyük bir bölümünde zonula okludens tipi bağlantı­ de endotel hücrelerinin her iki yüzeyinde de çok sayıda
lar bulunur ve bu bağlantılar fizyolojik açıdan büyük öneme pinositoz vezikülü bulunur. Pinositoz vezikülleri söz ko­
sahiptir. Bu tip bağlantıların makromoleküİlere karşı değiş­ nusu hücrelerin sitoplazmasında yaktık vezikiiller biçi­
ken düzeylerde geçirgenlik sağlaması hem normal, hem de minde de görülür ve makromoleküllerin endotel sitop-
patolojik koşullarda önemli rol oynamaktadır. lazmast içinde her iki yönde taşınmasından sorumludur.

Kapiler lümeni

Şekil 11-3. Sürekli bir kapile-


rin elektron mikroskop gö­
rüntüsü. iç yüzeyi kıvrımlı
görünmekte, sitoplazmada
küçük pinositoz vezikülleri ve
çok sayıda mikrofilaman iz­
lenmektedir. Oklar bazal la-
minayı göstermektedir. Orta
büyütme.
DOLAŞIM SİSTEMİ / 217

Ş ekil 11-4. Sürekli bir kapi-


lerin enine kesitinin elekt­
ron mikroskop fotoğrafı.
Hücre çekirdeği (Ç) ve
komşu hücreler arası bağ­
lantılar {ok başları) görül­
mektedir. Çok sayıda pino-
sitoz vezikülü mevcuttur
(küçük oklar). Büyük oklar
endotel hücre zarının ge­
niş yapraklar şeklindeki
katlanmalarının oluşturdu­
ğu büyük vezikülleri gös­
termektedir. x10,000.

2. Pencereli ya da viseral kapilerler: Endotel hücreleri­ ler, böbrek, bağırsak, endokrin bezler gibi kan ile doku
nin duvarlarında, hücre zarından daha ince bir perde arasında madde değişiminin hızlı gerçekleştiği dokular­
(diyafram) ile örtülü büyük pencerelerin bulunması ile da bulunurlar. Deney amacıyla damara enjekte edilen
özellik kazanırlar (Şekil 11-2 ve 11-5). Bu diyaframda bi­ makromoleküller bu pencerelerden kapiler duvarını ge­
rim membranın üç tabakalı yapısı bulunmaz. Pencereli çerek doku boşluklarına girer.
kapilerlerin bazal laminası süreklidir. Pencereli kapiler­

Şekil 11-5. Böbrekte bulu­


nan pencereli bir kapiler.
Oklar perde (diyafram) ile
kapatılmış pencereleri gös­
termektedir. Bu hücrede,
Golgi kompleksi (G) çekir­
dek (Ç) ve sentriyoller (S)
görülebilmektedir. Endotel
hücresinin dış yüzündeki
bazal lamina kesintisiz ola­
rak izlenmektedir. (Çift ok)
Orta büyütme. (J.Rhodin'in
izni ile).
218 / BÖLÜM 11

3. Kapilerlerin üçüncü tipi böbrek glomerülii için tipiktir. da bu özellik oluşturur. Sözkonusu bağlantılar iskelet kasın­
Bu kapilerler, diyaframsız pencerelidir. Bu tip kapilerde da, el ve ayak derisinde yoğun olarak bulunur. Arteriyove­
kan ile doku arasında kapiler penceresinin hemen altın­ nöz anastomoz damarları büzüştüğünde tüm kan kapiler ağ­
da bulunan kesintisiz ve çok kalın bir bazal lamina bu­ dan geçmek durumunda kalır. Genleştiğinde ise, kanın bir
lunur (Bkz. 19. Bölüm). bölümü kapiler dolaşıma uğramadan, doğrudan vene akar.
4. Dördücıi tip kapiler aralıklı sinüzoidal kapilerclir ve Kapiler dolaşım sinir ve hormon uyarısı ile kontrol edilir. Ka­
şu özelliklere sahiptir: piler ağın yoğunluğu, dokunun melabolik aktivitesi ile iliş­
a. Dolaşımı yavaşlatacak şekilde dolambaçlı ve büyük kilidir. Böbrek, karaciğer, kalp ve iskelet kası gibi metabo­
çaplıdır ( 30-dü mm). lizma hızı yüksek olan dokularda kapiler ağ yoğun olarak
b. Endotel hücreleri kesintili bir tabaka oluşturacak şe­ bulunur; düz kas ve tıkız bağ dokusu gibi metabolizma hızı
kilde birbirlerinden geniş boşluklarla ayrılmış du­ düşük olan dokularda ise bunun aksi geçerlidir.
rumdadır. Kapilerlerin toplam çapı, aort çapından yaklaşık 800 kat
c. Endotel hücrelerinin sitoplazmasıncla çok sayıda, di- daha büyüktür. Aort içindeki kanın hızı ortalama 320 nım/sn
yaframsız pencere bulunur. iken, kapiierlerdeki kanın hızı yaklaşık 0.3 mm/sn.’dir. Du­
d. Endotel hücrelerinin arasında ya da dışında makro- varlarının ince olması ve içindeki kanın yavaş hareket etme­
fajlar bulunur. si yüzünden kapilerler dokularla kan arasında su, çöziintü
e. Bazal lamina kesintilidir. ve makromoleküllerin değiş tokuşu açısından en uygun bu­
yer oluşturmaktadır.
Sinüzoidal kapilerler ağırlıklı olarak karaciğerde ve ke­
Endotel hücreleri işlev olarak döşedikleri da-
mik iliği ve dalak gibi hemopoietik organlarda bulunur. Ka­
manı göre farklılıklar gösterir. Kapilerler, oksi-
piler duvarının yapısı kan ile dokular arasındaki değiş toku-
jen, karbondioksit, sübstratlar ve metabolitlerin
şu büyük ölçüde kolaylaştırır.
kandan dokuya ve dokudan kana aktarıldığı böl­
Kapilerler arter ve venler arasında bağlantı kuran anas-
geler olduğundan, yaygın olarak değiş tokuş damarları şek­
tomozlar (ağızlaşmalar) yaparlar (Şekil 11-6). Arteriyoller de­
linde adlandırılır. Kan ile doku arasındaki madde değişimin­
vamlılık göstermeyen düz kas tabakası ile sarılı küçük dallar
den sorumlu olan düzenekler tam olarak bilinmemektedir.
olan metarteriyollere ayrılırlar. Metarteriyoller de kapiler-
Bu değişimler, molekülün tipine ve endotel hücrelerinin ya­
leri oluşturacak şekilde dallanır. Metarteriyollerin büzüşmesi
pısal özellikleri ve düzenine bağlıdır.
dokunun tüm kapiler ağdan kan alması gerekli olmadığında
İster suyu seven (hidrofilik), ister sudan korkan (hidro-
dolaşımın düzenlenmesine yardım eder. Bazı dokularda ar-
fobik) olsun, küçük moleküller (ör., oksijen, karbondioksit
teriyollerin doğrudan venüllere boşalmasını sağlayan arteri-
ve glikoz) kapiler endotel hücrelerinin plazma zarından
yovenöz ağızlaşmalar bulunur (Şekil 11-6). Kapiler dolaşı­
difüzyonkı (yayılmayla) ya da aktif olarak geçer. Daha son­
mın düzenlenmesine katkıda bulunan bir başka mekanizayı
ra bu maddeler endotel sitoplazması içinde difiizyonla karşı
taraftaki hücre yüzeyine aktarılırlar ve buradan hücre dışı
aralığa boşaltılırlar. Suyun yanı sıra, çapı l.Şnm ’den küçük,
Prekapiler Kapiler molekül kütlesi 10 kDa’dan daha düşük olan başka bazı hid­
sfinkter rofilik moleküller difüzyonkı hücreler arası bağlantılardan,
Arteriyol
hücreler arası aralığa geçebilir (paraselüler yolak). Pencere­
li kapilerlerin delikleri, sinüzoidal kapilerlerin endotel hüc­
releri arasındaki aralıklar ve pinositoz vezikülleri, büyük
Postkapiler
moleküllerin geçişi için kullanılan diğer yolakları oluşturur.
venül
Endotel hücreleri, kan ile dokular arasındaki değiş tokuş iş­
leminde üstlendikleri rolün yanında, başka işlevler de yürütür:

M e ta rte riy o lle r^ p ' q Arteriyovenöz Anjiyotensin I’in (Yun. cıngeion, damar etenelere, germek),
anastomoz anjiyotensin H’ye dönüştürülmesi (Bkz. Bölüm 19).
Bradikİnİn, serotonin, prostaglandinler, nörepinefrin,
Glomerül trombin v.s.’nin biyolojik olarak tepki vermeyen bileşik­
kapilerleri
lere dönüştürülmesi.
Lipoproteinlerin, endotel hücrelerinin yüzeyindeki en­
zimler tarafından trigliseridlere ve kolesterole (steroid
hormon sentezi ve zar yapısı sübstratları) lipolizi (par­
çalanması).
Endotelinler, damar büzücü maddeler ve gevşetici bir fak­
tör olan nitrik oksit gibi damar gerginliği üzerine etkili ba­
Şekil 11-6. Küçük damarların oluşturduğu mikrodolaşım zı maddeler olan damar etkin faktörlerin üretilmesi.
tipleri. (1) Olağan arteriyol metarteriyol -> kapiler ve­ Vaskiiler endoteliyal büyüme faktörü (VEGF) gibi büyü­
nül sırası. (2) Arteriyovenöz anastomoz. (3) Böbrek glome- me faktörleri embriyonun gelişimi sırasında damar sistemin
rülündeki arteriyel portal sistem, (4) Karaciğerdeki venöz oluşmasında, erişkinlerdeki normal ve patolojik koşullarda
sistem. (Krstic RV’in izni ile, Encyclopedia of Human Histology. kapiler büyümesinin düzenlenmesinde ve normal damarla­
Springer. Verlag 1984’den almmıştır). rın bakımında çok önemli rol oynar.
DOLAŞIM SİSTEMİ / 219

İç elastik lamina Endotel

Endoîel, kan pıhtılaşmasını önleyici antitrombo-


jen etkiye de sahiptir. Endotel hücreleri, sözgeli­
mi aterosklertik lezyonlar sonucunda hasar gör­
düğünde, açığa çıkan endotel altı bağ dokusu
trombosit kümelenmesine neden olur. Bu küme­
lenme kandaki fibrinojenden fibrin oluşturan bir
dizi olayı başlatır. Damar içinde, o bölgedeki kan
akışını tamamen durduruncaya dek büyüyebilen Şekil 11-7. Orta boy müsküler bir arterin tabakalarını gös­
bir pıhtı, ya da trom büs (çoğul, trombi oluşur. Bu teren çizim. Olağan histolojik preparatlarda tabakalar bura­
trombüsten, em boli (tekil, embolus) adı verilen da gösterildiğinden daha kalın görünmesine karşın, çizilen
katı parçalar kopabilir ve bu parçalar trombüsten şekil damarın in vivo yapısını aynen yansıtmaktadır. Ölüm
uzakta, farklı bir bölgede bulunan damarları tıka­ anında arter yoğun bir biçimde kasılır; bunun sonucundalü-
yacak şekilde kanda taşınabilir. Her iki durumda men daralır, iç elastik lamina kıvrımlı şekil alır ve müsküler
da kan akımı yaşamı tehlikeye sokacak biçimde tabaka kalınlaşır.
durabilir. Dolayısıyla, trombositlerle endotel altı
bağ dokusunun birbiriyle temas etmesini engelle­
yen endotelin bütünlüğü önemli bir antitrombojen
düzenek oluşturmaktadır. dan, ya da başka bir deyişle katmanlardan Ctunİka) (Latince
tu n ica, katman) oluşmaktadır (Şekil 11-7 ve 11 - 8 ).

TUNİKA İNTİMA

Morfolojik olarak aynı olmasına karşın, farklı kan damar­ Tunika inhinayı, altında tek tük düz kas hücresi barındıran
larındaki endotel hücrelerinin farklı işlevsel özellikleri bu­ gevşek bağ dokusu üzerinde tek kat endotel hücreleri oluş­
lunduğu dikkati çekmektedir. turur. Arterlerin inhinası, en dıştaki intima bileşeni olan iç
elastik lamina ile medyadan ayrılır. Elastinden oluşan bu
Belli Bir Boyutun Üzerinde Çapı Olan laminada damar duvarının derin kısımlarında yer alan hüc­
releri besleyecek olan maddelerin difüzyonunu olası kılacak
Kan Damarları
şekilde aralıklar (fenestralar) bulunur. Ölüm durumunda kan
Çapı belli bir ölçünün üzerinde olan tüm kan damarları or­ basıncı söz konusu olmadığından ve damar kontraksiyonu
tak bazı özelliklere ve genel bir yapıya sahiptir. Bununla bir­ yüzünden doku kesitlerinde arterlerin tunika inhinası genel­
likte, aynı tip bir kan damarı belirgin yapısal farklılaşmalar likle kıvrımlı görünür. (Şekil 11-8 ve 11-12).
sergileyebilir. Öte yandan farklı tipler arasındaki sınır, bir
tipten diğerine geçiş kademeli olarak gerçekleştiğinden, çok T u n İk a M e d y a

keskin değildir. Başlıca sarmal biçiminde dizilmiş düz kas hücrelerinin oluş­
Kan damarları genel olarak aşağıda sıralanan katmanlar- turduğu üst üste gelmiş tabakalardan oluşur (Şekil 11-8). Bu

Şekil 11-8. HE boyası ile boyanmış


müsküler bir arterin (solda) ve We-
igert boyası ile boyanmış elastik bir
arterin (sağda) çizimi. Müsküler ar­
terin tunika mediası baskın olarak
düz kas içermesine karşılık, elastik
arterin tunika mediası elastik lami-
nalar arasına gömülü düz kas taba­
kalarından oluşur. Adventisyada ve
medianın dış kısmında küçük kan
damarları (vasa vasorum) ile elastik
ve kolajen lifler bulunur.
220 / BÖLÜM 11

kas hücreleri arasında değişken çoklukta elastik lifler ve la­ rine ileterek yanıt verilmesini sağlar. Venlerde sinirler hem
meller, retikiiler lifler (tip III kolajen) proteoglikanlar ve gli- adventisiya hem de medyada sonlanır ancak sinir ağı dağılı­
koproteinler vardır. Düz kas hücreleri bu hücre dışı matriksin mının yoğunluğu arterlere oranla daha düşüktür. İskelet ka­
hücresel kaynağıdır. Arterlerde medya katmanını adventisya sındaki arterlerin sinir ağında aynı zamanda damar genişle­
tabakasından ayıran ince bir dış elastik lamina mevcuttur. ten kolinerjik sinirler de bulunmaktadır. Bu damar genişle­
ten sinirler tarafından salıverilen asetilkolin endotel hücrele­
T u NİKA ADVENTİSYA
ri üzerinde etki göstererek, düz kas hücrelerine dağılarak
Esas olarak uzamına dizilim gösteren kolajen ve elastik lif­ hücre içi ulakların döngüsel GMP sistemini harekete geçiren
lerden oluşur. (Şekil 11-7 ve 11-8). Adventisyada, tip-1 kolla- nitrik oksit yapımına yol açar. Kas hücreleri daha sonra gev­
jen bulunur; Adventisya tabakası genellikle içinden geçtiği şer damar lümeni genişler.
organın etrafını saran bağ dokusu ile giderek kaynaşır. Öğretici amaçlar doğrultusunda kan damarları çaplarına
göre arteriyoller, orta çaplı arterler (müşküller arterler) ve da­
Vasa Vasorum ha büyük (elastik) arterler olarak sınıflandırılır.
Büyük damarlarda, adventisyada ve medyanın dış kısmında
çok sayıda dal yapan arteriyol, kapiler ve venüller şeklinde Arteriyoller
vasa vasorumİar (d a m a r d a m a rla rı) bulunmaktadır. Büyük
Arteriyollerin çapı, genellikle 0.5 mm’den daha küçüktür ve
arterlerde beslenme damarın tümeninden yalnızca diffüz-
liimenleri göreceli olarak dardır (Şekil 11-9 ve 11-17). Endo­
yonla zor olacağından adventisya ve medyanın beslenmesi
tel altı tabakası çok incedir. Çok küçük arteriyollerde iç elas­
için gerekli metabolitleri vasa vasorumİar sağlar. Bu damar
tik lamina bulunmaz ve medya genellikle sarmal şeklinde
damarları venlerde arterlerdekinden daha fazla sayıda görü­
düzenlenmiş bir ya da iki kat düz kas hücresinden ibarettir;
lür. (Şekil 11-8 ve 11-13). Orta ve büyük boy arterlerde inti-
ma ve medya tabakasının en iç bölümünde vasa vasorum dış elastik lamina bulunmaz (Şekil 11-9 ve 11-17). Arteriyol­
bulunmaz. Bu tabakalar oksijen ve besinlerini damar lüme- lerin berisinde yer alan küçük arterlerin lümeni arteriyolle­
ninden difiizyonla alırlar. rin tümeninden daha geniştir (Şekil 11-10, 11-11 ve 11-12).
Hem arteriyollerde, hem de küçük arterlerde tunika adven­
Sinir Dağılımı tisya çok incedir.

Duvarlarında düz kas taşıyan birçok kan damarının sinir ağı­


Orta boy (Müsküler) Arterler
nı, transmiter olarak norepinefrin kullanan miyelinsiz sem­
patik sinir lifleri (vasom otor sinirler) oluşturur. Norepinef- Müşküller arterler tunika medyadaki düz kas hiic-
rinin bu sinirlerden boşalması vasokonstriksiyonia sonuçla­ relerinin kasılması ya da gevşemesiyle organlara
nır. Bu eferent sinirler arterlerin media tabakasına ulaşama­ giden kan akımını kontrol edebilir. Intimanın en­
dığından, nörotransmiterin medianın düz kas hücrelerine et­ dotel altı tabakası, arteriyollerdekinden biraz daha
ki etmesi için birkaç mikrometre boyunca difüzyonu gerek­ kalındır (Şekil 11-7 ve 11-13). İnhinanın en dış bölümü olan
mektedir. Mediadaki düz kas hücreleri arasında yer alan iç elastik lamina belirgindir (Şekil 11-13) ve tunika medyada
“gap junctior”Iar gelen uyarıyı iç bölümlerdeki kas hücrele­ 40 katmana dek varabilen düz kas hücreleri bulunabilir. Bu

Düz kas tabakası


Arteriyol

Venül

Şekil 11-9. Fare uterusu-


nun miyometriyumundaki
bir arteriyol ve ona eşlik
eden venülün enine kesiti.
Venül duvarının çeperinde
yer alan bir perisitin uzun
ve büyük çekirdeği (ok ba­
şı) görülmektedir. Boya: To-
luidin mavisi. Yüksek bü­
yütme.
DOLAŞIM SİSTEMİ / 221

Şekil 11-10. Küçük bir arter ve ona eşlik eden müsküler ve-
nin enine kesiti. Vazodilatasyon nedeniyle arteriyol olağan
dışı biçimde kanla doludur. Bu aşamada iç elastik lamina
ayrımsanamaz. Çevredeki bağ dokusunda çok sayıda kü­
çük artere ait başka dallar ve kapilerler görülebilmektedir.
Boya: Pararozanilin-toluidin mavisi (PT). Orta büyütme.

Şekil 11-11. Mezenterde


yer alan küçük bir arterin
çapraz kesiti. Mediadaki
düz kas hücreleri ve lüme­
ni örten endotel tabakası
(ok başlan) görülmektedir.
Boya: PT. Orta büyütme.
222 / BOLUM 11

hücreler, kendileri tarafından sentezlenen elastik lamellerle Büyük Elastik Arterler


(damar ölçüsüne bağlı olarak), retiküler liflerle ve proteog-
Büyük elastik arterler kan akışının kararlı olması­
likanlarla desteklenmiştir. Medyanın son bileşeni olan dış
na yardımcı olur. Elastik arterler aort ve büyük dal­
elastik lamina, sadece daha büyük müşküller arterlerde bu­
larını kapsar. Medyada elastin yoğun olduğundan
lunur. Adventisyada lenf kapilerleri, vasa vasorum ve sinir­
sarı renkte görülür (Şekil 11-8 ve 11-14). İntima,
ler bulunur ve bu yapılar medyanın dış kısmına doğru soku­
müşküller arterdekine göre daha kalındır. İç elastik lamina
labilir.
bulunmasına karşın, diğer tabakadaki elastik laminalara

Ş ekil 11-12. Küçük arterlerin enine kasiti. A: Elastik lamina


boyanmamış ve endotelin hemen altında kıvrımlı bir biçim­
de görülmektedir (ok başı). Orta büyütme. B: Küçük bir ar­
terde belirgin bir biçimde boyanmış olan iç elastik lamina
(ok başı). George Gomori preparatı. Düşük büyütme.
DOLAŞIM SİSTEMİ / 223

Endotel

İç elastik
lamina

Tunika
media

Tunika
adventisya

Küçük kan damarları

Şekil 11-13. Müsküler bir arte­


rin (orta boy çapa sahip) enine
kesitinde damarın bir bölümü
görülmektedir. Tunika adventis-
yada kan damarları (vaza va-
zorum) gözlenmektedir.

benzediğinden ayrımsa namaz. Medyada yaşla beraber sayısı Arterlerdeki Bozulmalarla İlgili Değişiklikler
artan, üst üste yerleşmiş ve delikli bir dizi elastik lamina kat­
manı mevcuttur (yeni doğanda 40, erişkinde 70 adet bulu­
nur). Elastik laminalar arasında diiz kas hücreleri, retikiiler
lifler, proteoglikanlar ve glikoproteinler bulunur. Tunika ad­
ventisya, göreceli olarak az gelişmiştir.
Elastik laminalar kan akımının daha düzenli olması gibi
önemli bir işlevin yerine getirilmesine katkıda bulunur. Vent- Arterler doğumdan ölüme kadar aşamalı ve sü­
rikül kasılması (sistol) sırasında büyük arterlerin elastik la- rekli ilerleyen değişimler geçirir. Normal gelişimin
minaları gerilir ve basınç değişim miktarını azaltır. Ventrikiil ne zaman sona erdiğini ve gerilemenin ne za­
gevşemesi (diyastol) sırasında ventrikiil basıncı düşük bir man başladığını söylemek zordur. Her arterin
düzeye iner, ancak büyük arterlerin elastik yapısı arter içi kendine özgü bir yaşlanma süreci vardır.
kan basıncının sürekliliğinin sağlanmasına yardım eder. So­ Aterosklerotik berelenmeler intimada odaksal
nuçta, arter İçi kan basıncı ve hızı kalbe olan uzaklık arttık­ kalınlaşma, düz kas hücrelerinde ve bağ dokusu­
ça düşer ve daha az değişim gösterir (Şekil 11-15). nun hücre dışı öğelerinde proliferasyon ve düz
kas hücreleri ile makrofajlarda kolesterol birikimi
ile özellik kazanır. Bu hücreler aşırı lipit yüklen-
224 / BÖLÜM 11

diklerinde köpük hücrele ri olarak adlandırılırlar Bir arterin medyası embriyonial bir hata, has­
ve ateroksleroza özelliğini veren yağlı çizgiler talık ya da lezyon sonucu zayıfladığında, arterin
ve plaklar biçiminde gözle görülebilirler. Söz ko­ duvarı aşırt genişleyebilir. Eğer süreç ilerlerse
nusu değişiklikler, tunika medyanın iç bölümleri­ anevrizma oluşur. Anevrizma yırtılması ciddi so­
ne doğru ilerleyebilir ve kalınlaşma damarı tıka­ nuçlar yaratır ve ölüme neden olabilir.
yacak kadar büyük olabilir. Ateroskleroza en açık
damarlar koroner arterlerdir. Intimanın düzenli bi­
çimde kalınlaşmasının yaşlanma ile ilişkili normal
bir olay olduğuna inanılmaktadır.
Belli bazı arterler özgül organların belirli kısım­ Karotid Cisimler
larını besler, bunların tıkanması sonucu nekroz Ortak karotis arterlerinin çatallanma yeri yakınında
(metabolit yoksunluğuna bağlı olarak dokuların görülen karotid cisimler, kandaki oksijen ve kar­
ölümü) oluşur. Bu enfarktüsler, çoğunlukla kalp, bondioksit değişimlerine duyarlı kemoreseptörler-
böbrek, beyin gibi organlarda ortaya çıkar. Vücu­ dir. Bu yapılara, tip 1 ve tip II hücrelerini saran pen­
dun başka bölümlerinde (deri gibi) tıkanıklık olsa cereli kapilerler tarafından bolca kan getirilir. Tip II hücreler
bile arterler arası sık anostomozlarla kan akımının destekleyici özellik taşır, tip I hücrelerde ise dopamin, seroto­
sürekliliği sağlandığından doku nekrozu olmaz. nin ve adrenalin içeren çok sayıda ortası koyu görünen vezi-

İç elastik
lamina

Tunika
media

Şekil 11-14. İyi gelişmiş olan tu­


nika medyasında çok sayıda
elastik laminanın yer aldığı bü­
yük bir elastik arterin enine kesiti
görülmektedir. Boya: PT. Orta
büyütme.
226 / BOLUM 11

Şekil 11-16. Çok sayıda damar içeren ve oksijensizliğe (hipoksiye) karşı duyarlı bir yapı olan karotid cismin fotomikrog-
rafı. Glia benzeri destekleyici hücreler tarafından çevrelenen esas hücrelerde katekolamin içeren ortası koyu granüller bu­
lunmaktadır. Boya:PT. A: Düşük büyütme. B: Orta büyütme

Kalp dışta perikardiyum (Yun. p e r i + karclio, kalp) olmak üzere


3 tabakalı bir duvar yapısı vardır. Kalbin merkezinde bulu­
Kalp, ritmik kasılmalarla kanı dolaşım sistemine pompala­
nan ve çok doğru olmasa da fîbröz iskelet olarak adlandı­
yan kas kitlesinden oluşmuş bir organdır. Aynı zamanda at-
rılan fibröz bölge, kalp kası hücrelerinin kökenini aldığı ve
riyal natriûretik faktör denen bir hormonun üretiminden
yerleştiği bir bölüm olmanın yanı sıra kapakçıkların da te­
sorumludur. İçte endokardiyum, ortada miyokardiyum,
melini oluşturur.
DOLAŞIM SİSTEMİ / 225

Şekil 11-15. Kan damarı yapısı (altta) ile


kan dolaşımı (solda) arasındaki ilişkiyi gös­
teren grafik. Kalpten uzaklaştıkça kan ba­
sıncı ve akım hızı azalmakta ve daha sabit
bir özellik kazanmaktadır. Bu durum, arter­
lerde elastik liflerin azalması ve düz kasla­
rın artması ile uyumlu bir seyir gösterir.
Grafikte damarların yapısındaki kademeli
değişimler ve biyofiziksel özellikler gösteril­ Büyük Orta Arteriyol Kapiler Venül Ven
arter boy
mektedir. (Cowdry EV'nin izni ile Textbook of
arter
Histology. Lee&Febiger, 1944'ten alınmıştır).

kül bulunur (Şekil 11-16). Karotid cisimdeki sinirlerin çoğu Postkapiler (Kapiler Sonrası) Venüller
getirici liflerden (impulsları merkezi sinir sistemine taşıyan si­
Kapiler sonrası venüller ve kapilerler, kan ile do-
nirler) oluşur. Karotid cisimler düşük oksijen basıncına, yük­
kular arasındaki değiş tokuşta rol üstlenir. Venül-
sek karbondioksit değişimine ve düşük arteriyel kan pH’sına lerin çapı 0.2-1.1 mm.dir. Tunika intima endotel ve
duyarlıdır. Esas kemoreseptür öğelerin afferent sinir sonlan- çok ince bir endotel altı tabakadan ibarettir. Küçük
maları mı yoksa glomus hücreleri mi olduğu halen tartışmalı­ venüllercleki medya yalnızca, kasılabilen perisitleri içerebilir.
dır. Aort kavsinde yer alan aortik cisimler yapı olarak karotid Bu damarlara postkapiler venüller ya da perisitli venül­
cisimlere benzer ve işlevlerinin aynı olduğu düşünülür. ler denir. Liimenlerinin çapı en fazla 50 mm.dir. bununla
birlikte, venüllerin büyük bölümünü duvarlarında en az bir­
Karotid Sinüsler kaç düz kas hücresi bulunan müşkül er venüller oluşturmak­
Karotid sinüsler arterya karotis internadaki hafif genişleme­ tadır (Şekil 11-1 ve 11-9). Postkapiler venüllerin kapilerlerle,
lerdir. Bu sinüsler kan basıncındaki değişiklikleri saptayan yangılanma süreçleri ve kan ile dokular arasında hücrelerin
ve merkezi sinir sistemine bilgi gönderen basınca duyarlı re­ ve moleküllerin değiş tokuşu gibi ortak bazı özellikleri bu­
septörler (baroreseptörler) içerir. Sinüs bölümündeki arterin lunur. Venüller geçişme ile dağılabilen maddeler üretip sal­
media tabakası sinüs duvarının kan basıncındaki değişiklik­ gılayarak arteriyollerdeki kan akımını da etkileyebilir.
lere yanıt vermesine olanak tanıyacak biçimde daha incedir.
Intima ve adventisyada çok fazla sinir ucu bulunur. Aferent
Venler
sinir uyartıları damar daralmalarını kontrol etmek ve normal Venlerin büyük bir bölümünü çapı 1-9 mm arasında olan
kan basıncını korumak üzere beyinde işlenir. küçük ya da orta boy venler oluşturur (Şekil 11-10 ve 11-
17). İntimada genellikle ince bir endotel altı tabaka bulunur,
Arteriyovenöz Anastomozlar hatta bazen bu tabaka bulunmayabilir. Medyayı retiküler lif­
lerle karışık halde düz kas hücrelerinin oluşturduğu küçük
Arteriovenöz anastomozlar, arteriollerle veniiller arasında demetler ve ince elastik liflerden oluşan bir ağ meydana ge­
doğrudan iletişim sağlayarak vücudun belli bölgelerinde kan tirir. Kolajen içeren adventisya tabakası iyi gelişmiştir.
akımının düzenlenmesinde rol üstlenirler. Anastomoz da­ Kalbe yakın olan büyük ven yapılarını geniş venler oluş­
marlarının liimen çapı organın fizyolojik durumuna göre de­ turur. Geniş venlerde tunika intima belirgindir, ancak birkaç
ğişir. Bu damarların çapında oluşan değişiklikler kan basın­ tabaka kas hücresi ve yoğun bağ dokusundan oluşan medya
cını, kan akışını ve sıcaklığını düzenler ve ısının belli bölge­ çok daha incedir. Venlerde en kalın ve en belirgin tabaka
lerde tutulmasını sağlar. Bu doğrudan bağlantılara ek olarak, genellikle uzamına yerleşim gösteren düz kas demetleri içe­
esas olarak parmak uçlarında, tırnak yataklarında ve kulak­ ren adventisyadır (Şekil 11-18). Başta geniş venler olmak
larda daha karmaşık yapılar olan glomera (tekili glomus) üzere bu damarların iç yüzeyinde kapakçıklar bulunur (Şe­
bulunur. Glomusun bağ dokusu kapsülü içine sokulan arte- kil 11-19). Bu kapakçıkları, Iumene doğru yarım ay şeklinde
riyolün iç elastik laminası ortadan kalkar ve kalın bir kas du­ uzanan 2 adet tunika intima kıvrımı oluşturur. İçeriğinde
varı ile dar bir lümen oluşur. Arteriyovenöz anastomozların, elastik liflerden yana zengin bağ dokusu ve her iki taraftan
yerel kan akımı ve kan basıncı düzenlenmesinde rol aldığı­ üzerini örten endotel bulunur. Özellikle kol ve bacak venle-
na inanılmaktadır. Arteriovenöz anastomozların tümünde, rinde sayıca fazla olan kapakçıklar, venöz kanı kalbe doğru
sempatik ve parasempatik sinir sistemlerine ait sinir lifleri yönlendirir. Kalbin pompalama gücü bu venlerin çevresin­
yoğun bir biçimde bulunur. deki iskelet kaslarının kasılmasıyla pekiştirilir.
DOLAŞIM SİSTEMİ / 227

*1

Arleriyoller '
Şekil 11-17. Enine kesitte 2
adet venül ve 4 adet arteriyol
görülmektedir. Arterlerin du­
varları venlerin duvarından
daha kalındır. Üstte bir lenf da­ O - y
marı izlenmektedir. Damarla­ 4
rın çevresinde düz kas hücre­
lerinin enine kesiti ve gevşek
bağ dokusu alanları görülmek­
tedir. Boya: Toluidin mavisi.
Orta büyütme.

Endokardiyum, damarlardaki imima ile aynı yapıdadır. da subendokardiyal tabaka olarak adlandırılan bir bağ do­
Tek katlı yassı endotel hücreleri, düz kas hücrelerinin yanı kusu vardır, bu tabaka sinir, damar ve kalbin uyarı İletim sis­
sıra elastik ve kolajen liflerden oluşan gevşek bağ dokusu temi hücrelerini (Purkİnje hücreleri) içerir.
tabakası üzerine oturmuştur. Endokard ile miyokard arasın­

Şekil 11-18. Müsküler bir arter (solda) ile ven (sağda) yapısının karşılaştırıldığı çizim. Tu-
nika intima ve tunika mediya arterde çok gelişmiş olarak izlenmesine karşılık, vende çok
gelişmemiştir.
228 / BÖLÜM 11

Şekil 11-19. Kesitte büyük


bir venin bir bölümü görül­
mektedir. Venin tunika med­
yası çok ince olmasına karşı­
lık, tıkız bağ dokusundan
oluşan adventisya kalındır.
Kesitte ven kapakçığı da gö­
rülmektedir. Boya: PT. Orta
büyütme.

Miyokard kalpteki tabakaların en kalın olanıdır. Kalp ter ve bu yapı eplkardındaki oluşturur. Gevşek bağ doku­
boşluklarını, karmaşık bir spiral biçiminde saran kalp kası sundan oluşan epikard altı tabakada venler, sinirler ve sinir
hücrelerinden oluşan bir tabakadır (Bkz. 10. Bölüm). Bu şe­ ganglionları mevcuttur. Kalbi çevreleyen yağ dokusu bu ta­
kildeki çok sayıda tabaka fibröz kalp iskeleti içine gömülür. bakada birikir. Epikard, kalbi saran seröz bir zar olan peri-
Bu hücrelerin yerleşimleri o denli farklıdır ki, küçük bir kard viseral tabakasına karşılık gelir. Viseral tabaka (epikar-
alandan yapılmış histolojik preparatta bile değişik yönlere diyum) ile pariyetal tabaka arasında kalbin hareketlerini ko­
uzanan hücrelere rastlanır. Kalbin dış yüzeyini, ince bir bağ laylaştıran, az miktarda sıvı bulunur.
dokusu tabakası ile desteklenen tek katlı epitel (mezotel) ör- Kalbin fibröz iskeleti tıkız bağ dokusundan oluşur. Baş­
lıca bileşenleri septum membranaseum, trigona fıbroza
ve anuli flbrozi’dir. Bu yapılar değişik yönlere doğru gi­
den kalın kolajen liflere eşlik eden yoğun bağ dokusundan
oluşmaktadır. Belli yerlerde fibröz kıkırdak nodülleri bulu­
nur.
Kalp kapakçıklarının ortasında, her iki tarafından endo-
tel tabakası ile döşenmiş, yoğun fibröz bağ dokusu (elastik
ve kollajen liflerden oluşur) bulunur. Kapakçıkların tabanı
fibröz İskeletin anulus fibrozuslarına tutunmuştur.
Kalp, tüm miyokard yayılacak olan ritmik bir
uyartı oluşturmak üzere özelleşmiş bir sistemdir.
Bu sistem, atriyumda yer alan sinoatriyal düğüm
ve atriyoventrilcüler düğüm ile atriyoventrikü-
ler dem etten oluşur (Şekil 11-20 ve 11-21). Atriyoventrikü-
ler demet, aynı adı taşıyan düğümden çıkarak her iki ventri-
küle dallar uzatır (Şekil 11-15). Uyarı üreten sistemin hücre­
leri aralık bağlantıları aracılığıyla işlevsel olarak bütünlük
sergiler. Sinoatriyal düğüm, atriyal kas hücrelerinden daha
küçük ve içlerinde daha az sayıda miyofibril bulunan, iğ şek­
linde değişmiş olan kalp kası hücrelerinin oluşturduğu bir
kiüeden ibarettir. Atriyoventriküler düğümdeki hücreler si-
noartiyal düğüm hücrelerine banzer, ancak sitoplazma uzan­
tıları ağ oluşturacak biçimde farklı yönlere doğru dallanır.
Atriyoventriküler demetteki hücreler, atriyoventriküler
düğümdeki hücrelere benzer. Ancak, distalde (ötede) bu
hücreler olağan kalp kası hücrelerine göre daha büyük ha­
le gelir ve tipik bir görünüm kazanır. Purkinje hücreleri
Şekil 11-20. Kalpteki uyartı üreten ve ileten sistemlerin
olarak adlandırılan bu hücrelerin bir ya da iki çekirdeği bu-
gösterildiği çizim.
DOLAŞIM SİSTEMİ / 229

Şekil 11-21. Uyartı iletim sistemine ait Purkinje hücreleri. Bunlar, kas hücresinin periferin-
de az sayıda miyofibril bulunması ile özellik kazanır. Çekirdeklerinin etrafındaki açık renk­
li bölgeyi yerel glikojen birikimi oluşturmaktadır. Boya: H-E.
230 / BOLUM 11

hem de parasempatik bölümleri katılır ve kalbin tabanında


geniş bir pleksus yaparlar. Sinoatriyal ve atriyoventrikiiler
düğümlerin yakınında ganglion sinir hücreleri ve sinir lifleri
bulunur. Bunlar sinoatrial düğümün görevi olan kalp atım
uyarısının oluşmasını etkilememelerine karşın, kalp ritmini
etkiler. Parasempatik (vagus siniri) uyarı kalp atım hızını ya­
vaşlatırken, sempatik sinirler uyarı odağının ritmini hızlandı­
rır.
Miyokardın kas lifleri arasında duyu ve ağrı ile ilişkili
çok sayıda aferent sinir ucu bulunur. Koroner arterlerin kıs­
mi olarak tıkanması miyokard gelen oksijen miktarını azaltır
ve ağrıya neden olur (angina pektoris). Yine aynı duysal si­
nir uyarımı, düşük oksijen düzeyleri yüzünden çok sayıda
kalp kası lifinin ölmesi nedeniyle çok ağrılı olan kalp krizi
sırasında da ortaya çıkar.

Lenfatik Damar Sistemi


. Lenf damar sistemi hücre dışı sıvıyı kan akımına
Şekil 11-22. Lenfatik kapilerin elektron mikroskop düzeyin­ geri getirir. İnsan vücudunda kan damarlarına ek
deki yapısı. Endotel hücrelerinin serbest kenarları üst üste olarak endotelyumun döşediği, doku aralıkların­
gelmekte, bazal laminası süreklilik göstermemekte (oklar) dan gelen sıvıyı toplayarak kan dolaşımına ileten
ve tutturucu lifçiklerle (TL) tabana bağlanmaktadır (J. Ja- ince duvarlı kanallardan oluşan bir sistem vardır. Bu sıvıya
mes’in izni ile). lenf sıvısı denir, kanın aksine dolaşımı tek yönlü olarak kal­
be doğrudur. Lenfatik kapilerler çeşitli dokular içerisinde
ortaya çıkan ince, kör uçlu, tek tabakalı endotelyum ve
kesntili bir bazal laminadan oluşan yapılardır. Lenfatik kapi­
lerler elastik lif sistemine ait çok sayıda mikrofibril ile açık
lunur ve sitoplazmalarında çok sayıda mitokondri've bol gli­
tutulur; fıu sistem aynı zamanda lenf kapilerlerini çevresin­
kojen bulunur. Miyofibriller sitoplazmanın çevresinde, çok
deki bağ dokusuna sıkıca tutturmaktadır (Şekil 11-17,11-22
az sayıda bulunur (Şekil 11-21). Endokard altındaki tabaka­
ve 11-23).
da yol alan bu hücreler, daha sonra ventriküle sokularak mi-
İnce lenf damarları birleşerek ilerler ve en sonunda sol
yokard içine uzanır. Bu düzen, uyarının ventrikül kaslarının
internal juguler ve sol subklavian venin kesiştiği yer ile sağ
en iç katmanlarına aktarılması açısından önemlidir.
internal jügiiler ve subklavian venin kesiştiği yerlere açılan
Kalbin sinir ağına, otonom sinir sistemin hem sempatik
iki büyük damar gövdesi - torasik kanal ve sağ lenfatik

Şekil 11-23. İki lenf damarı


(LD). Uzamına kesilmiş olan
üstteki damarda lenf sıvısının
tek yönlü akmasından sorumlu
yapı olan ven kapakçığı görül­
mektedir. Kesksiz ok lenf akış
yönünü, kesik oklar ise, lenfin
geri akışının nasıl önlendiğini
göstermektedir. Alttaki küçük
damarın duvarının çok ince ol­
duğu izlenmektedir. Boya: PT.
Orta büyütme.
DOLAŞIM SİSTEMİ / 231

kanal- oluşturur. Lenf damarlarının yolu üzerinde morfolo­ KAYNAKLAR


jik özellikleri ve işlevleri 14. bölümde anlatılan lenf düğüm­
Boegehold M A : Shear-dependent release o f vcnular nitric oxide: effect on
leri bulunur. Merkezi sinir sistemi ve kemik iliği gibi ayrıca­
arteriolar tone in rat striated muscle. Am J Physiol 1 9 9 6 ;2 7 1 :H 3 8 7 .
lık taşıyanlar dışında lenfatik sistem tüm organlarda bulunur.
Cam in M er at: Im m unocytochem ical localization o f atrial natriuretic factor
Lenf damarları, daha ince duvarlı ve üç tabaka (intima, in the heart and salivary glands. Histochemistry 19 8 4 ;8 0 :113.
media, adventisya) arasında belirgin sınır bulunmaması dı­ Challice C E , Viragh S (editors): Ultrastructure o f the M am m alian Heart.
şında venlere benzer. Hatta venlerdekinden daha fazla sayı­ Academic Press, 1973.
da iç kapakçıkları bulunur (Şekil 11-23). Lenf damarları iki C liff W J: Blood Vessels. Cam bridge Univ Press, 1976.
kapakçık arasında genişleyerek nodül veya dizili boncuk Johnson PC : Peripheral Circulation. Wiley, 1978.
görünümü verir. Joyce N E et al: Contractile proteins in pericytes. J Cell Biol 1 9 8 5 :1 0 0 :1 3 8 7 .

Lenfatik dolaşım da, venlerde olduğu gibi duvarları üze­ Leak LV: Normal anatom y o f the lymphatic vascular system. In: Handbuch

rine etki eden dış güçlerden destek alır (etrafındaki kasların


der Allgemeine Pathologic. Meessen H (editor). Springer-Verlag, 1972.
Li X , Erickson U: Novel V E G F family members: V E G F -B , V E G F -C and
kasılması gibi). Bu güçler aralıklı olarak etki gösterir ve bu
V E G F -D . Int J Biochem Cell Biol 2 0 0 1 :3 3 :4 2 1 .
damarlarda bulunan çok sayıda kapakçık sayesinde lenf akı­ Masuda H, Kalka C , A saharaT: Endothelial progenitor cells for regeneration.
mı tek yönlü olarak gerçekleşir. Ayrıca büyük lenf damarla­ Hum Cell 2 0 0 0 ; 1 3 :1 5 3 .
rının duvarındaki düz kasların kasılması lenf sıvısını kalbe Rhodin JA G : Architecture o f the vessel wall. In: Handbook o f Physiology.
doğru ilerletmede yardımcı olur. Section 2: Cardiovascular System. Vol 2. American Physiological Society,
1980.
Büyük lenf kanallarının (lorasik kanal ve sağ lenfatik ka­
Richardson JB , Beaulines A: T h e cellular site o f action o f angiotensin. J Cell
nal) yapıları venlere benzer, orta tabakasında bulunan düz
Biol 1 9 7 1 :5 1 :4 1 9 .
kaslar yapıyı güçlendirir. Bu tabakada kas dizilimi, ağırlıklı
Simionescu N : Cellular aspects o f transcapillary exchange. Physiol Rev
olarak uzamına ve daha az olmak üzere dairesel biçimde iz­ 1 9 8 3 :6 3 :1 5 3 6 .
lenir. Adventisya nispeten az gelişmiştir. Büyük lenf kanalla­ Thorgeirsson G , Robertson AL J n T h e vascular endothelium: pathobiologic
rı arter ve venlerde olduğu gibi zengin bir sinir ağı ve vaso significance. Am J Pathol 1 9 7 8 :9 3 :8 0 2 .
vasorumlara sahiptir. Wagner D , Marder J : Biosynthesis o f von W illebrand protein by human
endothelial cells: processing steps and their intracellular localization.
Lenf sisteminin işlevi, doku boşluklarındaki sıvının kan
J Cell Biol 1 9 8 4 :9 9 :2 1 2 3 .
dolaşımına geri getirilmesidir. Lenf kapilerlerine giren bu sı­
vı lenfin sıvı bölümünü oluşturur; lenfoid organlardan geçiş
sırasında lenfositlerin ve başka bağışıksa! etmenlerin dolaşı­
mını sağlar.
I
Kan Hücreleri 12

Kan (erişkin bir erkekte 5,5 It), hücrelerden ve kapalı do­ Plazmanın bileşimi
laşım sisteminde tek yönde düzenli olarak akan bir sıvıdan
Plazma, hacminin % 10’luk kısmını oluşturan yüksek ve dü­
oluşur. Kan esas olarak kalbin düzenli kasılmalarıyla pompa­
şük molekül ağırlıklı maddeler içerir. Bunun %7’sini, plazma
lanır ve 2 kısımdan oluşmuştur: şekilli elemanlar ya da kan
proteinleri %0.9’unu inorganik tuzlar oluşturur. Geriye kakın
hücreleri ve bu hücrelerin içinde yüzdüğü plazma (Yun. p la s­
kısım ise amino asitler vitaminler, hormonlar, lipoproteinler
m a, oluşum). Şekilli elemanlar eritrositler (alyuvarlar),
gibi değişik kökenli organik bileşikleri içerir.
trombositler (kan pulcukları) ve lökositler (akyuvarlar) dir.
Kılcal damarların duvarları aracılığıyla, plazmanın düşük
Kan dolaşım sistemi dışına çıkarsa pıhtılaşır. Bu pıhtı, şe­
molekül ağırlıklı bileşenleri dokuların interstisyel sıvısı ile
killi elemanları ve pıhtıdan ayrılan ve serum adı verilen sa­
bir denge içindedir. Bu nedenle, plazmanın bileşimi, genel
rı renkli berrak bir sıvıdan oluşur.
olarak hücre dışı sıvının ortalama bileşiminin bir göstergesi­
Alınan kan pıhtılaşmasını önleyici maddeler (heparin,
dir.
sitrat) eklenerek santrifüj edildiğinde tabakalara ayrılır. Bu
Başlıca plazma proteinleri albümin, alfa, beta ve gama
durum, kanın birbirinden farklı yapısını yansıtır (Şekil 12-1).
globulinler, lipoproteinler ve kan pıhtılaşmasında yer
Bir birim hacim kan içinde kümelenmiş alyuvarların hesap­
alan protrom bin ve flbrinojen gibi proteinlerdir. Albümin
lanan hacim değerine hematokrit adı verilir. Normal hema-
toktrit değeri erkeklerde %40-50, kadınlarda ise %35-45’dir.
Tam kan santrifüj edildiğinde, santrifüj tüpünün üstünde
kalan şeffaf, sarımsı ve hafifçe kıvamlı sıvı plazmadır. Kanın
şekilli elemanları kolaylıkla ayırt edilebilen iki katman oluştu­
rur. Alttaki katman, hematokrit tüpündeki tüm kanın yaklaşık
olarak %-i2—i7’sİni oluşturur. Alyuvarları içerdiği için kırmızı
renklidir. Bunun hemen üstündeki beyaz ya da grimsi katman
(tüpteki kanın % 1 ’i) sarımtırak örtü olarak adlandırılır ve
akyuvarları içerir. Alyuvarlar akyuvarlardan daha yoğun oldu­
ğu için bu hücreler iki ayrı katman oluşturur. Akyuvar katma­
nının üzerinde kan pulcuklarıntn oluşturduğu, çıplak göz ile
görülemeyecek kadar ince bir katman bulunur. Plazma
Farklı İşlevler gören akyuvarlar (Tablo 12 - 1 ) enfeksiyon­
lara karşı vücudun başlıca savunma düzeneklerinden biridir.
Bu hücreler, kan damarları aracılığıyla vücutta dolaşırlar, an­
cak kan dolaşımındayken yuvarlak ve etkisizdirler. Venülle-
rin ve kılcal damarların duvarlarını aşarak dokulara geçebi­
lir ve burada savunma yeteneklerini sergileyebilirler. Kan, Akyuvarlar
diğer maddelerin yanı sıra oksijen (Şekil 12-2), karbondiok­
sit (C 0 2), metabolitler ve hormonları vücuda dağıtan bir
araç olarak işlev görür. Oksijen esas olarak alyuvarlardaki
Alyuvarlar
hemoglobine bağlanırken, C 0 2 alyuvarlardaki çeşitli prote­
inlere (başlıca hemoglobin) bağlanmanın yanı sıra plazma­
da çözünmüş şekilde CO? ya da HCO3" olarak taşınır.
Plazma, besinleri emildikleri ya da sentezlendikleri böl­
gelerden alarak organizmanın çeşitli bölgelerine dağıtır. Ay­
rıca, metabolik artıkları da, onları kandan alarak temizleyen
boşaltım organlarına taşır. Kan, hormonları dağıtılmasını Şekil 12-1. Kanla dolu hematokrit tüpleri. S o ld a : Santrifüj­
sağlayan taşıyıcı araç olarak, olağan hücresel işlevlerin sür­ den önce. S a ğ d a : Santrifüjden sonra. Alyuvarlar santrifüj
mesi için uzak organlar arasında kimyasal mesajların değiş edilmiş tüpteki kan hacminin %43’ünü oluşturur. Çökelmiş
tokuşunu sağlar. Bunların yanı sıra kan, vücut sıcaklığının alyuvarlar ile üstteki açık renkli plazma arasında sarımtırak
ayarlanması, asit-baz dengesinin sağlanması ve ozmotik örtü olarak adlandırılan ince bir akyuvar tabakası bulunur.
dengenin düzenlenmesinde de işlev görür.

233
234 / BÖLÜM 12

Tablo 12-1. Kan hücrelerinin ürünleri ve işlevleri.

Hücre Tipleri Temel Ürünleri Temel İşlevleri

Alyuvarlar Hemoglobin C 0 2 ve 0 2 taşınması


Akyuvarlar Özgül granüller ve farklılaşmış Bakteri fagositozu
Nötrofil (olgun hücre) lizozomlar (azurofilik granüller)

Eozinofil (olgun hücre) Özgül granüller, farmakolojik Parazit ve helmintlere karşı savunma;
olarak aktif maddeler yangısal süreçlerin düzenlenmesi
Bazofil (olgun hücre) Histamin ve heparin içeren özgül Histamin ve diğer inflamatuar mediatörlerin
granüller salınması

Monosit (olgunlaşmamış hücre) Lizozomal enzimler içeren granüller Dokularda mononükleer fagositik sistem
hücrelerinin üretilmesi; protozoaların, virüslerin
ve yaşlı hücrelerin fagositozu ve sindirilmesi
t
B lenfosit İmmünoglobulinler Antikor üreten olgun hücrelerin (plazma
hücreleri) üretilmesi
T lenfosit Hücreleri öldüren maddeler. Diğer Virüslerle enfekte hücrelerin öldürülmesi
akyuvarların işlevlerini kontrol eden
maddeler (interlökinler)

Doğal katil hücreler (T ve B Önceden uyarılmaksızın virüsle bulaşmış Bazı tümör hücreleri ve virüsle bulaşmış
hücresi göstergelerini içermez) hücrelere ve kanser hücrelerine saldırır hücrelerin öldürülmesi
Kan pulcukları Pıhtılaşma etmenleri Kan pıhtılaşması

plazmada en bol bulunan protein olup kanın ozmotik basın­ hücrelerindeki azurofil (azure + Yun. p b ilein , sevmek) ola­
cının ayarlanmasında temel bir rol oynar. rak bilinen bazı yapıları boyayan azurları da içermektedir.
Bu özel karışımların bazılarına (örn. Giemsa, Wright, Irish ­
Kan hücrelerinin boyanması man), ilk karışımda kendi değişikliklerini uygulayarak kulla­
nan araştırıcıların adları verilmiştir.
Kan hücreleri, bir damla kanın mikroskop lamı üzerine ince
bir tabaka halinde yayılmasıyla hazırlanan yaymalar ile ince­
lenir. Kan lam üzerine düzgün olarak yayılmalı ve havada Eritrositler (Alyuvarlar)
kurutulmalıdır. Bu tür ince yaymalarda kan hücreleri belir­ / Eritrositler (alyuvarlar) çekirdeği bulunmayan ve
gin olarak ve ayrı ayrı görülebilir. Hücrelerin sitoplazmaları oksijen taşıyıcı proteini hemoglobin olan hücreler-
yayıldığından çekirdekleri ile sitopiazmik yapılarının gözlen­ clir. Olağan koşullarda bu hücreler kesinlikle dola­
mesi kolaylaşır. şım sistemi dışına çıkmazlar.
Kan yaymaları rutin olarak kırmızı (asidik) ve mavi (ba­ Çoğu memelinin alyuvarları çekirdek içermeyen bikon-
zik) boyaların özel karışımları ile boyanır. Bu karışımlar kan kav (içbükey) diskler biçimindedir (Şekil 12-3). İzotonik sı­
vı bir ortamda hazırlanan alyuvar süspansiyonunda alyuvar­
ların büyüklüğü 7.5 pm, kalınlığı kenar bölgelerinde 2.6 pm,
orta bölgelerinde ise 0.8 pm’dir. Biçimlerinin bikonkav ol­
ması alyuvarların yiizey-hacim oranının yüksek olmasını
sağlar, böylelikle gaz alışverişi kolaylaşır.

Kandaki alyuvarların normal sayısı kadınlarda 3.9-5.5


milyon/jjl, erkeklerde 4.1-6 milyon/pl’dir.

't ö s

Kandaki alyuvarların sayısının azalması genellik­


Venöz Akciğer Arter Kılcal Venöz i le anem i adı verilen duruma yo! açar. Alyuvar sa­
kan kılcal kanı dam arlar kan ' yısının artması (eritrositoz ya da p olisitem i) fiz­
damarları yolojik bir uyum tepkisi olabilir. Örneğin, 0 2 ba­
Şekil 12-2. Farklı türde kan damarlarında kanın 0 2 içeriği. Ok­ sıncının düşük olduğu yüksek yerlerde yaşayan­
sijen miktarı (0 2 basıncı) arterlerde ve akciğer kılcal damar­ larda görülür. Genellikle değişik şiddette hasta­
larında en yüksek düzeyde olup kan ile dokular arasında gaz lıklar sonucu ortaya çıkan polisitemi (Yun. polys,
alışverişinin gerçekleştiği doku kılcal damarlarda azalır. çok + kytos, hücre + haima, kan), kanın kıvamı-
KAN HÜCRELERİ / 235

dir. Alyuvarlar sert yapılı (rijid) olmadıklarından, kanın kıva­


mı normalde düşüktür.
Alyuvarlar iç kısımlarında çözünmüş durumda %33 he­
moglobin içerir. Hemoglobin oksijen taşıyıcı bir proteindir
ve alyuvarların asidofilik özelliğinden sorumludur. Alyuvar­
larda ayrıca glukoz metabolizmasının glikoliz ve heksoz mo-
nolosfal yolu için gerekli enzimler de bulunur.

Hemoglobin molekülündeki kalıtsal değişiklikler


bazı patolojik durumlara yol açar. Bu durumlara bir
örnek olarak orak h ücreli anemi verilebilir. Bu ka­
lıtsal bozukluğa hemoglobinin beta zincirinin yapı­
sından sorumlu genin DNA’sında bir nükleotid mu-
tasyonu (nokta m utasyonu) yol açar. Bu mutas-
yon, glutamik asidi kodlayan GAA üçlüsünün yeri­
ni valini kodlayan GUA üçlüsünün almasına ne­
den olur. Sonuçta, sentezlenen hemoglobinde
Şekil 12-3. Normal insan alyuvarlarının tarama elektron
normal hemoglobinden farklı olarak glutamik asit
mikroskobu görüntüsü. İki taraflı içbükey biçimlerine dikkat
yerine valin amino asidi yer alır. Ancak, bu tek bir
ediniz. X3300
amino asit değişikliği çok önemli sonuçlara yol
açar. Değişime uğramış bu hemoglobin (HbS ola­
rak adlandırılır), venöz kılcallarda olduğu gibi oksi­
nı artırır. Polisitemi ağır olduğunda, kılcal damar­
jensiz ortamda potimerleşerek, alyuvarların bu
larda kan dolaşımını bozabilir. Polisitemi, hema-
hastalığa özgü orak hücresi biçimini almasına yol
tokrit değerlerinde artış ile, yani alyuvarlar tara­
açan sert kümelenmeler oluşturur (Şekil 12-4).
fından kaplanan hacimdeki bir artış ile daha iyi
Orak biçimini alan alyuvarların esnekliği azalmış
ortaya konabilir.
ve kırılganlıkları artmış; yaşam süreleri de anemi­
Çapları 9 pm ’den büyük olan alyuvarlar mak-
ye yol açacak biçimde kısalmıştır. Orak biçiminde­
rosit, çapları 6 pm ’den küçük olan alyuvarlar ise
ki alyuvarlar kanın kıvamını artırır ve kan damar­
m ikro sit olarak adlandırılır. Boyutları arasında
larının duvarlarının zarar görmesine neden olabi­
büyük farklılıklar bulunan alyuvarların yüzdesinin
lir; sonuçta pıhtılaşmalar ortaya çıkar. Kılcal kan
yüksek olması a nizositoz (Yun. aniso, eşit olma­
damarlarında kan akışı yavaşlar, hatta durur ve
yan + kytos, hücre) olarak adlandırılır.
dokularda şiddetli oksijen yetersizliğine (anoksi)
yol açar.
Alyuvarlar oldukça esnektir ve bu özellikleri sayesinde
kılcal kan damarlarının düzensiz şekillerine ve küçük çapla­
rına uyum sağlayabilirler. İn vivo incelemeler, normal erişkin
hemoglobini (Hb A) içeren alyuvarların kılcal damarların ça­
tallarıma bölgelerinden geçerken kolaylıkla şekil değiştire­
rek, çoğunlukla bir çanak biçimini aldıklarını göstermektedir.
Alyuvarların en dışında bir plazma zarı (plazmalemma)
bulunur. Kolaylıkla elde edilebildiğinden, organizmanın di­
ğer hücreleriyle karşılaştırıldığında, yapısı en iyi bilinen zar
budur. Yaklaşık %40 lipid (örn. fosl ol ip idler, kolesterol, gli-
kolipidler), %50 protein ve % 1 () karbonhidrat içerir. Protein­
lerin yaklaşık olarak yarısı ikili lipid katmanı içinde bulunur
ve bütünleşik zar proteinleri olarak adlandırılır (bkz. Bö­
lüm 2). Bazı çevresel proteinler de alyuvar zarının iç yüzü ile
ilişkilidir. Bu proteinlerin alyuvarın biçimini belirleyen bir
zar iskeleti işlevi gördükleri düşünülmektedir. Alyuvar zar
proteinlerinden biri hücre iskeletinde yer alan spektrindir ve
hücre zarındaki çeşitli bileşenlerin hücre iskeletinde yer alan
diğer öğeler ile bağlantısını sağlar. Bu yapı alyuvar zarını
güçlendiren bir ağ oluşturur. Bu ağ, hücre zarının esnekliği­ Şekil 12-4. HbS geni homozigot olan (orak hücre hastalığı
ni de sağlar ve bu esneklik, alyuvarlar kılcal damarlardan ge­ bulunan) bir bireyde oraklaşma gösteren bir alyuvarın tara­
çerken şekillerinde oluşan büyük değişiklikler için gerekli­ ma elektron mikroskobu görüntüsü. X6500
236 / BOLUM 12

Diğer bir alyuvar hastalığı olan kalıtım sal sfe- Bazen, özellikle hastalık durumlarında, alyuvarlarda, ge­
rositoz kümeleşme ve makrofajiaria parçalanma­ lişimlerinin son evrelerinde çekirdek atılırken, DNA içeren
ya yatkın küre biçimli eritrositlerle özellik kazan­ çekirdek parçacıkları alyuvar içinde kalır (Bölüm 13).
mıştır. Bunun sonucunda anemi ve başka hasta­
lık belirtileri ortaya çıkar. Bazı olgularda sferitoz, Akyuvarlar (Lökositler)
spektrin molekülündeki eksiklik ya da bozuklukla Akyuvarlar (lökositler) dokulara göç ederek çok
ilişkilidir. Ameliyatla dalağın çıkarılması vücuttaki yönlü işlevlerini yerine getirirler ve çoğu apopto-
makrofajların büyük bir bölümünü uzaklaştırdığın­ zis ile ölür. Sitoplazmalarında grandilerin tipine ve
dan kalıtımsal sferoz belirtilerinde azalma oluşur. çekirdeklerinin şekline göre akyuvarlar iki gruba
ayrılır: granülositler (çok çekirdekli akyuvarlar) ve agra-
nülositler (tek çekirdekli akyuvarlar). Kan dolaşımında
Hemoglobin oksijen ile bağladığında oksihemoglobin, iken granülositler de agranülositler de küre biçimindedir
karbondioksit ile bağladığında karbaminohemoglobin (Şekil 12-5), ancak bazıları kan damarlarını terk edip doku­
oluşur. Bu bağlanmaların geri dönüşlü olması, hemoglobi­ lara geçtiklerinde amipsi bir şekil alır. Hücrelerin aşağıda be­
nin kan gazlarını taşıma yeteneğinin temelini oluşturur. An­ lirtilen boyutları kan yaymalarına göre saptanan boyutlardır
cak, hemoglobinin karbonmonoksit ile bağlanması (kar- ve yaymalarda hücreler yayıldıklarından, kanda olduğundan
boksihemoglobin) geriye dönüşlü değildir ve oksijen taşı­ daha büyük görünmektedir.
ma kapasitesini azaltır. Granülositler (Lat. granulum, g r a n ü l + Yun. kytos, hüc­
re) iki tür granül içerirler. Kullanılan boyanın nötral ya da
asidik bileşenlerini bağlayan ve özel işlevleri olan grandile­
re özgül granüller adı verilir. Bazik boyalar ile mor renkte
KLİNİK BİLGİ boyanan granüller ise azurofilik granüllerdir ve bu granül­
ler lizozomlara karşılık gelmektedir. Özgül ve azurofilik gra­
Anemi, kandaki hemoglobin konsantrasyonlarının nüller Tablo 12-2’de sıralanan enzimleri içerir. Granülositler
normal değerlerin altına düştüğü patolojik bir du­ iki ya da daha fazla loblu bir çekirdek içerirler ve nötrofil-
rumdur. Anemilerde çoğunlukla alyuvar sayısı ler, eozinofiller ve bazofiller olmak üzere üçe ayrılırlar
azalmakla birlikte, alyuvar sayısının normal olduğu (Şekil 12-5). Tüm granülositler yaşam süresi birkaç gün olan
ancak her alyuvarların içerdiği hemoglobin mikta­ ve bölünmeyen terminal hücrelerdir; bağ dokusunda apop-
tozis (programlanmış hücre ölümü) ile ölürler. Erişkin bir in­
rının azaldığı durumlar da (hipokrom anemi) gö­
sanda her gün milyarlarca nötrofilin apoptozis ile öldüğü
rülebilir. Anemi, kan kaybı (hemoraji), kemik iliğin­
tahmin edilmektedir. Ortaya çıkan hücre kalıntıları makrofaj­
de yetersiz alyuvar yapımı, genellikle demir alı-
lar tarafından ortadan kaldırılır ve bir inflamatuar yanıta yol
mındaki eksikliğe bağlı olarak alyuvarların hemog­
açmaz. Bölünmeyen hücreler olarak granülositler fazla pro­
lobin içeriğinin yetersiz olması ya da kan hücrele­
tein sentezlemezler. Bu hücrelerde Golgi kompleksi ve gra-
rinin yıkımında artış gibi nedenlerle gelişebilir.
nüllü endoplazma retikulumu gelişkin değildir. Az sayıda
mitokonclri içerirler (düşük enerjili metabolizma) ve metabo­
lizmaları daha çok glikolize dayanır. Bu nedenle, glikojen
Kemik iliğinde yapıldıktan kısa bir süre sonra kana veri­
içerirler ve inflamasyonlıı alanlar gibi oksijenin az olduğu
len genç alyuvarlar genellikle ribozomal RNA (r-RNA) kalın­
bölgelerde işlev görebilirler.
tıları içerirler. Kan, bazı supravital boyalarla (örn. parlak kre-
Agranülositlerde özgül granüller yoktur, ancak azur bo­
zil mavisi) boyandığında, bu kalıntılar çökelir ve boyanırlar.
yalar ile boyanan azurofilik granüller (lizozomlar) içerirler.
Bu durumda, retikülosit adı verilen genç alyuvarların sitop-
Çekirdekleri yuvarlak ya da çentikli ve tek lobludur. Lenfo-
lazmalannda az sayıda granül ya da ağsı bir yapı görülebilir.
sider ve m onosiüer bu hücre grubunda yer alır (Şekil 12-5).
Retikülositler, normal olarak dolaşımdaki toplam alyuvar
Akyuvralartn sayısal oranları Tablo 12-3’te yer almaktadır.
sayısının yaklaşık % 1’ini oluşturur. Bu sayı, alyuvarların ke­
Akyuvarlar vücudun yabancı maddelere karşı hücresel
mik iliği tarafından günlük yenilenme oranını yansıtır. Reti-
ve hümoral savunmasından sorumludur. Dolaşımdaki kanda
kıilositlerin sayısındaki bir artış, oksijen kapasitesinin artışı­
küre biçiminde ve hareketsiz hücrelerdir, ancak yabancı bir
na gereksinim duyulduğunu gösterir. Bu durum, kanama ya
nesne İle karşılaştıklarında şekil değiştirerek yassılaşabilir ve
da kısa bir süre önce deniz düzeyinden yükseğe çıkılması
hareketlenebilirler. Akyuvarlar endotel hücrelerinin bağlantı
gibi nedenlere bağlı olabilir.
yerlerinden geçerek venülleri ve kılcal damarları terk eder­
Retikülositler olgunlaşırken mitokondrilerini, ribozomla-
ler ve diapedez (Yun. dia, içinden + pedesis, atlamak, geç­
rını ve pek çok sitoplazma enzimini kaybederler. Alyuvarlar
mek) yoluyla bağ dokusuna geçerler. Bu süreç, graniilositle-
için gerekli olan enerjinin kaynağı anaerobik yolla laktata
rin ve monositlerin kandan dokulara tek yönlü akışını içerir.
dönüştürülen glukozdur. Alyuvarlarda çekirdek ya da prote­
(Lenfositler tekrar dolaşıma dönebilir.) Mikroorganizmalarla
in sentezi için gerekli diğer organeller bulunmadığı için he­
enfekte olanlarda diapedez artar. İnflamasyonlıı bölgelerde,
moglobin sentezleyemezler.
esas olarak hücresel ve mikroorganizma kökenli kimyasal
İnsan alyuvarları dolaşımdaki kanda yaklaşık olarak 120
maddeler salınır ve bu maddeler diapedezi artırır. Kimyasal
gün yaşar. Yaşlanan alyuvarlar, başlıca kemik iliği ve dalakta­
mediatörler aracılığıyla özgül hücrelerin bölgeye çekilmesi
ki makrofajlar tarafından ortadan kaldırılırlar. Yaşlanan alyu­
kemotaksis olarak adlandırılır. Bu olay, inflamasyon duru­
varların zarlarındaki integral proteinlere bağlı bozuk ve kar­
munda akyuvarların hızla koruyucu özelliklerine gereksinim
maşık yapılı oligosakkaritlerin görülmesi, bu alyuvarların or­
duyulan yerlerde toplanmasını sağlar.
tadan kaldırılması için bir sinyal işlevi görmektedir.
238 / BOLUM 12

Tablo 12-2. İnsan granülositlerindeki granüller Dişilerde, inaktif X kromozomu çekirdeğin loblarından
birine bağlı olarak davul tokmağı biçiminde görülür (Şekil
Hücre Tipi Özgül Granüller Azurofilik Granüller
12-5). Bununla birlikte, bu özellik bir yaymadaki tüm nötro-
Nötrofil Alkalen fosfataz Asit fosfataz fillerde belirgin değildir. Nötrofillerin sitoplazmasında iki tür
graniil bulunur. Bunlardan daha çok sayıda olanı özgül gra­
Kolajenaz Alfa-Mannosidaz
ndilerdir. Bu granüller küçük, ışık mikroskobunun çözü­
Laktoferrin Arilsülfataz
Lizozim Beta-Galaktozidaz nürlüğü sınırlarına yakın boyutlardadır (Şekil 12-6).
Çeşitli enzim Beta-Glukuronidaz Nötrofillerde bulunan diğer graniil türü ise 0.5 pm çapın­
olmayan antibakteriyel Katepsin daki lizozomların oluşturduğu azurofllik granüllerdir. Bu
bazik proteinler 5’-Nükleotidaz grandileri lizozomlar oluşturur. Nötrofillerin sitoplazmasında
Elastaz glikojen de bulunur.
Kolajenaz Glikojen glukoza parçalanır ve glukozun glikoliz yoluy­
Miyeloperoksidaz la yiikseltgenmesiyle (oksidasyonuyla) enerji sağlanır. Bu
Lizozim hücrelerde mitokondrilerin sayısının azlığı göz önünde bu­
Katyonik antibakteriyel
lundurulduğunda, beklenebileceği gibi sitrik asit döngüsü
proteinler
daha az önem taşır. Nötrofillerin anaerobik ortamlarda ya­
Eozinofil Asit fosfataz şamlarını sürdürebilmeleri, bu hücrelere büyük avantaj sağ­
Arilsülfataz lar. Çünkü inflamasyonlu (iltihaplı) ve nekrotik dokularda
Beta-Glukuronidaz olduğu gibi oksijenin yetersiz olduğu bölgelerde bakterileri
Katepsin
öldürebilir ve artıkların ortadan kaldırılmasını sağlayabilirler.
Fosfolipaz
Nötrofillerin yaşam süreleri oldukça kısadır; kan dolaşı­
RNaz
Eozinofilik peroksidaz mındaki yarı ömürleri 6-7 saattir, apoptozis ile yaşamlarının
Majör bazik protein sonladığı bağ dokusunda ise 1-4 gün süreyle yaşamlarını sür­
dürürler. Nötrofiller bakterileri ve küçük partikülleri fagosite
Bazofil Eozinofilik ederler. Nötrofiller kan dolaşımında iken inaktif ve küre biçi­
kemotaktik faktör
mindedir, ancak ekstraseliiler matriksteki kolajen gibi solid
Heparin
bir substrata yapıştıklarında aktif amipsi hareketler sergilerler.
Histamin
Peroksidaz

Kunchıki akyuvralann sayısı yaşa, cinsiyete ve fizyolojik ko­


KLİNİK BİLGİ
şullara göre değişir. Normal erişkin bir insanın kanında mikro-
litrede yaklaşık 6 000- 10 000 akyuvar bulunur (Tablo 12-3). Nötrofiller bakterileri bulduklarında psödopodla-
rıyla sararlar ve bakterileri, nötrofil zarının oluş­
Nötrofiller (Polimorf çekirdekli akyuvarlar) turduğu, fagozom olarak adlandırılan bir vakuol
içinde hücre içine alırlar. Bakterinin sitoplazma
Nötrofiller dolaşımdaki kanda bulunan akyuvarların % 6ü-
içine alınmasından hemen sonra özgül granüller
70’ini oluştururlar. Çaplan 12-15 (.im (kan yaymalarında)
fagozom ile kaynaşır ve içerdikleri enzimler fago-
olup, ince kromatin iplikleri ile bağlanan 2-5 loblu (genel­
zoma boşalır. Fagozom zarındaki proton pompa­
likle 3 loblu) bir çekirdek içerirler (Şekil 12-5, 12-6 ve 12-7).
sı aracılığıyla vakuol içindeki pH yaklaşık 5.0'e
düşürülür; bu pH değeri lizozomal enzimlerin ak-

KUNIK BİLGİ
Tablo 12-3. Kan hücrelerinin sayıları ve yüzde oranları

Kan dolaşımına yeni katılan olgunlaşmamış nöt- pLa Başına Yaklaşık


rofillerin çekirdeği loblanma göstermez ve at na­ Hücre Tipi Yaklaşık Sayıları* Yüzdeleri
lı biçimindedir (band formu). Kanda band for­ Alyuvar Kadında:
mundaki nötrofillerin sayısının artması, muhte­ 3.9-5.5 x 106/pl
melen bir bakteriyel enfeksiyona karşı nötrofil Erkekte:
4.1-6 x 106/pl
üretiminde artış olduğunu gösterir.
Çekirdekleri beşten fazla loblanma gösteren Retikülosit Alyuvar sayısının
nötrofillere fazla parçalı n ö tro fille r denir ve %1’i
bunlar genellikle yaşlı nötofillerdir. Normal koşul­ Akyuvar 6000-10 000
larda nötrofillerin olgunlaşması ile çekirdeklerinin Nötrofil 5000 %60-70
loblanması arasında bir koşutluk bulunmakla bir­ Eozinofil 150 %2-4
likte, bazı patolojik durumlarda 5 ya da daha faz­ Bazofil 30 %0.5
la sayıda loblu çekirdek içeren genç nötrofiller Lenfosit 2400 %28
Monosit 350 %5
görülmektedir.
Kan pulcuğu 300 000
KAN HÜCRELERİ / 237

°o
O O'- * a O
L'o 0 o

Nötrofilik granülosit Eozinofilik granülosit

c?®** • *•_

Bazofilik granülosit Lenfosit

Monosit Monosit

Şekil 12-5. Akyuvarların 5 tipi. Nötrofiller, eozinofiller ve bazofiller belirli boyalarla boyanan
özgül granüller içerirler ve granülosit olarak adlandırılırlar. Lenfositler ve monositler agranü-
lositlerdir; diğer akyuvarlarda da bulunan azurofilik granüller içerebilirler.
KAN HÜCRELERİ / 239

tivitesinin en üst düzeyde gerçekleştirilmesi için yal öldürücü güç zayıflar. Bu bozukluk NADPH
uygundur. Daha sonra, azurofilik granüller en­ oksidaz eksikliğinden kaynaklanır ve oksijen kul­
zimlerini asit ortama boşaltırlar ve mikroorganiz­ lanımında yetersizliğe yol açar. Bu işlev bozuk­
malar öldürülerek sindirilir. lukları bulunan çocuklarda ciddi bakteriyel enfek­
Fagositoz sırasında oksijen kullanımındaki ar­ siyonlara yatkınlık görülür. Nötrofil ve makrofaj
tış süperoksit anyonları (0 2~) ve hidrojen peroksit işlev bozuklukları aynı anda görüldüğünde daha
( H M oluşumuna neden olur. Süperoksit kısa ciddi enfeksiyonlar ortaya çıkar.
ömürlü bir serbest radikaldir ve 0 2 molekülünün
bir elektron alması sonucu ortaya çıkar. Nötrofiller
tarafından fagosite edilen mikroorganizmaları öl­
düren son derece reaktif bir radikaldir. Miyelope- Eozinofiller
roksidaz ve halid iyonları ile birlikte güçlü bir öldü­ Eozinofillerin sayısı nötrofillere oranla çok daha azdır ve nor­
rücü sistem oluşturur. Diğer kuvvetli oksitleyici mal kandaki akyuvarların sadece %2-4’ünii oluştururlar. Kan
maddeler (örneğin hipokrit) proteinleri inaktifleşti- yaymalarında bu hücre nötrofillerle yaklaşık aynı boyutlarda­
rebilir. Lizozim bazı gram pozitif bakterilerin hücre dır ve tipik iki loblu bir çekirdek içerirler (Şekil 12-8 ve 12-9).
duvarını yapan peptidoglikan bağlarından birini Başlıca ayırt edici özellikleri, eozin ile boyanan ve çok sayıda
kopararak ölmelerine neden olur. Laktoferrin seçi­ (yaklaşık 200) büyük ve uzun refraktif granüller içermeleridir.
ci olarak demiri bağlar, çünkü demir bakterilerin Granüllerin uzunluğu 0.5-1.5 pm, genişliği de 0.3-1 pm’dir.
beslenmesinde çok önemli bir elementtir ve bu Eozinofilik granüller, granüiün uzun eksenine paralel
elementin yokluğu bakterilerin ölmesine yol açabi­ olarak yerleşmiş bir kristalimsi özdelc (internum) içerir (Şe­
lir. Fagositik vakuollerdeki asit ortamda belirli ba­ kil 12-10). Çok sayıda arginin kalıntısı içeren bir protein olan
zı bakterilerin ölmesine neden olabilir. Bu meka­ m ajör bazik protein içerir. Bu protein, total graniil prote­
nizmalar bir arada mikroorganizmaların çoğunun ininin %50’sini oluşturur ve granüiün eozinofilik boyanma­
ölmesini sağlayacakatır. Ölü mikroorganizmalar sından sorumludur. Majör bazik proteinin Schistosomlar gi­
daha sonra lizozom enzimleri tarafından sindirilir. bi parazitik solucanların öldürülmesinde işlev gördüğü dü­
Ölmüş nötrofiller, bakteriler ve yarı sindirilmiş ya­ şünülmektedir. İnternumu çevreleyen daha az yoğun kısım
pılar ve doku sıvısı kıvamlı, çoğunlukla sarı renkli ise eksternum veya matriks olarak adlandırılır.
bir sıvının oluşmasına neden olur. Biriken bu sıvı
cerahat ya da irin (pü) olarak adlandırılır.
Nötrofillerde bazı kalıtsal işlev bozuklukları i l
tanımlanmıştır. Bunlardan birinde aktin normal i KLİNİK BİLGİ
ı
bir şekilde polimerize olmaz ve nötrofiller atıl ka­
lır. Bir başka bozuklukta süperoksit, hidrojen pe­ Kanda eozinofillerin artması (eozinofili) alerjik
roksit ve hipoklorit üretimi yapılamaz ve mikrobi- reaksiyonlar ve helmintik (parazitik) enfeksiyon-

Şekil 12-6. Üç nötrofilin ve bir­


kaç alyuvarın görüldüğü kan
yaymasının ışık mikroskop fo­
toğrafı. Her nötrofil lob sayıları
değişik olmakla birlikte yalnız­
ca bir çekirdek içermektedir.
Giemsa boyama. Büyük bü­
yütme.
240 / BÖLÜM 12

Şekil 12-7. Peroksidaz boya­


sı ile boyanmış bir insan nöt-
rofilinin elektron mikroskop
fotoğrafı. Sitoplazma küçük,
soluk ve peroksidaz negatif
özgül granüller ile daha bü­
yük, yoğun ve peroksidaz po­
zitif azurofilik granüller içer­
mektedir. Çekirdek lobiu, Gol­
gi kompleksi küçüktür. Bu
hücre, farklılaşmasının termi­
nal evresinde olduğundan
granüllü endoplazma retikulu-
mu ve mitokondriler çok sayı­
da değildir. x27 000. (Bainton
DF: Selective abnormalities of
azurophil and specific granules of
human neutrophilic leukocytes.
Fed Proc 1981 ;40:1443’den izinie
alınmıştır.}

lar ile ilişkilidir. Eozinofiller dokularda bronşlar,


sindirim sistemi, uterus ve vajina gibi organların
epitelleri altındaki bağ dokusunda bulunurlar ve
parazitik solucanların çevresini kuşatırlar. Bu­
nun yanı sıra eozinofiller, diğer hücreler tarafın­
dan salgılanan lökotrienler ve histamini etkisiz
bırakarak yangıyı kontrol eden maddeler salgı­
larlar.
Böbreküstü bezinin (adrenal bez) kodeksin­
den salgılanan kodikosteroidler, büyük olasılıkla
bu hücrelerin kemik iliğinden kana verilmesini
engelleyerek, dolaşımdaki kanda eozinofil sayı­
sının ani bir şekilde düşmesine yol açar.

Bazofiller
Bazofiller kandaki akyuvarların % 1’inden daha azını oluştu­
rurlar ve bu nedenle normal kan yaymalarında bulunmaları
oldukça güçtür. Çaplan yaklaşık olarak 12-15 pm’dir. Çekir­ Şekil 12-8. Bir eozinofilin ışık mikroskop fotoğrafı. Tipik iki
dekleri düzensiz loblara bölünmüştür ve genellikle, bazofi- lobiu çekirdeğe ve kaba sitoplazmik granüllere dikkat edi­
lik boyanan granüller nedeniyle bunun seçilmesi güçtür. niz. Giemsa boyama. Büyük büyütme.
I

KAN. HÜCRELERİ / 241

••T#6*'

R U S

Ş e kil 12-10. Bir eozinofilin ü w


elektron mikroskop fotoğrafı.
Tipik eozinofilik granüller açık­
ça görülmektedir. Her granül-
de elektron yoğun kristalimsi
bir özdek bulunmaktadır. Bu
özdek bir birim zarla sarılı bir
matriksle çevrelenmiş şekilde
görülmektedir. EG, eozinofil
mm
granülü; N, çekirdek; M, mito-
kondri. x 20 000.
242 / BÖLÜM 12

Şekil 12-11. İki akyuvar ve


birkaç alyuvar. Sağdaki hücre
bir bazofil, soldaki hücre ise
bir nötrofildir. Bazofilde çekir­
değin üzerinde pek çok sitop-
lazmik granül bulunmaktadır.
Giemsa boyama. Büyük bü­
yütme.

Bazofilik özgül granüller (çapları 0.5 pm) kan yaymala­ de histamin ve heparin içerir. Bazofiller de mast hücreleri gi­
rını boyamakta kullanılan olağan boyaların içerdiği bazik bi belirli antijenlere karşı yanıt olarak grandilerini dış orta­
boyalar ile metakromatik boyanma gösterirler (kullanılan ma salarlar (bkz. Bölüm 5). İki hücre arasındaki bu benzer­
boyanın rengini değiştirirler) (Şekil 12-11 ve 12-12). Bu, gra­ liklere rağmen bazofiller ile mast hücreleri aynı hücreler de­
ndilerin içerdiği heparinden kaynaklanır. Bazofillerin özgül ğildir; aynı tür canlıda bile yapıları farklıdır ve kemik iliğin­
granülleri diğer granülositlere göre hem daha az sayıdadır de farklı kök hücrelerden gelişirler.
hem de çap ve şekil olarak daha fazla düzensizdir (Şekil 12-
13). Bazofilik granüller histamin ve heparin içerir. Bazofiller
aşırı duyarlılık reaksiyonlarında bağ dokusuna göç ederek
(özel koşullarda) mast hücrelerinin işlevlerine katkıda bulu­ İNİK BİLGİ
nabilir.
Bazofillerin granülleri ile mast hücrelerinin granülleri Kutanöz b azo fil aşırıduyarlılığı olarak adlandı­
arasında bazı benzerlikler vardır. Her iki granül türü de ba­ rılan deri hastalağında, inflamasyon bölgesinde
zik boyalar ile metakromatik olarak boyanırlar ve her ikisi görülen başlıca hücre tipi bazofillerdir.

Lenfositler
Lenfositler benzer morfolojik özellikler gösteren küre biçi­
mindeki hücrelerin oluşturduğu bir gruptur. Bu hücreler be­
lirleyici yüzey moleküllerine göre birkaç gruba ayrılırlar. Bu
yüzey molekülleri (belirteçler) immünositokimyasal yöntem­
ler ile ayırt edilebilirler. Lenfositler, ayrıca, tümü de istilacı
mikroorganizmalara, yabancı makromoleküllere ve kanser
hücrelerine karşı savunmada gerekli olan bağışıklık reaksi­
yonları ile ilişki çeşitli işlevlere sahiptir (bkz. Bölüm 14).
Çaplan 6-8 pm arasında olan lenfositler küçük lenfosit­
ler olarak adlandırılır. Kan dolaşımında az sayıda orta boy
lenfosit ile çapları 18 pm’ye ulaşabilen büyük lenfositler
de bulunmaktadır (Şekil 12-14). Lenfositlerin boyutlarındaki
bu farklılığın işlevsel bir önemi bulunmaktadır ve büyük
lenfositlerin özgül antijenler ile uyarıldığı düşünülmektedir.
Kan dolaşımında baskın olarak bulunan küçük lenfositlerin
Şekil 12-12. Hücre çekirdeğini örten çok sayıda granülle (Şekil 12-15) çekirdekleri yuvarlaktır ve bazen çentikli olabi­
lir. Çekirdek kaba yığınlar olarak görünen yoğun kromatin
birlikte bir bazofil. Bu, çekirdeğin açıkça görülmesini zorlaş­
içerir ve bu nedenle olağan yaymalarda oldukça koyu boya­
tırmaktadır. Yayma preparatının hazırlanması sırasında ba­
nır. Çekirdeğin bu özelliği lenfositlerin tanınmasına yardım­
zı alyuvarlar deforme olmuştur. Giemsa boyama. Büyük
cı olur. Kan yaymalarında lenfositlerin nükleolusu izlene-
büyütme.
KAN HÜCRELERİ / 243

Şekil 12-13. Bir tavşan bazo-


filinin elektron mikroskop fo­
toğrafı. Loblu çekirdeği (N) 3
ayrı kısım halinde görülmek­
tedir. Sitoplazmada görülen
bazofilik granül (B), mito-
kondriler (M) ve Golgi komp­
leksine (G) dikkat ediniz. x 16
000 (Terry RW et al: Lab Invest
1969;21:65’den izinle alınmıştır.)

mez, ancak özel boyama yöntemleri ve eleklron mikrosko- doplazma retikulumu, poliribozomlar ve çok sayıda mito­
pu ile görülebilir. kondri bulunur. Lizozomal granül sentezinden sorumlu Gol­
Küçük lenfositlerin sitoplazması çok azdır ve yayma pre- gi kompleksi de sitoplazmada izlenebilir. Hücre yüzeyinde
paratlarında çekirdeği çevreleyen ince bir kenar halinde gö­ çok sayıda mikrovillüs ve pinositik vezikül bulunur (Şekil
rülür. Hafif bazofiliktir ve boyanmış yaymalarda açık mavi 12-18).
renk alır. Birkaç azurofilik granül içerebilir. Küçük lenfosit­
lerin sitopkızmasında az sayıda mitokondri ve küçük bir
Golgi kompleksi bulunur, çok sayıda serbest ribozom içerir
(Şekil 12-16).
Lenfositlerin yaşam süreleri farklılık gösterir. Bazı lenfo­
sitler sadece birkaç gün, bazıları da kan dolaşımında birkaç
yıl yaşar. Lenfositler diapedez sonrasında dokulardan kan
dolaşımına dönen tek akyuvar türüdür. Farklı lenfosit türle­
ri ve bağışık yanıtındaki ayrı ayrı rolleri Bölüm 14'te yer al­
maktadır.

Monositler
Monositler çapları 12 pm’den 20 pm’ye kadar değişen, ke­
mik iliği kökenli agranülositlerdir. Monositlerin çekirdekleri
oval, at nalı ya da böbrek biçimindedir ve genellikle bir ke­
nara yakındır (Şekil 12-17). Çekirdeğin kromatin içeriği di­
ğer akyuvarlara göre daha az yoğunluktadır. Bu kromatin
yapısı nedeniyle monositlerin çekirdekleri büyük lenfositle­
rin çekirdeklerine göre daha soluk boyanır.
Monositlerin sitoplazması bazofiliktir ve çoğunlukla çok
küçük azurofilik grandiler (lizozomlar) içerir. Bu grandilerin
bazıları ışık mikroskopunun çözünürlük sınırlarındadır. Gra-
niiller bütün sitoplazmaya dağılmıştır ve boyanmış yayma­ Ş ekil 12-14. Bir büyük lenfositin ve birkaç alyuvarın görül­
larda sitoplazmanın mavimsi gri bir renk almasına neden düğü ışık mikroskop fotoğrafı. Bu hücrenin çekirdeği yuvar­
olur. Elektron mikroskobunda çekirdek içinde bir ya da iki laktır ve sitoplazması pesifik granüller içermemektedir. Gi-
niikleolus görülebilir. Sitoplazmada az miktarda graniillü en- emsa boyama. Büyük büyütme.
244 / BOLÜM 12

Şekil 12-16. İnsan kanın­


daki bir lenfositin elektron
mikroskop fotoğrafı. Bu
hücrede az sayıda granül-
lü endoplazma retikulumu
ve bir miktar serbest poliri-
bozom bulunmaktadır.
Çekirdek (N), nükleolus
(Nu) ve mitokondriler (M)
görülmektedir. x 22 000
(küçültülmüştür).
KAN HÜCRELERİ / 245

Şekil 12-17. Bir monositin ışık mikroskop fotoğrafı. Bu


hücre türünde soluk boyanan kromatin içeren böbrek biçi­
minde bir çekirdek bulunmaktadır. Sitoplazması hafif ba-
zofiliktir. Giemsa boyama. Büyük büyütme.
I

m m

Şekil 12-18. Bir insan mono-


i mmâ
sitinin elektron mikroskop
fotoğrafı. Golgi kompleksi (G),
mitokondriler (M) ve azurofilik i#?:
granül (A) izlenmektedir. Gra-
nüllü endoplazma retikulumu
iyi gelişmemiştir. Bazı serbest
ribozomlar (R) vardır. x 22
000 (DB Bainton ve MG Far-
quhat’m izniyle.)
246 / BOLUM 12

Kan pulcukları bulunur. Hiyalomer bölgesindeki aklin ve miyozin molekülle­


ri, kan pulcuklarının hareket etmesi ve birbirlerine yapışma­
Kan pulcukları (tromfoositler) 2-4 pm çapında, çekirdek
sında (irombosit agregasyonu) işlev gören bir kontraktil sis­
içermeyen, disk biçiminde hücre parçacıklarıdır. Kan pul-
tem oluşturmak üzere bir araya gelebilir. Kan pulcuğu zarının
cukları, kemik iliğindeki polipoid dev hücreler olan mega-
dış yüzünde glikozaminoglikan ve glikoproteinlerden zengin,
karyositlerden köken alırlar. Kanın pıhtılaşmasını sağlar ve
15-20 nm kalınlığında bir hücre örtüsü bulunur. Bu örtü kan
kan damarlarındaki çatlakların onarılmasına yardımcı olarak
pulcuklarının yapışmasından (adezyon) sorumludur.
kan kaybına engel olurlar. Normal kan pulcuğu sayısı bir
Merkezi granülomer bölgesinde zara bağlı çeşitli graniil-
mikrolitre kanda 200 000-400 000 arasındadır. Kan pulcukla-
ler, az sayıda mitokondri ve glikojen partikülleri bulunur
rının yaşam süresi yaklaşık 10 gündür.
(Şekil 12-19). Yoğun cisimler (delta grandileri) 250-300
Boyanmış kan yaymalarında genellikle kümelenmiş ola­
nm çapındadır ve kalsiyum iyonları, pirofosfat, ADP ve ATP
rak görülürler. Kan pulcukları, perilerde soluk mavi renkte
içerir. Bu grandiler, ayrıca, plazmadan serotonini (5-hidrok-
boyanan ve hiyalom er adı verilen şeffaf bir bölge ile gra-
sitriptamin) alarak depolarlar. Alfa grandileri biraz daha
nülomer adı verilen mor renkli graniilleri içeren bir merke­
büyüktür (300-500 nm çapında) ve fibrinojen, kan pulcuğu
zi bölgeden oluşur.
kökenli büyüme faktörü ve kan pulcuklarına özgü başka ba­
Kan pulcukları, plazma zarının invajinasyonlarıykı (sitop-
zı proteinleri içerirler. Çapları 175-250 nm arasında olan kü­
lazma içine doğru uzanan parmak biçiminde girintiler) bağ­
çük vezikiillerin yalnızca lizozomal enzimleri içerdiği göste­
lantılı açık kanaliküler sistem olarak adlandırılan bir kanal
rilmiştir ve bunlar lambda grandileri olarak adlandırılır.
sistemi içerir (Şekil 12-19). Bu sistem büyük olasılıkla, kan
İşık mikroskopu ile granülomerde gözlenen azurofilik gra-
pulcuklarında depolanan aktif moleküllerin serbest bırakılma­
niillerin çoğu alfa grandilerdir.
sını kolaylaştırma işlevi görmektedir. Kan pulcuklarının peri-
ferik kısmında mikrotübüllerin kenar demeti bulunur; bu
K a n PULCUKLARININ İŞLEVLERİ
demet kan pulcuklarının ovoid biçimlerini korumalarını sağ­
lar. Hiyalomer bölgesinde de yoğun tübüler sistem adı ve­ Kan pulcuklarının kanamayı durdurukımasında oynadıkları
rilen elektron yoğun düzensiz tüplerin oluşturduğu bir sistem rol aşağıdaki gibi özetlenebilir.

Mikrotübüller Açık
Hücre kanalikül 'p f Şekil 12-19. İnsan kan pul-
örtüsü. sistemi
cuklarının elektron mikroskop
fotoğrafı. x 40,740 (M. Harri-
son'ın izniyle.)
KAN HÜCRELERİ / 247

Birincil kümelenme — Kan damarlarındaki hasar sonucu taşıyan kişilerde deride oluşan kesikler gibi hafif
endotel hücrelerinin devamlılığının bozulmasının ardından yaralanmalardan sonra bile şiddetli kanamalar
açığa çıkan kolajen üzerinde, kan pulcuğu zarındaki kolajen görülür ve daha ciddi yaralanmalarda oluşan ka­
bağlayıcı protein aracılığıyla kan pulcukları kümelenir. Böy­ namalar ölüme yol açabilir. Hemofili A bulunan
lelikle, kanamanın durdurulmasında ilk adım olarak bir kan hastalarda, plazmada bulunan ve fibrin oluşu­
pulcuğu tıkacı oluşur. munda rol oynayan plazma proteinlerinden biri
İkincil kümelenme — Oluşan trombotik tıkaç içindeki kan olan pıhtılaşma faktörü VII eksiktir ya da yapı­
pulcukları ortama bir yapışıcı glikoprotein ve ADP salarlar. mında bozukluk vardır. Hemofili B ’de ise faktör
Her iki madde de kan pulcuğu kümelenmesi için güçlü bir IX'da bozukluk vardır. Şiddetli vakalarda kan hiç
uyarandır ve kan pulcuğu tıkacının büyümesini sağlar. pıhtılaşmaz. Büyük eklemler ve üriner sistem gi­
bi vücut boşluklarına spontan kanamalar olur.
Kan pıhtılaşması— Kan pulcuklarının kümelenmesi sıra­ Genel olarak hemofili A yalnızca erkekleri etkiler,
sında kan plazmasından, hasarlı damar duvarından ve kan çünkü faktör VII'i etkileyen çekinik gen X kromo­
pulcuklarından kaynaklanan etmenler, yaklaşık 13 plazma zomunda yer alır. Kadınlarda bozuk geni taşıyan
proteininin ardışık olarak birbirini aktifleştirmesini sağlar. Bu bir X kromozomu bulunabilir, ancak diğer X kro­
zincirleme tepkiler sonucu, içine alyuvarlar, akyuvarlar ve mozomu çoğunlukla normaldir. Kadınlarda, yal­
kan pulcuklarının hapsolduğu üç boyutlu bir lif ağı oluştu­ nızca her iki X kromozomunda anormal gen bu­
ran bir polimer olan fibrin oluşur. Oluşan bu yapıya kan lunduğunda hemofili gelişir ki, bu oldukça ender
pıhtısı ya da trombüs adı verilir. rastlanan bir durumdur. Bununla birlikte, bozuk
Pıhtının çekilmesi— Başlangıçta damar lümeni içine doğru geni taşıyan X kromozomu bulunan kadınlar,
çıkıntı yapan pıhtı, kan pulcuklartnda bulun aletin, miyozin hastalığı erkek çocuklarına aktarabilirler.
ve ATP’nin etkileşmesiyle büzüşür.

Pıhtının atılması— Pıhtı ile korunan damar duvarı yeni do­


ku oluşmasıyla onarılır. Pıhtı daha sonra, başlıca, proteolitik
KAYNAKLAR
bir enzim olan plazmin aracılığıyla ortadan kaldırılır. Plaz-
min, plazmada bulunan proenzim plazminojenin endotel ta­ Bainton D F : Sequential degranulacion o f the 2 types o f polymorphonuclear
leukocyte granules during phagocytosis o f microorganisms. J Cell Biol
rafından üretilen plazrninojen aktivatörlerinin eyleme ge­
1 9 7 3 :5 8 :2 4 9 .
çirilmesi ile oluşur. Kan pulcuklarının lambda grandilerinden
Collins T : Adhesion molecules in leukocyte emigration. Sci & Med 1 9 9 5 ;2 :2 8 .
açığa çıkan enzimler de pıhtının eritilmesine katkıda bulunur.
Com enzo, RL, Berkman E M : H em atopoietic stem and progenitor cells from
blood. Transfusion 1 9 9 5 :3 5 :3 3 5 .
Gompertz S, Stocldey RA: Inflam m ation— role o f the neutrophil and the
eosinophil. Sem in Respir Infect 2 0 0 0 ;!5 :1 4 .
KLİNİK BİLGİ Sampson AP: T h e role o f eosinophils and neutrophils in inflammation. Clin
Exp Allergy 2000;30(su p p l 1):22.
W illiam s W J et al: Hematology, 5th ed. M cGraw-Hill, 1995.
Hemofili A ve B klinik olarak aynı olmakla birlikte, Zucker-Franklin D et al: Atlas o f Blood Cells: Function and Pathology. Vols 1
iki hastalıkta eksik olan etmen farklıdır. Her iki and 2 . Lea & Febiger, 1981.
durum da cinsiyet kromozomuyla aktarılan çeki­
nik kalıtsal bozukluklar sonucu görülür. Hemofili
bulunan hastalarda kan pıhtılaşması normal de­
ğildir; pıhtılaşma zamanı uzamıştır. Bu hastalığı
Kan Yapımı (Hematopoez)

Olgun kan hücreleri göreceli olarak kısa yaşam döngüsüne şullar altında, büyüme ekenleriyle uyarılmanın çeşitli kan
sahip olduğundan hücre topluluğunun yerini sürekli olarak hücresi tiplerinin gelişimini etkilediğini göstermektedir.
kan yapıcı, Iıematopoetik (Gr. h a im a, kan, + p oiesis, bir
yapım) organlarda üretilen kök hücre soyunun alması ge­ PLURİPOTENT HEMATOPOETİK KÖK HÜCRELER
rekmektedir. Embrİyogenezin en erken evrelerinde, kan Bütün kan hücrelerinin kemik iliğinde tek bir hücre tipinden
hücreleri ViLelius kesesi (yolk sae) mezoderminden geliş­ geliştiğine inanılmaktadır. Bu hücre tüm hücre tiplerini oluş-
mektedir. Bir süre sonra, karaciğer ve dalak geçici hemato­ turabildiğinden, pluripotent kök hücre olarak adlandırılır
poetik dokular olarak görev yapar, ancak ikinci aydan itiba­ (Şekil 13-1). Bu hücreler çoğalırlar ve lenfositler haline ge­
ren klavikula kemikleşmeye ve içinde kemik iliğini oluştur­ lecek olan bir hücre dizisini ve kemik iliğinde gelişen miye-
maya baslar. İskeletin geri kalanının doğum sonrası kemik­ loîd hücreleri (gnınüiositler, monositler, eritrositler ve mega-
leşmesi hızlandıkça, kemik iliği giderek artan ölçüde önem­ karyositler) oluşturacak olan bir başka seriyi oluştururlar. Ge­
li bir hematopoetik doku haline gelir. lişimlerinin erken döneminde, Ienfoid hücreler kemik iliğin­
Doğumdan sonra ve çocukluk çağına kadar, eritrositler, den, çoğaldıkları Limusa, lenf düğümlerine, dalağa ve diğer
graniiler lükositler, monositler ve trombositler kemik iliğine Ienfoid yapılara göç ederler (bakınız Bölüm 14).
yerleşmiş olan kök hücrelerden oluşurlar. Bu hücrelerin
oluşması ve olgunlaşması, sırasıyla, eritropoez, (Gr. eryth- P r o g e n it o r ve P rekü r sö r H üc r eler
ros, kırmızı + poiesis), granülopoez, monositopoez ve Çoğalma yetenekleri yüksek olan kök hücreler, bu yetenek­
megakaryositopoez olarak adlandırılır. Kemik iliği ayrıca leri kısıtlanmış yavru hücreleri oluştururlar. Bu unipotansi-
Ienfoid organlara göç eden hücreleri de üreterek, 14. Bölüm’ yel veya bipotansiyel progenitor hücreler, morfolojik
de tartışılan çeşitli lenfosit tiplerini oluşturur. özellikleri ilk defa dönüşecekleri olgun hücre tiplerini dü­
Olgunluğa erişmeden ve dolaşıma salınmadan önce, kan şündürecek biçimde farklılık gösterdiği öncü, prekürsör
hücreleri özel farklılaşma ve olgunlaşma basamaklarından hücreleri (blastlar) oluştururlar (bakınız Şekil 13-1 ve 13-
geçer. Bu olaylar sürekli olduğundan, çeşitli basamaklar ara­ 5). Bunun tersi olarak, kök ve progenitor hücreler yapısal
sında kalan, tipik özellikleri bulunan hücrelerle kan veya ke­ olarak ayırt edilemez ve lenfositleri andırırlar. Kök hücreler
mik iliği yaymalarında sıklıkla karşılaşılır. göreceli olarak küçük olan sayılarını sürdürecek kadar ye­
terli bir hızda bölünürler. Hücre bölünme hızı progenitor ve
KÖK HÜCRELER, BÜYÜME ETKENLERİ VE öncü hücrelerde artar ve çok sayıda farklılaşmış, erişkin hüc­
FARKLILAŞMA reler üretilir (insan kemik iliğinde 3 X 109 eritrosit ve 0.85 X
1()9 graniilosit/kg/gün). Progenitor hücreler bölünebilir ve
Kök hücreler kendini yenileme yeteneğine sahip çok yöne hem progenitor hem de öncü hücreleri oluşturabilirken, ön­
değişebilen pluripotent hücrelerdir. Bunların yavru hücre­ cü hücreler İse sadece erişkin kan hücrelerini oluşturur.
lerinin bazıları özel, geri dönüşümsüz olarak farklılaşan hüc­ O halde kan yapımı ( hematopoez), farklılaşma ilerledik­
re tiplerini oluşturur ve diğer yavru hücreler kök hücre ola­ çe yetenekleri azalan kök hücrelerden oluşan hücrelerin eş
rak kalır. Sabit bir sayıda (pluripotent) kök hücre bir havuz­ zamanlı, sürekli çoğalması ve farklılaşmasının sonucudur.
da korunur ve farklılaşma için toplanan hücrelerin yerini ise Bu olay çeşitli yeteneklere sahip kök hücrelerden köken
havuzda •yavru hücreler alır. alan hücre soylarının (koloni) ortaya çıktığı gerek in vivo,
Hematopoetik kök hücreler, özel hücre yüzey antijenle­ gerekse in vitro çalışmalarda gözlenebilir. Bir miyeloid kök
rini işaretlemek için floresan etiketli antikorlar ile ve bir flo- hücreden köken alan soylar, hepsi aynı soydan olmak üze­
resanla uyarılmış, hücre ayırıcı alet ile ayrılır. re; eritrositleri, graniilositleri, monositleri ve megakaıyositle-
İn vivo teknikler; normal verici farelerin kemik iliğini, ri oluşturabilirler.
hematopoetik hücreleri ortadan kaldırılmış olan, öldürücü Bu deneylerde, bazı türler sadece kırmızı kan hücreleri­
düzeyde radyasyon uygulanan farelere enjekte etme şeklin­ ni (eritrositler) oluştururlar. Diğer soylar graniilositleri ve
dedir. Bu hayvanlarda, nakledilen kemik iliği hücreleri, da­ monositleri oluşturur. Koloniler oluşturan hücreler koloni-
lakta hematopoetik hücre kolonileri meydana getirir. oluşturan hücreler (CFC) veya koloni oluşturan birim­
İn vitro teknikler; kemik iliği stromasından köken alan ler (CFU) olarak adlandırılırlar. 13u çeşitli hücre soylarını
bir hücre tabakası ile yapılan bir yarılattı doku kültürü med­ isimlendirmede gelenek, her soyun ürettiği hücrenin baş
yumunun kullanımı şeklindedir. Bu aracı hematopoez için harfini kullanmaktır. Buna göre; MCFC, bir monosit oluştu­
uygun mikroçevre koşullarını oluşturur. Bir dizi kapsamlı ran koloniyi belirtir, ECFC eritrositleri oluşturur, MGCFC mo­
deneyden elde edilen veriler, bu uygun mikroçevrese) ko­ nositleri ve graniilositleri oluşturur, vs.

249
250 / BOLUM 13

Erken Morfolojik olarak Morfolojik Belirgin morfolojik


morforojik ayırt edilemez; lenfositlerin farklılaşmanın farklılaşma
genel görünümüne sahiptir başlaması

Miiolik etkinlik Düşük mitotik canlılık Mitotik canlılık yok; Yüksek mitotik etkinlik; Mitotik canlılık yok;
kendini yenileme; kendini yenileme, kemik iliğinde kendini yenileme yok; kemik kanda ve kan yapıcı
kemik iliğinde ve lenfoid organlarda yaygın; iliğinde ve lenfoid organlarda organlarda bol
tek- veya çift etki yaygın; tek dönüşüm

Lenfosit-koloni- B ve T
Lenfoblast
oluşturan hücre (LCFC) lenfositler

Eritrosit-koloni-
Eritroblast Eritrosit
oluşturan hücre (ECFC)

Megakaryosit
Megakaryoblast Megakaryosit
oluşturan hücre

Monosit-
f lu H ) koloni-oluşturan Promonosit
hücre (MCFC)
MGCFC
Granulocyte-
Nötrofilik Nötrofilik
koloni oluşturan
m miyelosit granülositler
hücre (GCFC)

Eozinofil koloni- Eozinofilik Eojinofelik


oluşturan hücre miyelasit granülositler
m (EoCFC)

m Bazofil koloni oluş­


turan hücre (BCFC)
Bazofilik
miyelosit
Bazofilik
granülositler

Şekil 13-1. Çok yöne değişebilen (pluripotent) kök hücrelerinin, kan yapımı süresince farklılaşması. Ayrıca bakınız Şekil 13-5.

Kan yapımı uygun miniçevresel koşullara ve büyüme et­ ne verilen mitotik yanıt giderek artarak, olayın ortasında en
kileyicilerinin varlığına bağımlıdır. Miniçevresel koşullar ye­ yükseğe erişir. Bu noktadan itibaren, mitotik yetenek düşer,
terli hücredışı matriks üreten, kanyapıcı oraganlartn stroma yapısal özellikler ve işlevsel yeti gelişir ve olgun hücreler
hücreleri ile donatılmıştır. Kan yapımına genel bir bakış, bu oluşturulur (Tablo 13-1). Gerekli çevresel koşullar bir kez
olay ilerledikçe, gerek farklılaşma yeteneğinin gerekse baş­ mevcut olduğu anda, kan hücrelerinin gelişimi hücre çoğal­
langıç hücrelerin kendini yenileme gücünün giderek azaldı­ ması ve farklılaşmasını etkileyen etmenlere bağımlı olur. Bu
ğını göstermektedir. Bunun tersi olarak, büyüme etmenleri­ maddeler büyüme faktörleri, koloni-stimüle edici fak-

Tablo 13-1. Hematopoetik kök hücrelerin farklılaşması sırasında özelliklerinde gözlenen değişiklikler.

Kök hücreler Progenitor Hücreler Öncü Hücreler (Blastlar) Erişkin Hücreler

Yetkinlik

Mitotik canlılık

Tipik yapısal özellikler

Kendini yenileme yeteneği

Büyüme etkenlerinin etkisi

Değişmiş etkileyici '


fonksiyon canlılık
KAN YAPIMI (HEMATOPOEZ) / 251

törler (CSF), veya hem atopoetinler (poetinler) olarak sonuçlanan, bazı farklılaşmamış hücrelerin üreti­
adlandırılır. Farkılılık gösteren kimyasal yapılara ve karma­ minin baskılanması veya artırılması neden olur.
şık, üst üste binen etkenliklere sahip olan büyüme faktörle­ Bununla birlikte; bazı hastalıklarda, birden fazla
ri, başlıca olgunlaşmamış (çoğunlukla progenitor ve öncü) kök hücre tipinin çoğalmasının baskılanması ve
hücrelerin çoğalmasını uyararak (mitoza yönlendirme), eriş­ artırılması, ardışık ya da eş zamanlı olarak mey­
kin hale gelen hücrelerin farklılaşmasını destekleyerek ve dana gelebilir. Bu tip durumlarda, bazı hücre tip­
erişkin hücrelerin etkinliklerini artırarak işlev yapar. lerinin sayılarında azalma (örn, kanyapıcı hücre­
Az önce sözü edilen üç etkinlik aynı büyüme etmenin­ lerin azalmış üretimi İle ayırt edilen bir hastalık
de var olabilir, ancak farklı büyüme etmenlerinde farklı yo­ olan aplastik anemi) ve aynı anda diğerlerinin sa­
ğunluk seviyeleriyle de belirtilebilir. Çeşitli büyüme etmen­ yılarında artış (örn, lökositlerin anormal protife-
lerine ait genlerin izolasyonu ve klonlanması hem yoğun rasyonu olan lösemi) söz konusudur.
büyüme faktörü üretimine hem de bunların in vivo ve in vit­ Öldürücü düzeyde radyasyon uygulanan fa­
ro etkilerinin çalışılmasına olanak tanır. En iyi özelliği belir­ relere nakledilen normal kemik iliği ile yapılan
lenmiş beş büyüme etmeninin başlıca özellikleri Tablo 13- başlangıçtaki deneyler, artık bazı kan yapıcı hüc­
2’tle sunulmuştur. re büyümesi hastalıklarını iyileştirmek için sıkça
kullanılan kemik iliği aktarılmasının (transplan­
tasyonunun) temelini ortaya koymuştur.

KLİNİK BİLGİ

Büyüme etmenleri klinikte kemik iliği hücrelerinin


KEMİK ILIĞI
içeriğini ve kan hücre sayımlarını artırmak için kul­
lanılmaktadır. Büyüme etmenlerinin lökositlerin ço­ Normal şartlar altında, kemik iliği tarafından kan
ğalmasını artırmak için kullanılması klinik sağaltım hücrelerinin üretimi, çok kısa bir sürede etkinliği-
açısından geniş yeni uygulamalara kapı açmakta­ ni 7 katına çıkarmak suretiyle, vücudun gereksi­
dır. Büyüme faktörlerinin gizli iyileştirici kullanımla­ nimlerine göre ayarlanır. Kemik iliği uzun kemik­
rı düşük kan sayımlarına neden olan hastalıklarda lerin medııller kanallarında ve siingersi kemiklerin boşlukla­
veya uyarılmış durumlarda (örn, kemoterapi, rad­ rında bulunur (Şekil 13-2). Kaba incelemede, görünümleri­
yasyon) kan hücrelerinin sayısını artırmayı; hücre ne göre iki tip kemik iliği tanımlanmıştır; rengi kan ya da
çoğalmasını artırarak ilik aktarımının (transplantla- kan yapıcı hücrelerin varlığı ile oluşturulan kırmızı veya
hematojenöz kemik iliği ve rengi çok sayıda yağ hücresi­
rının) etkinliğini artırmayı; kötü huylu kanserleri,
nin varlığı ile oluşturulan sarı kemik iliği. Yenİdoğanlarda,
enfeksiyöz ve immün yetmezlikli hastalıkları olan
tüm kemik iliği kırmızıdır ve bu nedenle kan hücrelerinin
hastalarda konak savunmalarını artırmayı ve para-
üretimi açısından aktiftir. Çocuk büyüdükçe, kemik iliğinin
ziter hastalıkların sağaltımını artırmayı kapsar.
çoğu giderek sarı tipe dönüşür. Ciddi kanama veya oksijen­
Hematopoetik hastalıklara genellikle, hema-
sizlik (hipoksi) gibi belirli koşullar altında sarı kemik iliğinin
topoetik hücrelerin azalmış ya da aşırı üretimi ile
yerini kırmızı kemik iliği alır.

Tablo 13-2. En iyi bilinen beş kan yapıcı büyüme etmeninin (koloni-oluşturan maddeler) başlıca özellikleri.

İnsan Gen Yerleşimi


İsim ve Oluşan Hücreler Başlıca Biyolojik Etki
Granülosit (G-CSF) Kromozom 17 Granülositlerin oluşumunu (in vitro
Makrofajlar ve in vivo) uyarır.
Endotel Granülositlerin metabolizmasını adırır.
Fibroblastlar Kötü huylu (lösemik) hücreleri uyarır.
Granülosit + makrofaj (GM-CSF) Kromozom 5 Granülositlerin ve makrofajların in vitro
T lenfositler ve in vivo üretimini uyarır.
Endotel
Fibroblastlar
Makrofaj (M-CSF) Kromozom 5 Makrofajların in vitro oluşumunu uyarır.
Makrofajlar Makrofajların tümör karşıtı işlevini
Endotel adırır.
Fibroblastlar
İnterlökin 3 (IL-3) Kromozom 5 Tüm miyeloid hücrelerin in vivo ve
T lenfositler in vitro üretimini uyarır.
Eritropoetin (EPO) Kromozom 7 Kırmızı kan hücresi oluşumunu in vivo
Böbrek interstisyel hücreler (dış kodeks) ve in vitro olarak uyarır.
252 / BÖLÜM 13

olarak üretilen serbestleştirici etmenler taralından kontrol


edilir. Komplemanın (immünolojik olarak aktif bir dizi kan
proteini) C3 parçasını, hormonları (glukokortikoidler ve and-
rojenler) ve bazı bakteriye! toksinleri kapsayan, serbestleştiri­
ci etkinliğe sahip çeşitli maddeler tanımlanmıştır. Hücrelerin
ilikten salimim Şekil 13-4’ te gösterilmiştir.
Kırmızı kemik iliğinin başlıca işlevleri, kan hücrelerinin
üretimi, haşatlanmış kırmızı kan hücrelerinin yok edilmesi
ve hemoglobinin yıkımından elde edilen demirin (makrofaj-
larda) depolanmasıdır.

DİĞER DOKULAR İÇİN BİR KÖK HÜCRE


KAYNAĞI OLARAK KEMİK İLİĞİ

Şekil 13-2. Erişkinde kırmızı kemik iliğinin (kanyapımı etki­


li) dağılımı. Bu kemik iliği tipi süngersi kemik dokusunda KLİNİK BİLGİ
bulunma eğilimindedir. (Krstic RV: Humarı Microscopic Ana-
tomy/İnsan Mikroskobik Anatomisi. Springer-Verlag, 1991’ den
izinle kopyalanmıştır.)
Önceki gözlemlerin tersine, kırmızı kemik iliği sa­
dece kan hücreleri değil, çeşitli dokuları oluştura­
bilen kök hücrelerden de zengindir. Büyük farklı­
laşma yetenekleri ile, bu hücreler aynı kişinin iliği­
Kırmızı Kemik İliği ne ait kök hücrelerden üretilmelerinden dolayı vü­
Kırmızı kemik iliği (Şekil 13-3) bir strom a (Yunancadan, ya­ cut tarafından red edilmeyen özelleşmiş hücreler
tak anlamına gelir), kan yapıcı sütunlar hematopoetik meydana getirmeye olanak sağlar. Yöntem, kemik
kordonlar ve sinüzoidal kapillerlerden oluşmaktadır. iliği kök hücrelerini toplamak, farklılaşmalarını
Stroma 3 boyutlu bir retikiiler hücre ağı ve kanyapıcı hücre­ transplantasyon amacıyla gereken hücre tipine
leri ve makrolajları içeren ince bir retiküler lif ağıdır. Kemik yönlendirmek için onları uygun ortamda geliştir­
iliğinin matriksi kollajen tip 1 ve III, fibronektin, laminin ve mek ve daha sonra doku kültüründen kaynakla­
proteoglikanları içerir. Laminin, fibronektin ve bir başka nan hücreleri hastanın gereksinimi olan hücrelerin
hücre- bağlayıcı madde olan hemonektin, hücreleri matrik- yerini atmaları için kullanmaktır. Bu durumda veri­
se bağlamak için hücre reseptörleri ile etkileşirler. Sinüzoicl- ci ve alıcı aynı kişidir ve histokompatibilite (doku
ler bir endotelyal hücre tabakası tarafından oluşturulur. uyumu) red olasılığını dışlayacak biçimde tamdır.
Dıştan kesintili bir retiküler hücre tabakası ve gevşek bir Bu çalışmalar yeni başlamakta olmasına karşın,
retiküler lif ağı sinüzoidal kapillerleri destekler. Olgun kan şimdiye kadarki sonuçlar umut vericidir.
hücrelerinin ilikten salimini organizmanın ihtiyaçlarına yanıt

Ş ekil 13-3. Canlı kemik iliğinin


(kırmızı kemik iliği), komponentle-
rinden bazılarım gösteren kesiti.
Birçok eritrosit içeren beş adet
kan sinüzoid kapilleri ok başları ile
gösterilmektedir. Kan kapiller du­
varının inceliğine dikkat ediniz. Gi-
emsa boyası. Orta büyütme.
KAN YAPIM! (HEMATOPOEZ) / 253

Megakaryosit
Şekil 13-4. Eritrositlerin, lökositlerin ve trombositlerin kırmızı kemik iliğinde bir sinüzoid kapille-
rinden geçişini gösteren çizim. Eritrositlerin, sinüzoid duvarını geçmek için yeterli hareketliliğe
sahip olmamaları sebebiyle, sinüzoid, duvarında bulunan bir basınç farklılığı aracılığıyla sinizo-
ide geçebildiklerine inanılmaktadır. Lökositler, serbestleştirici maddelerin etkisinin ardından, si­
nüzoid duvarını kendi canlılıklarıyla geçerler. Megakaryositler sinüzoid duvarını geçen ve uçlar­
da parçalara ayrılarak trombositleri serbestleştiren ince yollar oluştururlar.

ERİTROSİTLERİN OLGUNLAŞMASI Farklılaşma


Erişkin bir hücre tüm özgül görevlerini yerine getirme ye­ Eritrositlerin farklılaşması ve olgunlaşması, proeritrobkıstla-
teneğine sahip olduğu aşamada farklılaşmış olan hücredir. rın, bazofilik eritroblastların, poiikromatofilik eritroblastla-
Olgunlaşmada temel olay hemoglobin sentezi ve çekirdek­ rın, ortokromatofilik eritroblastların (normoblastlar), retikü­
siz, bikonkav, küçük gövdenin; eritrositin oluşumudur. Erit­ lositlerin ve eritrositlerin oluşumunu içerir (Şekil 13-5).
rositin olgunlaşması sırasında çeşitli önemli değişiklikler yer Eritroid serideki ilk fark edilen hücre proeritroblasttır.
alır (Şekil 13-5’ ten 13-9’ a kadar). Hücre hacmi azalır ve Bu gevşek, danteliinsi kromatini ve net olarak görülebilen çe­
nükleolusların boyutları ışık mikroskobunda görünür duru­ kirdekleri ile büyük bir hücredir; sitoplazması bazofiliktir. Son­
ma gelene kadar küçülür. Çekirdek çapı azalır ve kromatin, raki evre güçlü bir bazofilik sitoplazma ve görünen nükleolu-
çekirdek yıkılmış bir görünüm sergileyene kadar giderek da­ su olmayan koyu bir çekirdek ile, bazofilik eritroblast
ha yoğun hale gelir (Şekil 13-10) ve sonunda hücreden çı­ ( e/ythros + Gr. hlastos, germ) tarafından temsil edilir. Bu iki
kar (bakınız Şekil 13-18). Sİtoplazma içerisinde hemoglobin hücre tipinin bazofilisine, hemoglobin sentezinde rol alan çok
(asidofilik bir protein) miktarında eş zamanlı bir artış ile bir­ sayıdaki poliribozom neden olur. Sonraki evre sırasında, poli-
likte, poliribozomların sayısında kademeli bir azalma (bazo- ribozomlar azalır ve sitoplazma alanları hemoglobin ile dol­
fili azalır) söz konusudur. Mitokondri ve diğer organeller gi­ maya başlar. Bu evrede boyama, hücrede çeşitli renklerin or­
derek kaybolur (Şekil 13-6). taya çıkmasına neden olur-polikromatofilik (Gr. polys, çok,
Proeritroblast ile erişkin eritrosit arasında, araya giren + chrom a, renk, + pbilein , sevmek) eritroblast. Bir sonraki
3-5 adet hücre bölünmesi vardır. Eritrositin, serinin ilk fark evrede çekirdek koyulaşmaya devam eder ve sitoplazmik ba-
edilebilir hücresinden retikülositlerin kana salınımına ka- zofili belirgin değildir, ki bu da tek biçimli asidofilik bir sitop-
darki gelişimi yaklaşık 7 gün sürer. Eritropoetin hormonu, lazmaya neden olur-ortokromatofilik (Gr. orthos, doğru,
demir, folik asit ve siyanokobalamin (vitamin B l2) eritrosit­ ch ro m a + pbilein ) eritroblast. Bir an gelir, bu hücre bir dizi
lerin üretimi için gereklidir. Eritropoetin, böbreklerde üre­ sitoplazmik çıkıntı verir ve ince bir sitoplazma tabakası ile
tilen, hemoglobin molekülünün protein komponenti olan kaplı olan çekirdeğini dışarı atar. Geride kalan hücrenin hala,
globine ait mRNA’ nın üretimini uyaran bir glikoprotein- brilliant cresyl blue boyası uygulandığında boyanmış bir ağ
dir. oluşturmak üzere birleşen az sayıda poliribozomu bulunur.
Bu hücre, poliribozomlarını hemen kaybeden ve olgun bir
eritrosit haline gelen retikülosittir.
254 / BOLÜM 13

Miyeloblast

Promiyelosit
Bazofilik
eritroblast

Erken nötrofilik Erken bazofilik


miyelosit miyelosit

Erken eozinofilik
Polikromatofilik miyelosit
eritroblast
Geç nötrofilik
miyelosit

Geç eozinofilik Geç bazofilik


Ortokromatofilik miyelosit miyelosit
eritroblast
Nötrofilik
metamiyelasit

Eozinofilik
Band hücresi metamiyelosit

Ş ekil 13-5. Eritrositlerin ve


Eritrosit Erişkin nötrofil granülositlerin gelişimindeki
Erişkin eozinofil Erişkin bazofil
aşamalar.
KAN YAPIMI (HEMATOPOEZ) / 255

20 saat

Proeritroblast

Bazofilik
eritroblast

Şekil 13-6. Eritrosit olgunlaş­ 80 60 40 20 0


masının özeti. Sitoplazmanın Olgunlaşma (um2 cinsinden
çekirdek alanı)
noktalı boyanmış bölümü (sol­
daki) proeritroblasttan eritrosite
kadar hemoglobin yoğunlaş­
Polikromatofilik Bu safhalarda mitoz
masındaki sürekli artışı göster­ eritroblast meydana gelir
mektedir. Ayrıca çekidek hac­
minde kademeli bir azalma ve Bu safhalarda mitoz
meydana gelmez
kromatin koyulaşmasında bir
artış, bunu takiben bir yıkılmış
Ortokromatofilik
çekirdeğin dışarı atılması da eritroblast
söz konusudur. Zamanlar, her
hücre tipinin ortalama yaşam 3 gün
döngüsüdür. Grafikte, % 100 îslar Retikülosit 120 gün
hemoglobin ve RNA’ nın kay­
dedilen en yüksek yoğunlaş­
Piknotik
masını temsil etmektedir.
nükleus Eritrosit

Eritropoez

Ş ekil 13-7. Kırmızı kemik iliği­


nin, üst sağ köşede bir olgun­
laşmamış megakaryositi göste­
ren kesiti. Ayrıca büyük bir erit-
roid hücre (kesikli çizgi ile sınır­
landırılmış) ve seyrek olgunlaş­
mamış nötrofil grubu (ok başla­
rı) da bulunmaktadır. Pararosa-
nilin-toluidin mavisi (PT) boyası.
Büyük büyütme.
256 / BÖLÜM 13

Şekil 13-8. Uyarılmış kırmızı


kemik iliği kesiti. Dört adet mito-
tik şekle (oklar) ve bir plazma
hücresine (ok başları) dikkat
ediniz. Ayrıca eritropoez ve gra-
nülopoez bölgeleri de belirgin­
dir. İmmatür granülositlerin ço­
ğu miyelosit safhasındadır: si-
toplazmaları, büyük, koyu bo­
yanmış azurofilik grandiler ve
küçük, koyuca boyanmış spesi­
fik grandiler içerir. Giemsa bo­
yası. Büyük büyütme.

GRANÜLOSİTLERİN OLGUNLAŞMASI proteinlerin üretimi ile sentez etkinliğinde bir değişiklik


meydana gelir. Bu graniiller granülositlerin üç tipinin her bi­
Granülositlerin olgunlaşma işlemi 2 organelde; azurofilik
rinde farklı proteinler içerir ve graniilositin her tipinin çeşit­
ve spesifik granüllerde toplanmış olan bir miktar prote­
li etkinliği için kullanılırlar. Bu olayda, gen ekspresyonunda
inin sentezi ile ayırt edilen sitoplazmik değişiklikler ile mey­ belirgin biçimde bir kayma meydana gelerek nötrofillerin
dana gelir. Bu proteinler art arda 2 evrede kaba endoplaz- bakterileri ortadan kaldırmada özelleşmesine ve eozinofille-
mia retikulumu ve Golgi kompleksinde üretilir (Şekil 13-11). rin ve bazofillerin yangısının ayarlanmasında rol oynamala­
İlk evre Wright veya Giemsa yöntemlerinde bazik boyalarla rına olanak tanır. Olgunlaşmanın farklı evreleri ve bu olay
boyanan azurofilik grandilerin üretimine neden olur. süresince meydana gelen morfolojik değişiklikler Şekil 13-5,
İkinci evrede, spesifik granüllerde toplanmış olan çeşitli 13-8 ve 13-9’ da gösterilmektedir.

Eritropoez

Şekil 13-9. Bir eritropoetik hüc­


re grubu (üst sağ) ve bir nötrofi-
lopoetik hücre grubu (alt sol)
bulunan kırmızı kemik iliği kesi­
ti. Gösterilen immatür granülo­
sitlerin sitoplazmalarında en
çok azurofilik granüller ve dola­
yısıyla miyelositler bulunmakta­ Nötrofilopoez
dır. PT boyası. Büyük büyütme.
KAN YAPIMI (HEMATOPOEZ) / 257

Şekil 13-10. Kırmızı kemik iliğinin elektron mikroskop resmi. Olgunlaşmanın ardışık safhalarındaki dört eritroblast görül­
mektedir (E1, E2, E3 ve E4). Hücre olgun duruma gelirken, kromatini giderek koyulaşır, hemoglobin birikimi sitoplazma-
nın elektron yoğunluğunu artırır ve mitokondriler (M) sayıca azalır. X 11.000.

f \ /* S, ( s \
Sitoplazmik Golgi zonunda Ortalama sayıda Bol miktarda
granüller yoktur salgılanan ilk azunofilik özel granül ve az
v._________________ y
azunofilik granüller ve sayıda azunofilik
granüller özel grandilerin granüller
Gelişmiş Golgi Golgi zonunda ilk AtrofikGolgi
kompleksi salgılanması kompleksi
Gelişmiş Golgi
kompleksi

Şekil 13-11. Granülositlerin olgunlaşmasındaki gen anlatım dizisini gösteren çizim. Azurofilik granüller mavi; özel granül­
ler ise pembedir.
258 / BÖLÜM 13

G R A N Ü LO SİTLER İN O LG U N LAŞM ASI tamamlanmadan önce, nötrofilik granülosit, nükleusunun


eğri bir çubuk (band hücre) şeklinde olduğu bir anı safha­
Miyeloblast miyeloid serilerdeki en olgunlaşmamış tanına­
dan geçer.
bilir hücredir (Şekil 13-5). İnce olarak dağılmış bir kromati­
ni mevcuttur ve nükleoluslar görülebilir. Sonraki safhada,
promiyelosit (L. p ro, önce, + Gr. myelos, ilik, + kytos, hücre)
bazofilik sitoplazması ve azurofilik granüllerle tanınır. Bu
granüller lizozomal enzimler ve miyeloperoksidaz içerir.
Promiyelosit, bilinen üç granülosit tipini meydana getirir. i k l in ik b il g i
I
Farklılaşmanın ilk belirtisi, özel granüllerin miktar bakımın­
dan giderek arttığı ve sonunda sitoplazmanın çoğunu kapla­ Çok sayıda olgunlaşmamış nötrofilin (band hüc­
dığı miyelositlerde ortaya çıkar. Bu nötrofilik (Şekil 13-11 ve reler) kandaki görünümü sola kayma olarak ad­
13-12), bazofilik ve eozinofilik (Şekil 13-13) miyelositler landırılır ve klinik olarak belirgin olup, bakteriye!
nükleusun daha ileri koyulaşması ve özel granül içeriklerin­ bulaşmayı gösterir.
deki kaydadeğer artış ile erişkin hale gelirler. Olgunlaşmayı

Ş ekil 13-12. Normal insan kemik iliğinden peroksidaz ile işlem görmüş nötrofilik miyelosit. Bu
aşamada, hücre promiyelositten daha küçüktür ve sitoplazma 2 tip granül içermektedir: büyük,
peroksidaz-pozitif azurofilik granüller (AG) ve peroksidaz ile boyanmayan daha küçük özgül gra­
nüller (ÖG). Peroksidaz tepkime ürününün sadece azurofilik grandilerde bulunduğuna ve kaba
endoplazma retikulumda (GER) ya da sentriollerin (S) çevresinde yerleşmiş olan Golgi sarnıçla­
rında (GS) görülmediğine dikkat ediniz. Ç, çekirdek. X 15,000.
KAN YAPIMI (HEMATOPOEZ) / 259

Şekil 13-13. Nötrofilik (ok baş­


ları) ve eozinofilik miyelositler
ile kemik iliği. Giemsa boyası.
Büyük büyütme.

