You are on page 1of 15

Kıymetli Takipçilerimiz;

Uzun süredir üzerinde çalışmakta olduğumuz "Muhtasar DHBT 1-2 Konu Anlatımı" adlı
kitabımızın içeriğini ÖRNEK olarak sizlerin istifadesine sunuyoruz.

Bilindiği üzere, DHBT ve MBSTS sınavları ÖSYM aracılığıyla yapılmaktadır. ÖSYM'nin yapmış
olduğu bu sınavlarda sorumlu tutulan derslerin sayısı ve kaynakları oldukça fazladır. Bu
sebeple çoğu aday, farklı mazeretleri nedeniyle derslerin ve kaynakların tamamına çalışma
imkânı bulamamaktadır. Buda söz konusu sınavlarda düşük puan alınmasına neden
olmaktadır. İşte bu çalışmanın hazırlanmasındaki temel amaç; sayısı oldukça fazla olan
dersleri özet mahiyetinde sizlere sunmaktadır. Bu amaç doğrultusunda, yoğun bir mesai
harcanarak 10 ders kitabının konuları incelendi ve sizler için muhtasar hale getirildi. Bu
çalışma; gerek DHBT sınavında gerekse Mülakat sınavlarında diğer kaynaklara ihtiyaç
duymadan sizlere yardımcı olacaktır. Aynı şekilde memuriyete atandığınız zaman, kurum içi
gireceğiniz MBSTS ve GYS sınavlarında sizlere yine yardımcı olacaktır. Ayrıca Din kültürü
öğretmenliğe çalışan adaylar için de ÖSYM-DİKAB alanında yapılan sınavlarda söz konusu
adaylara yine yardımcı olabilecek bir eserdir.

MUHTEŞEM ESERİMİZİ ÖRNEK AMAÇLI SİZLERLE PAYLAŞIYORUZ. KİTABIMIZ 450 SAYFA


OLUP A4 BÜYÜKLÜĞÜNDEDİR.

WHATSAPP HATTIMIZ 0530-411-67-34 MESAJ ATARAK DAHA DETAYLI BİLGİ


ALABİLİR VE SİPARİŞ OLUŞTURABİLİRSİNİZ..
B) Peygamberimiz (sav)’in okuyuşuyla ilgili bilgi sahibi
olmak isteyenlere Enes b. Mâlik : “O’nun kıraati med’li
idi, uzatılacak yerleri uzatırdı” demiş ve ardından
TECVİD İLMİ Besmele’yi örnek verip, “Peygamber (sav) Bismillâh’ı
uzatır, er-Rahmân’ı uzatır ve er-Rahîm’i uzatırdı”
Tecvid İlmi’nin Tanımı: cümlesiyle sözlerine devam etmiştir

Sözlükte “bir şeyi güzel yapmak, süslemek” anlamına  Bu rivayetler göstermektedir ki Hz. Peygamber
gelen tecvid kelimesi “sıfatlarına uygun şekilde harfleri (sav)’in kıraati tertîl çerçevesinde ağır ağır, tane
mahreçlerinden çıkarmak” demektir. Tecvid ilmi tane, yani tecvitli idi.
“Kur’ân-ı Kerîm’i harflerin mahreç ve sıfatlarına riayet
edip vakıf (duruş), vasıl (geçiş), sekte (nefes kesme) 3.İcmâ:
vb. tilâvet kurallarına uyarak güzel ve hatasız okumayı Gerek sahâbîler gerekse tâbiîn neslinden olanlar
öğreten ilim” olarak tanımlanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in tertîl (tecvid) ile okunduğunu
Kur’ân-ı Kerîm’de tecvid kelimesi bulunmamakla bildiren ve muhataplarına tertîl üzere Kur’an
birlikte “Kur’an’ı yavaş yavaş, tane tane, düşünerek okumalarını emreden âyet-i kerîmelerin hükmü gereği
okuma” anlamında “tertîl” geçmektedir. Allah’ın kelâmını tertîl çerçevesinde (tecvid kurallarına
göre) okumuş ve okutmuşlardır.
 Hz.Ali âyetlerde geçen tertîli Kur’an harflerinin
mahreç ve sıfatlarına uygun biçimde telaffuz Tecvid İlmi’ni Öğrenme ve Uygulamanın Hükmü
edilmesi ve durulacak yerlerin bilinmesi diye 1 Tecvidi ilim olarak öğrenmek ve bilmek
açıklamıştır. müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir.
Tecvid İlmi’nin Konusu: 2 Kur’an okuyan bir Müslüma’nın kıraatini lahn-ı
Tecvid ilminin konusu Kur’ân-ı Kerîm’in harfleridir. Bu celî’den (açık hata) kurtaracak kadar tecvîde riâyet
çerçeve içinde harflerin mahreç ve sıfatları, bağımsız ederek okuması, sûre ve âyetlerde tecvid
ve birleşik ses özellikleri, med, kasır vs. konular tecvid kaidelerine uyarak hareket etmesi farz-ı ayn’dır.
ilminin inceleme alanına girer. 3 Lahn-ı hafî’den (gizli hata) kurtaracak kadar
Tecvid’in Gerekliliği: tecvîde riâyet etmesi ise farz-ı kifâyedir.