NÖTROFİL ÜRETİMİNİN KİNETİĞİ


Bir miyeloblastın dolaşımda erişkin bir nötrofil olarak ortaya
Kemik iliği
çıkması için geçen toplam süre 11 gün civarındadır. Normal
şartlar altında, gelişimin miyeloblast, promiyelosit ve nötrofi­ Mitoz:
lik miyelosit safhalarında 5 mitotik bölünme meydana gelir. Kök hücre
Nötrofiller çeşitli işlevsel ve anatomik kompartmanlar- Miyeloblast
Promiyelosit
dan geçer (Şekil 13-14). Miyelosit
Medüller oluşum kom partmanı bir mitotik kompartı­
man (~ 3 gün) ve bir olgunlaşma kompartmanı ( - 4 gün) ol­ Olgunlaşma:
Metamiyelosit
mak üzere alt bölümlere ayrılabilir.
Band hücresi
Medüller depo kompartmanı, gerektiğinde çok sayıda Erişkin granülosit
olgun nötrofil salıverme yeteneği olan bir tampon sistemi gi­
bi etki eder. Nötrofiller yaklaşık 4 gün bu kompartımanda
kalırlar.
Dolaşım kompartmanı, plazmada asılı olan ve kan da­
marlarında dolaşan nötrofillerden meydana gelir.
Marjinasyon kompartmanı, kanda mevcut olan fakat
dolaşmayan nötrofillerden oluşur. Bu nötrofiller kapillerler-
dedir ve vazokonstriksiyon ile geçici olarak dolaşımdan dış­
lanırlar, ya da-özellikle akciğerlerde- endotelyuma yapışarak,
ana kan akımında değil, damarların çevresinde olabilirler.
üs MU
i " S " ;
Marjinasyon ve dolaşım kompartımanları yaklaşık olarak
eşit büyüklüktedir ve aralarında sabit bir hücre değişimi söz
konusudur. Nötrofilin bu iki kompartımandaki yan-ömrü 6-7
saattir. Medüller oluşum ve depo kompartımanları birlikte do­
laşım ve marjinasyon kompartmanlarının 10 katı civarındadır. Doğal boşluklara Bağ dokularına
göç etme göç ve burada ölüm
Nötrofiller ve diğer granülositler kapillerlerin endotelyal
hücreleri ile postkapiller veniiller arasındaki intersellüler
(hücreler arası) bağlantılardan geçerek (diapedez) bağ do­
kuya girerler. Bağ dokuları nötrofiller için beşinci bir kom­ Şekil 13-14. Nötrofillerin işlevsel kompartmanları. 1: Me­
partıman oluşturur, ancak bunun büyüklüğü bilinmemekte­ düller oluşum kompartmanı. 2: Medüller depo (rezerv)
dir. Nötrofiller burada 1-4 gün kalır ve daha sonra, majör kompartmanı. 3: Dolaşım kompartmanı. 4: Marjinasyon
fonksiyonları olan fagositozu yapmış olsalar da olmasalar kompartmanı. Her kompartmamn büyüklüğü hücrelerin sa­
da, apoptozis ile ölürler. yısı ile kabaca orantılıdır.
260 / BÖLÜM 13

lenfositlerine farklılaşırlar ve kendi özel bölmelerinde yer­


leştikleri ve çoğaldıkları periferik lenfoicl organlara göç
ederler.
Lenfoid hücrelerin ilk saptanabilen progenitörü, ^H-timi-
din ile birleşme ve prolenfositleri oluşturmak üzere 2 ve­
Kandaki nötrofillerin sayısındaki değişiklikler tüm ya 3 kere bölünme yeteneğine sahip büyük bir hücre olan
bu kompartmanlar dikkate alınarak değerlendiril­ leııfoblasttır Prolenfositler daha küçüktür ve göreceli ola­
melidir. Buna göre, dolaşımdaki nötrofillerin sayı­ rak daha sıkı kromatine sahiptir, fakat prolenfositleri T veya
sında bir artış olan nötrofilinin, nötrofil üretimin­ B lenfositleri olarak işaretleyen hücre yüzey antijenlerinin
deki bir artışı ifade etmesi gerekmez. Yoğun hiçbiri yoktur. Kemik iliğinde ve limusta, bu hücreler köken­
müsküler aktivite veya epinefrin uygulanması, lerinin özelliğini oluşturan hücre yüzey reseptörlerini sen-
marjinasyon kompartmanındaki nötrofillerin dola­ tezlerler, fakat rutin histolojik işlemlerde ayrı B veya T len­
şım kompartmanına hareket ederek, nötrofil üre­ fositleri olarak tanınamazlar.
timi artmamış olmasına rağmen belirgin bir nöt­
rofiliye neden olmasına sebep olur. Ancak, glu- Monositler
kokortikoidler (adrenal bez hormonları) ilikteki Monoblast morfolojik özellikleri bakımından neredeyse mi-
nötrofil prekürsörlerinin mitotik aktivitesini ve nöt­ yeloblastın eşi olan bir öncü progenitor hücredir. Daha ileri
rofillerin kan sayımını artırırlar. farklılaşma, bazofilik bir sitoplazması ve büyük, hafifçe gi­
Nötrofili ayrıca daha büyük sayıda nötrofilin rintili bir niiklusu olan büyük bir hücre f i 8 //m çapına ka­
medüller depo kompartmanından serbestleşme­ dar) olan prom onosite neden olur. Kromatin dantelimsi,
si sonucu da meydana gelebilir. Bu nötrofili tipi niikleoluslar belirgindir. Promonositler monositlere geli­
geçicidir ve bunu nötrofillerin salınmadığı bir iyi­ şimlerinin seyri esnasında iki kere bölünürler. Büyük miktar­
leşme dönemi takip eder. da kaba endoplazma retikulumu, aynı zamanda granül yo­
Bakteriyel enfeksiyonların seyri esnasında ğunlaşmasının meydana geldiğinin görüldüğü geniş bir Gol­
ortaya çıkan nötrofili nötrofillerin üretimindeki bir gi kompleksi mevcuttur. Bu granüller kan monositlerinde in­
artışa ve bu hücrelerin medüller depo kompart- ce azurofîlik granüller olarak gözlenen prim er lizozom-
manında bulundukları sürenin daha kısa olması­ lardır. Erişkin monositler kan dolaşımına girer, yaklaşık 8
na bağlıdır. Bu tip durumlarda, kan akımında saat dolaşır ve daha sonra makrofajlara olgunlaşırlar ve
band hücreler, nötrofilik metamiyelositler ve hat­ birkaç ay görev yaptıkları bağ dokularına girerler.
ta miyelositler gibi olgunlaşmamış formlar mey­
dana gelir. Bulaşma sırasında ortaya çıkan nöt­
*
rofili, yoğun kas etkinliğinin bir sonucu olarak
meydana gelenden daha uzun sürelidir. k l in ik b il g i

Anormal kemik iliği, o dokudan köken alan hüc­


LENFOSİTLERİN VE MONOSİTLERİN relere dayanan hastalıklar oluşturabilir. Lösem i­
OLGUNLAŞMASI le r lökosit öncülerinin kötü huylu soylarıdır. Len­
foid dokuda (le nfositik lösem iler) ve kemik ili­
Lenfositlerin ve monositlerin öncü hücrelerinin çalışılması, bu
ğinde (m iyelojenöz ve m o n o sitik lösem iler) or­
hücrelerin her ikisi de granülositlerin genç ve erişkin formla­
taya çıkarlar. Bu hastalıklarda, genellikle çok sa­
rı arasındaki ayrımı güçlendiren özel sitoplazmik granüller ve­
yıda olgunlaşmamış hücrenin kana salınımı söz
ya çekirdek boğumlanması içermediklerinden dolayı, güçtür.
konusudur. Lösemilerin belirtileri, bazı hücre tip­
Lenfositler ve monositler, başlıca yayma praparatlarda büyük­
lük, kromatin yapısı ve nükleolusların varlığı temel alınarak lerinin eksikliği ve diğerlerinin (fonksiyon açısın­
ayırt edilirler. Lenfosit hücreleri erişkin duruma geldikçe, kro­ dan sıklıkla anormal olan) aşırı üretimi ile birlikte,
matinleri sıkı, çekirdekleri görünür hale gelir, ve hücrelerin hücre çoğalmasındaki bu kaymanın bir sonucu­
büyüklüğü azalır. Ek olarak, lenfositlerin alt gruplan farklılaş­ dur. Hasta genellikte kansız ve bulaşmalara yat­
ma sırasında, immiinositokimyasal tekniklerle saptanabilen kındır.
ayırt edici hücre yüzey reseptörleri kazanır. Lösemilerin ve diğer kemik iliği bozukluklarının
çalışılmasında yardımcı olan bir klinik teknik kemik
Lenfositler iliğ i aspirasyonudur. Kompak kemikten (genellik­
le sternumdan) bir iğne geçirilir ve ilik örneği çeki­
Dolaşımdaki lenfositler esas olarak timustan ve periferik lir. Örnek bir mikroskop lamına yayılır ve boyanır.
lenfoid organlardan (örn, dalak, lenf nodları, tonsiller.) kay­
Öncü kan hücrelerinin zarlarındaki proteinlere özel
naklanırlar. Bununla birlikte, tüm öncül lenfosit hücreleri
etiketli monoklonal antikorların kullanımı, bu kök
kemik iliğinden kaynaklanır. Bu lenfositlerin bazıları T len­
hücrelerden köken alan hücre tiplerini saptamada
fositlerinin bütün niteliklerini kazandıkları timusa göç eder­
yardımcı olur ve çeşitli lösemi tiplerinin daha kesin
ler. T lenfositleri periferik lenfoid organların özel bölgeleri­
tanısına katkıda bulunur.
ne yerleşirler. Diğer kemik iliği lenfositleri kemik iliğinde B
KAN YAPIMI (HEMATOPOEZ) / 261

TROMBOSİTLERİN KAYNAĞI
Erişkinlerde, trombositler, sırayla megakaryoblastların
değşmesi ile meydana gelen erişkin megakaryositlerin
(Gr. nıegas, büyük + katyon , nükleus + kytos) sitoplazması-
nın parçalanması ile kırmızı kemik iliğinden kaynaklanırlar.

Megakaryoblastlar
Megakaıyoblast 15-50 //m çapındadır ve sayısız çekirdekçiği
olan ovoid veya böbrek şeklinde bir çekirdeği bulunur (Şe­
kil 13-15). Çekirdek, trombositler oluşmaya başlamadan ön­
ce büyük ölçüde poliploid hale gelir (yani, normal bir hüc­
renin 30 katı kadar fazla DNA içerir). Bu hücrenin sitoplaz-
ması düzenli ve yoğun olarak bazofiliktir.
Megakaryoblast
Megakaryositler
Megakaryosit (Şekil 13-15’ ten 13-19’ a kadar) düzensiz bo­
ğumlu bir çekirdek, kaba kromatin ve görünür çekirdekçik­
leri bulunmayan dev bir hücredir (35-150 //m çapında). Si-
toplazma sayısız mitokondri, iyi gelişmiş bir kaba endoplaz-
ma retikulumıı ve geniş bir Golgi kompleksi içerir. Trombo-
siılerin, Golgi kompleksinden köken alan, trombosit kay­
naklı büyüme faktörü, fibroblast büyüme faktörü, von \Vil-
lebrand faktörü (trombositlerin endotelyal hücrelere adez-
yonunu artırır) ve trombosit faktör IV (kan pıhtılaşmasını
uyarır) gibi biyolojik olarak aktif maddeler içeren dikkat çe­
kici grandileri bulunmaktadır. Megakaryosİtin olgunlaşması
ile, plazma zarının çok sayıda içe kıvrımları siLoplazmanın
her tarafına dallanarak demarkasyon mem branlarım
oluşturur. Bu sistem trombositleri, dolaşıma atarak döken
megakaryosit sitoplazması alanlarını tanımlar.

|ı KLİNİK BİLGİ

Kan trombositlerinin sayısının azaldığı bir hasta­


lık olan trom b o sito p e n ik purpu ra nın belirli
formlarında trombositler megakaryositlerin sitop-
lazmasına bağlı görünür, ki bu da bu cisimcikle­
rin serbestleşme mekanizmasındaki bir bozuklu­
ğu gösterir. Trombositlerin yaşam döngüsü yak­
laşık olarak 10 gündür. « dr f

Trombositler

Şekil 13-15. Bir kemik iliği yaymasında gösterilen mega­


karyosit seri hücreleri. Megakaryosİtin alt ucunda trombo­
sitlerin oluşumuna dikkat ediniz.
262 / BÖLÜM 13

Şekil 13-16. Megakaryosit geli­


şiminin çeşitli safhalarını, birkaç
yağ hücresini ve kan sinüzoidle-
rini gösteren kemik iliği kesiti (1-
4). PT boyası. Orta büyütme.

Şekil 13-17. Bir erişkin mega-


karyositi ve birkaç tane granülo-
siti, esas olarak birçok azurofilik
granülü olan miyelosit safhasın­
daki nötrofilleri ve az miktarda,
daha az koyu boyanmış özel
granülleri bulunan kemik iliği
kesiti.
KAN YAPIMI (HEMATOPOEZ) / 263

Şekil 13-18. Bir mitotik şekil


içeren eritropoetik hücrelerle
(ok başı) çevrili, mitozdaki (mer­
kez) bir megakaryosit. Ok, çe­
kirdeğini atmakta olan bir eritro­
siti göstermektedir. Giemsa bo­
yası. Büyük büyütme.

Ş ekil 13-19. Bir kırmızı kemik


iliği kesitindeki bir megakaryo­
sit. Bu hücrenin sadece bir çe­
kirdeği vardır. Çekirdeğin küçük
bir kısmı düzensiz şekilli çekir­
dek iki parçaya ayrıldığından
dolayı ayrı görünmektedir. Bu
hücre tipinin karakteristik olan
büyüklüğüne ve granüler sitop-
lazmasına dikkat ediniz. Giem­
sa boyası. Büyük büyütme.
264 / BOLUM 13

Şekil 13-20. Bir megakaryositin, boğumlu çekirdeği (Ç) ve sayısız sitoplazmik granülü gösteren elekt­
ron mikroskop resmi. Demarkasyon membranları tübüler profiller olarak görünmektedir. X 4900. (Jungu-
eira LCU, Salles LMM: Ultra-Estrutura e Funçâo Celular. Edgard Blücher, 1975’ ten izinle kopyalanmıştır.).

KAYNAKLAR

Becker RP, DcBruyn PP: T h e rraıusımıral passage «t blood cells into myeloid Plcischmann RA et al: Totipotent hematopoietic stem cells: normal sell-
sinusoids and the entry of platelets into the sinusoidal circulation. Am renewal and differentiation alter transplantation between mouse fetuses.
J Anat 1 9 7 6 :1 4 5 :1 8 3 . Cell 1 9 8 2 ;3 0 :3 5 1.
Berman I: T h e ultrastructure o f erythroblastic islands and reticular cells in Foucar K: Bone Marrow Pathology. American Society o f Clinical Pathologists
mouse bone marrow. J Ultrastruct Res 1967; 17:291. (ASCP) Press, 1995.
Brazelton T R et al: From marrow to brain: expression o f neuronal phenotypes Krstlc RV: Human Microscopic Anatomy. Springer-Verlag, 1991.
in adult mice. Science 2 0 0 0 ;2 9 0 :1 7 7 5 . Pennington D G : T h e cellular biology o f megakaryocytes. Blood Cells
Chandrasotna P, Taylor C R : Concise Pathology. 3rd ed. Originally published 1 9 7 9 :5 :5 .
by Appleton & Lange. Copyright © 1998 by the M cGraw -H ill C o m ­ Sim m ons PJ et al: T h e mobilization o f primitive hemopoietic progenitors into
panies, Inc. the peripheral blood. Stem Cells 19 9 4 ; 12:187.
Evaıt BL et al: Megakaryocyte Biology anti Precursors: In Vitro Cloning anti Tavassoli M , YofFeyJM : Bone Marrow Structure anti Function. Liss, 1983.
Cellular Properties. Elsevier/North-Holland, 1981. Williams W J et al (editors): Hematology, 5th ed. M cGraw-Hill, 1995.
Bağışıklık Sistemi ve
Lenfoid Organlar
14

Bağışıklık sistemi (imimin sistem) tüm vücuda yayılmış, bi­ relere karşı tepkime verir ve öldürürler. Bağışıklığın bu tü­
rincil işlevi organizmayı mikroorganizmaların ve yabancı ründe başlıca T lenfositler ya da T hücreleri etkindir. Humo­
maddelerin yayılmasından ve zararlı etkilerinden korumak ral (salgısal) bağışıklık, yabancı maddeleri etkisiz hale ge­
olan çeşitli hücre ve yapılardan oluşur. Bağışıklık sistemi tirip ortadan kaldıran, antikor adı verilen dolaşan glikopro-
hücreleri organizmanın kendi makromolekiiilerini (self) ya­ teinlerin varlığıyla ilişkilidir (.Şekil 14-2). Antikorlar, B lenfo­
bancı makromoleküllerden ( n on self) ayırt etme yeteneğine sitler veya bu hücrelerden köken alan plazma hücreleri ta­
sahiptirler ve yabancı maddelerin (bağımsız moleküllerin), rafından üretilirler.
mikroorganizma parçalarının, hatta organizmada gelişen Bağışıklık yanıtı aynı zamanda doğal ve edinilmiş (adap-
kanser hücrelerinin yıkımını ya da etkisizleşmesini ayarlar. tif, kazanılmış) bağışıklık şeklinde ayrılabilir. Doğal bağışık­
Seyrek olarak İmimin sistem kendi organizmasının makro- lık; yanıtı en hızlı, özgül olmayan ve patojen ile daha önce­
moleküllerine karşı tepkime geliştirip otoimmün hastalık­ ki bir temastan bağımsız en basit tepkimedir. Doğal bağışık­
lar' m ortaya çıkmasına neden olabilir. İmmun sistem içinde lık yanıtında görevli başlıca hücreler (Şekil 14-3) fagositler
hem lenf düğümleri, dalak gibi bağımsız yapılar, hem de im­ (makrofaj ve nölrofiller) ve doğal öldürücü (NK) hücrelerdir
imin tepkimelere katılan kan, lenf ve bağ dokularında bulu­ (daha sonra değinilecektir). Bağışıklık sisteminin bir parçası
nan lenfositler, graniilositler ve mononiikleer fagosit sistem olmamalarına karşın, vücut içi boşlukları döşeyen örtü epi-
hücreleri gibi serbest hücreler yer alır. Bağışıklık sisteminin teli hücrelerinin ve derinin oluşturduğu engel, organizmayı
diğer önemli bir bileşeni, sadece lenfoid organlarda değil yabancı molekül ve mikroorganizmaların girişine karşı ko­
deri gibi yabancı antijenlerle yoğun olarak karşılaşan organ­ rur. Edinilmiş bağışıklık daha ilkel olan doğal yanıtın geliş-
larda da bulunan antijen sunucu hücreler’dir. Bağışıklık miş-özgülleşmiş biçimidir. Edinilmiş bağışıklık daha etkin ve
sistemi hücreleri birbirleri ve diğer sistemlerin hücreleriyle, özgül olup bir belleğe sahiptir. Aynı patojenle ikinci kez kar­
esas olarak sitokinler adı verilen sinyal proteinleri aracılı­ şılaşıldığında, birinci saldırıdan daha hızlı ve etkin bir tepki­
ğıyla haberleşirler. me oluşturulur. Edinilmiş bağışıklık tepkimesi, yalnız doğal
bağışıklığın hücrelerini değil antikor yapımını da içerdiğin­
den daha yavaş gelişir,
Lenfoid Organlar
Bağışıklık yanıtında yer alan başlıca yapılar tiımıs, dalak ve İmmünojenler ve Antijenler
lenf düğümü gibi lenfoid organlardır. Esas olarak nodıiler yı­ Bağışıklık sisteminin karşılaştığı yabancı madde immüno-
ğılmayla oluşan ve lenfoid nodiil adı verilen daha küçük jen olarak davranır yani organizmada bir tepkimeye yol
lenfoid doku birikimleri sindirim (tonsiller, Peyer plakları, açar. Yanıt; hücresel, hümoral veya sıklıkla her iki tipi de
apendiks), solunum, üriner ve üreme sistemleri mukozala­ içeren tarzda olabilir. İmmünojenler; bakteri, tümör hücresi
rında mukoza-ilişkili lenfoid dokuyu (MALT) oluşturur. Ge­ gibi bütünlüğünü koruyan hücreler içinde veya protein, po-
niş lenfoid yapı dağılımı ve lenfoid hücrelerin kan, lenf ve lisakkarid, nükleoprotein gibi makromoleküllercle bulunabi­
bağ dokularındaki sabit dolaşımı (resirkülasyonu), immüno- lirler. Daha özgül bir tanımlamayla; bir bağışıklık yanıtı oluş-
kompetan hücreler yardımıyla vücut için etkin bir gözetim turamasa bile, bir antikorla tepkime veren immünojene an­
ve savunma sistemi oluşturur. (Şekil 14-1). tijen (Yunanca; rm//-karşı, + g en in ) denir. Çoğu immünojen
Tüm lenfositler kemik iliğinden köken alırlar; ancak T aynı zamanda antijen olduğu İçin bu kitapta antijen terimi
lenfositler ileri olgunlaşmalarını timusta gerçekleştirirken, B kullanılacaktır. Hümoral bağışıklık yanıtının özgüllüğü, an-
lenfositleri kemik İliğini olgun hücreler olarak terk ederler. tijenik determ inant veya epitop denilen, antijenin küçük
Bu nedenle kemik iliği ve timus birincil (prim er) veya mer­ moleküler parçacıkları tarafından belirlenirken, hücresel ya­
kezi (santral) lenfoid organlar olarak tanımlanırlar. Lenfo­ nıtın özgüllüğü, antijen sunucu hücrelerin zarındaki majör
sitler bu organlardan, kana ve* çoğalıp farklanmalarını ta­ doku uyumu kompleksi (MHC) molekülleriyle ilişkili küçük
mamladıkları periferik lenfoid organlara (dalak, lenf dü­ peptidler tarafından belirlenir. Bakteri hücresi gibi pek çok
ğümü, lenfoid nodiiller, tonsiller, apendiks, ileumun Peyer epitopu olan bir antijen, geniş bir hümoral ve hücresel yanıt
plakları) göç ederler. yelpazesi sergiler.

Bağışıklık Tepkimelerinin Temel Tipleri Antikorlar


Hücresel bağışıklıkta (Şekil 14-2) hücreler mikroorganizma­ Antikorlar veya diğer adlarıyla immünoglobulinler, ya­
lara, yabancı (tümör v e transplantlar) ve virüsle enfekte hüc­ pımlarına neden olan antijenik epitop ile özgül olarak etki-

265
266 / BÖLÜM 14

ile kompleks oluşturarak fagositik hücrelerce tutulmasını


sağlarlar.
Tonsiller
İnsanda beş çeşit immunoglobulin (Tablo 14-1) tanım­
lanmıştır:
İÇ
juguler ven IgG, serum immiinoglobulinlerinin %75’ini oluşturan, en
Subklavyan fazla bulunan sınıftır. Diğer sınıflar için bir örnek oluşturdu­
ven ğundan ayrıntıyla tanımlanacaktır. IgG, disülfid bağlan ve
Kalbin üstündeki
Toraks kovalen olmayan güçlerle birbirine bağlı, eş yapıda 2 hafif
timus
kanalı ve 2 ağır zincir (Şekil 14-4) içerir. Ayrıldıklarında, ağır zincir­
Toraks (göğüs) Aksiller nodes lerin karboksil uçları kolayca kristalize olduklarından Fc
kanalı Dalak
(fragment crystallizable) olarak adlandırılır. Farklı immünog-
Kalın bağırsak lobulinlerin Fc bölgeleri pek çok farklı hücrenin reseptörüy­
le tepkime verir. Dört adet amino ucu (ikisi hafif, ikisi ağır
ince bağırsak Lenf
zincire ait) immiinoglobulinlerin Fab (fragment antigen-bin-
damarları
Büyümüş ding) parçasını oluşturur. Fab parçalarının amino asit diziliş­
inguinal lenf leri değişken olduğundan bağışıklık yanıtının sıradışı özgül­
düğümleri
lüğünden sorumludurlar. IgG, plasenta engelini aşarak fetu-
sun dolaşım sistemine ulaşan ve yenidoğanı enfeksiyonlar­
dan koruyan tek imırıünoglobulindir.
IgA, kanda az miktarda bulunur. Gözyaşı, ağız (kolost-
Lenf damarları rum), tükrük ve burun, bronş, barsak, prostat, vajina salgıla­
rında bulunan ana immiinoglobulindir. Salgılarda, salgısal
(sekretuvar) IgA adında, 2 monomerik IgA molekülünün
protein J adlı bir polipeptid zinciriyle birleşmesi ve diğer
Büyümüş lenf
bir protein olan, salgısal ya da transport parçasıyla bü­
düğümleri (sağ
tünleşmesi ile oluşan bir dimer biçiminde bulunur. Sekretu­
ayak başparmağındaki
enfeksiyon nedeniyle)
var IgA, enzimlere dirençli olması nedeniyle mikroorganiz­
maların vücut sıvılarında çoğalmasını önler. IgA monomerle-
ri ve protein J; sindirim, solunum, üriner yolların mukozala­
rındaki plazma hücrelerince salgılanırken, sekretuvar parça
mukoza epitel hücreleri tarafından sentezlenir.
Yaralı sağ ayak IgM, kan immünoglobulinlerinin %10’unu oluşturur ve
baş parmağı sıklıkla 900kDa ağırlığında bir beşli yapı (pentamer) şeklin­
dedir. IgD ile birlikte B lenfositlerinin yüzeyinde bulunan
Şekil 14-1. Vücutta lenfoid organların ve lenf damarlarının başlıca immiinoglobulindir. Bu iki sınıf immiinoglobulin
dağılımı. Lenfatik sistemin işlevlerine bir örnek olarak, ayak hem hücre zarına bağlı hem de dolaşan formlarda bulunur­
başparmağında oluşan bir bulaşma ve bu bulaşma bölge­ lar. Lenfosit hücre zarına bağlı IgM ve IgD özgül antijenler
sinden gelen lenf sıvısının toplandığı lenf düğümlerini bü­ için reseptör görevi görürler. Bu etkileşimin (zardaki Ig re­
yümesi gösterilmiştir. Bu büyüme esas olarak B lenfositle­ septörlerinin antijenle bağlanmasının) sonucu, B lenfositle­
rin çoğalması ve antikor salgılayan plazma hücrelerine rin çoğalıp, antikor salgılayan plazma hücrelerine farldan-
farklanmasına bağlıdır. Ayak başparmağı kızarık, sıcak, masıdır. Dolaşımdaki IgM aynı zamanda, karaciğer tarafın­
ağrılı ve şiş hale gelir. dan sentezlenen bir grup proteinden oluşan kompleman
sisteminin uyarılmasında da etkilidir.
IgE, sıklıkla monomer şeklinde bulunur. Bu immiinoglo­
leşen dolaşan plazma glikoproteinleridir. Antikorlar, B lenfo­ bulin, mast hücreleri ve bazofillerin hücre zarlarında bulu-
sitlerinin çoğalıp ve farklanmasıyla oluşan plazma hücreleri nan reseptörlere yüksek ilgi gösterir. Plazma hücreleri tara­
tarafından salgılanırlar. Antikorun önemli bir işlevi, tanıdığı fından salgılanmasının hemen ardından, IgE bu hücrelere tu­
epitop ile özgül olarak birleşmesi ve bağışıklık sisteminin di­ tunarak dolaşımdan uzaklaşır. Özgül bir IgE üretimine neden
ğer üyelerine, bunun yok edilmesi gereken bir yabancı iş­ olmuş bir antijen ile yeniden karşılaşıldığında, mast hücresi
galci olduğunu bildirmesidir. Bazı antikorlar, hücreleri bira- veya bazofilin yüzeyinde oluşan antijen-antikor kompleksle­
raya toplama ve çözünmüş antijenleri çöktürme yeteneğine ri; bu hücrelerin histamin, heparin, lökotrienler, anaflaksinin
sahiptirler. Mikroorganizmaların ve zararlı moleküllerin bi­ eozinofil kemotaktik faktörü (ECF-A) gibi biyolojik aktif
rikmesi, işgalciyi odaklayarak fagosite edilmelerini kolaylaş­ maddelerin üretim ve salınmasını uyarır. Bir allerjik tepki­
tırır. İmmünoglobulin-M (IgM) veya G’ye (IgG) bağlı antijen­ me, IgE ve onun üretimini uyaran antijenler (allerjenler) ta­
ler, bir plazma proteini grubu olan kompleman sistemini rafından düzenlenir (bkz. Bölüm 5, mast hücreleri).
uyararak mikroorganizmaların parçalanmasına yol açarlar. IgD'nin özellik ve işlevleri tam olarak anlaşılamamıştır.
Uyarılmış kompleman aynı zamanda bakteri ve diğer yayıl­ Molekül ağırlığı 180 kDa olup kan plazmasındaki immünog-
macıların fagositozunu da uyarır. Nötrofil ve makrofajlar an­ lobulinlerin sadece %0.2’sini oluştur. IgD, IgM ile birlikte, B
tijene bağlı IgG’nin Fc bölgesini tanıyan reseptörlere sahip­ lenfositlerinin hücre zarlarında bulunur ve bu hücrelerin
tirler ve bu nedenle özgül antikorlar antijen ya da yayılmacı farklanmalarında görev alır.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 267

Hümoral Bağışıklık Sistemi Hücresel Bağışıklık Sistemi

Mikroorganizmadaki Uyarılmamış B Virusla enfekte


antijen lenfosit hücre

Şekil 14-2. Hıimoral ve hücresel


bağışıklık yanıtlarının karşılaştır­
ması. Sol: Mikroorganizmadaki an­
tijen, B lenfositlerin yüzeyindeki an­
tikorlarla (reseptörlerle) etkileşerek
onları uyarır. Bu uyarılmış B hücre­
leri çoğalıp farklanır ve bellek hüc­
releri ile mikroorganizmayı nötrali­
ze eden antikorları salgılayan plaz­
ma hücrelerini oluşturur. Sağ: Sito-
toksik T lenfositler, viral antijenleri
yüzeyindeki MHC-I molekülleri ile
oluşturduğu karmaşık yapılar ara­
cılığıyla sunan virüsle bulaşık hüc­
reler ile temas edince uyarılır. Bu
uyarı bellek T hücreleri ve bulaşmış
hücreyi parçalayan sitotoksik T len­
fositlerin gelişimiyle sonuçlanır.

B ve T Lenfositler yapılara kanla taşınırlar. B hücreleri, her biri özgül antijenler


için reseptör işlevi gören 150.000 IgM molekülüyle donatıl­
Farklarıma yerleri ve hücre zarlarındaki ayırt edici reseptör­
lerin varlığıyla, lenfositler 2 ana sınıfa ve çeşitli alt sınıflara mıştır ve dolaşımdaki lenfositlerin %5-10’unu oluştururlar.
(Tablo 14-2, Şekil 14-5, Şekil 14-6) ayrılırlar. Bu reseptörler; Bazı uyarılmış B hücreleri, plazma hücrelerine dönüşmek
B lenfositlerinde immünoglobulinler, T lenfositlerinde ise T yerine, aynı antijene ikinci kez maruz kalma durumunda
hücre reseptörleri (TCR) adı verilen özel moleküllerdir. B hızlı tepkime veren bellek B hücrelerine (B memory7) fark-
lenfositler kemik iliğinden köken alarak orada olgunlaşırlar lanırlar.
ve uyarılınca çoğalıp antikor salgılayan plazma hücreleri­ T hücreleri kan lenfositlerinin %65-75’ini oluştururlar.
ne farklanmak üzere yerleştikleri ikincil (sekonder) lenfoid Kemik iliğinden köken alarak çoğaldıkları timusa göç eder-
268 / BÖLÜM 14

Doğal Bağışıklığa Katılan Hücre Grupları

L ö k o s itle r
____ A____________________________
M ast h ü c re le ri A g ra n ü lo s itle r

NK (doğal
Monosit Makrofaj
öldürücü) hücre

Şekil 14.3. Doğal bağışıklığa katılan başlıca hücre grupları. Mast hücrelerinin granüllerini boşaltması, yangıyı uyaran ara­
cıların serbestleşmesini sağlar (bkz. Bölüm.5). Nötrofiller başlıca bakterileri fagosite edip ortadan kaldırarak etkili olurlar.
Eozinofiller allerjik olaylara ve parazit (kurtçuk) enfestasyonları ile savaşıma katılırlar.

*
Ier ve kan yoluyla diğer lenfoid dokulara taşınırlar. T hücre­
lerinin; yardımcı (helper), sitotoksik (cytotoxic) ve bellek k l in ik b il g i
( memory) T hücreleri olmak üzere üç ana alt grubu vardır.
Yardımcı 'I' hücreleri, B hücrelerinin plazma hücrelerine
AIDS olarak bilinen im m ün yetmezlik send romu­
kırklanmalarını uyarırlar. Sitotoksik T hücreleri, yabancı ve
na yol açan retrovirüs (HI V: human immunodefi­
virüs ile enfekte hücrelere karşı 2 yolla savaşırlar. Birincisin­
ciency virus), yardımcı T lenfositlerin ölümüne
de, perforin adı verilen proteinler üretip, hedef hücre za­
neden olur. Bu virüsle bulaşmış hastaların bağı­
rında delikler oluşturarak hedef hücrenin parçalanmasına
yol açarlar. İkincisinde ise, programlanmış hücre ölümünü
şıklık sistemi bu nedenle zayıfladığından, bu
ya da apoptozisi (bkz. Bölüm 3) başlatan bazı genleri uya­
hastalar, sağlıklı insanlarda bulaş oluşturmayan
rarak hedef hücreyi öldürürler. Bellek T hücreleri, yeniden mikroorganizmaların yol açtığı fırsatçı infeksi-
karşılaşılan antijenlere (patojenlere) hızlı bir yanıt vererek si­ yonlara karşı duyarlı hale gelirler.
totoksik T hücrelerinin oluşumunu uyarırlar.

Tablo 14-1. Antikorların sınıflandırılm asının özeti

igG igM IgA igD igE

V/
ı uu v ^4
4 v/
/ v
vt 4 ,5=
TT

t r
Yapı Monomer Pentamer Salgılayıcı parçayla Monomer Monomer
bağlı

Serumdaki antikor %80 %5-10 %10-15 %0.2 %0.002


yüzdesi

Bulunma yeri Kan, lenf, B lenfositlerin Lamina propriyadaki Yalnızca B Mast hücreleri
bağırsak yüzeyi (monomer B lenfositler tarafından hücrelerinin ve bazofillerin
lümeni olarak) üretilir ve salgılarda yüzeyinde yüzeyine bağlı
(tükrük, süt, gözyaşı vb.) bulunur olarak bulunur
dimer olarak bulunur

Bilinen işlevleri Fagositozu uyarır, Bağışıklık yanıtının Proteolize dirençli B hücre aktivas- Allerji ve parazit
antijenleri nötralize ilk döneminde olduğundan mukozal yonunu uyaran kurtçuklarının
eder, yenidoğanı salgılanan antikordur yüzeyleri korur antijenler için öldürülmesine
korur reseptör işlevi katılır
görür
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 269

Antijen bağlama jenlerden (virüs, bazı bakteri ve protozoalar) kaynaklanan


bölgeleri proteinler, sınıf I majör doku uyumu kompleksi molekülleri
ile birleşmek üzere endopkızma retikulumunun sisternaları-
na taşınacak küçük peptidlere (8-11 amino asit) kadar pro-
teazomlarda (Bölüm 2 de tanımlanan multikatalitik proteaz-
lar) parçalanırlar (Şekil 14-7). Daha sonra, hem sınıf I hem
de sınıf II kompleksler, T lenfositleri tarafından tanınacakla­
rı hücre zarına taşınırlar. CD4+ T hücreleri sınıf II molekülü-
peptid kompleksi ile, CD8+ T hücreleri ise sınıf I molekiilü-
peptid kompleksi ile etkileşirler. CD4 (yardımcı) ve CD8 (si-
totoksik), bazı T hücrelerinde bulunarak bu T hücre tipleri­
nin tanımlanmalarını sağlayan yüzey protein mollekiileridir.

Dendritik Hücreler
Zar reseptörüne bağlanma bölgesi Dendritik hücreler bulundukları yere göre farklı isimler
alırlar. Pek çok organın aradokusunda, lenfoid organların T
Şekil 14-4. Antikor molekülünün şematik yapısı. Molekülün hücre bölgelerinde ve Langerhans hücreleri adıyla epider-
antijeni bağlayan değişken bölümleri hafif zincir ve ağır zin­ miste bulunurlar. Dendritik hücre öncülleri, olgunlaşmamış
cirin bir bölümünden oluşmuş olup NH2 ucuna yakın yerleş­ dendritik hücreler olarak yerleştikleri lenfoid ve lenfoid ol­
miştir. Karboksil ucu ise hücre yüzey reseptörleri ile bağla­ mayan organlara kan yoluyla ulaşırlar. Bu hücreler, antijen­
nabilen bölümdür. leri yakalama ve işleme yeteneklerinin yüksek olmasıyla ta­
nınırlar. Yangı, dendritik hücrelerin, kemik iliğinden kan ve­
B ve T hücrelerinin lenfoid sistemde eşit olarak dağılma­ ya lenf yoluyla T hücre bölgelerine yerleştikleri periferik
mışlardır (Tablo 14-3) ve timus dışında kalan lenfoid yapı­ lenfoid organlara göç etmelerini uyarır. Dendritik hücreler
larda özel bölgelerde yerleşmişlerdir. B ve T hücreleri, ışık bu yolla, periferik dokularda yakalamış oldukları antijenleri
ve elektron mikroskobu düzeylerinde morfolojik olarak bir­ T hücrelerine sunarlar. Dendritik hücrelerin antijenin yaka­
birlerinden ayırt edilememelerine karşın immiinositokimya- landığı bölgeye çekilme ve buradan periferik organlara ta­
sal yöntemlerle tanımlanabilirler. Alt gruplarının tespit ve ta­ şınma yeteneği bu hücrelerin temel bir işlevsel niteliğidir.
nımlanmalarını sağlayan farklı yüzey proteinleri (işaretleyici­ Örneğin, deri yoluyla organizmaya giren antijenler, Langer-
leri) taşırlar. Antijen ile uyarılma sonucunda, B ve T hücre­ hans hücreleri tarafından yakalanır ve lenf damarlarıyla ba­
leri, klon seçimi ve genişlemesi adı verilen bir dizi mitoz bö­ ğışıklık tepkimesinin gerçekleştiği uydu (satellit) lenf dü­
lünme geçirerek çoğalırlar. ğümlerine taşınırlar. Diğer organlardaki dendritik hücreler
B ve T hücrelerine ek olarak, tipik B ve T hücre işaret­ de antijenleri yakalayıp kan yoluyla dalağa taşıyabilirler.
leyicilerini taşımayan doğal öldürücü hücre (natural killer
cell, NK) adı verilen lenfositler vardır. Dolaşan kandaki len­
fositlerin %10-15’ini doğal öldürücü hücreler oluştururlar. Tablo 14-2. Lenfosit alt grupları ve başlıca işlevleri
Daha önceden bir karşılaşma ve uyarılma olmadan virüs ile
Tip Başlıca İşlevi
bulaşmış hücrelere ve kanser hücrelerine saldırdıkları için
doğal öldürücü hücre adını almışlardır. B lenfosit Hücre zarında yerleşmiş reseptörleri (IgM) vardır.
Özgül antijenlerle uyarıldıklarında mitozla çoğalıp
büyük miktarlarda antikor sentezleyen plazma
Antijen Sunucu Hücreler hücrelerine farklanırlar
Antijen sunucu hücreler (APC) dokuların çoğunda bulu­
Bellek Aynı antijenle tekrar karşılaşıldığında hızlı ve
nurlar. Kemik iliğinden köken alarak; dendritik hücreler, B hücresi daha güçlü bir yanıt geliştiren uyarılmış B
makrofajlar, derinin Langerhans hücreleri ve B lenfositleri içe­ hücreleridir.
ren heterojen bir hücre popülasyonu oluştururlar. Proteinler,
Sitotoksik T hücre reseptörü (TCR) taşır. Diğer hücrelerin
antijen işleme adı verilen bir süreçle küçük peptidlere par­
T lenfosit zarında MHC-I ile sunulmuş antijenleri tanımak
çalanır ve majör doku uyumu kompleksine (MHC) bağlanır­ üzere özelleşmişlerdir. Yabancı, virusla enfekte
lar. Antijen sunucu hücreler, sınıf II majör doku uyumu mo­ ve tümör hücrelerini öldürmek üzere perforinler
leküllerini (MHC-1I) taşımaları ile karakterizedirler. Sadece ve diğer proteinleri üretir.
antijen sunucu hücrelere özel olmayan antijen işleme, T hüc­
Yardımcı T hücre reseptörü (TCR) taşır. Diğer B ve T
relerinin uyarılabilmesi için bir ön gereksinimdir, çünkü bu T lenfosit hücrelerini uyararak işlevlerini düzenler
hücreler organizmanın kendine ait proteinler ve diğer antijen­
lere karşı henüz kördür. T hücreleri sadece majör doku uyu­ Bellek T hücre reseptörü (TCR) taşır. Aynı antijenle
T hücresi tekrar karşılaşıldığında hızlı ve daha güçlü bir
mu molekülleri ile birlikte peptidleri tanıyabilirlerken, B hüc­
yanıt geliştiren hücrelerdir.
releri doğrudan protein, peptid, lipid, polisakkaridler ve pek
çok küçük molekülü tanıyarak bunlara karşı tepkime verirler. NK hücresi T hücre reseptörü yoktur. Daha önceki bir uyarı­
Endositoz ile alınmış yabancı proteinler (Şekil 14-7) en- ya gerek olmaksızın virusa bulaşmış hücreler ya da
kanser hücrelerine saldırır. TCR: T cell receptor,
dozom-lizozom sisteminde sindirilir ve açığa çıkan küçük
peptidler (10-30 amino asit) sınıf il majör doku uyumu *T hücre reseptörü; MHC-I: Major histocompatibility complex- Class-I,
kompleksi ile birleşirler. Enfekte hücrelerde yaşayan pato­ Sınıf-I major doku uyumu kompleksi; NK: Natural killer; doğal öldürücü
270 / BÖLÜM 14

K a n d a k i a n a le n fo s it tü rle rin in köken i v e


b a ğ ış ık lık y a n ıtla rın d a k i b a ş lıc a işlevleri

Olgunlaşmamış lenfoid hücre

K em ik iliği

Doğal öldürücü
B lenfosit T lenfosit
hücre (NK)

Şekil 14-5. Lenfositlerin başlıca gruplarının


kökeni, gelişmesi ve etkinlikleri. Dolaşımda­
ki NK hücrelerinin kemik iliğinden köken al­
dıklarına ve enfekte hücreleri öldürerek do­
S ı >'—
O '*o„*or ı ,v — / *
o„‘ o r '
ğal bağışıklıkta rol oynadıklarına dikkat edi­
'- . - f ”*0 ; , - ' '- / 'P -0°,-' niz. Olgunlaşmamış T hücreleri gelişmelerini

XY Bulaşmış hücrenin Bulaşmış hücrenin


parçalanması parçalanması
tamamlamak üzere kemik iliğinden kan yo­
luyla timusa taşınırlar. B lenfositler ise lenf
düğümleri ve dalak gibi sekonder lenfoid or­
İmmün kompleks Fagositoz Edinilmiş Doğal ganlara yerleşmek üzere kemik iliğini olgun­
ve antijen Bağışıklık Bağışıklık
laşmış olarak terkederler.

Lenf düğümü, dalak ve diğer lenfoid dokularda follikü- human leukocyte antigen) olarak da anılırlar. Bu moleküller
ler dendritik hücreler denilen benzer morfolojik fakat 2 sınıftır (Şekil 14-8); majör doku uyumu kompleksi I (MHC-
farklı işlevsel özellikleri olan hücreler de bulunur. Folikiiler I) tüm hücrelerde bulunurken, majör doku uyumu komplek­
dendritik hücreler kemik iliği kökenli değildir ve antijenleri si II (MHC-II) daha kısıtlı bir dağılımla sadece antijen sunu­
endositozla alıp işleme yetenekleri yoktur. Ancak antikorlar­ cu hücrelerde bulunur. Majör doku uyumu kompleksi mole­
la karmaşık yapılar oluşturmuş antijenleri yakalama yetenek­ külleri, T hücreleri tarafından tanınmak üzere majör doku
leri çok fazladır. Bu antijenleri hücre zarlarında uzun süre uyumu molekülü-işlenmiş antijen kompleksini hücre zarına
tutarak, B hücreleri tarafından tanınmalarını ve bağışıklık yerleştiren hücreiçi bir sistem oluşturur. B lenfositleri serbest
belleğinin devamlılığını sağlarlar. antijenler tarafından direkt olarak uyarılırlar. Bu lenfositler
işlevlerini yerine getirmek için majör doku uyumu komp­
Majör Doku Uyumu Kompleksi lekslerinin yardımına gereksinim duymazlar. Majör doku
Bağışıklık sistemi kendine ait veya yabancı olanların ayrımı­ uyumu kompleksi molekülleri, yapısı bireye özgü bazı gen­
nı hücre yüzeylerindeki majör doku uyumu kompleksi lerin ekspresyonu ile sentezlenir. Aynı molekülleri taşıma­
(MHC) moleküllerinin varlığı ile gerçekleştirir. İlk olarak lö- yan bireyler arasında yapılan doku veya organ transplantla-
kositlerde saptandıkları için insan lökosit antijenleri (HLA: rının atılımı (rejeksiyonu) bu nedenledir.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 271

i Plazma I Bellek B
| hücreleri | lenfosit
* ^ Antikorlar
•<V" 4y4
Şekil 14-6. Bir yardımcı T lenfosit, makrofaj zarında sunulan işlenmiş bir antijenle etkileştiğinde uyarılır. Uyarılmış T len­
fosit, B lenfositlerin aktivasyonunu, çoğalmasını ve farklanmasını sağlayan interlökinleri salgılar. Sonuçta bellek B hücre­
leri ve antikor üreten plazma hücreleri oluşur.

Diğer bütünleyici zar proteinleri gibi, majör doku uyumu ORGAN TRANSPLANTASYONU
kompleksi I ve II proteinleri de poliribozomlarda sentezlen-
Transplant (aktarım) edilen doku veya organ bireyin kendi­
dikten sonra granüllü endoplazma retikulumuna tasşınırlar.
sinden alındığında otograft, tek yumurta ikizinden alındı­
Zincirler tamamlandıktan sonra, karboksii uçlan retikulu- ğında izograft, aynı türden alındığında homograft, farklı
mun zarına gömülü kalacak şekilde granüllü endoplazma bir türden alındığında ise heterograft olarak sınıflandırılır.
retikulumu sisternalarına sarkarlar (Şekil 14-7). Bundan son­ Organizma etkili kanlanma sağlandığı sürece otograft ve
ra, 2 sınıfın majör doku uyumu kompleksi proteinleri hücre izograftlan kabul eder. Transplant edilen hücreler, alıcının
zarına ulaşmak üzere farklı yollar izlerler. En önemli fark, hücreleri ile genetik olarak aynı oldukları ve yüzeylerinde
majör doku uyumu kompleksi I proteinlerinin endozom-li- aynı majör doku uyumu kompleksi moleküllerini taşıdıkları
zozom sisteminden geçmemesi, majör doku uyumu komp­ için bu vakalarda atılım (rejeksiyon, doku reddi) olmaz. Or­
leksi II proteinlerinin ise bu yola girerek işlenmiş antijenler­ ganizma, transplant edilmiş hücreleri kendinin olarak tanır
le kompleks yapabilmeleridir (Şekil 14-7). Majör doku uyu­ ve hücresel veya hümoral bir tepkime geliştirmez.
mu kompleksi I proteinlerini içeren veziküllere proteazom- Homograft ve heterografdarda ise, alıcıya yabancı olan
larda işlenmiş polipeptidler eklenebilirler ve bu veziküller majör doku uyumu kompleksi I molekülleri taşıyan hücreler
işlenmiş antijenlerini sunmak üzere hücre zarına katılırlar. vardır ve durumlarına uygun tanımlama ve işleme tabi tutu­
lurlar. Transplant atılımı esas olarak, transplanta giren ve
transplant hücrelerini ortadan ktflciıran doğal öldürücü hüc­
Tablo 14-3. Lenfositlerin lenfoid organlar ve kandaki yaklaşık reler ve sitotoksik T lenfositlerinin aktivitelerine bağlıdır.
oranları.

Lenfoid Organ T Lenfosit B Lenfosit


Sitokinler
%'si %’si Bağışıklık sisteminin karmaşık işlevleri, sitokinler adı veri­
len, düşük molekül ağırlıklı (8 ve 80kDa ağırlığında) çok sa­
Timus 100 0
yıda peptid ve glikoprotein ile hassas bir biçimde düzenle­
Kemik iliği 10 90 nir. Sitokinler hem hücresel (Şekil 14-9) hem de hümoral
Dalak 45 55 mekanizmaları etkilerler. Sitokinler sadece bağışıklık sistemi
hücrelerine değil, sinir sistemi ve endokrin sistem hücreleri
Lenf düğümleri 60 40
gibi kendileri için reseptör taşıyan pek çok hücre üzerine et­
Kan 80 20 ki ederler. Başta makrofajlar ve lökositler bağışıklık sistemi
272 / BÖLÜM 14

MHC-I ve hücreiçi kökenli MHC-II ve dış kaynaklı


antijen yapılarının antijen yapıların hücre
hücre yüzeyinde sunulması yüzeyinde sunulması

Şekil 14-7. Solda: Konakçı hücrelere bulaşan mikroorga­


nizmaların (viruslar, bazı bakteriler, bazı protozoa) işlendi­
ği ve Golgi kökenli keseciklerde MHC-l'e bağlandığı ve
kompleksler olarak hücre yüzeyinde sunulduğu olaylar di­
zisi. (1) Hücre içine girmiş parazitlerden türemiş proteinler
proteazomlarda parçalanır ve orada sentezlenen MHC-I ile
bağlanmak üzere granüllü endoplazma retikulumuna taşı­
nır. (2) MHC-I kompleksi (Ş MHC-I ve antijen) Golgi bölge­
sine taşınır. (3) Golgi kesecikleri, sitoplazmik mikroorganiz­
ma (^) kökenli antijen (°) ile MHC-l’in oluşturduğu komp-
lekslerii, lenfositlere sunulmak üzere hücre zarına taşır.
S a ğ d a : Fagositozla hücre içine alınmış ve endozom-lizo-
zom sisteminde işlenmiş antijenlerin hücre zarında sunul­
ması. Bu yolla antijenler MHC-II ile kompleksler oluşturur.
( 1) MHC-II (Ijf) ve Li { 1 , sabit zincir) proteinlerinin sentez­
leri ve birbirlerine bağlanmaları (Ş) gerçekleşir. (2) MHC-II
ve Li proteinlerinin Golgi'ye taşınması Golgi keseciklerinin
oluşmasını sağlar. (3) Golgi keseciğinin lizozomlarla birleş­
mesi, Li proteininin MHC-ll’den ayrılmasını sağlar. Bu ay­
rılma daha önceden işlenmiş antijenlerin MHC-Il’nin resep­
tör bölgesine bağlanmasına olanak verir. (4) MHC-II anti­
jen kompleksi T lenfositlere sunulmak ve onları aktive et­
mek üzere hücre zarına taşınır, (a ) Mikroorganizmaların
endositozu birfagozom oluşturur, (b) Golgi kaynaklı lizozo-
mal enzimlerin fagozoma taşınması bir sindirim keseciğinin
(sekonder lizozomun) gelişmesiyle sonuçlanır, (c) işlenmiş
antijen Golgi keseciğiyle kaynaşır.

hücreleri olmak üzere endoiel hücreleri ve fibroblastlar gibi


Antijen Bağlayıcı diğer hücre tipleri tarafından da sentezlenebilirler. Lökosit-
Bölge lerle etkileşen sitokinlere interlökinler (Tablo 14-4) denir.
Bunlar lökositleri uyararak çoğalma ve farklanmalarınt sağ­
larlar. Lenfokin terimi lenfositler tarafından üretilen sitokin-
leri ifade eder. Monosit ve makrofajlar tarafından üretilen si-
tokinler monokin olarak anılırlar. Çoğul etkileri olan pek
çok sitokin tanımlanmıştır. Bu hücreler arası sinyal molekül­
leri, sadece lokal ve sistemik bağışıklık yanıtlarını değil; yan­
gı, yara iyileşmesi, hematopoez gibi diğer biyolojik süreçle­
ri de düzenlerler.
Sitokinler otokrin düzenekle kendilerini üretmiş olan
hücreler üzerinde, parakrin düzenekle kısa mesafedeki hüc­
reler üzerinde ve endokrin düzenekle de uzaktaki hücreler
üzerinde etki gösterirler (Şekil 14-9).
Kemotaksinler ya da kemokinler, lökositleri yangı
COOH COOH
bölgesine çekmek üzere uyaran sitokinlerdir.
MHC-I MHC-II İnterferonlar, virüs ile bulaşmış herhangi bir hücre ta­
rafından üretilen glikoprotein yapısındaki sitokinlerdir. İn­
Şekil 14-8. İki tür MHC molekülünün şematik görünümü. terferonlar komşu makrofaj, fibroblast ve lenfositlerin resep­
MHC-I molekülünün tek bir transmembran zinciri bulundu­ törleri ile tepkimeye girerek virus çoğalmasını engelleyen
ğuna dikkat ediniz. maddeler üretmelerini sağlarlar.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 273

tünleştirmesinden gelmektedir.
Sitokinlerin Bağışıklık Sistemi Hücrelerine Etkileri İki yolla başlatılalabilen kompleman sistemi uyarılma sü­
reci, başlangıç parçası yapısının değiştirilerek, tepkimenin
Otokrin etki Parakrin etki diğer bileşenlere ilerleyici olarak aktarılmasıyla işleyen bir
olaylar dizisi biçiminde gerçekleşir (Şekil 14-12).
Uyarılmış tamamlayıcı sisteminin önemli bir özelliği,
makrofajlar üzerinde reseptörleri bulunan molekülleri bakte­
rilerin yüzeyine bağlamasıdır. Bu olay, işgalci bakterilerin fa­
gositozunu ve yok edilmelerini kolaylaştırır. Bakteriyi, mak-
rofaja daha kolay tutunmak üzere hazırlayan bu işleme op-
sonizasyon denir (Şekil 14-11). Kompleman sisteminin di­
ğer bir görevi, bakteri hücre zarına hasar veren bir komp­
leks üretmesidir (Şekil 14-12).

Bağışıklık Sistemi Hastalıkları


Bağışıklık sistemi, pek çok hücre tipi ve sinyal molekülünü
İçeren, çok yaygın ve karmaşık düzeneklerle işler. Bu, ta­
nımlanmış bağışıklık sistemi hastalıklarının çeşitliliğini açık­
M akro fa j lar. Bu hastalıklar 3 tip olarak sınıflandırılabilirler:
1. Hastalık, bazı antijenlerin etkilerinin nötralize edilmeye
Şekil 14-9. S İto k in e tk ile rin d e n ik is i (o to k rin v e p a ra k rin ).
çalışıldıkları esnada meydana gelen anormal ve şiddetli
S ito k in le r a y n ı z a m a n d a u z a k ta k i h ü c re le r ü z e rin d e d e e t­
tepkimenin sonucunda ortaya çıkabilir. Bu abartılmış da­
kili o lu rla r (e n d o k rin e tk i)
yanıksızlık, değişik aUerjik tepkimelere yol açar.
2. Kompleman sistemi parçalarında veya makrofaj ve nöt-
rofillerin fagositoz yeteneklerinde bozukluk, B ve T len­
Tümör nekroz faktörü (Şekil 14-10) denilen sitokin, fositlerindeki anormallikler, antijenlere karşı olan tepki­
çoğu kez lokal ve genel etkilere sahiptir. Bu etken; adezyon menin baskılandığı, immün yetmezlik denilen patolo­
moleküllerinin, makrofajlar tarafından kemokin salgılanma­ jiye yol açarlar.
sını, hedef hücrelerin apoptozisini uyarır ve ateş gibi siste- 3- Organizmada kendi antijenlerine saldıran T lenfositleri­
mik etkilere yol açar. nin bulunması otoimmün hastalıklara yol açar. Bu du­
rumda, organizmanın kendisi tarafından üretilen T lenfo­
Kompleman Sistemi sitleri dokuları etkiler hatta yok eder.

Kompleman sistemi; esas olarak karaciğer tarafından sentez-


TİÜV3US
lenen, herbiri bir C harfi ve takip eden bir sayı ile tanımlan­
mış, ortalama 20 adet proteinin oluşturduğu bir havuzdur. Timus, gelişiminin üst sınırına gençlik çağlarında erişen, me-
Adı, bu sistemin, bazı bağışıklık işlevlerini tamamlayarak bü­ diastinumda yerleşmiş bir lenfoepiteliyal organdır.

Tablo 14-4. İnterlökinler

Kökenleri Bazı İşlevleri


IL-1* Makrofajlar, keratinositler, vb Yangı öncesi endojen pirojen; fibroblastların, granülositlerin, osteoklastların
etkinliği; T lenfositlerin uyarılara karşı yanıt verebilmesini sağlar
IL-2 T lenfositler T, B ve doğal öldürücü lenfositlerin çoğalması
IL-3 T lenfositler Erken hematopoietik hücrelerin çoğalması (muiti-CSF)*
IL-4 T lenfositler, mast hücreleri B-Ienfositlere !gG1 ve IgE izotiplerini sentezlemeleri emri verir
IL-5 T lenfositler, mast hücreleri, olasılıkla Eozinofil çoğalması ve farklılaşması; IgA üretimi
B lenfositler
IL-6 Makrofajlar, T lenfositler, fibroblastlar Yangı öncesi sitokin; B-lenfosit farklılaşması; timosit büyümesi
IL-7 Kemik iliği stroması B lenfosit farklanması ve olgunlaşması
IL-8 Keratinositler, fibroblastlar,monositter Nötrofil kemotaksisi ve aktivasyonu
IL-9 T lenfositler T lenfositler, timositler, mast hücrelerinin çoğalması;
IL-10 T lenfositler, mast hücreleri, Değişik hücrelerde sitokin sentezinin baskılanması; mast hücresi çoğalması
olasılıkla B lenfositler
‘ İL: İnterlökin; *CSF= Koloni-uyarıcı faktör (colony-stimulating factor)
274 / BO LU M U

Tüm ör Nekroz Faktörleri

Makrofaj Yardımcı T
lenfosit

I C^ V /
I

Şekil 14-10. Makrofajlar ve yardımcı T hücreleri tarafından


salınan ve tümör hücrelerini öldüren iki tümör nekrozis faktö-
Tümör hücresi parçalanması Tümör hücresi parçalanması rünün etkileri

Organizmayı korumak üzere antikorlar ve


komplemanın antijenlere bağlanması

Şekil 14-11. Antijenleri etkisizleştirerek organizmayı koruyan mekanizmalardan bir kaçının şematik
olarak görünümü. ( 1) Agglütinasyon: Serbest antijenlerin miktarını azaltmak üzere antikorların anti­
jenlerle bağlanarak kümeler oluşturmaları; (2) Opsonizasyon: antikorların mikroorganizmalara bağ­
lanarak fagositozlarını uyarması; (3) Nötralizasyon: Antikorların mikroorganizmalara bağlanarak
hücrelere tutunmalarını engellemeleri ve toksinlerin durdurulması; (4) hücreler tarafından yönlendi­
rilen sitotoksisite: kurtçukların yüzeyine bağlanmış antikorların bağışıklık sistemi hücrelerini (makro­
fajlar ve eozinofiller) uyarması ve bunların parazitin yüzeyine saldıran kimyasal maddeler üretmesi­
ni sağlaması; (5) kompleman canlandırması: kompleman sisteminin başlangıç proteinlerine antikor­
ların bağlanarak sistemi etkinleştirmesi ve hedef hücrelerin parçalanması.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 275

Kompleman sistemi
Klasik yolak Alternatif yolak

Kompleman aktivasyonu

Opsonizasyon 0

J o
m m 0 o
o

Bakterinin
parçalanması O

Şekil 14-12. Kompleman etkinleştirilmesinin iki yolağı. Seçenekli yolakta, mikroorganizmalar doğrudan C3 bileşeni üze­
rinden etkinleşme ve dizi tepki başlatır. C3 etkileşimi, mast hücrelerinin salgılarını boşaltmasına ve yangıyı yönlendiren
mediyatörlerin serbestleşmesine neden olur. C3 etkileşimi ile mikroorganizma yüzeyine moleküller tutunur ve bu opsoni­
zasyon adı verilen, mikroorganizmaların fagositozunu hızlandıran bir süreci başlatır. C5 etkileşimi ise nötrofillerin (bakte­
ri öldüren lökositlerin) enflamasyon bölgesine göçünü (kemotaksis) uyarır. C6-C9 kompleksinin etkileşimi ise bakteri par­
çalanmasını gerçekleştirir. Etkileşim yolak doğal bağışığın bir bileşenidir, zira etkinleştirme için mikroorganizmanın yalnız­
ca varlığı yeterlidir. Klasik yolak ise edinilmiş bağışıklık yoluyla etkinleşir, zira mikroorganizmadaki antijene bağlanan da­
ha önceden sentezlenmiş bir antikorun varlığına gereksinim gösterir. C3’ten sonraki basamaklarda her iki yolağın oluştur­
duğu etki ortaktır. Kompleman sisteminin etkileşimi bakterilerin ölümüne ve enflamasyon gelişmesine yol açan bir kaç çe­
şit süreci harekete geçirir. Bunların başlıcaları: (1) Mast hücrelerinin salgılarını boşaltmasıyla yangının yönlendirilmesi; (2)
Nötrofillerin yangı bölgesine göçünün uyarılması (kemotaksis); (3) bakterilerin fagositoza daha duyarlı hedefler haline ge­
tirilmesi (opsonizasyon); (4) bakteri duvarlarında hasar oluşturulması (lizis)’dır.

Timus haricindeki lenfoid organlar mezenkimclen (m e­ te) hücrelerdir. Sıklıkla, benzer komşu hücrelerle desmo-
zoderm) köken alırlarken, timusun çift embriyonel kökeni zomiarla bağlanmışlardır (Şekil 14-15). Sitoplazmalarındaki
vardır. Üçüncü ve 4. yutak ceplerinin endoderminden kay­ intermediyer keratin filaman demetleri (tonofibriller) epitel
naklanan timusun lenfositleri bir epiteliyal taslağa yayılan kökenli olduklarının kanıtıdır.
mezenkimal hücrelerden köken alır. Bazı araştırıcılar, epiteliyal retikiiler hücreleri yerleşim ve
Timus, parankima içine dalan ve onu lobüllere bölen bağ yapılarına göre tiplere ayırmışlardır. Epiteliyal retikiiler hüc­
dokusundan bir kapsüle sahiptir (Şekil 14-13). Her lobiil; relerin her tipinin işlevi heniiz tanı olarak anlaşılamamıştır.
korteks adı verilen periferik, koyu renkli bir bölge ve me­ Lenfositler kortekste çoğaldıklarından, bu bölgede çok
dulla adı verilen merkezi, açık renkli bir bölgeye sahiptir. sayıda olgunlaşmamış T lenfosit oluşur ve toplanır. Bu len­
Kortekste (Şekil 14-14); yoğun bir T lenfosit popiilasyo- fositlerin pek çoğu apoptozis ile kortekste ölüp makrofajlar
nu, aralarında epiteliyal retikiiler hücreler ve az sayıda mak- tarafından ortadan kaldırılmalarına karşın, az bir kısmı me-
rofaj vardır. Korteks, küçük lenfositlerden zengin olduğu dullaya göç ederek ve venül duvarlarından kan akımına gi­
için medulladan daha koyu boyanır. Epiteliyal retikiiler hüc­ rerler. Bu hücreler timus dışındaki lenfoid yapılara göç ede­
reler, açık renkli oval çekirdekleri olan yıldız biçimli (stella­ rek özel bölgelerde T lenfositler olarak yerleşirler.
276 / BOLUM 14

Şekil 14-13. Lobülleri göste­


ren bir timus kesitinin mikros­
kop fotoğrafı. Lobüllerden iki­
sinde koyu renkli kortikal ve
daha açık renkli medüller böl­
geler görülmektedir. Sol üst
köşede bağ dokusu kapsülü
içinde kan damarları vardır.
Pararozanilin- toluidin mavisi
(PT) boyası. Küçük büyütme.

Medulla (Şekil 14-16), bu bölgeye özgü olan Hassall ci­ teriyoller parankime dalmak üzere korteks-medulla sınırı
simcikleri (korpüskülleri) içerir (Şekil 14-17). Bu yapılar; boyunca bölmeleri terk eder. Bu arteriyoller kortekse, yay
halkasal tarzda düzenlenmiş, yassılaşmış epiteliyal retiküler şeklinde bir yol izleyen kapiller dallar verir, daha sonra me-
hücrelerin keratin filamanları ile dolması, dejenere ve bazen dullaya ulaşarak venüllere dökülürler. Medulla, korteks-me­
de kalsifiye olmasıyla oluşmuştur. İşlevleri bilinmemektedir. dulla sınırındaki arteriyollerin kapiller dallarıyla beslenir.
Medulla korteksle aynı hücre popülasyonlarını barındırmak­ Medullanın kapillerleri de, korteksten dönen kapillerlerin
la birlikte daha fazla epiteliyal retiküler hücre içerir. açıldığı venüllere dökülürler.
Timus kapillerlerinin penceresiz bir endoteli ve çok ka­
Damarlarıma lın bir bazal laminası vardır. Bu kapillerler özellikle protein­
Timusun arterleri organa kapsülden (Şekil 14-18) girer, bağ lere karşı geçirgen değildir ve dolaşan antijenlerin, T lenfo­
dokusu bölmeleri (septa) içinde dallanır ve derine ilerler. Ar- sitlerinin üretildiği timus korteksine ulaşmalarını engeller.

Ş e kil 14-14. Çekirdekçikleri


seçilen (ok başı) epiteliyal reti­
küler hücreleri ve bunları kuşa­
tan koyu boyanmış T lenfosit­
leri içeren korteks bölgesi. PT
boyaması. Orta büyütme.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 277

Epitelyal
retiküler hücre

Şekil 14-15. Epitelyal retiküler hücrelerle timus lenfositle­ Lenfositler


ri arasındaki ilişki. Epitelyal retiküler hücrelerin lenfositler Desmosom
arasında uzanan uzun uzantıları ve desmozomların varlı­
ğına dikkat ediniz.

Medulla venleri bağ dokusu bölmelerine girer ve kapsül­ Sürekli, kemik iliği kaynaklı hücrelerin akınma uğrar. T hüc­
den geçerek timusu terk ederler. Medullada kan-timus enge­ relerini oluşturacak olan kök hücreler, kemik iliğinden kö­
li bulunmamaktadır. ken alarak, hem fetal hem de yetişkin hayatta timusa göç
Timusun getirici (afferent) lenf damarı yoktur, lenf dü­ ederler. Timusa girdikten sonra, gelişen T hücreleri ya da di­
ğümleri gibi, lenf için bir filtre oluşturmaz. Timusta bulunan ğer adıyla timositler, önce kortekste yerleşirler.
az sayıda lenf damarı; kan damarlarının duvarlarında, bağ Timus, T hücrelerinin son farklanma ve seçilme yeridir.
Bu işlem esnasında timus lenfositleri pek çok mitoz bölün­
dokusu bölmeleri ve kapsülde bulunan götürücü (efferent)
me geçirirler. Buna karşın bu hücrelerin % 95’den fazlası
lenf damarlarıdır.
apoptozis ile ortadan kaldırılırlar. Ortadan kaldırılanlar, anti­
jenlere yanıt vermedikleri için işe yaramayanlar ve organiz­
Histofizyoloji manın kendi antijenleri ile tepkime veren lenfositlerdir. Or­
Timus, vücut ağırlığına göre en fazla gelişimi doğumdan he­ ganizmanın kendi antijenleri ile tepkime veren lenfositler or­
men sonra gösterir, ergenlikten sonra geriler (Şekil 14-19). tadan kaldıramazlarsa otoimmün hastalığa yol açarlar.

Şekil 14-16. Timus medüllası-


nın mikroskop fotoğrafı. İri ve
soluk boyanan çekirdeği bulu­
nan çok sayıda epiteliyal reti­
küler hücrenin varlığı medulla-
nın soluk görünümünden so­
\ f(& rumludur. Bu bölge aynı za­
manda olgun T lenfositler içe­
rir. PT boyası. Orta büyütme.
278 / BÖLÜM 14

Şekil 14-17. Koyu boyanma­


sıyla ayırt edilen korteks bölge­
si (sağda) ve soluk boyanması
ile ve Hassall cisimciğinin var­
lığı ile ayırt edilen medulla (sol­
da) bölgelerine ait mikroskop
fotoğrafı. Hassall cisimcikleri
yalnızca medullada bulunur.
PT boyası. Orta büyütme

Sonuçta timusta üretilen lenfositler, yabancı antijenlere nir. Adrenal kortikosteroidler, lenfosit sayılsının azalmasına
karşı yanıt geliştiren edinilmiş bağışıklık için için temel öne­ ve mitoz hızının düşmesine ve kortikal dokunun bozulması­
me sahip T hücreleridir. na neden olur. Adenohipofizden salgılanan adrenokorti-
Memelilerde, başlıca timus bağımlı alanlar (T lenfositler­ kotropik horm on adrenal korteksi uyararak benzer bir et­
den zengin bölgeler); lenf düğümlerinin parakorteksi, [foyer kinin ortaya çıkmasına neden olur. Erkek ve dişi seks hor­
plaklarının bazı bölümleri ve dalağın periarteriyal lenfatik monları da timus gerilemesini hızlandırır; kastrasyonun etki­
kılıfı (PALS)’dır. si ise ters yöndedir.
Timus, T lenfositlerin çoğalma ve kırklanmasını uyaran
bir kaç protein faktör salgılar. Bunların timusta etkili olan
parakrin salgılar olduğu düşünülmektedir. Tanımlananuş
LENF DÜĞÜMLERİ
olan dört faktör: timozin-a, timopoietin, timolin ve timus Lenf düğümleri, lenf damarları boyunca vücutta dağınık ola­
hiimoral faktördür. Timus ayrıca bazı hormonlardan etkile­ rak yerleşmiş, kapsüllü, yuvarlak ya da böbrek biçimli len-

Şekil 14-18. Kapsülden uza­


nan bağ dokusu bölmesini
gösteren timus korteksi. Bağ
dokusunda yerleşmiş bir arter
ve ven görülmektedir. PT bo­
yası. Küçük büyütme
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 279

Şekil 14-19. Yaşlı birinden alı­


nan timus kesiti. Parankimada,
kısmen yağ dokusuyla yer de­
ğiştirmiş olan belirgin atrofi iz­
lenmektedir. PT boyası. Küçük
büyütme.

foid doku içeren organlardır. Lenf düğümleri koltuk altında, ganı terkettikleri hilum (hilus) adı verilen içbükey bir çu­
kasıklarda, boyundaki büyük damarlar boyunca yerleşmiş­ kurluk vardır (Şekil 14-20). Organı dıştan saran bağ dokusu
lerdir; göğüs boşluğunda ve karın boşluğunda, özellikle me- kapsülü organın içine trabekıila denilen bölmeler gönderir.
zenlerlerde çok sayıdadırlar. Lenf düğümleri, başlıca mikro­ Her lenf düğümünün dış korteks, iç korteks ve medülla
organizmalara ve tümör hücrelerinin yayılmasına karşı orga­ adlı bölümleri vardır (I3kz. Şekil 14-21).
nizmayı savunan ardarda dizilmiş bir seri filtre gibidirler. Do­
ku sıvısı kökenli lenf, dolaşıma girmeden önce en az bir lenf Dış K o r t e k s
düğümünden süzülür. Lenf düğümlerinde dışbükey bir yü­ Dış koıteksin çevresinde, dıştan kapsül içten dış korleksle sı­
zey İle arterler ve sinirlerin girdiği, venler ve lenfatiklerin or­ nırlanmış olan, subkapsüler sinüs vardır (Şekil 14-22). Sub-

Afferent lenf Lenf Düğümü


damarları Lenf damarının
kapakçığı
Dış kodeksteki
B hücreleri
İç kodeksteki
T hücreleri
Kan kapillerleri
Şekil 14-20. Bir lenf dü­
ğümünün yapısının şe­
Medulla matik görünümü. Dış ve
iç kodekse, medüllaya,
Kortikal ve kan ve lenf dolaşımı­
Lenf düğümcüğü na dikkat ediniz. Getirici
nodul
(nodülü) çevresindeki lenfatiklerin organın dış­
lenf kapillerleri bükey yüzünden girip
Kapsül ve hilusundan çıktığını da
trabekül gözleyiniz. Lenf düğüm­
Kapakçık cüklerden süzülürken
içeriğini savunma hüc­
relerine (makrofajlar,
lenfositler, antijen sunu­
Efferent Arter
cu hücreler) bırakır.
lenf damarı
280 / BOLUM 14

iç Medülla
Dış korteks
korteks
Medülla
Lenf sinüsleri
nodülü

Küpsül Medülla
kordonları

Şekil 14-21. Lenf düğümünü


korteks ve medulla yapısını
gösteren bir kesiti. Medulla
kordon ve sinüsları kolayca
ayırt edilmektedir. Küçük bü­
yütme.

kapsüler sinüs makrofajlar, retiküler hücreler ve retiküler lif­ sit adı verilen belirgin çekirdekçikti bazofilik iri hücrelere dö­
lerin oluşturduğu gevşek bir ağ yapısı gösterir. Subkapsüler nüşen B lenfositlerden zengindir (Şekil 12-24). Bazı nodülle-
sinüs kapsüler (kortikal) trabeküllere paralel olarak uzanan rin ortasında soluk boyanan germinal merkez adlı bölgeler
ara (intermediyer) sinüslerle medülladaki mediiller sinüs­ vardır. Germinal merkezlerde mitoz evrelerinde bir kaç hüc­
lere bağlanır. Dış korteks retiküler hücre ve liflerin oluştur­ re bulunur ve immünoblastlardan zengindirler. Bu hücreler
antikor sentezleyen plazma hücrelerine kırklanırlar.
duğu ağ yapısı içinde yerleşmiş B lenfositlerden oluşmuştur.
Kortikal lenfoid doku içindeki küresel yapılara lenf düğüm­ İç K o r t e k s

cükleri ya da nodülleri denir (Şekil 14-23). Bu düğümcük­ Yapısal olarak dış korteksin devamı olan iç korteks çok sa­
ler, antijenle tepkimeye girerek mitozla çoğalan ve İmnüino- yıda T lenfosit ve eğer varsa az sayıda nodül içerir.

Yağ hücreleri^

Kapsül

2
Retiküler ıPi Makrofajlar
* hücreler

Şekil 14-22. Kapsül, subkap­


süler sinüs ve dış korteksin
küçük bir bölümünü gösteren
lenf düğümü kesiti. Kapsülün
dışında bir miktar yağ dokusu Dış korteks
izlenmektedir. PT boyaması.
Orta büyütme.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 281

Şekil 14-23. Antijen enjekte


edilerek uyarılmış bir lenf dü­
ğümünün kodeksinde bir lenf
nodülünün görüldüğü kesit. B
lenfositlerle çevrelenmiş çok
•sayıda makrofajın (soluk ya­
pılar) varlığına dikkat ediniz.
PT boyaması. Orta büyütme.

M edü lla

Medülla, medülla kordonları denilen, B lenfositler ve KLİNİK BİLGİ


plazma hücrelerini İçeren, kordon şeklinde, dallanmış iç
korteks uzantılarından oluşur. Medülla kordonları, genişle­ B ve T lenfositlerin işlevleri en belirgin olarak, B
miş kapiller benzeri yapılar olan medüller lenf sinüsleriy­
hücreleri, T hücreleri ya da her ikisinin birden ha­
le birbirlerinden ayrılmıştır (Şekil 14-25). Medüller sinüsler talı olmasınından kaynaklanan immün yetmezlik
lenfle dolu düzensiz boşluklardır; subkapsüler ve ara sinüs­
hastalıklarında ortaya çıkar. Şekil 14-28'de bu
ler gibi duvarları kısmen retiküler hücreler ve makrofajlarla
patolojik durumların ilişkisi ve lenf düğümlerinde
döşelidir. Retiküler hücreler ve lifler gevşek bir ağ örgüsüy­
izlenen değişiklikler gösterilmiştir.
le sinüs lümeninde köprüler oluştururlar.

Makrofajlar

Şekil 14-24. Antijen enjeksi­


yonuyla uyarılmış bir lenf dü­
ğümünün kodeksine ait kesit.
Başlıca hücre grupları, anti­
Immünositler jenleri tutup işleyen makrofaj­
lar ile immünosit olarak da
adlandırılan uyarılmış B len­
fositlerdir. İmmünositler ba-
zofilik sitoplazmalı, antikor
Mitoz 4 Apoptoz sentezleyen plazma hücrele­
rini üretmek üzere kendini
eşleme aşamasındaki büyük
çekirdekçikli, iri hücrelerdir.
Bazı hücreler apoptozla öl­
mektedirler (oklar). PT boya­
sı. Büyük büyütme.
282 / BO LU M U

' Medülla sinüsleri &l /

Medülla
kordonları

Şekil 14-25. Lenf düğümü me-


düllasının mikroskop fotoğrafı;
medülla kordonları medülla si­
nüsleriyle ayrılmıştır. PT boya­
sı. Orta büyütme.

Lenf ve Kan Dolaşımı sunucu hücreler çok sayıda sitoplazmik uzantılarının varlığı
ile tanınırlar. Bu hücreler kemik iliğinde gelişip kan yoluyla
Afferent (getirici) lenfatik damarlar, lenf düğümünün
lenf düğümlerine ulaşırlar. Lenfoid dokuda süzülüp korteks-
kapsülünü geçtikten sonra içlerindeki lenfi subkapsüler si­
ten mediillaya yavaşça akan lenf, hilumdaki efferent (götü­
nüse boşaltırlar. Lenf buradan, kapsül trabeküllerine paralel rücü) lenfatik damarlarda toplanıp organı terkeder. Hem
olarak uzanan ara (kortikal) sinüsler aracılığıyla lenf düğü­ afferent hem de efferent lenf damarlarında bulunan kapak­
münün derinlerine iner ve medülla sinüslerine ulaşır. Gerek çıklar lenfin tek yönde akmasını sağlar (Şekil 14-20).
subkapsüler, gerekse medüllar sinüsler karmaşık yapılarıyla Lenf düğümlerine ulaşan kan damarları, hilumdan giren
lenf düğümünden süzülmekte olan lenfin akış hızını yavaş­ ve lenf nodıiİleri içinde kapillerleri oluşturan küçük arterler­
latır ve yabancı maddelerin makrofajlar ve dendritik hücre­ le sınırlıdır. Küçük venler de yine lenf nodüllerinde oluşur­
ler tarafından alınıp sindirilmesini kolaylaştırırlar. Bu antijen lar ve hilumdan organı terkederler.

Makrofaj

ı i| Makrofaj

Şekil 14-26. Bir lenf düğümü­


V «*F# Lenfositler
nün medülla sinusuna ait mik­
roskop fotoğrafı. Başlıca hüc­ Retiküler hücreler
reler, makrofajlar, retiküler
hücreler ve lenfositlerdir. PT
boyası. Büyük büyütme.
o ^
M â
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 283

Şekil 14-27. Bir lenf düğümü­


nün medülla bölgesine ait ke­
sitinin, pikrosirius ile boyan­
mış ve polarizasyon mikros­
kobunda çekilmiş mikroskop
resmi. Tip-lll kollajen lif yapı­
sındaki retiküler liflerin yay­
gınlığına dikkat ediniz. Orta
büyütme.

Histofizyoloji KLİNİK BİLGİ


Lenf, dolaşım sistemine geri dönmeden önce lenf düğümle­
rinden geçerken yabancı partikiillerden temizlenir. Lenf dü­ Her lenf düğümü organizmanın sınırlı bir bölge­
ğümleri tüm organizmaya dağılmış olduğundan dokularda sinde oluşan lenfi süzer. Ve bu nedenle uydu
oluşan lenf, dolaşıma katılmadan önce en az bir lenf düğü­
(satellit) le n f düğümü adını alır. Malign tümörler
münün içinden geçer.

N o rm al Di G e o rg e s e n d ro m u

B hücreleri
ile dış korteks \
T hücre zonu ve
T hücreleri ile İç korteks yok
İç korteks

Plazma hücreleri ile


Medulla

Hümoral ve hücresel yanıtlar


A g a m m a g lo b u lin e m i K o m b in e im m ü n y e tm e zlik

B hücresi Makrofajlar
yok Şekil 14-28. Bir lenf düğü­
münün medülla sinusuna
B hücresi yok ait mikroskop resmi. Başlı­
ca hücreler, makrofajlar,
T hücresi yok retiküler hücreler ve lenfo­
/ / sitlerdir. PT boyası. Büyük
Hücresel yanıt var büyütme.
hümoral yanıt yok
284 / BÖLÜM 14

bu lenf düğümleri yoluyla metastaz yaparlar. na karşı genel bir immün yanıt oluşturmaya hazırlarlar. Len­
Lenf, sinüslerden geçerken içindeki antijen ve di­ fositlerin sürekli resirkülasyonu immün sistemin vücuttaki
ğer artıkların yaklaşık % 99'ü makrofajların fago- tüm yabancı antijenlerin varlığını izlemesini olanaklı kılar.
sitik aktivitesi ile ortadan kaldırılır. Bulaşma ve Lenfositler lenfoid organlardan geçişleri sırasında, bulaşmış
antijenik uyarı, aktif hücre çoğalması gösteren bölgeden göçederek gelmiş olan antijen sunucu hücrelerin
pek çok germinal merkezin (Şekil 14-14) oluşma­ zarlarında yerleşmiş tüm antijenlerle karşılaşırlar.
sına ve lenf düğümünün büyümesine neden olur.
Uyarılmamış lenf düğümlerinde plazma hücrele­
ri, hücre popülasyonunun %1-3’ünü oluşturur­
ken, uyarılmış lenf düğümlerinde bu hücreler sa­ i KLİNİK BİLGİ
yıca önemli ölçüde artar ve bu artış lenf düğümü­
nün büyümesine kısmen katkıda bulunur. Şekil 14-28’de immün yetmezliklerin, lenf düğü­
mü yapısını nasıl etkiledikleri ve bağışıklık yanıt­
ları üzerindeki etkileri görülmektedir.
Lenfositlerin Geridolaşımı (Resirkülasyon)
Bir İletişim Sistemi
D A LAK
Vücutta oluşan tüm lenf sonunda kan dolaşımına geri dön­
Dalak vücuttaki en büyük lenfoid doku topluluğudur. Dola­
düğünden, efferent lenfatiklerle lenf düğümünü terkeden
şımdaki kanla yakın temasta bulunan çok sayıda fagositik
lenfositler de sonuçta kan dolaşımına ulaşırlar. Lenfositler
hücre içermesi nedeniyle dalak, dolaşıma girmiş tüm mikro­
postkapiller ya da yüksek endotelli venül (Şekil 14-29)
organizmalara karşı önemli bir savunma bölgesidir. Dalak
adı verilen özel kan damarlarıyla kandan ayrılarak lenf dü­
aynı zamanda yaşlanmış eritrositlerin dolaşımdan uzaklaştı­
ğümüne geri dönerler. Bu venüller alışılmışın dışında, lenfo­
rıldığı bölgedir. Diğer lenfoid organlar gibi, dalak da kana
sitlerin aralarından geçtiği, yüksek boylu kübik hücrelerden
verilen uyarılmış-lenfositlerin bir üretim bölgesidir. Dalak
oluşmuş bir endotel yapısı gösterirler. Yaşama süresi uzun
kanda taşınan antijenlere karşı hızla reaksiyon geliştiren
olan bazı lenfositler bu şekilde defalarca dolanırlar. Yüksek
önemli bir immünolojik filtre ve antikor üretici organdır.
endotelli venüller ayrıca appendiks, tonsiller ve Peyer plak-
lan gibi diğer lenfoid organlarda da bulunur ancak dalakta
bulunmaz. Resirkülasyon diğer lenfoid organlarda bir oran­ Genel Yapı
da gerçekleşmekle birlikte lenf düğümlerinde en belirgindir. Dalak, sıkı bağ dokusu yapısında, parenkimi ya da dalak
Lenfositlerin özel olarak yüksek endotelli venüller aracı­ pulpasım birbiriyle devamlılık gösteren bölümlere ayıran
lığıyla lenfoid organlara girmeleri, lenfositlerle yüksek boy­ trabekülaların uzandığı bir kapsülle sarılıdır (Şekil 14-30).
lu endotel hücrelerinin yüzey moleküllerinin birbirlerini ta­ Dalağın orta çizgi hizasındaki hilumda kapsül, dalak pulpa-
mamlayıcı özellikte olmalarıyla gerçekleşir. Lenfositlerin re- sına sinirleri ve arterleri taşıyan çok sayıda trabekiila oluştu­
sirkülasyonuykı, uydu lenf düğümlerinde lokal olarak uyarıl­ rur. Parankimada oluşan venler ve trabekülaların bağ doku­
mış lenfositler (örneğin enfekte bir parmakta), diğer lenfoid su içinden başlayan lenfatik damarlar, hilumdan organı ter-
organları da olaydan haberdar edip, organizmayı infeksiyo- kederler. Dalak pulpasmda lenf damarı bulunmaz.

Şekil 14-29. Lenf düğümün­


deki bir yüksek endotelli ve-
nülün mikroskop fotoğrafı. Ok
başları endotel hücrelerini
göstermektedir. Lenfositler
venülü duvarından geçmek­
tedirler (oklar). PT boyası.
Büyük büyütme.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOID ORGANLAR / 285

Ş ekil 14-30. Organın içine


bölmeler (trabeküller) gönde­
ren kapsülün görüldüğü dalak
kesiti. Arteriyolleri ile beyaz
pulpaya dikkat ediniz. Mikros­
kop alanının büyük bölümünü
kırmız pulpa doldurmaktadır.
Pikrosirius boyası. Küçük bü­
yütme.

İnsanda kapsül ve irabekülaların bağ dokusu içinde sa­ (Billrotlı kordonları) oluştuğu görülür (Şekil 14-34).
dece bir kaç düz kas hücresi bulunur. Dalak diğer tüm len-
foid dokular gibi retiküler dokudan oluşan bir ağ içine yer­ Kan Dolaşımı
leşmiş lenfoid hücreler, makrofajlar ve antijen sunan hücre­
Hilumdan organa giren splenik arter, dallanarak bağ doku­
lerden oluşmuştur.
su trabekülalarında seyreden değişik boyutlardaki trabekü-
ler arterleri oluşturur. Trabekiiler arterler bağ dokusunu ter-
Dalak Pulpası kedip parankimaya girince damarın çevresi, T lenfositlerden
Tesbit edilmemiş taze dalağın kesit yüzeyinde parankima oluşmuş periarteriyel lenfatik kılıf (PALS) adlı bir kılıfla
içinde beyaz noktalar görülür. Bunlar lenf düğümcükleri sarılır. Bu damarlar, santral arterler ya da beyaz pulpa ar­
(nodülleri) dir ve beyaz pulpamn bir bölümünü oluşturur­ terleri olarak bilinir (Şekil 14-32). Lenfositik kılıf (beyaz
lar. Lenf nodülleri, koyu kırmızı renkte, kanla dolu bir doku pulpa) damar çevresindeki seyri boyunca yer yer lenf nodül­
olan kırmızı pulpa ile çevrelenmiştir (Şekil 14-30 ve 14-31). leri içeren genişlemeler gösterir ve santral arter adı verilmiş
Mikroskopta küçük büyütme ile incelendiğinde kırmızı pul- olmasına karşın lenf nodülleri içinde bu damarlar çevresel
panın sinüzoidler arasında uzanan dalak kordonlarından bir yerleşim gösterir (Şekil 14-31 ve 14-32). Santral arter be-

mm Nodül
Ş ekil 14-31. Dalak kesiti. Sol­
da arteriyol ve bir nodül içeren
Beyaz pulpa * Trabeküla beyaz pulpa vardır. Sağda ise
kırmızı pulpa ve bağ dokusu
bölmesi (trabekül) görülmekte­
dir. PT boyası. Küçük büyüt­
me.
286 / BOLUM 14

Majinal PALS Kapalı dolaşım Trabeküla


zon sinüsleri (T hücreleri)
Penisiller
Periferik arteriyol
Beyaz Pulpa
(B hücreleri)
Sinuzoid

Trabeküler
ven

Pulpa veni

Trabeküler
arter
Marjinal zon sinüsleri Açık dolaşım

Şekil 14-32. Dalağın kan dolaşımın şematik görünümü. Açık ve kapalı dolaşım teorileri şematize edil­
miştir. Dalak sinüsleri (S) belirtilmiştir. PALS: Periarteriyal lenfatik kılıf. (Greep RO, Weiss L: Histology, 3rd
ed. McGraw-Hill, 1973' ten izinle, yeniden çizilerek üretilmiştir).

yaz pulpa içindeki seyri boyunca, çevredeki lenfoid dokuyu reler başlıca T lenfositlerdir ve bunlar periarteriyel lenfatik
besleyen ışınsal düzenlenmiş yan dallar verir (Şekil 14-32). kılıfları (PALS) oluştururlar (Res 14-32). Lenf nodülleri ise
Beyaz pulpayı terkeden santral arter dallanarak dış çapı başlıca B lenfositleri içerir.
yaklaşık 24 jım olan düz penisiller arteriyolleri oluşturur. Beyaz ve kırmızı pulpa arasında, sinüslerin bol bulundu­
Bazı penisiller arteriyoller sonlanmalarına yakın bölümde, ğu gevşek bir lenfoid doku uzanır. Bu bölge marjinal zon
ıeliküler hücreler, lenfoid hücreler ve makrofajlardan oluşan olarak bilinir. Burada bol miktarda aktif makrofaj ve az sayı­
bir kılıfla sarılmışlardır. da lenfosit bulunur. Kandaki antijenlerin yoğunlaştığı bu
Kılıfı geçtikten sonra penisiller arteriyoller kanı sinüzoid- bölge dalağın immünolojik aktivitesinde önemli bir role sa­
lere (kırmızı pulpa sinüslerine) taşıyan basit arteriyel kapi- hiptir.
lerler olarak devam ederler. Bu sinüzoicller kırmızı pulpa
kordonları arasında bulunan alanı doldurur (Şekil 14-17).
Dalak kordonu Sinüzoid (açık dolaşım)
Kırmızı pulpanın arteriyel kapillerlerinden sinüzoidlerin içi­
ne doğru olan kan akımının ne şekilde gerçekleştiği henüz
tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Bazı araştırmacılar kapil-
lerlerin doğrudan sinüzoidlere açıldığını iddia ederlerken,
diğerleri kanın önce kırmızı pulpa kordonlanndaki hücreler
arasındaki boşluklardan süzülüp sinüzoidlerde toplandığını
ileri sürmektedir (Şekil 14-33). Birinci görüş kapalı dolaşım
olarak bilinir; yani kan daima damarların içinde seyreder.
İkinci görüş açık dolaşımı savunur. Bu görüşe göre dola­
şım kırmızı pulpa parankiması (Billroth kordonları) içine
açılır ve kan sinüzoidlere ulaşmak için hücreler arasındaki
boşluktan geçer. Bugünkü bilgiler insan dalağında dolaşımın
açık türden olduğunu destekler yöndedir.
Kan sinüzoidlerden kırmızı pulpa venlerine doğru ilerler.
Kırmızı pulpa venleri birbirleriyle birleşerek parankimayı
terkedip trabekiilaların bağ dokusu içine girerler ve trabe­
küler venleri oluştururlar (Şekil 14-32). Trabeküler venlerin
birleşmesiyle oluşan splenik ven hilumdan organı terkeder.
Trabeküler venlerin duvarında kendilerine ait bir kas taba­
Şekil 14-33. Dalak kırmızı pulpasının, sinüzoidler ile retikü-
kası yoktur, duvarları trabeküler dokudan oluşmuştur. Bun­
ler hücreler ve makrofajlar (bazıları fagosite edilmiş tane­
lar trabeküler bağ dokusu içinde yerleşmiş endotelle döşeli cikler içermekte olan) dalak kordonlarını gösteren yapısı.
kanallar olarak düşünülebilirler. Kırımızı pulpadaki retiküler lif dağılımı gösterilmiştir. Bunlar
kordonlarda üç boyutlu bir ağ oluştururken, sinüzoidlerde
Beyaz Pulpa uzun ekesene dik yerleşmişlerdir. Açık ve kapalı dolaşım
Beyaz pulpa santral arterleri ve kılıflara ilişik lenf nodiilleri- teorilerinin ikisi de gösterilmiştir. Oklar kan akımının ve kan
ni saran lenfoid dokudur. Santral arterleri saran lenfoid hüc­ hücrelerinin olası hareket yönlerini göstermektedir.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOID ORGANLAR / 287

Şekil 14-34. Dalak kırmızı pulpası-


nın tarama (scanning) elektron mik­
roskobundaki genel görünümü. Si-
nüzoidler (S) ve dalak kordonlarına
(K) dikkat ediniz. X360. (Miyoshi M,
Fujita T: Stereo-fine structure of the
splenic red pulp. A combined scanning
and transmission electron microscope
study on dog and rat spleen. Arch Histol
Jpn 1971;22:225’ten izinle yeniden dü­
zenlenmiştir)

Perİarteriyel lenfatik kılıfın artere yalcın iç bölgelerindeki (tip-III kollajen) desteklenmiş gevşek bir retikiıler hücre
lenfositler timus-bağımlr (T) lenfositlerdir. Buna karşılık ağından oluşmuştur . Kordonlar bunlara ek olarak makrofaj-
marjinal zon ve nodüllerde yani periferik beyaz pulpada ları, lenfositleri, plazma hücrelerini ve çok sayıda kan hüc­
ise B lenfositler yerleşmiştir resini (eritrosit, trombosit ve granitlosiiler) içerir.
Dalakta sinüzoidler, uzun eksenleri siniizoidin uzun ek­
Kırmızı Pulpa senine paralel yerleşmiş yassı endotel hücreleriyle döşelidir.
Kırmızı pulpa dalak kordonlarını ve venöz sinüzoidleri içe­ Bu hücreler dıştan tıpkı bir fıçının kasnakları gibi enine dü­
rir (Şekil 14-3-1 ve 14-35). Dalak kordonları retikiıler liferle zenlenmiş retikiıler liflerle sarılmıştır (Şekil 14-33). Enine ve

Şekil 14-35. Dalak kırmızı pulpa-


sının, sinüzoidler, kırmızı pulpa
kordonları ve makrofafları (M)
gösteren tarama elektronmikrog-
* Sinü'Z© id rafı. Sinüzoid endotelindeki çok
sayıda pencerenin varlığına dik­
kat ediniz. X1600. (Miyoshi M, Fuji­
ta T: Stereo-fine structure of the sple­
nic red pulp. A combined scanning
and transmission electron microscope
study on dog and rat spleen. Arch His­
tol Jpn 1971 ;22:225’ten izinle yeniden
düzenlenmiştir)
288 / BOLUM 14

uzunlamasına lifler birleşerek ağsı bir yapı oluşturarak kom­ kaldırılmaları için bir sinyal oluşturuyor görünmektedir. Yoz­
şu endotel hücreleri arasındaki boşlukları dolduran makro- laşmakta olan eritrositler kemik iliğinde de ortadan kaldırı­
p
fajları ve sinüzoid hücrelerini çevreleyip sararlar. Siniizodin lırlar.
çevresinde kesintili bir bazal lamina vardır. Dalak kordonlarındaki makrofajlar ekstraselüler aralıkta
Sinüzoidleri döşeyen hücreler arasındaki aralıklar 2-3//»/ parçalanan eritrositleri fagosite ederek ortadan kaldırırlar.
çapında ya da daha dar olduğundan (Şekil 14-35) ancak es­ Hemoglobinin parçalanmasıyla ortaya çıkan protein (globin)
nek hücresel elemanlar, kırmızı pulpadan sinüzoid liimeni- aminoasitlere kadar hidrolize edilerek yeni protein yapımın­
ne geçebilir. da kullanılır. Hemoglobinin hem bölümünden açığa çıkan
Daha önce değinildiği gibi sekonder lenfoid organlarda demir, transferrin ile birleşip kan yoluyla kemik iliğine taşı­
(yapılarda) T ya da B lenfositlerin daha yoğun olduğu böl­ narak, eritrosit yapımında tekrar kullanılır. Hem’İn demir ay­
geler vardır. rıldıktan sonra kalan bölümü ise bilirubine dönüştürülüp,
karaciğer hücrelerince safraya atılır. Dalağın cerrahi olarak
Histofizyoloji çıkarılmasından (splenektomi) sonra, periferik kanda şekil
bozuklukları gösteren, anormal eritrositlerin sayısı artar. Ay­
Dalağın en iyi bilinen işlevleri lenfosit üretimi, eritrositlerin
nı zamanda, dalağın yaşlanmış trombositleri (plateletleri)
yıkımı (Şekil 14-36), kan dolaşımına giren yayılmacılara kar­ dolaşımdan uzaklaştırdığı savına destek olur biçimde perife­
şı organizmanın korunması ve kanın depolanmasıdır. rik kanda trombosit sayıları da artar.
LENFOSİT ÜRETİMİ
ORGANİZMANIN SAVUNULMASI
Dalağın beyaz pulpası içinde üretilen lenfositler kırmızı pul- Dalak, T ve B lenfositleri, antijen sunucu hücreleri ve mak-
paya göç edip sinüzoidlerin lümenine ulaşarak dolaşıma ge­ rofajları içerdiğinden organizmanın savunmasında önemli
çerler. bir görev üstlenir. Tıpkı lenf düğürmlerinin lenfi süzmesi gi­
bi, dalak da kanı süzen bir filtre olarak işlev görür. Kana ka­
rışmış bakteri ve virüs gibi canlı ya da yapısı bozulmayan
cansız partiküllerin fagosite edilmesinde, dalak makrofajları
KLİNİK BİLGİ organizmada bulunan tüm fagositik hücreler arasında en ak­
tif olanlarıdır.
Lösemi gibi bazı patolojik durumlarda, dalak mi-
ye lo id metaplaziye (kemik iliği dışındaki bölge­ MUKOZAYA EŞLİK EDEN LENFOİD DOKU
lerde miyeloid dokuların görülmesi) uğrayarak fe­ Sindirim, solunum ve genitoıiriner yollar dış ortama açık olduk-
tal dönemdeki gibi eritrosit ve granülositleri üret­ lanndan mikrop yayılmasının en sık görüldüğü bölgelerdir. Vü-*
meye yeniden başlayabilir. cudu koaımak için bu yollann mukoza ve submukozasında ton­
sil ve ince bağısaklardaki Peyer plakları gibi (Şekil 14-37 ve 14-
40) belirgin yapılan da oluşturan lenf nodülleri (lenfoid küme­
ler) ve yaygın lenfoid doku birikimleri izlenir (Bkz. 15. bölüm).
ERİTROSİTLERİN YlKIMI
Deri de imnuin sistemin pek çok hücresini (lenfositler,
Yaklaşık 120 günlük bir yaşam süresi olan eritrositler bunun makrofajlar, Langerhans hücreleri) barındırır. Deri ve muko­
sonunda başlıca dalakta olmak üzere ortadan kaldırılırlar. zalardaki lenfoid dokular, çevreden gelen patojenler için ki­
Esnekliklerinin azalması ve zarlarındaki değişiklikler ortadan lit yerleşimde etkin bir savunma sistemi oluştururlar.

Ş ekil 14-36. Eritrositleri aktif ola­


rak fagosite etmiş 5 dalak makro-
fajının mikroskop fotoğrafı. Mak-
rofajların sitoplazmalarında bulu­
nan eritrositlerin farklı yıkım ev­
relerinde olduğuna dikkat ediniz.
PT boyası. Büyük büyütme.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE LENFOİD ORGANLAR / 289

> Akciğer: İV !: /; MALT


!■./•alveollerh'Vi/
''* .• /7 -4
V V ıV ^irr,
f V J?»' rz- . , i-

Şekil 14-37. Broşiyol mukoza t*1*. , y


bağ dokusunda, mukoza ba­ ^«•,5
ğımlı lenfoid dokunun (MALT)
bir örneği olarak lenfosit toplu­
luğu içeren bir akciğer kesiti.
PT boyası. Küçük büyütme.

TONSİLLER (BADEMCİKLER) minal merkezler içeren lenf nodüllerinden oluşan bir bant
şeklinde izlenir. Her bir tonsilde sayıları 10-20 arasında de­
Tonsiller sindirim kanalının başlangıç bölgesinde epitel al­
ğişen, lümeninde dökülmüş epitel hücreleri, canlı ya da ölü
tında ancak epitelle ilişkili olacak şekilde yerleşmiş, kesinti­
lenfositler ve bakterilerin bulunduğu k rip ta adı verilen de­
li bir kapsülle çevrelenmiş lenfoid organlardır. Yerleşim yer­ rin epitel girintileri vardır. Bu bölgeler tonsillitte ufak iltiha-
lerine göre ağız ve larinks bölgesindeki tonsiller p alatin , fa- bi noktalar şeklinde izlenir. Lenfoid dokuyu altındaki diğer
rin g e al ve lin g u al to n s ille r olarak adlandırılır. Tonsillerde yapılardan ayıran k ap sü l adı verilen bir sıkı bağ dokusu ta­
çoğu epitel içine girmiş olan lenfositler üretilir. bakası vardır. Kapsül tonsil bulaşıcılarının çevre dokulara
yayılmasını önleyen bir engel oluşturur.
Palatin Tonsiller (Damak Bademcikleri)
Farinksin ağız bölümünün yan duvarlarına yerleşmiş sağlı Faringeal Tonsil (Yutak Bademcikleri)
sollu bir çift palatin tonsil bulunur. Bu tonsillerdeki yoğun Farinksin arka üst bölümüne yerieşmiş tek bir tonsildir. Or­
lenfoid doku, çok katlı yassı epitelin altında, genellikle ger­ gan solunum yollarının tipik yalancı çok katlı silyalı prizma-

Goblet< ı
M hücresi ^-Phücresi
çekirdeği
«8 * . t?

Şekil 14-38. İnce bağırsaktaki


Peyer plaklarına ait kesitte,
\ Lenfositler enterositlerve goblet hücrele­
rinden oluşan epitel örtüsü
(sağda), bağırsak lümeni (or­
tada) plağın bir sıra M hücresi
ve lenfositlerden (solda) oluş­
muş örtüsü görülmektedir. Kü­
çük koyu çekirdekler B ve T
lenfositlere; iri soluk boyan­
mış çekirdekler M hücrelerine
V aittir. PT boyaması. Orta bü­
___I__L_ yütme.
*
290 / BOLUM 14

Ş ekil 14-39. Peyer plağındaki


bir lenf düğümü. Sindirim deği­
şik aşamalarındaki bakterileri
içeren bir grup makrofajın bu­
lunduğuna dikkat ediniz. Mak-
rofajların çevresinde lenfosit­
ler görülmektedir. PT boyası.
Büyük büyütme.

tik epiteliyle örtülü olup yer yer çok katlı yassı epitel alan­ KAYNAKLAR
ları da içerebilir.
Abbas A K et al: Cellular and M olecular Immunology, 2nd ed. Saunders, 2000.
Mukoza pililerinden oluşan bir yapıya sahip faringeal
Alberts B et al: T h e immune system. In: M olecular Biology o f the Cell, 3rd ed.
tonsilde diffüz lenfoid doku ve nodüller bulunur. Kriptası Garland, 1994.
yoktur ve kapsülü palatin tonsilden daha incedir. Faringeal Austyn JM , W ood K J: Principles o f Cellular and M olecular Immunology. Oxford
tonislin kronik iltihap nedeniyle hipertrofısi ad en oid olarak Univ Press, 1993.
adlandırılır. Celia M ct al: O rigin, maturation and antigen presenting function o f dendritic
cells. Curr O pin Im m unol 1 9 9 7 :9 :1 0 .
Parslow T G et al: M edical Immunology, 10th cd. M cGraw-Hill, 2 001.
Dil Bademcikleri
Rajewsky K: B-cell differentiation: clonal selection and learning in the
Dildeki tonsiller diğerlerinden küçüktür ve daha çok sayıda­ antibody system. Nature 1 9 9 6 :3 8 1 :7 5 1 .
dır. Dil kökünde yerleşmişlerdir (Bkz. Bölüm 15) ve çok kat­ Sainte-M arie G , Peng FS: High endothelial venules o f the rat lymph node, a
lı, yassı epitelle örtülüdür. Her dil tonsili tek bir kriptaya sa­ review and a question: Is their activity antigen specific? Anat Rec
1 9 9 6 :2 4 5 :5 9 3 .
hiptir.
Tough DF, Sprenr J : Lifespan o f lymphocytes. Immunol Res 1995:14:252.

Şekil 14-40. Bağırsaktaki mukozal ba­


ğışıklığın genel görünümü. Lümendeki
antijenler Peyer plaklarını örten, kubbe
biçimli M hücreleri tarafından yakalana-
larak komşu lenfosit, makrofajlar ve
dendritik hücrelere taşınır. Makrofaj ve
dendritik hücreler komşu lenf düğümle­
rine göç ederek, oradaki B ve T lenfosit­
leri uyarırlar ve bunlar önce lenf sonra
kan dolaşımına katılırlar (lenf kana bo-
şaldığndan). Uyarılmış lenfositler, plaz­
ma hücrelerinin ciddi miktarda IgA üret­
tiği mukozaların lamina proriyası da da­
hil olmak üzere diğer dokulara göçeder-
ler. Bağısak mukozasının lenfoid hücre­
leri ana bir antikor üretici grubu oluştu­
rur çünkü sindirim kanalına ulaşan anti­
jenlerle yakın temastadırlar.
Sindirim Kanalı 15

Sindirim sistemi, sindirim kanalı (ağız boşluğu, özofagus, arasında miyenterik (ya da Auerbach) sinir ağı ile bağ
mide, ince ve kalın bağırsaklar, rektum ve anüs) ve buna dokusu içinde kan ve lenf damarları bulunur.
bağlı bezlerden (tükürük bezleri, karaciğer ve pankreas) Seroza, ince bir gevşek bağ dokusu tabakasıdır. Kan ve
meydana gelir. Sindirim sisteminin işlevi, alınan besinlerden lenf damarları ile yağ dokusundan zengindir. Tek katlı yassı
vücudun büyüme ve enerji gereksinimleri için gerekli mole­ epitel (mezotelyum) ile örtülüdür. Karın boşluğunda seroza,
külleri sağlamaktır. Proteinler, yağlar, bileşik karbonhidratlar mezenterler (her iki yanı mezotelyum ile döşeli ince zarlar)
ve nükleik asidler gibi büyük moleküller sindirim kanalı yü­ ve periton (karın duvarını döşeyen seröz membran) ile de­
zeyinden kolaylıkla emilen küçük moleküllere ayrıştırılır. vamlılık gösterir. Sindirim organının diğer organ ya da yapı­
Alınan besinlerden ayrıca su, vitaminler ve mineraller de lara bağlandığı bölümlerde serozanın yerini kalın bir adven-
emilir. Bunlara ek olarak, sindirim kanalının iç tabakası, ka­ tisya alır. Adventisya, içinde damar ve sinirlerin yer aldığı bağ
nal lümeninin içeriği ile vücudun iç ortamı arasında koruyu­ dokusundan meydana gelir, ancak mezotelyumu bulunmaz.
cu bir engel oluşturur. Sindirim kanalını döşeyen epitelin başlıca işlevleri; kanal
Sindirim olarak bilinen bu karmaşık olaydaki ilk aşama içeriği ile vücut dokuları arasında seçici geçirgen bir bariyer
ağızda gerçekleşir. Yiyecekler tükürük ile ıslatılır ve dişler ta­ oluşturmak, yiyeceklerin sindirimi ve taşınmasını kolaylaştır­
rafından öğütülerek küçük parçalar haline getirilir; tükürük mak, sindirilmiş maddelerin emilimini sağlamak ve sindirim
aynı zamanda karbonhidratların sindirimini de başlatır. Sin­ sisteminin aktivitesini etkileyen hormonları üretmektir. Bu
dirim midede ve ardından yiyeceklerin ana bileşenlerine tabakadaki hücreler kayganlaştırıcı ve koruyucu etkisi olan
(aminoasitler, monosakkaritler, serbest yağ asitleri, monogli- mukus salgısı üretirler.
seridler, v.b.) ayrıştırılarak emilcliği ince bağırsaklarda de­ Lamina propria ve submukoza tabakasında bulunan çok
vam eder. Kalın bağırsakta suyun emilmesi ile sindirilmeyen sayıdaki lenf nodülleri epitelle birlikte organizmayı bakteri-
artıklar yarı katı hale getirilir. yel invazyondan korur. Bu immünolojik destek gereksinimi
ağız boşluğu, özofagus ve anal kanal hariç tüm sindirim ka­
nalının tek katlı, ince ve zedelenebilir nitelikte bir epitelle
SİNDİRİM KANALININ GENEL YAPISI
döşeli olmasından kaynaklanmaktadır. Epitelin hemen altın­
Gastrointestinal kanalın tamamı ortak bazı genel yapısal da bulunan lamina propria, bazıları aktif olarak antikor üre­
özellikler gösterir. Ortasında değişen çaplarda bir liimen içe­ ten lenfoid hücreler ve makrofajlardan zengindir. Bu anti­
rir. Bu lümen dört ana tabakadan oluşan bir duvarla çevrili­ korlar başlıca immünglobulin A (IgA)’dır; bunlar bağırsak
dir; içten dışa doğru sırasıyla mukoza, submukoza, raus- epitel hücreleri tarafından üretilen bir salgılayıcı proteine
kularis ve seroza. Bu tabakaların yapısı aşağıda özetlenmiş bağlanırlar ve bağırsak lümenine salgılanırlar. Oluşan bu
ve Şekil 15-1’de gösterilmiştir. kompleks viral ve bakteriyel yayılımına karşı koruyucu bir
Mukoza; epitel örtüsü, lamina propria ve muskula- işlev sağlar.
ris mukozadan oluşmuştur. Lamina propria, kan ve lenf da­ Solunum yolları, sindirim kanalı ve idrar yollarında bu­
marları ile düz kas hücrelerinden zengin bir gevşek bağ do­ lunan IgA proteolitik enzimlere dirençlidir. Bu sayede lümen
kusudur. Ayrıca bazen bezler ve lenfoid doku içerir. Musku- içinde proteazlardan etkilenmeden kalabilir.
laris mukoza ise mukozayı submukozadan ayıran içte ince Muskularis mukoza, sindirim kanalının diğer hareketle­
dairesel, dışta uzamına düz kas hücrelerinin oluşturduğu ta­ rinden bağımsız olarak mukozanın hareketini sağlar ve böy-
bakalardan oluşur. Mukoza sıklıkla müköz m embran ola­ lece yiyeceklerle olan temasını artırır. Muskıılarisin kontrak-
rak isimlendirilir. siyonları sinir pleksusları tarafından yönetilir, böylece sindi­
Submukoza çok sayıda kan ve lenf damarları ve sub- rim kanalındaki yiyecekler karıştırılır ve ileriye doğru itilir.
mukozal sinir pleksusu (Meissner pleksusu olarak da Bu pleksuslar küçük parasempatik gangliyonları oluşturan
isimlendirilir) içeren tıkız bağ dokusundan oluşmuştur. Aynı sinir hücresi topluluklarından (multipolar viseral nöronlar)
zamanda bezler ve lenfoid doku da içerebilir. oluşmuştur. Otonom sinir sisteminin pre- ve postgangliyonik
Muskularis sarmal olarak düzenlenme gösteren kas hüc­ liflerinin oluşturduğu zengin bir ağ ile bu gangliyonlardaki
relerinin yönüne göre belirlenen iki tabakadan oluşmuştur. bazı viseral duysal lifler kendi aralarında iletişim sağlarlar.
Lümene yalcın iç tabakada kasların yönü genellikle dairesel, Bu gangliyonların sayısı sindirim kanalı boyunca değişken­
dış tabakada ise çoğunlukla uzanımadır. Bu iki kas tabakası lik gösterir ve motilitenin fazla olduğu bölgelerde artar.

291
292 / BÖLÜM 15

Mezenter (sindirim kanalının


karın duvarına tutunması)
Mezotel
Salgı bezi kanalı
(salgı aktarımı) Mezotel (koruyucu
örtü; sürtünmenin
Lamina propria
azaltılması)
(destek)
iç sirküler tabaka
Submukoza (motilite)
(destek)
Seroza (destek)
Muskularis mukoza
(mukoza hareketi) Dış uzamına
kas tabakası
Submukozal pleksus
(hareket)
(kas aktıvitesi
kontrolü)
Lenf nodülü
Vilus (mukoza (bağışıklık yanıtı)
yüzeyi artışı)

Lamina propria
bezleri (salgı)

İç sirküler kas Submukoza


tabakası (hareket) bezleri (salgı)

Miyenterik pleksus (kas


kontraksiyonlarının kontrolü)

Şekil 15-1. Sindirim kanalının bir bölümünün şematik yapısı, çeşitli elemanları ve bunların işlevleri.
(G. Bevalender’in izni ile: Outline of Histology, 7. baskı, Mosby, 1971’den alınmıştır.)

KLİNİK BİLGİ derinin keratinleşmiş epiteline geçiş gözlenir.


Yumuşak damakta içte iskelet kası ve submukozada çok
sayıda müköz bez ve lenf nodülleri bulunur.
H irchsprung hastalığı (konjenital megakolon)
ya da Chagas hastalığı (Trypanasoma cruzi
infeksiyonu) gibi bazı hastalıklarda, sindirim ka­ Dil
nalı pleksusları ciddi olarak zarar görür ve bunla­ Dil, yapısı bölgelere göre değişen bir müköz membranla ör­
rın nöronlarının çoğu harabiyete uğrar. Bu du­ tülü çizgili kas kitlesidir. Kas lifleri birbirleriyle kesişen 3
rum, sindirim kanalı hareketliliği bozukluklarıyla düzlem boyunca genellikle bağ dokusuyla ayrılan demetler
sonuçlanır ve bazı bölgelerde sık genişlemeler halinde gruplaşmışlardır. Lamina proprianın bağ dokusu kas
görülür. Sindirim kanalı otonom sinir sisteminden demetleri arasına uzandığı için, müköz membran kas doku­
aşırı derecede fazla sinir alır. Bu durum psikoso- suna sıkı bir biçimde yapışmıştır. Müköz membran dilin alt
matik tıpta önemli bir olgu olan duysal bozukluk­ yüzeyi üzerinde düzdür. Dilin üst yüzeyi düzensizdir ve ön
ların sindirim sistemi üzerindeki etkilerine anato­ bölüme doğru p a p illa adı verilen çok sayıda küçük çıkıntı­
mik bir açıklama getirmektedir. larla örtülüdür. Dilin üst yüzeyinin 1/3 arka bölümü, 2/3 ön
bölümünden V şeklinde bir sınırla ayrılmıştır. Bu sınırın ge­
risinde, dilin yüzeyi başlıca 2 tip küçük lenfoid topluluklar­
dan oluşan küçük çıkıntılar gösterir: küçük lenf nodülü top­
AĞIZ BOŞLUĞU lulukları ve lingual tonsiller. Lingual tonsillerdeki lenf nodül­
Ağız boşluğu çok katlı yassı epitelle örtülüdür. Bu epitel bu­ leri müköz membranın girintileri (kriptaları) çevresinde kü­
lunduğu kesime göre keratinleşmiş ya da keratinleşmemiş melenmeler gösterir (Şekil 15-2).
olabilir. Keratin tabakası çiğneme sırasında ağız mukozası­
nın hasar görmesini önler; çoğunlukla diş eti ve sert damak­ Papillalar
ta bulunur. Bu bölümlerdeki lamina propria birkaç papilkı- Papillalar farklı biçimlerde olan ve farklı işlevler üstlenen,
ya sahiptir ve doğrudan kemik dokusu üzerinde yerleşmiş­ ağız epiteli ve lamina proprianın birlikte yaptığı yükseltiler­
tir. Yumuşak damak, dudaklar, yanak içleri ve ağız tavanı ise dir. A tipi vardır (Bkz. Şekil 15-2):
keratinleşmemiş yassı epitel ile örtülüdür. Lamina propria
derinin dermis tabakasındakine benzeyen papillalara sahip­ İPLİKSİ (FİLİFORM) PAPİLLALAR

tir ve yaygın küçük tükürük bezleri içeren submukoza ile İpliksi papillalar uzun, koni biçimindedir. Çok sayıdadırlar
devam eder. Dudaklarda keratinleşmemiş ağız epitelinden ve dilin bütün yüzeyi üzerine yayılmışlardır. Epiteli tat gon-
SİNDİRİM KANALI / 293

Filiform

Fungiform
papilla

Sirkumvallat
papilla
Lamina
propria
Tat
Şekil 15-2. Dilin ön ve arka bölümleri arasın­ tomurcukları
daki sınıra yakın V biçimli bölgesinin yüzeyi.
Lenf nodülleri (lingual tonsiller), bezler ve pa-
Seröz Müköz Bez kanalları Lenf Kripta
pillalar dikkati çekmektedir. bezler bezler nodülleri

çaları içermez ve keratinleşmiştir. lar. Bu hücrelerin çoğu gerçek tat hücreleridir, geri kalan di­
ğer hücreler ise tat deliği içindeki mikrovilusları saran şekil­
M a n t a r s i ( F u n g If o r m ) PAPİLLALAR
siz bir madde salgılayarak destek işlevi görürler. Farklılaşma­
Man tansı papillalar dar sapları ve yukarıda düzgün yüzeyli mış bazal hücreler tüm hücre tiplerinin yenilenmesinden so­
genişlemiş bölümleri ile mantara benzerler. Bu papillalar üst rumludur. Tükürük sıvısı içinde çözünmüş tat uyarıcılar de­
yüzeylerinde tat goncaları içerir ve filiform papillalar arasına lik yoluyla tat hücrelerine ulaşarak hücrelerin yüzeyindeki
düzensiz olarak serpiştirilmiştir. tat reseptörleri (tatlı ve acı tat uyarıları) ya da iyon kanalları
YAPRAKSI (FOLİAT) PAPİLLALAR (tuzlu ve ekşi tat uyarıları) ile etkileşime girerler. Bunun so­
Yapraksı papillalar insanda az gelişmiştir. Dilin üst yan yü­ nucunda tat hücreleri kutuşlaşması kaybolur, nörotransmi-
zeyinde iki ya da daha fazla sayıda paralel kabartılar ve terler salınır ve tat hücrelerine bağlanmış afferent sinir Hile­
oluklar oluştururlar ve çok sayıda tat goncası içerirler. li uyarılır (Şekil 15-3). Bu bilgi merkez tat alıcı nöronlar ta­
rafından işlenecektir. Her tat uyarımının geniş bir nöron top­
SIRKUMVALLAT PAPİLLALAR
luluğu boyunca kendine özgü bir canlılık örneği gösterdiği­
ne inanılmaktadır. Bu durum tat ayrımsanmasına da bir açık­
Sirkumvallat papillalar oldukça büyük, dairesel papillalardır
lama getirmektedir. Son zamanlarda tanımlanan acı tat re-
ve yassılaşmış yüzeyleri diğer papillaların üzerine doğru
uzanır. Sayıları 7-12 arasında olan bu papillalar dilin arka
kısmındaki V bölgesinde yer alır. Çok sayıda seröz von Eb-
ner bezleri salgılarını her bir papilkının çevresini saran derin Tat deliği
oluklar içine boşaltır. Bu hendek biçimindeki düzenlenme,
papilkının kenarları boyunca yer alan çok sayıdaki tat gon­ Mikrovilluslar
caları üzerinde sürekli sıvı akımı sağlar. Bu bezler aynı za­
manda, tat goncaları üzerinde işlevlerini engelleyecek nite­
likte bir hidrofobik tabakanın oluşmasını önleyen lipaz en­ Destekleyici
zimi salgılar. Bu salgı akımı tat goncalarının çevresinden yi­ hücre
yecek partiküllerinin uzaklaştırılmasında önemlidir, böylece
yeni tat uyarımları alınıp işlenebilir. Bu yerel işlevin yanı sı­
Tat hücresi
ra lingual lipaz midede de etki göstererek diyetle alınan trig-
liseridlerin % 30’unu sindirebilir. Ağız boşluğunun epiteli bo­
yunca saçılmış başka küçük müköz bezler de vardır. Bunlar
da sirkumvallat papilladaki seröz bezler gibi iş görerek yu­
Bazal hücre
muşak damak ve dilin ön bölümü gibi ağız boşluğunun di­
ğer kısımlarındaki tat goncalarını, tat uyarımına karşı yanıt
oluşturması için hazırlar. Afferent sinir
İnsanda en az -i farklı nitelikte tat algılama söz konusu­ lifi
dur: tuzlu, ekşi, tatlı ve acı. Bu tatların hepsi, dilin tat tomur­
cukları içeren tüm bölümlerinde algılanabilir. Tat tomurcuk­
ları, tat uyarıcıları algılayabilen tat hücrelerinin bulunduğu Şekil 15-3. Tat hücrelerinin ve tat deliğinin gösterildiği bir
soğana benzer şekilli özelleşmiş yapılardır. Bunların her bi­ tat goncası çizimi. Çizimde ayrıca bazı hücre tiplerine (ba­
rinde yaklaşık 50-100 hücre bulunur. Tomurcuk bazal lami­ zal, tat ve destekleyici) ve uyarılması durumunda duysal
na içine gömülüdür ve uç bölümde tat hücrelerinden uza­ bilgileri merkez tat alıcı nöronlara aktaracak olan afferent
nan mikroviluslar tat deliği denen bir açıklık içine sokulur­ sinir liflerine de yer verilmiştir.
294 / BOLUM 15

septörleri 40-80 üyesi olan bir reseptör ailesi içinde yer alır. ron çok sert olan mine İle, buna karşılık kökler diğer bir mi­
Yakın gelecekte başka tat reseptör ailelerinin de tanımlana­ neralize doku olan sem ent ile örtülüdür. Bu iki örtü dişin
cağına mutlak gözüyle bakılmaktadır. serviks kısmında birleşirler. Dişin kitlesi dentin adı verilen
başka bir kalsifiye materyal içerir. Dentin, pulpa kavitesi
Y utak (F a rin ks) olarak bilinen, yumuşak bağ dokusuyla dolu bir boşluğu
çevreler (Şekil 15-4). Pulpa kavitesinde bir koroner bölüm
Yutak, ağız boşluğu ile solunum ve sindirim sistemleri ara­
(koroner kamara) ve bir kök bölümü (kök kanalı) bulunur.
sında bir geçiş alanıdır. Buaın bölgesi ile gırtlak arasında bir
Kök kanalı kökün ucuna kadar uzanır; uçta apikal fora­
geçit oluşturur. Farinks, özofagus ile devam eden bölümde
men adı verilen bir delik bulunur ve pulpa kavitesi içinde­
çok katlı yassı keratinleşmemiş epitelle döşelidir. Buaın boş­
ki kan damarları, lenfatikler ve sinirlerin giriş-çıkışını sağlar.
luğuna yalcın bölümlerini silyalı, yalancı çok katlı, goblet
Periodontal bağ fibröz bağ dokusudur ve yapısında bulu­
hücreli prizmatik epitel örter.
nan kolajen lif demetleri sement ve alveolar kemiğe tutuna­
Farinkste tonsiller de bulunur (14. Bölüm’de açıklandı).
rak dişin kemiksi cep (alveol) İçine sağlam bir şekilde otur­
Farinks mukozasının tıkız bağ dokusundan oluşan lamina
masını sağlar.
propriasında çok sayıda küçük mülcöz bezler yer alır. Fa-
rinksin uzamına ve büzücü kasları bu tabakanın dış tarafın­
da yerleşmiştir. Dentin
Dentin, daha çok kalsiyum tuzu içermesi (kuru ağırlığın %
D iş le r ve D iş le re B a ğ lı Y a pılar 70’i) nedeniyle kemikten daha sert bir kalsifiye dokudur.
Başlıca tip I kolajen fibriller, glikozaminoglikanlar, fosfopro-
Erişkin bir insanda, maksilier ve mandibuler kemiklerdeki
teinler, fosfolipitler ve hidroksiapatit kristalleri biçiminde­
iki taraf simetrik kavis içine yerleşmiş 32 sürekli diş bulu­
ki kalsiyum tuzlarından oluşmuştur. Dentinin organik mat-
nur. Bunlar her kadranda 8 tanedir: 2 kesici, 1 köpek, 2 ön
riksi odontoblastlar tarafından salgılanır; bu hücreler dişin
öğütücü ve 3 sürekli azı dişi. Yirmi sürekli dişin öncesinde
İç yüzeyini döşeyen pulpa hücreleridir (Şekil 15-5 ve 15-7).
süt dişi bulunur. Sürekli azı dişlerin ise süt dişi yoktur.
Odontoblast ince uzun, kutuplu bir hücredir ve sadece elen­
Her diş, diş etinden yukarı uzanan bir kuron (taç) ile diş
tine bakan yüzeyde organik matriksi oluşturur. Bu hücreler
etinin altındaki bir ya da daha fazla kökten oluşmuştur. Kök­
uç sitoplazmalarında bulunan salgı grandileri ve bazal nük-
ler, her diş için bir tane bulunan ve alveol adı verilen ke­
leuslarıyla kutuplaşmış protein salgılayan hücre yapısında­
miksi cepler içinde dişin tutunması sağlar (Şekil 15-4). Ku­
dır. Odontoblastlar ince uzun, dallanmış sitoplazmik uzantı­
lara sahiptir. Denlin genişliği boyunca dik olarak devam
eden bu uzantılara odontoblast uzantdan (Tomes lifleri)
adı verilir. Bu uzantılar dentin kalınlaştıkça giderek uzar,
dentin kanalları adını alan ve dentin-mine birleşme yeri­
nin yalcınlarında aşırı derecede dallanan küçük kanallar için­
de uzanır (Şekil 15-6). Odontoblast uzantıları hücre gövdesi
yakınında 3-4 //m çapındadır, ancak mine veya sement ya­
kınlarında distal uca doğru giderek incelirler.
Odontoblastlar tarafından salgılanan matriks başlangıçta
mineralize olmamıştır ve predentin adını alır (Şekil 15-7).
Gelişmekte olan dentinin mineralizasyonıı, odontoblastlar
tarafından üretilen zarla sarılmış veziküllerin (matriks vezi-
külleri) görünmesiyle birlikte başlar. Vezikiiller yüksek kal-

Şekil 15-4. Mandibular kemik içinde yerleşik bir kesici diş­


ten alınan sagital bir kesitin çizimi. (T.S. Leeson ve C.R. Le-
eson’ın izni ile: Histology, 2. baskı, Saunders, 1970 alınarak yeni­
den çizilmiştir).
SİNDİRİM KANALI / 295

Ameloblastlar

Mine

Dentin

Şekil 15-5. Olgunlaşmamış bir dişte dentin


ve minenin izlendiği bir kesitin mikroskop fo­
Predentin
toğrafı. Ameloblastlar {mine salgılayan hüc­
reler) ve odontoblastlar {predentin salgıla­
yan hücreler) karşılıklı olarak dizilmişlerdir. Odontoblastlar
Pararosanilin-toludin mavisi (PT) boyası. Or­
ta büyütme.

siyum ve fosfor içeriği sayesinde ince hidroksiapatit kristal­ Mine


lerinin oluşmasını kolaylaştırır. Bu kristaller büyür ve çevre­
Mine, insan vücudunun en sert dokusudur. Yaklaşık % 96’sı
deki kolajen lifçikler üzerine mineral birikimi için çekirdek
mineral, %1’e varan bir bölümü organik madde ve geri ka­
bölgeler oluşturur.
lanı sudur. Diğer mineralize dokularda olduğu gibi minede
Dentin sıcak, soğuk, travma ve asidik pH gibi bazı uya­
de inorganik materyalin çoğunluğunu hidroksiapatit kristal­
rılara karşı cluyarlıdır; bu uyarıların hepsi ağrı oluşturur. Pul-
leri oluşturur. Mine sentezi sırasında ortamda stronsiyum,
pamn sinir desteği oldukça fazla olmasına karşın, elentinde
magnezyum, kurşun ve florür gibi diğer iyonların bulunma­
bulunan birkaç miyelinsiz sinir lifi ilerleyerek iç bölümlerine
sı durumunda, bu iyonlar da kristallerin yapısına katılır ya
(pulpa bölümü) uzanır. Hidrodinamik teoriye göre, çeşitli
da içine geçerek emilir.
uyarılar elentin kanalları içindeki sıvıların hareketine yol aça­
rak odontoblast uzantılarının yakınındaki sinir liflerini uyar­
maktadır.
KLİNİK BİLGİ

Minede bulunan kristallerin asidik p H ’da çözün­


KLİNİK BİLGİ mesi diş çürümesinin temelini oluşturur; bu kris­
tallerden bazılarının (ör. floropatit) çözünmeye
Dentin, odontoblastların harabiyetinden sonra da karşı hidroksiapatitten daha dayanıklıdır.
uzun süre mineralize bir doku olarak kaldığı için
kemikten farklıdır. Bu nedenle pulpa ve odontob­
lastlar bulaşıcılarla hasara uğrasalar bile dişler Mine ekıodermal kökenli hücreler tarafından salgılanır,
kalabilir (kanal tedavisi). Erişkinde, kullanımdan oysa dişin diğer yapılarının çoğu mezoderm ya da nöral
dolayı ya da diş çürüğü nedeniyle erozyona uğ­ krista hücrelerinden köken alır. Organik mine matriksi kola­
rayan minenin yıkımı odontoblastlarda dentin bi­ jen fibrillerden oluşmamıştır, bunun yerine a m elo g en in ve
leşenlerinin yeniden sentezlenme sağlayan bir e n a m e lin adı verilen en az iki tip farklı protein içerir. Bu
yeni işlev başlatır. proteinlerin, minenin mineral yapı taşlarının birliktelikteki
rolleri yoğun bir şekilde araştırılmaktadır.
296 / BÖLÜM 15

Şekil 15-6. Odontoblast uzantılarının uzandığı dentin


kanallarını gösteren bir diş kesitinden alınmış bir foto-
mikroskop fotoğrafı. A: Başlangıç parçası, mine yakınla­
rında. B: Orta parça. Bu uzantılar ince uzantılar halinde
B
dallanır. Büyük büyütme.

Mine, mine prizmaları adı verilen uzun sütun ya da çu­ Pulpa, sinir ve damardan zengin bir dokudur. Kan da­
buklardan oluşmuştur. Bunlar birbirlerine interprizmatik marları ve miyelinli sinir lifleri uç delikten (apikal foramen)
mine ile bağlanır. Hem interprizmatik mine hem de mine girer ve çok sayıda dallara ayrılır. Bazı sinir lifleri miyelin kı­
prizmaları hidroksiapatit kristallerinden yapılmıştır; sadece lıflarını kaybeder ve kısa bir yol izleyerek elentin kanalları
kristallerin yerleşim yönü farklıdır. Her bir prizma mine ta­ içine doğru uzanır. Pulpa lifleri dişte algınabilen tek duyu ti­
bakası kalınlığı boyunca uzanır ve dalgalı bir yol izler. Priz­ pi olan ağrıya karşı duvarlıdır.
maların gruplar halinde düzenlenmesi minenin mekanik
özellikleri açısından büyük önem taşır Periyodontiyum
Mine matriksi ameloblastlar tarafından salgılanır (Şekil Periyodontiyıım dişin maksiller ve mandibuler kemik içinde
15-5). Bu uzun prizmatik hücreler nükleıısun altındaki böl­ tutunmasını sağlayan yapıları içerir. Bu yapılar sement, peri-
gede çok sayıda mitokondrİ içerirler. Niikleusun üzerinde iyi yodontal bağ, alveoler kemik ve diş eti (gingiva)dır.
gelişmiş bir Golgi kompleksi ve kaba endoplazma retikulu-
S em ent
mu bulunur. Her bir ameloblast Tomes uzantısı adı verilen
apikal bir çıkıntıya sahiptir. Bu çıkıntılarda mine matriksinin Bu doku kök dentininin yüzeyini örter ve yapısı kemiğe
oluştuğu proteinleri içeren çok sayıda salgı grandileri bulu­ benzer ancak havers sistemi ve kan damarları yoktur. Kökün
nur. Ameloblastlar mine sentezini tamamladıktan sonra ko­ apikal bölgesinde daha kalındır ve osteosit görünümündeki
ruyucu bir epitel oluştururlar ve diş sürmesine dek kuronu sem entositler içerir. Bu hücreler osteositler gibi lakünalar
yüzeyini örterler. Bu koruyucu işlev bazı mine bozuklukla­ içinde bulunur; ancak osteositlerin aksine sementositler bir­
rının önlenmesinde önemlidir. ikirleriyle kanaliküller yoluyla bağlantı kurmazlar ve peri­
odontal bağ yoluyla beslenirler. Sement, kemik dokusu gibi
değişebilen bir yapıya sahiptir ve karşılaşılan dış etkenlere
Pulpa yeni doku yapımı ya da eski dokunun emilmesi şeklinde
Diş pulpası gevşek bağ dokusundan oluşmuştur. Asıl ele­ tepki gösterir. Sürekli sement yapımı ile dişlerin fizyolojik
manları odontoblastlar, fibroblastlar, ince kolajen fibriller ve olarak uğradığı aşınma karşılanır ve diş kökleri ile kemiksi
glikozaminoglikan içeren temel maddedir (Şekil 15-7). cepler arasında yakın bir ilişki sağlanır.
SİNDİRİM KANALI / 297

Dentin

Predentin

Odontoblastiar

Pulpa

Odontoblast
uzantıları

Ş ekil 15-7. Fibrobiastların çok sayıda Odontoblast


bulunduğu diş pulpasından alınan mik­ çekirdeği
roskop fotoğrafı. Üst bölgede odontob-
lastlar ve bunlardan çıkan odontoblast
uzantıları görülmekte. Predentin tabaka­
sı mavi, dentin kırmızı renkte görülmek­
tedir. Mallory boyası. Üst: Orta büyütme;
A lt: Büyük büyütme.

KLİNİK BİLGİ KLİNİK BİLGİ

Sement kan damarları içermediği için kemiğe kı­ Perİodontal bağdaki bu yüksek kolajen yenilen­
yasla daha düşük bir metabolik aktivite gösterir. me hızı yüzünden, protein ya da kolajen sentezi­
Bu özelliği sayesinde, ortodontik girişimlerde diş­ ni etkileyenler (örn. protein ya da C vitamini ek-
ler önemli kök kaybına yol açmaksızın hareket sikliği-skorbüt) bu ligamentin görev kaybına ne­
edebilir. den olur. Bunun sonucu olarak dişler alveoler ke­
mik içinde sallanır ve ileri vakalarda düşer. Perİ­
odontal ligamentin bu esnekliği, bozuk duruştaki
dişlerin ağız içindeki durumunu değiştirebilen or­
P e r İo d o n t a l B a ğ todontik girişimlere izin vermesi bakımından
Periodontal bağ özel bir tip tıkız bağ dokusudur. Lifleri bir önemlidir.
taraftan dişin sementine girip onu kemiksi cebin duvarına
bağlarken, diğer taraftan dişin sınırlı bir şekilde hareket et­
mesine izin verir (Şekil 15-BA ve B). Bu lifler çiğneme ba­ A l v e o l a r K e m Ik
sınçlarını destekleyecek şekilde düzenlenmiştir. Böylece ba­ Alveoler kemik periodontal bağla çok yakın temas halinde­
sıncın doğrudan kemiğe yansıması ve bunun yol açacağı dir. Olgunlaşmamış kemik (primer kemik) tipindedir ve ko­
madde kaybı önlenmiş olur. lajen lifleri erişkin kemikteki gibi tipik lamellar biçimde dü­
Perİodontal ligamentin kolajeni olgunlaşmamış dokular­ zenlenmemiştir. Perİodontal ligamentin kolajen liflerinin ço­
daki kolajene benzer özellikler taşır. Yüksek protein döngü ğu demetler halinde düzenlenmiştir. Bu demetler alveoler
oranına sahiptir (otoradyografiyle gösterilmiştir) ve çözüle­ kemik ve sement içine girerek bu iki yapı arasında bir köp­
bilir kolajen içeriği yüksektir. Liflerin arasındaki boşluğu gli- rü oluştururlar (S h a rp ey lifle ri) (Şekil 15-8B). Köklere en
koza m inogl İka n lar dol du rur. yakın konumdaki kemik bir cep oluşturur. Damarlar alve­
oler kemik içinden geçerler ve kök boyunca periodontal ba-
298 / BÖLÜM 15

Alveolar
kemik Periodontal ligament

Fibroblast

Sement
Osteoblast
Sementoblast

Osteosit

Arteriyol

Alveolar
kemik

Periodontal
bağ

Sharpey
lifleri

Şekil 15-8. A: Bir dişin alveolar kemiğe periodontal bağ aracılığıyla tutunduğu bölümü gösteren bir kesit. Bu materyal
genç bir hayvandan alındığı için kemik diş sürmesine uyum sağlamak üzere sürekli bir yeniden yapım göstermektedir; bu
durum osteoklastların varlığını açıklar. Ligamenti düzgün bir yönlenme gösteren fibroblastlar oluşturur. PT boyası. Orta
büyütme. B: Alveolar kemiğe tutunmuş düzgün yönlenimli kolajen demetlerinin (sarı) bulunduğu periodontal ligamentin
pikrosirius polarizasyonu. Orta büyütme.
SİNDİRİM KANALI / 299

ğın içine uzanarak delici (perforan) damarları oluşturur­ YEMEK BORUSU (ÖZOFAGUS)
lar. Bazı damarlar ve sinirler kökün apikal foramenine ula­
Gastrointestinal kanalın özofagus adını alan parçası müskü-
şarak pulpa içine girerler.
ler bir borudur ve yiyecekleri ağızdan mideye taşıma işlevi
görür. Keratİnleşmemiş çok katlı yassı epitel ile örtülüdür (Şe­
(Diş Eti) Gİngİva
kil 15-9). Genellikle, sindirim kanalının geri kalan bölümüyle
Diş eti, maksiller ve mandibular kemiklerin periostuna sıkı aynı katmanları taşır. Submukozada mukus salgılayan küçük
biçimde tutunmuş bir müköz zardır. Çok katlı yassı epitel ve bez grupları, özofagus bezleri vardır; bunların salgısı yiye­
çok sayıda bağ dokusu papillaları içeren lamina propriadan ceklerin taşınmasını kolaylaştırır ve mukozayı korur. Mideye
meydana gelir. Bu epitelin oldukça özelleşmiş bir bölümü yakın bölümün lamina propriasında gruplar halinde bulunan
bağlantı epiteli adını alır. Bağlantı epiteli kalın bir bazal la- özofageal kardiya bezleri de mukus salgılar. Özofagusun
minaya benzeyen ve Gottlieb epitel bağlantısını oluşturan distal ucunda müsküler tabaka sadece düz kas hücrelerinden
bir kütikül ile diş minesine bağlıdır. Mine ile epitel arasında oluşur, orta parçada çizgili ve düz kas hücreleri; proksimal
kuronu çevreleyen ve diş eti oluğu adı verilen yaklaşık 3 ucunda ise sadece çizgili kas hücreleri vardır. Yemek borusu­
mm’lik küçük bir çöküntü yer alır. nun sadece periton boşluğundaki kısmı seroza ile kaplıdır.
Geri kalanı gevşek bağ dokusu tabakası ile örtülüdür. Adven-
tisya adı verilen bu tabaka çevre doku içine karışır.

MİDE
Mide, ince bağırsak gibi yiyecekleri sindiren ve hormon sal­
Klinik muayenede diş eti oluğunun ölçülen derin­ gılayan hem dış salgı hem de iç salgı yapan bir organdır. Sin­
liği önemlidir ve periodontal hastalığa işaret ede­ dirim kanalının genişlemiş bir bölümüdür. Ana işlevleri;
bilir. ağızda başlayan karbonhidrat sindirimini devam ettirmek,
mideye gelen besinlere asidik bir sıvı eklemek, bunları müs-

Çok katlı yassı


epitel

Lamina
propria

Düz
kas

Özofagus
bezleri

Şekil 15-9. Özofagusun üst bölümünden alınan


bir kesitin mikroskop fotoğrafı. Submukozada
müköz özofagus bezleri, muskulariste çizgili is­
kelet kasları gözlenmektedir. PAS ve PT boyası. İskelet
kası
Küçük büyütme.
300 / BÖLÜM 15

killer aktiviteyle viskoz bir kitle (kimus) haline dönüştür­ Bununla birlikte fundus ve korpus mikroskopik olarak aynı
mek ve pepsin enzimi ile protein sindirimini başlatmaktır. yapıda olduğundan histolojik olarak sadece 3 bölge ayırt
Mide ayrıca lingual lipazın da yardımı ile trigliseridleri sindi­ edilebilir. Boş midenin mukoza ve submukozası ruga denen
ren bir gastrik lipaz üretir. Makroskopik olarak 4 bölgeden uzamına kıvrımlar oluşturur. Mide yiyecekle dolu olduğun­
oluşur: kardiya, fundus, korpus ve pilor (Şekil 15-10). da bu kıvrımlar yassılaşır.

Çukurcuk

Çukurcuğun
tabanı ile bezin
birleşme veri

Lamina
propria
Bezler
Muskularis
mukoza

Lamina
propria

Pilor Korpus
Ş ekil 15-10. Midenin bölgeleri ve histolojik yapıları.
SİNDİRİM KANALI / 301

Mukoza
Mide mukozasında, değişik uzunluklarda lamina propria içi­ KLİNİK BİLGİ
ne uzanarak mideye ait çukurcuklar, g astrit çukurcukları
oluşturan bir yüzey epiteli bulunur. Midenin her bölgesi
Stres ve diğer psikosomatik etmenler; aspirin,
için özel bir yapı gösteren (kardiyak, gastrik ve pilorik) dal­
lanmış lübüler bezler mide çukurcuklarma açılır. Lamina nonsteroid anti-inflamatuvar ilaçlar ya da etanol
propria gevşek bağ dokusundan oluşmuştur. İçinde düz gibi ağızdan alınan maddeler; yemeklerin yol aç­
kas hücreleri ve lenfoid hücreler serpilmiş olarak bulunur. tığı hiperozmolarite; ve bazı mikroorganizmalar
Mukoza, altındaki submukozadan bir düz kas tabakası olan (ör. Helicobacter pylori) bu epitel tabakasını bo­
muskularis mukoza ile ayrılır. zarak ülserasyona yol açabilir. Başlangıçta ülse-
Midenin lümene bakan yüzeyi küçük büyütme ile ince­ rasyon iyileşebilir, ya da lokal olarak yıkıcı mad­
lendiğinde, çok sayıda küçük halkamsı ya da ovoid epitel delerin etkisiyle daha da şiddetlenerek başka mi­
girintileri gözlenir. Bunlar mideye ait çukurcukların delikle­ de ve duodenal ülserler oluşturur. Yeterli kan akı­
ridir (Şekil 15-10 ve 15-11). Yüzeyi ve mideye ait çukurcuk- mı midenin fizyolojik işlevini destekler. Bunun gi­
lan örten epitel tek katlı prizmatik epiteldir ve hücrelerinin bi bazı etmenler mide mukozanın yüzeyel hasa­
tümü alkalen bir mukus salgılar (Şekil 15-11 ve 15-12). Sal­ rı hızla onarmasını sağlayarak savunma düze­
gılanan mukus kalın bir jel tabakası oluşturarak hücreleri mi­ neğinde çok önemli bir rol oynar. Yıkıcı ve koru­
de tarafından salgilanan kuvvetli asitin etkisinden korur. *Epi- yucu etkiler arasındaki dengede herhangi bir bo­
tel yüzeyine sıkıca yapışmış olan mukus oldukça etkili bir zukluk patolojik değişikliklere yol açar. Örnek
koruma sağlar. Lümene yakın yiizeyel müköz tabaka daha olarak aspirin ve etanol mukozal kan akımını kıs­
çözünür bir yapıdadır; pepsin ile kısmen sindirilir ve liimen men azaltarak mukozaya zarar verir. Bazı anti-
içeriğine karışır. inflamatuvar ilaçlar, müköz tabakanın alkalini-
Yüzey ve çukurcuk hücrelerinin etrafındaki sıkı bağlan­ zasyonu ve sonuçta koruyucu etki için çok
tılar da aside karşı engelin bir parçasını oluşturur. Hidroklo- önemli olan E tipi prostoglandinlerin üretimini
rik asit gibi pepsin, lipazlar (lingual ve gastrik) ve safranın baskılar.
da epitel örtüsüne yönelik yıkıcı endojen maddeler olarak
düşünülmeleri gerekir.

Şekil 15-11. Mide fundusunda gastrik bezlerden alı­


nan bir kesitin fotomikrografı. Mukus salgılayan yüzey
epiteline dikkati çekmektedir. Pariyetal hücreler {açık
boyanmış) bezlerin orta ve üst bölümlerinde, esas (zi-
mojen) hücreler bezin alt bölümünde daha fazla sayı­
dadır. MM, muskularis mukoza. PT boyası. Küçük bü­
yütme.
302 / BÖLÜM 15

Okzintik hücre Kılcal kan damarı

Müköz
boyun
hücresi

Şekil 15-12. Mukus salgılayan yüzey epiteli (A) ve gastrik bezin orta bölümünde pariyetal hücreler arasına sokulmuş mü­
köz boyun hücrelerini (B) gösteren mikroskop fotoğrafları. Bol miktarda kapiler görülmektedir. PT boyası. Orta büyütme.

Kardlya K ö k H üc reler !

Kardiya, özofagus ile mide arasındaki geçiş bölgesinde 1,5-3 Kök hücreleri boyun bölgesinde az sayıda bulunur. Alçak
cm genişliğinde dar, halkasal bir banttır (Şekil 15-10). Mukoza­ prizmatik hücrelerdir. Oval nükleusları hücre bazaline ya­
sı, basit ya da dallanmış tübüler kardiyak bezler içerir. Bu bez­ kındır. Bu hücreler yüksek mitotik aktiviteye sahiptir; bazı­
lerin son kısınılan genellikle kıvrımlıdır ve geniş bir lümene sa­ ları çukurcuk ve yüzeydeki müköz hücrelerin yerini almak
hiptir. Salgı yapan hücrelerin çoğu mukus ve lizozim (bakteri üzere yüzeye doğru hareket eder. Müköz hücrelerin döngü
duvannı yıkan bir enzim) üretir, ancak arada hidroklorür salgı­ (turnover) süresi 4-7 gündür. Diğer yavru hücreler bezlerin
layan birkaç pariyetal hücre bulunabilir. Bu bezler yapı olarak, daha derin kısımlarına göç ederler ve müköz boyun hücre­
özofagusun son parçasındaki kardiyak bezlere benzer. leri ile pariyetal, esas ve enteroendokrin hücrelere farklıla­
şırlar. Bu hücreler yüzeydeki müköz hücrelerden çok daha
yavaş yenilenirler.
Taban ve Gövde (Fundus ve Korpus)
Fundus ve korpusun lamina propriası dallanmış, tübüler M üköz Bo yun H üc reler !

gastrik bezler (fundus bezleri) İle doludur. Bunların 3-7’si Müköz boyun hücreleri mide bezlerinin boyun parçalarında­
birlikte bir mide çukurcuğunun dibine açılır. Mide bezlerin­ ki pariyetal hücreler arasında kümeler halinde ya da tek ola­
deki epitel hücrelerinin dağılımı düzenli değildir (Şekil 15-10 rak bulunur. Bu hücrelerin müköz salgısı yüzeydeki müköz
ve 15-11). Bezlerin boyun parçasında kök, müköz boyun ve epitel hücrelerinin salgısından oldukça farklıdır. Şekilleri dü­
okzintik (pariyetal) hücreler (Şekil 15-12B); tabanında ise pa­ zensizdir; nükleusları hücre bazalinde bulunur ve uç yüze­
riyetal, esas (zimojen) ve enteroendokrin hücreler bulunur. ye yakın salgı grandileri vardır.
SİNDİRİM KANALI / 303

O k z In t İk (P a r İy e t a l ) H ü c r e l e r

Pariyetal hücreler, daha çok mide bezlerinin üst yarısında KLİNİK BİLGİ
bulunur, tabanında çok seyrektir. Yuvarlak ya da piramidal
hücrelerdir. Merkezi yerleşimli, yuvarlak tek nükleusları var­
dır ve sitoplazmaları oldukça eozinofiliktir (Şekil 15-11, 15- Atrofik gastrit vakalarında pariyetal ve esas hüc­
12B ve 15-13). Elektron mikroskop ile incelendiğinde, aktif reler çok daha az sayıdadır ve gastrik sıvının asit
olarak salgı yapan hücrenin en belirgin özellikleri çok sayı­ ya da pepsin aktivitesi çok azdır ya da hiç yoktur.
da bulunan mitokondri (eozinofilik) ve apikal plazma İnsanda, pariyetal hücreler intre nse k faktörün
membranının yaptığı derin sirküler girintilerdir (hücre içi üretim yeridir. Bu faktör B12 vitaminine bağlanan
kanalcıklar) (Şekil 15-13, 15-14 ve 15-15). Dinlenme halin­ bir glikoproteindir. Diğer canlılarda bu madde
deki hücrenin uç bölgesinde plazmalemmanın hemen altın­ başka hücreler tarafından üretilebilir.
da çok sayıda tübüloveziküler yapılar görülebilir (Şekil 15- B12 vitamini ile intrensek faktörün oluşturdu­
15, sol taraD. Bu aşamada hücre az sayıda mikrovillusa sa­ ğu karışım pinositoz yoluyla emilerek ileumdaki
hiptir. Hidroklorik asit salgısı için uyarıldığında, tiibülovezi- hücrelerin içine alınır; bu nedenle, intrensek fak­
kiiller hücre membranı ile kaynaşır ve daha fazla kanalikül tör bulunmaması B 12 vitamin eksikliğine yol aça­
ve mikrovilus oluşur. Böylece hücre membranı yüzeyinde bilir. Genellikle a tro fik gastritin neden olduğu
büyük bir artış sağlanmış olur (Şekil 15-15, sağ taraD. bu durumda eritrositlerin oluşumundaki meka­
Pariyetal hücreler 0.16 mol/L hidroklorik asit (esas ola­ nizma bozulur ve pernisyö z anem i gelişir. Va­
rak H+ ve Ck), 0.07 mol/L potasyum klorür, eser miktarda kaların belirli bir yüzdesinde, pernisyöz anemi
diğer elektrolitler ve mide imrensek faktör (aşağıda açıklan­ otoimmün bir hastalık olarak değerlendirilir, çün­
mıştır) salgılar. Bu hücrelerde bol miktarda bulunan karbo­ kü bu hastaların kanında sıklıkla pariyetal hücre
nik anhidraz enziminin etkisiyle oluşan H2C 0 3’in ayrışması proteinlerine karşı gelişen antikorlar saptanmak­
sonucu H+ ortaya çıkar. H2C 0 3 oluştuktan hemen sonra si- tadır.
toplazmada H+ ve H C 03*’e ayrışır (Şekil 15-16). Aynı zaman­
da aktif durumdaki hücre tarafından kanalikül içine salgıla­
nan KCİ de, K+ ve Ch’ye ayrışır; HVK+ pompasının etkisiy­
le K+ ile H+ yer değiştirirken Ch iyonundan HC1 oluşturulur.
Pariyetal hücrelerde bol miktarda mitokondri bulunması Pariyetal hücrelerin salgısal aktivitesi çeşitli mekanizma­
bunların metabolik süreçlerinde, özellikle H+/K+ pompası­ larla ortaya çıkar. Bunlardan biri kolinerjik sinir sonlanmaları
nın işlevinde enerji gereksiniminin oldukça yüksek olduğu­ yoluyla olur (parasempatik uyarım). Histamin ve polipeptid
na işaret eder. yapısındaki gastrin, mide mukozasından salgılanır ve hicl-

Şekil 15-13. Fundusta, gastrik bezin bazal bölümünün


mikroskop fotoğrafı. Bu kesitte mitokondriden zengin ve
karakteristik hücre içi kanalcıkları (ok başları) olan pariye­
tal hücreler görülmektedir. Esas hücrelerin sitoplazmasın-
da kırmızı salgı granülleri izlenmekte. Pararosanilin tolu-
din boyası.
304 / BÖLÜM 15

M m
Lümen

m ı0 m

öWS

m i h
: ; V , f ■; i
fess*

Ş ekil 15-14. Aktif bir pariyetal hücrenin elektron mikroskop resmi. Hücre içi kanalcıkların içine uzanan
mikroviluslar (MV) ve bol miktarda mitokondri (M) gözlenmekte. X10,200 (S. Ito'nun izni ile).

roklorik asit yapımını güçlü bir şekilde uyarır. Gastrin ayrıca 18). Mide fundusıında, 5-hidroksitriptamin (serotonin)
mide mukozasında büyümeyi uyararak trofik bir etki gösterir. önemli salgı ürünlerinden biridir. Gastrointestinal kanaldaki
enteroenclokrin hücrelerin diğer ürünleri Tablo 15-1’de gös­
E s a s (Z İ m o j e n ) H ü c r e l e r İ
terilmiştir.
Esas hücreler tübiiler bezlerin alt bölümünde daha fazladır
(Şekil 15-13). Protein sentezi yapan ve salgılayan hücrelerin
bütün özelliklerine sahiptir. Sitoplazma kaba endoplazma re-
tikulumundan zengin olduğu İçin bazofiliktir. Sİtoplazmala-
k l in ik b il g i
rındaki granüllerde inaktif pepsinojen enzimi bulunur. Ön­
cül bir enzim olan pepsinojen midenin asit ortamına salgılan­
dıktan sonra hızla oldukça aktif bir proteolitik enzim olan Bu hücrelerden çıkan ve ka rsino id adı verilen
pepsine dönüşür. İnsanda gastrik sıvı içinde farklı yapıda 7 tümörler serotonin aşırı üretimine bağlı klinik
pepsin enzimi bulunur; pH<5 ortamda aktif olan bu aspartat semptomlar verir. Serotonin bağırsak hareketleri­
endoproteinazlar nispeten geniş bir özel etkinlik gösterir. İn­ ni artırır, ancak bu hormon/nörotransmiter düze­
sanda esas hücreler ayrıca lipaz enzimini de üretirler. yindeki artış mukoza vazokonstriksiyonu ve ha­
sarında rol oynar.
E n t e r o e n d o k r İn H ü c r e l e r

Enteroendokrİn hücreler (aşağıda detaylı olarak açıklana­


caktır) gastrik bezlerin tabanında bulunur (Şekil 15-17 ve 15-
SİNDİRİM KANALI / 305

Hücre içi

Şekil 15-15. Pariyetal hücrenin dinleme durumunda (sol)


ve aktif durumda (sağ) arasında sergilediği ultrastrüktü-
rel farklara ait şematik çizim. Dinlenme durumundaki
hücrenin sitoplazmasında bulunan tübüloveziküller (TV)
intraselüler kanalikülleri (IC) dolduran mikrovilusları (MV)
oluşturmak üzere kaynaşmışlardır. G, Golgi kompleksi;
M, mitokondri. (S. Ito ve G.C. Schofield çalışmalarına göre. J
Cell Biol 1974;63;364'den alınmıştır).

Şekil 15-16. Hidroklorik asit sentezindeki başlıca evreleri gösteren pariyetal hücre çizimi. Düz oklar ATPaz aracılığıyla ak­
tif transports kesintili oklar difüzyonu göstermektedir. Kandaki C 0 2'den karbonik anhidrazın etkisiyle karbonik asit oluşur.
Karbonik asit bir bikarbonat iyonu ve bir protona (H+) ayrışır ve H+ mide lümenine K+ ile yer değiştirmek üzere pompala­
nır. Na+, K+ ATPaz sayesinde intraselüler K+ yüksek konsantrasyonda tutulurken H C 03" ile Cl‘ değişimi aksi yönde ger­
çekleşir. Hücre apeksindeki tübüloveziküllerin sayısının pariyetal hücre stimülasyonundan sonra azalması bu tübülovezi-
küllerin hidroklorik asit salgısıyla ilişkili olduğunu gösterir. Bikarbonat kana geri döner ve sindirim sırasında kan pH ‘sında
ölçülebilir bir artışa neden olur.
306 / BOLÜM 15

Ş ekil 15-17. Mide fundusunda bir mide bezi kesitinden alınan elektron mikroskop resmi. Lümen,
pariyetal hücrelerde bol mitokondri, esas hücrelerde yaygın kaba endoplazma retikulumu ve en-
teroendokrin hücrelerde salgı grandileri görülmektedir. X5300.
SİNDİRİM KANALI / 307

Tablo 15-1. Gastrointestinal kanaldaki başlıca enteroendokrin


hücreler.

Hücre Tipi Üretilen


ve Yerleşimi Horm on Başlıca Etkisi

A-mide Glukagon Hepatik glikojenoliz

G-pilor Gastrin Gastrik asit sekresyonunun


uyarılması

S-ince Sekretİn Pankreas ve safra


bağırsak yoluyla bikarbonat ve
su sekresyonu

K-ince Gastrik inhibitor Gastrik asit sekresyonunun


bağırsak polipeptid inhibisyonu

L-ince Glukagon- Hepatik


bağırsak benzeri madde glikojenoliz
(glisentin)

l-ince Kolesistokinin Pankreatik enzim


bağırsak sekresyonu, safra
kesesi kontraksiyonu

D-pilor, Somatostatin Diğer endokrin hücrelerin


duodenum lokal inhibisyonu

Mo-ince Motilin Bağırsak motilitesinin


bağırsak artırılması

EC-sindirim Serotonin, Bağırsak motilitesinin


kanalı substans P artırılması

Şekil 15-18. İnsan duodenumunda bir enteroendokrin hüc­ Dr sindirim Vazoaktif İyon ve su sekresyonu,
renin {açık tip) elektron mikrografı. Hücrenin apeksinde kanalı intestinal bağırsak motilitesinin
mikroviluslar gözlenmekte. X6900 (A.G.E. Pearse’ın izni ile.) polipeptit artırılması

Pilor İNCE BAĞIRSAK


Pilor (I.at. kapıcı) elerin gastrik çukurcuklara sahiptir ve bun­ İnce bağırsak son besin sindiriminin, metabolil
ların içine dallanmış, tübüler pilor bezleri açılır. Kardiyak emiliminin ve endokrin sekresyonun yapıldığı yer­
bölgenin bezleriyle karşılaştırıldığında, pilor bezlerinin daha dir. Sindirim olayı sindirim ürünlerinin epitel hüc­
uzun çukurcukları ve daha kısa kıvrımlı salgılayıcı bölümle­ releri tarafından emildiği ince bağırsakta tamamla­
ri bulunur (Şekil 15-19). Bıı bezler dikkate değer miktarda li- nır. İnce bağırsak yaklaşık 5 m uzunluğundadır ve üç bö­
zozim enzimi yanı sıra mukus salgılar. Gastrin salgılayan lümden oluşur: 12 parmak barsağı (duodenum), jeju­
gastrin (G) hücreleri pilor bezlerinin müköz hücreleri ara­ num ve ileum. Bu bölümlerin birçok ortak özellikleri bu­
sında bulunur. Gastrin, mide bezlerinin pariyetal hücrelerin­ lunduğundan bir arada bahsedilecektir.
den asit salgılanmasını uyarır ve mide mukozasında trofik
etki gösterir. Diğer enteroendokrin hücreler ( D hücreleri) Müköz Membran
somatostatin salgılar. Bu hormon gastrin gibi diğer bazı
Çıplak gözle incelendiğinde ince karsağın iç yüzü çok sayı­
hormonların salgılanmasını baskılar.
da kalıcı katlanmalar gösterir. Bunlara çevresel plikalar
(Kerckring valileri) denir; mukoza ile submukozanın bir­
Midenin Diğer Tabakaları likte yaptığı çevresel, sarmal ya da yarımay şeklinde katlan­
Submukoza, kan ve lenf damarları içeren tıkız bağ doku­ malardır. fllikalar en çok jejunumda gelişmiştir; bu yüzden je-
sundan oluşmuştur. Bol miktarda lenfoid hücre, makrofaj ve junumun karakteristik bir yapısıdır. Duodenum ve ileumda
mast hücresi bulunur. Muskularis, 3 ana yönde düzenlen­ da sıklıkla görülmesine karşın, önemli bir özellik oluşturmaz­
miş düz kas liflerinden meydana gelir. Dış tabaka uzamına, lar. intestinal viluslar mukozanın (epitel arlı lamina prop­
orta tabaka çevresel, iç tabaka çaprazdır. Filorda, orta taba­ ria) liimene doğru yaptığı 0.5-1.5 mm uzunluğunda çıkınlılar­
ka oldukça kalınlaşarak pilor sfinkterini oluşturur. Mide dır. Bunlar duodenumda yaprak biçimindedir. İleuma doğru
ince bir seroza tabakası ile örtülüdür. giderek parmaksı bir biçim alırlar (Şekil 15-20 ve 15-27).
308 / BÖLÜM 15

Ş ekil 15-19. Midenin pilor


bölgesinden alınan bir kesitin
mikroskop fotoğrafı. Lamina
propriada kısa pilor bezleri
içeren derin gastrik çııkur-
cuklar görülmekte. H&E bo­
yası. Küçük büyütme.

Villus

ntestinal
bezler

Submukoza

Kas

Şekil 15-20. İnce barsağın mikros­


kop fotoğrafı. Viluslar, intestinal bez­ Seroza
ler, submukoza, kas tabakaları ve se-
roza görüllmekte. PT boyası. Küçük
büyütme.
SİNDİRİM KANALI / 309

Viluslar arasında basit tübüler bezlerin küçük delikleri Paneth hücreleri, ince bağırsak bezlerin bazal bölü­
vardır. Bu bezlere intestinal bezler (ayrıca uygun olmaya­ münde bulunur. Uç sitopkızmalarında salgı grandileri bulu­
rak kriptalar da denir) ya da Lieberkühn bezleri denir nan dış salgı hücrelerdir. İmmiinositokimyasal yöntemler kul­
(Şekil 15-20 ve 15-27). lanılarak yapılan araştırmalarda, bu hücrelerin büyük eozino-
Vilusların epiteli, bezlerin epiceli ile devanı eder, intesti­ filik salgı grandileri içinde bazı bakterilerin hücre duvarını
nal bezlerde kök hücreler, bir miktar emici, abzorbtif hücre, eriten bir enzim olan lizozim içerdiği görülmüştür (Şekil 15-
goblet hücreleri, Paneth hücreleri ve enteroendokrin hücre­ 27’den 15-30’a kadar). Lizozim antibakteriyel işleve sahiptir
ler bulunur. ve bağırsak florasının kontrol edilmesinde rol oynayabilir.
Emici hücreler, uzun prizmatik hücrelerdir. Her birinin M (mikro katlantı) hücreleri, fieyer plaklarındaki lenf
bazal yarısında tek bir oval nükleus bulunur. Her hücrenin folikiillerini örten özelleşmiş epitel hücreleridir. Bu hücrelerin
özelliği çukurculdar oluşturan çok sayıda bazal zar girintileri
ucunda fırçamsı (çizgili) kenar adı verilen homojen bir ta­
göstermesidir. Bu çukurcuklarda intraepitelyal lenfositler ve
baka vardır (Şekil 15-21). Elektron mikroskopta incelendiğin­
antijen-sunan hücreler (makrofajlar) bulunur. M hücreleri en-
de, lirçaııısı kenarın yoğun bir mikrovilus tabakasından oluş­
dositozla antijenleri alıp alttaki makrofajlara \'e lenfoid hücre­
tuğu görülür (Şekil 15-22 ve 15-23). Her mikrovilus uç sitop-
lere taşırlar. Makrofajlar ve lenfositler daha sonra yabancı an­
lazmanın yaklaşık 1 fim uzunluğunda ve 0.1 fim çapında si-
tijenlere karşı immünolojik yanıtların başladığı lenfoid siste­
lindirik bir çıkıntısıdır; aletin mikrofilamanlan ile diğer hücre min diğer bölümlerine (lenf düğümlerine) göç ederler, intes­
iskeleti proteinlerinin oluşturduğu bir nüveyi saran hücre tinal immünolojik sistemde M hücrelerinin önemli bir yeri var­
membranından meydana gelir (Şekil 15-22 ve 15-24). Emici dır (Şekil 15-31, 15-32 ve 15-33). Bazal membran M hücrele­
hücrelerde ortalama 3000 mikrovilus bulunduğu belirlenmiş­ rinin altında devamlılığını kaybeder, böylece lamina propria
tir. Mukozanın 1 mm2’sincle bu yapıların sayısı 200 milyonu ile M hücreleri arasında geçiş kolaylaşmış olur (Şekil 15-33).
bulur. Mİkroviluslar bağırsak yüzeyi ile besinler arasında iliş­ Mide-bağırsak kanalının oldukça geniş olan mu koza 1 yü­
ki yüzeyini oldukça artırdıkları için önemli fizyolojik işleve zeyi birçok potansiyel yayılan mikroorganizmayla karşılaşır.
sahiptir. Plika, vilus ve mikroviluslarm bulunmasıyla ince IgA sınıfı sekretuvar immünglobulinler (daha önce bahsedil­
bağırsakta örtünün yüzeyi büyük ölçüde artar. Bunlar yoğun di) savunmadaki ilk hattı oluşturur. Diğer bir koruyucu ay­
bir emilim işleminin gerçekleştiği bir organda görülen önem­ gıt, hücrelerarası sıkı bağlantılardır. Bu bağlantılarla epitel
li bir özelliktir, filikalar bağırsak yüzeyini 3 kat, viluslar 10 kat hücreleri mikroorganizma girişine karşı bir engel konumuna
ve mikrovilushır 20 kat artırır. Böylece bu oluşumların hepsi gelir. Bunlara ek olarak asıl koruyucu bariyeri muhtemelen
birlikte bağırsak yüzeyinde 600 kat artış sağlar ve sonuçta gastrointestinal kanalda mukoza ve submukozaya yerleşmiş
toplam yüzey 200 m-’ye ulaşır. antikor salgılayan plazma hücreleri, makrofajlar ve çok sayı­
firizmatik intestinal hücrelerin daha önemli bir işlevi ise daki lenfositler oluşturmaktadır (Şekil 15-31 ve 15-33). Bu
sindirim olayının sonunda ortaya çıkan metabolitlerin emili- hücrelerin hepsine birden sindirim sistemi ile ilişkili lenfatik
mini gerçekleştirmektir. Emici hücreler tarafından salgılanan doku (gut-associated lymphatic tissue -GALT) denir.
disakkaridaz ve peptidazlar fırçamsı kenardaki mikrovilusla-
ra bağlanırlar. Bunlar disakkarit ve dipeplitleri hidrolize ede­
Gastrointestinal (Mide-bağırsak) Kanalın
rek sekonder aktif transport ile kolaylıkla emilebilen mono-
Endokrin Hücreleri
sakkaritler ve amino asitlere dönüştürür. Lipit sindirimi baş­ Yukarıda bahsedilen hücrelere ek olarak, gastrointestinal ka­
lıca pankreatik lipaz ve safranın etkisiyle olur. İnsanda lipit nal diffüz nöroendokrin sistem özelliklerini taşıyan yay­
emiliminin çoğu duodenumcla ve jejunumun üst bölümünde gın hücreler İçerir. Bu hücreler hakkında şimdiye dek edinil­
gerçekleşir. Şekil 15-25 ve 15-26’da emilim olayı üzerine gü­ miş bilgiler Tablo 15-1’de özetlenmiştir.
Bu hücreler uyarıldıklarında salgı ürünleri ekzositoz yo­
nümüzde geçerli görüşler yer almaktadır.
luyla salınır. Ardından bu hormonlar parakrin (lokal) ve en­
dokrin (kan yolu ile) etkiler gösterir. Sindirim kanalının poli-
peptid salgılayan hücreleri iki tiptir: açık tip hücrenin uç kıs­
mında mikroviluslar vardır ve organın liimeniyle temas halin­
k l in ik b il g i dedir (Şekil 15-18); kapalı tip hücrenin uç kısmı diğer epitel
hücreleri ile örtülüdür (Şekil 15-17). İnce bağırsakta açık tip
İnsanda sindirim bozukluklarıyla özellik kazanan endokrin hücreler komşu emici hücrelerden daha ince bir gö­
bazı hastalıklarda disakkaridazların eksik olduğu rünümdedir; uç yüzeyinde düzensiz mikroviluslar, sitoplaz-
mada küçük salgı grandileri bulunur. Sindirim kanalındaki
gösterilmiştir. Bu enzim eksikliklerinin bazdan
kimyasal içeriğin açık tip hücrelerin mikroviluslarını etkileye­
genetik kaynaklıdır.
bileceği ve böylece hücre salgısında bir artışa yol açabileceği
Enfeksiyonlar ya da beslenme bozukluklarına
ileri sürülmüştür. Gastrointestinal endokrinoloji bilgileriyle ha­
bağlı olarak ince bağırsak mukoza atrofisi gelişen la bazı olayların açıklanamamasına karşın, sindirim sistemi et­
hastalıklarda besinlerin emilimi büyük ölçüde engel­ kinliği sinir sistemi tarafından kontrol edildiği, lokal olarak
lenir ve malabzorbsiyon sendromu meydana gelir. salgılanan peptid hormonların oluşturduğu karmaşık ve etkin
bir sistem tarafından düzenlendiği açıklık kazanmıştır.

Goblet hücreleri, emici hücrelerin arasına serpiştirilmiş Lamina Propria-Seroza


olarak bulunur (Şekil 15-21 ve 15-27). Sayıları duoclenumda İnce barsağın lamina propriası kan ve lenf damarları, sinir
daha azdır ve ileuma doğru giderek artar. Bu hücreler musin lifleri ve düz kas hücreleri içeren gevşek bağ dokusundan
tipinde asit glikoproteinleri üretir. Bunlar sulu olup çapraz meydana gelir.
bağlantılar yaparak başlıca işlevi bağırsak yüzeyini korumak Lamina propria, ince bağırsak viluslarının içine kan ve
ve kayganlaştırmak olan mukusu oluştururlar. lenf damarları, sinirler, bağ dokusu ve düz kas hücreleriyle
310 / BÖLÜM 15

Goblet hücresi Vilus içinde düz kas hücresi

Abzortif prizmatik epitel

Epitel içi lenfosit

Goblet
hücresi

Emici prizmatik hücre


Şekil 15-21. İnce barsağı döşeyen epitelin mikroskop fotoğrafı. A: Fırçamsı kenarlı (ok başı) prizmatik epitel hücreleri ve
bunların arasına serpiştirilmiş goblet hücreleri. PAS-hematoksilen boyası mukus ve fırçamsı kenarda bulunan glikoprote-
inler için pozitif reaksiyon verir. Orta büyütme. B: Fırçamsı kenarlarıyla çok sayıda abzortif hücre ve net olarak izlenen
hücre sınırları. PT boyası. Büyük büyütme.
SİNDİRİM KANALI / 311

Mitokondriler Mikroviluslar Çekirdek

|tv ~>V l-'\ , -v


V'V/K

m m :

îMtı-1 i .• v : ?• >>*i * - » i L >


H k & V £ * K rV v&\.
*• r. ■■*%■ "■■■ r •-v.Uv i

V $ *;i

■■'VSCjilîfe
■ ! ' ■■■/ :
^ â ® ;;

;;$igİjfSî?:*
m
; ;• m

£ek/7 75-22. İnce bağırsakta bir emici epitel hücresinin elektron mikroskop fotoğrafı. Hücrenin
apeksinde mitokondri birikimi gözlenmektedir. Lümene bakan yüzey mikroviluslarla örtülüdür (sağ
üst köşedeki enine kesit). Enine kesilmiş aktin filamanları mikrovilusların merkezindeki başlıca ya­
pısal özelliktir. X6300 (K.R. Porter’in izni ile).
312 / BÖLÜM 15

Şekil 15-23. İnce bağırsak epitelinin elektron mikros­


kop fotoğrafı. Hücre apeksinde bulunan çok sayıdaki
mikrovilusların fırçamsı kenarı oluşturduğu görülmek­
tedir. Solda epitel içine göç eden 2 lenfosit gözlenmek­
tedir. Ortada, bazal salgı granülleriyle bir enteroendok-
rin hücre (E) izlenmektedir. X1850.

Villin

Aktin filamanı

Fibrin
Hücre zarına
bağlanma

Hücre
Şekil 15-24. Mikrovilus yapısı. Aktin filamanları ve buna zarına
bağlı diğer proteinlerden oluşan bir hücre iskeleti ile
mikrovillusun şekli korunur. Aktin filamanları içinde ara
filamanlar bulunan terminal ağın <bkz. Bölüm 4) mikrofi-
lamanlarıyla süreklilik gösterir. Bu yerleşimde aktin fila-
manları yapısal bir rol oynar, genellikle söz knusu oldu­
ğu üzere hareket ile ilişkileri yoktur. Aktin destekleyici
görevi tam olarak gerçekleştirebilmek üzere mikrofila-
manları bir arada tutan fibrine, hücre membranına ve
mikrovilus ucunda yer alan özel bir protein olan villine
bağlayan başka proteinlerle de ilişki kurar. Ara filaman
SİNDİRİM KANALI / 313

Safra asitleri---------- Lipitler^—;----------- Lipaz

Gliserol Yağ asitleri Monogliseridler

I I I

Ş e kil 15-25. İnce bağırsakta lipit emilimi. Lipaz,


bağırsak lümeninde lipitlerin monogliseridler ve yağ
asitlerine hidrolizini sağlar. Bu bileşikler safra asitlerinin
etkisiyle emülsiyon haline getirilir. Hidroliz ürünleri mik-
rovilus membranını pasif olarak geçer, düz endoplazma
retikulumu (SER) sisternalarında toplanır ve burada
tekrar trigliseridlere sentezlenir. Bu trigiiseridler ince bir
protein tabakası ile örtülür ve bu partiküller şilomikron
adını alır (0.2-1 pm çapında). Şilomikronlar Golgi komp­
leksine taşınır, buradan lateral membrana doğru göç
ederler ve membranı füzyon yoluyla geçerek (ekzosi-
toz) kan ve lenf damarları yönünde ekstraseiüler aralı­
ğa akar. Şilomikronların çoğu lenfe, az bir bölümü de
kan damarlarına gider. Uzun zincirli lipitler (>C12) esas
olarak lenf damarlarına gider. Karbon atom sayısı 10-
12’den az olan yağ asitleri trigliseridlere reesterifiye ol­
mazlar, bunun yerine hücreyi doğrudan terk ederek kan
dolaşımına katılırlar. RER, kaba endoplazma retikulu­
mu. (H.l. Friedman ve R.R. Jr CardelPin izni ile Anat Rec.
1977; 188: 77’den alınmıştır.)
314 / BOLUM 15

.‘ m*tr;rmı
•*'' *>
*i» ,' - - “ -**ıwjM
r\ \

Şekil 15-26. Lipit-emilİmi fa­


zındaki ince bağırsak epiteli-
nin elektron mikroskop resmi.
Düz endoplazma retikulumıı
veziküllerinde lipit damlacıkla­
rının birikimi gözlenmektedir.
Bu veziküller çekirdek yakı­
nında kaynaşır, yanlara doğru
göç eden daha büyük lipit
damlacıklarını oluşturur. Bun­
lar hücre membranlarını ge­
çerek hücreler dışı aralığa atı­
lır (oklar). X5000 (H.l. Fried-
man’ın izni İle).
SİNDİRİM KANALI / 315

mukoza propria bezleri

Şekil 15-27. İnce barsağın yapısını gösteren şematik çizim. A: Küçük büyütme ile ince bağırsak. Soldaki vilusta epitel
hücrelerinin deskuamasyonu gözlenmektedir. Bezlerin kör uçlarında yer alan hücrelerin sürekli mitotik aktivitesi ve bu hüc­
relerin yukarıya doğru göçü sayesinde (kesik çizgiler) intestinal epitel sürekli olarak yenilenir, intestinal Lieberkühn bezle­
ri gözlenmektedir. B: intestinal bezlerde intestinal epitel örtüsü vS goblet hücreleri (üst kısım) bulunur. Daha aşağıda ol­
gunlaşmamış epitelyal hücreler mitoz aşamasında görülmektedir; Paneth hücreleri ve enteroendokrin hücrelerin bulun­
ması da dikkati çekmektedir. Olgunlaşmamış hücreler yukarıya doğru ilerledikçe farklılaşır ve ışık mikroskopunda gözle­
nen fırçamsı kenarı oluşturan mikroviluslar gelişir (bkz Şekil 15-22). Bu bezlerin kör uçlarında, hücre proliferasyonu ve
farklılaşması aynı anda meydana gelir. C: Fırçamsı kenarlı prizmatik örtü epiteli ve goblet hücreleriyle bir villusun tepesi.
Villusun içindeki bağ dokusunda kan kapilerleri, bir lenfatik kapiler, düz kas hücreleri ve lenfositler izlenebilmektedir. Epi­
tel tabakasında lenfositler çok sayıdadır. Hücreler villusun tepesinden dökülür. (A.W. Ham'in izni ile, Histology, 6. baskı, Lippin-
cott, 1969'den alınarak yeniden çizilmiştir.)
316 / BOLUM 15

Şekil 15-28. İnce bağırsaktaki Paneth hücreleri (okbaş-


lart) içinde ve bağ dokusundaki makrofajlarda (M) lizo-
zim varlığını göstermek üzere immünhistokimya uygu­
lanmış kesit. Orta büyütme.

Şekil 15-29. Paneth hücresinin elektron mikroskop resmi. Belirgin nükleoluslu bazal nükleus,
bol miktarda kaba endoplazma retikulumu ve polisakkaritten zengin materyalin oluşturduğu bir
halka ile çevrili bir protein özdekten oluşan iri salgı granülleri gözlenmektedir. Bu granüller in­
testinal bakteri popülasyonunun düzenlenmesini sağlayan litik bir enzim olan lizozim içerir.
SİNDİRİM KANALI / 317

Şekil 15-30. İnce bağırsakta yer alan 2 bezin (kriptanın) bazal kesiminin mikroskop fotoğrafı. Enteroen-
dokrin hücre, paneth hücresi, goblet hücresi ve mitoz geçiren bir hücre görülmekte.

M hücrelerinin
M hücre M hücre Lenfoid Bazal yüzeyel

Şekil 15-31. Bir lenf nodulünün intestinal mukoza ile örtü olduğu bağırsak bölgesinden alınan bir elekt­
ron mikroskop resmi. Lenfoid hücreler içeren özel bir kompartman oluşturan M hücreleri gözlenmektedir.
Bu kompartmanda yarıca bir makrofaj da (antijen sunan bir hücre) bulunmaktadır. (M. Neutra'nın izniyle).
318 / BÖLÜM 15

Resim 15-32. Mukoza epitelinin kaldırılmasını takiben bağırsak yüzeyinin taramalı elektron mikroskop
fotoğrafında bazal membran gözlenmektedir, intestinal vilusların arta kalan kısımlarını örten bazal
membran kesintisiz, buna karşın Peyer plakları üzerindeki lenf foliküllerini örten bazal membran kevgir
görünümündedir. Bu durum immünojenik maddelerin alttaki lenfoid dokuya kolayca ulaşabilmesini sağ­
lar. (S. McCluagage'nm izni ile.)

birlikte girer. Düz kas hücreleri, vilusların enıilim için önem­ kesitlerde bu tabakalardaki düz kasların enine ya da uzamı­
li olan tekrarlayan hareketlerini sağlar (Şekil 15-27 ve 15- na görünümü kesit yüzeyinin açısına göre değişir.
3-i’e bakınız).
Muskularis mukoza önemli bir özellik göstermez. Sub- Damarlar ve Sinirler
mukoza cluodenumun ilk bölümlerinde, intestinal bezlerin İnce barsağı besleyen ve emilmiş sindirim ürünlerini taşı­
içine açılan dallanmış kıvrımlı tiibüler bez grupları içerir. yan kan damarları, muskularisi geçip submukozada geniş bir
Bunlara duodenal bezler (ya da Brunner bezleri) denir pleksus oluşturur (Şekil 15-34). Submukozadan başlayarak
(Şekil 15-35). Bu bezlerin hücreleri müköz tipte ve salgıları muskularis mukoza, lamina propria ve vilus içine doğru dal­
alkali (pH 8.1-9.3) özelliktedir. Bu salgı cluodenumun mü­ lanır. Her vilus boyutuna göre bir ya da daha fazla dal alır ve
köz zarını asit mide sıvının etkilerine karşı korur ve ince ba­ vilus epitelinin hemen altında bir kapiler ağ oluşur. Vilusla-
ğırsak içeriğini pankreatik enzimin etkisi için optimum rın uçlarında, bu kapilerlerden çıkan bir ya da daha fazla sa­
pH’ya getirir. yıda venül karşı yönde seyreder ve submukozal pleksusun
İnce barsağın lamina propria ve submukozası Peyer venlerine ulaşır. İnce barsağın lenf damarları vilusların orta­
plakları denen ve sindirim sistemi ile ilişkili lenfatik doku­ sında kör tüpler olarak başlar. Bu kapilerler (laktealler) kan
nun önemli bir parçasını oluşturan lenf nodülü toplulukları kapilerlerinden daha geniş olmasına karşın gözlenmesi zor­
içerir. Her plak 10-200 nodülden oluşur ve ince barsağın an- dur, çünkü duvarları birbirine o kadar yakın bir konumda
timezenterik tarafında çıplak gözle oval bir alan olarak gö­ bulunur ki adeta büzüşmüş gibi görünür. Laktealler musku­
rülebilir. İnsanda yaklaşık 30 plak vardır ve bunların çoğu laris mukozanın üzerindeki lamina propriaya doğru seyreder
ileumda bulunur. Liiminal yüzeyden bakıldığında her Peyer ve burada bir pleksus oluşturur. Buradan submukozaya ge­
plağı vilussuz kubbe biçimli bir alan olarak görülür (Şekil çerek lenf nodiillerini kuşatır. Laktealler defalarca anastomoz
15-32). Bunların yüzey epiteli emilim hücreleri yerine M yapar ve kan damarları ile birlikte ince barsağı terk ederler.
hücrelerinden oluşur (Şekil 15-31). İnce bağırsaklarda mus­ Laktealler özellikle lipitlerin emilimi açısından önemlidir,
kularis iyi gelişmiştir ve içte çevresel, dışta longitu uzamına çünkü bu düzeyde uzun prizmatik hücreler tarafından üreti­
dinal tabakalardan meydana gelir (Şekil 15-36). Histolojik len lipoproteinler kolaylıkla kan dolaşımına giremez.
SİNDİRİM KANALI / 319

B Mukusla
Goblet hücreleri karışmış
Goblet tarafından üretilen Sıkı Epitel içi yabancı M hücre
hücresi mukus tabakası bağlantı lenfosit materyal sitoplazması

Altta yer alan bir nodüle


ve sindirim kanalının
diğer bölümlerine
göç eden lenfosit

Kesintili bazal
lamina

Plazma hücreleri Makrofaj Sürekli Lenfositler Malrofaj


(başlıca bazal lamina
IgA-salgılayan)

Şekil 15-33. Bağırsakta immünolojik korunmanın bazı özellikleri. A: Bu durum barsağın jejunum gibi
yukarı bölümlerinde görülür. Birçok IgA salgılayan plazma hücreleri, dağılmış lenfositler ve bazı makro-
fajlar bulunur. Döşeyici epitelde bulunan lenfositler epitel hücrelerinin dışında ve sıkı bağlantıların altın­
da yer almakta. B: Bu durum M hücrelerinin altında lenfosit kümelerinin bulunduğu ileumda sık görü­
lür. M hücreleri yabancı maddeleri (mikroorganizmalar ve makromoleküller) oluşturdukları kavitelerin
içinde derinlerde yerleşmiş olan lenfositlere iletir. M hücrelerinin altında lenfosit toplulukları gözlenir.
Lenfositler yabancı maddelerden alınan bilgileri kan ve lenf yoluyla sindirim kanalının diğer bölgelerine
ve muhtemelen diğer organlara dağıtır.

Düz kas

Lamina
propria
Muskularis
mukoza
Submukoza Submukozal
pleksus
Muskuler —
tabaka (iç) Miyenterik
pleksus
Muskuler — Seroza
tabaka (dış)

Şekil 15-34. İnce barsağın kan dolaşımını (sol), lenf dolaşımını (orta) ve innervasyonunu
(sağ) gösteren çizim. Vilus kontraksiyonu için gerekli düz kas sistemi sağdaki vilusta gösteril­
miştir.
320 / BOLUM 15

Kriptalar

Muskularis
mukoza
Duodenum
bezleri

nTİJ//
Şekil 15-35. Duodenumun mikroskop fotoğra­
■A fında Viluslar ve submukozada duodenal bezler
------Kas
görülmektedir. H&E boyası. Küçük büyütme.

İnce bağırsak görevi için önemli olan başka bir olay vi- goblet hücresi ve emici hücre ile az sayıda enteroendokrin
luslarm döngiisel hareketidir. Bu hareket muskularis muko­ hücre bulunur (Şekil 15-38 ve 15-39). Emici hücreler prizma-
za ile villusun ucu arasında vertikal olarak seyreden düz kas tiktir ve kısa, düzensiz mikroviluslara sahiptir (Şekil 15-10).
hücrelerinin kasılması sonucu gelişir (Bkz. Şekil 15-34 sağ­ Bu organ başlıca fonksiyonları olan su emilimi, dışkı oluştu­
daki vilus). Bu kasılmalar dakikada birkaç kez gerçekleşir. rulması ve nuıkus üretimi için çok uygun bir yapıya sahiptir.
Bu tekrarlayan kasılmalar ile viluslar üzerinde pompalayın Mukus oldukça sulu bir jeldir ve sadece bağırsak yüzeyini
bir etki oluşur ve lenf mezenterik lenfatiklere doğru itilir. kayganlaştırmakla kalmaz, bakteri ve partikiillerin üzerini de
İnce bağırsakların sinir desteği bir intrensek ve bir de örter. Epitel hücrelerinin bazal yüzünden sodyumun aktif ge­
ekstrensek sinir desteği unsurları ile sağlanır. İntrensek un­ çişini takiben su pasif olarak emilir (Şekil 15-10).
sur, muskularisin dış uzamına ve İç halka şeklinde tabakala­ Lamina propriada bol miktarda bulunan lenfoid hücreler
rı arasındaki miyenterik (Auerbach) sinir pleksusunu (Şekil ve nodüller çoğunlukla submukozanın içine dek uzanır.
15-3-1 ve 15-37) ve subnuıkozadaki submukozal (Meiss­ Lenfoid dokunun oldukça fazla olması kalın bağırsakta aşırı
ner) pleksusu oluşturan nöron gruplarını içerir. Pleksuslar, derecede yüksek bir bakteri popiilasyonu bulunmasına bağ­
epitel tabakasının yakınında ve düz kas tabakası içinde bu­ lıdır. Muskularis tabakası longitudinal ve sirküler düz kas de­
lunan sinir sonlanmalarından bağırsak içeriğinin bileşimine metlerinden oluşur. İnce bağırsaktan farklı olarak dış longi­
(kemoreseptörler) ve bağırsak duvarının genişleme derecesi­ tudinal tabaka tenya koli denilen üç adet kalın uzunlama­
ne (mekanoreseptör) ilişkin bilgileri alan bazı duysal nöron­ sına bant halindedir. Kolonun intraperitoneal kısımlarındaki
lar içerir. Diğer sinir hücreleri effektörlerdir; kas tabakalarını seröz tabakada apandiks epiploika denen yağ dokusun­
ve hormon salgılayan hücreleri sinirlendirir. Bu pleksuslar ta­ dan oluşmuş küçük asılı uzantılar bulunur.
rafından oluşturulan dış kaynaklı sinirlenmenin hiç bulun­ Anal bölgede, miiköz membran rektal Morgagni sü­
maması durumunda meydana gelen ince bağırsak kasılmala­ tunları denilen bir dizi uzunlamasına katlanma gösterir.
rından sorumludur. Dış kaynaklı sinirlenme ince bağırsak Anüsün yaklaşık 2 cm yukarısında uzunlamasına mukozası­
düz kas aktivitesini uyaran parasempatik kolinerjik sinir lif­ nın yerini çok katlı yassı epitel alır. Bu bölgenin lamina
leri ve ince bağırsak kasılmalarından clüz kas aktivitesini propriasmda büyük venlerin oluşturduğu bir pleksııs bulu­
azaltan sempatik adrenerjik sinir lifleri tarafından oluşturulur. nur. Bu venler aşırı derecede genişleyip variköz bir hal aldı­
ğında hemoroidler oluşur.

KALIN BAĞIRSAK Gastrointestinal Kanalda Hücre Yenilenmesi


Kalın bağırsak mukozası distal (rektal) kısmı hariç katlanma Tiim mide-bağırsak kanalının epitel hücreleri sürekli olarak
göstermez. Kalın bağırsakta vilus yapısı bulunmaz (Şekil 15- dökülmekte ve kök hücrelerin mitozuyla oluşan hücreler ta­
38). İnce bağırsak bezleri uzundur ve bunlarda çok sayıda rafından yemlenmektedir. Bu kök hücreler, özofagus epite-
SİNDİRİM KANALI / 321

Şekil 15-36. İnce barsağın enine kesitinde kik


düz kas tabakası ve seroza görülmektedir. İç­
teki tabaka çoğunlukla halkasal dıştaki tabaka
Seroza
uzunlamasınadır. İnce bir bağ dokusundan
meydana gelen seroza mezotelyum ile örtülü­
dür. PT boyası. Orta büyütme.

Şekil 15-37. İki düz kas ta­


bakası arasına yerleşmiş
miyenterik pleksusu oluş­
turan nöron grupları (büyük
nükleuslar) ile satellit hüc­
relerin (küçük nükleuslar)
mikroskop fotoğrafı. Kırmı­
zı boyanmış kolajen lifler
dikkati çekmektedir. Pikro-
sirius-hematoksilen. Orta
büyütme.
322 / BOLUM 15

Şekil 15-38. Kalın barsağın tabakalarını gösteren mik­


roskop fotoğrafı. Viluslann bulunmaması dikkati çekmek­
tedir. M, mukoza; MM, muskularis mukoza; SM, submu-
koza; ME, muskularis eksterna. PT boyası. Küçük büyüt­
Miyenterik pleksus me.

linin bazal tabakasında, mide bezlerinin boyun bölgesinde,


ince bağırsak bezlerinin alt yarısında (Şekil 15--i 1) ve kalın
bağırsak kriptalarının alt 1/3’ünde yerleşmiştir. Hücreler bu
yanilenici bölgelerden olgunlaşma alanına doğru hareket
ederler. Bu alanda yapısal ve enzimatik olgunlaşma sonu­
cunda işlevsel hücre topluluğu oluştururlar. İnce bağırsakta­
ki viluslann ucunda, hücreler apoptoza uğrayarak ölürler.

3
KLİNİK BİLGİ

Bu yüksek yenilenme hızı, kanser tedavisinde ol­


duğu gibi antimitotik ilaçların verilmesi ile bağır­
sakların hemen etkilenmesinin nedenini açıkla­
maktadır. Epitel hücreleri viluslann tepesinden
dökülmeye devam eder, ancak bu ilaçlar hücre
yenilenmesini baskılar. Bu baskılanma epitelde
atrofiye yol açar ve sonunda besinlerin emilimin-
de bozukluk, aşırı sıvı kaybı ve (diyare) ile so­
nuçlanır. İnce bağırsak bezlerindeki Paneth hüc­
relerinin yenilenmesi çok yavaştır; bu hücrelerin
Şekil 15-39. Kalın bağırsakta bir bez kesitinde abzortif yaşama süresi yaklaşık 30 gündür.
hücreler ile müköz goblet hücreleri görülmektedir. Goblet
hücrelerinin salgı yaptıkları ve slagılarının bezin lümenini
doldurmaya başladığı izlenmektedir. Emici hücrelerin mik- APENDİKS
rovilusları su emilim işlemine katılır. PT boyası. Büyük bü­
Apendiks, çekumun oluşturduğu bir keseleşmedir (evajinas-
yütme.
yon). Duvarında bol miktarda lenf nodülii bulunduğu için
SİNDİRİM KANALI / 323

Golgi

Ş e kil 15-40. Kalın bağırsakta


epitel hücrelerinin elektron mik­
roskop resmi. Lümene bakan yü­
zeyde mikrovilusiar, iyi gelişmiş
Golgi kompleksi ve aktif su taşın­
masının belirtisi olarak kenetlen­
me gösteren zar yaprakçıkları ile
dolu genişlemiş hücreler arası
aralıklar görülmektedir. X3900.

Mide İnce barsak


İki yönlü hücre akımı Tek yönlü hücre akımı
Dökülen hücreler

Hücre
yenilenmesi Goblet hücrelerinin
(3-6 gün) ve abzorptif hücrelerin
ilk olarak görünmesi
Mitozlar

Kök hücreleri
Paneth hücreleri

Ş ekil 15-41. Mide ve ince bağırsak epitelinin yenilenmesi. Kök hücreierinin yerleşim bölgeleri ara­
sındaki farklar gözlenmekte.
324 / BÖLÜM 15

Ş ekil 15-42. Başlıca sindi­


rim kanalı ve memenin kötü
huylu tümörlerinde bulunan
karsinoembriyonik antijeni
(CEA) saptamak üzere im-
münhistokimyasal işlem uy­
gulanmış kalın bağırsak ke­
siti. Boyanmamış normal
müköz bez hücresi görünü­
münden boyanmış tümör
hücresine (okbaşları) geçiş
dikkati çekmektedir. Hema-
toksilen zıt boyası. Orta bü­
yütme.

nispeten küçük, dar ve düzensiz bir lümene sahiptir. Genel Sindirim Kanalının Kanseri
yapısı kalın barsağa benzemesine karşın daha az sayıda ve
daha kısa ince bağırsak bezleri içerir, tenya koli bulunmaz.

KLİNİK BİLGİ

Sindirim sisteminin kötü huylu tümörlerinin yaklaşık


k l in ik b il g i % 90-95’i ince bağırsak ya da mide epitel hücrele­
rinden köken alır. Kalın barsağın kötü huylu tümör­
leri hemen hemen daima bez epitelinden köken alır
Apandiks kör bir şekilde sonlandığı için, içeriği
(adenokarsinomlar) ve Amerika Birleşik Devletle­
çabuk yenilenemez ve sıklıkla yangı gelişir
rinde, kansere bağlı ölümlerinin ikinci en sık nedeni­
(apandisit). Bu yangı ilerleyip apandiksin yıkımı­ ni oluşturur. Özellikle kötü huylu hücreler tarafından
na yol açabilir ve sonuçta periton boşluğunda en­ üretilen karsinoembriyonik antijen gibi bazı protein­
feksiyon meydana gelir. ler kanser tanısında çok önemlidir (Şekil 15-42).

KAYNAKLAR Klockars M , Reitam o S: Tissue distribution o f lysozyme in man. J Histochem


Cytochem 1 9 7 5 :2 3 :9 3 2 .
AJlen A, Flemström G , Garner A, Kivilaakso E: Gastroduodenal mucosal
protection. Physiol Rev 1 9 9 3 :7 3 :8 2 3 . Madara JL , Trier JS : T h e functional morphology o f the mucosa o f the small
intestine. In Johnson L R (editor): Physiology o f the Gastrointestinal Tract,
Cheng H , Leblond C P: Origin, differentiation and renewal o f the four main
Voi 2. Raven Press, 1994.
epithelial cell types in the mouse small intestine. 5. Unitarian theory o f
the origin o f the four epithelial cell types. Am J Anat 1974; 141:5 3 7 . McCIugage S G et al: Porosity o f the basement m em brane overlying Peyer’s
patches in rats and monkeys. Gastroenterology 1 9 8 6 :9 1 :1 1 2 8 .
Forte J G et al: Mechanism o f gastric H + and C l " transport. A nnu Rev Physiol
1 98 0 :4 2 :1 1 1 . M oog F: T h e lining o f the small intestine. Sci Am 1981 ;2 4 5 :154.

Friedman H L, Cardell R R Jn Alterations in the endoplasmic reticulum and M ooseker M S , Tilney L G : Organization o f an actin filament-membrane com­
Golgi complex o f intestinal epithelial cells during fat absorption and plex: Filam ent polarity and m em brane attachm ent in the microvilli of
after termination o f this process: a morphological and m orphom etric intestinal epithelial cells. J Cell Biol 1 9 7 5 :6 7 :7 2 5 .
study. Anat Rec 1 9 7 7 :1 8 8 :7 7 . Owen D : N orm al histology o f the stomach. Am J Surg Pathol 1986; 10:48.
Gabella G : Innervation o f the gastrointestinal tract. Int Rev Cytol 1 9 7 9 :5 9 :1 3 0 . Pabst R: T h e anatomical basis for the im m une function o f the gut. Anat
Grube D : T h e endocrine ceils o f the digestive system: amines, peptides and Em bryol (Berl) 1 9 8 6 ;1 7 6 :1 3 5 .
modes o f action. Anat Embryol (Berl) 1 9 8 6 :1 7 5 :1 5 1 . Pfeiffer C J et al: G astrointestinal Ultrastructure. Academic Press, 1974.
Hoedemseker PJ et al: Further investigations about the site o f production o f Sachs G : T h e gastric H + ,K + ATPase: regulation and structure/function of the
Castles gastric intrinsic factor. Lab Invest 1 9 6 6 :1 5 :1 1 6 3 . acid pump o f the stomach. In Johnson L R (editor): Physiology o f the
Jankowski A et al: M aintenance o f normal intestinal mucosae: function, struc­ G astrointestinal Tract, Vol 2 . Raven Press, 1994.
ture and adaptation. G ut 1 9 9 4 ;3 5 :S 1 . Sm ith DV, Margolskee R F : M aking sense o f taste. Sci Am 2001 ;284(3):33.
Sindirim Kanalına
Bağlı Bezler
16

Sindirim kanalına bağlı bezler tükürük bezleri, pankreas, ka­ Bu yapı, kapsülden çıkan bağ dokusu bölmeleri ile birbirin­
raciğer ve safra kesesidir. Tükürük bezlerinin başlıca işlevle­ den ayrılan lopçuklar halinde düzenlenmiştir. Salgı yapan uç
ri alınan yiyecekleri ve ağız mukozasını ıslak ve kaygan tut­ kısımlarda 2 tip salgı hücresinin -seröz ve müköz (Şekillö-
mak, karbonhidrat ve lipit sindirimini (sırasıyla amilaz ve lin­ 1)- yanı sıra salgısal işlevi olmayan miyoepitelyal hücreler de
gual lipaz sayesinde) başlatmak ve IgA, lizozim ve laktofer- (4. bölümde bahsedilmiştir) bulunur. Bu salgılayıcı bölümün
rin gibi koruyucu mikroplara karşı etkili maddeleri salgıla­ ardından gelen kanal sisteminin öğeleri tükürük içeriğinde
maktır. Tükürük ayrıca çok önemli bir tampon işlevi görür değişimler oluşturarak ağız boşluğuna iletir.
ve içerdiği kalsiyum bağlayıcı prolinden zengin proteinler Seröz hücreler genellikle piramidal şekillidir. Geniş ta­
sayesinde dişler üzerinde koruyucu bir tabaka oluşturur. Ba­ banlarıyla bazal lamina üzerine otururlar. Dar üst yüzeylerin­
zı canlılarda (insanda söz konusu değil) buharlaşma ile se­ de kısa, düzensiz ve lümene bakan mikroviluslar vardır (Şe­
rinlemede tükürük çok önemlidir. kil 1Ğ-2). Bu hücreler protein salgılayan kutuplu hücre özel­
likleri gösterirler. Komşu salgı hücreleri birbirlerine bağlantı
araçlarıyla bağlanırlar. Bu şekilde asinüs adı verilen ve or­
tasında bir lümen bulunan küresel hücre toplulukları oluşur
k l in ik b il g i (Şekil 16-1). Bu yapı, sap kısmına bağlanmış bir üzüm tane­
sine benzetilebilir. Sap kısmı kanal sistemine karşılık gelir.
Müköz hücreler genellikle kübik ya da pirizmatiktir.
Büyük tükürük bezlerinin hastalıklara ya da rad­
Nükleusları ovaldir ve hücre tabanına doğru basıktır. Mukus
yoterapiye bağlı düşük etkinliğinde diş çürümesi,
salgılayan hücrelerin özelliklerini taşırlar (Şekil 16-1, 16-3 ve
ağız mukozasının körelmesi ve konuşma güçlük­
16-4) ve tükürüğün ıslatıcı ve kayganlaştırıcı etkilerinde
leri gelişir.
önemli olan glikoproteinleri içerirler. Bu glikoproteinlere
müsin adı verilir ve yapılarında %70-80 oranında karbonhid­
rat bileşenleri taşırlar. Müköz hücreler, genellikle bir lümen
çevresinde silindirik olarak dizilerek tübüUer oluştururlar.
Pankreasın başlıca işlevleri ince bağırsakta etkili olan sin­
İnsanda submandibuler bezde seröz ve müköz hücreler
dirim enzimlerini üretmek ve kan dolaşımı içine İnsiilin ve
özel bir dizilim gösterirler. Müköz hücreler tübülleri oluştu­
glukagon gibi hormonları salgılamaktır. Bu hormonların her
rurken, bunların son kısımları seröz hücreler tarafından örtü­
ikisi de alınan besinlerin metabolize edilmesinde çok önemli­
lür ve seröz yarunaylar oluşur (Şekil 16-1 ve 16-4).
dir. Karaciğer yağların sindiriminde önemli bir sıvı olan safra­
4. bölümde tanımlanan miyoepitelyal hücreler, kanal
yı üretir. Bundan başka lipit, karbonhidrat ve protein metabo­
sisteminin başlangıç bölümünü oluşturan salgılayıcı uç kı­
lizmasında önemli loir rol oynar. Birçok toksik maddeyi ve
sımlar ile duktus interkalarislerin (nispeten daha az) bazal
İlaçları işlevsizleştirir ve metabolize eder. Karaciğer ayrıca de­
laminası içinde bulunur (Şekil 16-1). Salgılayıcı kısımları sa­
mir metabolizmasına, kan proteinlerinin ve kanın pıhtılaşması
ran miyoepitelyal hücreler iyi gelişmiş ve dallanmış hücre­
için gerekli etmenlerin sentezine de katılır. Safra kesesi safra­
lerdir ve bazen sepet hücreleri olarak isimlendirilir; oysa
dan suyun emilimini sağlar ve safrayı yoğunlaştırarak depolar.
duktus İnterkalariste bulunanlar iğsi şekildedir ve kanalın
uzunluğuna paralel olarak uzanırlar. Miyoepitelyal hücrele­
TÜKÜRÜK BEZLERİ rin kasılması tükürük salgısını hızlandırır; buna karşın bu
Ağız içindeki bu dış salgı bezleri sindirici, kaygan- hücrelerin esas olarak salgılama sırasında uç kısımlarda ar­
laştırıcı ve koruyucu işlevleri olan tükürüğü üretir. tan lümen içi basınca bağlı gerginliği önlemede rol oynadı­
Ağız boşluğunun her yanına dağılmış olan küçük ğı düşünülmektedir.
bezlere ek olarak üç çift büyük tükürük bezi bulu­ Kanal sisteminde salgı yapan uç kısımlar, kübik epitel
nur: parotis, submandibuler (submaksiller) ve sublin­ hücreleriyle döşeli olan duktus interkalarise (interkalar ka­
gual bezler. İnsanda küçük tükürük bezleri toplam tükürük nala) açılır. Bu kanalların birkaç tanesi birleşerek çizgili ka­
hacminin %10’unu salgılarken, mukus salgısının yaklaşık nalı oluştururlar (Şekil 16-1). Çizgili kanallara özelliğini hüc­
%70’ini oluşturur. relerin tabanından niikleuslarına kadar uzanan ışınsal çizgi-
Büyük tükürük bezleri kolajen liflerden zengin bir bağ lenmeler verir. Elektron mikroskop ile gözlendiğinde, bu çiz-
dokusu kapsülü ile sarılmıştır. Bezlerin parankiması dalla­ gilenmelerin taban plazma membranı katlanmaları ve bu kat­
nan bir kanal sistemi ve salgı yapan uç kısımlardan oluşur. lanmalara paralel olarak dizilmiş çok sayıda uzun mitokond-

325
326 / BOLUM 16

Miyoepitelyal hücreler Hücre ici Miyoepitelyal hücreler

Müköz tübül

Şekil 16-1. Submandibüler (submaksiller) bezin yapısı. Salgı yapan bölümler, piramidal seröz (açık ma­
vi) ve müköz (açık sarı) hücrelerden oluşur. Seröz hücreler yuvarlak çekirdekleri, hücrenin üçte bir alt bö­
lümünde belirgin kaba endoplazma retikulumu birikimi ve proteinden zengin salgı granülleri ile dolu üst
bölümleriyle tipik protein salgılayan hücrelerdir. Müköz hücrelerin yoğun kromatinli yassı çekirdekleri
hücrelerin alt bölümünde yerleşmiştir. Kısa duktus interkalarisler kübik epitelle döşelidir. Çizgili kanallar
prizmatik hücrelerden oluşmuştur ve bu hücreler bazal membran iç kıvrımları ve mitokondri birikimleri gi­
bi iyon taşıyıcı hücre özellikleri gösterir. Miyoepitelyal hücreler seröz salgı yapan uç kısımlarda görülmek­
tedir.

riden oluştuğu görülür; bu yapı iyon taşınmasını sağlayan içeriği az, bol miktarda sulu bir salgılamaya neden olur.
hücrelerin tipik bir özelliğidir. Duktus interkalaris ve çizgili Sempatik uyarım ise organik gereçten zengin, az miktarda
kanallara, lopçuk içi yerleşimleri nedeniyle intıalobüler kanal­ ağdalı bir tükürük salgılanmasını sağlar.
lar adı da verilir.
Her lobüliin çizgili kanalları birleşir ve lopçukları ayıran
bağ dokusu bölmeleri içindeki kanallara açılarak interlobü-
ler kanallar ya da boşaltım kanalları adını alır. Boşaltım I KLİNİK BİLGİ
kanallarının epiteli başlangıçta çok katlı kübik epitel iken, Iı
daha uzaktaki kısımları çok katlı pirizmatik epitelle döşeli­ Bu son bahsedilen tükürük salgısı genellikle
dir. Her büyük tükürük bezinin ana kanalı, sonunda ağız "ağız kuruluğu" hissedilmesine yol açar.
boşluğuna açılır ve keratinleşmemiş çok katlı yassı epitelle
örtülüdür.
Damarlar ve sinirler büyük tükürük bezlerinin içine hi-
lumdan girer ve lopçuklar içine doğru giderek dallanır. Her
lobüliin salgılayıcı ve kanal yapılarının çevresinde zengin
Parotis Bezi
damar ve sinir pleksusları bulunur. Salgı yapan uç kısımları
çevreleyen ve otonom sinir sistemi ile uyarılan kapillerler tü­ Fa rot is bezi dallanmış, asiner bir bezdir. Salgı yapan kısım­
kürük üretiminde çok önemlidir. Genellikle yiyeceklerin tat ları tamamen seröz hücrelerden oluşmuştur (Sekil 16-2). Sal­
ve kokusuyla oluşan parasempatik uyarım, organik madde gı granülleri proteinlerden zengindir ve yüksek amilaz et-
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 327

Ş ekil 16-2. Parotis bezinin mikros­


kop fotoğrafı. Salgılama kısım ami­
laz üreten seröz hücrelerden oluşur.
Bu enzim hücrelerde salgı grandile­
ri şeklinde biriktirilir. Ayrıca intralo-
büler kanallar da (duktus interkala-
ris ve çizgili kanallar) izlenmektedir.
Pararosanilin-toluidin mavisi (PT)
boyası. Orta büyütme.

Ş ekil 16-3. İnsan sumandibüler bezindeki karışık


bir asinüsün elektron mikroskop resmi. Seröz (alt
bölüm) ve müköz (üst bölüm) salgı granülleri ara­
sındaki fark görülmektedir. X 2500. (J.D. Harrison’un
izni ile).
328 / BOLUM 16

Müköz
hücre

Seröz
yarı may

Çizgili
kanal

Şekil 16-4. Submandibüler bezden alınmış mikroskop resmi. Yarımayları oluşturan koyu seröz hücreler ve
bu tübüloasiner bezin tübüler parçası boyunca gruplaşmış soluk boyanan müköz hücreler gözlenmektedir.
Orta büyütme.

kenliği sahiptir. Bu etkinlik besinlerle alınan karbonhidratla­ lizozim enzimi salgılar. Bu enzimin asıl işlevi belli bazı bak­
rın hidrolizinde büyük ölçüde sorumludur. Sindirim ağızda terilerin duvarını hidrolize etmektir. Büyük tükürük bezle­
başlar ve midede kısa süre devam eder. Ardından mide sıvı rinde asiner hücreler ve duktus interkalaris hücrelerinden
besinleri asiclik hale getirir ve böylece amilaz aktivitesini bü­ ayrıca laktoferrin de salgılanır. Laktoferrin bakteri büyümesi
yük ölçüde azaltır. için gerekli olan demiri bağlar.
Diğer büyük tükürük bezlerinde olduğu gibi bağ doku­
su çok sayıda plazma hücresi ve lenfosit içerir. Plazma hüc­ Dil altı (Sublingual) Bezi
releri IgA salgılar. IgA seröz asiner hücreler ile duktus inter-
Dil altı bezi, çene altı bezi gibi, seröz ve’müköz hücrelerden
kalaris ve çizgili kanal hücreleri tarafından sentez edilen
oluşan dallanmış tübüloasiner bir bezdir. Bu bezde müköz
sekretuvar komponentle bir karma oluşturur. Tükürük içi­
ne salınan IgA’dan zengin bu salgı karışımı enzimatik sindi­ hücreler daha fazladır, seröz hücreler sadece müköz tübül-
rime dirençlidir ve ağız boşluğunda bulunan patojenlere lerin yarımaylarında bulunur (Şekil 16-5). Çene altı bezinde
karşı immünolojik bir savunma düzeneği oluşturur. olduğu gibi yarımayları oluşturan hücreler lizozim salgılar.

Çene altı (Submandibuler-Submaksiller) Bez PANKREAS


Çenealtı bezi dallanmış tübüloasiner bir bezdir (Şekil 16-3 ve Pankreas, sindirim enzimleri ve hormonlar üreten karışık dış
16-4). Salgı yapan kısımları hem müköz hem de seröz hüc­ salgı ve iç salgı bezidir. Enzimler asiniisler halinde düzenlen­
reler içerir. Bu bezin ana bileşenini oluşturan seröz hücreler miş dış salgı kısmın hücreleri tarafından depolanır ve salınır.
yuvarlak çekirdekleri ve bazofilik sitoplazmaları ile müköz Hormonlar Langerhans adacıkları olarak bilinen iç salgı epi-
hücrelerden kolaylıkla ayırt edilebilir. İnsanda çenealtı bezi­ telyal hücre toplulukları tarafından sentezlenir (Şekil 16-6;
nin salgı yapan uç bölümleri %90’ı seröz asiner yapıdadır; ayrıca bkz. Bölüm 21). Pankreasın dış salgı kısmı bileşik asi­
%10 oranında seröz yanmaylı müköz tübüller bulunur. Da­ ner bir bezdir (Şekil 16-6) ve yapısı parotis bezine benzer.
marlı yatağa doğru aşırı yan ve bazal membran katlanmala­ Histolojik kesitlerde bu iki dokunun ayırımı pankreasta çiz­
rının bulunması iyon taşınması yapan yüzeyi 60 kat arttırır, gili kanalların olmaması ve Langerhans adacıklarının bulun­
böylece elektrolit ve su taşınması kolaylaşır. Bu katlanmalar masına dayanarak yapılabilir. Başka bir karakteristik ayrıntı
nedeniyle hücre sınırları ayırt edilemez. Seröz hücreler, bez­ da pankreasta duktus interkalarisin başlangıç parçasının asi-
de ve salgıladığı tükürükte bulunan zayıf amilolitik işlevden nüslerin lümeni içine penetre olmasıdır. Duktus interkalari­
soaımludur. Çenealtı bezde yarımayları oluşturan hücreler sin bu intra-asiner kısmını oluşturan hücrelere santroasiner
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 329

Çizgili
kanal

Müköz
tübül

. ■s7 V ö p *1 i
•< ! ' * V ? *' . ı

. - i ’ '» 9 k : : -*V ı> •. .J


Şekil 16-5. Müköz hücrelerin çoğunlukta olduğu dil altı bezin mikroskop fotoğrafı. H&E boyası.
Küçük büyütme.

Seröz
asinus
(ekzokrin)

Langerhans
adacığı
(endokrin)

Şekil 16-6. Pankreasın dış salgı (asinuslar)


Kapiler
parçası ve iç salgı (Langerhans adacığı) bö­
lümlerini gösteren mikroskop fotoğrafı. Asi-
nuslarda bazofilik sitoplazmalı salgı hücrele­
ri bulunur. Adacıkta farklı tiplerde iç salgı ya­
pan hücreler görülür. PT boyası. Orta büyüt­
me.
330 / BOLUM 16

hücreler denir (Şekil 16-7 ve 16-8). Sadece pankreas asi-


niislerinde bulunan bu hücrelerin çekirdekleri açık bir sitop-
lazmayla çevrilidir. Duktus interkalarisler, prizmatik epilelle
örtülü daha geniş lopçuklar arası kanallara açılır. Pankreatik
kanal sisteminde çizgili kanallar bulunmaz.
Ekzokrin pankreatik asinüs, bir lümeni saran birkaç se-
röz hücreden oluşmuştur (Şekil 16-7 ve 16-8). Bu hücreler
oldukça kutuplaşmıştır, nükleusları yuvarlaktır ve tipik pro­
tein salgılayan hücrelerdir. Her bir hücrede bulunan zimojen
graniillerin sayısı sindirim fazına bağlı olarak farklılık göste­
rir, hayvanlarda açlık sırasında en fazla düzeye ulaşır (Şekil
16-9 ve 16-10).
Pankreas, ince bir bağ dokusu kapsülü ile örtülüdür.
Kapsülden organın içine giren bağ dokusu bölmeleri pank­
reası lopçuklara ayırır. Asinüsler ince bir retiküler lif kılıfı ile
desteklenen bazal laminayla çevrilidir. Pankreasta ayrıca sal­ Şekil 16-7. Pankreas asinüsünün yapısını gösteren şema­
gılama işlemi için gerekli olan zengin bir kapiler ağı bulunur. tik çizim. Asiner hücreler piramidaldir, üst kısımlarında gra­
İnsanda ekzokrin pankreas su ve iyonlara ek olarak ba­ ndiler ve bazallerinde kaba endoplazma retikulumu bulu­
zı proteazlar (tripsinojen 1, 2 ve 3, kimotripsinojen, nur. Duktus interkalarisin bir kısmı asinüsün içine girmiştir.
proelastaz 1 ve 2, proteaz E, kallikreinojen, prokarbok- Bu kanal hücrelerine santroasiner hücreler denir. Miyoepi-
sipeptidaz Al, A2, B1 ve B2), amilaz, lipazlar (triglise- telyal hücrelerin bulunmaması dikkati çekmektedir.
rid lipaz, kolipaz ve karboksil ester hidrolaz), fosfoli-
paz A2, ve nükleazlar (deoksiribonükleaz, ribonükle-
az) salgılar. Bu enzimlerin çoğu asiner hücrelerin salgı gra­
ndileri içinde proenzim olarak depolanır; salgılandıktan son­
ra ince bağırsak lümeninde etkinleştirilir. Bu durum pankre­
asın korunmasında çok önemlidir.

Duktus Asinus
interkalaris lümeni

Santroasiner
hücreler

Seröz
hücre

Şekil 16-8. Ekzokrin pankreasın başlıca bölümlerini gösteren bir kesit. PT boyası. Orta büyütme.
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 331

Şekil 16-9. Sıçan pankreasındaki bir asi-


ner hücrenin elektron mikroskop resmi.
Hücre tabanının yakınında bol miktarda
kaba endoplazma retikulumu (GER) sis-
ternaları ile çevrilmiş nükleus (Ç) gözlen­
mektedir. Golgi kompleksi (G) nükleusun
üst kutbunda yerleşmiştir ve yoğunlaşan
birkaç vakuol (K) ve çok sayıda olgun sal­
gı (zimojen) (S) granülü ile birliktedir. Lü-
mende (L) hücreden ekzositozla henüz
atılmış olan proteinler bulunmaktadır.
X8000.

dik chym c’i (kısmen sindirilmiş besin) nötralize eder; bu


KLİNİK BİLGİ sayede pankreatik enzimler optimal nötral pl i sınırları için­
de fonksiyon görebilirler. Kolesistokinin daha az miktarda,
ancak enzimden zengin bir sıvının salgılanmasını sağlar. Bu
Akut pankreatitte proenzimler harekete geçebilir hormon esas olarak zimojen granüllerin hücreden atılmasın­
ve pankreasının tümünü sindirirerek çok ciddi da etkilidir. Bu iki hormonun birlikte etkimesi enzimden
sorunlara yol açabilir. zengin pankreatik sıvının bol miktarda salgılanmasına ola­
nak sağlar.

Pankreas salgısı başlıca iki hormon tarafından kontrol


edilir. Bunlar duodenum mukozasındaki enteroendokrin
hücreler tarafından üretilen ve önceleri pankreozimin ola­
rak isimlendirilen kolesistokinin ve sekretindir. Vagus si­
K w ashiorkor gibi aşırı beslenme bozukluğunun
nirinin uyarılması da (parasempatik uyarım) pankreatik sek-
olduğu durumlarda, pankreatik asiner hücreler ile
resyonu sağlar.
diğer aktif protein salgılayan hücreler körelir ve
Sekretin, bikarbonattan zengin, enzim aktivitesi yönün­
kaba endoplazma retikulumlannın çoğu ortadan
den fakir, bol miktarda bir sıvı salgılanmasını sağlar. Küçük
kalkar. Sindirim enzimlerinin yapımı da durur.
loblar arası kanal hücreleri tarafından salgılanan bu sıvı asi-
332 / BOLUM 16

Şekil 16-10. Sıçan pankre­


asında 2 pankreatik asinüs
hücresi (A) ile bir santroasiner
hücrenin (S) apeks bölgesinin
elektron mikrografı. Asinüs
hücreleriyle karşılaştırıldığın­
da, sentroasiner hücrelerde
salgı granüllerinin bulunmadı­
ğı ve kaba endoplazma retiku-
lumunun çok az olduğu dikka­
m S m ti çekmektedir. L, asinüs lüme-
ni. X30,000.

KARACİĞER ven ve hepatik arter girer, sağ ve sol hepatik kanallar ve len­
fatikler çıkar. Bu damarlar ve kanallar, klasik karaciğer lop­
Karaciğer, vücudun deriden sonra en biiyiik organı ve en
çukları arasında sonlandıkları (ya da köken aldıkları) portal
büyük bezidir. Ağırlığı yaklaşık 1,5 kg’dır. Diyafragmanın al­
alanlara dek bağ dokusu ile çevrilmiştir. Bu noktadan itiba­
cında abdominal boşlukta yerleşmiştir. Karaciğer, sindirim
ren karaciğer lopçuklarındaki hepatositlere ve sinüzoidal
kanalından emilen besinlerin işlendiği ve vücudun diğer kı­
endotel hücrelerine destek sağlayan ince bir retikiiler lif ağı
sımları tarafından kullanılmak üzere depolandığı bir organ­
dır. Bu yüzden sindirim sistemi ile kan arasında bir geçiş oluşur.
bölgesi oluşturur. Organa kanın %70-HÜ’i portal venden ge­
lir; geri kalan az bir bölümü hepatik arterle sağlanır. İnce ba­ Karaciğer Lobülü
ğırsaklardan emilen maddelerin çoğu portal ven yoluyla ka­ Karaciğerin temel yapı elemanı karaciğer hücresi ya da he-
raciğere ulaşır, sadece kompleks lipitler (şilomikronlar) patosittir (Yun. hepcır, karaciğer + kytos, hücre). Bu epitel-
lenf damarlarıyla taşınır. Karaciğerin dolaşım sistemindeki yal hücreler birbirleriyle bağlantılı plaklar halinde gruplaş­
konumu, metabolitleıin bir araya getirilmesi, dönüştürülme­ mışlardır. Işık mikroskobu kesitlerinde, karaciğer lobülü
si, biriktirilmesi ve toksik maddelerin etkisizleştirilmesi ve olarak isimlendirilen yapısal birimler görülebilir (Şekil İd­
elenmesi için çok uygundur. Bu elenme karaciğerin lipit sin­ i l ) . Karaciğer lobülü 0,7 x 2 mm boyutlarında poligonal bir
dirimi için önemli bir dış salgılaması olan safrada gerçekle­ doku kitlesidir (Şekil 16-11 ve 16-12). Bazı hayvanlarda (örn.
şir. Karaciğerin ayrıca albümin ve diğer taşıyıcı proteinler gi­ domuz), lopçuklar birbirlerinden bir bağ dokusu tabakası ile
bi plazma proteinlerinin üretilmesi gibi çok önemli bir işle­
ayrılır. İnsanda bu söz konusu değildir; lopçuklar çoğu bö­
vi de vardır.
lümlerinde birbirleriyle yakın temasta oldukları için kesin sı­
nırlarını belirlemek oldukça güçtür. Bazı kenar bölümlerde,
Stroma lopçuklar safra kanalları, lenfatikler, sinirler ve kan damarla­
Karaciğer, hilumda kalınlaşan ince bir bağ dokusu kapsülü rı içeren bağ dokusuyla sınırlanmıştır. Portal alanlar adı ve­
(Glisson kapsülü) ile örtülüdür. Hilumda, organa portal rilen bu bölgeler, lopçukların köşelerinde bulunur. İnsan ka-
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 333

Hepatik arter

Safra kanalı

Portal vein

Şekil 16-11. Karaciğer yapısının


şematik çizimi. Ortadaki karaci­
ğer lobülü portal alanla {bu çi­
zimde açıklayıcı olması için ge­
niş tutulmuştur) çevrilmiştir. Por­
tal alanlarda arterler, venler ve
safra kanalları yer alır. Ayrıca si­ Sinüzoidler
nirler, bağ dokusu ve lenfatik da­
marlar da bulunur, ancak bu çi­
zimde (yine açıklayıcı olması
için) yer verilmemiştir. Lopçukda
hepatositlerden oluşan plakların
Santral ven
ışınsal dizilişi görülmektedir; bu
plaklar sinüzoidal kapilerlerle
ayrılır. Hepatositlerin arasında Portal alan
safra kanalikülleri görülebilir.
Lopçuklardan gelen kan sublo- Sublobüler ven
büler (interkalar) venler tarafın­
dan boşaltılır (G. Bourne’nin izni
ile. An Introduction to Functional
Histology, Churchill, 1953'den alına­
rak yeniden çizilmiştir).

raciğer lobülünde 3-6 portal alan bulunur ve her bir portal or mezenterik venler ile dalak veninden gelen kanı içerir.
alanda bir venül (portal venin bir dalı); bir arteriyol (hepa­ Arteriyoldeki kan abdominal aortun çölyak dalından gelir.
tik arterin bir dalı); bir kanal (safra kanalı sisteminin bir par­ Kübik epitelle örtülü olan kanal parenkima! hücrelerden
çası) ve lenfatik damarlar bulunur. Venül superior ve inferi­ (hepatositler) gelen safrayı taşır ve sonunda hepatik kanal

Santral ven Karaciğer


plakları

Safra
Kupffer kanalikülü
hücreleri
Yağ depolayıcı
Sinüzoidlerin hücre
endotel Sinüzoidal
hücreleri kapiler
Yağ depolayıcı Şekil 16-12. Normal karaciğerin
hücreler üç boyutlu görünümü. Üst orta
Hering kanalı bölümde santral ven, alt orta bö­
Giriş arteriyolü — lümde portal ven görülmektedir.
Giriş venülü Safra kanalikülleri, karaciğer
Giriş venülü
plakları, Hering kanalı, Kupffer
Dağıtıcı ven
Hepatik arter hücreleri, sinüzoid, yağ depola-
yıcı hücre ve sinüzoid endotel
Portal ven
Safra kanalı hücresi gözlenmektedir (M. Mu-
Dağıtıcı ven to’nun izni ile).
334 / BÖLÜM 16

içine boşaltır. Lenf, bir ya da daha fazla lenfatikle taşınır ve min, fibrinojen) lıepatositler tarafından kana verilmesi nede­
sonuçta kan dolaşımına geçer. Bu yapıların hepsi bir bağ niyle değil, aynı zamanda bu makromolekiillerin çoğunun
dokusu kılıfı içinde bulunur (Şekil 16-13B). hepatositlerce alınıp çözülmesi nedeniyle de fizyolojik bir
Karaciğer lobiilü içindeki lıepatositler ışınsal olarak dizil­ önem taşır. Siniizoid ince bir retikiiler lif kılıfıyla sarılıp des­
miş ve bir duvarın tuğlalarına benzer biçimde düzenlenmiş­ teklenmiştir (Şekil 1 6 -1 3 0 . Endotel hücrelerine ek olarak,
tir. Bu hücre plakları lobülıin perilerinden merkezine doğru sinüzoidler K u p ffe r hücreleri adı verilen makrofajları da
yönlenmişlerdir. Labirent şeklinde ve sünger benzeri bir ya­ içerir (Şekil 16-15). Bu hücreler endotel hücrelerinin liime-
pı oluşturacak biçimde serbestçe anastomozlasırlar (Şekil ne bakan yüzeyinde bulur. Başlıca fonksiyonları yaşlı eritro­
16-12). Bu plaklar arasındaki boşlukta k a ra ciğ er siniizoid- sitleri metabolize etmek, hemoglobini sindirmek, immüno­
leri adı verilen kapilerler bulunur (Şekil 16-11, 16-12 ve 16- lojik olaylarla ilgili proteinleri salgılamak ve kalın bağırsak­
13A). Bölüm 11’de de bahsedildiği gibi sinüzoidal kapilerler tan portal kana geçen bakterileri ortadan kaldırmaktır. Kara­
sadece kesintili bir pencereli endotel tabakasından oluşan ciğer hücre topluluğunun %15'ini KuplTer hücreleri oluştu­
düzensiz olarak genişlemiş damarlardır. Pencereler yaklaşık rur. Bu hücrelerin çoğu fagositozda çok aktif oldukları peri­
100 nm çapındadır ve kümeler halinde gruplaşmıştır (Şekil portal lopçuk bölümlerinde yerleşmiştir. Disse aralığında
16-14). (perisinüzoiclal aralık) İto hücreleri olarak da bilinen yağ de-
Endotel hücreleri altlarında bulunan lıepatositlerden ke­ polayıcı hücreler yer alır. Bu hücrelerde A vitamininden zen­
sintili bir bazal lamina (canlı türüne bağlı değişiklik gösterir) gin lipit çökeltileri bulunur. Sağlıklı karaciğerde bu hücreler,
ve D isse aralığ ı adı verilen endotel altı bir boşlukla ayrıl­ retinoidlerin alınması, depolanması ve salınması, bazı ekst-
mıştır. Bu aralıkta lıepatositlerin mikrovilusları bulunur (Şe­ raselüler matriks proteinlerinin ve pıoteoglikanların sentezi
kil 16-14, 16-18 ve 16-21). Sonuç olarak kan sıvısı endotel ve salgılanması, büyüme faktörlerinin ve sitokinlerin salgı­
duvarından kolayca geçer ve hepatosit yüzeyi ile temas lanması ve çeşitli düzenleyici maddelere (örn. prostoglan-
eder. Böylece siniizoid liimeniyle karaciğer hücreleri arasın­ dinler, tromboksan A2) yanıt olarak siniizoid lümen çapının
da makromolekül alışverişi kolaylıkla sağlanır. Bu geçiş sa­ düzenlenmesi gibi bazı işlevler görür.
dece çok sayıda büyük molekülün (örn. lipoproteinler, albu­

Şekil 16-13. Karaciğerin mikroskop fotoğrafı.


A: Bir santral (santrolobüler) ven. Birbirleriyle
serbestçe ağızlaşan karaciğer plakları sinü-
zoidlerin yer aldığı boşlukları sınırlamaktadır.
PT boyası. Orta büyütme. B: Karakteristik
olarak küçük bir arter, ven, lenf damarı ve saf­
ra kanalı içeren, bağ dokusuyla çevrili portal
alan. PT boyası. Orta büyütme. C: Lopçuk
içinde karaciğer dokusu için bir çatkı oluştu­
ran kolajen III retiküler lifler. Gümüşleme. Or­
ta büyütme.
Sinüzoid

Ven

Safra
kanalı
Lenf
damarı

Hepatositler

jr * j Retiküler
Sh lifler
\ K yf

1' \ Yy
£

335
336 / BOLUM 16

Şekil 16-14. Sıçan karaciğerinde sinüzoidal kapilerin endotel örtüsünün taramalı elektron mikroskop resmi. Kapiler duva­
rında gruplaşmış pencerelenmeler görülmektedir. Endotel hücrelerinin sınırlarında, Disse aralığı içine uzanan villuslarıy-
la izlenen hepatosit uçlarının kesitleri gözülmekte. X6500 {E. Wisse'nin izni ile).

oluşan ince duvarlara sahiptir (Şekil 16-13A). Santral ven


KLİNİK BİLGİ lopçuk boyunca ilerledikçe daha fazla sinüzoid alır ve çapı
giderek artar. Sonunda lobülii terk eder ve daha büyük olan
Kronik karaciğer hastalığında İto hücreleri çoğa­ lopçuk altı venle birleşir (Şekil 16-11). Lopçuk altı venler
lırlar, yağ damlacığı içererek ya da içermeden giderek birbirlerine yaklaşarak kaynaşırlar ve sonunda iki ya
miyofibroblast özellikleri kazanırlar. Bu koşullar­ da daha fazla sayıdaki büyük hepatik venler oluşur. Bu
da İto hücreleri hasarlı hepatositlerin yakınına venler de vena kava inferiora açılır.
yerleşirler ve alkolik karaciğer hastalığında da ol­ Portal sistem pankreas ve dalaktan gelen kan ile bağır­
duğu gibi fibrozisin gelişmesinde önemli rol oy­ saklardan emilen besinleri içeren kanı taşır. Besinler karaci­
narlar. ğerde biriktirilir ve dönüştürülür. Ayrıca karaciğerde toksik
maddeler de etkisizleştirilir ve elenir.

ARTERİYEL SİSTEM
Kan Dolaşımı Hepatik arter defalarca dallanır ve lobüller arası arterleri
Karaciğer, kanı alışılmışın dışında bir şekilde iki kaynaktan oluşturur. Bu arterlerden bazıları portal yapılara akarken
alır; kanın %80’i abdominal organlardan gelen oksijenden bazıları da portal alanlardan farklı uzaklıklarda, doğrudan
fakir, besinden zengin kanı taşıyan portal venden, % 20’sİ sinüzoidler içine sonlanan arteriyolleri (giriş arteriyollerİ;
ise oksijenden zengin kanı sağlayan hepatik arterden gelir bkz. Şekil 16-12) oluşturur. Bu sayede sinüzoidler içinde ar-
(Şekil 16-11 ve 16-12). teriyel ve portal venöz kan karışır. Arteriyel sistemin başlı­
ca işi karaciğer hücrelerine yeterli miktarda oksijen sağla­
P o r t a l V e n S Is t e m I
maktır.
Portal ven defalarca dallanarak portal alanlara küçük portal Kan, karaciğer lobülünde çevreden merkeze doğru
venüller gönderir. Portal venüller dallanarak, lobülün çev­ akar. Sonuç olarak oksijen ve metabolitler ile bağırsaklardan
resini dolaşarak seyreden dağıtıcı verileri oluşturur. Dağıtı­ emilen diğer bütün toksik olan ve olmayan maddeler önce
cı venlerden çıkan küçük giriş (inlet) venülleri, sinüzoid- lobülün çevresindeki hücrelere, daha sonra merkezindeki
lere açılır. Sinüzoidler ışınsal olarak seyreder ve birleşerek hücrelere ulaşır Bu kan akım yönü perilobüler hücrelerin
lobülün merkezinde santral ya da santrolobüler veni santrolobüler hücrelerden farklı davranmasının nedenini
oluştururlar (Şekil 16-11 ve 16-12). Bu damar sadece çok az kısmen açıklayabilir (Şekil 16-16). Karaciğer hücrelerinin bu
miktarda koiajen lifle desteklenmiş endotel hücrelerinden ikili davranışı, özellikle lobülün santral ya da periferal hiic-
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 337

Disse
aralığı
Hepatosit
Endotel
hücresi

Kupffer
hücresi

Sinüzoid

Şekil 16-15. Karaciğer kesitinde hepa-


tositlerin yakınında yer alan endotel Eritrosit
hücreleriyle sinüzoid kapilerleri görül­
mektedir. Hepatositler ile endotel ara­
sındaki küçük boşluk Disse aralığıdır.
Sinüzoid içinde Kupffer hücreleri görül­
mektedir PT boyası. Büyük büyütme.

relerinde değişikliklerin görüldüğü patolojik dokıı örnekle­ yunca anastamoz yapan karmaşık bir ağ oluştururlar ve por­
rinde daha da belirgindir. tal alanlarda sonlanırlar (Şekil 16-11 ve Şekil 16-12). Bu ne­
denle safra kanın ters yönünde, yani lobiilün merkezinden
Karaciğer Hücresi (Hepatosit) çevresine doğru ilerler. Çevrede safra, kübik hücrelerden
Karaciğer hücreleri polihedral, 6 ya da daha fazla yüzeyli ve oluşmuş safra kanalcıkları ya da Hering kanallarına girer.
20-30 jım çapındadır. Hematoksilen eozinle (H.E.) boyanmış (Şekil 16-12 ve 16-20). Kanalcıklar kısa bir mesafe kat ettik­
kesitlerde, çok sayıda mitokondri ve bir miktar düz endop- ten sonra lopçuk sınırındaki hepatositleri geçerek portal
lazma ıetikulumunun bulunması nedeniyle hepatositin si- alanlardaki safra kanallarında sonlanır (Şekil 16-11, 16-12
toplazması eozinofiliktir. Portal triadlardan farklı uzaklıklar­ ve 16-20). Safra kanalları kübik ya da prizmatik bir epilelle
da bulunan hepatositler, yapısal, histokimyasal ve biyokim­ örtülüdür ve belirgin bir bağ dokusu kılıfına sahiptir. Bu ka­
yasal farklılıklar gösterirler. Her bir hepatositin yüzeyi, diğer nallar giderek genişleyip birleşerek sağ ve sol lıepatik ka­
hepatositlerin yüzeyi ve Disse aralığı boyunca sinüzoidleıin nalları oluştururlar ve sonunda karaciğeri terk ederler. He-
duvarıyla temas halindedir. İki hepatositin bitişik olduğu her patositin Disse aralığına bakan yüzeyinde bu aralığa doğru
yerde, hücrelerin arasında safra kanalikülü olarak bilinen uzanan çok sayıda mikrovilus bulunur, ancak bu hücreler ile
tübüler bir aralık bulunur (Şekil 16-12, 16-17, 16-18 ve 16- sinüzoid duvarının hücreleri arasında her zaman bir boşluk
19). vardır (Şekil 16-18 ve 16-21). Hepatosit, bir ya da iki tipik çe­
Safra kanal sisteminin ilk kısımları olan kanalikiiller, 1-2 kirdekçik içeren bir ya da iki yuvarlak çekirdeğe sahiptir. Çe­
//m çapında tübüler boşluklardır. Bu alanlar sadece 2 karaci­ kirdeklerin bazıları poliploiddir: yani haploid kromozom sa­
ğer hücresinin plazma zarlarıyla sınırlıdır ve içinde az sayıda yısının çift katlarında kromozom içerirler. Poliploid çekirdek­
mikrovilus bulunur (Şekil 16-18 ve 16-19). Bu kanalikiillerin lerin boyutları ploidileriyle orantılı biçimde daha büyüktür.
çevresindeki hücre zarları sıkı bağlantılarla (4. Bölümde bah­ Hepatosit bol miktarda endoplazma retikulumuna (hem ka­
sedildi) sıkıca birleşmişlerdir. Hepatositler arasında aralık ba hem de düz) sahiptir (Şekil 16-18 ve 16-22). Hepatositte
bağlantılarına sık rastlanır. Bunlar hücrelerin fizyolojik işlev­ kaba endoplazma retikulumu sitoplazma içine saçılmış kü­
lerinin ayarlanmasında önemi olan hücrelerarası iletişim böl­ meler oluşturur, bunlar bazofîlik cisimler olarak isimlendi­
geleridir. Safra kanaliktilleri karaciğer lobülünün plakları bo­ rilir. Bu yapılardaki poliribozomlarda birkaç tip protein (örn.
338 / BOLUM 16

_______ _________________________________________ Anahtar glikoliz enzimleri

Glukoz serbestleyici anahtar enzimler o

Yağ asidi oksidasyon anahtar enzimleri ~~=ı

______________________ _______________ Yağ asidi sentezleyici anahtar enzimler

Ş ekil 16-16. Perilobüler bölgeden santrolobüler bölgeye doğru karaciğer


hücrelerinin gösterdiği farklılık. Perilobüler bölgedeki hücreler gelen kana ilk
etkiyen ve ondan ilk etkilenen hücrelerdir. Bunun ardından orta bölgedeki
hücreler kana yanıt oluşturur. Santrolobüler bölgedeki hücreler ise ancak
daha önceki bölgelerde bulunan hücrelerin etkidikleri portal ven kanıyla kar­
şılaşır. Örneğin, beslenme sonrası, ilk olarak periferik lobüler hücreler gelen
glukozu alıp glikojen (şekilde üçlü noktacıklarla gösterilmiştir) olarak depo­
layacaktır. Bu hücrelerden geçen glukoz ise sonraki bölgede yer alan hüc­
reler tarafından tutulacaktır. Açlık durumunda perilobüler (periferik) hücreler
glukozdan fakir kana karşı glikojeni parçalayıp glikoz şeklinde salarak ilk ya­
nıtı oluşturacaktır. Bu durumda orta ve santrolobüler bölgelerdeki hücreler,
periferik hücrelerde glikojen tükeninceye kadar açlık durumuna yanıt verme­
yecektir. Zonlara göre yapılan bu düzenleme, hepatositlerin çeşitli zararlı
ajanlar ya da hastalıklar karşısında seiektif olarak hasar,görmelerindeki ba­
zı farklılıkların nedenini de açıklayabilir (A. Brecht’in izni ile).

kan albumini, fibrinojen) sentezi yapılır. Sitoplazma içinde meyen) toksik bilirubinin glukuronil transferaz ta­
yaygın olarak dağılmış düz endoplazma retikulumunda çeşit­ rafından birleştirilmesi sonucunda suda eriyen ve
li bir takım önemli işlevler gerçekleştirilir. Bu organel, çeşitli toksik olmayan bilirubin glukuronid oluşmasıdır.
maddelerin vücuttan atılmadan önce etkisizleştirilmesi ya da Bu bileşik karaciğer hücreleri tarafından safra içi­
zehirlenmeyi önlemek için gerekli oksidasyon, metilasyon ve ne atılır. Bilirubin ya da bilirubin glukuronid ahla­
konjugasyon işlemlerinden sorumludur. Düz endoplazma re- madığında sarılıkla karakterize çeşitli hastalıklar
tikulumu, karaciğer hücresi tarafından alınan moleküllere meydana gelebilir (Şekil 16-25).
hemen reaksiyon oluşturan kararsız bir sistemdir. Yenidoğanlarda sarılığın en sık nedenlerin­
den biri de, karaciğer hücrelerinde düz endoplaz­
ma retikulumunun az gelişmiş olmasıdır (neona­
ta l hiperbilirubinem i). Bu vakaların tedavisinde
floresan tüplerden çıkan mavi ışık uygulaması
k l in ik b il g i
yapılır. Bu işlem birleştirilmiş bilirubini böbrekle
atılabilen suda çözünebilir bir fotoizomere dö­
Düz endoplazma retikulumunda gerçekleşen nüştürür.
önemli olaylardan biri, hidrofobik (suda çözün­
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 339

Şekil 16-17. Taramalı elektron mikroskop­


la karaciğerde dallanan bir safra kanalikü-
lü görülmektedir. İç yüzeyi örten mikrovi-
luslar dikkati çekmektedir. (P. Motta ve ark.
The Liver: An Atlas of Scanning Electron Mic­
roscopy. Igaku-Shoin, 1978’den izin alınarak
basılmıştır).

Safra
£ /k a n a lik ü lü

Sıkı
(tıkayıcı)
| bağlantılar

Desmozom

Ş ekil 16-18. Karaciğer hücresinin ince yapısını


Hücrelerarası gösteren çizim. GER, kaba endoplazma retikulu-
aralık
mu; SER, düz endoplazma retikulumu. X10,000.
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 341

Sinüzoid

Nükleus Safra kanalikülü

Şekil 16-21. Karaciğerin elektron mikroskop resmi. Aralarında safra kanalikülü bulunan iki kom­
şu karaciğer hücresine dikkat ediniz. Karaciğer hücreleri çok sayıda mitokondri (M) ile düz ve ka­
ba endoplazma retikulumu içermektedir. Safra kanalikülü yakınında belirgin bir Golgi kompleksi
(G) görülmektedir. Sinüzoid geniş ve açık pencereleri olan endotel hücreleriyle döşelidir. Disse
aralığı (D), hücrelerden çıkan çok sayıda mikroviluslarla doludur. X9200 (D. Schmucker’in izni iie).

Hepato.sk muhtemelen vücudun çok yönlü özelliği en sonuçta giikolik ya da taurokolik asit meydana gelir. Safra
fazla olan hücresidir. Bu hücreler hem iç hem de dış salgı­ asitleri sindirim sisteminde lipitlerin emülsiyon haline getiril­
lama işlevlidir; bazı maddelerin sentezini yapar ve biriktirir, mesinde önemli bir işlev görerek bunların lipaz ile sindiril­
bazılarını detoksifiye eder, bazılarını da taşır. mesini ve ardından emilmesini kolaylaştırır.
Hepatosit, kendisi için gerekli proteinlere ek olarak, sal­
gılamak üzere çeşitli plazma proteinlerini de (albumin, prot-
rombin, (ibrinojen ve lipoproteinler) sentezler. Bu proteinle­
rin sentezi kaba endoplazma retikulumuna bağlı poliribo- 3
zomlarda gerçekleşir. Genellikle hepatositler proteinleri sal­
| KLİNİK BİLGİ
gı grandileri halinde sitoplazmasında depolamaz, sürekli
olarak kan dolaşımına verir (Şekil 16-23). Karaciğer tarafın­
dan dışarıya verilen proteinin yaklaşık %5’i makrofaj sistemi­ Safra asitleri oranının anormal olması safra taş­
nin hücreleri (Kupffer hücreleri) tarafından üretilir, geri ka­ larının oluşmasına (kolelityazis) neden olabilir.
lan bölüm hepatositlerde sentezlenir. Safra taşları safra akımını engelleyebilir ve safra
Safra salgılanması, hepatositlerin kandaki maddeleri alıp, kanaliküİleri çevresindeki sıkı bağlantıların par­
dönüştürerek safra kanalikiilleri içine salgılamaları nedeniy­ çalanmasıyla sarılığa (kanda safra pigmentleri
le bir anlamda ekzokrin bir fonksiyondur. Safra, su ve elekt­ bulunması) yol açabilir.
rolitlere ek olarak birkaç ana bileşene daha sahiptir; bunlar
safra asitleri, fosfolipitler, kolesterol ve bilirubindir. Safra
asitlerinin salgılanması Şekil 16-24'te gösterilmiştir. Bu mad­
delerin yaklaşık % 90’ı uzak barsak epilelinden emilim yoluy­ Büyük bir bölümü hemoglobinin parçalanması sonucu
la alınır ve hepatositler aracılığıyla kandan safra kanalikiille- meydana gelen bilirubin, mononiikleer fagosit sistemde (bu
rine taşınır (enterohepatik resirkiilasyon). Safra asitlerinin sistem karaciğer siniizoidlerinin Kupffer hücrelerini de İçe­
yaklaşık % 10’u hepatositin düz endoplazma retikulumunda rir) oluşur ve hepatositlere taşınır. Hepatositin düz endop­
kolik asidin (karaciğerde kolesterolden sentezlenir) glisin ya lazma retikulumunda, hidrofobik bilirubin, glukuronik asitle
da taurin aminoasitleri ile birleşmesi yoluyla sentezlenir ve konjuge edilir ve suda çözıınebilen bilirubin glukuronid olu-
342 / BOLUM 16

Şekil 16-22. Hepatositin elektron mik­


roskop resmi. Sitoplazmada, nükleusun
altında mitokondri (Mi), kaba endoplaz-
ma retikulumu (GER), glikojen (Gl), lizo-
zomlar (Li) ve peroksizomlar (P) görül­
mektedir. X6600

Şekil 16-23. Karaciğerde protein sentezi ve karbonhid­


rat depolanması. Karbonhidratlar genellikle düz endop-
lama retikulumuna (SER) bağlanmış glikojen şeklinde
depolanır. Glukoz gereksinimi olduğunda glikojen yıkılır.
Bazı hastalıklarda glikojen yıkımı baskılanır ve sonuçta
hücre içinde aşırı glikojen birikir. Karaciğer hücreleri ta­
rafından üretilen proteinlerin sentezi kaba endoplazma
retikulumunda (RER) gerçekleşir. Bu yüzden, karaciğer
hücreleri berelenmesi olduğunda ya da uzun süreli açlık
durumunda hastaların kanında albumin, fibrinojen ve
protrombin miktarları azalır. Protein sentezinin bozulma­
sı bazı sorunlara yol açar, çünkü bunların çoğu taşıyıcı
proteinlerdir ve kanın ozmotik basıncı üzerinde ve pıhtı­
laşmada önem taşırlar.
340 / BOLUM 16

Şekil 16-19. Sıçan karaciğerinde safra kanalikülünün elektron mikrografı. Kanalikül lüme-
nindeki mikroviluslar ve kanalikül boşluğunu hücre dışı boşluktan ayıran bağlantı komp­
leksleri (oklar) dikkati çekmektedir. X54,000 (S.L. Wissig’in izni ile).

Hepalosit sıklıkla glikojen içerir. Bu polisakkarit elektron Her bir hepatositte yaklaşık 2000 mitokondri bulunur.
mikroskobunda, genellikle sitozolde düz endoplazma reti- Sık görülen diğer bir hücresel yapı da sayıları büyük farklı­
kulumıı yakınında toplanmış, kaba, elektron-yoğun grandi­ lıklar gösteren lipit damlacıklarıdır. Hepatosit lizozomları
ler halinde görülür (Şekil 16-18 ve 16-22). Karaciğerde bulu­ hücre içi organellerin yıkımı ve dönüşümü için önemlidir.
nan glikojenin miktarı günlük (diurnal) bir ritme uyar; aynı Peroksizomlar da lizozomlar gibi enzim içeren ve hepatosit-
zamanda kişinin beslenme durumuna da bağlıdır. Karaciğer lerde bol miktarda bulunan organellerdir. Peroksİzomların
glikojeni glukoz için bir depodur ve kandaki glikoz düzeyi işlevlerinden bazıları, fazla yağ asitlerinin oksidasyonu, bu
normalin altına düşerse mobilize olur. Bu şekilde hepatosit- oksidasyon sonucunda oluşan hidrojen peroksitin yıkılması
ler, vücut tarafından kullanılan enerjinin ana kaynaklarından (katalaz aktivitesi yoluyla), pürinlerin (AMP, GMP) fazlasının
biri olan kan glikozunu sabit bir düzeyde tutar. ürik aside yıkılması, kolesterol, safra asitleri ve miyelin yapı­
mında kullanılan bazı lipitlerin sentezine katılmaktır. Karaci­
Safra kanalikülü ğerde Golgi kompleksleri de bol miktardadır; sayıları hücre­
de 50’ye varır. Bu organelin işlevi arasında lizozomiarın
oluşturulması ve plazma proteinlerinin (örn. Albumin,
kompleman sisteminin proteinleri), glikoproteinlerin (örn.
transferrin) ve lipoproteinlerin (örn. çok düşük dansiteli li-
poproteinler) salgılanması vardır.

KLİNİK BİLGİ

İnsanda az rastlanan çok çeşitli kalıtsal peroksi-


zom fonksiyon bozuklukları görülür; bunların ço­
ğunda peroksizom içindeki enzimlerin mutasyo-
nu söz konusudur. Örneğin, X ’e bağlı adrenolö-
kodistrofide (X-ALD) yağ asitleri düzgün metabo­
Hepalositler Safra kanalcığı lize edilemez ve sonuçta nöronların miyelin kılıf­
larında yıkım görülür. 1992 yılında Lorenzo'nun
Şekil 16-20. Safra kanalikülleri ile safra kanalcıklarının bir­ Yağı filminde etkin bir tedavi bulmaya çalışma
leştikleri alanlar. Kanalcıklar kübik epitelle döşelidir ve por­ konusu işlenmiştir.
tal alanlarda safra kanalları ile birleşir.
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 343

KLİNİK BİLGİ

Laboratuvar hayvanlarına barbitüratların veril­


mesi sonucunda hepatositlerde düz endoplazma
retikulumu hızla gelişir. Barbitüratlar ayrıca glu­
kuronil transferaz sentezini de artırır. Bu bulgu
sayesinde glukuronil transferaz eksikliğinin sağ
altımında barbitüratlar kullanılmaya başlanmıştır.

asitlerinin geri emilimi

Şekil 16-24. Safra asitlerinin salgılanma şekli. Safra asitle­


rinin yaklaşık %90’ı ince bağırsak epitelinden gelir ve kara­
ciğere taşınır. Geri kalan %10’luk bölüm ise karaciğerde
kolik asidin glisin ve taurin amino asitleriyle birleşmesi yo­
luyla sentezlenir. Bu olay düz endoplazma retikulumunda
(SER) gerçekleşir.

şur (Şekil 16-25). Daha ileri aşamada, bilirubin glukuronid


safra kanalikiilleri içine salgılanır.
Lipitler ve karbonhidratlar, karaciğerde trigliserid ve gli­
kojen şeklinde depolanır (Şekil 16-23). Bu metabolit depo­
lama kapasitesi, vücudun öğünler arasındaki enerji gereksi­
nimini karşıladığı için önemlidir. Şekil 16-23 karbonhidratlar
nasıl depolandığını göstermektedir. Karaciğer, vitaminler
(özellikle A vitamini) için de en büyük depolanma yeridir. A
vitamini kaynağı alınan besinlerdir ve besinlerle alınan diğer
lipitlerle birlikte şilomikronlar halinde karaciğere ulaşır. Ka­
raciğerde A vitamini İto hücrelerinde depolanır.
Hepatosit ayrıca lipitlerin ve aminoasitlerin glukone- Şekil 16-25. Bilirubin salgılanması. Bilirubinin suda çözün­
ogen ez(Y u n . glykys, tatlı, + neos, yeni + genesis, üretim) adı meyen formu, hemoglobinin makrofajlarda metabolize edil­
verilen karmaşık bir enzimatik olayla glukoza dönüştürül­ mesi sonucu meydana gelir. Hepatositlerdeki glukuronil
mesinden de sorumludur. Ayrıca ürenin meydana gelmesiy­ transferaz aktivitesi, bilirubinin düz endoplazma retikulu­
le sonuçlanan aminoasit deaminasyonunun da gerçekleştiği munda glukuronidle bağlanmasına neden olur ve suda çö-
başlıca yerdir. Üre kan yoluyla böbreklere taşınır ve bu or­ zünebilen bir bileşik oluşur. Safra salgılanması bloke oldu­
gan yoluyla vücuttan atılır. ğunda, sarı bilirubin ya da bilirubin glukuronid atılamaz,
Çeşitli ilaçlar ve maddeler oksidasyon, metilasyon ve bir­ kanda birikir ve sarılığa yol açar. Hepatositlerdeki bazı bo­
leşmeyle etkisiz kılınabilir. Bu olaylara katılan enzimler baş­ zukluklar sarılık oluşturan hastalıklara neden olabilir: Hüc­
lıca düz endoplazma retikulumunda bulunur. Glukuronik renin bilirubini tutma ve yutma gücündeki eksiklik (1), glu­
asidi bilirubine birleştirilen bir enzim olan glukuronil trans- kuronil transferaz eksikliği nedeniyle hücrenin bilirubini bir-
feraz, steroidler, barbitüratlar, antihistaminikler ve antikon- leştirememesi (2), ya da bilirubin glukuronidin safra kanali-
vıilzanlar gibi başka bileşiklerin de beraberliğini sağlar. Bel­ külü içine aktarılması ve atılmasındaki problemler (3). Sa­
li koşullarda, karaciğerde etkisizleşen ilaçlar hepatositte bu­ rılığın en sık nedenlerinden biri, hepatosit aktivitesiyle ilgi­
lunan düz endoplazma retikulumunda artışa yol açarak or­ siz olarak, safra akımının safra taşları ve pankreas tümör­
ganın zehirden arındırma sığasını artırır. leriyle engellenmesidir.
344 / BÖLÜM 16

Karaciğer Yenilenmesi (Rejenerasyonu) (başlıca B, C ya da D tipleri) ve otoimmün kara­


Hücreleri yavaş yenilenmesine karşın, karaciğerin olağanüs­ ciğer hastalığının karaciğer hücrelerinde oluştur­
tü bir yenilenme yeteneği vardır. Karaciğer dokusunun cer­ duğu kalıcı ve ilerleyici hasarın bir sonucudur.
rahi yolla çıkarılması ya da toksik maddelerin etkisiyle kay­ Dünyanın bazı bölgelerinde bağırsaklarda bulu­
bı, karaciğer hücrelerinin bölünmesini başlatan ve dokunun nan Schistosoma paraziti sirozun sık görülen bir
esas kitlesi oluşuncaya kadar devam eden bir düzeneği te­ etkenidir. Parazitin yumurtaları venöz kan yoluy­
tikler. İnsanda bu yetenek oldukça sınırlı olmasına karşın yi­ la taşınır ve karaciğer sinüzoidlerinde tutularak
ne de önemlidir, çünkü karaciğerin bir bölümü cerrahi kara­ hepatositlere hasar verir.
ciğer aktarımında (transplantasyonunda) kullanılabilir. Siroz olgularının çoğunda alkole bağlı karaci­
IH nİM j
ğer hasarı sorumludur, çünkü etanol başlıca ka­
raciğerde metabolize edilir. Alkole bağlı karaci­
^ iı KLİNİK BİLGİ ğer hasarının patogenezinde ileri sürülen meka­
ıI
nizmalar arasında oksijen radikali oluşması
Yenilenen karaciğer dokusu, genellikle iyi düzen­ (muhtemelen lipit peroksidasyonuna bağlı) ve
lenmiş bir görünümde tipik lobüler düzenlenme asetaldehit ile proinflamatuvar ve profibrinojenik
gösterir ve hasar gören dokunun işlevlerini yeni­ sitokinlerin üretilmesi yer alır. Etanol ayrıca bilin­
den sağlar. Eğer hepatositlere gelen bozukluk meyen bir düzenekle karaciğer yenilenmesini et­
uzun bir süre boyunca tekrarlanır ya da sürekli kileyerek siroz gelişmesini kolaylaştırır.
olursa, karaciğer hücre çoğalmasının ardından
belirgin bir bağ dokusu artışı gelişir (Şekil 16-26).
Normal karaciğer dokusunun yerine çoğu çıplak
gözle görülebilen çeşitli boyutlarda nodüller geli­ S A F R A Y O LLA R I
şir. Bu nodüllerin ortasında bozuk bir düzenlen­ Hepatosit tarafından üretilen safra, safra kanalikülleri, saf­
me gösteren karaciğer hücreleri ve bunun etra­ ra kanalcıkları ve safra kanalları yoluyla akar. Bu yapılar
fında kolajen liflerden çok zengin fazla miktarda giderek birleşmek suretiyle bir ağ oluşturur ve bir araya ge­
bağ dokusu bulunur. Siroz olarak isimlendirilen lerek' hepatik kanalı meydana getirir. Hepatik kanal safra
bu hastalık ilerleyici ve geri dönüşümsüz bir sü­ kesesinden çıkan sistik kanalla birleştikten sonra ana saf­
reç gösterir ve karaciğer yetmezliğine yol açarak ra kanalı (koledok kanalı) olarak duodenuma devam eder.
genellikle ölümle sonuçlanır. Bu tip fibrozis yay­ Hepatik, sistik ve ana safra kanalları, tek kattı prizıuatik
gındır ve tüm karaciğeri tutar. Siroz karaciğerin epitelii bir müköz membranla örtülüdür. Lamina propria in­
yapısal düzenini bozan bazı hastalıkların sonu­ cedir ve çok ince bir düz kas tabakasıyla çevrilidir. Bu kas
cunda gelişir. tabakası duodenum yakınında kalınlaşır ve sonunda, intra­
Siroz etanol, ilaçlar ve başka kimyasal mad­ mural kısımda safra akımını düzenleyen bir kas halkası
deler gibi çeşitli ajanların, hepatit virüslerinin (sfinkter) oluşturur (Oddi sfinkteri).