Tecvid ilminin gerekliliği Kur’ân-ı Kerîm, sünnet ve Tecvid İlmi’nin Gayesi:


icmâ delilleriyle sâbittir. 1. Kur’ân-ı Kerîm’in tecvid ile okunması hususundaki
1.Kur’an: ilâhi emri yerine getirmek,

 ‫ َو َرت َّ ْلنَاهُ ت َْرتِ ًيل‬: “Biz onu (Kur’an’ı) tertil üzere 2. Kur’an lafızlarını Hz. Peygamber (sav)’den
okuduk” öğrenildiği gibi okuyabilmeyi sağlamak,

 ‫ َو َرتِّ ِل الْقُرأَنَ ت َْرتِ ًيل‬: “Kur’an’ı tertil üzere oku!” 3. Kur’an okurken dili hatadan korumak ve
sorumluluktan kurtulmak,
2.Sünnet:
Kur’ân’a karşı önemli bir sorumluluğumuzu yerine
A)Hz. Peygamber (sav)’in hanımlarından Ümmü getirmenin mânevi hazzını ve ahiret mutluluğunu
Seleme (r.ah.) peygamberimizin kıraatinin nasıl yaşamak
olduğunu soranlara şu cevabı vermiştir : “O’nun kıraati
harf harf, tane tane açıklanan bir kıraat idi; kıraatini
ayırırdı (tane tane, dura dura okurdu)”
TDV İLMİHALİ 1.CİLT Henüz bulûğa ermemiş fakat temyiz çağına gelmiş
çocuklar ise eksik edâ ehliyetine sahiptir. Kişiler
A) EHLİYET yaklaşık olarak yedi yaşından bulûğa kadar mümeyyiz
Ehliyet, kişinin dinî ve hukukî hükme konu (muhatap) sayılır. Mümeyyiz çocuklar iman, namaz, oruç, hac,
olmaya elverişli oluşu demektir. kefâret, cihad, iyiliği emredip kötülüğü engelleme gibi
dinî ödevlerle ve bedenî ibadetlerle mükellef değildir.
Ehliyyetü’l-hitâb: İnsanın dinin davetini anlayacak
konum ve kıvamda olması.  Mu’tezile: Temyiz çağından itibaren Allah'a imanın
vâcip olduğunu söylemiştir.
Ehliyetin belirlenmesinde kişinin konumu kadar
karşılaşılan hak ve borcun, dinî ve hukukî fiil ve işlemin  Ahmed b. Hanbel: Çocuğun on yaşından itibaren
mahiyeti de önem arzeder. namaz ve oruçla mükellef sayılacağı görüşündedir.

 İslâm hukukunda ehliyet “vücûb ehliyeti” ve “edâ  İslâm âlimleri: Mümeyyiz çocuk mükellef
ehliyeti” şeklinde iki ana safhaya ayrılır. tutulsun-tutulmasın, imanın ve ifa ettiği
ibadetlerin sahih olduğu görüşündedir. Ancak
İnsan hayatı da “cenin, çocukluk, temyiz, bulûğ ve bulûğdan önce yapılan hac ibadeti sahih olsa bile
rüşd” şeklinde devrelere ayrılmıştır. bulûğ sonrası farz olabilecek hac farîzasını
düşürmez.
Vücûb ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve borç
altına girebilme ehliyetidir. Vücûb ehliyetinin temelini Ebû Hanîfe’ye göre: Hükmen bulûğ yaşı erkeklerde 18,
zimmet ve hukukî kişilik teşkil eder; bu ehliyetin yaş, kızlarda 17 yaş olduğu görüşündedir.
akıl, temyiz ve rüşd ile alâkası yoktur. Aklî ve bedenî
gelişimi ne durumda olursa olsun yaşayan her insanın Ebû Yusuf, İmam Muhammed, İmam Şafiî' ve
bu tür ehliyete sahip olduğu kabul edilir. Çoğunluğa göre: Fizyolojik belirtiler gecikse de her iki
cins 15 yaşına girince hükmen bulûğ sayılırlar. Bulûğla
Cenin: Ceninin sağ doğması kaydıyla miras, vasiyet, birlikte kişinin yeterli aklî yetişkinlik kazandığı var
vakıf ve nesep haklarının bulunduğu bu sebeple de sayıldığı için aksini gösteren bir delil olmadıkça kişi akıl
eksik vücûb ehliyetine sahip olduğu belirtilir. ve bulûğ ile tam edâ ehliyeti kazanır.

Edâ ehliyeti: Kişinin dinen ve hukuken muteber olacak  Tam edâ ehliyetine “ teklif ” ehliyeti de denir.
tarzda davranmaya ve hukukî işlem yapmaya elverişli
oluşu demektir. Edâ ehliyetinin temelini akıl ve temyiz Rüşd: Kişinin malî konularla normal seviyede tedbirli
gücü teşkil eder. Akıl ve temyiz gücü tam olduğunda ve basiretli davranması demek.
tam edâ ehliyetinden, eksik olduğunda ise eksik edâ III. NAMAZ ÇEŞİTLERİ
ehliyetinden söz edilir.
Hanefîler dışındaki çoğunluk, vâcip hüküm kategorisini
Temyiz: Kişinin iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ana kabul etmedikleri için namazı genel olarak farz ve
hatlarıyla olsun ayırabilmesi. nâfile şeklinde iki gruba ayırmışlardır.
Mümeyyiz: Temyiz eden; iyiyi kötüden ayırma
Hanefîler’e göre ise namazlar:
yeteneğine (temyiz gücüne) sahip kimse.
 Farz, vâcip, nâfile olmak üzere üç çeşittir.
Temyiz çağına gelmeyen çocuğun, akıl hastasının ve
bu hükümde olan kimselerin edâ ehliyeti yoktur, Bununla birlikte Hanefîler arasında farklı gruplamalar
haklarını kanunî temsilciler vasıtasıyla kullanırlar. da bulunmaktadır.
Bunların dinen ve hukuken geçerli niyet ve iradeleri
bulunmadığından imanla ve ibadetlerle mükellef Bunlardan birine göre namazlar;
tutulmazlar, fiilleri sebebiyle cezaî sorumluluk da a) Allah’ın farz kıldığı (mektûbe) namazlar
taşımazlar. Sözleri, hukukî fiil ve işlemleri hukuken
geçersiz olup yok hükmündedir.
b) Hz. Peygamber’in sünnetiyle sabit olan (mesnûn) Nezir namazı, esasen gerekli ve görev olmamakla
namazlar, birlikte, kişi bir vesileyle namaz kılmayı adadığı zaman
kendi iradesiyle kendini yükümlü kılmış olur; artık bu
c) Nâfile namazlar olmak üzere üç çeşittir. yükümlülüğü yerine getirmesi gerekir.
Hz. Peygamber’in sünnetiyle sabit olan namazlar da
vâcip olan ve vâcip olmayan kısımlarına ayrılır.