Şekil 16-26. Bir nematodun


(Schistosoma) yumurtalarının
neden olduğu lokal enflama-
tuvar etkiye bağlı gelişen si­
rozlu bir insan karaciğer kesi­
ti. Kolajen içeriği birkaç kat
artarak ve dolaşım bozuklu­
ğuna yol açmıştır. Pikrosirius
boyası ve polarizasyon mik-
roskopi. Orta büyütme.
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 345

Ş ekil 16-27. Safra kesesinden alınan bir kesitin


mikroskop fotoğrafı. Prizmatik epitel ve düz kas
tabakası (M) gözlenmektedir. PT boyası. Küçük
büyütme.

SAFRA KESESİ tokinin salgılanması ise ince bağırsakta besinsel yağların bu­
lunması ile uyarılır.
Safra kesesi karaciğerin alt yüzüne bağlanmış, armut biçi­
minde içi boş bir organdır. 30-50 mL safra depolayabilir. Saf­
ra kesesinin duvarı şu tabakalardan oluşur: tek katlı prizma­
Sindirim Bezlerinin Tümörleri
tik epiLel ve lamina propriadan oluşan mukoza, düz kas ta­
bakası, perimiisküler bağ dokusu tabakası ve seröz memb­
ra n (Şekil 16-27).
Mukoza özellikle boş kesede belirgin olan çok sayıda KLİNİK BİLGİ
kıvrımlar içerir. Epitel hücreleri mitokondriden zengindir
(Şekil 16-28). Bu hücrelerin tümü az miktarda mukus salgı­
lama yeteneğine sahiptir. Kese kanalı yakınında bulunan tii- Karaciğerin kötü huylu tümörlerinin çoğu hepatik
büloasiner bezler safrada bulunan mukusun büyük bölümü­ parankima ya da safra kanalının epitel hücrele­
nün üretiminden sorumludur. rinden köken alır. Hepatoselüler karsinomların
Safra kesesinin başlıca işlevi safra depolamak, suyun patogenezi tam olarak anlaşılamamış olsa da
emilimi İle safrayı yoğunlaştırmak ve gerekli olduğunda sin­ kronik viral hepatit (B ya da C) ve siroz gibi çeşit­
dirim kanalı içine akıtmaktır. Bu olay safra kesesi epitelinde- li edinsel hastalıklarla ilişkili olduğuna inanılmak­
ki aktif bir sodyum taşıma mekanizması ile olur. Su emilimi tadır. Ekzokrin pankreasın çoğu tümörü kanal
sodyum pompasının ozmotik bir sonucu olarak gerçekleşir. epitel hücrelerinden köken alır; pankreas tümör­
Safra kesesinin düz kaslarının kasılması kolesistokinin ile lerinde ölüm oranı yüksektir.
uyarılır. Bu hormon ince bağırsak epitelinde bulunan ente-
roendokrin hücreler (I hücreleri) tarafından üretilir. Kolesis­
346 / BOLUM 16

Şekil 16-28. Kobay safra kesesini elektron mikroskop fotoğrafı. Hücre yüzeyindeki mikroviluslar (MV) ve
mukus içeren salgı granülleri (G) dikkati çekmektedir. Oklar hücreler arası aralıkları göstermektedir. Bu
epitelyal hücreler sodyum klorüru lümenden alttaki bağ dokusuna taşırlar. Su pasif olarak geçer ve saf­
ra konsantre olur. X5600.
SİNDİRİM KANALINA BAĞLI BEZLER / 347

KAYNAKLAR
Pankreas ve Tükrük Bezleri G erber M A , Swan N T : H istology o f the liver. A m J Surg Pathol 1 9 8 7 ; I
Ito T , Shibasaki S : Electron m icroscopic study on the hepatic sinusoid,
C o o k D I et al: Secretion by the m ajor salivary glands. In: Joh n so n L R (editor):
and the fit-sto rin g cells in the hum an norm al liver. Arch Hist<
Physiology o f the G astrointestinal Tract, Vol 2 . Raven Press, 1 9 9 4 . 1 9 6 8 :2 9 :1 3 7 .
Lowe, M E : T h e structure and function o f pancreatic enzymes. In : Joh n so n
Jon es A L, Faw cett C W : H ypertrophy o f the agranular endoplasm ic red
L R (editor): Pltysiology o f the G astrointestinal Tract, Vol 2. Raven Press,
in ham ster liver induced by phenobarbital. J H istochem Cytt
1 9 9 4.
1 9 6 6 :1 4 :2 1 5 .
M ason D K , C hisholm D M : Salivary G lands in H ealth a nd Disease. Saunders, M addrey W C . A lcohol-induced liver disease. C lin Liver D is 2 0 0 0 ;4 :1 1
1 9 7 5.
M in ato Y et al: T h e role o f fat-storing cells in D isse space fibrogem
M cD aniel M L et al: Cytokines and n itric oxide in islet in flam m ation and
alcoholic liver disease. H epatology 1 9 8 3 :3 :5 5 9 .
diabetes. Proc S o c Exp Biol M ed 19 9 6 ;2 1 1 :24.
R ouiller C (editor): The Liver: M orphology, Biochem istry, Physiology, h
A cadem ic Press, 1 9 6 3 , 1 9 6 4 .
Karaciğer ve Safra Yolları T rutm an M , Sasse D: The lym phatics of the liver. A n at En
Geerts A et al: Fat-storing (Ito) cell biology. In : Arias IM et al (editors): The 1 9 9 4 :1 9 0 :2 0 1 .
Liver: Biology a n d Pathobiology. Raven Press, 1994.
Solunum Sistemi 17

Solunum sistemi dış ortamla gaz değişiminin gerçekleştiği İkinci en sık bulunan hücre tipi ise müköz goblet hüc­
bölümler arasındaki bağlantıyı sağlayan tüp sistemi ile akci­ releridir (Şekil 17-2). Bu hücrelerin tepe bölümü (4. B ö­
ğerleri içerir. Ayrıca göğüs kafesi, kaburga arası kaslar, diyaf­ lümde anlatılmıştır) glikoproteinlerden oluşan müköz dam­
ram ve akciğerlerin elastik ve kolajen yapılarından oluşan lacıklar içerir. Geri kalan prizmatik hücreler tepeye bakan
soluma düzeneği havanın akciğerlerin iletici ve solunum yüzeylerinde çok sayıda mikrovillus içermeleri nedeniyle,
bölümlerine doğru hareket ettirilmesinde önemlidir. Solu­ fırça hücreleri olarak bilinirler (Şekil 17-3 ve 17-4). Fırça
num sistemi genellikle iki temel bölgeye ayrılır (Şekil 17-1).
İletici bölüm, burun boşluğu, nazofarinks, bronşlar (Yun.
bron chos: soluk borusu), bronşiyoller ve sonlandırıcı (termi­
nal) bronşiyolierden; solunum bölümü (gaz değişiminin
gerçekleştiği bölüm) ise, solunum (respiratuvar) bronşiyol-
leri, alveol kanalları ve alveollerden oluşur. Alveoller akciğe­
rin büyük bölümünü oluşturan kese şeklinde özelleşmiş ya­
pılardır. Bunlar akciğerlerin başlıca işlevi olan, solunan ha­
va ile kan arasında karbondioksit ve oksijen değişiminin
gerçekleştiği esas bölgelerdir.
İletici bölüm iki önemli işlev görür; bunlar: içinden hava­
nın akciğerlere gidip gelebildiği bir kanal sağlamak ve solu­
nan havayı uygun hale getirmektir. Kıkırdak, elastik ve kola-
jen lifler ve düz kas sayesinde iletici bölüme sert bir yapısal
destek sağlanırken, bükülebilme ve uzayabilirle yeteneği ile
hava iletiminin kesintisiz olması güvence altına alınır.
İletici
Solunum Epiteli bölüm

İletici bölümün büyük bir bölümü goblet hücrelerinden zen­


gin yalancı çok katlı prizmatik titrek tüylü solunum epiteliy-
le döşelidir (Şekil 172). Tipik solunum epiteli (elektron mik­
roskopta görüldüğü üzere) beş tip hücreden oluşur. Priz­
matik titrek tüylü hücreler en bol olan hücre tipidir. Her
hücrenin tepeye bakan yüzeyinde yaklaşık 300 titrek tüy bu­
lunur (Şekil 17-2, 17-3 ve 17—4); titrek tüylerin altında bazal
cisimciklere ek olarak çok sayıda küçük mitokondri bulu­
nur. Yapılan deneysel çalışmalarda titrek tüy hareketi İçin
adenozin trifosfatın (ATP) gerekli olduğu gösterilmiştir. Bu
gözlem mitokondrilerin tepeye yerleşmesiyle de uyum gös­
termektedir.

Solunum
Bölümü
k l in ik b il g i

Hareketsiz titrek tüy sendrom u, erkekte kısır­


lık, her iki cinsiyette ise kronik solunum yolları
enfeksiyonları ile seyreden bir hastalıktır. Bu
hastalıkta normal titrek tüy yapısında bulunan di- ucu)
nein adlı bir proteinin eksikliği söz konusudur. Bu
durum titrek tüylerin ve kamçıların hareketsiz Şekil 17-1. Solunum yolunun temel bölümleri. Bu yapıdaki
kalmasına neden olur. Dinein titrek tüy hareketin­ doğal oranlar, anlatım kolaylığı açısından değiştirilmiştir.
de rol üstlenir (Bkz. 2. Bölüm). Örneğin solunum bronşiyolü gerçekte kısa bir geçiş yapısı­
dır.

349
350 / BÖLÜM 17

Şekil 17-2. Solunum epitelinin


ana bileşenlerini gösteren ışık
mikroskop fotoğrafı. Pararoza-
nilin-toludin mavisi (PT) boyası.
Büyük büyütme.

hücrelerinin taban yüzlerinde getirici sinir uçları bulunur ve BURUN BOŞLUĞU


bu hücreler duyu reseptörü olarak kabul edilirler. Bazal (kı­
Burun boşluğu dışta vestibül ve içte burun çukurları ol­
sa) hücreler, bazal lamina üzerine oturan ve epitelin iüme-
mak üzere iki yapıdan meydana gelir.
ne bakan yüzeyine kadar uzanamayan küçük, yuvarlak hüc­
relerdir. Bunların mitozla çoğalıp diğer tip hücrelere farklıla­
şan üretken hücreler olduklarına inanılır. Başka bir hücre ti­
pi de bazal hücrelere benzeyen, ancak çapı 100-300 nm, Vestibül
merkezi bölümünde çok sayıda yoğun granüller bulunma­ Vestibül, burun boşluğunun en önde bulunan ve en geniş
sıyla bazal hücrelerden ayrılan, küçük granüllü hücreler­ bölümüdür. Burun dış yüzeyinin derisi, burun deliklerinden
dir. Histokinıyasal çalışmalar, bu hücrelerin yaygın nöroen- içeri girer ve vestibüle kadar kısmen devam eder. Burun de­
clokrin sistemin elemanları olduklarını göstermektedir (Bkz. liklerinin iç yüzeylerinde çok sayıda yağ ve ter bezi ile so­
4. Bölüm). Yalancı çok katlı titrek tüylü prizmatik epitelin lunan havadaki iri parçacıkları tutan, burun kılları adı ve­
bütün hücreleri taban zarına temas eder (Şekil 17-2). rilen kısa kıllar vardır. Vestibüldeki epitel keratin yapısını yi­
tirir ve burun çukurlarına girmeden önce tipik solunum epi-
teline dönüşür.
tö s

k l in ik b il g i
Burun çukurları
Epitel, burun boşluğundan gırtlağa doğru yer yer Kafatası içinde, kemiksi bir yapı olan burun bölmesiyle ay­
çok katlı yassıdır. Bu tip epitel doğrudan hava akı­ rılmış iki kavernöz odacık yer alır. Her bir odacığın yan du­
mına ya da fiziksel aşınmaya uğrayan bölgelerde varında konka denen raf şeklinde üç kemiksi çıkıntı var­
izlenir (örn., orofarinks, epiglot, ses telleri). Bu epi­ dır. Üst, orta ve alt konkadan sadece orta ve alt konkalar
tel aşınmaya karşı tipik solunum epitelinden daha solunum epiteli ile döşelidir. Buna karşılık üst konka özel­
koruyucudur. Hava akımı değişir ya da yeni aşın­ leşmiş koku epiteli ile döşelidir. Konkalar tarafından oluş­
ma bölgeleri gelişirse, etkilenmiş bölgelerde tipik turulan dar şerit şeklindeki yolaklar, solunum epiteli içeren
yalancı çok katlı titrek tüylü prizmatik epitel, çok yüzey alanının artmasına ve hava akımında dalgalanmaya
katlı yassı epitete dönüşebilir. Benzer şekilde siga­ yol açarak solunan havanın uygun hale getirilmesine kat­
ra içenlerde sayısı artan parçacıklar ve gaz kirliliği­ kıda bulunur. Sonuçta hava akımı ile nıüköz tabaka arasın­
ni (örn, CO, SO2) temizlemek amacıyla, titrek tüylü daki temas artar. Konkaların lamina propriasında erektil
hücreler ile goblet hücreleri arasındaki oran deği­ cisim cikler olarak bilinen geniş ven pleksusları vardır.
şebilir. Sigara içenlerde kirlenmenin daha çabuk te­ Her 20 -3 0 dakikada bir, burun çukurlarından birinin duva­
mizlenmesini sağlamak üzere goblet hücre sayısı­ rında bulunan erektil cisimcikler kanla dolar ve böylece
nın artmasına karşın, aşırı CO miktarının titrek tüy­ konka mukozası kabarır ve aynı anda geçen hava akımın­
lü hücrelerin sayısında azalmaya yol açması, mu- da azalma olur. Bu sırada havanın büyük bölümü diğer bu­
kus tabakasının hareketini azaltır ve buna bağlı run çukurundan geçer. Bu dönemsel kapanma aralıkları ile
olarak küçük çaplı hava yollarında tıkanma oluşur. hava akımı azaltılır ve böylece kuruyan solunum epitelinin
toparlanması sağlanır.
SOLUNUM SİSTEMİ / 351

Titrek tüyler

Bazal cisimler

Bağlantı
kompleksi

Mitokondriler

Şekil 17-3. Akciğerde titrek tüylü prizmatik epitelin elektron mikroskop fotoğrafında titrek tüylerin mikro-
tübüllerinin enine ve çapraz kesitleri görülmekte. Hücrenin tepesinde, titrek tüy aksonemlerinin kaynak­
landığı ve tutunduğu, U şeklindeki bazal cisimcikler (B) bulunmakta. Mitokondrilerin bölgesel birikimi tit­
rek tüylerin hareketi için enerji üretimine bağlıdır. Bağlantı komplekslerine ve titrek tüylerin köklerinin ara­
sından çıkan mikroviluslara dikkat ediniz. X 9200.

rina komşu olarak oluşturduğu sıkı bir örgü biçimindeki damar


ağlarından gelen damarlar kemer şeklinde yüzeye doğru yayı­
KLİNİK BİLGİ lırlar. Bunlardan dallanan daha küçük damarlar ise yüzeye dik
olarak uzanırlar. Bu küçük damarlar epitelin altında zengin bir
Alerjik tepkimeler ve yangı her iki çukurdaki erek- kılcal yatağı oluşturur. Kan, arkadan öne doğru her iki çukura
til cisimciklerin anormal bir şekilde dolgunlaşma­ dağılır. Kemer şeklindeki arter dallarında kan akımı, solunan
sına yol açarak hava akımının aşırı derecede hava akımına ters yöndedir. Bunun sonucu olarak, giren hava,
azalmasına neden olur. karşıt yönde akan kan sistemi ile etkin bir biçimde ısıtılır.

Koku
Erektil cisimciklerin yanı sıra, burun boşluğu zengin ve kar­ Koku kemoreseptörleri burun boşluğu tavanında bulunan
maşık bir damar sistemi içerir. Büyük damarların kemik dış za- üst konkanm miilcöz zarının özelleşmiş bir bölümü olan ko-
352 / BOLUM 17

Şekil 17-4. Solunum mukozası yüzeyinin taramalı elektron mikroskop fotoğrafı. Üstte:
Yüzeyin büyük bir bölümü titrek tüylerle kaplıdır. G, goblet hücreleri. X2500. Altta: Goblet
hücrelerinin yüzeyindeki mukus birikimi belirgindir (ince oklar). Fırçamsı hücreler kalın oklar­
la İşaretlenmiştir. x 3000. (İzin alınarak yeniden basım Andrews P: A scanning electron microscopic
study of the extrapulmonary respiratory tract. Am. J. Anat. 1974; 139:421.)
SOLUNUM SİSTEMİ / 353

ku epitelinde yer alır. İnsanda bu epilelin alanı yaklaşık 10 kus tabakası tarafından tutulur. Aynı zamanda bu mukus, se­
cm-'dir ve kalınlığı 10ü pm'ye ulaşır. Üç tip hücreden oluşan röz salgı ile birlikte solunan havayı nemlendirerek ince alve-
yalancı çok katlı prizmatik bir epiteldir Şekil 175). ol epitelinin kurumasını önler. Ayrıca, solunan hava zengin
Destek hücrelerinin tepeleri geniş, silindir şeklinde, ta­ bir yüzeysel damar ağı tarafından ısıtılır.
banları ise dardır. Serbest yüzeylerindeki mikrovilluslar bü­
tün epitel yüzeyini örten bir sıvı tabakanın içinde bulunur. BURUN ÇEVRESİ (PARANAZAL) SİNÜSLERİ
İyi gelişmiş bağlantı kompleksleri destek hücrelerini bitişik
Paıanazal sinüsler frontal, maksiller, etmoid ve sfenoid kemik­
koku hücrelerine bağlar. Hücrelerde koku mukozasına ren­
lerin içindeki kör boşluklardır. Az sayıda goblet hücresi İçe­
gini veren açık sarı bir pigment bulunur.
ren, normalden daha ince bir solunum epiteli ile döşelidir. La­
Bazal hücreler küçüktür; küre ya da koni şeklindedir ve
mina propria sadece birkaç küçük bez içerir ve alttaki perios-
epitelin tabanında tek bir kat oluşturur.
teumla devam eder. Burun boşluğuyla bağlantı ufak delikler
Bazal hücreler ile destek hücreleri arasında koku hüc­
aracılığı ile sağlanır. Bu boşlukta üretilen mukus, titrek tüylü
releri bulunur. Çift kutuplu nöronlar olan bu hücreler des­
epitel hücrelerinin etkinliği ile burun boşluğuna boşaltılır.
tek hücrelerinden çekirdeklerinin konumu ile ayırt edilir; çe­
kirdekleri destek lıücrelenin çekirdeklerinden daha aşağıda
yer alır. Tepelerinde (dendritleri) 68 titrek tüy içeren yüksek
ve geniş alanlar bulunur. Bu titrek tüyler çok uzun ve hare­
I
ketsizdir ve kokulu maddelere karşı reseptör potansiyeli
oluşturarak yanıt verirler. Bunlar reseptör yüzeyini önemli | KLİNİK BİLGİ
t
ölçüde artırır. Bu bipolar nöronların getirici aksonları birle-
şerek merkezi sinir sistemine doğru yönelen küçük demet­ Sinüzit , sinüslerin akaç deliğinin tıkanmasına
ler oluşturur ve burada beyindeki koku lobunda bulunan si­ bağlı olarak uzun sürebilen yangısal bir olaydır.
nir hücreleriyle sinaps yapar. Kronik sinüzit, titrek tüy hareket bozukluğu ile
Koku epitel inin lamina propriasında Bowman bezleri özellik kazanan, hareketsiz titrek tüy sendromu-
bulunur. Salgıları koku titrek tüylerinin çevresinde titrek tü­ nun bileşenleridir.
yü yıkayarak yeni kokulu maddelerin ulaşmasını kolaylaştı­
racak olan sıvı bir ortam oluşturur.

Havanın Uygun Hale Getirilmesi NAZOFARİNKS


İletici bölümün başlıca görevi solunan havayı uygun hale Nazofarinks, yutağın ilk bölümüdür ve aşağıya doğru yuta­
getirmektir. Solunan hava akciğerlere girmeden önce temiz­ ğın ağza ait bölümü olan orofarinksle devam eder. Yumuşak
lenir, nemlendirilir ve ısıtılır. Bu işlevlerin yürütülebilmesi damakla temas ettiği bölümde solunum epiteliyle döşelidir.
için, iletici bölümün mukozası özelleşmiş bir solunum epi-
teli ile döşenmiştir ve lamina propriada çok sayıda mü köz GIRTLAK (LARİNKS)
ve seröz bezler ile zengin bir yüzeysel damar ağı bulunur.
Gırtlak, yutağı soluk borusuna bağlayan düzensiz bir tüptür.
Hava burundan girdiğinde büyük burun kılları (özel­
Lamina propriada birtakım gırtlak kıkırdakları bulunur. Bü­
leşmiş kıllar) kaba parçacıkları tutar. Hava burun çukurları­
yük kıkırdaklar (tiroid, krikoid ve aritenoid kıkırdakların ço­
na ulaştığında küçük parçacıklar ve gaz halindeki kirler nıu-
ğu) hiyalin kıkırdaktır ve bunların bazıları yaşlılarda kireçle­
nir. Küçük kıkırdaklar (epiglot, küneiform, kornikulat ve ari-
tenoidin uçları) ise elastik kıkırdaktır. Kıkırdaklar, destek
sağlamanın yanı sıra (hava yolunu açık tutulması), katı ve sı­
vı besinlerin yutulması sırasında bunların soluk borusuna
kaçmasını önleyen bir kapak görevi üstlenirler. Ayrıca ses
oluşturulmasına katkıda bulunurlar.
Epiglot, gırtlağın kenarından yutağa uzanır. Hem dile,
hem de gırtlağa bakan yüzü vardır. Dile bakan yiiziin tama­
mı ve gırtlağa bakan tarafın tepe bölümü çok katlı yassı epi-
telle döşelidir. Laringeal yüzde epiglotun tabanına doğru
epitel titrek tüylü yalancı çok katlı prizmatik epitele dönü­
şür. Epitel altında karışık seröz ve nıiiköz bezler vardır.
Epiglotun altında, mukoza gırtlağın liimenine uzanan iki
çift katlanma yapar. Üstteki çift, yalancı ses tellerini (ves-
libiiler katlanmalar) oluşturur. Bunlar solunum epiteli ile dö­
şelidir ve epitelin altındaki lamina propriada çok sayıda se­
röz bez bulunur. Alttaki çift katlanma ise gerçek ses telle­
ridir. Vokal bağı oluşturan iri demetler halinde, birbirine
koşut elastik lifler, çok katlı yassı epitelle döşeli vokal kat­
lanmaların içinde yer alır. Bağlara koşut olarak, katlanma ve
Şekil 17-5. Koku mukozasındaki 3 tip (destek, koku ve ta­
bağlardaki gerilimi düzenleyen ve iskelet kası demetlerin­
ban ) hücre ve bir Bowman bezi.
354 / BÖLÜM 17

den oluşan ses kasları yer alır. Hava katlanmalar arasında sı- Kasın kasılması ile trakea liimeninin daraltılması, öksü­
kıştırıldığı zaman, bu kaslar değişik frekanslarda seslerin rük refleksinde kullanılır. Kasılma sonucu trakea çapının
oluşmasını sağlar. azalması, dışarı verilen havanın hızını artırır; bu da hava yo­
lunun temizlenmesine yardım eder.
SOLUK BORUSU (TRAKEA)
Soluk borusu (Şekil 17-6), tipik solunum epiteliyle döşelidir BRONŞ AĞACI
(Şekil 17-2 ve 17-4). Lamina propriada trakeanın lümenini Trakea, hilumdan akciğerlere giren iki adet birincil bronşa
açık tutmaya yarayan C harfi şeklinde, 16-20 adet hiyalin kı­ ayrılır (Şekil 17-1). Her iki hilumdan arterler akciğere girer­
kırdak halkası ve daha akışkan mukus salgılayan çok sayıda ken, venler ve lenf damarları organı terk eder. Akciğere gi­
serömüköz bez bulunur. Kıkırdak halkaların serbest uçları ren ve çıkan bu yapılar, tıkız bağ dokusuyla sarılıdır ve pul-
trakeanın arka yüzünde bulunur. Bu serbest uçlar birbirleriy- m oner kök denen birimi oluştururlar.
le perikondriyuma bağlanmış bir fibroelastik bağ ve düz kas Birincil bronşlar akciğere girdikten sonra aşağı ve dışa
demeti ile birleştirilir. Bağ lümenin aşırı gerilmesini önler­ doğru inerek sağ akciğerde üç, sol akciğerde iki bronşa ay­
ken, kas liimen genişliğini ayarlar. rılırlar (Şekil 17-1). Bunların her biri bir akciğer lobunu do­
natır. Bu lober bronşlar defalarca dallanarak daha küçük
bronşları oluştururlar. Bunların sonlandırıcı dallarına bron-
şiyol denir. Her bronşiyol bir akciğer lopçuğuna girer ve
burada da dallanarak beş ila yedi adet sonlandırıcı bron­
şiyol oluşturur.
Akciğer lopçukları, tepesi hiluma dönük bir piramit şek­
lindedir. Bağ dokusundan ince bir bölme her lopçuğu sarar.
Bu septum fetusta daha belirgindir. Erişkinde bu septumlar
genellikle tam değildir. Bu da lopçuk sınırlarının belirlenme­
sini güçleştirir.
Birincil bronş, genellikle trakeayla aynı histolojik görün­
tüyü sergiler. Solunum bölümüne doğru gidildikçe, epitel ve
altındaki lamina proprianın histolojik düzeni basitleşir. Bu
yapısal sadeleşme kademeli olarak izlenir; bronşlardan
bronşiyollere ani bir yapısal geçiş gözlenmez. Bu nedenle
solunum yollarının bronş, bronşiyol v.s. şeklinde ayrılması,
bir ölçüde yapay olsa da öğretici ve pratik değer taşır.

Bronşlar
Her birincil bronş ikiye ayrılarak 9 -1 2 defa iki uç çatallanır
(dikotomi) ve böylece her dal çapı yaklaşık 5 mm oluncaya
dek İncelir. Bronş mukozası kıkırdak ve kasların düzenleni­
şi dışında, yapısal olarak trakea mukozasına benzer (Şekil
17-6). Bronşlarda kıkırdakların şekli trakeaya oranla daha
düzensizdir; ancak büyük bronşlarda kıkırdak halkaları tü­
meni tam sarar. Bronş çapı azaldıkça kıkırdak halkaların ye­
rini yalıtık hiyalin kıkırdak plakları ya da adaları alır. Epite-
lin altında, bronşun lamina propriasında birbirini çaprazla-
yan spiral düz kas demetleri yer alır (Şekil 17-7 ile 17-9 ara­
sı). Solunum bölgesine yaklaştıkça iletici bölümün duvarın­
daki düz kas demetleri daha da belirginleşir. Ölümden son­
ra bu kasların kasılması, histolojik kesitlerde bronş mukoza­
sına kıvnntılı bir görünüm verir. Lamina propria elastik lif­
lerden zengindir ve boşaltım kanalları bronş lümenine açı­
lan çok sayıda seröz ve müköz bezler içerir (Şekil 17-9). La­
mina proprianın içinde ve epitel hücreleri arasında çok sa­
yıda lenfosit bulunur (Şekil 17-10 ve 17-11). Ayrıca lenf dü­
Ş ekil 17-6. Goblet hücreleri ile titrek tüylü prizmatik hücre­ ğümcükleri de vardır ve bunlar özellikle bronşların dallan­
lerin yer aldığı solunum epitelini gösteren nefes borusu ke­ ma noktalarında çok sayıda bulunurlar.
siti. Lamina propriadaki seröz bezler ve hyalin kıkırdak da
görülmektedir. Goblet hücreleri ve bezler tarafından üreti­ Bronşiyoller
len müköz sıvı titrek tüylerin hareketiyle yabancı parçacık­
Bronşiyoller, çapı 5 mm ya da daha az olan lopçuk içindeki
ların solunum sistemi dışına atılmasına olanak tanıyan bir
hava yollarıdır (Şekil 17-7). Mukozalarında kıkırdak ya da
tabaka oluşturur. PT boyası. Orta büyütme.
bez içermezler, sadece başlangıç parçalarında epitel içine
SOLUNUM SİSTEMİ / 355

Kıkırdak

Bağ dokusu

Düz kas
Bezler

Bronşiyol

Ş ekil 17-7. Bronş yapısı. Düz kaslar solunum


bronşiyolü de dahil olmak üzere tüm bronş ağa­
cında bulunur. Kasların kasılması mukozada Elastik lif
Düz kas
katlantılar yaratır. Bronştaki elastik lifler bronşi-
yolde de devam eder. Bu şeklin alt kısmında
Mukoza
elastik liflerin ve düz kasın görülebilmesi için bağ katlanmaları
dokusu çizilmemiştir. Çizimde adventisya yer al­ ------r~
mamaktadır. Bronş

dağınık goblet hücreleri bulunur. Büyük broşiyollerde, epi- lunur ve bronşiyol yüzeyini oksitleyici artıklardan ve yangı­
tel yalancı çok katlı prizmatik titrek tüylü epiteldir. Daha kü­ dan koruyan proteinleri salgıladıkları bilinmektedir.
çük sonlandırcı bronşiyollerde bu epitelin boyu ve kar­ Bronşiyollerde nöroepiteliyal cisimcikler adı verilen
maşıklığı azalır, titrek tüylü tek katlı prizmatik ya da kübik özelleşmiş bölgeler de bulunmaktadır. Bu yapılar, salgı gra­
olur. Sonlandırıcı bronşiyol epiteli aynı zamanda Clara hüc­ nülleri içeren ve kolinerjik sinir uçları alan 80-100 hücreden
relerini de içerir (Şekil 17-12 ve 17-18). Bu hücrelerin tit­ oluşmuş gruplardır. İşlevleri çok anlaşılamamıştır ancak, ola­
rek tüyleri yoktur, tepe sitoplazmalarında salgı granülleri bu­ sılıkla hava yolundaki gaz bileşimine tepki veren kemore-

Solunum
epiteli

Seröz Ş ekil 17-8. Goblet hücreleri ve


bezler yalancı çok katlı titrek tüylü
prizmatik hücreleriyle solunum
epitelyumini gösteren bronş du­
varı kesiti. Lamina propriadaki
Hyalin bağ dokusu içinde seröz bezler
kıkırdak ve düz kas (DK) bulunur. Fotoğ­
rafın alt yarısında büyük bir
hyalin kıkırdak parçası yer al­
maktadır. PT boyası. Orta
büyütme.
356 / BÖLÜM 17

Şekil 17-9. Büyük bronş. Solu­


num sistemi içinde hava akışını
denetleyen ayrı bir düz kas ta­
bakasının varlığı dikkat çek­
mektedir. PT boyası. Orta bü­
yütme.

Şekil 17-10. Mukozaya eşlik eden yaygın lenfoid dokunun


(MELD) bir bileşeni olan bronşa eşlik eden lenfoid dokuyu
(BELD) barındıran bronş duvarı kesiti. MELD dağılımı 14.
Bölümde anlatılmaktadır. PT boyası. Orta büyütme.
SOLUNUM SİSTEMİ / 357

Ş ekil 17-11. Şekil 17-10’daki kesitin daha büyük büyütme­


deki görüntüsü. Solunum epiteli ve titrek tüyleri daha belir­
gindir. Şeklin alt kısmında çoğu antijen sunan makrofajlar-
dan oluşan açık renk boyanmış etkin bölge (germinal mer­
kez) görülmektedir.

Clara hücreleri

Ş ekil 17-12. Bir sonlandırıcı


bronşiyol epitelindeki Clara
hücreleri. Bu hücrelerde salgı
granülleri bulunur ve tepe si-
Kılcal kan toplazması bombeli görünür.
damarları PT boyası. Büyük büyütme.
358 / BÖLÜM 17

septörlerdir. Ayrıca görünüşe göre hasar gören hava yolu­ yassı alveol epiteli hücreleriyle (tip I alveol hücreleri) devam
nun onarmanda da rol üstlenirler. eder. Bu bronşiyoller boyunca öteye doğru alveol sayısı bü­
Bronşiyolün lamina propriası büyük ölçüde düz kas ve yük ölçüde artar ve alveoller arası mesafe önemli ölçüde
elastik liflerden oluşur. Bronşların ve bronşiyollerin kasları azalır. Alveoller arasında, bronşiyol epiteli titrek tüylü kübik
vagus sinirinin ve sempatik sinir sisteminin kontrolü altında­ epiteldir, ancak daha ileri kısımlarda titrek tüyler bulunma­
dır. Vagusun uyarılması bu yapıların çapını daraltırken, sem­ yabilir. Solunum bronşiyolii epitelinin altında düz kas ve
patik uyarı ters yönde etki oluşturur. elastik bağ dokusu vardır.

Alveol Kanalları
Solunum bronşiyolleri boyunca öteye doğru bronşiyol duva­
k l in ik b il g i rına açılan alveol sayısı artarak, duvarda alveolden başka bir
yapı bulunmaz hale gelir ve tüp artık alveol kanalı adını
Sempatik sinir sisteminin uyarımına yanıt olarak alır (Şekil 17-16). Hem alveol kanalları hem de alveoller (Şe­
bronşiyol çapında izlenen artış, astım atakların­ kil 17-17 ve 17-18) çok ince yassı alveol hücreleriyle döşe­
da, düz kasların gevşemesi için neden epinefrin lidir. Lamina propriada alveollerin kenarları boyunca düz
ve diğer sempatomimetik ilaçların kullanıldığı so­ kas hücrelerinden oluşan bir ağ bulunur. Büzücü kas benze­
rusuna açıklama getirir. Bronş ve bronşiyol duva­ ri bu düz kas demetleri bitişik alveoller arasında yumrular
rının kalınlığı karşılaştırıldığında, bronşiyolde şeklinde görülür. Düz kas alveol kanallarının öte uçlarında
kas tabakasının bronştakine göre daha iyi geliş­ kaybolur. Buralarda kanal ve alveoller sadece elastik ve kol-
miş olduğu görülür. Astımda hava yolu direncin­ lajen 1illerle desteklenir.
de izlenen artışın, esas olarak bronşiyol düz kas­ Alveol kanalları, alveol keseleri ile bağlantılı olan atri-
larının kasılması sonucunda oluştuğuna inanıl­ yumlara açılır. Her atriyumdan iki ya da daha fazla alveol
maktadır. kesesi çıkar. Atriyumların ağızları, alveol keseleri ve alveol­
ler, elastik ve retikiiler liflerden oluşan karmaşık bir ağ ile
sarılıdır. Elastik lider soluk alma ile alveollerin genişleyebil­
mesini ve soluk verme sırasında edilgin olarak büzülebilme-
Solunum Bronşiyolleri sini sağlar. Retikiiler liderin sağladığı destekle ince kan ka-
pilerleri ile alveol bölmelerinin aşırı gerilmesi ve zarar gör­
Her sonlandırıcı bronşiyol (Şekil 17-13), solunum sisteminin
mesi önlenir.
iletici bölümü ile solunum bölümü arasında geçiş bölgesi
olan iki ya da daha fazla solunum bronşiyolüne ayrılır (Şe­
kil 17—14 ve 17—15). Solunum bronşiyollerinin mukozası, Alveoller
duvarında gaz değişiminin gerçekleştiği çok sayıda kese Alveoller solunum bronşiyolleri, alveol kanalları ve alveol
şeklinde (sakkiiler) alveol bulunması dışında sonlandırıcı keselerinde bulunan kese şeklinde (çapı yaklaşık 200 pm)
bronşiyol mukozası ile aynı yapıdadır. Solunum bronşiyolii çıkıntılardır. Akciğerlerin siingerimsi yapısını oluşturur (Şekil
bölümleri titrek tüylü kübik epitel ve Clara hücreleri ile dö­ 17-15). Yapısal olarak alveoller bal peteklerine benzeyen,
şelidir, ancak alveollerin açıldığı bölümde bronşiyol epiteli tek tarafı açık küçük cepler halindedir. Bu kadeh biçiminde-

Alveol

Sonlandırıcı
bronşiyol

Şekil 17-13. Sonlandıra bron­


şiyol duvarı kesitinin ışık mik­
roskop fotoğrafı. Kıkırdak yok­
tur, ancak tam olmayan bir düz
kas halkası bulunmaktadır. PT
boyası. Küçük büyütme.
SOLUNUM SİSTEMİ / 359

Şekil 17-14. Alveol kanalı ve


çok sayıda alveol ile devam
eden solunum bronşiyolünün
küçük bir bölümüne açılan bir
sonlandırıcı bronşiyol kesiti. PT
boyası. Küçük büyütme.

ki yapılarda hava ile kan arasında 0 2 ve C 0 2 değişimi ger­ Alveollerdeki hava ile kılcal kan damarlarındaki kan üç
çekleşir. Alveol duvarının yapısı, dış ve iç ortanı arasında da­ bileşenden oluşan bir kan-hava engeli ile birbirinden ayrı­
ğılmasını arttıracak şekilde özelleşmiştir. Genelde her duvar lır. Bu bileşenler, alveollerin yüzey epiteli ve alveol hücrele­
iki komşu alveol arasında yer alır ve bu nedenle alveoller rinin sitoplazmasi; birbirine çok yakın konumdaki alveol ve
arası bölme ya da duvar olarak isimlendirilir. Alveoller ara­ endotel hücrelerinin kaynaşmış bazal kurunası ve endotel
sı bölme (septum) (Şekil 17—19 ile 17-23 arası), arasında kıl­ hücrelerinin sitoplazmasıdır (Şekil 17-20). Bu tabakaların
cal kan damarları, fibroblastlar, elastik ve retiküler lifler ile toplam kalınlığı 0,1-1,5 pm arasında değişir. Alveoller arası
makrofajlar bulunan iki ince yassı epilel tabakasından olu­ bölme içinde ağızlaşmalar yapan akciğer kılcal kan damar­
şur. Kılcal kan damarları ile bağ dokusu matriksi interstisyu- ları, retiküler ve elastik liflerin oluşturduğu bir ağla destek­
mıı oluşturur. Alveol bölmesinin interstisyıımunda organiz­ lenir. Alveol duvarının daralıp genişlemesine uygun bir bi­
manın en zengin kılcal kan damar ağı yer alır. çimde düzenlenmiş olan bu lifler alveollerin temel yapısal

Sonlandırıcı bronşiyol

Ş ekil 17-15. Akciğerin kalın


kesitinden alınan ışık mikros­
kop fotoğrafında içinde alveol­
Arteriydi lerin görüldüğü iki solunum
Alveoller
bronşiyolüne ayrılan bir sonlan-
dırıcı bronşiyol görülüyor. Akci­
ğerin süngerimsi görünümü al­
veollerin ve alveol keselerinin
sayıca fazla olmasından kay­
naklanır. H&E boyası. Küçük
Solunum bronşiyolü Alveol kesesi büyütme.
360 / BÖLÜM 17

Şekil 17-16. Bronş ağacının bir bölümünün


şeması. Alveol kanalında bulunan ve alveol-
lerde ortadan kalkan düz kas yapıları dikka­
ti çekmektedir. (Yeniden çizim, Baltisberger.)

îTi

Iveolleı

Şekil 17-17. Farklı boylardaki Kıkırdak


bronşiyollerin dallanmasını, bü­
yük kan damarlarını ve alveolle-
ri gösteren akciğer kesiti. PT bo­
yası. Küçük büyütme.
Şekil 17-18. Sonlandırıcı bron-
şiyolün alveol kanalına (ok) dö­
nüşmesi. Clara hücreleri (ok
başları) görülmektedir. PT boya­
sı. Orta büyütme.

Kaynaşmış Liimen içindeki Retiküler lifler Elastik lifler Kılcal kan damarı
bazal lamina alveol makrofaiı
J___ ____ A,—

Endotel
hücresi

Epitel
hücresi

Bölme içindeki
makrofaj

Alveol deliği

Tip II (bölmeye
ait) hücreler

Tip I hücre Endotel hücresi Bölmeyi terk eden Alveoller arası


alveol makrofajı bölme

Ş ekil 17-19. Alveoller arası bölme yapısını gösteren, pulmoner alveollerin üç boyutlu şematik çizimi. Kılcal kan damar­
ları, bağ dokusu ve makrofajlar gösterilmektedir. Makrofajlar alveol lümeni içinde ya da lümene geçme aşamasında
görülebilirler. Çok sayıda alveol deliği bulunur. Tip II hücreler bol miktardaki tepe mikrovilusları ile ayırt edilir. Alveoller, tip
I hücrelerden oluşan kesintisiz bir epitel tabakasıyla döşelidir.

361
362 / BOLUM 17

eritrositlerde bulunan karbonik anhidraz enzimi ile kataliz­


lenir. Akciğerlerde bulunan yaklaşık 300 milyon alveol akci­
Çekirdek ğerlerin iç değişim yüzeyini önemli ölçüde artırır. Bu yüzeyin
(endotel hücresi) yaklaşık 140 m2 olduğu hesaplanmıştır (Şekil 17-17 ve 17-20).
Kılcal kan damarlarının endotel hücreleri çok incedir
ve kolaylıkla tip I alveol epitel hücreleri ile karıştırılabilir.
Kılcal kan damarlarının endoteü pencereli değildir ve kesin­
tisiz olarak kapilerleri döşer (Şekil 17-21). Çekirdek ve diğer
organellerin bir araya toplanması, hücrenin geri kalan bölü­
Sudaktan münün gaz değişimini kolaylaştırmak için ileri derecede in­
(yüzey örtüsü) celmesine olanak verir. Hücrenin yassılaşmış kısmının sitop-
lazmasında görülen en belirgin özellik çok sayıdaki pinosi-
Alveol
epiteli totik veziküllerdir.
Yassı alveol hücreleri olarak da isimlendirilen tip I hüc­
reler alveol yüzeyini döşeyen ileri derecede incelmiş hücre­
Kaynaşmış
bazal lamina lerdir. Tip I hücreler alveol yüzeyinin % 97'sini kaplar (geri ka­
lan % 3'ü tip II hücreler örter). Bu hücreler o denli incedir ki
(bazen yalnız 25 nm) tüm alveollerin epitelle döşendiğini gös­
Endotel termek için elektron mikroskop incelemesi gerekir (Şekil
17-19 ve 17-21). Golgi kompleksi, endoplazma retikulunuı ve
mitokondri gibi organeller çekirdek çevresinde kümelenerek
0 .1 -1 .5 |tm
kan-hava engelinin kalınlığını azaltır ve organelden tamamen
Şekil 17-20. Kan-hava engelinin izlendiği alveol septumu- yoksun geniş sitoplazma alanları oluştururlar. İnce kısmın si-
nun bir bölümü. 0 2 alyuvara ulaşmak için, yüzey örtüsünü, toplazmasında, sürfaktan dönüşümünde (aşağıda açıklandı)
alveol epiteli sitoplazmasını ve plazmayı geçer. Bazı yer­ ve yüzeyin küçük parçacıklardan temizlenmesinde rol oyna­
lerde, epitelle endotel arasında gevşek bağ dokusu vardır. yabilen çok miktarda pinositoz keseciği bulunur. Bütün tip I
(İzin alınarak değiştirme ve yeniden çoğaltım, Gonong WF Revi­ epitel hücrelerinde desmozomların yanı sıra, doku sıvısının al­
ew for Medical Physiology 8th ed. Lange. 1977.) veol hava boşluğuna sızmasını önleyen zonula okludensler
bulunur (Şekil 17-24). Bu hücrelerin başlıca görevi gazların
geçişine uygun kalınlığı en az olan engeli oluşturmaktır.
desteğidir. Bölmenin interstisyumunda taban zarı, lökositler, Tip n hücreler, tip I alveol hücreleri arasına serpilmiş
makrofajlar ve fibroblastlar da bulunur (Şekil 17-19). Alveol olarak bulunurlar ve tip I hücreler ile aralarında desmozomlar
duvarının epitel (alveol) hücreleri ile endotel hücreleri tara­ ve zonula okludensler vardır (Şekil 17-25 ve 17-26). Tip II
fından üretilen iki bazal lamina kaynaşarak bazal zarı oluş­ hücreler yuvarlak yapıdadır ve genellikle alveollerin birleştik­
turur (Şekil 17-20, 17-21 ve 17-23). leri ve birbirleriyle açılar oluşturdukları noktalarda iki ya da üç
Alveoller içindeki havadan gelen oksijen kılcal kan da­ hücreden oluşan gruplar halinde bulunurlar. Taban zarı üzeri­
marları içindeki kana bu tabakaları geçerek ulaşır; C 0 2 yayı­ ne oturarak epitelin bir bölümünü oluşturan bu hücreler alve­
lımı ise ters yönde gerçekleşir. C 0 2'in LUCCh'den ayrılması ol duvarını döşeyen tip I hücrelerle aynı kökenden gelir. Ken-

Fibroblast

Tip I hücre

Alveol boşluğu

Endotel hücresi

Kılcal kan daman lümeni

Ş ekil 17-21. Alveol duvarının elektron


Kaynaşmış bazal lamina mikroskop fotoğrafı. Kılcal kan damarı lü­
meni, alveol boşlukları, tip I alveol epitel
hücreleri, kaynaşmış bazal laminaları ve
Tip I hücre
fibroblast görülmektedir. X 30.000 (İzin alı­
narak MC Williams).
SOLUNUM SİSTEMİ / 363

Şekil 17-22. Tip I ve Tip II hüc­


releri, kılcal kan damarlarını ve
alveol içi makrofajları (oklar)
gösteren alveol ve alveoller ara­
sı bölmeyi gösteren ışık mikros­
kop fotoğrafı. PT boyası. Orta
büyütme.

dilerinin ve tip I hücrelerin sayısını korumak üzere mitozla Sürfaktan tabakası başlıca dipalmitoyil fosfatidilkolin ve
bölünürler. Histolojik kesitlerde, sitoplazmaları keseye benzer fosfatidilgliserolden oluşan tek moleküllü ince bir fosfolipid
ya da köpüksü tipik bir görüntü sergiler. Bu keseler elektron tabakasıyla kaplı, sulu, proteinsi bir hipofazdan oluşur. Ay­
mikroskop için hazırlanan dokularda iyi koaınmuş ve belirgin rıca birkaç tip protein de içerir. Pulmoner sürfaktanın akci­
olarak görülen lameller cisimcikler (Şekil 17-25 ve 17-26) ta­ ğerde birkaç önemli işlevi vardır. Öncelikle, alveol hücrele­
rafından oluşturulur. Ortalama 1-2 jam çapında olan ve üst üs­ rinin yüzey geriliminin azaltılmasına yardımcı olur. Yüzey
te ya da birbirine koşut lameller içeren bu yapılar birim zarla geriliminin azaltılmasının anlamı, alveollerin havayla dolma­
sarılıdır. Histokimyasal çalışmalarda fosfolipidler, glikozami- sı için daha az soluk alma gücü harcanması ve böylece so­
noglikanlar ve proteinler içeren bu cisimciklerin hücrelerde lumanın kolaylaştırılmasıdır. Ayrıca sürfaktan olmaksızın so­
sürekli sentez edilip hücrenin üst yüzeyinden salgılandığı sap­ luk verme sırasında alveollerin kendi üstüne kapanması söz
tanmıştır. Bu lamelli cisimcikler alveol yüzeyine yayılarak hüc­ konusudur. Fetus gelişiminde sürfaktan, tip II hücrelerde la­
re dışı bir alveol örtüsü meydana getiren ve yüzey gerilimini melli cisimciklerin görülmeye başlamasıyla birlikte gebeliğin
düşüren pulmoner sürfaktanı oluşturur. son haftalarında belirir.

TV

Tip II hücreler
(sürfaktan)
i />

Kılcal kan Şekil 17-23. Alveol içine tespit


damarı sıvısı enjekte edilerek tespit
M
edilen akciğer dokusu kesiti. Al­

* $ veoller arası bölmenin ortada


bazal zar ve çok ince 2 sitoplaz-
Endotel < ma tabakasından oluşan 3 kat­
manlı yapısı (ok başları) görüle­
Alveol içi bilmektedir. Bu tabakalar tip I
b* & makrofaj epitelyum hücresinin sitoplaz-
H
İK r v
m
ması ve kılcal kan damarı en-
doteli hücrelerinin sitoplazması
tarafından oluşturulur. PT boya­
U sı. Büyük büyütme.
364 / BÖLÜM 17

Şekil 17-24. Alveolleri döşeyen iki


adet tip I epitel hücresi arasındaki tı-
kayıcı bağlantıyı gösteren, dondur­
ma kırma yöntemiyle hazırlanmış
preparat. X 25.000 (izin alınarak yeni­
den çoğaltım, Schneeberger EE: Lung
Liquids. Ciba Foundation Symposium
No 38. Elsevier/ North-Holland,1976).

Sürfaktan ! Sulu hiP°laz Lipoprotein keseciğinden


L Lipit katmanı bırakılan sudaktan

Lipoprotein vezikülüyle kaynaşan


küçük bir lamelli cisim

Çok kesecikli cisim (protein)

Tip I, Tip II hücreleri


örten süriaktan

Tip I hücre/

Taban zarı Kılcal kan damarı endoteli Kolin Amino asitler Tıkayıcı bağlantı

Şekil 17-25. Tip II hücrelerden sürfaktan salgılanması. Sürfaktan kaba endoplazma retikulumu ve Gol­
gi kompleksinde sentez edilip lamelli cisimciklerde depolanan bir protein-lipit kompleksidir. Sürekli ola­
rak ekzositozla salgılanan sürfaktan alttaki sulu hipofazın üzerini kaplayan tek moleküllü bir lipit film ta­
bakası oluşturur. Epitel hücreleri arasındaki tıkayıcı bağlantılar doku sıvısının alveol lümenine sızmasını
önler.
SOLUNUM SİSTEMİ / 365

Mikroviluslar Alveol
lümeni
Çok kesecikli
cisim

Tipi
hücre

Şekil 17-26. Alveol lümenine çıkıntı yapmış bir tip II hücre. Oklar, yeni sentez edilmiş pulmoner sür-
faktan içeren lamelli cisimcikleri göstermektedir. GER, kaba endoplazma retikulumu; G, Golgi kom­
pleksi; RL, retiküler lifler. Tip II hücrelerin mikroviluslarına ve tip I epitei hücreleri ile yaptığı bağlantı
komplekslerine (BK) dikkat ediniz. x17.000 (İzin alınarak, MC.Williams).
366 / BÖLÜM 17

e
3
s -)
3
KLİNİK BİLGİ KLİNİK BİLGİ

Yeni doğanın solunum güçlüğü sendromu, yaşa­ Konjestif kalp yetmezliğinde, akciğerler kanla do­
mı tehlikeye sokan, sürfaktan eksikliğine bağlı bir lar ve alveol içine geçen alyuvarlar alveol makro-
akciğer hastalığıdır. Esas olarak erken doğum­ fajları tarafından yutulur. Bu olgularda, akciğer ile
larda gözlenir ve erken doğan çocuklarda morta- balgamda rastlanması durumunda sözü edilen
litenin önde gelen nedenini oluşturur. Solunum makrofajlara kalp yetm ezliği hücreleri denir ve
güçlüğü sendromunun görülme sıklığı gebelik bu hücreler demir pigmentine (hemosiderin) karşı
süresiyle ters orantılıdır. Olgunlaşmamış akci­ pozitif histokimyasal tepkime vermesiyle tanınır.
ğerde sürfaktanın niceliği ve bileşimi eksiktir. Kolajen sentezi artışı sık görülür ve sıkıntılı
Normal bir yeni doğanda solumanın başlamasıy­ solunuma yol açan birçok hastalığın akciğer fib-
la depolanmış durumdaki sürafkat topluca salı­ rozuyla ilişki gösterdiği bilinmektedir. Bu patolojik
verilerek alveollerin yüzey gerilimi azaltılır. Bu koşullarda tip I kolajen oluşur.
sayede alveolün şişirilmesi için daha az soluk al­
ma gücü harcanır ve sonuçta soluma işi azaltıl­
mış olur. Mikroskopta alveoller kapalı görünür ve
solunum bronşiyolleri ile alveol kanalları genişle­ Alveol Delikleri
miş ve ödem sıvısı ile dolu olarak izlenir. Alveol Alveoller arası bölme, komşu alveolleri birleştiren 10—15 pm
kanallarını hyalin zar denilen fibrinden zengin çapında bir ya da daha fazla sayıda delik içerebilir (Şekil
eozinofilik bir madde kaplar. Bu durum, sıkıntılı 17-19). Bunlar alveollerdeki basıncı eşitler ve bir bronşiyol tı­
solunum sendromunun önceleri neden hyalin zar kandığında yan bağlantılardan hava dolaşımı sağlayabilirler.
hastalığı olarak anıldığını açıklamaktadır. Neyse
ki, sıkıntılı solunum sendromu bulunan olgularda
Alveol Epitelinin Yenilenmesi
kullanılan bir ilaç olan glikokortikoidler verilerek
sürfaktan sentezi uyarılabilir. Son zamanlarda, N 0 2 solunması, alveolleri döşeyen hücrelerinin çoğunun (tip
sürfaktanın bakterisid bir etkisi olduğu ve alveol- I ve tip II hücreler) hasar görmesine neden olur. Bu bileşiğin
ya da aynı etkiyi gösteren diğer zehirli maddelerin oluşturdu­
lere ulaşan potansiyel olarak tehlikeli bakterilerin
ğu hasardan sonra sağlam kalan tip II hücrelerinin mitoz et­
ortadan kaldırılmasına yardım ettiği ileri sürül­
kinliği artar. Tip II hücrelerin günlük yenilenme hızının nor­
müştür.
malde % 1 olduğu belirlenmiştir. Bu sayede hem bu hücre­
ler, hem de tip I hücreler sürekli olarak yenilenmektedir.

Sürfaktan tabakası durağan değildir; sürekli olarak yeni­


lenir. Yüzeydeki lipoproteinler yassı epitel hücrelerinin pi-
nositoz vezikülleri, makrofajlar ve tip II alveol hücreleri ta­ KLİNİK BİLGİ
rafından aşamalı bir biçimde ortadan kaldırılır.
Alveol yüzeyindeki sıvı, titrek tüylerin aktivitesi ile de Alveol duvarının hasar görmesi ve ardından ak­
iletici yollardan uzaklaştırılır. Salgı hava yolundan geçerken ciğerlerin solunum bölümlerinin azalmasına am ­
bronş mukusu ile karışarak brondkoalveoler sıvıyı oluştu­ fizem denir. Amfizem genellikle yavaş gelişir ve
rur. Bu sıvı, solunan havadaki parçacıkların ve zararlı bile­ solunum yetmezliği ile sonuçlanır. Amfizemin
şenlerin uzaklaştırılmasına yardım eder. Bu sıvı içinde muh­ başlıca nedeni içilen sigaradır. Sigara içmeyen­
temelen alveoler makrofajlardan kaynaklanan, parçalayıcı lerde orta dereceli amfizem bile ender görülür.
bazı enzimler (ör. lizozim, kollajenaz, fi-glikuronidaz) vardır. Sigaraya bağlı tahriş olasılıkla, alveoller arası
bölmeyi oluşturan elastik liflerin ve başka bile­
şenlerin parçalanmasına ya da yeniden sentezi­
Akciğer Makrofajları nin azalmasına neden olur.
Toz hücreleri de denen alveol makrofajları alveoller arası
bölmenin iç tarafında bulunur ve çoğu kez alveol yüzeyin­
de görülür (Şekil 17-23). Büyük damarlar çevresindeki bağ
dokusunda ya da plevrada çok sayıda bulunan karbon ve AKCİĞERLERİN KAN DAMARLARI
toz yüklü makrofajlar muhtemelen hiçbir zaman epiteli aş­ Akciğerlerdeki dolaşım, hem besleyici (sistemik) hem de iş­
mamış olan hücrelerdir. Bu hücrelerdeki fagositoz artıkları levsel (pulmoner) damarları kapsar. İşlevsel dolaşımı pulmo-
da alveol lümeninden interstisyuma büyük olasılıkla tip I ner arterler ve venler oluşturur. Pulmoner arterler, akciğer
hücrelerin pinositoz etkinliği ile geçmektedir. Epitelin dış dolaşımında düşük basınçla karşılaşan (sistolik 25 mm Hg,
yüzünde, sürfaktan tabakası içinde temizleyici görev üstle­ diyastolik 5 mm Hg) ince duvarlı damarlardır. Bu arterler,
nen fagositik makrofajlar gırtlağa doğru gönderilirler ve bu­ pulmoner venlerden daha fazla düz kas hücresi ve elastik lif
radan yutulurlar. içerirler. Arterlerde iç elastik zar vardır; bu yapı pulmoner
SOLUNUM SİSTEMİ / 367

SİNİRLER
Akciğerlerin sinir ağını hem sempatik hem de parasempatik
götürücü lifler dağıtır; ayrıca yeri kesinleştirilemeyen ağrı
duyularını taşıyan genel viseral getirici lifler de vardır, Sinir­
lerin çoğu geniş hava yollarının etrafındaki bağ dokusu için­
de bulunur.

PLEVRA
Plevra (Şekil 17-27) akciğerleri saran seröz bir zardır. Hİlum
bölgesinde de devam eden pariyetal ve viseral iki tabakadan
meydana gelir. Her iki zar da kolajen ve elastik lifler içeren
ince bir bağ dokusu üzerinde yer alan mezotel hücrelerin­
den oluşur. Viseral plevranın elastik lifleri, akciğer parenki-
minin elastik lifleri ile devanı eder.
Parietal ve viseral tabakalar, tümüyle yassı mezotel hüc­
releriyle örtülü bir boşluğu kuşatır. Normal koşullarda, bu
plevra boşluğunda solunum hareketleri sırasında karşılıklı
İki yüzeyin birbiri üzerinde kolayca kaymasını sağlayan in­
ce bir sıvı tabakası bulunur.
Şekil 17-27. Bir akciğer lopçuğunda kan ve lenf dolaşımı. Bazı patolojik durumlarda plevra boşluğu, içinde sıvı ya
Damarlar ve bronşiyoller bu çizimde orantısız biçimde bü­ da hava bulunan gerçek bir boşluğa dönüşebilir. Diğer se­
röz boşluklar (periton ve perikard) gibi plevra boşluğunun
yütülmüştür. Lopçuklar arası bölmede sadece bir ven (sol­
da duvarı, su ve diğer maddelere karşı oldukça geçirgendir.
da) ve bir lenf damarı (sağda) gösterilmiştir ancak gerçek­
Bu nedenle, patolojik koşullarda bu boşlukta sık olarak sıvı
te bu bölgelerde her ikisi birlikte bulunur. Sol altta plevra-
toplanması (plevra efiizyonu) olur. Bu sıvıyı, kan plazmasın­
nın büyütülmüş resminde mezotel örtüsü görülüyor. (İzin
dan geçen sıvı oluşturur. Tersine, bazı koşullarda, plevra
alınarak değiştirme ve yeniden çoğaltma, Ham AW. Histology, 6th.
ed. Lippincott, 1969.) boşluğunda bulunan sıvı ve gazlar hızla emilebilir.

SOLUNUM HAREKETLERİ
venlerde bulunmaz. Akciğerlerde pulmoner arter dalları,
Soluk alma sırasında kaburgalar arasındaki kasların kasılma­
bronş ağacına eşlik ederek dallanır (Şekil 17-27). Bu dallar
sı ile kaburgalar yukarı çekilir ve diyaframın kasılması İle gö­
bronş ve bronşiyollerin adventisyası ile sarılıdır. Alveol ka­
ğüs boşluğunun tabanı aşağı itilir. Böylece göğüs boşluğu­
nalı seviyesinde bu arter dalları alveoller arası bölmede al­
nun çapı artar ve sonuçta akciğerler genişler. Bronş ve bron­
veol epiteliyle yalcın temasta bulunan bir kılcal kan damarı
şiyoller, soluk alma sırasında uzar ve genişler. Solunum bö­
ağı oluşturur. Akciğerler organizmanın en iyi gelişmiş kılcal
lümü de başlıca alveol kanallarının hacminin artmasıyla ge­
kan damarı ağına sahiptir. Solunum bronşiyollerinde bulu­
nişler; alveoller ise çok az genişleme gösterir. Bu genişleme
nanlar da dâhil olmak üzere tüm alveollerin arasında kılcal
ile pulmoner parenkimin elastik lifleri gerilir. Soluk verme
kan damarları bulunur.
sırasında akciğerlerin büzülmesi edilgin bir edimdir. Kasların
Kapiler ağlarından çıkan veniiiler parenkimde hava yol­
gevşemesi ve gerilmiş elastik liflerin etkisiyle, akciğerler tek­
larının uzağında tek başlarına izlenirler. Bunlar ince bir bağ
rar eski durumunu alır.
dokusu örtüsü ile desteklenerek lopçuklar arası bölmeye gi­
rer (Şekil 17-27). Lopçuğu terk eden venler bronş ağacını iz­
leyerek hiluma doğru ilerlerler. SAVUNMA DÜZENEKLERİ
Besleyici damarlar bronş ağacını izleyerek, kanı solunum
bronşiyollerine kadar akciğerlerin büyük bölümüne dağıtır­
lar. Solunum bronşiyolleri pulmoner arterlerin küçük dalla­
rıyla ağızlaşır. Iı KLİNİK BİLGİ

AKCİĞERLERİN LENF DAMARLARI Solunum sistemi, dış ortam ve kanla ilişkili son
Lenf damarları (Şekil 17-27) bronşları ve pulmoner kan da­ derece geniş bir alana sahiptir. Bu şekilde, solu­
marlarını izler; bunlar lopçuklar arası bölmede de bulunur nan havadan gelen bulaşıcı ve tahriş edici ajan­
ve tümü hilum bölgesindeki lenf düğümlerine açılır. Bu len­ ların etkisine oldukça açıktır. Bu nedenle, solu­
fatik ağı, viseral plevradaki lenf damarlarını içeren yüzeysel num sisteminin iyi gelişmiş savunma mekaniz­
ağdan ayırt etmek için d e rin ağ adı verilir. Yüzeysel ağın maları sergilemesi doğaldır. 10 pm'den daha bü­
lenf damarları hiluma doğru ilerler. Bunlar ya plevrayı boylu yük parçacıklar burun içi yollarda, 2 ile 10 pm'lik
boyunca kat eder ya da lopçuklar arası bölmeden akciğer parçacıklar ise mukusla kaplı titrek tüylü epitelde
dokusuna girer. tutulurlar. Bu parçacıklar öksürük refleksi ile bal­
Lenf damarları bronş ağacının son bölümlerinde ve alve­ gam çıkarılarak ya da yutularak ortamdan uzak­
ol kanallarının ilerisinde bulunmazlar. laştırılır. Daha küçük parçacıklar ise alveol mak-
368 / BÖLÜM 17

rofajları tarafından ortadan kaldırılır. Bu gibi öz­ KAYNAKLAR


gül olmayan düzeneklerin yanı sıra bronşların
lenfoid dokusunda, özellikle akciğer makrofajla- Arsalane K et al: Clara cell specific protein ( C C l6 ) expression after acute lung
inflammation induced by incratracheal lipopolysaccharide administra­
rıyla birlikte etkiyen T ve B lenfositlerinin bulun­ tion. Am J Rcspir C rit Care Med 2 0 0 0 ; 1 6 1 :1 6 2 4 .
duğu lenf düğümcüklerinde, kapsamlı ve duyarlı Breeze RG , W heeldon E G : T h e cells o f the pulmonary airways. Am Rev Rcspir
bağışıksal olaylar gelişir. Dis 1 9 7 7 :1 1 6 :7 0 5 .
C am ncr P et ai: Evidence for congenital nonfunctional cilia in the tracheo­
bronchial tract in two subjects. Am Rev Respir D is 1975:1 1 2 :8 0 7 .
Cummings G (editor): Cellular Biology o f the Lung. Ettore Majorana Interna­
tional Science Service, 1982.
Akciğer Tümörleri Elia J ct al: Response o f bronchiolar Clara cells induced by a domestic
insecticide. Analysis o f C C 1 0 kD a protein content. Histochem Cell Biol
2 0 0 0 :1 1 3 :1 2 5 .
tö s G ehr P et al: T h e normal human lung: ultrastructure and morphometric
estimation o f diffusion capacity. Respir Physiol 1 9 7 8 :3 2 :1 2 1 .
k l in ik b il g i Kikkawa Y, Sm ith F: Cellular and biochemical aspects o f pulmonary surfactant
in health and disease. Lab Invest 1 9 8 3 :4 9 :1 2 2 .
Akciğer tümörleri erkeklerde yüksek oranda gö­ Reynolds SD et al: Neuroepithelial bodies o f pulmonary airways serve as a
reservoir o f progenitor cells capable o f epithelial regeneration. Am J
rülür, ancak günümüzde sigara yüzünden kadın­
Pathol 2 0 0 0 :1 5 6 :2 6 9 .
larda da sıklığı artmaktadır. Başlıca akciğer tü­
Takashima T: Airw ay Secretion: Physiological Bases fir the Control o f Mucous
mörü olan yassı hücreli karsinomun, sigaranın Hypersecretion. Marcel Dekker, 1994.
bronş ve bronşiyolleri döşeyen epitelde yarattığı Thurlbeck \VM, Abell RM (editors): The Lung: Structure, Function, and Dis­
etki ile oluştuğuna ilişkin kesin kanıtlar bulun­ ease. W illiam s & W ilkins, 1978.
maktadır. Süreğen olarak içilen sigara solunum
epitelinin çok katlı yassı epitele dönüşmesini hız­
landırır; bu durum, tümöre dönük farklılaşmanın
ilk adımıdır.
Deri 18

Deri vücudun en ağır tek organıdır, toplam vücut ağırlığının sitler, Langerhans hücreleri ve Merkel hücreleri. Kerati­
%16’sını oluşturur ve erişkinlerde dış çevreye açık olan ala­ nize edici epidermal hücreler keratinositlerdir. Alışılagel-
nın 1,2-2,3 m2 kadarını oluşturur. Ektoderm kökenli bir epi- diği üzere avuç içi ve ayak tabanında bulunan kalın deri
tel katmanı olan epidermisden ve mezoderm kökenli bir (glabröz, ya da düz ve kılsız) ve vücudun diğer yerlerinde
bağ dokusu katmanı olan dermisden oluşur. Epidermisin bulunan ince deri (kıllı) arasında ayrım yapılır. “Kalın" ve
göreli kalınlığına dayanarak kalın ve ince deri ayrımı yapı­ “ince” tanımlaması ile epiderm tabakasının kalınlığı belirtilir.
labilir (Şekil 18-1 ve 18-2). Dermis ve epidermisin bileşme
yeri düzensizdir ve dermişin papilla adı verilen uzantıları
epidermisin epidermal çıkıntılar olarak bilinen kabartıları
ile iç içe geçerler. 3 boyutlu düşünüldüğünde bu iç içe geç­
meler fiş ve priz (ince deri) şeklinde olabilir yada çıkıntı ve
oluklardan oluşabilirler (kalın deri). Epidermal türevler kıl­
ları, tırnakları, yağ ve ter bezlerini içerir. Dermişin altında hi-
podermis (Gr. Hypo, altta, + derma, deri) yada bir yağ hüc­
re yastıkçığı olan panniculus adipozusu içeren deri altı
doku yer alır. Derinin bir parçası kabul edilmeyen lıipoder-
mis, deriyi komşu dokulara gevşekçe bağlar ve makrosko-
bik anatomideki yüzeyel fasyaya benzer.
Derinin suya göreceli geçirgen olmayan dış katmanı ter­
leme ile su kaybını önler ve karasal yaşama olanak sağlar.
Deri çevre ile devamlı iletişim halinde olan reseptör organ
olarak davranır ve organizmayı çarpma ve sürtünme sonucu
oluşabilecek hasarlardan korur. Epidermis hücrelerinde üre­
tilen ve biriktirilen bir pigment olan melanin, güneşin UV
ışılarına karşı koruyucu bir etki oluşturur. Deri, kan damar­
ları ve dokunun bezleri ısı ayarlanmasında, vücut metaboliz­
masında ve çeşitli maddelerin salgılanmasında görev alırlar.
Güneş ışınının etkisi altında organizma tarafından sentezle-
nen öncüllerden D3 vitamini elde edilir. Deri elastik olduğu
için ödem ve gebelik gibi şişmenin eşlik ettiği durumlarda
geniş alanları kaplayacak şekilde genişleyebilir.
Yakından gözlemlendiğinde derinin belli bölgeleri özgün
şekiller halinde yerleşmiş kabarıklık ve oluklar gösterir. Bu
kabarıklıklar ilk olarak uterus içi hayatta 13. haftada parmak
uçlarında ve daha sonra ellerin ve ayakların taban yüzeyle­
rinde ortaya çıkarlar. Kabartılar ve araya giren olukların oluş­
turduğu varsayılan bu şekiller dermatoglifik olarak bilinir.
Her bireyin kendisine özgüdür, halkalar, arklar, yumaklar ya­
da bu formların bileşkeleri şeklinde ortaya çıkarlar. Kişilerin
belirlenmesi için kullanılan bu şekiller (parmak izleri) muh­
temelen birden fazla gen tarafından belirlenmektedir; der­
matoglifik önemli düzeyde tıbbi ve antropolojik olduğu ka­
dar yasal ilgi alanı haline de gelmiştir.

Şekil 18-1. Kalın deri kesitinin ışık mikroskop fotoğrafı.


EPİDERMİS Dermal papilladaki kan damarları kaim epitel tabakasının
Epidermis esasen çok katlı yassı keratinli epitelden oluşur, beslenmesine yardım eder. Pikrosirius-hematoksilen boya­
ama bol bulunan en az 3 adet hücre tipi de İçerir: melano- sı. Orta büyüme.

369
370 / BÖLÜM 18

Şekil 18-2. İnce deri kesitinin


ışık mikroskop fotoğrafı. Kor-
neum katmanı kalın deride ol­
duğundan daha incedir ve ke­
ratin plakları daha bütünleşik
biçimde düzenlenmiştir.

Bu kalınlık ince deri için 75 ve 150 |im arasında ve kalın de­ 5). Bu tabakadaki hücreler birbirleriyle içi filaman dolu di­
ri için 400 ile 600 |im arasında değişir. Toplam deri kalınlığı kensi sitoplazmik çıkıntılar ve yüzeyi delerek hücreye di­
(epidermis + dermis) bölgeye göre değişiklik gösterir. Örne­ kenlerle kaplı bir görünüm veren desmozomlarla sıkıca bağ­
ğin sırt derisi yaklaşık 4 mm kalınlığındayken, kafatası deri­ lanmıştır. Işık mikroskop altında görülebilen bu keratin fila­
si 1,5 mm kalınlığındadır. man demetlerine tonofüam anlar denir; desmozomların si­
Dermişten dışarıya doğru, epidermis keratin üreten hüc­ toplazmik yoğunluğu içinde girintilerde sonlanırlar. Filaman­
relerin (keratinosit) oluşturduğu 5 katmandan kurulmuştur. lar hücreler arasındaki yapışmayı sürdürmede ve yıpranma
etkilerine karşı dayanıklılıkta önemli bir rol oynarlar. Sürek­
B a z a l K a t m a n {S t r a t u m G e r m In a t Iv u m )
li sürtünmeye ve basınca maruz kalan bölgelerde (ayak ta­
Bazal katman dermal-epidermis birleşme yerinde bazal banları gibi) epidermis daha bol tonofibril ve desmozom
membran üzerine oturmuş bazofilik prizmatik ya da kübik içeren daha kalın bir stratum spinozuma sahiptir.
hücrelerden oluşan tek bir hücre tabakasından meydana ge­ Bütün mitozlar bazal katman ve spinozumun birlikte
lir (Şekil 18-1). Desmozomlar bu tabakanın hücrelerini yan oluşturduklan malpighi tabakasında olur. Yalnızca malpig-
ve üst yüzeylerinden bağlar. Bazal hücre zarında bulunan hi tabakası epidermal kök hücreler içerir.
hemidesmozomlar bu hücrelerin bazal laminaya bağlanma­
G r an ü lo zu m K atmani
sına yardım eder. Kök hücreler içeren bazal katman yoğun
mitoz aktivitesi ile özellik kazanır ve bir sonraki tabakanın Granulozum katmanı (bkz. Şekil 18-1) sitoplazması kerato-
başlangıç bölümü ile birlikte epidermal hücrelerin sürekli hiyalin granülleri denen kaba bazofilik granü İlerle dolu 3-
yenilenmesinden sorumludur. İnsanda epidermis yaşa, vü­ 5 yassılaşmış poligonal hücre tabakasından oluşur. Bu gra­
cutta bulunduğu bölgeye ve başka etmenlere bağlı olarak ndilerin proteinleri sistin içeren proteinlerin yanı sıra fosfo­
yaklaşık her 15-30 günde bir yemlenmektedir. Stratum baza- rik histidinden zengin bir protein de içerir. Membranla çev­
ledeki bütün hücreler 10 nm çapında intermediate keratin rili olmayan keratohiyalin granüllerin yoğun bazofilik görü­
yapılı ara filamanlar içerir. Hücreler yukanya doğru çıkarken nümünün nedeni bol miktarda bulunan fosfat gruplarıdır.
filamanlann miktan stratum korneumun toplam proteininin Epidermisin granüler tabakasındaki hücrelerde elektron
yarısını oluşturacak kadar artar. mikroskop ile ortaya konan diğer bir karakteristik yapı ise
çift tabakalı lipidden oluşmuş lameller diskler İçeren, oval ya
S p İn o z u m K a t m a n i
da çubuk şeklinde, küçük (0.1-0.3 pm), membran kaplı la­
Spinozum katmanı (Şekil 18-1, 18-3 ve 18-4) çekirdeği mer­ meller granüldür. Bu grandiler hücre membranı ile kayna­
kezde bulunan ve sitoplazm uzantıları keratin filaman de­ şarak içeriklerini stratum granülozumun hücrelerarası boşlu­
metleri ile dolu kübik, ya da hafif yassılaşmış hücrelerden ğuna boşaltıp burada lipid içeren tabakalar halinde depolar­
oluşur. Bu filaman demetleri biraraya gelerek çok sayıda kü­ lar. Boşaltılan bu madde yabancı maddelerin penetrasyo-
çük hücresel çıkıntı oluşturur ve bu dikensi çıkıntıların nunda bir bariyer gibi görev yapması ve deride çok önemli
ucunda yerleşmiş olan desmozomlarla sonlanırlar (Şekil 18- yapıştırıcı bir etki oluşturması ile hücreler arasında yer alan
DERİ / 371

Ş ekil 18-3. Ayak tabanı derisi­


nin (kalın deri) spinosum ka­
tında aşınmayı önlemek ama­
cıyla, hücrelerin bu tabakayı
güçlü bir şekilde bağlayan di­
kensi çıkıntıları görülmektedir.
Pararosanilin-toluidin mavisi
boyası. Orta büyütme

Şekil 18-4. Spinosum tabakasındaki hücrelerin büyük bü­


yütmede görünümü. Bu bölüm keratini belirlemek için im-
mün histokimya ile belirtilmiş. Hücrelerdeki ve dikensi çı­
kıntılardaki (hücreler arası köprüler) keratin filaman demet­
lerini (tonofilamanlar) göstermektedir.
372 / BOLUM 18

bir matriks içine gömülü sıkıca paketlenmiş filainanlardan


meydana gelir. Komşu hücreler arasındaki desmozomlar ha­
la belirgindir.

K o r n e u m K atm ani

Bu tabaka (Şekil 18-1) hücrelerin sitoplazması keratin deni­


len ışığı çift-kırıcı (birefringent) filamentöz bir skleroprotein
ile dolu olan niikleus içermeyen, yassılaşmış keratinize 15-
20 hücre tabakasından meydana gelmiştir. Keratin, molekül
ağırlıkları 40-70 kDa arasında değişen en az altı değişik po-
lipeptid içerir. Epidermal hücreler farklılaştıkça tonofilaman-
Iarın içerikleri değişir. Bazal hücreler daha düşük molekül
ağırlıklı polipeptidler içerirken daha farklılaşmış hücreler
molekül ağırlığı daha yüksek polipeptidler sentezler. Tono-
filamanlar keratohiyalin grandilerinin de içinde bulunduğu
bir matriks içinde paketlenmiş olarak yer alır.
Keratinizasyondan sonra, hücreler yalnızca fibriler ve
amorf proteinler ve kalınlaşmış plazma membranlarından
oluşurlar; bunlara boynuzsu hücreler denir. Keratinizas-
yon sırasında sitoplazmik organellerin ortadan kalkmasında
lizozomal hidrolitik enzimler önemli rol oynar. Bu hücreler
stratum korneum yüzeyinden sürekli olarak dökülürler.
Epidermisin bu tanımı en çok yapısal karmaşıklık göster­
diği ayak tabanı gibi çok kalın olduğu bölgeleri için söz ko­
nusudur. İnce deride stratum graniilozum ve stratum lusi-
dum çoğu kez daha az gelişmiştir ve stratum korneum ol­
dukça ince olabilir (Şekil 18-2).

k l in ik b il g i

Sık görülen bir deri hastalığı olan sedef hastalı­


ğında (psoriyazis), stratum bazale ve startum
spinosumda yenilenen hücrelerin sayısında bir
artış olduğu kadar bu hücrelerin döngü zamanın­
da da azalma vardır. Bu epidermal kalınlığın da­
ha fazla olması ve epidermisin daha hızlı yenilen­
mesi ile sonuçlanır.

Melanositler
Derinin rengi bir kaç faktör tarafından belirlenir, en önemli­
Şekil 18-5. insan derisinde spinozum katmanının elektron
leri, melanin ve karoten içeriği, dermişteki kan damarları­
mikroskop fotoğrafı. A: Melanin grandileri ve tonofilaman-
nın miktarı ve bu damarlar içinde akan kanın rengidir.
larladolu sitoplazması olan spinozum katmanı hücresi. Ok­
Ömelanin (eumelanin), stratum bazale hücrelerinin al­
lar desmosomlarıyla dikensi çıkıntıları gösteriyor. x8400. B tında ya da arasında ve kıl foliküllerinde bulunan özelleşmiş
ve C: A ’daki desmozomların ayrıntıları. Hücre zarları ara­ epidermis hücreleri olan melanositler (Res 18-6 ve 18-7)
sındaki yoğun maddeye, desmosomlar üzerine tutunmuş tarafından üretilen koyu kahverengi bir pigmenttir (Şekil 18-
sitoplazmik tonofilaman demetlerine (F) dikkat ediniz. B, 3 ve 18-4) Kırmızı saçta görülen pigment ise feomelanin-
X36.000 C, X45.000 (C. Barros’un izni ile). dir (Yun. phcıios, koyu + m elas, siyah) ve yapısı sistein içe­
rir. Melanositler nöral kristadan köken alırlar. Bunların yu­
varlak hücre gövdelerinden çıkan uzun ve düzensiz uzantı­
bir çimento gibi işlev görür. İlk olarak sürüngenlerde ortaya
lar epidermis içine doğru dallanarak bazale ve spinozum ta­
çıkan bu engelin oluşması, karasal yaşamın gelişimine ola­
bakalarındaki hücreler arasında uzanırlar. Bu uzantıların uç­
nak sağlayan önemli evrimsel olaylardan biri olmuştur. ları bu iki tabakadaki hücrelerin girintileri içinde sonlanır.
L u s İd u m K a t m a n i
Elektron mikroskopunda melanositler çok sayıda küçük mi-
tokondri, iyi gelişmiş Golgi kompleksi, kısa kaba endoplaz-
Kalın deride daha belirgin olan stratum lusidum son derece ma retikulum sisternaları içeren ve soluk boyanan hücreler
yassılaşmış eozinofilik hücrelerin oluşturduğu yarı saydam olarak izlenir. Melanositler komşu keratinositlere desmo-
ince bir tabakadır (Şekil 18-1). Organeller ve nükleuslar ar­ zomlarla bağlanmasa da bazal laminaya hemidesmozomlar
tık belirgin değildir ve sitoplazma öncelikle elektron-yoğun ile bağlanırlar (Şekil 18-7).
DERI / 373

Tomurcuklanmış Melanin granüleri Gelişmekte olan Melanin melanositte sentezlenir ve bu süreçte tirozinaz
önemli rol oynar. Tirozinaz aktivitesi sonucu olarak tirozin
önce 3,4-dîIıidroksifenil-alanine (dopa) ve daha sonra
dopakinona dönüştürülür. Dopakinon ise bir dizi dönüşü­
me uğrar ve melanin oluşur. Tirozinaz ribozomlarda sentez­
lenir, melanositlerin kaba endoplazma retikulumunun lüme-
nine taşınır ve Golgi kompleksinde oluşan vezikiillerde bi­
riktirilir (Şekil 18-8). Olgun melanin graniilünün gelişmesin­
de dört evre izlenir:

Evre I

Vezikiil bir membranla çevrilmiştir; tirozinaz aktivitesinin ve


ince granüler materyal oluşumunun başladığını gösterir; ve-
ziküliin çevresinde perilerinde elektron-yoğun bantlarda
protein matriks üzerinde düzenli dizilimli tirozinaz molekül­
leri bulunur.

E v r e II

Vezikiil (m elanozom ) ovaldir ve iç tarafında yaklaşık 10


nm’lik düzenli aralıklarla seyreden birbirine paralel filaman-
lar ya da yaklaşık aynı aralıklarla izlenen çapraz çizgilenme-
ler içerir. Melanin protein matrikste depolanır.

E v r e III

Artan melanin yapımı periyodik ince yapının net görülmesi­


ni engeller.
Şekil 18-6. Bir melanositin şematik resmi. Melanositlerin
kolları keratinositlerin arasına uzanmakta. Melanin granül- E v r e IV
leri melanositlerde sentezlenir, uzantılara göç eder, kerati­ Olgun melanin granülü ışık mikroskopunda görülebilir ve
nositlerin sitoplazmasına aktarılır. melanin vezikülü tamamen doldurur. Ultrastrüktürel yapı iz­
lenemez. Olgun grandiler 1 mm uzunluğunda, 0/1 mm ça­
pında ve elips şeklindedir.
Oluştuktan sonra melanin grandileri melanositin sitop-
lazmik uzantıları içinde göç eder ve buradan epidermisin

Şekil 18-7. Melanosit ve keratinosit içeren insan derisinin elektron mikroskop resmi. Sağ köşede­
ki keratinositin içeriğindeki melanin grandilerinin diğerlerinden fazla olduğuna dikkat ediniz. Alt
bölgede dermal kolajen belirgin olarak seçiliyor. x1800
374 / BOLÜM 18

melanin ünitesi denen bir düzenin söz konusu olduğu


gösterilmiştir. İnsanda temel katmandaki dopa pozitif mela­
nositlerin keratinositlere oranı her vücut bölgesi içinde sabit­
tir, ancak bu oran bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Örne­
ğin uyluk derisinde 1000 melanosit/mm2, skrotum derisinde
2000 dir. Birim alana düşen melanosit miktarı cinsiyet ya da
ırka bağlı olarak değişiklik göstermez; deri rengindeki fark­
lılıklar başlıca keratinositte bulunan melanin grandilerinin
miktarına bağlıdır.
Derinin güneş ışığında (dalga boyu: 290-320 nm) koyu­
laşması (bronzlaşma) iki basamaklı bir yolla gerçekleşir. Ön­
ce fizikokimyasal bir tepkime olur; önceden var olan mela-
ninin rengi koyulaşır ve melanin hızla keratinositlere geçer.
İkinci aşamada melanositlerdeki melanin sentez hızı ve böy­
lece melanin pigment sayısı artar.

Şekil 18-8. Melanosit çiziminde, melanogenez sürecinde


görülen başlıca işlemler gösterilmiştir. Tirozinoz, kaba en-
doplazma retikulumunda sentezlenir ve Golgi kompleksi
vesiküllerinde olgunlaştırılır. Buradan ayrılan serbest vesi-
küller melanozom adını alır. Melanin sentezinin ikinci döne­
mi melanozomlarda olur. Buradaki birikmeden sonra 3. dö­
nem melanozomları oluşur. Sonra bu yapı tirozinaz etkinli­
ğini kaybadarak melanin granülünü oluşturur. Melanin gra-
nülleri melanositlerin kollarının uçlarına göçer ve malpiyi
katındaki keratinositlere aktarılır.

germinativum ve spinozum tabakalarındaki hücrelerine ak­


tarılır. Bu geçiş derinin doku kültürlerinde doğrudan gözlen­
miştir.
Melanin grantiİleri aslında keratinositlere aktarılır. Kera-
tinosit içine girince, melanin granülleri sitoplazmada supra-
nükleer bölgelerde birikir, böylece hücrelerin nükleusları
güneş ışığının zararlı etkilerinden korunmuş olur (Şekil 18-
9).
Her ne kadar melanini melanositler sentezlerse de, de­
polayan epitel hücreleridir ve bunlar melanositlerden daha
fazla melanin içerirler. Keratinositlerde melanin granülleri li-
zozomlarla kaynaşır. Bu yüzden melanin üst kısımlardaki
epitel hücrelerinde kaybolur. Derinin pigmentasyonuna yol
açan ve keratinosit ile melanosit arasında gerçekleşen bu et­
kileşimde önemli olan faktörler, melanositlerdeki melanin
grandilerinin oluşma hızı, grandilerin keratinositlere aktarımı
ve sonunda keratinositlerde grandilerin yerleşmesidir. Mela­
nosit ve keratinositler arasında bir geribildirim mekanizması Şekil 18-9. Spinosum katmanında hücre çekirdeğinde ye­
olabilir. rel melanin çöküntülerini gösteren bir kesit. Melanin DNA’yı
Melanositler epidermis parçalarının dopaya yatırılmasıy­ güneşin UV radyasyon ışınlarından korur. Bu, açık renk de­
la rahatlıkla görülebilirler. Dopa melanositlerde tirozinaz en­ riye sahip insanların koyu tenli olanlara göre kanser olma
ziminin katalizlediği bir tepki ile koyu kahverengi melanin sıklığının neden daha yüksek olduğunu açıklar. Melanin
birikintilerine dönüşür. Bu yöntem kullanılarak epidermiste yoğunluğu fazla olan hücreler daha derinde yerleşmiştir.
birim alana düşen melanosit sayısı hesaplanabilir. Bu şekil­ Bu hücreler daha etkin şekilde bölünürler (Daha yoğun bir
de yapılan çalışmalarla bu hücrelerin keratinositler arasında şekilde bölünme yapan hücrelerin DNA’ları, zararlı oluşum­
rastgele dağılmış olmadığı; aksine dağılımında epidermal- lara karşı özellikle duyarlıdır).
DERI / 375

KLİNİK BİLGİ rır ve güçlendirirler. Embriyolojik gelişim sırasında dermis,


üzerindeki epidermisin gelişim şeklini belirler. Ayak taba­
nından alınan dermis, epitel hücrelerinin köken aldığı böl­
İnsanda adrenal kodeksten salgılanan kodizolun
geden bağımsız olarak daima aşırı derecede keratinize bir
eksikliği, derinin pigmentasyonunu adtıran
epidermis oluşmasını uyarır.
ACTH'nun fazla üretilmesine yol açar: Buna ör­
Dermişin papiller tabakası ile stratum germinativum ara­
nek adrenal bezlerin işlev bozukluğunun sebep
sında her zaman bir bazal lamina bulunur ve bu iki tabaka­
olduğu A ddison hastalığıdır.
nın iç içe geçtiği hat boyunca uzanır. Bazal laminanın altın­
Melanositlerin melanin sentezlemesinde ka­ da ince bir retiküler lif ağı olan lamina retikülaris yer alır.
lıtsal yetersizlik durumu olan Albinizm , tirozinaz Bunların birleşerek oluşturdukları yapıya bazal m embran
aktivitesinin yokluğu yada tirozinin hücrelere alı­ denir ve bu yapı ışık mikroskobu ile görülebilir.
namaması ndeniyle oluşur. Neticede deri mela­
nin tarafndan güneş ışınma karşı korunamaz ve
bazal ve skuamöz hücreli karsinom sıklığı adar
(deri kanseri). KLİNİK BİLGİ
Dejenerasyon ile tüm melanositlerin odadan
kaybolması, vitilig o adı verilen depigmentasyon Dermal-epidermal bağlantıdaki bozukluklar vezi-
bozukluğuna yol açar. küllü bir deri hastalığı tipine yol açabilir kabarcık­
lı gece yanığımsı (b ullöz pem figoid). Bir diğer
veziküllü hastalık tipi gece yanığı (pem figus) ke­
Langerhans Hücreleri ratin ositler arası bağlantıların kaybolmasına bağ­
Esas olarak epidermisin stratum spinozum tabakasında bu­ lı olarak odaya çıkar.
lunan yıldız şekilli hücreler olan Langerhans hücreleri epi­
dermal hücrelerin %2-8’ini oluşturur. Bunlar kemik iliğinden
köken alırlar, deriye kan yoluyla taşınır ve antijenleri bağla­ Dermis sınırları pek ayırt edilemeyen iki tabaka içerir -
ma, işleme ve T hücrelerine sunma yeteneğine sahiptirler, en dışta bulunan papiller tabaka ile daha derinde yerleşmiş
böylece bu hücreleri uyarabilirler. Sonuç olarak immünolo­ retiküler tabaka. İnce papiller tabaka gevşek bağ dokusun­
jik deri tepkimelerinde önemli bir rol oynarlar. dan oluşur; fibroblastlar ile en çok makrofaj ve mast hücre-

Merkel Hücreleri
Genel olarak el ayalarında ve ayak tabanlarındaki kalın de­
ride bulunan Merkel hücreleri biraz epidermal epitel hücre­
lerine benzer, ancak bu hücrelerin sitoplazmasında küçük
yoğun graniiller bulunur. Bu granüllerin içeriği bilinmemek­
tedir. Merkel hücrelerinin tabanında genişlemiş terminal bir
disk oluşturan serbest sinir sonlanmaları bulunur. Bu hücre­
ler duysal mekanoreseptörler olarak iş görebilir, ancak bun­
ların yaygın nöroendokrin sistemle ilişkili İşlevlerinin oldu­
ğuna dair kanıtlar da mevcuttur.

DERİNİN BAĞIŞIKSAL İŞLEVİ


Büyüklüğü nedeniyle deride etkileyici sayıda lenfosit ve an­
tijen sunan hücre Langerhans hücreleri) bulunmaktadır ve
yerleşimi nedeniyle pek çok antijenik molekülle yakın ilişki
içindedir. Bu nedenlerle epidermis bazı immun yanıt tiple-
irnde önemli rol oynar. Deride bulunan lenfositlerin çoğu
epidermis içinde yerleşmiştir.

DERMİŞ
Dermis, epidermisi destekleyen ve subkütan dokuya (hipo-
dermis) bağlayan bağ dokusudur (Kes 18-2 ve 18-10). Der­
mişin kalınlığı bulunduğu bölgeye bağlı olarak değişkenlik
gösterir ve sırt bölgesinde 4 mm ile en fazla kalınlığa ulaşır.
Dermis yüzeyi oldukça düzensizdir ve epidermisin uzantıla­
rı (epidermal mahmuz ya da kabartılar) ile iç içe geçen çok
sayıda uzantılara (dermal papillalar) sahiptir (Şekil 18-1). Şekil 18-10. Derinin retiküler tabakasının kesitinde yoğun
Dermal papila basınca sık olarak maruz kalan deri bölgele­ bağ dokuları içinde kalın düzensiz tip I kollajen lifleri
rinde daha fazla bulunur; dermis-epidermis bağlantısını artı­ Pikrosirius-Polarize ışık (PSP) boyası. Orta büyütme.
376 / BÖLÜM 18

si olmak üzere diğer bağ dokusu hücreleri bulunur. Damar V)

dışına çıkmış lökositler de görülür. Papiller tabaka adını der­


mal papillanın büyük bir kısmını oluşturması nedeniyle al­
mıştır. Bu tabakadan bazal laminaya özel kollajen fibriller gi­
rer ve dermişe uzanır. Bunlar dermişi epidermise bağlar ve
tutturucu fibriller olarak isimlendirilir. Retiküler tabaka
daha kalındır, ve düzensiz yoğun bağ dokusundan (başlıca
tip 1 kollajen) oluşur ve bu nedenle papiller tabakaya göre
daha bol lif ve daha az hücreye sahiptir. Başlıca glikozami-
noglikan dermatan sülfattır. Dermişte elastik sisteme ait lif
ağı içerir (Şekil 18-1 ve 18-12), lifler karakteristik olarak re­
tiküler tabakada bulunur. Bu bölgeden çıkan lifler giderek
incelir ve bazal lamina içine doğru sokularak burada sonla­
nır. Lifler bazal laminaya doğru ilerledikçe giderek amorf
elastin bileşenini kaybeder (bkz Bölüm 5) ve bazal lamina­
ya sadece mikrofibriler bileşeni sokulur. Bu elastik ağ deri­
nin esnekliğinden sorumludur.

j KLİNİK BİLGİ
t

Yaşla beraber kollajen lifler kalınlaşır ve kollajen


sentezi azalır. Elastik lifler sayı ve kalınlık olarak
kararlı bir şekilde artar böylece insan derisinin
elastin içeriği erişkinlikte fetustakinin beş katına
ulaşır. Yaşlılıkta kolajen liflerin çapraz bağlarının
çok sayıda olması, elastik lif kaybı ve aşırı güneş
ışığı etkisi nedeniyle liflerin yozlaşması (solar
elastosis) derinin daha ince olmasına, esnekliği­
ni kaybetmesine ve kırışıklıkların oluşmasına yol
açar.
K utis laksa ve Ehlers-Danlos sendromu gi­
Şekil 18-11. Elastik sistemin lifleri için boyanmış ince derinin
bi (Tablo 5-4) bazı hastalıklarda kollajen liflerin
mikroskop fotoğrafı. Liflerin çapının epidermise yaklaştıkça
hatalı işlenmesi sebebiyle deri ve bağ esnekliğin­
aşamalı olarak azaldığı dikkat çekici. Kalın lifler elastik liflerdir.
de önemli düzeyde artış görülür.
Büyük çaplılar elaunin lifleridir. Çok ince yüzeysel olanlar ok-
sitalan liflerdir. Bunlar bazal membran içine girmiş mikrofibril-
ler tarafından oluşturulmuştur. Weigert boyası. Orta büyütme.
Dermişte zengin bir kan ve lenf damarı ağı vardır. Deri­
nin bazı bölgelerinde kan, arterlerden venlere doğrudan ar-
teriyovenöz anastomozlar ya da şantlarla geçebilir. Bunlar
DERİNİN DAMARLARI ve
vücut ısısı düzenlenmesinde çok önemli bir rol oynarlar.
Bu yapılara ek olarak dermişte kıl folikiilü ile ter ve yağ
DUYSAL RESEPTÖRLERİ
bezi gibi epidermal yapılar da bulunur. Dermis sinir bakı­ Bağ dokusu zengin bir kan ve lenf damar ağı içerir. Deriyi
mından zengindir ve derinin etkileyici sinirleri paravertebral besleyen arteriyel damarlar iki pleksus oluşturur. Biri papiller
zincirin sempatik gangliyonlarının postgangliyonik lifleridir. ve retiküler tabakalar arasında; diğeri ise dermis ile sııbkiitan
Parasempatik innervasyon yoktur. Afferent sinir sonlanmala- doku arasında yerleşmiştir. Bu pleksuslardan çıkan ince dal­
rı, serbest sinir sonlanmaları, bir kıl folikiilü ağı ve kapsiillü lar dermal papillaları damarlandırır. Her papilla sadece bir çı­
duyu organlarının innervasyonu ile yüzeyel bir dermal ağ kan arteriyel ve bir inen venöz dala sahiptir. Venler, ikisi ar­
oluştu aır. teriyel damarlar için tarif edilen konumda ve üçüncüsü de
derinisin orta kısmında olmak üzere üç pleksus halinde dü­
zenlenmiştir. Deride glomeruli arteriyovenöz anastomozlara
DERİALTI DOKUSU
(Bkz. Bölüm 11) sık rastlanır, vücut ısısının düzenlenmesine
Derialtı doku tabakası deriyi alttaki komşu organlara gev­ katkıda bulunurlar. Lenfatik damarlar dermişin papillasında
şekçe bağlayan ve onların üzerinde kayabilmesini sağlayan kör kesecikler olarak başlar ve arteriyel damarlarda tarif edil­
bir gevşek bağ dokusudur. Hipodermiste, sayısı bulunduğu diği gibi iki pleksus oluşturmak üzere birbirlerine sokulurlar.
bölgeye boyutları ise kişinin beslenme durumuna göre de­ Derinin en önemli ödevlerinden biri geniş yayılımı ve
ğişen yağ hücreleri bulunur. Bu tabaka yüzeyel fasya olarak bol miktarda duysal sinir dağılımı ile çevreden gelen uyarı­
da isimlendirilir ve yeterince kalın olduğu bölgelerde panni- ları almaktır. Deri en ileri duysal reseptördür. Epidermis, kıl
kulus adiposus adını alır. folikülleri ve kütanöz bezlerde çok sayıda bulunan serbest
DERİ / 377

Epidermis

Oksitalan
lifleri
Elam in
lifleri

Şekil 18-12. Elastik sistemin


liflerine yönelik olarak boyan­
mış derinin kalın kesiti, fotoğ­
raf kontrastını artırmak için sa­
rı filtreyle çekilmiştir. Bu uygu­
lama elastik, elaunin ve oksi-
talan liflerin görünürlüğünü ar­ Elastik
tırır. Weigert boyası. Orta bü­ lifleri
yütme.

sinir sonlanmalarına ek olarak dermişte ve subkııtan doku­ bulunmaktadır. Dağılım düzensizdir, derinin pek çok alanı
da enkapsiile ve yaygın reseptörler mevcuttur; bunlar daha yalnızca serbest sinir uçları içerir. Ancak bulunduklar zaman,
sık dermal papillada bulunurlar. Serbest sinir uçları dolcun- genişlemiş ve enkapsüle sinir uçları dokunsal uyaranlara ya­
ma-basıncma (basınç sürekli dokunmadır), dokunsal algıya, nıt vererek mekanoresotörler gibi davranırlar. Vater-Pacini
yüksek ve alçak ısılara, ağrı, kaşınma ve diğer uyaranlara cisimciği ve Ruffini uçları aynı zamanda vücutta derinlerde
duyarlıdır. Genişleyen sonlanma Ruffîni uçlarını ve enkap- yerleşmiş olan organların bağ dokusunda da bulunurlar, bu­
süle sonlanma Vater pacini, Meissner ve Krause korpus- rada belkide iç organların hareketlerine ve bir organın diğe­
kiillerini içerir (Şekil 18-13). Expanded ve enkapsüle kor- rine yaptığı basınca cluyarlıdırlar.
piisküllerin deri suyusu için gerekli olmadığına dair kanıtlar
KILLAR
Kıllar (Şekil 18-14), epidermal epitelin girintilerinden köken
Serbest uçlar Pacini alan, uzun, keratinize yapılardır. Renk, boyut ve yerleşimi
ırk, yaş, cinsiyet ve bulunduğu vücut bölgesine göre değişir.
Kıllar, el ayaları, ayak tabanları, dudaklar, glans penis, klito­
ris ve labia minör hariç vücudun her yerinde bulunur. Yüz­
de yaklaşık 600 kıl/cm2 diğer vücut bölgelerinde ise 60
kıl/cm2 vardır. Kılların büyümesi süreklilik göstermez; bü­
yüme dönemlerini dinlenme dönemleri izler. Bu büyüme
tüm vücut bölgelerinde ve hatta aynı bölgede bile eşzaman­
lı olmaz, daha çok kısım kısım gelişir. Büyüme ve dinlenme
dönemlerinin süresi vücut bölgeleri arasında farklılık göste­
rir. Bu yüzden, kafa derisinde büyüme dönemleri (anajen)
birkaç yıl sürebilirken, dinlenme dönemleri (katajen ve telo-
jen) ise ortalama 3 aydır. Kafa derisi, yüz ve pubis gibi böl­
gelerde kılların büyümesi sadece seks hormonlarının (özel­
likle androjenler) değil aynı zamanda adrenal ile tiroid hor­
monlarının da etkisindedir.
Her kıl bir epidermal girintiden, kıl folikülünden (Şekil
18-14 ve 18-15) çıkar; büyüme dönemi sırasında kd soğanı
(bulbus) denilen terminal bir genişleme görülür. Kıl soğanı
tabanında bir derm al kabarcık (papilla) gözlenir. Dermal
kabarcık kıl folikülü için hayati önemi olan bir kapiller ağ
içerir. Dermal kabarcığın kan akımı durur ya da canlılığı kay­
bolursa folikül ölümü İle sonuçlanır. Dermal kabarcığı çevre­
Ş ekil 18-13. Birkaç algılayıcı sinir hücresi sonlanması. leyen epidermal hücreler deriden dışarı uzanan kılın gövde­
(Ham AV: Histology. 6. ed. 1969’dan değiştirilerek izinle alınmıştır.) sini oluşturarak devam edecek olan kıl kökünü oluşturur.
378 / BÖLÜM 18

Büyüme dönemi sırasında, soğanı oluşturan epitelyal hüc­ sek prizmatik bir hücre tabakası olan kıl kütiküliinü oluştu­
reler, derideki germinativum tabakası hücrelerinin eş değeri­ ran hücreler ise daha dışta yer alır. Daha yukarıda, bu hüc­
dir. sürekli bölünür ve özel hücre tiplerine farklılaşırlar. Bazı reler yatay konumdan dikey konuma geçerler, bu nokta kor-
kalın kıl tiplerinde, dermal kabarcığın apeksinde yer alan kö­ teksi saran yassı, oldukça keratinize, çakıl benzeri hücreler
kün merkezi bölgesinin hücreleri kılın medüliasını oluşaıran oluştururlar. Bu kütikül hücreleri kıl folikülünde farklılaşan
büyük, vakuollü ve az çok keratinize hücreler üretir (Şekil 18- son hücre tipidir.
14). Kök hücreleri çoğalır ve kıl korteksini oluşturan oldukça En dıştaki hücreler kıl gövdesinin başlangıç kısmını ta­
keratinize, sıkıca gruplaşmış iğsi hücrelere farklılaşır. mamen saran iç kök kınını meydana getirir. İç kın geçici bir
Kıl soğanının yarısına kadar kübik daha sonra ise yük­ yapıdır ve hücreleri yağ bezlerinin düzeyinin üzerinde deje-

Şekil 18-14. Kıl folikülü. Folikülde dermal papillayı


da içeren soğan şeklinde genişleme bulunur. Papil­
la kılcal damarlar içerir, burada kıl gövdesini çevi­
ren, kıl kökünü oluşturan hücreler gelişmiştir. Mer­
kezdeki hücreler (A) kıl medüliasını oluşturan ge­
niş, vakuollü orta derecede keratinize hücreler üre­
tirler. Kıl korteksini oluşturan hücreler, yanal yerleş­
miştir (B). Sonraki katta kıl kütikülünü oluşturan
hücreler vardır (C). Yanlardaki epitel hücreleri, iç
ve dış kınını geliştirir. Dış kök kını epidermisle de­
vam eder, iç kök kını ise yağ bezi kanallarına (gös­
terilmemiş) açılacak bölgede görülemezler.
DERİ / 379

1. Epidermisi deriye gevşekçe tutunmuş olan ve sürekli dö­


külen nispeten yumuşak keratinize ölü bir dış hücre ta­
bakası oluşturur. Kılda ise bu durum tam tersidir, sert ve
sıkı bir keratinize yapı oluşur.
2. Epidermisteki keratinizasyon sürekli olarak ve tüm yü­
zeyde gerçekleştiği halde kılda bu durum sürekli değil­
dir ve sadece kıl kökünde izlenir. Kıl kabarcığının bağ
dokusu, papillayı saran epitelyal hücreleri üzerinde etki­
lidir, bunların çoğalmasını ve farklılaşmasını başlatır. Der­
mal kabarcığın hasarı bu nedenle kıl kaybına yol açar.
3* Bütün hücrelerin aynı yönde farklılaşması ile sonunda
keratinize bir tabakanın meydana geldiği epidermiste
olanların aksine, kıl kökündeki hücreler ince yapılara,
histokimyaları ve işlevleri farklı olan çeşitli hücre tipleri­
ne farklılaşırlar. Kıl foliküllerindeki mitotik aktivite and-
rojenlerin etkisi altındadır.

TIRNAKLAR
Tırnaklar uzak parmak kemiklerinin üst yüzünde bulunan
keratinize epitelyal hücre plaklarıdır. Tırnak oluğunun içine
gizlenmiş olan tırnağın parmak kemiğine yakın kısmı tırnak
köküdür. Tırnak kökünü kaplayan deri kıvrımının epiteli
olağan hücre tabakalarından meydana gelir. Bu epitelin kor-
neum tabakası eponişyum ya da kütikülü oluşturur. Deri­
nin korneum tabakasına karşılık gelen tırnak plağı, tırnak
yatağı denilen bir epidermis yatağı üzerine oturur. Tırnak
yatağında sadece bazal ve spinozum tabakaları mevcuttur.
Tırnak plağı epiteli tırnak matriksinden gelişir. Matriksin
proksimal ucu derine, tırnak köküne doğru uzanır. Matriks
Şekil 18-15. Deri, kıl foliküiü, kıl dikleştirici kas, yağ bezi hücreleri bölünür, distale doğru hareket eder ve sonunda
arasındaki ilişkiler. Kıl dikleştirici kas, kıl folikülünün bağ do­ kornifiye olarak, tırnak plağının proksimal kısmını oluşturur.
kusu kılıfından kaynaklanır, dermişin papillar katı içine son- Tırnak plağı tırnak yatağınının üzerine doğru kayar (tırnak
landığı yere girer. yatağının plağın oluşmasına hiçbir katkısı yoktur). Plağın
distal ucu tırnak yatağından serbestleşerek yıpranır ya da ke­
silir. Hemen hemen saydam olan tırnak plağı ile tırnak yata­
nere olup kaybolur. Dış kök kını epidermal hücreler ile de­ ğının ince epiteli dermal damarlardaki kanın rengini göster­
vam eder ve yüzeye yakın bölgede epidermisin bütün taba­ diğinden kandaki oksijen niceliğini göstermede yararlıdır.
kalarını gösterir. Dış kök kını dermal papilla yakınında daha
incedir ve epidermisin germinatuvum tabakasına karşılık ge­ DERİ BEZLERİ
len hücrelerden oluşmuştur. Yağ Bezleri
Kıl foliküllerini dermişten, bazal laminanın bir kalınlaş­ Yağ bezleri vücut yüzeyinin hemen her tarafında dermis
ma göstermesi sonucu oluşan cam sı m embran denen hüc-
içinde gömülü olarak bulunmaktadır. Vücudun çoğu kısmın­
resiz bir hiyalin tabaka ayırır (Şekil 18-14). Foliküiü saran
da santimetre karede 100 kadar yağ bezi vardır, fakat yüz,
dermis daha yoğundur ve bağ dokusundan bir kın oluşturur.
alın ve kafa derisinde sıklığı 400-900/cm2 kadar artar. Ayak
Bu kına tutunan ve onu dermişin papiller tabakasına bağla­
tabanı ve el ayasının kılsız derisinde bulunmayan yağ bezle­
yan düz kas demetleri dikleştirici, arrektor pili kaslarıdır
ri genellikle kısa bir kanala açılan birkaç asinüsü olan asiner
(Şekil 18-15). Bu kaslar oblik olarak seyreder ve kasılmaları
bezlerdir. Bu kanal genellikle bir kıl folikülünün üst kısmın­
kıl gövdesinin daha dik durmasına yol açar. Arrektor pili
da sonlanır (Şekil 18-15); penis başı, klitoris başı ve dudak­
kaslarının kasılması aynı zamanda bu kasların dermişe bağ­
lar gibi bazı bölgelerde ise doğrudan epidermis yüzeyine
landığı bölgedeki deride çöküntüye neden olur. Bu halk ara­
sında tüylerin diken diken olması denen durumdur. açılır. Asinüsler bazal lamina üzerine oturan ve farklılaşma­
Kıl rengi kıl kökünün epitelyal hücreleri ile papilla ara­ mış yassı epitelyal hücrelerden oluşan bazal bir tabakadan
sında yerleşmiş olan melanositlerin etkinliğine bağlıdır (Şe­ meydana gelir. Bu hücreler çoğalıp farklılaşırlar ve asinüsler,
kil 18-7). Epitelyal hücreler kıl kınının medüller ve kortikal sitoplazmalarında bol miktarda yağ damlacığı bulunan yu­
hücrelerinde bulunan pigmenti üretirler (Şekil 18-14). Mela- varlak hücrelerle dolar (Şekil 18-16). Nükleusları giderek kü­
nositler epidermis için tarif edilene benzer bir yöntem ile çülür ve bu sırada hücreler yağ damlacıkları ile dolup pat­
melanin üretir ve epitelyal hücrelere aktarırlar. lar. Bu olayın ürünü olarak yağ bezlerinin salgısı olan ve gi­
Epidermiste ve kılda keratinizasyon birbirine benzer görün­ derek derinin yüzeyine doğru hareket eden iç yağı ya da ka­
se de, bunlar birkaç noktada birbirlerinden farklılık gösterir: rın yağı (sebum) oluşur.
380 / BÖLÜM 18

İnsanda iç yağının işlevi fazla bilinmemektedir. Zayıf an-


tibakteriyel ve antifungal özelliği olabilir. İç yağı su kaybının
önlenmesinde herhangi bir öneme sahip değildir.

Ter Bezleri
Ter bezleri (18-17 ve 18-18) deride glans penis gibi bazı böl­
geler haricinde yaygın olarak dağılmışlardır.
Merokrin ter bezleri, kanalları deri yüzeyine açılan basit,
kıvrıntılı tübüler bezlerdir (Şekil 18-15). Kanalları dallanma
göstermez ve bunların çapları salgıkıyıcı kısmın kanalların­
dan daha incedir (Şekil 18-12). Bezin salgılayıcı kısmı der­
mişe gömülmüştür; çapı yaklaşık 0.4 mm’dir ve miyoepitel
hücreleri (açıklanmıştır) tarafından sarılmıştır. Bu hücrelerin
kasılması salgının atılmasına yardımcı olur. Ter bezlerinin
salgılayıcı kısmında iki tip hücre tarif edilmiştir. Koyu hüc­
reler bezin bu kısmının lümene bakan yüzeylerinin büyük
bir bölümünü döşeyen piramidal hücrelerdir. Glikoprotein
içeren salgı granülleri apikal sitoplazmada boldur. Bazal yü­
zeyleri bazal laminaya dokunmaz. Apikal sitoplazmalarıncla
glikoprotein içeren salgı granülleri boldur. Berrak hücreler
salgı granüllerinden yoksundur. Bazal plazmalemma epitel
üzerinden tuz ve sıvı geçişini gerçekleştiren hücrelerin özel-

Şekil 18-16. Yağ bezi. Bu holokrin bir bezdir. Çünkü salgı­


lama ürünü ölü hücrelerin kalıntıları ile birliktedir. Bezin ta­
banındaki kök hücreleri (oklar) ölen hücreleri yenilemek
için çoğalırlar. Kollajen fibriller kırmızıya boyanmıştır. PSP
boyası. Orta büyütme.

Yağ bezlerinin yaptığı sekresyon ölü hücre artıkları ile


birlikte salındığından, bu holokrin beze iyi bir örnektir. Bu
ürün trigliseridler, parafinler, skualen, kolesterol ve esterle­
rini içine alan kompleks bir lipid karışımı içerir. Yağ bezle­
rinin görevi ergenlikte başlar. Erkekte yağ bezlerinin salgıla­
rını kontrol eden başlıca faktör testosterondur; kadında ise
ovaryumdan ve adrenallerden salgılanan androjenler birlik­
te etkirler.

k l in ik b il g i

Karın yağının akışı süreklidir ve bunun akışında


ve normal salgılanmasındaki bozukluk tıkalı yağ
bezlerinin kronik bir yangısı olan akne gelişiminin
sebeplerinden biridir. Genellikle ergenlikte görü­
lür.
Şekil 18-17. Ter bezi kesitinin küçük büyütmede mikroskop
fotoğrafı. Basit halka şeklinde tubuler bez.
DERİ / 381

rekli olmayan bir kaç maddeyi saf dışı eden destekleyici dış
salgı yapan (ekskretuar) organ olarak da iş görürler.
Tanımlanmış olan merokrin ter bezlerine ek olarak kol­
tuk altı (aksiller) memebaşı (areolar) ve kıç (anal) bölgeler­
de apokrin bez denen diğer bir tip ter bezi bulunmaktadır.
Apokrin bezlerin çapı (3-5 mm) merokrin bezlerden daha
Myoepitel büyüktür. Dermis ve hipodermise gömülüdürler ve kanalla­
hücreleri rı kıl follikiillerine açılır. Bu bezler başlangıçta kokusuz olan
ancak bakteriyel bozulma sonucu belirgin bir koku salabilen
yoğun bir salgı üretirler. Apokrin bezler adrenerjik sinir son-
Kanal lanmaları ile sinir desteği alırken, ekrin bezler kolinerjik lif­
ler alırlar. Göz kapaklarının kenarlarındaki Moll bezleri ile
kulağın seruminöz bezleri ise değişmiş ter bezleridir.

Derinin tümörleri

Salgılaıfıa
"bölümü
i KLİNİK BİLGİ

Erişkinlerde görülen tüm tümörlerin üçte biri deri


tümörleridir. Bunların çoğu bazal hücrelerden,
stratum spinozumun yassı epitel hücrelerinden
ve melanositlerden kaynaklanır. Sırasıyla bazal
hücreli karsinom, skuamoz hücreli karsinom ve
melanoma neden olurlar. İlk iki tümör tipi erken
tanınıp çıkarılabilir ve bu nedenle nadiren ölüm­
cüldür. Deri tümörlerinin sıklığı güneş ışını fazla
olan bölgelerde yaşayan açık tenli bireylerde da­
ha fazladır. Malin melanom melanositlerin yayı­
İti A i lan tümörüdür. Hızla bölünerek kötü huyluya de­
ğişmiş melanositler bazal laminayı geçer, dermi­
Şekil 18-18. Ter bezinden bir kesit. Çok katlı kübik epitel ile şe girer ve vücutta dağılmak üzere kan ve lenf
döşeli kanala dikkat. Salgı bezini boşaltmaya yarayan ka­ damarlarına yayılırlar.
sılmaları sağlayan miyoepitel hücreleri salgılayıcı bölümü
çevreler. H + E boyası. Orta büyütme.

KA YN A K LA R
liği olarak çok sayıda girintilere sahiptir. Bu bezlerin kanal­ Edelson R L, Fink J M : T h e im m unologic function o f the skin. Sci Am
ları çok katlı kübik epitel ile döşelidir (Şekil 18-17 ve 18-18). 1 9 8 5 :2 5 2 :4 6 .

Bu bezler tarafından salgılanan sıvı akıcı değildir ve çok Goldsm ith LA (ed): Biochemistry and Physiology o f the Skin. Vols 1 and 2.
Oxford University Press, 1983.
az protein içerir. Sıvının ana bileşenleri su, sodyum kloriir,
Green H et a!: Differentiated structural com ponents o f the keratinocyte. Cold
üre, amonyak ve ürik asittir. Sıvının sodyum içeriği 85
Spring H arbor Symp Q u an t Biol 1 9 8 2 ;4 6 (P t 1):293.
mEq/L'dir ve bu miktar kandakinden (144 mEq/L) belirgin
Hentula M et a!: Expression profiles o f cell-cell and cell-matrix junction pro­
şekilde düşüktür ve ter kanallarında bulunan hücreler bu teins in developing human epidermis. Arch D erm atol Res 2001 ;2 9 3 :2 5 9 .
iyonun aşırı kaybını önlemek İçin sodyum emiliminden so­ M illington PF, W ilkinson R : Skin. Cam bridge Univ Press, 1983.
rumludur. Bezin salgılayıcı kısmının ltimenindeki sıvı kan M ontagna W : The Structure a nd Function o f Skin, 3rd ed. Academic Press,
plazmasının ince süziintüsüdür (ultrafiltrat). Bu ince siizün- 1974.
tıi her bezin sekretuvar kısmını sıkıca kuşatan kapiller ağla­ Strauss J S et al: T h e sebaceous glands: twenty-five years o f progress. J Invest
rından sağlanır. Ter, derinin yüzeyine salınmasını takiben D erm atol 1 9 7 6 :6 7 :9 0 .
W inkelm ann RK j T h e Merkel cell system and a comparison between it and
buharlaşarak geriye serin bir yüzey bırakır. Önemli serinle­
the neurosecretory or A P U D cell system. J Invest Derm atol 1 9 7 7 :6 9 :4 1 .
tici etkilerinin yanı sıra, ter bezleri ayrıca organizma için ge-
Uriner Sistem 19

Üriner sistem bir çift böbrek ve üreter ile tek mesane (idrar baka renal cisimciğin en dıştaki sınırını oluşturur ve Bow­
torbası) ve tek üretradan oluşur. Bu sistem vücut dengesinin man kapsülünün pariyetal tabakası adını alır (Şekil 19-2,
(homeostaz) devamına; süzülme, eylemli emilim, eylemsiz 19-3 ve 19-4). Bowman kapsülünün iki tabakası arasında,
emilim ve salgılamayı içeren karmaşık bir süreç ile katkıda kapiier duvarından ve viseral tabakadan süzülen sıvının top­
bulunur. Sonuç, içinde çeşitli artık ürünlerin seçilerek atıldı­ landığı idrar boşluğu bulunmaktadır. Her böbrek cisimci­
ğı idrarın üretimidir. Böbreklerde üretilen idrar üreterden id­ ğinde, getirici aferent arteriyollerin girdiği ve götürücü
rar torbasına doğru geçer, burada kısa süre için depolanır ve eferent arteriyollerin çıktığı bir damar kutbu (Şekil 19-3)
sonra iiretra aracılığı ile dışarıya atılır. İki böbrek dakikada ve proksimal kıvrımlı tübiillerin başladığı bir idrar kutbu
yaklaşık 125 mİ süzülme ürünü üretir; bu miktar içinden, bulunur (Şekil 19-3). Aferent arteriyol renal cisimciğe girdik­
124 mİ organda emilir ve yalnızca 1 İt idrar olarak üreterle- ten sonra genellikle her biri kapilerlere bölünerek böbrek
re salgılanır. Her 24 saatte yaklaşık 1500 mİ idrar oluşur. glomerüliinü oluşturan iki ile beş primer dala ayrılır.
Böbrekler vücudun sıvı ve elektrolit dengesini de düzenler­ Bowman kapsülünün pariyetal tabakası ince bir retiküler
ler ve kan basıncının düzenlenmesinde görev alan reninin lif tabakası ve bazal lamina ile desteklenen tek katlı yassı
de üretim yerleridir. Eritrosit üretimini uyaran ve 30 kDa bü­ epitelden oluşur (Şekil 19-3 ve 19-4). İdrar kutbunda epitel,
yüme faktörü glikoproteini olan eritropoietin de böbrekler­ proksimal tübül için tipik olan tek katlı prizmatik ya da tek
de üretilir. Eritropoietin aynı zamanda bir steroid önhormon katlı kübik epitele değişir (Şekil 19-3).
olan D3 vitaminin de etkin biçimine hidroksile eder. Embriyonik gelişim sırasında pariyetal tabakanın epiteli
nispeten değişmeksizin kalırken içteki viseral tabaka büyük
BÖBREKLER ölçüde değişir. Bu iç tabakadaki hücrelerin gövdelerinden
birkaç birincil uzantı şekillenir ve bu hücreler ayaklı hüc­
Her bir böbreğin iç bükey yapılı ic kenarında sinirlerin gir­
reler (podositler) (Şekil 19-3, 19-5, 19-6 ve 19-7) adını alır.
diği, kan ve lenf damarlarının girip çıktığı ve üreterin çıktığı
Her bir primer uzantı ayakçık (pedisel) denen glomerülün
yer olan hilumu ile dış bükey dış kenarı vardır (Şekil 19-1).
kapilerlerini saran çok sayıda ikincil uzantı oluşturur (Şekil
Üreterin genişlemiş üst kısmı olan böbrek pelvisi iki ya da
19-5, 19-6 ve 19-7). İkincil uzantılar, 25 nm’lik sabit bir me­
üç büyük, m ajör kalise bölünmüştür. Her majör kalisten bir
safede, bazal lamina İle doğrudan temas halindedirler. An­
kaç küçük, m inör kalis dallanır.
cak podositlerin hücre gövdeleri ve birincil uzantıları bazal
Böbrek dışta korteks ve içte medülla olmak üzere iki
laminaya değmez (Şekil 19-5 ve 19-7).
bölüme ayrılabilir (Şekil 19-1 ve 19-2). İnsanda böbrek me-
Podositlerin sekonder uzantıları birbirleriyle aralarında
düllası 10-18 adet konik ya da piramidal şekilli yapılar olan
25 nm’lik aralık olacak şekilde kenetlenirler; bu aralıklar sü­
medüller piramitlerden oluşur. Her bir medüller piramidin
zülme ya da filtrasyon yarıklarını oluşturur. Komşu uzan­
tabanından kortekse uzanan birbirine paralel tiibül demetle­
tıları bağlayan (bu şekilde filtrasyon yarıkları arasında köp­
ri olan, medüller ışınlar çıkar (Şekil 19-1).
rü kuran) 6 nm kalınlığında bir perde bulunur. Podositlerin
Her böbrek 1 ila 4 milyon nefron (Yun. n ephros, böb­
sitoplazmasında bunların kasılabilmesini sağlayan aktin mik-
rek) içerir. Her nefron genişlemiş bir bölüm olan renal ci­
rofilaman demetleri vardır (Şekil 19-7 ve 19-8).
simcik (veya böbrek cisim ciği), proksim al kıvrımlı tü-
Glomerül kapilerlerindeki endotel hücreleriyle, bunların
bül, Henle kangalının ince ve kalın uzantıları ve distal
dış yüzeyini örten podositler arasında kalın (~ 0,1 gm ) bir
kıvrımlı tübülden (Şekil 19-1) ve toplayıcı tübül ve ka­
bazal membran bulunur (Şekil 19-8 ve 19-9). Bu tabakanın
nallardan oluşmaktadır. Bazı araştırmacılar toplayıcı tübi'ıl-
kapilerlerdeki kanla idrar boşluğunu birbirinden ayıran bir
leri nefronun bir parçası olarak kabul etmezler. Nefron
süzülme engeli oluşturduğu düşünülmektedir. Bu bazal
böbreğin işlevsel birimidir.
membran kapilerin ve podositin oluşturduğu bazal lamina-
ların kaynaşmasından meydana gelmiştir. Elektron mikros­
Böbrek Cisimcikleri ve Kanın Süzülmesi kop yardımıyla ortada elektron yoğun bir tabaka (lamina
Her renal cisimciğin çapı yaklaşık 200 jım ’dir ve kapiller bir densa) ve her iki yanda daha fazla elektron geçirgen bir ta­
yumak olan glomerülden oluşmuştur. Bu yumak Bowman baka (lamina rara; Şekil 19-8) fark etmek mümkündür. Her
kapsülü olarak adlandırılan iki tabakalı epitelyal bir kapsül­ iki elektron geçirgen lamina rara, hücrelerin tutunmasına ya­
le sarılmıştır (Şekil 19-1,19-2 ve 19-3). Kapsülün iç tabakası rayabilecek olan fibronektin içerir. Lamina densa ise negatif
(viseral tabaka) glomerülün kapilerlerini içine alır. Dış ta­ yüklü bir proteoglikan olan ve katyonik moleküllerin geçişi-

383
384 / BÖLÜM 19

Böbrek Proksimal kıvrımlı Distal kıvrımlı


cisimcik tübül

Korteks

Nefrona bağlanan
toplayıcı tübül

Medülla
Glomerül

Korteks
Toplayıcı kanal
Renal Medülla
pelvis

Medüller Piramit

Medüllar ışınlar
Üreter
Bertin böbrek
sütunları

Şekil 19-1. Sol: Böbreğin genel düzenlenmesi. Sağ: Medulla yanındaki nefronun ve buna bağlı toplayıcı kanal ve tübülün
bölümleri.

ni engelleyen heparan sülfat içeren bir matriks içinde tip IV rostatik basıncı (10 mm Hg) ile dengelenmektedir. Glomerül
kolajen ve [amininin oluşturduğu ağ şeklinde bir yapıdır. Ya­ kapilerlerinin getirici ucundaki net süzülme basıncı 15 mm
ni glomerül bazal laminası, lamina densanın fiziksel bir filt­ Hg’dir.
re olarak iş gördüğü, lamina raradaki anyonik bölgelerin ise Glomerül süzüntüsünün kimyasal bileşimi kan plazması­
elektriksel bir engel oluşturduğu seçici bir makromoleküler na benzer ancak makromoleküller glomerül duvarını geçe­
filtredir. 10 nm’den daha büyük partiküller bazal laminadan mediği için hemen hiç protein içermez. Glomerül süzüntü-
geçemez; molekül ağırlığı albiiminin molekül ağırlığından süne geçebilen en büyük proteinin molekül ağırlığı 70 kDa
(69 kDa) fazla olan negatif yüklü proteinler ise membrandan civarındadır ve filtratta az miktarda albümin görülür.
eser miktarda geçmektedir.
Erişkin bir kişide her iki böbreğe gelen kan dakikada
1.2-1.3 lt’yi bulur. Bu durum vücutta dolaşan bütün kanın
her 4-5 dakikada bir böbrekten geçmesi anlamını taşır. Glo- i k l in ik b il g i
merüllerde bulunan arteriyel kapiler içindeki hidrostatik ba­
sınç -yaklaşık 45 mm Hg- başka kapilerlerdeki hidrostatik Diabetes mellitus ve glomerüionefrit gibi hasta­
basınçtan daha yüksektir. lıklarda glomerüller filtre değişir ve proteinlere
Kanın hidrostatik basıncına yanıt olarak glomerül süzün- karşı daha geçirgen hale gelir, sonuç olarak pro­
tüsü oluşur. Bu basınç, kolloidlerin oluşturduğu onkotik ba­ tein idrara geçer (proteinüri).
sınç (20 mm Hg) ve Bowman kapsülü içindeki sıvıların hid­
ÜRİNER SİSTEM / 385

pariyetal yaprağının tek katlı yassı epiteli proksimal kıvrım­


lı tübüllerin kübik ya da alçak prizmatik epiteli ile devam
eder (Şekil 19-1, 19-3 ve 19-9). Bu kısım distal kıvrımlı tii-
büllerden daha uzundur ve bu yüzden korteks içindeki
böbrek cisimciklerinin yanında daha sık görülür.
Proksimal kıvrımlı tübüllerin hücreleri çok sayıdaki uza­
mış mitokondrisi nedeniyle asidofilik sitoplazmaya sahiptir
(Şekil 19-12, 19-13 ve 19-14). Hücrenin tepesinde firçamsı
kenarı oluşturan yaklaşık 1 (im uzunluğunda, çok sayıda
mikrovillus bulunur (Şekil 19-14, 19-15 ve 19-16). Hücrele­
rin büyük olması nedeniyle her enine kesitte, üç ile beş adet
küre biçiminde çekirdek bulunur.
Canlı hayvanlarda proksimal kıvrımlı tübüllerin lümeni
geniştir ve bunlar tübüller dışındaki kapilerler tarafından sa­
rılmış durumdadır. Alışılmış histolojik örneklerde ise fırçam-
sı kenar genellikle düzensizleşmiş, tübüllerin lümeni büyük
oranda küçülmüş ve daralmıştır.
Bu hücrelerin uç sitoplazmalarında, mikrovillusların ta­
banları arasında çok sayıda kanalcık bulunur; bu kanalcıklar
proksimal tübül hücrelerinin makromolekülleri emme yete­
neğinde etkin rol oynarlar. Uç zarların içe doğru yaptığı gi­
rintiler pinositotik vezikülleri oluşturur ve bu vezikiiller için-

Distal tübül
makula densası

Götürücü arter

Şekil 19-2. Korteksin dış bölümünde bulunan bir nefronun Jukstaglome-


rüler hücreler Damar kutbu
damarlanmasınm şematik resmi. Arter ve kapilerler kırmızı, (Değişmiş düz
venler mavi. kas hücreleri)
Bowman Bowman
kapsülü kapsülü
Glomeriil kapilerlerinin endotel hücreleri pencereli tür­ (pariyetal '\ \ (Podositlerin
yaprak) oluşturduğu
dendir ama diğer pencereli kapillerlerin açıklıklarını kapla­ viseral tabaka)
yan ince perdeye sahip değillerdir (Şekil 19-7).
Endotel hücreleri ve podosit ayaklarının yanı sıra glome­ Pariyetal
riil kapillerlerinin duvarlarına tutunan mezengiyal (Gr. Me- tabaka
sos, orta, + angeion, damar) hücreleri vardır (Şekil 19-10, ve
19-11). Mesangiyal hücreler basılabilirdir ve anjiyotensin ii
reseptörleri vardır. Bu reseptörler etkinleştiğinde, glomeriil
alcımı azalır. Mezangiyal hücrelerin kalbin atriyumu hücrele­ İdrar boşluğu
idrar kutbu
ri tarafından üretilen natriüretik faktör için de reseptörleri
vardır. Bu etken, damar genişleticidir ve mezangiyal hücre­
leri gevşeterek muhtemelen kan akımını ve süzülme için bu­ Firçamsı kenar Proksimal
(mikroviluslar) kıvrımlı
lunan etkin yüzey alanını artırır. Mezangiyal hücrelerin baş­
tübül
ka birkaç işlevi daha vardır: glomeriile yapısal destek verir­
ler, hücre dışı matriksi sentezler, endositoz gerçekleştirir ve
glomeriil bazal membranı tarafından yakalanmış olan nor­
mal ve patolojik (immiinkompleks) molekülleri uzaklaştırır Şekil 19-3. Böbrek cisimciği. Resmin üst kısmında getirici
ve belki de sitokinler ve prostoglandinler gibi kimyasal ara­ ve götürücü arteriyoller ve maküla densa ile damar kutbu
cıları üretir. Damar kutbunda yer alan ancak glomerülün dı­ gösterilmiştir. Getirici arteriyo! duvarında yerleşmiş jukstag-
şında, jukstaglomeriiler aygıtın bir kısmını oluşturan glome­ lomerüler hücreler dikkati çekmekte. Glomerül kapilerieri
riil dışı mezangiyal hücreler de vardır (aşağıda tanımlanmak­ dışından podosit uzantıları ile sarılmıştır. Podosit, çekirde­
tadır). ğinin bulunduğu kısımda idrar boşluğuna doğru çıkıntı
oluşturur. Bowman kapsülünün pariyetal yaprağındaki yas­
Proksimal Kıvrımlı Tübüller sı hücrelere dikkat edin. Resmin alt bölümünde idrar kutbu
Böbrek cisimciğinin idrar kutbunda, Bowman kapsülünün ve devamında proksimal kıvrımlı tübül bulunmaktadır.
386 / BÖLÜM 19

Pariyetal Peritübüler Viseral Glomerül İdrar Proksimal

Ş ekil 19-4. Sıçak böbreğine ait bir böbrek cisimciğinde Bowman kapsülü pariyetal yaprağı, idrar
boşluğu, alyuvarlarla dolu glomerül kapileri, Bowman kapsülü viseral yaprağı, peritübüler kapiler
ve proksimal tübül ayrıntılarının izlendiği elektron mikroskop resmi. x2850. (SL. Wissig'in izni ile).

de glomerül süzgecinden geçen makromoleküller (esas ola­ rinde bulunan Na+/K+ -ATPaz etkinliğini (sodyum pompa­
rak molekül ağırlığı 70 kDa’dan düşük olan proteinler) bu­ sı) içeren aktif bir süreç ile emilirler. Su ise ozmotik gradya-
lunur. Makromoleküllerin parçalandığı yer olan lizozomlarla nı izleyerek edilgin olarak emilir. Süzüntiideki glikoz mikta­
pinositoz vezikülleri kaynaşırlar ve oluşan monomerler do­ rı proksimal tübülün emme yeteneğini aştığında, idrar mik­
laşıma geri döner. Bu hücrelerin taban bölümlerinde yoğun tarı artar ve idrar glikoz içerir.
iç girintiler ve komşu hücreler arasında yan kenetlenmeler Bütün bu etkinliklere ek olarak proksimal kıvrımlı tübül­
bulunmaktadır. Sodyum iyonlarının aktif olarak hücre dışına ler kreatinin gibi maddeleri ve paraaminohippurik asit ve
atılmasından sorumlu olan Na+/K+ -ATPaz (sodyum pompa­ penisilin gibi vücuda yabancı olan maddeleri idrara geçirir­
sı) adı geçen bazolateral zarlarda bulunur. Mitokondriler ler. Bu olay tübiiler salgılama olarak tanımlanan aktif bir iş­
hücrenin tabanında yoğunlaşmıştır (Şekil 19-4) ve hücrenin lemdir. Bu maddelerin salgılanma hızlarının incelenmesi
uzun eksenine koşut dizilim gösterirler. Mitokondrilerin bu böbrek işlevinin klinik değerlendirmesinde yararlıdır.
şekilde yerleşimi ve hücrenin tabanında zarın yüzey alanını
arttıran bu düzenlenme, aktif iyon taşınmasında rol üstlenen Henle Kangalı
hücrelere özgüdür (Bkz. 4. Bölüm). Yan membran kenetlen­ Menle kangalı, proksimal kıvrımlı tübüllere yapıca çok ben­
melerinin yaygınlığı nedeniyle (ışık mikroskobunda) incele­ zeyen bir kalın inen kol; bir İnce inen kol; bir ince çıkan
nen proksimal tübül hücreleri arasındaki hücre sınırları be­ kol ve bir kalın çıkan koldan oluşan U-şeklinde bir yapı­
lirgin olarak seçilemez. dır. Kalın çıkan kol yapıca distal kıvrımlı tübüllere çok ben­
Böbrek cisimciğinde oluşan glomerül süzüntüsü, emili- zer (Şekil 19-16). Medüllanın dış kısmında, dış çapı 60 |im
min başladığı yer olan proksimal kıvrımlı tübüllere geçer. olan kalın inen kol birdenbire 12 p.m’ye dek daralarak inen
Proksimal kıvrımlı tübüller süzüntiideki glikoz ve aminoasit- kolun ince bölümü olarak devam eder. Nefronun bu bölü­
lerin tümünü, suyun ve sodyum klorürün %85’ini ve ayrıca münün lümeni geniştir çünkü duvar epitelinin çekirdekleri
fosfat ve kalsiyumu emer. Glikoz, amino asitler ve sodyum, yalnızca çok hafif şekilde lumene doğru çıkıntı yapan yassı
proksimal tübül hücreleri tarafından bazolateral zarları üze­ epitel hücrelerinden oluşur. (Şekil 19-16, 19-17 ve 19-18).
ÜRİNER SİSTEM / 387

Bazal lamina Endotel

Endotel Bazal

Süzülme
yarığı
Birincil
uzantı

İkincil
uzantı
(pedisel)

Birincil Podosit
uzantı gövdesi

İkincil
uzantı
(pedisel)

Ş ekil 19-5. Bowman kapsülü podositlerinin oluşturduğu viseral yaprak ile glomerül kapileri ilişkisini gösteren
şematik resim. Kapiler endoteli pencereli, bazal lamina ise kesintisizdir. Solda bir podosit kesiti gösterilmiş­
tir. Podosit, çekirdeğinin bulunduğu yer idrar boşluğuna çıkıntı yapar. Her podositin çok sayıda birincil uzan­
tısı ve kapiler bazal laminası ile temas eden birçok ikincil uzantısı vardır (Gordon'dan izin alınarak ve değiş­
tirilerek yeniden çizilmiştir. Ham AW: Histology 6. Ed. Lippincott, 1969).

Bütün nefronların yaklaşık yedide biri kortikomedüller Kangalın inen ince kısmının suya geçirgen olmasına kar­
sınırın yakınında bulunur, bu yüzden jukstamedüller nef- şın çıkan bölümün tümü su geçirmez. Medülia interstisyum­
ron lar adını alırlar. Diğer nefronlara ise kortikal nefron- unda idrarın yoğunlaşmış hale gelmesi için gereken medül-
lar denir. Bütün nefronlar süzme, emilim ve salgılama işlem­ ler hipertonisite gradyanının sağlanması için çıkan kalın kol­
lerinde rol alırlar. Ancak jukstamedüller nefronların medülia da sodyum klorür aktif olarak tübülden dışarı atılır. Medül-
interstisyumunda hipertonik gradyanı sağlama konusunda ler piramidlerin uçlarındaki interstisyumun ozmolaritesi kan­
özel bir önemi vardır, medülia interstisyumundaki hiperto­ dan dört kat yüksektir.
nik ortam böbreğin hipertonik idrar üretme yeteneğinin te­
melini oluşturur. Jukstamedüller nefronların Menle kangalı
Distal Kıvrımlı Tübül
çok uzundur ve medüllanın derinliklerine dek inerler. Bu
kangallar kısa bir kalın inen kol, uzun ince inen ve çıkan Henle kangalının çıkan kalın kolu kortekse girer; belli bir
kollar ile kalın çıkan koldan oluşmuştur. Öte yandan korti­ yolu katettikten sonra, büklümlenir ve distal kıvrımlı tübül-
kal nefronlarda inen ince kollar çok kısadır ve çıkan ince kol leri oluşturur. Bu tübül çıkan kol gibi tek katlı kübik epitel-
bulunmaz (Şekil 19-2). le döşelidir (Şekil 19-16, 19-17 ve 19-19).
Henle kangalı su tutma işleminde rol oynar; sadece böb­ Distal kıvrımlı tübüller proksimal kıvrımlı tübüllerden
reklerinde bu tür yapılar bulunan hayvanlar hipertonik idrar (her ikisi de kortekste bulunur) fırçamsı kenarlarının ve api-
üretebilir ve vücut suyunu koruyabilir. Henle kangalı, topla­ kal kanallarının olmaması ve hücrelerinin daha küçük olma­
yıcı kanallardan geçen idrarın yoğunluğunu etkileyen me- sı ile ayrılır. Distal tübül hücreleri proksimal tübül hücreleri­
dülla interstisyumundaki hipertonik gradyanı oluşturur. ne göre daha düz ve daha küçük olduğu için distal tübiilde
388 / BÖLÜM 19

Şekil 19-6. Böbrek glo-


merül kapilerlerini saran
viseral yaprağın epitel
hücreleri, yani podositle-
ri (P). Podositlerin birin­
cil uzantıları (1) ve ikincil
uzantıları (2) yani pedi-
seller açıkça görülmek­
tedir. Bitişik uzantıların
aralarındaki boşlukların
arasında bulunan aralık­
lar süzülme yarıklarını
oluşturmaktadır (oklar)
xs.560

Glomerül İdrar
kapileri Podositler boşluğu

Şekil 19-7. İki podo-


sit gövdesi ve ikincil
uzantıları görülüyor.
Farklı gövdeden ge­
len ikincil uzantılar
biribirleri ile değişim­
li olarak bazal lami­
na üzerinde sonlanır
(oklar). İdrar boşlu­
ğu ve glomerül kapi-
leri gösterilmiştir x
7200. (İzin alınarak
SL Wissig).
ÜRİNER SİSTEM / 389

Şekil 19-8. Böbrek cisimciğinde süzülme bariyeri­


ni gösteren elektron mikroskop fotoğrafı. Pencere­
li (ok başı) endotelin yanı sıra (E), epitel ve endo-
tel hücrelerinin kaynaşmış bazol laminası (BL) ve
podositlerin uzantıları iyi seçiliyor. Bazal membran
(taban zarı), orta bölgesinde lamina densa ile iki
yanında uzanan açık renkli lamina raradan oluş­
muştur. Oklar filtrasyon yarıklarını sınırlayan ince
perdeleri yani, diyaframları gösteriyor. x 33600 (İzin
alınarak SL Wissig).

proksimal lübülde olduğundan daha fazla sayıda çekirdek yu renkli görünen bu distal tübiil segmenti makiila densa
görülür. Distal kıvrımlı tübiildeki hücreler iyon geçişinde iş­ olarak adlandırılır (Şekil 19-3, 19-20 ve 19-21). Makiila den­
lev gösteren daha incelikli bazal membran içe kıvrımlarına ve sa hücreleri tiibiil içi sıvıdaki kloriir iyon içeriğine ve su hac­
bunlara eşlik eden mitokondrilere sahiptirler (Şekil 19-16). mine duvarlıdır, dolaşıma renin salgısını başlatan moleküller
Distal kıvrımlı tiibüller kortekste izledikleri yol boyunca sinyaller üretirler.
kendi nefronlarına ait böbrek cisimciğin damar kutbu ile te­ Distal kıvrımlı tübiillerde aldosteron yoğunluğu yeterin­
mas halindedirler. Bu yakın temas noktasında distal tübiil ce yüksek olduğunda iyon değişimi gerçekleşir: sodyum
aferent arteriyol gibi farklılaşır. Distal kıvrımlı tübiil hücrele­ emilir, potasyum iyonları dışarı verilir. Bu düzenek vücudun
ri bu jukstaglomerüler bölgede genellikle prizırıatik hale dö­ toplam su ve tuz içeriğini etkiler. Distal tiibiil aynı zamanda
nüşür ve çekirdekleri de biraraya toplanır. Çoğu hücrenin tübüldeki idrara hidrojen ve amonyum iyonlarını salar. Bu
bazal bölümünde Golgi kompleksi bulunur. Mikıoskopik etkinlik kandaki asit baz dengesinin korunmasında çok
örneklerde çekirdeklerin yakın yerleşimi yüzünden daha ko­ önemlidir.

Şekil 19-9. Böbrek kodeksin­


de 2 böbrek cisimciği, maküla
densa, distal ve proksimal kıv­
rımlı tubülleri gösteren mik­
roskop fotoğrafı. Glomerül ka-
pilerlerinin bazal membranın-
da tip IV kolajeni açıkça görü­
lüyor (oklar). Bowman kapsü­
lünün pariyetal katının ve dis­
tal tübülün bazal membran
kolajeni sağdaki ok başıyla
gösterilmiştir. Pikrosirius bo­
yası orta büyütme.
390 / BOLUM 19

Podosit

Şekil 19-10. Bazal membranla örtülü ka-


pilerler arasında yerleşmiş mezangiyal
hücreler.

Şekil 19-11. Mezangiyal hücre, çevresinde bazal membran bulunmayan kısımlarda şekilsiz me­
zangiyal matriksin görüldüğü bölgeler, çevrede kapilerleri gösteren elektron mikroskop resmi.
Mezangial hücrelerin bazı uzantıları endotel hücreleri arasından geçerek (oklar) kapiler lümeni-
ne (yıldızlar) ulaşır. Orta solda kapiler içinde bir eritrosit ve lökosit görülüyor. BM, bazal memb­
ran; EH, endotel hücresi, L, Lökosit; Pd, Pedisel PÇ, Podosit çekirdeği; AL, Alyuvar; İ, İdrar boş­
luğunu göstermektedir.
URINER SİSTEM / 391

Şekil 19-12. Böbrek korteksi-


nin kuşbakışı görünümde, yay­
gın proksimal (P) ve distal (D)
kıvrımlı tübüller ile böbrek glo-
merülleri (G) seçiliyor pararo-
sanilin-toluidin mavisi (PT) bo­
yası. Orta büyütme

Toplayıcı tübül ve kanallar boyunca alışılmış boyalarla zayıf boyanan (Şekil 19-22)
hücrelerden oluşmuşlardır. Sitoplazmaları az sayıda orga-
Distal kıvrımlı tübüllerden geçen idrar, birbirlerine bağlana­
nel içerir ve elektron geçirgendir (Şekil 19-23). Toplayıcı
rak daha büyük, düz toplayıcı kanalları oluşturan toplayıcı
tübiillerde ve korteksteki toplayıcı kanallarda koyu boya­
tübiillere boşalır. Bu kanallar modüller piramidlerin ucuna
nan ara bir hücre tipi de görülmektedir; bu hücrelerin
yaklaştıkça genişler (Şekil 19-1). önemi anlaşılamamıştır. Işık mikroskopu ile bakıldığında
Küçük toplayıcı tübüller kübik epitelle döşelidir ve çap­ toplayıcı tübül ve kanal hücrelerinin hücrelerarası sınırları
ları ortalama 40 jim ’dir. Bu tübüller medüllanın derinlikleri­ net olarak seçilebilir (19-22). Kortekste bulunan toplayıcı
ne doğru indikçe hücrelerin boyu priztnatik olana kadar kanallar, her modüller ışını boşaltan birkaç küçük toplayı­
uzar. Piramitlerin ucuna yakın bölümlerde toplayıcı kanalın cı tübül aracılığı ile dik açılarla birbirine bağlanır. Mediil-
çapı 200 pm’ye ulaşır. lada idrar yoğunlaştırma işleminde en önemli rolü toplayı­
Toplayıcı tübüller ve kanallar katettikleri bütün mesafe cı kanallar oynar.

ffflm
Şekil 19-13. Böbrek kodek­
sinde proksimal (P) ve distal
(D) kıvrımlı tübüller. 3 böbrek
cisimciğinin damar kutbu bo­
yunca, renin salgılayan juks-
toglomerüler hücreler iyi bo­
yanmış olarak seçiliyor (kesik
çizgiler) PT boyası. Orta bü­
yütme.
392 / BOLUM 19

Kapiler
Kapiler

Sitoplazma

Fırçamsı kenar

Şekil 19-14. Böbrek kor-


teksi kesitinde proksimal
kıvrımlı tübül (PKT), çok
sayıda mikrovilinin oluştur­
duğu tırçamsı kenarı, ge­
niş kübik hücreleriyle izle­
niyor. Kesitte distal kıvrımlı
tübül (DKT) de görülmek­
tedir. PT Boyası. Orta bü­
yütme.

Şekil 19-15. Proksimal kıvrımlı tübül epitelinin şematik çizimi. Kübik hücrelerin üst yüzünde,
çok sayıda fırçamsı kenar ya da mikrovilus görülüyor. Mitokondrilerin dağılımına ve hücre za­
rının tabanındaki iç kıvrılmalarla ilişkisine dikkat edin. Bu hücrelerde iki çeşit yan yüz uzantısı
vardır. Birisi hücrenin bütün kenarını kuşatır, diğeri ancak bazal bölgede bulunur. Çizimde an­
laşılması kolay olsun diye boşluklar abartılmıştır (Bulger R: Amer. J. Anat 1965; 116:237’den
değiştirilerek alınmıştır).
ÜRİNER SİSTEM / 393

Şekil 19-16. Nefrondaki hücrelerin ince yapısına ait şematik çizim. Distal tubulün epitel
hücreleri ile Henle kangalının çıkan kalın kolunun hücreleri ince yapı olarak benzerlik
gösterse de tamamen farklı işlev görürler.
394 / BÖLÜM 19

Şekil 19-17. Distal kıvrımlı tü-


büller (DKT) fırçamsı kenarın
olmaması ile tanınıyor. Henle
Kulpunun inen ince bölümü
(İHK) ve kan kapileri (ok başı)
izleniyor. PT boyası. Orta bü­
yütme.

Toplayıcı kanalların epiteli arka hipofiz tarafından salgı­ Jukstaglomerüler Aygıt


lanan arginin vazopresin ya da antidiüretik hormona tepki
Böbrek cisimciğinin hemen bitişiğinde getirici arteriyolün
verir. Eğer su alımı sınırlı ise, antidiüretik hormon salgılanır
orta tabakasında (tunika media) değişmiş düz kas hücreleri
ve toplayıcı kanalların epiteli glomerül süzüntüsünden emi­
bulunmaktadır. Bu hücrelere jukstaglomerüler (JG) hüc­
lip kan kapillerlerine aktarılan ve böylece vücutta tutulmuş
reler adı verilir (19-3, 19-13, 19-24 ve 19-25). Bunların sitop-
olan suya geçirgen hale gelir. Antidiüretik hormon varlığın­
lazmalan salgı granülleri ile doludur. Jukstaglomerüler hüc­
da, li'ımen zarında yer alan zar içi tanecikler su emilimi için
relerin salgısı kan basıncının korunmasında rol oynamakta­
kanallar oluşturabilecek şekilde toplanırlar.
dır. Distal kıvrımlı tübüllerde bulunan maküla densa, juks­
taglomerüler hücrelerin yer aldığı getirici arteriyol kısmına
çok yakındır; getirici arteriyolün bu kısmı ile maküla densa
birlikte jukstaglomerüler aygıtı oluşturur (Şekil 19-3 ve 19-
24). Jukstaglomerüler aygıtın bir bölümünü de işlevleri iyi
anlaşılamamış açık renk boyanan hücreler oluşturur. Bu
hücrelere ekstraglomerüler mezangiyal hücreler veya
lacis hücreler adı verilir. Af'erent arteriyolün iç elastik
membranı JG hücrelerin bulunduğu bölgede kaybolur.
Elektron mikroskopla incelendiğinde JG hücreleri bol
miktarda kaba endoplazma retikulumu, iyi gelişmiş Golgi
kompleksi ve çapları yaklaşık 10-40 nm olan salgı granülleri
dahil protein salgılayan hücrelere özgü özellikler sergilerler.
JG hücreler, anjiyotensinojen denen plazma proteinini
inaktif bir dekapeptid olan anjiyotensin I’e dönüştürecek
olan renin hormonunu üretirler. Anjiyotensin I, akciğer en-
dotel hücrelerinde yüksek yoğunlukta bulunan dönüştürücü
bir enzimin etkisiyle iki aminoasitini kaybederek etkin va-
zopresif bir oktapeptid olan anjiyotensin H’ye dönüşür.

k l in ik b il g i

Önemli bir kanamadan sonra (azalan kan hacmi


kan basıncında düşme oluşturur) renin salgısı
Şekil 19-18. Henle kangalının (H) ince bölümünü gösteren
artar. Üretilen anjiyotensin II, hem arteriyolleri
elektron mikroskop resminde yassı epitel hücreleri, pence­
daraltır hem de adrenal kodekste üretilen aldos-
reli kapilerlerde (K) alyuvarlar, interstisyumda (İ) kollagen
teron salgısını adırır. Aldosteron, böbrek tübül
fibril demetleri dikkati çekmektedir x 3300 (J. Rhodin’den).
hücrelerine (en çok distal tübüllere) etki ederek
ÜRİNER SİSTEM / 395

Ş e kil 19-19. Distal kıvrımlı


tübüllerin (DKT) yoğunlukta
olduğu, Henle kulbunun ince
bölümler halinde (yıldızlar) gö­
rüldüğü böbrek bölgesi. Kanla
dolu kapilerler kırmızı boyan­
mış. PT boyası. Orta büyütme

glomerül süzüntüsünden sodyum ve klorür iyon­ Kan dolaşımı


larının emilimini artırır. Buna karşılık sodyum ve Böbrek, kanı böbrek arterinden (renal arter) alır. Renal ar­
klorür iyonlarındaki bu artış sıvı hacmini çoğaltır ter organa girmeden önce genellikle iki dala ayrılır. Dallar­
(özellikle kan plazma hacmini), kan hacminde ar­ dan birisi böbreğin ön bölümüne giderken, diğeri arka kıs­
tışa bağlı olarak kan basıncında da artış olur. ma uzanır. Bu iki dal girişte (hilumda) tekrar dallanarak
Kan hacmini düşüren başka nedenlere bağlı böbrek piramitleri arasında yer alan interlober arterleri
olarak (örn. sodyum kaybı, dehidratasyon) kan oluşturan dalları yapar (Şekil 19-26). Kortikomediiller bileş­
basıncının düşmesi de kan basıncının korunma­ ke düzeyinde interlober arterler arkuat arterleri oluşturur.
sına katkıda bulunan renin anjiyotensin ll-aldos- Arkuat arterlerden dik açılarla dallanan interlobüler arter­
teron düzeneğini devreye sokar. ler böbrek kapsülüne dik şekilde korteks içinde ilerler. Bu
arterler, bir medüller ışın ve bitişiğindeki kortikal labirentten

Şekil 19-20. Böbrek kodeksin­


de distal kıvrımlı tübülde sıkı
sıkıya bir arada bulunan epitel
hücrelerinin oluşturduğu (ke­
sikli çizgi) şekli belirgin bir ma-
küla densayı gösteren ışık
mikroskop fotoğrafı. Bu yapı
distal tübüldeki süzüntünün
iyon derişimine karşı oldukça
duyarlıdır, bunun glomerüldeki
süzülmeyi etkilediğine inanılır.
PT Boyası. Orta büyütme.
396 / BÖLÜM 19

Şekil 19-21. Böbrek korteksi-


nin mikroskop fotoğrafı. Böb­
rek cisimciğinin damar kut­
bunda makülan densa belirgin
olarak seçilmektedir (ok). Pik-
rosirius-hematoksilen (PSH)
boyası. Orta büyütme.

oluşan renal lobiillerin sınırını çizerler (Şekil 19-26). Glome- ta (düz damarlar) adı verilir. İnen damar aralıksız tip kapil-
riil kapilerlerine kan taşıyan getirici (aferent) arteriyoller, ler özelliği gösterirken, çıkan damarın endoteli pencerelidir.
interlobüler arterlerden ayrılır. Kan buradaki kapilerlerden Giomerülden süzülen kanı taşıyan bu damarlar meclüllayı
götürücü (eferent) arteriyollere aktarılır. Arteriyoller, besler ve oksijen gereksinimi karşılar. Kangal biçimindeki
proksimal ve distal tübiilleri besleyecek ve düşük molekül yapıları yüzünden bu damarlar Menle kangalının ara doku­
ağırlıklı maddelerle iyonları dolaşım sistemine taşıyacak olan da, (interstisyum) oluşturduğu yüksek ozmotik gradyanı or­
tiibüller çevresinde, peritübüler kapiler ağı oluşturmak tamdan uzaklaştırmazlar.
üzere dallanır. Jukstanıediiller nefronlarla ilişkili olan elerent Dış korteksteki ve böbrek kapsülündeki kapilerler inter­
arteriyoller ince, uzun kapiler damarları oluşturur. Mediilla- lobüler venlere boşalan yıldızsı (stellat) venleri oluştur­
da düz bir yol izleyen ve sonra yeniden korteks-mediilla sı­ mak üzere birleşirler (bu isim böbreğin yüzeyine bakıldığın­
nırına doğru geriye kıvrılan bu kapiler damarlara vaza rek- da gözlenen konumlanmalarına bağlı olarak verilmiştir).

Şekil 19-22. Böbrek medülla-


sının mikroskop fotoğrafında,
iki toplayıcı kanalın kübik hüc­
releri ve belirgin bazal memb-
ranı. Böbreğin bu hipertonik
bölgesinde hipofizin anti diüre-
tik hormonunun etkisiyle su ge­
ri emilir, vücudun su dengesi
kontrol edilir. PT boyası. Orta
büyütme.
ÜRİNER SİSTEM / 397

Golgi
r^ k .W ' kompleksi

Bazal'
lamina

Pencereli kapiler
endoteli

Şekil 19-23. Toplayıcı böbrek tübülü epitelinin elektron mikroskop fotoğrafı. Mitokondri (M),
Golgi kompleksi ve çekirdek (Çk) görülmektedir. x12.000.

Glomerül
kapilerleri

Şekil 19-24. Böbrek cisimciği­


ne giren aferent arteriyolün
mikroskop fotoğrafı. Bu arteri-
yolun duvarında renin üreten Arteriyol
jukstaglomerüler hücreler gö­
rülüyor (kesikli çizgiler). Sağ
üstte çok sayıda uzamış mito­
kondri taşıyan distal kıvrımlı
Endotel
tübül bulunmaktadır (DKT).
PT boyası. Büyük büyütme
398 / BÖLÜM 19

Maküla densa

Şekil 19-25. İki farklı böbrek cisimciğinin mikroskop fotoğrafı, (s o ld a ) maküla densanın çekirdekleri
biribirine bitişik izleniyor. Distal tübülün epitel hücreleri daha küçük görülüyor. S a ğ d a , getirici arteriy-
ol duvarında (ok başları) jukstaglomerüler aparatın bir kısmı ve renin içeren salgı granülleri.

Venler arterterle aynı yolu izler (19-26). Kan lobülier a-


rası venlerden arkuat venlere ve oradan da loblar arası yen­
lere akar. Loblar arası venler böbrek yenini oluşturmak üze­
re birleşir, buradan kan böbreği terkeder.

Böbrek Ara Dokusu


İdrar tübülleri ile kan ve lenf damarları arasındaki boşluk
böbrek interstisyumu adını alır. Kortekste çok küçük bir
alan tutar ama medüllada artar. Böbrek interstisyumu fibrob-
lastlar, kollajen lifleri ve esasen medüllada proteoglikandan
zengin yüksek düzeyde su tutan ara madde içeren az mik­
tarda bağ dokusu içerir. Medüllada ara hücreler denen salgı
yapıcı hücreler bulunur. Bunlar sitoplazmalarında lipit dam­
lacıkları içerirler ve prostaglandin ve prostasiklin sentezinde
görev alırlar.

Böbrek üstü steroidlerinin etkileri


Esas olarak aldosteron olmak üzere böbrek üstü bezi kor-
teksinin steroid hormonları, süziintüdeki sodyumun distal tü-
büllerden emilimini artırır ve böylece idrarla sodyum kaybını
azaltır. Aldosteron aynı zamanda potasyum ve hidrojen iyon­
larının atılmasını da kolaylaştırır. Vücuttaki elektrolit dengesi­ Ş e kil 19-26. Böbreğin kan dolaşımı korteks-medülla
nin korunmasında bu hormonun çok önemli bir rolü vardır. arasındaki sınırda arkuat arterler görülüyor.
ÜRİNER SİSTEM / 399

İDRAR TORBASI (MESANE) VE


KLİNİK BİLGİ İDRAR YOLLARI
İdrar torbası ve idrar yolları böbreklerde üretilen idrarı de­
Böbrek üstü bezleri çıkarılan hayvanlarda ve A d ­
polar ve dışarı taşir. Kulisler, renal pelvis, üreter ve torbanın
dison hastalığı bulunan insanlarda görülen al-
histolojik yapısı aynıdır, üreterlerin duvarları idrar torbasına
dosteron eksikliği sonucu idrarla aşırı sodyum
doğru yaklaştıkça kalınlaşır.
kaybı gerçekleşir. Bu organların mukozası çok katlı değişken epitel (Şe­
kil 19-27 A ve B) ve gevşekten tıkıza doğru değişen bağ do­
kusunun yaptığı lamina propriadan oluşur. Bu organların la­
mına propriyası yoğun düz kas tabakası ile örülmüştür.

Ş ekil 19-27. İdrar torbasının


dolu (A) ve boş (B) olduğu
durumlardaki değişici epitelin
yapısı karşılaştırılmaktadır.
İdrar torbası dolu olduğunda
epitel hücrelerinin biribirinin
üzerinden kayma yeteneği
epitelin kalınlığını azaltır. So­
nuç olarak idrar torbasının iç
yüzeyi artar. Resim B de gö­
rülen düz kas hücre demetle­
rini ayıran ince, kolajen lif de­
metlerine dikkat ediniz. PHS
boyası. Orta büyütme.
400 / BÖLÜM 19

İdrar torbasının çok katlı değişken epiteli torba gevşek


durumdayken 5-6 sıra hücreden oluşur; yüzeydeki hücreler
yuvarlaktır ve lümene doğru çıkıntı yapar. Bu hücreler ge­
nellikle poliploid ve çift çekirdeklidir. Epitel, torba idrarla
dolu olduğu zamanki gibi gerildiğinde kalınlığı 3-4 hücre sı­
rasından oluşur ve yüzeydeki hücreler yassılaşır.
Çok katlı değişken epitelin yüzeyindeki hücrelerin idrar­
la doku sıvıları arasında ozmotik bir engel oluşturduğu dü­
şünülen, daha ince ve dar zar bantları ile ayrılmış kalın plak­
lardan oluşan özel bir zarı bulunur. Torba kasıldığında zar
ince bölgelerinden katlanır ve kalın plaklar iğ şeklinde si-
toplazmik küçük boşluklar oluşturacak şekilde içeri çöker.
Bu boşluklar boş torbada bulunan hücrelerin sitoplazması
içinde saklanabilen kalın plakların yerleştiği depolar olarak
iş görürken dolu torbada artan hücre yüzeyini kaplar. Bu lü-
men zarı, Golgi kompleksinde toplanır ve olağan dışı bir
kimyasal bileşimi oluşturur. Bunlar, serebrozid polar lipid
fraksiyonunun esas bileşenidir.
Kalisler, renal pelvis ve üreterlerdeki kas tabakaları yay
sarınalı biçiminde düzenlenmiştir. Üreterdeki kas hücreleri
torbaya ulaştığında uzamına dizilim gösterirler. Torbadaki
kas lifleri (belli bir tabaka oluşturmazlar) Torba boynuna
ulaşıncaya dek her yöne dağılırlar. Torba boynunda üç ayrı
tabaka seçilebilir: Torba boynunun distalinde yer alan iç
uzamına tabaka erkeklerde prostatik üretra ve prostat paren-
kimi çevresinde sirküler hale geçer. Kadınlarda dış meatusa
dek uzanır. Kas lifleri gerçek istemsiz üretra sfinkterini oluş­
turur. Orta tabaka mesane boynunda sona erer ve dıştaki
uzamına tabaka erkekte prostat sonuna dek devam ederken
kadınlarda dış üretra meatusuna dek ilerler.
Üreterler (19-28) torba duvarından çapraz olarak geçer­
ler; idrarın geri akışını önleyen bir kapakçık oluşturacak bi­
çimde oblik olarak girerler. Üreterin intravezikal kısmında
yalnız uzamına kas lifleri bulunur. Şekil 19-28. İdrar torbasının ana kısımlarını gösteren mik­
İdrar yolları seröz peritonla sarılmış olan idrar torbasının roskop fotoğrafı. Bu kısımlar; iç katta değişici epitelden çok
üst kısmı hariç adventisya zarı ile sarılmıştır. damarianmış bağ dokusundan, düz kas katından ve dışta
bağ dokusu katmanından oluşmaktadır. PT Boyası. Küçük
Üretra büyütme.
Üretra idrarı idrar torbasından dışarıya aktaran bir tüptür. Er­
kekte ejakükısyon sırasında sperma da buradan geçer. Üret­
ra, kadınlarda tümüyle (iriner bir organdır. bölümdeki bu istemli çizgili büzgüsü, istemsiz üretra büzgü­
sünün oluşturduğu sıkma kuvvetine ek bir kapatıcı kuvvet
E rkek Ü retrasi yaratır. İstemsiz üretra büzgüsü, torbanın uzamına iç kas ta­
Erkekte üretra dört bölümden oluşur. Bunlar prostatik, bakasının devamı ile ortaya çıkan büzgüdür.
membranöz, bulböz, pendülöz bölümlerdir. Prostatın ko­ Üretranın Bulböz ve pendülöz kısımları penisin kor-
numu (Bkz. 22. Bölüm) idrar torbasına çok yakındır, (iretra- pus spongiyozumunda yer alır. Üretra liimeni distalde ge­
nın başlangıç bölümü prostatın içinden geçer ve prostat sal­ nişleyerek fossa navikularisi oluşturur. Üretranın bu kısmı­
gısını taşıyan kanallar üretranın prostatik bölümüne açılır. nın epiteli büyük oranda yalancı çok katlı prizmatik epitel-
Prostatik üretranın dorsal ve distal kısımlarında veru- dir, aralarda çok katlı yassı epitel içeren alanlar da bulunur.
montanum (Lat. dağ zirvesi) denen bir yükselti içine doğ­ Üretra boyunca bulunan müköz salgı bezleri olan Littre
ru uzanır. Prostatik iıtrikül denen kör bir tüp verumontanu- bezleri en çok pendülöz kısımda yoğunlaşmıştır. Bu bezler­
nıun ucuna açılır; bu tüpün işlevi bilinmemektedir. Ejaküla- den bazılarının salgı bölümleri doğrudan doğruya üretranın
tör kanallar verumontanumun kenarlarına açılır. Ejakülas- epitel yüzeyine açılır; diğer kısımların boşaltım kanalları var­
yondan hemen önce seminal sıvı bu kanallardan geçerek dır.
depolanmak üzere proksimal üretraya girer. Prostatik üretra
çok katlı değişken epitel ile döşelidir. Dişi Ü r e t r a s i
Membranöz üretra, yalnızca 1 cm boyundadır ve çok Kadınlardaki üretra, arada yalancı çok katlı prizmatik epitel
katlı prizmatik ya da yalancı çok katlı prizmatik epitelle dö­ içeren alanlar bulunan çok katlı yassı epitelle döşeli olan, 4-
şelidir. Bu kısmın çevresini üretranın dış büzgüsü (dış 5 cm. uzunluğunda bir tüptür. Dişi üretrasının orta kısmı dış­
sfinkteri) denen çizgili kastan oluşan bir sfinkter sarar. Dış tan istemli büzücü çizgili kas ile sarılmıştır.
ÜRİNER SİSTEM / 401

KAYNAKLAR
Barger A C, Herd JA : T h e renal circulation. N Engl J Med 1 9 7 t;2 8 4 :4 8 2 . Hicks RM : T h e mammalian urinary bladder: an accom m odating organ. Biol
Bulger RE, Dobyan D C : Recent advances in renal morphology. Annu Rev Rev 1 9 7 5 :5 0 :2 1 5 .
Physiol 19 8 2 ;4 4 :147. Levy B ], W ight T N : T h e role o f proteoglycans in bladder structure and
Farquhar M G : T h e glomerular basement membrane: a selective macromo- function. Adv Exp Med Biol 1 9 9 5 :3 8 5 :1 9 1 .
lecular filter. In: Hay E D (editor): Cell Biology o f Extracellular Matrix. Maunsbach AB (editor): Functional Ultrastructure o f the Kidney. Academic
Plenum Press, 1981. Press, 1981.
Friis U G et al: Rxocytosis and endocytosis in juxtaglomerular cells. Acta Staehelin LA eta l: Luminal plasma membrane o f the urinary bladder. 1. Three-
Physiol Scand 2001 ;1 6 8 :9 5 . dimensional reconstruction from freeze-etch images. ] Cell Biol
G anong W F : Formation and excretion o f urine. In: Review o f Medical 1 9 7 2 :5 3 :7 3 .
Physiology, 20th ed. M cGraw -H ill, 2 0 0 1 .
Hipofiz 20

HORMONLAR x 6 mm boyutkırındadır. Önemli bir radyolojik belirtme nok­


tası olan ve sfenoid kemikte bulunan bir boşluk - sella tur-
Hormonlar vücutta kimyasal belirtilerle çalışan moleküller­
sika- içinde yer alır. Embriyogenez sırasında, hpofiz kısmen
dir. Bir vücut boşluğuna ya da vücut yüzeyine doğru salgı
oral ektodermden kısmen de sinir dokusundan gelişir. Nöral
yapan dışsalgı (ekzokrin) hücrelerin aksine içeriye salgı yap­
komponent diensefalonun tabanından bir çıkıntı şeklinde
tıkları için içsalgı (endokrin) hücreler denen özel hücreler
gelişir ve beyinden ayrılmadan kaudale doğru bir sap olarak
tarafından salgılanırlar. İçsalgı hücreleri tipik olarak hücre
uzar. Oral komponent embryonun primitif ağzının tavanın­
kordonları .şeklinde düzenlenerek içsalgı bezleri oluşturacak
dan ektodermin cep gibi çıkıntı yapması ile ortaya çıkar ve
şekilde toplanırlar. Kayda değer bir kuraldışılık hücrelerin
kraniyale doğru büyüyerek Rathke kesesi adı verilen yapı­
folikiiller halinde düzenlendiği tiroid bezidir. Bezlerin yanı
yı oluşturur. Daha sonra, bu kesenin altındaki bir büzülme
sıra vücutta sindirim sisteminin içsalgı bezleri gibi pek çok
ile ağız boşluğundan ayrılır. Aynı zamanda, ön duvarı kalın­
ayrılmış içsalgı hücre de vardır. İçsalgı hücreler salgılanan
laşır ve Rathke kesesinin lümeni küçük bir yarık haline ge­
hormonları alan ve organizmaya dağıtan kan damarlarına
lir (Şekil 20-1).
çok yakındırlar. Böylece pek çok hormon salgılandığı yer­
Farklı ikili kökeni nedeniyle hipofiz aslında iki bezden
den uzak bir yerde etkisini gösterir. Ancak pek çok içsalgı
oluşur -nörohipofiz ve adenohipofiz- anatomik olarak
hücre, yakın yerde etki gösteren hormonlar üretirler. Buna
birleşiktirler ama işlevleri farklıdır. Hipofizin, sinir dokusun­
parakrin salgılama adı verilir. Bu hormonlar etki yerlerine
dan gelişen kısmı olan nörohipofiz, pars nervoza ismi ve­
kısa kan damarı kangalları ile ulaşabilirler. Parakrin salgıla­
rilen büyük ve infundibulum ya da nöral sap ismi verilen
maya iyi bir örnek esasen pilorusda yer alan G hücreleri ta­
daha küçük kısımlardan meydana gelir (Şekil 20-2). Nöral
rafından salgılanan gastrin hormonudur. Gastrin fundus bez­
sap, kök ve mediyan eminensten oluşmaktadır. Oral ekto­
lerine ulaşarak hidroklorik asit üretimini uyarır. Bir diğer sal­
dermden gelişen hipofiz kısmı adenohipofiz olarak bilinir
gılanma yöntemi jukstakrin salgıdır, molekül hiicreclışı do­
ve üç parçaya ayrılır: büyük bir pars distalis ya da anteri­
kuya salgılanır, matriks içinde dağılarak çok kısa mesafede­
o r lob; nöral sapı saran kranyal bir kısım olan pars tubera-
ki hücrelere etki eder. Langerhans adacıklarında, insulin sal­
İİS; ve pars intermedia (Şekil 20-1 ve 20-2).
gılanmasının aynı adacık tarafından üretilen somatostatin ile
baskılanması jukstakrin salgılamaya örnektir. Otokrin salgı­
lamada, hücreler kendileri üzerinde ya da aynı tip hücreler Kan dolaşımı
üzerinde etki gösteren moleküller üretirler. Bir kaç hücre ti­
Hipofizin işlevini anlamak için, ilk olarak kan dolaşımını in­
pi tarafından üretilen insulin benzeri büyüme faktörü (IGF)
celenmesi önemlidir. Hipofizin kan dolaşımı, arteria karotis
kendisini üreten aynı hücreler üzerinde etki gösterebilir.
İnternadan gelen iki grup kan damarından kaynaklanır. Üst­
Hormonların etki ettikleri doku ve organlara hedef do­
ten, sağ ve sol superior hipofiz arterleri mediyan eminens
ku ya da hedef organ adı verilir. Bu doku ve organlar hor­
ve nöral sapı kanlandırır; alttan, sağ ve sol inferior hipofiz
monlara tepki verirler çünkü hücrelerinin hormonları özel
arterleri nöral sapa küçük bir dolaşım kanlanma sağlamak­
olarak tanıyan ve onlara karşı tepki veren reseptörleri var­
la birlikte esas olarak nörohipofizi kanlandırır. Superior hi­
dır. Bu nedenle hormonlar kanda dolaşabilir ve ayrım yap­
pofiz arterleri, sap ve mediyan eminensi sulayan ve pence­
madan vücudun tüm hücrelerini etkilemezler. Reseptörlerin
reli kapillerlerden oluşan prim er kapiler pleksusu oluştu­
bir diğer avantajı hedef hücrelerin ilgili hormonlara tipik ola­
rurlar. Daha sonra bunlar birleşerek adenohipofizde sekon-
rak oldukları gibi kanda çok düşük yoğunlukta bulundukla­
der pleksusu geliştiren venleri oluştururlar (Şekil 20-2). Bu
rında dahi yanıt vermesidir. İçsalgı bezler de hedef organlar­
portal hipofiz sistemi, adenohipofizin hücrelerinin İşlevle­
dır. Bu şekilde vücut hormon salgısını bir başa tepki (feed­
rini kontrol eden nörolıormonları mediyan eminensten nö-
back) mekanizması ile kontrol edebilmekte ve kan hormon
rohipofize taşıdığı için son derece önemlidir.
düzeylerini kesin sınırlar içinde tutabilmektedir.

HİPOFİZ Hipotalamo-Hipofizer sistem


Hipofiz (Gr. Hypo, alt, + fizis, büyüme) ya da pituiterbez Embriyolojik kökeni nedeniyle hipofiz beynin tabanında bu­
yaklaşık Ü.5 gr ağırlığındadır ve insanlarda yaklaşık 10 x 13 lunan ve önemli anatomik ve işlevsel ilişki kurduğu lıipota-
lamus ile birleşiktir.

403
404 / BÖLÜM 20

Şekil 20-1. Ağız tavanının ektoderminden ve diensefelonun tabanından adenohipofizin ve nörohipofizin gelişimi.

Hipotalamo hipofizer sistemde 3 bilinen hormon üretim ğerinde hiç bulunmaz. Hiç salgı granülü olmayan gurup
yeri vardır ve 3 gurup hormon salgılarlar: muhtemelen farklılaşmamış hücreleri ve foliküler hücreleri
1 . İlk gurup hipotalamusdaki salgılayın yoğun nöron top­ içermektedir. Foliküler hücrelerin uzun dallanan uzantıları
lulukları (nukleus) tarafından oluşturulan peptidlerden diğer hücreleri destekleyen bir ağ oluşturur. 2 hormon üre­
oluşur: bu nukleuslar supraoptik ve paraventriküler nuk- ten gonadotropik hücre dışında diğer hücreler yalnızca bir
leuslardır. Hormonlar bu nöronların aksonları boyunca tane hormon salgılar. 5 tip hormon salgılayan hücreyi birbi­
taşınırlar ve nörohipofizde yer alan aksonların sonların­ rinden ayırt etmek için pek çok boya kullanılmış ama çok
da toplanırlar (Şekil 20-2). başarılı olunamamıştır. Bu hücre tiplerini ayırt etmede bu
2 . İkinci hormon gurubu (peptidler) hipotalaınusun ona gün en güvenilir teknikler immunositokimyasal yöntemler
sırt, orta karın ve infidubular çekirdekleri tarafından ve elektron mikroskobisidir (Şekil 20-5). Hipofiz tarafından
oluşturulur. Bu hormonlar depolanıp salgılandıkları me­ üretilen hormonların yaygın fizyolojik işlevi vardır (Şekil 20-
dian eminense gelene kadar aksonlar boyunca taşınırlar. 7 ve Tablo 20-1); neredeyse tüm diğer içsalgı bezleri, süt sal­
Bu hormonlar median eminensin kan damarlarında son- gısını ve kas, kemik ve yağ doku metabolizmasını düzenler­
lanırlar ve adenohipofize hipofiz portal sisteminin ilk ler.
uzantısı aracılığı ile taşınırlar (Şekil 20-2).
3 . Üçüncü hormon gurubu pars distalis hücreleri tarafından Distal bölümünün kontrolü
oluşturulan ve taşıyıcı sistemin ikinci uzantısının kan ka-
pillerlerine salgılanan proteinlerden ve glikoproteinler- Pars distalis hücrelerinin işlevi birden fazla düzenek ile
den oluşur. Bu kapillerler salgılayıcı hücreleri çevreler ve kontrol edilir. Esas düzenek nörosekretuar hücrelerin oluş­
hormonları genel dolaşıma dağıtırlar (Şekil 20-2). turduğu hipotalamik toplam üretilen ve median eminensde
depolanan peptid hormonları kullanır (Tablo 20-2). Bu hor­
monların çoğuna hipotalamik salgılatıcı horm onlar adı
ADENOHİPOFİZ
verilir, açığa çıktıklarında kapiller pleksuslar ile pars distali-
Distal bölüm se taşınırlar (Şekil 20-2). Bu hormonlardan pars distalisin
Pars distalisin esas unsurları kapillerlerde dağılmış olan epi- spesifik hücreleri üzerinde etkilerini gösteren ikisi hormon­
telyal hücre kordonlarıdır (Şekil 20-3 ve 20-4). Bu hücreler ların salgılanmasını inhibe ederler (hipotalamik inhibe
tarafından üretilen hormonlar salgı graniiller olarak depola­ edici horm onlar; bakın Tablo 20-1). Hipotalamik nöronla­
nırlar (Şekil 20-5 ve 20-6). Var olan birkaç fibroblast tarafın­ rın elverişli konumu ve hipofiz üzerinde ve pek çok vücut
dan hormon salgılayan hücre kordonlarını destekleyen reti- işlevi üzerinde gösterdikleri kontrol nedeniyle pek çok dış
küler lifler üretilir. Pars distalis hipofiz kütlesinin %75'ini kaynaklı uyarı gibi beyinden kaynaklanan uyarılar da hipo­
oluşturur. Yaygın olarak kullanılan boyalar ile pars distalis- fiz işlevini ve bunun sonucu olarak da pek çok organ ve do­
de 3 hücre tipi tanımlanabilir: kromofoblar (Gr. Kroma, kunun işlevini etkileyebilir.
renk, + fobos, korku) ve sırasıyla bazik ve asidik boyalara İkinci kontrol düzeneği, uyarılan içsalgı hücrelerden sal­
eğilimine güre bazofil ya da asidofil denen 2 tip kromofll gılanan hormonların mediyan eminens ve pars distalisten
(Gr. Kroma + Philein, sevmek) (Şekil 20-6). Bazidofil ve asi­ peptidlerin salgılanması üzerinde oluşturdukları direkt etki­
dofil hücrelerin alı tipleri ürettikleri hormonlara göre adlan­ dir (Şekil 20-7). Şekil 20-8’de tiroid bezi örnek alınarak bu
dırılır (Tablo 20-1). Kromofoblar yoğun olarak boyanmazlar düzenekler gösterilmiş ve aynı zamanda nöronların hipota­
ve elektron mikroskop ile incelendiklerinde 2 hücre toplu­ lamik nukleuslardaki nörosekretuvar hücreler üzerinde oluş­
luğu görülür. Bir tanesinde az sayıda graniil bulunurken di­ turdukları etki ile başlayan ve dizideki son hormonun etkisi
HİPOFİZ / 405

Ş e k il20-2. Hipofiz-hipotalamus düzeneğinin damarlanması, hormon üretim, depolanma ve salıveril­


me yerleri.

ile işi yapan hücreler üzerinde sonlanan karmaşık olaylar şeklinde bir bölgedir (Şekil 20-2). Pars tuberalisin hücreleri­
zinciri gösterilmiştir. Gonadlarda üretilen transforming beta nin çoğu gonadotropinleri (folikül stimule edici hormon ve
ailesinin üyeleri peptidler olan inhibin ve aktivin gibi hor­ lutenizan hormon) salgılar ve kan damarları boyunca kor­
monal olmayan moleküller foliküI uyarıcı hormonun salgısı­ donlar halinde dizilmişlerdir.
nı kontrol eder. Tüm bu düzenekler pars distalisin hücreleri
tarafından gerçekleştirilen hormon salgısının hassas bir şe­ Ara bölüm
kilde ayarlanmasına olanak sağlar.
Ratlıke kesesinin dorsal bölgesinden gelişen pars intermedia
(Şekil 20-1 ve 20-3), insanda küçük salgı grandileri içeren ha­
Tuberalis bölümü fif bazofil hücre kordonları ve foliküllerinden oluşan körelmiş
Pars tuberalis nörohipofizin infundibulumunu kuşatan huni bir bölgedir. Bu hücrelerin fonksiyonu bilinmemektedir.
406 / BÖLÜM 20

"
'f î w m Şekil 20-3. Hipofizin sinirsel
» > '0 •', fr l? i bölümü, ara bölümü ve distal
■S bölümünü gösteren kesiti. Sa-
rı-boyalı eritrositler kan damar­
larının düzenini gösteriyor.
Malory trikrom boyası. Küçük
Sinirsel Ara Distal bölüm büyütme.
bölüm bölüm

M to .' . ı ■ *

- im

Şekil 20-4. Distal bölüm içinde endokrin hücreler sıralar


halinde dizilmiş. Gomori trikrom boyası. Küçük büyütme.
HİPOFİZ / 407

Golgi kompleks

Salgı
grandileri

Şekil 20-5. Kedi ön hipofizinde somatotrop (büyüme hormonu-salgılayıcı hücre) hücrenin elektron
mikroskop resmi. Çok sayıda salgı granülü, uzun mitokondriyumlar, kaba endoplazma retikulumu
sarnıçları ve Golgi Kompleksi dikkati çekmektedir. x10.270

Asidofiller

Kromofob

Bazofiller

Şekil 20-6. Bazı boyalar distal bölümlerin


hücre tiplerini ayırt etmemizi sağlar. Kromo-
filler (asidofil ve bazofiller) ve kromofololar.
Gomori. Trikrom boyası. Büyük büyütme
408 / BÖLÜM 20

Tablo 20-1. Distal bölümdeki salgılayıcı hücreler

Esas İnsanda Hipotalam ik Hipotalam ik


Hücre Tipi Boya Üretilen Fizyolojik Salgı Salgılatıcı Baskılayıcı
Eğilimi Hormon Etkenlik Granülleri Horm onlar Horm onlar

Somatotropik Asidofilik Somatotropin Karaciğerde sentezlenen Çok sayıda Somatotropin- Somatostatin


hücre (büyüme somatomedinler yolu ile yuvarlak veya salgılatıcı
hormonu) uzun kemiklerin büyümesi oval 300-400 nm hormon
üzerine etkir. çapında (SRH)

Mamotropik Asidofilik Prolaktin Süt salgılanmasını 200 nm; gebelikte Prolaktin- Prolaktin baskı­
hücre sağlar ve süt verme döne­ salgı latıcı layıcı hormon
minde büyüklüğü hormon (PIH)
adar (600 nm (PRH)
çapında

Gonadotropik Bazofilik Aynı tip FSH kadında ovaryumda Gonadotropin


hücre hücrede folikül gelişimini ve salgılatıcı hormon
folikül östrojen salgılanmasını (GnRH). İki
uyarıcı sağlar, erkekte sperma- salgılatıcı hormon
hormon togenezi baskılar. olabilir: FRH
(FSH) ve LH kadında ovaryumda 250-400 nm (folikül-salgılatıcı)
luteinizan folikülün olgunlaşmasını çapında. ve LRH (lutein-
hormon (LH) ve progesteron salgılatıcı hormon)
salgılanmasını sağlar.
Erkekte Leydig hücresinin
uyarılması ve androien
salgılanmasını sağlar

Tirotropik Bazofilik Tirotropin Tiroid hormonu sentezini, Küçük granüller Tirotropin-


hücre (TSH) depolanmasını ve 120-200 nm salgılatıcı
serbestlenmesini uyarır çapında hormon (TRH)

Kortikotropik Bazofilik Kortikotropin Adrenal kodeks Büyük granüller, Kodikotropin-


hücre (ACTH) hormonlarının 400-550 nm salgı latıcı
salgılanmasını uyarır. çapında. hormon (CRH)

SİNİRSEL BÖLÜM (Nörohipofiz) lılıklar vardır. Bu hormonlar arginin vasopresin başka bir
adla antidiüretik horm on ve oksitosindir. Her hormon,
Nörohipofiz pars nevroza ve nöral saptan oluşur. Sinirsel
bağlayıcı bir proteine bağlanır (nörofızin). Hormon nörofi-
bölüm, adenohipofizden farklı olarak salgılayıcı hücreler
zin kompleksi uzun bir peptid olarak sentezlenir. Öncüsü­
içermez. Supraoptik ve paraventriküler çekirdeklerde yer
nün proteolizi hormonu ve özel bağlayıcı proteini açığa çı­
alan 100,000 kadar salgılayıcı nöronun myelinize olmamış
karır. Vazopresin ve oksitosin nörohipofizde depolanır ve
aksonundan oluşur. Salgılayıcı nöronlar tipik nöronların ak­
kana hipotalamusdaki sinir liflerinden gelen uyaranlar ile
siyon potansiyeli iletmek dahil tüm özelliklerine sahiptirler
salgılanır. Supraoptik çekirdekten gelen lifler esasen vazop­
ama nörosekretuar materyalin üretilmesi ile ilişkili daha iyi
resin salgısından sorumluyken, paraventriküler çekirdekten
gelişmiş Nissl cisimcikleri vardır. Nörosekresyonlar (Gonıo- gelen liflerin çoğunun oksitosin sekresyonıından sorumlu
rinin krom hematoksilen boyası gibi özel tekniklerle çalışı­ olduğunu ortaya koyan kanıtlar bulunmaktadır.
labilirler) aksonlar boyunca iletilir ve pars nevrozadaki uç­
larda toplanırlar. Burada ışık mikroskobunda görülebilir
Nörohipofiz hücreleri
olan Herring cisimleri denen yapılar oluştururlar (Şekil 2ü-
9). Elektron mikroskop ile Herring cisimlerinin 100-200 nm Her ne kadar nörohipofiz esas olarak hipotalamus nöronla­
çapta nörosekretuar ganiiller içerdiği ve bir zar ile çevrelen­ rının aksonlarından ouştnuşsa da, bu yapının hacminin yak­
diği ortaya çıkarılmıştır. Grandiler salgılanır ve pars nervoza- laşık % 25 ’i pituisit denilen ileri derecede dallanmış özel bir
da çok sayıda bulunan pencereli kapillerlere girerler; hor­ tip glia hücresinden oluşmuştur (Şekil 20-9).
monlar sonra genel dolaşıma dağıtılırlar.
Nörosekretuar ürün iki hormondan oluşur, her ikiside Nörohipofiz hormonlarının etkileri
9 aminositten oluşan tekrarlayan peptidlerdir. Hormonların Vazopresin ve antidiüretik hormon kan ozmotik basıncı yük­
aminoasit içeriklerinde ayrı işlevlere neden olan küçük fark­ seldiğinde salgılanır. Kan bundan sonra ön hipotalamusda
HIPOFIZ / 409

Şekil 20-7. Çeşitli hipofiz hormonlarının hedef hücreleri üzerine etkileri ve onların salgılanmalarının kont-
rolunda başa tepki yöntemleri. Daha fazla bilgi için Tablo 20-1 ve 20-2’ye bak.

ozmoreseplör hücreler üzerinde etkisini gösterir ve supraop- zopresin kan damarlarının düz kaslarının kasılmasını tetikle-
tik nöronlardan hormon sekresyonunu uyarır. Esas etkisi yerek kan basıncını artırır. Esasen küçük arter ve arteriyolle-
böbreğin toplayıcı tubullerinin suya geçirgenliği artırmaktır. rin kas tabakaları üzerinde etki gösterir. Salgılanan içsel va­
Sonuç olarak su bu tubuller tarafından emilir ve idrar hiper- zopresin miktarının kan basınç dengesi üzerinde hissedilir
tonik duruma gelir. Böylece vazopresin iç ortamın ozmotik etki göstermeye yeterli olduğu şüphelidir.
dengesini düzemlemede yardımcı olur. Yüksek dozlarda, va­
410 / BOLUM 20

Tablo 20-2. Nörohipofizin hormonları

H ip o ta la m u s S in irs e l B ö lüm
H o rm on İşlev H o rm o n İşlev

Tirotropin-salgılatıcı Tirotropin ve prolaktin Vazopressin/ Böbrek toplayıcı kanallarının suya


hormon (TRH) salgılanmasını uyarır antidiüretik geçirgenliğini artırır ve damar düz
hormon (ADH) kaslarında kasılmaya yol açar.
Gonadotropin-salgılatıcı Folikül uyarıcı hormon Oksitosin Uterus düz kasının ve meme
hormon (GnRH) ve luteinizan hormon bezlerindeki miyoepitel hücrelerinin
baskılar kasılması üzerine etkilidir.

Somatostatin Büyüme hormonu (GRH)


ve tirotropin salgılanmasını
inhibe eder.

Büyüme-hormonu- Büyüme hormonu


salgılatıcı hormon (GRH) salgılanmasını uyarır.

Prolaktin - baskılayıcı Prolaktin salgılanmasını


hormon (PIH) baskılar
Dopamin

Kortikotopin -salgılatıcı B lipotropin ve kortikotropin


hormon (CRH) (ACTH) salgılanmasını uyarır.

KLİNİK BİLGİ

Okistosin cinsel ilişki ve doğum sırasında uterus


duvarının düz kaslarının ve emzirme sırasında
meme bez kanallarının çevresini saran miyoepi-
tel hücrelerin kontraksiyonunu uyarır. Oksitosin
sekresyonu vajina, uterus serviks gerilmesi ya
da emzirme ile uyarılır. Bu hipotalamus üzerinde
etki eden sinir yolları aracılığı ile gerçekleşir. Em­
zirme ile tetiklenen nörohormonal refleks sü t
ejeksiyon refleksidir (Şekil 20-7).
Antidüretik hormon üreten nörosekretuar
hücrelerin bozulmasına neden olan hipotalamus
berelenmeleri böbreğin idrarı yoğunlaştırmasın­
da kapasite kaybı ile ortaya çıkan diyabetes in-
sipidusa neden olurlar. Sonuç olarak, hastalıklı
birey günde 20 litreye kadar idrar çıkarabilir (po-
liüri) ve aşırı miktarlarda sıvı alabilir.

Ş ekil 20-8. Hipotalamus, hipofiz ve tiroid bezleri arasındaki ilişki. Tirot-


ropin serbestleştiren hormon (TRH) tirotropin salgılanmasını uyarır. Bu
sentezin ayarlanması ile birlikte T3 ve T4 hormonları salgılanır. Hedef
doku ve organların üzerindeki etkilerine karşın bu hormonlar negatif ba­
şa tepki ile distal parçadan ve hipotalamustan, TSH ve TRH salgılan­
masını kontrol eder. Oklar uyarma yolunu, çizgili oklar ise baskılanma-
yı gösteriyor.
HİPOFİZ / 411

Kılcal kan
damarları

cisimcikleri

Şekil 20-9. Sinirsel bölgeden kesit. Dokuların


çoğu aksonlar tarafından oluşturulmuştur.
Herring cisimciği ve pituisitlerin çekirdekleri,
kılcal damarlar içindeki eritrositler (sarı) ko­
laylıkla seçiliyor. Malory Trikrom boyası. Bü­
yük büyütme.

Hipofiz Tümörleri KAYNAKLAR


Bhatnagar AS (editor): The Anterior Pituitary Gland. Raven Press, 1983.
Braunwald E et a!: Harrison's Principles o f Internal Medicine, 15th ed. McGraw-
Hill, 2 0 0 1 .
Brownstein M J er at: Synthesis, transport, and release o f posterior pituitary
KLİNİK b il g i hormones. Science 1 9 8 0 :2 0 7 :3 7 3 .
Cross BA, Lcng G (editors): T he neurohypophysis; structure, function and
Hipofiz tümörleri çoğunlukla iyi huyludur. Yakla­ control. Prog Brain Res 1 9 8 2 :6 0 :3 .

şık üçte ikisi klinik semptomlara neden olan hor­ Daniel PM : T h e blood supply o f the hypothalamus and pituitary gland.
Br Med Bull 1 9 6 6 ;2 2 :2 0 2 .
monlar üretir. Bu tümörler büyüme hormonu, pro-
Pelletier G et al: Identification o f human anterior pituitary cells by immuno-
laktin, adrenokortikotropin ve daha az olarak tiro- electron microscopy. J Clin Endocrinol Merab 1 9 7 8 ;4 6 :5 3 4 .
id uyarıcı hormon üretirler. Bu tümörlerin klinik Phifer RF et al: Immunohistologic and histologic evidence that follicle-
tanısı cerrahi olarak çıkarıldıktan sonra immüno- stimulating hormone and luteinizing hormone are present in the same
cell type in the human pars distalis. J Clin Endocrinol Metab
sitokimyasal yöntemlerle ile doğrulanabilir.
1 9 7 3 :3 6 :1 2 5 .
Phifer RF et al: Specific demonstration o f the human hypophyseal cells which
produce adrenocorticotropic hormone. J Clin Endocrinol 1970:3 1 :3 4 7 .
Reichlin S (editor): The Neurohypophysis: Physiological and Clinical Aspects.
Plenum, 1984.
Adrenaller, Langerhans Adacıkları,
21
Tiroid, Paratiroidler ve Pineal Bez

ADRENAL (BÖBREK ÜSTÜ) BEZLER Böbrek Korteksi Bezi


Böbrek üstü bezler, yağ dokusu içerisine gömülü olarak Böbrek korteksi bezi, hücrelerinin dağılımındaki ve görünü­
böbreklerin üst kutuplarının yanında uzanan çift organlardır mündeki farklılıklardan dolayı, sınırları insanlarda genellikle
(Şekil 21-1). Yarımay biçiminde yassılaşmış yapılar olup, in­ çok net tanımlanmayan üst üste 3 tabakaya bölünmektedir
sanda, yaklaşık boya 4-6 cm eni, 1-2 cm genişliğinde ve ka­ (Şekil 21-3): zona glomerüloza, zona fasikülata ve zona
lınlığı 4-6 mm’dir. Birlikte 8 g civarındadırlar, ancak ağırlık­ retikülaris. Bu tabakalar, böbrek üstü bezlerinin toplam hac­
ları ve büyüklükleri bireyin yaşına ve fizyolojik durumuna minin sırasıyla; %15, %65 ve %7’sini kaplamaktadır.
göre değişkenlik göstermektedir. Böbrek üstü bezin taze bir Bağ dokusu kapsülünün hemen altındaki tabaka, kılcal
kesitinde tıkız bir kollajen bağ dokusu kapsülü ile örtülü ol­ kan damarı tarafından sarılan sıkı bir şekilde paketlenmiş,
duğu görülür. Bez üst üste iki tabakadan oluşmaktadır: sarı
çevresel bir tabaka olan böbrek korteksi bezi ve kımızım-
sı-kahverengi merkezi bir tabaka olan böbrek medüllası
bezi (Şekil 21-1 ve 21-2).
Böbrek korteksi bezi ve böbrek medüllası bezi, embri­
yo gelişimi sırasında birleşen, ayrı kökene işleve ve biçim
özelliklerine sahip iki organ olarak düşünülebilir. Bunlar
farklı germ tabakalarından gelişir. Korteks solom ara mezo­
derminden oluşmaktadır; mediilla, aynı zamanda sempatik
gangliyon hücrelerinin de köken aldığı nöral kabartıdan
kaynaklanan hücrelerden meydana gelmektedir. Böbrek üs­
tü bezinin genel histolojik görünümü; içerisinde hem kor­
teks, hem de mediilla hücrelerinin kılcal kan damarları bo­
yunca kordonlar halinde gruplandığı tipik bir endokrin bez
şeklindedir (bakınız 4. Bölüm).
Böbrek üstü bezini saran kollajen bağ dokusu kapsülü
bezin içerisine trabeküller biçiminde ince septalar gönderir.
Stroma esas olarak, salgı hücrelerini destekleyen zengin bir
tetiktiler lif ağından meydana gelmektedir.

Kanlanma
Böbrek üstü bezleri, çevrelerindeki çeşitli noktalardan giren
birkaç arter aracılığıyla beslenirler (Şekil 21-2). Arteriyel dal­
lar 3 damar grubunun meydana geldiği kapsül altı bir ağ oluş­
turur: kapsül arterleri; bez hücreleri arasında medüller kılcal­
lara boşalan kılcalları oluşturarak tekrarlayan biçimde dalla­
nan korteks arterleri ve medüllanın yoğun kılcal kan damarı
ağının bir bölümünü oluşturmak üzere ayrılmadan önce, kor-
teksin İçinden geçen mediilla arterleri (Şekil 21-2).
İkili kanlanma böylece medtiliaya hem arteriyel (medül­
ler arterler aracılığıyla) hem de venöz (kortikal arterler Şekil 21-1. İnsan böbrek üstü bezleri. Böbrek üstü bezi kor­
aracılığıyla) kan getirir. Kılcal kan damarları endoteli ince teks dokusu noktalı olarak gösterilmiştir; böbrek üstü bezi
zarlar ile örtülen küçük pencerelerle ileri derecede incelmiş medüller dokusu siyah olarak gösterilmiştir. Böbrek üstü bez­
ve kesintiye uğramıştır. Endotelin altında sürekli bir bazal la­ lerinin her bir böbreğin üst kutbundaki yerleşimine dikkat edi­
mina bulunmaktadır, medüllanın kılcalları, korteksi besleyen niz. Ayrıca zaman zaman kortikal ve medüller dokuların sap­
kılcal kan damarlarıyla birlikte böbrek üstü bezi ya da ad­ tandığı böbrek üstü dışı kısımlar da gösterilmektedir (Textbo­
renal veni oluşturmak üzere birleşen mediiller venleri oluş­ ok of Endocrinology/ Endokrinoloji Ders Kitabı, 4. Baskı, Williams
turur (Şekil 21-2). RH (editör). Saunders, 1968'den Forsham’ın izniyle kopyalanmıştır.)

413
414 / BOLUM 21

Kapsül

Subkapsüler
arter ağı

Böbrek üstü
bezi veni

^ona
retikülaris fasikülata glomerüloza
Şekil 21-2. Böbrek üstü bezinin genel yapısı ve kan dolaşımı.

yuvarlak, ya da kavisli kordonlar içerisinde prizmatik ya da glomerüloza başta aldosteron olmak üzere, elektrolit (örne­
piramidal hücrelerin yerleştiği zona glomerülozadır. ğin; sodyum ve potasyum) ve su dengesini sağlayan mine-
Sonraki hücre tabakası, hücrelerin, bir ya da iki hücre ralokortikoidleri salgılarlar. Zona fasikülata ve muhtemelen
kalınlığında olmak üzere, organın yüzeyine karşı dik açılar­ zona retikülaris, kortizon ve kortizol, ya da bazı hayvanlar­
la seyreden ve aralarında kılcal kan damarlarının bulundu­ da kortikosteron olmak üzere, glikokortikoidleri salgılarlar;
ğu, düz kordonlar içerisinde yerleşmesinden dolayı zona fa­ bu glikokortikoidler ayrıca androjenleri (başlıca dehidroepi-
sikülata olarak adlandırılır (Şekil 21-3C). Zona fasikülata androsteron) ve belki az miktarda östrojenleri üretmektedir.
hücreleri, sitoplazmalarında çok sayıda lipid damlacıkları Asetattan kolesterol sentezi endoplazma retikulumunda
bulunan, çok yüzeyli hücrelerdir. Dokunun kesite hazırlan­ ve kolesterolün pregnanolona dönüşümü mitokondride ger­
ması sırasında lipidlerin çözülmesi sonucu, fasikülata hücre­ çekleşir. Pregnanolondan progesteron ve deoksikortikoste-
leri çoğu histolojik preparatta vakuollıi olarak görünür. Va- ron sentezlenmesi ile ilişkili enzimler düz endoplazma reti-
kuolizasyonlarından ötürü, fasikülata hücreleri sünger hüc­ kulumuda bulunur; deoksikortikosteronu aldosterona dö­
releri olarak da adlandırılmaktadır. nüştüren enzimler mitokondride yerleşmiştir- bu da iki hüc­
Korteksin en iç tabakası olan zona retikülaris (Şekil 21- re organeli arasındaki işbirliğinin açık bir örneğidir.
3D), zona fasikülata ile mediilla arasında yer alır; bir anasta- Başta kortizol ve kortikosteron olmak üzere glikokorti­
moz ağı oluşturan düzensiz kordonlar içerisinde yerleşmiş koidler, proteinlerin ve lipidlerin olduğu kadar, karbonhid­
hücreler içermektedir. Bu hücreler diğer iki tabakada bulu­ ratların metabolizması üzerinde de belirgin bir etki oluştur­
nan hücrelerden daha küçüktür. Hücrelerdeki lipofuskin maktadır. Karaciğerde, glikokortikoidler yağ asitlerinin
pigment grandileri büyük ve oldukça fazla sayıdadır. Bu ta­ (enerji kaynağı), amino asitlerin (enzim sentezi) ve karbon­
bakada piknotik çekirdekli düzensiz şekilli -hücre ölümünü hidratların (glikoz sentezi) alimini ve kullanımını artırır. Gli­
düşündüren- hücreler sık bulunmaktadır. kokortikoidler ayrıca glikoneojenez olarak adlandırılan bir
Böbrek korteksi bezi hücreleri salgı ürünlerini grandiler­ işlem olan, karbonhidrat olmayan öncüllerden glikojen sen­
de depolamazlar; daha ziyade sadece ihtiyaç olduğunda ste­ tezini ve glikojenez olarak adlandırılan, glikoz molekülleri­
roid hormonları sentezler ve salgılarlar. Steroidler, yağda çö- nin glikojene katılmasını da uyarmaktadır. Glikokortikoidler
ziinebilen düşük molekül ağırlıklı moleküller olarak, plazma glikoz sentezini, sonuçla ortaya çıkan yüksek kan düzeyleri
zarından serbestçe geçebilirler ve sarıverilnıe için özelleşmiş diyabetes mellitusa benzer bir durum oluşturacak kadar çok
ekzositoz işlemlerini gerektirmezler. Böbrek korteksi bezi uyarabilir. Ancak, karaciğerin dışında, glikokortikoidler çev­
hücreleri (Şekil 21-4) steroid salgılayan hücrelerin tipik ince re organlar (örneğin; deri, kas, yağ dokusu) üzerinde zıt, ya
yapısına sahiptir (bakınız A. Bölüm). da katabolik bir etki oluşturmaktadır. Bu yapılarda, gliko­
kortikoidler sadece sentez aktivitesini azaltmakla kalmayıp,
Kortikal Hormanlar ve Etkileri aynı zamanda protein ve lipid parçalanmasını da artırabilir­
Korteks tarafından salgılanan steroidler, temel fizyolojik ler. Parçalanma yan ürünleri olan amino asitler ve yağ asit­
etkilerine göre 3 gruba ayrılabilirler: glukokortikoidler, leri, kandan uzaklaştırılmakta ve hepatositler tarafından kul­
m ineralokortikoidler ve androjenler (Şekil 21-5). Zona lanılmaktadır.
t rv a p ö u ı - - . ^ "\ .

I
Glomerüloza
( ^ I n m n n 'ı l n ı o ' > v ''* /p “ ı ‘ ‘' Z > . » ...

* 'S

. o * c ■> v ,o ° o ° * ' Jf
t 6 ° ü ■ , *, -.’. ’ O*» ° v °* '■ •° :o f
t • 4» ' S ı0 /0C 0ıiV »> »
<3° •*•' o •/ ° ° 'o O o !' • u t ' 1' o O

0 ■ ,r, ’ o <> r c « jp •- f< •••i,'*'


. e» - P n. n OO /v -r f, * O ^

w i t
:■■. • > ;• * ;,'■ S ; ,’ * i

Ş e k il21-3. Böbrek üstü bezi korteksinin çeşitli bölgelerinin ışık mikroskop fotoğrafı. A: Bezin tabakalarını gösteren genel
görünüm. Küçük büyütme. B: Kapsül, zona glomerüloza ve zona fasikülatanın başlangıcı. Bu tabakanın kavisli kordonla­
rından birinin taslağı çizilmiştir. Orta büyütme. C: Hücrelerin paralel kordonlarını gösteren zona fassikülata. Orta büyüt­
me. D: Zona retikülaris ve böbrek medüllası bezi. Orta büyütme. HE boyası.

415
416 / BÖLÜM 21

Şekil 21-4. İnsan böbrek üstü bezi kodeksinin zona fasikülatasından 2 steroid salgılayan hücre­
nin ince yapısı. Lipid damlacıkları (L) kolesterol esterleri içermektedir. M, karakteristik tübüler ve
veziküler kristaları olan mitokondri; SER, düz endoplazma retikulumu; Ç, çekirdek; G, golgi komp­
leksi; Li, lizozom; P, lipofuskin pigment granülü. x 25,700.

Glikokortikoidler ayrıca dolaşımdaki lenfositleri yok Bununla birlikte, böbrek korteksi bezi tarafından üreti­
ederek ve lenfosit oluşturan organlardaki mitoz etkinliğini len steroidierin glikokortikoidlere ve mineralokortikoidlere
engelleyerek bağışıklık yanıtını baskılarlar. ayrılması, glikokortikoidlerin çoğunun iyon taşınmasında da
Mineralokortikoİdler, esas olarak böbrek tübülleri ve rol oynamalarından dolayı, biraz yüzeysel olmaktadır.
yanı sıra mide mukozası ve tükürük bezlerinde sodyum emi- Kortizolün, akyuvarlar ve sitokinlerin baskılanması aracı­
linıini uyarıcı yönde etki gösterir. Kas ve beyin hücrelerinde lığıyla anti-enflamatuvar ve ayrıca bağışıklık baskılayıcı özel­
potasyum derişimini artırabilir ve sodyum derişimini azalta­ liklere sahip olması nedeniyle, vücudun savunma sistemi ile
bilirler. böbrek korteksi bezi yakın ilişki içindedir.
ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 417

Beze etki eden Salgılanan


faktörler horm onlar

Zona glom eruloza —

Anjiyotensin ve Mineralokortikoidler
kortikotropin {ACTH) (aldosteron)

Kapillerler

Glukokortikoidler
(kortizol ve
kortikosteron)

Androjenler
(dihidroepiandrosteron;
androstenedion)

Şekil 21-5. Böbrek üstü bezi kodeksinin yapısı ve fizyolojisi.

Dehidroepiandrosteron, böbrek korteksi bezi tarafın­


dan belirgin fizyolojik milctalarda salgılanan tek cinsiyet hor­
monudur. Androstenedion, 11 p-hiclroksiandrostenedion ve
testosteron gibi diğer androjenler de daha küçük miktarlarda Bu düzenekten dolayı, kortikoidler ile uzun süre
salgılanmaktadır. Dehidroepiandrosteron ve androstenedion tedavi edilen hastalar bu hormonları almayı ani­
zayıf androjenlerdir ve etkilerini vücudun diğer bölümlerin­ den bırakmamalıdır: Bu hastalarda ACTH salgı­
de testosterona dönüştükten sonra gösterirler. Diğer endok­ lanması baskılanır ve böylece kodeks kodikoid-
rin bezlerde olduğu gibi, böbrek korteksi bezi mediyan emi- leri üretmek üzere uyarılmayacağından, sodyum
nenste depolanan kendisiyle ilgili salgılatıcı hormonunun sa­
ve potasyum düzeylerinde şiddetli düşüşler olu­
lıverilmesi aracılığıyla kontrol edilmektedir. Bunu, hipofizin
şacaktır.
distal bölümünden salgılanan, kortikal hormonların (örneğin,
glukokortikoidler) sentezini ve salgılanmasını uyaran adre-
nokortikotropik hormonun (ACTH), ya da kortikotropinin
salgılanması izler. O zaman serbest glukokortikoidler ACTH
salgılanmasını inhibe edebilir. I-Iipofiz inhibisyonun derecesi,
dolaşımdaki glukokortikoidlerin derişimi ile orantılıdır; inhi-
Fetal veya Geçici Korteks
bisyon hem pituiter hem de hipotalamik düzeyde gerçekleş­ İnsanlarda ve diğer bazı hayvanlarda, yenidoğanın böbrek
mektedir (Şekil 21-6 ve 21-7). üstü bezi oran olarak erişkininkinden daha büyüktür. Bu er-
418 / BOLUM 21

Çeşitli uyaranlar ren aktif androjenler ve östrojenlere dönüştürülen androjen-

i
/ ------------- Hipotalamus
lerin sülfat konjugatlarının salgılanmasıdır.

Böbrek Medüllası Bezi


Böbrek medüllası bezi kordonlar veya kümeler içerisinde
yerleşmiş olan çok yüzlü parenkimal hücrelerden oluşmak­
tadır ve bir retikiiler lif ağı ile desteklenmektedir (Şekil 21-
3). Komşu kordonlar arasına bol miktarda kılcal kan dama­
rı girmektedir ve az mitarda parasempatik gangliyon hücre­
leri bulunmaktadır. Mediiller parenkim hücreleri, sempatik
ve parasempatik gangliyonların gangliyon sonrası nöronları
gibi nöral krest hücrelerinden meydana gelir. Böbrek üstü
bezlerin parenkim hücreleri, embriyonik gelişim sırasında
aksonlarını ve dendritlerini kaybetmiş ve salgı hücreleri ha­
line gelmiş değişmiş sempatik gangliyon sonrası nöronlar
olarak kabul edilebilir.
Mediiller parenkim hücreleri, 150-350 nm çapında bol
miktarda zarla sınırlı elektron yoğun salgı granüllerine sa­
hiptir. Bu graniiller, katekolaminler olan epinefrin ya da no-
repinefrinden birini içermektedir. Salgı grandileri ayrıca ATP,
kromogranin adı verilen (katekolaminler için bağlayıcı pro­
teinler olarak görev yapabilen) proteinler (enkefalinler) de
içerir (Şekil 21-8).
Çok sayıda kanıt, epinefrin ve norepinefrinin medüllada
iki farklı hücre tipinden salgılandığını göstermektedir. Epinef­
rin salgılayan hücreler daha az elektron yoğun olan daha kü­
çük grandilere sahiptir ve içerikleri granülü doldurmaktadır.
Norepinefrin salgılayan hücrelerin daha elektron yoğun olan
daha büyük grandileri vardır; içerikleri şekil bakımından dü­
zensizdir ve çevresindeki zarın altında elektron geçirgen bir
tabaka bulunmaktadır. Böbrek üstü bezi venin katekolamin
Şekil 21-6. ACTH ve glukokortikoid salgılanmasının geri
çıktısının yaklaşık olarak %80’i epinefrindir.
bildirim düzeneği. İçi dolu oklar uyarılmayı, kesikli oklar
Bütün böbrek medüllası bezi hücreleri ganglion öncesi
baskılanmayı göstermektedir. CRH, kortikotropin salgılatı-
nöronlann kolinerjik uçlarından sinir alır. Steroidleıi depola­
cı hormon, ACTH, kortikotropin.
mayan korteksin aksine, medüllanın hücreleri hormonlarını
biriktirmekte ve graniillerde depolamaktadır.

ken yaşta, medülla ile ince kalıcı korteks arasında fetal, ya


da geçici korteks olarak bilinen bir tabaka bulunmaktadır.
Bu tabaka oldukça kalındır ve hücreleri kordonlar arasında \KLİNİK BİLGİ
yerleşmiştir. Doğumdan sonra, kalıcı korteks- başlangıçta ka­
lın olan tabaka - gelişerek yukarıda tarif edilen 3 tabakaya Epinefrin ve norepinefrin yoğun duygusal tepkile-
(zonlara) farklılaşırken, geçici korteks geriler. Fetal korteksin re (örneğin, korku) yanıt olarak büyük miktarlar-
başlıca işlevlerinden biri, plasentada, maternal dolaşıma gi- da salgılanır. Bu maddelerin salgılanmasına me-

B eze etki eden Bezin


faktörler tepkisi

Hipofizektomi Korteks atrofisi

Stres—»Hipotalamus -> Korteks hipertrofisi


Hipofiz-»
Kortikotropin (ACTH)

Şekil 21-7. Azalmış veya artmış uyarının böbrek korteksi bezi üzerine etkileri.
ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 419

Kaba endoplazma retikulumu Golgi kompleksi


Prokromogranin ve Proenkefalinin enkefaline
enkefalin sentezi dönüşümü Tirozin

Ş e k il21-8. Çeşitli organellerin salgı granitlerinin yapı taşlarını sentezlemedeki rolünü gösteren bir böbrek üstü bezi me-
dülla hücresi şeması. Norepinefrinin sentezi ve epinefrine dönüşümü sitozolde gerçekleşir.

düller hücreleri innerve eden gangliyon öncesi lif­ dışı bölgelerde de gelişebilmektedir.
ler aracılık etmektedir. Vazokonstriksiyon, hiper­ Böbrek kodeksi bezi bozuklukları aşırı işlev ve­
tansiyon, kalp hızındaki değişiklikler ve artmış ya düşük İşlev olarak sınıflandırılabilir. Böbrek kor-
kan glikozu gibi metabolik etkiler dolaşan kana teksi bezi tümörleri aşırı glikokortikoid (Cushing
katekolaminlerin salınımı sonucu meydana gel­ sendromu) ya da aidosteron (Conn sendromu)
mektedir. Bu etkiler organizmanın strese karşı üretimi ile sonuçlanabilmektedir. Cushing sendro­
savunma reaksiyonunun bir parçasıdır (savaş ya mu, en sık (%90) aşırı ACTH üretimi ile sonuçlanan
da kaç yanıtı). Normal aktivite sırasında, medüi- hipofiz adenomuna bağlıdır; nadiren böbrek üstü
la sürekli olarak bu hormonları küçük miktarlarda bezi hiperptazisi ya da böbrek üstü bezi tümörü ne­
salgılamaktadır. deniyle gelişmektedir. Böbrek üstü bezi androjenle-
rinin aşırı üretiminin erkeklerdeki etkisi azdır. Kadın­
larda hirsutizm (anormal kıl büyümesi) görülmekte
ve puberte öncesi çocuklarda erken puberteye (er­
Medüller hücreler ayrıca çeşitli organlarda oldıığu kadar kek çocuklarında) ve viriiizasyona (kız çocukların­
paragangliyonlar (otonom gangliyonlara komşu olan kateko- da) rastlanmaktadır. Bu adrenogenital sendromlar
lamin salgılayan hücre toplulukları) içerisinde de bulunmak­ steroid metabolizmasında böbrek üstü bezi kor-
tadır. Paragangliyonlar yaygın bir katekolamin kaynağıdır. teksinden artmış androjen üretimine neden olan bir­
takım enzimatik kusurların sonucudur.
Böbrek üstü bezi işlev yitimi Adrenkortikal yetersizliğe (Addison hastalığı)
böbrek üstü bezi kodeksin bazı hastalıklarda yıkı­
mı neden olmaktadır. Belidi ve semptomlar, böbrek
kodeksi bezinden glikokodikoidlerin ve mineralo-
k l in ik b il g i kodikoidlerin salgılanamadığını düşündürür.
Böbrek kodeksi bezi karsinomları seyrektir,
ancak çoğu yüksek oranda kötü huyludur. Bu tü­
Böbrek medüllası bezine ait bozukluklardan biri,
mörlerin yaklaşık olarak %90’ı endokrin bezle
hücrelerinin bir tümörü olup, hiperglisemiye ve
ilişkili steroidleri üretmektedir.
kan basıncında geçici yükselmelere neden olan
feokromasitomadır. Bu tümörler ayrıca medülla
420 / BÖLÜM 21

LANGERHANS ADACIKLARI (insülin üreten) hücreleri çinko ile birleşik yapı halindeki
düzensiz insülin kristallerinden oluşan bir çekirdek içeren
Langerhans adacıkları pankreasın çok hormonlu endokrin
düzensiz grandilere sahiptir. İnsülin sentezinin temel basa­
mikroorganlandır; ekzokrin pankreas dokusunun içerisine gö­
makları Şekil 21-14’de gösterilmiştir.
mülü yuvarlak hücre demetleri olarak görünürler (Şekil 21-9).
Adacıklarda bulunan 4 hücre tipinin göreceli miktarları
Adacıkların birçoğu 100-200 pm çapında olmalarına ve
bir örnek değildir; bunlar adacığın pankreastaki yerleşimine
birkaç yüz adet hücre içermelerine karşın, pankreatik ek­
göre oldukça değişkenlik göstermektedir. Tablo 21-1 adacık
zokrin hücreler arasına serpiştirilmiş küçük endokrin hücre
hücreleri tarafından üretilen hormonların tiplerini, nicelikle­
adacıkları da bulunmaktadır. Kuyruk bölgesinde biraz daha
rini ve işlevlerini özetlemektedir.
fazla olma eğilimi ile birlikte, insan pankreasında 1 milyon­
Sinir liflerinin adacık hücrelerindeki sonlanmaları ışık
dan fazla adacık bulunabilmektedir.
veya elektron mikroskobu ile gözlemlenebilmektedir. Gerek
Kesitlerde, her adacık bir kan kılcal kan damarı ağı ile ay­
sempatik, gerek parasempatik sinir uçlarının A, B ve D hüc­
rılan kordonlar içerisine yerleşmiş açık renk boyanan çok kö­
relerinin yaklaşık olarak % 10 ’u ile yakın ilişki içerisinde ol­
şeli veya yuvarlak hücrelerden oluşmaktadır (Şekil 21-9). Üç
dukları saptanmıştır. Aralık bağlantıları muhtemelen, otono­
boyutlu yapılandırmalarda, Langerhans adacıkları, her tarafına
mi boşaltım ile ilişkili iyonik değişimleri diğer hücrelere ak­
kan kılcal kan damarlarından oluşan bir labirent ağının yayıl­
tarma görevini yapmaktadır. Bu sinirler, insülin ve glukagon
dığı yuvarlak, kompakt sekretuvar epitelyal hücre kütleleri
kontrol sisteminin bir parçası olarak çalışmaktadır.
olarak görülmektedir. Endokrin hücreler ve kan damarlarının
her ikisi de sinir dallarını otonom sinir liflerinden almaktadır.
Retiküler liflerden oluşan ince bir kapsül, her adacığı komşu
ekzokrin pankreas dokusundan ayırmak suretiyle sarar. k l in ik b il g i
Rutin boyalar ve trikrom boyaları asidofillerin (alfa) ve
bazofillerin (beta) tanınmasına olanak vermektedir (Şekil 21-
İnsülin, glukagon, somatostatin ve pankreatik po-
10 ). İmmünohistokimyasal yöntemler kullanılarak adacıklar­
lipeptid gibi hormonları üreten adacık hücrelerin­
da dört hücre tipi- A, B, D ve F bulunmuştur. Şekil 21-11 ve
den çeşitli tümör tipleri meydana gelmektedir.
21-12’de A (glukagon üreten) ve B hücrelerinin (insülin üre­
Pankreas tümörlerinden bazıları bu hormonlar­
ten) immünohistokimyasal gösterimleri izlenmektedir. Bu
dan aynı anda 2 ya da daha fazlasını üreterek,
hücrelerin ince yapısı, polipeplidleri sentezleyen hücrelerin-
kompleks klinik semptomlar oluşturmaktadır.
kini andırmaktadır. Adacık hücrelerinin salgı hücreleri, çalı­
Diyabetin başlıca tiplerinden biri (tip I), B hüc­
şılan türlere göre değişkenlik göstermektedir. İnsanlarda, A
relerine karşı antikorların hücre aktivitesini baskı­
hücreleri bir zar tarafından bağlı şeffaf bir bölge ile çevrili
ladığı otoimmün bir hastalıktır.
yoğun bir çekirdeği bulunan düzenli grandilere sahiptir. B

Kan
kapilerleri

Hücre

Ş ekil 21-9. Bir pankreas kesitinin pankreatik asi-


ner hücrelerle çevrili bir Langerhans adacığını
gösteren ışık mikroskop fotoğrafı. Adacık hücre­
leri, burada beyaz alanlar olarak görülen, kılcal
kan damarları ile ayrılan kordonları oluşturmakta­
dır. HE boyası. Orta büyütme.
ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 421

I *

B-hücreleri• tJÖİ

*3^

A-hücrelerh
J

Şekil 21-10. Alfa (A) ve beta (B) hücrelerini -ffc


gösteren bir adacık ışık mikroskop fotoğrafı.
Gomori trikrom boyası. Yüksek büyütme.

Şekil 21-11. Işık mikroskobunda glukagonun A hücrelerin­ Şekil 21-12. Elektron mikroskobunda insülinin Langerhans
deki immünohistokimyasal yerleşimi (kahverengi boyalı). adacığında bir B hücresindeki immünohistokimyasal yerle­
Orta büyütme. şimi. Siyah granüller anti-insülini işaretlemek için kullanılan
altın partikülleridir. Bunlar, bu antikorun salgı grandilerinde
insüline bağlandığı bölgeleri göstermektedir. Ayrıca salgı
maddesi ile granül zarı arasındaki saydam bölgeye dikkat
ediniz (M. Bendayan’ın izniyle).
422 / BÖLÜM 21

Bazal laminalar

Desmozom

A
hücresi

Golgi
kompleksi
Ş ekil 21-13. A ve B hücrelerinin, başlıca in­
ce yapı özelliklerini gösteren çizimi. A hüc­
relerinin granülleri yuvarlak ve bir örnek
Kaba endoplazma B hücresi iken, B hücrelerinin granülleri düzensizdir.
retikıılumu

Kılcal kan damarı


Pencere yapısı lümeni Endotel hücresi

Hücre zarı altı


aktin ağı

Salgı granül
(proinsülinin insüline
dönüşümü; yoğunlaştırma
ve depolanma)
Golgi kompleksi
(salgı)

Küçük transfer keseciği


(proinsülinin golgiye
taşınması)

GER (proinsülin
sentezi)
Şekil 21-14. Langerhans adacıklarında bir B
hücresinden insülin sentezi ve salgılanmasının Kolinerjik sinir / Glukoz Amino asitler Endotel
temel basamakları. GER, kaba endoplazma re- ucu / hücresi
tikulumu (Orci L: A portrait of the pancreatic B cell/ Pencere
Pankreatik B hücresinin bir portresi. Diabetologia yapısı
Kapiller lümen
1974;10:163’e dayanmaktadır).
ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 423

Tablo 21-1. İnsan Langerhans adacıklarının hücre tipleri.3

Hücre
Tipi Miktar Pozisyon Üretilen Hormon Horm onal İşlev

A -%20 Genellikle Glukagon Glikojenoliz ve lipoliz yoluyla periferde elde edilen


enerjinin glikojen ve yağ içinde depolanmasını
sağlamak üzere çeşitli dokular üzerinde etki
gösterir; kan glikoz içeriğini arttırır

B -%70 Merkezi bölge İnsülin Glikozun hücrelere girişini sağlamak üzere çeşitli
dokular üzerinde etki gösterir ve kan glikoz
içeriğinin azalmasını koşullar

D <%5 Değişken Somatostatin Lokal parakrin etki ile diğer adacık hücre
hormonlarının salıverilmesini inhibe eder
F Nadir Değişken Pankreatik polipeptid Yeterli yayın bulunmamaktadır

aLangerhans adacıkları kan glikozunu arttıran ya da azaltan hormonları salgılayan çeşitli hücre tipleri içermektedir. Bu düzenek, vücut homeosta-
zında önemli bir faktör olan kan glikoz derişimini net olarak kontrol etmektedir.

TİROİD retikulumundan zengindir. Çekirdek genellikle yuvarlaktır


ve hücrenin merkezinde yerleşmiştir. Tepe kutup ayrı bir
Erken embriyonal yaşamda, tiroid sindirim kanalının endo­
Golgi kompleksine ve foliküler kolloidin morfolojik özellik­
derminin sefalik bölümünden köken almaktadır. Görevi, vü­
lerini taşıyan küçük salgı grandilerine sahiptir. Bu bölgede,
cutta metabolizma hızını uyaran tiroksin (T .j) ve triiyodotiro-
0 .5-0.6 pm çapında bolca lizozom ve bazı büyük fagozom-
nin (T 3) hormonlarını sentezlemektir.
kır bulunmaktadır. Tepe kutbun hücre zarı, ortalama sayıda
Boyun bölgesinde larenksin önünde yerleşmiş olan tiroid
mikroviluslara sahiptir. Mitokondri ve düz endoplazma reti-
bezi, bir boğazın birleştirdiği 2 lobdan oluşmaktadır (Şekil 21-
15). Tiroid dokusu, liimeni kolloid adı verilen jelatinöz bir
madde içeren tek katlı endotel tarafından oluşturulan küresel
cisimlerden meydana gelen binlerce [büküklen oluşmaktadır
(Şekil 21-16, 21-17 ve 21-18). Kesitlerde, folikü hücreleri yas­
sıdan prizmatiğe kadar değişmektedir ve folikıillerin çapı çok
değişkendir. Bez, parenkim içerisine bölmeler gönderen gev­
şek bir bağ dokusu kapsülü ile örtülüdür. Bu bölmeler gide­
rek inceldiğinden, başlıca retiküler liflerden olusşan ince, dü­
zensiz bağ dokusu ile birbirinden ayrılan tüm foliküllere ula­
şırlar. Tiroid, folikiilleri saran büyük bir kan ve lenfatik kılcal
kan damarı ağı ile, ileri derecede damarlı bir organdır. Bu kıl­
cal kan damarları endotel hücreleri, diğer endokrin bezlerde
olduğu gibi pencerelidir. Bu yapı, moleküllerin bez hücreleri
ile kılcal kan damarları arasındaki aktarılmasını kolaylaştır­
maktadır.
Tiroid bezinin anatomik ve işlevsel durumunun başlıca
düzenleyicisi, anterior hipofizden salgılanan tiroid stimülan
hormon (tirotropin) dur.
Tiroid foliküllerinin morfolojik görünümü, bezin bölge­
sine ve bunun işlevsel aktivitesine göre değişkenlik göster­
mektedir. Aynı bezde, prizmatik epitel ile sınırlandırılan fo-
liküllerin yanında, kolloiclle dolu olan ve kübik ya da yassı
epiteli olan daha büyük foliküller bulunmaktadır. Bu farklı­
lığa karşın, foliküllerin genel dağılımı yassı epitel hücreli ol­
duğu zaman, bez hipoaktif sayılmaktadır. Tirotropin tiroid
hormon sentezini uyarmakta, folikiil epitelinin yüksekliğini
arttırmakta kolloid miktarını ve foliküllerin büyüklüğünü
azaltmaktadır. Folikiil hücrelerin taban bölümünün hücre
zarı, tirotropin reseptörlerinden zengindir.
Tiroid epiteli bir bazal lamina üzerine oturmaktadır. Fo-
likıil epiteli, aynı anda proteinleri sentezleyen, salgılayan,
Şekil 21-15. İnsan tiroidinin anatomisi. (Ganong WF: Review
emen ve sindiren bir hücrenin tüm özelliklerini taşımaktadır
of Medical Physiology/ Tıbbi Fizyoloji Derlemesi, 20. baskı,
(Şekil 21-19). Bu hücrelerin bazal kısmı kaba endoplazma
McGraw-Hill, 2001’den, izin alınarak kopyalanmıştır).
424 / BOLUM 21

m i m i
■i .'l [ ~ i . / ' -'"'t

Tiroid

t' #£«
« S » :
- )»*•
« ^ fS C
’ Yi

7* *& ff*J Vl^/t


v ; , *■*,i - -V ' i—

. ı 'V . sfpS u i> hQ P Z

Şekil 21-16. Bir tiroid ve paratiroid kesitinin


ışık mikroskop fotoğrafı. Tiroid, tiroid folikülle-
ri adı verilen binlerce küresel cisim tarafından
Paratiroid
oluşturulmaktadır. Bunlar, bir preperat hazırla­
ma kusuru nedeniyle burada parçalı görünen
| * w ^ bir glikoprotein olan kolloid ile doludur. Parati­

m Sh&w a i s t roid, tiroidden ince bir bağ dokusu kapsülü ile


ayrılmıştır. HE boyası. Küçük büyütme.

\ W

Foliküller

Kolloid

Şekil 21-17. Tek katlı bir epitel tarafından


oluşturulan, kolloid içeren folikülleri gösteren
bir tiroid kesiti. HE boyası. Orta büyütme.
ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 425

Kolloid

Folikül
hücreleri

Parafoliküler
hücreler

Şekil 21-18. Bir tiroid kesitinin büyük bü­


yütmesi. Kalsitonin üreten parafoliküler
hücreler daha büyük oldukları ve nükle-
usları daha açık boyandığından, foliküler
hücrelerden ayırdedilebilirler. HE boya­
ma. Büyük büyütme.

kulumu sisternaları sitoplazmaya dağılmış halde bulunur. Hormonların Foliküler Hücrelerdeki


Bir başka hücre cipi, parafoliküler veya C hücresi folikül Sentezi ve Birikimi
epicelinin bir parçası olarak veya ciroid foliküllerinin arasın­
Hormonların sentez ve birikimi 4 evrede gerçekleşir (Şekil
da ayrılmış hücre kümeleri şeklinde bulunurlar (Şekil 21-18
21-19): tiroglobulin sentezi, kandan iyodun alınması, iyodun
ve 21-20). Parafoliküler hücreler tiroid folikül hücresinden
aktivasyonu ve tiroglobulinden tirozin kalıntılarının iyodini-
biraz daha büyük olup daha soluk boyanırlar. Az sayıda düz
zasyonu.
endopkızma retikulumu, uzun mitokondri ve geniş loir Gol­
1. Tiroglobulin sentezi diğer protein salan hiicrelerdeki-
gi kompleksi barındırır. Bu hücrelerin en çarpıcı özellikleri,
ne benzemektedir (Bölüm 4 ’de bahsedilmiştir). Kısaca,
hormon içeren çok sayıdaki küçük (100-180 nm çapında)
salgılama yolağı düz endoplazma retikulumunda protein
grandileridir (Şekil 21-21). Bu hücreler, esas etkisi kemik
sentezi, endoplazma retikulumu ve Golgi kompleksinde
emilimini engellerek kan kalsiyum düzeyini düşürmek olan
karbonhidrat eklenmesi ve hücrenin tepesinde oluşan
kalsitonin hormonunun sentez ve salıvermelerinden so­
keseciklerden folikül lümenine tiroglobulin salıverilme­
rumludur. Kalsitonin salgısı salınımı kan kalsiyum derişimin-
sinden oluşmaktadır.
deki yükselme ile tetiklenir.
2. Dolaşımdaki iyodun alınması tiroid folikül hücrele­
rindeki bir zar taşıyıcı proteini tarafından gerçekleştiril-
Tiroid hormonlarının sentezi ve salgılanması mektedir. Eş zamanlı olarak sodyum ve iyodür şeklinde
Tiroid, salgı ürününün büyük miktarlarda depolandığı tek iki molekül taşıyan bu protein Na/1 taşıyıcısı olarak ad­
endokrin bezdir. Bu birikim hiicredışı kolloidde meydana landırılır ve foliküler hücrelerin taban ve yan zarında
gelmesi açısından da farklılık gösterir. İnsanlarda, foüküller- yerleşmiştir. İyodin, tiroid işlevlerinin düzenlenmesinde
de organizmaya 3 ay yetecek miktarda hormon bulunur. Ti­ önemli bir rol oynar, çünkü düşük iyod seviyeleri Na/1
roid kolloidi yüksek molekül ağırlıklı (660 kDa) bir glikop- taşıyıcısının miktarını artırır, böylece düşük serum kon­
roteinden (tiroglobulin) oluşmaktadır. santrasyonunu kompanse etmek üzere beze iyod alımı
Tiroid folikül hücresinin etkinliğinin kontrolü Şekil 20- artar.
8’de özetlenmiştir. Bu düzenek organizma içinde yeterli 3- İyod tiroid peroksidaz tarafından okside edilir ve pend-
miktarda T 4 ve T 3 varlığını sürdürür. Tirotropin salıverilme­ rin acili bir anyon taşıyıcısı tarafından folikül boşluğuna
si soğuğa maruz kalındığında da artar, ısı ve stres uyarısı ile taşınır.
azalır. 4 . Kolloid içerisinde, tiroid peroksidaz tarafından katalizle­
nen tiroglobulinin tirozin rezidülerinin iyodinizasyo-
nu gerçekleşir. Bunun sonucunda T 3 ve T., meydana ge­
lir fakat bunlar, çok daha büyük olan tiroglobulin mole­
külünün birer parçası durumundadır.
426 / BÖLÜM 21

Jiroglobulinin
jyotlânması

Pendrin

Tiroglobulinin
lizozomal İyodür oksidasyonu
enzimler
tarafından Galaktoz
sindirimi eklenmesi

Mannoz
eklenmesi

Tiroglobulin
sentezi

Na/I taşıyıcısı

Şekil 21-19. Tiroglobulin sentez


ve iyodlanma basamakları ve
emilimi ile sindirimi. Bu olaylar
t 3, t 4 Amino asitler İyodür aynı hücrede eş zamanlı olarak
Kapiller lümen meydana gelebilir.

T3 ve T4’ün serbestleştirilmesi Tiroid hormonlarının etkilerinin çoğu bazal metabolik


hız üzerinde oynadıkları rolün sonucudur; bunlar, bağırsak­
Folikül hücreleri tirotropin tarafindnn uyarıldıklarında, kol-
loidi endositoz yoluyla içlerine alırlar. Endositoz kesecikleri­ lardan karbonhidrat emilimini arttırır ve lipid metabolizma­
nin içinde bulunan kolloid lizozomal enzimlerce sindirilir. sını düzenlerler. Ayrıca fetal yaşamda büyümeyi ve sinir sis­
Tiroglobulin molekülü ile iyotlu kökler arasındaki bağlar teminin gelişimini de etkilerler.
proteazlar tarafından kırılır ve T .j, T3, diiyodotirozin ve ıııo-
noiyodotirozin sitoplazma içine bırakılır. Serbest T.j ve T 3
bazolateral hücre zarını geçerek kılcal kan damarları içine
dökülür. Monoiyodotirozin ve diiyodotirozin kan dolaşımı­ Tiroid Bozuklukları
na verilmez, çünkü bu moleküllerin iyotu iy o d o tiro z in de-
h a lo je n a z ın hücre içi etkinliği aktivitesi sonucu uzaklaştırı-
Iır. Bu enzimatik reaksiyonun ürünleri olan iyod ve tirozin,
foliküler hücreler tarafından tekrar kullanılır. T.j daha bol
KLİNİK BİLGİ
miktarda bulunan bileşik olup dolaşımdaki tiroid hormonu­
nun %90’ını oluştururken, T 3 de daha potent olup daha hız­
lı İşlev gösterir. Düşük iyot içeren diyet tiroid hormonlarının sen­
Tiroksin mitokondri solunumu ve oksiclatif fosforillen- tezini engelleyerek hipotiroidizme yol açar. Art­
meyi stimiile eden aşamalı bir etkiye sahip olup bu etkisi mış tirotropin salıverilmesi sonucunda gözlenen
mRNA sentezine bağımlıdır. T 3 ve T .j hem mitokondrilerin tiroid hipertrofisi dünyanın bazı bölgelerinde yay­
hem de kristalarının sayısını arttırır. Mitokondri proteinleri­ gın olarak görülen iy o t yetersizliğine bağlı g u ­
nin sentezi artarken, proteinlerin yıkımı azalır. a tr olarak bilinen bozukluğa yol açar.
ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 427

Koloid

|||S S 1 Foliküler
hücreler

Kılcal kan
Kılcal kan damarları
damarları.

Parafoliküler
hücreler

Ş e k il21-20. 2 Kalsitonin üreten parafoliküler hücre ve tiroid folikülünün bir parçasını gösteren elektron
mikrografı. Parafoliküler hücrelerin her iki yanındaki 2 kan kılcal kan damarlarına dikkat ediniz.

Şekil 21-21. Kalsitonin üreten bir hücrenin


elektron mikroskop fotoğrafı. Küçük salgı
granüllere (SG) ve kaba endoplazma reti-
kulumunu (GER) azlığına dikkat ediniz. G,
Golgi bölgesi.x5000.
428 / BOLUM 21

Erişkin hipotroidizm sendromu olan miksö-


dem, tiroid bezinin bazı hastalıklarının sonucu ola­
bileceği gibi hipofiz veya hipotaiamus yetersizliği­
ne ikincil de olabilir. Bu bezin otoimmün hastalıkla­
rı bezin işlevini bozar ve ardından hipotroidizm
oluşur. Hashimoto tiroiditinde hastanın kanında ti­
roid dokusuna karşı antikor tespit edilebilir. Diğer
otoimmün bozukluklarla birlikte Hashimoto hasta­
lığı da kadınlarda daha sık görülür.
Doğuştan hipotiroidik olan çocuklar kreten
olarak adlandırılır; kretenizm fiziksel ve zihinsel
gelişimin durması ile özellik kazanır.
Hipertroidizm, veya tirotoksikoza, çeşitli tiroid
hastalıkları yol açabilir, bunların en sık görülen
biçimi Graves hastalığı veya ekzoftalm ik g u ­
atrdır. Bu tiroid aşırı işlevi, tiroid foliküler hücre­
lerindeki tirotropin reseptörlerine bağlanan ve ti-
rotropinin etkilerini imleyen immunglobulin üreti­
minin rol oynadığı immünolojik bir işlev bozuklu­ Şekil 21-22. Arkadan görüntülenmiş insan paratiroid bez­
ğudur. Graves hastalığı olan hastalarda kilo kay­ leri. (Nordland’ın izniyle Surg Gynecol Obstet 130;51:449; ve
bı, sinirlilik, göz protrüzyonu, asteni ve artmış Gray's Anatomy of the Human Body/İnsan vücudunun Anatomisi,
kalp hızı gözlenir. 29. baskı, Goss CM (editör)'den yeniden çizilmiş ve kopyalanmış­
tır.)

PARATİROİD BEZLERİ yum çökmüş kemik matriksinin emilimi ve kana Ca2+ salı­
Paratiroidler, toplam ağırlığı 0.4 gram olan 4 küçük -3 X 6 verilmesini teşvik eden osteoklast stimule eden faktör üre­
mm- bezdir. Tiroid bezinin arkasında, her üst ve alt kutbun timi için bir işaret oluşturur. Sonuç olarak, artmış olan kan
ucunda, genellikle de tiroid loblarını örten kapsülün içinde Ca2+ derişimi paratiroid hormon üretimini baskılar. Tiroid
yer alırlar (Şekil 21-22). Bazen tiroid bezine gömülüdürler bezinden salgılanan kalsitonin de osteoklastların hem ke­
(Şekil 2 1 - 16 ). Paratiroid bezleri, faringeal keselerden gelişir mik üzerindeki rezorbtif etkisini hem de kalsiyum serbest­
- iist bezler 4. keseden ve alt bezler 3. keseden. Ayrıca me- leşmesini engellemek yoluyla osteoklastlar üzerinde etki
diastende, yine aynı yutak ceplerinden gelişen timusun ya­ gösterir. Kalsitonin böylece kan kalsiyum konsantrasyonu­
nında yer alabilirler. nu düşürür ve osteogenezi arttırır; etkisi paratiroid hormo­
Her bir paratiroid bez bağ dokusu kapsülü içinde yer nun aksi yöndedir. Bu hormonlar homeostazda önemli bir
alır. Bu kapsüller, bez içine bölmeler gönderir ve bu bölme­ faktör olan kan kalsiyum düzeyini düzenlemede ikili bir dü­
ler kordon gibi uzanan salgı hücre kümelerini destekleyen zenek oluşturur.
retiküler liflerle birleşirler. Paratiroid hormon kan Ca2+ konsantrasyonunu arttırma­
Paratiroidin endokrin hücreleri kordonlar halinde düzen­ nın yanısıra kandaki fosfat konsantrasyonunu azaltır. Bu et­
lenmiştir (Şekil 21-23). İki tip hücre vardır: esas veya temel kisi, paratiroid hormonun böbrek tübül hücresi üzerindeki
hücreler ve oksifil hücreler. aktivitesinin bir sonucudur, fosfatın emilimini azaltarak
Esas hücreler, veziküler çekirdek ve soluk boyanan ha­ ekskresyonunda artışa neden olur. Paratiroid hormon, Ca2+
fif asidofilik sitoplazmalı küçük, çok köşeli hücrelerdir. absorbsiyonu için gerekli olan D vitamini sentezini stimule
Elektron mikroskobu ile sitoplazmalarında düzensiz şekilli ederek Ca2+’un sindirim kanalından emilimini dolaylı olarak
graniiller görülür (200-400 nm çapında). Bunlar, aktif şekli arttırır. Paratiroid hücrelerin salgı işlevi kan Ca2+ seviyeleri
polipeptid olan paratiroid horm onu içeren salgı grandi­ ile düzenlenmektedir.
lerdir. Oksifil hücreler daha küçük bir grubu oluşturur.
(Şekil 21-24). Bunlar daha büyük çok köşeli hücrelerdir ve
t ö s
sitoplazmaları bol miktarda krista ile birlikte pek çok asido­
filik mitokondri içerir. Oksifil hücrelerin işlevi bilinmemek­ k l in ik b il g i
ledir.
İlerleyen yaşla birlikte salgı hücreleri ile yağ hücreleri
H iperparatiroidizm de, kan fosfat konsantras­
yer değiştirir. Yaşlı insanlarda yağ hücreleri bezin % 50’sin-
yonları azalır, kan Ca+2 konsantrasyonları artar.
den fazlasını oluşturur.
Bu durum sık olarak böbrek ve arterler gibi pek
çok organda kalsiyumun patolojik bir biçimde bi­
Paratiroid Hormonun Etkisi ve rikmesine neden olur. Hiperparatiroidizmin ne­
Kalsitonin ile İlişkisi den olduğu, osteoklast sayısında artış ve çok sa­
Paratiroid hormon, osteoblastlardaki reseptörlere bağlanır. yıda kemik oyukları ile karakterize kemik hastalı­
Bu, osteoklastların sayı ve etkinliğini arttıran, böylece kalsi­ ğı, k is tik fib rö z o ste it olarak bilinmektedir. Kis-
ADRENALLER, LANGERHANS ADACIKLARI, TİROİD, PARATİROİDLER VE PİNEAL BEZ / 429

Kan
kapillerleri

Hücre
kordonu

Şekil 21-23. Bezin kılcal kan damarı ay­


rılan kordonlar halinde yerleşmiş şef hüc­
relerini gösteren bir paratiroid bez kesiti.
H&E boyası. Orta büyütme.

tik fibröz osteitli hastaların kemikleri daha az di­


rençli ve kırıklara yatkındır.
Hipoparatiroidizm de, kan fosfat konsantras­
yonları artar ve kan Ca+2 konsantrasyonları aza­
lır. Kemikler daha yoğun ve daha mineralize bir
hal alır. Bu durum, tetani olarak adlandırılan is­
kelet kasında spastik kontraksiyonlar ve yaygın
nöbetlere yol açar. Bu semptomlar kanda Ca+2
eksikliğine bağlı oluşan sinir sisteminin uyarılabi- Oksifil
lirliğinin aşırı artışı nedeniyle ortaya çıkar. Hipo- hücreler
paratiroidizmli hastalar kalsiyum tuzları ve D vita­
mini ile tedavi edilir.

PİNEAL BEZ
Pineal bez, s e re b ra l ep ifiz veya p in e a l c isim olarak da bi­
linir. Erişkinde yaklaşık olarak 5-8 mm uzunluğunda, en ge­
niş yeri 3-5 mm ve yaklaşık 120 mg ağırlığında yassı konik
bir organdır. Üçüncü ventrikülün arka ucunda, diensefalon
çatısının üzerinde kısa bir sapa bağlı olarak bulunmaktadır.
Pineal bez pia mater ile örtülüdür. Bağ dokusu bölmele­ Şekil 21-24. Bir paratiroid bezi kesitinin ışık mikroskop fo­
ri (kan damarları ve myelinsiz sinir lifleri içerir) pia mater- toğrafı. Sağdaki büyük, asidofilik hücre grubuna dikkat edi­
den köken alır ve pineal dokuya sokulur. Kılcal kan damar­ niz. Orta büyütme. (J James’in nezaketi.)
ları boyunca hücre kordonlarını ve foliktilleri sarar, düzen­
siz lobüller oluşturur.
430 / BÖLÜM 21

Pineal bez pek çok hücre tipinden, esas olarak da pine- KAYNAKLAR
alositler ve astrositlerden oluşur. Pinealositler, geniş düzen­ Böbrek Üste Bezleri
siz veya loblu çekirdeğe, belirgin çekirdekçiğe birlikte hafif
bazofilik sitoplazmaya sahiptir. Gümüş tuzlan emdirildiğin- Braunwald E et al: Harrisons Principles o f Internal Medicine, 15th ed. McGraw-
H ill, 2 0 0 1 .
de, pinealositlerin uzun ve kıvrımlı dallarının olduğu ve bu
Christ)' N P (editor): The H um an Adrenal Cortex. Harper &C Row, 1971.
dalların damarlı bağ doku septalarına ulaşıp düzleşmiş ge­
Jam es V H T (editor): The Adrenal Gland. Raven Press, 1979.
nişlemeler şeklinde sonlandığı görülür. Bu hücreler m e la to ­
Neville A M , O ’Harc M J: The Hum an Adrenal Cortex. Springer-Verlag, 1982.
n in ve bazı pineal peptidleri üretir.
Pineal bezin astro sitleri, diğer parenkimal hücrelerde Langerhans Adacıkları
olduğundan daha yoğun boyanan uzamış çekirdekleri ile ni­
Cooperstein SJ, W atkins D (editors): The Islets o f Langerhans. Academic Press,
telenen özel bir hücre tipidir. Pinealosit kordonlarının ara­ 1 981.
sında ve damar çevresi alanlarda gözlenir. Bu hücreler, 10 Ganong W F : Review o f M edical Physiology, 20th ed. M cGraw-H ill, 2 0 0 1 .
mm çapında çok sayıda ara filaman içeren uzun sitopkızma Gruppuso PA: Familial hyperproinsulinemia due to proposed defect in con­
uzantılarına sahiptir. version o f proinsulin to insulin. New Engl J Med 1 9 8 4 :6 2 9 :3 1 1 .
O rci L ct al: T h e insulin factory. Sci Am 1 9 8 8 ;2 5 9 :8 5 .

Sinir Ağı Tiroid Bezi


Sinir lideri pineal beze girdiklerinde myelin kılıflarını kaybe­
Braunwald E ct al: Harrisons Principles o f Internal Medicine, 15th ed. McGraw-
derler; myelinsiz aksonlar, bazıları sinaps yaparak pinealo- H ill, 2 0 0 1 .
siılerin arasında sonlanırlar. Bu sinir sonlanmalarında nore- D unn JT , D unn A D : Update on inrrarhyroida! iodine metabolism. Thyroid
pinefrin içeren çok sayıda küçük vezikiiller görülmektedir. 2 0 0 1 ;1 1 :4 0 7 .
Serotonin de hem pinealositlerde hem de sempatik sinir Kohn LD et al: ElFects o f thyroglobulin and pendrin on iodide flux through
sonlanmalarında bulunmaktadır. the thyrocyte. Trends Endocrinol M etab 2 0 0 1 :1 2 :1 0 .
Nilsson M : Iodide handling by the thyroid epithelial cell. Exp Clin Endocrinol
Diabetes 2 0 0 1 ; 1 0 9 :13.
Pineal Bezin Biyolojik Döngüleri Kontrol Nunez EA, Gershon M D : Cytophysiology o f thyroid parafollicular cells. Int
Etmedeki Rolü Rev Cytol 1 9 7 8 :5 2 :1 .

Pineal bez, hem günlük (2-1 saat) hem de mevsimsel biyo- Paratiroid Bezleri
ritmde yer alır. Beyin korteksine yayılan ve pineal beze ile­
tilen ışığa melatonin ve pek çok peptid ile cevap verir. Ka­ Gaillard PJ et al (editors): The Parathyroid Glands. Univ o f Chicago Press,
1965.
na salıverilen bu peptidlerin sayısı 24 saatlik günlük döngü­
nün karanlık saatlerinde oldukça artar. Salıverilen bu mole­ Pineal Bez
küller, gonadların ve diğer organların salgı etkinliğinde rit­
Sugden D : M elatonin: binding site characteristics and biochemical and cellu­
mik değişikliklere yol açarlar. Böylece pineal bez bir nöro-
lar responses. Neurochem Int 1 9 9 4 :2 4 :1 4 7 .
endokrin iletici görevi yapmakta, sinirsel girdiği çeşitli hor­ Tapp E, Huxley M : T h e histological appearance o f the human pineal gland
monal çıktılara dönüştürmektedir. from puberty to old age. J Pathol 1 972; 1 0 8 :1 3 7 .
Erkek Üreme Sistemi 22

Erkek üreme sistemi testisler, genital kanallar yardımcı TESTİSLER


bezler ve penisten oluşur. Testisin başlıca iki görevi hormon
Testisler, tunika albuginea adı verilen yoğun bağ dokusun­
ve spermatozoon üretmektir. Testiste üretilen başlıca hor­ dan oluşan kalın bir kapsül ile çevrilidir. Tunika albuginea tes­
mon testosteron olmakla birlikte, erkek fizyolojisi için hem tisin arka yüzünde kalınlaşarak mediastinum testis adı veri­
testosteron hem de metaboliıi dihidrolestosteron gereklidir. len yapıyı oluşturur. Buradan bezin içine giren fibröz uzantılar
Testosteron spermatogenez, embriyo ve fetıisiin gelişimi sı­ (septum), bezi testiküler lobüller/bölmeler denilen yaklaşık
rasında cinsel farklılaşma ve gonadotropin salgısının kontro­ 250 adet piramidal bölmeye ayırırlar (Şekil 22-1). Bu uzantılar
lü için önemlidir. Dihidrotestosteron, ergenlik (puberte) ve tam değildir ve bölmeler çoğunlukla birbiriyle ilişkilidir. Her
erişkinlik çağlarında pek çok organ ve doku üzerinde (örne­ lobiilde gevşek bağ dokusu ile sarılı 1-4 seminifer tübül yer
ğin kaslar, ktllanma) etkilidir. alır. Bu bağ dokusu bol miktarda kan ve lenf daman, sinirler
Genital kanallar ve yardımcı bezler, düz kas kasılmaları­ ve interstisyel hücreleri (Leydig hücreleri) içerir. Seminifer
nın da yardımı ile spermatozoonları dışarıya doğru sürükle­ tübiiller erkek üreme hücreleri olan spermatozoonları üretir­
yen salgılar üretir. Bu salgılar aynı zamanda erkek üreme sis­ ken, interstisyel hücreler de testiküler androjenleri salgılar.
temi içinde bulunan spermatozoonlara gerekli besinleri sağ­ Testisler, karın boşluğunun arka duvarında retroperito­
lar. Spermatazoonlar ile birlikte genital kanallar ve yardımcı neal olarak gelişirler. Fetüsi'ın gelişmesi sırasında göç eder­
bezlerin salgısı, penis yoluyla dişi üreme sistemine bırakılan ler ve skrotum içinde spermatik kordonların uçlarında asılı
s e m e n ’i (Latince, tohum) oluştuaır. olarak bulunurlar. Skrotuma doğru gerçekleştirdikleri bu göç
nedeniyle her testis tu ııik a v a jin a lis adı verilen ve periton-

Mesane
Prostat
Membranöz üretra
Ampulla
Seminal vezikül
Ejakülator kanal
Bulboüretral bez

Duktus deferens

Üretranın korpus Duktus epididimis


kavernozumu
Duktus efferentler
Prepisyum
Glans penis
Epididim

Şekil 22-1. Erkek genital siste­ Testiküler lobüller


mi. Testis ve epididimis üreme Mediyastinum testis
Tunika albuginea
sisteminin diğer kısımlarından
farklı ölçekte gösterilmiştir. Tes­ Tunika vajinalis
tiküler lobüller arasındaki ilişki
Tubuti rekti Rete testis
düzenine dikkat ediniz.

431
432 / BÖLÜM 22

dan gelişmiş olan seröz bir kese taşır (Şekil 22-1). Tunika va-
jinalis dışta paryetal, içte ise viseral bir tabakadan oluşur ve
testisin ön ve yan kısımlarında tunika albugineayı örter.
Skrotum, testislerin karın içindekinden daha düşük bir ısıda
tutulmalarında önemli bir rol oynar.

Seminifer Tübüller
Spermatozoonlar seminifer tübiillerde üretilir. Her
tesliste yaklaşık 250-1000 seminifer tübül bulunur.
Her seminifer tübül karmaşık yapıda çok katlı bir
epitel ile döşeli olup, yaklaşık 150-250 //»/çapın­
da ve 30-70 cm uzunluğundadır. Bir teslisteki tübüllerin top­
lam uzunluğu yaklaşık 250 metredir. Tübüller kıvrımlıdır ve
başlangıçta kör uçludur. Sonlanırken liimen daralır ve düz
tübüller ya da tubuli rekti olarak anılan kısa segmentler
halinde devam eder. Bu düz tübüller, seminifer tübüllerin
rete testis denilen, epitel ile döşeli kanalların oluşturduğu
bir labirente bağlanmasını sağlar. Anastomoz yapan rete tes­
tis kanalları, yaklaşık 10-20 duktuli efferentes ile epididi-
misin baş kısmına bağlanmıştır (Şekil 22-1).
Seminifer tübüller fibröz bir bağ dokusu kılıfı, belirgin
bir bazal lamina ve karmaşık bir germinal ya da seminifer
epitelden oluşur (Şekil 22-2). Seminifer tiibülü saran fibröz
tunika propria birkaç fibroblast katmanından oluşmuştur.
Bazal laminaya yapışık olan en içteki katman, düz kas özel­
Şekil 22-2. Seminifer tübülleri ve soluk
likleri de gösteren yassılaşmış miyoid hücreler içerir (Şekil
renkte boyanmış interstisyel (Leydig) hücre­
22-2 ve 22 - 3).
lerini (okla işaretli) gösteren testis kesiti. Pa-
rarosanilin-toluidin mavisi (PT) boyama. Or­
ta büyütme.

Bağ
dokusu

hücreler

Miyoid
hücreler

Şekil 22-3. Miyoid hücrelerle çevrili seminifer


tübülleri içeren epitel. Tübüller arasındaki boş­
luk bağ dokusu, kan ve lenf damarları ve in­
terstisyel hücreleri içermektedir. PT boyama.
Orta büyütme.
ERKEK ÜREME SİSTEMİ / 433

Şekil 22-4. Çevreleyen dokuyla birlikte seminifer tübülün bir parçası. Seminifer epitel iki tip hücreden oluş­
muştur: Spermatogenİk seri hücreleri ve destek ya da Sertoli hücreleri.

Seminifer epitelde iki tip hücre vardır: Sertoli ya da des­ turma sürecinin değişik safhalarında kromozomların bulun­
tek hücreleri ile spermatogenezdeki seriyi oluşturan hücre­ ması ile tanınırlar (Şekil 22-5, 22-6 ve 22-8).
ler (Şekil 22-4). Spermatogenİk seri hücreleri 4-8 tabaka ha­ Birinci mayoz bölünmeden sonra sekonder spermato-
linde düzenlenmiştir; işlevleri spermatozoonları üretmektir. sltler olarak adlandırılan ve yalnızca 23 kromozom (22+X
Spermatozoon üretimi sperm atogenez olarak adlandırılır. veya 22+Y) içeren daha küçük hücreler oluşur (Şekil 22-4 ve
Bu süreç, mi toz ve mayoz hücre bölünmeleri içerir ve hüc­ 22-7). Kromozomlardaki bu sayıca azalmaya (46’dan 23’e)
reler sonunda spermatozoidlere farklılaşır; bu aşama sper- her hücredeki DNA miktarının eksilmesi (4N’den 2N’ye) eş­
miyogenez olarak adlandırılır. lik eder. Testis kesitlerinde sekonder spermatositlerin göz­
lenmesi zordur, çünkü bunlar interfazda çok kısa süre kalan
Spermatogenez ve çabucak ikinci mayoz bölünmeye giren kısa ömürlü hüc­
relerdir. Sekonder spermatositlerin bölünmesi 23 kromozom
Spermatogenez, spermatozoon üretim sürecidir.
içeren iki hücrenin, sperm atidlerin oluşmasıyla sonuçlanır
Süreç ilkel primitif bir germ hücresi olan sperma-
(Şekil 22-7). Spermatositlerde birinci ve ikinci mayoz bölün­
togonyum ile başlar (Yun. S p erm a + g on e, üreme,
meler arasında S fazı (DNA sentezi) görülmediği için, ikinci
kuşak). Spermatogonyum, yaklaşık 12 pırı çapın­
bölünmeden sonra her hücredeki DNA miktarı yarıya iner
da, bazal laminantn hemen üstünde yer alan görece küçük
v e haploid (İN ) hücreler meydana gelir. Böylece, mayoz bö­
bir hücredir (Şekil 22-4, 22-5 ve 22-6). Cinsel olgunluk ça­
lünme sürecinin sonunda haploid sayıda kromozom içeren
ğında spermatogonyum hücreleri mitoz bölünmeyle çoğal­
hücreler oluşur. Döllenmeyle bunlar normal diploid sayıya
maya başlar ve yeni hücreler oluşur. Yeni oluşan hücreler iki
dönerler.
yoldan birini izleyebilir: A tipi sperm atogonyumlar olarak
da adlandırılan kök hücreler olarak bölünmeyi siirüdürebilir
ya da süregiden mitotik sikluslar boyunca farklılaşarak B ti­ Spermiyogenez
pi spermatogonyumları oluştururlar (Şekil 22-7). B tipi Spermiyogenez spermatozoon üretiminin son aşa-
spermatogonyumlar prim er sperm atositlere farklılaşan ması ve spermatidlerin, erkek DNA'sını ovuma ak-
öncül (progenitor) hücrelerdir (Şekil 22-7). Primer sperma- tarmak için son derece özelleşmiş hücreler olan
tositler 46 kromozom {44 +XY) ve 4N DNA içerir (N haplo­ spermatazoona dönüşme sürecidir. Bu süreçte
id kromozom sayısını [insanlarda 23 kromozom] ya da bu hücre bölünmesi gerçekleşmez.
kromozomlardaki DNA miktarını gösterir). Oluşmalarından Spermatidler, küçük boyutları (7-8 pm çapta), yoğunlaşmış
hemen sonra bu hücreler birinci mayoz bölünmenin profa- kromatin bölgeleri içeren nükleusları ile ayırt edilebilirler. Se­
zına girerler. Bu bölünmenin profaz aşaması yaklaşık 22 gün minifer tübiillerde lümen yakınında (jukstaluminal) yerleşmiş­
sürdüğünden, kesitlerde görülen spermatositlerin çoğu bu lerdir (Şekil 22-4, 22-5 ve 22-6). Spermiyogenez, akrozom
aşamada olacaktır. Primer spermatositler Spermatogenİk se­ (Yun. akron , ekstremite + som a, gövde) oluşumunu, niikleus
rinin en büyük hücreleridir ve nükleuslarıncla kangal oluş­ yoğunlaşmasını ve uzamasını, flagellum gelişmesini ve sitop-
434 / BÖLÜM 22

Olgun spermatidler

Genç spermatidler

Primer spermatositler
Şekil 22-5. Seminifer tübül du­
varının bir parçası. Spermatoge-
nez serisinin çeşitli hücreleri gö­
Sertoli hücresi
rülmektedir: bir spermatogon­
yum, primer spermatositler, ol­
Spermatogonyum
gun ve genç spermatidler. Sper-
matidleri içeren Sertoli hücresi­
nin yaklaşık sınırları gösterilmiş­
tir. Boya: HE. Büyük büyütme.