A) FARZ NAMAZLAR

Farz olan namazlar, aynî farz (farz-ı ayın) ve kifâî farz


(farz-ı kifâye) olmak üzere ikiye ayrılır. Farz-ı ayın olan
namazlar yükümlülük çağındaki her müslümana farz
olup, her biri ayrı ayrı bunu yerine getirmekle
mükelleftir.

 Farz-ı ayın olan namazlar, her gün beş vakit namaz


ve her hafta cuma günleri kılınan cuma
namazından ibarettir.

Bu namazı birileri kılınca öteki müslümanlar cenaze


namazı kılmadıkları için sorumlu olmazlar. Sevap ve
fazileti ise namazı kılanlar elde etmiş olurlar.

 Farz-ı kifâye olan namaz ise cenaze namazıdır.

B) VÂCİP NAMAZLAR

Vâcip namazlar, vâcip oluşu kulun fiiline bağlı olmayan


(li-aynihî vâcip) ve vâcip oluşu kulun fiiline bağlı olan
vâcip (li-gayrihî vâcip) olmak üzere iki kısımdır

Li-aynihî vâcip: Vâcip oluşu kulun fiiline bağlı olmayan


namazlar:

 Vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramı


namazları birinci grupta yer alır.

 Tilâvet secdesi de, her ne kadar namaz olmayıp bir


secdeden ibaret olsa da, bu gruba sokulmaktadır.

 Ayrıca çoğunluk tarafından sünnet kabul edilmekle


birlikte, bazı Hanefîler'in vâcip saydıkları küsûf
namazı da (güneş tutulduğunda kılınan namaz) bu
gruba girer.

li-gayrihî vâcip: Vâcip oluşu kulun fiiline bağlı olan


namzlar:

 İkinci grupta ise nezir namazı, sehiv secdesi ve


ifsat edilen nâfile namazın kazâsı yer alır.
T.D.V İlmihali 2.Cilt  Mâlikîler’e göre, Mükellef bu üç şıktan birini
seçebilir.
KEFÂRETLER
c) Boşama Çeşitleri
Kefâret kelimesi sözlükte “örten, gizleyen” anlamına
gelir. Dinî bir terim olarak ise, “işlenen bir kusur ve 1. Ric‘î Talâk
günahtan dolayı Allah Teâlâ’dan af ve mağfiret
dilemek niyetiyle yapılan, ceza özelliği de bulunan bir Kocaya yeni bir nikâha ihtiyaç olmadan boşadığı
tür malî ve bedenî ibadet”tir. karısına dönme imkânı veren boşama türüne
dönülebilir boşama anlamında “ric‘î talâk” denir. Bir
 Kur’an ve Sünnet’te belirtilen veya sadece Hz. ric‘î talâktan bahsedebilmek için evliliğin zifafla fiilen
Peygamber’in söz ve uygulamasıyla sabit olan başlamış bulunması gerekir.
kefâret nevileri olarak; orucu bozma, yemin, zıhâr,
hac yasaklarını ihlâl, adam öldürme ve hayızlı  Hanefîler’e göre, Boşamanın sarih sözlerle ve
kadınla cinsel temas sebebiyle gereken kefâretler şiddet ve mübalağa ifade etmeyen bir tarzda
yapılmış olması gerekmektedir. Ayrıca bu
sayılabilir.
boşamanın üçüncü boşama olmaması da şarttır.
1. Oruç Bozma Kefâreti Bu durumda koca, iddet süresi içerisinde dilerse
eşine geri dönebilir. Bunun için yeni bir nikâh
Fıkıh literatüründe kefâret-i savm terimiyle ifade yapmaya, yeni bir mehir ödemeye gerek yoktur.
edilen bu kefâret türü, “Ramazan orucunu eda Esasen bu özelliğinden dolayı bu boşama türüne
ederken, herhangi bir mazereti bulunmaksızın, oruçlu ric‘î talâk denmiştir. Dönme kocanın açık bir
olduğunu bilerek orucunu kasten bozan kimseye beyanla karısına geri döndüğünü söylemesiyle
gereken kefâret”tir. olabileceği gibi, evlilik yaşamına fiilen geri
 Hanefîler de dâhil fakihlerin çoğunluğuna göre, dönmesiyle de olabilir.
Ramazan orucunun cinsî münasebetle veya yeme
içme ile bozulması aynı hükme tâbi iken;

 Şâfiîler başta olmak üzere bir grup fakihe göre,


Ramazan orucunun sadece cinsî münasebetle
bozulması kefâret gerektirir. Kasten de olsa yeme
içme kefâreti gerektirmez.

Oruç bozmanın kefâreti;

 İmkânı varsa bir köle âzat etmek,

 Buna gücü yetmiyorsa ara vermeksizin iki ay


süreyle oruç tutmak,

 Buna da gücü yetmiyorsa altmış fakiri sabahlı


akşamlı doyurmaktır.