Miyoid hücre

Spermatosit

Şekil 22-6. Seminifer tübül epite-


linde spermatositler ve sperma­
tidler. Tübül miyoid hücreler ile ör­
tülmüştür. Boya: Pikrosirius-he-
matoksilen (PSH). Orta büyütme.
ERKEK ÜREME SİSTEMİ •/ 435

Tip A spermatogonyum
(kök hücreleri)

-ı_Tip B spermatogonyum
J (öncül/progenitor hücreler)

Mitoz bölünme

Şekil 22-7. Germ hücreleri­ A IY V .


nin kional özelliğini göste­ a k ....
ren çizim. Yalnızca başlan­
gıçtaki spermatogonyumlar
bölünür ve birbirinden ayrı Primer spermatositler j— Birinci mayoz bölünme
yavru hücreler üretir. Fark­
Sekoncler spermatositler j— ikinci mayoz bölünme
lılaşmaya başlayan hücre­
ler, daha sonraki bölünme
aşamalarında hücre içi si-
Artık cisimcik
toplazmik köprüleri aracılı­
ğıyla bağlantılı kalır. Ancak
)>Spermatidler
kalıntı gövdelerinden ayrıl­
dıktan sonra, spermatozo- V-Spermiyogenez
onlar ayrı ayrı hücreler ola­
rak değerlendirilebilir. (Blo­
om W, Fawcett DW: A Textbo­
O V V T V A A A A A A A A T V V A A ^
-Artık cisimcik
ok of Histology, 10th ed. Saun­
ders, 1975’ten değiştirilerek -Spermatozoonlar
alınmıştır.) J

Primer spermatositler

Sertoli hücreleri

Kan damarları

Spermatogonyum

Ş ekil 22-8. İnterstisyel hücreler ve


İnterstisyel hücreler seminifer epitelin hücreleri. Boya:
H&E. Büyük büyütme.
436 / BÖLÜM 22

Şekil 22-9. Üstte: Spermiyogenez süresince spermatidlerde ortaya çıkan başlıca değişiklikler. Sper-
matozoonun esas yapısal özelliği olan baş kısmı, esas olarak yoğunlaşmış nükleer kromatinden olu­
şur. Nükleus hacminin azalması, spermin daha hareketli olmasını sağlar ve yumurtaya girerken geno­
mun zarar görmesini engeller. Spermatozoonun geri kalan bölümü, yapısal olarak hareketli olmasını
sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Altta: Olgun spermatozoonun yapısı.

kızmanın çoğunun kaybolmasını içeren karmaşık bir süreçtir. lar. Bu işlem akrozomal reaksiyon olarak bilinir ve döllen­
Sonuçta, daha sonra seminifer tübül liimenine salınan olgun menin İlk basamaklarından biridir.
spermatozoon oluşur. Spermiyogenez iiç faza ayrılabilir: Spermiyogenezin bu fazı sırasında, spermatid seminifer
tübülün tabanına doğru yönelir ve aksonem lumene doğru
G o l g İ F a zi uzanır. Ayrıca, nükleus uzar ve daha yoğun bir hale gelir.
Spermatic! sitoplazması, niikleusun yakınında yer alan belir­ Aynı zamanda sentriyollerden bir tanesi gelişerek flagellu-
gin bir Golgi kompleksi, mitokondriler, bir çift sentriyol, ser­ mu oluşturur. Mitokondriler de flagellumun proksimal kısmı
best ribozomlar ve düz endopkızma retikulumu tübiillerini etrafında toplanarak orta parça adı verilen kalınlaşmış böl­
içerir (Şekil 22-9). Proakrozomal graniiller olarak adlandırı­ geyi oluşturur. Bu bölge, spermatozoon hareketlerinin ener­
lan küçük PAS-pozitif graniiller Golgi kompleksinde birikir ji kaynağını oluşturur (Şekil 22-9).
ve daha sonra birleşerek membranla sınırlı bir akrozomal Mitokondrilerin bu şekilde yerleşmesi, bu organellerin
vezikülün içinde yer alan tek bir akrozomal granülü oluş­ hücre hareketi ile ilgili ve yüksek enerji tüketimi olan böl­
tururlar (Şekil 22-9). Sentriyoller göç ederek oluşan akrozo- gelerde yoğunlaşmasının bir başka örneğidir. (Flagellumla-
mun karşı tarafında hücre yüzeyine yakın bir konuma gelir­ rın yapısı ve işlevleri Bölüm 2’de anlatılmaktadır). Flagellum
ler. Flagellar aksonem oluşmaya başlar, sentriyoller yeniden hareketi, mikrotübüller, ATP ve dinein denilen ATPaz akti-
nükleusa doğru göç ederken hareket ettikçe aksonemal bi­ vitesine sahip bir proteinin etkileşmesi sonucunda oluşur.
leşenleri çevresine sarar.

A kr o zo m al Faz

Akrozomal vezikül ve granül, yoğunlaşan niikleusun ön ya­ k l in ik b il g i


rısını kaplayacak şekilde yayılır ve bundan sonra akrozom
adını alır (Şekil 22-9 ve 22-10). Akrozom, hiyalüronidaz, nö- İm m o til (hareketsiz) silya sendromunda (Karta-
raminidaz, asit fosfataz ve etkisi tripsine benzer bir proteaz gener sendrom u), hareketsiz spermatozoonlar
gibi bazı hidrolitik enzimler içerir. Akrozom bu yüzden lizo- ve sonuçta infertilite görülür. Bu, hastanın sper-
zomun özelleşmiş bir tipi gibi iş görür. Bu enzimlerin, oosit­ matozoonlarmda dinein ya da flagellar hareket
leri çevreleyen korona radyata hücrelerini birbirinden ayır­ için gerekli olan diğer proteinlerin eksikliği söz
dığı ve zona pellusidayı sindirdiği bilinmektedir. Spermato- konusudur. Bu bozukluk genellikle kronik solu­
zoonlar bir oositle karşılaştığında, akrozomun dış membranı num yolu enfeksiyonları ile birlikte görülür. Çün­
birçok bölgede spermatozoonun plazma membranı ile kay­ kü solunum sistemindeki epitel hücrelerinin sili-
naşarak akrozomal enzimlerin hücre dışına boşalmasını sağ­ yer aksonemlerinde hareket bozukluğu bulunur.
ERKEK ÜREME SİSTEMİ / 437

V.tv'N
'Akrozom.

■M

£ « £ > ,rTV vCA

mjŞMmmi pİRrötûbûller

a !W : ?'

Ş ekil 22-10. Fare spermatidinin elektron mikrografı. Merkezde akrozom ile örtülmüş nükleus.
Flagellumun nükleusun alt bölgesinden çıktığı görülebiliyor. Mikrotübüllerin oluşturduğu silindir
şeklindeki bir demet olan manşet, nükleusu yanlardan sınırlamaktadır (KR Porter’in izniyle).

M a t ü r a s y o n (O l g u n l a ş m a ) F a z i Germ Hücrelerinin Klonal Özelliği


Geriye kalan artık sitoplazma Sertoli hücreleri tarafından fa­ Tip A spermatogonyumların bölünmesiyle ortaya çıkan hüc­
gosite edilir ve spermatozoonlar tübüliin liimenine salınırlar. reler, bu hücrelerden biri B tipi spermatogonyuma dönüşe­
Olgun spermatozoon Şekil 22-9 ve 22-1 l ’de gösterilmiştir. ne dek ayrı kalır. Bu andan sonra, bu hücrelerin bölünme-
438 / BOLUM 22

Şekil 22-11. Taramalı elektron mikros­


kobuyla elde edilen görüntüde bir ke­
mirgenin uterus boşluğundaki sperma­
tozoon görülmektedir. Saçaklı yapılar
silyalı epitel hücreleridir. x 2000 {Motta P
et al: Microanatomy of Cell and Tissue Sur­
faces: An Atlas of Scanning Electron Micros­
copy. Lea and Febiger, 1977 Copyright ©
Societa Editrice Libraria [Milan] izniyle basıl­
mıştır.)

sinden kaynaklanan hücreler tamamen ayrılmaz ve sitoplaz- Sertoli Hücreleri


mik köprülerle birbirlerine bağlı kalırlar (Şekil 22-7). Hücre­
Sertoli hücreleri teslislerin işlevi açısından çok
ler arasındaki köprüler, tek bir spermatogonyumdan oluşan
önemlidir. Bu hücreler spermatogenik serideki
primer ve sekonder spermatositler ve spermatid arasında
hücreleri saran uzamış piramidal hücrelerdir. Ser­
ilişkiyi sağlar. Bu köprüler, hücreden hücreye bilgi aktarımı­
toli hücrelerinin tabanları bazal laminaya tutunur,
na olanak tanıyarak spermatogenezdeki olaylar zincirinin
apikal uçları ise sıklıkla seminifer tübiilün lümenine uzanır.
ilişkilerinde önemli bir rol oynar. Bu ayrıntı, aşağıda açıkla­
Işık mikroskobunda, spermatogenik seri hücrelerini çevrele­
nan seminifer epitel siklusunun anlaşılmasında önemli bir
yen çok sayıda yan uzantı nedeniyle, Sertoli hücresinin sı­
rol oynayabilir. Spermatogenez süreci tamamlandığında si-
nırları iyi belirlenemez (Şekil 22-4, 22-5 ve 22-12). Elektron
toplazma ve sitoplazmik köprülerin artık cisimcikleri olarak
mikroskobu ile yapılan çalışmalarda, bu hücrelerin çok sa­
atılmasıyla olgun spermatidler arasında bir ayrılma olur.
yıda düz endoplazma retikulumu, az granüllü endoplazma
Spermatozoonlar, epididime testis sıvısı olarak adlandırı­
retikulumu, iyi gelişmiş Golgi kompleksi ve çok sayıda mi-
lan ve Setoli hücreleri ve rete testis tarafından üretilen uygun
tokondri ile lizozomkır içerdiği gösterilmiştir. Sıklıkla üçgen
bir sıvı aracı ile aktarılır. Bu sıvı sterodiler, proteinler, iyonlar
biçiminde olan uzamış niikleusunda çok sayıda girintiler,
ve testosteronla ilişkili androjen bağlayan protein içerir.
belirgin nükleolus ve az miktarda heterokromatin bulunur
Teslislere deneysel H3-timidin injeksiyonu ile gönüllüler
(Şekil 22-8).
üzerinde yapılan araştırmalarda, insanda spermatogonyum
Yan yana bulunan Sertoli hücreleri, hücrenin alt yan yüz­
aşaması ile spermatozoon oluşumu arasındaki sürenin yak­
lerinde (bazolateral) engelleyici sıkı ilişkiler ile birbirlerine
laşık 6-i gün olduğu gösterilmiştir. Sürecinin yavaş olmasının
bağlanarak kan-testis bariyeri oluştururlar. Spermatogon-
yanı sıra, spermatogenez, tüm seminifer tübüllerde ve her
yumlar, bu bariyerin altında yer alan bazal kompartmanda
seminifer tiibül içinde aynı anda ya da eşzamanlı olarak ger­
yerleşmiştir. Spermatogenez sırasında, spermatogonyumların
çekleşmez. Bu durum, tiibül duvarının ayrı ayrı her bölge­
bölünmesi sonucu oluşan bazı hücreler bu bağlantı noktala­
sinde spermatogenezin komşu bölgelerden az ya da çok ba­
rından bir şekilde geçerek, bariyerin üzerinde yer alan ad-
ğımsız olarak ilerlediği anlamına gelir. Bu nedenle, bir tiibül
luminal kom partm ana ulaşırlar. Spermatositler ve sperma­
kesitinin farklı alanlarında ve farklı tübiil kesitlerinde, spre-
tidler, bariyerin üzerinde, Sertoli hücrelerinin yan ve üst ke­
matogenezin farklı aşamaları izlenebilir. Bu, aynı zamanda,
narlarındaki derin girintilerde yerleşmişlerdir. Spermatidlerin
spermatozoonIarın neden seminifer tiibüllerin bazı bölgele­
flagellar kuyrukları geliştikçe, bunlar Sertoli hücrelerinin üst
rinde bulunduğunu, diğer bölgelerinde de yalnızca sperma-
uçlarından çıkan saçaklar halinde görülürler. Sertoli hücrele­
tidlerin görüldüğünü açıklar. Bu durum, seminifer epitel
ri “gap junction" adı verilen birleşmelerle de bağlanmıştır bu
siklüsü olarak adlandırılmaktadır.
yolla hücrelerin iyonik ve kimyasal alışverişi sağlanır. Bu da,
yukarıda söz edilen seminifer epitel döngüsünün ilişkilerin­
de önemli olabilir.
ERKEK ÜREME SİSTEMİ / 439

Şekil 22-12. Sertoli hücreleri kan-testis bariyerini oluşturur. Komşu Setoli hücreleri engelleyi­
ci bağlantı noktalarından birbirieriyle bağlanarak seminifer tübülleri iki kompartmana ayırır.
Kompartmanlar arasında madde geçişi engellenmiştir. Alt kısım bazal kompartmandır, inters-
tisyel boşlukları ve spermatogonyumların bulunduğu bölgeleri kapsamaktadır. Adluminal
kompartman, tübül lumenini ve aşağıdaki tıkayıcı bağlantılar (TB) düzeyine kadar hücreiçi
boşlukları kapsar. Bu kompartmanda spermatositler, spermatidler ve spermatozoonlar bulu­
nur. Spermatidlerin sitoplazmik artık cisimcikleri Sertoli hücreleri tarafından fagosite edilir ve
lizozomal enzimlerce sindirilir. Miyoid hücreler seminifer epiteli sarar.

Sertoli hücrelerinin çeşitli işlevleri vardır; sperm hücrelerini immünolojik saldırıdan da korur (aşa­
Gelişmekte olan sperm atozoonların desteklenmesi, ğıda ele alınmaktadır).
korunması ve beslenmesinin düzenlenmesi. Yukarı­ Fagositoz. Spermiyogenez sırasında fazla spermatid si-
da anlatıldığı gibi spermatogenik seri hücreleri birbirleri­ toplazması artık cisimcikler şeklinde atılır. Bu sitoplaz­
ne sitoplazmik köprülerle bağlanmışlardır. Bu hücre ağı, mik parçacıklar Sertoli hücrelerindeki lizozomlar tarafın­
Sertoli hücrelerinin yaygın sitoplazmik dallanmaları ile dan fagosite edilir ve sindirilir.
fiziksel olarak desteklenir. Spermatositler, spermatidler Sekresyon. Sertoli hücreleri sürekli olarak seminifer tii-
ve spermatozoonlar kan-testis bariyeri ile kan akımından bûiİlere genital kanallar yönünde akan ve spermlerin taşın­
izole edildiği için, bu spermatogenik hücreler besin ması için kullanılan bir sıvı salgılar. Androjen-bağlayıcı
maddelerinin ve metabolitlerin alınıp verilmesinde Serto­ protein üretimi Sertoli hücreleri tarafından folikül uyarıcı
li hücrelerine muhtaçtır. Sertoli hücre bariyeri gelişen hormon (FSH) ve testosteron kontrolü altında gerçekleşti-
440 / BÖLÜM 22

rilir ve seminifer tiibül içinde spermatogenez için gerekli


olan testosteronun yoğunlaştırılmasını sağlar. Sertoli hüc­
releri testosteronu cistradiole çevirebilir. Bu hücreler aynı
zamanda, ön hipofiz bezinden FSI I sentezini ve salınma­
sını önleyen inhibin adı verilen bir peptid salgılar.
• Anti-Müllerian horm on üretimi. Ayrıca Müller kana-
knı baskılayıcı horm on olarak da adlandırılan bu hor­
mon embriyonik gelişme sırasında erkek fetusta Müller
(paramezonefrik) kanallarının gerilemesini sağlayan bir
glukoproteindir. Testosteron ise Wolf (mezonefrik) ka­
nallarından köken alan yapıların gelişmesini sağlar. Ser­
toli hücreleri insanda ve diğer hayvanlarda üreme çağı
süresince bölünmezler. Enfeksiyon, kötü beslenme, X-
ışınlarına maruz kalma gibi olumsuz koşullara karşı ol­
dukça dayanıklı hücrelerdir ve bu zararlı etkilere maruz
kaldıklarında sağ kalım oranlan spermatogenik seri hüc­
relerine göre çok daha yüksektir. Memelilerde spermato-
zoonkır, büyük olasılıkla, Sertoli hücresinin üst sitopkız-
masında bulunan mikrotübiiller ve mikrofilamentlerin
katılımıyla, hücresel hareketler sonucu salınırlar.
• Kan-testis bariyeri. Seminifer tübüllerin iç kısmıyla kan
arasında bir bariyerin bulunması, testisküler sıvıda kan­
dan gelen çok az madde bulunmasına yol açar. Testikü-
ler kapillerler pencereli tiptedir ve büyük moleküllerin
geçişine izin verir. Spermatogonyumlar kanda bulunan
maddelere kolayca ulaşabilir. Ancak, Sertoli hücreleri
arasında bulunan engelleyici bağlantılar, bir bariyer oluş­
turarak büyük moleküllerin Sertoli hücreleri arasındaki
boşluğa taşınmasını engeller. Böylece, spermatogenezin
daha ileri aşamalarındaki germ hücreleri, kandaki zarar­
lı maddelere karşı korunmuş olur.
Şekil 22-13. Erkek üreme sisteminin hipofiz tarafından
kontrolü. Luteinizan hormon (LH) Leydig hücreleri üzerinde
etki eder, folikül uyarıcı hormon (FSH) ise seminifer tübül-
ler üzerinde etkilidir. Testislerde üretilen bir hormon olan in­
hibin, hipofiz bezinde FSH salgısını baskılar. ABP: andro-
KLİNİK BİLGİ
jen bağlayıcı protein (Bloom W, Fawcett DW: A Textbook of His­
tology, 10th ed. Saunders, 1975'ten değiştirilerek alınmıştır.)
Spermatogonyum hücrelerinin farklılaşması
sperme özgü proteinlerin oluşmasını sağlar. Cin­
sel olgunluğa bağışıklık sisteminin gelişmesin­
den çok sonra erişildiği için, farklılaşan sperm
hücreleri yabancı olarak algılanabilir ve germ
hücrelerini yok edebilecek bir bağışıklık yanıtına FHS’nin Sertoli hücreleri üzerinde etkili olduğu ve adenilat
yol açabilir. Kan-testis bariyeri, gelişmekte olan siklazı uyararak cAMP düzeylerini artırdığı bilinmektedir. Ay­
sperm ve bağışıklık sistemi arasındaki herhangi rıca, androjen bağlayıcı protein sentezini ve salgısını da
bir etkileşimi engeller. Bu bariyer immünoglobu- uyarır. Bu protein, testosteronu bağlayarak seminifer tübül­
linlerin seminifer tübüllere geçişini önler ve se­ lerin tümenine taşır (Sekil 22-13). Spermatogenez testoste­
rumlarında yüksek düzeyde sperm antikorları ron aracılığıyla uyarılır ve östrojenler ve progestojenler tara­
içeren erkeklerde üreme yeteneğinin zarar gör­ lından baskılanır.
mesini engeller. Dolayısıyla, Sertoli hücrelerinin Ortalama vücut sıcaklığının (37 °C) altındaki sıcaklıklar­
oluşturduğu bariyer, seminifer epiteli otoimmün da gerçekleşen spermatogenezin düzenlenmesinde sıcaklık
bir davranışa karşı koruma işlevi görür. çok önemlidir. Testislerdeki sıcaklık yaklaşık 35 °C’dir ve çe­
şitli mekanizmalar aracılığıyla kontrol edilir. Tesıiküler arteri
zengin bir venöz ağ (pam piniform pleksus) sarar ve tes­
Spermatogenezi etkileyen faktörler tislerdeki sıcaklığın korunmasında önemli olan, kanın karşı
Spermatogenez üzerinde en büyük etkiyi hormonlar ya­ yönde işleyen bir sıcaklık değiş tokuşu ile soğutulmasıdır.
par. Spermatogenez, hipofİzden salgılanan FSH ve lutenizan Diğer etkenler, terin skrotumdan buharlaşmasıyla ısı kaybı
hormonun (LU) testis hücreleri üzerindeki etkisine bağlıdır. ve spermatik kordonun kremaster kaslarının kasılmasıyla
Bu hormonlar, spermatogenelik seri hücrelerinin normal ge­ teslislerin daha yüksek sıcaklıklarda kalabileceği inguinal
lişimi için gerekli olan testosteron üretimini uyarırlar. kanala çekilmesidir.
ERKEK ÜREME SİSTEMİ / 441

İnterstisyel doku
KLİNİK BİLGİ Testisin interstisyel dokusu, andorojen üretimi açısından
önemlidir. Testislerde seminifer lübiiller arasındaki boşluklar
Testisin skrotuma inişindeki bozukluk olan krip- bağ dokusu, sinirler, kan ve lenf damarlarıyla doldurulmuş­
torşidizmde (Yun. kryptos, gizli + orchis, testis), tur. Testiküler kapillerler pencerelidir ve kan proteinleri gibi
testisler 37 °C sıcaklıkta kalır ve spermatogenez makromolekülleıin geçişine izin verir. İnterstisyel alanda
engellenir olur. Çok ileri olmayan vakalarda tes­ lenf damarlarının oluşturduğu yoğun ağ, bu organdan.alınan
tisler cerrahi olarak skrotuma indirilirse sperma­ interstisyel sıvı ile lenf sıvısının bileşimindeki benzerliği
togenez normal olarak oluşabilir. Bu nedenle, ye- açıklamaktadır. Bağ dokusu çeşitli tipte hücreler içerir; bun­
nidoğan erkek bebekler testislerin skrotumda lar arasında iibroblastlar, farklılaşmamış bağ dokusu hücre­
olup olmadığının anlaşılması için muayene edil­ leri, mast hücreleri ve makrofajlar bulunur. Ergenlikte (pu-
melidir. Karın içi sıcaklığında kalan teslislerde berte) bir hücre tipi daha işlevsel olarak belirgin hale gelir.
germ hücrelerinin çoğalması engellenir, fakat Bu, yuvarlak ya da poligonal şekilli, merkezi bir nükleusu
testosteron sentezi devam eder. Bu da kriptoor- ve küçük lipid damlacıklarından zengin eozinofilik bir sitop-
şidizmli erkeklerde, steril olmalarına karşın yine kızması bulunan bir hücredir (Şekil 22-3 ve 22-14). Bu hüc­
de sekonder seks karakterlerinin gelişmesinin ve reler, testisin interstisyel ya da Leydig hücreleridir ve ste­
ereksiyon oluşmasının nedenini açıklar. roid salgılayan hücre özelliklerini (bölüm 4'te açıklanm ada­
Kötü beslenme, alkolizm ve berlirli ilaçların dır) gösterir. Bu hücreler, sekonder seks karakterlerinin ge­
etkisiyle spermatogonyumlarda değişiklikler ve lişmesinden sorumlu erkeklik hormonu olan testosteronu
sonuçta spermatozoon yapımında azalma ortaya üretirler. Testosteron sentezi mitokondrilerde ve düz endop-
çıkar. X-ışınlarına maruz kalma ve kadmiyum lazma retikulumunda bulunan enzimleıce gerçekleştirilerek,
tuzları spermatogenik seri hücrelerinde oldukça hücre organelleri arası işbirliğine bir örnek oluşturur.
toksiktir ve bu hücrelerin ölümüne sebep olarak İnterstisyel hücrelerin hem işlevsellikleri ve hem de sa­
hayvanda steriliteye yol açarlar. Busulfan germi­ yıları hormonal uyarılara bağlıdır. İnsanda hamilelik sırasın­
nal hücreler üzerinde etkilidir, gebe dişi sıçanlara da plasentadan üretilen gonadotropik hormon, anne kanın­
dan fetiıse geçer ve androjenik hormonları üreten bol mik­
verildiğinde bunların yavrularının germinal hüc­
tardaki fetal testiküler interstisyel hücreleri uyarır. Bu hor­
relerini öldürür. Bu nedenle yavru steril olur ve
monların varlığı, erkek genital organlarının embriyonik fark­
seminifer tübüllerinde yalnızca Sertoli hücreleri
lılaşması için gereklidir. Embriyonik interstisyel hücreler ha­
bulunur. Androjen üreten interstisyel hücre tü­
mileliğin 4. ayına kadar tamamen farklılaşmış olarak kalırlar
mörleri de erkeklerde erken puberteye yol açabi­
ve sonra testosteron sentezinde bir azalmayla birlikte geri­
lir.
lerler. Daha sonra gebeliğin geri kalanı boyunca ve hipofiz-
den salgılanan LH hormonu uyarısı altında testosteron sen-

Şekil 22-14. Sıçan testisinde bir interstisyel hücre kesitinin elektron mikroskop fotoğrafı. Çok sayı­
da mitokondri ve düz endoplazma retikulumu görülmektedir. Orta büyütme.
442 / BÖLÜM 22

tezini yeniden yapmaya başladıkları puberte öncesi döneme Rete testisten 10-20 kadar duktuli efferentes çıkar (Şekil
kadar dinlenmede kalırlar. 22-1). Bu kanallar, epididimis yönüne doğru hareket sağlayan
silyalı hücrelerle değişimli olarak silyasız kübik hücre grupla­
TESTİS İÇİ GENİTAL KANALLAR rından oluşan bir epitele sahiptir. Bu, epitele deniz tarağı bi­
çimindeki karakteristik görünümünü verir. Silyasız hücreler
Testis içi genital kanallar tubuli rekti, rete testis ve duktu-
seminifer tübüllerden salgılanan sıvının çoğunu emer. Silyalı
li efferentestir (Şekil 22-1). Bu kanallar, seminifer tübüller-
hücre aktivitesi ve sıvı emilimi, spermatozoonların epididimi­
den gelen sıvıyı ve spermatozoonları duktus epididimise ta­
se doğru süpürülmesini sağlayan bir sıvı akımı sağlar. Epitelin
şır.
bazal laminasının dışında sirküler olarak dizilmiş düz kas hüc­
Seminifer tübüllerin çoğu kangal biçiminde kıvrılmıştır
relerinden oluşan ince bir katman vardır. Duktuli efferentes gi­
ve her iki uçtan rete testise tubuli rekti olarak bilinen düz
derek birleşip epididimisin duktus epididimisini oluşturur.
tubullerle bağlanırlar. Spermatogenik hücrelerin giderek or­
tadan kaybolduğu bu tübüllerin başlangıç bölümünde duvar
yalnızca Sertoli hücrelerinden oluşur. Bu başlangıç bölümü,
GENİTAL BOŞALTIM KANALLARI
tıkız bağ dokusu kılıfı ile desteklenen ve silindirik epitel Testiste üretilen spermatozoonları penise doğru taşıyan ka­
hücrelerini içeren ana kısımla devam eder. nallar duktus epididimis, duktus deferens (vas defe­
Tubuli rekti rete testisin içine boşalır. Rete testis, tunika rens) ve üretradır.
albugineanın kalınlaşması ile oluşmuş mediastinum içinde Duktus epididimis, yaklaşık 4-6 m uzunluğunda, tek
bulunur. Rete testis silindirik epitel ile döşeli ve oldukça faz­ ve oldukça kıvrıntılı bir kanaldır (Şekil 22-1). Bu uzun ka­
la anastomoz içeren bir kanallar ağıdır. nal, çevresini saran bağ dokusu ve kan damarları ile birlik-

Mikroviluslar

Spermatozoonlar

Bazal hücre

Prizmatik hücre

Bağ dokusu
ve düz kas

Ş e k il22-15. Çok kıvrımlı olan duktus epididimisin kesite birkaç kez girdiği görülmektedir. Du­
varları bağ dokusu ve düz kas ile kuşatılmış olan yalancı çok katlı epitelden oluşur. PSH bo­
yası. Orta büyütme. İç resim: Epitel hücrelerinin uzun mikroviluslarını (stereosilya) gösteren
büyük büyütme.
ERKEK ÜREME SİSTEMİ / 443

Mukoza •

Uzunlamasına
kas
Şekil 22-16. Duktus deferensin stereosil- katmam
yalar ve lamina propria ile birlikte yalancı
çok katlı silindirik epitelden oluşan muko­
zasını gösteren kesiti. Kalın dış duvar düz Sirküler
kas hücreleri (kahverengi) ve kolajen lifler­ düz kas
den (mavi) oluşmuştur. Trikrom boyama. katmanı
Küçük büyütme.

te epididimisin kuyruk ve gövdesini oluşturur. Yuvarlak tus denir. Duktus deferensin mukoza katmanı ampulla bo­
bazal hücreler ve silindirik hücrelerden oluşan yalancı çok yunca ejakülatuvar duktusun içine kadar devam ederken,
katlı silindirik epitel ile döşelidir (Şekil 22-15). Bu hücreler, kas katmanı ampulladan sonra bitmektedir.
peristaltik kasılmalarıyla spermin kanallar boyunca ilerleme­
sine yardım eden düz kas hücreleri ve kapiller damarlardan YARDIMCI GENITAL BEZLER
zengin bağ dokusu ile çevrelenmiş bir bazal lamina üzerine
Yardımcı genital bezler, erkeklerde üreme işlevi­
oturur. Epitel hücrelerinin yüzeyleri stereosilya adı verilen,
nin sürdürülmesi için gerekli salgıları üretir. Bu
uzun, dallanmış düzensiz mikrovilluslar ile kaplanmıştır. bezler seminal veziküller, prostat bezi ve bul-
Duktus epididimis epiteli spermatogenez süresince oluşan boüretral bezlerdir.
artık cisimciklerin ortadan kaldırılması ve sindirilmesine ka­ Seminal veziküller, uzunlukları 15 cm olan iki adet ol­
tılır. dukça kıvrımlı kanaldır. Organdan kesitler alındığında aynı
Epididimisten duktus (vas) deferens adı verilen kalın kanal farklı yönlerde gözlenebilir. Salgılayıcı grandilerden
muskiiler duvarlı düz kanal devam ederek prostatik üretra- zengin, kübik ya da yalancı çok katlı silindirik epitel ile dö­
ya açılır (Şekil 22-1). Bu kanalın tipik olarak dar bir lümeni şeli kıvrımlı bir mukozası vardır. Bu granüllerin ultrastrüktü-
ve kalın bir düz kas tabakası vardır (Şekil 22-16). Mukozası rel özellikleri protein sentezleyen hücrelere benzer (Bkz.
uzunlamasına kıvrımlar oluşturur; çoğunlukla stereosilyalara Bölüm 4). Seminal veziküllerin lamina propriası elastik lifler­
sahip yalancı çok katlı silindirik epitel ile kaplıdır. Lamina den zengindir ve ince bir düz kas katmanı ile çevrilidir (Şe­
propria elastik liflerden zengin bir bağ dokusu katmanıdır. kil 22-17). Bu seminal veziküller spermatozoonlar için depo­
Kalın kas tabakası, sirküler bir katmanla ayrılan, içte ve dış­ lanma yeri değildir. Seminal veziküller viskoz, sarımsı renk­
ta yer alan uzunlamasına (longitudinal) katmanlardan oluş­ te, sitrat, inozitol, prostaglandinler ve çeşitli proteinler gibi
muştur. Bu kalın düz kas katmanı, ejekülasyon sırasında spermatozoonları aktive eden maddeleri içeren bir salgı üre­
spermatozoonlann fışkırtılmasını sağlayan güçlü peristaltik tir. Erkek üreme sistemi ile ilişkili bu bezler tarafından üre­
kas 11ma la r ol uşturur. tilen ve seminal sıvısıya salınan karbonhidratlar, sperm ha­
Duktus deferens, spermatik kordonun bir parçasını oluş­ reketi için enerji kaynağını oluştururlar. Fruktoz, bu kar­
turur. Bu kordon testiküler arter, pampiniform pleksus ve si­ bonhidratlar içinde en fazla bulunan monosakkariddir. İnsan
nirleri içerir. Duktus deferens prostata girmeden önce geniş­ ejekülatının % 70 ’i seminal veziküllerden kaynaklanır. Semi­
ler ve ampulla denilen bölümü oluşturur (Şekil 22-1). Bu nal veziküllerdeki epitel hücrelerinin boyutları ve salgılama
alanda epitel kalınlaşır ve oldukça fazla kıvrımlanır. Ampul- süreçlerinin işlevsellik derecesi testosteron düzeylerine ba­
lanın son kısmında seminal vezikıiller duktusa katılırlar. ğımlıdır.
Bundan sonra duktus deferens prostata girer ve prostatik Prostat 30-50 adet dallanmış tübiiloalveoler bezden olu­
iiretraya açılır. Prostata giren segmente ejakülatuvar duk­ şur. Bu bezlerin kanalları prostatik üretraya boşalır (Şekil 22-
444 / BÖLÜM 22

Epitel

Düz kas

Lamina propria

Şekil 22-17. Seminal vezikül. Bu, bezin tübül-


lerden oluştuğu izlenimini veren ve oldukça kat­
lanmış bir mukoza içeren, kıvrımlı tıibüler bezin
bir kesiti. PSH boyama. Orta büyütme.

1, 22-18 ve 22-19). Prostatta üç ayrı bölge bulunur: Birincisi Prostatın tuboalveoler bezleri kübik ya da yalancı çok
merkezi bölgedir (central zone) ve bezin hacminin %25'ini katlı siiindirik epitel içerir. Bezleri son derece zengin bir lib-
kaplar. Yalancı çok katlı bir epiteii vardır ve bezin hacminin romüsküler stroma çevreler (Şekil 22-20). Prostat bezi, düz
% 25'ini oluşturur. Bezin % 70’ini periferik bölge (periphe­ kas liflerinden zengin bir fibroekıstik kapsül ile örtülüdür.
ral zone) oluşturur ve burası prostat kanserinin geliştiği baş­ Kapsülden çıkan septumlar bezin içine doğru uzanırlar ve
lıca bölgedir. Geçiş bölgesi (transition zone), prostat hasta­ bezi bölmelere ayırırlar; bu bölmeler erişkin erkekte kolay­
lıkları açısından önemlidir, çünkü burası selim prostat hi- ca seçilemez.
perplazilerinin büyük bir bölümünün kaynaklandığı bölge­ Prostat bezi, prostat sıvısını üretir ve ejekülasyon sırasın­
dir. da fırlatma gücü sağlamak üzere bunu biriktirir. Seminal ve-
zikiilde olduğu gibi, prostatın yapısı ve işlevi testosteron dü­
zeylerine bağlıdır.

KLİNİK BİLGİ

50 yaşın üstündeki erkeklerin %50'sinde, 70 ya­


şın üzerindeki erkeklerin ise %95'inde selim
p ro s ta t h ip e rtro fis i bulunur. Vakalann yalnızca
%5-10’unda üretra obstrüksiyonuna yol açarak
klinik semptomlar verir.
M align p ro s ta t tüm örü erkeklerde en sık
görülen ikinci kanser türüdür ve kansere bağlı
Şekil 22-18. Üç bölgede bezlerin dağılımını gösteren pros­ ölümlerin önde gelen üçüncü nedenidir. Prostat
tat kesiti. Bezlerin kanalları üretraya açılmaktadır. bezinin ürettiği prostat spesifik antijen (PSA) ka-
I

ERKEK ÜREME SİSTEMİ / 445

Prostatik
üretra

Bezler

Bağ
dokusu

Düz
kas
Şekil 22-19. Prostatik üretrayı ve bağ do­
kusu ve düz kas hücreleriyle çevrili tuboal-
veoler bezleri gösteren prostatın merkezi
bölümünün kesiti. PT boyama. Küçük bü­
yütme.

Glandüler
epitel

Bağ
dokusu

Düz
.kas
Şekil 22-20. Bağ dokusu ve düz kas hücre­
leriyle çevrili prostat bezleri. PT boyama.
Küçük büyütme.
446 / BÖLÜM 22

na salgılanır. Malign durumlarda serumdaki yo­ den oluşan trabekülalarla ayrılan çok sayıda venöz boşluk­
ğunluğu genellikle arttığından, tümör tanısında lar içerir.
ve tedavinin izlenmesinde yararldtr. Penisin arteriyel kan akımı internal pudental arterlerden
gelir, bunlardan da penisin derin arterleri ve dorsal arterleri
çıkar. Derin arterler, besleyici ve helisin arterleri oluşturmak
Prostat bezlerinin lümeninde sıklıkla 0.2-2 mm çapında, üzere dallanır. Besleyici arterler trabekiilalara gerekli oksijen
glııkoprotein yapısında küçük küresel cisimcikler bulunur. ve besin maddelerini sağlarken, helisin arterler doğrudan
Bunlar prostat taşları ya da korpora amilasea olarak adlan­ kavernöz boşluklara (erektil doku) açılırlar. Helisin arterler
dırılır. Önemi anlaşılamamış olmakla birlikte, sayıları ilerle­ ve derin dorsal venler arasında arteriyovenöz santiar vardır.
yen yaşla birlikte artmaktadır. Penisin ereksiyonu hemodiıramik bir olaydır ve peniste­
Bulboüretral bezler (Cowper bezleri), çapları 3-5 mm ki vasküler boşlukların duvarlarındaki düz kaslar ile arteri­
olan ve iiretranın membranöz kısmının proksimalinde yerle­ yel kasların aldıkları sinirsel uyarılarla kontrol edilir. Yumu­
şerek buraya boşalan bezlerdir (Şekil 22-1). Mukus salgıla­ şak durumda iken peniste en az kan akımı vardır. Ereksiyon-
yan tek katlı silindirik epitel ile döşeli tübüloalveoler bezler­ da olmadığında, kas gerginliği hem penil düz kasın içsel
dir. Her bezi loblara ayıran septumlarda iskelet ve düz kas gerginliği, hem de sürekli duysal (sempatik) uyarılar tarafın­
hücreleri bulunur. Salgısı, kayganlaştırıcı işlevi gören berrak dan dürtüklenen gerginliği sağlanır. Parasempatik kaynaklı
bir mukustur. vazodilatatör uyarılar penil damarların ve kavernöz düz ka­
sın gevşemesini sağladığında, ereksiyon oluşur. Vazodilatas-
PENİS yon, aynı zamanda penil dokuya gelen sempatik vazokonst-
riktör uyarıların baskılanmasını sağlamaktadır. Penil arterler­
Penis başlıca üç silindirik erektiI doku kitlesi ve üretrayı
de ve kavernöz boşluklardaki genişleme, kan akımında artı­
içermekte olup, dıştan deri ile sarılmıştır. Bu silindirlerden
şa yol açarak bu boşlukların kanla dolmasını ve sonuçta pe­
ikisi penisin korpus kavernozumlan olarak adlandırılır
nisin sertleşmesini sağlar. Korpus kavenozumların kasılması
ve dorsal olarak yerleşmiştir. Üretranın korpus kaverno-
ve gevşemesi hücre içi kalsiyum düzeylerine bağlıdır ve bu
zumu ya da korpus spongiyozum olarak adlandırılan
da, guanozin monofosfataz tarafından denetlenir.
üçiincüsü ventral olarak yerleşmiştir ve üretrayı çevreler. Bu
Ejakülasyon ve orgazmdan sonra parasempatik aktivite
yapı en sonunda genişleyerek glans penisi oluşturur (Şekil
azalır ve penis önceki yumuşak durumuna döner.
22-1). Penil üretranın büyük bölümü yalancı çok katlı silin­
dirik epitel ile döşelidir; glans peniste bu, çok katlı yassı epi-
tele dönüşür. Mukus salgılayan Littre bezleri penil tiretra
boyunca bulunur.
Prepusyum (sünnet derisi), içinde düz kas lifleri ile bağ
dokusu içeren geriye çekilebilir (retrakti)l bir deri katlamışı­ KLİNİK BİLGİ
dır. Glansı çevreleyen deride ve katlantı içinde yağ bezleri
bulunur. Boşalma kusurlarının sağaltımı için geliştirilen
Korpus kavernozumlar, tunika albuginea denilen ve tı­ yeni ilaçlar, korpus kavernozumda bulunan ve
kız bağ dokusundan oluşan dayanıklı bir katman ile örtülü­ guanozin monofosfat gibi siklik nükelotidleri dü­
dür (Şekil 22-21). Penisin ve üretranın korpus kavernozum- zenleyen fosfodiesteraz enzimi üzerinde etki
kırı erektil dokudan oluşmuştur. Erektil doku, endotel hüc­ göstermektedir.
releri ile döşeli ve bağ dokusu lifleri ile düz kas hücrelerin­

Derin dorsal Yüzeysel


arter' dorsal arter

Dorsal arter Dorsal arter

Tunika
albuginea

Derin arter
Penisin
korpus
kavernozumu Üretra
Üretranın
korpus
Erektil doku kavernozumu Ş ekil 22-21. Penisin enine kesiti.
ERKEK ÜREME SİSTEMİ / 447

KAYNAKLAR
Afeeiius BA et al: Lack o f dynein arms in im m otile human spermatozoa. Hafez ES E , Spring-M ills E (editors): Accessory Glands o f the Male Reproduc­
J Cell Biol 1 9 7 5 :6 6 :2 2 5 . tive Tract. Ann Arbor Science Publishers, 1979.
BonkhofF H , Remberger K: M orphogenetic aspects o f normal and abnormal Johnson A D , Gom es W R (editors): The Testis. Vols 1 - 4 . Academic Press,
prostatic growth. Pathol Res Pract 1 9 9 5 :1 9 1 :8 3 3 . 1 9 7 0 -1 9 7 7 .
Bruunwald E et al: Harrisons Principles o f Internal Medicine, 15 th ed. M cGraw- McNeai JE : Normal histology o f the prostate. Am J Surg Pathol 1988; 12:619.
Hill, 2 0 0 1 . Tindall D J et al: Structure and biochemistry o f the Sertoli cell. Int Rev Cy-
Dait W G : A utonom ic control o f penile erectile tissue. In: Experimental Brain tol 1 9 8 5 :9 4 :1 2 7 .
Research. Series 16. Springer-Verlag, 1987. Trainer T D : Histology o f the normal testis. Am J Surg Pathol 1 9 8 7 :1 1 :7 9 7 .
Fawcett D W : T h e mammalian spermatozoon. Dev Biol 1 9 7 5 :4 4 :3 9 4 .
Dişi Üreme Sistemi

Dişi üreme sistemi iki iletim kanalı, ovaryum, iki oviclııkt bulunduğu dış kısımda (kortikal bölge) yer alır. Foliküller,
(tuba uterina), uterus, vajina ve dış genital organdan oluşur kortikal bölgenin bağ dokusu (strom a) içinde gömülüdür.
(Şekil 23-1). İşlevleri dişi cins hücreleri olan gametlerin (o o­ Bu stroma tipik iğ biçiminde fibroblastlar içerir, ve bu fib-
sitler) üretimi ile embriyo ve fetiis evrelerinden doğuma ka­ roblastlar, hormonal uyanlara diğer organların fibroblastla-
dar döllenmiş oositi taşımaktır. Ayrıca, üreme sisteminin or­ rından farklı yanıt verir. Ovaryumun en iç kısmı gevşek bağ
ganlarını kontrol eden ve vücudun diğer organları üzerinde dokusu içinde zengin bir damar yatağı içeren medüller böl­
etkileri olan cinsiyet hormonlarını da üretir. İlk menstriias- gedir. Korteks ile mediilla bölgeleri arasında kesin bir sınır
yon (aybaşı) kanamalarının oluştuğu m enarşta (ilk adet) yoktur (Şekil 23-2 ve 23-3).
başlayarak üreme sistemi yapı ve işlevsel etkenlik bakımın­
dan döngüse! (siklik) değişiklikler geçirir. Bu değişiklikler Ovaryumun gelişimi
hormonlarla kontrol edilir. Menapoz, döngüsel değişiklikle­ Embriyonik yaşamın yaklaşık birinci ayında, primordiyal
rin clüzensizleştiği ve sonunda tümüyle ortadan kalktığı de­ germ hücrelerinden oluşan küçük bir hücre topluluğu vitel-
ğişken bir süreçtir. Menapoz sonrası dönemde üreme siste­ lüs kesesinden gonad taslağına göç eder. Gonadlarda bu hüc­
minde yavaş bir gerileme görülür. Meme bezleri üreme sis­ reler bölünerek oogonyumlara dönüşür. Bölünmeler o ka­
teminin dışında olsa da, üreme sisteminin işlevsel durumu­ dar yoğundur ki, uterus içi yaşamın ikinci ayında yaklaşık 600
na doğrudan bağlı olarak değişiklikler gösterdiklerinden, bu 000, beşinci ayı dolaylarında da 7 milyonun üzerinde oogon-
bölümde ele alınacaktır. yum vardır. Üçüncü aydan başlayarak oogonyumiar birinci
mayoz bölünmenin profaz evresine girmeye başlar, ancak
ÖVERLER bölünme diploten evresinde durarak mayoz bölünmenin di­
ğer evrelerine ilerlemez. Bu hücreler prim er (birinci) oosit­
Överler yaklaşık 3 cm uzunluk, 1.5 cm genişlik ve 1 cm ka­ lerdir (Yun. oon, yumurta + kytos, hücre) ve foliküler hüc­
lınlıkta badem biçiminde yapılardır. Yüzeyleri basit yassı ya reler olarak adlandırılan yassı hücrelerle çevrilidir. Gebeliğin
da kübik epitel ile kaplıdır; bu epitel germinal epitel ola­ yedinci ayına ulaşıldığında, oogonyumların çoğu primer oo­
rak adlandırılır. Germinal epitelin altında, ovaryum un beya­ sitlere dönüşmüştür. Ancak, primer oositlerin çoğu, atrezi
zımsı rengini veren ve tunika albuginea olarak adlandırılan olarak adlandırılan bir yıkımla (dejeneratif süreçle) yok olur.
tıkız bir bağ dokusu katmanı bulunur. Tunika albugineanın Sonuç olarak, puberte (ergenlik) dolaylarında överler yakla­
altında oositleri içeren ovaryum folikiillerinin bol miktarda şık 300 000 oosit içerir. Atrezi, kadının üreme çağı boyunca

Döllenme Tuba uterina Uterus fundusu Over bağı

Ş ekil 23-1. Dişi üreme sisteminin iç


organları.

449
450 / BÖLÜM 23

Tunika albuginea Primordiyal


Arterler Germinal foliküller
ve veriler- epitel

Medüller
bölge

Kortikal bölge

Şekil 23-2. Doğurganlık çağında bir


Ovulasyon
kadının, içerdiği başlıca yapılarla bir­
öncesindeki folikül
likte ovaryumu: germinal epitel, tuni-
ka albuginea, kortikal bölge ve me­ Korpus Korpus Büyümekte olan
düller bölge. luteum albikans foliküller

sürer ve 40-45 yaşlarında yaklaşık 8000 oosit kalır. Her ayba­ ve koyu boyanmazlar. Sitoplazmadaki organeller nükleusa
şı döngüsünde (ortalama süre 28 gün) genellikle tek bir oo­ yakın bir küme oluşturma eğilimi gösterirler. Sitoplazmada
sit serbest bırakıldığından ve kadının doğurganlık çağı yakla­ çok sayıda mitokondri, birkaç Golgi kompleksi ve endoplaz-
şık 30-40 yıl sürdüğünden, yalnızca 450 kadar oosit salınmış ma retikulumu sarnıçları bulunur. Folikül hücrelerinin altın­
olur. Tüm diğer oosider atrezi yoluyla ortadan kaldırılır. da bir bazal lamina bulunur ve folikülleri, çevreleyen stro-
madan ayıran sınırı oluşturur.
Ovaryum Folikülleri Ergenlik çağından (puberte) başlayarak, küçük bir pri­
mordiyal folikül grubunda, foliküler büyüme olarak adlandı­
Bir ovaryum folikülü, bir ya da daha fazla folikül hücresi
rılan bir süreç başlar. Bu süreç oositler, granüloza hücreleri
ya da granüloza hücresi katmanıyla çevrili bir oosit içerir.
ve bu folikülleri çevreleyen stromadaki fibroblast hücrelerin­
Fetal yaşam sırasında oluşan foliküller (primordiyal foli­
deki değişiklikleri kapsar. Büyüme sürecine giren folikiille-
küller) ise tek sıralı yassı folikül hücreleriyle çevrili bir pri­
rin, çok sayıda primordiyal folikül arasından nasıl seçildiği
mer oosit içerir (Şekil 23-4, 23-5 ve 23-6). Bu foliküller, kor­
bilinmemektedir.
tikal bölgenin en üst katmanında yer alır. Primordiyal folikü-
lün içindeki oosit yaklaşık 25 pm çapında, küre biçiminde Foliküler Büyüme
bir hücredir. Büyük bir nükleusu ve yine büyük bir nükle-
Foliiküllerin büyümesi, iıipofizden salgılanan folikül uyarıcı
olusu vardır. Bu hücreler, mayoz bölünmenin birinci profaz
hormon (FSH) tarafından uyarılır. Oosit büyümesinin en hızlı
evresindedir. Kromozomlar çoğunlukla çözülmüş haldedir
olduğu dönem foliküler büyümenin birinci evresidir; bu sıra­
da oositin çapı maksimuma (125-150 pm) ulaşır. Nükleus bü­
yür, mitokondrilerin sayısı artar ve sitoplazmada eşit olarak
dağılırlar; endoplazma retikulumu genişleme (hipertroPı) gös­
terir. Golgi aygıtları da hücre yüzeyinin hemen altına göç eder.
Folikül hücreleri mitoz bölünmeyle çoğalırlar ve tek katlı bir
kübik hücre katmanı oluştururlar. Bu aşamadaki folikül, tek
katmanlı (ünilaminer) prim er folikül olarak adlandırılır
(Şekil 23-4 ve 23-6). Folikül hücreleri çoğalmayı sürdürür ve
çok katlı foliküler epiteli ya da granüloza tabakasını oluştu­
rurlar. Buradaki hücreler “gap junctionlar” aracılığıyla iletişim
kurar ve bu durumdaki folikül çok katmanlı (mültilaminer)
primer folikül ya da preantral folikül olarak adlandırılır
(Şekil 23-4 ve 23-7). Oositler kalın, amorf bir örtü olan örtü
olan zona pellusida ile çevrilidir ve bu katman en az üç fark­
lı glikoprotein içerir (Şekil 23-8). Zona pellusidanın sentezine
hem oositlerin hem de folikül hücrelerinin katkıda bulunduğu
düşünülmektedir. Folikül hücrelerinin uzantıları (filopodlar)
ve oositlerin mikrovillüsleri, zona pellusida içine uzanırlar ve
bölge bölge birbirleriyle “aralık bağlantıları” aracılığıyla iletişim kurarlar.
Foliküller esas olarak granüloza hücrelerinin boyut ve
Şekil 23-3. Bir ovaryumun kortikal bölge ve medüller böl­ sayıca artmasıyla büyüdükçe kortikal bölgenin daha alt böl­
gelerini gösteren fotomikrografı. H&E boyama. Küçük bü­ gelerine göç eder. Folikül hücreleri arasında sıvı (likör foli-
yütme. küli) toplanmaya başlar. Sıvıyı içeren ufak boşluklar birleşe-
DIŞI ÜREME SİSTEMİ / 451

reler, folikül duvarında belirli bir yerde yoğunlaşır. Bu hüc­


Primordiyal Oosit relerden küçük bir tepecik oluşturur; antrumun İç kısmına
folikül Stroma hücresi doğru uzantı yapan ve oositi de içeren bu yapıya kümülüs
ooforus ismi verilir (Şekil 23-10). Bir grup granüloza hücre­
Folikül hücresi si oositin çevresinde yoğunlaşır ve korona radyata oluştu­
rur. Bu granüloza hücreleri, ovaryumu terk ederken oosite
Tek katmanlı Bazal lamina eşlik eder (Şekil 23-10).
primer Oositte ve granüloza tabakasında bu değişiklikler olu­
folikül şurken, foliküliin hemen bitişiğindeki stromada yer alan fib-
Zona pellusida oluşumu roblastlar teka foliküli (teka Yunanca, kutu) oluşturmak
üzere farklılaşır. Bu katman daha sonra teka intem a ve te­
ka eksterna olarak farklılaşır (Şekil 23-4, 23-10 ve 23-11).
Çok ^ ^ ^ - Z o n a pellusida Teka internanın hücreleri tamamen farklılaştığında steroid
katmanlı
üreten hücreler ile benzerince yapı gösterir. Bu özellikler
primer ( Granüloza hücreleri
arasında bol miktarda düz endoplazma retikulumu, tübüler
folikül '
‘ -i— Teka interna kristaya sahip mitokondriler ve çok sayıda lipid damlacıkla­
rı yer alır. Bu hücrelerin, granüloza tabakasına taşman bir
steroid hormon olan androstenedion sentezlediği bilin­
mektedir. Granülozadaki hücreler, folikül uyarıcı hormonun

Sekonder
(antral) Tunika Germanal
folikül Antrum
f b
albuginea epitel

£ Teka intema
i
Teka eksterna

Granüloza hücreleri

Ovaryum
stroması
Teka eksterna
Teka interna
Antrum
Granüloza a\ Primordiyal
hücreleri
^ foliküller
Korona radyata

Kümülüs
ooforus
Folikül
iV hücreleri

Ş ekil 23-4. Primordiyal folikülden olgun foliküle doğru geli­ %


m .
şen ovaryum folikülleri. Foliküllerin görece oranları bu çi­
Oosit 1 Sitoplazma
zimde korunmamıştır.

Çekirdek
fe rz s e ?
rek daha büyük bir boşluk (antrum ) oluşturur (Şekil 23-4
ve 23-9). Bu foliküller artık sekonder ya da antral folikül
olarak adlandırılır. Folikül sıvısı plazma bileşenlerini ve foli­
kül hücreleri tarafından salgılanan ürünleri içerir; sıvıda gli- Ş ekil 23-5. Ovaryumun dış (kortikal) bölgesini gösteren fo-
kozaminoglikanlar, steroid-bağlayıcı proteinler de dahil ol­ tomikrograf. Ovaryum germinal epitel ve tunika albuginea
mak üzere bazı proteinler ve yüksek konsantrasyonda stero- ile örtülüdür. Her biri bir yassı folikül hücresi katmanıyla
idler (progesteron, androjenler ve östrojenler) bulunur. çevrili bir oosit tarafından oluşturulan primordiyal folikül
Granüloza hücrelerinin antrumu oluşturmak üzere yeni­ grupları ovaryumun bağ dokusunda (stroma) görülmekte­
den düzenlenmesi sırasında, bu katmanda yer alan bazı hiic- dir. Giemsa boyama. Küçük büyütme.
452 / BÖLÜM 23

ler yıkıma uğrar. Baskın olan folikül, foliküler büyümenin en


son aşamasına ulaşabilir ve ovulasyonu gerçekleştirebilir.
Olgun folikül ya da graaf folikülü olarak adlandırılan bu
ovulasyon öncesi folikül son derece büyüktür (yaklaşık 2.3
cm çapında), ovaryum yüzeyinden dışarı doğru şişkinlik ya­
par ve ultrasonografik inceleme ile saptanabilir. Sıvı toplan­
masının bir sonucu olarak, folikül boşluğunun boyutlarında
bir artış olur ve oosit, granüloza hücrelerinden oluşan bir
sap (pedikül) ile folikül duvarına bağlanır. Granüloza hücre­
leri folikülün büyümesiyle orantılı bir biçimde çoğalmadı­
ğından, granüloza tabakası daha ince bir hale gelir. Bu foli­
küller son derece kalın bir teka katmanına sahiptir.
Primordiyal folikülden olgun folikülün oluşumuna dek
tüm büyüme süreci yaklaşık 90 gün sürer.

Folikül Bozulması
Ovaryum folikülierinin çoğu atreziye uğrar, folikül hücreleri
ile oositler ölür ve ortadan kaldıran (fagositoz) hücreler ta­
rafından sindirilir. Gelişiminin herhangi bir aşamasındaki fo­
likül (primordiyal, primer, preantral ve antral) atreziye uğra­
yabilir (Şekil 23-12). Bu süreç, granüloza hücrelerinde mitoz
bölünmenin durması, granüloza hücrelerinin bazal latnina-
dan ayrılması ve oositin ölümü ile belirginleşir. Hücre ölü­
münden sonra kalıntıları fagosite etmek üzere folikülü mak-

Şekil 23-6. Ovaryumun dış (kortikal) bölgesi. Bir oosit ve


yassı folikül hücrelerinden oluşan primordiyal foliküllerin
yanı sıra büyümenin ilk aşamasında olan foliküller (tek kat­
manlı primer foliküller) de bulunmaktadır. Bu foliküller, bir
oosit ve tek sıralı kübik granüloza hücrelerinden oluşmak­
tadır. Pararosanilin-toluidin mavisi (PT) boyama. Küçük bü­
yütme.

etkisiyle androstenedionu östrojene dönüştüren aromataz


enzimini salgılar. Östrojen, folikülii çevreleyen stromaya dö­
ner, kan damarları aracılığıyla kana geçer ve tüm vücuda ya­
yılır. Teka eksterna, başlıca, teka internayı çevreleyen orga­
nize fibroblast katmanlarından oluşur. İki teka katmanı ara­
sındaki sınır belirgin değildir. Buna karşılık, teka interna ve
granüloza tabakası arasındaki sınır, hücrelerinin morfolojik
olarak farklı olmasından ve aralarında kalın bir bazal memb-
ran bulunmasından dolayı iyi belirlenmiştir (Şekil 23-11).
Endokrin işleve sahip tüm organlar gibi teka interna da
damardan zengindir; küçük kan damarları teka İnternaya gi­
rer ve bu bölgenin salgısal hücrelerinin çevresinde zengin
bir damar ağı oluşturur. Foliküler büyüme aşamasında, gra­ Şekil 23-7. Bir oosit ve birkaç sıralı granüloza hücrelerin­
nüloza tabakasında kan damarı bulunmaz. den oluşan (preantral) ovaryum folikülünün ışık mikroskop
Her aybaşı dönemi sırasında, genellikle bir folikül diğer­ fotoğrafı. Oositi çevreleyen zona pellusida görülmektedir.
lerinden daha fazla büyür ve baskın hale gelir. Diğer folikül­ Pikrosirius-hematoksilen (PSH) boyama. Orta büyütme.
DİŞİ ÜREME SİSTEMİ / 453

Oosit Folikül hücreleri

Şekil 23-8. Ovaryumun elektron tarama mikrografı; folikül hücreleri tarafından çevrilmiş bir oosit gö­
rülmektedir. Oositi örten ve düzensiz bir ağ gibi görünen yapı zona pellusidadır. x 2950 (C. Barros’un
izniyle).

rofajlar istila eder. Daha ileri bir evrede, fibroblastlar folikii- (LH) ani bir artıştır. Kan LH düzeylerindeki artıştan sonra
lün bulunduğu alanı kaplar ve kolajen içeren bir nedbe (ya­ birkaç dakika içinde ovaryumun kan akımında bir artış gö­
ra iyileşme dokusu) oluşturur; bu doku uzun süre kalabilir. rülür ve plazma proteinleri kapiller ve postkapiller veniiller-
Folikiil atrezisi doğum öncesinden menapozun birkaç yıl den sızarak ödeme yol açar. Lokal olarak, prostaglandinler,
sonrasına dek görülmesine rağmen, özellikle yoğun olduğu histamin, vazopressin ve kolajenaz salıverilir. Granüloza
bazı dönemler vardır. Anne hormonların etkisinin ortadan hücreleri daha fazla hiyaluronik asit üretir ve gevşek bir hal
kalktığı doğumdan hemen sonraki dönem ile nitelik ve ni­ alırlar. Folikül duvarının küçük bir kısmı, tunika albugine-
celik açısından hormonal değişikliklerin görüldüğü ergenlik aclaki kolajen yıkımı, iskemi ve bazı hücrelerin ölmesi nede­
(puberte) ve gebelik sırasında oldukça belirginleşir. niyle zayıflar. Foliküler sıvı basıncındaki artış ve büyük ola­
sılıkla düz kas hücrelerinin kasılmasıyla birlikte bu zayıfla­
Ovulasyon ma, folikül dış duvarının yırtılmasına ve ovulasyona yol açar.
Ovulasyon, olgun folikül duvarının yırtılması ve oositin ser­ Ovulasyonun yakın olduğunun bir göstergesi, folikül yüze­
best kalmasıdır; serbest kalan oosit oviduktun genişlemiş yinde stig m a n ın görülmesidir; bu, kan akımının durması
ucu tarafından yakalanır. Bu olay aybaşı döngüsünün orta­ sonucu folikül duvarının renginde ve saydamlığında oluşan
larında, yani 28 günlük döngünün yaklaşık 14. gününde ger­ lokal değişikliktir.
çekleşir. İnsanda çoğunlukla her döngüde ovaryumdan yal­ Birinci mayoz bölünme ovulasyonclan hemen önce ta­
nızca bir oosit serbest bırakılır, ancak bazen ovulasyon ger­ mamlanır (bu ana kadar oositler, fetal yaşam sırasında baş­
çekleşmeyebilir (anovulatuar siklüs). Bazen de aynı anda iki layan birinci mayoz bölünmenin profaz evresindedir). Kro­
ya da daha fazla oosit atılabilir ve bunların hepsi döllendiği mozomlar yavru hücreler arasında eşit olarak bölünür, an­
takdirde birden fazla fetiis oluşabilir. cak sekonder oositlerden biri sitoplazmanın hemen hemen
Ovulasyon için uyarıyı oluşturan, büyüyen folikül tara­ tümünü alırken diğeri birinci kutup cismi haline gelir. Bi­
fından üretilen dolaşımdaki yüksek östrojen düzeylerine ya­ rinci kutup cismi, niikleus ile çok az miktarda sitoplazma
nıt olarak ön hipofizden salgılanan luteinizan hormondaki içeren çok küçük bir hücredir. Birinci kutup cisminin atılma-
454 / BÖLÜM 23

sından hemen sonra, oositin niikleusu ikinci mayoz bölün­


meye başlar; bu bölünme metafaz evresinde durur.
Folikül duvarının yırtılmasıyla, oosit ve birinci kutup cis­
mi, zona pellusida, korona radyata ve bir miktar folikül sıvı­
sıyla birlikte ovaryumu terk eder ve tuba uterinanın açık
ucundan içeri girer. Oosit burada döllenebilir. Döllenme
ovulasyon sonrasında ilk 24 saat içinde gerçekleşmezse, oo­
sit bozulur ve ortadan kaldırılır.

Korpus Luteum (Sarı Çizim)


Ovulasyondan sonra, folikülün granüloza ve teka interna
hücreleri, korpus luteum (sarı cisim) olarak adlandırılan ge­
çici bir içsalgı bezi oluşturmak üzere yeniden düzenlenir
(Şekil 23-8). Korpus luteum ovaryumun korteks bölgesinde
yerleşir.
Folikül sıvısının boşalması ile folikül duvarı kıvrımlı bir
hal alır (Şekil 23-13)- Folikül boşluğuna bir miktar kanama
olur; bu kan burada pıhtılaşır (koagulasyon) ve daha sonra
yerini bağ dokusu alır. Bu bağ dokusu ile birlikte giderek or­
tadan kaldırılan kan pıhtısı artıkları korpus luteumun en iç
kısmını oluşturur.
Ovulasyondan sonra granüloza hücreleri bölünmemesi­
ne rağmen, boyutlarında büyük bir artış görülür (20-35 pm
çapında). Bunlar korpus luteum parenkimasıntn yaklaşık %
80’ini oluşturur ve granüloza lutein hücreleri adını alırlar
(Şekil 23-14). Bu hücreler steroid salgılayan hücrelerin özel­
liklerine sahiptir. Bu durumları, protein salgısı yapan hücre­
ler gibi göründükleri ovulasyon öncesi foiiküldeki yapıların­
Ş e k il23-9. Antral folikülün bir kısmını gösteren fotomikrog- dan tümüyle farklıdır.
raf. Granüloza tabakasında görülen boşluklar (A) birleşe- Teka internanın hücreleri de teka lutein hücrelerini
rek daha büyük bir boşluk (antrum) oluşturacaktır. Oosit oluşturarak korpus luteumun oluşumuna katkıda bulunurlar
zona pellusida ile çevrilidir. Granüloza hücreleri (G) oositi (Şekil 23-13). Bu hücreler granüloza lutein hücrelerine ben­
çevreler ve folikül duvarını örter. Folikülün çevresinde bir zer yapıda, ancak daha küçüktür (yaklaşık 15 pm çapında)
ve daha koyu boyanırlar. Bu hücreler korpus luteum duva­
teka görülebilir. H&E boyama. Orta büyütme.
rının kıvrımlarında yerleşirler.
Teka internanın kapiller ve lenfatik damarları korpus lu­
teumun iç kısmına doğru gelişir ve bu yapının zengin damar
ağını oluşturur.

Granüloza
hücreleri

Antrum
Şekil 23-10. Bir antral folikü­
Korona lün ışık mikroskop fotoğrafı.
radyata Korona radyatanın granülo­
za hücreleriyle çevrelenmiş
olan ve kumulus ooforusun
Oosit Kümülüs hücreleriyle desteklenen oo­
ooforus sit görülmektedir. Geriye ka­
lan granüloza hücreleri foli­
kül duvarını oluşturur ve bü­
yük antrumu çevreler. Bütün
folikülü bir teka sarar. PT bo­
yama. Orta büyütme.
DİŞİ ÜREME SİSTEMİ / 455

Şekil 23-11. Bir antral folikül


duvarının küçük bir kısmını
gösteren fotomikrograf. Ant­
rum, granüloza tabakası ve
tekalar görülmektedir. Teka
interna folikülü çevreler ve si-
toplazmaları, steroid üreten
hücrelere özgü lipid damla­
cıkları içerdiğinden açık renk
boyanır. Teka internayı teka
eksterna çevreler; bu katman
ovaryum stroması ile birleşir.
Granüloza hücreleri teka in-
ternadan bir bazal membran
ile ayrılır. PT boyama. Büyük
büyütme.

Yumurtayı atan folikülün hücrelerinin yeniden düzen­ ruasyondur. Menstruasyonda uterus mukozasının bir kısmı
lenmesi ve korpus luteumun oluşumu, ovulasyon öncesinde dökülür. Östrojen, hipofizden folikül uyarıcı hormonun sal­
salgılanan LH’nin uyarısı sonucu gerçekleşir (Şekil 23-15). gılanmasını baskılar. Korpus luteum bozulduktan sonra, ste­
Yine, LH uyarımıyla korpus luteum hücrelerinin enzimlerin­ roid hormonların kandaki konsantrasyonları azalır ve folikül
de değişiklik olur ve korpus luteum progesteron ve östro- uyarıcı hormon salgılanır. Folikül uyarıcı hormon da başka
jenleri salgılamaya başlar. folikiillerin büyümesini uyarır ve bir sonraki menstrüel sik-
Korpus luteumun kaderi gebeliğin oluşup oluşmamasına lüs başlar. Yalnızca menstrüel sikliisün bir kısmı süresince
bağlıdır. LH uyarımının ardından, korpus luteum 10-12 gün kalan korpus luteum, menstruasyon korpus luteumu ola­
süreyle hormon salgılamak üzere programlanmıştır. Bunun rak adlandırılır ve hücresel kalıntıları makrofajlar tarafından
dışında hormonal uyarı olmaz ve gebelik oluşmazsa, korpus yutulur. Korpus luteumun bulunduğu yer fibroblastlar tara­
luteum hücreleri doğal ölüm (apoptozis) ile dejenere olur. fından kaplanır ve tıkız bağ dokusundan oluşan bir yara izi
Progesteron salgısındaki azalmanın sonuçlarından biri mest- gelişir. Bu dokuya korpus albikans adı verilir (“beyaz ci-

Antrum
Oosit

Olü granüloza hücreleri

Şekil 23-12. Atreziye uğrayan


bir folikülün ışık mikroskop fo­
ranüloza tabakası toğrafı (1) Granüloza hücreleri­
nin ölümü, pek çoğu antrumda
gevşek bir şekilde görülmekte­
dir;. (2) Korona radyata hücre­
lerinin kaybı; (3) Antrumda ser­
best olarak yüzen oosit görül­
mektedir. PT boyama. Orta bü­
yütme.
456 / BÖLÜM 23

stromada çoğu kez tek tek ya da küçük gruplar halinde ka­


lır. Bu hücreler interstisyel hücreler olarak adlandırılır.
Çocukluk döneminden menapoza dek izlenen bu hücreler,
LH tarafından uyarılarak steroid salgılar.

OVİDUKT (FALLOP TÜPLERİ)


Fallop tüpleri (yumurta geçiti) (tuba uterina), yaklaşık 12 cm
uzunluğunda, büyük hareketliliğe sahip kaslı bir kanaldır
(Şekil 23-1). infundibulum olarak adlandırılan bir ucu ovar-
yum yakınında periton boşluğuna açılır ve fimbriya adı ve­
rilen çok sayıda parmaksı uzantılardan oluşan bir saçaklan-
nıa gösterir; diğer ucu uterus duvarını geçer ve bu organın
iç kısmına açılır.
Ovicluktun duvarı 3 katmandan oluşur: (1) mukoza, (2)
kalın düz kası tabakası (müskülaris) içte bir dolanan ya da
spiral katman ve dışta yer alan bir uzunlamasına katman bi­
çimde düzenlenmiş ve (3) seroza, viseral peritondan oluşur.
Mukoza, en çok ampullada olmak üzere uzunlamasına
kıvrımlar içerir. Enine kesitlerde ampullanın liimeni bir labi­
rente benzer (Şekil 23-17). Tubanın uterusa yalcın bölümler­
de katlanmalar küçülür, intramural bölümde, katlanmalar
azalarak lümene doğru uzanan küçük çıkıntılara dönüşür ve
iç yüzeyi neredeyse dümdüz bir hale gelir.
Mukoza tek katlı silindirik epitelden ve gevşek bağ do­
kusundan oluşan bir lamina propriadan oluşur. Epitel iki tip
hücre içerir. Bunlardan birinde silyalar bulunurken, diğeri
salgı yapıcı özellik gösterir (Şekil 23-18 ve 23-19). Silyalar
Teka Granüloza Bağ dokusu
lutein hücreleri lutein hücreleri

Şekil 23-13. Korpus luteumun bir kısmı. Hücrelerin büyük


bir kısmını oluşturan granüloza lutein hücreleri, granüloza
tabakasından köken alır. Bunlar, teka internadan kaynakla­
nan teka lutein hücrelerine göre daha büyüktür ve daha
açık renk boyanır.

sim" anlamına gelir ve çok miktarda kolajen içermesi nede­


niyle böyle adlandırılır) (Şekil 23-16). Korpus
Gebelik oluşursa, uterus mukozası dökülmez; çünkü dö­ luteum
külürse uterusa yerleşen embriyo ölür ve gebelik sonlanır.
Embriyonun trofoblastik hücreleri tarafından sentezlenen bir
hormon olan insan koriyonik gonadotropin horm onu
(HCG) korpus luteumu uyaran sinyaller gönderir. HCG’nin
etkisi LH’ye benzerdir, böylece korpus luteumun bozulması
engellenir, bu endokrin bezin daha da büyümesini sağlar ve
progesteron salgısını uyarır (progesteron uterus mukozası­
nın gebelik boyunca korunmasını sağlar). Progesteron, ute­
rus mukozasını korumasının yanı sıra uterus bezlerinin sal­
gısını da uyarır; bu bezlerin salgısının, plasenta işlev görme­
ye başlamadan önce embriyonun beslenmesi açısından
önemli olduğu düşünülmektedir. Bu korpus luteuma gebe­
lik korpus luteumu denir, 4-5 ay kalır, daha sonra bozulur
Ovaryum stroması
ve yerini menstruasyon korpus albikansından çok daha bü­
yük bir korpus albikans alır.

İnterstisyel Bezler Şekil 23-14. Korpus luteumun küçük bir kısmını gösteren
Foliküler atrezi esnasında granüloza hücreleri ile oositler çö­ fotomikrograf. Burada görülen hücrelerin çoğu granüloza
zülüp bozulmasına rağmen, teka interna hücreleri kortikal lutein hücreleridir. PT boyama. Büyük büyütme.
DİŞİ ÜREME SİSTEMİ / 457

Hipotalamus Döllenmiş oosit zigot (Yun. zygotos, yumurtalanmış) ola­


rak adlandırılır ve hücre bölünmesi başlar. Zigot yaklaşık 5
gün sürecek bir yolculukla uterusa taşınır. Ovidukt mukoza­
sını kaplayan ince sıvı tabakasının hareketi ile birlikte kas ta­
bakasının kasılmaları, oositin ya da döllenmiş zigotun uteru­
sa doğru taşınmasına yardım eder. Bu hareket aynı zaman­
da ulerustan vücut (periton) boşluğuna mikroorganizmaların
geçişine engel olur. İmmotil silya sendromu bulunan ka­
dınlarda da oosit ya da zigotun uterusa taşınması normaldir
ki, bu da, taşıma için silya hareketine gereksinim olmadığı­
nı göstermektedir.

KLİNİK BİLGİ

Anormal yuvalanma durumlarında embriyo ovi­


dukt içinde tutunabilir (ektopik gebelik). Bu gibi
durumlarda, lamina propria endometriyuma ben­
zer bir tepki göstererek çok sayıda desidua hücre­
si oluşturur. Ancak ovidukt, çapının küçük olması
nedeniyle, büyüyen embriyoyu tutamaz ve patla­
1 14 28 gün yarak, hemen müdahele edilmezse ölümcül olabi­
Foliküler evre Luteal evre len şiddetli kanamalara yol açar.

Şekil 23-15. Hipofiz hormonları ovaryum fonksiyonlarının


çoğunu kontrol eder. Folikül uyarıcı hormon (FSH), folikü-
lün büyümesini ve granüloza hücrelerinde östrojen sentezi­
ni uyarır. Luteinizan hormon (LH) ovulasyonun oluşmasını
sağlar, granüloza tabakası ve teka internayı aktif olarak
hormon sentezleyen bir bez olan korpus luteuma dönüştü­
rür. Ovaryumda üretilen östojen ve progesteron hipotala­
mus üzerinde etki göstererek gonodotropin salgılatıcı hor­
mon (GnRH-Gonodotropin releasing hormone) salınmasını
uyarır ya da baskılar.

S y flü r : >• a . ' * V


uterusa doğru hareket ederek oviduktun yüzeyini örten in­
ce ağdalı sıvı tabakasının hareketini sağlar. Bu sıvı esas ola­ î . Korpus
rak titrek tüylü (silyalı) hücreler arasına serpiştirilmiş salgıla­ albikans
yın hücrelerin ürünlerinden oluşur.
Ovulasyon sırasında, ovidukt aktif olarak hareket eder.
Huni biçimindeki ucu (çok sayıda l'imbriyadan oluşan saçak­
lı uç) ovaryum yüzeyine doğru yaklaşır. Bu, ovaryumdan
serbest bırakılan oositin tubaya taşınmasını kolaylaştırır. O o­
sit, kasların kasılması ve silyalı hücrelerin hareketiyle des­
teklenerek oviduktun infinclubulumuna girer. Tuba epiteli-
nin salgısı oosit için besleyici ve koruyucu işlevlere sahiptir. Kolajen $ £
Döllenmediği takdirde, oosit yaklaşık 24 saat canlı kalır. Sal­ ı-s r i
gı aynı zamanda spermatozoonun etkinliğini (kapasitas-
yon) de sağlar.
Döllenme genellike ampullackı gerçekleşir ve türe özgü
diploid kromozom sayısına ulaşılır. Ayrıca, oositin ikinci ma-
yoz bölünmeyi tamamlaması için bir uyaran oluşturur. An­
cak bu anda primer oosit sekonder oosite dönüşür. Sperma­
[foÇ; Ovaryum stroması
tozoon oositi döllediği sırada korona radyata genellikle dur­
maktadır ve oositin ovidukttan geçişi sırasında bir süre daha
korunur. Döllenme gerçekleşmezse oosit ikinci mayoz bö­ Şekil 23-16. Korpus luteumun gerilemesinden sonra yerini
lünmesini tamamlamadan otolize uğrar. alan bağ dokusu iyileşme izi korpus albikans
458 / BÖLÜM 23

nin boyutlarının artması) sonucu çok büyür. Gebelik sırasın­


da pek çok düz kas hücresi protein salgısı yapan hücrelerin
ince yapı özelliklerini gösterir ve aktif olarak kolajen sentez­
ler. Böylece uterusun kolajen içeriği önemli ölçüde artar.
Gebelik sonrasında, bazı düz kas hücrelerinde bozulma­
lar görülür, bazılarının boyutları azalır ve kolajen enzim et­
kisiyle yıkılır. Böylece uterusun boyutları gebelik öncesinde-
kine yakın ölçülere iner.

Endometriyum
Endometriyum, epitel ile basit tiibüler bezler içeren lamina
propriadan oluşur. Bezler miyometriyuma yakın alt bölüm­
lerinde bazen dallanmalar gösterir. Endometriyum epileli tek
katlı silyalı ve salgılayıcı silindirik epiteldir. Uterus bezlerinin
epiteli yüzey epiteline benzese de, bezlerde silyalı hücreler
çok azdır.
Lamina propriada bağ dokusu fibroblastlardan zengindir
ve bol miktarda temel madde içerir. Bağ dokusu lifleri ço­
ğunlukla tip III kokıjenden oluşmuştur.
Endometriyum tabakası iki bölüme ayrılabilir: (1) baza-
lis, miyometriyuma komşu olan en alttaki bölümdür; lami­
na propria ve uterus bezlerinin başlangıç kısmını içerir. (2)
fonksiyonalis, lamina propria ve bezlerin geri kalanı ve yü­
zey epitelini içerir. Fonksiyonalis aylık döngüler sırasında
büyük değişiklikler geçirirken, bazalis hemen hemen değiş­
meden kalır.
Endometriyumu besleyen kan damarları bu tabakanın
büyük bir bölümünün periyodik olarak dökülmesinde özel
bir öneme sahiptir. Arkuat arterler miyometriyumun orta
Şekil 23-17. Ovidukt duvarının bir kısmını gösteren foto- tabakalarında dairesel olarak yerleşmiştir. Bu damarlardan
mikrograf. Son derece kıvrımlı mukoza, bu bölgenin ovar- endometriyumu besleyen iki grup damar çıkar: Bazalisi bes­
yuma yakın olduğunu göstermektedir. PT boyama. Küçük leyen düz arterler ve fonksiyonalise kan taşıyan kıvnm-
büyütme. lı/spiral arterler.

UTERUS
Uterus armut şeklinde bir organ olup, bir gövde (korpus),
aşağıda uterus kavitesinin daraldığı iç ağız (internal os) ile
iç ağızdan aşağıya doğru uzanan silindirik bir yapı olan ser-
viksten oluşur. Uterus gövdesinin kubbe biçimli kısmına
fundus ismi verilir (Şekil 23-1).
Uterus duvarı nispeten kalındır ve üç katmandan oluşur.
Dışta, uterusun farklı bölümlerine göre ya seroza (bağ do­
kusu ve mezotelyum) ya da adventisya (bağ dokusu) yer
alır. Diğer uterus katmanları ise kalın bir düz kas tabakası
olan miyometriyum ile endometriyum ya da uterus mu­
kozasıdır.

Miyometriyum
Miyometriyum (Yun. mys, kas + m et m , uterus) bağ dokusu
ile ayrılmış düz kas demetlerinden oluşan uterusun en kalın
tabakasıdır. Düz kas demetleri sınırları iyi belirlenemeyen
dört tabaka oluşturur. Birinci ve dördüncü tabaka esas ola­
rak longitudinal, yani organın uzun eksenine paralel yerleş­ Şekil 23-18. Oviduktu döşeyen epiteli gösteren ışık mikros­
miş liflerden oluşur. Orta tabakalar ise daha büyük kan da­ kop fotoğrafı. Epitel silyalı hücreler ve daha koyu boyanan
marlarını içerir. silyasız salgı hücrelerinden oluşmaktadır. Titrek tüylü hücre­
Gebelik sırasında, miyometriyum hem lıiperplazi (düz ler, oositin ya da döllenmiş yumurtanın uterusa doğru hare­
kas hücrelerinin sayısında artış) hem de hipertrofi (hücre­ ket etmesine katkıda bulunur. PT boyama. Büyük büyütme.
DİŞİ ÜREME SİSTEMİ / 459

Şekil 23-19. Oviduktu döşeyen epiteli gösteren elektron tarama fotomikrografı. Bol miktarda silya bulun­
duğuna dikkat ediniz. Ortada, kısa mikrovillüslerle kaplı bir salgılayıcı hücrenin üst kısmı görülmektedir.
X8000. {KR Porter'ın izniyle.)

Aybaşı Döngüsü monların sentezinde görülen azalma, üreme organlarında


genel bir gerilemeye neden olur.
Östrojen ve progesteron dişi üreme sisteminin organlarını
Puberte sonrasında, hipofizin ön lobunun uyarısıyla
kontrol ederler. Epitel hücrelerinin ve bağ dokusunun çoğal­
ovary um hormonları menstrüel sikliis sırasında endometri-
ması ve farklılaşması bu hormonların etkisiyle gerçekleşir.
yumun döngüsel yapısal değişiklikler geçirmesine neden
Doğumdan önce bile bu organlar anne kanında bulunan ve
olur. Aybaşı süresi ortalama 28 gün olmakla birlikte değiş­
plasenta yoluyla fetiise ulaşan östrojen ve progesteron tara­
kenlik gösterir.
fından etkilenir (Şekil 23-20). Menopozdan sonra bu hor­

Vajina e p ite li löl®

Endometriyum ’ o ooö

Yeni doğan Bebek Menstrüel siklüs Menopozdan sonra

Şekil 23-20. Bir kadının tüm yaşamı boyunca vajina epitelinin ve endometriyumun yapısı ve işlevleri ovaryum
hormonlarına bağlı olarak değişiklik gösterir.
460 / BÖLÜM 23

P r o u f e r a t İf (Ç o ğ a l m a ), F o ü k ü l e r ya d a Ö s t r o j e n İk F a z

Aybaşından sonra, uterus mukozası görece incedir (yaklaşık


0.5 mm). Yenilenme fazının başlangıcı ovaryum folikülleri-
nin arasından küçük bir grubun hızla büyümesine denk ge­
lir; bu foliküller siklüsün başında belki doğum öncesi (pre-
antral) folikülden antral folikiil aşamasına geçiş aşamasında
olan folikiillerdir. Teka internaları geliştiğinde bu foliküller
aktif olarak östrojen salgılamaya başlar ve östrojenlerin plaz­
madaki birikimleri giderek artar.
Östrojenler endometriyum üzerinde etki ederek hücre
çoğalmasına yol açar ve menstrüasyon sırasında kaybedilen
endometriyumun yeniden oluşmasını sağlar. (Östrojen üre­
me sisteminin diğer bölümleri üzerinde de etki ederek, ör­
neğin oviduktun epitel hücrelerinde silya üretimini sağlar.)
Yenilenme fazı sırasında endometriyum tek katlı silindi­
ri k epitel ile kaplıdır (Şekil 23-21). Tek katlı silindirik epitel-
den oluşan bezler, dar lumenli düz tübüller oluşturur (Şekil
23-22). Bu hücrelerde salgılama aktivitesine hazırlık olarak,
granüllü endoplazma retikulumu sisternalarının sayısı ve
Golgi kompleksi boyutları giderek artar. Yenilenme fazı so­
nunda endometriyum 2-3 mm kalınlığa ulaşır.

S a l g il a m a / S ek r e t u v a r ya da L uteal Faz

Sekretuar faz ovulasyondan sonra, korpus lııteum tarafından


salgılanan progesteronun etkisiyle başlar. Porgesteron, öst-

ililip
.v"
r IJ/ ■ '
Ş e k il23-21. Yenilenme fazı sırasında endometriyumun yü­
zeysel tabakasının fotomikrografı. Yüzey epiteli ve uterus :fe% f 'fc 'S tm ğ
bezleri, gevşek bağ dokusundan oluşan bir lamina propria
W m & S m
içine gömülüdür. PT boyama. Orta büyütme.

'ğ?mmmBm
Aybaşı döngüsü genellikle 12-15 yaşlar arasında başlar
ve 45-50 yaşına kadar devam eder. Döngüler, oosit üretimi
ile ilişkili ovaryumda oluşan değişikliklerin bir sonucu ola­
rak ortaya çıktığından, dişi sadece menstruasyon gördüğü
yıllar boyunca doğurgandır. Bu, seks yetisinin menapozla
W^mwŞ*ZÎ
sonlanması anlamına gelmez, sadece doğurganlık sona er­
miştir.
Pratik nedenlerle aybaşı döngüsünün başlangıcı aybaşı
kanamasının görüldüğü gün olarak alınır. İlgili akıntı, deje­
nerasyona uğrayan olan endometriyumun yırtılan kan da­
marlarından gelen kanla karışımından oluşur. Aybaşı
(menstrüel faz) ortalama 3-4 gün sürer. Aybaşından sonra­
ki fazlar çoğalma (proliferasyon) ve salgılanma/sekretu-
ar (ya da luteal) evresi olarak adlandırılır. Sekretuar faz
(salgılanma) ovulasyonla başlar ve yaklaşık 14 gün sürer.
Yenilenme fazının süresi değişkendir, ortalama 10 sürer. Ay­ Ş ekii 23-22. Proliferasyon evresi sırasında endometriyu­
başı döngüsü sırasında görülen yapısal değişiklikler kade­ mun derinlerinde yer alan düz uterus bezlerinin fotomikrog-
meli olarak gerçekleşir. Burada değinilen fazlar arasındaki rafı. Miyometriyumun düz kasları da görülmektedir. H&E
belirgin ayrımlar esasen eğitim amaçlıdır. boyama. Orta büyütme.
DİŞİ ÜREME SİSTEMİ / 461

A y b a ş i D ö n g ü s ü _____________________________________________________

Oositin döllenmesi ve embriyonun tutunması gerçekleşme­


diği zaman, korpus luteuımın işlevi yaklaşık 14 gün sonra
sona erer. Bunun sonucunda kandaki progesteron ve östro-
jen düzeyleri hızla düşer. Bu, spiral arterlerde kasılmalara
neden olur, kan akımı engellenir ve oluşan iskemi damar
duvarının ve endometriyumun işlevsel tabakasının bir kısmı­
nın ölümiine/nekrozuna neden olur. Kasılmaların yukarısın­
da bulunan kan damarları yırtılır ve kanama başlar. Endo-

Şekil 23-23. Uterus bezlerinin ışık mikroskop fotoğrafı.


Salgılama fazı sırasında uterus bezleri kıvrımlı bir hale ge­
lir ve lumeni salgıyla dolar. Bağ dokusunda biraz ödem iz­
lenmektedir. H&E boyama. Orta büyütme. Üstte: Büyük bü­
yütme.

rojenin etkisi ile gelişmiş olan bezler üzerinde etki göstere­


rek bezleri daha da uyarır. Epitel hücreleri çekirdeğin altın­
da glukojen depolamaya başlar. Daha sonra glikojen mikta­
Çoğalma Salgılama Salgılama 0.5 pm
rı azalır ve glikoprotein salgı ürünleri bezlerin lumenini ge­ fazının başlangıç fazının geç
fazının
nişletir. Bu fazın önemli özelliklerinden biri bezlerin son de­ sonu evresi evresi
rece kıvrımlı bir hale gelmesidir (Şekil 23-23 ve 23-24). Bu
fazda endometriyum, salgıların birikmesi ve stromadaki öde­ 14 gün 15-21 gün 22-28 gün
min sonucu maksimum kalınlığa (5 mm) ulaşır. Sekretuar faz
sırasında mitoz bölünmeler enderdir.
Şekil 23-24. Uterus bezlerinde ve bez hücrelerinde aybaşı
Döllenme gerçekleşmişse, embriyo uterusa taşınır ve yu­
murtlamadan yaklaşık 7-8 gün sonra salgılama evresinde bu­
döngüsü sırasında ortaya çıkan değişiklikler. Çoğalma ev­
lunan uterus epiteline tutunur. Uterus bezlerinin salgısının, resinde bezler düz tübüller halindedir ve hücrelerinde sal­
tutunmadan/implantasyondan önce embriyonun gereksi­ gılanma görülmez. Salgılama fazının başlangıç evresinde
nimleri için başlıca beslenme kaynağını oluşturduğu düşü­ bezler kıvrımlanmaya başlar ve hücreleri bazal bölgelerin­
nülmektedir. de glukojen depolamaya başlar. Salgılama fazının geç ev­
Pıogesteron miyometriyumun düz kas hücrelerinde ka­ resinde bezler son derece kıvrımlıdır ve hücreleri üst kı­
sılmaları baskılar, yoksa embriyonun implantasyonu tehlike­ sımlarında salgı aktivitesi gösterir. (Krstic RV: Human Micros-
ye girebilir. kopic Anatomy, Springer, 1991'den izinle alınmıştır.)
462 / BOLUM 23

metriyumun işlevsel tabakasının bir kısmı ayrılır ve endo- ve trofoblast hücrelerinin uterus yüzey epitelinin hücreleriy­
metriyumun geri kalanı, interstisyel sıvı kaybına bağlı olarak le etkileşimine olanak sağlar.
büzüşür. Dökülen endometriyum miktarı ve kan kaybı ka­ Tutunma (ya da nidasyon), embriyonun epitel hücreleri­
dınlar arasında, hatta aynı kadında bile değişik zamanlarda ne tutunması ve uterus epiteline penetrasyonu yoluyla ger­
farklılık gösterir. çekleşir. Bu tip tutunma interstisyel olarak adlandırılır ve
Aybaşı döngüsü sonunda endometriyum genellikle ince insanda ve diğer bazı memelilerde görülür. Tutunma süreci
bir tabaka haline gelir. Hücreleri, mukozayı yeniden oluştur­ yedinci gün dolaylarında başlar; ovulasyondan sonraki yak­
mak üzere bölünmeye başlar ve endometriyum yeni bir sik­ laşık dokuzuncu günde embriyo, gebelik boyunca kendisini
likse hazır hale gelir. Tablo 23-1’de menstrüel siklüsün başlı­ koruyup besleyecek olan endometriyum içine tümüyle gö­
ca olayları özetlenmektedir. mü Imüş durumdadır.
GEBELİKTE ENDOMETRİYUM Embriyonun impkıntasyonundan sonra, endometriyu-
mun bağ dokusu büyük değişiklikler geçirir. Lamina propri-
Tutunma/implantasyon gerçekleşirse embriyonik trofoblast
anın fibroblastları genişler ve poligonal bir hal alarak prote­
hücreleri HCG üretmeye başlar ve bu hormon korpus lute-
in sentezleyen hücrelerin özelliklerini gösterir. Bu hücreler
umu progesteron salgılamayı sürdürmesi için uyarır. Gebe­
artık desidua hücreleri olarak adlandırılır, endometriyumun
lik oluştuğunda menstriiasyon gelişmez ve gebelik boyunca
ay döngüsü ertelenir. Progesteron uterus bezlerini daha ge­ bütünü de desidua adını alır. Desidua, embriyo ile miyo-
niş, daha kıvrımlı ve salgılama evresine göre daha fazla sal­ metriyum arasına yerleşmiş desidua bazalis, embriyo ile
gı üretebilir hale getirir. uterus lümeni arasına yerleşmiş desidua kapsüllaris ve de-
siduanın kalan kısmını oluşturan desidua pariyetalis ola­
rak ayrılabilir (Şekil 23-25).
İmplantasyon, Desidua ve Plasenta
İnsan oositi döllenmesi tuba uterinanın üçte bir ön kısmın­
Plasenta (Döleşi)
da olur ve zigot pasif olarak uterusa doğru taşınırken yarık-
lanmaya başlar. Ardı sıra gerçekleşen mitozlarla, yoğun bir Plasenta geçici bir organdır ve anne ile fetus arasında fizyo­
hücre topluluğu olan morula oluşur. Zona pellusida ile ör­ lojik değiş tokuşun gerçekleştiği yerdir. Bir fetal (çocuktan)
tülü olan morula, döllenmiş oositle yaklaşık aynı büyüklük­ kısım (koriyon) ile bir maternal (anneden) kısımdan (desi­
tedir. Zigotun segmentasyonu sonucu ortaya çıkan hücrele­ dua bazalis) oluşur. Dolayısıyla, plasenta genetik olarak
re blastomer denir (Yun. blcıstos, tohum + m eros, bölüm). farklı iki bireyden kaynaklanan hücrelerden oluşmuştur.
Zigotun boyutları büyümediği için, her bölünmede blasto- Desidua bazalis, plasenta içinde bulunan boşluklara an­
merler daha da küçülür. neden arteriyel kanı sağlar ve bunlardan venöz kanı alır. Pla­
Morulanın merkezinde bir boşluk oluşur. Bu, blastosist senta ayrıca bir endokrin organdır; HCG, koriyonik tirotro-
olarak adlandırılır ve embriyonun uterusa ulaştığı evredir. pin, koryonik kortikotropin, östrojenler ve porgesteron gibi
Blastomerler periferik bîr tabaka (trofoblast) şeklinde dü­ hormonları üretir. Laktojenik özellik gösteren ve büyümeyi
zenlenirken, birkaç blastomer boşluğun içinde toplanır (iç uyarıcı bir etkisi olan koryonik somatomammotropin adı ve­
hücre kitlesi). Bu evre, ovulasyondan sonra yaklaşık dör­ rilen, protein niteliğinde bir hormonu da salgılar.
düncü ya da beşinci güne rastlar. Blastosit uterus boşluğun­ Gelişen embriyo ile plasentanın oluşumu ve yapısıyla İl­
da 2-3 gün kalır ve endometriyum bezlerinin salgısı içinde, gili daha ayrıntılı bilgi için embriyoloji kitaplarına başvurul­
endometriyum yüzeyiyle temas eder. Zona pellusida çözülür malıdır.

Tablo 23-1. Aybaşı döngüsü sırasında gelişen olayların özeti

Döngü Evresi
Proliferasyon Salgılam a ya da Luteal M enstrüel

Hipofiz Folikül uyarıcı hormon, Salgılama evrenin başlangıcında, östrojen uyarısıyla salgı­
hormonlarının ovaryum foliküllerinin lanan luteinizan hormon en yüksek düzeyindedir ve
başlıca etkileri hızla büyümesini uyarır ovulasyonun oluşmasını ve korpus luteumun gelişmesini sağlar

Ovaryumda Ovaryum foliküllerinin Ovulasyon Korpus luteumun Korpus luteumun


oluşan başlıca büyümesi; baskın olan folikül gelişimi bozulması
olaylar ön ovulasyon evreye ulaşır

Baskın Büyümekte olan foliküller Korpus luteum tarafından üretilen Progesteron


ovaryum tarafından üretilen östrojenler progesteron başlıca uterus üzerinde üretimi durur
hormonu vajina, ovidukt ve uterus etki gösterir
üzerinde etki eder

Endometriyum- Menstrüasyondan sonra Mukoza daha da gelişir, uterus bezleri kıvrımlı bir hal alır, Ovulasyondan
daki başlıca mukozanın gelişmesi salgı işlevi başlar yaklaşık 14 gün
olaylar sonra mukozanın
bir kısmı dökülür
DİŞİ ÜREME SİSTEMİ / 463

Desidua bazalis
Koriyon
Vitellüs kesesi villüsleri Desidua Göbek kordonu
Koryon villüsleri
bazalis

Miyometriyum Vitellüs kesesi

Desidua kapsulari

Desidua paryetalis—
Amniyon boşluğu
Miyometriyum

Serviks Uterus boşluğu


Vajina Koryonik boşluk
(ekstraembriyonik solom)
Servikal mukus
tıkacı

Ş e k il23-25. Gebelik sırasında endometriyumun bağ dokusu hücreleri desidua hücrelerine dönüşür. Endometriyum
bundan sonra desidua olarak adlandırılır ve mukozasında 3 bölge izlenebilir: desidua bazalis, kapsülaris ve pari-
etalis.

Servikal salgılar oositin dlöllenmesinde önemli bir rol oy­


KLİNİK BİLGİ nar. Ovulasyon sırasında müköz salgılar sulanır ve spermin
uterusa girmesine olanak sağlar. Luteal fazda ya da gebelik­
Em briyo ilk ö n c e uterus g ö v d esin d e çoğ u n lu kla te, progesteron düzeyleri mükoz salgıları değiştirerek daha
d orsal y a d a ventral du v ara, b a z e n d e os in ie m a ­ viskoz bir hal almasına neden olur ve böylece uterus gövde­
y a y a k ın b ir y e r e tutunur. B u d u ru m d a p la s en ta sine spermlerin ve mikroorganizmaların geçişi engellenir.
fe tu s ve v ajin a a r a s ın a y erleşecek ve doğu m sıra ­ Doğumdan önce serviks te görülen genişleme ise, şiddetli
sın d a Jetu su n g eçişin i engelleyecektir. H ekim in kolajenolizi.se ve bunun yol açtığı yumuşamaya bağlıdır.
p la sen ta p re v ia o la r a k a d la n d ırıla n bu d u ru m u n
fa r k ın a varm ası ve fetü sü n se z a ıy en o p erasy o­ I
nuyla a lın m ası gerekir; a k si ta k d ird e fe tü s ö leb i­ i KLİNİK BİLGİ
t
lir. E m briyo bazen , d a h a ö n c e s ö z ettiğim iz gibi, ı
t l T - j Mi r . - A l i » . - JVf s aarittiâV T. r . S mW ı I

tu ba u terin a epitelin e tutunabilir. Ç ok e n d e r o la ­ Serviks kanseri (servikal karsinom), serviksin


ra k d a, zigot k a m ı boşlu ğ u n a girebilir, p erito n a çok katlı yassı epitelinden köken alır. Sık görül­
tu tarak o r a d a gelişebilir. mesine karşın, mortalite oranı düşüktür
(100.000'de 8). Bu düşük oran, serviksin yapılan
yıllık fizik muayeneleri ve servikal epitelden alı­
nan örneklerin yayma preparatlarının (smear) si-
Serviks Uteri tolojik incelemesi (Papanicolaou testi) ile kanse­
Serviks, uterusun alttaki silindirik kısmıdır (Şekil 23-1) ve rin erken dönemde ortaya konmasına bağlıdır.
histololik olarak uterusun geri kalan kısmından farklıdır. Yü­
zeyde mukus salgısı yapan tek katlı silindirik epitel bulunur.
Serviks az sayıda düz kas lifi içerir ve esas olarak tıkız bağ VAJİNA
dokusundan (%85) oluşur. Vajina lümenine doğru çıkıntı ya­ Vajina (Latince k ıl ıf anlamına gelir) duvarı bezlerden yok­
pan serviksin dış kısmı İse çok katlı yassı epitel ile örtülü­ sundur ve üç tabakadan (tunika) oluşur; mukoza, müskü-
dür. ler tabaka ve adventisya. Vajinanın lumeninde bulunan
Serviks mukozası oldukça dallanmış, müköz servikal mukus, serviks uterideki bezlerden gelir.
bezler içerir. Bu mukoza aybaşı döngüsü sırasında büyük Erişkin bir kadında vajina mukozasının epiteli çok katlı
değişiklikler geçirmez ve menstrüasyon sırasında dökülmez. yassı epiteldir ve 150-200 pm kalınlığındadır. Hücreleri az
Gebelik sırasında, servikal müköz bezler çoğalarak daha bol miktarda keratohiyalin içerebilir. Bununla birlikte, tipik ke­
miktarda ve daha ağdalı bir mukus salgılar. ratinize epitellerde olduğu gibi, hücrelerin keratin plaklarına
464 / BÖLÜM 23

dönüşmesi ile izlenen aşırı keratinizasyon burada görülmez Müsküler tabakanın dış tarafında bulunan, kalın elastik
(Şekil 23-26). Östrojen uyarısıyla, vajina epiteli büyük ölçü­ liflerden zengin tıkız bağ dokusu örtüsü adventisya, vajinayı
de glukojen sentezleyip biriktirir. Vajinal hücrelerin dökül­ çevre dokularla birleştirir. Vajinanın oldukça elastik olması,
mesiyle, bu glikojen vajina lumeninde depolanır. Vajinadaki vajina duvarındaki bağ dokusu içinde elastik liflerin bol mik­
bakteriler glukojeni dönüştürerek vajinanın genelde düşük tarda bulunmasına bağlıdır. Bu bağ dokusunda yaygın bir ve-
olan pH’sından sorumlu laktik asidi oluşturur. Vajinadaki asi- nöz pleksus, sinir demetleri ve sinir hücresi grupları vardır.
dik ortam bazı patojen mikroorganizmalara karşı koruyucu
bir etki sağlar. DÖKÜNTÜ/EKSFOLYATİF SİTOLOJİ
Vajina mukozasının lamina propriası elastik liflerden çok
zengin olan gevşek bağ dokusundan oluşur. Burada bulu­
nan hücreler arasında lenfositler ve nötrofiller nispeten çok
sayıdadır. Menstriiel sikliisun belli fazlan sırasında bu iki tip j KLİNİK bilg i
i
lökosit, epitele yayılır ve vajina lümenine geçer. Vajina mu­
kozası neredeyse duyusal sinir sonlanmalarından yoksun­ Eksfolyatif sitoloji, vücudun çeşitli yüzeylerinden
dur, bulunan birkaç çıplak sinir sonlanması ise muhtemelen normalde dökülen hücrelerin özelliklerinin ince­
ağrı algılayan sinir lifidir. lenmesini içerir. Vajinadan toplanan hücrelerin
Vajinanın kas/müsküler tabakası esas olarak uzunlaması­ sitoiojik incelemesi önemli klinik bilgiler sağlar.
na düz kas lifi demetlerinden oluşmuştur. Özellikle en iç kı­ Tam olarak olgunlaşmış vajina mukozasında
sımda (mukozaya yakın) bazı çevresel demetler de vardır. beş tip hücre kolaylıkla tanımlanabilir: bazal taba­
kanın iç tarafındaki hücreler (bazal hücreler), bazal
tabakanın dış kısmındaki hücreler (parabazal hüc­
reler), ara tabakada ara hücreler, boynuzlaşma ön­
cesi, prekornifiye hücreler ve boynuzsu kornifi-
ye hücreler. Bir vajinal yaymada (smear) görünen
hücre tiplerinin sayılarına dayanarak, hastanın hor­
monal durumu (östrojen ve progesteronun etkisi)
hakkında değerli bilgiler elde edilebilir. Vajinal yay­
ma serviks kanserinin erken tansında da yararlıdır.

DIŞ GENİTAL ORGANLAR


Dişide dış genital organlar ya da vulva; klitoris, labia mi­
nörler, labia m ajörler ve labia minörler tarafından çevrili
bir boşluk olan vestibuluma açılan bazı bezlerden oluşur.
Üretra ve vestibüler bezlerin kanalları vestibuluma açılır.
Vestibuiumun her iki yanında birer adet majör vestibüler
bezler (glandula vestibulares majores) ya da Bartholin
bezi bulunur. Bu bezler erkekteki bulboüretral bezlerle ( kö­
kenleri de) benzerdir. Bu bezlerde sıklıkla yangı gelişir ve
son derece ağrılı kistler oluşur. Daha fazla sayıda olan mi­
n ör vestibüler bezler (glandula vestibulares minores)
dağınık olarak bulunur ve üretra ve klitoris çevresinde daha
sıktır. Tüm vestibüler bezler mukus salgılar.
Klitoris ve penis embriyonik köken ve histolojik yapı ba­
kımından benzerdir. Klitoris körleşmiş/rudimenter glans
klitoridis içinde sonlanan iki erektil cisimcik ile bir prepus-
yumdan oluşur. Klitoris çok katlı yassı epitel ile örtülür.
Labia minörler içinden elastik liflerin geçtiği süngerimsi
bağ dokusundan bir nüve içeren deri kıvrımlarıdır. Bunları
örten çok katlı yassı epitelin yüzeyinde ince bir keratinize
hücre katmanı bulunur. Labia minörlerin iç ve dış yüzeyle­
rinde yağ ve ter bezleri bulunur.
Labia majörler, bol miktarda yağ dokusu ve ince bir düz
kas tabakası içeren deri katlantılarıdır. İç yüzeyleri labia mi-
nörlerinkine benzer bir histolojik yapıya sahiptir. Dış yüzey
kaba, kıvrımlı kıllar içeren deriyle örtülüdür. Yağ ve ter bez­
Ş e k il23-26. Vajinanın tıkız bağ dokusuyla desteklenen çok leri her iki yüzeyde de çok sayıda bulunur.
katlı yassı epitelini gösteren ışık mikroskop fotoğrafı. Bu Dış genital organlarda, cinsel uyarılma fizyolojisine katkı­
hücrelerin sitoplazması glukojen birikimi nedeniyle berrak da bulunan Meissner ve Pacini cisimcikleri gibi duyusal taktil
görünmektedir. PSH boyama. Orta büyütme. (dokunma ile ilgili) sinir sonlanmaları bol miktarda bulunur.
DİŞİ ÜREME SİSTEMİ / 465

MEME BEZLERİ Ergenlik sırasında dişilerde memelerin boyutlun büyür


ve meme bası belirginleşir. Buna karşılık erkeklerde meme­
Her meme bezi bileşik tübiiloalveoler tipte 15-25 lobdan
ler yassı kalır.
oluşmuştur: bunlann işlevi yenidoğanın beslenmesi için süt
Ergenlik sırasında meme büyümesi, ovaryumdan salgıla­
salgılamaktır. Her bir lob tıkız bağ dokusu ve bol miktarda
nan ösirojenlerin miktarındaki artışa bağlı olarak, yağ doku­
yağ dokusuyla diğerlerinden ayrılır ve kendi süt boşaltım
su ile kolajenöz bağ dokusunun birikmesiyle birlikle süt ka­
kanalı ile başlı basına bir bezdir (Sekil 23-27). Bu kanallar nallarının gelişmesi ve dallanması sonucunda gerçekleşir.
2-1.5 cm uzunlukta olup, her biri yaklaşık 0.5 mm çapında Erişkin dişide tipik bir bez yapısı olan lobül en kiicük
15-20 adet açılma yerinin bulunduğu meme basında bağım­ kanalların (Şekil 23-27) uçlarında gelişir. Lobül bir son kanal
sız bir şekilde sonlanır. Süt bezlerinin histolojik yapısı cinsi­ içine açılan birkaç kanaldan oluşur. Her bir lobül, gevsek bir
yete, yaşa ve fizyolojik duruma göre değişiklik gösterir. bağ dokusu içine gömülmüştür. Daha tıkız, daha az hücre
içeren bir bağ dokusu ise lobülleri ayırır.
Memelerin Gelişimi Meme uçlarının açılış yerine yakın, süt kanalları genişleye­
Ergenlikten önce, meme bezleri laktiferöz sinüslerden rek süt sinüslerini oluşturur (Şekil 23-27). Süt sinüsleri dışa
(siit sinüsleri) ve bu sinüslerin süt kanalları adı verilen bir­ açıldığı yerlerde çok katlı yassı epitelle döşelidir. Bu epitel
kaç dalından oluşur (Sekil 23-27). hızla çok katlı silindiıik ya da kübik epilele değişir. Süt kanal­
ları ile uç kanallar, sıkı bir .şekilde bir araya gelmiş miyoepi-
tel hücreleri ile sarılmış tek katlı kübik epitel ile döşelidir.
İşlevsiz Alveolleri saran bağ dokusu, lenfositleri ve plazma hüc­
relerini içerebilir. Plazma hücrelerinin sayısı gebeliğin sonu­
na doğru önemli ölçüde artar; bu hücreler yenidoğanda pa­
sif bağışıklık sağlayan immiinglobulinlerin (IgA) salgılanma­
sından sorumludur.
Bu bezlerin histolojik yapısında aybaşı döngüsü sırasın­
da, ovulasyona yakın dönemde kanal hücrelerinin çoğalma­
sı gibi küçük değişiklikler oluşur. Bu değişiklikler dolaşım­
daki östrojenin doruk yaptığı zamana denk gelir. Aybaşı ön­
cesi fazda (premenstrüal faz) bağ dokusunun su içeriği arta­
rak memenin büyümesine yol açar.
Meme başı koni biçiminde bir sekle sahiptir; pembe,
açık ya da koyu kahverengi renkte olabilir. Dışta, bitişiğin­
deki derinin epiteli ile devam eden keratinize çok katlı yas­
sı epitel ile örtülüdür. Meme başının etrafındaki deri, are-
olayı oluşturur. Areolanın rengi gebelik esnasında lokal me­
lanin birikimi nedeniyle koyulaşır. Doğumdan sonra areola-
nm rengi açılabilir, ancak ender olarak asıl tonuna döner.
Meme başının epiteli düz kas liflerinden zengin bir bağ do­
kusu katmanının üzerine oturur. Bu düz kas lideri, daha de­
ve kaslar dokusu
rindeki süt kanalları etrafında sirküler ve süt kanallarının
meme başına girdiği yerlerde onlara paralel dizilir. Meme
başı bol miktarda duyusal sinir sonlanması içerir.

Gebelik ve Laktasyonda Memeler


Meme bezleri, gebelik sırasında başlıca östrojen, pıogesteron,
prolaktin ve insan pkısental laktojen honnunu gibi çeşitli hor­
monların (beraberce çoğalan) sonucu çok fazla büyür. Bu
hormonların etkilerinden biri terminal kanalların uçlarında al-
veollerin çoğalmasıdır. Alveoller, sililenme esnasında aktif
süt salgılayın bir yapı kazanan epitel hücrelerinin oluşturdu­
ğu küresel topluluklardır (Şekil 23-28 ve 23-29). Alveol hüc­
relerinin iist sitoplazmalarında birkaç yağ damlacığı ve süt
proteinlerinin oluşturduğu bir ya da birkaç kümelenme içeren
membıanla çevrili salgı vakuolleri görülebilir. Salgı vakuolle-
rinin ve yağ damlacıklarının sayısı emzirme döneminde bü­
yük ölçüde artar (aşağıya bakınız). Alveoler epitel hücreleri
ve bazal lamina arasında yıldız biçiminde (stellat) miyoepilel-
yal hücreler bulunur. Bağ dokusu ve yağ dokusunun miktarı,
Şekil 23-27. Kadın memesinin aktif ve aktif olmayan meme sütlenme sırasında parenkimaya göre önemli ölçüde azalır.
bezlerini gösteren şematik çizimi. Eşlik eden daha küçük Sililenme sırasında, süt, alveollerin epitel hücreleri tara­
fından üretilir (Şekil 23-29) ve alveollerin İnmelilerinde ve
kanallarla birlikte her süt kanalı kendi başına bir bezdir ve
süt kanallarının içinde toplanır. Sekretuvar hücreler küçülür,
bezin lobüllerini oluşturur.
alçak kübik hücreler haline gelir ve sitoplazmalarında esas
466 / BÖLÜM 23

A Gebelik dışında Etkin olmayan ve daha fazta protein içerir ve yeni doğana, özel­
kanal sistemi likle barsak lumeni içinde bir dereceye kadar pa­
sif bağışıklık sağlayan antikorlardan (başlıca sal­
gı lay ıcı IgA) zengindir.
Bir kadın emzirmeye başladığında, çocuğun
emmesi ile meme başındaki dokunsa! reseptörler
uyarılır. Sonuçta arka hipofizden oksitosin hor­
monu salınır. Bu hormon alveollerde ve kanallarda
bulunan miyoepitelyal hücrelerin kasılmasına ne­
den olarak sütün boşaltılmasına yol açar (süt bo­
B Gebelik sırasında Kanalların uçlarında şaltma refteksi). Düşkırıklığı, korku ya da öfke­
alveollerin çoğalması
lenme gibi olumsuz duyusal uyarılar oksitosin sa-
lınımını baskılayarak bu yansımayı önleyebilir.

Sütverme Bitiminde Memenin Geridönüşü


Meme yoluyla süt vermenin kesilmesiyle (sütten kesme), ge­
belik sırasında gelişen alveollerin çoğu apoptozis (program­
lanmış hücre ölümü) yoluyla bozulur (bkz. Şekil 3-24). Bu
C Laktasyon Alveol lumeninde
bozulma hücresel bileşenlerin otofajik abzorbsiyonu biçi-
süt salgısı ve
birikimi

Şekil 23-28. Meme bezlerindeki değişiklik A: Gebe olma­


yan kadınlarda bezler durgundur, farklılaşmamıştır ve ka­
nal sistemi işlevsizdir. B: Gebelik sırasında kanalların uçla­
rında alveoller çoğalır ve süt salgısına hazırlanır. C: Sütlen-
mede alveoller tamamen farklılaşmıştır ve bol miktarda süt
salgılanır. Süt verme sona erdikten sonra, bez gebelik ön­
cesi konumuna geri döner.

olarak nötral trigliseridleri içeren, çeşitli boyutlarda küre


şeklinde damlacıklar içerirler. Bu lipid damlacıklan hücreler­
den çıkarak Iumene geçer ve bu süreç içinde apikal hücre
membranının bir kısmıyla çevrelenirler. Lipidler insan sütü­
nün %4’ünü oluşturur.
Salgılayıcı hücrelerde lipid damlacıklarının yanı sıra ka­
zein ve diğer süt proteinlerinden oluşan granüller içeren
membranla sanlı çok sayıda vakuol vardır (Şekil 23-30). Süt
proteinleri arasında çeşitli kazeinler, alfa-laktalbumin ve
plazmositler tarafından üretilen immünglobulin A yer alır.

Ijr
Proteinler insan sütünün yaklaşık %1.5’ini oluşturur. Süt şe­
keri olan laktoz, glukoz ve galaktozdan sentezlenir ve İnsan
sütünün yaklaşık %7’sini oluşturur.

Şekil 23-29. Sütlenmede meme bezinin fotomikrografı.


k l in ik b il g i
Pek çok alveol, granül biçiminde görülen süt ile doludur.
Doğumdan sonra meme bezlerinin ilk salgısına Lumendeki vakuoller ve alveoler hücrelerin sitoplazması
kolostrum adı verilir. Normal sütten daha az yağ sütün lipid kısmını içerir. PT boyama. Orta büyütme.
DİŞİ ÜREME SİSTEMİ / 467

minele olabileceği gibi hücrelerin bir büciin olarak dökülme­


si şeklinde de gerçekleşebilir. Ölü hücreler ve kalıntılar Lipitler Proteinler Proteinler Sütyağları
makrofajlar tarafından ortadan kaldırılır.
/ftV® JJ7\ 1♦
Memenin Senil (Yaşlılığa Bağlı) İnvolüsyonu
/L
Menopozdan sonra meme bezlerinin gerilemesi, boyutları­
nın küçülmesi ve salgılayıcı kısımların ve bir dereceye kadar
kanalların gerilemesi/atrofisi ile gerçekleşir. Gerileme deği­
şiklikleri, bağ dokusunda da ortaya çıkar.

Meme Kanserleri

KLİNİK BİLGİ

Amerika Birleşik Devletleri’nde tüm kadınların


yaklaşık %9’unda, yaşamlarının bir döneminde
Miyoepitel hücresi
meme kanseri gelişir. Bu kanserlerin çoğu süt
kanallarının epitet hücrelerinden kaynaklanır.
Eğer bu hücreler akciğerlere, beyne ve kemiğe Ş ekil 23-30. Meme bezlerinin salgı yapan hücreleri. Sol­
metastaz yaparsa, meme kanseri başlıca ölüm dan sağa lipitlerin ve proteinlerin birikimine ve dışarıya atıl­
nedenlerinden birini oluşturur. Erken tanı (örn. masına dikkat ediniz. Proteinler ekzositoz yoluyla hücre dı­
kendi kendine muayene, mamografi, ultrasonog- şına bırakılmaktadır.
rafi ve diğer teknikler ile) ve bunun sonucunda
erken iyileştirme, meme kanserinde ölüm oranını
önemli ölçüde azaltmıştır.

KAYNAKLAR
Brenner R M , Siayden O D : Cyclic changes in the primate oviduct and en­ Mishell D R Jr: Contraception. In D eG root LJ et al (editors): Endocrinology.
dometrium. In Knobil E et a! (editors): The Physiology o f Reproduction. Saunders, 1995.
Raven Press, 1994. Peters H , M cN atty KP: The Ovary: A Correlation o f Structure and Function in
Gosden RG : Ovulation 1: oocyte development throughout life. In Gudzinskas M ammals. Granada Publishing, 1980.
JG , Yovich JL (editors): Gametes— The Oocyte. Cambridge University Pitelka D R , H am am oto ST : Ultrastructure o f the mammary secretory cell. In
Press, 1995- Mepham T B (editor): Biochemistry o f Lactation. Elsevier, 1983.
Hillier SG : H ormonal control o f folliculogenesis and luteinization. In Findlay Tsafiri A, Dekel N ; M olecular mechanisms in ovulation. In Findlay J K (editor):
JK (editor): M olecular Biology o f the Female Reproductive System. Acade­ M olecular Biology o f the Female Reproductive System. Academic Press,
mic Press, 1994. 1994.
Kenisgsberg D et al: Ovarian follicular maturation, ovulation, and ovulation Vorherr H : The Breast: Morphology, Physiology and Lactation. Academic Press,
induction. In D eG root LJ et al (editors): Endocrinology. Saunders, 199 5 . 1974.

Ledger W L , Baird D T : Ovulation 3 : endocrinology o f ovulation. In Gudzin­ W ynn R M (editor): Biology o f the Uterus. Plenum Press, 1977.
skas J G , Yovich J L (editors): Gametes— The Oocyte. Cambridge Univer­ Zuckerman S, W eir BJ (editors): The Ovary, 2nd ed. Vol. 1. General Aspects.
sity Press, 1995. Academic Press, 1 977.

Görme ve
İşitme Sistemleri

Dış dünyadan gelen bilgiler merkezi sinir sistemine resep­ olan camsı cisim doldurur.
tör (am aç) adı verilen duyu birimleri tarafından iletilir. Bu Dış ve iç terimleri gözün anatomik yapısını anlatmak
bölümde ışık ve ses dalgalarının algılanmasından sorumlu için kullanılır. İç terimi ile göz küresinin merkezine ve dış te­
sistemler İncelenmektedir. rimi ile de göz küresinin yüzeyine yakın bölgede bulunan
yapılar tanımlanır.
GÖRME: IŞIK ALICI SİSTEM
Dış Tabaka ya da Tunika Fibroza
G öz
Gözün dış tabakasının mat beyaz, altıda beş arka bölümünü
Göz (Şekil 24—1) karmaşık ve oldukça gelişmiş, ışığa duyar­
sklera oluşturur (Şekil 24-3); sklera insanda yaklaşık 22 mm
lı, şekli, nesnelerden yansıyan ışık şiddetini ve renkleri çö­
çapındaki göz küresinin bir bölümüdür. Sklera, değişik yön­
zümleyen bir organdır. Kafatası içinde koruyucu kemik ya­
lerde kesişen ancak her zaman yüzeye koşut seyreden, yas­
pılar olan göz çukurlarında yer alır. Göz, ona biçimini ve­
sı kolajen lif demetleri ile bir miktar ara madde ve az sayıda
ren dayanıklı, fibröz bir küreden, görüntüyü odaklayan bir
fibroblast içeren, sert yapılı tıkız bağ dokusundan oluşur.
mercek sisteminden, ışığa duyarlı bir hücre tabakasından ve
Skleranın episklera olarak adlandırılan dış yüzü, ince kolajen
görüntü bilgisini toplayan, işleyen ve merkezi sinir sistemi­
lifler taşıyan gevşek bir lif sistemi ile tıkız bağ dokusundan
ne aktaran hücrelerden ve sinirlerden oluşan bir sistemden
oluşmuş Tenon kapsülüne bağlıdır. Episklera kornea ile
meydana gelir. Göz yapısı (Şekil 24-2), iç içe üç tabakadan
skleranın birleştiği yerde gevşek konjunktiva stroması ile
kurulmuştur. Bunlar, dışta sklera ve kornea tabakası, orta­
ilişkidedir. Tenon kapsülü ile skleranın arasında Tenon ara­
da damarlı tabaka ya da uvea alanı da denilen ve koroid,
lığı bulunur. Bu aralık sayesinde, göz küresi dönme hareket­
siliyer cisim ve İristen oluşan bir tabaka ve retina adı ve­
lerini yapabilmektedir, Sklera ile koroid arasında melanosit-
rilen, dışta pigment epiteli ve içte retinanın kendisinden olu­
lerden, fibroblastlardan ve elastik liflerden zengin suprako-
şan bir iç sinir dokusu tabakasıdır. Işığa duyarlı olan retina
roidal lamina adında gevşek bağ dokusundan oluşan ince
görm e siniri (Şekil 24-1 ve 2 4 -2 ) aracılığıyla beyin ile ile­
bir tabaka bulunur. Sklera nispeten damarsızdır.
tişim kurar ve önde ora serrataya doğru uzanır. Görme si­
Gözün arka 5/6'sının aksine, ön 1/6'sı, yani kornea,
nirleri embriyoda prosensefalonun dışa uzantısı biçiminde
renksiz ve saydamdır (Şekil 24-1 ve 24-2). Korneanın enine
ortaya çıkar. Bu yüzden diğer kafa çiftleri gibi gerçek perife-
kesitinde epitel, Bowman zarı, stroma, Descemet zarı ve en-
rik sinir olarak benimsenmezler. Merkezi sinir sistemi uzan­
dotel olmak üzere beş tabakadan meydana geldiği görülür
tısı olduğundan, sinir liflerinin miyelin liflerini Schwann hüc­
(Şekil 24-4). Kornea epiteli beş ya da altı sıra hücreden olu­
releri değil, oligodendrositler yapar. Bu durum merkezi sinir
şan çok katlı yassı keratinleşmemiş epiteldir. Epitelin taban
sisteminin miyelinsizleştirici hastalıklarından biri olan mül-
kısmındaki hücrelerde korneanın olağanüstü yenilenme
tipl sklerozda görme işlevinin neden bozulduğunu açıklar.
yeteneğinden sorumlu olan çok sayıda mitoz görüntüsü bu­
Mercek, bulunduğu yere dairesel bir lif sistemi olan zo­
lunur. Bu hücreler yaklaşık 7 günde bir yenilenir. Kornea
nula ile tutturulmuş olan, iki yüzü dışbükey, saydam bir ya­
hücrelerinin yüzeyinde bunları örten ince kornea üstü göz­
pıdır. Zonula, mercekten orta tabakanın kalınlaşmış bir böl­
yaşı tabakasına doğru uzanan mikrovilluslar bulunur. Bu
gesi olan siliyer cisme uzanır ve arka bölümünde camsı ci­
epitel yaklaşık 7 pırı kalınlığında lipit ve glikoproteinden
sim ile komşudur (Şekil 24-1 ve 24—2). Merceğin ön yüzü­
oluşan koruyucu bir tabaka ile örtülüdür. Kornea gözdeki
nün bir bölümünü orta tabakanın mat, pigmentli bir uzantı­
bütün dokular içinde en zengin duysal sinir ağına sahip ya­
sı olan iris örter. İrisin ortasındaki yuvarlak deliğe pupilla
pılardan biridir.
denir (Şekil 24-7). Gözün üç bölmesi vardır: ön oda kornea,
Kornea epitelinin altında 7-1 2 pm kalınlığında kalın homo­
iris ve mercek arasındaki boşluktur; arka oda iris, siliyer
jen bir tabaka bulunur. Burada gelişigüzel çaprazlaşan kolajen
uzantı, zonula bağlantıları ve mercek arasındaki boşluğu içe­
lifler ile yoğun bir hücreler arası madde vardır; hücre bulun­
rir; camsı boşluk ise merceğin ve zonula bağlantılarının ar­
maz (Şekil 24-4). Bowman zan denen bu tabaka korneanın
kasında bulunur ve retina ile çevrilidir (Şekil 24-1 ve 24-2).
dayanıklılığına ve sağlamlığına büyük ölçüde katkıda bulunur.
Hem ön, hem de arka odada proteinden yoksul bir sıvı olan
Stroma ise birbirleriyle dik açılarla kesişen paralel kola­
aköz hum or bulunur. Camsı boşluğu jelatinsi bir madde
jen demetlerinden oluşmuş çok sayıda tabakadan meydana

469
470 / BÖLÜM 24

Pupil Ön oda Kornea İris

Konjunktiva

Arka oda
Schlemm kanalı
Siliyer cisim
Zonül

Orta rektus
kası
Yan rektus
Ora serrata
kası

Retina

Koroid
Skiera
Vorteks veni
Camsı cisim

Pigment epiteli

Retina arteriyolleri
ve venleri

Uzun arka siliyer arter ve Skleranın delikli laminası


uzun siliyer sinir
Görme siniri papillası Dura Pia Görme siniri Arakooid

Retinanın orta arteri ve veni

Şekil 24-1. İnsan gözünün iç yapıları. (Lederle Laboratuarları'nın izni ile Paul Peck'in orijinal çiziminden (Anatomy of the
Eye) alınıp yeniden çizilmiştir]

gelir. Her tabaka içinde kolajen lifler birbirlerine paralel bi­ nun yanısıra çok ince kolajen lifçiklerinin düzgün bir biçim­
çimde ve korneanın tüm eni boyunca uzanırlar. Bu tabaka­ de yönlenmeleri, korneanın saydam olmasını sağlar.
lardan birkaçının arasında fibroblastların sitoplazma uzantıla­ Kornea skiera bağlantısı ya da limbus korneanın say­
rı kelebek kanadı gibi yassılmış biçimde görülür. Stromanın dam kolajen demetlerinden skleranın beyaz mat liflerine ge­
hücreleri ve lifleri glikoproteinlerden ve kondroitin sülfattan çiş bölgesidir. Bu bölgede damar ağı oldukça fazladır ve bu­
zengin bir madde içinde bulunur. Stromada damar bulunma­ radaki kan damarları kornea ile ilgili yangısal olaylarda
masına karşın korneada, göç eden lenfoid hücrelere rastlanır. önemli rol oynar. Damarsız bir yapı olan kornea metabolit-
Descemet zarı üç boyutlu bir ağ şeklinde düzenlenmiş leri yakınındaki damarlardan ve ön oda sıvısından difüzyon
ince kolajen filamanlardan oluşan kalın (5-10 pm) homojen ile alır. Stroma tabakasının limbus bölgesinde ise endotel ile
bir yapıdır. döşeli düzensiz kanallar birleşerek Schlemm kanalını oluş­
Kornea endoteli tek katlı yassı epiteldir. Bu hücrelerde turur (Şekil 24—1 ve 2 4 -2 ) ve bu yapı ön oda sıvısının akaç-
olasılıkla Descemet zarının sentezi ve bakımı için gerekli lanmasını sağlar. Schlemm kanalı dış taraftan venöz sistem
olan, salgıya yönelik protein sentezi ve aktif transporta iliş­ ile bağlantılıdır.
kin bütün tipik organeller mevcuttur. Kornea epiteli ve en­
doteli, korneanın saydamlığından sorumludur. Her iki taba­ Orta Tabaka ya da Damarlı Tabaka
ka da sodyum iyonlarını tepeye bakan yüzeylerine doğru ta­ Gözün orta (damarlı) tabakası üç bölümden oluşur: koroid,
şıyabilir. Klor iyonları ve su pasif olarak sodyumu izler, böy- siliyer cisim ve İris (Şekil 24-1). Bu bölümlere toplu halde
lece kornea stroması nispeten susuz bir ortamda tutulur. Bu­ uvea alanı denir.
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 471

Ş ekil 24-2. Sağ gözün üst­


ten görüntüsünün çizimi.
Gözün yapısı, retina, fovea
ve siliyer cisim görülmekte­
dir. Ön odadaki oklar aköz
humorun akım yönünü gös­
termektedir. Sağ alt tarafta
foveanın büyütülmüş çizimi
görülmekte: ( 1) gangliyon
hücrelerinin aksonları, (2)
bipolar hücreler, (3) çomak­
lar, (4) koniler. (Alıntı, değiş­
tirilerek Ham AW: Histology,
6. ed., Lippincott.)