Çağımızda kölelik kalktığına göre, oruç kefâretinde ilk


sırayı oruç tutma, ikinci sırayı da fakiri doyurma alır.

 Hanefîler de dâhil fakihlerin çoğunluğuna göre:


Kefâret ödeyecek kimsenin yukarıda sayılan sıraya
riayet etmesi, bir öncekini yapma imkânı
bulunmadığında bir sonrakine geçmesi gerekir.
HZ MUHAMMED ve EVRENSEL MESAJI  Mekke ve Kâbe’nin yönetimini ele geçirdi.

C.Hicaz Bölgesi Suriye’de bulunan ana bir kardeşi Rizâh’ın da


yardımıyla, hacla ilgili görevleri elinde bulunduran
Genel bilgiler: İslam Tarihi için Arap Yarımadası’nın en Sûfelileri ve Kâbe hizmetlerini yürüten Huzâalıları
önemli bölgesi hiç şüphesiz Hicaz’dır. Zira İslâm dini bu
yenilgiye uğrattı.
bölgenin önemli şehirlerinden Mekke’de doğmuş,
Medine’de gelişip yayılmıştır. Bölgenin bir diğer  Bundan sonra Mekke’de Huzâalıların idaresi sona
önemli şehri de Taif’tir. erdi ve Kureyş'in hâkimiyet dönemi başladı.

Mekke, dinî ve ticârî bir merkezdi. Yemen’den Kusay, idareyi eline alır almaz, Kureyş kabilesinin
başlayıp Akabe Körfezi'ne ulaşan ticaret yolu, Mekke boylarını Kâbe'nin etrafına inşâ edilen evlerde iskâna
ve Medine’den geçerek Akdeniz limanlarına tabi tuttu.
bağlanmaktaydı. Ayrıca Mekke çevresinde yılın belli
zamanlarında panayırlar kuruluyordu. İşte Kâbe’nin  Kabilesini bir araya topladığından dolayı
dinî bir merkez oluşu ve Hicaz’ın, Yemen Suriye ticaret “mücemmi'” (birleştirici) ünvanını aldı.
yolu üzerinde bulunması bölgenin önemini daha da Kendi yakın akrabalarını şehrin iç kısımlarına, uzak
artırmıştır. akrabalarını da dış kısımlarına yerleştirdi.
 Mekke’yi ilk olarak mesken edinenlerin Amâlika  İç kısma yerleşenlere Kureyş el-Bitâh
olduğu söylenir.
 Dış taraflara yerleşenlere Kureyş ez-Zavâhir adı
 Daha sonra buraya Güney Arabistan kökenli verilir.
Cürhüm kabilesi yerleşmiştir.
Bu suretle Kureyş kabilesi göçebelikten (bedevîlik)
Hz. İsmail burada büyümüş ve Cürhümlülerden bir yerleşik hayata (hadarîlik) geçmiş oluyordu.
kızla evlenmiştir. Aslen İbrânî olan Hz. İsmail, Yemen
asıllı Cürhümlülerden Arapça öğrenmiştir.

 Onun neslinden, el-Arabü’l-Müsta’ribe, yani 3-Sosyal ve Kültürel Durumu


Araplaşmış Araplar denilen kuzey Arapları
Nüfus Yapısı
türemiştir.
Arabistan’ın asıl sakinleri Araplardır ve bunlar tarihî
Yemen’den Mekke çevresine gelen ve Merru’z-
bakımdan iki büyük gruba ayrılırlar:
Zahrân’a yerleşen Huzâa kabilesi, Bekir b. Abdümenât
kabilesi ile birleşerek Cürhümlüleri Mekke’den  Grup: Eski devirlerde yaşamış, ancak daha sonra
uzaklaştırdı (207). Bu olaydan sonra Mekke’nin idaresi yok olmuş Araplardır. Âd, Semûd, Medyen ve
Huzâalıların eline geçti. Amâ lika gibi.
 Huzâa kabilesinin başkanı Amr b. Luhay, Hz.  Bunlara “Arab-ı bâide” denir.
İbrahim’in tevhid inancını temelinden değiştiren
puta tapıcılığın ve birçok putun Kâbe’ye
yerleştirilmesinin öncülüğünü yapmıştır.

Mekke’de Kureyş İdaresi: Kureyş kabilesi,


Huzâalıların hâkimiyeti boyunca Mekke çevresinde,
akrabaları olan Kinâneoğullarının arasında dağınık bir
şekilde yaşıyorlardı.

 Kusay b. Kilâb, Kureyş kabilesine adını veren Fihr


b. Mâlik’in altıncı nesilden torunudur.
TEFSİR TARİHİ VE USULÜ 1. Her şeyden önce Kur’ân’ın bir isminin de “yazılı
metin” anlamına gelen “el-Kitâb” olması, onun
KUR’ÂN’IN MUSHAFLAŞMA SÜRECİ
yazıldığını göstermektedir.
Kur’ân’ın Ezberlenmesi 2. Ayetler, Kur’an’ın yazıldığını ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’in Ezberlemesi: Hz. Peygamber 3. Bir hadîsinde Resûlullah şöyle buyurmuştur:
kendisine indirilen âyet ve sûreleri Allah’ın lütfuyla “Benden, Kur’ân’dan başka bir şey yazmayınız.
önce ezberler, sonra tebliğ ederdi. Kim benden Kur’ân’ın dışında bir şey yazmışsa onu
Her sene Ramazan ayında gerçekleşen arz olayı da imhâ etsin”. İşte bu hadîs Kur’ân’ın yazıldığını
Resûlullah’ın Kur’ân’ı ezberlediğini göstermektedir. açıkça ortaya koymaktadır.