Sklera

Ş ekil 24-3. Koroid ve skle-


ranın kesiti. Koroid, gelen
ışığın yansımasını engelle­
yen melanositlerin bulun­
duğu, yoğun damarlı (ok
Koroid başları) bir bağ dokusu ta­
bakasıdır. Retina besinleri­
nin büyük bölümü koroid-
deki kan damarlarından
gelir. Sklera, koşut demet­
ler halinde düzenlenmiş tip
I kolajen demetlerinin bol
Melanositler ^ bulunduğu tıkız bağ doku­
su tabakasıdır. Pararozani-
lin-toluidin mavisi (PT) bo­
yası. Orta büyütme.
472 / BOLUM 24

plazma hücreleri, kolajen ve elastik liflerden zengin gevşek


bağ dokusu bulunan bir tabakadır. Bu tabakada çok sayıda
melanosit bulunur ve yapıya tipik siyah rengini verir. Koro-
idin iç tabakası d us tabakasına oranla küçük damarlardan da­
ha zengindir ve bu nedenle koryokapiler tabaka olarak ad­
landırılır. Koryokapiler tabaka retinanın beslenmesinde
önemli rol oynar ve bu dokuda oluşan hasar retinaya da za­
rar verir. İnce (3—ı pırı) amorf bir lıiyalin zar koryokapiler
Epitel tabaka ile retinayı birbirinden ayrılır. Bu yapıya Bruch zarı
denir ve optik papilladan ora şeriata ya kadar uzanır. Op­
tik papilla, görme sinirinin göz küresine girdiği bölgedir
(Şekil 24-2).
Bowman
Bruch zarı beş tabakadan meydana gelir. Orta tabaka
zarı
elastik liflerin oluşturduğu bir ağdır. Bu ağın her iki yüzü ko­
Sinir lifi
lajen lif katmanları ile kaplıdır. Bu katmanları bir yüzde kor­
yokapiler tabaka kapilerlerinin bazal kurunası diğer yüzde
ise pigment epitelinin bazal laıuinası sınırlar (pigment epite-
linin tanımı için bkz, R etina). Koroid. melanosiıi bol gevşek
bağ dokusu olan suprakoroidal lamina ile skleraya bağla­
Fibroblast nır.

SİLİYER CİSİM

Şekil 24-4. Korneanın üç boyutlu çizimi. (Hogan MJ, Alvara­ Koıoidin mercek hizasında öne doğru yaptığı bir genişleme­
do JA, Weddel JE: Histology of the human eye, Saunders, 1971 dir ve skleıanın ön bölümünün iç yüzeyinde yer alan kalın
izinle çoğaltım). bir halka olarak görülür (Şekil 2-1-1 ve 2-1-2); üçgen olarak
oluşturur. Bir yüzü camsı cisim, İkincisi sklera, üçüncü yüzü
ise mercek ve gözün arka odası ile temas eder. Siliyer cis­
min histolojik yapısını temel olarak s iliy e r kası saran ve
K o r o İd
elastik lif, damar ve melanositten zengin okın bir gevşek bağ
Da ma rlan ması oklukça fazla olan ve kan damarlarının ara­ dokusu oluşturur (Şekil 2-t-2). Siliyer kas ise önden sklera­
sında fibroblast kır, makrofajlar, lenfositler, mast hücreleri, ya ve arkadan siliyer cismin farklı bölgelerine bağlanan iki

Bağ dokusu

Siliyer cisim

Siliyer
uzantılar
Şekil 24-5. Merceğe tutunan zonulaların
bulunduğu siliyer uzantıların önden görü­
nüşü. Zonula lifleri elastik lif sisteminden
mikrofilaman demetleridir (oksitalan lifle­ Zonül
ri). Zonüler siliyer uzantıların (B) her iki lifleri
tarafında sütunlar (A) oluşturur. Bunlar
merceğe bağlanırken tek bir noktada top­
lanırlar (C). (Alıntı, Hogan MJ, Alvarado JA, Mercek
Weddel JE: Histology of the human eye, Saun­
ders, 1971).
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 473

Şekil 24-6. Pigmentli ve


pigmentsiz epitel hücreleri­
nin oluşturduğu iki tabaka­
nın bulunduğu siliyer uzan­
tıların kesiti. Bağ dokusun­
dan oluşan özdek de görül­
mektedir. PT boyası. Orta
büyütme.

düz kas demetinden meydana gelir. Bu demetlerden biri ko- türer ve pigmentsiz tek katlı prizmatik epitelden meydana
roidi germe işlevini gerçekleştirir, diğeri de ise kasıldığı za­ gelir (Şekil 2-1-1IA).
man mercek üzerindeki gerilimi azaltır. Bıı kas hareketleri
görme uyumunda (akomodasyon) önemlidir (Bkz. M ercek). S il iy e r U z a n t il a r
Siliyer cismin camsı boşluğa, arka odaya ve merceğe bakan
Siliyer cismin pile seklindeki uzantılarıdır (Şekil 2-Î-5). Gev­
yüzeyleri retinanın ön uzantısı ile örtülüdür (Şekil 2-İ-2). Bu
bölgede retina sadece iki hücre tabakasından oluşur. Siliyer sek bağ dokusu ve çok sayıda pencereli kılcal damardan
cismin bitişiğindeki tabaka melaninden zengin tek katlı priz- (Bkz. 11. Bölüm) oluşan iç bölgeyi yukarıda tanımlanan tek
matik epitelden meydana gelir ve retinanın pigment tabaka­ katlı iki epitel tabakası örter (Şekil 2-ı-6 ve 2-İ-7). Bu uzan­
sının ("ine doğru yaptığı bir uzantıya karşılık gelir. Birinci ta­ tılardan zonula lifleri denilen oksitalan lifler çıkar ve bun­
bakayı örten ikinci tabaka ise retinanın sinir tabakasından lar mercek kapsülüne girerek merceği yerine kenetler (oksi-

Şekil 24-7. Siliyer uzantı­


nın kesiti. İçteki epitel hüc­
relerinin sitoplazmasında
yer alan melanin grandileri
görülmekte. Dış epitelde
melanin bulunmamaktadır.
PT boyası. Büyük büyütme.
474 / BÖLÜM 24

talan lifler 5. Bölüm’de anlatılmıştır). Pigmentli ve pigment­ dolaşıma geçer.


siz hücrelerin birleştiği bölgede bu epitel hücrelerinin üst
İRİS
(apikal) uçları bulunur ve böylece bu hücreler baş başa ge­
lir. Zonula lifleri kökenini içteki pigmentsiz hücrelerin taban Merceği kısmen örten koroid uzantısı olup, merkezinde pu-
zarından alır. Epitel hücrelerinin üst uçları desmozomlarla pilla denen yuvarlak bir açıklık bırakır (Şekil 24-1). İrisin
bağlanır ve her iki tabakanın epitel hücrelerinin tepe yüzey­ ön yüzü düzensiz ve pütürlüdür. Pigment hücrelerinden ve
leri çevresinde düzenli sıkı bağlantılar bulunur. Pigmentsiz iç fibroblastlardan oluşan kesintili bir tabakadan meydana ge­
hücre tabakasının taban yüzeyi iyon aktaran hücrelere özgü lir. Bu tabakanın altında, içinde çok az lif, çok sayıda fibrob­
katlanmalara ve girinti çıkıntılara sahiptir (bkz. 4. Bölüm). last ve melanosit bulunan ve az sayıda damar içeren bir bağ
Bu hücreler aktif taşıma ile plazmadan bazı maddeleri arka dokusu bulunur. Bundan sonraki tabaka gevşek bağ doku­
odaya taşıyarak aköz huraoru oluşturur. Bu sıvının iyon içe­ su içine gömülmüş damardan zengin bir tabakadır (Şekil
riği plazmaya benzer ancak %0.1'den daha az protein içerir 24-8). İrisin düz arka yüzü, aynı zamanda siliyer cisim ile
(plazma ortalama %7 protein ihtiva eder). Aköz humor mer- uzantılarını da kaplayan iki tabaka epitel ile örtülüdür. Arka
oda ile temasta olan iç epitel melanin granülleri ile yoğun
pigment içerir. Dış epitel hücreleri bazal bölgede dil şeklin­
de ışınsal uzantılar gösterir; bu uzantılar irisin genişletici
pupilla kasını oluşturan üst üste yığılı miyofilamanlarla do­
KLİNİK BİLGİ
ludur. Yoğun pigmentasyon, ışığın pupilladan başka bölge­
den göz içine girmesini engeller.
Aköz humorun dışarı boşalmasını sağlayan ka­ Gözün bazı bölgelerinde fazla sayıda bulunan melanosit-
nallardaki herhangi bir tıkanıklık sonucu boşal­ lerin ve melanin içeren pigment hücrelerinin görevi dağınık
masının engellenmesi, göz içi basıncının artma­ ışık ışınlarının görüntü oluşumunu bozmasını önlemektir.
sına yol açar ve glokom a neden otur. İrisin stromasındaki melanositler göze rengini verir. İrisin iç
bölgesindeki pigment tabakasının sadece birkaç hücreden
oluşması durumunda, irisin arka yüzündeki siyah pigment
epitelinden yansıyan ışık mavi olur. Pigment miktarı arttıkça
ceğe doğru akar, mercek ile iris arasından ön odaya geçer iris yeşilimsi-mavi, gri ve sonunda kahverengi tonlarını alır.
(Bkz. Şekil 24-2). Ön kamaraya geçtikten sonra kornea ile Akşın (albino) olanlarda hemen hiç pigment yoktur; bunla­
irisin bazal bölümü arasındaki açıya doğru yönelir. Labi­ rın pembe olan iris rengi, irisin kan damarlarından yansır.
rente benzer alanlardan (trabeküler alan) geçerek limbus İriste pupillanın çevresi boyunca iç içe daireler halinde
dokusuna girer ve sonunda endotel ile döşeli Sclılemm ka­ yerleşmiş bulunan düz kas demetleri pupillanın büzücü
nalına ulaşır (Şekil 24-1 ve Şekil 24-2). Bu yapı skleranın kasını oluşturur. Genişletici kaslar sempatik, büzücü kaslar
küçük venleri ile bağlantılıdır ve aköz humor bu venlerden ise parasempatik liflerden sinir alır.

Şekil 24-8. Belli bölgeler­


de çok damarlı (ok başları)
bağ dokusu özdekten olu­
şan bir yapı olan irisin ke­
siti. Dış örtü tabakası göz
içini aşırı ışıktan korumak
için fazlasıyla pigmentlidir.
Bunun aksine, iç tabakada
pigment içermeyen hücre­
ler bulunmaktadır. Pupilla-
nın genişletici ve büzücü
(sfinkter) kasları pupilla
çapını denetler. PT boya­
sı. Orta büyütme.
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 475

Mercek nesnelere göre odaklanma sağlanır. Göz dinlenme halinde


ya da uzağa bakar durumda iken mercek gözün optik ekse­
İki yüzeyi de dışbükey olan bu yapı oldukça esnektir, ancak
nine dikey konumda zonula ile gergin durur. Yakındaki bir
bu özelliği yaşla kaybolur ve sertleşir. Mercek üç ana bölüm­
nesneye odaklanmak İçin siliyer kaslar kasılarak, koroid ve
den oluşur:
siliyer cismi ileri doğru hareket ettirir. Zonulanın oluşturdu­
M ercek K apsülü ğu gerilme ortadan kalkar ve mercek kalınlaşarak nesneye
Mercek, epitel hücrelerinin dış yüzeyini örten kalın 0 0 -2 0 odaklanmayı sürdürür.
pm), homojen, ışığı kıran, karbonhidrattan zengin bir kapsül
ile çevrilidir (Şekil 24-9). Bu oldukça kalın bir bazal memb-
randır ve başlıca tip IV kolajen ile amorf glikoproteinden ^ j : . .
ibarettir. “ i k l in ik b il g i
I

K a p s ü l A lti E p ît e l
Yaş ilerledikçe mercek esnekliğini yitirir ve yakın
Sadece merceğin ön yüzünde bulunan tek katlı kübik epitel
nesnelere uyum zorlaşır. Bu normal bir yaşlılık
hücrelerinden oluşur. Orta kuşağında yerleşmiş hücrelerden
sürecidir (presbiyopi) ve dışbükey mercekli göz­
gelişen yeni mercek lifleri sayesinde, mercek yaşam boyun­
lük takılarak düzeltilir. Yaşlılarda mercek liflerin­
ca büyür ve boyutu artar. Bu epitelin hücreleri mercek lifle­
de kahverengi bir pigment birikir ve merceğin
ri ile çok sayıda kenetlenme gösterir.
saydamlığı azalır. Mercek iyice matlaşırsa bu du­
ruma katarakt adı verilir. Katarakt morötesi ışın­
M e r c e k Lİ f l e r İ
lara aşırı maruz kalanlarda da görülür. Diabetes
Bunlar uzun, yassı ve ince yapılar olarak görülürler. Kapsül mellitusta ise yüksek glikoz seviyelerinin katarak­
altı epitel hücrelerinden köken alan ileri derecede farklılaş­ ta neden olduğu düşünülmektedir.
mış hücrelerdir. Bunlar zamanla çekirdeklerini ve diğer or-
ganellerini kaybeder ve aşırı derecede uzayarak boyu 7 -1 0
jjın, eni 8-10 pm ve kalınlığı 2 pm’ye ulaşır. Bu hücreler Camsı Cisim
kristalinler denilen bir gaip protein ile doludur. Mercek lif­
Camsı cisim merceğin arkasındaki alanda bulunur. Su (%
lerinin üretimi ömür boyu sürse de üretim hızı giderek aza­
99), kolajen ve esas bileşeni hyaluronik asit olan, oldukça
lır.
sulu glikozamingolikanlardan oluşan saydam bir jeldir.
Mercek ışınsal dizilim gösteren bir grup lif olan zonula
sayesinde yerinde durur. Zonula bir tarafta mercek kapsülü­
ne diğer tarafta da siliyer cisme tutunur (Şekil 24-5). Zonu­ Retina
la lifleri elastik liflerin mikrofibrillerine benzer. Bu sistem Göz küresinin iç tabakası olup iki bölümden oluşur. Arka
akomodasyon (görm e uyumu) işleminde önemlidir. Ako- bölüm ışığa karşı duyarlıdır; ışığa duyarlı olmayan ön bölüm
modasyonda merceğin eğriliği değiştirilerek uzak ve yakın ise siliyer cisim ile irisin arka bölümünün iç yüzünü örter

Şekil 24-9. Merceğin ön


kısmının kesiti. Kapsül altı
epitel kırmızı boyanmış
olan mercek kapsülünü
salgılar. Mercek kapsülü tip
IV kolajen ve laminin içe­
ren kalın bir bazal zardır.
Kapsül altı epitelin altında
çekirdeklerini ve organelle-
rini yitiren, incelerek uza­
mış saydam yapılara dönü­
şen hücrelerin oluşturduğu
mercek lifleri görülmekte­
dir. Pikrosirius-hematoksi-
len. Orta büyütme.
476 / BÖLÜM 24

(Şekil 2-İ-2). Retina proensefalon ya da ön sefalik veziküliin Pigment epiteli hücrelerinin sitoplazmasında çok sayıda
ters yüz olarak dışarı doğru yaptığı çıkıntıdan türer. Böylece düz endoplazma retikulumu bulunur; burada A vitamininin
oluşan optik vezikül yüzey ektodermi ile temas eder, mer­ esterleşmesinin ve fotoreseptörlere taşınmasının gerçekleşti­
kezinde giderek içeri doğru ilerleyen bir girinti oluşur ve çift ği sanılmaktadır. Üstte, sitoplazmanın üst bölgesinde ve mik-
çeperli göz kadehi meydana gelir. Erişkinde dış duvar pig­ roviluslarda melanin grandilerinin sayısı fazladır. Melanin bu
ment epiteli denen ince zarı yapar; retinanın optik ya da iş­ hücrelerde derideki mekanizmaya benzer bir düzenekle
levsel bölümü olan nöral retina ise iç tabakadan köken sentez edilir (Bkz. 18. Bölüm). Bu koyu pigment fotoresep-
alır. törler uyarıldıktan sonra ışığı emme özelliğine sahiptir.
Pigment epiteli, çekirdekleri tabanda yer alan prizmatik Hücrenin tepesinde değişik şekilli çok sayıda yoğun ve­
hücrelerden meydana gelir. Hücrelerin bazal bölgeleri Bruch zikül bulunur. Bunlar fotoreseptör dış segmentlerinin uçları­
zarına sıkıca yapışıktır ve hücre zarları çok sayıda bazal gi­ nın fagositoz ve sindirimindeki değişik evrelerin göstergesi­
rintiler gösterir. Bu girintilerin yakınındaki sitoplazmada çok dir. Pigment hücresinin yapısı ve işlevleri Şekil 24-16'da gös­
daha fazla mitokondri bulunur. Bu özellik sözü edilen böl­ terilmiştir.
gede iyon aktarımının gerçekleştiğini düşündürür. Hücrele­ Retinanın optik kısmı-arka ya da ışığa duyarlı kısım- en
rin yan zarlarının tepesinde ise zonula okludensler ve zonu­ az 15 tip nöron içeren karmaşık bir yapıdır ve bu hücreler
la adherensler şeklinde belirgin hücre bağlantıları bulunur; birbirleri ile en az 38 değişik türde sinaps oluştururlar. Op­
ayrıca desmozomlara ve aralık bağlantılarına da rastlanır. Bu tik retina, ışığa duyarlı hücreler olan konilerden ve ço­
morfolojik ayrıntılar epitel tabakasının tepe ve taban bölüm­ maklardan (Şekil 24-2, 24-10 ve 24-11) oluşan bir dış ta­
lerinin tıkalı olduğunu ve hücreler arası iletişimin bulundu­ baka, koni ve çomakları gangliyon hücreleri ile birleştiren
ğu gösterir. Söz konusu epitelin iki yüzeyi arasında iyon ak­ bipolar nöronlardan oluşan bir orta tabaka ve beyine ak­
tarımı sonucu oluşan bir elektriksel potansiyel farkının bu­ sonlarını gönderen ve dendritleri aracılığıyla bipolar hücre­
lunması bu özelleşmiş bağlantılarla açıklanabilir. lerle temas sağlayan gangliyon hücrelerinden oluşan bir
Hücre tepesinde çok sayıda, iki uzantı tipi vardır: ince iç tabakadan meydana gelir. Bu aksonlar optik papillada
mikroviluslar ve fotoreseptörlerin uçlarını kuşatan silindirik toplanarak görm e sinirini oluştururlar.
kılıflar. Koni ve çomak tabakasıyla bipolar hücreler arasında, si-
napsların gerçekleştiği dış pleksiform (ağsı) ya da sinaps
tabakası bulunur. Bipolar hücreler ile gangliyon hücreleri ara­
sında sinapsların kurulduğu tabakaya ise iç pleksiform (ağ­
sı) tabaka denir (Şekil 24-11 ve 24—12). Retinanın tersyüz bir
i KLİNİK BİLGİ yapısı vardır, ışık koni ve çomaklara ulaşmadan önce gangli­
ı yon tabakasını, sonra da bipolar tabakayı geçer. Aşağıdaki bö­
lümde retinanın yapısı daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
Bu uzantıların hiçbiri anatomik olarak fotoresep-
İsimlerini şekillerinden alan koni ve çomaklar polarize
törlere bağlı olmadığından, bu bölgeler retina de-
nöronlardır; bir kutupta tek bir ışığa duyarlı dendrit diğer
kolmanında görülen biçimde ayrılabilirler. Sık gö­
kutupta ise bipolar tabaka hücreleriyle kurulmuş sinapskır
rülen ve ciddi olan bu hastalık günümüzde lazer
görülür. Koni ve çomak hücreleri (Şekil 24-13, 24-14 ve
cerrahisi ile etkili bir biçimde tedavi edilmektedir.
24-15) çekirdek ve sinaps bölgeleri olmak üzere bir dış ve
bir iç bölüme ayrılır. Dış bölümler değişime uğramış silyum-

Gangliyon hücreleri
■i ) "/44f

İç çekirdek
tabakası

Dış çekirdek
tabakası

Çomaklar
ve konileri
Koroid
Şekil 24-10. Retina bileşen­
damarl lerinin çoğunu gösteren kesit.
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 477

G elen ışık

I
İç sınırlayıcı zar .Gangliyon hücrelerinin
aksonları

Gangliyon hücreleri

ağsı tabaka

Amakrin hücreler

Bipolar hücreler
Müller hücreleri

ağsı tabaka
Yatay hücre
i ve çomakların

Koni ve çomakların Dış sınırlayıcı


dış parçası zar
Pigment
epiteli
Çomak Koni

Şekil 24-11. Retina nöronlarının oluşturduğu üç tabaka. Oklar ışık hüzmelerinin yönünü göstermek­
tedir. Çomaklar ve konilerin üzerine düşen ışığın oluşturduğu uyarı, karşıt yönde ilerler (Boycott ve
Dowling’in izniyle yeniden çizilerek çoğaltılmıştır: Proc R Soc Lond [Biol] 1966;166:80).

kırdır ve düz, plak şeklinde yassı, zar ile sınırlı kesecikler göçerler ve burada zarsı plaklarla birleşirler. Çomak hücre­
içerirler. Retinanın ışığa duyarlı pigmenti bu keseciklerin lerinin yassı plakları ışık ile solarak beyazlaşan ve görme
zarlarında bulunur. Koni ve çomak hücreleri d ı ş sınırlayıcı uyarımını başlatan g ö r m e m o r u pigmenti ya da başka İnil­
z a r denen ince bir tabakayı geçerler; bu zar fotoreseptörler deyişle r o d o p s i n pigmenti barındırır. Bu madde küre şek­
ile retinanın glia hücreleri (Müller hücreleri) arasında bulu­ linde olup yassı zarsı plakların çift katlı lipit tabakasının dış
nan bir dizi bağlantı kompleksinden oluşur. Konilerin çekir­ yüzünde bulunur.
dekleri genellikle sınırlayıcı zara yakın, çomakların çekir­ İnsan retinasında yaklaşık 120 milyon çomak hücresi bu­
dekleri ise iç bölümün ortasına doğru yerleşmiştir. lunur. Bunlar ışığa çok duyarlı olduklarından alacakaranlık
ya da gece gibi ışığın düşük seviyelerde olduğu saatlerde
Ç om ak H ü c r eler İ
kullanılan reseptörler oldukları düşünülür. Dış parça, ışığa
duyarlılığın olduğu bölgedir; iç parçada ise bu hücrelerin bi-
iki parçadan oluşan ince, uzun (50 x 3
Ç o m a k h ü c r e le r i
yosentez ve enerji üretim süreçleri için gerekli metabolik do­
pm) hücrelerdir (Şekil 24-11 ve 24—13). Dışta yer alan ço­
nanını bulunur.
mak şeklindeki ışığa duyarlı parça bozuk para dizisi gibi üst Otoradyografi çalışmaları, çomak veziküllerindeki prote­
üste sıralanmış çok sayıda (600-1000) yassı zarsı plaktan inlerin bu hücrelerin poliribozomlardan zengin iç bölgele­
oluşur. Çomaklardaki bu plaklar plazma zarı ile devam et­ rinde sentez edildiğini göstermiştir. Bu proteinler buradan
mez. D ı ş p a r ç a , dar bir bölüm ile i ç p a r ç a d a n ayrılmıştır. dış parçaya göç ederek taban kısımlarda kümelenirler. Bu
Bu darlığın tam altında bir silyumun oluşarak dış parçaya kısımlarda çift katlı fosfolipidden oluşmuş zarlarla birleşerek
geçtiği bazal bölüm bulur. İç parça glikojenden zengin olup yassı plaklar oluştururlar (Şekil 24—13 ve Şekil 24-14). Bu
daralma yerinin yakınında belirgin bir mitokondri yığılımı yapılar aşamalı biçimde hücre tepesine ilerleyip buradan dö­
gösterir (Şekil 24-13 ve 24—14). Bu yerel mitokondri yığılımı külürler ve pigment epitel hücreleri tarafından fagosite edi­
görme işlemi ve protein sentezi için gereken enerji üretimi lip, sindirilirler (Şekil 24-15 ve 2-i—16). Maymunda günde
ile bağlantılıdır. İç parçadaki mitokondri bölgesinin altında hücre başına yaklaşık 90 vezikiil oluştuğu hesaplanmıştır.
bulunan çok sayıdaki poliribozom protein sentezine katılır. Bazal hücre bölgesindeki yığılmadan tepedeki dökülmeye
Bu proteinlerin bazıları çomak hücrelerinin dış parçasına kadar olan tüm göç süreci 9 ile 13 gün almaktadır.
478 / BÖLÜM 24

Koniler sadece, çomakları uyarmak için gerekli olandan da­


ha yüksek şiddette ışığa duyarlı olup, çomaklardan daha iyi
bir görme keskinliği sağlar.

D İğ e r H ü c r e l e r

Bipolar hücre tabakası iki tip hücreden oluşur (Şekil 24-11);


bunlardan difüz bipolar hücre adını alanlar iki ya da daha
fazla fotoreseptör ile sinaps yaparken, monosinaptik bipo­
lar hücreler sadece bir koni fotoreseptörünün ve tek bir
gangliyon hücresinin aksonu ile sinaps oluşturur. Bu yüzden
uyarıları doğrudan beyine ulaştıran belli sayıda koni hücre­
si bulunur.
Gangliyon tabakasındaki hücreler bipolar hücrelerle yap­
tıkları bağlantıya ek olarak aksonlarıyla retinanın belli bir böl­
gesine uzanırlar. Bu aksonlar burada birleşerek görme sini­
rini oluşturur (Şekil 24-11). Reseptör içermeyen bu bölge re­
tinanın kör noktası, görm e sinirinin papillası ya da gör­
me sinirinin baş kısım olarak adlandırılır (Şekil 24-2).
Gangliyon hücreleri, büyük ökromatik bir çekirdek, bazofi-
lik Nissl cisimcikleri içeren tipik sinir hücreleridir. Bipolar hüc­
reler gibi bu hücreler de diğer hücrelerle yaptıkları bağlantı­
lara göre difüz ya da monosinaptik olarak da sınıflandırılır.
Bu üç ana hücre tipine (ışık algılayan hücreler, bipolar
hücreler ve gangliyon hücreleri) ek olarak retina tabakaların­
da daha dağınık olarak yayılmış başka tip hücreler de vardır.

Şekil 24-12. Müller hücreleri ile duysal retinadaki nöral bi­


leşenlerin yakın ilişkisini gösteren çizim. Müller hücreleri
(koyu fibröz hücreler) retinadaki nöron ve sinir uzantılarını
örüp desteklediklerinden yapısal ve işlevsel olarak merke­
zi sinir sistemindeki astrositlere eşdeğer görünmektedir.
(İzin alınarak çğaltım, Hogan MJ, Alvarado JA, Weddel JE: Histo­
logy of the human eye, Saunders, 1971).

İÇ
parça
KONİ HÜCRELERİ
Mitokondriler
Koni hücreleri de uzun (60 x 1,5 pm) nöronlardır. İnsan
retinasında yaklaşık 6 milyon koni hücresi vardır. Yapı ola­ Silyum
rak, iç ve dış parçaları, silyumlu bazal cisimleri, mitokondri
yığışımları ve poliribozomları ile çomaklara benzerler. Koni­
ler, şekilleri (konik) ve dış parçalarının yapısı ile çomaklar­
dan ayrılırlar. Dış parça çomaklarda olduğu gibi zarsı plak
yığınlarından ibarettir ancak dış plazma zarından bağımsız Dış
olmayıp, bunun içe doğru yaptığı girintilerden oluşmuştur parça
(Şekil 24—13). Konilerde, yeni sentezlenen protein, çomak­
larda olduğu gibi yeni toplanan plaklarda yoğunlaştırılmaz;
dış parçanın her yerine eşit olarak dağılır. Şekil 24-13. Sağda çomak ve solda konilerin ince yapısı.
Konilerin morfolojik olarak tespit edilemeyen en az üç Çerçeve içine alınan alan Şekil 24-17'deki elektron mikros­
işlevsel tipi vardır. Her tip iyodopsin denen değişik bir ko­ kop fotoğrafında gösterilmiştir. (Chevremont M'nin izniyle yeni­
ni fotopigmenti içerir ve bunun en fazla duyarlılığı, görüle­ den çizilerek çoğaltılmıştır: Notions de Cytologie et Histologie.
bilen spektrumda kırmızı, yeşil ya da mavi bölgelerdedir. S.A. Desoer Editions [Liege] 1966).
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 479

süreç ile sonuçlanan bir dizi tepkimeyi başlatır. Çomakta re­


septör potansiyeli oluşumunu başlatmak için tek bir fotonun
yeterli olduğunu düşündüren deneysel bulgular vardır. Işık
görme pigmentlerinin rengini soldurup beyazlatıcı bir etki
yapar. Bu fotokimyasal olay, yerel yanıtların oluşmasına yol
açan düzeneklerle güçlendirilir. Bu yanıtlar daha sonra mer­
kezi sinir sistemine iletilir.
Çomaklardaki görme pigmenti olan rodopsin, A vitami­
ninin opsin denen özel proteinlere bağlanmış bir aldehid
biçiminden (retinal) oluşur. Çomakların (ışık şiddetinin az
olduğu zaman kullanılan reseptörler) çözümleme gücü dü­
şük olduğu için bu hücreler net bir görüntü sağlayamaz ve
renklere karşı duyarlı değildir. Öte yandan koniler daha
yüksek bir eşiğe sahiptir ve keskin ve renkli görüntülerden
sorumludur. Koniler insanda renkli görme için klasik üç
renk teorisine kimyasal bir temel oluşturabilecek olan, tam
olarak nitelenememiş üç pigment (iyodopsin) içerir.
Işık rodopsin moleküllerine çarptığı zaman retinal izo­
merleşerek 11-cis biçiminden tam-trans biçimine dönüşür.
Bu değişim sonucunda retinal opsinden ayrılır; bu reaksiyo­
na solma adı verilir. Zar plaklarında bulunan görme pig­
mentinin solması, plak zarındaki kalsiyum iletisini artırıp fo-
toreseptörlerin dış parçasındaki hücre içi aralığa kalsiyum
yayılmasını sağlar. Kalsiyum, hücre zarını etkiyerek, sodyu­
ma karşı geçirgenliğini azaltır ve hücrenin hiperpolarizasyo-
nunu başlatır. Sodyum kanallarının kapanmasıyla oluşan
elektrik sinyalleri, iç parçaya ve gap junctionlar aracılığıyla
komşu hücrelere yayılır.
İkinci aşamada, görme pigmenti yeniden bir araya geti­
rilir ve kalsiyum iyonları enerji gerektiren bir işlemle plakla­
ra geri taşınır. Koni ve çomakların ışığa duyarlı bölgelerinde
Ş ekil 24-14. Retina kesitinin elektron mikroskop fotoğrafı. çok miktarda mitokondri bulunmasının nedeni yüksek ener­
Resmin üst bölümünde dış parçalar bulunmaktadır. Bu ışı­ ji gereksinimi gibi görünmektedir. Aksiyon potansiyelinin,
ğa duyarlı bölge paralel zarsı yassı plaklardan oluşur. Mito- hücre depolarizasyonu yoluyla oluştuğu diğer reseptörlerde
kondri yığılmaları iç parçada olur (bkz. Şekil 24-13). Res­ gerçekleşen olayların tersine, koni ve çomaklar ışıkla hiper-
min orta kısmında daha sonra dış parçaya dönüşecek olan polarize olurlar. Bu sinyal bipolar, amakrin ve horizontal
bir silyumu oluşturan bazal cisim görülüyor. hücrelere ve daha sonra da gangliyon hücrelerine aktarılır.
Sadece gangliyon hücreleri aksonları boyunca aksiyon po­
tansiyeli oluşturarak beyine bilgi iletimini sağlar.
Yatay hücreler (Şekil 24-11), kırklı fotoreseptör hücre­
*■)
ler arasında bağlantı kurarlar. İşlevleri tam olarak bilinme­
mektedir ancak bu hücreler uyarımların bütünlüğünü sağlı­
yor olabilirler.
Amakrin hücreler (Şekil 24-11), gangliyon hücreleri
arasında bağlantı sağlayan çeşitli tipte nöronlardır. Bu hüc­ Klinikte dekolman olduğu zaman retina hasarı­
relerin de işlevleri bilinmemektedir. nın görülmesi, ışığa duyarlı hücrelerin metabolit-
Destek hücreleri, astrosit ve mikroglialara ek olarak lerini koryokapiler tabakadan sağladıklarını dü­
bazı büyük, çok sayıda dallanma gösteren, Müller hücresi şündürmektedir. Retinadaki damarların yüzeysel
adını alan hücreleri de içine alan nöroglia hücreleridir. Bu yerleşimi oftalmoskopla kolaylıkla gözlenebilme-
hücrelerin uzantıları retinanın iç sınırlayıcı zarından dış sınır­ lerini sağlar. Bu muayene, diyabet ve hipertansi­
layıcı zarına doğru uzanır ve retinanın nöral hücrelerini bir­ yon gibi kan damarlarını etkileyen hastalıkların
birine bağlarlar (Şekil 24-11). Dış sınırlayıcı zar fotoreseptör- tanı ve değerlendirmesinde çok büyük değer ta­
ler ve Müller hücreleri arasındaki birleşme (sıkı bağlantılar) şır.
bölgesidir. Müller hücreleri, retina nöronlarını ve liflerini ya­
lıtmaları, beslemeleri ve desteklemeleri açısından işlevsel
olarak nörogliyaya eşdeğer hücrelerdir.
Optik eksenin arka kutbunda, merkezindeki retinanın
Retinanın Histofizyolojisi çok ince olduğu sığ bir çöküntü biçiminde izlenen fovea yer
Işık retinanın tabakalarını geçerek koni ve çomaklara ulaşır alır. Foveanın merkezinde retinanın ince olmasının nedeni,
ve burada emilerek görme dediğimiz olağanüstü duyarlı bir bipolar hücrelerin ve gangliyon hücrelerinin bu çöküntünün
480 / BÖLÜM 24

Şekil 24-15. Retinanın ışığa duyarlı ve pigment tabakaları arasındaki yüzeyin elektron mikroskop fo­
toğrafı. Alt kısımda iki pigment epiteli hücresi ve yan yüzleri arasındaki özel bağlantılar (J) görülmek­
tedir. Pigment hücrelerinin üstünde, pigment epitelinin (P) apikal uzantıları ile iç içe geçen çomak hüc­
relerinin birkaç dış parçasının uçları yer almaktadır. Yassılaşmış zarlar içeren büyük vakuoller (oklar)
çomakların uçlarından ayrılmıştır. L, lizozom kesecikleri.

clı.ş tarafında toplanmış olmaları ve hu yüzden merkezde sa­ zardır. Çok sayıda Goblet hücresi içeren cok katlı prizmatik
dece koni hücrelerinin bulunmasıdır (Şekil 2-İ-2). Foveada- epiteli vardır ve lamina propriası gevsek bağ dokusundan
ki koni hücreleri, çomak hücrelerine benzer şekilde uzun ve oluşur.
incedir. Bu, konilerin sıkı bir şekilde yerleşmesini sağlamak,
dolayısıyla görme keskinliğini artırmak için gerçekleştirilmiş Kirpikler
bir uyumdur. Bu bölgede kan damarları ışığa duyarlı hücre­ Göz kapaklan (Şekil 2-1—17), gözü koruyan hareketli doku
lerin üstünden geçmez. Işığın doğrudan foveanın merkezin­ kıvrımlarıdır. Kapakların derisi gevşek ve elastiktir. Aşırı şiş­
deki konilerin üzerine düşmesi, bu bölgedeki görme keskin­ meye ve yeniden normal şekil ve büyüklüğe dönmeye elve­
liğinin tam olmasını sağlar. rişlidir.
Göz kapaklarında üç tip bez vardır: Meİbomius, Moll ve
Gözün Yardımcı Yapıları Zeis bezleri. Meibomius bezleri tarsal plakta bulunan uzun
yağ bezlerdir. Kıl fölikülieri ile ilişkileri yoktur. Meibomius
Konjunktiva bezleri ince gözyaşı tabakasının yüzeyinde yağlı bir tabaka
Konjunktiva, gözün korneaya kadar olan ön kısmını ve göz oluşturan yağlı bir madde üreterek normal gözyaşı tabakası­
kapaklarının iç yüzeylerini kaplayan ince saydam bir miiköz nın çabuk buharlaşmasını önler. Zeis bezleri kirpik Iblikül-
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 481

RER, Golgi aygıtı ve


melanozomlar tarafından
melanin sentezi. Melanin
reseptörü duyarlılaştırdıktan
sonra ışığı emer.

Mitokondriler ve zar girintileri


aracılığıyla iyon taşınması.

Şekil 24-16. Retinadaki pigment epiteli hücresinin işlevleri. Üst bölgede ışığa duyarlı hücrelerin dış bölümleri
arasındaki aralıkları dolduran çok sayıda hücre uzantısı ve bazal bölgedeki zarın sitoplazma içine yaptığı girinti­
ler görülmektedir. Bu hücre, göz odasındaki ışığı emen (18. bölümde tarif edilen bir düzenekle) melanin grandi­
lerinin sentezi gibi birkaç işlevi olan bir hücre tipidir. Melanin sentezine katılan organeller çizimin sağında göste­
rilmiştir. Çizimin solunda ise, kaba endoplazma retikulumunda (GER) sentezlenen enzimleri içeren lizozomlar, fo-
toreseptörlerin fagosite edilmiş tepe kısımları ile birleşerek bunları sindirmektedir. Bu görevlere ek olarak, bu hüc­
reler epitel zarının iki yüzeyi arasındaki elektrik potansiyelini durağan tuttuğundan, olasılıkla iyon transportunda
aktif rol oynamaktadır. Oldukça gelişmiş düz endoplazma (SER) retikulumu A vitamini esterleşmesinde rol oynar.

leri ile bağlantılı, değişikliğe uğramış küçük yağ bezlerdir. muştur. Açık renk boyanmış salgı grandileri içeren bu hücre­
Moll ter bezleri, sıradan ter bezleri gibi glomeriil şeklinde ler, çevredeki bağ dokusundan bir bazal lamina ile ayrılır.
değil, basit spiral şeklinde başlayan dallanmamış kıvrımlı Bezin salgı kısımlarını iyi gelişmiş miyoepitel hücreleri
tiipçüklerdir. Bu bezler salgılarını kirpik folikiillerine boşal­ sarar. Bezin salgısı kornea ile bulbar ve palpebral konjunk­
tırlar. tiva üzerinden aşağı doğru iner ve bu yapıların yüzeylerini
ıslak tutar. Üst ve alt kapak kenarlarının orta kısmında bulu­
nan, yaklaşık 0.5 mm çapındaki yuvarlak gözyaşı noktala­
Gözyaşı Sistemi
rı aracılığı ile gözyaşı kanalcıklarına boşalır (Şekil 24-22).
Gözyaşı (lakrimal) sistemi, gözyaşı bezi, kanalcıklar, gözyaşı Kanalcıklar 1 mm çapında, 8 mm uzunluğundadır ve gözya­
kesesi ve burun gözyaşı kanalı (nazolakrimal kanal) içerir. şı kesesine açılmadan hemen önce ortak bir kanalcık oluş­
Gözyaşı bezi (Şekil 24-18 ve 24-19), göz çukurunun ön-iist turmak üzere birleşirler. Kanalcıklar kalın çok katlı yassı epi-
temporal bölgesinde yer alan, gözyaşı salgısı yapan bir bezdir. telle döşelidir. Ortak kanalcığın çıkmaz kıvrımları normal ya­
Bezin 6-12 boşaltıcı kanalını üst konjunktiva forniksine bağ­ pının bir parçası da olabilir ve bunlar çoğunlukla enfeksi­
layan, birkaç ayrı salgı lobu içerir. (Forniksler göz kapakları ile yonlara karşı duvarlıdır.
göz küresi arasında konjunktiva ile döşeli girintilerdir.) Genel­ Gözyaşı kesesi, belli bakteri türlerinin hücre duvarını
likle şişkin liimenleri olan bu tübüloalveoler bez, parotisin asi- hidrolize ederek parçalanmasını kolaylaştıran bir enzim olan
ner hücrelerine benzeyen prizmatik seröz hücrelerden oluş­ lizozimden zengin bir sıvı salgılar.
482 / BÖLÜM 24

dalgalarını alır; orta kulak, ses dalgalarının havadan kemi­


ğe ve kemik aracılığı ile iç kulağa iletildiği yerdir; iç kulak,
bu titreşimlerin akustik sinir yoluyla merkezi sinir sistemine
geçen özgün sinir uyartılarına çevrildiği yerdir. İç kulak ay­
nı zamanda dengeyi sağlayan vestibüler organı içerir.

Dış Kulak
Kulak kepçesi (pinna, aurikül), her tarafından sıkıca yapış­
mış deri ile kaplı, düzensiz şekilli bir elastik kıkırdak plaka­
sından oluşur.
Dış kulak yolu, yüzeyden temporal kemiğin içine doğ­
ru uzanan az çok yassı bir kanaldır. Kanal içte kulak zarı ile
sonlanır. Kanalı, derinin devamı olan çok katlı yassı epitel
döşer. Submukozada kıl folikülleri, yağ bezleri ve serümen
bezleri (değişikliğe uğramış bir tür ter bezi) bulunur. Serü­
men bezleri kahverengimsi, yarı katı bir yağ ve mum karışı­
mı olan serümeni (kulak kiri) üreten, kıvrımlı tübüler bez­
lerdir. Kıllar ve serümen olasılıkla koruyucu bir görev üstle­
nir. Dış kulak yolunun duvarı dış üçte birinde elastik kıkır­
dak ile desteklenirken, kanalın iç kısmına desteği temporal
kemik sağlar.
Dış kulak yolunun bitiminde oval timpan zarı (kulak
zarı) yer alır. Bunun dış yüzeyi ince bir epidermis tabakası
ile, iç yüzeyi ise timpan boşluğunun epiteli ile devam eden
tek katlı kübik epitelle örtülüdür (aşağıya bakınız). İki epi­
Kirpikler tel örtü arasında kolajen ve elastik lifler ile fibroblastlardan
oluşan sert bir bağ dokusu tabakası vardır. Kulak zarının ön
Şekil 24-17. Göz kapağının yapısı. üst kadranı gevşek ve daha saydamdır, çünkü burada bağ
dokusu tabakası çok daha incedir. Bu bölge Schrapnell za­
rı olarak bilinir. Kulak zarı ses titreşimlerini orta kulak ke­
mikçiklerine ileten yapıdır (Şekil 24-20).
İŞİTME: SES ALGILAMA SİSTEMİ
Kulak (Vestibülokoklear Aygıt) Orta Kulak
Vestibülokoklear aygıtın (Şekil 24-20) işlevleri denge ve işit­ Orta kulak ya da timpan boşluğu, temporal kemiğin içinde,
meyle ilgilidir. Bu organ üç bölümden oluşur: dış kulak, ses kulak zarıyla iç kulağın kemiksi yüzeyi arasında yer alan dü-

Salgı
Kan
damarları
bölümü

Kanallar
__ 1
Şekil 24-18. Gözyaşı bezi
kesitinin ışık mikroskop fo­
toğrafı. Tubuloalveoler sal­
gı bölümleri, boşaltım ka­
nalları ve kan damarları
görülmektedir. Salgı hücre­
leri sadece az sayıda RNA
(bazofili) içerir. Proteinden
yoksul salgı ürünü sentez-
lerler. H&E boyası. Orta
büyütme.
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 483

Kan r
^damarlarf

Salgı
bölümü

Bağ
dokusu
Şekil 24-19. Gözyaşı bezi Kanallar
kesitinin ışık mikroskop fo­ ı K an ...*
damarları
toğrafı. Üç adet küçük bo­
şaltım kanalı, iki kan da­
marı ve çok sayıda tubulo-
alveoler salgı birimi görü­
lebilmektedir. PT boyası.
Orta büyütme.

zensiz bir boşluktur. Ön tarafta östaki borusu aracılığıyla orta kulaktaki hava basıncını atmosfer basıncı ile dengeler.
yutak ile, arkada temporal kemiğin mastoid çıkıntısının içi Orta kulağın iç taraf kemiksi duvarında, iki tane kemiksiz,
hava dolu boşlukları ile bağlantı kurar. Orta kulak alttaki ke­ zarla kaplı dikdörtgen şeklinde bölge vardır. Bunlar oval ve
mik zarına sıkıca yapışık ince bir lamina proprianın üstünde yuvarlak pencerelerdir (Şekil 24-20).
yer alan tek katlı yassı epilel ile döşelidir. Östaki borusunun Kulak zarı, malleus (çekiç), inkus (örs) ve stapes
yakınlarında ve iç kısımlarında, orta kulağı döşeyen tek kat­ (üzengi) adı verilen üç küçük kemikten oluşan bir dizi İşit­
lı epitel giderek titrek tüylü yalancı çok katlı prizmatik epi- me kemikçiği ile oval pencereye bağlanır (Şekil 24-20).
tele dönüşür. Östaki borusunun duvarları genellikle kapalı Bunlar timpan zarında oluşan mekanik titreşimleri iç kulağa
olmasına rağmen, boru yutkunma işlemi sırasında açılır ve iletir. Malleus timpan zarına, stapes de oval pencerenin za-

Subdural aralık
Subaraknoid aralık
Endolenf kesesi
Endolenf kanalı

Şekil 24-20. Dış, orta


Skala vestibüli ve iç kulakta vestibülo-
koklear organ ve ses
Skala media dalgalarının yolu. İç ku­
lak bileşenleri renkli
Skala timpani
gösterilmiştir. Çerçeve
içine alınan bölgedeki
kokleanın enine kesiti.
Şekil 24-24’te gösteril­
miştir. (İzinle tekrar çizim
Best CH, Taylor NB: The
Physiological Basis of Me­
Mastoid Dış kulak Timpan Östaki borusu dical Practice, 8th ed. Wil­
boşlukları yolu zarı
liams & Wilkins. 1966).
484 / BÖLÜM 24

rina yapışır. Bu kemikler sinovyal eklem oluşturur ve bu 40 -8 0 uzun, sert stereosilya ve bir silyum ile özellik kazanır
boşluğun bütün yapıları gibi, tek katlı yassı epiteile örtülü­ (Şekil 24-21). Aslında ileri derecede özelleşmiş mikrovillus-
dür. Oıta kulakta, malleus ve stapese yapışık iki küçük kas lar olan stereosilyumlar, bir silyuma bitişik olarak yerleşmiş,
vardır. Bu kaslar ses iletiminin düzenlenmesinde rol oynar­ uzunlukları giderek artan ve en uzunu yaklaşık 100 pm olan
lar. sıralar halinde düzenlenmiştir. Silyumun bir bazal cismi ve
proksimal kısımda 9+2 yerleşimli mikrotübülleri vardır, an­
İç Kulak cak merkezdeki iki mikrotübül daha sonra yok olur. Bu sil­
yum genellikle kinosilyum olarak adlandırılır ancak, olasılık­
İç kulak iki labirentten oluşmuştur. Kemiksi labirent, içinde
la hareketsizdir. Getirici sinir dallarının şekline göre ayırt
zarsı labirenti barındıran temporal kemiğin petrüz bölümün­
edilen iki tip tüy hücresi vardır. Tip I hücreler, hücre taba­
deki bir dizi boşluktan oluşur. Zarsı labirent ektoderm kö­
nının büyük kısmını saran, büyük kadeh şeklinde sonlanma-
kenlidir ve epiteile örtülü, kesintisiz bir dizi boşluktan iba­
ya sahipken, Tip II reseptörler çok sayıda getirici sonlanma-
rettir. Söz konusu labirent, embriyoda başın yan kısım ekto­
lar içerirler. Her iki tip hücre de, muhtemelen inhibitor etki
derminden gelişen işitme keseciğinden kökenlenir. Embri-
gösteren götürücü sinir sonlanmalarına sahiptir.
yonal gelişim sırasında bu vezikiil altındaki bağ dokusuna
Reseptörlerin arasında yerleşmiş destek hücreleri priz-
girinti yapar, baş ektodermiyle ilişkisini yitirip ve gelecekte­
matik şekildedir. Çekirdekleri hücrenin tabanında yer alır;
ki temporal kemik taslaklarına doğru uzanır. Bu süreç sıra­
tepeye bakan yüzeyde mikroviluslar bulunur (Şekil 24-20).
sında bir dizi şekil değişikliğine uğrar ve zarsı labirentin iki
Bu nöroepiteli örten kalın jelatinimsi, glikopıoteİn tabaka
özelleşmiş bölgesi olan ütrikül ve sakkülü oluşturur. Yan
olasılıkla destek hücreleri tarafından salgılanır ve yüzeyde
dairesel kanallar iitrikülden köken alırken, daha karmaşık
otolitler ya da otokoniler (kulak taşı) adı verilen, kalsi­
olan koklea kanalı sakkiilden oluşur. Bu bölgelerin her bi­
yum karbonat içeren kristal birikintileri yer alır (Şekil 24-21
rinde epitel örtüsü, ütrikül ve sakkülün makülası, yarı da­
ve 24-22).
iresel kanalların kristası ve koklea kanalının Corti organı
gibi duysal yapıları oluşturmak üzere özelleşir. Y a r i D a İr e s e l K a n a l l a r
Kemiksi labirent, temporal kemikteki boşluklardan olu­
Yarı dairesel kanallar da kemiksi labirentin karşılık gelen bö­
şur. İçinde sakkül ile ütrikülün bulunduğu vestibül denen lümleriyle aynı genel yapıya sahiptir. Ampullalarındaki
düzensiz bir merkezi boşluk bulunur. Bunun arkasında yarı (Şekil 24—20) reseptör alanları uzamış çıkıntılar şeklinde bu­
dairesel kanalları saran yarım daire kanalları bulunur; ön
lunur; bunlara krista ampullarisler denir. Bu çıkıntılar, ka­
yan konumdaki koklea içinde ise koklear kanal yer alır (Se­ nalın uzun eksenine diktir. Kristalar yapı olarak makülalara
ldi 2-4—20).
benzer, ancak glikoprotein tabakası daha kalındır, kupula
Koklea yaklaşık 35 mm uzunluğundadır ve modiolus adı verilen konik bir yapı bulunur ve otolitlerle kaplı değil­
adıyla bilinen kemik dayanak etrafında 2.5 sarmal yapar. dir. Kupula, ampullaların içinden karşıya doğru uzanarak,
Modiolus içindeki boşluklarda, 8. kafa sinirinin akustik dalı­ karşı duvarla temas kurar (Şekil 24—23).
nın hücre gövdeleri ve uzantıları (spiral gangüyon) ile kan
damarları bulunur. Modiolustan yanlara doğru uzanan ke­ E nd o len f K anali ve K esesİ

miksi bir çıkıntı, kemiksi spiral lamina vardır. Bu yapı Endolenf kanalı başlangıçta tek katlı yassı epitel ile döşeli­
koklea içinden karşı tarafa doğru tabanda, tepecleldnden da­ dir. Endolenf kesesine yaklaştıkça epitel giderek yüksek
ha ileri uzanır (Şekil 24-24). prizmalik hale gelir ve iki tip hücreden oluşur. Bunlardan bi­
Kemiksi labirent, diğer bölgelerdeki hücre dışı sıvıların rinde bol miktarda pinositoz vezikülii ve vakuol ile tepeye
bileşimine benzeyen, ancak protein içeriği çok düşük olan
perilenf ile doludur. Zarsı labirent düşük sodyum, yüksek
potasyum içeriği ile nitelik kazanan endolenf içerir. Endo-
lenfin protein derişimi düşüktür.

Zarsı Labirentin Histolojisi


S akkül ve Ü t r İk ü l

Sakkül ve ütrikül tek katlı yassı epiteile döşeli ince bir bağ
dokusu kılıfından oluşur. Zarsı labirent kemiksi labirentin
kemik zarına, zarsı labirentin epitelini besleyen kan damar­
larını da içeren ince bağ dokusu uzantılarıyla bağlanır. Sak­
kül ve ütrikülün duvarında vestibiiler sinirin dallarını alan,
farklılaşmış nöroepitel hücrelerinden oluşan ve maküla de­
nen küçük bölgeler gözlenebilir (Şekil 24—21). Sakkülün ma-
kükısı tabanda bulunurken ütriküldeki maküla yan duvarda
yer alır; yani makülalar birbirlerine dik açı yapacak şekilde
yerleşmiştir. Her iki konumdaki makülalar temelde aynı his­
tolojik yapıya sahiptir. Duvardaki kalınlaşmadan oluşurlar ve
iki tip reseptör hücresi, bir miktar destek hücresi ile getirici
ve götürücü sinir sonlanmaları içerirler.
Reseptör hücreleri, (tüy hücreleri) üzerlerinde bulunan Şekil 24-21. Makülanın yapısı.
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 485

organı denir. Corti organı değişik ses frekanslarına yanıt oluş­


turan tüy hücreleri içerir. Bu organ şekilsiz kalın bir ara mad­
de tabakası olan bazılar zarın üzerinde yer alır. Organın ta­
banına olan uzaklığa bağlı olarak üç ila beş sıra dış tüy hüc­
resi ve tek sıra iç tüy hücresi görülür. Her iki tip tüy hücre­
si de prizmatiktir, çekirdeği tabanda yerleşmiştir, çok sayıda
mitokondri ve yanlardaki plazma zarı altında sıralanmış belir­
gin düz endoplnzma retikulumu sarnıçları içerirler. Bu hücre­
lerin en belirgin özelliği, W şeklinde (dış tüy hücreleri) ya da
doğrusal (iç tüy hücreleri) stereosilya sıralarının olmasıdır, ve
stereosilya yüksekliği sıranın bir ucundan diğerine doğru artar
(Şekil 2-1—25). Sitoplazmada en uzun stereosilyaya bitişik ola­
rak bir bazal cisim bulunur. Vestibiiler reseptörlerin aksine ki-
nosilyum bulunmaz. Kİnosilyumun olmaması, tüy hücresinde
duyu iletiminde önemli olan bir simetrinin oluşmasını sağlar.
Dış tüy hücrelerinin en uzun stereosilyumlarının uçları, spi­
ral limbusun belli hücreleri tarafından salgılanan glikoprotein-
den zengin tektoryalzar içinde gömülüdür (Şekil 2-1-2-i).

Şekil 24-22. Kulak taşlarının (otolit) bulunduğu güvercin


makülası yüzeyinin taramalı elektron mikroskop fotoğrafı.
(İzinle DJ Lim).

bakan yüzeyde mikrovilluslar bulunur. Bu hücrelerin endo­


lenfin içindeki hücresel artıkların ve yabancı maddelerin en-
dositozu ile endolenfin emiliminden sorumlu oldukları öne
sürülmüştür.

K o k le a Kanali

Sakkiile ait bir divertikül olan bu yapı bir ses reseptörü ola­
rak özelleşmiştir. Yaklaşık 35 mm uzunluğundadır ve özelleş­
miş perilenf boşluklarıyla sarılıdır. Histolojik kesitlerde ince­
lendiği zaman kokleanın (kemiksi labirent içinde) üç boşluğa
ayrıldığı görülür; skala vestibüli (üstte), ortada skala media
(koklea kanal) ve skala timpani (altta; bkz. Şekil 2-4-2-i).
İçinde endolenf bulunan koklea kanalı, kokleanın tepesinde
kör olarak sonlanır. Diğer iki skala ise perilenf içerir ve bun­
lar aslında oval pencerede başlayıp yuvarlak pencerede
sonlanan tek bir uzun tüptür. Helikotrema adı verilen bir
delik ile kokleanın tepesinde birbirleriyle bağlantı kurarlar.
Koklea kanalı, aşağıdaki histolojik yapıya sahiptir (Şekil
Yarım daire Ampulla
2-İ-2-İ). Vestibül (Reissner) zarı, birisi skala mediadan, di­ kanalı
ğeri skala vestibiilinin örtü epitelinden kaynaklanan iki taba­
ka yassı epitel içerir. Her iki tabakanın hücreleri çok sayıda
sıkı bağlantı ile birbirine bağlanmıştır. Bu durum vestibül za­
rının iki yüzü arasında bulunan çok yüksek iyon derişim far­
kının sürdürülmesine yardım eder. Stria vaskülaris, kokle-
ar kanalın yan duvarına yerleşmiş, olağanüstü damarlı bir Dinlenmede Hızlanmada
epiteldir. Üç tip hücre içerir: kenar, ara ve taban. Kenar hüc­ Şekil 24-23. Krista ampullaris. Üstte: Krista ampullarisin
relerinin bazal plazma zarlarında pek çok derin katlanma yapısı. A ltta: Dönüşsel hızlanma sırasında krista ampulla­
görülür ve bu bölgelerde çok sayıda mitokondri yer alır. Bu ris içindeki kupulanın hareketleri. Oklar sıvı hareketinin yö­
özellikler kenar hücrelerin iyon ve su aktarımı yapan hücre­ nünü göstermektedir. (İzin alınarak yeniden çizim ve çoğaltma,
ler olduğunu gösterir ve genellikle bu hücrelerin endolenfin Wersall J: Studies on the structure and innervation of the sensory
özgün iyon bileşiminden sorumlu olduğuna inanılır. epithelium on the cristae ampullaris in the guinea pig, Acta Oto­
İç kulağın özel işitme reseptörleri içeren yapısına Corti laryngol [Stockh] Suppl 1956;126:1).
486 / BÖLÜM 24

Vestibüler zarı

Skala vestibuli

Orütücü zar
Stria
vaskülaris n A
Skala media Spiral limbus
İç spiral tünel

Dış
tüy
hücreleri

Spiral gangliyon
Bazilar Mertek hücreleri İç tüy hücreleri
zar Kemiksi spiral lamina
'İç tünel

Skala timpani

Şekil 24-24. K oklea nin yapısı (İzin alınarak tekrar çizim ve çoğaltma, Bloom W, Fawcett DW: A Textbook of Histology 9th ed.
Saunders 1968).

Destek hücreleri arasında özellikle mertek hücreleri­ akım ölçümleri, kupulanın kinosilyum yönünde hareket et­
nin üzerinde durmak gerekir. Mertek hücreleri, dik dur­ mesinin reseptörlerde uyarılmaya ve beraberinde vestibüler
malarını sağladığı sanılan çok sayıda mikrotübiil içerir. 13u sinir liflerinde aksiyon potansiyellerinin oluşmasına yol açtı­
hücreler dış ve iç tüy hücreleri arasında üçgen şeklindeki ğını göstermektedir. Ters yönde hareket ise nöron etkinliği­
hoşluk olan iç tüneli çevrelerler (Şekil 2-i—2-i). 13u yapı ses ni engeller. Tek yönlü harekete geri dönüldüğünde hızlan­
iletiminde önemlidir. ma durur, kupula normal pozisyonuna geri döner ve resep­
Hem dış hem iç tüy hücreleri getirici ve götürücü sinir törlerin uyarımı ya da inhibisyonu artık gerçekleşmez (Şekil
sonlanınaları içerirler. İç tüy hücreleri daha fazla getirici si­ 24-23).
nire sahip olsa da bunun işlevsel önemi anlaşılamamıştır. Yarım daire kanalları sıvıların yer değiştirmesine ve bu
Coıli organının bipolar getirici nöronlarının hücre gövdeleri yüzden açısal hızlanmanın ardından vücut pozisyonuna
modiolusta yer alır ve spiral gangliyonu oluşturur (Şekil karşı yanıt oluşturur. Sakkülün ve ütrikülün makülaları
24-24). doğrusal hızlanmaya duvarlıdır. Yoğunlukları daha fazla ol­
duğu için otolitler baş pozisyonunun değişmesiyle birlikte
İç Kulağın Histofizyolojisi yer değiştirirler. Bu yer değiştirme alttaki tüy hücrelerine je-
lûtinimsi otolit zarı aracılığıyla aktarılır. Tüy hücrelerinin
V e s t İb û l e r İş l e v l e r
sterosilyumlarının şekil değiştirmesi aksiyon potansiyelleri­
Dairesel hareket hızında artma ya da azalma (açısal hızlan­ nin oluşmasına neden olur ve bunlar 8. kafa sinirinin ves­
ma ya da yavaşlama), endolenfin durağan haline bağlı ola­ tibüler dalı aracılığıyla merkezi sinir sistemine taşınır. Bu
rak yarım daire kanallarına doğru sıvı akışına neden olur. Bu yüzden makülalar otolitler üzerindeki yerçekimi kuvvetine
sıvı akışı krjsta ampullaris üzerindeki kupulayı hareket etti­ duyarlıdır. Vestibüler organ, hareketin ve boşluktaki konu­
rir ve bunun sonucunda duyu hücrelerindeki sterosilyumlar mun algılanması ve dengenin korunması bakımından ü-
bükülür. Vestibüler sinir lifleri boyunca yapılan elektriksel nemlidir.
GÖRME VE İŞİTME SİSTEMLERİ / 487

hareket etmesini sağlar. İç kulaktaki sıvılar sıkıştırılamadığın-


dan, basınç değişikliği vestibıiler zar ve bazilar zardan ileti­
lerek, bu zarların skala timpaniye doğru aşağı bükülmesine
yol açar. Bu basınç değişikliği aynı zamanda yuvarlak pen­
ceredeki örtünün dışa doğru bombe yapmasına yol açar ve
basınç azalır. Mertek hücrelerinin uçlan bir denge noktası
oluştururlar ve böylece bazilar zarın aşağı bükülmesi tüy
hücrelerinin stereosilyaiumrının örtücü zarın karşısına dön­
mesine neden olur. Stereosilyumların uçları bazal cisimden
uzağa modiolusa doğru bükülür.
Ses dalgasının rarefaksiyon fazında her şey tersine dö­
ner; stapes dışarı doğru hareket eder, bazilar zar yukarıya,
skala vestibüliye doğru hareket eder ve tüy hücrelerinin ste-
reosilyumları stria vaskülarise ve bazal cisme doğru eğilir.
Bu yöndeki bükülme, tüy hücrelerinde depolarize edici je­
neratör potansiyeller oluşturur. Bunun sonucunda, spiral
gangliyondaki bipolar nöronlarda aksiyon potansiyeli oluş­
masına yol açan (eksitasyon) ve kimyasal yapısı bilinme­
yen bir nörotransmiter salıverilir.
Sesin frekansına karşı bazilar zarın oluşturduğu yanıta
dayanarak frekans ayrımı yapılır. Bu zar frekansa bağlı ola­
rak, uzunluğu boyunca değişik noktalarda maksimum yer
değiştirmeler göstererek yanıt oluşturur. Yüksek frekanslar
zarın bazal ucunda saptanırken düşük frekanslar Corti orga­
nının tepesinde bazilar zarın maksimum harekeline neden
olur. Bu tonotopik yerleşim bazilar zarın genişliği ve sertli­
ği ile ilişkili olabilir. Yüksek frekanslı seslere en iyi yanıtı ta­
B
banda daha sert olan, dar bazilar zar verir.
Ş ekil 24-25. Kedi koklea kanalının orta kıvrımında (A) üç
sıra dış tüy hücrelerini, (B) tek sıra iç tüy hücrelerini göste­ KAYNAKLAR
ren taramalı elektron mikroskop fotoğrafı. x2700 {İzin alına­ Göz
rak P Leake). Bok D , Hall M O : T h e role o f the retinal pigment epithelium in the etiology
o f inherited retinal dystrophy in the rat. J Cell Biol 1 9 7 1 ;4 9 :6 6 4 .
Bocelho SY: Tears and the lacrimal gland. Sci Am 1 9 6 4 ;2 1 1:78.
İŞİTME İŞLEVLERİ Dowling JE : Organization of vertebrate retinas. Invest Ophthalm ol
1 9 7 0 ;9 :6 6 5 .
Ses dalgalarının timpan zarına çarpmasıyla işitme kemikçik­
Hogan M J et ah Histology o f the H itm an Eye. Saunders, 1971.
leri titreşir. Timpan zarı ile üzengi kemiği tabanı arasındaki
M cD evitt D (editor): Cell Biolog}' o f the Eye. Academic Press, 1982.
alan farkı mekanik hareketin havadan iç kulaktaki sıvılara
Nguyen LJ, Hicks D : Renewal o f photoreceptor outer segments and their
iletimini kolaylaştırır. Orta kulakta tensor timpani kası (çe­ phagocytosis by the retinal pigment epithelium. Int Rev Cytol
kiç kemiğine tutunur) ve stapedius kası (üzengi kemiğine 2 0 0 1 :1 9 6 :2 4 5 .
tutunur) olmak üzere iki adet çizgili iskelet kası vardır. Yük­ Young RW: Visual cells and the concept o f renewal. Invest Ophthalm ol
sek sesler bu kasların tepki olarak kasılmasına yol açar ve 1 9 7 6 :1 5 :7 0 0 .

bunun sonucunda timpan zarı ile üzengi kemiği hareketi sı­


nırlanır; bu da iç kulağın hasar görmesini önler. Ancak bu Kulak
tepkiler silah sesi gibi ani ve şiddetli seslere karşı zarı koru­ Dallos P: T h e active cochlea. J Neurosci 1992; 12 :4 5 7 5 .
yamayacak kadar yavaştır. Hudspeth AJ: T h e hair cells o f the inner ear. Sci Am 1 9 8 3 :2 4 8 :5 4 .
Aşağıdaki basamaklarda ses dalgalarının nasıl elektriksel Kimura RS: T h e ultrastructure o f the organ o f C o tti. Int Rev Cytol
uyarılara çevrildiği açıklanmaktadır (Şekil 24-20). Ses dalga­ 1 9 7 5 :4 2 :1 7 3 .

ları kompresyon ve rarefaksiyon evreleri olan uzamına Lim D J: Functional structure o f the organ o f Corti: a review. Hear Res
1 9 8 6 :2 2 :1 1 7 .
dalgalardır. Kompresyon evresi üzengi kemiğinin içe doğru
İndeks
NOT: Kalın yazı ile yazılmış sayfa numaraları sözcüğün anlatıldığı ana konuyu göstermektedir. Sayfa numaralarından sonraki t harfi
çerçeve içini, f harfi şekli, b harfi ise teknik bilgi kutucuğunu ifade etmektedir.

A bantları (anizotrop bantlar), 195, 195f Aferent (getirici) (duysal) nöronlar, 164, Akyuvarlar. Bkz. Lökositler
196f 197f 198, 198f 202f 173 Albinizm, 375b
A vitamini Aferent (getirici) aıleriyoller, böbrek, 383, Aibümin, 233, 234
görmede, 479 385f 396, 398f karaciğerde sentezlenmesi, 341, 342f
karaciğerde depolanması, 343 Aferent (getirici) lenfatikler, lenf Aldosteron
A-Aktinin düğümünde, 279f 282 böbrek üstü bezi salgısı of, 414, 417f
düz kasta, 209 Aferent (getirici) sinir lifleri, 181 aşırı, 4 19b
iskelet kasında, 200 Agamaglobülinemi, lenf düğümü patolo­ böbrekte düzenleme
Açık dolaşım, dalakta, 286, 286f jisinde, 283f elektrolit su dengesinin ve, 389, 398,
Açık kanalcık sistemi, trombosit, 246, 246f Ağartma, görme pigmentinin, 479 399b
ACTH (adrenokortikotrop hormon), 408t Ağır zincirler kan basıncının ve, 394-395b
etkileri, 409f immünglobulin, 266, 269f Alerjenler, 266
aşırı üretimi, 419b miyozin, 197f 200 Alerjik tepkimeler (ani aşırı duyarlılık tep­
böbrek üstü bezi korteksi etkileri, 409f Ağız boşluğu, 292-299. Bkz. özgül yapı kimeleri), 102b, 273
417, 4 l8 f Ağız. Bkz. Ağız boşluğu IgE, 102b, 266, 268t
deride pigmentleşmeye etkisi, 375 b Ağ-olıışturan kolajen, 106, 107 t mast hücreleri, 101-102, 1026, 103f
salgılayan hücreler, 408* Agranülositler, 236, 237f etkilenen burun erektil cisimleri, 351b
timustaki etkisi, 278 Agrekan, 116 a-L-İduronidaz, eksikliği/kusuru, 40t, 51t
Addison hastalığı, 375b, 399b, 419b Ağsı tabaka, retinanın, 476, 476f 477f 478f a (alfa) hücreleri, pankreas, 420, 421 f 422f
Adenohipofiz, 403, 404-407 AIDS demans kompleksi, mikroglia enfek­ 423f
hormonkın, 404, 408t, 409f siyonu ve, 171b Alfa (A) hücreleri, pankreasta, 420, 421f
oluşması, 403, 404f AIDS. Bkz. HIV enfeksiyonufAIDS 422f 423t
Adenoidler, 290 Alt madde, 173, 173f 175f Alfa (A) tübülin, mikrotübüllerde, 43-44,
Adenokarsinom, 92b. Bkz. Kanser, 324b Akciğer lopçukları, 354 44f47f
Adenozin difosfat (ADP) fosforilleyici Akciğer venleri, 366, 367, 3ö8f Alfa globülinler, 233
sistem, mitokondride, 30-31, 32f Akciğerler, 349, 349f Bkz. başlık altında Alfa grandileri, trombositlerde, 246
ADH. Bkz. Antidiiiretik hormon Akciğer ve Solunum Alfa-aktinin
Adipöz (yağ) hücreleri (adipositler), 103, gelişimi, sürfaktan, 363, 366b düz kasta, 209
129, 130f Bkz. Adipöz doku makrofajlar, 366 iskelet kasında, 200
gelişimi, 131, 132f mukozaya eşlik eden lenfoid doku, 289f Alkali fosfatazlar, yeri, hücrelerdeki ve
işlevleri, 97l sinirleri, 367 dokulardaki, 10, 12f
kökeni, 96f tümörleri, 368 b Altın, antikor işaretleme için, 15, 19f
paratiroid bezlerde, 428 Akne, 380b Alveol delikleri, 36lf 366, 3ö7f
tümörleri, 133b Aköz humor, 469, 474 Alveol hücreleri
Adipöz doku, 129-133. Bkz. Adipöz (yağ) Akroınegali, 155b kan hava bariyerinde, 359, 362f
hücreleri (adipositler) Akrozom evresi, spermiyogeneze ait, 436, tip I (yassı alveol hücreleri), 36lf 362,
miiltiloküler (kahverengi), 129, 131-133, 436f 437f 362f 363f 364f
132f133f Akıozom granülü, 436, 436f tip II (septal alveol hücreleri), 36lf 362-
tümörleri, 133b Akrozom keseciği, 436, 436f 363, 363f 364f 365f
iiniloküler (yaygın/sarı), 129, 129-131, Akrozom reaksiyonu, 436 yenilenmesi, 366
130f 131f 132f Akrozom, 436, 43öf 437f Alveol kanalları, 349f 358, 360, 36lf
yağ depolanması/serbestleştirilmesi ve, Aksiyon potansiyeli (sinir uyartısı), 162, Alveol keseleri, 349f 358, 359f 360f
129-130, 131b, 13ir 167 Alveol
Adltıminal bölme, 438, 439f Aksoaksonik sinaps, 167, l67f meme, 465, 466f
ADP (adenozin difosfat) fosforilleyici sis­ Aksodendritik sinaps, 167, I67f gebelikte, 465, 466f
tem, mitokondride, 30-31, 32f Aksolemma, 165, 166 süt yapımında, 465-466, 466f
Adrenal (böbreküstü) veni, 413, 4131 Akson tepesi, l62f l64f 165 solunum, 349, 349f 358-366, 358f 359f
Adrenerjik lifler, 187 Akson, l62f 163, 165-16 3601' 361 f
Adrenogenital sendromlar, 419b bozunmast ve yenilenmesi, 187b, 188f yenilenmesi, 366
Adrenokortikotrop hormon. Bkz. ACTH motor nöron, l62f 203f 204 Alveolar kemik/alveol (diş yuvası), 294,
Adrenolökodistrofi, X’e bağlı, 416, 340b Aksonem, 45 294f 297-299, 298f
Adventisya Aksonun başlangıç segmenti, 166 Alveolar makrofajlar, 3 6 if 366, 368 b
kan damarında, 219f 220 Aksoplazma, 165, 166 Alveoller arası bölme/duvar, 359, 360f 361 f
arteriyollerde ve küçük arterlerde, 220 Aksosomatik sinaps, 167, 167f 3ö2f 363f
büyük elastik arterde, 223, 224f Aktin/aktin filamanlan, 45f 46, 48f amfizemde, 366b
orta boy (müsküler) arterde, 219f 222, düz kasta, 207-208 kan-bava bariyerinde, 359, 362f
223f 227f iskelet kasında, 197f 198-200, 199f Alyuvarlar (kırmızı kan hücreleri), 233,
vende, 225, 227f 228f kasılma ve, 199f 201 233f 234-236, 234t, 235f
lenf kanalındaki, 231 mikroviluslarda (fıçamsı kenarlarda), 73, eşlik eden hastalıklar, 234-235b, 235-
uterustaki, 458 75f 309, 311 f 312f 236b
vajinadaki, 463, 464 Aktivin, distal parçanın kontrolünde, 405 sayısı ve yüzdesi, 234, 238t

489
490 / İNDEKS

kökeni/farkltlaşması/olgunlaşması, 9öf f Antijenler, 14, 265, 267f 270f büyük elastik, 219f 222-223, 224f
250f f 253-254, 254f 255f 256f 257f saptanmasında imünohistokimya, löt elastik lif kusurları ve, 112b
ürünleri ve işlevleri, 23-it Antijen-sunan hücreler, 265, 269 dejeneratif değişiklikleri, 223-224f
orak, 235b, 235f dendritik hücreler, 269 orta boy (miisküler), 219f 220-222, 223f
ortadan kaldırılmasında dalak, 288, 288f makrofajlar, 99 227f
Amakrin hücreler, retinada, 477f 479 Antikorlar, 14, 265-266, 2ö7f 268t; 269f Artık cisimcikler, 39, 42f
Ameloblastlar, 295f 296 270f spermiyogenezde, 435f
Anıelojeninler, 295 işaretleme, imünohistokimyada, 13-14, Asbestiform dejenerasyon, hyalin
Amf'izem, 366b 14F15 kıkırdağın, 139b
Amilaz, 330 plazma hücreleri tarafından üretimi, ASC'ler. Bkz. Antijen sunan hücreler
Amin prekiirsör alımı ve dekarboksilasyonu 103b, 265, 266 Asetilkolin, 167, 184, 185
(APUD) hücreleri, 86 Antimitotik ilaçlar G proteinlerinin düzenleyici etkileri,
Ampulla gastrointestinal kanala etkili, 322 b 311
duktus deferens, 431f443 mikrotiibüllere etkili, 44, 44b kas sinir bileşkesinde, 203
yarı dairesel kanal, 483f 484, 485f Anti-Müller hormonu, Sertoli hücresinin miyastenia gravis ve, 204 h
Anafaz, 60, 60f 6 lf 62f üretmesi, 440 parasempatik sinir sistemi tarafından
Anafilaksi Antral (ikincil) folildiller, 451, 451 f 454f gerçekleştirilen, 184, 185
eozinofil kemotaksi faktörü (ECF-A), 455f Asidofil dokular, 2
mast hücresinden salgısı, 102, 1024 Antrum, over folikiilü, 451, 45If 454f 455f Asidofil
103f Anulus fibrozus (anulus fibrozuslar) Distal bölümde, 404, 407f 409f
yavaş etkiyen maddesi, mast hücresinden kalbin fıbröz iskeleti, 228 Langerhans adacıklarında (alfa/A
salgılanması, 102 omurlar arası disk, 139, 157f hücreleri), 420, 421 f
Anafilaluik şok, 102b yırtılması, 140b Asiner bezler, 82, 83f
Anajen, 377 Aort cisimcikleri, 225 pankreasta, 328, 329f
Androjen-bağlayıcı protein, 439-440 Aort, 222-223 yağ bezlerinde, 379
spermatogenezde, 440, 440f Apandisit, 324 b Asiniisfasiner hücreler
Anclrojenler Apendiks, 322-324, 324b pankreas, 36f 42f 43f 87f 88f 89f 328-
böbrek üstii bezinden salgılanması, 414, Apikal foramen, 294, 294f 330, 329f 330f 331 f 3321'
417, 417f Apokrin bezler, 83, 84f tükürük bezleri, 325, 326f 327T
aşırı, 419 b ter bezleri, 381 yağ bezleri, 379
kemikteki etkisi, 155b Apoptoz (programlı hücre ölümü), 66, Aşırı duyarlılık
Androstenedion, sentezi/salgısı 66b, 66f 67f 268 ani, 102b
böbrek üstü bezi, 417, 4 l7 f korpus luteum bozunması, 455 deri bazofili, 242b
over, 451-452 Apozisyon, kemik, 142 Asit fosfatazlar, yeri, hücrelerde ve
Anemi, 234b 256b araştırılmasında tetrasiklin, 142 b dokularda, 10, 13f
pernisyöz, atrofik gastritte, 303 b Apozisyonel kıkırdak büyümesi, 138-139 Asit mukopolisakaritler. Bkz.
Anestezik maddeler, lokal, etki düzenek­ APUD hücreleri, 86 Glikozaminoglikanlar
leri, 167 b Apudomalar, 86 b Asit-baz dengesi, korunmasında distal
Anevrizma, 224 b Ara (interstisyel) lameller, l46f 147, 147f kıvrımlı tiibül, 389
Angina pektoris, 230 Ara filamanlar, 46-48, 46t, 49f Askorbik asit eksikliği. Bkz. C vitamini
Ani aşırı duyarlılık tepkimesi (alerjik düz kasta, 208-209 eksikliği (skorbiit)
tepkime), 102b, 273 tümörlerde, 48b Astım, bronkokonstıiksiyon, 358 b
burun erektil cisimleri üzerine etkisi, Ara madde, 95. 113-121, llö f 117f Astrositler, 169-170, 170f 170t, 171f 172f
351b kemik matriksinde, 145 pineal bezlerdeki, 430
IgE, 102b, 266, 268t Ara nöronlar, 164 Ateroskleroz, 223-224b
mast hücreleri, 101-102, 102b, 103f Ara sinüsler, lenf düğümü, 280 ATI3
Anizositoz, 235 b Aıaknoid altı boşluk, 175, 177f kas kasılması için, 199f 201, 205
Anizotrop bantlar (A bantları), 195, 195f Araknoid viluslar, 176 mitokonclrideki sentezi, 30-31, 32f 33f
196f197f 198, 198f 202f Aıaknoid, 175-176, 177f Atrezi, folikiil, 449-450, 452-453, 455f
kas kasılmasında, 201, 203f Aralık bağlantıları, 71f 72, 74f Atrial natriüretik faktör, 207, 226
Anjiyotensin I, üretimi astrosit iletişiminde, 170 Atrioventrikiilar düğüm, 228, 228f 230
jukstaglomerüler hücreler ve, 394 kalp kasında, 206, 209f Atıioventriküler demet, 228
kapiler endotel hücreleri ve, 218 Areola, 465 Atrofik gastrit, 303 b
Anjiyotensin II, l69f Argentafin hücreler, 86 Auerbach (miyenlerik) sinir ağı, 291, 319f
kan basıncının düzenlenmesinde, 394- Alginin vazopresin (anticliüretik hormon), 320, 32lf
395 b 408, 41 Ot Aziir boyaları, 234
kapiler endotel hücrelerinde anjiyotensin etkileri 408-409, 409f4l0t Azürofil graniiller, 236, 238, 238ı
I’den dönüştürülmesi ve, 218 G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31t granülopoezde, 256, 257f
Anjiyotensin Argirofil hücreler, 86 monositlercle, 243, 245f 260
G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31c Argiıofil retikıiler lifler, 111, 114f Azürofiller, 234
jukstaglomerüler hücrelerde anjiyotensin Aıitenoid kıkırdak, 353
I’e dönüştürülmesi ve, 394 Arka kamara, gözün, 469, 470f 471f B lenfositler, 234t, 267-269, 269t
Anjiyotensinojen, 394 Aıkuat arterler dağılımı, 269, 271f
Anoksi, orak hücreli anemide, 235 b böbrek, 385f 395, 398f eksikliği/kusurları, lenf düğümü
Anovıılatuvar döngü, 453 uteaıs, 458 patolojisi ve, 281b, 283f
Anticliüretik hormon (vasopresin), 408, Arkuat venler, böbrek, 385f 398, 398f işlevleri, 234*, 265, 267f 269*. 270f
41 Ot Artefakllar, doku takibi sonucu, 18 kökeni/farldılaşması/olgunlaşması, 96f
etkileri, 408-409, 409f 4l0t Arter çevresi lenfatik kılıfarı, 285, 286, 286f 25Of 260, 267, 270r
G proteinlerinin düzenleyici etkisi, 311 Arteriyoller, 215f 220, 220f 227f Bkz. özgül ürünleri, 234t
Antijen işleme, 269, 272f tip B12 vitamini eksikliği, intrensek faktör
Antijen-antikor etkileşimi, 103 b Arteriyovenöz ağızlaşmalar, 225 eksikliği ve, 3036
imünohistokimyada, 14 Arterler, 215 Bağ dokusu mast hücresi, 102
Antijenik belirleyiciler, 265 küçük, 220, 221f 222f Bağ dokusu özelliksiz, 121-124, 122f
İNDEKS / 491

Dağ dokusu, 69, 69t, 95-127 Bazal cisim, 45, 73 konjugasyonu, karaciğerde, 338b, 341-
ara madde, 95, 113-121 Bazal hücreler 342, 34 3f
C vitamini eksikliğinde, 108-109b koku epiteli, 353, 353f Billroth kordonları, 285, 286
elastik, 125-127, 126f solunum epiteli, 350, 351f Bipolent progenitor hücreler, 249
gevşek, 121-122, 1221' 123f Bazal hücreli karsinomlar, 381b Birim zar, 24, 24f
hücreleri, 95-106, 96l'911 Bazal lamina, 69-71, 70f 7 lf Birinci kutup cismi, 453-454
lifleri, 95, 106-112, 1071, 113f 114F 115f dermal, 375 Birinci ulaklar, sinyal algılamada, 29, 30f
116f Bazal membran, 70-71, 7017lf Birincil bronşlar, 349f 354
nötrofil kompartmanı olarak, 259 dermal, 375 Birincil demetler, 122
sıvı (ödem), 119b, 120-121 glomeri.il, 383-384, 389f Birincil folikiil
sıvı hareketi, 119-120, 121f Bazal, uterus, 458 çok tabakalı (preantral), 450, 451f 452f
tipleri, 121-127, 122f Bazilar zar, Corti organında, 485, 4R6f 487 tek tabakalı, 450, 451f 4521*
yoğun, 122, 122f 123f 124f 125f 126f Bazofilik cisimcikler, 337 Birincil kapiler ağ, hipofizer, 403, 405f
ilişkili fibrözkıkırdak, 139 Bazofilik dokular, 2 Birincil kemik, 146. Bkz. Kemik
Bağırsağa eşlik eden lenfatik doku (BELD), Bazofilik eritroblastlar, 253, 254f255f Birinci] kemikleşme merkezi, 148, I49f 150
309, 317f 319f 320. Bkz. Mukozaya Bazofilik miyelositler, 250f 254f 258 Birincil lizozomlar, 39, 39*, 260
eşlik eden lenfoid doku Bazofil-koloni-oluşturucu hücre (BCFC), Birincil oositler, 449
Bağırsak bezleri 2501' Birincil spermatositler, 433, 433f 434f 435f
ince bağırsak, 308f 309, 315f Bazofiller, 234t, 236, 237f 240-242, 242f Birincil uzantılar, podositin, 383, 387f 388f
kalın bağırsak, 320, 322f 243f Biyoritimler, pineal bezlerin rolü, 430
Bağırsak vilusları, 307, 308f 315f distal kısımda, 404, 407f 409f Bkıstlar (prekürsor hücreleri), 249, 250f
Bağışıklık (bağışıksal yanıt). Bkz. eşlik eden bozukluklar, 242b 250t
Bağışıklık sistemi işlevleri, 97t, 234t, 242 Blastomerler, 23, 462
antijenler, 265 kökeni/farklılaşması/olgunlaşması, 9öf Blastosist, 462
antikorlar, 265-266, 267f 268t, 269f 250f 254 f Böbrek arteri, 395
bozuklukları, 273 Langerhans adacıklarında (betafB Böbrek cisimciği, 383-385, 385f
dalak, 288 hücreleri), 420, 421f 422f 423t Böbrek interstisyunnı, 398
doğal, 265, 268f 270f sayısı ve yiizdesi, 238t, 242 Böbrek halisleri, majör ve minör,
hücresel, 265, 267f ürünleri, 234t 383, 384f
humoral, 265, 267f BCFC (bazophil-koloni-oluştıırucıı hücre), Böbrek korteksi, 383, 384f 385f 391f 392f
immünojenler, 265 250f Böbrek medüliası, 383, 384f 385f
kompleman, 273, 274 f 275f BELD. Bkz. Bronşa-eşlik eden lenfatik Böbrek pelvisi, 383, 384f
tipleri, 265 doku Böbrek tiibülleri
uyuma dönıik/edinsel, 265, 270f Bellek B hücreleri, 267, 269t distal kıvrımlı, 383, 384f 385f 387-389,
Bağışıklık eksikliği, 273, 281b Bellek T hücreleri, 268, 269t 391f 392f 393f 394f 395f
bileşimi, lenf düğümü patolojisi, 283f Beta (b) hücreleri, pankreastaki, 420, 421f proksimal kıvrımlı, 383, 384f 385-386,
edinsel. Bkz. HIV enfeksiyonu/AIDS 4221' 423b 385f 386r 389f 3 9 lf 392f 393f
Bağışıklık sistemi, 265-290. Bkz. özgül diabetes mellitusta, 420b hücreler üzerinen taşınma ve, 85, 85f
bileşen ve bağışıklık Bela (b) tiibülin, mikrotübüllerde, 43-44, 385-386
hastalıkları, 273 44 f 47f toplayıcı, 383, 384f 391-394, 397f
hücreleri (3 D-Glikozidaz, eksikliği/kusum, 40t Böbrek üstü (böbrek üstü bezi) veni, 413,
antijen-sunan hücreler, 265, 269 Beta globülinler, 233 4 l3 f
B ve T lenfositler, 234t, 267-269, 2ö9f, Beta-endorfin, 169. Bkz. Endorfinler Böbrek üstü (suprarenal) bezleri, 413-419,
271f Beta-oksidasyon, peroksizom enzimleri, 4 l3 f 4 l4 f Bkz. Böbrek üstü bezi
dendritik hücreler, 1Olt, 269-270 41 korteksi; Böbrek üstü bezi medül-
doğal bağışıklıkta, 265, 268f 270f eşlik eden bozukluklar, 41b lası
lenfoid organlar, 265, 266f Beta-Oksidasyon, peroksizomal enzimler, Kan damarları, 413, 4 l4 f
lenf düğümleri, 230, 265, 266f 278- 41 İşlev görmemesi, 4 19b
284, 279f 280f ilişkili bozukluklar, 41* Böbrek üstü bezi korteksi, 413-118, 4l3f
dalak, 265, 266f 284-288, 285f 286f Beyaz pulpa (merkezi) arterler, 285-286, 4 l4 f 4 l5 f 4 l6 f 4 l7 f
2871 288f 285f 286r düz endoplazma retikulumıı, 36
timııs, 265, 266f 273-278, 276f 277f Beyaz pulpa, 285, 285f 286-287, 286f etkilenen böbrekler, 398, 3991")
2781' 279f Beyin (beyin korteksi), 171, 173, 173f fetal, 417-418
bademcikler, 289-290 Beyin omurilik sıvısı (BOS), 176 işlev görmemesi, 4 19b
majör histokompatibilite kompleksi, 265, Beyin zarları, 95, 175-176, 177f karsinomu, 419b
269-271, 272f Beyincik (beyincik korteksi), 171, 173, tarafından salgılanan hormonlar, 414-
organ nakli ve, 271-273 174f 417, 4 l7 f
sitokinler ve, 265, 271-273, 273f 273t, Bez epiteli, 80-83 Böbrek üstü bezi mediillası, 413, 4 l3 f 4 14f
274 f Bezler, 80-83, 83f 4l5f 418-419, 4191"
Bağlantı epiteli, gingiva, 299 Bartholin, 464 gangliyon öncesi lifleri, 184-185
Bağlantı kıvrımları, 203, 2031 Bowman, koku epitelinde, 353, 353f işlev görmemesi, 419b
Bakteri enfeksiyonları, kontrolünde kontrolü, 84 salgıladığı hormonlar, 418
nötrofillerin rolü, 239b Lieberkühn (ince bağırsak bezleri), 308f Böbrek üstü bezleri. Bkz. Adrenal bezler
BALD. Bkz. Bağırsağa eşlik eden lenfatik 309, 315f Böbrekler, 383-398, 384r Bkz. başlık
doku Littre, 400, 446 altında Böbrek ve Nefronlar
Bant şekilleri/hücreleri, 238b, 2541' 258 Moll, 481 böbrek üstü bezi steroidlerinin etkisi,
bakteri enfeksiyonlarında, 258b oluşumu, 80, 82f 398, 399b
Barbitiiratlar, glukuronilltransferaz eksikliği Zeis, 481 kan süzülmesi, 383-385
için, 343b Bileşik bağışıklık eksikliği, lenf düğümü kan basıncının düzenlenmesinde, 394,
Baroreseptörler, 225 patolojisi, 283f 394-395 b
Bartholin, bezleri, 464 Bileşik bezler, 82, 83f kan dolaşımı, 395-398, 398f
Basit bezler, 82, 83f Bilirubin glukuronid, 338b, 341, 343f interstisyel hücreleri, 398
Bazal bölme, 438, 4391 Bilirubin, 288, 341-342 Boğumlar arası, 179-180
492 / İNDEKS

Boşaltım kanalları Çekirdek delikleri komplelisi, 53-56, 55f 56f CSF. Bkz. Beyin omurilik sıvısı;
erkek genital, 431f 442-443, 442f 443f Çekirdek delikleri, 53-56, 54f 55f 56f Koloni-uyarıct faktörler
süt, 465, 465f Çekirdek iskeleti, 59 Cücelik, 428b
tükürük bezlerini lobüller arası, 326 Çekirdek kılıfı, 53-56, 54f 55f 56f Cücelik, 428b kemik tutulumu, 155b
Bowman (glomerül) kapsülü, 383, 385f Çekirdek laminası (fibröz lamina), 53, 54f Cücelik
• 386f 55f lıipofizer, 1556
Bowman bezleri, koku epitelinde, 353 Çekirdek matriksi, 59 tiroid hormonu eksikliğinde, 1551ı
Bowman zarı (korneada), 469, 472f Çekirdek. Bkz. Çekirdekler Çürükler (diş), 2951ı
Boyalar (doku), 2-3 Çekirdekçik düzenleyici DNA, 58, 59f Cushing sendromu, 419
Boynuz hücreleri, 372 Çekirdekçik, 54f 58, 58*, 59f
Boyutlar, iki ve üç, doku kesitlerinin Çekirdekçikle ilişkili kromatin, 54f 58 D hücreleri, 307
yorumlanması ve, 20, 20f Çekirdekler pankreatik, 420, 423t
Bronkoalveolar sıvı, 366 hücre, 23, 53-67, 53f 54f Bkz. Başlık Dağıtıcı venler, karaciğer, 333f 336
Bronş ağacı, 349f 354-366. Bkz. özgül altında Çekirdek Dalak arteri, 285
yapısı epitel hücrelerinin, 69 Dalak kordonları, 286f 287, 287f
Bronşa eşlik eden lenfatik doku (BELD), piknotik, apoptozda, 66, 66f Dalak pulpası, 285, 285f
356f 357f 368b nöronal, 173 beyaz, 285, 285f 286-287, 286f
Bronşiyoller, 349f 354-358 Çembersi plikalar (Kerckring kapakçıkları), kırmızı, 285, 285f 286f 287-288, 287f
sempatik uyarı etkisi, 358b 307 Dalak, 265, 266f 284-288, 285f 2861' 287f
solunum, 349f 358, 358f 359f 360f Çevresel beyaz pulpa, 287 288f
uç, 349f 354, 358f 359f 3 6 lf Çevresel bölge, prostatın, 444, 444f dolaşımı, 285-286, 286f
Bronşlar, 349f 354, 355f 356f 357f Çevresel proteinleri, 24, 25f 235 histofizyolojisi, 288, 288f
Bruch zarı, 472 Çevresel sinir sistemi, l6 l, lö lf l62f 178- lenfosit dağılımı, 271*
Brunner (duodenumda) bezleri, 318, 320f 182 pulpası. Bkz. Dalak pulpası
Bulboiiretral (Cowper) bezleri, 431f 446 CFC/CFU (koloni-oluştumcu hücreler/ Dalgalı kenar, 143, I43f 144
Bulböz üretra, 400 birimler), 249 bulunmaması ile ilişkili bozukluklar 144*
Büllöz pemfigoid, 375b Chagas hastalığı, 292 b Dallanma, uç, 163
Burun bölmesi, 350 Çift kırıcılık, kutuplaştırma mikroskobunda, Dallanmış tübüler bezler, 82, 83f
Burun boşluğu, 350-353, 353f 4 Damak tonsilleri, 289
Burun çukuru, 350-351, 350b, 353 Cinsiyet hormonları Damak, yumuşak, 292
Burun delikleri (nostriller), 350 böbrek üstü bezi salgısı, 417, 417f Damar çevresi boşluk, 176
Burun kılları, 350, 353 kemik üzerine etkisi, 155* Damar endotel büyüme faktörler (VEGFs),
Burun. Bkz. Burun boşluğu Cinsiyet kromatini, 57, 58f 218
Büyük damarlar, 215 genetik cinsiyeti saptama ve, 57* Damar geçirgenliği, artışı, yangıda, 104,105
Biiyiik elastik arterler, 219f 222-223, 224f cis (oluşma) yüzü, Golgi kompleksi, 37, Damar kutbu, böbrek cisimciğinin, 383,
Bkz. ayrıca Arterler 37f 38f 385f
Büyük lenfositler, 242 Çizgili kanallar, tükürük bezleri, 325-326, Damar sistemi. Bkz. Kan damarları;
Büyük vestibüler bezler (Bartholin bezleri), 326f lenfatik damar sistemi
464 Çizgili kenar. Bkz. Fırçamsı (çizgili) kenar Değişici epitel, 76f, 77f 78, 80f 81f
Büyüme faktörleri, 62 Clara hücreleri, 355, 357f idrar kesesi ve idrar yollan, 399-400,
fibroblastlarca üretilen, 95 Çok birimli düz kas, 209 399f400f
hematopoezde, 250-251, 251t Çok çekirdekli dev hücreler, 99, lOlf 101 Değiş-tokuş damarları, 218. Bkz. Kapilerler
tedavi amaçlı kullanımı/ilişkili Çok düşük-yoğunluklu lipoproteinler Delıidratasyon, doku gömmek için, 2
bozukluklar, 251b (VLDL), 130, 131f Dehidroepiandrosteron, böbrek üstü bezi
timusca üretilen, 278 Çok katlı epitel, 74, 76*, 77f 78, 80, 81f salgısı, 414,417, 417f
tıp alanındaki kuilanmı ve, 62b değişici, 76*, 77f 78, 80f 81f Dehidrojenazlar, hücre ve dokulardaki
Büyüme hormonu (somatotropin), 408t kübik, 76*, 78 yerleşimi, 10
etkileri, 409f prizmatik, 76*, 78 Dejenerasyon
kemik üzerine etkisi, 155* yassı, 76*, 77f 78 sinir dokusu, 187*, 188f
kıkırdak büyümesinde, 138 keratinleşmiş, 76*, 78 transnöronal, 187*
salgılayan hücreler, 407f 408t keratinleşmemiş, 76*, 78, 80f Delik kompleksi (çekirdek), 53-56, 55f
Büyüme hormonu-salgılatıcı hormon solunum sisteminde, 350 56f
(GRH) (somatotropin-salgılatıcı Çok katlı yassı keratinleşmemiş epitel, 76, Delikler (çekirdek), 53-56, 54f 55f 56f
hormon), 408t, 410t 78, 80f Delikler, gözyaşı, 481
Büyütme Çok parçalı nötrofiller, 238b Delikli kapilerler
elektron mikroskopla, 6 Çok tabakalı birincil (preantral) folikül, glomerül, 218, 384, 385, 386f
ışık mikroskopla, 3 450,45ir 452f viseral, 2 l6 f 217, 217f
Çoklu tutturucu glikoproteinler, 115, 117, Delikli zarlar, 112. Bkz. Elastik lamina
C (parafoliküler) hücreleri, tiroid, 425, 425f 117f 119f 120f Delta granülleri, trombositlerde, 246
427 r Çöküntü bırakan ödem, 120 Demarkasyon membranları, 261, 264f
C vitamini eksikliği (skorbüt), 108-109,1 l i t Çomaklar, 471f 476, 476f 477, 477f 478f Demir iyonları, yeri, hücrelerdeki ve
bağ dokusu üzerine etkisi, 108-1096 479f dokulardaki, 10
periodontal bağ üzerine etkisi, 108-109, histofizyoloji, 479 Dendrit çıkıntıları, 165
297 Conn sendromu, 419 Dendrit hücreleri, 101ı, 269-270
C3. Bkz. Kompleman, Corti organı, 484, 485, 486, 487 Denclritler, l62f 163, l63f 165
hematopoezde, 252 Cowper (bulboüretral) bezleri, 431 f 446 Dentin tübü İleri, 294, 296f
cAMP (döngüsel AMP), düz kas Çöziinürliik/çözme gücü Dentin, 294-295, 294f 295*, 295f 296f 297f
kasılmasında, 108 elektron mikroskobunun, 6 Deoksigenin, nükleik asit probıınun
Camsı cisim, 469, 470f 471f 475 ışık mikroskobunun, 3 saplanması için, 18
Camsı zar, 378f 379 CRH (Kortikotropin-salgılatıcı hormon), Deoksiribonükleaz, 330
CCK. Bkz. Kolesistokinin 408t, 4l0t Depigmentasyon, cilt (vitiligo), 375*
CEA. Bkz. Karsinoembriyonik Antijen Crigler-Najjar sendromu, 343f Depolarizasyon, l66f 168
Çekirdek çevresi sarnıcı, 53, 54f C-şeklinde kıkırdak, 354 kas hücresi, 203-204
İNDEKS / 493

Deri, 369-381, 369f 370f Dış elastik lamina, 220, 222 Doku reddi, 271
bağışıksa! etkinliği, 375 Dış gebelik, 457b MHC molekülleri ve, 270, 271
bezleri, 379-381, 380f 381f Dış genitaller, dişi, 464 Doku sıvısı, 118
damarları, 376-377 Dış göz, 469. Bkz. Göz Dokular
duysal reseptörleri, 376-377, 377f Dış kök kını, kıl, 378f 379 kesitlerin yorumlanmasında karşılaşılan
elastikliği, 376, 376*. 376f 377f Diş kökü, 294, 294f sorunlar, 18-20, 20f
ince, 369, 370, 370f Dış korteks, lenf düğümü, 279-280, 279f boyama, 2-3
kalın (glabröz), 369, 369f 370 280f 281f bütünlüğü, kesitlerin yoaımlanması ve,
pigmentleşmesi, melanositler ve, 372- Dış kulak yolu, 482, 483f 20
374, 373f Dış kulak, 482, 483f dondurma, 2, 7
tabakaları, 369. Bkz. Dermis; Epidermis ses dalgalarının izlediği yol, 482, 483f gömme, 2, 2f
tümörleri, 381* Diş kuronu, 294, 294f hazırlama, mikroskopi için, 1-3
Derialtı doku, 369, 376 Dış mitokondri zarı, 30, 33f bozulmalar ve kusurlar, 18
Deride bazofil aşırı duyarlılığı, 242* Dış segmentler, 476-477, 477f 478, 478f elektron mikroskopi için, 7
Derinin kabartılı bozuklukları, 375b Dış sfinkter, üretra, 400 otoradyografi, 7-9, 8f 9f
Dermal papilla, 369, 369f 375, 376 Dış sınırlayıcı zar, 477, 477f 478f temel tipleri, 69, 69fl Bkz. Bağ dokusu;
damarları, 376 Dış tüy hücreleri, 485, 486, 486f 487f Epitel dokusu; Kas dokusu; Sinir
kıl folikülü, 377, 378f Diş. Bkz. dişler dokusu
Dermatan sülfat, 116, 118t, 376 Disakaridazlar, eksiklikleri, 309b tespit, 1-2
Deımatoglifik (parmak izi), 369 Dışarlıklı bileşen, ince bağırsak sinir Döküntü hücre sitolojisi, vajinal, 464 b
Dermis, 370f 375-376, 375f ağının, 320 Dolaşım bölmesi, nötrofil, 259, 259f
ter bezleri, 379f 380-381, 380f 381f Dişeti epitel hücreleri, 299 Dolaşım sistemi, 215-231. Bkz. Kan
yağ bezleri, 379-380, 379f 380f Dişeti oluğu, 299, 299b damarları; Kalp; Lenfatik damar sis­
Descemet zarı, 470 Dişetleri. Bkz. Gingiva temi
Desidua (bazalis/kapsıilaris/pariyetalis), Dişi üreme sistemi, 449-467, 449f Bkz. Dondurma kırma (kriyofraktür), elektron
462, 463f özgül yapı mikroskopi için, 7
Desmin (skeletin), 46t 48 değerlendirilmesinde döküntü hücre Dondurma mikrotomu, 2
düz kasta, 208 sitolojisi, 464b Dondurma teknikleri, mikroskopi için, 2, 7
iskelet kasında, l6t 200 dış genitaller, 464 Dopa, melanin senthezinde, 373, 374
saptanmasında imiinohistokimya, l6t 18f meme bezleri, 465-467 Dopamin (prolaktin-engelleyici hormon/
Desmozin, 112 överler, 449-456, 449f PIH), 408t, 4l0t
Desmozomlar (maküla adherensler), 71f oviduktlar, 449f 456-457 Dopaquinone, melanin sentezinde, 373
72, 72f uterus, 449f 458-463 Dorsal arterler, penis, 446, 446f
kalp kasında, 206, 209f vajina, 449f 463-464 Dubin-Johnson sendromu, 343f
timus korteksinde, 275, 277f Diskler Düğmeler (son plaklar), 163
Destek hücreleri interkalar, 191, 206, 206f 207f 208f 209f Duktuli eferentes, 431f 432, 442
olfaktör epitel, 353, 353f omurlar arası, 139-140, 157f Duktus (vas) deferens, 431 f 443, 443f
retina, 479 fıtığı, 140b Duktus epididimis, 431f 442-443
seminifer tübüllerde (Sertoli hücreleri), Dişler, 294-299 Duktus koledokus (ortak safra kanalı), 344
433,433f 434f 435f 438-440, 439f Disse aralığı, 334, 3361' 337f 339f 34lf Duodenum (Brunner) bezleri, 318, 320f
Dev hücreler, çok çekirdekli, 99, lO lf lOlt Disse, aralığı, 334, 336f 337f 339f 34lf Duodenum, 307. Bkz. İnce bağırsak
Devlik, 155b Distal bölüm, 403, 404, 404f 405f 406f 409f enteroendokrin hücreler, 307t
Devreler, sinir, l6 l kontrolü, 404-405, 405f 408*, 409f 4 l0 f Dura altı boşluk, 175, 177f
Diabetes insipidus, 410b salgılayıcı hücreleri, 381*, 404, 407f 408f Dura mater, 175, 177f
Diabetes melliuıs Distal kıvrımlı tübül, 383, 384f 385f 387- Düşük yoğunluklu lipoproteinler (LDL),
B hücreleri, 420 b 389, 391f 392f 393f 394f 395f vücuda alınması, 28, 29f
fare (Acomys), 51? Diyadlar, kalp kası hücrelerinde, 207 Duysal (Aferent-getirici)) nöronlar, 164,
katarakt, 475b Diyafiz, 146, 148, I49f 173, 183f
Diartrozlar, 156-157, 156fl57f Diyapedez, 103-104, 105f 236, 259 Duysal gangliyonlar, 182, 183f 185f
DiGeorge sendromu, lenf düğümü patolo­ Diyastol, büyük elastik arterler, 223, 225f Duysal reseptörler, deride, 376-377, 377f
jisi, 283f DNA Duysal sinirler, 181
3,4-Dihidroksifenilalanin (dopa), çekirdekçik düzenleyici, 58, 59f Duyu organları. Bkz. özgül yapı
melanincle sentezi, 373, 374 hasarı/mutasyonu deri, 376-377, 377f
Dil altı bezler, 325, 328, 329f apoptoz ve, 66b Düz arterler, uterus, 458
Dil, 292-293, 293f 294f hücre çoğalması ve, 64b, 65b Düz endoplazma retikulumu (SER), 34f 35-
tat tomurcukları, 293, 294f hibridleştirme çalışmalarında, 16-18, 20f 36, 36f
Dinein, 45, 47f 166 kromatin, 56-57 hepatositlerin, 338, 339f
eksikliği, hareketsiz titrek tüy sendro- mitokondri, 31 bilirubin konjugasyonu, 3386, 343f
munda, 51t, 349b, 436b sentezi (S fazı), 60, 62, 64f Düz kas, 191, 191f 207-211, 211f 212f 213r
kamçı hareketinde, 436 yeri, hücreler ve dokularda, 10 alveol kanalı, 360f
Dinlenme bölgesi, epifiz kıkırdağının, 150, DNES. Bkz. Difüz nöroendokrin sistem bronş, 354, 355f 356f
151f Doğal katil hücreler, 2341, 269, 269t kasılması, 207-208
Dipalmitoyil fosfatidilkolin, siirfaktanda, doğal bağışıklıkta, 265, 268f 270f sinirleri, 209-211
363 işlevleri, 234t 2691, 270f yenilenmesi, 213
Diploe, 146 kökeni, 270f Düz tübüller (tubuli rekti), 431f 432, 442
Dış (eksternal) göz, 469. Bkz. Göz ürünleri, 234t Düz tübüller, 431f 432, 442
Dış ağız Doğmalık megakolon (Hirschsprung
servikal, 449f hastalığı), 292b ECF-A. Bkz. Eozinofil kemotaktik anafilak-
vajinal, 449f Doğum öncesi (fötal) korteks, 418-419 si faktörü
Dış ağsı (sinaptik) retina tabakası, 476, Doku kültürü, 9, lOf ECFC (Eritrosit-koloni-oluşturucu hücre),
477f 478f tıptaki uygulama alanları ve, 106 250f
Diş çürüğü, 295* Doku nakli, organ, 271-273 Edinsel Bağışıklık Eksikliği Sendromu. Bkz.
Dış daireseli lameller, I44f 147 reddi ve, 270, 271 HIV enfeksiyonu/AIDS
494 / İNDEKS

Efektörler, işaret almada, 29, 30f (enteroendokrin hücreler), 304, tabakaları, 369f 370-372. Bkz. özgül tip,
Eferent (götürücü) arterivoller, böbrek, 3061' 307f 307ft 309, 317f başlığı altım la Stratum
383, 385f 396, 398f köken alan tümörler, 3046 yenilenmesi, 370
Eferent (götürücü) lenfatikler, lenf Endokrin işaretleşme/etki, 28 Epididim, 431 f 442f 443
düğümünde, 279f 282 sitokin, 272 Epifiz kıkırdağı/plağı, 136, 1491' 150-151,
Eferent (götürücü) sinir lifleri, 181 Endolenf, 484 150f 151T 152f 1541'
Eferent (motor) nöronlar, l62f 164, 173 Endolenfatik kanal ve kese, 483f 484-485 Epifizler, 146, I49f 150, 1541'
Efüzyon, pievra, 367-368 Endometriyum, 458 kapanması, 150
Ehlers-Danlos sendromıı, 11 İt 112b, 376b gebelikte, 462, 463f Epiglot, 353
Ejakiilatııvar kanal, 431f 443 menstüasyon döngüsünün menstrüel Epikardiyum, 228
Eklem boşluğu, 156, 156f evresinde, 461-462, 462t Epimisyum, 192, 192f 193f
Eklem kapsülü, I56f 157 menstüasyon döngüsünün proliferasyon Epinefrin, böbrek üstü bezi medüllası
Eklem kapsülünün fibröz tabakası, 156f evresinde, 460,460f 462* salgısı, 418, 418-419b, 419f
157 menstüasyon döngüsünün salgılama Epinöryum, 180, 183f 184f
Eklem kıkırdağı, 135-137, 150, 156-157, evresinde, 460-461, 46lf 462* Epipfiz bezi (pineal bezler/cisim), 429-430
156f üzerine etkili hormonlar, 459, 459f Epiploik apendiksler, 320
büyümesi, 138 Endomisyum, 192, 192f 193f Episklera, 469
şişmanlığın etkisi, 157f Endonöryum, 181, 183f 184f Epitel dokusu, 69-92, 69*, 93f Bkz. özgül
Eklemler, 156-157, 156f 157f 158f 159f Endoplazma retikulumu, 34-36, 34f tip or organ ve Epiteliyal hücreler
Eksoftalmik guatr, 428 düz, 34f 35-36, 36f biyolojisi, 83-92, 93f
Eksokrin bezler, 80, 82, 83f hepatositlerde, 337-338, 339f örtüsü, 74-80, 7öt
Eksositoz, 26, 28, 85 kaba, 34-35, 34f 35f bezler, 80-83
ile karaciğerden nürotransmiterler, 167 zar proteini sentezi, 26, 27f bez etkinliğinin kontrolü ve, 84
Eksternum, eozinofilik özgül granülün, 239 sarkoplazma, 36 sinir ağı, 84
Elastaz, 112 Endorfinler, 169 metaplazisi 84 b
Elastik arterler, büyük, 219f 222-223, 224f G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31t kutupsallığı, 83-84
elastik lif kusurları ve, 112b Endositoz, 26, 28f 167 yenilenmesi, 84
Elastik doku, 125. Bkz. Elastik lifler reseptörce düzenlenen, 27-28, 28f tipleri, 74-83
Elastik kıkırdak, 135, 139, 139f zarın yeniden kazanımı, 28, 29f l66f 167 Epitel hücreleri, 69-73. Bkz. özgül tip ve
Elastik lamina, 112 Endosteum, 141, 1441' 145 Epitel dokusu
büyük elastik arter, 223, 224f Endotel lıücreleri/endolel iyon aktarımı, 84-85, 85f 86f
dış, 220, 222 antitrombojen etkisi, 219b pinositoz, 85
iç, 219, 219f kapiler, 215-216, 2l6f 218 seröz, 85, 87f 88f 89r
büyük elastik arterde, 219f 222-223, alveolar, 3 6 lf 362, 362f türeyen tümörler, 92b
224f kökenleri, 96f yenilenmesi, 84
orta boy (müsküler) arterde, 219f 220, korneal, 470 gastrointestinal kanalda, 320-322,
223f 227f Endozoma bölmesi, 27 322b, 323f
Elastik lif sistemi, 112, 115f 116f Endozornlar, 27-28, 28f 29f yüzey özelleşmeleri, 73-74, 75f 76f
deride, 376, 376b, 376f 377f Enfarktüs, 224b Epitelioid hücreler, 99
Elastik lifler, 95, 106, 112, 113f 115f 125 Enfeksiyon, nötrofiller, 238-239b, 258b Epitoplar (antijenik belirleyiciler), 265
adventisyada, 220 Enkefalinler, 170 EFO. Bkz. Eritropoietin
deride, 115f G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31* Eponişyum, 379
kusurlu, 112, 112b Entaktin, 69 Ereksiyon (penis), 446, 4461
Elastin, 106, 112, 116f Enteroendokrin hücreler, 304, 3061' 307f Erektil cisimler, 350, 3516
arterler, 222 307f, 309, 317f Erektil disfonksiyon, yönelik ilaçlar, 446 b
kıkırdak, 135 köken alan tümörler, 304 ,£ Erektil doku, penis, 446, 446f
Elastoz, solar, 376b Enzimler. Bkz. özgül tip Eritıoblastlar, 3öf 250f 253, 254f 255f 257f
Elaunin lifleri, 112, 115f antikor işaretleme için, 15 Eritropoez, 96f 249, 250f 253-254, 254f
deri, 376f 377f yeri, hücrelerde ve dokularda, 10, 12f 255f 256f 257f
Elektriksel sinapslar, 167. Bkz. Sinaps 13f Eritropoietin (EFO), 25İt, 253
Elektroforez EoCFC (Eozinofil-koloni-oluştuructı hücre), tıp uygulamasındaki yeri ve, 62 .£
hibridleşt irmede, 17-18 250f Eritrosit-koloni-oluşturucu hücre (ECFC),
protein yalıtımı için, l6f Eozinofil kemotaktik anafilaksi faktörü 250f
Elektron mikroskobu, 6-7, 6f 7f (ECF-A), mast hücresi salgısı, 102, Eritrositoz (polisitemi), 234-235*
doku hazırlama, 7 102b, 103f Erkek üreme sistemi, 431-447, 431f Bkz.
taramalı, 7, 7f Eozinofili, 239-240b özgül yapı
transmisyon, 6-7, 6f 7f Eozinofilik metamiyelositler, 254f boşaltıcı genital kanallar, 431 f 442-443,
Elektron taşıma sistemi, 31, 33f Eozinofilik miyelositler, 250f 254f 258, 259f 4421' 44 3f
Emboli, 219b Eozinofil-koloni-oluştunjcu hücre (EoCFC), penis, 431f 446, 446f
Embriyo, 462 250f testis içi genital kanallar, 43lf 442
hücrelerindeki çekirdekçikler, 58b Eozinofiller, 36f 234t, 236, 237f 239, 240r testisler, 431-442, 4 3 lf
Emici hücreler 24 lf yardımcı genital bezleri, 431f 443-446,
ince bağırsak, 309, 31 Of 31 If eşlik eden hastalıklar, 239-240b 444f 445f
kalın bağırsak, 320, 320f 3221' 323f işlevleri, 971, 234t Erken puberte/erken cinsel olgunluk
Enamelinler, 295 kökeni/farklılaşması/olgunlaşması, 96f aşırı böbrek üstü bezi androjenleri ve,
Endokard altı tabakası, 227 250f 254f 419*
Endokardiyum, 227 sayısı ve yüzdesi, 238t, 239 kemik üzerine etkisi, 155*
Endokondral kemikleşme, 148-151, l49f ürünleri, 234t Esas hücreler
150f 151 f 152f 153f 154f Ependim hücreleri, 170, 170t mide, 30l f 303f 304, 306r
kırık onanmında, 152b, 154f Epidermal kıvrımlar/mahmuzlar, 369 atrofik gastritte, 303b
Endokrin bezler, 80, 82-83- Bkz. özgül tip Epidermal-melanin birimi, 374 paratirotd, 428, 4291
oluşumu, 82, 82f Epidermis, 369, 369-375, 379f Etkin taşıma, 84-85
Endokrin hücreler, gastrointestinal kanalda bağışıklık yanıtında, 375 Etkinleştirilmiş makrofajlar, 99-100
İNDEKS / 495

F hücreleri, pankreas, -i20, 423l menstrtiasyon döngüsünün, 460, pariyetal hücreler üzerine etkileri, 303-
Fab parçası, 266 460f 462t 304
Fagositler Folikül atrezisi, 449-450, 452-453, 455f Gastrit, atıofik, 303b
doğal bağışıklıkla, 265, 268f 270f Folikül büyümesi, 450-452, 451f 452f 453f Gastrointestinal kanal. Bkz. Sindirim kanalı
tek çekirdekli, 97-100. Bkz. Makıofajlar Folikül hücreleri. Bkz. Foliküller Gaucher hastalığı, 40t
Fagositoz vakuolii, 39, 239* dendritik, 270 Gaz değiştokuşıı, alveollerde, 359, 362,
Fagositoz, 28 over (granüloza hücreleri), 449, 450, 362f
apoptozda, 66, 66*, 67f 451f 452f Bkz. Over folikiilleri GCFC (granülosit-koloni-oluşturucu hücre),
nötrofiilerde, 238-239* Folikül sıvısı, 450-456 250f
Sertoli hücreleri tarafından, 439 Folikiıl-boşaltıcı hormon (FRH), 408t G-CSF (granülosit-koloni-uyarıcı faktör),
yangıda, 104 Fol ilcii İler 25 İt
Fagozomlar, 28, 39, 238 over. B k z . Over folikiilleri Gebelik. Bkz. Döllenme; İmplantasyon
F-aktin, 197f 198, 201 tiroid, 423 , 424f 425f dış, 457*
Faktör VIII, eksikliği/lıeınofili A’daki Folikül-uyarıcı hormon (FSH), 408t esnasında endometrium, 462, 463f
kusurları, 247b etkileri, 409f esnasında memedeki değişiklikler, 465-
Faktör X, eksikliği/hemofili B'deki kontrol ettiği işlevler, 457t, 462t 466, 466f
kusurları, 247b menstrüel döngü üzerine etkisi, 409f hipeıplazisi ve lıipertrofisi, 192*, 458
Falloidin, yüksek ilgili etkileşimleri, 14 462t korpus iuteum, 456
Fallop tüpleri. Bkz. Oviduktlar salgılayan hücreler, 405, 408t Geçirgen olmayan bağlantılar, 73. Bkz.
Fare Mcowi's) diyabeti, 5İt spermatogenez ve, 409f 440, 440f Zonula oklu dens
Farklılaşma, hücre, 23, 24 Formaldehit, doku tespit edicisi olarak, 1 Geçirgenlik, damar, enflamasyonda art­
lıematopoezde, 249-251, 250f 250t Foıniks, konjunktiva, 481 ması, 104, 105*
Fasya adherensler, 206 Fosfat iyonları. Bkz. Fosforf fosfat yeri, Geçiş bölgesi, prostatın, 444, 444f
Faz kontrast mikroskopi, 3-4, 4f hücrelerdeki ve dokulardaki, 10 Genetik cinsiyet, seks kromatini belirlen­
Fc parçası, 266 Fosfatazlar, yeri, hücrelerdeki ve dokular­ mesinde, 57b
Feokromositoıııa, 419* daki, 10, 12f 13f Genital bezler, yardımcı, erkekte, 43lf
Feomelanin, 372 Fosfatidiletanolamin (sefalin), zar, 24 443-446, 444f 445f Bkz. özgül yapı
Feromonlar, G proteinlerinin düzenleyici Fosfatidilgliserol, sürfaktancla, 363 Genital yollar, erkekte
etkileri, 31 f Fosfolipaz A2, 330 Fosfolipidler boşaltıcı, 431 f 442-443, 442f 443f
Fertilizasyon düz endoplazma retikulumu, sentezinde, testis içi, 431f 442
akrozom tepkimesi, 436 36, 36f Genitaller, dış, dişi, 464
oviduktlarda, 449f 457 zar, 23f 24, 25f GER. Bkz. Graniillü (kaba) endoplazma
serviks salgıları, 463 Fosfor/fosfat retikulumu
Fetal (doğum öncesil) korteks, 418-419 kemik matriksinde, 144 Gerçek ses telleri, 353
Feulgen tepkimesi, niikleik asitlerin sap­ paratiroid hormonun etkisi, 428, 428- Geriye akım, aksonlar ve, 166
tanmasında ve niceliğinin belirlen­ 429* Germ hücreleri
mesinde, 10 Fosfotransferaz, eksikliği/bozukluğu, 40*, klonal doğası, 435f 437-438
Fibrilin, 112 51* primorcliyal, 449
kusurları, 112, 112b Fossa navikiılaris, 400 Germinal epitel
Fibrin, 247 Fotoreseptör sistemi, 469-481. Bkz. Göz over, 449, 450f
Fibrinojen, 233 Fovea, 471 f 479-480 seminifer tübül, 432-433, 432f
karaciğerde sentezi, 341, 342f Fraksiyonlarına ayırma, hücre, 9, l i f 12f döngüsü, 438
Fibıoblastlar, 95-97, 97f 98f 99f FRH (folikiil-boşaltıcı hormon), 408t Germinal merkez, lenf nodülü, 280
gevşek bağ dokusunda, 122, 122f 123f Fruktoz, seminal sıvıda, 443 Gevşek bağ dokusu, 121-122, 122f 123f
işlevleri, 95, 97t FSH. Bkz. Folikül-uyarıcı hormon Gilbert sendromu, 343f
kökenleri, 96f Fundus (gastrik) bezleri, 300f 301f 302, Gingiva (dişeti), 294, 294f 299
perikondriıımda, 137, 137f 303f 306f GIP (gastrik engelleyici polipeptid),
tıkız bağ dokusunda, 122, 123f 124f 125f Fundus 307t
yara iyileşmesinde, 95-97b, 122f gastrik, 300, 300f 301 f 302-304, 302f Giriş arteriyolleri, karaciğer, 333f 336
Fibroglikan, 116 uterus, 4491 458 Giriş venülleri, karaciğer, 333f 336
Fibronektin, 117, 119f Glabröz (kalın) deri, 369, 369f 370
embriyo gelişiminde ve kanserde, 118b G (gastrin) hücreleri, 307 Glans klitoris, 363
glomerül bazal membmnmda, 383 G proteinleri, 29, 30f 31t Glans penis, 431f 446
Fibrositler, 95, 98f G0 fazı, hücre döngüsünün, 62 Glia hücreleri, 161-162, 168-170, 170*,
tıkız bağ dokusunda, 122, 126f G1 fazı, hücre döngüsünün, 60-62, 64f 171f
Fibröz astrositler, 169, 170f 171f 172f G2 fazı, hücre döngüsünün, 60, 62, 64f eşlik eden hastalıklar, 171b
Fibröz kıkırdak, 135, 139, 140f GAG. Bkz. Glikozaminoglikanlar sinir bozunması ve yenilenmesi, 187b
Fibröz lamina, hücre çekirdeğinin, 53, 54f G-aktin, 197f 198, 201 türeyen tümörler, 188b
55f Galaktozamin, 115 Glial fibriler asidik protein/glial filamanlar,
Fibröz tıigon, 228 Gama globülinler, 233. Bkz. 46t, 48, 169
Fibröz, ilerleyici sistemik sklerozda, 108b İmmünoglobülinler saptanmasında imiinohistokimya, löt
Fimbriyalar, 449f 456 Gangliyon hücreleri/sinirler Glikojen
Fırça hücreleri, solunum epitelinde, 349- kalp, 230 glikokonikoidlerin sentezi, 414
350, 3521' retina, 476, 476f 477f 478, 478f gösterilmesinde periyodik asit-Schiff
Fırçamsı (çizgili) kenar, 73 Bkz. Gangliyon öncesi lifler, 184, 186, 186f 187 (PAS) tepkimesi, 12
Mikroviluslar Gangliyon sonrası lifler, 184, 186, 186f 187 nötrofiilerde, 238
ince bağırsak, 309, 310f 31 lf 312f 315f Gangliyonlar, sinir, 16i, 161 f 181-182, 185f sarkoplazmada, 200f 205
proksimal kıvrımlı tiibül hücreleri, 385, Gastrik çukurlar, 30üf 301, 301f sitoplazmik birikimleri, 48, 50f
385f 392f 393f Gastrik inhibitor polipeptid (GIP), 307t karaciğer hücrelerinde, 50f 339f 340,
Fıtıklaşma, omurlar arası disklerin, 140b Gastrik lipaz, 300, 304 34 2f
Fluoresan Antikor işaretleme, 14, 15 Gastrin (G) hücreleri, 307 vajina! sentezi/salgısı, 464
Fluoresans mikroskopi, 5-6, 6f Gastrin, 307t Glikojenez, glikokortikoidler, 414
Folikül (proliferatif/östrojenik) evresi, etkileri, 303-304, 307, 307* Glikokaliks, 24f 26
496 / İNDEKS

Glikokortikoidler Gonadotropin-salgılatıcı hormon (GnRH), miyozin, 197f 200


böbrek üstü bezi salgısı, 414-416, 4 l5 f 408t, 41 Ot Hareketsiz titrek tüy sendromıı (Kaıtagener
aşırı, 4 19b Görme moru (rodopsin), 477, 479 sendromu), 45b, 51t, 349b, 436b
geri bildirim kontrolü, 417, 4 17f Görme pigmentleri, 477, 479 oosit taşınması ve, 457
sürfaktan sentezi ve, 366b Görme, 469-481. Bkz. Göz sinüzit, 353b
tedavi amaçlı kullanımı, çekilme ve, 417 Görüntü-işleme programları, ışık Hashimoto tiroiditi, 428b
Glikolipidler, zar, 24 mikroskobu için, 3 Hassal cisimcikleri, 276, 278f
Glikoneojenez, 343 Gottlieb epitel bağlantısı, 299 Hava, uygun hale getirilmesi, burun
Glikoneojenez, glikortikoidler, 414 Gottlieb, epitel bağlantısı, 299 boşluğunda, 350-351, 353
Glikoproteinler Gövde Havers kanalı, I44f l46f 147
çoklu tutturucu, 115, 117, 117f 119f 120f mide, 300, 300f 301 f 302-304, 302f Havers sistemi (osteon), l44f I46f 147-148,
kemikte, 145 uterus, 458 I47f
kıkırdakta, 135, 136 Göz çanağı, 476 Hb. Bkz. Hemoglobin
yeri, hücrelerde ve dokularda, 12, 13f Göz çukuru, 469 HbS, 235b
Glikoz, glikokortikoidler sentezinde, 414 Göz kapakları, 480-481, 482f HCG (insan koriyonik gonadotropin), kor-
Glikoz-6-fosfataz, düz endoplazma retiku- Göz yaşı aparatı, 481, 482f 483f pus luteum üzerine etkisi, 456
lumunda, 36 Göz yaşı bezleri, 481, 482f 483f H-E (hematoksilen ve eozin) boyası, 2
Glikozamin, 115 Göz yaşı delikleri, 481 Hedef dokular/organlar, 403
Glikozaminoglikanlar, 115, 117f 118t Göz yaşı kanalcıkları, 481 hipofiz hormonlarının etkisi, 409f
parçalanma kusuruyla ilişkili Göz yaşı kesesi, 481 Heksosaminidaz-A, eksikliği/kusurunda,
bozukluklar, 117b Göz, 469-481, 470f 471f Bkz. özgül yapısı 40t
yeri, hücrelerde ve dokularda, 12-13 f 3 camsı cismi, 469, 470f 471f 475 Heksozamin, 118t
Glikoziltransferazlar, 86 dış tabakası (tunika fibroza), 469-470, Heksuronik asit, 118t
Glikuronik asit, 115 470f 471 f 472f Helikotrema, 483f 485
Glikuroniltransferaz, 338b, 343, 343f merceği, 469, 470f 471f 475, 475f Hematojen (kırmızı) kemik iliği, 251, 252,
eksikliğinde barbitüratlar, 343b orta (damar) tabakası (uvea yolu), 469, 25 2f
Glisentin, 307t 470-474, 470f tedavi amaçlı kullanımı, 252f
Glisson's kapsülü, 332 retina, 469, 475-480, 476f 477f 478f 479f Hematokrit, 233
Gliyomlar, 188b 480f481f polistemide, 235b
Globin, eritropoezde, 253 yardımcı yapıları, 480-481, 482f Hematoksilen ve eozin boyası, 2
Glokom, 474b Gözün damar (orta) tabakası (uvea yolu), Hematopoetik büyüme faktörleri
Glomeriil (Bowman) kapsülü, 383, 385f 469, 470-474, 470f (hematopoetinler/poetinler), 250-
38öf • Gözün ön kamarası, 469, 470f 471f 251, 251t
Glomeriil dışı mezangiyal (lads) hücreler, Graaf (olgun/ovulasyon öncesi) folikülleri, tedavi amaçlı kullanınu/ilişkili bozukluklar,
385, 394 451f 452 251b
Glomerül kapilerleri, 218, 384, 385, 386f Graniilomer, 246 Hematopoetik kordonlar, kırmızı kemik
Glomeriil süzüntüsü, 38-4 Granülopoez, 249, 250f 254f 256-258, 256f iliğinde, 252
emilimi/boşaltımı, proksimal kıvrımlı 257f 258f 259f Hematopoetik organlar, 249
tübül, 386 miyeloid metaplazi ve, 288b Hematopoetinler (hematopoetik büyüme
Glomerül, 383, 384f 385f Granülosit-koloni-oluşturııcu hücre faktörleri/hematopoelinler), 250-
geçirgenliği, 384b (GCFC), 250f 251, 2511
Glomerüller (glomus), 225 Graniilosit-koloni-uyarıcı faktör (G-CSF), tedavi amaçlı kullanımı/ ilişkili
Glomus (glomera), 225 2511 bozukluklar, 251b
Glukagon, 307*. 423* Granülositler, 236, 237 f. Bkz. Basophils; Hematopoez, 96f 249-264, 250f Bkz. özgül
A hücresi salgısı, 420, 421f 423t Eozinofilier; Nötrofiller tip hücrenin
G proteinleri düzenleyici etkileri, 31t kökeni/farklılaşması/olgunlaşması kemik iliğinde, 249, 251 -2 5 2 , 252f
Glukagon-benzeri madde. Bkz. Glisentin (granülopoez), 249, 250f 254f 256 - 253f
Glutaraldehid, doku tespit edicisi olarak, 1 258, 256f 257f 258f 259f kök hücreleri/biiyüme faktörleri/
GM-CSF (granülosit-makrofaj-koloni-uyarıcı miyeloid metaplazi ve, 288b farklılaşması, 96f 249-251, 250f
faktör), 251t Granülosit-makrofaj-koloni-uyarıcı faktör 250t, 251t
GnRH (gonadotıopin-salgılatıcı hormon), (GM-CSF), 2511 Hemidesmozomlar, 70f 73
408t, 4 lOt Granüloza (folikül) hücreleri, 449, 450, Hemofili A ve B, 247b
Göbek kurdonu, miiköz bağ dokusu 451f 452f Hemoglobin (Hb)
(Wharton jölesi), 127 Granüloza lutein hücreleri, 454, 456f alyuvarlarda, 235
Goblet hücreleri, 80, 81f 85-86, 89f 90f Granüloza tabakası, 450 anemide, 236b
Bkz. Mukııs-salgılayan hücreler Graves hastalığı, 428b gaz-taşıma yeteneği, 236
bağırsaklarda, 80, 81f 85-86, 89f 90f 309, GRH (büyüme bormonu-salgılatıcı hor­ orak hücre hücre hastalığında, 235b
310f 315f mon), 408t, 4 lOt Hemoglobin S, 235b
solunum epitelinde, 349, 350*, 350f 352f Gri madde, 173, 173f 175f 176f Hemonektin, 252
Golgi evresi, spermiyogenezde, 436, 436f Guatr Hemoroidler, 320
Golgi kompleksi (Golgi aygıtı), 36-37, 37f eksoftalmik, 428b Hemostaz, trombositler, 246-247
38f yot eksikliği, 426f kusurları, hemofilide, 247b
ilişkili hastalıklar, 51t Gündüz-gece biyoritmi, pineal bezlerin Menle kangalı, 383, 384f 385f 386-387, 393f
nöronlarda, 165 rolü, 430 394f 395f
spermatidlerde, 436, 436f Güneş ışığı, melanositler üzerindeki etkisi, Henle kulbu, 383, 384f 385f 386-387, 393f
Golgi tendon organları, 204, 205f 374 394f 395f
Gömme, dokular, mikroskopi için, 2, 2f Güneş ışıması, melanositler üzerine etkisi, Henle kulpu inen kolu, 384f 385f 386, 387,
elektron mikroskopi için, 7 374 393f
Gonadotrop hücreler, 408t Henle kulpunun ince kolları, 383 , 384f
Gonadotropinler, 408t H bantları, 196f 197f 198, 198f 386, 387, 393f 394f 395f
insan koryonik, korpııs luteum üzerine kas kasılmasında, 201-203, 203f 369,370,370f
etkisi, 456 Hafif zincirler Henle kulpunun kalın kolu, 383, 384f 386,
salgılayan hücreler, 405, 408t imrnünoglobulin, 266, 269f 387,393f
İNDEKS / 497