 Resûlullah’ın vefat ettiği yıl bu mukâbele iki defa 4. Hz. Ömer’in Müslüman olması hâdisesinde, kız
yapılmıştır. kardeşi Fâtıma’nın elinde bulunan Tâhâ sûresinin
baş tarafının yazılı bulunduğu sahîfe de Kur’ân’ın
Sahâbenin Ezberlemesi: yazıldığını gösteren önemli bir delildir.

Hz. Peygamber, inen âyetleri ezberledikten sonra önce Resûlullah vahyin yazılmasına öyle bir itina
erkeklere, sonra da kadınlara okuyordu. gösteriyordu ki yazılan metinleri vahiy kâtibine yüksek
sesle tekrar okutturuyor ve herhangi bir hata, eksiklik
Sahâbeyi Kur’ân’ı ezberlemeye sevk eden belli başlı
veya fazlalık varsa hemen düzelttiriyordu.
sebepler:

1. Güçlü bir hâfızaya sahip olmaları.


Kur’ân’ın Faziletleri (Fezâilü’l-Kur’ân)
2. Namazda belli bir miktarda Kur’ân okumanın
farz/vâcip oluşu. Fezâilu’l-Kur’ân, Kur’ân’ın tamamını veya bazı sûre ya
da âyetlerini öğrenip okuyan, öğreten, dinleyen,
3. Kur’ân’ın emir ve yasaklarına uymanın gerekli
ezberleyen, hükümlerine göre amel edenlerin
olması.
kazanacakları sevapları, bazı sûre yahut âyetlerin şifalı
4. Resûlullah’ın, Kur’ân eğitimi ve öğretimi ile bizzat olduğunu bildiren hadisleri içeren literatür için
ilgilenmesi. kullanılan bir tabirdir.

5. Kur’ân okuyanlara verilecek sevap ve mükâfâtın Bunun için kaynaklarda;


büyük olması.
 Fezâilu’l-Kur’ân
Kur’ân’ın Yazılması
 Sevâbu’l-Kur’ân
Hz. Peygamber ümmî idi yani, okuma yazma
 Menâfiu’l-Kur’ân gibi terimler kullanılmıştır.
bilmiyordu.
Bu konuda yazılan ilk eser, İmam Şafiî’nin;
Ancak o, okuma yazma bilmemesine rağmen eğitim-
öğretime büyük bir itina gösteriyordu. Hem okuma-  Menâfiu’l-Kur’ân eseri olduğu ileri sürülmektedir.
yazma öğrenmeyi teşvik etmiş ve hem de okuma-
yazma öğretmek amacıyla erkekler için Abdullah b. Bu konuda yazılan bazı eserler şunlardır:
Said b. el-Âs ile Ubâde b. Sâmit’i, kadınlar için de Ahmed b. Şu’ayb en-Nesâî
Hafsa’yı görevlendirmişti.
 Fezâilu’l-Kur’ân
Kur’ân’ın yazdırıldığına dair pek çok delil
bulunmaktadır. Onlardan bazıları şunlardır: Ebu’l-Fidâ İsmâil b. Kesîr

 Fezâilu’l-Kur’ân
Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî

 el-İtkân fî Fezâili’l-Kur’ân.

İşârî Tefsîr Ekolü

Keşf, ilham ve sezgi yoluyla elde edilen bâtıni/ledünni


bilgiyle Kur’ân âyetlerinin bir kısmını veya tamamını
yorumlama yönteminin ismi olmuştur.

 Bu ekole, yönteme nazaran “remzi tefsîr” veya


“işârî tefsîr”; temsilcilerine nazaran da “tasavvufi
tefsîr” veyahut “sufi tefsîr” denmektedir.

İşârî tefsîr yöntemi, Kur’ân’ı mutasavvıfların (sufilerin)


yorumlama tarzıdır.

Bu yöntemde yorumlama tarzı, işaret ve remz;


yorumlamanın kaynağı, keşf ve ilham; ortaya çıkan
bilgi ise “hakikat, latife ve sır” olarak
adlandırılmaktadır.

Tasavvuf tarihi, üç dönem olarak telakki edilmektedir.


HADİS TARİHİ VE USULÜ İlelü’l-Hadîs İlmi hadislerdeki bu tür gizli ve fark
edilmesi zor kusurlarla ilgilenen bunları bulmayı ve
Ricâl İlmi
düzeltmeyi amaçlayan bir ilim dalıdır.
Ricâl ilmi, hadis râvîleri hakkında, hadis rivayetine ehil Günümüze ulaşan İlel Kitapları en eskisinden itibaren
olup olmadıklarını belirlemeye yönelik gerekli her
sırasıyla şunlardır:
türlü bilgiyi derlemek, korumak ve değerlendirmek
amacıyla ortaya çıkmıştır.  Alî b. El-Medînî’nin (ö.234/848) İlelü’l-hadîs’i.

 Ricâl İlmi’nin bir diğer adı da Cerh ve Ta‘dîl  Yahyâ b. Maîn’in’in (ö.233/847) et-Târîh ve’l
İlmi’dir. İlel’i.

Cerh (‫ ) ال جرح‬yaralama, suçlama, ta‘dîl (‫ ) ال ت عدي ل‬ise  Ahmed b. Hanbel’in (241/855) el-İlel ve
düzgün ve kusursuz kabul etme anlamına gelir. ma‘rifetü’r-ricâl’i.

Hadis ilminde cerh, râvîler hakkında olumsuz kanaat  Muhammed b. Îsâ et-Tirmizî’nin (ö.279/892)
belirtme, ta‘dîl ise râvîler hakkında olumlu kanaat aslı kaybolup, Ebû Tâlib elKâdî tarafından fıkıh
belirtme anlamında kullanılır. konularına göre yeniden tertip edilmiş şekli
günümüze ulaşan el-İlelü’l-kebîr’i ve Câmî‘i’nin
Bu ilmin amacı, râvîlerin kimliklerinin belirlenmesi,
elli birinci kitabı (bölümü) olan elİlelü’s-sağîr’i.
hocalarından hadis alma ve öğrencilerine hadis
aktarma yöntemlerinin sağlıklı ve geçerli olup  İbn Ebî Hâtim er-Râzî’nin (ö.327/938) İlelü’l-
olmadığı, hadis rivayetine ehil olup olmadıkları ve Hadîs’i.
güvenilirliklerinin tespit edilmesidir.
 Ali b. Ömer ed-Dârakutnî’nin (ö.385/995) el-
Önceleri râvîler hakkında hocalara sorarak sözlü İlelü’l-vâride fi’lehâdîsi’n-nebeviyye’si.
(şifâhî) olarak aktarılan bilgiler hicrî ikinci asrın
ortalarından itibaren kitap haline getirildi. İlk kitaplar  Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin (ö.597/1200-2) el-
Tarih ve Tabakât ismiyle kaleme alındı. İlelü’l-mütenâhiye fi’lehâdîsi’l-vâhiye’si.

 Velid b. Müslim (ö.195/810), Yahyâ b. Sa‘îd el- Ğarîbü’l-Hadîs İlmi


Kattân (ö.198/813) da ilk ricâl kitabı Ğarîb kelimesi Arapça’da, tek, yalnız, kendi türü
yazarlarındandır. içinde benzeri olmayan, gurbette olan gibi anlamlara
Üçüncü yüzyılda ricâl ilmi zirveye ulaştı. Günümüze gelir.
ulaşan en eski ricâl kitapları bu yüzyıla aittir. Bunlar Hadis İlminde Ğarîbü’l-Hadîs dendiğinde, az
İbn Sa‘d (ö.230/844) ve Halîfe b. Hayyât’ın (ö.240/854) kullanıldığı, yaygın olmadığı ya da manâsı kapalı
Tabakât isimli kitapları ile Yahyâ b. Maîn’in (ö.233- olduğu için anlaşılması zor olan kelimeler ve bunları
848) Târih’idir. konu edinen ilim dalı anlaşılır.
Cerh ve ta‘dîlin kurallarını ilk defa derli toplu yazılı Çok zaman râvîler hadisi, metnine sâdık kalmaksızın
hale getiren hicrî sekizinci yüzyılda yaşayan Tacüddîn kendi ifadeleriyle nakletmişlerdir.
es-Sübkî’dir.
 Buna hadis ilminde manâ ile rivâyet denir.
İlelü’l-Hadîs İlmi

İlel Arapça sebep, hastalık ve kusur anlamlarına gelir.

 Bu tür gizli kusur taşıyan hadislere Muallel


veya Ma‘lûl Hadis denir.
KELAM eğer kâğıt, kalem getirilseydi Hz. Peygamber Hz. Ali’yi
kendisinden sonra halife tayin edecekti, demişlerdir.
KELÂMI DOĞURAN ETKENLER
Kırtas hâdisesi, daha sonraları ortaya çıkacak olan ve
İlk İhtilaflar temel nazariyesi hilafet meselesi üzerine oturan Şîa
Kelâm ilminin doğuşuna sebep olan âmiller evvela bu ekolünün önemli dayanak noktalarından birisini
toplumun içinde ve İslam kültürünün içinden oluşturur.
doğmuştur. Hilâfet Meselesi
İslâm düşünce tarihinde oluşan bu dâhilî iç sebeplerin Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra
yanında, İslâm dünyasında başlatılan çeşitli tercüme Müslümanlar, halife seçimi meselesiyle
faaliyetleri ile fetihler ve daha başka yollarla çeşitli karşılaşmışlardır. Hilafet meselesi ve halife seçimi
kültürlere mensup milletlerle karşılaşılmış olmasını da aslında siyâsî bir konudur.
fikir ve yorum ayrılıklarına sebep olan haricî âmiller
arasında saymak mümkündür. Hilafet meselesi aslında İslâmî ilimler içerisinde İslâm
hukukunun konusudur. Ancak, Şîa ekolünün konuyu
Kelâm ilminin doğuşunu hazırlayan sebeplere tarih itikadî muhtevada mezhebî bir ilkeye dönüştürmesi
itibariyle baktığımızda bunların ilk işaretlerinin Hz. üzerine başta Ehl-i sünnet olmak üzere diğer kelâm
Peygamber’in son günlerinde tartışma konusu olan mektepleri de meseleyi, Şîa’ya cevap vermek üzere bu
“kırtas hâdisesi” ile ona bağlı hilafet tartışmalarına
bağlamda tartışmak durumunda kalmışlardır.
dayandığını görürüz.
Kur’ân’da ve hadîslerinde halifenin Hz.
Kırtas Hâdisesi Peygamber’den sonra kim olacağı şöyle dursun, onun
Arapça bir isim olarak “kırtas” kâğıt demektir. Onun nasıl belirleneceğine dair açık bir beyan bile
için kâğıt, kalem gibi yazı malzemelerini satan yere bulunmamaktadır.
kırtasiye denir. Kur’ân, genel bir ilke olarak Müslümanlar’ın işlerini
İbn Abbâs’tan rivayet edilen bir hadîse göre; Hz. şûra, yani aralarında yapacakları danışma, istişare ile
Peygamber’in, vefatıyla neticelenen son hastalığında, yürütmelerini tavsiye etmiştir.( Âl-i İmrân, 3/159; eş-
rahatsızlığının şiddetli olduğu bir anda yanında Şûra, 42/38)
bulunan ashabına; “Bana bir kâğıt ve kalem getirin, Hilafet meselesi ve halife seçimiyle ilgili olarak İslâm
size bir yazı yazdırayım ki benden sonra sapıklığa düşüncesinde ortaya çıkan temel görüşleri kısaca şöyle
düşmeyesiniz” buyurmuştur. Orada bulunan ashaptan özetlemek mümkündür:
bir kısmı Hz. Peygamber’in bu emir ve arzusuna
uyulmasını isterken, Hz. Ömer’in de içinde yer aldığı a) Ehl-i sünnet’e göre, kendisinden sonra kimin halife
bir grup, burada bir vahiy durumunun olmadığını, yani olacağına dair Hz. Peygamber bir belirlemede
o esnada Hz. Peygamber’e yeni bir vahyin gelmiş bulunmamıştır. Dolayısıyla halifenin belirlenmesi
bulunmadığını, dolayısıyla yazdırmak istediği şeyin seçimle gerçekleştirilir. Onun için Ashab istişare
vahiy olmayıp, hastalığının şiddetlendiğini anlayınca sonucunda Hz. Ebû Bekir’i halife seçmiştir.
ümmetine olan düşkünlüğünün bir tezahürü olarak
böyle bir istekte bulunduğunu düşünmüşlerdir. b) Şîa’ya göre halifelik meselesi insanların seçimine
bırakılabilecek bir iş değildir. Halife nasla
Bundan dolayı onu rahatsız etmemek için kâğıt, kalem belirlenir. Hz. Peygamber Hz. Ali’yi kendisinden
getirilmemiş ve neticede herhangi bir şey sonra yerine halife olarak tayin etmiştir.
yazılmamıştır. Hz. Peygamber de bu arzusunu
yenilememiş ve konu kapanmıştır. c) Haricîlerin bu konu hakkındaki görüşleri Ehl-i
sünnet ile aynıdır. Onlara göre de halifenin
Kırtas hâdisesiyle ilgili rivayetler, daha sonraları Şîa ile belirlenmesinde esas olan seçimdir.
Ehl-i sünnet arasında ihtilaf konusu olmuş ve Şiîler;
CEHM b. SAFVÂN
Cehm b. Safvân es-Semerkandî et-Tirmizî (ö. 128/745-
46) ilk kelâmcılardandır.