Heparan sülfat sülfamidaz, eksikliği/kusunı, Hipofizer portal sistem, 403, 405f hücre etkileşimi ile, 118, 12üf
40 Hipokrom anemi, 236b kıkırdağın, 135
Heparan sülfat, 116, 118f 118t Hipoparatiroidizm, 4291) Hücre döngüsü, 60-65, 64f
bazal laminada, 69, 70f Hipotalamik engelleyici hormonlar, 405f Hücre gövdesi, nöron (perikaryon), l62f
Heparin 408t, 409f 41 Ot 163, 164-165, l64f l65f
ani aşırı duyarlılık tepkimesinde, Î02b Hipotalamik salgılatıcı hormonlar, 4051' Hücre içi kanalcıklar, 303, 303f 304f 305f
bazofillerde, 242 408t, 409f 4l0t 306f
mast hücre salgısı, 102b, 103f Hipotalamo-hipofizer sistem, 403-404, 405f Hücre içi ulaklar. B kz. İkinci ulaklar
Hepatik arter, 333f 336 409f Hücre iskeleti, 24, 43-51. B kz. özgül
Hepatik kanallar, 337, 344 Hipotalamus bileşen
Hepatik venler, 336 hipofiz ilişkisi ve (hipotalamo-hipofizer Hücre korteksi, 46
Hepatositler, 332, 334, 334-335f 337-343, sistem), 403-404, 405f 409f Hücre kültürü, 9, 1Of
339f 34 l f B kz. karaciğer lopçukları hormonları, 405f 408f, 409f 41 Ot Hücre ölümü, programlı (apoptoz), 66,
bilirubin bağlanması, 338b, 343f distal bölüm kontrolü ve, 404, 405f 66b, 66f, 67f, 268
hasarı, 336b 408ı ile oluşan korpus lııteum bozıınması,
glikojen/karbonhidratlar, 50f 339f 340, over işlevi ve, 457f 455
342f spermatogenez ve, 440, 440f Hücre zarı. Bkz. Plazma zarı
lıeterojenliği, 336-337, 338f ilişkisi, hipofiz ve tiroid ile, 4 l0 f Hücreler arası bağlantılar, 71-73, 71f 72f
Herediter sferositoz, 236b lezyonları, diabetes insipidus ve, 410b 7 3 f 74f
Hering kanalları (safra kanalcıkları), 333f Hipotiroicli, 428b Hücreler arası tutunma adhesion, 71
337, 34Of 344 Hirschsprung hastalığı (doğmalık Hücreler üzerinden taşıma, 85, 85f
Herring cisimleri, 408, 41 lf megakolon), 292b Hücreler
Heteıograftlar, 271 Hirsutizm, böbrek üstü bezi aralarındaki bağlantılar, 71-73, 71f 72f
Heterokromatin, 34f 56 bozukluklarında, 419b 73f 74f
Hibridleştirme, 16-18, 20f His demeti, 228f bölümlerine ayrılması, 9, l i f 12f
Hidrasyon kabuğu, 145 His demeti, 228f çekirdeği, 23, 53-67, 53f 54f Bkz. başlığı
Hidrofil (sıı sever) işaretleşme molekülleri, Histamin altında Çekirdeksel
28-29 ani aşırı duyarlılık tepkimelerinde, 102b epitel hücrelerinin, 69
Hidrofob (su sevmez) işaretleşme molekül­ bazofillerde, 242 piknotik, apoptozda, 66, 66f
leri, 28 mast hücresinde depolanması/salgısı, çoğalması, 64-651), 65f
Hidrojen peroksit, fagositozda, 239b 101-102, 102b,103f ekolojisi, 23
Hidroklorik asit, pariyetal hücre salgısı, yangıda, 105 farklılaşması, 23, 24t
303,305f Histokimya, 9-13 hücre dışı matriks etkileşimi ve, 118,
Hidroksiapatit tıp alanındaki uygulamaları ve, 13b 120f
deminde, 294, 295 Histolji, çalışma yöntemleri, 1-21 hücre iskeleti, 43-51
kemik matriksinde, 144-145 Histon olmayan proteinler, 56 ökaryot, 23
minede, 295 Histonlar, 56 prokaryotik, 23
Hidroksilizin, kolajende, 106 HIV enfeksyon/AIDS sitoplazma bileşenleri, 23-43
Hidroksipıolin, kolajende, 106 merkezi sinir sistemi/glial hücre eşlik eden hastalıkları 51b, 511
5-Hidroksitriptamin (serotonin), 304, 307t enfeksyon ve, 171b Hücrenin bölümlerine ayrılması, 9, 1lfl2 f
üreten karsinoidler, 304b yardımcı T hücreleri üzerine etkisi, 268b Hücresel bağışıklık, 265, 267f
Hidrosefali, 176b Hiyalin kıkırdak, 135, 135f 136-139, 136f Hiicre-yüzey reseptörleri, lenfosit
Hidrostatik basınç, 119-120, 121f 137f, 138f farklılaşmasında, 260
glomerül süziintüsii oluşumu, 384 bozunma değişiklikleri, 139b Humoral bağışıklık, 265, 267f
Hilum büyümesi, 138-139 Humoral faktör, timııs, 278
böbrek, 383, 384f somatotropin, 138 Hunter sendromu, 117b
karaciğer, 332 eklem, 135-137, 150, 156-157, 156f Hurler hastalığı/sendromu, 40t, 51t, 117b
lenf düğümü, 279, 279f büyümesi, 138 Hyalomer, 246
Hiperhilirubinemi, yenidoğan, 338b, 343f şişmanlığın etkisi, 157b Hyaluronidaz, bakteriyel, ara madde üzer­
Hiperparatiroidizm, 428-4291) lıistogenezi, 138-139, 138f ine etkisi, 117b
kemik dekalsifıkasyonu, 155b, 428-429b yenilenme yeteneği, 139 Hyalııronik asit, 118t
Hiperplastik şişmanlık, 131, 131b HLA. B kz. İnsan lökosit antijeni kıkırdakta, 135, 136, 136f
Hiperplazi, 192b Holokrin bezler, 83 mü köz dokuda, 127
gebelikte, 192b, 458 yağ bezleri olarak, 380
Hiperpolarizasyon, 168 Homeostaz, otonom sinir sistemi, 182 I bantları (izotıop bantlar), 195, 195f 196f
Hipertiroidi (tirotoksikoz), 428b Homograftlar, 271 197f 198f 202f
Hipenrofi, 192b Horizontal hücreler, retinal, 477f 479 kas kasılmasında, 201-, 203f
gebelikte, 192b, 458 Hormona duyarlı lipaz, 130, 131 f I hücreleri, kolesistokinin salgısı, 345
Hipertrofik kıkırdak bölgesi, 150-151, 151 f Hormonlar, 403. Bkz. özgül tip İç (internal) göz, 469. B kz. Göz
Hipertrofik şişmanlık, 131b hipotalamo-hipofizer sistem ürünü, 404, İç ağız, 458
Hipodermis, 369 405f İç dairesel lameller, 144f 147
Hipofiz (pituiter bez), 403-411. kemik üzerine etkisi, 155b, 428, 428- İç elastik lamina, 219, 219f
Adenohipofiz; Nörohipofiz 429b büyük elastik arter, 219f 222-223, 224f
gelişimi, 403, 404f metabolizmasında düz endoplazma orta boy (müskiiler) arter, 219f 220, 223f
hipotalamo-hipofizer sistem ve, 403- retikııiumu, 36 227f
404, 405f 409f osteoklast etkinliği üzerine etkisi, 143 İç hücre kitlesi, 462
kan dolaşımı, 403, 405f saptanmasında imünohistokimya, l6t İç kök kını, kıl, 378-379, 378f
tiroid ve hipotalamus ile ilişkisi, 4 l0 f Howship lakünası, 143 İç koıteks, lenf düğümü, 279, 279f 280,
tümörleri, 411b Hücre bağlantıları, 71-73, 71f 72f 73f 74f 280f
tümörleri, 411 b Cushing sendromu, 419b Hücre bölünmesi (mitoz), 59-60, 60f 6 lf İç kulak, 482, 483f 484-487
ürettiği hormonlar 404, 408*, 4091 62f 63f işitme işlevleri, 483f 487
Hipofiz arterleri, 403, 405f sırasında sentrozomlar, 44-45, 59 ses dalgalarının yolu, 483f 487
Hipofizer cücelik, 155* Hücre dışı matriks, 69, 69t, 95 vestibüler işlevleri, 485f 486
498 / İNDEKS

İç mitokondri zarı, 3ü, 33f altında Bağırsak İşaret alma, 28-29, 29f 30f 31*
İç segmentler, 477, 4771 4781 479f damarlar ve sinirler, 318-320, 3191 3211 düzenleyici hücre içi reseptörler, 291 30
İç sınır zarı, 477f 478f enteroendokrin hücreler, 3071 307*. 309, İşaret dizisi, 35
İç tünel, 486, 486f 3171 İşaret peptidaz, 35
İç tüy hücreleri, 485, 486, 486f 4871 epitel hücreleri, 309, 3101 31113121 İşaretleşme molekülleri (ulaklar). Bkz.
İdrar hoşluğu, böbrek cisimciğinin, 383, epiteli, 309, 3101 3111 3121 Kimyasal ulaklar
385f 386f lipit sindirimi, 309, 3131 3141 işaret aktarılmasında, 28— 29, 30f
İdrar kesesi, 399-400, 3991' miiköz zar, 307, 3081 3151 İşaret-tanıma parçası, 35, 351
İdrar kesesi, 399-400, 3991' tabakaları (lamina propriyadan seroza- Isı düzenlenmesi
İdrar kutbu, böbrek cisimciğinin, 383, 385f va), 309-318,3151 3161 3171 3181 derideki, 376
İdrar yolları, 399-400 3191 spermatogenezde, 440
İduronik asit, 115 mukozaya eşlik eden lenloid doku, 2891 spermatogenezde, 440 kriptorşidizm,
IgA, 266, 2681 2901 441
anne sütünde, 466 İnen kolu, Henle kangalının, 3841 3851 Işık mikroskobu, 3, 3f
gebelik sırasında, 465 386, 387, 3931 doku hazırlanması, 1, 21
kolostrumda, 466b İnlerior hipoliz arteri, 403, 4051 Işık
sindirim kanalında, 291, 309 infundibulum (nöral sap), nörolıipofizin, algılanması, 469-481. Bliz. Göz; Görme
tükürükte, 328 403, 4051 G proteinlerinin düzenleyici etkisi, 31t
IgD, 266, 268t İnhibin Işınsal çıkıntılar, 45, 471
IgE, 266, 268t distal bölümün kontrolünde, 405, 440 İşitme algılama sistemi, 482-487. Bkz.
ani aşırı duyarlılık tepkimesinde, 102b, spermatogenezde, 440, 4401 kulak
266, 268t inhibitor sinapslar, 168, 1691 İşitme, 482-487. B kz. Kulak
reseptörleri, mast hücreleri üzerindeki, İnkliizyon hücre (I-hiicre) hastalığı, 40, İskelet kası lifleri, 191, 1921 197f
102 40t, 511 düzeni, 1941 195-200, 195f 1961 1971
IgG, 266, 268t, 2691 İnkus (Örs), 483-484, 4831 19811991
IgM, 266, 268t İnsan bağışıklık eksikliği vinısü. B kz. HIV hipertrofisi ve, 192*
I-hiicre hastalığı, 40, 40t, 511 enfeksionu/AIDS motor birimleri ve, 204
İki boyut, doku kesitlerinin yorumlanması İnsan koriyonik gonadotropini (I-1CG), kor­ tip I ve II, 205
ve, 20, 20f pus luteum üzerine etkisi, 456 İskelet kası, 191, 191-205, 1911 1921
İki kutuplu nöronlar, l62f 163, l63f İnsan lökosit antijeni (ULA), 270. Bkz. düzeni, 192-195, 1921 1931
retinada, 4711' 476, 477r478 ayrıca enerji üretim sistemi ve, 204—205
İkili tespit, 2 Majör histokompatibilite kompleksi hipertrofisi ve, 192*
İkincil (antral) foliküller, 451, 451 f 454f İnsiilin, B hücre sentezi/salgısı, 420, 4211 kan damarları, 192, 1921 1941
4551 4221423* kasılması, 1991201-203, 203f
İkincil bronşlar, 349f integral proteinler, 24, 25, 251 235 sinirleri, 203-204, 2031
İkincil demetler, 122 İntegrinler, 24, 73, 95, 118, 120f 1211 yenilenmesi, 211-213
İkincil kemik, I44f 146-148, I46f 1471' Bkz. İnterlaz, 59-62, 6 lf 621641 İskelet. Bkz. Kemik
ayrıca Kemik İnterleronlar, 272 İşlevsel, uterus, 458
İkincil kemikleşme merkezi, 1491" 150 İnterkalar diskler, 191, 206, 20öf 2071 2081 İyodopsinler, 478, 479
İkincil lizozomlar, 39 2091 İyodotirozin delralojenaz, tiröicl hormonunda
İkincil spermatosit, 433, 43314351 İnterkalar kanallar serbestleştirilmesi, 426
İkincil ulaklar, işaret almada, 29, 301 pankreas, 329-330, 3301 İyodür, tiroicl hormonu sentezi, 425, 4261
İkincil uzantı, podositin (pediseller), 383, tükürük bezleri, 325, 3261 İyon kanalları, açılması, sinir uyartısı ve,
3871 3881 İnterlökin 3, hematopoezde, 251t 166-167
IL-l’den 10’a kadar, 273t İnterlökinler, 272, 273t İyonlar
IL-3, 273t internal (iç) göz, 469. B kz. Göz taşıyıcı hücreler, 84-85, 851 861
hematopoezde, 25İt internum, eozinol'il özgül granülü, 239, yeri, hücrelerde ve dokulardaki,
İle korpus luteum bozunması, 455 2411 10 , 121
İleriye akım, aksonlar ve, 166 İnterstisyel (ara) lameller, 1461147, 1471 İyot eksikliği guatrı, 426b
İlerleyici sistemik skleroz, 108* İnterstisyel büyüme, kıkırdak, 138 İzodesmozin, 112
İletişim bağlantıları, 73. Bkz. Aralık İnterstisyel hücreler İzogen kondrositler, 1361 137
bağlantıları böbrek, 398 İzograftlar, 271
İleum, 307. Bkz. İnce bağırsak over, 456 İzotrop bantlar (I bantları), 195, 195f 1961
İmplantasyon, 462, 463* testis (Leydig hücreleri), 431, 4321433, 1971 1981 2021 kas kasılmasında,
İıııplantasyon, 462, 463* lallop tüp­ 4351 441-442, 4411 201, 203f
lerinde (dış gebelik), 457b İnterstisyel implantasyon, 462
İmünglobülinler, 14, 265, 268t, 2691 B kz. İnterstisyuıu Jejunum, 307. B kz. İnce bağırsak
ay rıca özgü! tip başlığı altın la Ig ve alveoller arası septumun, 359, 362 Jel elektroforezi
Antikorlar böbrek, 398 hibriclizasyonda, 17-18
İmünohistokimya, 10, 14-15, 151 161 171 testisin, 431, 4321433, 4351441-442, protein yalıtımı için, 161
doğrudan yöntemi, 15, 17Î 4411 JG hücreler. Bkz. Jukstaglomeriiler hücreler
dolaylı yöntemi, 15, 171 İntima, kan damarı, 219, 2191 Jukstaglomerüler aparat, 394, 3971
tıp alanındaki uygulamaları ve, 15b, löt, büyük elastik arterin, 2191 222 Jukstaglomeriiler hücreler, 3851 394 , 397f
181 191 orta (miisküler) arterin, 2191 220, 227f 3981
İmiınojenler, 265 venin, 225,227f Jukstakrin salgısı, 403
İmiinositler, 280, 2801 İntrafıızal lifler, 204, 2041 Jukstamedüller nelronlar, 3841 387. Bkz.
İn situ hibridleştirme, 16-18, 201 intramural gangliyonlar, 182 Nefronlar
İnce (aletin) lilamanları, 45146, 481 İmrensek bileşen, bağırsak sinirleri, 320,
düz kasta, 207-208 3211 Kaba endoplazma retikulıırnu İRER), 34-35,
iskelet kasında, 1971 198-200, 1991 İntrensek faktör, 303b 341 351
kasılma ve, 1991 201 İnvoliisyon, makrofajlarda, 100b hepatositlerde, 337-338, 3391 3421
mikroviluslarda, 73, 751 İpliksi papilalar, 292-293, 2931 zar proteini sentezi, 26, 271
İnce bağırsak, 307-320, 3081 Bkz. Başlık İris, 469, 47014711474, 4741 Kadherinler, 71
İNDEKS / 499

Kahverengi yağ (miiitiloküler yağ dokusu), aktarma işlevi, 233, 234f Karbaminohemoglobin, 236
129, 13M 33, 132f 133f lenfosit dağılımı, 238t, 2711 Karboksihemoglobin, 236
işlevi, 132 pıhtılaşması Karboksil esler hidıolaz, 330
histogenezi, 132-133 kusurları, hemofilide, 247b Karbon dioksit taşınması, 233
tümörleri, 133b trombositler, 246 Karbonhidratlar
Kalbin f'ibröz iskeleti, 226-228 plazma, 233-234 karaciğerde depolanması, 342f 343
Kalıcı dişler, 29-1 şekilli elemanları, 233. Bkz. Kan sitoplazmik birikimleri, 48
Kalın (miyozin) filamanları, 46 hücreleri Karbonik anhidraz
düz kasta, 207-208 Kanalcıklar gaz değiş tokuşunda, 362
iskelet kasında, 1971' 198, 200 gözyaşı, 481 pariyetal hücrelerde, 303, 305f
kasılma ve, 199f 201 hücre içi, midede 3f 304F 305f 306f Kardeş hücreler, 60, 62f
Kalın bağırsak, 320, 322f 323f kemik, 141, I42f Kardeş kromalidler, 59-60
Kalın deri, 369, 3691 370 safra, 333f 337, 339f 340f 344 Kardiya (mide), 300, 300f 302
Kallikreinojen, 330 KanalikCil sistemi, açık, trombosit, 246, Kardiya bezleri, ösofageal, 299
Kallus, kemik, 152, 154f 246f Karışık sinirler, 181
Kalmodülin, düz kas kasılmasında, 208 Kanallar Karoten, 372
Kalp ileti sistemi, 228-230, 228f 229f bezler, 82, 83f Karotis cisimleri, 224-225, 226f
Kalp kası hücreleri, 207, 208f" 210f 227-228 safra, 333f Karotis sinüsleri, 225
Kalp kası, 191, 191f 206-207, 206f 207f tükürük bezler, 325-326, 326f Karşılıklı bağ, iskelet kasında, 1991' 200
208f 2091' 210f 227-228 Kanallı (süngersi) kemik, 145, I45f I49f Karsinoembriyonik antijen, 324, 324f
yenilenme yetenekleri, 211 Bkz. Kemik saptanmasında imünohistokimya, l6t,
Kalp kulakçığı kası, 207, 21 Of Kan-hava engeli, 176 19f 324f
Kalp yetersizliği hücreleri, 366 Kan-hava engeli, 359, 3621' Karsinoidler, 304b
Kalp, 215, 226-230. Bkz. Kardiyak Kanser kemoteıapisi Karsinom, 92b. Bkz. Kanser
Kalpteki iletim sistemi, 228-230, 228f 229f antimitotik alkaloidler, 44b Karşıt boyalar, 3
Kalsitonin, 425 gastrointestinal kanaldaki etkisi, 322b Kaılagener sendronnı (hareketsiz titrek tüy
kalsiyum düzeyleri/kemik üzerine etkisi, Kanser, 65 b, 65f Bkz. özgül tipi ve etkile­ sendromıı), 45b, 511, 349b, 436b
155, 425, 428 diği organ ya da yapı oosit aktarımı ve, 457
osteoklastlar üzerine etkisi, 143, 155, metastazında lenf düğümleri, 283b sinüzit, 353b
428 mitoz, 64b, 65f Karyotip, 57, 58b, 58f
parafoliküler hücre salgısı, 425, 425f hücrelerinin çekirdekçikleri, 58b hazırlanmasında doku kültürleri, 9b
4 271 Kan-teslis engeli, 438, 439f440, 440b Kas dokusu, 69, 69c, 191-213, 191 f Bkz.
paratiroid hormonu etkileşimi ve, 428 Kapakçıklar özgü l tip
Kalsiyum fosfat, kemik matriksinde, 144, lenfatik, 230f 231, 282 düz, 191, 19ir 207-211, 211 f 2121'213f
151 venöz, 225, 228f iskelet, 191, 191-205, 191f 192f
Kalsiyum iyonları, yeri, hücrelerde ve Kapalı dolaşım, dalak, 286, 286f kalp, 191, 1911206-207, 206f 207f 208f
dokularda,10, 12f Kapasitasyon, f'allop tüpü salgılarının etk­ 2091' 21 Of
Kalsiyum isi, 457 mitokondriyal kusurların etkisi, 32b,
eksikliği, kemikteki etkisi, 155b Kapiler endoteli hücreleri, 215-216, 2 l6 f 331'
kan düzeyleri, düzenlenmesi, 152-155, 218 yenilenmesi, 211-213
155b, 428-429b alveolar, 3611362, 362f Kas kasılması
kas kasılmasında Kaplı çukurlar, 27, 29f düz kas, 207-208
düz kasta, 208 Kaplı kesecikler, 27, 28f 29f iskelet kası
iskelet kasında, 199f200-201, 203f Kapsül (teriıoryal) matriks, 136, 136f 137f düzeneği, 1991' 201-203, 203f
kemikte, 144, 152 Kapsül altı epitel, göz merceğinin, 475, kalsiyum, 1991' 200-201, 203f
paratiroid hormonun etkisi, 155, 428, 475f kayan filaman hipotezi, 199f 201-203,
428-4 29b Kapsül altı sinüs, lenf düğümü, 279-280, 203f
Kalsiyum-kalmodiilin kompleksi, 208 280f motor birimler ve, 204
Kamçı, spermin, 43, 45, 74, 436, 437f Kapsül Kas kasılmasında, 201, 203f
Kan basıncı dalak, 284, 285f Kas lifçikleri
böbreklerin düzenlemesi, 394-395b eklem, 156f 157 iskelet kası, 192f 1961 197f 198, 198f
kan damar yapısı ve, 225f karaciğer (Glisson), 332 2021'
Kan clamar sistemi. Bkz. Kan damarları lenf düğümü, 279 kalp kası, 229f 230
Kan damarları. Bkz. özgül tip, organ, ya da tonsil, 289 Kas lifleri, 191, 192f 197r
sistem Karaciğer hücreli karsinom, 345b düzeni, 194f 195-200, 195f 1961 197f
katmanları, 219-220, 219f Karaciğer lopçukları, 332-334, 333f 334- 1981 199f
sinir ağı, 220 3351 336- 337, 336f 337f Bkz. hipertrofisi ve, 192*
yapısal özellikleri, 219-220, 219f Hepatositler motor birimler ve, 204
kan dolaşımı ve, 225f Karaciğer sintizoidleri, 333f 334, 334-3351 tip I ve II, 205
Kan hücreleri, 233-247. Bkz. özgül tip 336 Kas mekikleri, 204, 2041
alyuvarlar, 233, 233f 234-236, 234t, 235f Karaciğer sirozu, 344b, 344f Kasılma
boyanması, 234 Karaciğer, 325, 332-344, 3331' 334-335f düz kas, 207-208
lökositler, 103-106, 105f233, 233f234t, Bkz. ayrıca iskelet kası, 199f 201-203, 203f
236-243, 237f 244f 245f başlık altın d a Hepatik ve Hepatositler kalsiyum, I99f 200-201, 203f
oluşumu. Bkz. Hematopoez düz endoplazma retikıılumu, 36 kayan filaman hipotezi, 199f 201-203,
salıverilmesi, kemik iliğinden, 252, 253f glikojen depolanması, 50f 3391 340, 342f 203f
trombositler, 233, 234ı, 246-247 hastalıkları, 336b, 344b motor üniteler, 204
ürünleri ve işlevleri of, 234c işlevleri, 325 kalp kası, kalbin ileti sistemi, 228-230,
Kan pıhtısı/pılıtılaşması, 247 kan damarları, 336-337 2 2 8 f2291
kusurları, hemofilide, 247b sirozu, 344b, 3441' Kas-tendon bağlantısı, 192-195
Kan sayımı, 238t stroması, 332 Katajen, 377
Kan yaymaları, 234 tümörleri, 345 b Katalaz, 41
Kan, 233, 233f yenilenmesi, 344, 344 b, 344f Katarakt, 475b
500 / İNDEKS

Katil hücreler, doğal. B kz. Doğal katil Kemikçikler, kulak, 483-484, 483f rengi, nıelanositler ve, 378f 379
hücreler Kemikleşme bölgesi, epifiz kıkırdağının, Kılcal kan damarları (kapilerler), 215-219,
Katlantılar, 300 151,151f 216f
Kayan filaman hipotezi, 199f 201-203, 203f Kemikleşme merkezleri akciğer, 367
Kayıt peptitleri, kolajen .sentezinde, 106- birincil, 148, l49f 150 delikli (viseral), 2l6f217, 217f
107, llOf ikincil, l49f 150 glomertil, 218, 384, 385, 386f
Kazeinler, salgılayan meme hücreleri, 466, Kemikleşme iskelet kası, 192, 192f 194f
467f endokondral, 148-151, I49f 150f 151f kesintili sinüzoidal, 218. Bkz.
Keloid, 108b 152f 153f 154f Sinuüzoidal kapilerler
Kemiğin yeniden şekillenmesi. Bkz. kırık onarmanda, 152b, 154f kesintisiz (somatik), 216, 217f
Kemik apozisyonu, 142 zar içi, 142, I42f 148, I48f I49f lenfatik, 230, 230f
değerlendirilmesinde tetrasiklin, 142b Kemokinler, 272 timus, 276
Kemik dekalsifikasyonıı, 142, 145 Kemotaksi kuramı, mitokondrideki ATP Kılıf, çekirdek, 53-56, 54f 55f 56f
hiperparatiroidide, 155*, 428-429* sentezinde, 31, 33f Kimus, 300b
kalsiyum eksikliği ve, 155* Kemotaksi, 104, 105-106b, 236 etkileyen pankreas enzimleri, 331b
Kemik hücreleri, 142-144 koıupleman etkinleştirmede, 275f Kimyasal sinapslar, 167. Bkz. Sinapslar
Kemik iliği aspirasyonıı, 260b Kemotaksinler, 272 geçiş sırasında gerçekleşen olaylar, l66f
Kemik iliği nakli, 251b Kemoterapi (kanser) 168, I69f
Kemik iliği, 251-252, 252f antimitotik alkaloidler, 44b Kimyasal ulaklar
eşlik eden hastalıklar, 260b gastrointestinal sistemde etkili, 322b bezlerin kontrolünde, 84
lıematopoez, 249, 251-252, 252f 253f Kemolripsinojen, 330 işaret almada, 28-29, 30f 311
kaynaklı lenfısitler, 260, 265, 267, 270f Kenar demeti, 246 sinaps geçişinde, 167-168. Bkz.
kök hücre kaynağı olarak, 252, 252b Kenara çekilme bölgesi, nötrofil, 259, 259f Nörotransmiterler
lenfosit dağılımı, 271b Keratan sülfat, 116, 118t Kinetokor, 60
Kemik kalkıştı, 152, 154f kıkırdakta, 136 Kinezin, 166
Kemik kılıfı, 148, I49f Keratinler (sitokeratinlerVkeratin filaman- Kireçlenme
Kemik labirent, 484 ları, 46-48, 46t 49f hiyalin kıkırdak, 139b
Kemik matriksi, 141, 144-145 bazal katmanda, 370 kemik, düzenekleri, 151
eşlik eden hastalıklar, 142b kornetim katmanında, 372 Kireçlenmiş kıkırdak bölgesi, 151, 151 f
sentezi, 142, 142f lusidum katmanında, 372 Kırık onarımı, 152b, 154f
Kemik spiral lamina, 484, 486f saptanmasında imünohistokimya, I6t Kırmızı (lıematojen) kemik iliği, 251, 252,
Kemik yenilenme döngüsü, 152 spinozum katmanında, 370, 371 f 372f 252f
Kemik, 141-156 Kenıtinleşme, epideımiste ve kılda kök hücre kaynağı olarak, 252, 252f
beslenmenin etkisi, 155b karşılaştırılması, 379 Kırmızı kan hücreleri. Bkz. Alyuvarlar
birincil (olgtınlaşmamış/örgü), 146 Keratinleşmiş çok katlı yassı epitel, 76t, 78 Kırmızı pulpa sinüsleri (sinüzoidler), 286,
büyümesi ve yeniden şekillendirilmesi, epidermiste, 78, 372 286f 287-288, 287f
151- 152, 152b, 154f Keratinositler, 369 Kırmızı pulpa, 285, 285f 286r 287-288,
dekalsifikasyonıı, 142, 145 epidermal tabakalarda, 369f 370-372 287f
hiperparatiroidizmde, 155b, 428-429b melanin, 373f 374, 374f Kış uykusu bezleri, 131. B kz. Mültiloküler
kalsiyum eksikliği ve, 155b Keratohiyalin granülleri, 370 yağ dokusu
emilimi, 143, I44f Kerckring kapakçıkları (sirküler plikalar), Kısa hücreler (bazal hücreler), solunum
eşlik eden hastalıklar, 144b 307 epitelinde, 350, 351f
paratiroid hormonunun etkisi, 155, Kese kanalı, 344 Kısırlık, hareketsiz titrek tüy sendromtında,
428 Kesecikler 45b, 349b, 436b
etki eden hormonlar, 155b, 428, 428- kaplı, 27, 28f 29f Kistik fibröz osteit, 142, 428-429*
429b pipositoz, 27, 85 Kıvrımlı tübüler bezler, 82, 83f
histogenezi, 148-151, 152f 153f 154f kapiler endotel hücresinin, 216, 217f Klatrin, reseptör tarafından yürütülen
iç yapıları, 152 salgı, 43, 49. Bkz. Salgı granülleri endositozda, 27, 28f 29f
ikincil (olgun/lameller), I44f 146-148, sinaps, l66f 167, l68f Klitoris, 464
I4 6 fI4 7 f taşıma (Golgi kompleksi), 37, 37f 38f Koagiilasyon, Kan. Bkz. pıhtılaşma, Kan
kalsiyum, 144, 152 Kesintisiz (somatik) kapiler, 216, 217f Kök hücre nakli, 252
kan kalsiyumunun düzenlenmesi ve, Kesintisiz sinüzoidal kapilerler, 218. Bkz. Kök hücreler
152- 155, 155b ayrıca Sinüzoidal kapilerler kaynak olarak kırmızı kemik iliği, 252,
kemikleşme Kıkırdak, 135-140. Bkz. özgül tip 252b
kemikleşme endokondral, 148-151, eklem, 135-137, 150, 156-157, I56f midenin boyun bölgesinde, 302
149f 150f I51f 152f 153f 154f büyümesi, 138 nöral, 188
kemikleşme intramembranöz, 142, şişmanlığın etkisi, 157b epidermal, 370
142f 148, I48f I49f elastik, 135, 139, 139f gastrointestinal kanalın yenilenmesinde,
kemikleşme kırık onaranında, 152b, epifiz (epifiz plağı), 136, 149f 150-151, 320-322, 323f
154f 150f 151f 152f 154f hematopoetik, 96f 249-251, 250f 250*
kireçlenmesi fibröz, 135, 139, 140f eşlik eden bozukluklar, 251 b
kireçlenmesi düzenekleri, 151 hiyalin, 135, 135(136-139, 136fl37fl38f Kök kanalı, 294, 294f
kireçlenmesi kırık onaranında, 152b, omurlar arası disklerde, 139-140 Kök kını, Ivı!
154f tümörleri, 138b dış, 378f 379
kırık onarımt ve, 152b, 154f Kıl bıılbusu, 377, 378f iç, 378-379, 378f
metabolik rolü, 152-156 Kıl dikleştirici kaslar, 379, 379f Koklea kanalı (skala medya), 483f 484,
metastatik hastalığı, 156b Kıl folikülleri, 377, 378f 379f 485, 486f
tipleri, 145-148 Kıl hücreleri (reseptör hücreleri), 484, 485, Koklea, 483f 484, 486f
tümörleri, 155-156b 485f Koku alma, 351-353, 353f
Kemik, emilimde kemik büyümesi ve dış, 485, 486, 486f 487f Koku epiteli, 350-353, 353f
yeniden şekillenme, 143, I44f iç, 485, 486, 486f 487f Koku, duyusu (koku alma), 351-353, 353f
eşlik eden hastalıklar, 144b vestibüler işlevleri, 486 Kokular, G proteinlernin düzenleyici etki­
paratiroid hormonun etkisi, 155, 428 Kıl, 377-379 leri, 31
İNDEKS / 501

Kolajen demetleri, 109f 110-111, 1l i f 112f luteuma etkisi, 456 anormallikleri, 58b
113f Kornea, 469, 470f 471f472f doku kültür çalışması, 9b
tıkız bağ dokusunda, 122, 124f 125f Korneoskleral bileşke (limbus), 470, 471f fibröz lamina, 53, 55f
Kolajen lifçikleri, 106, 108f 1091" l l4 f Kornikulat kıkırdak, 353 karyotipleme, 57, 58s, 58f
sentezi, 107, 1lOf Koroid pleksus, 176, 178f eşlenme, mitozda, 59-60, 60f 6 lf 62f 63f
Kolajen lifleri, 95, 106, 109-111, 109f l l l f Koroid, 469, 470f 471 f 472 KS Kromozom, 57
112f 113f 114f Korona radiata, 451, 451 f 454f inaktif, nötrofillerde, 237f 238
fibröz kıkırdakta, 139, 1-ıOf Korpora amilasea (prostat taşları), 446 KS-ALD (KS-bağlı lökodistrofi), 41b, 340b
sentezi, 107, llOf Korpus albicans, 456, 457f KS-ilişkili adrenolökodistrofi, 4lb, 340b
tıkız bağ dokusunda, 122, 124f 125f Korpus kavernosum Kübik epitel, 69
Kolajen, 106, 107t penis, 431f 446, 446f basit, 74, 76ı, 77f 78, 79f
adventisyada, 220 üretra (korpus spongiozum), 400, 431 f katmanlı, 76t, 78
bazal laminada, 69, 71 f 446, 446f Küçük arterler, 220, 221f 222f Bkz. Arterler
deride, yaşlanmanın etkisi, 376* Korpus luteum, 454-456, 456f Küçük granül hücreleri, solunum
eşlik eden hastalıklar, 108-109*, 11 İt gebelik, 456 epitelinde, 350
glomeriil bazal membramnda 383-384 menstrüasyon, 455-456 Küçük lenfositler, 242-243, 243f 244f
kemik matriksinde, 145 Korpus uterina, 458 Küçük venler, 221f 225, 227f
kıkırdakta, 135, 136, 136f 139 Korteks Küçük vestibüler bezler, 464
sentezi, 106-109, llOf böbrek üstü bezi, 413, 413-418, 4l3f Kulak (östaki) tüpü, 483, 483f
tipleri, 106, 107t 4 l4 f 415f 4 l6 f 4l7f Kulak kemikleri, 483-484, 483f
yenilenmesi, 109 böbrek, 383, 384f 385f 391f 392f Kulak kepçesi (aurikül), 482
Kolajenazlar, 109 hücre, 46 Kulak kepçesi (pinna), 482
osteoklastlardan salıverilmesi, 39, 42f lenf düğümü, 279, 279-280, 279r 280f Kulak kiri (seriimen), 482
143 281 f Kulak kiri, 482
Kolelityaz (safra taşları), 341b ovaryum, 449, 450f Kulak yolu, dış, 482, 483f
Kolesistokinin (CCK), 169, 307t, 331b saç, 378, 378f Kulak zarı (timpan zarı), 482, 483f
safra kesesi kasılmasındaki etkisi, 345 timus, 275, 276f 277f Kulak, 482-487, 483f
Kolesterol Korti, organı, 484-487 dış, 482, 483f
böbrek üstü bezi steroid salgısında, 414 Kortikal arterler, böbrek üstü bezi, 413 iç, 482, 483f 484-487
zar, 23f 24 Kortikal nefronlar, 385f 387. Bkz. Nefronkır işitme işlevleri, 487
Kolinerjik lifler, 186 Kortikosteroidler. Bkz. Steroidler orta, 482-484, 483f
Kolipaz, 330 etkilenen eozinofiller, 240 b ses dalgalarının izlediği yol, 483f 487
Koioid, tiroid, 423, 424f 425f Kortikosteron, Böbrek üstü bezi salgısı, vestibüler işlevleri, 485f 486
tiroid hormonu toplanması, 425 414, 4l7f Kulakçıklar, alveolar, 358
Koloidin ozmotik basıncı, 119-120, 121 f Kortikotrop hücreler 408t Kültür, hücre ve doku, 9
Kolon. Bkz. Kalın bağırsak Kortikotropin. Bkz. ACTH tıbbi uygulamaları, 10b
Koloni-oluştıırucu hücreler/birimler Kortikotropin-salgılatıcı hormon (CRH), Kümelenme, trombosit, birincil ve ikincil,
(CFC/CFU), 249 408t, 410 247
Koloni-uyarıcı faktörler (hematopoietik Kortizol, Böbrek üstü bezi salgısı, 414, Kümülüs ooforus, 451, 451f 454f
büyüme faktörleri), 250-251, 251t 417f Küneiform kıkırdak, 353
tedavide kullammı/eşlik eden hastalıklar, Kortizon, Böbrek üstü bezi salgısı, 414, Kupffer hücreleri, lOlt 333f 334, 337f 341
251b 4 l7 f Kupula, 484, 485f
Kolostrum, 466b Kötü beslenme, pankreas hücreleri üzerine vestibüler işlevleri, 485f 486
Kolşisin, mikrotübüiler üzerine etkisi, 44b etkisi, 331 b "Kuru ağız," 326b
Kompak kemik, 145, 145f 149f Bkz. Kemik Koyu hücreler, ter bezleri, 380 Kütikiil
Kompleman, 266, 273, 274f 275f Kranial gangliyonlar, 182 saç, 378, 378f
hematopoezde, 252 Krause cisimcikleri, 377, 377f tırnak (eponişyum), 379
Kondroblastlar Kreatin kinaz, 198 Kutis laksa, 376*
işlevleri, 97t Krikoid kıkırdak, 353 Kutup cisimleri, birinci, 453-454
kökenleri, 96f 138 Kriptalar, tonsiller, 289 Kııtuplaştırıcı süzgeç, 4
perikondriyıımda, 137, 137f Kriptorşidizm, 44lb Kutuplaştırma mikroskobu, 4-5, 4f
Kondroitin sülfat, 116, 118t Krista Kutupsallık, epitel dokularında, 83-84
kıkırdakta, 136, 13öf ampullares, 484, 485f Kwashiorkor, 331b
Kondrom, 138b vestibüler işlevleri, 485f 486
Kondronektin, 136 mitokondrial, 30, 32f Labirent, 483f 484
Kondrosarkom, 138b Kristalar arası boşluk (matriks), mitokondr­ kemik, 484
Kondrositler, 135. Bkz. Kıkırdak ial, 30, 31, 33f zar, 483f 48-4-486, 484f 485f 486f 487f
fibröz kıkırdak, 139, I40f Kristalinler, 475 Labium majörler, 464
hiyalin kıkırdak, 137-138, 137f Kriyofraktiir (dondurup kırma), elektron Labium minörler, 464
kökenleri, 96f mikroskopi için, 7 Lacis (glomeıül dışı mezangiyal) hücreleri,
Koneksinler, 72 Kriyostat, 2 385, 394
Konekson, 72 Kromatidler, kardeş, 59-60 Laktalbümin, 466
Konfoal mikroskopi, 5, 5f Kromatin, 54f 55f 56-57, 57f 58f Laktasyon, 465-466
Koniler, 471f 476, 476f 477f 478, 478f çekirdekçikle-ilişkili, 54f 58 ertesinde meme gerilemesi, 466-467
foveada, 479-480 mitozda, 59 sırasında memede oluşan değişiklikler,
lıistofizyolojisi, 479 seks, 57, 58f 465-466, 466f
Konjıınktiva, 470f 480, 482f genetik seks belirtimi ve, 57b Laktealler, 318
Konka, 350 Kromatografi, protein yalıtımı için, 15f Laktoferrin, 239b
Köpük hücreleri, 224b Kromatoliz, 187 Laktoz, anne sütünde, 466
Kör nokta, 478. Bkz. Görme siniri başı Kromofiller, 404, 407f Lakünalar
Koriyokapiler tabaka, 472 Kroınofoblar, 404, 407f 409f Hovvship, 143
Koriyon, 462 Kromograninler, 418, 4 l9 f kondrositler, 135
Koriyonik gonadotropin, insan, korpus Kromozomlar. Bkz. Kromatin osteositler, 141, 14 lf 142, 1461' 147
502 / İNDEKS

Lambda graniilleri, tromhositlerde, 246 lenfosit dağılımı, 271t Lizozim, 239b, 309, 3161
Lamellar (ikincil) kemik, 1441 146-148, 1461' tiınııs, 265, 2661 273-278, 2761 2771 2781 belirlenmesinde immiinhistokimya, 18!
1471 B kz. Kemik 2791 göz yaşı bezlerinden salgılanması, 481
Lamellar cisimler, tip II hücrelerde, 363, Lenfokinler, 272 Paneth hücrelerinde, 309, 3161
3ö4f 365f Lenfositik lösemiler, 260 b tükürük bezlerinden salgılanması, 328
Lamellar grandiler, 370-372 Lenfosit-koloni-oluştuaıcu hücre (LCFC), Lizozomal enzimler, 38-39, 421
Lameller, kemik, 1441' 1461 147, 1471 2501 eksikliği, eşlik eden bozukluklar, 39-
Lamina densa, 69, 701 Lenfositler, 236, 237f 242-243, 2431 2441 40,401, 51t, 117b
glomerül, 383-384, 3891 267-269, 269t. Bkz. B lenfositler; T hücre dışına salıverilmesi, eşlik eden
Lamina propria, 83 lenfositler bozukluklar, 391)
bronş, 354, 3551 3561 dağılımı, 238t, 271t Lizozomlar, 37-40, 39f 401 411 421 Bkz.
bronşiyol, 358 işlevleri, 97t, 234c, 242, 265, 2671 269t Azurofil granüller
endometriyum, 458 kökeni! farklılaşması! olgunlaşması, 961 birincil, 39, 260
idrar kesesi ve idrar yollan, 399-400, 250f 260, 267-268, 2701 2761 277- eşlik eden hastalıklar, 39-40, 39b, 40t,
3991 278 42f51t
sindirim kanalı, 291, 2921 dolaşımı, 284, 2841 ikincil, 39, 401
ince bağırsak, 309-318, 3151 3191 deride, 375 işlevleri, 37-40, 421
kalın bağırsak, 320 üretiminde dalak, 288 Lober bronşlar, 354
mide, 3001 301, 302 limusta, 275-276, 2761 277f Loblar arası arterler, böbrek, 395, 3981
vajina, 464 timusa-bağımlı, 287 Loblar arası venler, böbrek, 398, 3981
Lamina rara (lamina lusida), 69, 701 Leptin, 130 Lobül ortası (merkezi) ven, karaciğerde,
glomerül, 383-384 , 3891 kemik üzerine etkisi, 155b 3331T 334-335! 336
Lamina retikülaris, dermis, 375 Lesitin, zar, 24 Lobiıller arası (boşaltım) kanalları, tükürük
Laminin, 69, 701 117, 1191 1201 Leydig (interstisyel) hücreleri, 431, 4321 bezleri, 326
embriyo gelişiminde ve kanserde, 118b 433, 4351441-442, 4 4 lf Lobıiller arası arterler
endomysiıımda, 1931 LU. B kz. Luteinizan hormon böbrek, 3851 395-396, 398f
glomerül bazal meınbranında, 383 LHRI-I (luteinizan lıormon-salgılatıcı hormon), karaciğer, 336
Laminler A, B, ve C, 53 l69f 408t Lobüller arası venler, böbrek, 3851 398,
Langerhans adacıkları, 328, 3291 420, 4211 Lieberki'ıhn, bezleri (bağırsak bezleri), 307, 3981
4221 30813151 Lokal anestezikler, etki düzeneği, 167b
Langerhans adacıkları, 328, 3291 420, 4211 Lifçikle ilişkili kolajen, 106, 107t Lökodistrofi, metakromatik, 5İt
4221 Lifçikler, kolajen, 106, 1081 1091 Lökositler, 103-106, 1051 233, 2331 234l,
hücre tipleri, 420, 423t sentezi, 107, 11 Of 236-243, 2371 2441 2451 Bkz. özgül
hücre tipleri, 420, 4231 Lifçik-oluşturucu kolajen, 106, 107t, 1081 tip
tümörleri, 420b Limbus (korneoskleral bileşke), 470, 4711 işlevleri, 97t, 233, 234t, 236
tümörleri, 420b Lingual bademcikler, 290 sayısı ve yiizdesi, 238, 238t
Langerhans hücreleri, lOlt, 369, 375 Lingual lipaz, 293 kökeni, 961
kökenleri, 961 Lipazlar, 309, 3131 polimorf çekirdekli. B kz. Nötrofiller
Larinks (Gırtlak), 353-354 hormona duyarlı, 130, 1311 ürünleri, 234t
LCFC (lenlosit-koloni-olıışturucıı hücre), lingual, 293 tipleri, 236, 237f
2501 mide, 300, 304 Lökotrienler, mast hücre salgısı, 102, 1031
LDL (düşük dansiteli lipoproteinler), vücu­ pankreatik, 309, 330 Lopçuk altı ven, 3331 336
da alınması, 28, 291 Lipids Lopçuklar
Lektinler, yüksek ilgiii etkileşimler, 14 ayrılması, 129-130, 131b akciğer, 354
Lenl damar sistemi, 215, 230-231, 2301 depolanması bezlerin, 83
lenl düğümlerinde, 2791 282 karaciğerde, 343 karaciğer, 332-334, 3331 334-3351 336-
pulmoner, 367, 3681 yağ dokusunda, 129-130, 131b, 1311 337, 3361 3371
Lenl düğümleri, 230, 265, 2661 278-284, sindirilmesi, ince bağırsakta, 309, 3131 testis, 431, 4311
2791 2801 Bkz. özgü l tip 3141 Lösemiler, 260b
korteksleri, 279-280, 279128012811 siloplazmik birikimleri (lipid LRH (lutein-salgılatıcı hormon), 1691408t
büyümesi, 284b damlacıkları), 48, 49f Luteal (salgılama) laz, menstri'ıasyon
histoîizyolojisi, 283 hepatozda, 340 döngüsünün, 460-461,4611 462t
bağışıklık eksikliği hastalıklarında, 2831 miiltiloküler yağ dokusunda, 131, Lutein hücreleri
lenl ve kan dolaşımında, 2791 282 1331 granüloza, 454, 4561
lenfosit dağılımı, 271t yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 13 teka, 454, 456f
lenfosit dolaşımı, 284, 2841 tıp alanındaki uygulamaları ve, 13b Luteinizan hormon (LH), 408t
medüliası, 279, 2791 280f 281, 282f 2831 Lipoblastlar, 131, 1321 etkilenen menstrüasyon döngüsü, 4091
metastazı ve, 283 b Lipofuskin (yaş pigmenti), 39, 48 462t
Lenf kanalları, 230, 231 kalp kası hücrelerinde, 207 etkileri, 4091
Lenl nodülleri/folikülleri, 265, 280, 28111 sinir hücrelerinde, 165 G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31t
286, 288 Lipolız, kapiler endotel hücrelerinde, 218 kontrol edilen over işlevleri, 4091453,
Lenlatik kapakçıklar, 2301 231 Lipomlar, 133b 457f 462t
Lenfatik kapilerler, 230, 2301 Lipoproteinler korpus luteum oluşumu ve, 455, 4571
Lenfoblastlar, 2501 260 çok düşük yoğunluklu, 130, 1311 462t
Lenfoid hücreler, 249, 250f düşük yoğunluklu, vücuda alınması, 28, salgılayan hücreler, 405, 408t
Lenfoid organlar, 265, 2661 B kz. özgü l 291 spermatogenez ve, 4091 440, 440f
organ karaciğerde sentezi, 341, 3421 Lutein-salgılatıcı hormon/luteinizan hor-
bademcikler, 289-290 plazmada, 233 mon-salgılatıcı hormon
birincil/merkezi, 265 Liposarkomlar, 133b (LRM/LHRH), I69f408t
çevresel, 265 Littre bezleri, 400, 446
dalak, 265, 2661 284-288, 2851 2861 2871 Lizil oksiclaz, kolajen oluşumunda, 107, 1101 M (mikro katlantı) hücreleri, 309, 3171 318,
lenf düğümleri, 230, 265, 2661 278-284, Lizin lıidroksilaz, peptidil, kolajen sen­ 3181 3191
2791 280f tezinde, 106 M çizgisi, 1971 198
İNDEKS / 503

Majör bazik protein, 239 418-419, 4l9f Menstrüasyon. B kz. Menstrüasyon döngüsü
Majör histokompatihilite kompleksi (MHC), böbrek, 383, 384f 3851" korpus luteıım, 455-456
265, 270-271, 272f kıl, 378, 378f Mercek kapsülü, 470f 475, 475f
antijen işlemede, 269, 272f lenf düğümü, 279, 279f 280f 281, 2821" Mercek lifleri, 475, 4751
doku reddinde, 270, 271 283f Mercek, gözün, 469, 470f 4711" 475, 475f
Majör kulisler, 383, 384f over, 449, 450f Merkel hücreleri, 369, 375
Makrofaj-koloni-uyancı faktör (M-CSF), timus, 275, 276, 27öf 277f 278f Merkezi (beyaz pıılpa) arterleri, 285-286,
25lı Medüller aıterler, bölerek üstü bezi, 413, 285f 286f
Makrofajlar, 97-100, 99f lOOf lOlf lOlt 4 l4 f Merkezi (lobıil ortası) veni, karaciğerin,
alveoler, 361 f 366, 368b Medüller depolanma bölgesi, nötıofil, 259, 333f 334-335T 336
apoptozda, 66, 66b, 67f 259f Merkezi bölge, prostatın, 444, AAAf
doğal bağışıklıkta, 265, 270f Medüller ışınlar, 383, 384f 396, 398f Merkezi kanal, 173
etkinleşmiş, 99- 100b Medüller kordonlar, lenf düğümü, 2801" Merkezi kın, 45, 47f
işlevleri, 97t, 99-100b, lOlt 281, 282f Merkezi retina arteri, 4701"
kökeni ve olgunlaşması, 96f 97, 99, 260 Medüller lenfoid sinüsler, 280f 281, 282f Merkezi retina veni, 4701"
iizozomlar, 37, 40f Medüller oluşum bölmesi, nötrofil, 259, Merkezi sinir sistemi, 161, l 6 lf 1621" 171-
Makrositler, 235b 259f 175
Maküla adherens (desmozonılar), 71 f 72, Medüller pinımitler, 383, 384f Mermer kemikler, 144b
72f Medülloblastomlar, 188 b Merokrin bezler, 82-83
kalp kasında, 206, 209f Medya, kan damarı, 219-220, 219f ter bezleri, 379f 380
timus korteksinde, 275, 2771" büyük elastik arterin, 219f 224f Mertek hücreleri, 486, 4861" 487
Maküla densa, 3851" 389, 3891" 395f 396f orta boy (miisküler) arterin, 219f 220- Metabolizma, tiroicl hormonlarının etkisi,
3981" 222, 2231" 227f 423
jukstagloınerül aparatının parçası olarak, venin, 225, 227f 2281" Metafaz, 59-60, 60f 6 lf 621" 63f
385f 394, 397f 398f zayıflaması, anevrizmaları ve, 224 b Metakromatik lökodistrofi, 511
Maküla Megakaryoblastlar, 2501" 261, 2611" Melakromazi, mast hücresi, 101
göz, 470f Megakaryosit oluşturucu hücre, 250f Metaıniyelositler, 2541" 257f
ütrikül ve sakkıil, 484, 484f Megakaryositler, 961" 246, 249, 250f 2 6 l, Metaplazi, 84 b
vestibiil işlevleri, 486 26 lf 262f 263f 264f miyeloid, 288 b
Malabsorpsiyon sendıomu, 309b Megakaryositopoez, 96f 246, 249, 250f Metarteriyoller, 218, 2181"
Mal ignite. Bkz. Kanser 261, 2611" 262f 263f 264f Metastaz, lenf düğümleri aracılığıyla, 283 b
Malin melanom, 381b Megakolon, doğmalık (Hirschsprung Mezakson, 178r 179f
Malleus, 483-484, 483f hastalığı), 292h Mezangiyal hücreler, 385, 390f
Mallory boyası, 2 Meibomian bezleri, 480-481, 482f glomerül dışı (lacis hücreleri), 385, 394
Malpighi tabakası, 370 Meissner (submukozal) sinir ağı, 291, 319f Mezenkim/mezenkimal hücreler
MALT. Bkz. Mukozaya eşlik eden lenfoid 320 bağ dokusu oluşumu, 95
doku Meissner cisimcikleri, 377, 377f kıkırdak oluşumu, 138, 138f
Mammotrop hücreler, 408t Melanin, 369, 372 Mezenter, 291
Mandibüla altı (tnaksilla altı) bezler, 325, kuşum, 375 b kolajen demetleri, 110-111, 1131
326f 3271" 328, 328f retinada, 476 Mezoderm/Mezodermal hücreler, bağ
Mantarsı papillalar, 293, 293f sentezi, 373-374, 3731" 374f dokusu oluşumu, 95
MAPler (ınikrotCibül ile ilişkili proteinler), siloplazmik birikimleri (melanin graniil- Mezolel/Mezoteliyal hücreler
43 leri), 48, 373-374, 374f kökenleri, 96f
Marfan sendıomu, 112b Melanom, malin, 381 b sindirim kanalı, 291, 292f
Marjinal bölge, dalakta, 286, 286f Melanositler MGCFC (ınonosit-granulosit-koloni-
Masson boyası, 2 deride, 369, 372-374, 373f oluştumcu hücre), 250f
Mast hücreleri, 101-102, 101f 102f 103f iriste, 474 MHC. B kz. Majör histokompatihilite kom­
bağ dokusu, 102 kılda, 3781" 379 pleksi
işlevleri, 97ı, 101-102 melanin sentezi, 373-374, 373f 374f Mide (fundus) bezleri, 30üf 301f 302, 3031
kimyasal düzenleyicilerin salıverilmesi, kusuru, 375b 306f
101-102, 102b, 103f Melanozomkır, 373, 374f Mide epiteli hücreleri, 300f 301, 301b, 301 f
kökenleri, 96f 102 Melatonin, 430 3021"
mukoza, 102 Membranüz Ciretra, 400 Mide gövdesi ve fundus, 300, 300f 301f
Matriks kesecikleri, 294 Meme bezleri, 465-467. Bkz. Memeler 302-304, 302f
Matriks reseptörleri (integrinler), 24, 73, Meme lobları, 465, 4651 Mide, 299-307, 300f Bkz. Başlık altında
95, 118, 120f 121f Meme süt, üretiminde, 465-466, 466f 467 Gastrik
Matriks Meme ucu, 465 enleroendokrin hücreler, 304, 306f 307f
çekirdek, 59 Memeler, 465-467 307*
eozinolilik özgül granülii, 239 emzirme ertesinde gerilemesi, 466-467 midede, 299-300, 303, 304
hiyalin kıkırdak, 136, 136f gebelikte ve emzirmede, 465-466, 4661" Mikro cisimler (peroksizomlaı), 41
kalsifiye oluşu, 139* 467f Mikrodamarlar, 215, 215f
hücre dışı, 69, 69, 95 gelişimi, 465 Mikroclolaşım, 218, 2i8f
kemik, 141, 144-145 kanseri, 467b Mikrofilamanlar. Bkz. özgül tip
ilişkili bozukluklar, 142b yaşlılığa bağlı gerilemesi, 467 aklin filamanları, 45f 46, 48f
sentezi, 142, I42f Menarş, 449 ara filamanlar, 46-48, 46*, 491"
mitokondrial, 30, 31, 33f Meniks. B kz. Beyin zarları miyozin filamanları, 46
tırnak, 379 Menopoz, 449 Mikroglia, 101 t, 170, 170f 170t, 171f
MCFC (monosit-koloni-oluşturııcu hücre), ertesinde senile meme gerilemesi, 467 dağılımı, 1011
250f Menstrüasyon döngüsü, 459-462, 459f 460f ilişkili bozukluklar, 171 b
M-CSF (makrofaj-koloni-uyancı faktör) 251t 4 6 lf4 6 2 f işlevleri, lOlf 170t
Mediastinum testis, 431, 431f esnasında memedeki değişiklikler, 465 kökenleri, 9öf 170t
Medulla Menstrüasyon döngüsünün menstrüel evre­ Mikrokatlantı (M) hücreleri, 309, 317f 318,
böbrek üstü bezi, 413, 4 l3 f 4 l4 f 415F si, 460, 461-462, 462f 318f 319f
504 / İNDEKS

Mikrolitler, 235 Miyoepitel hücreleri, 78-80, 87-89, 92f Müköz zar. Bkz. Mukoza
Mikroskop! tükürük bezleri, 325, 326f Mukoza altı (Meissner) sinir ağı, 291, 319f
doku hazırlanması, 1-3 Miyofibroblastlar, yara iyileşmesinde, 97’ 320
doku kesitlerini yorumlanmasında Miyofilamanlar, 197f Mukoza altı, 291, 292f
karşılaşılan sorunlar ve, 18-20, 20f Miyoglobin, sarkoplazmada, 205, 205f ince bağırsak, 308f 318, 319f 320f
elektron, 6-7, 6f 7f Miyoid hücreler, 432-433, 432f 434f mide, 300f 307
tarama, 7, 7f Miyokardiyum, 227-228 Mukoza mast hücresi, 102
transmisyon, 6-7, 6f, 7f Miyometriyum, 449f 458 Mukozaya eşlik eden lenfoid doku
faz kontrast, 3-4, 4f Miyonöral bağlantı (motor uç-plak), l62f (MELD), 165, 288, 289f 290f Bkz.
floresan, 5-6, 6f 203, 203f Bronşla ilişkili lenfatik doku;
ışık, 3, 3f Miyopati, mitokondriyal, 32*, 33f Bağırsağa eşlik eden lenfatik doku
konfokal, 5, 5f Miyozin ağır zincirleri, 197f 200 Mukus hücreleri. Bkz. Mukus-salgılayan
kutuplaştırıcı, 4-5, 4f Miyozin başı, kas kasılmasında, 199f 200, hücreler
Mikrotomlar, 1, 2, 2f 201 Golgi aygıtı, 36, 37f
dodurma, 2 Miyozin hafif zincirleri, 197f 200 tükürük bezleri, 325, 326f 327f 328f
Mikrotnıbeküler ağ, 49-51 Miyozin/miyozin filamanları, 46 dil altı bezleri, 328, 329f
Mikrotiihül düzenleyici merkezler, 43 düz kasta, 207-208 çene altı bezleri, 327f 328, 328F
Mikrotübiil ile ilişkili proteinler (MAPler), iskelet kasında, 197f 198, 200 Mukus-salgılayan hücreler, 85-86, 89f 90f
43 kasılma ve, 199F 201 91 f Bkz. Goblet hücreleri; Müköz
Mikrotübiiller, 43-45, 44f 45f 47f Modiyol, 484 hücreler
hastalıklarla ilişkili değişiklikleri, 511 Moll, bezleri, 481 safra kesesinde, 345, 346f
mitozda, 44, 59-60, 63f Monoblastlar, 260 golgi aygıtı, 36, 37f
Mikrovilııslar, 73, 75f Bkz. Fırçamsı (çizgili) Monokinler, 272 kalın bağırsakta, 320, 322f
ince bağırsak, 309, 31 If 312F Monoklonal antikor, imiinohistokimya ve, midede, 301, 301 f 302, 302f
kenar kanalcıklar ve hepatositler, 337, 14-15 Müller hücreleri, retinal, 477, 477f 479
339f 34 lf Monosit-graniilosit-koloni-oluştunıcu hücre Miillerian-engelleyici hormon, Sertoli
Miksödem, 428 b (MGCFC), 250f hücresinde üretilmesi, 440
Mine çubukları (prizmaları), 296 Monositik lösemiler, 260 b Mültiloküler yağ dokusu (kahverengi yağ),
Mine, 294, 294f 295-296 Monosit-koloni-oluşlurucıı hücre (MCFC), 129, 131-133, 132f 133f
Mine, 296 250f işlevi, 132
Mineralokortikoidler, 414, 4l6, 4 l7 f Monositler, 97, lOlt, 234t 236, 237f 243, histogenezi, 132-133
Minör kalisler, 383, 384f 245f tümörleri, 133*
Mitokondıi eksikliği hastalıkları, 32, 33f 51 1 işlevleri, 1011, 234t, 243 Mültipl skleroz, miyelin kılıf parçalanması,
Mitokondri, 30-31, 32f 33f kökenif farklılaşması/olgunlaşması, 96t, 171b
ATP sentezi, 30-31, 32f 33f 97, 99, 243, 250f 260 Mültipolar nöronlar, 163, l63f
ilişkili hastalıklar, 32, 33f 511 sayısı ve yiizdesi, 238t Müsinler, 86
kalp, 207, 209f 210f ürünleri, 234t Müskülaris mukoza, 291, 292f
sinaps öncesi uçta, l66f 167, l68f Monositopoez, 249, 250f ince bağırsak, 315f 319f
Mitokondriyal DNA, 31 Mor ötesi (güneş ışığı), maruz kalma, mide, 300f 301
Mitokondriyal miyopati, 32b, 331 melanositler üzerine etkisi, 374 Müskülaris, 291, 292f
Mitokondriyal RNA, 31 Morgagni, rektum sütunları, 320 ince bağırsak, 318, 321 f
Mitokondriyal sitopati, 51t Morquio sendromu, 117b kalın bağırsak, 320, 322f
Mitokondriyal zarlar, 30, 32f Morula, 462 mide, 307
Mitoz (hücre bölünmesi), 59-60, 60f 6 lf Motilin, 307b Müsküler (orta boy) aiterler, 219f 220-222,
62f 63f Motor (eferent) nöronlar, l62f 164, 173, 223f 227f B kz. Arterler
hücre döngüsünde, 60, 64f 183f Müsküler tabaka, vajinal, 463, 464
sırasında sentromerler, 44-45, 59 Motor birim, 204 Mutasyonlar, nokta, orak hücre
tıp alanındaki uygulamaları ve, 64-65b, Motor proteinler, 44 hastalığında, 235b
65f Motor sinirler, 181
Mitoz mekiği, 59, 60f 63f iskelet kası sinir ağı, 203-204, 203f Na+/K+-ATPaz (sodyum pompası), aktif
Mitozdaki mikrotübüller, 44, 59-60, 63f Motor uç plak, l62f 203, 203f taşımada, 84-85
Miyastenia gravis, 204s MPF (olgunlaşmayı uyarıcı faktör), 62 proksimal kıvrımlı tüllükle, 85, 85f 386
Miyelin kılıf, l62f 172f 178, 179, 179f mRNA. Bkz. lllak RNA NADPH oksidaz eksikliği, 239b
nuiltipl sklerozda, 171* Mühür yüzük (taşlı yüzük) hücreleri, 129, Nazofarinks, 353
oluşturan oligodendrositler, 169, 172F 130f Nefronlar, 383-394, 384f 393r
178, 180 Mukopolisakaritler asit. Bkz. jukstamedüller, 384f 387
oluşturan Schwann hücreleri, 169, 178- Glikozaminoglikanlar Mukoza kortikal, 385f 387
179, 179F (müköz zar) Nekroz, 66b, 224b
Miyelin, 173, 179, 179f bronş, 354, 355f 356f 357f Neksinler, 45, 47
Miyelinli sinir lilleri, 178-180, 179f 180f bronşiyol, 358 Neonatal hiperbilirubinemi, 338*, 343f
181f182f sindirim kanalı, 291, 292f Neoplazi, 65 b. Bkz. Kanser; Tümör
Miyelinsiz sinir lifleri, 178, 178f 179f 180, safra kesesi, 345, 345f Nervöz doku. Bkz. Sinir dokusu
180f mide, 300f 301, 301f 302f Nissl cisimleri, 162f I64f 165, l65f
Miyeloblastlar, 254F 257f 258, 260 kalın bağırsak, 320, 322f NK hücreleri. Bkz. Doğal katil hücreler
nötrofillerdeki üretiminin kinetiği ve, ince bağırsak, 307-309, 308f 315F Nokta mutasyonu, orak hücre hastalığında,
259 trakea, 354, 354f 235*
Miyeloid hücreler, 249, 250f vajina, 463 Nöral devreler, 161
Miyeloid metaplazi, 288* Mıiköz boyun hücreleri, 302, 302f Nüral kök hücreleri, 188
Miyelojenik lösemiler, 260* Mü köz doku, 126f 127 Nöral krista, 163
Miyelositler, 250f 254f 257f 258, 258f 259f Müköz goblet hücreleri. B kz. Goblet Nöral retina, 476. Bkz. Retina
Miyenterik (Auerbach) sinir pleksusu, 291, hücreleri Nüral sap (infundibulum), nörohipofizin,
319f 320, 32lf Müköz tiibüller, tükürük bezleri, 325, 326f 403, 405f
Miyoblastlar, 191 329f Nüral tüp, 163
İNDEKS / 505

Norepinefrin, 167, l68f 187 Ödem, 119b, 120-121 Organ nakli, 271-273
böbrek üstü bezi medülası salgısı, 418, Odontoblast uzantıları (Tomes lifleri), 295, reddi ve, 270, 271
418-419*. 4 l9 f 296f 297f Organeller, 24
sempatik sinir sisteminin düzenleyici Odontoblastiar, 294, 294f 295f 297f Örgü (birincili olgunlaşmamış) kinik, 146.
rolü, 187 işlevleri, 97t Bkz. ayrıca Kemik
Normoblastlar (ortokromatfilik eritroblastlar), Oftalmoskopi, 479b Ona boy (müsküler) arterler, 219f 220-222,
253, 254f 255f Ökaryot hücre, 23. Bkz. Hücreler 223f 227f Bkz. Arterler
Nöroendokrin sistem, yaygın, 86, 92f Ökromatin, 54f 56 Orta boy lenfositler, 242
enteroendokrin hücreler ve, 304, 306f Oksifil hücreler, 428, 429f Orta boy venler, 221f 225, 227f
3071' 3071, 309, 317f Oksihemoglobin, 236 Orta kulak, 482-484, 483f
tümörleri (apııdomalaı), 86 b Oksijen taşınması, 233, 234f 236 ses dalgalarının izlediği yol, 483f
Nöroepitel hücreleri, 78 Oksijen tüketimi, fagositoz sırasında, 239* Orta parça, spermin, 436, 436f
Nöroepitelyal cisimler, bıonşiyollerde, 355- Oksintik hücreler (pariyetal hücreler), 301 f Ortak safra kanalı (duktııs koledokus),
358 302f 303-304, 303f 304f 305f 306f 344
Nörofilamanlar, 46t, 48, 165 atrofik gastritte, 303* Oıtokromatofil eritrobiast, 253, 254f 255f
Nörofizin, 408 Oksitalan lifler, 112, 115f Örtücü epitel, 74-80, 76t
Nöroglia hücreleri, 161-162, 168-170, 170b, deride, 376f 377f bez oluşumu, 80, 82f
171 f zonül, 472f 473-474, 475 Ösofagus bezleri, 299, 299f
ilişkili bozukluklar, 171 b Oksitosin, 408, 409f 410* Ösofagus kardiyak bezleri, 299
sinir bozunması ve yenilenmesi, 187b etkileri, 4091' 410*, 410* Ösofagus, 299, 299f
Nörohipofiz, 403, 408-409 süt-atma refleksi, 409f 410*, 466* Östaki (işitme) tüpü, 483, 483f
gelişimi, 403, 404f Öksürük refleksi, 368b Osteoblastlar, 141, 142, l42f
hormonları, 408-409, 409f 410 Oküler merceği, ışık mikroskobunun, 3, 3f işlevleri, 97t, 142, 148, 148f
hücreleri, 408, 4 l i f Oküler, ışık mikroskobunun, 3, 3f kökenleri, 96f
Nörorn, 187b Olfaktör hücreler, 353, 353f paratiroid hormon etkisi, 144, 155, 428
Nöronlar, 161, l6 lf l62f 163-164, l63f Olfaktör lob, 353 Osteoblastom, 155*
1641' Olgun (graaf/ovulasyon öncesi) foliküller, Osteogenezis imperfekta, 108*, 11 İt
çift kutuplu, 1621' 163, I63f 451f 452 Osteoid, 142, I42f
retinal, 4711' 476, 477f 478 Olgun (ikincil/lamellar) kemik, I44f 146- Osteoklastlar, 1Olt, 141, 143-144, 143f
çok kutuplu, 163, l63f 148, I46f I47f B kz. Kemik ilişkili bozukluklar, 1-44*, 155*
duysal (getirici)), 164, 173 Olgun salgı grandileri, 85 kökenleri, 9öf
motor (götürücü), I62f 164, 173 Olgunlaşma evresi, spermatogenezde 436f lizozomal enzimlerin salıverilmesi, 39,
plastisitesi, 188 437, 438 l42f 143, I43f
sinir bozunması ve yenilenmesi ve, 187* Olgunlaşmamış (birincil/örgü) kemik, 146. paratiroid hormonun etkisi, 144, 155,
tipleri, l62f l63f B kz. aynen Kemik 155*, 428, 428-429*
yalancı tek kutuplu, l62f 163, lĞ3f Olgunlaşmamış salgı granülleri, 85, 88f Osleoklastom, 155b
Nöropeptidler, 167, l69f Olgunlaşmayı uyarıcı faktör (MPF), 62 Osteoklast-uyarıcı faktör, 144, 155, 428
Nörotransmiterler, 167-168, l68f l69f Oligodendrositler, l62f 169, 170f 170, 171f Osteomalazi, 142, 155*
salıverilmesi, l66f 167, 168 172f Osteon (havers sistemi), I44f I46f 147-148,
uzaklaştırılması, 168 miyelin kılıf yapımı, 169, 172f 178, 180 I47f
Nörotrofinler, 188 Oligosakaritler, yeri, hücrelerdeki ve doku­ Osteopetroz, 144*, 155*
Northern blot, 18 lardaki, 10-13 Osteoporoz, 155*
Nostriller (bııaın delikleri), 350 Ölüm sertliği, 201 Osteoprogenitör hücreler, 145
Nötrofil metamiyelositleıi, 254f Ömelanin, 372 Osteosarkom, 155— 156*
Nötrofili, 260 X Omurilik gangliyonları, 182 Osteositler, 141, I 4 lf 142, 142f
Nötıofilik miyelositler, 250f 254f 258, 258f Omurilik, 171, 173-175, 175f 1761' kökenleri, 96f 142
259f Omurlar arası diskler, 139-140, 157f Östrojen
Nötrofiller (polimorf çekirdekli Iökositler), fıtığı, 140b böbrek üstü bezi salgısında, 414
234t, 236, 237f 238-239, 239f 24üf Ön boynuzlar, 173 kemik üzerindeki etkisi, 155b
işlev görmemesi, 239* Onarım menstrüel döngü üzerindeki etkisi, 459,
işlevsel bölümleri, 259, 2591 fibıoblastlar, 95-97*, 123f 460, 462i
işlevleri, 97?, 234?, 238, 238-239* kırık, 152*, 154f üreme organları üzerindeki etkisi, 459,
olgunlaşmamış, 238*, 258, 258* Öncül hücreler (blastlar), 249, 250f 250* 459f
doğal bağışıklıkta, 265, 2681' Öncüller, radyoaktif, otoradyografi için, 8- vajina mukozasına etkisi, 459f
sayısı ve yüzdesi, 238, 238? 9, 9f Östrojenik (proliferatif menstrüel) menstru­
değişiklikler, 260* Onkogenler, 64b al döngü evresi, 460, 460f 462t
kökeni/farklılaşması/olgunlaşması, 96f Oogonyumlar, 449 Otofagozomlar, 39, 40f
250f 254f Oositler, 449 Otograftlar, 271
kinetiği, 259 atrezisi, 449-450, 452-453, 455f Otoimmiin hastalık, 265, 273, 277
ürünleri, 234t birincil, 449 Otokrin işaıetleşme/etkileri, 28
Nüldeazlar, 330 Opioidler, G proteinlerinin düzenleyici etk­ sitokin, 272, 273f
Niikleik asit hibridleştirme. Bkz. ileri, 31t Otokrin salgı, 403
Hibıidleştirme Opsinler, 479 Otolitler (otokoniler), 484, 484f 485f
Niikleik asit pıobları, 17 Opsonizasyon, 273, 274f 275f vestibüler işlevleri, 486
Nükleik asitler. Bkz. DNA; RNA yeri, Optik disk. Bkz. Optic sinir head Otonom gangliyonlar, 182
hücrelerdeki ve dokulardaki, 10 Optik kese, 476 Otonom sinir sistemi kraniyosakral bölümü
Nükleus pulpozus, 14ü, 157f Optik sinir başı (optik papilla/optik disk), (parasempatik sinir sistemi), 1861’
yırtılmış omurlar arası diskte, 140b 470f 471f 472, 478 187
Optik sinir papilası (optik sinir başı/optik Otonom sinir sistemi, 182-187, 186f
Objektif merceği disk), 470f 471f 472, 478 kalbe dağılan sinirleri, 230
elektron mikroskopta, 6, 7f Optik sinir, 469, 470f 471f 476, 478f Otonom sinir sisteminin torakolomber
ışık mikroskopta, 3, 3f Ora şeriata, 469, 470f 471f bölümü (Sempatik sinir sistemi),
Oddi, sfinkteri, 344 Orak hücre hastalığı, 235*, 235f 186-187,186f
506 / İNDEKS

Otoradyografi osteoklast-uyarıcı faktör ve, 144, 155, görme, 477, 479


doku kesitlerinin, 7-9, 8f 9f 428 sitoplazmik birikimleri, 48, 50f
nüldeik asit belirlemek için, 17 Parenkim, 69 PIH (prolaktin-engelleyici hormon), 408*,
Oval pencere, 483, 483F 485 Pariyetal hücreler (oksintik hücreler), 301 f 410*
Over folikülleri, 450, 450f 451f 302f 303-304, 303f 304f 305f 306f Pıhtı çekilmesi, 247
atrezisi, 449-450, 452-453, 455f atrofik gastritte, 303* Pıhtı temizliği, 247
birincil Pariyetal pleva, 367, 3ö8f Pıhtılaşma dizgesi, 247
çok tabakalı (preantral), 450, 451f Pariyetal tabaka, Bowman kapsülünün, Pıhtılaşma faktörleri, eksikliği, hemofilide,
452f 383, 385f 386f 247b
tek tabakalı, 450, 451f 452f Parmak izleri (dermatoglifiler), 369 Pıhtılaşma, kan, 247
büyümesi, 450-452, 451 f 452f 4531' Parotid bezleri, 325-328, 327f kusurları, hemofilide, 247b
ikincil (antral), 451, 451f 454f 455f Pars fibroza, 58, 59f trombositler, 247
olgun (graaff ovulasyon öncesi), 451f Pars granüloza, 58, 59f Piknotik çekirdekler, apoptozda, 66, 66f
452 Pars intermedia, 403, 404f 405, 406f Pikrosirius, 3
primordial, 450, 450f 451f 452f Pars nen'oza, 403, 404f 405f 406f 409f Pilor bezleri, 300f 307, 308f
Överler, 449-456, 449f 450f Pars tüberalis, 403, 404f 405 Pilor sFınkteri, 300f 307
gelişimi, 449-450 PAS tepkimesi. Bkz. Periyodik asit-Schiff Pilor, 300, 300f 307, 308f
Oviduktlar (uterus tüpleri/fallop tüpleri), (PAS) tepkimesi enteroendokıin hücreler, 307, 307’
449f 456-457, 458f 459f Pediselier, 383, 387f 388f Pineal bezler/cisim (epifiz), 429-430
döllenmede, 449f 457 Pemfigoid, biillöz, 375* Pinealositler, 430
implantasyonda (dış gebelik), 457* Pemfigus, 375* Pinositoz kesecikleri, 27, 85
Ovulasyon öncesi (olgun/graaf) folikülleri, Pendiilöz üretra, 400 kapiler endotei hücresinin, 216, 217f
451f 452 Penil iiretra, 446 proksimal kıvrımlı tübüliin, 385-386
Ovulasyon, 453-454 Penis ereksiyonu, 446, 446* Pinositoz, 85
Oyuk (diş), 295b Penis, 431f 446, 446f sıvı evresi, 27
Özgül granüller, 236, 238* Penisiler aıteriyoller, 286, 286f Piramidal hücreler, l62f
bazofil, 238*, 242, 242f 243f Pepsin, 300, 304 Pituisitler, 408, 41 lf
eozinofil, 238*, 239, 240f241f Pepsinogen, 304 Pituiter bez (hipofiz), 403— 411. Bkz.
graniilopoezde, 256, 257f Peptidil lizin hidroksilaz, kolajen Adenohipofiz; Nöıohipofiz
notrofil, 238, 238*. 239f sentezinde, 106 gelişimi, 403, 404f
Ozmotik basınç, 119-120, 121F Peptidil prolin hidroksilaz, kolajen hormonları, 404, 408A 409141
sentezinde, 106 Hipotalamo-hipofizer sistem ve, 403-404,
P maddesi, I69f 307* Peptitler 405f 409f
Pacini cisimcikleri, 377, 377f distal bölümün kontrolünde, 404-405, Kan dolaşımı, 403, 4ü5f
Paksilin, 118 409f 41 Of tiroidle ve hipotalamusla ilişkisi, 41 Of
PALS. Bkz. Alter çevresi lenfatik kılıfları nörotransmiter olarak, 167 tümörleri, 411*
Pampiniform pleksus, 440 Perfore damarları, 299 Cushing sendromu nedeni olarak, 419
Paneth hücreleri, 309, 315f 3 l6 f 317f Performs, 268 Plaklar
Pankreas, 325, 328-331 Perikardiyum, 228 epifiz (epifiz kıkırdağı), 136, l49f 150-
asiner hiıcrelerf asinüsü, 36f 42f 43f 87f Perikary'on (hücre gövdesi), l62f 163, 164- 151, 150f 151f 152f 154f
88f 89f 328-330, 3291' 330f 331 f 332f 1 6 5 ,I6 4 fI6 5 f kemik, 146
ilişkili bozukluklar, 331 * Perikondriyum, 135-137, 136f 137f Plasenta, 462
Langerlıans adacıkları, 328, 329f 420, Perilenf, 484 previa, 463*
421f 422f Perilenfatik kanal, 483f Plastisite, nöron, 188
tümörleri, 345* Perimisyum, 192, 192F 193f Plazma hücreleri, 36f 103, 104f 105f 267
Pankreatik polipeptid, 423* Perinöryum, 180-181, 183f 184f işlevleri, 97’ , 103*
F hücresi üretimi, 423* Periodontal bağ, 294, 294f 297, 298f kökenleri, 96f
Pankreatit, 331* C vitamini eksikliğinde, 108-109*, 297* ürettiği antikorlar, 103*, 265, 266
Pankreozimin, 331* Periodontal hastalık, dişeti oluğu ölçümü, Plazma proteinleri, 233-234
Pannikulus adipozus, 369 299* bağ dokusu matriksinde, 118
Papanicolaou testi, 463* Periodontiyum, 296-299 karaciğerde sentezi, 341, 342f
Papiler tabakası, dermişin, 375-376 Perisitik (kapiler sonrası) venüller, 225 Plazma zarı (plazmalemma), 23-28
Papillalar, 83 Perisitler, 216 alyuvarların, 235
dermal, 369, 369f 375, 376 Peritübüler kapiler ağ, 385f 386f 396 kas hücrelerinin (sarkolemma), 191, 192f
damarları, 376 Periyodik asit-Schiff (PAS) tepkimesi 202f
dilde, 292-293, 294f ile belirlenen polisakaritler, 10-12, 13f yapısı, 23f 24, 25f 26f
Parafin, doku gömmek için, 2 ile belirlenen retiküler lifler, 111 Plazma, 233, 233f
Parafoliküler (C) hücreleri, tiroid, 425, 425f Periyost, 141, 144 f 145 bileşimi, 233-234
427* Perlekan, 69 Plazmalemma. Bkz. Plazma zarı
Paragangliyonlar, 419 Pernisyöz anemi, 303* Plazmin, 247
Parakrin hücreler, 86 Peroksidaz Plazminojen etkinleştiricileri, 247
Parakrin işaretleşme etkisi, 28 antikor işaretlemesi için, 15 Plazminojen, 247
Parakrin işaretleşme etkisi, 28 sitokin, yeri, hücrelerde ve dokularda, 10 Plevıa efüzyonu, 367-368
272, 273f Peroksizom proteinleri, 41 Plevra, 367, 368f
Parakrin salgı, 403 kusurlu, eşlik eden bozukluklar, 41 *,340* Plevral boşluğu, 367, 3ö8f
Paranazal sinüsler, 353 Peroksizomlar (mikro cisimler), 41 Pliiripotent kök hücreler, 249, 250f 250*.
Parasempatik sinir sistemi, 186f 187 Peyer plakları, 289f 290f 318 p53 Bkz. ayrıca Kök hücreler
kalbe dağılımı, 230 Pia mater, 175, 176, 177f Podositler, 383, 385f 387f 388f 389f
Paratiroid bezler, 424f 428-429, 428f 429f Pia-araknoid, 175. Bkz. Pia mater Poietinler (hematopoetik büyüme
Paratiıoid hormonu, 428 Pigment epiteli, 470f 471f 476, 477, 477f faktörleri/lıematopoetinler), 250-
kalsitonin etkileşimi ve, 428 480f481f 251,251*
kalsiyum düzeylerif kemik üzerine Pigment hücreleri, iriste, 474 tedavi amaçlı kullanımı /ilişkili
etkisi, 155, 155*, 428, 428-429* Pigmentler bozukluklar, 251*
İNDEKS / 507

Poliklonal antikorlar, imünolıistokimya ve, Pıolin hidroksilaz, peptidil, kolajen eksikliği, 366*
14-15, 171 sentezinde, 106 Pulpa boşluğu, 294, 2941
Polikromatofil eritıoblastlar, 253, 254f 2551 Promiyelositler, 2541 2571 258 Pulpa kamarası, 294
Polimorf çekirdekli lökositler. Bkz, Promonositler, 2501 260 Pulpa
Nötrofiller Prostat bezleri, 431f 443-446, 4441 4451 dalak, 285, 2851
Polipeptitler, saptanmasında imünohis- hastalıkları, 444-446* beyaz, 285, 285f 286-287, 286f
tokimya, 16* Prostat kanseri, 444-446* kırmızı, 285, 2851 286f 287-288, 2871
Poliribozomlar (polizomlar), 32 Prostat sıvısı, 444 diş, 2941 296, 297f
kaba endoplazma retikuluınunda, 34, Prostat taşları (korpora amiiasea), 446 Pupil, 469, 470f 474
34f 35f Prostata özgü antijen, 444-446 Pupilla genişletici kası, 474, 4741
protein sentezinde, 32, 34f 35, 351' 36f Prostatik iiretra, 400, 443, 44414451 Purkinje hücreleri, 1621 173, 1741 227-230,
Polisakaritler, yeri, hücrelerdeki ve Proteaz E, 330 2281 229f
dokulardaki, 10-13, 131 Proteazomlar, 40-41 Purpura, trombositopenik, 26l*
Polizomlar. Bkz. Poliribozomlar Protein A, yüksek ilgili etkileşimlerde, 14,
Polsitemi (eritrositoz), 234-235* 191 Radyoaktif maddeler, yeri, otoradyografi
Poıtal aralık, 332-334, 3331 334-3351 Protein J, 266 ile, 7-9, 8191
Poıtal sistem, hipolizer, 403, 4051 4091 Protein lifler, bağ dokusunda, 95, 106-112, Ranvier boğumlan, 1621 179, 1791 182f
Poıtal ven, 3331 336 107*. 1131 11411151 116f Ranvier, düğümleri, 1621 179, 1791 1821
Portal venüİler, 336 Protein, 62 Rarefaksiyon evresi, ses dalgasının, 487
Postkapiler (perisitik) veniiller, 225 Proteinler Raşitizm, 155*
lenfosit dolaşımında, 284, 2841 sentezi Rathke kesesi, 403, 4041
Preantra! (çok tabakalı birincil) lolikül, Golgi kompleksi ve, 36-37, 371 381 Red, transplant, 271
450, 4511 4521 granüllü endoplazma retikulumunda, MHC molekülleri ve, 270, 271
Predentin, 294, 2951 297f 34-35, 351 361 Refleks yayı, 1831
Prepisyum hücrelerin çekirdekçiklerinde, 58 Reissner (vestibüler) zan, 485, 4861487
klitoris, 464 karaciğer, 340-341, 3421 Rektal sütunları, Morgagni, 320
penis, 4311446 mitokondriyal, 31 Rektus kasları, 4701
Preprofaz, 601 poiiribozomlarda, 32, 341 35, 351 361 Renin
Preprokolajen, 106, 1101 sperme özgü, 440 * kan basıncının düzenlenmesinde, 394-
Presbiyopi, 475* sürfaktan, 363, 364f 366 395*
PRH (prolaktin-salgılatıcı hormon), 408* anne sütü, salgısında, 466, 4671 üreten jukstaglomeriiler hücreler, 394
Primordial loliküller, 450, 450145H 4521 bağlanma, 35, 351 Reseptör tarafından düzenlenen endositoz,
büyümesi, 450-452, 4511 4521 4531 majör bazik, 239 26, 28f
Primordiya! germ hücreleri, 449 ınitoz etkinliği üzerine etkisi, 64* Reseptörler, 25, 291 469
Prizmatik epitel, 69 motor, 44 bozuk, neden olan hastalıklar, 29*
çok katlı, 76t, 78 parçalanması, proteazomlar, 40-41 işaret almada, 28, 291 30, 301
tek katlı, 74, 76f, 77f 78, 791 plazma, 233-234 Rete testis, 4311 432,442
titrek tüylü, solunum sisteminde, 349, bağ dokusu matriksinde, 118 Retiküler doku, 125-126, 1261
350b, 35013511352f karaciğerde sentezi, 34i, 3421 Retiküler hücreler, 125-126, 126f
yalancı çok katlı, 77f 78 saptanmasında imünolıistokimya, 10, 14- lenf düğümünde, 280, 2801 281, 2821
Proakrozom grandileri, 436 15, 151 l6 f 16*, 171 283f
Pıoblar, nükleik asit, 17 sitoplazmik birikimler, 48 timusta, 275-276, 276f 2771
Proelastazlar, 330 yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10, Retiküler lamina, 70, 70f
Proelastin, 112 14-15, 15f 16116*, 171 Retiküler lifler, 70, 95, 106, 111-112, İ l i l
Proeritroblastlar, 253, 2541 2551 tıptaki kullanım alanları ve, 16* 1141 125-126, 1261
Proiaz, 59,60f 6 lf 621 zar, 24-26, 25f 261 27İ 35. Bkz. ayrıca düz kasta, 207, 21 l f 2121
Progenitor hücreler, 249-251, 2501 250* özgül tip sentezi, 26, 271 dalakta, 2861 287-288
Progesteron Proteinüri, 384* iskelet kasında, 192, 2021
menstrüasyon döngüsü üzerine etkisi, Proteoglikan kümeleri kalpte, 2081
459, 462* kemik matriksinde, 145 karaciğerde, 334, 334-3351'
üreme organları üzerine etkisi, 459, 4591 kıkırdakta, 136, 1361 lenf düğümünde, 281, 283f
Programlı hücre ölümü (apoptoz), 66, 66*, Proteoglikanlar, 115-116, 1171 1181 Retiküler tabaka, derinin, 3751 376
661671268 bazal lamina, 69, 701 Retikülosiıler, 236, 2541 255f
Prokarboksipeplidazlar 330 kıkırdakta, 135, 136, 1361 yi'ızdesi, 238*
Pıokaryot hücre, 23. Bkz. Hücreler parçalanmasındaki aksaklıklarla ilişkili Retina arteriyoileri, 470f
Prokolajen peptidazlar, 107 hastalıkları, 117* Retina arterleri, merkezi, 4701
Prokolajen, 106, 107, 1101 yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 12-13 Retina pigment epiteli, 470f 4711 476, 477,
Proksimal kıvrımlı tübül, 383, 3841 385- Proto-onkogenler, 64* 477f 480f481f
386, 3851 3861 3891 39U 3921 3931 Protoplazmik astrositler, 169, 170f 1711 Retina venleri, 4701
hücreler üzerinden taşınma ve, 85, 85f Protrombin, 233 Retina, 469, 47014711475-480, 476f477f
385-386 karaciğerde sentezi, 341, 3421 4781 4 7 9 f4 8 0 f4811
Proiaktin, 408* Psöriyaz, 372* dekolmanı, 4761
etkileri, 4091 Pü, 239* histofizyolojisi, 479
salgılayan hücreler, 408* Puberte, erken Retinaldehit, 479
Prolaktin-engelleyici hormon (PIH), 408*, aşırı böbrek üstü bezi androjenleri ve, Retinanın iç pleksiform tabakası, 476, 476f
410* 419* 4771, 4781
Prolaktin-salgılatıcı hormon (PRH), 408* kemik üzerine etkisi, 155* Riboniikleaz, 330
Prolenfositier, 260 Pulmoner arterler, 366-367, 3681 Ribozomal RNA, 32
Prolilerasyon (folikül/östrojen) evresi, Pıılmoner kan damarları, 366-367, 3681 çekirdekçikte, 58
menstrüasyon döngüsünün, 460, Pulmoner kapileıler, 367 mitokondride, 31
4601462* Pulmoner kök, 354 Ribozomlar, 32, 341
Pıolifeıasyon bölgesi, epifiz kıkırdağının, Pulmoner lenfatik damarlar, 367, 3681 kaba endoplazma retikulumu, 34, 341 351
150, 151 f Pulmoner sürfaktan, 363-366, 3631 3641 mitokondriyal, 31
508 / İNDEKS

RNA Saydam bölge, 143, I43f Ses telleri


mitokondriyai, 31 Saydam hücreler, ter bezleri, 380-381 gerçek, 353
ribozomal, 32 saydamlaştırma, doku gömme işlemi için, yalancı (vestibüler kıvrımlar), 353
çekirdekçikte, 58 2 Sferositoz, ailesel, 236b
mitokondride, 31 Schlemm kanalı, 470, 470f 471 f Sfinkter Oddi, 344
transfer, mitokondride, 31 Schmidt-Lanterman yarığı, 182f Sfinkter pupilla kası, 474, 474f
ulak Schwann hücreleri, l62f 169, 170a 178, Sfinkter, iiretra dış, 400
ulak mitokondri, 31 178f182f Sharpey lifleri, 145, 297, 298f
ulak poliribozomlar ve, 32, 34f miyelin km yapımı, 169, 178-179, 179f Sigara içilmesi. Bkz. Titrek tüy, 43, 45, 46f
yeri, hücrelerdeki ve dokulardaki, 10 sinir bozunması ve yenilenmesi ve, 187* 47f 73-74, 7öf
Rodopsin (görme moru), 477, 479 Schwannomlar, 188* fallop tüplerinde, 456-157, 458f 459f
Rotor sendromu, 343 Sebum, 379-380, 380* hareketsiz (Kartagener sendromu), 45b,
rRNA. Bkz. Ribozomal RNA Sedimentasyon sabiti, hücre bölümlerine 5 İt, 349b, 436b
Ruffıni uçları/cisimcikler, 377 ayırma ve, 9 oosit transportu ve, 457
Sefalin (fosfatidiletanolamin), zar, 24 sinüzit ve, 353b
S fazı, hücre döngüsünün, 60, 62, 64f Sekretin, 307*. 331, 331* solunum epitelinde, 349, 350b, 350f 351 f
Safra asilleri Selim prostat hipertrofisi, 444b 352f
eşlik eden bozukluklar, 34lb Semen, 431 Sigara içme
karaciğerden salgılanması, 341, 343f Sement, 294, 294f 296 akciğer tümörleri ve, 368X
Safra kanalcıkları (Hering kanalları), 333f Sementositler, 296 amfizem ve, 366b
337, 3401344 Seminal kesecikler, 431 f 443, 444f solunum epiteli üzerine etkisi, 350b,368
Safra kanatikülleri, 333f 337, 339f 340f 344 Seminal sıvı, 443 Sıkı bağlantılar (zonula okludensler), 71-
Safra kanalları, 333f 340f 344 Seminifer epitel halkası, 438 72, 71 f 72f 73f
Safra kesesi, 325, 345, 345f 346f Seminifer epitel, 432-433, 432f taşıma işleminde, 85, 86f
Safra taşları (kolelityaz), 341b döngüsü, 438 Sıkıntılı solunum sendromu, sudaktan
Safra yolları, 344 Seminifer tübiiller, 431-433, 432f 433f eksikliği ve, 366*
Safra Sempatik sinir sistemi, 186-187, 186f Siklik AMR, düz kasta kasılma, 108
depolanması, safre kesesinde, 345 kalp sinir ağı, 230 Siliyer cisim, 469, 470f 471 f 472-473
salgısı, 341, 343f Sentriyoller, 44, 47f 48f Siliyer kas, 471 f 472-473
Sağ lenfatik kanal, 230, 231 mitozda, 59, 60f 63f Siliyer uzantılar, 471 f 472f 473-474, 473f
Sakkül, 483f 484 Sentroasiner hücreler, pankreasta, 328-330, Şilomikron, 130, 13K332
vestibüler işlevleri, 486 330f Sinaps aralığı, l66f 167, 203
Salgı (luteal) evresi, menstrüasyon Sentromerler, 60, 63f Sinaps haberleşmesi, 28
döngüsünde, 460-^161,46lf 462* Sentrozomlar, 44-45, 48f 59 Sinaps iletişimi, l66f 167-168, l69f Bkz.
Salgı (transport) bileşeni, IgA, 266, 268 Sepet hücreleri, 325 Sinapslar
tükürükte, 328 Septal alveolar hücreler (tip II hücreler), Sinaps kesecikleri, l66f 167, 1681'
Salgı bölümü, bezlerin, 82, 84f 361 f 362-363, 363f 364f 365f Sinaps öncesi uç, l66f 167
Salgı grandileri, 43, 43f 48, 80, 85, 87f 88f yenilenmesi, 366 Sinaps sonrası hücre, l66f 167
92f SER. Bkz. Düz endoplazma retikulumu Sinaps sonrası uç, l66f 167
mast hücrelerinde, 101, 102f Serbest sinir uçları, 375, 377, 377f Sinapslar, 28, l62f 163, l64f l66f 167-168,
olgun, 85 Serotonin, 304, 307* l67f l68f I69f
olgunlaşmamış, 85 üreten karsinoidler, 304* baskılayıcı, 168, l69f
zimojen, 43, 85, 87f 88f Seröz asinüs, tükürük bezleri, 325, 326f uyarıcı, 168, l69f
Salgı kesecikleri, 43, 49. Bkz. Salgı grandi­ 327f Sinaptik (dış ağsı) tabaka retinanın,
leri Seröz hücreler, 85, 87f 88f 89f 476,477f 478f
Salgılatıcı faktörler, 252 pankreatik (asinüs/asiner hücreler), 3öf Sinartrozlar, 156
Salgısal IgA, 266, 268* 42f 43f 87f 88f 89f 328-330, 329f Sindekan, 116, 118f
sindirim kanalında, 291, 309 330f 331, 332f Sindesmoz, 154
tükürükte, 328 tükürük bezler, 325-327, 326f 327f Sindirim kanalı, 291-324. B kz. özgül yapı
Sanfilippo sendromu, 40*, 117b parotid bezler, 326-327, 327f ağız boşluğu, 292-299
Sarı (yaygm/üniloküler) yağ dokusu, 129, çene altı bezler, 327f 328, 328f apendiks, 322-324
129-131, 130f 131f 132f Seröz yarımaylar, 325, 326f 328f bağışıklık sistemi, 309, 319f
histogenezi, 131, 132f Seroza, 291, 292f epiteli, 291
tümörleri, 133 gastric, 307 yenilenmesi, 320-322, 3226, 323f
Sarı kemik iliği, 251 ince bağırsak, 318, 321f hücre yenilenmesi, 320-322, 3226, 3231
Sarımsı örtü, 233 utenıs, 458 ilişkili bezler, 325-347. B kz. özgül bezler
Sarkolemma, 191 Sertoli hücre engeli (kan-testis engeli), tümörleri, 345b
iskelet kası hücresi, 192f 202f 438, 439f 440, 440* ince bağırsak, 307-320, 308r 321f
Sarkomer, 195, 196f 197f Senoli hücreleri, 433, 433f 434f 435f 438- kalın bağırsak, 320-322, 322f 3231'
Sarkoplazma retikulumu, 36, 191 440, 439f kanseri, 3246
düz kas hücrelerinde, 207 Serum, 233 mide, 299-307, 300f
iskelet kası hücrelerinde, 196f 200-201, Serümen bezleri, 482 mukozaya eşlik eden lenfoid doku, 289f
200f 201f 202f 203f Serviks bezleri, 463 290f
kalp kası hücrelerinde, 206-207, 209f Serviks karsinomu, 463 b ösofagus, 299, 299f
Sarkoplazma, 191 Serviks yapısal özellikleri, 291, 292f
iskelet kası hücrelerinin, 205, 205f diş, 294 Sindirim
Sarnıçlar utenıs, 449f 458, 463 ince bağırsakta, 309, 313f 3l4f
çekirdek çevresi, 53, 54f kanseri, 463 b eşlik eden bozukluklar, 309 b
düz endoplazma retikulumu, 34f 35 Ses bağı, 353 kaim bağırsakta, 320
Golgi kompleksi, 36, 37f 38f Ses dalgaları, algılanması, 4831' 487. Bkz. tükürük bezleri, 328
granüllii endoplazma retikulumu, 331 34, Kulak; İşitme Sınıf I/sınıf II majör histokopatibilite
35F Ses dalgası kompresyon fazı, 487 kompleksi molekülleri, 265, 270-
Savaş ya da kaç kuramı, 4l8-4l9b Ses kasları, 354 271, 272f
İNDEKS / 509

antijen işlemede, 269, 272f 18f Spiral gangliyon, 486, 486f


nakledilen doku ceddinde, 270, 271 Sklera, 469, 4701' 471f Splenektomi, alyuvarlar üzerine etkisi, 288
Sinir ağlan, sindirim kanalında, 291 Skleranın lamina kribrozası, 470f SRH (somatotropin-salgılatıcı hormon),
zedelenmesi/işlev görmemesi, 292b Skoıbüt. Bkz. C Vitamini eksikliği 408*, 410*
Sinir dokusu, 69, 69f, 161-189 Skrotıım. Bkz. Testisler SRP (işaret-tanıma parçası), 35, 35f
bozunması ve yenilenmesi, 187b. 188f Sodyum pompası (Na+ / K+-ATIJase), aktif SRS-A. Bkz. Anafilaksinin yavaş tepki
gelişimi, 162-163 taşımada, 84-85 veren maddesi
tümörleri, 188b proksimal kıvrımlı tiibülde, 85, 85f 386 Stapedius kası, 487
Sinir düzenleyicileri, 167 Şok, anafikıktik, 102* Stereosilya, 73
Sinir gangliyonları, 161, ]6 lf Sola kayına, 258* epididimde, 443
Sinir hücreleri. Bkz. Glial hücreler; Solar elastoz, 376 tüy hücrelerinde, 484, 487
Nöronlar Soluk alma, 368 vestibüler işlevleri, 486
Sinir lifçikleri, 165 Soluk yolu iletici kısmı, 349, 349f Steroidler
Sinir lifleri, 178-180, 178f 179f 180f 181f havanın iletimi, 350-351, 353 eozinofiller üzerine etkisi, 240 b
182f Soluma düzeneği, 349 reseptörleri, saptanmasında imünohis
Sinir sistemi, 161-189, I 6 lf Solunum bronşiyolleri, 349f 358, 358f 359f tokimya, 16*
çevresel, 16i, lö lf I62f 360f salgılayan hücreler, 89, 93f
merkezi, 161, lö lf l62f 171-175 Solunum hareketleri, 367 böbrek üstü bezi, 414-417
otonom, 182-187 Solunum sistemi, 349-367, 349f Bkz. özgül böbrekler üzerine etkisi, 398, 399b
parasempatik, 186f 187 yapı ve başlık altında Akciğer kan düz endoplazma retikulumu, 35
plastisitesi, 188 damarları, 366-367, 368f sinyal almada, 30
sempatik, 186-187, 1861' iletici bölümü, 349, 349f Stigma, 453
tümörleri, 188* havanın uygun hale getirilmesi, 350- Stratum bazale (stratum germinativum),
Sinir uyartısı (aksiyon potansiyeli), 162, 351, 353 3691' 370
167 savunma düzenekleri, 368 Stratum granülozum, 369f 370-372
Sınırlayıcı zarlar bölümleri, 349, 349f Stratum kornetim, 369f 372
dış, 477, 477f 478f epiteli, 349-350, 349*, 350f 351f 352f 353 Stratum lusidum, 369f 372
iç, 477f 478f sigaranın etkileri, 350, 368* Stratum spinozum, 3691 370, 371f 3721’
Sinirler, 180-181, 183f 184f 185f sinirleri, 367 Stria vaskülaris, 485, 486f
bozunması ve yenilenmesi, 187*, 188f lenfatik damarları, 367, 3ö8f‘ Stroma, 69, 95
Sinkondroz, 156 solunum bölümü, 349, 349f karaciğer, 332
Sinoatriyal düğüm, 228, 228f 230 Soluyarak atma, 368 kırmızı kemik iliği, 252
Sinostoz, 156 Somatik (kesintisiz) kapilerler, 216, 217f kornea, 469-470, 472f
Sinovya sıvısı, 156 Somatomedin C, kıkırdak büyümesinde, over, 449
Sinovya zarı, 156f 157, 158f 159f 138 Su dengesi
Sinüsler, 353 Somatostatin, 307, 307f, 408f, 410*, 423* distal kıvrımlı tiibülde, 389
Sinüzit, 353* D hücre salgısı, 307, 307t, 423* Menle kulpunda, 387
Sinüzoidal kapilerler, 218 Somatotrop hücreler, 4071" 408f proksimal kıvrımlı tiibüde, 386
karaciğerde, 334, 3361’ Somatotropin (büyüme hormonu), 408 toplayıcı tübüllerde, 394
kırmızı kemik iliğinde, 252 etkileri, 409f Su emilimi, kalın bağırsakta, 320, 322f
Sinüzoidler kemik üzerine etkisi, 155 b Sudan IV boyası, lipit saptamada, 13
dalak, 286, 2861' 287-288, 2871' kıkırdak büyümesinde, 138 Sudan siyahı, lipit saptamada, 13
karaciğer, 333f 334, 334-3351 336 salgılayan hücreler, 407f 408* Süksinat dehidrojenaz, yeri, hücrelerdeki
Sirkumvallat papillalar, 293, 293f Somatotropin-salgılatıcı hormon ve dokulardaki, 10
Şişmanlık, 131, 131b (SRH/büyüme hormonu-salgılatıcı Sünger hücreleri, 414
eklem sorunları ve, 157b hormon), 408*, 410* Sııngersi (kanallı) kemik, 145, I45f I49f
Sistein, feomelaninde, 372 Son plaklar (düğmeler), 163 Bkz. ayrıca Kemik
Sistemik skleroz, ilerleyici, 1086 Son-plak, motor, l62f 203, 203f Siiperoksit anyonlar, fagositozda, 239
Sistol, Büyük elastik arterler, 223, 225f Southern blot, 18 Suprakoroidal lamina, 469, 472
Sitogenetik, doku kültürleri çalışması, 9b Spektrin, 235 Siirfaktan proteinleri, 363, 364f 366
Sitokeratinler. Bkz. Keratinler Sperm. Bkz. Spermatozoonlar Siirfaktan, akciğer, 363-366, 363f 3641'
Sitokimya, 9-13 Spermatidler, 433, 434f 4351 439f eksikliği, 366
Sitokinler, 265, 271-273, 273f 2734 274f Spermatogenez serisi hücreleri, seminifer Süt (bebek) dişleri, 294
Bkz. ayrıca özgül tip tübüllerde, 433, 433f 439, 439f Süt (clesidüöz) dişleri, 294
csteoklast akt ivilesi düzenlenmesi, 143 toksik değişimler Süt boşlukları, 465
Sitoloji, eksfoliatif, vajinal, 464* Spermatogenez, 433, 433f 434f 435f Süt kanalları, 465, -ı65f
Sitoplazma, 23-51- Bkz. özgül bileşen etkileyen faktörler, 440, 4401441 Süt proteinleri, salgılayan meme hücreleri,
aksonal, 165, 166 hormon kontrolü, 440, 440f 466, 467f
Sitoplazmik birikimler, 48, 49f 50f seminifer epitel döngüsü ve, 438 Süt-atma refleksi, 409f 4106, 466
Sitoplazmik köprüler, germ hücrelerinin Spermatogonyumlar, 433, 433f 4341" 435f Sütten kesme, ertesinde meme gerilemesi,
klonal yapısı ve, 435f 438 Sertoli hücreleri, 438, 439, 439f 466-467
Sitotoksik T hücreleri, 2ö7f 268, 269*, 270f tip A ve B, 433, 435f Süzme yarıkları, 383, 387f 389f
Sitozol, 24, 49-51 Spermatositler, 434f 439f
Sıvı mozaik modeli, zar yapısının, 25f 26 birincil, 433, 433f 434f 435f T (enine) tübüller
Sıvı-faz pinositoz, 27 ikincil, 433, 433f 435f iskelet kasında, 196f 200, 200f 201f 202f
Skala media (koklea kanalı), 483f 484, 485, Spermatozoidler, 432, 433 2031'
486f Spermatozoonlar, 435f 436, 436f 437, 438f kalp kasında, 206-207
Skala timpani, 483f 484, 486f aktarılmasında boşaltıcı genital kanallar, T lenfositler, 234ft 267-269, 269ft 271 f
Skala vestibüli, 483f 485, 486f 442-443 antijen işlemede, 269, 272f
Skeletin (desmin), 46*. 48 hareketsiz, 436b dağılımı, 269, 27If
düz kasta, 208 Spermiogenez, 433-437, 435f 436f eksikliği/kusurları, lenf düğümü patolo­
iskelet kasında, 16*, 200 Sperm-özgül proteinleri, 440 b jisi ve, 281 6, 283f
saptanmasında imünohistokimya, 16*, Spiral arterler, uterus, 458 işlevleri, 234*, 265, 267f 269ft 270f
510 / İNDEKS

kökeni/farklılaşması/olgunlaşması, 96f T-hücre reseptörleri, 267 albinizm ve, 375


250f 260, 267-268. 270f 27öf 277-278 Tıkız bağ dokusu, 122, 122f 123f 1241 125f Titrek tüylü prizmatik hücreler, solunum
timusta, 275-276, 276f 277f 126f epitelinde, 349, 350b, 350f 351 f
ürünleri, 234 düzenli, 122, 122f 124f 125f 126f 352f
T3. Bkz. Triiyodotironin düzensiz, 122, 122f 123f 124f TnC, 199f 200
T4. Bkz. Tiroksin fibrözkıkırdak, 139 kas kasılmasında, 199f 201
Taksol, mikrotühüllere etkisi, 44, 446 Timolin, 278 TNF (tiimor nekroz faktörü), 273, 2741'
Talin, 118 Timopoetin, 278 Tnl, 1991' 200
Taramalı elektron mikroskobu, 7, 7f Timozin-A, 278 TnT, 199f 200
Taşıma (salgı) bileşeni, IgA'nın, 266, 268 Timpan boşluğu (orta kulak), 482-484,4831' Tomes lifleri (odontoblast uzantıları), 294,
Taşıma kesecikleri, Golgi kompleksi, 37, ses dalgalarının izlediği yol, 483f 295, 296f 297f
37f 38f Timpan zarı (kulak zarı), 482, 483f Tomes uzantıları, 296
Taşıma, etkin, 84-85 Timus, 265, 266f 273-278, 2761' 277f Tonofılamanlar, stratum spinozumda, 370,
Tat delikleri, 293, 294f histofizyoloji, 277-278, 279f 37l f 372f
Tat hücreleri, 293, 2941' lenfosit dağılımı, 271 Tonotoptik ses, 487
Tat tomurcukları, 293, 294f T lenfosit olgunlaşması, 260, 265, 267- Tonsiller (bademcikler), 289-290
Tat, duyusu, 293 268,270f 27ör 277-278 damak, 289
"Tavuk derisi," 379 T lenfosit olgunlaşması, 260, 265, damar dil, 290
Tay-Sachs hastalığı, 40ft ağı, 276-277, 278f yutak, 289-290
TCR (T-hücre reseptörleri), 267 Timusa bağımlı lenfositler, 287 Tonsilliı, 289
Tek çekirdekli fagosit sistemi, 97-99, 101 b Timusıın humoral faktörü, 278 Toplayıcı kanallar, 383. 384f 385f 391-394,
Bkz. ayrıca Makrofajlar Tip A spermatogonyumlar, 433, 435f ' 3931' 3961'
Tek katlı epitel, 74-78, 76*, 77f 78f 79f Tip B spermatogonyumlar, 433, 435f Toplayıcı tübiiller, 383, 384f 391-394, 397f
kübik, 74, 76*. 77f 78, 79f Tip 1 hücreler Toıasik kanal, 230, 231
prizmatik, 74, 76*, 77f 78, 79f alveol (yassı), 3ölf 362, 362f 3ö3f 364f Toz hücreleri (alveolar makrofajlar), 36lf
yassı, 74, 76*, 77f 78, 78f karotid cisim, 224-225, 226f 366, 368b
Tek sinapslı bipolar hücreler, retinal, 478 Tip I kas lifleri, 205 Trabeküler arterler, 285, 286f
Teka eksteına, 451, 451 f 452, 454f 455f Tip II hücreler Trabekiiler venler, 286, 286f
Teka folikiili, 451 alveolar (büyük/septal), 3 6 lf 3631 364f Trakea, 349f 354, 354f
Teka interna, 451-452, 451 f 454f 455f 365f trans (olgunlaştırma) yüzü, Golgi kom­
Teka lutein hücreleri, 454, 456f yenilenmesi, 366 pleksinin, 37, 371’ 38f
Tektoıyal zar, 485, 486f karotid cisim, 224 Transfer RNA (tRNA), mitokondride, 31
Telofaz, 60, 60f 62f Tip II kas lifleri, 205 Transmisyon elektron mikroskobu, 6-7, 6f
Telojen, 377 Tıptaki uygulamaları ve, 10* 7f
Tendonlar, 122-123, 124f 125f Tırnak kökü, 379 Transnöronal dejenerasyon, 187
Tenon aralığı, 469 Tırnak matriksi, 379 Transvers (T) tübiiller
Tenon kapsülü, 469 Tırnak plağı, 379 iskelet kasında, 196f 200, 200f 201f 202f
Tensor timpani kası, 487 Tırnak yatağı, 379 203f
Tenya koli, 320 Tırnaklar, 379 kalp kasında, 206-207
Ter bezi kanalları, 379f 380f 381, 381f Tiroglobulin, 425 TRH. Bkz. Tirotıopin-salgılatıcı hormon
Ter bezleri, 379f 380-381, 380f 381f sentezi, 425, 426f Triadlar, iskelet kası hücrelerinde, 1961
Ter, 381 Tiroid bezleri, 423-428, 423f 424f 425f 426f 200, 20l f 202f
Teritoryal (kapsüler) matriks, 136, 136f 4271 Bkz. Tiroid hormonları bozuk­ Trigliserit lipaz, 330
137f lukları, 426-4286 Trigliseritler
Terminal ağ, 72, 75f Tiroid folikülleri, 423, 424f 4251 taşınması, 130, 131f
Terminal bıonşiyoller, 349f 354, 358f 359f Tiroid hormonları yağ hücrelerinde, 129-130
36 lf distal bölümün kontrolünde, 404, 4 l0 f Triiyodotironin (T3), 4101' 423, 426
Terminal dallanma, 163 düzenlenmesi, 41 Of 425, 426 sentezi/biriktirilmesi/salgısı, 425-426,
Terminal sarnıç, 200 kemik üzerine etkisi, 1556 426f
Termojenin, 132 sentezi/biriktirilmesi/salgısı, 425-426, düzenlenmesi, 41 Of 425, 426
Tespit ediciler, 1 426f Trikrom boyalar, 2-3
Tespit, doku, 1-2 Tiroid kıkırdağı, 353 Tı ipsinojenler, 330
ikili, 2 Tiroidit, Hashimoto, 428 tRNA (transfer RNA), mitokondride, 31
Testis içi genital kanallar, 431f 442 Tiroid-uyarıcı hormon (TSH/tirotropin), Trofoblast, 462
Testis lopçukları, 431, 431f 408, 423 Trombosit kümelenmesi
Testis sıvısı, 438 etkileri, 409f 4 l0 f 425, 426 birincil, 247
Teslisler, 431-442, 431f salgılayan hücreler, 408fı ikincil, 247
etkili faktörler, 440, 440f 4416 Tiroksin (T4), 41 Of 423, 426 Trombosit tıkacı, 247
gelişimi, 431— 432 sentezi/biriktirilmesi/salgısı, 425-426, Trombositler, 233, 234*. 246-247
inmemesi, 4416 426f ilişkili bosukluklar, 2474 261 *
inteıstisyel (Leydig hücre) dokuları, 431, düzenlenmesi, 4101'425, 426 işlevleri, 234s 246-247
432f 433.435F 441-442,44lf Tirotoksikoz (hipertiroidi), 428 kökeni/farklılaşması/olgıınlaşması, 96f
mediastinum, 431, 431f Tirotıop hücreler, 408 246, 249, 250f 26 i, 261 f 262f 263f
rete, 431f 432, 442 Tirotropin (TSH), 408t, 423 264f
seminifer tübiiller, 432-433, 433f etkileri, 409f 410f 425, 426 sayısı ve yüzdesi, 238*
Sertoli hücreleri, 433, 433f 434f 435f salgılayan hücreler, 408f ürünleri, 234*
438-440, 439f Tirotıopin-salgılatıcı hormon (TRH), 408f, Trombositler. Bkz. Kan pulcukları
spermatogenez, 433, 433f 434f 435f 41Of 410* Trombosiiopenik purpura, 2 6l6
spermiyogenez, 433-137, 436f Tirozin Tıombiis, 2196, 247
Testosteron, inteıstisyel (Leydig) hücrede melanin sentezinde, 373, 374f Tropokolajen, 106, 107, 108f 109f
üretimi, 441 tiroid hormon sentezinde, 425, 4261" Tropomiyozin, 199f 200
Tetani, 429 Tirozinaz, melanin sentezinde, 373, 374, Troponin, 199f 200
Tetrasiklin, ile ölçülen kemik apozisyonıı, 142 374f kas kasılmasında, 199f
İNDEKS / 511

Trypanosoma cruzi enfeksiyonu (Chagas Ünipotent progenitor hücreler, 249 Vimentin, 46, 48
hastalığı), 292 Üreme sistemleri. Bkz. Dişi üreme sistemi; damar düz kasında, 208— 209
TSH. Bkz. Tirotropin Erkek üreme sistemi saptanmasında imünohistokimya, l6t
Tübiiler bezler, 82, 83f Üreterler, 400, 4ö0f Vinblastin, mikrotübiiller üzerine etkisi, 44,
Tübiiler sistem, yoğun, 246 Üretra, 400 44
Tiibülin dişide, 400 Vinkristin, mikrotübüller üzerine etkisi, 446
eşlik eden hastalıklar, 511 erkekte, 400, 431f 443, 446, 446f Vinkülin, 118
mikrotübiiller, 43-14, 44f 47f Üriner sistem, 383-401. Bkz. özgül yapı VIP (vazoaktif intestinal polipeptid), 307
Tübiiller, müköz, tükürük bezleri, 325, böbrekler, 383-398, 384f Virilizasyon, böbrek üstü bezi androjen-
326F 329f mesane ve idrar yolları, 399-400 lerinin aşırı üretimi ve, 419
Tübüloasiner bezler, 82, 83f Üst hipofiz arteri, 403, 405f Virüs antijenleri, saptanmasında
Tükürük bezleri, 325-328. Bkz. özgül Uterus bezleri imünohistokimya, 16*
bezler menstrüasyon döngüsünün proliferasyon Viseral (delikli) kapilerler, 2 l6 f 217, 217f
işlev düşüklüğü, 325 £ evresinde, 460, 460f Viseral düz kaslar, 209
işlevi, 325 menstrüasyon döngüsünün salgılama Viseral plevra, 367, 368f
mucus salgı hücreleri, 86, 91f evresinde, 460-461, 4 6 lf Viseral tabaka, Bowman kapsülünün, 383,
Tükürük, 325, 326 Uterus sen'ilesi, 449f 458, 463 385f 386f 388f
kıvamlı, "ağız kumluğu" ve, 326 * kanseri, 463 Vitiligo, 375
Tümör nekroz faktörü (TNF), 273, 274f Uterus tüpleri. Bkz. Ovidukllar Vitreııs boşluğu, 469
Tümör, 656 Uterus, 449f 458-463 VLDL (çok düşük-yoğunluklu
iyi huylu, 656 oksitosinin etkisi, 409f 4106, 4l0f lipoproteinler), 130, 131f
malin. Bkz. Kanser Ütrikiil, 483f 484 Volkmann kanalları, 144f 147
mitozlar, 64b, 65f vestibüler işlevler, 486 von Ebner bezleri, 293
Tunika adventisya, 219f 220 Uvea yolu, 469, 470-474, 470f Bkz. Koroid; Vulva, 464
arteriyoller ve küçük arterlerin, 220 Bkz. Koroid; Siliyer cisim; İris
büyük elastik arterlerin, 223, 224f Uyarıcı sinapslar, 168, l69f Wharton jölesi, 127
oıta boy (miisküler) arterlerin, 219f 222, Uyarılabilir hücreler, 162
223f 227f Uyarılabilir hücreler, 162 Y Kromozomu, 57
venin, 225, 227f 228f Uyarılma, ses dalgasının neden olduğu, Yağ asitleri
Tunika albuginea 487 taşınması, 130, 131f
over, 449, 450f Uyartı oluşturulması, kalpte, 228-230, 228f yağ hücrelerinde, 129-130
penis, 446, 446f 229f Yağ bezleri, 379-380, 379f 380f
teslis, 431, 431f Uyartılar, nöronal yanıt, 162 tıkanması, aknede, 3806
Tunika fibroza, 469-470, 470f 471f 472f Uydu düğüm, 283 b Yağ hücreleri (adipöz hücreleı/adipositler),
Tunika intima, 219, 219f Uydu hücreleri, 182, 211-212 103, 129, 130f Bkz. Adipöz doku
büyük elastik arterlerin, oıta boy Uyum (görme), 475 gelişimi, 131, 132f
(miisküler) arterlerin, 219f 220, 227f Üzengi (stapes), 483-484, 483f 487 işlevleri, 97ı
venin, 225, 227f kökeni, 96f
Tunika medya, 219-220, 2191’ Vajina, 449f 463-464, 464F tümörleri, 133b
büyük elastik arterlerin,, 219f 223, 224f over hormonlarının etkisi, 459, 459f 464 Yalancı çok katlı epitel, 76*, 77f 78
orta boy (miisküler) arterlerin, 219f 220- Vakü oiler titrek tüylü prizmatik, 77f 78
222, 223r 227f fagositik, 39, 239 Yalancı ses telleri (vestibüler katlantılar),
venin, 225, 227f 228f Golgi (yoğun), 37, 37f 353
zayıflaması, anevrizmalar ve, 2246 Vas (duktu.s) deferens, 43lf 443, 443f Yalancı tek kutuplu nöronlar, 162f 163, l63f
Tunika propria, 432 Vater-Pacini cisimcikleri, 377, 377f Yan dallar, akson, l62f 166
Tunika vajinalis, 431-432, 431f Vaza rekta, 396, 398f Yanaştırma proteini, 35, 35f
Tiirk eyeri, 403 Vaza vazonun, 219f 220, 223f 228f Yangı/yangısal yanıt, 104, 105-106b, 105f
Tutturucu bağlantılar, 73. Bkz. lenfatik kanal, 231 burun ereklil cisimleri üzerine etkisi,
Desmozomlar; Hemidesmozomlar; Vazoaktif faktörler, üreten kapiler endotel 351*
Zonula adherens hücreleri, 218 kimyasal düzenleyicileri, 104
Tutturucu kolajen, 106, 107ı Vazoaktif intestinal polipeptid (VIP), 307 mast hücresinde depolanması/salıver-
Tutturucu lifçikler, 69, 70f 376 Vazomotor sinirler, 220 ilmesi, 101-102, 102b, 103f
kolajen oluşturan, 106, 107t Vazopresin (antidiüretik hormon), 408, 41 9 + 2 yapısı (aksonem), 45
Tutturucu madde, I46f 147 etkileri, 408-409, 409f 4l0f Yapraksı papilalar, 293, 294f
Tutturucu plak, 72 G proteinlerinin düzenleyici etkileri, 31 f Yara büzülmesi, 976
Tutunma, hücreler arası, 71 VEGF'ler (vasküler endotel büyüme faktör­ Yara iyileşmesi, fibroblastlar, 95-976, 123f
leri), 218 Yardımcı genital bezler, erkekte, 431(443-
Ubikuitin, 41 Venler, 215, 221f 225, 227f 228f 446, 444f 445f
Üç boyut, doku kesitlerinin yorumlanması Venöz kapakçıklar, 225, 228f Yardımcı T hücreleri, 268, 269t, 270f 271f
ve, 20, 2üf Venüller, 215f 220f 225, 227f HIV etkisi, 268b
Uç-ayaklar, 169 Verumontanum, 400 Yarı dairesel kanallar, 483f 484
Ulak RNA (mRNA) Vestibıil vestibüler işlevleri, 485f 486
milokondride, 31 burunda, 350 Yarım daire kanalları, 484, 485f
poliribozomlarda ve, 32, 34f kemik labirentte, 483f 484 Yarı-Z bantları, 206
Ulaklar. Bkz. Kimyasal ulaklar; İşaretleşme Vestibiiler (Reissner) zar, 485, 486f 487 Yaşlılık pigmenti. Bkz. Lipofuskin
molekülleri Vestibüler aparat, iç kulağın, 485f 486 Yassı alveol hücreleri (tip I hücreler), 36i f
Ülserler, mide, 3016 Vestibüler kıvrımlar (yalancı ses telleri), 362, 362f 363f 364f
Ultrasantrifüj, protein yalıtımı için, 15f 353 Yassı epitel, 69
Unilaminar birincil folikül, 450, 451 f 452f VestibülokoklKulak aparat, 482-487, 483f çok katlı
Ünilokiiler yağ dokusu (yaygın/sarı adipöz Bkz.ayrıca Kulak keratinleşmemiş, 76*, 78, 80f
doku), 129, 129-131, 130f 131f 132f Video kameralar, ışık mikroskobu için, 3 keratinleşmiş, 76f, 78
lıistogenezi, 131, 132f Vilııslar, bağırsak, 307, 308f 315f 319f 320, solunum sisteminde, 350 b
tümörleri, 133 320f tek katlı, 74, 76*, 77f 78, 78f
512 / İNDEKS

Yassı hücreli karsinomlar, elerinin, 381 Yoğun tiibüler sistem, 246 kırık onaıımında, 152b, 154f
Yavaş etkili anafilaksi maddesi (SRS-A), Yoğunlaştırıcı vaküoller, 37, 37f Zarlar. B kz. özgü l tip
mast hücre salgısı, 102, 103f Yoğunlaştrıcı lens birim, 24, 24f
Yaygın çift kutuplu hücreler, retinal, 478 elektron mikroskobu, 6, 7f depolarizasyonu, 166f 168
Yaygın nöroendokrin sistem, 86, 92f ışık mikroskobu, 3, 3f kas hücresinde, 203-204
enteroendokrin hücreler ve, 304, 306f Yüksek endotelli veniiller, lenfosit pencereli. B kz. Elastik lamina
307f 307t 309, 317f dolaşımında, 284, 2841’ plazma. B kz. Plazma zarı
köken alan tümörler (apudomalar), 866 Yüksek ilgili etkileşimler, kullanılan sapta­ yapısı, 23f 24, 25f 26f
Yaygın yağ dokusu (ünilokiiler/sarı yağ ma yöntemleri, 13-18 Zarsı bijİme,-^228
dokusu), 129, 129-131, 1301' 131f hibridleştirme, 16-18, 20f Zarsûlablrent, 483f 484-486, 484f 485f 486f
1321' imünohistokimya, 14-15, 15f löf 17f 487f
histogenezi, 131, 132f tıp alanındaki uygulamaları ve£l56, Zeis, bezleri, 481
tümörleri, 133* 16ı, 18f 19f Zellweger sendromu, 41 b
Yeniden şekillendirme, kemik. Bkz. işaretleme bileşikleri, 14, l4 f 1 Zimojen granıiller, 43, 85, 87f 88f
Kemik, büyüme ve yeniden şekil­ Yumuşak damak, 292 Zimojen hücreler (esas hücreler), 301 f 303f
lendirilmesi Yutak (Farenks), 294 304, 306f
Yenidoğan Yutak tonsilleri, 280-290 Zincir, pıhtılaşma/koagülasyon, 247
kırmızı kemik iliği, 251 Yuvarlak pencere, 483, 483f 485 Zona fasikiilata, 413, 414, 414f 4 l5 f 4 l6 f
sıkıntılı solunum, sürfaktan eksikliği, salgılanan hormonları, 414, 4 l7 f
366b Z çizgisi, 195, 195f 1961' 197f 19^ 1 9 8 f Zona glomerüloza, 413-414, 4l4f 4l5f
yağ dokusu, 131, 132f Zar geri kazanımı, endositozda, 28, 29f salgılanan hormonları, 414, 417f
Yenilenme Zar potansiyelleri, 166-167 ‘ Zona pelusida, 450, 451f 452f 453f 454f
hiyalin kıkırdakta, 139 Zar proteinleri, 24-26, 25f 26f 27f 235. Bkz. Zona retikiilaris, 413, 414, 4l4f 415f
karaciğerde, 344, 344*, 344f özgül tip salgılanan hormonları, 414, 4l7f
kas dokusunda, 211-213 sentezi, 26, 27f Zonül lifleri, 472f 473-475
pulmoner alveolar hücre, 366 Zar trafiğinin düzenlenmesi, 28, 28f 29f Zoniil, mercek, 469, 470f 471f 472f 475
sinir dokusunda, 187*, 188f Zarı kaleden çok geçişli proteinler, 24, 26f Zonula adherensler, 71f 72, 72f
Yetersiz beslenme, kemik üzerine etkisi, Zarı kaleden proteinler, 24, 25f 26f kalp kasında, 209f
155b Zarı kateden tek geçişli proteinler, 24, 26f Zonula okludensler (sıkı bağlantılar), 71-
Yıldızsı venler, 396, 398f Zarın dinlenme potansiyeli, 166 72, 71 f 72f 73f
Yoğun cisimcikler Zarlar arası boşluk, mitokondri, 30, 32f 33f taşıma işleminde, 85, 86f
düz kasta, 209, 213f Zarlar arası kemikleşme, 142, 142f 148, Zygote, 23, 457, 462
trombositlerde, 246 I4 8 fI4 9 f

You might also like