 Cehmiyye fırkasının kurucusudur.

Cehm’in, en belirgin özellikleri:

 Sıfatların inkârı,

 Kur’ân’ın yaratılmışlığı

 İnsan iradesini kabul etmeme (cebr)

Onun adıyla anılan Cehmiyye mezhebi, insan iradesini


inkârı ve tam bir cebr anlayışı cihetinden Cebriye ile
sıfatların inkârı yönünden Mu‘tezile ile örtüşür.

Cehm, Kûfe’de Cad b. Dirhem ile karşılaşmış

 İlâhî sıfatlar,

 Kader

 Halku’l-Kur’ân gibi konularda onun tesiri


altında kalmıştır.

Cehm, çağdaşı Ebû Hanîfe ve Vâsıl b. Atâ ile de fikir


alışverişinde bulunmuş ve talebeleriyle tartışmıştır.

Görüşleri ana hatlarıyla şöyledir:


İSLAM TARİHİ

Emeviler (661-750)

Hz. Ali şehit edilince Küfe halkı Hz. Ali’nin oğlu Hz.
Hasan’ı halife seçti. Muaviye’de, Şam’da halifeliğini
ilan etti. Bunun üzerine Hz. Hasan, Müslüman kanı
dökülmesin diye Muaviye ile antlaşma yaparak
halifelikten çekildi.

Yapılan antlaşmaya göre; Muaviye halife ilan edilecek


ancak ölümünden sonra halifelik seçimle
belirlenecekti. Muaviye’nin halife olmasıyla Emeviler
Devri başladı.

Muaviye ölmeden önce oğlu Yezid’i halife tayin edince


önceden seçimle belirlenen halifelik makamı saltanata
dönüşerek devam etmiştir.

Kerbela Olayı (680)

Muaviye’nin ölümünden sonra Yezid halife olunca


Küfeliler bu durumu onaylamayarak Hz. Ali’nin küçük
oğlu Hz. Hüseyin’in Küfe’ye gitmesini önlemek üzere
kuvvet gönderdi. Hz. Hüseyin’in yolu Kerbela denilen
yerde kesildi. Hz. Hüseyin ve beraberindekiler şehit
edildi.

Kerbela Olayı sonucunda Müslümanlar Şii ve Sünni


olmak üzere kesin mezheplere ayrılmıştır.

Emeviler Dönemindeki Siyasi Gelişmeler :

 İstanbul kuşatıldı ancak alınamadı.

 Emevilerin en parlak devri Abdülmelik ve Velid


dönemlerinde yaşandı. Bu dönemde Kuzey
Afrika’nın fethi tamamlandı.

 711 Kadiks Savaşı’nda Tarık Bin Ziyad, Cebeli


Tarık Boğazı’nı geçerek İspanya’yı ele geçirdi.
732’de Frank Krallığı ile yapılan Puvatya
Savaşı’nda Müslümanların Avrupa’daki
ilerleyişi durmuş oldu.
İSLÂM MEZHEPLERİ TARİHİ ve dışlamacı görüşlere katılmayarak Basra'da Abdullah
b. İbâd'ın etrafında toplananların oluşturduğu bir
Haricî Fırkaları
fırkadır.
Hâriciler hadislerin ve lafızların dış
Görüşler:
görünüşlerine/zâhirlerine bakarak hüküm verdikleri
için kendi içlerinde durmadan ihtilaf etmişler ve kendi  Devlet başkanı belirlemek dinî bir görevdir.
aralarında çeşitli fırkalara ayrıldıkları gibi bu fırkalar da
tâli kollara bölünmüşlerdir.  İmamın seçim (biat) yoluyla başa geçirilmesi
gerekir.
Haricî fırkaları,
 İmamet makamı konusunda Ehl-i Sünnet'ten
1. Muhakkime, tamamen ayrılır

2. Nâfi' b. Ezrak'a nisbet edilen Ezârika,(içlerinde en  İmamların Kureyş'ten olması yolundaki


katısı olanı ) anlayışı kesinlikle reddeder.

3. Necde b. Âmir liderliğinde ortaya çıkan Necedât,  İmamet için soy değil mü’min vasfını
taşıdıktan başka ilim, zühd ve adalet sahibi
4. Kurucusu genellikle Ziyâd b. el-Asfar olarak kabul olmak önemlidir. Bu nitelikleri taşımak
edilmekle birlikte, bazen de Abdallâh b. Saffâr suretiyle itaate lâyık olan herkes imam olabilir.
olarak kabul edilen Sufriyye,

5. Beyhesiyye,

6. Acâride,

7. Seâlibe

8. İbâdiyye

Varlığını Sürdürebilen Tek Harici Fırka: İbâdiyye

Adını kurucusu olduğu kabul edilen Abdullah b.


İbâd'dan almıştır.

 Kuzey Afrika ve Uman'da Ebâzıyye şeklinde

 çağdaş yazarlar İbâdiyye'yi tercih etmişlerdir.

Uman İbâdîleri'ne Beyâsi, Bîyâsi veya Beyâzi de


denmiştir.

İbâdîler, kendilerine bundan başka ilk tahkimcilerle


ilgilerinden dolayı Şurât adını verdikleri gibi,

 ehlü'l-îmân ve'l-istikâme,

 ehlü'l-adl ve'listikâme,

 cemâatü'l-müslimîn,

 ehlü'd-da'vet isimlerini de vermektedirler.

Basra İbâdîleri, 65 (685) yılında Nâfi' b. Ezrak'ın Haricî


olmayan Müslümanlar hakkında ileri sürdüğü tekfirci
YAŞAYAN DÜNYA DİNLERİ -Hinduizm’in 2.safhasını yanlışlıkla Brahmanizm olarak
da adlandırılan Veda dini oluşturmaktadır. Veda dini
HİNT DİNLERİ-1 tarihsel Hinduizm için bir ara dönemdir ve onun
HİNDUİZM CAYİNİZM oluşumunda genellikle kabul edildiği gibi, önemli ve
hayati bir rol oynamamıştır. Bu dönem M.Ö mö.
Hint Dinleri: Hint yarımadasında ortaya çıkan 2000’den 500’e kadar devam ettiği kabul edilir.
dinlerdir.
-Veda dini ilk Aryanlar tarafından ortaya konuldu. Bu
Hinduizm, Cayinizm, Budizm ve Sihizm dönemin dini hakkındaki kaynak Vedalardır.

HİNDUİZM: Hindular kendi dinlerine sanatana Vedalar; samhitalar, brahmanalar ve upanişadlardan


dharma derler. oluşur.

-“Sonsuz/ezeli dharma/yasa” anlamına gelen bu -Bu dinin iki temel görüşü vardır.
kelimeyle, belli bir kurucuyla ilişkilendirilen dünyanın
bir başlangıcının olmadığını ifade ederler. Değerli arkadaşlar, MUHTASAR KONU
ANLATIMI PDF’MİZ TANITIM AMACI İLE
-Hintli olmayanlar bu din için Hinduizm kelimesini
kullanır.İndus nehrinin doğu tarafında yaşayanlar ÖRNEK OLARAK VERİLMİŞTİR.
anlamına gelir.
Muhtasar kitabımız, 10 kitabın konuları
-Bugün dünyada varlığını devam ettiren en eski dindir. incelenerek tek kitap haline getirilmiş olup
-Hindistan nüfusunun %80’i Hindu dinini kabul eder. 450 sayfadır.
-Hindistan dışında 45 Milyon mensubu vardır.Bunun WHATSAPP İLETİŞİM HATTIMIZ : 0530-
18 Milyonu Nepal’de yaşar
411-67-34 bizlere ulaşabilirsiniz..
-Nepal, Hinduizm’i devlet dini ilan eden tek ülkedir.

-Hinduizm, Tanrı inancını kendisi için merkezi olarak


kabul etmez.Tanrının doğası hakkında fikir yürüten
sistematik bir teolojiye sahip değildir.

-Dharma kelimesi, birey ve toplumun maddi ve


manevi hayatının gerçekleri ve ilhamlarıyla ilgili
teoriler ve uygulamalar bütününü ima eder.

Hinduizmi diğer geleneklerden ayıran ölçütler;

1.Vedaların mutlak otorite olduğunu kabul ederler.

Vedalar: Kaldırılmasını gerekli gördükleri kast sistemi


ve yerine getirilmesi gereken onunla ilgili kurallar.

2.İneğin ve Brahmanları kutsal kabul ederler

3. Atman, karma, samsara ve mokşa ile ilgili inançlar


Hint dini-felsefi okulların hepsi tarafından gerçek
olarak kabul edilirler.

-İndus Vadisi dini, bugün hindistan’da bulunan dinin


1.safhasıdır. Milattan önce 4000-2200 yılları arasıyla
tarihlenir.

You might also like